Cumhuriyet mirasımız: Önce çocuklar

Transkript

Cumhuriyet mirasımız: Önce çocuklar
Sayı: İlkbahar ’11/12
Cumhuriyet mirasımız:
Önce çocuklar
Beşiktaş Kent Konseyi’nin ilk ödülü
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a
Bir semt: Konaklar Mahallesi
Benim Beşiktaş’ım: Alâeddin Yavaşca
Saygı anıtı: Özhan Canaydın heykeli
İsimsiz
kahramanlara
D
eğerli Beşiktaş kentlileri, bu sayımızla üçüncü yılımıza
başlamış bulunuyoruz. Üç yıllık B+ öyküsünü “Üç Yaşındayız” başlığı ile dergimizin sayfalarında bulacaksınız. B+
ile kent dergiciliğinde önemli bir deneyimi başardığımızı
ve bir örnek yarattığımızı söylemeliyim.
Bu sayımızda yeni bir atılımı daha sizlerle paylaşıyoruz. B+ bu ve bundan sonraki sayılarında Cumhuriyet’in büyük başarılarını gündeme getirecek. Şimdi geride kalmış, küllenmiş ve hatta çoğu liberal tarafından göz ardı edilmiş olsa da
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş yıllarına büyük başarılar sığdırmış bir devrimci dönüşümdür. Koşulların güçlüğüne, kaynakların kıtlığına, eğitimli insan varlığının
yetersizliğine ve emperyalist dünyanın kuşatmasına rağmen genç Cumhuriyet,
bugün sahip olduğumuz gelişkin hayatın temellerini oluşturmuştur. Üstelik tek
kuruş dış borca girmeden, bütçe açığı vermeden…
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu öncü kuşağa çok şey borçluyuz.
Onlar tarihi rollerini sadece kurtarıcılar olarak değil, kurucular, inşa ediciler olarak da yerine getirdiler.
Beşiktaş kentlileri olarak Cumhuriyet kazanımlarına, başarılarına herkesten
çok ilgi duymak, öğrenmek ve korumak zorundayız.
Çünkü Beşiktaş kurtuluşa giden yolda “Bağımsızlık İçin İlk Adım”ın atıldığı yerdir. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Anadolu’ya uğurlayan kenttir. Onlardan
yeni bir bağımsız ülke, yeni bir hayat ve yeni bir gelecek bekleyen kenttir. Çünkü geleneği ve tarihi bu paylaşıma, bu beklentiye kaynaklık yapar.
Beşiktaş’ı Cumhuriyet’in aydınlık kentlerinden biri yapan özelliğinin temel taşları, daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde oluşmaya başlar. Daha önceki
sayılarımızda değişik nedenlerle dillendirildiği gibi Beşiktaş, Türk modernleşme tarihinin, Batılılaşma hareketlerinin de merkezi olmuştur. Bu tespit sadece aydınların arayışlarını değil, bizzat Osmanlı hanedanının arayışlarını da yansıtır. Uzun yıllar geleneksel “sedir”lerde geçen Osmanlı yaşamı, Dolmabahçe
Sarayı ile “sandalye”ye taşınmış, yani yüzünü Batı’ya, Batı yaşam tarzına döndürmeye çalışmıştır.
Bu birikimler kaçınılmaz olarak Beşiktaş’ı aydınlar, düşünür ve siyasetçilerle
eğitim kurumlarının merkezi haline de getirir. Yine kaçınılmaz olarak Cumhuriyet aydınlığına ikirciksiz tutunan kent olur Beşiktaş. Beşiktaş’ın günümüzde de
süregiden “aydınlık” ve “Cumhuriyet’e inançlı” karakterinin kökleri tarihsel özgeçmişine ve geleneklerine bağlanır.
Cumhuriyet’in yetiştirdiği kahraman insanlardan, bilim öncülerinden biri de
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat. Beşiktaş Kent Konseyi çok haklı olarak Sayın
Bu nedenle de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına ait kazanımlarını yeni-
Unat’la ilk kez verilen bir ödüle başlangıç yaptı: “Yaşam Boyu Onur Ödülü”. Bi-
den anımsamakta, tembelleşen bellekleri tazelemekte, uyarmakta yarar var. B+
lim ve davranış dünyamıza kazandırdığı değerlerle, özel birikimi ve bilim aşkıyla
bu sayısında Cumhuriyet’in “sağlık” alanında gerçekleştirdiği olağanüstü başa-
Sayın Unat, bu ödülden çok daha fazlasını hak ediyor elbet. Kent Konseyimizi
rılarını konu ediyor. Açlığın, salgın hastalıkların, yokluğun ve yoksulluğun pen-
bu değerbilir çalışması nedeniyle kutluyorum.
çesindeki ülkemizin, insanlarımızın direnme ve başarma öykülerini anlatıyor. Bu
kahramanların kimisinin adını biliyor, kimilerininkini bilmiyoruz. Bilinenleri say-
Beşiktaş sadece siyasal öncüleri ve bilim insanlarıyla öne çıkan bir kent değil. Sa-
gıyla anmak ne denli önemliyse, isimsiz kahramanların anısını yaşatmak da,
nat ve sanatçılar açısından da özel birikimlere sahip nitelikli bir yerleşim. Bilim insa-
olup bitenleri gerçek koşullarına uygun olarak anımsamakla mümkün!
nı ve sanatçının istediği özgür yaşam, esenlikli düşünce ortamı Beşiktaş kentsel
02 B+ İLKBAHAR
varlıklarının temel direklerinden. Bu özel değerler, bu seçkin kentlilerimiz özgürlük
ver ve evrensever Beşiktaş kentlileriyle dayanışarak, paylaşarak ve ortak akıl-
ve esenlik ortamını besleyen büyük akarsularımız. Bunlardan biri de Fulya Sanat
da buluşarak başaracağız!
Resitallerine katılacak Şirin Pancaroğlu… Arp sanatçısı olarak Türkiye’nin uluslararası alandaki yüz aklarından. Dünya çapında tanınan bir sanatçımız...
Sevgi ve esenlik dileklerimle.
Fulya Sanat’ın, bu güzel insanlarımızla buluşma alanı haline gelmesinden ayrıca gurur duyuyorum. Sanata gösterdiğimiz özenin arkasında, bir toplumun yaratıcı gücünün paylaşılması, aklın ve ruhun özgürleşmesi, duygu ve düşüncelerin yüreklendirilmesi var. Çünkü biz, gerçekten özgür, gerçekten demokrat bir
toplum ve ona denk düşen yeni yaşam kurmaya çabalıyoruz. Bunu da yurtse-
İsmail ÜNAL
Beşiktaş Belediye Başkanı
B+ İLKBAHAR 03
16
BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ İlkbahar ’11 / 12
22 İMTİYAZ SAHİBİ
Beşiktaş Belediyesi adına
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal
YÖNETİM YERİ
Beşiktaş Belediyesi
Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi
Başlık Sokak No: 1
34340 Beşiktaş, İstanbul
www.besiktas.bel.tr - 444 44 55
YAYIN TÜRÜ
Dergi/Yaygın
YAYIN KURULU
Hasan Özgen, Yüksel Türkili,
Görkem Kızılkayak
PROJE YÖNETMENİ
Hasan Özgen
EDİTÖR
Görkem Kızılkayak
Saygı Anıtı
Özhan Canaydın’ın heykeli vefatının birinci yılında adını taşıyan parkta yerini aldı.
Kapak fotoğrafı: Görkem Kızılkayak
Konaklar’da duvar mozaiği
Eren Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu / 1957
02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı
06 Önce Çocuklar
Cumhuriyet Türkiye’sinde
savaş bitmişti ama asıl savaş yeni başlıyordu…
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Gülçin Tahiroğlu
22
26 Erlangen Dostluk Parkı
Erlangen Dostluk Parkı
dünyada dostluk ve
kardeşliğin canlı bir kanıtı.
GÖRSEL YÖNETMEN
Nadir Mutluer
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Ayla Çiringel
YAZI İŞLERİ
Gülçin Tahiroğlu, Ayla Çiringel,
Nazan Ortaç, Nuran Savaş, Melis Baydur
26
SAYFA YAPIM
Engin Ak
KATKIDA BULUNANLAR
Yalçın Çiringel, Cengiz Kahraman,
Osman Bahadır, Evren Yıldırım, Selin Feiland,
Semih Duman, Murat Öztürk
FOTOĞRAFLAR
Görkem Kızılkayak, Alaaddin Savaş,
Burak Görgün, Şenol Kaşıkçı
YAPIM
NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.
Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak
Akyıldız Sitesi. C Blok No:22/6
Beşiktaş / İstanbul
Tel: 0212 284 99 22
06
12 30
12
16 04 B+ İLKBAHAR
Şirin Pancaroğlu
Dünyaca ünlü arp sanatçısı
Şirin Pancaroğlu Beşiktaş’ta gençlerle birlikte.
Onurlu Yaşam Ödülü
Beşiktaş Kent Konseyi,
ilk ödülü Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a verdi.
BASKI
Promat Matbaacılık 0212 622 63 63
BASKI TARİHİ
Mart 2011
30 Beşiktaş’ta Zaman
Dolmabahçe Sarayı’ndaki saat müzesi Türk-İslam izlerini
günümüze taşıyor.
34 Bir Semt: Konaklar Mahallesi
Tarih kokan sokaklarıyla
Konaklar Mahallesi.
44 Albüm: Cengiz Kahraman
Beşiktaş’ta çarşı pazar dan kareler.
52 Kadın Girişimci: Billur Eş
Çocukluk hayallerini
gerçekleştiren bir girişimci.
54 Benim Beşiktaş’ım
Vişnezade Prof. Alâeddin Yavaşca Sokak’ta büyük usta B+ ile anılarını paylaştı.
54
58 B+ 3 Yaşında
Beşiktaş’ta hayat dünden
bugüne doğru uzanır…
B+ 3 yıldır Beşiktaş Kentlisi ile bu hızlı akan hayatı paylaşıyor.
Artı
İyi günde
kötü günde...
“Ömür gelip geçti gitti
cumartesi pazarındaydı o gün. Aysel Gürel, mü-
Hatıralar sıralanır
davimi olduğu pazarda yine simit ve çayla anıldı.
Tatlı günler hep anılır
Sosyal belediyecilik anlayışının en güzel örnek-
Yaşadıklarımızla bugün
lerinden biri yaşandı o gün orada.
Rüya hakikat sanılır.”
Bir vefa örneği daha vardı; Özhan Canaydın’ın
58
68 Osman Şevki Uludağ
İlk tıp tarihçisi,
Uludağ’a ismini veren
Osman Şevki Uludağ’ı
torunu İrem Yıldızeli anlattı.
Bir Beşiktaş kentlisi olan Prof. Dr. Alâeddin Ya-
adını taşıyan parka doğum gününde bu kez
vaşca 1 Ekim 2010 tarihinde yazmış bu şiiri. O,
heykeli dikilecekti. Canaydın’ın ailesi ile birlik-
Vişnezade’de adını taşıyan Prof. Dr. Alâeddin
te CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun
Yavaşca Sokağı’nda yaşıyor. Otuz yıldır anıla-
katıldığı törende duygulu anlar yaşandı.
rını biriktirdiği sokağa Beşiktaş Belediyesi’nce
adının verilmesi hayatı boyunca onu en çok
Beşiktaş, zengin kültürel mirasıyla bizlere yep-
duygulandıran olaylardan biri olmuş. “Yaşar-
yeni ufuklar açıyor. Her sokakta, her kapıda ya-
ken değerinin bilinmesi çok güzel. O gün ha-
şanmış binlerce anı var. Türkiye’nin ilk tıp tarih-
yatımın en güzel günüydü” sözleriyle duygula-
çisi, ilk dağcısı, Uludağ’a adını veren Dr. Şev-
rını ifade ediyor ve Beşiktaş Belediyesi’ni bu
ki Uludağ’ın anıları gibi… O anılar torunu İrem
duyarlılığından dolayı kutluyor.
Yıldızeli’nin elinde kitaba dönüştü. Bugün
Akatlar’da yaşayan kızı ve torunu anılarını B+ ile
Gerçekten de yaşarken değerinin bilindiğini
paylaştı.
görmek mutlulukların en güzeli olsa gerek. Be-
68
şiktaş Belediyesi bu duyguyu en az onlar ka-
Dünyaca ünlü arp sanatçımız Şirin Pancaroğ-
dar hissediyor. İyi günde kötü günde ve daima
lu Arp Sanat Derneği’ni Mecidiye Mahallesi
Beşiktaş kentlisiyle elele olmanın gururunu ya-
Muhtarlığı’nın içine taşıyarak, Beşiktaşlıların ara-
şıyor Beşiktaş Belediyesi.
sına katıldı. Hızlıydı yine hayat Beşiktaş’ta... Ustalara Saygı Geceleri, Belgesel Sinema Günle-
O duygu yüklü anlardan biri de Akatlar Kül-
ri ve şehre yepyeni bir soluk getiren Fulya Sa-
tür Merkezi’nde yaşandı. Değerli Prof. Nermin
nat Resitalleri…
Abadan Unat’a Kent Beşiktaş Konseyi Onur
72 Belgesel Sinema Günleri
Beşiktaşlılar iki yıldır belgesel sinema günlerini her çarşamba heyecanla bekliyor.
76 Bruno Taut
Cumhuriyet’in modernizminde
bir mimar, bir öğretmen.
80 Haberler
Beşiktaş’ta gerçekleşen
etkinliklerden özetler...
90 Rehber / 24 saat
94 Mercek
Bebek Kasrı
Ödülü verildi geçtiğimiz ay. “Kamuoyu” sözü-
Üç yıldır B+’da Beşiktaş’taki hayatın bu hızlı akı-
nü dilimize kazandıran Prof. Nermin Abadan
şını sizlerle paylaşıyoruz. Her zaman birlikte ol-
Unat, yaşamı boyunca yaptığı işlerle bir Cum-
mak dileğiyle...
huriyet kızı olmanın gururunu yaşattı bizlere. O
gün onu sevdikleri, öğrencileri yalnız bırakma-
Hoşça kalın.
dılar, tıpkı onun da onları bırakmadığı gibi. Gazeteci Yazgülü Aldoğan, Hocası Nermin Abadan Unat’ı anlattı o gece. Unat’ın ilginç yaşam
öyküsü paylaşıldı Beşiktaşlılarla.
Beşiktaş’ta yaşananlar silinmez, aksine tatlı bir
anı bırakır belleklere. Aysel Gürel sanat dünyamızın yıldızıydı, vefatının üzerinden bir yıl geçse de sevenleri onu yine yalnız bırakmadı. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Gürel’in
[email protected]
B+ İLKBAHAR 05
Cumhuriyet'in kazanımları
Cumhuriyet,
önce çocuklarını
kurtardı!
Yazı: OSMAN BAHADIR Fotoğraflar: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ
Cumhuriyet’i kuran öncü kuşağı zorlu bir savaş daha bekliyordu.
Bu kez görevleri toplumu yeniden inşa etmekti. B+ bu olağanüstü mücadeleyi her sayıda sizlerle paylaşıyor.
6 B+ İLKBAHAR
Y
unus Nadi Bey, 23 Ağustos 1924 tarihli Cumhuriyet
Gazetesi’nin “Sıhhat Mücahedesi (savaşı)” başlıklı başyazısında şunları söylüyordu; “...Himaye-i Etfal Cemiyeti kâtib-i umumisi Doktor Fuat Bey’in tetkikatında görülmüş olduğu üzere, Türkiye’de doğan çocukların muhakkak surette yarıdan fazlası, bir ile bir buçuk yaşları arasında ölüyor. Cehaletin ve sefaletin her gün artan bir surette meydan verdiği felaketler buna dahil değildir. Hepsini biraraya toplayarak hakiki bir istatistik vücuda getirilmek üzere çocuk kelimesinin istiab ettiği (kapsadığı)
senelerdeki ölümlerin miktarının mutlaka yüzde yetmişi geçtiğini görürüz.
Acaba bir memleket için bundan daha büyük ne felaket olabilir?..”
Kırklareli Mebusu Dr. Fuat Bey de, TBMM’nin 1925 yılı II. dönemi 73. toplantısında yaptığı konuşmada, yüzde 70’e varan çocuk ölüm oranının düşürülmesini ve sağlıklı gebelik ve doğum koşullarının yaratılmasını talep
ediyordu (1).
1923-1925 yıllarında Türkiye’de yaşayan ve Türk tıbbını inceleyen ABD’li
denizci doktor C. W. G. Bunker, Washington’da Bahriye Nezareti Tababet Şubesi tarafından yayınlanan United States Naval Medical Bulletin
adlı derginin 2 Nisan 1927 tarihli 2. sayısında yer alan “Türkiye’de Tababet” başlıklı uzun makalesinde ise, Türkiye’de çocuklar arasındaki ölüm
oranının yüksek olduğunu ve kayıpların zaman zaman yüzde 80’e kadar
çıktığını belirtiyordu (2).
di ve bu kampanya sürekli hale getirildi. Ayrıca Konya, Adana, Aydın, Ankara gibi ülkenin çeşitli şehirlerinde doğumevleri açıldı. İstanbul’da çocuk
klinikleri kuruldu. Anadolu şehirlerinde doğumevleri ilk defa Cumhuriyet’le
kuruldu (4).
Doğum sırasındaki çocuk ölümlerinin önemli bir bölümü, doğumda bir
ebenin bulunmamasından ve ebeveynlerin doğumla ilgili bilimsel ve hijyenik kurallardan habersiz olmasından kaynaklanıyordu. Genç Cumhuriyet
yönetimi, doktor, eczacı, sağlık memuru, hemşire eğitimiyle birlikte ebe
yetiştirilmesine ve ebelerin ülkenin her yöresinde görevlendirilmesine de
büyük bir önem vermiştir. Cumhuriyet’in ilanı günlerinde ülkemizdeki diplomalı ebe sayısı 136 idi. 1927’de 347 olan ebe sayısı, 1930’da 700’ün
üzerine çıktı (5).
Ebeveynlerin sağlık bilgilerinin eksikliği, çocuk ölümlerinin en önemli nedenlerinden biri olarak görüldüğünden, halkı bu konuda bilinçlendirmek
için “gezici sağlık ekipleri” her araçtan yararlanarak halka doğum ve sağlık bilgisi vermeye çalıştı. O sıralarda ülkemize henüz yeni girmiş olan sinema teknolojisi de, gezici film gösterme ekipleri oluşturularak bu amaç
için kullanıldı.
Yoksul annelere yardım
Yoksulluktan kaynaklanan beslenme yetersizliği, çocuk ölümlerinin yüksek olmasının bir diğer nedenini oluşturuyordu. Hükümet ve Sağlık Bakanlığı örgütleri, yeni doğan ve küçük yaştaki çocukların gerekli gıdayı
alabilmelerine yardımcı olmak amacıyla çocuklu ailelere çeşitli gıda yardımlarında bulundu. Bebek ve çocuk sağlığını korumak ve geliştirmek
amacıyla kurulmuş bulunan “Süt Damlası” kurumları, ülkenin çeşitli yöre-
Ülke hastalıktan kırılıyor
Ülkemizde Cumhuriyet’in ilk yıllarında çocuk yaşamı ve sağlığıyla ilgili tablo, işte böyle vahim bir felaketi yansıtıyordu. Öte yandan yetişkinlerin durumunun da iç açıcı olduğu söylenemezdi. Ülke nüfusunun büyük bir bölümü, sıtma, verem, frengi, trahom ve benzeri hastalıklardan kırılıyordu.
Ancak çocuk ülkenin geleceğiydi ve çocuklarını yaşatamayan bir ulusun
geleceğinden söz edilemezdi.
Bu bilinçle hareket eden Cumhuriyet hükümetleri, tüm ülkeyi tehdit eden
her türlü bulaşıcı hastalıkla birlikte, çocuk ölümlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak da büyük bir mücadeleye giriştiler.
1925 yılında hazırlanan Sağlık Bakanlığı Çalışma Programı’nda öncelikle şunların yerine getirilmesi öngörülüyordu: “Sağlık örgütünü genişleterek köye kadar götürmek, sağlık personeli yetiştirmek, numune hastaneleri ile doğumevleri ve çocuk bakımevleri açmak, halk sağlığı bakımından
önemli sıtma, verem, trahom, frengi, kuduz gibi hastalıklarla savaşmak ve
sağlıkla ilgili kanunları yapmak, Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kurmak” (3).
Anadolu
şehirlerinde
doğumevleri
ilk defa
Cumhuriyet’le
kuruldu.
Cumhuriyet doğumevleri açıyor
Bu programın bir parçası olarak, yetişkinlerle birlikte çocukları bulaşıcı
hastalıklardan korumak amacıyla yoğun bir aşı kampanyası gerçekleştiril-
B+ İLKBAHAR 07
Süleymaniye doğumevinin açılışı mücadelede dönüm noktasıydı.
Sağlıklı nesiller gelişecek bebekler artık ölmeyecekti...
08 B+ İLKBAHAR
lerinde çocuklara gıda yardımı yapılmasında önemli bir rol oynadılar. 1924
yılının ilk altı ayında sadece İstanbul’da, 1602 çocuğa 41 bin 201 şişe taze
süt, 429 paket pirinç unu ve daha başka gıda yardımlarında bulunulmuştur. 1925 yılında gıda yardımı arttırılarak 17 bin 401 çocuğa 85 bin 886
şişe taze süt, 638 paket pirinç unu ve benzeri verilmiştir. Yiyecek yardımlarının miktarı her geçen yıl arttırılmıştır. Ayrıca Süt Damlası kurumları, çocukların doğumdan sonraki yaşamlarını ve gelişmelerini dikkatle takip etmiş, hasta çocukların hastalıklarının teşhisleri ve tedavileriyle yakından ilgilenmiştir. Öte yandan Süt Damlası, muhtaç durumdaki annelere sepet,
beşik, çamaşır, kundak veriyor (ödünç olarak), loğusa annelere bakıyor ve
bebeklere sıhhi bakım yollarını gösteren kurslar veriyordu (6).
Cumhuriyet,
yaşamına öncelikle
çocuklarını kimsesizliğin,
çaresizliğin, cehaletin,
hurafelere kurban gitmenin
ve ölümün pençesinden
çekip kurtararak
başlamıştır.
Modern bilimin en son gelişmeleri izlenerek ve onlara bağlı kalınarak yürütülen, planlı, inançlı yöneticilerin ve sağlık personelinin yüksek
fedakârlıklar içeren duygu ve davranışlarına dayalı, ulusun çocuklarını ve
geleceğini kurtarma hedefli bir yurttaşlık bilinci taşıyan bu büyük sağlık
mücadelesi, çok geçmeden önemli sonuçlar vermiştir. 1930 yılı Mayıs ayı
itibarıyla, Aydın, Bursa, Adana, Konya ve Ankara civarında yapılan araştırmalarda çocuk ölümlerinin yüzde 15.2’yi geçmediği saptanmıştır (7).
5- İlaç tedariki ve üretimi,
6- Koruyucu önlemler alma,
7- Bulaşıcı hastalıklara karşı halkı çeşitli araçlarla eğitme,
8- İdari organizasyon.
Cumhuriyet’in yüksek orandaki çocuk ölümlerini düşük düzeylere indirmekteki büyük başarısı, hiç şüphe yok ki, bütün davranışlarında bilimi ve halkın
aydınlanmasını temel almasına dayanmaktadır. Bu başarı, aynı zamanda bilimin, geleneksel bir toplumun ulus ve yurttaşlar topluluğu haline dönüşmesindeki rolünü göstermesi bakımından da büyük bir önem taşımaktadır.
Son derece kısıtlı maddi ve mali koşullara rağmen, hızla yeterli sayıda deneyimli uzman yetiştirmek için yurt dışına doktorlar gönderildi, yurdun her
yöresinde sıtma ve verem savaş dernekleri ve dispanserleri kuruldu, halk
içinde hastalık taraması yapıldı ve mücadelede öncelik verilmesi gereken
bölgeler tesbit edildi.
Mücadelenin sekiz cephesi
Yeterli miktarda kinin sağlanmaya çalışıldı ve kinin ile BCG aşısının yerli
üretimi yapıldı. Bazı salgın hastalıklar daha başlangıç aşamasında durduruldu. (1929 yılında Suriye’de çiçek hastalığı salgını çıktığında ve yurdumuzda da buradan kaynaklanan vakalar görülmeye başladığında, 1 Ağustos 1929- 30 Haziran 1931 tarihleri arasında Mardin, Gaziantep, Cebelibereket, Diyarbakır, Mersin, Siirt, Elazığ, Maraş, Malatya, Urfa ve Adana
vilayetlerinde 1.215.839 kişi aşılanmış ve salgının çıkması önlenmiştir (8).
Doktorlara ve sağlık memurlarına sıtma kursları verildi. Vilayetlerde sıtma
mücadele heyetleri oluşturuldu.
Cumhuriyet hükümetleri bulaşıcı hastalıkları kısa zamanda yok etmek
üzere çok cepheli bir sağlık seferberliği başlattılar. Bu seferberliğin sekiz
cephesi vardı:
1- Uzman yetiştirme,
2- Kurumsallaşma (hastane, dispanser açma vb.),
3- Hastalık taraması düzenleme,
4- Teşhis ve tedavi,
B+ İLKBAHAR 09
ve geleceğine olan yüksek inancında yatıyordu. Bu topluluk, büyük zorluklar içeren ve fedakârlıklar gerektiren mücadelesinde sadece mikroplara karşı değil, eğitim olanağını bulamadığı için hurafelere esir düşmüş insanların önyargılarına karşı da savaşmışlardır. Belki de daha zor olan buydu. Çünkü hastalar şifayı kininde değil, muskada arıyordu. Hastalıkların
kökeniyle ilgili hurafelerin sayısı belirsizdi.
Sıtmalı hastaları “iyileştirmek” için, hastalığın sebebi sayılan dalağın kesilip çıkartıldığı bile görülüyordu. Bu nedenle tıbbi tedavinin uygulanabilmesi ve başarıya ulaşabilmesi için önce hastaların vücutlarındaki muskaların
çıkartılması gerekti. Ancak ondan sonradır ki hastalar iyileşmelerinin ilaçlardan kaynaklandığına inanmaya başladılar.
Bilimin hurafeye galibiyeti
Bulaşıcı hastalıklara karşı Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu mücadele, ülkemizde bilim ile hurafe mücadelesinin ve bilimin hurafeye üstün gelmesinin
öyküsüdür. Bu, gerçekte Cumhuriyet döneminde bilimin en büyük başarı öyküsüdür de... Bu başarının etkisi, tıbbi ve sosyal kazançlarla sınırlı kalmamış, bilimle kitlesel ölçüde ilk kez yüz yüze gelmiş olan Türkiye halkında bilime ve modern tıbba güvenme yönünde etkileri bugüne kadar uzanan bir zihniyet değişimine de yol açmıştır.
Modern bilimin en son esaslarına dayanılarak yürütülmüş olan bu mücadele aynı zamanda uluslaşma sürecimizin de en büyük aşamalarından birini oluşturmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nda ülkesini savunmak için çarpışan askerlerimiz ne kadar ulusal kahramansa, bulaşıcı hastalıkları yenerek bir ulusu yok olmaktan kurtaran bu inançlı ve fedakar doktorlar, eczacılar, sağlık memurları,
ebeler ve hemşireler de o kadar kahramandır.
Sıtma mücadelesi heyetleri bir uzman başkanın yönetimindedir ve başında bir mücadele doktoru bulunan 4-9 şubeden oluşmaktadır. Mücadele başkanının bulunduğu yerde bir şefin yönetiminde bir laboratuar kurulmuştur. Her şube 4-5 daireye ayrılmıştır ve bunların her birinin başında da
özel şekilde yetiştirilmiş sağlık memurları bulunmaktadır. Her sağlık memurunun bölgesine 8-15 köy düşmektedir.
Ağır sıtmalı hastaların yatırılıp tedavi edilmesi için 5-10 yataklı sıtma dispanserleri açılmıştır. Her bölgeye de bir hizmet otomobili verilmiştir.
Ayrıca sıtma mücadele heyetleri, bir yandan nisan ve kasım aylarında bölgelerindeki insanları genel muayeneden geçirerek, dalak ve kan tetkikleri
sonucunda sıtmalı bulunanları tedavi altına alırlarken, diğer yandan da bataklıkları kurutmaya çalışmışlardır (9).
Büyük başarı
Halka hastalıklardan korunma yollarını göstermek amacıyla her türlü araçla bilgi verme yoluna gidilmiştir. Hastalığın hangi yollardan ve nasıl bulaştığını anlatan ve halka parasız olarak gösterilen filmler yapılmış ve gezici
film gösterme ekipleri oluşturulmuştur (10).
Bu büyük sağlık seferberliği 10 yıl içinde önemli başarılar kazanmıştır. Ülkedeki sıtmalı hasta oranı 1930’lu yıllarda yüzde 11’e düşürülmüştür (11).
Genel olarak bulaşıcı hastalıkların etkisi, kabul edilebilir sınırlar içerisine
çekilmiştir.
Bütün bu mücadele ve elde edilen büyük başarı, inanılması güçtür ama,
sayıları bini bulmayan doktorların öncülüğünde gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanı tarihinde Türkiye’de 554 doktor, 69 eczacı, 560 sağlık memuru, 136 ebe ve 4 hemşire bulunuyordu (12).
Bu büyük başarının sırrı, elbette, elinde tuttuğu meşale bilim olan bir liderin öncülüğündeki genç ve inançlı bir topluluğun, liderine, ülkesine, bilime
10 B+ İLKBAHAR
Bir ulusu ulus yapan şeylerin başında, o ulusun kahramanlarını bilmesi ve
onları onurlandırması gelir. Ama kimler bizim kahramanlarımız? Sadece
bizim ülkemizde değil, dünya tarihinde de önemli bir yeri olan bu tıbbi ve
sosyal mücadele ve başarı öyküsünün ne romanı yazılmış, ne oyunu sahnelenmiş, ne de filmi yapılmıştır. Tıp tarihinin bir konusu olarak yapılan sınırlı çalışmalar bir yana, halka bu mücadelenin bilgisi dahi sunulmamıştır.
Çok geç kalmış da olsak, bu mücadelenin kahramanlarını ve öyküsünü
ulusumuza tanıtmamız ve anlatmamız gerekiyor. Çünkü ancak o zaman
gerçekten bir ulus olabileceğiz. B+
Kaynakça:
1. Meliha Özpekcan. TBMM Tutanaklarına Göre Türkiye
Cumhuriyeti’nde Sağlık Politikası.
2. “Türk Tababeti Hakkında Bir Amerikalı Tabibin Tetkikat ve
Müşahedatı”. Darülfünun Tıp Fakültesi Mecmuası Sayı 1112 Kasım 1928.
3. Doç. Dr. Hilmi Erginöz, Halk Sağlığı,
Tıp Alanındaki İlerlemelerin Tarihi. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat.
4. Akile Gürsoy “Sağlık, Gençlik, Güzellik, Üç Kuşak”
Cumhuriyet Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı 1998 s. 42
5. Cumhuriyet Gazetesi, 30 Mayıs 1924.
6. Cumhuriyet Gazetesi 30 Mart 1926 s. 1-2.
7. Meliha Özpekcan, adı geçen makale s. 218
8. Ekrem Kadri Unat, a.g.m. s. 398
9. A.g.m. s. 398
10. Cumhuriyet Gazetesi 7 Ocak 1925
11. Akile Gürsoy, adı geçen kitap bölümü, s.43
12. Hilmi Erginöz, Halk Sağlığı, Türkiye’de Tıp Dallarındaki
İlerlemelerin Tarihi Ekrem Kadri Unat İst. 1988, s. 80
Süt Damlası Kurumu
Araştırmalar, ülkemizde üreme sağlığı, anne ve çocuk sağlığı, yeni doğan
bakımı konusunda çağdaş hizmet sunumunun 19. yüzyılın ikinci yarısı ve
20. yüzyılın başlarına tarihlendiğini göstermektedir. Çağdaş bilimsel tıbbın
kurumsallaşması ve hizmetin toplum içinde yaygınlaşması çabaları bu geçiş döneminde yoğunlaşmaktadır.
mizin ilk kadın hekimi Dr. Safiye Ali idi. İstanbul işgal altındayken, Fransız
General Palle’nin girişimi ile Fransız Kızılhaçı’na bağlı, Fransız Madamlar
Cemiyeti’nin Türk çocuklara yardım için kurmuş oldukları Küçük Çocuklar
Muayenehanesi-Süt Damlası, bir çocuk bakım yurduydu.
1941 yılında İstanbul’daki Süt Damlası sayısı üçe, daha sonra da 21’e yükselmişti. Bu duruma 1926 yılında Süt Damlası Müdürlüğü’ne getirilen Safiye Ali’nin çalışmaları sebep olmuştu. Semiha Galip ve Leman Hanımlar da
yardımcılığını yapıyorlardı. O sırada Süt Damlası’nın izlemekte olduğu 180
kayıtlı çocuğu vardı. Haftada iki
gün dışarıdan başvuranlar muayene ve tedavi ediliyor, ilaçları
da veriliyordu.
Dr. Safiye Ali, o yıllarda Avrupa ülkelerinde yaygın olan “Çocuk Müzesi” kurmak için malzeme toplamıştı. Bu eşyalar Süt
Damlası’nda muhafaza ediliyor ve annelerin çocuk bakımı
eğitiminde kullanılıyordu. Besim Ömer ve Safiye Ali, her ikisi de yaşamlarını sağlıklı çocuk
yetiştirmeye adamış bu meslek
insanları, çalışmaları, hizmetleri, ürettikleri ile ana çocuk sağlığı hizmetlerinin ülkemizdeki ilk
kurumsal yapılanmasını oluşturmuşlardır. Ülkemizde sağlık
hizmetlerinin toplum sağlığı bakışıyla ve örgütlü biçimde sunulmasının çarpıcı örneklerindendir Süt Damlası uygulaması...
Osmanlı Devleti’nde, hangi toplumsal kesimden olursa olsunlar, kadınların
yaşadıkları yerde ve güvendikleri bir ebe denetiminde doğum yapmaları anlayışı yaygındı. Doğum esas olarak ebelerin eline kaldığı için, anne ve bebek
kayıplarının önemli bir oranını hâlâ, eski usul çıraklık yöntemiyle yapılan uygulamalar, yanlış bilgiler ve boş (batıl) inançlar oluşturmaktaydı. Bu konudaki “hurafelerden” uzak duran Dr. Besim Ömer Paşa (Akalın), eğitiminden
sonra ilk iş olarak bir kadın doğum kliniği açılması için girişimlerde bulundu.
Sultan II. Abdülhamit’in de izniyle Tıp Fakültesi’nin bahçesindeki karantinahaneyi 14 yataklı bir hastaneye dönüştürerek 1894 yılında Viladethane’yi,
yani Osmanlı Devleti’nin ilk kadın doğum kliniğini açmış oldu. Besim
Ömer Paşa’nın mesleki yaşamında desteklediği gençlerden biri de ülke-
Yüksek orandaki
çocuk ölümlerine karşı
kesin zafer kazanıldı.
Bu yolda
Terbiye Treni ve
Süt Damlası
Kurumu’nun
önemi büyüktü.
Seyyar Terbiye Treni
Hastalıklarla mücadele konusu birçok yaratıcı fikre de esin kaynağı oldu.
Onlardan biri de Seyyar Terbiye Treni’ydi. Mustafa Kemal Atatürk döneminin en ilginç uygulamalarından biriydi Seyyar Terbiye Treni.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10. yıl kutlamalarının coşkulu atmosferi içinde, Ankara Garı’ndan Samsun’a doğru kalkan bu tren, çarpıcı bir
olgu olarak tarihteki yerini aldı. Seyyar Terbiye Treni, Türkiye’nin var olma
savaşının en sıcak günlerinde bile gücü, çok yönlü yararları ve etkileri bakımından çok önemliydi.
Şark Orduları Komutanı Kazım Karabekir’in, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne sunduğu ve Atatürk’ün de yürekten inanarak onayladığı “İbret Yeri Projesi ”(1923),TBMM kurulunda maddi yetersizlik gerekçesi ile
olumsuz karşılanmıştı. Oysa bu proje dönemin yakın tanıkları tarafından
“tam bir halk eğitim projesi” olarak tanımlandı. 1920-1930’ lu yıllarda çekilen bilimsel, eğitici ve öğretici filmlerin tümüne ‘terbiyevi filmler’ denilmekteydi. Halk eğitimi sorununun en ciddi boyutlarda yaşandığı bu dönemde,
sinema etkili bir araç olarak kullanılıyordu. Sinemada bu konu, eğitici işlevi, yurt içi ve dışında deneyimler dikkate alınarak incelenmekteydi. Yayınlanan “Fikirler Dergisi”, uygulamanın başarısına sık sık işaret etti. Dergideki yazılardan birinde bu çarpıcı uygulama şöyle anlatıldı: “...vatandaşlar hastalıklardan kurtulmaya, iyi mahsul almaya, güzel çalışmaya dair konferanslar dinlediler. Veremin, frenginin, sıtmanın safhalarını ve tahribatını projeksiyon vagonunun beyaz perdesi üzerinde takip eylediler.” 21 Nisan 1933 tarihinde Ankara’dan Samsun’a doğru bir tren kalkarak 14 ayrı noktada konferanslar verdi, sergiler düzenleyerek filmler gösterdi. Tam 1002 km yol kat
etti bu tren. Terbiye Treni’ndeki çalışmalardan yaklaşık 10 bin kişinin yararlandığı biliniyor.
B+ İLKBAHAR 11
Deneyim
Hocaların hocası:
Nermin Abadan Unat!
Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ
N
Beşiktaş Kent Konseyi “Onurlu Yaşam Ödülü”nü
Cumhuriyet kuşağının önemli bir savaşçısına,
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a verdi
ermin Abadan Unat, Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, ilk kadın gazetecilerinden, ilk kadın senatörlerinden, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı,
ilk kadın doçenti, ilk kadın profesörü ve ilk kadın kürsü
kurucusu. Basın Yayın Yüksek Okulu’nun kurucularından biri ve ilk kadın müdürü. “Uluslararası göç” ve “kadın hakları” konularındaki çalışmalarıyla da gerek yurt içi ve gerekse de yurt
dışında tanınan en güçlü isimlerden biri. Dilimize “kamuoyu”, “halkla ilişkiler” gibi kavramları kazandıran bir öncü. Makaleleri, kitapları yabancı dillere çevrilmiş, dünyanın dört bir yanında konferanslar vermiş, beş dili anadili gibi konuşan bir bilim kadını.
12 B+ İLKBAHAR
Hocaların hocası Nermin Abadan Unat’ı anlatmak için bu sözler de yeterli değil. O hayatını kendi elleriyle yaratan bir kadın. Çoğumuz onun bu yanını bilmiyoruz. Erken vefat eden bir baba, kumarda varını yoğunu kaybeden bir anne, istenmeyen bir çocuk… Evsiz, barksız ve hatta sahipsiz geçen gençlik yılları. Dilini bilmediği babasının ülkesinde yaşamayı seçen 14
yaşında bir çocuk… Üst üste gelen zorluklardan yılmayan, tam tersine her
birinden daha güçlü çıkmasını bilen bir kadın. Onun çelik gibi iradesi hayatının her karesine damgasını vurmuş.
“Bugün ne olduysam, Atatürk sayesinde oldum” diyen bir Kemalist o. Ahmet Taner Kışlalı, Nermin Abadan Unat’ı anlattığı yazısında şöyle diyor:
“Bazen küçük bir hayat hikâyesi, binlerce kitaptan daha fazla şey anlatır.”
Gerçekten de öyle… Nermin Abadan Unat hâlâ ülkesine inançla ve kararlılıkla hizmet vermeye devam ediyor.
İlk kez verilen ödül
Beşiktaş Kent Konseyi, bu yıl ilk kez vermeyi kararlaştırdığı “Onurlu Yaşam
Ödülü” için, Cumhuriyet kuşağının bu çok önemli temsilcisini uygun gördü. Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a ödülü 2 Şubat 20011’de Akatlar Kültür Merkezi’nde törenle verildi.
Törende Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Prof. Nermin Abadan
Unat’ın hayat hikayesinden önemli kesitler sunarak başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkçe öğrenmekle yetinmeyen, Türkçe’yi bilim dili olarak gururla kullanan Nermin Abadan Unat, sayısız başarılara imza atmış ve
sayısız ödüle layık görülmüştür. Bizi aydınlıklarla buluşturan Cumhuriyet’in
kurucu kuşağının en önemli temsilcilerinden biri, sözünü ettiğim. Onunla olmak, ondan güç almak çok güzel. Beşiktaş Kent Konseyi’ni bu kararından dolayı kutluyorum. Kent Konseyi bir ilke imza attı. “Onurlu Yaşam
Ödülü”nün ilk sahibi, sadece bir bilim insanı, bir Cumhuriyet aydını değil,
Cumhuriyet’in yarattığı kadın kimliğinin öncülerinden ve simgelerinden biri.
Kararlı duruşu ve bize armağan ettiklerinin yanında bu çok mütevazı bir
ödüldür. Onurlu Yaşam Ödülü sevgili hocaya çok yakışacaktır. Bu ödülün
aynı zamanda bir Beşiktaş kentlisine verilmesi de çok anlamlıdır. Ülkenin
siz ve sizin gibi değerlere ihtiyacı var hocam, özellikle Mustafa Kemal’in
çizgisinden şaşmadan ilerlememiz gereken bu dönemlerde…”
Törende konuşan Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi Koordinatörü
Avukat Nazan Moroğlu ise, konuşmasına, “Değerli hocam, saygıyla selamlıyorum sizi” diye başlayarak şunları söyledi: “Nermin Hoca anlatmakla
bitmez; keşke yaşamı bir ders olarak okutulabilse ve gelecek kuşaklar dimdik duruşuyla aklı, bilimi hedef alan bu Türk kadınının nasıl olduğunu görebilseler. Özellikle, kimliklerin yok sayıldığı bir dönemde bu mümkün değil.”
Törende konuşan Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yılmaz Esmer, “Onurlu Yaşam Ödülü diye bir şey varsa, hak eden kişi Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’tır. Bu isabetli kararlarından ötürü Beşiktaş Belediye
Başkanı’nı ve Kent Konseyi’ni kutluyorum” dedi.
İsmail Ünal:
“O bizi aydınlıklarla
buluşturan
Cumhuriyet’in
kurucu kuşağının
en önemli
temsilcilerinden
biri.”
“Nermin Hoca’nın yanında olup aydınlığından yararlanmamak mümkün değil” diyen Nazan Moroğlu, üniversitede okurken onun her zaman yön gösterdiğini, bu nedenle de her sorunun üstesinden gelmeyi başardıklarını belirterek, hocanın şu sözüne dikkat çekti: “ Yanıt beklenmez, yanıt gidip alınır.”
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’ın öğrencilerinden, gazeteci-yazar Yazgülü
Aldoğan da Beşiktaşlılarla anılarını paylaştı. Onun derslerinden aldığı zevki,
“siyaset sosyolojisi, kitle iletişimi” gibi yeni yeni kavramlarla o dönemde tanışmanın önemini anlattı. “Nermin Hocamın farkında olmadan açtığı yol bizim yolumuzu aydınlattı” sözleriyle de öğretmenine duyduğu saygı ve sevgiyi gösterdi.
Beşiktaş Kaymakamı Sadettin Yücel’in üzerinde durduğu konu ise dikkat
çekiciydi: “Azgelişmiş ülkelerde değerler sahneden çekildikten sonra kıymete binerler. Ondan sonra da ahlar vahlar işitilir ama bu bir değer ifade etmez. Yaşarken değer bilmek, ödül vermek çok anlamlıdır. İstanbul’un birçok anlamda merkezi olan Beşiktaşımızın böylesine gelişmişlik göstergesi
bir ödülü başlatması her şeyden önce burada yaşayan bir Beşiktaşlı olarak
beni gururlandırdı. Hocamızın yöneticisi olduğum bir ilçenin hemşehrisi olması da ayrı bir gurur kaynağım oldu.”
Beşiktaş’a kütüphane yakışır
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat ise ödül almak için geldiği sahnede gençlere verdiği önemi şu sözlerle ifade etti: “Doksanına gelince sürekli film görüyorsun… Ektiğin tohumlar nasıl önce filiz, sonra ağaç olur, onu izliyorsun.
Karşınıza bir genç geliyor, dört sene sonra siz onun önünde saygıyla eğilmek zorunda kalıyorsunuz. Bu hayatta iyi bir şey yaptım, öğrencilerimle ilişkimi kesmedim. Yoksa hayattan ilişkimi kesmiş olurdum.”
Mustafa Kemal olmasaydı ben bugün bu noktada olamazdım. Bizim kuşak onun desteğiyle okudu, gelişti” diyen Nermin Abadan Unat, Beşiktaş
bölgesinde yedi üniversitenin yer almasının çok önemli olduğunu ve bunun
Beşiktaş’ın önemini de yükselttiğini söyledi. Önemli bir saptama yapan
Nermin Abadan Unat, Başkan Ünal’dan bir de istekte bulundu: “Gençlerimiz okumayı sevmiyor. Türkiye’de 500 bin kütüphane var. Bu sayı, İran’da
7 milyon, Fransa’da 35 milyon. Sanatçılar Parkı gibi projeleri hayata geçirerek sanata ve kültüre verdiği önemi gösteren belediyemize bir de dijital
kütüphane yapmak düşer. Beşiktaş Belediyesi dijital kütüphane ile önemli
bir yeniliğe de imza atmış olur. Bunu yapmanızı diliyorum.”
B+ İLKBAHAR 13
Bu istek karşısında Başkan İsmail Ünal’ın verdiği yanıt ise açık ve netti:
“Tüm varlığımızla çalışırız efendim.”
Hayatını seçen kadın
Şimdi Nermin Abadan Unat’ı, hayatından özetlerle anlatalım. Babası
Saraybosna’dan İzmir’e göç eden bir
aileden. Aile üyeleri Osmanlı’nın son
döneminde Avrupa’ya fındık ihraç ediyor. Babası ailenin Hamburg’daki şubesinin sorumluluğunu üstleniyor.
Almanya’da tanıştığı Barones Elfriede Karwisky ile evleniyor. 1921 yılında Nermin doğuyor. Babası eşini ve kızını alarak 1930’lu yılların başında İstanbul’a taşınıyor. Fakat kısa
süre sonra ölünce annesi Nermin’i yanına alarak Budapeşte’ye gidiyor. Kumarda kocasından kalan büyük serveti
kaybediyor. O kadar ki Nermin’i okutacak parası bile kalmıyor.
Almanca, Fransızca, İngilizce ve Macarca konuşan fakat Türkçe bilmeyen Nermin, 14 yaşında iken Budapeşte’deki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nin kapısına dayanıyor. ”Benim babam Türk idi. Ben Türkçe bilmiyorum. Türkiye’de okumak istiyorum. Param yok. Beni Türkiye’ye
gönderin” diyor.
Büyükelçi cebine para koyuyor. Tren biletini alıyor. Nermin’i Türkiye’ye yolluyor. İstanbul’dan İzmir’e babasının akrabalarının yanına giden Nermin’i
akrabaları “kabullenmekte” zorlanıyor. Nermin o akrabadan bu akrabaya,
dolanıp dururken İzmir Kız Lisesi’ne başvuruyor. Lise müdürü Türkçe bilmemesine rağmen Nermin’i okula kabul ediyor.
İzmir Kız Lisesi o yıllar Türkiye’nin en iyi eğitim kurumlarından biri. Nermin’in
sınıf arkadaşları daha sonra Türk kamuoyunda isimleri ile öne çıkan Mübeccel Kıray, Nerime Elbe, Türkan Erkin, Günseli Tamkoç, Perihan Perçin,
Perihan İçseven gibi genç kızlar...
Tek başına mücadele
Lise döneminde Almanca ders veriyor, Fuar’da çalışıyor. Liseden sonra
İstanbul’da Hukuk Fakültesi’nde okuyor. Fakültede hocası Prof. Dr. Yavuz Abadan’a hayranlığı başlıyor. Dönem, İkinci Dünya Savaşı yılları. Nermin, ithalatçı ve nakliyeci firmalarda çalışarak cep harçlığını çıkarıyor. Okulu
bitirdikten sonra Yavuz Abadan’a yakın olmak için Ankara’ya gidiyor. Ulus
gazetesinde iş buluyor. O yıllar gazetelerde çok az kadın çalışıyor. 1946 yılında Yavuz Abadan ile evleniyor. Türkiye’de ilk defa bir evi ve ailesi oluyor.
Bir süre avukatlık yapıyor. 1953 yılında Mülkiye’ye asistan olarak giriyor.
Nermin Hoca’nın
albümünden
fotoğraflar
14 B+ İLKBAHAR
Mülkiye’nin ilk kadın öğretim üyesi oluyor. 1970 yılında Mülkiye’ye bağlı olarak faaliyete geçen basın yayın okulunun (İletişim Fakültesi) müdürlüğünü yapıyor. Mülkiye’de “Siyasal Davranış Enstitüsü”nü kuruyor. Ağırlıklı olarak yurt dışındaki göçmen Türk işçiler ve kadın sorunları konularıyla ilgileniyor. Uluslararası Siyasi İlimler Derneği (IPSA) başkan yardımcılığı,
Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanlığı, Avrupa Konseyi’nin Kadın - Erkek Eşitlik Komisyonu başkan yardımcılığı gibi görevlerde bulunuyor.
1978 - 1980 yılları arasında CHP’den kontenjan senatörü oluyor.
Oğlu Mustafa Kemal’in babası Yavuz Abadan 1967 yılında vefat ediyor,
Nermin Abadan 1972 yılında Prof. Dr. İlhan Unat ile evleniyor. İkinci eşini
de kaybediyor.
1996 yılında yayımlanan “Kum Saatini İzlerken” (İletişim Yayınları) isimli kitapta Nermin Abadan Unat hayatını yazdı. Sedef Kabaş’ın “Hayatını Seçen Kadın” başlığı ile yayımlanan kitabında ise yazdıklarının dışındaki “zorlu ama renkli” yaşam hikâyesini anlatıyor.
Onun hayatı, bir kadının yoktan var olması ve başarıya ulaşmasının da bir
romanı aslında. B+
Kimdir?
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat 1921 Viyana doğumlu. Yazar, çevirmen, hukukçu, sosyolog, siyaset ve iletişim bilimci. Türkiye’de iletişim biliminin oluşumuna katkı veren öncü isimlerdendir. “Public Opinion” sözcüğünün Türkçe karşılığı olan “kamuoyu” sözcüğünü Türkçe’ye kazandırmıştır.
İzmir Kız Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden
mezun olan Nermin Abadan Unat, 1944 yılında girdiği Ulus gazetesinde 1950 yılına kadar çalıştı. Kazandığı bir bursla Amerika’ya giden Unat,
Minnesota Üniversitesi’nde aldığı lisansüstü eğitimden sonra 1953 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladı. Beş yıl sonra doçent, 1966 yılında da profesör oldu.
Uluslararası Siyasi İlimler Derneği (IPSA) başkan yardımcılığı, Türk
Sosyal Bilimler Derneği başkanlığı ve 1978’den itibaren Avrupa
Konseyi’nin Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu başkan yardımcılığı gibi
görevlerde bulundu. 1978 - 1980 yılları arasında CHP’den kontenjan senatörü olarak meclise girdi. 1989 yılında SBF’den emekli oldu.
Nermin Abadan
Unat, Boğaziçi Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesi’nin
Kadın Araştırma
Merkezi’nde ders
vermektedir. Yurt
dışındaki Türk işçiler konusunda yaptığı çalışmalar nedeniyle Almanya Devlet Başkanı’ndan
liyakat nişanı alan
Abadan Unat’ın
Almanca, İngilizce, Fransızca kitap ve makaleleri
bulunmaktadır.
Tayfun Kirmanlı, Selim Ergin, Güner Açıkgöz, Aysın İzer, İsmail Ünal,
Neriman Abadan Unat, Nazan Moroğlu, Şefika Ünal, İhsan Poroy.
B+ İLKBAHAR 15
Müze
Beşiktaş’ta
zaman
Yazı: EVREN YILDIRIM Fotoğraf: GÖRKEM KIZILKAYAK
Dolmabahçe Sarayı içinde bulunan saat müzesi,
dünya saatçiliğindeki Türk - İslam izlerini günümüze taşıyor.
Ahmet Eflaki Dede’nin 1862 yılında yaptığı saat.
16 B+ İLKBAHAR
B+ İLKBAHAR 17
İ
stanbul’da, zamanın akışında farklılaşmalar, düzensizlikler ve
kesintiler hayatın olağan bir parçasıdır. Zamanın hızlandığını
veya yavaşladığını, bazen durduğunu, bazen uzun bir dalgınlık
sonrasında tekrar harekete geçtiğini hissedebilirsiniz. Vapurla
karşı kıyıya varana kadar saçınıza ak düşebilir, mehtaplı bir gecede
tekrar gençleşebilirsiniz. İstanbul, zamanın değişken dokusunu el
yordamıyla tanıyabileceğiniz nadir şehirlerdendir.
Şehrin içinde zamanın kıvamının koyulaştığı alanlar mevcuttur. Unutulmuş
hassasiyet ve inceliklerin zamanın dokusuna nüfuz ettiği bu yerlerde
ağlaması dinen küçük bir çocuk gibi sakinleşirsiniz. Dolmabahçe Sarayı bu
nadir alanlardan biridir ve harem bahçesinde yer alan saat müzesinde bu
eşsiz Osmanlı Sarayı’nın sessiz ve derinden atan nabzını duyabilirsiniz.
Bu mütevazı binada sergilenen saatler, unutulmuş bir dünya düzeninin ve
bu dengeyi sağlayan uluslararası nezaketin anılarıdır.
Saat müzesinde yer alan saatlerin büyük bölümü, Osmanlı İmparatorluğu
ve Batı dünyası arasındaki yoğun diplomasi trafiğinde, Avrupalı devletlerin
iyi niyetlerini sunmak amacıyla gönderdiği hediyelerdir.
Burada saatlerin maddi değerinden ziyade önemli olan, imalatındaki
ustalık ve harcanan emektir. Bir kültürün diğer bir kültüre verebileceği en
kıymetli hediye olarak mekanik saatlerin seçilmiş olmasının temelinde bu
ince düşünce yatar.
18 B+ İLKBAHAR
Saat, Batı dünyasının “dünyada her şeyi olan birine ne hediye edebilirsiniz”
sorusuna cevabı olmuştur. Dönemin padişahına ve üst düzey devlet
erkanına en yenilikçi saatleri hediye etmek diplomatik bir gelenek haline
gelmiştir. II. Mehmed ve Kanuni saate en düşkün padişahlar olarak bilinir.
Bu dönemde, Batı dünyası ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki diplomatik
ilişkiler çerçevesinde gerek hediye, gerekse vergi veya haraç şeklinde
sayısız kıymetli saat Anadolu’ya yollanmıştır. Günümüz mekanik saatinin
oluşumuna dair sayısız yenilik ve icadı, Louis Breguet, Jaquet Droz, Herry
Cartier, Henry Piaget, Jules-Louis Audemars gibi bu dönemin ustaları
yapmıştır.
Louis Breguet imalatı olan barometrenin kalbindeki yay, yüzyıllardır
İstanbul’un değişken mizacı altında bizlerle beraber gerilmekte ve
gevşemektedir.
Müze saatlerinin pek çoğunda, günümüzde artık birçok saatte mevcut
olan bazı teknik özelliklerin ilk örnekleri bulunmaktadır. Sarkaçlı saatlerin
yanı sıra, eşapmanlı saatler, termometreli veya alarmlı saatler ve hatta
yapımı çok büyük ustalık gerektiren tourbillon mekanizmalı saatler de bu
koleksiyonda yer almaktadır.
Bazı saatlerin ise sadece mekanizması “Avrupalı”dır. Kadran ve kasa imalatı
Türk ustalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Beyni Avrupalı, vücudu Türk
olan bu saatler, tıpkı Pierre Loti gibi kültürler arası bir karakter taşımaktadır.
B+
Müzenin girişindeki salonda Avrupa saatleri ziyaretçileri karşılıyor.
B+ İLKBAHAR 19
Eşapmanın küçük zemberek
yayı üzerinden böldüğü
saniyeler, denge çarkı üstündeki
küçük ağırlıklar ile dengelenir.
Bu ayar büyük ustalık gerektirir
ve her ustanın ayarı farklıdır.
Süleyman Leziz yapımı
19. yüzyıl Osmanlı astronomik saati.
Müze yapısının son bölümünde ise Türk imalatı saatler bulunmaktadır.
Bu salonda yer alan Süleyman Leziz yapımı büyük saat, Doğulu ve Batılı
ustaların aynı konuyu ne kadar farklı ele alabileceklerinin iyi bir göstergesidir.
Bu gösterişten uzak saatin ne kadranı, ne akrebi, ne de yelkovanı altın
değildir. Ancak üzerinde kullanıma dair birçok iz barındıran kadranda,
senelik döngü içinde birçok değerli öngörünün bulunduğu takvim yer
alır. Bu kıymetli saat, size toprağın ne zaman ısınacağını veya rüzgârın ne
zaman soğuyacağını söyleyebilir.
Avrupa’da zaman, toplumsal yaşamı düzenleyen ortak bir kavram olarak
değerlendirilirken, Doğu’da ise daha çok kişisel bir olgu olarak ele alınır.
Batı’da günlük yaşantı zamanın genel mutlaklığı üstüne kurulmuştur.
Oysa Doğu’da hayat zamanın var olana özelliği üstünden yeşermiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi, her insan kendi zamanının bilinci ile
doğmaktadır.
Türk ustaların saatleri, Batılı üst düzey çağdaşları ile birçok noktada
aynı kalitededir. Bunun yanı sıra, mekanizmalarından kadran ve kasa
düzenlemesine kadar her noktada saati yapan ustanın konuya yaklaşımını
net bir şekilde okuyabilirsiniz. Bunlar, köklü bir saat geleneğinin yanı sıra,
saat ustasının yorumunun güçlü bir şekilde hissedildiği eserlerdir. Ahmet
Eflaki Dede’nin tourbillon mekanizmalı saatinde eşapmanın genel düzen
içindeki yerleşimi ve malzemenin ayarında kullanımı, ustanın konuyla ilgili
kişisel yaklaşımını ortaya koyar.
İslam ve toplumsal zaman arasında hassas bir ilişki vardır. Türk - İslam
toplumunda saatçilik serüvenini hem başlatan, hem de bir noktadan sonra
sonlandıran bu etkendir.
Mevlevi usta Mehmet Şükrü’nün
1862’de yaptığı saatten ayrıntı.
başyapıtı sonraki 300 yıl boyunca başvuru kaynağı olarak kalmıştır.
Bu arada Batı dünyasında da ciddi değişimler olmuş, endüstriyel, sosyal
ve sanatsal anlamda ciddi gelişmeler meydana gelmiştir. Batı dünyasında
üretim ve tüketim arasındaki farklı dengelerin denendiği bu dönemde İslam
bilim dünyasında ise ciddi bir durgunluk baş göstermiştir.
Eski bilimsel eserler yüceltilmiş, deneysel ve yenilikçi çabalar, tutucu çevreler
tarafından bastırılmıştır. Oysa bilim, tabiatı gereği tutuculuğu kaldırabilecek
yapıda değildir; alevini besleyebilecek yenilikçi ve sorgulayan toplumlarda
hayat bulur.
Türkler, farklı uygarlıklara ait teknolojileri geliştirmek ve kullanmak
konusunda oldukça başarılıdır. Ne top, ne de barut Türkler tarafından
icat edilmiştir. Buna rağmen, savaş tarihindeki en etkin topçu birlikleri
Osmanlı İmparatorluğu’na aittir. Ne yazık ki, devletin üst düzeyinde hayli
etkin olan tutucu ve çıkarcı çevrelerin yenilikler üzerindeki önleyici baskısı,
hem matbaa, hem de saat teknolojisinin Türk-İslam toplumu tarafından
kullanılmasını yüzyıllarca geciktirmiştir. Bu baskının en somut örneği, 16.
yüzyıl‘da dönemin en önemli astronom ve saatçilerinden müneccimbaşı
Takiyüddin’in rasathanesinin yıkılması ve sonrasında boğdurulmasıdır.
Görülen o ki, bu dönemde Türk-İslam toplumu (en azından siyasi anlamda)
saat kullanımının doğuracağı sosyal dönüşüme hazır değildi.
Aynı dönemde, dünya genelinde hassas bir saat kullanımı yaygın değildir ve
konuyla ilgili talep had safhadadır. Batı dünyası sadece saatçilik konusunda
değil, seri imalat ve uluslararası ticaret konusunda da atılım içerisindedir.
Vakite dayalı bir ibadet düzeni ve sosyal yapı içerisinde 13. yüzyıl‘da bilimin
çoğu dalında öncü olan Arap alimleri, otomat imalatında ve astronomide
sahip oldukları deneyim sayesinde, antik Yunan döneminden beri
kullanılmakta olan “zaman ölçerleri” bir adım ileri götürerek mekanik saatleri
geliştirmişlerdir.
Bu etkenlerin sonucu olarak, yerel saatçilik geleneğimiz giderek kısıtlı
bir çevrede bireysel çabalara indirgenmeye başlamıştır. Anadolu’ya
giriş yapan saatler, (bireysel çıkışlar ve istisnai durumlar) haricinde hem
kalite, hem güvenilirlik, hem de imalat hacmi olarak yerli imalatı geçmiştir.
Batı dünyası, saatçilik sanatının gelişimine uluslararası ticaret becerisi ile
süreklilik sağlamıştır.
Otomat ve saat teknolojisi, 13. yüzyıl‘da Diyarbakırlı El-Cezeri döneminde
atılım çağını yaşamış ve El-Cezeri’nin otomat ve saat imalatına ilişkin
Eskiden yerel imalat “astrolab” üstüne, yüksek kalite ve hassasiyete
sahip Arap usturlablarına benzemeleri amacıyla uydurma Arapça yazılar
20 B+ İLKBAHAR
ve çizelgeler yerleştiren Batı dünyasında, Türk – İslam etkisi artık sadece
oryantalist bir esinti haline gelmiştir. Oryantalizm akımı etkisinde üretilmiş
ve üstünde Türk motifleri bulunduran otomat-saatleri dünyanın çeşitli
bölgelerine yayılmıştır. Çin’de Yasak Şehir saat müzesinde dahi dönemin
en önemli saatçilerinden Jaquet Droz imalatı oryantalist bir otomat
bulunmaktadır.
Türk imajının Batı imalatı otomatlarda kullanımına dair ilginç bir örnek de,
19. yüzyıl‘dan önce Avrupa, sonrasında Amerika kıtasını dolaşan satranç
ustası “Mekanik Türk”tür. Çalışma prensibi ile ilgili gizemine ilişkin Edgar
Allan Poe’nun bile bir makalesinin bulunduğu bu “illüzyon–otomatı” nın
yolculuğu ise bambaşka bir öyküdür. “Mekanik Türk”’ü, “Konuşan Mekanik
Türk Kadını” adlı bir otomat takip etmiştir.
Ahmet Hamdi
Tanpınar:
“Her insan kendi
zamanının
bilinci ile
doğar.”
İfade mekaniği ve mekanik saatler
Mekanik saatleri, sadece ortak zamanın ifade edilmesine yarayan bir araç
olarak ele almak, konuyu ıskalamamıza neden olacaktır. Asıl konu, “zaman
nedir” sorusuna karşılık olarak verilen cevabın mekanik bir düzenek
üzerinden ifade edilmiş olmasıdır. Varoluş ile bütünleşik bir yapısı olan
zaman kavramını ifade edebilmenin en iyi yolu soruyu sadeleştirmektir.
Doğa olayları veya toplumsal kabuller üstünden zaman ile ilgili bir yorum
yapılması, (güneş saati, su saati) cevabın bulunmasını güçleştirir, daha da
kötüsü aldatıcı bir yanıta yönlendirebilir.
Zamana esas olan değişim kavramını en iyi ifade edebilecek olan, fiziksel
devinimin tutarlı ve tekrarlı şekilde sadeleştirilerek, mekanik bir düzenekte
soyutlanmasıdır.
Farklı uygarlıkların, aynı soruya verdikleri farklı cevaplar, aslında cevabın
kendisine değil, cevaplayan toplumlara dair ipuçları vermektedir. Her
toplumun ve kültürün “zaman” kavramını ele alış şekli farklı olmuş,
geliştirdikleri çözümler üstünden kendilerini ifade etmişlerdir. Aynı
durum, tarih boyunca mekanik saatin geliştirilmesi esnasında da benzer
şekilde cereyan etmiştir. Her teknik kısıtlama ve problem karşısında, farklı
zihinler farklı karakterde çözümlere yönelmişlerdir. Fransızlar en yenilikçi
ve narin saatleri üretmişlerdir. İngilizler, seri imalat ve kalite arasında
denge yakalamıştır. Almanlar, saatin teknik anlamda performans ve
hassasiyetine yoğunlaşmışlardır. İsviçreli saatçiler ise tüm bu özellikleri
biraraya getirebilmeleri ve konuyu bir bütün olarak ele alabilmeleri sebebi
ile saat dünyasının çekirdeğini oluşturmuştur. Dikkat edildiğinde, bu
kültürlerin mekanik saate dair yaklaşımları aynı zamanda temel karakterini
taşımaktadır.
Mekanik saat tarihi üstüne düşünürken gözardı edilmemesi gereken bir
nokta da, “zaman” ı ifade etme yolculuğunun günümüzde hâlâ devam
etmekte olduğudur. George Daniels, Franck Muller, Gerald Genta, Beat
Haldimann gibi çok değerli saat ustaları mekanik devridaim prensipleri
üstünden bu felsefi arayışı devam ettirmektedir. B+
Müze pazartesi ve perşembe
günleri hariç her gün ziyaret açık.
B+ İLKBAHAR 21
Kazanım
Bir gönül adamı:
Özhan Canaydın
Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ŞENOL KAŞIKÇI - BURAK GÖRGÜN
Özhan Canaydın’ın adını taşıyan parka
doğum gününde bu kez heykeli dikildi.
22 B+ İLKBAHAR
İsmail Ünal:
“O spor tarihimizde
unutulmaz
izler bıraktı.”
B+ İLKBAHAR 23
G
alatasaray Kulübü Eski Başkanı Özhan Canaydın’ın, heykeltıraş Önder Büyükerman tarafından hazırlanan heykeli törenle açıldı. Beşiktaş Belediyesi tarafından Levent’te
daha önce açılan Özhan Canaydın Parkı’na, Özhan
Canaydın’ın doğum gününde yerleştirilen heykelin açılışı,
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat, yönetim kurulu üyeleri Taner Aşkın, Mehmet
Helvacı, İbrahim Çağlar, Selim Sayılgan, eski bakanlardan Mehmet Ağar,
Özhan Canaydın’ın eşi Asuman Canaydın, oğlu Murat ve kızı Zeynep’in de
katılımıyla yapıldı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmada, törende bulunmaktan dolayı büyük mutluluk duyduğunu belirterek, ‘’Bu bir siyasal
toplantı değil. Buraya bir gönül adamını, spor adamını, centilmeni, yaşamını spora vermiş başarılı bir işadamını anmak için geldik. Onu ölümsüzlüğe
götürecek süreçte bizim çabamızın hiçbir önemi yok. Asıl çabayı gösteren,
mücadeleyi veren, katkı sağlayan rahmetli Canaydın’ın kendisidir’’ dedi.
Kendilerinin yaptığının bir gönül borcu olduğunu kaydeden Kılıçdaroğlu,
şunları söyledi: ‘’Özhan Canaydın’ın heykelini açarak ölümsüzlüğüne küçük bir katkı yapıyoruz. O, iz bırakan biriydi. Onun izinden yürüyecek olan
Galatasaray’ın saygın yöneticileri olacak ve bir dünya markası yaptıkları
Galatasaray’ın başarılarını sürdüreceklerdir. Özhan Canaydın’ı ölümsüzlüğe uğurladık ve bugün burada küçük bir vefa borcunu yerine getirerek onu
tekrar anıyoruz.”
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Özhan Canaydın’ın heykelinin açılışı öncesi yaptığı konuşmada, ‘’Onu anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor’’ ifadesini kullandı.
Beşiktaş Kulübü Onursal Başkanı Süleyman Seba’nın heykelinin ardından, Galatasaray Kulübü Başkanı Özhan Canaydın’ın heykelini de gururla açtıklarını aktaran Ünal duygularını şöyle dile getirdi: ‘’Özhan Canaydın’ı
anlamak için yaptıklarına bakmak gerekir. O hepimizin Özhan Ağabeyiy-
24 B+ İLKBAHAR
di. Zaman zaman kendisinden akıl aldım. Seçkin bir kimlikti Özhan Ağabey. Takımının yenilgisinden sonra içi kan ağlarken bile rakip başkanı tebrik edecek kadar centilmen olduğunu hatırlıyoruz. Fair-Play ödülünü anımsıyoruz. Bu kadar güzel bir insanı hep anımsayalım diye önce parka adını
verdik ve sonra da spor tarihimizde bıraktığı unutulmaz izler için onu anıtlaştırmayı uygun bulduk.’’
İsmail Ünal ayrıca, Özhan Canaydın’ın kendisine, 1906 yılında yaptırılmış
olan ve çok az sayıda bulunan bir Beşiktaş rozetini hediye ettiğini aktarırken, bu rozeti çocuklarına aile yadigârı olarak kalacak şekilde özenle sakladığını anlattı.
Öte yandan, Özhan Canaydın’ın eşi Asuman Canaydın da konuşmasında,
çok duygulu olduğunu dile getirerek şunları söyledi: ‘’Çok güzel bir gün olmakla beraber çok gururluyum. Eşimin böyle sevildiğini görmek mutluluk
verici. Kendisini spora adamıştı, kendisinden emindi, iyi şeyler yaptığına
inanırdı, iyi bir aile babasıydı. Yokluğunu hep hissediyoruz.’’
Açılışta katılımcıların duygularını yazdığı anı defterinin daha sonra Galatasaray Müzesi’nde sergileneceği aktarıldı.
Diğer yandan, tören programının sunuculuğunu üstlenen Korhan Abay’ın, ‘’Galatasaray asla acz içinde kalmamıştır, kalmayacaktır’’ sözleri alkışlarla karşılandı.
Tören sırasında sinevizyonda Özhan Canaydın’ın görüntüleri yayınlanırken, Canaydın’ın eşi Asuman Canaydın göz yaşlarına hakim olamadı. Tören sonrası Özhan Canaydın heykelinin önüne gelen bir grup taraftar, heykele Galatasaray atkısı taktı. B+
B+ İLKBAHAR 25
Yaşam
Gökdelenler arasında bir dostluk sembolü:
Erlangen
Dostluk Parkı
Yazı: NURAN SAVAŞ Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ
Bölgede çalışanlar öğle molalarını bu parkta geçiriyor çoğunlukla...
Hele bir de hava güneşliyse, yoğun iş stresi ve gökdelenlerin yapay havasından kurtulup,
günün diğer kısmı için “nefes” alıyor, enerji topluyorlar Erlangen Dostluk Parkı’nda.
26 B+ İLKBAHAR
Burada
dinlenirken
kendinizi
küçük bir
korudaymış gibi
hissediyorsunuz.
K
ent olmanın, kentli olmanın vazgeçilmezidir yeşil alanlar,
çocuk parkları... Kentler hızla büyürken, her gün yeni
yapılar eklenirken, gökdelenler bulutlara kafa tutarken,
parklar nefes almak için küçük mutluluk kaynaklarıdır.
Levent’te, gökdelenlerin arasında bizi gülümseten
Erlangen Parkı da öyle... Ama o diğerlerinden biraz
daha farklı. Çünkü evrensel barışa, dostluğa, paylaşıma atılan bir imza o.
Beşiktaş, kozmopolit yapısıyla her zaman dikkat çeken bir ilçe. Bir yandan
ticaret, diğer yandan alışveriş, eğitim, dinlenme ve eğlence merkezi. Aynı
zamanda sınırlarına sığamayan, her gün yeniden yaratılan bir yerleşim alanı.
Sınırlarına sığamayan derken sadece fiziki anlamda değil, barındırdığı
insanlar, Beşiktaş kentlisi olma bilinciyle de... Zaten tarihinde olduğu gibi
halen de farklı kökleri olan insanlarla birlikte farklı kültürleri, farklı inançları
kucaklamayı sürdürüyor. Bu vizyon, Beşiktaş Belediyesi’nin seçtiği kardeş
şehirlerle olan işbirliğiyle de elle tutulur şekilde kent dokusuyla bütünleşiyor.
Beşiktaş’ın birçok kardeş şehri var. ABD’de New York, Brooklyn;
Arnavutluk’ta İşkodra; Güney Kore Seul’de Songpayu; İngiltere Londra’da
Lewisham; Slovakya’da Trencin; Yunanistan’da İskeçe; KKTC’de
Güzelyurt ve Almanya’da Erlangen. Hepsi dünyaca tanınan sanat, eğitim,
spor, tarihi miras, sanayi ya da ticaret merkezi olma özelliğine sahip.
Minik fideler hayat buldu
Beşiktaş’ın kardeş şehirlerinden Erlangen, Almanya’nın Frankonya
bölgesinde yer alan köklü bir şehir. Üniversiteleriyle biliniyor. Özellikle tıp
alanındaki gelişmişliğiyle dikkatleri çeken Erlangen’in adı, Levent Çamlık
Otoparkı’nın yanındaki alanda açılan parkta yaşayacak bundan sonra.
Parka dikilen minik fideler, evrensel barışın tohumları aslında. Parka adını
veren ve bir dünya şehri olan Erlangen’de 180 farklı milletten insan yaşıyor.
Şehir köklü bir tarihe sahip
Yazılı tarihte adına 1002 yılında rastlansa da asıl önem kazanması
1686’da, Fransa’dan dinleri nedeniyle göçe zorlanan Protestanların şehre
yerleşmesiyle başlar. Anlayacağınız farklı milletler ve farklı kültürler şehrin
geleneğinde var. Kentin tarihinde dönüm noktası olan iki önemli olaydan
Erlangen'deki Beşiktaş Meydanı 4 Mayıs 2010'da açıldı.
B+ İLKBAHAR 27
Erlangen ve Beşiktaş belediye başkanları “Erlangen Dostluk Parkı” açılışında... 2 Eylül 2010.
28 B+ İLKBAHAR
birincisi 1743’de kurulan üniversite, diğeri ise İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra kurulan Siemens fabrikası. Erlangen bugün Siemens’in dünya
yüzündeki ikinci büyük merkezi olması nedeniyle firmayla özdeşleşmiş.
cenneti. Yolunuz parka değil de Almanya’ya Erlangen kentine düşerse de
mutlaka görmeniz gereken bir meydan var. Çünkü geçtiğimiz yıl Erlangen
kentinin en güzel meydanına “Beşiktaş” adı verilmişti. B+
Tarihsel doku
Ne sanayi, ne üniversiteler, ne de farklı milletten insanı barındırması
kentin tarihsel dokusunu bozmuş. Almanya’da barok stilde planlanmış
şehirler arasında korunanların başında geliyor Erlangen. Birbirini kesen dik
sokaklar, Hugenotten Kilisesi, şehir merkezindeki barok stil saray, güney
Almanya’nın en eski barok stil tiyatrosu tarihi mimarinin özenle korunmuş
örnekleri arasında. Saraylardan birisi şu anda bir üniversiteye ev sahipliği
yapıyor aynı zamanda.
Erlangen’de Beşiktaş Meydanı
Yolunuzu mutlaka bu parka düşürün bir kez. Belki çocuğunuz dostluğun,
paylaşmanın, kardeşliğin güzelliğini buradaki salıncaklarda, kaydıraklarda
daha kolay öğrenecektir. Siz de onu izlerken gökdelenlerden sıkılmış,
doğada nefes almak isteyen bir Beşiktaş kentlisiyle, belki park üzerine,
belki evrensel barış üzerine söyleşirsiniz biraz. Belki minikler bisiklete
binmeyi de burada daha kolay öğrenirler, ne dersiniz?.. Neden mi böyle
yazdım, çünkü parka ismini veren Erlangen tam manasıyla bir bisiklet
B+ İLKBAHAR 29
Sanatçı gözüyle
“İstanbul beni daha
verimli kıldı”
Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ
Dünyaca ünlü arp sanatçımız Şirin Pancaroğlu, artık Beşiktaşlı!
Kurucusu olduğu Arp Sanatı Derneği’ni Mecidiye Mahallesi Muhtarlığı’nın içine taşıyan
Pancaroğlu, bu semtte olmaktan çok mutlu. Uzun yıllar dünyanın dört bir yanında yaşayan
başarılı sanatçı, İstanbul’un enerjisini ve özellikle Ortaköy Çarşısı’nı çok seviyor!
30 B+ İLKBAHAR
Ş
irin Pancaroğlu, zor olanı seçmiş! Sırtını, dünya çapındaki şöhretine yaslayıp, sadece sahneye çıkarak yaşayabilecekken, o bir misyon üstlenmiş. Türkiye’ye arpı sevdirmeye, Türk bestecileri ve sanatçıları da dünyaya tanıtmaya çalışıyor. Arp Sanatı Derneği, bu amaçla kurulmuş. Kısa sürede önemli projelere imza atmış, arpı Türkiye’de üretmek gibi
çok zor olan bir işe başkoymuşlar! “Ne zorunuz vardı?” diye kapısını çaldık;
bir gece önce sahnede olmasına rağmen bizi kırmadı, sorularımızı yanıtladı.
Arp Sanatı Derneği nasıl bir dernek?
kongre, çünkü bildiriler falan oluyor. Dersler, seminerler düzenleniyor ama
ağırlıklı olarak konserler var. Bizim de konserimiz olacak. Şimdi onu organize ediyoruz. Üçüncü projemiz de, elektronik müzik bestecisi Erdem Helvacıoğlu ile birlikte yaptığımız “Alem-i Aks-i Seda”. Onun kaydını gerçekleştiriyoruz. Bu da, İngiltere’de bir plak şirketinden yayınlanacak. İki albüm
ve bir kongre katılımı gibi üç basamaktan oluşan proje içerisindeyiz. Bunlar
ağustos sonuna kadar tamamlanmış olacak. 2007’de kurulduk ama 2010
ile birlikte bir ivme kazandık. Doğru enerjilerin biraraya gelmesiyle her şey
çok hızlı oldu.
2007 yılında kurduk. Bir enstrüman etrafında çalışmalar yapan birkaç dernekten bir tanesiyiz. Amacımız, Türkiye’de arpın tanınılırlığını artırmak. Türk
bestecilerin arp için eserler üretmesini teşvik etmek, arp öğrencilerine burs
sağlamak, profesyonel sanatçıların da çeşitli çalışmalarına katkıda bulunmak. Aslında bir proje derneğiyiz biz. Sosyal değiliz, üye sayımız çok düşük. 50’nin altındayız. Çekirdek kadromuz da 4 kişi. Geçen seneye kadar
faaliyetlerimiz daha sınırlıydı, çünkü yerimiz yoktu. Geçen sene iki proje hayata geçirdik. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteğiyle gerçekleşen “Arp ile Her Telden” en kapsamlı projemizdi. Yaklaşık 11 ay sürdü.
Proje, performansların yanı sıra workshoplar, beste siparişlerinin prömiyerleri ve yeni albüm yayınlarından oluşuyordu.
Beşiktaş Belediyesi ile nasıl buluştunuz?
Tüm bu projeleri hayata geçirirken, mart gibi, hakikaten mekân sıkıntımız
ciddi sorun oldu. Ofis yok, workshopları yapacağımız yer yok. Ben, bu konuyu İsmail Ünal’a taşıyabildim. O da üç gün içinde sorunumuzu çözdü! Ortaköy Mahallesi Eski Muhtarlığı burası, yeni boşalmıştı. Ben özellikle Beşiktaş Belediyesi olmasını istemiştim, çünkü sivil toplum kuruluşlarına destek veriyor. Bir de Beşiktaş’ın, semt olarak bizim için iyi bir nokta olacağını düşündüm. Hem mekânsal olarak hem de yaptığımız işin çehresine uygunluğu bakımından… Bir de belediyenin çok sayıda kültür merkezi var; bu
da bir avantaj. Bu şekilde Beşiktaş Belediyesi’nin himayesine girmiş gibi
olduk. Bu bizi çok rahatlattı. Çünkü mekân sorunu, dernekler için önemli bir
konu. Burada yer almaktan çok mutluyuz, yerimizi de çok sevdik. Bundan
sonra da belediye ile nasıl işbirliği yaparız, bu semtle nasıl bütünleşiriz, bunun üzerinde kafa yormak istiyoruz.
Yeni projeleriniz neler?
Şimdi Başbakanlık Tanıtma Fonu kapsamında, üç kısımdan oluşan bir
proje yapıyoruz. Bir tanesi Anadolu ezgilerini arp ile buluşturan bir albüm.
Onun hazırlıkları sürüyor. Öte yandan; Kanada Vancouver Dünya Arp
Kongresi düzenlenecek. Oraya ilk defa Türkiye’den bir dernek olarak biz
katılacağız, Türk bestecilerin yazmış olduğu eserleri ve proje çalışmalarımızı sunacağız. Bu, her üç yılda bir yapılan, dünyanın en prestijli kongresi. Adı
Dernekle ilgili hayaliniz bu muydu? Beklentinizi karşılıyor mu?
Tabii tabii, hatta üstünde, çok üstünde! Çünkü Türkiye’de zaten kültür sanat alanında dernek sayısı çok çok az. Sivil toplum ve kültür sanat nasıl
biraraya gelir, bu gelişmiş bir konu değil Türkiye’de. Bizim şimdiye kadar
yaptığımız uluslararası projeler ve albümler oldu. Ama bundan sonraki esas
Şirin Pancaroğlu
Türkiye’ye
“Arp”ı
sevdirmeye
çalışıyor.
B+ İLKBAHAR 31
hedefimiz, bu arpların Türkiye’de üretimini sağlamak ve bunu ülke çapında
çocukların hayatına sokabilmek. Bu projenin, çocukların hayatında bir kalite artışına sebep olacağını düşünüyoruz.
Peki arp, pahalı bir sanat mı?
İşte, biz bunu pahalı olmayacak şekilde yapmak istiyoruz. Bunu pilot proje
olarak görüyoruz. Çok farklı bir proje bu, çok farklı kesimlerin desteğini alacağımızı düşünüyorum. Biz “arp” diyoruz, çünkü arp çalmayı biliyoruz. Ama
ileride, hiçbir şekilde müzikle teması olmayan çocukların hayatlarına ulaşacak şekilde, yani ülke bazında bir sinerji yaratabilmek amacımız. Öncelikli
olarak model oluşturmak hedefimiz.
Siz nasıl tanıştınız müzikle, özelinde arpla?
Benim doğduğum evde iki tane müzik aleti vardı. Annem çocukken piyano çalmış, onun piyanosu vardı, babam da gitar çalardı. Dolayısıyla müziğin zaten varolduğu bir ortamda doğdum. Sonra beni konservatuara yönlendirdi ailem. Benim için çok rahat bir geçiş oldu. Ama evde karşılaşmamış olsam, müzikle ne kadar karşılaşabilirdim, onu bilmiyorum? Çok fazla
değil ihtimaller! Aile ve çevre çok etkili oluyor; eğitim sistemi içinde bu olamıyor maalesef. Bizde eğitim, daha çok sınavlara odaklı çünkü. Amaç, illa
ki herkesi profesyonel olarak müziğe yönlendirmek değil tabii ki. Ama müzik, herkesin hayatında bir şekilde var. Çünkü müzik acayip bir şey, anlaşılmış bir şey değil. Ama çok çok etkili, insanın psikolojisi ve davranışları üzerinde çok etkili. Hep düşünürüm; mesela uzaydan birileri gelse, bizim sadece müzik dinlemek ve üretmek için saatler harcadığımızı görse, acayip bir
şey diye düşünür herhalde! Yaptığımız şeyin elitist bir temele oturmasını istemiyoruz. Arpların temini hâlâ pahalı ama bunun böyle kalmasını, dar bir
çevreyle sınırlı bir imajımız oluşmasını istemiyoruz.
Yüksek sanat olarak algılanıyor ama...
Popüler müziğin arpla çalınmayacağı düşünülüyor çünkü. Biz bu sene onu
yapmaya çalıştık “Arp ile Her Telden” projesinde. 15 konser verdik ve organize ettik, hepsi birbirinden çok farklıydı. Bu çeşitliliği sürdüreceğiz.
32 B+ İLKBAHAR
Popülerleştirmek adına, Türkiye’deki popüler isimlerle
ortak çalışma düşünüyor musunuz?
Arpı popülerleştirmek için, daha popüler kişilerle yapılan çalışmaların faydalı olacağını düşünmüyorum ben. Bilhassa popüler müziklerin içerisinde
arpın durmasını sağlamak önemli. Önümüzdeki çalışma onu destekleyecek şekilde. Klip çekeceğiz, interneti daha fazla kullanmayı düşünüyoruz.
Genel olarak sosyal medyayı daha çok kullanacağız her türlü çalışmada.
Bunu kendimizde eksik olarak gördük.
Sizin eğitmen kimliğiniz de var. Ders vermeye devam
ediyor musunuz?
Altı sene üniversitede eğitim verdim, 4 sene önce oğlum Mengü doğmadan ayrıldım. Benim belirlemediğim bir sistemin içinde varolmak istemedim. Biraz boşa gidiyor gibi geldi enerjim orada. Özel derslerim vardı, ama şimdi konserler çok arttığı için haftada ancak 4 saat ders verebiliyorum. Geçen sene Eskişehir’e gidip geliyordum; meslektaşım Ceren
Necipoğlu’nun vefatından sonra onun öğrencilerine ders vermek için. Bu
sene onu da yapamıyorum. Ama benimle çalışmak isteyen öğrenciler olursa ve vaktim de olursa, onları alıyorum. Daha önce eğitimci kimliğimle küçük arpları Türkiye’ye getirtmiştim, ama onu da sürdüremiyorum şimdi. Galiba daha farklı katkı sağlayacak başka bir alana kaydık. Bir de, şimdi çalmazsam ne zaman çalacağım? Eğitim çalışmalarımızı daha çok dernek
üzerinden gençlere aktardım, öyle yürütüyoruz.
Ailelerin arpa ilgisi nasıl?
Çok ilgi var ama alım gücünden dolayı enstrümanların temini mümkün
olamıyor. Enstrüman olmayınca, yaygınlaşamıyor... Böyle bir sarmal, çıkış noktası henüz yok! Arp üretimi bu yüzden önemli; mesela diyeceğiz ki,
1000 liraya alabileceksiniz bu aleti, ya da taksitle alabilirsiniz. Böyle bir sisteme geçmeden yaygınlaşmasını beklemek zor. Ama yine biz bunları getirttikten sonra; bir mağaza 30 senede bir tane satarken, birkaç senede 50
tane sattı. Bir şey olmadı değil, ama Türkiye çok büyük, bu rakam çok küçük! Kısacası eğitim konusuna daha etkili el atabilmem için, enstrüman temini konusuna el atabilmem lazım. Bir de biz öncelikli olarak müzik öğret-
menlerini eğitmeliyiz. Mesela ona gücümüz yetebilir, bir ya da iki fakültedeki hocaları eğitebiliriz. Daha interaktif, internet üzerinden eğitim metodları
yapılabilir. Bu tür çalışmalar yapmak istiyoruz gelecekte. Yoksa birebir eğitim çok zor bir şey, hele ülke çapında bir şey yapmak istiyorsanız…
Uzun yıllar yurt dışında yaşadınız, 10 yıldır İstanbul’dasınız.
Nasıl buluyorsunuz buradaki sanat hayatını?
Bir müzisyen olarak çok beslendiğimi düşünüyorum. Bazı alanlar, mesela donanım anlamında eksik kalıyor ama onları zaten Batı’da tamamlayabiliyorum. Bu nedenle eksik olan şeyin, eksikliğini çok hissetmiyorum ben.
Sadece klasik Batı müziği yapıyorsanız ve “Benim tarzım bu, bunun dışına çıkmam” diyorsanız, o zaman Türkiye’de dar bir çevre varmış gibi hissedebilirsiniz. Ama ben geldiğimden beri çeşitli kulvarlarda müzisyenlerle biraraya geliyorum. Zaten klasik Batı müziği dışında, başka müzik türlerinden çok büyük keyif alıyorum. Dolayısıyla burada çok keyifli buluşmalar
yaşadım. Ve Türk müziği konusunda birtakım çalışmalar yapmaya başladık, yepyeni şeyler öğreniyorum! Onun için ben çok verimli buluyorum burayı. Mesela şu an Amerika’da yaşıyor olsaydım; herhangi bir yeri değil tabii,
biraz daha ücra bir yerinde, daha verimsiz birisi olurdum. Burası beni daha
verimli kıldı. Çünkü burada eksik olanı tamamlamak için çalışıyorsunuz. Bir
de alanınızda hafif bir misyoner duruşunuz varsa, o enstrümanı sevdirmeye, alanınızı sevdirmeye yönelik, o zaman çok güzel bir yer Türkiye. Özellikle İstanbul’un sanatsal enerjisi çok verimli.
Çok fazla konser etkinliği var, gidiyor musunuz?
Evet, İstanbul’un konser trafiği çok yoğun, ama esas sizin üretebiliyor olmanız ve farklı kişilerle buluşabiliyor olmanız önemli. Yoksa konserlerin
çoğu ithal! Herhangi bir ithal ürün gibi satın alınıp, getiriliyor. Ne zaman ki
ortak bir ürün yapılmış, Türkiye’den bir ürün çıkmış, dünyada bir masanın
üzerinde duruyor, o zaman sanatsal anlamda o çok değerli işte! Bizi, onların eksikliği çok motive ediyor! Mesela senelerdir bu kongreye giderim, ilk
defa Türkiye’den bir dernek katılıyor! Bu, çok motive edici. Türkiye’de gü-
zel şeyler oluyor, ama biraz olumsuz söylemlerin gölgesinde kalıyor. Geçen sene de çoğu meslektaş 2010 Ajansı’na tepkiliydi. Ama hiçbir zaman
için her şey tertemiz değil! Biz tamamen dürüst bir şekilde, bir şeyler yapmak için gayret ettik ve kazanımlarımız çok oldu. Olumsuzluklar çok büyütülüyor, ama olumlu şeyler de var, onlara nedense bakılmıyor.
İstanbul’u nasıl yaşıyorsunuz? Gizli kaçış noktalarınız var mı?
Evet, çocuk parkları! Tarabya’da oturuyorum ve biraz daha ev merkezliyim.
O yüzden buraya gelip gidiyor olmak beni çok mutlu ediyor. Kendi semtimden çıkıyorum. Özellikle Ortaköy Çarşısı’nı çok seviyorum. Her geldiğimde
mutlaka bir kere yukarıdan aşağıya gidip geliyorum. Burası eski tip bir çarşı çünkü; artık çarşısı olan semt çok az. Ortaköy’ün sahilini de seviyorum.
Bu toprağın ürünü ama yüzyıllar önce unutulmuş
bir enstrümanı, “çeng”i yeniden ürettiniz.
Nereden aklınıza geldi, çeng?
Bu, küçük arp üretimi ile birlikte düşündüğümüz bir proje. Bir atölye kurmak istiyoruz. Çeng, bizim kültürümüze ait ama kaybolmuş bir değer. Tekfen Vakfı’nın desteğiyle bir tane çeng yaptırmıştım. Nasıl keşfettim; eskiden beri minyatürlere baktığım için! Kardeşim, sanat tarihçisi, onda bir hayli materyal görmüştüm. Hep merak ederdim, şekli çok ilginç, ilgimi çekmişti. Bizim coğrafyamızda bir arp varmış ve sonra yok olmuş. 1600’lere kadar var. En son İstanbul’da 10 tane gördüğünü söylüyor Evliya Çelebi, sonra yok oluyor. Başka kayıt yok hakkında. Zaten son zamanlarda statü kaybına uğramış. Aslen İran’dan bize gelme ve saray enstrümanıymış ama yapımları çok sağlam değil. Çok kırılganlar, gittikçe zayıflıyorlar, udlar gelişiyor
o arada. Udlar çok sağlam aletler, çeng gözden düşüyor bu yüzden. Hani
“çengi çalar” derler yar, daha çok dansözlerin kullandığı bir enstrüman haline geliyor. Dansözler de onu çıkardığı sesten değil, görsel olarak kullanıyor. Dans ederken ellerinde aksesuar olarak kullandıkları bir alete dönüşüyor. Böylece itibar kaybına neden oluyor, sonra da yok oluyor. B+
2 Nisan’da
Fulya Sanat
Merkezi’nde
Şirin Pancaroğlu, Elif Yurdakul ile
birlikte “Flüt-Arp Resitali”nde,
2 Nisan’da bu kez Beşiktaşlılar ile
sahnede buluşuyor. Geleneksel
Britanya ezgilerinin yanı sıra
Hasan Uçarsu, Barış Perker,
Shankar ve Piazzolla’nın
eserlerinden oluşan konserin
başlama saati 20:00.
B+ İLKBAHAR 33
Semt
“Ömür uzatma kıraathanesi”
Konaklar Mahallesi
Yazı: NURAN SAVAŞ Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ Hava Fotoğrafı: MURAT ÖZTÜRK
Yaşamak için çok güzel bir yer. Her yere yakın. Taksim’e, Beşiktaş’a,
Boğaz’a, Sarıyer’e... İş ve finans bölgelerine, eğlenceye, alışverişe...
34 B+ İLKBAHAR
B
urası İstanbul’un diğer semtlerinden olduğu kadar,
Beşiktaş’ın diğer mahallelerinden de çok farklı. Ne
mahallenin geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanıyor, ne
kültür mozaiği yaşanıyor burada. Tam tersine farklılıkların
değil benzerliklerin buluştuğu bir semt. Şehrin dışında
sosyal konut alanı olarak kurulan mahalle, çok değil, elli
yılda şehrin göbeğinde kalıvermiş.
sonra iskâna açılan Yeni Levent. Bu iki yerleşim alanı, 1994’den sonra
mahalle olarak “Konaklar” adını aldı. Mahallenin 4. Levent olarak anılan
kısmı otobüs, dolmuş durakları, metro istasyonu, banka şubeleri, çarşı vs.
gibi iş yerlerini, dolayısıyla da daha çok hareketi barındırıyor. Yeni Levent
ise sadece konut alanlarının, parkların, yürüyüş alanlarının olduğu bir yer.
Mahalle sakinlerinin çoğunluğunu, yüksek eğitimli ve ortanın üstü gelir
grubu oluşturuyor. Konaklar’da çok renkli bir mahalle kültürü yok. Aksine,
İstanbul’da çoğu zaman hasret kaldığınız bir kentli, bir Beşiktaş kentlisi
İstanbul’da bulunması zor bir özelliğe sahip Konaklar Mahallesi. Konut ve iş
yeri alanları birbirinden ayrılmış. Konutların neredeyse tamamına yakını site
tarzında inşa edilmiş. Ama günümüzün beton yığını, elini uzatsan değecek
kadar birbirine yakın, çok katlı, bir avuç toprağın, bir ağaç fidesinin olmadığı
sitelerinden değil bunlar.
İstanbul’da görebileceğiniz en son bahçeli apartmanlar burada, Konaklar
Mahallesi’nde bulunuyor. İnşaat alanları belirlenirken, arazilerin sadece
yüzde otuzu inşaat alanı olarak kullanılmış, geri kalan yüzde yetmişlik kısmı
yeşil alan olarak ayrılmış. Mahallede sürekli el değiştirmelere rastlanmıyor.
İstanbul’un tersine ne kent içinden ne de kent dışından göç almıyor
burası. Sirkülasyonun en yoğun olduğu yer olarak askeri lojmanlardan
söz edebiliriz. Mahallenin yüzölçümünün büyük bir kısmını kaplayan
askeri alandaki lojmanlarda, tayinler nedeniyle yaşanan değişikliklerden
söz ediyoruz. Burada mülklerin sadece yüzde yirmisi satış yoluyla el
değiştiriyor. El değiştirmelerin yüzde sekseni ise veraset yoluyla oluyor.
Dolayısıyla mahalle sakinleri çok uzun yıllar burada yaşıyor. Konaklar’da
aynı mahallede yaşayan iki üç kuşağı görmek mümkün.
Nüfusun
yaklaşık
yüzde yirmisini
asker ve
emekli subaylar
oluşturur.
Eğitim de, gelir de yüksek
Konaklar Mahallesi birbirinden tamamen farklı iki bölümden oluşuyor.
Bunlardan biri mahallenin ilk yerleşim alanı olan 4. Levent, diğeri ise daha
B+ İLKBAHAR 35
kültürünün temsilcisi gibi. Bir kısmı kentsel SİT alanı
olan Konaklar’da şu anda apartmanların altında
dükkân işleten mahalle esnafı da bulmak mümkün
değil. Çünkü mahalle içinde çok az sayıda işyeri var.
Özellikle Yeni Levent tarafında… Birkaç eczane, taksi
durağı, büfe, kuaför gibi… Onun dışında her şey 4.
Levent çarşıda toplanmış.
Amerikan banliyösü
1950’li yıllar İstanbul açısından farklılıkların başlangıcı
olan yıllardı. Bir taraftan Anadolu’dan başlayan göçten
nasibini alan kentin hemen hemen her yerinde,
gecekondu mahalleleri oluşmaya başladı. Diğer
taraftan kent dışı toplu konut yerleşmesinin ilk örnekleri
projelendirildi. Bunun en önemli örneklerinden 4. Levent
diye anılan bölüm, Konaklar Mahallesi’nin de ilk iskâna
açılan bölgesini oluşturuyor. Burası aynı zamanda 50
yıl içinde kent dışı yerleşimden, hızla kent içi yerleşime
dönüşüm için belirgin bir örnek. Bir anlamda Amerikan
banliyölerinden esinlenerek planlanmış.
Emlak Kredi Bankası’nın toplu konut projesi
çerçevesinde, yapımına 1950 sonlarında başlanıp
1960’tan itibaren yerleşime açılan 4. Levent; o döneme
göre lüks sayılabilecek villaların yanında, birkaç katlı
apartman tipi yapıları ve 4. Levent çarşısı civarında
da daha yüksek ve çok daireli blokları içermekteydi.
İskâna açıldığında, 800 nüfusuyla ancak eski İstanbul
mahallelerinde rastlanan sıkı komşuluk ilişkilerinin
sürdüğü memur, subay, öğretmen, sanatçı, yazar,
bilim adamı, küçük ve orta tüccar ve işadamlarının
yaşadıkları bir orta sınıf semtiydi. Ayrıca yabancı
diplomatların, misyonerlerin de tercih ettikleri bir
yaşam alanıydı.
Yaşam sosyal konutlarla başladı
Dikilitaş’tan sonra Beşiktaş’ın en büyük mahallesi olan Konaklar’ın,
Yeni Levent bölümü nüfusun asıl yoğunluğunu taşıyan konut alanı.
Osmanlı’dan günümüze askeri alanı da içinde barındıran bölgede ilk
yapılaşma, 1960’ta ORBİR kooperatifinin kurulması ile birlikte başladı.
OYAK,
Otoyolcular, Basın,
Defterdarlar, Hukukçular,
Arma Kent, Koza...
Konaklar adeta
sitelerden oluşan
bir mahalle.
36 B+ İLKBAHAR
B+ İLKBAHAR 37
42 bloktan oluşan OYAK Sitesi’ndeyse 1962’de başlayan inşaatın 19671968’de tamamlanmasıyla yaşam başladı. 1980’lerde 4. Levent’ten yeşil
bir vadi ile ayrı olan, harp akademileri ve subay bloklarından oluşan Yeni
Levent, 1990’larda vadiye verilen inşaat izni sonrası 4. Levent ile birleşti.
Çoğunluğu hazine arazisi olan bölge, Devlet Arsa Ofisi tarafından imara
açıldı ve projeleriyle gelen kooperatiflere satıldı. Şu anda aşağı yukarı 20
bin nüfusu barındıran 7 bin konut var.
Sınır mahallesi
Konaklar, Beşiktaş’ın en kuzey noktasında kalır ve ilçe sınırını belirler.
Mahalle Sarıyer, Şişli, Kağıthane ilçeleriyle sınır oluşturur. Güneydeyse
Levent ve Akatlar mahalleleriyle komşudur.
Konaklar’da farklı büyüklüklerde on bir park var. Ayrıca bazı apartmanlar
kendilerine ait yeşil alanları belediyeye terk etmiş burada. Onların bakımı
da belediye tarafından gerçekleştiriliyor. Bu parklar içinde “Sporcular
Parkı’”en büyük alana sahip. On bin metrekarelik bir alana yayılan park,
mahalleli için vazgeçilmez bir yürüyüş parkuru.
Günün her saatinde, her yaş grubundan insanla karşılaşmak mümkün
burada. Kimi spor yapıyor, kimi gazetesini okuyor, kimi çocuğunu
gezdiriyor. Doğayla uyumun simgesi gibi, neredeyse bütün sokaklar bir
ağaç ya da çiçek adı taşır: Akağaç, Akçam, Çınar, Selvi, Meşelik, Ihlamur,
Şebboy, Melisa, Gül...
Çekim alanı
Mahallenin en önemli özelliği ise kentin en yoğun arterlerinden olan
Büyükdere Caddesi’nden ayrılır ayrılmaz sizi karşılayan sükunettir. Gün
içinde çok yoğun bir araç ve yaya trafiği olmaz. Ama sokaklarda park
etmiş çok sayıda servis aracı ve özel otomobil dikkat çeker. Bu araçlar
sabah ve akşam trafik yoğunluğunun ve hareketin habercileridir. Sokakta
dolaşırken kendinizi bir sayfiyede sanırsınız. Çünkü etrafınız tamamen
yeşille, ağaçlarla, yürüyüş alanları ve parklarla çevrilidir.
Harp Akademileri
38 B+ İLKBAHAR
Salı, mahallenin en hareketli günü. Çünkü sekiz yıldır Gül Sokak’ta kurulan
semt pazarı, bir cazibe merkezidir bölge için. Mahalle sakinlerinin pazar
konusundaki fikir ayrılıkları da sürüp gider bir taraftan: “Kalksın mı, kalsın
mı?” Ama burası hem Konaklar’da, hem de civar mahallelerde yaşayanlar
Türkiye Futbol Federasyonu
için oldukça ilgi çekici bir yer. İki sokak üzerinde kurulu olan pazarda hem
taze sebze meyve, hem de çok fazla giyim eşyası bulabilirsiniz. Özellikle
kalite ve ucuzluk giyim tezgâhlarını epey popüler yapıyor. Bir nevi “sosyete”
pazarı diyebiliriz. Bir de aldıklarınızı taşımak için bekleyen küfeciler var,
eski Türk filminden fırlamış gibi duran.
Her basamaktan eğitim kurumu
Sabah 7-9 arası trafik açısından tam bir kâbus olduğunu anlatıyor semt
sakinleri. Bunun en önemli nedeni mahallenin sadece tek bir çıkışının
olması. Nüfus yoğunluğunun fazla olduğu aşağı kısımda yaşayanlar,
4.Levent çıkışını kullanmak zorunda. Tabii kaçınılmaz sonuç bir İstanbul
klasiği: Yükselen sesler, bozulan sinirler, geç kalınan işler... Sabahın yoğun
trafiğine bir de öğrenci servisleri ekleniyor. Semtin çocuklarının bir kısmı
farklı bölgedeki okullara gidiyor, civar mahallelerden çocuklar da buraya
geliyor.
B+ İLKBAHAR 39
gelmiyor. Bu da ilaç yazdırmak için başka bir mahalleye gitmek zorunda
kalan yaşlı nüfusu biraz huzursuz ediyor. Mahallede hizmet veren bir özel
ağrı merkezi ve bir de özel kadın sağlığı merkezi bulunuyor. Özel ve Sağlık
Bakanlığı’na bağlı hastaneler mahalle sınırları içinde olmasa da ulaşması
çok kolay.
Sosyal yaşam
Türkiye’nin en büyük ve en eski tenis kulüplerinden birisi Konaklar
Mahallesi’nde. Levent Tenis Kulübü bünyesinde tümü aydınlatmalı
beş açık, iki kapalı tenis kortu, sauna, tam donanımlı fitness salonu, briç
salonu, restoran-bar yer alıyor. Şubat 1961’de kurulan kulübün kurucuları
arasında doktor, mühendis, hukukçu, sanayici, tüccar ve fabrikatörler var.
Uluslararası standartlara sahip olan kulüp, hâlâ önemini koruyor ve tenisle
ilgilenen çok sayıda ünlü sima, üyeleri arasında yer alıyor.
Sporcular Parkı
Yeni Levent Lisesi 1970-1971 öğrenim döneminde eğitim vermeye
başlamış. Hülya Avşar’ın başrolünü oynadığı “Zeynep Öğretmen” filmi
de bu okulda çekilmiş. Mahalledeki üç ilköğretim okulundan birisi olan
Nimetullah Mahruki İlköğretim Okulu, 3. Kolordu Komutanlığı içinde. Ayrıca
Emin Yurdakul ve İsmail Tarhan ilköğretim okulları Konaklar’da eğitim
veriyor. Bölgede bulunan özel iki anaokulu ve kreş de çalışan ebeveynin
hayatını kolaylaştırıyor.
Kulübün hemen yanında yer alan Migros ise bir zamanlar sinema
salonuymuş. İstanbul henüz 3-4 sinema salonuna sahipken, 4. Levent’teki
bu sinema ilk, belki de tek “semt” sineması olma özelliğini taşıyormuş.
Ne yazık ki günümüze kadar ayakta kalmayı başaramamış. Mısır, Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri başkonsoloslukları burada bulunuyor.
Ayrıca Futbol Federasyonu Genel Direktörlüğü de Konaklar Mahallesi
Ihlamur Sokak’ta. Yeni Levent Kültür ve Dayanışma Derneği lokali ise
semt sakinlerinin buluşma noktası. B+
Yakın zamana kadar Beşiktaş Belediyesi Ek Hizmet Binası’na haftada
iki gün gelen hekimler, aile hekimliği uygulamasına geçildikten sonra artık
Levent Kültür ve Dayanışma Derneği
Konaklar Salı Pazarı
40 B+ İLKBAHAR
ORBİR İşletme Kooperatifi
Konaklar’da sanata saygı
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Nurullah Berk, Ferruh Başağa gibi
Cumhuriyet’in sanata ve sanatçıya karşı geliştirdiği pozitif yaklaşım gü-
Türk resim sanatının duayenlerinin izlerine Konaklar Mahallesi’nde rastla-
nümüzde ne yazık ki unutulmuş, unutturulmuş. Konaklar’da 1956-1957
manız mümkün. Bu sürpriz karşılaşmanın nedeni 1950 öncesinde çıkarıl-
yıllarında yapılmış mozaik panolar ve duvar resimleri tabela kirliliği nede-
mış bir inşaat yönetmeliği... Bu yönetmeliğe göre devlet yapılarında inşa-
niyle gözden uzak olsalar da hâlâ sağlam durumda Akçam Sokak’ta yü-
at maliyetinin yüzde ikisi kadar yapılara sanat eseri koyma zorunluluğu ge-
rürken binaların duvarlarına dikkatlice bakacak olursanız Bedri Rahmi
tirilmiş. O dönemde, devlet yapısı olmasa da bu yönetmeliğe gönüllü ola-
Eyüboğlu’nun Eren Eyüboğlu’yla yaptığı mozaik panoyu görebilirsiniz.
rak uyan projeler de var. İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki sanat eserlerini bu grubun içinde sayabiliriz.
B+ İLKBAHAR 41
Semt sakinleri
40 yıllık buluşma noktası
Mahallede herkesin lokal diye söz ettiği bir dernek var. Yeni Levent Kültür ve Dayanışma Derneği. Derneğin tek katlı şirin binası, 75. Yıl Parkı’nın içinde yer alıyor.
Yazın bahçesi de kullanılabilen derneğin lokali, ferah ve çok konforlu. Mahalle sakinlerinin 40 yıllık buluşma noktası. Mahallede iki dönem muhtarlık yapmış olan
dernek başkanı Mehmet Akyüz ile konuştuk.
Mehmet Akyüz
Yeni Levent Kültür ve
Dayanışma Derneği
Başkanı, Beşiktaş Belediye
Meclis Üyesi
“Derneğimizin aidat ödeyen kayıtlı 800 üyesi var. Tabii yakınları, misafirleriyle birlikte buradan yararlananların sayısı bin 500’ü buluyor. Çeşitli etkinliklerimiz var.
Örneğin haftada iki gün dans kursu var. Çok amaçlı odada üyelerimiz, resim ya da
takı çalışabiliyorlar. Yurt içi ve yurt dışı geziler düzenliyoruz. Bu ilkbaharda “Girit”
gezisi planlıyoruz. Biz dernek ve mahalle olarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı
da, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü’nü de burada ayrıca törenlerle kutlarız. Burası
cumhuriyetçi, çağdaş, aydın insanların olduğu bir dernek.”
Sayfiye havası
“Çok iyi bir mahalle”
Ona, bebeği ile Sporcular
Parkı’nda yürüyüş yaparken
rastladık. Yaşamak için özellikle Konaklar Mahallesi’ni
seçtiğini belirten Selin Hanım, 8 yıllık mahalleli. Bir yıl
öncesine kadar çalışan bir
kadın olduğu için komşuluk
ilişkilerini yaşama şansı pek
olmamış. Ama etrafında gözlemlediği kadarıyla komşuluk
ilişkileri olduğunu söylüyor.
Selin Hanım, “Yaşamak için
burayı özellikle tercih ettim.
Lokasyon olarak her yere
Selin Seven - Ev Hanımı
çok yakın, hem şehrin göbeğinde hem de sayfiye yeri gibi sakin. Yaşama dair ihtiyaçlarımı
daha çok mahalle dışından karşılıyorum ama, bu konuda hiç sıkıntı çekmiyorum. Bebeğim beş aylık ve hava güzel olduğunda
onu her gün parka getiriyorum” diyor.
Eski bir Modalı olan İsmail Atmaca, 14 yıl olmuş Konaklar’a
taşınalı. Yakınlarının çoğu bu
çevreye taşınınca o da peşlerinden gelmiş. Başlarda
uyum sağlamakta biraz zorlandığını itiraf eden Atmaca
şu anda hayatından oldukça memnun. “Aslında mahalle çok iyi bir mahalle. Her gün
düzenli olarak eşofmanlarımı
giyip yürüyüş yapıyorum. Bir
de öğleden sonra geliyorum.
Sonra da cemiyete uğruyorum. Cemiyetimiz emeklilerin
İsmail Atmaca - Emekli
bulunduğu, nadide, kütüphanesi falan olan bir yer. Ben kahvehaneye girmiyorum, oyun oynanan yeri sevmiyorum çünkü. Burada her yere ulaşmak çok
kolay, kendi arabam olmasına rağmen, metro ile ulaşımı tercih
ediyorum” diyor.
Emekliler için ideal
Erol Çeliker - Emekli
42 B+ İLKBAHAR
Aslında Konaklar Mahallesi’ne taşınmasına, kızı ve şu an emekli bir subay olan damadı vesile olmuş. Onlar da burada yaşıyorlarmış. Çocuklarının teşvikiyle 17 yıl önce taşındığı mahallede yaşamaktan çok memnun Erol Çeliker, “İstanbul’un diğer semtleri ile karşılaştırınca burası çok daha nezih, çok daha güzel, çok daha sakin... Daha çok emekliler var burada. Burası site olmasına rağmen, komşuluk ilişkilerinde bile sıkıntı yaşamadık” diye anlatıyor. Tabii torunu ile rahatça vakit geçirebileceği, bu kadar çok park ve yeşil alan olması da
onun için paha biçilmez bir ayrıcalık.
Çiçek seraları eskide kalmış
“Bu mahallede yaşamayı seviyorum”
diye söze başlıyor 32 yıllık mahalleli Naciye hanım. O sadece bu mahallede yaşayan bir kadın değil, aynı zamanda mahallenin idaresinde de yer alıyor.
Çoğunluğu kadınlardan oluşan mahalle encümenine aza olarak seçilmiş.
Konaklar’a taşındığında oğlu beş yaşındaymış, kızı ise burada doğmuş ve
halen burada yaşamaya devam ediyorlar. Tebessümle anımsıyor buranın eski
halini: “Ben geldiğim zaman hiçbir şey
yoktu burada. Araba yoktu, yollar yoktu. Aşağıdaki kolordu lojmanları yeni
yapılmıştı sadece. Burası tamamen bir
Naciye Demir - Konaklar
çiçek serası halindeydi. Hiçbir şey yokMahallesi Birinci Azası
tu. Sonra siteler yapıldı, Armutlu’ya,
Etiler’e giden yol açıldı” diyor ve üzerine basarak hatırlatıyor: “Bu mahallede kimse kimseyi rahatsız etmez hâlâ”.
Mahalleden ayrılamıyor
Mahallenin ilk sakinlerinden Fatma
Güler Akşit, 1967’de taşınmış. Buradan ev aldıklarında tanıdıkları çok
karşı çıkmış. “ Adam kesseler kimse duymaz” diye uyarmışlar. “Buralar çok berbattı” diye anlatıyor Güler Akşit: “Mahallenin bugünkü durumu beni mutlu ediyor. Eskiden korka
korka gelirdik; arkamızda ya da sağımızda biri mi var diye... O kadar tenhaydı. Artık bütün ihtiyaçlarımı burada karşılayabiliyorum. Çok güzel bir
Fatma Güler Akşit
pazarımız var. Bazıları bunun kalkmasını istiyor ama haftada bir defa da katlanıversinler artık. Burada dolaşmak, hava almak istediğimde çıkıp yürüyüş yapabileceğim, dolaşabileceğim alan çok var. Ayrıca eski olduğumuz için eş dost çok... Tabii
benim ahbaplarımın bir kısmı rahmetli oldu ama yeni genç arkadaşlar
da var.” Yaşı ilerleyince merdivenler onun için sıkıntı olmaya başlamış.
O da kendi evini kiraya vermek zorunda kalmış. Ama mahalleden ayrılamamış, asansörü olan başka bir binaya taşınmış.
Beşiktaş tutkunu
Cemil Mete - Emekli Korgeneral
Onun Beşiktaş tutkusu ilk gençlik yıllarına dayanıyor. Bu tutkunun altında yatanlardan birisi futbol sevgisi olsa da diğeri yaşayacağı yerde aradığı özelliklerin hepsinin bu semtte birarada olması.
Zaten onun içindir ki emekli olmadan önce burada
yaşamaya karar vermiş ve bir ev satın almış. “1988
yılında emekli oldum, buraya yerleştim. Çok eskiden Sarıyer’den gelirken buradan geçerdim. Burası çok güzel bir arazi kesimiydi. Golf oynardı burada
yabancılar. Küçük yaştan itibaren İstanbul, Beşiktaş
ve Beşiktaş Kulübü sevgisi vardır bende. Gençliğim
burada geçti, Beşiktaşlı bir santrafor vardı, Şefkat
Yorulmaz, jandarma eriydi. O Beşiktaş Kulübü’ne
çekti beni. Akademide okurken, Beşiktaş’a iner
balık pazarını falan gezerdim. Şimdi bazen Boğaz’a
gidiyorum, bazen de lokalde briç oynuyoruz. İnsanları çok iyi; sivil de olsa asker de olsa memur kesimi, konular açılınca daha kolay anlaşan bir kesim.
Bir tiyatro eseri vardı, “Ömür Uzatma Kıraathanesi” diye; kimin olduğunu şu anda hatırlayamıyorum, burası bir ömür uzatma kıraathanesi gibi, belediye başkanımız da çok yardım etti buraya. Son
4-5 yıldır Beşiktaş Belediyesi’nin çalışmaları dikkatimi çekiyor. Etkin çalışıyor, dürüst çalışıyor. Bir belediye başkanı geliyor ve “Ne isterseniz bana sorun,
isteyin” diyor. Bunu önceden söylemek çok zordu.
Kaçarlardı, yok dedirtirlerdi. Muhiti, insanlarını, Beşiktaş Belediyesi’ni, Beşiktaş Spor Kulübü’nü, burayı seviyorum.”
Üç kuşak aynı mahallede
Nilgün Aktaş - Yeni Levent
Kültür ve Dayanışma Derneği
Lokal İşletmecisi
Sadece işi burada değil Nilgün Aktaş’ın. O da mahallenin ilk sakinlerinden. Ömrünün büyük bir
kısmını burada yaşamış. Kendisi gibi çocukları da burada yaşamaya devam ediyor ve şöyle anlatıyor: “İki buçuk yıldır dernek lokalini işletiyorum. 1955 yılında 1. Levent’te oturmaya başladım. 1968
yılında da Yeni Levent’e geldik. Mahallede olumlu değişiklikler kadar olumsuzluklar da var. Trafik korkunç oldu mesela, pazar buranın havasını, sakinliğini bozdu. Ama yine de İstanbul’un genelinden çok farklı. Yeşilliği çok bol, insanları belli bir kültür düzeyinin üzerinde. Derneğe gelen teyzeler annelerimiz, kayın validelerimiz; kâğıt oynayan amcalar da babalarımız, kayın pederlerimiz.”
Anlayacağınız burada yaşamaya başlayan insanlar öyle sık sık taşınmıyorlar.
B+ İLKBAHAR 43
Albüm
Ustanın Vizöründen
Beşiktaş'ta çarşı pazar
Cengiz Kahraman, B+ dergisi için Beşiktaş’ta çarşı pazarı fotoğrafladı.
Cengiz Kahraman
1965 İstanbul doğumlu. 1991 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi ve Arkeoloji Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. 1993 yılında İstanbul Ansiklopedisi’nde fotoğraf editörlüğü yaptıktan sonra 1999 yılına kadar Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nda çeşitli sergi, ansiklopedi ve kitap projelerinde çalıştı. Yapı Kredi Kültür
ve Sanat Anonim Şirketi’nde çeşitli projelerde görev aldı.
1994 yılından beri merak saldığı fotoğraf koleksiyonerliği
ve arşiv çalışmalarının ürünü olan “1929 Kışı Bir Şehir Efsanesi” 2007 yılında İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı. B+
Portre fotoğrafı: Bahar Tanır
44 B+ İLKBAHAR
B+ İLKBAHAR 45
46 B+ İLKBAHAR
B+ İLKBAHAR 47
48 B+ İLKBAHAR
B+ İLKBAHAR 49
50 B+ İLKBAHAR
B+ İLKBAHAR 51
Kadın girişimci
Çocukluk hayallerini
gerçekleştiren bir girişimci:
Billur Eş
Söyleşi: B+ Fotoğraf: SEMİH DUMAN
Sihirli parmaklarını değdirdiği her yer çiçek açıyor.
Beyoğlu’ndaki “a’lA”dan sonra yeni projesi Beşiktaş’ta...
52 B+ ‹LKBAHAR
B
illur Eş. İlk önce tecrübe sonra çevre diyor. Beraber zaman geçirmekten hoşlandığı arkadaşları, aynı zamanda iş
ortakları... Çünkü o; İstanbul’un yoğun stresli iş hayatının
ancak iyi tasarlanmış bir mekânda, aynı dili konuştuğu insanlarla daha keyifli bir hale getirileceğine inanıyor. Billur
Eş’in başarı hikâyesini B+ sayfalarına taşıyoruz.
Öncelikle Billur Eş’i tanıyabilir miyiz?
1978 doğumluyum. İstanbul, Sarıyer’de doğdum. Ticaret Lisesi’nin ardından Açıköğretim İşletme mezunuyum. 10 yıldan beri dekorasyon firmalarında mağaza yöneticiliği yaptım. Bu sene işletme masterı yapmayı düşünüyorum. Belli bir süreçten geçtim. Kurumsal firmalarda tecrübe
edindim. Yıllar öncesinde bile geleceğim hakkında planlarla yapardım. İlk
önce tecrübe sonra çevre diyerek 10 sene kadar çalıştım. Farklı sektörlerden birçok kişiyle tanıştım.
Hep kendime ait bir iş yeri istiyordum. Ama nerede, nasıl bilmiyordum.
Taksim-Beyoğlu’nu çok sevdiğim için hep buralarda bir mekân bulmaya
çalıştım. Sonra arkadaşım Burkan Alyılmaz’la bu işe girdik. Kendisi saç tasarımında çok profesyoneldir. Ben işletme kısmında olayım, sen de saç
yap diyerek başladık, bir akşam yemek yerken düşünmeye... Derken burayı bulduk. Sonra başka bir arkadaşım devreye girdi: Tasarımcı Ebru Kuyak… Ebru, Burkan ve ben kolları sıvayıp bir araya geldik. Aslında kafamda
bir restoran açma fikri vardı. İlk hamlemiz güzellik salonu oldu.
Kurumsal firmalarda çalışan kadınlarda bakım çok önemli. Zamanımızın
büyük bir bölümünü güzellik salonlarında geçiriyoruz. Aslında bir anlamda
da kadınların deşarj yöntemidir bu… Durup dururken neden olmasın dedim.
Kuaförler keyifli yerler, bir sürü insanla ve hikâyeleriyle karşılaşıyorsunuz.
Hâlâ dekorasyon işi yapmaya devam ediyorum. Ev ve iş yerleri için konsept geliştirip, uyguluyorum. İsimden başlayıp, logoya, iç dekorasyona kadar herşeyi düşünüyorum. Her konsepte bir hikâye yaratıyoruz. Aslında
“a’lA”nın da bir hikâyesi var. Benim çocukluğumun hikâyesi…
Nedir bu hikâye?
İnsanlar
bizimle güzelleşsin,
yemek yesin,
keyiflensin ve
mutlu yaşasın!
Her küçük kız çocuğu, kendini bulduğu zaman annesinin yatak odasına girer ve annesinin makyaj malzemeleriyle gizlice makyaj yapar. Benim çocukluğumda yaşadığım bu anı burada, “a’lA”da yaşatmaya çalıştık. Burası için 2-3 konsept geliştirmiştik. Ama burası benim ilk mekânım, ilk işletmem olduğu için beni yaşatsın, beni hissettirsin istedim. Bir gece Ebru’yu
aradım, Ebrucum öyle bir yer yapalım ki çocukluğumda annemin odasında
yaşadığım sıcaklığı, mutluluğu buraya gelen müşterilerime yansıtayım, dedim. Süreç böyle gelişti. Öncelikle neyin eksik olduğunu araştırdık. Gidip
kendimize bakım yaptıracağımız, rahatlayıp kendimizi şımartacağımız üniseks bir yer olmadığını gördük. Öyle bir yer yapalım ki kimse kimseden rahatsız olmasın. Konsepti de buna göre oluşturduk. Relaks bir ortam yaratmaya çalıştık.
Aklımıza fikirler geldikçe telefonlaştık, bir araya geldik. Eski tarz anne aynaları bulduk, sandalyelerimizi bu konsepte göre seçtik. Çukurcuma’daki
tüm eskicileri dolaşıp bir sürü obje aldık ve burada değerlendirdik. Yeni objeleri de çözüm ortaklarımızla beraber ürettik. Fabrikasyon hiçbir şey koymadık. Her objenin, mobilyanın bir hikâyesi, bir vintage tarafı var.
Hayatı bir paket olarak görüyorum. Burada hizmetimizi bir paket halinde
sunuyoruz. Çiftler buraya rahatlıkla geliyor. Bakımlarını yaptırıyor ve merkezi konumumuz nedeniyle kolaylıkla eğlenmeye gidebiliyor. Çiftler farklı salonlarda birbirlerinden uzak kalacaklarına burada kendi evlerindeki samimiyeti ve özeni bir arada yaşıyor.
Amaç biraz da şu: İstanbul çok stresli bir kent. İnsanları yorgun ve mutsuz…
Buraya geldiklerinde kendilerini eve gelmiş gibi hissediyorlar. Şehirden
uzaklaşıyorlar. “a’lA”ya ilk giren bir koltuğa oturup, etrafını seyrediyor… O sırada Burkan devreye giriyor. Saçınızı şöyle yapalım, böyle yapalım derken,
iş bir anda samimileşiyor. Pazarlama ve reklam yapmıyoruz. Gelen müşterilerimiz bunu bizim için yapıyor. Aslında Ebru’yla birlikte burayı bir konsept
proje olarak diğer işlerimizde referans göstermek için özenle tasarladık.
Bir müşterimiz buranın dekorasyonundan o kadar hoşlandı ki şimdi onun
için bir pastane projesi geliştireceğiz. Şöyle diyebilirim benim için sektör
önemli değil, önemli olan bir arada olmaktan mutluluk duyduğum arkadaşlarımla keyifli projeler üretmek. Çok iyi bir ekibe sahibiz. İşin başında belki
ben ve Ebru varız ama arkamızda çok iyi çalışan bir ekip var. İletişimimiz de
kuvvetli ve bu yaptığımız işlere olumlu olarak yansıyor.
Birazda Beşiktaş üstüne konuşalım.
Beşiktaş’ın hayatınızdaki yeri nedir?
Beşiktaş’ı çok seviyorum. Uzun süre Etiler’de mağaza müdürlüğü yaptım.
Sarıyerli olduğum için bir Boğaz çocuğuyum. Çocukluğum ve gençliğim
Bebek ve Ortaköy geçti.
Biraz önce bahsettiğim restoran projesini de Beşiktaş’ta gerçekleştirmek istiyorum. Boğaz kıyısında arayışlarım sürüyor. Hem konsept geliştirme kısmında hem de işletmesinde sorumluluk alacağım. Restoran projemizi de gerçekleştirdiğimiz taktirde buradaki sosyal çevremizi oraya doğru akıtmak istiyoruz. İnsanlar bizimle güzelleşsin, yemek yesin, keyiflensin
ve mutlu yaşasın! B+
B+ ‹LKBAHAR 53
Benim Beşiktaş'ım
Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca için
musiki bir ibadet şekli.
Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraflar: ALAADDİN SAVAŞ
Altı yüz bestesi olan, tıp ve müzik alanında sayısız ödül kazanan sanatçı,
Vişnezade’de Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca Sokağı’nda yaşıyor!
E
skilerin Vişnezade Camii Sokağı olarak bildiği, bugün
Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca’nın adını taşıyan sokağa giriyoruz. Alâeddin Yavaşca’nın bir zamanlar önünden geçtikçe “gönlünü çeldiğini” söylediği yokuştan aşağı doğru
yürüyoruz. Sağ yanımızda Vişnezade Parkı, onun yanında
eski Vişnezade Camii. Aşağıda Dolmabahçe Sarayı’nın
bahçesi uzanıyor.
Buram buram tarih kokan sokak İstanbul Boğazı’na tepeden bakmanın
keyfini yaşatıyor. Bu sokağa adı verilen Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca “onunla tek vücuduz” diye sevgisini dile getirdiği eşi Ayten Hanım’la kırk yıldır
parkın karşısındaki aynı evde yaşıyor. Kanaryalarının güzel sesi röportaj
sırasında eşlik ediyor bize, adeta o da katılıyor bu evde tanık olduğu mut-
54 B+ İLKBAHAR
luluğu anlatmaya. Ne şiirler yazılmış, ne besteler yapılmış Ayten Hanım’a
o evde. Anılar, anıları kovalıyor. Kedileri İnci de rol çalmaya alışmış evin
efendisi edasıyla tur atıyor salonda.
Alâeddin Yavaşca’nın hayatında Beşiktaş’ın ayrı bir yeri var. 1950’lerde ailesiyle birlikte Çırağan Caddesi’nde otururken, 1962’den sonra
Vişnezade’de yaşamaya başlamış. Lise yıllarında haftanın iki gecesi aşkla meşk etmeye gittikleri hocası Hakkı Süha Gezgin’in evi de Şair Nedim
Sokak’ta, şimdilerde yerinde bir apartmanın yükseldiği 111 nolu evmiş.
İnsan yaşarken adının bir sokağa verilmesi nasıl bir duygu? Bu soruyu
sorduğumuz Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca, “Beşiktaş Belediyesi’nin bunu
bana tevci etmiş olmaları hayatımın unutamayacağım bir lütfudur. Bir sa-
natçının hayattayken bu duyguyu yaşaması ve Beşiktaş Belediyesi’nin
bunu hissedip değerlendirmesi çok güzel. O gün hayatımın en çok duygulandığım, sevindiğim günü olmuştur, şükranlarımı arzederim” diyor.
Devlet sanatçısı unvanını da “Marifet iltifata tabidir” sözü ile açıklıyor Prof.
Dr. Alâeddin Yavaşca ve devam ediyor: “ Bu payeyi veren devlet. Alan da
bu payeye layık olmaya çalışıyor. Bu karşılıklı bir alışveriştir.”
Alâeddin Yavaşca, Kilis’te doğdu. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Senatosu
2010 yılını Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca yılı olarak ilan etti. Başta Kilis ve İstanbul olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde etkinlikler düzenlendi, ödül
törenleri yapıldı. Kilis’te bir parka ve kültür merkezine adı verildi . Bu etkinliklerden biri de Akatlar Kültür Merkezi’ndeki “Gönülden Gönüle ŞiirEbru Sergisi”ydi. Eşi Ayten Yavaşca’nın önderliğinde hazırlanan sergi yoğun ilgi gördü.
Hakkı Süha Gezgin’dir. Öğrencisinin müziğe olan yeteneği ve tutkusunu
keşfeden hocası Yavaşca’ya bambaşka ufuklar açacaktır.
Hakkı Süha Gezgin, onu, henüz lise öğrencisiyken elini öpüp, hayır duasını alması için Neyzen Emin Dede’ye götürür. Mevlevi müziğiyle tanışması
ve ona aşık olması da o günlerde başlar.
Tıp Fakültesi’nden sonra görev yaptığı Zeynep Kamil Hastanesi’nde tanıştığı Dr. Suphi Ezgi ve Zeki Arif Ataergin, Sadettin Kaynak, Dr. Sela-
Alâeddin Yavaşca’yı anlatmak bu satırlara sığacak gibi değil. O bir şair, o
bir besteci, icracı ve hem müzik hem de tıp alanında hocalık mertebesine ulaşmış ender isimlerden biri. Gelin kendi anlatımıyla bu büyük insanı
daha yakından tanımaya çalışalım.
Sekiz yaşında icracıydı
Alâeddin Yavaşca’nın ailesinin 300 yıllık köklü bir geçmişi var. Çevresine saçtığı iyilikle tanınan ailesi 1682 yılında Yavaşcazade Vakfı’nı kurdu.
Alâeddin Yavaşca’nın dedesi Mehmet Sezai Efendi’nin babası Süleyman
Efendi, bu vakfı kuran Süleyman Çelebi’nin torunlarındandı. Yavaşcazadeler sanatla iç içe bir aileydi. Alâeddin Yavaşca’nın dedesi Sezai Efendi ile amcası Ahmet Muhtar Yavaşca Kilis’in tanınmış şairlerindendi. Sezai Efendi’nin; “methiye, na’t, gazel ve kaside” tarzında şiirleri kapsayan
bir divançesi vardı.
1926 yılında Kilis’te doğan Alâeddin Yavaşca’nın henüz sekiz yaşındayken bir şarkıyı iki kere dinledikten sonra rahatlıkla icra edebildiği fark edildi. Babası müziğe meraklıydı, dönemin plaklarını mutlaka Kilis’e getirirdi.
Yakın dostu biyoloji hocası Zihni Çelikalp de Batı müziğini iyi bilir, çok iyi
de keman çalardı. İki arkadaşın Münir Nurettin’in yeni çıkan, bir tarafı Şevki Bey’in “Gülzara nazar kıldım” uşşak şarkısı, diğer tarafı da 3. Selim’in
suzidilara yürük semaisi “Ab ü tab ile bu şebhaneme canan geliyor” plağını dinlemek için biraraya geldiği günlerden birinde babası, “Hoca bizim
Alâeddin iki eseri de ezberine almış. İstersen sana okusun” der. Hoca şaşırır ve ilgiyle küçük Alâeddin’i dinler. Ertesi gün iki kemanla kapıyı çalan Zihni Çelikalp, Alâeddin Yavaşca’nın ilk hocası olur. Ona ilk notaları o öğretir.
Alâeddin Yavaşca ortaokulu Kilis’te okuduktan sonra liseyi yatılı okumak
üzere Konya’ya yollanır. Okuduğu lise Osmanlı Sarayı olarak yapılmıştır. Yatakhane sonradan ilave edildiği için de eksi 42 derecedeki soğukla Alâeddin’in küçük bedeni mücadele edemez ve hastalanır. Okuldan alınarak Kilis’e döner, iyileştikten sonra ise bir daha Konya’ya gönderilmez,
artık onun yolu İstanbul’un yoludur.
Bambaşka ufuklara açıldı
Yavaşca, lise ikiden sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne kaydolur. İstanbul Erkek Lisesi’ndeki edebiyat hocası Vakit Gazetesi’nin de başyazarı olan
B+ İLKBAHAR 55
Eşi Ayten Hanım’la birlikte
“İnci Uğur” diye seslendikleri kedileri ile…
haddin Tanur, Hüseyin Sadettin Arel, M. Ekrem Karadeniz, Mes’ud Cemil,
Salih Murat Uzdilek, Artaki Candan, Refik Fersan, Dede Süleyman Ergüner, S. Ziya Özbekkan, Fehmi Tokay, Münir Nurettin Selçuk, İ.Hakkı Nebiloğlu, Nuri Halil Poyraz onda iz bırakan isimler olurlar.
O açılan ufuktan süzülen Alâeddin Yavaşca, “Bir insanın ömrüne sığdırdığı kendisine madde getirmeyen ama mana getiren hizmetler çoğu zaman
nazarların dışında kalır” düşüncesinde. O bu düşüncesini, “Ben asla sanatımı satmadım” sözleriyle destekliyor.
Zamanında bir radyonun yarışmasında Zeki Müren’le iki kez karşı karşıya
getirilen Alâeddin Yavaşca her defasında birinci olarak ayrılıyor salondan.
O dönemde Zeki Müren’in popülaritesi o kadar yüksek ki, gazinonun kulisine 850 bin liraya malolan bir havuz isteği bile kabul görüyor ama o havuzu yaptırdıktan sonra sırtını dönüp başka bir gazinoya çalışmaya da gidebiliyor. Bu nedenle Zeki Müren’le arası bozulan Küçük Çiftlik ve Kazablanka Gazinosu’nun sahibi Mahmut Anlar’ın ‘bir yıl peşin 3 bin lira’ ücretle sahneye çıkma teklifini Alâeddin Yavaşca “Ben sarhoşlara şarkı okumam” diyerek reddediyor.
Alâeddin Yavaşca’nın o dönemlerde yolunu çoktan çizdiği, şu sözlerinden anlaşılıyor: “Piyasa ile alakam yok. Radyoya girmişim, çalışmalarımdan memnunum. Bir yandan koro yönetiyorum, gençleri yetiştiriyorum,
diğer yandan doktorluk mesleğimi de yapıyorum.”
Aslında onun müziğe bu bakışı liseden sonra tıp fakültesinde şekillenmişti. Lise tahsili sırasında müzikte de epey yol alıyor, gelişiyordu. Tıp
Fakültesi’ne girdiğinde İstanbul Üniversitesi’nde kendisi gibi müzikle ilgilenen arkadaşları ile biraraya gelerek (Ercüment Bey, Cüneyt Orhon, Cahit Atasoy) okulun ilk Türk musikisi korosunu kurdular.
Türk musikisi fendir, edebiyattır
O grup daha sonra o dönemde Dr. Osman Şevki Uludağ’ın da yazılarında sıkça dile getirdiği bir ideali ‘Türk Musikisi Konservatuarı’ kurma fikrini benimsedi ve uzun yıllar bunun mücadelesini verdi . Şunları söylüyor
56 B+ İLKBAHAR
bu konuda Alâeddin Yavaşca: “ O kadar ki, Atatürk’ün Selanik’te meşk
ettiğini, musiki bilgisinin derinliğini biliyorduk. Onun ruhunun Türk Musikisi Konservatuarı’nı kurmaya zamanı yetmeden aramızdan ayrıldığı için
üzüntü içinde olacağı kanaatindeydik. Atatürk gençleri olarak bu görevi
biz üstlenmeliydik.”
Öyle de yaptılar, 1942 yılında Türk Musikisi Konservatuarı’nı kurmaya karar
verdiler ama ne yazık ki bu sancılı süreç 1975 yılına kadar devam etti.
Alâeddin Yavaşca o süreci anlatırken şunları söylüyor: “Karşılaştığımız
devlet anlayışı Türk musikisi tanımına uzaktı, bunu Batıcılıkla karıştırdılar.
Batıcılık’a o kadar kaptırmışlardı ki kendilerini Türklük vasıfları kaybolmaya başlamıştı. Kaç devlet kapısından kovulduk biz. 27 Mayıs’ta ihtilalci subaylara anlatamadık derdimizi. Taa ki Süleyman Demirel dönemine kadar… Biz konservatuarın başına devlet kelimesini eklemeyi akıl ettik de
öyle oldu.
Türk Musikisi Devlet Konservatuarı 1975’de Nişantaşı’nda bir paşa konağında kuruldu. Gelin görün ki kurumu YÖK’e bağladılar; daha sonra da
başka başka üniversitelere. Son olarak da Teknik Üniversite’ye… Bu da
olmadı. Üzülüyorum, büyük formdaki eserleri kaldırdılar. Oysa bu eserler büyük usullerle yapılan eserlerdir. Bizde iki zamanlı usulden başlar 120
zamanlı usule kadar devam eder ve bunların farklı değerde vuruşları vardır. Bunlar aritmetiktir, simetriktir. Aynı zamanda Türk edebiyatıyla birlikte maziden gelmiştir, o nedenle de bilimseldir. Türk musikisi fendir, edebiyattır; bunun içerisinde ölçüler küçükten büyüğe, 2’ den 10 zamanlıya
doğru giden usullere sahiptir ki biri diğerine benzemez.”
Önemli bir saptaması daha var Alâeddin Yavaşca’nın: “Bizim Türk adını taşıyan her şeye burun kıvırmak, dudak bükmek gibi bir yanlışımız var. Öğünmemiz gereken değerlerimizi muhafaza etmenin yollarını bulmalıyız.”
Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca emekli olduktan sonra arkadaşlarıyla birlikte
Haliç Üniversitesi’nde Türk Musikisi Konservatuarı’nı kurdu. Beste yapmaya ve gençleri yetiştirmeye devam ediyor. B+
Alâeddin Yavaşca ve sevgili eşi Ayten Yavaşca… Ayten Hanım 8 Mart’ta
7 dernekten oluşan Kırşehir Dernekleri Federasyonu tarafından,
Cumhuriyet’in aydınlık yüzünü temsil ettiği için “Yılın Örnek Kadını” seçildi.
Kimdir?
Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca, 1 Mart 1926, Kilis doğumludur. 1951 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi ve Haseki Hastanesi 1. Kadın Doğum Mütehassısı olarak mesleki hayatına başladı.
Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca'nın musiki hayatı, daha 8 yaşındayken
Batı musikisi keman dersleri ile başlamış. İstanbul'a geldikten sonra, Sadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk, Dr. Suphi Ezgi, Hüseyin Sadettin Arel, Zeki Arif Ataergin, Nuri Halil Poyraz, Refik Fersan, Mes'ud Cemil, M. Ekrem Karadeniz, Süleyman Ergüner, Dr.
Selahaddin Tanur gibi üstadlardan istifadeler sağlamış, İstanbul Belediye Konservatuarı İleri Türk Müziği Konservatuarı, İstanbul Üniversitesi Korosu gibi kuruluşlarda icra kabiliyetini ve musiki bilgisini geliştirdikten sonra 1950 yılında açılan imtihanı kazanarak İstanbul Radyosu’nda solist icracı olmuştur. Zamanla Türkiye radyolarında ve TRT bünyesinde danışma, denetleme ve repertuar kurullarında önemli görevler almış, 1967'den bu yana solistliği yanında koro
yöneticiliği de yapmıştır.
Türk musikisinde devlete bağlı ilk konservatuarın kurucuları arasında
yer almış, 1976'dan itibaren Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nın
Yönetim Kurulu’nda ve öğretim kadrosunda çalışmıştır. Konservatuar YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) yasasıyla İstanbul Teknik
Üniversitesi’ne bağlandıktan sonra 1990'da İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı profesörlüğüne atanmış ve Ses Eğitimi Bölüm
Başkanlığı'na getirilmiştir.
İcracılığı yanında 600 civarında beste, semai, şarkı, çocuk şarkıları,
çeşitli saz eserleri (peşrev, saz semai, medhal, etüd) dini sahada da
mevlevi ayini ve ilahi formunda besteleri vardır. 1950'li yıllardan bu
yana yurt içi ve yurt dışı birçok konserler vermiştir. Kendisine 1991 yılında “Devlet Sanatçısı” unvanı verilmiştir. Ayten Yavaşca ile evlidir.
B+ İLKBAHAR 57
B+'nın doğum günü
Üç yaşında
Yazı: B+ Fotoğraf: B+ Arşiv
58 B+ İLKBAHAR
ayız...
Üç yıl önce
bir kent kültürü
dergisi yayımlamak
üzere yola çıktık.
Sizlerin desteğiyle
bugünlere geldik.
Hatalarımız
olduysa affola!
B+ İLKBAHAR 59
Ü
ç yıl önce bir kent kültürü dergisi yayımlamak üzere yola
çıktık. Sizlerin desteğiyle bugünlere geldik. Hatalarımız
olduysa affola!
Bundan tam üç yıl önce, yine soğuk bir kış günüydü.
Toplantı masasının başında bir belediye dergisinin nasıl olması gerektiği tartışılıyordu. Aslında iki yol vardı. Birincisi -kolay olanı- belediye etkinliklerinin yer aldığı, daha çok bülten havasında bir yayın
yapmaktı.
İkincisi -biraz daha zor olanı- için tartışmalarımız uzun sürdü. Masanın üstünde birçok veri vardı. Beşiktaş, İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden
biriydi. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde iskân görmüş, 16. yüzyılın simge deniz adamları Sinan ve Barbaros Hayrettin paşalara mesken olmuştu. Osmanlı’nın son dönemlerinde ise imparatorluğun yönetim merkezine
dönüşmüştü.
Kurtuluş Savaşı’nın ilk ateşinin yakıldığı yer yine Beşiktaş’tı. Mustafa Kemal
ve silah arkadaşları Beşiktaş iskelesinden bir botla açıkta bekleyen Bandırma Vapuru’na bindiler. Çok geçmeden, Osmanlı saltanatı ülkeyi yine
Beşiktaş’tan terk etti.
Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi için de önemli bir kentti
Beşiktaş. Atatürk; aralıklarla on yıl İstanbul’da yaşamış, bu dönemin büyük
bir çoğunluğunu da Beşiktaş’ta geçirdi. Ünlü “Söylev”ini de Cumhuriyet’in
ilanından sonra İstanbul’a ilk gelişinde Beşiktaş Dolmabahçe Sarayı’nda
verdi:
“…Yalnız artık bu saray zıllullahların (Allah’ın gölgeleri) değil, zıll olmayan,
hakikat olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri
olarak bulunmakla bahtiyarım…”
Atatürk, 29 Ekim 1938’de, milletine son seslenişini de yine Beşiktaş’tan
yaptı. Taksim’deki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sonrası “Ata”larını zi-
Beşiktaş kentlisi, Mustafa Kemal’in
Samsun’a uğurlanmasına ve
Cumhuriyet’in ilanından sonra
İstanbul’a dönüşüne (üstte)
tanıklık etti.
60 B+ İLKBAHAR
yaret etmek isteyen İstanbullular teknelere doluşarak Dolmabahçe açıklarında toplanmış, tezahüratlarda bulunuyordu. Atatürk yardımcılarının yardımıyla pencereden kalabalığı selamlamış ve “Bu bayramlar, yarınlar sizindir,
güle güle çocuklar!” demiştir.
Bugünden 12 gün sonra acı dolu haber geldi. Türk bayrağına sarılı tabutu
16 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’nda katafalka konuldu. İstanbullular üç gün boyunca “Ata”larına saygılarını ilettiler.
Cumhuriyet’in her alandaki kalkınma seferberliğinin izlerini yine Beşiktaş’ta
bulmak mümkün. Bugün kent sınırları içinde sekiz üniversite yerleşkesinin
bulunmasının en önemli nedeni, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Beşiktaş’ta
bulunan saray yapılarının eğitim kurumlarına tahsis edilmiş olmasıdır.
Sanayi atılımlarında da İstanbul’un başı çeken ilçelerinden biri olmuştur.
Nuri Demirağ’ın özel teşebbüsüyle kurulan Türkiye’nin ilk “tayyare” fabrikası Beşiktaş’ta açılmıştır. Bugün Beşiktaş sahilinde bulunan Deniz Müzesi
binası Cumhuriyet’in ilk uçaklarının üretimine tanıklık etmiştir.
Tekrar derginin ilk toplantısına döndüğümüzde karar vermenin ne kadar
zor olacağını düşündük. Yukarıda ana hatlarını geçtiğimiz başlıklardan hangisini öncelikle işleyecektik. Genelde kent kültürü dergilerinin çektiği konu
sıkıntısı, Beşiktaş’ta konuların bolluğu nedeniyle hiç yaşanmadı. Hatta tartışmaların çoğunluğu hangi konuya, hangi simge kimliğe, hangi kültürel varlığa öncelikli olarak yer vereceğimiz yönünde yapıldı.
Şimdi arkamıza dönüp baktığımızda Beşiktaş’ta doğmuş, büyümüş, yaşamış, üretmiş birçok simge kimliğe sayfa ayırdığımızı görüyoruz. Gazeteci Hasan Pulur, arkeolog Halet Çambel, ressam ve hattat Etem Çalışkan, sinema sanatçısı Türkân Şoray, BJK’nın unutulmaz başkanı Süleyman Seba, tiyatro sanatçısı Altan Erkekli, şair ve yazar Sunay Akın, iş kadını Leyla Alaton, tiyatro sanatçısı Erkan Can, mimar Aydın Boysan, hukukçu Süheyl Batum, sanatçı Candan Erçetin, Leman Sam, Yeni Türkü grubu, gazeteci Güngör Uras, tiyatro sanatçısı Tekin Akmansoy, tiyatro sanatçıları Vahide ve Altan Gördüm çifti, müzisyen Kerem Görsev, BKM Mut-
B+’nın
başlattığı
kampanyayla
her yıl 16-19 Mayıs
tarihleri “Bağımsızlık
İçin İlk Adım”
başlığıyla
kutlanıyor.
fak Oyuncuları ve Yılmaz Erdoğan sadece profesyonel yaşantılarıyla değil
Beşiktaş’a dair anılarıyla konuk oldular B+’ya.
Tabii ki en önemli görevlerimizden biri de kaybettiğimiz simge değerleri
unutmamaktı. Her sayımızda “Beşiktaş kentlisi” tanımının bir gurur vesilesi olmasını sağlayan simge kimlikleri tanıttık. Arnavutköylü Türkân Saylan,
Bebekli arkeolog Ufuk Esin, Beşiktaşlı şair Behçet Necatigil, Beşiktaş tutkunu tiyatro sanatçısı Aykut Oray, Akaretler’de uzun süre yaşayan saray
ressamı Fausto Zonaro, La Diva Turca Leyla Gencer, Abdülcanbaz’ın yaratıcısı Turhan Selçuk, unutulmaz şarkı sözlerine imza atan Aysel Gürel, Ortaköylü mimar Bruno Taut, Levent sakini Osman Şevki Uludağ bu simge
kişiliklerden bazıları… Bu önemli kimliklerin birikimleri B+ dergisiyle genç Beşiktaş kentlilerine aktarılmış oldu.
B+ İLKBAHAR 61
Konuk yazarlarımız da oldu. Engin tecrübeleri dergimizin içeriğini zenginleştirdi. Buradan ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen, tarihçi ve yazar
Necdet Sakaoğlu, gazeteci Altan Öymen, ressam Gürol Sözen, mimar ve
gazeteci Oktay Ekinci, gazeteci Osman Bahadır, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç,
siyaset bilimci Dr. Yunus Sözen’e içten teşekkürlerimizi iletiyoruz.
B+ dergisinin önemli sorunlarından biri de görsellikti. Boyutlarının büyüklüğü derginin görsel kalitesinin daha dikkatle ele alınması gereken bir konu olmasını sağladı. Yardımımıza usta fotoğraf sanatçıları yetişti. Sağolsunlar, varolsunlar. İzzet Keribar, Ara Güler, Nevzat Çakır, Tahsin Aydoğmuş, Gökhan
Tan, Umut Kaçar, Tijen Burultay, Pınar Gediközer, Sinan Çakmak, Fatih Pınar, Altan Bal Beşiktaş’la ilgili en güzel karelerini bizlerle paylaştı.
Önümüzde işlenmemiş birçok önemli konu, uzun bir yol var. Daha fazla çalışmamız, daha fazla üretmemiz gerekiyor. Sizlerin desteği, enerjimizi her
geçen gün arttırıyor. Dergiye emeği geçen herkese, zamanlarını ayırıp dergimizi okuyan, yorumlarını bizimle paylaşan Beşiktaş kentlilerine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. B+
Aysel Gü
re
B+ 8. Say l
ı
en
etin Söz
Prof. Dr. M
ı
B+ 2. Say
lu
Necdet Sakaoğ
B+ 6. Sayı
Beşiktaş
kent kimliğinin
oluşmasına katkı
sağlayan kültür
sanat insanları
B+’nın konuğu
oldular.
62 B+ İLKBAHAR
Aydın Boysan
B+ 6. Sayı
k
lçu
n Se
İlha Sayı
.
B+ 9
Leyla Ala
to
B+ 5. Sayı n
Tarık Aka
n
B+ 8. Sayı
Turhan Se
lç
B+ 8. Sayı uk
B+ İLKBAHAR 63
Beşiktaş’ın
tarihini, kültürünü,
sanatını, sosyal
yaşantısını onların
ağzından
dinledik.
Oray
Aykut yı
a
B+ 7. S
Leyla Gen
c
B+ 7. Sayı er
Candan Erçet
in
B+ 9. Sayı
64 B+ İLKBAHAR
Yeni Türk
ü
B+ 5. Sayı
oy
s
et Ak
Mehm ayı
S
B+ 9.
BKM Mutfak
B+ 5. Sayı
Leman Sam
B+ 4. Sayı
an
İlhan Kom
ı
y
a
S
.
B+ 10
Önümüzde
işlenmemiş birçok
önemli konu, uzun
bir yol var.
Daha fazla
çalışmamız ve
üretmemiz
gerekiyor.
B+ İLKBAHAR 65
Okuyucu gözünden B+
Söyleşi: NURAN SAVAŞ Fotoğraf: ALAADDİN SAVAŞ
Beşiktaş’ı çok iyi anlatıyor
İnci Ercüment
Emekli Kimya Mühendisi
(61 yaşında)
da
yaşıyor aslında. Ama Beşiktaş’ı
İnci hanım uzun yıllardır Şişli’de
taifle
gibi etkinlikleri, yayınları key
çok seviyor. Bir Beşiktaş kentlisi
4 sayısını görmüş olmasına rağkip ediyor. B+ Dergisi’nin sadece
le bir dergi çıkarsa” diyor. “Aslınmen “Keşke Şişli Belediyesi’de böy
’yle Levent Kültür Merkezi’ne gelda Şişli’de oturuyorum. B+ Dergisi
buradaki etkinlikleri haber verdiler.
diğimizde tanıştık. Arkadaşlarım
çok
ve çok çok beğeniyoruz. Dergi
Belgeselleri izlemeye geliyoruz
dergisi, bir kültür sanat dergisi işle
güzel. İnsanlar için bir edebiyat
iktaş’ı çok iyi tanıtıyor, okuyunca
vi görebilir, diye düşünüyorum. Beş
k
duyuyorsunuz. Etkinliklere katılma
orayı görmek isteği, hatta gereği
işya Sanat Merkezi’ne hiç gitmem
isteği duyuyorsunuz. Mesela Ful
p
o kadar etkileyiciydi ki, hemen gidi
tik. Ama dergide yer alan tanıtım
im, balık pazarını gezdim, dergide
bilet aldım oradan. Beşiktaş’a gitt
ünra da olsa, bir daha gitmeyi düş
anlatılan kahvaltı evine yıllar son
Kültür Mahallesi’ni gezmek iste
düm. Semtlerini merak ediyorum.
le bakmak, gezmek istedim. Oku
dim. Ortaköy’e daha başka bir göz
baktım. Gördüklerimle dergidekidukça Beşiktaş’a daha bir dikkatli
ündü.
ler örtüştü. Gözüme daha hoş gör
z
oru
Anı biriktiriy
ta
ldır Beşiktaş’
mci. Son iki yı
iti
eğ
li
ek
em
bir
ış. Daha
nden yetişmiş
öy’de yaşam
ak
rt
O
ı
as
ar
Köy enstitüsü
1972-1975
a önce, yani
runda kalmış.
yaşıyor. Dah
a’ya gitmek zo
ar
nk
A
i
eğ
er
ig
sonra mesleğ
rak değil ama
ok ayrıntılı ola
Ç
.
m
ru
yo
ku
o
iyi
le ilgili... Zaten
dan beri derg
ili, güzellikleriy
ilg
“Geçen bahar
le
iy
rih
ta
ın
iz. Bu kovar. Beşiktaş’
ngin bir ilçem
ze
,
un
ğ
ilginç konular
yo
k
ından ço
ar var. Gört eserleri açıs
er, araştırmal
el
m
le
Beşiktaş sana
ce
in
r,
zıla
dergi, sadetatmin edici ya
nunuz. Bence
em
M
nuda oldukça
i.
g
er
d
ir
b
kinleri
önemli, güzel
kü Beşiktaş sa
ün
Ç
r.
ili
b
na
sel açıdan da
lu
aha açık o
onları tatkalmamalı. D
geniş konular
a
ah
D
.
ce Beşiktaş’la
ar
nl
ksek insa
ğlıyor.”
itim düzeyi yü
iriktirmemizi sa
b
ı
an
daha açık, eğ
ak
rt
o
i
iyes
eşiktaş Beled
min edebilir. B
nda)
tmen, (71 yaşı
Emekli öğre
Halil Özdaş -
66 B+ İLKBAHAR
Edibe Nazsız
Emekli fizik uzma
(55 yaşında)
anı
Bertan Coşkun - Reklamcı
(26 yaşında)
Beşiktaşlılar için bir şans
Doğma büyüme Beşiktaşlı, Ihlamur
lu olduğunu söylüyor
gururla. “Yaklaşık 2 yıldır takip ediy
orum dergiyi ve pozitif buluyorum. Beşiktaş ile ilgili gör
mek istediğimiz şeyleri bulabiliyorum. Beşiktaş’ta yere
l gazeteler mevcut ama,
bu halka inebilen, halkın gözüyle
bakabilen bir dergi. Aslında göremediğimiz noktaları bize
gösteren bir yanı var.
Mesela Denize akan sokaklar çok
ilgimi çekmişti, bir de
Nazımın olduğu sayı... Aslında bir
duruşu olan bir dergi. Bu yönüyle Beşiktaşlılar için bir
şans olduğunu düşünüyorum böyle bir derginin varlığın
ın.” Dergiyi okuyunca,
her gün geçtiği yerlerde bile farklı
bir ruh aramaya başladığını söylüyor Bertan Coşkun.
B+’yı seviyorum
Gülçin Hanım bir Beşiktaş kentlisi olarak dergide, kendinden, çevresinden bir şeyler bulmaktan çok mutlu olduğunu
belirtiyor. “Akatlar’da oturuyorum. B + Dergisi’ni beğeniyorum. Güzel, oldukça bilgilendirici, semtler, kültür merkezleri, etkinliklere ilişkin haberler çok güzel. Dergi yormuyor beni,
kolay anlaşılır bir dili var. Dergiyi okuyunca, sokağa çıktığımda, okuduğum yerler, insanlar daha fazla dikkatimi çekiyor.
Mesela mahalle kasabımı okuyunca, kültür merkezimi, mahalledeki gelişmeleri okuyunca gayet hoşnut olmuştum. Bu
halini seviyorum.”
Beşiktaş aşığı
ak görüKendini Beşiktaş gönüllüsü olar
yaşıyor. 30 yıldır Akatlar Mahallesi’nde
takip
yor ve üç yıldır B+ Dergisi’ni düzenli
p ediyoediyor. “B+ yı çıktığından beri taki
ak okuruz, eşim ve ben. Gayet mutlu olar
olduğuyoruz. Biz zaten Beşiktaş aşığı
Baktımuz için her şey bize hoş geliyor.
seviyoğımız, gördüğümüz her şeyi çok
izi de
ruz. Hatta bazı resimlerde kendim
mizi kargörebiliyoruz. Bizim beklentileri
gi gerşılıyor, diye düşünüyorum. Bu der
yor. Geçekten bir kent belleği oluşturu
yi sarçen gün bir arkadaş, cam bir obje
di. Kıyamak için dergiyi kullanmak iste
dokumeti kopardım. Kesinlikle dergiye
namazsın, o çok kıymetli dedim”
Gülçin Akpınar - Ev hanımı (43 yaşında)
B+ İLKBAHAR 67
Portre
08.03.1943 TBMM’nin
7. devresinin ilk gününde
Osman Şevki Uludağ
yemin ederken.
Büyük dedem
Dr. Osman Şevki Uludağ
Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraf: ERDEM AYDIN
K
Türkiye’nin ilk tıp tarihçisi, Uludağ’ın isim babası, bir kültür savaşçısı...
İrem Yıldızeli büyük dedesini anlatıyor
üçük kızın “Nani” dediği babaannesinin Levent’teki evi
Londra’daki evleri gibi müstakildi. En iyi arkadaşı Hızır’ın
söylediği hiçbir kelimeyi anlayamasa da, her sabah onun
kız kardeşiyle birlikte kapılarını çalmasını beklerdi. Evlerinin karşısındaki yıkık bina onların oyun alanıydı. Daha o
yıllardan var olan merakı onu rahat bırakmaz, taşlardan
zıplayarak içeri girer ve her seferinde yeni yeni köşeler keşfederdi.
Ablası Londra’dan iki yıl önce gelmişti. Dedesiyle Nani’si önceden anlaşmışçasına görev bölümü yapmışlardı, dedesi Türkçe’yi, Nani’si ise Türk örf
ve adetlerini öğretmekten sorumluydu.
Sıra ona gelince, yaşının küçük olmasının verdiği hareketlilikten midir bilinmez, haylazlık yapmasına biraz da izin verilirdi. Ablasının her gün masa başı
dersleri devam ederken, o haylazlık peşinde görünse de, aslında çok ciddi
bir gözlemciydi. Evin kitaplar ve kişisel eşyalarla dolu odalarında masa başında öğrenilecek bilgiden daha çok şey vardı.
İrem Ela Yıldızeli yıllar sonra o günleri anlatırken, “Ben kendi dünyamda meraklı, irdeleyen, gözlemleyen, araştıran biri olma yolundaydım aslında” diyor.
68 B+ İLKBAHAR
Türkiye’nin ilk tıp tarihi yazarı; Osman Şevki Uludağ
Peki, İrem Yıldızeli Nani’sinin bu sözünü dinledi mi? Bu sorunun yanıtı tahmin edebileceğiniz gibi “Hayır” oldu.
“Günlükleri Nani’mden gizli eve götürdüm ve sabaha kadar okudum” diyor
İrem Yıldızeli.
Babası ve amcasının çelişkili yorumlarının ardından onu daha iyi tanıyabilmek için Nani’sinin kütüphanesine koşan İrem, eline geçen kitaplar karşısında şaşkınlığa uğradı. “Çocuklar, Gençler ve Filmler”, “Bursa ve Uludağ”,
isimli kitaplar, meclis albümleri ve bir defter… Nani’sinin babasının özel defteri diye sakladığı ve saygısından kapağını açıp okumadığı defter A4 boyutundaydı. Siyah bezle kaplı kalın kapağı vardı. İç sayfaları çizgili ve hafif sarı
renkteydi. Sarılığına karşın defter dün yazılmış gibi yeni duruyordu. Defterin
eskiliğine dair tek kanıt sayfaları tutan paslı tellerdi.
Atatürk ve Bediz Hanım ile...
Bugün 83 yaşında olan babaannesi Ela Uludağ da onu doğruluyor: “ Bu
merakıyla çok şeyler başardı… Ailenin en küçüğü bunları yapsın, inanılır gibi
değil” diyerek duygularını ifade ediyor.
İlk sayfasında güzel bir el yazısıyla yazılmış satırlarla karşılaştı. Tarih 11 Nisan
1936, Viyana. Defter, bir günlük olarak tutulmuşsa da kendi hayat hikayesini bir kitap disipliniyle başlıklar atarak yazmıştı büyük dede.
İrem Yıldızeli dedesini kaybettikten sonra - kendi sözleriyle- Nani’sinin aklını
dağıtıp gönlünü hoş tutmak için deveye hendek atlatıyordu.
İşte o günlerden birinde “Meraklı İrem”, aile üyelerini internette tek tek arayıp, çıkan yazıları Nani’siyle paylaşıyordu. Sıra Nani’nin babasına gelince
karşılaştığı yüzlerce yazı onu şaşkına çevirdi.
Büyük dedesi Osman Şevki Uludağ için milletvekilliği ve doktorluğunun
dışında sıralanan vasıflar şunlardı: Türkiye’nin ilk dağcısı, ilk tıp tarihçisi, ilk
Türk Tababet Tarihi kitabının yazarı, dil bilimci, Türk Tıp Tarihi Kurumu’nun
kurucusu, Türk musikisi üstadı, bestekar, araştırmacı yazar...
Aslında büyük dedesi genellikle bu özelliklerinden biriyle anılıyor. İşin garip
yanı ailesi de büyük dede Dr. Osman Şevki Uludağ’ın çok da farkında değil gibiydi. Nani’si babasından hep övgüyle bahsederdi, ama onlar bu sözleri
bir kızın babasına duyduğu hayranlık olarak algılar ve üzerinde durmazlardı.
Nani’sinin babasıyla ilgili her belgeyi tarih sırasına göre arşivlediğini nereden
bileceklerdi ki… Babası ve amcası dedeleriyle büyümüş olsalar bile her birinin onunla ilgili anıları farklıydı.
Büyük dede zamanının önemli bölümünü kütüphanede geçirirdi. Akşam
yemeği saati geldiğinde yazılarına ara verip masanın baş köşesindeki yerini alır, ailenin çocukları mesafeli duran dedeye olan saygılarından yemeklerini çıt çıkarmadan yerlerdi.
Gizli tutulan günlük
Rastlantıya bakın ki, İrem Yıldızeli’nin Levent’te küçükken kaldığı oda büyük dedenin odasıydı. Yıllar sonra bahçe içindeki ev satılıp Akaretler’de bir
apartman dairesine taşınıldığında İrem babaannesinin özenle sakladığı belgelere ulaşabilecekti. Ama nasıl?
Bunu Nani’si şöyle anlatıyor: “Bizim ‘meraklı’, babamın tuttuğu günlükleri,
kitapları, belgeleri, benim
kestiğim gazete ve mecmua kupürlerini görünce hayretler içinde kaldı.
Ama ben günlükler için
“Onlar özel hayata dair
şeyler, okuma kızım’
dedim.”
Ailesiyle birlikte gittiği Çanakkale’de geçmiş yeniden canlanmıştı.
İrem Yıldızeli sabırsız bir halde hemen Atatürk’ün adının geçtiği sayfayı açtı.
Başlık, “Hastayım”dı. “İki kızı ve eşinin mutluluğu için yenmek zorunda olduğu hastalığının” nedeni ise Atatürk’ün mecliste verdiği nutukta kendisine ve
diğer milletvekillerine karşı “Arkadaş” kelimesini kullanmasıydı.
“Yalnız ıstıraplar değil, sevinçler de insanı sarsar. Ben de sarsıldım. Bu vaziyet içinde ortaya yeni bir şeyler çıkarmak için kafamı tekrar yormaya başladım. Netice olarak uykularım kaçtı...”
Fransız bir profesörün Türklere karşı olan önyargısına içerleyip 29 yaşında
ilk Türk tıp tarihini yazan, 36 yaşında koca bir dağa ismini veren dedesinin,
Atatürk’ün “Arkadaşlarım” sözünden etkilenerek içi içine sığmayıp uykuları
kaçmıştı. Ülkesine daha fazla nasıl katkıda bulunabileceğini düşünmek onu
heyecana sürüklemişti. Yenilikçi çalışmaları ve eserleri nedeniyle Atatürk tarafından milletvekili olarak görevlendirildikten sonra daha fazla üretmek adına uykuları kaçıp hastalandığında ise 47 yaşındaydı.
Toplum mühendisi
Bu olay İrem Ela Yıldızeli’ni derinden sarstı. Günlükleri okumaya devam ettikçe de büyük dedesi onda merak ve tutku haline geldi. Yeni inşa edilen
Türkiye Cumhuriyeti’nde o ve onun arkadaşları Atatürk’ün önderliğinde birer mühendis gibi hareket ederek toplumun yapılandırılması için büyük çabalar sarf etmişlerdi. Onların her biri bir toplum mühendisiydi.
Büyük dedesi doğru bildiğini savunan gözüpek biriydi. Bu tavrını Meclis’te
de sürdürmüş, açık sözlülüğüyle çoğu zaman yanlış da anlaşılmıştı ama düşünceleri her zaman saygıyla karşılanmıştı.
B+ İLKBAHAR 69
anlatıyor: “Benim içinde bulunduğum reklam dünyasında bir-iki ürüne isim
bulup bir reklam filmi yaptıktan sonra bir ‘yaratan’ edasıyla gezen onca insanın arasında, büyük dedem daha ilk cümlesinden kendine hayran bırakıp,
beni kendi dünyasına çekmeyi başarmıştı.”
Kültür devrimi sırasında oluşturulan müzik politikalarını sıkça eleştiren Osman Şevki Uludağ, Hasan Âli Yücel’le de ters düşmüş o yıllarda. Mecliste
şiddetli bir tartışma sırasında Hasan Âli Yücel ona, “Hüseyni’den opera mı
yapalım?” dediğinde cevabı şöyle olmuş: “Hüseyni karakterinde bir opera
yapabilirseniz dünya yerinden oynar. Biz bunu yapmaya çalışmalıyız.”
Taklitçiliğe karşıydı. Yeni kurulan konservatuarda Türk musıkisi bölümünün
kurulması için mücadele verdiyse de o yıllarda başarılı olamadı. Türk musıkisinde çokseslilikten yanaydı.
Mecliste yaptığı eleştirilerden en çok ses getireni ise, İstiklal Marşı ile ilgili
düşünceleriydi. Onuncu Yıl Marşı’nın Jean Jacques Rousseau’nun Le Devin du Village operasından ve İstiklal Marşı’nın bestesinin de Carmen Silva valsinden alındığını savunuyordu. Şair Mehmet Akif’in şiirinin çok önceleri yapılmış bir besteye giydirilmesiyle ortaya çıkan marşın garip bir şekil aldığını söyleyerek karşıtlarını eleştiri yağmuruna tutmuştur.
Yıldızeli, bir süre sonra işinden ayrılıp, büyük dedesinin hikâyesinin peşinden gitmeye karar verdi. İlk kitabı, “Bir Kültür Savaşçısı: Dr. Osman Şevki Uludağ”ı kaleme aldı. Ardından ikincisi geldi: “Büyük Dedem Dr. Osman
Şevki Uludağ”.
Sırada neler var? Anılar onu nereye sürükleyecek? Bu soruların cevabını
henüz o da veremiyor. Ve şu sözler dökülüyor ağzından: “Büyük dedemin
dediği gibi bu yeni çağda fiziki savaş bitmiştir, artık bir fikir savaşı lazımdır.
Dedemin savaşta iken, çadırında eşi Makbule Hanım’a yazdığı küçük kırmızı kaplı defterin sonu , ‘Yüksel ve yükselt!’ sözleriyle bitiyor. Onun hakkında
yeni bir şeyler yazarsam kitabın adı kesinlikle ‘Yüksel ve Yükselt’ olacak.” B+
Gerçekten de İrem Yıldızeli’nin Londra’dan geldikten sonra Türkçe’yi yeni
öğrendiğinde karşılaştığı bu konudaki zorluk bugün hâlâ devam ediyor. Çocuklarımız hâlâ Osman Şevki Uludağ’ın yıllar önce parmak bastığı o garip
besteli İstiklal Marşı’mızı okumaya devam ediyor.
“Korkma sönmez bu şafak
Larda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdu
Mun üstünde tüten en son ocak o be
Nim milletimindir ancak.”
İrem Ela Yıldızeli, büyük dedesinin fikirlerini okudukça ona olan hayranlığı
daha da artıyor.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdikten sonra reklam
sektöründe çalışmaya başlayan Yıldızeli içinde bulunduğu durumu şöyle
70 B+ İLKBAHAR
Levent’te evlerinin önünde...
Köklerine bağlı bir Leventli
İrem Ela Yıldızeli, 6 Temmuz 1978 Londra doğumlu.
İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı.
Londra'da başladığı güzel sanatlar eğitimine
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde
devam etti. Reklam ajanslarında sanat yönetmenliği
yaptı. Çalışmaları ulusal ve uluslararası festival ve
yarışmalarda ödül aldı. Projeleri arasında köklerinin
bağlı olduğu Levent'in belgeselini yapmak var.
Geçmişe yolculuk... İrem Yıldızeli babaannesi Ela Uludağ ile birlikte.
B+ İLKBAHAR 71
Etkinlik
Belgesellerle
dolu iki yıl
Yazı: GÖRKEM KIZILKAYAK Fotoğraf: Şenol kaşıkçı, burak görgün
“Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit” etkinliği
2011 yılına “İş Bankası Müzesi’nden Beyaz Perdeye”
adlı bölümle girdi.
72 B+ KIŞ
B
eşiktaş Belediyesi’nin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Belgesel Sinemacılar Birliği’yle düzenlediği “Bir Belgesel, Bir
Gazeteci, Çay ve Simit” etkinliği ikinci yaşına girdi. Bu projeye başlarken temel amaçlardan biri, gösterim imkânı bulamayan belgesel filmlere mekân sağlamak, belgesel severlere de kaliteli belgesel seyrettirmekti. Her çarşamba Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nu kar kış demeden dolduran belgesel severlerden anlıyoruz ki proje amaçlarından birine ulaştı.
Daha şimdiden Türkiye’nin en uzun soluklu belgesel şölenlerinden biri oldu.
Artık amatör ya da profesyonel olarak belgeselle uğraşanların, belgesel izlemekten hoşlananların daimi bir mekânı var. Onlar her çarşamba Levent
Kültür Merkezi’nde buluşuyor, çay-simit eşliğinde sohbet ediyor, belgesel
seyrediyor, daha da önemlisi birarada yeni yerler tanımanın, farklı kimliklerle tanışmanın zevkini yaşıyorlar.
Daha yeni yeni terkettiğimiz soğuk kış günlerinde bile Levent Kültür Merkezi belgesel meraklılarından fire vermedi. Dışarıdan gözlendiğinde etkinlik daha çok bir aile toplantısını andırıyor. Çünkü artık herkes birbirini tanıyor, hal-hatır soruyor, belgesellerin kritiğini yapıyor.
Hadi gelin, hep birlikte bu sıcak ailenin kış boyunca izlediği belgesellere bir
göz atalım. Belgesel severler 2011 yılına İş Bankası Müzesi arşivinde yer
alan “Ustalar ve Bilgeler” belgesel dizisini seyrederek girdi. 1980 öncesinde çekilmiş altı bölümlük dizi, kültür-sanat alanında öne çıkan bilgelere odaklanıyordu. İş Bankası Müzesi’yle yapılan işbirliği sonucunda, daha
önce gösterim imkânı bulamayan belgeseller seyirciyle buluştu. 5 Ocak
2011 tarihinde gösterilen ilk belgesel Cemal Reşit Rey’in hayatını anlatıyordu. Belgeselde, Cumhuriyet tarihinin birinci kuşak bestecilerinden “Türk
Beşleri” grubunun üyesi Cemal Reşit Rey’in bir başka bilinmeyen özelliği daha ortaya çıktı. Rey, bir Beşiktaş kentlisiydi. Uzun yıllar Serencebey
Yokuşu’nda oturdu. Suha Arın’ın yönetmenliğini yaptığı belgeselin ardından Aydın Karlıbel ve Celal Kara’dan Cemal Reşit Rey’le ilgili ayrıntılı bilgiler alma fırsatımız da oldu.
Serinin ikinci belgeseli Âşık Ali İzzet Özkan’la ilgiliydi. Anadolu ozanlar kuşağının Âşık Veysel’le birlikte son temsilcilerinden sayılan Ali İzzet Özkan’ın
yokluk içinde geçen hayatının anlatıldığı belgeselin yönetmeni yine Suha
Arın’dı. Söyleşi bölümünün konuğu Ahmet Özdemir, belgeseli tamamlayacak bilgileri seyircilerle paylaştı.
Güner Sarıoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Ressam Eşref Üren ve Yücel Çakmaklı’nın yönettiği Bedia Muvahhit belgeselleri de ses kalitesinin
kötülüğüne rağmen yoğun bir ilgiyle izlendi. Serinin son iki belgeseli Vas-
B+ kış 73
fi Rıza Zobu ve Meriç Sümen belgesellerini ses kalitesinin gösterim standartlarının çok altında olduğu için seyirciyle buluşturamadık. Meraklılarına
hemen duyuralım, İş Bankası Müzesi’ne belgeselleri restorasyonunun yapılmasının ardından göstermek istediğimizi ilettik. Sesler onarılır onarılmaz
bu iki belgeseli de seyredebileceğiz.
Teknik nedenlerle gösteremediklerimizin yerine geçen yıl da belgesellerine yer verdiğimiz Selçuk Kızılkayak, Savaş Güvezne, Hasan Özgen’in
yönetmenliğini yaptığı belgeselleri gösterdik. Selçuk Kızılkayak’ın çektiği “Bakır ve İnsan”, doğada bulunan bakır madeninin zahmetli süreçlerden geçerek evimize girmesinin öyküsünü anlattı. Hasan Özgen ve Savaş
Güvezne’nin çektiği “Ve Taşlar Tanıktır” ise geçmişten bugüne Diyarbakır
kentini tanıttı bizlere.
Şubat’ın ortasında gösterdiğimiz bir belgesel izleyenlerin gönlünde taht
kurdu. Müzisyen, etnomüzikolog Adela Paeva, bir İstanbul seyahati sırasında Nevizade’deki bir meyhanede çeşitli milletlerden arkadaşlarıyla birlikte dinlediği şarkının izini arıyordu. Paeva şarkının peşinden tüm Balkanları gezdi. Her ülkede küçümseyici gözlerin söylediği “bu şarkı bizim, dedelerimizden atalarımızdan kalma” yorumuyla karşılaştı. Bu şarkı yüzünden Sırbistan’da dövülme, kendi memleketi Bulgaristan’da ise öldürülme
tehdidiyle yüz yüze geldi. Aslında bizlere göstermek istediği esas nokta,
şarkının kökeninin neresi olduğu değil, bir müzik eserinin bile milliyetçilik
duygularını kabartarak ufak boyutlu kavgalara yol açabileceğiydi. Başında söylememiz gerekeni sonunda söyleyerek bitirelim: Bahsettiğimiz şarkı “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” dizeleriyle başlayan “Kâtibim”.
Belgeselin sonunda hoş bir sürprizle karşılaştık. Müzisyen ve araştırmacı Haluk Tarcan, söyleşi bölümünde söz alarak, bizim Kâtibim diye bildiğimiz şarkının kökeninin Balkanlar’la ilgisinin olmadığını, 19. yüzyılın ortalarındaki Kırım Savaşı nedeniyle İstanbul’a gelen İskoçyalı bir müzisyenin
İstanbul’daki müzik çevrelerine şarkıyı tanıttığının bilgisini verdi. Şarkı ne
Türk, ne Arnavut, ne Boşnak, ne Sırp, ne de Bulgarlara aitti. Öz be öz İskoç şarkısıydı.
23 Şubat 2011’de gösterdiğimiz, yönetmenliğini Rebecca Cammisa’nın
yaptığı Amerikan yapımı “Ev Hangi Tarafta Kaldı” belgeseli hem konusu,
hem teknik kalitesi bakımından iki sezondur seyrettiğimiz belgeseller ara-
74 B+ KIŞ
sında en iyilerden birisiydi. Dokuz yaşında iki Honduraslı çocuğun kargo
trenlerinin üstünde Amerika’ya kaçabilmek için yaptıkları tehlikeli yolculuğu anlatıyordu. Belgeselin ardından Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği Dış İlişkiler Müdürü ve gazeteci Metin Çorabatır’ın anlatımıyla
dünyadan ve Türkiye’den örneklerle kaçak göçmen ve mülteci faaliyetlerinin güncel bilgilerine ulaştık.
Hâlâ Fransa’da yaşayan şarkıcı Tülay German’ın belgeseli izleyenleri 70’li
yıllara götürdü. Didem Pekün ve Barış Doğrusöz’ün yönetmenliğini yaptığı
“Tülay German: Kor ve Ateş Yılları” sayesinde Tülay German’ın muhteşem
sesini bir kez daha duyduk. Söyleşi bölümünün konuğu İzzet Öz, 1970’li
yılların sonunda Paris’te gerçekleştirdiği Tülay German ve Erdem Buri röportajı sırasında yaşadıklarını anlattı.
Kış mevsimini 9 Mart’ta gösterdiğimiz “İfakat” isimli ödüllü belgeselle uğurladık. Cefakâr Karadeniz kadınının hikâyesinin anlatıldığı belgeselin yönetmeni Orhan Tekeoğlu’ydu. Belgeselin ardından Şükran Soner ve Orhan
Tekeoğlu’nun keyifli söyleşisini dinleme fırsatı bulduk.
İlkbahara selam durduğumuz günlerde “Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay
ve Simit” etkinliği devam ediyor. 16 Mart-13 Nisan arasında “arkeoloji belgeselleri” göstereceğiz. Tavşan kanı çayımızın, çıtır çıtır simidimizin, birbirinden ilginç Türk ve yabancı belgesellerin tadına bakmadıysanız hâlâ çok
geç değil. Her çarşamba 19:00’da Levent Kültür Merkezi’nde olacağız.
Bekleriz! B+
Tavşan kanı
çayımızın,
çıtır çıtır simidimizin,
birbirinden ilginç
Türk ve yabancı
belgesellerin tadına
bakmadıysanız
hâlâ çok geç değil.
B+ kış 75
Vefa
Ortaköylü mimar
Bruno Taut
Yaz›: SEL‹N FEILAND Fotoğraf: ARŞİV
Türkiye’de kaldığı iki yılda pek çok eser ortaya koydu.
Altına imzasını gururla attığı çalışmalarından biri de Boğaziçi Köprüsü’nün
Avrupa yakası ayağı yakınında konumlanan, kendi evidir.
İstanbul’da yaşayıp da bu evi bilmemek mümkün değil.
76 B+ ‹LKBAHAR
B
ir İstanbullu olarak hepimizin dikkatini çekmiştir, Boğaziçi Köprüsü’nden geçerken Avrupa yakası ayağından bakıldığında Japon mimarisinden etkilenerek yaratılmış çatısıyla etrafındaki tüm yapılardan ayırt edilebilen ev… Bu,
Bruno Taut’un kendisi için tasarlayıp inşa ettiği evdir.
Türkiye’de kaldığı yalnızca iki yıl gibi kısa bir sürede yaptığı, hayata gözlerini yumduğu yıl tamamladığı ev, İstanbul Ortaköy’deki Ali
Vafi Korusu’nda konumlanıyor.
ni biraraya getiren bir bina kompleksi yaratmak amacı taşıyan proje yarışması kapsamında gelmiş Bruno Taut. İstanbul’un tarihi dokusuyla paralellik gösteren projesiyle tanınmış. İstanbul gezisi sonunda çıkardığı raporda
İstanbul’a yönelik övgülere yer vermiş. Taut, İstanbul’un kalabalığın ve gerçekliğin üzerinde başka bir dünya hayali yarattığına dikkat çekiyor. Işığın,
parlaklığın ve rengarenk bir dünyanın varlığından bahsediyor. Raporunda
Doğu’nun Avrupa’ya hakimiyetinden de söz ederek, Birinci Dünya Savaşı
sırasında hissedilen barış özlemini de vurguluyor.
Taut’un, mimarlığı toplumsal gereksinimleri karşılamaya yönelik bir sanat
olarak değerlendirirken, uygulamalarında olduğu kadar yazılarında da modern mimarlık ilkelerini benimsediği görülüyor.
1936 yılının Kasım ayında ikinci kez Türkiye’ye gelerek buradaki ikinci kuşak yabancı mimarlar içinde yerini alan Taut, 1936-1938 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görevlendirilirken, aynı zamanda Ankara’da Maarif Vekâleti’nin mimarlık bürosunun yöneticiliğini de gerçekleştirmiş.
Tüccar Julius Taut’un ikinci oğlu olarak 1880’de Doğu Prusya
Königsberg’de doğup büyüyen Bruno Taut, 1897 yılına kadar lisede ve
hemen sonra üç yıl süren Königsberg İnşaat Meslek Okulu’nda öğrenimini tamamlar. 1902 yılında Hamburg ve Wiesbaden şehirlerinde değişik mimarlarla çalışır. 1921 - 1924 yılları arasında Magdeburg’da Şehir Yapı
Kurulu’nda, 1924 - 1932 yılları arasında da Berlin GEHAG firmasında mimarlık yapar. 1930 yılında Berlin-Charlottenburg Teknik Yüksekokulu onu
yerleşim bölgeleri ve meskencilik profesörlüğüne çağırır, Taut, böylece
Sanat Akademisi üyesi olur.
Modern mimarinin önemli isimleri arasında sayılan Taut, Deutscher
Werkbund’un en eski üyelerinden biridir. Sanayileşme ve kültür dejenerasyonuna bir tepki olarak çevreyi insana uygun hale getirme amacıyla kurulan
Deutscher Werkbund, mimarların yanı sıra sanatçılar, sanayiciler, tüccarlar
ve yazarların biraraya geldikleri ortak bir platform oluşturmuştur. Etik bir temele sahip olan Werkbund, sanatı olduğu kadar ahlaki ve sosyal değerleri de kendine esas almıştır.
Bruno Taut, sanatsal yeteneği ve benimsediği meslek ahlakı sayesinde
1910 yılında Werkbund’a kabul edilmiş, saygınlığı ve savunduğu ahlak idealizminin de etkisiyle diğer sanatçılarla biraraya gelmiş ve başarılarını kısa
zamanda duyurmayı başarmıştır.
Taut,
yaşadığı dönemin
özelliklerinin ve
benimsediği felsefenin de
tesiriyle hümanist
ve idealist
bir tavır
sergilemiştir.
Taut 1914 yılında Köln’de düzenlenen sanatsal yapı ve mimarinin öne çıkan sanatçı ve eserlerinin buluştuğu Werkbund sergisine katılarak,
Werkbund’un modernizmin öncüsü olarak bilinilirliğini sağlayanların başında gelmiştir. Taut’un bu sergi için tasarladığı ve ilk eserleri arasında yer
alan “Cam Ev” adlı pavyon yeni biçim araştırmalarına yönelmesi açısından oldukça ilgi çekmiştir. Werkbund’a katılanlar arasında öne çıkan Bruno Taut’un “Cam Ev”i aynı zamanda teknik gelişime ve toplumsal reforma
da dikkat çekiyor.
İç mekânı ve malzeme seçimiyle Cam Ev adlı pavyon, modern mimarinin özellikli ve karakter sahibi çalışmaları arasında yer almaktadır. Taut’un,
Köln’deki bu sergi için, Franz Hoffmann ile birlikte tasarlayıp inşa ettiği bu
eser, bir yapı malzemesi olan camın büyüsünü anlatmakla sınırlı değildir.
Bir yönüyle hayli gerçekçi düşünen ve öyle davranan Alman mimar, bir dağın en yüksek noktasında konumlandırılmış bir cam kubbeyi de içeren ve
“Alpin Architektur” adını taşıyan bir ütopya geliştirmiştir. Bruno Taut’un en
son katıldığı Werkbund projesi olan “Yeni Yapı”nın ardından iktidar sahipleri tarafından kapatılan Werkbund, modern mimari ve ürün tasarımı teşvikçisi olarak öncülük yapmıştır.
Ankara Atatürk Lisesi
I. Dünya Savaşı sonrasında meslektaşlarını yüreklendirici bir çaba içine giren ve savaşla gelen karamsarlığı dağıtmak için yeni düşünceler üretmeye çalışan Taut meslektaşlarını da bu harekete dahil olmaları için çağırmıştır. Die Glaeserne Kette (Cam Zincir) adıyla tanınan bu akım, bu döneme
imzasını atmıştır. Alp Dağları’nın tepelerini ve vadilerini kaplayan camdan
düşsel tasarımlar Taut’un bu dönemden kalan eserleri arasında yer alıyor.
Türkiye’ye ilk kez, 1916 yılında İstanbul’da yapılan Türk-Alman Dostluk Evi
için açılan ve sanat, eğitim ve bilim alanlarında kültür ve eğitim bölümleri-
Ankara Cebeci Ortaokulu
B+ ‹LKBAHAR 77
Taut, Türkiye’de yalnızca eğitimci ya da bürokrat mimar olarak başarılara
Başarılı mimar Bruno Taut Japonya macerasının ardından Türkiye’ye gel-
imza atmakla yetinmeyip, birçok binanın tasarım ve uygulamasını da gerçekleştirmiştir. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atatürk Lisesi, Cebeci Ortaokulu, İzmir Kız Enstitüsü, Trabzon Erkek Lisesi ve en önemlisi
de Atatürk’ün katafalkı onun değerli imzasını taşımaktadır.
miş, o sırada vefat eden Hans Poelzig’in yerine İstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi Mimarlık Bölümü’ne öğretim üyesi olarak atanmış, aynı zamanda Ankara’da, Maarif Vekâleti’nin inşaat bölümü şefi olarak eski yapı geleneğini yeni tasarım fikirleriyle geliştirmiştir.
Kuramsal konulara da ilgi duyan Taut, çok sayıda kitap yazmıştır. Bunlardan bazıları: “Ein Architekturprogramm” (Bir Mimarlık Programı), “Die
Auflösung der Stadte, oder die Erde eine gute Wohnung” (Kentlerin Çözülüşü ya da Yeryüzü, Güzel Bir Konut); “Die neue Baukunst in Europa
und Amerika” (Amerika ve Avrupa’da Yeni Yapı Sanatı); “Grundlinien der
Architektur Japans” (Japon Mimarlığı’nın Temel İlkeleri); “Architekturlehre:
Grundlugen, Theorie und Kritik” (Mimari Bilgisi) olarak sıralanabilir.
Taut’un mimarlık anlayışını ortaya koyan “Theorie und Kritik” 1938’de Adnan Kolatan tarafından dilimize çevrilmiş, “Güzel Sanatlar Neşriyatı” tarafından yayımlanmıştır.
Atatürk’ün Katafalkı
Atatürk’le aynı yıl, 24 Aralık 1938’de vefat etmiş olan Bruno Taut,
İstanbul’da, Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir. Dünyaca ünlü
mimarın Müslüman mezar taşları arasında yatay duran mezar taşı Şehitlik
Mezarlığı’nda dikkat çekmektedir. B+
Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkemize gelen çok sayıdaki yabancı mimarla, bunlardan biri olan Bruno Taut arasındaki farkları incelemek gerekirse
modern şehircilik akımları ve bu akımları savunan mimari düşünceler, Taut
söz konusu olduğunda değişir.
Türkiye’ye geldiği yıllarda Cumhuriyetimizin mimari söylemini oluşturduğunu söylemek mümkündür. Taut’un mimarlık anlayışını ortaya koyan bir kuram kitabı olan Mimarî Bilgisi, 1938 yılında Güzel Sanatlar Akademisi öğrencileri için yayımlanmıştır.
Bruno Taut Sovyetler Birliği’nin resmî seyahat acentesi Intourist’e bağlı bir
otel için düzenlenen yarışmaya katılmış, bu vesileyle bir süre Moskova’da
kalmış; ancak, ülkenin içinde bulunduğu çelişkilerden olumsuz yönde etkileneceğini düşünerek oradan ayrılıp, Berlin’e dönmüştür. Ancak Almanya’nın
da o dönemde içinde bulunduğu baskıcı sistem yüzünden Berlin’e dönüş de
beklediğinin aksine kendisi için olumlu bir süreç başlatmamıştır.
Taut, yaşadığı dönemin özelliklerinin ve benimsediği felsefenin de tesiriyle hümanist ve idealist bir tavır sergilemiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın yenilgisi politik karışıklığın yanı sıra sosyalist ayaklanmalara
olanak verirken, nazilerin de yükselişi başlamıştı. Bu süreç içinde barış yanlısı, silahlanma karşıtı olarak dikkat çeken Taut, Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’yı terk etmiştir. Birçok bilim adamı, sanatçı ve mimar gibi o da
Almanya’dan kaçarak İsviçre’ye, İsviçre üzerinden de Japonya’ya gitmiştir.
1933’te, Japon Mimarlar Federasyonu’nun davetiyle bu ülkeye giden Taut,
Japonya’da kaldığı üç yıl boyunca Japon kültürünü yakından inceleme olanağı bularak, Japonya’ya özgü modern bir sanat ve mimarlık anlayışı geliştirmek için çalışmıştır.
Taut, Türkiye’de
yalnızca eğitimci ya da
bürokrat mimar olarak
başarılara imza atmakla
yetinmeyip, birçok
binanın tasarım
ve uygulamasını da
gerçekleştirmiştir.
Bruno Taut'un
Türkiye'de 1936-1938 yılları arasında
gerçekleştirdiği yapılar
1936-1938 Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi
1937 Ankara Teknik Üniversitesi
1937 İstanbul Kimya Enstitüsü
1937-1938 Atatürk Lisesi, Ankara
1938 Cebeci Ortaokulu, Ankara
1938 Cumhuriyet Kız Enstitüsü, Ízmir
1938 Trabzon Lisesi
1937-1938 Bruno Taut'un Kendi Evi, Ortaköy-Ístanbul
1938 Parlamento Binası, Ankara (Yarışma Taslağı)
1938 Atatürk için katafalk, Ankara
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
78 B+ ‹LKBAHAR
Mimar Mahmut Nüvit Doksatlı’dan:
Bruno Taut
“Dışarıdan” (Batı’dan) gelerek, büyük ve otantik bir kültür içinde eriyip kendi yeteneklerince ‘buradan’ eserler verme düşüncesine en güzel örnektir Melling. Ünlü bir işadamının Boğaz’da yaptırdığı villanın iç tasarımı için
görev verdiği Çinli mimar Chi Wing Lo kendine has üslubuyla Türk ev kültürünün dört ana unsurunu kendi çizgisine çeken bir yorum getirmişti geçtiğimiz yıllarda.
Bruno Taut ise bir Alman moderni olarak 1930’larda bu villayı yaparken
“Doğu”dan daha da “Doğu”ya bakmayı yeğlemişti. Şu an tam da benim
yaşıma denk düşen bir yaş diliminde Almanya’daki birçok resmi pozisyonunu bırakarak İsviçre üzerinden Japonya’ya kaçmak zorunda kalması
ve orada da eserler vermesi başka büyük ve otantik kültürü yakından tanıma fırsatı yaratmıştır. Türkiye’ye yerleştiğinde ise bu villayı tecrübe edindiği
Uzakdoğu ve Türk-İslam kültürünün benzeşen yönlerini modern bir üslupla harmanlama denemesiyle yapmıştır.
İçinde bulunduğu yüzyıl, sanatta Batı’nın Doğu’ya baktığı bir yüzyıldır. Afrika maskları nasıl “kübist” orijinli ise Japonlar da empresyonist, yalın ve gizemli konulara el atmış durumdadır. Batı emperyalizminin tüm dünya nimetlerini kendi malı olarak görme ve yeni paylaşım savaşları, kültürel anlamda da orijine bağlılığı önemsiz hale getirmiş olmalı… Veya nazizmin uygarlığı teke indirgeme çabalarına karşı çokluk kavramına geçişi simgeler.
Bruno Taut’un mimarisini Boğaz’ın mavi sularına bağlayan yegâne şey aşı
boyası rengi olmamalı diye düşünüyorum. Türk şehit mezarlığında gömülecek kadar ayrıcalıklı ve değer verilen bir Alman mimarın farklı kültürleri harmanlayan, hümanist yaşamı, kişisel hafızama da nakşolmuştur.
Bruno Taut’un evi
Çinivazeri bir villanın anımsattığı
her kederli şey ve Bruno Taut
Kadıköy’de yaşayan ailelerin rutini; karşı kıyıya geçerek ya okula ya da işe gitmektir. Okul çağı bitince de iş vesilesiyle karşıya geçmeye devam ederler.
Ben de yıllardır her sabah Kadıköy yakasından karşıya geçiyorum. Karşıya
geçerken, benim için köprü manzarasını anlamlı kılan, köprünün Ortaköy
ayağının neredeyse altında kalan Bruno Taut’un Japon pagodalarını anımsatan villasıdır. Ne yazık ki bir gün bu villanın tepesinden bir köprünün geçeceği hesaplanamadığı için, köprü bakışından binayı taşıyan direkler apaçık görünmekte ve temelleri açılmış bir bina hissi vermektedir.
Her şeye rağmen bütün ayrıksı görüntüsüyle bu villa Boğaz’ın silüetinde
yerini almış bir yabancı gibidir. Onu her görüşümde Alman faşizminden kaçarak Türkiye’ye gelen ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük katkıları olan
Alman bilim adamlarını hatırlarım.
Bruno Taut da modern düşünceye önemli katkıları olan mimarlardan biri
olmasının yanı sıra üniversitede aldığı görevler bakımından da bu tanıma
uyar. Ayrıca Ankara’yı bir başkent yapan önemli eserleriyle Cumhuriyet
modernizmine mimari katkılarını anımsarım ki Ankara’yı biraz da bu yüzden sevdiğimi söyleyebilirim. Tabii ki mimarı hakir gören 600 yıllık bir zihniyet ve bu köhne zihniyeti yıkmaya çalışırken ailesiyle çatışan Kemalettin
Bey’in çileli yaşantısı, ödemesini alamadığı işlerin listesi gelir aklıma… Ve
Hatice Sultan’a yalvaran “rağbetlu” Melling kalfanın ibret verici mektupları
ile otantik bir kültürün içinde yer alarak ürünler vermiş Frenkleri anımsarım.
B+ ‹LKBAHAR 79
Haberler
Ustalara Saygı devam ediyor...
Tüm dünyada etkinliklerle kutlanan 14 Şubat Sevgililer Günü, “Ustalara Say-
“Abbas”, “Akşam Vakti”, “Ömrümde Sükut”, “Düşten Güzel”, “Desem ki”,
gı” toplantıları kapsamında farklı bir konseptle ele alındı. Faruk Şüyün tara-
“Gün Eksilmesin Penceremden”, “Memleket İsterim” gibi unutulmaz şi-
fından hazırlanan “Sevgililer Günü’ne Doğru Yalnızlar Rıhtımı, Aşk Şiirleri-
irlerin yaratıcısı için hazırlanan geceye, sanatçının hayatta kalan tek kar-
nin ve Müziğimizin Büyük Ustalarına Saygı” başlıklı etkinlik, şiirimizin usta-
deşi Yılmaz Tarancı ve yaşıtı kuzeni Reşit İskenderoğlu da katılarak Ca-
larıyla müziğimizi yaratan isimlerin “yalnızlık” temalı eserlerini biraraya getirdi.
hit Sıtkı Tarancı’yla ilgili anılarını konuklarla paylaştılar. Etkinlikte Cahit Sıtkı
Tarancı’nın yaşamının farklı dönemlerini belgeleyen fotoğraflardan oluşan
“Sevgililer Günü’ne Doğru Yalnızlar Rıhtımı” etkinliğinin başrolünde müzik,
bir dia gösterisi de yapıldı.
şiir ve sohbet vardı. Gecede; müziğimizin efsane hanımlarının seslerini ve
hikâyelerini günümüze taşıyan Sema, piyanist Genco Arın eşliğinde en se-
“Ustalara Saygı” programı, 10 Ocak 2011’de, altıncı kez gerçekleştirilen
vilen yalnızlık tangolarını seslendirirken; Seyyan Hanım, Şefik Gürmeriç, İs-
geleneksel Nâzım Hikmet gecesiyle devam etti. Sanatseverler Nâzım
mail Hakkı Bey, Lale-Nerkis Hanım, Muhlis Sabahattin, Ali Rıza Bey, Ne-
Hikmet’in hem en sevilen dizelerini, hem de son dönemine ait daha az bili-
cip Celal Andel gibi müziğimizin bir dönemine damgasını vuran ustalara,
nen şiirlerini özel olarak hazırlanan bir dekorda, mizansenler eşliğinde din-
saygı duruşunda bulundu.
leme olanağı buldu. Metin Belgin ve Hümay Belgin’in izleyicilere şiirsel
bir gösteri sunduğu “Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni” etkinliğinde, Nâzım
Gecenin şiir ayağında ise Attilâ İlhan, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Özde-
Hikmet’in dünyanın farklı ülkelerinden sanatçılar tarafından bestelenen şi-
mir Asaf ve Edip Cansever’in de aralarında bulunduğu ustaların unutulmaz-
irlerinden örnekler de, şairin yaşadığı dönemi özetleyen görüntüler eşliğin-
lar arasına adını çoktan yazdırmış dizeleri yorumlandı. Gecenin sunuculuğu-
de sanatseverlere sunuldu.
nu da üstlenen Tuna Egemen, “yalnızlık” temalı şiirleri Ergün Işıldar ile birlikte yorumladı. Kaleme aldığı farklı türlerdeki yapıtlarının ortak noktası “aşk”
olan Atilla Birkiye ile şair-yazar, oyuncu-rejisör kimliklerini birlikte taşıyan Orhan Alkaya da “Sevgililer Gününe Doğru Yalnızlar Rıhtımı” gecesinde; aşka
ve yalnızlığa dair duygu, düşünce ve anılarını konuklarla paylaştı. Geceye,
hemen hepimizin platonik aşklarla bağlı olduğu sinemanın yerli ve yabancı
aktris-aktörlerinin fotoğraflarından oluşan dia gösterisi de renk kattı.
Ustalara Saygı Geceleri’nde şubat ayında, şiirimize “Otuz Beş Yaş”ı armağan eden Cahit Sıtkı Tarancı da anıldı. Toplantıda; şiirlerinde özellikle ölüm, yalnızlık, yitik aşklar, yaşama sevinci, özlem gibi konular üzerinde
duran Tarancı’nın sanatını Prof. Dr. Abdullah Uçman, Adnan Özyalçıner,
Baki Asiltürk, Beşir Ayvazoğlu, Prof. Dr. İnci Enginün, Ömer Erdem, Sennur Sezer ve Prof. Dr. Zeynep Kerman yorumladı.
80 B+ İLKBAHAR
Prof. Dr. Üstün Dökmen
kitaplarını imzalarken.
Osman Şahin, Hülya Koçyiğit, Atilla Dorsay.
Edebiyat Buluşmaları
her cuma
Levent Kültür
Merkezi’nde
Beşiktaş Belediyesi’nin Kavis Kitap’la düzenlediği “Edebiyat Buluşmaları” 21 Ocak 2011 tarihinde Levent Kültür Merkezi’nde başladı. Her Cuma
19:00’da yapılacak etkinlik Türkiye’nin en önemli edebiyat insanlarını ağırlayacak. Etkinliğin ilk günü Levent Kültür Merkezi’nin bulunduğu Çalıkuşu Sokak’ta yaşayan Reşat Nuri Güntekin’e ayrıldı. Çalıkuşu, Yeşil Gece,
Anadolu Notları gibi önemli eserlere imza atmış romancıyı, Adnan Binyazar, Sennur Sezer ve Prof. Dr. Üstün Dökmen’in ağzından dinledik. Bu
günün bir diğer önemli özelliği usta romancının Çalıkuşu eserinin 88. yılını,
Yaprak Dökümü eserinin ise 80. yılının kutlanıyor olmasıydı.
İkinci hafta polisiye ve edebiyat ilişkisi masaya yatırıldı. 28 Ocak 2011 tarihinde “Polisiye Edebiyatımız Ne Halde?” başlığıyla gerçekleştirilen buluşmanın konukları Erol Üyepazarcı, Sevin Okyay ve Celil Oker’di. Üçüncü
haftanın konusu “Sinema Edebiyata Bakıyor”du. Yayınlanmış birçok öyküsü filme çekilen Osman Şahin, Türk Sineması’nın en önemli aktrislerinden Hülya Koçyiğit ve sinema eleştirmeni Atilla Dorsay anlattıklarıyla seyircilere zevkli dakikalar yaşattı.
Edebiyat Buluşmaları ilk bölümü 25 Mart 2011’tarihinde sona erdi. Beşiktaş
kentlileri bu süre boyunca önemli konuyu çok değerli edebiyatçılardan dinlediler.
Celil Oker, Sevin Okyay, Erol Üyepazarcı.
Etkinlik programı:
21 Ocak 2011, Reşat Nuri Güntekin
Konuşmacılar: Sennur Sezer, Adnan Binyazar,
Prof. Dr. Üstün Dökmen
28 Ocak 2011, Polisiye Edebiyatımız Ne Halde?
Konuşmacılar: Erol Üyepazarcı, Sevin Okyay, Celil Oker
4 Şubat 2011, Sinema Edebiyata Bakıyor
Konuşmacılar: Atilla Dorsay, Hülya Koçyiğit, Osman Şahin
11 Şubat 2011, Siyasetten Edebiyata
Konuşmacılar: Enver Aysever; Öner Ciravoğlu,
18 Şubat 2011, Genç Yazarlar ve Çağımıza Bakış
Konuşmacılar: Cem Kalender, Nalân Kiraz, Suat Duman
25 Şubat 2011, Çizgi Sanatı Siyasete Bakıyor
Konuşmacılar: Turgut Çeviker, Behçet Çelik
11 Mart 2011, Aydınlar Üzerine
Konuşmacılar: Banu Avar
18 Mart 2011, Anılı Kitaplar ve Yaşam
Konuşmacılar: Altan Öymen, Öner Ciravoğlu
25 Mart 2011, Psikoloji, Psikoterapi ve Edebiyat
Konuşmacılar: Alper Hasanoğlu, Yankı Yazgan
B+ İLKBAHAR 81
Haberler
Beşiktaş’ta
Piri Reis
Anısına
Heykel
Yarışmasının
sonuçları
açıklandı.
Birincilik ödülü / Murat Özver
Beşiktaş Belediyesi’nin Fındıklı Rotary Kulübü işbirliği ile düzenlediği
Yarışma jürisinde heykeltıraş Prof. Ferit Özşen, heykeltıraş Bihrat Mavitan,
Uluslararası Piri Reis Anısına Heykel Yarışması’nın sonuçları 4 Ocak 2011
heykeltıraş Yrd. Doç. Önder Büyükerman, idare temsilcisi Canel Başer ve
Salı günü saat 14:00’da Point Otel Barbaros’ta yapılan basın toplantısı ile
sanat tarihçisi Dr. Murat Katoğlu yer alırken, öğretim görevlisi mimar Ersen
açıklandı.
Gürsel ise yedek jüri üyesi oldu. Danışman jürisinde ise Beşiktaş Belediye
Başkanı Mimar İsmail Ünal, Şule Berksoy, Cevat Ülkekul, Zeynep Özgün
Ödül töreni, 2420. Bölge Fındıklı Rotary Kulübü’nün kısa süre önce 630
kişilik konser salonu Fulya Sanat’ı açan ve “Uluslararası Piri Reis Heykel
Yarışması”na desteklerini esirgemeyen Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a sanata olan desteği için “Rotary Meslek Ödülü”nün verilmesiyle
başladı. İsmail Ünal’a ödülü Fındıklı Rotary Kulüp Başkanı Canel Başer tarafından takdim edildi. Birinciliği 19 yaşındaki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ikinci sınıf öğrencisi Murat Özver kazanırken, ikincilik ödülünü İbrahim Çağdaş Erçelik, üçüncülük ödülünü ise Tolga Yurtözveri aldı.
Katılımcılar, Kitab-ı Bahriye adlı eserindeki üstün coğrafya ve matematik bilgisiyle dünya bilim ve kültür tarihine de damgasını vurmuş olan Piri
Reis’in 21. yüzyıl insanına nasıl anlatılacağı konusunda ilginç ve etkileyici
yorumlar sergilediler.
82 B+ İLKBAHAR
ve İdare Temsilcisi Hasan F. Mani yer aldı.
Yarışma birincisi,
diğer bir başarı
öyküsü
Zarflar açılınca, dereceye girenlerden birinin 19 yaşında bugüne kadar tanınmayan bir genç, diğer ikisinin iyi bilinen heykeltraşlar olduğunu gören
jüri şaşırmış. Bunun üzerine, yapıldığı varsayılan maketler talep edilmiş.
Maketler teslim edilince, Mimar Sinan Üniversitesi’nden 2’nci sınıf öğrencisi, 19 yaşındaki Murat Özver ’in yarışmanın birincisi olduğu kesinleşmiş.
Fındıklı Rotary Kulübü Başkanı Canel Başer, dünyanın incisi İstanbul
Boğazı’nda 4 metrelik bir bronz heykel müellifi olarak sanat hayatında yola
çıkmaya hazırlanan bu genç heykeltraşın başarısına vesile olduğu için mutİkincilik ödülü / Çağdaş Erçelik
luluk duyduğunu belirtiyor.
B+ İLKBAHAR 83
Haberler
Maribeth Gowen
Kutluer
Tel: 0 212 215 60 29
Gifle: 0 212 215 60 37
Fulya Sanat
Resitalleri
Fulya Sanat Resitalleri 19 Şubat’ta ünlü Türk keman virtüözü Cihat Aşkın’ın
verdiği resital ile başladı. Bu konserde, tarihteki ilk keman müziği bestecilerinden Biagio Marini’nin sonatı, misafir sanatçı Cenk Öztürk’ün katılımıyla icra edildi. Daha sonra mevlevi müziği ve etkilerinin ortaya konulduğu üç
eser sunuldu. Bunlar Abdülbaki Nasır Dede’nin “Acembuselik Yürük Semaisi”, Beethoven’ın Atina Harabeleri sahne müziğinden “Dervişler Korosu” ve “Türk Marşı” bölümleriydi. Programda daha sonra Fazıl Say’ın “Op.7
Keman ve Piyano Sonatı” seslendirildi. Verda Ün’ün anısı için seslendirilen Ekrem Zeki Ün’ün “Yudumluk” adlı eserinden sonra ikili Prokofiev’in
“op.80 Keman ve Piyano Sonatı No:1”i seslendirdi. Program Tırpan’ın
“Keman ve Piyano İçin Üç Dans”ı ile sona erdi.
Fulya’daki ikinci konser de Borusan Quartet izleyicilerle buluştu. 2005 yılında kurulan Borusan Quartet, Borusan Filarmoni Orkestrası’nın grup şeflerinden oluşuyor. Andante Klasik Müzik Ödülleri’nden “Yılın Oda Müziği
Topluluğu”nun sahibi olan topluluk Fulya Sanat’ta büyük beğeniyle izlendi.
Fulya’daki üçüncü etkinlik ünlü keman sanatçısı Suna Kan ve Cana
Gürmen’in konseriydi. Sanatçılar Schubert’e ait şu eserlerle başladılar konsere: Sonatine Op. 137 Re Majör, Allegro molto, Andante, Allegro jivace. Daha sonra Schumann’a geçildi. Sanatçılar Schumann’dan Sonat Oq. 105 La minör’le başladılar, daha sonra Mit Leidenschalftlichem
Ausdruck’la devam ettiler. Ardından Allegretto ve Lebhalft geldi. Son olarak Beethoven’ın eserleri seslendirildi. Kış döneminin son konserini “Sihirli Flüt” adıyla anılan Şefika Kutluer verdi. Şefika Kutluer’in flütü Fulya Sanat Merkezi’nde Beşiktaşlılara unutamayacakları bir müzik ziyafeti yaşattı.
Fulya’da Beşiktaşlılar müzikle iç içe akşamların keyfini yaşıyor.
84 B+ İLKBAHAR
Borusan Quartet
Cihat Aşkın
Suna Kan, Cana Gürmen
Şefika Kutluer
B+ İLKBAHAR 85
Haberler
Nehar Tüblek
Karikatür Yarışması
sonuçlandı.
6 Mart 1995 tarihinde vefat eden, ömrünü karikatüre adamış değerli karikatürist Nehar Tüblek adına Beşiktaş Belediyesi ile Karikatürcüler Derneği işbirliğiyle düzenlenen geleneksel karikatür yarışmasının bu yıl on altıncısı yapıldı. Birincilik ödülünü Kürşat Zaman kazandı. Yarışmanın ödül töreni
Tüblek’in ölüm yıldönümü olan 06 Mart’ta saat 19.00’da Akatlar Kültür Merkezi Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde yapıldı.
Yarışmanın Birincilik Ödülü’nü Kürşat Zaman alırken diğer ödül sahipleri
ise şöyle oldu:
İkincilik Ödülü : Muhammet Şengöz
Üçüncülük Ödülü : E. Yaşar Babalık
Mansiyonlar: Aşkın Ayrancıoğlu, Ekrem Borazan, Mümin Bayram
Beşiktaş Belediyesi Onur Ödülü : Sait Munzur
Beşiktaş Jimnastik Kulübü Özel Ödülü: Abdullah Üçyıldız
Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı Özel Ödülü: Selim Tanrıseven
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Özel Ödülü: Ömer Çam
Dünya Yayıncılık Özel Ödülü: Musa Gümüş
Nehar Tüblek Ailesi Adına Özel Ödül: Metin Fatih Çakmak
Kürşat Zaman / Birincilik Ödülü
Muhammet Şengöz / İkincilik Ödülü
Yaşar Babalık / Üçüncülük Ödülü
86 B+ İLKBAHAR
Her Ay Bir Kitap Okuyoruz,
Birlikte Yorumluyoruz!
Beşiktaş Belediyesi ve Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi ile Beşik-
Doğu’da nasıl hissettiği. Bir de İslam tabii. Başörtüsü, İslam, Allah... Bunlar
taş Gönüllüleri her ay “Kitap Günü” düzenliyor. Etkinliğin ilk konuğu Tah-
Ortadoğu’da nereye denk geliyor? Din nasıl bir şey? Batı ile Doğu’nun, Ku-
sin Yücel’di. Ocak ayında gerçekleşen etkinliğe yazarın “Gökdelen” adlı ki-
zey ile Güney’in bu büyük savaşında nasıl bir matematik işliyor? Ben yeni
tabı seçildi. “Her Ay Bir Kitap Okuyoruz, Birlikte Yorumluyoruz!” sloganıy-
bir tür Ortadoğu uzmanlığı olması gerektiğini düşünüyorum. ‘Ortadoğu in-
la şubat ayının konuğu yazar Ece Temelkuran’dı. Gayret-
sanı’ uzmanı olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü
tepe Çevre Kültür ve Dayanışma Derneği’nde yapılan
çok yakında Türkiye anlayacak ki onlar da Ortadoğulu-
etkinlikte, yazar “Muz Sesleri” kitabını anlattı. Mart ayı-
lar ve kendilerini orada çok daha rahat hissediyorlar. Ve
nın konuğu Ahmet Ümit’ti. Yazarın İstanbul Hatırası kita-
o zaman birilerinin onlara Ortadoğu insanı ne demek
bı etkinliğin konusuydu. Yazarlar, Beşiktaşlılar tarafından
anlatması gerekecek. Böyle bir uzmanlık alanı olaca-
ilgiyle izlendi. Şimdi üç yazarın da kitaplarından özetler
ğını ve kendimi de biraz oraya yakın görüyorum. Den-
verelim:
geleri ve dinamikleri değil ama Ortadoğu sokaklarını
anlayan ve anlatmak isteyen bir insan olarak...“
Gökdelen: Tahsin Yücel’in romanı 17 Şubat 2073 sabahında başlıyor. Romanın kahramanı Can Tezcan,
İstanbul Hatırası: Ahmet Ümit, kitabında “yaşa-
Türkiye’nin en önemli, en ünlü avukatlarından biri. Can
dığın şehir özgür değilse, sen de özgür kalamaz-
Tezcan, İstanbul’u yalnızca gökdelenlerden oluşan,
sın!” temasını işliyor. Ümit’in kitabı Byzantion’dan
New York’a benzeyen ama ondan daha güzel, daha mo-
İstanbul’a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serü-
dern bir kente dönüştürmek isteyen zengin müşterisi Te-
ven. Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gi-
mel Diker’in yasal sorunlarını çözmek için bir tasarım orta-
zemli olay ve yalın bir gerçek! Romanlarında zengin
ya atar: Yargının özelleştirilmesini sağlayacaktır. Yergi us-
arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalı-
tası Yücel’in son romanı Gökdelen, Cihangir’de gökdelen-
ğı ile bilinen Ahmet Ümit’in bu romanı da yine peş
ler arasında kalmış son bahçeli evden yok edilmiş kedilere,
peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış.
dağda bayırda aç açık dolaşmak zorunda bırakılmış sefalet
Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayı-
içindeki yılkı adamlarından, adına mekik dedikleri tek kişilik
ran birçok özellik var. Her şeyden önce İstanbul Hatırası, çeşitli kesimler-
uçaklarından inmeyen zenginlere, hiç değişmeyen çıkarcı politikacılardan
den İstanbulluyu biraraya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin
onların destekçisi medyaya kadar aslında bugün yaşadığımız çürümeyi an-
bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etki-
latan, sürprizlerle dolu bir roman.
sini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir
Muz Sesleri: Temelkuran’ın ilk
yapıya ulaştırıyor.
romanı Muz Sesleri, Beyrut’ta
geçiyor. Beyrut hakkında bir ro-
Kitabın bir başka önemli özel-
man mı peki? Kuşkusuz için-
liği de İstanbul hakkında son
de Beyrutlu insanlar var. Filis-
derece detaylı bilgi içermesi.
tinlisi, Filipinlisi, Suriyelisi, Er-
Kurgunun içine yerleştirilen bu
menisi ile Beyrut’ta yaşayan in-
bilgiler hem okumayı daha me-
sanların hikâyeleri var. Ama ro-
raklı hale getiriyor hem de tarih
manı bununla sınırlamak doğru
aracılığıyla
olmaz. Beyrut’ta yaşamasa da,
daki öykülerin de kurguya yer-
hikâyesinin anlatıldığı bir kişi de
leşmesine imkan tanıyor. Böy-
Deniz. Yazarın sözleriyle, Türki-
lece Ahmet Ümit’in İstanbul Ha-
yeli Deniz’in hikâyesinin anlatıldığı
tırası adlı romanı, başka başka
bölümler bize romanın siyasi me-
dönemlerin öykülerinin eşliğin-
sajlarının da ipuçlarını veriyor. Ece
de, günümüz İstanbul’unun ge-
Temelkuran, politik romanın “te-
niş bir panoramasını oluşturuyor.
günümüzün dışın-
mel insan çelişkilerini ortaya koymak” çabasında olduğunu vurgu-
Tutucusundan modernine, eski
luyor. Temelkuran, kitabında işlediği temel sorunları şöyle özetliyor: “Orta-
İstanbullusundan yeni göç etmi-
doğululuk, savaş, Doğu-Batı karşıtlıkları ve İslam.” Yazar, Muz Sesleri’nde
şine, milliyetçisinden gayrımüslimine varana dek İstanbullu diye adlandırıla-
ortaya koymak istediği temel sorunlar konusunda şöyle devam ediyor: “
bilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul’un deva-
Birincisi, Ortadoğulu olma sorunu. Ortadoğu’nun bilinçaltı olduğunu düşü-
sa çarklarının dişlilerini buluyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluş-
nüyorum Beyrut’un. Ortadoğulu olmanın da şiirsel olduğunu, savaşın da bir
tururken, romana girip çıkan her karakter de İstanbul’un nasıl İstanbul oldu-
şiiri olduğunu düşünüyorum. İkincisi, savaş ve savaşın yarattığı bağımlılık.
ğunu aktarıyor.
Ortadoğu, barışı hep çok özleyen ama barışın nasıl olduğunu unutmuş bir
yer. Üçüncüsü; toz. Toz, benim için Ortadoğu’nun bir imgesi. Yoksul ve
zengin ilişkisi. Bir Doğulunun kendini Batı’da nasıl hissettiği ve bir Batılının
B+ İLKBAHAR 87
Haberler
Beşiktaş Kent Konseyi Kad
Beşiktaş Kent Konseyi’nin oluşturduğu geniş temsil yapısını kadınlar için
gerçekleştirmek ve kadınların kent yönetimine temel ve eşit ortaklar olarak
katılmalarını sağlamak amacıyla kurulan Kadın Meclisi 2010 -2011 döneminde de Beşiktaşlılar ile her hafta biraraya gelmeye devam ediyor.
7 Aralık 2010 tarihindeki Kadın Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan seçimde
Yürütme Kurulu’na Nazan Moroğlu, Sema Ürgün, Deniz Banoğlu, Aydan
Arat, Hülya Kobaneri, Tülin Beyazıt, Afet Gülen Köse, Türkan Suat, Ayseli
Özturgay, Gülseren Güler, Esin Hoyi, Serpil Tümer, Elif Kalan, Safiye Özgören, Nezihe Bilhan, Berna Kutsal, Özge Başar, Asuman Kırmacı seçilmişlerdi.
Kadın Meclisi’nin geçen yıl başlattığı “Açık Kapı” toplantıları ve “Okuma
Günleri” bu yıl da sürüyor. Bu yıl, “Açık Kapı” günleri, her perşembe Levent
Kültür Merkezi’nde “Hukuk Okur - Yazarlığı” başlığı altında beş bölümden
88 B+ İLKBAHAR
oluşan bir programla birinci dönemini tamamladı ve katılımcılara “Hukuk
Okur-Yazarı Sertifikası” Beşiktaş Kent Konseyi ve Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın katıldığı bir törenle verildi. Beş hafta içinde “Evlilik, Mal Rejimleri; Tüketici Hakları; Boşanma Nedenleri, Velayet; Kira Sözleşmesi; Aile
İçi Şiddetin Önlenmesi” konuları ele alındı.
Kadın Meclisi’nin “Okuma Günleri” Ortaköy Kütüphanesi’nde ve Gayrettepe Mahallesi’nde yazarlarının da katıldığı kitaplardan bölümler okunması
ve kitap üzerinde söyleşi ile devam ettiriliyor.
Kadın Meclisi, yaklaşan seçimlerdeki hedeflerine şu sözlerle dikkat çekiyor: “Kadın Meclisi olarak, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği 2011 Kadın
Haftası etkinlikleri çerçevesinde 3 Mart 2011 tarihinde kadınların siyasete
katılımının artmasına destek oluşturmak amacıyla “Siyasette Biz de Varız”
diyerek siyasi parti genel başkanlarına mektup gönderecek ve “aday liste-
7. İSTANBUL
JAPON FİLMLERİ
FESTİVALİ
dın Meclisi
lerinde ilk iki sırada mutlaka bir kadın aday” ile “Mecliste en az %30 kadın
milletvekili” çağrısında bulunacağız.
7. İstanbul Japon Filmleri Festivali, 3-6 Mart 2011 tarihleri arası Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nda gerçekleştirildi. İstanbul Japonya Başkonsolosluğu tarafından düzenlenen festivale Japon Foundation, Beşiktaş Belediyesi ve Tiglon İletişim Sistemleri katkı verdiler.
2011 genel seçiminde, TBMM’ye en az 185 kadın milletvekili seçilirse aşağıdaki olumsuz tabloyu değiştireceklerine, Atatürk’ün aydınlanma devrimine sahip çıkacaklarına ve gerçek demokrasiyi ve kalkınmayı kadın erkek
elele vererek yaşama geçireceklerine inanıyoruz.
Festival kapsamında, “Günümüzün Japon Sinemasından Kesitler”, “Tanınmayan Seçkin Japon Filmlerinden Örnekler” ve “Japon Animasyonunun Başyapıtları” olmak üzere 3 grupta toplam 14 film İstanbullu sinemaseverlerle buluştu
• Kadınların %19’u okuma yazma bilmiyor,
• Kadın istihdamı , % 22.2’ye geriledi;
• Yerel yönetimlerde yok denecek kadar az; TBMM’de %9 kadın milletvekili ile dünya sıralamasında Türkiye 134 ülke arasında 126. sırada,
• Her üç kadından biri aile içi şiddet mağduru, Namus adına işlenen kadın cinayetleri giderek artıyor; 2003’te 83, 2004’te 164, 2005’te 317,
2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de 806 ve 2009’da 976, son yedi yılda ise yüzde 1400 arttı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kadınlarını geri bırakan toplumlar geri kalmaya mahkumdur…’ sözünün önemine bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz.”
Aysel Gürel
anıldı
Türk müziğinin en önemli söz yazarlarından, şair, oyuncu, edebiyat
öğretmeni Aysel Gürel’in 17 Şubat 2008’de aramızdan ayrılmasından bu yana 3 yıl geçti.
Beşiktaş Belediyesi’nin 12 Şubat 2011 Cumartesi günü düzenlediği Aysel Gürel’i anma etkinliğinde sanatçının kızları Müjde Ar ve
Mehtap Ar ile Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal tarafindan
Beşiktaş’taki Cumartesi Pazarı’nda simit dağıtıldı.
B+ İLKBAHAR 89
24 saat
Beşiktaş'ta Yaşam Rehberi
Her konu için arayın... 7 gün 24 saat
444 44 55
ACİL NUMARALAR
BEŞİKTAŞ BELEDİYES‹
110 Yangın İhbar
Beşiktaş Belediye Başkanlığı
112 Sıhhi İmdat
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. Beşiktaş
Tel: 0212 319 42 42 Faks: 0212 319 42 70
İletişim: 444 44 55 www.besiktas.bel.tr
121 Telefon Arıza
122 Ankesör Arıza
126 Kablo TV Arıza
154 Alo Trafik
Beşiktaş Belediye Başkanlığı
(Eski Bina) Çırağan Cad. No: 77 Yıldız Mah.
Tel: 0212 236 10 20 (10 Hat)
Faks: 0212 259 16 83
Özel Kalem Müdürlüğü
Tel: 0212 280 48 03
155 Polis İmdat
156 Jandarma İmdat
158 Alo Sahil Güvenlik
Emlak ve İstimlak Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 54
Teftiş Kurulu Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 94
175 Alo Tüketici
177 Orman Yangın İhbarı
182 Ruhsal Bunalım Danışma
İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 96
Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 42
184 Sağlık Danışma
185 Su Arıza
186 Elektrik Arıza
Temizlik İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 65
Arnavutköy Zabıta Karakolu
Tel: 0212 265 12 66
Yazı İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 26
Levent Zabıta Karakolu
Tel: 0212 269 53 08
Çevre Koruma ve Kontrol
Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 92
Gayrettepe Zabıta Karakolu
Tel: 0212 272 37 89
Mali Hizmetler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 41 23
Hukuk İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 28
Sağlık İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 04
Destek Hizmetler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 34
İmar ve Şehircilik Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 53
Zabıta Müdürlüğü
Tel: 0212 260 60 05
Plan ve Proje Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 75
Beşiktaş Evlendirme Dairesi
Nüzhetiye Cad. No: 68 Türkali Mah.
Tel: 0212 260 64 97
Fen İşleri Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 63
Ortaköy Zabıta Karakolu
Tel: 0212 260 54 53
Park ve Bahçeler Müdürlüğü
Tel: 0212 319 42 64
Beşiktaş Çarşı Zabıta Karakolu
Tel: 0212 258 16 73
187 Gaz Arıza
188 Cenaze Hizmetleri
Dikilitaş Semt Evi
Emirhan Cad. Dilek Sok. No:2 Beşiktaş
Tel: 0212 2612926
Etiler Yaşam Evi
Etiler Mah. Ahular Sok. No:19 Beşiktaş
Tel: 0212 2634369
Ulus Yaşam Evi
Nisbetiye Mah. Ilgın Sokak No: 3 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 269 81 98
Ulus Semt Evi
Ulus Mah. Yol Sokak No: 2 Ulus-Beşiktaş Tel: 0212 2872715
Ortaköy Yaşam Evi
Ambarlıdere Yolu Sk. No: 4 Ortaköy
Tel: 0212 227 33 94
Gençlik Merkezi
Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 3 Kat: 5
Beşiktaş Tel: 0212 259 06 73
Kız Öğrenci Konuk Evi
Çitlenbik Sok. No: 29 Yıldız-Beşiktaş
Tel: 0212 236 10 24-25
Erkek Konuk Evi
Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok. No: 25/A
Gayrettepe-Beşiktaş Tel: 0212 274 07 30,
0212 274 00 87
RESM‹ DA‹RELER
BEDAŞ
Bedaş Genel Müdürlük
Tel: 0212 347 74 10 Faks: 0212 347 75 03
Bedaş Beyoğlu İşletme Şefliği
Tel: 0212 237 23 50 Faks: 0212 297 63 04
Harp Akademileri Komutanlığı
Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad.
Beşiktaş Tel: 0212 284 80 65
Fulya Sanat
90 B+ İLKBAHAR
İstanbul Merkez Komutanlığı
Mecidiye Mah. Palanga Cad. No: 62 Beşiktaş
Tel: 0212 258 99 60 Faks: 0212 258 60 65
İlçe Emniyet Müdürlüğü
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 81 Beşiktaş
Tel: 0212 327 50 01 Faks: 0212 260 99 99
2. Şube Emniyet Müdürlüğü
Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok.
No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 214 40 18 Faks: 0212 214 45 00
3. Kolordu Komutanlığı
Konaklar Mah. Org. İzzettin Aksalur Cad. No: 1
Beşiktaş
Tel: 0212 285 06 46 Faks: 0212 285 03 23
Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü
Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 137
Beşiktaş Tel: 0212 274 64 80
Beşiktaş Kadastro Müdürlüğü
Cihannuma Mah.Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 261 33 97 Faks: 0212 236 34 98
Darphane
Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 55
Beşiktaş
Tel: 0212 275 09 50 Faks: 0212 274 90 94
Deniz Müzesi Komutanlığı
Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 327 43 45 Faks: 0212 236 68 93
Devlet İstatistik Enstitüsü Bölge
Müdürlüğü
Cihannuma Mah. Barbaros Bulvarı No: 53
Beşiktaş
Tel: 0212 258 92 96 Faks: 0212 258 36 76
Halk Eğitimi Merkezi
Dikilitaş Mah. Leylak Sok. No:10 Beşiktaş
Tel: 0212 260 31 30 Faks: 0212 236 91 02
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü
Nisbetiye Mah. Okul Sok. No: 4 Beşiktaş
Tel: 0212 325 50 01 Faks: 0212 325 91 20
İlçe Özel İdare Müdürlüğü
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 261 02 72 Faks: 0212 259 67 63
İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı
Nisbetiye Cad. Başlık Sok. No:1 Beşiktaş
Tel: 0212 269 15 41 Faks: 0212 269 15 41
Jandarma Bölge Komutanlığı
Balmumcu Mah. Şakir Kesebir Cad. No: 1
Beşiktaş Tel: 0212 213 44 00
Kaymakamlık
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 327 33 10 Faks: 0212 327 33 11
Nüfus Müdürlüğü
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 259 84 44 Faks: 0212 327 33 15
Milli Saraylar Daire Başkanlığı
Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 11
Beşiktaş
Tel: 0212 236 90 00 Faks: 0212 259 32 92
Müftülük
Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 37
Beşiktaş
Tel: 0212 261 00 84 Faks: 0212 260 33 10
Polis Eğitim Müdürlüğü
Akat Mah. Selçuklar Sok. No: 24 Beşiktaş
Tel: 0212 352 36 93 Faks: 0212 352 36 92
1. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü
Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 261 73 90 Faks: 0212 258 32 51
2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü
Cihannuma Mah. Yıldız Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 260 20 02 Faks: 0212 236 51 65
İGDAŞ Etiler Şefliği
Tel: 0212 358 51 62 Faks: 0212 358 51 63
İGDAŞ Fulya İşletme Şefliği
Tel: 0212 212 52 87 Faks: 0212 212 52 88
İSKİ Beşiktaş Şube Müdürlüğü
Tel: 0212 285 94 19-20
İSKİ Müşteri Hizmetleri
Tel: 0212 328 17 55 Faks: 0212 328 17 61
İSKİ Beşiktaş Şefliği
Tel: 0212 328 17 58 Faks: 0212 328 17 59
İTFAİYE
Tel: 0212 261 75 00 - 0212 261 75 01
0212 227 81 19 - 0212 227 14 79
0212 258 75 34
Faks: 0212 227 81 19
MUHTARLIKLAR
TRT İstanbul Televizyonu
Kuruçeşme Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad.
No: 83 Beşiktaş
Tel: 0212 259 72 75 Faks: 0212 227 61 16
Abbasağa Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Yüksel Sağat
Cihannuma Mah. Çömezler Sok. No: 1
Beşiktaş
Tel: 0212 227 83 27 Faks: 0212 259 39 57
Türk Telekom Müdürlüğü
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 40
Beşiktaş
Tel: 0212 288 24 00 Faks: 0212 212 42 42
Akat Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Murat Tayfun Kirmanlı
Akat Mah. Haydar Aliyev Cad. No: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 351 21 69 Faks: 0212 351 12 84
Beşiktaş İlçe Afet Merkezi
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 83 Beşiktaş
Tel: 0212 261 46 46 - 0212 327 33 13
Arnavutköy Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Sedef İrteş
Arnavutköy Mah. Satış Meydanı Sok. No: 27
Beşiktaş
Tel: 0212 265 67 95 Faks: 0212 265 67 95
POLİS MERKEZLERİ
Arnavutköy Polis Merkezi
1.Cadde No: 52 Arnavutköy-Beşiktaş
Tel: 0212 263 60 07
Beşiktaş Polis Merkezi
Yıldız Parkı girişi Çırağan-Beşiktaş
Tel: 0212 327 52 80
Etiler Şehit Naci Soydan Polis Merkezi
Nisbetiye Caddesi Dilhayat Sok. No: 1 Etiler-Beşiktaş Tel: 0212 263 17 67
Levent Polis Merkezi
Hacı Adil Caddesi No:1 Levent-Beşiktaş
Tel: 0212 264 18 00 Faks: 0212 236 96 63
H‹ZMET B‹R‹MLER‹
İ.E.T.T. Beşiktaş 1. Hareket Amirliği
Tel: 0212 268 35 38
İ.E.T.T. Beşiktaş Boğaz Hareket
Amirliği
Tel: 0212 259 56 30
İ.E.T.T. Beşiktaş İşletme Şefliği
Tel: 0212 259 33 57
İ.E.T.T. Dereboyu Hareket Amirliği
Tel: 0212 347 79 50
İ.E.T.T. 4. Levent Aktarma Merkez
Amirliği
Tel: 0212 268 35 38
İGDAŞ Genel Müdürlüğü
Tel: 0212 626 46 46
Faks: 0212 626 46 86
İGDAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğü
Tel: 0212 534 37 73 Faks: 0212 534 44 10
Balmumcu Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Cüneyt Doğan
Balmumcu Mah. Zincirlikuyu Sok. No: 21
Beşiktaş
Tel: 0212 274 58 75 - 347 75 05
Faks: 0212 347 75 05
Bebek Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Aydın Onar
Bebek Mah. Bebek Hamamı Sok. No: 8B
Beşiktaş
Tel: 0212 263 33 00 Faks: 0212 263 33 00
Cihannuma Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Ertan Kurtlutepe
Cihannuma Mah. Mazharpaşa Sok. No: 15
D: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 258 79 61 Faks: 0212 259 99 62
Dikilitaş Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Abdullah Sızmaz
Dikilitaş Mah. Cami Meydanı Sok. No: 12A
Beşiktaş
Tel: 0212 261 57 33 Faks: 0212 261 57 33
Etiler Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Seçil Eşki
Etiler Mah. Ahular Sok. No: 19 Beşiktaş
Tel: 0212 287 53 83 Faks: 0212 263 69 28
Levent Meydanı
Kültür Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Dursun Gül
Kültür Mah. Sekbanlar Sok. No: 88 Beşiktaş
Tel: 0212 263 35 37 Faks: 0212 263 35 37
Levazım Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Ziya Uygur
Levazım Mah. Koru Sok. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 288 93 21 Faks: 0212 288 93 21
Levent Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Muzaffer Türk
Levent Mah. Gonca Sok. No: 12 Beşiktaş
Tel: 0212 264 75 31
SAĞLIK KURULUŞLARI
Dentistanbul Diş Hastanesi
Abbasağa Mah. Yıldız Cad. No: 71
Beşiktaş
Tel: 0212 327 40 20
Hattat Hastanesi
Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 13
Beşiktaş
Tel: 0212 282 36 48
Mecidiye Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Cemal Şensöz
Mecidiye Mah. Ambarlıdere Sok. No: 5
Beşiktaş Tel: 0212 261 73 30
Metropolitan Florence Nightingale
Hastanesi
Gayrettepe Mah. Cemil Arslan Güder Sok.
No: 8 Beşiktaş
Tel: 0212 283 34 00
Muradiye Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Cengiz Hacıömeroğlu
Muradiye Mah. Muradiye Deresi Sok. No: 2
Beşiktaş Tel: 0212 260 41 25
Levent Semt Polikliniği
Levent Mah. Binbir Çiçek Sok. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 268 35 45
Nisbetiye Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Hatice Ayşe Şirinler
Nisbetiye Mah. Ahmet Adnan Saygun Cad.
No: 30 Beşiktaş Tel: 0212 281 71 61
Şaban Gündeş Semt Polikliniği
Kültür Mah. İETT Blokları Yolu No: 21
Beşiktaş
Tel: 0212 257 01 16
Ortaköy Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Refik Namunlu
Gürcü Kızı Sokak. No: 4
Beşiktaş Tel: 0212 261 65 21
Ege Polikliniği
Nisbetiye Mah. Nisbetiye Cad. No: 26/16
Beşiktaş
Tel: 0212 325 40 46
Sinanpaşa Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Zeki Bölükbaşı
Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 5
BeşiktaşTel: 0212 258 75 74
Beşiktaş Polikliniği
Sinanpaşa Mah. Şair Leyla Sok. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 261 00 81
Türkali Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Ahmet Bayraktar
Türkali Mah. Ihlamurdere Cad. No: 136
Beşiktaş
Tel: 0212 261 58 34
Sefa Polikliniği
Muradiye Mah. Nüzhetiye Cad. No: 15/2
Beşiktaş
Tel: 0212 227 24 97
Gayrettepe Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Necla Başar
Gayrettepe Mah. Fahri Gizden Sok. No: 26
Beşiktaş
Tel: 0212 288 20 16 Faks: 0212 288 20 16
Ulus Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Kadriye Gedik
Ulus Mah. Öztopuz Cad. Yol Sok. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 287 27 15 Faks: 0212 263 42 12
Konaklar Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Aslı Akyüz
Konaklar Mah. Faruk Nafiz Çamlıbel Sok.
No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 282 42 12 Faks: 0212 282 33 99
Vişnezade Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Reyhan Cinyusuf
Vişnezade Mah. Şair Nedim Cad. No: 53
Beşiktaş
Tel: 0212 261 15 94 Faks: 0212 258 24 23
Kuruçeşme Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Adnan Soysal, Kuruçeşme Mah.
Kırbaç Sok. No: 40 Beşiktaş
Tel: 0212 287 06 38 Faks: 0212 287 06 38
Yıldız Mahalle Muhtarlığı
Muhtar: Şevki Yıldırım
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 17/1
Beşiktaş Tel: 0212 261 50 05
Transmed Polikliniği
Levent Mah. Fulyalı Sok. No: 7
Beşiktaş
Tel: 0212 281 10 94
Cosmed Polikliniği
Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17
Beşiktaş
Tel: 0212 283 91 81
Yaşasın Hayat Polikliniği
Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 39
Beşiktaş
Tel: 0212 236 73 00
Medis Polikliniği
Konaklar Mah. Akasyalı Sok. No: 10
Beşiktaş Tel: 0212 269 66 66
Clinika Gayrettepe Polikliniği
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 34
Beşiktaş
Tel: 0212 347 55 77
Micromed Polikliniği
Levent Cad. Sümbül Sok. No: 34/A Levent
Tel: 0212 280 10 87
Etiler Kardiyoloji Polikliniği
Akat Mah. Nisbetiye Cad. No: 41/25 Beşiktaş
Tel: 0212 352 52 51
Kranioplast Polikliniği
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 283 92 92
Refresh Polikliniği
Levent Mah. Krizantem Sok. No: 19 Beşiktaş
Tel: 0212 324 74 54
Tunç Polikliniği
Kültür Mah. Esra Sok. No: 2A D: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 287 01 00
Güzel Günler Polikliniği
Levent Mah. Güllü Sok. No: 4 Beşiktaş
Tel: 0212 278 27 71
Beşiktaş Dikilitaş Sağlık Ocağı
Dikilitaş Mah. Bestekâr Aralığı Sok. No: 4
Beşiktaş
Tel: 0212 327 17 89
Beşiktaş Sağlık Grup Başkanlığı
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77
Beşiktaş
Tel: 0212 327 17 86
Beşiktaş Verem Savaş Dispanseri
Sinanpaşa Mah. Sinanpaşa Köprüsü Sok.
No: 13 Beşiktaş
Tel: 0212 327 79 86 Faks: 0212 327 79 86
Merkez Sağlık Ocağı
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 77 Beşiktaş
Tel: 0212 327 33 14
Faks: 0212 327 33 14
Ana Çocuk Sağlığı Dispanseri
Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok.
No: 20 Beşiktaş
Tel: 0212 261 44 00
SSK Dispanseri
Cihannuma Mah. Bostancı Veli Sok. No: 3
Beşiktaş
Tel: 0212 227 04 41
Sait Çiftçi Kamu Sağlığı Merkezi
Dikilitaş Mah. Barbaros Bulvarı No: 109
Beşiktaş
Tel: 0212 236 77 62
B+ İLKBAHAR 91
24 saat
Ortaköy Beltaş Sağlık Ocağı
Mecidiye Mah. Müverrih Saadettin Sok.
No: 20 Beşiktaş
Tel: 0212 259 56 18
Levent Sağlık Ocağı
Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 15 Beşiktaş
Tel: 0212 279 58 26
Karanfilköy Sağlık Ocağı
Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 121 Beşiktaş
Tel: 0212 351 25 53
Baykent Tıp Merkezi
Nisbetiye Mah. Aydın Sok. No: 8 Beşiktaş
Tel: 0212 284 00 90
Boğaziçi Tıp Merkezi
Dikilitaş Mah. Yenidoğan Sok. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 227 00 00
Çebi Tıp Merkezi
Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 58 Beşiktaş
Tel: 0212 227 55 55
Otim Med Diyaliz Merkezi
Dikilitaş Mah. Yeşilçimen Sok. No: 9 Beşiktaş
Tel: 0212 327 87 47
Renmed Diyaliz Merkezi
Levent Mah. Begonya Sok. No: 10 Beşiktaş
Tel: 0212 269 47 31
K.S.V. Onkoloji Merkezi
Nisbetiye Mah. Yücel Sok. No: 6-8 Beşiktaş
Tel: 0212 278 83 41
Cosmed Estetik ve Plastik Cerrahi
Merkezi
Levent Mah. Yeni Sülün Sok. No: 17
Beşiktaş
Tel: 0212 283 91 81
Levent Genel Cerrahi Merkezi
Levent Mah. Yasemin Sok. No: 2/1
Beşiktaş
Tel: 0212 324 01 50
İstanbul Anestezi Merkezi
Levent Mah. Çamlık Cad. No: 31 Beşiktaş
Tel: 0212 324 01 48
Ota Tıp Merkezi
Sinanpaşa Mah. Beşiktaş Cad. No: 23
Beşiktaş
Tel: 0212 227 84 50
İstanbul Ortopedi Merkezi
Levent Mah. Çilekli Cad. No: 32 Beşiktaş
Tel: 0212 324 03 24
Jinemed Tıp Merkezi
Muradiye Mah. Deryadil Sok. No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 283 92 70
Onep Estetik ve Plastik Cerrahi Merkezi
Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 15 Beşiktaş
Tel: 0212 283 92 70
Dikilitaş Tıp Merkezi
Dikilitaş Mah. Karakol Çıkmazı Sok. No: 1A
Beşiktaş
Tel: 0212 327 19 12
Novita Cerrahi Merkezi
Levent Mah. Manolyalı Sok. No: 5 Beşiktaş
Tel: 0212 284 97 03
Acıbadem Etiler Tıp Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 40/8 Beşiktaş
Tel: 0212 283 03 33
Özel Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi
Etiler Mah. Yıldız Çiçeği Sok. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 284 90 90
International Etiler Tıp Merkezi
Levent Mah. Nisbetiye Cad. No: 19 Beşiktaş
Tel: 0212 280 40 30
Özel Aileden Biri Evde Bakım Hizmetleri
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 8 2
Blok D: 24 Beşiktaş
Tel: 0212 347 26 70
Ortaköy Tıp Merkezi
Balmumcu Mah. Varnalı Sok. No: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 347 11 30
Özel Dünya Göz Sağlığı Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/7-9-10
Beşiktaş
Tel: 0212 324 73 73
BJK Müzesi
Sevgi Kadın Sağlığı Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38/11 Beşiktaş
Tel: 0212 324 99 99
Özel Gastro Med Merkezi
Nisbetiye Mah. Aytar Cad. No: 38 Kat: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 324 73 73
Fertijin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Mrk.
Bebek Mah. Bebek Dağı Sok. No: 99
Beşiktaş
Tel: 0212 287 57 75
Natal Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Merkezi
Nisbetiye Cad. Erdölen İş Merkezi No: 38 / 13
Etiler-Beşiktaş
Tel: 0212 324 30 10
Jinepol Kadın Sağlığı Kliniği
Aytar Cad. Başlık Sok 1/B Levent
Tel: 0212 264 18 28 Faks: 0212 264 18 80
OTELLER
Bebek Oteli
Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 34
Beşiktaş
Tel: 0212 358 20 00 Faks: 0212 263 26 36
Conrad International
Yıldız Mah. Yıldız Cad. No: 79 Beşiktaş
Tel: 0212 227 30 00 Faks: 0212 259 66 67
Parksa Hilton
Vişnezade Mah. Bayıldım Cad. No: 12
Beşiktaş
Tel: 0212 310 12 00 Faks: 0212 227 91 85
Radisson Sas Bosphorus Hotel
Yıldız Mah. Ortaköy Salhanesi Sok. No: 9
Beşiktaş
Tel: 0212 260 57 57 Faks: 0212 257 65 55
Levent Kültür Merkezi
Onat Kutlar Sinema Salonu
Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4
Beşiktaş
Tel: 0212 325 73 71
KÜLTÜR MERKEZLERİ
Akatlar Kültür Merkezi
Melih Cevdet Anday Sahnesi
Sürmeli Hotel
Gayrettepe Mah. Prof. Dr. Bülent Tarcan Sok.
No: 3 Beşiktaş
Tel: 0212 272 11 60 Faks: 0212 272 75 32
Akat Mah. Zeytinoğlu Cad. No: 16 Beşiktaş
Tel: 0212 351 93 82-84
Mustafa Kemal Merkezi
Attila İlhan Sahnesi
The Plaza Otel
Gayrettepe Mah. Barbaros Bulvarı No: 165
Beşiktaş
Tel: 0212 274 13 13 Faks: 0212 273 15 90
Hotel Les Ottomans
Kuruçeşme Mah. Muallim Naci Cad. No: 68
Beşiktaş
Tel: 0212 359 15 00 Faks: 0212 359 15 40
Swissôtel The Bosphorus, Istanbul
Bayıldım Caddesi No: 2 Maçka-Beşiktaş
Tel: 0212 326 11 00 , Faks: 0212 326 11 22
W Hotel
Süleyman Seba Cad. No: 22 Beşiktaş
Tel: 0212 381 21 21 , Faks: 0212 381 21 81
Akat Mah. Uğur Mumcu Cad. No: 8 Beşiktaş
Tel: 0212 351 24 56
Levent Kültür Merkezi
Onat Kutlar Sinema Salonu
Levent Mah. Çalıkuşu Sok. No: 2-4 Beşiktaş
Tel: 0212 325 73 71
Ortaköy Kültür Merkezi
Afife Jale Sahnesi
Ortaköy Mah. Ortaköy Dere Çıkmazı No: 1
Beşiktaş
Tel: 0212 236 10 27
Beşiktaş Kültür Merkezi
Sinanpaşa Mah. Hasfırın Cad. No: 7 Beşiktaş
Tel: 0212 227 54 92 - 0212 236 18 18
MÜZELER
Çırağan Palace Kempinski
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 32 Beşiktaş
Tel: 0212 258 33 77 Faks: 0212 259 66 87
Dedeman Otel
Gayrettepe Mah. Yıldız Posta Cad. No: 50
Beşiktaş
Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 275 11 00
La Maison Hotel
Yıldız Mah. Müvezzi Cad. No: 43 Beşiktaş
Tel: 0212 227 42 63 Faks: 0212 227 42 78
Ercan Yılmaz
Başlık Sokak, Nisbetiye
92 B+ İLKBAHAR
Ortaköy Princess Hotel
Ortaköy Mah. Dereboyu Cad. No: 10 Beşiktaş
Tel: 0212 227 60 10 , Faks: 0212 260 21 48
SİNEMALAR
Akmerkez AFM
Kültür Mah. Nisbetiye Cad. No: 56 Beşiktaş
Tel: 0212 282 05 05
Peugeot Cine City (Alkent Sitesi)
Akat Mah. Tepecik Yolu Kaktüs Sok. No: 3
Beşiktaş
Tel: 0212 352 16 66
Mayadrom AFM
Akat Mah. Orkide Sok. No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 352 23 51
Ortaköy Feriye Sinemaları
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 42 Beşiktaş
Tel: 0212 236 28 64
Aşiyan Müzesi
Bebek Mah. Aşiyan Yolu No: 15 Beşiktaş
Tel: 0212 263 69 86
Deniz Müzesi
Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. No: 2
Beşiktaş
Tel: 0212 327 43 45
Mimar Sinan Üniversitesi
Resim Heykel Müzesi
Vişnezade Mah. Dolmabahçe Cad. No: 4
Beşiktaş
Tel: 0212 261 42 98
Şehir Müzesi
Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Yıldız Sarayı Beşiktaş
Tel: 0212 258 53 44
Yıldız Sarayı Müzesi
Yıldız Mah. Serencebey Yokuşu Beşiktaş
Tel: 0212 258 30 80
ÜNİVERSİTELER
Çırağan Taksi
Tel: 0212 227 72 66
Bahçeşehir Üniversitesi
Yıldız Mah. Osmanpaşa Mektebi Sok. No: 4-6
Beşiktaş
Tel: 0212 236 54 90
Akatlar Taksi
Tel: 0212 351 65 25 Boğaziçi Üniversitesi
Bebek Mah. Şehitlik Dergâhı Sok. No: 2 Beşiktaş
Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. No: 115 Beşiktaş
Tel: 0212 359 54 00
Galatasaray Üniversitesi
Yıldız Mah. Çırağan Cad. No: 36 Beşiktaş
Tel: 0212 227 44 80
İstanbul Teknik Üniversitesi
Vişnezade Mah. Süleyman Seba Cad. No: 90
Beşiktaş
Tel: 0212 293 13 00
Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi
Yıldız Mah. Çiğdem Sok. No: 1 Beşiktaş
Tel: 0212 236 69 35
•Akatlar Mahallesi
Karanfil Taksi
Tel: 0212 651 97 68
Site Taksi
Tel: 0212 268 42 85
Mayadrom Taksi
Tel: 0212 325 81 69
MKM Taksi
Tel: 0212 352 02 41 - 61
•Arnavutköy Mahallesi
İskele Taksi
Tel: 0212 265 94 33
Sizin Taksi
Tel: 0212 263 38 50
Kültür Taksi
Tel: 0212 265 94 33
Etiler Çamlık Parkı
•Dikilitaş Mahallesi
Güven Taksi
Tel: 0212 261 65 27
Konaklar Taksi
Tel: 0212 281 56 19
Köşk Taksi
Tel: 0212 264 44 23
•Ulus Mahallesi
Merkez Taksi
Tel: 0212 269 59 81
Dikilitaş Merkez Taksi
Tel: 0212 261 56 26
•Kuruçeşme Mahallesi
Ulus Vadi Taksi
Tel: 0212 287 69 19
Emirhan Taksi
Tel: 0212 260 75 35
Çeşme Taksi
Tel: 0212 265 88 22
Öz Ulus Taksi
Tel: 0212 263 05 06
Dikilitaş Taksi
Tel: 0212 258 05 41
Park Taksi
Tel: 0212 287 61 56
Ulus Taksi
Tel: 0212 263 69 46
Levazım Taksi
Tel: 0212 267 17 29
Öner Taksi
Tel: 0212 211 66 63
Sahil Taksi
Tel: 0212 265 88 22
2. Ulus Turizm Taksi
Tel: 0212 264 70 79
Koza Taksi
Tel: 0212 267 17 00
•Kültür Mahallesi
Turizm Taksi
Tel: 0212 264 70 91
Yıldız Taksi
Tel: 0212 260 06 06
•Bebek Mahallesi
Çınar Taksi
Tel: 0212 265 22 37
Conrad Taksi
Tel: 0212 260 55 40
İskele Taksi
Tel: 0212 263 72 45
Bahar Taksi
Tel: 0212 351 19 03
Yıldız Teknik Üniversitesi
Yıldız Mah. Hamam Sok. No: 2 Beşiktaş
Tel: 0212 259 70 70
TAKSİ DURAKLARI
•Abbasağa Mahallesi
Bebek Taksi
Tel: 0212 263 72 45
•Balmumcu Mahallesi
Merkez Taksi
Tel: 0212 263 72 45
•Etiler Mahallesi
Bizim Taksi
Tel: 0212 263 53 15
Doğan Taksi
Tel: 0212 265 32 71
Günaydın Taksi
Tel: 0212 265 32 17
Özen Taksi
Tel: 0212 287 04 02
•Levent Mahallesi
Sevgi Taksi
Tel: 0212 282 43 77
Basın Taksi
Tel: 0212 264 69 89
Site Taksi
Tel: 0212 268 42 85
Levent Merkez Taksi
Tel: 0212 264 19 64
Esentepe Taksi
Tel: 0212 266 23 80
Uygun Taksi
Tel: 0212 269 22 65
İdil Taksi
Tel: 0212 266 05 30
Birlik Taksi
Tel : 0212 269 01 87
Cihan Taksi
Tel: 0212 272 03 07
•Nisbetiye Mahallesi
Öz Ulaş Taksi
Tel: 0212 266 18 17
•Konak Mahallesi
Oyak Site Taksi
Tel: 0212 264 16 58
Yeni Levent Taksi
Tel: 0212 268 12 10
4. Levent Merkez Taksi
Tel: 0212 264 19 64
•Vişnezade Mahallesi
Öz Valide Çeşme Taksi
Tel: 0212 259 41 52
Valide Çeşme Taksi
Tel: 0212 260 36 24
Merkez Taksi
Tel: 0212 327 33 60
Levent Taksi
Tel: 0212 264 16 17
•Gayrettepe Mahallesi
Esen Taksi
Tel: 0212 272 29 07
Konaklar Mahallesi Muhtarlığı
Bulut Taksi
Tel: 0212 265 77 11
Birlik Taksi
Tel: 0212 269 01 87
Nisbetiye Taksi
Tel: 0212 264 22 31
İSKELELER
Arnavutköy İskelesi
Arnavutköy Mah. Bebek-Arnavutköy Cad.
Beşiktaş Tel: 0212 263 56 25
Bebek İskelesi
Bebek Mah. Cevdetpaşa Cad. Beşiktaş
Tel: 0212 263 60 23
Beşiktaş İskelesi
Sinanpaşa Mah. Cezayir Cad. Beşiktaş
Tel: 0212 261 96 15
Ortaköy İskelesi
Mecidiye Mah. Vapur İskelesi Sok. Beşiktaş
Tel: 0212 227 88 19
Öz Turizm Taksi
Tel: 0212 269 90 99
•Ortaköy Mahallesi
Öz Ortaköy Taksi
Tel: 0212 260 06 95
Aile Taksi
Tel: 0212 261 48 55
B+ İLKBAHAR 93
Mercek
Bebek Kasrı
94 B+ İLKBAHAR
Evliya Çelebi ünlü eseri Seyahatname’de, I. Selim tarafından 16. yüzyılda Bebek’te yaptırılan bir kasırdan bahsediyor. Tarihi
belgelerde aynı yerde 18. yüzyılın ilk çeyreğinde de bir kasrın inşa edildiğini biliyoruz. Ancak yukarıda gördüğünüz, Melling’in
‘Voyage Pittoresque de Constantinople et des Rives du Bosphore’ (Resimlerle İstanbul ve Boğaziçi Dereleri Seyahati) isimli
eserinde bulunan gravürdeki kasır 18. yüzyılın son çeyreğinde yeniden yapılmış. Bebek Kasrı’yla ilgili bilgilerin neredeyse tamamı
yabancı ziyaretçilerin yaptıkları resim ve gravürlerle sınırlı. Fransız elçi Choiseul Gouffier, A. du Beaumont, Antoine Ignace Melling
gibi meraklı gezginler olmasaydı ‘Konferans Köşkü’ adıyla da bilinen 1846 yılında yıktırılan Bebek Kasrı’nın boyutları ve mimari
tasarımından haberdar olmamız imkânsız olacaktı. B+
B+ İLKBAHAR 95

Benzer belgeler