çalışma grubu 6 korunan alanlar ve yaban hayatı yönetimi çalışma

Transkript

çalışma grubu 6 korunan alanlar ve yaban hayatı yönetimi çalışma
ORMANCILIK VE SU ŞÛRASI 2013
21-23 Mart 2013
ÇALIŞMA GRUBU 6
KORUNAN ALANLAR VE YABAN HAYATI YÖNETİMİ ÇALIŞMA
GRUBU
GRUP RAPORU
DOĞA KORUMA VE MİLLİ PARKLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Çalışma Grubu Koordinatörü: Adem AĞIR, Şube Müdürü V.
KORUNAN ALANLAR VE YABAN HAYATI YÖNETİMİ ÇALIŞMA GRUBU
Çalışma Grubu Başkanı
Çalışma Grubu Başkan Yrd.
Raportörler
Editör :
:
:
:
:
Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU
Yusuf CERAN
Dr. Nihan YENİLMEZ ARPA, Mehmet GÖLGE
Prof Dr. Nilgül KARADENİZ
1
ÇALIŞMA GRUBU ÜYELERİ
Adı-Soyadı
Sabri KİRİŞ
Kurumu
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Yusuf CERAN
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Cemal AKCAN
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Ramazan DİKYAR
Müd.
Dr. Nihan YENİLMEZ ARPA
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Mehmet GÖLGE
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Gökhan SEYHAN
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
İbrahim Ethem ÇAKIR
Müd.
Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU
FMV Işık Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi
Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat
Yrd. Doç. Dr. Tolga KANKILIÇ
Fakültesi Biyoloji Bölümü
Öğ. Gör. Dr. Vedat BEŞKARDEŞ İstanbul Üniversitesi Orman Fak
Doç. Dr. Zeynel
İstanbul Üniversitesi Orman Fak
ARSLANGÜNDOĞDU
Yrd. Doç. Dr. Akif KETEN
Düzce Üniversitesi Orman Fak.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Fatih BERBER
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Serap KARGIN
Müd.
Prof. Dr. Nilgül KARADENİZ
Ankara Ünv. Ziraat Fakültesi
Doç. Dr. Bülent SAĞLAM
Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fak.
Doç. Dr. Osman UZUN
Düzce Üniversitesi Orman Fakültesi
Yrd. Doç. Dr. Mehmet
KORKMAZ
Süleyman Demirel Ünv. Orm. Fak.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Neşe ERSÖZ
Müd.
Uğur ZEYDANLI
Doğa Koruma Merkezi
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Hasan EMİR
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Selim KARACA
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Mustafa KANTARLI
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Cihangir ALTUN
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Sebati Nur AKBAŞ
Müd.
Doç. Dr .Şağdan BAŞKAYA
KTÜ, Orman Fakültesi
Selçuk Üniversitesi- Veterinerlik
Prof. Dr. Kemal KIRIKCI
Fakültesi
Doç. Dr. Ebubekir GÜNDOĞDU KTÜ Orman Fakültesi
Işın ARIKÖK
Avcılık ve Y. Hayatı Konfederasyonu
Görevi
Genel Müdür Yrd.
Daire Başkanı
Daire Başkanı
Dai. Bşk.
Şube Müdürü V.
Şube Müdürü V.
Şube Müdürü V.
Uzman Yrd.
Öğretim Üyesi, Dekan
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Uzman Yrd.
Mühendis
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Öğretim üyesi
Peyzaj Mimarı
Veteriner Hekim
Şb Md.
Şb Md. V
Şb Md. V
Şube Md. V.
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Başkan
2
Dr. Teoman MERİÇ
Ümit Nabi ÜLKÜTAŞIR
S. Serhan ÇAĞIRANKAYA
Dr. İrfan Uysal
Dr. Fatma KURT
Dr. Selim ERDOĞAN
Prof. Dr. Sedat YERLİ
Yrd. Doç. Dr. Ahsen YÜKSEK
Osman ERDEM
Sezai AYDIN
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Gn
Müd.
Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi
İ. Ü. Deniz Bilimleri Enstitüsü
Doğa Araştırmaları Derneği
Şube Md. V.
Mühendis
Mühendis
Mühendis
Şube Md
Mühendis
Öğretim Üyesi
Öğretim Üyesi
Başkan
ETKB/Maden İşleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı
3
İÇİNDEKİLER
1. GİRİŞ
2. MEVCUT DURUM ANALİZİ
2.1. Korunan Alanlar ve Yönetimi
2.2. Peyzaj Onarımı
2.3. Hassas Ekosistemler
2.4. Yaban Hayatı Yönetimi
2.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
3. KAYDEDİLEN GELİŞMELER
3.1. Korunan Alanlar ve Yönetimi
3.2. Peyzaj Onarımı
3.3. Hassas Ekosistemler
3.4.Yaban Hayatı Yönetimi
3.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
4. KARŞILAŞILAN DARBOĞAZ VE ZORLUKLAR
4.1. Korunan Alanlar ve Yönetimi
4.2. Peyzaj Onarımı
4.3. Hassas Ekosistemler
4.4.Yaban Hayatı Yönetimi
4.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
5. GELECEĞE İLİŞKİN STRATEJİ VE POLİTİKALAR
5.1. Korunan Alanlar ve Yönetimi
5.2. Peyzaj Onarımı
5.3. Hassas Ekosistemler
5.4.Yaban Hayatı Yönetimi
5.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
6. SONUÇLAR VE TAVSİYELER
6.1. Korunan Alanlar ve Yönetimi
6.2. Peyzaj Onarımı
6.3. Hassas Ekosistemler
6.4.Yaban Hayatı Yönetimi
6.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
7. KAYNAKÇA
4
1. GİRİŞ
Türkiye doğu batı doğrultusunda uzanan ve kuzeyde Kuzey Anadolu Dağları ile güneyde
Toros Dağları’nın biçimlendirdiği dağlık bir bölgededir. Ülkenin %27’si orman, % 35’i
ekilebilir tarım alanları, %27’si çayır ve meraların yoğunlukta olduğu bozkırlarve % 11’i ise
yerleşim alanlarından oluşmaktadır. Bu alanlar yaklaşık 15.000 bitki türü ile 22.000’den fazla
omurgalı-omurgasız canlı türünü barındırmaktadır (UBSEP, 2007). Türkiye’nin sahip olduğu
biyolojik çeşitlilik değerleri;tür zenginliğinin yanısıraorman, sulak alan, dağ, bozkır, kumul,
deniz, kıyı, kumsal, ada, lagün ve mağara, gibi farklı ekosistemlerletemsil edilmekte ve tüm
bu zenginliğin korunması yönünde çaba harcanmaktadır.
Mevcut tür çeşitliliği ile bu çeşitliliğin yaşam alanlarını oluşturan habitatların korunmasına
yönelik çabalar; ulusal mevzuat ve politikalarla birlikte uluslararası sözleşmeler ve
yaklaşımlar da gözetilerek 1950’li yıllardan bu yana belirli bir sistem dahilinde
yürütülmektedir.
Ülkemizdeki doğal kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin korunan alanlar aracılığı ile
muhafazasına ve bu alanların etkin yönetimine yönelik bugüne kadar sayısız çalışma
yapılmış ve bu çalışmalardan pek çok deneyim elde edilmiştir. Salt koruma ve merkezden
yönetimin yanı sıra kültürel değerlerin yeterince dikkate alınmadığı korunan alan yönetimi
yaklaşımından, doğa korumayı ekosistem hizmetleri ve kültürel değerlerle birlikte ele alan,
bütünleştiren, tüm ilgili tarafların süreçlere etkin katılımını amaçlayan ve kaynağın yerinde
yönetimine odaklanan bir anlayışın hakim olduğu yaklaşıma geçilmiştir. Bu yeni dönemde
koruma ve faydalanma ile birlikte zarar gören ya da parçalanmış ekosistemlerin ve peyzajların
onarımı, yeniden kazandırılmaları da etkin korunan alan yönetimini desteklemede önemli bir
araç olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Korunan alanlar, yeryüzündeki yaşam için kritik önem taşır. Günümüzde iyi yönetilen
korunan alanların sadece ekosistemlerin ve peyzajların sağlıklı olmasını desteklemekle
kalmadığı; temiz su temini, gıda güvenliği, iklimin düzenlenmesi gibi farklı ekosistem
hizmetleri ile insanlar için de pek çok fayda sağladığı bilinmektedir.Bu hizmetlerkorumanın
yanı sıra yerel ve ulusal ekonomiyi de desteleyerek sürdürülebilir kalkınma stratejjilerinin
önemli bir parçası haline gelmiştir.
Korunan alanlar, ulusal mevzuat ile birlikte uluslararası sözleşmeler de dikkate alınarak
sorumlu birimlerin görev tanımları ve yetkileri kapsamında, katı korumadan kullanım
fonksiyonlarına göre farklı ölçülerde kullanımlara izin veren
11 farklı kategoride
yönetilmektedirler (Kiziroğlu ve ark., 2006). Bu alanların ülke yüz ölçümüne oranı %7,24’tür.
Ancak gerek bu alanlar ve gerekse koruma öncelikli hassas ekosistemler hem içsel ve hem de
dışsal etkilerden dolayı olumsuz etkilenmektedir. Dışsal etkilerden kaynaklı kirlilik,
sürdürülebilir olmayan kitle turizmi baskıları ve alt yapı gelişmeleri, karasal alanların ve su
kaynaklarının aşırı kullanım taleplerindeki artışlar önemli dışsal etkilerdir. Bunların dışında
pek çok korunan alan için ve diğer hassas ekosistemler için politik destek eksikliği, kurumsal
ve diğer kaynaklardaki yetersizlikler de diğer önemli tehditlerdir. Söz konusu bu tehditleri
ortadan kaldırmaya yönelik yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde pek çok girişimler bulunmakla
birlikte oldukça hassas ve kırılgan olan bazı ekosistemler pek çok tehdidin etkisi altında
kalmaktadır. Bu çerçevede ve küresel ölçekteki gelişmelere de bağlı olarak . korunan
alanlarımızın etkili yönetimi için, korumanın ulusal politikalara bütüneştirilmesi, korunan alan
5
sayısının arttırılması veetkin korunan alan mekanizmalarının geliştirilmesi gibi öncelikli
konular üzerinde çalışılması gerekmektedir.
Ülkemizin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik değerlerinin koruma altına alınmasının yanı sıra
bu değerlerden sürdürülebilir yararlanmaya yönelik çabaların da önem kazandığı
görülmektedir. Korunan alanlar dışında ve belirli kota ve dengeler gözetilerek uygulanan
sürdürülebilir avcılık faaliyeti bunlardan biridir.
Doğal kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin koruma-kullanma dengesi gözetilerek
sürdürülebilir bir yaklaşımla muhafazası ve yönetilmesi temel hedeflerden biridir. Bu hedefe
ulaşmada en önemli araç; koruma ve sürdürülebilir kaynak yönetiminin ulusal politikalarda
yer almasının sağlanması ve koruma öncelikli yaklaşımların benimsenmesidir. Katılımcılık,
sorumlulukların paylaşılması ve sahiplilik ilkeleri ile hareket edilmesi de süreci olumlu
etkileyecektir.
2. MEVCUT DURUM ANALİZİ
2.1. Korunan Alanlar ve Yönetimi
Korunan alanlar; doğal ekosistemlerin muhafazası için yaşamsal öneme sahiptir ve
hâlihazırda kritik derecede önemli ekosistem işlevleri sağlamaktadırlar. Ayrıca bu alanlar
özellikle türler, habitatlar ve ekolojik süreçler için önemli yaşam alanlarıdır. Korunan alanlar
genellikle bütün bir bölgede kalan yegâne doğal ya da yarı doğal alanlardır ve başka yerde
görülmeyen önemli miktardaki türe ev sahipliği yapmaktadırlar Yine bu alanlar, türlerin
yaşam alanının kaybını önledikleri için biyolojik çeşitliliğin korunması açısından en önemli
ve etkili araçlar arasında yer almaktadırlar. Korunan alanlar, Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi’(BÇS) nin Korunan Alanlar Çalışma Programında “ulusal ve küresel biyolojik
çeşitlilik koruma stratejilerinin temel unsurları” olarak belirtilmektedir.
Korunan alanlar, rekreasyonel ziyaretlerin bütünüyle yasaklandığı ya da çok sıkı biçimde
kontrol edildiği korunan alanlardan, koruma etkinliklerinin insan yerleşimlerini de içerecek
biçimde belli düzenlemelere tabi tutulduğu ve geleneksel (ve bazı durumlarda modern) üretim
etkinlikleriyle paralel olarak yürütüldüğü korunan kara ve deniz alanlarına kadar çeşitlilik
göstermektedir.
Korunan alan kavramıyla ilgili pek çok tanım bulunmakla birlikte “koruma, sürdürülebilir
yönetim, yasal altlık, sınırlarının tanımlı olması” gibi bazı temel noktalar tüm tanımlarda yer
almaktadır.
Korunan alanlar Dünya Doğa Koruma Birliği (IUCN) tarafından 2004 yılında; “Biyolojik
çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlara bağlı kültürel kaynakların korunması ve
sürdürülmesi için özel olarak ayrılmış, yasal ve diğer etkili yöntemlerle yönetilen kara
ve/veya denizel alanlar” olarak tanımlanırken 2008 yılında “bütünleşik ekosistem hizmetleri
ve kültürel değerler ile doğanın uzun dönemli korunmasını sağlamak için kabul edilen ve
ayrılan, yasal veya diğer etkili araçlarla yönetilen ve net olarak tanımlanan coğrafik bir
yüzeye sahip alan olarak” tanımlanmıştır (http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa.,
2010).
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve Milenyum Kalkınma Hedeflerinin amaçlarına ulaşmasında
en önemli araçlardan biri olarak kabul edilen korunan alanlar; yerel düzeyde insanların
6
yaşamlarını destekleyerek yoksulluğun azaltılmasına yardımcı olurken biyolojik çeşitliliğin
korunmasında yeryüzündeki maliyeti en düşük araç olarak belirmektedirler..
Korunan alanların;
- fauna, flora, ekosistemler, karasal ve denizel peyzajları koruma gibi temel değerleri;
- bitkisel ürünler, hayvansal ürünler, rekreasyon ve turizm, tarihi özellikler ve insan
eliyle yapılmış diğer kalıtlar, bilimsel bilgi ve araştırma, eğitim olanakları sunma gibi
yerinde hizmet olanakları;
- insan yaşamına ve insan-dışı yaşama destek, su kalitesi ve miktarına etki, balık
üretimi, tarımsal üretim ve yerleşim birimlerinin korunmasını destekleme gibi alan
dışında hizmet olanakları;
- kültür, kimlik, maneviyat, sosyal refah, gelecek nesiller için miras olanağı sunma gibi
toplumsal değeri;
- memnuniyet (var oluşundan dolayı duyulan ve deneyimsel olan memnuniyet), fiziki
sağlık, ruhsal sağlık, manevi huzur sağlama gibi bireysel değeri (materyal harici)
bulunmaktadır (Yenilmez-Arpa 2011).
Günümüzde; biyolojik çeşitliliğin korunması temel hedefinin yanında doğal kaynakların
sürdürülebilir kullanımı ile ekosistemlerin muhafazası ve daha geniş sosyal kalkınma süreçleri
ile bütünleşme de gözetilerek bu hedeflere uygun alanlar koruma altına alınmaktadır.
Korunan alanların ilk ilan edildiği dönemlerde rekreasyon ve turizm öncelikli amaç olarak
görülmekte iken 1990 sonrası küresel ölçekte görülen gelişmeler ve değişmeler ile gündeme
gelen pek çok uluslar arası sözleşmeler doğa koruma ve korunan alanlar konusunda yeni
gelişmeleri ve değişimleri beraberinde getirmiştir. Bu değişim ve gelişmeler geleneksel
yaklaşımlar ve yeni yaklaşımlar olarak Çizelge 1’de verilmiştir.
Çizelge 1. Korunan alanlara yönelik geleneksel yaklaşım ile yeni yaklaşım (Yenilmez-Arpa
2011)
Amaçlar
YönetişimYönetim
Biçimi
Geleneksel yaklaşım
• Alan,
üretim
amaçlı
kullanımdan ziyade koruma için
ayrılır.
• Genel olarak peyzajları koruma
ve görülmeye değer yaban
hayatı için tesis edilir.
• Temel olarak ziyaretçiler ve
turistlere göre yönetilir.
• En önemli kaynak değeri el
değmemiş değerleridir.
• Mevcut doğal ve peyzaj
değerlerinin
korunmasına
odaklıdır.
• Korunan
alanlar
merkezi
yaklaşımla-merkezi
hükümet
tarafından idare edilir.
Yeni yaklaşım
• Alan; politik, ekonomik ve kültürel olarak alanın
gerçekte yararlanıcısı olarak görülen yöre insanının
ihtiyaçlarını karşılamaya yardım etmek için
yönetilir,
• Doğal alanlar ve değerlerin yanısıra kültürel öneme
sahip yerlerin mevcudiyeti önemsenir.
• Amaçlar koruma kadar onarım ve iyileştirmeyi
içerir. Böylelikle kaybolan veya zarar gören
değerler yeniden eski haline getirilebilir.
• Korunan alanlar pek çok ortak tarafından yönetilir.
Böylece devletin farklı gruplarında yer alanlar,
yöre insanı, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve
diğerleri korunan alanların yönetiminde söz sahibi
olur.
Yöre insanı • Korunan alanlar yöre insanının • Korunan alanlar yöre insanı ile birlikte yönetilir,
etkilerine karşı planlanmış ve bazı uygulamalar yöre insanı tarafından
yönetilir.
gerçekleştirilir, yöre insanı pasif alıcıdan ziyade
• Bu alanların yönetiminde yöre aktif ortak olarak görülür.
7
Kapsama
alanı
•
•
Anlayışlar- •
Algılar
•
Yönetim
teknikleri
•
•
Finans
•
Yönetim
becerileri
•
•
insanı çok az düşünülür, • Bu alanlar korunan alan politika, ekonomik ve
nadiren
bilgilendirilir
ve kültürel olarak gerçekte yararlanıcısı olarak
onlardan nadiren bilgi alınır.
görülen yöre insanının ihtiyaçlarını karşılamaya
yardım etmek için yönetilir (koruma-kullanma
entegre yönetimi)
Korunan alanlar dağınık olarak • Korunana alanlar ulusal, bölgesel ve uluslar arası
ayrı ayrı planlanır.
sistemlerin bir parçası olarak planlanır.
Aynı zamanda bu alanlar • Korunan alanlar aynı zamanda mutlak koruma
çevresi dikkate alınmaksızın bölgeleri- tampon bölge ve yeşil koridorlarla
“adalar” şeklinde yönetilir.
birlikte ağlar oluşturur.
Korunan
alanlar
öncelikli • Korunan alanlar toplumsal bir değer olarak
olarak bir ulusal değer olarak görülür, ulusal miras fikriyle birleştirilir.
görülür.
• Yönetim ulusal ve yerel ile ilgili olduğu kadar
Yalnızca ulusal bir mesele uluslararası sorumluluklar ve görevler tarafından
da sağlanır. Sonuçta sınır aşan korunan alanlar ve
olarak algılanır.
uluslar arası korunan alan sistemlerine ulaşılır.
Korunan alanların yönetimi • Korunan alanlar uzun dönemli bakış açısına göre
gerçekte
teknokratik yönetilir. Korunan alanların seçimi, planlaması ve
uygulamalar
şeklinde yönetiminde
politik
uygulamalar,
talebin
gerçekleştirilir, politik durumlar hassasiyeti, uzmanlıklar ve net kararlar dikkate
çok küçük oranda dikkate alınır. alınır.
Korunan alanlar kısa bir zaman
dilimi içinde göreceli olarak
yönetilir,
uygulamalardan
öğrenilenler
ve
edinilen
deneyimler çok az dikkate
alınır.
Korunan alanlar vergiler ile • Korunan alan için finansal destek devlet tarafından
finanse edilir.
ve diğer çeşitli kaynaklardan sağlanır.
Korunan
alanlar
doğa • Korunan alanlar özellikle insanla ilgili becerilerin
bilimcileri veya doğal kaynak belli bir düzende değerlendirilmesiyle pek çok
uzmanları tarafından yönetilir.
insanlar tarafından yapılır.
Yönetim,
uzmanların • Kaynakların
yönetiminde
yöre
insanının
önderliğinde gerçekleştirilir.
bilgisinden de yararlanılır.
2.2. Peyzaj Onarımı
Tarım, ormancılık, endüstri, ulaşım, madencilik (maden ocakları, taş ocakları, kum ve çakıl
ocakları), alt yapı çalışmaları, kentleşme, turizm ve rekreasyon vb. alanındaki faaliyetlerin
artması; yer altı ve yer üstü kaynaklarının bozulması, bitki örtüsünün tahrip edilmesi,
biyolojik çeşitliliğin zarar görmesi, doğal yapının ve peyzajın bozulması gibi kalıcı etkilere
neden olmaktadır.
Tahrip edilmiş alanların kendi haline bırakıldıklarında ekolojik dengeye ulaşması, kendi
kendini onarması çok uzun yıllar aldığından, bu alanların onarım ilkeleri çerçevesinde eski
haline getirilmesi (restorasyon), iyileştirilmesi (rehabilitasyon) ve başka bir alan kullanımına
dönüştürülmesi (reklamasyon) için teknik müdahaleye gereksinim bulunmaktadır.
8
Peyzaj onarımı; insanoğlunun doğal peyzajları kültürel peyzajlara dönüştürmeye başladığı
andan itibaren gündemdedir. Bu bağlamda peyzaj onarımı ile ilgili bazı çalışma alanları
aşağıdaki gibidir:
• Akarsu kıyılarının korunması, Hidroelektrik Santrali (HES) ve Rüzgâr Enerji Santrali
(RES) yapım faaliyetleri sonrası peyzajın korunmasına yönelik yapılan çalışmalar,
• Kumul stabilizasyonu veya kıyı setlerinin korunması,
• Şevlerde ve eğimli alanlarda gerekli önlemlerin alınarak bu alanların durağan hale
getirilmesi,
• Ulaşım yolları ve yerleşim alanlarında doğaya uyumlu çözümlerin geliştirilmesi,
• Doğal gaz ve petrol boru hatlarında alanı eski haline getirebilmek için izlenecek
stratejilerin belirlenmesi,
• Faaliyet sonrası kum-çakıl ve maden ocaklarının onarımı,
• Az eğimli veya düz alanlarda olumsuz koşulların en aza indirilmesi (vejetasyon örtüsü
olmayan alanların korunması, tarım arazilerinde rüzgârın olumsuz etkilerine karşı
önlemler almak ve tarım arazilerinin su erozyonuna karşı korunması vb.)
• Katı atık depo alanlarında reklamasyon çalışmaları,
• Kurutulan veya doğal özellikleri zarar gören ıslak alanların onarımı.
Onarım çalışmalarına ülkemizdeki mevcut yasa ve yönetmelikler açısından baktığımızda;
“Madencilik Faaliyetleri İle Bozulan Arazilerin Doğaya Yeniden Kazandırılması
Yönetmeliği“ dışında onarım ile doğrudan ilgili bir yönetmelik ve yasa bulunmamaktadır.
Ancak bu yönetmelik de hâlihazırda terk edilmiş alanların iyileştirilmesi konusunda bir
düzenleme içermemektedir.
2872 sayılı Çevre Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 4342 sayılı Mera Kanunu, 4915
sayılı Kara Avcılığı Kanunu ile Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve“Korunan Alanların Tespit, Tescil ve
Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik”, “Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı
Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği” “Kum Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması, İşletilmesi
ve Kontrolü Yönetmeliği”, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, Orman Kanununun 16
ncı Maddesinin Uygulama Yönetmeliği, Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği ve
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ve
rehabilitasyon ve restorasyona ilişkin hükümler içermekte, ancak çoğunda rehabilitasyon ve
restorasyonun nasıl yapılacağı, rehabilitasyon çalışmalarına esas olacak ana kriterler, yöntem
ve aşamalar, izleme ve kontrol hakkında hükümler bulunmamaktadır.
Avrupa Birliğine üye ülkelerde ise;
-Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmelikleri, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Bern
Sözleşmesi, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesinde insan müdahaleleri
ile sorunlu hale gelen peyzajların eski haline getirilmesi hedeflenmekte,
-2000/60/EC sayılı Su Çerçeve Direktifi ile su kaynaklarının (iç sular, geçiş suları, kıyı suları
ve yeraltı suyu) daha fazla tahribatının önlenmesi, korunması ve iyileştirilmesi, sucul
ekosistemlerin ileri derecede korunması ve iyileştirilmesi,
-92/43/EEC sayılı Habitat Direktifi ile Ek I’deki doğal yaşam alanı tipleri veya Ek II‟deki
canlı türlerinin muhafazası ve iyileştirilmesi ve Natura 2000‟in tutarlılığı açısından bu
9
sahaların maruz kaldığı bozulma ve tahribatı düşünerek önceliklerin tespit edilmesi, telafi
edici önlemlerin alınması gerekliliği belirtilmektedir.
2006/21/EC sayılı Maden Atıkları Yönetimi” Direktifi ile mineral kaynakların çıkarılması,
işlenmesi ve depolanması çalışmaları sonucunda oluşacak atıklar için düzenlemeler getirilmiş,
ayrıca yetkili mercilerce tesisin kapatılması esnasında yapılacak olan düzenlemeler ve
kapatıldıktan sonra arazinin rehabilitasyonuna dair sorgulanması istenmiştir.
Avrupa Konseyi tarafından yürütülen ve taraf olduğumuz Avrupa Peyzaj Sözleşmesinde de
peyzajın korunması, planlanması ( peyzajın geliştirilmesi, restore edilmesi ve rehabilitasyonu)
ve yönetilmesi esas alınmıştır.
Bu bağlamda gelişmiş ülkelerde uzun yıllardır sistematik bir şekilde yapılan rehabilitasyon ve
restorasyon çalışmalarının maalesef ülkemizde istenen düzeyde olmadığı ve gereken önemin
verilmediği görülmektedir. Ayrıca yapılan onarım çalışmaları yasalarda yaptırımın olmaması
nedeniyle sınırlı kalmakta, çoğunlukla ağaçlandırma çalışmaları şeklinde yapılmaktadır.
Ülkemizde peyzaj onarımı konusunda peyzaj mimarları, orman mühendisleri, maden
mühendisleri, ziraat mühendisleri gibi farklı meslek disiplinlerinin çalışmaları bulunmaktadır.
Bu çalışmalardan kumul stabilizasyonu çalışmaları (Konya-Karapınar Rüzgar Erozyonu
Önleme Çalışmaları), Doğalgaz ve Petrol Boru hatları (Bakü Tiflis Ceyhan Boru hattı’nda
yapılan onarım çalışmaları) ile ilgili yapılan çalışmalar, katı atık depo alanlarının onarımı
(Mamak düzensiz depo alanı peyzaj onarımı), Kutman Madencilik tarafından İstanbul’da 18
yıllık bir süreçte yapılan Kemerburgaz-Ağaçlı Rehabilitasyon ormanı vb. çalışmalar örnek
çalışmalar niteliğindedir.
Bilimsel ve akademik yapılanma ile ilgili olarak; Peyzaj Mimarlığı Bölümlerinin hemen
hemen tamamında lisans düzeyinde “Peyzaj Onarımı” dersleri, Orman Mühendisliği
bölümlerinde genellikle “Havza Yönetimi” Anabilim dalında toprak erozyonu, toprak ve su
koruma, kurak bölge ıslahı vb. konularında, Ziraat mühendisliğinde vejetasyon örtüsü
olmayan alanların korunması, tarım arazilerinde rüzgarın olumsuz etkilerine karşı önlemler
alınması ve tarım arazilerinin su erozyonuna karşı korunması vb. konularında bilgiler
verilmekte ancak doğrudan onarıma yönelik lisans dersleri bulunmamaktadır.
Maden mühendisliği bölümlerinde doğrudan peyzaj onarımına ilişkin derslere rastlanmamakla
birlikte, bazı derslerde ve lisansüstü düzeyinde bazı bölümlerde doğrudan maden ocaklarına
ilişkin onarım çalışmalarına yer verilmektedir. Çevre Mühendisliği ve Biyoloji bölümlerinde
de doğrudan peyzaj onarımına yönelik dersler yerine belirli özel konularda bilgiler ve
teknikler verilmektedir.
2.3. Hassas Ekosistemler
Denizel Hassas Alanlar ve Ada Ekosistemleri
Türkiye’nin kıyı uzunluğu adalar hariç 8.592 km’ dir ve bunun 1.133 km’lik bölümü(%13)
koruma altındadır. Deniz koruma alanlarının oranı ise % 6,57’dir. Denizel hassas alanlar,
biyolojik çeşitlilik yanında, kültürel ve doğal değerlere sahip deniz alanlarıdır. Deniz koruma
alanları ise, biyolojik çeşitliliğin yanı sıra, kültürel ve doğal değerlerin korunmasını sağlayan
10
ve belirli yasalar ile yönetilen deniz canlılarının yaşamsal faaliyetlerini sürdürdükleri denizel
ortamlardır
Deniz koruma alanları;
• Önemli ekolojik veya yaşamı destekleyen sistemleri korumak, muhafaza etmek,
• Türlerin ekosisteme dayalı sürdürülebilir kullanımını sağlamak ve
• Denizel biyolojik çeşitliliği, habitatlarıyla beraber korumak amaçlarıyla
ayrılmaktadırlar.
Ayrıca, yeni kaynakların üretilme ve mevcut kaynakların kullanılmasında denizel biyolojik
çeşitliliğin de ekonomik değeri oldukça yüksektir. Günümüzde deniz ekosisteminin değerleri
üzerine birçok çalışma yapılmaktadır. Deniz ekosistemi hizmetleri yaklaşımı denizel
ekosistemleri ve barındırdığı denizel biyoçeşitliliğin bireysel ve sosyal refaha katkısı vardır.
Türkiye açısından önemli deniz habitatları, kum bantları, posidonia çayırları, haliçler, nehir
ağızları, çamur düzlükleri, kıyısal lagünler, körfezcikler, resifler, gaz sızıntısından oluşan
deniz altı yapıları, batmış veya yarı batmış deniz altı mağaraları ve adalar sayılabilir. Endemik
tür açısından karasal alanda olduğu gibi denizel alanlarımız zengindir. Özellikle FethiyeGökova kıyı şeridi endemik türlerin ve çeşitliliğin en yüksek olduğu alanlardır. Hâlihazırda,
denizel hassas alanlarda, IUCN ve Bern Sözleşmesi ile koruma kapsamına alınmış olan pek
çok türün dağılımı bilimsel araştırmalar ile tespit edilmiştir. Aynı araştırmalarda Türkiye
sularında 10 deniz memeli türünün varlığı tespit edilmiştir. Akdeniz havzasında düzenli veya
ara sıra Akdeniz’e giren 21 adet deniz memeli türüne karşın, Karadeniz’de sadece 3 tür
yaşamaktadır. Akdeniz foku’nun (Monachus monachus) ise 1994 yılından beri Karadeniz’de
görülmediği belirtilmektedir.
Adalar, dünya kara alanlarının yaklaşık %5’ini kapsar. Ülkemiz sınırları içinde en çok ada
Ege Denizi’nde yer alır. Adaların bir kısmı zengin biyolojik çeşitliliğe ve endemik türlere
sahip, antropojenik baskılardan çok az veya hiç etkilenmemiş bundan dolayı birçok türe
yaşama ve üreme ortamı sağlayarak, hem denizel hem de karasal biyoçeşitliliğinin
korunmasına yardımcı olmaktadır. Adalar ayrıca, kuş göçlerinde konaklama yerleri olarak da
önemli bir role sahiptir. Her yıl binlerce kuş buralarda konaklar. Yelkovan kuşları (Puffinus
yelkouan), ada martısı (Larus audouinii), ada doğanı (Falco eleonorae), karabatak
(Phalacrocorax carbo), cüce karabatak (P. pygmeus) ve balık kartalı (Pandion haliaetus) gibi
birçok kuş türünün yuvalama ve yaşama alanıdır. Bu nedenlerden dolayı küçük adalar koruma
öncelikli alanlar olarak değerlendirilmektedir. Ada habitatlarına algler, Posidonia,
Cymodocea, Zostera çayırları, kaya, çakıl, kum, korallijen biyotopları girebilir. Ülkemizde
ada biyoçeşitliliğin tanımlanması konusunda yapılan çalışmalar ne yazık ki az ve yetersizdir.
Mağaralar
Ülkemizin yaklaşık % 40’ı mağara gelişimine uygun kayaçlardan meydana gelmiştir. Belirli
kuşaklar şeklinde uzanan bu litolojik birimler içinde, yaklaşık 35.000 adet mağaranın
bulunabileceği tahmin edilmektedir. Bu mağaraların büyük bölümü, Batı ve Orta Toros
Dağları’nda (Muğla, Antalya, Isparta, Burdur, Konya, İçel, Karaman, Aydın ve Denizli) yer
almaktadır. Türkiye’nin bilinen en uzun mağarası olan Isparta Kızıldağ Milli Parkı içinde
bulunan Pınargözü Mağarası(16.000 metre) ile en derin mağarası olan Anamur Peynirlikönü
Düdeni (1430 m) bu kuşak üzerinde bulunmaktadır.
11
Dünya’daki diğer ülkelere göre önemli bir potansiyele sahip ülkemizde, mağara araştırmaları
ve mağaralardan yararlanma çok yeni bir konudur. 35.000 mağaranın bulunabileceği tahmin
edilen Türkiye’de araştırma çalışmaları 1960’lı yıllarda başlamıştır. 1964 yılında kurulan
Mağara Araştırma Derneği’nin yabancı araştırmacılarla işbirliği içerisinde yürüttüğü
çalışmalar sonucunda ulusal mağara envanteri zenginleştirilmiştir.
Ekonomik potansiyeli oldukça yüksek olan mağaraları belirli bir sistem dahilinde inceleyerek,
bölge koşullarında kullanım alanlarını tespit etmek için 1979 yılında MTA Jeoloji Etütleri
Dairesi bünyesinde kurulan ve günümüzde farklı disipline sahip (Jeomorfolog, Jeoloji
Mühendisi, Hidrojeoloji Mühendisi) elemanlardan oluşan “Karst ve Mağara Araştırmaları
Birimi”, Türkiye’nin değişik yörelerinde 900’den fazla mağaranın detay incelemesini
yapmıştır. Bu çalışmalarda mağaralar; jeolojik, jeomorfolojik, hidrolojik-hidrojeolojik,
meteorolojik ve biyolojik özellikleri yönünden incelenmekte ve önemlerine göre 1/100 - 1/2
500 ölçekli haritaları (plan ve kesitleri) çizilerek ekonomik açıdan kullanım alanları
belirlenmektedir. Daha sonraki aşamada ise kullanıma açılacak mağaraların mimari, elektrik
ve çevre düzenlemelerinden oluşan Koruma ve Uygulama Projesi hazırlanmaktadır. Ayrıca
mağaralardan geçen yeraltı nehirleri, hareket yönleri, ilişkili oldukları yeraltı ve yerüstü
akarsu havzaları, kirlenme odakları ile koruma yöntemlerine yönelik çalışmalar
yapılmaktadır.
Ancak sadece kullanım değil, bu değerli ekosistemlerin korunması da eşit öneme sahip
olduğundan, konuya ilişkin bir kurumsal yapı ve mevzuatın eksikliği daima hissedilmiştir. Bu
amaçla, 2011 yılında Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü bünyesinde “Mağara
Koruma Şubesi Müdürlüğü” teşkil edilmiştir.
Mağara Koruma Şubesi, koruma, yönetim ve izleme çalışmalarını en sağlıklı şekilde
yürütebilmek amacıyla öncelikli olarak Türkiye Ulusal Mağara Envanteri’nin hazırlanması
çalışmalarına başlamıştır. Türkiye mağaralarının ulusal envanterinin oluşturulabilmesi
amacıyla, Dr. Temuçin Aygen tarafından 1955 yılında başlatılan mağara araştırmalarından
günümüze kadar geçen sürede başta MTA Genel Müdürlüğü Karst ve Mağara Araştırmaları
Birimi olmak üzere, Mağaracılık Federasyonu bünyesindeki tüm mağaracılık topluluklarının
verilerinden yararlanılmaktadır. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından
oluşturulan Ulusal Mağara Veritabanı’nda halen 1110 mağaranın ayrıntılı veri girişi
yapılmıştır.
Ulusal mağara veritabanı üzerinde yapılan ayrıntılı analizler neticesinde, kayıtlı 1110
mağaranın % 36’sına karşılık gelen toplam 400 mağaranın herhangi bir statüyle (Milli Parklar
Kanunu, Kara Avcılığı Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu) koruma
altında bulunduğu belirlenmiştir. Koruma altındaki bu 400 mağaranın toplam galeri
uzunluğunun envanterde kayıtlı toplam galeri uzunluğuna oranı ise % 52’dir. Korunan galeri
uzunluğu oranının korunan mağara sayısı oranıyla örtüşmemesinin nedeni ise, galeri uzunluğu
yüksek mağaraların çoğunun (örnek: Pınargözü mağarası, 16.000 metre, Kızıldağ Milli Parkı
içerisinde) bir statü altında korunmakta olmasıdır.
Korunmakta olan 400 mağaranın ise % 76’sı Milli Parklar Kanunu, % 17’si Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kanunu, % 7’si ise Kara Avcılığı Kanunu kapsamında tescilli alanlarda
bulunmaktadır. Sayı olarak koruma altındaki mağaraların yoğunlaştığı alanların başında
Aladağlar Milli Parkı (189 mağara) ve Küre Dağları Milli Parkı (80 mağara) gelmektedir.
12
Sulak Alanlar
Türkiye sulak alanlar bakımından bulunduğu bölgenin en önemli ülkelerinden biridir.
Bulunduğu coğrafi bölgede, deniz seviyesinden başlayarak 5.000 metreyi aşan yükseklik
farklılıkları, topoğrafik yapının hareketliliği ve çok kısa mesafelerde görülen iklimsel
farklılıklar; tüm biyolojik çeşitlilik unsurlarında olduğu gibi sulak alanların ekolojik
karakterlerinin de farklılaşmasını ve olağanüstü biçimde çeşitlenmesini sağlamıştır. Batı
Palearktik Bölgedeki ana kuş göç yolundan ikisinin Türkiye üzerinden geçmesi Türkiye’deki
sulak alanları pek çok kuş türünün varlığını sürdürebilmesi için anahtar ülke konumuna
getirmektedir. Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik nedeniyle Dünyadaki doğal müzeler olarak
kabul edilen sulak alanlar; doğal işlevleri ve ekonomik değerleriyle yeryüzünün en önemli
ekosistemleridir. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de uzun yıllar sıtma hastalığını
önleme amacıyla başlayan sulak alan kurutma çalışmaları, sanayi devrimini takiben tarım
arazisi elde etme amacına dönüşmüş, bu dönemde Türkiye uluslararası öneme sahip pek çok
sulak alanını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra doğal su rejimine yapılan müdahaleler, kirlenme,
aşırı ve yanlış avlanma, yabancı türlerin atılması gibi nedenlerle sulak alanların hemen
tamamında ekolojik denge ya büyük ölçüde bozulmuş ya da zarar görmüştür. Çevre
Bakanlığı’nın 1991 yılında kuruluşunu takiben sulak alanların korunması konusu ivme
kazanmış, 1994 yılında Türkiye Ramsar (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak
Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme) Sözleşmesi’ne taraf olmuş,
ulusal politikalarında ve mevzuatında sulak alanların korunması lehine düzenlemeler
yapmıştır. Bataklıkların kurutulması anlayışı yasalarımızdan çıkarılmış, geçmişte kurutulan
sulak alanların rehabilitasyonu ve restorasyonu için çabalar yoğunlaştırılmıştır.
Yahyalı Kasabası yakınındaki başta Ovaçiftlik ve diğer köylere arazi kazandırmak ve
sivrisinek mücadelesi için kurutma çalışmalarının yürütüldüğü Türkiye’nin en önemli sulak
alan ekosistemlerinden birisi olan Sultansazlığı Kuş Cenneti doksanlı yılların başında
kurumaya ramak kalmıştır. Bölgede yaşayan 262 kuş türü için yok olma anlamına gelen
bölgenin kurutulma çalışmalarına son verilince evrensel boyutlu bu çok önemli ekosistem de
kurtulmuştur (Kiziroğlu et al. 1993 ve 2002).
Ayrıca, Konya İlinin Yunak ve Çeltik ilçeleri sınırları içinde yer alan ve tarım toprağı elde
etmek amacıyla 1980’li yıllarda kurutulan Akgöl’ün restore edilmesi çalışmaları önemli bir
örnek olarak görülmektedir. Federal Alman Çevre, Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik
Bakanlığı, Uluslararası İklim Girişimi (ICI)’nin mali desteği ve DSİ Genel Müdürlüğü ile
Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün işbirliği ile yürütülen “İklim
Değişikliğinin Etkisinin Azaltılması ve Biyolojik Çeşitliliğin Korunması için Türkiye Sulak
Alanlarının Korunması ve Sürdürülebilir Kullanımı” projesi kapsamında Akgöl’ün sulak alan
fonksiyonlarını yeniden kazanıp iklim değişikliğinin etkilerine karşı güçlendirilmesi için
restore edilmesine çalışılmaktadır.
2.4. Yaban Hayatı
Yaban hayatı yönetiminin temeli, ekosistemin ve ekosistemde işleyen doğal süreçlerin
korunmasına dayanmaktadır (Oğurlu, 2008). Önceleri tek veya birkaç türün korunmasına
dayanan yönetim planları günümüzde tüm türlerin ve içinde bulundukları habitatların yani
ekosistemin korunması ve yönetimi anlayışına dönüşmüştür.
13
Ormanlar, tarım alanları, sulak alanlar ile meralar önemli yaban hayatı alanları olmakla
birlikte yaban hayvanları; ekstrem iklim koşullarının hüküm sürdüğü çöller, kutuplar ve hatta
okyanusların en derin yerlerinde bile yaşayabilmektedir. Bu alanlar içinde ormanların özel bir
yeri vardır. Ormanlar hayvanların ihtiyaç duyduğu besin, örtü, su ve alan gibi bir habitatın en
temel unsurlarını bir arada bulundurduklarından diğer alanlara göre daha çok yaban hayatı
potansiyeli taşımaktadırlar.
Tarımsal alanlar da çok sayıda kuş ve memeli türlerine barınak imkânı sağlamaktadırlar.
Tarımsal alanlar içinde ekili alanlar, çayırlıklar, otlaklar, ağaçlık alanlar ve boş alanlar
bulunmaktadır. Yaban hayatı özellikle ağaç ve çalılardan oluşan korunaklarla kuşatılmış ve
polikültür tarımın yapıldığı alanlar çevresinde daha fazla çeşitlilik göstermektedir (Öymen,
2007). Yoğun tarım yapılan alanlarda ise ürün miktarını arttırmak için kullanılan kimyasal
gübreler ve çeşitli pestisitler ile anız yakılması, tarım arazilerinin zamansız sürülmesi ve
monokültür tarımı gibi faaliyetler yaban hayatını olumsuz etkilemektedir.
Korunan alanlar, insanlar tarafından en az etkilenen alanlar olduğundan yaban hayatının
korunmasında ve yönetilmesinde en önemli araçlardır (Margules ve Pressey, 2000). Milli
parklar, biyolojik rezervler, yaban hayatı koruma ve yaban hayatı geliştirme sahaları birçok
yabani hayvan türünün korunduğu alanlar olup, yaban hayatına çok çeşitli yaşam ortamları
sunarlar. Bu sahaların dışında kalan alanlar ise odun üretiminin yapıldığı alanlardır (Shaw,
1985). Tüm dünya üzerindeki korunan alanlar yaklaşık %13’ünü kapsamaktadır. Bu oran
ülkemizde ise yaklaşık olarak %5 civarındadır (Anonim, 2011).
Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları (YHGS); memeliler, balık türleri ve su kuşları olmak üzere
birçok bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapmaktadır. Bu sahaların, biyoçeşitliliği koruma
fonksiyonları yanında, rekreasyon, avlanma, balıkçılık ve otlatma gibi faaliyetler ve
kullanımlar dolayısıyla topluma hizmet etme (sosyo-ekonomik) potansiyelleri de
bulunmaktadır.
Dünya üzerindeki insan nüfusunun artması insanların yaşamlarını idame ettirebilmesi için
gereksinimlerinin de artması sonucunu doğurmuştur. Bu da doğal alanlar üzerinde insanların
baskısını arttırarak yaban hayvanlarının yaşam ortamlarının sınırlanmasına ve insanlarla
yaban hayatının karşı karşıya kalma sıklığının artışına neden olmuştur. Bu durum yaban
hayatı-insan çatışmasını ortaya çıkarmıştır.
Ülkemizde av ve yaban hayvanlarının doğadaki populasyonlarını koruyarak devamını
sağlamak amacıyla üretme yeri ve istasyonları ile av ve yaban hayvanlarının bakım ve
tedavilerinin yapılacağı kurtarma merkezlerinin kuruluşu, yönetimi ve denetimine ilişkin usul
ve esasları “Av ve Yaban Hayvanı Üretme Yer ve İstasyonları ile Kurtarma Merkezlerinin
Kuruluşu, Yönetimi ve Denetimi Hakkında Yönetmelik” ile düzenlenmiştir. Türkiye’nin
çeşitli yörelerinde alageyik, geyik, karaca, ceylan ve yaban koyunu gibi memeliler ile
kelaynak, sülün ve keklik gibi kuş türleri için üretme istasyonları bulunmaktadır. 1970’li
yıllarda başlayan üretme çalışmaları ile yaban koyunu, ceylan, alageyik, turaç ve kelaynak
gibi türlerimizin yok olmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
Üretilen hayvanlar doğal alanlara tekniğine uygun biçimde yerleştirilmektedir. Yerleştirme
faaliyetlerinden sonra, alana bırakılan türün alandaki gelişiminin (beslenebilme, uyum
sağlama, üreyebilme gibi) izlenmesi türün korunması ve geliştirilmesi açısından büyük önem
taşımaktadır. Bu aynı zamanda yerleştirme çalışmasının başarısının da göstergesidir.
14
2.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
Coğrafi bakımdan Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği bir yerde bulunan
ülkemiz, bu eşsiz konumundan dolayı birçok kaynak değeri bakımından olduğu gibi yaban
hayvanı türleri bakımından da oldukça zengindir. Ancak, tarihi çağlar boyunca birçok
medeniyetin hüküm sürdüğü Anadolu'da bütün doğal zenginlik kaynakları gibi yaban
hayvanları da oldukça fazla tahrip edilmiştir. Bu tahribatın sonucunda geçmişte ülkemizde
yaşadığı bilinen ancak 13. yüzyılın başlarına kadar yaşamış olan Arslan (Felis leo persicus),
Milada kadar yaşamış olan Asya fili (Elephas maximus asurus), M.Ö. 1. yüzyıla kadar
yaşamış olan yaban öküzü (Bos primigenius Bojanus), 12. yüzyılın sonlarına kadar yaşamış
olan yaban eşeği (Equus hemionus anatoliensis), 19. yüzyıla kadar yaşamış olan çita
(Acinonyx jubatus) gibi birçok yaban hayvanı türü yok olurken, en son 1970 yılında
Hakkari/Uludere yakınlarında vurulduğu kaydedilmiş olan Kaplan (Felis tigris virgata), Doğu
Karadeniz ve Doğu Anadolu’da halen az da olsa yaşadığı bilinen ancak ülke genelinde
durumu vahim olan Anadolu parsı (Panter, Leopar) (Panthera pardus tulliana), ülke
genelinde bazı bölgelerde serpinti halinde yaşayan sırtlan (Hyaena hyaena) ve Antalya
Düzlerçamı yöresinde dar bir bölgede yaşayan alageyik (Cervus dama) gibi birçoğu da yok
olma tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Ayrıca, 1960'lı yıllarda Amik Gölü'nün
kurutulmasından sonra hiç gözlenilmeyen yılanboyun kuşu (Anhinga rufa) ise artık
muhtemelen ülkemizin yok olan türleri arasında yer almaktadır. İlaveten, doğal populasyonu
1988 yılında yok olan kelaynağın (Geronticus eremita) antropojenik populasyonun bakım ve
devamı için Birecik’de üretme çalışmaları Bakanlığımız tarafından başarıyla
sürdürülmektedir.
Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki geçiş bölgesinde bulunarak köprü görevi gören ve
orman, bozkır, dağ ve sulak alan gibi birçok değişik ekosisteme sahip olan Türkiye, bu
kıtaların her üçüne ait türlere ev sahipliği yapmaktadır. Bu kıtalar arasında göç eden kuşlar
gibi birçok canlı türü Türkiye üzerinden göç etmektedir.
Yaban hayvanları, doğal yaşam ortamlarında serbest olarak yaşayan ve evcil olmayan
bütün hayvan topluluklarını içine alan bir kavramdır. Kuşlar, memeliler, sürüngenler, çift
yaşarlar ve balıklar gibi birçok yaban hayvanından, kara avcılığını ilgilendiren türler, genel
olarak kuş ve memeliler sınıfında yer almaktadır.
Günümüzde dünyada olduğu gibi ülkemizde de, av ve yaban hayvanlarının neslini
tehdit eden başlıca faktörler sırasıyla; yaşam alanlarının parçalanması, bozulması ve yok
olması, kaçak ve usulsüz avcılık, yabancı türlerin getirilmesi, yaban hayvanlarının uluslararası
ticareti ve çevre kirliliğidir. Bu olumsuz faktörler içinde kaçak ve usulsüz avcılık önemli bir
paya sahip olmakla birlikte genelde yaşam alanlarının tahribi ve çevre kirliliği gibi faktörlerin
ardından gelmektedir. Bahsedilen her türlü olumsuz etkene rağmen, av hayvanlarının
çoğunluğunun ait olduğu kuşlar ve memeliler bakımından, yaklaşık 468 kuş ve 162 memeli
türü ile ülkemiz bölge ülkelerine göre önemli ölçüde zengin durumdadır. Ancak, ülkemizdeki
bu türlerin hemen hepsinin birçok yerdeki populasyonları yok olmuş durumdadır vebu yok
olma sürecinin devam ettiği ve genel olarak populasyon yoğunluklarının da oldukça düşük
olduğu bilinmektedir.
Yaban hayvanlarının neslini tehdit eden başlıca faktörler içinde yer alan kaçak ve
usulsüz avcılığın, yasal avcılık ile karıştırılmaması gerekmektedir. Zira, yasa ve kurallara
uygun bir şekilde yapılan avcılık, sürdürülebilir avcılık olup, önemli bir doğal kaynak olan
15
av hayvanlarının sürekli olarak doğada varlıklarını sürdürmelerini ve dolayısıyla bu
kaynaktan sürekli bir şekilde yararlanmayı sağlayan en önemli yollardan biridir.
3. KAYDEDİLEN GELİŞMELER
3.1.
Korunan Alanların Yönetimi
Korunan alanlarla ilgili koruma statülerine ve mekanizmalarına bakıldığında biyolojik
çeşitliliğin ve doğal kaynak değerlerinin iki farklı şekilde korunduğu görülmektedir. Bunlar;
alan dışında (ex-situ) koruma ve yerinde (in-situ) korumadır. Bugün uluslararası düzeyde
kabul gören yerinde (in-situ) koruma kategorileri ve koruma yaklaşımlarından bazıları;
IUCN'nin koruma alanları kategorileri, UNESCO'nun Biyosfer Rezervleri ve Dünya Miras
Alanları ile RAMSAR Alanları ve Avrupa Birliği’nin Natura 2000 alanlarıdır. Türkiye’deki
en yaygın yerinde koruma statüleri ise milli park, tabiat parkı, tabiatı koruma alanı, tabiat
anıtı, yaban hayatı geliştirme sahası, özel çevre koruma bölgesi, doğal ve arkeolojik sit
alanları, muhafaza ormanları, tohum meşcereleri, tohum ve gen bahçeleri, ulusal ve
uluslararası öneme sahip sulak alanlar olarak sıralanabilir.. Bu alanların yasal dayanağını
1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu,
2872 Sayılı Çevre Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 4915 Sayılı Kara Avcılığı
Kanunu, 6831 sayılı Orman Kanunu ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Bölgelerinin
Oluşturulmasına Yönelik Kanun Hükmünde Kararname oluşturmaktadır. Mevcut yasalarla
birlikte uluslararası sözleşmelerle de biyolojik çeşitliliğin ve peyzaj değerlerinin korunmasına
yönelik faaliyetler yürütülmektedir.
Ülkemizde doğanın ve doğal kaynakların korunması ile ilgili ilk yasal çalışmalar 1937 yılında
çıkarılan 3116 ve 3167 Sayılı Kanunların yürürlüğe girmesi ile başlamıştır. 1956 yılında kabul
edilen 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 25. maddesi ile; nadir özellik ve güzellik arz eden
sahaların Milli Park rejimine alınması sağlanmış, yine bu madde ile Mesire Yerleri ihdas etme
imkanı elde edilmiştir. Bu yasaya dayanılarak ilk defa; 1956 yılında Belgrat Ormanı Mesire
Yeri, 1958 yılında Yozgat Çamlığı Milli Parkı, 1958 yılında 3167 Sayılı Kara Avcılığı
Kanunu’na göre “Belgrat Geyik Üretme İstasyonu” tesis edilmiştir. Milli Park, Av-Yaban
Hayatı ve Mesire Yerleri ile ilgili çalışmalar Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde
uygulanmaya başlamıştır.
Ülkemizde biyolojik çeşitliliğin, doğal değerlerin ve peyzajların korunması amacıyla
belirlenen ve yönetilen korunan alanların koruma statüleri ve bu alanlara ilişkin mevzuat
Çizelge 2’de verilmiştir.
Çizelge 2. Türkiye’deki koruma kategorileri, yasal dayanağı ve sorumlu kurum-kuruluşlar
(Yenilmez-Arpa 2011)
KORUMA STATÜSÜ
Milli
Parklar,
tabiat
parkları, tabiatı koruma
alanları,
YASAL DAYANAK
2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu ve
Yönetmeliği,
645 Sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname
SORUMLU KURUM
Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Doğa Koruma ve Milli Parklar
Genel Müdürlüğü
Milli Parklar Dairesi Başkanlığı
16
Ulusal ve Uluslararası 2872 Sayılı Çevre Kanunu
Öneme
Sahip
Sulak Sulak
Alanların
Korunması
Yönetmeliği
Alanlar,
645 Sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname
Yaban Hayatı Geliştirme 4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu
Sahaları
645 Sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname
Mesire
yerleri,
kent 6831 Sayılı Orman Kanunu ve İlgili
ormanları, arboretumlar, Yönetmelikleri
orman
içi
biyolojik 645 Sayılı Orman ve Su İşleri
çeşitlilik koruma alanları, Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname
6831 Sayılı Orman Kanunu ve İlgili
Yönetmelikleri
Muhafaza Ormanları
645 Sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname
Tabiat Varlıkları ve Doğal 648 Sayılı Çevre ve Şehircilik
Sit Alanları
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname
Özel
Çevre
Koruma Barselona Sözleşmesi ve Akdeniz de
Bölgeleri
Özel Koruma Alanlarına İlişkin
Protokol
648 Sayılı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında
Kanun
Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname
Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Doğa Koruma ve Milli Parklar
Genel Müdürlüğü
Hassas
Alanlar
Daire
Başkanlığı
Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Doğa Koruma ve Milli Parklar
Genel Müdürlüğü
Yaban Hayatı Daire Başkanlığı
Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Orman Genel Müdürlüğü
Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Orman Genel Müdürlüğü
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğü
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğü
Türkiye’de yerinde koruma yaklaşımı izlenerek yönetilen korunan alanlar doğal, kültürel,
tarihi, arkeolojik ve peyzaj kaynak değerleri dikkate alınarak belirlenmekte ve
planlanmaktadır. Ülkemizdeki korunan alanların koruma statüleri, sayıları ve kapladığı
alanlara ilişkin bilgi Çizelge 6’da verilmiştir.
Çizelge 6. Türkiye’deki korunan alan statüleri ve alansal dağılımı
KORUMA STATÜSÜ
Milli park
Tabiat parkı
Tabiatı Koruma Alanı
Tabiat Anıtı
ADET
40
183
31
106
ALAN (Ha.)
848.446
81.666
64.244
5.549
17
Yaban Hayatı Gelişme Sahası
Uluslararası Öneme Sahip Sulak alan (13 RAMSAR Alanı)
Özel Çevre Koruma Bölgesi
Doğal Sit Alanları
Muhafaza Ormanı
Gen Koruma Ormanı
Tohum Meşcereleri
80
135
15
1273
54
239
373
1.187,386
2.340,909
1.335,454
1.310,685
363.561
43,684
48,199
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü
(DKMPGM)’nün yetki ve sorumluluğundaki korunan alanların (Şekil 1) ülke yüzölçümüne
oranı %5,95, diğer kurum ve kuruluşların sorumluluğundaki korunan alanlar da dahil
edildiğinde bu oranın %7,24 olduğu görülmektedir Bu oranın sadece %6,57’si kıyı ve deniz
ekosistemlerini ihtiva ederken, %93,43’ü karasal korunan alanlardır (Özyanık 2012).
Şekil 1. Orman ve Su İşleri Bakanlığı DKMPGM sorumluluğundaki korunan alanlar ve
dağılımı (Özyanık, 2012)
Dünyadaki korunan alanlar sayısal olarak değerlendirildiğinde; 2000 yılında Dünya’da 30.000
adet korunan alanın bulunduğu, 2004 yılında ise bu sayının 100.000’ e, 2005 yılında ise bu
rakamın 113.707 çıktığı görünmektedir. 2000 yılında korunan alanlar toplam
13.250.000km²’lik bir alan kaplamakta iken 2004 yılında toplam alan 18.800.000 km², 2005
yılında ise toplam alan 19.600.000km²ye ulaşmıştır Bu oran dünya yüz ölçümünün yaklaşık
%12’sini kaplamaktadır. Ekim 2010 itibariyle ise korunan alanların sayısı 161.000’in olarak
kaydedilmiştir ve bu oran dünya yüzölçümünün yaklaşık %13’ünü kaplamaktadır. Ancak bu
18
oranın yalnızca %1,17’si ve Dünya yüz ölçümünün yaklaşık 6.800’ünü kaplamaktadır
(http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa., 2010, Lockwoodet al. 2006).
Doğa koruma ve milli parklar ile ilgili çalışmalar devam ederken bir taraftan da dünyada doğa
koruma ile ilgili yaşanan gelişmelere ülkemiz de çeşitli aşamalarında entegre olmuş ve pek
çok uluslararası sözleşme, anlaşma ve protokolleri imzalamıştır. Bunlardan en önemlileri;
• Özel Çevre Koruma Bölgeleri’nin belirlenmesi ve yönetimine yönelik imzalanan
Barselona Sözleşmesinin eki protokollerinden olan “Akdeniz'de Özel Koruma Alanları
ve Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin Protokol (1988)”
• 1975 yılında yürürlüğe giren ve özellikle “Su Kuşları Yaşam Ortamı Olarak
Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi) “
• 1972 yılında imzalanan ve 1975 yılında uygulamaya geçen Dünya Miras Alanları
Sözleşmesi,
• Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına ilişkin Sözleşme (1983)
• Özellikle Su Kuşları Yaşama Alanı Olarak Uluslararası Öneme Sulak Alanlar
Sözleşmesi (RAMSAR) (1994)
• Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine
İlişkin Sözleşme (CITES) (1996)
• Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1997)
• Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi (BERN) (1984)
• Avrupa Peyzaj Sözleşmesi (2001)
• Karadeniz’in Biyolojik ve Peyzaj Çeşitliliğinin Korunması Protokolü (2004)’dür.
Uluslararası sözleşmelerin yanı sıra doğa koruma hedeflerinin belirlendiği ulusal bazda
hazırlanmış bazı dokümanlar da bulunmaktadır. Bunlar; 9. Yedi Yıllık Kalkınma Planı, Ulusal
Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı, Türkiye
Çölleşmeyle Mücadele Ulusal Eylem Planı, Ormancılık Sektör İncelemesi/ Sürdürülebilir
Orman Yönetimi Girişimi, Türkiye Bitki Çeşitliliğinin Yerinde Korunması(in-situ) Ulusal
Planı, Gündem 21, Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi Ulusal Raporu,
Avrupa Müktesebatına Uyum için Türkiye Ulusal Programı ve Ulusal Sulak Alan
Stratejisidir. Yine Avrupa Birliği Mevzuat ve Politikaları çerçevesinde bazı yönetmelikler ve
politikalar da koruma konularını kapsayan çalışmalardır.
3.2 Hassas Ekosistemler
Denizel Hassas Alanlar ve Adalar Ekosistemi
Türkiye kıtalar arası bir biyoçeşitlilik koridoru olarak değerlendirilmektedir. Endemik türlerin
ve çeşitliliğin yüksek olduğu bir alan olması yanı sıra pek çok mobil türün de göç yolu
üzerindedir. Özellikle, Akdeniz ve Ege Denizi tür çeşitliliğinin en yüksek olduğu alanlardır.
IUCN tarafından yayınlanan rapora göre, Akdeniz kapladığı 2,5 milyon km2 (Karadeniz dâhil
değil) ile dünya denizlerinin yaklaşık %7’sini oluşturmaktadır. Buna karşılık Dünya balık
rezervlerinin %7’sini barındırır. Akdeniz’de bulunan 519 yerel balık türünden 43’ünün tehlike
altında bulunan türler olarak sınıflandırmıştır. Akdeniz Doğal Kaynaklarının yok olmasında
gelinen bu nokta uluslar arası ve ulusal düzeyde önemli kararların alınmasını gerektirmiştir.
Deniz ekosistemi ve denizel biyoçeşitlilik konularında ülkemiz Biyolojik Çeşitlilik (CBD),
Bern, Barselona ve Bükreş Sözleşmelerine taraftır. “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve
19
Eylem Planı 2007” yılında hazırlanarak yürürlüğe girmiştir. Kıyı ve deniz biyolojik çeşitliliği,
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi kapsamında ele alınan ilk tematik konudur. “Kıyı ve Deniz
Biyolojik Çeşitliliği üzerine “Jakarta Görevi” adı ile anılan Program 1995 yılında
onaylanmıştır.
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi kapsamında 1998’de kabul edilen ve 2004 yılında tekrar
güncellenen deniz ve kıyı biyoçeşitliliği iş programı; entegre deniz ve kıyı alan yönetimi,
deniz ve kıyı canlı kaynakları, deniz ve kıyı koruma alanları, deniz tarımı ve yabancı
istilacı türler gibi konular üzerine odaklanmıştır.
Bu kapsamda Türkiye genelinde çeşitli sözleşme ve protokoller ile özellikle “Habitat ve Kuş
Direktifi” kapsamında koruma altına alınmış ve dağılım alanları belirlenmiş tür ve habitatlar
belirlenmiştir.
İstilacı yabancı türler konusunda Bakanlığımız “Nuh’un Gemisi Biyoçeşitlilik Veri
Tabanında” bir ara yüz oluşturulmuş ve veri girişleri yapılmaya başlanmıştır. Avrupa Çevre
Ajansı (AÇA) önderliğinde Batı ve Kuzey Avrupa İstilacı Yabancı Türler Ağı (NOBANIS)
kurulmuş ve başarılı bir şekilde çalışmalarına devam etmektedir. Bunu örnek alarak yine
AÇA ile işbirliğine gidilerek “Orta ve Doğu Avrupa İstilacı Yabancı Türler Ağı (ESENIAS)”
çalışması başlamıştır. Barselona Sözleşmesi RAC/SPA altında “Akdeniz için İstilacı Yabancı
Türler Eylem Planı” hazırlanmıştır. Avrupa Birliği İstilacı Yabancı Türler konusunda strateji
çalışmalarına başlamıştır. Yine Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı altında
gemilerin balast sularıyla gelen istilacı yabancı türler konusunda bir veri tabanı oluşturulmaya
başlanılmıştır.
Adalar biyolojik çeşitliliği konunda Akdeniz çapında Küçük Adalar İnsiyatif Grubu (PIM)
kurulmuş özellikle ada kuşları ve istilacı yabancı türler konusunda çalışmalar yapılmaktadır.
Ülkemizde bazı sivil toplum kuruluşlarınca bazı araştırmalar bulunmaktadır. Su Altı
Araştırmaları Derneği Akdeniz Foku Araştırmalar Grubunca (SAD-AFAG) Karadeniz deniz
kuşları ile ilgili bir proje başlatmıştır. Bunun yanı sıra Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı
(TUDAV) tarafından Gökçeada biyolojik çeşitliliği çalışılmıştır. Orman ve Su İşleri Bakanlığı
bünyesinde de Hassas Alanlar Daire Başkanlığı altında, denizel biyoçeşitliliğin ve
ekosistemin korunması, ada biyoçeşitliliği ve istilacı yabancı türler odaklı “Deniz Koruma
Alanları Şube Müdürlüğü” kurulmuş olup faaliyetlerine devam etmektedir.
Deniz Biyoçeşitliliği Üzerine Tehditler: Habitat kaybı ve bozulması, yabancı türler, aşırı
avcılık (gırgır, algarna, trol balıkçılığı, vs.), katı atıklar ve atık ağlar (hayalet balıkçılık),
akuakültür (su ürünleri yetiştiriciliği), kirlilik (karasal kökenli kirlilik vb), sedimentasyon
(çökelme), iklim değişikliği (Karadeniz Akdenizleşiyor, aşırı ısınma vb), hidrolojinin
değişimi, kıyı dolguları, hava kirliliği, deniz dibinin taranması, insan aktiviteleri sayılabilir.
İzmit Körfezi, Gemlik Körfezi gibi, yanlış planlanmış şehirler sanayi ve nüfus gelişimine
bağlı artan denizel atıklara bağlı olarak Körfez içlerinde hipoksik koşulların oluşmasına sebep
olmuş ve bu alanlar geçmişte önemli balık gelişim alanları iken bu gün biyoçeşitliliğin yok
olduğu alanlardır.
Doğal alanlarda en önemli baskılardan biri olan avcılık habitat kaybına ve stokların
küçülmesine neden olmaktadır. Avrupa Çevre Ajansı'na göre Akdeniz'in ticari balık
stoklarının %65'i güvenli limitlerin-sınırlarını aşacak derecede avlanılmış durumdadır. Bu da
bize, Akdeniz in nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğu açıkça göstermektedir.
20
Bunların yanı sıra ekosistemde büyük hasarlar oluşturan istilacı türlerin varlığı önemli
ekonomik ve ekosistem kayıplarına neden olmuştur.
İstilacı yabancı türler, küresel olarak biyoçeşitlilik dolayısı ile ekonomi üzerine en büyük
tehditlerden biridir. Barajlarımızda görülen zebra midyesi şehirlerimizin elektriksiz ve susuz
kalmasına, Karadeniz ve Marmara Denizine 1980 yılların sonunda giren taraklı medüz
(Mnemiopsis leidyi) balıkçılıkta milyonlarca dolar kayba neden olmuştur.
Türkiye denizlerindeki yabancı türlerin sayısı 2005 yılında 263 iken, bu sayı 2011 yılında
toplam 422 olmuş, artmaya devam etmekte ve Süveyş kanalından her 8 günde bir istilacı
yabancı tür girişi olmaktadır. Akdeniz’de bulunan istilacı yabancı türlerin büyük çoğunluğu
Süveyş kanalı yoluyla gelmesine karşın, Karadeniz’de bulunan istilacı yabancı türlerin büyük
çoğunluğu da gemilerin balast sularıyla aktarılmaktadır. Ülkemiz denizlerinde tespit edilen
istilacı yabancı türlere örnek olarak, taraklı deniz anası, kaykay (Mnemiopsis leidyi), deniz
salyangozu (Rapana venosa), Asterias rubens, balon balığı (Lagocephalus sceleratus)
sayılabilir.
Yabancı türler; hibrizidasyon, patojenlerin hızlı yayılması ve/veya besin kaynaklarının
paylaşımı nedenlerinden dolayı yerli tür populasyonlarını olumsuz etkilemektedir.
Mağaralar
Mağara koruma faaliyetlerine esas teşkil eden bilimsel araştırmalar katılımcı yaklaşım ilkesi
doğrultusunda, mağaracılık alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ile ortaklaşa
yürütülmektedir. Mağara Araştırma Derneği ile “Tokat Ballıca Mağarası Uzun Devreli
Gelişme Planının Hazırlanması”, Eskişehir Mağara Araştırma Derneği ile “Eskişehir İli
mağaralarının araştırılması”, Anadolu Speleoloji Grubu Derneği ile “Küre Dağları Milli Parkı
mağaralarının araştırılması”, Boğaziçi Uluslararası Mağara Araştırma Derneği ile “Kırklareli
İli mağaralarının araştırılması”, Obruk Dergisi Mağara Araştırma Grubu ile “Kahramanmaraş
Keş Dağı Mağaralarının araştırılması” faaliyetleri örnek olarak gösterilebilir. Sürdürülen tüm
çalışmalarda Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren “Karst ve
Mağara Araştırma Grubu” ile de başarılı bir işbirliği ortamı oluşturulmuştur. MTA Karst ve
Mağara Araştırma Grubu ile birlikte oluşturulan sistematik bütünlük içerisinde,
topluluklardan gelen veriler bilimsel yeterlilik ve teknik açıdan bağlayıcılık ölçütleri göz
önüne alınarak incelenmekte, uygun görülmesi halinde ortak envantere aktarılmaktadır.
Son olarak 2012 Ekim ayında tüm ilgili kurumlara ve 81 il valiliğine dağıtımlı olarak bir
genelge gönderilerek, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün uygun görüşü
olmaksızın mağaralarda hiçbir şekilde yarasa gübresi alımı, kazı çalışması yapılması veya
turizm uygulaması yapılmaması konusunda talimat iletilmiştir. Bunun sonucunda başta
İçişleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere, tüm kurumlardan olumlu geri
dönüşler olmuş, mağaraların ekosistem bütünlüğü içinde ve mağaracılık normları dahilinde
yönetilen korunan alanlar olduğu kabul edilmiştir.
Korumaya yönelik yürütülmekte olan faaliyetlerin bir bölümünü ise, geçmişte bilinçsiz
şekilde turizme açılmış mağaralarımızın rehabilitasyonu oluşturmaktadır. Bu açıdan da pilot
projeler başlatılmış olup, önemli adımlar atılmıştır.
21
Ballıca Mağarası’nın Mağara Araştırma Derneği ile başlatılan süreçte elektrifikasyon sistemi
değiştirilmiştir. Rehabilitasyon öncesi sayısı 700’ü bulan armatür sayısı bugün itibariyle 150
civarındadır ve yeni geliştirilen sistem uyarınca kalan armatürler de azaltılacak, tümü soğuk
ve sensörlü aydınlatma armatürleriyle değiştirilecektir. Yedi adet mağara rehberi “Alan
Kılavuzluğu” eğitimi sonucunda sertifika almış ve görevine başlamıştır. Böyle Ballıca
Mağarası’nda ziyaretçilerin kontrolsüz dolaşarak habitat tahribatına yol açmaları önlenmiştir.
Burdur İnsuyu Mağarası’nda yeni başlatılan program neticesinde öncelikli olarak sayısı
150’yi bulan ve aşırı yosunlanmaya yol açan armatür sayısı toplam 40’a düşürülmüştür.
Önümüzdeki aylarda tüm armatürler sensörlü ve soğuk ışık kaynağı olan yenileriyle
değiştirilecek, mağaranın ekosistem bütünlüğünü bozan tüm unsurlar mağara dışına
çıkartılacaktır. Buna benzer çalışmalar Bursa Oylat, Karabük Mencilis, Bartın Gürcüoluk,
Konya Tınaztepe ve Kırklareli Dupnisa mağaraları için de geçerlidir. Bursa’da ise Ayvaini
Mağarası’nın maruz kaldığı taşocakları baskısı “tampon bölge” uygulaması ile giderilmiştir.
Yürütülen rehabilitasyon çalışmaları dışında, ülkemiz karst ve mağara çeşitliliğini en güzel
yansıtan örneklere yönelik olarak 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu kapsamında tescil
çalışmaları da yürütülmektedir. Halen Konya Derebucak Çamlık Mağaraları Milli Parkı,
Bartın Gürcüoluk Mağarası Tabiat Parkı, Antalya Zeytintaşı Mağarası Tabiat Parkı ve
Antalya Kocain Mağarası Tabiat Anıtı söz konusu kanun uyarınca ilan aşamasına gelmiştir.
Bu olumlu gelişmelerin istenen noktaya ulaşması ise, ancak tüm mağaraları genel bir koruma
şemsiyesi altına alacak olan, mağaralara özgü bir mevzuat aracının oluşturulması ile mümkün
olabilecektir.
Avrupa Birliği’nce 2006 yılında beyan edilen Mağaraların Korunması Deklarasyonu’nda yer
alan “2016 yılına kadar mağaraların korunmasına yönelik bir direktif hazırlanması”
ifadesinden yola çıkarak, söz konusu direktifin yayımlanması halinde aday ülke olan
Türkiye’yi de bağlayacağı düşünüldüğünden, mağara ekosistemlerinin korunmasına yönelik
bir mevzuat aracının oluşturulması çalışması başlatılmıştır. Bu kapsamda konuyla doğrudan
ilgili olan Genel Müdürlüğümüz, MTA Genel Müdürlüğü ve Mağaracılık Federasyonu
uzmanlarından müteşekkil bir çalışma gurubu oluşturulmuştur. Söz konusu çalışma gurubu,
mağara ekosistemlerinin korunmasına yönelik mevzuat aracının hazırlanması çalışmalarını
sürdürmektedir.
Sulak Alanlar
Son yirmi yıl içinde sulak alanların korunmasıyla ilgili Türkiye’de önemli gelişmeler
yaşanmıştır. 1992 yılında Bakanlık bünyesinde görevi sadece sulak alanların korunması olan
bir birimin teşkil edilmesi, Türkiye’nin 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi’ne taraf olması, 2002
yılında Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin yürürlüğe konması, Çevre Kanunu ve
Kara Avcılığı Kanununa sulak alanların korunmasıyla ilgili hükümlerin konması, DSİ Genel
Müdürlüğünün görevleri arasından “Bataklıkları kurutmak” hükmünün çıkarılarak bunun
yerine “Sulak alanları ıslah etmek” hükmünün getirilmesi gibi politik, hukuki ve kurumsal
anlamda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Sulak alanların korunması yönetmeliği ile oluşturulan
ve sulak alanlar konusundaki önemli karar mekanizmalarından biri olan “Ulusal Sulak Alan
Komisyonu” ve illerde kurulan “Yerel Sulak Alan Komisyon”larına, sivil toplum
kuruluşlarının ve bilim insanlarının alınması katılımcılık adına başka ülkelere de örnek teşkil
22
edecek adımlar olmuştur. Ayrıca illerde kurulan Yerel Sulak Alan Komisyonları marifeti ile
yerel düzeyde alanla ilgili söz sahibi her kesimin söz hakkı olması çok önemli olmuştur. 13
uluslararası öneme sahip sulak alanın Ramsar Sözleşmesi Listesine dahil edilmesi,
uluslararası öneme sahip yirmi sulak alanda yönetim planının tamamlanması, kırk alanda ise
Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği gereği sulak alan koruma bölgelerinin belirlenmesi
ve geçmişte kurutulmuş alanların restorasyonu için çalışmalar başlatılması önemli gelişmeler
olarak sıralanabilir.
Ayrıca bu süreç içinde Bakanlıkça yapılmış olan Sulak Alan Konusunda Bilinçlendirme
Projesi ile gerek Bakanlık ve diğer kamu kurumlarının merkez ve taşra teşkilatlarında çalışan
personelin, sivil toplum kuruluşlarının koruma ve planlama çalışmalarına aktif olarak
katılımları sağlanmıştır. Buna ek olarak, Bakanlığın ve konuyla ilgili sivil toplum
kuruluşlarının yaptığı eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri, sempozyumlar, toplantılar vb.
çalışmalar ülke düzeyinde genel bir farkındalık yaratmıştır. Alanların biyolojik ve ekolojik
özelliklerinin tespitine yönelik yürütülen projeler, envanter çalışmaları, izleme ve
değerlendirme çalışmaları, geleceğe dönük planlamaların yapılması için önemli altlık
oluşturmuştur. Belirtilen amaçlar ile 2003-2008 yılları için hazırlanan I.Ulusal Sulak Alan
Stratejisi ve 2011 – 2015 yılları için yürürlüğe konan II. Ulusal Sulak Alan Stratejisi, sulak
alanların korunması ve geliştirilmesi konularında yapılacak faaliyetlere ulusal düzeyde yön
veren önemli bir belge olmuştur.
3.3
Peyzaj Onarımı
Peyzaj onarımına ilişkin ülkemizdeki en önemli iki gelişme
1. Madencilik Faaliyetleri İle Bozulan Arazilerin Doğaya Yeniden Kazandırılması
Yönetmeliği ( Mülga Çevre ve Orman Bakanlığı, Resmi Gazete Tarihi :
14/12/2007, Resmi Gazete No : 26730
2. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü RES (Rüzgâr Enerjisi
Santralleri) Projeleri İçin Değerlendirme Raporu Formatıdır.
Avrupa Peyzaj Sözleşmesinde peyzaj onarımı peyzaj planlama tanımının içinde
geçmektedir. “Peyzaj planlaması”, peyzajların geliştirilmesi, restore edilmesi
(peyzaj onarımı) veya yaratılması için yapılan ileri görüşlü güçlü eylem ” olarak
tanımlanmaktadır.
.
3.4. Yaban Hayatı Yönetimi
Önceleri tek veya birkaç türün korunmasına dayanan yönetim planları günümüzde tüm
türlerin ve içinde bulundukları habitatların yani ekosistemin korunması ve yönetimi anlayışına
dönüşmüştür. Son zamanlarda orman amenajman planlarında fonksiyonel planlama adı
altında yeni stratejiler geliştirilmiş olup bu fonksiyonlar içerisine yaban hayatı da dahil
edilmiştir. Yine son yıllarda yazılımı geliştirilen “Ekosistem Tabanlı Çok Amaçlı PlanlamaETÇAP” kapsamında yaban hayatının ekonomik ve ekolojik planlaması yapılabilmektedir.
Ayrıca ulusal veya yöresel ölçekte tehdit veya tehlike altında olan nadir ve endemik türlerin
veya kültürel-ekonomik değeri olan türlerin korunması ve yönetimi için de in-Situ veya exSitu koruma yöntemleri uygulanarak türlerin devamı sağlanmaya çalışılmaktadır.
23
Milli parklar ve diğer korunan alan türleri yaban hayatının korunmasına hizmet etse de
ülkemizde yaban hayatının korunmasını esas amaç edinen iki tip alan koruma şekli
bulunmaktadır. Bunlardan birisi yaban hayatı koruma sahaları (YHKS), diğeri de yaban hayatı
geliştirme sahalarıdır (YHGS). YHKS ve YHGS ile ilgili yönetmeliğe göre “Yaban hayatı
değerlerine sahip, korunması gerekli yaşam ortamlarının bitki ve hayvan türleriyle birlikte
mutlak olarak korunduğu ve devamlılığının sağlandığı sahalar yaban hayatı koruma sahaları”
olarak tanımlanmaktadır. “Yaban hayatı geliştirme sahaları ise av ve yaban hayvanlarının ve
yaban hayatının korunduğu, geliştirildiği, av hayvanlarının yerleştirildiği, yaşama ortamını
iyileştirici tedbirlerin alındığı ve gerektiğinde özel avlanma plânı çerçevesinde avlanmanın
yapılabildiği sahaları” tanımlamaktadır. 2005 yılından sonra yaban hayatı koruma sahalarının
tamamı yaban hayatı geliştirme sahalarına dönüştürülmüştür (Beşkardeş, 2009).
Uluslararası örneklere bakıldığında, avcı kulüpleri/örgütlerinin, Yaban Hayatı (YH)
çalışmalarına aktif olarak katıldığı (Rishi, 1997; Anonim, 1989; Lahti, 1989; Kayaöz, 1999)
ve YH yöneticilerinin de yönetim planını biyologların yanı sıra avcıların da görüşlerinden
yararlanarak oluşturduğu görülmektedir.
Ülkemizde ise son dönemde YHGS’lerin planlama çalışmalarında ilgi grubu toplantıları
düzenlenmekte, bu toplantılarda ilgi gruplarına kendilerini ifade etmelerine fırsatı
tanınmaktadır.
YHGS’lerde ekolojik dengenin korunması, tahribat ve kaynak israfından kaçınabilmek için bu
kaynakların en iyi şekilde korunmasına yönelik bir planlama ile orta ve uzun vadeli
politikaların belirlenmesine ve bu çerçevede iyi işleyen bir yönetim mekanizmasının
kurulmasına bağlıdır. Bugün ülkemizde 80 adet YHGS bulunmaktadır. Bu 80 sahadan 17’si
sulak alan statüsündedir. Yaban Hayatı Koruma ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları ile İlgili
Yönetmelik’in 11. maddesi gereği hazırlanması gereken Yönetim ve Gelişme Planlarının
hazırlanmasına, 2007 yılında hız verilmiş bugüne kadar 40 sahanın planı onaylanmıştır.
Ülkemizde yaban hayvanlarının üretimi, yerleştirilmesi ve takibi DKMP Genel
Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. Üretilmesine ihtiyaç duyulan türler belirlenerek uygun
istasyonlarda faaliyetler yapılmakta ve sonrasında doğaya yerleştirilmektedir. Yaban
hayvanlarında yerleştirme; nesli tehlike altında olan veya yoğun olarak bulunan türlerin yeni
koruma alanlarına veya daha önce bulundukları fakat insan baskısı ile kayboldukları eski
yayılış alanlarına yeniden kazandırmak amacıyla yapılmaktadır. Ülkemizdeki yerleştirme
faaliyetleri özellikle 2005’ten bu yana hız kazanmış ve bu bağlamda yaban koyunu, ceylan,
geyik, alageyik gibi doğada azalan yaban hayvanlarının uygun alanlarda yerleştirilmeleri
yapılmıştır. Yine keklik ve sülün gibi kanatlı yaban hayvanlarının üretim ve yerleştirme
çalışmaları da artarak devam etmektedir. Bu çalışmalarda en önemli kriterler; seçilen
hayvanların bireysel davranış özellikleri, doğaya salınma zamanı, sahada bulunan yırtıcıların
durumu, sahadaki koruma-kontrol faaliyetlerinin yoğunluğu, hayvanların o sahada
azalmalarına veya tükenmelerine neden olan faktörlerin ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı,
salınan yöredeki habitatın kalitesi ve yerleşim alanlarına uzaklığı olduğu birçok bilim insanı
tarafından vurgulanmaktadır.
Ülkemizde yürütülen yerleştirme çalışmalarından bazıları aşağıda verilmektedir:
24
Ankara-Nallıhan’da 130 adet, Karaman-Karadağ’da 58 adet Anadolu yaban koyunu doğaya
yerleştirilmiştir. Bu hayvanlardan 30 adedine radyo telemetri vericisi takılmış ve halen
doğada izlenmektedir (Ünal ve ark., 2008).
Çeşitli Yaban Hayvanı Üretme İstasyonlarında üretilen geyik ve karaca grupları ile ilgili
yerleştirme yapılmıştır. 12 adet karaca Ordu- Akkuş’a, 359 adet geyik ise farklı doğal yaşam
alanlarına yerleştirilmiştir. Ayrıca, Nallıhan üretme istasyonundan 45 adet geyiğin doğaya
yerleştirilmesi için çalışmalar devam etmektedir (Ünal ve ark., 2008).
Eşenadası Üretme İstasyonundan alınarak Dilek Yarımadası Milli Parkında yerleştirilen
alageyiklerin sayısı 22’ye ulaşmıştır. Proje kapsamında alageyikler uydu vericileri ile takip
edilmekte ve fotokapanlar ile durumları izlenmektedir.
Kanatlı hayvan türlerinin doğaya yerleştirme çalışmalarına bakıldığında ise, 2001-2011 yılları
arasında Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından toplam 275.000 keklik ve sülün doğaya
yerleştirilmiştir (Anonim, 2008).
Son yıllarda memeli yerleştirme çalışmalarında izleme faaliyetleri üniversiteler ile imzalanan
protokoller çerçevesinde yapılmaktadır.
3.5.
Sürdürülebilir Av Yönetimi
Avcılıkla ilgili ilk yazılı düzenleme, 9 Ocak 1882 tarihli Berri ve Bahri Zabıta-i Saydiye
Nizamnamesi (Kara ve Deniz Avcılığı Zabıtası Nizamnamesi)’dir ve Nizamname av
hayvanlarının korunmasını sağlamaktan çok, hazineye gelir sağlamayı amaçlamıştır.
Cumhuriyet Döneminde, 13 Mayıs 1937 tarihinde, 3167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu
yürürlüğe girmiştir. Daha sonra, bu kanunun yerine 11 Temmuz 2003 tarihinde 4915 sayılı
Kara Avcılığı Kanunu yürürlüğe sokulmuştur. Günümüzde bu kanun ve buna bağlı olarak
hazırlanmış olan 11 adet yönetmelikle sürdürülebilir avcılığa yönelik çalışmalar
yürütülmektedir. Bununla birlikte, Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal
Program çerçevesinde av kaynaklarının yönetimi ile ilgili olarak; Kuş (2009/147/EC) ve
Habitat (92/43/EEC) Direktifleri, Bacaktan Yakalama Tuzakları Tüzüğü (3254/91/EEC) ile
Paris, Ramsar, Bern, Washington (CITES), Barcelona ve Biyolojik Çeşitlilik gibi
sürdürülebilir av yönetiminde dikkate alınan uluslararası sözleşmeler de mevcuttur.
Kara Avcılığı Kanununda da yer verildiği üzere, av ve yaban hayatı yönetiminde doğru
kararlar alabilmek için yaban hayvanı popülasyonlarının büyüklükleri, yaş ve cinsiyet
durumları, doğan yavruların yaşama oranları gibi popülasyon yapısı ve dinamiğine ilişkin
temel bilgilere gerek duyulmaktadır. Bu bilgilerin elde edilmesi kapsamlı envanter
çalışmalarına ihtiyaç bulunmaktadır. 2000 yılından bu yanaenvanter çalışmalarında avcı ve
köylüler, yerel rehberler olarak dahil edilmekte ve kendilerine belirli bir ücret ödenmektedir.
2007 yılından itibaren envanter çalışmaları avcı derneklerinden veya köy tüzel kişiliklerinden
hizmet satın almak suretiyle yaptırılmaktadır. 2000 yılında yılda 9 olan envanter sayısı 2010
yılında yılda 126’ya, envanteri yapılan alan ise 170,138 hektardan 3,496,246 hektara
ulaşmıştır.
Bütün insanlık tarihi içerisinde Türkler köklü bir avcılık geleneğine sahip olmalarına rağmen,
son yüzyıllarda sürdürülebilir av ve yaban hayatı yönetiminde dünyanın çok gerisinde
kalmışlardır. Bugün yaklaşık 20 milyon TL ile ifade edilen avcılığın milli ekonomiye
25
katkısının, gerekli çalışmaların yapılmasıyla yaklaşık 20-25 milyar TL’ye yükseltilebileceği
tahmin edilmektedir (Başkaya ve Gündoğdu, 2013). Tahmin edilenin bu kadar uzağında
olunmasının en önemli göstergelerinden birisi ülkedeki av ve yaban hayatı eğitiminin
durumudur. Dünyada 200 yıllık bir geçmişe sahip olan sürdürülebilir av ve yaban hayatı
eğitimi, ülkemizde ancak 2009 yılında Trabzon’da, KTÜ Orman Fakültesinde, Yaban Hayatı
Ekolojisi ve Yönetimi Mühendisliği Bölümü’nün açılmasıyla ikincil bir konu olarak ele
alınmaktan kurtulmuştur. Bunu, 2010 yılında Isparta ve 2012’de Düzce’de Orman
Fakültelerinde aynı isimle açılan iki bölüm izlemiştir.
Ülkemizde av turizmi çerçevesinde değerlendirilebilecek av hayvanlarının yaklaşık olarak
yaşam alanları, avlanabilecek hayvan sayıları ve elde edilebilecek gelirler sırasıyla aşağıda
Çizelge 3 ve 4’te gösterilmiştir.
Ülkemizdeki büyük memeli av hayvanlarının popülasyonlarının geliştirilmesi amacıyla kızıl
geyik için 16 adet toplam 193.985 ha., yaban keçisi için 22 adet toplam 350.543 ha., karaca
için 12 adet 124.104 ha., yaban koyunu için 2 adet toplam 77.581 ha., ceylan için 1 adet
28.480 ha. alageyik için 1 adet 28.972 ha. ve çengelboynuzlu dağ keçisi için 4 adet toplam
182.709 hektar Yaban Hayatı Geliştirme Sahası tesis edilmiştir.
“Av Turizmi Kota Belirleme Esas ve Usulleri” isimli talimat ile korunan büyük memeli av
hayvanlarının avlanma kotaları her yıl belirlenerek Av Turizmi Komisyonuna sunulmaktadır.
2003-2011 yılları arasındaki dönemde kontrol edilen 28.9151 avcıdan 23.212’sihakkında
yasal işlem yapılmış, 17.729 adet araç-gerece el konulmuştur. 2003-2011 döneminde av
kabahati işleyenler hakkında toplam 16.352.957 TL idari para cezası verilmiştir. Bu süre
zarfında değişik özellikte ve cinste 30.000 adetin üzerinde sair eşyaya el konulmuştur. Bu
eşyalarınmali değeri yaklaşık 7.250.000 TL’dir.
DKMPGM’nin doğa koruma, avcı kontrolü, yasa dışı avcılığın engellenmesi gibi konulardaki
çalışmaları ile avcıların bilgilendirilmesi ve bilgi alışverişinin sağlanmasında Fahri Av
Müfettişleri’nin önemli katkıları olmaktadır. 2011 tarihi itibariyle ülkemizde 326 Fahri Av
Müfettişi görev yapmaktadır.
Çizelge 3. Mevcut Büyük Memelilerin Av Potansiyeli (Başkaya ve Gündoğdu, 2013)
Popülasy Toplam
Yaşam
on
Potonas Av
Muhammen Toplam
Tür Adı
Alanı
Yoğunluğ iyel
Potansiyeli Bedel
Ücret
(Mil. ha) u
(100 Birey (Adet)
(Adet/TL)
(TL)
ha)
Sayısı
Alageyik
8
3
240.000 60.000
5.000
300.000.000
Kızıl geyik
20
3
600.000 150.000
15.000
2.250.000.000
25
5
1250.00 312.000
1.000
312.000.000
Karaca
0
Ceylan
2
4
80.000 20.000
4.000
80.000.000
Yaban keçisi
20
3
600.000 150.000
10.000
1.500.000.000
Çengelboynuzlu dağ 10
3
300.000 75.000
2.500
187.500.000
keçisi
Anadolu yaban koyunu 2
3
60.000 15.000
15.000
225.000.000
Doğu yaban koyunu
10
3
300.000 75.000
15.000
1.125.000.000
Yaban domuzu
60
4
2.400.0 600.000
600
360.000.000
26
Ayı
35
0,05
00
17.500
1.750
20.000
35.000.000
TOPLAM 6.374.500.000
Çizelge 4 . Küçük Memeli ve Kuşların Av Potansiyeli (Başkaya ve Gündoğdu, 2013)
Yaşam
Av Potansiyeli Muhammen
Toplam Ücret
Tür Adı
Alanı
(Adet)
Bedel (Adet/TL) (TL)
(Mil. ha)
Kınalı keklik
40
5.000.000
20
100.000.000
Kaya kekliği
10
1.000.000
20
20.000.000
Çil keklik
40
3.000.000
20
60.000.000
Kum kekliği
10
50.000
20
1.000.000
Bıldırcın
60
5.000.000
10
50.000.000
Sülün
20
100.000
20
2.000.000
Çulluk
40
500.000
30
15.000.000
Tahtalı
30
500.000
15
7.500.000
Gökçe güvercin
20
100.000
15
1.500.000
Üveyik
30
100.000
15
1.500.000
Karatavuk
60
2.000.000
10
20.000.000
Yaban ördekleri
10
500.000
25
12.500.000
Sakarca
10
1000
30
30.000
Sakarmeke
20
1.000.000
10
10.000.000
Kargalar
70
2.000.000
5 (*)
10.000.000
Yaban tavşanı
60
500.000
25
12.500.000
Ada tavşanı
2
20.000
25
500.000
Tilki
60
75.000
50
3.750.000
Çakal
20
10.000
50 (*)
500.000
Porsuk
40
10.000
50 (*)
500.000
Kaya sansarı
60
20.000
50 (*)
1.000.000
Ağaç sansarı
20
10.000
50 (*)
500.000
TOPLAM 330.280.000
(*): Türkiye’de avcıların çok fazla tercih etmediği türler.
Köy Tüzel Kişiliklerine aktarılan “katılım payı”nın korumaya olumlu yansıması nedeniyle
son yıllarda köy katılım payı oranları artırılmıştır. Bu oran yaban domuzunda % 40-65,
Anadolu yaban koyunu ve ceylan’da %82, diğer türlerde ise % 40-70 seviyesindedir. Ayrıca,
yöre insanının organizasyonu yapanlar tarafından rehberlik ve kılavuzluk hizmetlerinde
istihdam edilmesiyle de katılım payı etkisinin arttığı söylenebilir.
Avcı eğitimi kursları ile avcı olacak adaylar eğitilmekte, eğitimde başarılı olanlardan talepte
bulunanlara avcılık belgesi Bakanlık taşra teşkilatı tarafından verilmektedir. Avcılık belgesi
alan kişilerin avlanabilmesi için avlanma izin ücreti ödemesi gerekmektedir. 2011-2012 av
döneminde toplam 112.350 avlanma izin kartından 8.277.765 TL gelir elde edilirken, 20032011 döneminde avlanma kartı satışlarından toplam 32.629.006 TL gelir elde edilmiştir. Elde
edilen gelirlerin bir miktarı koruma- kontrol faaliyetlerinde kullanılmaktadır.
4915 sayılı Kanunda avlaklar mülkiyet esasına dayanılarak özel avlak, devlet avlağı, genel
avlak ve örnek avlak olmak üzere dört ayrı statüde tanımlanmaktadır. Ülkemizde avlakların
tesis edilmesi çalışmaları 2004 yılında başlatılmıştır. Avlakların tesisinde avlanma planları
27
çerçevesinde av yapılması, özel sektöre kiralanarak kırsal kalkınma için kaynak yaratılması
gibi avantajları göz önüne alınarak örnek avlaklara öncelik verilmiştir. 2011 yılı sonu
itibariyle yaban domuzu, keklik ve sülün türlerimize yönelik olarak 73 örnek avlak tescil
edilmiş olup bunlardan 16 tanesi iptal edilmiş kalan 57 örnek avlak ihale edilmiştir. İhale
edilen 57 avlağın 16 tanesine talipli bulunamamıştır. Taliplisi bulunan 41 örnek avlaktan 9
tanesinin çeşitli nedenlerle sözleşmesi tek taraflı olarak fesh edilmiş geri kalan 32 avlak 10
yıllık sürelerle işlettirilmek üzere özel sektöre kiralanmıştır. Sözleşmesi feshedilen 9 avlak ile
ihaleye çıkılarak talipli bulunamayan 16 avlak olmak üzere toplam 25 avlak taşra
teşkilatımızca işletilmektedir. 2004 yılından 2011 yılına kadar örnek avlaklardan toplam KDV
hariç 2.573.532 TL elde edilmiştir. Bu gelirin 1.016.292 TL’ si katılım payı olarak köy tüzel
kişiliklerine ve belde belediyelerine aktarılmıştır. Kamuya aktarılan kaynak ise 1.837.543
TL’dir. 2011 yılı sonu itibariyle ülkemizde 65 adet genel ve devlet avlağı tesis edilmiştir.
Doğal popülasyonların desteklenmesi suretiyle düzenli ve verimli av imkânının sağlanması
amacıyla kanatlı av hayvanı türlerinden Sülün, Çil keklik, Kaya kekliği ve Kınalı keklik
DKMPG üretme istasyonlarında üretilerek veya özel sektör üretiminden temin edilerek
doğaya salınmaktadır. 2001-2011 yılları arasında yaklaşık 275 bin kanatlı av hayvanı 133
yerleştirme alanında doğaya bırakılmıştır. Kanatlı av hayvanı yerleştirme alanları 3 yıl süreyle
ava kapatılmakta ve yerleştirilen hayvanların doğaya adaptasyonları DKMPG tarafından
izlenmektedir. Gerek görüldüğünde ava kapatılma süresi 2 yıl daha uzatılabilmektedir. 20032011 yılları arasında av turizmi kapsamında avlanan hayvan sayıları Çizelge 5’te verilmiştir.
Türkiye’de son on yıl içinde av turizmi kapsamında avlanan avcı sayısı 9381’dir. Bu
avcılardan elde edilen gelir 18.201.690,33 TL dir. Bu gelirden köy tüzel kişiliklerine ve belde
belediyelerine aktarılan bedel 4.959.897,83 TL dir.
Çizelge 5 Av Turizmi Kapsamında Avlanan Hayvan Sayıları (2003-2011)
AV TURİZMİ KAPSAMINDA AVLANAN YABAN HAYVANI TÜR ve SAYILARI
AVLANAN AV HAYVANLARI
Av Dönemi
YK *
YD
ÇBK
KRC
KG
AYI
KURT DİĞER
2003-04
89
772
2
1 tlk
2004-05
82
741
4
7
9
2005-06
117
1208
8
3
15
2006-07
164
1883
21
11
37
8 ayk
2007-08
181
2202
12
10
28
6
7 ayk
2008-09
196
1709
20
15
35
9 ayk
2009-10
237
1151
17
11
35
2010-11
190
1409
11
21
16
4 ayk
TOPLAM
1.256
11.075 95
78
175
6
(*) YK: Yaban Keçisi, YD: Yaban Domuzu, ÇBK: Çengelboynuzlu dağ Keçisi, KRC:
Karaca, KG: Kızıl Geyik
2001-2003 döneminde Milli Eğitim Bakanlığı ile protokol yapılarak yürütülen avcı eğitimleri
2003 yılında çıkarılan 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu ile zorunlu hale getirilmiştir. 20032011 dönemi itibariyle. 6.894 adet kurs açılmış bu kurslara katılarak sertifika alan kişi sayısı
285 bine ulaşmıştır.
28
4. KARŞILAŞILAN DARBOĞAZ VE ZORLUKLAR
4.1.
Korunan Alanlar ve Yönetimi
Ulusal düzeyde korunan alanların mevcut durumunun değerlendirilmesi ve bu alanların
geliştirilmesine yönelik geniş katılımlı bir durum değerlendirme çalışması bulunmamaktadır.
Her birim kendi yetki ve sorumluluğu çerçevesinde konuyu irdelemekte ve çeşitli projelerle
çözüme gitmeye çalışmaktadır. Genel olarak korunan alanların yönetimi sürecinde
karşılaşılan zorluklar ve darboğazlar aşağıda özetlenmiştir.
–
–
–
–
–
–
–
Teknik;
Korunan alan sınırlarının belirlenmesinde biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilirliğine yeterince
öncelik verilmemesi, ekosistem bütünlüğünün yeterince dikkate alınmaması, uygun olmayan
sınırlamalar (halen doğal sınırlara ve coğrafik sınırlara uygun olmaması) ve ekosistem
temsiliyetinin göz ardı edilmesi ve koruma çalışmalarında bütünlük sağlanamaması,
Alanların kaynak değerlerinin detaylı çıkartılmamış olması ve özellikle endemik ve nadir
türlerin halen yeterince bilinememesi ile yanlış kullanımlardan kaynaklı yok olmaları ve
tahrip olmaları
Korunan alanlara yönelik araştırma ve geliştirme alt yapısının zayıf ve yetersiz olması bu
kapsamda üniversiteler ve diğer araştırma kurumları ile yeterli düzeyde işbirliğinin
sağlanamamış olması,
Geçmişten günümüze korunan alan planlamasına yönelik ilke ve yöntemlerin hala
netleştirilememiş ve uluslar arası planlama yaklaşım ve eğilimleri ile katılımcılık anlayışının
mevcut planlama çalışmalarıyla bütünleştirilememiş olması ve planlama sürecine ilgi
gruplarının dahil edilmemesine bağlı olarak hazırlanan planların yeterince uygulanamaması,
Korunan alanların halen planlarının tamamlanmamış olması, planı olan alanların ise
uygulanabilirliğinde sorunların yaşanması ile uygulamalara yönelik alt plan ve programların
yetersizliği
Kurumsal ve ulusal bir planlama stratejisi ve eylem planının olmaması,
Korunan alan planlama ve uygulamalarına yönelik veri tabanı eksikliği ve korunan alanlar ve
yönetimi için ölçüt ve göstergelerin bulunmaması, izleme ve değerlendirmenin yetersizliği ve
hatta korunan alanlarda izleme ve değerlendirmeye yönelik bir mekanizmanın olmaması,
Mali:
Korunan alanlar için ayrılan bütçenin alan yönetimine yeterince yansıtılamaması
Bütçenin yetersizliği ve bütçe planlamasının alan yönetimini güçlendirecek nitelikte
yapılmaması, bütçenin alan uygulamalarında iyi yönetilememesi
Korunan alanlar ve bu alanlarda yaşayan yöre halkı için doğanın korunması ile
bağlantılı ve koruma amaçlarına doğrudan hizmet edebilecek nitelikte alternatif gelir getirici
olanakların geliştirilmemesi veya yetersiz kalınması
- Korunan alanlarda mali sürdürülebilirliğe ilişkin yasal ve yönetsel boşlukların bulunması,
Kamulaştırmaya yönelik kısıtlar ve imkânsızlıklar
-
Personel:
29
-
-
-
Korunan alanların yönetimi için nitelik ve sayısal olarak gerekli donanım ve
miktardaki personelin alanlarda bulunmaması ve çalışanların net bir iş tanımının
bulunmaması
Korunan alanlar için çalışan personelin nicelik ve nitelik olarak yetersizliği; uygulama
birimlerinde yeterli ve deneyimli personelin bulunmaması,
Mevcut personeldeki moral bozukluğu, motivasyon düşüklüğü, isteksizliği
Sık personel değişiklikleri ve konu harici uzmanların görevlendirilmeleri
Korunan alanlar konusunda eğitim ve kapasite artırımına yönelik çalışmalara
yeterince önem verilmemesi, yapılan çalışmaların etkinliliğinin ve içeriğinin zayıf ve yetersiz
kalması
Korunan alanlarda görevli insan kaynaklarının yerinde ve yeterince
değerlendirilememesi,
TÜBİTAK, Üniversiteler ve diğer araştırma kurumları tarafından yürütülen proje,
araştırma ve çalışmalara korunan alan yöneticileri ve çalışanlarının yeterli etkinlikte katılım
sağlamamaları
Kurumsal:
Korunan alanların yönetimine ilişkin kurumsal yapılanmanın zayıf olması,
Korunan alanlarda uygulama birimlerinde yeterli ve deneyimli personelin
bulunmaması,
Kurumsal kapasitenin yetersizliği (nicelik ve nitelik olarak)
Korunan alanlardaki yönetici ve karar vericilerin sık değişmesi ve kurum ve konu dışı
görevlendirmeler,
Korunan alanlardaki yönetsel sorunların mevcudiyeti
Sık yapılanmalar ve değişimlere bağlı olarak kurumsal aidiyet ve kimliğin yeterince
güçlü olmaması ve zayıf örgüt yapısı
Kurumun önceliklerinin değişken olması ve koruma politikalarının yetersizliği,
- Korunan alanlardaki yönetici ve karar vericilerin sık değişmesi ve kurum ve konu dışı
görevlendirmeler,
Korunan alanların yönetimine ilişkin bilgi-deneyim ve anlayış farklılıklarına bağlı
olarak zayıf alan yönetimi uygulamaları (Uygulamalarda çok yetersiz ve zayıf kalınması)
Farklı kurum ve kuruluşlar ile şahıs taleplerinin koruma amaçlarının önüne geçmesi
Birden fazla koruma statüsünün üst üste çakışması (bazen bu durum fayda da
sağlayabilmektedir)
Korunan alanlarla ilgili tüm uygulamalarda genel olarak merkeziyetçi bir yaklaşım
izlenmesi ve ilgili taraflarla çalışılamamamsı ile bağlantılı problemler (Özellikle yöre halkı ile
yaşanan çatışmalar ve sorunlar)
Alan yönetimine ilişkin yönetsel boşluklar, kurumsal yetersizlikler
Korunan ala yönetiminin halen yasaklar üzerine oturtulmuş olması ve alternatif
olanakların yeterince değerlendirilememesi
Korunan alanların farklı kurum ve kuruluşlar tarafından potansiyel faydalanma
alanları olarak görülmeleri ve alanlara yönelik artan talepler (HES, RES, madencilik, su alma,
gölet yapma vb.)
Korunan alan sınırları dışından alana gelen baskılar ve tehditler (su kaynaklarının
kirletilmesi, çevre kirliliği, yapılaşma, açma, avcılık vb.
Korunan alan için farklı kurumların alanın yöneticileri ile yeterli işbirliğine gitmeden
bireysel aldıkları kararlar, ortak yönetim kültürünün ve yaklaşımın gelişmemiş ve hatta
benimsenmemiş olması
- Korunan alanlar içerisinde yerleşim birimlerinin mevcudiyeti ile özel mülkiyet sorununun
olması, kamulaştırma için yeterli kaynak ayrılmaması,
30
-
-
-
-
-
Korunan alanlar içerisinde bulunan yerleşim birimleri ile işbirliğine yönelik girişim ve
çalışmalarda yetersiz kalınması,
Farklı kurumlar tarafından belirlenen korunan alanların belirlenmesine yönelik ön görülen
kriterlerde bütünlük olmaması,
Kurumların uygulamalarının birbirleri ile kesişmesi ile Kurumlar arası yetersiz işbirliği ve
organizasyon eksikliği,
Korunan alanlarda yaşayanların devlete olan güvensizliği ve korunan alanlardaki sorunların
çözülemeyeceği inancını taşıması
Korunan alanların belirlenmesi, planlanması ve yönetiminde bu alanlarda yaşayan yöre insanı
ile diğer ilgi gruplarının yeterince temsil edilememesi,
Kurumlar arası benzer konularda ayrı ayrı projelerin yapılması, kaynak ve zaman israfı,
Ulusal bir doğa koruma veya korunan alanlar komisyonunun olmaması
Doğa koruma ve korunan alanlar ilgili konuların özel uzmanlık ve bilgi birikimi ile
uygulamada deneyim isteyen bir dal olduğunun algılanamamış olması,
Doğa koruma, korunan alanlar konularının önemli karar vericiler dahil toplumun tüm
katmanları tarafından yeterince kavranamamış olması,
Doğal kaynakların hızla tükeniyor olması,
Korunan alanlardaki birden fazla koruma statüsünün olduğu durumlarda yetki karmaşasından
kaynaklanan idari sorunlar yaşanmaktadır.
Pasif koruma anlayışının bir sonucu olarak kısıtlamalardan dolayı yaşanan gelir kayıpları gibi
nedenlerle korunan alanlar üzerinde yerel düzeyde olumsuz algı ve tavırlar oluşmuştur. Ancak
bu olumsuz algı ve tavırların nedenlerinin belirlenmesi ve giderilmesi için çalışmalar
yapılmamıştır.
Denetim yetersizliği,
Koruna alanlar ve doğa koruma ile doğrudan ilgili bir eğitim biriminin olmaması,
Korunan alanlarla ilgili güncel bilgilenin uygulamaya zamanında yansıtılamaması
Politik:
Koruma alanlarıyla ilgili bir üst düzey politika ve bütüncül bir stratejinin olmaması, (bunun
yanında pek çok sektör tarafından geliştirilen strateji dokümanlarında parça parça konunun
irdelenmesi),
Ulusal kalkınma planlarında korunan alanlara yeterince önemin verilmemesi,
Korunan alanlara yönelik sorunların devlet politikasında yer almıyor olması,
Korunan alanların yönetimine ilişkin etkin bir kurumsal yapılanmanın olmaması,
Korunan alanlar üzerine olan siyasi ve politik baskıların olması,
Bir alanda farklı birkaç statünün bulunması ve statü kargaşalığı,
Korunan alanlar için oluşturulan milli park müdürlükleri ve şefliklerinin yer seçiminin politik
olarak verilmesi, yereldeki uygulayıcıların sürece dâhil edilmeden merkezden karar verilmesi,
Korunan alan belirleme, planlama ve personel görevlendirmelerde de hakkaniyetten uzak
kararların alınması
Korunan alan statülerinin mevcut mevzuat ve uluslararası yaklaşımlarda belirlenen kriterleri
göz ardı ederek verilmesi
Korunan alanların amaçları dışında yönetilmesi, planlanması
Hukuki-yasal:
Aynı alanda birden fazla koruma statüsünün bulunması ve buna bağlı olarak mevzuat
karmaşası il yönetsel güçlüklerin yaşanması (Örnek: Beyşehir Gölü Milli Parkı aynı zamanda
Doğal Sit-Arkeolojik Sit-Sulak Alan ve İçme ve Kullanma Suyu Havzası olması nedeniyle
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, DSİ, Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,
31
-
yöre Belediye ve köy tüzel kişilikleri, Özel İdare teşkilatlarının mevzuatları
çakışabilmektedir.)
- Korunan alanların yönetimine ilişkin mevcut yasaların merkezi yetkilerle donatmış
olması, uygulama birimlerinin yeterince aktif olamaması,
- Yasalarda kurumsal yetki ve sorumluluklar konularında çelişki ve çakışmaların
olması,
- Turizm Teşvik Kanunu, Maden Kanunu gibi sektörel öncelikli kanunlar ile korunan
alanlarla ilgili kanunların birbirine ters düşecek maddeler içermeleri,
- Var olan korunan alan yasaların yeterince uygulanamaması ve bazı kanallarla
delinmesi,
- Mevcut korunan alan yasalarının bazılarının hâlihazırda uluslar arası sözleşmeler ve
AB direktifleri ile uyumlaştırılmamış olması,
- Korunan alanlar etrafında olması zorunlu olan tampon bölgeye ilişkin mevzuat
eksikliği,
Bir korunan alan ilan etmek için tespiti ile ilan ve tescilinin farklı Bakanlıklarca yapılması.
Ulusal ve uluslararası ilişkiler:
-
-
-
-
Korunan alan içinde kalan yerleşim birimlerinde yaşayanların, alanın ilan edilmesiyle
daha önceki haklarında kısıtlamalara gidilmesi (6831’de doğan haklar, v.b.) ve bunun
karşılığında yeni haklar verilmemesi idare – halk ilişkilerini olumsuz etkilemesi,
Alanların yönetiminde ve karar alma sürecinde yerel yönetimlerin ve ilgili sivil toplum
örgütlerinin bulunmayışı, ilgili taraflarla güçlü bir ilişkinin ve çalışma
mekanizmasının oluşturulamaması,
Korunan alan içinde bulunan yöre halkının temel sorunlarına yönelik çözümlere
planlama yaklaşımında öncelik verilemesi ve idarecilerde de bu yönde iradenin
oluşmamasına bağlı olarak yöre halkı ile çatışmaların yaşanması,
Küresel gelişmelerin ulusal çalışmalara zamanında yansıtılamaması,
4.2. Peyzaj Onarımı
Peyzaj onarımı konusunda karşılaşılan darboğaz ve zorluklar;
-Bozulan/tahrip olan alanların onarılmasını ve/veya iyileştirilmesini, zorunlu hale getiren ve
onarımla doğrudan ilgili yasa ve yönetmelikler olmaması,
-Teknik olarak farklı amaçlı peyzaj onarımı çalışmalarında izlenecek genel bir yöntem ile
özelleşmiş yöntemlerin resmi olarak ortaya konmamış olması,
-Peyzaj onarımı çalışmalarına genellikle uygulama sonrasında ihtiyaç duyulması (peyzaj
onarım çalışmaları inşaat öncesi planlama, inşaat sırası ve sonrasında değerlendirilmesi
gerekmektedir) ve faaliyetle beraber eş zamanlı olarak yapılmaması
-Onarım maliyetinin oldukça yüksek olması sebebiyle göz ardı edilmesi,
-Konuya ilişkin ilgili bölümlerdeki lisans derslerinin yetersiz olması
-Yetişmiş teknik personel eksikliği
-Peyzaj onarımı ile ilgili farklı konuların farklı meslek disiplinleri tarafından birbiriyle
bağlantısız olarak uygulanması
-Mevcut yönetmeliklerle izleme ve kontrolün etkin yapılamaması
-Hukuki boyutta peyzaj onarım çalışmalarının tanımlanmamasından kaynaklanan sorunlar
-Çevre dostu teknoloji ve yöntemlerin kullanılmaması
-Genellikle yapılan proje uygulamalarında insana yararın ve ekonomik yararın ön plana
çıkarılması, peyzaj fonksiyonlarında ve peyzajın görsel kalitesinde yapılacak çalışmaların ileri
tarihlere atılması, gözden kaçırılması ya da ötelenmesi
32
4.3.
Hassas Ekosistemler
Denizel Hassas Alanlar, Denizel Biyoçeşitlilik ve Adalar Biyoçeşitliliği ile ilgili
Boşluklarla ilgili Sentez:
Kıyı Deniz Biyolojik Çeşitliliğini (BÇ) Korumaya yönelik Boşluklar ve İhtiyaçlar
- Ne yazık ki ülkemizde henüz kıyı deniz biyoçeştliliği, tehdit altındaki türlerin
dağılımı, doğal stoklarımız, yavru gelişme sahalarımız, habitatlarımız ve onları tehdit
eden baskılar bilinmemektedir. Sürdürülebilinir yönetim planlarının oluşturulabilmesi
için ilk İlk Aşamada bilinmeyeni bilmemiz ve zamana bağlı değişimi izlememiz
gerekmektedir. Bunun içinde Adalar ve tüm Türkiye kıyılarında Biyoçeşitlilik
araştırmalarının yaygınlaştırılması, mevcut balık stoklarının ve yumurtlama
sahalarının belirlenmesi ve yönetim stratejilerinin belirlenmesine yönelmeli ve
kurumlar arası işbirliğine gidilerek kaynakların sağlanması gerekmektedir.
- Denizde korunan alanlarının yetersiz olması, ülkemizde deniz biyolojik çeşitliliğinin
korunması konusundaki diğer önemli bir boşluktur. Bu durumun en önemli nedeni ise
denizde korunan alanlarının ilanı ve yönetimi konusunda yasal ve kurumsal
düzenlemelerin net olmamasıdır. Deniz Milli Parkları gibi deniz koruma alanlarının
ilan edilmesine, bu alanlara yönelik yönetim planların hazırlanmasına ve mutlak
koruma alanları oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Kıyı ve deniz kaynaklarının
sürdürülebilir kullanımına yönelik gereksinimler aşağıda özetlenmiştir:
- Denizel BÇ ile ilgili çalışma yapan uzman, laboratuvar ve organizasyonlar arasında
bilgi paylaşımı, işbirliği ve eşgüdümü sağlayacak tedbirler alınmalı, rehber
dokümanlar hazırlanmalı ve bu uzmanların uluslar arası çalışmalara katılımı
sağlanmalıdır.
- Akdeniz’deki deniz canlıları için çok önemli rolü olan ve geniş dağılım alanları
bulunan deniz çayırlarının koruma altına alınması ile ilgili çalışmaların devam
ettirilmesi ve koruma statülerine göre tüm türlerin denizlerimizdeki dağılım ve üreme
alanlarının belirlenereke CBS de işlenmesi kısa ve uzun vadede bilimsel izleme
yöntemleri geliştirilerek ve izleme programları oluşturulması.
- Nesli tehlikede olan türler ve Özel Koruma Alanları ile ilgili yöneticiler, konuyla ilgili
kesim ve kamu için aydınlatıcı rehber kitapçıklar ve dokümanlar hazırlanmalı ve
görsel medya da kullanılarak halk bilgilendirilmeli ve bu türler ile ilgili bilinç düzeyi
arttırılmalıdır.
- Geniş kitlelerin eğitimine ve ülkemizde bir deniz kültürünün oluşturulmasına katkıda
bulunmak amacıyla önemli kıyı kentlerimizde ve ekolojik yönden hassas
yörelerimizde, deniz akvaryumları kurulmalıdır.
- Yabancı türlerin belirlenmesi ve gözlenmesi için etkin yolların geliştirilmesi ve
uygulanması, yabancı türlerin özellikle yeni ekosistemlere girişini düzenleyen yasal
düzenlemelerin yeniden gözden geçirilerek uluslararası sözleşmelerle uyumlu hale
getirilmesi ve yayılımcı yabancı türlerin sularımıza girişlerinin önlenmesi için gerek
ulusal ve gerekse uluslararası düzeyde sıkı denetimlerin yapılması sağlanmalıdır.
33
-
-
-
-
-
Deniz ve kıyı ekosistemlerinde avcılık uygulamalarının su ürünleri stoklarına olumsuz
etkilerini en aza indirgeyecek tedbirler alınmalı ve uzaktan algılama sistemi gibi
balıkçılık denetim altyapısının güçlendirilmesine yönelik ihtiyaçlar karşılanmalıdır.
Henüz gelişmekte olan çok türlü balıkçılık anlayışı takip edilerek, ülkemizdeki
balıkçılık yönetiminin de bu anlayış çerçevesinde şekillendirilmesi için yeni ve
kapsamlı araştırmalar yapılmalıdır.
Aşırı avcılık baskısı sonucu yıpranmış ve populasyonu azalmış olan türlerin doğal
ortamdaki yeni kuşak katılım düzeylerini desteklemek amacıyla yetiştiricilik yoluyla
yapılan yavru balık üretimi teşvik edilmeli ve üretilen yavru balıklar doğal ortama
salınmalıdır.
Kültür balıkçılığında, çevreyi gözeten anlayış ve düzenli etkin kontrolle, kıyıdan
uzakta (off-shore) kafes balık yetiştiriciliği desteklenmelidir.
Mali Kaynaklar ile ilgili olarak, kaynak yetersizliğinin yanı sıra kaynakların dengeli
dağıtılamaması, araştırmacı teşviklerinin yetersizliği, hizmet alımı zorluğu,
korumadan etkilenen ilgili kesimlere yeni mali kaynak aktarımı ve iş alanı eksikliği;
-İnsan kaynakları ile ilgili olarak araştırma, uygulama, denetim, CBS, modelleme,
haritalama ve genetik alanlarında yeterli sayıda nitelikli uzman olmaması;
-Altyapı ile ilgili olarak, uzaktan algılama ve coğrafi bilgi sistemi, genetik laboratuarı
için donanım ihtiyaçları;
-Mevzuat konusunda uygulama zorlukları ile kıyı mastır planlarının yapılmasına
olanak sağlayacak düzenlemelerin eksikliği,
-Kurumsal olarak da kurumlar arası eşgüdüm eksikliği ile görev tanımlarının net
olmaması olarak ifade edilebilir.
Mağaralar
Türkiye’de mağara araştırma ve koruma çalışmaları açısından karşılaşılan en önemli
sorunların başında “uzman yetersizliği” gelmektedir. Mağaraların araştırılması zor, çoğu
kez can güvenliği riskine varan fiziksel güçlüklere sahip alanlar olması nedeniyle, doğanın
diğer bileşenleri kadar ilgi çekmemektedir. İnsanlara ürkütücü gelen “karanlık, tehlikeli
yeraltı dehlizleri” şeklindeki algı, yeni mağaracıların ve mağara topluluklarının sisteme
katılmasını engellemektedir. Halen Türkiye’de aktif mağaracılık yapan ve bir şekilde
mağara araştırma süreçlerine iştirak eden yaklaşık 300 kadar mağaracı vardır. Bu sayı,
“bilimsel ve teknik açıdan bağlayıcı veri üretebilen mağaracı” ölçütü düşünüldüğünde
100’ün altına düşmektedir.
Benzer şekilde, Isparta, Burdur, Kayseri, Karaman, Muğla gibi mağaraların yoğunlaştığı
kentlerimizde hiç bir mağara araştırma topluluğunun olmaması da başlı başına bir güçlük
oluşturmaktadır. Hayatını idame ettirmek için profesyonel anlamda farklı bir işe sahip
olup, hobi olarak mağaracılıkla uğraşan dernek mensuplarının uzun sureli araştırma
kampları için farklı bir bölgeye gitmesi çoğu kez mümkün olmamaktadır. Bu da araştırma
kamplarının sürelerinin kısa tutulmasına, araştırılan yıllık ortalama mağara sayısının ve
haritalanan mağara uzunluğunun asla belirli bir sınırın üstüne çıkamamasına neden
olmaktadır.
“Mağara cenneti” olarak değerlendirilebilecek sayıda mağaraya sahip Türkiye’de
mağaralardaki fauna ve flora çalışmalarının çok az miktarda yapılmış olması ise en önemli
eksikliktir. Oysa mağaraların biyolojik yapısı ve envanterinin çıkarılması çalışmaları, çok
önemli ulusal ve uluslararası boyuttaki eksikliği de gidermiş olacak, böylece bilime ve
insanlığa büyük katkı sağlanacaktır.
Sulak Alanlar
34
Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesinde Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü adıyla görev
tanımları birbiriyle örtüşen, zaman zamanda çelişen doğa korumadan sorumlu iki farklı
birimin teşkil edilmiş olması Türkiye’nin doğa koruma konusundaki en önemli açmazlarda
birini oluşturmaktadır. Bu durum zaten sınırlı olan mali ve insan kaynaklarının bölünerek
verimsiz kullanılmasına neden olacağı gibi tescil, ilan, planlama ve koruma çalışmalarında
aşılması zor sıkıntılar yaratacaktır. Yukarıda ifade edilen tüm gelişmelere rağmen hala gerek
merkezi yönetimlerde gerekse yerel yönetimlerde -özellikle karar verme noktasında olan
yöneticilerde- sulak alanların önemi ve korunmaları konusunda yeterli bilincinin gelişmiş
olmaması sulak alanların korunması için önemli handikap oluşturmaktadır. Ülkemizdeki doğa
koruma faaliyetlerinin tarihi 1950'li yıllara uzanmasına karşın, hukuki ve idari alanda gereken
önem verilmediği ve yeterli kaynak ayrılmadığı için arzulanan hedeflere ulaşmak mümkün
olmamıştır. Bu süreç içerisinde çok sayıda yasa çıkarılmış; ancak, bu yasalar farklı
zamanlarda ve farklı ihtiyaçlara cevap vermek üzere hazırlandığı için, birbiriyle çelişen
hükümleri içermekte, aralarında organik bir bağ bulunmamaktadır. Ulusal mevzuatımızdaki,
örtüşmeleri, çelişkileri ortadan kaldıracak, uluslararası sözleşmelerle ve Avrupa Birliği doğa
koruma Direktifleriyle uyumlu bir Doğa Koruma Yasasının henüz çıkarılamaması en önemli
dar boğazlardan biri olarak düşünülmektedir.
Sulak alanların korunması ve akılcı kullanımının ülkemizin kalkınma planlarına –
özellikle sektörel politikalara- entegre edilmemiş olması, doğa koruma için bütçeden yeterli
pay ayrılmaması, bütçenin her geçen yıl daha da düşmesi, özel sektörün, doğa koruma
faaliyetlerinde yeterince kaynak ayırmaması ve destek vermemesi, doğa korumayla ilgili
yasaların yetersizliği ve var olan yasaların birbiriyle çelişen hükümler ihtiva etmesi, kurumlar
arasındaki yetki karmaşası, İlgili kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm ve işbirliğinin
yeterince sağlanamaması, kurumların gerek altyapı ve teknik donanım gerekse sulak alanların
ekolojik işleyişini değerlendirebilecek, yorumlayabilecek ve planlama yapabilecek teknik
personel yönünden yetersiz olması, Yıllardır süregelen plan karmaşasının devam ediyor
olması, tüm kurumlarca/birimlerce benimsenmiş, uygulanabilir bir planlama ve yönetim
anlayışının geliştirilememesi, alanlarda düzenli bir izleme yapılmaması; sağlıklı ve doğru
değerlendirmelere olanak verecek ölçü ve nitelikte veri tabanının bulunmayışı.Yasaların
gerektirdiği tedbirlerin uygulanamaması ve etkili denetim-izleme yapılmayışı, koruma adına
önemli eksiklikler olarak görülmektedir.
4.4. Yaban Hayatı Yönetimi
Doğal alanlarda yaban hayatının yönetilebilmesi için öncelikle var olan yaban hayatı
değerlerinin (bitki ve hayvan türü çeşitliliği, av hayvanlarının miktarı, habitat tipleri, meşcere
tipleri, ormanın kapalılığı ve yaş durumu, toprak türü, su kaynakları gibi) tamamının tespit
edilmesi gerekmektedir.
Envanter, hedefler seçilmeden ve doğru bir planlama yapılmadan önce düzenlenirse
genellikle para ve zaman kaybı ortaya çıkmaktadır. Araştırıcının verileri toplaması sırasında
belirli kurallara uyması gerekir. Örneğin, veri toplarken aynı yöntemleri kullanma, verileri
yılın aynı zamanlarında toplama ve önceki envanterlerdeki gibi sistematik bir örnekleme
yapılmış ise aynı deneme alanlarından örnek alma yaban hayatı envanterinde hedefe ulaşmayı
kolaylaştıracaktır (Patton, 1992).
Yaban hayatı alanlarında taşıma kapasitesini ekolojik taşıma kapasitesi ve ekonomik
taşıma kapasitesi olarak ikiye ayırabiliriz. Ekolojik taşıma kapasitesi, lojistik eşitlikte K
olarak bilinir ve bir habitatın barındırabileceği maksimum birey sayısı olarak tanımlanabilir.
Burada yoğunluğa bağlı faktörlerin (besin, alan, örtü ve diğer kaynaklar için rekabet)
populasyon üzerindeki etkileri söz konusudur. Ekonomik taşıma kapasitesi ise maksimum
ürün almayı hedefleyen örneğin avlak gibi yerlerde kullanılır. Birçok kaynakta bu değer
35
populasyon taşıma kapasitesinin yarısı (K/2) olarak bildirilmektedir (Caughley ve Sinclair,
1994).
Ülkemiz, flora ve fauna çeşitliliği bakımından Avrupa’daki ülkelerin tamamından çok
daha zengin olması, önemli kuş göçü yolunun üzerinde bulunması, Geliştirilmiş Biyolojik
Çeşitlilik Sıcak Noktaları (Conservation International (2006)’ndan üçüne sahip olması ve üç
farklı biyocoğrafik bölgenin ülkemizde kesişmesine rağmen korunan alanların kapladığı alan
(%5) bakımından dünya’nın (%13) gerisinde bulunmaktadır. Korunan alan sayısının
ülkemizde arttırılması gerektiği açıktır.
Türkiye’de YHGS’lerin en önemli problemlerinin başında arazi kullanım hakkı
gelmektedir. Halihazır durumda YHGS’lerin bulunduğu alanlardaki ormanlar OGM (Orman
Genel Müdürlüğü), Su kaynakları DSİ (Devlet Su İşleri) ve Maden alanları ise Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı, Yaban hayatı değerleri DKMPGM tarafından yönetilmeye
çalışılmaktadır. Bunun sonucunda yönetimsel anlamda çatışmalar kaçınılmaz olmaktadır.
Doğal alanlarda aşırı artış yapma eğiliminde ve ekosisteme (habitata) zarar verme
potansiyeline sahip türlerin populasyonlarını düzenleme ihtiyacı ön plana çıkmaktadır. Aşırı
artış durumlarında türün çevreye vereceği zararı önlemek açısından zararlı populasyonun
artışı kontrol altına alınmalıdır. Tam tersine nesli tehlike altında bir türün de korunması
gerekmektedir. Tüm bunlar türün envanteri ile habitatın taşıma kapasitesinin bilinmesini
zorunlu hale getirmektedir.
Günümüzde YHGS’nın sınırları ekolojik faktörlere göre değil mülkiyet durumu,
topoğrafik yapı vb. özelliklere göre belirlenmiştir. Birçok sahanın sınırları belirlenirken yöre
halkının, özel kurum ve kuruluşların, bilim insanlarının, sivil toplum kuruluşlarının görüşleri
alınmadan ilan edilmiştir. Bundan dolayı, planlama sırasında büyük çatışmalar ortaya
çıkabilmektedir. Birkaç il sınırında bulunan bazı YHGS’lerin yönetimi ve planlanmasında
kurum içinde çatışmalar yaşanabilmektedir.
Günümüzde yaban hayatı yönetiminin sosyal problemlerinin başında insan yaban
hayatı çatışması gelmektedir. Yaban hayatı-insan çatışması "İnsan populasyonları ve yaban
hayatı arasındaki etkileşimlerden dolayı yaban hayatı populasyonlarının korunmasında veya
çevrede veya insanların sosyal ekonomik ve kültürel hayatlarında ortaya çıkan olumsuz
etkileşimlerin tamamı" olarak tanımlanabilir" (WWF, 2005).
İnsan - yaban hayatı çatışmasını doğuran sebepler şunlardır (FAO, 2012):
• İnsan nüfusunun artışı
• Arazi kullanımının değişimi
• Türlerin habitatlarının yok olması, bozulması ve parçalanması
• Ekoturizm artması ve doğa koruma alanlarına insanların ulaşımının kolaylaşması
• Otçul çiftlik hayvanı populasyonlarının artması ve otçul yaban hayvanlarının
populasyonlarında azalma veya bölgesel yok olma,
• Yırtıcıların bolluğu ve dağılımı
• Koruma programlarına alınan türlerin popülasyonlarının artması
• İklimsel faktörler
• Tahmin edilemeyen münferit doğa olayları
İnsan yaban hayatı çatışmasının sonuçları üç ana grupta toplanabilir (Elsner, 2008):
a) Ekonomik çatışmalar, insanların gelirlerinin yaban hayatı tarafından olumsuz etkilenmesi
sonucunda ortaya çıkar. Örneğin domuzların, geyiklerin tarım alanlarında oluşturdukları
zararlar. Burada arazi sahipleri tarafından yaban hayatının kabul edilebilir taşıma
kapasitesi büyük önem kazanır. Ekonomik çatışmalar içinde trafik kazalarından ürün
zararlarına kadar birçok zarar şekilleri bulunmaktadır.
b) Sağlık ve güvenlik, üç alt kategoriye ayrılmaktadır. Hastalıklar, trafik kazaları ve fiziksel
tehdittir. Bugün hayvanlardan birçok hastalık insanlara veya evcil hayvanlara bulaşarak
sağlıklarını tehdit etmektedir. Örneğin şap hastalığı, kuduz, batı Nil virüsü, kuş gribi,
36
Kırım-Kongo kanamalı ateşi vb. Yine güvenlik problemi olarak ABD’de trafik kazalarında
75000 yaralanma olayı kaydedilmiştir. Ülkemizde bununla ilgili herhangi bir kayıt
bulunmamaktadır. Ayı gibi bazı büyük cüsseli hayvanların nadiren de olsa doğrudan
insanlara zarar verebilmektedir.
c) Psikolojik, genellikle yaban hayatı habitatları civarında yaşayan insanların yaban hayatı
türlerine karşı fobi geliştirmeleriyle ilişkilidir. Fazla çalışılmamış bir konu olmakla birlikte,
çatışmaların yoğun olduğu yerlerde insanlar çeşitli korkular geliştirebilmektedir. Diğer
tipteki çatışmalara göre çok daha az bir etkiye sahiptir.
Orman ve Su İşleri Bakanlığına gelen başvurulara göre insan yaban hayatı çatışmalarına konu
olan türler ve çatışma sebepleri sırasıyla;
Ayılar, tarım alanlarına (bağ, bahçe vb.), arı kovanlarına ve bazen evcil hayvan sürülerine
zarar verebilmektedirler. Bazen de insan hayatını veya sağlığını tehdit edecek şekilde
karşılaşmalar yaşanmaktadır.
Kurtlar, genellikle evcil hayvan (koyun, keçi vb) sürülerine verdikleri zararlar çok nadir de
olsa insanlara saldırı olayları görülebilmektedir. Kuduz hastalığının taşıyıcılığını
yapabilmektedirler.
Yaban domuzu, tarımsal alanlarda yaptıkları zararlarla ön plana çıkmaktadır. Aşırı artışı
orman için de zararlı olabilir. Ayrıca yaban domuzu şap hastalığının önemli bir taşıyıcısı
olabilmektedir. Trafik kazalarına neden olabilmektedirler.
Geyik, yaban keçisi ve karacalar genel olarak otçullar tarımsal alanlarda, bağ, bahçe de
zararları bulunmaktadır. Geyikler ve karacalar trafik kazalarına neden olabilmektedirler.
Ayrıca göç zamanında kuşlar havaalanlarında önemli tehlikeler veya en azından uçuşları
engelleyerek ekonomik kayıplara neden olabilmektedir. Yine otobanlarda veya yollarda
arabalar birçok kuş türüne çarparak ölümlerine neden olabilmekte ve büyük kuşlar araçlarda
önemli hasarlar meydana getirebilmektedir. Ancak ülkemizdeki kuşların neden olduğu trafik
kazaları ile ilgili kayıtlar yoktur. Özellikle göç zamanı olmak üzere, bazen arazi çalışmaları
sırasında arabaların çarptığı kuş ölülerine veya yaralı kuşlara rastlanılmaktadır (Kiziroğlu ve
ark., 2012).
Bunların yanında sansar, gelincik, çakal ve tilkiler yerel halkın kümeslerinde önemli zararlara
neden olabilmektedir. Kuduz hastalığının önemli taşıyıcılarıdır. Ayrıca bazı YHGS’lerde
çakal ve tilkiler, karaca, keklik ve sülünlerin üzerinde önemli bir baskı oluşturabilmektedirler.
Ülkemizde evcil hayvanların yaban hayatı üzerinde önemli derecede olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Bunların başında sahipsiz hayvanlar (köpek, kedi, at, deve gibi), otlatma
(sığır, koyun, keçi gibi) ve evcil - yaban melezleşmesi (yaban keçisi-evcil keçi, yabani kedievcil kedi gibi) gelmektedir.
Evcil hayvanların tamamı insanlar tarafından suni seçilim yoluyla üretilmiştir. Dolayısıyla
doğal ortamda başıboş olarak bulunmamaları gerekmektedir. Bugün büyükşehirler, kasabalar
ve köylerde en önemli problemlerin başında gelen sahipsiz köpekler insan yaşamına adapte
olmasının yanı sıra doğada bulunduklarında yabani karakterlerini yeniden kazanmakta ve
kurtlar gibi avlanarak hedef türlerin birçoğuna (geyik, alageyik, karaca, sülün, keklik vb.)
büyük zararlar verebilmektedirler. Kuduz gibi çeşitli hastalıkları taşıyabilme olasılıkları
nedeniyle insan ve hayvan sağlığı açısından da büyük risk oluşturabilmektedirler.
Yabanileşmiş köpekler kurtlarla çiftleşerek kurtların doğal genetik özelliklerini
bozabilmektedirler. Ayrıca doğal alanlardaki ziyaretçileri rahatsız ederek, zaman zaman
saldırarak çeşitli problemler doğurabilmektedirler.
37
Av ve Yaban Hayvanları ile Bunlardan Elde Edilen Ürünlerin Bulundurulması, Üretimi ve
Ticareti Hakkında Yönetmeliğe göre ülkemizde av ve yaban hayvanı üretimi için birçok
prosedür bulunmaktadır. Bu yönetmelikler hayvanların ticaretini ve üretimini
zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla yurt dışında çok yaygın olarak bulunan sülün, çil keklik,
karaca, geyik, alageyik gibi hayvanların avı uzun yıllardır ülkemizde yasak olmasına rağmen
bu hayvanların populasyonlarının doğada az bulunmasının en büyük nedenlerinin başında
üretim ile ilgili bürokratik zorluklar gelmektedir.
Ülkemizde daha önceki yıllarda yaban koyunu, ceylan ve alageyik gibi yaban hayvanlarının
çeşitli alanlara yerleştirilmesi yapılmış fakat, takip ve kayıt sistemi geliştirilmediği için bu
çalışmalar, örneğin Manisa-Spil Dağı ve Bandırma-Kapıdağı'na salıverilen geyiklerde olduğu
gibi, sadece hayvanların sahaya nakilleriyle sınırlı kalmış ve populasyonun ileriki
dönemlerdeki akıbeti hakkında bilgi sahibi olunamamıştır. Yine birçok alana yerleştirilen
sülün ve keklik gibi kuş türleri tilki ve çakal gibi karnivor türlere yem olmaktan
kurtulamamaktadır. Gerek bu türlerinin üretiminde yabanıl özelliklerinin kazandırılamaması,
gerekse yerleştirilme de yerleştirilecek alandan yırtıcıların uzaklaştırılamaması başarısızlığın
kaynağı olmuştur.
4.5. Sürdürülebilir Av Yönetimi
• Yivsiz av tüfeği ruhsatlarının avda kullanma veya tarım ve hayvancılıkta zararlı türlerle
mücadele ve savunma amacıyla bulundurma ruhsatlı olacak şekilde düzenlenmemiş
olması,
• Ruhsatsız yaklaşık 2 milyon civarındaki av silahının kayıt altına alınamamış olması
• Avcıların silah ruhsatı, avcılık belgesi harcı, avlanma izin ücreti için yoğun bir bürokrasi
yaşayarak emniyet birimleri, vergi daireleri ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı arasında
mekik dokumaları ve bunun sonucunda bezginlik geçirerek yasadışı avcılığa yönelmeleri,
• Turist olarak gelen milyonlarca kişiden av yapmak isteyenler ile yanında silah getirmeyen
veya getirmek istemeyen yabancı avcıların yivli ve yivsiz silah kiralamasına imkan
verecek bir yasal düzenlemenin mevcut olmaması,
• Kara Avcılığı Kanununda av koruma, üretim, bakım ve avcılığın düzenlenmesi ile ilgili
olarak sadece köy tüzel kişiliği ve belde belediyeleriyle işbirliği yapılmasına dair hüküm
bulunmakta olup, avcı kuruluşları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler gibi diğer ilgili
paydaşlarla ilgili herhangi bir hüküm bulunmaması,
• Avlak olabilecek orman, bozkır, çayır ve mera alanlarının çoğunluğunun devlete ait olması
nedeniyle avlak tesisi ve işletilmesinde karşılaşılan bürokratik engeller ve statükocu
yaklaşımlar,
• Avlakların tescilinde mülkiyetten kaynaklanan sorunlar yaşanmaktadır. Sorumlu kamu
kurumu, muvafakat alınma zorunluluğu nedeniyle tescil edilecek avlağı statülü bir alan
olarak görüp, olumsuz görüş verirken, özel mülkiyet ve kamuya ait arazilerin parçalı ve iç
içe geçmiş olması yaşanan mülkiyet sorununu daha da karmaşık hale getirmektedir,
• Merkez Av Komisyonunun ülkede avcılıkla ilgili konuların genel çerçevesi ile ilgilenmek
yerine, bütün konularla en detaylı bir biçimde ilgilenmesi ve her konuda en yetkili
komisyon olmasından kaynaklanan sorunlar,
• Koruma bilinci yetersizliği; Mevzuat ve para yönünden bilinen eksikliklerin ötesinde en
önemli sorun toplumsal bilinç düzeyimizdeki yetersizliktir. Av kaynaklarının bütün ülke
insanına ait olduğu, her vatandaşın bu kaynaklarda hakkı olduğu ve bu kaynağın
tükenebilir olduğu yönündeki bilinç düzeyi maalesef yetersizdir. Bu konuda halen 1858
38
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
yılında yapılan düzenleme ile ormanlardan herkes tarafından yararlanılan Cibali Mübaha
anlayışına benzer bir anlayış devam etmektedir.
Bilgi, eğitim materyali, öğretme teknikleri, konuya duyulan ilgisizlik ve bu konularda
kurumlar arası eşgüdüm yetersizliği,
Avcı eğitim kurslarına, sadece şehir ve kısmen de ilçelerde yaşayan ve yaşadığı şehir
dışında avlanan avcıların, yasal zorunluluk olduğu için katılmaları,
Merkez ve taşra teşkilatı personelinin sayı ve nitelik bakımından yetersizliği,
DKMP Genel Müdürlüğü ve kısmen Jandarmanın haricindeki görevli kamu kurum ve
kuruluşlarının av koruma başta olmak üzere avcılıkla ilgili konuları sahiplenmemeleri,
İdari para cezalarının tamamı ile avcılık belgesinin yıllık vize harçlarının %70’inin
avcılıkla ilgili konular yerine Maliye Bakanlığı tarafından genel bütçeye aktarılması,
Avcıların av sahası yakınında veya içerisinde yeri geldiğinde ailesiyle birlikte konaklaması
ve dinlenmesi için av köşkü niteliğinde yapıların bulunmaması,
Sektörde faaliyet gösteren firmaların sayı ve nitelik bakımından yetersizliği,
Avcıların, kırsal alanlarda alış-veriş yapabilecekleri, hediyelik eşya satın alabilecekleri
yerlerin yetersizliği,
Avcılıkla ilgili uluslararası fuar vb organizasyonlara ülkemizden yapılan katılımların sayı
ve nitelik bakımından yetersizliği,
Yaban hayatı, kuş, manzara, doğa gözlem turları, foto safari gibi organizasyonların sayı ve
nitelik bakımından yetersizliği,
Ülkenin tamamındaki av yapılabilecek alanların avlak olarak henüz tesis edilmemiş
olması,
Mevcut avlakların tesisinde yapılan yer, sınır, hedef türlerle ilgili yanlışlıklar ve yönetimi
bakımından yaşanan sorunlar,
Avlak olarak düşünülen orman alanlarında yaşanan mülkiyet, izin irtifak sorunları,
Avlak olarak işletilecek alanlarda otlatma, tarımsal faaliyetler, ormanlardan odun dışı ürün
toplanması gibi tüm sosyal ve ekonomik faaliyetlerinin daralacağına dair oluşmuş yanlış
algı,
Özel avlak tesisi ve işletmeciliği için girişimci kişilerin mülkiyetlerinde olan veya kullanım
hakkına sahip oldukları arazilerin yeterli büyüklükte olmaması,
Av hayvanı üretiminin yetersizliği ve av hayvanlarının doğaya yerleştirilmeleri konusunda
yaşanan ciddi sorunlar ve bu konulardaki bilimsel çalışmaların yok denecek kadar az
olması,
5. GELECEĞE İLİŞKİN STRATEJİ VE POLİTİKALAR
5.1.
Korunan Alanlar ve Yönetimi
• Ulusal korunan alan sisteminin sürdürülebilirliğinin sağlanması için her korunan
alanın statüsünün belirlenmesi ve ilanı öncesinden başlayarak; kaynak değerlerini,
ilişkili ekonomik, sosyal yapıyı, olası izleme göstergelerini tespit edecek şekilde analiz
etmek gerekmektedir. Her korunan alanı, ilan edilen statünün gerektirdiği şekilde
yönetmek, yönetim uygulamalarının sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygunluğunu
izlemek ve değerlendirmek zorunludur. Bu kapsamda kullanılabilecek ölçüt ve
göstergeler belirlenmelidir. Kurulan izleme değerlendirme sistemi, uluslararası
korunan alan statülerine uygun, uluslararası anlaşma ve süreçlerin gerektirdiği
raporları üretebilecek nitelikte olmalıdır.
39
• Korunan alanların yönetiminde; kırsal yerleşimlerin sosyo-ekonomik yapılarının
katılımcı tekniklerle ortaya koyulduğu yönetim planlarının yapılması temel strateji
olarak geliştirilmeli ve AR-GE niteliği taşıyan model yönetim planlarının yapımı,
üniversiteler ve diğer AR-GE kuruluşlarının işbirliği ile gerçekleştirilmelidir.
• Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, yerel halkı ve içerdiği etki
merkezlerini bilgilendirmek, onlardan bilgi sağlamak, karar, yönetim ve denetim
aşamalarında onların güven ve desteğini elde etmek ve ilgi grupları arasındaki
çatışmaları ortadan kaldırmak üzere halkla ilişkiler ve çatışma yönetim
mekanizmalarını geliştirmelidir.
• Korunan alanlardan faydalanan ziyaretçilerin sayısı, gelir grupları, eğitim düzeyi,
yolculuk koşulları, beklentiler, maliyetler... vb. konuları kapsayan araştırma ve
geliştirme çalışmaları yapılmalıdır. Bu çalışmalar için üniversiteler ve diğer araştırma
kurumları ile işbirliği sağlanmalıdır.
• TÜBİTAK tarafından desteklenen doğa eğitimi projeleri ilgi gruplarının eğitimi
bakımından korunan yöneticileri tarafından bir fırsat olarak değerlendirilmeli ve etkin
rol alınmalıdır.
• Korunan alan sınırlarının korunan alan ilan gerekçeleri ile uyumlu olup olmadığı,
ekolojik, sosyal ve ekonomik boyutlar dikkate alınarak değerlendirilmeli ve revizyon
gereken alanlar belirlenmelidir. Bu kapsamda çalışmalar çok boyutlu olarak ele
alınmalı, bu konuda üniversiteler ve diğer araştırma kurumları ile işbirliği
sağlanmalıdır.
• Genel Müdürlüğün hem merkez hem de taşra teşkilatlarındaki personel sayısı
artırılmadır. Bunun yanında personelin niteliğinin arttırılmasına yönelik eğitimler
önemsenmelidir. Meslek içi ve sürekli eğitimin, değişen göreli öncelikler ve bilgi ve
beceri boşlukları dikkate alınarak yeniden ve akademik çevrelerle ortaklaşa çalışma
yapılmak suretiyle programlanması ve uygulanmasına ait kalıcı bir düzenin
oluşturulması sağlanmalıdır
• Alana ait koruma statülerinin birleştirilerek tek bir kurum / komisyon tarafından
uygulamalar yürütülmelidir.
• Korunan alan planları ihtiyaçlara cevap verecek, mevcut problemlerin çözümüne
imkân sağlayacak şekilde (koruma – kullanma dengesini gözeterek) en kısa zamanda
uluslar arası yaklaşımlar dikkate alınarak yapılmalı / revize edilmeli; uygulamalara
ilişkin alt plan ve programlar ivedilikle hazırlanmalıdır,
• Korunan alan sınırlarının mevcut durum ve gereksinimler göz önüne alınarak yeniden
belirlenmelidir,
• Aynı havza içerisinde yer alan ve birbirine bitişik / yakın olan korunan alanlar
birleştirilmelidir (Örnek: Beyşehir Gölü MP – Kızıldağ MP)
• Alanı kirleten evsel atık arıtma ve katı atık depolama tesislerinin bir an önce
yapılması.
• Yöre insanını bir tehdit olarak görmek bu alanların en temel sorunudur. Onlarla
birlikte koruma kontrol faaliyetleri yapmamız, planlarımıza onları da koymamız ve
korumamız gerekmektedir.
• Personel sıkıntısının acilen giderilmeli, özellikle kalifiye personellerle sahaların
yönetilmesinin sağlanmalıdır,
• Yöre insanının desteklenmesi korumaya katılması, devlet sübvansiyonlarıyla sosyo
ekonomik yapısı iyileştirilmelidir,
• Birden fazla statünün bulunduğu alanlar mutlaka yeniden değerlendirilmeli ve uluslar
arası koruma önelcikleri ve yaklaşımları ile koruma amaçları gözetilerek tek bir statü
altında bu alanlar yönetilmelidir,
40
• Her milli parkın bir döner sermayesi olmalı ve bu alanlarda elde edilen gelirin bir
kısmı parkın ve park içinde yaşayan yöre insanının ihtiyaçlarından kullanılabilmelidir.
• Alan yönetiminin karar alma ve uygulama sürecinde yerel yönetimlerin ve STK’ların
yer alması için yasal düzenleme yapılması, Tarihi Milli Parklarda konunun
uzmanlarının katılımıyla oluşturulacak Tarihi Danışma Kurullarının yasal çerçeveye
oturtulmalıdır,
• Ulusal mevzuat ve uygulanabilir uluslararası yükümlülüklere uygun olarak, yerli ve
yerel toplulukların ve ilgili paydaşların hak ve sorumluluklarını kabul ederek,mevcut
korunan alanların yönetimi ve yeni korunan alanların tesis ve yönetimine tam ve etkin
katılımı sağlanmalıdır
• Korunan alanlar ve korunan alan sistemlerinin daha etkin tesisi ve yönetimi için
elverişli bir ortam sağlamak üzere, sosyal ve ekonomik teşvikler dahil, politikalar
gözden geçirilmeli ve revize edilmelidir.
• Korunan alanların önemi ve faydası konusunda kamuoyu bilinci geliştirilmelidir,
• Ulusal ve bölgesel korunan alan sistemlerinin planlanması, seçimi, tesisi ve idaresi
için standartlar, kriterler ve iyi uygulamalar geliştirilmeli ve kabul edilmelidir,
• Korunan alanlarda, kapsamlı, temsile dayalı ve etkin yönetilen ulusal ve bölgesel
korunan alan sistemlerinden oluşan bir ağın kurulması sağlanmalıdır,
• Ekosistem yaklaşımını uygulamak ve uluslararası işbirliğini geliştirmek suretiyle,
biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımını daha ileri seviyeye
getirmek için, ulusal sınırların iki tarafında birbirine komşu korunan alanlar ve
bölgesel ağlar arasında sınır ötesi korunan alanlar ve diğer işbirliği şekillerinin
geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir.
• Bireysel, toplumsal ve kurumsal düzeylerde bilgi ve becerilerin ve profesyonel
standartların geliştirilmesi için kapsamlı kapasite geliştirme programlarının
uygulanması girişimleri başlatılmalıdır.
• Taraflarca, saha, ulusal ve bölgesel sistemler ve sınıraşan korunan alanlar düzeyinde,
korunan alan yönetimi etkinliğinin izlenmesi, değerlendirilmesi ve raporlanmasına
yönelik çerçeveler geliştirilmeli ve uygulanmalıdır.
• Ulusal, bölgesel ve küresel ölçeklerde korunan alan kapsamı, durumu ve eğilimlerinin
etkili bir şekilde izlenmesini sağlamak ve küresel biyolojik çeşitlilik hedeflerine erişim
ile ilgili ilerlemeleri değerlendirme konusunda yardımcı olmak için ulusal ve bölgesel
sistemlerin oluşturulmalıdır,
• Tüm korunan alanlar ve korunan alan sistemlerinin, ekosistem yaklaşımı uygulanarak;
ekolojik bağlantı ve uygun durumlarda ekolojik ağ kavramları dikkate alınarak, geniş
kara ve deniz alanlarına entegre edilmelidir.
• Milli parkların tanıtımına yönelik çalışmalara ağırlık verilerek öncelikli olarak
ziyaretçi merkezleri oluşturulmalı, alanın uluslararası ve ulusal düzeyde tanıtımı
amacıyla ulusal basında yer almasını sağlayacak etkinlikler düzenlenmelidir.
• Alanlar içerisinde bulunan köylerde yaşayan vatandaşlarla yaşanan sosyal
problemlerin en aza indirilebilmesi amacıyla; yeni gelir kaynakları (alan kılavuzluğu,
milli park gelirlerinin bir kısmının köy tüzel kişiliklerine aktarılması, oluşturulacak
tesislerde yöre halkının çalıştırılarak istihdam sağlanması, ormana olan baskının
azaltılması için yıllık yakacak ihtiyaçlarının karşılanması, tarımsal faaliyetlerde ileri
tarım tekniklerinin uygulanmasının yaygınlaştırılması için çalışmalar yapılması,
yöresel ürünlerin tanıtımı ve pazarlamasının yapıldığı yöre halkının ürünlerini
satabileceği standlar oluşturulması vb.) oluşturulmalıdır.
• 1970’li yıllarda tamamlanan kadastro çalışmaları güncellenmelidir.
41
• Güçlü yönetim iradesi ortaya konmalı, bütçenin yatırıma yönelik akılcı kullanılma
mekanizmaları geliştirilmeli, yetişmiş ve deneyimli personel ile akılcı ve etkin
yönetimi destekleyen yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
• Milli Parklar ve Korunan Alanların niçin ayrıldığı, bu alanların ayrılmasındaki temel
nedenlerin neler olduğunun iyi bir şekilde tahlil edilmeli ve alanların ayrılış amaçları
doğrultusunda yönetim politikaları geliştirilmelidir.
• Her şeyden önce bu alanları kullanan alanların içinde veya bitişiğindeki yöre halkının
bilinçlendirilmesini ile süreçlerde etkin olarak yer alması sağlanmalıdır.
• Milli Parklar ve Korunan alanların önemi ve bu gibi alanların neden gerekli olduğu ve
niçin önemli olduğu hem bu alanı kullananlar hem de buraları ziyaret eden ziyaretçiler
tarafından bilinmemektedir. Dolayısı ile Milli Parkların ve Korunan alanların
tanıtımının profesyonelce yapılması gerekmektedir.
• Milli Parklar ve Korunan alanların kaynak değerlerinin tespiti yapılmamıştır.
Buralardaki kaynakların iyi bir şekilde tespit edilmesi ve bu kaynak değerlerinin
korunması için örneğin tür bazında olsa bile Koruma ve Kullanma Eylem Planlarının
yapılması gerekmektedir.
• Korunan alanların uluslararası korunan alan yaklaşımları doğrultusunda
yönetilebilmesine yönelik temel ihtiyaçların başında bu alanları koruma ve kullanma
dengesi içerisinde yönetebilmemiz için yasal mevzuatın yenilenmesi gerekmektedir.
Bu gibi alanlardan faydalanabilmemiz için uluslararası normlara uygun yasal
düzenlemelerin en kısa sürede yeniden ele alınması, Dünya ve Avrupa Birliği
normlarına ve koruma statülerine uygun yasal düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir.
• Korunan alanlarda kaynak değerlerinin iyi tespit edilmesi ve korunan alanın özelliğine
göre çeşitli meslek gruplarından oluşan Yönetim Birliğinin acilen kurulması
gerekmektedir. Her bir Milli Park ve korunan alan için personel yönünden ve ödenek
yönünden eksikliklerin giderilmesi, yeterli personel ve yeterli ödenek ayrılması
gerekmektedir. Milli Parklar ve korunan alanların yönetimi yerinden, kendi
mahallinden kurulacak bir Yönetim Birliği tarafından yönetilmelidir.
Peyzaj Onarımı
5.2.
Geleceğe ilişkin strateji ve politikalar çizelgede özetlenmiştir.
Yapılacak iş
Ulusal düzeyde peyzaj onarımı ile
ilgili yasa ve yönetmeliklerin
çıkarılması
Kurum / Bakanlıklar
Orman ve Su İşleri,
Çevre ve Şehircilik,
Gıda
Tarım
Hayvancılık, Ulaştırma
Denizcilik
ve
Haberleşme vb..
Bakanlıklarda peyzaj onarımı ile Orman ve Su İşleri,
ilgili uzmanların istihdam edilmesi Çevre ve Şehircilik,
Gıda
Tarım
Hayvancılık, Ulaştırma
Denizcilik
ve
Haberleşme vb..
Farklı sorunlu alanlara ilişkin Orman ve Su İşleri,
peyzaj onarım strateji ve politika Çevre ve Şehircilik,
Düzey
Ulusal
Süre
5 yıl
Merkez
ve taşra
5 yıl
Merkez
5 yıl
42
üretimi ile ilgili el kitaplarının
hazırlanması (Akarsular için bir
çalışma başlatılmış olup bunun
boru hatları, kumul stabilizasyonu,
katı
atıklar
vb.
konularda
geliştirilmesi)
Farklı sektörlere ilişkin yapılacak
ÇED raporlarında ek olarak
“Peyzaj
Onarım
Teknik
Raporları”nın istenmesi
Peyzaj onarımına ilişkin meslek içi
eğitim
programlarının
düzenlenmesi
Gıda
Tarım
Hayvancılık, Ulaştırma
Denizcilik
ve
Haberleşme vb..
Çevre ve Şehircilik
Merkez
ve Taşra
Orman ve Su İşleri, Merkez
Çevre ve Şehircilik, ve taşra
Gıda
Tarım
Hayvancılık, Ulaştırma
Denizcilik
ve
Haberleşme vb..
1 yıl
5 yıl
Yapılacak olan Ormancılık ve Su Şûrası’nda özellikle Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın
sorumluluğundaki orman içi alanlarda, taş ve maden ocakları, doğal gaz, petrol boru hatları,
katı atık depo alanları, ulaşım yolları ve şevli alanları vb. içerecek sorunlu alanlar için “peyzaj
onarım planı” raporlarının nasıl hazırlanacağının ve içeriklerinin, inşaat öncesi, sırası ve
sonrasında yapılacak işlerin, özellikle izleme ve kontrol aşamalarındaki etkin organizasyon
yapısının ve yöntemlerinin tanımlanması ülkemiz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımında
önemli bir gelişme olacaktır. Ayrıca Şûrada peyzaj onarımı ile ilgili yasal, teknik gelişmelerin
nasıl olması gerektiğinin ortaya konularak bir yol haritasının belirlenmesi en önemli beklenti
olacaktır.
5.3.
Hassas Ekosistemler
Denizel ve Kıyı Ekosistemleri
Denizde korunan alanlarının ilanı ve yönetimi konusunda yasal ve kurumsal düzenlemeler net
değildir. Denizel hassas alanların koruma statüsüne kavuşturulduktan sonraki yönetimi ve
korunması için kurumlar arası işbirliği esastır.
Özellikle izleme araştırmaları ile belirlenen istilacı yabancı türlerin olumsuz etkilerinin
minimize edilmesi veya yok edilmesi konusunda ulusal düzeyde olduğu gibi uluslararası
düzeyde de işbirliğine ihtiyaç vardır.
Denizel biyoçeşitliliğin ve balık stoklarının iyileşmesini sağlamak ve karasal kaynaklı kirliliği
kontrol etmek için deniz ve kıyı koruma alanları konusunun devreye sokulması önem
kazanmıştır. Açık ve derin denizlerde, sürdürülebilirliği sağlamanın yolu hassas habitatların
ve türlerin korunmasında uluslar arası işbirliğinin arttırılması gerekmektedir.
Sulak alanlar
Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği kapsamında kurulan Ulusal Sulak Alan Komisyonu
ve alt teknik komisyonunun daha da etkinleştirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra Ulusal
Sulak Alan Komisyonunca hazırlanarak onaylanan 2011-2015 Ulusal Sulak Alan Stratejisinin
tüm diğer kurumlarca sahiplenmesi hatta Ulusal Kalkınma programlarına entegre edilmesi
43
gerekmektedir. Ayrıca stratejinin yaygınlaştırılarak ulusal ve yerel düzeyde uygulanması
büyük önem taşımaktadır.
5.4.
Yaban hayatı yönetimi
Ülkemizde, korunan alanlar öncelikli olmak üzere kuş ve büyük memeli türlerin envanterinin
yapılması yönetim çalışmalarının temelini oluşturacaktır. Bunun için Orman Genel
Müdürlüğü bünyesinde bulunan orman amenajman heyetlerine benzer bir yapılanma
oluşturulabilir. Konusunda uzmanlaşan kişiler Bölge Müdürlükleri bazında kurulan heyetlere
başkan olarak atanarak faaliyet gösterebilirler. Envanter çalışmalarının, her yıl düzenli bir
şekilde yapılması sağlanmalı ve envanter çalışmaları yerinde denetlenmelidir. İşletmeye
açılan avlaklarda işletme sahiplerinin yılda en az bir defa envanter yapması şart koşulmalıdır.
Ava açılacak ya da koruma altına alınacak sahalar bu heyet tarafından belirlenebilir. Bu
sayede av turizmi için kotaların belirlenmesi daha sağlıklı olabilecektir. Elde edilen veriler
Merkez Av Komisyonu (MAK) kararlarına da altlık oluşturabilecektir. Yine elde edilen
veriler ormanların fonksiyonel planlanmasında kullanılarak ekosisteme müdahaleyi
etkileyecektir. Böylece türler doğal yaşam alanlarında korunarak çoğalabilecektir.
YHGS’lerin planlanması milli park, tabiat parkı vb. gibi korunan doğal alan (KDA)
planlamayla ilke olarak benzer, ancak yaklaşım ve yöntem olarak farklılıkları bulunmaktadır.
Zira YHGS’lerde KDA’lardan farklı olarak, kendisinden ekonomik fayda/ürün beklenen ve
dinamik karakterde bir planlama objesi veya potansiyeli olan Av ve Yaban Hayatı (AYH)
varlığı bulunmaktadır. Buna karşılık, KDA’da, koruma fonksiyonu dışında sahadan asıl
beklenen hizmet, rekreasyondur. Rekreatif potansiyeli/hizmet sonunda sahadan bir şey
eksilmez. Burada, kullanıcı nispeten pasif konumda olup, sahadan alınıp dışarı çıkarılacak bir
ürün/obje söz konusu değildir. YHGS’lerde ise sahadan alınacak av hayvanı gibi bir ürün olup
bu “çıktı”nın planlanması gerekmektedir (Oğurlu, 2008). Bununla birlikte, Yaban hayatı
planlanırken sadece biyolojik verilere göre düzenleme yapmak uzun vadede yetersiz
kalmakta, sosyo-politik şartlar ve ihtiyaçlar göz ardı edilerek yapılan bir koruma ve geliştirme
çalışması, daha sonra çeşitli problemlerle tekrar karşımıza çıkmaktadır (Geray, 2000; Geray
ve Yılmaz, 2006, Mol, 2000). Yönetim planlarında kilit unsurun insan olduğu ve dolayısıyla
konunun sosyal boyutu bulunduğu için, mevcut veya potansiyel problemlerin, biyopolitikbir
çerçevede (Thomas ve Dale, 1982) ele alınması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, yönetim
planının, alanın ekolojik gerçeklerine ve karakterine ters düşmemesi gerektiği gibi (Biyolojik
boyut), planlama ve karar sürecine genelde toplumun ilgili tüm kesimlerinin özel olarak da
yöre halkının aktif olarak katılımının sağlanması (Sosyopolitik boyut) gerekmektedir (Oğurlu,
2008). YHGS ve YHKS'larında öncelikli kullanım yaban hayatının korunmasına ve
geliştirilmesine hizmet edecek şekilde DKMPGM tarafından düzenlenmelidir. Ancak alanda
bulunan diğer doğal kaynakların yönetimi için ilgili kurumların görüşleri de alınmalıdır.
YHGS ve YHKS’larda her yıl düzenli olarak envanterlerin yapılmasına devam edilmelidir.
Fauna ve flora listeleri tamamlanmalıdır. Bunun için üniversitelerin ilgili birimleriyle irtibata
geçilerek alanla ilgili Yüksek Lisans ve Doktora tezleri desteklenmelidir. Her yıl düzenlenen
envanterlerkorunan hedef türlere ait temel verilerin, populasyon büyüklüğü yoğunluğun,
habitat tercihleri ile ilgili bilgilerin güncellenmesine yardımcı olacaktır.
44
YHGS’lerden elde edilecek gelirlerin tamamı (orman ürünleri, odundışı orman ürünleri av
turizmi vb) YHGS’nin yönetimi için harcanmalıdır. Köy tüzel kişiliği ile koruma çalışmaları
devam etmelidir.
İl şube müdürlükleri illerde bulunan yaban hayatı geliştirme sahalarının durumları hakkında
her sene hazırladıkları raporlara, ilgili alanların yönetimi sırasında karşılaşılan sorunları ve bu
sorunların nasıl çözüldüğü ile ilgili bilgileri de sunması; bu alanlarda gelecekte görev alacak
kişilere kaynak oluşturacaktır.
Yaban hayvanı-insan çatışması kaçınılmazdır. Ancak bazı faaliyetlerle bu durumun şiddeti
azaltılabilir ya da zararlar kısmen kaldırılabilir. Yapılması düşünülen faaliyetler insanı yaban
hayvanlarından korumanın yanı sıra yaban hayvanlarının da doğada korunmasını amaç
edinmektedir. Yapılması düşünülen işlemler aşağıda özet olarak açıklanmıştır;
Yapay ve doğal bariyerler oluşturulması yaban hayatı ile yerel halkın karşılamasını önleyici
bir fonksiyona sahiptir. YHKS ve YHGS’lerin sınırlarının ırmak veya yollardan geçirilmesi
korunan alanlar için önemli bir strateji olabilir. Çünkü bunlar birer bariyer olarak görev
yapacaklardır. Bir diğer seçenek köylere yakın tarımsal alanlar çevresinin tel çit (1,5 – 1.8m
yükseklikte), elektrikli tel çit ihatası veya duvar ile çevrilmesidir. Bazı yerlerde bitki örtüsü de
özellikle sarılıcı bitkiler (Smilax türleri) ve dikenli çalılar fiziksel bariyer olarak kullanılabilir.
Ayrıca çeşitli bariyerlerle (otoyollar, demiryolları, tarımsal alanlar, yerleşkeler vb) bölünmüş
YHGS’lerde yapılacak ağaçlandırmalarla yeşil köprüler ve doğal koridorlar oluşturularak
yaban hayatının bir diğer habitata geçişine olanak sağlanabilir (FAO, 2012).
Aktif Koruma sürülerin korunması, aktif savunma bunun için çoban köpeklerinin
yetiştirilmesi desteklenebilir. Bugün ülkemizden Afrika’ya götürülen kangal cinsi köpekler
leopar ve çita saldırılarına karşı koyun ve keçi sürülerinin korunmasında Afrika’da bile
başarıyla kullanılmaktadır (FAO, 2012).
Ayrıca tarımsal alanlarda domuz zararlarına karşı çeşitli yerlerde yüksek ses çıkaran
patlayıcılar veya cihazlar nispeten de olsa işe yarayabilmektedir. Genellikle memeli
hayvanların öğrenme yetenekleri fazla olduğu için bunlara alışabilmektedirler.
Otçul türlere karşı repellentlerin kullanılması bunlardan bazıları acetophenone veya
athranilate türevleri, predatör kokuları (dışkı ve idrar kokuları) ve ısırma ajanları (acı
maddeler) olabilir. Dimetil ve metil athranilate türevleri laboratuar koşullarında birçok kuş
türüne karşı başarılı olmuştur (Nolte ve ark., 1994). Predatör kokuları (dışkı ve idrar kokuları)
da otçul türlerin baskısını azaltmaktadır (Sullivan ve ark., 1985; Nolte ve ark., 1994). Ancak
acımsı maddeler (ısırma ajanları) pek başarılı olmamıştır (Nolte ve ark., 1994). Ülkemizde bu
repellentlerin kullanımı ile ilgili çalışmaya gereksinim vardır.
Aşırı artış durumlarında avcılık, özellikle yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında var
olan ekosistemin ve tür çeşitliliğinin korunması amaç edinildiğinde, uygun yaşam
45
ortamlarında bazı hayvan populasyonları aşırı artış göstermeye meyillidir. Örneğin yaban
domuzlarının artışı kontrol edilemediğinde, orman ekosisteminde büyük baskılar oluşturabilir.
Böyle durumlarda av turizmi şirketlerinden ve avcı organizasyonlarından yararlanılarak aşırı
artış gösteren populasyonun yoğunluğunu uygun bir yoğunluğa çekmek mümkündür. Av
turizmi ile elde edilecek gelirler doğrudan yaban hayatı için harcanmalıdır. Özetle alanda
bulunan hayvan türlerinin yoğunluklarının habitatın taşıma kapasitesini aşmaması
gerekmektedir.
Yabani hayvanların başka yerlere taşınması, eğer alanda artış gösteren tür ülke veya dünya
için nesli tehlike altında ve alanın taşıma kapasitesinden fazlaysa, bu türün avlanmadan ziyade
başka alanlara taşınması daha uygun olacaktır (FAO, 2012).
Ayı spreylerinin kullanılması, özellikle ayı ve yırtıcı hayvan saldırılarına karşı insanların
kendilerini savunmaları için kullanılmaktadır. Hayvana herhangi bir zararı bulunmamaktadır.
Yaklaşık 10 m kadar uzağa püskürtülebilmektedir. Ancak ülkemizde satılan biber spreyleri
ayılara karşı etkili değildir. Bunlar daha çok kişisel savunma amaçlı kullanılmaktadır. Ayı
spreylerinin ülkemizde üretilmesi veya ithaliyle ayı ve insanların yoğun olarak bulunduğu
bölgelerde kullanılması faydalı olabilir.
Ayıların yoğun bulunduğu yerlerde ayılar için üretilen ve arabanın arkasına takılan römork
şeklinde canlı yakalama kafesleri kullanılarak sahadan uzaklaştırılabilir. Ayılar serbest
bırakılırken onları korkutarak (köpeklerle, havaya ateş ederek, bağırarak) bırakmak nispeten o
bölgeye ve insanlara yaklaşmalarını önleyebilir. Ayrıca herhangi bir ayı saldırısı sonrasında
zararlı olan hayvanın uzman kişilerce takibi ve etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir.
Zararın tazmini, korunan alandan elde edilen gelirlerden örneğin ormancılık faaliyetleri,
avcılık faaliyetleri ve ekoturizm faaliyetlerinden telafi edilebilir. Bunun için korunan alandan
elde edilen gelirin tamamının DKMPGM’ne aktarılması gerekmektedir.
Tarım sigortaları, tarımsal alanlarda yetiştirilen ürünlerde yaban hayvanları tarafından
oluşturulacak zararın karşılanmasını sağlayabilecek önemli bir araç olabilir. Bunun için
mevcut sigorta sistemlerinden yararlanılabileceği gibi konuya özel “Yaban Hayvanı Sigorta
Sistemi” de geliştirilebilir. Özellikle korunan alanlarda insanların mağduriyeti ve hayvanların
korunması bu metotla mümkün olabilecektir.
Bilinçlendirme ve eğitim, İnsan - yaban hayatı çatışmalarının bulunduğu yerlerde yerel halkın
bilinçlendirilmesi gerek ekonomik gerekse sağlık veya hayati problem oluşturacak
karşılaşmaları azaltabilir. Bilgilendirme tabelaları bu (yasak saha, girilmez, geyik çıkabilir,
ayı çıkabilir gibi) anlamda işe yarayacaktır.
Politika ve strateji geliştirilmesi, insan - yaban hayatı çatışmalarıyla ilgili olarak bölgesel
strateji ve politikaların geliştirilmesi gereklidir. Örneğin korunan alan için STK’lar tarafından
vakıfların kurulmasına izin verilebilir ve böylelikle kurulan vakıflar alanın korunmasına
kaynak aktarabilir, gönüllü koruma faaliyetlerine katılabilirler.
46
Alanda tampon bölgeler oluşturulması, bunun için yaban hayatı türlerinden özellikle
insanlara zarar verme potansiyeline sahip türlerin yaşam alanları veya teritorileri belirlenerek
ve bu alanlarda rahatsız edilmemeleri sağlanarak çatışma önlenebilir.
Yaban hayatı besin kaynaklarının toplanması, yaban hayatı koruma ve geliştirme
sahalarında yaban hayvanlarının besin kaynakları olan böğürtlen, ahlat, fındık, yabani kiraz,
yabani elma, kestane ve alıç gibi meyveler ile bazı mantar türlerinin toplanması
sınırlandırılmalı veya yasaklanmalıdır. Ayrıca yaban hayatı besin kaynaklarının arttırılması
özellikle YHGS ve YHKS'nda bazı boş alanların meyve ağaçlarıyla ağaçlandırılması yaban
hayatının köylere inmesini engelleyebilir.
Sahayla ilgili düzenlemeler ve sınırlandırmalar, her sahanın kendine özgü insan-yaban
hayatı çatışması bulunmaktadır. Buna özgü olarak saha içinde çeşitli sınırlandırmalar ve
zorunluluklar getirilebilir. Örneğin sahada kalma süresinin kısıtlanması, grup büyüklüklerinin
sınırlandırılması, sahaya konulacak arı kovanlarının sayı ve yerinin belirlenmesi gibi (FAO,
2012).
İnsan atıklarının düzenlenmesi, özellikle doğaya bırakılan insan çöpleri çakal, tilki, ayı ve
domuz gibi fırsatçı türlerin saha çevresinde çoğalmalarına ve çatışmalara neden olmaktadır.
Bunun için saha çevresinde, içinde veya yakınlarında bulunan çöp kutu ve konteynırlarının
tamamıyla kapalı olması büyük önem arz etmektedir.
Doğal alanlarda bulunan sahipsiz evcil etçil (Karnivor) hayvanlar toplatılarak kısırlaştırılmalı
ve barınaklarda tutulmalıdır. Bunun yanı sıra insanlar tarafından doğaya evcil hayvan
bırakılması bilinçlendirme çalışmaları ve/veya yaptırımlarla kesinlikle engellenmelidir.
Özellikle korunan alanlarda bu durum öncelikli olmalıdır.
Küçük ve büyükbaş hayvanların YHGS’lerde otlatılması besin rekabetinin yanında alanı
kullanan yabani otçul hayvanların kullandıkları alanı terk etmelerine, sürünün korunması için
getirilen çoban köpeklerinin başıboş bırakılması sonucu yaban hayvanlarını rahatsız
etmelerine neden olurken, ayrıca bazı durumlarda çobanların sürüyü koruma amacıyla
yanlarında getirdikleri tüfeklerle av yapabildikleri de bildirilmektedir (Beşkardeş, 2009).
Bazı evcil hayvan türleri doğadaki yabani bireyleriyle çiftleşip melez ırklar meydana
getirebilmektedir. Bu bireylerin doğada varlıklarının devamı gen havuzunda kirlilik meydana
getirmektedir. Buna en yaygın örnekler keçi, tavşan ve köpektir. Bugün Adıyaman'da
avlatılan melez keçiler, evcil keçilerin kaçması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle evcil yaban çiftleşmesi doğal olmayan bireylerin/melezlerin ve avcılık açısından da değeri olmayan
bozuk trofelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yabanileşmiş otçul evcil hayvanlar hem
besin rekabeti hem de bulaşıcı hastalıklar (örneğin şap ve paraziter hastalıklar gibi) nedeniyle
de risk oluşturmaktadır. Bu türlerin avcılık yoluyla alandan uzaklaştırılması en iyi çözümdür.
47
Günümüze gelene kadar üretme istasyonlarında insan baskısı, başıboş köpekler, yırtıcı
baskısı, evcil hayvanların otlatılması, üretme alanlarının dar oluşu ve yabanıl özelliklerin
korunamaması sorunlarıyla karşılaşılmıştır. Üretim alanlarında başıboş köpeklerin ve
yırtıcıların alandan çıkarılması, otlatmanın bu alanlarda kesinlikle yasaklanması, üretme
alanlarının genişletilmesi, yabanıl özellikler için daha geniş voliyerlerin ve alıştırma
sahalarının bulunması, kare olmaktan ziyade daire şeklinde olması, içinde hayvanın
yerleştirileceği sahaya benzer şekilde doğal örtüden oluşturulması sorunların aşılmasına
yardımcı olacaktır. Ayrıca bu basit çözüm önerileri uygulanmaya başladıktan sonra çok sıkı
denetimler yapılması da gerekmektedir.
Nesli tehlike altında olan türler ve av hayvanlarının üretiminin ve ticaretinin çok daha
kolaylaştırılması ve ilgili prosedürlerin azaltılması geyik, alageyik, karaca, yaban koyunu,
sülün, keklik, çil keklik, turaç gibi av türlerinin sayısının ülkemizin taşıma kapasitesine
ulaştırabilir. Böylelikle ülke ekonomisi av hayvanı eti üretiminden ve bu türlerin avcılığından
av turizmi anlamında da büyük gelirler elde edebilir. Örneğin bugün Yeni Zelanda’da 5000’in
üzerinde geyik çiftliği ve yaklaşık 2 milyon geyik bulunmaktadır (Anonim, 2012). Yine
Almanya’da 2005 yılında karaca sayısı 3 milyon civarında tahmin edilmiş ve aynı yıl 1
milyon civarında karaca da avlanmıştır (Burbaite ve Csanyi, 2009).
Üretilen veya belirli bir süre insan tarafından bakılan ya da barındırılan av ve yaban hayvanı
türlerine ait bireylerin doğaya bırakılmadan önce mutlaka belirli bir adaptasyon sürecinden
geçtikten sonra doğaya salınmalıdır (Anonim, 2003). Ayrıca toplam finansal kaynak,
destekleyecek kuruluş, mevcut yasal dayanaklar, uygun çalışma alanları ve yerleştirmede
çalışacak personel en önemli hususlar arasında yer almaktadır (Ünal ve ark., 2008).
Yerleştirmede kullanılacak türün daha önce doğal yayılış gösterdiği habitatlar tespit
edilmelidir (Turan, 1987; IUCN, 1998). Yapılacak ön etüt ve envanter çalışmaları ile habitatın
tekrar yaşama alanı olabilecek kalite ve kapasitede olduğu tespit edilmelidir (Van Horne,
1983; Oğurlu, 2001).
Yerleştirme farklı disiplinleri içine alan bir çalışma olmasından dolayı disiplinler arası bir
ağın kurulmasını, uzman personelden oluşmuş ve gerekli ekipmanlara sahip bir ekibi
gerektirmektedir (Ünal ve ark., 2008).
Yerleştirme çalışması için ilgili kuruluş ve kurumlardan, ulusal ve uluslararası koruma
örgütlerinden onay alınmalıdır. Yerleştirme programı boyunca uzman disiplinler arası bir yapı
oluşturulmalıdır. Yerleştirmeyi yapacak uzman personelden oluşmuş bir ekip kurulmalıdır.
Amaç ve hedefe bağlı süre içinde uzun ve kısa dönemli başarı gösterge ve tahminleri
belirlenmelidir. Yerleştirilecek hayvanların izlenmesi, izleme ağının çalışması hayvanların
hayatta kalması kadar önemli olduğundan mutlaka işlerlik kazandırılmalıdır. Yerleştirmede
kullanılacak hayvanların genetiği ve sağlığı yerleştirme başarısı için önemli olduğundan
genetik saflık ve kaliteye dikkat edilmelidir. Yerleştirmesi yapılacak hayvanlar doğadan
yakalandıysa, yerleştirildikleri yere hastalık taşımasınlar diye muhakkak üzerlerinde patojen,
bakteri ve hastalık testleri yapılmalıdır. Yerleştirme süresi boyunca yerleştirilen hayvanların
48
sağlığı, bir veteriner hekim tarafından izlenmelidir. Yerleştirilecek alana götürülecek
hayvanlar en az strese maruz kalmaları için taşıma çok iyi planlanmalıdır (IUCN, 1998).
Yerleştirme çalışmalarında öncelikle çalışılacak türün biyolojisinin, habitat gereksinimlerinin
(besin, su, örtü ve alan gibi) bilinmesi önceliklidir. Daha sonra alana yerleştirilen tür ve
habitat unsurlarındaki değişimler takip edilmeli ve ihtiyaç halinde habitatta türün
gereksinimine uygun olarak biyorestorasyon çalışmaları yapılmalıdır (Ünal ve ark., 2008).
Yerleştirmenin planlanmasında salım yapılacak alan yakınlarında bulunan yerel halkın sosyoekonomik ve kültürel durumları göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle bu tarz çalışmalarda
bilinmektedir ki, yerel halkın desteği alınmadan yapılan çalışmalar başarısız olmaktadır.
Çalışmanın yerel halka yapacağı yararlı ve zararlı etkiler ortaya konulmalıdır. İnsanlardan
gelebilecek tehditler nedeniyle yerleştirme çalışması anlaşılabilir ve kapsamlı bir şekilde yerel
halka anlatılmalı, yerel yönetimler tarafından da kabullenilmesi ve desteklenmesi
sağlanmalıdır (Ünal ve ark., 2008).
Çalışmaların yapılacak yurtdışı ve yurtiçi kaynaklı projelerle, GPS tasma ve fotokapan gibi
teknolojik izleme ekipmanları sağlanması açısından da desteklenmesi önemlidir. Bununla
birlikte, keklik ve sülün gibi kanatlı hayvanların doğada izlenmesi ile ilgili sınırlı çalışmalar
henüz sonuçlanmamıştır. Daha fazla çalışma yapılabilmesi için uzman ve araştırıcıların
desteklenmesi gerekmektedir.
Her canlı türü yaşadığı ortamdaki ekolojik şartlara (abiyotik ve biyotik) milyonlarca yıl süren
bir adaptasyondan geçerek, doğal seçilim yoluyla günümüze kadar ulaşmıştır. Kısacası
herhangi bir türün gen havuzunda bulunan en uygun genler canlı türün yaşadığı ortama
adaptasyonu yani türün hayatta kalabilmesi için seçilmek zorundadır. Bundan dolayı,
yerleştirme çalışmasının başarısı için seçilen bireyler; alana en yakın habitatlardan alınıp
üretilerek yerleştirilecek alana bırakılmalıdır.
6. SONUÇLAR VE TAVSİYELER
6.1.
Korunan Alanlar ve Yönetimi
Korunan alanların; öncelikle biyolojik çeşitliliğin korunması esasıyla çok önemli
ekosistemleri, su havzaları ve toprakların korunması gibi pek çok fonksiyonları
bulunmaktadır. Yine pek çok korunan alan bu alanlar içinde yaşayan ve yaşamını korunan
alanın kaynak değerlerini kullanarak sürdüren yöre insanı için önemlidir. Çünkü korunan
alanlarda yaşayan yöre insanı bu alanlardaki peyzajı şekillendirdiği ve etkilediği gibi kendisi
de yaşadığı coğrafyadan etkilenmektedir. Bu da korunan alanlara ayrı bir kültürel zenginlik ve
anlam kazandırmaktadır. Yine korunan alanlar araştırma ve eğitsel çalışmalar için öncelikli
alanlardır. Turizm uygulamaları ile de yerel, bölgesel ve ulusal ekonomiyi desteklemektedir.
Korunan alanların önemi Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ile de onaylanmıştır. Zira Biyolojik
49
Çeşitlilik Sözleşmesinin 8. maddesi sözleşmeyi imzalayan tarafları “korunan alan
sistemlerinin geliştirilmesine” çağırmaktadır.
Korunan alanlar, gerek ulusal yasalar ve yöntemlerle ve gerekse uluslararası anlaşmalarla
korunmakla ve yönetilmekle birlikte; hem içsel ve hem de dışsal etkilerden dolayı olumsuz
etkilenmektedir. Bu olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya yönelik yerel, bölgesel, ulusal ve
uluslararası pek çok girişimler bulunmaktadır. Ancak, oldukça hassas ve kırılgan olan bazı
ekosistemler halen pek çok tehdidin etkisi altındadır. Küresel ölçekte bazı kıtalar ve/veya
ülkeler korunan alanlar konusunda oldukça iyi bir gelişme göstermiş olmakla birlikte
ülkemizdeki korunan alanlara yönelik daha pek çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Öncelikle;
• Ulusal düzeyde etkin bir korunan alan sistemine sahip olmak için yerel, bölgesel ve
ulusal düzeyde ilgili taraflarla birlikte çalışılması konusunda gerekli adımlar atılmalı,
• Biyolojik Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Koruna alanlar iş programı ilgili sözleşmeye
taraf tüm uluslar tarafından takip edilmesi ve gereklilikleri yapılması gereken bir
çalışma olup bu kapsamda; Korunan alanlar sistemi “ana planı” yapılmalı,
• Ana plana girdi sağlamak amacıyla “inceleme ve araştırmalar” tamamlanmalı,
• Acil eylem gerektiren yerler ve temsil edilemeyen ekosistemlerin komasına yönelik
“yeni korunan alanlar” belirlenmeli ve ilan edilmeli,
• Mevcut korunan alan statülerinin ve sınırlarının ulusal yasalar ve kriterler ile IUCN’in
koruma statüleri, uluslararası gelişmeler ve kriterler de gözetilerek yeniden gözden
geçirilmesi, koruma çalışmalarına yeni koruma statülerinin dâhil edilmesi,
• Kapsamlı, ekolojik temsiliyete sahip ve etkin yönetilen korunan alan sistemleri tesis
edilmeli,
• Alanlara yönelik önemli tehditlerin giderilmesine yönelik yeterli mali kaynaklar
güvence altına alınmalı, yöre halkının katılımı; maliyetlerin ve sağlanan faydanın eşit
paylaşımını sağlayacak desteklerle ilgili politikalar ve mekanizmalar oluşturulması ile
korunan alanların belirleme, planlama ve alan yönetimini de kapsayacak şekilde bütün
yönleriyle ilgili standartlar geliştirilmeli,
• Koruma ve alan yönetimi süreçlerine katılımcı süreçler etkin olarak entegre edilmeli,
ve gerekli katılımcı mekanizmalar tesis edilmeli,
• Korunan alanların, içinde bulunduğu geniş kara ve deniz alanları bütünleştirilmeli,
• Korunan alanlar için ulusal ve küresel yaklaşımlar ile ulusal öncelikler ve mevzuat ta
dikkate alınarak “Ulusal Korunan Alanlar Strateji ve Eylem Planının” hazırlanmalı,
• Korunan alanların yerinden yönetimi mekanizması gerekli tüm teknik ve idari yapı ile
donatılarak güçlendirilmelidir.
6.2.
Peyzaj Onarımı
• Orman ve Su İşleri Bakanlığı ‘nın sorumluluğundaki alanlarda taş ve maden ocakları,
doğal gaz ve petrol boru hatları, katı atık depo alanları, ulaşım yolları ve şevli alanlar
vb. içerecek sorunlu alanlar için “peyzaj onarım teknik raporlarının” nasıl
hazırlanacağının tanımlanması,
• Hazırlanacak raporların içeriklerinde nelere yer verileceğinin belirlenmesi,
50
• Hazırlanacak peyzaj onarım teknik raporlarının inşaat öncesi, sırası ve sonrasında
yapılacak işlerin tanımlanması ve
• Özellikle izleme ve kontrol aşamalarındaki etkin organizasyon yapısının ve
yöntemlerinin tanımlanması ülkemiz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımında önemli
bir gelişme olacaktır.
• Ayrıca Şûrada peyzaj onarımı ile ilgili yasal, teknik gelişmelerin nasıl olması
gerektiğinin ortaya konulması ve bir yol haritasının ortaya konulması en önemli
beklenti olacaktır.
6.3.
Hassas Ekosistemler
Denizel ve kıyı ekosistemleri;
•
Denizler ve içinde barındırdığı canlı ve cansız kaynaklar gerek insanoğlunun yaşamı,
gerekse bütün yerküre için çok önemli bir işlevsel role sahiptir. Artan nüfus ve
beraberinde getirdiği antropojenik etkiler ve aşırı baskı nedeniyle denizlerimiz tehdit
altındadır. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi de (CBD) buna dikkat çekmek için 2012
yılının ana temasını “Denizel Biyoçeşitlik” olarak belirlemiş ve bütün ulusların bu
konuya daha hassasiyetle yaklaşmalarını önermiştir. Ülkemizde deniz ve denizel
biyoçeşitliliği koruma konusunda olumlu çalışmalar yapılmaktadır. Fakat bunlar
yetersizdir. Bunun için denizel hassas alanlarının bir an önce etüt ve envanteri
tamamlanarak “Deniz Milli Parkları” veya “Deniz Koruma Alanları” gibi statüye
kavuşturularak korunması ve izleme araştırmaları ile ekosistemdeki değişiklik ve
tehditlerin takibi gerekmektedir.
•
Henüz detaylı araştırmaların tamamlanmadığı, özellikle Akdeniz’de bulunan Finike
deniz dağı da (Anaximander) içinde bulundurduğu zengin biyoçeşitliliği ile mutlak
korunması gerekli alanlardır. Kaş yakınlarında olduğu gibi deniz peyzajı açısından çok
önemli alanların bir an evvel etüt ve envanterinin yapılarak eko turizme açılması
önemlidir. Ayrıca, denizel ekosisteminin ve denizel biyoçeşitliliğin de içinde bulunacağı
Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesinde “Biyolojik Çeşitlilik Enstitüsü”nün bir an
önce kurulması ve faaliyete başlaması biyoçeşitlilik politikalarının oluşturulması,
yönlendirilmesi koruma-kullanma açısından ülkemize büyük yararlar getirecektir.
Adalar ekosistemi ve biyoçeşitliliği konusu üzerinde yapılan çalışmalar ve veriler
yetersizdir. Adalar biyoçeşitliliğinin çıkarılması, tehdit unsurlarının ortadan kaldırılması
veya aza indirilmesi zengin biyolojik çeşitliliğe ve endemik türlere sahip adalar
ekosistemi için çok önemlidir.
•
•
Küreselleşme sayesinde insanoğlunun giderek daha çok hareket halinde olması çeşitli
canlıların bir ekosistemden diğerine geçme ve orada yerleşme hızları radikal bir biçimde
artmıştır. Özellikle gemi trafiğindeki artış bu istilacı yabancı türlerin bir bölgeden diğer
bölgeye hızla geçmesini kolaylaştırmıştır. Yabancı türlerin sayısı ve hızındaki artış
böyle sürerse ve ekolojik, ekonomik etkileri ile insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri
olan yabancı türler 21. Yüzyılın en önemli ekolojik konularından biri olacaktır.
•
Süveyş kanalının açılması ve alıcı ortamın biyolojik çeşitlilik yönünden fakirliği yeni
türlerin yerleşimini kolaylaştırmıştır. Akdeniz’de yabancı bitki ve hayvan türlerinin
gelişimi oldukça hızlı olup, uzmanlar bu hızla devam ederse yirmi birinci asrın
51
ortalarında Akdeniz’deki yabancı deniz bitkisi türlerinin sayısının yerli türleri geçeceği
endişesini taşımaktadır. Küresel ısınmanın etkisiyle Akdeniz’e özgü türlerin yok
olmasıve yerini Kızıldeniz canlılarına bırakması ve Karadeniz’in de giderek
Akdenizleşmesi dolayısıyla balık stoklarının zarar görmesi nedeniyle de ticari
balıkçılığın zarar görmesi kaçınılmazdır.
•
Diğer taraftan hızla artan insan nüfusu kıyı alanlarının yanlış ve yaygın kullanılmasına
ve önemli habitat kaybına neden olmaktadır. Marmara Denizi’nde yanlış kıyı kullanımı
özelikle İstanbul ve İzmit Körfezlerinde doğal alanların tamamen kaybolmasına sebep
olmuştur. Yine artan nüfus beraberinde besin sıkıntısını da doğurmuş ve aşırı avcılık şu
anda doğal stokların tehlike sınırının altına düşmesine ve avcılık yöntemlerinin ise
Karadeniz ve Marmara Denizi’nde habitat kaybına neden olduğu bilinmektedir.
•
Sonuç olarak; denizel hassas alanlar ve adalar içinde bulundurduğu denizel
biyoçeşitlilik ve habitatlar açısından en önemli zenginliklerimizdendir ve korunması
gerekli alanlardır. Bunların sayıca ve büyüklük olarak korunması ve tehditlerin
azaltılması veya yok edilmesiyle, ulusal ve evrensel boyutlu yarar veya zararlar ortaya
çıkacaktır.
Sulak Alanlar
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Sulak alan kaybına neden olan politikalar gözden geçirilmeli; başta DPT tarafından
hazırlanan 5 yıllık Kalkınma Planları olmak üzere tüm sektörel politikaların Ramsar
Sözleşmesi’nce öngörülen akılcı kullanım kavramı ile uyumlu hale getirilmelidir.
İlgili kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm ve işbirliğini güçlendirecek mekanizmalar
güçlendirilmeli; Ulusal Sulak Alan Komisyonu ve Yerel Sulak Alan Komisyonları daha
etkin ve işlevsel hale getirilmelidir.
İlgili kurumlar gerek altyapı ve teknik donanım olarak, gerekse sulak alanların ekolojik
işleyişini değerlendirebilecek, yorumlayabilecek ve planlama yapabilecek teknik
personel yönünden güçlendirilmeli, mevcut personelin kapasitesi geliştirilmelidir. Bu
amaçla genel bütçeden daha fazla kaynak ayrılmalıdır.
Politikacılar, karar vericiler ve planlamacıların sulak alanların önemi, işlev ve değerleri
hakkında bilgi düzeylerinin artırılması için programlar geliştirilmeli ve uygulanmalıdır.
Yıllardır süregelen plan karmaşasına son verecek çalışmalar yapılmalı sulak alanlar da
dahil olmak üzere tüm doğa koruma alanlarında uygulanabilir, bir planlama ve yönetim
anlayışı geliştirilmelidir.
Medya, eğitim kurumları, silahlı kuvvetler, diyanet işleri ve sivil toplum örgütleri gibi
kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla kamuoyunda doğa koruma bilinçleri artırılmalı; doğa
koruma faaliyetlerine aktif olarak katılımları sağlanmalıdır.
Yasaların gerektirdiği tedbirlerin uygulanması için etkili denetim mekanizmalarının
geliştirilmesi; var olanların ise güçlendirilmesi gerekmektedir.
Sulak alanların ekolojik karakterinde olabilecek değişiklikleri tesbit etmek ve
zamanında gerekli müdahaleleri yapabilmek için izleme programlarının geliştirilmeli ve
uygulanmalıdır.
Geçmişte kurtulan ya da çeşitli nedenlerle ekolojik karakteri bozulan sulak alanların
restorasyonu ve rehabilitasyonu için strateji ve eylem planı geliştirilmesi ve uygun
alanlarda uygulanması gerekmektedir
52
•
•
•
•
6.4.
Yürürlükte olan yönetim planlarının etkin bir şekilde uygulanması için ilgili tüm kurum
ve kuruluşları kapsayacak ve harekete geçirecek mekanizmalar geliştirilmeli; bu
mekanizmaların işlevlerini yerine getirmelerini sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Yabancı ve yayılmacı türlerin doğal sulak alanlara atılması önlenmeli, geçmişte atılmış
ve baskın konuma geçerek problemlere neden olan türlerden mümkün olanlar sistemden
uzaklaştırılmalıdır.
Doğa koruma ile ilgili kurumların yetki görev ve sorumluluklarını belirleyen yasalar;
kurumlar arasındaki yetki karmaşasını ortadan kaldıracak ve kurumlar arasında işbirliği
ve koordinasyonu güçlendirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Türkiye’nin sulak alanların planlaması ve yönetimi konusunda gerek kamuda, gerekse
akademik çevrelerde ve sivil toplum kuruluşlarında iyi bir birikimi ve deneyimi vardır.
Bu birikim ve deneyimin özellikle Azerbaycan olmak üzere Türki Cumhuriyetlerle ve
diğer komşu ülkelerle paylaşılması için strateji geliştirilmeli ve adımlar atılmalıdır.
Yaban hayatı Yönetimi
Yukarıda açıklanmaya çalışılan bilgiler doğrultusunda yaban hayatı yönetimi konusunda
aşağıda maddeler halinde verilen önerilerin dikkate alınması komisyonun ortak görüşüdür;
•
•
•
•
Ülkemizde korunan alanlar öncelikli olmak üzere kuş ve iri cüsseli memeli türlerin
envanterinin yapılması öncelikli bir konudur. Bunun için Orman Genel Müdürlüğü
bünyesinde bulunan amenajman heyetlerine benzer yapılanma oluşturulmalıdır.
Konusunda uzmanlaşan kişiler Bölge Müdürlükleri bazında kurulan heyetlere başkan
olarak atanarak faaliyet gösterebilirler. Envanter çalışmalarının her yıl tekrar edilmesi
uygun olacaktır. Bu heyetlerde bir adet Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi bölüm
mezunu ya da yaban hayatı konusunda lisansüstü eğitim yapmış Orman Yüksek
Mühendisi başkanlığında, bir adet Orman Mühendisi üye, bir adet Biyolog üye, bir adet
Avcılık Derneği üyesi görevlendirilebilir. Bu heyet sistemi öncelikle pilot bölgeler
seçilerek uygulanarak test edilmelidir. Olabilirliği ve/veya eksiklikleri varsa giderilerek
ülke geneline yaygınlaştırılmalıdır.
Ülkemizde yaban hayatı koruma sahalarının tamamı 2005 yılında yaban hayatı
geliştirme sahasına dönüştürülmüştür. Ayrıca YHGS’ler statüleri itibariyle dünyada
kullanılan koruma sahası statüsü ile işlevine devam etmektedirler. YHGS’lerin
bölgeleme çalışmalarında alanda mutlak koruma alanına izin vermeleri nedeniyle,
YHKS gibi görev yapmaları ve zaman zaman da YHGS içinde avcılığa izin verilmesi
sebepleriyle bu iki alan tipinin isimlerinin birleştirilerek “Yaban Hayatı Koruma ve
Geliştirme Sahası” olarak değiştirilmesi uygun olacaktır. Böylelikle bu durum,
bürokratik anlamda birçok işin kolaylaşması ve statülerinin daha belirgin olmasını
sağlayacaktır.
YHGS’lerin sınırlarının ve yerlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Çünkü sınırlar
genellikle topoğrafik ayrıntıların oluştuğu hatlardan geçirilmekte ve mülkiyet durumu
zaman zaman etkili olmaktadır. Alanların büyüklüğünü ve sınırlarını hedef türlerin
ekolojik istekleri belirlemelidir.
Yaban hayvanı – insan çatışmasını asgaride tutabilmek gerekmektedir. “Geleceğe
ilişkin strateji ve politikalar” başlığı altında bu konuyla ilgili olarak strateji ve
politikalar uzun şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Yapılması önerilen faaliyetler insanı
yaban hayvanlarından korumanın yanı sıra yaban hayvanlarının da doğada korunmasını
amaç edinmektedir.
53
•
•
•
•
•
•
Doğal alanlarda bulunan sahipsiz evcil etçil (Karnivor) hayvanlar toplatılarak
kısırlaştırılmalı ve barınaklarda tutulmalıdır. Bunun yanı sıra insanlar tarafından doğaya
evcil hayvan bırakılması bilinçlendirme çalışmaları ve/veya yaptırımlarla kesinlikle
engellenmelidir. Özellikle korunan alanlarda bu durum öncelikli olmalıdır.
Av ve yaban hayvanı ticaretinin uluslararası sözleşmeler kapsamında kolaylaştırılması
ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Av ve yaban hayvanı üretimi çalışmalarına av turizmi
şirketlerinin, avlakların, hayvanat bahçelerinin ve özel kuruluşların da katılması ile av
hayvanı üreten özel av hayvanı üretim çiftliklerinin kuruluşunun sağlanması gibi
olanaklar birçok av hayvanı türünün ve nesli tehlike altında yabani türlerin çoğalmasını
sağlayarak ülke ekonomisine katkı sağlayacaktır. Ayrıca av türlerinin üretildikten sonra
pazarlarının (özel avlakların sayılarının arttırılması, örnek avlaklarda birden fazla türün
avına izin verilmesi gibi) ve gerekli alt yapının oluşturulması çalışmaları da
yapılmalıdır. Bu yönetmeliklerin çağımızın gereklerine göre yeniden düzenlenmesi
DKMPGM’nin gündeminden düşürmemelidir.
Yukarıda belirtilen öneriye ek olarak yabancı türler bilinçli veya kasıtlı olarak her ne
şekilde ve her ne amaçla olursa olsun özel avlaklar hariç Ülkemizdeki doğal alanlara
yerleştirilmemelidir. Avlaklara yerleştirilen yabancı türlerin ise doğaya kaçmaması için
gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekmektedir. Yine genetik çeşitliliği azalmış
populasyonlara ait, kopyalanmış veya genetik yapısı değiştirilmiş bireyler ile melez
türler yerleştirme ve stok artırmak amacıyla kullanılmamalıdır. İhtiyaç halinde ise diğer
alanlardan aynı ırk/alttürden bireyler getirilerek gen havuzu çeşitlendirilmelidir.
Yaban hayvanı türlerinin üretilip yaşam alanlarına yerleştirme faaliyetlerine devam
edilmelidir. Ancak yerli türlerin doğal alanlarında korunup çoğaltılmasının daha verimli
ve daha kolay olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle öncelik yerinde koruma ve çoğaltma
yapılmalı yeterli olmayan alanlarda yerleştirme yapılmalıdır. Yerleştirilen populasyonda
beklenmeyen durumlar olursa uzman personel ile müdahale edilmelidir. İhtiyaç
duyulduğunda yerleştirme çalışması revize edilmelidir.
Üretme ve yerleştirme çalışmalarının sonrasında “Takip çalışmaları” üretim ve
yerleştirme çalışmalarının başarısını ölçmede kullanılan en önemli araçlar olup,
yerleştirme çalışmalarından sonra mutlaka hassas bir şekilde yapılmalıdır.
Yerleştirme çalışmaları alanda var olan türün genetik çeşitliliği dikkate alınarak
yapılmalıdır. Yerleştirme çalışması için hayvanların yeterli gen havuzuna sahip olup
olmadığı incelenmelidir. Ana populasyonda bulunan genetik çeşitliliğin büyük kısmının
yeni yerleştirme alanına nakledilmesi türün sahaya adaptasyonunda başarılı sonuçlar
alınmasına sağlayacaktır.
54
6.5.
Sürdürülebilir Av Yönetimi
• Yivsiz tüfek ruhsatları ile ilgili olarak, tarla, bağ ve bahçelerini koruyanlara verilecek
ruhsatlar ile ilgili ayrı bir düzenleme yapılarak, bu tüfeklerin av amaçlı kullanılamayacağı
belirlenmelidir. Bu silahları av amaçlı kullanacak olan kişilere ise, yivli silahlarda olduğu
gibi avcılık belgesi olmadan ruhsat verilmemelidir.
• Mevcut ruhsatsız av silahlarının ruhsatlı hale getirilmesi için yasal düzenleme yapılmalı ve
silahlar kayıt altına alınmalıdır
• 4915 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde değişiklik yapılarak avcılık belgelerinde vize
işlemi kaldırılmalı,
• Av silahı satın alma ve avcılar arasında silah devir işlemlerindeki bürokrasinin azaltılması
için, Emniyet Birimleri, Maliye Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı gibi birçok
kurumda işlem yapmak yerine, günümüzde noter satışında olduğu gibi tek elden
halledilecek şekilde yasal düzenlemeler yapılmalıdır,
• Turist olarak gelen milyonlarca kişiden av yapmak isteyenler ile yanında silah getirmeyen
veya getirmek istemeyen yabancı avcıların yivli ve yivsiz silah kiralamasına imkan
verecek yasal düzenlemeler 2521 ve 6136 sayılı Kanunlarda yapılmalıdır,
• Kara Avcılığı Kanununda av koruma, üretim, bakım, avcılığın düzenlenmesi ile ilgili
olarak sadece köy tüzel kişiliği ve belde belediyeleriyle işbirliği yapılmasına dair hüküm,
av koruma, üretim, bakım, avlak işletme ve avcılığın düzenlenmesini içerecek şekilde avcı
kuruluşları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler gibi diğer ilgili paydaşları da kapsayarak
yeniden düzenlenmelidir,
• Kara Avcılığı Kanununda devlet avlağı, genel avlak, özel avlak ve örnek avlak olarak tesis
edilen avlakların bu şekildeki tanımlanmasına son verilmeli. Ülke genelindeki mevcut ve
yeniden tesis edilecek bütün avlaklara, 1 Nolu Avlak, 2 Nolu Avlak, 3 Nolu Avlak, ...2350
Nolu Avlak gibi sıra numarası verilmeli ve her biri farklı statülerde olabilecek şekilde
işletilmesine izin verecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır,
• Devlet ormanlarının avlak olarak tesisine ve işletilmesine kolaylık tanıyacak şekilde yasal
düzenlemeler yapılmalı,
• Ormanların ekosistem tabanlı çok amaçlı planlama tekniğiyle planlanması çalışmalarında,
bütün ormanlık alanlar, hedef ve öncelikli yaban hayvanlarının istekleri dikkate alınarak
planlanmalıdır,
• Merkez Av Komisyonunun sadece avcılıkla ilgili konuların genel çerçevesi ile ilgilenecek
şekilde yapılandırılmalı, avcılıkla ilgili detay konular MAK yerine DKMP Bölge
Müdürlükleri bünyesinde çalışacak olan il av ve bölge av komisyonları tarafından
gerçekleştirilmelidir,
• Anaokul ve ilkokul seviyesi başta olmak üzere, doğa koruma ve dolayısıyla av ve yaban
hayatı koruma bilincini yerleştirecek eğitim faaliyetleri yapılmalı, bunun için de öncelikle
mevcut öğretmenler ve öğretmen olmak üzere yetiştirilen öğrencilere bu konuda eğitim
verilmelidir.
• Doğa koruma ve yasal avcılıkla ilgili kısa film, belgesel, CD, VCD, TV programları, her
türlü basılı ve görsel yayınlar yapılmalıdır,
• Ülke genelinde avlanan bütün herkesin bir av kulübüne üye olması sağlanarak, avcı eğitim
kursları kırsal alanlardaki avcıları da içine alacak şekilde yaygınlaştırılmalıdır. Bunun
yapılabilmesi için avlak sistemine geçilerek kırsal alanlarda yasadışı avlanan kişilerin
avlak işletmecisinin denetimleri sayesinde bu şekilde avlanmasının önüne geçilmelidir.
• Avlakların bulunduğu köylerde ikamet eden avcılara, avlak işletmeleri tarafından belli av
kotaları tahsis edilmeli veya indirimli fiyatla avlanabilmeleri sağlanmalıdır,
• Mevcut personel, birçok meslekte olduğu gibi hayat boyu eğitim stratejisine uygun olarak,
mesleki ve kişisel gelişim konularında sürekli hizmet içi eğitime tabi tutulmalıdır.
• Avcı derneklerine avlak sistemi ve avlak yönetimi (avcılık, avlaktaki türlerin biyolojisi ve
ekoloji, av hayvanı üretimi, avlağa yerleştirilmeleri, müşteri-avcı ile temasa geçme, avcı
misafir etme, rehberlik, trofe…) gibi konularda eğitimler verilmelidir.
• Atmacacılık (doğancılık) gibi geleneksel av kültürümüzün yok olmaması için eğitim ve
tanıtım çalışmaları yapılmalı, gündüz veya gece yırtıcı kuşları ile av veya gösteri yapan
avcılar desteklenmeli, avlaklarda yırtıcı kuş ile avlanılabilmesi için gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır,
• Sürdürülebilir avcılığın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için tüfek ile avlanmanın yanı
sıra, yırtıcı kuş, ok-yay, arbalet veya bazı geleneksel tuzak biçimleriyle avlanma
konusunda eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları ile gerekli yasal düzenlemeler
yapılmalıdır,
• Sürdürülebilir avcılık konusunda ülkemizde en uygun ve tek lisans programı olan Yaban
Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi Bölümlerinin mezunları, Bakanlığın ilgili birimlerinde
görevlendirilmelidir,
• İdari para cezaları, avcılık belgesi harçları gibi Maliye Bakanlığı ve Emniyet Birimlerine
aktarılan gelirlerin DKMP Genel Müdürlüğüne aktarılması için gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır,
• Av korumanın gerek Bakanlık, gerek diğer birim ve kişilerce benimsenip sahiplenilmesi
için, fiili çalışanlara yönelik teşvik veya ikramiye sistemi kurulması için gerekli
düzenlemeler yapılmalıdır,
• Turist avcıların kırsal alanda ve özellikle tesis edilecek avlaklarda lüks konaklama sorunu
giderilmeli, alış-veriş, hediyelik eşya stantları gibi yöre halkına gelir getirecek faaliyetler
ile ilgili projeler geliştirilip, yöre insanına destek verilmeli ve teşviklerde bulunulmalıdır,
• Avcılık sektöründe faaliyet gösteren firmaların sayısını ve mevcut olanların kalite ve
niteliğini arttırmak için kamuoyu bilinçlendirme faaliyetleri yapılmalı, mevcut firmalarla
bir organizasyon eylem planı hazırlanmalı ve bu eylem planı çerçevesinde eğitimler ve
çeşitli etkinlikler yapılmalıdır,
• Yabancılara fotoğraf ve film çekimleri ile av ve yaban hayvanları gözlem turları
yaptırılabilmesi için seyahat acentelerinin, Bakanlıktan av turizmi izin belgesi alma
zorunluluğu yerine normal bir izin almaları sağlanmalıdır,
• Ülkede meskun mahaller, askeri ve stratejik alanlar gibi avlak olarak tesis edilemeyecek
alanların haricindeki her yer mevcut avlakları da içerecek şekilde 1 Nolu Avlak, 2 Nolu
Avlak, 3 Nolu Avlak, ...2350 Nolu Avlak gibi sıra numarası verilerek ve her biri farklı
statülerde, işletilebilecek şekilde avlak olarak tesis edilmelidir,
• Korunan alanlarda bulunan avlaklar gibi bazı önemli alanları içeren avlaklar devlet
tarafından yönetilirken, diğer avlakların avcı kuruluşları, sivil toplum örgütleri, firmalar,
üniversiteler, belediyeler ve köy tüzel kişilikleri tarafından işletilmelerine olanak
sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır,
• Avlakların tesisinde avcı kuruluşları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve köy tüzel
kişilikleri ile işbirliği yapılmalı ve hedef tür veya türlerin biyolojilerine uygun
sınırlandırmalar yapılmalıdır,
• Av hayvanı veya yaban hayvanı üretimi, avlaklara ve doğaya salınması hususlarında avcı
kuruluşları, sivil toplum örgütleri, firmalar, üniversiteler, belediyeler ve köy tüzel
kişiliklerinin etkin olabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır,
• Av hayvanlarının üretimi, doğaya salınması ve yırtıcılarla mücadele konularında bilimsel
araştırmalara destek verilmelidir, av ve yaban hayatı ile ilgili önceliklendirilmiş konularda
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
sunulan bilimsel projeleri desteklemek amacıyla DKMP Genel Müdürlüğü bütçesinde özel
bir kalem oluşturulmalıdır.
Av ve yaban hayatına yapılacak her türlü maddi katkı ilgili kanunların Sponsorluk ile ilgili
maddelerinde olduğu gibi vergi indirimine tabi tutulmalıdır. Bunun yapılması Av ve yaban
hayatının geliştirilmesine ve aynı zamanda toplumun bu konuya olan ilgisinin artmasına
katkı sağlayabilecektir.
Avlaklarda, Alageyik, Yaban koyunu, Ceylan gibi büyük memeliler ile Sülün, Kınalı
keklik, Çil keklik, yaban ördekleri gibi av kuşlarının üretimine her türlü destek ve teşvik
sağlanmalıdır. Bu konuda, Bakanlığın ürettiği türlerden damızlık olarak vermesi, yatırımlar
için faizsiz kredi verilmesi, ayrıca belirli bir süre avlak çalışanlarına sigorta prim desteği ve
vergi indirimi sağlanmalıdır.
Avcı kuruluşları ülke genelinde tek bir çatı altında toplanması için yasal düzenleme
yapılmalıdır,
Av hayvanlarının tesis edilecek avlaklarda yıl içerisinde türün biyolojisine uygun olarak en
az iki defa envanteri yapılmalıdır,
Av hayvanı üretimine destek ve teşvikler getirilmeli, üretimhanelerin ruhsatlandırılması
konusundaki çift başlılık ortadan kaldırılmalıdır. Zira av hayvanı üretimi ruhsatlandırılması
hem Orman ve Su İşleri Bakanlığı, hem de Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
tarafından yapılmaktadır. Aynı zamanda av hayvanı üretimine diğer hayvancılık kollarında
olduğu gibi kredi, indirim ve destekler uygulanmalıdır.
Tesis edilecek avlakların büyüklüğü, 5 bin hektar ile 50 bin hektar arasında değişecek
şekilde olmalıdır.
20 bin hektardan büyük avlaklarda, Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi Bölümlerinden
mezun en az 1 adet mühendis istihdam edilmelidir,
Yaban domuzu etinin avlaklardan toplanması ve gerekirse yurt dışına satılabilmesi için
gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır,
Av hayvanlarının etinin yurt genelinde sağlık şartlarına uygun olarak halkın rahatça
ulaşabileceği bir şekilde satışının yapılabilmesi için, avlak işletmecileri dahil, özel sektör
bilinçlendirilmeli ve gerekli düzenlemeler yapılmalıdır,
Yaban hayatı yönetiminde görev alacak olan elemanların seçimi için yapılan sınavların
bugün olduğu gibi genel kültür, matematik, fizik, kimya, coğrafya, tarih ve felsefe gibi
konularının yerine çoğunluğu mesleki konuları içeren doğrudan av ve yaban hayatı ile ilgili
sınavlar olması gerekmektedir.
7. KAYNAKÇA
Adızel, Ö. 1993. Karasu (Mermit) Deltası Kuşları, Y.L. Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van.
Anonim, 1937. 3167 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu, Resmi Gazete, No: 3603, Ankara.
Anonim, 2003. 4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu, Resmi Gazete, Sayı: 25165, Ankara.
Anonim 2008. Etkin Korunan Alan Sistemlerine Doğru. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi
Korunan Alanlar İş Programı Uygulama Kılavuzu, Türkçeye Çeviren Dr.
Sedat Kalem, WWF-Türkiye
Anonim, 2012. 2012-2013 Av Dönemi Merkez Av Komisyonu Kararı, Orman ve Su İşleri
Bakanlığı, Resmi Gazete, Sayı: 28316, Ankara.
Ayvaz Y. 1980. Elazığ Hazar Gölü Kuşları, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Fen
Fakültesi, Elazığ.
Ayvaz Y. 1983. Kayseri, Sultan Sazlığı Su Kuşları, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Fen
Fakültesi, Elazığ.
Başkaya, Ş. and E. Bilgili, 2004. “Does the leopard Panthera pardus still exist in the Eastern
Karadeniz Mountains of Turkey?”, Oryx, 38:2, 228-232.
Başkaya, Ş., 1999. Av Turizmi, Orman ve Av Dergisi, Sayı: 1999/1, Ankara.
Başkaya, Ş., 2000. Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi Rupicapra rupicapra (L.)’nın Doğu
Karadeniz Dağlarındaki Yayılışı, Grup Büyüklükleri ve Habitat Kullanımı.
K.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, 121, Trabzon.
Başkaya, Ş., 2010. Türkiye’de Yaban Hayatı Lisans Eğitiminin Gelişiminde Orman
Mühendisliği’nin Yeri ve Önemi, III. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi
Bildiriler Kitabı, 20-22 Mayıs 2010, sayfa 37-44, Artvin.
Başkaya, Ş. ve Gündoğdu, E., 2013. Relationship between sustainable hunting management
and rural development in Turkey. (basımda)
Başkaya, Ş., Başkaya, E. and Arpacık, A., 2012. Relationship Between Forest Protection
and Hunting Tourism in Turkey. African Journal of Agricultural Research. Vol.
7(42), pp. 5620-5628.
Başkaya, Ş.,1994. Doğu Karadeniz Bölümünde Göçmen Kuşlar Üzerine Araştırmalar,
Yüksek Lisans Tezi, KTÜ. Fen Bilimleri Enstitüsü, Trabzon.
Çanakçıoğlu, H., ve Mol, T., 1996. Yaban Hayvanları Bilgisi. İstanbul Üniversitesi Orman
Fakültesi Yayın No:440, 550, İstanbul.
Çelik, O., 1987. Anadolu’da (Küçük Asya’da) Avcılığın Tarihi. Uluslararası Sempozyum,
Türkiye ve Balkan Ülkelerinde Yaban Hayatı, 16-20 Eylül, 7-33, İstanbul-Turkey.
Demirsoy, A., 1996. Türkiye Omurgalıları-Memeliler. Çevre Bakanlığı, Proje No:
90K1000:90.
Demirsoy, A., 1997. Türkiye Omurgalıları, Memeliler. Meteksan Yayınevi, 1-292, Ankara.
Ege, Z., 1998. Bir Rekreasyon Türü Olarak Av Turizmi ve Türkiye`de Av Turizminin
Geliştirilmesi İle İlgili Bir Model Önerisi. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Turizm İşletmeciliği Anabilim Dalı, (Doktora Tezi), İzmir,
227.
Dudley. N. Et. All. “Doğa Çözümler. Korunan Alanlar İklim Değişikliği ile Mücadelede
İnsanlara Yardım ediyor” WWF 2010, Türkçeye Çeviren Bilge Çelik
Eren, M.E. 1993. Karapınar Meke Gölü Kuş Faunasının Araştırılması, Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi, Konya.
Gündoğdu, E., 2001. Isparta Çevresindeki Bazı Korunan Alanlarda Orman Kuşları Üzerine
Gözlemler, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Isparta.
Gündoğdu, E., 2006. Yaban Keçisi (Capra aegagrus)’nin Popülasyon Ekolojisi, Doktora
Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Isparta.
Gürpınar, T., 1999. Av ve Yaban Hayatı Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar. Avgünü Dergisi,
Sayı:31, Ankara.
Huş, S., 1974. Av Hayvanları ve Avcılık. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayın No:
202, 406 s., İstanbul.
İnaç, S., 1994.Antalya-Düzlerçamı, Adana-Pozantı ve Kayseri-Yahyalı Ormanlarında Doğal
Olarak Yaşayan Yaban Keçisini Koruma ve Üretme Olanakları Üzerine
Araştırmalar, Doktora Tezi, İ.Ü, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Kaya, M. 1989. Edirne Kuş (Aves) Türleri, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Edirne.
Kaya, M.A., 1989. Bozdağ (Konya)'da Yaşayan Anadolu Yaban Koyunu, Ovis orientalis
anatolica)'nın biyolojisi, Doktora Tezi, Selçuk Üniv., Fen Bilimleri Enstitüsü,
Konya.
Kiziroğlu, İ.,L.Turan & A.Erdoğan 1993. A bio-ornithological study on Sultansazlığı, one
of the important wetlands of Turkey and Europe: New bird species in the area and
the current situation. DOĞA Türk. J. Of Zoology 17 (1993): 179-188.
Kiziroğlu, İ.,L.Turan & A.Erdoğan 2002. Die Sultansümpfe von Kayseri-Vogelparadies
der Türkei. TU INTERNATIONAL 50/51 April 2002: 55-56.
Kiziroğlu, İ., Ö. Adızel & M.Bahadır 2006. Nature Reserves And Biodiversity in Turkey
and Related Policy Measures along with Joining the EU. Fresenius Environmental
Bulletin Vol.15-No.9b-2006: 1156-1160.
Kiziroğlu, İ., 2008.Türkiye Kuşları Kırmızı Listesi (Red Data Book for Birds of Türkiye),
Desen Matbaası, Ankara, 148 s.
Kiziroğlu, İ., 2009.Türkiye Kuşları Cep Kitabı (The Pocket Book for Birds of Türkiye),
Ankamat Matbaası, Ankara, 564 s.
Kiziroğlu, İ.,L.Turan & A.Erdoğan 2012. Biological Diversity in Turkey and threats on it.
(F-2012-528)/ Fresenius Environmental Bulletin (in pres).
Kumbaşlı, M., 1998. İstanbul-Belgrad Ormanı Av Üretme İstasyonunda Geyik (Cervus
elaphus) Populasyonunun Düzenlenmesi Üzerine Araştırmalar, Yüksek Lisans
Tezi, İ.Ü., Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Mol, T., 2006. Yaban Hayatı. İ.Ü. Orman Fak. Yayınları No: 489, 425 sayfa, İstanbul.
Oğurlu, İ., 1992. Çatacık Koruma – Üretme Sahasında Geyik (Cervus elahus L.) Populasyon
Ekolojisi Üzerine Araştırmalar, Doktora Tezi, KTÜ, Fen Bil. Enst., Trabzon.
Oğurlu, İ., 1992.Yaban Hayatı Ekolojisi, SDÜ Orman Fakültesi, Yayın No:19, Isparta.
Oğurlu, İ., 2003. Yaban Hayatında Envanter. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma
ve Milli Parklar Genel Müd. Av ve Yaban Hayatı Dairesi Başk. Yayınları, 208,
Ankara.
Özyanık, A. 2012. “Türkiye’de Biyolojik Çeşitliliğin Korunması” Orman Koruma
Alanlarının Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi Kapanış Toplantısı Sunu,
Ankara
Refik, A., 1996. Osmanlı Zaferleri, Timaş Yay.: 297, ISBN:975-362-219-8, 187 s., İstanbul.
Şafak, İ. 2002. Özel Avlakların Sağlayabileceği Faydalar ve Karşılaştığı Darboğazların
Sosyo-Ekonomik Açıdan Çözümlenmesi, İÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Ormancılık
Ekonomisi Programı, Yüksek Lisans Tezi, 162 s., İstanbul.
TUİK, 2011. Nüfus istatistikleri. Haber Bülteni. TC Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu,
sayı: 15, Ankara.
Turan, N. 1984. Türkiye'nin Av ve Yaban Hayvanları – Memeliler, O.G.M., Ongun
Kardeşler Matbaacılık Sanayii, I. Baskı, I. Cilt, Ankara, 178 s.
Turan, N., 1987.Türkiye’nin Büyük Av Hayvanları ve Sorunları, Uluslararası Simpozyum:
Türkiye ve Balkan Ülkelerinde Yaban Hayatı, Eylül 1987 İstanbul, Ankara 61-83.
URL.http://turkoloji.cu.edu.tr/halkedebiyatı/muharrem_kaya_dede_korkut_manas_destani_av
_kultu.pdf
URL. http://www.iucn.org/about/work/programmes/pa., 2010
Ünal, Y., 2003. Isparta Havalisinde Yaban Keçisi Capra aegagrus Popülasyonu Üzerine
Gözlemler, Yüksek Lisans Tezi, SDÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Isparta.
Yenilmez-Arpa, N. 2005. Dünya’da ve Türkiye’de Doğa Koruma Çalışmaları ve
Türkiye’deki Korunan Alanlara Yönelik Durum Değerlendirmesi, I. Çevre
ve Ormancılık Şûrası, ANTALYA
Yenilmez-Arpa, N. 2005. Türkiye’de Korunan Alanlar ile İlgili Mevcut Strateji
Dokümanları, Politikalar, İlkeler ve Ulaşılmak İstenen Hedefler, I. Çevre ve
Ormancılık Şûrası, ANTALYA
Yenilmez-Arpa, N. 2011. Türkiye’de Korunan Alanların Belirlenmesi, Planlanması Ve
Yönetimi Sürecinde Katılımcılığın Değerlendirilmesi: Sultan Sazlığı Milli
Parkı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, ANKARA
Yurtsever, S. 1991. Trakya Bölgesi Istranca Dağları Kuş (Aves) Türleri, Yüksek Lisans Tezi,
Trakya Üniversitesi, Edirne
Anonim 2007. ULUSAL BİYOÇEŞİTLİLİK EYLEM PLANI, T.C. Çevre ve Orman
Bakanlığı
KİZİROĞLU, İ. (2009). Türkiye Kuşları.The Pocket BookforBirds of Türkiye. Ankamat Mat,
Ankara, 535 pp.
M. E. ÇINAR, M. BILECENOĞLU, B. ÖZTÜRK, T. KATAGAN ve V. AYSEL:
Alienspecies on thecoasts of Turkey, Mediterranean Marine Science, Volume 6/2, 2005, 119146.
TUDAV. İklim Değişikliği ve Denizler Raporu (www.tudav.org)
Anonim 2011. 2011-2015 Ulusal Sulak Alan Stratejisi
Anon., 1999a. Av ve Yaban Hayatı Yönetiminde Yeni Yaklaşımla İlgili Eğitim Workshop’u
(23-25 Mayıs 1999, İzmir) Raporu, Orman Mühendisliği Dergisi, 36 (6) 1999.
Anonim, 2005a , Çevre Orman Bakanlığı, 1.Çevre Orman Şûrası Kitabı, Şûra Kararları
1.Çevre ve Ormancılık Şûrası Çalışma Belgesi, 99-103, 7.Bölüm Doğa Koruma, 1. Çevre ve
Ormancılık Şûrası , 22-24 Mart 2005, Antalya.
Anonim, 1989, Canadian Wildlife Service, TheBenefits of Wildlife, Minister of Supplyand
Services, Canada, 1989.
Anonim, 2003. Av ve Yaban Hayvanlarının ve Yaşam Alanlarının Korunması, Av ve Yaban
Hayvanlarının ve Yaşam Alanlarının Korunması, Zararlılarıyla Mücadele Usul ve Esasları.
Kara Avcılığı Kanunu 2003.
Anonim, 2008. Ülkemizde yapılan yerleştirme çalışmaları örnekleri. www.çevreorman.gov.tr
(Ziyaret Tarihi: 04/03/2008).
Anonim, 2012: Deeranimalpests, Department of Conservation Te Papa Atawhai,
http://www.doc.govt.nz/documents/about-doc/concessions-and-permits/conservationrevealed/deer-lowres.pdf
Anonymous, 2011, KorunanAlanlar, Korunan Alanlar ve İklim Değişikliği Türkiye Ulusal
Stratejisi, (Edited by Yıldıray LISE), The Ministry of Forest and Water Affairs, Ankara.
Beşkardeş V., 2009. Bolu-Yedigöller Yaban Hayatı Koruma ve Geliştirme Sahasında Yaban
Hayatı Yönetimi, İ.Ü. Fen Bilimleri Doktora Tezi, İstanbul
Burbaite L.,Csanyi S., 2009. Roedeerpopulationandharvestchanges
EstonianJournal of Ecology, 58, 3: 169-180
in
Europe.
Caughley G. ve Sinclair A. R. E., 1994, Wildlife EcologyandManagement,BlackwellScience,
0-86542-144-7, Massachussets, p 334 + X s
Çınar et al. 2011. An updated review of alien species on coasts of Turkey.Mediterranean
Marine Science. 12/2, 2011, 257-315.
Elsner
R.
M,
2008.
Knowlede,
attitudes,
andopinionsabouthumanwildlifeconflictsheldbycommunityleaders
in
Virginia,
Master
Thesis,
Virginia
PolythechnicInstitute.
FAO, 2012. Human-wildlifeconflictworldwide: collection of casestudies, analysis of
managementstrategiesandgoodpractices, (EditedbyElisaDistefano),
http://www.fao.org/SARD/common/ecg/1357/en/HWC_final.pdf. Ziyaret tarihi [12.11.2012].
Geray, U Ve Yılmaz, E., 2006. Orman Kaynaklarına İlişkin İşlev Önceliklerinin Belirlenmesi,
Ormancılıkta Sosyo-Ekonomik Sorunlar Kongresi,26-28 Mayıs 2006, Çankırı. Anon., 1993;
“Orman ve Köy İlişkileri Ön Çalışma Gurubu Raporu”1. Ormancılık Şûrası, Ankara.
Geray, U., 2000. Av ve Yaban Hayatı Yönetiminde İlkeler. Av ve Yaban Hayatı Yönetiminde
Yeni Politikalar Toplantısı (Tebliğler), 06–07 Temmuz 2000, Uludağ, Bursa.
Huş, S., 1963. Av Hayvanları Bilgisi. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayın No: 91,
300, İstanbul.
IUCN, 1998. IUCN Guidelinesfor Re-introduction, IUCN Re-introductionSpecialistGroup,
UK.
www.iucn.org/themes/ssc/sgs/rsg/rsgcdrom/PDFs/English.pdf
(Ziyaret
Tarihi:
02/03/2008).
Kayaöz, E., 1999. Av ve Yaban Hayatının İşlevsel Yönetimi ile İlgili Dünyadaki Örneklerin
Ülkemiz ile Karşılaştırılması, Av ve Yaban Hayatını Yönetiminde Yeni yaklaşımla
İgiliEtğitimWorkshop’u, 23-25 Mart 1999- İzmir.
Mol, T., 2006. Yaban Hayatı, İ.Ü. Orman Fakültesi Yayınları, İstanbul.
Mol, T., Bursa, 2000., Av ve Yaban Hayatı Yönetiminde İlkeler. Av ve Yaban Hayatı
Yönetiminde Yeni Politikalar Toplantısı (Tebliğler), 06–07 Temmuz 2000, Uludağ, Bursa.
Moulton, M. P. ve Sanderson, J., 1999, Wildlife Issues in a Changing World,
LewisPublishers, Boca Raton, London, New York, Washington D.C., 1-56670-351-4, 524 s.
Nolte,
D.
L.,Campbell,
D.L.
Potentialrepellentstoreducedamagebyherbivores,
Vertebratepestconference,
ve
Mason
Proceedings
J.R.,
of
1994.
XVI.
Oğurlu, İ., 2001. Yaban Hayatı Ekolojisi, SDÜ Yayınları, Yayın no:19,296 s., Isparta.
Oğurlu, İ., 2008. Yaban Hayatı Kaynaklarımızın Yönetimi Üzerine. Süleyman Demirel
Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi A (2): 35-88.
Öymen T., 2007. Yaban Hayatı, İ.Ü. Orman Fakültesi Yayınları, İstanbul.
Patton, D. R., 1992, Wildlife Habitat Relationships in ForestedEcosystems, Timber Pres.,
Portland, Oregon, 0-88192-202-1, 392 s.
Rishi, V., 1997. Orman ve Yaban Hayatı Yönetiminde İnsan Katılımına Ait Prensipler, XI.
Dünya Ormancılık Kongresi, 13-22 Ekim, Antalya, 352.
Shaw, J. H.,1985, Introduction of Wildlife Management, McGraw-HillInc., 0-07-056481-7,
316 + XII s.
Sullivan T. P.,Nordstrom L.O. ve Sullivan D.S., 1985. Use of Predatorodors as
repellentstoreducefeedingdamagebyherbivores, Journal of ChemicalEcology. Vol, 11, No 7:
921-935.
Swingland, I.R., 2001. Biodiversity, Definition of. Encyclopedia of Biodiversity, Volume 1,
AcademicPress, 377-391.
Thomas, J, W. ve Dale, E. T., 1982. Elk of North America-Ecologyand Management,
StackpoleBooks, Harrisburg-USA., 698 pp.
Turan, N., 1987. Türkiye’nin büyük av hayvanları ve sorunları. Uluslararası Sempozyum,
Türkiye ve Balkan Ülkelerinde Yaban Hayatı, 16-20 Eylül, İstanbul, 61-83, Turkey.
Uysal, İ. 2009. Denizlerimizdeki Yabancı Türler, Biyolojik İstila. Çevre ve Orman Bakanlığı,
Çevre ve İnsan Dergisi. Sayı 77, s. 26-27.
Uysal, İ. 2010. Akdeniz Adaları ve Biyoçeşitliliği. Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevre ve İnsan
Dergisi. Sayı 78, s. 30-32.
Ünal, Y., Gündoğdu, E., Ertuğrul, E. T., Süel, H., 2008. Yaban Hayatında Yerleştirme:
Türkiye’deki Uygulamaları, Sorunlar ve Çözüm Önerileri. 1. Türkiye Av ve Yaban Hayatı
Sempozyumu, 1-9, Antalya, 2008.
Van Horne, B., 1983. Density as a misleading indicator of habitat quality. J. Wildlife
Management, 47: 893-901.
WWF, 2005, Human wildlife conflict manual,
Zaitsev, Y. & Ozturk, B. (Eds.) 2001. Exotic species in the Aegean, Marmara, Black , Azov
and caspian Seas. Published by Turkish Marine Research Foundation, Istanbul-Turkey. 267
pp.
http://wwf.panda.org/who_we_are/wwf_offices/wwf_zambia_nature_conservation/wwf_zam
bia_news_and_publications/?88920/Human-Wildlife-Conflict-Manual-Wildlife-ManagementSeries .ziyaret tarihi, [12.11.2012]

Benzer belgeler

Etkin Korunan Alanlar

Etkin Korunan Alanlar etkinlikleriyle paralel olarak yürütüldüğü korunan kara ve deniz alanlarına kadar çeşitlilik göstermektedir. Korunan alan kavramıyla ilgili pek çok tanım bulunmakla birlikte “koruma, sürdürülebilir...

Detaylı