demokratik modernite de

Transkript

demokratik modernite de
Mart-Nisan-Mayıs 2014
Yıl-9 Sayı 60
Üç Aylık İdeolojik-Teorik Dergi
DEMOKRATİK
MODERNİTE DE;
Devrime Kalkan Her Zaman Gençtir..................................4
GENÇLİĞİ TANIMAK VE ANIMLAMAK..............................11
GENÇLİK EN YAMAN HAKİKAT
ARAYIŞÇILIĞI VE SAVAŞÇILIĞIDIR....................................19
’68 GENÇLİK HAREKETİ VE
APOCU GENÇLİK.....................................................................27
CHE’DEN BAZ’A KISA BİR
GENÇLİK TARİHİ.....................................................................45
DÜNDEN BUGÜNE KÜRT GENÇLİĞİNİN
SOSYOLOJİK İNCELENİŞİ......................................................60
DEMOKRATİK ULUS İNŞASININ
ÖNCÜ GÜCÜ GENÇ KADINLAR............................................74
Gençlik Nasıl Direnmeli.......................................................82
DEMOKRATİK GENÇLİK KONFEDERALİZMİNİN
ÖRGÜTLENME HATTI............................................................92
Ne Yapmalı, Nereden Başlamalı ve
Nasıl Yaşamalı?.......................................................................98
GENÇLİK VE ÖZSAVUNMA.................................................105
YAŞAMI HEP GENÇ TUTMA VE
GENÇLİK RUHU İLE MÜCADELE ETME..........................118
IŞIĞI TANRILARDAN ÇALMAYA HAZIR
GENÇ PROMETELER OLMALI............................................124
İDEOLOJİK YOLDAŞLIK?.....................................................133
Merhaba Sevgili Komünar okuyucuları,
Komünar’ın yeni sayısında tekrardan siz değerli okuyucularla birlikteyiz. Bu
sayımızda Gençliği ele almaya çalıştık. Günümüzde gençliğin temel sorunlarını,
mücadele alanlarında neler yaptığını ve neler yapması gerektiğini bu yazılarla sizlerle
paylaşmaya çalıştık.
Tarihsel toplumun en önemli bileşeni gençliği değerlendirmeye çalışırken; tarihten
günümüze değin mevcut izleği ele alırken, Önder Apo’nun temel çalışmalarında gençliğin
yer aldığını ve tüm çalışmaların da bu kesimin öncülüğüyle sonuçlanabileceğini bir kere
daha vurgulamaya çalıştık.
Kültürel anlamda yürütülen saldırıları deşifre etmeye çalışırken, bunun zihniyet
yapılanması nelerdir ve toplumsal yaşamın şimdiki anına ve alanlarına nasıl bir
müdahalede bulunuyor; gençlik bu müdahalenin ne kadar bilincinde diye soruları ortaya
koyduk ve bunlara cevaplar vermeye çalıştık.
Elbette bunların yanında yürütülen mücadele gerçekliğinde ve toplumsal kurtuluşun
böylesine önemli bir sürecinde gençlerin neler yapabileceğine ve daha güçlü bir temelde
örgütlülükleriyle birlikte, mücadelenin sorumluluğunu nasıl kaldırabileceklerine yönelik
de hayati önemdeki konuları bu sayımızla birlikte çözümlemeye çalıştık.
Toplumsallaşmanın başlangıcından günümüze kadar süre gelen dönemlerde;
sosyolojik ve politik olarak gençliğin kimliği ne olmalı sorusunun yakıcılığına tüm
eksikliklerine rağmen; ele alınan yazılarda değinmeye çalıştık. Konu çok genişti ve bu
alanda iktidar normlarının ekonomik, kültürel ve militarist anlamda yürüttükleri anlık
saldırıları da göz önünde bulundurduğumuzda; bir dergi sayısıyla tüm bunları karşılayan
bir dosya hazırlamak pek de mümkün olmadı.
Fakat Komünar’ın 60. Sayısı olarak hazırladığımız bu dergimizde; demokratik
modernitenin inşasında ve demokratik ulus yaşamının devrimsel gelişiminde gençliğin
durması gerektiği yeri, yapabileceklerini ve kendi dinamiği üzerinden daha fazla örgütle/
örgütlenmeyle; Önderlikle nasıl doğru bir yoldaşlığın yürütülebileceğine değinmeye
çalıştık.
Genç Başlayarak-Genç Başarmak gibi tarihi bir sorumluluğumuz ve devraldığımız
direniş mirasımızın sahiplenilmesi temelinde sözümüzü tekrarlama mahiyetinde
hazırladığımız bu sayıyı sizlerle paylaşıyoruz. Bütün Dehakların bileşkesi olan Kapitalist
Modernitenin hileye-yalana dayalı düzenini yıkmak ve özgür toplumlarda demokratik
modernitenin inşasını gerçekleştirmek için;
Kavgayla, sevgiyle ve özgürlükle yürüyoruz.
Devrimci Selam ve Saygılarımızla
KOMÜNAR
Sayı 60 2014
DEVRIME KALKAN HER ZAMAN GENÇTIR
Gençlerini kaybeden toplum veya tersine toplumunu kaybeden gençlik yenilmiş olmaktan öteye kendi varlık hakkını
kaybetmiş, ona ihanet etmiş demektir.
Gerisi çürüme, dağılma ve yok olmadır.
Buna karşı toplumun temel görevi, varoluşunun temel araçları olarak kendi
eğitim kurumlarını geliştirmektir. İçerik
olarak bilimsel, felsefi, sanatsal ve dilsel
yorumlarını bilim-iktidar yapılanmasından ayrıştırmak, anlam devrimini başarmaktır. Aksi halde toplumsal varlığın
ahlâki ve politik dokularını işlevsel kılmak
mümkün olmaz.
İlgi ve sıcaklığından bir şey kaybetmemiş olan gençlik, özgür toplum idealinin
kararlı takipçisidir. “Ya Özgür Yaşam Ya
Hiç” sloganı gençliğin elinden düşürmeyeceği bayrağı olmuştur.
Ben özgürlük alanındaki boşluğu ve
önemi bildiğim için özellikle kadın ve
gençlik alanında müthiş bir kişilik yaratımına önem verdim. Bu konuda çok yoğunlaştım ve çok önemli bir düzeye ve
geri dönülemeyecek bir noktaya geldik.
Kürtler artık özgürlüğü bırakmazlar. Bu
öyle parayla kıyaslanabilecek bir durum
ve kavram değildir.
Demokratik toplum mücadelesinde
gençlik kategorisine daha özgün yaklaşmak gerekir. Gençlik toplumsallaşırken
büyük tuzaklarla karşı karşıyadır. Bir yandan geleneksel ataerkil toplum koşullan-
4
ması, diğer yandan resmi düzenin ideolojik şartlanması altında bocalarken, dinamizmiyle yeniliklere açık bir yapısı vardır.
Olup bitenler karşısında son derece toydur. Yaşlı toplumun etkisi altında kendine
ne biçildiğini keşfetmekten uzaktır. Kapitalist toplumun baştan çıkarıcı binbir hilesi karşısında nefes bile alamaz. Tüm bu
gerçeklikler gençliğe özgün, tuzaklardan
çekici, onun özüne uygun bir toplumsal
eğitimi zorunlu kılar. Gençliğin eğitimi
büyük çaba ve sabır isteyen bir iştir. Bunun karşılığında dinamizmi ile destanlar
yazabilecek ataklığa sahiptir. Amaç ve
yöntemi iyi kavradığında başaramayacağı bir iş yoktur. Amaç ve yöntemli yaşamı
temel disiplin olarak görüp seferber olduğunda, sabır ve inadı eksik etmediğinde,
tarihsel davalara en önemli katkıyı gerçekleştirebilir.
Demokratik gençlik hareketinde böylesi nitelikler kazanmış kadrolar öncülüğünde gelişecek bir hamle, genel demokratik toplum mücadelesinde başarının
güvencesidir. Gençliğin dinamizminden
yoksun bir toplum hareketinin başarı
şansı sınırlıdır. Yaşlıların tecrübesi, gençliğin dinamizmi tarihin her aşamasında
kendini hissettiren bir olgudur. İkisinin
bağını sağlam kuranların yürüyüşünde
başarı oranı her zaman yüksek olmuştur.
Günümüz gençliği için yüksek hayaller,
ancak toplumsal sistem krizinden nasıl çı-
kılacağına ilişkin olarak anlam taşıyabilir.
Hayalleri olmayan bir gençlik yozlaşmaktan ve yaşamı tümden kaybetmekten ancak gerçek hayallere dönüşle kurtulabilir.
Kapitalist sistemin sonul krizi olan kaotik
durumu kavramak gençlik için çıkış yapma şartıdır. Bununla birlikte demokratik,
cins özgürlüğü ve ekolojik toplum değerlerini özümsemiş olmak tarihsel başarı
imkânını ona verecek, bir yandan kendini
doğru yapılandırırken özlenen toplumu
da yapılandırmada gerçek rolün sahibi
kılacaktır. Her şey gençliğin tarihsel toplumsal hamleye yeniden doğru ve yetkin
katılmasıyla belirlenecektir.
jinin üstünlüğü kolayca kırılamaz. Gençliğin özgürlük istemi kaynağını bu tarihsel
olgudan almaktadır. Yaşlı bilgelerden günümüz bilim adamı ve kurumlarına kadar
gençliğe stratejik, hassas denilen bilgilerin en can alıcı kısmı verilmez. Verilenler
daha çok onu uyuşturan ve bağımlılığını
kalıcılaştıran bilgilerdir. Bilgiler verildiğinde uygulama araçları verilmez. Sürekli bir
oyalama değişmez bir yönetim taktiğidir.
Kadın üzerinde kurulan strateji ve taktiklerle ideolojik ve politik propaganda ve
baskı sistemleri gençler için de geçerlidir.
Gençliğin her zaman özgürlük istemesi fiziki yaş sınırından değil, bu özgül toplum-
Gençliğin her zaman özgürlük istemesi fiziki yaş
sınırından değil, bu özgül toplumsal baskı durumundan
ileri gelmektedir. “Ayyaş, toy, delikanlı” kavramları
gençliği küçük düşürmek için uydurulan temel
propaganda sözcükleridir. Yine hemen cinsel güdüye
bağlamak, serkeşliğe çekmek, ezbere katı doğmalara
bağlamak, gençlik enerjisinin sisteme yönelmesini
engellemek ve düzeni sağlamakla bağlantılıdır.
Gençlik Fiziki Bir Olay Değil Toplumsal Bir Olaydır.
Hiyerarşik toplumda tecrübeli yaşlıların
gençler üzerinde kurduğu baskı ve bağımlılaştırmadan da önemle bahsetmek
gerekir. Jerontokrasi diye literatüre geçen
bu konu bir gerçektir. Tecrübe yaşlıyı bir
yandan güçlü kılarken, diğer yandan yaşlılık onu gittikçe zayıf, güçsüz kılmaktadır.
Bu özellikleri yaşlıları, gençleri kendi hizmetlerine almaya zorlamaktadır. Zihinlerini doldurarak bu işlemi geliştirmektedirler. Tüm hareketlerini kendilerine
bağlamaktadırlar. Ataerkillik bu olgudan
da büyük güç almaktadır. Onların fiziki
güçlerini kullanarak dilediklerini yaptırabilmektedirler. Gençlik üzerindeki bu
bağımlaştırma günümüze kadar derinleşerek devam etmiştir. Tecrübe ve ideolo-
sal baskı durumundan ileri gelmektedir.
“Ayyaş, toy, delikanlı” kavramları gençliği
küçük düşürmek için uydurulan temel
propaganda sözcükleridir. Yine hemen
cinsel güdüye bağlamak, serkeşliğe çekmek, ezbere katı doğmalara bağlamak,
gençlik enerjisinin sisteme yönelmesini
engellemek ve düzeni sağlamakla bağlantılıdır. Tekrar vurgulamalıyım: Gençlik
fiziki bir olay değil toplumsal bir olaydır.
Tıpkı kadınlığın fiziksel değil toplumsal
bir olgu olması gibi. Bu iki olay üzerindeki çarpıtmaları kaynağına inerek açığa
çıkartmak sosyal bilimin en temel görevidir.
Bu kapsama çocukları da almak gerekir. Zaten kadını ve gençliği tutsak kılan,
çocukları da dolaylı olarak dilediği sistem
altına almış sayılır. Çocuklara hiyerarşik ve
devletçi toplumun yaklaşımının çok çar-
5
Sayı 60 2014
pık yönlerini açığa çıkarmak büyük önem
taşımaktadır. Çocukların anadan ötürü
doğru temelde eğitilmemeleri, sonraki
tüm toplumsal gidişatı çarpık ve yalancı
kılar. Çocuklar üzerinde de muazzam bir
baskı ve yalanlamaya dayalı eğitim sistemi kurulur. Çok çeşitli yöntemlerle sistemin daha beşikten bağımlıları haline
getirilmeye çalışılır. “Yedisinde neyse yetmişinde de o odur” deyişi bu gerçeği dile
getirmektedir. Çocuklara doğal toplumun özgür yaklaşımı hep bir hayal olarak
bırakılır ve bu hayallerini yaşamalarına
hiç izin verilmez. Çocukları doğal hayallerine göre yaşatmak en soylu görevlerden
biridir.
Uygarlığın büyük aşamalarından biri
sayılan Yunanlılarda gençler resmen tecrübeli bir erkeğe ‘oğlan’ olarak sunulurdu.
Uzun süre bunun nedenini çözememiştim. Sokrates gibi bir filozof bile “Önemli
olan oğlanın sürekli kullanılması değil,
efendisinden terbiye görmesidir” der.
Buradaki mantık, gaye gençlerin oğlan
olarak sürekli kullanılmasından ziyade,
kadınsı özelliklere hazırlanmasıdır. Daha
da açıklayıcı olarak, Yunan uygarlığı da
karılaşan bir toplum ister. Soylu, asil
gençler oldukça, bu toplum oluşamaz. Bu
toplumun oluşması için kadınsı davranışları içselleştirmeleri gerekir. Tüm uygarlık
toplumlarında benzer eğilimler vardır.
Oğlancılık bu toplumda çok yaygındır.
Öyle bir hal almıştır ki, her efendinin
oğlan sahibi olması gelenekselleşmiştir.
Oğlancılığı bir bireysel cinsel sapıklıktan,
hastalıktan ziyade, sınıflı toplumun, iktidar toplumunun yol açtığı sosyal bir olgu
olarak anlamlandırmak önemlidir. Cinsellik ve iktidar uygar toplumda toplumsal
bir hastalıktır. Hem de kanser gibi. Birbirleri olmaksızın edemedikleri gibi birbirlerini çoğaltırlar: Tıpkı kanser hücrelerinin
çoğalması gibi.
Greko-Romen toplumda kölelerin durumunun karıdan beter olduğu çokça bilinen husustur. Sorun köle olmayan erkeğin karılaştırılmasıydı. Ensest veya cinsel
sapıklıktan, çifte cinsellikten bahsetmiyorum. Psikolojik boyutları, hatta biyolojik
6
nedenleri olan bazı olguları, bahsetmek
durumunda olduğum olaydan ayrı değerlendirmek gerekir. Klâsik Yunan toplumundaki moda, her özgür genç erkeğin
mutlaka bir sahibi, bir erkek partneri olmalıydı. Genç tecrübe kazanıncaya kadar
partnerin sevgilisi olmalıydı. Daha önce
değindiğim gibi, Sokrates bile “Bu olayda
önemli olanın genç oğlanın çok kullanılması değil, o ruhu yaşamasıdır” diyor.
Buradaki zihniyet açık; kölelik toplumu
özgürlük, onur ilkesiyle bağdaşmayacağından, bu özellikler toplumdan silinmeliydi, çünkü toplumu tehdit ediyorlardı.
Doğruydu da. İnsan özgürlüğü ve onurunun olduğu yerde kölelik yaşanamaz. Sistem bunu kavramıştı ve gereğini yapmak
durumundaydı.
Şüphesiz Greko-Romen kültürü bu misyonu tamamlayamadı. İçte özgür felsefi
okullarla gelişen Hıristiyanlık, dışta ise etnisitenin ardı arkası kesilmeyen saldırı ve
başkaldırıları toplumu başka durumlarla yüz yüze bırakacaktı. Maddi kültürün
her şey olmadığının, her şeye gücünün
yetmeyeceğinin işaretleri de az değildi.
Toplum ancak kapitalizmde hiç ‘oğlancılığa’ gerek duyulmadan da karılaştırılabilecekti.
Modernitenin ideolojik tekeli olarak
liberalizm, bir yandan görüş enflasyonu yaratırken, diğer yandan en büyük
vurgunu enflasyonda yaptığı gibi, görüş
enflasyonunda da işine en çok yarayanları kullanıp medyası aracılığıyla zihinleri
bombardımana tabi tutarak azami sonuç
almaya çalışır. Görüş tekelini sağlama almak, ideolojik savaşının nihai amacıdır.
Temel silahları dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve pozitivist din olarak bilimciliktir. İdeolojik hegemonya olmadan, sadece siyasi ve askeri baskıyla moderniteyi
sürdürmek olanaklı değildir. Dincilik yoluyla kapitalizm öncesi toplum vicdanını
kontrol etmeye çalışırken, milliyetçilik yoluyla ulus-devlet vatandaşlığını, kapitalizmin etrafında gelişen sınıfsallıkları kontrol edip denetim altında tutar. Cinsiyetçiliğin hedefi, kadına nefes aldırmamaktır.
Hem erkeği iktidar hastası yapmak, hem
de kadını tecavüz duygusu altında tutmak cinsiyetçi ideolojinin etkili işlevidir.
Pozitivist bilimcilikle akademik dünyayı ve gençliği etkisizleştirirken, sistemle
bütünleşmekten başka seçeneklerinin
olmadığını gösterip, tavizler karşılığında
bu bütünleşmeyi sağlama alır.
Gençliğinizi Çaldım Ve Sakladım
Gençlik en dinamik potansiyelimizdir.
Gençliğin, demokrasi kültürünü kitlelere taşıma görevi ve sorumluluğu vardır.
Gençliğin yapacağı en iyi iş; demokratik
organizasyonlara katılmak, demokratik
örgütler ve ocaklar kurmaktır. Gençlik
koyan gençliktir. Gençlik Türkiye’nin demokratikleşmesinin garantisidir. Demokratikleşmeyen Türkiye’de gençliğin yeri
yoktur.
Ortada o kadar genç var. Sivil kuruluşlar,
sanat kültür boyutlu olanlar çığ gibi büyümek zorunda. ABD örneğinde verdim ya,
bunlar kültür olaylarıdır. Siyasetten daha
önemsiz değildir. Tiyatro, müzik, sinema,
siyasetten az önemli değildir. Gençler sigara içip silah sıkmayı yiğitlik sanmışlardı.
Bir dönem biz de öyle düşündük. Kültürel
değerleri kazanmayan gençlik tehlikelidir. Önce kimliğini, kültürel gerçekliğini
iyi yaşa, kendini tanırsın. Kendini iyi ta-
Gençlik en dinamik potansiyelimizdir. Gençliğin,
demokrasi kültürünü kitlelere taşıma görevi ve
sorumluluğu vardır. Gençliğin yapacağı en iyi iş;
demokratik organizasyonlara katılmak, demokratik
örgütler ve ocaklar kurmaktır. Gençlik demokratik
eğitimle donatılırsa çığır açabilir, eğer kontrol altına
alınmazsa yanlış yollara sapar ve bu da herkese
kaybettirir.
demokratik eğitimle donatılırsa çığır açabilir, eğer kontrol altına alınmazsa yanlış
yollara sapar ve bu da herkese kaybettirir.
Gençlik kafasını açmalı, gençliğin uyanmasını istiyoruz. Gençlik beynini bilime
açmalı. Savunmam epey bir çerçeve ve
yöntem veriyor.
Bu yaptığım, Promete’den ateşi çalmak kadar kutsal bir şeydir. Gençliğinizi, büyük ihaneti ve büyük onursuzluğu
yaşamamanız için çaldım ve alıp bir yere
sakladım. Bir gün her şeyi elinden alınan
bu kişiliğiniz, belki özgür bir ortamda insanlığı, ülkesini ve özgürlüğünü seven bir
kişiliğe dönüşebilir. Bunun için çaldım,
bunun için sakladım.
Demokratik Gençlik sonuna kadar
cesur, sorumluluğunun bilincinde, demokratik hukuk devletinin ne olduğunu
bilen, bunun zaferi için her şeyi ortaya
nırsın. Siyaseti tanırsın, askerliği tanırsın.
En büyük eylem, kendini tarihsel kültürel
kimliğin ile gerçekleştirme ve bunu toplum sorularına cevap olarak sunmadır.
Bunu yapamayanın hayatı boştur. Çok
büyük boşalmış kişilikler var. Zamanı kötü
harcama var. Buna tahammül edilemez.
Ben bile bu sınırlı imkanlarımla bunları
size anlatabiliyorsam önemlidir. Bütün
yaptıklarımız ve söylediklerimiz gençler
içindir. Gençler mücadelemizin sürekli ve
değişmeyen muhatabıdır. Gençlik yaşlılara ve topluma sahip çıkmalıdır.
Gençler ve yorulmamış olanlar; anlayışı
esas alırsanız, tutumumuzu esas bellerseniz, kim sizi saptırabilir? “Doğrusu budur”
deyip de inat ederseniz ve bunda da hesabınızı tam yaparsanız, sizin sağlam bir
biçimde limana ulaşmanızı ve yükü kırıp
dökmeden, büyük zenginlikle hedefe ta-
7
Sayı 60 2014
şımanızı hiç kimse engelleyemez.
İşte bu imkan elinizdedir. Tabii az bir
yük değil. Ulusal bağımsızlık, eşitlik ve
özgürlük yükü, altın değerinde bir yüktür.
Onu sağlam limana vardıracaksınız. Başarı bayrağını yükseltecek ve altında toplanacaksınız. Bu kervanın sahipleri böyle
kişilerdir. Sizler de bunun farkında mısınız
acaba? Böyle soruları şimdiye kadar kendinize sordunuz mu? Buna göre bir ayarlamanız, mesafe kat etmeniz, örgütlemeniz ve öncülüğünüz oldu mu? Bu soruları
her zaman kendinize sormalısınız. Ders
böyle alınır.
Lafazanlıkla, demagojiyle, sağla-sola
sataşmakla bu kervanın yürüyemeyeceği
durumdayız. Birine “yaşama geleceksin!”
diyoruz, diğerine de “düşkün yaşamı bırakacaksın” diyoruz. Önderlik bu konuda
iki büyük buluş hareketidir. Bunu şimdi Kürdistan’a dayattık. Tüm gücünüzle
yaşama çekileceksiniz! Yanlış, düşkünce
yaşamı bırakacaksınız! İşte iki büyük emir
veya perspektif, talimat veya çağrı. Nasıl
anlarsanız öyle anlayın, önderlik budur.
Gençsiniz, rahatlıkla düzenin sizi bulaştırdığı çirkinliklerden arınabilirsiniz.
En önemlisi de zayıf, güçsüz, pek bir şeye
yaramaz, bir anlam ifade etmez ve iş beceremez kişiliğe son vereceksiniz. Bundan daha değerli ne olabilir? Yaşamın
yolunu sonuna kadar araladık. Bunun için
Gençsiniz, rahatlıkla düzenin sizi bulaştırdığı
çirkinliklerden arınabilirsiniz. En önemlisi de zayıf,
güçsüz, pek bir şeye yaramaz, bir anlam ifade etmez
ve iş beceremez kişiliğe son vereceksiniz. Bundan
daha değerli ne olabilir? Yaşamın yolunu sonuna
kadar araladık. Bunun için insan şerefli yürümekten
daha başka ne isteyebilir? İddia ediyoruz ki, biz
bize kaybettirilen tüm değerlerimizi bulmanın yolunu
açtık, onun imkânlarını sunduk. Bundan başka ne
istiyorsunuz?
çok açıktır. Siz iyi niyetli de olsanız, kervanı yolundan çıkarmak isteyenler, delik
açıp gemiye su sızdıranlar az değildir. Onları görebiliyor ve engelleyebiliyor musunuz? Akıllı bir kervanbaşı, akıllı bir kaptan
bütün bunları düşünmek ve gerekeni
yapmak zorundadır. Yoksa zordur, kervan
ürker ve fincanlar birbirine değer ve kırılır.
Bunları mutlaka ve derinliğine anlamaya
çalışmalısınız. Bu büyük zenginlik taşıma
kervanına öncülük edin, kılavuzluk edin
ve menzile sağlam ulaştırın..!
Kiminde hiç yaşam tutkusu yoktur, kimi
çok düşkündür. Bence bu iki durumda
da gelişmeyen yaşam tutkuları söz konusudur. Biz ikisine de amansız yüklenmiş
8
insan şerefli yürümekten daha başka ne
isteyebilir? İddia ediyoruz ki, biz bize kaybettirilen tüm değerlerimizi bulmanın
yolunu açtık, onun imkânlarını sunduk.
Bundan başka ne istiyorsunuz? Yüce siyasal amaçlarınız olsun, ulusal amaçlarınız
olsun. Onun için kendinizi defalarca gözden geçirin, kendinizi yoklayın, elekten
geçirin. Neyin altta neyin üstte kaldığını,
kişiliğinizde ne kadar kabalığın kaldığını,
ne kadar özümsenmiş değerler biriktiğini
açığa çıkarın. Bu konuda özeleştiri veya
samimi itiraf gereklidir. Kesinlikle bunu
sağlamalısınız.
Şimdiye kadar size verilen fırsatlar az
değildir. Sizdeki yanlışlık, bunun farkında
olmamak, hatta verilenleri yeterli görmemek ve daha fazlasını istemektir.
Kişiliğiniz kendi içinde zincirlenmiş ve
adeta çözümsüzlüğe mahkûm edilmiş
durumdadır. Biz bunu patlatmak istedik.
Size verebileceğimiz en büyük güç budur.
Buna karşı direnmeyin. Bana göre her tür
düşmanı yenilgiye götürecek olan en büyük güç, insanın patlama gücü, savaşma
gücü ve örgütlenme gücüdür. Bunu açığa
çıkarırsak düşmanı yenebiliriz. Bunun dışında kim kime ne veriyorsa yanlıştır. Kim
kime “Sen güçlüsün, başka türlü güçlü
olabilirsin; sen bana dayanarak ben sana
dayanarak birbirimizden güç olabiliriz”
diyorsa yanlıştır. Bu, aynı zamanda saygı-
karşı bu kadar aşağılık bir tutum içinde
olmazdı. Size hiçbir sağlam değer aşılamamışlardır. Bununla kişileri, ana babalarınızı kastetmiyorum, elbette onlar da
birer çaresizler. Bu kuruma, bu kurumun
öldürücü geleneğine; yani sizi uyuşturan,
kurutan ve sizi en temel değerler karşısında çaresiz bırakan ne varsa ona karşı durun. Bu çok açıktır. Ancak siz halen oralı
bile olmuyorsunuz. Ben burada kendime
de öfke duyuyorum ve hala neden bu kişilerle yürüyorum diye soruyorum. Kendimi zor tutuyorum, böyle kişiler benim
arkadaşım olamaz, diyorum. Kendimi
nasıl savunacağım konusunda öfkemi zor
tutuyorum.
Bizde tek bir insanın bile çok büyük bir değer
ifade ettiğini bilmek gerekir. Kimse kendi rolünü
küçümsememelidir. Bunu çok çeşitli yönleriyle ortaya
koyduk. Burada size önemli bir fırsat tanınmıştır. Belki
güçlü bir emek sürecinden geçmediniz. Ama gençlik
çağı devrime yatkınlık gösteren bir dönemdir. Emeğin
değerini bilmeniz için, bir emek sürecinden geçmeniz
zorunlu değildir. Bunu öğrenebilir ve doğru olanı
yapabilirsiniz.
sızlıktır.
Benim tecrübelerim şunu gösterdi: Biz
bu insanları biraz özgücüyle çalıştırarak
buraya geldik. Bu halkı biraz özgücüne
kavuşturarak bugüne getirdik. Ancak
bana göre henüz özgücü değerlendirme
çok sınırlıdır. Bir insanın sınırsız büyüme
gücü vardır. Bir insan isterse kendisinde
her şeyi bitirebilir. PKK Önderliği budur.
Biz Yaşamı Gerçek Anlamda Gençleştirmek İstiyoruz
Gençsiniz, bu genç yaşta hepinizden
enerji fışkırır. O zaman bu donukluk, bu
kuru kişilik nedir? Bu özellikleri kötü yetiştiğiniz hiçbir yüce değerin aşılanmadığı ortamlardan aldınız. Bunu üzerinizden
atın. Sülaleniz güçlü olsaydı, imhacı güce
Bizde tek bir insanın bile çok büyük bir
değer ifade ettiğini bilmek gerekir. Kimse
kendi rolünü küçümsememelidir. Bunu
çok çeşitli yönleriyle ortaya koyduk. Burada size önemli bir fırsat tanınmıştır. Belki
güçlü bir emek sürecinden geçmediniz.
Ama gençlik çağı devrime yatkınlık gösteren bir dönemdir. Emeğin değerini bilmeniz için, bir emek sürecinden geçmeniz zorunlu değildir. Bunu öğrenebilir ve
doğru olanı yapabilirsiniz. Bu mümkündür. Yine daha fazla hayalciliğe, maceracılığa ve emek dışı konumlara düşmeden
kendi gelişmenize hükmetmeniz önem
taşımaktadır. Her genç arkadaşımızdan
beklediğimiz şey budur ve bunun gerekleri yerine getirilmelidir.
Biz yaşamı gerçek anlamda gençleştir-
9
Sayı 60 2014
mek istiyoruz. Onun ulus ve toplum gözeneklerinin tıkanıklık halinden çıkarılmasına çalışıyoruz. Yaşama karşı sorumluluğumuzu nasıl yerine getireceğimiz önemlidir. Biz hepinize bütün yönleriyle karşılık
vermeye çalışıyoruz. Ama hazır olanı bile
özümseyemezseniz, bir eserin sahibi olabilir misiniz? Şaşkın olmamak gerekir. Biz
kendimize egemen insanlar olmak durumundayız. Kimse sizden düşüncenizi geliştirmemeyi ve boş yere çaba harcamanızı istemiyor. Tersine biz buna son derece
sağlam bir çerçeve ve boşa gitmeyen bir
işleyiş olanağı sunuyoruz. Kendini çok az
geliştiren, çoğunlukla kapalı duran, öze
inmeyen, kendini keskinleştirmeyen ve
nasıl yürüyeceğini bilmeyen bir konumda kalmanız gerileme anlamına gelir. Bu
durum ise kaybetmekle özdeştir.
Bir tarih yazılıyor, bir halk özgürleştiriliyor, bir ulus diriltiliyor ve kuruluyor. Bizim
bundan esirgeyeceğimiz neyimiz olabilir?
Daha genç olmanız, size daha canlı, daha
atak, daha büyük cesaret ve fedakarlık ruhuyla buna öncülük yapma şansını verir.
Yoksa bu size istediğiniz biçimde oynama
ve keyfinize göre davranma şansını veremez. Bu konuda da kendilerini köklü olarak düzeltmek durumunda olanlar vardır.
Biz işi sadece uyarılarla sınırlandırmayı
düşünüyor, kendinizi bu kadar düşürmemenizi istiyoruz.
Eğer bizi önder sayıyor ve bize inanıyorsanız, önderliğe ulaşmalısınız. Gelin
diyorum, ama hiçbir şeyi zorla yürütmek
istemiyorum. Her şeyi konuşarak çözelim.
İnsan olan bunu anlar. Karar verin, derin
ve geniş tahliller yapın. Bunu her şeyin
üzerinde yapalım, kendimizi yetiştirelim.
Güven tamdır. Sorunların üzerine yürüyelim. Bu doğru değil midir? Bizim için
bundan daha iyisi var mı? Hayır. Gençsiniz, ama gençlik başıboşluk demek değildir. Gençler herkesten daha disiplinli ve
düzenli yürürler. Yaşlıların buna kuvveti
yetmez, çocukların buna kuvveti yoktur.
Ama sizin gibiler herkesten çok disiplin
üstünde yürüyebilirler. Kuvvetiniz herkesten çoktur ve bunun için partinin yaşam tarzını herkesten çok siz uygulayabi-
10
lirsiniz. Bunun için başıboşluğu kendinize
yaşam diye kabul etmeyin. Buna cesaret
etmeyin. Kürt toplumunda başıboş tipler
çoktur. Ama biz bunun tersiyiz. Bu PKK’de
mümkün değildir. Ben yapabildiğim sürece, bunlara karşı koymak zorundayım.
Korksaydım, kendimi buna yetiştirmeseydim, bu konuma gelemezdim. Karşımızda altmıştan fazla devlet vardı. Millet
karşımızdaydı. Ama biz yine bu önderliği
yücelttik. Kürt ulusu yıllarca bizi kabul
etmiyordu, ama biz sonunda kendimizi
kabul ettirdik.
Bu kanıtlardan ve bunca ayaklanmadan sonra, kalkıp millete şöyle oldu böyle
oldu diyebilir miyiz? Bunu yapabilir miyiz? Yine de bazı şeyler yapmak istiyorsanız, dürüst olun, yeter ki çocukluk yapmayın, darlığa düşmeyin. Bunların hepsi
yalandır. Daralmanıza, yüzünüzü ekşitmenize gerek yoktur. Her şeyimiz için bir
yığın çözümleme yaptım. Bunların üzerinde durun. Hepinizin sorunları üzerinde
genişçe durdum. Bunların içerisinde biraz
olsun kendinizi görebilirsiniz. Ben bunun
üzerinde yine kararlıca duruyorum. Kararlıyım, güçlüyüm ve üstüne yürüyeceğim. Ben var oldukça hesabınızı iyi yapın.
Bizimle yürüyebiliyorsanız gelin, kötülük
yapmak istiyorsanız yapın. Ama o zaman
düşersiniz, çünkü buna gücünüz yoktur.
Bunlar sizin için örnektir. Eğitiminizin
üzerinde ciddi bir biçimde durun. Bizim
üslubumuzdur. Biz düşmandan geleni
de dost yapıyoruz. Bizim bu gücümüz
vardır. Ama oyun yaparlarsa, üzerlerine
yürüyeceğiz. Bunlar olanaksızdır. Bizimle
baş edilemez. PKK’yi bu biçimde tanıyacaksınız. Eğer yetmezlikleriniz varsa, bu
biçimde tamamlarsınız. Eğer güçlenmek
istiyorsanız, bu biçimde güçlenirsiniz. Biz
PKK’yi böyle yarattık ve böyle büyüttük.
Böyle üzerine gidiyoruz. Bundan sonra da
sonuna kadar bu temelde yürüyeceğiz.
***
GENÇLİĞİ TANIMAK VE TANIMLAMAK
Gençlik, bir sınıf özelliği taşımaz. Ama
toplumsal gelişmede temel bir kesimi
ifade eder. Toplumsal hareketlilikte gençliğin rolü belirgindir. Bir sınıf olmamakla
birlikte kendine has özellikler taşıyan temel bir kesimdir. Gençlik basit veya ayırt
edici özellikleri olmayan pasif bir kütle
değildir. Yaşam, düşünce ve duygu bakımından toplumun diğer kesimlerinden
farklılıkları olan, kendine özgü özellikler
taşıyan bir toplumsal kesimdir. Öncelikle
bir yaş dilimini ifade eder. İnsanın, başkalarının bakımına muhtaç olmaktan çıktığı, büyük arayışlar içerisinde olduğu, çok
fazla günlük yaşamla bağı olmadığı bir
yaş kesitini ifade eder. İnsanın iş yapabilecek düzeye geldiği, büyük umutlar ve
gelecek arayışları içinde olduğu, sorguladığı ve günceli çok fazla yaşamadığı bir
dönemdir.
Gençlik; on beş ile otuz yaş arasındaki
toplumsal kesimi kapsar. Bu yaş kesitinin
taşıdığı temel özellikler son derece değerlidir. Önemli olan da bu özellikleri bilmektir. Bunlar bilinmezse çok fazla genç
de olunmaz. Nasıl ki hamal gibi çalışmak
bir kişinin sınıf bilinci edinmesini sağlamıyorsa, nasıl ki toplumun en gerisine
düşmüş köle kadının sadece kadın olması onu özgürlükçü yapmıyorsa, 18-20
yaşında olmak da bir insanı eğer onun
özelliklerini iyi anlamaz ve hissetmez-
se genç yapmaz. Bu bakımdan gençlik,
bir yaş diliminin temel özelliklerini ifade
eden duygu, düşünce ve davranış toplamı olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda
gençlik bir ruhtur.
Gençlik ruhu ve özellikleri nelerdir?
İnsan yaşamının belli bir dilimine ‘gençlik çağı’ denilmesi, diğer çağlardan ayrılması bu farklı özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bir insan, yirmi yaşında olduğu
halde bir ihtiyar gibi olabilir. Gençlik özelliklerine ve ideallerine bağlı olarak yaşayan biri de ömür boyu genç kalabilir.
Gençlik insanın en dinamik çağıdır. Bu
bakımdan gençliğin temel özelliği; hareketliliği ve dinamizmidir. Buradan baktığımızda; gençliğin devrimci bir karakteri
vardır. Yani devrimciliğe yatkındır. Gençliğin dinamizmiyle sağladığı gelişmelerin
önemi her toplum için büyüktür. Eğer bu
dinamizmi; duyguda, düşüncede ve davranışta toplumsal harekete katabilirse,
büyük bir eylem gücü ortaya çıkarır. Demek ki, hantal olanlar genç olamazlar.
Gençliğin önemli diğer bir özelliği; arayışçılığıdır. Bunun geleceğe dönük olmasıyla, bugüne fazla bağlanmamasıyla
yakından bağı vardır. Çıkara bulaşmamış
olması, saf, temiz ve umutlu olması, geleceğe dönük ve güncele takılmayan bir
karaktere sahip olması son derece önem-
11
Sayı 60 2014
lidir. Bu özellikleri onu devrimci, aynı zamanda da sosyalist bir karaktere açık kılar. “Gençler solcu olur” söylemi buradan
ileri gelir. Günlük yaşama, güncele bulaşmamıştır; yani çıkar peşinde değildir.
Daha çok eşitlikten ve adaletten yanadır.
Var olanı sorgular, kabul etmez; dolayısıyla değişimden yanadır. Kendi gelişimini ve dinamizmini kullanmak ister. Yine
özgürlükten yanadır. Bütün bu özellikler
gençliğin, dolayısıyla bir gençlik hareketinin temel özelliklerini oluşturur.
Söz konusu özellikler, sosyalizme ve
özgürlükçülüğe denk düşer. Özgürlük ve
eşitlik militanı olmaya denk düşer. Gençlik, sosyal karakterin en çok geliştiği bir
dönemdir. Gençlik hareketi, devrimcidemokratik hareketin öncü parçasıdır. En
dinamik parçası olduğundan, motor gücüdür. O nedenle devrimci hareketler her
zaman gençlik hareketlerine önem vermişlerdir. Geçmişte dar sınıfsal devletçi
paradigmadan kaynaklı gençlik hareketleri, devrimci hareketler içinde yerlerini
tam olarak bulamamışlardır. İşçi-proleter
öncülüğü ve buna gereğinden fazla yer
verilmesi söz konusudur. Özgür kadın
hareketleri ve gençlik hareketi abartılı proleter öncülüğünün tamamlayıcısı
sayılmışlardır. Bu devletçi paradigma temelinde gerçekleşen reel sosyalizmin ve
geliştirdiği hareketlerin en büyük yetersizliklerinden biridir.
Gençlik geleceğin özlemi ve umududur.
İşçi fetişizmine bağlanmış devletçi paradigmaya dayanan reel sosyalist hareketler, devletçi ve iktidarcı, ekonomist
ve dar çıkarcı hedefler peşinde koşmuşlardır. Birçoğu adalet, eşitlik ve özgürlük
ütopyasından koparak, sendikalist hareketler olmuşlardır. Önder Apo bu durumu düzeltmiştir. Geliştirdiği Demokratik,
Ekolojik Ve Kadın Özgürlükçü Paradigmayla, devrimci demokratik ve sosyalist
harekete yeni bir tanım getirerek, açılım
sağlatmıştır. Çünkü ütopya, gençlik hareketinde vardır. Gençlik, baştanbaşa
ütopyadır. Geleceğin özlemi ve umudu-
12
dur. Kadın özgürlüğü de öyledir. Maddi
yanından ziyade, toplum yaşamını dengeli, düzenli, barışçıl ve demokratik kılma
özelliği vardır. Özgürlük ve eşitlikçidir. Kadın ve gençlik hareketi, işçi hareketi gibi
dar, kaba ve maddi eşitlikçilik öngören
bir yaklaşım içerisinde olamaz. Hareketimiz bunu küçük burjuva eğilim olarak tanımlamaktadır. Kuşkusuz bu, ideolojik bir
yaklaşımı ifade eder. Özgür kadın hareketinin özü ve esası, özgürlük ütopyasının
dar çıkarlardan soyutlanarak, toplumsal
yaşamın temel özelliklerine uygun kılınmasıdır. Bu, sosyalizmin özünün derinleştirilmesidir. Gençlik hareketi açısından da
benzer bir tanım yapabiliriz.
Buradan baktığımızda, gençlik çağı insanın sosyalizme en yakın, özgürlük ve
eşitlik idealleriyle dolu olduğu; yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma yönlerinin
en güçlü olduğu çağdır. Çıkara bulaşmadığı, kar hırsına kapılmadığı, dolayısıyla
hileye ve aldatmaya başvurmadığı bir
çağdır. En temiz ve en sade çağdır. Dinamizmini en çok koruduğu, günü yaşayarak güncel yaşam içinde kaybolmak
yerine, insanlık için özgür ve mutlu bir
yaşam ortaya çıkartma temelinde kendini feda etmeye hazır olduğu, bu anlamda
oldukça fedakâr ve cesaretli olduğu çağdır. Gençlik çağı kendisini bu özelliklerle
ortaya koyar. Bu özellikleriyle diğer çağlardan ayırılır.
Gençlik hareketi işte bu özelliklerden
oluşan bir harekettir. Gençliğin bu özelliklerini kendi bünyesinde toplayan ve biriktiren bir harekettir. Bu anlamda gençlik
hareketi basit, dar ve geçici bir hareket
değildir.
Gençlik hareketleri toplumun değiştirici gücü olarak her zaman vardır. Böyle
olmazsa, toplumun değişimi, ilerleyişi
ve gelişimi sağlanamaz. Bu, toplumsal
değişim ve gelişim diyalektiğinin temel
yasasıdır. İnsanın veya toplumun sürekli
bir gelişmeyi yaşaması, değişim dinamiğine sahip oluşundan ileri gelir. Öyle olmasaydı, toplumsal gelişme sağlanamaz,
hayvanlar aleminden fazla bir farkımız
kalmazdı. İnsanı hayvanlar âleminden
ayıran, onun farklı bir tür olarak gelişmesine yol açan en önemli olgu, böylesi bir
dinamizme sahip olmasıdır.
Toplumun değişim dinamiği gençliktir
Gençliği çok fazla idealize ederek, yaşamdan kopartmamalıyız. Yaşanması
çok zor bir özellikler toplamı haline getirmemeliyiz. Ancak gençliği tanımlayan ve var eden temel özellikleri ortaya
çıkartmaktan, görmekten ve topluma
göstermekten de geri durmamalıyız. Bu
nedenle söz konusu özelliklerin anlamını
ve içeriğini doğru tanımalı ve bilince çıkarmalıyız. Çünkü bu, toplumsal değişim,
gelişim ve yenilenme açısından son derece önemlidir. Gençlik olmazsa, bu temel
özellikleriyle tanımlanmazsa, bu özellikler toplum yaşamında bir işlev görmezse,
o toplum ilerleyemez. İlerlese de bu çok
ağır olur. Bu değişim gücü en zayıf toplum demektir. Değişim dinamikleri zayıf
olan toplumlara, ihtiyarlamış toplum denilmektedir. Bu, gençliğe dair özellikleri
kendi içinde yeterince taşımayan toplum
anlamına geliyor. Batı toplumları için bu
deyim yoğunca kullanılmaktadır.
Bir toplum için en büyük güç, onun
değişim dinamiğini temsil eden gençlik
özelliklerinin diri ve canlı tutulmasıdır. Bir
toplumda bu özellikler ne kadar diriyse,
değişimi de o denli hızlı olur. Devrimci bir
toplum olur. Fakat bu özellikler ne kadar
zayıf olursa, gelişimi de o denli zayıf ve
cılız kalır.
Cins mücadelesi, toplumsal değişimde
özellikle de kapitalist aydınlanmanın gelişimiyle birlikte önemli bir mücadele haline gelmiştir. 21. yüzyılda da öne çıkan
bir mücadele alanıdır. Çünkü cins mücadelesi toplumsal değişimi hızlandırmaktadır. Ancak toplumun her dönemindeki
değişim dinamiği, esasta gençlik dinamiğidir. Bu dinamik; toplumsal değişim
ve yenilenmenin vazgeçilmez gücüdür.
Onun işlevi toplumsal yaşamın özellikleriyle belirlenir.
Kapitalist modernite süreci ve açığa
çıkardığı toplumsallık bu dinamizminin
öne çıkmasına da temel teşkil etmiştir.
Diğer sınıf ve toplumsal kesimler için olduğu kadar, gençlik için de örgütlenme
ve ortak eyleme geçme zemini ortaya
çıkmıştır. Kapitalist modernite sürecindeki gençlik hareketleri her zamankinden
daha örgütlü ve eylemli bir güç olarak gelişmektedir. Kapitalist toplum buna karşıt
olmasına rağmen bunun yolunu açmıştır.
Gençlik, hareket olarak toplumun ilerleyişinde geçmişten çok daha fazla rol oynayan bir güç haline gelmiştir. Gençlik her
zaman toplumsal değişimde rol oynayan
bir kesim olmuştur. Gençlik kapitalizmin
farklı amaçlarla ve çok istemeden açmak
zorunda kaldığı bu zeminde kendini örgütlemiş, temel özelliklerini örgüte ve eyleme dökmüştür. Bu, 20. ve 21.yy.da daha
da belirginleşmiştir.
Gençliğin değişiğim dinamiği nasıldır?
Arayışçılığı nedir? Bu hususları yaşamda
gözlemlememiz gerekir. Dün ve bugün
olgusu tanımlanırken; “bugün dünden
ileri, yarından geriyiz” denilir. Bir çocuk;
anne veya babasından ileri, çocuğundan
geri olarak tanımlanır. Bu sözler, toplumsal yenilenmeyi ifade eden sözlerdir. Demek ki, insan ve toplum yaşamı bir tekrarı ifade etmiyor. Sürekli bir gelişimi ve
değişimi içermektedir. Her şeyde olduğu
gibi, insan ve toplum yaşamında da sürekli bir yenilenme, gelişim ve değişim
söz konusudur. Bu değişimi, gelişimi ve
yenilenmeyi topluma yaşatan da gençliktir. O nedenle gençlik demek, bir öncekini
reddetmek, çelişmek, ona karşı mücadele
etmek demektir. Bir öncekiyle çelişmeyen, onu reddederek aşmaya çalışmayan
genç olamaz. Bu, sosyalist hareketler için
de geçerlidir. Bütün canlılar, hareketler
ve olgular için geçerlidir. Ama en fazla da
değişim felsefesine, ideolojisine ve hareketine sahip sosyalist ve devrimci hareketler için geçerlidir.
Gençliğin her zaman için yetişkin kuşakla bir çelişkisi ve çatışması olmak zorundadır, vardır da. Bunu böyle görmemiz ve bir olgu olarak kabul etmemiz gerekir. Eğer bir toplumda kuşaklar arasında
çelişki ve çatışma yoksa o toplumun de-
13
Sayı 60 2014
ğişim dinamiği zayıflamış demektir. Kuşak çelişkisi ve çatışması ne kadar güçlü
olursa, toplumsal değişimde o denli güçlü olur. Gençlik, karakteri gereği var olanı
kabul etmez. İyiyi, güzeli, eşit ve özgür
olanı arar.
İnsan ve toplum yaşamı her dönem ciddi değişiklikler ve yenilikler içermektedir.
Ruhta, bilinçte, düşüncede, örgütlülükte,
maddi ve manevi yaşamın her alanında
yeni bir şeyler edinilmektedir. Bu eski
yaşamın bir tekrarı değildir. Toplumsal
değişim ve gelişim düzeyi, bu farklılıkların açığa çıkartılarak görülmesindedir.
Farklılık ne kadar fazla olursa, toplumdaki
değişim ve gelişim düzeyi de o kadar ileri
olmaktadır.
manevi yaşamının dengelerini bozmaktadır. Eğer değişime yön verilmezse, bu
bireyde ve toplumda ciddi tahribatlara
yol açabilir. Ama eğer yön verilirse, birey
ve toplum kendini yeniden şekillendirerek, büyük bir gelişmeyi ortaya çıkarır.
Dolayısıyla gençliğin toplumdaki rolünü doğru anlamalı ve o rolün oynanmasını sağlamalıyız. Eğer kendimizi bu
özelliklerle tanımlıyorsak, o zaman genç
olmasını bilmeliyiz. Aksi taktirde sistemimizi kuramaz, geliştiremez, koruyamaz
çökeriz. Onun için toplumun değişiminde gençliğin oynadığı rolü ve özellikleri
yine gençlik üzerinde geliştirilen ve yürütülen politikaları da görmek son derece
önemlidir.
Gençlik arayışının olmaması, zayıf olması veya
saptırılması kadar, bireye ve topluma zarar veren başka
bir dönem yoktur. O nedenle her şey çok mükemmel,
doğru bir rotada, başarıyla yürütülüyormuş gibi
değerlendirilmemelidir.
Gençlik hareketi olmayan toplumlar
ağır aksak yürüyen toplumlardır
Günümüzde gençlik hareketine sahip
olmayan hiç bir toplum, güçlü bir gelişim
içinde olamaz. Ağır aksak yürür. İlerleme
gücünü ve umudunu kaybetmiş bir toplum haline gelir. Günümüzde bazı toplumlar böyle bir zorlanmayı yaşamaktadırlar.
Diğer yandan gençliğin çok örgütlü
olduğu, yeni bilinçler edindiği, kendini
örgütleyebildiği, dolayısıyla değişimde
rol oynadığı, kendisinden önceki kuşakla
çelişki ve çatışmaya girdiği toplumlarda
ise her bakımdan büyük sarsıntılar yaşanmaktadır. Bu toplumlar, maddi ve manevi
anlamda ciddi değişiklikler yaşamaktadırlar. Hem ruhsal, hem duygusal, hem
de yaşamsal olarak çok ciddi değişiklikler
geçirmektedirler. Bu tür toplumlarda sarsıntı, çelişki ve çatışma çok yoğun yaşanmaktadır. Bu da bir zorlayıcılığı ifade eder.
Çünkü değişimin yoğunluğu toplumun
bütün iç dengelerini, yine insanın maddi
14
Gençlik arayışının olmaması, zayıf olması veya saptırılması kadar, bireye ve topluma zarar veren başka bir dönem yoktur.
O nedenle her şey çok mükemmel, doğru
bir rotada, başarıyla yürütülüyormuş gibi
değerlendirilmemelidir. Gençlik dinamizmi örgütlü kılınmazsa, büyük tahribatlar
yaşanabilir. Politik-ekonomik ve kültürel
çelişkilerden doğan aşırı çatışma durumu tahribatlara yol açabilir. Gençlik hareketleri olumlu bir rol oynayabilecekken,
zorlayıcı ve tahrip edici sonuçlara neden
olabilir.
Bu nedenle siyasi hareketlerin bireyin
ve toplumun yaşadığı çelişkileri doğru
çözümlemesi gerekir. İnsan ve toplum
psikolojisini bilmesi gerekir. Toplumun
sosyolojik yapısını, çelişkilerini ve çatışmalarını doğru tahlil etmesi gerekir ki;
yön verebilsin, örgütlü kılabilsin, dolayısıyla desteğini alabilsin. Kuşkusuz bunu
en fazla da “özgürlükçü-eşitlikçi-sosyalist
hareketim” diyen hareketler yapmalıdır.
Bunu yapmazlarsa, kaybederler.
Gençlik, bir yönüyle bireyin bir tür dev-
rimi yaşaması olarak da ele alınabilir. Eskiyi aşan, reddeden, onunla mücadeleye giren, toplumla olduğu kadar aile düzeniyle
de çelişen bir duruştur gençlik. Toplumsal
değişimde öncü rolü oynayan gençlik, bir
biçimde aile devrimini de yapmıştır. Bu,
toplumun bünyesinde var olan eski yaşam özelliklerini kabul etmemeyi ifade
eder. Yalnız bu, bazen sınırlı, yani pasifist
olurken, bazen de çok etkili olmaktadır.
Geleneksel kültürde yaşlılar gençlere güvenmezler. Yoğun arayışçılığından dolayı;
“nereye gideceği belli olmaz” denilir. Gençler de, kalıba girmiş yaşamı, bir tekrardan
ibaret olan toplumsallığı ve bireyi zayıf
görür ve ona isyan ederler. Zaten çelişki
de buradan doğmaktadır. Bu çelişki her
lerini vermek istemektedir. Gençlik, bütün bu özelliklere karşı bir mücadele yaşar. Kişilik edinme, yoğun bir iç mücadele
anlamına gelir. Kişilik, kendi doğrularını
benimsetmek isteyen ve değişik yönde
etkide bulunmaya çalışan güçlerle bir savaşımı yaşar.
Tabi bir de Özgürlük Hareketinin yaratmak istediği bir gençlik söz konusudur.
Bu anlamda Özgürlük Hareketine katılmak demek, bütün bu gerici, sömürgeci,
modernist güçlerin kişilik üzerindeki saldırılarına ve yönlendirmelerine karşı mücadele etmek demektir.
Gençlik çağı, yeni insanın ortaya çıktığı
dönemdir. Bir önceki toplum yaşamından
daha ileri bir toplumsal yaşama geçişi ifa-
Gençlik çağı, yeni insanın ortaya çıktığı dönemdir.
Bir önceki toplum yaşamından daha ileri bir toplumsal
yaşama geçişi ifade eder. Bu anlamda gençlik, her
zaman yenilikçidir.
zaman var olmuştur ve Kürt ulusal dirilişinde de, gelişiminde de etkili rol oynamıştır.
Kürt Özgürlük Hareketinde aile devrimi
adeta uluslaşmayı sağlayan, insanı birey
haline getiren, aile, aşiret, kabile gibi dar
bağları kırarak, özgürlük bağları geliştiren bir devrim olmuştur. Bizde, aile devrimi bir özgürlük devrimi olarak gelişmiştir.
Buna; “ulusal diriliş” denilmiştir. “Toplumsal demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesi” de demekteyiz. Yeni insanın yaratılması, kişilik devriminin gerçekleşmesi
çok önemlidir. Birey olma devrimi ile aile
ilişkilerini parçalama devrimi iç içe ve çok
şiddetli olmuştur. Gençliğin var olanı reddetmesi sonucunda yaşanan çatışma sert
geçmiştir. Ancak bununla dar, eskiyi ifade
eden, Kürt bireyinin ve toplumunun gelişimini engelleyen bağlar kırılmıştır. Bu
anlamıyla gençlik, kişilik devriminin yapıldığı çağdır. Demokratik ulusal kişilik
kazanma sürecidir.
Aile, aşiret, mezhep, okul ve sistem yeni
oluşması itibariyle gençliğe kendi özellik-
de eder. Bu anlamda gençlik, her zaman
yenilikçidir. Örgütlü ve bilinçli kılınmış bir
gençlik, toplumu hızlı ve köklü değişime
uğratacak kişiliğin ortaya çıkması anlamına gelmektedir.
Egemen düzen gençlikten çok korkmaktadır. Modern gelişmelerin gençliği
neredeyse bir sınıf düzeyine getirdiğini,
gençlik hareketlerinin güçlü ve hızlı bir
ideolojik ve örgütsel zemin oluşturduğunu, dolayısıyla toplumsal gelişmede doğal bir parti ve ordu gibi hareket ettiğini
görmektedir. Öncü rol oynayabilecek bir
düzeye ulaşmış olması, büyük bir endişe
yaratmaktadır. Bu nedenle toplumun özgürlük, eşitlik ve adalet yönünde eğitimini, örgütlenişini ve ilerleyişini engellemek
için örgütlü ve planlı politikalar geliştirerek, gençliği yozlaştırmayı hedeflemektedir.
Kendini düşünen, kar-iktidar ve haz
dünyasına dalarak bireycileşen, dolayısıyla düzene entegre olan bir çizgiye çekmek
temel amaçtır. Böylelikle özgür yaşam
arayışını, yenilikçiliğini, idealizmini, feda-
15
Sayı 60 2014
karlığı ve cesaretini yozlaştırarak gençliği
özünden saptırmaya uğraşmaktadır. Günümüzde uluslararası gericilik gençlikle
yoğun bir mücadele halindedir. Bu, hem
ideolojik, hem politik hem de psikolojik
olarak böyledir. Bunun için özel uzmanlar,
psikologlar ve sosyologlar çalıştırılmakta.
Özel politikalar ve örgütler geliştirilmektedir. Örgütlü-planlı yoğun bir çaba söz
konusudur. Bilimsel teknik gelişmelerden
de sonuna kadar yararlanılmaktadır.
Gençliğin toplumsal özgürlük ve demokrasinin gelişimine öncülük eden
veya öncülük edebilecek potansiyeli bu
biçimde eritilmeye, saptırılmaya ve düzen açısından tehlikesiz hale getirilmeye
çalışılmaktadır. Günümüzde bu temelde
gençlik hareketi oluşturamamıştır-oluşturamaz da. Belki birkaç genci bir araya
getirebilir ama gençlik ruhuyla donanmış
bir gençlik hareketi kuramaz. Bu kendisinin aşılması anlamına gelir. Bu nedenle
gençlik hareketinin gelişeceği zeminin
demokratik ve özgürlükçü olması gerekir.
Bu zemin Kürdistan’da ilk olarak PKK ile
yaratılmıştır
Türk gençliğindeki hareketlenme ile
dünyada gelişen gençlik hareketlenmesi arasında bir paralellik vardır. Buna ‘68
kuşağı denilmektedir. Türkiye Devrimci
Gençlik Hareketi 1960’ların sonunda gelişmeye başlamıştır. Kürt gençliğinin de
bunun etrafında bir örgütlenme arayışı
gelişmiştir. Bu süreçte uygun bir zemin
Cumhuriyet yönetimi, inkar ve imha politikası temelinde
asimilasyonu esas almıştır. “Beyaz katliam” olarak
adlandırılan bu yöntem Kürdistan’da soykırımın bir
biçimi olarak özellikle gençlik üzerinde uygulanmıştır. Bu
nedenle eğitime özel bir önem verilmiştir.
küresel bir mücadele sözkonusudur. Kapitalist modernist sistemin gençliğe yönelik yürüttüğü mücadele ulusal sınırları
aşmış bütün dünyayı içine alan bir sistem
mücadelesine dönüşmüştür.
Kürdistan’da gençlik hareketi
Demokratik uluslaşmanın gelişimi, demokratik ulusal bilincin oluşumu, dolayısıyla Özgürlük Hareketinin gelişim süreci,
gençlik hareketinin de oluştuğu süreçtir.
Geleneksel feodal toplum yapısının çözülmesi ve sosyal ayrışmanın gelişmesi,
gençliğin toplum yaşamını etkileyen bir
kesim olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Kürdistan’da ortaya çıkan gençlik hareketi, ilkel milliyetçi hareketlerin de aşılmasını getirmiştir. İlkel milliyetçi örgütler
gençlik hareketi yaratamamışlardır. Örneğin KDP kendi içinde gençlik özellikleri taşımadığından bir gençlik hareketi
yaratması söz konusu olmamıştır. KDP,
feodal ve aşiretsel yapıya uygun bir siyasi
ve sosyal örgütlülüğü ifade ettiğinden bir
16
de oluşmuştur.
Cumhuriyet yönetimi, inkar ve imha
politikası temelinde asimilasyonu esas almıştır. “Beyaz katliam” olarak adlandırılan
bu yöntem Kürdistan’da soykırımın bir biçimi olarak özellikle gençlik üzerinde uygulanmıştır. Bu nedenle eğitime özel bir
önem verilmiştir. Bununla ulusal eritmeyi
amaçlamış, o nedenle eğitim sistemini
kısa bir zaman dilimi içerisinde çok hızlı
ve yoğun bir biçimde köylere kadar taşırmıştır. Böylelikle Kürdistan’da önemli bir
öğrenci gençlik kesimi oluşmuştur. Soykırım amacıyla kurulan okulların etrafında
önemli bir gençlik kitlesi yoğunlaşmıştır.
Kürdistan’daki ilk gençlik hareketleri buralara dayalı olarak gelişmiştir.
Orta ve egemen sınıfa dayanan öğrenci
gençlik içerisinde küçük burjuva eğilimi
gelişmiştir. Bu eğilim ‘70’lerin başında
Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de DDKO
biçiminde bir örgütlülüğe kavuşurken;
devrimci yurtsever eğilim Kürt Özgürlük
Hareketinin gelişimine paralel bir geliş-
me içine girmiştir. Çünkü Kürdistan’da
gerçek anlamda ulusal demokratik gelişme ile gençlik hareketinin gelişimi iç içe
yaşanmıştır. PKK gençliğe dayalı olarak
doğup, gelişmiştir. Aydın-gençlik hareketi bir ideolojik eğilim ve örgütsel yapı
olarak doğup, gelişmiştir. Okullarda toplanan emekçi ve yoksul gençlik, buralarda sağladıkları aydınlanmayla ulusal ve
demokratik bilincin ve onun örgütü olarak PKK’nin yaratıcıları olmuşlardır. Ulusal
demokratik örgütlenme ve eylemi yaratmışlardır.
Gerilla bir gençlik örgütüdür
Apocu hareket kendini başından beri
böyle bir hareket olarak tanımlamıştır.
Apocu hareket bir halk hareketi olarak,
bir sınıf hareketi olarak ortaya çıkmamıştır. Her ne kadar ideolojik olarak reel
sosyalizmin etkisiyle işçi sınıfının çıkarlarını esas almışsa da, ulusal gelişmeyi
öngörerek bütün ulusa hitap etmişse de,
bütün bunlar öncellikle gençlik hareketi
aşamasından geçilerek, yani aydın gençlik kesimi içerisinde yaratılmıştır. Ulusal
demokratik bilinci oluşturan ve topluma
taşıran aydın gençlik olmuştur.
Dolayısıyla Kürdistan’daki demokrasi ve
özgürlük hareketi bir gençlik hareketidir.
Halka dayanan, halkçı özellikler taşıyan
gençlik grubu ilerleyerek gelişmiştir. Yoksul, emekçi ve aydın gençliğin yarattığı
ulusal demokratik eğilim, ideolojik, maddi ve kadro bakımından yaşadığı bütün
zayıflıklara rağmen Kürt halkı tarafından
sahiplenilmiş ve gelişme göstermiştir.
Kürdistan zemininde sosyalist hareket,
ulusal demokratik hareket ve gençlik hareketi iç içe ve bütünlüklü gelişmiştir. Bu
bakımdan ulusal demokratik hareket, aslında bir aydın gençlik hareketidir. Halka
gitmiş ve halkın desteğini almıştır. Fakat
mücadelenin yürütücü gücü gençlik olmuştur. Çünkü sömürgeci ve soykırımcı
Türk devletiyle mücadele savaş biçiminde sürmüştür. Dolayısıyla gençlik gerilla
olarak örgütlenmiştir. Gerilla bir gençlik
örgütüdür. ‘70’lerde ideolojik bir gençlik
grubu olarak şekillenen Apocu Hareket
giderek bir gençlik ordulaşmasına dönüşmüştür. Gençlik, sadece Kürt Özgürlük
Hareketinin ideolojik bir eğilim ve grup
olarak doğuşunu gerçekleştirmekle kalmamış bu mücadeleyi bizzat üstlenmiştir. Farklı bir toplumsal kesimle birlik ve
ittifak halinde örneğin işçi ve köylü sınıfı
ile bir isyana kalkıp, mücadele yürütmemiştir. Gerilla düzenini yaratan ve gerilla
savaşını veren gençlik olmuştur.
İdeolojik eğilimi aydın gençlik yaratmış,
kadrolaşma gençlikle oluşmuş, PKK’yi
gençlik kurmuş, gerilla gençliğin direniş
örgütü olarak ortaya çıkmıştır. İdeolojik,
siyasi, askeri tüm yapılanmaya damgasını vuran gençlik özellikleri olmuştur. Bu
realiteyi Başka Apo “Genç başladık genç
başaracağız” biçiminde tanımlamıştır.
Günümüzde Kürt Özgürlük Hareketi bu
realitesi nedeniyle gençlik ruhuyla dopdolu bir harekettir. Sosyolojik bir kategori
olarak gençlik aradığı her şeyi bu nedenle
PKK’de bulmaktadır.
Kuruluş ve kurtuluş sürecinde gençlik
Gençlik, demokratik halk hareketinin
örgütlenme ve eylem alanına öncülük
etme, onun kadrosal gücünü, yine en dinamik eylem gücünü oluşturma bakımından temel bir yer tutmaktadır. Geçmiş
mücadele stratejimizde yeri daha çok tali
planda olan gençlik; yeni mücadele stratejimizde öncü pozisyonuna yükselmiştir.
Yeni mücadele stratejimiz demokratik
halk hareketinin düzeyi, stratejik yapılanması, öncü ve ittifaklarının belirlenmesi
konularında yeni bir yaklaşıma yol açmıştır. Özgür Kadın Hareketi ideolojik-örgütsel ve eylem gücü olarak öne çıkarak
önemli bir kabul açığa çıkarmıştır.
Gençlik de benzer bir stratejik konum
kazanmıştır. Demokratik devrimin derinleştirilmesi mücadelesinde kadın ve
gençlik hareketinin, halkın ortak demokratik eylemliliğine öncülük edecek düzeye getirilmesi, temel bir çalışma haline
gelmiştir. Bu nedenle gençlik hareketini
daha özgün ele almak ve örgütlemek
öne çıkmıştır. Demokratik uluslaşma sü-
17
Sayı 60 2014
recini yaşayan halkımızın direngen ve
inşacı gerçeğinin geliştirilmesi açısından
öncülüğün iyi tanımlanması ve örgütlü
kılınması, demokratik ulusun başarısı için
zaruridir.
Gençliği aktifleştirme sorunlarını çözmeden, demokratik halk direnişimizi
geliştiremeyiz. Bunu yapamazsak Özgür
Kadın Hareketi de ittifaksız kalır. Bu da
demokratik halk direnişimizi geliştirmeyi
zorlar. Bu bakımdan gençlik hareketinin
özgün tarzda ele alınıp, örgüt ve eyleminin bütünlüklü geliştirilmesi, demokratik
devrimi geliştirebilmek açısından zorunludur. Aksi halde köklü bir toplumsal demokrasi mücadelesi verilemez. Devrimci
demokratik değişim motorsuz ve öncüsüz kalarak, kendiliğindenliğe sürüklenir.
ideolojik mücadeleye katılması iken diğeri gençliğin kendini bir hareket olarak örgütlemesi, demokratik devrimde öncülük
rolünü oynamasıdır. Esas olan da budur.
Böyle olmazsa demokratik devrim gelişip derinleşemez. Toplumsal değişim
ideolojik derinlik ve dinamizm kazanmaz.
Örgütlü öncülük zayıf kalır. Çünkü devrimimizin ideolojik özü burada saklıdır.
Devrimci değişimin temel karakteri ve
özellikleri gençlik ve kadından kaynağını
almaktadır. Gençliğin ve kadının örgütlülüğünde yatmaktadır. Demokratik değişimin özelliklerini açığa çıkaran, yayan,
savunan kadın ve gençlik hareketidir.
Kadın Özgürlük Hareketi kendi ideolojik ölçülerini topluma taşırdığı ölçüde,
Özgür gençlik hareketi kendi özelliklerini
Zira gençlerin mücadeleye katılması ayrı bir şeydir,
kendini bir hareket olarak örgütleyip, katılması ayrı bir
şeydir. Biri gençlerin herhangi bir siyasal, askeri veya
ideolojik mücadeleye katılması iken diğeri gençliğin
kendini bir hareket olarak örgütlemesi, demokratik
devrimde öncülük rolünü oynamasıdır.
Kaldı ki bu durumda olan gençlik, gericilik tarafından saptırılabilir. Bu bakımdan
gençlik hareketi, inşa sürecinin en önemli
hareketi olarak gündemimizdedir.
Toplumsal gelişmede gençliğin yeri
ve rolü
Geçmişte de mücadelemizde her şeyi
yürüten gençlik olmuştur. Gerillamız bir
gençlik örgütüydü ve savaş gençliğin
mücadelesiydi. Kitle mücadelesi içerisinde de gençlik önemli bir rol oynamıştır.
Gençler katılmış, çalışmış, kadro, örgüt
ve mücadele sorunlarını omuzlamışlardır.
Fakat mücadele içerisinde özgünlüğüyle
öncü bir gençlik hareketi oluşturulamamıştır.
Zira gençlerin mücadeleye katılması
ayrı bir şeydir, kendini bir hareket olarak
örgütleyip, katılması ayrı bir şeydir. Biri
gençlerin herhangi bir siyasal, askeri veya
18
topluma taşırdığı ölçüde demokratik değişim kökleşebilir. Demokratik değişimin
niteliği ve derinliği böyle ortaya çıkar.
Bunu özgür kadın hareketi ve gençlik hareketi sağlayacaktır.
Bir; ideolojik derinlik kazandırması, yön
vermesi, değişimin ideolojik karakterini
ortaya çıkarması.
İki; örgüt ve eylemde motor gücü olması. Öncülük de bu noktada tanımına
kavuşmaktadır.
Gençlik hareketini özgünlüğü içerisinde ele alma, ideolojik ve örgütsel sorunlarını gündemleştirip çözme bu nedenle
bizim için birinci derecede önem taşımaktadır.
***
GENÇLİK EN YAMAN HAKİKAT
ARAYIŞÇILIĞI VE SAVAŞÇILIĞIDIR
Bugün uygarlık sistemi, küresel çapta
tarihin en derin bir kriz ve kaosunu yaşamaktadır. Doğa ve toplumu da yaşadığı krizle yok olmanın eşiğine getirmiştir.
Yaşamın her alanına ilişkin yaşanan kriz
Ortadoğu ve ülkemizde yoğunlaşmış
durumdadır. Bölge ve ülkemiz tarihin en
çetin mücadelesine sahne olmaktadır. Bu
mücadele temel de iki paradigma arasında yaşanmaktadır. Birincisi demokratik
uygarlık çizgisi, ikincisi ise devletçi uygarlık çizgisidir. Krizden hangi çizgi başarıyla çıkacak, Demokratik modernite mi?
Yoksa kapitalist modernite mi? Sonucu
mücadeleyi kazanan belirleyecektir. Ya
kapitalist modernite güçleri krizden ömrünü uzatarak bir çıkış yapacak, bununla
da doğa ve toplumun payına cehennemde yanmak düşecek, ya da demokratik
modernite güçleri kazanarak bin yılların
sömürü sisteminin kölelik zincirlerini parçalayacak ve demokratik, eşit ve özgür
yaşamı inşa edeceklerdir. Yani tam bir
final süreci yaşanmaktadır. Söz konusu
olan mücadele toplumun varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesidir. Önder Apo kapitalist moderniteye
karşı mücadelede ve Demokratik Modernitenin inşasında iki öncü gücün kadın ve
gençlik olduğunu söyledi. Tarihe emek
ve mücadeleleri ile damgalarını vurmuş,
insanı insan yapan toplumsallığın inşa-
sında ve özgür yaşam değerlerinin yaratılmasında öncülük yapmışlar fakat buna
karşın bir yandan da görmezden gelinmiş, horlanmış, sömürülmüş, aşağılanmış
ve yok sayılmış bu iki toplumsal kesime,
ilk kez Önder Apo ve PKK tarafından hak
ettikleri değer gösterilmiştir.
Bu iki öncü gücün tarihsel gelişim sürecinde yine toplumsallıkta rolleri doğru
anlaşılmadan demokratik, eşit ve özgür
bir yaşama asla ulaşılamayacağı açıktır. Bu
yazımızda iki öncü güçten gençliğin rolü
üzerinde duracağız. Gençliği paradigma
ve ideolojik yaklaşımımız temelinde ele
alacak ve anlamaya çalışacağız. Doğal
toplum yani ahlaki-politik topluma dayanan demokratik uygarlıkta gençlik ne anlam ifade ediyor ve nasıl bir rolün sahibi
olmuştur. Bir de ahlaki-politik toplumun
inkarı ve sömürüsü üzerine inşa edilen
erkek egemen, sınıflı, iktidarcı-devletçi
uygarlıkta nasıl bir rol oynamış veya oynatılmıştır. Çünkü gençlik toplumsal bir
bütünlüğü ifade etse de, uygarlığın gelişmesi ile birlikte nasıl toplumsal bütünlük
parçalanmışsa gençlikte parçalanmıştır.
En genel anlam da özgür yaşamda ısrar
eden gençlik ve köleliğin en derin karanlığına çekilmiş gençlik olarak yalınlaştırılabilir. Birincisinde ne kadar onurlu bir rol
oynamışsa ikincisinde o kadar onursuzca
bir rol oynatılmıştır.
19
Sayı 60 2014
Bir olgunun rolünü anlamak için öncelikle onu doğru tanımak ve tanımlamak
gerekmektedir. Tarihte egemenlerin öz
anlamından en çok kopardığı ve tersyüz
ettiği olgulardan biri gençliktir. Nasıl kadın sadece biyolojik olarak tanımlanıp
toplumsallıktan koparılarak çarpıtılmışsa
benzer bir yaklaşım gençlik içinde yapılmıştır. Egemenler, gençliği sadece biyolojik bir olgu, çocukluk ile yaşlılık arasındaki
bir evre olarak ele almış ve tüm toplumda, özellikle de gençliğin kendisinde bu
yönlü bir algı oluşturmuşlardır. Gençliği
zihniyet gücünden yoksun, duygularında tutarsız, toy, asi, avare, devamlı gemlenmesi, kontrolde tutulması ve terbiye
gençliğin inkârına götürür. Gençliği toplumsallaşmanın en dinamik gücü, özgür
ve akışkan enerjisi, zihniyet ve duyguda
kalıplara sığmayacak sınırsız gelişme,
değişim-dönüşüm, yenilik, yaratıcılık vb.
diye tanımlamak en doğru yaklaşım olarak ifade edilebilir. Özgür yaşamın tutkusu, moral, heyecan ve coşku gücünün
somutlaşması olarak da değerlendirilebilir. Özcesi gençliğin doğru anlaşılması
ve gençlik üzerinde yapılan çarpıtmaların
aşılması için başlangıca, kaynağa inilmesi
gerekmektedir. Çünkü tarihsel toplumdan günümüze gençliğin gelişimi ve karşılaştığı sorunları çözümleyerek doğru
sonuçlara ulaşılabilir. Bizde başlangıçtan,
Gençliği zihniyet gücünden yoksun, duygularında
tutarsız, toy, asi, avare, devamlı gemlenmesi, kontrolde
tutulması ve terbiye edilmesi gereken toplumun cahil
kesimi olarak ele almışlardır. Hem toplumun en cahil
kategorisi hem de insanın yaşamında en tehlikeli dönemi
olarak tanımlanmışlardır.
edilmesi gereken toplumun cahil kesimi
olarak ele almışlardır. Hem toplumun en
cahil kategorisi hem de insanın yaşamında en tehlikeli dönemi olarak tanımlanmışlardır. Tabi zihniyette yarattıkları bu
algı ile amaçları egemenliklerini güvenceye almak olmuştur. Bilinçli bir tarzda
yaratılan bu tanımlama ve algıdan kurtulmadan gençliğin anlaşılmasında ve toplumun özgürleşme yolunda bir tek doğru
adım atılamaz. Gençliğin doğru tanımlanması ve tarihsel süreç içindeki rolünü,
karşılaştığı sorunları ve gelişen çözümleri
kavramak günümüzde tarihi görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi için güç
sunacak ve zafere giden yolumuzu aydınlatacaktır.
Önderlik savunmalar da gençliğin “fiziksel bir olay değil toplumsal bir olay”
olduğunu vurgulamaktadır. Sadece fiziki-biyolojik açıdan ele alarak gençlik anlaşılamaz. Bu yönü asla görmezden gelinemez ama sadece bununla sınırlamakta
20
kaynaktan başlayacağız.
Doğal toplum yaşamımızın hem başlangıcı hem de kaynağıdır. İnsanlığın
milyonlarca yıl süren, doğayla uyum ve
bütünlük içinde varoluşunu gerçekleştirdiği ve geliştirdiği demokratik-komünal
özgür yaşam sürecidir. Bu dönem yukarı
Mezopotamya da neolitik köy-tarım devrimi ile en görkemli çıkışı yakalamıştır.
Doğal toplumun demokratik komünal
yaşamı ve ahlaki-politik değerleri, insan
tür olarak var oldukça da asla yok edilemez. Doğal toplum ve değerleri olmadan
hakikatin inkarı ve hakikatten sapmayı
ifade eden iktidarcı-devletçi sistem de
var olamaz. Sömürü sisteminin var olabilmesi için sömüreceği ve gasp edeceği
değerlere ihtiyacı vardır. Asalağın emeceği bünye olmadan var olamayacağı gibi.
İktidarcı-devletçi sistemin kurulması ile
birlikte iki sistem ve çizgi arasında sürekli
bir mücadele dönemi başlamıştır.
Doğal toplum en genç toplumdur…
İnsanın toplumsallaşma temelinde
insan olabildiğini biliyoruz. Toplumsallaşma yani insanlaşma sürecinin milyonlarca yıllık zorlu bir süreç olduğunu da.
İnsanlık neolitik devrime kadar dünyanın
dört bir yanında 20-30 kişiyi geçmeyen
klanlar tarzında varlığını sürdürmüştür.
Klanın yaşamı yeknesaktır, tek düzedir.
Göçebedir, toplayıcılık ve avcılıkla beslenilmektedir. Toplumu var eden ahlaki-politik karakteridir. Klanın yaşam ilkesi “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindir”, ki
bu olmazsa olmaz varoluş ilkesidir. İnsanlık tarihinin %98’lik dilimini ifade eden
bu süreç; toplumun kendisini doğayla
bir bütün gördüğü, demokratik, komünal
ve özgür yaşadığı süreçtir. Toplum, dolayısıyla yaşam kadın etrafında ve öncülüğünde oluşmuştur. Yukarı Mezopotamya
da gerçekleşen tarım-köy devrimi ile insanlık, tarihin en görkemli hamlesini gerçekleştirmiştir. İnsanlığın cennet ütopyası bu yaşam döneminden esinlenmiştir.
Uygarlık tarihi boyunca da yarattığı ve
yaşadığı o cennet yaşamın özlemi ile direnmiştir. Demokrasi, eşitlik, özgürlük,
emek, fedakarlık, cesaret vb. tüm maddi
ve manevi değerlerin yaratılmasında bu
milyonlarca yılın emeği vardır. Devletçi
uygarlığın sömürü sistemi kurulmadığından henüz hiçbir toplumsal sorun
ortaya çıkmamıştır. Doğal toplum açısından var olan temel sorun doğanın zorlu
koşullarına karşı korunma, beslenme ve
türünü sürdürme sorunudur. Bunun için
mücadele ve çaba verilmektedir. Henüz
ortada toplumun sınıflara bölünmesi, bilinçli, planlı, örgütlü bir tarzda toplumun
bir kesiminin diğer kesimi üzerinde baskı
ve sömürüsü yoktur, gelişmemiştir. Kadın
etrafında gelişen toplum parçalanmamış
bir bütündür. Tüm toplum üyeleri yaşamda emek ve rol sahibidir. Toplum kollektif,
komünal, demokratik, eşit ve özgür bir yaşama sahiptir. Kadın, erkek, çocuk, genç,
yaşlı hepsi toplumsal yaşamda kendi
doğalarına göre özgürce yer almaktadır.
Yaşama birbirini güçlendiren, tamamlayan, bütünleyen tarzda katılmaktadırlar.
Sınıflaşma ve kategorize etme anlayışı
yoktur. Toplumun kendisi gençtir, dinamiktir, arayışçıdır, enerjiktir. Yapılan
bilimsel araştırmalarda ulaşılan tarihsel
veriler toplum üyelerinin doğa şartlarının
zorluğundan kaynaklı biyolojik olarak da
zaten 30’lu yaşlara kadar hayatta kalabildiklerini göstermektedir. Göçebeliğin
zorlukları, kuraklık, sel, açlık, yırtıcı hayvanların saldırıları vb. nedenlerden dolayı insanın yaşam süresi günümüz kadar
uzun değildir. Yani toplumun, klanın bütün üyelerinin biyolojik olarak bile genç
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Toplumun işleri komünal tarzda yapılmaktadır.
Savunma, korunma ve soy sürdürme de
mülkleştirme, özelleştirme ve ayrıcalıklık
yoktur. Toplumun tüm üyeleri aktiftir ve
toplumun var olma mücadelesinde yerlerini almaktadırlar. Çocuklara şefkat, ilgi ve
sevgiyle yaklaşılmaktadır. Yaşlıların tecrübe ve bilgileri saygı ve değer görmektedir. Gençlik hem klan, kabile veya aşiretin
savunmasında hem de beslenmesinde,
avcılık ve diğer toplumsal işlerde (baraka,
ev yapımı, tarım, alet yapımı vb.) önemli
rol oynamaktadır. Yani özcesi toplum bir
bütün olduğu ve parçalanmadığı için henüz toplumsal sorunlar yaşanmamış ve
sömürü konusu olmamıştır. Gençliğinde
özel olarak yaşadığı ve karşılaştığı sorunlardan da söz edilemez. Gençliğin rolü
pozitiftir, özgürleşme ve gelişmeye ivme
kazandırma yönlüdür.
Gençlik düşürülmeden kadın düşürülemezdi…
Toplumsal sorunlar, toplumun komünal ve kollektif emeği ile yarattığı değerlere el koyan, emek sahibi olmadan artı
ürün üzerinde mülkleştirmeyi geliştiren,
kendi tasarrufuna alan, ayrıcalıklı ve elit
bir zümrenin kendi sömürü sistemini inşa
etmesi ile başlamıştır. Bu gençliğinde sorunlarının başlangıç tarihidir. Ana-kadının demokratik, eşit ve özgür yaşam sistemine karşı yaşlı tecrübeli erkek, şaman
ve askeri şefin ittifakıyla hiyerarşik, iktidarcı sistem kurulmuştur. İlkin Aşağı Mezopotamya da kent ve sınıflaşmanın gelişmesi ile devletçi uygarlığın temeli
21
Sayı 60 2014
atılmıştır. Doğal toplum ve sisteminin
parçalanması ve değerlerine el konulması için öncelikle doğal toplumun öncüsü
ve yaratıcısı kadın hedeflenmiştir. Çünkü
kadın düşürülmeden toplumsal bütün
parçalanamazdı. Erkek egemenlikli, sınıflı
ve iktidarcı sistem kurulamazdı. Yeni sistem mitoloji aracılığıyla önce zihniyette
kuruluyor. Bununla insanların beyni ve
yüreği çarpıtılmış, hakikat ve gerçekler
tersyüz edilebilmiştir. Kadın ve toplumunu dağıtmak ve hâkimiyetine almak için
en stratejik hamle, jerontokratların gençliğe el atmaları ve bir kesimini etraflarında kadına karşı örgütlemeleri olmuştur.
Jerontoklar gençliği ikna etmeden ve düşürmeden ana-kadına karşı mücadele etmeye cesaret edemezlerdi. Başarılı da
olamazlardı. Toplumu en temel özgürlük
güç ve enerjisinden yoksun bırakmadan,
ona köleliği dayatamazlardı. Dayatmaya
kalksalar da sonuç alamazlardı. Ancak
hiçbir sistem ve toplum da gençliğini
kaybettikten sonra uzun süre ayakta kalamaz. Varlığını ve özgürlüğünü koruyamaz. Dolayısıyla gençlik düşürülmeden
kadın da düşürülemezdi. Yaşlı erkeğin bu
durumun derin bilinciyle hareket etmiş
olduğu anlaşılmaktadır. Yaşlı erkek uzun
yıllar sonucunda edindiği tecrübe, bilgi
ve birikimi kullanarak gençliği yanına çekebilmiştir. Avcılık ve askeri çalışmalarda
geçen uzun zaman, yaşlı erkeğin analitik
düşüncesini son derece geliştirmiştir. Avcılık uğraşı kendisine çok şey kazandırmıştır. Planlama, disiplin, kurnazlık ve hile
de ustalaşmıştır. Elde ettiği bu yetenekleri kadın, gençlik ve topluma karşı kullanmıştır. Yaşlı erkek, şaman ve askeri şef ittifakı başlangıçta zor yöntemini değil
iknayı esas almıştır. Mitoloji aracılığıyla,
yarattıkları kutsallarla topluma ve gençliğe seslenmişlerdir. Yaşlı erkek tecrübesi
ve bilgisiyle gençliği kendine bağlamış ve
bağımlı kılmıştır. Yaşlı erkek, yaşam dinamizmini, enerji ve gücünü kaybetmiş
veya çok zayıf kalmıştır. Bu en büyük zayıflığı olmaktadır. Kendisinde olmayan
gücü gençliği kendine bağlayarak elde
etmiştir. Bu güçten sürekli yararlanmak
22
içinde, gençlikten önemli bilgileri her zaman saklamıştır. Gençliği doğal toplumun yaşam felsefesinden, ahlak ve politikasından kopartarak ilk anti-toplum
sisteminin tohumlarını beynine ve yüreğine ekmiştir. Gençlik üzerinde kurduğu
ideolojik hegemonya ile gençliği kendi
çıkarları için en zor işlere koşturmayı bilmiş ve başarmıştır. Gençlik daima ideolojik, politik, askeri vb. alanların en stratejik
bilgilerinden mahrum bırakılmıştır. Savaşa en ön saflarda gençlik sürülmüştür.
Kuşkusuz tüm gençliği etkisine aldığı iddia edilemez. Ama azımsanmayacak bir
güç topladıkları da red edilemez. Ziguratlar yeni sistemin merkezi olarak inşa edilmiştir. Toplumsal ihtiyaçların mitoloji ve
yaratılan ürün bolluğu ile daha fazla karşılanacağı müjdelenmiş, başta bayram
coşkusu ile de karşılanmış ancak daha
sonra bunun en derin kölelik ve cehennemi bir sistem olduğu, rahipler eliyle tüm
toplumsal sorunların tohumlarının ekilmiş olduğu anlaşılacaktır. Ataerkil uygarlık, Ana Tanrıça tapınakları yerine geliştirdiği tapınak sistemiyle, kadını ve özellikle
de genç kadını fahişe konumuna düşürmüştür. Genç erkekte başta askerlik ve
savaş alanlarında öz kimlik ve toplumuna
karşı savaştırılarak fahişeleştirilmiştir. Bu
düşüş tüm toplumun düşürülüşü olmuştur. Fahişelik sadece bedenin pazarlanması değildir. Ahlaki-politik toplumdan
ve tüm değerlerinden kopmayı, zihniyet
ve vicdanın, duygu ve düşüncenin, hakikate yabancılaşmasını ifade etmektedir.
Ancak fahişeleştirilen bir gençlik kendi
kutsallarına karşı saldırıya ve savaşa sürülebilirdi. Yapılan tam da bu olmuştur. Ziggurat ve Musakaddim kadın ve gençlik
şahsında ahlaki-politik toplumun öğütüldüğü değirmenler rolünü oynamıştır. Bununla gençliğe yüklenen görev artık
efendilerinin her türlü arzularını tatmin
etmek olmuştur. Sömürü sistemi düşürülen gençliğin emeği ve omuzlarında yükselmiş ve kendini günümüze kadar taşımıştır. Yeni sistemin zalim tanrıları, tarih
boyunca her türlü kirli ve tortu işi gençliğe yaptırmıştır. Efendi sınıf sistemini de
ideolojik, politik, sosyal, kültürel, ekonomik ve askeri her alanda buna göre inşa
etmiştir. Gençlik düşürülmeden, gençliğin emeğinden, enerjisinden, dinamizminden yararlanmadan hangi tanrılar
cennet bolluğunda sofralar kurabilir ve
zevk-u sefa içinde yaşayabilirdi? Cepheye
sürülecek devşirilmiş gençlik oluşturulmadan hangi savaş tanrısı ülkeleri talan
edip, fetih edebilir, kadın, çocuk ve yaşlıları kılıçtan geçirebilirdi? Yine ideolojik
tuzaklara düşürülen soysuz bir gençlik
yaratılmadan hangi tanrı-kral insan kellelerinden kaleler inşa edebilir ve cihan imparatorlukları kurabilirdi? Devletçi uygarlık bir yandan gençliği yününden,
sütünden, derisinden, etinden, yararlanılan bir koyun; cahil ve anlam gücünden
yoksun bir varlık olarak ele almış, diğer
yandan da en çok korkulan ve tedbir alınması gereken tehdit olarak görmüştür.
Gençliğe yaklaşım çarpıcı olarak egemenlerin ideolojik kurgularında görülmektedir. Mitoloji, din, felsefe, bilim yine
sanat ve edebiyat egemenlerin gençliği
kendilerine tehdit olmaktan çıkarmak ve
hizmetlerine amade hale getirmek için
ne kadar hassas yaklaştıklarının sayısız
örnekleriyle doludur. Jereontokratlar “büyükler söyler, gençler yapar!” söylemini
egemenliklerinin temel ilkesi haline getirmiştir. Günümüze kadar etki gücü katlanarak büyüyen bir ilke olmuştur. Arkeolojik kazılarda ulaşılan tabletler bir çok
gerçeği ortaya koymaktadır. Örneğin bazı
tabletlerde
Gılgamış’ın
yukarı
Mezopotamya’ya talan seferi için gençleri
etrafına toplamasına karşı, ailelerin, özellikle de anaların kendisine karşı çıktığı ve
protesto gösterileri düzenledikleri yazılmıştır. Gılgamış’ın kendisi de, egemen sınıfın kendine bağladığı bir gençtir. Enkidu ise devşirilen ve toplumuna ihanet
ettirilen gençliğin en trajik ve ibret verici
ilk örneklerinden birini temsil etmektedir.
Ayrıca gençliğin kurban edildiği törenler
ilgili yığınla bilgi, belge ve tablet ortaya
çıkmıştır. Tanrıların kabaran öfkelerini
dindirmek ve hoşgörülerini kazanmak
için, toplumun en seçkin genç kızları ve
oğullarını kurban etmesi, yerine getirilmesi gereken en kutsal ritüeller olarak
esas alınmıştır. Newroz Destanında Dehak omuzlarında taşıdığı iki yılana kendisi yem olmamak için her gün iki gencin
beynini sunduğu anlatılmaktadır. Gençlerini kurban vermeyi red etmenin bedeli
ise her türlü felaketi göze almayı gerektirmiştir. Yani efendi, kral, tanrı, iktidar, devlet yaşam ve varlığını gençlerin kurban
edilmesine borçludur. Sümer, Akad, Asur,
Pers, Mısır, Roma, Bizans, Osmanlı, Britanya, ABD vb. imparatorluklar tarih boyunca kurban edilen gençliği temsilen dikilmiş birer anıt gibidir. Doğa ve toplum en
büyük felaketleri bu anıtların ot dahi yeşermeyen gölgesinde yaşamak zorunda
kaldığı zaman içinde yaşamıştır. Uygarlık
genel anlamda gençliğin hiçleştirilmesidir. Beş bin yıldır gençlik katliamları tekrarlanmaktadır. Gençliği demokrasi ve
özgürlük mücadelelerinden uzak tutmak
ve onlara karşı kullanmak için her türlü
ahlaki değeri ayaklar altına alınmıştır.
Gençlik işsizlik, açlık, yoksulluk, cinsellik,
sanat vb. yöntemlerle adeta ölü canlar
konumuna getirilmiştir. Başta aile olmak
üzere, öğretmenden komutana, babadan
patrona kadar yaşamın her alanında
gençliği hizaya çekecek baskı hiç eksik
edilmemiştir. Aşk adına güdülerin dipsiz
kuyularına itilmiştir. Günümüz de ise kapitalizm tarihin en vahşi yöntemlerini
gençlik üzerinde kullanmaktadır. Öyle ki,
gençlik biyolojik olarak dahi gençliğini,
hayal ve ütopyalarını büyük oranda yitirmiştir. “anı yaşa!” felsefesi ile tarih bilincinden ve geleceğin ütopyalarından kopartılarak belleksizleştirilmektedir.
Tüm devrim hareketlerinin öncü
gücü onurlu gençlik olmuştur…
Ataerkil uygarlık ana-kadının özgürlük
sistemini yıkmak için onursuzlaştırdığı
gençliği koçbaşı gibi kullanmıştır. Uygarlığın kurulması ve günümüze kadar varlığını sürdürmesinde düşürülen gençliğin
payı belirleyici önemde olmuştur. Köleleştirilen gençlik tarihte en lanetli bir rolü
oynamıştır, oynatılmıştır. Ama gençliği
23
Sayı 60 2014
sadece uygarlık çizgisi ile sınırlamak ve
onun saflarında değerlendirmek tarihi
ve gençliği egemenlerin zihniyetiyle ele
almak olur ve kesinlikle insanı hakikatin
inkârcısı kılar. Oysa bir de demokratik
uygarlığın tarihi ve çizgisi söz konusudur. Milyonlarca yıldan günümüze kadar
varlığını kesintisiz olarak sürdürmüştür.
Tarihin hiçbir döneminde hakikatten sapmayı ifade eden uygarlık çizgisi topluma
mutlak anlamda hakim olamamıştır. Sapma olan hastalıklı olandır. Esas değil geçici olandır. Uygarlık gasp ettiği tüm toplumsal değerleri toplumu mutlak köleliğe
mahkûm etmek için kullansa da asla tam
başarılı olamamıştır. Ne ideolojik gücü ne
devasa orduları ne de sömürü tekelleri;
yani kurduğu yalan ve zorbalık düzeni
insanlığı teslim almaya yetmemiştir. Toplum hiçbir dönem uygarlığın lanetini kabul etmemiştir, aksine ona karşı kesintisiz
direniş ve mücadele içinde olmuştur. Bu
direnişin en ön saflarında kadınla birlikte
gençlik yer almıştır. Demokratik uygarlık
çizgisinde gençlik, hakikatin en yaman
savaşçısı rolünü oynamıştır. Yaşlı erkek,
şaman ve askeri şef ancak doğal toplumdan kopan başıboş kimseleri ve gençliğin
bir kısmını etrafında toplayabilmiştir. Uygarlık güçleri ne başlangıçta ne de tarihin
hiçbir döneminde tüm gençliği hizmetine sokamamıştır. Aksine onur savaşıcısı
gençliği her zaman sistemleri için en büyük tehlike ve tehdit olarak görmüşlerdir.
Gençliğe karşı daima tetikte olmuş, diken
üstünde yaşamışlardır. Uygarlığın kuruluş aşamasında da toplum ve gençliğin
ezici çoğunluğu ana-kadının demokratik
komünal sistemine tutkuyla bağlı kalmıştır. Uygarlık sisteminin özgürlüklerinin inkârı olduğunu kavramış ve direnişe
geçmişlerdir. İktidarcı-devletçi uygarlık
kurulduktan sonra da yaklaşık iki bin yıl
doğal toplum okyanusundaki adacıklar
olmaktan öteye bir varlık gösterememiştir. Hakim olma savaşı iki bin yıl amansız
bir tarzda sürmüştür. Mitolojik destanlarda bu direniş süreci yoğunca işlenmektedir. Gençlik ana-tanrıçanın özgür toplum
saflarında direnişin öncülüğünü yapmış-
24
tır. Zaten, gençliğin doğası hiyerarşi, iktidar ve devlete aykırıdır. İktidar ve devlet,
tanrı-kul, efendi-köle felsefesine dayanır.
İktidar ve devletin olduğu yerde özgürlük
yoktur. Yarattığı dogmalar yığını üzerinde
gelişir ve yükselir. Oysa gençlik akışkandır, enerji ve canlılığı ile ele avuca sığmaz.
Muazzam özgürlük arayışçısıdır. Efendiliğe de köleliğe de gelmez ve bunlara tahammülü yoktur. Gençliğin karakterine
ve doğasına en uygun yaşam ve sistem
ana-kadının demokratik komünal yaşam
ve özgürlük sistemi olduğundan onu savunmada kararlı ve ısrarlı olmuştur. Önder
Apo, Bir Halkı Savunmak kitabında jerontokların bilgi ve tecrübeleri ile gençliğe
uyguladıkları baskı ve bağımlılaştırmanın
tüm uygarlık tarihi boyunca egemenler
tarafından katlanarak uygulandığını ifade ettikten sonra “Gençliğin her zaman
özgürlük istemesi fiziki yaş sınırından değil, bu özgül toplumsal baskı durumundan ileri gelmektedir. Ayyaş, toy delikanlı
kavramları gençliği küçük düşürmek için
uydurulan temel propaganda sözcükleridir. Yine hemen cinsel güdüye bağlamak,
serkeşliğe çekmek, ezbere katı doğmalara bağlamak, gençlik enerjisinin sisteme
yönelmesini engellemek ve düzeni sağlamakla bağlantılıdır” demektedir. İktidarcı-devletçi uygarlığa karşı başından
itibaren toplumsal direnişlere gençlik
öncülük yapmıştır. Sümerlerden günümüz ABD’sine kadar tüm sömürgecilere
karşı yaşamın her alanında direniş içinde
olmuştur. Sümer kolonyalizmine karşı özgür kabile ve aşiret direnişlerinde nasıl en
önde olmuşsa, peygambersel çıkışlarda,
sosyalist devrimlerde, 68’ gençlik devrimi
ve en son Apocu Harekette de en önde
ve öncü konumda olmayı sürdürmüştür.
Halkların kahramanlık destanlarının ana
teması cesur, fedakâr, yiğit gençlerdir.
Özcesi toplumların gerek etnik, kültürel,
inanç ve sosyal gerekse de sınıf temelli
tüm özgürlük hareketlerinin öncülüğünü
gençler yapmıştır. Devrimlerin ideolojik-politik, örgütsel ve eylemsel yükünü
omuzlamışlardır. Peygamberler, filozoflar,
dervişler, ozanlar, halk önderleri özünde
birer gençlik önderi olarak çıkış yapmışlardır. Toplumun sömürüye karşı direniş
meşalesini en zor koşullarda taşımaktan
kaçmamış ve vazgeçmemişlerdir. Gençliğin toplumsal sorunlara çözüm arayışı
sürekli olmuştur. Ne tanrı-krallara, ne de
imparator ve sultanlara boyun eğmemişlerdir. İşkence, zindan, sürgün, açlık
ve şehadetler özgürlük mücadelesinden
geri adım attıramamıştır. Bu baskı ve saldırılar aksine gençlerin inanç, kararlılık ve
iradelerini daha fazla keskinleştirmiş ve
güçlendirmiştir. Her çağda, zaman-mekan ve koşullar gereği farklılıklar olsa da
her devrim hareketinde başı çekmişlerdir. Ancak bununla birlikte devrim hare-
ahlaki-politik toplum değerlerine dayansa ve özgür yaşamı hedeflemiş olsalar
da demokratik komünal yaşam sistemini
bir alternatif olarak örgütleyemedikleri
için devletçi uygarlığa eklemlenmekten
kurtulamamışlar ve uygarlığın ömrünü
uzatmasına yol açmışlardır. Büyük değerler yaratılmış ama kalıcı demokratik
komünal bir sisteme kavuşturulamamıştır. Aşiret direnişlerinden ulusal kurtuluş
hareketlerine, büyük peygambersel çıkışlardan sınıfsal hareketlere kadar kesintisiz
direnişler devletçi uygarlığı sarsmış ama
paradigmasını aşamamış ve yenilgiye
uğratamamıştır. Uygarlık sisteminin ilk
sömürge seferlerinin hedefi neolitik dev-
Kürt halkı gençlik ruhu en diri halklardan biridir. Kürt
gençliği içerisinde Enkidu’dan Burkay’lara kadar ihanet
çizgisi gelişmiş olsa da, tarihte en onurlu yerini alan
Demirci Kawa’dan Önder Apo’ya kadar kesintisiz
gelişen direniş asıl belirleyici çizgi olmuştur.
ketlerinde de gençliğe yanlış ve yanılgılı
yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Gençliği sadece bir askeri savunma ve eylem gücü
olarak görme, ideolojik-teorik ve felsefik
öncülük yönünü ihmal etme yoğunca
yaşanmıştır. Gençliğin kendisi de bu yaklaşımların etkisinde kalarak kendini sadece eylem gücü olmayla sınırlayabilmiştir.
Yine egemenlerin gençliği biyolojik yönlü ele alma ve çarpıtma yaklaşımlarından
etkilenerek çokça sosyolojik yönü ihmal
etmiştir. Gençliğin rolü ve sorunları denince sadece biyolojik olarak toplumun
belli yaş sınırını kapsayan kesiminin karşı
karşıya kaldığı sorunları kendi sorunları
olarak görme yanılgısına düşebilmiştir.
Oysa toplum bir bütündür ve toplumun
yaşadığı tüm sorunlar gençliğin kendi
sorunlarıdır. Sorunları bu bütünlük içinde tanımlamadan doğru bir mücadele
ve çözümde üretilemez. Uygarlığa karşı
gelişen özgürlük hareketleri çıkışlarında
rimin beşiği Kürdistan ve yaratıcısı Kürt
halkı olmuştur. Aynı zamanda devletçi
uygarlığa karşı ilk direnişin gerçekleştiği coğrafyadır. Kürt halkı gençlik ruhu
en diri halklardan biridir. Kürt gençliği
içerisinde Enkidu’dan Burkay’lara kadar
ihanet çizgisi gelişmiş olsa da, tarihte en
onurlu yerini alan Demirci Kawa’dan Önder Apo’ya kadar kesintisiz gelişen direniş asıl belirleyici çizgi olmuştur. Tüm soykırım saldırılarına karşı Kürdistan gençliği
direnmiş ve saldırıları boşa çıkarmıştır.
Önder Apo ve PKK öncülüğünde gelişen
ve zafer sürecine giren özgürlük mücadelesine kadar gerek Kürdistan gerekse
de dünyada gelişen demokrasi, eşitlik ve
özgürlük mücadeleleri amaçlanan kalıcı hedeflere ulaşamamıştır. Geliştirilen
çözümler kalıcı bir sisteme dönüştürülememiştir. Tüm direnişler sonuçta devletçi
uygarlık sistemini aşamamışlardır. İlk defa
Önder Apo demokratik sosyalizm ideolo-
25
Sayı 60 2014
jisi ve demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigma temelinde demokratik
modernite alternatifini geliştirmiş ve somutlaştırmıştır. Özgürlük mücadelesini
zaferin eşiğine getirmiştir.
Dönem, gençliğin demokratik uygarlık çizgisinde zafere yürüme dönemidir..
Tarihin en kritik yol ayrımındayız. Gençlik bu yol ayrımında özgür kadınla birlikte
belirleyici konumdadır. Gençlik ve dolayısıyla toplum bu gün tarihin en kapsamlı
saldırıları ile karşı karşıyadır. Kapitalist
modernitenin ideolojik, politik, kültürel,
ekonomik, askeri vb. kuşatması mitolojik
tanrılara, Nemrut ve Dehaklara rahmet
okutacak cinstendir. Eğitim kurumları ve
medya gücü ile yirmi dört saat gençliğin
duygu ve düşünce dünyasını kirletmektedir. Her alan ve anda ahlaki-politik değerlere pervasızca saldırmaktadır. Fuhuşu genel evlerden özel evlere taşımıştır.
Gençliği sanat-spor-sex aracılığıyla özgür
yaşama ve toplumuna ihanete çekmektedir. Uygarlığın uysal köleleri olmayı dayatmaktadır. Her türlü zehirli madde ile
(eroin, esrar, kokain, tiner, bali vb.) tarihsel
bilincini çarpıtmakta, belleksizleştirerek
uyuşturmaktadır. Bireycilik hastalığı ve
popülist kültürüyle yarattığı ahlaki yozlaşmayı gençliğe özgürlük gibi sunmaktadır. Toplumdan ve öz değerlerinden
kaçmayı, asimile olmayı, yabancılaşmayı
en büyük meziyet gibi göstermektedir.
Gençliğin hayal gücünü yarattığı sanal
cennetinde tüketmektedir. Umut, inanç,
maneviyat, ilke, ülke, toprak gibi değerleri anlamsızlaştırmaktadır. Kapitalist
modernite, gençliğe en başta gençliğini,
özgür yaşam ve özgür toplumu inkâr ettirmektedir. Zorbalık, zulüm ve hileye dayanan sistem başlangıcından günümüze
kadar doğa ve topluma karşı kırım politikası uygulamıştır. Varlığını devamlı yarattığı krizlerle sürdürmüştür. Çünkü kriz
ve kaos, sistemin yapısal bir sorunudur
ve ancak krizlerle var olabilmektedir. Bir
yandan nükleer enerji, HES’ler, barajlar,
hava kirliliği, su kaynaklarının kirletilmesi
26
ve tüketilmesi, binlerce bitki ve hayvan
türünün yok edilmesi ile doğaya kırımı
dayatmaktadır. Diğer yandan da halklar,
inançlar, emekçiler, kadınlar, çocuklar,
gençler, yaşlılar üzerindeki korkunç sömürü, açlık, yoksulluk, işsizlik, sürgün, her
türlü kanser hastalığı, nüfus patlaması,
savaşlar vb. yöntemlerle de bütün topluma kırımı dayatmaktadır. Ancak tüm saldırılarına rağmen, devletçi uygarlığın en
vahşi, zalim ve pespaye temsilcisi olan kapitalist modernite ve onun küresel öncü
güçleri ile yerel uzantıları varlıklarını daha
fazla sürdüremeyecek duruma gelmişlerdir. Demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesine Apocu ruhla katılarak
öncülük görevlerini yerine getirecek olan
gençlik, başta Kürdistan olmak üzere Ortadoğu ve dünyada kapitalist moderniteyi yenilgiye uğratarak aşacak ve demokratik modernitenin zaferini ilan edecek
tüm imkân ve koşullara sahiptir. Devletçi
uygarlık kurulduğu mekân da can çekişmektedir. Demokratik uygarlık ise yeniden kendi kökleri üzerinde dirilmekte
ve yeşermektedir. Tarih bu yeniden doğuşun yaratıcısının Önder Apo ve PKK,
mekânının Kürdistan, öncülüğünün ise
demokratik ulus perspektifi ile Kürt halkı
ve Kürdistan gençliği olduğuna şahitlik
etmektedir. Önder Apo “genç başladık ve
genç başarıyoruz” diyerek tarihin en görkemli gençlik hareketi olduğumuzu vurgulamıştır. Ki özünde gençlik, en yaman
hakikat arayışçılığı ve savaşçılığıdır. İçinden geçtiğimiz dönem ise Apoculuğun
yenilmez gençlik ruhu ile mücadeleyi zaferle taçlandırma dönemidir. Demokratik
modernite zaferinin garantisi, gençliğin
hakikat savaşçılığıdır. Ahlaki, politik ve
entelektüel görevleri, fikir-zikir ve eylem
birlikteliği ile pratikleştirmek gençliğin
onur ve namus borcudur… Dönem gençliğin demokratik uygarlık çizgisinde zafere yürüme dönemidir. Bu onurlu yaşamanın da biricik yoludur.
’68 GENÇLİK HAREKETİ VE APOCU GENÇLİK
1968 Gençlik Hareketi dünya çapında etkili olan bir harekettir. ‘68 Hareketi
soğuk savaşın sürdüğü bir dönemde tarih sahnesine çıkan, hatta soğuk savaşın
zirvesi olan bir harekettir. Soğuk savaşın
bir tarafında kapitalist modernist sistem,
diğer tarafında da Sovyetler Birliğinin başını çektiği reel sosyalist sistem vardır.
Kapitalist modernist sistem 1940’lardaki II. Dünya Savaşıyla birlikte iflasını
yaşamıştır. II. Dünya Savaşı kapitalist modernist sistemin iflasını ifade etmektedir.
Çünkü sanırım 50 milyona yakın insan
ölmüştür. yine on milyonlarca insan yaralanmıştır. Dünya tarihinin en büyük faciasıdır. Dünya tarihinde bu düzeyde yıkıcı
başka bir savaş görülmemiştir. Bunun
merkezinde de kapitalizmin anavatanı
olan Avrupa yer almıştır. Yine kapitalizmin büyük bir gelişme yaşadığı JAPOnya
içinde yer almıştır. Tabii ki Sovyetler Birliği
de içindedir. Ama savaşa asıl neden olan
kapitalist devletlerdir. Başta Almanya’dır,
İtalya’dır, Fransa’dır, İngiltere’dir ve diğer
Avrupa ülkeleriyle ABD’dir. Bu savaşın
sonucu karşısında irkilmemek mümkün
müdür?
Bu savaş kapitalist modernist sistemin
de, onun genel ve eşit oya dayalı dört
yılda bir seçilen parlamenter demokratik
sisteminin de iflası olmuştur. Bu sistemin
faşizmin önlemediği, insanlık tarihinin en
büyük acılarını yaşatan kanlı savaşı önlemediği açıktır. Hatta bırakalım önlemeyi;
bu savaşın asıl nedeni kapitalist modernist sistem, zihniyeti, ekonomik, kültürel
ve sosyal yapısıdır. Bu zaten kapitalist
modernist sistemin iflasını ifade ediyordu.
Bu iflas, toplumda sisteme karşı büyük
bir muhalefeti geliştirmişti. II. Dünya Savaşından sonra bu tepkiyi azaltmak için
her ne kadar Avrupa’da ekonomik, sosyal,
kültürel alanda kimi yumuşamalara gidilmişse de, bu toplumların tepkisini ortadan kaldıramamıştır. Özelikle gençlik bu
sistemden rahatsız olmuştur. Bu sistem
gençliğin arayışlarına, özgür ve demokratik yaşam isteğine cevap vermemiştir.
20. yüzyılda Sovyetler Birliği büyük bir
umut olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Kapitalist sisteme, baskıcı, sömürücü, devletçi sistemin zulmüne karşı bir devrim
olarak gerçekleştiği için tüm insanlığın
umudu haline gelmiştir. İnsanlık Sovyetler Birliği’nde gelişen sosyalizm şahsında
özgür ve demokratik yaşam umudunun
gerçekleşeceğini düşünmüştür. Ancak
geçen on yıllar Sovyetlerin de insanlığın
özgür ve demokratik yaşamına, baskısız,
sömürüsüz yaşamına cevap olmadığını
ortaya koymuştur. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası kapitalist modernist sistemle
yarış, bu yarış içinde otoriter karakteri-
27
Sayı 60 2014
nin daha da artması, gençliğin Sovyetler
Birliğinden beklentilerini bulamamasını
beraberinde getirmiştir. İnsanlığın umutları giderek kırılmaya başlanmıştır. Her ne
kadar Küba Devrimi, Vietnam’da yükselen
ulusal kurtuluş mücadelesi belirli bir heyecan yaratsa da, bunlar bir bütün olarak
gençliğin özgür ve demokratik yaşamını,
özlemini tümden karşılayamamıştır.
Reel Sosyalist Kampın yaşadığı kriz Çin
ve Arnavutluk’un ayrılmasıyla gözler önüne serilmiştir. Bu durum reel sosyalizme
karşı eleştirileri arttırmıştır. Hem Sovyet
deneyimine, hem Çin ve Arnavutluk deneyimine, hem de Doğu Avrupa ülkeleri
deneyimlerine karşı eleştiriler gelişmiştir.
Kuşkusuz reel sosyalist sisteme karşı
kapitalist emperyalist sistemin karşı propagandası vardır. İdeolojik saldırıları vardır. Ama bütün bunlar, reel sosyalizmin
yetersizlikleri üzerinden; halkların, toplumun, gençliğin, kadının özgür ve demokratik yaşam özlemine, baskısız ve sömürüsüz dünya özlemine cevap verememesi
sonucunda kapitalist modernist sistemin
reel sosyalist sisteme karşı güçlü ve etkili
bir ideolojik kampanya geliştirmesine yol
açmıştır. Esas olarak da reel sosyalist sistemin pratikleşme biçimi toplumları, gençliği ve kadını tatmin etmemiştir. Özellikle
siyasal, toplumsal yaşamı gün yüzüne
çıkıp netleştikçe insanlık açısından çekiciliği azalmıştır. 1960’lar gerçeği böyledir.
Hem kapitalist sistem açısından hem de
reel sosyalizm açısından insanlığın kabul
etmediği bir siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik yaşam gerçekliği vardır.
’68 Kuşağını Doğru Anlamak
İşte bu durum 1960’ların sonunda gelişen ve ‘68 Kuşağında somutluk bulan
bir gençlik hareketi ortaya çıkarmıştır.
Bu hareket Fransa’da, bütün Avrupa’da,
Amerika’da, Latin Amerika’da yükselmiştir. Türkiye’ye, Yunanistan’a yansımıştır.
Filistin hareketinin yükselişinde etkisi olmuştur.
Bu hareketin karakterinde yaşanan savaşlara karşıtlık vardır. Fransa ve Amerika
gerçeğinde Vietnam savaşına karşı çıkış-
28
lar vardır. Yine gençliğin üzerindeki baskıya, kendisini siyasal, sosyal, ekonomik,
kültürel alanda ifade edememesine karşı
bir patlama ortaya çıkarmıştır. Sisteme
karşı bir isyan gerçeği ortaya çıkmıştır.
Gerçek anlamda sistem karşıtı muhalif bir
gençlik direnişi dalgası ortaya çıkmıştır.
Sistemi reddeden muhalif bir toplumsal
hareket ortaya çıkarmıştır.
Kuşkusuz “Nasıl Bir Dünya?” konusunda
sistematik, kapsamlı teorik düşünceler
ortaya koymamışlardır. Buna karşın kapitalist sistem karşıtlığını, muhalifliğini
netçe ortaya koymuşlardır. Yine reel sosyalizmin de halkların özgür ve demokratik yaşamına cevap verecek bir düzen
olmadığı konusundaki tutumunu ortaya
koymuştur.
Mevcut iktidarlara, hegemonyacı güçlere, devletçi sisteme güçlü bir itiraz vardır. Reddediş güçlüdür. Tabii reddederken özgürlük, demokrasi, sömürüsüz ve
baskısız bir dünya isteniyor. Aslında tüm
bu talepler ancak gerçek sosyalizmin
karşılayacağı taleplerdir. Demokratik sosyalizmin karşılayacağı taleplerdir. Ama
kapitalist sistem bu talepleri karşılayacak
bir sistem değildir. Aksine bu taleplerin
karşıtı bir sosyal, ekonomik, kültürel düzendir. Bir sömürü ve baskı düzenidir.
Hak, adalet, eşitlik, özgürlük; sömürü
ve baskıyı ortadan kaldırma iddiasıyla ortaya çıkan reel sosyalist sistemin de bırakalım bu talepleri karşılamasını, o da toplum üzerinde bir baskı düzeni kurmuştur.
Demokrasi yoktur. Özgürlükler yoktur.
Toplumun kendini kattığı özgür ve demokratik yaşam söz konusu değildir.
Zaten öyle bir sistemdir ki, kapitalizmle
ekonomik yarışa girmiş. Kendilerinin nasıl daha iyi araçlar, makinalar ürettiklerini,
ekonomilerinin nasıl verim verdiği gibi
toplumun özgür ve demokratik yaşamını
karşılamayan bir zihniyetle hareket etmektedir. Salt Ekonomik ve askeri olarak
ne kadar gelişmiş olduğunu gösteren bir
durum vardır. Rekabetini, yarışını sadece bu alanda ortaya koyan bir sistemdir.
Kaldı ki bu konuda da kapitalizm üstünlüğünü göstermiştir. Bu açıdan gençlerin
özgürlük, demokrasi, sömürü ve baskısız
bir dünya istemlerine cevap verecek bir
sistem olmadığı açığa çıkmıştı.
İki sistemin de gençliğin, gençlik şahsında toplumun özgür ve demokratik
yaşam taleplerine karşılık vermemesi
gençliğin tepkisini ortaya çıkarmıştır.
Gençliğin tepkisi sadece bir gençlik tepkisi olarak değil; toplumun itirazını, toplumun memnuniyetsizliğini ortaya koyan
bir hareket olarak görülmelidir. Zaten
öyle olduğu için güçlü ve sarsıcı olmuş,
tarihe geçmiştir.
İnsanlık tarihinde ‘68 gençliği şahsında
özgürlük ve demokrasi özlemleri önemli
bir gelişme göstermiştir. Özgürlük ve demokrasi çekiciliği ve yükselen bir değer
oluşuyla gündeme oturmuştur. Bunun da
insanlığın binlerce yıllık özlemi ve mücadelesinin sonucu gelişen bir durum olduğu görülmelidir.
‘68 Kuşağını çok dönemsel olarak değerlendirmek de yanlıştır. Tarihteki özgürlük ve demokrasi damarlarının gençlik
şahsında kendini dışa vurumu olarak değerlendirmek daha doğru olur. Özellikle
Vietnam savaşından sorumlu olan Fransa
ve ABD’nin güçlü olmaları, ‘68 Kuşağının
savaş karşıtlığı ve antiemperyalist karakterini ortaya koymaktadır. Bu yönüyle
kendi halklarının, toplumlarının da vicdanı olmaktadır. Kendi devlet, hükümet ve
iktidarlarının dünya üzerinde emperyalist
sömürü, talan ve baskı peşinde koşmaları, dünyanın diğer toplumlara karşı askeri
ve siyasi gücünü kullanmasına karşı bu
toplumlardaki tepkinin açığa çıkmasında
önemli etkisi olmuştur.
Kendi toplumlarının vicdanı olması,
bu haksız dünyaya başkaldırı gerçekten
çok önemli bir değerdir. Bu açıdan eğer
Avrupa’da şu anda özgürlük ve demokrasi adına bazı değerlerden söz edilecekse
bunda, başta özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin, emek mücadelesinin payı
olmakla birlikte, özellikle ‘68 Kuşağının
yarattığı hareket ve kültür etkili olmuştur.
Bu hareket Avrupa’da zihniyet açısından
yeni bir dönem başlatmıştır. Kuşkusuz ki
bu hareket süreklileşmemiş, sistematik
hale gelip Avrupa’da ve dünyada yeni
bir düzen kuracak sonuçlar ortaya çıkarmamıştır. Ama böyle değerlendirerek
çok güçlü sonuçlar ortaya çıkardığını ve
çok güçlü etkileri olduğunu görmemek
mümkün değildir. Kesinlikle çok güçlü etkileri ve sonuçları olmuştur. Avrupa’daki
özgürlük ve demokrasi birikiminde, barış
mücadelesinde, antiemperyalist mücadelede, sömürücü ve baskıcı düzene karşı çıkmada, iktidarcı, devletçi, sömürücü
düzene muhalif damarının güçlenmesinde ‘68 Kuşağı çok önemi rol oynamıştır.
Gençlik kuşağının Fransa’dan başlayarak
Avrupa’da, ABD’de, dünyada yayılmasının
yarattığı sonuçları çok iyi görmek gerekiyor.
‘68 Gençlik Hareketi, gençliğin sistemle
bütünleşmemiş, herhangi bir sömürücübaskıcı sınıfın dişlisi haline gelmemiş özgür ruhlu ve arayışçı karakterinin dışa vurumudur. Gençlik ruhunun dışa vurumudur. Belki de “gençlik nedir, gençlik karakteri nedir, gençlik ruhu nedir?” sorularının
yanıtları esas olarak da ‘68 Kuşağı şahsında değerlendirilebilir. ‘68 Kuşağı şahsında
sosyolojik, kültürel, duygu, düşünce ve
gösterdiği refleksler açısından 68 gençlik kuşağının irdelenmesi çok doğru ve
bilimsel sonuçlar verir. Bu yönüyle ‘68 Kuşağı gençliği irdelemek, değerlendirmek,
gençliğin nasıl bir sosyal tabaka olduğunu ortaya koymak açısından laboratuvar
gibidir. Gerçekten de ‘68 Gençlik Hareketi
gençlikte var olan tüm özelliklerin dışa
vurumunu ifade etmektedir. Bu gerçeklik
gençliğin özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde çok önemli bir sosyal tabaka ve mücadele gücü olduğunu;
gençliğin bir bütün olarak özgür ve demokratik yaşam mücadelesine katılabileceğini göstermiştir.
Kuşkusuz egemen sınıflarla orta sınıfların çocukları da vardır. Ama gençlik ruhu
ve karakteri bunları da etkileyecek, ya da
bunların sınıfsal karakterini etkileyecek,
hatta özgür ve demokratik yaşam mücadelesine katacak düzeyde güçlüdür.
Gençlik ruhu ve karakteri bu sınıfların
etkilerini sınırlayacak güçtedir. Gençlik
29
Sayı 60 2014
ruhunun ayağa kalktığı yerde bu tür sınıf etkileri yaşayan gençliğin fazla etkili
olması söz konusu değildir. Ya da bir ülkedeki gençlik hareketinin gelişmesinde,
belirlemesinde bu tür sınıfların çocukları
olan gençlerin böyle bir dalga karşısında herhangi bir güç gösteremeyeceğini,
etkili olamayacağını ortaya koymaktadır.
‘68 Kuşağı ya da ‘68 Hareketi, gençlik isyanı bu gerçekliği de ortaya koymuştur.
Özetle belirtilen bu nedenlerle egemen
sınıflar hem kendi düzenleri açısından
rahatsız olmuşlar, hem de kendi gençlerine kadar etkileyecek böyle bir hareketten ürkmüşlerdir. Kendi geleceklerinden
kaygıya kapılmışlardır. Bu yönüyle de ‘68
ruhu kadar egemenleri korkutan, ürkü-
karşı yürüttüğü özel savaştan, psikolojik harekâttan söz edeceksek, bunu ‘68
Gençlik Hareketinden sonra geliştirilen
kapitalist modernist politikalar temelinde değerlendirmek gerekir.
Kapitalist Modernitenin ’68 Kuşağına Yaklaşımı
Tam da bu nedenlerle 1968’den sonra kapitalist modernist sistem “gençliğe
karşı hangi politikaları geliştirdi, hangi
araç ve yöntemleri kullandı?”, “Gençliğin
sisteme entegre edilmesi, gençliğin uysallaştırılması, a-politikleştirilmesi hangi
yol ve yöntemlerle sağlandı?” sorularına
ciddi araştırmalarla cevap vermek gerekmektedir. Böyle bir araştırma gençliği ka-
1968 Gençlik Hareketini değerlendirirken, o
büyük gençlik ruhuna saygı ve bağlılığın bir gereği
olarak, bu harekete yönelik kapitalist modernist,
emperyalist güçlerin saldırılarının iyi ortaya konulması
gerekmektedir.
ten başka yaklaşım olmamıştır. Kuşkusuz
çok örgütlü ve sistematik bir programa
sahip olmaması, egemen sınıfların çeşitli
yol ve yöntemlerle böyle bir dalgayı durdurması, kontrol altına almasına neden
olmuştur. Ya da gençlik hareketinin bu
zayıflığı, kısa sürede egemen sınıflar tarafından etkisizleştirilmesine yol açmıştır.
Ancak bu duruma rağmen egemen sınıflar açısından gerçekten de sarsıcı olmuştur. Gençlik ayağa kalkarsa, tepki duyarsa,
düzenlerinin nasıl sarsılabileceğini çok iyi
görmüşlerdir.
Kapitalist modernist sistemin çok planlı, programlı gençlik politikaları izlemeleri, gençliği sisteme entegre edecek çok
yönlü projeler geliştirmeleri ‘68 Hareketinden sonradır. Gençliği apolitikleştirmek, sosyal ve siyasal mücadelelerden
uzaklaştırmak, gençliği sistemin dişlisi
haline getirmek; gençliğin dinamizmini
öldürecek yol, yöntem ve araçlar geliştirmek yönünde politikalar izlemişlerdir.
Bu açıdan kapitalizm ve onun gençliğe
30
pitalist modernist sistem karşısında daha
donanımlı hale getirebilir. Bu yönlü araştırma ve incelemeler mutlaka olmuştur.
Gençliği kapitalist modernite karşısında
donanımlı, etkili bir muhalefet gücü haline getirecek çok kapsamlı araştırma
ve incelemelerin yapılması zorunlu bir
görevdir. Bununla gençliğin özel savaş
politikalarından, psikolojik savaş harekatlarından kurtulmasını sağlamak yaşamsaldır. 1968 Gençlik Hareketini değerlendirirken, o büyük gençlik ruhuna saygı ve
bağlılığın bir gereği olarak, bu harekete
yönelik kapitalist modernist, emperyalist
güçlerin saldırılarının iyi ortaya konulması gerekmektedir.
‘68 Gençlik Hareketinin dalga dalga
dünyaya yayılması, özgürlük ve demokrasi ruhunun sınırları tanımadığını göstermiştir. Sadece tek tek ülkelerde değil,
bütün dünyada özgürlük ve demokrasi
özleminin olduğunu; eşit, sömürüsüz ve
baskısız bir dünya özleminin güçlü olduğunu göstermiştir. Özgürlük ve demokra-
si özleminin güçlü biçimde evrenselleştiğini, bütün dünyayı kapsayan bir özlem
haline geldiğini kanıtlamıştır. Özgürlük
ve demokrasi düşüncesinin çok güçlendiğini, bu özlemler doğru sahiplenilir, örgütlülüğü geliştirilir, öncülüğü yapılır ve
toplumlara iyi anlatılırsa hiçbir egemen
gücün, zorba rejimlerin bu güce karşı
ayakta kalamayacağını ‘68 Gençlik Hareketinin dinamizmi kanıtlamıştır. ‘68 Kuşağının ayağa kalkışı toplumların dünya
genelinde özgürlük ve demokrasi özlemlerinin ulaştığı düzeyi gösteren önemli
bir veri olmuştur.
’68 Hareketi; anayurdu olan Avrupa’da
en az kapitalist modernist sistemin toplumsal sorunların ana kaynağı olup çö-
Türkiye’de var olan rejim tekçi, baskıcı
ve sömürücü, NATO üyesi bir Gladio rejimidir. NATO üyesi oluşu nedeniyle ABD
ve Batı için önemlidir. Tamamen kontrol
edebilecekleri, kullanabilecekleri bir rejim olması için de toplumun istek ve taleplerinin ortaya çıkmayacağı bir Türkiye
istemektedirler. Türkiye’de cumhuriyet
tarihi boyunca sosyalistlerin mevcut otoriter düzene karşı itirazları olmuştur. Yine
Kürtler üzerlerindeki sömürgeci, kültürel
soykırımcı sistemi kabul etmediklerini,
razı olmadıklarını çeşitli tepkilerle, direnişlerle ortaya koymuşlardır. Kuşkusuz
çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de İslami kimi çevreler de baskı altına alınmıştır. Kendine göre devlete ve iktidara bağlı
Almanya’da ortaya çıkan RAF Kolektifi, İtalya’daki
Kızıl Tugaylar, Fransa’daki Doğrudan Eylem
gibi örgütlenmeler, Avrupa emperyalizminin sahte
“demokrasi ve insan haklarına saygılı…- maskesini
düşüren, devletleri uzun süre uğraştıran devrimci gençlik
hareketleri olarak değerlendirilmelidir.
züm yeteneğinin olmaması kadar, Reel
Sosyalizmin de toplumsal sorunlar karşısındaki çözümsüzlüğüne bir tepki hareketi olarak ortaya çıktı. Toplumsal muhalefeti yaşamın her alanına yayan bu
dalga, sorunların çözümsüzlüğü karşısında radikalleşmiş, silahlı mücadele boyutlarına varmıştır. Almanya’da ortaya çıkan
RAF Kolektifi, İtalya’daki Kızıl Tugaylar,
Fransa’daki Doğrudan Eylem gibi örgütlenmeler, Avrupa emperyalizminin sahte
“demokrasi ve insan haklarına saygılı…maskesini düşüren, devletleri uzun süre
uğraştıran devrimci gençlik hareketleri
olarak değerlendirilmelidir. Bu hareketlerin şiddete başvurmaları, Avrupa devletlerinin saldırıları sonucunda olmuştur.
Aşırıya kaçan yanları olsa da, bunun temel sorumlusu kapitalist modernist sistemin toplum karşıtlığı ve saldırganlığıdır.
‘68 Gençlik Hareketi ve Kuşağı tabii
ki Türkiye’yi de derinden etkilemiştir.
İslami kurumlar ve bunlar üzerinden de
dini kendi sisteminin parçası haline getiren, buna gelmeyenleri de baskı altında tutan bir düzen kurulmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti gerçekten de otoriter, baskıcı, sömürücü bir zulüm düzeni olmuştur.
Türkiye’de ’68 Kuşağı ve Gençlik Hareketleri
1950’lerde dünyada faşizmin yenilgiye
uğratılmasından sonra otoriter rejimlere
karşı bir antipati ortaya çıkmıştır. Avrupa
toplumunda otoriter rejimlere karşı oluşan tepki toplumsallaşmıştır. Bu açıdan
Batıyla ilişkisi olan Türkiye’de hem otoriter karakterinin yaratacağı olumsuzlukları
gidermek, hem de halkların ve toplumun
ortaya çıkabilecek tepkileri karşısında, bu
tepkilerin azaltılması için kendine göre
“çok partili yaşam” dedikleri, demokrasi
adını verdikleri yeni bir siyasal sisteme
geçmişlerdir. 1950-60 arasında böyle bir
31
Sayı 60 2014
deneyim yaşanmıştır. Ancak bu deneyim
aslında o güne kadar durdurulan elit, bürokratik kesim tarafından kontrol edilen
iktidar imkanını 50’lerden sonra siyasi
mücadeleye dönüşmüştür. Egemenler
arasında bir siyasi mücadele sürmüştür.
Türkiye’deki asker sivil bürokrasisine ve
devletçiliğe dayanan, ekonomik ve sosyal sistemi devletçi olan klasik iktidar
bloklarıyla geleneksel yerel sosyal, ekonomik güçlere dayanan kesimler arasındaki iktidar mücadelesi 1960’ta bir askeri
darbeyle sonuçlanmıştır. 1945’ten sonra
Türkiye’de çift partili hayata geçme biçimindeki eğilim, 1960’ta Avrupa’ya daha
fazla yakınlaşmak adına kısmi düşünce ve
örgütlenme özgürlüğü ile bu yönlü sınırlı
imkanlar ortaya çıkarmıştır.
Kuşkusuz bu kısmi değişikliklere karşın
olarak değerlendirmek gerekiyor.
NATO’nun uç karakolu olmasından dolayı daha fazla baskı altına alınan Türkiye
gerçeği vardır. Bırakalım sınırların değişmesini, Türkiye içindeki siyasal iktidarın
karakterinin köklü değişmesine bile izin
verilmemektedir. Yani demokratikleşmesinin kabul edilmesi mümkün değildir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi demek
toplumun iradesinin ortaya çıkması, toplumun taleplerinin açığa çıkması; dolayısıyla toplumun güçlenmesi demektir.
Toplumun, halkın güçlendiği bir yerde
emperyalizme karşı, kapitalist sisteme
karşı itirazlar da güçlü olabilir. İrade kazanan bir toplum gerçeği ortaya çıkabilir. Toplumun irade kazanmaması için
Türkiye’nin demokratikleşmesi istenmemiştir. Bu açıdan da toplum çok yönlü bir
Türkiye’deki rejimin baskı altında tuttuğu kesimlerin
gençleri mevcut sisteme karşı itirazlarını güçlü biçimde
ortaya koymuşlardır. Bu nedenle sadece bir gençlik
hareketi olarak görmemek lazım; Türkiye toplumunun
itirazı, ayaklanışı ve seslenişi olarak değerlendirmek
gerekiyor.
Kürtler ve İslami güçler üzerindeki baskı
ve sömürü düzeni sürdürülmüştür. Sosyalistler açısından da zulüm ve sömürünü sürdürülmüştür. Yine de Avrupa’da
etkili olan sosyal demokrasi çerçevesinde
düşünce ve örgütlenme özgürlüğü konusunda belirli şeyler yaşanmıştır. Bunun
getirdiği etkiler vardır. Zaten sol güçlerin
mücadelesi ile Kürtlerin tepkisi vardır.
İşte, tam da böylesi bir ortamda, 1968’te
Türkiye’de de zulme, baskıya, sömürüye
itiraz eden bir gençlik hareketi ortaya çıkmıştır. Bu hareket hem dünyadaki gençlik hareketlerinden etkilenmiştir, hem de
Türkiye’deki rejimin baskı altında tuttuğu
kesimlerin gençleri mevcut sisteme karşı itirazlarını güçlü biçimde ortaya koymuşlardır. Bu nedenle sadece bir gençlik
hareketi olarak görmemek lazım; Türkiye
toplumunun itirazı, ayaklanışı ve seslenişi
32
baskı ve zulüm cenderesine alınmıştır.
Türkiye’deki gençlik hareketinin bu kadar güçlü çıkmasının nedeni dış gerici
güçlerle, iç gericiliğin Türkiye toplumunu
baskı altında tutma ihtiyacı sonucu ortaya çıkan otoriter rejime karşı halkın ve
gençlerinin tepkisidir. Bunların sembolleri de Denizler, Mahirler ve İbrahimlerdir.
Kuşkusuz birçok gençlik Önderi vardır.
Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Hüseyin Cevahir, Ali Haydar Yıldız ve daha isimleri
anılabilecek birçok gençlik Önderi vardır.
Bu gençlik önderleri toplum üzerindeki
baskıya karşı isyan etmişlerdir.
O dönemde bir Türkiye İşçi Partisi vardır. Türkiye İşçi Partisi ilk defa sol değerleri, emekçiyi savunan, baskıya ve zulme
karşı çıkan bir siyasal partidir. Hatta bu
karakterinden dolayı bazı Kürtler de içinde yer almıştır. Ama Türkiye’deki baskı ve
zulüm o kadar fazla; buna karşı toplumun
tepkisi o kadar derin ki, İşçi Partisi bu
gençleri tatmin edememiştir. Bu gençleri
içinde tutacak bir siyasal programa, eylem çizgisi ve bir gelecek projesine sahip
olamamıştır. Bu nedenle de gençlik 60’ların sonunda İşçi Partisinden büyük oranda kopmuştur.
İşçi Partisi Gençliği kontrol edemeyince, bu hareket de doğal olarak sadece bir
gençlik hareketi olarak kalmamış, sosyalist siyasal hareketler olarak gelişmişlerdir. Bu gençlik önderlerinin her birisinin
kendi birikimleri ve düşündükleri Türkiye
çerçevesinde bir sosyalist hareket yaratması, Türkiye’de sorunların ne kadar köklü olduğunu ve bu sorunların öyle sıradan
siyasal zihniyetle çözülemeyeceğini göstermektedir. Yani Türkiye’nin sorunları ancak radikal yol ve yöntemlerle çözülebilir
düşüncesi gelişmiştir. Bu nedenle gençlik
radikal devrimci hareketlere yönelmiş,
radikal örgütlenmeler oluşturmaya çalışmışlardır. Bu gerçeklik sadece gençlerin
sübjektif niyetleriyle ilgili değildir, Türkiye’deki karakteriyle ilgilidir. Türkiye’deki sorunların çözümünün ancak radikal
hamleler, radikal dönüşümlerle gerçekleşebileceğinin somut ifadesidir.
Bu nedenlerle radikal hareketlere yönelmişlerdir. Nitekim gençlik içinde büyük bir taraftar kitlesi de bulmuşlardır. Giderek toplumu da etkilemişlerdir. Öyle ki
herkes kendi siyasal emellerine ulaşmak
için bu dinamik gençlik gücünü kullanmak istemiştir. Türkiye’de ordu içindeki
biraz daha millici olan Kemalist kesim –ki
bunlara sol Kemalistler deniyor- bile bu
gençliğe dayanarak iktidarı ele geçirmek
istemişlerdir. Bu gerçeklik de Türkiye’deki sorunların ne kadar köklü olduğunu,
gençliğin ne kadar radikalleştiğini ortaya koymaktadır. Gençliği bu kadar radikalleştiren, sorunların köklü olmasıdır.
Sorunların çözümünün de ancak köklü
siyasal hareketler ve dönüşümlerle olabileceği gerçeği nedeniyle gençlik böyle
bir eğilim göstermiştir. Bu tutum hem
gençlik, hem de toplum içinde taraftar
bulmuştur. Bu gerçeklik görülmeden ne
o dönemin Türkiye’si, ne de gençliğin tercihleri ve yönelimleri doğru anlaşılabilir.
Aslında ‘68 gençliğinin duruşu, yönelimleri Türkiye gerçeğini anlamak açısından
önemli veriler sunmaktadır. Bugün bile
Türkiye gerçeğini anlamak isteyenlerin
‘68 Kuşağı yönelimlerinin nedenlerini
araştırmaları gerekir.
Neden ‘68 Hareketi dünyadaki başka
hareketlerden daha radikal oldu? Türkiye’deki ‘68 Hareketi ise dünyadaki diğer
hareketlerden daha fazla ideolojik ve
politik bir yönelime girdi? Bırakalım belirli bir ideolojik-politik eğilime sempati
duyulmasını, bizzat radikal ideolojik-politik eğilimlere öncülük edilmesi, bunun
örgütlendirilmesi yaratması ve eylemine
geçilmesi söz konusudur. Bu yönleriyle
Türkiye’deki ‘68 Kuşağını irdelemek, anlamak çok çok önemlidir. “Denizler, Mahirler, İbrahim şöyle militandı” demek yetmez. Neden böyle militanlar olduklarının
çok güçlü biçimde irdelenmesi ve açığa
çıkarılması gerekir.
Kuşkusuz Türkiye’nin NATO üyesi olması, başta ABD ile çok fazla dış güçlerin
etkisinde olmasının da bunda rolü vardır. Tüm bunlara rağmen eğer toplumsal
çelişkiler güçlü, toplumsal sorunlar bu
denli ağır olmasaydı Türkiye’deki rejim
ne kadar dış güçlere bağlı olursa olsun,
böyle güçlü ve bilinçli bir hareket ortaya
çıkmazdı. Bu hareketlerin ortaya çıkışını
sadece Türkiye’nin dış güçlere, NATO’ya
bağlılığıyla açıklamak yetersiz kalır. Bu
nedenle Türkiye’nin toplumsal yapısını,
siyasal, kültürel, sosyal yapısını; içte yaşadığı çelişkileri, ağır sorunları, ağır memnuniyetsizlikleri, güçlü itirazları görmek
gerekir. Bunu görmeden ‘68 Kuşağı değerlendirmesi yapmak, bunu görmeden
Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri yüceltmek gerçekten yüzeysel ve yetersiz kalır.
Denizleri, İbrahimleri, Mahirleri ve tüm
devrimci gençlik önderlerini ve onların
ortaya çıkardığı hareketleri anlamak açısından kesinlikle Türkiye’nin temel siyasal
ve toplumsal sorunlarını iyi anlamak gerekir.
Tabi ki Kürt sorunu bunların en başında
33
Sayı 60 2014
gelmektedir. Bunun yanı sıra emekçiler
üzerinde büyük bir sömürü düzeninin
kurulması gerçeği vardır. Çok farklı etnik, kültürel ve dinsel topluluklara sahip
Türkiye’de tekçi siyasal, sosyal, kültürel
ve inanç yapısı yaratılması gerçeği vardır.
Bu nedenle ‘68 Kuşağı iyi irdelenirse tabii
ki Sünni Türk gençleri de yer almışlardır.
Kürt gençlerinin ‘68 Kuşağı içindeki rolleri
gerçekten etkindir. Farklı etnik, kültürel
ve dinsel topluluklardan, inançlardan gelen çevrelerin çocukları da bu işin içindedir. Bu gerçekliğin de görülmesi gerekir.
Bu yönüyle de tekçi, baskıcı, ulus-devletin ezdiği toplulukların tepkisi gençlik
şahsında dışa vurmuştur. Gençliğin tepkisini içinden geldiği toplumun tepkisi
olarak görmek gerekir. Toplumun refleks-
ülkelerin gençliğinin tepkisi daha da sert
olacaktı. Emperyalizme karşı Türkiye’deki
gençlerin tepkisinin Fransız ve Amerikan
gençlerinden daha fazla ve radikal olması, emperyalizmin Türkiye gibi ülkelerdeki
topluma ve insanlara yaşattığı acılardan
ötürüdür. Bu ilişkinin getirdiği baskı ve
zulümdendir. Antidemokratik siyasal,
sosyal ve kültürel yapılanmalardandır.
Tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye’deki ‘68 gençliği dünyanın diğer yerlerinden daha fazla kendi ülkesindeki siyasi
tarihte etkisini göstermiştir. ‘68 Hareketi
dünyada ve Türkiye’de bir dönüm noktasıdır. Hatta dünya genelinde bir dönüm
noktası olma gerçeğinin yanında, tek tek
ülkelerde böyle bir gerçeklikten söz edilecekse, Türkiye’deki ‘68 Kuşağının diğer
Toplumun refleksleri vardır. Gençler toplumun refleksleri
içinde yaşıyorlar. Her gün annelerinden, babalarından,
çevrelerinden bir şeyler duyuyorlar ya da genç olarak
yaşadıkları toplumun sorunlarını görüyorlar. Tüm
bunların da gösterdiği gibi 1968 Türkiye’sinde Kürt’ü,
Türk’ü, Alevi’si, Sünni’si, Çerkez’i, Ermeni’siyle
bütün bir toplumun gençlerinin itirazı ve ayağa kalkışı
gerçekleşmiştir.
leri vardır. Gençler toplumun refleksleri
içinde yaşıyorlar. Her gün annelerinden,
babalarından, çevrelerinden bir şeyler
duyuyorlar ya da genç olarak yaşadıkları toplumun sorunlarını görüyorlar. Tüm
bunların da gösterdiği gibi 1968 Türkiye’sinde Kürt’ü, Türk’ü, Alevi’si, Sünni’si,
Çerkez’i, Ermeni’siyle bütün bir toplumun
gençlerinin itirazı ve ayağa kalkışı gerçekleşmiştir.
Kuşkusuz ‘68 Gençlik Hareketi,
Fransa’da, ABD ve Avrupa’da etkili olmuştur. Oralarda kendi ülkelerinin emperyalist politikalarına karşı çıkış vardır.
Türkiye’de, NATO’ya karşı çıkış kadar, bizzat kapitalist emperyalist sistemin baskısını gören, ona bağımlılık içinde olan
34
ülkelerden daha fazla kendi ülkesinin
siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel
yapısını etkilediğini ve gelecekteki gelişmelerine yön verdiğini söylemek gerekir.
Bu açıdan ‘68 Kuşağını birkaç devrimci
gençle sınırlamak mümkün değildir. Onların etkisini çok uzun süreli görmek gerekmektedir. İdam edilen, vurularak şehit
edilen önderler, devrimciler eğer sadece
kendi pratikleriyle ya da kendi dönemindeki etkileriyle açıklanır ve öyle ifade
edilirse; çok büyük bir yanlışa düşülmüş
olur. Kesinlikle 1968 Kuşağının Türkiye tarihi açısından, Kürdistan tarihi açısından.
Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle Türkiye’de yaşayan bütün topluluklar
açısından büyük bir anlamı vardır. Kendi
eylemlerinin, kendi hareketlerinin çapını
da aşan, kendilerinin de öngöremeyeceği sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Kuşkusuz
o gençlerin özlemleri vardı. Devrim yapmak istiyorlardı, Türkiye’de kendilerinin
düşündüğü bir düzen oluşturmak istiyorlardı. Ama ağır saldırılar karşısında ömürleri kısa oldu. Ama yürüttükleri mücadele, kurdukları örgüt, yaptıkları eylemleri
katbekat aşan çok büyük sonuçlar ortaya
çıkarmıştır. Bir kere bu gerçeğin görülmesi gerekiyor.
Eğer 1970-‘80 arasında gençlik hareketi, emekçi ve toplumsal hareketin çok
büyük yükselişi gerçekleşmişse, Türkiye
bir iç savaş durumunu yaşamış ve devlet
krize girmişse; devlet iktidarı artık eskisi gibi yönetemez hale gelmiş ve bunun
kete geçmiştir, Gladio harekete geçmiştir.
Türkiye’deki bütün gericilik harekete geçirilmiş ve bu uyanış ezilmek istenmiştir.
Bu öyle istihbarat örgütlerinin birbirine
vuruşturması değildir. Kuşkusuz NATO
gibi askeri ve siyasi bir güç ve onun Türkiye’deki örgütlenmeleri tabii ki Türkiye’nin
kontrolden çıkmaması için, Türkiye’deki
özgürlükçü ve demokratik hareketin etkili olmaması için her türlü provokasyonu
da, yönlendirmeyi de yapmıştır. Ama bütün bunları ortaya çıkaran, bu tür müdahaleleri yapmak zorunda bırakan güç ‘68
Kuşağının yarattığı özgürlük ve demokrasi özlemidir. Bu hareketin toplumda
ortaya çıkardığı özgürlük ve demokratik
özlemleridir. Bu hareketin özgürlük ve
demokrasi ruhu Türkiye’deki tüm genç-
Eğer 1970-‘80 arasında gençlik hareketi, emekçi ve
toplumsal hareketin çok büyük yükselişi gerçekleşmişse,
Türkiye bir iç savaş durumunu yaşamış ve devlet krize
girmişse; devlet iktidarı artık eskisi gibi yönetemez hale
gelmiş ve bunun sonucunda 12 Eylül’de askeri faşist
darbesi ve çok sert bir faşizmle toplumun uyanışı, ayağa
kalkışı ezilmek istenmişse, bu durumu ortaya çıkaran ‘68
Kuşağının devrimci ruhudur.
sonucunda 12 Eylül’de askeri faşist darbesi ve çok sert bir faşizmle toplumun
uyanışı, ayağa kalkışı ezilmek istenmişse,
bu durumu ortaya çıkaran ‘68 Kuşağının
devrimci ruhudur. Onun yarattığı siyasal,
toplumsal, kültürel etkidir. Onun ekonomik ve siyasal yaşamda yarattığı sonuçlardır. Bu açıdan çok büyük sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
’68 Kuşağına Yönelik Saldırılar
1970-80 arası dönem öyle kısa bir değerlendirmeyle geçiştirilecek bir süreç
değildir. 1970-‘80 arasında büyük bir mücadele yaşanmıştır. Gençlik hareketinin,
bu devrimcilerin ortaya çıkardığı sonuçlar karşısında emperyalizm, NATO hare-
liği harekete geçirme gücüdür. Bunlar
olmasaydı Türkiye’de MHP de o düzeyde
gündeme sokulmazdı, istihbarat güçleri o düzeyde harekete geçmezdi. Devlet
de bu hareketlerle bu kadar uğraşmazdı.
Yine bu hareketin gelişimini önlemek için
provokasyonlarla devreye girmez, her
türlü provokatif eylem ortaya çıkarmazdı. Ortamın o düzeyde karışık ve bulanık
hale getirilmesini yaratan da bu kuşağın
yarattığı özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yarattığı Türkiye’deki değişim ve
toplumu harekete geçirme gücüdür. Bu
görmezlikten gelinebilir mi?
Ecevit’in bu ortamı değerlendirerek
“ne ezilen ne ezen, insanca, hakça düzen”
sloganı ve bu tür söylemlere başvurarak
35
Sayı 60 2014
ezilenlerin, mazlumun yanında duran bir
lider gibi görünüp yüzde 42 civarında oy
alması ve Türkiye’nin birinci partisi olması
böyle bir mücadelenin yarattığı Türkiye
siyasi ortamının sonucunda gerçekleşmiştir. Bu yönüyle ‘68 Kuşağının gücünü
görmek gerekir. ‘68 Kuşağı çok güçlü bir
zemin ortaya çıkardı. Denizler, Mahirler,
İbrahimler, onların yarattığı zemin üzerinde gençlik öyle bir sol harekete eğilim
gösterdi ki, bir değil, onlarca sol, sosyalist,
devrimci örgüt ortaya çıktı. Bu aslında
Türkiye’deki ‘68 Kuşağının yarattığı verimli topraktan dolayı, özgürlük ve demokrasi özlemine seslenmenin toplumu etkilediği bir Türkiye, bir Kürdistan yarattığı için
bu kadar örgüt ortaya çıkardı, bu kadar
eğilim ortaya çıktı. Birçok örgütün top-
olan Türkiye’yi sarsmasıydı, Türkiye’deki
siyasal sistemi altüst edecekti. ABD ve
Avrupa Türkiye’yi kullanamayacak duruma gelmişti. Bu nedenle NATO’ya bağlı
orduyu harekete geçirerek bir kök kazıma
harekâtına giriştiler. Bu açıdan ‘68 Kuşağı
derken özellikle onların şehadetleri sonucunda ortaya çıkan tüm bu gelişmeleri,
‘68 Kuşağının ortaya çıkardığı sonuçlar
olarak değerlendirmek gerekiyor. Dünyadaki diğer ‘68 hareketleri bu denli sonuçlar yaratmamış, toplumu bu denli etkilememişlerdir. Türkiye’deki ‘68 Kuşağı, yani
Denizler, Mahirler, İbrahimler ve onun
çevresinde örgütlenenler ise Türk devletini, NATO’nun en önemli askeri gücü, uç
beyi, uç karakolu olan Türkiye’yi sarsmıştır. Tek başına bu durum bile Türkiye’deki
Türkiye’deki ‘68 Kuşağının yarattığı verimli topraktan
dolayı, özgürlük ve demokrasi özlemine seslenmenin
toplumu etkilediği bir Türkiye, bir Kürdistan yarattığı için
bu kadar örgüt ortaya çıkardı, bu kadar eğilim ortaya
çıktı
luma seslenerek örgütlenebildiği, taban
bulabildiği bir 70-80 arası yaşadık. Toplum bu düzeyde güçlü bir biçimde demokrasi ve özgürlük özlemlerine yöneldiği için hak, adalet kavramlarına sarıldığı
için, sömürüye ve baskıya karşı çıktığı için
Türk devleti de MHP’yi kullandı, istihbarat
örgütünü güçlü biçimde devreye sokarak
bu eğilimi durdurmaya, bastırmaya çalıştı. Bu hareketin etkileri o kadar güçlüydü
ki, bu yol ve yöntemlerle tümden bastırılıp tasfiye edilemeyince 12 Eylül’de dört
dörtlük bir askeri faşist darbeyle kökü
kazınmak istendi. ‘68 Kuşağının yarattığı
bütün değerlerin kökü kazınmak istendi. Onun etkisi tümden silinmek istendi.
Böyle ağır bir saldırı ortaya çıktı.
Tabii ki bu faşist darbe ABD’nin,
NATO’nun desteklediği bir harekâttı.
Ama bu kadar destek verilmesinin nedeni, bu dalganın NATO’nun uç bölgesi
36
‘68 hareketinin gücünün ne düzeyde olduğunu ortaya koymaktadır.
’68 Kuşağının Ortaya Çıkarttığı Devrimci Bir Genç; Önder APO
‘68 Devrimci Gençlik Hareketi kuşkusuz
Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni de ortaya
çıkaran temel etkenlerdendir. Önder APO
da ‘68 kuşağındandır. Belki Önder APO
bir iki yıl sonra bu hareketle tanışmıştır.
1970-71’de 1968 Kuşağıyla daha sıkı ilişki
içindedir. 1968 Kuşağıyla tanışmış bir önderliktir. 1968 hareketinin belirli düzeyde
etkilediği DDKO hareketi vardır. Kuşkusuz
DDKO, Güney’deki KDP’nin de belirli düzeyde etkisindedir, ama dünyadaki gençlik hareketi de belirli düzeyde bu hareketi
etkilemiştir. Önder APO, DDKO ile de belirli bir ilişki içindedir, oraya gidip gelmektedir. Yine 1960 sonu ve ‘70’lerin başında
Türkiye’deki gençlik hareketiyle, devrimci
hareketle tanışmıştır. Onları da yakından takip etmektedir. Zaten 1971 yılında
üniversiteye girmiştir. Ondan önce de
İstanbul’da ve Ankara’da kalması söz konusudur. Bu süreçlerde de Türkiye’deki sol
güçlerle tanışmıştır. Zaten Siyasal’a girdiğinde de SBF Mahir Çayan’ın okuludur.
THKP-C’nin en önemli merkezlerindendir.
Önder APO’nun Siyasal Bilgilere öğrenci
olarak girmesi bu hareketle, THKP-C’yle
ve sol güçlerle yakından tanışma, onları
görme fırsatı olmuştur. Zaten bu gençlik
hareketinden, ‘68 Kuşağının yarattığı Türkiye’deki siyasal ortamdan yararlanarak
sosyalizme ve devrimci mücadeleye ilgi
duymuştur. Artık 1970-71’de sosyalizmi
benimsemiş olan bir gençtir. Belki herhangi bir grubun, hareketin üyesi değil-
Türkiye’deki devrimci güçlerin mücadelesini, duruşunu da takip sürekli takip edebilmiştir.
İşte bu süreçte 1972’nin 30 Mart’ında
Mahir Çayan ve arkadaşlarının, Deniz
Gezmişleri kurtarmak için yaptıkları eylem sonrası Tokat-Niksar’ın Kızıldere köyünde katledilmesini protesto etmek
için Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci
boykotu düzenlemiştir. 12 Mart darbesinin o ağır faşist baskı koşullarında bir
okulda boykot düzenlemek tabii ki büyük ve devrimci bir eylemdir. Bu büyük
devrimci eylemin esas örgütleyicisi de
Önder APO’dur. O zaman 23 yaşında bir
gençtir. Herhangi bir örgütün yöneticisi
değildir. Ama devrimci örgütlerin dağıtıldığı, 12 Mart askeri darbesi sonucu faşist
Önder APO’nun sorumluluk duygusunu, olaylara ve
olgulara ciddiyetle yaklaşılmasını Mahir Çayan ve
arkadaşlarının hemen katledilmesinden sonra bir boykot
düzenlenmesinde görmekteyiz.
dir, ama devrimci gençlik hareketinin bir
sempatizanıdır, ilgi duyan bir gençtir. Bu
ilgisi de sıradan bir ilgi değildir. Bu gençlik hareketinin, sosyalizmin Türkiye açısından özgürlük ve kurtuluş getireceğine
inanmıştır. Yine Kürt genci olarak sosyalizmin Kürt halkının sorunlarına da çözüm
getireceğine inanmaktadır. Bu yönüyle
sosyalizme güçlü inanç vardır. Böyle bir
inanca sahip olduğu bir süreçte 1971’de
Siyasal Bilgiler Fakültesine kaydolmuştur.
Önder APO’nun Siyasal Bilgiler Fakültesine kaydolduğu süreç, aynı zamanda
12 Mart askeri darbesinin gerçekleştiği
süreçtir. Darbe olduğunda Türkiye’de;
Ankara’da, İstanbul’dadır. Bu süreçleri
yakından takip etmektedir. Böyle bir bilinçle Siyasal Bilgiler Fakültesinde sosyalizmi; Mahirlerin, Denizlerin, Türkiye’deki
devrimci gençlik hareketinin mücadelesini yakından takip etmiştir. Yine 12 Mart
darbesini yakından görmüş, buna karşı
baskıların arttığı dönemde gerçekleşen
bu katliam sonrası sorumluluk bilinciyle,
devrimci güçlere bağlılığıyla, sosyalizme
inancıyla devrimci gençlik hareketinin
merkezlerinden olan Siyasal Bilgiler Fakültesinde gençleri örgütlemiş ve boykot
gerçekleştirmiştir. Böyle bir boykota 23
yaşında genç bir öğrenciyken devrimci
bir sorumlulukla, ciddiyetle öncülük yapması, örgütlemesi Önder APO’nun karakterini, kişiliğini ortaya koymaktadır. Bir
düşünceye bağlandığı zaman ona karşı
nasıl sorumluluk duygusu taşıdığını; herhangi bir olay karşısında nasıl ciddi yaklaşım içinde olduğunu ortaya koymuştur.
Önder APO’nun sorumluluk duygusunu,
olaylara ve olgulara ciddiyetle yaklaşılmasını Mahir Çayan ve arkadaşlarının hemen katledilmesinden sonra bir boykot
düzenlenmesinde görmekteyiz. Tabii ki
büyük bir eylem olduğu için 12 Mart askeri darbesi, 12 Mart faşizmine karşı bir
37
Sayı 60 2014
direnişçi tutum, bir meydan okuma gibi
bir eylem olduğu için hemen bu boykotun üzerine gidilmiştir. Boykotu örgütleyenlere yönelik bir tutuklama kampanyası başlatılmıştır. Bu kampanyanın sonucu
Önder APO ve birçok öğrenci arkadaşı tutuklanmıştır, Mamak cezaevine atılmıştır.
Tabii Siyasal Bilgiler Fakültesinde olduğu
için boykot THKP-C’nin bir eylemi olarak
değerlendirilmiştir.
Bu gerçeklik, Önder APO ile 1968 Hareketi arasındaki bağı yakından göstermektedir. Önder APO da 1968 hareketinin ortaya çıkardığı devrimci bir gençtir. 1968
gençlik dalgasının etkilediği ve kendine
çektiği bir Kürt genci; bir öğrencidir. Bu
açıdan, Önder APO dünyada gelişen ve
Türkiye’de kendini çok etkili bir biçimde
dışa vuran ‘68 Kuşağının bir parçasıdır.
Önder APO’nun ‘68 Kuşağıyla ilişkisini
zindanda da devrimci duygusunu, düşüncesini pekiştirmiş, yoğurmuştur. Zindana THKP-C’ye sempati duyan bir devrimci genç olarak girmiş, ama kaldığı altı
ay içinde kesinlikle sorumluluk duygusu
daha da gelişmiş, sorunu daha ciddi ele
almaya başlayan bir önder adayı olarak
çıkmıştır. Özellikle de Mahirlerin katledilmesi, ardından Denizlerin idam edilmeleri, Önder APO’da ‘68 Kuşağının geliştirdiği bu devrimci mücadeleye bağlı kalarak
onların anılarını gerçekleştirmek kararlılığı ve duruşunu geliştirmiştir. Bu yönüyle
Önder APO Mamak cezaevinde kendini
tümden devrimci mücadeleye adama kararı vermiştir. Daha Mamak’tayken “öyle
bir devrimci ve mücadele başlatmalıyız
ki, Mahirlerin, Denizlerin mücadelesi gibi
kesintiye uğramasın” sonucunu çıkarmıştır. Düşmanın yarattığı koşullarda değil
Önder APO’da ‘68 Kuşağının geliştirdiği bu
devrimci mücadeleye bağlı kalarak onların anılarını
gerçekleştirmek kararlılığı ve duruşunu geliştirmiştir.
Bu yönüyle Önder APO Mamak cezaevinde kendini
tümden devrimci mücadeleye adama kararı vermiştir.
böyle değerlendirmek gerekir. Önder
APO boykottan sonra tutuklanmıştır ama
bir örgüt lideri değildir; hatta bir örgüt
üyesi bile değildir. THKP-C’ye sempatisi
vardır; ilişkisi o kadardır. Ama bütün devrimcilerin illegaliteye geçtiği, tutuklandığı 12 Mart faşizmi altında kimsenin devrimci örgütlenme ve eyleme cesaret edemediği bir dönemde, bir devrimci genç
olarak böyle bir eylem geçekleştirmesi,
Önder APO’nun devrimci siyasal mücadeleye öncülük düzeyinde aktif katılacağını,
yaşamının yönünü böyle çizdiğini ortaya
koymuştur. Çünkü o zor koşullarda böyle bir boykot gerçekleştirmek ve bunun
öncülüğünü yapmak böyle bir kararlılığı,
böyle bir duruşu ve yaşamına bu doğrultuda yön vermesini ifade etmektedir.
Önder APO bu sorumluluk ve ciddiyetle boykota katıldıktan sonra tutuklanmış,
38
de devrimcilerin, devrimci güçlerin kendi
yarattıkları ortamda ve zamanda mücadeleyi geliştireceği bir hareketin ortaya
çıkarılması gerektiği düşüncesine ulaşmıştır. Öyle bir hareket geliştirmeliyiz ki
kesintiye uğramasın, yenilmesin ve başarıya gitsin kararlılığı ortaya çıkarmıştır.
Yedi ay sonra Mamak cezaevinden çıkarken Önder APO’nun gelişmesi ve ortaya
koyduğu kararlılık bu çerçevede olmuştur.
Yedi ay, o dönemin Türkiye koşullarında
az bir cezaevi yatma değildir. Sempatizan bir öğrenci olarak boykot yapmıştır.
THKP-C ile organik bağı olan bir boykot
değildir. Sadece devrimci gençlerin sorumluluk duyarak gerçekleştirdiği bir eylemdir. Böyle bir eylem sonrası yedi ay cezaevinde yattıktan sonra serbest bırakılmıştır. Devrimci bir genç olarak, devrimci
sempatizan olarak girdiği cezaevinden,
‘68 Kuşağı gençliği şehitlerine bağlılığın
gereği olarak devrimci mücadele geliştirme kararlılığıyla zindandan çıkmıştır.
Önder APO zindandan çıkar çıkmaz gerçekten de ‘68 devrimci kuşağına bağlılığını ortaya koymuştur. Çıkar çıkmaz hemen
devrimci gençliği örgütleme çabası içine
girmiştir. 1972’nin sonunda çıktıktan sonra boş durmamıştır. En başta da devrimci
sempatizan gençlerin yoğun olduğu Siyasal Bilgiler Fakültesinden yanına aldığı
birkaç THKP-C sempatizanıyla birlikte,
Siyasaldaki THKP-C’ye yakın gençleri örgütlemeye çalışmıştır. Bu konuda önemli
bir çaba göstermiştir. 1973’ün sonundaki
seçim öncesi ve sonrasında örgütlenme
çabalarını daha da arttırmıştır.
Kesinlikle bilinmelidir ki, 12 Mart’tan
sonra Türkiye’de, devrimci gençliğin örgütlenmesine öncülük eden, devrimci
gençliği ilk örgütleyen Önder APO’dur.
Kuşkusuz İstanbul’da, Ankara’da, başka yerlerde Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısına bağlılığın gereği olarak
gençliği örgütlemeye çalışan, bu devrimcilerin anısına devrimci mücadeleyi
örgütlemek ve geliştirmek isteyen başkaları da olmuştur. Ama bunların başında Önder APO gelmektedir. Bu gerçeklik
çok iyi bilinmemektedir. Ancak 1972-‘73‘74’te Ankara devrimci gençliğin, özellikle
de THKP-C’lilerin ağırlıkta olduğu Siyasal
Bilgiler Fakültesindeki gençlerin kim tarafından örgütlendiği araştırılırsa, yanıtın
Önder APO olduğu açığa çıkacaktır.
Özellikle 1974’teki Ecevit affıyla bazı
THKP-C üyelerinin dışarı çıkmasından
sonra THKP-C’lilerin örgütlenmesinde
başka isimler de ortaya çıkmıştır. 1974 affına kadar Ankara gençliğinin, özellikle de
THKP-C’ye bağlı gençliğin, sempatizanların örgütlenmesinde birinci derecede rol
oynayan Önder APO’dur. Bunu o dönemde Siyasal Bilgiler Fakültesinde ya da başka okullarda okuyan THKP-C sempatizanı, THKP-C’ye bağlı gençler bilmektedir.
Bunu Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci
olan Ali Arfatlı, Nasuh Mitap; yine o dönemde Siyasal Bilgiler Fakültesinde etkili
olup THKP-C’ye sempati duyanların hepsi
bilmektedir. Sadece THKP-C değil, diğer
örgütlerin de, THKO, TİKKO sempatizanları da iyi bilmektedirler. 1974’te TKP, TİP, TİSİP geleneğinden gelenlerin, o geleneğe
yakın olanların kurduğu ADYÖD’nin devrimci gençlerin eline geçmesi, ADYÖD’nin
devrimci gençliğin odağı haline gelmesinde Önder APO’nun rolü belirleyicidir.
Önder APO kurulan ADYÖD’nde devrimci
gençliğin etkin olması için yeniden yapılanması ve kongreye gitmesi sürecinde
Önder APO, ADYÖD Üst Kurulu denen
oluşumun içindedir. Onun sorumluluğunu yapmaktadır. ADYÖD’te devrimci
gençler etkili hale gelmişse, daha sonra
ADYÖD’te THKP-C’nin etkinliği artmış, sonunda ADYÖD; AYÖD biçiminde yeni bir
oluşuma dönüşmüşse, bu süreçte en etkili öncülük yapan devrimci kişilik de yine
Önder APO’dur. Bu gerçekliğin herkes tarafından bilinmesi gerekir.
“Önder APO’nun Türkiye Devrimci
Gençlik Hareketi içinde yeri nedir?” diye
sorulursa, “1968 Kuşağına bağlılığın sürdürülmesinde en büyük rolü oynayan
devrimci kişiliktir” demek kesinlikle bir
gerçeği ifade etmek olur. Hiç kimse Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin anısına
bağlılığın gelişmesinde, onlara bağlılık
temelinde 1970’lerde güçlü bir devrimci gençlik hareketi ortaya çıkmasında
Önder APO’nun emeğini, çabasını inkar
edemez. O dönemde devrimci gençlik
hareketinde yer alanlar bu gerçeği bilmekteler ve bu gerçeği takdir etmeleri
gerekir. Şimdi çok dillendirilmiyor. Ama
eğer “1973-74 affıyla THKP-C üyeleri çıkana kadar Ankara’da devrimci gençliğe,
özellikle THKP-C’ye bağlı gençlere kim
öncülük yaptı, onları kim örgütledi, onların örgütlü hale gelmesinde esas rolü kim
oynadı?” denilirse, bunun Önder APO olduğu açıktır. Ama ne yazık ki o dönemde
THKP-C içinde yer alan sorumlu kişiler bu
gerçeği açıkça ortaya koymamaktadırlar.
Kürdistan’da ’68 Kuşağının Yarattığı
Gençlik; APOCULAR!
12 Mart sonrasında devrimci önderler
39
Sayı 60 2014
katledilmiş, zindanlara atılmışken Önder APO devrimci sorumluluk duyarak
bu gençleri örgütleme çabasına giriştiği süreçte, aslında Türkiye halkıyla Kürt
halkının özgürlüğünü ve kurtuluşunu
ortak mücadelede görmektedir. Daha
o dönemde Önder APO’nun hedefinde
ortak mücadele vardır. Ama THKP-C içindeki sosyal şoven eğilimin Kürt sorununa
doğru yaklaşamama, Kürtlerin kendi öz
örgütlenme iradeleriyle ortak mücadele içinde yer alma gereği ve gerçeğini
görememe, Kürtleri kendi örgütlerinin
eklentisi, mücadelenin destekçisi olarak
düşünmesi nedeniyle Önder APO ayrı örgütlenme ve bağımsız bir mücadele yürütmek zorunda kalmıştır. Eğer o dönemde, 1970’lerin başında özellikle THKP-C
içinde Kürt sorununa doğru bir yaklaşım
olsa ve Kürtlerin kendi örgütleriyle, kendi
iradeleriyle ortak örgütlenmenin, ortak
iradenin içinde olma gerçeği görülebilseydi, Önder APO o durumda kesinlikle
böyle bir ortak örgütlenme ve mücadele
geliştirebilirdi. Ama ne Türkiye’deki solun
sorumluluk düzeyi, Kürt sorununa yaklaşımı, ne Türkiye’nin siyasal koşulları, ne de
o dönemde Kürtlerde var olan siyasi eğilimler böyle bir ortak örgütlenme ve mücadelenin gelişmesine imkan vermiştir.
Önder APO’nun ‘68 Kuşağının önderlerinden olduğu kesindir. Esas olarak da ‘68
Kuşağının anısına bağlı olarak 1970’lerde
devrimci gençlik hareketini geliştirenlerdendir. Türkiye devrimci gençlik hareketini geliştirme sorumluluğu duyanlardandır. Önder APO gerçekliği budur.
Buna karşılık, Türkiye’deki örgütlerin
hiçbirisi Önder APO’nun siyasi ufkuna
sahip olamamıştır. Örgütlenme ufkuna
olumlu yaklaşılmadığı için Önder APO
‘68 geleneğini Kürdistan’da ayrı bir örgütlenme ve mücadele hattıyla pratikleştirmiştir. Bu yönüyle APOCU grubun
ortaya çıkmasını kesinlikle ‘68 Kuşağından bağımsız olarak görmemek gerekir.
‘68 Kuşağı Türkiye’de Denizler, Mahirler,
İbrahimler şahsında devrimci örgütler ortaya çıkardığı gibi, aynı ‘68 Kuşağı Önder
APO şahsında da ­-belki bir iki yıl gecikme-
40
li olarak- APOCU’lar denen grubun ortaya
çıkmasına zemin olmuştur. 1973’te Çubuk barajında kurulan APOCU’lar denen
grup, aslında ‘68 Kuşağının Kürdistan’daki
versiyonudur. ‘68 Kuşağının Kürdistan’da
temsil edilmesidir. Tabii ki bu sadece bir
gençlik hareketi değil, kültürel soykırımcı
sömürgecilik altında olduğu için bir halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesini
yürütme sorumluluğunu üstlenmiş bir
hareket olmuştur. Nasıl ki Denizler, Mahirler, İbrahimler salt gençlik Önderleri
olmaktan çıkıp bir devrimci hareket geliştirme Önderi olmuşlarsa, bu gerçekliği
Kürdistan’da da Önder APO temsil etmiştir.
Diğer hareketler 12 Mart koşullarında yenilirken, Önder APO’nun onların
deneyimlerinden çıkardığı dersler ve
Mamak’ta verdiği sözle, “öyle bir hareket
başlatmalıyım ki sürekli olsun, düşmanın
istediği koşullarda değil kendi yarattığımız koşullarda mücadele etsin, başarıyı
sağlayacak sürekli mücadele ve bir hareket gelişsin” düşüncesini 1973 Çubuk
Barajındaki tutumuyla ortaya koymuştur.
Aslında 1973’te Çubuk barajında ortaya
konulan tutum ayrı bir Kürt örgütlenmesini ifade etmekte; öyle bir çekirdek oluşturmaktaydı. Buna karşın, Önder APO o
süreçte hala Kürt örgütlenmesiyle Türkiye’deki devrimci mücadeleyi ortaklaştırma çabası içindeydi. Ortak örgütlenme,
ortak hareket ve ortak mücadele geliştirme yaklaşımı vardır. Bu gerçekleşmediğinden Kürtlerin özgün örgütlenme ve öz
iradelerini ortaya çıkarmaları çabası 1973
Çubuk Barajında ortaya çıkmıştır. Daha
sonra ise tamamen bir ayrı örgütlenme
ve mücadele gerçeği olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.
Kuşkusuz APOCU grubun bir gençlik
hareketi olarak ortaya çıkmasında ’68
Kuşağı ve hareketi ile Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin yürüttüğü mücadelenin
etkisi kadar, o dönemde bütün dünyada
büyük etkisi olan Vietnam kurtuluş mücadelesinin de büyük etkisi olmuştur.
Bu iki olgu, Kültürel soykırımcı sömürgecilik altında yok edilmek istenen bir
halkın devrimci gençleri olarak APOCU
grubun bir gençlik hareketi olarak ortaya çıkmasında önemli moral değerler olmuş; önemli etkide bulunmuştur. Önder
APO’nun siyasal düşünce ve tutumunun
gelişmesinde ‘68’ler hareketi ile o dönemde Kürdistan’da belli bir popülerliği
olan DDKO’nun etkisi de olmuştur. Esas
olarak ‘68 Kuşağı, Vietnam hareketinden
etkilenmiş, ama DDKO’nun da belirli düzeyde etkisiyle şekillenen bir hareketten
söz etmek gerekir. APOCU Hareket devrimci ve mücadeleci karakteri ile özgürlük ruhunu ‘68 Kuşağı ve Vietnam ulusal
kurtuluş hareketinden almıştır. Yine dünyadaki sosyalizmin etkisi vardır. Ama milli
kimlik olarak Kürt genci ve grubu ortaya
çıkması açısından da DDKO’nun kısmi
etkisinden söz etmek mümkündür. Ama
liştirebilirdi. Ancak böyle bir militanlık
Kürdistan’daki sömürgeciliğe karşı koyabilir, bu sömürgeciliği geriletecek bir
mücadele yürütülebilirdi. Bu açıdan da
Türkiye’de ‘68 Kuşağı ve onun temsilcilerini örnek alırken, dünyada da büyük
bir kahramanlık yürüten, fedai savaşı
yürüten Vietnam’daki direnişçileri, Vietnam’daki ulusal kurtuluşçuların fedailiğini, militanlığını kendi grubunun mayası
yapmaya çalışmıştır. Bu açıdan da hem
‘68 Kuşağı ve onun temsilcilerini hem de
Vietnam’da Amerika’ya karşı büyük bir fedai ruhla direnen Vietnamlı devrimcileri,
fedaileri de Kürt halkı her zaman anmak
durumundadır.
Bugün ortaya çıkan PKK militanlığında, gerilla fedailiğinde böyle bir direnişçiliğin mayası bulunmaktadır. Kuşkusuz
APOCU gençlik grubu ‘68 Kuşağı ve onun temsilcileri
olan Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin militan
kişiliğiyle şekillenmiştir. Onların militanlığını kendisine
örnek almıştır.
Önder APO’nun kimliğini, kişiliğini ortaya
çıkaran ‘68 hareketi, onun yarattığı Türkiye devrimci gençlik hareketi, Vietnam
ulusal kurtuluş savaşı ve dünyadaki reel
sosyalizmin hala o dönemde süren etki
gücü esastır.
APOCU gençlik grubu ‘68 Kuşağı ve
onun temsilcileri olan Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin militan kişiliğiyle
şekillenmiştir. Onların militanlığını kendisine örnek almıştır. Onların militanlığını
ilk grup aşamasının moral değeri haline
getirmiştir. Onların fedailiğini, başkaldırışını, yiğit duruşunu APOCU grubun militan kimliği haline getirmiş, moral değeri
olarak ele almıştır. Kültürel soykırımcı sömürgeciliğe karşı ancak çok güçlü militan
duygu ve duruşlarla mücadele edilebilirdi. Kültürel soykırımcı Türk sömürgeciliğine karşı sıradan mücadelelerle sonuç
almak mümkün değildi. Türk devletine
karşı büyük adanmışlık ve fedailik ancak
Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini ge-
bugün gerilla yiğitliğinde, gerilla direnişinde Kürt’ün tarihteki savaşçı karakteri
ve yiğitliği esas zemindir. Böyle bir zemin olmasaydı, Kürt toplumunda, Kürt
gerçeğinde direnişe yatkınlık, savaşa
yatkınlık, yiğitlik karakteri bulunmasaydı
kuşkusuz Vietnam’daki ve Türkiye’deki bu
yiğit devrimcilerin anıları, karakterleri ve
duruşlarını kendi kimliğinde somutlaştıracak, kimliğinin parçası haline getirecek bir durum ortaya çıkmazdı. Var olan
zeminde bu mayanın tutması, tarihteki
Kürt yiğitliğinden payını alsa da, esas şekillendirenin, o mayayı, o zemini güçlü
biçimde ortaya çıkaranın ‘68 Hareketi ve
Vietnam’daki fedai direnişçilik olduğunu
söylemek bir gerçekliği ifade etmektir.
APOCU gençlik hareketi böyle bir temelde tarih sahnesine çıktı. Tabii ki başta bir
gençlik hareketi olarak ortaya çıktı. Ama
esas olarak da Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini geliştiren bir Özgürlük Hareketi olarak şekillendi. Önder APO’nun “Genç
41
Sayı 60 2014
başladık, genç başaracağız” demesi, hareketin bir gençlik hareketi olarak başladığını, dolayısıyla bu hareketin mayasında
bir gençlik ruhu olduğunu vurgulamaktadır. Bugün de hala PKK’deki o gençlik
ruhu ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Eğer PKK’de biraz devrimci ruh kalmışsa,
mücadele ruhu kalmışsa, başlangıçtaki
o gençlik dinamizminin ortaya çıkardığı
mücadele ruhudur, atılım ve atılganlık ruhudur. PKK zaten böyle gelişmiştir. APOCU grup gençlerle yola çıkmıştır, gençlerle örgütlenmesini geliştirmiştir. İlk
önce Ankara’da bir grup genç olarak yola
çıkmış, Ankara’da bir hareket oluşturacak düzeyde kendisini kadrolaştırdıktan
hemen sonra da Kürdistan’a yönelmiştir.
Ama Ankara’da oluşturduğu kadrolaşma
çok anlamlı, çok değerlidir. Eğer bugün
Kürdistan Özgürlük Hareketi bu noktaya
gelmişse, Önder APO’nun bizzat eğittiği,
örgütlediği ve Ankara’da bir grup olarak
hazırladığı gençlerin, gençlik ruhunun ve
onun ortaya çıkardığı mücadele azmi ve
dinamizminin payı belirleyicidir. Hakiler,
Kemaller, Hayriler, Mazlumlar hep bu grubu oluşturan genç militanların direnişçi
ruhlarını, karakterlerini bu harekete vermesiyle PKK gerçeği, böyle bir Özgürlük
Hareketi gerçeği ortaya çıkarmıştır. Kuşkusuz Hakilerin, Hayrilerin, Kemallerin,
Mazlumların bu düzeyde dirençli olmalarını sağlatan, Önder APO’nun mücadeleci
kimliği ve mücadeleci kişiliğidir. ‘68 Kuşağını, Mahirleri, Denizleri, İbrahimleri çok
iyi temsil etmesidir. Yine sömürgeciliğe,
kültürel soykırıma, dünyadaki emperyalizme, Türkiye’deki baskıcı düzene büyük
bir öfke duymasıdır. Önder APO ve APOCU grup şahsında emperyalizme, Türk
devletine, baskıcı ve sömürücü düzene
büyük bir öfke vardır. Bir yönüyle APOCU
grup gençliğin öfkesiyle, bir öfke hareketi
olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
Sömürgeciliğe, kapitalizme, emperyalizme, Türkiye’deki oligarşik faşist düzene büyük öfke duyulmasaydı gençliğin
özünde, ruhunda, beyninde var olan o
öfke ve Denizlere, Mahirlere, İbrahimlere,
dünyadaki kurtuluş mücadelesi verenle-
42
rin anısına bağlılığın gereği olarak güçlü
temsili yapılmasaydı, PKK Kürdistan’da
özgürlük mücadelesinin öncü gücü haline gelemezdi. Ortadoğu’daki siyasal gelişmeleri bu kadar etkileyecek bir güce
ulaşılmazdı. Demek ki bu güce ulaştıran
kuruluşundaki gençlik mayasıdır. Gençlik
ruhunu, dinamizmini taşımasıdır. Bu bağlamda APOCU grup bir gençlik grubu, bir
gençlik hareketiydi denilebilir.
Mahirler, Denizler bir gençlik hareketi
olarak başlamalarına rağmen, ağır olan
Türkiye’nin sorunları karşısında gençlik
hareketi düzeyini aşmış ve Türkiye’nin
tüm sorunlarını çözecek bir hareket ortaya çıkarmış, bunun mücadelesini vermişlerse, APOCU Hareket de öyle olmaya
özen göstermiştir. Kürdistan’daki sömürgecilik kültürel soykırımcı karakterdedir.
Kürtleri tümden yok etme karakterinde
olan Kürdistan’daki sömürgecilik, insanlık
tarihindeki en ağır sömürgecilik, dünya
tarihinde eşi görülmemiş bir sömürgecilik gerçeği olduğundan, tabii ki böyle
bir sömürgeciliğe karşı salt bir gençlik
hareketi olarak karşılık vermek mümkün
olmazdı. Bir gençlik hareketi olarak başlanmıştır, ama bu daha başından itibaren
salt Kürt gençliğinin hareketi değil, bütün
halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
Yani gençliğin kendi toplumuna karşı
sorumluluk duymasının en önemli örneğini APOCU grupta görebiliriz. Belki de
tarihte hiçbir gençlik grubu APOCU grup
kadar halkına, ülkesine bu düzeyde sorumluluk duymamıştır.
APOCU grup Ankara’da gençlerden oluşan militan, devrimci ruhlu gençlerden
oluşan bir grup olduğu için hemen dinamizm ortaya çıkmıştır. Daha Ankara’dayken sayısı azdır, ama etkisi çoktur. Dikkate
alınan bir gruptur. Sayısının çok ötesinde
siyasi ve militan bir ağırlığı, saygınlığı vardır. Daha grup oluşum aşamasındayken,
daha Kürdistan’a gelmeden Ankara’da
faşistlere karşı mücadelede hiç geri durmamış, öncülük yapmıştır. Örneğin diğer
Kürt örgütleri “bize ne, burası Kürdistan
değil, biz buradaki savaşın parçası olma-
yız” derken, APOCU grup bunu dememiştir. Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de,
bulunduğu her yerde Türkiye’deki devrimci gençlerle, sol gruplarla omuz omuza faşizme karşı mücadele etmiştir. Hem
de aktif ve en önde mücadele etmiştir.
Göğsünü siper ederek mücadele etmiştir.
Bu da tabii ki APOCU grubun karakterinin
şekillenmesinde etkili olmuştur.
Günümüzde APOCU Gençlik ve PKK
Gerçekliği
Bugün de APOCU grup Türkiye’de de
devrimci mücadeleyi geliştirmek istiyor,
Türkiye’deki halkın sorunlarına ilgi ve sorumluluk duyuyorsa, bu durum Önder
APO’nun çıkışı, duruşu ve APOCU grubun ortaya çıktığı dönemde Türkiye’deki
sal Bilgiler Fakültesinde geliştirilen faşizme karşı ortak mücadele tartışmasında
Önder APO, “faşizme karşı mücadelede
omuz omuza biz de varız, bu mücadelenin parçasıyız” diyerek tavrını ortaya koymuştur. Diğer Türk solu grupları böyle bir
ortak tavrı takınamayıp parçalı bir tutum
içinde olurken, kendilerini çeşitli gerekçelerle geri çekip faşizme karşı mücadele
birliğinde yer almaz, tek başına hareket
etme yaklaşımı gösterirken, Önder APO
“kesinlikle gençliğin faşizme karşı devrimci direnişinin olduğu her yerde olacağız” diyerek tutumunu ortaya koymuştur.
Bu da bir duruştur. Mahir Çayanların şehadetine karşı nasıl sorumluluk duymuş,
o direnişi örgütlemiş, zindandan çıktıktan
sonra nasıl ki Ankara’da devrimci gençli-
Önder APO, “faşizme karşı mücadelede omuz omuza
biz de varız, bu mücadelenin parçasıyız” diyerek tavrını
ortaya koymuştur. Diğer Türk solu grupları böyle bir
ortak tavrı takınamayıp parçalı bir tutum içinde olurken,
kendilerini çeşitli gerekçelerle geri çekip faşizme karşı
mücadele birliğinde yer almaz, tek başına hareket etme
yaklaşımı gösterirken, Önder APO “kesinlikle gençliğin
faşizme karşı devrimci direnişinin olduğu her yerde
olacağız” diyerek tutumunu ortaya koymuştur
devrimci mücadeleye karşı duyduğu sorumlulukla ilgilidir. Ankara’da bulunduğu
müddetçe kesinlikle faşizme karşı mücadeleden geri durmamıştır. Bulunduğu
her yerde etkin biçimde faşistlere karşı
mücadele etmiştir. Bu gerçeklik APOCU
hareketin en önemli özelliklerinden biridir. Başka Kürt grupları da olmuştur, ama
hiçbirisi APOCU grubun takındığı bu tutumu takınmamıştır. Bulunduğumuz her
yer bizim için mücadele alanıdır demiş
ve faşistlere karşı mücadelede her zaman
en önde olmuştur. Okullarda, fabrikalarda, her yerde faşistlere karşı direnişte
en önde olmuştur. Bu konuda kesinlikle
kendisini geri çekmemiştir. Örneğin, Siya-
ğin örgütlenmesinde birinci dereceden
sorumluluk taşımışsa, Türkiye’deki devrimci gençliğin örgütlenmesinin en öndeki militanı, öncüsü olmuşsa; Ankara’da
faşizme karşı mücadelenin keskinleştiği
bir dönemde de APOCU grup da bu mücadelenin etkin bir parçası olmuştur.
Tabii ki belirli gruplaşma belirli bir düzeyde oluşturulunca Kürdistan’a dönülmüştür. 1976 Şubat ayı Dikmen Toplantısıyla birlikte Kürdistan’a tam dönüş gerçekleştirilmiştir. Kuşkusuz ondan önce de
1974-‘75’te de Kürdistan’a gidişler olmuş,
sınırlı çalışmalar yapılmıştır. Ama ‘76 Şubat toplantısıyla birlikte artık bütün kadroların Kürdistan’a gitmesi, Kürdistan’da
43
Sayı 60 2014
mücadeleyi geliştirmesi kararlılığı ortaya
çıkmış ve bu derhal pratikleştirilmiştir.
Kürdistan’a gidilirken de hedef, gidilen
yerde gençliğin örgütlendirilmesi, eğitilmesi ve kadrolaştırılması olmuştur.
Bu nedenle de Ankara’dan Kürdistan’a
dönüşte ilk gidilen yerler öğrenci gençliğin yoğun olduğu Antep, Amed; işçilerin yoğun olduğu Batman, Ceylanpınar;
devrimci gençliğin yoğun olduğu Elazığ,
Dersim, Serhat ve Urfa’dır. Bu açıdan hem
öğrenci gençliğin, hem de işçilerin bulunduğu alanlar PKK’nin ilk örgütlenme
ve mücadele alanları olmuştur. Buraların
seçilmesinin temel nedeni ise gençlerden
devrimci kadrolar çıkarmaktır. Bu yönüyle
grup çalışmasını ilk başta da gençliğin ve
işçilerin yoğun olduğu yerlerde başlatarak emekçilerden, emekçi çocuklarından
militan çıkarma çalışmasıyla işe başlamıştır.
Kısa sürede de gittiği her yerde gençliği örgütlemiştir. Antep’te, Urfa’da,
Batman’da, Amed’te, Dersim’de, Elazığ’da,
Serhat’ta örgütlemiştir. Kürdistan’daki diğer tüm gruplardan farklı olarak gençliğe
önem veren, gençlikten kadro çıkararak
aktif mücadele eden bir hareket olmuştur. APOCU hareketin başta bir gençlik
grubu olarak şekillenmesi, daha sonraki
APOCU hareketin ve PKK’nin de çok genç,
dinamik bir hareket ve parti olarak mücadeleye atılmasını beraberinde getirmiştir.
APOCU Hareket 1973’ten ‘78’e kadar esas olarak bir gençlik hareketidir.
1978’deki Hilvan mücadelesiyle birlikte
durum değişmiş, köylere kadar yayılmıştır. Yine 1978’e gelindiğinde Batman’da,
Ceylanpınar’da, Antep’te işçiler içinde
de önemli bir gelişme sağlanmıştır. Ama
esas olarak partinin kuruluşuna kadar
çalışmanın ağırlıklı bölümünün gençleri
örgütleme, genç kadroları ortaya çıkarma olarak değerlendirmek mümkündür.
1977’nin başında Kürdistan Yurtsever
Devrimci Gençlik Birliği adında bir gençlik örgütünün kurulması da bu gerçekliğin kanıtıdır. Daha başlangıçta bile ağırlıklı olarak gençlerden oluştuğu için “bir
gençlik hareketi olarak mı ortaya çıksak?”
44
gibi bir yaklaşım görülmüş, bu çerçevede bir gençlik grubu kurulmuştur. Bu
grubun örgütsel ağının oluşturulması ve
yaygınlaştırılması için de önemli bir çaba
harcanmıştır. Aslında daha sonraki tüm
gençlik örgütlenmelerimizin temelinde
de bu örgütsel oluşum vardır. Özellikle de
YCK’nin hala çokça bahsedilen devrimci
militan duruşu da bu tarihsel mirasın ürünüdür.
APOCU gençlik grubunun geliştiği tüm
il, ilçe, mahalle ve köylerde faşistlere karşı pratik mücadele içinde edinilen deneyimlerle sömürgeci asimilasyona, uyuşturucuya, fuhuşa, hırsızlığa, istismara, kumara, alkole karşı; özetle toplumun ahlaki
ve politik tüm değerlerine karşıt temelde
gelişen özel savaş uygulamalarına karşı
yoğun bir mücadele geliştirilmekteydi.
APOCU gençliğin toplumun gönlünde
yer edinmesinde bu pratik mücadelenin belirleyici yeri ve önemi vardı. Ne
söylediğinden çok ne yaptığına bakarak
yaklaşımını belirleyen Kürt ve Kürdistan
halkları toplumun değerlerine sahip çıktığı içindir ki toplum tarafından kucaklanmıştır. 1978’e gelindiğinde mücadelenin
ulaştığı düzey ihtiyaçları, artık bir gençlik
hareketiyle karşılanamayacak boyutlara
varmıştı.
Kürdistan ve Türkiye’nin ağır sorunlarına salt bir gençlik hareketiyle cevap vermenin artık mümkün olmadığı,
genç kadrolardan oluşan bir Özgürlük
Hareketi’nin, devrimci bir hareketin geliştirilmesi ve partileşmesinin daha doğru
olacağı düşüncesine varılmıştır. Devrimci
gençlik hareketinin Önderi Haki Karer’in
katledilmesine kadarki süreçte Kürdistan Özgürlük Hareketi önemli bir kadro
potansiyeline ulaşmıştı. Toplumun geniş
kesimlerini etkileyecek bir düzeye ulaşmış olan Hareket için, Haki Karer yoldaşın
şehadetinden sonra partileşme ihtiyacı
açıkça görülmekteydi. Bu temelde partileşme çalışmalarına ağırlık verilerek partileşme sürecine girilmiştir.
CHE’DEN BAZ’A KISA BİR GENÇLİK TARİHİ
Modern zamanın en büyük sorunu nedir?
Sorunları büyüklük küçüklük yada farklı
kategorilere bölmek kimilerine göre gereksiz gelebilir. Ancak sorunları temeltali, büyük ve küçük diye tanımlamadan
sorunlar deryasında boğulan bir düşünce
yapısıyla baş başa kalacağız. Bu da farklı
bir sorun olarak sorunlarımıza eklenecek
ve bütün sorunları kilitleyecek bir durum
yaratabilecektir.
Modern zamanın en büyük sorunlarından biri insanlığın hakikatini yitirmesidir.
Egemenlerin insanlığı hakikatsiz bırakması, bırakmaya çalışması yaşadığımız
sorunların en önemlilerinden biridir.
Hakikatsiz bırakılan bir toplumsal gerçekliği yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Bu
egemenlerin toplumun bilgi sisteminde
yarattığı yanlış, çarpık algıların sonucu
gelişiyor. Bu bilgi sistemi, toplumu iktidarın zoruna alıştırıyor. Bu bilme sistemi
yaşamı yeniden mühendisçe kurguluyor.
Bu kurgular yoğun nesnel kodlamalar
içeriyor. Bu kodlamaların nesneleşmesiyle bilgi sisteminin tarafsız ve daha doğru
olacağı algısı yaratılıyor.
Bu bilme-bilgi sistemleri toplumun, insanın zihninde pek çok tahribat yaratıyor.
Bu bilme sistemlerinin insanlarda yarattığı temel kötülüklerden biri de yüzey-
sel bilgi tarzıdır. Düşünceden-yorumdan
çok ezbere dayanan bir düşünüş hakimdir pek çok insanda. Bundan dolayı pek
çoğumuzun bilmediği şey yoktur. Ama
özünde büyük bir cehaleti yaşarız.
Bu hakikat yitimine, bu bilgi sistemine
karşı toplumun en büyük öz savunması
gençlik olmaktadır. Arayışların, yeni yaşam alternatiflerini doğasında barındıran
gençler, tarihten günümüze hep farklı
yolların olabileceğini gösterenler olmuşlardır.
İşte bu hakikat arayışçılarından bazıları vardır ki tarihe kalıcı izler bırakmışlardır. Onlar insanın ve toplumun bir nesne
değil bir özne olması gerektiğini yaşamlarıyla ortaya koymuşlardır. Ulaştıkları
hakikatleri yaşamsallaştırmış, örgütlemişlerdir. Bundan dolayı lider olarak ön plana
çıkmışlardır.
Bu yazımızda, dünyada, Türkiye’de, Kürdistan’daki gençlik önderlerini tanımaya
çalışacağız. Yukarıda bahsettiğimiz bilme
biçimleri zihniyetlerimizde var olan lider
algılamalarını da ciddi şekilde etkilemiştir. Bu yazıyı yazarken şunu gördük: İsimlerini sloganlarımızda, yazılarımızda eksik
etmediğimiz kişilikleri yeterince tanımıyoruz. Yüzeyseliz. Bu yüzeyselliği aşmak
için bu yazıyı kaleme alıyoruz. Yazımızda
ele alacağımız gençlik liderlerini, kuru
45
Sayı 60 2014
bir biyografisinden çok tarihe bıraktıkları
izler üzerinden, o dönem açısından yaptıklarının karakteristik yönlerini tanımlamaya çalışacağız. Ayrıca güncelle karşılaştırarak tarih-bugün arasındaki bağı da
koparmamayı esas alacağız.
Bu yazımızda zorlandığımız temel konu
uygarlık tarihinin egemenlerce yazılmış
olmasından dolayı tarihte iz bırakmış, insanlığı bu güne getiren binlerce gençlik
liderine dair yeterli düzeyde bilgiye ulaşamamak olmuştur.
Che
Günümüz gençliğine halen ilham kaynağı olan başlıca gençlik önderi Che’dir.
Avrupa ve ABD’de “kurulu düzen”le çatışan ve dünya tarihinde önemli bir etki yaratan 1968’in radikal öğrenci hareketleri
“Che”yi öylesine tutkuyla sahiplenmesine karşın endüstrileşen kültür alanının
oyunlar ve üretimleri sonucu Che bir popüler kültür malzemesi haline getirilmek
istenmektedir. “Che”nin “büyüklüğü”ne,
“kahramanlığı”na yöneltilen yapay övgü
seli ve yaratılan “Che kültü”, onda özgün
olanın üzerini örten, somut bir değerlendirme yapılmasını engelleyen bir perde
olmaktadır.
Che denildiğinde ilk akla gelen şey
Küba devrimi ve gerilladır. Küba devrimi başarıldıktan sonra pek çok ülkede
emperyalizme karşı mücadele etmiş bir
devrimcidir. Pek çok kimse onu bir maceraperest olarak tanımlasa da o bir gerilla
komutanı hem de bir sosyalist teorisyendir.
Küba devrimine gidişte en önemli olaylardan Santa Clara baskınını yapan “intihar timi”nin komutanlığını yapmıştır.
Che’yi yalnızca dostları ve onu tanıyanlar değil, O da kendisini bir Marksist olarak
tanımlar. Che’nin düşüncelerinde özel bir
yan olarak öne çıkan önemli bir özellik,
Che’nin Marksizm’i yalnızca kitaplardan
ve masa başında değil kendi yaşam deneyimlerinden, halkın yoksulluğundan,
yaşadığı yerlerdeki emperyalistlerin ve
sömürgecilerin sömürüsünden öğrenmiş
olmasıdır. Che, bu deneyimleri üniversi-
46
teden mezun olduktan hemen sonra ve
bölge ülkelerini dolaşırken yaşamış ve
bunları başkalarıyla paylaşmıştır.
Bu, dogmatizm karşısında Che’nin
Marksist bakış açısında önemli bir nitelik
oluşturur. O, Marksizm-Leninizmin gerçek bir toplumun inşasına bürokratik ve
mekanik bir tarzda uygulanması düşüncesini kabul etmez. Marksizm-Leninizmin
bir sistem içinde bir kalıp olarak almanın
ve onu ölümsüz, sarsılmaz ve değişmez
bir gerçek olarak görmenin mutlak bir
dogmatizmden başka bir şey olmadığını
söyler.
Che, devrimin yalnızca toplumsal yapı
ile rejimin kurumlarının değişmesi olmadığını, aynı zamanda insanların, onların
bilinç ve değerlerinin, insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerdeki gelenekler ve
alışkanlıkların da köklü bir tarzda ve bütünüyle değişmesi olduğunu savunur.
Bir devrimin ancak “yeni insanı” yarattığında gerçekleşeceğini düşünür. Che’nin
düşüncesine göre gerçek devrimci yeni
insanlar, tüm yaşamlarını çalışmaya adamalıdır. Bu insanlar, yeni güne devrim için
uyanmalıdır. Bu, gerçek anlamıyla devrim
tarafından aydınlanan ve dikkatli ve düşünceli bir tarzda çalışan bir devrimcinin
en önemli niteliğidir. Devrimciler için en
büyük zorluk, toplumsal çevrenin geliştirilmesi-değiştirilmesi için sistem tarafından yaratılmış kendi duygularından
ve algılarından kurtulabilmektir. Che’nin
devrimci düşüncelerinde öne çıkan bir diğer özellik de gençlerin ve siyasi partinin
toplumsal rolüyle ilgili getirdiği tanımdır.
Birincisi, gençler “yeni insan”ın yaratılmasında çok önemli rol oynarlar. Gençler
bir komünist olmaktan gurur duymalı
ve belli bir anda ve belli bir yerde ideallerini ortaya koymaya hazır olmalıdırlar.
Bu arada, gençler, her hangi bir sorun
ya da bir adaletsizlik karşısında duyarlı
olmalıdır. Her zaman sahip olduklarıyla
yetinmemeli, bilmediklerini araştırmak
ve öğrenmek için hazır olmalı, bilgilerini
zenginleştirmek için yeni bilgileri almalı
ve öğrenmelidir.
İkincisi, bütün siyasi partiler ve öncü ör-
gütlenmeler, en seçkin insanları biraraya
getirmelidirler. Che’nin kadronun misyonuna ilişkin tanımlaması ise bugün için
de geçerlidir:“Kadro, ideolojik motorun en
önemli parçasıdır. Bu motorun dinamik bir
vidası olarak adlandırabileceğimiz bir şeydir; işlevsel parça olduğu sürece bir vida,
doğru işlevini yerine getirecektir; kadronun dinamikliğinin ölçüsü, onun yalnızca
sloganları ya da talepleri aşağıya ya da
yukarıya basitçe aktaran bir aracı olmaması, tam tersine kitlelerin gelişmesine ve
liderlerin bilgisine yardımcı olan bir yaratıcı
olmasıdır.”(1)
“Devrimci, bir sosyalist sosyalizmin inşasının dünya ölçeğinde tamamlanmasına
kadar, hiç durmayan eylemiyle kendisini
çaba içinde gören devrimin ideolojik motor gücüdür. Eğer onun devrimci coşkusu,
acil görevler bölgesel düzeyde yerine getirildiğinde körleşir ve bu devrimci, devrimci
proletarya enternasyonalizmini unutursa,
onun önderlik ettiği devrim, esinlendirici bir güç olmaktan çıkacak ve devrimci,
amansız düşmanımız emperyalizmin çok
iyi yararlanacağı uyuşturucu bir rehavete
gömülecektir. Proletarya enternasyonalizmi, bir görevdir ancak aynı zamanda o
devrimci bir zorunluluktur. Dolayısıyla halkımızı bu yönde eğitiyoruz!”(2)
Che’nin yukarıdaki satırlardaki devrim
ve devrimciye bakış açısı pek çok solcudan farklıdır. Tabi Che söylediklerine
göre, savunduklarına göre yaşayabilmesi
yönüyle de farklı bir önderdir.
Açıktır ki, onun bu enternasyonalizmi, yalnızca bir duygu değil, her şeyden
önce, baskı ve adaletsizlikten insanlığı
kurtarmak için verilen mücadelede uluslararasında gerçek ve dinamik bir birliğin
gerçekleştirilmesidir. Ona göre kurtuluş
tek bir eylemle sağlanamaz, kurtuluşun
sağlanması bir süreç olmalıdır ve bu süreç zorlu, engebeli bir süreçtir.
Che, aşamalı değil, kesintisiz bir devrim sürecini öngörür ve savunur. Geleneksel KP’lerin “demokratik” ve “antiemperyalist” ittifaklar dolayımıyla, “milli
burjuvaziler”in desteğini alarak önce demokratik bir devrim gerçekleştirme, daha
sonra sosyalizme yönelme stratejilerine
karşın Che, Küba devriminin de verdiği
dersle ulusal kurtuluştan sosyalist devrime doğru kesintisiz bir devrim öngören
stratejisiyle de yerleşik sosyalist politika
pratiklerinden ayrılan bir çizgi kurar.
“Che”nin hattında dikkati çeken üçüncü
nokta “silahlı mücadele”nin gereğine yapılan ısrarlı vurgudur. Bu vurguda önemli
olan yalnızca, iktidarın ele geçirilmesi bakımından burjuva devletlerinin yıkılması
için başka hiçbir “makul yol”un kalmamış
olması değildir. Kübalı devrimciler, Sierra
Maestra’da silahlı mücadeleyi sürdürdükleri sırada oluşturdukları her bir gerilla
birimini mücadeleyi tutuşturan bir ocak,
bir “foco” olarak adlandırmışlardı. “foco”
İspanyolcada ocak anlamına gelir. Her
gerilla biriminin gittiği yerlerde yaktıkları
ateşe atfen bu isim verilmiştir. Devrimin
öncü gücü “foco”lar olmalıdır. Bu focolar
hem siyasi hem de askeri mücadeleyi birbirinden ayırmadan yürütmelidir. Halk
ordusunun çekirdeği bu focolardır. Gerilla gücü tohum halinde bulunan partidir.
Gittiği her yere parti düşüncesini, eylemini götürmekle sorumludur. Yani gerilla
ve silahlı mücadele salt bir kuru zor değil
toplumun içine giren, öncülük eden gerillanın toplumu aydınlatıp dönüştürme
çabasının aracıdır.
Che’ye ilişkin vurgulayacağımız son
nokta bu gün eksikliği ve ihtiyacı hissedilen devrimci dayanışmanın en güçlü
uygulayıcısı olmasıdır. Küba devriminden sonra yüzlerce Küba’lı “Carlotta
harekatı”yla Angola’da emperyalizmle
savaşmaya gittiler. Yine Bolivya’da aynısı
oldu. Tabi ondan sonra Filistin’de başta
olmak üzere farklı ülkelerde de bu yaşanmış olsa da mevcut sol hareketlerde bu
yaklaşım çok zayıflamıştır.
Boby Sands
Boby Sands İrlanda’da doğmuştur.
Boby Sands 1981’de öncülük ettiği açlık
grevinde on arkadaşıyla birlikte yaşamını
yitirmiştir. Boby Sands genelde bu açlık
grevi eyleminde yaşamını yitirmesinden
dolayı tanınır. Oysa o İrlanda Halk Kurtu-
47
Sayı 60 2014
luş örgütünde sekiz yıl mücadele yürütmüştür. İngiliz hükümetinin baskılarına
karşı başlatılan kampanyanın öncülüğünü yapmıştır. Tanınması bu kampanyayla
birlikte olmuştur.
IRA destekçilerine ya da onların siyasi
partisi Sinn Fein üzerindeki yasaklara rağmen, tutsaklar beş yıllık bir süreçte İrlanda’daki herkesin H-Bloklarında ne olup
bittiğini bilmesini sağlayan bir kamuoyu
hareketi oluşturabilmiştir. Her tutsağın
sigara kağıtları üzerine günde birkaç tane
mektup yazdığı ve bunların dışarı sızdırılıp dünya çapındaki etkili isimlere ulaştırıldığı bir “propaganda merkezi” inşa
etmişlerdir. Bobby Sands, tutsakları destekleyen kitlesel bir kamuoyu hareketinin
taslağını çizen bir mesaj dışarı sızdırmış
ve şöyle yazmıştı:
“İnsanlara ulaşma fikrinin amacı onlara basit bir mesajı iletmektir. Herkese
gönderdiğimiz mesaj basitçe şöyle olabilir: “H-Blokları Parçala”...
Bu mesajın herkese ulaşmasını; unutulmasının herkes için imkansız hale
gelmesini; kim ve nerede olursa olsunlar, bunu görmelerini, duymalarını istiyoruz. H-Blok’a ilişkin materyaller,
insanların duygularını harekete geçirmeye, onları tetiklemeye ve ayaklandırmaya yardımcı olacaktır.”(3)
Sands’in önerisine göre hareket kapsamında “milyonlarca afiş” asılacak, sloganları “H-Blokları Parçala” olacak ve bu, İrlanda’daki hatta İngiltere’deki tüm duvar,
köprü, otoban ve kamu binalarına yazılacaktı. Ayrıca, “Babamın H-Blok’ta Ölmesine Göz Yumma” yazılı tişörtler giyen ya
da görseller taşıyan çocukların resimleri
halka gösterilecektir.
Bunlar gerçekleşmiştir. İngiltere ve
İrlanda’da medyanın kör edilmesine karşın, IRA tutsaklarının mesajları kısa süre
içinde herkesçe bilinir olmuştur. Gittikleri her yerde, hatta harcadıkları paralarda
bile bu gerçekle karşılaşmıştılar (insanlar
paralarının üzerine harcamadan önce
“H-Blok” yazmışlardır). Sonrasındaysa
mesaj, Kuzey Amerika, İngiltere ve Avustralya’daki kalabalık İrlandalı göçmen top-
48
lulukları arasında yayılmıştır.
Bobby Sands’e ilişkin en önemli şey
açlık grevinde nasıl öldüğü değil; nasıl
yaşadığıdır. Eylem gücüyle, H-Blok içerisinde dünyanın duyarsız kalamayacağı
bir hareket ve topluluk inşa edebilmiş olmasıdır.Boby Sands açlık grevi eyleminde
yaşamını yitirmeden eylemin yarısındayken yaratılan hareketin etkisiyle İngiltere
parlamentosuna milletvekili seçilmiştir.
Buna rağmen İngiliz hükümetince hiçbir
şey yapılmamıştır. Boby Sands ve arkadaşları eyleme devam etmiş ve 60 günü
aşan direnişler ardından yaşamlarını yitirmişlerdir.
Boby Sands ve arkadaşlarının yaşamlarını yitirmesinden sonra ilerleyen zamanlardaAçlık grevi sona erdiğinde İrlandalı
tutsaklar siyasi statülerine tekrardan
kavuşabilmişler. Vakit kaybetmeden
H-bloklardaki zindan alanları üzerinde
denetim edinip bunları kolektif hatlarda
yönetmişlerdir. Zindandan çıktıktan sonra birçok tutsak, siyasetlerini kendi topluluklarına taşıyıp alternatif İrlanda okulları,
konut projeleri, kooperatifler, geliştirme
teşkilatları, sanat grupları ve benzerlerine
hayat vermişler, bunlara katılımda bulunmuşlardır.
Açlık grevindeki İrlandalı tutsaklar dünya genelinde hafızalara kazındılar. Tahran’daki İngiliz Büyükelçiliği önündeki
cadde hala “Bobby Sands Caddesi”dir.
Açlık grevinin ehemmiyetini ifade etmeye en çok yaklaşan, Bobby Sands ve
yoldaşlarını överken söyledikleriyle Fidel
Castro’dur:
“Altmış gün boyunca açlık grevinde kalarak idealleri uğruna ölme kudretine sahip insanların huzurunda despotların eli
ayağı titrer! Bunun yanında, yüzyıllar boyunca insani feda ruhunun simgesi haline gelen İsa’nın çarmıhtaki üç günü nedir
ki?” Bizce eylemleri kadar eylem öncesinde beş yıl kadar süren çabayla yaratılan
sosyal hareketler günümüze de ışık tutacak önemli bir deneyimdir. Günümüzde
zindanlarda yaşanan zulme karşı ne yapılması gerektiğinin, bu baskıların kırılabileceğinin en yalın yanıtı Boby Sands ve
yoldaşlarının eylemlerinde görülür ve bugünün yol gösteren meşalelerindendir.
Mahir Çayan
Mahir Çayan denilince bir gençlik önderi olması akla gelir. Bir de Kızıldere’de
katledilmesi. Önder Apo “Mahir’lerden
devraldığım mirası HDP’ye devrediyorum” dediğinde Mahir üzerine daha fazla
yoğunlaşmamız gerektiğini düşündük.
Mahir kimdi, mirası neydi? İşte onun için
onun üzerine yaptığımız okumalar sonucunda ulaştığımız sonuçları ana hatlarıyla
vermeye çalışalım. Dönem 60’lı yılların
ikinci yarısıdır. Marksizm-Leninizm bir
avuç eski tüfeğin tekelinden çıkmıştır artık. Yaşları genç, coşkulu, ülke ve halk sev-
ikinci başkanı olduğunda 19 yaşındadır.
Ve daha o dönemden başlayarak TİP çizgisine karşı sesini yükseltmeye başlamıştır. TİP çizgisinin devrim vaadetmeyen,
halka, gençliğe güven vermeyen içi boş
devrimciliğine karşı farklı bir devrimcilik
anlayışını alternatif olarak koymuş, ve bunun içini pratikte de doldurmanın kavgasına girişmiştir.
Mücadele önünde bir engele dönüşen
TİP revizyonizmi ile hesaplaşmak revizyonist, reformist gelenekleri yıkıp devrimci
bir alternatifi ortaya çıkarmak zorunludur.
Dünyada durum nedir? Nasıl bir ülkede
yaşanıyordur? Nasıl bir devrim ve nasıl bir
devrim stratejisi olmalıdır? Kısaca Türkiye devriminin yolu nasıl çizilmelidir? Ne
Türkiye solunda sayısız kopuşa önderlik edecek,
statükoları sarsacak olan Mahir’in statükoları sarstığı
ilk konulardan biri önderlik tarzına ilişkindir. Türkiye
solunun o güne kadar ki önderlerinden farklı olarak o
masa başında değil, savaşın içinde bir önder olacaktır.
gisi ile dolu gençlik kavgada ustalaşacak
ve kavga genç önderlerini de yaratacaktır. İşte bu kavganın yarattığı başlıca Önderlerden biri Mahir Çayan’dır.
Türkiye solunda sayısız kopuşa önderlik
edecek, statükoları sarsacak olan Mahir’in
statükoları sarstığı ilk konulardan biri önderlik tarzına ilişkindir. Türkiye solunun o
güne kadar ki önderlerinden farklı olarak
o masa başında değil, savaşın içinde bir
önder olacaktır.
Öncelikle gereken şey zorlu bir ideolojik savaştır. Bu savaşın sonunda lafazanlığın, devrimden kaçışın, reformizmin, parlamenter veya cuntacı hayallerin egemen
olduğu solun “devrimcilik anlayışı” ve bu
anlayışın ideolojik temelleri yerle bir olacaktır. Mahir, bir yandan elli yıllık revizyonist gelenekle ve onun temellendirdiği
solculuk anlayışı ile hesaplaşırken, diğer
yandan öğrenerek-öğreterek ilerleyecektir.
Mahir 8 Kasım 1965’te SBF Fikir Kulübü
yapılmalıdır? Bu soruların cevabı hazır
reçetelerle de verilemez.Türkiye devrimi
Sovyet, Çin ya da Vietnam devrimi taklit
edilerek yapılamazdı.
Her devrimci süreç her ülke devrimi
kuşkusuz devrimcilere bir zenginlik katacaktır. Mahir, bunun için harıl harıl Marksizm-Leninizm ustalarının kitaplarını,
çeşitli ülke devrimlerini anlatan kitapları
okumuştur. Mahir’in bu dönemine tanık
olan herkes, onu anlatırken, ortak bir
cümle kullanır; “çok okurdu”.
Okuduklarından çıkardığı ilk sonuçlardan biri şuydu; Türkiye devrimi şablonculukla, Sovyet ya da Çin Komünist Partilerini ideolojik merkez görerek ilerleyemez,
gelişemezdi. O zaman çıkış noktası da,
varış noktası da Anadolu toprakları ve
Anadolu halkı olacaktı. Bu yüzden sosyoekonomik yapının tahlil edilmesi onun
ilk çalışmalarında önemli bir yer tutar.
Ülkenin çelişkilerini yakalayabilmiş ve
ülke gerçeğini ortaya koymuştur. Tam bir
49
Sayı 60 2014
keşmekeşin sürdüğü o ortamda Mahir
Çayan’ın yaptığı değerlendirmeler sürecin önünü açmıştır.
O, bu çalışmaları yaparken, şablonculuktan, soyut ve boş tartışmalardan uzak
durmuştur. Çünkü o tüm bu tahlil ve çalışmalara bir “akademisyen” gözüyle değil, devrimi amaçlayan bir devrimci olarak bakar.
Taklit eden değil tahlil eden, şabloncu
değil, yaratan, politika üreten bir önderlik
yapmaya çalışmıştır.
Mahir
İstanbul’da,
Ankara’da,
Zonguldak’ta, Karadeniz’de tartışmalara katılmış, ideolojik mücadelesini kampüslerden, parti binalarından, köy kahvelerine kadar her yerde sürdürmüştür.
devrimi savunan, bir dava adamıdır. Mahir Çayan’ın tüm yazıları ve konuşmaları
herkesin anlayabileceği açıklık ve yalınlıktadır. Bir konuyu bir çok boyutuyla değerlendirip onlardan sonuçlar çıkaran bir
zenginliğe sahiptir. Perspektifleri somut
devrimci görevlerle içiçedir.
Mahir Çayan yaşamın ve kavganın içindeki bir önderdir. İstanbul’da, Ankara’da,
İzmir’de üniversitelerde, fabrikalarda,
Zonguldak’ta maden işçileri arasında, Karadeniz, tütün, fındık, çay üreticileri arasında, Ege’de tütün, üzüm, incir üreticileri
arasında ve onlarla mücadelede omuz
omuzadır.
Bu dönem herkes onları Dev-Genç’liler
olarak tanır. Gerçekten de Dev-Genç ola-
Mahir, anfilerde saatler süren konuşmalarını yalın ve
çok çeşitli örneklerle gençliğe anlatan, kavratan, yol
gösteren iyi bir hatip ve propagandacıdır. Oportünizme
karşı ideolojik mücadele sürdüren, devrimi savunan,
bir dava adamıdır. Mahir Çayan’ın tüm yazıları
ve konuşmaları herkesin anlayabileceği açıklık ve
yalınlıktadır. Bir konuyu bir çok boyutuyla değerlendirip
onlardan sonuçlar çıkaran bir zenginliğe sahiptir.
Devrimcilik, önderlik, savaş, iktidar kavramlarının içinin boşaltılmış olduğu bir
ortamda, düzenle uzlaşma, savaşmama,
mültecilik ve lafazanlık geçer akçe olmuştur. Halka gitmeme, halka güvenmeme,
emek vermeme, genel bir solcu hastalığı
olmuştur. Aylar, yıllar, boş gevezeliklerle,
soyut tartışmalarla geçirilmiştir. Tüm bu
tartışmaları içeren çeşitli yazıları Mahir
Çayan o dönem kaleme alır. Yazılan yazılar çeşitli dergilerde yayınlanır. Görüşlerini formlarda, panellerde, açık oturumlarda savunur.
Mahir, anfilerde saatler süren konuşmalarını yalın ve çok çeşitli örneklerle
gençliğe anlatan, kavratan, yol gösteren
iyi bir hatip ve propagandacıdır. Oportünizme karşı ideolojik mücadele sürdüren,
50
rak her alana müdahale edebilen yaygın
bir örgütlülüğe ulaşılmıştır. Türkiye demokrasi tarihinin önemli bir atılımı ve
örgütü olan DEV-GENÇ’in kuruluş kongresinde belirleyici rol ve konuşma Mahir’indir. Tabi 12 mart muhtırası sonucu
bu hareket büyük darbeler yemiş olmasına rağmen kol gezen yılgınlık karşısında Mahir’in öncülük ettiği yeni arayışlar
Türkiye tarihi açısından kritiktir. Artık demokrasi güçlerine karşı devletin açık şiddeti vardır. Buna karşı mücadele edecek
örgüt gereklidir.
Yılgınlık kol gezerken Mahir Çayan ve
yoldaşları cuntaya karşı savaşı büyütmek
için büyük bir enerji ile elde silah savaşıyor, savaştırıyorlardı.
Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir 1 Hazi-
ran 1971’de Maltepe’de kuşatıldıklarında
büyük bir direniş sergilemişlerdir. Cevahir şehit düşmüştür. Mahir Çayan ise son
mermisini kendine sıkmış yaralı halde
tutsak düşmüştür. Ancak oligarşi güçlerinin beklediği gibi Mahir Çayan tutsaklıkta
da teslim alınamamıştır. Mahir Çayan tutuklanarak İstanbul Maltepe Cezaevi’ne
konulmuştur. Dâvâ sürerken 29 Kasım
1971’de bir gurup arkadaşıyla birlikte tünel kazarak firar etmişlerdir.
Her yerde arandıkları, resimlerinin
çarşaf çarşaf yayınlandığı ve kalacak ev
dahi bulunmadığı o koşullarda her türlü
kaygıyı bir yana koyup mücadelelerini
sürdürürler. O dönem Türkiye solu içerisinde yaşanan bölünmelere rağmen Deniz’lerin idam kararını durdurabilmek için
Mahir ve arkadaşları eylem arayışlarına
girerler. NATO üssünde görevli iki İngiliz
bir Kanadalı görevliyi kaçırırlar.
Başlatılan büyük bir operasyon sonucu
Mahir ve arkadaşları Kızıldere’de kuşatmaya alınır. Yaşanan çatışmada Ertuğrul
Kürkçü dışında diğer tüm arkadaşlarıyla
birlikte şahadete ulaşır. Mahir Türkiye demokrasi mücadelesinde ciddi izler bırakmış bir liderdir. Demokratik kazanımlarda
büyük emek sahibidir. Bu gün Mahir’lerden devir alınan mücadele, miras başarılarla taçlandırılmak isteniyorsa O’nun
pratiğini örnek almak gerekli hatta hayati
bir ihtiyaçtır. “Oportünizmin panzehiri
ideolojik mücadeledir” demiştir Mahir Çayan. Günümüzde Önder Apo’nun
başlattığı demokratik kurtuluş ve özgür
yaşamı inşa hamlesinin üç temel ayağından birisini ideoloji olarak tanımlaması
Mahir’in bu sözüyle birlikte okursak ne
yapmamız gerektiğini çok daha açık bir
şekilde anlarız.
İbrahim Kaypakkaya
İbrahim Kaypakkaya Türkiye halkları
açısından unutulmaz, dillere destan bir
gençlik önderidir. İşkenceyle katledildiğinde daha yirmi dördündedir.
Ölüm sebebi her ne kadar kayıtlara intihar olarak geçmiş olsa da herkes onun
dört ay tüm işkencelere direndiğini ve
bunun için katledildiğini bilir. Önemli
olan resmi kayıtlar değil, toplumsal bellektir.
Bu gün bu bellekle İbrahim’i değerlendirdiğimizde 20-21 yaşlarında Türkiye’nin
temel sorunlarına ilgi gösteren ve bu sorunların çözülmesi için emek harcayan
ve kafa yoran bir kuşağın öncülerinden
olduğunu göreceğiz.
O, yıllar önce, Kürt halkından bahsettiği için kendine solcu diyenler tarafından
FKF kurultayından gürültülü bir şekilde
atılmıştır. O, diğer pek çok kendini solcu
diye tanıtan gençten farklıdır. Aslında günümüzle değerlendirdiğimizde pek çok
benzer şeyin yaşandığı bir süreçten geçerken İbrahim’i anıp, onun mücadelesini, direnişini, kavgasını göz önüne alırsak
pek çok şey öğreneceğiz.
İbrahim Kaypakkaya, pratik devrimciliğinin yanı sıra, Türkiye’nin sosyalist düşünce dünyasına farklı bir ivme kazandırmış bir teorisyendir. Günümüz gençliği ve
demokrat, devrimci çevrelere bu açıdan
güncel bir örnektir. Sistemin apolitik, tarihsiz bir toplum yaratma çabalarına karşı
o, pratikle pişen bir düşünsel sistematiğe sahiptir. Düşünce yapısını ve yaşamını incelediğimizde FKF’den, MDD’ye ve
TKP/ML-TİKKO’ya bir mücadele yaşamını
görüyoruz. Bu yönlü kendi düşüncelerini sürekli yenileyen, geliştiren bir yapıya
sahiptir. Onu takip ettiklerini iddia edenler gibi dogmatik bir düşünce sistemine
sahip değildir.
Günümüz Türkiye’sinde temel tıkanma noktalarından olan Kemalizm’e karşı tavır almıştır. Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluşundan sonra geliştirilen politikaları eleştirmiştir.Maoist bir dünya görüşünü benimseyen İbrahim Kaypakkaya,
Mao’nun köylerden şehirlere doğru yayılacak bir devrim anlayışını benimsemiştir.
İbrahim’in mücadele yaşamına baktığımızda Anadolu’nun çeşitli yörelerinde
köylerde halkı örgütlemeyle uğraştığını
görmekteyiz. Günümüz devrimci, demokratik mücadelelerde görülen salt
şehirlerle sınırlı kalan mücadele tarzına
pratiği ve söylemiyle karşı koyuşun adı
51
Sayı 60 2014
olan İbrahim Kaypakkaya’nın çalışma tarzı demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı
inşa hamlesinde tüm Ortadoğu halklarına örnek olacak niteliktedir.
Türkiye demokrasi hareketi tarihinde
önemli bir yere sahip olan DEV-GENÇ’in
eylem çizgisinin yaratıcılarından olan İbrahim Kaypakkaya, Trakya Değirmenköy’de
toprakları için ağaya karşı mücadele eden
köylülerin arasındadır. Türkiye tarihinde
önemli bir yere sahip olan 15-16 haziran
olaylarının örgütlenmesinde İbrahim aktif, öncü rol oynamıştır. Demir-döküm,
Sungurlar, Horoz Çivi, Petriks, Ege Sanayi, EAS Akü, Gıslaved, Gamak, Singer,
Derby… fabrikalarının işçileri İbrahim’i
yakından tanırlar, kendilerinden biri olarak bilirler.
O, mücadele yürütürken, demokrasi talebinde bulunurken mücadele tarzında
ve kişiliğinde demokratik olmayı başarmıştır.Gece sabahlara kadar bildiri basıp,
gündüz kavganın en yoğun olduğu yere
koşmuştur. Bu yönüyle İbrahim’in çalışma
temposu yeni süreçteki devrimci görevleri laikiyle yerine getirmenin gerekli vazgeçilmez şartlarındandır.
İbrahim KaypakkayaFKF’de ortaya çıkan reformist, parlamenterist anlayışlara karşı tavrın adıdır. Günümüz Türkiye
ve Ortadoğu gerçekliğine baktığımızda
liberalizmin pek çok siyasi gücü parlementerizmin sahte demokrasi zeminine
çektiğini görmekteyiz. Bu yönlü muhalefeti bu yolla sistem içileştirme politikası yürütülmektedir. O yıllarda da TİP’teki
bazı kesimler şahsında Türkiye devrimci
demokrat güçlerine dayatılan bu anlayışları en çabuk görüp tavır geliştirenlerden biri İbrahim Kaypakkaya’dır. Bu tavır
gelişmezse ne DEV-GENÇ oluşabilir ne
de sonrasında gelişen eylemlilikler. Salt
parlamentoda yürütülen bir siyasi faaliyetin toplumun demokratikleşmesi ve
sosyalizm mücadelesiyle hiçbir bağının
olmadığını, büyük yanılgıları görmüş tavır almıştır.
Hüseyin İnan:
Hüseyin İnan denince akıllarda kalan
52
temel şey iki arkadaşıyla birlikte idam
edilmiş olmasıdır. Yaşama koyduğu son
nokta değil aslında yürüttüğü tüm mücadele önemle üzerinde durulması gerektirir. Birlikte idam edilen üç arkadaştan biz
bu yazımızda Hüseyin İnan’ın mücadelesi
üzerinde duracağız. Çünkü diğer iki kahramanın önemli bir mücadelesi olmakla
birlikte bu örgütsel mücadele içerisindeki konumu itibariyle Hüseyin ayrı bir yere
sahiptir.
Hüseyin İnan’ın siyasi mücadelesi Sosyalist Fikir Klubü (SFK) ve bu derneğin
bağlı olduğu Dev-Genç’te başlar. Bu arada TİP’e de katılarak, bu partinin etkinliklerinde yer alır. Aynı dönemde, gerek
İstanbul ve Ankara, gerek İzmir ve diğer
yörelerde anti-emperyalist eylemlere katılır; ABD 6. Filosuna yönelik eylem ve mitinglerin içinde bulunur. Toprak işgalleri,
kırsal yörelerdeki etkinlikler vb. etkinliklere katılır. 1966-67 öğretim yılında, gerçeklesen ODTÜ Hazırlık boykotunun örgütlenmesine önderlik eder. Hüseyin İnan,
1968’de, TİP ve daha sonra MDD içindeki
ayrılıklarda, giderek belirginleşen gizli
ve dar örgüt fikri doğrultusunda çekirdek bir grup oluşturup, kır gerillası yoluyla anti-emperyalist mücadele verme
düşüncesini geliştirmeye çalışır. Ankara,
özellikle ODTÜ kökenli olan ve temelini
İnan’ın attığı grup, daha sonra THKO’nun
çekirdek kadrosunu oluşturacaktır. Aynı
yıl İdari Bilimler Fakültesi’nden çıkarılan
Hüseyin İnan, ODTÜ yurtlarında kalmaya devam eder. 14 Ekim 1969’da, grubun
önemli bir kesimiyle birlikte Suriye üzerinden Ürdün’e, Filistin Kurtuluş Örgütü
(FKÖ)’nün asıl gücünü oluşturan El Fetih
kamplarına gider. Burada FKÖ’nün yanında İsrail’e karşı savaşır. İsrail içlerindeki karakol baskınlarında bizzat yer alır. Şubat
1970’de Türkiye’ye geri döndüğünde, Diyarbakır-Antep yolunda bir otobüste yakalanır. Diyarbakır’da devam eden yargılama sonunda, Ekim 1970’de tahliye olur.
Hüseyin İnan Ankara’ya döndüğünde
kafasındaki kır gerillası fikri iyice berraklaşmıştır. Benzeri düşünceler taşıyan ve
aynı eylem çizgisini benimseyen, başla-
rında Deniz Gezmiş’in yer aldığı İstanbul
grubuyla bir araya gelerek THKO’yu kurar.
İnan, kitle hareketleri içinde hemen hiç
tanınmayan biri olmakla birlikte, örgütleyici niteliği, insanlarla ilişki kurma becerisi ve kararlılığıyla grup içinde sivrilmiştir.
Yaygınlaşan silahlı eylemlere önderlik
etmekle kalmaz, bütün eylemlerin bizzat
içerisinde yer alır. 29 Aralık 1970’de, DevGenç üyelerinden İlker Mansuroğlu’nun
öldürülmesi üzerine THKO’nun örgüt
olarak kendini ortaya koyduğu Kavaklıdere Polis Karakolu’na yönelik eylem,
1 Ocak 1971’de Türkiye İş Bankası Emek
Şubesi soygunu, Amerikan askeri tesislerinin basılarak bir Amerikalının kaçırılması ve daha sonra dört Amerikalının
kaçırılması eylemlerinde gösterdiği gözü
pek tavrı ve kararlılığıyla THKO’nun varlığında büyük etki sahibi olur. 24 Mart
1971’de Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde
yakalanır. ‘THKO’nun beyni denebilecek
kişidir. Aslında Deniz’den daha çok hareketli önder konumdadır. Çekirdek lider
durumundadır. Ama o değişik özeliklere
sahiptir. Katiyen geniş kalabalıklar onun
ne olduğunu, kim olduğunu bilmezler. O,
örgütçü bir kişiliktir. Her şeyin arkasında
durur, kendini belli etmez. Hüseyin kendini mahkemede belli eder. Mahkemede
savunmanın asıl kısmını Hüseyin yapmıştır. Ona gelinceye kadar Deniz’le bir
başka kişi savunma yapmıştır, Onlar yazılı
okumuşlardır. O günkü fikirlerini çok net
özetlemiştir. Ne için böyle bir harekete
kalkıştıklarını anlatmıştır. Düşünceleri ve
kafası çok net olan biridir. Hüseyin İnan’ın
mücadele yaşamı boyunca pek çok üzerinde durulması gereken nokta vardır.
Ancak günümüz gençliğinin siyaset ve
örgüt tarzı konusunda örnek alacağı iki
temel konudan biri popülist olmamasıdır. Örgüt lideri olmasına karşı bunu
kimseye belli etmeyen bir duruşu vardır.
ve örgütün gelişmesinde pratik anlamda
da eylemsel ve teorik açıdan en çok çaba
harcayan kişidir. Gençlik hareketlerinin
yeniden yapılanma sorunlarının tartışıldığı bu süreçte böyle öncülükler önemle üzerinde tartışılması gereken öncü-
lüklerdir. Ayrıca silahlı eğitim almak için
gittiği Filistin’de Filistin halkıyla birlikte
İsrail’le savaşa girmesi, taşıdığı enternasyonalist ruh örnek alınacak bir duruştur.
Günümüzde bırakalım farklı halklar için
örneğin Rojava halkına dönük saldırılar
karşısında Hüseyin’ce tavır günümüz demokrasi mücadelesinin ön açıcı gücü olacaktır.
Kürdistan Gençlik Hareketi:
Kürdistan gençlik hareketinin tarihini
incelerken tüm Kürdistan’a etkide bulunmuş bir gençlik hareketinin PKK öncesinde çok gelişmediğini görüyoruz. Yerel,
parçayla sınırlı kalan hareketler gelişmiş
olsalar da tüm Kürdistan’ı kapsayan bir
hareket Önder Apo’nun öncülüğünde
gelişmiştir. Önder Apo bu hareketi başlatırken hem dünya hem de Kürdistan’da
gelişen hareketleri incelemiş bunların
deneyimlerinden yararlanmıştır. PKK bir
gençlik hareketi olarak doğmuş, halk hareketi haline gelmiş olsa da gençlik hareketi özünü hep korumuştur. Kırk yıla
varan bir mücadelede yüzlerce Önder
gençlik kadrosu çıkmıştır. Biz bu yazımızda dört arkadaşı işleyeceğiz.
Ali Çiçek:
Ali Çiçek Hilvan’lıdır. Apocu hareketin
Kürdistan’a yöneldiği süreçte hareketle
ilişkilenir ve hareketin kadrosu olur. Ali Çiçek denilince genç olması ve 14 Temmuz
Ölüm orucu eyleminde şahadete ulaşmış
olması ilk akla gelen şeylerdir. Ancak akla
gelenler, büyük bir tempo ve kararlılıkla
yürütülmüş özgürlük mücadelesini tanımlamak açısından çok yetersizdir.
Bunu gidermek için Ali Çiçek’in mücadele yaşamını ana hatlarıyla anlatmaya
çalışacağız. Ali Çiçek harekete katıldığına
yaşı çok küçük olduğu için arkadaşlar genellikle bildiri dağıtma gibi çalışmalarda
görevlendirirler. Ali Çiçek arkadaşın ilk
büyük çalışması Kemal Pir arkadaşı urfa
zindanından kaçırmaktır. Bu çalışmayı
üstlenen grup içerisindedir. Bu görevi
başarıyla yerine getirir. Ve mücadele açısından önemli bir görev başarılmış olur.
53
Sayı 60 2014
Ali Çiçek 1979’da Urfa merkezde bir grup
arkadaşla birlikte hayvan pazarındaki kitlelere parti bildirilerini dağıtmaktadır. Bildiri dağıtımının güvenliğinden Ali Çiçek
sorumludur. Polis müdahale eder. Engel
olmaya ve arkadaşları yakalamaya çalışır.
Ali arkadaş polisle çatışarak kurtulmayı
başarır. Bu olaydan sonra deşifre olur ve
Hilvan çalışmalarına görevlendirilir. O
dönem Hilvan çok sıcak bir mücadele süreci yaşar. Hilvan direnişinde kısa sürede
halk arasında sevilen bir öncü haline gelir.
Önceleri çok genç yaşta olmasından kaynaklı herkes ona “Küçük Ali” der. Ali Çiçek
o dönem Hilvan kırsalında feodal komprador güçlere karşı mücadele etmek için
büyük bir hırs ve istek duyar. Ancak yaşının küçüklüğünden dolayı arkadaşlar
izin vermezler. Bir gün Bucak’ın feodal
eşkıyaları Hilvan’ın bir köyünü basarlar
ve çatışma çıkar. Haber alınır alınmaz
köylülerin yardımına gitmek için yurtseverlerden ve partizanlardan bir grup
silahlanıp bir traktör römorkuna binerek
yardıma gitmeye hazırlanırlar. Ali burada
ısrarlı davranır. “Bana da bir silah verin,
ben de çatışmaya geleceğim” der. Ancak
tüm ısrarlarına rağmen Bedran(Mehmet
Sevgat) arkadaş kendisine silah vermez.
O döneme kadar kırsal alanda çatışmalara katılmadığı için tecrübesizdir. Bundan
dolayı da kendisine bir zarar gelmesini istemez. Ama Ali ısrarından vazgeçmez, en
sonunda bir partizan onu ikna etmek için;
“Silah kalmadı, onun için seni götüremeyeceğiz. Bir başka zaman gelirsin” der. Ali
de bunun üzerine kimsenin rağbet etmediği bir İngiliz mavzerini eline alarak “Ben
bu silahla geleceğim” der. Yurtseverlerden biri “Ali, o mavzer senin boyundan
uzun” diyerek vazgeçirmeye çalışırsa da
Ali, kararlı davranarak İngiliz mavzeriyle
Bucaklar’a karşı çatışmaya gider. O’nun
bu ısrarı karşısında Bedran yoldaş da bir
şey yapamaz. Ve artık elinde İngiliz mavzeriyle Ali’nin kararlılığına cesaretine,
partiye olan inanç ve mücadele azmine
tanık olan yurtseverler onun bu yiğit ve
kararlı tavrını her yerde anlatırlar. İngiliz
mavzerini eline alıp Bucaklar’a karşı na-
54
sıl korkusuzca çatışmaya gittiği halk arasında dilden dile anlatılır. Halk O’nun bu
cesaretini birbirine anlata anlata, öve öve,
hem Ali’ye olan sevgisini dile getirir hem
de O’na sahiplenmiş olur. Bu olaydan
sonra Hilvan halkı O’na “Küçük Ali” yerine,
taşıdığı silah ve olaydan dolayı “İngiliz Ali”
demeye başlar.
Hilvan içinde yapılan birçok askeri ve
diğer protesto eylemlerine hem yönlendirici olarak ve hem de fiili olarak katılır.
Ve başarıyla gerçekleştirir. Hilvan’da 21
Mart Newroz kutlamalarını organize eder.
En yoğun eylemlilik süreçlerinden biri de
1980’de özgürlük hareketinin yakalanmalar ve şehadetler karşısında mücadeleyi
yükseltmek için ilan ettiği Kızıl haftadır.
İşte bu haftaya Hilvan adliye binasına
sabotaj eyleminden, çeşitli ajanların, polislerin cezalandırmasına kadar her güne
birkaç eylem sığdırabilen bir militandır
Ali Çiçek. Ali Çiçek arkadaşın yaptığı yönettiği eylemler saymakla bitmeyecek
gibidir. Aslında günümüzde demokrasi
mücadelesi yürüten sivil güçler hem de
gerilla güçlerinin Ali Çiçek’in yaşamını
dikkatle incelemeleri gerekir. Her fırsatta
en uygun eylemi yapabilmek, yaptığını
hiç yeterli görmemek Ali Çiçek’in ayırt
edici özelliğidir.
Ali Çiçek hareketin tüm kadroları yurtdışına çekme kararı gereğince yurtdışına çıkmayı beklediği bir süreçte Urfa’da
yakalanır. O dönemin en yoğun işkencelerine maruz kalır. Her devrimci için en
önemli sınav alanlarından biri işkencehanelerdir. Orada devrimcinin ne denli
ideallerine bağlı, inançlı, kararlı, cesaretli,
direngen olduğu ortaya çıkar. Ali Çiçek
genç yaşına rağmen işkenceci polislerin
tüm baskı ve işkencelerine çok net cevaplar vermiştir. “Ben Ali Çiçek’im ben hiçbir
sırrımızı size vermem benim görevim budur. Sizin göreviniz de bana işkence yapmaktır. Benim görevim direnmektir. Ben
partiden bunu öğrendim.”demiştir. iki
ayı aşkın süre devam eden işkencelerde
hiçbir şey söylememiştir. Parti görüşlerini
her ortamda savunmuştur. Ali Çiçek’in bu
tavrı tutuklanma ihtimalinin her zaman
olduğu tüm demokrasi güçlerince her
zaman uygulanması gereken bir tavırdır.
Bu yaklaşımı götürüldüğü Amed zindanında da devam etmiştir. Tarihin en ağır
işkenceci zindanında Amed’de her şeye
rağmen onurlu direnişçi duruşun sahibi
olmuştur.
Baskı ve işkencelere karşı O’nun kahramanlığının özü, Kürdistan halkının tarihi
ve halkın mevcut ortamda içinde bulunduğu koşullarla bağlantılı bir olaydır.
O’nun eylemini bu gerçeklik içinde değerlendirmek gerekir.
Kürt halkı binlerce yıldan beri özgürlüğünden yoksun bırakılmış, köleliğe mah-
Edip(Cafer Demirel) :
Özgürlük hareketi Amed Zindanında gelişen direnişle doğrultu kazanmış,
1984 Eruh eylemiyle büyük bir hamle
yapmış, Kürt halkının zihninde oluşmuş
ön yargıları parçalamıştır. Bunun sonucu
olarak hızla kitleselleşmiş, bir halk hareketi haline gelmiştir. Tabi bunda PKK’nin
özünde bulunan gençlik hareketi olmasının payı büyüktür. Bu gençlik özünün
daha örgütlü bir şekilde hareket etmesi
ve tarihi rolünü oynaması için 1987’de
YCK ismiyle örgütlenmeye başlamıştır.
YCK şehirlerde yarattığı örgütlenme ve
eylemlilikle mücadeleye önemli bir di-
kum edilmiş, mazlum, emekçi bir halktır.
Mevcut koşullarda ise düşman onu tarih
sahnesinden silmek için tüm yöntemlere
başvurmaktadır. Burada bir halkın kaderi
söz konusudur. Ya düşmanın bu olağanüstü uygulama ve çabaları sonucunda
yok oluşa gidecek ya da olağanüstü bir
karşı koyuşla, bir kahramanlıkla düşmanın uygulamaları boşa çıkartılarak halkın
kaderi tersine çevrilecektir. Tarih Amed
zindanlarında böyle bir ikilem dayatmıştır. Bu ikilemi var oluşa evrilten direniş
sayesinde otuz yılı aşan bir mücadele var
olmuştur. Eğer dağlarda binlerce gerilla
halen mücadele yürütüyor, sokaklarda,
meydanlarda milyonlar yürüyebiliyorsa
bu Ali Çiçek ve arkadaşlarının duruşundan kaynaklıdır. Ali Çiçek’i Özgürlük hareketinin kızıl yıldızı yapan yaşamının her
anında bir an bile terk etmediği devrimci
duruşu ve coşkulu yürüyüşüdür.
namizm katmıştır. YCK hem eylemlilik ve
örgütlülüğü hem de mücadelenin pek
çok alanına akan kadrolarıyla bir efsane
haline gelmiştir. YCK’de yer almış Şehit
Hogır, Şehit Erdal, Şehit Dılxwaz, Şehit Ali
İhsan ve daha ismini burada sayamadığımız yüzlerce öncü kadro Kürdistan’ın dört
bir yanında hem halk örgütlemesi hem
de gerilla örgütlemesinde, Kürdistan
özgürlük hareketinde önemli gelişmeler yaratmışlardır. YCK denilince pek çok
arkadaş akla gelir. Zorlandığımız temel
konu hangisini işlemek gerektiğiydi. Cafer Demirel arkadaş YCK’de kadrolaşmış
ve YCK’de öncü konumda mücadelesini
yürütürken şahadete ulaşmış bir arkadaş
olarak bu yazıda işleyeceğimiz arkadaştır.
Halen gençlik hareketi denilince, YCK denilince ilk akla gelen süreç 1990’lı yıllardır.
Ve İstanbul’dur. O dönemin YCK öncülerinden biri Cafer Demirel arkadaştır.
Mücadelenin Türkiye metropollerine
yansıması öncelikle öğrenci gençlikte
Bu gençlik özünün daha örgütlü bir şekilde hareket
etmesi ve tarihi rolünü oynaması için 1987’de YCK
ismiyle örgütlenmeye başlamıştır. YCK şehirlerde
yarattığı örgütlenme ve eylemlilikle mücadeleye
önemli bir dinamizm katmıştır. YCK hem eylemlilik ve
örgütlülüğü hem de mücadelenin pek çok alanına akan
kadrolarıyla bir efsane haline gelmiştir.
55
Sayı 60 2014
büyük bir yankıya dönüşmüştür. Kürdistanlı öğrenciler sömürgeci faşist rejimin
12 Eylül koşullarında oluşturduğu psikolojik ortamı gerilla savaşının da etkisiyle
kırma çabası içerisine girmiştir. Cafer arkadaş1987-8 yıllarında YCK çalışmalarına
girmiştir.
1990 Yılının kışı bitmek üzeredir. Birkaç
hafta sonra başlayacak Nusaybin-Cizre
serhıldanlarının, Kürdistan’da tarihin gidişatını değiştirecek gelişmelerin arifesidir.
Türkiye devrimci gençlik gruplarıyla ortak
hazırlanan bir forumda Yurtsever Gençlik
adına Cafer arkadaş konuşmuştur. İstanbul üniversitesi merkez kampüsünde,
iktisat ile siyasal bilgiler fakülteleri arasındaki meydanda soğuk havaya rağmen
400-500 civarında öğrenci toplandığı bir
meydanda Cafer Demirel (Edip) arkadaş Kürdistan’daki mücadeleyi anlatan,
gençliği aktif mücadeleye çağıran ve sol
grupların sosyal şoven anlayışlarından
dolayı mücadeleyi görmezden geldiğini
eleştiren bir konuşma yapar. Heyecanlı ve
ajitasyon yüklü bir konuşmadır. Kendine
güveniyle dikkatleri üzerinde toplamıştır.
Yurtsever öğrenci gençliğin örgütlenmesinde gizlilik kurallarına oldukça fazla
riayet edilirdi. O denli ki, sınıf arkadaşları
bile bazen birbirlerini farklı örgüt evlerinde görünce şaşırırlardı. Bu durum bir yönüyle çalışmanın ciddiyetini gösterirken,
diğer yandan çalışmanın kendi potansiyeline ulaşmasını engellemekte, hatta
bazen kendi adına eylemsellik geliştirmeyi olumsuz yönden etkilemektedir. Bu
durum gençlik içinde de tartışılmakta ve
aslında bir çıkış aranmaktadır. Çünkü oldukça profesyonel örgütlenmiş bir gençlik örgütü vardır. Kürdistan’daki gerilla
savaşı, serhıldan sürecinin başlaması bu
yönüyle gençliğin de artık örgütlü mücadelesini diğer grupların dışında ve kendi
inisiyatifi ile geliştirmesinin ortamını yaratmıştır. Bu anlamda 1990 Newrozu binleri aşan bir ögrenci topluluğuyla kutlanmıştır. Bu bir çeşit rüştünü ispat durumu
olmuştur.
1990 yılında Mahsum Korkmaz akademisine gitmiş bir devre eğitim gördükten
56
sonra 1991 baharında gençlik çalışmaları için İstanbul’a gelmiştir. Hem öğrenci
gençlik hareketinin örgütsel durumuna
hakimiyeti hem de öğrenci gençliğin karakterini iyi tanıdığı için kısa sürede aktif
bir şekilde çalışmalara katılmış, büyük gelişmelere öncülük etmiştir.
Cafer arkadaş öğrenci çalışmasına eğitim çalışmalarından başlamıştır. Gruplar
halinde, öğrencilere siyasi eğitim vermiş,
örgütsel sorunları tartışmış ve tüm üniversitelerin, hatta fakültelerin komitelerine varana dek tüm kadroları kapsayan
bir eğitim çalışması yürütmüştür. Bu eğitim çalışmaları ile örgütsel yapının daha
iyi çalışması ve genişlemesi sağlanmıştır.
Bununla birlikte yeni tarz gençlik eylemselliği gelişmiştir. Büyük gruplar halinde
yapılan sokak eylemliliklerinin yanında,
özellikle akşam ve geceleri koordineli eylemliliklerle aynı gece, aynı saatte bazen
yüz, bazen daha fazla noktada eylemlilikler geliştirilmiştir. İkişer-üçer kişilik eylem
gruplarıyla önceden belirlenen hedefler
vurulmakta ve aynı şekilde koordineli
bir şekilde geri çekilme sağlanmaktadır.
Hem eğitim hem de bu eylem tarzı Cafer
arkadaş tarafından geliştirilmiştir. Bununla gençliğin siyasal ve örgütsel bilincinin
gelişmesi sağlanmış, hem de gençlik eylemsel kılınmıştır. Cafer Demirel arkadaşın çalışmalarında görülen üçüncü özellik
de üniversite gençliği ile sınırlı kalmamasıdır. Pek çok alanda öğrencilerin sınıfsal
yapılarından kaynaklı üniversite öğrencileriyle sınırlı kalan YCK’nin tüm Kürdistan
gençliğinin örgütü kılan öncülüğü Cafer
arkadaş başarıyla yürütebilmiştir. Başta
lise gençliği olmak üzere, bazı mahallelerde ve işçi gençlik arasındaki örgütlenmeler, komiteleşmeler Cafer arkadaşla
başlamıştır. Metropollerdeki Kürdistan
gençliğini YCK’de örgütleyip, mücadeleye katma, gerillaya yoğun katılımların
sağlanması temel bir çalışma niteliğinde
olup bu konuda da oldukça başarı sağlanmıştır.
Eğitim ve eylem politikasını geliştirilmesi, gençlik çalışmasının temel ihtiyaçlarını tespit ettiğinin göstergesidir.
Gençlikte bilinç ve eylemsellik birbirini
besleyen durumlardır. Dolayısıyla Cafer
arkadaş dönem taktiğini gençlik örgütüne taşırma ve uygulamada büyük bir başarı sağlamıştır. Bunun bir sonucu olarak
YCK en çok bu dönemde büyümüş ve gelişmiştir. Bunda arkadaşın kişisel özelliklerinin de payı vardır. Sürekli güleryüzlü
olması ve her arkadaşla birebir ilgilenmesi tüm arkadaşlar üzerinde olumlu bir atmosferin oluşmasını sağlamıştır. YCK’nin
örgütsel disiplinini bozmadan potansiyeline ulaşmasını sağlaması için büyük bir
çaba içerisinde olmuştur. Bunda da ciddi
başarılar sağlamıştır. Öğrencilerin ‘korsan
gösteri’ dedikleri eylemlerin hem sayısı
artmış hem de bu gösterilere katılım ni-
men hiçbir kadın gençlik hareketi yoktur
hissi ve algısı yaratılmaya çalışılır. Oysaki
gençlik hareketlerinin her zaman önemli bir kısmı kadınlardan oluşur. Bu zihniyetin sonucu yaptığımız okumalarda
isim düzeyinde gençlik hareketlerinde
öncü olan kadın göremesek de bunun
erkek egemen tarih yazımının bir sonucu olduğunu biliyoruz. Ancak Kürt Özgürlük hareketi bu tarihi kabul etmemiş
buna karşı da mücadele etmiştir. Sakine
Cansız’la başlayan, Çiçek Selcan, Sultan
Yavuz, Bınevş Agal, Gülnaz Karataş, Sema
Yüce’yle devam edip, (Yerivan) Gülistan
Basutçu’ya, ve ismini sayamadığımız yüzlerce öncü kadronun, hem Kürdistan hem
Ortadoğu kadını hem de gençliğinin ör-
Sakine Cansız’la başlayan, Çiçek Selcan, Sultan
Yavuz, Bınevş Agal, Gülnaz Karataş, Sema Yüce’yle
devam edip, (Yerivan) Gülistan Basutçu’ya, ve
ismini sayamadığımız yüzlerce öncü kadronun, hem
Kürdistan hem Ortadoğu kadını hem de gençliğinin
örgütlenmesinde büyük katkıları olmuştur.
celik olarak artmıştır. Sadece söyleyen değil eylemleri bire bir yapan bir öncüdür O.
Kişiliğinde yarattığı eylemciliği tüm gençlik örgütüne hakim kılmayı başarmıştır.
İki arkadaşıyla birlikte Zeytinburnu’nda
gerçekleştirdikleri bir eylemden geri çekilirken takibetakılır. Polisle yaşanan temas
sonucu çıkan çatışmada yaralı olarak düşmanın eline geçer. Nasıl ki Cafer arkadaş
düşmanı tanıyorsa, düşman da onu biliyor, tanıyordur. İşkenceyle katledildiğinde 1992 Newroz’una birkaç gün vardır.
YCK bu değerli komutanını hiçbir zaman unutmamıştır.
Gülnaz Karataş(Beritan)
Erkek egemen tarih anlayışının sonucu
olarak tüm alanlarda olduğu gibi kadınların gençlik hareketlerindeki rolleri hiç
görülmek istenmez. Tarihte hemen he-
gütlenmesinde büyük katkıları olmuştur.
Sakine Beselerin isyancı geleneğini bugüne taşımıştır. BınevşAgal Cizre’de söndürülemeyen bir başkaldırı ateşi yakmış,
Beritan (Gülnaz Karataş) en zor koşullarda
bile nasıl yaşamalıyı çok net biçimde ortaya koymuştur. Yerivan (Gülistan Basutçu) canlı kalkan eyleminde halkın barış
isteminin fedai militanı olmayı bilmiştir.
Her biri gerek halk içinde yürüttükleri çalışmayla, gerekse de gerillada yürüttükleri çalışmalarla gençlik hareketinin gelişmesinde büyük katkıları olmuştur. Eğer
şimdi Kürdistan kadını Ortadoğu ve dünya kadın hareketine ilham kaynağı olacak
bir düzeye geldiyse ismini sayamadığımız
yüzlerce genç kadının emeğini görmek
önemlidir. Özgürlük hareketinin kırk yılının her anına büyük etkileri, katkıları olan
bu yoldaşlardan hangisini kaleme almak
57
Sayı 60 2014
bizim açımızdan gerçekten zordur. Önder
Apo’nunBeritan’ı özgürlük hareketinin
Jan Dark’ı olarak tanımladı. Pek çok çözümlemede yaşama katılımının her anını
değerlendirmiştir.
Beritan arkadaş İstanbul’da üniversite
öğrenimini görürken YCK ile tanışır ve
kısa sürede örgüte profesyonel olarak katılım kararı verir. Dersim kadınının boyun
eğmez özelliklerini yaşamının her anında
gururla taşıyan bir yapıya sahiptir Beritan
yoldaş. İstanbul’da gençlik çalışmalarında
bir süre kaldıktan sonra büyüyen gerilla
savaşına katılmak gerekiyordur. Beritan
yoldaş gereğini hiç tereddüte girmeden
yapmıştır. Bir an bile arkasına bakmadan
nişanlı olmasına rağmen, en büyük aşkın
halka ve yüce değerlere olan aşk olduğunu bilerek yürümüştür dağlara.
Gerillaya geldiğinde başarılı bir gerilla
olmanın dağ yaşamına adapte olmaktan,
kendini eğitmekten geçtiğini bilerek kendini her an eğiten bir militan olmuştur.
HevalBeritan, yoldaşlarıyla ilişkilerinden,
silahını tutuşuna kadar her anı özenle
örülmüş, yapılandırılmış bir militan kişiliktir. Dağda bir süre basın çalışmalarında
kaldıktan sonra Güney savaşı başlamıştır.
Özgürlük hareketini yok etmek için oligarşik devlet güçleriyle işbirlikçi feodal KDP
güçlerinin saldırılarına karşı Kürdistan
gerillası büyük bir direniş sergilemiştir. Bu
savaşta Beritan arkadaş takım komutanı
olarak görev yapmıştır. Osman şahsında
açığa çıkan teslimiyetçi yaklaşımın yaşandığı günlerde Beritan yoldaş yaşanan bir
çatışmada son mermisine kadar savaşmış
daha sonra silahını imha ederek kendini
uçurumdan atmıştır. Bu çizgi Kürt halkının yaşam felsefesi olmuştur. Önder Apo
bunu daha sonra şöyle formüle etmiştir.
“YA ÖZGÜR YAŞAM YA HİÇ!”
Beritan yoldaş bu felsefenin en kritik zamanda uygulayıcısı olmuştur ve böylelikle Beritan yoldaşdünyanın dört bir yanında egemen sistemin saldırıları karşısında
farklı bir yaşam arayışı olan milyonlarca
gence sönmeyen bir meşale olmuştur.
Emrah Bayer (Baz Mordem)
58
Baz arkadaş Kürdistan özgürlük hareketinde YCK’denKomaleyenCiwan örgütlenmesine geçiş sürecinde öncülük
yapmıştır. 1998’de okuduğu İstanbul Marmara Hukuk fakültesinde YCK ile tanışıp
kısa süre içerisinde aktif bir kadro olarak
çalışmalara katılmıştır. Romanya’da yapılan bir eğitim devresine katıldıktan sonra
daha büyük sorumluluklar üslenerek tekrar Türkiye çalışmalarına katılmıştır. Özgürlük hareketinin paradigma değişimiyle yaşadığı zorlanmaları gençlik hareketi
de yoğun bir şekilde yaşamıştır. Baz yoldaş, nasıl bir örgütlenme, nasıl bir eylem
konusunda yaşanılan arayışların ve denemelerin içinde gelişen bir örgütlenmenin
her zaman en önünde yürümüştür. Kürdistan gençlik hareketinin 2000 sonrasında yaptığı en büyük eylem olan Anadilde
eğitim kampanyasının fikrini ilk O ortaya
atmıştır. Tabi sadece fikri ortaya atmakla
kalmamış bu kampanyanın örgütlenmesinde en yoğun çaba harcayanlardan
biri olmuştur. Ki bu eylemin en etkili bir
şekilde örgütlendiği Marmara bölgesindeki üniversitelerin genel sorumlusu Baz
arkadaştır. Daha sonra sadece İstanbul ve
birkaç büyük üniversitede örgütlü olan
üniversite gençlik örgütünün Kars’tan,
Siirt’e, Trabzon’a, Edirne’ye pek çok yerde örgütlenme hamlesinin başlatıcılarındandır. 2002-2003 yılında Kürdistan bölge sorumlusu olarak çalışma yürüttüğü
dönemde Amed’de örgütlediği 15 Şubat’ı
protesto eylemleriyleAmed’de bir sinerji yaratmıştır. Üniversite gençliğinin bir
kenti harekete geçirebilme potansiyeli en
iyi o eylem süreciyle görülebilmiştir. Aynı
süreçte Dicle Üniversitesinin başlattığı ve
Türkiye’nin pek çok üniversitesine yayılan(56 üniversiteye yayılmıştır) “ üniversitemi istiyorum” adlı kampanyanın koordinesidir. Bu kampanya hem üniversitelerin
demokratikleşmesi, yök’ün kaldırılması
ve anadilde eğitimde üniversite öğrencilerinin ısrarını gösteren bir eylemdir.
Bölgede yaşanan gelişmeler, tüm Kürdistan ve Ortadoğu’ya öncülük edecek bir
gençlik hareketinin geliştirmesi ihtiyacını
doğmuştur. Tüm Kürdistan’daki gençlik
hareketlerini bütünleştirecek, Kürdistan
gençliğini birlikte hareket etmeye yöneltecek hareket olma iddiasıyla TECAK ismiyle yani Kürdistan özgür gençlik hareketi olarak örgütlenmiş daha sonra yaptığı
ikinci Kongreyle Komeleyen Ciwan’a dönüşmüştür. Baz yoldaş YCK’den TECAK’a,
TECAK’tan KomaleyenCiwan’a Kürdistan
gençlik hareketinin gelişiminde önemli bir yeri vardır. Özgürlük hareketinin iç
tasfiyeyi yaşadığı süreçte gençlik hareketi de bu tasfiyecilikten etkilenmiş ancak Baz yoldaş Önderlik çizgisinde yürümekte ısrarlı olmuştur. Bu tasfiyecilerin
alanlardaki etkisini yok etmek için Kuzey
Kürdistan’da başlatılan “Önderlik Siyasi
irademdir” kampanyasının başlaması ve
gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
Gençlik hareketindeki çalışma temposu
ve tarzından dolayı KCK yürütme konseyi
üyeliğine seçilmiş, bu görevi de başarıyla
yürütmüştür. Gençlik hareketinin toplumun öz savunma gücü olarak örgütlenmesinde, serhıldanların geliştirilmesinde
büyük çaba harcamıştır. Sekiz yıl süren
gençlik örgütü çalışmaları ardından 2006
yılının son baharında HPG’ye katılmış,
gençlik hareketinde kazandığı örgütsel
birikim ve dinamizmi HPG’ye taşırmasını
bilmiştir. Mahsum Korkmaz Akademisinin eğitim devresine kurul olarak katıldıktan sonra Botan alanına geçmiştir. Yıllarca Botan sahasının Haftanin, Hakkari,
Başkale alanlarında halkın savunma gücü
olarak gerillanın örgütlenmesinde yer almıştır.
Baz yoldaş on yıla büyük başarılar sığdırmış bir gençlik hareketi önderidir. On
yıl gibi bir süreye Kuzey Kürdistan üniversite gençliğinin örgütlenmesinden,
tüm Kürdistan’daki gençlik hareketlerinin
örgütlenmesi çalışmalarında öncü düzeyde sorumluluklar üslenmiştir. Büyük
başarılar elde etmiştir. Sürecin gerillaya
katılımı gerektirdiği anda HPG’ye geçmiş,
Kürdistan’ın en büyük gençlik örgütü
olan HPG’ye katılmış, hiç bitmeyen enerjisiyle üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmiştir. Baz yoldaş bulunduğu her
alanda yeni kadro katılımı ve eğitimini te-
mel bir çalışma olarak ele almıştır. Gençliğin örgütle güçleneceği, özgürleşeceğini,
örgütü büyütmenin gençliği daha fazla
eğitmekten ve örgüte katmaktan geçtiğinin bilinciyle var gücüyle çalışmıştır.
Sonuç:
Egemen tarih yazımının bir sonucu
olarak insanlık tarihinde önemli katkıları
olmuş pek çok öncünün ismi yoktur. Bu
yazımızda en zorlandığımız şey bu tarih yazımının yarattığı sonuçlardı. Bir de
yazımızın sınırları olduğundan kaynaklı
pek çok gençlik önderini işleyemedik. Bu
konu bir yazıyla ancak ana hatlarıyla yazılabilirdi. Her bir genç önderin onca kitabı,
onlar üzerine yazılmış onca kitap varken
kısa bir yazıyla bunları işlemek gerçekten
çok zordur. Deniz Gezmiş, Orhan Yılmazkaya, Haki(Senar Mete), Hüseyin Çelebi
ve daha ismini burada yazamadığımız
yüzlerce kahramanın yaşamı topluma
mal edilmek, anıları ve umutları yaşatılmak zorundadır. Bu bizlerin temel görevidir.
Sonuç olarak şu söylenebilir. Egemenlerin tüm hakikat çarpıtmaları, gizlemelerine karşı hakikat arayışında genç önderler
insanlık için büyük bir miras bırakmışlardır. Gençlik toplumun ümididir denir.
Eğer toplum varlığını koruyor ve demokrasi mücadelesi sürüyorsa gençliğin bu
özünden kaynaklıdır. Ancak tarihsiz bir
ümit kalıcı ve somut olamaz. Topluma
ümit olabilmek tarihini bilmekten geçer.
İşte bu yazı bu tarih bilme çalışmasına bir
damla bile olsa katkı sunmak için yazıldı.
***
(1) Aktaran (Che ve yeni devrimci insan yazısında – VuTrung My)
(2)Aktaran (Che ve yeni devrimci insan yazısında – VuTrung My)
(3) Bianet(Bağımsız iletişim-haber
sitesi) - Açlık Grevi: İrlanda Deneyimi Çeviri: Başak Can, Samet Çamoğlu
59
Sayı 60 2014
DÜNDEN BUGÜNE KÜRT GENÇLİĞİNİN
SOSYOLOJİK İNCELENİŞİ
Kürdistan’da gençliğin sosyolojik incelenişini ele alırken tarihe inmemiz gerekmektedir. Tarihte olup bitenlerin ışığında
gençliğin oynadığı rolü daha iyi görebiliriz. Bu bağlamda Kürdistan gençliğinin
de sosyolojisini inceleyebiliriz. Özcesi bizler elimizde var olan veriler temelinde bu
hususu ele almaya çalışacağız.
“Sosyoloji kavramı, Yunanca “bilgi”, “bilim” anlamına gelen “logy” deyimi ile Latincede genel anlamda insanı işaret eden üye,
arkadaş ya da dost anlamındaki “socius”
kelimesinden gelen “socio” deyiminin birleştirilmesiyle oluşturulmuş olup toplumbilimi anlamında” kullanılmaktadır. Yine:
“Sosyoloji (toplumbilim); tarih, coğrafya,
psikoloji, siyaset, antropoloji, ekonomi gibi
sosyal bilimlerden biridir. Sosyolojinin alanı
en genel anlamıyla toplumdur. Yani; genelde insan topluluklarının tabiatını ve sosyal
davranış özelliğini inceleyen, tanımlamaya
ve açıklamaya çalışan bir bilim dalı olarak
kabul edilmektedir. İnsan topluluklarının
zaman ve mekân içindeki oluşumu, değişimleri, gelişen sosyal kurumlaşmalar, örf
ve adetler, insan guruplarının ilişki ve etkileşimleri, sosyal tutum ve davranışları ve
buna benzer nitelikte olan tüm sosyal özellik ve yapılaşmalar sosyolojinin ilgi alanını
oluşturur. Bu bağlamda; sosyoloji, toplumu
bilimsel olarak açıklayan ve onun anlaşılmasını sağlayan bir bilimdir. İnsanlar ta-
60
rih boyunca çevrelerinde meydana gelen
olayları ve bunların nedenlerini, nasıl oluştuklarını anlamaya çalışmışlardır. İçinde
yaşadığımız toplumu, toplumsal grupları,
kurumları ve ilişkileri bilimsel olarak anlayıp açıklamak için sosyoloji ilminden yararlanılmaktadır.”
Sosyoloji kavramını ilk kullanan kişi August Comte olsa da toplumsal sahaya en
etkili uygulayan kişiler Engels ve Mark’ın
tarihsel diyalektik materyalizmle gerçekleştirmişlerdir. Birçok bilimci ise sosyoloji
ilmini 1300’lerin ortalarında yaşamış olan
İbni Haldun’a kadar götürmektedirler.
Zaman içerisinde özelde August
Comte’nin öncülüğünde geliştirilmiş olan
sosyolojiye pozitivist sosyoloji denilmiştir. Pozitivist sosyoloji esasta sadece verilere dayanan ya da dayandırılan sosyoloji
olduğu için aşırı maddeci bir yaklaşım
sergilediği için kaba materyalist olarakta
ifade edilmiştir. Bu yaklaşıma göre insanın ya da toplumların üzerinde etki eden
ruhsal saha yok sayılmaktadır. Metafizik
bu sosyolojide bir yer tutmamaktadır.
Çünkü esas aldıkları tabiatta var olan fizik, kimya, matematik gibi verilere dayalı
olan ilimler olduğu için elle, gözle, duyularla ölçülemeyen gerçekler göz ardı edilmişlerdir. Mark ve Engels tümden böyle
yaklaşmasalar bile esasta onların da vardıkları yer bu gerçekliktir.
Bu sosyolojiye göre yola çıkmış olsak
Kürdistan’da olup bitenlere anlam vermemiz çok zor olacaktır. Çünkü Kürdistan tarihinin üstü betonlanmıştır. Boşuna
80 yıl önce Ağrı Direnişi ardından TC’nin
sözde demokratik gazetelerinde boy boy:
“Muhayyel Kürdistan burada meftundur”
denilmemiştir. Yerin birkaç katı altında
meftun olan bir Kürdistan esasta olmayan
ve asla olmayacak olan bir Kürdistan’dır.
Yani öyle bir gerçeklik yok demektir. Kaldı
ki bu tarihten sonra da Kürt ve Kürdistan
gerçekliğinin üstünün nasıl fiziki ve kültürel soykırımlarla örtündüğünü bu işle az
çok ilgisi olan bilir. Özcesi, Kürdistan gerçekliği pozitivist sosyolojiye göre yoktur.
Unutulmamalıdır ki Kürdistan’da yazılı
belgeler çok sınırlıdır. Var olan yazılı belgelerinse, bugün itibariyle hepsini kullanabilmekten mahrumuz. Nedeni ise
açıktır: Kürdistan yaklaşık yüz yıldır parçalanmış bir haldedir. İlk parçalanış ise
yaklaşık 400 yıl öncesine kadar uzanıyor.
Yine çok uzun tarihi bir süreçten bu yana
Kürdistan’ın sürekli işgali ve talanı da bu
nedenleri kapsıyor.
Başkan Apo bu gerçekliğe: “Tarihsel ve
sosyolojik kavramlarla Kürtlük değişik
yöntemlerle izah edilmeye, kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Akademisyenlerin
uğraşısı daha çok bu yönlüdür. İdeolojik temelli yaklaşımlar daha fazla kurtuluşçu idealler taşımalarının yanı sıra,
hakikat olarak ifadeleşmeye de önemli
katkılarda bulunuyorlar.”
Başka bir yerde ise Başkan Apo: “Tarih ve sosyoloji biliminin halen en zayıf
yanı, kültür ve uygarlık arasındaki ilişkinin teorik ve pratik yönlerini yeterince
çözümleyememesidir… Tarih ve sosyoloji sadece analitik yöntemlerle bilimselleştirilemez. Tarihte nasıl olmuşsa
öyle anlaşılmadıkça tarih, toplum nasıl
ise öyle kavranmadıkça sosyoloji bilimselleştirilemez” demektedir.
Daha çarpıcı bir tanımlamayı ise Başkan Apo: “Toplumu güncel gerçekliği
içinde ele alan analizler karşısında çok
dikkatli olmak gerekir. Kapitalist modernite sosyolojisi, toplumsal gerçekliği
‘şimdiki an’a boğar. Toplumun tarihle,
geçmişle bağını çok acımasızca, aynı
zamanda bilimsellik adı altında büyük
bir yalan, saptırma ve maskelemeyle
keser” demektedir.
Kürdistan’da sağlıklı sosyolojik tespitler
yapılmak isteniyorsa önce tarihe inilmelidir. Bu bağlamda Kürdistan tarihinde
esasta bu sorunu görmek için öncelikli
olarak toplumsal problemin ortaya çıkışından bugüne alıp gelmek gerekiyor.
Bilebildiğimiz ilk müdahale Kürdistan
coğrafyasına Gılgameş yani Sümer öncesi sürece kadar gidebiliyor. Tarihte Enkidu
hikayesi esasta Kürdistan’a ilk müdahaleyle birlikte sosyal yapıdaki parçalanış başlıyor. Bizler biliyoruz ki bu müdahaleye ya
da müdahalelerle Kürdistan’da Ari kökenli ve kültürlü olan bu coğrafyanın insanları çok sert direnişlerle cevaplar veriyorlar.
Verilen cevaplar; klan, kabile, aşiret, aşiret
konfederasyonlarıyla geliştiriliyor. Bu direniş sürecinin oldukça büyük bir zaman
dilimini aldığını da bizlere tarih, yazılısözlü olarak veriyor. Direniş ve müdahale
iç içe Kürdistan’da neredeyse tamamen
bir toplumsal gerçeklik olarak bu toplumda her yetişen insanın genlerine işliyor.
Tarihte bu ikileme; kahramanlık ve ihanet
ya da işbirlikçi ikilem deniliyor. Bir yandan
dıştan gelen müdahalelere karşı çok sert
bir direniş ki biz buna tarihten süzülüp
gelen kahramanlık diyoruz, diğer yandan
ise toplumsal daha doğrusu toplumun
üst sınıflarınca işgale gelenlerin yanında,
yanına geçerek, onlarla birlikte teslimiyeti ve işgali meşrulaştıran egemenlerin
ihaneti ve işbirlikçiliği yaşanıyor.
Bu bağlamda Kürdistan tarihi bu iki
karakteriyle her zaman iç içe geçerek
bugünlere gelebilmiştir. Örneğin M.Ö
1400’lerde Mitannilerde Tuşratta’nın
oğlu olan Matizawa’nın Hititlerin yanına
geçerek Mitannilerin parçalanmasına
yol açan ihaneti biliniyor. Ve tabii M.Ö
550’lerde Med İmparatorluğuna karşı
Perslerle işbirliğine giren Harpagos’un
ihanetiyle yıkılan bir Med İmparatorluğu
da biliniyor. Dahası M.Ö 521-522 yıllarında Perslerin egemenlerince boydan boya
61
Sayı 60 2014
Kürt mağları, aydın beyinleri, gelişmeye
açık genç aydın zihinlerin katledilişleri de
biliniyor. Tarih bu Mag kıyımına Magamoni diyor. Bir nevi Kürtlerin zihinsel olarak
tarihten sökülüp atılması oluyor…
Benzer bir kıyımı ancak bu kez salt fiziki
olarak değil –tabi onu da içeren kıyımınİskender’in M.Ö 330’larda Persepolis’i
yakıp yıkmasıyla birlikte Ortadoğu’ya ve
özelde de Kürdistan coğrafyasına hakim
olan Helenizmle yaşıyoruz. Bu kıyımlar
esasta sürüp gidiyor.
Belki de tarih Pers Magomonisi kadar
etkili olan bir soykırım ise İslam’ı kendisine kalkan yapan Arap egemenlerinin
Kürdistan’ı işgalleri ifade ediyor. Arap
egemenleri sadece İslam’ı Kürdistan’a
getirmiyorlar. Bilakis kendi gerçekliğine
karşı derin saldırı kültürünü de getiriyorlar. Öyle ki kendi özüne yabancılaşmayı
marifet bilen bir Kürt üst sınıfın oluşarak
bugüne kadar gelmesi belki de bu gerçeklikle bağlantılıdır. Arapça isimlendirmeler, Arapça konuşmalar, Arap tarzında
giyimler, Arap tarzında folklorik şekilleniş
derken Araplaşan bir zihin ve beyin. Bunların yapılması ya da yaşanması belki bir
yere kadar kültürlerin iç içe geçmesi olarak anlaşılırdır. Lakin bizler biliyoruz ki
yaşanan bu değildir, yaşanan tamamen
başka bir kültürün yani Kürt kültürünün
tahrip edilmesi, yasaklanması, horlanması ve giderek kendinden uzaklaştırılıp
yabancılaşmadır. Böyle olunca yaşanmış
olanın ne kadar tahrip edildiği açıktır.
Çok sonraları bu ilmiklere başka
ilmiklerde eklenecektir. Örneğin M. S.
1000 yıllarında gelişen feodal beyliklerde bu Arap kültürünün etkilerini bariz bir
şekilde görebiliriz. Her beylik neredeyse
istisnasız kendini “ibn, bin” ile yani Arapça “oğul” ile tanımlamaya çalışacaktır. Bad
Bin Dostik gibi. Yani Dostik’in oğlu Bad.
Belirttiğimiz gibi bu durumu neredeyse
gelişecek her yeni bir kurumsallaşma içinde görebiliyoruz. Yine benzer bir hattı bu
kez M.S. 1500’lerde Safevi ve Osmanlılar
arasında sıkışan Kürt beyliklerinde görüyoruz. En bariz bir şekilde ise İdris i Bitlis’i
ismindeki çeşitli saraylarda daha önce
62
katip olarak çalışan ismi görüyoruz. Öyle
ki bu tarihi kesit aslında zihinsel olarak
Arap egemenlerince Kürt egemenlerinin
ne kadar derinliğine etkilendiklerini bize
gösteriyor. Ve tabii değişen sadece bağlılık yani sadakat gösterilen kurumdur.
Daha önce Araplar iken bu kez Osmanlılardır. Ve bizler Osmanlılara neredeyse
göbekten bağlanmayı bu kez 19. yy’da
boya boya yaşanan isyan, direnişlerden
görüyoruz. Ve bu direnişler 20. yy’ın başlarına geldiğimizde yine kesintisiz sürecektir.
Özcesi; dünyanın çeşitli yerlerinde
yaşanan
tarihler
bilinmektedir.
Kürdistan yüz yıllarca hep baskı altında
tutulmasından özelde de son yüz yıl
boyunca yoğun bir fiziki ve kültürel
soykırıma tabi tutulduğu için az olan tarihi
verileri de silinip yakılmıştır. Yakılmayanlar
ise saklanmıştır, gizlenmiştir. Arşivlerin
üstü adeta betonlanmıştır.
Evet, bunun için Kürdistan tarihinin derinlerine inerek gençliğin sosyolojik gelişimini verilere dayandırarak yazmak zordur. Hatta yer yer imkansızdır. Gençliğin
sosyolojisini Kürdistan’da somut verilerle
verebilmek için öncelikli olarak sözlü destanların dilini bir bir çözmek gerekiyor.
Dilini çözmek demek yorumlamak demektir. Böyle bir çalışma şimdilik ortada
duruyor. Tarihçiler, dil bilimciler, sosyal
bilimciler ve belki de edebiyatçılar bu işe
bir gün el atarlar. Ancak kendi geçmişini
araştıran ve araştırarak kendisi için sonuçlar çıkarmak isteyen gençliğin öncelikli
olarak böyle bir çalışmaya başvurması ya
da başlaması çok anlamlı olabilir.
Başkan Apo bu gerçekliği çok çarpıcı bir şekilde şöyle dile getirmektedir:
“Toplumsal problemin tanımını nasıl
yapmalı sorusu düşündürücüdür. Bazı
düşünceler toplumsal fakirliği, bazıları devletsizliği, diğer bir kısmı askeri
zayıflığı, başkaları politik sistem yanlışlıklarını, kimileri ekonomiyi, ahlaki
düşkünlüğü problem sayarlar. Belki de
problem sayılmadık tek bir toplumsal
alan bulunmaz. Tüm bu görüşlerde doğru yanlar olabilir. Ama problemin özü-
nü yansıtmaktan uzaktırlar. Toplumsal
problemi, toplumun temel dinamiğini
çiğnemek olarak sunmak bana daha
anlamlı gelmektedir” diye tanımlamaktadır.
Kürdistan’da Direnişler ve Gençlik
Biz Kürdistan tarihinin derinliklerine
gitmeyeceğiz. Çünkü dediğimiz gibi ellimizde veriler sınırlıdır. Var olan sınırlı
bilgiler üzerinde Kürdistan’da gençliğin
sosyolojisine dönük birkaç şey söylemek
istiyoruz.
Tarihte Kürdistan gençliğinin sosyolojik
durumu üzerine dururken öncelikli olarak
unutmamalıyız ki 18’ci yüz yıl Kürt’ler için
boydan boya direniş ve isyanlar demekti.
Bu direniş ve isyanlarda on binlerce insa-
belki de 1800’lerde yaşananlar etkide
bulunmuş olabilirler. Çünkü Kürtlerin
toplumsal yapısı en çokta bu yüz yılda
değişime uğramıştır. 1800’lerin başında
Kürdistan’da yaşanan toplumsal gerçeklik
daha çok kabile ve aşiretsel yapı gerçekliğidir.
Başkan Apo aşiret kültürü için: “Aşiret
kültürünü sosyolojide tanımlandığı gibi
kan bağına dayalı bir kültür olarak değil, uygarlığa karşı direnişin belirlediği
bir varoluş tarzı ve özgür yaşam kültürü olarak tanımlamak daha doğrudur.
Kürtlerde aşiret kültürünün çok güçlü
olmasında, tüm uygarlık tarihi boyunca
hep direniş konumunda varlığını koruma ve özgür yaşam iradesi rol oynamıştır” demektedir.
Aşiret kültürünü sosyolojide tanımlandığı gibi kan bağına
dayalı bir kültür olarak değil, uygarlığa karşı direnişin
belirlediği bir varoluş tarzı ve özgür yaşam kültürü
olarak tanımlamak daha doğrudur.
nımız yaşamını yitirmiştir. Yaşamlarını yitirenlerin ağırlıklı olarak gençlerden oluştuğunu bilmekteyiz. Düşman güçlerine
direnişin ön cephelerinde ölümü kahramanca göğüsleyenlerin genç yürekler olduğu da kesindir.
Tam yüz yıl süren direniş ve isyanlar
tamamen yenilgilerle sonuçlanmışlardır.
19. yy.ın sonlarına geldiğimizde direniş
ve isyanlarda yenilenlerin evlatlarının birçoğunu İstanbul’a yani Babıali’ye getireceklerdir. Direnişler ve isyanlar bastırılmış
olsalar bile her zaman tehlike arz ederler.
Çünkü genç yürekler kolay kolay baskıya-zora, tahakküme gelmezler. Bu ise her
zaman egemenler ve jerontokratlar için
tehlike demektir. Bunun için bu gençliği
denetime almaları gerekir.
“Kürtler aniden parlayan atılgan insanlardır ve yaptıklarının sonucunu pek düşünmezler” demektedir İngiliz seyyah
Hamilton. Bunun altında elbette tarihte
yaşananlar yatmaktadır. Ancak en çok
Kürdistan’da o yüz yılda yaşanmış olanları anlamak için yapılan katliamlara bakmak yeterli olacaktır. Bizler Babanların,
Rewanduzluların, Bedirxanlıların derken
Übeydullahlara karşı yapılanları az çok
biliyoruz. Halbuki bunların arasında ne
kadar da çok katliam ve soykırımlar vardır
ki halen bilmiyoruz.
Garzan seferi için Moltke kitabının bir
paragrafında: “19. Piyade alayı, iki hassa
süvari alayı, birkaç yüz sipahi, yüzlerle başıbozuk ve üç topla yani hepsi birden 3000
kişi ile yola çıkılmıştır” dedikten sonra bu
sefere Şirvan Beyi olan Mut Paşa’nın da bu
saldırıda yerini aldığını eklemektedir. İhanet böyle yeniden yeniden tekrarlanarak
yaşanmaktadır. Aynı seferde: “Oraya ganimetleri ve esirleri getiriyorlardı. Kanlı yaralar içinde erkekler ve kadınlar memedekilerinden itibaren her yaşta çocuklar, kesik
başlar ve kulaklar. Bunların hepsini getiren
50-100 kuruşluk bir bahşişle ödüllendiriliyordu” diyerek gerçekleştirilen katliam-
63
Sayı 60 2014
ların düzeyini gözler önüne sermektedir.
Bu katliama benzer birçok katliamı Moltke sıralamaktadır. Temmuz ayında yapılan başka bir saldırıda: “Yukarıya varınca
gözü dönmüş olan askerler karşı koyan kim
varsa vurup kırdılar. 400-500 Kürt öldürülmüştü. Elli kadar kadın götürülmek istenirken kabarmış olan dağ deresinde boğuldu”
demektedir. Unutulmasın ki katledilenler
köylülerdir. Sıradan Kürt köylerine karşı Osmanlılar büyük bir plan dahilinde
saldırılar yürütmektedirler. Kürtlerin bu
saldırılara karşı yaptıkları ise sadece ve
sadece direnmektir. Katliamların dozajı
o kadar yüksektir ki Prusyalı asker yer yer
bu katliamlara katılmadığı için mutlu olduğunu belirtme gereği duymuştur.
Evet, böyle katliamlar ve soykırımlar
ardından Kürdistan boydan boya
dediğimiz gibi işgal edilerek var olan
tarihi gerçeklik alt üst edilmiştir. Biliyoruz
ki Kürdistan’da bu yüz yılda aşiret kültürü oldukça büyük dejenerasyona
uğratılmıştır. Önce Mirlik Kurumu tasfiye
edilmiş, bunun yerine Kürdistan’da bela
haline gelen Ağalık Kurumu, Nakşibendilik Tarikatı derken İngilizlerin böl parçala ve yönet siyasetiyle de Kürt’ler bu
coğrafyada başka halklarla karşı karşıya
getirilerek enerjileri büyük oranda içe
çevrilmiştir. Hamidiye Alayları diye bilinen kurumun özünde hem kendi içyapısına, hem de başka halkların başına bela
haline getirilmiş olduğu gibi kendi tarihi
kültüründe de adım adım kopma anlamına geldiği kesindir. Tarih böyle bu yüzyılda seyrederken birde Aşiret Mektepleri
diye bilinen halkların genç beyinlerini öz
kültüründe koparma merkezlerine giriş
yapıldığını da ekleyelim.
4 Ekim 1892 tarihinde, Aşiret Mektepleri resmi olarak açılır. Bir yazar: “Aşiret
Mektebi’nin Arap aşiretlerinin çocukları
için açıldığı sıkça vurgulanmıştır. Zaten
mektebin hazırlanmış olan ilk nizamnamesinin birinci maddesinde de “Aşiret-i Urban
etfalinin talim ve terbiyesine mahsus olmak üzere” şeklindeki ifadenin bulunması,
mektebin açılmasındaki asıl hedefin Arap
aşiretleri olduğunu bize göstermektedir.
64
Diyarbakır dışında, Kürt coğrafyasında bulunan aşiretler bu mektebin kapsamı içerisine alınmamıştır” dese de; biz bizatihi
Nuri Dersimi’nin hatıralarından biliyoruz
ki, Kürtlerin önde gelenlerinin çocukları
ve gençleri bu okullarda okutulmuşlardır.
Hem de Hamidiye Alaylarında yer alan,
komutanlık yapan birçok Kürt ileri geleni
adeta dayatarak çocuklarını başlangıçta
bu yeni açılan mekteplere göndermek
istemişlerdir. Nitekim süreçle çok sayıda
böyle Kürt eliti, çocuklarını bu okullara
göndermişlerdir.
Eğme/Eğitme Merkezleri; Aşiret
Mektepleri
Aşiret Mektepleri’nde hocalık yapmış
olan Selim Sırrı Tarcan anılarında: “Kısmetimde Aşiret mektebinde hocalık yapmak
da varmış! Bu okul (…) tahsil yurdundan
ziyade ıslahhane idi. Ekseriya isyan halinde bulunan, derebeylik hayatının çerçevesi içinde yaşayan Arap, Kürt, Dürzi aşiret
beylerinin çocukları güya burada terbiye
görecek ve medenileşeceklerdi. On sekiz ile
yirmi beş yaşları arasında bulunan bu delikanlılara Teğmen rütbesi verilmiş ve göz
boyamak için de ‘Yaveranı hazreti şehriyari’
sınıfına dahil edilmişlerdi. Kabataş’ta, Çifte
Konaklar’da bulunan Aşiret Mektebi aşiret
hayatının devamından başka bir şey değildi. Talimatname, duvarda asılı kalmıştı!
O kadar ki, bir gün dövüş sırasında öğretmenlerden biri bile ölmüştü! İşte Müşir Zeki
Paşa beni böyle bir tahsil ve terbiye müessesesine (!) mürebbi yapmıştı. Hiç unutmam, Müdür Kolağası Kamil Bey’in ilk sözü:
‘Oğlum, bunlar aşiret değil haşerat!’ demek
olmuştu.’ Okul müdürünüzün size haşerat
diye baktığı bir okulda, (ıslahhane mi demeliydim?) kardeşliği öğrenme şansınız
var mıdır? Kök ve gövde olma ayrıcalığını
kendisine saklayıp size dal ve yaprak olma
eşitliğini önerenlere siz güvenir miydiniz?
Görünen o ki, Aşiret Mektebi’nin Arnavut,
Arap ve Kürt öğrencileri güvenmemeyi tercih ettiler” diye yazmıştır.
Evet, Osmanlı gelecekte kendileri için
tehlikeli olabilecek gençleri fethetmek
için İstanbul’a çekecektir. Burada eğitme-
ye çalışacaktır. Yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi Nuri Dersimi onlardan bir tanesidir.
Genel bir doğru olarak şunu peşinen
söylemek gerekiyor. Kendi kültürüyle buluşmayan kişiler, toplulukların kesinlikle
kendilerine hayrı olmazlar. Kendi kültürüyle kendisiyle sağlıklı buluşamamış
kişilikler, topluluklar başka halklarla da
sağlıklı ilişki kuramazlar. Kendi topraklarından uzak bir birey kesinlikle kendi
köklerinden koparılmıştır. Kendi köklerinden koparılmış bir birey esasta kendi
içerisinde parçalanmıştır. Parçalanmış
kişilik nedir? Duygusallıktır, tepkiselliktir,
küçüklük kompleksidir, sistemleşemeyen
genç bu okullarda aldıkları eğitimle kendi
ülke gerçekliğini görerek Kürtlüğe adım
atacaklardır. Buralarda tüm asimile ve entegrasyon çabalarına rağmen kendi ülkesi için bir şeyler çıkarmaya çalışacaklardır.
1900 yılının ilk yıllarında az da olsa esen
demokrasi ya da kendi olma rüzgarını
Kürtlerde fırsat bilerek onlarca dernekler
kuracaklardır. Bu derneklerin birçoğuna
öncülük edecek olanların başını gençler
daha doğrusu aydın gençler çekecektir.
Bu derneklerden gençlerin çok aktif içlerinde yer aldıkları: Cıvata Talebeyi Kurda
(Hevi) derneğidir.
Genel bir doğru olarak şunu peşinen söylemek
gerekiyor. Kendi kültürüyle buluşmayan kişiler,
toplulukların kesinlikle kendilerine hayrı olmazlar. Kendi
kültürüyle kendisiyle sağlıklı buluşamamış kişilikler,
topluluklar başka halklarla da sağlıklı ilişki kuramazlar.
Kendi topraklarından uzak bir birey kesinlikle kendi
köklerinden koparılmıştır.
bir kişiliktir ve farklı farklı hastalıkların yaşanması demektir. Böyle bir bireyin başka
kültürlerle buluşması, topluma sağlıklı
katılması mümkün müdür? Sen istediğin
kadar başka kültürler içerisinde yaşa ve
başka kültürleri özümsediğini söyle, ortaya çıkacak şey sadece bir yapmacıklıktır.
Suni bir ilişkidir. Başka kültürü özümseyebilmek için bile bireyin kişiliğinin sağlam
bir yapıya oturabilmesi gerekiyor.
Böyle olduğu için zaten birçok genç
ayak uyduramayarak bu okullardan ayrılacaktır. Ancak kimisi ise bu okullarda
Osmanlının çok iyi birer memuru ve devlet adamı olacaktır. Örneğin daha sonra
Türkiye’nin sözde saygın tarihçilerinden
olacak olanlardan bir tanesi Baban ailesinden olup da daha sonraları Türkiye
cumhuriyeti devletinde Anayasa Prof.
olacak olan Babanzade İ. Hakkı’dır!
Yine bir kesim genç ise ne böyle erkenden tepki duyarak geri çekilecek ne
de Osmanlının adamı olacaktır. Bir kısım
Kürt Gençliğinde Dernek ve Cemiyetler
Cıvata Talebeyi Kurda (Hevi) 1912’de
İstanbul’da kurulur. Kurucuları Zınar Silopi, Ömer Cemil, Van Milletvekili Cemil
Beyin oğlu Fuat Temo, Memduh Selim
Bey’dir.
O yıllarda bu gençlik derneği üç tane
farklı isimlerde, farklı içeriklerde ve farklı
dillerde dergi çıkartacaklardır.
Örneğin bu cemiyetin yayın organının
adı Yekbun’dur. Yine Hatewi Kurd yani
Kürtlerin Geleceği diye başka bir dergileri
de vardır. Bu dergi hem Kurmanci, hem
Soranice, hem de Türkçe yayın yapar. Yine
cemiyetin Kurd Teavun ve Terakki diye bir
de gazeteleri vardır.
Süleymaniyeli Abdülkerim Bey, 1913’te
bu cemiyet bünyesinde Roja Kurd ve
yarı Türkçe olan Jin dergisini çıkartır. Jin
dergisinin Türkçe bölümüne yazanlar ise
Anayasa Prof. Babanzade İ. Hakkı, Vanlı
Memduh Selim, Bitlisli Ziya Bey’dir.
65
Sayı 60 2014
Dikkat edelim sözünü ettiğimiz çalışmalar yüz yıl önce olan çalışmalardır. Yukarıda ismi geçen Kürt genç aydınlarının
birçoğu ileri de gelişecek olan direniş süreçlerine de katılacaklardır.
Örneğin bir Nuri Dersimi, Koçgiri’de
Kürdistan Teali Cemiyeti’nin (Kürdistan
Yükselme Derneği), şubesini kuranlar
arasında yerini alacaktır. Kurulan toplam
19 şubesinin de öncülüğünü genelde
aydın gençler yapacaklardır.
1920’lerden sonra gelişen direnişlerin
çoğuna yine gençler damgalarını vuracaklardır.
Cibranlı Xalıt, Azadi örgütünün kurucu
önderlerindendir. Daha önce Hamidiye
Alaylarında komutanlık yapmış bir kişidir
de aynı zamanda.
Aydın gençliğin Kürdistan tarihinde
sorunların çözümü için Taşnak Cemiyeti ile de ilişki kurar, ABD, İtalya, İngiltere,
Fransa yetkililerine mektuplar gönderir.
Süreyya Bedirxan’ın, Xoybûn temsilcisi
olarak ABD’ye bir ziyarette bulunduğu
söylenir. Xoybûn, tüm Kürtlerin ulusal birliğini hedefler. Ancak başarılı olduğunu
söylemek zor olsa da tarihe ismini altın
harflerle yazdığını belirtelim.
Tuhaf gelebilir ancak dile getirmekte
yarar vardır. Suriye, Fransa mandası altındayken Kürt aydınlarının kültür, tarih ve
dil çalışmaları yapmalarına, dergi çıkarmalarına ve hatta 1927 yılında Lübnan’da
Xoybûn hareketinin kurulmasına izin
verdiği söylenir. Ancak biz de Osman
Sabri’nin anılarından biliyoruz ki, yalnızca Osman Sabri Fransız Manda yönetimi
tarafından tam 11 kez sürgüne gönde-
Yine Fransa’nın o yıllarda, dini azınlıklara özerklik
vermesine karşın Kürtlerin özerklik talebini kabul
etmemiş olması ayrıca ciddi bir şekilde ele alınması
gerekli olan bir yaklaşım olmaktadır.
damgasını belirgin vurduğu bir oluşumda Xoybûn oluşumudur. Hiç şüphe yoktur ki bu oluşumda ileri tecrübeleriyle
yaşlı olan Kürt, Ermeni, Asuri aydınlarda
bulunmaktadır.
Kürtlerde direniş öncesinin en kapsamlı örgütlülüğü Xoybûn Cemiyeti, 1927’de
Lübnan’da kurulur. Dört parçanın Kürtlerini de içine alır. Üyeleri arasında Kürt
aristokrasisinin öncü kişilikleri ağırlıkta
olsa da kadınlar, öğrenciler, köylüler, işçiler de yer almaktadır. Kürt Teali Cemiyeti,
Teşkilatı İçtimaiye, Kürt Millet Fırkasının
da kimi eski üyeleri Xoybûn’un kuruluşunda yer almaktadır. Xoybûn’un kuruluşunda Bedirxan ailesinin fertlerinden
Celadet Kamuran ve Süreyya Bedirxan
yer alır. Sonradan Suriye de kurulacak
olan Hawar ve Ronahi dergileri için en
büyük desteği Fransızlardan aldığını, Celadet Bedirxan’ın kendisi belirtir. Xoybûn
Örgütü; Ermeni Hıncak Cemiyeti ve yine
66
rilmiştir. Nedeni açıktır; Osman Sabri Kuzey Kürdistan’a dönük siyasi çalışmalar
yürütmektedir. Yine Fransa’nın o yıllarda,
dini azınlıklara özerklik vermesine karşın
Kürtlerin özerklik talebini kabul etmemiş
olması ayrıca ciddi bir şekilde ele alınması
gerekli olan bir yaklaşım olmaktadır.
Ağrı direnişinin liderliğini iki metre boyuyla İhsan Nuri Paşa yapacaktır.
Xoybun’un hem üyesi hem de büyük bir
gerilla komutanıdır. İhsan Nuri elindeki ilkel bir matbaa ile “Agirî” ve “Gaziya Welat”
adında iki gazete çıkartıp propaganda
çalışması yapar. “Agirî Agir Dibarîne” (Ağrı
Ateş Yağdırıyor) başlıklı bir bildiri yayınlayıp, direnişin amaçlarını halka açıklar.
Kuzey Kürdistan’da direnişler sert bastırılır. Büyük katliamlar yapılır. Kıyımlar
eksik olmaz. Tam yirmi yıl boyunca kuzey
Kürdistan boydan boya direnişle sarsılır
ancak sömürgeciler ise uluslararası güçlerden aldıkları güçle-Lozan’ı yapanlar
aynı zamanda bu uluslararası güçlerin
kendileridir-, fiziki bir soykırım gerçekleştirirler. Kuzey Kürdistan’ı mateme ve kana
boyadıktan sonra Kürt’ler uzun yıllar Beyaz Katliam denilen kültürel soykırım
diye bilinen dünyanın en kirli politikalarıyla yüz yüze kalırlar.
Bu olaydan sonra, geride kalan yurtsever duygulara da ipotek konulmuştur.
Halk sindirilmiştir. Bu seçim de herhalde
tesadüf olmamalıdır.
Soykırım Sürecinde Kürt Gençliği
Kürdistan’da fiziki soykırım henüz yürürlükteyken Güney Kürdistan’da genç
aydınların öncülüğünde büyük aydınlanma, örgütlenme çalışmaları yapılacak ve
örgütler kurulacaktır. İlk örgütlerin kurulduğu yer Süleymaniye şehridir.
Süleymaniye, Kürt direnişçiliğinin ve
aydınlanma hareketinin gelişkin olduğu
bir alandır. 1937 yılında Komala Darker,
yani Oduncu Derneği kurulur. Kurucusu
Dildar’dır. Dildar, aynı zamanda Ey Raqip
Marşı’nı yazan şairdir. Önemli Kürt simaları olan Refik Hilmi ve Hamza Abdullah da
bu örgütte yerlerini alacaklardır.
1939 yılında Hiwa örgütü kurulur. Başkanı Refik Hilmi’dir. Hiwa örgütü, 1945
yılına kadar hem Doğu Kürdistan’da hem
de Güney Kürdistan’da çok etkilidir. Öyle
ki; Mahabad Cumhuriyeti kurulduğunda
hem eğitimci ve sanatçı, hem de subay
düzeyinde kadrolar gönderecektir. Modern bir hareketin tüm özeliklerini gösteren Hiwa Hareketi, Kürdistan’da önemli
bir aşamaya tekabül etmektedir.
Barzaniler özelde de Mustafa Barzani, burada Hiwa hareketiyle ilişkilenip
etkilenecektir. Daha sonra Barzani’nin
Mahabad’a gitmesindeki en temel etkileyici güç, Hiwa Hareketinin kendisidir.
Hiwa hareketinin kendi dönemindeki
birçok harekete göre çok daha gelişkin
yönleri bulunmaktadır. Araştıran ve inceleyen bilimsel bir yaklaşımı esas alıp belli
bir ideolojik çizgiye sahip olan Hiwa Hareketi, ilk başlarken bir öğrenci hareketi
olup daha sonra da dediğimiz gibi Doğu
ve Güney’de kurulacak olan hareketlere
ilham kaynağı olacaktır.
Bu yıllarda daha sonra kurulan başka
örgütler de bulunmaktadır, örneğin Hızbi Rızgari, Hızbi Şoreş gibi. Bunlar ağırlıklı
olarak aydın çalışması yürütürler. Ancak
dar kalmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Yıl 1943’tür. Doğu Kürdistan’da Kürt
halkının bir kalkışması söz konusudur. İlk
defa modern bir Kürt partisinin kurulma
aşamalarıdır. J. K yani Komalaye Jiyanavey Kurdistan kurulmuş ve bununla birlikte Mahabad’ta Komala ve Kürdistan
Demokrat Partisinin kuruluş yılları yaşanmaktadır. Kurulan örgütler de vardır.
Kürtler adım adım kendilerini örgütlemektedir. Jiyanavey Kurdistan hareketi
tümden gençlerden oluşan bir harekettir. Gelecekte sosyalist hareketlerin de
öncüsü olacak olan bu J.K. hareketidir. O
yıllarda Mamosta Hemin, Mamosta Hejar,
Mamosta Qani ve başka birçok şair de bu
hareketlere aktif katılım sunar.
Kuzey Kürdistan’da bu kez Apê Musa’nın
deyimiyle sıfırın altından sıfıra getirilme
süreçlerinden bir tanesi yaşanmaktadır.
Tarihe daha sonra 49’lar diye geçecek
olay ilginçliklerle doludur. 31 Ağustos
1959 günü Ape Musa “İleri Yurt” dergisinde KIMIL adında Kürtçe bir şiir yazar.
‘Qımıl’, ‘Süne’ ile birlikte, bir türlü baş edilemeyen bir tahıl haşeresidir. Şiir’in konusu şöyledir: Siverekli bir kız, kımıl zararlısı
tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürüyor, çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya
karşılık mal veremeyeceğini söylüyor. Kızcağız da, üzüntüsünü bir türküyle dile getiriyor: “Bi çiya ketim lo apo, çiya melûlbûn
rebeno/ Ceh seridî lo apo, genim hûrbûn
evdalo/ Qimil hatî lo apo, bi refaye rebeno/Xwar genimî lo apo, hişte kaye rebeno”
Musa amca yazının sonunda şiiri okuyan
kıza şöyle diyor: “Üzülme bacım, seni kımıl,
süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.”
6 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bu şiire dönük birçok karşıt
yazı yazılır. Beklendiği üzere İleri Yurt ve
Musa Anter aleyhine dava açılır. Bir taraftan davanın yapılacak olması diğer
67
Sayı 60 2014
taraftan kimi aydınların bu şiiri savunması Ankara’nın canını o kadar sıkmıştır
ki; dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar
Diyarbakır Valisi’ne telefon açar ve Musa
Anter’in “kafasının ezilmesini” ister.
MİT “Kürt raporu” hazırlar. Raporda,
1.000 ila 2.500 sayıda Kürdün “tenkil” edilmesi önerilmektedir. Celal Bayar’ın “bin
kişiyi sallandıralım” şeklindeki meşhur
sözünü, bu öneri üzerine yaptığı söylenir.
‘Sallandırma’ işine prensip olarak karşı
çıkmayan Başbakan Adnan Menderes,
Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’nun
uyarısı ile 50 kişilik bir idam listesi ile
yetinmeye karar verir. Türkiye’nin dört bir
yanındaki tutuklamalar, 17 Aralık 1959
günü başlar.
MİT kimi öneriyorsa, 50 kişilik listeye
onun adı yazılır ve tutuklanır. İstanbul-
ağasını, şeyhini, aşiret reisini, alimini,
mellesini derken feodal kompradorunu
Sivas’ta kampa alarak aylarca tutacaktır.
Hem 400’lerin hem de 49’ların olayı birde o yılların gözüyle ele aldığımızda yapılan daha iyi anlaşılacaktır. 13 Temmuz
1958’de Irak’ta Irak krallığını ortadan kaldıran Abdulkerim Kaseem devrimi esasta
Kürtlere birçok hak tanımış ve Kürtleri
hükümetin ortağı yapan bir duruma getirmiştir. Bu hem objektif hem de sübjektif sahada Kürtleri yok etmek ve bitirmek
üzere kurulmuş olan TC faşizan zihniyeti
için oldukça büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin önünün alınmasını ise TC devleti yukarıda dile getirildiği gibi 49’lar ve
400’lerin olayında görüldüğü üzere pratikte uygulamıştır.
KDP’ye bilindiği gibi bu yıllarda Barza-
Apê Musa gibi bazı Kürt aydınları dergiler
çıkarmışlardır. Rêya Nu ve Deng gibi dergiler, 49’ların
durumu ve Doğu mitingleri derken yavaş yavaş
betonlanmış gerçekliğe karşı cılız da olsa Kürt sesi
yükselme emaresi gösterir.
Harbiye’de 40 hücre bulunduğu için, tutuklanması öngörülen elli kişiden geriye
kalan 10 kişinin tutuksuz yargılanmasına
karar verilir. Mehmet Emin Batu mide
kanamasından ölünce, geriye 49 kişi kalır. Daha sonra davaya iki kişi daha dahil
edilse de dava kamuoyunda hep ‘49’lar
Davası’ diye bilinecektir.
1959’larda başlayan 49’ların davası,
1965’de Ankara’da sona erir. Apê Musa
gibi bazı Kürt aydınları dergiler çıkarmışlardır. Rêya Nu ve Deng gibi dergiler,
49’ların durumu ve Doğu mitingleri derken yavaş yavaş betonlanmış gerçekliğe
karşı cılız da olsa Kürt sesi yükselme emaresi gösterir. 49’ların içerisinde Dr. Şıvan,
Sait Elçi, Necati Siyahkan, Şerafettin Elçi
gibi isimler de vardır.
TC devleti bu kadar aydın genci tutuklamayı yetersiz görmüş olmalıdır ki bu
kez 400’den fazla Kürt ileri gelenini yani;
68
niler liderlik yapmaktadır. KDP’nin önderlik ettiği hareket 1964 yılında faşist
sayılabilecek Abdulkerim Kaseem gibi
Kürtlere yakın duran bir ismi askeri darbeyle devirdikten sonra katleden BAAS
rejimiyle anlaşmaya adım atınca birçok
Kürdistanlı genç devrimci rahatsızlıklarını
belirteceklerdir. Ancak o yıllarda nüveler
halinde olan bu gençlik hareketi KDP’nin
giderek yozlaşmasıyla kendi renkleriyle
adım adım meydana çıkacaklardır.
KDP; Bir “Kürt Kapanı” Projesi
Çok talihsiz ve Kürtlerin tarihinde
kapanmayan bir yara daha açılır. Doğu
Kürdistan devrimcileri İran devletine karşı
silahlı mücadele kararı alırlarken-kaldı
ki bir nevi Doğu Kürdistan devrimcileri
1967’de zorunlu olarak silahlı direnişe
geçmek zorunda bırakılırlar. Ne var ki
KDP yani bugünün PDK’si Molla Mustafa
Barzani öncülüğünde hemen İ-KDP’ye
karşı tamamen tavır alarak Şah’a destek
sunar. Silahlı direnişi başlatan birçok Kürt
öncü yakalanarak idam edilir. İ-KDP’nin
genç aydın öncülerinden Süleyman
Muini, Mele Avare ve İsmail Şehzade
bizzat Barzanilerin eliyle tasfiye edilirler.
Belirttiğimiz gibi KDP tarafından açılan
bu yara halen açık durup irin salmaktadır.
İhanetin ve işbirlikçiliğin irinini…
Kürdistan tarihinde belki de PKK’den
sonra özenle üzerinde durulması gerekli
bir harekette Komeleyî Marksî Lenînî hareketidir.
Bu hareket Güney Kürdistan’ın Süleymaniye ve Bağdat kentinde kurulacaktır.
Kürt öğrenci gençlik tarafından kurulan
Komeleyî Marksî Lenînî esasta 1970’lerde
kurulmuştur. Dört parça için mücadele
etmeyi esas alan, halka yakın, aydın gençliğin içlerinde yoğun yer alan, kadro eğitimi gören ve çizgi olarakta sosyalist bir harekettir. Sekreterleri Şehab Şex Nuri daha
tanınmış ismiyle Xale Şehab’tır. Şehab
Şex Nuri ve birkaç yoldaşı İran devleti
tarafından yakalandıktan sonra Irak’a
teslim edilirler. Irak bu aydın ve devrimci
Kürt gençlerini idam eder. İdam öncesi
Xale Şehab ve yoldaşlarının: “Jiyana kêm
û Jiyana Gel” yani “Az yaşa ama halkın için
yaşa” anlamındaki slogan birçok çevreyi o
yıllarda etkileyecektir.
Xela Şehab’tan sonra yerine geçen
Şasuwar Celal kod adıyla Aram Komala
hareketinin başına geçecek ve 31 Ocak
1978 yılında Karadağ’da şehitler kervanına katılacaktır. Ardından ise bugün
Goran hareketinin lideri olan Newşîrwan
Mıstefa bu hareketin yani Komala’nın
başına geçecektir. Komala hareketi 1979
yılında gerçekleştirilen bir konferansında
ismini değiştirerek Komeleyî Rençderanî
Kurdistan yapacaktır. Şehit Aram’ın şahadetine kadar Komala ismindeki hareket
düzenli bir şekilde kendi içinde kadro
eğitimi düzeyinde eğitimler sürdürmüş,
ancak Aram’ın şahadeti ardından giderek
1983 yılında zayıflayacak ve 1992 yılında YNK içinde son bulacaktır. Başka bir
gurup ise Kürdistan Demokrat Sosyalist
Hareketi’dir. Ali Asker, Tahir Wali Beg, Dr.
Xalıt Seid, Omer Mıstefa, Ali Hejar, Kardo Gelali, Ednan Mufti, Seyda Salih Yusuf
yine daha sonra Sosyalist Partiyi 1981
yılında kuracak olan Resul Mamend, Dr.
Mahmut Osman, Seyda gibi devrimci kişilikler de bu harekette o zamanlar yerlerini
alacaklardır. Genel Hat’ı yani Hêlî Gıştî’yi
Celal Talabani, Fuad Muhammed ve arkadaşları kuracaklardır.
Sonuç itibariyle, 1 Haziran 1976 tarihinde yukarıda dile getirilen hareketler yani Komala, Kürdistan Demokrat
Sosyalist Hareketi ve Hêlî Gıştî, Yekîtîya
Nîştîmanî Kurdîstan-YNK’yi bir cephe olarak ilan ederler. 1976’lerde üç örgütten
oluşan YNK’de en etkili isim Ali Asker’dir.
YNK’yi Şehit Aram küçük burjuva karakterli olarak gördüğü için katılmayacaktır.
Aram’dan sonra hareketin başına geçen
Newşîrwan daha sonra YNK’ye katılacaktır.
Yukarıda isimlerini verdiğimiz genç aydın devrimcilerin değerini daha iyi yad
etmek için bir iki şey ekleyelim.
Ali Asker ve yoldaşları, Güney
Kürdistan’da yaşanan iç çatışmalardan
dolayı çalışma zemininin bulunmadığını
düşünerek 1000 kişilik seçme bir peşmerge gücüyle Kuzey Kürdistan’a geçerek
direnişi başlatmayı planlarlar. Ne var ki,
henüz daha Oramar’a bile ulaşamadan
KDP’nin karşı örgütlemesi sonucunda
yöre insanları Ali Asker ve arkadaşlarına
saldırırlar. Bunun üzerine, Ali Asker güçlerini alıp Botan’a geçer.
KDP’nin kendi dışındaki Kürt örgütlerini
tasfiye etmedeki marifeti sonuç verir. Ne
yazık ki bu süreç, Ali Asker ve arkadaşlarının tasfiyesiyle sonuçlanır. Saddam’ın
daha doğrusu BAAS ajanlarının bölgede
gezdiğini yöre halkına bildiren KDP, halkın Ali Asker ve arkadaşlarına yönelmelerine neden olur. 1978’de Taştamerge’de
-Beytüşşebap zozanlarında- Ali Asker ve
arkadaşlarının etrafı kuşatılır. Bu çatışmalarda yaklaşık 700 peşmerge katledilir.
300’ü esir düşer. Ali Asker, Tahir Wali Beg,
Huseyin Baba Şex (Êzidi) ve Dr. Xalıt esir
düştükten sonra katledilirler. İhanet yine
69
Sayı 60 2014
doludizgindir ve bir kez daha yüzlerce fedai Kürt gencinin şahadetiyle sonuçlanmıştır.
Kürt gençleri için: “Kürt kişiliğinin bir
özelliği de yaptığı işin sonucunu düşünmeden girişimde bulunmasıdır ve onların
bu yönü birbirlerinden bağımsız araştırmacılar ve seyyahlarca tespit edilip, dile
getirilmiştir. Belki de cesaretlerinin sebebi
de buradan kaynaklanmaktadır. Çabuk
tepkide bulunmaları, bir işin sonucunu düşünmemeleri, aniden parlamaları... İnsan
bir işin sonucunu düşündüğünde riski görüp kaçınabilir ama yapılacak işin sonucu
düşünülmediğinde en tehlikeli girişimlerde
oyunlara gelmediklerinde ise: “Kan dökücüler, sürekli çatışma yaratan, sürekli
kargaşa ve bela arayan soyguncu ve eşkıya; hepsi de kötü niyetler taşıyan bir halk.
Ve kötü alışkanlıklarının şeytanları, akla ve
mantığa pek önem vermeyen ama cesur ve
korkunç bir ırk…” tanımını yapmaktan çekinmemiştir.
Kürtlerin hep savaşçı bir halk olduğu
söylendi. Bu doğrudur. Savaşçılıktan çok
kavgacı olduklarını biz ekleyerek düzeltelim. Ancak kimse neden Kürtlerin bu hale
getirildiklerini dile getirmez. Bir yönü
elbette kabile ve aşiret yapılarıyla onları
kavgacı kılan özgürlüğe olan sevdaları-
Kürtlerin hep savaşçı bir halk olduğu söylendi. Bu
doğrudur. Savaşçılıktan çok kavgacı olduklarını biz
ekleyerek düzeltelim. Ancak kimse neden Kürtlerin bu
hale getirildiklerini dile getirmez. Bir yönü elbette kabile
ve aşiret yapılarıyla onları kavgacı kılan özgürlüğe
olan sevdalarıdır. Ancak bir diğer daha önemli yön
ise kesinlikle Kürdistan’ın sürekli işgale ve talana
uğramasına karşı gösterilen sert tepkidir.
bulunulması kaçınılmazdır. Siyaset, yapılan işin sonucunu düşünerek adım atıp
uygulamaktır. Kürtlerin cesur olmaları,
yapacakları işin sonucunu düşünmeyen
karakterleri ile siyasete yabancı olmaları
geldiğini” belirtilmektedir.
Ancak Ermeni yazarı Haçator Abofiyan ise: “Eğer Kürtler düzenli ve uygar
bir hayat yaşama olanağı bulsalardı,
kelimenin tam anlamı ile doğunun en
kahraman ulusu olurlardı” derken normal, sömürge ve baskı altına alınmamış
kendi doğal seyrinde gelişen bir halk gerçekliğinde söz ettiği herhalde anlaşılırdır.
Tuhaf gelebilir lakin yukarıda ifade
etmeye çalıştığımız ve Ortadoğu halklarının başına “böl, parçala ve yönet” siyasetlerinin yanı sıra halkların jenosidini
getiren Ulus Devlet gerçekliğinin taşıyıcılarından olan İngiliz Soane Kürt›ler bu
70
dır. Ancak bir diğer daha önemli yön ise
kesinlikle Kürdistan’ın sürekli işgale ve
talana uğramasına karşı gösterilen sert
tepkidir. Direniştir. Ve yukarıda dile getirdiğimiz gibi işgalciler, sömürgeciler ve de
emperyal güçlerin temsilcileri bu duruma
“kan dökücüler, sürekli çatışma yaratanlar”
diye hakaret etmekten geri durmamışlardır.
Halbuki tarihte Kürdistan’dan bir kez
geçmiş olan Ksenephon bu gerçekliği
daha iyi ifadeye kavuşturarak: “Onlar ok
atmada hedef şaşırmazlardı ve yayları hemen hemen üç, okları ise iki dirsekten fazla
uzunluktaydı. Okları kalkan ve zırhları delip
geçiyordu” derken direnişçiliklerini daha
fazla öne çıkarmıştır.
Benzer bir durumu ise yine Hamilton
adındaki gezgin ifade etmiştir: “Dağ keçileri gibi kıvrak, ele geçmez bu insanlar bu
vahşi mekânlarda her yolu ve saklanabilecekleri her deliği biliyorlar ve gri mavi elbiseleri kayalıklara tam bir uyum sağlıyor.
Doğuştan avcıdırlar ve mükemmel silah
kullanırlar, nadiren hedef şaşırırlar. Kürtler, vahşi ve inatçı savaşçılardır. Dağ taktiklerinde, kendileri gibi dağlı olmayan ve
dağları bilmeyen askerlere karşı üstün gelirler” dedikten sonra onların karakterine
ilişkin ise: “Kürtler aniden parlayan atılgan
insanlardır ve yaptıklarının sonucunu pek
düşünmezler.” Aynı yazar özelde 1800’lerden Kürdistan’ın boydan boya işgal edilişi
ardından ortaya çıkan baskılanmış, parçalanmış, toplumsal değer yargıları bile
çiğnenmiş olan bu gerçeklik içerisinde:
“Bir Kürde, pek ciddi olmayan kavgalarını
unutturabilmenin bir tek yolu olduğunu
gördüm; Bu insanlar arasında pek çok kavga hemen hemen ortada bir şey yokken
çıkardı. Saçma sapan küçük şeyler yüzünden tartışılır, gürültü patırtı kopartılır, ama
iş en sonunda ciddiye biner ve hiç olmadık
bir nedenden kan dökülmesine kadar vardırılabilirdi” derken olup biteni ne kadar
güçlü gözlemlediğini de görüyoruz.
Yine 1830’ların ortalarında yıllarca
Kürdistan’da Osmanlılarla birlikte askerlik yapan daha sonraki yıllarda Prusya’nın
meşhur Genelkurmay Başkanı olacak
olan Moltke ise: ”Buna karşılık, Kürt ihtiyaç
yüzünden çiftçi, eğilimi yüzünden de savaşçıdır. Bu sebeple köyler ve tarlalar ovada, palankalar ve kaleler dağlardadır. Yaya
olarak savaşır, duvar ve dağlar onun siperi,
tüfeği de silahıdır. Kürt mükemmel bir nişancıdır, zengin kakmalı ve telkâri işlemeli
tüfeği babadan oğula miras kalır ve Kürt
onun en eski çocukluk arkadaşı gibi tanır”
tespiti Kürtlerin neden öz savunmasına
sonuna kadar bağlı yaşadığını dile getirmiş olur. Çünkü Kürtler neolitiğin önemli
yaratıcılarından olan bir halk olarak özgür
yaşamayı derinden yaşamaya halen devam etmektedirler. Ya da onca tahribata
rağmen bu gerçeklik kendini dominant
bir özellik olarak halen o güne kadar korumuştur.
Başka bir yazar ve araştırmacı ise Sultan Murad Han’ın müderrisi Mevlana
Sadettin’dir. Kürtlerin niteliği ve yaradılışı
konusunda şöyle diyor: “Kürtler birbirlerinin sözlerine uymazlar; aralarında ittifak ve
işbirliği yoktur. Her biri, dağ doruklarında
ve vadi derinliklerinde tek başına ve özgür
yaşamayı tercih ederek, keyfince ve münferit yaşama bayrağını kaldırır. Allah’ın birliğini ifade eden Müslümanlıktaki Kelime-î
Şahadet’ten başka, onları birbirine bağlayan bir bağ yoktur. Kürtler arasında
şimdilik, genel olarak emrine uyulacak ve
yargısı uygulanacak bir kimse bulunmadığı için, çoğu kan döker, güvenlik ve düzen
kurallarını çiğnerler. Kürtler en ufak ve en
önemsiz nedenlerle ayaklanarak, önemsiz
hatalar ve küçük suçlar yüzünden büyük
suçlar işlerler. Sonra bir kişinin öldürülmesi
karşılığında diyet kabul ederler; bu diyet ya
bir kızdır veya bir attır ya da birkaç keçidir”
derken de büyük bir gözlem gücüne sahip olduğunu bugün olup bitenlerde anlayabiliriz.
Tarih Şimdidir…
“Tarih, şimdidir” derken bugünde yaşananların geçmişte nasıl vuku bulduklarını rahatlıkla kestirebiliriz. Bugünde onca
bedeli ağır olan büyük direnişe rağmen
halen kendi ailesel çıkarları için bazılarının Kürdistan değerlerini halen satmaya
devam ettiklerini dile getirmek gerekli midir? İnadına, ısrarlıca halen bugün bile
Kürtlerin birliğinin önünde tamamen
bir set gibi duran bu çıkarcıları da dile
getirmek gerekli midir?
Ve birde bugünü daha iyi anlamak için
20. Yüz yılda yaşanmış olanları yazmak
gerekmektedir. Çünkü 20. Yy. Kürt’ler
için özelde de Kürdistan gençliği için
tamamen bir felakettir. Kürdistan dörde bölünmüştür. Ve her parçada ayrı bir
kültürel soykırım projesi uygulanmıştır.
Bizler resmi olarak 24 Eylül 1925 yılında
Türkiye cumhuriyeti devleti tarafından
uygulanmış olan Şark Islahat Planı’nı bugün az çok biliyoruz. Yine 1963 yılında
Suriye’de BAAS parti tarafından pratikleştirilen ve ismine Arap Kemer’i denilen
benzer uygulamayı da biliyoruz. Yine
daha 1925’lerden itibaren Atatürk’ün
71
Sayı 60 2014
Türkiye’de yaptığını, İran’a kendisini yeni
şah olarak atayan Rıza Han yapmaya
başlar. Atatürk’ün Kuzey Kürdistan’da
uygulamaya koyduğu birçok yasağı Rıza
Han’da İran’da uygulamaya çalışacaktır.
Örneğin; yerel dilleri yasaklayacaktır, yerel kıyafetlerin giyilmesini yasaklayacaktır. Bunun yerine Avrupa tarzı elbiseyi
dayatacaktır. Türbanı yasaklayacaktır. Özcesi militarizmi ve ulus devletçiliği adım
adım geliştirmeye çalışırken, birçok farklı
halkı devre dışı bırakacak, ezecek ve gücü
yettiğinde asimile etmeye çalışacaktır. Bu
ise, İran gibi renkli bir coğrafyayı kana boyamaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Saddam’ın ve daha öncesinde BAAS’ın
yaptıkları Halepçe ile ayan beyan ortadadır.
Özcesi Kürdistan 20. yüz yılda
boydan boya talandır, işgaldir ve birde
katmerli sömürge altına alınmadır.
İsmail Hoca, “Devletler Arası Sömürge
Kürdistan” kitabında bu olguya ilişkin;
”Böl–yönet politikalarının hedefi olmak,
bir ulusun tarihinde uğrayabileceği en büyük felaketlerden biridir. Çünkü böl-yönet
politikası, ulusun beynini dağıtmaktadır,
iskeletini parçalamaktadır. Böylesine güçlü
bir darbe yiyen halk bir daha kendini kolay
kolay toparlayamamaktadır” diye yazmaktadır.
Albert Memmi ise bu duruma: “Bu meşruluğun tam olabilmesi için sömürge insanının köle olması yeterli değildir, bu rolü
kabul etmesi de gerekir. Sömürgeciyle sömürgeleştirilen arasındaki bağ bu yüzden
yıkıcı ve yaratıcıdır… Sömürgeleştirmeye
hoşgörü gösterdiği sürece sömürge insanının tek olası alternatifleri asimilasyon ya
da donup taş kesilmektir” demektedir. Bu
durumu aşmanın tek yolu vardır diyor
Frantz Fanon, “Siyah Deri, Beyaz Maske”
adlı yapıtında: “Kendi omuzları üzerinde
başkalarının kafasını taşımaya-gezdirmeye razı” hale getirilme durumu olarak tanımlamaktadır. Ve bunun aşılması için de
“Sömürge durumuna alışılamaz; demir bir
yaka gibi ancak kırılabilir” demektedir.
Sözü uzatmayalım, yazılacak çok şey
vardır. Ancak yazılanların sağlıklı yazı-
72
labilmesi için öncelikli olarak Kürtlerin
tarihi dokusunu sözlü tarih diye adlandırdığımız destanları, türküleri, dengbejlerin dillerinde düşmeyen kılamlarını ve
de analarımızdan, ninelerimizden dinlediğimiz hikayeleri bir bir çözmeliyiz.
Kürdistan’da tarihin çeşitli evrelerinden
gelmiş, geçmiş, yazmış, anılarına eklemiş
olan seyyahların bıraktıklarına da bakmalıyız.
Gerekirse farklı dillerde yazılmış olanları nakış nakış ele alarak çözüp orada
yazılardan geçmişe, dolayısıyla bugüne
uzana bilmeliyiz.
Bunlar yapıldığında yazılmamış olanları
yeniden yazılmış hale getirerek Kürtlerin
ve Kürt gerçekliği içerisinde de özelde de
Kürt gençliğinin hem tarihini hem de sosyolojisini daha iyi tanımlamayabilir hale
gelebiliriz.
Bugün -daha doğrusu PKK’nin ortaya çıkışıyla birlikte -Kürdistan’da yeni bir
sosyolojik gerçeklik ortaya çıkmaya başlamıştır. O da ilk kurşun teorisi olarak bilinen, kendi içindeki sömürgeci kültüre
sıkılan kurşun teorisidir. Yani beyinleri
fethetmiş olan sömürgeciliğe ilk mermiyi sıkarak kendini bu sömürge kültürden
arındırmaktır. Onun duygularından arındırmaktır. “Önce Duygularda Özgürleşmeli.” Sadece bilinç dünyamızı kontrol
etmenin yetmediğini aynı zamanda duygularımızı özgürleştirerek büyük amacın
hizmetini koymanın en önemli eylem
olduğunu söylemeliyiz. Yine hem kapitalist modernitenin hem de özelde sömürgeciliğin sömürge altına aldığı Kürt
insanının tüm duygularını da etkilediği
hatta bunlar yön ve biçim vermiş olduğu
gerçeğini bilerek bir yaklaşım içerisinde
olunmalıdır. Başka bir deyimle, sömürgecilik Kürtleri kürtlükten uzaklaştırmıştır.
Onları kendisine benzetmek için adeta
Kürtleri Türkleştirmiştir. Bunun için ilk
gerekli ve zorunlu olan önce duygularda özgürleşmektir. Düşmanın bizlerde
yarattığı duygulardan özgürleşmektir.
Bu gerçekleştikten sonra özgürlüğe giriş
yapılabilir. Bunu yapabilmek için büyük
duygu dehası olmak gerekiyor. Nitekim
PKK 1973’lerde bu duyguları yaşamış,
1978 yılında bu durumu politik zemine
taşımış ve 1984 yılından itibaren ise bizatihi tüm yaşam alanlarına sıçratarak adım
adım kürdün yeniden dirilişini sağlayarak, bugüne değin kurtuluşunun yolunu
açmıştır.
Dikkat edelim “Kendi omuzları üzerinde başkalarının kafasını taşımaya-gezdirmeye razı” bir konumdan sömürgeciliği
tümden beyinlerden, yüreklerden söküp
atan bir kişiliğe doğru ilerleyerek; kendi
olan, başkasına ait olmayan, bildiğine
ve inandığına göre yaşayan bir Kürt
gerçekliği ortaya çıkarılmıştır. İşte bu
DUYGULARDA ÖZGÜRLEŞMİŞ ÖZGÜR
İNSAN demektir. Bunun yeni bir kişilik
özelde de yeni bir genç kişilik yaratacağı
elbette açıktır.
Başkan Apo böyle olmuş bir gençlik
için: “Özgürlüğe yürüyen bir gençliği
tutmak zordur. Gençlik sistemlerin başına en başta bela olan kesimdir. Tarih
boyunca bu çok iyi bilindiği için, eğitim
adı altında gençlik kurban edilmekten
tutalım, akla hayale gelmez uygulamalara tabi tutulmuştur. Hiyerarşik
toplumun yükselişinde kadından sonra gençliğin bu duruma düşürülmesi
belirleyici rol oynar. Gençliği kontrole
alan düzenin kendini en güçlü hisseden
düzen sayması boşuna değildir. Daha
sonraki devletçi toplum sistemlerinin
tümü gençliğe benzer bir uygulamayı
dayatacaklarıdır. Zihni böyle yıkanan
gençlik her işe koşturulabilir. Savaş dahil en zor işi meslek edinebilir. En önde
tüm zor işlere sürülür. Özcesi yaşlıların
zaaf ve gücünden kaynaklanan gençliği
bağımlılaştırma ve güdümleme ilişkisi
hızından ve yoğunluğundan hiç kaybetmeden hakim sistemlerin en güçlü sürdürücüleri kılınmışlardır. Tekrar vurgulamalıyım: Gençlik fiziki bir olay değil
toplumsal bir olaydır. Tıpkı kadınlığın
fiziksel değil toplumsal bir olgu olması
gibi. Bu iki olay üzerindeki çarpıtmaları
kaynağına inerek açığa çıkartmak sosyal bilimin en temel görevidir.”
Başka bir yerde ise Başkan Apo: “Bu
anlamda sosyolojiyi sınırlı da olsa kavramak, toplumsal dönüşümün en güçlü
yanıdır. Fakat bu yetmez. Şu hususu iyi
bilmek gerekir ki, insanlık tarihindeki
tüm mitolojik, dinsel, felsefi ve bilimsel çalışmalar son tahlilde toplumsal
kaynaklıdır ve toplumun gerçeğini, sorunları ve çözümlerini aydınlatmak ve
gereklerini yerine getirmek için inşa
edilmişlerdir. Toplumdan ayrı bir varlıkları yoktur. Toplumu anlamadan ne
bireyi, ne eşya ve doğayı hakkıyla kavramak mümkündür. Toplumun başına
gelen insansal felaketlerin temelinde
“savaş ve iktidarlar, devlet” cehalet ve
zorbalık yatmaktadır. Ancak toplumu
kavradıkça bu cehalet ve zorbalık kurumlarını aşabiliriz. Devlet, iktidar ve
savaş analitik zekanın sapık ürünleri
olduğu halde, aşılmaları da ancak analitik ve duygusal zekanın el ele vermesiyle mümkün olacaktır. Devlet, iktidar
ve savaş “dolayısıyla barış” meselesiyle
uğraşanlar, toplum kavramını mutlaka
yetkin ve yeterli kılmaya öncelik vermelidir” diyerek gençliğin önünde duran görevlere açık bir şekilde işaret etmektedir.
Unutmayalım ki: “Gençlik insanın en dinamik çağıdır. Gençlik toplumsal değişim
ve yenilenmenin vazgeçilmez gücüdür.
Gençlik bir ruh, duygu düşünce ve davranış
biçimidir.” Başkan Apo bir çözümlemesinde: “Yönetimimiz kırk yaşında, komutamız otuz yaşında, savaşçımız yirmi yaşında... PKK en ideal çağında” demiştir.
Ve tabi daha da çarpıcı olan bir ifadesi ise
“Genç başladık, genç başaracağız” sözüdür.
Ve uzatmadan ekleyelim ki bugün
Kürdistan’da Kürt gençliğinin yaşaması
gerektiği ruh ve duygu, beyin ve yürek bu
gerçeklik olmalıdır. Böyle olan bir gençliğin, toplumsal olarak kendisini sağlıklı
hale getirmiş olan bir gençliğin, önünü
kimse ama kimse de alamaz.
73
Sayı 60 2014
DEMOKRATİK ULUS İNŞASININ ÖNCÜ GÜCÜ
GENÇ KADINLAR
“Eğer devrim, kaybetmek istemiyorsa,
devrim feodalizmin çitlerinde parçalanıp
gitmek istemiyorsa, küçük-burjuvazinin
karşı-devrimciliğinde, yozluğunda yitirilmek istenilmiyorsa, genç kızın devrimciliğini geliştirmek büyük özen ister.
Tıpkı bir ülkenin bağımsızlığı gibi, tıpkı bir
halkın özgürlüğünü sağlar gibi, genç kızın
özgürlüğünü duru tutmaya çalışacağız.”
Kadınlık ve gençlik özelliklerinin bileşkesi olan genç kadın gerçekliği toplum
içerisinde ayrı bir yere sahiptir. Bu tarihsel
olarak da böyledir. Bu yüzden üzerinde
yoğunca durulması, tartışılması gereken
bir konudur aslında genç kadın olmak.
Genç kadın bir kimliktir. Hem kadın hem
de genç olmanın kendine has yanlarının bütünleşmesini ifade eder. Kadının
yaratıcı, kapsayıcı, öncü, bilge, toplumsallaştırıcı yanları ile gençliğin dinamik,
her zaman arayış içerisinde olan, var
olanı kolay kabul etmeyen ve değişime
açık olan potansiyel yapısının bir araya
gelmesi güçlü bir kimlik gerçeğini ifade
eder. Kadın enerjisinin oldukça akışkan,
kıpır kıpır ve yeni yaratımlara, arayışlara
dönük çabaların yoğunlaştığı bir süreçtir aynı zamanda genç kadınlık. Sistemin
kirliliklerine bulaşmamış bir masumiyeti,
haksızlığa karşı tepkiyi kendi içinde barındırır.
74
Toplumsallığın ilk evrelerinde yaş olarak genç olan kadınlar toplum öncülüğünde kutsallaşan kadın imgesi ile ön
planda yer almışlardır. Ancak devletli uygarlık sistemi ile bu gerçek alt üst edilmiş,
hiyerarşik-iktidarcı yapılanma en fazla
genç kadınlara saldırmıştır. Kadını, genç
kadını ne kadar çok kendi denetimi altına
alabilirse o kadar toplumu da kendi cevherinden uzaklaştırır, köleleştirir. Elbette
ki bu durum karşısında kadın bir mücadele içerisinde olmuştur. Tarih içerisinde
bunun örnekleri ile karşılaşıyoruz. Fakat
şu da bir gerçek ki, günümüzde genç kadın kimliği büyük bir darbe almıştır. Hem
kadın hem de genç olmasından ötürü kadın ve gençliği bastırma üzerinden uygulanan politikaların toplam bileşkesi genç
kadınlar üzerinden uygulanmaktadır. Bu
yüzden sisteme karşı en fazla mücadele
içerisinde olması gerekenler genç kadınlardır. Ve kadınlar son üç yüzyıllık devrim
geleneğinde bunu yapmıştır, devrimlerin
tarihini incelersek birçok devrimci genç
kadın ile karşılaşırız. Her devrimin sembolleşen kadın devrimcileri vardır. Yıllarını devrime adayan, en büyük zorlukları,
tehlikeleri göze alan, büyük direnişlerin
sahibi olan kahramanlardır onlar. Kadın
ve genç olmanın inanılmaz enerjisi, yaratıcılığı büyük bir güce sahiptir ve bu
güç örgütlülüğe dönüştü mü, rahatlıkla
devrimlerde öncülük yapabilir. Yıllardır
Kürdistan’da yaşananlar da bu geleneğin
mirasıdır. Kadınlar bin yıllarca önce açığa çıkardıkları toplumsallaşma gücünü,
şimdi de sistemin tüm baskılarına rağmen demokratik ulusu inşa ederek gösteriyorlar.
Sistem Çarkında Nefessiz Bırakılan Bir
Kesim; Genç Kadınlar
Sistemin kendine göre bir kadın tanımlaması var. Bin yıllardır topluma düşünsel
olarak da hükmeden bu duruma göre
kadın pasif, akılsız, güçsüz, erkeğin malı-mülkü, çocuk doğurmaktan başka bir
katkısı olmayan bir varlık olarak görülür.
Kadının kendisi de kendini bu şekilde
ele alır. Çaresizdir, eli kolu bağlıdır, efen-
pıtmak için hedef seçilen genç kadınlardır. Jerontokrasi ve ataerkilliğin birleşmesidir genç kadın üzerinde yürütülen baskı
sistemi. Hem cinsinden ötürü hem de
yaşından ötürü sistemin bütün okları ona
yöneltilmiştir. Sistem böylece hem kadının hem de gençliğin güçlü potansiyelinden yararlanarak kendi ömrünü daha çok
uzatacaktır. Beraberinde gençlik içerisinde kadın kimliği silinmeye çalışılır. Genç
denince akla nedense hep erkek gelir,
delikanlı denince akla erkek gelir. Gençlik kavramı bile cinsiyetçi kılınır. Oysaki
kadın toplumun kök hücresidir, temelidir, gelişen toplumsal form kadın aklıyla,
eliyle olur. Bu yüzden sistemin ilk hedefi
özgür toplumun kök hücresi kadındır.
Kök hücrenin değişmesi genel dokunun
da değişmesi, farklı bir kimliğe bürün-
Ataerkilliğin ortaya çıkışından bu yana kullanılan
semboller ile kadınlık özellikle de genç kadınlık yoğun bir
ideolojik, düşünsel bombardıman altında tutulur.
disine hizmetten başka bir yolu yoktur algısı oluşturulur kadında. Bununla
birlikte sistemin bir diğer saldırı hedefi
gençliktir. Ana karnında belirlenen cinsiyetçilik düzenleri çocukluk aşamasında
öğretilmeye başlar ve gençken kullanılan yöntemler daha da çeşitlenir. İnsanın
gençlik dönemi aynı zamanda özgürlüğe
en yakın olduğu dönemlerdir, arayışların
en yoğun olduğu dönemlerdir. Doğru
bir yön kazanırsa ulaşamayacağı hakikat
yoktur. Bu gerçeği iyi tahlil eden sistem
en etkili saldırılarını bu dönemde yapar.
Gençler aynı zamanda toplumun geleceği olduğu için egemen sistem kendi zihniyet argümanları ile gençliğin beynini iyi
yıkamalıdır. Gençler için kullanılan hayata
atılma tabiri aslında günümüzde sistemin
çarklarının arasında sıkıştırılmadır, sistem
içine çekilmeleridir. Bu yüzden gençlerin
gençliklerini yaşamalarına izin verilmez,
hemen büyümeli, olgunlaşmalıdırlar.
Bu durumun genç kadınlar üzerindeki
yansımaları daha yoğundur. Hakikati çar-
mesi demektir. Zamanında yaşamın, toplumsallığın kutsallığını ifade eden kadın
kimliği iktidarcı-hiyerarşik sistemin oluşması için çarpıtılarak, baskı altına alınır ve
sistem kendine göre bir biçim verir.
Genç Kadınların Önündeki En Büyük
Handikap Aile
Ataerkil aile kurumuna o kadar çok kutsallık atfedilir ki, yere göğe sığdırılamayan bu kurum aynı zamanda kadınların
sistem için eğitildikleri, daha doğrusu
terbiye edildikleri karargahlar gibidir.
Ataerkilliğin ortaya çıkışından bu yana
kullanılan semboller ile kadınlık özellikle de genç kadınlık yoğun bir ideolojik,
düşünsel bombardıman altında tutulur.
Kadın ne kadar çok bu sembollere kanarsa, gelecek nesillerin kontrol edilmesi o kadar rahat olur. Çünkü yeni neslin
annesi, öğretmeni kadındır. O yüzden
genç kadınlar hayatın her aşamasında
belirli kurallar içerisinde tutulmalı, kafasını kaldırmasına fırsat verilmemelidir. Top-
75
Sayı 60 2014
lum da bu şekilde alıştırılır. Kadın olmak
hele de genç olmak her zaman kötülüğe
açıkmış gibi bir algı oluşmuştur insanların
kafasında. Hepimiz biliriz bazı sözleri, örneğin “kızını dövmezsen dizini döversin
ya da kızını bırakırsan ya davulcuya ya
da zurnacıya kaçar” gibi. Yani kızını her
zaman baskı altında tut, kafası çalışmaz
onun, her an bir hata yapabilir, namusunu beş paralık edebilir, çünkü o zayıf
tohumdur, günaha, yanlışa meyillidir, o
yüzden gölgen hep üzerinde olsun, hemen başı bağlanmalı der bu “atasözleri”.
Aynı zamanda bu gibi durumlar genç
kadınların hangi geleceğe hazırlandıklarını iyi ifade eder. Egemen erkek aklı için
meleri, nasıl konuşmaları, kendilerine
nasıl biçim vermeleri konularında yoğun
bir eğitim altındadır. Birçoğumuz evdeyken sürekli toplumun bize nasıl bir hanım
hanımcık kız olmamız gereken nasihatleri ile yaşamışızdır. Birçoğumuzun annesi
bize defalarca “komşunun kızını görüyor
musun, ne kadar akıllı, ne kadar terbiyeli,
evin her işini yapıyor, çeyizini hazırlıyor,
büyüklerinin karşısında ağzından bir laf
çıkmıyor” gibi kendilerince doğru nasihatlerde bulunurlar. Elbette bu konuda
sadece annelerimizi eleştirmiyoruz, çünkü onlar da kendi büyüklerinden böyle
öğrendiler ve bu bir zincirleme olarak
ilerlemeye devam ediyor. Toplumsal cin-
Genç kadınlar yıllarca iyi bir eş, iyi bir anne olmak
için hazırlanır. Kadın farklı işlerle de uğraşabilir ama
neticede bir genç kızın en iyi bilmesi gereken şey “evinin
hanımı, kocasının eşi, çocuklarının annesi” olmaktır.
kadın elde edilmesi gereken bir avdır. Bu
avlama süreci kadın için çocukken başlar
ve hayatının sonuna kadar devam eder.
Gençlik aşaması bunun en acımasız sürecidir. Geleceği elinden alınır, hayalleri karartılır, henüz arayış içerisinde olan ruhu
esaret altına alınır. Her şeyin farkında olan
ve iyinin cazibesine kapılmaktan vazgeçmeyen, onarıcı ve iyileştirici masumiyeti
işe yaramaz, ahmakça denerek yargılanır.
Genç kadınların sistemin tuzağına düşmesi için ne gerekiyorsa fazlasıyla yapılır.
Ailede, okulda, sokakta, işte yani yaşamın her alanında kadını terbiye etme, biçim verme mekanizmaları oluşturulmuştur. Kadın başını nereye çevirse, yönünü
nereye yöneltse sistemin sembolleri ile
karşılaşır. Gözünün başka bir şey görmemesi gerekir, kulağı farklı bir şey işitmemelidir. Sistem ne diyorsa o kadar bilmeli,
o kadar anlamalıdır. Düşüncesi sistemin
izin verdiği bilgilerden oluşmalıdır. Genç
kızlar nasıl davranmaları, nelerle ilgilen-
76
siyetçilik aileyi öyle bir hale getirmiştir ki,
aile kızını bir köle, elden çıkarılacak bir
eşya olarak görür.
Genç kadınlar yıllarca iyi bir eş, iyi bir
anne olmak için hazırlanır. Kadın farklı işlerle de uğraşabilir ama neticede bir genç
kızın en iyi bilmesi gereken şey “evinin
hanımı, kocasının eşi, çocuklarının annesi” olmaktır. Çünkü sistemin genç kızlar
için gelecekteki yaşamları bu semboller
etrafında şekillenir. Genç bir kadın mutlaka beyaz atlı prensi ile evlenecek, anne
olacak, aile kuracaktır. Ama işin özünde
beyaz atlı prens imgesinin arkasında onu
bekleyen korkunç bir mavi sakal vardır.
Onun ruhunu, benliğini, kişiliğini parçalayan bir mavi sakal. Ve günümüzde milyonlarca genç kadın yaşam enerjisini yitirmiş bir şekilde sistemin acımasızlığına
kurban edilir.
Kapitalizm Genç Kadınların En Büyük Düşmanı
Kapitalizmin zihniyet oluşturma argümanları yirmi dört saat boyunca toplum
aleyhine çalışır. Toplumun denetim altına alınmadık bir yanı bırakılmaz. Hayal
dünyası dahi sistemin kısır döngüsü içine alınır. Özellikle de genç kadınlar için
biçimlendirilmiş tozpembe hayaller oluşturulur. Sistemin sahte özgürlük anlayışının damgasını vurduğu insan algısından
bu hayaller de nasibini alır doğal olarak.
Hayalinde hep canının istediğini yapmak,
istediği ilişkiyi yaşamak, pahalı zevklerini
elde etmek vardır. Buradan dahi kadınların ne kadar bastırıldıklarını anlayabiliriz.
O kadar kendine ötekileştirilmiş ki ekmek ve sudan daha çok ihtiyacı olduğu
özgürleşmeyi düşünemez bile. Çünkü
kendince canının istediğini yaparsa zaten özgürdür. Hayallerini süsleyen zengin
bir yaşam ve yakışıklı bir kocadır. Elbette
ki sistemiçileştirmenin tek yanı düşünsel
anlamda değildir. Ekonomik anlamda da
en çok sömürülen kesim genç kadınlardır. Kadının ekonomik katılım açısından
belirli bazı alanları vardır, diğer alanlar
erkek işidir. Bir yönüyle ekonomik olarak
etkisizleştirilen kadın, bir diğer anlamıyla
da hem sistemin işçisi hem de işçi doğurma fabrikasıdır. Bununla birlikte pazar
anlamında da sistemin en temel hedef
kitlesi genç kadınlardır.
Genç kadınlar için en büyük mutluluk
tüketim alanının genişlemesidir. Müthiş
bir tüketim çılgınlığı oluşturulur. Bu anlamda en çok başvurulan yöntem çarpılmış estetik ölçüleridir. Sistemin estetik
anlayışı erkeğin beğeni ölçülerine göre
dizayn edilmiştir. Kadın da bu ölçülere
göre olmalıdır. Estetik sadece biçimle
bağlantılıdır, o da erkeğin istediği şekilde
olmalıdır. Burada kadına dayatılan kendi
doğasından uzaklaşmadır. Çünkü kadın
doğasına göre olan güzel değildir. Erkeğe
göre olan güzeldir. Kadının beden ölçülerinden tutalım, konuşma tarzına, hal hareketlerine kadar her şey bu estetik aslında
estetiksizlik anlayışına göre şekillenir. İşte
burada moda, kozmetik, reklam devreye
girer. Sistemde en çok para getiren işlerdir. Yine Türkiye gibi bir toplumda özellikle televizyon kanalları yirmi dört saat
dizilerinden, magazin programlarına,
yemek tarifi programlarından, reklamlara kadar kadınların kafasında ideal kadın
tiplemesini oluştururlar. Bu konuda hem
kullanılan, hem de hitap edilen kadındır.
Bu şekilde sistem genç kadınları bu yalana özendirir, sisteme entegre eder.
Beraberinde sistemin her türlü yoz yaşamı genç kadınları kullanarak geliştirir.
En somut örnek fuhşun bu kadar yaygınlaşmasıdır. Bu çirkinliğin ağına düşürülen
hep genç kadınlardır. Bu dibe vurma noktasıdır. Kadının ruhu, bedeni, hayalleri,
duyguları tüketilir. Tüketilen kadın gerçeğine bırakılan tek yol ise kendi canına
kıymaktır. 3S’lerin en çok hitap ettiği kesim olan genç kadınlar artık sistemin en
kırılgan halkası olmuştur.
Bu şekilde sistem gençliğin anarşist,
devrimci yönünü kaybettirmek ister. Yaşadığı çelişkileri liberalleştirerek içinde
bulunduğu duruma başkaldırmasına izin
vermez. Sanal, sahte, yoz yaşama mahkum edilen gençliğin sisteme tehdit olan
yanları törpülenir, radikalliği yumuşatılır.
Oysaki önceden gençler içerisinde devrimci bir gelenek vardı. Özellikle de devrimin en öncü gücü öğrenci gençlikti.
Şimdi sisteme en çok entegre edilen öğrenci gençlik oluyor. 68’in devrimci gençliği dünyayı bir devrim havasına soktu,
Kürdistan ve Türkiye’de de güçlü gençlik
hareketleri yaşandı. Bu gerçeği bertaraf
etmek isteyen sistem 12 Eylül ile yeni bir
genç kuşak yaratmak istedi ancak istediği
başarıyı yakalayamadı. Gençliğe olumsuz
etkileri oldu ancak şu an yine bu coğrafyada gençler devrimlere öncülük yapıyorlar. Gençlik içerisinde hala büyük bir
devrimci potansiyel var.
Tüm bu gerçekler Kürdistan’da çok
daha ağır bir şekilde yaşanıyor. Özgürlük
hareketinin açığa çıkardığı değerleri boşa
çıkarmak için sistem en fazla gençlere el
atıyor. Aileyi, eğitimi, modern kültürü,
bilim- tekniği kullanıyor bunun için. Kürt
gençlerinin köksüz, bilinçsiz, hafızasız
77
Sayı 60 2014
olması için sistemin en büyük araçları
olan 3 S’ler en çok Kürt gençlerine hitap
edecek şekilde kullanılıyor. Hem maddi
hem de manevi anlamda yokluk içinde
bırakılan gençler ajanlaştırma, fuhuş,
uyuşturucu kullanımı gibi en yoz yaşam
biçimlerinin içine çekiliyor. Genç kadınlar
çok bilinçli bir şekilde erken yaşta evliliklere, töre cinayetlerine kurban ediliyor. Ve
sonuç olarak yüzlerce kadının intiharları
ile karşılaşıyoruz. Bütün bunların hepsi
bir irade kırma politikası olarak devam
ettiriliyor. Bu politikalara, imha ve asimilasyona karşı verilecek en büyük cevap
demokratik ulusu hızla inşa etmektir. Kürt
gençlerinin en büyük görevi demokratik
ulus inşasıdır.
Demokratik Ulusun İnşasında En Örgütlü Güç Genç Kadınlar Olmalı
“Genç bir kız ölü olamaz, dirilişin temsilcisi olacak,
sevgi kaynağı olacak, çekici ve yakıcı
olacak.”
Genç kızlar, kadınlar öz olarak devrimcidirler, çünkü mal-mülk edinmeye ve
olmaya her zaman tepkileri vardır. En radikal devrimci güç genç kadın örgütlenmesi içinden çıkmaktadır. Gücünü açığa
çıkarabileceği bir ortamda genç kadınları
durduracak bir güç olamaz. Bu anlamda
genç kadınların en başta yapması gereken ideolojik olarak kendini eğitmektir.
Sistemin kölelik kodlarını kendi kişiliklerinde çözümlemek, bu anlamda kendini
tanımak, sorunlarını tespit etmek, bilinçlenmek, kendini eğitmek ve sisteme karşı
kendini güçlü kılmaktır. Kadınlar cins bilinci ve özgürlük bilincini harmanlayarak,
kendini örgütlü bir güç haline getirerek
sisteme karşı koyabilirler. Bunun için özgürlük hareketinin birçok ideolojik argümanı yine pratik mücadele mirası vardır.
Genç kadınlar için bu değerlere hem sahip, çıkmak hem de geliştirmek en büyük
görevdir. Genç kadınların en örgütlü
olduğu zemin aynı zamanda mücadelenin güçlü olduğu zeminlerdir. Önderliğin
bu konunun nasıl ele alınması gerektiği
konusunda oldukça somut çözümleme-
78
leri vardır; “Özellikle genç kızları, bilinçsiz
kadınları, köle kadınları kesin geliştirmek
zorundasınız. Geliştirmeyinceye kadar erkeklerle ilişkiyi adeta yasaklayın. Yetişmeyen bir genç kızı, köle bir kadını erkek egemenlikli etkilere açık bırakamazsınız. Genç
kızlar devrim tarafından şekillenmeye en
müsait özneler durumundadırlar. Devrimci
değişime en yakın objelersiniz. En iyi şekil
sizlere verilebilir. Hem kendinizi erkeklerden daha fazla şekillendirme, hem de kişilik özellikleriniz buna uygundur. İçinizden
çok yaman özgürlük savaşçıları çıkabilir”
demektedir.
Sistem genç kadınları o kadar olumsuz
etkilemiştir ki ve kadının kendisi de bunu
o kadar kanıksamıştır ki, doğal olarak
devrim saflarında da sistemden alınan
yanlışlar, yanılgılar yaşanabilmektedir.
Sistemin alışkanlıkları mücadele saflarına taşınabilmektedir. Bunun aşılması için
radikal bir kişilik dönüşümü gereklidir,
kişilik dönüşümünün zemini ise kendini
ideolojik olarak eğitmek ve güçlenmek
ile olur.
Önderliğin kadın hareketinin önüne
koyduğu kadın ordulaşması, kadın kurtuluş ideolojisi ve kopuş teorisi gerçeği
en başta genç kadınların sistemden kurtulmasını ifade eder. Kadın ordulaşması
eşitsizliğe, köleliğe karşı eşitliğin, özgürlüğün mücadelesini veren kadın örgütlenmesini ifade eder. Bunun için hem yaş,
hem de konum olarak en uygun kesim
genç kadınlardır. Her anlamda savaşı yükseltip bunun öncülüğünü yapma misyonu en başta genç kadına aittir. Kendini örgütlü kılan genç kadın sistem karşısında
en aktif savaş gücü olabilir. Sisteme karşı
her anlamda savaş yürütebilir. Demokratik ulusun argümanlarından biri de öz
savunmadır. Saldırılara en çok maruz kalan kesim olarak genç kadınlar öz savunmayı da en bilinçli, örgütlü, sistematik bir
biçimde, sadece silahlı boyutunu değil
her yönünü geliştirmelidirler. Sistemin
asimilasyon, ajanlaştırma, fuhuş, topluma inkar ve imha politikalarına karşı,
gençleri köksüzlüğe götüren uygulamalarına karşı meşru savunma çerçevesinde
toplumun her yerinde öz savunma örgütlenmesi oturtulmalıdır. Genç kadınların
yaşamın her boyutunda öz savunmasını
geliştirmeleri sistem karşısında donanımlı bir güç olmaları demektir.
Kadın kurtuluş ideolojisinin ilkeleri
olan yurtseverlik, örgütlülük, irade olma,
estetik, mücadele gücü haline gelme
boyutları genç kadın örgütlenmesinin
de temel ilkeleridir. Sistem Kürt kızlarını
kendi
coğrafyasının
değerlerinden
koparmak, kendi kültüründen, maneviyatından uzaklaştırmak, asimile etmeye çalışıyor. Beraberinde bu durum
karşısında kadınların bilinçlenmesini,
örgütlenmesini ve bir irade olarak mücadele etmesini engellemeye çalışıyor.
Örgütlenerek mücadele gücüne dönüşen
kadından ziyade her türlü baskıya boyun
eğen ezik ve donanımsız kadın karakterini esas alıyor. Bütün bunlarla birlikte geleneksel kadın profili yaratmada en tehlikeli argümanlardan biri olan sistemin
estetik anlayışına alternatif, kadın doğasını esas alan, biçime değil öze, düşünceye,
duyguya, emeğe önem veren bir estetik
anlayışı olmalıdır Bu ilkeleri yaşamsallaştırmak özgür kadın kimliğine ulaşmaktır.
Bu ilkeleri yaşamın her yerinde oturtmak
demokratik ulusu zihniyet olarak da güçlü yaşamaktır.
Kadın kendini sistemin zihniyetinden
arındırdıkça düşünceleri anlam kazanacaktır. Yaşamın nasıl olması gerektiğini
bu şekilde anlayacaktır. Özgür ve iradeli
birey ve toplum gerçeği verili zihniyet
kalıplarının yıkılması ile oluşturulmaya
başlayacaktır. Bu sistemin zihniyetinden,
erkeğin aklından kopuş demektir. Bunun
için her yerde güçlü mücadele zeminleri yaratılmalıdır. Genç kadınların olduğu
her zemin bir mücadele zeminidir. Bu ortamlarda her türlü geriliğe karşı mücadele edilir. Gençliğin öncüsü olan genç kadınlar örgütlü, savaşçı, direnişçi olmalıdır,
duygularını dahi bu şekilde örgütlemeli,
yanlışlara, geriliklere karşı hep radikal bir
değiştirici güç olmalıdır. Yanlışlara göz
yummamalı, benzeşmemeli, eleştirmeli,
alternatifi yaratmalıdır. Gençlerin arayış-
larına yön verilmeli, gençler sistemin insafına bırakılmamalıdır. Sistemin özellikle
Kürdistan’daki bütün yoz yaşam mekanları ortadan kaldırılmalı, gençler arasında
yoz yaşamı geliştirmek isteyen kesimlere
yaşam zemini bırakılmamalıdır.
İnkar ve imha sistemi Kürt kültürünü,
dilini, kimliğini, geleneklerini yok
saymakta, küçük düşürmektedir. Buna
karşı en büyük cevap genç kadınlardan
gelmelidir. Bir toplumun kültürünü, dilini,
geleneklerini, kimliğini en çok yaşayan
kadınlardır. Kadınlar kendi ulusal özelliklerini ne kadar güçlü yaşarlarsa o toplumun da ulusal yanları o kadar gelişkin ve
zengin olur. Bu anlamda Kürt kültürünü,
değerlerini geliştirmek, asimilasyonun
etkisinden kurtarmak için her yerde bu
konuda kurumlaşmalara, örgütlenmelere gidilmeli, halkta kendi kültürüne sahip
çıkmanın bilinci oluşturulmalıdır. Gençleri sistemin kirinden koparmak için her
yerde gençlik örgütlenmeleri geliştirilmeli, gençler eğitilmelidir. Özellikle genç
kadın eğitim akademileri, merkezleri kurulmalıdır. Siyasetten sanata, ekonomiye,
kültüre, öz savunmaya ve daha bir çok
demokratik ulus boyutu üzerine gençler
eğitilmelidir. Bu eğitimler sadece teorik
boyutta kalmamalı, ilk başta gençlerin
bakış açısı ve algısında özgür ve iradeli birey, toplum zihniyeti oluşturulmaya
çalışılmalıdır. Bu şekilde toplumun kafasındaki asi-avare, başıbozuk, aklı bir karış,
sorumsuz gençlik algısı da silinecektir.
Yine genç kadın akademileri kurularak
genç kadınlar cins bilinci ve kadın özgürlüğü konularında eğitilmelidir.
Her Alanda Demokratik Ulusun Zeminini Atmak
Demokratik ulusun boyutlarının geliştirilmesinde genç kadınların üzerine düşen
misyon büyüktür. Ekonomiden, siyasete,
kültüre, sağlığa, diplomasiye kadar her
çalışmada yer almalı, kendi özgün örgütlülüğünü kurmalı, genel mücadeleye
ivme kazandırmalı, genç kadın farkını ortaya çıkarmalıdır. Kadın komünal ekonomiyi yaratarak, bu alanda da örgütlü güce
79
Sayı 60 2014
dönüşerek sömürü zeminlerini kurutmalıdır. Kadınların emeklerini sömürge olmaktan çıkaracakları ekonomik zeminler
oluşturulmalıdır. Kadın ekonomik anlamda erkeğe muhtaç olmaktan kurtarılmalıdır. Kooperatif tarzı, alternatif ekonomik
zeminler, atölye örgütlenmeleri genç
kadınların girişimleri ile oluşturulabilir.
Buna en çok ihtiyacı olan kesimdir genç
kadınlar, kendi emeklerinin satışa sunulmasına dur demelidirler. Toplumu bu konuda bilinçlendirmek, örgütlü kılmak için
sistem dışı mekanlar oluşturulmalıdır. Bu
anlamda sadece pratik koşuşturan kesim
olmaktan da çıkmalı, kendi enerjisini,
akışkan zekasını mücadeleye akıtmalıdır.
İktidarcı yapılanmalarda yaşlılar söyler,
gençler yapar. Genç kadınlara ise yapma
hakkı bile tanınmaz. Oysa demokratik
ulusun hem bilinç gücü hem de uygulayıcı gücü gençlerdir, genç kadınlardır.
Örgütlü genç kadın hem teorisyen hem
de pratisyen olacak güce sahiptir. Genç
kadın örgütlenmesi ne kadar aktifleşir ve
büyürse demokratik ulus da o kadar sağlam temeller üzerine inşa edilir.
Siyasal alanda da Kürt kadınlarının
birçok kazanımı var. Belirleyici bir konumu var. Siyasal alanda da toplumsal politikanın devrimci-dinamik öznesi genç
kadınlardır. Birçok kadının bu kadar erken
yaşta siyasete atılması, ilgi göstermesi,
kendini geliştirmesi önemli bir kazanım.
Bu toplumu da çok etkilemekte, kadına
karşı güven oluşturmaktadır. Oysaki sistem ölçülerine göre genç kadınlar hep
siyaset dışı tutulmuşlardır. İlgisiz kılınmışlardır. İlgi alanları farklı yerlere çekilmiştir.
Gençlik siyasete ne kadar ilgisiz olursa
devletçi sistem o kadar rahat nefes alır.
Genç kadınların siyasetle uğraşmamaları gerekir, bir kadın olarak elinin hamuru
ile ne işi vardır erkek işi olan siyasette?
Toplumun kafasında ısrarla böyle bir algı
oluşturulur. Fakat kadın özgürlük hareketi yıllarca sürdürdüğü mücadele ile siyaset arenasında önemli bir aktör olmuştur.
Bu durum klasik iktirdarcı siyaset algısını
aşarak, halkın siyaset yapmaya başlaması
demektir. Demokratik ulusun en somut
80
örgütlenme biçimi öz yönetimlerdir, demokratik özerkliktir. Bu tarz örgütlenme
toplumun siyaset yapması, farklı siyasal
aktörlerin de oluşması demektir. Demokratik ulusun inşası sürecinde kadınlar her
yerde farklı örgütlenme biçimleri ile alternatif siyaseti, kadın eksenli demokratik
siyaseti geliştirmelidirler. Burada kadın
siyaset akademilerinin önemi büyüktür,
genç kadın örgütleri bu misyonu üstlenerek kadınların eğitilmesinde, örgütlenmesinde, pratikleşmesinde aktifleşmelidir.
Siyaset bir dinamizm işidir, bu dinamizme, düşüncede yaratıcılığa, iktidarcı
siyaset anlayışına karşı demokratik siyaset anlayışını en çok geliştirecek ve sahiplenecek kesimdir genç kadınlar. Rojava devrimi büyük örnektir buna. Aslında
Rojava devrimini kadın devrimi olarak da
tanımlayabiliriz. Genç kadınların emeği,
katılımı öncü konumda olmalarını sağlamıştır. Bu gün de savaştan, örgütlenmeye, eğitime, sistemin oturtulmasına kadar
genç kadınlar her yerde ön saflarda yer
alıyor ve bu durum aktif bir mücadele sonucu kadın devriminin gerçekleşeceğini
gösteriyor.
Jineoloji Genç Kadın Örgütlenmesinde Büyük Bir Yere Sahip
Toplumsal cinsiyetçiliğin uygulamalarına en çok maruz kalan kesim genç kadınlar olduğu için alternatif olarak jineolojiyi
en çok kurumsallaştırması gereken de
genç kadınlardır. Jineoloji genç kadınların yaşadığı bütün sorunlara çözüm üretebilecek bir alandır. Jineoloji açısından
genç kadın kimliği özenle ele alınması
gereken ve yeniden tanımlanması
gereken bir husustur. Akademik anlamda çok geniş ve kapsamlı bir çalışma
yürütülmeli ve bu toplumsallaşmalıdır.
Sistemin bilim kurumları olan eğitim
mekanları özellikle de üniversiteler aynı
zamanda en cinsiyetçi kurumlardır. Milyonlara genç kadın bu kurumlarda bilimciliğin referans gösterdiği bakış açısı ile
eğitilmektedir. Genç kadınlar bu konudaki düşünsel istismara karşı koymak açı-
sından jineoloji kapsamında kendi eğitim
alanlarını oluşturmalı, bilimciliği aşan,
kadın özgürlüğünü esas alan toplumsal
bir bilim anlayışı konusunda her zaman
bir arayış, tartışma, pratikleştirme çabası
içerisinde olmalıdır. Bilgiye ilk ulaşan
genç kadının merakı, çabası, toplum için
gerekirse kendini feda etme kararlılığıydı,
şimdi de genç kadınlar jineoloji ile yeniden bilime, bilmeye kadın bakış açısını
oturtmalı. Sistemin verili kadın tanımlamasına karşı olarak genç kadınlar kadın
doğasının yeniden tanımlanmasından
sorumludur. Klasik kadın tanımlaması erkeğin bakış açısına göre yapılmıştır. Kadını erkek tanımlamıştır. Kadın ancak kendi
kendini tanımlayarak, bu düşünce gücüne ulaşarak bu duruma bir son verebilir.
Bu da en çok jineolojinin geliştirilmesi ile
mümkün olacaktır. Sistem tarafından dejenere edilen kadının akışkan enerjisi, ruh
dünyası bu şekilde yeniden hakikatle bulaşabilir. Jineoloji ekseninde ilk yapılması
gereken kadını, kadın doğasını, varlığını
tanımlamaktır, kadın tarihini resmi tarihin bakış açısından uzak bir şekilde ele almaktır. Gençliğin dinamizmi, yaratıcılığı,
araştırma merakı, yeniyi yaratma istemi
ile şekillenecek olan bir jineoloji demokratik ulus inşasında oldukça önemli bir
yere sahiptir.
Sistemin Kölelik Sembollerine Karşı
Kadınlar Kendi Özgürlük Sembollerini Yaratıyorlar Demokratik ulusun kavramsal-kuramsal ve pratik çerçevesi önderliğimiz tarafından ortaya konmuştur.
Demokratik ulus halkların, kültürlerin,
toplumların, kadınların, gençlerin inşa
edeceği bir sistemdir. Demokratik ulus
bir kadın sistemidir. Çünkü demokrasi
kavram olarak da kadın özünü içeren bir
gerçektir. Bin yıllar öncesinin özgür, demokratik, ahlaki ve politik toplum formu
yeniden güncelleniyor. En çok baskıya
maruz kalan kesim olan genç kadınlar
demokratik ulusun inşasında öncü olmalılar. Nasıl ki sistem ilk hırsızlığını genç
kadının toplumsal yaratımları üzerinden
yapmışsa, çalınan değerlerin geri alınma-
sının mücadelesini veren ve her zaman
verecek olan genç kadınlardır.
Özgür kadın hareketi bu mücadeleye
genç başladı ve hala genç olarak devam
ediyor. Buna en güzel örnek heval Sara
oluyor. Heval Sara çok genç yaşlarında
hem kadın olmanın hem de genç olmanın verdiği arayışlar ile mücadele saflarına katıldı. Yaşadığı müddet içerisinde
aynı heyecan, coşku, kararlılık ve bağlılık
ile mücadelesine devam etti. Sistemin
kendine göre biçimlendirdiği sembolleri
biliyoruz. Bu kölelik sembollerine karşı
olarak özgürlük hareketi de özgür kadın
sembollerini yarattı. Binlerce şehit kadın
yoldaşımız buna örnektir, heval Sara, heval Zilan, Heval Beritan, Heval Sema buna
örnektir. Kürt kızlarının kendilerine örnek
alarak yollarına devam etmelerini sağlayacak olanlar kahramanlaşan şehit yoldaşlarımızdır. Genç kadın kimliği, kişiliği
bu zemin üzerine oturtularak gelişecek,
derinleşecektir. Özgürleşme konusunda
en büyük potansiyele sahip kesim genç
kadınlardır. Özgürlük hareketi sistemin
tuzaklarını bertaraf ederek, özgürlüğü
amaçlayan ve bunun için mücadele eden
kadın kişiliğini yaratmıştır. Genç kadınlar
sistemin malı, mülkü olmaktan çıkmış,
bir halkın, bir ulusun değerleri olmuştur.
Demokratik ulusun inşası ile genç kadınlar bin yıllar öncesinin özgürlük sembolü olan kutsal tanrıça özünü çağımıza
taşıyacaktır.
Kaynakça Abdullah Öcalan- Eşitliğe Ve Özgürlüğe Yürüyüş (Kadın Ordulaşması Üzerine)
81
Sayı 60 2014
GENÇLIK NASIL DIRENMELI
Öncelikle kültürün genel bir tanımıyla
başlamak yararlı olabilir. Çok çeşitli tanımlar yapılmaktadır. İnsanın kendisinden doğaya kattığı her şey kültür olarak
tanımlanmaktadır. Çokça dillendirilen
bu tanımın önemli bir eksikliği vardır.
İnsanın doğadan almadan, direkt kendisinden doğaya kattığı ne olduğu sorulabilir. “Metafizik” dışında verilecek bir
yanıt yoktur. Almadan vermek doğaya
özgüdür. İnsan her şeyini doğadan alır,
soyutlama gücüyle yoğurur, yeniden ve
sentezleyerek doğaya geri verir.
Bu işin teorisi ile uğraşanların yüzün
üzerinde kültür tanımı yapmış olmalarına
rağmen, halen de “tamam, bu tanım
kültürü tam olarak ifade ediyor!”
diyebileceğimiz bir tanım geliştirilebilmiş
değildir. Kuşkusuz yapılan tanımların
hemen hepsi belli yönleriyle kültürü ifade ederler. Buna karşın en geniş ve özü
en iyi ifade eden tanım Önder APO’nun
geliştirmiş olduğu tanımdır:
“Kültürü insan toplumunun tarihsel süreç içinde oluşturduğu tüm yapısallıklar
ve anlamlılıklar bütünü olarak genel bir
tanıma kavuşturabiliriz. Yapısallıkları dönüşüme açık kurumların bütünü, anlamlılıkları ise dönüşen kurumların zenginleşen ve çeşitlenen eşgüdümlü anlamlılık
82
düzeyi veya içeriği olarak tanımlamak
mümkündür...
Kültürün dar anlamda tanımı da oldukça sık kullanılmaktadır. Burada kültür
daha çok anlam, içerik, yapının yasası ve
canlılığı olarak belirlenmeye çalışılmaktadır. Toplum söz konusu olduğunda, dar
anlamda kültürü toplumun anlam dünyası, ahlâk yasası, zihniyeti, sanatı ve bilimi olarak tanımlıyoruz. Politik, ekonomik
ve sosyal kurumlar bu dar anlamla bütünleştirilerek geniş anlamda genel kültür tanımına geçilir…”
İnsan salt maddi bir varlık değil, manevi
yanı başat olan bir varlıktır. Bilebildiğimiz
kadarıyla doğada insan dışında anlamlılık
diye bir arayış ya da kavramlaşma yoktur.
Buna ihtiyaç duyulduğunu da sanmıyoruz. Yine bilinebildiği kadarıyla, mikro
kozmos olarak insanın yaşadığı, duyumsadığı, gördüğü ve duyduğu her şeyi anlamlandırmak, anlamla zenginleştirmek
ve güzelleştirmek gücünü gösteren tek
varlık olduğu sanılmaktadır. Bu çerçevede anlamlılık insanda gerçekleşmekte,
insanla mümkün olabilmektedir.
Kültürü insan yaratımı, toplumsallaşmış
insan emeğinin yaratımı olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Yapısallıklar toplum yaşamını mümkün kılan tüm
sosyal, siyasal, ekonomik, etnik, dinsel vb.
kurumlaşmalar bütünüdür. Bu yapısallıkları içeriksiz, maneviyatsız yani metafiziksiz olarak düşünmek mümkün değildir. Yapısallıklara ruh katan, anlam veren
inanç, sanat, estetik vb. metafizik olgular
da anlamlılıklar bütünü olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla kültür ne tek başına
yapısallıklar, yani kurumlaşmalar; ne de
tek başına anlamlılıklar, yani içerik, inanç,
sanat, estetik vb. olarak tanımlanabilir.
Biri olmadan diğerinin anlam bulması,
dahası oluşması bile mümkün görülmemektedir. Anlamlılığını yitirmiş kurumsallıklar başkalarının üzerinde istedikleri
gibi tasarrufta bulanacakları nesneler yı-
rel -kültürsüzlük demek daha doğru olabilir- formasyonla arasındaki ayırımı kalın
çizgilerle netleştirmesi, farkını toplumsal
direnişle yarattığı yeni kültürel formasyonla belirginleştirmesi zorunludur. Bu
yolla ancak o toplum, o ideolojik grup ya
da çıkış kendisine ait bir toplumsal kişilik
ve kimlik haline gelebilir. Aksi halde iddiası ne denli büyük ve güçlü olursa olsun, var olana eklemlenmekten, hatta var
olan tarafından yutulmaktan kurtulamaz.
Kültürü toplumların varlık koşulu olarak
değerlendirirsek -ki öyledir-, kendisi
olmanın, bu anlamda toplumsal varlık
olmanın yolu kendine özgü bir kişilik ve
kimlik yaratmaktan, yani kendi kültürleş-
Kültürü toplumların varlık koşulu olarak değerlendirirsek
-ki öyledir-, kendisi olmanın, bu anlamda toplumsal
varlık olmanın yolu kendine özgü bir kişilik ve kimlik
yaratmaktan, yani kendi kültürleşmesini sağlamaktan
geçmektedir.
ğını olarak değerlendirilebilir. Yapısallık
kazanamamış anlamlılıklar da toplumsal
tarihte çokça görülen güzel düşünceler
yığını olmaktan kurtulamazlar.
Kültür için yapılan tanımların çokluğu,
farklı toplumsal grupların kültürü kendi
çıkarlarına uygun olarak tanımladıkları
anlamına gelir. İşin özüne bakıldığında
halkların-toplumların yaşam tarzını, varlıklarını devam ettirmelerini, yenilemelerini, geliştirmelerini sağlayan kültür ile
buna karşıtlık temelinde oluşan egemen
sistemi meşrulaştıran, güçlendiren ve
yeniden üretilmesini sağlayan kültür olarak iki ana başlık altında toplamak mümkündür.
Bu genel çerçeveden değerlendirildiğinde ise, herhangi bir toplumun, bir
ideolojik grubun ya da alternatif bir çıkışın varlığını devam ettirebilmesi, kendini
topluma mal etmesi ve başarılı olabilmesi
için yeni bir gelenekler bütünü yaratması,
kendini toplumsal bir kültüre dönüştürmesi gerekir. Reddedilen hastalıklı kültü-
mesini sağlamaktan geçmektedir.
Kapitalizm Kültür Karşıtlığıdır
Toplumsallaşma ile kültürleşme olmazsa olmaz biçimde birbirine bağlıdır. Biri
olmadan diğerinin varlığından söz edilemez. Toplumsallıktan kopuk, toplumsallığa karşıt bir kültürden, kültürleşmeden
söz edilemez. İnsan toplumunun tarih
boyunca oluşturduğu yapısallıklar ve
anlamlılıklar bütünü olarak tanımlanan
kültür, aynı zamanda toplum, toplumsallık
tanımıyla da eşanlamlıdır. Toplum,
bireylerin rastgele bir araya gelişleriyle
oluşan matematiksel bir toplam ya da
yığın; toplumsallaşma da bir yığınlaşma
değildir. Bir anavatan üzerinde yaşanan
ortak tarihi süreç içinde oluşan ve kültürel birlikte ifadesini bulan ruhsal şekillenme (ortak sevinç ve üzüntüleri) birliği,
yani benzer zihinsel formasyonları olan
insan kümeleri toplum olarak anlamlandırılmaktadır. Yani toplum ve kültür ortak
bir mekân ve zamanın ürünüdür.
83
Sayı 60 2014
Kapitalizm ise hegemonik iktidar sistemini korumak ve yaygınlaştırabilmek için
toplumu atomlarına kadar parçalamak,
dağıtmak zorundadır. Başka türlü hegemonik egemenliğini sürdürmesi mümkün değildir. Toplumu parçalamak, dağıtmak için her yol ve yöntemi geliştiren
kapitalist modernite, tam bir toplum karşıtlığıdır. Temel mayası olan ahlaki ve politik dokusu yok edilmeden hiçbir toplum
uzun süre egemenlik altında tutulamaz.
Kapitalizm ise tüm toplumsal yaşamın her
anı ve alanını işgal ettiği hukukuyla ahlaki dokusunu, özyönetim hak ve mekanizmalarını gasp ederek politik dokusunu,
maddi ve manevi üretimden kopararak
toplumun ekonomik dokusunu yok
etmeye çalışır. Dolayısıyla tam bir toplum
karşıtlığı sistemi, toplumkırım sistemidir.
Kapitalizm Bu işlevlerini yerine getirebilmek için toplumun sırtına yüklediği bir kambur olarak orta sınıfı, sivil ve
askeri bürokrasisi, mahkemeleri, cezaevleri, okulları, üniversiteleri, özel savaş
merkezleri ve ideolojik hegemonya aracı
medyası ve popüler kültür endüstrisiyle
topluma karşı tam bir savaş mekanizması
olarak örgütlenmiştir. Bu sistemin koçbaşı ulus devletin “modern Leviathan” olarak adlandırılması da bu niteliklerinden
ötürüdür.
Kapitalizmin toplum karşıtlığı, esas olarak ulus devlet ve endüstriyalizmle birlikte kültür karşıtlığı biçiminde somutlaşmaktadır. Kapitalist özel savaş merkezleri
kapitalizmin toplum ve kültür karşıtlığını
gizleyebilmek için “kapitalist toplum,
kapitalist kültür” kavramlarını bilerek ve
isteyerek kullanmaktadırlar. Bu tam bir
çarpıtmadır. Kapitalizm toplum değil toplum karşıtlığı olduğu oranda kültür değil
kültür karşıtlığıdır da.
Sınıflı, Devletli uygarlığın doğuşundan
günümüze kadar toplum ile egemenler arasında ideolojik, politik ve kültürel
mücadele kesintisiz bir biçimde süregelmiştir. Bu mücadelenin toplumsal
kültür aleyhine en çok derinleştiği süreç
kapitalist modernite sürecidir. Kapitalist
modernitenin büyümesi, derinleşmesi
84
ve yaygınlaşmasıyla birlikte sermaye ve
iktidar tekelleri çeşitli araç ve biçimlerde
kültürü de hakimiyetleri altına alarak üretimini, içeriğini, ifade biçimi ve rollerini
de değiştirmişlerdir. Kapitalist modernite, toplumun kültürel üretim yeteneği ve
yöntemlerini gasp ederek yerine merkezi,
tekelleşmiş ve endüstrileştirilmiş üretim
yöntemlerini geçirmiş; içeriğine bireycilik, bencillik, tüketicilik, belleksizlik, hazcılık ve eğlence ile zaman öldürmeyi yedirerek kendisini hâkim kılmıştır. Devasa
ölçeklerde gelişen kitle iletişim araçları
ve medya da bu kültürün üretildiği ve pazarlandığı temel alan haline getirilmiştir.
Başta küresel medya tekelleri olmak üzere kültür endüstrisini oluşturan tekeller
‘halk adına halk için’ kültürün -kültürsüzlüğün- üreticisi haline gelmişlerdir.
Toplum ve kültür karşıtı bu yönelimlerin temelinde toplumların, halkların kendi kültürlerini oluşturması ve sürdürmesi
yeteneği, hak ve görevinin gasp edilmesi vardır. Beğeni ve tercihleri, kabul ve
ret, güzel ve çirkin, iyi ve kötü ölçülerini
üretme olanakları toplumların elinden
alınmaktadır. Bunun yerini önce ulusdevletler, sonra uluslararası ve giderek
uluslar üstü tekellerin geliştirdikleri ölçüler almaktadır. Beğeniler ve tercihler
bunların biçimlendirdiği kültüre ve onun
ürünlerine odaklandırılmaktadır. Toplumlar artık kültür üreten konumundan çıkarılmakta, kültür satın alan ve tüketen bir
konuma itilmektedir. Satın alınan “kültür”
ise, kültür endüstrisi tarafından sistemin
mantığına ve çıkarına göre tasarlanarak
üretilen; yani, sistemin her gün, her saat
kendisini yeniden ürettiği kültür -siz bunu
kültürsüzlük olarak okuyun- olmaktadır.
Popüler Kültür Toplumların Varlık
Koşullarına Saldırıdır
Büyük toplumsal yarılmanın en açık
göstergesi olarak yaşanan devletli sistem ve onun kültürü ile onunla mücadele
içinde olan toplumun komünal demokratik kültürü çatışması kapitalist moderniteye kadar belli bir denge içinde süregelmiştir. Sınıflı, devletli, hegemonik ve
cinsiyetçi uygarlığın kapitalist modernite
aşamasında kültürel parçalanma ve çatışma, toplum aleyhine toplumkırım düzeyine varmıştır. Artık toplumun tümünün
ortak malı olan bir kültürden söz etmek
mümkün değildir. Kapitalist modernite
koşullarında toplumun ahlaki-politik dokusu ve ekonomik yapısına karşı geliştirilen saldırı, giderek toplumun tüm kutsallıklarını kapsamına alarak genişlemiş,
toplumkırım boyutlarına ulaştırılmıştır.
Burada artık toplumdan çok toplum olmaktan çıkış söz konusudur. Bu amacı
gerçekleştirmede kapitalizmin başvurduğu araçların başında ise popüler kültür
gelmektedir.
Kendi kültürünü üretme ve yeniden
üretme -güncelleme- olanakları gasp
edilen toplumun toplum olma özelliği
ortadan kaldırılmış demektir. Bu duruma
düşürülmüş toplumlar ‘kitle toplumu’,
‘yığın’ ya da ‘sürü toplum’ kavramları ile
tanımlanmaktadır. Yaşam tarzı demek
olan kültürünü üretme yeteneği ve gücü
egemenler tarafından gasp edilerek yok
edilmiş, kar ve iktidar amacıyla yeniden
üretilen kültürün tüketicisi haline getirilmiş toplumu anlatan bu kavramlar daha
da çoğaltılabilir. Ama işin özü kendisi olmaktan, toplumsallıktan çıkma durumudur. Popüler kültür kavramı da toplum
olmaktan çıkmış bu kitleye pazarlanan
kültürü anlatmaktadır.
Kapitalist modernist sistemde tüm
maddi ve manevi değerler pazara sürülerek meta haline getirilir. Bu değerler ne
denli hızlı tüketilirse kâr, sermaye ve iktidar olanakları da o kadar büyür. Bu yüzden tüketimin hızlandırılması ve yoğunlaştırılması zorunludur. Hiç gerekmediği
halde bir malı zorunlu ihtiyaç gibi göstermek sistemin, kapitalist pazarlamacılığın temel üstünlüklerindendir. Tüketim
olmadan sistemin yaşaması mümkün
değildir. Bu özelliklere sahip sistemin
kültüre ve kültürel ürünlere yaklaşımı da
kültürü özünden ve içeriğinden boşaltmak ve sistemin meşruiyetini sağlama
aracı haline getirmek temelinde olacaktır.
Kültürün ve kültürel ürünlerin temel
özelliği kalıcılıktır. Bir özelliğin kültürleşmesi toplumsallaşması ile mümkündür.
Bu da kalıcılığı gerektirir. Kültürel ürünler
ve bunlar üzerinden taşırılan toplumsal
değerler kalıcı olduğundan, tüketimi çok
zaman alır. Bu da azami kâr ve iktidarın
azalması demektir. Kapitalizm sürekli ve
daha çok tükettirerek biriktirmek mantığı üzerine inşa edildiği için kalıcılığa
düşmandır. Kalıcı olması gereken tek toplumsal faaliyet tüketmek, tüketmek ve
yine tüketmektir. Bu nedenle de her şeyi,
her değeri mümkün olan en kısa sürede
ve azami miktarda tükettirmektir.
Kültürel değerler toplumsal emeğin
sonucu olduğundan toplum tarafından
titizlikle korunur. Kapitalist modernist
sistemin oluşum mantığında ise başta
kültür olmak üzere tüm maddi ve manevi
değerlerin ayrım yapılmadan pazara sürülebilmesi, yani metalaştırılması vardır.
Bunun için de toplumun kendi emeğine ve emeğinin sonucu olarak yarattığı
değerlere yabancılaşması, bu değerlerin “satılabilir” olduğu düşüncesine ikna
edilmesi gerekir. Bunun da adı toplum
olmaktan çıkmaktır. Üretimden kopana,
ürettiğine yabancılaşana toplum demek
zorlama olur. Toplum üretmek, yeni değerler yaratmak temelinde işleyen canlı
bir organizmadır. Bu organizma ihtiyaçtan fazlasını üreten bir özelliğe sahiptir.
Kültürleşme de bu özellikle gerçekleşmektedir. Toplumsal üretim fazlalığı
eşitsizliği ve sömürüyü değil, toplumsal
zenginliği artırır. Kapitalistler ise toplumsallığı dağıtabildiği oranda her değeri
alım satım konusu yapabileceklerini, toplumsal işleyişi tüketim lehine çevirerek
sonuç alabileceklerini deneyimleriyle iyi
bilmektedirler.
Kapitalist sistem açısından alım-satım
esas olduğu için tüm değerlerin pazara
sürülecek, alınıp satılacak derekeye düşürülmesi; bunu için de tüm kutsallığından,
maneviyatından soyundurulması zorunludur. Kutsal ve değerli olan şey alınıp
satılamayacağına göre yapılması gereken
onu insan bilincinde değersizleştirmektir.
Kapitalist
pazarlamacılık,
kültürü
85
Sayı 60 2014
popülerleştirerek satma konusunda uzmanlaşmıştır. Kültürel değerler tüm insanlığa ait oldukları için, satışa sürüldüğünde tüm insanlığın da hedef alıcı kitlesi
olması doğaldır. Kültür insanı manevi olarak beslediğinden pazara sürüldüğünde
alıcısı bol olur. Toplumsal kültürün, kültürel değerlerin tüm insanlığın malı olması
ile insanı manevi yönden besleme özellikleri sistem tarafından istismar edilerek
pazara düşürülür. Yani popüler kültür
haline getirilir. “Toplum toptan metalaşmaktadır. Alım satım konusu olmayan
hiçbir değer kalmamıştır. Kutsallık, tarih,
kültür, doğa, her şey metalaşıyor. Bu ger-
kapitalist hegemonik sistemin, kapitalist
modernitenin kendisini üretmesine ve
egemen kılmasına hizmet eden, pazara
düşürülmüş kültürsüzlüktür söz konusu
olan. Yani geniş kitlelerin tükettiği kültürdür.
Bu çerçevede bozulmaya uğratılmamış,
içeriği ve biçimiyle oynanmamış hiçbir
toplumsal-kültürel değer bırakılmamıştır. Popüler kültür kapitalist modernist
sistemin, onun sanat ve medya sektörü,
ideolojik kurumları, düşünce kuruluşları,
algı oluşturma ve yönetme ile özel savaş
merkezleri tarafından sermaye ve iktidar tekellerinin zihni, duygusal ve sosyal
Popüler kültür kavramının kökü People (halk)
kelimesinden gelir. Yani halk kültürü demektir. Buradan
hareketle “halk kültürünün nesine karşı çıkılıyor?” gibi bir
soru sorulabilir. Burada sözü edilen “kültür” toplumların
binlerce yıllık tarihi süreç içinde büyük emekle, acıları,
sevinçleri, zorlukları ve hoşluklarıyla oluşturdukları
toplumsal kültür değildir.
çeklik de toplumsal kanserleşmedir ve
kaosa götürür.”
Tam da bu nedenlerle kapitalist modernite sürecinde toplumdan çok yığından,
toplumsallaşmaktan çok kitleleşmektenyığınlaşmak- söz edilmektedir. Yığın ise
kendisi için maddi ve manevi üretim yapamayan tüketici toplum demektir.
Popüler kültür kavramının kökü People
(halk) kelimesinden gelir. Yani halk kültürü demektir. Buradan hareketle “halk
kültürünün nesine karşı çıkılıyor?” gibi bir
soru sorulabilir. Burada sözü edilen “kültür” toplumların binlerce yıllık tarihi süreç
içinde büyük emekle, acıları, sevinçleri,
zorlukları ve hoşluklarıyla oluşturdukları
toplumsal kültür değildir. Toplumun kendisini yeniden üretmesini, bu anlamda
sürekliliğini sağlayan otantik kültür değil söz konusu olan. Tersine, bu kültüre
düşmanlık temelinde gelişerek onu içeriğinden, toplumsallığından boşaltarak
86
ölçülerini hâkim kılmak üzere üretilen
kültürdür. Dolayısıyla halkla, toplumla varoluşsal bir bağı kalmamıştır.
Halk kültürü yerelliğini, özgünlüğünü,
otantikliğini koruduğu ölçüde halkın olarak kalmaktadır. Popüler kültür ise “kültür
endüstrisi tarafından üretilen ürünlerin
yaygın kullanımı” anlamına gelmekte; dolayısıyla, kapitalist modernitenin iktidar
ve pazarının bir parçası haline getirilmiş
olup ona hizmet etmektedir. Popüler kültür kavramı modernite tarafından dönüşüme, bozunuma uğratılmıştır. Böylece
halk kültürü demek olan popüler kültür
kavramı ait olduğu toplumdan gasp edilerek, kâr ve iktidar amacıyla üretilen ve
satılan bir metaya dönüştürülmüştür. Popüler kültür esas olarak egemen sistemin
kendini yeniden üretmesi amacıyla üretilen kültür olmaktadır.
Popüler kültür sermaye tekellerinin
azami kâr elde etmek ve pazarını geniş-
letmek, ideolojik olarak da toplum üzerinde egemenliğini yeniden inşa etmek,
yeniden kurgulamak amacıyla sürdürdüğü planlı çabaların ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu amaç için son derece güçlü mekanizmalar oluşturmuştur.
Popüler kültür oldukça kârlı bir sektör
ve sistemin ayakta kalmasında etkili bir
araçtır. Bu sektörle sistemin zihniyet ve
duygu dünyası, davranış ve ilişki kalıpları,
algı ve algı yönetimi her gün, her saat yeniden üretilmektedir. Bireycilik, bencillik,
rekabet, karamsarlık, belleksizlik, kadercilik, hazcılık ve cinsiyetçilik gibi sağlıklı
toplumsallığı kemiren kişilik özellikleri
ve davranış kalıpları yeniden ve yeniden
üretilmektedir. Toplumun ahlaki ve politik özden soyutlanması, sistemin zihinsel
kalıplarına hapsedilmesi en çok da popüler kültür üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Kültürün endüstriyel üretimi olanakları
ve çağdaş kitle iletişim araçları kullanılarak yerel kültürler işgal edilmiş, saflığı bozulmuş, özünden uzaklaştırılmıştır. Halkların yaşamıyla bütünleşmiş maddi ve
manevi kültür değerleri ya ortadan kaldırılmış, ya ilkellik ve gerilikle suçlanarak
marjinal duruma düşürülmüş ya da sermayenin çıkarına göre yeniden biçimlendirilmiştir. Halk oyunlarının modern dans
haline getirilmesi, Semah’ın türkü bar ve
TV’lerde gösteriye dönüştürülmesi, türkülerin aranje edilerek poplaştırılması,
bakkalın süpermarket, berberin kuaför
olması gibi öz nitelikleri bozularak topluma yabancı üretim ve topluma yabancı
ürün haline getirilmiştir.
Bir anlamda popüler kültür parayla satın alınan paketlenmiş kültür oluyor. Bu
nedenle bir paket çerez ya da bir şişe
meyve suyundan farkı yoktur. Parasını vererek alabildiği kadarıyla tüketicinin malıdır. Toplumun kültür üzerinde daha fazla
bir sahipliği yoktur. Hâkim olan eğlence,
kullanma ve tüketmedir. Yani toplumsallığın üretildiği en temel alan olarak kültür,
toplumun tükettiği ve tüketildiği bir alan
haline getirilmiş bulunmaktadır.
Her malın, her yayın organı ya da her
düşüncenin farklı bir hedef kitlesi, etkilemeyi amaçladığı bir toplumsal kesim
vardır. Popüler kültürle yaşamın her anı
ve alanı doldurulduğundan toplumun
tümü hedeflenmekte ve toplum kitleleştirilmektedir. Popüler kültür sayesinde
kapitalist modernitenin saldırılarından
azade hiçbir toplumsal kesim ya da birey bırakılmamaktadır. Tam bir tüketim
çılgınlığı geliştirilerek toplumlar sürüleştirilmeye çalışılmaktadır. Toplumun en
dinamik, yeniliklere açık ve haksızlıklara
karşı isyan yeteneğine sahip kesimi gençler olduğundan, bu saldırıların en güzide
hedef kitlesi ve kurbanları ise gençler olmaktadır.
Popüler Kültür Saldırılarına Karşı
Gençlik Nasıl Direnmeli?
Kürdistan ve Kürt halkı üzerinde dünyada eşi olmayan bir kültürel soykırım
(özellikle de 13 Şubat 1925’ten bu yana)
yürütülmektedir. En tehlikeli biçimde, kültürkırım düzeyinde yozlaştırma
geliştirilmektedir. En önemlisi de Kürdistan gençliği bu büyük yozlaştırma
harekâtının boy hedefi durumundadır.
Kürdistan tarihsel toplumsal kültüründe
rastlanmayan düzeyde anavatandan kaçış, sömürgeci egemenlerin diline sevdalanma, ulusal-toplumsal kimliğini inkâr,
uyuşturucu kullanımı, fuhuş, kumar, egemenlere özenme, cinsel sapkınlıklar vb.
sömürgeci egemenliklerin ajan kurumları
eliyle son derece planlı bir biçimde geliştirilip yaygınlaştırılmaktadır. Zindanlar
tarihte olduğu gibi günümüzde de ehlileştirme, asileri sömürgeci sisteme entegre etme merkezleri olarak rol oynamaya
devam etmektedir.
Anaokulundan üniversitelere kadarki
asimilasyonist eğitim kurumlarının hepsi
Kürt ve diğer etnisetelere mensup çocuklarla gençleri Türkleştirmek, Araplaştırmak, Farslaştırmak için en ince ayrıntılarına değin programlanmış politikalar
uygulamaktadırlar.
Okul dışı zamanlarda da bu politikaların aralıksız sürdürülmesi için internet
kafeler, kafeler, parklar, sinemalar ve
87
Sayı 60 2014
stadyum gibi yaşamın hemen her alanı
özel savaş mevzileri olarak değerlendirilmektedir. TV dizileri, “sosyal programları”,
magazin vb. ile aile ocakları bile sömürgeci ajitasyon ve propaganda bombardımanı altında tutulmaktadır. Tüm bunların
eksik bıraktıklarını tamamlamak üzere
spor, özellikle de futbol, sanat, özellikle
de müzik ve reklamın her türü devreye
sokulmaktadır. Zaten adı geçen tüm bu
politikaların topluma yedirilmesinde kurumsal olarak reklam sektörü başrolü oynamaktadır.
Reklam popüler kültürün olmazsa olmazıdır. Algı yaratma ve yönetmenin en
güçlü araçlarının başında reklam ve reklamcılık gelmektedir. Sanıldığının aksine
toplumları siyasi partiler ve liderler değil,
algı oluşturma ve yönlendirme tekelini
ellerinde tuttuklarından daha çok rek-
yönlendirebilir. Ekonomi, sanat, spor, barınma, ulaşım, cinsellik; yani yaşamla ilgili
akla gelebilecek her şey popüler kültürün
nesnesi olarak değer bulur. Sistemi meşrulaştırdığı oranda değerlidir.
Asıl önemlisi konunun ideolojik
boyutudur. Toplumun günlük olarak
kendini ve kendine ait olanı kendine,
yaşam tarzı ve tarihine uygun olarak
üretebilmesi popüler kültür yoluyla engellenmektedir. Dahası, kapitalist modernite sürecinde toplumlar ve kültürler
tarihsel üretim biçimleriyle birlikte yok
edilmektedir. Modern üretim yöntemleri
ve araçlarıyla (endüstriyalizm ve kitle iletişim araçları-medya) topluma ait tüm yerellikler tarihten silinmektedir. Bir yandan
son derece planlı-programlı bir çabayla
yerellik yok edilirken, diğer yandan ise
sistemin propaganda araçları ve sözcüleri
Sanıldığının aksine toplumları siyasi partiler ve liderler
değil, algı oluşturma ve yönlendirme tekelini ellerinde
tuttuklarından daha çok reklam şirketleri yönetmektedir
denirse, bir gerçeklik ifade edilmiş olur.
lam şirketleri yönetmektedir denirse, bir
gerçeklik ifade edilmiş olur. Bu gerçeklik,
başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere
dünyanın birçok ülkesindeki seçimlerin dev reklam şirketlerinin yarışmasına
dönüşmüş olmasıyla da kanıtlanmaktadır. Seçimlerde halkın tercihlerinden çok,
algı yaratma ve algı yönetimi yöntemleriyle reklam şirketlerinin, sermaye ve iktidar tekellerinin istedikleri parti ve liderler
halka seçtirilmektedir. Reklam sektörü en
çok kar sağlamasının yanı sıra, siyasi iktidarları kontrol altında tutmakla da öne
çıkmaktadır.
Reklam projesi oluşturulurken, ‘algı
farkı yaratma’ felsefesiyle hareket ederek
sonuç alabiliyorlar. Temel yöntemleri, tüketiciye “bu markada benden bir şeyler
var, beni anlıyor, benim gibi düşünüyor”
duygusunu vermektir. Tüketici kesimde
bu algıyı yarattıktan sonra istediği gibi
88
yerelleşme ve yerel değerlerin korunmasından bahsedebilmektedirler.
İdeolojik ve siyasi olarak yerelliği, toplumların özyönetimi bilincini ve uygulamasını yok ederek yaşam bulan kapitalist
modernist sistem, en çok kadını ve gençliği reklam sektörünün nesnesi olarak
kullanmaktadır. Gençliğin hep doğruyu,
iyiyi, güzeli, yeniyi arayan ve ulaşmak için
mücadele etme potansiyelini reklam sektörü kaldıraç gibi değerlendirmektedir.
Yarattığı algılarla da gençliğin geleceğinin sanal dünyada olduğunu yaymaya çalışmaktadır. Hak, adalet, özgürlük, eşitlik
gibi ülküler uğruna mücadele ile ahlaklıerdemli insan olmaya çalışmanın, bunun
yol ve yöntemlerini aramanın beyhude,
geri/gerici tutumlar olarak yansıtmak
için büyük çabalar sarf etmektedir. Bu
çabalarla gençliği ne ölçüde etkileyebilmektedir? Bu sorunun yanıtı gençliği sos-
yolojik bir gerçeklik olarak iyi tanıyarak
verilebilir.
Gençlik, demografik olarak çeşitli yaş
grupları biçiminde tanımlanmaya çalışılmaktadır. Sosyolojik bir kesim olarak,
tarihsel toplum ve kültür bağlamında
değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım
olacaktır. Gençlik toplumsal bir formasyondur. Gençlik, salt biyolojik özelliklerden çok, toplumsal özelliklerini yaşayan
ve yaşatanları tanımlar. Gençlik toplumun en dinamik, öğrenmeye ve dolayısıyla gelişmeye en açık, toplum aleyhine
içeriden ve dışarıdan her türlü saldırıya
karşı özsavunma yapmaya, isyan etmeye
meyilli olan kesimdir. Dolayısıyla, toplum
karşıtları için ciddi bir tehlike potansiyeli
oluşturan ve pratik olarak da toplumun
öncü gücüdür.
Toplum ve kültür karşıtlığını sistematize eden Kapitalist modernite için tehlikeli
olabilecek toplumun bu en aktif kesiminin etkisizleştirilmesi, dahası sermaye ve
iktidar tekellerinin amaçlarının gerçekleştirilmesinin hizmetine koşulması için
ellerinden gelenin fazlasını yapacaklarına
kuşku yoktur.
Popüler kültürün üretilmesi sürecinde
gençlik, özellikle de genç kadın yıldızlaştırılarak, vücudunun her parçasına ayrı bir
rol yükleyip ayrı bir fiyat biçilerek tam bir
nesne haline getirilmektedir. Toplum bu
üretim sürecinin dışında bırakılmaktadır.
Çoğunluğun beğenerek istediği iddiasıyla piyasaya çıkarılan kültürel ürünler
toplumsallıkla ve toplumun ölçüleriyle
bağlantılı değildir. Bu ürünlerin içeriği
ve mesajlarına bakıldığında bu durum
daha net anlaşılır. İçerik ve mesajlarında
cinsiyetçilik, devletçilik, iktidarcılık, milliyetçilik, bilimcilik, dincilik, kadercilik,
karamsarlık, belleksizlik, rekabetçilik, taklitçilik, tüketicilik, egemenlere benzeme,
onlara hayranlık duyma, kıskançlık, erotizm, pazarlamacılık, gösterişçilik, biçimcilik, köşe dönmecilik, amaca ulaşmak
için her yolu mubah görme, bana necilik ve daha buna benzer yığınla özellik
esas temaları oluşturmaktadır. Toplumun
on binlerce yıl boyu lanetlediği, Kutsal
Kitapların ve dinsel metinlerin haram
saydığı özellikler özenilecek kişilik özellikleri haline getirilmektedir.
Popüler kültür kimi zaman sisteme dönük eleştiriler de içermektedir. Ancak bu
eleştiriler sistemin özüne ve yapısallığına
dokunmamaktadır. Sistemin alternatifini
de önermemektedir. Bu eleştiriler aslında sisteme duyulan toplumsal öfkenin
yumuşatılması, statükonun savunulması
ve meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Bir başka deyişle toplumun öfke ve
tepkisinin sulandırılması, direniş yerine
muhalefet, isyan yerine protesto ikame edilmesine çalışılmaktadır. Özünde
toplumun değişim arayan devrimci duygularının saptırılmasıdır. Bununla da
anormal olanı normalleştirmek, sapkın
olanı asıl gibi göstermek, toplumsal vicdan ve ahlaka karşıtlık içeren her şeyi ise
popülerleştirilip kabul edilebilir hale getirmek istemektedirler.
Diğer yandan gençlikte en üst temsilini
bulan verili olanı sorgulama, yeniyi arama, haksızlığa/yanlışa tavır alma, zulme
karşı direnme, bireyciliğe karşı toplumculuk, farklılıklara saygı, ilkeli ve değerlere
bağlı olma gibi asıl toplumsal değerler
gözden düşürülmeye çalışılmaktadır.
Sonra da bu özelliklerin yanlış, kötü ve
uzak durulması gereken tehlikeli ve geri
özellikler oldukları ilan edilmektedir.
Devrimcilik,
örgütlenme
istemi,
sömürgeci politikalar ve devletin zulmüne karşı direnme, Kürt Özgürlük
Hareketi’ni olumlama, gerilla, grevci işçiler, hak arayan emekçiler, cinsiyetçiliğe
ve bunun devlet eliyle yürütülmesine
karşı direnen kadınlar, askere gitmeyi
reddeden gençler, kayıp anaları vb. bu
tehlikeli duruşlar ve sahipleri olarak gösterilmektedir. Bunlar popülerleştirilmez,
aksine gayri meşru ilan edilir, değersiz
gösterilmeye çalışır.
Değer ve değerli olan nedir? Sistemin
öne çıkardığı ve popüler hale getirdiğidir. Popüler olan nedir? “Halkın tuttuğu
ve sevdiği” olarak ilan edilendir. Popüler
olmayansa, “Halkın tutmadığı ve sevmediği” denilenlerdir. Dikkat edilirse, popü-
89
Sayı 60 2014
ler olan ve olmayan, kıymetli ya da kıymetsiz olan şeyler hep sistem tarafından
belirlendiği halde, sanki halk tarafından
belirleniyormuş gibi sunulmakta, böylece iktidarın istediği ve belirlediği şeyler
halka mal edilmektedir. Gençlik söz konusu olduğunda ise bu politika çok daha
incelikli olarak uygulanmaktadır. Bu belirlenim tarzını gençliğin tarzı olarak kabule, dahası teorize ederek savunmaya hazır
satın alınmışlar da her zaman el altında
bulundurulmaktadır.
Sermaye ve iktidar tekelleri yönlendirdikleri, içeriğini, hedeflerini ve amaçlarını
belirledikleri kültür endüstrisiyle popüler kültüre damgalarını vurmaktadırlar.
Bu nedenle popüler kültür sorunu aynı
zamanda kapitalist modernist sistem ile
halklara karşı yürütülen kültürel soykırımı da içeren küresel bir sorundur. Yani
popüler kültür, küresel hegemonik özel
savaş merkezlerince esasları, hedefleri,
yöntemleri, araçları belirlenen ve planlanarak uygulanan büyük bir kültürkırım ve
toplumkırım hareketidir.
Bu büyük kültür ve toplumkırım politikalarının hedefi tüm toplum olmakla birlikte, birincil ve en başta geleni gençliktir,
kadındır. Ulusal ve toplumsal kurtuluş
mücadelelerinde kadın ve gençliğin öncü
olmalarının temelinde de bu gerçeklik
vardır. Küresel sermaye ve iktidar tekelleriyle bölgesel hegemonik güçlerin büyük
bir pervasızlıkla uyguladıkları bu kültürkırım ve toplumkırım politikalarını boşa
çıkarmak, etkisiz kılmak; daha da önemlisi onların yerine halklarımızın farklılıkları temelinde eşitlik, özgürlük ve gönüllü
birlikte yaşamını ören çalışmaların
geliştirilmesi olacaktadır.
Gençlik, kapitalist modernitenin göz
alıcı ambalajlar içinde sunduğu sanal
cenneti, insanlıktan çıkarıcı büyük yalana
dayalı yozlaşmayı ve tüm biçimleriyle popüler kültürü reddetmeli; onun sunduklarının tersini yaparak özgün, otantik olana yönelmelidir. Kapitalist modernite ve
onun meşrulaştırıcı aracı popüler kültüre
karşı en güçlü direniş yerele, özgün olana, her şeyin aslına yönelmek biçiminde
90
başarıya ulaşabilir ancak.
Halkların diline ve kültürüne karşı en
ufak bir karşıtlık ya da düşmanlığımızın
olması mümkün değildir. Sömürgecilerin
zoraki asimilasyon politikalarıyla dilimizi
unutturmak ve kendi dillerini zorla benimsetmek istemeleri halkların dillerine
karşı bir düşmanlığın gerekçesi olamaz.
Bir o kadar ısrarla belirtmemiz gerekir
ki, yaşamın her anı ve alanında anadilimizi etkin olarak kullanmak da ertelenemez ve hiçbir gerekçeyle savsaklanamaz
hakkımız ve görevimizdir. Anadiline bile
sahip çıkamayanın hiçbir şeye sahip çıkamayacağı kanıt gerektirmeyecek kadar
açıktır.
Sömürgeci egemenlerin ekonomik,
sosyal ve siyasal olarak Kürdistan’ı insansızlaştırmak amacıyla mecburi iskan, sürgün, ekonomik nedenlerle göç ve en son
37 yıllık savaş sürecinde köylerimizi yakıp
yıkarak anavatanla bağımızı koparmaya
çalışmaları nedensiz değildir. Bu nedenle
de, düşmanlarımıza inat Anavatana tutku
düzeyinde bağlanmak esastır. Yurtseverliğin olmadığı yerde ne onur, ne sosyalizm ne de insanlık vardır. Sömürgeciliğe
karşı büyük bir öfke duymadan güçlü
bir mücadele içine girmek mümkün değildir. Düşman kavramını güncellemek,
dostumuza dost, düşmanımıza da tam
düşmanlık yapmak durumundayız. Türk,
Arap, Fars toplumları ve tüm komşu halk
topluluklarıyla farklılıkları temelinde eşitlik, özgürlük ve gönüllü birlikte yaşamın
geliştirilmesi için üzerimize düşen tüm
çabaları sergilemeli. Ancak, egemen sömürgeci rejimlerin de ortak düşmanımız
olduğu gerçeğiyle mücadele geliştirmemiz gerektiği açıktır. Bunun da yolu yurtseverliğe iman derecesinde bağlanmaktan geçer.
Popüler kültürün asıl etki alanları, merkezi kentlerdir. Bu tespitten kırsalın etkilenmediği anlamı çıkarılmamalıdır. Ama
başat olduğu alan kentlerdir. Kentler
toplumsallığın, otantik kültürel değerlerin yutulduğu alanlardır. Türk egemenleri
ve sözcüleri sık sık “En büyük Kürt kenti
İstanbul’dur” derler. Bunu da Kürtlerle
Türklerin ne denli iç içe geçmiş olduklarını kanıtlamak için söylerler. Biz rahatlıkla
“En büyük Kürt mezarlığı İstanbul’dur” diyebiliriz. Kürtlüğün adı, dili, kültürü, toplumsallığı ile öldürüldüğü, yok edildiği
en büyük çukurdur İstanbul. 4500 kadar
köyümüzün yakılıp yıkılmasının stratejik
hedefini doğru tespit etmemiz yaşamsal
önemdedir. Köylerinden kaçırtılan insanlarımız başta yakın çevredeki kasaba
ve şehirlere, giderek Türkiye’nin metropollerine göçmek zorunda kaldılar. Tüm
birikmiş değerlerine el konulmuş halde
sürgüne gönderilen milyonların açlıkla
terbiye edilerek sömürgeciliğin kölesi
olacağı hesaplanmıştı. Varoşlarda NAN’a
muhtaç olacak insanlarımız en tortu
işlerde karın tokluğuna her işe koşturulacaklardı.
Bu durumda yapılacak en doğru şey, 3
milyonu aşan insanımızın köye dönüşlerini örgütlü tarzda gerçekleştirmektir.
Gençlik özellikle de bu konuda belirleyici
bir rol oynayabilir, oynamalıdır. Yakılıp yıkılan köylerin yeniden inşasında, korunmasında ve komünal-ekonomik ve ekolojik yaşamın inşasında aktif olarak yer
alabilir, almalıdır. Demokratik Kurtuluş
ve Özgür Yaşamı İnşa stratejisinin yaşam
bulması da gençliğin bu rolünü oynamasına bağlıdır.
Popüler kültürün panzehiri otantik
kültüre sadık kalmak, güncellemek ve
yaşatmaktır. Halklarımızın folklorunun
güncellenmesi; yok olmaya yüz tutmuş
çîroklarının, klamlarının, destan ve serhildan yaşanmışlıklarının gün yüzüne
çıkarılması popüler kültürün önünü alacak ilk adımlar olarak değerlendirilebilir.
Yaklaşık 40 yıllık mücadele ile yaratılan
değerlerin roman, destan, şiir, deneme
ile edebiyatının; tiyatro, sinema, müzik,
resim, heykel vb. ile devrimci sanatını geliştirmek devrimin olmazsa olmazı olarak
ele alınmalıdır.
İçeriden ve dışarıdan, nereden ve
kimlerden gelirse gelsin mücadelenin
kazanımlarına,
halkımızın
ulusal
demokratik hak ve özgürlüklerine
dönük her türlü saldırıya karşı, saldırının
niteliğine bağlı olarak yaşamın her anı
ve alanında öz savunmayı geliştirmek
yaşama hakkını kazanma ve kullanmanın
yegâne yoludur. Kürdistan’da yürürlükte
olan sömürgecilik dünyanın en vahşi, en
kural tanımaz, en katliamcı, en soykırımcı rejimlerince uygulanmaktadır. Hitler’e
bile ilham kaynağı olmuş soykırımların
mimarı bir anlayışın -beyaz yeşil renkleri
dahil- hala iktidarda olduğu rejimler altında insan onuruna uygun bir yaşam öz
savunmasız mümkün değildir. Bunun da
başat öncü gücü gençliktir.
Popüler kültüre karşı en güçlü duruşun
nasıl olacağı mücadele tarihimizde abideleşmiş şehitlerimizle somutlaşmıştır.
Başta Şehît Ali Çiçek, Şehît Sefkan, Şehît
Mizgîn, Şehît Selçuk, Şehît Delîla, Şehît
Erdal en güçlü savaşım abideleri olarak
gençliğin yol göstericileridir.
Önder APO “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” (Kültürel Soykırım
Kıskancında Kürtleri Savunmak) adlı eserinde Derwêşê Ebdî’ye hitaben yazdığı
dizeler aslında tüm gençlik için bir çağrı
niteliğindedir. Kürdistan’ın tüm gençleri,
Derwêş ve Edûlêleri Önderliğin istediği
mekanlarla buluşarak arınmak, arınarak
yücelmek ve dönemin görev ve sorumluluklarına sahip çıkmak durumundadırlar. “Her kuş kendi sürüsüyle uçar” denir.
Kürtçe de ise “Her gîha li ser koka xwe şîn
dibe!” deyimi önemlidir. Kürdistan gençliğinin de kökü, Kâbe’si ülkesidir. Nan’ın
Ülkesine, kültürleşmenin, toplumsallaşarak insanlaşmanın kaynağına dönmek,
doruklarda kartal gibi süzülmek ve şahin
gibi dalışlar yapmak varken, kapitalist
modernitenin izbelerinde sürünmek
niye?
91
Sayı 60 2014
DEMOKRATİK GENÇLİK KONFEDERALİZMİNİN
ÖRGÜTLENME HATTI
Gençlik toplumsal yapı içerisinde
önemli bir yer tutmaktadır. Daha da
önemlisi çok fazla bilinmese de toplumsal tarihin akışında etkili bir rol oynamaktadır. Belirleyiciliğinin çok görülmediği
doğrudur. Aslında kasıtlı olarak görünür
hale gelmesi istenmemektedir. Buna rağmen tarihte böylesi doğal bir rol oynadığı
gayet iyi bilinmektedir. Özellikle sistem
gençliğin bu rolünü iyi görmekte ama
bunu herkesin görmesini istememektedir. Bunu kendisi açısından potansiyel bir
tehdit durumu olarak gördüğü için böyle
yapmaktadır. Gençliğin enerjisini ısrarla
farklı alanlara yöneltmektedir. Gençlik bu
anlamda birçok tuzakla karşı karşıyadır.
Kapitalizmin cezbedici yüzlerce hilesi
karşısında neye uğradığını bile henüz
anlamamışken, devletçi sistem gençliğe
kendi sistemini ayakta tutması için birçok yük yüklemektedir. Devletçi sistemlerde gençlik tıpkı kadın gibi bir sömürü
objesi olarak ele alınmaktadır. Sistemin
potansiyel iş gücünü gören, orduda ve iş
yerlerinde, fabrikalarda kaba emeğinden
faydalanılan konumda tutulmak istenmektedir.
Sistemin tüm bu yaklaşımları göz önünde bulundurularak Demokratik Konfede-
92
ralizm mücadelesinde gençliğe daha özgün yaklaşmak gereklilik arz etmektedir.
Gençliğin eğitimi, örgütlenmesi, eylemi
ile özgün olarak ilgilenmek, toplumu örgütlerken gençliği de bir toplumsal kimlik olarak örgütlemek gerekmektedir. Bu
anlamda toplumsal sistem olarak öngörülen demokratik konfederal sistemde,
gençliğin kendi öz örgütlülüğü ile yer
alması önem taşımaktadır. Kendi içinde
örgütlenme, eylem, eğitim, kadro sorunlarını çözen bir gençlik ancak toplumsal
sisteme öncülük edebilir. Kendi içindeki
ahlaki, politik ve demokratikleşme problemlerini çözmüş bir gençlik öncülüğe soyunabilir. Özgürlük ve demokrasi ölçüleri
öncelikle gençliğin kendi içinde oturmalıdır. Komün bilinci, özgür yurttaş bilinci
öncelikle gençlik içerisinde anlayış olarak
oturtulmalıdır. Onun zihniyetini gençlik
öncelikle kendi içinde oluşturabilmelidir.
Kendi yaşam sisteminin örgütlenmesi
öncelikle gençlikte somutluk kazanmalıdır. Bu anlamda bir netleşme olmadan
dışa dönük üretim, katkı ve öncülük yapılabilmesi oldukça zordur. Kendi içinde
komünal yaşamı geliştirememiş bir gençlik toplumda komünalitenin gelişmesine
nasıl öncülük yapabilir? Kendilerini özgür
kılmayanlar özgürlüğe öncülük edemezler. Gençliğin mevcut konumdan çıkıp
bir özgürlük gücü haline gelmesi, ahlakipolitik ve demokratik güç haline gelmesi
öncelikle toplumsal bir kimlik olarak kendisini örgütlemesinden geçer. Devlet dışı
alternatif bir yaşam sistemini kendi içinde
kurması ve bu alternatif yaşam sistemi ile
tüm topluma öncülük edip toplumu da
kendisiyle birlikte devletin kontrolünden
kurtarması gerekmektedir. Toplumu bu
tarzda devlet dışında kurmak ve o toplumu devlete karşı savunmak, gençliği
sadece herhangi bir kimlik örgütlenmesi
olmaktan çıkaran, onu öncü bir toplumsal kimlik haline getiren temel özelliği olmaktadır.
Demokratik Gençliğin Örgütlenmesi
Gençliğin örgütlenme hattı açısından
siyasi parti kolları örgütlenmesi veya sadece kendisi ile sınırlı kalıp gençliğin genel konfederal yapısına katılmayan dar
öğrenci örgütlülükleri gibi örgütlenmeler klasik ölçüleri aşamamayı ifade eder.
Demokratik Gençlik Konfederalizminin
örgütlenme hattı bunları aşan bir kapsama sahiptir. Demokratik Gençlik Konfederalizminin örgütlenme hattı temelinde
toplumsal sorunlar üzerinden şekillenir.
Genelde toplumun, özelde ise gençliğin
sorunlarına cevap olacak kapsam ve
içerikte geniş örgütlenmelere gitmek
temel örgütlenme hattını oluşturur.
Örgütlenme çizgisinin esası budur. Gençlik açısından çok farklı ve çeşitli alanlarda
çok yönlü örgütlülüklere ihtiyaç vardır.
Her farklı alan da birbirini tamamlayan
özelliklere sahiptir. Çünkü bütün farklılıklar demokratik gençlik kimliği ortak
paydasında buluşmaktadır. Demokratik Gençlik kimliği ortak paydadır. Kendi
içerisinde birçok farklılık vardır. Öğrenci
gençlik vardır, işçi, işsiz-lümpen gençler
vardır, sporcu gençler vardır, kültür-sanat
ile ilgilenen gençler vardır, köylü gençler vardır. Bunların hepsi ve daha fazlası
gençliğin çeşitliliği olarak vardır ve yaşanmaktadır. Gençlik kimliği ise belirttiğimiz
gibi tümünün ortak paydasıdır. İşte de-
mokratik gençlik konfederalizmi o ortak
paydanın, ortak gençlik kimlikleşmesinin
ismidir. Demokratik gençlik konfederalizminin örgütlenmesi bu temeldeki
birçok örgütlenmeyi kapsayan gençlik
meclisleri tarzındaki yapılanmalarıdır.
Gençlik meclisleri ise gücünü gençlik
komünlerinden almaktadır. Komün;
köy, kasaba, mahalle, lise, üniversite
gençliğinin örgütlü duruşudur. Komün
doğrudan demokrasinin uygulanma
biçimidir. Gençlik komünleri ve meclisleri gençlik konfederalizminin örgütlenme
yöntemleridir. Gençlik kimliğini örgütlemenin ilk adımı onu gençlik meclisleri ile
politik duyarlılığı olan bir güç haline getirmekten geçmektedir. Kendi kimliği ile
örgütlenen, kendi iradesi ile karar alan ve
kendi öz gücü ile uygulayan konuma gelmesi gençlik açısından son derece önemli bir husus olmaktadır. Gençliğin birçok
sorunu etrafında oluşan komünleşmeler
bu temel mantığa göre şekillenmelidir.
Gençlik konfederalizmi ile ortaklaşan
sportif, eğitsel, kültürel, mesleki birçok
alanda komünleşmeler, atölyeler kurulmalıdır. Tüm örgütlülüklerde komün ruhu
ortak olmalıdır. Demokratik, katılımcı olmak kadar demokratik sosyalist temelde
ortak yaşam alanları geliştirmek de esas
olmalıdır. Her gençlik komünü bir genç
için kendini özgür ifade etmesinin, üretmesinin, böylece topluma demokratik
katılımının adı olmalıdır. İşleyiş açık ve
denetlenebilir olmalıdır. İktidarcı tarzda
merkezileşme olmamalıdır. Yürütülen
tüm çalışmalar konfederalizm mantığı
gereğince yerel inisiyatife dayanmalıdır.
Tabandan örgütlenme yöntemi demokratik konfederalizmde olduğu gibi demokratik gençlik konfederalizminde de
esas olmalıdır. Alan örgütlenmeleri tüm
örgütsel organlarına ve karar süreçlerine
tabanın katılımını sağlamalıdır. Demokratik konfederal eksende ve Apocu çizgide
örgütlenen gençlik, komün ve meclisleşmelerinin demokratik gençlik konfederalizmine katılımı alanlarda oluşturacakları
konfederal birlikler temelinde olmalıdır.
Oluşturulan konfederal birliklerin en üst
93
Sayı 60 2014
karar alma organları yerellerce ihtiyaçlar
doğrultusunda belirlenmelidir. Komün ve
meclis örgütlenmeleri bu temelde geliştirilmek durumundadır.
Gençliğin Örgütlülüğü Nasıl İşlemelidir?
Demokratik Gençlik Konfederalizmi
bir çatı örgütü, platform veya cepheler
ittifakı değildir. Gençlik Konfederalizmi
komple bir toplumsal sistemdir. İçerisinde örgütler, platformlar, çatılar, ittifaklar
olabilir ancak demokratik gençlik konfederalizmi tüm bunları aşan, gençliğin
sosyal, siyasal, kültürel bir bütün
yaşamsal faaliyetlerinin tümünü ifade
eden bir gençlik sistemidir. Demokratik
gençlik konfederalizmi toplumdaki tüm
gençlik kesimlerinin devlet dışı örgütlenme ve yaşam sistematiğidir diyebiliriz.
Gençliğin devlet dışı yaşamını kurmasıdır.
Çevre, eğitim, sağlık, spor, siyaset, kültür
faaliyetlerinin gençlik cephesinden örgütlendirilmesidir. Toplumsal yaşamın
gençlik cephesinden örülmüş biçimine
Demokratik Gençlik Konfederalizmi diyoruz. Bu anlamda kapsamlı ve derin bir
projedir. İçerisinde mahalle gençliği, lise
gençliği, işçi-işsiz gençlik ve üniversite
gençliğinin örgütlenebileceği, onlarca
federasyon, yüzlerce dernek, binlerce
komün ve meclis, çeşitli yayın organları,
kültür merkezlerinin yer alabileceği, kapsamı oldukça geniş bir sistemdir. Demokratik Gençlik Konfederalizminin temel
amaçlarından birisi geniş gençlik yığınlarını irade ve özne haline getirmektir. Tüm
gençliği ve toplumu örgütleyebilmek tek
tip ve tek model örgütsel yapı ile mümkün değildir. Mümkün olması için toplumun ve gençliğin homojen olması gerekirdi ki böyle bir toplum da, gençlik de
hiçbir zaman olmamıştır. O halde değişik
biçim ve karakterlerdeki örgütlenmelerin
önünü açmak, gençliğin demokratik konfederal sistemin içindeki gelişiminin önünü açmak gerekmektedir. İdeolojik öncü,
kadro örgütü kadar değişik ilgi, yetenek
ve ihtiyaç alanlarına da seslenecek esnek
birliklere açık olmak gerekmektedir. Kül-
94
türel, sanatsal, sosyal, mesleki örgütlülüklerden geçici veya kalıcı birliklere kadar
her türlü örgütlenme ile gençliğe hitap
edilebilmelidir. Toplum karmaşık ve çok
yönlüdür. Tüm bu çeşitlilikleri tek bir tip
örgütlenmeye almaya çalışmak doğru olmayacaktır. Vurguladığımız gibi geçlik de
kompleks bir yapıdadır ve ancak böylesi
geniş bir yelpazede örgütlülüğe kavuşturulabilir. Bu biçimiyle örgütlenilerek
devlet aşılıp geride bırakılır ve toplumsal
dokuda kalıcı yer bulunabilir, kurumsallaşılabilir. Gençlik yaşamsal faaliyetlerinin
örgütlendirilmesi için böylesi bir konfederal sistem kurmazsa devletçi solun
yaptığı hataya düşmekten kurtulamaz.
Dolayısıyla bunu ertelenemez bir görev
olarak önüne koymak durumundadır.
Demokratik Gençlik Konfederalizmini bütüne katılmış bir klasik kol
faaliyeti biçiminde ele almak da yanlış
olacaktır. İçine düşülmemesi gereken en
önemli yanılgılı yaklaşımlardan biri de
bu olmaktadır. Gençlik kimliğini bütün
farklılıklarıyla bir toplumsal kimlik olarak
ele alıyoruz. Devletçi sistem içerisinde
gençliğin sosyal, politik, ahlaki, kültürel
yapısının bozulduğunu belirtiyoruz. O
halde kendisinin başlıbaşına örgütlendirilmesi ve bir alternatif sisteme kavuşturulması gerekmektedir. Dolayısıyla bir kol
faaliyeti veya genelin paralel bir faaliyeti
gibi ele alınmamalıdır. Gençliğin kendi
gücünü açığa çıkarmaya ihtiyacı vardır.
Demokratik Gençlik Konfederalizmi kendi gücüyle ve kendisini oluşturarak Demokratik Konfederalizme bütünlüklü bir
katılımı gerçekleştirmelidir. Konfederal
oluşumlar paralel oluşumlar değildir. Paralellik özgünlük demek değildir. Paralel
oluşum egemenlik oluşumudur. Özgünlük oluşumu ise kendi özgünlük alanını
tüm alanlarda genel ile birlikte örgütlemektir. Paralel örgütlenme iktidar paylaşımıdır. Özgünlüğün örgütlenmesi ise genişleme ve zenginleşmedir. Bu anlamda
özgünlük genel ilişkisi doğru kavranmalıdır. Özgünlük genel içinde erime de değil,
genelden kopma da değildir. Konfederalizm birbirinden farklı örgütlenmelerin
farklılıklarını kendi içerinde birleştiren bir
birliktir. Bütünlük özgünlükleri güvenceye almakta, özgünlük ise bütünlüğü zenginleştirmekte ve renk vermektedir.
Öncü Güç Olarak; Komalên Ciwan…
Demokratik Gençlik Konfederalizminin öncü gücü Kürdistan Apocu gençlik hareketi olarak KOMALEN CİWAN’dır.
Demokratik Gençlik Konfederalizminin
kurmay örgütüdür de diyebiliriz. Gençlik
konfederalizminin öncü örgütlenmesi,
temel tutkalı konumundadır. Amacı Demokratik Gençlik Konfederalizminin kuruluşuna her alanda öncülük yapmaktır.
Özgünlükleri ve yereli dikkate alan bir
lar. Başta Kürdistan gençliği olmak üzere,
komşu halkların da farklı gençlik kesimlerini bu kapsamda örgütlenmeler içerisinde birleştirip etkili bir özgürlük gücüne
dönüştürerek demokratik komünal toplumun kuruluşunda, öncülük misyonunu
yerine getirme gücüne ulaşmaya çalışır.
Bu örgütlenmeleri yaşamın bütün temel
alanlarında etkin olacak düzeyde geliştirmek temel hedefidir. Sistemin zihinleri
köreltip ezbercileştiren eğitim kurumlarına karşı gençliğin özgür düşünce akademilerini geliştirmek, gençliğin ekonomik
bağımlılıkla denetlenmesine karşı kolektif üretim ve eşit paylaşım anlayışının esas
olduğu üretim kooperatifleri kurmak,
Apocu gençliğin öncü konfederal örgütlenmesi olan
KOMALÊN CİWAN gençliğin potansiyelini sınıflıdevletli yapılanmayı yıkma ve demokratik komünal
toplumu kurma gücüne dönüştürebilecek örgütlenmeleri
her alanda geliştirmeyi hedef edinir. Gençliğin temel
sorununu sömürgecilik ve kapitalizm olarak tanımlar.
öncülük yaklaşımıyla bu kurucu çalışmayı yürütmekten sorumludur. Demokratik
Gençlik Konfederalizminin ideolojik politik kimliğini netleştiren, ortak konfederal
iradeye dahiliyeti sağlayan öncü kadro
örgütlülüğüdür. KOMALENCİWAN örgütlenmede legal illegal örgütlülükleri yer
ve koşullara göre ayrı ayrı kullanır. Kendini salt legal veya salt illegal çalışma ile
sınırlandırmaz. Esasta kendini meşruluk
üzerinden örgütler. Toplumsal örgütlenmenin meşruluğuna dayanır. Koşulları
tahlil eder ve legal veya illegal çalışmayı o
koşulların durumuna göre belirler.
Apocu gençliğin öncü konfederal örgütlenmesi olan KOMALÊN CİWAN gençliğin potansiyelini sınıflı-devletli yapılanmayı yıkma ve demokratik komünal toplumu kurma gücüne dönüştürebilecek
örgütlenmeleri her alanda geliştirmeyi
hedef edinir. Gençliğin temel sorununu
sömürgecilik ve kapitalizm olarak tanım-
gençliğin kendisiyle ilgili kararlar alıp
uyguladığı siyasal organizasyonları daha
da yaygınlaştırarak demokratik komünal
toplumun hayat bulduğu alanları yaratmak KOMALEN CİWAN’ın örgütlenme
hattını ifade eder.
Gençliğin Gücü; Örgütüdür!
Demokratik Gençlik Konfederalizminin örgütlenme hattında kitleselleşme
sorununu da ele almak gerekmektedir.
Demokratik Gençlik Konfederalizminin
örgütlenme düzeyi başarı veya başarısızlığını belirleyecek temel etkendir. Mücadele tarihimizden çıkardığımız derslerden çok iyi biliyoruz ki güç olmak örgüt
olmak demektir. Bireyi ve toplumu güç
yapan onun örgütlülük düzeyidir. Söz konusu gençlik olunca bu durum çok daha
fazla geçerlidir. Gençlik hareketinin örgütlülüğü gücünün kaynağı durumundadır. Gençlik ne kadar örgütlü ise o kadar
95
Sayı 60 2014
güç haline, irade haline gelmiş demektir.
Bu noktada tüm gençliğin Demokratik
Gençlik Konfederalizmi’ne bir yerden katılması, herkesin örgütlü olması, kimsenin
dışarda kalmaması önemli olmaktadır.
Örgütsüz tek bir gencin bile kalmamasını
hedeflemek ütopik bir yaklaşım olarak ele
alınmamalıdır. Hangi kesimlerin nasıl örgütleneceği, sisteme nereden katılacağı
tespit edilir, sorunları, çelişkileri irdelenir
ve bu doğrultuda kararlılıkla pratikleşilirse demokratik gençlik konfederalizmi tüm gençleri kapsayabilir. Böylesi bir
içeriğe, anlama ve örgütsel potansiyele
sahiptir.
Kürt özgürlük hareketinin açığa çıkardığı kitle tabanı hazırda örgütlenmiş temel
bir güçtür. Bu anlamda hareketin genciyle, kadınıyla, yaşlısıyla hazır bir kitle tabanı mevcuttur. Bu kitle tabanı yılların birikimi ve emeği ile açığa çıkmıştır. Bu kitle
tabanını sadece “kitle” olmaktan çıkarıp,
onları alternatif yaşam sistemi içerisine
çekmek elbette önemlidir. Zira temel çalışma da bu yönlü olmalıdır. Fakat bunu
yaparken sadece özgürlük hareketinin
açığa çıkardığı hazır tabandan hareket etmek dar kalmayı getirir. Bu temel kesimden hareket ederek gençliğin diğer tüm
kesimlerine ulaşılmalıdır. Gençlik hareketi bu şekilde kitle tabanını genişletmeli
ve genişleyen bu kitle tabanını demokratik gençlik konfederalizmi içerisindeki
alternatif yaşamla buluşturmalıdır. İşsizişçi, öğrenci, köylü gençliğin her birini
özgün olarak örgütlemelidir. Farklı gençlik kesimlerine özgün yaklaşmalıdır. Sistem ile olan çelişkilerini, psikososyal durumlarını anlamalı ve ona göre politika
geliştirmelidir.
İşsiz kesim örgütleme açısından
en önemli hedef kesimlerinden biri olabilir. Bu kesimler sistem içinde kendine yer
bulamamış, sistemde yer edinmemiş kesimlerdir. Sisteme dahil olmayan, onunla zıtlıklar yaşayan her kesim devrimin
kitle tabanıdır. Sisteme dahil olmadıkları
için doğal bir muhalefet veya doğal bir
ayrıksılık durumları vardır. Gerekli olan
bunu bilinçli bir toplumsal muhalefete
96
dönüştürmektir. Bu anlamda demokratik
gençlik konfederalizminin örgütlenme
hattında işsiz gençliğe dönük özel bir politikası olmalıdır. Örgütlenmeye, demokratik ulusun ve gençlik konfederalizminin
temel bileşenleri haline gelmeye, devrime kanalize olmaya eğilimli bir kesimdir.
Sistemle çelikiyi yoğun yaşamaktadır. İşçi
sistemin içinde istediği gibi yer alıp almama çelişkisi değil, sistemin içinde yer
alıp almam çelişkisi yaşamaktadır. Dolayısıyla işsiz gençler gençlik devriminin
ana unsurlarından biri olmaya adaydırlar.
Yüzbinlerce işsiz gencin devrime kanalize
olması muazzam sonuçlar açığa çıkarma
potansiyelindedir.
İşçi-emekçi gençliğin de devrime
kazandırılması gerekmektedir. Ulus
devletlerin göç ettirme politikaları
sonucu köylü gençliğin bir kısmı da bu
zemine kaymıştır. Dolayısıyla nicelik
olarak bu kesim de önemli bir yoğunluğu
yaşamaktadır. İşçiler işsizlikle korkutulup
bastırılsa da sistemle yaşadığı çelişkiler
yoğundur. Elindekini çok uzun süre
korumasının
mümkün
olmadığını,
aslında elindekinin de çok fazla bir
gelecek getirmediğini, geleceğinin şirket
partronlarının iki dudağı arasında olduğunu bilince çıkardıklarında demokratik
muhalefet olarak kendi alternatif yaşam
arayışlarına yöneleceklerdir. Bunun için
yaşadıkları çelişkilerin açığa çıkarılması,
görünür kılınması gerekmektedir. Bu
da gençlik hareketine bu kesimleri
örgütlemek açısından önemli görevler
yüklemektedir.
Köylü gençlik yeniyi yaratmak için zemini en güçlü olan gençliktir. Sisteme
çok bulaşmamış, özel savaştan az etkilenmiş, kendini korumuş, çevreye ve doğaya daha yakın kalmış, temizliğini görece
korumuştur. Sistemde erimemiştir. Kapitalizmden uzak kalmış olması büyük bir
avantajdır. Devrime katılmaya açıktır. Eğitimsizliği önündeki en önemli engeldir.
Bu yönü zayıf olsa da hareketin en kitlesel
katılımları yine köylü gençlik üzerinden
olmuştur. Ulusal diriliş devriminde oynadığı rol belirleyicidir. Bu kesim güçlü bir
örgütleme ve eğitim çalışması ile demokratik ulusun inşa çalışmalarına çekilebilir.
Köylü gençlik toplumsal inşada halkçı bir
rol oynayabilir. Gençlik hareketine halkçı
karakteri verecek esas kesim köylü gençliktir.
Liseli gençlik gençliğin ilk dönemlerini
yaşıyor olması, kişiliğinin oturmamış olması nedeniyle etkiye en çok açık olan
gençlik kesimidir. Örgütlendirilmeye açık
oluşu olumlu olsa da sistem tarafından
yönlendirilmeye de son derece açık oluşu liseli gençliğin temel sorunudur. Bu
durum liseli gençlik için özgün, onu sistemin tuzaklarından çekebilecek ve” özüne
uygun bir toplumsal eğitimi zorunlu kılar.
Daha yoğun eğitilmesi ve örgütlenmesi
gerekmektedir. Liseli gençliğin eğitimi
büyük çaba ve sabır isteyen bir iştir fakat harekete geçtiğinde de müthiş sonuçlar yaratmaya çok yakındır. Çabuk
harekete geçebilen bir potansiyeldedir.
Örgütlendirilirse sonuç almaya yakındır.
Hareketimizin tarihinde de ortaöğretim
gençliğinin katılımı başından itibaren
çok güçlü olmuş ve önemli sonuçlar da
açığa çıkarmıştır. Bu miras temelinde
ortaöğrenim gençliği devrim saflarına
katılımı en yoğun sağlanması gereken
kesimlerdendir.
Üniversite gençliğinin gençlik hareketi
içerisinde önemli bir misyonu vardır. Bu
misyonu iyi tanımlamak gerekmektedir.
Nasıl ki gençlik toplum içerisinde öncü
konuma sahipse, gençlik içerisinde de
öğrenci gençlik öncü bir konuma sahiptir.
Biraz daha okuması, bilime yakın olması,
anlamaya yatkınlığı, kendini geliştirmeye
ve ideolojikleşmeye meyilli oluşu öğrenci
gençliğinin öncülüğünü kendisiyle birlikte getirmektedir. Gençlik hareketini yönlendirecek, ona ideoljik,politik ve pratik
olarak öncülük yapabilecek bir güçtür.
Tarihsel açıdan da tüm devrimci hareketlerin çıkış noktasının öğrenci gençlik
olması tesadüfi bir durum değildir. Toplumları en önde aydınlatan, bilinçlendiren aydın-öğrenci gençlik hareketleri
olmuştur. Özellikle sömürge toplumlarda
aydın-gençlerin sömürgeci metropoller-
de okuduktan sonra kendi toplumlarına
dönerek sömürgeciliğe karşı çıkış yapmalarının örneği oldukça fazladır. Özgürlük
hareketinin tarihi açısından da değerlendirildiğinde bu durum aynen geçerli olmuştur. Türkiye metropollerinde okuyan
yükseköğrenim(üniversite) gençliği ve
ardından Kürdistan kentlerinde okuyan
ortaöğrenim gençliği hareketin ilk çıkış
zeminleri olmuşlardır. Halk PKK’nin ilk
kadrolarını “talebeler” olarak tanımıştır.
Çıkışın ilk halkası öğrenci gençlik olmuştur. Bu bakımdan öğrenci gençlik demokratik ulus inşasında ve demokratik gençlik
konfederalizminin örgütlendirilmesinde
de öncü konumda olmalıdır. Hem topluma hem de gençliğe öncülük yapma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Bu nedenle
öğrenci gençliğin özgün ve özerk örgütlülüğü öğrenci kofederasyonu tarzındaki
örgütlenmelerle derinleştirilmelidir.
Bu kesimler örgütlemeye, kadrolaşmaya açık olmakla birlikte sistemle bağlarını
güçlendirme aşamasındaki kesimlerdir.
Kazanılmamaları halinde tümüyle kaybedilmeleri söz konusudur. Tersi de geçerlidir. Sistemle bu denli bağ kurmuşken ve
düzenle bütünleşmeye ramak kalmışken
sistemden kopan kesimler büyük oranda
tümüyle kazanılmaktadırlar. Dolayısıyla
öğrenci gençliği sistemin üniversitelerine
karşı bilinçlendirilmeli, tıpkı ortaçağ kiliselerinin dağıttığı cennet tapuları misali
dünya tapuları olan diplomaların peşinde
koşmaktan vazgeçirilmelidir. Demokratik
ulusun akademi ve bilim dünyası ile buluşmaları için yoğun bir düşünsel faaliyet
içinde olunmalıdır. Tabiki gençlik hareketi
kitleselleşmede kendini bir boyutla hiçbir zaman sınırlandırmamalıdır. Sadece
öğrenci gençlik üzerinden kitleselleşme
yakalanamaz. Hiçbir kesim ihmal edilmemelidir. Hele ki küçük burjuva eğilimlerle
sadece öğrenciler ve şehirler üzerinden
örgütlenmelere gitme kesinlikle olmamalıdır. Gençlik hareketinde elitleşme
asla olmamalıdır, kabul edilmemelidir.
Halkçı yaklaşım her zaman esas alınmalıdır.
97
Sayı 60 2014
NE YAPMALI, NEREDEN BAŞLAMALI VE
NASIL YAŞAMALI?
Günümüzde yapılan birçok araştırma ve incelemelerde gençliğin yaşadığı
sorunlar ve bu sorunların neticesinde
yaşanan ciddi kayıplar; çoğu zaman kamuoyuyla da paylaşılmaktadır. Örneğin
suça bulaşmış gençler üzerine yapılan
araştırmalar ya da gençler arasında yaşanan internet bağlılığı gibi onlarca örnek
günlük hayatın içinde, gazetelerde veya
Tv’lerde sürekli dile getirilmektedir. Tüm
bunların olması ne gençliğin yaşadığı
sorunları çözebiliyor, ne de olanı ortadan
kaldırabiliyor. Çünkü sistem dediğimiz
işleyiş, bunun bioiktidara dayalı kültürü
ve saldırısı sürekli olarak kendisini bu kılcal damarlar üzerinden inşa ederek soruna çözüm arıyormuş gibi görünüp, özünde kendini ve sorunların ana kaynağını
maskelemeye çalışmaktadır.
Toplumsal işleyişin ayrıntılarında neredeyse durmak bilmeyen bu saldırılar ve
işleyiş hali; özce gençliği sisteme hazırlamanın dışında farklı bir işleyişe sahip değildir. Ya da gerçek niyetini bu şekilde ifşa
etmekten imtinayla kaçınarak, gençleri
ve toplumun bütününü ilgilendiren bu
tür sorunların görünmesini ve tartışılmasını engellemek istemektedir. Böyle bir
gerçekliğin bilince dönüşmesi durumunda; iktidarın kendisi ve erklerin yaşam
98
alanları kalmayacağından ötürü aslında
toplumsal siyasetin ve mücadelenin kilit
noktasını burası oluşturmaktadır. Günümüzde gençliğin temel mücadele alanı
olarak öne çıkan bu realite üzerinden
gençliğin nasıl bir mücadele ve nasıl bir
demokratik ulus yapılanmasına yönelik
sorular
sorması-cevaplar
araması,
buradan hareketle demokratik modernite de kendi rol ve misyonunu doğru belirlemesi önemli olacaktır.
Özellikle günümüzde sıcak mücadele
alanlarında ve günlük eylem akışı içinde
sürekli hareket halinde olan, en ön
siperlerde mücadele eden ve her an bu
mücadelenin gereği olarak büyük bedel
ve direniş gösteren gençliğin bunu
bilmesi, bunun üzerinden toplumsal
hayatın her alanında bilince dönüşmüş
hareketini daha da akışkan ve güçlü
kılması; kendi sorunları şahsında
toplumun sorunlarını çözmek adına da
hayati bir öneme sahip olmaktadır.
Ne Yapmalı?
Politik ahlaki toplumun özünde; bu
soru günlük olarak kendini dayatır! Günümüzde ise neredeyse her olay ve olgu
karşısında, öne çıkan bu soru gerçek anlamda çözümü veya olması gerekeni de-
ğil de, olanı izah etme de ve kabulün teorisini işlemede kullanılmaktadır. Çünkü
soru ortaya çıktığında dayandığı zemin;
saldırıların görünür haline yönelik olmaktadır. Bunu örneklemek gerekirse; herhangi bir eylemde sistemin kolluk güçleri
saldırı halinde olduğunda, bu soru ortaya
çıkar bunun karşısında gençler de aktif
bir eylem içine girerler. Bu bir bakıma olması gerekendir, fakat gerçek anlamda
sorunun politik ve ahlaki toplum işleyişinde nasıl bir karşılığı olduğu göz önüne
getirilirse, ortaya çıkan eylem hali tek başına demokratik modernitenin inşasında
yeterli olmayacaktır.
Günümüzde neredeyse bütün mücadele alanlarında gençliğin mevcut pozisyonunda bu örneği güçlendirecek, hatta
daha da ileri aşamalara götürecek onlarca
gerçeklikle karşılaşmaktayız. Sorun veya
soru; günlük eylemlerle cevaplanamıyor!
Aslında toplumsal kaosun ve sıkıntıların
derinleşerek devam etmesinde yatan
temel noktalardan bir tanesi bu oluyor.
Burada ön plana çıkan ve üzerinde daha
ehemmiyetli bir şekilde durmayı dayatan
temel nokta; gençliğin değişim dinamiği
ve diyalektik işlerliğini çözümlemek oluyor.
Gençliğin değişiğim dinamiği nasıldır?
Arayışçılığı nedir? Bu hususları yaşamda
gözlemlememiz gerekiyor. Dün ve bugün olgusu tanımlanırken; “bugün dünden ileri, yarından geriyiz” deniliyor. Bir
çocuk; anne veya babasından ileri, çocuğundan geri olarak tanımlanır. Bu sözler,
toplumsal yenilenmeyi ifade eden sözlerdir. Demek ki, insan ve toplum yaşamı
bir tekerrürü ifade etmiyor. Nasıl ki yaşam
bir tekerrürü ifade etmiyorsa, insan ve
toplum ilerleyişi de bir tekerrürü ifade
etmiyor. Sürekli bir gelişimi ve değişimi
içeriyor. Belirtilenler, metafizik ve diyalektik arasındaki bir tartışmayı ifade ediyor. Metafiziğe göre her şey bir öncekinin
tekrarıdır. Diyalektik ise bunu reddediyor.
Dıştan bakıldığında yaşayan türler için
öyle gözüküyor olabilir, ama özüne inildiğine, bunun öyle olmadığı, yani bir tekrarı yaşamadığı görülecektir. Her şeyde ol-
duğu gibi, insan ve toplum yaşamında da
sürekli bir yenilenme, gelişim ve değişim
söz konusudur. Bu değişimi, gelişimi ve
yenilenmeyi topluma yaşatan da gençliktir. O nedenle gençlik demek, bir öncekini
reddetmek, çelişmek, ona karşı mücadele
etmek demektir. Bir öncekiyle çelişmeyen, onu reddederek aşmaya çalışmayan
genç olamaz. Bu, sosyalist hareketler için
de geçerlidir. Diyalektik herkes ve her şey
için geçerlidir. Bütün canlılar, hareketler
ve olgular için geçerlidir. Ama en fazla da
değişim felsefesine, ideolojisine ve hareketine sahip sosyalist ve devrimci hareketler için geçerlidir. Bu değişim ve diyalektik bilinci oluşturmak için “Ne Yapmalı”
sorusu öğretici bir pozisyonda yer alıyor,
bunu doğru cevaplamak ve demokratik
modernitenin inşasında hem görevlere
yaklaşımda, hem de mücadele yürütme
de sürekli akılda tutmak gerekiyor.
Gençliğin yaklaşımları ve arayışları bir
toplum açısından çok önemli! Günümüz
dünyasında gençlik hareketine sahip
olmayan bir toplum, güçlü bir gelişim
içinde olamaz. Öyle bir toplum ağır aksak
yürür. İlerleme gücünü ve umudunu
kaybetmiş bir toplum haline gelir. Yaşam
insanlar için zehir olur. Günümüzde bazı
toplumlar böyle bir zorlanmayı yaşıyorlar.
Örneğin Avrupa›da teknik çok gelişmiş
olmasına rağmen, bazı toplumlar
böyle bir durumu yaşıyorlar. Diğer
yandan gençliğin çok örgütlü olduğu
veya yeni bilinçler edindiği, kendini
örgütleyebildiği, dolayısıyla değişimde
rol oynadığı, kendisinden önceki kuşakla
çelişki ve çatışmaya girdiği toplumlarda
ise her bakımdan büyük sarsıntılar
yaşanıyor. Bu toplumlar, maddi ve manevi
anlamda ciddi değişiklikler yaşıyorlar.
Hem ruhsal, hem duygusal, hem de
yaşamsal olarak çok ciddi değişiklikler
yaşıyorlar. Bu tür toplumlarda sarsıntı,
çelişki ve çatışma çok yoğun oluyor.
Bu da bir zorlayıcılığı ifade ediyor.
Değişimin yoğunluğu toplumun bütün iç
dengelerini, yine insanın maddi manevi
yaşamının dengelerini bozuyor. Eğer
değişime yön verilmezse, bu bireyde ve
99
Sayı 60 2014
toplumda ciddi tahribatlara yol açabilir.
Ama eğer yön verilirse, birey ve toplum
kendini yeniden şekillendirerek, büyük
bir gelişmeyi ortaya çıkarır.
Tüm bunlar “Ne Yapmalı” sorusuyla/sorunuyla bağlantılı olarak ele alındığında,
değişimin ve diyalektiğin işleyişi doğrultusunda, gençliğin toplumsal yaşam
alanlarında yapacaklarını, yapabileceklerini de net bir şekilde ortaya koyacaktır.
Dikkat edilirse, burada yapılabilecekler
değişim adına ve diyalektiğin temel gerçekliği uğruna esas alınacaktır. Bu bile
günlük olarak ne yapmalı sorusunu cevaplamayla mümkün olabilir. Günlük olarak kendini yenileyen, toplumsal yaşam
alanlarında ihtiyacı duyulan her türlü çalışmayı örgütleyen ve öncülüğünü yapan
kesimin gençlik olacağını ortaya koyacaktır. Bununla bağlantılı olarak demokratik modernite de yakıcı olan bir diğer
soru ise “Nereden Başlamalı” oluyor. Değişim dediğimiz olgu; doğru bir politikaya ve gerçekçi alanlara yönelik olmadığı
müddetçe yaşanan biraz da marjinallik
adı altında sisteme ve var olana eklemlenme oluyor. Bu da gençliğin yaşadığı
günümüz sorunlarının önemli bir kısmını
ortaya çıkarmaktadır.
Nereden Başlamalı?
Zamanımızda dünyanın her tarafında
gençliğin yaşadığı duruma ve mevcut
profiline baktığımızda ortaya çıkan temel
görüntü; olanı kabul etmeme ve buna
yönelik bir yerlerden başlayarak kendi
yaşam gerçekliğini oluşturma çabası olmaktadır. Bunun dokularını ve kodlamalarını doğru okuyamamak; sosyalist ve
toplumsal hareketler açısından tarihsel
bir hata olmaktadır. Bu anlamıyla geçmiş
mirası da göz önünde bulundurarak, günümüzde gençliğin sorunları karşısında,
tepki olarak ortaya koydukları duruş sistemin basit bir uzantısı olmanın ötesinde
bir anlama sahip olamamaktadır.
Demokratik modernite tartışmalarında
ve uygulamalarında “nereden başlamalı”
sorusu gençlik için hayati bir önemi barındırmaktadır. Bu soruya verilecek anlık
100
ve gerçekçi yanıtlar; demokratik ulus zihniyetine sahip bir demokratik modernitenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Aksi
halde zihniyetini ve politik-ahlaki kişiliğini buna göre yetiştirmeyen ve soruyu/
sorunu doğru okumayan gençlik güçlü
bir mücadeleyi ortaya koyamayacağı gibi
daha çok dar ve yüzeysel bir yaklaşımın
içine düşmekten başka bir şey yapamayacaktır.
Bu anlamıyla demokratik modernite
de gençliğin görev tanımına giderken,
stratejik bir yaklaşım geliştirmek ve bunu
böyle ele almak büyük bir önem kazanıyor. Stratejik yaklaşım itibariyle de gençlik, demokratik halk hareketinin örgütlenme ve eylem alanına öncülük etme,
onun kadrosal gücünü, yine en dinamik
eylemci kitle gücünü oluşturma bakımından temel bir yer tutuyor. Geçmişte daha
çok sınıf mücadelesi temelinde yürüttüğümüz mücadelenin şimdi geldiği demokratik halk hareketi düzeyi ve demokratik ulusun inşası, stratejik yapılanma,
öncü ve ittifakların belirlenmesi konularında da belli bir ayırımı ortaya çıkardı.
Özgür kadın hareketi bu dönemde ideolojik ve örgütsel açılardan, yine bir eylem
gücü olarak öne çıktı ve pratik gelişme
sağladı. Kadın hareketine paralel olarak
gençlik hareketi de benzer bir stratejik
konum kazandı. Demokratik devrimin
derinleştirilmesi mücadelesinde kadın
ve gençlik hareketinin, halkın ortak demokratik eylemliliğine öncülük edecek
düzeye getirilmesi, temel bir çalışma haline geldi. Bu nedenle gençlik hareketini
daha özgün ele almak ve tartışmak önem
arz ediyor. Serhildan hareketi açısından
öncülüğün iyi tanımlanması ve örgütlü
kılınması, mücadelenin başarılı olması
için gerekliliği gün aşırı ortaya çıkan bir
olguya dönüşüyor. Halk hareketine bağlı
olarak yaşadığı sorunları, görevleri ve yapılanmasını anlamak, sorunlarına çözüm
üretmek için gençlik hareketini değerlendirmek gerekiyor. Tüm bu tartışma ve
değerlendirmeler gençliğin bu dönemde
nasıl bir eylem planına sahip olacağını da
net bir şekilde ortaya koymak zorundadır.
Gençlik hareketinin örgütsel ve kadrosal sorunlarını tartışmadan; genelde
gençlik kitlesini aktifleştirme sorunlarını
çözmeden, demokratik halk hareketini
geliştiremeyiz. Bunu yapamazsak Özgür
kadın hareketi de ittifaksız kalır. Bu da
demokratik halk hareketini geliştirmeyi
zorlar. Bu bakımdan gençlik hareketinin
özgün tarzda ele alınıp tartışılması, örgüt
ve eylemin bütünlüklü geliştirilmesinin
esas alınması, demokratik devrimi geliştirebilmek açısından zorunludur. Aksi
halde köklü bir toplumsal demokrasi mücadelesi verilemez. Devrimci demokratik
değişim motorsuz ve öncüsüz kalarak,
kendiliğindenliğe sürüklenir; kaldı ki bu
durumda olan gençlik, gericilik tarafın-
Gençliğin en önemli ve en temel özelliği; arayışçılığıdır. Bunun geleceğe dönük
tavrı, bugüne fazla bağlanmaması gibi
daha birçok özelliği sıralanabilir. Çıkara
bulaşmamış olması, saf, temiz ve umutlu
olması, geleceğe dönük ve günceli yaşamayan bir karaktere sahip olması kuşkusuz önemlidir. Bu özellikler devrimci, aynı
zamanda da sosyalist bir karakter arz ediyor. “Gençler solcu olur” söylemi, buradan
ileri geliyor. Günlük yaşama, güncele bulaşmamıştır; yani çıkar peşinde değildir.
Daha çok eşitlikten ve adaletten yanadır.
Varolanı kabul etmez; dolayısıyla değişimden yanadır. Kendi gelişimini ve dinamizmini kullanmak ister. Yine özgürlükten
yanadır. Bütün bu saydığımız özellikler
Gençlik hareketinin örgütsel ve kadrosal sorunlarını
tartışmadan; genelde gençlik kitlesini aktifleştirme
sorunlarını çözmeden, demokratik halk hareketini
geliştiremeyiz. Bunu yapamazsak Özgür kadın hareketi
de ittifaksız kalır. Bu da demokratik halk hareketini
geliştirmeyi zorlar.
dan çarpıtabilir de. Bu bakımdan gençlik
hareketi, dönemin önemli bir hareketi
olarak gündeme geliyor. Aslında gerillayı
geliştirerek kitleleri harekete geçirirken
de gençlik hareketi gündeme gelmişti.
Gerillanın güçlendirilmesi açısından da
önem taşımıştı. Fakat gençliği artık eski
konumuyla ele alamayız. Şöyle düşünülebilir; ne olursa olsun geçmişte de her şeyi
yürüten gençlikti. Gerilla bir gençlik örgütüydü ve savaş gençliğin mücadelesiydi. Kitle mücadelesi içerisinde de gençlik
önemli bir rol oynadı. Kitle örgütlenmesine dair ilk adımları atarken de üzerinde
en çok durduğumuz çalışma yine gençlik çalışması oldu. Bunların hepsi doğru;
gençler katıldılar, çalıştılar, kadro örgüt ve
mücadele sorunlarını omuzladılar. Fakat
mücadele içerisinde özgün özellikleriyle
çok etkili, öncü ve aktif katılan bir gençlik
hareketi oluşturulamadı.
gençliğin, dolayısıyla gençlik hareketinin
temel özelliklerini oluşturuyor. Söz konusu özellikler, sosyalizme denk düşüyor.
Özgürlük ve eşitlik militanı olmaya denk
düşüyor. Gençlik, sosyal karakterin en çok
geliştiği bir dönemi ifade ediyor. Gençlik
hareketi, sosyalist hareketin bir parçası, hem de öncü parçasıdır. En dinamik
parçası olduğundan, motor gücüdür. O
nedenle sosyalist hareketler her zaman
gençlik hareketlerine önem vermişlerdir.
Fakat geçmişte dar sınıfsal yaklaşımlar
çok fazla olduğundan dolayı gençlik hareketleri, sosyalist hareketler içinde tam
olarak yerlerini alamamışlardır. Demokratik modernite gerçekliğinde bunların aşılması ve toplumsal düzlemde katılımcı bir
yapılanmanın esas alınması söz konusudur. Bu bağlamda gençliğin kendini tüm
alanlarda örgütleyerek, toplumsal alanlarda kendi gücünü ve örgütlülüğünü
101
Sayı 60 2014
toplumun çalışmaları ve yaşamına
adaması temel görev olmaktadır. Geçmişte işçi abartması çok fazla oldu. Kadın özgürlüğü ve gençlik hareketi, söz konusu
işçi abartmasının tamamlayıcıları oldular.
Bu, sosyalist hareketlerin yetersizliğiydi.
Şimdi bunu düzeltmenin mücadelesi de
gençliğin önünde durmaktadır. Önderlik
savunmalarla, sosyalist harekete yeni bir
tanım getirerek, açılım sağlattı. Çünkü işçi
fetişizmine bağlanmış sosyalist hareketlerin, ekonomist ve dar çıkarlar peşinde
koştuklarını gördük. Birçoğu ütopyadan
koparak, sendikalist hareketler oldular.
Oysa ütopya, gençlik hareketinde vardır.
Gençlik, baştan başa bir ütopyadır. Geleceğin özlemi ve umududur. Kadın özgürlüğü de öyledir. Maddi yanından ziyade,
toplum yaşamını dengeli ve düzenli kılma
yanı vardır. Özgürlük ve eşitlik yanı fazladır. Kadın ve gençlik hareketi, işçi hareketi
gibi dar, kaba ve maddi eşitçilik öngören
bir yaklaşım içerisinde olamaz. Biz bunu
küçük burjuva eğilim olarak tanımlıyoruz.
Kuşkusuz bu, ideolojik bir yaklaşımı ifade
ediyor. Özgür kadın hareketinin özü ve
esası, özgürlük ütopyasını dar çıkarlardan
soyutlayarak, toplumsal yaşamın temel
özelliklerine uygun kılınmasıdır. Bu, sosyalizmin özünün derinleştirilmesi oluyor.
Gençlik hareketi açısından da benzer bir
tanım yapmamız gerekiyor. Buradan baktığımızda, gençlik çağı insanın sosyalizme
en yakın, özgürlük ve eşitlik idealleriyle
dolu olduğu; yardımlaşma, paylaşma ve
dayanışma yönlerinin en güçlü olduğu
bir çağdır. Çıkara bulaşmadığı, kar hırsına
kapılmadığı, dolayısıyla hileye ve aldatmaya baş vurmadığı bir çağdır. En temiz
ve en sade çağıdır. Dinamizmini en çok
koruduğu, günü yaşayarak güncel yaşam
içinde kaybolmak yerine, insanlık için özgür ve mutlu bir yaşam ortaya çıkartmak
için kendini feda etmeye hazır olduğu,
bu anlamda oldukça fedakar ve cesaretli
olduğu bir çağdır. Gençlik, bu özellikleriyle kendisini ortaya koyuyor. Kendisini bu
şekilde, diğer çağlardan ayırıyor. Gençlik
hareketi de, bu özelliklerden oluşan bir
hareket oluyor. Gençliğin bu özelliklerini
102
kendi bünyesinde toplayan ve biriktiren
bir harekettir. Tüm bunlar bir kere daha
“nereden başlamalı” sorusuna güçlü cevapları ortaya koyarken, aynı zamanda
bir eylem planına ve görev bildirgesine
de dönüşüyor!
Bunun dışında gençliğin mevcut durumunu aşmada, yine demokratik modernitenin yapılandırılmasında cevaplaması
gereken temel sorulardan bir tanesi de
“Nasıl Yaşamalı” oluyor. Belki buraya kadar
değindiğimiz bölümlerde bu soruya da
cevap teşkil edebilecek noktalara vurgu
yaptık. Fakat bu sorunun önemi ve ciddiyeti açısından daha derinlikli ele almak ve
güçlü cevapları hem zihniyette, hem de
pratik alanlarda ortaya koymak devrimci
zamanın kendini dayattığı böylesi bir süreçte daha da önemli oluyor. Yaşamı biyolojik olarak yorumlamanın dışında; amaçları ve ideaları ekseninde ele alan gençlik,
nasıl bir yaşam sorusuna güçlü cevaplar
verebileceği gibi toplumsal işleyişte de
bunun gereğini zengin bir şekilde ortaya
koyacaktır. Yaşamı doğru okumak, sorularını/sorunlarını çözümleyerek bunun karşısında eylemini bir bilince dönüştürmek
gençliğin temel görevlerinin başında yer
almaktadır. Özellikle günümüz dünyasında ve kapitalist modernitenin her türlü
saldırıyı geliştirdiği yaşam alanlarında;
yaşam aşkını mücadeleye ve hakikate
adamayan bir gençliğin, demokratik modernitenin gelişiminde öncülük yapabilmesi bir yana, günden güne erimesi ve
güdüsel sanallıklara hapsolması kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.
Nasıl Yaşamalı?
Toplumun oluşumundan günümüze
değin; hem toplumsal ritüeller, hem de
bireysel arayışlarda cevabı en çok aranan soruların başında “Nasıl Yaşamalı”
gelmektedir. Mevcut anlamda evrenin
bilinebilen bütün alanlarında-farklılıklar
arz etse de bir yaşamın olduğunu söylemek mümkündür. Aslında insandan ve
toplumdan önce olan yaşamın varlığı
söz konusu olduğunda; soruyu sorarken
amacımız şudur; uzantısı ve bir parçası
olduğumuz bu büyük fotoğrafta nasıl yaşamak gerekiyor? Yaşamı bizim oluşturabileceğimiz nasıl bir gerçekse, olan yaşamı her yönüyle kabul etmek ve o şekilde
yaşamak da son derece gerçek olmaktadır. Günümüzde bu gerçekliği hayatın her
alanında yalın ve çarpıcı bir şekilde görebilmekteyiz. Nasıl yaşamak gerekiyor ve
olanı kabul etmek arasındaki ince ayrım;
belki bu sorunun cevabını her yönüyle
ortaya koymaktadır. Bu konuda büyük
düşünür İbn-i Haldun’un; “homosapiens
iki tür insanın ortaya çıkmasıdır. Biri güdüleri ve biyolojik temelli yaşayan insan olurken, diğeri aşkın ve hakikatin peşinde yaşayan insan olmaktadır” belirlemesi son
li bir öğreticiliğe sahiptir. Bu anlamda
Sokrates’in felsefesi ve soruları aslında
“Nasıl Yaşamalı” üzerine iken, dönemin
iktidar güçleri bunu bir tehlike ve gelecek
açısından büyük bir sorun olarak görmüş
ve Sokrates’in idamını da milattan önce
15 ŞUBAT 399 yılında gerçekleştirmiştir.
Şimdi bütün bunlardan ne tür
sonuçlar çıkarmalıyız? Bir defa gençliği
tanımalıyız.
Gençliğin
toplumdaki
rolünü doğru anlamalı ve o rolün
oynanmasını sağlamalıyız. Tabii devrimci
ve sosyalist hareket ile gençlik ilişkisini iyi
tanımalıyız. Eğer kendimizi bu özelliklerle
tanımlıyorsak, o zaman genç olmasını
bileceğiz. Aksi taktirde sistemimizi yürü-
Sokrates’in felsefesi ve soruları aslında “Nasıl Yaşamalı”
üzerine iken, dönemin iktidar güçleri bunu bir tehlike
ve gelecek açısından büyük bir sorun olarak görmüş ve
Sokrates’in idamını da milattan önce 15 ŞUBAT 399
yılında gerçekleştirmiştir.
derece önemli olmaktadır.
Demek ki, gençliğin bu soruyla yüzleşmesi ve hangi yaşamın peşinde olduğuna dair güçlü kararlar vermesi, eylem bilincini buna göre şekillendirmesi olmazsa
olmaz kabilindedir. İnsanlığın bütün büyük çıkışlarında, zihniyet devrimlerinde
ve toplumsal değişimlerinde bu sorunun
önemi ve oynadığı rol çok iyi bilinmektedir. Belki bunlardan en çarpıcı ve dikkat
çekeni ise Sokrates’in çıkışı ve geliştirdiği
felsefi düşünce sistemi olmaktadır. Bilindiği gibi Sokrates yaşadığı dönem ve
toplumsal yapılanmada sürekli etrafındakilere sorular sorarak; aslında bilinen
her şeyin doğru olup olmadığını sorgulatmaya çalışırmış. Onun hayatını ve öğretisini konu alan birçok yazılı eserlerde
dikkat çekilen temel nokta ise; etrafında
sürekli gençlerin toplanması olmaktadır. Nihayetinde Sokrates’i yargılayanlar
onu ölüme gönderirken gerekçe olarak;
“tanrılarla alay etmesi ve gençlerin kafalarını karıştırması”-nı belirtmeleri önem-
temeyiz ve çökeriz. Onun için kuşak çelişkisini, toplumun değişiminde gençliğin
oynadığı rolü ve özellikleri göreceğiz.
Bununla birlikte onun üzerinden geliştirilen ve yürütülen politikaları da göreceğiz.
Tabi tüm bunlar için de temel sorularla
yüzleşerek doğru cevapları aramanın-ortaya koymanın ve yaşamsallaştırmanın
mücadelesini sürekli kılacağız. Bu konuda da geçtiğimiz dönemde gerçekleşen
gençliğin yapılanma kongresinde Önder
Apo’nun sunduğu mesajı doğru okumak
ve açığa çıkardığı perspektiflerin gücünü
demokratik modernitenin yapılanmasında ve demokratik ulusun yaşamsal alanlarında her yönüyle hayata geçirmek için
hafızalarımıza işlemek temel mücadele
olacaktır;
“Gelişmek ve kendini savunmak isteyen
bir toplum için gençlik vazgeçilmez bir hazinedir.
Gençlik meclisi olarak tarihi ve güncel
birçok sorumlulukla karşı karşıya olduğunuz, bu sorumluluğun gereği olarak ideolo-
103
Sayı 60 2014
jik, politik, örgütsel ve insani açıdan yerine
getirilmesi gereken görevlerinizin olduğu
aşikardır.
35 yıllık amansız mücadelemizin doğuşu
kadar oluşu da çok sancılı bir süreçten geçerek bugünlere geldi.
Kalıcı bir varlık haline gelmemizde ‘özgür
yaşam’ ısrarımızın rolü en belirgindir.
‘Özgür yaşam’ ısrarımızı süreklileştirerek
bugünlere getiren taşıyıcı temel kolonlarımızdan biri gençlik diğeri de eğitim olmuştur.
Eğitim, bizim için hep vazgeçilmez bir var
oluş sorunu olageldi.
PKK, bir gençlik ve eğitim hareketi olarak
doğmuş ve kendini amansız eğiterek bir
halk hareketine evirilmiştir.
Sümer rahip tapınağından beri tüm
sistemler, örgütler ve başta devlet olmak
üzere ihtiyacı olan kadroyu, kendi oluşturdukları eğitim mekanizmaları içinde şekillendirdikleri bireylerle oluşturmaktadırlar.
Bireyler devlet, okul, akademi vb. kurumların hepsinde sömürü ve sınıflı toplum
egemenliğinin devamı doğrultusunda gönüllü birer nesneye dönüştürülürler.
Bu faaliyetin bütün özü bireyselleşmeyi
yok etmek ve inanan müritler yaratmak
içindir.
İnanç
devrimciliğini
anlamakla,
bilgilenmekle
ve
bilinçlenmeyle
tamamlamak durumundasınız.
Her türlü iktidarcı, milliyetçi, cinsiyetçi,
köreltici dinci ve liberal anlayış ve ideolojilerden uzak durmak, büyük bir hakikat
derdiyle yola revan olmak özgürlüğün ve
yoldaşlığın güçlü temsiline vesile olacaktır.
Özgür birey; irade sahibi, özgür
düşünen, tartışan, tartıştıran, kolektif
yaşamı her şeyin üstünde tutan birer
hakikat arayışçısıdır.
Özgür birey olmanın yegane yolu kendini eğitmektir. Kendinizi muazzam derecede
eğitmediğiniz sürece toplumu savunamazsınız.
Toplumu savunmak her dönem için
gençliğin en önemli görevidir.
Toplumu savunmadan siyaset yapılamaz.
Öz savunmayla birlikte, demokratik
104
siyaset, dönem politikacılığın özüdür.
Çünkü demokrasi evrenin dilidir.
Demokrasinin işlevi, politika yapılırken,
kararlar alınırken ilgili tüm toplumun ifade
gücü, örgütlenme gücü olarak sürece katılımı ifade eder.
İktidar her toplumsal birime ve bireye
dayandığına göre politika da her birim ve
bireye dayanmak durumundadır.
Günümüzde resmi moderniteyle ilişki ve
çelişki içinde ‘iktidar ağları her yerde’ olduğuna göre, politika da her yerde olmak
durumundadır.
Politikanın olduğu her yerde de gençlik
olmak durumundadır.
Kürt halkı tarihindeki en güçlü politikleşme dönemini yaşarken Kürt gençliği, ulus
devletçiliği aşarak, demokratik modernitenin inşa edilmesinde öncülük rolünü oynayabilmelidir.
Bunun için öncelikle kapitalist moderniteye karşı ideolojik-politik, ahlaki ve örgütsel yeterliliği olan bir duruşun gerçekleştirilmesi elzemdir.
Bu duruş demokratik ulus inşasındaki başarı güvencesidir.
Gençlik, kazanılmış Kürt kimliğini ve özgür yaşam arzusunu demokratik ulus inşasına çevirmenin politikasında harç görevi
görecektir.
Daha görkemli olanı, kendi toplumsal
doğamıza ve bireysel etkinliğimize uygun
demokratik modernite değerlerini, onun
demokratik ulus, komünal ekonomik ve
ekolojik yaşam tarzını, bunun bilimini,
felsefesini ve sanatını özgürce, eşitçe ve
demokratikçe paylaşmak ve topluma mal
etmektir.
Genç başladık, genç başaracağız.”
Kaynak
-Demokratik Uygarlık Manifestosu/
Abdullah ÖCALAN
-Mukaddime/İbn-i HALDUN
-Gençlik Kongresi Mesajı/ Abdullah
ÖCALAN
GENÇLİK VE ÖZSAVUNMA
Gençlik ve öz savunma olguları tarih
boyunca en çok iç içe geçmiş iki olgudur. Çokça belirtilen; “gençlik toplumun
öncü gücüdür”, “gençlik toplumun ahlaki-politik değer yargılarını koruyandır”, “gençlik toplumun eylem gücüdür”,
“gençlik toplumu savunup özgür yarınlara
kavuşturandır” gibi birçok söylem bu gerçeklik üzerinden dillendirilmiştir. Doğruyu ifade eden bu söylemlerin yanı sıra;
toplumların bugün hala egemen sistem
karşısında direniş halinde olması, verili
olan yaşamı kabul etmemesi ve özgür-yaşanılır bir yaşam oluşturma istem, arzu ve
çabası bu gerçeklerin ürünü olarak süreklileşmektedir. Şöyle ki; toplumlar, gençliği
bilinçli, örgütlü ve eylem halinde olduğu
sürece sistem tarafından geliştirilen ve
geliştirilebilecek her türden saldırı karşısında da doğru bir duruş sahibi olabilir.
Özcesi gençlik, ‘kendini bil’diği, karşısında
mücadele verdiği sistemi ve ait olduğu
toplumun hayat koşullarını doğru analiz
edip tanıdığı oranda toplumun ‘öncü’, ‘savunan’ ve ‘oluşturan’ gücü olabilir.
Gençliğin yapısal özellikleri bu durum
üzerinde etkide bulunmaktadır. Toplumsal kesimler içindeki özgünlüğü, gençliğin toplumsal öz savunmada daha aktif
ve öncü olmasını beraberinde getirir.
Konum ve yapısal özellikleri nedeniyle
her türden gelişime açıktır. Sorgulayan,
sorguladıkça doğru ve yanlış yaşamı çözümleyen gençlik, açığa çıkan ve anlama
kavuşturduğu toplumsal sorunlara en
önce, etkin ve etkili bir şekilde tepki verir.
Gençlik, toplumun en özgün kesiminden
biridir. Bu özgünlük fiziksel olmaktan ziyade toplum içindeki konumundan ileri
gelmektedir. Önder APO “Gençlik fiziki bir
olay değil toplumsal bir olaydır” demektedir. Canlı, hareketli ve sürekli bir akış halinde olan gençlik toplumun en dinamik
gücüdür. Değişimi mümkün kılan toplumsal güç olması itibariyle, toplumsal öz
savunmanın sağlanmasında da öncülük
rolünü oynamaktadır.
Toplumlar nasıl ki gençlikten yoksun
olarak düşünülemiyor ise, öz savunmanın
yitimi de toplumlar için ölümden başka
bir şey değildir. Gençlik kesimi olmadan
toplumlar ayakta duramayacağı gibi öz
savunması olmayan toplumlar da paramparça olmaktan ve sisteme tabi olmaktan
kurtulamaz. Bu gerçeklik belki de en çok
Kürt toplumu açısından geçerlidir. Kültürel soykırım politikalarının en vahşisine
maruz kalan Kürt toplumuna hiçbir şekilde yaşam hakkı tanınmamaktadır. Her
yönüyle varlığı tehdit altında olan Kürt
105
Sayı 60 2014
toplumu öz savunmasını özgür gençlikle
geliştirmeksizin varlığını koruyamayacaktır. Varlığını korumak ve bu temel üzerinden demokratik sistemini inşa öz savunmayla mümkündür.
Başta Kürt halkı olmak üzere; bir bütünen toplumlar açısından gençlik ve öz
savunma birbirinden koparılamayacak
derecede bağlıdır. Biri diğeri olmadan
olamaz. Toplumlar açısından gençliği ve
öz savunmayı anlamlı kılan temel gerçeklik birbirini tamamlayan iki gerçeklik
olmalarıdır.
Öz Savunma
Kavram olarak savunma; her hangi bir
canlının yaşamına veya kendisine ait
olana karşı gelişen bir saldırı karşısında
korumaya geçmesi durumudur. Saldırı(
öldürme, yok etme, yaralama, korkutma,
refleksidir; hatta canlılığın yaşama garantisi, atardamarıdır denilse yanlış olmayacaktır.
Her canlının kendisini savunma yetisi
mevcuttur. Toplumsal gerçeklikte bu durum daha farklıdır. İnsan, diğer canlılar
gibi doğuştan kendisini savunabilecek
yetenekte ve güçte değildir. Güldeki diken, kedideki tırnak, kartaldaki pençe,
kurttaki sivri diş veya kalın deriler gibi
kendini savunma ve koruma araçlarına
sahip değildir. Bir insan yavrusu tek başına doğaya bırakıldığında çok kısa bir sürede yok olmaktan kurtulamaz.
İnsan, diğer canlılara oranla yetersiz
kaldığı bu özelliklerini düşünceyle
tamamladı. Gelişen düşünce gücü, insanı
diğer tüm canlılardan farklı kıldı. İnsan
düşünce gücünü kullanarak geliştirdiği
ilişki biçimi ve araçlar yoluyla tüm fiziksel
Her canlının kendisini savunma yetisi mevcuttur.
Toplumsal gerçeklikte bu durum daha farklıdır. İnsan,
diğer canlılar gibi doğuştan kendisini savunabilecek
yetenekte ve güçte değildir.
yakalayıp etkisiz hale getirme gibi) amaçları farklı olsa da, savunma tek bir amaçla
yapılır: varlığını korumak.
Varlığını koruma ihtiyacı her canlıda bulunur. Her canlı varolmak ister. Bu istem
evrensel oluşumun en temel ilkesidir. Sürekli akış halinde olan ve her an kendisini
yeniden şekillendiren canlı bir evren gerçekliği var karşımızda. Tek hücrelilerden
çok hücrelilere, bitkilerden hayvanlara
ve insanlara kadar her canlı yaşamak için
çaba sahibi olur. Bu çabanın öz savunmayla yoğun bağlantısı vardır. Varlığını
koruma kendini savunmayı gerekli kılar.
Bu temelde varlığı tehdit eden, gelişen
her türden dış yönelim karşısında refleks
göstermesi, karşılık vermesi her canlının
en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır.
Kendini savunmak en kutsal haktır ve
vazgeçilmezdir. Öyle ki, en temel yaşam
106
güçsüzlüklerini güce dönüştürdü. Geliştirdiği yeni ve hiçbir canlıda görülmeyen
ilişki biçimiyle dezavantajlarını avantaja,
doğayı ihtiyaçlarını giderme temelinde
dönüştürme gücüne kavuştu. Bu sayede
hiçbir canlıda olmayan bir konum kazandı ve doğa içinde yeni bir doğa yarattı.
İnsanın varlığını koruyabilmesi ve
yaşamını sürdürmesi için o güne dek
olmayan, hiçbir canlıda gelişmeyen bir
durum gelişti. Düşünce gücüyle buluşturulan toplumsallık, evrenin en gelişmiş
ifade tarzı halini aldı. Yanı sıra; toplumsallığını sağlayan insan varlığını da güvenceye aldı. Belli amaçlar doğrultusunda,
ortak hareket tarzıyla bir araya gelen insanlar birlikten güç doğduğunu görerek
toplumsallığı daha da geliştirdiler. Özcesi
toplumsallık; insanın varlığını koruması
ve yaşamını sürdürmesi durumudur. Bir
anlamda insanın en temel öz savunması
toplumsallığıdır. Toplumsal süreklilik sağlandığı oranda insan, insan olarak varolmaktan da bahsedebilir. İnsan açısından
varoluş mücadelesi toplumsallıkla anlama kavuşur. Toplumsallık korunabildiği
oranda yaşanılır, bir yaşam oluşturulabilir.
Toplumsallığın gelişimiyle beraber insanın karşılaştığı yaşamsal sorunlar farklılaşmıştır. Özellikle hiyerarşik-devletçi
sistemin ortaya çıkması ile birlikte toplumun yüzleşmek zorunda olduğu sorunlar
da olabildiğine farklılaşmıştır. Öncesinde
yoğunluklu olarak fiziksel saldırılar karşısında gelişen savunma durumu, zamanla gelişen sistem saldırılarıyla yeni bir
boyut kazanmıştır. İlk toplumsallaşma
süreçlerinde
daha
çok
doğa
koşullarından(yaşanan sel felaketleri,
dondurucu soğuklar, kavurucu sıcaklar,
depremler vb.) ve doğada yaşayan diğer
canlılara av olmamak için savunmasını
geliştirmekteydi. Ancak egemen sistemle beraber bu gerçeklikler birincil tehlike
olmaktan çıkıp yerine kendi türünden korunma zorunluluğunu doğurmuştur.
Hiyerarşik-devletçi sistemin yaydığı aç
gözlülük, doyumsuzluk, hep daha fazlasına sahip olma arzusu ve bunun ürünü
olan savaş, talan, yağma ve yıkım, toplumu tarih boyunca hiç karşılaşmadığı sorunlarla yüzleştirmiştir. Ahlaki ve politik
olan toplum, en büyük saldırıları da bu
alanda almıştır. Sistem kendisini yaydığı
oranda ekonomik, kültürel, sosyal, tarihsel, sanatsal ve ideolojik saldırılarını
da derinleştirmiştir. Günümüz kapitalist
modernitesinde bu saldırılar zirve durumuna ulaşmıştır. Tarihin her döneminde
amacı bir olan bu saldırılar, dönemlere
göre araçlar değiştirerek bugüne kadar
kendisini sürdürmüştür.
Anı anına gelişen teknik, bugün itibariyle gençliğin toplumsallığından
koparılması amacıyla kapitalist sistem
tarafından en çok kullanılan araç konumundadır. Özünde toplumsal olan ama
egemen sistem tarafından özü çarpıtılan
teknik, gençliği yok olmaya doğru
sürüklemektedir. Özellikle bilgi ve ileti-
şim teknolojisi gençliği toplumsallıktan,
yaşamsal sorunlardan ve bu sorunlar karşısında çözüm gücü olma özelliğinden
kopararak sistemin en temel besleyeni
haline getirmektedir. Kırsal alanlardan,
köy yaşamından koparılan bir gençlik
gerçekliği var karşımızda. Her şey tekniki ele alınıp gençler robotlaştırılmış
durumdadır. Bir dönem elleri ayakları
prangalara vurulup pazarlarda köle olarak satılan gençlik, bugün şehirlere çekilerek ‘Gönüllü kölelik’ statüsünde işçi-işsiz
yığınları halinde sistemin avucuna bakar
hale getirilmiştir. Moda sektörü yoluyla
gençler doyumsuz hale getirilerek, kapitalist sistemin oluşturduğu pazarların baş
tüketici unsuru kılınmıştır.
Gençliğin Öz Savunma Bilinci
Önder APO “Ahlaki ve politik toplumun
günümüzde yaşadığı gerçeklik, yani öncelikli sorunu özgürlük, eşitlik ve demokratikleşmenin de öncesinde var oluşsaldır.
Varlığı tehlikededir. Modernitenin çok yönlü saldırısı, her şeyden önce varlığını savunmayı öncelikli kılar. Demokratik modernitenin bu saldırıya karşı cevabı, öz savunma
anlamında direniştir” demektedir. Bu direnişin öncüsü de gençliktir. Gençlik doğru
bilinçlendiği oranda bu direnişte yer alabilir ve öncülük rolünü yerine getirebilir.
Egemen sistem tarihinin en başından
beri saldırılarının merkezine aldığı toplumsal kesimlerin başında gençlik gelmektedir. Kadını düşürmek ve kendi erkek egemenlikli düzenini oluşturmak için
de ilk olarak gençliğe yönelmiştir. Gençliği denetimi altına aldığı oranda topluma gereğince yön verebilmiştir. Gençlik
güçsüzleştirilip pasifleştirildiği derece
toplum köleleştirilebilmiştir. Gençlik toplumsal görev ve sorumluluklarından koparıldığı ve işlevsiz kılındığı oranda da
toplum kendi olmaktan çıkmıştır. Özcesi
toplumun ahlaki-politik yapısından kopmuş gençlikle toplumlar daha derinliğine
sömürülmüştür.
Egemen sistemin kadını düşürme temelli öncelikli olarak gençliği hedef alması ve kendi yanına çekme çabası bunun
107
Sayı 60 2014
ürünüdür. Nitekim gençliğin düşürülüşü
sonucunda egemen sistem kadına karşı
saldırılarını yaşamın her alanında pratikleştirmiştir.
Ancak gençlik tarih boyunca özgürlük
istemini hep korumuş ve bu temelde bir
yürüyüşün sahibi olmuştur. Yaşlı erkeğin
kadına karşı güç elde etmek için yanına
çekmeye çalıştığı ve kendi çıkarları temelinde kullanmaya çalıştığı toplumsal
kesim olması nedeniyle gençlik, tarih boyunca özgürlük arayışından vazgeçmemiştir. Özgürlük istemi ve arayışı, yaşanan
toplumsal sorunlardan ve açığa çıkan ihtiyaçlardan kaynağını alır. Gençliği dinç
ve ayakta olan toplumlar egemen sistem
karşısında bugünlere kadar özünü koruyarak gelebilmişken; gençliği özünden
koparılan ve denetim altına alınan top-
bilinçle mücadeleye giriştiği oranda yaşama da bütünsel bakabilir. Öz savunma
da dönemsel olmak yerine, hayati olması
bakımından, sürekliliğini gençliğin duruşunda, tutum ve davranışında sağlayacaktır.
Gençlik öz savunma bilincinden kopuk
bir şekilde toplumu savunabileceğinden,
koruyup kollayabileceğinden ve toplumsal yaşamın inşasında doğru rol alabileceğinden bahsedemez. Gençliğe bakış
açısında yaşanan en temel yetersizliklerden bir tanesi de; “bilinçli olsa da olur
olmasa da olur” yaklaşımıdır. Çoğunlukla
“olmasa da olur” anlayışı baskın çıkmakta
ve gençliği bu tarzda ele alma durumu
yaşanmaktadır. Gençliğe misyon biçme,
öncülük görevini gereğince yerine getirme ve ön açıcı olma konusunda yoğun
Sistemin temel saldırı noktası toplumsallıksa, temel
savunulması ve korumaya alınması gereken de toplum
olmalıdır. Toplumsal sürekliliğin sağlanması ve yaşanılır,
özgür bir yaşamın oluşturulması da toplum gerçekliğini
doğru kavramaktan geçer.
lumlar ise sistem içinde erimekten, sisteme tabi olmaktan ve kendi dışında her
şey olmaktan kurtulamamıştır. Sistem tek
bir yönlü saldırıda bulunmaz. Sistem her
şeyi değerlendirerek, en zayıf yerden el
atar. Bu şekilde sonuç da alır.
Sistemin temel saldırı noktası toplumsallıksa, temel savunulması ve korumaya
alınması gereken de toplum olmalıdır.
Toplumsal sürekliliğin sağlanması ve yaşanılır, özgür bir yaşamın oluşturulması
da toplum gerçekliğini doğru kavramaktan geçer. Nasıl ki yaşlı erkek gençliği
kadından kopararak toplumsallığından
kopardıysa; bugün itibariyle aynı zihniyet
gençliği toplumsallığından uzaklaştırma
ve koparma amacındadır. Bu nedenle
gençliğin en öncelikli görevi, insanlığın
en temel öz savunması olan toplumsallığını anlaması olmaktadır. Gençlik toplumsallığını sağladığında ve toplumsal
108
bir bastırma durumu gelişmektedir.
Öz savunma bilinci toplumun tüm
kesimleri açısından önemli olduğu kadar
en çok da gençliğin buna ihtiyacı vardır. Tarih boyunca egemen sistemin her
türden soykırım politikaları karşısında
duran ve bu uygulamalara cevap olan
gençlik olmuştur. Gençlik her zaman için
ötekileştirilen, sömürü ve baskı altına
alınan ve ezilen halkların haklı davasının
savunuculuğunu yapmıştır. Yakın tarihimizde Che’den tutalım Mahirlere, Denizlerden İbrahimlere ve Kürt özgürlük
mücadelesinde Hakilerden Kemallere, Ali
Çiçeklerden Ferhatlara kadar toplumsal
öncülüğü gençlik üstlenmiştir. Bu
doğrultuda canları pahasına mücadele
saflarında yer almışlardır. Saydığımız
öncüler yaşanan toplumsal sorunlar
karşısında
farklı
yöntemlerle
öz
savunmaya geçmişlerdir. Che gerilla
mücadelesiyle hiç bilmediği, görmediği
alanlarda halklarla omuz omuza mücadeleye girişirken, Mahirler yoldaşlarını
kurtarma uğruna ölümüne mücadele
etmiştir. Kimi işkencelere karşı onurluca
direndi, kimi halkının özlemlerini gün yüzüyle buluşturmak için bedenlerini ölüme yatırdı. Kimi bomba olup kendini düşmanın beyninde patlattı, kimi ihanetin
çemberini kararlı duruşuyla paramparça
etti. Hepsinin ortak noktası: yaptıklarını
doğru bilinçle örmeleriydi.
Bu temelde değerlendirildiğinde; egemen sistemin gelişen saldırılarının nereden, nasıl geldiğini anlayabilme, bunlara
karşı nasıl bir duruş ve tutum içerisine
girileceğini kavrayabilme doğru bilinçlenmeyle mümkündür. Doğru bilinç kendini tanımaktan geçer. Gençlik kendini,
toplumsal gerçekliğini ve tarihselliğini
bilince çıkardığı oranda egemen sistemin
gelişen saldırılarını da boşa çıkarabilir. Bilgeler ‘kendini bil’ derken nereden başlanılması gerektiğini bizlere söylemektedir.
Başlangıç noktası insanın kendisi olmalıdır. Kendinden başlayan, kendisini objektif olarak ele alıp değerlendiren gençlik,
karşısında mücadele yürüttüğü gerçekliği de daha somut anlayabilir. Kendi gerçekliğiyle, kişiliğinde yaratılmış hastalıklarla ve sistemin sapkın özellikleriyle
yüzleşebilen gençlik, varlığını koruma ve
yaşamını sürdürme mücadelesinde başarılı adımlar atabilir.
Özünde ‘öncü’ olan gençlik, bugün
birilerinin, bir yerlerin yönlendirmesi
altındadır. Temel görevi toplumun öz değerlerini savunmak olan gençlik, egemen
sistemin temel ve vazgeçilmez savunma
aracı olmuş durumdadır. Nasıl ki toplumlar gençliği olmaksızın ayakta duramazsa,
egemenler de gençliğin enerjisini kullanarak kendilerini ayakta tutmakta ve
süreklileştirmektedir. Gençliğin enerjisini
ve gücünü kendi çıkarları temelinde kullanan egemenler, ordularını gençlikten
oluşturmaktadır. Gençlik egemen sistem
pazarlarının en temel tüketicisi, ideolojisinin yaşamsal uygulayıcısı haline getirilmiştir. Doğru bir bilince kavuşan gençlik,
egemenlerin askeri ve besleyeni olmak
yerine toplumsal değer yargılarının öz savunucusu olacaktır.
Olabildiğine savunmasız kılınan gençliğin, günümüz koşullarında gelişen
saldırıların nereden, nasıl, kim tarafından geldiğini anlayamayacak derecede
bilinçsizleştirildiği-aptallaştırıldığı
görülmektedir. Aslında bunları düşünmemesi gerektiğine de inandırılmıştır.
Kendisine sunulan yaşama boyun eğdiği oranda yaşama imkânı bulabileceğine ikna edilmiştir. Bu temelde sistem
imkânlar sunmakta, birçok kirli ve hastalıklı araçla kendisine çekmekte ve kendisine bağlamaktadır. Kendisine ‘özgürlük’
diye yutturulan her şey aslında gençliğin,
gençlik şahsında da toplumun tükenişini getirmektedir. Bilinçsizlikle nitelenen
gençlik, sağlıklı kararlar alamayacağına
inandırılmış durumdadır. Hafızası ipotek
altına alınan gençlik, tarihinden, kültüründen, ahlakından, sanat ve estetiğinden koparılmıştır
Yaşamın her alanına saldıran egemen
sistem gerçekliği anlaşılmak durumundadır. Gençlik bunu ancak sorgulayıcı özelliği ile yapabilir. Çok hızlı kavrama gücüne
sahip olan gençlik, yaşamı sorguladığı
oranda anlamlandırabilir. Dayatılan, yaşanılması zorunluluk haline getirilen
hayat toplumsal sürekliliği sağlayamayacak derecede çürütülmüş, hastalıklı bir
yaşamdır. Eğitimden tutalım ekonomiye,
ahlaktan politikaya, kültürden sanata ve
estetiğe kadar sistem saldırılarına maruz
kalan toplumsal yaşam alanları korumaya alınmak durumundadır. Nasıl ki sistem
saldırıları sadece askeri boyutta değilse,
toplumsal yaşamın öz savunması da her
alanda geliştirilmek durumundadır. Doğru bilinçlenme, ideolojik bir perspektife
sahip olma gerekliliği bu nedenle büyük önem arz ediyor. Bu konuda özgür
yaşamda ikna olan gençlik, uğruna ölümlere gittiği inançlarını sonsuza evirebilir.
Bu da yaşamı sevmekten geçer. Yaşamdan umudu olanlar, yaşama ölümüne
bağlananlar amaçlarını bilinçle yoğurup
doğru sözün ve eylemin sahibi olur.
109
Sayı 60 2014
Bilinçli olmak duyarlılık demektir. Her
an her şeye gerektiği şekilde cevap olmak
demektir. Belki de bugün Kürt gençliğinin
en temel sorunu yeterli düzeyde duyarlı
olamayışıdır. Mesele birebir kendinin bazı
uygulamalara maruz kalması değildir.
Toplumsal olan gençlik topluma karşı duyarlıdır. Topluma karşı gelişen her türden
saldırıya duyarlıdır. Örneğin; zindanlarda yoldaşlarına karşı gelişen kötü muamele ve olumsuz yaklaşımlar karşısında
bazen hedefler belirleyerek sonuç alıcı
pratikler geliştirmesi gençliğin duyarlı
yaklaşımıyla bağlantılıdır. Bir gardiyan
eğer çok rahat bir şekilde yoldaşlarımıza
zindan içinde zindan hayatı yaşatıyorsa
ve bu karşılıksız kalıyorsa, öz savunmada
ne derece yetersiz bilinçlendiğimizi gösterir. Mahirlerin, Denizleri darağacından
kurtarmak amacıyla geliştirdikleri eylemin kaynağında toplumsal duyarlılıkları
yani doğru bilinçlenmeleri yer alıyordu.
Sonucu kendi canları pahasına bile olsa
yoldaşları için bunu yapma kararlılığını,
duyarlılığını ve özveriyi göstermişlerdir.
Özcesi; gençliğin öz savunma bilincine
sahip olması toplumların başarı şansını
daha da güçlendirir. Madem savunulan
toplumdur,
o
zaman
toplumsal
olunacaktır. Toplumsal bilinci önce kendisinde oluşturacaktır. Korunması gereken
toplumun ahlaki-politik değer yargılarıysa, önce gençlik ahlaki ve politik olacaktır. Gelişen saldırılar karşısında korunması
gereken bir bütün yaşamın kendisiyse,
o zaman ilk önce gençlik özgür yaşama
aşk düzeyinde, ölümüne bağlı olacaktır.
Gençlik bunu başarırsa doğru olana ulaşır. Öz savunma bilinci toplumsal bilinçten başka bir şey değildir. Toplumsallık
insanlığın en temel savunmasıysa, o halde öz savunma toplumsal bilincin geliştirilmesinden başka bir şey değildir.
Gençliğin Öz Savunma Örgütlülüğü
İnsanlığın en temel öz savunması olan
toplumsallık, aynı zamanda ilk örgütlenme biçimidir de. İnsan türü varlığını sürdürmek için bilinçlice örgütlenmeye ihtiyaç duyar. Tüm canlılarda sınırlı düzeyde
110
bir örgütlülük vardır; ama toplumda olan
bilinçli örgütlenmedir. Toplumsal bilinç
temelinde örgütlülüklerini sağlayan insanlar nasıl yaşayacaklarını, nereden
başlayacaklarını ve ne yapacaklarını iyi
bilirler. İnsanın varoluş koşulu olan toplumsallığın sürekliliği de toplumsal örgütlülüğün güçlendirilmesiyle mümkün
olmaktadır.
Toplumsal öz savunma örgütlülüğünü süreklileştirmede gençlik birincil rol
oynar. Toplumun öncü gücü olması itibariyle, toplumun varlığını koruma ve
örgütlülüğün sağlanmasında da öncü
misyonu gençliğe biçilmiştir. Bugün
ile gelecek arasında köprü olan gençlik, kişiliğinde özgür yaşam bilincini
derinleştirerek gelişkin bir politik
perspektifle mücadele alanlarında en
önde yer alır. Sorgulayan, üreten, aktif
katılan gençlik, gelişkin inisiyatifiyle yaratıcı düşünceler ışığında toplumu hep
ileriye sürükleyen konumdadır. Tarih
boyunca toplumlara önderlik eden, toplumla omuz omuza düşmanın üzerine
en önce yürüyen gençliğin; kendisi ve
toplumu için yararlı olduğuna inandığı
hedeflerini başarıya ulaştırmak için güçlü
örgütlülükler geliştirmekten öte başarı
şansı mümkün değildir.
Gençlik çağı insanın en dinamik olduğu çağdır. Bu çağda duygu, düşünce ve
davranışlar en aktif haldedir. Gençlik çağının her anı devrim ve yeniyi yaratma
anıdır denilse yeridir. Sonsuz araştırma
istemine sahip olması, merakla sorgulaması, duygu ve düşüncelerini sürekli
yeniyi inşa etme temelinde harekete geçirmesi gençliğin temel yapısal özellikleri
olarak dışa yansır. Önemli olan bu duygu,
düşünce ve davranışlardaki enerji akışını
toplumsal örgütlülüğe kavuşturabilmedir. Demokratik toplum hareketlerinde,
gençliğin örgütlü gücü başarı ve başarısızlıkları belirler konumdadır.
Öz savunma bilincinin örgütlülüğe
kavuşturulması gerekir. Örgütlenmiş
birey ve toplum özgürlüğe bir adım daha
yakınlaşır. Toplumsal ve evrensel ihtiyaçlar
doğrultusunda kendini örgütlülüğe
ulaştıran gençlik, özgür yarınların
inşasında rol alabilir. Örgütlenmemiş
gençlik potansiyelinin daralmaktan, zamanla marjinalleşmekten kurtulma şansı yoktur. Örgütlülükle buluşturulmamış
bir dinamizm yeniyi yaratamayacağı gibi
hiçbir caydırıcılığı da olmaz. Günümüz
egemen sistem saldırıları karşısında örgütsüz hareket tarzının yaşama şansı çok
sınırlıdır.
Öz savunma, gençliğin en vazgeçilmez
örgütlenme alanıdır. Sistemin her an genişleyen ve derinleşen saldırılarına cevap
olmak ve bu saldırıları boşa çıkarmak
bunu gerektirmektedir.
Sistemin Kürt gençliği üzerinde yoğun
yozlaştırma, çürütme ve özgür yaşam
mücadelesinden koparma uygulamalarının her geçen gün daha da vahşileştiği
kapitalist sistem gerçekliğinde öz savunma örgütlülüğü olmaksızın uygulamalara karşılık vermek pek de mümkün
görünmüyor. Kapitalist sistemin kültürel
anlamda gerçekleştirdiği soykırımlara
karşı sıradan yaklaşım bitişin kendisidir.
Buna karşı demokratik uygarlık ışığında
kültürel değerlerin oluşturulması gerekir.
Sıradan yaklaşma gibi bir gaflete girmek
en basitinden sistem çıkarlarına kendini
yatırmak anlamına gelecektir.
Çoğu zaman sıradan yaklaşımlar
nedeniyle gençliğin çok basit bir şekilde
gözaltına alınıp, tutuklandığı, yıllarca
zindanlara atıldığını biliyoruz. Devlet
güçleri çok rahat bir şekilde gelip
gençleri mahallesinden, sokağından,
evinden yaka paça halde, peşinden
sürükleyerek çekip götürüyorsa ve buna
karşı bir refleks gelişmiyorsa; gençliğin
öz savunma örgütlülüğünü tekrardan
gözden geçirmesi gerekir. Oysaki toplum
içinde büyük avantajlara sahip olan gençliğin böylesi gafil avlanması şaşılacak bir
durumdur. Daha kendisini koruyamayan, kendi güvenliğini örgütleyemeyen
gençliğin toplumu ve yaşamı koruması
nasıl beklenebilir? Böylesi bir beklenti
beyhudedir. Gençliğin silkinmesi ve
kendine gelmesi gerekir. Basit hatalar yüzünden ne kendisini, ne de toplumu sis-
temin pençelerinde ezmemelidir. Yaptığı
çalışmanın ciddiyetinde hareket etmelidir. Toplumu, toplumsal yaşamı ciddiye
almalıdır. Sistemi ve sistem saldırılarını
ciddiye almalıdır. Bir oyun değildir içinde
olduğu. Olabildiğine gerçek ve hayatidir.
Çürümeye yüz tutmuş bu zamanlar
gençlik ruhuyla tekrardan canlandırılabilir. Bu da gençliğin her alanda, işçisinden
üniversitelisine, köylüsünden liselisine,
kadınından erkeğine kadar öz savunma
örgütlülüğünü sağlamakla mümkün olacaktır. Tarihsel bütünlük içinde özgür toplum inşasında yer almak isteyen gençlik
konuştuğu kadar, konuştuklarını örgütlülüğe kavuşturduğu oranda sorumluluklarını yerine getirebilir. Bu temelde;
gençliğin her anını örgütlenme anı olarak değerlendirip, tüm çalışma alanlarını
örgütlülüğe kavuşturması gerekir.
Barikatlar ardında sistem güçleriyle çatışmanın ötesine geçilerek, sistem mantığını her yönüyle anlama kavuşturarak ve
toplumu tükenişe götürdüğü her türlü
uygulamasına karşı savunmaya geçebilmek gerekir. Sistem askerliğini yapmama,
popüler kültür endüstrisinin vazgeçilmez
müşterisi olmama vb. konularda daha
derinliğine yoğunlaşmaya ihtiyacı olan
gençliğin; sorunlar karşısında kendi toplumsal çözümünü geliştirme güç ve yeteneğini sergileyebilmesi gerekir. Toplumun ahlaki-politik yaşamı çerçevesinde,
Ortadoğu dervişliğini seçerek kendisini,
toplumunu ve öz değerlerini savunmaya
alabilmelidir.
Başta kendinde olmak üzere; bir bütünen toplumda öz savunma sistemini süreklileştiremediğinden kültürel, sanatsal,
psikolojik, ekonomik, siyasi ve daha birçok saldırıyı göremiyor. Görse bile buna
karşı çıkamıyor. Tepki duysa da, yaşananlara karşı durulması gerektiğini bilse de,
yeri geldiğinde canını bile verse de nasılına doğru cevap olamadığından erimekten, çürümekten ve sonuç itibariyle sisteme tabi olmaktan kurtulamıyor.
Sömürü sistemi böylesine azgınlaşmışken gençliğin topluma, toplumsal
örgütlülüğe dayanmaksızın yaşaması
111
Sayı 60 2014
mümkün değildir. Ahlaki-politik toplumun korunması öz savunmanın yaşamın
her alanında gençlik öncülüğünde örgütlendirilmesiyle mümkündür. Öncülük
ahlaki-politiktir. Ahlak ve politikasını yitirmek demek her türden yönelime açık olmak demektir. Bu durumda gençliğin öz
savunma örgütlülüğü hayati önemdedir.
Öz savunmadan yoksun toplumlar ahlak
ve politikasını yitirir ve egemen sistem
çarkları içinde çiğnenir; ama gençliği ve
öz savunması canlı ve dinamik olan toplumlar egemen sistem karşısında varlığını koruyup özgür yaşamını oluşturabilir.
Ahlaki-politik toplumun güvenlik politikası
olan öz savunma, gençliğin güçlü örgütlülüğüyle yaşamsal kılınabilir.
Toplumlar yaşamın her alanında toplumsal sürekliliğin sağlanması için gençliğe, gençliğin enerji ve potansiyeline
ihtiyaç duyar. İhtiyaçlar gelişen saldırılar
karşısında belirlenir. Askeriyse askeri, kültürelse kültürel, siyasalsa siyasal karşılık
verilir. Gençlik için tek yönlü kalmak bitiş
demektir. Tek alanla sınırlı kalması diğer
alanların saldırılar karşısında savunmasız
kalması demektir. Yaşamın tüm alanlarında öz savunma örgütlülüğünü sağlayan
gençlik toplumsal ihtiyaçlara cevap olabildiğini iddia edebilir. Kapitalist sistem
toplumsal yaşam alanlarının tümünde bir
virüs gibi yayılmaya devam ediyor. Çok
farklı yol ve yöntemler kullanarak gençliği
pasifize etmeye ve kendine bağlamaya
çalışan sistem, yaşamın her alanına, kılcal
damarlarına kadar sızmış durumdayken
örgütlenme sağlanmadan karşılık verebileceğini düşünmek en büyük yanılgıdır.
İstediği zaman, istediği yerde, istediği
gibi toplumu, toplumun ahlaki-politik
öz değer yargılarını paramparça eden
sistemi boşa çıkarmak doğru örgütlenme
tarzıyla mümkün olacaktır.
Gençliğin Öz Savunma Eylemi
“Öz savunmadan yoksun toplumlar kimliklerini, politik özelliklerini ve demokratikleşmelerini yitirme tehlikesiyle yüz yüze
kalırlar. Bu nedenle öz savunma boyutu
toplumlar için basit bir askeri savunma
112
olgusu değildir. Kimliklerini koruma, politikleşmelerini sağlama ve demokratikleşmelerini gerçekleştirme olgusuyla iç içedir.
Toplum ancak kendini savunabiliyorsa
kimliğini koruduğundan, politikleşmesini
sağladığından ve demokratik siyaset yapabildiğinden bahsedebilir.”
Toplumun eylem gücü olması itibariyle gençliğin belki de en çok kendinde netleştirmesi gereken nokta eylem
anlayışıdır. Eylemi ele alış anlayışı doğru
anlaşılmadığı takdirde bugün toplumların karşılaşmak zorunda kaldığı sorunları
tekrar tekrar yaşamaktan kurtulamayacağı kesindir. Bilinç ve örgütlülükten kopuk
olarak gelişen eylemin başarı şansı da günümüz koşullarında pek mümkün görülmemektedir. Başarı gibi görünen bazı gelişmelerin de çok kısa bir zaman diliminde
karşı eylem haline dönmesi yüksek olasılıktır. Nitekim toplumların tarih boyunca
gelişen birçok gençlik öncülüklü hareketin bir süre sonra sistemin yedek gücü
haline gelmesinin temelinde bu gerçeklik
bulunmaktadır. Çok güçlü eylemler geliştirilmesine karşın, hatta sistemi radikal
değişikliklere itecek düzeyde olmasına
karşın dönemsel olması ve güçlü bilinç
ve örgütlenmelerle beslenilmediğinden
erimekten kurtulamamıştır. Ya sistemle
bütünleşmiş ya da karşısında mücadele
ettiği sistemin başka bir versiyonu olmuştur. Bu nedenle Önder APO “düşüncesi
bizim olmayanın eylemi de bizim olamaz”
demektedir. Bu gerçeklikten de yola çıkacak olursak; hakikatin bütünselliği çerçevesinde öz savunma eylemini ele almak
büyük önem arz ediyor.
Eylem, edinilen bir amaç doğrultusunda karşı güce ve toplumun diğer
kesimlerine istemlerini hissettirme anlayışıyla tepki gösterme, harekete geçme
durumudur. Eylem biçimleri farklı olabilir. Biçimleri farklı olsa da her eylem tarzının amacı birdir: DEĞİŞİM. Öz savunma
eyleminin temel perspektifi toplumsal
olmaktır. Toplumun ahlaki-politik öz
değer yargıları tehlikede ve saldırı altında
olan gençlik için her tür eylem(toplumsal
olmak koşuluyla) mubahtır. Perspektifini
ahlaki-politiklikten alan gençliğin egemen sistem karşısındaki her eylemi devrimci niteliktedir.
Değişimi getiren eylemin etki düzeyidir.
Etkiyi belirleyen de eylemin doğru yer ve
zamanda geliştirilmesidir. Bazı eylemler
vardır ki; normal koşullarda çok etkili olabilecekken zaman ve mekân değerlendirmesi derinlikli yapılmadığından ters tepme olasılığı da yüksektir. Eylemin küçüğü
büyüğü yoktur. Hiçbir eylem tarzının basit görülmemesi gerekir. Önemli-önemsiz
ayrımına girildiği an eylemin amacı da
sapmaya uğrar. Her bir eylemin önemi
etki gücünde saklıdır. Eğer toplumsal değişimi mümkün kılıyorsa ve egemen sistem karşısında başarıyı mümkün kılıyorsa
kendi dilinde konuşmak ve kültüründe
yaşamayı seçmek bir eylemdir. Şehrin,
metropollerin kalabalığından, kanserli
yapısından kaparak köye dönüş, öze dönüş bir eylem biçimidir. Egemen sistemin
yaydığı işsizlik ve açlık karşısında ortak
komünler, kooperatifler oluşturmak, bu
faaliyetin içinde yer almak bir eylemdir.
Sokağındaki, mahallesindeki, köyündeki, şehrindeki su sorununu, yol sorunu,
enerji sorununu, ekonomi sorununu
çözmeye çalışmak bir eylemdir. Yapılan
barajlar karşısında refleks sahibi olmak,
kadına karşı geliştirilen şiddet ve katliam
politikalarına karşı ayakta olmak, çocuk
istismarı, taciz ve tecavüzüne karşı olmak,
zindanlardaki uygulamalar karşısında
Yaşanan köhne yaşam, sistemin gelişen uygulama ve
saldırıları karşısında gençliğin eylem alanı olabildiğine
geniştir. Yoğunlaşan asimilasyon politikalarına karşı
kendi dilinde konuşmak ve kültüründe yaşamayı seçmek
bir eylemdir.
her eylem önemlidir.
Bağlantılı olarak; doğru bilinçle yoğrulmuş, güçlü bir örgütlülüğe kavuşmuş
eylemin etki düzeyi de çok farklıdır. En
basitmiş gibi görünen eylem biçiminden
tutalım, en haklı olunan ve hayati düzeyde olan eylem biçimine kadar toplumun
tüm kesimlerini içinde barındırdığı oranda başarıya ulaşabilir. Bu şekilde bakıldığında gençliğin sistem tarafından özel
politikalarla koparıldığı toplumsal yaşam
alanlarındaki etki düzeyi daha iyi anlaşılacaktır. Demokratik siyasetten tutalım ideolojik çalışmalara, kültür-sanat çalışmalarından tutalım ekonomik faaliyetlere
kadar gençlik doğru ve etkili eylem sahibi
olduğu sürece toplumsal öz savunmasını
gereğince yerine getirdiğinden bahsedilebilir.
Yaşanan köhne yaşam, sistemin gelişen
uygulama ve saldırıları karşısında gençliğin eylem alanı olabildiğine geniştir. Yoğunlaşan asimilasyon politikalarına karşı
hassasiyet oluşturmak ve sesini yükseltmek, siyasi bir duruşa sahip olmak, eğitim
alanlarını genişletmek, fuhuş ve uyuşturucu çetelerine karşı toplumu bilinçlendirip duyarlı hale getirmek, hepsi ve daha
birçok şey eylem kapsamına girer. Bu eylemlerin hepsi aynı zamanda öz savunma
kapsamındadır da. Yaşanan bu toplumsal
sorunların hepsinin kaynağında egemen
sistem yönelimleri bulunmaktadır. Bu sorunların her biri toplumsal ahlaki-politik
öz değer yargılarını tehdit niteliğindedir.
Bunların hepsi toplumsal varoluşa dönük
saldırılardır. Tüm mesele bu yaşanılanların her birinin sistem eliyle geliştirildiğini
anlayabilmektir. Bu temelde bir bütünen
egemen sistem zihniyetine karşı mücadele yürütmek öz savunma eylemlerini
daha da anlamlandıracaktır. Egemen sisteme ve yerel işbirlikçilerine karşı durmak, yaşamın tüm alanlarına yayılmış
sistem sızmalarını, yerinde ve zamanında
boşa çıkarmak doğru eylem biçimine sa-
113
Sayı 60 2014
hip olmaktan geçer.
Beklentiler toplumsaldır. Çünkü gençlik
toplumun bel kemiğidir. Ama gençliğin
eylemlerinde süreklilik sağlaması hayati
önemdedir. Bazen bir bakıyoruz ki hiç beklenmedik bir anda on binlerce genç sokaklara dökülmüş, devlet güçleriyle çatışıyor. Günlerce bu çatışmalarını sürdürüp
toplumda büyük bir heyecan yaratıyor. Bir
şeylerin değişeceği umudunu doğuruyor.
Ancak bir bakıyoruz ki hiç sönmemesi
gereken gençlik ateşi bir anda sönüp
gidiyor. Sürekliliği sağlamada tıkanma
yaşanır ve sanki yaşanmamış gibi herkes
kendi evine, köşesine çekilir.
Yine günlerce devlet güçleriyle taşlı
sopalı, barikatlı, molotoflu hatta farklı
silahlarla çatışabilecek kararlılık ve cesarete sahip olan gençlik, yanı başında
yürütülen fuhuşa, tecavüze, kültürsüzlük
ve ahlaksızlıklara sessiz kalabiliyor. Sanki
bunları yapan sistemin kendisi değilmiş
gibi sisteme öfke duyulmuyor. Gün yok ki
Kürdistan’ın bir yerinde bir çocuk devlet
güçleri tarafından katledilmesin. Yine zindanlarda çocuklar tecavüze uğruyor. Kürt
çocukları kaçırılıp, devletin yerel güçleri
tarafından en vahşi, insanlık dışı uygulamalarına maruz kalıyor. Kameralar karşısında çocukların kolları kırılıyor, dipçiklerle ölümüne dövülüyor. Polisin saldırıları
sonucunda gözünü kaybeden, günlerce
komada kalan, psikolojik anlamda çöken,
kendinden utanır duruma gelen çocuk ve
genç sayısı da az değildir. Ama şimdiye
kadar gençlik hangi eylemiyle bu saldırılara cevap olabilmiştir. Tecavüz eden o
gardiyan, polis ya da diğer görevlilerin
hangisi cezalandırıldı. Devlet onları ödüllendirip bir başka yere gönderiyor. Bizde
izliyor ve yeni uygulamalar için böylesi
soysuzlara zemin sunuyoruz. Caydırıcı
eylemler gelişmediğinden daha beterini
mubah görüyorlar. Öfkelenmek ve bu öfkemizi düşmanın beyninde kusmak yerine devlet hukukuna, yine tecavüz eden,
öldüren, işkence eden devlet güçlerine
havale ediyoruz. Bundan dolayı da; gençlik ve geliştirdiği eylemler sistemin daralttığı sınırlar içinde erimekten kurtula-
114
mıyor. Sistemin en tehlikeli düşmanı olan
gençlik, var olan potansiyelini genelleştiremiyor, yaşamın her alanına yayamıyor.
Mesele varoluşsa eğer ve saldırılar varlığı yok etme temelliyse her tür savunma durumu meşrudur. Yeri geldiğinde
topyekûn serhıldanlar geliştirerek toplumsal tepki dışa vurulur. Yeri geldiğinde
yürüyüşlerle, basın açıklamalarıyla, grevlerle vb. eylemlerle refleks gösterilir. Ne
var ki devlet hukuku ekseninde gelişen
eylemler cevap olup caydırmadığı gibi
sistemin yerel güçlerine yeni saldırı alanları doğuruyor. Geliştirdiği ya da geliştireceği eylemleri sistem hukuku çerçevesinde geliştirmeye çalışması gençliğin ne
derece marjinalleştiğinin en temel göstergesidir. Sistemin izin verip vermeyeceğini bekleyerek, o temelde hareket etmek toplumsal meşruiyete terstir. Gençlik
gücünü, kararlılığını toplumdan alıyorsa
o zaman izni de toplumsal ihtiyaçlar belirler. Seçtiği eylem biçiminin dönemin
ruhuna denk ve işlevsel olmasına özen
göstermesi gereken gençlik hukukun belirleyiciliğini kendine esas almak yerine,
var olan hukuku da değiştirecek pratikler
içerisine girebilmelidir. Hukuki zemine
dayanmadan, daha inisiyatifli zengin eylem biçimleriyle sistemi caydıracak eylemlere başvurabilmelidir.
Günümüz egemen sistemin temel saldırı alanları kültüreldir. İdeolojik ve siyasidir. Kültürel soykırımlar yoluyla toplumlar
uyuşturulmakta ve işlevsiz kılınmaktadır.
Gençliğin en büyük öz savunma eylemi
ideolojik-teorik gelişimini doğru örgütlülük temelinde sağlamasıdır. İdeolojik
anlamda paramparça edilen gençliğin
bu alandaki rolünü çok iyi görmesi gerekir. Yine kültürel, demokratik siyaset ve
ekonomik alanlardaki misyonunu öz savunma temelinde ele alması bir zorunluluktur. Gençlik toplumun eylem gücüyse, koruyup kollayanıysa, ahlaki-politik
değer yargılarını geliştirip demokratik
uygarlık inşasını sağlayansa bu alanlarda aktif olarak yer almayı en büyük eylem olarak görmesi gerekir. Yaşamın tüm
alanlarında doğru bilinçle, güçlü örgüt-
lülükle, başarılı eylemlerle toplumu koruyacak olan gençlik o zaman anlamlı bir
duruşun da sahibi olabilecektir.
Toplumsal sorunlar karşısındaki duyarlılığıyla geliştirdiği eylemler toplumun
her kesimini duyarlı hale getiriyorsa o eylem olumludur. Şayet toplumsal kesimleri bilinçlendirme işlevi görüyorsa o eylem
doğrudur. Toplumları yaşadığı bunalımdan çıkarıyorsa ve moral destek oluyorsa o eylem yerindedir. Düşmanı zorlayıp
sıkıştırıyorsa, caydırıyorsa, bir şeyler yapmaya itiyorsa ve düşmanın moralini bozup sinir sistemlerini alt-üst ediyorsa o
eylem etkilidir. Yok, şayet gelişen eylem
toplumu duyarlı hale getirmek ve bilinçlendirmek yerine düşmana moral veriyorsa o eylem doğru olmayıp etkili de olmaz.
Her eylem dönemsel koşullar içinde
devrimci gelişmelere sebep olur. Bu nedenle içinden geçilen dönemsel koşullar çok iyi analiz edilmek durumundadır.
Kavrama düzeyi yüksek olan gençliğin
bu noktada kendisini yorması gerekir.
Dönemsel koşulları iyi tahlil edemeyen
gençliğin gelişkin bir öz savunma sergilemesi de pek mümkün değildir. Toplumun
yaşam koşullarını, sistemin saldırı tarz ve
yöntemlerini, genel siyasi ve ideolojik havayı derinlikli ele alan gençlik nerede, nasıl, ne yapacağını çok daha iyi bilir.
Gençliğin cesur ve kararlı özelliği sayesinde her an geliştireceği öz savunma
taktikleriyle, farklı eylem tarzlarıyla düşmanı sersemlettiği görülecektir. Gençlik,
elindeki araçlar konusunda sistemle kıyaslanamayacak derecede zayıf olmasına
karşın gençliğin toplumun haklı davasıyla
bütünselleşmiş cesaret, kararlılık, moral
ve büyük yaratıcılıkla geliştireceği eylemlerle sistem saldırılarını boşa çıkarması
mümkündür. Varolan gençlik dinamiğinin tüm toplumsal kesimlere yaydırılması
her zaman için farklılıklara açık olmakla
ve farklı eylemler geliştirmekle mümkündür. Akış halinde olan gençlik düşüncesi,
farklı eylem biçimleri konusunda da akışkan olabilmelidir. Gençlik için hareketsizlik, eylemsizlik ölümden başka bir şey
değildir.
İnisiyatifli olmak gençliğin en temel niteliğidir. Sonsuz hayal gücüne sahip olan
gençlik esnek ve kendisini her koşula
uyarlayabilecek yetenektedir. Bu da inisiyatifini güçlendirir. Karşılaşılan bir durum
karşısında afallamamak, şaşırıp ortada
kalmamak için gençliğin koşulları değerlendirme ve çok çabuk kavrama potansiyelini her zaman için canlı tutması gerekir. Koşullar farklılaştığı an yöntemlerimiz
de değişecek düzeyde olmak durumundadır. Bir yerlerden talimat beklemek ve
talimatlar çerçevesinde harekete geçmek
gençliğin içine girmemesi gereken bir
durumdur. Burada inisiyatif devreye girmektedir. Anı anına gelişen sistem saldırıları inisiyatifli öz savunma eylemleriyle
bertaraf edilebilir.
Gençliğin öz savunma konusunda temel kaygısı toplumsal gerçek temelinde
olması gerekir. Bunun dışında farklı kaygılara, hassasiyetlere, hesaplara kapılması yersizdir. Bu, sistemin tabiriyle ‘başıboşluk’, ‘hovardalık’ ya da ‘bilinçsizce hareket
etmek’ değildir. Mutlaka gençliğin kaygıları olacaktır ama temel kaygılar, hassasiyetler ve hesaplar toplumsal ihtiyaçlar
temelinde olması gerekir. Gençlik eline
geçen her fırsatı harekete dönüştürerek
en uygun çözüm yollarını geliştirmelidir.
Toplumsal İnşa Gençliksiz ve Öz
Savunmasız Gelişemez
“Gelişmek ve kendini savunmak isteyen
bir toplum için gençlik vazgeçilmez bir
hazinedir” diyen Önder APO, gençliğin
özgür yaşam inşasındaki görev ve sorumluluklarını da bize sunmaktadır. Gençliğin
en temel görevi olarak toplumunu savunmak, olmazsa olmaz konumundadır. Toplumunu, değer yargılarını, öz kimliğini koruduğu oranda, gençlik toplumsal yaşam
içinde yer alabileceği gibi toplumunu da
her an için geliştirebilir. Bunun için de her
an için gençliğin dinamik, canlı, eylemci,
moralli, inisiyatifli özelliklerini kaybetmeksizin toplumsal öz savunmadaki öncülüğünü yürütmesi gerekir.
Toplumların ayakta kalması ve varlığını
sürdürmesi gençliğinin sağlıklı olmasın-
115
Sayı 60 2014
dan geçer. Toplumun dinamik gücü olan
gençlik, toplumsal sürekliliği sağlamada
diğer toplumsal kesimlerden daha çok
sorumluluk sahibidir. Bu sorumluluklar
doğası gereği, toplumsal ihtiyaçlar temelinde belirlenmiştir. Buna denk hareket
eden gençlik, toplumun öz savunmasını
gereğince yerine getirir.
Muhakkak ki öz savunma, toplum içinde yaşayan herkesin görevidir. Yedisinden yetmişine kadar; kadını erkeği, çocuğu yaşlısı herkes bir şekilde toplumsal
varlığını korumak ve yaşamını sağlamak
amacıyla öz savunmasını yapar. Öz savunma birilerine, bir yerlere havale edilecek bir gerçeklik değildir. Bir yerlere havale eden yaklaşım yanılgılarla yüklüdür.
Yanılgıların somut sonuçlarını günümüz
kapitalist sistemin toplumlar üzerindeki
hâkimiyetinden görmekteyiz. Egemen
sistemin çıkışından bu yana, egemenler toplumların savunmasını çökerterek
kendi tekelleri altında tutmaktadır. Bu
sayede istedikleri zaman, istedikleri gibi
toplumun gücünden ve enerjisinden
yararlanmakta ve kendilerine mahkûm
bırakmaktadır.
Gençliğin popülizmden uzak durması
gerekir. Özellikle geliştirdiği eylemlerin
amacına sadık olabilmelidir. Gençlik eylem geliştirdiğinde bir toplumsal sorun
karşısında duyduğu tepkiyi ve bu tepki
sonucunda yeniyi inşa etmeyi hedefler.
Sırf gösteriş olsun diye ne kendisini, ne
de toplumsal değerleri tehlikeye atmamalıdır. Basına çıkıp oraya buraya poz
vermek yerine, daha gizli bir şekilde eylemlerini gerçekleştirerek eylemin işlevselliğine özen göstermesi gerekir. Geliştireceği istihbarat ağlarıyla, küçük ama
işlevli birimlerle devlet güçlerini şaşırtan
eylemler geliştirerek hem kendisini hem
toplumsal savunmasını daha derinliğine
yaşamsallaştırabilir.
Sistem içinde sistemle mücadele yürütmek kolay değildir. Anı anına gelişen
saldırıları anlamak ve bu temelde karşılık
vermek güçlü irade, inisiyatif ve kararlılık ister. Devlet karşısında özgür yaşamın
inşası temelinde mücadele veren Kürt
116
gençliğinin hiçbir zaman için tedbiri elden bırakmaması gerekir. Bundan dolayı
da her zaman için yaptıklarını saklı yapması gerekir. Bunu yaparken tüm topluma ulaşmaktan vazgeçmemelidir. Haklılık toplumsallıktan gelir. Meşruluk da
toplumsal destekten gelir. Sisteme karşı
olabildiğine illegal olacak olan gençlik,
her fırsatta tüm toplumu katabilmelidir.
Gençlik kararsız olamaz. Bir eylem ne
kadar iyi örgütlenmiş olursa olsun eğer
uygulayıcısı olan gençlikte kararsızlık,
çekingenlik ve tereddüt varsa başarıya
ulaşması mümkün değildir. Kararlı olmak inançla, istekle ve yürekten katılımla
bağlantılıdır. Bir şeyler yapabileceğine,
toplumsal yaşamı değiştirip dönüştürebileceğine inanan gençlik öz savuma
eyleminde de kararlı olur ve büyük zaferi
kazanan olur. Gençlik açısından eyleme
girişmeden önce ciddi bir kararlaşmaya
gitmesi zorunluluktur. Hakim sistem karşısında sürekli eylem halinde olmak kolay
değildir. Bunun yanında gençlik de basit
ve kolay zapt edilecek bir gerçeklik değildir. Bu nedenle geliştirilecek eylem ister
basit ister karışık olsun, ister kolay ister
zor olsun; gençliğin, başaracağına olan
büyük inançla kişiliğinde güçlü kararlılık
oluşturması gerekir. Suçlu olan sistemdir.
Sistemin bu suçunu yüzüne vurmak, bu
suçlarından dolayı onu mahkum etmek
gençliğin görevidir. Çünkü gençlik haklıdır. Gençlik haklılığını haklı davasından
alıyor.
Bilinçlenmiş, özgür toplumsallık temelinde örgütlenmiş, inançla, cesaretle, moralli ve kararlıca eyleme geçen gençliğin
başarısız olması mümkün değildir. Gerçeklik budur. Bu gerçeklik temelinde hareket etmek ve öz savunmasını sağlamak
her gencin en temel görevidir. İdeolojik,
eğitsel, politik, ekonomik, kültürel yaşam
alanlarının her birinde aktif olarak yer alarak, gelişen sistem saldırılarını boşa çıkarmak ve özgür yaşamın inşasını sağlamak
mümkündür.
Hakikatin bütünselliğinden yola çıktığımızda, bugün itibariyle egemen sistem
tarafından olabildiğine parçalanmış bir
toplumsal gerçeklikle karşılaşırız. Bu parçalanmadan en çok nasibini alan kesim
gençliktir. Gençliğin toplumsal görev ve
sorumlulukları konusunda yettiğince ihtiyaçlara cevap olamaması bu parçalanmış
yapısından ötürüdür. Sistemin özel yönelimleri sonucunda parçalanma daha da
derinleşmiştir. Öyle ki kör düğüm halini
almış durumdadır. Öz savunma konusunda toplumlara, toplum şahsında gençliğe
dayatılanlara baktığımızda olan ile olması
gereken arasındaki uçurumu çok net görmekteyiz.
Başlangıçta da belirttiğimiz üzere ‘gençlik toplumun öncü ve eylem gücüdür.’ Bu
gerçeklik neticesinde gençliğin öz savunma görev ve sorumluluklarını değerlendirdiğimizde, gençliğin öz savunmayı
yeniden değerlendirmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki; öz savunma bilinçörgütlenme-eylem birlikteliğiyle anlama
kavuşabilir. Yine eyleme biçilen dar anlam, sadece bazı çalışma alanlarıyla sınırlı
bırakmak yerine daha geniş ve yaşamın
her alanına yayma gerekliliği doğmaktadır. Sistemin bugün itibariyle gençliğe
getirdiği ‘toy’, ‘heyecanlı’, ‘hoyrat’, ‘başıboş’
ve ‘bilinçsiz’ gibi tanımlamalar da gençliğin öz savunma misyonuna getirilen dar
yaklaşımdan kaynağını almaktadır. Oysaki gençlik toplumsal sorunlar karşısında
en duyarlı olan kesimdir. Yapısı itibariyle
diğer kesimlerden en önce müdahil olan
ve yeniyi inşa edendir.
Bu gerçeklik öz savunmaya olan bakış
açısındaki yanlışlıktan da kaynağını almaktadır. Öz savunma sadece fiziksel bir
saldırı karşısında savunmaya geçmek ve
bunun karşısında refleks göstermek değildir. Öz itibariyle gerçeklik bu olsa da;
toplumsal gelişim ve karşı gelişim halinde olan hiyerarşik devletçi zihniyetin varlığı, öz savunmayı yaşamın her alanında
gerekli kılmaktadır. Doğru bilince sahip
olmak, güçlü örgütlülükler kurmak ve
sonuç alıcı eylemler geliştirmek yaşamın
her alanında öz savunmasını geliştirmekle mümkün olacaktır. Yanı sıra öz savunma yıkmayı değil oluşturmayı esas alır.
Bir diğer anlamda toplumsal inşayı hedef
alır. Toplumun oluşturucu gücü olması itibariyle, gençliğin öz savunmanın yaşamsallaştırılmasında öncülük misyonunu etkili bir şekilde yürütmesi gerekir.
Çokça belirttiğimiz fikir-zikir-eylem, teori-pratik ya da bilinç-örgütlenme-eylem
birlikteliğinin bu açıdan değerlendirilmesi gerekir. Bu temelde; gençliğin öz
savunma bilinç, örgütlenme ve eylemini
bütünsel gerçeklik içinde ele alması ve
buna göre kendisini oluşturarak hareket
etmesi mücadeleyi anlamlı kılacaktır. Öz
savunma doğru anlaşıldığı oranda gençliğin toplum içindeki öncülüğü de anlama kavuşacaktır. Geliştireceği eylemler
de başarıya ulaşacaktır.
Özgür
yaşamı
inşa
iddiasında
olan gençliğin bu yaşamı koruyacak
sistemden yoksun olması kabul edilecek
bir durum değildir. Demokrasi, barış,
özgürlük, siyaset, kardeşlik ve eşitlik
öz savunması güçlü olan toplumlarda
başarı şansı bulur. Bu değerler topluma
aittir. Ve sistemin en yoğun saldırı altına
aldığı değerler de bunlardır. Kadın ve
gençlik aracılığıyla bu değerlere el
atmakta ve kendi egemenlikçi zihniyetini
şekillendirmektedir. Bunun gelişmemesi
için, bu özünü toplumsallıktan alan
her türden değerin korunması ve
özgür yaşamın inşasının sağlanması öz
savunmadaki doğru bilinç, örgütlenme
ve eylemden geçer. Bunu yapacak olan
da gençliktir. Bunun farkına varan ve bu
temelde hareket eden gençlik özverili
ve kendine özgüveni olan gençliktir. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yaşamın tüm insanlığa mal olmasını sağlayacak olan da toplumsal öz savunmasını
sağlamış gençlik olacaktır.
117
Sayı 60 2014
YAŞAMI HEP GENÇ TUTMA VE
GENÇLİK RUHU İLE MÜCADELE ETME
Bir an yaşam denilen anlamlar bütününü ve zamanını genç bir insan olarak düşünelim: Yaşam dipdiri ve canlıdır. Yaşam
her zaman değişmektedir. Yaşam hep
akıcı ve dinamiktir. Yaşam hep çelişkili ve
kavgalıdır. Yaşam hep direnir. Yaşam hep
asi ve isyancıdır. Genç yaşam eğilir ama
kırılmaz. Yaşam çok yaratıcıdır. Yaşam
çok renklidir, bayramlıdır ve demokratiktir. Yaşam kalubeladan beri söylenmiş
konulmuş kurallara göre değildir. Yaşam
asla yaşlı değildir. Yaşlanan insan ve insanın kalıplara sığdırdığı hayattır. Toplumsal yaşamda gençlik kuşağı denildiğinde
akla gelen birkaç özeliği bizzat yaşamın
kendisine yükleyerek bu tanımlamaları
yazdık.
Yaşamı anlam ve zaman diyalektiği ile
düşündüğümüzde göreceğiz ki yaşam
hep genç bir insandır. Burada ‘madem
yaşam hep gençse toplumsal bir kuşak
olarak gençler neden hayat içinde hep
sorunlu ve mağdur gibi durmaktalar’ sorusu akla gelebilir. Çok çelişkili gibi görünen bu duruma cevap iktidar denilen
kültürün yaşamı dondurmasıdır. İktidar
hayatı, donmuşluk, hareketsizlik ve katılaşmak ile direkt bağlantılı kanunlar
dizininden oluşur. Dogmalar ya da dogmatizm denilen algının iktidarın hayat
118
felsefesi olması ne boşunadır ne de tesadüfüdür. Yaşamda kendine has bir ritim
ile değişmeyen tek bir şey yoktur. Yaşamı
gençliğinden alı koyan iktidar denilen olgudur. Gençliğin hep genç gibi olan yaşamla çelişkisinin temel sebebi yaşlı iktidar ve onun devlet kanunlarıdır.
Genç Yaşamak…
Toplumsal kuşaklar bakımından biyolojik olarak yaşlılık denilen döneme tekabül eden hayata iktidarın yaşam biçimi
demek yerinde olur. Dolayısıyla iktidar
kültürü ile yüklü yaşama ihtiyar bir yaşam
demek yerinde bir tespit olacaktır. İktidar
yaşamı çok hayat biriktirmiştir. Daha doğrusu çok hayat yutmuş ve şişmiştir. Hantal ve hareketsizdir. Dolayısıyla hep genç
olan yaşama ters bir yaşam vardır iktidar
kültürünün hakim olduğu yaşamda. Basit
bir akıl yürütmeyle denilebilir ki iktidar
kültürü hakimiyetindeki yaşamda genç
olmaz. Daha net bir ifade ile belirtirsek
iktidar kültürünün egemen olduğu yaşamda genç olunamaz. Olunsa da bunun
tek bir hayat ile olabileceğini belirtmek
abartı sayılmamalı; genç yaşam bu yaşlılığa karşı direnir, asidir ve isyancıdır! İktidarın olduğu bir hayat içinde genç kalmanın şimdilik görünen tek yolu ve gençlik
formülü budur. Bundan kaynaklı kimi
toplantı ve yürüyüşlerde gençlerin “haydi
isyana” sloganları anlamlıdır.
Gençliğin yaşamla değil yaşamı
yaşlandıran iktidar hayatıyla sorunları
vardır. Bu tespiti, yaşlı olduğu halde kendisini genç gibi sunan iktidar hayatının
tuzaklarından korunmak için önemsemek
gerekir. Bu vurgu yaşamı genç hayatın
aktığı kanala yeniden kavuşturmak için
önemlidir. İktidar her zaman yaşama karşı
kendisinin sınırlarını belirlediği moderniteleri çıkarmış ve ona bir biçim vermeye
çalışmıştır. Bundan kaynaklı iktidar yüklü
moderniteler yaşama biçim vermeye
çalışırken ruhsuz yaşlılıklarından ötürü
her zaman çok acımazsız olmuşlardır. Bu
acımasızlığın ilk olmasa bile en çok mağdurları gençler olmuştur. Demek ki toplumsal yaşamı tekrardan mecrasına sokacak hayat tarzı, iktidar modernitelerinin
hayat alışkanlıklarını reddetmeyi gerekli
kılar. Genç yaşam asi ve isyancıdır derken asıl bunu kast etmekteyiz. O zaman
“haydi isyana” sözünü daha somut olarak “kapitalist modernite alışkanlıklarına
karşı haydi isyana” biçiminde formüle etmek daha genççe olacaktır. Ünlü filozof
Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünü de burada meramımızı izah
için destek amaçlı kullanırsak anlatmaya
çalıştığımız daha iyi anlaşılmış olur.
Kapitalist
modernite
dönemini
yaşamaktayız. Yaşanmış moderniteler
içinde kendisini en fazla genç göstermeye
çalışan bu modernitedir. Bunun kendisinin ölüme doğru gitmesiyle bir bağı
vardır. Kapitalist modernitenin elinde gidebileceği bir adres, sığınacağı başka bir
liman görünmemektedir. Artık kurduğu
hayatla yaşamı daha fazla oyalayamaz.
Gerçek yaşamda şeklini değiştirerek, boyayarak, DNA’sını bozarak, estetik cerrahilerden geçirerek kendisine mal edip yeniymiş gibi sunacak tek bir şey bırakmadı.
Bunun için tüm savaşını ve saldırısını sanal alem yoluyla veriyor şimdi. Kapitalist
modernitenin kendisinden önceki iktidar
modernitelerinden daha çok saldırgan
olmasının sebebi tükenmişliğinden ve
kendine güvensizliğindendir. Kapitalizm
ve onun modernitesini temsil eden zümreler ve her türlü kültürü hakkında insanlık, ilerde kölecilikten daha çarpıcı şeyler
yazacak ve çizecektir. Kendisini kadınlar
ve gençlerle dayayarak ayakta tutmaya
çalışan bu modernite, iktidar kültürünün en son aşaması olduğu için en yaşlı
hayatın icatçısı ve sahibidir. Kadınlara ve
Gençliğe çok yönelmesinin felsefik ve
ideolojik arka planında bu gerçeklik ve
kendisini sürdürülebilir gösterme mantık
ve amacı vardır.
Genç Yaşama Tuzak Kuran; Kapitalist
Modernite…
Kapitalist modernite gençlik yaşamına karşı tuzak kurma ustasıdır. Yaşamın
genç olma karakterinin verdiği esnekliği
kullanarak yaşamı bükmüş, bin bir zincirle bir daha doğrulmaması için adeta
kayalara bağlamıştır. Ahlak kurallarını
yaşamdan uzaklaştırmış, bunun yol açtığı ölçü tanımazlığı yaşamın esnek hali
diye topluma sunmuştur. Bu işte özellikle
genç kuşakları kullanmaktadır. Kapitalist
modernite, insan bireyine rahat hareket
etme olanağı tanıyan yaşamdaki esneklikten toplumsal yaşama saldırıyı çıkarmıştır. Esneklik yaşama istediğin saldırıyı
yapabilirsine dönüştürülmüştür. Bu kapitalist tuzağı bilgi ve komünal bilinçle aşmak önemlidir. Ve bu görevin başarısı her
kesimden önce gençliğin önünde durmaktadır. Kapitalist bireyci serkeşliğin içi
boş çılgınlığına bilinçle yoğrulmuş Apocu
isyancılık gibi karşılık verilmelidir.
Kapitalist modernite yaşamı baştan
sona iktidar kültürü ile yükü olduğu için
demokratik toplum yaşamına saldırısı hayatını sürdürme gerekçesidir. Yine kendisinden önceki iktidar olan feodal dönem
modernitesine ait yaşam kalıplarını ele
geçirip kendi karakterine göre biçimlendirmeyi de topluma ilericilik olarak hep
sunmuştur. Bu iki yöntem kapitalist modernitenin var olma biçimidir. Yeni bir
hayat ve toplumsal inşaya giderken bu
temel özellikleri bir an olsun unutmamak
başarı için bir diğer şarttır.
119
Sayı 60 2014
Kendisini hayatın demokratik değerlerine saldırı ve eski modernitenin aşılması
arkasına saklayarak sunan kapitalist modern yaşam, demokratik yaşama saldırısındaki birinci hedef kitlesi kadınlar ve
gençlerdir. “Ben yeniyim” derken sunduğu her şeyde de bu iki toplumsal kesim
ilk hedeftir. Örneğin hemen her gün onlarca kadının katledilmesine rağmen kapitalizmin kadınlara “özgürlük” getirdiği
sözü en çok duyduğumuz sözdür. Kötü
alışkanlıklara bulaştırıldıkları için her
gün onlarca tehlikeli suç işleyen ve ölen
gençlere rağmen “en rahat ifade ortamını
gençlere” kapitalizm döneminde yaratıldı
sözü sıkça duyduğumuz bir diğer ifadedir. Bu yalanlara karşı ahlaki toplum kurallarını öne çıkararak doğru namuslu yaşamı göstermek gerekir. Gençleri tüketenin
kötü şeylerin müptelası yapanın kendisi
olduğunu ondan uzaklaşarak tüm topluma göstermek mümkündür.
Milliyetçiliğin başta eğitim olmak üzere kültürel yaşamın her hücresine bulaştırılması yine yerine ve zamanına göre
başta dincilik olmak üzere diğer ideolojik
argümanlarla hayatı zehirlemesi gençler
önüne kapitalist hayat tarzının çıkardığı
en büyük tuzaklardan bir diğeridir. Kapitalist hayat ruhsuzluğu ve değersizliği yarattı. Gençliğin kendini bulması
ve kimlik sahibi olması önünde en büyük engellerin başında bu özelliği gelir.
Gençler toplumsal yaşamda kendilerini
anlayanların olmadığını bunun için hep
yalnız kaldıklarını belirtirler. Bunun asıl
sebebi kapitalist ruhsuzluk ve değersizliğin kişinin psikolojisinde topluma karşı
yaratığı güvensizlik ve inançsızlıktır. Daha
doğrusu bireyine karşı sorumlu olan bir
toplumsallık ortada bırakılmamıştır. Bu
hayat tarzından kaynaklı gençler toplumdan uzaklaştırılmıştır. Maalesef bunda
epeyce bir yol alınmıştır. Bu saldırıdan
kaynaklı yaşamın her zaman genç olması
özelliği her zaman dinamik olan gençliğini önemli oranda kaybetmeyle yüz yüze
kalmış ve adeta her zaman olması gereken yaşamın yaşlı halidir sonucuna yol
açmıştır. Toplumdan uzaklaşmak, olay ve
120
olgular karşısında duyarsız kalarak adeta
yaşlı biri gibi bu dünyadan el etek çekip
son nefesini vermeyi beklemek gibi olmak tam bir yaşlılık hali değil midir? Bu
saldırıya karşı gençlik kendi toplumsallığını komünlerini kurarak alternatif yaşam
alanlarını yaratmalıdır. Bilindiği gibi ikinci
dünya savaşından sonra bu yönlü birçok
arayış olmuş ve nihayetinde de toplumsal
ve siyasal etkileri halen devam eden 1968
kuşağı ortaya çıkmıştır.
Kapitalist modernite demek tek tip olmak demektir. Kapitalist modern yaşam
asker polis kültürlü toplum demektir. Bugün neden sivil toplum olarak adlandırılan başka bir toplumsal gerçeklik arayışı
ortaya çıktı sorusu üzerinde düşünülmesi
gereken bir sorudur. Kime ve neye karşı
sivil toplum? Kuşkusuz günümüzde kast
edilen sivil toplum ile değişik bir gerçeklik ifade edilmeye çalışılmaktadır. Ancak
kendisini açık toplumun kurucusu, özgürlükçü toplumun öncüsü, demokrasi icatçısı olarak sunan bu kapitalist modernite
döneminde gerçek kendisinin söylediği
gibi ise neden sivil toplum demokratik
hakların korunması gibi kavramlar ve
kurumlar oluşsun ki! Kapitalist modern
yaşamın zirvesinin faşizm olduğunu bilmek gerekir. Kapitalist modernite gerçekleri ters yüz etme icatçısı olduğu için
kendi özü olan faşizme karşıymış gibi
kendisini sunmaktadır. Faşist kültür eril,
düşüncesiz, yüzeysel, lümpen ve bireyciliğin en örgütlü halidir. Çağımızın hakim
modernitesi bu özsel saldırı tarzını her
zaman en fazla gençliğe karşı yürütmüştür. Tek tipleştirilmiş bir hayat içine hapsederek monotonluğa mahkum kılınmış
gençlik kapitalizmin eseriyken kendisini
sadece ve sade fiziki biçimlerdeki (birçoğu ucubelik olan) farklılıklar üzerinden
nasıl sunduğunu hepimiz bilmekteyiz ve
görmekteyiz. Bu tam bir ibretlik durumdur. Beğenmediğimiz feodal dönemde
bile bir çırpıda onlarca sayabileceğimiz
genç yaşta icat ve ekol sahibi olmuş alim,
sanatçı ve entelektüel hata siyasetçi olduğunu biliyoruz. Yaşam enerjisi ile dolu
olan gençlik, Kapitalizmde ise bir çırpıda
milyon dolar kazana bilen topçu-popçu
hayalleri ile derdest edilmiştir. Ancak gel
gör ki “en gelişkin, en bilinçli ve bilimsel
akıl ile düşünen gençlik benim gençlik”
diye bilmektedir. İşte birde bu sebepten
kaynaklı gençliğin içinde demokratik
toplum komünleri ile yaşadığı ayrı
akademileri, tarım başta olmak üzere
üretim çiftlikleri, spor kulüpleri, sanat
kurumları, siyasi örgüt ve birimleri olmak
zorundadır.
Bir kaç ahlaki değere dayanarak dahi
kapitalist modernite eleştirisi yapıp onun
gerçek yüzünü deşifre etmek mümkündür. Zaten bu sistemin gücüde güçsüzlüğü de ahlaksızlığındandır. Yeni bir toplumsal inşa işinde de bu elimizdeki en
önemlidir. Hata bir çok açıdan kolaydır da.
Ancak eleştirilenin yerine ne koyacağımız
en az eleştirisi kadar gerekli ve önemli
bir konudur. Kuşkusuz söz konusu olan
yaşam ise eleştiriden kastımız toplumsal
mühendislik yapmak değildir. Yeni bir yaşam sunmak, hayatın tüm inceliklerinde
sanatçı inceliği ile yaklaşmayı gerektirir
ki bu çok zor bir iştir. Fakat bilinmelidir
ki yaşamın kendini üretme diyalektiği ve
üretirken akacağı bir mecrası vardır. İşte
eleştiri ile o mecrayı bulmak hedeflenmektedir. Ahlak ve politika bu işte baş kılavuz rolü oynayacaktır. Ahlak toplumda
turnusol kağıdıdır. Neyin yararlı ve zararlı
neyin iyi ve kötü olduğunu görmek için
ahlak baş vurulacak yegane terazidir. Bil-
Bir kaç ahlaki değere dayanarak dahi kapitalist
modernite eleştirisi yapıp onun gerçek yüzünü deşifre
etmek mümkündür.
büyük silahtır. Kapitalist modernite şahsında iktidar kültürü ile biçimlendirilmiş
yaşama alternatif üretirken genelde iktidar orijinli modernitelere özelde de kapitalist modernite yaşamını aşmak olmazsa
olmazımızdır. Yeni bir toplumsal inşa yolunda ilerlerken en dikkat etmemiz gereken toplumsal ahlak kurallarıdır. Kapitalist modernite algısından kaynaklı ahlak
denilince birçok kişi feodal değer yargıları olarak bilinen kurallardan bahsedildiğini düşünmektedir. Bu doğru değildir.
Bahsedilen bencillik yerine paylaşımcılık,
tüketicilik yerine ölçülülük, maddiyatçılık
yerine manevi paylaşım, yabancılaşmışlık
yerine dostluktur. Yeni bir yaşam için bu
tür ahlaki ve kültürel davranış ve kurallar
en önde gençlik topluluklarında yaşam
bulmalıdır. Çünkü çağımızın toplumsal
mücadelelerinde öncülük kesinlikle ahlaki yanı ağır basan bir öncülüğü şart kılmaktadır.
Kapitalist İktidarın Yerine Geçecek
Yaşam…
Bir sistemi yaşamı ile eleştirmek
dik gençlik algısından da kaynaklı gençlik
hareketlerinin kendi içinde ahlaki olmaları kadar sömürgeciliğe, iktidar ve devlete
darbe vuracak ve aşacak başka bir eylem
türü daha yoktur.
Bir sistemi her anlamdaki kültürü ile
aşmak istiyoruz. Yaşamına alternatif bir
yaşam sunarak ilerlemek istiyoruz. Kesin
ve kalıcı bir başarı için toplumsal bir varlık
olduğumuzu bilerek ilerleyeceğiz. Kapitalist modernite toplumu toplu olmaktan
çıkardığı için bu ilke ile hareket ediyoruz.
Toplum kurumları ve toplulukları ile vardır. Ana hatları ile toplumsal kurumların
ve toplulukların işlevselliklerini bilince
çıkaracağız. Egemen sistem toplum gibi
kurumlarını ve bileşenlerini de paramparça etmiştir. Sistemin tahrip ettiği toplumsal alanlar doğru tespit edilmez ve buna
karşı yapılması gerekenler yerine getirilmezse alternatif bir yaşam ve siyasal sistem yaratılmaz.
Kürt Halk Önderliği, Demokratik Ekolojik Ve Kadın Özgürlükçü Toplum paradigması ile kapitalizmin temel argümanlarının neler olduğunu ve bunları topluma
121
Sayı 60 2014
karşı nasıl kullandığını kapsamlıca belirtmiştir. Bu bağlamda özellikle devlet
ve devletin yarattığı ulus kavramlarını
en azından bunları aşacak şekilde ortaya koymuştur. Devlet sistemine alternatif olarak demokrasiyi, devletin ulusuna
karşı ise demokratik ulusu tanımlamıştır.
Demokratik ulus bir anlamda yeni kurum
ve kuruluşları ile şekil alacak toplumsal
yaşam demektir. Yani demokratik ulusu
inşa etmek yeni bir toplumsal yaşam ortaya çıkarmak manasına gelecektir. Bunun için tüm belirtiklerimiz, toplumsal
yaşama dair vurguladıklarımız demokratik ulus içinde geçerli olmaktadır. Kürt
hak önderliği, yeni yaşam paradigmasında inşa işinin öncülüğünü farklı nedenleri
yanında yaşamın genç olma özelliğinden
de kaynaklı gençliğe ve sürekli üreten
anacıl karakterinden kaynaklı kadınlara
vermiştir.
Gençlik toplumsal bir kuşak olarak bu
öncülük görevini yerine getirirken önemli
avantaj ve dezavantajlara sahiptir. Beş
bin yıllık egemenlikli sistem toplumda
gençlere dönük oldukça olumsuz bir
algı oluşturmuştur. Bu konuda özellikle
sistemin kendi yaşam tecrübesi ve toplumda yarattığı iktidar kültürüne dayalı
parçalanma, gençlerin yaşam içinde dikkate alınmamasına yol açmıştır. Gençlerin yaşamda dikkate alınmaması hayatın
özellikle dinamik, heyecanlı ve hızlı ritimli
değişkenliğini baltalamaktadır. Bu da insanda yaşamın sürekli sabit, monoton olduğu duygu ve düşüncesine yol açmaktadır. Gençliksiz bir yaşam ihtiyarların yaşlı
tecrübelerini topluma iktidar kültürüyle
daha fazla dayatmalarına da yol açabilir.
Yaşlı tecrübenin kendine duyduğu güvenden de kaynaklı kalıpçı, durağan olma
yanı vardır. Çok defa farkında olmadan
bu özellik toplumsal yaşamın demokratik
özelliğinin gelişmesine ve üretkenliğine
engel olmaktadır. Kapitalist devlet ulusuna alternatif demokratik ulusu inşa ederken gençliğin yaşamın genç olma özelliği
ile hızla birleşmesi imkanı her zaman göz
önünde bulundurulmalıdır.
Uygarlık gençliği her zaman yaşam
122
amatörü olarak tanımlamıştır. Bu tanımlamasını haklı ve doğru göstermek için
gerekli bilgi ve olanakları gençlerden sakınmış yaşam içinde gençleri kılavuzsuz
bırakmıştır. Kılavuz gösterdikleri de her
zaman kendi sistem adamları ve aygıtları olmuştur. yeni bir toplumsal formun
inşası için gençlerin bu eksende yaratılan
dogmaları parçalaması denebilir ki özgür
yaşamın gelişip kökleşmesinde en önemli katkıyı yapacaktır. Gençliğin bilinçle ve
olgunlukla yaşama yaklaşması ve bu temelde yaşama katılırken kendi özü olan
arayışçılığını yaşamla birleştirmesi kadar
özgür ve demokratik yaşamı topluma kabullendirecek başka bir yol daha yoktur.
Demokratik ulus inşasında bundan daha
etkili bir silahta az bulunur. Çünkü her
egemenlikli sistem modernitesinin basite aldığı, küçümsediği ve sadece fiziki
gücünü kullanma ihtiyacı duyduğunda
hatırladığı gençliğin aklı ve hayalleri ile
hem de kurumsal örgütlülüklerini geliştirerek toplumsal yaşama katılması
yeni yaşamın etkisini ispatlamada altın
değerinde olacaktır. Bu konuda tarihten
bolca örnekler vermek mümkündür. En
yakın dönem örneğimiz PKK’nin ilk dönem kadrolarının toplumda yaratığı etkinin toplumda yol atığı köklü inançtır. Bu
inancın Kürt toplumunda çeyrek asır gibi
bir zamanda ortaya çıkardığı değişimdir.
Yeri gelmişken PKKnin bir gençlik hareketi olarak doğduğunu ve belirttiğimiz
sebeplerden kaynaklı hep genç kaldığını
vurgulamak gerekir.
Demokratik Ulusa Doğru Genç Yaşam…
Demokratik ulusa doğru yol alırken
gençliğin yeni yaşam arayışında en büyük avantajlarından biride toplumun
gençliği yarınımız olarak tanımlaması ve
eksikte olsa geleceğe yönelik gençlikten
beklentilerinin olmasıdır. Demokratik
ulus toplum paradigmasında gençlik yarın değil bizzat yaşanılan zamanın kendisidir. Bu felsefik ve ideolojik nedenlerden
kaynaklı gençlik demokratik ulus toplumu içinde yarını bugünden kurma ve
özgürleştirme rolü oynayacaktır. İktidar
kültürünün kirlettiği devlet hakimiyetindeki toplum, gençliği yarına hazırlarken
kuşaktan kuşağa o kirli kültürü empoze etmektedir. Bundan kaynaklı gençlik
günlük yaşamda çok bilinçli ve planlı terbiye edilme yöntemlerine tabi tutulmaktadır. Demokratik toplumda gençliğin
kendi işlerinin hemen hepsi kendisince
yürütülecektir. Bu direkt sorumluluk almak anlamına gelmektedir. O zaman
hızla politikleşmek ve politik kurumlarını
kurmak ile yükümlü olacak bir gençlikten
bahsetmekte olduğumuz anlaşılmaktadır. Demokratik ulus toplumu içindeki
gençler ahlaki politik toplumun en yaratıcı bileşeni oldukları için daha başından
itibaren sağlam örgütlemelere sahip bir
konumda olmak durumundadırlar. Gençlik örgütlerinin demokratik ulus inşasında
en temel bileşen oldukları gerçeği bir an
bile olsun unutulmamalıdır. Kurumsallaşıp örgütlendikçe gençlik, biyolojik bir
olgu olmaktan çıkıp toplumsal bir bileşen
olup kalıcılaşarak yaşamı her zaman genç
tutacaktır.
Toplumsal mücadelelerde gençliğin
rolü konusu eski bir tartışmadır. Genel
hatları ile bilinmektedir. Günümüzde
gençliğin toplumsal mücadelelere katılırken aşılması gereken toplumsal geleneklere takılmaması kendisiyle toplumu
değiştirip dönüştürmesi konusu daha yararlı bir tartışma olacaktır. Yani neyi nasıl
değiştireceği, yeni olarak neyi getireceği
konusu olması gereken tartışma ve pratiktir. Özellikle Ortadoğu gibi toplumculuğun, toplumsal algının, iktidarcı toplum
geleneklerinin içine sızdığı yanları çokta
olsa sahip olduğu ahlaki değerleri güçlü
olan bir coğrafyada, asıl önemli olanın
ne dediğin ve ne yaptığındır ilkesi her
zaman hatırda olmalıdır. Bunun için Ortadoğu’daki toplumsal mücadeleler tarihi
iyi okunmalıdır. Sol ve sosyalist düşüncelerin ve hareketlerin neden etkili olamadıkları üzerinde çok düşünülmelidir. Bu
konularda 68 kuşağından sonraki Türkiye
solu iyi bir inceleme konusudur. Kürdistan ve kısmen de Filistin gibi ülkeler istis-
nası dışında neden Ortadoğu’da hemen
her zaman dinci ve sağcı fikirler-örgütler toplumda daha baskın olmuştur konusunu iyi tartışmak ve sonuç çıkarmak
gerekmektedir. Bu konuda da Kürdistan
özgürlük mücadelesi anlaşılması ve öğrenilmesi gereken en somut ve çarpıcı
olgudur. Demokratik toplum mücadelesi verilirken gençlik hareketinin kendi
coğrafyasını iyi tanıması ve geleneklerini iyi bilmesi başarısı için şarttır. Çünkü
söz konusu olan bir toplumsal formdan
başka bir toplumsal forma geçmektir. Bu
çerçevedeki tartışma ve akabinde atılacak pratik adımlar toplumsal dogmaları
parçalayarak yol almayı sağlayacaktır.
Zaten gençliğin yeni bir toplum inşa mücadelesindeki bir diğer görevi de iktidar
kültürünü ihtiva ve ifade eden dogmaları her kesimden daha cesaretli adımlarla
parçalama pratiğini yerine getirme gücünü göstermesidir.
Gençlikte kadına benzer biçimde yaşamın her alanında mevcut olan sosyolojik
bir toplum bileşendir. Bu gerçeklik gençliğin doğru ve yeterince bilinçlenmesi ve
örgütlenmesi hallinde toplumsal yaşamı
direkt etkileyecek bir güç olduğunu göstermektedir. Gençliğin toplum içindeki
bu konumundan ötürü Kürdistan özgürlük mücadelesinde gençlik bir kongre
şeklinde ele alınmıştır. Ayrı bileşenleri
olan bir toplum gibi örgütlenmiştir. Yine
genç kadın benzer biçimde kendi alt bileşenlerini örgütleyerek özgün kimliğini
oluşturmaktadır. Özcesi yeni yaşamın
yaratılıp kurumsallaştırması işinin siyasal
boyutunda da gençlik öncü bir konumdadır. Demokratik ulus inşasında gençlik ne feodal kültürün beğendiği sesiz,
onaylayan, utangaç, her emre amede ne
de kapitalist kültürün yaratığı sorumsuz
düşüncesiz ve anti toplumcu kişisidir.
Demokratik ulus inşasında gençlik, alim,
siyasetçi, savaşçı, sanatçı, sporcu, üreten
kısacası hayatın her alanı genç ruhu ile
katılarak hem mücadelesini hem de yaşamını gençleştirip genç tutacaktır.
123
Sayı 60 2014
IŞIĞI TANRILARDAN ÇALMAYA HAZIR
GENÇ PROMETELER OLMALI
“Gençlerini kaybeden toplum veya tersine toplumunu kaybeden gençlik yenilmiş
olmaktan öteye kendi varlık hakkını kaybetmiş, ona ihanet etmiş demektir. Gerisi
çürüme, dağılma ve yok olmadır. Buna karşı
toplumun temel görevi, varoluşunun temel
araçları olarak kendi eğitim kurumlarını
geliştirmektir. İçerik olarak bilimsel, felsefi,
sanatsal ve dilsel yorumlarını bilim-iktidar
yapılanmasından ayrıştırmak, anlam devrimini başarmaktır. Aksi halde toplumsal
varlığın ahlâki ve politik dokularını işlevsel
kılmak mümkün olmaz.” Önder Apo
Bir toplum gençlerini nasıl kaybeder?
Bedensel olarak varlığını sürdüren toplum, her yaştan insandan oluşmasına rağmen gençlerini nasıl kaybeder? Bir toplumun gençlerini kaybetmesi, o toplumun
genç kuşaklarının o toplumun toplumsallığına, varoluş zihniyetine, kimliğine,
kültürüne göre yaşamaması demektir.
Kapitalist modernitenin tüm toplumlara
yaptığı saldırıların amacında toplumlara
gençlerini kaybettirmek vardır. Bilgi-iktidar yapılanmalarının karşı devrim olarak
gerçekleştirdikleri bu eylem karşısında
yapılması gereken, bir yandan toplumların gençlerini bu yapılanmalardan kurtarması için kendi eğitim kurumlarını
124
geliştirerek yeni sosyal bilimsel inşalar
gerçekleştirmesidir. Diğer yandan da
gençlerin kendi kaybolmuşluklarının farkına vararak özgür kendiliklerini yaşayacak kurumlaşmaların inşasına öncülük
etmek, bu vesileyle toplumlarının kendi
kendine ihanet içinde olmasını engellemek, bir anlamda toplumu özgürleştirmektir.
Gençlik hareketleri demokratik uygarlığın temel bileşenlerinden biridir. Çünkü
tarihi yapanlar toplumlardır ve toplumun
zihinsel ve bedensel olarak en dinamik
kesimi gençlik kesimidir. Gençlik kendi
özgünlüğünden dolayı devrimsel mücadelenin tüm dinamiklerinde yer almak,
hatta daha öncelikli olarak dinamikleri de
kendi konumlarına göre belirlemek durumundadırlar. Toplum karşıtı saldırılar,
tarihte ilk karşı devrim olarak niteleyebileceğimiz hiyerarşinin doğuşu ağırlıklı
olarak hile ve yalana, zihniyet gücüne dayanıyorsa, mücadelenin zihniyet boyutu
tabi ki öncelik arzedecektir. Özgürlük mücadelelerinde zihniyet devrimi yapılmazsa toplumun dönüşmesi, değişmesi de
beklenemez. Gençliğin zihniyet devrimi
yapabilmesi ve bunu toplumsal devrime
taşıyabilmesinin ön koşulu sosyal bilim
alanını en temel mücadele alanı olarak
görmesidir.
Bugünün en yetkin sosyologlarının “Hepimiz burjuvazinin kutsal mabedinde aynı
şerbeti içtik” diyerek öz eleştiri verdikleri
durum gençlik için olmuş ve bitmiş bir
şey değildir. Gençlik, burjuvazinin kutsal
mabedinde şerbeti içmiş bitirmiş değiller henüz, bu eylem geçmiş zamandaki
bir eylem değildir. Gençlik şu an, nerede
olursa olsun, hangi konumda, sınıfta, iş
yerinde, mekânda bulunursa bulunsun,
bu şerbet yanılsamalı zehri içmeye zorlanmaktadır. Sosyal bilimlere yönelmek
bu zehrin farkına varmayı ya da şerbet
yanılsamasını sorgulamayı önceller. Aydın gençlik diyebileceğimiz öğrenci
gençliğin de sistemin farkında olmasına
rağmen aynı zehri şerbet niyetine içmeyi
kabullendiğini tespit etmek zor değildir.
Gençlik birey ya da hareketleri için, sistem içinde sistemin bilincinde, farkında
olduğunu savunmak, bu durumdan kurtulmadıkça gençliği sistemin mezheplerini yaratan gönüllü hizmetkârlara dönüştürmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü
bu durumlar ya da kesimler, sistemin krizini aştıracak devinimleri de kendi varlıklarında barındırmaktadırlar. Devrimler
tarihi boyunca bu konumdaki insanların
sistemin inşasında ne kadar büyük roller
oynadıkları bilinmektedir. Türkiye sol hareketlerinin 68 devrimci çıkışına rağmen
bugün içinde bulundukları durum bunu
açıklamaya yetecek düzeydedir.
Tüm devrimler zihniyette başlamaktadır. Bundan dolayı kendi ufkuna zihniyet
devrimini yerleştiremeyen gençlik sistemin zehriyle ölüm sınırlarında yaşamaktan asla kurtulamayacaktır. Zihniyet devrimi nedir, nasıl gerçekleştirilmelidir?
Genç kuşaklar açısından zihniyet devriminin ilk koşulu gençliğin sistem içileştirildiği eğitim kurumlarının sorgulanması
ve reddedilmesidir. Mevcut hâkim
sistemin dayattığı eğitim kurumlarını,
bilgi yapılanmalarını aşmanın ilk koşulu
budur. Hiç doğru bulmadığı halde sınıf
geçmek için hiçbir yanlışı ezberlemek
zorunda değildir gençler. Ezberlenen her
yanlış, yanlışlara aşinalık ve katlanılırlık,
giderek yanlışların –çoğunda hiç farkında
olmadan- dogmatikçe savunuculuğunu
getirdiği gibi özgür iradeyi felç etmekte ve genç yaşlarda iradeyi kırarak sisteme bağımlılığın duvarlarını örmektedir.
Gençliğin zihniyette felç edilme durumuna karşı büyük bir itinayla ve kararlılıkla hayal kurması, ütopya oluşturması
ve bu ütopyalarını koruyacak öz örgütlülük oluşturması gerekir. Ütopyalar bir
toplumun özgürlük düzeyini gösterir.
Hayaller insanların özgürlük düzeyini ve
yaşam penceresinin genişliğini gösterir.
Hayalleri özgür olan bir genç ona dayatılan köleleştirici yaklaşımları asla kabul
etmez. Özgürlük eğilimi olan kişi “bana
dayatıldığı gibi yaşamak zorunda değilim”
diyebilecek güçtedir ve bu düşüncenin
gerektirdiği eyleme yönelebilir.
Eyleme yönelebilmenin zihniyet devrimine yönelmekle başladığı bir gerçektir. Zihniyet devrimi gerçekleştirilmezse
gelişecek eylemlerin birikip dolacağı bir
özgür bilinç ve aydınlanmış zihniyet havuzu olamayacaktır. Kapitalist modernite
karşısında kendi özgürlük ideallerimizi
yaşayacağımız demokratik modernitemizi yaratmak çağın bilgi sınırlarını aşmakla
mümkündür. Aydınlanmanın farklı yol ve
yöntemleri vardır. Gençlik dinamizmi açısından gerekli olan yol ise aydın gençliğe
dayatılan bilgi yapılanmalarını bilmek,
bunların aydınlık değil karanlık yarattığını fark etmek ve kendi karanlığından kurtulmanın yöntem arayışına yönelmektir.
Yöntem arayışı özsel ve biçimsel olarak her iki boyutta da gelişmelidir. Örneğin milyonlarca insanın moda adı altında faşizm yaşadığını bilmek gerekir.
Bugün tek tip giysiler sadece hane kültürünün hâkim kılındığı hapishanelerde,
hastanelerde, ordugâhlarda değil sokakta, evlerin içinde de dayatılmaktadır. Sistemin moda diye dayattığı makineden
çıkmış insan tipini reddetmek, biçimsel
olarak da kesinlikle belirlenmiş kalıplara
girmemek, gençlik için zihniyetin köleliği
reddettiğinin bir göstergesi olmaktadır.
Devrimin ya da devrimsel eylemin temeli
olmamakla birlikte kapitalist modernite-
125
Sayı 60 2014
nin dayattığı giyim tarzına karşı Kürt kültürel giysilerini giymenin bir zihniyet eylemi olduğunu bilmek gerekir. Bu küçük
örnek, kendi yerelliğinden, kültüründen
ya da göreneklerinden utanır hale getirilmiş Kürdün kölelik zincirlerini kırması
demektir ki bunun için bir aydınlanma
gerekmektedir.
Çünkü
demokratik
uluslaşmanın temel şartı öncelikle kendi
yerelliğini bilmek, bu anlamda kültürüne
sahip çıkmak, kültürünü yaşatmak ve
korumaktır. Bu öncül gerçekleştiğinde
diğer uluslarla, etnik gruplarla ve inanç
kesimleriyle ortaklıklar anlam kazanır.
Yerelde özgürleşmeyen evrenselde
özgürleşemez. Yereli bilmeyen evrenseli
de doğru bilemez.
Demokratik ulusun inşasında gençliğin entelektüel görevlerinin temelinde
kapitalist modernitenin tüm unsurlarına
karşı direnme yer almalıdır. Endüstriyalizme, ulus devletçiliğe ve kapitalizme
karşı direnmedikçe, köklü olarak sistem
karşıtı bir konumda durmadıkça yaşam
da mümkün değildir. Bu anlamdaki entelektüel çabalar bilimi sermaye ya da
hamallık olarak ele almayacak düzeyde
olmalıdır. Ki bunun için de aydınlanma
çalışmalarında direniş ilk koşul olmaktadır. Bununla bağlantılı olarak da yapılacak
araştırmaların konuları, içerikleri, araştırma yöntemleri bir bütün sistem karşıtı
olmalı ve bilimin gerçek anlamına yakışır
tarzda olmalıdır. Öncelikli olarak sosyal
bilimin esas alınması tabi ki olağandır.
Çünkü sosyal bilim artan toplumsal sorunlara çözüm bulma amacıyla ortaya
çıkmışsa da mevcut sistem içi ve pozitivist haliyle sorun çözücü olamamakta, tam tersine yeni sorunlar yaratan bir
araç haline gelmektedir. Bundan dolayı
toplum biliminden başlamak, özellikle
Önderliğimizin Özgürlük Sosyolojisi adlı
savunmalarından yola çıkarak yeni bir
sosyal bilim tanımı yapabilmek şarttır.
Egemen sistem içinde mücadele yürütebilmenin, sistem karşıtı olmanın ve
demokratik modernitenin aydınlanma
görevlerini gerçekleştirmenin ilk koşulu sosyal bilim alanını gençliğin temel
126
mücadele alanı olarak görmektir dedik.
Bunun gerçekleşebilmesi için pozitivizmin, somut olarak da mevcut sosyal bilimlerin yol ve yöntemlerini sorgulamak
ve hâkim yöntemlerin köleleştiriciliğini
fark ederek aşmak şarttır. İdealizm ya da
materyalizm olarak somutlaşan felsefi
bakış açılarını sorgulamak ve eleştirmek
kadar her ikisinin de ters uçlardan içine
düştükleri yanlışları görmek ve yöntem
sorgulamasını gerçekleştirmek gerekir.
Zihniyet yapılanmasındaki düz çizgisel
ilerlemeci, mutlakçı, kesintisizlikçi ve evrenselci yöntemlerin farkına varmak, bu
yöntemleri eleştirmek şarttır.
Bu yöntemleri eleştirirken mutlakçılığın
ve evrenselciliğin karşısına sonsuz göreciliği koymak da aynı derecede yanlış bir
yöntem olmaktadırlar. Doğru tüm evren
için bir değilken sonsuz sayıda da değildir. Her ikisi de toplum bilimler açısından baktığımızda toplum oluşturmayan,
toplumsallığa hizmet etmeyen zihniyet
yapılanmaları olmaktadır. İlki faşizme
götürürken ikincisi de toplumun sonsuz
parçalanmasına, hatta bireyin dahi atomize olduğu bir anlayışa götürecektir. Toplumsal doğanın temel özelliği esnek zekâ
kapasitesini en yüksek düzeyde barındırmasıdır. Zihniyetin özgürlük seçeneğine
en fazla yakınlaştıran tarzda ilerlemesi
de bu esnek zekâ sayesinde mümkündür.
Önemli olan yöntemlerimizde bu esnekliği evrenselci katı sınırlara hapsetmeden
ve değişim adına sonsuz bir formsuzluğa
yöneltmeden uygulayabilmektir.
Kapitalist modernite karşısında demokratik moderniteyi inşa ederken sistem
içinde sistemden farklılaşarak kendini
varetmeye çalışan akımlar da incelenmelidir. Postmodernizm bu anlamda ele
alınmalı ve ciddi analizlere tabi tutulmalıdır. Hâkim modernitenin eleştirisinden
yola çıkılıyorsa da postmoderniist yaklaşımların toplum doğasıyla buluştuğu ve
ideal olduğu söylenemez. Bizim mücadele yaklaşımımız “sistemi nasıl olursa olsun
ya da hangi eksenden olursa olsun eleştirelim” şeklinde ortaya çıkmamaktadır. Eleştirdiğimiz ve durduğumuz eksen, top-
lumsal, ahlaki-politik ve insan yaşamının
özgürlüğüyle bağlantılıdır. Bundan dolayı postmodernist akımların liberalizmle
buluşan yanları iyi görülmeli ve eleştirel
yaklaşım esas alınmalıdır. Modernitenin aşırı evrenselci, mutlakçı ve nesnellik adına putlaştırıcı yöntemi karşısında
postmodernitenin aşırı göreci ve öznellik
yaklaşımı da hakikate götürmekten uzaktır ve yanlış durumda olmaktan öte yanlışın hizmetkarı haline de getirebilir. Sonsuz göreciliğin mutlakçılığın karşı kutbu
olduğunu bilmek gerekir. Mutlakçılığın
bilimcilik putları karşısında sonsuz göreciliğin sayısız öznel putları da anlamlı
toplumsal yaşam yaratmaktan uzaktırlar.
Gençliğin entelektüel görevlerini yeri-
sımasıdır. Doğanın, daha sonra kadının
ve kölenin, en son tüm toplumun nesne
konumuna indirgenmesi, bilimde halen
kullanılan çok ünlü ‘nesnellik kuralı’ olarak
karşımıza çıktı. Eskinin tanrı-kul ilişkisi özne-nesne ilişkisine dönüştü. Daha eskinin
canlı doğa anlayışı yerini ölü nesne doğa
ile üzerinde tanrısal özne insana bıraktı.”
İkilemlerle düşünmek ve yaşamı bu
düşünsel eksenle ele alarak yaşamak,
özgür
yaşam
karşıtlığı
anlamına
gelir. Evrensel oluşuma ve yaşamın
anlamına terstir. Çünkü yaşam özünde
farklılaşmaya dayalıdır. Tüm doğada ve
toplumsal yaşamda farklılaşarak varolma
gerçeği esastır. Yaşamın özgür ve esnek
olan, aynı zamanda esnek olduğu değiş-
Bilginin ahlaki, politik ve etik-estetik yanı olmazsa bilgi
adına toplum karşıtlığı yapılabilir ancak. Entelektüel
görevler salt bilgiye, teoriye dayalı olmadığı gibi teorinin
ve bilginin önemsenmemesi de değildir.
ne getirebilmesinin önkoşullarından biri
de insanlığın mahkûm edildiği özne-nesne zihniyetinden kurtulmanın adımlarını
atmaktır. Özne nesne ikileminin ortaya
çıkması bilginin ahlaktan kopmasının
başlangıcıdır. Entelektüel alanın ahlak
alanından kopması, toplumun varlığının
ilk koşullarından olan ahlakı geri ve fazlasıyla öznel bulması, aynı zamanda nesnel
bilgi adına insan gerçeğinden ve insan
yaşamını oluşturan gerçeklerden kopması entelektüel alanın toplum için bir
aydınlanma formu olmasından çıkmasıdır. Bu durum bilginin iktidar sahiplerinin
eline geçmesiyle ortaya çıkmış olan bir
durumdur. Bilgi, iktidarların eline geçince
zaten toplumu aydınlanmaktan da uzaklaşmış olmaktadır. “En büyük felaketin kapısı keskin nesnelik-öznellik ayrımına gitmekle açıldı. Ardından ben-öteki ayrımıyla
derinleşti. Daha sonra da birbirini yok eden
diyalektik uçlara dönüştü. Bu ikilemler kesinlikle ahlâki ve politik toplumla sermaye
ve iktidar ayrışmasının, çelişkisinin bir yan-
ken olan gerçeğine ikilemlerle yaklaşmak
yaşamı hapsetmek olacaktır. Farklılaşma
tüm tarih, yaşam ve evren sorularına verilecek temel ve ortak cevap olmaktadır.
Bu ortak yaşam cevabına karşı yaşamı
ikilemlere hapsetmek evren ve insan hakikatinin inkârı anlamına gelir. Bu esnek
zekâ yoluyla zihniyetin gerçekleştirmeye ve ulaşmaya çalıştığımız düzey, toplumsallaşmanın varlık koşulu olan ahlaki
ve politik toplum olma halidir. Zihniyet
yapılanmaları eğer ahlaki ve politik topluma yöneltmiyorsa ve bu varoluş zeminine dayanmıyorsa hiçbir şekilde özgürlükçü olamazlar ve hâkim sistemlerin
hizmetkârlığından da kurtulamazlar. Bu
anlamda gençliğin tüm düşünsel çabalarını ahlaki ve politik toplum olmaya odaklamaları, tüm düşünsel eylemlerini bu hakikatin ışığıyla süzmeleri gerekmektedir.
Bilginin ahlaki, politik ve etik-estetik
yanı olmazsa bilgi adına toplum karşıtlığı yapılabilir ancak. Entelektüel görevler
salt bilgiye, teoriye dayalı olmadığı gibi
127
Sayı 60 2014
teorinin ve bilginin önemsenmemesi
de değildir. Temelde bilginin nasıllığını önemseyen demokratik modernite,
gençliğin yeni ve güzel bilgiye en yakın
toplum kesimi olduğu gerçeğine göre
şekillenmek durumundadır. Demokratik
modernitenin inşasında esas alınan entelektüel, ahlaki ve politik görevlerin birbiriyle bağlantısı da önemlidir ve Önderliğimiz bu konuyu şöyle ortaya koymaktadır:
“Üçü de birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı
olan bu görevler entelektüel, ahlâki ve
politik boyuttadır. Fakat aralarındaki
sıkı ve karşılıklı bağlantı, kurumsal
olarak kesin bağımsız olmaları gereğini
ortadan kaldırmıyor. Tersine, her alan
kurum olarak tarihte de, günümüzde de,
gelecekte de bağımsızlığını korumak durumundadır. Aksi halde işlevlerini hakkıyla
dernite güçleri açısından esasta zor dışındaki yöntemlerdir. Bunun en sağlam yolu
da toplumun özü olan ahlak ve politikayı,
demokratik, özgürlükçü ve farklılıkların
eşitliğini esas alan yöntemlerin yaşamsal
kılınacağı kurumlaşmalar oluşturmak ve
toplumun kendi özgür varoluşunu yaşamasını sağlamaktır.
Mezopotamya’da yaşanan ilk entelektüel devrimin gücü hala tüm modernitelere
vurduğu damgayla varlığını hissettirmektedir. İlk buluşlar, keşifler ve yaşam inşasını yaratan aydınlanma ilk toplumsallaşma olarak tarihe geçmiş olsa da özünde
de ilk ve tek toplumsallaşmadır. Tarihte
toplum gerçeğinde belli değişimler olsa
da toplumsallaşma diyebileceğimiz ikinci
bir dönem ya da durum yoktur, olamaz
da. Çünkü toplum bir defa oluşmuştur.
Mezopotamya’da yaşanan ilk entelektüel devrimin gücü
hala tüm modernitelere vurduğu damgayla varlığını
hissettirmektedir.
yerine getiremezler. Tarihte oldukça iç içe
geçen bu alanlarla ilgili kurumlaşma ve
görevleri netleştirmek, nasıl işbirliği içinde
bulunabileceklerini düzenlemek çözümlenmesi gereken hususlardır.”
Sistemin yaşadığı kriz temelde bir zihniyet krizidir ve öncelikle entelektüel
alandan kaynağını almaktadır. Zihniyet
devriminin gerçekleşmesinin önemini bu
krizle bağlantılı olarak düşünmek şarttır. Sosyal bilimde entelektüel açılımlar
yoluyla arayışlar yaratan düşün insanları
bu krizi sorgulatmada önemli roller oynamaktadırlar. Ama bu rollerin yeni bir
modernite inşasına yönelecek düzeyde
olduğunu söylemek mümkün değildir.
Toplum bilim araştırmaları ve çalışmaları toplumu ahlaki ve politik yaşamına
yakınlaştırdığı oranda anlam kazanabilir.
Toplumlar üzerinde zor yoluyla inşa edilen kapitalist modernite kurumları karşısında mücadele edebilmek, güç olabilmek ve yanlışı ortadan kaldırıp doğruyu
yaşanılır kılmanın yolu, demokratik mo-
128
Ondan sonrası oluşan toplumsallığın nasıl süreceğine ilişkindir. Bundan sonrasında Sümer uygarlığının devrimsel etkisini
görmek mümkündür. Son olarak da kapitalist modernitenin son dört yüzyıllık
dönemde insanlığa bir din düzeyinde
dayattığı bilimci bakış açısı, mekanik fiziğin kanunlarıyla oluşturulmuş ve tanrıkul ikilemi yerine özne-nesne ikilemi
yerleştirilmiş, nesnelcilik yeni tanrısallık
olarak hâkim kılınarak iktidarların eline
verilmiştir. Bilim, tarihin hiçbir döneminde bu dönemde olduğu kadar iktidar
aracı haline gelmemiştir. Bilimin iktidar
aracı haline getirilmesi kesinlikle bilim olmaktan çıkması demektir. Çünkü toplumsallığın oluşmasında bilgi ve iktidarın yan
yana gelmesi mümkün değildir. Her iki
olgunun doğasına da terstir. Bilgi tüm insanlık ve toplumsallık içindir. Yaşamak ve
yaşamı süreklileştirmek içindir. İktidar ise
insanlığın ölümü demektir. Bir grubun,
kesimin çıkarına tüm diğerlerinin ölümü
demektir. Yaşatmayı değil sömürmeyi,
uzun vadede ölümü amaç edinir. Bundan
dolayı ikisi birbirine terstir.
Tüm bu veriler ışığında toplumun en dinamik kesimi olan gençliğe şunu sormak
gerekir:
Gençliğin iktidarın denetimine girmeyecek ve iktidarın duvarları arasında hapsolmayacak bilgi yapılanmalarına ulaşma
ve bu yeni özgür bilmeleri yaşamsallaştırma iddiası var mıdır, yok mudur? Bugün demokratik modernitenin en güçlü
temsilcisi olması gereken üniversiteler
ve diğer akademik kurumlaşmalar gençliğe hegemon sistem tarafından en fazla
bilgi hamallığının yaptırıldığı kurumlar
haline gelmiştir. Bu kurumlar, demokratik
uygarlığın maddi ve manevi kültürünü,
bilgi birikimini alarak yeni genç kuşaklara vermeyi, bu verme işlemini yaparken
devletçi paradigmayı yeni kuşaklarda hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Demokratik
toplumların, örgütlenmelerin bu bilgi
ve kültür birikimini kendi doğal toplum
paradigmasıyla topluma verecek kurumlaşmalar oluşturmaması, toplumların en
büyük kaybetme noktası olmaktadır.
Önderliğimiz
bu
kurumlaşmaları
ulus devletin yeni tapınakları olarak
adlandırmaktadır. Buna karşın Avrupa
merkezli sistem analizleri önemli oranda
gelişmiş, sistem sorgulanmış ve farklı alternatifler ortaya konulmuştur fakat kapitalist modernite karşısında demokratik
modernitenin inşası başarılamamıştır.
“Avrupalı entelektüeller anlamlı açıklamalar (manifestolar), bilimsel disiplinler, felsefi ekoller, sanatsal eğilimler ve etik öğretiler geliştirdiler. Fakat toplumun ahlâki ve
politik karakterini koruyacak kadar başarılı olamadılar. Tersine, sermaye ve iktidar
tekellerine bağlandıkça, ahlâki ve politik
toplumun imhaya varana dek hedef haline
getirilmesinde sadece yetmezlik, eksiklik ve
yanlışlıklarla izah edilemeyecek denli suç
ortaklığı yaptılar. Entelektüel kriz işte böyle
başladı.”
Ulus devlet yapılanmasının temelinde eğitim kurumları vardır. çünkü bu
kurumlaşma gençliğin, gençlik yoluyla
devletin geleceğinin kazanılması ve ikti-
darın kurulması için şarttır. Eğitim, ulus
devlete göre gençleri eğmenin temel
kurumlarıdır. Ordularda bu eğme işi tamamlanır. Bundan dolayı da zorunlu eğitimler ve zorunlu askerlik konusu kesinlikle devredilmez bir hak olarak görülür
ulus devletlerde. Oysa öğrenmenin tek
ve vazgeçilmez yeri ulus devletin eğitim
kurumları değildir. İnsanlığın demokratik
yaşamından süzülen bilgiyi salt okullarda, üniversitelerde ya da herhangi devlet kurumlaşmasının olduğu binalarda
aramak yanlıştır. Bilgi, insanın olduğu her
yerdedir. Tabi ki ulus devlet kurumlaşması da insanlığın birikimi olan bilgiyi taşıyıp yeni kuşaklara vermektedir. Ki bunu
yapmadan asla kendini varedemeyecektir. Ama temelde reddedilmesi gereken
noktalardan biri de bilginin veriliş tarzı,
eğitim yöntemidir. Ortadoğu’da Kürtçe
deyimle “bi darê zorê” tarzında eğitim verilmektedir. Eğitim, terbiye etmenin, bir
forma koymanın, sınırları belirleyerek o
sınırlar içine hapsetmenin temel yöntemi
olmaktadır. Eskiden sopa ile yapılırken
bugün bu yöntem büyük oranda aşılmıştır. Bugünkü yöntem, gençleri diplomasız
kalmakla tehdit etmek, gençleri kaba deyimle “yarış atı” gibi koşturmak, gençlerin
başında kırbaç sallar gibi sistem tehdidini
her an gündemde tutarak terbiye etmeye
çalışmaktır. Bu tarz bir öğretme yöntemi
kesinlikle özgürlükçü bir yöntem değildir
ve reddedilmesi gereken, yerine doğru
olanın konulması gereken bir yöntemdir.
İnsanı okumasını bilen insan doğru
bilgiye ulaşır ve iyi-güzel yaşamaya adım
atabilir. Çünkü “bilgi ve bilim ahlâki ve politik toplumun parçası”dır. Bilginin oluşması toplumsallıkla bağlantılı olduğundan
kullanılması da toplumsallıkla bağlantılıdır. Tüm bilgiler, insanı vareden ve koruyan toplumun ayakta kalması ve sürekliliği için kullanılır başka türlü kullanılması
akla dahi gelmez. Taa ki uygarlık ortaya
çıkana, yalan söylenene, saldırı gerçekleşene, kadın köleleştirilene ve gençler salt
işgücü olarak kullanılmaya başlanana kadar… İşte bu dönem bilginin toplumdan
koparıldığı dönemlerdir.
129
Sayı 60 2014
Promete efsanesi ateş sembolündeki
aydınlığı, bilgiyi tanrılardan çalmayı, aslında topluma ait olanı geri almayı anlatır.
Buradaki ateş aydınlıktır. Aydınlığı yaratan bilgidir. Bilginin toplumdan çalınması; değerlerin, yasaların ve tüm üretimlerin tanrıçalardan çalınarak erkek tanrılar
tarafından tekelleştirilmesidir. Bu bilgiye
ulaştıktan sonra gençliğe düşen görevler
daha da belirginleşmektedir. Bugün bilginin sonsuz çalındığı bir çağdayız. Her
gencin Promete olması gerektiği bir çağdayız. Her bir genç ateşi tanrılardan çalan
Promete gibi aydınlığı, bilgiyi ve anlamı
oluşturan değerleri hâkim sistemin elinden çalma cesaretini göstermedikçe, bunun için adımlar atmadıkça bilginin iktidar odaklarının elinde tekel aracı olması
da engellenemez.
mak, gençliği tek tek bireyler ve toplum
olarak kemiren ve eksilten sistem karşısından her gün kendini tamamlamayı,
özgür bir varolma eylemi olarak bilmek
ve bu gücü gösterebilmek müthiş bir yaratıcılık ister. Bugün gençliğin durumu
daha çok ondan koparılanın ardından
ağlamak, topluma dayatılan ve bireye
toplum-aile tarafından uygulanan gerilikleri, sistemsel saldırıları görmek fakat
bu gerçek karşısında kırılma yaşadığını ifade etmek şeklinde görülmektedir.
Ondan koparılanı misliyle yaratmaya ve
geri almaya iddialı bir gençlik, öncelikle
zihniyette kendini ve toplumunu varetmeye, varlığını korumaya kararlı bir gençlik gerektirir. Gençlik, ulus devlet sınırları
içindeki üniversite, akademi ya da benzer
kurumlarda ne kadar bilgi toplarsa top-
Mevcut sosyal bilimin nesnellik, bilimsellik, rasyonalite
söylemlerine sığınarak geliştirdiği putçu anlayış
yıkılmalıdır
Gençliğin bu cesareti olmalıdır. Cesaretin olması için de öncelikle o bilginin,
o aydınlığın topluma ait olduğuna ve
egemenler tarafından çalındığına, bunun
bir haksızlık olduğuna inanmak şarttır.
Bu, özgür bilgidir. Eyleme götüren özgür
bilgi insanın kendini gerçekleştirmesinin
de temel yollarından biridir. Kendini gerçekleştiren bir genç ancak eyleme cesaret edebilir. Cesaret edebilmek, eyleme
geçildiğinde karşılaşılacak zorlukların bilincinde olmak ve bu zorluklar karşısında
direnme iradesini gösterebilme kararlılığında olmaktır. Promete’nin ciğerlerinin
her gün kartallara yedirilmesi, bir parçasının her gün yok edilmesi ve her gün, gün
doğumuna kadar Promete tarafından bu
yok edilen parçanın yenilenmesi her bir
gencin çözümlemesi ve kendine örnek
alması gereken bir durumdur.
Kapitalist sistemi de bu temelde ele
alabiliriz. Gençliğin her gün bir parçasını
yiyen ve yok eden sistem karşısında her
gün o parçayı yenileyerek yerini doldur-
130
lasın, o bilgiler topluma ait kılınamıyorsa
gençliği de insanlığından koparacaktır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Gençlik
Prometeleşmelidir.
Mevcut sosyal bilimin nesnellik, bilimsellik, rasyonalite söylemlerine sığınarak geliştirdiği putçu anlayış yıkılmalıdır.
Nuh’un putları yıkması değerinde bir eylem gereklidir bunun için. Putları yıkacak
cesaret de ancak Deniz Gezmiş, Mahir
Çayan, Mazlum Doğan ve Abdullah Öcalan ruhunu yaşayan gençlikte bulunabilir.
Putlar, kapitalist modernitenin ulus devlet formuyla inşa ettiği kölelik araçlarıdır.
Demokratik ulus temelinde bir aydınlanmanın yaratılması için öncelikle ulus devletin toplumların farklılıklarını yontarak,
katlederek, renkleri öldürerek ortaya çıkardığı devletçi putlar, homojenleşmeyi
süreklileştiren bir mekanizma yaratmakta, bunu da modern yaşam diye sunmaktadır.
“Modern yaşam denilen, pozitivizmin
bu gerçeğinin, daha doğrusu gerçekleri
katletmesinin sonuçlarından başka bir şey
değildir. Artık sanal toplum çağına eriştik.
Hiçbir gerçek sanal toplum kadar olguculuğu açıklayamaz. Olgucu toplum sanal
toplumdur. Sanal toplum olgucu toplumun
gerçek yüzü, yüzünün ötesinde hakikatin
ta kendisidir. Olguların anlamsızlığı (daha
doğrusu kan banyosu, hayali toplum, tüketim toplumu anlamında anlamsızlık
anlaşılmalı) sanal toplumla zirve yapıyor.
Medyatik toplum, şov toplumu, magazinel
toplum hep nesnel, olgucu anlayışın, pozitivizmin açığa çıkmış hakikatidir. Bu da aslında hakikatin inkârıdır.”
İnkâr edilen hakikatler çağında gençlik
kendi hakikatini bulmalı ve yaşamalıdır.
İkilemlerden kurtulmalı, ikilemlerin toplumu parçalayarak hakikati inkâr ettiğini
ve bu inkâr sistemini sürekli ürettiğini
bilmeli, bütünlüklü düşünebilmelidir.
Özgür düşünceye ulaşmalı, bilgi hamalı
olmamaya ve bilgi iktidarlarının aracı haline gelmemeye özen göstermelidir. Hakikat yitimi zihniyette başladıysa arayış
ve buluş da zihniyette olmalıdır. “Yitirilen,
ahlâkî ve politik değerlerle birlikte yitirilmiştir. Tekrar bulmak istiyorsan kaybettiğin
yerde arayacaksın. Yani uygarlık ve moderniteye karşı ahlâki ve politik toplumu,
onun gerçekliğini arayacaksın, bulacaksın.
Bununla da yetinmeyeceksin; tanınmaz
hale getirilen varoluşunu yeniden inşa edeceksin. O zaman tarih boyunca kaybettiğin
altın değerindeki bütün hakikatleri tek tek
bulduğunu göreceksin. Bu temelde daha
mutlu olacaksın. Bunun da ahlâki ve politik
toplumdan geçtiğini anlayacaksın.”
Tüm bu gerçekler ışığında şunu söyleyebiliriz: Alternatif entelektüel çabalar
alternatif kurumlaşmalarla somutlaştırılmazsa toplumsallaşamazlar. Bundan
dolayı da ulus devletin kurumlaşmalarına
karşı, bu kurumlaşmaların toplum gerçeğine olmadığını gösterecek ve toplumsallaşmayı sağlayacak kurumların geliştirilmesi şarttır. Kendi eğitim evleri, akademi
ve alternatif üniversitelerin kurulmasıyla
bu kurumlaşmalar geliştirilmelidir. Devletin üniversiteleri ancak devletçi insanlar
ve devletçi zihniyetler üretir. Özgür top-
lumun kurumları ise özgür insanlar ve özgür zihniyetlerle oluşabilir. Bundan dolayı
devlet kurumlaşmalarının kesinlikle aşılması ve yerine alternatif kurumların oluşturulması gerekir. Devlet kurumlarına
hapsedilmiş ve bu kurumların icazetine
bağlanmış bilimcilik kesinlikle özgürlükçü olamaz ve bu bilimin hiçbir birikimiyle demokratik modernite inşa edilemez.
Kurumlaşmalara giderken hâkim zihniyetle inşa edilen kurumlaşmaların taklit
edilmemesine, zihniyet, yapılanma, program ve hatta biçim olarak da devlet kurumlaşmalarından ve benzeri olan hâkim
kurum anlayışlarından uzak durmak gerekir. Sistemin iyi taklitleri sistemi daha
iyi yaşatmayı getirir. Bu tuzağa düşmemek için öncelikli olarak yapılması gereken, kurumlaşmayı demokratik bir zemin
üzerinden gerçekleştirmektir. Bununla
birlikte yeni entelektüel kurumlaşmaların devletten kesinlikle bağımsız ve özerk
olarak kurulmalarıdır. Devletten bağımsız
entelektüel kurumlaşmalara gitmenin bir
koşulu da bu kurumlaşmalarda yer alacak
çalışacak ve zihniyet devriminde iddialı
olan bireylerin yetiştirilmesi, bu bireylerin kendilerini toplumsal özgürlüğe adayacak düzeyde bireyler olmalarıdır. Bu
bireyler için belli bir bilim-bilgi altyapısı
olması gerekirken bu gerekliliğin devletin diplomalarına bağlanmaması gerekir.
Önderliğimizin deyimiyle “….dağdaki çobandan kentteki profesöre kadar ideası ve
amacı olan herkesin katılım gösterebileceği öngörülebilir.”
Bu yeni kurumlaşmalar için öncelikle bilim ve bilgi tarihi, aydınlanma tarihi
derinlikli bir tarzda okunmalı, alternatif
sosyal bilim ekolleri incelenmeli, miraslarından örnek alınacak yanlar kadar
ders çıkarılacak yanlar da ortaya konulmalıdır. Bu çerçevede ütopik sosyalizmin
mirası, anarşist eğilim ve örgütlenmeler, Frankfurt ve Anales Ekolleri, gençlik
hareketinin dünyayı değiştirebileceğini
kanıtlayan ve Önderliğimizin Gençlik kültür devrimi dediği 68 hareketi, bununla
birlikte feminist ve ekolojist hareketlerin
incelenmesi şarttır. “Demokratik moderni-
131
Sayı 60 2014
te hem uygarlık dönemi entelektüel pırıltı
ve devrimlerini, hem de modernite karşıtı
entelektüel çıkışların olumlu özelliklerini
özümseme temelinde kendi entelektüel ve
bilimsel devrimini yapmak durumundadır.”
Her bir sistem karşıtı hareket, her bir örgütlenme ahlaki ve politik toplumu oluşturacak bir adım olarak değerlendirilmelidir. Sistem karşıtı hareketlerin temelde
gençlik gücünden ilham aldığı gerçeği
gençliği bu hareketleri doğru okumaya
sevketmelidir. Ki ancak kurumlaşma temelinde çalışmalar somutlaştırılırsa entelektüel devrim gerçekleştirilebilir.
Demokratik ulus esprisiyle bu kurumlaşmaları oluşturmak kadar, kurumlaşmaları
tüm dünyaya yaymak ve insanlığın ortak
entelektüel kaynaklarını oluşturmak da
bir gerekliliktir. Bu temelde gençliğin ufkunda lokal, bölgesel, ulusal olduğu kadar kıtasal boyutta kurumlaşmalar da yer
bulmalıdır.
Demokratik modernite, entelektüel
devrim yapılmadan gerçekleştirilemez.
Ve bu devrim de mevcut entelektüel yapılanmayla gerçekleşemez. Demokratik
modernitenin bu ihtiyacını karşılamak
için aydınlanma kararlılığına ulaşmak ve
yeni bir zihniyetle kadrolaşmak şarttır.
Mevcut hiçbir kurumlaşmaya ve yapılanmaya benzemeyecek olan bir yapılanma
şarttır. Önderliğimizin 2013 Newrozunda
belirttiği “Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de
eskisi gibi savaşacağız.” belirlemesi, gençliğin entelektüel alan için de esas alması
gereken bir perspektiftir. Eskisi gibi düşünmeyeceğiz, eskisi gibi konuşmayacağız, eskisi gibi bilmeyeceğiz ve eskisi gibi
yaşamayacağız. Bu anlamda gençliğin
yeni düşünme, yeni konuşma, yeni bilme
ve yeni yaşama tarzımıza öncülük etmesi,
özgür ve onurlu yaşam için bir zorunluluktur.
Gençliğin aydınlanma şartlarından biri
de tarih okumalarıdır. Tarihe baktığımızda Kürt toplumunun ulus devletleşmedeki başarısızlıklarla dolu öyküleriyle
karşılaşırız. Bu başarısızlıklar devletçi zihniyete girememiş olmanın da bir göstergesi olmaktadır. Tarihte karşımıza çıkan
132
ve soykırım yöntemlerinden biri olarak
toplumumuz karşısında bir silah gibi
kullanılan devletsiz olma faktörünü, Önderliğimizin ortaya koyduğu demokratik
uluslaşmayı oluşturmaya çalıştığımız bu
çağda başarıya dönüştürmenin en büyük gerekçesi ve şansı olarak görmeliyiz.
Eğer Ortadoğu’nun demokratik uluslaşma şansının var olduğunu söyleyebiliyorsak, bu, Kürtlerin devletsiz bir toplum
olmalarından kaynağını almaktadır. Dünya insanlığının tek özgür yaşam ifadesi
olacak demokratik modernite de işte bu
demokratik ulus bütünlüğü üzerinden
yükselme şansına kavuşacaktır. Aslolan
sistem içinden çıkmayı, düşünsel farklılığı ve yeni özgür yaşamın kurumlaşmalarını geliştirerek demokratik uluslaşmayı
oluşturmaktır. Atılan adımlar, yürütülen
mücadele ve ortaya çıkan başarı düzeyi
demokratik ulus sosyalizminin hangi boyutlarda yaşandığını da gösterecektir.
“Demokratik modernitenin kendini köklü
bir aydınlanma devrimiyle iç içe inşa etmesi, geçmişten öğrenilmesi gereken derslerin
başında gelir. Bununla birlikte hemen vurgulamalıyım ki, geçmiş şimdidir. Toplumsal
doğanın asli varoluş biçimi olan ahlâki ve
politik toplumun tüm geçmişinden fazla
söz etmesek de (Ama özellikle neolitik toplumun, köy-tarım toplumunun, göçebeliğin, kabile ve aşiretin, dinsel cemaatlerin
halen yaşamsallıklarını inatla sürdürdüklerini göz ardı etmemeliyiz), son beş bin yıllık
sermaye birikim ve iktidar tekellerince kaybettirilen değerleri yeniden kazanmak için
devrimsel nitelikte entelektüel ve bilimsel
üretim demokratik modernitenin inşasında
en çok ihtiyaç duyulan desteği oluşturacaktır. Olmazsa olmaz kabilinden bu ihtiyacı
karşılamak için entelektüel görevlerimiz
üzerinde yoğunlaşmamız, çözümleme ve
çözme çabalarımızı yoğunlaştırmamız her
zamankinden daha fazla hayati önem taşımaktadır.”
*
İDEOLOJİK YOLDAŞLIK?
Yeni yaşama dair aradıklarını Özgürlük
Hareketi’nde bulmuş ve özgür yaşamak
isteyen genç yoldaşların nasıl bir dünyaya giriş yaptıklarını bilmeleri çok büyük
önem taşır. Doğru bir başlangıç yapmak,
doğru şekillenmek ve an’ı, geleceği bu
doğru başlangıç üzerine kurmak özgürce
solumak için gerekli. Özgürlük hareketi
saflarında olunduğu halde, birbiriyle tezat onca duruşun ortaya çıkmasında -başlangıçlara çakılıp kalma anlamında olmamak üzere- yapılan başlangıçların direkt
etkisi vardır. Yolun gereklerine göre yola
girip öyle yürüyenlerle, yolun gereklerine
göre değil de kendi yollarının ölçülerine
göre davrananların ulaştıkları yerler farklı
olmuştur, olmaktadır. Özgürlük hareketi
saflarındaki bu kadar farklı duruşun altında yatan gerçeklik tam da budur: yollar farklı. Yürüyüş yola göre mi, kendine
göre mi? Dolayısıyla geleceklerini merak
eden gençlerin kahin olmadan bunu görmeleri mümkün. Toplumsal hafıza gereği
öncüllerine bakarak, gelecekteki hallerini
hemen anlayabilirler. Güzelleşmek, sevilmek ve özgürleşmek amacında birleşen
bu insanların bu amaçlarına göre oluşmaları için kimi gereklilikler var. Her işin,
her oluşun bir usulü olduğu gibi APOCULAŞMANIN da bir usulü vardır. Usulüne
göre yapılmayan işler nasıl ki başarısız
oluyorsa, usulüne göre olmayan APOCULUK da APOCULUK olmuyor. O halde
APOCULUĞUN usulü nedir?
Kendisiyle yoldaş olunmak istenen
kimlik, yani Önderlik gerçekten de nasıl bir gerçeklik? Özgürlük ve demokrasi
için mücadele etmek, onunla yoldaş olmak için yeterli mi? Önderliğin çeperinde
olmak, onun etki sahasında bulunmak,
ondan beslenmek, onun söylediklerini
tekrarlamak, onunla yoldaş olmaya yeter
mi? Dahası bağlıları bu kadar çok olan ve
çevresinde bu kadar insanın bulunduğu
bu Önderliğin gerçek anlamda ne kadar
yoldaşı var? Onunla yoldaş olmak dar
anlamda iki kişinin aynı yolu paylaşması
mıdır acaba? Çok önemli olan ‘yol arkadaşlığı’ Önderlik ve onunla yoldaş olmak
isteyenlerin ilişki diyalektiğine ne kadar
uygulanabilir? Yoldaş olmak mı, yola girmek mi? Peki, ya Önderlik yolun kendisi
olmuşsa?
Önderlik birilerinin sınırlarını çizdiği bir
yola hiç girmemiştir. Başkalarının yolunda değildir. Daha baştan beri kendi yolunu kendisi bulmaya çalışan, özgürlüğe,
kendiliğe tutkuyla bağlı biridir. Daha yedi
yaşındayken kendi annesinde sembolize
edilen mevcut toplumsal gerçekliğin çiz-
133
Sayı 60 2014
diği sınırları kabul etmeyen bir duruştadır. Kendi yolunu kendisi çizmeye daha o
yaşta yeltenmektedir. O nedenle o hazır
bir sisteme dahil olan değildir. Kuşkulu
kişiliği sayesinde ince eleyip sık dokuyan,
sorgulayan, arayan ve doğru yolu kendisi bulandır. Mevcut sistem karşısında en
iyimizde yaşandığı gibi dar-tepkisel bir
duruşta da değildir. Pozisyonu tepki duyan, daralıp küsen, kendini verili toplumsallıktan yalıtan değildir. Tersine mevcut
toplumsallığın bir çocuktan beklediğinin
üstünde bir duruşun sahibidir ve eğer isterse verili toplumsallığı en iyi yapabileceğini herkese göstermektedir. Herkeste
saygı uyandıran bu duruşuna rağmen
kuşkulu kişiliği sayesinde yerinde durmaz, mevcut olanla yetinmez, yeniyi arar
örneklerinde de görmekteyiz. Bencillik
yolunda emin adımlarla ilerleyenler, her
geçen an insanlıktan çıkmaktadırlar. İnsanlık onlarla utanç duyuyor. Gerçek insanlık onlar gibi insan müsveddesi tipler
kendi içlerinden çıktığından evrenden,
evrenin tüm bileşenlerinden özür diliyor.
Onlardan kurtularak evreni kurtarmayı
amaçlıyor. Sadece insan toplumu için değil oluş için kanserli bir yaratığa dönüşen
egemen insan gerçekliği, bencillik yoluna
düşmüşleri adına, sanına, ırkına, cinsiyetine, yaşına bakmaksızın aynı yere çıkarıyor: insanlıktan düşüş.
Ezilenler için de aynı şey geçerlidir. Hakikatin yitiminden sonra onu arayanlar,
hakikat yoluna girenler, kendilerini insanın doğasına bağlayanlar da aynı sonuca
Yola girilmişse, yol kimseyi kayırmaz, kimseye torpil
yapmaz, adil davranır, kendisini tercih edenleri, yolda
yürüyenler yürüdükleri müddetçe, aynı yere çıkarır.
ve bulur. Bekleyen değil, alternatifi ortaya koyandır. Yani inşacıdır. Gerçekten de
Önderliğin daha başından beri en temel
karakteristik özelliği yapıcılığıdır. Kendini
oluşturan, kendisini doğuran bir gerçekleşmedir, yaşanan. Zaten Önderlik ile en
temel ayrım noktamız da bu oluyor. Biz
başkaları tarafından şekillendirilirken, o
kendisini yaratıyor. Biz nesne pozisyonundan yeterince çıkmazken, o nesne
olma halini ortadan tamamen kaldırıyor.
Bir oluşum akışı halinde günümüze kadar gelen bu Önderlik gerçeğinin vardığı
bir yer var. Bu yeri doğru anlamak ve ona
göre pozisyon almak doğru yolda yürümenin de anahtarı oluyor.
Yolcu Olmaktan YOL Olmaya Geçiş
Yola girilmişse, yol kimseyi kayırmaz,
kimseye torpil yapmaz, adil davranır, kendisini tercih edenleri, yolda yürüyenler
yürüdükleri müddetçe, aynı yere çıkarır.
Nitekim bunu hem egemenler hem de
ezilenler cephesinden tarihi ve güncel
134
ulaşmışlardır. Terzi Hermes insan-tanrı
diyalektiğini insan merkezli koyarken,
Hallac ‘En’el Hak’ derken, Buda Nirvana’ya
ulaşırken ve Önderlik de ‘ben evrenim’
derken hep aynı yolun yolcuları olarak
aynı sonucu dillendirdiler. Aynı yolda yürüdüler ve o yol hepsine de adil davrandı, onlara kendi içlerindeki ışığı gösterdi. Böylelikle girdikleri hakikat yolunda,
yol’un kendisi oldular.
Önderlikte yaşanan bu hakikat gerçekleşmesinden dolayı, onunla yoldaş
olmak, iki kişinin yaşadığı bir yoldaşlığın
ötesindedir. Önderlik mevcut durumda
bir yaşam duruşudur, bir özgür insan gerçekleşmesidir, bir tarzdır, girilmesi gereken yoldur. Yolun kendisi olmuş bir hakikattir. O artık anlaşılmış gerçekliktir. İspatlanmış başarıdır. Onun izinden gidilerek
onunla yoldaş olunabilir. Ona katılmak,
onu pratikleştirmek, onunla yoldaş olabilmektir. Ona yoldaş olmak, onun yoluna girmek ve o yolda yürümektir. Burada
söz konusu olan aynı yola çıkmış olan iki
arkadaşın bir paylaşımı değildir. Esas olan
özgür insana nasıl katılınacağı sorusuna
doğru cevaplar verebilmektir.
Önderlikle yoldaş olmaktan ziyade
onun yoluna girmek daha doğru bir
anlama düzeyidir. Zira girilmesi ve yürünmesi gereken yol bellidir. YOL’un adı
APOCULUK’tur. YOL olmuş olan Önderlikle yoldaş olunmaz, o YOL’A girilir. APOCULAŞMAK da an’da özgürlük gerçekleşmesi olduğundan ve sürekli bir oluşmayı
gerektirdiğinden, O da APOCULAŞMAYA
çalıştığını belirtir. Böylelikle YOL olmuş
Önderlik, aynı zamanda o YOL’da yürüyen oluyor. ‘İvmeli yürüyüş’ünü ulaştığı
hakikat düzeyinin bir gerçekleşmesi olan
o YOL’da sürdürürken, o YOL’da yürüyenlerle YOLDAŞ da olmuş oluyor. Böylelikle
hem YOL hem de YOLDAŞ olmuş oluyor,
özgür insan duruşu.
Yola Nasıl Girilecek, Nasıl Yoldaş Olunacak?
Yolcu olabilmek için öncelikle yolda olmak gerekir. Yoldaş olabilmek için de aynı
yolda olmak gerekir. Peki, Önderlik ile
yolumuz ne kadar bir, ne kadar aynı yolda yürüyoruz? Yolumuz bir ise, aynı yolda isek, peki tarzda, tempoda, duyguda,
düşüncede ve bir bütün olarak duruşta
yaşanan bu uçurum da neyin nesi? Yolun
adil olduğundan ve kendisini takip eden
herkesi aynı kapıya çıkardığından bahsetmiş ve buna tarihten örnekler vermiştik.
‘Genelde devlet odaklı özelde kapitalist
modern yaşamdan kopmuş’ ve ‘hiyerarşik
devletçi sistemden tam kopmayı’ kendi deyimiyle ‘en büyük özeleştiri’ olarak
vermiş Önderlikle yoldaş olmak istiyoruz.
Kiminle yola çıktığımızı, nasıl bir insanla
karşı karşıya bulunduğumuzu, onunla
olmanın bize nasıl bir sorumluluk yüklediğini, bağlantılı olarak nasıl davranmamız gerektiğini bilerek yola çıkmamız
çok önemli. Neyle uğraştığımızı bilelim.
Sistemle kurduğumuz ya da sistemin bizimle kurduğu bin bir bağlı gerçekliğimize rağmen, sistemden tam bir kopuşu
gerçekleştirmiş bir Önderlikle yoldaş olmak istediğimizi iddia ediyoruz. Doğru
anlamayı gerektiren bir sorunun olduğu
açık. Nedenlerine girmeyeceğimiz bu sorundan nasıl çıkacağımıza odaklanalım.
Yoldaş olmak yani içinde erimek istediğimiz gerçekliğin özü şudur: hiyerarşik
devletçi sistemden tam kopuş. Hemen
“ya bunca yıldır üzerimizde etkide bulunan bu sistemden öyle hemen kurtulmak
mümkün olmuyor” diyenlerimizin çokluğu hissedilebiliyor. Eğer Önderlikle yoldaş olunacaksa bu tam olmalı. Öyle yarım, çeyrek katılımla yola girilemeyeceği,
dolayısıyla yoldaş olunamayacağı açıktır.
Bu duruşla olsa olsa Önderliğin çeperinde yer alırız, etki sahasında bulunuruz.
Bu duruşla Önderlikle olan farkımızı hep
korumuş oluruz, ne onunla oluruz ne de
onsuz yapabiliriz. YOL olan Önderliğimiz
“Yoldaşlık ilişkilerini iyi kavramak gerekir.”
diye başladığı değerlendirmesinde, YOL’a
girmenin, YOL’da yürümenin, dolayısıyla
YOLDAŞ olmanın usulünü kendisi belirliyor. Belirttiklerinin özünü olduğu gibi
koruyarak, onları sadece maddeleştirerek
tanımlarsak:
·
“Yoldaşlık ilişkileri toplumsal ilişkilerin özünü yansıtır veya yansıtmak durumundadır.
·
Tarihsel toplumu olduğu kadar geleceğin toplumunu da yansıtır.
·
Esas olarak ideolojik ilişkilerdir;
ideolojinin açığa vurduğu ve ortaya çıkmasına yol açtığı hakikat ilişkileridir.
·
İki yoldaşın birliği bu anlamda sadece ideolojik birlik olmayıp, ideolojik kapasitenin yol açtığı hakikat birliği olarak
yaşanmak durumundadır. İki yoldaş eğer
gerçekten yoldaşlık sırrına erip birlik olmuşlarsa, bunu hakikatin güçlü temsili olarak
kavramak gerekir.
·
Yoldaşların yoldaşı olmak, temsil
edilen hakikatten pay almak demektir. Bunun dışında boşuna yoldaş tanımı aramamak gerekir.”
Hangi duruşlarla yola girilemez, yoldaş
olunamaz:
·
Büyük hakikat derdi olmayanların
‘yola’ girmemeleri gerekir.
·
Basit hevesler, güdüler ve çıkarların peşinde olanlar asla yoldaş olamazlar.
135
Sayı 60 2014
Bunlarla yoldaşlık yapılamaz.
·
Kör inançların, fanatik duyguların
meczubu gibi olanlar da yoldaş olamaz.
·
Hele hele karı-koca ideolojisini aşmamış, basit eril-dişil ilişkisini kırıp zihniyet
dünyasını özgürleştirememiş olanlar yoldaşlıktan dem vurmamalı ve bu yola girmeye boşuna heves etmemelidir.
·
Yoldaşlık ilişkisi para, mal, mülkiyet, karılık-kocalık, tüketim eşyalarına heves etme, nefsinin peşinde koşma, iktidar
derdine düşme, kör cesaret veya korkuya
kapılma gibi hakikat yolcusu olmaktan ve
temsil edici kimliğine varmaktan alıkoyucu
her türlü ilişki, düşünce, söylem ve eylemden uzak tutulmalıdır.
Peki, ne yapmalı?
nokta bellidir: öncüllerimizin hali. Dolayısıyla eğer yolumuzu değiştirmezsek
önümüz öncüllerimizin halidir. Bu apaçık
ortada olduğu ve bilindiği halde, bencillik, “olsun yine de ben görmek istiyorum,
yaşamak istiyorum, denemek istiyorum”
dedirtiyor ve uygulatıyor. İşte bu belirlenmişliktir, kendine güç getirememedir,
kendini yönetememedir, nesne olma halidir. Böylesi bir şekillenişte var gibi gözükse de aslında yoktur irade. Duygular,
güdüler, düşünceler, istemler, amaçlar
hep belirlenmiştir. Oysaki yoldaş olmak
istediğimiz Önderlik gerçeği farklı yerde
durur. O insanlıkla kuklalarla oynar gibi
oynayan bu ceberut sistemi reddetmiş,
ondan kopmuş olandır. Onların istediği
Böylesi bir şekillenişte var gibi gözükse de aslında
yoktur irade. Duygular, güdüler, düşünceler, istemler,
amaçlar hep belirlenmiştir. Oysaki yoldaş olmak
istediğimiz Önderlik gerçeği farklı yerde durur.
·
Bu yönlü tehlikelere başarıyla karşı
koymalı; aynı zamanda büyük hakikatleri
her koşul altında söylemleştirecek ve eylemleştirecek ideolojik, politik, ahlaki ve örgütsel donanımla yüklü olmalıdır.
·
Birleşilmesi, birlik olunması düşünülen parti ancak bu kapsamdaki yoldaşlık ilişkileriyle gerçekleştirilebilir, tarihsel
toplumun ve geleceğinin sözcüsü ve iradesi
olabilir. PKK de ancak bu ölçülerdeki yoldaşlık ilişkileriyle tarihsel ve toplumsal rolünü oynayabilir.” (Demokratik Uygarlık
Manifestosu- 5. Cilt)
Aslında yapılacaklar nettir ve anlaşılmaz da değildir. Duruşlarımız yapılması
gerekenleri zorlu kılıyor, hepsi o. Kişiliklerimiz bencillik tarafından o kadar sarılıp
sarmalanmış ki, bizi çeken o kadar şey var
ki, bunlardan sıyrılıp kendimizi yapılması
gerekenlere veremiyoruz. Biz’deki toplumsal gerçekliğimiz düşmüş yola, ilerliyor. Mutlak kötü değil bu yol, ama hakikatin yolu da değildir. Bu yolun varacağı
136
gibi olan değil, insan doğasına uygun
olandır.
Bu Önderliksel gerçekleşme gelinen
aşamada kişisel, örgütsel, toplumsal ve
tarihsel sorunların çözümünü ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü’ paradigmaya bağlamış haldedir.
Psikolog aramaya gerek yoktur, yaşadığımız tüm kişisel sorunlar bu paradigmaya girmemeden kaynaklandığı gibi bu
sorunlardan kurtuluş da bu paradigmaya
giriş ve buna uygun pratikleşme ile gerçekleşecektir.
Örgütsel tüm krizlerimiz bu paradigmaya göre olmamaktan kaynaklandığı gibi,
krizli hali aşarak çözüm gücü olmak da bu
paradigmaya göre olmaktan geçer.
Toplumsal çürümüşlük ilk toplumun
paradigması olan bu paradigmadan
uzaklaşıldığı için gerçekleştiği gibi, toplumsal doğaya dönüş de ancak bu paradigmayla mümkün olabilir.
Tarih bu paradigmadan koptuğu oranda lanetli hale geldi, sorun üretmenin
zamanı oldu, bu paradigmayla tarihsel
toplumun akışı olabilir, kendiliğini kazanır yeniden.
Katıldığımız, katılmak istediğimiz, kendimizi yoldaşı yapmak istediğimiz Önderlik bize bu paradigmayla özgür insan
olmanın, tüm toplumsal sorunları çözmenin ve artık toplumsal sorun yaşamamanın anahtarını veriyor. O halde bizi YOL’da
tutacak, Önderliğin gerçek birer yoldaşı
kılacak olan bu paradigmaya daha yakından bakalım.
Yeni
Paradigma
Rehberliğinde
YOL’da Yürüyüş
Kapitalist modernist güçlerin Önderliğimizi her açıdan yok etmek için kurgu-
çözmek mümkün değildir. Çünkü devlet
egemenlerin zihniyetinden çıkmıştır ve
onların en örgütlü kurumudur. Hiçbir
toplumda devletli kesimler %10’un üzerine çıkmazlar, devlet birilerinindir, herkesin değildir. Yeryüzünde ve tarihte tüm
toplumun olan bir devlet yoktur, olmamıştır. Devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi
‘Ne kadar çok toplum o kadar az devlet,
ne kadar çok devlet o kadar az toplum’
formülasyonu verir. Tarihi böyle okuyarak
devleti kanserli hücreye benzetir. Nasıl ki
kanserli hücre normal olmayıp, organizmaya dıştan yerleşiyor ve sonrasında da
diğer normal hücreleri yiyip bitiriyorsa,
devletin toplum içinde oynadığı rol de
böyledir. Devlet büyürken, toplum küçü-
Devlet büyürken, toplum küçülür; devlet güçlenirken
toplum zayıflar. Bu devlet olgusunun özüdür ve sıfatına
bakılmaksızın tüm devletler için geçerli olan en temel
husustur.
layıp pratikleştirdiği İmralı sisteminde,
özgürlüğü temel karakteristiği haline
getirmiş olan Önderliğimiz, çok büyük
bir derinleşmeyi yaşadı. AİHM’e sunulan
ilk savunmalar dizisi klasik bir savunmanın ötesinde dünya-sistem analizidir. İşte
bu kuramsal yoğunluk içinde 2003 yılı ve
sonrası, hareketimizin yeni paradigmal
dönemi olur. ‘Demokratik-Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Paradigma’ diye tanımlanan bu paradigmayla devletçi paradigmadan kopulmuş oldu. ‘Genelde devlet
odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan
kopuş’ bu yeni paradigmanın özünü oluşturan cümle oluyor. Toplumun komünal
ve demokratik olan özünden, doğasından kopmanın sonucu bir sapma olarak
yaklaşık yedi bin yıl önce gelişen hiyerarşik devletçi sistemden kopuş bu yeni paradigmaya göre, tüm toplumsal sorunlardan kurtulmanın yegâne yoludur.
Bu paradigmaya göre, devletçi zihniyetle ve devletleşerek toplumun -bağlantılı olarak örgütlerin, kişilerin- sorunlarını
lür; devlet güçlenirken toplum zayıflar.
Bu devlet olgusunun özüdür ve sıfatına
bakılmaksızın tüm devletler için geçerli
olan en temel husustur. İşte bu nedenledir ki ezilen tüm toplumsal kesimlerin
istemlerinin, amaçlarının devletleşerek
gerçekleşeceğini sanmak yanlıştır ve bu
olamaz. O nedenle ezilenler açısından
gerekli olan, devletleşerek sorunları çözmek yerine, devletleşmeyerek, ona karşı
direnerek toplumsal doğaya uygun örgütlenmelerle sorunların çözümünü esas
almaktır.
Hiyerarşik devletçi sistem ortaya çıktığından beri özgürlük eğiliminin bir gereği olarak onu yalnız bırakmayan, ona
karşı hep bir direniş içinde olan toplumsal kesimlerin sisteme alternatif olamamalarının, bir süre sonra sistem içinde
erimelerinin temel nedeni olarak devletçi
sistemden kopamamayı görür. O nedenle toplumsal sorunların (İktidar Sorunu,
Toplumun Ahlâk ve Politika Sorunu, Toplumun Zihniyet Sorunları, Toplumun Eko-
137
Sayı 60 2014
nomik Sorunları, Toplumun Endüstriyalizm Sorunu, Toplumun Ekolojik Sorunu,
Toplumsal Cinsiyetçilik, Aile, Kadın ve Nüfus Sorunu, Toplumun Kentleşme Sorunu, Toplumun Sınıf ve Bürokrasi Sorunu,
Toplumun Eğitim ve Sağlık Sorunu, Toplumun Militarizm Sorunu, Toplumun Barış ve Demokrasi Sorunu…) çözümü için
devlet dışılığı düşünmek ve devlet dışı
olmak şarttır. Devletçi zihniyet ve devletleşmek sorunları çözemez, çünkü tüm bu
sorunların yaratıcısı zaten bu zihniyet ve
yapılanmadır. Sorunların kaynağı olan bir
zihniyetle aynı sorunlar çözülemez.
Tüm bu tespitler çerçevesinde PKK
2003 yılından itibaren devlet kurabilme
gücünün olup olmadığına bakılmaksızın
ve sadece Kürtler için değil, tüm toplumsal kesimler için devletleşmeyi bir tuzak
olarak görür. Ahlaki ve politik toplum
diye tanımladığı doğal toplumu, organik
toplumu insan türünün var oluş koşulu,
eko-sistemi olarak görür. Devleti de bu
eko-sistemle oynama olarak görür. Bu nedenle de devletçi zihniyeti ve devleti insan-toplum olmaktan uzaklaşma, sapma,
karşı-devrim olarak görür. Bundan uzak
durulması gerektiğini belirtir, çünkü tarihte ve güncelde bundan kurtulamamış
onca hareket olmuştur. Tarihte demokratik komünal değerlerin savunusunu
yapan, bunun için egemenlere karşı mücadele veren tüm sistem karşıtı çıkışların
sistem içinde erimelerinin nedeni olarak
da devletçi sistemden kendini kurtaramamayı görür. Geçmişin ulusal kurtuluş
hareketleri olarak tanımladığımız etnisite
direnişleri, geçmişin sosyal demokrat hareketleri olarak tanımladığımız peygamberlik çıkışları, her türden ezilen sınıf kalkışmaları, Marksizmin ekolleri (reel sosyalist sistem, ulusal kurtuluş hareketleri ve
sosyal demokratlar) ve daha niceleri az
bedel ödediklerinden, eksik çalıştıklarından dolayı sistemin içinde erimediler. Zihniyetleri önemli ölçüde devletçi olduğundan, model olarak da devleti tüm sorunların çözüm anahtarı olarak gördüklerinden eridiler. Yani araç olarak belledikleri
devlet, amaç olarak belledikleri özgürlük,
138
eşitlik, adalet vb demokratik komünal
değerleri yuttu. Bu kaçınılmazdı, çünkü
devletin mayası ve özü bozuktu. O kaçınılmaz olarak kötüydü, onunla toplumun
sorunları çözülemezdi. Tam da bu noktada PKK Önderliği ‘eğer eski paradigmayla
başarıya ulaşsaydık, yani devletleşseydik,
sonumuz KDP ve YNK gibi olacaktı’ dedi.
Ontolojik olarak karşı olduğu KDP ve YNK
gibi olmamak, sistem içinde erimemek
ve sistem karşıtı tüm güçlerin özlemlerini başarıya ulaştırabilmek için de merkezi
uygarlık sisteminden ve onun güncel versiyonu kapitalist moderniteden kopmak
yapılması gereken en öncelikli husustu.
O açıdan PKK toplum için gerçek kurtuluşu merkezi uygarlık sisteminden ve onun
günümüzdeki temsilcisi kapitalist moderniteden kopuşta görür.
Bu tarih okumasına göre, merkezi uygarlık sisteminin her dönemi köleliktir.
Marksizm köleci dönemi sadece doğal
toplumla feodal dönem arasına sıkıştırırken, bizim tarih okumamızda hiyerarşik
devletçi sistem tüm dönemleriyle birlikte
bir kölelik sistemidir. Bu çerçevede doğal toplum ile devletin çıkışına kadarki
dönemi, bizler ‘hiyerarşik aşama’ olarak
tanımlıyoruz. Bu dönemde henüz bildik
anlamda kölelik olmamasına karşın, jerontokratların eğilimi bu olduğundan ve
toplumun organik olan yapısından ilk
kopuş bu dönemde geliştiğinden, biz bu
döneme, ‘Köle Toplumun Doğuşu’ deriz.
Bilinen köleci dönemi ‘Köle Toplumun
Oluşumu’, bilinen feodal dönemi ‘Olgunlaşmış Kölelik Dönemi’, bilinen kapitalist
modernite dönemini de ‘Genelleşmiş ve
Derinleşmiş Kölelik’ olarak adlandırıyoruz.
Bu tarih okumasına göre, tarih ve toplum hep ileriye doğru hareket etmez.
Kaynağını Newton’un ‘düzgün doğrusal
hareket’inden alan ve tarihin hep ileriye
doğru aktığını düşünen görüş, gelinen
aşamada hem kuantum fiziğinin ortaya
koyduğu yeni veriler temelinde yanlışlanmıştır, hem de güncel yaşam tarihin
ve toplumun hep ileriye doğru akmadığını ortaya koymuştur. Yaşanan onca top-
lumsal sorun, eko-sistemin yok edilmesi,
ulus-devletlerin ve egonun yol açtığı
dünya çapındaki amansız savaşlar, insanlarda yaşanan kölelik… tarihin, insanlığın
hiç de zannedildiği gibi ilerlemediğini,
bilakis bir gerilemenin yaşandığını ortaya
koymaktadır. Merkezi uygarlık, tarihi kendisinden ibaretmiş ve gerçek tarih kendisinin tarihiymiş gibi yansıtsa da ve bu
konuda gerçek anlamda bir tekel olsa da
o bir sapmadır, insanlıktan düşme halidir,
anormaldir, toplumun doğasında olmayan bir şeydir. Bu nedenle de insanlığın
ilelebet hem de kapitalizm koşullarında
bu sistemle yaşaması mümkün değildir.
İnsanlık ya kendi var oluş koşulu olan
toplumsallığı yok ederek, kendi kökünü
densel bütünlük halindedir toplum. ‘Hakikat bütündür’ tespitinin tüm özellikleri
bu dönemde olduğu gibi yaşanır. Toplum
tüm bileşenleriyle bir bütündür. Cinsler
bir bütündür. İnsan-doğa bir bütündür.
İnsanın kendisi bir bütündür, parçalanmış
değildir. İnsanın düşündüğü ile yaptığı,
yaptığı ile yapması gereken aynıdır. Her
iki zekâ türünde denge vardır. Doğadan
insan toplumuna da geçen simbiyotik
ilişkidir. ‘Ya hep ya hiç’ kuralı bunu her
yönüyle açıklar. Bu aynı zamanda neden
‘tüm hakikatlerin kaynağı olarak toplumsal doğa’yı gördüğümüzü de açıklar.
Bu ele alış aynı zamanda insan ve toplumun hakikatini de vermiş olur. Toplumsal
güçler açısından yapılması gereken top-
Zihinsel ve bedensel bütünlük halindedir toplum.
‘Hakikat bütündür’ tespitinin tüm özellikleri bu dönemde
olduğu gibi yaşanır. Toplum tüm bileşenleriyle bir
bütündür. Cinsler bir bütündür. İnsan-doğa bir bütündür.
kazacaktır ya da bu anormal sistem aşılacaktır. Egemenlerin sistemini tarihin
çöp sepetine atabilmek için de toplumsal
güçlere gerekli olan kendilerine ait, hakikate uygun ve karşıtlarından daha güçlü
bir zihniyet dünyasıdır. Çünkü toplumsal
ve insansal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir. İnşa mümkündür. Ezilenler
bu kaderi yaşamak zorunda değildir, gerekli olan zihniyetin toplumsal doğaya
uygun olmasıdır.
Bu paradigmadan tarihe bakıldığında
tüm yerelliklere karşın esasında iki temel zihniyetin, yaşam tarzının ve buna
bağlı olarak paradigmanın yaşandığını
görürüz. Bunlardan ilki kaynağını ilk toplumdan alan, toplumun doğasına uygun
zihniyettir. Her şeyi canlı olarak gören,
bu nedenle de herhangi bir toplumsal ve
ekolojik sorun yaratmayan bu zihniyetin
ne kadar hakiki olduğunu, aradan geçen
binlerce yıldan sonra kuantum fiziği de
her şeyin canlı olduğunu söylediğinde
insanlık daha iyi anladı. Zihinsel ve be-
lumun doğasından doğan bu zihniyeti
edinmek ve zihniyetten doğan simbiyotik ilişkiyi yaşamın her anına yedirmektir.
Bu zihniyetin karşıt kutbunda da bahsettiğimiz nesneleştiren zihniyet ve ondan doğan devletçi paradigma yer alır.
Bu zihniyete en genel anlamıyla özneleştiren-nesneleştiren zihniyet demekteyiz. Bu zihniyet oluştuğu ilk günden
beri yaşamı ve toplumun her alanını
parçalamayı en temel işi bellemiştir. Yarattığı sanal parçalardan da birini aktifleştirirken diğerini pasifleştirmekte, birini
büyütürken diğerini küçültmekte, birini
güçlendirirken diğerini güçsüzleştirmekte, özcesi birini özneleştirirken, diğerini
de nesneleştirmektedir. Bunu egemen
insan (tanrı-kral)-ezilen insan (köle, kul),
erkek-kadın, insan (erkek)-doğa ilişkisine
yedirerek, çok sistematik bir şekilde teorileştirmiştir. Bunu mitolojik, dini, felsefik
ve bilimsel düşünüş döneminde de görmek mümkündür. Başta Sümer mitolojisi
olmak üzere tüm devletçi mitolojiler, tek
139
Sayı 60 2014
tanrılı dinler, Uzakdoğu’da da en belirgin
olarak Brahmanizm; başta Heraklitos, Pisagor, Platon ve Aristo olmak üzere belli
başlı filozoflar; Galileo, F. Bacon, J. Locke,
Descartes ve Newton gibi modernist paradigmanın temellerini atan bilim adamları çok mükemmel bir şekilde bu öznenesne zihniyetini örmüşlerdir. Gelinen
aşamada fizik bilimi ve toplumsal yaşam
ilk insanların özne-nesne ayrımına yer
vermeyen, her şeyi canlı gören zihniyetinin doğru olduğunu ortaya koysa da ne
yazık ki ideolojik kimlikler adına yapılanlar böylesi hakikat dışı olmuştur ve bugün de hakim algı yine budur.
Bu zihniyetin temsilcileri, toplumu
parçalayıp, sınıflar yaratarak demokrasi
rinin hem kişisel hem de örgütsel bazda
başarıya ulaşması da ancak böyle olur.
a-) Canlı İnsan-Canlı Toplum
Yeni paradigma bu zihniyete dayalı bedenleşmeyi de demokratik konfederalizm olarak adlandırır. Demokratik
konfederalizm toplumun devlet dışı örgütlenmesidir. Bu örgütlenme komün ve
meclislere dayanır. Tüm toplumun aktif
bir şekilde söz-tartışma ve karar hakkını
bizzat kullanarak kendi kendini yönettiği
bir sistemin ifadelendirilmesidir. Güdülen
değil yöneten bir toplumun inşasını esas
alır. Bu nedenle de doğrudan demokrasi
temelinde örgütsüz tek bir insanın bile
bırakılmamasını öngörür. Böylelikle top-
O nedenle bu YOL’da insan, toplumun gelişimi,
güzelleşmesi için yoğunlaşır, kafa yorar, arar, bulur.
Tüm bu edimlere politika denir. Politika yapan insan
aynı zamanda bulduğu bu şeyleri uygular, yani
pratikleşir, gelişir, geliştirir,
sorunlarını; kadın-erkek ilişkisini hakimköle denklemine oturtarak cinsiyetçiliği;
insan-doğa birlikteliğini ve bütünlüğünü insandan (erkekten) ‘yana’ bozarak
da ekolojik sorunları yaratmıştır. Gelinen
aşamada bu her üç konuda da insanlık
tam bir çıkmazı yaşamaktadır. Herkes
demokratikleşmeden, kadın-erkek eşitliğinden ve ekolojik dengenin öneminden
bahseder hale gelmiştir. Bu aslında yaşamın kendisi anlamına gelen bu alanlarda
ne kadar sapkın bir hale gelindiğini ortaya koyar.
İşte yeni paradigma ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü’ olarak tanımlanırken, devletçi sistemin kendisini üzerine kurduğu üçlü ayağı yıkarak, yerine
yaşamı kurmayı öngörür. Bu yönüyle her
üç olgu da öylesine belirlenmiş hususlar değildir. Her üç ayağın da kesinlikle
özüne (toplumsal doğaya) uygun olarak
yeniden örülmeye ihtiyacı vardır. Gerçek
kurtuluş ve eşitlik-özgürlük mücadelele-
140
lumun yönünün devlete dönmesi engellenmiş olur.
Bu zihniyet yaşamı komün halinde algılarken, yanı sıra komünü yaşamın her
alanındaki en temel örgütlenme biçimi
olarak görür. İnsan tanımını ahlaki ve politik duruşa oturtan bu okumadan, herkesin birbiriyle ilişkisinin toplumsal bir karakterde olması gerektiği çıkar. Yani insan
varoluşsal olarak toplumsal olduğundan
ona dair her şey de toplumsal olmak durumundadır. O nedenle bu YOL’da insan,
toplumun gelişimi, güzelleşmesi için yoğunlaşır, kafa yorar, arar, bulur. Tüm bu
edimlere politika denir. Politika yapan
insan aynı zamanda bulduğu bu şeyleri
uygular, yani pratikleşir, gelişir, geliştirir,
güzelleşir, güzelleştirir. Tüm bu edimlerin adı da ahlak olur. Bir şeyin doğasını o
şeyin hakikati olarak algıladığından insan
türünün doğası olan ahlak ve politikayı insan türünün hakikati olarak görür.
Hakiki insan olabilmek için de ahlaki ve
politik olmayı şart koşar. İnsan türünün
var oluş koşulu olan toplumsallığın gelişmesi için, tüm enerjisiyle bulan (politika),
uygulayan (ahlak) ve komünal yaşayan
insan YOL’da demektir, böyle davranan
bir örgüt ve toplum YOL’dadır. Böylesi bir
insanın, toplumun YOL’dan çıkması, toplumsal sorun yaşaması mümkün değildir.
Dahası insanlığın şu an yaşadığı tüm sorunlara YOL’un bulduğu çözüm de bu tip
insandır.
b-) Ekolojik Olmak
Yeni paradigma ekolojiktir. Ekolojiyi en
temel bir ideolojik bilinç olarak ele alır.
Ekolojiyi dar çevrecilikten ayırır. Ekoloji-
ma, bir olma ve dengenin olduğu bir canlı
organizma olarak görür. İnsanı da evrenin
bir gerçekleşmesi olarak ‘ikinci doğa’ olarak tanımlar. İnsan-doğa ilişkisini ana-çocuk ilişkisine benzetir. Hiyerarşik devletçi
sistemle bütünlüğünü yitirmiş olan bu
ilişkiyi ‘üçüncü doğa’ diye tanımladığı
evrede, yeniden bilinçle örmeyi amaçlar. Dolayısıyla YOL’da olmak isteyenlerin
her şeyden önce kişisel eko-sistemlerini
doğru kurmaları bir zorunluluktur. Kendi
içinde bir bütünlüğü yakalayamayan bir
kişinin bütün olan hakikati doğru kavraması ve onu temsile kalkışması mümkün
değildir. Günümüzün her şeyi parçalayan
dünyasında, Önderliğimize dikkatlice ba-
Duygularıyla, düşünceleriyle, güdüleriyle, istem ve
amaçlarıyla kendi bedeni ve ruhsallığını bir uyum halinde
koordine edemeyen, kendini yönetemeyen, kendine güç
getiremeyen bir kişinin hakikati temsil etmesi, dolayısıyla
YOL’da olması mümkün olmaz. YOL’da olma hali,
yani YOLDAŞ olma gerçekliği tüm bunları bir bütünlük
halinde yapma düzeyiyle ölçülür.
yi çevrecilikle sınırlı ele alan yaklaşımları
sistemi reformdan geçirme ve sistemin
ömrünü uzatma temelinde değerlendirir.
Tüm ekolojik sorunların kaynağını saptırılmış toplumsal gerçeklik olarak gördüğünden, ekoloji anlayışını ‘toplumsal
ekoloji’ olarak kavramlaştırır.
Toplumu da eko-sistemi olan ve mevcut
durumda bütünlüğünü yitirmiş bir gerçeklik olarak görür ve toplumun ekolojisine kavuşmasıyla (çoklu yapının parçalılıktan kurtularak birbirini tamamlamasıyla)
tüm ekolojik sorunların halledileceğini
değerlendirir. İnsanların simbiyotik (karşılıklı beslenme) ilişkiyi tekrardan oluşturdukları ölçüde her türden toplumsal
sorunun yanı sıra ekolojik sorunların da
çözüleceğini belirler.
Bu paradigmanın evren anlayışı animisttir. Bu paradigma evreni canlı ve özgürlük erekli görür. Evreni özünde dayanışma, yardımlaşma, birbirini tamamla-
kıldığında müthiş bir bütünlük hemen
görülür. Duygularıyla, düşünceleriyle,
güdüleriyle, istem ve amaçlarıyla kendi
bedeni ve ruhsallığını bir uyum halinde
koordine edemeyen, kendini yönetemeyen, kendine güç getiremeyen bir kişinin
hakikati temsil etmesi, dolayısıyla YOL’da
olması mümkün olmaz. YOL’da olma hali,
yani YOLDAŞ olma gerçekliği tüm bunları bir bütünlük halinde yapma düzeyiyle
ölçülür. Tüm büyük insanların çok güçlü
bir nefs terbiyesiyle hakikate vardıkları
bilinir, aynı şeyi Önderliğimizin de yaptığı
apaçıktır. Dolayısıyla ‘evrenin en mükemmel bir gerçekleşmesi’ olan ve ‘evrenin
özeti’ olarak tanımlanan insanın, mevcut
kadavra halden çıkarak, kendi oluşum diyalektiğine uygun olarak kendi ekolojisini kurması YOL’a giriş için şarttır. Kendisine böyle yaklaşan birinin, Önderliğimizin
yeni paradigmasını başlatırken, geçmiş
yıllarda kafasını kopardığı kuşlardan ne-
141
Sayı 60 2014
den özür dilediğini ve bitki ve hayvanların neden insanlara emanet edildiğini de
anlamlandırması kolaylaşır.
c-) Kadın Sistemine Dayanmak
Kadını bir cins olmaktan çok, bir değerler toplamı, bir yaşam tarzı ve sistem
olarak değerlendirir. ‘Doğal’, ‘organik’, ‘komünal’ veya ‘ahlaki-politik toplum’ diye
tanımladığımız ilk toplumu ana-kadın
etrafında şekillenen bir toplum olarak değerlendirir. Bu yönüyle hiyerarşik devletçi sistemi ana-kadın öncülüklü komünal
topluma karşı bir çıkış olarak değerlendirir. Devletçi sistemi erkek egemenlikçi
zihniyete, ‘güçlü kurnaz adam’a dayandırırken, gerçek olan ilk toplumu da komünal zihniyetli ‘ana-kadın’a dayandırır.
Dolayısıyla her iki cinsi de toplumsal gören ama her soluğu özgür olan toplumsal doğayı da kadın sistemi olarak adlandıran bir tarihsel toplum okumasından
bahsetmekteyiz. Paradigmamız özgürlük, eşitlik, demokrasi eksenli yürütülen
mücadelelerin, tıpkı ‘amargi’ örneğinde
olduğu gibi, kadına dönüş arayışları olduğunu söyler. Tüm toplumsal sorunların
kadının öncülük ettiği sistemden kopulduğu için yaşandığını ve bu sorunlara
da ancak kadının duygu yüklü zekasıyla
toplumsal doğaya uygun çözümler bulunabileceğini belirtir. Bir bütün olarak da
kadına yabancılaşmayı, yaşama yabancılaşma, ondan uzaklaşmayı da yaşamdan
uzaklaşma olarak görür. Kadınla yaşamı
özdeş görür. Jin-jiyan denklemini özümser, kendini buna uygun hale getirmeyi,
insan olmanın temeline yerleştirir. Buna
ulaşmak için de kadın aleyhinde gelişmiş
olan birinci ve ikinci cinsel kırılmanın aşılarak, verili erkekliğin aleyhine bir üçüncü
kültürel kırılmanın yaşanmasını gerekli
görür. Cinsiyet eşitliğini sağlayamayan
veya bunu erteleyen kişilerin, hareketlerin, çıkışların yenilmekten, sistemiçileşmekten kurtulamayacaklarını en temel
bir doğru olarak görür.
Kadın köleliğini sınıf ve ulus köleliğinden öncelikli görür. Bu nedenle de tüm
özgürlüklerin temeline de bu kaynak
142
olan köleliği kurutmayı koyar. Yani kadının özgürleşmesiyle tüm toplumun da
özgürleşeceğini savunur. Toplumun özgürlük düzeyini de kadının özgürlük düzeyi ile ölçer. Her iki cins arasındaki uyumu ve birbirini tamamlamayı da ‘özgür-eş
yaşam’ olarak kavramlaştırır. Bu kavramlaştırmayla yaşamın herhangi bir biçiminden değil, kendisinden bahseder. Yaşamı
öyle anlar, öyle kurgular ve yaşar. Her iki
cinsi varoluşsal olarak toplumsal görmekle birlikte yaşamın kadın etrafında şekillendiğini, yaşamı erkek egemenlikli sistemin aksine, kadın merkezli tanımlamak
gerektiğini değerlendirir.
Paradigmanın belirttiğimiz bu üç ayağı,
bir lanet olan hiyerarşik devletçi sistemin
dışına nasıl çıkılacağına dair bir iskelettir.
İçi daha da doldurulabilir, ancak bu üç
ayaktan herhangi birinde yaşanacak bir
aksama kişiyi, örgütü ve toplumu sistemin dışına çıkarmaz. Nasıl ki İslam’ın beş
şartı var ise ve İslam olmak için bu şartların tümüne koşulsuz bağlanmak gerekliyse, aynı diyalektik APOCULUK yolunda da
geçerlidir. Bu üç ayak, YOL’un iskeletidir.
İskeletin içini daha pek çok ölçü doldurmuş haldedir. Ancak tüm hususlar bu iskeletle var olmaktadır. YOL’un yolcusu olmak isteyen kişilerin, örgütlerin, toplumsal kesimlerin gerçekten de amaçladıkları
özgür yaşam için bu YOL’un gereklerine
göre yürümeleri olmazsa olmazdır. Aksi
halde YOL’a girilmemiş, YOLDAŞ olunmamış, dolayısıyla da devletçi sistemden
kopulmamış olur. Bu da tüm özgürlük
heveslerinin kursakta kalması, sistemiçileşmekten kurtulamama ve öncüllerimizin yaşadıklarının bir tekrarını yaşama
anlamına gelecektir. Tekrarı yaşamaktan
kurtulmanın tek yolu, YOL’un gereklerine
göre davranmaktır.
Günümüz gençliği için yüksek hayaller, ancak
toplumsal sistem krizinden nasıl çıkılacağına ilişkin
olarak anlam taşıyabilir. Hayalleri olmayan bir gençlik
yozlaşmaktan ve yaşamı tümden kaybetmekten
ancak gerçek hayallere dönüşle kurtulabilir.
Kapitalist sistemin sonul krizi olan kaotik durumu
kavramak gençlik için çıkış yapma şartıdır. Bununla
birlikte demokratik, cins özgürlüğü ve ekolojik
toplum değerlerini özümsemiş olmak tarihsel başarı
imkânını ona verecek, bir yandan kendini doğru
yapılandırırken özlenen toplumu da yapılandırmada
gerçek rolün sahibi kılacaktır.