7. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Transkript

7. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
NEVŞEHİR ÜNİVERSİTESİ
KAPADOKYA ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (NEVKAM)
1.Uluslararası
NEVŞEHİR
TARİH VE KÜLTÜR
SEMPOZYUMU
BİLDİRİLERİ
16-19 Kasım 2011, Nevşehir
7
Cilt
Editör
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER
1. Uluslarası Nevşehir Tarih ve
Kültür Sempozyumu Bildirileri
Nevşehir Üniversitesi Yayınları: 2
Editör
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER
ISBN: 978-605-4163-02-1 (tk)
978-605-4163-10-6 (7.cilt)
1. Baskı
Nisan, 2012 / Ankara
Kapak ve Sayfa Tasarımı
Grafik-Ofset Matbaacılık Reklamcılık
Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
1. Cadde 1396. Sokak No: 6
06520 (Oğuzlar Mahallesi)
Balgat-ANKARA
Tel
: 0 312. 284 16 39 Pbx
Faks : 0 312. 284 37 27
E-mail : [email protected]
Web : grafiker.com.tr
Baskı, Cilt
Ofset Yayıncılık Ltd. Şti.
Kazım Karabekir Caddesi
Ali Kabakçı İşhanı 85/3
İskitler-ANKARA
Tel
: 0 312. 384 00 18
Faks : 0 312. 342 16 52
DESTEKLERİ İÇİN
Nevşehir Valiliği’ne, Nevşehir Belediyesi’ne, TÜBİTAK’a,
Avanos Belediyesi’ne, Başdere Belediyesi’ne, Çat Belediyesi’ne,
Derinkuyu Belediyesi’ne, Göre Belediyesi’ne, Gülşehir Belediyesi’ne,
Göreme Belediyesi’ne, Hacıbektaş Belediyesi’ne, Kavak Belediyesi’ne,
Mustafapaşa Belediyesi’ne, Uçhisar Belediyesi’ne, Ürgüp Belediyesi’ne
TEŞEKKÜRLERİMİZLE
İÇİNDEKİLER
BİLDİRİLER
(Bildiriler Alfabetik Olarak Sıralanmıştır)
Roberto BİXİO- Vittoria CALOI-Andrea De PASCALE
Kapadokya, Bir Yeralti Yerleşim Bölgesi ............................................................ 5
S. Selhan Yalçın USAL
Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri
Kapadokya İçin Bir Deneme........................................................................... 33
Saadet BEDÜK- Hatice HRMANKAYA- Selda GÜZEL
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve
Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması........................................................ 45
Salih KAYMAKÇI
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi
(İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) ................................................................. 61
Salih KUŞLUVAN- İbrahim İLHAN
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler ..................... 81
Samettin BAŞOL- Mevlüt ÇAM
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım,
Tamir ve Onarımları ....................................................................................... 95
Savaş YILDIRIM
Ürgüp Mustafapaşa’da Duvar Resimli İki Ev ................................................. 111
Sebahattin BAYRAM
Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir ..................................................... 135
Seha AKSÜ
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi ......................................................... 143
Selahattin DÖĞÜŞ
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı ............................... 159
Selçuk AVDEREN
İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislerin
Türk Sağlık Turizmi İçindeki Yeri................................................................... 173
Selim KARAHASANOĞLU
Osmanlı Uygulamasında Müsadere:
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği ..................... 179
Serkan SUNAY
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında
Bir Mimari Değerlendirme ........................................................................... 207
Sevinç ATEŞ- Nurgül TÜREMİŞ
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı ................................ 231
Sinan KOŞAROĞLU- Aydın BÜYÜKSARAÇ
Özcan BEKTAŞ- Abdullah ATEŞ
Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi ............. 247
Suzan AKKUŞ MUTLU
Tabal Krallığı ............................................................................................... 257
Süleyman DEMİRCİ
17. Yüzyıl’da Niğde Sancâğı’nın İdarî Birimi Olarak
Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler .............................................................. 269
Süleyman SOLMAZ
Menâkıb-I Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi ....................................... 281
Süreyya AYTAŞ
Nevşehir’de Mübadil Kültürü ....................................................................... 291
Şaban ÇETİN
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler ...................... 301
Şakir ÖZÜDOĞRU
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği.......................... 327
Şen YÜKSEL
Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi............ 351
Şenay ATAM
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların
Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) ........................................................ 359
Şeyma KEÇE- Seher KEÇE TÜRKER
Çoban Düzünün Turistik Değeri ................................................................... 399
Talip KARAKAYA
Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından
İlkelerini Yeniden Düşünmek ....................................................................... 409
Tugba GÖNEL
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas ............................................... 421
KAPADOKYA, BİR YERALTI YERLEŞİM BÖLGESİ
CAPPADOCIA, AN UNDERGROUND DISRICT
Roberto BIXIO* - Vittoria CALIO** - Andrea DE PASCALE***
ÖZET
Bu tarihi bölgeye dağılmış olan yeraltında kayaya oyulmuş ve çok
çeşitliliğe sahip yapıların saptanması, araştırılması ve belgelenmesi
amacı ile Genova (İtalya)’da yer alan Centro Studi Sotterranei (Yeraltı Araştırmaları Merkezi) tarafından Kapadokya’da 1991’den 2000
yılına kadar çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışma kapsamında tipolojik
bir sınıflandırma öngörülmüş ve seçilmiş bazı yerleşimlerde kentsel
analizler yapılmıştır.
İncelemeler; aralarında Erciyes Dağı, 3.916 m, Hasan Dağı, 3.268
m gibi 19 büyük volkanik etmen ve yüzlerce küçük monogenetik
volkanik merkezin oluşturduğu volkanik kaya yapısında olan yaklaşık 25.000 km²’lik bir alanda gerçekleştirilmiştir. Bunlar, birkaç yüz
metre kalınlığında sağlam bir tortu katmanı oluşturmuş ve sınırlandırılmış birkaç noktada tarihöncesi insanlar tarafından kullanılan
mağaraların bulunduğu kireçtaşı yatağı ortaya çıkmıştır.
Bölgedeki geniş alana yayılmış tüfsü tortuların en önemli özelliği
yumuşak olmasıdır ve bu nedene bağlı olarak meteorolojik etkenler
(erozyon, deflasyon, korozyon, kriyojenik hareket) tarafından oldukça karakteristik biçimlerde (kanyonlar, tanıktepeler, falezler, dereler,
tepeler) oluşmuşlardır. İklim koşulları ve tarihsel olayların etkisiyle,
insanlar; çevrenin litolojik ve morfolojik özelliklerinden yararlanarak
yüzyıllar boyunca bu kayaların içlerine farklı tiplerde odalar oymuşlar, bir ‘negatif mimari’ (yeraltı konutları, çalışma alanları, kiliseler,
mezarlar, sığınaklar, hidrolik tüneller) geliştirmişlerdir.
*
Centro Studi Sotterranei - Via Avio 6/7 - 16151 Genova (Italy), e-posta:[email protected]
** CRS Egeria - Roma - [email protected]
*** Museo Archeologico del Finale, Istituto Internazionale di Studi Liguri sez. Finalese,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
5
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
Yapmış olduğumuz araştırmalar, Kapadokya’nın “yeraltı bölgesinin” özelliklerini farklı açılardan belirlememize olanak sağlamıştır. Bunların ilki, bütün bölgedeki yeraltı yerleşimlerinin coğrafi ve
altimetrik dağılımıdır. Ardından, antropik oyukları (kaya ve yeraltı
oyukları) doğal mağaralardan ayırmak amacıyla, tipolojik açıdan
çeşitlilikleri ele alınmıştır. Ayrıca yerlatı mimarilerinin biçimlerindeki dönüşümleri gösteren ara örnekler belirlenerek tanımlanmıştır
(avlu yerleşimler ve atropik müdahalelere uğramış mağaralar). Aynı
zamanda, çeşitli hipojelerin kullanım amaçlarındaki farklılıklar göz
önüne alınmış; gerçek savaş sığınakları adı altında toplanabilecek
belirli yeraltı yerleşimlerinin, savunma amaçlı düzenlemelerindeki
neden ve teknikler üzerinde özel olarak durulmuştur. Son olarak;
derin erozyon vadilerinde tarıma olanak sağlayan ve suyun tutulması, akıtılması ve taşınması amacıyla oluşturulmuş ve günümüzde de
işlevini sürdüren su sistemleri araştırılarak tespit edilmiştir.
Yeraltı yerleşimlerinin tarihlendirilmelerine ilişkin tarihsel kaynaklar
ve arkeolojik bulguların eksikliği dikkatimizi çekmektedir. Bununla birlikte; söz konusu yeraltı yerleşimlerinin köken ve gelişimlerine yönelik olarak, farklı uygarlıkların (Hititler, Romalılar, Bizanslılar,
Araplar, Selçuklular) yüzyıllar boyunca birbirinin ardından bu bölgeye yerleştikleri göz önünde bulundurularak, tarafımızdan bazı
hipotezler ortaya konulmuştur. Bu bağlamda; Nevşehir Arkeoloji
Müzesi’nden Halis Yenipınar ve Murat Gülyaz’ın da katkıları ile, veriler, bir mağarada bulduğumuz arkeolojik kalıntılar ve Catherine
Jolivet tarafından kaya kiliselerdeki resim programları üzerine yapılan önemli analizler ile karşılaştırılmıştır.
On yıl süren bu çalışma sonucunda elde ettiğimiz verilerden yola
çıkarak bir “Kapadokya yeraltı yerleşimleri haritası” ve altı bölgeye ayrılmış 183 yerleşimi gösteren bir liste ortaya koymuş bulunmaktayız: Aksaray (59 yerleşim); Kayseri (24 yerleşim); Kırşehir (3
yerleşim); Nevşehir (71 yerleşim); Niğde (22 yerleşim); Yozgat (4
yerleşim). İleride yapılacak araştırmaların bu listeyi daha da genişleteceğinden kuşku duymuyoruz. Aslında burada, Jolivet’in kaya
kiliselerin sayısının 600’den fazla fazla olduğunu tahmin ettiğini ve
Centro Studi Sotterranei’nin bunları araştırmaların özellikle dışında
tuttuuğunu belirtmek gerekmektedir. Bunu yapmamızdaki amaç,
çalışmamızda, aynı öneme sahip olan, fakat daha az bilinen yerleşimlere ağırlık vererek Kapadokya’nın kültürel ve doğal mirasının
daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır.
Anahtar Kelimeler: Yeraltı ve Kaya Yerleşimler, Tipoloji, Kentsel
Analizler
6
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
ABSTRACT
From 1991 to 2000 the Centro Studi Sotterranei (Centre for Underground Studies), located in Genoa (Italy), performed every year
research campaigns in Cappadocia, with the aim of locating, exploring and documenting a large sample of underground and rocky
structures scattered in this historical district. A typological classification has been proposed and an urbanistic analysis of some selected
underground settlements has been performed.
The investigations developed in an area of about 25.000 sq. km,
made-up mainly by rocks of volcanic origin produced by 19 great
volcanic apparatus, among which the Erciyes dağı, 3.916 m, and
the Hasan dağı, 3.268 m, and by hundreds of smaller monogenetic
volcanic centres. They originated a powerful deposit, few hundred
meters thick, from which, in few circumscribed points, the limestone bedrock emerges; here natural caves used by prehistoric men
have been found.
The most relevant feature of the district is given by the extended
tufaceous deposits that, thanks to their softness, have been deeply
modelled by meteorological agents (erosion, deflation, corrosion,
cryogenic action) in very characteristic shapes (canyons, buttes,
cliffs, calanques, pinnacles). Inside these rocks man has dug, during the centuries, rooms of several types, developing a “negative
architecture” (underground dwellings, working spaces, churches,
burials, shelters, hydraulic tunnels), exploiting the lithological and
morphological characteristics of the environment, pressed by climatic conditions or historical events.
The surveys allowed us to outline the features of the “underground
district” of Cappadocia according to different aspects. First, from
the point of view of the geographic and altimetric distribution of
the underground settlements all over the territory. Then, according
to their typological variety, to distinguish anthropic cavities (rocky
and underground cavities) from natural caves. Also, intermediate
specimens representing transition forms of underground architectures have been identified and described (courtyard settlements
and caves with anthropic interventions). At the same time, we took
into account the differences in the destination of use observed in
the various hypogea; special attention has been given to the reasons and the techniques of the defensive organization of some particular underground settlements that can be classified as real war-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
7
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
shelters. Finally, we have studied and described the ancient hydric
systems of catching, draining and carrying water, still in function at
present, to allow an agricultural use of deep erosion valleys.
With regard to the dating, we noted a shortage of historical sources and archaeological evidence concerning underground settlements. Nevertheless, we proposed some hypotheses about their
origin and development, which take into account the succession
along the centuries and the overlap on the territory of different
civilizations (Hittites, Romans, Byzantines, Arabians, Seljucks), comparing the data with the archaeological remains we found out in
one cave, in collaboration with Halis Yenipınar and Murat Gülyaz
of the Archaeological Museum of Nevşehir, and with the valuable
analysis of the painting cycles of the rocky churches elaborated by
Catherine Jolivet.
Thanks to the data collected in ten years of activity we implemented
a “map of the underground sites of Cappadocia” and a list of 183
settlements, divided in six districts: Aksaray (59 sites); Kayseri (24
sites); Kırşehir (3 sites); Nevşehir (71 sites); Niğde (22 sites); Yozgat
(4 sites). We are sure that further investigations may substantially
increase this list. In fact, let us only mention the rocky churches that
Jolivet estimates to be more than six hundred, and that have been
deliberately excluded from the researches by Centro Studi Sotterranei, since we intended to devote more attention to less documented, but equally crucial sites for a comprehensive understanding of
the cultural and landscape heritage of Cappadocia.
Key Words: Underground and Rocky Structures, Typological Classification, Urbanistic Analysis
1. Introduction
Cappadocia, in central Turkey (Figs. 1, 2), is one of the most interesting
district in a land, the ancient Anatolia, full of historical and artistic testimonies since the Palaeolithic (Esin, 2000). In the 1990s’ years of the past
century the Centro Studi Sotterranei (Centre for Underground Studies),
located in Genoa (Italy), has been performing research campaigns in the
region, riddled with underground and rocky structures of extreme interest, largely unknown both to scholars and to the public.
During our pluriannual activity in Cappadocia, started in 1991, we tended
to exclude from our investigations hypogea like rocky churches, which
were already largely well documented: as a matter of fact, Jolivet (Jolivet-
8
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
9
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
Levy, 1997, p.6) estimates them to be more than six hundred, often of
very high artistic quality. We preferred to concentrate on the less documented hypogea, equally crucial for a comprehensive understanding of
10
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
the cultural and landscape heritage of Cappadocia. Figures 5, 6, 7, 8, 9,
10, 11, 12, 13, 14 show the map of the 183 underground sites that have
been identified and explored in large part. We divided them in six districts, named after their main towns: Aksaray (59 sites), Kayseri (24 sites),
Kırşehir (3 sites) Nevşheir (71 sites), Niğde (22 sites), Yozgat (4 sites). We
point out we are conscious we have located only a part of the huge rupestrian heritage of Cappadocia that, we believe, it might be wider than
the double, not considering each single rocky church.
Our aim was to locate, explore and document a substantial sample of
these structures, in order to achieve an overview of their main characteristics. The main result of our investigations is a typological classification
of the structures, together with an urbanistic analysis of some selected
underground settlements. A large corpus of photographic documentation on historical sites, landscapes and present every day life accompanies
our study.
2. The Investigated Area And The Surveys
We covered an area of about 25.000 km2, at a height between 1.000
and 1.500 m on sea level, mostly at about 1.200 m. The area is made-up
mainly by rocks of volcanic origin produced by 19 great volcanic apparatus, among which the Erciyes dağı, 3.916 m, and the Hasan dağı, 3.268
m, and by hundreds of smaller monogenic volcanic centres (Fig. 22). They
originated a powerful deposit, few hundred meters thick, from which,
in few circumscribed points, the limestone bedrock emerges; here natural caves used by prehistoric men have been found (Managlia, Pagano,
1992, p. 101). The most relevant feature of the district is given by the
extended tufaceous deposits that, thanks to their softness, have been
deeply modelled by meteorological agents (erosion, deflation, corrosion,
cryogenic action) in very characteristic shapes (canyons, buttes, cliffs, calanques, pinnacles). Inside these rocks man has dug, during the centuries, rooms of several types, developing a “negative architecture” (underground dwellings, working spaces, churches, burials, shelters, hydraulic
tunnels), exploiting the lithological and morphological characteristics of
the environment, pressed by climatic conditions or historical events.
The surveys allowed us to outline the features of the “underground district” of Cappadocia from different points of view. First, from the point
of view of the geographic and altimetric distribution of the underground
settlements all over the territory. Then, according to their typological va-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
11
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
12
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
riety, to distinguish anthropic cavities (rocky and underground cavities)
from natural caves. Also, intermediate specimens representing transition
forms of underground architectures have been identified and described
(courtyard settlements and natural caves with anthropic interventions). At
the same time, we took into account the differences in the destination
of use observed in the various hypogea; special attention has been given
to the reasons and the techniques of the defensive organization of some
particular underground settlements, that can be classified as real warshelters. Finally, we have studied and described the ancient hydric systems
of tapping, draining and carrying water, still in function at present, to allow an agricultural use of deep erosion valleys.
3. Tipology Of The Settlements
In Cappadocia we can distinguish three category of underground spaces:
- Natural caves, developed by natural events, sometime with anthropic
remains.
- Anthropized caves, that is natural caves partly modified by men. We can
consider this type of caves like a transition to artificial cavities.
- Anthropic cavities, that is artificial cavities fully excavated by men in the
living rock.
Natural caves are located in carbonates rocks. Enormous and only partially
explored karstic systems are inside the Ala Dağlari, the limestone mountains
south-east of Niğde, just on the limit of the region. But small caves have
been found also in small calcareous rocks, scattered in the heart of Cappadocia, outcropping from the tufaceous deposits. The more important one
is the cave of Civelek, north of Gülşehir, where Centro Studi Sotterranei
found out prehistoric pottery remains, now in the museum of Nevşehir.
In Cappadocia we know only one antropized cave. It is located in the village of Değirmenli, 20 km north-east of Niğde, in the limestone deposits
bordering on tufaceous territory. It is matter of a fully natural cave inside
which there are some dry-stone built enclosures and, above all, there
are defensive devices, exactly the same as the ones defending the artificial underground shelter (millstone doors, with slabs and pilasters) in the
northern territory. We can consider this cave as an example of “minimum
human intervention” .
Artificial cavities are, doubtless, the more developed and widespread cat-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
13
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
14
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
egory. It concerns simple spaces (tombs, water-tanks, pigeon houses), or
more complicated artefacts (churches, monasteries, dwellings); but the
cavities may reach the complexity of large villages in rocky walls, or develop the extraordinary labyrinths of underground shelters and towns,
either horizontal or on various levels, down until 50 m below ground
level, or hydric systems.
It is convenient to distinguish between rocky structures and underground
structures. The former ones are made up by rooms dug in the portion of
rock close to the exterior and above ground level, and are found on the
walls of canyons, buttes, pinnacles (rocky cones). The latter ones penetrate deeply into the rock, either directly under ground level, or into a
butte or a hillside.
3.1 Rocky Structures
Cone dwellings/villages.
Erosion has shaped the soft volcanic deposits in a large variety of shapes,
among which very remarkable are the rocky cones locally known as «peri
bacaları» or «fairy chimneys». Many of these have been dug to obtain
hermitages, dwellings, stores. The various cone structures are connected
through an external net of roads (Göreme).
Cliff (or wall) dwellings/villages (Fig. 17).
They consist mostly of dwellings dug into cliffs overhanging the valleys.
The rooms inside communicate each other through horizontal tunnels or
vertical shafts, and may be arranged on more than one level; rooms on
the external surface of cliffs may have small windows. The roads develop
outside the settlements, and lead to the cultivated areas (Tatlarin, Acıgöl,
Zelve). Sometimes the collapse of large portions of the soft tuff allows to
have a look at the interior of the settlements, as to form an architectural
cross section.
Rocky Castle-villages.
These settlements are similar to the wall villages, but with a special location. They are dug inside big rocky towers (Ortahisar, Uçhisar), on overlying levels up to the top. Possibly, they were initially defensive structures.
Rocky Courtyard settlements.
They are a particular form of rocky structure that we might consider as
an intermediate model between the rupestrian and the underground settlements.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
15
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
16
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
In the most common case, the settlements of this type are arranged
around a space bound on three sides by rocky walls, forming a natural
or partially dug enclosure inside a hill slope or cliff, open on the fourth
side toward the valley (Bixio, 2002). They are often of religious characters (churches, monasteries) as - just to name a few - the case of Hallaç Manastır in Ortahisar, Aynalı Kilise in Göreme, the several courtyard
complexes known as Açık Saray near Gülşehir (Rodley, 2010, pp. 11-150)
and those of Çanlı Kilise in the district of Aksaray (Ousterhout, 2005, pp.
79-114, 141-155), even though he believes most of them are civil and
not ecclesiastic settlements. Less common are the settlements excavated
around a courtyard enclosed on all the four sides, like a large shaft, obtained digging in the open from the flat top of a cliff, and going down
vertically; a tunnel leads to the outside. We can recall Eski Gümüş near
Niğde (Bixio, 2002, p. 203; Rodley, 2010, pp. 103-118), Dulkadirli Inlimurat (Karşıyaka), in Kırşehir district (Bixio, 2002, pp. 201-202) and several
cases in Güllükkaya and Yaprakhisar, near Selime at the northern opening
of the Peristrema/Ihlara valley (Kalas, 2005; 2006).
Rocky monasteries.
Likely the most frequent structures in the region are the rocky settlements of religious character, covering a long period, from the fifth to
the thirteenth century, some of which remained in use till the sixteenth
century (Jolivet-Levy, 1991). They are found inside the pinnacles, on the
walls of natural amphitheatres, or under ground level (De Jerphanion,
1925-1942; Thierry, 1971; 1981; Jolivet-Levy, 1991; 2001). Let us remind
that, anyway, one finds also masonry churches built on the ground (Derinkuyu, Viranşehir, and so on). Generally, these settlements consist of
churches (see later) and of facilities related to cenobitic life (kitchen, refectory, library, monastic cells, pilgrim accommodations). Burials may be
found in separated chambers or in graves dug under the pavement of
underground rooms. Sometimes the monasteries are provided with interior areas protected by defensive devices (underground shelters, see
later), as many other underground settlements. The overall organization
of rocky monasteries offers a large variety of forms: most of them are of
rocky courtyard type.
Rocky churches.
Churches and chapels may be found both in monasteries and isolated.
They are often associated with cliff villages, underground shelters, under-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
ground towns. The typical architectonic elements of masonry churches
are present, but of course as pure ornament and not as structural elements; they can be quite complex, with columns, naves, domes, narthex,
iconostasis, and decorated with frescoes and bas-reliefs.
Rocky tombs.
In Cappadocia there are different types of tombs, of various ages: mounds,
masonry tombs, rocky tombs. Rupestrian tombs, that is excavated in solid
rock, are, in turn, of three types: chamber tombs, that is room-like excavated in the wall of cliffs or boulders; graves, or hole-tombs, excavated
in the horizontal surface of rocky outcrops and on the top of cliffs; floorgraves, excavated under the trampling level inside rupestrian buildings,
like churches, chapels, hermitages.
Rocky pigeon-lofts (dovecotes).
The number of pigeon-lofts dug into the valley slopes is large indeed, testifying the past importance of pigeons in local economy. These structures,
of small dimension, are mostly found in the canyons, close to the cultivated areas (Gülyaz, 2000). They are positioned high up above ground level,
and generally present great difficulties of access, to protect doves from
predatory animals. The pigeon-lofts consist of a series of small windows,
often painted with geometric, animal and plant - rarely human - stylized
patterns of various colours over a white background; the ornaments on
dovecotes, sometimes as carpet motives, represent an interesting examples of Turkish-Ottoman popular paintings of the 18th - 20th century, made
with colours derived from mineral (iron oxide) and vegetable resources;
they have a side door to allow inspection, a door that can be reached
through impervious footpaths or by means of foot-holds dug on the surface of the overhanging walls. The inside of rocky pigeon-lofts is made
of one or more rooms, sometimes overlying each other, dug up to man’s
height. On the inside walls there are rows of small niches where pigeons
nest. From information collected locally, it seems that the main purpose
of pigeon breeding was not to get food, but to collect guano. Given the
difficulty of reaching the pigeon-lofts, the dove’s manure (guano) was
collected only once or twice each year. Apparently, pigeon breeding came
to an end with the introduction of chemical fertilizers. Most of the Cappadocian dovecotes are to be found in the valley around Üçhisar and
Ortahisar, in Güvercinlik Valley or Çat valley nearby Nevşehir, in Soğanlı
valley in the boarders of Kayseri, in Üzengi Valley near Ürgüp, sometimes
18
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
in close proximity to churches and monasteries (Giovannini, 1971; Tuna,
Demirdurak, 2010, pp. 160-165). A particular type of underground dovecotes dug in the rock are documented in the Kayseri area in Gesi town.
Here dozens of large tower stone structures are the access to cavities each
of which accommodates hundreds of niches for dove nests (Imamoğlu et
al., 2005; Amirkhani et al., 2010, pp. 48-50).
Rocky apiaries.
The word apiary indicates an array of beehives. Only very recently the
existence of rocky apiaries has been recognized in Cappadocian valleys
(Bixio et al. 2002; Bixio et al. 2004), in the area between Ürgüp, Üçhisar,
Göreme, Ortahisar and Çavuşin (district of Nevşehir), and in the valley
of İhlara (district of Aksaray) and in the valley of Soğanli (district of Kayseri). Today are known more than 50 rocky apiaries, catalogued by Gaby
Roussel in 2006 and 2007 (ROUSSEL, 2006; 2008), each of them, despite
having its own peculiarities, has general features (apiaries with room fully
excavated into the rock), similar to the structures documented by Centro
Studi Sotterranei in 2001 and 2003. The study of one of them, still in use
even if only partially, allowed to understand their functioning with some
certainty. As the rocky pigeon-lofts, they are generally, but not always, located high up on rocky walls. From the outside, one sees vertical rows of
small holes (flight holes) and arrays of vertical slits, plus a small door. Figure 21 shows the sketch of one of the most complex of the apiaries: on
the shelves, corresponding to the holes, the bees built their honeycombs
directly, without others containers, while the compartments without
shelves, corresponding to the slits, accommodated superimposed rows of
baskets-shaped beehives. These latter ones, being movable, allowed to
move the beehives according to blooming. The bees entered the apiary
through the holes and the slots. At least two of the apiaries - the bigger
ones - appear related to monastic settlements found in the neighbourhood; others, smaller and simpler, were likely part of the economy of one
single family.
3.2 Underground Settlements
As mentioned before, these are the structures dug directly under ground
level or, sometimes, into a butte, a cliff or a hill slope, but extending
deeply into the rock. They may develop on one level only or on overlying
levels; in the latter case, all the entrances are found on the first level, the
one close to the campaign level. The road network and all other facilities
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
are located underground, so that the various rooms are connected by
tunnels. A characteristic feature of underground settlements is given by
special defensive devices, such as “millstone-doors”, which allowed to
isolate and defend large sectors of the underground system. According
to their extension and destination, various types of underground structure may be recognized: underground towns, shelters, monasteries and
churches, and the special case of underground hydraulic systems.
Underground shelters and underground towns.
At variance with the rocky structures described before, characteristic of
the environment of erosion valleys, these structures are generally located
in open zones of the upland, where hiding places are not easily found.
The first level may be dug directly under ground level (e.g., Derinkuyu) or
into low buttes rising over the ground (e.g., Filiktepe-Ovaören). Most of
these structures are better defined as shelters rather than towns, a definition deserved perhaps only by the extraordinary extension and complexity
of the structures at Derinkuyu and Kaymaklı.
Underground Shelters.
The underground shelter relative of Göstesin is adjacent to the village of
Göstesin-Ovaören Köy, nearby Gülşehir, which lies close to the southern
slopes of a modest butte (Castellani, 1995; 2002a). At ground level, various large hypogea are dug into the tuff, showing signs of use as storehouses and shelters for domestic animals. It is important to remind that in
Cappadocia winters are extremely rigid and summers are very hot, so the
use of rooms dug into the tuff appears well justified. But these hypogea
show the interesting features of narrow tunnels opening in the tuff, leading towards the inside of the butte, and with the entrance always defended by one or more millstone-doors. The investigation of the underground
system has shown the presence of a few independent sub-systems (Figs.
15 and 18), each composed by an ensemble of rooms interconnected by
tunnels, both defended by millstone-doors, as are defended by similar
doors the openings on the outside. Various devices are implemented to
reinforce the efficacy of the millstone-doors: right angles in the tunnels,
sudden decrease in their height, etc. To be mentioned the presence of
wells that reach the water bed. The size of the whole hypogeum is much
smaller than that of the so-called underground towns; the structure was
likely a temporary hiding place for a small group of humans and animals
20
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
during raids or transits of armies (Fig. 16).
The underground system at Filiktepe-Ovaören Köy (Gülşehir) appears
much larger and more complex than the one at Göstesin, with the puzzling feature of not being apparently related to any local village (Castellani, Pani, 1995; Castellani, 2002b). The maps in Fig. 15 show the overall
plan of the shelter, consisting of many sub-systems, as in the case of
Filiktepe. In each sub-system it is possible to distinguish an external layer
of rooms, with many entrances, from which one enter a complex system
that penetrates deeply into the butte. Many are the large rooms, sometimes equipped to host domestic animals, sometimes with cavities on
the walls and on the floor that suggest their use as storage rooms; one
finds also many wells, and at least one of the sub-systems develops on
more than one level. The shelter develops beyond the limits of the butte,
reaching the open fields. The millstone-doors are everywhere (at least 40
of them) and present a variety of devices to face attacks from outsiders. A
possible interpretation of such a complex structure is that the community
lived in the more external rooms, stored food in the interior, and retired
inside the redoubt when peril appeared (Fig. 18).
Underground towns.
By far the most complex and articulated among the underground settlements is the site of Derinkuyu. A complete investigation of this structure
is not yet available, due to its size, depth, number of levels and inter-connections (Demir, 1990; Triolet, 1993; Bixio, 1996; Bixio, Castellani, 2002a;
Okuyucu, 2007). A first feature appears evident: the site is composed by
many “satellite system” (Fig. 19). The best known of these systems is the
one open to the public (Derinkuyu 1 in our notation), that develops in
a sort of helicoids around a central shaft, intercepted various times on
different levels. By the way, the shaft gives the name to the complex (Derinkuyu = deep shaft). According to Demir (1990), it reached the water
bed, while now it is partially filled by the debris deriving from the works
of adaptation in the tourist section. Other three systems appear built in a
similar way around a central shaft (Fig. 19), but occlusions and destruction prevent a safe conclusion. According to information collected locally,
the various systems were connected each other through tunnels, now
partially destroyed.
An organization of this type allows to move easily from one point to
the other, in case of conquest of a section by the enemy, as well as to
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
21
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
counter-attack through hidden exits. Schematically, Derinkuyu develops
on three levels (with intermediate levels), down to a depth of about 50
m. In the first one, just below ground level, all the entrances to the underground are located; in this section, no protective device, such as the
millstone-doors, is found: likely because the entrances were hidden inside the buildings of the village in the open. From here one goes down,
through descending corridors, to the second level, that may be considered as the “residential section”. It is most extended and complex of
the system, defended by millstone-doors, sometime multiple ones. Here
are found large spaces free from defending devices, shelters for animals,
wells for water supply. At a lower level, the deepest section, connected
to the previous one by a long, steep and narrow passage, with sudden
changes in direction and provided with multiple closing devices: perhaps
the last refuge (redoubt) of the besieged.
Hydraulic systems.
The investigations in the territory of Cappadocia have revealed the presence of other ancient underground structures that testify, as much as the
underground settlements, the intelligence and the determination of the
population in the exploitation of all the opportunities offered by the environment. Along the walls of many valleys, a large number of entrances to
tunnels have been observed, whose origin was unknown to local people.
The morphology of the tunnels appear very similar to that of the well
known ancient hydraulic tunnels, so common in the volcanic territory
in Central Italy (Castellani, 1999). It was decided to perform a thorough
study in two of the largest valleys, the Meskendir vadisi and Kılıçlar vadisi
(Fig. 20). The first part of each valley consists of a deep canyon, dug by
the running waters; advancing in the valley, the bottom does not show
any sign of a river bed: it is made up by terraces mostly cultivated with
fruit trees. Watering is achieved through small tunnels, dug into the side
walls, that reach the water table. A first hydraulic system is given by the
main underground channel (main collector), that gathers rainwater and
carries them inside tunnels along the walls, keeping them far from the
valley bottom. This intervention has cleared the valley floor from running
water and from floods, allowing cultivation. The second system is formed
by the numerous small tunnels opened inside the walls to tap water from
the water table: many of these are still working.
22
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
It is possible to follow the main collector from the valley head to its end,
for about 3.5 km. All along, one meets, inside the collector, the mouths
of many smaller tunnels that drain rainwater from the side valleys. The
whole complex system gives an idea of the quality and the dimension of
the impressive work performed by the population to rescue the valleys for
agricultural purposes (Castellani, 2002c).
Tanks to some very impressive evidences of deepening of the original section of the tunnels, from 180 cm of height up to 4 metres, we note that
erosion must have been working for a very long time, suggesting quite an
old age for the system, perhaps Byzantine, perhaps older.
As a concluding remark, we notice that the incentive for such a complex
and hard work of water regulation likely came from the harsh winter
climate and scarcity of water in surface. The valleys, protected from the
winds and supplied of water through tunnels tapping the water table,
allowed a flourishing agriculture, otherwise impossible, probably since a
very long time.
4. Defensive Devices
A characteristic feature of (almost) all the underground settlements in Cappadocia are the massive stone doors placed as defensive devices both at
the entrances and at selected points in the interior, independently of the
size of the structure (Bixio, Castellani, 2002b). The most common device is
the mill-stone door, found from the south border (Eski Gümüş, Niğde) to
the north, in the province of Kırşehir. The largest shelters (Derinkuyu, Filiktepe) have mill-stone doors strategically distributed in the whole system,
but also modest systems composed by few rooms exhibit one or more of
these devices. This occurrence confirms that underground settlements and
stone doors are part of a cultural and technical inheritance common to all
the population of the Cappadocia region (Triolet, Triolet, 2002).
The door consists of a stone cylinder, with a diameter (100 to 160 cm)
about six times the thickness (20 to 30 cm). Once placed vertically, it can
be rolled on the floor as a wheel, to block an entrance. Their names derives from their resemblance to mill-stones. These doors appear, in a lot
of cases, cut into a material substantially harder than the room where
they are placed. So, the builders of the underground structures had to
look for a suitable quarry for their doors and had to carry them inside
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
23
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
many underground systems, showing how important were these devices
for the safety of the shelters. At the same time, the good matching of
the door diameter and the size of the tunnels suggests again that the
whole enterprise of building an underground structure was the result of
accurate planning.
The handling of the millstone-doors required the space necessary to roll
the doors in a safe position, that is, such to avoid an easy overturning. To
this purpose, the stone doors, once closed, have to be blocked. This can
be achieved in various ways, the most common ones being by means of
sockets in the walls and pillars and/or slabs. The millstone-doors are generally located either along a tunnel or where a tunnel enters in a larger room.
With few exceptions, the millstone-doors have a central hole with a diameter between 10 and 20 cm, on the average. This hole allowed the
defenders to keep under control the tunnel and to repel the besiegers
by means of arrows and spears. A few millstone-doors have been found
without the hole: in this case there are other defence devices, like small
holes in the ceiling to allow the defender to stab easily the enemy as soon
as he approached the millstone-door. In other cases, the absence of the
hole seems to imply a situation of imminent danger and lack of time to
complete the defensive works.
Other closing systems may be found, such as shield-doors - stone slabs
inlaid in frames along a tunnel or on top of shafts - and wood doors.
5. Dating The Underground Structures
The long history of human presence in Cappadocia goes back to Lower and Middle Palaeolithic Age, with assemblages in good context in
Kaletepe Deresi 3 (Slimak et al. 2004; 2008), a few kilometers on the
eastern slopes of Göllü Dağ in Niğde district, the longest open-air Palaeolithic sequence excavated in Turkey, as well as the first in situ Acheulean
industry documented in Anatolia with a succession of deposits including
microtephra from multiple eruptions, the lowermost of which likely dating to the Lower Pleistocene (780.000 years ago) (Tryon et al. 2009).
Cappadocia also retain important findings of the Pre-Pottery Neolithic period with Aşıklı Höyük (Aksaray), a densely clustered settlement type with
intramural burials and many burial gifts (Esin, Harmankaya, 1999; 2007).
Furthermore are well documented Neolithic, Chalcolithic and Bronze Age
24
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
sites represented by several mounds such as Alişar Höyük (Yozgat), Acemhöyük (Aksaray), Köşkhöyük (Niğde), Kültepe (Kayseri) (Esin, 2000) and
the cave of Civelek (Gülşehir) (Managlia, Pagano, 1992; Gülyaz, 2010,
p. 8).
Well documented are the following historical periods with the presence
in Cappadocia of findings related to the Hittites, Phrygians and Assyrians, Cilicians, Romans and Byzantines (Equini Schneider, 1994; Akyürek,
2000; Darga, 2000; Tekin, 2000; Gülyaz, 2010, pp. 10-18).
Instead, no historical data are available on the underground settlements
in Central Anatolia (Urban, 1973b), not even in relation to the relatively
recent Byzantine settlements (Thierry, 1989; Jolivet, 1997). For example, some archaeological findings in the rocky monastery of Eski Gümüş
(Niğde) were discovered and studied almost fifty years ago, when medieval archeology was in its infancy and many pottery classes were not still
clearly defined (Gough, 1964; 1965), and only a most recent work was
performed twenty years ago by the Museum of Niğde with few other
finds (Faydalı, 1991; 1992). Today new studies and reviews of materials
already known are really necessary.
We are left with the archaeological evidence, a useful tool for rocky
churches, whose paintings and dedicatory inscriptions give reliable information on the epoch of construction. Unfortunately, no such hints
are available for underground settlements, completely empty except for
minor finds: few Byzantine ceramic fragments, few jars still in the floor,
stone mortar, some animal bones. The underground systems show no
deposit to be investigated and have been left totally unguarded for centuries, after the end of their attendance.
Since nothing meaningful is found inside the settlements, we can resort
to finds in the surroundings. Even in this case, not much can be safely
concluded. Three Hittite inscriptions have been found near as many underground systems: Gökçetoprak (the ancient Sivasa), Ağıllı (near Acıgöl,
formerly Topada) and Karaburna. Urban (1973a; 1973b; 1973c; 1986)
considers possible a connection with these systems, but it is to be noticed
that the inscriptions apparently make no mention of the artificial cavities
to which they should be related. Again Urban suggests a relation among
a few underground structures and the remains of archaic forts in the surroundings. Some more remarks of this kind could be mentioned, but they
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
25
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
result equally fragile. Similarly, the possibility of relations with Phrygians
and Assyrians rests on uncertain interpretations of a document on the
war among the two powers (Urban, 1986).
Among ancient documents, the Anabasis by Xenophon (around 400
B.P.E.) gives important information on underground structures, even if
not directly related to Cappadocia settlements. The Greek historian describes underground dwellings in Anatolia which, from a reconstruction
of the march of the 10.000 Greek warriors back to their homeland, appear located in Armenia (Urban 1973b), we think near the ancient Ani
or modern Kars. These dwellings are described as having an entrance on
the soil that looks like a shaft, but with wide rooms inside; men enter by
means of ladders, animals through special passages; water and various
cereals are stored in appropriate containers. From the text, the dwellings
appear as permanent and not as temporary shelters. Let us remind that
near Ani are present still today numerous structures dug into the rocks,
even if not of the type described by Xenophon. Before, on their trip towards Babilonia, the Greek army passed close to the southern border of
Cappadocia but no reference is made to underground structures. A fact
to be stressed is that, when Xenophon meets with underground shelters,
he recognizes and mention them (in the country of the Taochi and of the
Chalybes or Chaldoi, tribes of proto-Georgians).
The important point to be inferred from this document is that the technique of digging underground or rocky dwellings was well established in
400 B.P.E. in a region, Armenia, next to Cappadocia, with similar geologic
and climatic conditions. Perhaps it is not too bold to assume this date as
a plausible term ante quem for the most ancient underground Cappadocian systems. Underground structures are mentioned by other Greek and
Roman authors. Varro (116 - 27 B.P.E.) reports of granaries, generically
described as in underground cavities, existing in Cappadocia and Thrace
(De re rustica, 1, I.57); the fact is mentioned also by Pliny the Elder (Naturalis Historia, III.18). Always Pliny, speaking of pigments, also refers of
the “red lands” of Cappadocia, effusa e speluncis, that means extracted
within the caves (Naturalis Historia, XXXV.13).
Oddly enough, Strabo (63 B.P.E. - 25 P.E.) gives an ample description
of Cappadocia, including volcanoes, salty lakes, underground rivers (Geography, 12.2.3; 12.2.5; 12,2,7), but without any mention not only of
26
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
underground structures, but also ignoring the characteristic and often extraordinary landscape of so many places in the region. On the other hand,
it is also true that, of all the sites in the heart of Cappadocia, he mentions
only the temple dedicated to Zeus near Venasa (Avanos), ignoring many
others that, at his time, surely were of some importance (Malagobia-Derinkuyu, Enegobi-Kaymaklı, Zoropassos-Gülşehir, Topada- Acıgöl).
More accurate chronological information come from the studies performed by several specialists on paintings and plasters of the rocky
churches of the region, which number is considered beyond 600 units
(Jolivet, 1997, p. 6). In particular Thierry and Jolivet think the more ancient paintings in rocky churches date back to sixth and seventh century
and go on the whole Byzantine time until the thirteenth century, i.e. beyond the conquest of Cappadocia from the Seljuks, occurred at the end
of eleventh century. It is an exception Yılanlı kilise of Soğanlı which paintings date until sixteenth century (Thierry, 1971), therefore in full Ottoman
time. We believe that in this long period the greater development of the
structures excavated in the rock happened, with special concentration,
with regard to underground shelters, between eighth and tenth centuries. During this period the Cappadocian region, even though remaining
always inside the Byzantine empire, was subject to continuous raids from
Arabian bands – with a cadence of two, three times in a year (Canard,
1983) – coming from the nearby Cilicia, that they tore away from Byzantines since the year 703.
During the second half of tenth century, Leo the Deacon write, with regard
to the expedition of Nicephorus Phocas emperor against the Arabs: ‘Nicephrus [...] arrived in Cappadocia: [people of this region] were then called
troglodytes because they went in holes, in clefts and in the labyrinths, as
well as in caves and in shelters’ (L. Diacre, quoted by Triolet, 1993).
In any case, leaving out of consideration the scarcity and vagueness of
specific sources about the origin and evolution of the settlements excavated in the mountains, it is evident that: ‘Cappadocia has been seat of a
composite rocky civilization, that had not comparison in the Mediterranean
basin, today testified by the presence in the region of a huge number of
underground structures, differentiate in types and widely scattered on the
territory, such as to represent a phenomenon sole in the world for size, with
relevant historical and urbanistic interest.’ (Bixio, De Pascale, 2009, p. 133).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
27
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
Bibliography
Akyürek E., 2000, “Fourth to Eleventh Centuries”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 227-395.
Amirkhani A., Okhovat H., Zamani E., 2010, “Ancient pigeon houses: remarkable example of the Asian culture crystallized in the architecture of Iran
and central Anatolia”, in Asian Culture and History, Vol.2, n.2, Toronto,
Canadian Center of Science and Education, pp. 45-57.
Bixio R., 2002, “Gli insediamenti a corte. Un modello di passaggio”, in Bixio
R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee,
Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 191-206.
Bixio R., Castellani V., 2002a, “Derinkuyu, una città nel sottosuolo”, in Bixio
R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee,
Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 243-252.
Bixio R., Castellani V., 2002b, “Dispositivi di difesa nei sotterranei cappadoci”,
in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 265-278.
Bixio et al., 2002 = Bixio R., Dal Cin F., Traverso M., 2002, “Cappadocia: un apiario rupestre”, in Opera Ipogea, 2/2002, Bologna, Società Speleologica
Italiana, pp. 17-28.
Bixio et al., 2004 = Bixio R., Bologna G., Traverso M., 2004, “Cappadocia 2003.
Gli apiari rupestri dell’Altopiano Centrale Anatolico (Turchia)”, in Opera
Ipogea, 1/2004, Bologna, Società Speleologica Italiana, pp. 3-18.
Bixio R., De Pascale A., 2009, ‘Archeologia delle cavità artificiali: le ricerche del
Centro Studi Sotterranei di Genova in Turchia’, in Archeologia Medievale,
XXXVI, All’insegna del Giglio, Firenze, pp. 129/154.
Canard M., 1983, ‘Bisanzio e il mondo musulmano alla metà dell’XI secolo’,
in Storia del Mondo Medievale, vol. II, L’espansione Islamica e la nascita
dell’Europa feudale (Gwatkin et al. editors), Garzanti Editore, Milano, pp.
273/311.
Castellani V., 1995, “Human underground settlements in Cappadocia: a topological investigation of the redoubt system of Göstesin (NE 20)”, in Bertucci G., Bixio R., Traverso M. (eds.), Le città sotterranee della Cappadocia,
Genova, Erga edizioni, pp. 41-52.
Castellani V., 1999, Civiltà dell’Acqua, Roma, System Graphic Ed.
Castellani V., 2002a, “Il sistema di rifugi di Göstesin”, in Bixio R., Castellani V.,
Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 209-224.
Castellani V., 2002b, “Filiktepe: una fortezza sotterranea”, in Bixio R., Castellani
V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto
Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 225-242.
28
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
Castellani V., 2002c, “I condotti idrici della valle di Meskendir”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma,
Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 279-290.
Castellani V., Pani G., 1995, “Filiktepe: a step toward undergrond towns”, in Bertucci G., Bixio R., Traverso M. (eds.), Le città sotterranee della Cappadocia,
Genova, Erga edizioni, pp.53-67.
Darga M., 2000, “Second Millennium B.C.: Middle and Late Bronze Age”, in
Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 125169.
De Jerfanion G., 1925-1942, Une nouvelle province de l’art Byzantine. Les églises
rupestre de Cappadoce, Paris.
Diacre = see L. Diacre
Equini Schneider E., 1994, “Classical Sites in Anatolia: 1993, Archaeological Surveys in Cappadocia”, in 12. Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, Kültür
ve Turizm Bakanlığı, pp. 15-33.
Esin U., 2000, “Palaeolithic Era to Early Bronze age: Prehistoric Cappadocia”,
in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp.
63-123.
Esin U., Harmankaya S., 1999, “Aşıklı”, in Özdoğan M., Başgelen N. (eds.), Neolithic in Turkey. The Cradle of Civilization New Discoveries, Istanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, pp. 115-132.
Esin U., Harmankaya S., 2007, “Aşıklı Höyük”, in Özdoğan M., Başgelen N.
(eds.), Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı Türkiye’de
Neolitik Dönem Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, Istanbul, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, pp. 255-272.
Faydalı E., 1991, “Eski Gümüş Manastırı 1989 Yılı Kurtarma Kazısı”, in I. Müze
Kurtarma Kazıları Semineri (19-20 Nisan 1990 Ankara), Ankara, Kültür
Bakanlığı, pp. 225-234.
Faydalı E., 1992, “Niğde-Eski Gümüş Manastırı Kurtarma Kazısı”, in II. Müze
Kurtarma Kazıları Semineri (29-30 Nisan 1991 Ankara), Ankara, Kültür
Bakanlığı, pp. 255-264.
Giovannini L., 1971. “Il territorio e gli ambienti rupestri”, in Giovannini L. (ed.),
Arte della Cappadocia, Gènéve, Les Éditions Nagel, pp. 67-80.
Gough M., 1964, The monastery of Eski Gümüş. A preliminary report, in Anatolian Studies, 14, pp. 147-161.
Gough M., 1965, The monastery of Eski Gümüş. Second preliminary report, in
Anatolian Studies, 15, pp. 157-164.
Gülyaz M., 2000, “Dovecotes of Cappadocia”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia,
Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 548-559.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
29
Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE
Gülyaz M.E., 2010, Cappadocia. Patrimonio mondiale, Istanbul, Digital Dünyası.
Imamoğlu V., Korumaz M., Imamoğlu Ç., 2005, “A fantasy in Central Anatolian
architectural heritage: dove cotes and towers in Kayseri”, in Middle East
Technical University Journal of the Faculty of Architecture, vol.22-2, Ankara, METU Publications, pp. 79-90.
Jerfanion = see De Jerfanion
Jolivet-Lévy C., 1991, Les églises byzantines de Cappadoce, Paris, Édition CNRS.
Jolivet-Lévy C., 1997, La Cappadoce, memoire de Byzance, Paris, Édition CNRS.
Jolivet-Lévy C., 2001, La Cappadoce médiévale, Saint-Léger-Vauban, Zodiaque.
Kalas V., 2005, “The 2003 Survey at Selime-Yaprakhisar in the Peristrema Valley,
Cappadocia”, in 22. Araştırma Sonuçları Toplantısı, vol.2, Ankara, Kültür
ve Turizm Bakanlığı, pp. 59-70.
Kalas V., 2006, “The 2004 Survey of the Byzantine Settlement at Selime-Yaprakhisar in the Peristrema Valley, Cappadocia”, in 23. Araştırma Sonuçları
Toplantısı, vol.1, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, pp. 253-266.
L. Diacre (Leonis Diaconis), Patrologiae Cursius Migne, tome 117.
Managlia R., Pagano A., 1992, “Una grotta tra i vulcani”, in Speleologia, 27,
Bologna, Società Speleologica Italiana, pp. 100-101.
Okuyucu D., 2007, Derinkuyu Yeraltı Şehri (Derinkuyu Underground City), Master Thesis, Atatürk Üniversitesi - Erzurum, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat
Tarihi Anabilim Dalı, Erzurum.
Ousterhout R., 2005, A Byzantine Settlement in Cappadocia, Washington D.C.,
Dumbarton Oaks.
Roussel G., 2006, “Découverte de vieux ruchers en Cappadoce”, in Cahiers
d’Apistoria n°5 A, pp. 39-46.
Roussel G., 2008, “Ruchers de Turquie”, in Cahiers d’Apistoria n° 7 A, pp. 37-44.
Slimak L., Roche H., Mouralis D., Buitenhuis H., Balkan-Atlı N., Binder D., Kuzucuolu K., Grenet M., 2004, “Kaletepe Deresi 3 (Turquie). Aspects archéologiques, chronologiques et paléontologiques d’une séquence Pléistocène en Anatolie centrale”, in Comptes Rendus Palevol de l’Academie
des Sciences de Paris, 3, pp. 411-420.
Slimak L., Kuhn S., Roche H., Mouralis D., Buitenhuis H., Balkan-Atlı N., Binder
N., Kuzucuolu C., Guillou H., 2008, “Kaletepe Deresi 3 (Turkey): archaeological evidence for early human settlement in Central Anatolia”, in Journal of Human Evolution, 54(1), pp. 99-111.
Tekin O., 2000, “The Kingdom of Cappadocia during the Hellenistic and Roman
Times”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 195-227.
30
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi
Thierry N., 1971, “Le chiese rupestri”, in Arte della Cappadocia, Gènéve, Les Éditions Nagel, pp.129-171.
Thierry N., 1981, “Monuments de Cappadoce de l’antiquité romaine au moyen
âge byzantine”, in Le aree omogenee della Civiltà Rupestre nell’ambito
dell’Impero Bizantino: la Cappadocia, Galantina (Lecce), Congedo Editore.
Thierry N., 1989, “Eski Gümüş, monastère du Vieil Argent”, in Ulysse, 8, Paris,
pp. 16-18.
Triolet J., Triolet L., 1993, Les villes souterraines de Cappadoce, Editions DMI,
Torcy
Triolet J., Triolet L., 2002, “L’organizzazione difensiva”, in Bixio R., Castellani V.,
Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 253-264.
Tryon C.A., Logan M.A.V., Mouralis D., Kuhn S., Slimak L., Balkan-Atlı N., 2009,
“Building a tephrostratigraphic framework for the Paleolithic of Central
Anatolia, Turkey”, in Journal of Archaeological Science, 36, pp. 637-652.
Tuna T., Demirdurak B., 2010, Cappadocia, Istanbul, BKG Publications.
Urban M., 1973a, “Das Rätsel der unterirdischen Städte Südostanatoliens. Erster
Teil: Der Befund”, in Vorland, 6, Pinneberg (Hamburg), A. Beig Verlag, pp.
150-153.
Urban M., 1973b, “Das Rätsel der unterirdischen Städte Südostanatoliens. Zweiter Teil: Geschichtlicher Rahmen und Deutungen”, in Vorland, 7, Pinneberg
(Hamburg), A. Beig Verlag, pp. 174-181.
Urban M., 1973c, “Das Rätsel der unterirdischen Städte Südostanatoliens. Dritte
Teil: Maginotlinie der Frühgeschichte”, in Vorland, 8, Pinneberg (Hamburg), A. Beig Verlag, pp. 205-212.
Urban M., 1986, Geschichte unter der Erde, Jahresschrift des Arbeitskreises für
Erdstallforschung, Heft 12, Roding, Drukerei Johann Premm.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
31
ALAN MARKALAŞMASINDA
BOŞ ZAMAN TASARIM ÜRÜNLERİNİN YERİ
–KAPADOKYA İÇİN BİR DENEME
IMPORTANCE OF DESIGN PRODUCTS IN
PLACE-BRANDING ISSUE –CASE OF CAPPADOCIA
S. Selhan YALÇIN USAL*
ÖZET
Kent ya da daha küçük birimlerin markalaşması konusu akademik
olarak yeni bir alan olmasına rağmen, markalaşan kentlerin algılanması ve tüketimi hızla değişmektedir. Alan markalaşması, hem
tasarım ürünlerinin (kentsel, mimari, iç mimari, endüstriyel) uygulanması, hem de reklam ve pazarlama yöntemlerinin kullanılmasıyla
elde edilmektedir. Ayrıca, alan için belirlenen kimliğin tüm tasarım
ve tanıtım konularında birlik içerisinde kullanılması önemlidir.
Çalışmanın amacı Kapadokya’nın markalaşması konusunun tasarım
ve tüketim açılarından değerlendirilmesi ve öneriler getirilmesidir.
Kapadokya bölgesi, sahip olduğu doğal niteliklerle belli bir tanım
içermekte ve tanınmaktadır. Bölgenin nitelikleri ile bölgede bulunan
boş zaman ürünlerinin/mekânlarının tüketiminin Kapadokya’nın
markalaşmasına ne kadar katkı sağladığı konusu irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Alan markalaşması, Alan kimliği, Boş zaman
tüketimi
ABSTRACT
Although the place-branding issue is a new branch as academic,
perception and consumption of branded cities are changing rapidly.
Place-branding is obtained both applying design products (urban,
architectural, interior architectural and industrial) and using advertising and marketing techniques. Also, applying determined place /
urban identity in all design areas within unity is significant.
* Yrd. Doç. Dr., Haliç Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
33
S. Selhan YALÇIN USAL
The aim of this study is to evaluate and propose suggestions about
branding issue of Cappadocia in terms of design and consumption patterns. Cappadocia has a certain description and it is known
through its natural characteristics. How consumption of leisure products or spaces in this area contributes to place-branding of Cappadocia was researched.
Key Words: Place-branding, Place identity, Leisure consumption
1.Giriş
Tüketim günümüz toplumunun belirgin ve temel etkinliklerinden biridir.
Öyle ki, yaşadığımız kentler veya alanlar da tüketim olgusu bağlamında
değerlendirilmekte ve Costa’nın (2009) da deyimiyle “ürün” haline gelmektedir. Kentin veya alanın kendisi başlı başına bir tüketim nesnesidir.
Artık kentlerin veya alanların kimliği yeniden tasarlanmakta, sunulmakta
ve tüketilmektedir.
Tüketim kültürünün yerleşmesiyle kentler veya alanlar da bir boş zaman tüketim ürünü olarak algılanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, kentler veya alanlar tıpkı bir ürün gibi rekabetçi bir ortam içerisinde değerlendirilmektedir.
Alan markalaşması; kentin veya alanın küresel ortamda rekabet edebilmesi
için tanınırlığının artırılması, kimliği ve sahip olduğu temel faktörlerle anılması ve “tüketilmesi” için strateji geliştirilmesidir (Zhang ve Zhao, 2009).
Zhang ve Zhao (2009), başarılı kent markalaşmasının belirgin bir kimlik
oluşturmaya ve özellikle kentin sahip olduğu temel özelliklerinin (kentin
görünüşü, tarihi, kültürel etkinlikleri, demografik özellikleri, ekonomisi,
kentin algılanışı ve insanların deneyimleri gibi) tanımlanmasına bağlı olduğunu belirtir. Artık günümüzde, kent veya alanın sahip olduğu doğal güzelliklerin yanında bir tema dahilinde belirlenen kimliği ve bu kimliğin tüm
kentteki öğelerde, boş zaman mekanlarında uygulanması ve tanıtımlarda
sunulması ve vurgulanması önem kazanmaktadır. Smidt-Jensen’e göre
(2006), kimlik kentin çeşitli karakteristiklerinin sentezlenmesiyle elde edilmeli, tek ve değiştirilemez olarak belirlenmelidir. Zhang ve Zhao (2009),
kentlerin halkı tarafından da algılanan belli kimliklerinden bahseder; New
York farklılık ve dinamizmi, Paris romantizmi, Milano stili, Tokyo modernizmi simgeleyen kentlerdir.
Alan markalaşması terimi son 10 yılda yaygınlaşmaya başlasa da, kentlerin
küresel ortamda rekabet edecek ürünler gibi algılanması ve buna yönelik
çalışmalar yapılması hızla artmaktadır. Kenti yeniden canlandırma (urban
34
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme
revitalization) çalışmaları olarak da nitelenen bu çalışmalar, kent yönetiminin kentin temel faktörlerini de dikkate alarak net bir kimlik belirlemesi ile
gerçekleştirilebilmektedir. Kent ve alan markalaşması çalışmaları, sonucu
uzun vadede alınabilecek stratejik yapılanmayı sağlamaktadır.
Çalışmanın amacı, Türkiye’nin en önemli turizm alanlarından biri olan Kapadokya1 için alan markalaşması çalışmasının önemine dikkat çekmek, bu
çalışma içerisinde bölgede bulunan boş zaman ürünlerinin/mekânlarının
(müze, alışveriş alanları, konaklama alanları, yeme-içme mekânları, kültürel etkinlik alanları vb) tasarımının yerini irdelemek ve stratejik yapılanma
için öneriler sunmaktır.
Kapadokya tanınan bir markadır ve önemli ölçüde yabancı ve yerli turisti
çeken bir alandır. Ancak, alan markalaşması için uzun vadeli stratejik yapılanma hem bölgeyi farklı yönelimlerden koruyacak, hem de algılanması ve
tüketimi konusunda bilinçli bir yaklaşım benimsenmesini -hem yerel yönetimler, hem orada yaşayan halk, hem de ziyaret edenler, ziyaret etmeyi
düşünenler tarafından- sağlayacaktır.
2. Alan Markalaşması ve Tasarım
Tasarım konusu, alan markalaşması içerisinde geniş bir çalışma alanıdır.
Net olarak belirlenen kimlik, kent veya alanın temel özellikleri ve kullanıcı,
alan markalaşmasına yönelik tasarım çalışmalarında dikkate alınması gereken temel öğelerdir.
Karavatzis (2004), kentin markasına ilişkin birincil iletişimin kentsel/peyzaj stratejileri (kentsel tasarım, mimari tasarım, kamu alanları ve halka
açık yerlerde sanatın sunumu), organizasyonel yapı (halkın katılımı, sosyal
grup bağlantıları, kamu-özel sektör ortaklıkları), davranış (kent vizyonu,
nitelikli hizmet, etkinlikler, finansal teşvikler) ve altyapı (erişebilirlik, kültürel olanaklar ve turizm olanakları) ile sağlanacağını belirtir. İkincil iletişim
yolu ise, reklam, halkla ilişkiler, grafik tasarım ve kentin kimliğini ifade
eden slogan vb çalışmalar yoluyla elde edileceğini de ekler. Karavatzis
(2004) kent/ alan markalaşmasında tasarımın ne kadar etkin olduğunu
açıkça ifade eder.
Alan markalaşmasında temel kavram olan kimlik oluşturulması konusu,
kentin sahip olduğu temel özelliklerin dikkate alınmasıyla oluşturulacak
stratejik bir yapılanmadır. Karavatzis ve Ashworth’un (2007) da önemle
vurguladığı gibi sadece logo tasarımı ve görsel bir düzenlemeden ibaret
değildir. Bu bağlamda tasarım öğelerinin kent veya alan markalaşmasında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
35
S. Selhan YALÇIN USAL
çok önemli olduğu ancak, temelinin daha derin bir çalışma ve pazarlama
stratejisi olduğunu ifade etmek gerekir.
Alan markalaşmasında net bir kimlik belirlenmesi ne kadar önemliyse belirlenen kimliğin alanın tüm öğelerinde uygulanması da o kadar önemlidir.
Bu noktada tasarım çalışmaları önem kazanmaktadır. Kentin görünüşü,
kültürel etkinlikleri, kentin algılanışı gibi alanın sahip olduğu temel öğelerin özenle tasarlanması gerekir. Costa (2009), alan/mekân tüketiminin
çağdaş görsel kültürden ayrı tutulamayacağını belirtir. Bu bağlamda alan
içerisindeki mimari, iç mimari ve peyzaj tasarımlarının, kentin tanıtımına
ait görsel malzemelerin aynı zamanda tüketim nesneleri olduğu da düşünülmelidir. Kente veya alana ait her şey, -deneyimler de dahil olarak- kimliğe uygun tasarlandığında kentin veya alanın tüketimi de artacaktır.
Alan markalaşmasında kent tasarımı, peyzaj tasarımı, mimari tasarım,
kent içi sanat ürünleri ve eylemleri, kentin tanıtımına yönelik reklam, grafik tasarım, tasarım ile ilgili ilk akla gelen konulardır. Ancak alan markalaşmasında ulaşım, herkes için erişebilirlik, halkın veya ziyaretçilerin yaratılan
kültürel veya turistik etkinliklere katılımının sağlanması da tasarım konularının parçasıdır. Günümüzde beklenen artık, sadece yukarıda bahsedilen
tasarım alanlarının tüketimi değil, aynı zamanda deneyimlerle desteklenmesi, diğer turizm/tüketim alanlarından farklılıklarının sunulmasıdır.
Alan markalaşmasında tasarım, kimlik ve alanın sahip olduğu temel özellikler ile birlikte mutlaka kullanıcı da dikkate alınarak yapılmalıdır. Günümüz turizm tüketicisinin ve kentte/alanda yaşayanların beklentileri dikkatle incelenmelidir. Gronow (1997) günümüz tüketicisinin haz odaklı
(hedonist) olduğundan bahseder. Tüketilen boş zaman mekânları –müze,
alışveriş alanları, konaklama alanları, yeme-içme mekânları, kültürel etkinlik alanları vb- giderek bireyselleşen kullanıcı/tüketicinin kişisel beklentilerine yanıt verebilmelidir. Müzeler, tıpkı mağazalarda ürün ve dekor değişimi gibi yeni sergilerle canlı tutulmalı, oteller farklı beklentiler için farklı
stil veya özelliklerde oda sunabilmeli, oteller sadece konaklama mekânı
olmaktan çıkıp farklı deneyimler –bölgeye has özelliklerden -gastronomi,
dans, el sanatları vd. yararlanılarak- yaşatabilmelidir.
Urry (1999), çağımızda toplumsal ve kültürel çoğu alanın ayrımsızlaştırıldığını ifade eder. Urry’ye göre (1999:206) “turizm hiçbir yerdedir, yine de
her yerdedir.” Turizm post-modern dönemin bir tüketim eylemi olmaktan
çok da farklı değildir. Bu bağlamda tasarlanacak her kültürel eylem ve
aktivite (tasarım haftaları, sanat bienali, vb gibi) alanın tamamına yayılabil-
36
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme
meli, halkın ve turistlerin katılımı sağlanabilmelidir. Zaten alan markalaşması, sadece turistleri çekmek için yapılan bir çalışma değildir. Yerel halkın
katılımının, alan markalaşmasının sürekliliğinin bir parçası olduğu dikkate
alınmalıdır.
Çağın tüketici beklentileri, haz alma, statü endişesi, deneyimler, bireysellik, simgesel beklentiler ve aidiyettir (Yalçın Usal ve Evcil, 2010). Bu açıdan
bakıldığında katılımcının beklentileri ile alan markalaşmasının gerçekleşmesi için gerekli tasarımların uyumu önem kazanmaktadır (Tablo 1).
Katılımcıya farklı deneyimler sunulması (algısal, biçimsel özellikler gibi)
ve bu deneyimlerin sadece alanın kendisinde değil iletişim araçlarında,
alana hiç gelmeden de ulaşılabilir olmasının –sanal olarak- sağlanması
günümüzde önem kazanmaktadır. Artık sanal ortamda da bir müzenin
gezilebilmesi, alana ait bir özelliğin görsel-işitsel olarak deneyimlenmesi mümkün kılınabilmektedir. Örneğin Kapadokya’da yer altı şehirlerinde
-bilgisayar oyunlarının vb yaratılmasıyla- sanal olarak bir gün geçirebilmenin sağlanması gibi deneyimler hem bireysel katılımı sağlar, hem de kişiye
farklı deneyimler kazandırır.
Günümüz insanı için statü endişesi, tüketime ilişkin önemli bir güdü olarak karşımıza çıkmaktadır. Alan markalaşmasında bunun da dikkate alınması gereklidir. Alan imajının kişinin statüsüne katkısı yadsınamaz. Kişinin
kullanmak üzere tükettiği ürünler kadar turizm amaçlı ziyaret ettiği yerler
ve boş zaman geçirdiği alan ya da mekânlar da kişinin kimliğini ifade etmede yardımcı öğelerdir. Boş zaman ürünleri de tüketim nesneleri kadar
gösterişçi tüketimin ürünleridir. Ayrıca, mekâna ait düzenlemelerin kişinin
gereksinimlerini üst düzeyde karşılaması da önemlidir. Ancak, sadece lüks
tüketime yönelik mekânsal özellikler değil, herkesin –tüm farklılıkların
(çocuk, yaşlı, bedensel özürlü vb gibi)- dikkate alınması gereksinimleri
karşılayacaktır.
Alan imajının sunumu da alanın statüsünü belirlemede ve markalaşmasında etkin bir araçtır. Kimliğe katkı sağlayacak slogan belirlenmesi, grafik
düzenlemeler, reklam ve halkla ilişkiler çalışmaları alanın doğru ifade edilmesini, katılımcı/tüketiciyi beklentiler bağlamında yönlendirmeyi sağlar.
Alanın belirlenen marka imajı ve kimliğinin korunması, alanla ilgili birincil ve ikincil iletişimin sürekliliğine ve taze tutulmasına bağlıdır. Kültürel
ve turizm etkinliklerinin sürekliliği, daha önce katılanların bireysel beklentilerinin belirlenmesi ve bu yönde seçeneklerin sunumu, yeni beklenti
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
37
S. Selhan YALÇIN USAL
ve deneyimleri karşılayabilme esnekliğinin mekânsal tasarımlarda dikkate
alınması –yeşil turizm vb gibi-, iletişim araçlarının ve sosyal medyanın etkin
kullanımı gibi faktörler, alan markalaşmasında katılımcıların/tüketicilerin
aidiyet duygusunun oluşması için önemlidir.
Sonuç olarak sanat ve tasarım, Okano ve Samson’un (2010) da belirttiği
gibi kent kimliği oluşturmada ve markalaştırmada tamamlayıcı öğelerdir.
Bu bağlamda özellikle alana ait özellikler öne çıkarılmalıdır. “Yaratıcı kent
markalaşması” konusunda çalışan Okano ve Samson (2010), Münih kenti
için BMW-MINI’nin, Montreal kenti için de Theatre Sans Fil -kukla tiyatrosunun önemini irdelemiştir.2 Kapadokya’da geleneksel çömlek ve halı
sanatı da bölgeye ait kültürel miraslardır ve alan markalaşmasında yeri
çok değerlidir. Bu nedenle yaratıcılık ile ilgili çeşitli atölye çalışmaları, yaz
okulları gibi etkinlikler, uluslar arası sanat ve tasarım yarışmaların organize edilmesi alana ait sanat miras ve kültürünün sürekliliğini sağlayacaktır.
Temelde bölgeye has her malzeme ile elde edilecek ürünün sunumu, reklamı ve bu ürünlerin ambalaj tasarımları da alanın kimliğini ifade edecek
bir biçimde tasarlanmalıdır.
Tablo 1. Turizm tüketicisi/katılımcısı beklentileri ile alan markalaşmasına
hizmet eden boş zaman mekânları tasarımının ilişkisi.*
Turizm tüketicisi/
katılımcısı beklentileri
Haz alma
Statü endişesi
Deneyimler
Bireysellik
38
Boş zaman mekânları tasarımı
Farklı deneyimler sunulması (algısal, biçimsel
özellikler ile katılımı sağlayan etkinlikler ile
ayrışma).
-Kişinin gereksinimlerinin üst düzeyde karşılanması.
-Alan imajının kişinin statüsüne katkısı.
-Alana ait öğelerle birebir ilişki veya simülasyonlar
(yerinde veya iletişim araçlarında mekânsal
deneyimler).
-Doğanın sağladığı olanakların birebir
deneyimlenmesi (yeşil ev teması ya da kayalara
oyulmuş evler veya oteller).
-Alanın geçmiş yaşantısına ait deneyimler (geçmiş
yaşantıların canlandırılması, drama çalışmaları).
-Kişiye özel turizm hizmetleri sunulması.
-Kişisel beklentilerin karşılanabileceği çeşitlilik ve
esneklik.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme
Simgesel beklentiler
Aidiyet
-Boş zaman mekânlarında alan imaj ve kimliğinin
ifade edilmesi.
-Alana ait her ürünün tüketiminde alana ait
olduğunun anlaşılır olması.
-Alanın marka imaj ve kimliğinin korunması.
-Katılımcının alana ilişkin etkinlikler veya
kurumlarla interaktif ilişkisinin sağlanması.
*Yalçın Usal ve Evcil’in (2010) tüketici beklentileri ve mağaza tasarımı ilişkisi tablosu temel alınarak değiştirilmiştir.
3. Kapadokya ve Boş Zaman Tasarım Öğelerinin Değerlendirilmesi
Kapadokya, paleolitik, neolitik ve antik dönem tarihi kalıntıları, Roma, Bizans ve Türk eserleri ile doğal tüf oluşumlarıyla meydana gelen jeolojik
yapısıyla tanınan ve dikkat çeken bir bölgedir. Uzun bir geçmişi olması
bölgeyi tarihi eserler açısından önemli ölçüde zengin kılmakta ve tanınırlığını uluslar arası boyutta artırmaktadır. Özellikle yer altı şehirleri, peri
bacaları denilen doğal tüf oluşumları alan ile ilgili ilk akla gelen imajlardır. Nevşehir Belediyesi’ne ait web sitesinde (www.cappadocia.gov.tr) de
Kapadokya’nın öne çıkarılan özellikleri, tarih, sosyo-kültürel yapı, doğal
çevre, turizm ve yerleşim yerleridir.
Söz konusu alanın markalaşması; temel değerlerinin korunması, korumanın sürekliliğinin sağlanması ve belirlenen kimliğine uygun gelişiminin
sağlanmasıyla mümkündür.
Alan doğal ve tarihi özellikleriyle tanınmakta ancak bu oluşumların yanı
sıra turizm tüketicisi/katılımcısı beklentilerini karşılayabilecek boş zaman
ürünleri sunabilmelidir. Kapadokya’da var olan turizm yapıları büyük ölçüde beklentileri karşılasa da mimari, kentsel, grafik vd tasarımların alana
ait kimlikle örtüşmesi, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Tabela ve alana ait diğer grafik çalışmalarda bütünlük ve standartlar –
ebat, montaj yüksekliği vb konularda- son derece önemlidir. Ayrıca yeni
yapılan yapıların bölgeye uyumlu ancak tarihi yapıların taklitleri de olmaması gerekir. Bir diğer önemli tasarım sorunu da taksi ve otobüs durakları,
kent aydınlatmaları, banklar, çiçeklikler gibi kent öğeleridir. Bu konuda da
yine kimliğe uygun tasarımların seri üretime uygun olması ve erişilebilirlik
ölçütleri dikkate alınarak tasarlanması gerekir. Alanda yapılacak mimari
ürünlerin (müze, alışveriş merkezi, park düzenlemesi vd) ulusal veya ulus-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
39
S. Selhan YALÇIN USAL
lar arası yarışmalarla üretiminin sağlanması hem alana ilgiyi, hem de mimari niteliğini artırır.
TBMM kararı Dokuzuncu Kalkınma planında (2006: 82), turizm sektöründe yüksek katma değerli üretime geçişin sağlanması için planlardan biri
şöyledir:
“Sektörde yeni kapasite yaratmanın yanı sıra mevcut ürünün niteliğinin
yükseltilmesine ağırlık verilecek, yeni aktörlerin tanıtım, pazarlama, altyapı, turizm eğitimi ve çevre konularında görevleri ile kamunun turizm
sektöründeki rolü yeniden tanımlanacaktır.”
Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısı 2000 yılında 10,4 milyon kişiyken
2005 yılında 21,1 milyon kişiye yükselmiştir (Dokuzuncu Kalkınma planı,
2006). Ancak aynı planda bu artışa rağmen “tanıtım ve pazarlama konusunda yapısal bir reform gerekliliği” vurgulanmıştır.
Alan pazarlaması konusunda tamamlayıcı öğe olan tasarımın etkin kullanılması gereklidir. Mevcut konaklama tesislerinin, müzelerin, alışveriş ve
etkinlik alanlarının, yeme-içme mekânlarının farklılaşması, bu tesislerin ziyaret edilen alanın doğal ve tarihi özellikleri kadar hatırlanır olmasını sağlar. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Turizm İstatistik (2010: 46) verilerine göre 2009’da çıkış yapan ziyaretçilerin (yabancı ve vatandaş) büyük
oranda boş zaman etkinliklerine harcama yaptıkları ortaya çıkmaktadır.
Bu etkinlikler içinde yer alan yeme-içme (%28,1) ve konaklama (%11,9)
ile diğer mal ve hizmetler (%28,2; alışveriş –giyecek ve ayakkabı, hediyelik eşya, halı ve kilim gibi) yüksek oranda olmasına rağmen, spor-eğitimkültür (%0,7) gibi etkinliklere yapılan harcama çok düşük orandadır. Bu
oranın artırılması müze ve etkinlik alanlarının, bölgeye uygun spor aktivitelerinin geliştirilmesine, yeni deneyimler sunulmasına, çağın insanının
yeni beklentilerini karşılamaya bağlıdır.
Dutch Design Week Koordinatörü Hans Robertus, deneyimin önemini bir
söyleşisinde (Arna, 2011) “dünya ticaret ekonomisinden deneyim ekonomisine geçti” diyerek vurgular. Tasarım giderek insanların deneyime yönelik gereksinimlerine de yanıt veren bir alan olmaya başlamaktadır. Bu
çalışma kimi kez mevcut deneyimleri geliştirmek, kimi kez de kullanıcıya
yeni deneyimler önermek, tasarımı bunun etrafında şekillendirmek şeklinde olmaktadır.
40
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme
Pekin Çağdaş Sanat Merkezi’nin Direktörü Küratör Jerome Sans da verdiği
röportajlarda (Jerome Sans, 2008, Arman, 2011) otellerde farklı deneyimler yaşatabilmenin öneminden bahsetmiştir. Le Meridien otel zincirinin
global küratörü olan Sans, otele varıldığında ilk on dakikadaki izlenimi
yönlendirmeyi amaçlamıştır. Otel odalarının anahtarlarının modern sanat
galerilerine ücretsiz giriş sağlaması, otelin lobi alanının büyük bir sergileme alanı haline getirilmesi, cephenin sanat eserleri ile kaplanması vb ilk
izlenim için yarattığı genel temanın eserleri olmuş ve Sans otellerin tanıtımında sanat ve tasarımı vurgulamıştır.
İnsanın tüm duyu organlarına hitap edebilmesi bir mekân veya bir ürünün
algılanmasını ve akılda kalmasını artırır. Sans (Jerome Sans, 2008, Arman,
2011) da bundan yararlanarak Le Meridien otellerine has koku ve müzik tasarlatarak otelin hafızada yer etmesini sağlamıştır. Sans’ın yaklaşımı
Lee’nin (2010) zincir otellerin tekdüzeliğinin tehlikeli olması ve sıkıcılığı
konusundaki endişe ve eleştirilerine güzel bir çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır.
Lee (2010) otellerin diğerlerinden atmosfer, servis, konfor, dekor, tasarım ve yerel kültürel markalaşma yoluyla farklılaşması gerektiğini belirtir.
Lee’ye göre (2010), bir otelin benzer çekime sahip başka bir bölgedeki
otelden farklılaşması, yerel kültüre ait özellikleri içermesi ile olanaklıdır.
Farklı deneyimler içeren, bulunduğu alanın yerel kültürel özelliklerini taşıyan, tasarımı ile farklılaşan oteller bulunduğu alana çekimi artırır ve ilginin sürekliliğini sağlar. Ancak, Lee (2010), otel tasarımının nadiren marka
yaratmanın parçası ya da varış yeri pazarlama aracı olarak görüldüğünü
belirtir. Ayrıca bölgeye yönelik turist beklentilerinin iyi analiz edilmesi, otel
tasarımında farklılaşma getirir (Lee, 2010; Phillips, 2004). Bölgeye yönelik
beklentilerin karşılanması ve bu beklentilerin deneyimlerle pekiştirilmesi
çok farklı bir mekân, alan tasarımı oluşmasına sebep olacaktır.
Günümüzde Kapadokya’da bulunan oteller içerisinde farklı deneyimler sunan HIP otel3, farklı tasarımlarla kişisel beklentilere talep veren butik otel
gibi konaklama tesisleri bulunmaktadır. Pehlivanoğlu (2010) Uçhisar’da
bulunan Mimar Turgut Cansever’in danışmanlığında yapılan Argos Evleri
konaklama tesisini HIP otel olarak belirlemiştir (Resim 1–2). Otelin tüf kayalar içerisine oyulmuş odalar sunması, mobilyalarının kayaların oluşum
biçimlerine göre şekillendirilmesi, kendi bahçesindeki üzümlerden şarap
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
41
S. Selhan YALÇIN USAL
yaparak konuklarına sunması, eski yerleşim dokusunun otel odalarına ve
oteldeki yaşantıya yansıtılması, otel kompleksinin köy yaşantısıyla iç içe
olması bu belirlemede etkin faktörlerdir.
Kapadokya Türkiye’nin turizm alanında önemli bir markasıdır. Bu markanın sürdürülebilmesi için günümüz insanının gelecekteki beklentilerinin
belirlenmesi ve alana katkı sağlayabilecek çeşitli projeler önerilmesi gereklidir. Örneğin:
-Yeni deneyimler sunan HIP oteller, eko-turizme hizmet eden sera evler
gibi konaklama mekânları, fotoğraf, arkeoloji gibi araştırma gezileri için
mobil konaklama araçları;
-Mevcut koleksiyonlar dışında yeni sergiler, çeşitli etkinlikler sunan ve katılımı interaktif sağlayan müzeler (gastronomi müzesi vb);
-Farklı deneyimler sunan alışveriş alanları, pazarlar (geleneksel ve doğal
ürünler ile ilgili pazarlar, sanat pazarları, HIP mağazalar vb);
-Alanda izleri bulunan medeniyetlerin mutfaklarını sunan yeme-içme
mekânları;
-Alanda izleri bulunan medeniyetlerin yaşantılarının dramatizasyonunun
yapılabileceği çeşitli etkinlik alanları Kapadokya’nın gelecek yapılanmasına katkı sağlayacaktır.
Ancak, bölgede yaşayan halkın, bu çalışmaları kendi yaşam biçimi içerisine yerleştirmesi gerekliliği, markalaşmanın sürekliliği açısından önemlidir.
Resim 1: Argos Oteli.
(Kaynak: http://www.argosincappadocia.com/TR/ Ziyaret t.: 27 Eylül 2011)
42
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme
Resim 2: Argos Oteli, havuzlu oda iç mekan. (Kaynak: http://www.argosincappadocia.com/TR/ Ziyaret t.: 27 Eylül 2011)
4. Sonuç
Alan pazarlamasında net bir kimlik belirlenmesi ve bu kimliğin kentin tüm
öğelerinde –mevcut olanlar ve yeni yapılacaklar- uygulanabilmesi ve sürekliliğinin sağlanabilmesi en önemli konudur. Kapadokya gibi Türkiye’nin
önemli turizm markası için her üretilecek tasarım ürününün markalaşma
konusundaki stratejik yapılanmaya uygun olarak üretilmesi gerekir. Alanın
kültürel ve doğal mirasının korunması, tasarlanacak her tasarım ürününün
(mimari yapıdan sokak lambasına kadar) dikkatle ve özenle –gerekirse yarışmayla veya bir kurulun denetimiyle- yapılması önemlidir.
Alanın kimliğinin net olarak algılanması, sahip olduğu temel öğeleri dışında
alanda üretilmiş konaklama, etkinlik, alışveriş, gezi, müze gibi boş zaman
etkinliklerine de bağlıdır. Alanın sahip olduğu boş zaman alanlarında farklı
deneyimler sunulması, aktif katılımın sağlanması, duyulara hitap edecek tasarımlar yaratılması ile çağdaş insanın yeni gereksinimleri karşılanabilmelidir.
Ayrıca her tasarım, toplumun her kesimi dikkate alınarak yapılmalıdır.
Kaynaklar
Arman, A. 2011. Hürriyet Gazetesi, Cumartesi eki, 24 Eylül. http://www.hurriyet.
com.tr/yazarlar/18805516.asp?yazarid=12 Ziyaret tarihi: 26 Eylül 2011.
Arna, S. 2011. Hürriyet Gazetesi, Pazar eki, 25 Eylül. http://www.hurriyet.com.tr/
pazar/18820614.asp Ziyaret tarihi: 26 Eylül 2011.
Costa, X., 2009. Spaces of Consumption. In (eds) Enhancing the City, Urban and
Landscape Perspectives 6, G. Maciocco, S. Sereli, pp. 181–185, Springer
Science and Business Media.
Dokuzuncu Kalkınma planı (2007–2013), Resmi Gazete, sayı: 26215, 1 Temmuz 2006.
Gronow, J. 1997. The Sociology of Taste. Routledge, London. Jerome Sans Q&A,
Travel, 20 October, 2008. http://www.wallpaper.com/travel/jerome-sansqa/2744 Ziyaret tarihi: 26 Eylül 2011.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
43
S. Selhan YALÇIN USAL
Julier, G., 2008. The Culture of Design. Sage Pub, London.
Karavatzis, M., 2004. From city marketing to city branding. Place Branding, 1/1,
pp.58–73.
Karavatzis, M. ve Ashworth, G.J., 2007. Partners in coffeshops, canals and commerce: Marketing the city of Amsterdam, Cities, 24/1, pp.16-25.
Lee, T. J., 2010. Role of hotel design in enhancing destination branding, Annals
of Tourism Research, 38/2, pp.708-711.
Okana, H. ve Samson, D., 2010. Cultural urban branding and creative cities: A
theoretical framework for promoting creativity in the public spaces, Cities,
27, pp.S10-S15.
Pehlivanoğlu, B., 2010. HIP otel olarak tanımlanan konaklama mekanlarının
kavramsal, estetik ve işlevsel analizi, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi,
MSGSÜ, FBE.
Phillips, P. 2004. Customer-oriented hotel aesthetics: A shareholder value perspective. Journal of Retail and Leisure Property, ¾, pp.365–373.
Smidt-Jensen, S., 2006. City branding: lessons from medium sized cities in the
Baltic Sea Region. In Medium sized cities in dialogue around the Baltic Sea
(ed.). Danish Centre for Forest, Landscape and Planning, KVL.
Urry, J. 1999. Mekânları Tüketmek. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Yalçın Usal, S.S. ve Evcil, A.N., 2010. Mağaza Tasarımında Geçicilik ve Süreklilik,
(Temporariness and Permanence in Retail Design), International Architecture_Media_Art (AMA) Symposium, MSGSU, Istanbul, CD, 24-26 Kasım.
Zhang, L. ve Zhao, S. X., 2009. City branding and the Olympic effect: A case
study of Beijing, Cities, 26, pp.245-254.
“Kapadokya’nın tarihi”. http://www.cappadocia.gov.tr/index.php?option=com_
content&view=article&id=165&Itemid=94 Ziyaret tarihi: 9 Eylül, 2011.
“Kapadokya’da
doğal
çevre”
http://www.cappadocia.gov.tr/index
php?option=com_content&view=article&id=167&Itemid=93 Ziyaret tarihi:
9 Eylül, 2011.
Turizm İstatistikleri, 2009. TÜİK, Haziran 2010, Ankara.
44
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR GELENEKSEL KADIN CEKETLERİNİN İNCELENMESİ
VE YENİ MODEL TASARIMLARININ OLUŞTURULMASI
STUDY OF NEVŞEHIR TRADITIONAL JACKETS FOR WOMEN
AND FORMATION OF NEW MODEL DESIGNS
Saadet BEDÜK* - Hatice HARMANKAYA** - Selda GÜZEL***
ÖZET
Giyim, insanoğlunun bireysel hayat yolculuğunun yanı sıra toplumsal yolculuğunda psikolojik, kültürel, tarihi ve ekonomik faktörlerle
şekillenmiştir. Toplumların gelenekleri, tepkileri, mutlulukları, giyim
çeşitlerini ve özelliklerini etkilemiştir. Bu kapsamda Nevşehir’e ait
geleneksel kadın giysi örneklerinin dönemin özelliklerini yansıtması açısından incelenmesi, fiziksel özelliklerinin, kullanım şekillerinin
ve amaçlarının belirlenerek geleceğe sunulması önem taşımaktadır.
Araştırmanın örneklemini Nevşehir evlerinde bulunan üç adet geleneksel kadın ceketi oluşturmaktadır. Giysiler kullanılan malzeme ve
renkler, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özelikleri ile ilgili bilgilerin yer aldığı gözlem fişleri doğrultusunda incelenerek belgelendirilmiştir. Araştırma kapsamındaki giysi örnekleri gözlem ve doküman incelemesi teknikleri ile incelenmiştir. Belirlenen giysi örnekleri
tasarım ilkeleri açısından ele alınarak özelliklerinin günümüz giysi
modellerine yansıtılması amaçlanmıştır. Giysilerin tarihi süreç içerisinde değişimleri, gelişimleri, kullanım şekilleri, fiziksel özellikleri ve
amaçları ile ilgili bulgulardan yola çıkarak günün moda trendlerine
uygun kadın ceket modelleri tasarlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Konya, Kültür, Geleneksel Giyim, Kadın Ceketi, Tasarım.
ABSTRACT
The clothing has been formed with psychological, cultural, historical and economical factors during its social journey as well as the
* Yrd. Doç. Dr., S.Ü. Mes. Eğit. Fak., Giyim San. Eğit. Böl., e-posta:sbedü[email protected]
** Yrd. Doç. Dr., S.Ü. Sanat ve Tas. Fak., Moda Tas. Böl., e-posta: [email protected]
*** Yrd. Doç. Dr., S.Ü. Mes. Eğit. Fak., Giyim End. Eğit. Böl., e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
45
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
humans’ individual journey of life. The traditions, reactions, wellbeing of the societies have affected the dressing variations and
characteristics. In this context, the study of traditional women’s
dressing samples belonging to Nevşehir in terms of reflecting the
characteristics of the era and presentation to the future by designating their physical features, the way they are use and their objectives is of a major importance. Three traditional women’s jackets
existed in the Nevşehir houses form the samplings of the study.
The dressings have been documented by examining in terms of the
observation sheets in which the information such as materials and
colors used, model, fashioning, sawing, lining and embroidering
are available. The dressing samples which are dealt with under the
scope of the study have been researched by means of observation
and document examination techniques. The characteristics of the
designated dressing samples are intended to reflect to the clothing
models of today by handling them in terms of designing principles. Setting out through the findings concerning the changes of
the clothing within the historical process, their developments, the
way they were used, their physical properties and objectives, the
women’s jacket models suitable to the fashion trends of today have
been designed.
Key Words: Konya, Culture, Traditional Dressing, Jackets for women, Design.
1. Giriş
Giyim; örtünmek ve tabiatın etkilerinden korunmak amacı ve süslenmek
duygusuyla, medeniyetin ilerlemesi sonucunda toplumlara göre farklı şekillerde olabilen giysilerdir (Güdül ve Karakulah, 1986: 11; Bilki ve Güzel,
2008: 670). Toplumların yaşadıkları coğrafyada yaşam tarzlarının, dini
inançlarının ve sosyal normlarının en önemli göstergesi giysileridir (Gökcesu vd., 2008: 583). Bu durum, giyimi ait olduğu topluma özgü kılmakta
ve her toplumun kendine ait giyim tarzını oluşturmaktadır (Bilki ve Güzel, 2008: 671). Uygarlık ilerledikçe giyim kadınlar tarafından iffetlerini
koruma ve örtünme amacına yönelmiştir. Giyim ve süslemede yüzyıllarca
sürekli bir gelişim olmuştur. Bu gelişme kadının yaradılışından gelen süslenme gereği ile çeşitli süslü giyim ürünlerinin yapılmasına yol açmıştır
(Özder, 1995: 2–3).
Farklı coğrafi konum, politik yapı, ekonomik durum, kültürel etkenler ve
tarihsel olaylar her ulusun kendine ait özellikte bir giyim tarzı oluşturma-
46
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
sına neden olmuştur. Bu giysiler çok fazla değişikliğe uğramadan birçok
kuşak tarafından uzun yıllar kullanılmıştır. Her ulusun tarihsel evrimi farklı
olarak gelişmiş, bu gelişim giysilerine de yansımıştır. Tüm el sanatı ürünleri
gibi geleneksel giysiler de kullanıldığı yörenin özelliklerini olduğu gibi koruduğu için önem taşımaktadır (Koç ve Pamuk, 2003: 243).
Türk milletinin kültür tarihi incelendiğinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan göç yollarında karşılaştıkları kültürlerden de etkilenerek günümüze kadar uzanan zengin bir giyim- kuşam potansiyeline sahip olduğu
görülür (Arlı, 1992: 23) ve giysiler üzerindeki bezemelerin güzelliği geleneksel süsleme kültürümüzün zenginliğini yansıtır (Kılıçkan, 2004: 166).
Orta Asya Türklerinde şekillenen Türk giyim tarzı ana hatları ve detayları
ile Anadolu’ya kadar gelmiş, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluk devrinde
çeşitlenip, zenginleşerek devam etmiştir (Bedük ve Harmankaya, 2010:
681). Her yörede o yöreye ait giyim ve baş bağlama şekli ile birlikte çeşitli
giysi parçaları ve giysi aksesuarları ile karşılaşılmaktadır. Türk giyim-kuşamı
model, biçim, birleştirme, astarlama tekniklerinin yanı sıra süsleme, işleme
teknikleri ve giysi aksesuarları çeşitleri ile çok geniş bir alanı kapsamaktadır (Barışta, 1996: 491).
Nevşehir’in ilk çağdaki adı Nissa’dır. Romalıların, İranlıların ve yedinci yüzyıldan itibaren Arapların hâkimiyetine geçen bölge, Malazgirt zaferinden
sonra Türklerin eline geçmiştir ve Osmanlı döneminde Muşkara ismiyle
anılmıştır. Daha sonra Damat İbrahim Paşa döneminde büyük bayındırlık
hareketleri ile geliştiğinden buraya “Yenişehir” anlamına gelen “Nevşehir” ismi verilmiştir (Ekiz, 2006: 5). Nevşehir’de Toplumsal yapının çeşitliliği ve bunlar arasındaki etkileşim giyim-kuşam özelliklerine de yansımıştır.
Kozaklı, Hacıbektaş yörelerinde Türkmen giysileri ağırlık taşırken, Avanos,
Ürgüp dolaylarında keten dokumalar yaygındır. Ayrıca Bektaşilik ve medreselerin etkisiyle “Derviş giyimi” ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet sonrasında
erkek giyim-kuşamının özgün nitelikleri büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Dar çevrede sınırlı yaşam sürdüren kadınların giyiminde ise geleneksel
özellikler korunmaktadır (Anonim: 2011).
Kadınların daha güzel görünme arzularına bağlı olarak giyim eşyaları ve
çeşitleri erkeklere nazaran her devirde ve her yerde daha zengin ve daha
ayrıntılı olmuştur. Türk kadınlarının Cumhuriyet dönemine kadar ve bazı
yörelerde hâlâ giymekte olduğu kıyafetler genel olarak ortak niteliklere
sahiptir (Günay, 1986: 2).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
47
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
Geleneksel kadın giysileri içerisinde yer alan ceket yazılı kaynaklarda farklı
şekillerde tanımlanmaktadır. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde
ceket; bedenin üst kısmını kalçalara kadar saran önden düğmeli kollu giysi; erkeklerin törenlerde giydiği bele oturan, etekleri önden geniş, arkada
dize kadar uzanan giysi; XX. Yüzyılın başında kadın tayyörlerinin etekli ve
bele oturan üst parçası, Türkçe sözlükte ise dilimize Fransızca’dan geçmiş
elbise takımının yelek ve gömlek üstüne giyilen parçası şeklinde tanımlanmaktadır. Türk Ansiklopedisi’nde “erkeklerde elbise takımının, yelek,
gömlek üstüne giyilen parçası; kadınlarda da tayyör takımının üst kısmı,
modaya göre uzun veya kısa, bedene fazla veya az yapışık olabilir” şeklinde tanımlanan ceket, Çağdaş tarafından “Dış giyim üzerinde giyilen, boyu
bel ile diz arasında değişen uzunluklarda olan önden açık veya kapalı, kollu değişik yakaların uygulandığı üst giyim grubu içerisinde yer alan giysi”
şeklinde tanımlanmıştır.
Üst giyim grubu içinde yer alan ceketin çeşitli örnekleri bulunmaktadır.
Osmanlı dönemi kadın giyiminde tek ceketler giyildiği gibi elbise ile takım
olan ceketler de kullanılmıştır. Kadın giyiminde yer alan iki etek, üç etek
entariler ile giyilen ceketler elbise ile aynı kumaştan yapıldığı gibi süslemeleri de elbise ile uyum içindedir (Esirgenler vd., 2005: 1088). II. Abdülhamit devrinden itibaren ise büyük kentlerde, uzun ceket ve etekten oluşan
takımlar kullanılmaya başlanmıştır. Bu kıyafetler, batı tesiri etkisinde kalmıştır (Çelebi vd., 2005: 1185).
2. Yöntem
Araştırmada, Nevşehir’e ait geleneksel giysi örneklerinde kullanılan malzeme, renk, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özeliklerinin incelenmesi
ve günün moda trendlerine uygun kadın ceket modellerinin tasarlanması
amaçlandığından nitel araştırma kapsamında durum çalışması yöntemi
kullanılmıştır. Durum çalışması çeşitlerinden ise iç içe geçmiş tek durum
deseni uygulanmıştır. Bu desendeki amaç seçilen giysi türüne ait birden
fazla alt özelliğin yer almasıdır. Ele alınan konu ile ilgili incelenecek durumlar alt birimlere veya tabakalara ayrıldığında iç içe geçmiş tek durum
deseni kullanılır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 291).
Araştırmanın evrenini Nevşehir geleneksel kadın giysileri, örneklemini ise
Nevşehir evlerinde bulunan üç adet geleneksel kadın ceketi oluşturmaktadır. Örneklem seçiminde kritik durum örnekleme tekniği kullanılmıştır.
48
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
Belirli sayıdaki durumun çalışıldığı örneklem grubunda bu örneklerde bu
özellikler varsa benzer örneklerde de aynı özellikler yer alır şeklinde bir
yargının varlığı söz konusudur. Bu nedenle araştırmacı konu ile ilgili sınırlı
birkaç durumu inceleyebilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 111).
Araştırma kapsamında yer alan giysi örnekleri gözlem ve doküman incelemesi teknikleri ile incelenmiştir. Giysiler kullanılan malzeme ve renkler,
model, kesim, dikim, astar ve süsleme özelikleri ile ilgili bilgilerin yer aldığı
gözlem fişleri doğrultusunda belgelendirilmiştir. Uygulama kapsamında
giysilerin resimleri çekilerek kumaş, süsleme ve dikim özellikleri gözlem
yöntemi ile kaydedilmiştir.
Giysilerin tarihi süreç içerisinde değişimleri, gelişimleri, kullanım şekilleri,
fiziksel özellikleri ve amaçları ile ilgili bulguların sonucunda tasarım ölçütleri belirlenmiştir. Geleneksel giysilerdeki özelliklerden yola çıkarak oluşturulan ölçütler doğrultusunda günün moda trendlerine uygun beş kadın
ceket modeli tasarlanmıştır.
3. Giysi Örnekleri
Bu bölümde Nevşehir yöresine ait üç adet geleneksel kadın ceketi; kullanılan malzeme ve renkler, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özelikleri
açısından incelenerek belgelendirilmiştir.
3.1. Örnek 1
Model uygulamalı olarak çalışılan ceket bordo renk kadife kumaştan çalışılmıştır. Ön ortası düz olup, yakanın hemen altında agraf ile tutturulmuş
ve ceketi bedene oturtmak amacıyla bir pens çalışılmıştır. Arka bedende
kup çalışması yapılarak etek ucuna doğru genişletilmiştir. Kol çift parçalı
takma kol ve kol üzerinde arka bedene dönük olan yedi adet pili çalışması
vardır. Yaka ise şal yaka çalışılmıştır. Ceket makinede düz dikiş ile dikilmiş olup sadece klapa yerleştirilip çevrildikten sonra elde baskı tekniği ile
tutturulmuştur. Ceketin süslemesinde ise sarı simli metal iplikli kordonlar
desenlere uygun şekilde blonya iğnesi tekniği ile tutturulmuştur. Yine süslemede bitkisel ve geometrik desenler kullanılmıştır. Yaka, ön ortası, önarka etek ucu ve kol ağzına şerit şeklinde desen işlenmiştir. Ön bedenin
büyük bir bölümü, arka kuplar ve arka ortası, kol da ise iki parçalı kolun
dikişi üzerine ve ön kola süslemeler yapılmıştır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
49
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
Resim 1. Örnek 1 Ön Beden
Resim 2. Örnek 1 Arka Beden
Resim 3. Örnek 1 Kol
3.2. Örnek 2
Mor renkte düz kadife kumaştan uygulanan ceket şömiziye yakalıdır. Model uygulamalı olarak çalışılan giysinin kolları üstü büzgülü ve çift parçalı
takma koldur. Ön kol oyuntusu geniş, kol altına ise pens uygulanmıştır.
Ön bedende ceketi bele oturtmak amacıyla ön ortasına yakın mesafede
iki adet pens çalışması yapılarak bu iki pens arasında aplike cep uygulanmıştır. Arka bedende; arka ortası dikişli ve yanlarda kup çalışılmıştır. Arka
ortasında etek ucundan bele kadar pili kaşe çalışılmıştır. Ceket makinede
düz dikiş tekniği ile dikilmiş, sadece etek ve kol ucu baskıları elde makine
dikişi ile yapılmıştır. Ceketin süslemesinde sim iplikle kordon tutturma tekniği kullanılmıştır. Ön ortası, etek ucu, kol ucu ve yaka kenarlarına kordon
tekniği ile lale motifleri yapılmış, aplike cep üzerine ise dairesel motiflerin
oluşturduğu geometrik desen işlenmiştir.
50
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
Resim 4. Örnek 2 Ön Beden
Resim 5. Örnek 2 Arka Beden
Resim 6. Örnek 2 Arka Beden Detay
3.3. Örnek 3
Cekette kırmızı kadife kumaş kullanılmıştır. Model “O” yakalı olup yaka
oyuntusuna biye çalışılmıştır. Ön bedende kol oyuntusundan başlayan bir
kup çalışılmış ve ön ortası çıt çıt ile kapatılmıştır. Ön kup üzerine üstü ve
altı üçgen şeklinde biten, ortası dikişli bir cep çalışılmıştır. Arka ortası dikişli
ve kup çalışılması ile birlikte etek ucu genişliğini arttırmak amacıyla yanlarda kuş çalışılmıştır. İki parçalı olan kolun üstünde arka bedene dönük
olan altı adet pili yapılmış ve kol altına kuş dikilmiştir. Ceket makinede düz
dikiş tekniği ile dikilmiştir. Süslemede sarı simli metal iplikler kullanılmış ve
blonya tekniği ile tutturulmuştur. Süsleme konusu olarak bitkisel, geometrik ve nesneli bezeme kullanılmıştır. Ön ortası etek ucu ve kol ağzına şerit
şeklinde işleme yapılmıştır. İki parçalı kol dikişinin üzerinden başlayıp arka
beden kup dikişi üzerinde devam eden işleme yapılmıştır. Arka ortasında
ise bitkisel ve geometrik desenlerin yer aldığı bir desen işlenmiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
51
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
Resim 7. Örnek 3 Ön Beden
Resim 8. Örnek 2 Arka Beden
Resim 9. Örnek 3 Kol
4. Model Tasarımları
Model tasarımlarına esin kaynağı olarak seçilen Nevşehir geleneksel giysilerinin kullanım şekilleri ve fiziksel özellikleri çerçevesinde kadın ceketi
tasarımına yönelik ölçütler belirlenmiştir. Buna göre tasarlanan ceket modelinin;
a. Beden boyu kalçaya kadar uzanmalı,
b. Bedeni yuvarlak hatlardan oluşmalı ve etek uçları genişlemeli,
c. Kolları uzun ve bol olmalı,
d. Süslemelerinde nakış işlemeler yer almalı,
e. Kumaşı kadife olmalı
52
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
f. Kumaşında ağırlıklı olarak mor ve bordo renklerinin tonları kullanılmalıdır.
Kadın ceketlerinde bulunması gereken ölçütler dikkate alınarak tasarlanan modeller sunulmuştur.
Şekil 1. Model Çizimi 1
Ceket modeli belden kesikli ve boyu kalçada bitecek şekilde oluşturulmuştur. Modelde bele kadar inen şal yaka tasarlanmıştır. Omuzlarda apolet
olarak düşünülen alanlara nakış desenleri uygulanmıştır. Apolet kesiklerine fırfır ile hareket kazandırılmıştır. Arka bedende ise önde apolet şeklinde
oluşturulan kesikler roba olarak devam ettirilmiştir. Robanın alt kesiklerine
fırfır uygulanmıştır. Kollar uzun ve kol uçlarında daralmaktadır. Kol ucu
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
53
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
kenarlarına apoletlerde olduğu gibi ince tülden fırfır yerleştirilmiştir. Etek
uçları oval olarak tasarlanan ceket modelinde, geleneksel giysilerde yer
alan işlemelerin tasarımda bütünlük ilkesine uygun olarak oranlı biçimde
kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca trendlere uygun biçimde apolet, tül ve
fırfırlarla tasarımın estetik görünümüne katkıda bulunulmuştur.
Şekil 2. Model Çizimi 2
Simetrik olarak tasarlanan model, hakim yaka formuna sahiptir. Geleneksel giysilerin birçoğunda ortak özellik olarak görülen omuz başındaki
büzgülerin heybetli göstermek için uygulandığı düşünülebilir. Bu görüşten
yola çıkılarak modelde omuzları vurgulamak amacıyla model uygulamalı
raglan kol tasarlanmıştır. Kavisli olarak oluşturulan ön ortası kenarlarına
karşılıklı düğmeler yerleştirilmiştir. Arka beden ise arka ortası dikişli düz
oluşturulmuştur. Roba şeklinde devam eden raglan kol üzerine işlemeler
54
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
yerleştirilmiştir. Kollar oldukça bol düşünülmesine rağmen dirsek altından
kesikli biçimde daralmaktadır. Kesiklerden kol bileklerine kadar dar olarak
oluşturulan kola düğmelerle açılıp kapanabilir özellik kazandırılmıştır.
Şekil 3. Model Çizimi 3
Yuvarlak yakalı olarak tasarlanan modelde yaka kenarlarına biye düşünülmüştür. Ceket modeli belden kesikli olarak oluşturulmuştur. Bedende omuzlardan etek ucuna kadar devam eden kuplar yer almaktadır. Ön ortasının
belden kesik kısmına büzgüler oluşturulmuştur. Bedende yer alan kuplara
çapraz olarak uygulanan işlemeler tasarımda denge unsurunu vurgulamaktadır. Kollar omuz başında oldukça büzgülü takma kol olarak tasarlanmış,
kol uçlarındaki genişlik yakada kullanılan biye ile büzülmüştür. Yaka ve kol
uçlarında biye kullanılması tasarımda devamlılığı temsil etmektedir. Arka
beden minimalist bir yaklaşımla düz kesimli olarak tasarlanmıştır. Sağ arka
beden etek ucu köşesine ise nakış işleme deseni yerleştirilmiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
55
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
Şekil 4. Model Çizimi 4
Asimetrik olarak tasarlanan modelin sağ bedeninde omuz genişliğinde
başlayarak etek ucuna doğru sıfırlanan şal yaka şeklinde kesik oluşturulmuştur. Sağ bedende kesiğin ön ortasında tamamlandığı noktadan itibaren geniş tarafı yan dikişte olacak şekilde, sol bedene de aynı kesik
asimetrik ve daha küçük olarak uygulanmıştır. Bedene yerleştirilen oranlı
kesiklerle tasarımda ritim duygusu vurgulanmıştır. “O” yaka formuna sahip ceketin etek uçları kavisli oluşturulmuştur. Geleneksel giysilerde abartılı olarak yer alan bol kollar tasarlanan modele yansıtılmıştır. Kollardaki
bolluk bileklerde biye ile toplanmıştır. Arka beden kalıp kurallarına uygun
olarak ortadan dikişli tasarlanmıştır. Arka sağ bedenin tümüne nakış işlemeler yerleştirilmiştir. Bedene uygulanan nakış desenleri ile vurgu yapılarak modele çarpıcılık kazandırılmıştır.
56
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
Şekil 5. Model Çizimi 5
Hakim yaka formuna sahip modelin bedeni simetrik olarak tasarlanmıştır.
Bedende kup şeklinde oluşturulan kesikler kol ortalarına kadar raglan şeklinde uzatılmış, bel altında ise yuvarlanarak ön ortasında sonlandırılmıştır.
Bel kısmında oluşturulan kavislerin altından büzgüler indirilmiştir. Kavislerin devamı şeklinde yanlara cep uygulanmıştır. Kollar kesiklerin altından
başlayacak şekilde bileklere kadar dar kesimlidir. Arka beden öndeki kesim özelliklerine sahiptir.
5. Sonuç ve Öneriler
Geleneksel giysilerin biçim, form, renk, kumaş ve süsleme özelliklerinin tasarım öğe ve ilkeleri doğrultusunda oluşturulan kadın ceketi modellerine
yeni ve özgün nitelikler kazandırdığı görülmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
57
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
Koca ve arkadaşları (2010) tasarımın önemli bir faktör olarak dikkate alındığı giyim ürünlerinde, geleneksel giyim öğelerinin gerek biçim ve süsleme gerekse kumaş ve doku özellikleri açısından tasarımcıya yeni bakış
açısı kazandırdığını örnek çalışmalarında belirtmektedir.
Tasarımlara esin kaynağı olarak ele alınan Nevşehir yöresi kadın ceketleri geleneksel Türk giyim-kuşam özelliklerini yansıtmaktadır. Geleneksel
ceketler incelendiğinde yaka ve beden formları açısından farklı özellikler
taşıdıkları, giysilerin zengin desen çeşitlerini barındırdıkları görülmüştür.
Sahip oldukları nitelikler bakımından yeni tasarımların oluşturulmasında
kolaylık sağlayarak giysilerin fonksiyonelliğini ve günün trendlerine uygun
olarak kullanılabilirliğini arttırmaktadır.
Araştırma kapsamında incelenen ceketlerde mor renklerin hakim olduğu
kadife kumaş kullanılmıştır. Bedenlerde şal, şömiziye ve “O” yaka görülmektedir. Beden boyları kalçada bitecek şekilde etek ucuna doğru genişlemektedir. Ceket modellerinde beli bedene oturtmak ve etek ucuna doğru
genişlik sağlamak amacıyla kup ve pens çalışmaları yapılmıştır. Kol oyuntu
çevresi omuz başı kısımlarında pili çalışmaları ile genişletilmiştir. Kollar çift
parçalı takma kol olarak çalışılmış ve kol ucuna doğru daraltılmıştır. Ceket
süslemelerinde ortak özellik olarak ön ortası, etek ucu ve kol ağzı çevresinde su şeklinde devam eden işlemeler görülmektedir. Beden süslemelerinde ise motif şeklindeki desenler ön, arka ve kol ortalarına genel olarak
yoğun biçimde uygulanmıştır.
Ele alınan ceket modellerinden yola çıkarak oluşturulan tasarımlarda ise
belirlenen kriterler dikkate alınmıştır. Buna göre modellerde şal, “0” ve
dik yaka formları ile beli bedene oturtmak amacıyla pens ve kuplar kullanılmıştır. Giysi boyları kalçada bitecek şekilde etek ucuna doğru genişlemektedir. Geleneksel giysilerin kalıp, renk, desen özelliklerinden esinlenilmesine rağmen tasarımlarda özelliklerin birebir kullanımından kaçınılarak
bir bütün içinde yeni yaklaşımlar elde edilmeye çalışılmıştır. Geleneksel
ceket modellerinin çeşitli özelikleri bir araya getirilerek her bir tasarımda
farklı kompozisyon oluşturulmuştur. Geleneksel nakış desenlerinin oranlı
biçimde kullanıldığı tasarımlarda bütünlük, ritim ve denge ilkeleri ile vurgu
yapılmıştır.
Moda trendlerinin bir döngü içinde yer alması dikkate alındığında benzer tasarım özelliklerinin dönem dönem ortaya çıktığı görülmektedir. Bu
amaçla kesim, renk, kumaş, desen yönünden oldukça zengin uygulama-
58
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması
lara sahip geleneksel giysilerin detaylı olarak incelenerek esin kaynağı
oluşturması önem taşımaktadır. Özellikle gizli kalmış maddi kültür öğesi
giysilerin araştırılarak incelenmesi, belgelendirilmesi ve farklı boyutlarda
kullanıma sunulması gerekmektedir. Geleneksel giysilerden esinlenilerek
yeni tasarımlar elde edilebileceği gibi reprodüksiyon çalışmaları ile turizme
katkı sağlanılabilir. Koleksiyon çalışmaları ile hazır giyim sektörünün model tasarım bölümlerine kaynak oluşturulabilir.
Kaynaklar
Anonim, (1969), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 132.
Anonim, (1960), Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Cilt: 10, Ankara.
Anonim, (2011), http://www.turkforum.net/423686-nevsehir-ilimiz-gelenekselkiyafetleri.html.
Anonim, (1986), Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Ceket Maddesi, Cilt:
5, Milliyet Gazetecilik, İstanbul.
Arlı, Mustafa, (1992), “Türk El Sanatları Atlası Üzerine Yöntem ve Öneriler”, IV.
Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, V. Cilt, Kültür Bakanlığı HAGEM
Yayınları, Ankara, 23–29.
Barışta, H., Örcün, (1996), “Burdur Çeltikçi Arvallı’dan Damat Giyimi”, Atatürk
Kültür Merkezi Dergisi, Cilt 9, Sayı: 26, 491-498.
Bedük, Saadet, Harmankaya, B., Hatice, (2010), “Konya İli Müzelerinde ve Özel
Koleksiyonlarda Bulunan Erkek Entari Örnekleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 27, 679708.
Bilki, Hatice, Güzel, Selda, (2008), Giyim Süsleme Tarihi Sürecinde İşlemenin Önemi ve Kullanım Alanları, 38. ICANAS, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika
Çalışmaları Kongresi, Cilt: II, Ankara, 669- 681.
Çağdaş, Miyase, (1992), “Konya Müzeleri ve Evlerinde Bulunan 19.-20. Yüzyıl
Ceket ve Hırkaları”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.
Çelebi, R., Handan, Çakır, Müşerref, Abanoz, Gülden, (2005), “Bursa İli Keles
İlçesi Akçapınar Köyü Kadın Sarkaları ve Çağdaş Giysi Tasarımı”, II. Bursa
Halk Kültürü Sempozyumu, Cilt: 3, 1183-1198.
Ekiz, Mehmet, (2006), “Nevşehir’de Türk Dönemi Mimari Eserleri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Esirgenler, Emine, Güzel, Selda, Elibol, Mukaddes, (2005), “Bursa Yöresi Yenişehir İlçe ve Köyleri Geleneksel Kadın Kıyafetleri”, II. Bursa Halk Kültürü
Sempozyumu Bildiri Kitabı, Cilt: 3, 1085–1096.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
59
Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL
Gökçesu, Zeynep, Kaynak, Medine, Göngür, Mahmut, Atabek, Gülen, Özpolat,
Nihal, (2008), “Beypazarı İlçesi Geleneksel Özel Gün Kıyafetleri”, 38. ICANAS, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, Cilt: II, Ankara, 581–593.
Gürül, Z., Güler, K., (1986), Giyim, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları,
İstanbul.
Kılıçkan, Hüseyin, (2004), Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Bezeme Sanatı ve Örnekleri, İnkılâp Yayınları, İstanbul.
Koca, Emine, Koç, Fatma, Çotuk, Seda, (2009), “Geleneksel Giyim Öğelerinin
Esin Kaynağı Olarak Giysi Tasarımına Katkıları”, E-Journal of New World
Sciences Academy, Vol. 4, No. 3, 88–103.
Koç, Fatma ve Pamuk, Beyhan (2003), “Geleneksel Türk Giyim Kuşamının Derlenmesi ve Belgelendirilmesinde Uygulanacak Bir Dokümantasyon Denemesi”, Türkiye’de Halkbilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyumu, Gazi
Üniversitesi THBMER Yayınları, Ankara.
Özder, Lale (1995), “İç Anadolu Bölgesi Geleneksel Kadın Başlıkları ve Çeşitli
Özellikleri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Yıldırım, Ali, Şimşek, Hasan, (2008), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri,
Seçkin Kitabevi, Ankara.
60
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR’DE ÇANAK ÇÖMLEK KÜLTÜRÜNÜN GEÇMİŞİ
(İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
“THE HISTORY OF POTTERY CULTURE IN NEVŞEHİR”
(Early Bronze Age – B.C. 3200-1800)
Salih KAYMAKÇI*
ÖZET
Kültür; belirli bir insan topluluğunun bireylerinin düşünce,
inanç ve yaşama biçimleri, yaptıkları ve kullandıkları aletler
ve davranış biçimleridir. Bu açıklama bizim araştırma konumuzun nasıl şekilleneceği açısından önemlidir. Çünkü konu
edinilen zaman dilimi Anadolu’da yazının olmadığı bir dönemdir. Bu yüzden kültür farklılıklarını ya da benzerliklerini o
zamanda yapılan ve kullanılan materyallerden (yemek kapları,
su testileri, yiyecek saklamak için kullanılan çömlekler ve küpler, su küpleri) edinebilmekteyiz. Nevşehir bugün olduğu gibi
Eskiçağda da önemli bir geçiş noktası özelliğini taşımaktaydı.
Bu çalışma ile bölgenin İlk Tunç Çağ kültürünün bir bölümü
üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca çevre bölgeler
ile olan ilişkiler ya da farklılıklar ile ilgili bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışma ile ilgili en önemli materyal
grubunu bölgede yapılan arkeolojik yüzey araştırmaları sırasında ele geçen çanak-çömlek parçaları oluşturmaktadır. Bu
materyaller çevre kültürlerin çanak çömlekleri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde Nevşehir ve çevresinde halen devamlılığını sürdüren çanak çömlek kültürünün
safhaları, üretilen bu çanak çömleklerin hangi yol güzergâhı
üzerinden ticaretinin yapıldığı, yapılan bu ticaret ile bölgenin,
çevre kültürlerin sosyal ve ekonomik gelişimlerine katkısı değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Kapadokya, İlk Tunç Çağı Kültürleri, Çanak-çömlek
* Arş. Gör., Erzincan Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
61
Salih KAYMAKÇI
ABSTRACT
Culture is the society’s way of thinking, belief, life and attitude, also it is the tools prepared and used by the individuals.
This explanation is of great importance for our study as during the time mentioned here there was no sign of writing.
Therefore, we learn the differences or similarities among the
cultures thanks to the used tools such as pots, dishware and
any kind of pottery. Nevşehir was an important crossing point
in ancient times as it is still today. In this study, a part of the
culture of the related area in Early Bronze Age was examined.
The relationships or differences with the neighbouring areas
were also studied. The potteries obtained during the surface
survey in the area are the main materials. These materials
were compared with the pottery of neighbouring cultures.
The phases of the pottery culture which is still on-going in
Nevşehir and its neighbourhood, the trade routes of these
potteries and the contribution of this trade to the social and
economical development to the related area were also evaluated.
Key Words: Nevşehir, Cappadocia, Early Bronze Age Cultures, Pottery
Giriş
Anadolu’nun tarihsel çağlara girmemiş olduğu İlk Tunç Çağı’nın genel
siyasi ve sosyo-ekonomik görünümünü ortaya koyabilmek için öncelikle
arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının sonuçlarını değerlendirmek gereklidir. Konu bütünlüğü açısından bakacak olursak kültürün de ne anlama geldiğini burada belirtmek yerinde olacaktır. Kültür; belirli bir insan
topluluğunun bireylerinin düşünce, inanç ve yaşama biçimleri, yaptıkları
ve kullandıkları aletler ve davranış biçimleridir. Bu açıklama bizim araştırma konumuzun nasıl şekilleneceği açısından önemlidir. Çünkü konu edinilen zaman dilimi Anadolu’da yazının olmadığı bir dönemdir. Bu yüzden
kültür farklılıklarını ya da benzerliklerini o zamanda yapılan ve kullanılan
materyallerden (yemek kapları, su testileri, yiyecek saklamak için kullanılan çömlekler ve küpler, su küpleri) edinebilmekteyiz.
Kapadokya Bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Nevşehir bugün
olduğu gibi Eskiçağda da önemli bir geçiş noktası özelliğini taşımaktaydı.
Orta Anadolu’yu Kilikya’ya bağlayan yolların kavşak noktasında yer alması
nedeniyle yerleşim için son derece uygun olan Nevşehir ve çevresi, en eski
62
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
devirlerden günümüze kadar yerleşmenin hiç kesintiye uğramadan geldiği
bölgelerden birisini oluşturmuştur.
Bu çalışma ile bölgenin İlk Tunç Çağ kültürünün bir bölümü üzerinde
değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca çevre bölgeler ile olan ilişkiler ya da
farklılıklar ile ilgili bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışma ile
ilgili en önemli materyal grubunu bölgede yapılan arkeolojik yüzey araştırmaları sırasında ele geçen çanak-çömlek parçaları oluşturmaktadır. Bu
materyaller çevre kültürlerin çanak çömlekleri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir.
Jeopolitik değerlerin ortaya konması bakımından yolların konumunun belirlenmesi de önemli bir yer tutmaktadır. Burada yine arkeolojik malzeme
ve tarihi doğal yol güzergâhları çevresinden yola çıkarak bölgenin erken
dönem yol bağlantıları da incelenmiştir.
Günümüzde Nevşehir ve çevresinde halen devamlılığını sürdüren çanak
çömlek kültürünün safhaları, üretilen bu çanak çömleklerin ticaretinin ne
şekilde yapıldığı, yapılan bu ticaret ile bölgenin çevre kültürlerin sosyal ve
ekonomik gelişimlerine katkısı değerlendirilmiştir.
1. Coğrafi Konum
Nevşehir coğrafi açıdan oldukça ilginç ve zengin bir yapıya sahiptir. Kızılırmak vadisinin güney yamacına kurulmuştur. Kuzeyinde Delice Irmak
vadisi, güney ve güneybatısında Erdaş dağı ve Hodul Dağları ile çevrilidir.
Konya kapalı havzasında kalan Derinkuyu ilçesi dışında, bütünüyle Orta
Kızılırmak Havzası içinde yer almaktadır.
Çalışma alanımızın da içinde bulunduğu Kapadokya Bölgesi Antik dönemde Anadolu’nun, doğuda Fırat, batıda Kızılırmak, kuzeyde Karadeniz,
güneyde ise Toroslara kadar uzanan bölümünü içine almaktaydı.1 Bölge
M.Ö. 4. y.y. sonlarına kadar bu isimle anılmıştır.2
Kapadokya Antik Çağ’da batıda Galatia ve Lykaonia, kuzeyde Pontos ve
güneyde Kilikia ile kuşatılmıştı. Helenistik Dönem’e kadar oluşan sınırlar
sonradan çeşitli değişikliklere uğramakla birlikte, temelde aynı kalmıştır.3
1
2
3
Umar 1999: 192; Bahar 2010: 374; Gülçur 1993: 191; Güney 2000: 54.
Günaltay 1951: 257.
Aydoğan 1997: 946
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
63
Salih KAYMAKÇI
Kapadokya sınırları içerisinde bulunan Nevşehir’in doğusunda Kayseri,
kuzeyinde Yozgat ve Kırşehir, batısında Aksaray, güneyinde Niğde bulunmaktadır. (Harita 1)
Kapadokya Bölgesi’nin jeomorfolojik özelliklerine bakıldığında; İç Anadolu güneybatı ve kuzeydoğu doğrultusunda, genç tersier – kuvarterner
yaslı volkanik faaliyet ürünlerinin oluşturduğu bir kuşak üzerinde yer alır.
Bölgenin oluşmasına neden olan volkanlar, Hasan Dağı Volkanı, Melendiz
Dağı Batı Volkanı, Erciyes Doğu Volkanı ve Nevşehir’in güneybatısında yer
alan volkanlar topluluğudur.4
2. Kapadokya’nın Prehistorik Tarihi
Yerleşik hayata geçişle birlikte, yerleşim birimleri arasında temel ihtiyaçların karşılanması için ticaret ve benzeri ilişkiler doğmuş, temel ihtiyaç maddelerini üreten birimler önemli merkezler haline gelmişlerdir. Kapadokya
Bölgesi Prehistorik Dönem kültürlerini en iyi yansıtan yerleşimler; Niğde
Köşk Höyük, Aksaray Aşıklı Höyük, Nevşehir Civelek Mağarası5, Yozgat
Alişar Höyük ile Konya Çatalhöyük’tür.
Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda Neolitik dönemden başlayan birçok yerleşme tespit edilmiştir. Sözgelimi; Ürgüp yakınlarında Avla Tepesi
yerleşmesinde Neolitik döneme ait taş aletler bulunmuştur. Ayrıca Aksaray
4
5
64
Emre 1985, 31-32
Esin 1998: 110.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
Acemhöyük kazılarında M.Ö. 6.- 7. Binyıla ait izlere, Tunç Çağı’na ve Hititlere ait eserlere rastlanmıştır.6
Hititler’den önce Kapadokya’da küçük krallıkların olduğu ve bölgedeki
halkların da, Luviler ve Hattiler olduğu bilinmektedir. Bölgede M.Ö. III.
Binyılın sonlarında Asurlular ticaret kolonileri kurmuşlardır. Anadolu’nun
gerçek yazılı tarihini anlatan en eski belgeler Asur ticaret kolonilerinden
kalmış olan Kapadokya Tabletleridir.7
3. Nevşehir’in Yakın Çevresinde Yapılan Başlıca Kazılar
3.1 Acemhöyük
Anadolu’nun büyük ve önemli höyüklerinden biri olan Acemhöyük8,
Aksaray’ın 18 km. kuzeybatısında, Tuz Gölü’nün güneyindeki Yeşilova kasabasında yer almaktadır. 1962-1988 yılları arasında N. Özgüç tarafından
yapılan kazılara 1989 yılından itibaren A. Öztan devam etmiştir. S açmasında İTÇ II ve İTÇ III yerleşmelerine rastlanmıştır.
Höyük Kalkolitik Çağ’dan itibaren yerleşim görmüştür. İlk Tunç ve Asur
Ticaret Kolonileri çağlarına ait 12 tabaka saptanmıştır. Höyük İTÇ II’den
itibaren gelişme göstermiş ve en parlak dönemini de Asur Ticaret Kolonileri çağında yaşamıştır.9
Acemhöyük İlk Tunç Çağı yerleşmesinde; yalnızca İç Anadolu Bölgesi
değil; Mezopotamya ve Kuzey Suriye tipinde çanak çömlekler de bulunmuştur. Yapılan çalışmalar daha sonraki dönemde de Puruşhanda olarak
düşünülen Acemhöyük ile bu yöreler arasındaki ilişkilerin; M.Ö III. binyılda
başladığını göstermektedir.10
3.2 Aşıklı Höyük
Aksaray ilinin yaklaşık 25 km güneydoğusunda bulunan Aşıklı Höyük11, günümüzden on bin yıl öncesine tarihlenen Orta Anadolu’nun ve
Kapadokya’nın en eski köy yerleşmesidir. Orta Anadolu’da avcı ve toplayıcı göçebelerin yerleşik hayata geçtiği bilinen ilk köydür.
6
7
8
9
10
11
Özgüç 1968: 1-28
Bilgiç 1943: 33-43.
Özgüç 1968: 1-28; Öztan 1990: 247-258; Harmankaya vd. 2002: Acemhöyük
Yakar 2007: 222.
Harmankaya 2002: 37.
Esin 1992: 131-153.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
65
Salih KAYMAKÇI
Aşıklı Höyük Anadolu’nun geleneksel bitişik düzendeki dörtgen planlı kerpiç mimarisinin en eski örneklerindendir. Yerleşme düzeninin zaman içinde korunmasına özen gösterildiği ve yapılar yenilenirken fazla değişiklik
yapılmadan çoğu kez olduğu gibi aynı yerde yeniden yapıldığı görülür. Yapılar bir, iki ve seyrek olarak üç mekanlıdır. Yapıların dışarıya açılan kapıları
yoktur, ancak odalar arasında geçişi sağlayan kapılar ya da küçük geçitler
mevcuttur. Duvarlarda taş temel yoktur; tümüyle kerpiçtendir ve toprak
sıvalıdır. Tabanlarda aynı şekilde sulandırılmış kil ile sıvanmıştır. Mekanlarda –tümünde olmamakla birlikte ocaklar bulunmaktadır.12
3.3 Kaman-Kalehöyük
Yerleşme eski Ankara-Kayseri Karayolu’nun hemen kenarında ve Kırşehir İli sınırları içerisinde bulunan Kaman Köyü’nün 3 km doğusunda yer
almaktadır. Höyük 1986’dan beri T. Mikami ve S. Omura başkanlığında
kazılmaktadır. Höyükte dört yapı katı ortaya çıkarılmıştır. Dördüncü kat
İTÇ’ye aittir.13
El yapımı Alişar III tipinde boya bezemeli çanak çömlek endüstrisinin IV.
tabakanın 4. yapı katında var olduğunu bilinmektedir. Üçgen biçimli kapların dip kesimlerinin ip ile kesilerek yapıldığını gösteren izlerin varlığı açıklanmaktadır. IV. tabakada çark yapımı çanak çömleğin yanında el yapımı
seramikler ele geçmiştir.
3.4 Alişar
Yozgat il sınırları içinde bulunan höyükte, 1927- 1932 yılları arasında
H.Von der Osten tarafından kazılar yapılmıştır. 1993 yılından itibaren de
Ronald L.Gorny tarafından kazılara tekrar başlanmıştır. Höyükten GKÇ ve
İTÇ I-III’ e ait çanak çömlekler elde edilmiştir.14
4. Nevşehir’de Bazı Önemli İlk Tunç Çağı Yerleşim Alanları
Bölgede yapılan kazı ve yüzey araştırmalarından elde edindiğimiz bilgilere
göre Nevşehir İlk Tunç Çağ’da önemli derecede yerleşime sahne olmuştur.
Aşağıda sıraladığımız yerleşmeler Nevşehir’de tespit edilen İTÇ yerleşmeleridir.
12
13
14
66
Harmankaya vd. 2002: Aşıklı Höyük
Omura 1995: 215-244.
Harmankaya vd. 1998: Alişar.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
4.1 Alayhan Höyük
Höyük, Aksaray il merkezinin kuzeydoğusunda; Aksaray-Nevşehir karayolunun kuzeyinde; Alayhanı Köyü’nün yaklaşık 1-2 km batısındadır. Gülçur’un
1996 yılında yapmış olduğu yüzey araştırmalarından edindiğimiz bilgilere
göre; höyük yüzeyinden toplanan çanak çömlekler arasında Güvencinkaya
yerleşmesindeki çanak çömleklere benzer siyah parlak açkılı mallar ile kırmızı astarlı çanak çömlek parçaları elde edilmiştir.15 Bu durum bize Kalkolitik
Çağ’da Nevşehir ve Aksaray arasındaki çanak çömlek ticaretinin varlığını ve
ortak bir kültürün oluştuğunu bu kültürün İlk Tunç Çağ’da da devam etmesinin mümkün olabileceğini göstermesi açısından önemlidir.
4.2 Zohul Mevki
Güzelyurt İlçesine götüren ana yolun, ilçeye doğru tırmanışa geçmeden
önceki düzlüğün sağ kıyısında uzanan tarlalara verilen addır. Bu alanda
oldukça yoğun oranda Kalkolitik, İTÇ ve 2. Binyıla tarihlenen çanak çömlekler elde edilmiştir.16
4.3 Ağıllı Höyük
Nevşehir İli; Acıgöl İlçesi’nin güneyinde; Ağıllı Köyü’nün 3 km batısında;
Çayırlık Mevkii’ndedir. Ian Todd tarafından 1964 yılında saptanan höyük
1997 yılında Şenyurt tarafından tekrar ziyaret edilmiştir. Şenyurt; höyükteki çanak çömlekleri İTÇ; OTÇ-STÇ; Hellenistik-Roma Dönemi olarak tespit
etmiştir.17
4.4 Aptal Höyük
Nevşehir il merkezinin batı-kuzeybatısında; Gülşehir İlçesi Gökçetoprak
köyünün 3 km kuzeybatısında yer almaktadır. Höyükte Son Kalkolitik Çağ,
İTÇ, OTÇ ve STÇ çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır.1997 yılında araştırma yapan Şenyurt Kalkolitik Çağ çanak çömleklerinin çok fazla olduğu
bildirilmektedir.18
4.5 Hacıbayram
Nevşehir İli; Hacıbektaş İlçesi; Aşağı Barak Köyü’nün 2.5 km kuzeydoğusundadır. 1990 yılında Omura başkanlığında gerçekleştirilen yüzey araştır15
16
17
18
Esin vd. 1998: 234.
Gülçur 1995: 161-163; Gülçur vd. 2010: 324.
Şenyurt 1998: 456.
Şenyurt 1998: 454.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
67
Salih KAYMAKÇI
maları sırasında tespit edilmiştir. Çok sayıda kalın kırmızı astarlı ve perdahlı
İTÇ çanak çömlek parçası toplanmıştır.19
4.6 Karacaşar Höyüğü
Nevşehir il merkezinin kuzeybatısında; Gülşehir İlçesi’nin 7 km güneybatısında; Karacaşar Beldesi’nin içinde; yerleşmenin hemen kuzeybatı
kesimindedir. Şenyurt tarafından 1997 yılında yapılan yüzey araştırması
sonuçlarına göre; İTÇ; OTÇ-STÇ; DÇ’ye ait çanak çömleklerin olduğu anlaşılmaktadır.20
4.7 Karayusuf
Nevşehir İli; Avanos İlçesi’ndeki Kalaba Köyü sınırları içindedir. Höyük,
D. French tarafından tespit edilmiş; 1990 yılında Omura başkanlığında
gerçekleştirilen Orta Anadolu yüzey araştırmaları sırasında tekrar ziyaret
edilmiştir. Höyük yüzeyinden İTÇ; OTÇ-STÇ ve DÇ çanak çömlek parçaları
toplanmıştır.21
4.8 Kızılözün Höyüğü
Nevşehir il merkezinin kuzeyinde; Gülşehir yaklaşık 12 km kuzeybatısında
Hüyükbükü Mevkii’nde yer almaktadır. Şenyurt tarafından 1997 yılında
saptanan yerleşmenin güney kesiminde çukurların olduğu ve yüzeyinden
toplanan çanak çömlekler arasında İTÇ; OTÇ-STÇ’ye ait tarihlenmektedir.22
4.9 Sulucakara Höyüğü
Nevşehir İli; Hacıbektaş İlçesi’nin güneydoğusunda; Mucur-Gülşehir karayolunun kenarında yer almaktadır. Mellink tarafından kazı yapılan höyükte Balkan da 1967 yılında kurtarma kazısı yapmıştır. Yapılan çalışmalarda
İTÇ’ye tarihlenen çanak çömlek olduğu tespit edilmiştir.23
4.10 Terlemez Höyüğü
Nevşehir il merkezinin kuzeybatısında; Gülşehir ilçesi, Terlemez Köyü’nün
doğu girişinde yer almaktadır. 1997 yılında Şenyurt tarafından saptanan
19
20
21
22
23
68
Omura 1992: 547.
Şenyurt 1998: 453.
Omura 1992: 547; Seven vd. 1992: 524.
Şenyurt 1998: 452.
Balkan vd. 1968: 15-39.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
yerleşim yerinde Kalkolitik Çağ; İTÇ; OTÇ; DÇ’ye ait malzemeler elde edilmiştir. İTÇ çanak çömlekleri konusunda ayrıntılı bilgi verilmemiştir.24
4.11 Topakhöyük
Höyük, Nevşehir il merkezinin batısında; Gülşehir İlçesi’nin güneybatısında; Ovanören Köyü’nün 3 km güneyinde yer almaktadır. Omura başkanlığındaki Kaman Kalehöyük ekibi tarafından 1996 yılında saptanmıştır. İTÇ
yerleşmeleri arasında sayılmaktadır. İTÇ’nin son safhasına tarihlenen Alişar
III boyalı mal örnekleri bulunmamıştır.25 1997 yılında Şenyurt tarafından
da araştırılmış olan höyük yüzeyinden Şenyurt’a göre Kalkolitik Çağ; İTÇ;
OTÇ-STÇ üretimi çanak çömlek parçaları elde edilmiştir.26
4.12 Topaklı Höyük
İç Anadolu’nun büyük ve önemli höyüklerinden biri olan Topaklı Höyük
Nevşehir il merkezinin ve Avanos İlçesi’nin kuzeyinde; Kırşehir-Kayseri yolu
üzerinde Topaklı köyündedir. İç Anadolu’nun büyük önemli höyüklerinden
biridir. Kayseri’den batıya giden ana ticaret yolunun üzerinde olmasından dolayı 1966 yılından 1976 yılına kadar başta P. Meriggi daha sonra
L. Polacco yönetiminde İtalyan kazı ekibi tarafından kazısı yapılmıştır.27
İTÇ’den Bizans Dönemi’ne kadar 24 tabaka basamaklı açmada bulunmuştur. XXIV-XIX tabakaları Alişar III dönemi yapımı boyalı malından parçalar
ile İTÇ sonu- OTÇ başına tarihlenmektedir.28
4.13 Yakatarla/Maltepe
Nevşehir il merkezinin kuzeybatısında; Gülşehir İlçesi’nin güneybatısında;
Yakatarla Köyü’nün yaklaşık 3 km. güneyinde; Yalıntaş Köyü sınırındaki
Gireyme Mevkii’ndedir. 1997 yılında araştırma yapan Şenyurt; İTÇ; OTÇSTÇ; DÇ çanak çömleklerinin bulduğunu ifade etmektedir.29
4.14 Yazıhüyük
Nevşehir İli; Derinkuyu İlçesi’nin batı-güneybatısında; Yazıhöyük kasabasındadır. Höyük üzerinde yoğun obsidien parçalarına ve Kalkolitik Çağ;
24
25
26
27
28
29
Şenyurt 1998: 454.
Omura 1998: 49-50.
Şenyurt 1998: 454.
Polacco 1967: 177-184.
Şenyurt 1998: 454.
Şenyurt 1998: 454.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
69
Salih KAYMAKÇI
İTÇ; OTÇ; DÇ; Hellenistik; Roma ve Bizans dönemlerine ait çanak çömlek
parçalarına rastlanmıştır.30
4.15 Yeşilöz Höyüğü
Höyük Gülşehir İlçesi, Yeşilöz Köyü’nün 4 km. kuzeybatısında, Ilıman
Mevkii’nde, Yeşilöz-Hacıbektaş karayolunun 2 km. batısında yer almaktadır. 1997 yılında Şenyurt tarafından yüzey araştırması yapılan höyükte;
araştırmacının değerlendirmesine göre Neolitik Çağ’dan Hellenistik-Roma
Dönemi’ne kadar kesintisiz yerleşim olduğu belirtilmektedir.31
4.16 Yoncalı
Nevşehir İli; Acıgöl İlçesi’nin güneyinde; Ağıllı Köyü’nün yaklaşık 3 km batısında yer almaktadır. Yerleşmenin 150 m doğusunda Ağıllı Höyük vardır.
İlk olarak D. French tarafından tespit edilen yerleşme İTÇ’ye tarihlendirilmiştir.32
4.17 Zank Höyük
Nevşehir il merkezinin kuzeydoğusunda; Avanos’a bağlı Sarılar Kasabası’nın
yaklaşık 4 km kuzeybatısındadır. Sever33 başkanlığındaki ekip tarafından
araştırılmış; yüzeyinden ağırlıklı olarak Assur Ticaret Koloni Devri; MÖ II.
binyıl; Demir (Frig) ve Hellenistik dönemlere ait çanak çömlek parçaları
toplanmıştır. Höyükte aynı ekip tarafından yapılan kazılarda yine İTÇ’ye ait
çanak çömlekler bulunmuştur.34 Höyük Omura başkanlığında da araştırılmıştır. Omura’da İTÇ çanak çömleklerinden söz etmektedir.35
5. Nevşehir ve Çevresi İlk Tunç Çağ Çanak Çömlek Kültürleri
Anadolu uygarlık tarihi içerisinde en önemli kullanım eşyaları olan çanak
çömlek ve benzeri kaplar İlk Tunç Çağ ve öncesinde önemli bir ticari unsur
olmuştur. Bu dönemde çanak çömlek yapımı ve kullanımının önemi son
derece önemlidir. İnsanoğlu varoluşundan bu yana hayatını kolaylaştırıcı
aletler, besin yapımı ve tüketimi için kaplar üretmeye çalışmıştır. İşte bu
varoluş mücadelesi ile Paleolitik Çağ’da (İ.Ö. 1.000.000-10.000) taştan
30
31
32
33
34
35
70
Sever vd. 1992: 525.
Şenyurt 1998: 453.
Harmankaya vd. 2002: Yoncalı.
Sever vd. 1992: 524.
Sever 1993: 248.
Omura 1992: 547.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
yapılmış kapları kullanan insan Neolitik Çağ’da ( İ.Ö. 8.000-5.500) kili keşfederek kilden yapılmış çanak çömlek yapımını öğrenmiş ve günümüze
kadar gelen çanak çömlek kültürünün temelini de oluşturmuştur.
Anadolu’nun genelinde ve Nevşehir’de Çanak çömlek kültürünün ilk üretimciliğe geçişi simgeleyen Neolitik dönemden itibaren var olmuştur. Bu
kültürün günümüze kadar kesintisiz gelişinin sırrı, şüphesiz ki çanak çömlek yapımındaki devamlılık, toprak ve iklim özelliklerinin bazı özel durumlar dışında değişmemesi olarak gösterilebilir.
Konumuzu oluşturan İlk Tunç Çağı (İTÇ) Anadolu’da M.Ö 3200–1800 yılları arasına tarihlenmektedir. Bu zaman dilimi de kendi arasında İTÇ I, İTÇ
II ve İTÇ III diye bölümlere ayrılmaktadır.36
Orta Anadolu’da en önemli İTÇ merkezlerin başında Nevşehir’e komşu
olan Çorum’daki Alacahöyük ve Büyük Güllücek, Yozgat yakınlarında bulunan Alişar37 ve Konya’daki Karahöyük gelmektedir.
M.Ö 3200-3000 yılları arası Orta Anadolu’da Geç Kalkolitik Çağ’dan
İTÇ’ye geçiş evresi olarak kabul edilmektedir. Bu değişim çanak-çömlek
buluntuları aracılığıyla orta çıkmaktadır. Çünkü bu evrede GKÇ çanak
çömleği arasında yavaş yavaş İTÇ kap grupları da çıkmaya başlamaktadır.
İTÇ I çanak-çömlek kültüründe tamamen belirginleşecek olan bazı özelliklerin erken modelleri bu dönemde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde
çanak-çömlekler Kilikya Bölgesi hariç hala elde yapılmaktadır. Geç Kalkolitik Çağ’dan İTÇ’ye geçiş evresi Anadolu’nun kültürel gelişim süreci için
önemli bir kırılma noktasıdır.38
Orta Anadolu’da, kültür gruplarının yayılım alanları ile ilgili çalışmalar devam etmekte, ve İTÇ’ye ait bir zaman dizini oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Yapılan çalışmalardan elde ettiğimiz sonuçlara göre; İlk Tunç Çağ’ın karakteristik malzemesi olan testi, fincan ve maşrapalar, Geç Kalkolitik Çağ’da
ortaya çıkmaya başlamış ve GKÇ’den İTÇ’ye olan geçiş evresinde daha
da gelişerek İTÇ’nin karakteristik kap biçimi olan gaga ağızlı testilerin ilk
örneklerini ortaya çıkarmıştır. Sözünü ettiğimiz bu geçiş evresinde siyah
açkılı çanak-çömleğin yerini kırmızı açkılı ve astarlı kaplar almıştır.39
36
37
38
39
Sevin 1999: 94.
Harmankaya vd. 1998: Alişar.
Efe 2003,97.
Efe 2003: 103, 104.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
71
Salih KAYMAKÇI
İlk yapılan çömleklerin sargı-dolama yöntemiyle elde biçimlendirildiği bilinmektedir. Fırınlama için de açık ateş kullanılmıştır. İlk Tunç III’ün sonlarına doğru çömlekçi çarkı bulununca, çömlekler artık çarkta yapılmaya
başlanmıştır. Hacıbektaş ve Gelveri (Güzelyurt) ilçelerinde Kalkolitik ve İlk
Tunç Çağına ait çanak-çömleklere rastlanmıştır.
İTÇ I’de Orta Anadolu’da ince kenarlı ve oluk bezemeli, kırmızı ve siyah
astarlı çanak çömleğin yaygınlaştığı görülmektedir.40 Alayhan Höyük, Hacıbayram Höyük kırmızı ve siyah astarlı ve açkılı çanak çömlek açısından
örnek gösterilebilir.
İTÇ II kültür bölgesinin sınırını batıda Sivrihisar Dağları’ndan doğuda Kızılırmak kavsinin içine kadar uzanan bölge ile sınırlayabiliriz.41 Bu bölgenin içinde özellikle çanak-çömlek buluntularıyla ayırt edilebilen beş kültür
grubu vardır.
Bu kültür grupları; batıda Polatlı ve Ankara, Alacahöyük ve çevresi, kuzeyde Karadeniz kıyıları boyunca Filyos, Sinop ve Orta Karadeniz Bölgesi
(İkiztepe), güneyde ise Aksaray-Konya Ovası ve Kilikia Kültür Bölgesi yer
almaktadır.
İTÇ II’de Orta Anadolu’da (Nevşehir’de) çanak-çömlek hala elde yapılmaktadır. Bölgenin en tipik malı ise kırmızı astarlı ve açkılı kaplardır.42
İTÇ III döneminde Anadolu’da yerleşme sayısında gözle görülür bir düşüş
olurken buna karşılık büyük yerleşmelerin sayısı da artmıştır. Bu durum
insanların giderek şehirlerde toplanmaya başladığı şeklinde yorumlanabilmektedir. Yapılan kazı ve yüzey araştırmalarından edindiğimiz bilgiler
doğrultusunda insanoğlu üretmiş olduğu çanak çömlekleri aynı zamanda
artı ürünlerini depolama için de kullanmıştır. Bu da bize o dönem insanlarının toplu yaşama ihtiyaçlarının olduğunu göstermektedir. Toplu yaşama
ihtiyacı doğal olarak çanak çömlek yapımında bir artışı da beraberinde
getirmiştir. Çanak çömlek yapımında ki bu artış ile çok sayıda yerleşmede
atölyeler kurulmuş, bu sayede ise bölgeler arası ticaret de gelişme göstermiştir. Ticaretin bu yöndeki gelişimi çanak çömlek ürünlerinin yapıldığı
atölyeleri ticaretin en önemli unsuru haline getirmiştir.
40
41
42
72
Yakar 1979: 1- 61.
Efe 2003: 104; Kaymakçı 2011: 7.
Yakar 1979: 60.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
İTÇ III hakkındaki bilgilerimiz daha çok Orta Anadolu’nun Batı Anadolu
ile ilişkileri ile değerlendirilmektedir. İTÇ III dönemin sonlarında meydana gelmiş olan Luvi göçleri ile, daha önce var olan kültür bölge sınırları
ortadan kalkmış ve yerine Troia II uzantılı kültür yerleşmiştir. Bu dönemin
özelliği; çömlekçi çarkının kullanılması ve kırmızı-kahverengi boya astarın
uygulanmasıdır. Bu döneme örnek Topaklı Höyük çank çömleği gösterilebilir. Yine bu dönemin sonlarına doğru “iyi açkılı” ve yöresel kap biçimleri
tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Çarkın kullanılması ile kapların kenar
konturları basitleşir ve kapların gövdeleri uzun ve oval bir form almıştır.
Orta Anadolu’da boya bezeme tekrar ortaya çıkarken, Batı Anadolu’da
bezeme daha az kullanılmıştır. Kızılırmak kavisi içinde Kappadokia Boyalıları ve Geçiş Dönemi Boyalıları’ndan (Intermediate Ware) oluşan iki grup
ortaya çıkmıştır.43
Kapodokya Seramiği ile Geçiş Dönemi Seramiği (Intermediate) adı takılan
boya bezekli çanak çömleklerden Kültepe’de çok sayıda elde edilmiştir.
Kapodokya çanak çömleğinin Kuzey Suriye kökenli olduğu ve sarı-portakal renkleri ile kahverengi astar üzerine koyu kahve ve siyah boya ile
yapılan bezemeleri ile dikkat çekmektedir. Dönemin tipik biçimleri gaga
ağızlı testiler ile yayvan kaselerdir. “Intermediate” adıyla bilim dünyasına
giren geçiş çanak çömlekleri ise Nevşehir’in doğusuna yayılmıştır. Yayılım,
Konya Karahöyük’e kadar uzanmaktadır.44
İlk Tunç Çağ’da ve günümüzde de Nevşehir’e komşu olan Kayseri ilinde
beklenildiğinden daha az sayıda Tunç Çağı höyüğü olduğu görülmektedir. Kayseri’nin 21 km. kuzeyindeki Kayseri Ovası’nda yer alan ve SuriyeMezopotamya’ya giden ve gelen başlıca ticaret yollarına hakim olan Kültepe, çanak çömlek bakımından Nevşehir ile benzer özelliklere sahip olduğunu görmekteyiz. Bunu İTÇ’deki ticaret yolu güzergahında olmaları
ile açıklayabiliriz. Kültepe’nin 17.-14. tabakalarındaki yerleşmeler İTÇ II,
13.-11. tabakalardaki yerleşmelerde İTÇ III’ aittir.45
Kızılırmak Kavsi içerisinde bulunan Nevşehir’de ve ona komşu Kırşehir
ve Yozgat’ta İlk Tunç Çağı yerleşim alanlarının çok yaygın görülmektedir.
Özellikle de İTÇ III’e ait boyalı çanak çömlek türü Çıradere Grubu ile Delice
Türleri (Delice Çayı ve civarındaki höyükler) oldukça fazladır. Bu tür çanak
43
44
45
Lloyd-Mellaart 1962: 199
Harmankaya 2002:37.
Özgüç 1986: 36-37; Esin 1998: 118; Yakar 2007: 219.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
73
Salih KAYMAKÇI
çömlekler Kızılırmak kavsinin güney bölgesindeki (Aksaray ve Niğde) höyüklerde de yaygın olarak görülmektedir.46
Delice ve Çıradere çanak çömlek gruplarında krem astar üzerine kırmızı boya ile özenli bezemeler yapılmıştır. Yiv bezemeli örnekleri de vardır.
Bezeme örnekleri olarak da çapraz bantlar, birbiri ile kesişen çizgiler, şevron ve baklava motifleri bulunmaktadır. Bu çanak çömlekler daha çok tek
kulplu fincanlar, çift kulplu basık çömlek biçimli kaplar olarak görülmektedir. Kültepe’nin Mezopotamya ve Kuzey Suriye ile M.Ö 3. bin yılın sonunda ticaret ilişkilerinin başladığı, bu yörelerden ithal edilen şişe biçimli
kaplar, maden kaplara benzeyen kaseler, silindir biçimli mühürlerin varlığından anlaşılmaktadır. Kültepe’nin batıya yönelik ticaret ilişkileri içinde
olduğu da batı kökenli kase, depas, iki kulplu bardak gibi kap tipleriyle
belgelenmektedir.47
6. Nevşehir’in Ticaret Yolu Bağlantıları
İlk Tunç Çağ’da Nevşehir’in Kayseri ve doğusundan gelen doğal yollardan
biri kuzeydeki stepler yoluyla Yozgat ve Kırşehir’e ulaşırken, diğer bir doğal yol da Kızılırmak boyunca Kızıldağ masifinin güneyinden Kırşehir ve
Aksaray’a ulaşmaktadır. Diğer taraftan Erdaş ve Hodul Dağları arasındaki
doğal güzergah Nevşehir ve buraya gelen yolları Niğde ve Toroslara götür-
46
47
74
Omura 1992: 550.
Harmankaya 2002:36.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
mektedir. Kızılırmak Nehri ve kollarının oluşturduğu doğal vadi ve yollar
sayesinde Nevşehir ve çevresi, bugün olduğu gibi İlk Tunç Çağ’da da bölgeyi Anadolu’nun hemen bütün diğer yörelerine bağlayan önemli kavşak
noktasını oluşturmaktadır.48 (Harita 2)
Önemli kavşak noktası üzerinde bulunan Nevşehir ve çevresi İTÇ I dönemindeki (M.Ö 3.200-2.650) yerleşimleri önem kazanmıştır. Önem kazanan bu yerleşmeler İTÇ II döneminde (M.Ö 2.650-2.400) bulundukları
jeopolitik konumu nedeniyle giderek büyüyüp genişlemişlerdir. Gelişim
gösteren yerleşimler İTÇ III dönemin de ise (M.Ö 2.400-2.000) iklime bağlı
olarak artı ürünlerini fazlalaştırıp ticareti geliştirmişler ve zenginleşmişlerdir.
7. Nevşehir’de Çanak Çömlek Yapımı
Nevşehir’de Neolitik Çağ’dan itibaren devam eden çanak çömlek yapımı, günümüzde daha çok Avonos bölgesinde yaygınlık göstermektedir.
Yapılan çanak çömlekler bugün olduğu gibi olasılıkla İlk Tunç Çağ’da da
Avanos’un dağlarından ve Kızılırmak’ın eski yataklarından elde edilmekteydi. İlk yapılan çömleklerin sargı-dolama yöntemiyle elde biçimlendirildiği bilinmektedir. Fırınlama için de açık ateş kullanılmıştır. İlk Tunç III’ün
sonlarına doğru çömlekçi çarkı bulununca, çömlekler artık çarkta yapılmaya başlanmıştır. Çark yapımı çanak çömlek örneklerine Hacıbektaş ilçesinde yoğun olarak rastlanmaktadır.
Çanak çömlek yapımında kullanılan kil, yumuşak ve yağlı kil toprakların
elenmesiyle ve iyice yoğurulmasıyla çamur haline getirilmektedir. Ağır
Çark olarak bildiğimiz ve dönüş kuvvetini ustanın ayağı ile sağladığı bir
sistem ile tezgah üzerindeki çamurun özenle şekillendirilmesiyle istenilen
çanak çömlek yapılmaktadır. Yapılan çanak çömlekler işlik denilen atölyelerde, sonra bekleme odalarında daha sonra güneşte, ve en sonunda da
gölgede kurutulduktan sonra, saman ve talaşla yakılan fırınlarda sekiz yüz
dereceden başlayıp bin iki yüz derece sıcaklık arasında özenle pişirilmektedir.
Çanak çömlekler üzerinde yapılan çalışmalardaki amaç; belli bir çağın
kültürünü daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Çanak-çömlek özelliklerine
bakılarak, bir bölgenin ya da daha büyük bir merkezin; kültür düzeyini,
48
Şenyurt 1998: 451.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
75
Salih KAYMAKÇI
teknolojisini, üretim sistemini, kullanıcıların ürün talebini ve gereksinimi,
diğer bölgelerle olan alışverişini yine bu kültürün coğrafi dağılımı daha iyi
anlayabilmekteyiz. Çanak çömlek buluntuların en önemli işlevi ise, yazılı
kaynakların bulunmadığı veya var olmadığı kültürleri ve çağları anlayabilmede kaynak olarak kullanılmalarıdır. Yüzey araştırmaları ya da kazılarda
ele geçen çanak-çömlek parçaları bizlere bir kültürün sosyo-ekonomik yapısı hakkında bilgi verebilmektedir.
Çanak Çömlek Özelliklerinin Verdiği Bilgiler
Teknik yapı
➞
Teknik düzey
➞
Kap tipi
➞
Gereksinim
➞
Bezeme
➞
Beğeni
➞
Üretim sistemi
Coğrafi yayılım
➞
➞
Sosyoekonomik yapı
Sosyopolitik yapı
➞
➞
Kültürel düzeyi,
Kültürel Etkileşim
Kültür bölgeleri
Yerleşim dokusu
Nüfuz alanı,
Coğrafi sınırlar49
Sonuç
Nevşehir bugün olduğu gibi İlk Tunç Çağ ve öncesinde de önemli geçiş noktaları üzerinde bulunmaktaydı. Bundan dolayı Nevşehir ve çevresi
İlk Tunç Çağ yerleşmeleri oldukça fazladır. Nevşehir ve çevresinde yapılan
kazı ve yüzey araştırmalarından elde edilen sonuçlara göre bölge; Çanak
çömleksiz Neolitik Çağ’dan Osmanlı Dönemi’ne kadar hemen her dönemde yerleşime sahne olmuştur. Bu yerleşim sürekliliği Nevşehir ve çevresinin
jeopolitik konumunun doğal bir sonucu diyebiliriz. Bölgede İlk Tunç Çağı
yerleşim yerlerinin, Kızılırmak Kavsi içinde (Nevşehir, Kırşehir, Yozgat) çok
yaygın görülmektedir. Özellikle de İTÇ III’e ait boyalı çanak çömlek türü
Çıradere Grubu ile Delice Türleri (Delice Irmağı ve Kılıçözü yataklarında
kurulmuş höyüklerde) temsil edilmektedir. Bu tür çanak çömleğe Kızılırmak kavsinin güney bölgesindeki (Aksaray ve Niğde) höyüklerde fazla
rastlanmamaktadır.50
Bölgede gerçekleştirilen yüzey araştırmaları İlk Tunç Çağı yerleşmelerinin
sayısını artırmış be hemen her höyükte İlk Tunç Çağı’na tarihlenebilecek
çanak çömlek parçasına rastlanmıştır. Bu çanak çömleklerin çoğunun içi
siyah, dışı kırmızı iki tarafı da iyi açkılanmıştır. Fakat Nevşehir ve çevresinde
aynı çanak çömlek gruplarından farklı örneklerin de var olduğu görül49
50
76
Ökse 2002,1.
Omura 1992: 550.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
mektedir. Bu durum bölgenin yerel çanak çömlek üretiminin hala aktif
olduğunu göstermektedir.
Bölgede yapılan çanak çömlekler Kızılırmak’tan elde edilen, tüflü ve killi
topraklar nedeniyle GKÇ ve İTÇ’de olduğu gibi kırmızı hamurlu ve astarlı
bir çanak çömlek grubunun devamı gibidir. Yemek kapları, su testileri, kışlık yiyecek saklamak için kullanılan çömlekler ve küpler, su küpleri çanak
çömlek yapımının başladığı Neolitik Çağ’dan bu yana Nevşehir’de kullanılan kap türleridir.
Gülçur tarafından 2010 yılında yapılan Nevşehir-Aksaray ve Niğde yüzey
araştırmalarında, Güzelyurt ilçesindeki çömlekçi ustası ile yapılan görüşmede daha önce çevre bölgelerden yüksek talep gören Gelveri çömleğinin 1960’lardan bu yana üretilmediği bilgisine ulaşılmıştır. Bu konuda
çömlekçi ustalarının da parmakla sayılır durumda olduğu bilinmektedir.
Çömleklerin yapımında kullanılan kilin bölgedeki yerel kaynaklardan elde
edildiği ve yüzeyden açık hava madenciliği ile çıkarılan iki tür toprak kullanılarak (az özlü boz toprak ve özlü siyah toprak/orman toprağı) yapıldığını
öğrenmekteyiz. Fakat günümüz çömlek ustaları Gelveri ( Aksaray) çömleği pişirme için uygunken, saklama kabı olarak da Avanos çömleklerinin
tercih edildiğini söylemektedir.51 Günümüzde bu şekilde kullanım alanına sahip olan çanak çömlekler çalışma alanımız olan İlk Tunç Çağ’da da
muhtemelen aynı kullanımda olup, bu kullanım alanlarının oluşturduğu
farklılıklar da bölgeler arası ticaretin kullanım amaçlarına ve elverişliliğine
göre yapıldığına örnek olarak gösterilebilmektedir.
İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden itibaren var olan çömlekçilik geleneği, şimdilerde yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Günümüzde bu işi
yapan usta eller teknolojiye yenik düşen mesleklerini yaşatmak için çaba
sarf etmekte, ancak, kendilerinden sonra mesleklerini devredebilecekleri
çırak bulamamanın sıkıntısını yaşamaktadırlar. Bu durum yalnız Nevşehir
için değil, Konya, Aksaray, Niğde, Kırşehir, Sivas ve daha birçok ilde bu işi
yapan ustaların ortak sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde Konya’nın Selçuklu İlçesi’nin Sille Mahallesinde ki çömlekçi
Yaşar Usta, çömlek yapımı için gerekli olan toprağı Sille ve yakın illerden
özellikle de Avanos’tan getirttiğini belirtmiştir. Avonos’tan getirttiği toprağı Sille toprağı ile harmanlayıp çömleklerini yaptığını söylemiştir. Ayrıca
51
Gülçur vd. 2010: 326-327.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
77
Salih KAYMAKÇI
her toprağın ayrı bir pişirme tekniğinin olduğunu da sözlerine eklemiştir.
Bölgeler arası çanak çömlek ticaretinde toprak türlerinin bu gibi özellikleri
de önemli olmuştur. Bu durum da bizim için oldukça önemlidir. Günümüzdeki bu kültürel ve ticari alış veriş İlk Tunç Çağ ve öncesi için de aynı
özellikte olmuştur diyebiliriz.
Tüm zorluklara rağmen Nevşehir ve Anadolu’nun birçok yerinde çömlekçilik geleneği halen yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Kaynaklar
Aydoğan, S., “Kappadokia”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi 2, İstanbul, 946,
1997.
Arman, N., Nevşehir Tarihi, 1966
Balkan, K.,- O. Sümer, “1967 Yılı Hacıbektaş (Suluca Karahöyük Kazısı) Ön Raporu” Sayı: 16/2, s. 15-39, TAD, Ankara, 1968.
Baydur, N., Kültepe (Kaniş) ve Kayseri Tarihi Üzerine Araştırmalar, İstanbul, 1970.
Efe, T., " Batı Anadolu Son Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı", Arkeoatlas Dergisi, Sayı
2, 2003
Emre, O., “Ürgüp Avanos Uçhisar (Nevşehir) Arasının Genel ve Uygulamalı Jeomorfolojisi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Deniz
Bilimleri Coğrafya Enstitüsü, İstanbul, 1985.
Bilgiç, E., “Kapadokya Tabletlerine Göre Anadolu Kavimleri Üzerinde Araştırmalar , A.Ü D.T.C.F Dergisi, Sayı: I, c: II, s: 33-43, Ankara 1943.
78
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800)
Esin, U., “Paleolitik’ten İlk Tunç Çağ’ın Sonuna:Tarih Öncesi Çağların Kapadokyası”, İstanbul, 1998.
Esin, U.- Gülçur, S.- M.E. Özel, Aksaray, Nevşehir, Niğde İlleri 1997 Ortak Yüzey
Araştırması, XVI. Araştırma Sonuçları Toplantısı II, Ankara,1999
Esin, U.- Gülçur, S.- H. Kurar, Aksaray, Nevşehir, Niğde İlleri 1996 Ortak Yüzey
Araştırması, XV. Araştırma Sonuçları Toplantısı II, Ankara,1998
Esin, U., “1990 Aşıklı Höyük Kazısı (Kızılkaya Köyü, Aksaray İli) XIII. Kazı Sonuçları
Toplantısı I, Ankara, 1991.
Garelli 1963 P. Garelli, Les assyriens en Cappadoce, Paris 1963.
Gülçur, S., Aksaray, Nevşehir, Niğde İlleri 1994 Yüzey Araştırmaları, XII. Araştırma
Sonuçları Toplantısı, Ankara, 1994
Gülçur, S., “Some Unknown Aspects of Western Cappadokia”, Halet Çambel
için Prehistorya Yazıları, Graphis Yay., 149-173, İstanbul.
Güney, E., Nevşehir İli Kapadokya, 1988.
Harmankaya, S., “Türkiye İlk Tunç Çağı Araştırmaları Üzerine Bir Değerlendirme”
İstanbul. 2002
Harmankaya, S. – O. Tanındı – M. Özbaşaran, “Alişar”, TAY, İstanbul, 1998.
Harmankaya, S. – O. Tanındı – M. Özbaşaran, “Acemhöyük”, TAY, İstanbul, 2002.
Harmankaya, S. – O. Tanındı – M. Özbaşaran, “Yoncalı”, TAY, İstanbul, 2002.
Kaymakçı, S., “Afyonkarahisar’da İlk Tunç Çağı Çanak Çömlek Kültürü”, Tarihin
Peşinde, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 5, s. 197214, Konya, 2011
Kınal, F., Eski Anadolu Tarihi, Ankara. 1998
Lloyd, S., Early Highland Peoples of Anatolia, London, 1967.
Michel- Garelli 1997 C. Michel-P. Garelli, Tablettes Paleo-Assyriennes de Kültepe
Vol. I, (Kt. 90/k), İstanbul 1997.
Omura, S., “1990 Yılı Orta Anadolu’da Yürütülen Yüzey Araştırmaları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı, IX, s. 541-560, Ankara, 1992.
Omura, S., “1993 Yılı İç Anadolu’da Yürütülen Yüzey Araştırmaları”, Araştırma
Sonuçları Toplantısı, XII, s. 215-244, Ankara, 1995.
Ökse,T., “Arkeolojik Çalışmalarda Seramik Değerlendirme Yöntemleri, İstanbul,
2002.
Özgüç, T., “New Onservations on the Relationship of Kültepe with Southeast
and North Syria during the Third Millennium B.C. in: Canby, J. V. Et al.,
eds. 1986. Ancient Anatolia: Aspects of Change and Cultural and Cultural
Development, s. 31-47, Madison.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
79
Salih KAYMAKÇI
Özgüç, N., “Acemhöyük Kazıları” Anadolu Araştırmaları, Prof. Dr. U.B. Alkım
Hatıra Sayısı, İÜEFY, s. 1-28, İstanbul, 1968.
Öztan, A., “1989 Yılı Acemhöyük Kazıları” Kazı Sonuçları Toplantısı I, XII, s. 247258, Ankara, 1990.
Polacco, L., “Topaklı 1967 Kazısı”, Türk Arkeoloji Dergisi, XVI, s. 177-184.
Ramsay, W.M., The Historical Geography of Asia Minor, Royal Geographical Society, Supplementary Papers IV, London 1890.
Sevin, V., “Anadolu Arkeolojisi”, İstanbul 1999.
Sever, H., “1990 Yılı Nevşehir, Niğde ve Aksaray İlleri Yüzey Araştırması, Araştırma Sonuçları Toplantısı IX, Ankara, 1992.
Sever, H., “Zank Höyük Kurtarma Kazısı-1991, Kazı Sonuçları Toplantısı I, XIV,
247-257, Ankara, 1993.
Sever, H., “Zank Höyük Kurtarma Kazısı-1992, Kazı Sonuçları Toplantısı I, XV,
257-267, Ankara, 1994.
Sever, H., “Zank Höyük Kurtarma Kazısı-1996, Kazı Sonuçları Toplantısı I, XIX,
529-541, Ankara, 1998.
Summers, G.D., “Chalcolithic Pottery From Kabakulak (Niğde) Collected by İan
Todd”, Anatolian Studies, XLI, s. 125-129, London, 1991.
Şenyurt, S. Y., Nevşehir İli 1997 Yılı Yüzey Araştırması, XVI. Araştırma Sonuçları
Toplantısı, 1998.
Yakar, J., “Troy and Anatolian Early Bronze Age Chronology”, Anatolian Sutudies, XXIX, s. 51-67, London, 1979.
Yakar, J., Anadolu’nun Etnoarkeolojisi, Tunç ve Demir Çağlarında Kırsal Kesimin
Sosyo-Ekonomik Yapısı, İstanbul, 2007.
80
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR’DE TURİZM GELİŞİMİNİN
TEMEL SORUNLARI VE BAZI ÖNERİLER
MAJOR PROBLEMS OF TOURISM DEVELOPMENT
IN NEVSEHIR AND SOME SUGGESTIONS
Salih KUŞLUVAN* - İbrahim İLHAN**
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de önemli turizm varış yerlerinden biri
olan Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunlarını ortaya koymak ve sorunların çözümüne ilişkin bazı önerilerde bulunmaktır.
Bu amaçla Nevşehir’de turizm sektörü ile ilgili kamu ve özel sektör
yöneticilerinden odak grup görüşmesi yöntemi ile bilgi toplanmıştır.
Toplanan bilgiler çerçevesinde Nevşehir’de turizm gelişiminin sorunları: (1) Turizm gelişiminin plansız olması, (2) Çevre ve alt-yapı
sorunları, (3) Bölge düzeyinde turizm gelişiminde eşgüdüm sağlayacak örgüt eksikliği, (4) Tanıtımda koordinasyon eksikliği ve tanıtım
yetersizliği, (5) Hediyelik ve hatıra eşya satışlarından alınan yüksek
komisyonlar, (6) Ortalama kalış süresinin düşüklüğü ve ürün çeşitlendirmesinde yaşanan sorunlar, (7) Arz-talep dengesizliğinin yarattığı sorunlar, (8) Turizmde aracı işletmelere bağımlılık, (9) Eğitimli ve
nitelikli insan kaynaklarının turizm sektöründe tutulamaması, (10)
Halkın turizm gelişimine katılamaması ve turizmin ekonomik faydalarından yeterince yararlanamaması, (11) Yerel halkın ziyaretçilere
karşı olumsuz tutum ve davranışları olarak sınıflandırılmış ve bu sorunların çözümüne ilişkin önerilere yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Turizm Gelişimi, Sorunlar
ABSTRACT
The purpose of this study is to identify major problems of tourism
development in Nevsehir, which is one of the most important tourism
destinations in Turkey, and to make some suggestions with regard
to the alleviation of these problems. In accordance with the purpose
* Prof. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü
e-posta:[email protected]
** Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
81
Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN
of the study, focus group interview technique was used to gather
data from the managers of private tourism sector as well as public officials involved in tourism development in Nevsehir. In the light
of the gathered data, problems of tourism development in Nevsehir
were classified as follows: (1) Unplanned tourism development, (2)
Environmental and infrastructural problems, (3) Lack of an organization that co-ordinates tourism development at the regional level,
(4) Inadequacy and lack of co-ordination in destination promotion
(5) High commissions that are taken from souvenir sales, (6) Low
average length of stay and problems faced in product differentiation,
(7) Problems created by instability of tourism demand and supply
(8) Dependence on intermadiaries in tourism, (9) Inability to retain
educated and qualified human resources in the tourism sector (10)
Lack of participation of locals in tourism development and inadequate realization of economic benfits of tourism by locals (11) Negative
attitudes and behaviours of locals towards visitors. Suggestions were
made with regard to the alleviation of these problems.
Key Words: Nevsehir, Tourism Development, Problems
1. Giriş
Turizm sektörü, tarihi Kapadokya bölgesinin merkezinde bulunan
Nevşehir’in ekonomisi için en önemli sektörlerden biridir. Buna ilaveten
turizm sektörü bölgenin sosyo kültürel gelişimi ve çevrenin korunması
açısından da son derece önemli bir rol oynamaktadır. Erciyes ve Hasandağı gibi volkanik dağların lavlarından ve tüflerinden oluşmuş ve insanlar
tarafından oyulmuş şapkalı kaya oluşumları (peribacaları) ve yeraltı şehirlerinin yanı sıra, farklı kültürlerin bıraktığı doğal ve kültürel miraslar,
Kozaklı’daki kaplıca suları Nevşehir’in en önemli çekicilikleri arasında yer
almaktadır. Türkiye’deki turizm gelişimine paralel olarak 1980 li yıllardan
beri Nevşehir’de de turizm sektörü önemli ölçüde büyümüş ve gelişmiştir. Konaklama ve geceleme sayıları incelendiğinde bölgeyi 2009 yılında
yaklaşık 1.200.000 kişi ziyaret etmektedir (Nevşehir İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, 2011). Nevşehir’de 2011 yılı itibariyle 8895 turizm işletmesi belgeli, 13088 de belediye belgeli olmak üzere yaklaşık 22.000 yatak
bulunmaktadır (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Ancak
turizm gelişimine paralel olarak turizm sektörünü doğrudan ilgilendiren
ve sektörün gelişimini olumsuz etkileyebilecek birçok sorun da ortaya çıkmıştır. Bu çalışmanın amacı Nevşehir’e turizm gelişimini olumsuz yönde
etkileyebilecek temel sorunların neler olduğunu ortaya koymaktır.
82
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler
2. Araştırmanın Yöntemi
Bu çalışma araştırma tasarımı olarak keşifsel nitelikte bir araştırmadır ve
Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunlarının neler olduğunu ortaya
çıkarmaya yöneliktir. Nevşehir’de turizm sektörü ile ilgili kamu ve özel sektör yöneticilerinden odak grup görüşmesi tekniği ile veriler toplanmış ve
görüşmeler içerik analizi yöntemi ile çözümlenmiştir. Nevşehir’deki turizm
gelişimi ile ilgili sorunların en kapsamlı olarak kamu ve özel sektör temsilcileri tarafından bilineceği varsayımı ile kamu ve özel sektör temsilcilerinin
oluşturduğu bir odak grup ile görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Odak grup
görüşmesi, bir görüşmeci (moderatör) ile sayıları 8 ile 12 arasında değişen
katılımcıların, (görüşülenlerin) yüzyüze olduğu, görüşmecinin katılımcılara
araştırma konusu ile ilgili sorular sorduğu ve görüşmeyi yapılandırılmamış doğal bir şekilde yönlendirdiği bir görüşme türüdür (Malhotra, 2010).
Grup görüşmesi tekniğinde gayri resmi, rahat bir ortamda, demografik
ve sosyo-ekonomik olarak homojen katılımcılar hem birbirleriyle hem de
moderatörle iletişim içindedirler. Grup tartışmalarının ve etkileşiminin bir
sonucu olarak konuyla ilgili derin bir anlayış, içgörü ve kavrayış ortaya
çıkar (Malhotra, 2010). Kolay ve hızlı bir şekilde, nispeten düşük maliyetle, derin ve ayrıntılı iç-görüler ve veriler elde edilebilecek bir veri toplama
yöntemi olduğu için bu çalışmada bu veri toplama tekniği tercih edilmiştir
(Robson, 1993). Odak grup görüşmesine Tablo 1’de listelenen kurumların
temsilcileri, o tarihte Nevşehir Valisi olan Sn. Alaattin Turhan’ın daveti ile
katılmıştır. Bu çalışmanın yazarlarından Yrd. Doç. Dr. İbrahim İlhan moderatörlüğünde, Tablo 1’de yer alan katılımcılar ile 2005 yılı Mart ayı içerisinde, yaklaşık her biri 2 saat süren iki odak grup görüşmesi gerçekleştirilmiş,
tartışmalar ve görüşler yazılı hale getirilmiştir. Tartışmaların içeriği analiz
edilerek, Nevşehir’de turizm gelişiminin sorunları onbir ana başlık altında
toplanmış ve aşağıda özetlenmiştir.
Tablo 1: Odak Grup Görüşmesine Katılan Kamu ve Özel Sektör Kuruluşları
ve Temsilci Sayısı
Kurum
Nevşehir Valiliği
Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü
Göreme Belediye Başkanlığı
Ürgüp Belediye Başkanlığı
Katılan Kişi Sayısı
1
1
1
1
1
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
83
Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN
Ürgüp Kaymakamlığı
Avanos Kaymakamlığı
Kapadokya Turistik İşletmeciler ve Otelciler Derneği
Türsab Bölge Temsilciliği
Kapadokya Rehberler Derneği
Peri Tower Oteli Müdürlüğü
Dedaman Oteli Müdürlüğü
1
1
1
1
1
1
1
3. Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Öneriler
Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunları ve çözüm önerileri aşağıda
onbir alt başlık ile özetlenmektedir.
Turizm Gelişiminin Plansız Olması
Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunu, bölgesel düzeyde bir turizm gelişim planının olmamasıdır. İlgili kamu ve özel kesimlerin biraraya
gelerek hazırladığı, üzerinde hemfikir olduğu bir turizmi geliştirme planı
yoktur. Bu sebeple turizm gelişimi için çevre analizi, turizm gelişiminin
amaçları ve turizm gelişimi için araçlar (stratejiler) ve turizmi geliştirme
programı olmadığından; neyin yapılması, neyin yapılmaması gerektiği ve
neyin doğru, neyin yanlış yapıldığını tespit etmek mümkün olamamaktadır. Turizm sektörü ile ilgili kamu ve özel örgütlerin turizm gelişimi konusunda birbirinden kopuk mütferit çabaları sözkonusudur. Bölgede turizm
gelişiminin plansız olmasından kaynaklanan başka sorunlar da sözkonusudur. Bir destinasyon olarak Kapadokya’nın arazi kullanım planlarını, fiziksel yapılaşmasını daha ayrıntılı bir biçimde ele alan Kapadokya Turizm
Gelişimi Planı’na ihtiyaç vardır.
Mevcut 1/25000 ölçekli 1981 onanlı Çevre Düzeni Planı günün koşullarına cevap veremediğinden Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bayındırlık ve
İskan Bakanlıklarınca 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı çalışmaları yapılmaya çalışılmış ise de henüz bir sonuca ulaşılamamıştır. Günümüzde
Kapadokya’nın koruma ve kullanma koşularını taşıyan ciddi bir planı mevcut değildir. Bu ihtiyaca cevap verecek 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı
hazırlanmalıdır.
Göreme Milli Parkı “Genel İnkişaf Planı” nda birtakım veriler ve notlar
paftalar üzerinde işlenmişse de açıklama notu veya uygulama koşulları
bulunan bir üst düzey notuna sahip değildir. Daha sonra 2004 yılında Göreme Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı Çevre ve Orman Bakanlığı’nca
84
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler
hazırlanmış olup, alanın Turizm Alanı ve Sit Alanları ile birebir çakışması nedeni ile ilgili Bakanlıkların yetkili kurumlarınca planlar incelenmekte
olup, bu kurumlarca değerlendirilip görüş verilme aşamasındadır. Ancak
plan arazi kullanım planı formatında hazırlanmış olması nedeni ile planın
ayrıca idari olarak Bakanlıklar arası değerlendirilmesi de gerekmektedir.
Geçiş dönemi yapılanma koşulları sit sınırlarının 1/25000 ölçekte olması,
ölçeğinin dışında daha geniş kapsamda ve ayrıntıda yapılması ve alt ölçekli
sit sınırların belirlenememiş olması nedenleriyle uygulamada planlama ile
ilgili Nazım İmar Planı ile mevcut durumun çakışmaması gibi sorunlar yaratmaktadır. Örneğin; parsellerin bir kısmının sit alanında bir kısmının sit
alanı dışında kalabilmesi neticesinde kadastroya ait mülkiyetlerde bölünmeler olmuştur. Bu sorunun çözümü için sit sınırlarının 1/5000 ve 1/1000
ölçekli kadastroya ait haritalara indirgenmesi önerilmektedir.
Çevre ve Altyapı Sorunları
Ziyaretçileri Kapadokya’ya çeken asıl unsur doğal çevre ve kültürdür. Turizm gelişimi açısından Kapadokya’nın doğal ve kültürel dokusunun korunması bir numaralı öncelik olmalıdır. Son yıllarda çevre ve altyapı ile ilgili
önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Hava limanının yapılması, çift yolların
hizmete girmesi, reklam panolarının belirli noktalarda toplanması, turizm
altyapı hizmet birliğinin kurulması önemli gelişmelerdir. Ancak hediyelik
ve hatıra eşya satan yerlerin çirkin görüntüsü, sağlıklı içme suyu yetersizliği, arıtma tesislerinin olmayışı, katı atık toplama ve işleme sistemlerinin yetersizliği sorun olmaya devam etmektedir. Münferit olarak gezmek isteyen
ziyaretçilerin hava alanından veya otobüs terminalinden ilçe merkezlerine
ulaşımı ve turistik yerler arasında seyahatleri ve otobüs seferleri konusunda yaşanan sıkıntılar giderilmelidir.
Turizm alanlarında yeterli sağlık tesisleri ve hizmetlerinin olması gereklidir.
Doktor ve diğer sağlık personeli, uygun şekilde donatılmış hastaneler ve
sağlık ocakları, uzak alanlar için gezici tıbbi hizmet birimleri ve bu hizmetlerin; yerel halk, turizm personeli ve turistler dikkate alınarak değerlendirilmesi konusunda araştırma ihtiyacı bulunmaktadır.
Makul bir düzeyde güvenlik turizm için bir ön koşuldur. Turistler; yerel
güvenlik ya da suç sorunları, ne zaman ve nerede korunmak gerektiği
konularında bilgilendirilmelidir. Güvenlik hizmetlerinin kapsamı; etkinliği,
güvenilirliği, otellerde uygulanan güvenlik ölçütleri, oteller için yangından
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
85
Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN
korunma hizmetleri, terör kontrolü gibi ölçütlere göre değerlendirilmelidir. Turistlerin ne düzeyde ya da ne ölçüde bilgilendirildiği belirlenmelidir.
Güvenlik altyapısı konusunda kamu ve özel sektörün faaliyetlerinin yeterliliği konusunda ayrıntılı araştırma ihtiyacı bulunmaktadır.
Bölge Düzeyinde Turizm Gelişiminde Eşgüdüm Sağlayacak Örgüt
Eksikliği
Turizm ile ilgili kamu ve özel sektör temsilcilerinden oluşan, bünyesinde
konu ile ilgili uzmanların bulunduğu, bölgedeki turizm gelişimini planlayan, uygulayan ve denetleyen kamu ve özel sektörü yönlendirecek bir
örgütün eksikliği hissedilmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü, valilik, belediyeler, kaymakamlıklar, sivil toplum
kuruluşları, turizm altyapı hizmet birlikleri, meslek örgütleri (KAPTİD) ve
bazı turizm derneklerinin münferit ve birbirinden kopuk çabaları turizm
gelişimini yönlendirmede yetersiz kalmaktadır. Çok fazla sayıda kamu
kuruluşunun yetki ve görev alanına giren konular turizm gelişimini ilgilendirmektedir. Bu kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak önemli
bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Kapadokya Turizm Altyapı Hizmet
Birliği’nin kurulması önemli bir gelişmedir ve turizm gelişiminin tek elden
yürütülmesi için bir platform olma potansiyeline sahiptir. Ancak altyapı
hizmet birliğinde konaklama endüstrisi dışındaki sektörlerin daha fazla
temsil edilmesi gerekmektedir.
Kapadokyada turizm gelişimini hem arz hem de talep yönüyle analiz edebilmek için bölgede bir turizm bilgi sistemine ihtiyaç vardır. Turizm işletmelerinin profili, ziyaretçi profili, ziyaretçi memnuniyeti ve şikayetleri, ziyaretçi beklentileri, işgücü profile ile ilgili
bilgilerin toplandığı, depolandığı ve analiz edilerek sonuçlarının yorumlandığı, periyodik olarak güncellendiği bir turizm bilgi sistemi kurulması
yerinde olacaktır.
İstatistiklerinin güvenirliliğini artırmak amacına yönelik olarak bir dizi
önlem almak gerekmektedir. Turizm politikalarının oluşturulmasında ve
yerine getirilmesinde istatistikler en önemli faktörlerden biridir. İstatistiklerde gerekli asgari standartlara ulaşılması gerekmektedir. İstatistiksel güvenirliliğine ulaşılması için bazı temel prensiplerin bulunması gerekiyor.
Bunlar arasında profesyonel özgürlük, kaynakların doğruluğu, objektiflik,
86
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler
tarafsızlık gibi faktörler bulunuyor. Turizm işletmelerinin standartlarının
korunması konusunda gerekli çabayı göstermesi gerekmektedir. Nevşehir
Üniversitesi bünyesinde turizm bilgi sistemi işlevini de yerine getirebilecek
bir Kapadokya Turizm Araştırmaları Merkezi kurulabilir.
Tanıtımda Koordinasyon Eksikliği ve Tanıtım Yetersizliği
Turistlerin bilgilendirilmesi ile ilgili faaliyetler genellikle Kültür ve Turizm
Bakanlığı ya da turizm ile ilgili sivil turizm örgütleri tarafından sağlanmakla
birlikte, mevcut basılı materyalin uygunluğu ve türü, bölgeye yapılan seyahat ve seyahatin maliyeti hakkında rehber kitaplar ve bilgilerin varlığının
yanı sıra; otellerin, tur operatörlerinin ve seyahat acentalarının sundukları
turisti bilgilendirme hizmetleri de araştırılmalıdır. Bu araştırmada yer uygunluğu, ulaşım uygunluğu, yeterlilik, bilgi, nezaket, personelin yabancı
dil yeterliliği gibi faktörler ölçüt alınmalıdır.
Bölgeye olan turizm talebi ülkelere göre belirlendiğinde, turistleri bilgilendirme hizmetleri, hedef pazar durumundaki ülkelerin dillerinin turizm
enformasyon bürolarındaki görevliler tarafından ne ölçüde bilindiği ve bu
dillerde hazırlanmış olan broşürlerin varlığı gibi faktörler de değerlendirme konusu olur. Diğer taraftan, eğer çevreye karşı duyarlı ve sorumlu bir
turizm gelişimi isteniyorsa, tur operatörleri ve seyahat acentalarının seyahat öncesinde bölgenin doğal, sosyal ve kültürel özellikleri konusunda
ziyaretçilere yeterli düzeyde bilgi verip vermedikleri değerlendirme faktörlerinden biri durumuna gelebilir. Bu tür düzenlemeler planlama sürecinin
aşamaları arasında bulunması gereken etkin bir geri bildirim mekanizması
ile sağlanır.
Tanıtım faaliyetleri KAPTİD’in yurtdışı ve yurtiçi fuarlara katılması, valilik ve
belediyelerin şenlikleri ve etkinlikleri ile sınırlı kalmakta ve bunların dışında
yetersiz gözükmektedir. İç ve dış pazara dönük kamu ve özel sektörün
bölgesel olarak ortak reklam kampanyaları yoktur.
Ulusal ve uluslarası medyada (tv, gazete, sinema vb. ) kamu ve özel sektörün birlikte finanse ettiği reklam kampanyalarının başlatılması, Kapadokya tanıtım CD’lerinin, Kapadokya’nın resimlerinin basılı olduğu tişörtlerin
ve diğer hediyelik eşyaların dağıtımının yapılması, yabancı televizyonlarda
tatil programlarının desteklenmesi, Anadolu Turizm Günleri adı altında
„Road Show’lara devam edilmesi, ortak bir Kapadokya WEB sayfasının
oluşturulması yararlı olabilir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
87
Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN
Hediyelik ve Hatıra Eşya Satışlarından Alınan Yüksek Komisyonlar
Seyahat acentaları ve tur operatörleri düzenledikleri turlar esnasında çeşitli hediyelik eşya satıcılarını tur proğramlarına dahil etmekte ve çeşitli
hediyelik eşya ve hizmetlerden (halı, kilim, deri eşya, çanak çömlek, oniks
taşı, Türk geceleri v.b) % 50-60’lara varan komisyonlar almaktadırlar. Bu
hem fiyatları suni olarak yükseltmekte hem de turistlerin fiyatların dışarıda
daha düşük olduğunu öğrenmesiyle turistin tatminsizliğine ve güvensizliğine sebep olmaktadır. Tatmin olmamış ve güven duymayan turistlerin
kendi ülkesine döndüğünde, arkadaş ve akrabalarına olumsuz duyurumda bulunacağı açıktır.
Seyahat acentalarının alabileceği komisyonlara meslek örgütlerinin bir sınır getirmesi gerekli görülmektedir. Aksi takdirde fazla fiyat ödediklerini
anlayan ziyaretçiler bu durumu etrafına yayacaktır ve Türkiye ve Türklerin
güven, itibar ve imaj sorununu daha da kötüleştirecektir.
Ortalama Kalış Süresinin Düşüklüğü ve Ürün Çeşitlendirmesinde
Yaşanan Sorunlar
Nevşehir’e gelen turist profili sahil bölgelerine gelen turist profilinden
farklıdır. Bölgeye gelen turistler tek bir mekanda günlerce kalmamakta,
bölgede zamanlarını doğal ve kültürel çekicilikleri dolaşarak geçirmekte ve
iki gün içinde bölgeyi terk etmektedir. Bölgenin çekicilikleri kısa süre konaklama sağlayan türden çekiciliklerdir. Bölgede sadece jeolojik ve tarihsel
açıdan öneme sahip çekicilikler tur ile gezildiği için bölgede ortalama kalış
ve konaklama süreleri kısadır ve iki günü geçmemektedir. Bu nedenle bölgeye gelen turistlere yeni hizmet alternatifleri yaratmak ve turistlerin daha
uzun süre bölgede kalmalarını sağlayacak çözümler bulmak gerekmektedir. Kapadokya’da ziyaretçi sayısını arttırmak yerine kalış süresinin uzatılması daha önemlidir. Çünkü bölgedeki çekiciliklerin bir taşıma kapasitesi
vardır ve bu kapasite aşıldığında ziyaretçi deneyimi olumsuz etkilenmekte
ve memnuniyetsizlik ortaya çıkmaktadır. Bölgede ortalama kalış süresinin
arttırılması için ürün çeşitlendirmesine ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda Kozaklı kaplıcaları ve Erciyes kayak merkezi ile Kapadokya
gezilerinin birlikte paket olarak pazarlanması yararlı olabilir. Buna ilaveten
bölgede kongre turizminin geliştirilmesi ve iç turizm açısından Hacı Bektaş Veli değerinin ön plana çıkarılması gerekmektedir. Yine ziyaretçilerin
fiilen katıldığı etkinliklerin (manastır hayatını canlandıran deneyimler, dağ
bisikleti, yürüyüş turları, gastronomi ve şarap festivali vb.) arttırılması gerekmektedir.
88
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler
Arz-Talep Dengesizliğinin Yarattığı Sorunlar
Turizm talebinin mevsimsel yapısından ve ekonomik, siyasi, çevresel ve
sosyal istikrarsızlıktan fazlasıyla etkilenen talep dalgalanmaları yaşanmaktadır. Tanıtımdaki yetersizlikler ve ürün çeşitlendirmesindeki eksiklikler
mevcut arz- talep dengesizliğini arttırmaktadır. Belirli bir seviyeye gelmiş
turizm arzını kısa vadede azaltmak ve arttırmak mümkün değildir. Buna
karşın talebin azalması veya artması kısa sürede mümkün olabilmektedir.
Genel olarak talep düşüklüğü konaklama işletmecileri arasında bir fiyat
rekabetine sebep olmaktadır. Kendi açılarından durumu iyi değerlendiren
yerli ve yabacı seyahat acentaları ve tur operatörleri konaklama işletmelerini fiyatları aşağı çekmeye zorlamaktadırlar. Netice itibariyle, hem bölgenin turizm gelirleri azalmakta hem de düşük fiyattan dolayı işletmeler
maliyetlerini kısmak için hizmet kalitesinden fedakarlık etmektedirler. Konunun bir arz-talep analizinden sonra ele alınması, tanıtıma ağırlık verilmesi, ürün çeşitlendirilmesine gidilmesi ve işletmelerin dağıtım kanalında
bütünleşmeye gitmeleri yararlı olabilir.
Yeni çekicilikler ve tesislerin planlanması ve mevcut pazarındaki değişimleri izlemek için bölgeye yönelik talep bakımından şu konularda ayrıntılı
araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır: Seyahatin amacı, ulaştırma aracı, harcama miktarları, sosyoekonomik ve psikolojik özellikleri, değişik ürünlere
ve tanıtım programlarına tepkileri, zamanları ve paralarını harcama şekilleri, tutumları, düşünceleri, fikirleri, bilgi ihtiyaçları, turistik tesisler ve
olanakları değerlendirmeleri, turistik bir yer olarak bölgeyi ve çekiciliklerini
nasıl algıladıkları, seyahate çıkma kararını nasıl aldıkları, seyahatleri sürecinde karşılaştıkları engeller.
Konaklama ve yiyecek içecek hizmetlerinin belirli standartlar ile niteliğinin belirlenmesi, yiyecek içecek tesislerinin standartlara uygunluğunun
araştırılması, bir otele bağımlı ya da bağımsız olsun turistler tarafından
kullanılan restoranlar, barlar ve diğer yeme-içme işletmelerinin envanteri
çıkarılıp değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede, sunulan mutfak tipi ve
çeşidi, yiyecek ve içecek servisinin kalitesi, yiyecek ve içeceklerin fiyat düzeyi, sağlanan temizlik ve hijyen düzeyi, fiziksel çekicilik ve konfor düzeyi,
konaklama tesisleri ve tur güzergahlarına göre yeme-içme tesislerin yerleşimi gibi faktörler dikkate alınabilir
Seyahat acentacılığı faaliyetleri yerel tur programları, biletçilik, otel rezervasyonları, otomobil, bisiklet ve motosiklet kiralama faaliyetleri, rehberlik
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
89
Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN
hizmetleri, transfer hizmetleri, yabancı dil yeterliliği gibi faktörlere göre
araştırılıp değerlendirilebilir ve ihtiyaçları belirlenebilir. Sunulan yerel turlar,
programları ve fiyatlarına göre değerlendirilmeli, tur araçlarının güvenilirliği ve kalitesi incelenmelidir. Seyahat acentalığı için belge alma ve belirli
standartlara uymaları gibi mevcut yasal düzenlemeler incelenmelidir. Bölgede düzenlenen ya da düzenlenebilecek olan özel ilgi turları olanakları
da değerlendirilebilir.
Turizmde Aracı İşletmelere Bağımlılık
Kapadokya’yı %90-95 oranında seyahat acentaları ve tur operatörlerinden paket tur satın alarak ve grup olarak seyahat eden turistler ziyaret
etmektedir. Kapadokya’daki turizm işletmelerinin çoğu yatay ve dikey olarak ulusal veya uluslararası işletmelerle entegrasyona gitmemiş küçük ve
orta büyüklükte işletmelerdir. Bu işletmelerin uluslararası düzeyde finans,
insan kaynakları ve pazarlama açısından kaynakları yetersizdir. Özellikle
önemli turist pazarlarından turistleri istedikleri ülke, bölge ya da işletmeye
yönlendirme gücü olan seyahat acentaları, tur operatörleri ve havayolları
ile entegrasyona ve işbirliğine gidilmemesi; işletmelerin pazarlama çabalarının etkisiz kalmasına yol açmakta ve işletmelerin performansını olumsuz
etkilemektedir. Özellikle konaklama işletmeleri, aracı işletmeler olan seyahat acentaları ve tur operatörlerine turist getirme konusunda bağımlı hale
gelmekte ve onların fiyat düşürme talepleriyle karşılaşmaktadır. Mevcut
işletmelerin, özellikle otellerin, hem yatay hem de dikey olarak bütünleşmeleri performanslarını arttırıcı bir faktör olacaktır.
Eğitimli ve Nitelikli İnsan Kaynaklarının Turizm Sektöründe Tutulamaması
Turizm sektöründeki çalışma şartları eğitimli ve nitelikli personeli sektörde
tutacak içerikte değildir. Bu durumun sebepleri arasında turizm sektöründe işlerin stresli olması, uzun çalışma saatleri, işten dolayı aile hayatının
olumsuz etkilenmesi, işlerin yıpratıcı (yorucu) ve geçici (mevsimsel ve istikrarsız) olması, düşük ücretler ve yetersiz sosyal haklar, mesleğin sosyal
statüsünün düşüklüğü, terfi fırsatlarının yetersiz ve adil olmaması, yöneticilerin düşük niteliği ve personele karşı olumsuz tutum ve davranışları,
çalışma arkadaşlarının düşük niteliği ve olumsuz tutum ve davranışları,
fiziksel çalışma şartlarının (özellikle personel yemekhane, yatakhane, banyo ve tuvaletlerin şartlarının) iyi düzeyde olmamasıdır. Netice olarak bütün
bu unsurların turizm endüstrisinde çalışmaya karşı olumsuz bir değerlen-
90
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler
dirmeye ve tutum gelişimine sebep olduğu ileri sürülebilir. Turizm sektöründe bu olumsuz koşulların iyileştirilmesi şarttır. Büyük şehirlerde ve kıyı
kesimlerde gençlerin beklentilerini karşılayacak imkanların ve yaşam tarzlarının olması da birçok eğitimli insanın Kapadokya da kalmasını engellemektedir. Yöneticiler eğitimli ve nitelikli gençleri işletmelerinde tutabilmek
için yeni politikalar ve stratejiler geliştirmek zorundadır. Buna ilaveten turizm sektöründe sahip-yöneticilerin olması veya işletme sahiplerinin yöneticilere ve yönetime müdahale etmesi turizm işletmelerinin profesyonelce
yönetilmesini ve kurumsallaşmasını engellemektedir.
Nevşehir’de turizm sektöründe iş kategorilerini, istihdam sayısını ve özelliklerini, istihdam edilen işgücünün niteliğini, sektördeki personel devir
hızını, personelin işlerine karşı tutumlarını ortaya koyan bir araştırma
mevcut değildir. Turizm sektörünün kamu ve özel kesim yetkilileri her fırsatta nitelikli işgücü ihtiyacını dile getirmektedirler ancak aşağıda belirtilen önem ve kapsamda araştırmaların sağlayacağı somut verilere ihtiyaç
bulunmaktadır. Turizmde çalışan mevcut işgücünün araştırılması için bir
çalışma başlatılması işgücü planlamasının birinci adımını oluşturmaktadır.
Turizmdeki mevcut istihdamın araştırılması turizm ile ilgili kamu ve özel
kesimi kapsamalıdır. Turizm sektörünü hangi işlerin oluşturduğu, bu tür
bir araştırmada ilk başta karar verilmesi gereken bir konudur ve aşağıdaki
faktörleri kapsamalıdır:
• Çalışma alanlarının sınıflandırması,
• İş yerlerinin yarattığı toplam istihdam,
• Bu alanlardaki istihdamın özellikleri (yaş ve cinsiyet profili, eğitim düzeyi
ve benzerleri),
• Çalışanların eğitimlerinin yeterliliği,
• Mevcut işlerdeki insanların nitelikleri,
• İşyerlerindeki personel devir hızı,
• Çalışanların kendi işlerine karşı tutumları,
• İstihdamın mevsimsellik özellikleri,
• Alt sektörlere ve iş türlerine göre istihdam oranları,
• Mevcut eğitim-öğrenim kurumlarının durumu ve sağladıkları turizm eğitimi programları.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
91
Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN
Halkın Turizm Gelişimine Katılamaması ve Turizmin Ekonomik Faydalarından Yeterince Yararlanamaması
Turizmin gelişiminde yerel halk katılımının sağlanması ve turizmin ekonomik getirilerinden yerel halkın yararlandırılması turizm endüstrisinin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Kapadokya’da her iki açıdan da eksiklikler
bulunmaktadır. Bu kapsamda sürdürülebilir turizmin oluşma koşullarının
iyi irdelenip kamu politikalarının, planlarının ve uygulamalarının gözden
geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na yerel girişimcilerin yerel turizm yatırımlarını ayrıcalıklı olarak destekleyici ve
teşvik edici hükümler eklenmelidir.
Bölgeye gelen ziyaretçilerin büyük çoğunluğu (%90-95) paket tur satın
alarak gelmekte ve oteller, çekicilikler ve alışveriş merkezleri arasında otobüsle dolaştırılmaktadır. Ziyaretçilerin ilçede dolaşmasına ve yerel halkla
etkileşimde bulunması ve alışveriş yapmasına neredeyse engel olunmaktadır. Bu durum turizmin ekonomik getirilerinin daha geniş kesimlere yayılmasını engellemektedir. Hem münferit olarak bölgeye gelen yerli ve yabancı ziyaretçi oranının ve sayısının arttırılması hem de turizmin ekonomik
getirilerinin yerel halka yayılması için tedbirler alınmalıdır.
Yöredeki sermayenin turizm sektörüne yönlendirilmesi, yöre halkının
ekonomik refahı için en azından küçük boyutta işletmeler ve pansiyonculuğun yöre halkı tarafından gerçekleştirilmesinin teşviki, yöre halkının iş
gücü olarak turizm sektöründe daha fazla katılımını sağlamak için eğitim
programları oluşturulması, turizm sektörü ile birlikte yürüyen el sanatları gibi yan iş alanlarında gelişmenin sağlanması, şarapçılığın geliştirilmesi, kaliteli üzüm türlerinin üretilerek şaraba olan katkısının artırılması için
bağcılığa önem verilmesinin sağlanması, Kapadokya’ya özgü kaya oyma
eğlence merkezlerinin kalitesinin arttırılması ve animasyonlara ağırlık verilmesi gerekmektedir.
Yerel Halkın Ziyaretçilere Karşı Olumsuz Tutum ve Davranışları
Genel olarak misafirperver olan Nevşehir halkı, ziyaretçilere karşı nazik
davranmakta ve yardımcı olmaya çalışmaktadır. Ancak geçmişten günümüze azalmalar olsa da bazı işletme çalışanlarının tur, hediyelik ve hatıra
eşya vb. satabilmek için ziyaretçileri rahatsız edici boyutlara varan davranışları olabilmektedir. Ayrıca ziyaretçilerin sınırlı bilgisinden faydalanarak
mal ve hizmetleri olduğundan yüksek fiyatlara satma da zaman zaman
görülen olumsuz davranışlar arasındadır. İlgili kamu kurumlarının belirtilen
92
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler
konularla ilgili olarak denetimlerini arttırması yararlı olacaktır. Turizm bilinci ve olumlu tutum geliştirilebilmesi için turizmin sağladığı sosyokültürel,
çevresel ve ekonomik faydalar toplumun her kesimine anlatılmalıdır.
Sonuç
Nevşeehir’de turizm gelişiminin sorunları onbir temel başlık altında toplanmış ve sorunların çözümüne ilişkin öneriler yine aynı anabaşlıklar altında verilmiştir. Aslında, bu genel sorunlar turizm endüstrisinde daha birçok
özel sorunların yaşanmasına da sebebiyet vermektedir. Maalesef çabuk ve
basit çözümleri olmayan bu sorunlara; uzun vadeli, gerçekçi ve araştırmalara dayanan çözümler bulunması gerekmektedir. Nevşehir’de turizm
gelişiminin sürdürülebilirliğini sağlamak için turizmin mevcut ve gelecekteki ekonomik, sosyo-kültürel, çevresel etkilerini dikkate alan ve ziyaretçilerin, turizm endüstrisinin, ev-sahibi toplumun ihtiyaçlarına cevap veren
bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Bölgemizin ve ülkemizin kalkınması
için kısıtlı kaynaklarımızın en etkin ve verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bunun en önemli aracı ise kalkınmanın planlanmasıdır. Doğru
planlama yapılması ve başarıyla uygulanması şansı; bu işin uzmanlarının
katkısının yanı sıra esasen; planlara sahip çıkacak ve planları uygulayacak olan insanların planlama çalışmalarında her düzeyde yer almalarına
ve böylece kendi kaderlerini belirleme sorumluluk ve haklarına sahip çıkmalarına bağlıdır. Nevşehir’in kalkınmasına doğrudan katkı sağlayacak ve
bundan fayda sağlayacak veya kalkınmamasından zarar görecek olan bu
bölgenin ve ülkenin politikacısı, yerel yöneticisi, yatırımcısı, işletmecisi,
bir meslek sahibi veya nihayet bir vatandaşı olarak her kesimden insanın
planlama çabalarına katılımı gerekir.
Kaynaklar
Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2011). Nevşehir Turizm İstatistikleri. Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Malhotra, N. K. (2010). Marketing research: An applied orientation. New Jersey:
Pearson Education.
Robson, C. (1993). Real world research. Oxford: Blackwell Publishing.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
93
19. YÜZYILDA NEVŞEHİR’DEKİ ÇEŞME VE SU YOLLARININ
BAKIM, TAMİR VE ONARIMLARI
MAINTENANCE, REPAIR AND REPARATION OF FOUNTAINS AND
WATERWAYS IN NEVŞEHIR AT 19TH CENTURY
Samettin BAŞOL* - Mevlüt ÇAM**
ÖZET
Osmanlı şehirlerinde yolların yapımı, içme suyu, aydınlanma vb.
kamu hizmetleri vakıflar tarafından gerçekleştirilirdi. Şehir halkının
su ihtiyacını karşılamak üzere, çevredeki su kaynaklarından su yolları döşenerek şehre su ulaştırılır, şehrin birçok yerine çeşmeler, sebiller inşa edilirdi. Bu sular, kamu yapıları sayılan cami, mescitlerin
şadırvan ve çeşmeleri ile hamamlara da dağıtılırdı.
Şehirlerdeki su yapıları ve su yolları hayırsever/zengin kişilerin oluşturduğu vakıflar tarafından kurulurdu. Böylece şehrin su şebekesi inşa edilir, halkın su ihtiyacı karşılanırdı. Oluşturulan su yolları,
çeşme ve sebillerin bakım, tamir ve onarımları da yine vakıflar tarafından yerine getirilirdi. Bazı kişiler, özel olarak su yolları ile su
yapılarının tamir ve bakımı için vakıf kurarlardı veya vakfiyelerinde
bu yönde şartlar bildirirlerdi.
İşte bu çalışmada 19. yüzyılda Nevşehir’deki çeşme ve su yollarının
bakım, tamir ve onarımları ele alınacaktır. Çalışmanın esas kaynağını Nevşehir Şer‘iye Sicilleri’ndeki belgelerle Hurufat Defterleri’ndeki
ilgili kayıtlar oluşturacaktır. Konu, ulaşılabilen diğer arşiv belgeleri
ile de desteklenecektir. Vakfiye ve şer‘iye sicillerinde yer alan çeşme, su yapıları veya su yolları ile ilgili vakıflar, bilgiler açıklanacak,
bunların tamir, bakım ve onarımlarına yönelik belgeler ele alınacak
ve değerlendirilecektir. Bu sayede 19. yüzyılda Nevşehir’de varlığını
sürdüren çeşmeler, sebiller ve su şebekesi ortaya çıkarılabileceği gibi
bunların tamir, bakım ve onarım süreçleri, ne tür tamir ve onarım
* Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
e-posta: [email protected]
** Arşiv Uzmanı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi. e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
95
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
gördükleri, bu tamir ve bakımlara ne kadar harcama yapıldığı ve
hangi tarihlerde onarım gördüklerine dair bir dizi bilgiye ulaşılması
hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Su Vakıfları, Su Yolları, Çeşme, Bakım ve Onarım
ABSTRACT
At Ottoman cities, public services such as road construction, drinking water, enlightenment and etc. were undertaken by foundations. In order to meet the water need of citizens, water was supplied from surrounding water resources by means of waterways and
plenty of fountains and public fountains were built in the city. The
water supplied was distributed to mosques, water-tanks with fountains and fountains of small mosques, as well as Turkish baths,
regarded as public buildings.
Water constructions and waterways at cities were built by foundations established by benefactors/rich people. Therefore, the water
supply network of the city was constructed and the water need was
met. The maintenance, repair and reparation of these waterways,
foundations and public fountains were undertaken again by such
foundations. Some citizens established foundations particularly for
the repair and maintenance of waterways and water constructions
or pronounced conditions thereof at their foundation charters.
In this study, we will deal with the maintenance, repair and reparation of fountains and waterways in Nevşehir at 19th century. The
main resource of the study will comprise the relevant documents
from Nevşehir Religious Records. The subject matter will be supported by other available archive documents. We will announce
the foundations regarding fountains, water constructions or waterways, shown at Religious Records and also deal with and review
the “exploration and repair documents” in term of the repair, maintenance and reparations, thereby we could highlight the available
fountains, public fountains and water supply network in Nevşehir.
Furthermore, we aim to reach a range of information on the repair,
maintenance and reparation processes, types of materials used for
repair and reparation, expenses of repair and maintenance, as well
as dates of reparations.
Key Words: Nevşehir, Water Foundations, Waterways, Fountains,
Maintenance and Reparation
96
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
Giriş
Selçuklu-Osmanlı dönemi Türk şehirlerinin kurulması, gelişmesi ve kurumlaşmasında vakıf müessesesinin önemli tesiri ve rolü olmuştur (Vakıf kurumunun tarihsel gelişimi ve geniş bilgi için bk. Yediyıldız: 1986, 153-172;
vakıfların şehirleşmeye etkisi konusunda bk. Ülken: 1971, 13-38; Barkan:
1942, 279-387). Aynı şekilde bu kurum, yerleşim birimlerinde çok çeşitli
hizmetleri de üstlenmiş ve yürütmüştür. Şehir, kasaba veya köylerde, din,
eğitim, sağlık hizmetleri ile beledi, sosyal ve kültürel işleri vakıflar yerine
getirmiş (Vakıfların yürüttüğü hizmetler için bk. Yediyıldız, 1986, 168172; aynı mlf.: 2003, 207-266; Yüksel: 1998, 153-175; Bizbirlik: 1999,
56-63; Demirel: 2000, 146-156), aynı kurum iktisadi sahada da önemli rol
oynamıştır (Yediyıldız: 1984, 5-41; Çizakça: 2006, 21-31).
18. yüzyıl başlarına kadar küçük bir köy veya kasaba görünümünde olan
Muşkara, Damat İbrahim Paşanın burada yürüttüğü, adım adım uyguladığı planlı ve geniş kapsamlı imar, iskan, vergi kolaylığı ve güvenliği sağlama
faaliyetleri sonucunda klasik Osmanlı şehrine dönüşerek Nevşehir adını
almıştır. Paşa doğum yeri olan bu yerleşim biriminde –fiziki, ilmi, sosyal ve
kültürel yönlerden geliştirme çabaları doğrultusunda- büyük ölçekli imar
ve inşa faaliyetleri başlatmış, şehrin ve halkın ihtiyacına yönelik çok çeşitli
yapılar kurdurmuş, bunları da vakıf olarak halkın hizmetine sunmuştur.
Damat İbrahim Paşa Muşkara’yı büyütmek ve güzelleştirmek gayesiyle
orada her biri vakıf eseri olan camiler, mektepler, medreseler, kütüphaneler, imarethaneler, çeşmeler, hanlar hamamlar gibi binalar inşa ettirmiştir
(Yediyıldız: 2003, 242). Bu yönüyle Nevşehir, Osmanlı şehirlerinin kurulup
gelişmesinde, vakıf müessesesinin tesirini gösteren en güzel örneklerden
biri olmuştur.
Osmanlı şehirlerinde belediye teşkilatı 1856 tarihinde kurulmuştu. Bu tarihten önce Osmanlı ülkesinde günümüzde belediye teşkilatının şehirlerde
yerine getirdiği hizmetlerden büyük bir bölümünü vakıf müessesesi üstlenmişti (Yediyıldız: 2003, 242). Özellikle şehirlerin su ihtiyacının karşılanması ve yerleşim merkezlerinde suyun dağıtımına yönelik su yollarının,
şebekelerin ve çeşmelerin yapılması vakıf sistemi sayesinde yürütülmüştü.
Yediyıldız vakıfların su ile olan ilişkisini şöyle açıklamıştır (2003, 243):
“Her şeyden önce, şehirlerin hatta birçok köyün su ihtiyacının giderilmesi
umumiyetle vakıflar tarafından gerçekleştirilmiştir. Gerçekten XVIII. asırda
kurulmuş vakıfların vakfiyelerinde, suyu kaynağından yerleşme merkezle-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
97
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
rine kadar götürmek için su kemerlerinin tesisinden söz edilmektedir. Bu
amaçla, umumiyetle kurşun ve topraktan yapılmış borular kullanılıyordu.
Yerleşme merkezlerine akıtılan suyun herkesin hizmetine sunulabilmesi
için vakıf kurucuları, şehirlerin veya köylerin muhtelif mahallelerine çeşmeler ve su kuyuları inşa ettirmişlerdi. Diğer taraftan, söz konusu vakıf
kurucularının, hemşehrilerine sırf normal su temin etmekle yetinmeyerek,
yaz mevsiminin sıcak günlerinde herkese bedava soğuk su dağıtılan sebiller vakfettiklerini vurgulamak icab eder. Bazı vakıf kurucuları, sebillerinin
suyunu soğutmak için buz elde etmek gayesiyle buzluklar inşa ederken,
diğerleri bu amaca ulaşmak için kar satın alınmasını şart koşuyorlardı. Bazı
vakfiyelerde, vakfın bütün gelirinin sırf bazı medreselerdeki talebelerin soğuk su ihtiyacını gidermeye tahsis edilmiş olduğu gözlemlenmektedir. Bir
vakıf kurucu da müslümanların abdest almadaki güçlüklerini düşünerek,
kışın sıcak su hazırlamaya elverişli bir abdesthane inşa ettirmişti. Su ile ilgili
bu kuruluşlar arasında hamamların da zikredilmesi gerekir.”
Vakıf kurucular, yalnızca yerleşim birimlerine uzaktan su sağlamakla kalmamışlar, şehre ulaşan su yollarının, şehir içindeki/mahallelerdeki su şebekesinin, künklerin ve çeşme, sebil gibi su tesislerinin ihtiyaç halinde bakım
ve onarımları için de vakfiyelerine şartlar koymuşlardı (Çiftçi: 2002, 57-74;
Başol: 2008, 152-156; Karataş: 2008, 386-409). Osmanlı klasik döneminde vakıflara ait su yolları ve tesislerinin bakım ve onarımlarına “su yolcu”
denilen görevliler bakardı.
Yerleşim birimlerinin içme ve kullanma suyunu sağlamak için yapılan su
iletim sistemlerine su-yolları denirdi. Bu tesisler, suyun toplanmasını, şehre
taşınmasını ve şehir içinde dağıtılmasını sağlayan ünitelerden oluşurdu.
Genel olarak su işleri ve hizmetleriyle uğraşanlara su yolcu adı verilirken
bu esnafın oluşturduğu meslek dalına da su yolculuk denilmişti. Su işlerinden söz edildiğinde suyun kaynağından bulunup şehirde düzenli bir
şekilde akıtılmasına kadar yapılan tüm çalışmalar bu işe dahil olurdu. Bu
doğrultuda su-yolcunun görevini daha belirgin bir biçimde tanımlamak
gerekirse; su-yolcu, su yollarının yapım, bakım ve onarım işlerinde çalışır,
su yollarını korur, suların yerleşim bölgelerine düzenli bir şekilde akışını ve
dağıtılmasını sağlardı (Kılıç: 2004, 178; Martal: 1987, 21).
Osmanlı’nın su yollarını sevk ve idarede izledikleri yöntem, şehir ve kasabalarda halkın su ihtiyacını karşılamak için aldıkları önlemlerdir. Kilometrelerce uzaktaki suyun doğal kaynak ve barajlardan künkler ve su kemerleri
98
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
yardımıyla havuzlara ve oradan sırasıyla maslak, maksem ve su terazilerine ulaştırılması ve akabinde şehir ve kasabalardaki sayısız cami, medrese,
han, hamam, sebil, çeşme ve evlere tevzii şüphesiz oturmuş ve düzenli bir
yönetim sistemi ile ancak gerçekleşebilirdi. Bu sistem çerçevesinde yeni su
yollarının inşası veya eskilerininin tamiri için Su Nezareti’nce ve daha sonra on dokuzuncu yüzyılda oluşturulmuş Şehremaneti’nce bir keşif yapılır,
gerekli insan gücü, para ve malzeme temin edilirdi (İlhan: 2008, 41).
Osmanlı İmparatorluğu’nda XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra, su yollarına yapılan büyük yatırımlar, özellikle Kırkçeşme tesislerinin yapımıyla su
işlerinde görülen artış, bu alanda bir kurumsallaşmaya yol açtı. Su yolu
nazırlığı kurulmadan önce, su yolcuların bağlı olduğu küçük çapta bir
su yolcubaşı veya su yolcu ağalığı bulunuyordu. Bunlar mimarbaşı veya
şehremininin kontrolü altındaydılar. Ancak şehirlerdeki imar hareketlerinde görülen artış ve su faaliyetlerindeki büyüme su yolcu esnafının sevk
ve idaresinin yetersizliğini ortaya koydu. İşte bu sebeple Kanuni Sultan
Süleyman’ın son dönemlerinde bir su yolu nazırlığı kuruldu. Martal, incelediği bir belgeye dayanarak ilgili nazırlığın kuruluşunu 1566 yılına tarihlendirmiştir (1987, 45).
Suyun kaynağından getirilip çeşmelerden akıtılmasına kadar yapılan bütün işlemlerden su yolu nazırı sorumluydu. Oldukça önemli görev ve sorumlulukları bulunan su yolu nazırlarının emri altında çok sayıda su yolcu
çalışırdı (Martal: 1987, 49). Osmanlılarda su yollarının ve tesislerinin inşası,
bakımı, onarımı ve suyun tevzii için kurulan Su Nezareti’nin yetki ve görevleri on dokuzuncu yüzyıl ortalarında Şehremaneti’ne devredilmişti (İlhan:
2008, 43).
On dokuzuncu yüzyıl arşiv dokümanlarının verdiği bilgilere göre ise başında Şehremini’nin bulunduğu Şehremaneti dairesi, Enderun Hazinesi’nden
alınan paralar ile yaptırılan çeşmelerin düzenli akmalarını ve gerektiğinde
tamir edilmelerini sağladığı gibi evlerdeki çeşmelere devamlı su verilmesini
temin eder, su yolları ile maslakların tamir işlerine bakardı. Su yolları ve
çeşmelerin yapımı, tamiri, temizliği ve masraflarının ne şekilde tesviye olunacağına dair Evkaf-ı Hümayun Nezareti’nin iş‘arı (yazısı) ve Şura-yı Devlet Maliye Dairesi’nin mazbatası (kararnamesi) Şehremaneti’ne iletildikten
sonra harekete geçilir ve gerekli işlemler yapılırdı. Şehremini’nin emrinde
çalışan su yolcubaşı ve su yolcuları bu işlere bakarlar ve işlerin düzenli
yürümesi için İstanbul’da muhtelif semtlerde koğuşlarda yatar ve nöbet
beklerlerdi (İlhan: 2008, 44).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
99
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
Nevşehir’deki su tesislerinin tamirleriyle ilgili belge ve bilgilere geçmeden
önce, burada kurulduğu tespit edilen su yolları ile çeşme ve diğer su yapılarının açıklanması uygun görülmüştür.
1. Nevşehir’deki Su Yolları, Çeşmeler ve Diğer Su Tesisleri
İlkçağlardan günümüze yerleşim merkezlerinin en önemli sorunlarından
biri şüphesiz su temini meselesiydi. Emrullah Güney, 1950’li yıllarda kendi gördüklerine dayanarak Muşkara Kalesi’nin alt yanında, yer yer yıkıntılaşmış evlerin arasında sellerin yarmasıyla görünen kayalara oyulmuş
tünellerin bulunduğunu, bir insanın girebileceği büyüklükteki bu tünellerin su yolları olduğunu, kaya içine oyulmuş bu tünellerin/su yollarının
kale ile Göre Çayı arasında uzandığını belirtmiştir. Ayrıca Ortaçağlarda
Muşkara’nın su ihtiyacını, bu tüneller aracılığıyla Göre Çayı’ndan karşıladığını dile getirmiştir. Fakat Güney, Damat İbrahim Paşanın Muşkara’yı
Nevşehir adıyla yeni baştan kurduğu dönemde bu kaya oyma su yollarının
işlevini önceden yitirdiğini ve şehrin su sıkıntısı çektiğini bildirmiştir (Güney: 2010).
Nevşehir’in su ihtiyacını karşılamak için İbrahim Paşa tarafından derhal
kaya oyma ustaları çağrılır. O dönemde uygun bir su havzası olan Göre
Çayı’ndan Nevşehir’e günümüzdeki Nevşehir-Niğde yolunun sağ yamacındaki kayaların içine su yollları oyulur (Güney: 2010) ve böylece yeni
şehre su sağlanmış olur.
Damat İbrahim Paşanın Nevşehir’den sonra Ürgüp’e de su yolları ve çeşmeler yaptırdığı bilinmektedir. İncelenen bir belgede Paşanın Ürgüp’e vakfedeceği ve akıtacağı suların hangi mahallerden çıktığı ve toplanıp şehre
getirildiği açıkça yazılıdır. 17 Haziran 1720 tarihli belgede (VGMA: 27,
1) İbrahim Paşa, kasabaya, Ürgüp’e getirilecek suların orada vakıf olarak
icrasını ve ihyasını temin için Seyyid el-Hac Derviş Mehmed Ağa adındaki kişiyi görevlendirmiş ve onu su işlerinin nazırlığına atamıştır. Belgeye
göre Ürgüp’e ulaştırılacak sular şu mahallerden/kaynaklardan çıkıyordu:
Kavak adlı köyde bir yerle, Büyükçayır denilen mevzinin dört bir yanından çıkan su, Saatbağı demekle bilinen mevziden inen su, Çokumağacı
olarak bilinen mahalden doğan su, Damlapınarı denen mevziden inen su,
Geçit olarak bilinen yerin güney tarafından inen su, Yalıkavak’tan inen
su, Karaçayır’ın güney tarafından Batlaga’dan inen su, Kozpınarı demekle
mağruf pınardan inen su, Afran demekle bilinen ve dört bir yanından
inen su, Elekbostanı adıyla bilinen mevziden inen su, toplam olarak on bir
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
mahalden gelen ve tek bir mahalde toplanıp akan sular... Belgenin devamında, yukarıda belirtilen sular kendi arsalarından/tarlalarından geçen bir
grup Kavak köyü ahalisi, bu sularla ilgili tüm haklarını veziriazama hibe
ettiklerini bildirmişlerdir.
Damat İbrahim Paşa ve eşi Fatma Sultan’ın 1721 (H. 1134) tarihli vakfiye
özetini içeren bir belgede adı geçenlerin Nevşehir ve Ürgüp’teki hayrat ve
yapıları arasında; Nevşehir su yolları, yirmi altı adet çeşme, bir cami-i kebir,
bir cami-i atik, iki adet medrese, bir kütüphane, iki sıbyan mektebi, bir
adet imarethane, bir kale ve Ürgüp su yolları sayılmıştır (VGMA: 18)
Diğer bir belgede Damat İbrahim Paşanın ahfadından Hüseyin Hilmi adlı
kişi, Paşanın Nevşehir, Ürgüp ve Ürgüp’e bağlı Nar köylerinde vakıf hayratını yazdırdıktan sonra vakıf evladı olduğunu dile getirmiş ve evvelce
yönetimi ve her türlü işi Hazine-i Evkaf’a devredilmiş olan vakfın yönetiminin kendisine verilmesini talep etmiştir. Zikrolunan belgede, Damat İbrahim Paşanın adı geçen yerleşim yerlerinde toplam beş cami, üç medrese,
beş mektep, iki kütüphane, bir imaret, bir hamam ile otuz adet çeşme
yaptırdığı kayıtlıdır (14 Mayıs 1904) (BOA: EV.MKT. 2896, 15). Yukarıda
açıklanan iki belge birbirini tamamlamakla birlikte, bu belgelerden Damat
İbrahim Paşa ve eşinin Nevşehir ve Ürgüp’te su yolları yaptırdığı, getirdiği
bu sularla hamam ve sayısı otuzu bulan çeşme inşa ettirdiği açıkça anlaşılmaktadır.
Dergâh-ı Âlî gediklilerinden Yeğen İbrahim Ağa’nın amcası Yeğen el-Hâc
Ahmed Ağa, Nevşehir kazasına bağlı İnegi/Enigi adlı köyde hayır amacıyla
beş adet çeşme yaptırmıştır. Çeşmelerden su akıtabilmek için önce kendi malı ve parasıyla su kuyuları açtırmış, buralardan toplanan tatlı suları
künkler döşeterek çeşmelere ulaştırmış ve bu sayede çeşmeleri ve halkı
suya kavuşturmuştur (VGMA: 742, 208).
İlgili dönemde Nevşehir kadısı olan Müftü Ahmed Hâzım Efendi,
Nevşehir’de Damat İbrahim Paşa vakfına ait boş bir arsa üzerinde yeni bir
cami, medrese, mektep ve çeşme bina eylemek üzere Paşa vakfı idaresinden izin istemiş, bu isteği vakıf tarafından olumlu karşılanarak arsanın
zemin mukataası için yıllık altmış akçe ödemesi şartıyla kendisine izin verilmiştir (VGMA: 741, 144). Bu belgeden de Nevşehir’de yeni bir çeşme
daha inşa ettirileceği anlaşılmaktadır.
Aslen Nevşehir’li olan ama İstanbul’da Molla Gürani mahallesinde oturan
ve önceden İzmir Kadılığı yapmış olan Seyyid Mehmed Efendi, Nevşehir’in
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
101
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
Uçhisar köyünde çeşmeler yaptırmış ve bu tesislerin tamir ve bakımları
için de bir vakıf kurmuştur. Belgede çeşmelerin kaç adet yapıldığı açıkça
belirtilmemiştir ancak bu çeşmelerin ve vakfın 1762 yılında işlediği anlaşılmaktadır (VGMA: HD. 1152, 3).
İncelediğimiz bir başka belgede Padişahın Seccadecibaşı (ser-seccadeci-i
Hazret-i Şehriyârî) görevinde bulunan Hasan Tahsin Efendi’nin Nevşehir’de,
Zahire Pazarı adlı mahallede bir çeşmeye şiddetle ihtiyaç bulunduğundan
kendi malından burada bir çeşme inşa ettirmek istediği, ancak bu çeşme
için İbrahim Paşa çeşmeleri suyunun fazlasından bir masura suyun bu çeşmeye akıtılmasını istemiştir (BOA: EV. MKT. 1331, 45). Konuyla ilgili bir
başka belgede bu durumun Paşanın çeşmelerine bir zarar getirip getirmeyeceği tahkik edilmiştir. 1886 tarihli belgede, Paşanın şehirde inşa ettirdiği
çeşmelerden birinin Tahir Bey mahallesinde, diğerinin ise Kazıkçıoğlu mahallesinde bulunduğunu öğreniyoruz. Devamında iki çeşmenin de teknesi
olduğu, bu çeşmelerin suyundan Hasan Tahsin Efendi’nin yaptıracağı çeşmeye bir masura suyun akıtılacağı ve bu durumun Paşa çeşmelerinin eski
sularına bir zarar getirmeyeceği belirtilmiştir (BOA: EV. MKT. 1336, 56). Bu
bilgiler ışığında kesin olarak tayin edememekle birlikte belge tarihinden
bir müddet sonra Hasan Tahsin Efendi’nin de Nevşehir’de bir çeşme bina
ettirmiş olduğu düşünülebilir.
1881 tarihli diğer bir belgede de Nevşehir civarında Hasekibaşı el-Hâc Ali
Ağa vakfından olduğu bildirilen çeşmeler ile diğer hayrat ve akaratın keyfiyeti ve görevlileri Konya Evkâf Muhasebeciliği tarafından sorulmaktadır.
Belgede, Hasekibaşı Ali Ağa’nın biri Nevşehir’e bağlı Uçhisar köyünde Ürgüp yolu ile Göre yolu arasında, ikincisi aynı köyde Tekeoğlu mahallesinde
ve diğeri de bahsi geçen köyün yakınlarında Karakum denilen mahalde
bağlar arasında olmak üzere toplam üç çeşmesi zikredilmiştir (BOA: EV.
MH. 2116, 71). İlgili kayıttan o dönemde Nevşehir’e bağlı bir köy durumunda olan Uçhisar’da üç çeşmenin varlığı tespit edilmiştir.
Vakıf davası ile ilgili olan başka bir belgede, Nevşehir kazasına tâbi Nar köyünde
Damat İbrahim Paşanın Harem kethüdası Hacı Osman Ağa’nın yaptırdığı beş adet
çeşmeden söz edilmektedir. Bu çeşmelerin gelirleri olan değirmen varidatı ve nakit
para vakfı gelirlerine hakkı olmadığı halde yabancı birisinin el koyduğu mevzubahis
edilmiştir (BOA: EV. MKT. 1879, 35).
İstanbul’da, Saray’da çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1779 tarihinde sadrazam olan Silahdar Karavezir Mehmet Paşa (öl.1781) doğum yeri
102
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
olan Nevşehir’e bağlı Arapsun’da cami, imaret, mektep, kütüphane ve
hamamdan oluşan bir külliye yaptırmış, beldeye su getirtmiş, köyde altı
çeşme inşa ettirerek tüm bu tesislerine vakıflar tahsis etmiştir. Bundan
başka, Arapsun’a etraftaki Sarılar Türkmen aşiretini iskân ettirerek Damat
İbrahim Paşanın Muşkara’yı Nevşehir yaptığı gibi, o da köy olan Arapsun’u
bir kasaba haline dönüştürerek Gülşehri ismini vermiş ve bu yeni adı vakfiyesine kaydettirmiştir (www.nevsehir.pol.tr, erişim tarihi: 10.11.2011).
İnşaatı 1779 yılında tamamlanan külliyesinin vakfiyesi ise 28 Ocak 1780
(H. 21 Muharrem 1194) tarihlidir (www.tarihbilinci.com, erişim tarihi:
10.11.2011). Tahkik edilen 1896 tarihli bir arşiv belgesi de Silahdar Mehmet Paşanın Arapsun’da altı mahalde yaptırdığı çeşmelerden bahisle, yukarıda çeşmelerle ilgili nakledilen bilgileri teyit etmektedir (BOA: EV. MKT.
2252).
Üsküdar’da Doğancılar semtinde oturan Fehime binti Muhyiddin adlı bir
kadın, ceddi olan Hacı Mahmud Ağa’nın Nevşehir ve köyleri caddelerinde
çeşmeler inşa ettirdiğini, bu çeşmeleri için de vakıf oluşturduğunu bildirmiştir. Ancak Hacı Mahmud Ağa’nın ölümünden sonra bu vakfın tasarrufunu ve gelirini yabancı bir kişinin ele geçirdiğini iddia ederek tevliyetin
kendine verilmesini istemiştir (BOA: EV. MKT. CHT. 2859, 111). Fakat belgede vâkıfın çeşmelerinin nerede bulundu ve kaç adet olduğu belirtilmemiştir. Konunun devamıyla ilgili bir belgede ise Nevşehir’de Hacı Mahmud
Ağa’nın çeşme vakfına dair hazinede ve kuyûd-ı hakânî’de bir kayıt bulunamadığı, işlemin yürütülebilmesi için adı geçen kişinin hayratından olduğu belirtilen çeşmelerin hâlâ mâmur olup olmadığı, vakfın şu an kimlerin
elinde bulunduğu sorulmakta ve bu bilgilerin mahallinde öğrenilerek Konya Evkâf Muhasebeciliğine gönderilmesi istenmektedir (19 Aralık 1903/H.
6 Kanun-ı evvel 1319) (BOA: EV. MKT. 2858).
Bu bölümde, belgelere yansıyan bilgiler doğrultusunda Nevşehir ile buraya bağlı kaza veya köylerinde tespit edilebilen su yolları ve çeşmeler kurucularıyla birlikte zikredilmiştir. Sonraki bölümde ise çeşme ve su yollarının
bakım, onarımlarıyla ilgili bilgiler değerlendirilecektir.
2. Su Yolları, Çeşme ve Diğer Su Tesislerinin Bakım, Tamir ve Onarımları
Nevşehir ve çevresinde, çoğu vakıf olarak kurulan su yolları, çeşme gibi su
tesislerinin bakım ve onarımları (tamir ve termimleri) bağlı bulundukları
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
103
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
vakıflar tarafından yerine getirilmeye çalışılmıştır. Zira su hizmetleriyle ilgili
tesis kuran birçok insan, vakfiyesinde su tesislerinin tamir ve bakımlarına
da değinmiş, bununla ilgili şartlar koyarak bu iş için vakıf gelirlerinden pay
ayırmışlardır. Yine vâkıflar, inşa ettirdikleri su yolları ve yapılarının bakımıyla ilgilenmek üzere, çeşitli görevliler de tayin etmişlerdir. Bazı kişiler de
kendileri doğrudan suyla ilgili bir yapı inşa ettirmemiş bile olsalar, şehirde
var olan kadim su yolları ve yapılarının bakımına yönelik vakıflar kurmuşlardır. Elde edilen belgelere su yolları ve çeşmelerin tamiriyle ilgili değişik
olaylar yansımıştır. Bunlardan bir bölümü aşağıda açıklanacaktır.
İncelenen belgelerden biri Nevşehir’de müslümanların ve gayrimüslimlerin ortak ihtiyaçlarının karşılanmasına ve yardımlaşmaya güzel bir
örnek teşkil etmektedir. Belgede; “Medîne-i Nevşehir mahallâtından
Zımmiyân mahallesi mütemekkinlerinden beyn’n-Nasârâ Küçük Keşiş
dimekle ‘ârîf Yori veled-i Yori nâm zımmî, mahfel-i Ahmedîde bâ‘isü’lvesîka Niğdeli Argaldil veled-i Aci Kostandil mahzârında ikrâr-ı tâm ve
takrîr-i kelâm idüb atyeb-i emvâlımdan kesb-i helalimden [bir bölümünü] gerek nasârâ ve gerek ehl-i İslam mahallesinde cereyân iden mâ-i
leziz lağımları tathîrine, ta‘mîr ve termîmine [vakfettim]” denilmektedir.
Yani Nevşehir’de Zımmiyan mahallesinde oturan ve gayrimüslim olan
Yori oğlu Yori adlı kişi, şer’i mahkemeye gelerek, şehirde Hristiyan ve
Müslüman mahallesi ayrımı yapmadan bütün mahallelerden geçen su
şebekesinin/su künklerinin temizlenmesi, tamir ve onarımlarının yapılması için bir vakıf kurmuş, bu işler için kendi mülkü olan bahçe içindeki
söğüt ve kavak cinsinden ağaçlarını (gelirlerini), ayrıca şehirde inşa ettirdiği bekâr odalarının kirasını ayırmıştır (NŞS: 1, 79). Zımmî Yori’nin 1718
(H. Gurre-i Cemaziyel-ahir 1130) tarihli vakfiyesine bakılırsa şehir içindeki su yolları/su şebekesi zaman zaman temizlenmektedir. Vakfiyeden
başka bilgiler de çıkarmak mümkündür. Zira Yori’nin vakfını kurduğu
dönemde Damat İbrahim Paşa henüz şehre yeni su getirmemiş ve kent
içindeki çeşme ve su yollarını yaptırmamış olmalıdır. Bu yüzden Yori’nin,
yerleşim merkezine düzenli su sağlanabilmesi amacıyla şehrin eskiyen ve
tıkanan su alt yapı tesislerini temizletmek ve tamir ettirmek için böyle bir
uygulama yaptığı düşünülebilir.
Diğer bir belgede Nevşehir kazasının Kavak karyesinde İbrahim Paşanın
vakfından olan su yollarının keşif, keşif bedeli ve tamiri hakkında bilgiler
mevcuttur. Belgeye göre İbrahim Paşanın Kavak köyündeki su yollarının
104
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
bakım ve tamire ihtiyaç duyulduğundan önce keşif yapılmış, bu keşfe göre
tesisatın 37072 kuruşa tamir edilebileceği öngörülmüş, su yollarının belirlenen para miktarını aşmamak hatta daha aşağısında kalmak koşuluyla
tamirinin gerçekleştirilmesine karar verilmiş, bu paranın Paşanın vakfına
borç yazılmak koşuluyla Konya Evkâf Muhasebeciliği tarafından ödenmesi
bildirilmiştir. Ayrıca tamiratı işinin ehli olan kimselerin yapması ve bu faaliyete mahallinde teşkil edilecek bir komisyonla evkâf müdürünün nezaret
etmesi de 1894 (R. 1310) tarihli belgeye yazılmıştır (BOA: EV. MKT. 2463,
26).
İstanbul’da Dikilitaş yakınlarında Atîk Ali Paşa mahallesi sakinlerinden
olup dergâh-ı âlî gediklilerinden olan Yeğen İbrahim Ağa ibn el-Hâc İbrahim Ağa, amcasının Nevşehir’e bağlı İnegi karyesinde yaptırdığı çeşmelerin bakım ve onarımları için bir vakıf kurmuş ve vakfına gelir olarak 10 bin
kuruş bırakmıştır. Yeğen İbrahim Ağa, vakfının şartlarını 1783 tarihinde
vakfiyesine kaydettirmiştir. Vakfiyeye göre (VGMA: 742, 208) vakfın kuruluş amacı ve çeşmelerle ilgili olan şartları şöyledir:
“… Accem [Amucem] merhûm Yeğen el-Hâcc Ahmed Ağa’nın Vilâyet-i
Anadolu’da Nevşehir Kazâsı’na tâbi‘ İneki nâm karye civârında müceddeden mâl ile hafr itdürdiği âbâr-ı müte‘addideden cem‘ ve tahsîl eylediği mâ-i
lezîzi karye-i mezbûrede hasbeten li’llâhi te‘âlâ müceddeden binâ ve ihyâ
eylediği beş adet çeşmelere künkler ferşi ile icrâ eyleyüp lâkin çeşmehâ-i
merkûme mesârifine bir mahalden nesne ta‘yîn itmemekle ta‘mîr iktizâ
iden mahalleri mu‘attal kaldığından mâ‘dâ su yolcusu dahi olmamağla
yolları dahi harâb olmağın mahallinde bir üstâd-ı kâmil ve sanâtında mâhir
kimesne işbu vakfım mütevellîsi arzı ile çeşmehâ-i mezkûreye su yolcu
olup çeşmehâ-i merkûme su yollarının harab olan mahallerini lâyıkı veçhi üzre ta‘mîr ve evkât-ı sâirede dahi hizmeti lâzimesin bi-kusûr edâ ve
ikmâl eyliye yevmî yirmi akçe râh-ı âbı vazîfesine mutasarrıf ola ve yevmî
yirmi akçe dahi marru’z-zikr çeşmelerin ve su yollarının ta‘mîrâtı mesârifi
için yedi mütevellîde cem‘ olup lede’l-iktizâ harc ü sarf olına ve su yolcu
olan kimesne fevt oldıkda su yolculuk hizmetini edâya kadîr sanatında
mâhir recül-i Kâmil oğlı var ise yine mütevellî arzı ile su yolculuğu oğlına
tevcîh itdürilüp cihet-i merkûme kız evlâdına ve âciz ve kâsır sağîr oğlına
ve su yolculuk sanâtında behresi olmıyan kebîr oğlına virilmiye ve evlâd-ı
evlâd da dahi işbu şurût-ı mer‘î ve mu‘teber ola… Maarru’z-zikr çeşmeler
mezkûr İneki Karyesi’nde olmağla mahallinde dahi çeşmehâ-i merkûmeye
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
105
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
nezâret ve iktizâ iden ta‘mîratını rü’yet için mahallinde bir kaymakama
muhtâc olmağın mütevellî-i vakfın mu‘temed ve muhtârı olan kimesne
irâde ve ihtiyârı ile kaymakam nasb ve ta‘yîn olınub ol dahi mahallinde
mütevellî kaymakamlığı hizmetini kemâ-yenbaği rü’yet ve tekmîl eyliye
galle-i vakıfdan yevmî beş akçe vazîfeye mutasarrıf ola ve işbu kaymakamlık vekâlet kâbilinden olup evlâda intikâl ider makûleden olmamağla
kaymakamın azl ve ihrâcı ve nasb ve ta‘yîni mütevellî-i vakfın irâde ve
meşiyyetine menût ve merbût ola…”
Diğer bir vesika mündericatından Yeğen İbrahim Ağa’nın, 1794 yılında
ikinci bir vakıf kurduğu, bu vakfının gelirlerinden bir bölümünü de yine
Nevşehir’de yukarıda zikredilen beş adet çeşmenin gerektiği zaman tamir
ve onarımına harcanmasını şart koştuğu anlaşılmaktadır. (BOA: EV. MKT.
405, 55).
Merhum Yeğen İbrahim Ağa vakfı hayratından (aslında doğrusu Yeğen
Ahmed Ağa hayratından olacak fakat bu çeşmelerin bakım ve onarımlarına yeğeni İbrahim Ağa vakıf kurduğu için bu şekilde de belgelerde
geçmektedir.), Anadolu’da Nevşehir’in Eniki köyünde bulunan çeşmelerin akarsu yolları, zamanla bozulup işlevini sürdüremez hale geldiğinden
tamir edilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Tamir işinin diğer vakıflarda
olduğu gibi o sırada vakfın mütevellisi bulunan Rabia Şahande Hanım
tarafından yürütülmesi istenmiştir. Bununla birlikte tamiratın kaç kuruş
masrafla gerçekleşeceğini görmek ve daha sonra gereğine bakılmak üzere akarsu yollarının bilirkişi heyeti tarafından mahallinde keşif yapılması,
keşif sonucunu ve tahmini masrafı içeren imzalı ve mühürlü bir defterin
gönderilmesi emredilmiştir (Nisan 1842/ H. Safer 1258) (BOA: EV. THR.
130, 121).
Nevşehir kazasına bağlı Eniki köyünde bulunan Yeğen el-Hâc Ahmed Ağa
çeşmeleri ve su yollarının bozulup suyu akmamaya başlayınca, tesisat için
keşif yapılmış, tamir için 20 bin kuruşa ihtiyaç olduğu belirlenmiştir. Bu
paranın senet karşılığı vakıf mütevellisine verilerek gerekli tamiratın vakfın
mütevellisi tarafından, meclis ve evkâf müdürünün nezareti altında yaptırılması kararlaştırılmıştır. Adı geçen çeşmelerin bakımı için kurulan kardeşi
oğlu Yeğen İbrahim Ağa vakfı mütevellisinin elinde 13 bin yedi yüz kuruş
olduğu anlaşılınca bu paranın tamir için kullanılması, geriye kalan kısmının
ise Hazine’den karşılanarak daha sonra vakıf gelirlerinden mahsup edil-
106
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
mesi bildirilmiştir. Ayrıca tamir ve onarım işlemleri bittikten sonra çeşme
ve su yollarının tekrar keşfi yapılarak imzalı keşif defterinin gönderilmesi
şartıyla tamir ve onarıma izin verilmiştir (1862/ H. 1278) (BOA: EV. MKT.
165/120). Herhalde burada değinilen ikinci kayıt, 1842 tarihli kayıttan ayrı
bir tamir belgesi olmalıdır. Zira iki belgenin tarihleri arasında yirmi yıl gibi
uzun bir zaman bulunmaktadır. Bu yüzden aynı vakfın su yolları ile ilgili
olan iki kaydı ayrı tamir kayıtları olarak ele almak daha doğru görünmektedir. Ancak elimizde, yukarıdaki tamir isteklerinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini gösterecek bir belge bulunmamaktadır.
Yeğen Ahmed Ağa’nın Eniki köyünde yaptırdığı çeşmelerin ileriki dönemlerde tekrar onarım ihtiyacı ortaya çıkınca, Yeğen İbrahim Ağa vakfı mütevellisi olan Mahmut Celalettin, bir arzuhalle bu çeşmeleri tamir için Evkâf
Nezareti’ne başvurmuş, isteği yerinde görülerek ilgili nezaretçe kendisine
1911 yılı Şubat’ında gereğinin yapılmasını bildiren bir yazı gönderilmiştir
(VGMA: 4188, 255).
Silahdar Mehmet Paşa’nın 1194 tarihli vakfiyesinden çıkarılan bir kayıtta,
Paşa’nın Arapsun köyünde yaptırdığı altı çeşmenin sularının başka mahallere akmaması ve daima muhafaza altında tutulması için iş bilir bir kişinin
su nazırı tayin edilmesi, bu kişinin sürekli su mecralarını ve çeşmeleri kontrol altında tutarak gerektiğinde bunları tamir etmesi, yaptığı iş karşılığında
da vakıf yönetiminden günlük on akçe yevmiye alması yazılıdır (14 Kasım
1896) (BOA: EV. MKT. 2252).
Nevşehir’e bağlı Nar karyesinde, o köyden olan Hacı Veliyüddin Efendi bin
Halil adlı bir kişi, mektep yaptırmış, Çan/Çat köyünde de çeşmeler inşa
ettirmiştir. Bu yapıların lüzumlu harcamaları için 103 kuruşluk bir gelir ayırarak vakfetmiştir (1771/H. 1185) (VGMA: HD. 1149, 39). Vâkıf, kurduğu
çeşmelerin ileriki zamanlarda da hizmet verebilmesini düşündüğünden
böyle bir uygulama gerçekleştirmiştir. Ancak vakfın parasıyla çeşmelerin
tamir edilip edilmediğini bilmiyoruz.
Nevşehir’e bağlı Ürgüp kasabası sakinlerinden Hoca Şaban, sağlığında
inşa ettirdiği hamamın gelirinin büyük bir bölümünü, cami yakınında bulunan çeşme ile hamamın su yollarının tamir ve termimi için şart koşmuş
ve vakfetmiştir. Yapıların ve vakfiyenin tarihi elimizde yoktur. Ancak, 1771
tarihinde bu çeşme vakfına, vakfın evladından olan Mehmet adlı kişi mü-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
107
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
tevelli ve nâzır olarak atanmıştır (VGMA: HD. 1154, 54). Buna göre hamam ve vakıf, bu tarihten önce kurulmuş olmalıdır.
Belgelerde, su yolları ve tesislerinin nezaret ve bakımını üstlenen görevlilerin (su yolcusu) atamasıyla ilgili bilgiler de yer almıştır. Örneğin Uçhisar
köyünde Hoca Muhtar adlı kişinin yaptırdığı çeşmenin su yolculuğu görevine Mehmet isminde birisi (VGMA: HD. 1146, 43), Nevşehir’de Damat İbrahim Paşa ve eşi Fatma Sultan’ın bina-kerdeleri olan çeşmelerin
su yolculuk hizmeti görevine Mehmet Ali Ağa atanmıştır (1888/ R. 1304)
(VGMA: 3723, 62).
Sonuç
Osmanlı Devleti halka içme ve kullanma suyu sağlayabilmek için şehir,
kasaba veya köylere getirilen su yollarına, yerleşim merkezlerinde, mahallelerde döşenen su alt yapı tesislerine ve çeşme, sebil gibi su yapılarına
büyük önem vermiş, bu kurumlarla ilgili iş ve işlemleri yakından takip etmiştir. Osmanlı şehirlerinde su hizmetlerinin çoğu kişiler tarafından vakıflar aracılığıyla yürütülmüştür. Ancak, daha Fatih’ten önce su ile ilgili işler
kurumsallaşmaya başlamış, vakıflarda özel su yolcular istihdam edilmiş,
Kanunî çağında bir Su Yolu Nazırlığı kurulmuştur. İleriki dönemlerde de bu
teşkilat gelişerek ve önemini artırarak varlığını sürdürmüştür.
Nevşehir ve çevresinde başta Damat İbrahim Paşa olmak üzere çok sayıda
kişi çeşme ve su yolu inşa ettirerek şehri ve halkın su ihtiyacını karşılamaya
çalışmışlardır. Vakıf olarak kurulan bu tesislerin bakım ve onarımları için
hem su yolcular görevlendirilmiş hem de vakıf gelirlerinden pay ayrılmıştır.
Bu paralarla şehirdeki su şebekesinin ve çeşmelerin eskiyen, kırılan bölümleri yenilenmiş, tamir edilmiştir.
19. yüzyılda belgelere yansıyan tamir kayıtlarında, önce onarımı yapılacak su yolu veya çeşmenin keşfinin yapılması istenmiş, bu keşifle tamirin kaç paraya mâl olacağı uzman bir grup tarafından tahmin edilmiş,
daha sonra onarıma başlanmasına izin verilmiştir. Onarımlar, varsa su
vakfından, yoksa devlet tarafından Hazine’ce karşılanmıştır. Çalışmanın
bitiminde de yapılan tamiratın kontrol edilerek bir deftere yazılması ve
merkeze gönderilmesi istenmiştir. Su tesisatının tamir bürokrasisi genelde vakıf mütevellisi, beldenin bağlı olduğu evkâf müdürlüğü ile evkâf
muhasebeciliği kalemi arasında yürütülmüş, bazen de işin içine merkez
İstanbul girmiştir.
108
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları
Kaynaklar
I. Arşiv Kaynakları
a. Başbakanlık Osmanlı Arşivi
BOA. EV. MKT. 165, 405, 1331, 1336, 1879, 2252, 2463, 2858, 2896
BOA. EV. MH. 2116
BOA. EV. MKT. CHT. 2859
BOA. EV. THR. 130
b. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi
Kullanılan Defterler: 18, 27, 722, 741, 742, 3723, 4188
Hurufat Defterleri (HD). 1149, 1146, 1152, 1154
c. Şer’iye Sicilleri
Nevşehir Şeriye Sicili, no: 1
II. Diğer Yayınlar
-Barkan, Ö. L. (1942). “Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve
Temlikler-I”. Vakıflar Dergisi, (S. II, s. 278-386). Ankara: Vakıflar Umum
Müdürlüğü Neşriyatı.
-Başol, S. (2008). Kentleşme, Ekonomi ve Sosyal Hayat Yönleriyle 17. Yüzyıl Bursa
Vakıfları. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi
Bilim Dalı (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
-Bizbirlik, A. (1999). “Osmanlı Toplumunda Vakıfların Sosyo-Ekonomik Boyutları
ve Buna Dair Örnekler”. Osmanlı, (c. 5, s. 56-63). Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları.
-Demirel, Ö. (2000). Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
-Çiftçi, C. (2002). “Osmanlı Dönemi Bursa Su Yollarının Bakım ve Onarımında
Vakıfların Rolü”. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, (c. 3, S. 3, s. 57-74). Bursa.
-Çizakça, M. (2006). “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Tarihsel ve Ekonomik Boyutları”. Türkiye’de Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet, (editör:
Rana Zincir, Filiz Bikmen,), İstanbul 2006.
Güney. E. (2010). “Nevşehir’in Su Yolları”. www.haber50.com (Erişim tarihi
10.11.2011)
-İlhan, M. M. (2008). “Osmanlı Su Yollarının Sevk ve İdaresi”. Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, (c.
27, S. 44, s. 41-66). Ankara.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
109
Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM
-Karataş, A. İ. (2008). “Bursa Suları ve Su Vakıfları”. Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, (c. 17, S. 2, s. 379-417). Bursa.
-Kılıç, S. (2004). “Su Yolları ve Su Yolcu Esnafına Dair Bazı Tespitler”. Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları
Dergisi, (c. 24, S. 37). Ankara.
-Martal, A. (1987). XVI. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Su Yolculuk. İzmir:
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi).
-Ülken, H. Z. (1971). “Vakıf Sistemi ve Türk Şehirciliği”. Vakıflar Dergisi, (S. IX, s.
13-38). Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları.
-Yediyıldız, B. (1984). “XVIII. Asır Türk Vakıflarının İktisadî Boyutu”. Vakıflar Dergisi (S. XVIII, s. 5-41). Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü.
-Yediyıldız, B. (1986). “Vakıf”. İslam Ansiklopedisi (c. XII/2, s. 153-172). İstanbul:
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
-Yediyıldız, B. (2003). XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi-Bir Sosyal Tarih
İncelemesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
-Yüksel, H. (1998). Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (15851683). Sivas.
110
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
ÜRGÜP MUSTAFAPAŞA’DA DUVAR RESİMLİ İKİ EV
TWO HOUSES THAT HAVE WALL PAINTINGS IN URGUP
MUSTAFAPASA TOWN
Savaş YILDIRIM*
ÖZET
Mustafapaşa eski adıyla Sinasos, Kapadokya’nın tam ortasında
Ürgüp’e 5 km. uzaklıkta, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında Rum
azınlığın yoğun olarak yaşadığı bir yerleşim yeridir. Konutlar, kasabanın tarihi dokusunda önemli yer tutmakta ve özellikle taş, ahşap
süslemeleri ve duvar resimleriyle dikkat çekmektedir.
Mustafa Paşa kasabasında onüç kadar evde duvar resimlerine rastlanmaktadır. Bunlar arasında ele alınan konu ve bezemeleriyle en
önemlileri arasında değerlendirebileceğimiz bu bildiri kapsamında
ele alınan Mustafa Savaş ve Ali Sümer Evidir. Mustafa Savaş’a ait ev,
Yeni Mahalle semtinde iki katlı olarak düzenlenmiş olup giriş kapısındaki Grekçe kitabesine göre 1910 yılına aittir. Evin alt katındaki
pencere çevresinde basit natürmortlar ve karşılıklı kartal tasvirleri yer
almaktadır. Burada yırtıcı hayvan tasvirleriyle bir av sahnesi canlandırılmıştır. Bu tür kartal figürleriyle birlikte verilen meyve tabakları
o dönemde yöredeki başka pek çok evde de uygulanmış ve moda
haline gelmiştir. Evdeki esas zengin bezemeler üst katta başodada
yer almaktadır. Burada kuzey duvarda bir madalyon içerisinde, tam
ortada Galata Kulesi ve iki yanında birer kadın figürü vardır. Üst katta başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu duvarında ise cennetten
kovuluş sahnesi işlenmiştir. Bu sahnenin dışında kalan yüzeylerde
doğumdan ölüme kadar olan süreçte insanın geçirdiği çeşitli aşamalar, onar yıllık dönemlere ayrılarak simgesel bir anlayışla tasvir edilmiştir. Resimlerde renk kullanımı ve perspektif son derece başarılıdır.
Ali Sümer Evi günümüzde terkedilmiş olup resimsel bezemeler iki
katlı evin üst katında doğu ve batı taraftaki odalarda yer almaktadır.
* Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
111
Savaş YILDIRIM
Bu resimlerdeki konular gözden geçirildiğinde, panoramik Edirne
manzarası, ayakta duran kadın portresi ve natürmortlar en başta
akla gelen tasvirlerdir. Bu evdeki resimlerin en önemli özelliklerinden biri Edirne’yi ele alan betimlemede tarih ve sanatçı ismine rastlanmasıdır. Her iki evdeki duvar resimleri, teknik, süsleme özellikleri
ve stilistik bakımdan çağının karakteristik özelliklerini yansıttığı gibi
küçük bir Anadolu kasabasının 20. yüzyıl başlarındaki günlük yaşamı ve bireylerin giyim kuşamı hakkında da bilgiler sunar.
Anahtar Kelimeler: Duvar Resimleri, Konut Mimarisi, Mustafa
Paşa Beldesi.
ABSTRACT
Mustafa Paşa, formerly known as Sinasos, places in the middle of
Cappadocia, 5 kms from the town of Ürgüp, and a settlement that
inhabited by the Greek minority during the 19th and the early 20th
century.
In Mustafapasa, the town of Ürgüp, houses occupy an important
place within historic pattern of the town and especially stone,
wood ornaments and wall paintings of the houses are noteworthy.
In Mustafapasa Town, murals can be found in about thirteen houses. The two of these, Mustafa Savaş ve Ali Sümer Houses will be
examined in the paper, from point of subjects and the richness of
their decorations. The home of Mustafa Savaş, places in Yenimahalle and was designed as a two-floors, according to the Greek
inscription, on the front door, belongs to 1910. Simple still lifes
and depictions of the opposed eagle are found around the window
of the sub-floor. A hunting scene and depictions of wild beast are
animated. This kind of figures of eagles given with the fruit plates
were applied by many other home in the region at that time and
become fashion. Mainly rich embellishments located in the empty
room, upstairs in the house. There is a medallion, on the north wall,
and the Galata Tower and the two female figures are found the
center of the medallion. There is a scenery, on the top floor of the
east wall of the room that enables the transition of space, describes fall from heaven. Around this scene, various stages of human
from birth to death, divided into periods of ten years, are depicted
symbolically. The use of illustrations is extremely successful in color
and perspective.
House of Ali Sumer, abandoned nowadays, has the pictorial decorations on the top floor of a two-storey house, and they are located
in the east and west side rooms. When topics of these paintings are
112
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
examined, the view of Edirne portraits, and standing depictions of
a women, and still lifes are in the first place that come to mind. One
of the most important features of pictures is that the date and the
artist name can be seen on the depiction of Edirne. Both technical
and decorative features and stylistic aspects of the house wall paintings reflect the characteristic features of their time. Also provide
information about the costumes of the early centuries of a small
Anatolian town and the daily life of individuals in the beginnings
of 20th century.
Key Words: Wall paintings, Residential Architecture, Mustafapasa
Town.
Mustafa Paşa eski adıyla Sinasos, Kapadokya’nın tam ortasında Ürgüp’ün
beş km. güneyinde, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında Rum azınlığın yoğun olarak yaşadığı bir yerleşim yeridir. 1924 nüfus mübadelesi ile kasabada yaşayan Rumlar Sinasos’tan ayrılmak zorunda kalmış ve yerlerine Makedonya ve Batı Trakya’dan gelen Türkler yerleştirilmiştir1. Kapadokya’nın
diğer bölgelerindeki gayrimüslimlerin aksine Sinasoslular arazilerinin elverişli olmaması sebebiyle tarımla uğraşamamış ve ticarete yönelerek zenginleşmişlerdir. Zenginliklerini kasabalarına evler, büyük boyutlu konaklar,
kayaya oyma ya da kagir kiliseler yaparak kullanmışlardır. Kasaba, üçbini aşan nüfusu, özgün mimarisi, sosyal ve ekonomik bakımdan gelişmiş,
eğitimli insanlarıyla mübadeleden önce “Doğunun İncisi” olarak anılırken
günümüzde üç mahalleden ibaret küçük bir yerleşim haline gelmiştir.
Konutlar kasabanın tarihi dokusunda önemli yer tuttuğu gibi bir zamanların görkemini de canlı bir şekilde yansıtır. Bu evlerin önemli bir kısmı
bugün de konut olarak kullanılmakta, bir bölümü ise otel olarak hizmet
vermektedir. Konutların bazısı da terk edilmiş adeta kaderini beklemektedir Kasabadaki evler, genellikle iki katlı bir düzenlemeye sahip olup üst
katta yer alan başoda hem mimarisi hem de süslemeleri bakımından diğer bölümlere göre daha özenli bir işçiliğe sahiptir. Konak ve evlerde dış
cephede taş bezeme; iç mekanda aşı boyası ile yapılan duvar resimleri
1
Rumlar, Sinasos’u vatan olarak öylesine benimsemişler ki buradan zorunlu olarak ayrılmadan önce
bir fotoğrafçı tutarak kasabayı ayrıntılı olarak belgelemişler ve anılarını ölümsüzleştirmişlerdir. Bu
eski fotoğraflar ve mübadeleden önce Sinasos kasabası hakkında bilgi için bkz., Anonim ( Çev. A.
Çokana), Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası Resimler ve Anlatılar, (Editör E. Balta), İstanbul 2007; Ayrıca kasabanın gelenek, görenek ve kültürel altyapısına ilişkin monografik bir çalışma
için bkz., Z. İlbars- B. Temren, Kültürel Boyutuyla Mustafapaşa, Ankara 2003.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
113
Savaş YILDIRIM
ağırlıklı olarak yer almıştır. Özellikle duvar resimlerindeki tasvirlerde ele
alınan konular sadece stil ve estetik bakımdan değer taşımaz, ayrıca yöre
halkının ekonomik ve kültürel yapısı hakkında da bilgi verir. Örneğin pek
çok evde karşımıza çıkan panaromik şehir manzaraları zengin Sinasos halkının İstanbul ve Avrupa şehirlerini tanıdığını gösterir. Çalışmamızda bu
konutlardan Mustafa Savaş ve Ali Sümer’e ait iki evdeki duvar resimlerinin
ayrıntılı olarak tanıtılması ve karşılaştırmalarla dönemi içerisindeki yerinin
ortaya konması amaçlanmaktadır 2.
A) Mustafa Savaş Evi
Mustafapaşa Kasabası’nın Yeni Mahalle semtinde yer alan ev, beldeye hakim konumda küçük bir avlu içerisinde yer almaktadır3. Avluya giriş basık
kemerli bir kapı ile sağlanmaktadır. Avludan geçilerek ulaşılan evin ana
giriş kapısı ise doğu cephededir. Basit giriş açıklığının üst kısmında 1891
tarihi okunmaktadır. Üç basamaklı bir merdivenden çıkılarak evin iç mekanına geçilmektedir. Alt katta duvar resimleri doğu cephededir. Bu cephe,
biri üstte kareye yakın dikdörtgen biçimi, diğer ikisi ise daha altta kapı
açıklığının iki yanında boyuna dikdörtgen formda olmak üzere üç pencere
aracılığıyla ışık almaktadır. Üstteki pencerenin iki yanında sepet içerisinde
meyvelerden ibaret natürmortlar yer alır (Resim 1). Hasır örgüsü biçimindeki sepetler, çizgisel bir üslupla verilmiş ve ışık gölge etkisi çok başarılı
bir biçimde yansıtılmıştır. Sepetlerdeki meyveler birbirinden farklı olup izleyiciye göre sağ taraftakinde üzüm, portakal, armuta yer verilirken, sol
yandakinde kiraz, kavun, üzerindeki bıçakla dilimlenmiş karpuz dikkati
çekmektedir4 (Resim 2-3). Bu cephedeki bir diğer tasvir, kareye yakın dikdörtgen pencerenin üst kısmına simetrik olarak yerleştirilmiş yırtıcı kuş
tasviridir. Bu kuşlardan soldaki, kanatları açık olarak verilmiş olup ayakları
arasında avladığı kuş yer almıştır. Kanatları ve kuyruğuyla son derece hareketli bir görüntüsü vardır ve muhtemelen bir av mücadelesinden galip
2
Mustafapaşa evlerinin duvar resimleri hakkında bilgi veren çalışmalar için bkz., S. Rodies, “The
Houses of Sinasos”, Sinasos in Cappadocia, London, 1985, s.113-160;Y. Özbek, Mustafapaşa
(Sinasos) Evlerinde Duvar Resimleri, Kayseri 2007.O. Yalçın, Nevşehir-Mustafapaşa Beldesi Sivil
Mimari Eserleri Üzerindeki Bezemeler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Kayseri 2007.
3 Evde yaptığım inceleme ve belgeleme çalışması sırasında gösterdiği yakın ilgi ve konukseverlikten
dolayı Sayın Mustafa Savaş ve eşine teşekkür ederim.
4 Yalçın, a.g.Yüksek Lisans Tezi, s.37 bu natürmort ile Otel Sinasos restoran kısmındaki natürmortun
teknik bakımdan benzerliğini dile getirmekte ve Sinasos Oteli restoran kısmındaki duvar resimlerinin sanatçısı Kostis Malatyades’in bu natürmortu da yapmış olabileceğini düşünmektedir.
114
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
çıkmıştır. Hemen onun karşısında yer alan yırtıcı kuş ise daha sakin ve
dingin bir biçimde ifade edilmiştir (Resim 4).
Mustafa Savaş Evi’nin üst katına ahşap bir merdiven aracılığıyla çıkılmaktadır. Üst katta evin baş odasına geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde,
boyuna dikdörtgen formda yan yana üç pencere açıklığının üst kısmında,
birbirinden bağımsız iki farklı konunun işlendiği hayali bir tasvir yer alır
(Resim 5). Bu tasvirler günümüzde özellikle örtü sisteminin sıvanması sırasında zarar görmüş ve yüzeyine belli yerlerde kireç ve boya sıçramıştır. Panonun merkezi, yarım daire biçiminde kahverengi bir çerçeve ile sınırlanmış ve cennetten kovuluş sahnesi işlenmiştir. Bu kompozisyonda, ortada
avret yerleri yeşil kısa bir elbise ile kapatılmış Adem ile Havva, elma ağacının önünde el ele tutuşmuş vaziyette tasvir edilmiştir. Figürlerin işlenişinde
ayrıntıya girilmemiş ve şematik bir anlayışla yansıtılmıştır. Burada konunun
anlatımı önemsenmiş, formlar dikkate alınmamıştır. Farklı renklerdeki elmalarla ağaçta bir kontrastlık vurgulanmış ve muhtemelen şeytanı sembolize eden yılan figürü Adem’in belini dolaşarak ağaca sarılmış bir biçimde
işlenmiştir. Adem ile Havva’nın iki yanında sıcak memleketlerde yetişen
ağaçları andıran bitkiler sazlıklardan yükselmektedir. Geri planda ise yeşil
ve mavi tonlarında bir gökyüzü ve dağlar görülmektedir ( Resim 6).
Kalın bir konturla çevrelenmiş bu kompozisyonun dışında, insan hayatının
çeşitli aşamalarının yaşlar halinde ve sembolik anlatımlarla yansıtıldığı bir
betimleme yer alır5. Silinmiş ve tahrip olmuş kısımlardan bu tasvirin de yarım daire çerçeve içerisine alındığı anlaşılmaktadır. Doğumdan ölüme saat
yönünde ilerleyen betimlerde insan hayatının onbir ayrı aşaması dile getirilmiş ve her birinin altında da madalyon içerisindeki rakam ile ait olduğu
yaş belirtilmiştir. Sol altta 1 ile numaralanmış ilk tasvirde, iki yandan direğe bağlanmış beşik içerisinde bir bebek dikkati çeker. Başındaki yastığı ve
kırmızı giysisiyle uzanır vaziyetteki bebeğin elleri ve ayakları hareketlidir.
İçinde yer aldığı beşiğin dış yüzlerinde çizgisel bazı motifler yer almaktadır.
Burada figürün işlenişinde bir acemilik ve oransızlık hemen göze çarpar.
Beşikteki figür, hayatın başındaki bir bebekten çok çocuğa işaret etmektedir. Bu düzenlemenin üzerinde oyuncak at üstünde bir çocuk tasviri yer alır.
Hareketli vaziyetteki at, alttaki yay biçimi bir mekanizma aracılığıyla sallanmaktadır. Çocuk, bir elinde silahı, başında şapkası ve mavi giysisi ile tasvir
edilmiştir. Altındaki rakam tasvirin bir insanın 10 yaşındaki halinin simgesel
5
Özbek, a.g.,e., s.16.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
115
Savaş YILDIRIM
ifadesi olduğunu göstermektedir. Üçüncü tasvir ayakta yer alan bir erkek
portresidir. Mavi pantolonu, kahverengi ceketi ve kırmızı fesiyle bir insanın
20 yaşındaki hali simgesel olarak canlandırılmıştır. Figürün altındaki 20 rakamı tahribat nedeniyle zorlukla okunmaktadır. Dördüncü betimleme, insanın 30 yaşındaki durumunun simgesel olarak ifadesidir. Burada bir karıkoca tasvir edilmiş olup kadın figürü mavi renkte yerlere kadar inen eteği
ve kırmızı giysisiyle başı hafif yana doğru eğik olarak belirtilmiştir. Erkek ise
hemen kadının yanında onun elinden tutmuş, mavi pardesü ve kahverengi
pantolon ve kırmızı fesiyle tasvir edilmiş bıyıklı bir figürdür. Her iki figürün
de yüzünde donuk bir ifade dikkati çekmektedir (Resim 7).
Beşinci tasvirde bir insanın 40 yaş civarları mavi elbisesi, kırmızı fesi ve önlüğüyle çalışan bir usta ile ifade edilmiştir. Sakallı figür kollarını dirseklerine
kadar sıyırmış elinde çekici ile önündeki dikdörtgen formlu masa üzerinde
çalışmaktadır. İnsan hayatının 50 yaş civarlarını canlandıran altıncı kompozisyon düzenlemenin tam ortasına yerleştirilmiştir. Burada bıyıklı erkek
figürü elinde bastonu, başında kırmızı fesi, boğazına kadar uzanan kazağı
ve mavi ceketiyle yüksekçe bir platform üzerinde resmedilmiştir. Yedinci
figür, insan yaşamının 60 yaş civarlarını anlatmaktadır. Cepheden verilmiş
ve baş kısmı bir miktar tahrip edilmiş figür, yeşil pantolonu, alt kısmı nisbeten geniş ve dökümlü mavi ceketi ve yine bir elinde bastonuyla verilmiştir.
Sekizinci betimleme 70’li yaşların simgesel olarak ifadesidir. Burada figür
başında kırmızı fesi ve yeleği, kahverengi ceketi, ve mavi pantolonuyla
tasvir edilmiş olup bir eliyle bastonunu tutarken diğer elini de sakallarına
götürmüş, düşünceli bir biçimde yansıtılmıştır (Resim 8).
Dokuzuncu tasvirde yaşlı bir çift birlikte verilmiş, erkek figürü ak sakalı,
kırmızı fesi ve dizlerinin altına kadar inen mavi paltosuyla tasvir edilmiştir.
Başını çevirmiş ileri doğru bakmaktadır. Sol eliyle bastonunu tutarken, sağ
eliyle de bir yeri işaret etmektedir. Hemen onun arkasında yer alan ve
muhtemelen eşi olduğunu düşündüğümüz kadın figürü ise omuzlarına
kadar inen başörtüsü, boyuna çizgilerle verilmiş geniş ve dokümlü eteği ve
önlüğüyle geleneksel giysiler içerisindedir. 90 rakamının üstünde yer alan
onuncu tasvir, profilden verilmiş, ileri bir yaştaki erkek figürüdür. Ak sakalı,
kahverengi yerlere kadar inen paltosuyla dizlerinin üzerine çökmüş ve koltuk değneklerine tutunmaktadır (Resim 9). Onbirinci ve sonuncu tasvirde
100 yaşının simgesel olarak anlatımı, tabut içerisindeki iskelet ile sağlanmıştır İskeletin üzeri tabutun kapağıyla yarıya kadar kapatılmıştır. Kapağın
üzerinde de yine sembolik anlatımlar dikkat çekicidir. Siyahla islenmiş bir
116
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
kılıç, kuru kafa ile birlikte verilen ve ölümü sembolize eden X işareti yer
almıştır. Tabutun izleyiciye bakan yan yüzünde Grekçe “ruhu şad olsun”
ifadesi okunmaktadır6. En altta ise her iki yanda simetrik olmak üzere üç
dilimli birer palmet motifi işlenmiştir (Resim 10).
İki farklı konunun işlendiği pano günümüzde zarar görmüş, özellikle üst
kısımlar yer yer kireç ile kötü bir biçimde sıvanmıştır. Tahribat dolayısıyla
kimi figürler zor seçilmekte, fonda yer alan aşı boyasıyla yazılmış bir yazı
ise okunamamaktadır.
Evin bugün mutfak olarak kullanılan başodası kuzey duvarında ortada
oval biçiminde düzenlenmiş bir madalyon içerisinde, İstanbul’un meşhur
tarihi anıtlarından Galata Kulesi, ve iki yanında ise birer kadın figürü yer
alır (Resim 11). Galata Kulesi tasviri, kahverengi ve sarı ile çerçevelenmiş,
ayrıca dıştan yeşil yaprak motifleriyle kuşatılarak adeta yağlıboya resim
görünümü kazandırılmıştır. Madalyonun üst kısmında yan yana üç gül
motifi, alt kısımda ise ortada düğüm yaparak iki yana doğru ayrılan dekoratif bir şerit yer almaktadır. Oval biçimli panoda Galata Kulesi’nin yer aldığı tarihi sokağın kuşbakışı anlayışla, genel bir görüntüsü canlandırılmıştır.
Bir kale burcunu andıran silindirik formlu kule, birbiri üzerine küçülerek
yerleşen katlar halindedir. Duvar yüzeyleri açık ve koyu tonlardaki enine
çizgilerle gölgelendirilmiş ve kulenin birinci kat seviyesinde çizgisel bir üslupla korkuluklar yer almıştır. Birinci kattan itibaren yer alan pencereler,
basit açıklıklar şeklinde belirtilmiş ve kenarları açık renkte bir şeritle çerçevelenerek hacim kazandırılmıştır. Üç katlı kule mavi bir kubbe ile örtülmüş
olup, kubbenin yüzeyinde çizgisel bir tarzda süslemelere yer verilmiştir.
Kubbe aleminin tepelik kısmında ise göndere çekilmiş bir Türk bayrağı
yer alır. Kulenin iki yanında sıralanmış evler dikkati çeker ve evlerde perspektife önem verildiği görülmektedir. Kule, kahverenginin farklı tonlarının kullanıldığı geniş bir sokak dokusu içerisinde yer alır. Yol kenarındaki kaldırımlar ton farklarıyla belirtilmiştir. Günlük hayatın akışı içerisinde
bir grup insan figürünün de kulenin önünde tasvir edildiği görülür. Bu
figürlerden izleyiciye yakın konumda olan tasvirde tesadüfen karşılaşmış
izlenimi uyandıran iki figür karşılıklı konuşurken betimlenmiştir. Yeşil elbiseli fötr şapkalı ve sakallı figür elini uzatmış, kırmızı fesli, mavi elbiseli
ve kahverengi pantolonlu figürle sohbet halindedir. Bu tasvirin solunda
6
Evlerdeki Eski Yunanca yazılar Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğr. Gör. Ceyhun Dora tarafından okunmuştur. Yardımları için kendisine teşekkür ederim.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
117
Savaş YILDIRIM
oturur vaziyette bir köpek yer alır. Sokağın daha ilerisinde sürücüsü bir
gölge halinde belirtilmiş, kuleye doğru hızla ilerleyen bir fayton göze çarpar. Sokağın orta bölümünde ise şapkası, uzun elbisesi ve elinde bastonu
ile yine bir gölge gibi belirtilmiş erkek tasviri yolun sağından soluna doğru
geçmekte, arkasından ise bir köpek koşarak onu izlemektedir. Sol tarafta
kaldırım üzerinde de insanlar dikkati çeker. Gökyüzünde mavi ve gri renk
kullanılarak dalgalı çizgilerle bulutlar teşkil edilmiş ve üçüncü boyut etkisi etkisi uyandırılmaya çalışılmıştır. Gökyüzünde Yunanca yazıyla “Galata
Kulesi” ifadesi okunmakta ayrıca madalyonun alt kısmında 1885 tarihi
verilmektedir (Resim 12).
Oval biçimli madalyonun iki yanında ayakta birer kadın figürü yer alır. Bu
figürler bir elinde çift kulplu testi tutarken, diğer eliyle de hemen yanda
yer alan platformdan destek almaktadırlar. Ağız, yüz, burun gibi detaylar
son derece başarılı bir şekilde aktarılmış, saçlar iki yana doğru ayrılarak
omuz hizasından aşağıya doğru inmiştir. Kıyafetin üst bölümü kıvrımlı hatlarla son derece zarif ve dökümlü olup, omzundan beline doğru devam
etmekte ve bu haliyle Antik Yunan portrelerini anımsatmaktadır. Alt bölümüne ise dikey çizgilerle hareket kazandırılmaya çalışılmış ve katlar halinde ayaklara kadar inmiştir. Elbisede sarı renk kullanılmış ve bunun yanı
sıra alt kısımda ortadaki madalyonu kuşatan yapraklarla uyum sağlaması
bakımından yeşile de yer verilmiştir (Resim 13). Bu tasvirlerin yukarısında
natürmortlardan ibaret kompozisyon bir bordür halinde duvar yüzeyini üç
yönden kuşatır. Sarı zeminde yer alan düzenlemede bir vazodan çıkan palmet motifi, C biçimli kıvrım dallar aracılığıyla akantus yaprağına bağlanmış, C formlu kıvrım dallardan çıkan başka dallar akantus yapraklarını iki
yandan kuşatmıştır. Kullanılan renkler motiflere göre farklılık göstermektedir. Akantus yaprağı ve palmet motifinde mavi, C biçimli kıvrım dallarda
ise kahverengi kullanılmıştır (Resim 14).
Mustafa Savaş’a ait evde duvar resimlerinin yanı sıra batı cephedeki pencere
ve niş alınlığında istiridye kabuğu biçiminde motiflere de rastlanmaktadır.
B) Ali Sümer Evi
Bu çalışma kapsamında tanıtacağımız diğer eser, Yeni Mahalle Sümer
Sokak’ta Gül Konakları’nın tam karşısında yer alan 7 numaralı Ali Sümer’e
ait evdir. İki katlı olarak inşa edilmiş ev, yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun tam ortasındadır. Evin resimleri üst katta doğu ve batı yandaki odaların duvar yüzeylerini kaplamaktadır. Doğu cephedeki başodanın güney
118
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
duvarında, geometrik motiflerden ibaret enine dikdörtgen çerçeve içerisine alınmış tasvirde “Edirne” şehrinin görüntüsü yer almaktadır. Resmin
ön düzleminde yer alarak kompozisyonu ikiye bölen Meriç nehri üzerinde
onbir gözlü ve yuvarlak kemerlerle dışarı açılan Yeni Köprü (Meriç Köprüsü) üzerinde gözetleme kulesi dikkati çekmektedir. Köprünün sol tarafında, önündeki Türk bayrağı ile muhtemelen bir devlet dairesi yer almıştır.
Irmak kenarındaki ağaçlar köprünün peyzajını tamamlayıcı öğelerdir. Yine
köprünün izleyiciye göre sağ tarafında belli belirsiz lekeler halinde işlenmiş
evler görülmektedir. Köprünün sol tarafında ise beyaz bir at üzerinde, başında fesi ile bir insan figürü göze çarpmakta ve hemen onun önünde ise
hareketsiz bir durumda köpek tasviri yer almaktadır. Meriç Köprüsü’nün
güney yanında etrafı çevrili avlunun ortasında bir yapı dikkati çeker. Dış
cephesi beyaz, çatısı ise kırmızı ile boyanmış binanın örtü sistemi ortasında bir aydınlık feneri görülmektedir. Bir kamu binası olması muhtemel
eserin bahçesinde göndere çekilmiş bir Türk bayrağı vardır. Bu tanıttığımız
eserlerin etrafındaki evler ise siluet üslubunda işlenmiş, perspektif anlayış
gözetilerek geriye doğru gidildikçe giderek küçülmekte ve gözden kaybolmaktadır. Evlerin arasında yer alan ağaçlara ise ışık-gölge etkisi ile derinlik
ve hacim kazandırılmıştır. Mavi ve gri tonlarının birlikte kullanıldığı bulutlu
gökyüzünde beyaz martılar kompozisyona değişik bir hava katmıştır.
Geniş bir açıyla yansıtılmış Edirne görüntüsünden anlaşıldığı kadarıyla
düzenlemenin merkezine Selimiye Camii yerleştirilmiştir. Cami, önünde
yer alan arastayla birlikte batı yönden resmedilmiştir. Caminin merkezi
kubbesinin büyükçe alemi dikkat çekicidir. Merkezi kubbe ve revak kubbelerinde siyah ve grinin değişik tonları kullanılmıştır. Batısındaki arasta
üçgen alınlıklı bir giriş kapısına sahiptir ve çatısı basit çapraz çizgilerle
oluşturulmuştur. Selimiye Camii’nin kuzeyinde Edirne’nin bir diğer önemli
abidesi Üç Şerefeli Camii daha mütevazi bir biçimde yüzeye aktarılmıştır.
Cami minarelerinden yalnızca burmalı olanı betimlenmiştir. Üç Şerefeli
Camii’nin kuzeydoğusunda Meriç nehri kenarında, ağaçlar arasında üçgen alınlıklı cephesi ve yüksek bir kasnağa oturan kubbesi ile bir başka
anıtsal eser daha dikkat çeker. Güneydoğusundaki çan kulesi ve kubbesinin tepesindeki haç işareti ile bir kilise binası tasvir edilmiştir. Kilise ile
çan kulesi arasında tek kubbeli mescit hüviyetinde küçük boyutlu bir yapı
daha yer almıştır.
Enine dikdörtgen panonun üst kısmında ortada Grek ve Arap harfleriyle
Edirne ifadesi, iki yanda ise 1910 tarihi okunmakta; ayrıca yine bu üst kı-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
119
Savaş YILDIRIM
sımda binanın duvar resimlerini gerçekleştiren K. Malatyades adlı ustanın
imzası görülmektedir. Edirne kentini konu alan, bu panonun iki yanındaki
simetik kompozisyonda yuvarlak kemerli bir çerçeve içerisine alınmış bir
natürmort yer alır. Tasvirde koyu kahverengi, çift kulplu bir vazodan çıkan
kırmızı güller görülmektedir. Aynı tarz bir natürmorta üst kısımda tavan
ile Edirne tasviri arasında kalan bölümde de rastlanır. Bu natürmortun iki
yanında simetrik birer palmet motifi görülmektedir (Resim 15-16).
Evin üst katında, batı cephedeki odanın güney duvarındaki yuvarlak kemerli bir niş içerisine alınmış betimlemede ayakta bir kadın figürü yer alır.
Kadın bir kolunu hafif kırarak elini beline dayamış, diğer elini ise yandaki
platformun üzerine koymuştur. Giysisi son derece ince bir işçilikle süslenmiştir. Kıyafetinin üst kısmında yeleğindeki süslemeler ve daire biçimli
çift kemer tokası dikkat çekicidir. Alt kısımda ise özellikle uçtaki püsküllü süslemelerin ayrıntılı işlendiği anlaşılmaktadır. Kollar geniş ve dökümlü
olup yine kenarları desenlidir. Kadının başörtüsü boynundan dolanarak
sol omzundan arkaya doğru devam etmekte olup saçları tam olarak kapanmamıştır. Alında yan yana dizilmiş altınlar göze çarpmaktadır. Kadının
elini koyduğu platform üzerinde çift kulplu bir testi vardır. Nişin üst kısmında katlar halinde işlenmiş kenarları siyah püsküllü, kırmızı bir perdenin
aşağıya doğru devam ettiği görülür. Perdede ışık-gölge etkisi bariz bir şekilde hissedilmektedir. Kadının izleyiciye göre sol yanında Grekçe yazıyla
Elefsinalı Kadın ifadesi okunmaktadır. Figür duruşu ve yüz ifadesiyle adeta poz verir bir durumda, bakışını belli bir noktaya odaklamıştır. Kadının
iki yanında yarısı kadarıyla işlenmiş ağaçlar dolgun bir şekilde verilmiştir
(Resim 17). Nişin kenarları kahverengi kalın bir çerçeve ile kuşatılmış, üst
kısmında bir madalyon içerisinde 1910 tarihi belirtilmiştir. Madalyonun iki
yanında ise simetrik birer rumili kıvrım dal yer almaktadır.
Batı cephedeki odada yer alan bir diğer kompozisyon, boyuna dikdörtgen
formdaki pencere açıklıklarına ait üç dilimli kemer formundaki alınlıkların
aralarında yer alan iki natürmorttur. Simetrik işlenmiş bu natürmortlar, çift
kulplu vazodan çıkan sarı, kırmızı, mavi ve yeşil renklerdeki çiçek ve yapraklarla meydana getirilmiştir. Sarı, kahverengi tonlarındaki vazonun dış
yüzüne altı kollu bir yıldız motifi işlenmiştir. İki natürmortun tam ortasında
ise bir yazı kuşağına sarılmış çiçek demeti vardır. Yazı kuşağında Grekçe
“ruhu huzur bulsun” ifadesi okunmaktadır (Resim 18). Batı cephedeki
odada küçük bir niş içerisinde, karşılıklı iki kuş figürü görülmektedir. Bu
kuşlar ayakları altındaki mektubu iki ucundan tutmaktadır. Mektuptaki
120
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
yazılar günümüzde okunmayacak derecede silinmiştir. Kuşların aralarında
at nalı biçiminde bir form üzerinde 1910 tarihi okunmaktadır. Nişin üst
kısmına sarı ve kımızı aşı boyası ile kıvrım dallar işlenmiştir (Resim 19).
Karşılaştırma ve Değerlendirme
Mustafapaşa, Türkler ile Ortodoks Rumların uzun süre birlik, beraberlik
içerisinde yaşadığı yerlerden biridir. Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki
azınlıklar, hoşgörü ve devleti bir bütünlük içerisinde tutma anlayışı doğrultusunda, pekçok bakımdan ayrıcalıklı ve serbest konumda olmakla
birlikte özellikle ev yapımı ve mülk edinme konusunda bazı kısıtlamalara
tabi idiler. 1856 Islahat Fermanı ve ardından çıkarılan yabancı uyruklulara
taşınmaz mal elde etme hakkı veren kanuni düzenleme bu engeli ortadan
kaldırmış ve bu tarihten sonra yabancılar hızla mülk sahibi olmuşlardır.
Bu kanunlar çerçevesinde Mustafapaşa beldesindeki gayrimüslim nüfusta
pek çok bina yapmış, bu binalardaki duvar resimleri bir yandan sahipleri
için bir prestij kaynağı iken diğer yandan da Osmanlı idaresinde barış içerisinde yaşayan Türk ve Rum birlikteliğinin canlı şahitleri olmuşlardır. Ayrıca
bu resimler, o dönem halkının sosyal hayatı, giyim ve kuşamı hakkında
da bilgi vermeleri bakımından değer taşırlar. Mustafapaşa Kasabası’nda
bu çalışma kapsamında tanıttığımız Mustafa Savaş ve Ali Sümer’e ait iki
evin resimlerinde de bu anlayışların yansımasını görmek mümkündür. Evlerden Mustafa Savaş’a ait olanı bugün hala konut olarak kullanlırken, Ali
Sümer’in evi terk edilmiş virane bir durumdadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda batılı anlayışa yakın duvar resimleri 18. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar7. Yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da görülen duvar resimleri kısa sürede Anadolu’ya doğru bir yayılış gösterir8. Daha
önceleri kalemi şi bezemeler yapan ustalar, kendi beğeni ve yetenekleri
doğrultusunda daha çok sivil yapılarda duvar resimleri yapmaya başlamış
ve Anadolu’nun değişik bölgelerinde farklı üsluplar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda da duvar resmi başkent ve taşra üslubu olmak üzere ikiye
ayrılmıştır9. Ancak tüm sanatçıların ortak hareket noktası, başkentte baş7
P. Ş. Tekinalp, “Batılılaşma Dönemi Duvar Resmi”, Türkler, C. 15, Ankara 2002, s.440-448 (s.442).
Duvar resimleri başlarda kuru sıva üzerine tutkal veya su ile karıştırılmış kök boyalarla yapılmış
resimlerdir. Bu teknik kalem işi süslemelerde de öncede beri bilinen geleneksel bir tekniktir.
8 Batılılaşma Dönemi duvar resimleri hakkında ayrıntılı çalışmalar için bkz, G. Renda, Batılılaşma
Döneminde Türk Resim Sanatı (1700-1850), Ankara 1977; R. Arık, Batılılaşma Dönemi Anadolu
Tasvir Sanatı, Ankara 1988.
9 Tekinalp, a.g.m, s.443.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
121
Savaş YILDIRIM
layan süsleme programını benimsemeleri ve manzara resimlerinde yeni
denemelere girişmeleridir10
Batılılaşma dönemi mimari eserlerindeki duvar resimleri gözden geçirildiğinde panoramik kent tasvirlerinin önemli yer tuttuğu görülür. İstanbul
tasvirleri gerek Anadolu, gerek Balkanlar ve gerekse imparatorluğun başkentindeki mimari eserlerde sıklıkla uygulanmıştır. Ele aldığımız eserlerde
İstanbul tasviri sadece Mustafa Savaş Evi başodası güney duvarında yer
alır. Burada geniş açıyla bir İstanbul tasviri yerine sadece Galata Kulesi betimlenmiştir. Mustafa Paşa’daki duvar resimli evlerde İstanbul tasvirlerine
başka hiçbir eserde rastlanmaz. Beş km. uzaklıktaki Ürgüp’teki Sucuoğlu
Konağı’nda panoramik bir İstanbul tasviriyle karşılaşırız11. İstanbul tasvirleri
Anadolu’daki diğer mimari eserlerden Birgi Sandıkeminoğulları Evi’nde 12,
Datça Mehmet Ali Ağa Konağı’nda13, Merzifon Kara Mustafa Paşa Camii
Şadırvanı’nda14, Kayseri Büyük Bürüngüz Köyü’ndeki bir evde15 Kırkağaç
Çiftehanlar Camii Şadırvanı’nda16, Edirne Kaleiçi semtindeki bir konakta17
da karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamıza konu olan Ali Sümer Evi’nin üst
kat doğu cephesindeki odada yer alan Edirne tasvirinin benzeri, Ürgüp
Sucuoğlu Konağında baş odanın doğu ve batı duvarında görülmektedir18.
Mustafa Savaş Evi’nde baş odaya geçişi sağlayan mekanın batı duvarında yarım daire bir çerçeve içerisine alınmış cennetten kovuluş sahnesi,
konu bakımından Kapadokya çevresindeki diğer resimli evlerde tercih
edilmemiştir. Aynı konuyu ele almamakla birlikte Yozgat’taki Nizamoğlu
10
11
12
13
14
15
16
17
18
Tekinalp, aynı yer.
Y. Özbek, “Duvar Resimli Bir Ürgüp Evi: Sucuoğlu Konağı”, Journal of Turkish Studies - Türklük
Bilgisi Araştırmaları (Festschrift In Honor Of Orhan Okay),Vol. 30/II, Cambridge 2006, s. 329-336
( s.329, Resim 5-9).
Bkz.,İ. Kuyulu, “Sandıkeminoğulları Evi”, Birgi Tarihi, Tarihi Coğrafyası ve Türk Dönemi Anıtları,
Ankara 2001, s.153-155.
Bkz., G. Renda, “ Datça’da Eski Bir Türk Evi”, Sanat Dünyamız, S. 2, İstanbul 1974, s.25-26.
B. Tanman, “Merzifon, Kara Mustafa Paşa Camii Şadırvanının Kubbesinde Zileli Emin’in Yarattığı
‘Osmanlı Dünyası’ ve Bu Dünyaya Yansıyan Kişiliği”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar /
Güner İnal’a Armağan, Ankara 1993, s.492-493; R. Arık, Osmanlı Sanatında Duvar Resimleri,
Osmanlı, C.11, Ankara 1998, s.423-436, (s.425).
Evin duvar resimleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., G. Renda, “Büyük Bürüngüz’de Bir Türk Evi ve
III. Selim Döneminde Süsleme, Türkiyemiz, S. 21, İstanbul 1977, s.41-46.
Bkz., İ Kuyulu, “Kırkağaç Çiftehanlar Camii”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi V, İzmir 1990, s.103115 (s.112).
M.C. Ülkücü, “Edirne Konakları ve Tavan Resimleri”, Edirne Serhattaki Payitaht , (Yayına Hazırlayan E. N. İşli-S. Koz), İstanbul 1998, s.475-483, (s.479).
Özbek, a.g.m., s.332-33, Resim 10-16.
122
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
Konağı’nda Tevrat’tan alınma Hz Süleyman ve Hz. İsa’nın hayatına yönelik
dini sahneleri görmek mümkündür19.
Ali Sümer Evi üst kat batı cephesindeki odada yer alan niş içerisindeki
ayakta duran kadın figürünün en yakın benzeri, Mustafapaşa Yaşar Esen
Evi orta sofa doğu duvarında yer almaktadır20.
Duvar resimlerini yapan sanatçıların kimler olduğu konusu da önem taşımaktadır. Ele aldığımız eserlerden Mustafa Savaş Evi’nde herhangi bir usta
ismine rastlanmamaktadır. Ali Sümer Evi’nde ise Edirne tasvirli panonun
sağ üst köşesinde, Yunanca “K. Malatyades” ibaresiyle sanatçı ismi yazılmıştır21. Kendisi yörede son derece tanınmış bir sanatçı olup kasabadaki
Galip Özdemir, Murat Tüzen ve Nuri Arı adlı kimselere ait evlerin duvar
resimlerini de yapmış22 ayrıca Sinasos Oteli restoran kısmında kubbeli bölümün resimlerinde23 de adına rastlanmıştır. Ünü sadece kasabayla sınırlı
kalmamış, Ürgüp’teki Hacı Eftim Evi’ndeki çiçek satan kız figüründe de
imzasını koymuştur24.
Sonuç olarak ele aldığımız her iki eserdeki duvar resimleri konu, malzeme
ve teknik özellikler ile stil bakımından bulunduğu dönemin genel özelliklerini taşır. Ekonomik bakımdan gelişmiş gayrimüslim Sinasoslular’ın imparatorluğun başkentindeki bezemelere özenerek yaptırdıkları bu resimler,
küçük bir Anadolu kasabasının sosyal hayatından kesitler sunar. Gerek
tanıttığımız bu iki ev ve gerekse Kapadokya’daki diğer resimli evlerde en
önemli sorun koruma ve onarımdır. Aşı boyası ile yapılan resimler zamanla
bozulmakta, renkleri solmaktadır. Bu duruma bilerek ya da bilmeden insanın yaptığı kötü müdahaleler de eklenince bir döneme adeta belge gibi
şahitlik eden resimler yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelmektedir. Burada
yapılması gereken resimlerin koruma ve onarımı hakkında halkı bilinçlendirmek ve devletin bu konudaki maddi desteğinin daha geniş kesimlere
duyurulmasını sağlamaktır.
19
20
21
Bkz., H. Acun, Bozok Sancağı’nda (Yozgat İli) Türk Mimarisi, Ankara 2005, s.230, Resim 297, 303.
Bkz., Özbek, a.g.e, s.35, Resim 25; Yalçın, a.g.Yüksek Lisans Tezi, s.139.
Sanatçı hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değiliz ancak Roma ve Venedikte eğitim gördüğü
usta bir müzisyen olduğu dile getirilmektedir. Bkz., Roides, a.g.m., s.154; Özbek, a.g.,e., s.61’de
kasabadaki Hagios Vasilios Kilisesi’ndeki bazı resimlerde adına rastlandığını ve sanatçının manzara
resimlerinde olduğu kadar figürlü anlatımlarda da başarılı olduğunu belirtir. Hatta bazı evlerin
kapılarına bilmece niteliğindeki yazıları da kendisi yazmıştır.
22 Özbek, a.g.e., s.60.
23 Yalçın, a.g. Yüksek Lisans Tezi, s.56.
24 M. Kaya, “Ürgüp Evlerinde Duvar Resimleri”, Kültür ve Sanat, S. 17, Ankara 1993, s.48-50, (s.49
ayrıca resim için bkz., Resim 3).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
123
Savaş YILDIRIM
Kaynaklar
Acun, Hakkı; Bozok Sancağı’nda (Yozgat İli) Türk Mimarisi, Ankara 2005.
Anonim ( Çev. A. Çokana); Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası, -Resimler ve Anlatılar, (Editör E. Balta), İstanbul 2007.
Arık, Rüçhan; Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı, Ankara 1988.
Arık, Rüçhan; Osmanlı Sanatında Duvar Resimleri, Osmanlı, C.11, Ankara 1998,
s.423-436.
İlbars, Zafer-Temren Belkıs; Kültürel Boyutuyla Mustafapaşa, Ankara 2003.
Kaya, Mustafa;“Ürgüp Evlerinde Duvar Resimleri”, Kültür ve Sanat, S. 17, Ankara
1993, s.48-50.
Kuyulu, İnci; “Kırkağaç Çiftehanlar Camii”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi V, İzmir
1990, s.103-115.
Kuyulu, İnci; “Sandıkeminoğulları Evi”, Birgi Tarihi, Tarihi Coğrafyası ve Türk Dönemi Anıtları, Ankara 2001, s.153-155.
Özbek, Yıldıray; Mustafapaşa (Sinasos) Evlerinde Duvar Resimleri, Kayseri 2005.
Özbek, Yıldıray; “Duvar Resimli Bir Ürgüp Evi: Sucuoğlu Konağı”, Journal of Turkish Studies - Türklük Bilgisi Araştırmaları (Festschrift In Honor Of Orhan
Okay),Vol. 30/II, Cambridge 2006, s. 329-336.
Renda, Günsel; “ Datça’da Eski Bir Türk Evi”, Sanat Dünyamız, S. 2, İstanbul
1974, s.25-26.
Renda, Günsel; Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı (1700-1850), Ankara
1977.
Renda, Günsel;“Büyük Bürüngüz’de Bir Türk Evi ve III. Selim Döneminde Süsleme, Türkiyemiz, S. 21, İstanbul 1977, s.41-46
Roides, Stelios; “The Houses of Sinasos” Sinasos in Cappadocia, London, 1985,
s.113-160.
Tanman, Baha;“Merzifon, Kara Mustafa Paşa Camii Şadırvanının Kubbesinde
Zileli Emin’in Yarattığı ‘Osmanlı Dünyası’ ve Bu Dünyaya Yansıyan Kişiliği”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar / Güner İnal’a Armağan, Ankara 1993, s.491-522.
Tekinalp, Pelin Şahin; “Batılılaşma Dönemi Duvar Resmi”, Türkler, C. 15, Ankara
2002, s.440-448.
Yalçın, Oğuzhan, Nevşehir-Mustafapaşa Beldesi Sivil Mimari Eserleri Üzerindeki
Bezemeler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Kayseri 2005.
124
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
RESİMLER
Resim 1. Mustafa Savaş alt kattaki duvar resmi genel görünüş.
Resim 2. Mustafa Savaş alt kat pencere açıklığı sağındaki natürmort.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
125
Savaş YILDIRIM
Resim 3. Mustafa Savaş Evi alt kat pencere açıklığı solundaki natürmort.
Resim 4. Mustafa Savaş evi alt pencere açıklığı üzerindeki karşılıklı kuş tasviri.
126
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
Resim 5. Mustafa Savaş Evi üst kat başodaya geçisi sağlayan mekanın doğu cephesi duvar resimleri.
Resim 6. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde
Adem ile Havva tasviri.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
127
Savaş YILDIRIM
Resim 7. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde
simgesel tasvirler.
Resim 8. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde
hayali tasvirler.
128
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
Resim 9. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde
hayali tasvirler.
Resim 10. Mustafa Savaş Evi baş odaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde hayali tasvirler.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
129
Savaş YILDIRIM
Resim 11. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesindeki duvar resimleri.
Resim 12. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesinde Galata Kulesi tasviri.
130
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
Resim 13. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesinde ayakta duran kadın figürü.
Resim 14. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesinde bordür kompozisyonu.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
131
Savaş YILDIRIM
Resim 15. Ali Sümer Evi başoda güney cephesinde yer alan duvar resimleri genel
görünüş.
Resim 16. Ali Sümer Evi başoda güney cephesinde yer alan Edirne tasviri.
132
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev
Resim 17. Ali Sümer Evi üst kat batı cephedeki odada kadın figürü.
Resim 18. Ali Sümer Evi üst batı cephedeki odada natürmort.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
133
Savaş YILDIRIM
Resim 19. Ali Sümer Evi üst kat batı cephedeki odada karşılıklı kuş tasvirleri.
134
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
ASUR TİCARET KOLONİLERİ ÇAĞINDA NEVŞEHİR
NEVŞEHİR AT THE AGE OF ASSYRIAN TRADE COLONIES
Sebahattin BAYRAM*
ÖZET
M.Ö. II. Binyılın ilk çeyreğinde Asurlu tüccarlar, başlangıcı daha eskiye gittiği anlaşılan bir ticari faaliyete imza atmışlar ve bugünkü
Irak toprakları içerisinde bulunan ve bizim Mezopotamya dediğimiz
bölgedeki Asur şehrinden hareketle Anadolu’nun en azından iç kısımlarına kadar eşek kervanlarıyla muhtelif mallar getirmek ve onları burada sattıktan sonra yine muhtelif mallar satın alarak Asur’a
götürmek esasına dayanan uluslararası alışverişin ilk örneklerinden
birini sergilemişlerdir.
Ticaretin Anadolu’daki esas merkezi bugünkü Kayseri’nin hemen
yakınındaki Kültepe ören yeridir. Ancak Nevşehir ve çevresinin hiç
olmazsa bir bölümünün de bu ticaret alanı içerisinde kaldığını yazılı metinlerden anlıyoruz. Biz bu bildiride Asur Ticaret Kolonileri
Çağı hakkında genel bir bilgilendirme yapıp Nevşehir ve çevresinin
yaklaşık 4000 yıl önceki muhtemel sosyal, siyasal, hukuki, etnik ve
ekonomik yapısı hakkındaki veriler üzerinde duracağız.
Anahtar Kelimeler: Asur Ticaret Kolonileri Çağı, Ticaret, Eski Anadolu, Eski Nevşehir.
ABSTRACT
At the first quarter of 2000 BC, Assyrian merchandisers displayed
commercial activity which is originally dated back . They traded
starting from an Assyrian city, situated in a land currently in Iraq but
historically called Mesopotamia to interior of Anatolia by caravan
trade which is thought as one of the first simple of international
trade.
* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sumeroloji Anabilim Dalı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
135
Sebahattin BAYRAM
The main center of trade in Anatolia was Kültepe Ruins near Kayseri. But we understand by historical deeds that Nevşehir also was a
part of this trade area. In this article, we will enlighten about Assyrian trade colonies and will emphasize about possible social, politic,
jural, ethnic and economic situation of Nevşehir and this area.
Key Words: The age of Assyrian trade colonies, Trade, Ancient
Anatolia, Ancient Nevşehir.
M.Ö. II. Binyılın ilk çeyreğinin yaklaşık olarak 250 yıl süren bir döneminde (1974-1719 arasındaki, ara dönem denen çok kısa bir aralığı hesaba
katmazsak, 250 yıl ) Asurlu tüccarlar Anadolu’ya ticari amaçlarla gelmişlerdi. Nevşehir ve çevresinin de içinde bulunduğu gayet geniş bir alanda
faaliyet gösteren Asurlu tüccarlar, şehirlerin içlerinde veya kenarlarında
20 kadar küçük (wabartum) ve 30 kadar büyük (kārum) ticaret kolonisi
kurmuşlardır. Tüccarlar Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ın da içinde bulunduğu, İç Anadolu’nun kısmen kuzey ve batısını da içine alacak geniş bir kesiminde, özellikle Kızılırmak kavisinin içerisinde yoğun olarak yerleşmişler
ve Kayseri’nin 20 km. yakınındaki eski adı Kaneş olan Kültepe’yi merkez
yapmışlardır. Nevşehir ve çevresinin bu faaliyet içerisindeki yeri, yâni tarihi-coğrafyası üzerinde meslekdaşımız Y. Doç. Dr. Remzi Kuzuoğlu ayrıntılı bilgi verecektir. Biz burada şunu ifade etmekle yetinelim, metinlerde
yüzlerce yer adı geçmesine ve bunların bir kısmının Hititçe metinlerde de
kaydedilmesine rağmen bugün bunlardan sadece üç tanesinin bugün neresi olduğu kesin olarak bilinmektedir: Kayseri, Kültepe > Kaneş, Yozgat,
Alişar > Am/nkuwa ve Çorum, Boğazköy > Hattuş. Biz bu bildiri ile, Nevşehir ve çevresinin de içinde bulunduğu bölgenin yaklaşık 4.000 yıl önceki
ticari, sosyal, siyasal, idari, hukuki ve tarihi yönlerini kısaca ortaya koymaya çalışacağız.
Asur Ticaret Kolonileri adı verilen bu faaliyet, bugünkü Irak toprakları içerisinde, Musul’a yaklaşık 100 km. mesafede bulunan ve modern adı Kal’at
Şarkat olan Fırat nehrinin kıyısındaki Asur’dan organize ediliyordu. Asur
Devleti’nin katkıda bulunduğu bu hareket, Asurluların Orta Asya’dan
Elamlılarca Susa’ya ve oradan da Asur’a getirttikleri kalay ile Babil’den temin ettikleri veya kendi ürettikleri kaliteli kumaşları Anadolu’ya getirmek
ve orada bu ürünleri doğrudan ya da bakır veya yün aracılığı ile satarak
Asur’a gümüş ya da altın götürmek esasına dayanmaktaydı. Bu dönemde
ticareti yapılan diğer mallara ilave olarak ev, ticarethane, tarla ve arsalarla
136
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir
erkek veyâ kadın kölelerin satıldığına ilişkin belgeler de ele geçmiştir.1.000
km.den daha uzun olan bu yorucu ve tehlikeli yolculuğa Asurlu tüccarlar
şüphesiz büyük oranda kâr elde ettikleri için katlanıyorlardı. Nitekim kumaşın Anadolu’da Asur’dakinden 3 veya 4 kat daha pahalı satıldığını metinlerden öğreniyoruz. Asurlu tüccarlar, mal alım satımından başka kendi
aralarında aylık ödemeli yıllık % 30 olarak uyguladıkları fâizi yerliler için
% 60 olarak tahsil etmişlerdir. Anadolu’daki yerel krallar da özellikle kalay
ve kaliteli kumaşlar edinmek, vergi almak ve değişik yönlerden gelir elde
etmek amacıyla bu ticarete onay vermişlerdir.
Asurlular her biri yaklaşık 80 gram gümüşe mal olan ve 25-30 parça kumaş veya 65 kg. kalay taşıyan eşek kervanları ile yola çıkıyorlardı. Yerel
saraylardan veya yerlilerden kiralanmış olması muhtemel arabalar ise Anadolu içerisinde yol şartlarının uygun olduğu bölgelerde ve yaklaşık 600 kg.
yük taşımak üzere kullanılmışlardır.
Bu ticari faaliyetin en önemli neticesi Anadolu’nun yazıyla tanışması olmuştur. Eski Asur çiviyazısı ve lehçesiyle kaleme alınan Anadolu’nun en
eski yazılı belgeleri, sadece ticari amaçlı bir faaliyetin sonucu olarak kaydedilmelerine rağmen, konuları itibarıyla mektuplar, kontratlar, hukuki
belgeler, notlar vs. gibi çeşitlilik göstermektedir. Alişar-Amkuwa wabartum’unda ve Boğazköy-Hattuş kārum’unda bulunan toplam 115 tablet
dışında Kaniş kārum’unda 23.500 tablet ele geçmiş olup bunların 23.000
tanesi ticaretin yoğun olarak yapıldığı II. tabakaya , 500 tanesi ise, bu
yoğun ticarete bir savaşla çok kısa bir süreliğine de olsa ara verilmesinin
ardından tekrar başladığı Ib katına âittir. Kırşehir, Kaman Kalehöyük’te
ve Sivas-Kayalıpınar’da birkaç tane Eski Asur belgesi ele geçmiştir. Biz bu
yazılı belgelerin, birkaç tanesinin Nevşehir ve çevresine âit olduğunu bildiğimiz ve toplam olarak 50 adet olduğunu belirttiğimiz diğer koloni yerleşmelerinden de ele geçmesini beklemekteyiz.
Anadolu’da bu zamanda küçük veya büyük şehir devletleri bulunmaktaydı ve bunlar bir kral ya da büyük kral tarafından yönetilmekteydi. Bunların
yönetimi altında tabi krallar da bulunmaktaydı. Koloni Çağında kadınların
kraliçe yani rubātum olarak metinlerde geçmeleri onların sahip oldukları
sosyal mevkileri hakkında bir fikir vermektedir. Ancak, özellikle , ATHE 62
metninde geçen „Kraliçe, Luhuzattia, Hurama, Šalahšua ve kaçakçılığın
yapıldığı (kendi) memleketine mesajlar gönderdi ve onların gözetlenme-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
137
Sebahattin BAYRAM
sini bildirdi. Hiç bir şey kaçırmayınız!” ifadeleri mahallî idarecilerden hiç
olmazsa birinin, o dönemde kadın olduğunu ortaya koymaktadır.
Belgelerden ticaretin karşılıklı olarak anlaşılan şu esaslara göre yapıldığını
öğrenmiş durumdayız:
a. Asurlu tüccarların uymak zorunda olduğu kurallar: 1. Anadolu’daki her
krallık sarayına malın cins ve miktarına göre değişen vergiler vermek. Metinlerden, Anadolu sarayının her eşek yükü için 2 kg. kalay ve kumaşların
% 5’i oranında vergi aldığı anlaşılmaktadır. 2. Sarayların getirilen bir kısım
kaliteli kumaşların üzerindeki % 10 ilk satın alma hakkını kabul etmek. 3.
Sarayların bazı özel mallar üzerinde ticarî tekelleri olduğunu kabul etmek
ve bunların ticaretini yapmamak.
b. Yerli kralların Asurlu tüccarlara verdikleri güvenceler: 1. Tüccarların,
kendi resmî kurumları olan k rum‘larda kanunî haklarını saklı tutup, korunmalarını sağlamak. 2. Hukukî ve idarî bakımdan Asur’a bağlı olan Kolonilerin serbest bölgelerdeki bütün haklarını korumak. 3. Krallar tarafından kontrol edilen bölgelerde yolları korumak ve soyguna ve hırsızlığa
karşı tedbirler almak.
Asurluların, yerli halkla veyâ yerli krallarla olan ilişkilerinde yerli idarecilerin
isteklerini yerine getirmekle yükümlü oldukları ve Anadolu’da siyasî ve
idarî bakımlardan yerli beyler üzerinde herhangi bir tesirlerinin olmadığı
anlaşılmaktadır. Tahta çıkan bir kralın Asurlu tüccarların idarecilerinden
bağlılık yemini istemesi bu hususu ortaya koymaktadır.
Yukarıdaki açıklamaların II. kata ait dönemde uygulanan kurallar olduğunu söylemek mümkündür. Ib katında ele geçmesi itibarıyla bu dönemden
itibaren uygulanacak olan kuralları belirleyen ve Asur ile Kaniş arasında
akdedilmiş olan anlaşmada şunlar kayıtlıdır:
- Mallar Asurlulardan ucuza ve zorla alınmayacak.
- Anadolu’da bir Asurlu öldürülür ve malı kaybolursa kan parası ödenecek,
katil Asurlulara teslim edilecek ve o bizzat onlar tarafından öldürülecek.
- Mahkemeye giden Kanişli ve Asurlu için adil karar alınacaktır.
- Asurlu ve Kanişli birisi diğerine borçlanırsa borçlu tutuklanmayacak.
-Eğer Anadolu’da Asurlu birinin kumaşı kaybolursa kayıp aranıp mal iade
edilecek, aksi takdirde kendisine ödenecek.
138
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir
-Bir Asurlunun veya dul bir hadının evine Kanişli veya hapiru’nun girmesine izin verilmeyecek.
-Bir Asurlunun iyi bir evine, kölesine, cariyesine, tarlasına, evine göz konulmayacak ve alınıp yerli birisine verilmeyecek.
-Bir Asurlu bir Kanişliye borçlanırsa ve başka bir ülkeye giderse onun yerine bir başka tüccar, bir başkası veya kardeşi sorumlu tutulmayacak, alacaklı dava açacaktır.
-Anadolu’da birisi angarya için çağrıldığında Asurlular bundan muaf tutulacaktır.
-Asurlu yemin için çağrıldığında kendi inancına göre yemine edecektir.
Eski Asurca belgelerdeki hukuki anlaşmazlıkların büyük çoğunluğunu
Asurluların kendi aralarındaki özellikle borçlarla ilgili problemler teşkil
ederdi. Az da olsa yerli beyler ve yerli halkla ilgili problemler de vardı.
Yerel yöneticiler bu durumda iki farklı hukuk sisteminin kuralları içerisinde
meseleyi halletmek zorunda kalmışlardır. Hukuki anlaşmazlık Asurluların
kendi aralarında olmuşsa yerel kanunlara ters düşmediği sürece davayı,
kendi hukuki kurumları ve prosedürleri içerisinde çözmekte tamamen serbesttiler. Yani bu dönemde ikili, hatta üçlü bir hukuk sisteminden bahsetmek mümkündür: 1. Asurluların kendi aralarındaki problemleri kendi kurum ve görevlileri ile çözümlemeleri, 2. Çok iyi bilemediğimiz yerli
halkın kendileri için uyguladıkları sistem ve 3. Yerli idareciler veya halk
ile Asurlular arasındaki problemlerin çözümlenmesinde uygulanan sistem.
Asurluların faaliyetlerinin yerel kanunlara ters düşmesi durumu ile birkaç
olayla karşılaşılmaktadır: Asurluların ticari mal kaçakçılığına kalkışması ve
yerli krallardan vergi kaçırması. Ayrıca yerli haydutların Anadolu’yu transit geçen Asur kervanlarına saldırıp mallarını çalması ve hatta tüccarlarını
öldürmüş olması da bu kategoriye dahil edilebilir. Bu husuta bir başka
örnek, Asurluların meclisinin bir Asurluya olan borcunu ödeyene kadar hiç
bir Asurlunun iş yapmasına müsaade edilmeyen yüksek rütbeli bir saray
yetkilisine uygulanan ambargoyla ilgili bir davadır. Bir başka belgede ise
15 Asurlunun Buruşhaddum’da buluştukları ve Asurlu tüccarlardan hiç
kimsenin adıgeçen yerel bir yetkiliye kumaş satamayacaklarına karar verdikleri kayıtlıdır.
Mevsim şartları, savaşlar, dahilî isyanlar ve vebâ gibi yaygın hastalıklarla
yol kesen kimselerin olması bu faaliyetlerin kısmen ve geçici olarak aksa-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
139
Sebahattin BAYRAM
masına sebep olmuşlardır. Meselâ; Kt n/k 1429 nolu metin Kaniš şehrinde
savaş olduğunu ve insanların bu olayı, bir tarihleme olarak kullandıklarını
ortaya koymaktadır. Kt n/k 1251 nolu mektupta, yazar muhatabına, o ana
kadar Kaniš’te kaldıysa Wašhania’ya geçmesi ve memleket sakinleşene
kadar oraya gitmemesi istenmektedir. Yine Kt n/k 1464 nolu mektupta,
muhtemelen, bir şehir ve ona tâbi çevresindeki şehir ve kasabaların ifade edilmek istendiği memleketin, isyan hâlinde olduğu belirtilmekte ve
ortalık durulduğu zaman çıkıp oraya gitmesi istenmektedir. Kt n/k 1339
nolu belge ise, Burušhattum şehrinde meydana gelen bir salgın hastalıkla
ilgilidir ve bu ifade de tarihleme başlangıcı olarak kullanılmıştır. Ayrıca yol
kesen haydutların mevcudiyetine işaret eden metinlerle, kralların tüccarları bu tür tehlikelere karşı koruyacakları garantisi, bu durumun da ticareti
olumsuz yönde etkilediği söylenebilir.
Asurlu tüccarlar getirdikleri malları sattıktan sonra ellerindekileri altın, gümüş veya değerli şeylere yatırıp, yeni mallar almak ve ticarete devam etmek için bunları Asur‘a gönderirlerdi. Ancak, mallarını satarken fiyatların
istenen seviyede olmaması hâlinde beklerler ve fiatlar makul bir düzeye
gelince satarlardı. Kt n/k 562 nolu belgede geçen “Senin bana yazdığın
kalayına gelince, kalayın fiatı düşüktür, senin kalayın şimdilik burada duruyor” ifadeleri geçmektedir. Ayrıca Kt n/k 606 nolu belgede ise, mektubun
yazarı, muhatabına gümüşün fiatı üzerinde muvafakat etmeleri halinde
bilgilendirilmesini istemektedir. Kt n/k 1689 nolu belge ise, sözkonusu
yerde gümüş ve altının bulunmayışından, fakat yeteri kadar kalayın mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Kt n/k 1340 nolu mektupta ise gümüşün
altına nisbetle daha değerli olduğundan bahsedilmektedir. Örneklerini
artırabileceğimiz bu metinler, bugün yaşadığımız incelikte ve genişlikte
olmasa bile ticaretin ulaştığı seviyeyi göstermektedir. Malın piyasada bol
olduğu zaman değerinin düşmesi, dolayısıyla mal darlığı esnasında fiatların yükselmesi, ticaret esnasında birtakım spekülatif hareketlerin mevcudiyetine delil olarak kabul edilmelidir.
Birkaç nesil boyunca Asurlu tüccarlar yerli kadınlarla evlenmişler, aile kurmuşlar ve hatta bazıları ölünceye kadar Anadolu’da kalmışlardır. Yerli kadınların Asurlularla evlenmesi ve boşanması hakkında ise şunlar söylenebilir: Tüccarlar Anadolu’da ilk defa veya Asur’dakinden sonra ikinci defa
evlenmişler ve çocuk sahibi olmuşlardır. Bunlar Asur’a dönmek isterlerse tazminat ödemek zorunda kalırlardı. Çocuklar, tarafların anlaşmasına
bağlı olarak bir tarafa bırakılabileceği gibi her iki taraf arasında paylaştırı-
140
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir
labilirdi. Anadolulu kadın boşandıktan sonra elbette yeniden evlenebilirdi.
Kocası ölen yerli kadınların kocasının mallarından yararlandığına dair elimizde belge bulunmamaktadır. Ancak, oturduğu evi muhafaza edebilirdi.
Bazı ev satış belgelerinde dul kadınların evde ölene kadar kalabileceklerine dair kayıtlar bulunmaktadır.
Metinlerde kayıtlı olmayan hususların mevcudiyeti ihtimalini bir tarafa koyarsak, yerlilere ait mirasla ilgili olarak şunları ifade edebiliriz: Anne ve
babaya karşı çocuklar kötü davranırlarsa satarak cezalandırlırdı. Anne ve
babanın ölmesi halinde birlikte oturmaları tavsiye edilmekte, ayrılmaları
halinde evi ve malları kardeşlerin eşit olarak paylaşacakları belirtilmektedir.
Bir metinde, babanın ölmesi durumunda anneye “1 inek, 10 koyun, bir
miktar yağ, 2 kg. yün ve bazı eşya ve aletler” verilerek evden çıkarılabileceği kayıtlıdır. Bir başka belgede anne babaya karşı işlenecek kusurların
5 kg. gümüş gibi yüksek bir miktarı ödemekle cezalandırılacağı, annenin
veya babanın ölmesi halinde çocukların geride kalana bakmak zorunda
olduğu, ancak bu kurallara uyulması hâlinde çocukların mirası eşit olarak
paylaşacakları ifade edilmiştir. Bir başka belgede kadının eşiyle evliliği aynı
şartlarda yürüteceği, zenginliği ve fakirliği paylaşacağı, boşanırlarsa evi
eşit olarak bölüşecekleri, ölmeleri halinde çocukların mülkü paylaşacakları
kaydedilmiştir.
Bu dönemde Anadolu kadınının sosyal statüsünün Asurlu hemcinslerinden daha aşağıda olmadığı görülmektedir. Eldeki belgelere göre, Anadolu kadını en üst seviyede; ülke yönetiminde kral ile birlikte yan yana
hatta bazı durumlarda tek başına görülür. Halk kadını olarak ise; ticaret
yapmakta, gayrimenkul ve köle alıp-satmakta, kendi adına senet düzenlemekte, nişanlanma, evlilik ve boşanma durumlarında sosyal haklarını korumaktadır. Anadolulu kadınların tarımsal ve hayvansal işlerle uğraştıkları
da bilinmektedir. Yakacak, yiyecek, ev ve tarla işleri kadınların uğraşıları
arasındadır. Kt 88/k 275 nolu metnin 11-14. satırlarında: “30 mina bakırı
ona verdim. 6 šeqel altını yünün kırpılıp toplanmasına kadar ödeyecek”
ifadesi, daha önce geçen “bağ bozumunda, orak tutma zamanına kadar”
gibi zirai ve hayvancılık ile ilgili ifadelerin tarihlemede kullanılmasına yeni
bir örnektir. Ancak yerli tüccar kadınlara da rastlanmaktadır. Elimizdeki
evlenme ve boşanmaya ilişkin belgelerden, Anadolu’nun tarihî devirlere
girdiği bu dönemde kadın ve erkeğin aynı haklara sahip olduğunu gösteren bilgiler edinmekteyiz. Kadınların ticarî hayatta yerlerini aldıkları da
söylenebilir. Az sayıda ele geçmiş olan ev satış senetlerinde KTS 46 ve Kt
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
141
Sebahattin BAYRAM
v/k 52 örneklerinde olduğu gibi satın alanlar yerli bayanlardır. Ayrıca Kt
80/k 25 ve Kt j/k 39 nolu metinler de bayanların ticarî hayattaki faaliyetlerine dair bilgi vermektedirler.
Çok kısa olarak belirtmeye çalıştığımız Anadolu’nun en eski yazılı belgelerinde tesbit edilen bu hususlar, Kayseri, Kültepe’de ele geçen buluntulardan elde edilen sonuçlardır. Bunların sadece Kültepe’ye has oduğunu
düşünmemek gerekir. Yukarıda sözünü ettiğimiz şehirlerin yakınlarında
ya da içlerinde kurulmuş olan ve şimdilik 50 tanesinin adını bildiğimiz küçük ya da büyük ticaret merkezlerinden özellikle bölgede bulunanlarında
ve bu arada Nevşehir ve çevresindeki yerleşim yerlerinde de bu bilgilerin
geçerli olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu çevredeki şehirlerde yapılacak
arkeolojik kazılarda elde edilecek yazılı belgelerin konuyu daha bilinir hâle
getireceği şüphesizdir.
142
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR TURİZMİNDE ALIŞVERİŞİN ÖNEMİ
THE IMPORTANCE OF SHOPPING IN NEVŞEHİR TOURISM
Seha AKSÜ*
ÖZET
Turistik tüketime katılım davranışı hangi gelir veya kültür grubundan ve ya hangi fonksiyonla olursa olsun ilk önce düşlerde başlar.
Yapılacak tatil hayal edilir. Bu gerçekleşebilme ihtimali yüksek olan
düş dünyası çalışanın üzerindeki psikolojik yükü bir anlamda hafifletir. Bu düşler dünyası tatil yerine karar verilmesi hatta ödemesinin
yapılması ile daha da güçlenir. Turistik tatilin başlamasına kısa bir
süre kala ise fiziksel olarak olamasa da düşsel olarak tatil başlar.
Evden hedefe yani tatil yapılacak destinasyona hareket edilmesi ile
gerçek tatil başlar. Artık çalışma hayatındaki gerilimlerin, yaşamdaki
zorluların ve ekonomik sorunların hepsi arkada kalmıştır. Sanki bir
daha hiç geri dönülmeyecekmiş gibi bir zaman tüketimi başlar. Eğer
ana ulaşımı hava yoluyla yapıyorsanız ya beyaz bulutlar ya da ay ışığı
bu düşünüze eşlik eder.
Ama bir düş gibi geçecek olan tatil gerçek anlamda başı ve sonu
olan bir süreçtir. Ve tabi ki bir süre sonra son bulur.
Sürenin biteceğinin farkında olan birey bu zaman diliminden ve tatil
geçirdiği bölgeden somut bir parçayı da yanına alıp düşüne devam
etmek ister. Bunun en somut ve en basit örneği dünyanın birçok ülkesindeki buzdolabı kapağına yapıştırılmış magnetlerdir. Birçok batı
dilinde “souvenier” denilen hatıra eşyaları turizmin önemli bir öğesidir. Zira bu yolla ulaştırma, konaklama, yeme-içme ve eğlence sektörü dışında bölgesel bir katma değer elde edilmiş olur. Hatıra eşyası
denilen bu obje tatilden sonra dönülen monoton çalışma yaşamında
geçmişle olan sanal bir bağlantı sağlar. Bu satışlar turizm hareketinin
bölgeye sağladığı katma değeri arttıran önemli faktörlerdendir.
* Yrd.Doç.Dr., İstanbul Okan Ünv. MYO İkram Hizmetleri Bölümü, Turizm ve Otel İşletmeciliği Programı, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
143
Seha AKSÜ
1970 li yıllardan başlayarak Türkiye’deki turizm hareketinin gelişiminde Nevşehir ili turistik konaklama arzının yanında el sanatlarının
satışı ve çeşitliliği ile özel bir yer tutar. Başta halı, kilim, toprak kaplar, mermer, tüf heykelcikler ve bez bebekler önemli yer tutar.
Bu çalışmamızda Nevşehir ili ve ilçelerindeki turistik eşya sektörünün
oluşumu, gelişimi ve geleceği pozitif ve negatif yönleri ile incelenerek verimliliği arttırmak amacı ile yeni öneriler geliştirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir de turizm, Alışveriş turizmi, Turizmde
hatıra eşya satışı
ABSTRACT
The concept of holiday is very important for people who work through out the year. The holiday which has began with an imagination
continues psychologially with a gift wich is bought at the end of
the holiday.
Especially , the Nevşehir region is famous for varios handicrafts and
this region increases the value added in tourism.
In this study , the importance of this contribution and the development alternatives will be examined.
Key Words: Tourism in Nevşehir region, Shopping tourism,
Souvenier-gift sales in tourism
1. Giriş
Genel anlamda turizm hareketi dünya ölçeğinde yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren anlam kazanan ve özellikle de son çeyreğinde yükseliş kaydeden bir olgudur. Bilindiği gibi geçen yüzyılın ilk yarısı savaşlar ve ekonomik krizlerle geçerken insanların kavramsal olarak böyle bir olguya ihtiyaçları yoktur, ya da ihtiyaçları olduğunun farkına varabilecek yaşam standardına
sahip değildir. Başka bir deyişle geçen yüzyılın son çeyreğine kadar çalışma
süreleri bütün dünyada haftanın altı günü olup, çalışılmayan tek gün de ya
dinsel ibadet amaçlı ya da bedensel istirahat için kullanılmıştır.
Refah düzeyinin artması ve buna paralel olarak azalan çalışma süreleri
insanların boş zaman kavramını da değiştirmiştir. İnsanlar artık turistik
amaçlı tatil kavramı ile tanışmışlardır. Başlangıçta belirli bir sınıfın satın
alma gücü içerisinde olan turistik tatil kavramı zamanla bu konudaki taşıma ve konaklama arzının artması ile daha büyük kitleler tarafından istenilir ve satın alınabilir olmuştur.
144
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
Bugün dünya nüfusundan yaklaşık bir milyar kişi turistik tatil kavramını özümsemiş olup, yaşamın bir parçası olarak kabul etmektedir. Artık
turistik tüketim çalışan bir insan için bir lüks değil bir ihtiyaç haline dönüşmüştür. Çalışmak ihtiyaçların karşılanması için bir zorunluluk olmakla
beraber sıkıcı ve tek düzedir. Bu durum kişinin işgören veya işveren olması
ile değişmez. Sektörel disiplin ve zamansal kısıtlamalar her kez için geçerlidir. Özellikle işgören için kazanılan yıllık izinler bu sıkıcı yaşama tarzını
tolore edebilmek için önemlidir. Tatil kavramını içselleştirmiş olan insanlar
tatile ilk önce düşsel olarak başlarlar. Bu davranış kişinin ekonomik ve
kültürel seviyesine göre farklılıklar gösterir. Özellikle bir yıl içerisinde sadece bir kez tatil yapabilen turistik tüketiciler tatili psikolojik olarak sürekli
ortamlarından kaçış fonksiyonu olarak görürler. Bunlar genellikle orta ve
alt gelir grupları ile alt kültür gruplarıdır. Bir yıl içerisinde birden fazla tatil
olanağına sahip turistik tüketicilerde ise tatil psikolojik olarak değişik ortamlara ve hobilere yönelmektir. Ama turistik tüketime katılım davranışı
hangi gelir veya kültür grubundan ve ya hangi fonksiyonla olursa olsun
ilk önce düşlerde başlar. Yapılacak tatil hayal edilir. Bu gerçekleşebilme
ihtimali yüksek olan düş dünyası çalışanın üzerindeki psikolojik yükü bir
anlamda hafifletir. Bu düşler dünyası tatil yerine karar verilmesi hatta ödemesinin yapılması ile daha da güçlenir. Turistik tatilin başlamasına kısa bir
süre kala ise fiziksel olarak olamasa da düşsel olarak tatil başlar. Bu zaman
dilimi aslında işgörenin en verimsiz olduğu ve konsantrasyon eksikliği yaşadığı dönemdir.
Ve evden hedefe yani tatil yapılacak destinasyona hareket edilmesi ile tatil başlar. Artık çalışma hayatındaki gerilimlerin, yaşamdaki zorluların ve
ekonomik sorunların hepsi arkada kalmıştır. Sanki bir daha hiç geri dönülmeyecekmiş gibi bir zaman tüketimi başlar. Eğer ana ulaşımı hava yoluyla
yapıyorsanız ya bulutlar ya da ay ışığı bu düşünüze eşlik eder.
Ama düş gibi geçecek olan tatil gerçek anlamda başı ve sonu olan bir
süreçtir.
Ve tabii ki son bulur.
2. Turizmde Hediyelik Eşya
Sürenin biteceğinin farkında olan birey bu zaman diliminden ve tatil geçirdiği bölgeden somut bir parçayı da yanına alıp düşüne devam etmek
ister. Bunun en somut örneği dünyanın birçok ülkesindeki buzdolabı ka-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
145
Seha AKSÜ
pağına yapıştırılmış magnetlerdir. Birçok batı dilinde “souvenier” denilen
hatıra eşyaları turizmin önemli bir öğesidir. Zira bu yolla ulaştırma, konaklama, yeme-içme ve eğlence sektörü dışında bölgesel bir katma değer
elde edilmiş olur. Hatıra eşyası denilen bu obje tatilden sonra dönülen
monoton çalışma yaşamında geçmişle olan sanal bir bağlantıdır. (Bayraktaroğlu:2009,438)
Dünyanın ziyaretçi kabul eden her yöresinde bu tür hatıra eşyaları üretilir
ve satılır. Bu tür eşyaları tüketiciler hatıra “souvenier” olarak kendilerine
veya hediye “gift” olarak dostlarına alırlar. Sonuç olarak turizm hareketinin bölgeye sağladığı katma değerin içinde bu tür satışlarda özel bir yer
tutar.
3. Türkiye’de Turizmin Gelişimi
Türk turizmine gelince; 1960 lı yılların içinde çok zayıfta olsa başlayan
turizm hareketi hem sektörsel temelde hem de kamusal alanda 1970 li
yıllara kadar pek büyük bir farklılık göstermez. 1970 li yılların başında kurulan Turizm ve Tanıtma Bakanlığı yavaş yavaş gelişen turizm hareketlerine
hukuksal bir alt yapı hazırlar. Burada dikkat çeken önemli husus hukuksal
düzenlemenin ilk örneği 1618 sayılı “Turizm ve Seyahat Acentaları ve Turizm ve Seyahat Acentaları Birliği” kanunu olmasına rağmen turizm pazarlaması desteklenmemiş ve daha sonraki yıllarda bu destek konaklama
ve ulaştırma işletmelerine tanınmıştır. Buradaki ikinci çelişki konaklama
ve ulaştırma işletmelerine tanınan teşvike rağmen bu alanlarda hukuksal
alt yapının ve resmi örgütlenme modelinin hala oluşturulmamış olmasıdır.
Turizm hareketinin ülkemizdeki başlangıç yıllarında hem kamu hem de
özel sektörün yaptığı ciddi pazar araştırmalarında Türkiye’nin en güçlü
turizm ürünü olarak tarihsel ve kültürel alt yapısı öne çıkar. TUSAN ve
TURBAN işletmelerinin yatırım araştırmaları ve yöre seçimleri bunun en
belirgin ispatıdır. Bu yıllarda deniz, güneş ve kum bileşeninden oluşan dinlenme tatili (sejour) konaklama kapasitesi çok zayıftır ve ulaşım zorlukları
mevcuttur. Bu yıllarda ulaşım ve altyapı zorluklarına rağmen gelen veya
getirilen turistlerin büyük bir çoğunluğu Anadolu turu dediğimiz organize
kültür turlarını tercih ederler ve oldukça mütevazı konaklama işletmelerinde kalarak Türkiye turlarını yaparlar. (Ceylan :2001,169)
80’li yıllara gelindiğinde ise askeri yönetim sisteminin hemen arkasından
kurulan sivil hükümetler sırasında ve özellikle rahmetli Turgut Özal za-
146
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
manında turizm amaçlı konaklama, ulaştırma ve kıyı yatçılığı teşviklerine
başlanır.
Özellikle 49 yılığına tahsis edilen devlet arazilerine uzun vadeli teşvik kredileri açılarak ve bu teşvikler diğer yükümsel kolaylıklarla desteklenerek
Türk turizminde büyük bir atağa geçilir. Kısa bir süre sonra Türk turizmini
geliştirmek için sadece konaklama teşvikinin yeterli olmadığı görülerek
hava taşımacılığı yani charter, yani tarifesiz taşıma yapacak olan hava ulaştırma işletmeleri de teşvik furyasından payını alır.
Turistik ürünün konaklama ve ulaştırma gibi iki ana ve önemli öğesi tamamlanmıştı.
Eski bir deyişle “İltifat marifete tabidir, ama satılamayan mal zaildir” Yani
yeni Türkçe ile “Birine tatlı davranma onun hünerine bağlıdır, ama satılamayan mal ziyandır” Bu deyişten yola çıkarak turizm ürünümüzün gerçek
değerine pazarlanmasına ve satışına gelirsek:
Türkiye’deki A grubu seyahat acentelerinin ana işlevleri aslında acentecilik yapmaktan ziyade tur operatörü veya yerel operatör olarak düzenlenmiştir. Değişik sebeplerden dolayı bu garabet hala düzeltilebilmiş değildir.
Oysa yerel ve uluslararası tur operatörleri toptancı, seyahat acenteleri ise
perakendeci işlev gören turistik aracı kurumlardır. Ülkemizde gelişim gösterdiği anlamıyla A grubu seyahat acentelerinin birçoğu hizmet ihracı yapan, yani ülkeye turist getirmek için çaba sarf eden yerel operatörlerdir.
Bu girişimciler Türk turistik ürününü dünya turizm piyasasına sunabilmek
için oldukça zahmetli ve riskli bir alanda faaliyet göstermek mecburiyetindedirler. Yatırımları belki konaklama işletmeleri gibi somut değildir. Ama
ürünün dünya pazarına entegre edilebilmesi için devamlı pazarda bulunmak, yeni yaklaşımları takip etmek ve bu tip ürünlerin uluslararası pazarlama arenası olan fuarlara katılmak zorundadır. Bu eylemler oldukça
pahalı ve risklidir. (Kanıbir,Nart,Saydan: 2010,53) Ama maalesef Türk turistik ürününün pazarlama ayağı teşvike uygun görülmemiş, hatta kamu
otoriteleri tarafından bir masa bir kasası olan marjinal işletmeler olarak
nitelenmişlerdir.
4. Türkiye’de Hediyelik Eşya Sektörünün Gelişimi
Talebin zayıflığından dolayı o yıllarda ülkemizde hatıra ve hediye eşya
sektörü yok gibidir. Bu zamanlarda ülkemize gelen yabancı ziyaretçilerin
kendi inisiyatifleri ile ilgi duydukları alışveriş objeleri kendilerine göre fiyat/
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
147
Seha AKSÜ
ürün ilişkisinde çok cazip gelen el sanatlarıdır ki; bunların başında Türk
halı ve kilimler gelmektedir.
Anadolu’daki üretim yerlerinde bulunan küçük işletmelerden, İstanbul’da
bulunan Nuru-Osmaniye camii çevresi ve Kapalıçarşı deki mağazalara kadar olan bu arzın hiçbiri dışsatım için organize değildir. Hacim olarak oldukça büyük olan ve bir anlamda hatıra-hediye eşyasından daha çok bir
ev kullanım eşyası olan halı ve kilimleri ziyaretçiler beraberinde götürmek
zorundadırlar. Günümüzden 30-35 yıl öncesinde uluslar arası kargo sistemi de pek gelişmediğinden ziyaretçinin yanında götüremeyeceği kadar
büyük olan parçaların tek gönderim yolu postadır.
Ürünün içinde aktif olarak görev yapan profesyonel rehberler ’80 li yıllarda hediyelik ve hatıra eşya pazarındaki boşluğu görerek örgütlemişler ve
önce kartpostal satışından başlayarak, zamanla hediyelik eşya ve el sanatları satışı için örgütlenmişler ve İstanbul da ticari faaliyete geçmişlerdir. Bu
oluşum yine İstanbul da el sanatı ürünleri satışı ile ilgilenen sermaye sahibi
ticari kuruluşlar tarafında da benimsenerek gelişmiştir.
Pazardaki talep boşluğunu doğru tespit eden sektörün aktif elemanlarının
girişimi, zamanla turistik ürünün pazarlanmasındaki zorlukları aşabilmek
için hizmet ihracında bulunan aracı kurumlara geri dönüşümlü finansman
desteğine girmişlerdir. Tabii ki bu desteğin geri dönüşümü de organize
olarak gelen turistlere bu işletmelerin tavsiye edilmesi ile bir karşılıklı bir
ilişkiye dönüşmüştür. Yani yabancı ziyaretçilerin alışveriş tercihlerinde aracı
kurumlarda aktif olarak rol almaya başlamıştır. Bu ilişki ve destek ‘90lı yıllara kadar kimseyi rahatsız etmeden ve sorgulanmadan orta doğudaki Kuveyt krizine kadar sürmüştür. Krizle beraber iki önemli değişiklik meydana
gelmiştir. Bunlardan ilki orta Avrupa’dan Türkiye’ye turist getiren büyük
tur operatörlerinin orta doğudaki sıcak gelişmeleri riskli görerek pazardan
çekilmeleri ve bu boşluğu o zamana kadar uluslararası işçi taşımacılığı ile
ilgilenen bazı müteşebbislerin doldurmasıdır. İkincisi ise ülkemizde el sanatlarını pazarlamak için örgütlenen kuruluşlar hem finansman sorunlarını çözebilmek, hem de nakit akışını verimli kullanabilmek açısından bankacılık sektörüne girmişlerdir. Maalesef bilindiği gibi ülkemizin başından
geçen bankacılık krizi geçmişleri ve birikimleri böyle bir krizi aşabilmelerini
olanaklı kılmamış ve bu kuruluşlar ciddi maddi yükümlülükler altında bankacılık sektöründen çekilmişlerdir.
En yoğun pazarımız olan Avrupa’da Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olarak
algılandığından tabii ki Ortadoğu krizinden etkilenmemesi olanaksızdı.
148
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
4.1. Turistik Pazarlama Enstrümanı Olarak Hediyelik Eşya
Bu durumdaki pazarlama çözümünü yine sektör kendi içinden bulmuştur.
Ama maalesef bu buluş pazarlamanın en basit ve riskli yöntemi olan fiyat
enstrümanı ile oynanarak gerçekleşmiştir. 90 lı yılların ikinci yarısında bu
ilişki yeni bir oluşum yaratarak alışveriş turizminin başlangıcını oluşturmuştur. Başlangıç da İstanbul şehir turizmi türünde olan bu ürün konaklamanın düşük sezonlardaki boşluğun fiyat cazibesinden faydalanılarak
oluşturulmuştur. Pazarda tüketiciden talep edilen sadece gidilecek yere
olan gidiş-dönüş ana taşıma ücretidir. Destinasyona ayak basan turist için
pazardaki tur operatöründen bir ödeme yoktur. 3 veya dört gecelik konaklamalar ve havaalanı-otel-havaalanı taşımacılığı dediğimiz transferler
ve rehberler için hiçbir ödeme gelmemektedir.
Peki, bu derenin suyu nereden gelmektedir? Başka bir deyişle bu mali riski
kim üstlenmektedir? Daha evvelce bahsedilen el sanatları ticareti yapan
kuruluşların mali sorunları büyük boyutlardadır. Bu sebeple biraz daha risk
almalında bir sakınca yoktur. Çünkü bu yöntemle yönlendirilecek turistin
yapacağı alışverişten kaynaklanan nakit akışı mali zorlukları belirli bir süre
için itelemektedir ve bu yeni kredi arayışından daha caziptir.
Burada özellikle vurgulamamız gereken husus el sanatları diye genellediğimiz emtiaların niceliği ve niteliğidir. Zira ülkemiz pazarında hatıra ve
hediyelik eşya üretimi hala kısırdır. Ama pek de hatıra veya hediyelik sayılamayacak halı veya kilim gibi ev eşyaları, kıymetli taşlı ve altın ziynet eşyaları ve deri giyim bunların yerine turistik arz da ön sıralara çıkar. Nicelik
olarak durum böyle iken, her şeye rağmen nitelik olarak da bu ürünlerin
hepsi ülkemizde üretilmiş, katma değeri yüksek ve fiyat/kalite cazibesi
olan ürünlerdir. (Yamamoto,Şekeroğlu K.2011: 7)
Bu yeni oluşum özellikle Avrupa pazarında benzer bir tür iş yapanlarda
heyecan yaratır. Avrupa’da genellikle günü birlik alışveriş turları düzenlenmekte ve bunlara “café turları” denmektedir. Bedava olarak bir geziye
davet edilen özellikle yaşlı kişiler bu gezi sırasında ya bir satış yerine götürülmekte, ya da özel mekânda kendilerine değişik ürünler satılmaktadır.
2000 li yıllara gelindiğinde ise artık İstanbul fiyat cazibesini kaybetmeye
başlamıştır. Zira İstanbul’a gelen turist profilinde önemli bir değişme olur.
Buda kentin daha çok individuel turistler ve kongre, seminer katılımcıları
tarafından tercih edilmesi ve sezonlar arasında fiyat farkının kalkması ile
olur. Yeni arayışlarda ki hedef Antalya’nın çevresidir. Kasım-Nisan ayla-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
149
Seha AKSÜ
rı arasındaki ölü sezon özellikle Kemer, Belek ve Manavgat bölgesindeki
şehir dışı otellerle kış sezonunda otellerini kapatmak yerine inanılmayacak cazip fiyatlarla anlaşma yapılmasına olanak kılar. Ama yörenin coğrafi
özelliğinden dolayı sunulan satışlı tatil süresi uzamış ve İstanbul da 3-4 gecelemeli olan paket 7 gecelemeye çıkmıştır. Bu süre içinde tabii ki yabancı
pazarlamacıların satış şovları devam etmekte ve ülkemize hiçbir katma
değeri bulunmayan ürünler bu yolla satışa sunulmaktadır. Sürenin uzun
olması sebebi ile yani arayışlar içine girilir ve Pamukkale gecelemeli yeni
bir program oluşturur. Bu operasyonlar ya 6+1 yani 6 gece Antalya yöresi
ve 1 gece Pamukkale konaklaması ya da 3+1+3 gibi 3 gece Kemer 1 gece
Pamukkale ve 3 gece Manavgat gibi oluşturularak tüketicinin daimi kontrol altında yönetilebilinir halde tutulmasını sağlar.
Bu arada İstanbul’daki mağazaların yerini Denizli’nin Tavas ilçesindeki el
sanatları merkezleri alır. Süre ilerlerken rekabet daha da kızışır. Başlangıçta sadece Türkiye’deki konaklama riskini yüklenen el sanatları satış
işletmeleri zamanla ana taşımacılık riskini de yüklenirler. Yani orijinden
(örn. Almanya’dan) destinasyona kadar olan hava taşımacılığı bedelini de
Türkiye’de ki el sanatları satıcıları üstlenir. Bu pazardaki satıcıların türünü
de kontrolsüz bir şekilde çeşitlendirir. Artık bu ürün çoğunlukla seyahat
acenteleri marifetiyle satılmayıp; bazı tatil programları yapan televizyonlar,
yayın evleri, büyük kitapçı dükkânları Bu oransal olarak başlangıçta 1 birimlik riskin 6 birime çıkmasına sebep olur. Riskin yükselmesi masraflarda
yeniden yapılandırmayı zorunlu kılar. Bölgesel ulaştırma araçları en ucuzundan ve en deneyimsiz yörelerden seçilir ve çalışma süreleri kontrolsüz
olarak uzar. Bu durum basına da yansıdığı gibi bazen ölümcül kazalarla
sonuçlanır. Rehberler bir günlük resmi ücretleri karşılığında 1 hafta çalışma zorunda bırakılır. Hatta bu ücretlerinin bir kısmını şoförlerle paylaşmaya zorlanır. Ama rekabet hala en sert hali ile devam etmektedir. Yaklaşık
10 seneden beri devam eden bu tür turizmde tekrar eden müşteri sayısı
artmaktadır. Bu da organizatörler tarafından hedeflenen satışın düşmesi
yani alışverişin yapılmaması demektir. Oluşumun ana felsefesini yakalayan
tüketici bunu bir fırsat olarak değerlendirmekte ve alışveriş yapma haricindeki bütün olanaklardan faydalanmaktadır. Aynı zamanda tekrar eden
ziyaretçi yöreyi tanımakta, yörede yeni ilişkiler kurmakta, hatta bundan
kendine ticari bir kazanç bile elde edebilmektedir. Bu tür organizasyonlarda ki temel hedef getirilen ziyaretçi sayısını çoğaltarak alışveriş yapabilecek müşteri sayısının arttırılmasıdır. Bu sayı operasyon başına yüz binlerle
150
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
ifade edilmek zorundadır. Son on yılın Kasım-Nisan ayları arasındaki Antalya havaalanı yabancı girişlerine bakılırsa bu rahatlıkla görülebilinir.
Bu tür organizasyonlar aynı hedef kitlesini kullandığından dolayı bir müddet sonra ürünü çeşitlendirmek ihtiyacı doğmuş ve arayış Türk turistik ürününün en değerli parçası olan Anadolu turlarını da kapsamı içine almıştır.
Zira sadece Antalya bölgesine getirilen müşterinin ne kadar çabalanırsa
çabalansın, tur satın almadığı müddetçe yönetilmesi ve kontrolü zordur.
Oysa Anadolu turlarında müşteri her konaklama yerinde 1 veya en fazla 2
geceleme yapabildiğinden, devamlı yönetilir ve yönlendirilebilinir konumdadır.( Aksü:2011,14)
Özellikle son birkaç yıldır yapılan shopping turizm operasyonlarında Kapadokya bölgesi olarak adlandırdığımız Nevşehir ili ve ilçeleri de programa
dâhil edilmiştir. Zira bu tür operasyonların finansmanını sağlayan büyük
ve organize ve el sanatları satış dükkânlarının yoğunlaştığı bir bölgede
Nevşehir ili yani genel tanınan adı ile Kapadokya bölgesidir.
5. Nevşehir İli ve Kapadokya
Neresidir Kapadokya?
Kapadokya Hititlerden Friglere, Perslerden Makedonyalılara, Romalılardan
Bizanslılara, Selçuklulara, Osmanlılardan günümüze ve yarınlara uzanan
bir masal kahramanının ta kendisidir
Yüzyıllar boyunca birçok medeniyetin din, dil, ırk demeden gelip yerleştiği, barış içinde yaşadığı, Türk misafirperverliğinin derinden hissedildiği bir turizm cenneti olmanın yanında yerli ve yabancı turistlerinde vazgeçilmez tutkusu olmayı başarmış bir vatan parçasıdır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
151
Seha AKSÜ
Sadece bölgeye has yöre halkının Peri Bacası ismini verdiği tüf ve andezitten oluşmuş kaya monolitleri, Kızıl ırmağın kollarının nakış işler gibi emek
emek oluşturduğu vadileriyle bütünleşmiştir. Binlerce yıllık yer altı şehirleri,
kayaya oyulmuş kiliseleri, yüzyılların tanığı renkli fresk oları, insanı bir kartalın kanadında gibi hissettiren hisarları, binlerce yıldır yöre halkının her
türlü ihtiyacını sağlayan bağları, ağaçları, tarlaları, mahzenleri, konakları,
köyleri, saymakla bitmez bu doğa güzellikleri ile endemik bir toprak parçasıdır. Kaynak: http://www.internethaber.com/masalin-gercegi-guzelatlar-diyarinda-10682y.htm#ixzz1ZFHdTP2e
Kapadokya’nın tarihi ve doğal zenginliği çağlar boyunca bölge insanı tarafından doğal malzemelerle yoğrulup bütünleşmiş ve sanata dönüştürülmüştür.
Kapadokya halkının geçim kaynağı olan uğraşlarda, bu doğal ve kültürel varlığın mirası önemli bir yer tutmaktadır. Kültürel mirası canlı tutmasını yanında
ekonomik bir getirisi de olan el sanatları çok önemli bir yer tutmaktadır.
6. Kapadokya’daki El Sanatları
6.1. Çömlekçilik:
Çömlekçiliğin Kapadokya’daki geçmişi Hititlere kadar uzanmaktadır.
Anadolu’da çömlek yapımı Neolitik devirde (İ.Ö.7000’li yıllar) Çatalhöyük’te
başlamış, İ.Ö.2000’ler de Mezopotamya’dan ticaret için gelen Asurlular Hi-
152
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
titlere çömlek yapımını öğretmişlerdir. Bu el sanatı bölgede yaşayan medeniyetler tarafından bugünlere kadar sürdürülmüştür. Kapadokya’nın toprak kaplarıyla (çömlek) ünlü yöresi Avanos’tur. Volkanik bir arazi üzerine
kurulu olan bu ilçe, bir yandan Kızılırmak’ın getirdiği çamur, öte yandan
yakın çevredeki elverişli kil yatakları dolayısıyla yoğun bir seramik üretimi
için uygundur. Çeşitli işlemlerden geçilerek üstün nitelikli bir seramik hamuru haline getirilen yağlı kırmızı toprak basit görünüşlü atölyelerde şekil
kazanır. Yerli halkın “İşlik” ve “çanak hane” adını verdiği atölyeler, güneş
almayan, gösterişsiz mekânlardır. Zemini toprak olan bu atölyelerde bir ila
dört arasında tezgâh bulunur. Kapıya yakın, ışık alan bir duvar kenarına
kurulan tezgâha bölgede “çıkrık” adı verilir. Çamur teknelerinde suyla karıştırılarak bekletilen çamur bir süre sonra kıvamını bulur, elde edildiği yatağın türüne göre silisli, gevşek, yumuşak veya yağlı, sert ya da milli özellikler
gösteren çamur türlerine göre üretilecek kap türü de seçilir. Malzemenin
zenginliği, çömlek ustasına farklı büyüklükte seramikler hazırlama imkânı
tanır. Ayakla çevrilerek hareket ettirilen çark üzerindeki çamur topağı dönmeye başladığında, birkaç dakika içinde incelip yükselmeye başlayan kütle
sonunda inanılmaz bir şekil kazanır. Çarkta çekilen formlar ustaca yerinden
kaldırılıp “yanalak” adı verilen havadar bir tezgâh üzerinde kurumaya bırakılır. Bu sırada boyama ve cila işlemleri gören kaplar yeterince kuruduktan sonra 600-700 derece civarındaki bir ısıda pişirilen kaplar sertleşerek
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
153
Seha AKSÜ
istenen özelliğe kavuşturulur. Formlar ve boyutlar ihtiyaca ve çamur türüne
göre şekillenir. Geleneksel üretim, boyları 20 cm. den 1,5 metreye kadar
değişen, çömlek, küp, testi ve güveçlerden oluşan işlevsel gereçler üretimidir. Son yıllarda Hitit ve Frig seramikleri başta olmak üzere, Anadolu’nun en
eski formlarını tekrarlayan hediyelik eşya üretimi başlamıştır. Günümüzde
Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde, hatta Avrupa’nın büyük
kentlerinde dekoratif aksesuarlar satan mağazaların vitrinlerini süsleyen
Avanos yapımı testiler, antik çanak, çömlek reprodüksiyonları bölgenin en
önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiştir.
6.2. Halı-Kilim Dokumacılığı:
Kapadokya’da Bizans döneminden bu yana sürdürülen dokumacılık, bir
ara eski yaygınlığını yitirmiş ancak yörede turizmin gelişmesiyle yeniden
canlanmıştır. Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos’ta, kilim dokumacılığı ise Kozaklı ve Gülşehir’de yaygındır. Avanos’ta çubuk desenli, parçalı
kilim dokumacılığı da yapılmaktadır. Dokuma türlerinin, yer halısı ve kilim,
sedir ve divan örtüsü, yastık halısı, seccade olmak üzere çeşitleri mevcuttur. Yörede kök boyası kullanılarak dokunan eski halılarda çoğunlukla Selçuklu motifleri hakimdir. Ama bugünkü motiflerde çevre yörelerin etkisi
görülmektedir. Başka bir dokuma türü de “culfa” adı verilen kaba kumaş
dokumasıdır. Culfa tezgâhlarında dokunan bu kumaşlar şalvar yapımında
ve bele sarılan şal kuşaklar için kullanılır. Çoğunluğu Ürgüp ve Göreme de
154
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
bulunduğu tespit edilen bu tezgâhlarda bugün üretim yapılmamaktadır.
Kapadokya’da çok sayıda bulunan halı satış mağazalarında sadece yöreye
ait olan halı ve kilim örnekleri sergilenmektedir. Ayrıca bu tür mağazalarda
Türkiye’nin hemen her bölgesine ait halı ve kilim türleri bulunmaktadır.
6.3. El Yapımı Bebekler:
El yapımı ünlü Kapadokya bebeklerinin yapım merkezi, Ürgüp Soğanlı
Köyü’dür. Çok değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar fakir bir köy olan
Soğanlı, bu bebeklerin yapımı sayesinde gelişerek üretken bir köy olma niteliği kazanmıştır. Tamamen köy kadınlarının aile üretimi şeklinde üretilen
bu bez bebekler az bir sermaye ve emek yoğun olarak daha çok aile içi
üretim şeklinde üretilmekte ve ilgi çekmektedir.
6.4. Oniks- Taş işlemeciliği
Kapadokya’nın günlük yaşamı üzerinde eskiden beri taşların büyük etkisi
olmuştur. Taşın konut, ibadethane, mimari dışında kullanıldığı bir başka
alan da süs eşyası üretimidir. Özellikle Hacıbektaş çevresinde yoğun olan
oniks taşı, sarı, pembe, kırmızı, beyaz renklerdendir. Damarlı taş adı verilen ve birden fazla rengi içeren çeşitleri de bulunmaktadır. Üzerine çeşitli motifler işlenen ve biçimlendirilen oniks taşı kişisel süs eşyası ve ev
aksesuarı yapımında kullanılır. Geçmişte, özellikle Hacıbektaş dergâhına
bağlı kişiler arasında “Teslime Taşı” olarak bilinen kolyelerin yapımında da
kullanılmıştır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
155
Seha AKSÜ
6.5. Mil İşi Örgüler
Bu teknikle yörede yünden çoraplar üretilmektedir. Çorap örülürken
beş mil kullanılmaktadır. İpler beyaz renk olabildiği gibi değişik renk
kombinezonlarından da oluşabilmektedir. Cinslere göre çorapta renkler
değişebilmektedir. Erkek çorapları sadece beyaz renkte olmaktadır. Kadın
çorapları ise beyaz ve renkli iki türde yapılabilmektedir. Çorap motiflerinde
çevresel olayların yansıması gözlenmektedir. Çokça kullanılan motiflerden
bazılarının adlarını belirtmek gerekirse; sığır sidiği, sırçan dişi, bıtrak,
baklava dilimi gibi motifler zikredilebilir.
6.6. Oyalar
Yörede söz konusu alandaki ürünler meydana getirilirken üç ana teknik
uygulanmaktadır.
1- Tığ işi oyalar
2- İğne oyaları
3- Mekik Oyaları’dır.
Üç teknikle meydana getirilen oyalar kadın başı süsleme öğesi olarak
kullanılmaktadır. Yörede oyaların yaygınlık alanı geniştir. Kızların çeyizinde
önemli bir yer tutar. Gelin olacak bir kız ortalama 50-60 oyalı yemeni
hazırlayarak yeni yuvasına götürür. Yemeniler kendisine özgü bir sandıkta
muhafaza edilir.
7. El Sanatları Ürünleri Satış Yerleri:
Kapadokya’da satışa sunulan el sanatları ürünleri daha çok halı-kilim, çanak, seramik ve oniks taşından yapılmış aksesuar ağırlıklıdır. El sanatları
ürünlerini turistik eşya olarak satan mağazalar Avanos, Ürgüp, Uçhisar,
Göreme, Ortahisar, Nevşehir, Derinkuyu, Çavuşin ve Soğanlı Köyü’ndendir.
156
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi
Avanos’ta 13 adet halı ve kilim satış yeri, 47 adet çanak ve seramik atölyesi ve bunlara ait satış yerleri bulunmaktadır. Ürgüp’te 32 turistik eşya satış
yerinin 24’ünde halı ve kilim satışı yapılmaktadır. Ürgüp’te bir El Sanatları
Çarşısı da mevcuttur. Uçhisar’da 6 adet halı satış yeri, 4 adet oniks taşı
satış yeri bulunmaktadır. Göreme’de 6 adet turistik eşya satış yeri vardır.
Bunların üçünde halı ve kilim satılmaktadır. Nevşehir kent merkezinde 2
adet Derinkuyu’da 1 adet halı ve kilim satış yeri vardır. Çavuşin’de 1 adet
oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Soğanlı Köyü’nde köylüler tarafından
yol üzerine kurulan tezgâhlarda el yapımı bebekler satılmaktadır
8. Sonuç ve Öneriler
Nevşehir ili ve ilçeleri Türk turistik ürününün çekim özelliği açısından en önemli
ve en eski bölgelerinden diridir. Bölge bir yandan doğa tarihi olarak tüf erozyonu ile özel bir görünüme sahip olmanın yanında, mimarisi açıdan da kendine has bir görünüm arz etmektedir. Bölgenin turistik geçmişi Türkiye’nin
turistik geçmişi ile yaşıttır. Yani başka bir deyiş ile bölge turizm olgusu ile 40
yıldan beri tanışmaktadır. Bu uzun süre özellikle yöre halkının turizmin bölgesel katma değere katkısını algılamak ve özümsemek açısından önemlidir.
Bu güne gelindiğinde bölgenin konaklama kapasitesi çok gelişmiş olmasına rağmen geçmiş yıllardaki konaklama kapasite sıkıntısı da bölge insanının misafirperver yaklaşımı ile basit de olsa çözümlenmekte idi. Turistik
eşya haricinde bölgenin mutfağı da ayrı bir önem arz etmektedir. Tandırda
pişmiş bir kuru fasulye veya desti kebabı yiyenlerin damaklarında hala hoş
bir tat olarak anımsanmaktadır.
Turistik hediyelik eşya konusunda ise Nevşehir ili ve ilçeleri zaten bölgesel
özelliklerinden dolayı turizm talebinin başlamasından öncede el sanatları ile
önemli bir merkezdir. Özellikle halı ve kilim dokumacılığı, örgüler ve oyalar ile çömlekçilik ve testicilik bölgede çok eski bir geçmişe sahiptir. Bu el
sanatları turistik talebin oluşmasından çok önceleri de yöre halkının kendi
ihtiyaçları içinde üretilmekte idi. Bölgede bundan uzun yıllar öncesinde de
bu ürünleri üreten ve satan mütevazı küçük ticarethaneler bulunmak idi.
Avanos da testi, yine Avanos, Ürgüp ve Nevşehir il merkezinde halı ve kilim
atölyeleri ile Kaymaklıda mil işi örgüler uzun yıllardan beri vardı.
Günümüzde ki farklılık turistik talep tarafından ilgi gören bu tür el sanatlarının farklı bir pazarlama anlayışı ile sunulmasıdır. Daha evvelki bölümlerde konu ettiğimiz gibi ülkemizde ki turizm pazarlaması ve dolaylı
olarak turistik eşya pazarlaması da değişik bir boyut kazanmıştır. Turistlere
el sanatları satışı ile ilgilenen işletmeler sergi ve sunuş alanlarını genişlete-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
157
Seha AKSÜ
rek, konusunda uzman ve yabancı dil donanımlı personel istihdamına gitmişlerdir. Başlangıç da bölge dışından gelen bu personel yerine zamanla
bölge insanının işin değişen yüzü ve donanım gereksinimini kavraması ile
bölgesel istihdama dönüşmüştür. Başlangıçta sadece büyük halı mağazalarında uygulanan bu pazarlama yöntemi zamanla çömlekçilik ve oniks
taş işlemecileri tarafından da uygulanır hale gelmiştir. Özellikle yabancı
turistlerin pek alışık olmadığı bir çay veya yöresel şarap ikramı ile birleşen
bu sunum sempatik bir hale dönüştürülmüştür. Bunun yanında her turistik
çekim noktasında basit hediyelik eşyalar satan bölge insanları mevcuttur.
Sonuç olarak Nevşehir ili turizmin konaklama, ulaştırma ve yeme içme
haricinde turizmin dolaylı ekonomik getirilerinden ve dolaylı istihdam etkisinden en verimli faydalanan ve faydalanacak olan ili durumundadır. Özellikle hava ulaşımının turistik canlılık çok önemlidir ve gelecekte daha da
önem kazanacaktır.
Yalnızca bu önemin verimli ve etkin devamını sağlamak için sistemin kontrol
içinde tutulması gerekir. Bölgede yapılan gözlemlerde maalesef bazı turistik
eşya işletmelerinde bölgesel hatta ülkesel ürünler dışında uzak doğu menşeli ürünlerinde pazarlandığı gözlenmiştir. Bu bir anlamda gelecekte dolaylı
istihdamı negatif etkileyecek bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir.
Bunun yanında bölgede çok sayıda bulunan cazibe noktalarındaki mola
yerlerindeki basit hediyelik eşya satış tezgâhları hiç de estetik olmayan
gecekondu görünümündedir. Bunlar en kısa sürede disipline edilerek en
azından Göreme ören yerindeki görünüşe kavuşturulmalıdır.
Nevşehir ili ve ilçeleri ne turistik destinasyon olarak, nede sunduğu el sanatları ürünleri ile ucuz bir destinasyon olmamalıdır.
Kaynaklar
Aksü S. (2011) “Turizmde Alışveriş Önemli, Ama Trol ile Balık Avı gibi Olmamalı”
Resort Aylık Turizm ve Seyahat Endüstrisi Dergisi, Temmuz 2011,İstanbul
Bayraktaroğlu G. (2009) “Küresel Tüketicilerle İletişim ve Satın alma Davranışı”
Küresel Stratejik Pazarlama, Eflatun Yayınevi, Ankara
Ceylan T, (2001) “Turizmde Sürdürülebilir Gelişme”, Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, Güz 2001,Ankara
Kanıbir H., Nart S., Saydan R. (2010) “Turistlerin Tavsiye Etme Davranışı İlişkisi”
Pazarlama ve Pazarlama Araştırmaları Dergisi, Ankara
Yamamoto G./ Şekeroğlu K.(2011) Pazarlama Yönetimi, Okan Üniversitesi Yayınları, İstanbul
158
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
SULUCAKARAÖYÜK’TEN ANADOLU’YA
HACI BEKTAŞ VELİ İNANCI
HADJI BEKTASHI VELI BELIEF OF
IN SULUCAKARAOYUK TO ANATOLIA
Selahattin DÖĞÜŞ*
ÖZET
Kapadokya bölgesi Ortaçağlardan beri Anadolu’da inanç kültürünün serpilip geliştiği ve farklı kültlerin sinetrik bir yapıda tek
bir inanç halinde tüm Anadolu’da ve Osmanlı hâkimiyeti altındaki
topraklarda yayıldığı önemli bir kültür ve inanç sahasıdır. Romalılar zamanında önemli bir Hıristiyan merkezi olan bölge, Selçuklular
zamanında Türkmenlerin ve özellikle de Karamanlı unsurların kendilerine has geliştirdikleri evrensel değerleri dikkat çeken bir İslamî
inanç bölgesi konumunu kazanmıştır. Hacı Bektaş Veli, 1240 tarihli
Babaîler isyanına katılıp daha sonra devlet takibatından kurtularak
Kapadokya bölgesinde bugün Hacı Bektaş ilçesi tarihsel adıyla da
Sulucakaraöyük adı verilen köye gelerek burada sonradan Bektaşi inancının merkezi konumuna gelen tekkesini kurmuştur. Merkez
zamanla Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Müslüman ve gayrimüslim bütün reayanın uğrak yeri olmuştur. Hacı Bektaş Veli ve adı
etrafında kurulup gelişen Bektaşî tarikatı Anadolu’nun tüm zamanlarında yaşayan en büyük tarikat olmuştur. Hacı Bektaş Veli tekkesini kurup müritlerini yetiştirdiği Sulucakaraöyük tesadüfen seçilmiş
bir yer değildir. Bölge tarihten beri süre gelen özelliğiyle hoşgörü
kültürünün geliştiği önemli bir bölgeydi. Farklı dini inanç ve kültürler burada kaynaşmakta ve huzur içinde yaşamaktaydı.
19.yüzyıla gelindiğinde bile Hacı Bektaş Veli makamı yerli ve yabancı
Müslüman ve gayrimüslim insanlar tarafından ziyaret edilmekteydi.
Müslümanlar Hacı Bektaş Veli türbesini ziyaret ettikten sonra yanı
başında Osmanlılar tarafından inşa edilmiş Camide namaz kılarken,
* Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
159
Selahattin DÖĞÜŞ
Hıristiyanlar da oradaki kiliseye gidip ayin yaparlardı. Hacı Bektaşi
kültü ve Bektaşi inancı yine bu bölgeden Osmanlı topraklarına yayılmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin en önemli müridi Abdal Musa ve Kadıncık Ana Batı Anadolu’ya Osmanlı topraklarına giderek bu inancın yayılmasına vesile olmuşlardır. Osmanlılarla birlikte Balkanlara,
Kırım’a, Mısır’a ve Ortadoğu’ya Bektaşi inancı yayılarak İslâm’ın,
Hıristiyanlar ve Yahudiler başta olmak üzere bölgelerdeki mahalli
inançları ve payan kültürünü de içerisinde uzlaştırarak hoşgörü ortamında rahatlıkla yayılmasına katkıda bulunmuştur. Kadın erkek
ayırımı yapmayan ve şüphesiz günümüze kadar gelen İslam’ın bu
yorumu asırlarca Pax Otomana denilen Türk barışının ve Osmanlı
nizamının temel dinamiği olmuştur.
Bölge Hacı Belktaş Veli’den başka Yunus Emre, Mevlana, Ahi Evren,
İbn Arabî ve daha birçok ünlü mistik ve bilgin şahsiyetlerin öğretilerini ve fikirlerini özgürce yayma fırsatı bulduğu bir kültür sahası
olmuştur. Anadolu’nun dini ve kültürel tarihi için Kapadokya bir kültür merkezi ve mozaiği olarak dikkat çekerken Sulucakaraöyük bu
merkezin çekirdeği konumundadır.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Anadolu, Hacı Bektaş Veli, Bektaşilik, Sulucakaraöyük, Türkmenler, Selçuklu, Osmanlı
ABSTRACT
Since the Ottoman rule during the Middle Ages Cappadocia located in the Anatolian region with its cultural beliefs and faith has
developed and thrived symmetrically by different cults. During Roman times Cappadocia was important for both Christianity and
Christians. During the Seljuk era Turkomens and Karamans have
been influenced by the Islamic faith which in return has developed
the universal elements and values of Hadji Bektas Veli. Hadji Bektas
Veli joined in 1240 Babais revolt and as a result had come to the
Sulucakaraöyük village otherwise known today as the Hadji Bektaş;
which would then later be the area where the Bektashi dervish convent would be formed. Muslims and non-Muslims alike had found
a mutual place of visit. Formed for and in the name of Hadji Bektas
Veli this religious dervish convent was the largest of its kind in the
Ottoman Empire. The Sulucakaraöyük village had not been picked
by chance as Hadji Bektaş Veli had to establish his foundation and
train his disciples. Since its development in the region the dervish
convent had become known for its tolerance towards the belief
and understanding of others. People from all walks of religious and
cultural life were able to live in peace and worship as they pleased.
160
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı
By the 19th century the Hadji Bektas Veli tekke would be visited
by both local and foreign muslims and non-muslims alike. While
muslims would visit the tomb of Hadji Bektaş Veli and pray in the
adjacent mosque built by the Ottomans, Christians would visit the
nearby church and pray as they pleased. From this region, the Hadji
Bektashi view would then spread to the Ottoman Empire. Hadji
Bektas Veli’s most important disciples Abdal Musa and Kadıncık
Ana had spread their faith throughout the Western Anatolian regions. The Ottoman Empire had become increasingly conducive due
to to the spread of this belief. The Bektashi belief with the help of
the ottomans had spread to the Balkans, the Crimea, Egypt and the
Middle East. The tolerance of the Bektashi belief had enabled both
Christians and Jews alike to live and believe as they wished. This
interpretation of Islam would then later lead to the Pax Otomana;
otherwise known as the basic dynamics of the Ottoman Turks.
This area would later then be the platform for other religious, cultural and mystical identities such as Yunus Emre, Mevlana, Ahi Evren
and Ibn Arabi. If Cappadocia is the religious and cultural center for
the Anatolian region then it is safe to say that the Sulucakaraöyük
village is its seed.
Key Words: Cappadocia, Anatolia, the Hadji Bektas Veli, Bektasilik, Sulucakaraöyük, Turkoman, Seljuk, Ottoman
Giriş
Türkler Anadolu’ya gelince Ortodoks mezhebine mensup Rumlar, Gregoryan mezhebine mensup Ermeniler ve Yakubi mezhebine mensup Süryanilerle karşılaştılar, ama bunları İslâm’a girmek için zorlamadılar. İslâm
hukukuna göre gayrimüslimlerden alınan cizye, devletin finans kaynaklarından birini teşkil etmekte idi ve bu da devletin mali politikasına uygun
düşüyordu. Bununla birlikte bir de Anadolu’da özellikle Kapadokya bölgesinde Hıristiyanlaşmış Türkler olan ve “Ortodoks Türkler” olarak tarih
literatüründe kendisine yer edinen Karamanlı Türkler vardır ki bunların bir
kısmı Hıristiyan olarak varlıklarını Milli Mücadele dönemine kadar sürdürmüşlerdir. Anadolu’da mezheplerin, tarikatların hatta dinlerin kaynaştığı
bir devir olarak kabul edilir 13.yüzyıl. Diğer yandan Anadolu’da mutasavvıflarca geliştirilen hoşgörü, Hıristiyanlara karşı cephe almayı önlüyordu.
Temelleri sayesinde eski Türk değerlerine bağlı olan Bektaşilik, esneksiz
tanrıbilim uzmanları açısından kabul edilemez bir manevi özgürlük gösterip aynı zamanda din bağnazlığını kesinlikle reddedip, bir bakıma “resmi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
161
Selahattin DÖĞÜŞ
ve resmileşmiş mezhep sapkınlığı” kuraldan ayrılışın toplumca kabul edilir
seviyesini saptayan sınır taşı, ince karşım ile sentezlerin sınandığı Anadolu
Türk uygarlığına yeni bir sima yeni bir şahsiyetin hevesle arandığı laboratuarı tensil etti. Osmanlı devleti Türklerin yeni bedenini oluşturup, Bektaşilik onların ortak ruhunun emellerini açığa vurdu.
Hacı Bektaş Veli’den kaynaklanan hareket çok yaygın bir kitleye ulaşmış,
çok geniş bir toplumsal yelpazede yankı bulmuş ve faaliyetlerinin bir bölümünü özellikle gayrimüslimlerle temaslara ayırmıştır. 15.yüzyılda kaleme
alındığı anlaşılan Vilayetnâme-i Hacı Bektaş’ta anlatıldığı şekliyle Bektaşi
hareketinin kökenleri ve kurucusunun hayatı efsanelerle karışmıştır. Ancak Velayetnâme’de Ortaçağda Türkmen Anadolusu’nun toplumsal-dinsel mayalanmasını kavramak isteyenlere yararlı olacak tarihsel bir zemin
ortaya konmaktadır. Hacı Bektaş Veli ile zamanının bütün dinsel, mistik ve
toplumsal hareketleri arasındaki ilişkilerin belirlenmesi oldukça güç hatta
kronolojik açıdan imkânsız olmasına rağmen bu eserde böyle bir bağlantı
kurulması önemlidir (Velayetnâme: 2007, çeşitli yerlerde).
13.yüzyılda Horasan’dan gelerek Anadolu’ya yerleştiği anlatılan Hacı
Bektaş, 1240 tarihli Babaîler isyanında sonra Kırşehir yakınındaki
Sulucakaraöyük’te (bugün Nevşehir Hacıbektaş ilçesinde) yaşadı. Efsaneye göre buraya Orta Asya’nın Şaman geleneklerinde sıkça görülen
bir dönüşümle güvercin donunda gelmişti. Bektaşi geleneği onun şeyhi
Lokman-ı Perende’den ve en çok da kendisine Anadolu’da halifelik veren Horasan’daki Ahmed Yesevî’ye dayandırır. Ancak Baba İlyas’tan söz
etmez; Vilayetnâme’de geçen Baba Resul yahut Resul Baba’un Baba İlyas
olabileceği düşünülmektedir. Devrinin kaynaklarında iz bırakmamasına
bakılırsa onun göçebe toplumuna mensup basit bir Türkmen babası olmasıyla açıklanabilir (Ocak: 2000, 178). Mevlevi dervişi Eflaki ve Babaî soyundan olan Elvan Çelebi, Hacı Bektaş’ı Babaîler isyanının lideri Baba İlyas’ın
halifesi olarak anar (Eflakî: 1959-61, I, 381, Elvan Çelebi: 1995, LXVI).
Aşıkpaşazâde, Hacı Bektaş’ın Baba İlyas ile münasebetine işaret etmesine
rağmen İbn Bibî, onu Baba İshak’ın halifesi saymıştır (Aşıkpaşazade: 1332,
204; İbn Bibi: 1996, 12, 49-54).
Tarihsel anlamda en önemli bilgiyi Aşıkpaşazâde veriyor ki Hacı Bektaş’ın
kardeşi Menteş’le birlikte Baba İlyas’a intisap ettiğini, sonra birlikte
Kırşehir’e geldiklerini, oradan Kayseri’ye geçip Menteş’in buradan Sivas’a
giderek orada öldürüldüğünü (Babailer isyanı sırasında vuku bulan savaş-
162
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı
ta) bunun üzerine Hacı Bektaş’ın Karayol’a (Sulucakaraöyük’e) gittiğini
bildiriyor (Aşıkpaşazâde: 1332, 204). Hacı Bektaş’ın bu bölgeyi seçmesi
tesadüfî değildi; bölge bir Türkmen diyarıydı ve burası Fars kültürü etkinliğindeki kozmopolit başkent Konya’ya karşı Türkmen geleneklerinin
ve Türkçenin hâkim olduğu önemli bir merkezdi. Vilayetnâme’de verilen
bilgiler de bu yöndedir. Burada yarı göçebe hayat süren Türkmen aşiretleri
yoğunluktaydı. Hacı Bektaş’ın da içerisinden çıktığı kuvvetle muhtemel
olan Oğuz boyu Çepniler bu bölgede yaşadıkları tespit edilmiştir.
Moğol hâkimiyeti döneminin karışıklıklarına rastlayan bu dönemde Hacı
Bektaş’ın bölgedeki Hıristiyan ve Türkmen oymaklarına İslamiyet’i anlatıp
onları etrafında toplaması Velayetnâme’de anlatılan efsanelerle karışık bilgilerle örtüşmektedir. Hacı Bektaş’ın, bazı Moğol otoriteleriyle, Mevlana
ve etrafındakilerle ve Ahi Evren’le de münasebeti bulunduğu çağdaş kaynaklarda anlatılmaktadır (Ocak:2000, 181).
Ahmed Yesevî’nin popüler tasavvuf geleneğimizde çık sık geçtiği şekliyle
Horasan Erenleri (Köprülü: 1993: 39, 47) adı verilen ve Anadolu’ya göçen
Türkmen kitleleri arasındaki Türkmen şeyh ve dervişlerinin manevi piri statüsünde olduğu için Hacı Bektaş Veli de Ahmed Yesevi’ye dayandırılmıştır (Horasan Erenleri, Türkistan Erenleri, Rum Erenleri deyiminin her üçü
de Vilayetnâme’de çok sık geçmektedir). Ancak kronolojik olarak Hacı
Bektaş’ın Ahmed Yesevî’nin gerçek müridi ve halifesi olması imkânsızdır.
Ancak Hacı Bektaş’a da Anadolu’daki diğer Türkmen şeyh ve dervişleri
gibi Horsan Melametîlik okuluna mensup bir mistik şahsiyet olarak bakılmalıdır. Bu nedenle onun da 13.yüzyıl Moğol istilası sebebiyle Anadolu’ya
göçen derviş göçleri arasında Yesevî veya Haydarî dervişlerinden biri olarak değerlendirmek doğru olacaktır (Ocak: 1996, 455).
Ahmed Yaşar Ocak, Hacı Bektaş Veli’nin tasavvufî kimliğini, Anadolu’ya bir
Haydarî dervişi olarak geldiğini (Haydarîlik, Yesevîlik tarikatı ile Kalenderî
geleneklerinin birleştirilmesi suretiyle 12.asırda İran’da kurulmuş heterodoks bir Türk tarikatıdır), bir Vefaî şeyhi olan Baba İlyas’a intisap ettiğini,
onun halifesi mevkiine yükselerek bu kimlikle Sulucakaraöyük’e gelip yerleştiği şeklinde açıklar. Onun baba İlyas’a katılması aynı zamanda Babaîler
muhitine mensup bulunduğunu da göstermektedir (Babinger-Köprülü:
1996, 65; Ocak: 2000, 183).
Gerek Ortaçağ kaynaklarının Hacı Bektaş Veli’den pek söz etmemesi, gerekse hayatı hakkında mitolojik ve efsanevi bilgilerle verdiği karışık bilgile-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
163
Selahattin DÖĞÜŞ
rin ölümünden birkaç asır sonra yazıya geçirilmiş olan Vilayetnâme’sinden
anlaşıldığına göre Hacı Bektaş yaşadığı dönemde önemli bir veli konumunda değildi. Başta Aşıkpaşazâde’nin meczup bir derviş olduğunu bir
tarikat kuracak kadar önemli birisi olmadığı şeklinde verdiği tarihsel bilgiler de bu doğrultudadır (Aşıkpaşazâde: 1332, 205). Aşıkpaşazâde onu
aynı zamanda Osman Bey’in çağdaşı alarak anması dikkat çeker.
Asıl adı Bektaş olup, muhtemelen ölümünden sonra Hacı Bektaş Veli
diye şöhret bulmuştur. 13.yüzyıl Selçuklu Anadolusu’nda Babaîler hareketi mensubu, 14.yüzyılda Yeniçeri ordusunun kuruluşunda adı geçmiş,
16.yüzyılda da kendi adını alacak olan Bektaşîlik tarikatının teşekkülüne
adı karışmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin, devrinin kaynaklarında hemen hiçbir
iz bırakmamasına rağmen sırf menkıbevî hayatına bakarak onun Anadolu dini-düşünce tarihinin günümüze kadar ulaşan en kutsal ve en güçlü
inanç kültüne nasıl ulaştığı, bu denli geniş ve yaygın şöhrete nasıl sahip
olduğu düşünülmelidir.
Tarihte Anadolu Abdallarının ve günümüze kadar geldiği şekliyle heterodoks Müslümanlığının merkezindeki Hacı Bektaş’ın ulaştığı bu derin sevgi
ve saygıya ne Mevlana ne Yunus Emre ne de başka bir sufi yetişebilmiştir.
Lamiî Çelebi’nin Nefehat Tercümesi ve Taşköprüzade’nin Şakayık-ı Numaniye’sine bakılacak olursa Hacı Bektaş, Anadolu’nun, Sünni çevrelerince de
takdis gören bir velisidir. Ama en doğrusu da Bektaşi hareketinin başından
beri aralarında büyük bir dinleyici kitlesi bulacağı kırsal kesimde ve aşiret
ortamında etkili idi. Anadolu’daki birçok Türkmen isyanı Hacı Bektaş’ın
soyundan gelen kişiler başlatmıştır. Ancak bu Bektaş’ın kentlerde geniş bir
kitle bulmadığı anlamına gelmez. Kentlerde etkili olan Ahilerle Bektaşiler
arasında bir bağ daima mevcuttur. Ayrıca Eflaki, kentlerde Hacı Bektaş
Veli’nin nüfuzunun Mevlana’nın nüfuzu ile rekabet edebildiğini yazmaktadır (Balıvet: 2000, V).
19.yüzyılın sonunda çok sayıda Müslüman ve Hıristiyan her gün Bektaşi
tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli’nin türbesini ziyarete geliyor, yerli Hıristiyanlar onu Aziz Haralambos’la özdeşleştiriyor. Bu inanç doğrultusunda
türbeye girerken Hıristiyan ziyaretçiler haç çıkarıyor, Müslüman hacılar ise
bitişikteki camiye gidip ibadet ediyor. Her iki kesim aynı şekilde iyi karşılanıyor (Velayetnâme: 2007, 56-66; Balıvet:2000, V).
Hacı Bektaş Veli’nin (ö.1271) gerek Anadolu’nun Türkmen boyları arasında yaygın olan şöhreti ve gerekse Kapadokya’nın yerli Hıristiyan unsur-
164
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı
ları arasında diğer Hıristiyan azizleri gibi kutsallaştırılıp derin bir saygıyla
anılmasının önemli tarihi ve dini-sosyal nedenleri elbette bulunmalıdır.
Hacı Bektaş Veli’nin söz konusu muhitlerde icra ettiği İslâm propagandası
faaliyeti, gerek yaşadığı muhit ve tarihin sosyal şartları gereği, gerekse
Bektaşîlik ve Alevîliğin klasik tarihi ve aktüel çizgisinin tabii bir gereği olarak İslâm fıkhının sıkı kurallarıyla sınırlandırılan Sünnî bir anlayışı değil Horasan Melametiyyesi’nin kuru zühd karşıtı cezbeci karakteriyle karışık bağdaştırmacı ve mistik bir yorumunu yansıtmaktaydı. Bu yorum Türkmenler
arasında hala kuvvetle yaşayan eski İslâm öncesi dini-mistik inançlarla
karışık yarı mitolojik ve yerli paganist unsurların mükemmel bir şekilde
harmanlanmasıyla meydana gelen senkretik (bağdaştırmacı) bir inancın
telkin ve talimini de içeriyordu.
Hacı Bektaş Veli’nin Babaîler isyanından sonra kendisine emin ve inancını
rahatça yayabileceği bir muhit olarak Kapadokya bölgesinde karar kılmasının önemli nedenlerden biri de Karamanlı Türkleri arasında Türkçe konuşan ve Hıristiyan olarak varlıklarını devam ettiren Türklerin varlığıdır. Türk
Ortodoksları olarak bilinen bu Türk aşiretleri Milli Mücadele döneminde
Ankara hükümetine yardımcı olmuşlardı. Daha Malazgirt zaferinden önce
Tuna nehrini aşarak Balkanlardan Anadolu’ya göçen ve Bizans devletince
İslâm saldırılarına karşı sınır boylarına yerleştirilen bu Türkler, Karaman,
Kayseri bölgelerine yerleştirilmiş bulunuyorlardı (Ekincikli: 2002, 234). Zeki
Velidi Togan, Bizans ordusuna intisap edip Toros, Kapadokya vs. yerlere
yerleştikleri görülen Bulgar, Peçenek ve Uz gibi Hıristiyanlığı kabul eden
Türklerin Rumlaştırılıp Ermenileştirilemediklerini belirtmiştir (Togan:1981,
207). Selçuklular bölgeye hâkim olduklarında burada Hıristiyan Türkleri
bulmuşlardı. Bölgede Hıristiyan olmuş Türkmen köylerinin varlığı sinetrik vasfını koruyan Bektaşi inancına sıcak bakmış olmalarını kolaylaştıran
sebepler arasında görüyoruz. Zira bu Türkmenler arasında henüz kavmi
yani milli şuur gelişmediği ve aşiret bağlarının yerini alamadığı için bu
geçişlerin kolay olduğu düşünülmektedir. Osmanlı idaresinde yaşadıkları süre içerisinde Türk olmalarına rağmen Hıristiyan oldukları için ihmal
edilen Gagavuz Türkleri, Anadolu kültürü ile ilişkilerini Karamanlıca adı
verilen Grek harfleriyle Türkçe yazılmış kitapları okuyarak sürdürmüşlerdi. Karaman halkının büyük bir bölümünün Müslüman olmasına rağmen,
Karamanlılar adı verilen bu Ortodoks cemaatinin Türkçe konuştuğu ve
Kayseri, Nevşehir, Niğde ve Konya çevresi ile daha pek çok yerde Türkçe
yazılmış eserlere tesadüf edilmiştir (Ekincikli: 2002, 235). Bu topluluğun
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
165
Selahattin DÖĞÜŞ
gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri bu bölgedeki Türklerle aynı olup
konuştukları Türkçeye Karamanlı Türkçesi ya da Karamanlıca denilmiştir.
Osmanlıların son dönemlerine kadar Karamanlılar adı kullanılmış ve Avrupalı seyyahlar bu Türkmenlere yıllar sonra da Türkçe konuşan Ortodokslar
olarak kaydedeceklerdir.
Şikarî’nin Karamanoğulları Tarihinde çok sık geçen ve “bize Karamanlı
derler” diyerek cesaret ve kahramanlıklarından dem vuran Karamanlılar
içerisinde Bulgarlar (Bolkarlar), Yunanlar, Rumlar, Gülnarlar (Gülnar Dağı
eteklerinde yerleştirildikleri için) Ortodoks Karamanlılar içerisinde çok sık
geçen Türkçe konuşan zümrelerdir (Şikarî: 1940, birçok yerde). Üstelik
bunlara Moğol, Tatar, Turgud, Bayburd, Kafkas göçmenleri gibi sonradan
Türkleşen gayrimüslim toplulukları da sayabiliriz. Balkan kavimlerinden
(Balkan kelimesi de dağ anlamında Türkçe bir sözcüktür) Anadolu’da Toros dağları ve Bolkar dağlarının (Bulgar Dağı) eteklerinde ve geçitlerinde
yerleştirilen ve Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanların eski Türkler olduğu genel bir kabul görmüştür (Hayri: 1338 (1922).
Dolayısıyla Bektaşi inancındaki Hıristiyan unsurları Hıristiyan din adamlarının misyonerlik faaliyetlerine atfetme alışkanlığının bir tarafa bırakılması
gerektiği kanaatindeyiz. Keza ister Hacı Bektaş Veli zamanında olsun ister Bektaşîliğin bir tarikat olarak kurumlaştığı ve Sulucakaraöyük (bugün
Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesi) postnişinlerin sürekli Balkanlardan getirildiği
Osmanlılar zamanında olsun orijinindeki mistik bağdaştırmacı hoşgörünün bu kaynaşma ve uzlaşmada etkili olduğunu düşünüyoruz.
Derviş müritlerin yerleştikleri yer bir Hıristiyan bölgede bulunuyorsa, dervişlerin hoşgörülü, hatta dinler üstü eğilimleri; henüz Şamancı Adetlere
yakın bir gelenekle alkollü içkiler içilen hatta haşhaş kullanılan sofralara
ve coşkun danslara ilahiler karışan merasimleri, yörede yaşayan veya zaviye hizmetlerinde çalışan Hıristiyanlar üzerinde etkiler uyandıran çekiciliği ile Türk kültürünün ve İslâm’ın bir yayılma merkezi olabiliyordu (Barkan:1942, 279-386).
Bu anlayış tasavvufun yapısından kaynaklanan geniş bir hoşgörüye dayanmakla beraber, aynı zamanda mühtedileri birden bire kendi kültür çevrelerinden koparıp ürkmelerine sebebiyet vermeden eski inançlarını da kendi
içerisinde değerlendiren bağdaştırmacı bir İslâm anlayışıydı (Birge: 1965,
57; Ocak: 1996, 456). Onun bu yöntemi Türk tasavvufunun Anadolu’nun
kendine has muhitinin yaratmış olduğu klasik yapısı gereği Müslim ve gay-
166
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı
rimüslim toplumlar arasında önemli bir yakınlaşma ortamının doğmasına
yol açtığı söylenebilir. Nitekim bölge Hıristiyanlarının da ona büyük bir
yakınlık duyduğu ve kendisini Aziz Haralambos adıyla takdis ettiklerini
belirtmiştik. Fr. Babinger, D.Jakob, F.V.Hasluck ve J.K.Birge gibi yabancı
araştırmacıların Bektaşilikle Hıristiyanlık arasında bağ kurmaya çalışmaları
boşuna değildi. Onlara göre birçok Hıristiyan azizi Bektaşilerce de derin
saygı görmüş, kutsanmıştır. Annesi Rum olan Balım Sultan’ın Bektaşiliğin
bu değişiminde etkili rol oynadığı savı ileri sürülmüştür (Döğüş:1999, 234;
Balıvet: 2000, 23).
Hacı Bektaş Veli’nin nasıl bir sufi kimliğini temsil ettiğine dair bazı uyarlamalar anakronizmdir. Bu cümleden olarak onun ölümünden sonra Bektaşi çevrelerce sözlü rivayetlere dayanarak kaleme alınan Vilayetnâme’de
İmamîye çevresine mensup olarak gösterilmeye çalışılması ve Musa
Kazım’ın soyundan geldiğini belirterek onu hem bir seyyid ve hem de
böylece bir Şiî bir mutasavvıf olarak lanse edilmesi dikkat çeker. Her
şeyden önce Hacı Bektaş’ın yaşadığı dönemde Anadolu’da İmamîye ve
İsmailîye mezhebinin mevcudiyetine dair herhangi bir bilgi yoktur. Bu durum 15.yüzyılın sonlarına doğru Vilayetnâme yazıya dökülürken bu çevrelere artık nüfuz etmiş bulunan İmamiye inançlarının bir etkisi olabilir. Hacı
Bektaş Veli’nin Makalat adlı bir eserinin bulunduğuna dair verilen bilgilerle
onu katıksız bir Sünni gibi göstermeye çalışan çevrelerin yaklaşımları da
tarihsel gerçeği yansıtmamaktadır. Konargöçer Türkmen dervişlerinin bu
tarz eserler yazıp yazmayacağı tartışılabilir ama bu çevrelerdeki tasavvuf
geleneğinin yazılı eserlerden çok sözlü geleneğe dayandığı bilinmektedir.
Hacı Bektaş Veli’ye bu ve benzeri başka eserler izafe edilmesi ilmi delillerle
dayanmamaktadır (Ocak:1996, 457).
Bununla birlikte Hacı Bektaş’ın müritleri, pirleriyle çağdaş olsun olmasın
bütün ünlü mutasavvıfları kendilerine mal etmek gibi bağdaştırmacı bir
eğilimin etkisiyle Bektaşi adının çok geniş bir manevi kabul görmesine
katkıda bulundular. Türk dünyasındaki çok genelleştirilmiş bütün bir evrenselci zihniyet ve bağdaştırmacı görüş açısı bu inancın yaygınlaşmasını
tetiklemiş görünüyor.
Bektaşî geleneğine göre Hacı Bektaş Veli kültü ve inancının Osmanlı Beyliği
topraklarına ve oradan tüm Anadolu’ya yayılmasında Hacı Bektaş Veli’nin
önemli müridi Abdal Musa kilit rol oynamıştır (Köprülü: 1973, 198-200;
Köprülü: 1995, 35). Bektaşi geleneğinde Abdal Musa’ya geniş yer ayrıl-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
167
Selahattin DÖĞÜŞ
mıştır. Hacı Bektaş’ın Sulucakaraöyük’teki tekkesinde yetişen Abdal Musa
şeyhinin vefatından sonra Hacı Bektaş kültünü ve Bektaşi inancını menkıbelerle karışık iştirak ettiği Orhan Gazi’nin gazalarında (Aşıkpaşazâde:
1332, 205; Taşköprüzâde: 1989, 31-32; Sadeddin Efendi: 1992, II/436)
gazi dervişler ve Türkmen akıncıları arasında anlatarak Osmanlı fütuhatıyla birlikte tüm Anadolu ve Balkanlara yayılmasına öncülük etmiştir. Sonradan gazi ordusundan düzenli Yeniçeri ordusuna geçilirken Bektaşi inancı
bu yolla Yeniçeri askeri teşkilatında merkezi bir pir konumu kazanmış,
Osmanlı sultanları da bunu tanımıştır (Babinger-Köprülü: 1996, 66; Köprülü:1341, 231). Bu süreç Yeniçeri ordusunun lağvedildiği 1826’ya kadar
sürmüş Vaka-yı Hayriye ile birlikte bütün Bektaşi tekkeleri de kapatılarak
Mevlevî ve Nakşî dergâhlarına dönüştürülmüştür.
16.yüzyılın başlarına gelindiğinde militan Şiî-Safevî devletinin kurulması
ve Safevî propagandası Anadolu’da özellikle göçebe ve yarı göçebe Türkmen muhitlerinde ve özellikle Alevî-Bektaşî zümreleri arasında etkili olmaya başlaması, Osmanlı devletinin bazı tedbirler almasına neden olmuştur.
Bu cümleden olarak Rumeli’de postnişin olan Balım Sultan Sulucakaraöyük’teki tekkeye atanarak Bektaşîlik Osmanlı himaye ve gözetimine girerken bir tarikat olarak kurumlaşmasını da tamamlamıştır. Bu zamana
kadar Hacı Bektaş Veli’den söz edilebilir ama Bektaşîlik’ten ancak Balım
Sultan’ın Sulucakaraöyük’e gelmesinden itibaren bahsedilebilir.
Sonuç
Ümmi ve geleneksel inançlarla beslenmiş bulunan geniş halk kitleleri, medresenin din ve kültür etkinliklerini almaya hazır bulunmadığından, hayatını Orta Asya gelenek ve göreneklerine göre sürdürmekteydi. Anadolu’da
Türk göçleriyle birlikte 12.yüzyıldan başlayarak 13., 14., hatta 15.yüzyıllarda şiddetle devam eden dini ve kültürel kaynaşmalar arasında değişik bir çok mezhep ve tarikatlar gibi Abdalân-ı Rum (Anadolu Abdalları)
da Bektaşiliğe dönüşmüştür diyen Köprülü, Bektaşiliği, Babaî, Ahi, Abdal
gibi zümrelerin karışımından oluştuğunu belirttikten sonra Kalenderîlik,
Haydarîlik, Safevîlik, Kızılbaşlık vs. unsurları da içine alan bir Abdalân-ı
Rum taifesi olduğunu öne sürmüştür (Köprülü: 1987, 50-51 vd; Köprülü:
1989, 161, 171; Köprülü: 1980, 249-250). Gerçekte Bektaşiler, Ahmed
Yesevi’nin manevi mirasçıları olarak görünmektedir. Kızılbaşlar (Aleviler)
kırsal bir çevrede halk temelli özü korurlarken Bektaşiler kentlere yığılarak
kurumlaşmış bir tarikat oldular. İlk zamanlar Fuat Köprülü kurumlaşmış
168
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı
kentli Bektaşileri diğerlerinden ayırmak için köy Bektaşileri tabirini kullanmıştır. Bu sosyal farklılık giderek biri okumuş ve diğeri hemen hemen
ümmi kalacak olan iki zümrenin ayrılışına yol açtı (Melikoff: 2006, 109).
“Her Kızılbaş Bektaşîdir, fakat her Bektaşi Kızılbaş değildir” ortak görüşü
buradan kaynaklanmaktadır. Bektaşilikte daha belirgin bir İslâmlık ve tasavvufi bir görünüş gözlenir. Bunda halk kitleleri arasında eğitici rol oynayan Bektaşi dervişlerinin etkisi olmuştur.
Vilayetnâme’deki rivayetlerde Hacı Bektaş ve müritleri, Anadolu’ya yerleşmiş olmakla birlikte henüz İslâmlaşmamış Orta Asya kökenli aşiretlerin
de din değiştirmesinde büyük rol oynadığı gibi, Kapadokya’daki Hıristiyan
Rum köylerinin İslamlaşmasına dair bir hayli örnek mevcuttur. Mutasavvıfların yaydığı mistik evrenselciliğin çekiciliği Hıristiyan yandaşlar kazanmalarında etkili olmuştur. Diğer yandan bağdaştırmacı zihniyet birçok ritüelin
hatta kimi zaman karma ibadethanelerde fütursuzca yan yana gelmesi
şeklinde açıkça betimlenmiştir. Bu dinsel uygulamalar yerel dinin terk edilmesini zorunlu kılmayan ve daha çok yerel geleneğin mistik tamamlayıcısı
ve içsel derinleşmesi olarak görülen manevi bir ideolojinin Hıristiyan ortamında başarı kazanmasına katkıda bulundu. Bir Bektaşi, hangi dinden
olursa olsun her insana saygı gösterir, onu sevgili kardeşi sayar. Hiçbir dini
reddetmez, hepsine saygı duyar. Hiçbir kutsal kitabı ahirete dair hiçbir
öğretiyi mahkûm etmez. Bu geniş görüş açısı tarikatın sık sık eski ve saygın şahsiyetleri kendinden saymasına neden olmuştur. Bu şahsiyetler Aya
Yorgi’den halk tarafından çok sevilen Yunus Emre gibi en ünlü Türk mutasavvıflarına kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturur.
Bektaşîler başlangıçta Kızılbaşların İslam dışı etkileri altında kalmış halk
kitlelerini Yavuz Selim ve Şah İsmail arasındaki kardeş kavgalarından önce
Anadolu’daki İslamî inanış olan liberal ve hoşgörülü bir Sünnilikten yana
çekmek ve onları Tarikat’ta toplamak üzere sultandan gelen yetki ile donanmış bir aracı idiler. Ancak zamanla Anadolu’daki Kızılbaşların Şii-Safevi
propagandalarını Anadolu’da sürdürmeleriyle süreç tersine dönmeye başladı. İslam dışı Kızılbaş öğeler tarikatın öğretilerine karmaşık, senkretik bir
ruh vererek Bektaşiler arasına sızdılar. Bazen Bektaşilerle Aleviler (Kızılbaşlar) arasında büyük çatışmalar baş gösterdi. Kızılbaş Bektaşiler Tarikatının
bozuluşu Yavuz Selim’in saltanatı zamanında onun dergâha kapatmaya
zorlayacak kadar ileri gitmiş olacaktır. Devletin takibatına uğrayan birçok
zümre çareyi Bektaşi şemsiyesi altına girmekte bulacaktır. Osmanlı koniklerine bakılacak olursa, ilk Osmanlılar zamanında nasıl ki Şeyh Edebali ile
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
169
Selahattin DÖĞÜŞ
Osmanlı hükümdarları arasındaki dostluk, akrabalık tesisine kadar vardıysa, Hacı Bektaş Veli de aynı toplumsal kategorinin mensubu olarak aynı
iltifata nail olmuştur. Ama 16.yüzyıldan sonra Hacı Bektaş Veli’nin manevi
mirası ve Bektaşi dervişleri nasıl marjinalleştiyse eğer Şeyh Edebali de Hacı
Bektaş gibi geniş kitlelere mal olsaydı ve adı etrafında bir tarikat kurumlaşıp 16.yüzyıla kadar süren bir etkisi bulunsaydı aynı akıbete uğrayacağı
kanaatindeyiz.
Kaynaklar
Aşıkpaşazâde Tarihi (1332), (Tevârih-i Al-i Osman), Neşr. Ali Beg, İstanbul.
Babinger-Fuat Köprülü, Fr. (1996), Anadolu’da İslâmiyet, insan yay, haz. Mehmet
Kanar, İstanbul.
Balivet, Michel (2000), Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, çev. Ela Güntekin, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Bayram, Mikail (1991), Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya.
Bayram, Mikail (1994), Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları Teşkilatı),
Konya.
Barkan, Ö.Lütfü (1942), “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon
Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk
dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi II, Ankara 1942, 279-386.
Baştav, Şerif (1989), Bizans İmparatorluğu Tarihi, Son Devir (1261-1461), Osmanlı
Türk-Bizans Münasebetleri, Türk Kültürü Enstitüsü yayınları, Ankara.
Birge, J.Kingsley (1965), The Order of Dervishes, London, 1965
Cahen, Claude (1994), Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, E yayınları, İstanbul.
Çelebi, Elvan (1991), Menâkıbu’l-Kudsiyye Fi Menasibu’l-Ünsiyye, haz. A.Yaşar
Ocak, TTK Ankara.
Döğüş, Selahattin (1999), Osmanlı Devleti’nin Doğuşunda Sosyal Kuruluşlar, Erciyes Ün. Sos. Bil. Ens. (basılmamış Doktora Tezi), Kayseri.
Eflakî, Ahmed (1959-61), Menakıbu’l-Arifin, neşr. Tahsin Yazıcı, TTK, Ankara
1959-61, I.
Ekincikli, Mustafa (2002), “Türk Ortodokslarının Kimliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkler, 6, Ankara.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1991), Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Gülşehrî, Ahmed (1957), Mantıku’l-Tayr, nşr. A.Sırrı Levend, Ankara.
Hasluck, F.V. (1928), Bektaşilik Tetkikleri, terc. Ragıp Hulusi, İstanbul.
Hayri, Dr. Mehmed (1922), Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası Niğde Sancağı,
Öğüt Matbaası, Ankara, 1338 (M.1922).
170
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı
Hoca Sadeddin Efendi (1992), Tacü’t-Tevârih, haz. İ.Parmaksızoğlu, C. II, KB Yayınları.
İbn Bibî (1996), el-Evamiru’l-Alaiyye Fi’l-Umuri’l-Alaiyye, I-II, haz. Mürsel Öztürk
KB Yay., Ankara.
Köprülü, Fuat (1987), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDV Yayınları, Ankara.
Köprülü, Fuat (1989), Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara.
Köprülü, Fuat (1980), Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul.
Köprülü, Fuat (1341), “Bektaşiliğin Menşeleri”, Türk Yurdu, No.8, Mayıs.
Köprülü, Orhan (1973), “Abdal Musa”, TK, Sayı 124, İstanbul.
Köprülü, Orhan (1995), Abdal Musa Sultan ve Velâyetnâmesi, haz. Adil A.Atalay,
Can Yay., İst.
Melikoff, Irené (1994), Uyur İken Uyardılar (Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları), trc.
Turan Alptekin, Cem yay., İstanbul.
Ocak, A.Yaşar (2000), Babaîler İsyanı (Aleviliğin Tarihsel Altyapısı), dergah yayınları, İstanbul.
Ocak, A. Yaşar (1996), “Hacı Bektaş-ı Veli”, TDV İA, C.14
Ostrogosky, George (1986), Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, TTK Ankara.
Rumî, Mevlana Celaleddin (1943-46), Mesnevî, 1-6. ciltler, haz. Abdülbaki Gölpınarlı, MEB Yayınları.
Şikarî (1940), Karaman Oğulları Tarihi, nşr. Mesut Koman, Konya.
Taşköprülüzâde Ahmed (1989), eş-Şakayık-ı Numaniye, Mecdi Mehmed Efendi
Tercümesi, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul.
Togan, Z.Velidi (1981), Umumî Türk tarihine Giriş, İstanbul.
Turan, Osman (1971), Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşr. İstanbul.
Uzun Firdevsi (1958), Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli (Vilayetname), haz.
Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul.
Velâyetname Hacı Bektaş-ı Veli (2007), haz. Hamiye Duran, Türkiye Diyanet Vakfı,
Ankara.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
171
İÇ ANADOLU BÖLGESİ’NDEKİ KAPLICA VE
TERMAL TESİSLERİN TÜRK SAĞLIK TURİZMİ İÇİNDEKİ YERİ
POSITION OF HOT SPRINGS AND THERMAL SPRINGS IN CENTRAL
ANATOLIA IN TURKISH HEALTH TOURISM
Selçuk AVDEREN*
ÖZET
Seyahat etmek sureti ile ikamet ettiği yerin dışında konaklayarak tedavi
olmayı amaçlayan insanların hareketine sağlık turizmi denilmektedir.
Bu çalışmada İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislerin
sağlık turizmine ne kadar hazır olduğunun belirlenmesi, ihtiyaçlarının
saptanması ve alternatif çözüm önerilerinin sunulması amaçlanmıştır.
Bölgedeki kaplıca ve termal tesislerin kuruluş yılları itibariyle, %
21,3’ünün 1990 yılından önce açıldığı, % 78,7’sinin 1990 ve sonrasında hizmete başladığı belirlenmiştir. Bu durum ülkemizde sağlık
turizmine 1990 yılından sonra çok daha önem verildiğini ve bu alandaki yatırımların arttığını göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Sağlık Turizmi, Kaplıca, Termal Turizm, İç Anadolu Bölgesi
ABSTRACT
The work of people who aim to get treatment by accommodating
in a different place from their residences by means of travelling is
called “Health Tourism”.
Determining to what degree hot springs and thermal springs in
Central Anatolia are ready for the health tourism, determining the
needs and presenting alternative resolutions are aimed in this work.
It has been stated that 21,3 % of the hot springs and thermal
springs in the area opened before 1990 and 78,7 % of them opened for service in 1990 or after this year. This situation indicates
* Hemşirelik Bölüm Öğretmeni, Niğde Atatürk Anadolu Sağlık Meslek Lisesi,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
173
Selçuk AVDEREN
that more importance was given to health tourism and investments
in this area increased in our country after 1990.
Key Words: Healt Tourism, Spa, Thermal Tourism, Central Anatolian Region
Giriş
Ülkelerin ekonomik yönden gelişmeleri için faaliyet gösteren ve sürekli
gelir sağlayan çeşitli alanlar vardır. Bu alanlardan biriside turizmdir.
Türkiye alternatif turizm olanakları açısından oldukça zengin kaynaklara sahip
bir ülkedir. Ülkemiz açısından mutlaka değerlendirilmesi gereken bu kaynaklardan birisi sağlık turizmidir. Çünkü katma değeri kitle turizmine göre oldukça yüksektir. Sağlık turizmi geniş bir kavram olmakla beraber pek çok kaynakta termal turizm ve tedavi amaçlı turizm (medikal turizm) olarak iki önemli
alt kategoriye ayrılarak değerlendirilir. Araştırmamızın temelini termal amaçlı
sağlık turizmi oluşturmakta ve İç Anadolu Bölgesi’nde ne derece önemli bir
alternatif turizm potansiyeli olduğu ve ekonomiye katkısı sorgulanmaktadır.
1- Turizm Kavramı
Turizm sözcüğünün Latincede dönme, hareket etme, dönüp dolaşma
anlamlarını karşılayan “tournus” sözcüğünden türediği anlaşılmaktadır.
Fransızca’da dönmek anlamına gelen “tourner” ve “tour” kelimeleri halen kullanılmaktadır. (Dinçer:1993,5)
2- Sağlık Turizmi
Sağlık Turizmi; “sağlığı koruma, iyileşme amaçlarıyla belirli bir süre için
(genellikle 21 gün) yer değiştiren insanların doğal kaynaklara dayalı turistik bir tesise giderek kür uygulaması, konaklama, beslenme ve eğlence
gereksinimlerini karşılaması sonucu doğan hareketlerdir.”(Boz:2004,132)
Günümüzde sağlık turizmi denilince akla ilk gelen termal turizm ya da
kaplıca turizmidir. Ama sağlık amaçlı turizm hareketi, son on yılda aktif
olarak hastane hizmetlerinden faydalanmak için düzenlenen yurt dışı seyahatleri de kapsar hale gelmiştir. Bu değişim sağlık turizminden doğan
ekonomik gücün hızla artmasına ve cazip hale gelmesine neden olmuştur.
Sağlık turizmi dünyada 100 milyar dolarlık bir hacme ulaşarak, tüm ülkelerin iştahını kabartan bir konuma ulaşmıştır. (İbiş:2009)
2.1 Termal Turizm
Termal turizm veya kaplıca turizmi; mineralize termal su banyosu, içme,
inhalasyon, çamur banyosu gibi çeşitli türdeki yöntemlerin yanında, iklim
174
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislerin
Türk Sağlık Turizmi İçindeki Yeri
kürü, fizik tedavi, rehabilitasyon, egzersiz, psikoterapi, diyet gibi destek tedavilerini de kapsayan turizm hareketi olarak tanımlanır. (Akat:2000,23-24)
Nevşehir’in Kozaklı ilçesi kaplıca turizmi alanında çok önemli bir potansiyele sahiptir. Bu bölgede Sağlık Bakanlığı’ndan işletme izin belgesi almış
18 tesis bulunmaktadır.
3- Yöntem ve Gereçler
Bölgede hizmet veren kaplıca, içmece ve termal tesislerin yöneticilerine anket
soruları araştırmacı tarafında bizzat uygulanmıştır. Toplanan bilgiler doğrultusunda bu tesislerin ülkemiz sağlık turizminde ne derece rol oynadıklarını
ve ülke ekonomisine ne kadar etki yapabildiklerini belirlemek amaçlanmıştır.
4-Bulgular
Tablo 1 Müşterilerin Kaplıca ve Termal Tesislere Geliş Amaçlarına Göre Dağılımı
Geliş Amaçları
Sayısı
Yüzdesi (%)
Tedavi
36
76,6
Dinlenme
11
23,4
Toplam
47
100
Bu soruya işletmelerin % 76,6’sı tedavi amacıyla geldiklerini, % 23,4’ü ise
dinlenme amaçlı geldiklerini ifade etmişlerdir.
Tablo 2 İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislere Gelen Müşterilerin
Konaklama Sürelerinin Dağılımı
Süreler
Sayı
Yüzde (%)
1-4 gün
5-9 gün
10-14 gün
15 gün ve üzeri
16
26
3
2
34,0
55,3
6,4
4,3
Toplam
47
100,0
İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislere gelen yerli ve yabancı müşterilerin konaklama sürelerine baktığımızda 47 tesisin 16’sında (%
34,0) 1-4 gün, 26 tesiste (% 55,3) 5-9 gün, geriye kalan beş tesiste ise 10
gün ve üzeridir. Tesislerin çoğundaki konaklama süresinin 5-9 gün olduğu,
müşterilerin uzun süreli konaklamaları tercih etmediklerini söyleyebiliriz.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
175
Selçuk AVDEREN
Tablo 3 İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislere Gelen Müşterilerin Günlük Kişi Başı Ortalama Harcaması
Harcama miktarı (TL)
0-49
50-99
Toplam
Sayı
19
28
47
Yüzde(%)
40,4
59,6
100,0
Kaplıca ve termal tesislere gelen müşterilerin günlük kişi başı ortalama
harcamasını gösteren tabloyu incelediğimizde 19 tesiste 50 TL’nin altında, 28 tesiste 50 TL’nin üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu ücrete
yemek+konaklama+banyo kür uygulamalarının dahil olduğunu, bunların
dışındaki harcamaların hariç olduğunu belirtelim.
Tablo 4 Kaplıca ve Termal Tesislerin Gelir Memnuniyeti Dağılımı
Memnuniyet
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
11
36
47
Yüzde
23,4
76,6
100,0
İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislerin % 23,4’ ü elde ettiği
gelirden memnunken, % 76,6’sı memnun değildir. İşletmelerin çoğu beklediği geliri elde edemediğini düşünmektedir.
5-Sonuçlar ve Öneriler
Sağlık turizmi, son yıllarda turizm sektöründe oldukça önemli bir konuma
gelmeye başlamıştır.
Ülkemizin her bölgesinde ayrı ayrı alternatif turizm kaynaklarının olduğunu düşünürsek her bölge bir cazibe merkezine dönüştürülmeli ve ekonomik katkısı en üst düzeye çıkartılmalıdır.
Bu çalışmada İç Anadolu Bölgesi’nde bulunan ve Sağlık Bakanlığı tarafında işletme izni verilmiş kaplıca, içmece ve termal tesislerin ülke ekonomisine faydası üzerine anket uygulanmış ve aşağıdaki temel sonuçlara
ulaşılmıştır.
İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislere gelen yerli ve yabancı müşterilerin konaklama sürelerine baktığımızda 47 tesisin 16’sında (%
34,0) 1-4 gün, 26 tesiste (% 55,3) 5-9 gün, geriye kalan beş tesiste ise 10
gün ve üzeridir. Müşterilerin konaklama sürelerinin çoğunlukla 5-9 gün
176
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislerin
Türk Sağlık Turizmi İçindeki Yeri
olduğu, çok kısa ve çok uzun süreli konaklamaları tercih etmedikleri görülmektedir.
Kaplıca ve termal tesislere gelen müşterilerin günlük kişi başı ortalama
harcaması, 19 tesiste 50 TL’nin altında, 8 tesiste 50 TL’nin üzerindedir.
Bu ücretin yemek+konaklama+banyo kür uygulamalarını kapsayan paket
ücret olduğu belirlenmiştir. Bu paket ücrette en pahalı kalem konaklama,
ikinci sırada yemek, üçüncü sırada banyo kür uygulamaları ve daha sonra
eğlence ve masaj gelmektedir. Bu kalemlerin dışındaki harcamalar ekstra
harcamalardır.
Kaplıca ve termal tesislere gelen müşterilerin % 76,6’sının tedavi amacıyla, % 23,4’ünün ise dinlenme amaçlı geldikleri tespit edilmiştir.
Yine bölgedeki kaplıca ve termal tesislerin % 23,4’ünün elde ettiği gelirden memnun olduğu, % 76,6’sının memnun olmadığı tespit edilmiştir.
Sağlık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde termal ve kaplıca
turizmiyle ilgili birimler kurulmalı ve bölgenin potansiyeli değerlendirilmelidir.
Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde tanıtım ve pazarlama çalışmaları yapılmalı ve bu çalışmalar devlet tarafından desteklenmelidir. Sağlık
turizmi alanında yapılan kongre, fuar ve konferanslara ilgi gösterilmeli ve
bu tür organizasyonlar tutundurma faaliyetleri açısından fırsat bilinmelidir.
Kaynaklar
AKAT, Ömer. Pazarlama Ağırlıklı Turizm İşletmeciliği, Motif Matbaa, 3. bs., Bursa,
2000
BOZ, Mustafa.“Turizmin Gelişmesinde Alternatif Turizm Pazarlamasının Önemi”,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, SBE, 2004)
DİNÇER, Mithat Zeki. Turizm Ekonomisi ve Türkiye Ekonomisinde Turizm, Filiz
Kitabevi, İstanbul, 1993.
http://www.kanserhaberleri.com/yazdir.asp?ID=12632 ( 28.5.2010).
Sinan İbiş, “ Türkiye’de Medikal Turizm” 17.7.2009.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
177
OSMANLI UYGULAMASINDA MÜSADERE: NEVŞEHİRLİ
DAMAT İBRAHİM PAŞA’YA AİT MUHALLEFAT ZAPTI ÖRNEĞİ
THE OTTOMAN PRACTICE OF CONFISCATION:
THE ESTATE INVENTORY OF NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PASHA
Selim KARAHASANOĞLU*
ÖZET
Osmanlı tarihi literatüründe çok çeşitli kaynaklar üzerinde çalışılmış;
ancak bu kaynakların nitelikleri derinlemesine tartışılmamıştır. Bu kaynak türlerinden biri de muhallefat kayıtlarıdır. Bir şahsın muhallefatı
nasıl zaptedilir, muhallefatı içeren belge ve defterler nasıl oluşturulur?
Aynı şahsa ait pek çok ayrı mahalden ortaya çıkan mal varlığı kayıtları
ne ifade eder? Gayet iyi bilinmektedir ki, herhangi bir şahsın ölümünün ardından mal varlığının dökümüne pek çok farklı noktalarda
rastlarız. Bunlar arasında başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Baş
Muhasebe Muhallefat Halifeliği Defter Tasnifi (D.BŞM.MHF) zikredilebileceği gibi yine aynı arşivde Baş Muhasebe Muhallefat Halifeliği
Belge Tasnifi ve Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi içerisinde de
kayıtlar mevcuttur. Ayrıca Baş Muhasebe Büyük Ruznamçe kaleminde muhallefat ile ilgili kayıtlar görürüz. Osmanlı Arşivi haricinde Şer’i
Siciller Arşivi’nde de tereke defterleri mevcuttur. Nihayet, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde de muhallefat kayıtlarına rastlarız. Peki, bir şahsın mal varlığının sağlıklı bir tespiti nasıl yapılabilir ve bütün bu kayıtlar
mal varlığının tespiti noktasında nerede konumlanır?
Yukarıdaki soruları cevaplamak üzere bu makalede 1730 (H. 1143) senesinde vuku bulan isyan (Patrona Halil isyanı diye meşhur) neticesinde
katl olunan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve ekibi üzerine
odaklanacağım. Muhallefat kaynaklarının niteliğini kavrayabilmek için
en ayrıntılı örnek İbrahim Paşa ve ekibininki olmalıdır. D.BŞM.MHF belge tasnifi kataloğu incelendiğinde görülür ki; İbrahim Paşa ve arkadaşlarına ait bu tasnifde beş yüzü aşkın belge vardır. Başka hiçbir sadrazam
ya da vezire ait bu hacimde dokümantasyona sahip değiliz.
* Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
179
Selim KARAHASANOĞLU
Bu makalede söz konusu muhallefat kaydı analitik bir biçimde incelenecek; Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın emlakı, evkafı, emtiası
bu yolla tespit edilecek/sunulacak ve Osmanlı maliyesinde müsadere
sisteminin işleyişine ilişkin genel nitelikli değerlendirmeler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Müsadere, Muhallefat, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
ABSTRACT
It is fortunate that an abundant body of material showing the estate
of İbrahim Pasha and his faction exists. The documentation of this
confiscation is very rich: over five hundred documents, numerous
registers. It must be noted that there is a difference between a document and a register. Documents generally indicate an unfinished
process while registers, in most cases, can be read as the final forms
of recording the estate. In our case, both the documents and the
registers are very important since they do not always duplicate each
other. In this sense, they complement each other and help to give
us a fuller picture of the wealth of İbrahim Pasha and his faction.
Here, let me summarize the confiscation process very briefly: First,
functionaries appointed by the state go to each property owned
by the deceased and record the items in situ. The registers identify
specific houses/waterfront homes/palaces, and make a clear description of the buildings inside and outside, citing every single item
within. The next stage involves bringing the estate to the Imperial
gate (bab-ı hümayun) and auctioning it. The final stage of the confiscation process is when the cash or, sometimes, the goods themselves go to the treasury.
Key Words: Confiscation, Estate Inventory, Nevşehirli Damad İbrahim Pasha
Osmanlı maliyesinde/hukukunda1/uygulamasında müsadere sistemi üze1
Makale boyunca kullanılan kısaltmalar için kaynakçaya bakınız. Modern hukuk/ceza hukuku perspektifinden müsadere üstüne çalışmalar gerçekleştirilmiştir; ancak bu makalenin konusu ile doğrudan bağlantılı olmamaları münasebetiyle değerlendirmeye alınmamışlardır. Bkz. Zekeriya Yılmaz,
Teori ve Uygulamada Müsadere (Zoralım) (Ankara: Seçkin Yayınevi, 1997); Doğan Gedik, Türk
Ceza Hukukunda Müsadere (Ankara: Adil Yayınevi, 2001); Abdulkadir Certel, Müsadere (Ankara:
Seçkin Yayınevi, 2008); Erdal Yerdelen, Müsadere ve Mülkiyetin Kamuya Geçirilmesi: Konuların
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açısından Değerlendirmesi (Ankara: Adalet Yayınevi,
2010). Müsaderenin ceza hukuku terminolojisinde tarifi için bkz. Yerdelen, Müsadere, 31. Ceza
hukukçularının konuya ilişkin makale bazında yayınları ve yine hukukçuların yüksek lisans çalışmaları da söz konusudur ki, bunların listesini burada vermiyorum.
180
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
rine bir monografiye sahip değiliz.2 Osmanlı tarihçileri olarak her birimiz
muhtelif kaynaklar üzerinde çalışırız da, bu kaynakların nitelikleri3 üzerine
yazmayı nadiren tercih ederiz. Tasnifinde dahi profesyonellikten uzak bulunduğumuz kaynakların kullanımının ayrı bir profesyonellik gerektirdiği
2
Konu, ancak makale bazında değerlendirmeye alınmıştır ki, buralarda müsaderenin uygulanış sürecini/muhallefatın zapt aşamalarını bulamıyor; genel nitelikli (İstanbul ve İstanbul-dışı süreci ayırt
etmeksizin ve Osmanlı İmparatorluğu tarihinin bütününü aynı düzlemde ele alıp, dönemsel değişimlere dikkat çekmeksizin) ve çoğu zaman birbirini tekrar eder yargılara erişebiliyoruz: Klaus Röhrborn,
“Konfiskation und intermediäre Gewalten im Osmanischen Reich,” Der Islam, 55 (1978), 345-351
[Türkçesi için bkz. “Osmanlı İmparatorluğunda Müsadere ve Mutavassıt Güçler,” I. Milletlerarası
Türkoloji Kongresi (İstanbul: Tercüman Gazetesi ve Türkiyat Enstitüsü, 1979), 254-260]; Mehmet Ali
Ünal, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müsadere,” Türk Dünyası Araştırmaları, 49 (1987): 95-112 [aynı
makale şurada yeniden basılmıştır: Osmanlı Devri Üzerine Makaleler-Araştırmalar (Isparta: Kardelen
Kitabevi, 1999), 1-16]; M. Cavid Baysun, “Musâdere,” İA, 669-673; F. Müge Göçek, “Musadara:
In the Ottoman Empire,” EI2, 653; Tuncay Öğün, “Müsadere: Osmanlılar’da,” DİA, 67-68; aynı yazar, “Osmanlı Devleti’nde Müsâdere Uygulamaları,” Osmanlı, cilt: 6, ed. Kemal Çiçek, Cem Oğuz
(Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999), 371-383; Mihai Maxim, “The Institution of Müsâdere (Confiscation) in the Ottoman-Romanian Relations: An Inventory of Constantin Brâncoveanu’s (16881714) Property Seized to the Ottoman Public Treasury,” Romano-Ottomanica: Essays&Documents
from the Turkish Archives (Istanbul: The Isis Press, 2001), 173-197; Karl K. Barbir, “One Marker of
Ottomanism: Confiscation of Ottoman Officials’ Estates,” International Journal of Turkish Studies,
13: 1&2 (2007): 135-145 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Identity and Identity Formation in
the Ottoman World: A Volume of Essays in Honor of Norman Itzkowitz, ed. by Baki Tezcan and Karl
K. Barbir (Madison: The University of Wisconsin Press&The Center for Turkish Studies, 2007, 135145)]; Sevgi Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Yönetici Sınıf Açısından Müsadere Uygulaması,”
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12: 1&2 (2008), 389-420. Ayrıca bkz. F. Müge Göçek,
“Mukhallefat,” EI2, 517; Tahsin Özcan, “Muhallefat,” DİA, 406-407.
Münhasıran müsadere sistemine/müsaderenin işleyişine ilişkin değil de, belirli muhallefatları gündeme alan çalışmalar ise, incelemelere konu malzemeden yola çıkarak sistemin işleyişini ayrıntılarıyla ortaya koymaz. Bir istisna olarak şu çalışma zikredilebilir ki, burada da İstanbul dışında müsaderenin uygulanış sürecinin tarifini bulabiliyoruz: Cahit Telci, “Osmanlı Devletinde 18. Yüzyılda
Muhallefat ve Müsâdere Süreci,” Tarih İncelemeleri Dergisi, 22: 2 (2007), 145-166.
Osmanlı öncesi İslam devletlerinde, müsadereye ve müsadere uygulamalarına ilişkin bkz. Fedâ Şâmil Arık,
“Türkiye Selçuklu Devleti’nde Müsâdere,” V. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, cilt: 1 (İstanbul: Edebiyat
Fakültesi Basımevi, 1986), 47-64; Beyyumi İsmail Şirbini, Müsaderetü’l-emlak fî’d-devleti’l-İslâmiyye: asru
selatine’l-memalik, 2 cilt (Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-Amme li’l-Kitâb, 1997); Hüseyin Esen, “İslam
Hukuku Açısından Müsâdere,” Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15 (2002), 191-225.
3 Kaynakların niteliğinden bahisle, konumuz ile doğrudan bağlantılı, literatürde mevcut bir karmaşaya burada işaret etmeliyim. Askerî kassam kapsamında rastladığımız tereke defterlerinin
oluşturulma saikleri ve süreci ile başmuhasebeye bağlı muhallefat halifeliğince üstlenilen müsadere işlemleri ve ürettiği belge türleri birbirinin aynı gibi değerlendirilmemelidir. Söz konusu farka
bugüne kadar sadece bir araştırmacının, net biçimde olmasa da, değinmesi dikkat çekicidir. Bkz.
Christoph K. Neumann, “Birey olmanın alameti olarak tüketim kalıpları: 18. yüzyıl Osmanlı meta
evreninden örnek vakalar,” Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, 8 (2009), 13.
Kassamlık müessesesi ile muhallefat halifeliğinin birbirinden ayrı iki teşkilat olarak ele alınmasına
ve iki yapının detaylı bir şekilde görev tanımlarının yapılmasına lüzum vardır. Mirasın paylaştırılması
saiki ile müsaderenin saikleri birbirine karıştırılmamalıdır -ve elbette iki ayrı saik/süreç neticesinde
ortaya çıkan belgelerin de-.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
181
Selim KARAHASANOĞLU
ortadadır.4 Bu kaynak türlerinden biri de muhallefat defterleridir. Bir şahsın
muhallefatı nasıl zaptedilir; muhallefat belge ve defterleri nasıl oluşturulur
ve nasıl değerlendirilmeleri icap eder? Aynı şahsa ait muhtelif mecralarda
ortaya çıkan mal varlığı kayıtları ne ifade etmektedir?
Muhallefat kayıtları ile karşılaştığımız başlıca yerler: Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, Baş Muhasebe, Muhallefat Halifeliği, Defter Tasnifi; Baş Muhasebe,
Muhallefat Halifeliği, Belge Tasnifi; Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi
ve Baş Muhasebe, Büyük Ruznamçe kalemi.5 Bundan başka, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde de muhallefat kayıtları ile karşılaştığımızı belirteyim.
O halde, müsadere evrakı üzerinden bir şahsın mal varlığının sağlıklı bir
tespiti nasıl yapılabilir ve bütün bu bahsettiğimiz yerlerdeki kayıtlar nasıl
birleştirilmelidir? Bu makalede yapmaya çalıştığım, müsaderenin dokümanter yönünden yola çıkarak sürecin ayrıntılarını tespit edebilmektir.
Yukarıdaki soruları cevaplayabilmek için incelememde, 1730 (H. 1143) senesinde vuku bulan (Patrona Halil isyanı diye meşhur) isyan neticesinde katl
olunan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve ekibinin (özellikle iki
damadı: Kethüda Mehmed Paşa ve Kapudan Kaymak Mustafa Paşa’nın)
muhallefat zaptı üzerine odaklanacağım. Muhallefat kaynaklarının ifade
ettiklerini kavrayabilmek için en ayrıntılı örnek, İbrahim Paşa ve damatlarınınki olmalıdır. Diğerleri arasında, özellikle D.BŞM.MHF. belge tasnifi
kataloğu incelendiğinde görülür ki, Osmanlı tarihinde mal varlığının müsaderesi meselesinde, devleti en yoğun “uğraştırmış” devlet adamı, İbrahim
Paşa’dır: Bu katalogda, İbrahim Paşa ve iki damadına ait altı yüze yakın
belge vardır. Başka hiçbir sadrazam ya da vezire ait bu sayıda belgeye sahip
değiliz. Bu da demektir ki, Osmanlı uygulamasında müsadereyi, olağan ve
olağan olmayan yönleriyle, en iyi anlama imkanı sağlayacak örnek, İbrahim
Paşa’nınkidir.6 Mevcut muhallefat çalışmaları, genellikle bir kaç belgeye/
4
Muhallefatların içerdiği emtianın okunmasında bir birlik sağlanabilmiş değildir. Eşya adlarında
birlik/tutarlılık ve gelecekteki çalışmaların bahse konu kaynakları verimli/kolaylıkla kullanabilmesi
için, bugüne kadar gerçekleştirilmiş çok sayıda çalışmanın da derlenmesi yoluyla oluşturulacak bir
“muhallefat/tereke okuma sözlüğü”ne ihtiyaç vardır.
5 Osmanlı arşivinde, kuyud-ı mühimmat defterlerinde de muhallefata ilişkin kayıtlara rastlarız. Bkz. dipnot
13. Kuyud-ı mühimmat defterleri üstüne bkz. İdris Bostan, “Kuyud-ı Mühimmat Defterleri ve Osmanlı
Teşkilat Tarihi, ” Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1995), 143163.
6 Bu makalenin konusu olmamakla beraber İbrahim Paşa’nın muhallefat kayıtlarından yola çıkarak;
onun servet birikimine/servetinin cesametine, kullandığı eşyalara [sabah uyandığında kullandığı
havlunun cinsinden, katli esnasında üzerinde bulunanlara (bkz. TSMA, D. 2211/1, 1b) kadar] dair
çok ayrıntılı bilgi elde edilebilir, dönemine atfedilen “tüketim çılgınlığı” argümanı test edilebilir.
182
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
deftere dayandığı için müsadere sürecinin bütün yönleriyle ayrıntılandırılması/dokümanter boyutundaki karmaşanın ortaya konulması mümkün olmamıştır. İbrahim Paşa’ya ait muhallefat kaydı ise zenginliğiyle/çeşitliliğiyle
bu tür bir çözümlemeye imkan veriyor. Muhallefat incelemelerinin çoğunlukla, emtianın dökümünden ibaret kaldığı ve yukarıda da belirttiğim gibi
kaynakların ne’liği üzerinde durulmadığı dikkatlerden kaçmamalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet görevlilerinin malları, azilleri yahut katlleri ardından müsadere edilebilmiştir. İbrahim Paşa ve iki damadı örneğinde,
katl sonrası müsadere olayı ile karşı karşıyayız.7 Söz konusu üç üst düzey
yönetici, 1730 isyanını müteakip aynı esnada katledildiklerinden muhallefatları da beraber tutulmuştur. Defterleri, “Muhallefat-ı İbrahim Paşa ve
Mehmed Kethüda ve Kapudan-ı derya Mustafa Paşa” üst başlığı ile üçüne
ait malları kayda geçirmişse de, alt başlıklar ile ayrıştırma söz konusudur;
ancak bir kaç yerde, “mahlût” (karışık) notu ile ayrıştırma yapılmaksızın bir
arada kayıt görülmektedir. Muhallefat evrakı, üç kişinin kayıtlarını bir arada
barındırması münasebetiyle, İbrahim Paşa’ya ait malları ayrıştırmak ve onu
ferdî değerlendirmek kolay değildir; ancak bu çalışmada münhasıran İbrahim Paşa’yı mercek altına alıyorum; sistemin işleyişine dair tespitlerimde,
gerektiğinde, damatlara ait kayıtları da devreye sokmaktayım.
Malzemenin Tarifi:
Söz konusu muhallefat zaptının zengin malzeme ortaya çıkardığını söyledim: D.BŞM.MHF. tasnifinde 20/8-27/49 aralığındaki belgeler,8 çok sayıda defter (D.BŞM.MHF. 12423,9 12425;10
7
Yani, bizim örneğimizde tazir cezası yahut emniyet tedbiri olarak değil ölüm (ecelle değil, siyaseten
katl yoluyla-siyaseten katl de nihayet bir tür ecel olmalıdır-) sonrası müsadere olayıyla karşı karşıyayız.
8 İlgili bütün belgelerin tasnif numaralarını burada tek tek vermiyor; yeri geldiğinde zikretmekle
yetiniyorum.
9 D.BŞM.MHF., 12423 (10 sayfa). İbrahim Paşa ile damatlarının para kayıtlarını gösteren bu defteri
krş. KK 1742, 10-15.
10 İbrahim Paşa’nın mallarının kayıtlı bulunduğu bu iki defterden [12423, 12425 (25 sayfa; “Bostancıbaşı ağa tarafından tayîn olunan Haseki Ali Ağa ve Şırahane kâtibi Ahmed Efendi marifetlerile
veziriazam-ı sâbık maktûl İbrahim Paşa’nın Beşiktaş’ta vakı‘ Çırağan yalısında mevcud olan eşyanın
tahrir olunan müfredat defteridir. Fi 25 R 143”)] başka aynı kodlu (D.BŞM.MHF.), 12424 numarada
kayıtlı bir başka muhallefat defteri (19 sayfa) daha vardır ki, bu defter, İbrahim Paşa’ya ait herhangi
bir mal kaydını barındırmamakta; dolayısıyla da doğrudan bu makalenin kapsam alanına girmemektedir. İçerisinde, Kethüda Mehmed’in ve Kaymak Mustafa’nın sırasıyla Ortaköy, Rumelihisarı,
Anadoluhisarı; Hasan Kalfa (Hasan Halife), Anadoluhisarı yalılarındaki mefruşatı kayıtlıdır. 12424 ve
12425 numaralı defterlerin içeriği bir arada şurada bulunabilir: D.BŞM.MHF. 21/49. Üç defter kelimesi kelimesine uyuşmasa da büyük oranda ilk iki defterdeki kayıtlar üçüncüde bulunabilmektedir.
Mehmed Kethüda’nın Anadolu Hisarı yalısındaki mefruşatını gösteren D.BŞM.MHF. 20/11, yine
Kethüda’nın Rumeli Hisarı’ndaki yalısına dair D.BŞM.MHF. 20/13, ve Ortaköy’deki mefruşata dair
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
183
Selim KARAHASANOĞLU
MAD 921;11 TSMA D. 2210, 2211/1, 2211/2)12 ve muhtelif noktalarda
çeşitli başka kayıtlar.13
Müsadere sonucu ortaya çıkan evrak içerisinde, belge ile defterin farkına değinmem icap ediyor. Belgeler, basitçe muhallefatın zaptı esnasında
sürecin başlangıcına işaret ederken, defterler zapt sürecinin bir ileri aşaması olarak okunabilir. Burada incelediğim muhallefat örneğinde (başka
muhallefat çalışmaları için de geçerli olarak, şüphesiz), hem belgeler hem
D.BŞM.MHF. 20/16, Mustafa Paşa’nın Anadolu Hisarı’ndaki mefruşatı D.BŞM.MHF. 20/14 ve son
olarak Mustafa Paşa’nın Hasan Kalfa’daki mefruşat ve sair eşyasının toplamını veren D.BŞM.MHF.
20/15’in içerdikleri malzemenin toplamları, 12424 numaralı defterdeki toplamlarla tamamıyla
uyuşmaktadır ki, bu malların nakli konusunda güvenli bir ortamın sağlanabilmiş olduğunun göstergesidir.
D.BŞM.MHF. 12423, 12424, 12425; TSMA D. 2333 ile mukayeseli okunmalıdır.
Gülşenabad, Beylerbeyi ve Ortaköy’den seçilen muhtelif mefruşat Enderun-ı Hümayun’a gönderildi, bkz. D.BŞM.MHF. 20/29. Söz konusu mekanlardan yine Enderun-ı Hümayun’a gönderilen eşya
için ayrıca bkz. D.BŞM.MHF. 21/25. Bahse konu mekanlardan başka Çırağan’dan da Enderun-ı
Hümayun’a gönderilen eşya için bkz. D.BŞM.MHF. 21/40, 23/117. İbrahim Paşa’nın malından
mehterhane-i amire’ye gidenler için bkz. D.BŞM.MHF. 22/75. İbrahim Paşa’dan yeni sadrazam
Silahdar Damat Mehmed Paşa’ya aktarılanlar için bkz. D.BŞM.MHF. 21/6, 21/11. Kaptan Kaymak
Mustafa Paşa’dan yeni Kaptan, Canım Hoca Mehmed Paşa’ya ise kaydırılanlar için ise bkz. D.BŞM.
MHF. 21/11. Örnekler çoğaltılabilir; bu kadarıyla yetiniyorum.
12425 [D.BŞM.MHF. 20/9, bu defterdeki bazı kayıtları içeriyor. 20 Ra 1143/3 Ekim 1730 tarihli bu
belge, 12425 nolu defterin üzerindeki tarihten (25 R 1143/7 Kasım 1730) 35 gün öncesine ait olduğuna göre söz konusu belge defter oluşturulurken kullanılmıştır, diyebiliriz. Belge de Çırağan’ın
mefruşatına dairdir.
12425, Kaymak Mustafa’nın Beylerbeyi yalısı mefruşatını da içerir. D.BŞM.MHF. 20/10 da Beylerbeyi yalısının mefruşatını içeriyor ki bu bilgiler de defterde tekrar edilmektedir.]
11 114 sayfa.
12 Bir de TSMA D. 2212/1, D. 2212/2 numaralı defterler vardır ki, bu defterler İbrahim Paşa’nın eşi
Fatma Sultan’ın mallarına aittir ve değerlendirme dışı tutulmuştur. Zikrettiğim deftelere ilaveten
bkz. D.BŞM.MHF. 12428, 12430, 12645; TSMA, 2822.
13 Muhtelif başka kayıtlar ile kuyud-ı mühimmat defterleri ve ruznamçe defterlerini kastediyorum.
Bizim dönemimizi ilgilendiren kuyud-ı mühimmat defteri için bkz. MAD 10323. Bu defterde, İbrahim Paşa ve damatlarının mallarına ilişkin, başka noktalarda karşılaşmadığımız bazı bilgilere erişebiliyoruz. Defterdeki kayıtlar gösteriyor ki, muhallefat zaptının tespiti için kuyud-ı mühimmat
defterlerinin de incelenmesi zaruridir. Burada, muhtelif harcamaların söz konusu muhallefattan
elde edilen gelir ile sağlandığını anlıyoruz. Örneğin Kaymak Mustafa’nın konağındaki pirincin
Matbah-ı Âmire’ye nakledildiğini (140), Kethüda Mehmed’in ahırındaki bargirlerin bir kısmının
çeşitli kimselere ihsan edildiğini, bir kısmının çeşitli ahırlara aktarıldığını ve diğer bir kısmının ise satıldığını (169), İbrahim Paşa’nın atlarının paylaştırıldığını görüyoruz (182). Defterin ilgili sayfalarını
topluca verelim: 139-140, 169, 177, 182, 318, 337-360, 373.
Dönemimizle ilgili ruznamçe defterleri için bkz. KK, 1742, 2072, ayrıca bkz. KK 2070 ve 2140.
İbrahim Paşa ve damatlarının muhallefatından elde edilen gelirlerin kayıtlarını gösterir örnekler
için bkz: KK, 2072: 7, 9-14, 16-21, 35, 45. Ruznamçelerde, İbrahim ve damatlara ilişkin en yoğun
kayıtlara şu tarihlerde rastlıyoruz: 24.Z.1143, 1.M.1144 (KK 2072: 6-32), 10.M.1144 (KK 2072:
33-48), 21.M.1144 (KK 2072: 49-58), 10.Ca.1144, 4.Ş.1444. Diğer ruznamçelerde de ilgili kayıtlar için bkz. KK 2140: 45; KK 2070: 345, 547-558.
184
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
defterler ayrı öneme sahip; zira belgeler ve defterler, her zaman tamamıyla,
birbirini tekrarlamamaktadır. Dolayısıyla, iki malzeme birlikte değerlendirildiğinde, İbrahim Paşa’nın muhallefatının tama yakın bir tespiti için birbirlerini destekledikleri/tamamladıkları söylenebilir. Herhangi bir belgenin tarihi,
defterlerin tutuluş tarihinden eski ise defterlerde bulunma ihtimali fazlalaşıyor. Ancak, defterin oluşumundan sonra ortaya çıkan belgeler, ön/ana muhallefat zaptının tamamlanışının ardından peyderpey ortaya çıkan/bulunan
malların dökümünü veriyor ya da müsadere sürecinin devam eden bir aşamasına işaret ediyor olabilir: malların satışı ya da borç-alacak meseleleri gibi.
Belgeler sürecin herhangi bir aşamasını besleyebiliyor ki, buna kanıt, üzerlerindeki tarihlerdir. İbrahim Paşa ve damatlarına ait malların müsadere
işlemleri, katllerinden sonra derhal başlatıldı ve kısa sürede, büyük oranda
tamamlandı. Belgelerin büyük bir kısmı, katlin hemen ardına tarihlenmekte ise de, müsadere sürecine ilişkin iki yıl sonrasına (1145/1732), hatta
1148/1735-6 yıllarına ait belgeler dahi mevcuttur. Bu durum, yeni malların bulunuşu ve kayda geçirilişi olarak açıklanabilir. Belgeler, defterdeki
envanterin kapsayıcılığı açısından bir test aracı olarak da önemlidir. Örneğimizde, üç aşamalı kayıt süreci (basitçe, D.BŞM.MHF., MAD ve TSMA),
muhallefatın tama yakın tespiti imkanını veriyor.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi D.BŞM.MHF. belge tasnifinde dönemin şahıslarına ait ruznamçe-i suret-i hümayunlar da (tahvil tezkereleri) görülür ki,
bu suretlerin asılları ise dönemin ruznamçe defterleri üzerindeki incelemelerim sonucu ortaya çıkmıştır. Ruznamçe defterlerinde bu suretler toplu
olarak bulunmaz; mukataa gelirleri, avarız gelirleri gibi muhtelif gelir kalemlerinin arasında “an-baha-i muhallefat-ı müteveffa İbrahim Paşa, Kapudan Paşa, Mehmed Kethüda” ifadesiyle karşımıza çıkar. Ruznamçelerde, elimizde suret bulunmayan tarihlere ait kayıtlar da mevcut olduğuna
göre, suretlerin tamamı elimizde yoktur.14
Müsaderede İşleyiş: Süreç ve Görevliler
Müsadere sürecinin/muhallefat zaptının, bizim örneğimizde, nasıl gerçekleştiğine bakalım: En başta, devletin görevlendirdiği kimseler, muhallefat
zaptının gerçekleştirileceği mekanlara bizzat gider; burada her bir emtiayı yerinde kaydederler.15 Defterler; spesifik olarak, evleri, yalıları, sarayları
14
Bütün bu malzeme zenginliğine rağmen, eldeki muhallefat kaydının söz konusu kimselere ait
malların tamamının dökümü olamayabileceği yollu metodolojik ikazı yapmalıyım.
15 Örneğimizde, bkz. D.BŞM.MHF. 12423, 12425.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
185
Selim KARAHASANOĞLU
içerisi ve dışarısı ile barındırdıkları malzemesi ile ortaya koyarlar. İbrahim
Paşa ve damatlarına ait bu tür kayıtlarda; sahip oldukları parayı,16 yalılarında (Kethüda Mehmed’in Ortaköy, Rumelihisarı, ve Anadoluhisarı; Kaymak
Mustafa’ın Hasan Kalfa ve Anadoluhisarı17 ve İbrahim Paşa’nın Beşitaş’ta
Çırağan ile bitişiğindeki Gülşenabad yalıları18) bulunan mefruşatı ayrıntılarıyla görebiliyoruz. İkinci aşama, malların Bab-ı Hümayun’a getirilişi ve
burada açık artırmaya sunulmasıdır.19 Son aşama ise nakdin ya da bazen
emtianın da hazineye aktarılmasıdır.20
Muhallefat zaptında görevliler kimlerdir? Kayıt sürecini, yukarıda ifade ettiğim şekliyle üç aşamaya ayırdığımızda, yerinde kayıt esnasındaki görevliler,
eşyalar Bab-ı Hümayun’a getirildiğinde (satış esnasında) kayıtla görevli kim16
17
18
D.BŞM.MHF. 12423.
D.BŞM.MHF. 12424. Kethüda’nın Ortaköy’deki eşyasına ilişkin krş. D.BŞM.MHF. 21/62..
D.BŞM.MHF. 12425. Mustafa Paşa, Beylerbeyi’nde de bir yalıya sahipti ki, bu yalının eşyalarını da
bu defterde bulabiliyoruz.
19 Bkz. MAD 921, 10. Bu defter, İbrahim Paşa ve iki damadına ait kayıtları içeriyor. Defterin, elbette
ki, malların tamamını içerdiği iddia edilemez. Zira, bütün malların Bab-ı Hümayun’a getirilmesi söz
konusu değildir. Bazı eşya, mahallinde satılmış olabileceği gibi muhtelif kimselere hediye verilmiş,
ihsan edilmiş de olabilir (örnek olarak, Eflak Bey’ine hediye edilmek üzere seçilmiş eşyayı örnek
verebilirim: MAD 921: 36). Kürkler ise, taraf-ı şehriyariye gönderilmiştir, örneğin: D.BŞM.MHF.
21/28: “Maktul Kapudan Mustafa Paşa’nın kürklerinden taraf-ı hümayun-ı hazret-i şehriyariye irsal olunan...”, “maktul vezir İbrahim Paşa’nın kürklerinden olub taraf-ı hümayuna gönderilen...”.
Muhallefatın bu tür bir paylaşımı esnasında, İbrahim Paşa ve iki damadının mallarının bir kısmı
kendisine verilen yeni sadrazam Mehmed Paşa, kısa süren sadareti akabinde azledilince aldığı
malları geri verecektir: TSMA, D 2211/2, 6b: “Sadr-ı Sabık Mehmed Paşa’nın maktûlân-ı müşarileyhima muhallefatlarından alub bade’l-azl girü alınub darüssaade ağası marifetile gelen eşyadır.”
Şüphesiz, yağma faktörünü de dikkate almamız gerekiyor. Üç şahsın muhallefatı müsadere sürecinde yağmaya da maruz kalmıştır: D.BŞM.MHF. 21/28: “Maktul Mehmed Kethüda’nın hanesinde
yağma olunandan maada bulunub taraf-ı hümayuna gönderilen...”.
Müsaderenin uygulanışında bazı malların doğrudan devlet tarafına aktarımı, bazı malların ise,
önce satışı gerçekleştirilerek paraya dönüştürülmesi, Osmanlı’ya özgü olmayan, standart bir usul
olarak anlaşılmalıdır. Ming dönemi Çin’inden bir örnek için bkz. Craig Clunas, Superfluous Things:
Material Culture and Social Status in Early Modern China (Hawaii: University of Hawaii Press,
2004), 47. Bu referansı, Çin araştırmacısı meslektaşım, Elif Akçetin’e (Durham) borçluyum.
20 Bkz. TSMA, D. 2210, 2211/1 [“Maktul İbrahim Paşa ve Mehmed Kethüda ve Kapudan Mustafa Paşa’nın muhallefatları defteridir. El-vaki sene 1143, Rebiülevvel. Der zaman-ı kethüda-i hazine
Yakup Ağa”], 2211/2 [Maktul İbrahim Paşa ve Kapudan Mustafa Paşa ve Mehmed Kethüda’nın,
hazine kethüdası Süleyman Ağa vaktinde hazine-i Enderun-ı Hümayun’a alınub, irad kaydolunan
eşyaları defteridir. Sene 1143, Receb]. Bu defterler, hazineye aktarılan malları gösteriyor. Şüphesiz,
müsadere süreci, malların hazineye aktarımı ile de tamamlanmıyor. Ölenin borçlarının temizlenmesi
gibi devam eden işlemler de sürecin bir parçası. Örnek olarak, Sahak veled-i Avram’ın, Kethüda
Mehmed’in kendisinden yıllar içerisinde satın aldığı kumaşların parasını talebi için bkz. D.BŞM.MHF.
23/32. Belgenin tarihi 10 Safer 1144/14 Ağustos 1731’dir. Ayrıca, İbrahim Paşa ve damatlarının
mallarının satışı da hemen gerçekleşemedi [İbrahim Paşa’nın mallarının satışı sonucu elde edilen
gelir (19,093,479 akçe) için bkz. D.BŞM.MHF., 25/83: “Vezîr-i sâbık maktûl İbrahim Paşa’nın füruht
olunan muhallefatı bahasıdır.”]; süreç içerisinde satış devam etti. Katlden bir yıl sonra (1144/1731-2)
gerçekleşebilmiş satış kayıtları için bkz. D.BŞM.MHF. 23/138. Kethüda’nın satılamayan taşınmazları
için ise bkz. D.BŞM.MHF. 24/143: “Sadr-ı sabık müteveffa İbrahim Paşa kethüdası maktûl Mehmed
kethüda’nın Asitane’de olan emlâkinin füruht olunamayanlarının defteridir.”
186
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
seler ve hazineye kayıt esnasında görevliler olarak grupları tespit edebiliriz.
Yerinde kayıt defterlerimizden biri (D.BŞM.MHF. 12425) bu sıradaki görevlileri açık ediyor: “Bostancıbaşı ağa tarafından tayîn olunan Haseki Ali Ağa
ve Şırahane kâtibi Ahmed Efendi marifetlerile veziriazam-ı sâbık maktûl
İbrahim Paşa’nın Beşiktaş’ta vakı‘ Çırağan yalısında mevcud olan eşyanın
tahrir olunan müfredat defteridir.”21 Bu çaptaki bir muhallefatın kaydına
görevli kimselerin burada zikredilenlerden ibaret olduğunu ima ediyor değilim. Söz konusu kişiler işin başındaki kimseler olarak alınmalıdır. Deyiş
yerindeyse, işin kontrolörü, sahibi, baş yetkilisi konumundaki kimseler.
Söz konusu kayıt sürecinde eşyanın (mefruşatın, örneğin) o denli profesyonel/teknik tarifi gerçekleşir ki, bu iş için eşyanın cinsinden (kumaştan)
anlayan bir kimsenin görevlendirildiği açıktır: “Maktul İbrahim Paşa ve Kapudan Mustafa Paşa ve Mehmed Kethüda’nın Boğaziçi’nde vakı‘ yalılardan ba-ferman-ı âli tayin olunan hassa terzibaşısı İbrahim Ağa ve sadr-ı ali
ağalarından İsmail Ağa marifetile intihab ve nakl olunan mefruşatdır.”22
Eşyaların Bab-ı Hümayun’a toplandığı esnadaki durumu ise ilgili defterden
öğreniyoruz: “Maktûl İbrahim Paşa’nın bâb-ı hümayunda cem‘ olunub
Defterdâr Efendi hazretleri ve mârifet-i şer‘ ve ser-gulâm-ı bakı Ahmed
Ağa mârifetlerile tahrîr olunan eşyası defteri.”23
Hazineye aktarım esnasında ise eldeki kayıta göre: “Binyüzkırküç senesi rebiülahirinde sâbıka Sadr-ı azam maktûl İbrâhim Paşa muhallefatının
bâb-ı hümayunda tahrir olunan defteri mûcibince intihâb olunub defterdar efendi ve rûznamçe-i evvel Mehmed Efendi ve ser-gulâm-ı bakı Ahmed Ağa kulları yedlerinden def‘a def‘a hazine-i Enderûn-ı hümâyûna
alınub îrâd kayd olunan eşyadır.”24
21
D.BŞM.MHF. 12425, 2. Tarih: 25 Rebiülahir 1143.
Bu defterdeki girdileri de içeren ve defterin iki gün sonrasına tarihlenen bir başka kayıtta, 12425’te
sayılan kişilere ilave olarak “defterdar efendi hazretlerinin ağalarından Seyyid Mehmed Ağa” zikredilir, TSMA, D. 2333, 2: “Hassa bostancıbaşısı ağa tarafından tayin olunan haseki Ali Ağa ve
şırahane katibi Ahmed Efendi ve saadetlü defterdar efendi hazretlerinin ağalarından Seyyid Mehmed Ağa marifetlerile Sadrazam-ı sabık maktul İbrahim Paşa ve kethudası maktul Mehmed ve
kapudan-ı sabık maktul Mustafa Paşa yalılarında mevcud bulunub tahrir olunan eşyalarının ale’linfirad defteridir. Fi 27 Rebiülahir sene 1143”
22 D.BŞM.MHF. 21/40.
23 MAD 921, 10.
24 TSMA, D. 2210, 1b. Defterin ilk sayfasının başında “îrâda kaydoluna” ifadesine rastlıyoruz. Bab-ı
Hümayun’da müzayede esnasında çeşitli malların seçilerek hazineye aktarımı için ayrıca bkz.
TSMA, D 2211/2, 7a: “Maktûlân-ı müşârileyhimanın eşyalarını Bab-ı Hümayun’da füruht esnasında zuhur itmekle intihab olunub ser-gulam-ı bakı Halil Ağa kulları yedile gelen eşyadır.”
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
187
Selim KARAHASANOĞLU
Müsadereye Karşı Bir Korunma Hamlesi Olarak Malların Güvenilir
Ellere Kaydırılışı Meselesi
Bir şahsa ait para ve sair emtia neden bir başkasının elinde/evinde bulunur? Ümera-i deryadan Eğribozlu Elçizade Osman Paşa, bu sorumuza net
yanıt veriyor: “…eyyâm-ı ihtilâlde bir gice müteveffa-yı mezkûr [Kaymak
Mustafa Paşa] ile maan saray-ı hümayunda bulunduğum hasebile eşya-i
mezkûreyi bana hibe idüb...”.25 Her ne kadar Osman Paşa “hibe” kelimesini kullanıyorsa da belgede geçen ifade, “ala tarîki’l-emanet”26 şeklindedir. Osman Paşa’nın bu kısa açıklaması, müsadere korkusu ile malların neden ve nasıl başka kimselere kaydırıldığına dair ipuçları edinmemizi
sağlıyor.27 İsyancılar tarafından yakalanışının akabinde Kürkçü Manol da,
Kethüda Mehmed’in bütün faaliyetlerini içeren iki sandık kağıdı kendisine
gönderdiğini belirtir.28 Görüyoruz ki; bu ödünçler, isyanın ilk günlerinde
büyük oranda bir servet kaybına uğranacağı korkusuyla verildi.
İbrahim Paşa’nın iki damadı ile beraber katlinin ardından, mallarının pek
çok farklı kimsenin evlerinde ortaya çıktığından hareketle, netameli günlerde malların teslim edildiği kimselerin, bize güven ağlarının tespitinde
de (ekiplerin ortaya çıkarılmasında da) yardımcı olacağını söyleyebiliriz.
Söz konusu ödünç verme; gulam ve cariyeleri, mücevheratı ve daha başka yüksek değerde kişisel emtiayı içeriyor. Tabiatıyla, malları ödünç alan
kimselerin de, Nevşehirli’nin iki damadı ile oluşturduğu has dairenin altında, daha genişletilmiş ikinci bir alt dairenin mensupları olduğunu iddia
edebilirim. İbrahim Paşa ve damatlarının katlini müteakip, çeşitli kimseler
peyderpey ortaya çıktılar29 ve maktullere ait mal sahipliklerini beyan ettiler.
Bu kişilerin isimleri, görevleri ve malların saklandığı mekanlar ayrıntısı ile
belgelerde açık edilmektedir.30 Mekanlar arasında; Fatma Sultan Sarayı,
25
26
27
28
29
30
D.BŞM.MHF. 20/59.
Emaneten mal teslimine bir başka örnek için bkz. D.BŞM.MHF. 21/35: “Maktûl İbrahim Paşa’nın
olmak üzere Üsküdar’da Feyzullah Efendi’nin hanesinde emaneten vaz‘ olunub...”
Bir başka örnek için bkz. D.2211/1, 1b: “Maktul İbrahim Paşa’nın katlinden bir gün mukaddem
çukadarının “bunda dursun” deyüb bıraktığı...”.
A Particular Account of the Two Rebellions which happen’d at Constantinople in the Years
MDCCXXX, and MDCCXXXI. At the Deposition of Achmet the Third, and the Elevation of Mahomet the Fifth: Composed from the Original Memorials drawn up in Constantinople: With Remarks, Explaining the Names, Offices, Dignities of the Port (London, 1737), 47-48.
Örneğin bkz. D.BŞM.MHF. 21/28: “Maktul Kapudan Mustafa Paşa’nın miftah ağası Ahmed yedile
gelen mücevheratdır.”
D.BŞM.MHF. 12423 numaralı deftere göre, ölümlerinden sonra üçlümüzün nakdinin bir kısmı şu
kimselerin ellerinde bulundu: Kürkçü Manol, vekilharc Mehmed Ağa, Sultan kethüdası, baş yamak
Mehmed Ağa, Feyzullah Efendi, Koca Avram, harem kethüdası Mustafa Ağa ve İbrahim Paşa’nın
188
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Üsküdar Salacık’ta Hadice Sultan yalısı,31 Üsküdar’da Feyzullah Efendi’nin
evi, Küçükçekmece, Küçüknakkaş’ta çiftliği32 zikredilebilir. Kişilerden ise
mühürdarı Abdi,33 matbah emini Halil Efendi (mahal olarak, eminin Üsküdar Doğancılar’daki evi),34 başçukadarı Ebubekir,35 silahdarı Osman Bey,36
iç çukadarı Ali Ağa’yı37 zikretmeliyim.
Çeşitli kimseler, sadece üzerinde durduğumuz üç kişiye ait malları ortaya dökmekle kalmadılar; yakınlık içerisinde bulunanlar kendi mallarının
müsadere edilmesinin de önüne geçemediler. İbrahim Paşa’nın enderun
ağaları, hazine yamağı Çerkes Hasan,38 şamdancısı Mehmed, mühürdarı
Abdi Ağa’nın malının bir kısmı, hazinedarı Mustafa Ağa’nın malı39 ve kızı
Aişe Hanım’ın malı40 müsadereden kurtulamamıştır.
Sonuç
Bu makalenin öncelikli/genel amacı, müsadere sürecinin işleyişini kavramaktı. Bunun için de araç olarak, İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu ortaya çıkan malzemeyi değerlendirdim. Çalışmanın, literatüre
getirmeyi amaçladığı katkılardan biri de teknik/diplomatik bir konuda idi:
Farklı tasniflerde karşımıza çıkan belgelerin/defterlerin karşılaştırılması yoluyla, müsadere sürecine ait evrakın anlamlandırılabilmesinin/ayrıştırılabilmesinin yollarını araştırmak. Bu maksada uygun olarak, farklı lokasyonlardaki malzemenin örtüştüğü, belgelerin görüntüleri de konularak, gösterilmeye çalışıldı. Kaynakları birlikte değerlendirdiğimizde, hangi evrak
birbirini önceler; hangisi daha sonra gelir; bunu da tespit ettim.
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
hazinedarı Mustafa Ağa.
D.BŞM.MHF. 20/33.
D.BŞM.MHF. 21/4, 21/54.
D.BŞM.MHF. 20/18. Sultan Sarayı’ndan gelen malları kaydeden daha ayrıntılı şu belge ile krş.
D.BŞM.MHF. 20/31, ayrıca krş. D.BŞM.MHF. 21/9. İbrahim Paşa’nın Feyzullah’ın evindeki malları
için ayrıca bkz. D.BŞM.MHF. 21/14, 21/35. Fatma Sultan’ın sarayındaki mallar için ayrıca bkz.
D.BŞM.MHF. 21/23. İbrahim Paşa’nın Hadice Sultan’ın yalısındaki malları için krş. D.BŞM.MHF.
21/70.
Mehmed Kethüda ve İbrahim Paşa’nın mefruşatı: D.BŞM.MHF. 20/21.
Mehmed Kethüda ve İbrahim Paşa: D.BŞM.MHF. 20/22, 20/25. İbrahim Paşa’nın Sultan Sarayı’ndaki malları için ayrıca bkz. 20/18. Kethüda’nın Valide Hanı’ndaki malları için krş. D.BŞM.MHF.
21/43.
D.BŞM.MHF. 20/31. Krş. D.BŞM.MHF. 21/8, 21/28, 21/35.
D.BŞM.MHF. 20/35.
D.BŞM.MHF. 20/37.
D.BŞM.MHF. 20/46. İbrahim Paşa’nın hazinedarı Mustafa Ağa’nın malları için ayrıca bkz. D.BŞM.
MHF. 20/60.
D.BŞM.MHF. 21/39.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
189
Selim KARAHASANOĞLU
Müsadere sürecinin temel basamakları literatüre sır değil; bilinmezlik ayrıntılarda/istisnalarda: Malların emin ellere kaydırılması, yağmalar, yerinde
satışlar. Bir başka deyişle, literatürde standart prosedür bilinmiyor değil;
ancak prosedür, ne sürecin işleyişini sorunsuz bir şekilde izaha yetiyor ne
de şahsın mal varlığını bütün veçheleriyle tespit (muhallefat kaynaklarından birincil beklentimiz olan) imkanını veriyor. Bu makale, müsaderenin
salt mutat işleyişi/yönleri üzerine değil, mutat olmayan yönleri/ayrıntıları
üzerinedir de. Nihayet, müsadere sürecindeki görevliler de literatürde net
biçimde ortaya konmuş değildir; bu makale söz konusu işlem için kimlerin
vazifelendirildiğine de ışık tutmaya çalıştı.
Çalışmam, hem müsadere sürecinde ortaya çıkan evrakı anlamlandırmayı,
hem de bahse konu evrak üzerinden müsaderenin aşamalarının ortaya
konulması ve sürecin aktörlerinin belirlenmesini amaçladı. Bütün bunlarla
beraber hedefim, bir devrin zirve adamlarının inkırazının, müsaderenin
belki de toplumsal etkileri diyebileceğimiz biçimde, genişçe bir kitleyi nasıl etki sahası içerisine aldığını da göstermekti. Bu çalışma, hemen başta
ifade ettiğim üzere, Osmanlı’da müsadere gibi çok boyutlu bir konuda bir
boşluğu doldurmak üzere, on sekizinci yüzyıldan bir örnek vaka üzerinden katkı sağlamayı amaçlamıştır. Müsaderenin uygulanış sürecini ele alan
birkaç değerli çalışma, ancak İstanbul-dışı örnekler üzerinde durmuşlardı
ki, ben İstanbul’da gerçekleşen bir müsadere olayının aşamalarını tespite
çalıştım.
Müsadereye uğrama tehlikesi altında bulunan kişinin, mallarını güvenilir
ellere kaydırması ve müsadereye uğrayan zevatla yakınlığı bilinen kimselerin dahi aynı akıbeti tatmalarını göstermekle yapmaya çalıştığım, bir yönüyle, sadrazam gibi üst düzey bir yöneticinin malının müsaderesinin salt
bir kişiye has zapt süreci olmadığını izah etmekti. Bu türlü bir müsadere,
söz konusu kişinin ailesi ve dahi geniş çevresi/taallukatı ile beraber kalabalık bir zümreyi kapsamaktadır. Bir başka deyişle, sadrazamın düşüşü ferdin
düşüşü değil, yüzlerin düşüşüdür. Müsadere, tazir suçu mu, emniyet tedbiri mi, bir başka deyişle ceza mı, tedbir mi, gibi hukuk tarihi perspektifinden soruların sorulması mümkün. Bu makalenin, konunun toplumsal tarih
açısından da ilgi çekici olduğuna dikkat çekebildiğini umuyorum.
Müsadere uygulaması Osmanlı-dışı örnekleri ile mukayeseli anlaşılmaya
çalışılmalıdır. Şüphesiz, İbrahim Paşa’nın eşitlerinin örneklerinde, müsadere olaylarının incelenmesi de öğretici olacaktır: Kendisinden önceki bir
190
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
örnek olarak Şehid Ali Paşa (eceli ile ölüm/şehadeti sonrası müsadere örneği olarak), kendisinden sonra gerçekleşen bir müsadere örneği olarak
ise Hekimoğlu Ali Paşa (azil sonrası müsadere örnekleri olarak). Şüphesiz
üç örnek de, müsadere saikleri bakımından farklılık gösterir.
Osmanlı tarihyazımındaki en büyük açmazımızı klişelerle yaşadığımızı düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda müsadereye ilişkin yazılanlarda;
müsadere, başlarda usulsüz gelir elde edenler için uygulanırken sonraları
bir cezalandırma, standart uygulama halini aldı gibi bir klişe tekrarlanagelmiştir. Bu yargının da gerileme paradigması ile bağlantılı olabileceği,
akıldan ırak tutulmamalı, “bütün kurumları ile tefessüh geçiren bir imparatorluğun” bu uygulamasının da, bir suistimal boyutuna vardığı ön
kabulü ile ilgisi olmalıdır.41
Kaynaklar
Arşiv Belgeleri:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
Bâb-ı Defterî Başmuhâsebe Kalemi, Muhallefât Halifesi (D.BŞM.MHF.) Defter Tasnifi: 12423, 12424, 12425, 12428, 12430, 12645
Bâb-ı Defterî Başmuhâsebe Kalemi, Muhallefât Halifesi (D.BŞM.MHF.) Belge
Tasnifi: 20/9, 20/10, 20/11, 20/13, 20/14, 20/15, 20/16, 20/18, 20/21,
20/22, 20/25, 20/29, 20/31, 20/33, 20/35, 20/37, 20/46, 20/59, 20/60,
21/4, 21/6, 21/8, 21/9, 21/11, 21/14, 21/23, 21/25, 21/28, 21/35, 21/39,
21/40, 21/43, 21/49, 21/54, 21/62, 21/70, 22/75, 23/32, 23/117, 23/138,
24/143, 25/83
Kamil Kepeci (KK): 1742, 2070, 2072, 2140
Maliyeden Müdevver Defterler (MAD): MAD, 921, 10323
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA)
Defter [D.] 2210, 2211/1, 2211/2, 2212/1, 2212/2, 2333, 2822
Basılı Birincil Kaynaklar:
A Particular Account of the Two Rebellions which happen’d at Constantinople in
the Years MDCCXXX, and MDCCXXXI. At the Deposition of Achmet the
Third, and the Elevation of Mahomet the Fifth: Composed from the Original Memorials drawn up in Constantinople: With Remarks, Explaining the
41
Bu makale, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa muhallefatı üzerinde, ön tespitlerim olarak alınmalıdır.
Bu muazzam evrakın, tam metin transkripsiyonları ile beraber, ayrıntılı incelemesini yayına hazırlamaktayım.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
191
Selim KARAHASANOĞLU
Names, Offices, Dignities of the Port (London, 1737).
Çalışmalar:
Akyılmaz, Sevgi Gül, “Osmanlı Devleti’nde Yönetici Sınıf Açısından Müsadere
Uygulaması,” Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12: 1&2 (2008),
389-420.
Arık, Fedâ Şâmil, “Türkiye Selçuklu Devleti’nde Müsâdere,” V. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, cilt: 1 (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986), 47-64.
Barbir, Karl K., “One Marker of Ottomanism: Confiscation of Ottoman Officials’
Estates,” International Journal of Turkish Studies, 13: 1&2 (2007): 135145 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Identity and Identity Formation in the Ottoman World: A Volume of Essays Honor of Norman Itzkowitz,
ed. by Baki Tezcan and Karl K. Barbir (Madison: The University of Wisconsin Press&The Center for Turkish Studies, 2007), 135-145].
Baysun, M. Cavid, “Musâdere,” İslam Ansiklopedisi [İA], cilt: 8, 3. baskı (İstanbul:
MEB, 1979), 669-673.
Beyyumi Şirbini, İsmail, Müsaderetü’l-emlak fî’d-devleti’l-İslâmiyye: asru selatine’lmemalik, 2 cilt (Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-Amme li’l-Kitâb, 1997).
Bostan, İdris, “Kuyud-ı Mühimmat Defterleri ve Osmanlı Teşkilat Tarihi” Osmanlı-Türk
Diplomatiği Semineri (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1995), 143-163.
Clunas, Craig, Superfluous Things: Material Culture and Social Status in Early
Modern China (Hawaii: University of Hawaii Press, 2004).
Esen, Hüseyin, “İslam Hukuku Açısından Müsâdere,” Dokuz Eylül Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15 (2002): 191-225.
Göçek, F. Müge, “Mukhallefat,” Encyclopedia of Islam, New Edition [EI2], cilt: 7
(Leiden: Brill, 1993), 517.
_____, “Musadara: In the Ottoman Empire,” EI2, cilt: 7 (Leiden: Brill, 1993), 653.
Maxim, Mihai, “The Institution of Müsâdere (Confiscation) in the Ottoman-Romanian Relations: An Inventory of Constantin Brâncoveanu’s (1688-1714)
Property Seized to the Ottoman Public Treasury,” Romano-Ottomanica:
Essays&Documents from the Turkish Archives (Istanbul: The Isis Press,
2001), 173-197.
Neumann, Christoph K., “Birey olmanın alameti olarak tüketim kalıpları: 18. yüzyıl Osmanlı meta evreninden örnek vakalar,” Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, 8 (2009), 7-47.
Öğün, Tuncay, “Müsadere: Osmanlılar’da,” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi [DİA], cilt: 32, (İstanbul: TDV, 2006), 67-68.
_____, “Osmanlı Devleti’nde Müsâdere Uygulamaları,” Osmanlı, cilt: 6, ed. Kemal Çiçek, Cem Oğuz (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999), 371-383.
Özcan, Tahsin, “Muhallefat,” DİA, cilt: 30 (İstanbul: TDV, 2005), 406-407.
192
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Röhrborn, Klaus, “Konfiskation und intermediäre Gewalten im Osmanischen Reich,” Der Islam, 55 (1978), 345-351.
_____, “Osmanlı İmparatorluğunda Müsadere ve Mutavassıt Güçler,” I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (İstanbul: Tercüman Gazetesi ve Türkiyat Enstitüsü, 1979), 254-260.
Telci, Cahit, “Osmanlı Devletinde 18. Yüzyılda Muhallefat ve Müsâdere Süreci,”
Tarih İncelemeleri Dergisi, 22: 2 (2007), 145-166.
Ünal, Mehmet Ali, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müsadere,” Türk Dünyası Araştırmaları, 49 (1987): 95-112 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Osmanlı
Devri Üzerine Makaleler-Araştırmalar (Isparta: Kardelen Kitabevi, 1999), 1-16].
Yerdelen, Erdal, Müsadere ve Mülkiyetin Kamuya Geçirilmesi: Konuların Anayasa
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açısından Değerlendirmesi (Ankara:
Adalet Yayınevi, 2010).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
193
Selim KARAHASANOĞLU
Ek 1: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (BOA, D.BŞM.MHF., 12423)
194
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Ek 2: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile Damatlarının Nakdinin Hazineye Aktarımını Gösterir Defterden Örnek Sayfalar, (BOA, KK, 1742)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
195
Selim KARAHASANOĞLU
Ek 3: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (BOA, D.BŞM.MHF., 12425)
196
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Ek 4: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Evrakından Parça, (BOA,
D.BŞM.MHF., 20/9)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
197
Selim KARAHASANOĞLU
Ek 5: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2333)
198
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Ek 6: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (BOA, MAD 921)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
199
Selim KARAHASANOĞLU
Ek 7: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2210)
200
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Ek 8: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2211/1)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
201
Selim KARAHASANOĞLU
Ek 9: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2211/2)
202
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Ek 10: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu hazineye
aktarılan parayı gösterir ruznamçe-i hümayun sureti, (BOA, D.BŞM.MHF.,
20/91)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
203
Selim KARAHASANOĞLU
Ek 11: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu hazineye aktarılan parayı gösterir ruznamçe defteri kayıtlarından örnek sayfalar,
(BOA, KK 2072)
204
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği
Ek 12: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu hazineye aktarılan parayı gösterir ruznamçe defteri kayıtlarından örnek sayfalar,
(BOA, KK 2140)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
205
AKSARAY GÜZELYURT MANASTIR VE KİLİSE BİNALARI
HAKKINDA BİR MİMARİ DEĞERLENDİRME
MONASTERY AND CHURCH BUILDINGS
IN GÜZELYURT-AKSARAY
Serkan SUNAY*
ÖZET
Çalışmamız Aksaray’ın Güzelyurt ilçesindeki manastır ve kilise binalarını kapsamaktadır. Güzelyurt tarihi bir yerleşim merkezi olup,
Kapadokya bölgesinin güneybatısı, Hasan Dağı’nın kuzeydoğusunda kalmaktadır. İlkçağ’da Karbala, Ortaçağ’da Gelveri adıyla anılan
kent, Ortodoks inancının temellerini atmış ve azizlik mertebesine
erişmiş Hagios Gregorios Thelogos’u yetiştirmiştir.
Araştırmamızın amacı, Güzelyurt’taki manastır ve kilise binalarının
tarih içindeki ve günümüzdeki konumunu, mimari ve süsleme özelliklerini araştırıp detaylarıyla tanıtmak, bu sayede başlıca özelliklerini
ortaya koyarak Bizans sanatı ve mimarlık tarihi bakımından değerlendirmektir.
Çalışma kapsamındaki eserler, kronolojik açıdan IV. yüzyılın son çeyreğinden XIX. yüzyılın sonlarına dek uzanan geniş bir zaman diliminde
inşa edilmiştir. Hagios Gregorios Theologos Kilisesi IV. yüzyılda muhtemelen bir basilikayken Orta Bizans Dönemi’nde quincunx şemasında yeniden yapılmıştır. Hagios Anargyros Kilisesi XI. yüzyıl, Analipheos Manastırı ile Ev Şapeli XIX. yüzyıl sonuna aittir. Tanzimat’ın ilânı,
İslahat Fermanı ve Arazi Kanunu ile gayrimüslimler için dinî inşâat
kısıtlamalarının yok olması sonucu, Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerinde de dikkat çektiği üzere Güzelyurt’taki Hıristiyan binalarında da birtakım imâr, inşa ve onarım faaliyetlerinin gerçekleşmiştir. Bu
dönemde Hagios Gregorios Theologos Kilisesi’nin aslî karakterinden
uzaklaştığı, Analipheos Manastırı Kilisesi’nin yenilendiği ve Hagios
Anargyros Kilisesi’ne freskolar yapıldığı tespit edilmektedir.
* Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
207
Serkan SUNAY
Manastırların yerleşim düzenine bakıldığında birbirinden farklı özelliklerle karşılaşılmakta ve gözden uzak vadi yamaçlarına veya sarp
tepelere inşâ edildikleri görülmektedir.
Kiliseler, tipolojik açıdan tek nefli veya kapalı haç şemasındakiler
şeklinde sınıflandırılabilir. Bunların plan, dış kütle, iç görünüş ve
malzeme bakımından, dönemlerinin karakteristiklerini yansıttığı,
aynı zamanda bazı yerel özellikler de ihtiva ettikleri görülmektedir.
Özellikle, apsis ve kemer formlarındaki ortak özellikler ve malzemede bütünüyle taş kullanımı yanında kayalıklardan faydalanılması
yöreye has vasıflardır.
Örtü sistemi bakımından binaların hemen hepsinde müşterek hususiyetler mevcuttur. Kubbeye geçişler pandantiflerle sağlanmış;
ayrıca çapraz tonoz ve mahalli özellik taşıyan takviye kemerli beşik
tonozlu örtüler yapılmıştır.
Malzeme, az miktarda moloz, çoğunlukla düzgün kesme taşlardır.
Taş malzemeden plakalarla veya kiremitlerle örtü sisteminin kaplanması da Orta Anadolu’daki kiliselerde görülen geleneklerden biridir.
Tuğla kullanımına yer verilmemiştir. Bazen taş yüzeyler boyanarak,
dekoratif amaçla bu etkinin yaratılmak istendiği anlaşılmaktadır.
Süslemeler, taş, ahşap, metal malzemelerde ve duvar veya kubbe
freskoları halindedir. Taş malzemedeki süslemeler, geometrik, figürlü ve bitkiseldir. Figürlü kompozisyonların geometrik ve bitkisel motiflere göre daha fazla tercih edildiği görülmektedir. Bazı geometrik
kompozisyonlarda Türk motiflerini çağrıştıran zikzak ve prizmatik
üçgenlere yer verilmiştir. Freskoların büyük bir kısmı günümüze
gelememekle birlikte, mevcutların da XIX. yüzyıldan kaldığı anlaşılmaktadır. Ahşap süslemeler ise ambon, ikonostasis, vaaz kürsüsü gibi genellikle kilise eşyalarında kullanılmış barok tarzda bitkisel
ağırlıklıdır. Metal işçiliği ise Hagios Gregorios Theologos Kilisesi kapı
kanatlarının büyük çoğunluğunda tespit edilen halka ve madeni süs
ögeleri ile lama veya çubuk demirlerin meydana getirdiği geometrik kompozisyonlara sahip dekoratif görünüşteki pencere şebekeleri
halindedir.
Güzelyurt’ta her birinin mimari özelliklerini inceleyerek tanıtmaya
yöneldiğimiz kilise, keşiş binası, misafirhane, ayazma, parekklesion,
domus ecclesiae, sarnıç, depo, üzümlük, fırın işlevlerine göre çeşitli
yapı türlerinin zengin bir doku meydana getirdiği tespit edilmektedir. Fakat bu dokuya ait bazı binaların bilinçsiz onarımlar veya tahribatla harap vaziyette kaderine terk edildiği görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bizans, Mimari, Kilise, Manastır.
208
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
ABSTRACT
The subject of this study is monastery and church buildings in the
Güzelyurt borough of Aksaray. Güzelyurt is located as a historical
settlement which located in southwestern Cappadocia and northeast of Mount Hasan. The city which was knew as the name Karballa in Ancient times and also called Gelveri in Medieval Age and
brought up Hagios Gregorios Theologos who reached to sainthood
degree and he also set up Ortodox belief in Byzantine Empire.
The aim of this study is examining circumstances of monasteries
and the church buildings of Güzelyurt from historical periods to
present day also make them known with their details by searching
architectural and ornamental characteristics on account of Byzantine art and architectural history.
The searched buildings in our scope of thesis were builded within a
long time period which had began from last quarter of IVth century
to the end of XIXth century. Hagios Gregorios Theologos Church
probably was a basilica in the end of the IVth century and it was
rebuilded in Middle Byzantine Period with quincunx scheme. Hagios Anargyros Church from XIth and Analipheos Monastery and Ev
Chapel (domus ecclesiae) belongs to last quarter of XIXth century.
During XIXth century a series of reforms undertaken in the Ottoman Empire to modernize society along secular and bureaucratic
lines like “Tanzimat”, “İslahat”, brougt abolition for all restrictions
of religional construction and also reparing existing churches for
non-Muslims. It’s noticable that after this reforms there were some
constructional and repairing movements in Güzelyurt which was
the same in different geography of Ottoman Empire. In this period Analipheos Monastery Church partially rebuilded; made frescos
for Anargyros Monastery Church and Hagios Gregorios Theologos
Church was lost her actual plan characteristics.
When we look at the layout of the monasteries it’s seen that they
builded in valley hillside or step hills.
Church buildings can be classified simple aisless and quinqunx type.
Its seen that these churches not only exhibit their own building
period characteristics with their plan, facades and material but also
have some local features.
Particularly, common apsis forms, arches and using completely stone
in material also taking advantages of rocks are features of the region.
There are also common features like using pendentives for domes
and making barrel-vaults which have close strengthening arches.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
209
Serkan SUNAY
Material is a little rubble and mostly faceted stone. Buildings roofs
usually covered with stone-plates or stone-tiles and this is a common feature of Middle-Anatolian Byzantine churches. There is not
use any brick but sometimes front face of a stone can be painted
like effect of using brick for decorative appearances.
Ornaments are made on stone, wooden, metal materials and also
there are frescos on the naos walls, surface of domes. Compositions with fıgures have geometrical, herbal and figurative. Figurative compositions are used more than geometrical and herbal ornaments. Some geometrical compositions evocative of Turkish zig
zag and prismatic triangels. Most of the frescos can not remain
to present day and existings are belogs to XIXth century. Wooden
ornaments on ambon and ikonostasis are generally have baroque
characteristics. Metal ornaments are seen the doors and grates of
Hagios Gregorios Theologos Church.
We try to examine each one’s architectural and ornamental characteristics of various building types which function is church, parekklesion, monk building, domus ecclesiae, hagiasmata, cistern,
storage and bakehouse constitues a rich historical and architectural
tissue in Güzelyurt. However some buildings belongs to this tissue
were forsaken by reason of devastations or unconscious repaires.
Key Words: Byzantine, Architecture, Church, Monastery.
Giriş
Günümüzde Aksaray’a bağlı bir ilçe konumundaki Güzelyurt (Gelveri), tarihi belgelerden ve mimari eserlerinden anlaşıldığı üzere, eski çağlardan
beri önemini koruyan bir yerleşim merkezidir. Ortodoks Hıristiyanlığı gelişmesine katkı sağlamış Kapadokya’lı kilise babalarından Nazianzos’lu Hagios Gregorios Theologos’un yaşadığı kabul edilen bu yörede, Hıristiyanlığın
erken dönemlerinden itibaren din bilginleri yetişmiş ve dinî ehemmiyetinden dolayı Güzelyurt’ta, çok sayıda kilise ve manastır inşâ edilmiştir.
Sanat tarihi açısından Güzelyurt manastır ve kilise binaları, gerektiği gibi
incelenerek değerlendirilmemiştir. Sınırlı miktardaki mevcut çalışmalarda,
Güzelyurt’a yönelik bilgiler edinebileceğimiz detaylı bir yayın bulunmamakta, şimdiye kadar yapılmış mimarlık ve sanat tarihi araştırmalarında1
1
H. Rott, Kleinasiatische Denkmäler aus Pisidien, Pamphylien, Kappadokien und Lykien, Leipzig
1908; W. M. Ramsay-G. L. Bell., The Tousand and One Churches, London 1909; N. M. Thierry, Nouvelles Eglises Rupestres de Cappadoce Region du Hasan Dağı, Paris 1963; J. Lafontaine-Dosogne,
210
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
ise kısmen fikir verici kısa bilgiler bulunabilmektedir. Güzelyurt’un geçmiş
dönemleri hakkında bilhassa önemli seyahatnameler2 kentin coğrafî konumu, genel yapısı ve nüfusla ilgili kısa bilgiler vermekte; buranın eski
sakinlerinden bir kısmı tarafından kaleme alınmış birkaç yayın3 ve mahalli tarih yazarları ile arşiv belgeleri4 yörenin tarihçesini öğrenmemize yardımcı olmaktadır. Mimariye yönelik bazı lisansüstü tezleri5 ise aydınlatı-
2
3
4
5
“Nouvelles Notes Cappadociennes”, Byzantion, Tome XXXIII (1963) Hommage A Bruno Lavagnini, Bruxelles 1963, s. 121-185; G. F. Baggley–J. J. Moseley– H. C. Miller, vd., Göreme Milli Parkı
Uzun Devreli İnkişaf Plânı, Ankara 1968; P. Cuneo, (Ed: L. Giovannini), “C:The Architecture”, Arts
of Cappadocia, Geneva 1971, s. 85-120 ; S. Kostof, Caves of God, The Monastic Environment
of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1972; F. Hild–M. Restle, Tabula Imperii Byzantini Band 2
Kappadokien (Kappadokia, Charsianon, Sebasteia und Lykandos), Wien 1981; L. Rodley, Cave
Monasteries of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1985; E. Akyürek, (Ed: M. Sözen), “M.S. IV.XI.Yüzyıllar: Kapadokya’daki Bizans”, Kapadokya, İstanbul 2000, s. 229-395.
P. Lucas, Voyage du Sieur Paul Lucas Fait en MDCCXIV,& c. par ordre de Louis XIV dans la Turquie,
L’Asie, Sourié, Palestine, Haute et Basse Egypte, & c., Tome I, Amsterdam 1720; W. F. Ainsworth,
Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea, and Armenia, Vol. I, London 1842;
W. J. Hamilton, Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia; with Some Account of Their Antiquities and Geology, Vol. 2, London 1842.
I. A. Ακακιαδου, Καρβαλη Ναζιανζου Και Ό Bıoσ Γρηγοριου Τοy Θεολ0γου Γεωγρaφικη Και Ιστορικη
Περιγραφη Μετ’ Αρχαιοτητων Και Των Περιξ Χωριων, Αθηναις 1928. D. Pétropoulos- H. Andréadis, La
Vie Religieuse Dans La Région D’Akséray-Ghelvéri, Athenés 1970; H. Caratzas, The Last Hellenism
of the Region of Gregory of Nazianzus Akseray-Ghelveri (Carbala), Athens 1982.
İ. H. Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarih, C.1, 2., İstanbul 1974; C.3, İstanbul 1975.
S. Er, Güzelyurt (Gelveri) de Yapı Cephelerindeki Mimari Ögelerin Araştırılması (Yıldız Teknik Üniv.
Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; C. Can, Güzelyurt (Gelveri) de Tarihsel Dokunun İncelenmesi ve Turizm Amaçlı Kullanım Üzerine Bir Araştırma (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim
Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1985; Y. Ustaoğlu, Güzelyurt (Gelveri) de Hagios
Anargyros (Sivişli) Kilisesi’nin ve Çevre Dokusunun İncelenmesi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri
Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985;
R. Yüksek, Güzelyurt’un (Gelveri) Sosyal Yapıları (Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; D. Ulusoy,
Güzelyurt (Gelveri) de Geleneksel Yapım Sistemleri (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; U. Çetin, Güzelyurt (Gelveri) de Dini Yapıların İncelenmesi, (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve
Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; D. Küney, Güzelyurt
(Gelveri) de Manastır Vadisi Tarihsel Gelişimi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve
Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1985; H. Çubukçuoğlu,
Güzelyurt (Gelveri) de Yöresel Sivil Mimarlık Örnekleri (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü
Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1985; A. E. Binoğlu, Güzelyurt (Gelveri) nin Fiziksel Oluşumu ve Tarihsel Gelişimi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri
Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985;
M. Z. Akdemir, Güzelyurt (Gelveri) Yukarı Mahalle Yerleşmesi ve Gelişme Alanlarında Yeni Konut
Tiplerinin Belirlenmesi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1989; D.Ulusoy Binan, Güzelyurt Örneğinde Kapadokya Bölgesi Yığma Taş Konut Mimarisinin Korunması İçin Bir Yöntem Araştırması (Yıldız Teknik
Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1994; B. Çelebioğlu, Aksaray Güzelyurt’ta Büyük Kilise Camii (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri
Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2001.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
211
Serkan SUNAY
cı bilgiler verse de sanat tarihi bakımından doyurucu olmaktan uzaktır.
Güzelyurt’taki kiliselerin tümüne yönelik yayınlanmış birbirlerinin devamı
niteliğindeki birkaç makalede6 ise yapılardan bazıları hakkında kısmen tanıtıcı bilgiler mevcuttur.
Bu nedenle Güzelyurt manastır ve kilise binalarını konu edinerek bir doktora tezi hazırladık7. Tezimizde eserlerin her biri için ayrıntılı mimari tanıtım
ve süsleme detaylarını açıklayıcı ifadeler, çizim ve fotoğraflarla desteklenerek sunulmuş, eserler ile ortak özellikler taşıyan binalar ortak ve farklı yanlarıyla ele alınarak kapsamlı bir karşılaştırma yapılmış ve böylece mimari ve
sanat tarihi bakımından önemli sonuçlara ulaşılmıştır. Bu bildiride eserlerin
mimari özellikleriyle tekrar tanıtılması yerine genel bir değerlendirme sunarak tespit ettiğimiz sonuçları sunmayı konunun sınırlandırılması bakımından daha uygun bulmaktayız.
Anadolu’nun Bizans dönemi dinî merkezlerinden Kapadokya’daki Güzelyurt (Gelveri), bu özelliği paralelinde mimari bakımdan da zenginliğe
sahne olmuş bir yerleşim alanıdır. Burada dört adet kilise binası ile bir
tane şapelin bulunduğu, bunlardan Hagios Gregorios Theologos, Hagios
Anargyros8 ve Analipsis Kilisesi’nin birer manastır bünyesinde yer aldığı,
ayrıca müstakil bir Anonim Kilise ile bir evdeki mekânlardan birisinin şapel
olarak düzenlendiği görülmektedir (Çizim 1, Fotoğraf 1).
Güzelyurt’taki ilk yapılaşma, kayaya oyma konut grupları halinde muhtemelen Manastır Vadisi veya Hagios Gregorios Theologos Kilisesi çevresinde ortaya çıkmıştır. Mekânlara bazen yığma bir duvar ilave edilmekte ve
bunun ikinci aşamayı gösterdiği anlaşılmaktadır. Son aşamada ise bütünü
yığma duvarlar ve örtü sistemiyle inşâ edilmiş binalar ortaya çıkmıştır.
Kiliselerden bazılarında Hagios Gregorios’un hatırası yaşatılarak Ortodoks
inancının muhafazasına devam sağlanmış manastır yapıları ise dinî fonksiyonları yanında, yöre halkına sağlık ve eğitim hizmetleri vererek adetâ
6
S. Pekak, “Güzelyurt’ta (Gelveri) Bulunan Bizans/Post-Bizans Dönemi Kiliseleri 1”, Hacettepe Üniv.
Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.10, S.2, Ankara 1993, s. 123-160; aynı müel., “Güzelyurt’ta (Gelveri)
Bulunan Bizans/Post-Bizans Dönemi Kiliseleri 2”, Hacettepe Üniv. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.11,
S. 1-2, Ankara 1994, s. 177-216; “Güzelyurt (Gelveri) Kiliseleri”, V. Ortaçağ Türk Dönemi Kazıları
ve Araştırmaları Sempozyumu, (Hacettepe Üniversitesi 19-20 Nisan 2001-Ankara), Ankara 2001,
s. 463-484.
7 S.Sunay, Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sanat Tarihi Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2008.
8 Bkz., S.Sunay, “Aksaray Güzelyurt Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi”, EKEV Akademi Dergisi,
Yıl:13, Sayı:40, Ankara 2009, s. 317-336.
212
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
birer sosyal tesis hüviyetini kazanmıştır. Böylece dini merkez olması ötesinde Güzelyurt, sosyal ve kültürel bakımdan öncü bir yerleşme alanı halinde
varlığını sürdürmüştür.
Güzelyurt’taki manastır ve kilise binalarından şimdiye kadar az veya çok
varlığını sürdürerek günümüze ulaşabilen eserler araştırmamız kapsamında ayrıntılarıyla incelenmiş; rölöve çizimleri ve fotoğraflarla belgelenmiştir.
Çalışmamızla kilise, keşiş binası, misafirhane, ayazma, parekklesion, domus ecclesiae, sarnıç, depo, üzümlük, fırın işlevlerine göre farklı yapı türlerinin Güzelyurt’ta zengin bir doku meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır.
Ancak bu dokuya ait bazı eserlerin bilinçsiz onarımlar veya bilinçli tahribatla harap ve perişan vaziyette başıboş bırakıldığı da belirlenmektedir.
Güzelyurt’taki binalar, kronolojik bakımdan IV. yüzyılın son çeyreğinden
XIX. yüzyılın sonlarına kadar uzanan geniş bir zaman diliminde yapılmıştır.
Hagios Gregorios Kilisesi ilk inşasında erken dönemde muhtemelen bir
basilikayken orta Bizans döneminde kapalı haç şemasında yeniden inşa
edilmiş olmalıdır. Hagios Anargyros Kilisesi XI. yüzyıl, Analipsis Manastırı
ile Ev Şapeli ise XIX. yüzyıl sonuna aittir ve eserlerden bir kısmının da XIX.
yüzyılda inşâ edildiği, diğerlerinin ise aynı dönemde onarıldığı görülmektedir. Tanzimat’ın ilânı (1839), İslahat Fermanı (1856) ve Arazi Kanunu
(1858) ile gayrimüslimler için kilise inşâ sınırlamalarının ortadan kalkması
sonucu, Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinde de dikkat çektiği üzere Güzelyurt’taki Hıristiyan binalarında da birtakım imâr, inşa ve onarım
faaliyetlerinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu dönemdeki onarımlarla Hagios Gregorios Kilisesi’nin aslî karakterinden uzaklaştığı, Analipsis Manastırı Kilisesi’nin yenilendiği, Hagios Anargyros Kilisesi’ne freskolar yapıldığı tespit edilmektedir.
Manastırların arazideki yerleşimi dikkate alındığında birbirinden farklı
özelliklerle karşılaşılmakta ve gözden uzak vadi yamaçlarına veya sarp tepelere inşâ edildikleri görülmektedir; fakat binaların konumu itibariyle,
herhangi bir geometrik şema gözetilmediği anlaşılmaktadır.
Güzelyurt kilise binaları, tipolojik açıdan mevcut durumları itibariyle sınıflandırılabilmektedir. Tek nefli veya kapalı haç şeması ile yapılmış bu eserlerin plan, dış kütle, iç görünüş ve malzeme bakımından, dönemlerine ait
karakteristikler taşıdığı ve aynı zamanda bazı yerel özellikler ihtiva ettikleri
görülmektedir. Bu tarz binaların Bizans coğrafyasına yayılarak inşa edildiği
ve ortak özellikleri yansıtan benzerlikler yanı sıra, değişik bölgelerde bazı
farklılıkların da bulunduğu bilinmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
213
Serkan SUNAY
Hagios Gregorios Theologos Kilisesi muhtemelen ilk inşasında bir basilika9 iken, IX. yüzyıl sonunda quincunx10 şeması kullanılarak yeniden inşâ
edilmiştir (Çizim 2, Fotoğraf 2-5). Yüksek bir kasnak üzerine oturtulmuş
kubbesi ve cephe düzenlemesindeki sathî nişleriyle başkent eserlerini hatırlatmakla -birlikte, haç kolları kubbeli orta hacim ve köşe mekânlarındaki
oranlar değerlendirildiğinde, başkentte görülen muntazam geometrik
dengeden yoksun, daha taşralı ve Orta Anadolu bölgesine ait yerel özellikler taşıdığı görülmektedir. Hagios Gregorios Theologos Kilisesi’nin XIX.
yüzyıldaki onarımlarında, kapalı haç şemasındaki planı değişikliğe uğrayarak üç nefli basilika benzeri bir şekle dönüşmüştür. Bu tarz karma binaların Güzelyurt civarında Helvadere Yeni Camii (XIX. yy.), Derinkuyu Aziz
Theodoros Trion Kilisesi (1858)11, Derinkuyu Başmelekler Kilisesi12 (1859–
1860)13, Gülşehir Martir Dimitrius Kilisesi (1889)14, Güzelyurt-Akyamaç
Yeni Camii / Hagios Georgios Kilisesi’nde (1894)15 karşımıza çıkmasından
dolayı bilhassa XIX. yüzyılda yaygınlaştığı anlaşılmaktadır.
Hagios Anargyros Kilisesi ise büyük bir kısmı kayalıklara oyulmakla birlikte, narteks ve güney duvarının bir bölümü kesme taşlarla örülerek inşâ
edilmiştir (Çizim 3, 4; Fotoğraf 6, 7). Anlaşıldığına göre, kısmen duvar
inşasıyla yapılmış bu tarz kiliseler kayalıklar yetersiz kaldığında veya ilave
mekânlar elde edilmek istenildiğinde karşımıza çıkmaktadır. Benzer uygulamalar Güzelyurt Sivrihisar Köyü Kilise Camii’nde (XIX. yy.)16 ve Develi
Surp Toros Kilisesi17 (XIX. yy.), Derevenk Surp Haç18 Kilisesi’nde (1842)19
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
Kapadokya’da günümüze ulaşabilmiş üç nefli kilise binaları az sayıdadır. Niğde, Eski Andaval’daki
Konstantin-Helena Kilisesi (Rott, a.g.e., s. 104) ilk akla gelen eserdir. Karaman-Karadağ’da 1(Eyice,
a.g.e., s. 20-23, Res. 9-23), 4 (Eyice, a.e., s. 24, Res. 27), 5 (Eyice, a.e., s. 36, Res. 87), 6/9 (Eyice,
a.e., s. 32, Res. 72), 7 (Eyice, a.e., Res. 55-57), 21(Eyice, a.e., s. 28, Res. 40), 34 No.’lu (Eyice,
a.e., Res. 212) basilikalar ve Kayasarnıç Kilisesi (Eyice, a.e., s. 79, Res. 210) ise Orta Anadolu’daki
başlıca yapılar arasında sayılabilir.
Quincunx dokuz bölümlü şema anlamında olup, Kapalı Yunan Haçı Plan şeması için kullanılan bir
terimdir.
S. Pekak, “Kapadokya’da Post-Bizans Dönemi Dini Mimarisi 1: Nevşehir ve Çevresi”, XV. Araştırma
Sonuçları Toplantısı, (26-30 Mayıs 1997 Ankara), Ankara 1998, s. 7-10.
Cumhuriyet Camii
Pekak, a.g.m., s.11-12.
Pekak, a.g.m., s.19.
Pekak, a.g.m., s. 20.
S. Pekak, “Aksaray Çevresi Osmanlı Dönemi Hıristiyan Kiliseleri”, 18. Araştırma Sonuçları Toplantısı (İzmir 22–26 Mayıs 2000), C. 1, Ankara 2001, s. 65, 66.
Sağır, a.g.m., s. 35-36.
Balagasi Kilisesi adıyla da anılmaktadır
Sağır, a.m., s. 33.
214
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
de vardır. Hagios Anargyros20 Kilisesi ile plan bakımından Kapadokya’da
Göreme’deki Kılıçlar (IX. yy. sonu-X. yy. başı)21, Belisırma'daki Ala ve Direkli (XI-XII. yy.), Niğde’deki Eski Gümüş Manastırı (XI. yy.)22 Kilisesi, kayalıklara oyulmuş23 kiliselerin24 başlıcalarıdır25.
Güzelyurt’taki tek nefli kiliselerin planı, doğu-batı doğrultusunda ve enboy ölçüleri yaklaşık ½ oranına sahip dikdörtgen biçimindedir. Anonim Kilise ile Analipsis Kilisesi birbirine yakın boyutlarda, Ev Şapeli ise daha küçük
birer binadır (Çizim 9; Fotoğraf 13,14). Kütle itibariyle, Anonim Kilise ve Ev
Şapeli tek katlı olarak algılanmaktadır. Analipsis Kilisesi ise, doğu taraftaki
daha yüksek ve tek kubbeli kübik, diğeri batı tarafına bitiştik dikdörtgen
prizmâl ve beşik çatıyla örtülmüş kütlesinden dolayı iki bölüme ayrılmış
gibidir ve bu bakımdan farklılaşmaktadır (Çizim 5-7; Fotoğraf 9-10-11).
Anonim Kilise’ye benzer (Çizim 8; Fotoğraf 12) Kapadokya’daki, tek nefli
kiliselerin inşa yılı henüz kesinleşmemekle birlikte, V.-VII. yüzyıllara ait olduğu kabul edilen26 Soğanlı Vadisi’ndeki Ak Kilise, Anatepe (Hasandağı),
20
21
22
23
24
25
26
Manastırın hekim azize atfen inşâ edilmesinden ve şifalı otlar yetiştirilen bahçelerinden bir nevi
hastane fonksiyonuna sahip bulunduğu anlaşılmaktadır Aynı azize atfedilmiş başka manastırların
çeşitli bölgelerde yapıldığı tespit edilebilmektedir. Bunlardan Yunanistan’daki Kastoria (1000) (ZiasChrysochoidis, a.g.e., C.1, s. 96) ve Melissopoto’daki Hagios Anargyros (1857) (Zias-Chrysochoidis,
a.e., C.1, s. 112) manastırları farklı dönemlere ait yapı grupları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ötüken, a.g.e., s. 56, 58.
A. J. Wharton, “Eski Gümüş”, The Oxford Dictionary of Byzantium, Vol. 1, Oxford 1991, s. 728.
Bununla birlikte, kayalıklara oyularak inşa edilen Konya Sille Khariton Manastırı Kilisesi ve Afyonkarahisar kuzeyindeki Ayazin Kilisesi bu tarz yapıların Kapadokya bölgesine özgü olmadığını
göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bkz. S. Eyice, “Türkiye’de Bizans Sanatı”, Anadolu
Uygarlıkları Ansiklopedisi, C.3, İstanbul 1982, s. 514–564.
Kapadokya bölgesinde quincunx şemasının IX. yüzyıl ikinci yarısından itibaren uygulanmaya başlandığı ve Kapadokya bölgesindeki bazı eserlerin İstanbul’daki Nea Ekklesia Kilisesi ile çağdaş olabileceği Krautheimer’ın (a.g.e., s. 398) aktardığı bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu şemanın esâsen X.
yüzyılda yaygınlaştığı anlaşılmakla birlikte (Akyürek, “…Kapadokya’daki Bizans...”, s. 277), yapılar
plan bakımından sergiledikleri oran çeşitlemeleri ve yerel özellikleriyle başkent yapılarından farklılaşmaktadır (Krautheimer, a.g.e., s. 398). Bölgenin kendine has coğrafi yapısından inşâ edilen
kiliselerin büyük bir çoğunluğu kayaya oyularak meydana getirilmiştir. Kapadokya bölgesinde kapalı haç şemasına sahip toplam kırk civarında kilise tespit edilmiştir (Akyürek, “…Kapadokya’daki
Bizans...”, s. 278). Bunlardan on dokuz tanesi Ürgüp, on biri Hasan Dağı, üçü Soğanlı, birer tanesi
de Niğde ve Güzelyurt’ta olmak üzere toplam otuz beş tanesi kaya kilisesidir. Diğer eserler daha az
sayıdadır. Bu eserlerde plan bakımından haç kolundaki oranlar daha değişiktir. Başkent yapılarının
aksine kubbeler daha küçük ve bodur yapılmıştır. Taş veya tuğla ile inşâ edilen bir yapıda yapılması
imkânsız oranlar mevcuttur. Binanın statiği açısından mutlak gerekli dengeler kaya mimarisinin
getirdiği avantajlarla bazen göz ardı edilmiştir.
Göreme’de 11a (Ötüken, a.e., s. 42; XI. yy.), Kızlar (1055; Ötüken, a.e., s. 46), 25 No.’lu (XI. yy. ;
Ötüken, a.e., s. 55), Elmalı (XI. yy. ortası-XII. yy. başı veya XII. yy. sonu XIII. yy. başı; Ötüken, a.e.,
s. 47), Karanlık Kilise (XI. yy. ortası veya XII. yy. sonu, XIII. yy. başı) (Ötüken, a.e., s. 55), 32 No.’lu
(Ötüken, a.e., s. 59; XI.yy.) Kiliseler plan bakımından benzer diğer yapılardır.
Ötüken, a.e., s.26.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
215
Serkan SUNAY
Sarıgöl, Yedikapılı ve Viranşehir’deki üç adet anonim kilise bunlardan bazılarıdır. Aynı yüzyıllara tarihlendirildiği görülen, Binbirkilise’deki tek nefli
mezar şapelleri ile Asamadi’deki manastır kalıntısı batısındaki kilise27 ve
46 No.’lu Şapel28 de bu grupta sayılabilir29. Çeltik’deki Çanlı Kilise’nin kuzey duvarına bitiştirilen şapel (XI. yy. sonrası)30 bu yapılardan ait olduğu
dönem kadar diğerlerine göre büyük boyutu ile farklıdır. Kilise planlarının
boyut orantıları, yakın bölgedeki Ak Kilise, Anatepe (Hasandağı), Sarıgöl,
Yedikapılı, Viranşehir’deki31 Anonim kiliseler ile Karaman-Karadağ’daki,
33/36 No.’lu’nun Doğusundaki Kilise32 ve 46 No.’lu33 Şapel; ayrıca Doğu
Anadolu’da Bayburt Kilisesi34, Gürcistan’da Akaurta35, Batıkyan36 ve Loussakert37 gibi farklı coğrafyalardaki kiliseler dahi, Güzelyurt’taki Anonim
Kilise ile ortak plan özellikleri taşımaktadır.
Analipsis Kilisesi’yle benzer planlı Kayseri Gesi’deki Efkere (Surp İstapanoz) Kilisesi (1871)38 ve Surp Toros Kilisesi (XIX. yy.)39, coğrafi yakınlığa
sahip eserlerdendir.
Güzelyurt Ev Şapeli gibi bir konuta ait mekân halindeki düzenlemelerin Hıristiyanlığın yasak olduğu ilk dönemlerden beri inşâ edildiği bilinmektedir.
Şimdiye kadar Filistin’de Tell-Hum40 civarındaki Capernaum41 kazılarında42
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
Plan için bkz., S. Eyice, Karadağ (Binbirkilise) ve Karaman Çevresinde Arkeolojik İncelemeler, İstanbul 1971, Res. 209.
Plan için bkz., Eyice, a.e., s. Res. 162.
Eyice, a.e., s. 131-144.
Krautheimer, a.g.e., s. 423.
Ötüken, a.g.e., s. 26.
Eyice, a.g.e., s. Res. 160.
Eyice, a.e., s. Res. 162.
Bayram, a.g.e., s. 98, Çizim 41.
Bayram, a.e., s. 96, Çizim 22.
Bayram, a.e., s. 98, Çizim 40.
Bayram, a.e., s. 98, Çizim 45.
F. İlter, “Kayseri’de XIX. Yüzyıldan İki Kilise”, Anadolu (Anatolia) Akurgal’a Armağan, Festschrift
Akurgal, XXII, 1981/1983, Ankara 1989, s. 363; G. Sağır, “Kayseri’de Osmanlı Döneminde İnşa
Edilmiş Bir Grup Ermeni Kilisesi II”, Türk Arkeoloji ve Etnoğrafya Dergisi, Yıl 2005, S. 5, Ankara
2005, s. 29–44, (31–32).
Sağır, a.m., s. 29-30.
Galilee Denizi’nin kuzeybatı sahilindedir.
Cafarnaum/Cafarnao/Kfar Nahum/Kefar-Nahum olarak da anılmaktadır.
İlk kazı çalışmaları Corbo tarafından 1968–1972 yılları arasında dokuz kampanya yapıldıktan sonra ve yetmişli yıllar boyunca da sürdürülmüştür. Capernaum kazıları ve sonuçları hakkında yayınlar
için bkz., J. F. Strange, “The Capernaum and Herodium Publications”, Bulletin of the American
Schools of Oriental Research, No. 26 (April 1977), Houston,1977, s.65-73.
216
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
ortaya çıkarılan43 St. Peter Ev Kilisesi (III. yy) ve Suriye’de44 Dura45-Europos’taki
Hıristiyan Evi (256 öncesi)46, tespit edilebilmiş en erken devirlere aittir. Sanat
Tarihi’nde domus-ecclesiae47 terimiyle anılan bu tarz ibadet mekânları, nadiren bulunmasına karşılık Kapadokya’da kayalıklara oyularak yapılanlar fazla
sayıdadır48. Bu bakımdan Güzelyurt’taki Ev Şapeli bilhassa önemlidir. Yakın
çevrede ise Avanos Sarılar Köyü49 civarındaki Erken Hıristiyan Dönemi’nden
bir ev kalıntısına50 ait tek kişilik şapel51 ve Madenşehir’de 17 No.lu Şapel’52
arasında fonksiyon53 benzerlikleri vardır. Capernaum, Dura-Europos ve Avanos Sarılar Köyü ile beraber, 1880 yılında yapıldığı anlaşılan Güzelyurt’taki
Ev Şapeli düşünüldüğünde, bu tarz yapıların sadece Hıristiyanlığın yasak
dönemine mahsus olmadığı; çok daha geniş bir zaman dilimi boyunca özel
amaçlarla da inşâ edilebileceği ortaya çıkmaktadır.
Güzelyurt’ta bilhassa apsis ve kemer biçimlerindeki müşterek hususiyetler, malzemede tamamıyla taş kullanımı yanında kayalardan yararlanılması
bölgeye has özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
Bkz., A. Grabar, Early Christian Art from the Rise of Christianity to the Death of Theodosius, New
York 1968, s.171-172.
Salihiye yakınlarında Fırat ırmağının güneybatı kenarındadır.
Dura veya Duro biçiminde yazılabilmektedir.
Dura-Europos’daki domus-ecclesia ve sinogog için bkz., C. R. Morey, Early Christian Art an Outline
of the Evolution of Style and Iconography in Sculpture and Painting from Antiquity to the Eight
Century, London 1953, s. 59, 60; F. Van Der Meer- C. Mohrmann (Trans. and Ed: M. F. HedlundH. H. Rowley) Atlas of the Early Christian World, London 1959, s. 51–52, 62, 71, 125 (Foto.
403); F. W. Deicmann, “Late-Antique and Early Christian Art”, Encyclopedia of World Art, Vol.
IX, New York-Toronto-London 1960(?), s. 60-161; J. Gutmann, “Dura-Europos”, Reallexikon zur
Byzantinischen Kunst, Band I, Stuttgart 1966, s. 1217-1240; A. Grabar, a.g.e., s. 3, 10, 24-25, 60
(Plan), 61-63, 67, 68; J. Beckwith, Early Christian and Byzantine Art, London 1993, s.35-39; D. P.
Crouch, History of Architecture Stonehenge to Skyscrapers, New York 1985, s. 114-117, figures
9-1 (vaziyet planı), 9-2 (domus-ecclesiae).
Ev Cemaati anlamındadır.
Kaya mimarisinin hâkim olduğu bölgede, bazen keşiş hücrelerine bitişik bir şapelin oyulduğu bilinmektedir. Kapadokya bölgesindeki yeraltı şehirlerinde de ibadet etmek için ayrılmış mekânlar
vardır. Şapel, keşiş hücresinin bir bölümüyse sadece keşişe, bir hanenin bölümüyse yalnız o aileye
özel bir ibâdet mekânıdır.
Avanos’un 40 km. kadar kuzeyindedir.
Fotoğraf için bkz., Akyürek, “….Kapadokya’daki Bizans…”, s. 231
Sarılar Köyü civarındaki Zank Höyük kazılarında’ne ait bir ev kalıntısı tespit edilmiştir Evin kuzeybatı
köşesine yakın konumla, tek kişilik bir şapel yapıldığı anlaşılmıştır. Şapel, doğu-batı doğrultusunda
dikdörtgen biçiminde planlı ve muhtemelen ahşap örtüye sahiptir. Şapelin doğu duvarını yekpare
bir blok taş meydana getirmektedir. Taşın yüzeyine ise büyükçe bir haç motifi işlenmiştir.
Eyice, a.g.e., s. 35.
Şapel çevresinde Smirnoff tarafından bazı duvarlar tespit edilmiş ve bu kalıntıların küçük bir manastıra
ait olabileceği öne sürülmüştür. Eyice’nin kitabında yayınlanan plana bakıldığında (Eyice, a.g.e., Res
79) şapel ve çevresindeki duvarların kalınlıklarının farklı olduğu, dolayısıyla farklı inşâ evrelerinin varlığı
ön görülebilir. Muhtemelen şapel evvel, etrafındaki duvarlar daha sonra yapılmıştır. Şapeli de içerisine
alan ve plân itibariyle kare biçimindeki bu tesis bir manastırdan çok konut özellikleri ihtiva etmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
217
Serkan SUNAY
Örtü sistemi bakımından binaların hemen hepsinde ortak vasıflar mevcuttur. Kubbe kullanımında geçişler genellikle pandantiflerle sağlanmış;
ayrıca çapraz tonoz çeşitlemeleri ve mahalli özellik gösteren sık aralıklı
kemerlerle takviyeli beşik tonoz örtüler yapılmıştır.
İnşâ malzemesi az miktarda moloz, çoğunlukla düzgün kesme taşlardır.
Taş malzemeden plakalarla veya kiremitlerle örtü sisteminin kaplanması
da Orta Anadolu’daki kiliselerde karşılaşılan geleneklerden biridir. Tuğla
kullanımına yer verilmemekle birlikte, bazen taş yüzeyler boyanarak, dekoratif amaçla bu etkinin yaratılmak istendiği anlaşılmaktadır. Duvar örgüsünde nadiren ahşap hatıl kullanılmıştır.
Güzelyurt’taki manastır ve kilise binalarında süslemeler, taş, ahşap, metal
malzemelerde ve duvar veya kubbe freskoları olarak görülmektedir. Taş
malzemedeki süslemeler, geometrik, figürlü ve bitkiseldir. Figürlü kompozisyonlar, geometrik ve bitkisel motiflere göre daha fazla tercih edilmiştir.
Geometrik kompozisyonlarda Türk motiflerini hatırlatan zikzak ve prizmatik üçgenlere yer verilmiştir. Freskoların büyük bir kısmının günümüze ulaşamamakla birlikte, mevcut olanların da XIX. yüzyılda yapıldıkları
anlaşılmaktadır. Ahşap süslemeler ambon, ikonostasis, vaaz kürsüsü gibi
genellikle kilise eşyalarında kullanılmış barok tarzda bitkisel ağırlıklıdır. Bu
eşyaların XIX. yüzyılda Rus Çarı tarafından hediye olarak gönderildiği bilinmektedir. Metal işçiliği ise Hagios Gregorios Kilisesi kapı kanatlarının büyük
çoğunluğunda karşılaşılabilen halka ve madeni süs ögeleri ile lama veya
çubuk demirlerin meydana getirdiği geometrik kompozisyonlara sahip dekoratif görünüşteki pencere şebekeleri halinde karşımıza çıkmaktadır.
Güzelyurt kilise binalarından Anonim Kilise, kazı yapılmadığı takdirde
planlarının ortaya çıkarılması dahi mümkün olamayacak haldedir. Nispeten daha iyi durumdaki Analipsis Manastırı ve Hagios Gregorios Manastırı
müştemilat binaları acilen bakım gerektirmekle beraber, yapılara uygun
birer fonksiyon verilerek kullanıma kazandırılması eserlerin korunması bakımından önem arz etmektedir.
Kapadokya bölgesinde daha önce hazırlanmış ve uygulanmış inkişâf plan
ve projelerinin, milli park düzenlemelerinin yöreyi kültürel ve turizm amaçlı kalkındırdığı, fakat bu gelişmelerin Göreme ve yakın çevresi için daha
efektif olduğu izlenebilmektedir. Güzelyurt için benzer çalışmaların ve restorasyon projelerinin hazırlanarak ehil eller tarafından hayata geçirilmesi,
kültürel mirasımıza katkı sağlayacağı gibi mevcut eserlerin korunması bakımından gereklidir.
218
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
ÇİZİMLER ve FOTOĞRAFLAR
Çizim 1: Eserlerin Güzelyurt Planındaki Vaziyeti.
Fotoğraf 1: Güzelyurt Güneydoğudan Genel Görünüm.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
219
Serkan SUNAY
Çizim 2: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Plan (B.Çelebioğlu’ndan).
Fotoğraf 2: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Genel Görünüm.
220
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
Fotoğraf 3: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi iç mekân.
Fotoğraf 4: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Kubbe.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
221
Serkan SUNAY
Fotoğraf 5: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Ambon.
Fotoğraf 6: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi.
222
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
Çizim 3: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi Plan (S.Sunay-M.Çerkez).
Çizim 4: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi Plan (S.Sunay-M.Çerkez).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
223
Serkan SUNAY
Fotoğraf 7: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi İçmekan.
Fotoğraf 8: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi Gynaeceum İçmekan.
224
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
Çizim 5: Analipsis Manastırı Vaziyet Plan (S.Sunay-M.Çerkez).
Fotoğraf 9: Analipsis Manastırı Genel Görünüm.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
225
Serkan SUNAY
Çizim 6: Analipsis Kilise Plan (S.Sunay-M.Çerkez).
Çizim 7: Analipsis Kilise Batı Cephe (S.Sunay-M.Çerkez).
226
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
Fotoğraf 10: Analipsis Kilisesi Kuzeydoğudan Bakış.
Fotoğraf 11: Analipsis Kilisesi İç Mekan Doğuya Bakış.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
227
Serkan SUNAY
Çizim 8: Anonim Kilise Plan (S.Sunay-M.Çerkez).
Fotoğraf 12: Anonim Kilise Genel Görünüm.
228
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme
Çizim 9: Ev Şapeli ve Bulunduğu Konut Planı (S.Sunay-M.Çerkez).
Fotoğraf 13: Ev Şapelinin Bulunduğu Konut.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
229
Serkan SUNAY
Fotoğraf 14: Ev Şapeli Kuzeydoğu tarafta niş ve haç.
230
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR YÖRESİNDE TARIMSAL
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK YAKLAŞIMI
AGRICULTURAL SUSTAINABILITY APPROACH
IN NEVSEHIR REGION
Sevinç ATEŞ* - Nurgül TÜREMİŞ**
ÖZET
1950’lerden itibaren tarımsal üretimde verimi arttırmak amacıyla
bir takım değişiklikler gerçekleşmiştir. Bu kapsamda tarımsal
üretim sistemlerinde, teknolojinin, mekanizasyonun ve sentetik
kimyasalların kullanımı önemli bir artış göstermiştir. Ancak geçtiğimiz
yüzyılın özellikle son çeyreğinden itibaren Modern Tarım, Yeşil
Devrim Tarımı ve Konvansiyonel Tarım gibi verim artışına odaklı tarım
sistemleri farklı yönlerden tıkanma göstermiş ve sürdürülebilirliklerini
kaybetmiştir. Modernist sistemin gıda ve tarım politikaları gelişmekte
olan ülkelerde sürdürülebilir sonuçlar sağlamada başarısız olmuştur.
Çünkü bu sistemler tarımsal sistemlerin ekolojik, ekonomik ve
sosyal kıstaslarla bir örüntü içerisinde olduğunu göz ardı ederek,
kısa vadeli, kolay bozulabilecek, yüksek verimli üretim sistemlerini
uygulamışlardır.
Bugün Nevşehir yöresinde yaygın olarak uygulanmakta olan
konvansiyonel tarım sisteminde sentetik kimyasal girdilerin artması
verim artışı gibi pozitif etkilerinin yanı sıra birçok olumsuz etkileri
de beraberinde getirmiştir. Dünya Sağlık Örgütü verileri ve bazı
bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre insanlarda görülen sağlık
problemlerinden bazıları; kanser türleri, mutasyon (genlerde
değişiklik), alerjik reaksiyonlar, lösemi, doğuştan bozukluklar, akut ve
kronik zehirlenmeler, karaciğer hastalıklarıdır. Bu kimyasalların çevre
sağlığı ve ekosistem üzerinde yarattığı etkiler ise; iklim değişikliği,
toprak, hava ve su kirliliği, biyoçeşitliliğin azalması olarak sıralanabilir.
* Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu, Organik Tarım Programı,
e-posta: [email protected]
** Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
231
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
Bölgemizde patates üretim alanlarında toprakta bulaşık olan
patates siğili Synchytrium endobioticum etmeni nedeniyle 200 000
( iki yüz bin) dekar arazide Patates ve diğer yumrulu bitkilerin ekimi
yasaklanarak karantina işlemleri gerçekleştirilmiştir. Konvansiyonel
tarım sisteminin yarattığı bu olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi için
tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması kaçınılmazdır.
Sürdürülebilirlik, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için gelecek kuşakların
yaşamlarını tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarının karşılanması
ilkesine dayanmaktadır. Sürdürülebilir tarım sisteminin tanımı ise şu
şekilde yapılabilir; uzun dönemde insanlığın ihtiyacı olan tarımsal
ürünlerin ve tarımsal girdilerin, çevre ve insan sağlığını koruyarak,
kaliteli ve düşük maliyetle üretilmesini sağlayan bir sistem.
Bu bildirinin amacı sürdürülebilir bir tarımsal sisteme ulaşma
yönündeki çabalara katkı sağlamak, Nevşehir yöresinde
konvansiyonel tarım sisteminin etkileri ile sürdürülebilir tarım
sistemlerinin etkilerini kategorize ederek kıyaslama yapmaktır.
Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilir tarım, Konvansiyonel tarım,
Tarımsal kirlilik
ABSTRACT
Since 1950s, vary of changes have occurred in order to increase
efficiency in agricultural production. In this concept, the use of
technology, mechanization and synthetic chemicals in agricultural
production systems has increased. But, especially since the last
quarter of former century; agriculture systems which are based on
efficiency increase such as Modern Agriculture, Green Revolution in
Agriculture and Conventional Agriculture have come to a deadlock
in some ways and have lost their sustainability. Modernist system
has failed in providing sustainable results in countries whose food
and agriculture politics are being developed. Because, these systems
ignored that agricultural systems are in connection with ecologic,
economic and social criterions and applied short-term, perishable,
highly-efficient production systems.
Increase of synthetic chemical inputs in conventional agriculture,
which is extensively applied in Nevşehir nowadays, brought positive
effects such as efficiency increase as well as many negative effects.
According to World Health Organizations’ data and some scientific
researches, some health problems seen on people are cancer,
mutation (changes in genes), allergic reactions, leukemia, inborn
defects, acute and chronic poisoning, and liver diseases. The
232
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
effects of these chemicals on environmental health and ecosystem
are; climate changes, air, soil and water pollution, reduction of
biodiversity.
In this region; because of the potato wart Synchytrium
endobioticum, planting potato and other lumpy plants are
forbidden in 20000 hectares and it is put in quarantine. Providing
sustainable agriculture was inevitable to eliminate negative effects
caused by conventional agriculture system.
Sustainability is based on the principle of providing today’s
demands in order to provide your own demands without risking
the life of next generations. The definition of sustainable agriculture
system can be defined as: a system that provides producing
agricultural products and agricultural inputs, which are needs of
human in long term, by protecting environment and human health,
and with low cost and high quality production.
The aim of this report is to contribute to the efforts for reaching
a sustainable agriculture system, to categorize and compare the
effects of conventional agriculture system and the effects of
sustainable agriculture system in Nevşehir region.
Key Words: Sustainable agriculture, Conventional agriculture,
Agricultural Pollution.
1. Giriş
Kapadokya Bölgesi’nin, özellikle de “İç Kapadokya” olarak
tanımlanabilecek Nevşehir ilinin kapsadığı yörenin, jeolojik özelliklerinin
bu bölgedeki yerleşimin ilk aşamalarından bu yana ekonomik, politik
ve kültürel yaşamında önemli ölçüde belirleyici olduğu anlaşılmaktadır
(Görmez: 2002).
Volkanik faaliyetler sonucu ortaya çıkan volkanik küller, toprak yapısını ve
yeryüzü şekillerini etkilemiştir. Ayrıca bu faaliyetler yörede tarıma uygun
geniş düzlüklerin ya da uygun eğimli tarım alanlarının ortaya çıkmasına
ve verimli toprakların oluşmasına izin vermemiştir. Bölgede tarımsal
amaçlı kullanılan küçüklü büyüklü vadiler ise tarımsal mekanizasyon için
pek elverişli değildirler. Yöre halkı verimliliği düşük olan ve ağırlıklı olarak
volkan küllerinden oluşan toprağı zenginleştirmek için geleneksel tarım
sistemi çerçevesinde hayvan gübresi kullanmışlardır. Tarımsal üretimin
yaygınlaşması ve gelişmesiyle beraber yöre halkı sentetik gübreleri yoğun
olarak kullanmaya başlamıştır. Yoğun sentetik gübre ve ilaç kullanımı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
233
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
beraberinde bazı sorunları getirmiştir. Yaşanan olumsuzluklar göz önünde
bulundurulduğunda konvansiyonel tarım sisteminin yarattığı bu etkilerin
bertaraf edilmesi için tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması gerekmektedir.
2. Nevşehir İlinin Tarımsal Yapısı ve Tarımsal Sorunları
2.1. Nevşehir’in Doğası
Kapadokya’nın merkezi olan Nevşehir ili ve çevresinin tarım topraklarının
%85’i tınlı, %9’u killi-tınlı, %2’si killi ve %4’ü kumlu yapıya sahiptir.
Kozaklı, Gülşehir’in batısı, Derinkuyu ve çevresi, Avanos’un kuzeyi her
türlü tarıma uygun 1., 2. ve 3. sınıf arazileri içermektedir. Ürgüp ve çevresi
ile il merkezinin büyük bir kısmında 6. sınıf topraklar vardır.
Karasal bir iklime sahip olan Nevşehir’deki hakim bitki örtüsü, bozkır
bitkilerinden oluşmaktadır. Yüzyıllardır süren olumsuz insan etkileri sonucu
yeşil alanlar yok edilmiş, geniş alanlar bozkıra dönüşmüştür. Nevşehir’de
geniş ve verimli nitelikte ormanlar bulunmamaktadır, hakim olan ağaç
türü meşedir.
Bölgede yöre halkının “kaya kertisi” adini verdiği Avrupa’nın ikinci büyük
kertenkelesi Agama stellio ve bir gece hayvanı olarak tanınan ve aslında
çöllerde yaşayan Arap Tavşanı bu bölgeye özgü hayvanlar arasında
yer almaktadır. Araştırmalara göre, Nevşehir kırsalında 100 civarında
gündüz kelebeği türü yaşamaktadır. Dünyada sadece Nevşehir’in kırsal
alanında ve Kapadokya Bölgesi’nde Zygaena kapadokia adlı kelebek türü
bulunmaktadır (Anonim: 2011a).
2.2. Nevşehir’in Tarımsal Yapısı
Nevşehir’in nüfusu 280,058 kişi olup, nüfusun %66’sı kırsal kesimde
yaşamaktadır. 8 ilçe, 35 kasaba, 36 köy olmak üzere toplam 179 yerleşim
yeri mevcuttur. 30,110 çiftçi ailesi mevcuttur. Çiftçi ailesi başına 92 da arazi
düşmektedir. Ürün deseni ağırlıklı olarak; Patates, hububat, bağ, kabak
çekirdeği, şeker pancarı, ayçiçeği, silajlık mısır, meyvecilik ve sebzecilikten
oluşmaktadır (Anonim: 2010). Nevşehir’de 24,676 bin hektar alanda,
911,850 ton patates üretilmektedir (Arıoğlu ve ark.: 2006).
2.3. Nevşehir’de Görülen Tarımsal Sorunlar
İnsan var olduğundan beri doğayı etkilemektedir. İnsan gıda, lif ve yakıt
(kısmi) ihtiyaçlarını tarımsal üretim vasıtası ile karşılamaktır. Hızla artan
dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılamak amacıyla birim alandan
234
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
elde edilen verimi arttırma çabaları sürekli olarak devam etmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra verim artışını sağlamak için önemli
miktarlarda sentetik tarımsal girdiler kullanılmaya başlanmıştır. Daha
sonra, kullanılan bu kimyasal maddelerin önemli düzeyde kaynak israfına
ve çevre kirliliğine neden olduğu anlaşılmıştır. Netice de; doğal denge
bozulmaya başlamış; tür çeşitliliği azalmış, topraklar hızla kirlenmiş,
erozyon, çölleşme ve kuraklaşma başlamış, su kaynaklarının nitelik ve
nicelikleri bozulmuş, küresel ısınma başlamış, gıda ürünlerinin besin
değerleri düşmüş, kalıntı sorunları görülmeye başlamış, insan sağlığında
bozulmalar gözlenmiştir.
Nevşehir’de üretilen tarımsal ürünlerin üretim miktarları bakımından en
önemlileri patates ve buğday olarak göze çarpmaktadır. Ülkemizde patates
ekim alanı 210.000 ha, üretimi 4,95 milyon ton ve verimi ise 23.571 kg/
hektardır (Anonim: 2006). Patates üretim ve ekilişinin en yoğun olarak
yapıldığı iller Niğde ve Nevşehir’dir. Bu iki ilin ülke ekim alanındaki payı %
24,31 ve üretimindeki payı ise % 42,44’dür (Anonim: 2006).
Yörede tarımsal üretimi gerçekleştiren çiftçilerin üretim, stoklama,
pazarlama gibi çözüm bekleyen sorunları bulunmaktadır. Bunlardan
bazıları aşağıdaki gibi sıralanabilir (Anonim: 2005).
• Birim alandan alınan verim düşüktür.
• Modern tekniklere göre üretim yapılamamaktadır.
• Gübre, ilaç ve enerji fiyatları yüksektir.
• Gereğinden fazla gübreleme, sulamada yapılan yanlışlıklar ve damlama
sulama yönteminin yetersizliği verimi düşürmektedir.
• Üretici Birliklerinin olmaması, çiftçilerin pazarlamadaki çözüm bekleyen
en önemli sorunudur.
Bu genel sorunlara ilave olarak bölgenin önemli ürünlerinden olan patates
üretiminde karşılaşılan sorunlar ise şu şekilde sıralanabilir (Anonim: 2005);
• Üretilen tohumluk miktarı yetersizdir. Kullanılan tohumluğun yüzde 90’ı
ithal edilmektedir.
• Maliyetinin yüksekliği ve tüketim alışkanlıklarından ötürü patates sanayi
gelişememektedir.
• Ürünün yaklaşık 1/4’ü tarlada satılırken, kalan kısmı depolara
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
235
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
kaldırılmaktadır. Yetersiz depolama koşulları ve pazarlama sorunları
nedeniyle her yıl üretimin yaklaşık yüzde 20’si telef olmaktadır.
• Toplam üretimimizin en fazla yüzde 2.5’i ihraç edilebilmektedir.
Standardizasyon eksikliği, ambalajlama ve nakliye sorunlarının
çözülememiş olması ihracat artışını engellemektedir.
• Üretici, ürününü komisyoncu ve tüccarlara satmakta ve bu alımlarda
da ürüne bağlı herhangi bir fiyat standardı söz konusu değildir. Henüz
Patates Borsası gibi bir kuruluş da bulunmamaktadır.
Üreticinin en önemli sorunlarından birisi olan gereğinden fazla girdi
kullanmak maliyeti artırmanın yanı sıra bazı önemli çevresel sorunları
da beraberinde getirmiştir. Nevşehir Tarım İl Müdürlüğü tarafından
düzenlenen Nevşehir İli 2011 Yılı Yayım Raporunda yapılan tespitlerde
patates tarımında girdi maliyetlerinin yüksek olduğu bildirilmiştir. Maliyetin
yüksek olmasının nedenleri arasında fazla miktarda azotlu gübre kullanımı
bulunmaktadır. Rapora göre Nevşehir ilinde tarımsal kaynaklı nitrat kirliliği
görüldüğü bildirilmektedir. Azotlu gübrelerin topraktaki çözünürlüğünü,
toprak profili boyunca yıkanmasını bitkilerce alımını etkileyen en önemli
faktörlerden biri, toprak tekstürüdür. Yapılan çok sayıdaki araştırmalar hafif
bünyeli topraklarda özellikle nitrat formundaki azotlu gübrelerin kolayca
yıkanmak suretiyle taban suyu ve içme sularına karıştığını ve potansiyel
tehlikeler oluşturduğunu ortaya koymuştur (İlbeyi ve ark.: 1994).
Nevşehir ve Niğde illerinde patates ekim alanlarında yapılan araştırmada
makro besin elementlerinin (N, P, K, Ca ve Mg) topraktaki konsantrasyonları
arasında P (32.1 mg kg-1) kritik sınır değeri üzerinde bulunmuştur. Yumru
azot (N) konsantrasyonu da benzer olarak yüksek (% 1.89) çıkmıştır. Orta
Anadolu Bölgesi’nde aşırı derecede fosforlu gübre kullanımı topraklarda
P birikimi ve Cd kirliliğine neden olmaktadır. Orta Anadolu Bölgesi’nde
dekara 20-40 kg saf fosfor kullanılmakta olup toprakların %62’sinde
fosfor birikimi ve Niğde-Nevşehir yöresi topraklarının %60’ında Cd
biriktirme problemi olduğu bildirilmektedir (Toz: 2002).
Tongarlak’ın bildirdiğine göre (2010), tarımsal üretimi artırmak amacıyla
aşırı derecede fosfatlı gübre kullanımı ve arıtma çamurlarının tarımsal
amaçlı kullanımına bağlı olarak dünya tarım topraklarının bir kısmı az ya
da orta düzeyde Cd kirliliği ile karşı karşıyadır. Toprak bitki sisteminde
diğer ağır metallere kıyasla daha mobil olması nedeniyle Cd kolaylıkla
236
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
besin zincirine girebilmekte ve insan ve çevre sağlığı açısından risk
oluşturabilmektedir.
Nevşehir yöresi topraklarının toplam P içeriği 85 ile 328 mg kg-1 arasında
değişmekte olup, ortalaması 182 mg kg-1’dır. Aynı şekilde toplam K içeriği
1700 ile 6710 mg kg-1 arasında tespit edilmiş olup ortalaması 3555 mg
kg-1’dır (Tongarlak: 2010).
Benzer şekilde Derici ve ark. (2002) tarafından Türkiye’de Cd kirlenmesinin
boyutunu araştırmak amacıyla değişik yöreleri kapsayan bir dizi çalışmanın
sonuçlarına göre; Nevşehir-Niğde yöresi patates yetiştirme alanlarında
toprakların Cd konsantrasyonu oldukça farklılık göstermiştir. Örneklenen
patateslerin 1999 yılında %69’u, 2000 yılında ise %32’si maksimum izin
verilebilir Cd limitini aşmıştır. Araştırmacılar bunun nedenini toprak ve
iklim faktörleri yanında kullanılan fosforlu gübrelere bağlamışlardır. Aynı
zamanda patates tarımında yoğun olarak kullanılan azotlu ve fosforlu
gübrelerin fazla kullanımı taban suyu kirliliğine ve N2O emisyonu ile hava
kirliliğine sebep olmaktadır (Hatipoğlu ve ark.: 2006).
Bölgede aşırı ve tek yönlü gübreleme sonucu bölge toprağının pH’sında
3.9 değerine kadar düşüşler meydana gelmiş, organik madde içeriğinin
ise 0.75’e kadar düştüğü bildirilmiştir (Gezgin: 2005). Son yirmi beş yılda
Nevşehir’de toprak pH’sı 2 birime varan düzeyde düşmüş yani asitliği 100
kat artmıştır. Toprak pH’sının bozulması bitkilerin besin elementi alımlarını
da etkilemektedir. Topraktaki mevcut element dengesinin bozulması
topraklara verilen fazla miktardaki azotlu ve fosforlu gübreler bitkinin
ihtiyacından daha fazla potasyum almasına sebep olmaktadır. Neticede
potasyumda lüks tüketim ortaya çıkmaktadır. Böylece gerçekte mevcut
olmayan bir potasyum noksanlığı meydana gelmektedir. Bu denge
bozukluğu topraktan bitkiye intikal ederek bitkinin verim kalitesi olumsuz
etkilenmektedir. Bu olumsuzlukları gidermek için fazladan potaslı gübre
uygulaması gündeme gelmektedir. Yine gereğinden fazla azotlu ve
fosforlu gübre uygulanması topraktaki mikro besin elementleri dengesini
de bozmaktadır. Sonuçta bitkiler ihtiyaçlarından daha fazla mikro besin
elementi alarak bunların noksanlığını neden olmaktadır. Asit reaksiyonlu
topraklarda pH değerini düşürmek için uygulanan fazla miktarda kireç
ve kireçli gübreler topraktaki dengeyi bozmakta, Fosfor, Bor, Demir ve
Çinko gibi elementlerin fikse edilmesini sağlamaktadır. Bu olay bir yönden
topraktaki dengeyi bozup, birikime sebep olurken, bir yandan da fikse
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
237
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
edilen elementlerin noksanlığını gidermek üzere ilave gübreleme yapmak
gerekmektedir (Ceran: 2009).
Nevşehir yöresinde patates tarımında gübrelemenin verim ve yer altı suyuna
etkilerini belirlemek için İlbey ve ark., (1994), amonyum sülfat gübresinin
0, 20, 40, 60, 80 ve 100 kg N/da dozlarda etiketlenmiş amonyum
gübresinin 40 ve 100 kg N/da seviyelerini uygulamışlar ve 2 m derinliğe
kadar ki toprak profili ile yer altı suyundaki nitrat konsantrasyonlarını
araştırmışlardır. Gübreleme öncesinde, kumlu-tın toprak profilinin 0-2
metresinde nitrat dağılımı 0,25-0,50 mg/lt iken hasat sonrasında 100 kg
N/da 15N uygulamasında, 0-20 cm’de 10, 75, 60-80 cm’de 2,25 mg/lt
olarak tespit edilmiştir.
Nevşehir yöresi patates üretim alanlarında toprakta bulaşık olan patates
siğili Synchytrium endobioticum etmeni nedeniyle 200 000 ( iki yüz bin)
dekar arazide Patates ve diğer yumrulu bitkilerin ekimi yasaklanarak
karantina işlemleri gerçekleştirilmiştir (Anonim: 2006). 2002–2006
Yıllarında yürütülen survey çalışmalarında; Türkiye patates yetiştirme
alanları Patates siğil hastalığı açısından taranmıştır. Buna göre Orta
Anadolu Bölgesinde sırasıyla Nevşehir ilinde 25.714 da, Niğde ilinde
1.473 da, Kayseri ilinde 318.87 da alanda bulaşıklık tespit edilmiştir (Çakır
ve ark.: 2008).
Güner (2007), Afyon, Bolu, Nevşehir ve Niğde illerinde patateslerdeki virüs
hastalıklarının tanılanması, hastalık oranları ve en yaygın üretilen çeşitlerin
bazı virüslere karşı reaksiyonlarının belirlenmesi amacıyla yürüttüğü
çalışmada 2003 yılında %26,05 olan hastalık oranı 2004 yılında artış
göstermiş ve %29,72 olarak bulunmuştur.
Bölgenin önemli tarımsal ürünlerinden bir diğeri ise buğdaydır. 2010 yılı
verilerine göre Nevşehir’de 1,330,000 da alanda 413,680 ton buğday
üretimi yapılmaktadır (Anonim: 2010). Yörede buğday üretiminde fare ve
süne (Eurygaster integriceps, E. maura, E. austriaca) zararı görülmektedir.
Nevşehir İli 2011 Yılı Yayım Raporunda (2011) yapılan tespitlerde buğdayda
süne probleminden kaynaklanan verim kaybı bildirilmektedir. Buğdayda
verim kayıplarına yol açan süne ve fare zararının sebebinin bölgede geniş
alanlarda monokültür tarım yapılması ve zararlıların doğal populasyon
dengesinin bozulması olarak düşünülmektedir. Zira sünenin önemli doğal
düşmanlarından olan bazı kuş türleri (keklik, bıldırcın vb.) ve farenin
doğal düşmanı olan tilki ve bazı kuş türlerinin populasyonlarının azaldığı
238
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
düşünülmektedir. Bu populasyon azalmasının nedeni yaşam alanlarının
azalması ve tarımsal üretimde kullanılan pestisit ve diğer kimyasallar
olarak düşünülebilir.
Yıldırım (2000)’e göre zirai mücadele ilaçları, kolay uygulanması ve
hızlı sonuç alınabilirliği yönünden bütün dünyada kullanılmasından
vazgeçilemeyecek maddeler olarak kabul edilmektedir. Fakat verimin
arttırılmasında büyük rol oynayan zirai mücadele ilaçlarının bilinçsiz ve
kontrolsüz uygulamaları sonucunda, insan, hayvan ve çevre sağlığı tehdit
edilmekte, hava, su, toprak ve yabani hayat olumsuz etkilenmekte, gıda
maddelerinde ilaç kalıntıları söz konusu olmakta, hedef alınan zararlılarda
direnç oluşmakta, önemli olmayan bazı zararlılar ana zararlı konumuna
geçmekte, yararlıların ve doğal hayatın öldürülmesiyle doğal denge
bozulmakta ve bitkilerde fitotoksitite görülmektedir. Zararlıları yok etmek,
daha rahat bir yaşam ve kaliteli ürünler elde etmek amacıyla kullanılmakta
olan pestisitler, hedef organizmaları yok ettiği gibi hedef dışı canlılara
da zarar verebilmektedir (Mc Even ve Stephenson: 1989). Uygulanan
pestisitlerin ancak % 1-2 kadarı hedef türler üzerine ulaştırılabilmektedir
(Anonim: 2007). Geri kalanı hedef olmayan türler, hava, su, toprak ve
besinler üzerine gitmektedir.
Pestisitlerin geniş alanlara uygulanması bazı hayvanların gereksindikleri
besin kaynaklarını yok etmek suretiyle onların aç kalmaları sonucu başka
yerlere göçüne yol açabilmektedir. Doğada pestisitlerden zehirlenme besin
zinciri yoluyla ilerler, örneğin kuşlar pestisitleri tüketen böcek ve larvaları
yediklerinde zarar görebilirler. Bazı pestisitler zaman içinde onları tüketen
organizmaların vücutlarında toksik seviyelerde birikebilmektedirler.
Özellikle, bu olay besin zinciri üzerinden yüksek türleri etkiler. Diğer
yandan pestisit kullanımları ile kuşlar zarar görmektedir. İngiltere’deki
çiftlik alanlarında 10 farklı kuş türü populasyonu 1979/1999 arasında
10 milyon azalmıştır ki bu durum kuşların beslendiği bitki ve omurgasız
türlerin kaybından kaynaklanmıştır. Avrupa da şimdi 116 kuş türü tehdit
altındadır. Kuş populasyonlarındaki azalmalar pestisitlerin kullanıldığı
zaman ve alanlarla sınırlı olmuştur. USDA her yıl pestisitlerle 67 milyonun
üzerinde kuşun öldürüldüğünü tahmin etmektedir. Pestisitlerin yüzey
akışlarıyla çaylara ve ırmaklara ulaşması sucul hayat için yüksek oranda
öldürücü olabilir, hatta bazen belirli bir ırmak içindeki tüm balıklar ölür.
Örneğin, herbisitler, insektisitler ve fungisitlerin ağır yağmurlardan sonra
oluşan akışlardan patates tarlaları yakınındaki Sutherland’s Hole denilen
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
239
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
ırmakta bir yılda 9 balık türü ölümü vuku bulmuş, böylece balıklar, yılanlar
ve salyangozlar ölmüştür. Herbisitlerin su yapılarına uygulanması ölmüş
bitkilerin çürüyüp suyun oksijenini kullanmaları sonucu balıkları boğarak
ölümlerine neden olmaktadırlar (Anonim: 2007).
Tarım kimyasalları hedef dışı organizmalara çeşitli yollardan etkimekte
ve organizmada sinir sistemi, endokrin sistem, immün sistem, karaciğer,
kas, kalp, kan, boşaltım ve diğer sistemleri etkileyebilmektedir (Guest
ve ark.: 1991, Ami ve Haim: 1992, Izushi ve Ogata: 1990), Weizman ve
Sofer:1992, Blasiak ve ark.: 1991).
Tarım kimyasalları çevresel etkilerinin yanı sıra tarımsal üretimde yer
alan üreticileri ve bu ürünleri tüketen tüketici gruplarında da önemli
sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Pestisitler ve metabolitlerinin genel
populasyonda ve mesleksel maruz kalımda biyolojik izlenmesi ile ilgili birçok
çalışma bulunmaktadır. Çalışmalar, bu pestisitlerin endokrin bozucu ve
non-Hodgkin’s lenfoma, lösemi, beyin kanseri, uterus kanseri, yumuşakdoku sarkoma, Hodgkin’s hastalığı ve düşük sperm konsantrasyonu gibi
birçok hastalık için potansiyel risk faktörü olduğunu göstermiştir (Vural:
1996).
Pestisitlerin hayvansal menşeli gıdalardaki miktarını daha açık bir şekilde
belirten bir diğer araştırmada, yemler vasıtasıyla hayvan vücuduna alınan
pestisitlerin ancak %2-10’u sağılan süt vasıtasıyla dışarı atılmakta geri
kalan miktarı ise hayvan vücudunda akümüle olmaktadır (Berksan: 1976).
Öte yandan sütteki bu pestisit kalıntıları, sütün krema, peynir, tereyağ,
gibi konsantre ürünlere işlenmesi sırasında yoğunlaşarak insan sağlığı
açısından daha tehlikeli boyutlara ulaşmasına da neden olabilmektedir.
Ankara piyasasında satılan süt, beyaz peynir ve tereyağlarında yapılan
pestisit kalıntısı araştırmalarında yüksek düzeyde DDT ve BHC’li pestisit
kalıntılarına rastlanmıştır (Ceylan: 1977).
Yörede tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması için mevcut problemlerin
ivedilikle çözüme ulaştırılması gerekmektedir.
Sürdürülebilir sistemlerinin; ekolojik, ekonomik ve sosyal olmak üzere 3
boyutu vardır. Sistemlerin bu üç faktörle olan ilişkileri mutlaka göz önünde
bulundurulmalıdır (Thompson ve Scoones: 2009).
Ekolojik boyut kapsamında; Tarımın ekolojiye olan etkileri minimize
edilmeli ve dünya tarımının geleceğini tehlikeye sokan birçok problemin
240
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
çözülmesine yönelik strateji paketleri oluşturulmalıdır. Yenilenemeyen
enerji kaynakları yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli kullanımı
ve doğaya karşı sorumlu davranılması çevresel sürdürülebilirliğin
gereksinmelerini oluşturmaktadır. Çoğu insan, sağlıklı kalmak için temiz
hava ve temiz su ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Fakat az sayıda insan,
sağlıklı kalmasının koşulunun çevrenin sağlıklı kalmasına bağlı olduğunun
farkındadır.
Sosyal ve Politik Boyut kapsamında; gıda ve tarım politikaları düzenlenmeli,
kırsal toplumun gelişimi desteklenmeli, gıda sistemleri izlenebilir olmalı,
ulusal ve bölgesel havzalar oluşturularak uygun proje ve politikalar
oluşturulmalı, tarımsal üretimde oluşabilecek riskler azaltılmalıdır.
Ekonomik boyut kapsamında; ürün çeşitliliği sağlanmalı, yılda birden
fazla ürün alma yolları araştırılmalı, tarım alanlarının tarım dışı kullanımı
engellenmeli, tarım dışı kalan alanlar tarıma geri kazandırılmalı, bitkihayvan çeşitliliği sağlanmalı, düşük-girdi kullanım yolları devreye
sokulmalıdır. Ekonomik karlılık, sürdürülebilir büyüme ve aynı zamanda
yoksulluğun azaltılması yoluyla sağlanabilir.
Çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde
sürdürülebilir gelişme gerçekleşebilmektedir. Doğal enerjinin verimli
kullanımı sonucu ülke ekonomisinde gelişme gözlenir. Ekonomideki
kalkınma sürdürülebilir ekonomi kavramını gerçekçi kılmaktadır. Çevreye
duyarlı bir yaklaşımla yaşamanın sonucunda sağlıklı toplumlar oluşur.
Sağlıklı toplumların ekonomik refah içinde yaşantısı sosyal sürdürülebilirlik
olarak adlandırılmaktadır (Anonim: 2011b).
Sürdürülebilirliğin boyutlarını da göz önünde bulundurarak Nevşehir
Yöresi’nde tarımsal sürdürülebilirliği sağlanmak için, tarımsal ürünlerin
ve tarımsal girdilerin, çevre ve insan sağlığını koruyarak, kaliteli ve düşük
maliyetle üretilmesini sağlayan bir sistem kurmak gerekmektedir. Sistemin
kuruluşu için aşağıda sıralanan iyileştirmeler önerilmektedir.
Toprak yapısını iyileştirmek amacıyla organik gübrelemenin arttırılması,
topografyaya uygun ekim dikim yapılması, bitki ekim-dikim planlamasında
çok yıllık ve iki yıllık bitkilerin yer alması, anız amenajmanı yapılarak toprak
yüzeyinin çıplak bırakılmaması, korumalı toprak işlemenin tercih edilmesi,
münavebe yapılması, drenaj ve sulama planının gerçekleştirilmesi
gerekmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
241
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
Kimyasal girdiyi azaltmak için hastalık ve zararlılar ile mücadelede mekanik
mücadele, fiziksel mücadele, biyoteknik mücadele ve biyolojik mücadele
yöntemleri kullanılmalıdır.
Doğal kaynakların etkin kullanımını sağlamak amacıyla yenilenemez enerji
kaynaklarına olan bağımlılığın azaltılması gerekmektedir. Su kaynaklarının
daha verimli kullanılması amacıyla salma sulama yönteminden vazgeçilmesi
daha verimli çalışan damla sulama, yağmurlama sulama gibi sistemlerin
kullanılması gerekmektedir.
Biyoçeşitlilik ve yaban hayatı korumak maksadıyla arazi planlaması
yapılmalı, hasatta zaman planlaması yaparak kuşlar için tünek yerlerinin
bırakılması, arazi etrafında yaban hayvanları ve böcekler için yaşam alanı
olabilecek çok yıllık bitkiler ve çalılıkların bulundurulması, araziye yer
yer kuşların ve böceklerin beslenebileceği taneli bitkiler ve baklagillerin
ekiminin yapılması gerekmektedir.
Çiftlik dışı girdilere olan bağımlılığı azaltmak maksadıyla yerel üretim ve
yerel tüketim teşvik edilmelidir. Gıda maddelerinin yerel yörede doğal
olarak yetiştirilmesi küresel ısınmayı önemli ölçüde azaltmakta ve aynı
zamanda kırsal kalkınmaya büyük ölçüde katkı sağlamaktadır. Yerel
olarak üretilen ürünlerin daha iyi tatlara sahip olduğunu daha sağlıklı
olduğunu söyleyebiliriz. Yerel çeşitler farklı tatları, özellikleri ve olgunlaşma
zamanlarıyla besin güvencesini ve çeşitliliğini de sağlamaktadır. Ülkemizde
her bölgede, toprak yapısına uyumlu, iklim şartlarına dayanıklı,
hastalıklara dirençli, sulamaya, kimyasal gübre ve ilaca gereksinimi az olan
yüzlerce tarım ürünü çeşidi yetiştirilmiş ve yetiştirilmektedir. Bu çeşitler
ülkemizin gen kaynağı ve zenginlikleridir. Fakat günümüzde çoğu yerel
çeşit kentleşme, artan arazi fiyatları, tarım girdilerindeki artış, tarımsal
tercihler ve pazarlama zorlukları karşısında yok olma tehdidi altındadır.
Nevşehir yöresini de kapsayan bir araştırmada Konya-Ereğli, NevşehirGöreme ve Niğde–Ulukışla’nın Bölgesi’nde yetişen yabani badem
tiplerinin Amygdalus graeca Lindley. olma olasılığı bildirilmiştir. Yabani
badem tiplerinin taç gelişiminin kontrolü, kendiyle uyuşma, soğuklara,
kurak ve sıcak iklim koşullarına, hastalık ve zararlılara dayanıklılık ıslahında
kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle son yıllarda biyoteknolojide yaşanan
hızlı gelişmeler bu özelliklerden yararlanma olanaklarını artıracaktır. Bu
nedenle, Ülkemizde doğal olarak yetişen ve tanımlanan türlere ait tiplerin
belirli merkezlerde toplanması ve koruma altına alınması büyük önem
242
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
taşımaktadır. Ayrıca bu materyallerin kurak ve kireçli topraklarda çok rahat
yetişiyor olmaları kirece ve kurağa dayanıklılık ıslahı çalışmalarında önemini
artırmaktadır. Ülkemiz topraklarının büyük bir kısmını oluşturan kurak
ve kireçli arazilerinin değerlendirilmesinde, bu materyallerin doğrudan
kullanımı veya ıslah çalışmaları sonucunda elde edilecek genotiplerin
kullanımı da önem kazanmaktadır (Bayazıt: 2007).
Nevşehir yöresinde de yoğun olarak kullanılan ve çevre kirliliğine yol açan
hem yurtdışından ithal edilen ham ve ara ürünler için hem de ülkemizde
üretimi yapılan fosforlu gübreler için Cd konsantrasyonu açısından yasal
bir sınırlandırma getirilmelidir.
Üreticinin karşılaştığı önemli sorunlardan bir diğeri ise su problemidir.
Türkiye’de su kullanıcı sektörler içerisinde, tarım en fazla su kullanıcı
sektör olarak ilk sırada yer almaktadır. Tarımda mevcut su kullanımının
değişmeden devam etmesi durumunda su kıtlığının bir su krizine dönüşme
ihtimali yüksektir. Tarım sektörünün su sorununun çözülmesi için önlemler
alınmalı ve sulama yönetimine gereken önem verilmelidir (Çakmak ve
ark.: 2008). Bu önlemler şu şekilde sıralanabilir;
• Suyun verimliliğinin arttırılması ve su dağıtım kayıplarının en aza
indirilmesi için açık sistemlerden vazgeçilerek kapalı borulu sistemlerin
yaygınlaştırılması, basınçlı sulama yöntemlerine göre sulama sistemlerinin
projelendirilmesi,
• Alternatif su kaynaklarının (Atık suların geri kazanımı, yüzey sularının
suyun kıt olduğu alanlara yönlendirilmesi, su tasarrufu sağlayan sulama
yöntem ve tekniklerinin geliştirilmesi, atık sulardan ve drenaj sularından
yararlanma olanakları) geliştirilmesi,
• Kuru tarım alanlarının geliştirilmesi,
• Su kaynaklarının etkin bir şekilde korunması ve kullanılması hususlarında
kapsamlı bir su yasasının bir an önce çıkarılması, sulama suyu kalitesinin
izlenmesi ve değerlendirilmesi,
• Su ücretlendirme politikasının (bitki-alan yerine, su miktarı) yeniden
ele alınması ve hacim esasına dayalı fiyatlandırmaya geçiş için altyapı
oluşturulması,
• Çiftçi eğitimine daha fazla önem verilmesi ve eğitimlerin yaygınlaştırılması
gerekmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
243
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
Yoğun kimyasal girdinin kullanıldığı Nevşehir Yöresi’nde monokültür
tarım sonucu, önemli fitopatolojik sorunlar yaşandığından, ekim nöbeti
prensiplerine uyulması yönünde çalışmalar yapılmalıdır.
4. Sonuç ve Öneriler
Nevşehir Yöresi’nde tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla
tarımsal üretim esnasında aşağıda sıralanan ilkelerin yerine getirilmesi
gerekmektedir.
• Toprak yapısı iyileştirilmeli
• Kimyasal girdi kullanımı azaltılmalı
• Doğal kaynakların etkin kullanımı sağlanmalı
• Biyoçeşitlilik ve yaban hayat korunmalı
• Yerel üretim ve tüketim tercih edilmeli
• Atık yönetimi yapılmalı
• İşletmelerde izleme ve denetim gerçekleştirilmeli.
Kaynaklar
Ami, B.H., Haim, S.A., 1992. Direct Effect of Phosphamidon on Isolated Working
Rat Heart Electrical and Mechanical Function. Toxicol Apply Pharmacol,
110(3), 429-439.
Anonim, 2005. Patatesteki Tehlike. Radikal Gazetesi. 14 Mart 2005.
Anonim, 2006. Patates Yetiştiriciliğinin ve Patates Üreticilerinin Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
(10/152, 216) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (ss:
895).
Anonim, 2007. http://en.wikipedia.org/wiki/Pesticide/Environmental_effects
Anonim, 2010. Nevşehir Tarım İl Müdürlüğü.
Anonim, 2011a. http://www.cappadocia.gov.tr/index.php?
Anonim, 2011b. http://tr.wikipedia.org/wiki/sürdürülebilirlik
Arıoğlu, H., Çalışkan, M.E. ve Onaran, H., 2006. Türkiye’de Patates Üretimi,
Sorunları ve Çözüm Önerileri. IV. Ulusal Patates Kongresi. Bildiriler, Niğde.
1-10.
Berksan. N., 1976. Tarım Savaş İlaçlan ve Çevre Tarım İlaçlarının Kullanılması
Semineri. Gaziantep.
Blasiak, J., Walter, Z., Bawronska, M., 1991. The Changes of Osmotic Fragility of
Pig Eryrocytes İnduced by Organophosphorus Insecticeds. Acta Biochim
Pol, 38(1), 75-80.
244
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı
Ceran, Y., 2009. Gübreler. Hammaddeler Ansiklopedisi (ss: 269). Solver Kimya.
Adana: Solver Kimya Laboratuarı.
Ceylan, S., 1977. Klorlu Hidrokarbon Rezidülerinin Süt, Tereyağı, Peynir ve İç
Yağlarında Kramotografik Yöntemlerle Araştırılması. A.Ü.Vet.Fak. Dergisi,
24 (2), 296-318.
Çakır, E., Duran, H., Altın, N., Akbaş, H. R., Yeşilova, Ö., Çolak, A., Yazlık, A.,
Aydın, H., Ozan, S. ve Güler, B. 2008. Ülkemiz Patates Ekili Alanlarında
Patates Siğil [Synchytrium endobioticum (Schilb.) Percival] Hastalığının
Sürveyi Projesi Sonuç Raporu, Tagem.
Derici, R.M., Evliya, H., Ağca, N., Özkutlu, F., Eker, S., ve Öztürk, L., 2002.
Çukurova Bölgesinde Toprak ve Bitkilerde Kadmiyum Konsantrasyonunun
Araştırılması ve Bitkilerde Kadmiyum Birikimini Etkileyen Faktörlerin Toprak
Analizleri ve Sera Denemeleri ile İncelenmesi TUBİTAK Proje No:Togtag/
Tarp2382 Kasım-2002 Adana.
Gezgin, S., 2005. Niğde-Nevşehir İlleri Patates Ekim Alanlarında Toprakların
Verimlilik Sorunları ve Çözüm Önerileri. 26 Mayıs 2005. Ulusal Patates
Kongresi, Nevşehir.
Görmez, K., 2002. Kapadokya Mevcut Durum Raporu.
Guest, J.A., Copley, M.P., Hormenic, K.L., 1991. Carsinogenic effects of pesticides.
Pathol
Pharmacol, 71(3), 387-390.
Güner, Ü., 2007. Afyon, Bolu, Nevşehir ve Niğde İllerinde Patateslerdeki Virüs
Hastalıklarının Tanılanması, Hastalık Oranları ve En Yaygın Üretilen
Çeşitlerin Bazı Virüslere Karşı Reaksiyonlarının Belirlenmesi. Doktora Tezi.
Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Bitki Koruma Anabilim Dalı.
Hatipoğlu, F., Alpaslan, M., ve Güneş, A., 1966. Gübre Kullanımı ve Çevre Üzerine
Etkileri, TÜBİTAK Türk Tarım ve Ormancılık Dergisi. Ankara.
Izushi, F., Ogata, M., 1990. Hepatic and Muscle Injuries in Mice Treated With
Heptachlor. Toxicol Lett, 54 (1), 47-54.
İlbeyi, A., Halitligil, M.B. ve Akın, A., 1994. Nevsehir Yöresi’nde Patates Tarımında
Gübrelemenin Verime ve Yeraltı Suyuna Etkisi, Tarım ve Köyisleri Bakanlığı,
Köy Hiz. Gen. Müd., Aras. Projesi Yıllık Sonuç Raporu, Ankara.
McEven, F.L., Stephenson, G.L., 1989. The Use and Significiance of Pesticides in
The Environment. John Wiley & Sons Pub, New York.
Nevşehir Tarım İl Müdürlüğü, 2011. 2011 Yılı İl Yayım Programı. Form A.
Thompson, J., Scoones, I., 2009. Addressing The Dynamics Of Agri-Food Systems:
An Emerging Agenda For Social Science Research. Environmental Science
& Policy, (12) 386-397.
Tongarlak, Ş., 2010. Farklı Buğday ve Arpa Varyetelerinin Kadmiyuma Tepkilerinin
Belirlenmesi. Doktora Tezi, Toprak Ana Bilim Dalı, Konya.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
245
Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ
Toz, S. (2002). Misli Ovası ve Çukurova’da Patates Üretim alanlarının Mineral
Beslenme Statülerinin Yumru ve Toprak Analiziyle Belirlenmesi. Yüksek
Lisans Tezi. Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Toprak Ana Bilim
Dalı. Adana.
Vural, N., 1996. Toksikoloji, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları,
Ankara, s;342-363.
Weizman, Z., Sofer, S., 1992. Acute Pancreatitis in Children With Anticholinesterase
Insecticide Intoxication. Pediatrics, 90(2), 204-206.
Yıldırım, E., 2000. Tarımsal Zararlılarla Mücadele Yöntemleri Ve Kullanılan İlaçlar.
Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 345s.
246
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
KAPADOKYA BÖLGESİ SIĞ YAPISININ
GRAVİTE YÖNTEMİYLE MODELLENMESİ
MODELLING OF THE SHALLOW STRUCTURE OF CAPPADOCIA
REGİON BY GRAVİTY METHOD
Sinan KOŞAROĞLU* - Aydın BÜYÜKSARAÇ**
Özcan BEKTAŞ*** - Abdullah ATEŞ****
ÖZET
Kapadokya bölgesine ait 2.5-B ve 3-B boyutlu gravite modellerinin
oluşturulduğu bu çalışmada, inceleme alanına ait sığ yapının derinlik değişimleri detaylı şekilde ortaya çıkarılmıştır. Düşük yoğunluklu
gevşek üst yapı olarak adlandırılan birikimle temel yapı arasındaki
yoğunluk farkı –0.7 gr.cm-3 olarak belirlenmiştir. Bu değerin doğruluğu 2.5-B ve 3-B modellerinin birleştirilmesiyle de test edilmiştir.
İnceleme alanına ait volkanik çıkışların 3-B gravite modeli ile ilişkilendirilmesinde, bir uyum gözlenmektedir. Bu kapsamda çıkış merkezlerinin yoğunlaştığı alanda bir çöküntü alanının olduğu ve bu kısımlarda
yoğunluğu düşük olan sediman yapının daha fazla olduğu sonucuna
varılmıştır. Önceden volkanik etkinliğin aktif olduğu alanlarda alttan
gelerek püsküren malzeme sonucu bir çökme bölümü oluşmuş ve bu
kısım daha sonra tekrar doldurulmuştur. Daha önceki çalışmalar incelendiğinde alanda kalderaların olduğu, fakat 2.5-B ve 3-B modeller
incelendiğinde bu çöküntü alanlarının kalderayla ilişkilendirilemeyecek
şekilde büyük alanlar olduğu sonucuna varılmıştır. Bu bölgede gözlenen sediman kalınlığının 2.5-3 km aralığında değiştiği anlaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Gravite, Modelleme, Yoğunluk, Volkanizma
ABSTRACT
2.5D modelling and 3D gravity modelling were made belong to
Cappadocia region in this study and also depth variations of shal-
**
**
AS Çimento San. ve Tic. A.Ş., Bucak BURDUR, e-posta:[email protected]
Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü. e-posta:[email protected]
*** Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü,
e-posta:[email protected]
**** Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
247
Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ
low structure of investigated area were described as detailly. Density contrast between sediment as called loose up structure with
low density and basic structure is -0.7 gr.cm-3. Reality of this value
was tested as combined 2.5 D and 3D models.
There is a harmony between 3D gravity model and volcanic out
belong to investigated area. It is concluded there is a caldera in the
dense volcanic centers and sediment structure with low density is
more in this area. In the place where active volcanic area, a caldera
was being due to erupted material came from deep and this area
was filled again by volcanic sediment. This idea is proper with before information, but 2.5 D and 3D models showed that the areas are
very large as not compareble as caldera size. Variation of sediment
thickness is 2.5-3 km in the investigated area.
Key Words: Cappadocia, Gravity, Modeling, Density, Volcanism
1- Giriş
Orta Anadolu’da Nevşehir, Niğde ve Aksaray illeri arasında yer alan, batı
sınırında Tuz Gölü fayı, doğu sınırında ise Ecemiş fay zonuyla sınırlandırılmış olan Kapadokya bölgesinin gravite verilerini kullanarak yeraltındaki
sığ yapıları modellenmiştir (Şekil 1). Kapadokya bölgesi son 13 milyon
yıldan yakın zamana kadar volkanik etkinliğin egemen olduğu bir bölgedir
.Özellikle Orta Anadolu’daki Senozoyik volkanizması pek çok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Günümüze kadar Kapadokya bölgesinde yapılan
çalışmalarda yüzey jeolojisi çalışmaları ve jeofizik çalışmalar yapılmış fakat
hiçbir çalışmada volkanik çökellerin kalınlıkları ve taban derinlikleriyle ilgili
bir sonuç ortaya çıkarılamamıştır. Bu durum ise Kapadokya bölgesini oluşturan sığ volkanik çökellerin incelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Şekil 1. Bölgesel tektonizma ve çalışma alanı (Platzman vd., 1998)
248
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi
2- Bölgenin Jeolojisi ve Kaynak Özetleri
Kapadokya bölgesinin yüzey jeolojisi bölgenin tektonik özelliklerinden
ötürü karmaşa göstermektedir. Kapadokya bölgesinin pek çok bölümü,
dasitikten bazaltik forma kadar farklı bileşimindeki volkanik kayaçlarla örtülüdür (Pasquare vd., 1988). Bölgenin temelini Kırşehir Bloğu metamorfik kayaçları temsil eder.
Kapadokya bölgesinin birimleri; Polijenetik volkanlar, volkanoklastik depozitler ve cüruf konilerinden oluşmaktadır. Volkanoklastik depozitler,
temel olarak yaklaşık 10 ignimbiritik tabakadan oluşur (Pasquare, 1968;
Innocenti vd., 1975; Pasquare vd., 1988; Le Pennec vd., 1994).
Bölge tektonik olarak, batıda kuzey-batı, güney-doğu uzanımlı, Ecemiş
Kırıkları ile çevrilidir. Bu şekliyle aktif bir tektonik sırt görünümündedir (Büyüksaraç, 2002). Temel vd. (1998)’den sadeleştirilerek hazırlanmış bölgenin jeolojik özelliklerini yansıtan harita, Şekil 2.’de görülmektedir.
Şekil 2. Kapadokya bölgesinin sadeleştirilmiş jeoloji haritası (Temel vd.
1998’den sadeleştirilerek alınmıştır). (1-Temel kayalar, 2-Önemli MiyosenPliosen volkanik karmaşığı, 3-İgnimbiritler ve eş yaşlı karasal sedimanlar,
4-Başlıca Monojenik Kuvaterner volkanizma, 5-Geniş Kuvaterner volkanlar, 6-Kuvaterner alüvyonlar, 7-Faylar (TGF: Tuz Gölü Fayı, DF: Derinkuyu
Fayı, EF: Ecemiş Fayı)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
249
Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ
İnceleme alanında yer alan Acıgöl çevresinde ilk kez ayrıntılı olarak çalışan Sassano (1964), bölgedeki volkanitlerin birkaç evrede oluştuğunu belirterek bölgedeki morfolojik yapıların birkaç küçük kalderayı işaret ettiğini öne sürmüştür.
Özkuzey ve Önemli (1977), Acıgöl kalderası içindeki volkanik domlarda
yer alan perlitik kayaçlarda incelemeler yapmışlar ve toplamda 450 milyon
tonluk bir rezerv saptamışlardır.
Öngür (1978), yaptığı çalışmada Acıgöl bölgesinde büyük çapta tek bir
kalderanın yer aldığını belirterek, kalderanın çevresinde basamaklı çembersel fayların bulunduğunu ve birkaç evrede püsküren tüf ve ignimbiritlerin kaldera oluşmasına neden olduğunu öne sürmüştür.
Yıldırım ve Özgür (1981), ise kalderanın elipsoid biçimde ve yaklaşık olarak 8x12 km boyutunda olduğunu ve evriminin 5 evrede tamamlandığını
vurgulamışlardır.
Ekingen (1982), gravite, manyetik ve derin elektrik sondajları gibi jeofizik
çalışmaları ile de kalderanın varlığını ortaya koymuş ve bu çöküntü alanının yaklaşık olarak 150 km2 büyüklükte olduğunu ve 2000 metre derinliğe sahip bulunduğunu belirtmiştir.
Yıldırım (1984), ise yaptığı çalışmada Acıgöl kalderasında, kaldera içindeki
domlarda yer alan obsidiyenlerle, kaldera çevresindeki basamak faylarla
sınırlı olan alanlarda yer alan obsidiyenler arasında büyük bir yaş farkı
olduğunu gözlemişlerdir. Kapadokya bölgesinin genel jeolojisinde ise; bölgenin temelini Kırşehir Bloğu metamorfik kayaçları temsil ederler.
Büyüksaraç vd., (2005) yaptıkları çalışmada Kapadokya bölgesinin havadan manyetik anomalilerini kullanarak üç boyutlu model oluşturmuşlardır.
Bu çalışmada alanın genelinde yaklaşık olarak 5-11 km kalınlıklar arasında
bir yapıdan söz edilmektedir. Ancak yüzeyden 5 km’ye kadar olan kesim
yüzey kayaçları olarak tanımlanmıştır.
Ateş vd., (2005) Kapadokya bölgesinin termal yapısı ile ilgili bir çalışma
yapmışlardır. Buna göre çalışma alanında Curie sıcaklık derinliği 8 km’ye
kadar sığlaşmaktadır.
3- Materyal ve Yöntem
3-1 Gravite Verisi
Kullanılan gravite verileri 2 km grid aralıklı olarak MTA genel müdürlüğünden temin edilmiştir. Bu verilerle ilgili olarak gerçekleştirilen arazi çalışmaları ve bu çalışmalar sonucu elde edilen gravite değerlerine yapılan
250
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi
tüm düzeltmeler MTA genel müdürlüğü jeofizik etütler dairesi tarafından
gerçekleştirilmiştir. Şekilde görülen gravite anomali haritası kontur aralığı
5 mgal olacak şekilde çizdirilmiştir (Şekil 3). Gravite anomali haritası incelendiğinde gravite değerlerinin negatif olması alanda düşük yoğunluklu
yapıların varlığını göstermektedir.
Şekil 3. Çalışma alanına ait gravite anomali haritası (Kontur aralığı: 5 mGal).
3-2 Manyetik Verisi
Havadan manyetik verileri radar altimetre kontrolundeki 2 km grid aralıklarla ve yer yüzünden 600 metre yükseklikte olan kuzey güney yönlü profiller
doğrultusundaki yer manyetik alanı toplam bileşeni ölçümleri MTA genel
müdürlüğü tarafından elde edilmiştir. Şekilde görülen manyetik anomali
haritası kontur aralığı 100 nT olacak şekilde çizdirilmiştir (Şekil 4). Manyetik
anomali haritası incelendiğinde Kapadokya bölgesinde gelişen volkanik ve
tektonik olaylar neticesinde şiddetli anomaliler gözlemlenmektedir.
Şekil 4. Çalışma alanına ait havadan manyetik anomali haritası (Kontur
aralığı: 100 nT).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
251
Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ
3-3 Yukarı Uzanım
Gravite verilerine yüzey etkilerini ortadan kaldırmak ve hedeflenen araştırma derinliğini incelemek için yukarı uzanım işlemi uygulanmıştır. Yukarı
uzanım işleminde 1 km den 5 km ye kadar her bir km için 5 ayrı seviyede
yukarı uzanım işlemi veriye uygulanmıştır. Ortaya çıkan sonuçlar incelendiğinde çalışmanın amacına en uygun uzanım mesafesinin 2 km olan veri
grubunun olduğu anlaşılmıştır (Şekil 5).
Şekil 5. Kapadokya bölgesi gravite anomalilerine yukarı uzanım uygulanması (Uzanım mesafesi: 2 km, Kontur aralığı: 5 mGal.)
3-4 2.5-B ve 3-B modeller
Kapadokya bölgesine ait gravite anomali haritası incelenerek 8 doğrultuda kesit
alınması uygun görülmüştür. Bu kesitlerden 5 tanesi Nevşehir, Niğde ve Aksaray illeri arasında kalan bölgeyi kapsayacak şekilde KB-GD doğrultulu olacak
şekilde belirlenmiştir. Kalan 3 adet kesit ise Nevşehir ilinin yaklaşık kuzeyinde
kalacak şekilde olup KD- GB doğrultulu olacak şekilde belirlenmiştir (Şekil 6).
Şekil 6. Kapadokya bölgesine ait gravite anomali haritası ve 2.5-B kesit
yerlerinin gösterimi
252
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi
A-A’ olarak adlandırılan profil KB-GD doğrultulu olup yaklaşık 70 km
uzunluktadır. Belirlenen A-A’ profili boyunca sayısal yükseklik verilerinden
topografyadaki değişim belirlenmiştir. A-A’ profili boyunca oluşturulan
2.5-B gravite modeli ile sayısal yükseklik değerlerinden yüzey topografya
görüntüsü gösterilmiştir. Modeli oluşturan yapının içerisindeki değer yoğunluk kontrastı değerini ifade eder. Bu yapı için yoğunluk farkı - 0.7 gr/
cm3 olarak belirlenmiştir. 2.5 boyutlu modeller Cooper tarafından geliştirilen Geomodel bilgisayar programı kullanılarak hazırlanmıştır. Bu programda kesikli çizgilerle gösterilen gerçek gravite değerlerini ifade eder.
Düz çizgi ile gösterilen ise araştırmacı tarafından yapı sınırları ve özellikleri
belirlenen yapının meydana getirdiği gravite belirtisini ifade etmektedir.
Aynı kesit üzerine 3 boyutlu modellerden elde edilen derinlik sınırları düşürülmüş ve modellerin doğrulukları sınanmıştır.
Şekil 7. A-A’ profili boyunca oluşturulan 2.5-B gravite modeli, 3-B gravite
modeli derinlik sınırı ile sayısal yükseklik değerlerinden hesaplanan yüzey
topografya görüntüsü
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
253
Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ
G-G’ olarak adlandırılan profil GB-KD doğrultulu olup yaklaşık 50 km
uzunluktadır. Bu kesit doğrultusunda da önceki örneklerdeki bütün uygulamalar yapılmıştır. Bu kesitte çökel katmanının kalınlığı değişkenlik göstermektedir. Alanda çökel kalınlığının sığlaştığı kesimlerde yaklaşık kalınlık
1 km düzeyinde iken çökel biriminin kalınlaştığı alanlarda bu derinlik 3 km
dolaylarındadır.
Şekil 8. G-G’ profili boyunca oluşturulan 2.5-B gravite modeli, 3-B gravite
modeli derinlik sınırı ile sayısal yükseklik değerlerinden hesaplanan yüzey
topografya görüntüsü
4- Sonuçlar
Kapadokya bölgesine ait 2.5-B ve 3-B boyutlu gravite modellerinin oluşturulduğu bu çalışmada, inceleme alanına ait sığ yapının derinlik değişimleri detaylı şekilde ortaya çıkarılmıştır. Düşük yoğunluklu gevşek üst yapı
olarak adlandırılan birikim malzemesiyle ana temel arasındaki yoğunluk
farkı – 0.7 gr/cm3 olarak belirlenmiştir. Bu değerin doğruluğu 2.5-B ve 3-B
modellerinin aynı kesitler üzerinde birleştirilmesiyle de test edilmiştir.
254
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi
Kapadokya bölgesi son 13 milyon yıldan yakın zamana kadar volkanik etkinliğin egemen olduğu bir bölgedir. İnceleme alanına ait volkanik çıkışların 3-B gravite modeli ile ilişkilendirilmesinde bir uyum gözlenmektedir. Bu
kapsamda çıkış merkezlerinin yoğunlaştığı alanda bir çöküntü alanının olduğu ve bu kısımlarda yoğunluğu düşük olan sediman yapının birikiminin
daha fazla olduğu sonucuna varılmıştır. Yani önceden volkanik etkinliğin
aktif olduğu alanlarda alttan gelerek püsküren malzeme sonucu bir çökme bölümü oluşmuş ve bu bölümlerin daha sonra tekrar gelişen volkanizma ile doldurulmuş olduğu sonucuna varılmıştır. Daha önceki çalışmalar
incelendiğinde alanda kalderaların olduğu, fakat 2.5-B ve 3-B modeller
incelendiğinde bu çöküntü alanlarının kalderayla ilişkilendirilemeyecek şekilde büyük alanlar olduğu sonucuna varılmıştır.
Kaynaklar
Ateş, A., Bilim, F., and Büyüksaraç, A., 2005. Curie point depth inverstigation of
Central Anatolia, Turkey, Pure appl. Geophys. 162,357-371.
Büyüksaraç, A., Jordanova, D., Ateş, A., and Karloukovski, V., 2005. Interpretation of the Gravity and Magnetic anomalies of the Cappadocia Region,
Central Turkey, Pure appl. Geophys. 162,2197-2213.
Cooper, G.R.J., 1998. GEOMODEL for Windows, 2.5-D interactive magnetic and
gravity data modelling and inversion. Version 1.20.
Cordell, L. and Henderson, R.G., 1968. Iterative three-dimensional solution of
gravity anomaly data using a digital computer. Geophysics, 33, 596-601.
Ekingen, A., 1982. Nevşehir kalderasında jeofizik proskepsiyon sonuçları: Türkiye
Jeoloji Kurultayı 1982 bildiri özetleri kitabı. 82.
Öngür, T., 1978. Behram kalderası, KB Anadolu: Türkiye Jeoloji Kurultayı 32. Bilimsel ve Teknik Kurultayı Bildiri özetleri kitabı. 43.
Özkuzey, S. ve Önemli, Ö.F.. 1977. Acıgöl (Nevşehir) perlitlerinin petrolojisi ve
ekonomik jeolojisi: I. Ulusal Perlit Kongresi Bildiriler Kitabı, Türkiye Jeoloji
Kurumu, Ankara, 134-147.
Pasquare, G., Poli, S., Vezzoli, L. ve Zanchi, A. 1988. Continental arc volcanism and
tectonic setting in Central Anatolia, Turkey. Tectonophysics, 146, 217-230.
Platzman, E.S., Tapirdamaz, C., Sanver, M. 1998. Neogene anticlockwise rotation
of Central Anatolia (Turkey): preliminary palaeomagnetic and geochronological results. Tectonophysics, 299, 175-189.
Sassano, G., 1964. Acıgöl bölgesinde Neojen ve Kuvaterner Volkanizması, M.T.A.,
Rapor No: 6841, Ankara, 41s.
Temel, A., Gündoğdu, M.N., Gourgaud, A., LePennec, J.L. 1998. Ignimbrites of
Cappadocia (Central Anatolia, Turkey): Petrology and Geochemistry. Journal of Volcanol and Geoth.Research, 85, 447-471.
Yıldırım, T., ve Özgür, R., 1981. Acıgöl kalderası, Jeomorf. Dergisi. 10,59-70.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
255
TABAL KRALLIĞI
THE KINGDOM OF TABAL
Suzan AKKUŞ MUTLU*
ÖZET
Hitit Devleti’nin yaklaşık olarak MÖ. 1200 yıllarında meydana gelen
Egeli Kavimler göçü sonucunda yıkılmasından sonra, Anadolu’nun
siyasi yapısı değişmiştir. Hititler güney ve güney-doğu Toroslar’ın
dağlık bölgelerine çekilerek birbirinden bağımsız kent krallıkları kurmuşlardır. Bu şehir devletleri içerisinde, en batıda yer alanı
Kapadokya’nın güneyinde kurulan Tabal Krallığı’dır. Coğrafi konumu ve sahip olduğu doğal kaynaklar açısından dikkat çeken Tabal
Krallığı hem Asurlular hem de Urartular ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Asur kralı III. Salmanassar döneminde pek çok yerel
krallıktan oluştuğu anlaşılan Tabal’ın bu siyasi yapısı daha sonra
başa geçen Asur krallarının bırakmış oldukları yazılı belgelerde de
ifade edilmektedir. Bildirimizde, Tabal Krallığı’nın yerleşim alanları,
bölgedeki siyasi ve ekonomik rolü hakkında bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Asur, Urartu, Tabal Krallığı.
ABSTRACT
The political situation of Anatolia had been changed after the collapsing of Hittite State as result of Aegan People’s Migration about
1200 BC. Hittites had found independent kingdoms in the mountainous district of Taurus Montains. One of them was Tabal Kingdom
which had been found in Cappadocia Region. Tabal Kingdom had
made rivals conspicuous with geographic position and underground sources and had had conflicts with Assyrians and The Kingdom
of Urartu. It is known that The Kingdom of Tabal had been consisted of regional kingdoms under the reign of Shalmanessar III.
In our article, the residential area and the economical-political role
of Tabal Kingdom will have been examined.
Key Words: Cappadocia, Assyrian, Urartu, The Kingdom of Tabal.
* Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı,
e-posta:[email protected].
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
257
Suzan AKKUŞ MUTLU
Giriş
İlk kez Anadolu’da tarih sahnesine çıkan Hititler, MÖ. II. bin yılın ilk yarısında geniş çaplı siyasal birliklerini kurmuşlardır. Hitit Devleti’nin MÖ.
1200 yılında meydana gelen Ege Göçleri sonucunda yıkılmasından sonra
Anadolu’nun siyasi çehresi değişmiş ve Geç Hitit Beylikleri adı verilen yeni
bir siyasi oluşum gerçekleşmiştir. Bu şehir devletleri içerisinde en batıda
yer alanı Tabal Krallığı’dır.
Tevrat’ta Tubal, Herodot’ta Tibaren olarak anılan Geç Hitit Beyliği’nin MÖ.
I. bin yılda geçen Tabal halkı olduğu kabul edilmektedir1. Bu Geç Hitit
Beyliğinin tarihini daha çok Asur kaynaklarından öğrenmekteyiz. Ancak
bu kaynaklar da yeterli değildir. Bölgede çok sayıda Luwice hiyeroglif yazıt
bulunmuş ve bunlar okunup yayınlanmış olsalar da, bunlardan elde edilen
bilgiler Asur kaynaklarında olduğu gibi, Tabal’ın tarihini bir bütün olarak ortaya koymaktan uzaktır. Tabal hakkında bilgi veren Asur kaynakları
daha çok Asurlular’ın bölgeye yaptığı seferler, Tabal’ın haraca bağlanması
ya da doğrudan Asur’a bağlanması ile ilgili kayıtlardır2. Luwice yazılan yazıtlardan3 Tabal Ülkesinin MÖ. IX. yüzyılın son çeyreğinden MÖ. VII. yüzyıl
ortalarına kadar bir bütün olarak bilgi edinilemese de tarihi hakkında az
çok haberdar olunabilmektedir4.
Tabal ülkesinin sınırları ise kesin olarak belirlenememektedir. Pek çok küçük krallıktan oluşan Tabal’ın sınırları sık sık değişmiştir. Bununla birlikte
jeopolitik konumu ve zengin doğal kaynakları sebebiyle Asur, Phryg ve
Urartu devletlerinin mücadele sahasını oluşturması sınırlarının belirlenmesini güçleştiren bir başka neden olmuştur5. Bu sebeple sınırları belirlemede bölgedeki hiyeroglif yazıtların içeriklerinin incelenmesi gerekmektedir. Ülkenin sınırları tam olarak tespit edilememekle birlikte eldeki yazılı
kaynaklara dayanılarak, Asur kaynaklarında Anadolu’nun orta kesimi için
kullanılan Tabal Ülkesi sınırları kuzeyde Kızılırmak’tan, güneyde Toroslar’a,
doğuda Gürün’e, batıda Tuz Gölü’ne kadar uzandığı görülmektedir. Bir
1
2
3
4
5
-Mehmet Kurt, “Tabal Ülkesi’nin Politik ve İdari Yapısı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23/2010, Konya, 2010, s.128.
-Turgut Yiğit, “Tabal”, AÜDTCF Dergisi, 40, 3–4, Ankara, 2000, s.178.
-Tabal Yazıtları ile ilgili bilgi için bkz. John David Hawkins, “Inscriptions of the Iron Age”, Corpus
of Hieroglyphic Luwian, 1, Berlin, New York: Walter de Gruyter, 2000, s. 433 vd.
-John David Hawkins, Hieroglyphic Inscription of the Sacred Pool Complex at Hattuşa (SÜDBURG),
(Stbot Beiheft III) With an Rachaelogical by P. Neve, Weisbaden, 1995, s. 65. Benno Landsberger,
Sam’al, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1948, s.26.
-Kurt, 2010: s.128.
258
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tabal Krallığı
başka ifade ile Kayseri, Nevşehir ve Niğde illerini kapsayan bölgedir6.
Kayseri ve Nevşehir arasında bulunan 11 tane Hitit Hiyeroglif yazılı kitabesinin bir kaçında Tuwana (Klasik çağda Tyana) kralı Warpalawas’ın adı
geçmektedir. Hitit imparatorluk belgelerinden tanıdığımız bu kentte, Geç
Hitit dönemine ait en önemli sanat eseri Tuwana kralı Warpalawas’ı Luwi
tanrısı Sanda önünde canlandıran İvriz Kaya Anıtı’nın bulunması bu şehrin
Tabal Krallığı’nın merkezi olduğunu düşündürmektedir7. Merkezi Niğde
yakınındaki klasik Tyana olan Tuwana’nın sınırları, Warpalawas’ın adının
geçtiği yazıtların dağılımına göre, Ereğli(îvriz)’den Kilikya kapılarına (Zeyve
Höyük, Bolkarmaden) dek uzanan ve kuzeyde Bor, Niğde, Andaval’ı kapsayacak şekilde çizilmek istenmektedir8.
Tabal Krallığı’nın Siyasi Tarihi
Tabal krallığının tarihi hakkında bir bütün olarak bilgi edinemiyoruz. Ancak MÖ. IX. yüzyılın son çeyreğinden MÖ. VII. yüzyılın ortalarına kadar
varlıkları bilinmektedir. Tabal adına ilk kez Asur kaynaklarında MÖ. IX.
yüzyılın ikinci yarısında III. Salmanassar (MÖ. 858–824) döneminde rastlanmaktadır9. Bundan sonra III.Tiglatpileser, II. Sargon, Sanherib, Asarhadon ve Asurbanipal zamanlarına ait çiviyazılı belgelerde yer alır. Arkeolojik
bulgular ise henüz Tabal’ın tarihini yeteri kadar aydınlatamamaktadırlar10.
III. Salmanassar Siyah Obelisk’te 22. ve 31. saltanat yıllarında Tabal ülkesine yaptığı seferlerden bahsetmektedir:
“Saltanatımın 22. yılında Tabal topraklarına indim… (Şehirleri) yaktım, yıktım, ateşe verdim…24 Tabal kralının hediyelerini kabul ettim..”11
Bu seferin MÖ. 838 yılında olduğu kabul edilmektedir12. Asur kralının bir
heykelinin üzerinde bulunan yazıtta Salmanassar’ın, krallığının 22. yılında
22. kez Fırat’ı geçtiği, Hatti Ülkesi ile Melida Ülkesi’nden haraç aldığı ifade
edilmektedir. Yine bu kitabesinde Asur kralı, Timur Dağı’nı (muhtemelen
6
7
8
9
10
11
12
- Kurt, 2010: s. 128.
-Bilge Umar, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, C.I.E.Ü. Basın yayın Yüksek Okulu Yayını, İzmir,1982, s.
192.
-Yiğit, 2000: s.183.
-J. G. Macqueen , Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Çev. Esra Davutoğlu, Arkadaş Yayınları, Ankara, 1999, s. 172.
-J. D. Hawkins-J. N. Postgate, “Tribute from Tabal,” SAAB 11/1, 1988, s. 36.
-D.David Luckenbill, Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol.I (=ARAB, I), Historical Records
of Assyria from Earliest Times to Sargon, The University of Chicaqo Press, Chicaqo, 1926, no.579.
- Hawkins-Postgate, 1988: s. 36.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
259
Suzan AKKUŞ MUTLU
Tahtalı Dağlar) geçerek Tabal Ülkesi’ne indiğini, onların şehirlerini yakıp
yıktığını anlatır. Tuatti’nin şehirleri yakılıp yıkılınca, Tuatti ve oğlu Kikki savaşmadan teslim olarak krala haraç vermiştir. Tabal Ülkesi’nin 20 kralı da
Salmanassar’a boyun eğerek hediyeler sunmuşlardır. Ardından kral, Tunni
Dağı’na, Gümüş Dağı’na, Hubuskia Ülkesi’nin Puhame şehrine ilerlemiştir13. Daha önce ifade ettiğimiz “Siyah Obelisk”te ise 24 tabal kralından
bahsedilmekteydi. Her iki belgede geçen ifadelerden, Tabal Ülkesi’nin 20
veya 24 farklı krallıktan oluşan bir konfederasyon olduğu anlaşılmaktadır14.
III. Salmanassar’ın hâkimiyetinin 23. yılında yeniden Tabal’a seferler düzenlediğini ve kralların ona hediyeler sunduğunu öğreniyoruz15. Tabal krallıklarının mukavemet etmek yerine, Asur’a boyun eğdiği görülmektedir.
III. Salmanassar Krallığının 31. yılında yeniden Tabal üzerine yürüdüğünü
anlatan Siyah Obelisk’te bazı yerlere güvendiği bir komutanını gönderdiği
ifade edilmektedir. Bununla birlikte III. Salmanassar Urartular üzerine yürüdükten sonra Tabal bölgesini kapsayan seferi bizzat kendisi yürütmüştür. Asur kralının bu seferinde pek çok şehir yakılıp yıkılmıştır16.
MÖ. VIII. yüzyıla geldiğimizde Tabal ile ilgili ilk kayıtlar, Asur tahtına çıkarak
büyük bir merkezileştirme politikası güden III. Tiglatpileser (MÖ. 744–727)
dönemine aittir. Sargonidler döneminin temellerini atan III Tiglatpileser17
dönemine ait anallarda kralın haraca bağladığı yerler sayılmaktadır. Asur
kralı kendisine vergi ödeyen 5 kralın ismini şöyle sıralamaktadır: Tabal’lıUassurme(MÖ.738-730)=Wasu-Sarma; Atuna’lı-Uşhitti (MÖ.738-732);
Tuhana’lı (Bor)-Urballa (MÖ.738-710)=Warpalawa; Iştunda’lı-Tuhamme
(MÖ.738-732); Hubişna’lı (Kybistra, Konya-Ereğli)-Uirime (MÖ.738-732);
Şinuhtu’lu (Aksaray) Kiakki (MÖ.718). Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi kralın haraca bağladığı yerler arasında Tabal kralı da bulunmaktadır18. Tabal
kralı Uassurme burada III.Tiglatpileser’in çağdaşı olarak görülmektedir.
Anallarda olduğu gibi Nimrud Tableti’nde Uassurme haraca bağlananlar
arasında sayılır19.
13
14
15
16
17
18
19
-J. Lassqe , “A Statue of Shalmaneser III from Nimrud,” IRAQ 21,1959, s.155.
-Kurt, 2010: s.130.
-Yiğit, 2000: s.178.
-Kurt, 2010: s.130.
-Füruzan Kınal , Eski Anadolu Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1991, s.252.
-Yiğit, 2000: s.179. Veli Sevin , Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul, 1997, s.126.
-Hawkins-Postgate, 1988: s. 37. Mark Weeden, “Tuwati and Wasusarma: İmitating The Behaviour
of Assyria”, IRAQ, Volume LXXII, London, 2010, s.41.
260
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tabal Krallığı
III. Tiglatpileser dönemine ait anallar da Tabal’ın pek çok krallıktan oluştuğunu doğrulamaktadır. MÖ. 738 yılı Asur kaynaklarından öğrendiğimize göre Tabal Ülkesi’nde Tuna’nın kralı Ushitti, Tuhana’nın kralı (Tyana/Kemerhisar) Urballa, Istunda’nın kralı Tuhamme ve Hubisna’nın kralı
Urimme’dir20. III. Tiglatpileser’in çağdaşı olarak görülen Uassurme, Geç
Hitit döneminden günümüze kalan Sultanhan, Kayseri ve Suvasa hiyeroglif yazıtlardan tanıdığımız Topada21 yazıtlarının yazarı ve yazıtlara “büyük kral” olarak geçen Wasusarma’dır22. Bu yazıtların yayılım sahasından
Tuhana/Tuwana’nın sınırlarının bir taraftan Ereğli’den Kilikya kapılarına
kadar uzanırken diğer taraftan Bor, Niğde ve Andavalı içine aldığı görülmektedir23. Ayrıca Topada yazıtında Wasusarma’nın babası Tuwatis de
“büyük kral” olarak geçmektedir. Bu isim III. Salmassar’ın Anadolu seferinde şehirlerini yakıp yıktığı Tabal ülkesi kralı Tuatti’nin adıyla benzerdir24.
Tuwana’nın Orta Anadolu bölgesini Que’ye bağlayan Gülek Geçiti’ne
yakın olması, önemli bir stratejik konuma sahip olması nedeniyle Kral
Warpalawas/Wasusarma bölgede oluşan Frig tehlikesinden dolayı Asur’a
bağlı kalmayı devam ettirmiştir25. Kral Wasusarma Tuwana’nın stratejik
öneminden dolayı Asur ve Frig tehlikesine karşı bir denge politikası izlemek zorunda kalmıştır.
III. Tiglatpileser’in Nimrud tabletinde anlatıldığına göre, Tabal kralı Uassurme, Asur kralına gereken saygıyı göstermemiş, Asur’un başarılarına
kayıtsız kalarak kralın huzuruna gelmemiştir. Bunun üzerine III. Tiglatpileser kralı tahttan indirerek yerine muhtemelen MÖ. 730 tarihinde Hulli’yi
geçirmiş ve vergiye bağlamıştır26. Hulli, Tiglatpileser’in bir memuru (Rabsaku) aracılığıyla tahttan indirdiği Uassurme (Wasusarma)’nın yerine Tabal
tahtına oturttuğu “hiç kimsenin oğlu”dur. Sargon’un anallarındaki anla20
21
22
23
24
25
26
- John Nicholas Posgate, “Assyrian Texts and Fragments”, Iraq, 35,1973, s. 30–35.
-Topada yazıtı Nevşehir’in 20 km. güneybatısında yer alan Acıgöl ilçesinin yaklaşık 7 km. güneydoğusunda ağıllı Köyü yakınlarında bulunmuştur. MÖ. VIII. yüzyıla tarihlenen Topada Hitit Yazıtı
için bkz. Hawkins, 2000: s.451–461. Kınal, 1998: s. 239. Hitit hiyeroglif yazıtları hakkında bilgi
edinmek için bkz. Özkan Savaş, Anadolu (Hitit-Luwi) Hiyeroglif Yazıtlarında Geçen Tanrı, Şahıs ve
Coğrafya Adları, Ege Yayınları, İstanbul, 1998.
-Yiğit, 2000: s.180.
-Hasan Bahar- Özdemir Koçak, Eskiçağ Konya Araştırmaları 2, Kömen Yayınları, Konya 2004, s.10.
-Mustafa Kalaç,“Tabal Ülkesi”, XII. Türk Tarih Kongresi (12–16 Eylül 1994), Kongreye Sunulan
Bildiriler, 1, Ankara 1999, s.134.
-Posgate,1973: s.28.
-Macqueen, 1999: s.172.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
261
Suzan AKKUŞ MUTLU
tıma göre Hulli de Tabal tahtından indirilerek Asur’a sürgün edilmiştir27.
Ancak metin tam okunamadığı için bu olayın nasıl olduğu, Hulli’nin kim
tarafından ve neden sürgüne gönderildiği anlaşılamıyor. Yazıtlardan yola
çıkarak Hulli’nin III. Tiglatpileser ya da onun selefi V. Salmanassar’a isyan
etmiş olduğu tahmin edilmektedir28. Fakat anallarda geçen ifadelerden
Asur kralı Sargon tarafından haklarının iade edildiği ve ölene kadar Asur’a
sadık kaldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan III. Tiglatpileser’den daha sonra
Asur tahtına geçen II. Sargon yazıtlarında Tabal için Bit-Burutas adı da
kullanılmaya başlanılmıştır29. Hulli’nin saltanatı sona erdikten sonra yerine
oğlu Ambaris geçmiştir. II. Sargon Ambaris’i kızı ile evlendirerek çeyiz olarak Hilakku’yu vermiştir. Böylece Tabal’ın sınırları güney yönünde büyük
ölçüde genişlemiştir. Burada dikkati çeken bir başka husus, Tabal ülkesinin
sınırlarının savaş neticesinde değil de evlilik hediyesi olarak verilen bir çeyiz sonucunda değişmiş olmasıdır30. Daha sonra ise Ambaris vefasız çıkmış
ve Asur’a karşı isyan etmiştir. Bu dönemde Anadolu’nun güçlü devletleri
olan, Batı ve Orta Anadolu’da hüküm süren Muşki (Frig) kralı Mita, Doğu
Anadolu bölgesinde hüküm süren Urartu kralı Rusa ile birleşerek Asur’a
karşı ittifak kurmuştur. Bunun yanı sıra bir başka Tabal şehri Sinuhti31 kralı
Kiakkki, MÖ.718 yılında isyan etmiş ancak II. Sargon tarafından bölge
ele geçirilmiştir32. Fakat Frig kralı Midas II. Sargon’a karşı Urartu ile ittifak
kurmuş ve bu ittifağa Ambaris de katılmıştır33. MÖ. I. bin yılda bölgedeki
büyük güç olan Asur’un Anadolu’daki yayılmacı politikasına karşı engel
olmaya çalışan krallıklara Tabal’ın da tam destek verildiği görülmektedir.
Ancak Asur kralı II. Sargon MÖ. 714 yılında bu ittifağa büyük bir darbe indirmiştir. MÖ. 713 yılında ise Ambaris’i tüm sülalesi ile birlikte Asur’a sürgün etmiştir34. Daha sonra ise Hilakku ve Tabal’ı Asur’a bağlayarak başına
27
28
29
30
31
-Yiğit, 2000: s.183.
- Landsberger, 1948: s.74.
-Yiğit, 2000: s. 183. Weeden, 2010: s.43.
-Macqueen ,1999: s. 173. Weeden, 2010: s.42.
-Eski Asur dönemi şehirlerinden olup Aksaray’a lokalize edilmektedir. Bilgi edinmek için bkz. Emin
Bilgiç, “Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer Adları ve Yerlerin Tarihi Üzerine İncelemeler”,
Belleten, X/37–40, Ankara 1946, s. 381–423.
32 -D.David Luckenbill, Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol.II (=ARAB, II), Historical Records of Assyria from Sargon to the End, The University of Chicaqo Press, Chicaqo 1927, s. 8.
Weeden, 2010: 42.
33 -M. Mellink,“The Native Kingdoms of Anatolia”, The Cambridge Ancient History, Vol. 3, Part.2,UK
2008, s. 622.
34 -Louis Delaporte, Les Hittites, Paris: L’évolution de Humenité, Editeur Ablin Michel, 1936, s.325.
A. Lemaire, “Recherches De Topographie Historique sur Le Pays de Qué (IXe-VIIe siècle av. J. C.”,
Anatolia Antiqua, I, 1991, s.273.
262
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tabal Krallığı
bir vali tayin edip vergiye bağlamıştır35. Bölgenin idaresi ise Sargon’un kızı
ve Ambaris’in karısı olan Ahat-abişa’ya bırakılmıştır36 . Bir başka isyancı ile
ilgili olarak Nimrud Yazıtı’nda Sargon’un Tabal kralı Kiakki’ye ait Sinuhtu
halkını da sürdüğü ve başkenti Asur’a getirdiği anlatılır37. Frigler ve Urartular da Asur saldırılarından paylarına düşeni almışlardır. II. Sargon kendisine
karşı ittifak girişiminde bulunanlara son derece sert davranmıştır. Tüm bu
yaşananlar Anadolu’daki devletlerin Asur karşısında duramayacak kadar
güçsüz olduklarının da göstergesidir. II. Sargon Anadolu’da büyük bir güç
haline gelmiş ancak tamamına hakim olamamıştır. Çünkü bu dönemde
Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya giriş yapan ve Anadolu halkaları açısından büyük bir tehlike oluşturan İskit ve Kimmerler Asur için de büyük tehdit unsuru olmuşlardır. Hatta Friglerin bu kavimlere karşı Asur’a yaklaşması tehlikenin ne denli güçlü olduğunun da göstergesidir.38 II. Sargon’nun
Kimmerler ile savaşırken ölmesi Melid ve Kummuh gibi yerel Anadolu
krallıklarına fırsat vermiş ve bu kralıklar bağımsız olmuşlardır. Bu tarihten
itibaren Tabal krallığı da Asur kaynaklarında daha az zikredilmeye başlamıştır. Bu olay Tabal’ın bağımsızlığını kazandığını düşündürmektedir39.
Sargonidler döneminde Anadolu’nun tarihine baktığımızda son derece
karmaşık bir yapı ile karşılaşmaktayız. Bölgenin stratejik açıdan önemli
olan yerleri sürekli olarak el değiştirmiştir. Bu dönemde Asur’un Anadolu
politikasında da köklü değişiklikler olmuştur. II. Sargon dönemine kadar
almış olduğu vergiler karşılığında Geç Hitit Beyliklerinin siyasi varlıklarına
dokunmayarak sadece kendi hakimiyetini kabul ettiren Asur, Sorgon ile
beraber hedefini büyüterek Kuzey Mezopotamya, Suriye, Filistin, Mısır ve
Anadolu’yu tek bir imparatorluk çatısı altında birleştirmeyi amaçlamıştır.
Ancak Asur bölgeye gelen ve Asur’u olduğu kadar diğer Anadolu kavimlerini tehdit eden bozkır kavimlerinden dolayı bu amacına ulaşamamıştır40.
35
36
37
38
39
40
- Richard David Barnett,“Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age”, The Cambridge
Ancient History, II/2,1975, s. 426.
- Postgate, 1973: s. 31.
-Lukenbill, 1927: s.137. A. T. Olmstead, “The Assyrians in Asia Minor”, Anatolian Studies Presented to Sir W. M. Ramsay (Edited by. W. H. Buckler, W. M. Calder),1923, s.286.
- Erol Sever, Asur Tarihi, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2008, s. 104,105.
-Kurt, 2010: s.133.
-Mehmet Kurt, “ II. Sargon Devri Kaynakları Işığında Güney Anadolu ve Toros Dağları Bölgesi”,
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C.29,
S.48, Ankara 2010, s.70.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
263
Suzan AKKUŞ MUTLU
Asur tahtına çıkan Sanherib zamanındaki kayıtlardan sadece bu kralın Tabal sınırındaki Tilgarimmu’ya seferler yaptığını, burayı ele geçirerek yakıp
yıktığını öğreniyoruz. Yazıtlar sadece Tilgarimmu seferine kadar Tabal’dan
bahsetmektedir. Bu durumda Sargon döneminde Asur’a bağlı olan ve
Asur tarafından atanan bir idareci tarafından yönetilen Tabal, artık Asur’a
bağlı değildir41. Asarhaddon dönemine (MÖ. 680–669) ait kayıtlarda ise
Asur kralının Tabal sınırındaki dağlarda oturan Du’ua halkı üzerine Hilakku
halkı ile birlikte aynı seferde, Hilakku’dan sonra yürüdüğü belirtilmektedir. Asarhaddon zamanında Tabal’da bulunan Iskallu Asur’a karşı Milidli
Mugallu ile ittifak yapmıştır. Tüm bu gelişmeler bu dönemde de Tabal’ın
Asur’a bağlı olmadığını göstermektedir42. Iskallu’nun müttefiği olarak
görülen Mugallu ise, Asurbanipal zamanında Tabal kralı olarak karşımıza
çıkar. Kaynaklarda Mugallu’nun kızını zengin bir çeyizle Asur kralına gönderdiği belirtilmektedir43. Daha sonraki dönemde Asur tahtına geçen kral
Asurbanipal’e ait yazıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla Tabal kralı Mugallu
Asur’un egemenliğine boyun eğmiştir. Mugallu ile birlikte artık Tabal’ın siyasi varlığı da sona ermiştir. Çünkü bu tarihten itibaren yazılı kaynaklarda
Tabal adına rastlanmamaktadır44.
Tabal Ülkesinin Ekonomik Durumu
Tabal Krallığının yayılım sahası coğrafi açıdan büyük bir çeşitliliğe sahiptir.
Bununla birlikte ülkede kültürel bir çeşitliliğin de olduğu anlaşılmaktadır.
Bölge tarihin ilk dönemlerinden itibaren askeri ve ticaret yollarının kavşak noktasında yer almaktadır. Maden kaynakları açısından da oldukça
zengindir. Anadolu’daki gümüş madenlerinin bir kısmı Tabal sınırları içerisinde yer almaktadır. Asur kaynaklarında geçen Tunni Dağı (Gümüş Dağları) Asurluların ilgi odağını oluşturmaktaydı. Asur Kralı III. Salmanassar’ın
anallarında Tabal’ın zengin demir madenlerine sahip olduğu ve Asur’un
demir ihtiyacını buradan karşıladığı ifade edilmektedir. Bölgede yapılan
tunç eserler eskiçağda oldukça ünlüdür. M.Ö. 8 yüzyılda Tabal bölgesinde üretilen metal eserler Urartu sahasına kadar ulaşmaktadır. Ayrıca Eski
41
-Landsberger, 1948: s.76. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Kalaç, “M.Ö.745–620 Yükseliş Çağında Büyük Asur İmparatorluğunun Anadoluya Yayılışı,” Sümeroloji Araştırmaları 1940–41,İstanbul
1941, s.1011.
42 -Yiğit, 2000: s.185.
43 -Kurt, 2010: s.133.
44 -Yiğit, 2000: s.185,186.
264
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tabal Krallığı
Ahitten Tabal işi tunç kaplarının Fenike limanlarında satıldığını öğrenmekteyiz45. Daha öncede ifade edildiği gibi Tabal ülkesinin zengin maden yataklarına sahip olması ve ticaret yolları üzerinde bulunması cazibe kaynağı
oluşturmuş ve bu bölgede gözü olan Asurlular ile Urartular ve Frigler’i
sürekli olarak karşı karşıya getirmiştir.
MÖ. I bin yılın ortalarından itibaren Anadolu’nun orta bölümü için “Kapadokya” adı kullanılmaktadır. Kapadokya adı eski Perçe’de “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen “Katpatuka” teriminden gelmektedir46. Tabal
krallığı sınırları da bu coğrafyada yer almaktadır. Kaynaklarda at yetistiriciligi bakımından övgüyle söz edilen Tabal Kralları Assur’a ödedigi verginin
büyük bir kısmını “at” olarak ödemekteydi47.
Sonuç
Hitit Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan Geç Hitit Beylikleri içerisinde
en batıda yer alan Tabal Krallığı hakkındaki bilgilerimizi Asur kaynakları
ve hiyeroglif yazıtlar ve bu yazıtların yayılım sahalarından hareketle elde
etmekteyiz. Bu kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Tabal ülkesinin sınırları kesin olarak belirlenememekle birlikte, Tabal’ın pek çok krallıktan
oluştuğunu öğrenmekteyiz. Asur kaynaklarında geçen “Büyük Kral” ifadesinden bölgede yerel bir güç olduğu gibi krallıklar arasında sürekli olarak siyasi bir mücadele de görülmektedir. Zira Asur kralları ile olan ilişkiler
büyük kralın hizmetindeki yerel krallar vasıtasıyla yürütülmektedir.
Tabal ülkesinin stratejik öneminin yanı sıra zengin maden yataklarına sahip
olması ve at yetiştiriciliğinde ileri seviyede bulunması Asur Devleti’nin bu
bölge ile yakından ilgilenmesine neden olmuş, bununla birlikte Urartular
ve Frigler’in de mücadele sahasını oluşturmuştur. Siyasi olarak Asur’a bağlı
olan Tabal’ın zaman zaman Urartu ve Frigler’in yapmış olduğu ittifaklara
katılarak Asur’a karşı isyan ettiği de görülmekedir. Bununla birlikte İskit ve
Kimmerler’in Anadolu’da görülmesi Frigleri Asur’a yaklaştırırken Geç Hitit
45
-Veli Sevin, “Demirçagında Anadolu Batı İliskileri”, Zafer Taslıklıoğlu Ar. I, Arkeoloji Sanat Yayınları,
İstanbul, 1999, s.117. Ayrıntılı bilgi için bkz: Selim Pullu, Tabal Bölgesi Tarihi (MÖ. I. Bin Yılın İlk Yarısında Tabal Krallığı’nın Siyasal ve Ekonomik Tarihi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2006.
46 - Bilge Umar, Kappadokia, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir 1998, s.2.
47 -Pullu, 2010: s.57.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
265
Suzan AKKUŞ MUTLU
krallıklarının da kendi aralarındaki mücadeleleri bir tarafa bırakıp ittifaklar
kurmasını sağlamıştır. Bu mücadeleler ülkenin sınırlarının sürekli olarak
değişmesine neden olmuştur. Ülkenin sınırları sadece siyasi çatışmalar neticesinde değişmemiştir. Aynı zamanda siyasi evlilikler neticesinde çeyiz
olarak verilen topraklar da Tabal’ın sınırlarını değiştirmiştir.
Tabal-Asur ilişkileri kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla III. Salmanassar
döneminde başlamış ve Asur Devleti’nin gücünü kaybetmesine kadar devam etmiştir. Bu süreçte Tabal tamamen Asur egemenliğine alınmak yerine vergi ve haraca bağlanmıştır. Böylece Tabal üzerinde siyasi üstünlük
kuran Asur kendi çıkarlarını garanti altına almıştır.
Kapadokya’da yer alan Tabal ülkesinde yetiştirilen iyi cins atlar, elbette
ki Asur Devleti’nin gözünden kaçmamıştır. Asur’un at ihtiyacını da göz
önüne aldığımızda bölge Asurlular için daha da önemli bir hale gelmiştir.
Hatta Tabal’ı vergiye bağlayan Asur krallarının bu vergileri at olarak aldıkları kaynaklarda belirtilmektedir.
Kaynakça
Bahar, Hasan- Koçak, Özdemir (2004), Eskiçağ Konya Araştırmaları 2, Kömen
Yayınları, Konya.
Bilgiç, Emin (1946). “Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer Adları ve Yerlerin
Tarihi Üzerine İncelemeler”, Belleten, X/37–40, 381–423.
Barnett, Richard David (1975). “Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron
Age”, The Cambridge Ancient History, II/2, 417–447.
Delaporte Louis (1936), Les Hittites, Paris: L’évolution de Humenité, Editeur Ablin
Michel.
Hawkins, John David (1995), Hieroglyphic Inscription of the Sacred Pool Complex at Hattuşa (SÜDBURG), (Stbot Beiheft III). With an Rachaelogical by P.
Neve, Weisbaden.
Hawkins, J.D.-Postgate, J.N. (1988), “Tribute from Tabal,” SAAB II/l, 31–40.
Hawkins, John David (2000), Inscriptions of the Iron Age, Corpus of Hieroglyphic
Luwian, 1, Berlin New York: Walter de Gruyter.
Kalaç, Mustafa (1999). “Tabal Ülkesi”, XII. Türk Tarih Kongresi (12–16 Eylül
1994), Kongreye Sunulan Bildiriler, 1, Ankara, 133–136.
_____________(1941),”M.Ö.745–620Yükseliş Çağında Büyük Asurİmparatorluğunun Anadolu’ya Yayılışı,” Sümeroloji Araştırmaları 1940–41, İstanbul,
982-1020.
Kınal, Füruzan (1991), Eski Anadolu Tarihi, TTK, Ankara.
266
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Tabal Krallığı
Kurt, Mehmet (2010), Tabal Ülkesi’nin Politik ve İdari Yapısı, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,23/2010, Konya, 127–136.
_____________(2010), “ II. Sargon Devri Kaynakları Işığında Güney Anadolu ve
Toros Dağları Bölgesi”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C.29, S.48, Ankara,69-88.
Landsberger, Benno (1948), Sam’al, TTK, Ankara.
Lassqe, J. (1959), “A Statue of Shalmaneser III, from Nimrud,” IRAQ 21,147–157.
Lemaire, A. (1991), “Recherches De Topographie Historique sur Le Pays de Qué
(IXe-VIIe siècle av. J. C.”, Anatolia Antiqua, I, 265-275.
Luckenbill, D. D. (1926), Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol. I (=ARAB,
I), Historical Records of Assyria from Earliest Times to Sargon, The University of Chicaqo Press, Chicaqo.
_____________(1927), Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol. II (=ARAB,
II), Historical Records of Assyria from Sargon to the End, The University of
Chicaqo Press, Chicaqo.
Macqueen , J. G. (1999), Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Çev. Esra Davutoğlu,
Arkadaş Yayınları, Ankara.
Mellink, M. (2008),“The Native Kingdoms of Anatolia”, The Cambridge Ancient
History, Vol. 3, Part.2, Cambridge University Press, (Ed.) J.Broadman vd.,
Second Edition, UK.
Olmstead, A. T. (1923), “The Assyrians in Asia Minor”, Anatolian Studies Presented to Sir W. M. Ramsay (Edited by. W. H. Buckler, W. M. Calder), 283–296.
Postgate, John Nicholas (1973), “Assyrian Texts and Fragments”, Iraq, 35, 13–36.
Pullu, Selim (2006), Tabal Bölgesi Tarihi (MÖ. I. Bin Yılın İlk Yarısında Tabal
Krallığı’nın Siyasal ve Ekonomik Tarihi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.
Sever, Erol (2008) Asur Tarihi, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.
Sevin, Veli (1997), Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul.
_____________ (1999), “Demirçagında Anadolu Batı İliskileri”, Zafer Taslıklıoğlu
Ar. I, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 113-121.
Savaş, S.Ö. (1998), Anadolu (Hitit-Luwi) Hiyeroglif Yazıtlarında Geçen Tanrı, Şahıs
ve Coğrafya Adları, Ege Yayınları, İstanbul.
Umar, Bilge (1982), Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, C.I,E.Ü, Basın Yayın Yüksek
Okulu Yayını, İzmir.
_____________ (1998), Kappadokia, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir.
Weeden, Mark “Tuwati and Wasusarma: İmitating The Behaviour of Assyria”,
IRAQ, Volume LXXII, London, 2010,39-61.
Yiğit, Turgut (2000),Tabal, AÜDTCF Dergisi,40,3–4, Ankara, 177–189.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
267
17. YÜZYIL'DA NİĞDE SANCÂĞI'NIN İDARÎ BİRİMİ OLARAK
ÜRGÜB KAZÂSI HAKKINDA GÖZLEMLER
ÜRGÜB AS ADMINISTRATIVE UNITS OF NIĞDE SANCAĞI IN THE
SEVENTEENTH CENTURY: SOME OBSERVATIONS
Süleyman DEMİRCİ*
ÖZET
17. Yüzyıl Tahrir defterlerindeki kayıtlara göre Niğde Sancağı
idarî taksimat bakımından Ürgüb, Anduğu, Şucaeddin, Koçhisar, Develü, Niğde, Bor ve Çamardı’yi içine alan toplan 8 kazâ
merkezinden oluşmaktadır. Ürgüb kazâsı vergilendirilebilir nüfus
bakımından Niğde Sancağı içerisinde ikinci büyük kazâ olarak
görülmektedir. Yüzyıl içerisinde vergilendirmeye dair nüfus diğer
idari birimlerle karşılaştırıldığında Ürgüb kazâsında ciddi artışlar yaşandığını arşiv kayıtlarından görmekteyiz. Bu çalışma 17. Yüzyılın
ilk çeyreğinden yüzyılın sonuna kadar olan yaklaşık 80 yıllık bir zaman dilimi içerisinde bölgede yaşanan idari taksimat değişiklikleri
ile vergi toplamaya esas teşkil eden “vergi-ünitesi”-hâne sayılarını
karşılaştırmalı bir şekilde incelemekte ve böylece incelenen Ürgüb
kazâsının sosyo-ekonomik durumu ile ilgili arşive dayalı değerlendirme yapmamıza imkân tanımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ürgüb, Nevşehir, Niğde, Niğde Sancağı, Tahrir
Defterleri, 17. Yüzyıl.
ABSTRACT
According to the 17th Century tahrir defters administrative division
of Niğde Sancağı consists of 8 kazâs i.e. Ürgüb, Anduğu, Şucaeddin, Koçhisar, Develü, Nigde, Bor and Çamardı. Ürgüb is the second
largest kaza as far as “tax-house unit” system is concerned. The
kaza experienced the only overall increase in the total number of
* Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
269
Süleyman DEMİRCİ
avârizhânes in the entire Sancak from first quarter of the seventeenth century to the end. This paper aims to examine changes in
the number of taxable population and the administrative division
of Niğde Sancağı. By doing this we will be able to comment on the
socio-economic situation of Ürgüb in accordance with the archival
documents.
Key Words: Ürgüb, Nevşehir, Niğde, Sancak of Niğde, Tahrir Defters, 17th Century.
Giriş
Osmanlı devlet teşkilatı merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki grupta
incelenmektedir. Osmanlılar, coğrafi saha olarak genişlemeye başlayınca,
merkeze bağlı idari birimler kurmaya ve bunların başına yöneticiler tayin etmeye başladılar. Merkezi idarenin dışında kaldığı için bu bölgelere
taşra denildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nde taşra idaresi, küçükten
büyüğe doğru köy (karye), nahiye, kaza, sancak (liva) ve eyalet (vilayet)
şeklinde teşkilatlanmıştı. Kendisine bağlı köylerle birlikte nahiyelerin birleşmesiyle kazalar meydana getirilmiş. Kazaların birleşmesinden sancaklar, sancakların birleşmesinden ise eyaletler ortaya çıkmıştı. Böyle olmakla
birlikte Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında eyalet, vilayet, liva, kaza ve
nahiye tabirlerinin birbirinin yerine kullanıldıkları da görülmektedir (bkz.
Tablo 1).
Kazaların idaresi ile meydana gelmiş olan sancaklar, sancakbeyi ismi verilen görevliler tarafından idare edilirdi. Sancaklar, merkezi idarenin askeri
ve yönetim temsilciliğini üzerinde toplayan bir idari birim olup, sancakbeyi
tarafından yönetilirdi.
Osmanlı taşra teşkilatında en büyük idari birim olan Beylerbeyilik (eyalet),
çeşitli sayıdaki sancaklardan meydana gelir ve idarecisine beylerbeyi (mir-i
miran) denilirdi. XIV. yüzyıl boyunca beylerbeyi, taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış sancakbeylerinin amiri durumunda
idi. XV. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nde üç Beylerbeyilik
vardı: Rumeli, Anadolu ve Rum (Sıvas) eyaletleri. XVII. yüzyıl ortalarında
toplam 34 Beylerbeyilik vardı. Derece itibariyle en büyük beylerbeyi Rumeli Beylerbeyi olup Anadolu beylerbeyi ikinci sırada yer alırdı. XVI. yüzyılın
sonlarına kadar kullanılan “Beylerbeyilik” ve “vilayet” tabiri, bu tarihten
sonra yerini, “eyalet”e bırakmaya başlamıştır(bkz.Ünal, 2002:217-232;
Halaçoğlu, 1991:73-78)).
270
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler
Karaman Eyâleti İdari Taksimat ve Niğde Livası: XV- XVII. Yüzyıllar
Niğde’nin Osmanlı hakimiyetine alınması Fatih Sultan Mehmet döneminde
Karamanoğulları üzerine yapılan sefer esnasında gerçekleşmiş ve Osmanlı
hakimiyetine geçmesinden sonra II. Bayezid döneminde Karamanoğulları
beyliği hakimiyet alanı esas olmak üzere oluşturulan Karaman eyaletine
tabi bir sancak haline getirilmişti. (Oflaz, 2007: 93).
XV. Yüzyılda Karaman eyaleti 11 vilayet ve 2 nahiyeden oluşmaktadır. Buradaki idari dağılıma göre Niğde Vilayet olarak listelenmiştir (bkz. Tablo 1).
Tablo 1: XV. Yüzyıl Ortalarında (1468) Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı ve
ÜRGÜB.
Vilâyet
Nahiye
Konya
Karahisar
Larende
Develu
Seydişehri ve Bozkir
Beyşehri
Akşehir
Ilgin
Niğde
Sücaeddin ve Anduğu
Ürgüb
Ereğli
Aksaray ve Koçhisar
Kaynak: Ahmet Akgündüz, “Yavuz Sultan Selim Devrinde Karaman Eyâleti ve Sancaklari.”, Osmanli Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, cilt 3 (İstanbul, 1991), s. 305.
Karaman Eyaleti İdarî Taksimat bakımından incelendiğinde 1491 yılı
Kuyud-i kadime arşivindeki 565 nolu defterdeki bilgilere göre 14 kazâ,
1513’da 25 kazâ’dan oluşmaktadır. 1518 yılına ait araştırmalar göstermektedir ki Karaman eyalet Niğde’nin de aralarında bulunduğu 6 sancaktan oluşmaktadır (bkz. Tablo 2). Burada dikkatimizi çeken husus 1491 ve
1513 yıllarında Ürgüb ve Niğde’nin kazâ olarak listelenmesidir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
271
Süleyman DEMİRCİ
Tablo 2: Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı , 1491-1518.
*
1491* Kaza
1513** Kaza
1518 Liva
Konya
Belviran
Çimen
Akşehir
Ilgun
Niğde
Anduğu
Ürgüb
Ereğli
Aksaray
Koçhisar
Kayseriye
Ermenek
Mut
Gülnar
Konya
Larende (Karaman)
Niğde
Ereğli
Kayseri
Karahisar
Aksaray
Koçhisar
Gülnar
Akşehir
Ishaklı
Belviran
Beyşehri
Ilgun
Seydişehri
Ermenek
Çemeneli
Mud
Ortaköy
Ürgüb
Karıtaş
Eskiil
Turgutili
Aladağ
Zengicek
Konya
Larende (Karaman)
Beyşehri
Akşehir
Aksaray
Niğde
Defter-i Evkaf -i Vilâyet-i Karaman ve Kayseriye ve Ic-il M.1491, Kuyud-i kadime, no; 565;
** M. Akif Erdoğru, "Karaman Vilâyeti'nin Idari Taksimati", OA, 12 (1992), s. 427.
XVI. Yüzyılın ilk çeyreğinde tablo 3’den de görüldüğü üzere Karaman
Eyaleti’nin İdarî Taksimatı 8 liva ve 26 kazâ’dan oluşmaktadır. XVI. Yüzyılın
sonuna doğru ise liva sayısı mevcudu muhafaza ederken kazâ sayısı ciddi
bir artışla 43 olacaktır (bkz Tablo 4)
272
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler
Tablo 3: XVI. Yüzyılın İlk Çeyreğinde (1530) Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı.
Liva
Konya
Beyşehri
Akşehir
Larende
Aksaray
Niğde
Kayseriye
Içil
Kaza
Konya, Eski-il, Turgud, Bayburd
Beyşehri
Seydişehri
Akşehir, Ishaklu, Cimen-ili, Ilgun
Belviran, Aladağ, Larende
Aksaray
Koçhisar, Ereğli
Niğde
Ürgüb
Anduğu, Karahisar-i Develu
Kayseriye
Ermenek, Mud, Karataş, Gülnar,
Selendi
• Kaynak: 387 Numarali Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rum Defteri, 937/1530, Konya, Bey-şehri, Ak-şehir, Larende, Ak-saray, Niğde, Kayseriye ve Iç-il Livalari, (Dizin ve
Tipki Basim, Defter-i Hakani Dizisi:III, Yayin Nu:32, Başbakanlik Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü, Osmanli Arşivi Daire Başkanliği, Ankara 1996.
Tablo 4: XVI. Yüzyıl Sonlarında (1590) Karaman Eyâleti’nin İdarî Taksimatı ve
Niğde Livası.
Liva
Konya
Niğde
Aksaray
Akşehir
Beyşehri
Kirşehir
Kayseriye
Içil
Kaza
Konya, Belviran, Gafiryad, Aladağ,
Bayburt, Turgut, Ereğli, Larende
Niğde, Çamardi, Develü
Bor, Ürgüb, Develü Karahisar,
Sücaeddin, Anduğu
Aksaray, Koçhisar, Yüzdeciyan
Akşehir, Ishakli, Doğanhisari, Ilgin
Beyşehri, Seydişehri, Bozkir, Yenişehir,
Kırili
Hacibektaş
Kirşehiri, Keskun deluk, Selmanlu
Kayseriye
Sinanlu, Gülnar, Küre, Selindi,
Bozdoğan, Mamuriye, Mud, Karitaş,
Silifke, Zeyne
BOA MAD 457’den naklen, Lütfi Güçer, XVI-XVII Yuzyillarda Osmanli Devletinde Hububat
Meselesi ve Hububattan Alinan Vergiler, s. 155-158.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
273
Süleyman DEMİRCİ
XVII. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Karaman Eyaleti’nin İdarî
Taksimatı ve Niğde
Çalışmaya esas teşkil eden yıllarda Eyâlet-i Karaman, 8 livâ ve toplam 48
kazâ’dan oluşmaktadır Bağlı bulunan kazâ sayısı bakımından 11 kayıtlı
kazâ ile İÇİL livâsı ilk sırayı almakta; İçil’ı 10 kazâ ile Konya sıralamada ikinci sırada takip etmektedir. 7 kazâ ile Niğde Livası 3. sırada yerini alırken;
6 kazâ ile Beyşehir 4. sırada. Kırşehir 5 kazâ ile 5. sırada yerini almaktadır.
Bunları Akşehir (4), Aksaray (3) ve Kayseri livaları (2) kazâ ile takip etmektedir. Vergi mükellefi bakımından kayıtlı hâne sayıları dikkate alındığında
sıralama şu şekilde olmaktadır: Konya, Niğde, Beyşehri, Kayseri, Akşehir,
Aksaray, Kırşehir ve İçil.
Tablo 5: XVII. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı.
Liva
Konya [10]*
Niğde [7]
Akşehir [4]
Kirşehir [5]
Beyşehri [6]
Aksaray [3]
Kayseriye [2]
Içil [11]
Kaza
Konya
Kureyş
Aladağ
Pirluganda
Belviran
Niğde
Ürgüb
Anduğu,
Sücaeddin
Akşehir
Ilgun
Kırşehir
Konur
Hacibektaş
Beyşehir
Kucu-i kebir
Yenişehir
Aksaray
Eyüpili
Kayseriye
Silifke
Bozdoğan
Sarıkavak
Küre-i Nuri
Ziyne, Mud
Gaferyad
Eski-il
Insuyu
Larende
Ereğli
Develü, Bor, Çamardı
Koçhisar (1660’a kadar kademeli olarak
düşüş yaşamış ve bu tarihten sonra tamamen
Aksaray’da gözükmeye başlamıştır)
Ishaklu
Doğanhisarı
Süleymanlu-i kebir
Keskun
Kırili
Bozkir
Seydişehir
Koçhisar (1643 sonrasında Niğde livasından
gelmiştir)
Karahisar ve Yahyalu
Sinanlu
Ermenek
Selendi
Gülnar
Karintaş ve Avgadi
Kaynak: Demirci, 2009, s. 40.
* Parentez içerisindeki rakamlar kazâ sayısını temsil etmektedir.
274
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler
Ürgüb kazası ve Vergilendirilebilir Nüfus, 1620-1700
Vergi Ünitesi - Avârızhâne Sayıları:
Osmanlı’da belli sayıda gerçek hâne ve/veya nefer (yetişkin vergilendirilebilir Erkek)lerden oluşan “vergi ünitesi” şeklinde tarif etmek mümkündür.
15. ve 16. yy’ın ilk yarılarında bir gerçek hâne veya yetişkin erkek -“nefer”- bir avârızhânesi olarak kabul edilirken bu durum 17. yy’da değişikliğe uğrayarak birden çok gerçek gerçekhâne ve/veya “nefer”’den bir
avârızhâne oluşturulmaya başlanmıştır. Bir avârızhânesi içerisindeki gerçek hâne sayısı zaman içerisinde ve bölgenin sosyo-ekonomik durumuna
göre farklılıklar arz eder. Bu bağlamda Niğde Sancağı ve Karaman Eyaletin
muhtelif yerleşim yerleri için aşağıdaki tabloyu inceleyelim.
Tablo 6: 1642 Yılında Karaman Eyâletinde Bir Avârizhânenin Kaç Yetişkin Vergilendirilebilir Nefer’den Oluştuğunu Gösterir (MAD 3074 Mufassal Avârız Tahrir
Defterine Göre)
YERLEŞİM YERİ
Konya kazası
Eskiil ve Akcaşehir kazası
Insuyu kazası
Kureyş mea Berendi
Belviran kazası
Gaferyad kazası
Larende kazası
Aladağ kazası
Pirluganda kazası
Beyşehir kazası
Seydişehir kazası
Kaşaklu kazası
Bozkır kazası
Kucu-i kebir
Kırili kazası
Akşehir kazası
Ishaklu kazası
Ilgun kazası
Aksaray kazası
Eyübili kazası
Niğde kazası
Ürgüb kazası
Anduğu kazası
Develü kazası
Çamardı kazası
NEFER SAYISI
11
12
11
12
11
14.5
14
12.5
10.5
12
12
10.5
11.5
11
11.5
13
9
12
11
8
10
10
14
9
10
Kaynak: Demirci, 2009, s. 92.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
275
Süleyman DEMİRCİ
Osmanlıda belli sayıda gerçek hânelerden oluşan “vergi ünitesi” şeklinde
tarif etmek mümkündür. 15. ve 16. yy’ın ilk yarılarında bir gerçek hâne
veya yetişkin erkek -“nefer”- bir avârızhânesi olarak kabul edilirken bu
durum 17. yy’da değişikliğe uğrayarak birden çok gerçek hâne ve/veya
“nefer”’den bir avârızhâne oluşturulmaya başlanmıştır. Bir avârızhânesi içerisindeki gerçek hâne sayısı zaman içerisinde ve bölgenin sosyo-ekonomik
durumuna göre farklılıklar arz eder (Demirci, 2008: 363-385, Demirci,
2009:87-94). İncelediğimiz defterlerde Giresun ve çevresi ile ilgili bir “vergi
ünitesi” nin kaç gerçek hâne veya neferden oluştuğuna yönelik bir bilgi ile karşılaşmadık. Bu yüzden Vergilendirilebilir nüfus ile ilgili Osmanlı
Türkiyesi’ndeki gerçek hâne/avârızhâne nispetlerinin bilindiği yerler ortalama değer olarak sadece tahmin yürütme bağlamında ihtiyatla kullanılabilir. Aynı şekilde yukarıdaki tablodanda görüldüğü üzere Karaman Eyâletin
farklı idarî birimlerinde gerçekhâne/Avârızhâne nispetlerinin 9 ile15 gerçek
hâne arasında değiştiğini görmekteyiz (Demirci, 2009). Hemen en yakın
eyalet olan Eyalet-i Rum (Sıvas)’a baktığımızda örneğin Canik Livası için
1642 tarihli Canik sancağı tahrir defterinde 1 vergi ünitesi Avârız-hânenin
yaklaşık 11 gerçek hâneden oluştuğunu görmekteyiz (bkz. Tablo 7)
Tablo 7: Canik Sancağı’nda Hane ve Avarız-hane Sayıları
Kaza
Kavak
Samsun
Bafra
Meydan
Serkiz
Çöreği
Keşderesi
Cevizderesi
Satılmış
Alaçam
Toplam
Nefer-Hane
688
798
1121
284
160
110
66
217
200
253
3897
Avarızhane
60.25
70,5
107,25
25,5
14,5
9,5
6,25
18,5
17,5
17,75
347,5
Nefer-avarızhane nisbeti
11.41
11.31
10.45
11,13
11,03
11,57
10,56
11,72
11,42
14,25
11,21
Kaynak: KK2602’den naklen Mehmet ÖZ, Canik Sancağı Avârız Defterleri (1642), Türk
Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2008, s. XXIV.
276
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler
Table 8: Niğde ve Ürgüb kazaları Vergi Ünitesi-Avârızhâne Sayıları.
Defter
MM2751
MM3862
KK2587
MM3382
MM3845
MM3074
KK2604
BMTC*
MM2808
MM3832
MM3835
MM4950
MM2787
MM1980
MM3844
MM2989
KK2623
MM3847
KK2625
MM3850
MM2749
MM3810
MM3836
KK2653
MM7857
KK2651
MM3003
MM2790
MM2412
KK2659
MM2505
KK2665
MM3841
MM3809
MM3837
MM3830
MM9480
MM2805
MM3839
MM2793
MM2471
MM3807
MM3820
Tarih
1621
1628
1640
1640
1641/2
1642
1643
1643
1645
1648
1649
1650
1651
1651
1652
1654
1655
1656
1657
1658
1658
1660
1668
1670
1670
1670
1671
1672
1673
1674
1675
1676
1678
1679
1680
1681
1686
1687
1688
1691
1692
1696
1699
Ürgüb
110
110
106.5
---106.5
121
123
137.25
137.25
137.25
136.25
121
136.25
136.25
136.25
136.25
134.5
134.75
133.75
129.75
129.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.75
131.5
131.5
129.5
129.5
126.75
124.75
Niğde
277.5
200
194.5
194.5
194.5
146.75
147
163
163
164
163
146.75
163
163
163
163.75
163.75
161.75
160.75
160.75
160.75
159.75
160
160
159.25
160
160
160
160
160
160
160
160
160
160
160
162
161
162
160.5
160.5
160.5
160.75
* Ber muceb-i tahrir-i cedid.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
277
Süleyman DEMİRCİ
Tablo 9: Niğde Livası Vergi Ünitesi -Avârızhâne Sayılarının Kazalara Göre Yüzdelik
Dağılım, 1620-1700.
1621 1628 1640 1643 1657 1673 1686 1691 1699
%
%
%
%
%
%
%
%
%
Ürgüb
18.2
20.9
23.8
27.8
29.8
32.6
32.2
33.6
32.8
Anduğu
6.8
7.7
7.6
9.1
10
11.1
11
7.7
7.9
Şücaeddin
2.9
3.3
3.4
3.1
2.6
2.9
2.8
3
3
Koçhisar
7.8
8.6
11.3
6.1
2
2.2
---
---
---
Develü
8.3
9.5
10.5
11.8
12.7
13.7
15.1
15.1
14.5
Niğde
46.1
38.1
43.6
33
35.8
39.6
39.6
41.6
42.3
Bor
7.7
8.8
9.4
6.2
4.1
4.5
---
---
---
Çamardı
2.2
2.4
2.9
2.5
2.7
2.7
1.8
1.8
---
Artma /Azalma Durumu
Ürgüb Anduğu Şücaeddin Koçhisar Develü Niğde
+13.40
-27.71
?
?
10.5
-42.07
Bor
Çamardı
?
-60
1621
%
1628
%
1640
%
1643
%
1657
%
1673
%
1686
%
1691
%
1699
%
Ürgüb
18.2
20.9
23.8
27.8
29.8
32.6
32.2
33.6
32.8
Niğde
46.1
38.1
43.6
33
35.8
39.6
39.6
41.6
42.3
Kaynak: Demirci, 2009, ss. 58-64.
Sonuç
Çalışılan zaman dilimi için Niğde kazası Sancak içerisinde vergi mükelleflerinin sayısı bakımından ilk sırada yerini aldı. Niğde sancağında kayıtlı vergi
ünitesi - avarızhane sayılarının dağılımı dikkate alındığında kazanın hane
sayıları % 33.06 ile %43.6 arasında değişmekte olduğunu görmekteyiz.
1640 sonrasında hane sayılarında ciddi denilebilecek değişiklikler görüldü
(krş. Tablo 8).
Ürgüb, Niğde kazasından sonra ikinci büyük kazâ olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüzyıl içerisindeki değerler karşılaştırıldığında Ürgüb kazasında
278
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler
% 13.40’lık bir artış yaşanırken Niğde kazasında % 42.07’lik bir
düşüş yaşanmıştır (krş. Tablo 9).
Ürgüb kazası vergilendirilebilir nüfus bakımından istikrarlı bir tablo ortaya
koymakta ve incelenen dönem içerisinde Niğde sancağı içerisindeki bu
konumunu yüzdelik dağılımdan da görüldüğü üzere muhafaza etmektedir. Bu durum Ürgüb kazasında yaşayan vergilendirilebilir nüfus’un (turizm
gelirleri olmadan da) ekonomik bakımdan iyi durumda olduğuna işaret
olarak kabul edilebilir.
Araştırmaya Esas Teşkil Eden Arşiv Kaynakları
I. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Dairesi Başkanlığı Yayınlanmamış Arşiv Kaynakları
1. Kamil Kepeci Tasnifi [KK] Avârızhâne Defterleri
2587-1050/1640, 2604-1053/1643, 2623-1065/1655, 2625-1067/1657, 38101070/1660, 3354-1074-75/1665, 2651-1080/1670, 2790-1082/1672, 26591084/1674, 2665-1086/1676, 3809-1089/1679.
2. Maliyeden Müdevver Tasnifi [MM] Avârızhâne Defterleri
2751-1030/1621, 3862-1038/1628, 3382-1050/1640, 3845-1051/1641, 30741051-52/1642, 2808-1055/1645, 3832-1058/1648, 3835-1057-59/1649,
4950-1060/1650, 2780-1061/1651, 1980-1061/1651, 3844-1062/1652,
2989-1064/1654, 3847-1066/1656, 3850-1067-68/1658, 2998-1068/1658,
2749-1068/1658, 2653-1080/1670, 7857-1080/1670, 3067-1073-74/1664,
2783-1075/1665, 3836-1078/1668, 3003-1081/1671, 3834-1081/1671,
2412-1083/1673, 2505-1085/1675, 3841-1088/1678, 3837-1090/1680,
3830-1091/1681, 9480-1096/1686, 2805-1097/1687, 2800-1098/1688, 38391098/1688, 2793-1103/1691, 2471-1104/1692, 2987-1106/1694, 38071108/1696, 3820-1111/1699, 3826-1112/1700
II. Çalışmalar
Açikel, Ali, (2008), “Rum Eyâleti”, TDVİA, Cilt 35, İstanbul 2008, ss. 225-226
Demirci, Süleyman, (2006),“Demography And History: The Value of The
Avârizhâne Registers For Demographic Research: A Case Study of The Ottoman Sub-Provinces of Konya, Kayseri And Niğde, C.1620s-1700”, Turcica 38 (2006): 181-211.
-----------,(2005)“Collection of avâriz and nüzul levies in the Ottoman Empire,
1620- 1700”, Türk Tarih Kurumu BELLETEN, 69/256 (Aralık 2005):897912.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
279
Süleyman DEMİRCİ
-----------,(2008) “Osmanlı Klasik Sisteminde Değişim: Diyarbakır Eyâletinde Olağanüstü Vergi Uygulamalarına Yönelik Gözlemler: 1645-1700”, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Diyarbakır ed. Bahaeddin Yedıyıldız & Kertsin Tomenendal, cilt 2, Ankara 2008: 363-385.
----------,(2009), The Functioning of Otoman Taxation: An Aspect of the Relationship Between Centre and Periphery. ACase study of the province of
Karaman 1621-1700, the ISIS pres, İstanbul.
----------,(2009), “Tax-House Unıt System And The Collectıon Of Ottoman ExtraOrdınary Taxes, C. 1600-1700” International Symposium on Sustainable
Development., June 09 - 10, 2009, Sarajevo- Bosnia and Herzegovina,
Volume 1, Economy and Management Proceedings, IBU Publication, Sarajevo 2009:446-449.
-----------, (2003), “Complaints about avâriz assessment and payment in the
avâriz-tax system: An aspect of the relationship between centre and periphery. A case study of Kayseri 1618-1700”, Journal of the Economic and
Social History of the Orient JESHO 46.4.(2003): 437-474.
-----------, (2012), “17. Yüzyılda Trabzon Eyâletinin İdarî Taksimatı ve Vergilendirilebilir Nüfus:Giresun, Keşap ve Yavabolu (Görele) Kazâları Örneği”, yayınlanacak makale.
-----------, (2012), “XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Canik Livasında İdari Taksimat ve
Vergilendirilebilir Nüfus” yayınlanacak makale.
----------, (2012), “Osmanlı İktisat Tarihi Araştırmaları Bakımından XVII. Yüzyıl
Avârızhâne İcmâl Defterlerindeki Verilerin Kullanımda Yaşanan Problemler Üzerinde Bir Değerlendirme: Karaman, Sivas, Diyarbakır ve Trabzon
Eyâletleri Örneği” yayınlanacak makale.
-----------, (2012), “17. Yüzyılın İkinci Yarısında Amasya Livâsı: İdarî Taksimat ve
Vergilendirilebilir Nüfus” yayınlanacak makale.
Demirci, S & C. Ebru Saygı, (2011) “XVII. Yüzyıl Ortalarına Doğru Erzincan
Kazâsında İskan ve Toplumsal Yapı”, CIEPO-Comité International des
Études Pré-Ottomanes et Ottomanes/ ULUSLARARASI OSMANLI ÖNCESİ
VE OSMANLI TARİHİ ARAŞTIRMALARI 6. ARA DÖNEM BİLDİRİLERİ KİTABI
(UŞAK / 14-16 NİSAN 2011), Cilt 1, İzmir, Kasım – 2011: 486-510.
Halaçoğlu, Yusuf (1991), XIV-XVII Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve
Sosyal Yapı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara.
İnalcık, Halil (1995), “Eyalet”, İslam Ansiklopedisi, c.XI, İstanbul.
Oflaz, Mustafa (2007), “Niğde”, DVİA, Cilt 33, İstanbul, ss.92-95.
Öz, Mehmet, (2008),.Canik Sancağı Avarız Defterleri (1642) – Orta Karadeniz
Tarihinin Kaynakları VIII, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara.
Ünal, Mehmet Al, (2002), Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta.
280
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
MENÂKIB-I HACI BEKTAŞ VELİ’DE NEVŞEHİR VE ÇEVRESİ
NEVSEHIR AND ITS SURROUNDING IN
MENÂKIB-I HACI BEKTAŞ VELİ
Süleyman SOLMAZ*
ÖZET
Türk edebiyatında menâkıpname/ velâyetname türü Türk anlatı geleneğinin önemli halkalarından birisidir. Bir anlamda Türk
destan geleneğinin devamı sayılabilecek niteliklere sahip olan
menâkıpnameler içinde Hacı Bektaş Veli Menâkıpnamesi’nin önemli bir yeri vardır. Eser gerek kurgu, gerek hacim ve gerekse dönemin
algısıyla ilgili bilgiler içermesi bakımından önemlidir.
Eserin kültür tarihimiz açısından taşıdığı önemlerden birisi de eserde
yer alan yerleşim yerleriyle ilgili bilgiler içermesidir. Eserde yer alan en
önemli yerleşim birimi şüphesiz ki Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya
geldikten sonra yerleştiği Sulucakarahöyük’tür. Bugün Hacıbektaş
adını taşıyan ve Nevşehir’e bağlı bir ilçe konumunda olan Sulucakarahöyük dışında Ürgüp, Sulusaray gibi Nevşehir’e bağlı yerleşim
birimleri de velâyetnamede zikredilmektedir.
Bu bildiride, Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’nin yerleşim birimlerine atfettiği önemden hareketle eserde zikredilen Anadolu ve Rumeli’deki
yerleşim birimlerinin velâyetnamede bulunduğu pozisyon irdelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli, Nevşehir, Sulucakarahöyük, Ürgüp, Sulusaray.
ABSTRACT
Within Turkish literature, menakıpname or velayetname genre is
one of the important links of the Turkish narrative tradition. Hacı
Bektaş Veli Menâkıpnamesi has a significant place among other
menkıpname works which, in a way, have the qualities that can be
* Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
281
Süleyman SOLMAZ
regarded as the continuation of the Turkish epic tradition. The work
is also important in terms of containing information both about
plot, capacity and the perception of the period.
The work’s one of the importances that it has in terms of our cultural history is that it contains information about the settlements
appearing in the work. The most important settlement in the work
is undoubtedly Sulucakarahöyük where Hacı Bektaş Veli settled after he came to Anatolia. Besides Sulucakarahöyük which is today
called Hacıbektaş and is a district connected to Nevsehir, the other
settlements such as Ürgüp, Sulusaray that connected to Nevsehir
are mentioned in the velâyetname.
In this paper, the position of the settlements in Anatolia and Rumelia within the velâyetname will be examined considering the importance that Hacı Bektaş Veli attributes to the settlements.
Key Words: Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli, Nevşehir, Sulucakarahöyük, Ürgüp, Sulusaray.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin asıl adı Bektâş olup Hacı Bektâş-ı Velî veya Hünkâr
Hacı Bektâş-ı Veli ismiyle meşhur olmuştur. Hakkındaki bilgiler tarihî ve
menkâbevî olmak üzere iki türlü bir şöhretin veya şahsiyetinin olduğunu
bize göstermektedir.
Menkâbevî Hacı Bektâş, Anadolu’daki (diyâr-ı Rûm) erenlerin, evliyaların, abdalların, dervişlerin piridir, hatta en büyüklerindendir. Anadoluda
İslâmiyet genellikle yüceltilmiş, kendisine kutsallık izafe edilmiş şahsiyetlerin öncülüğünde yayılmış ve yaşanmıştır. Ahmet Yaşar OCAK’a göre,
Anadoludaki heterodoks (kabul edilmiş din kurallarına aykırı/ Aykırı düşüncelere veya ilkelere saplanmış) Müslümanlığın merkez şahsiyeti Hacı
Bektâş-ı Velî’dir.1 Biz adı geçen araştırmacının bu görüşlerine katılmıyoruz.
Hacı Bektaş etrafında bir kümelenme olmuştur, ama bu kümelenme heterodoks bir yapılanma olarak adlandırılamaz. Bu tartışmanın yeri de burası
değildir.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin yaşadığı dönemden, ona dair, elimize geçen bir kaynak yoktur. Ancak ölümünden epeyce bir zaman sonra yazılan kaynaklarda Hacı Bektâş hakkında bilgi verilmektedir. Bu kaynaklardan ilki Âşık
Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin yazdığı Menâkıbü’l-kudsiyye isimli eserdir.2
1
2
Hacı Bektâş-ı Velî, TDVİA, C.14, s.455 İstanbul, 1999
Ahmet Yaşar Ocak , Menâkıbu’l - Kudsiyye Fi Menâsıbi’l - Unsiyye (Baba İlyas-ı Horasâni ve Sülalesinin Menkâbevi Tarihi) İstanbul Üni. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul , 1984,
282
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi
Ahmet Yaşar OCAK’ın haber verdiği bilgilere göre, bu eserde Hacı Bektâş
kısaca anılmış, ama hakkında önemli ipuçları verilmiştir. İkinci kaynak ise
Ahmed Eflâkî’nin kaleme aldığı Menâkıbü’l- ârifin’dir.3
Üçüncü eser ise, bizzat Hacı Bektâş Velâyet-nâmesidir. Velâyet-nâme,
14.yy.da halk arasında ve bilhassa mensupları arasında dilden dile dolaşan
rivayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. XV. yy.ın sonlarında kaleme
alınmıştır. Bu eser üzerine bazı yayınlar yapılmıştır.4
Bu eser, kültür tarihimizde en çok eserlerden biridir. Velâyet-nâme bir
nev’i kutsallık kazanmıştır. Eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde elyazması nüshaları tespit edilmiştir. Müellif nüshası elde yoktur. Te’lif eden
de belli değildir. Abdülbaki Gölpınarlı eseri Uzun Firdevsi’nin yazmış olabileceğini söylemişse de ispat edilememiştir.5
Velâyet-nâme’nin muhtevası kısaca şöyledir:
Hacı Bektâş, İmam Ali er-Rızâ soyundan gelen bir seyyiddir. Horasan’da
dünyaya gelmiş, çocukluk dönemi orada geçmiş, tahsilini de aynı yerde yapmıştır. Ahmed Yesevî Hazretlerine intisap etmiş. Bir müddet sonra Hacc’a
gitmiştir. Ahmed Yesevî’nin işâreti üzerine Anadolu’ya gelmiş ve Suluca
Karahöyük’e yerleşmiştir. Bu durum Velâyet-nâme’de şöyle anlatılmaktadır:
“Ahmed-i Yesevî’nin aşında, bir zirâ uzunluğunda bir elifî taç vardı.
Bu tâç, hırka, çerâğ, sofra, alem ve seccadeyle, Tanrı’dan Muhammed
Peygamber’e gelmişti. O da onları erkânla Murtazâ Ali’ye vermişti. İmam
Ali, İmam Hasan’a sunmuştu, ondan İmam Hüseyin’e değmişti. İmam
Hüseyn, onları Zeyn-al-Abidîn’e vermişti, o, oğlu İmam Muhammed’e, o,
oğlu İmam Ca’fer-al-Sâdık’a, o, oğlu İmam Musâ-al Kâzım’a, o da oğlu
İmam Aliyy-al-Rızâ’ya tapşırmıştı. İmam Rızâ, onları doksan dokuz bin Türkistan pîrinin ulusu, Hâce Ahmed-i Yesevî’ye sunmuştu. Hepsi de Şeyh’in
Tekkesi’nde dururdu, onları, halifelerinden hiç kimseye vermemişti. Soran
olursa, sahibi vardır, gelir derdi. Birisi gelip Şeyh’ten kisve giymek isterse,
ne varsa onu giydirirdi. Hattâ bir talip, kurban getirecek olursa onun postundan bir külâh yaparlardı, onu verirdi.
3 Tahsin Yazıcı, Menâkıbü’l-ârifîn ( Ahmed Eflâkî), İstanbul, 1959/1961)
4 Eric Gross, Das Vilâjetnâme des Haggi Bektasch, Leipzig, 1927 / Sefer Aytekin, Vilâyetnâme-i Hacı
Bektâş Velî, Ankara, ts. / Bedri Noyan, Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi, İlk Velâyetnâme, Aydın,
1984, / Vilâyet-nâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, İstanbul, 1995/ Hamiye Duran, Velâyetnâme, Ankara, 2007
5 Abdülbaki Gölpınarlı, Vilâyet-nâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, s. XXVII, İstanbul, 1995
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
283
Süleyman SOLMAZ
Bir gün halifeler, toplanalım da dediler, Şeyh’ten onları isteyelim, birimizden birine versin. Sabah çağı, doksan dokuz bin halife, sabah namazını
kıldılar. Hâcenin avlusu pek genişti. Hepsi seccade alıp yerli yerine oturdu.
Ortaya da büyük bir ateş yakmışlardı. Duadan sonra Şeyh, halifelerinin
yüzlerine baktı, gönüllerindekini anladı. Gönlünüzde ne varsa dile getirin,
söyleyin dedi. Halifeler dileklerini söylediler. O sıralarda sadık bir muhib,
darı getirmişti. Darı, meydanın bir tarafına yığılmıştı. Şeyh, kim dedi, bu
darı çeçinin üstüne seccade salar, iki rik’at namaz kılar, hiçbir darı kımıldamazsa, o emanetler o adamın hakkıdır; elifî taç, kendiliğinden uçar, başına konar, hırka egnine gelir, çırağ uyanıp önüne dikilir, sofra varır,yayılır,
alem, başının üstünde durur, seccade, altına döşenir. Zahmet çekmeyin,
sahibi var onların, çıkar gelir şimdi.
Halifeler bu sözleri duyunca utançlarından başlarını yere eğdiler, şaşırıp
kaldılar. Derken bir de baktılar ki birisi, selam verip “sabah-al-aşk” deyip
geldi, oturanları aralayıp bir yere oturdu. Bu gelen er, Hünkâr Hacı Bektâş-ı
Velî’ydi. Halifelerin, o dört alâmeti, o dört fahri, Hâce’den istedikleri, kendisine malûm olmuştu. Bir an içinde Horasan’dan kalkmış, Türkistân’a,
Hâce’nin tekkesine gelmişti. Hâce, Hünkâr’ın selamını ayağa kalkıp aldı.
Onun ayağa kalktığını gören halifeler de ayağa kalktılar. Hâce Hünkâr’ı
yanına aldı ve halifelere dönüp işte dedi, emanetlerin sahibi geldi. Sonra
ey Horasanlı Bektaş dedi, Hacı Bektaş’ı huzuruna çağırdı. Hünkâr ayağa
kalktı, seccadeyi eline aldı, darı çeçinin yanına vardı, Bismillâhi ve billâhi
deyip seccadeyi yaydı, üstüne çıkıp iki rik’at namaz kıldı, bir tek darı tanesi
bile yerinden kımıldamadı.
Namazı kıldıktan sonra geçti, yerine oturdu. Elifî taç, yerinden kalktı, uçarak geldi. Bektaş’ın başına geçti. Bunu gören halifeler, birden salavat getirdiler. Hırka da havalanıp sırtına kondu. Çırağ, durduğu yerden kalkıp
uyandı, önünde durdu. Peygamberin sancağı da durduğu yerden kopup
Hünkâr’ın başı ucunda dikildi, seccade kalkıp altına döşendi. Halifeler, bu
halleri görünce eyvah dediler, bu çeşit kuvvetli er, burada kalırsa demimiz
oynamaz artık. Ahmed-i Yesevî, hatırlarından geçeni anladı.
Hacı Bektaş, o emanetleri, Ahmed-i Yesevî’ye sundu. Hâce, erkâna uygun
olarak Hünkâr’ı terâş etti, emânetleri verdi, icâzetini teslim etti, ya Bektaş
dedi, tam olarak nasibini aldın. Müjde olsun ki kutb-al-abdallık, senindir.
Kırk yıl hükmün vardır. Şimdiyedek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz
bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rûm Abdallarına seni baş yaptık.
284
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi
Rûm’da gerçekler, budalalar, serhoşlar çokdur, artık hiçbir yerde eğlenme,
hemen yürü”.6
Hacı Bektâş-ı Velî, Sulucakarahöyük’e yerleşmiş ve İslâm’ı yayma ve irşad
görevini burada sürdürmüştür.
Eserin son tarafında Hacı Bektâş’ın dünyasını değiştirmesi anlatıldıktan
sonra tek tek halifelerin durumundan bahsedilmekte ve bunların İslâm’ı
yayma çaba ve çalışmaları nakledilmektedir.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre, “Vilâyetnâme’nin başında yer alan ve
Horasan’da geçen olaylar, Hacı Bektâş’ı kâfirlerle cihat eden bir gazi-velî
hüviyetiyle takdim ederken, Anadolu’daki menkıbeler onu daha çok kerametleriyle gücünü gösteren bir velî olarak tasvir eder. Esere genellikle dini
tebliğ eden dervişlerin havası hakimdir. Nitekim Hacı Bektaş’ın kendisi gibi
halifeleri de ateşli birer din yayıcısı sıfatıyla görünürler”.7
Velâyet-nâme’nin dili sade anlaşılır bir dildir. Böyle olması gayet tabii bir
hadisedir, çünkü anlatıcı vermek istediği mesajın peşindedir. Sanat ve hüner göstermek gibi bir kaygısı yoktur.
Velâyet-nâme’de dinî motiflerin yanı sıra, olağan üstülüklere dayandırılan,
daha çok masallarda gördüğümüz anlatım tarzı da kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir: Ermişin seccadesini denize serip namaz kılması veya postunu sererek üzerine oturup suyun öbür tarafına geçmesi,
yerine göre bir kuş kılığına girmesi, vakti gelince tekrar eski hüviyetine
bürünmesi, tayy-i mekân yapması, ihtiyaç duyduğu anda Ka’be’ye gidip,
namazını kılıp hemen geri dönebilmesi, ateşin içine girip günlerce kaldığı
halde yanmaması, taşa bastığı zaman veya taşı sıktığı zaman taşı un ufak
edebilmesi, ölü mahlûkları diriltebilmesi… bunlardan sadece bir kaçıdır.
Velîler kısaca zaman içinde zaman, mekân içinde mekân kullanma
imkânına sahiptirler. Bu özellikleri onlara olan saygı ve inancı pekiştirmiştir. Bu gün bile anlatılan bu tür olayların bir şahsiyet etrafında teşekkül
ettiğini, daha sonra da toplumun veya kültürün ortak bir değeri, bir kültürel bellek unsuru olarak kutsal şahsiyetlere atfedilerek devam ettiğini
düşünüyoruz.
6
7
Abdülbaki Gölpınarlı, age, s.16
Ahmet Yaşar Ocak, Hacı Bektaş Velâyetnâmesi, TDVİA, C.14, s.472
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
285
Süleyman SOLMAZ
Bu bilgilerden sonra Velâyet-nâme’deki mekânlara geçebiliriz. Bu eserde
geçen mekânları merkezler etrafında bir tasnif yaptık. Bu tasnif şöyle oluştu:
Orta Asya ve İran merkezli mekânlar:
Acem ülkesi, Azerbaycan, Bedehşan, Belh, Deşt-i Kıpçak, Gürcistan, Horasan, Nişabur, Tataristan, Tukan, Tus, Türkistan, Yesu(Yesi).
Arabistan veya Hicaz Merkezli Mekânlar:
Arabistan, Bağdat, Halep, Hicaz, Irak, Ka’be, Mekke, Necef,
Anadolu Merkezli Mekânlar:
Açıksaray, Akkapı, Akkubbe, Aksaray, Akşehir, Alacık, Aliler Sırtı( Aliler Beleni), Altuntaş( Altıntaş), Ankara, Armutlu, Aydın, Balıkesir, Balışeyh, Bayamlu Deresi, Bilecik, Bozok,, Bulduk Çayır, Bursa, Çarşamba Suyu, Çorlu,
Çorum, Denizli, Devcik ardıç, Develi, Dindekin, Dinek Dağı, Diyarbakır, Edremit, Elbistan, Erzincan, Eski Zağra, Foça, Germiyan, Gölpınar, Gülşehir,
Hamid, Harmankaya, Hırka Dağı, İnegöl, İsfendiyar, İznik, Kal’acuk( Kalecik), Kalıgra, Karahisar-ı Kürdî, Karesi, Kayseri, Kayı, Kırşehir, Kızılca Halvet, Kızoğlu Kışlağı, Konya, Kütahya, Kürdistan, Malya, Mucur, Rûm, Saklan Kalesi, Samsam Öyüğü, Sarıgök, Sineson Köyü, Sinop, Sivas, Sivrihisar,
Sultanönü, Sulucakarahöyük, Susuz, Tavaz, Tavşanlı, Tekkekaya, Tobruca,
Tuz Köyü, Tükelcik, Ucasar, Üçpınar, Üçok, Ürgüp, Yarhisar, Yasinabâd Livası, Yüceırkadca, Zemzem Pınarı, Zülkadirli
Bunların dışında Avrupa yakasından Manastır ve genel anlamda Frengistan isimleri yer almıştır.
Mekânlarla ilgili birkaç anekdot:
Sineson Köyü
Hünkâr, Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaştı. Hıristiyanlar çavdar ekmeğini pişirip yemişlerdi. İçlerinden bir
kadın, başına bir tekne almış, ekmek götürmedeydi. Hünkâr’ı görünce
hemen tekneyi başından indirdi; derviş dedi, lûtfet, bir parça al ye; bizim
yerimizde buğday bitmez, ayıplama.
Hünkâr, bu sözü duyunca, bereketli olsun, çavdar ekin, buğday biçin, küçük hamur yapın büyük somun alın dedi. Şimdi hâlâ o köyde çavdar eker-
286
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi
ler, buğday biçerler. Küçük hamurlar yapıp fırına atarlar, büyük somun
çıkarırlar. Buğday ekerlerse çavdar olur, fakat çavdar ekince buğday biçerler. Gene bu yüzden o köydeki Hıristiyanlar, Hünkâr’ın oturduğu makamı
ziyaret ederler, her yıl toplanıp gelirler, kurbanlar, adaklar getirip şenlik
ederler.
Kavgacı Köy
Hacı Bektaş, o köyden geçip Ucasar adlı köye vardı, köyün dışında bir
yerde eğleşti. Baktı ki köyün içinde kavga gürültü var. Köylülerden birine,
bu köyde derviş konuklıyacak bir yer var mı dedi. Köylü, halk dedi, konuk
kaygısında mı? Şimdi kabadayılar gelirler, seninle de boş yere kavgaya
tutuşurlar. Hacı Bektaş’ın ağzından şu söz çıktı:
Boş yere kavgadan, gürültüden kurtulmasınlar.
Bu andan itibaren o köylüler, boyuna boş yere kavga eder dururlar.
Açıksaray Köyü
Hacı Bektaş o köyden de yürüdü. Açıksaray adlı köye geldi. Köyde bir kadına, dervişlere bir yiyecek var mı, varsa getiriver dedi. O da durun, dedi,
gideyim, olanından getireyim.
Kadın evine geldi, kaynanasına, ana dedi, dervişler geldi, Tanrı için lokma
ister; küpte biraz yağ var, Tanrı yerine verir, biraz ekmekle bir parçacık yağ
verelim. Kaynanası, yağ az kaldı, dokunma dedi. Gelini, Tanrı için istiyor,
ben vereceğim deyip bir ekmek içine biraz yağ koydu, götürüp Hünkâr’a
sundu. Hacı Bektâş, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin dedi.
Gelin eve dönünce bir de gördü ki küp ağzına kadar yağla dolmuş. Kaynanasını çağırdı, gösterdi. Kadın, bu hali görünce o dervişin sözüyle oldu,
gerçek erenlerdenmiş, keşke eline ayağına düşüp himmetini alsaydık; varayım, köyün etrafını arıyayım dedi. Gelinle beraber yola düştü. Kızılırmak’ın
kıyısına vardılar. Mevsim ilkbahardı, Kızılırmak, coşup taşmıştı. Baktılar ki
Hünkâr seccadesini suya sermiş, üstüne oturmuş, gidiyor. Öte tarafa geçince seccadesini sudan aldı, silkip omzuna vurdu, yürüyüp gitti.
Gelin, kaynana dönüp köye geldiler. Bu hali, köylüye bildirdiler. Köy halkı,
yazıklar olsun, öyle bir Tanrı dostu, buradan geçti de görmek nasip olmadı, eline ayağına düşemedik, hayır duasın alamadık dediler. Hepsi birden
Kızılırmak kıyısına koştular. Bu hal, Hünkâr’a malûm oldu. Hırka Dağı’na
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
287
Süleyman SOLMAZ
yöneldi. O dağın tepesinde bir ardıç ağacı vardı, Hünkar ardıç dedi, bir an
budaklarına sakla beni, ben de kıyamet günü seni salkıyayım. Ardıç, budağıyla, pürüyle kıbleye karşı eğilim bir çadıra döndü, Hünkâr içine girip
ibadete koyuldu. Orda bir çile çıkardı. Şimdi o ağaca, Devcik ardıç derler.
Hırka Dağı
Hünkâr, Sulucakarahöyük’te, Kadıncık’ın evinde yerleşince kerâmetini işitenler, ziyaretine gemliye başladılar. Fakat huzurunda toplanan muhipler
ve halifeler, köyün havasından incindiler. Hünkâr’a bir yolla anlatalım da
deniz kıyılarında bir yere gitsinler, biz de bu sayede sıcak bir yerde karar
edelim dediler. Bir gün toplanıp Hünkâr’a, burasının yeli pek çok, durmadan esiyor diye söz açtılar. Hünkâr, erenler bizi ziyarete geliyorlar,onun
için çok yel esiyor dedi. Gene bir gün, bu Karahöyük’ün karı fazla, soğuğu şiddetli, erenler bir alçak ve deniz kıyısı yerde karar etseler de gelen abdallar, çıplaklar, garipler de rahata kavuşsa dediler. Hünkâr, bu sözlerden incindi. Hakk’a giden hak uğrun hakkıyçin dedi, bu yerden daha
yüksek bir yer olsaydı oraya gider, orada yerleşirdim. Halifeler, Hünkâr’ın
Sulucakarahöyük’ten gitmiye razı olmadığını anladılar, artık bu işe dair
hiçbir sözde bulunmadılar.
Hünkârın en ulu halifesi Cemal Seyyid Sultan’dı. Ondan sonra Hünkâr’ın
sırrını ondan daha iyi bilen kimse yoktu. Nice defalar Hünkâr, onun arkasını sıvamıştı, Cemâlimdir demişti. Bu halife, öbür halifelerin üst yanında otururdu. Ondan sonra kolu açık Hacım Sultan uluydu. Seyyid Cemal
Sultan’ın altında otururdu, Hünkâr batın kılıcını ona sunmuştu. Ondan
sonra ulu halife, İsmail Pâdişâh’tı, Hünkâr’ın ibrikdârıydı ve sırrına mahremdi. Ondan sonra Rasûl Baba gelirdi, Hünkâr’ın ferrâşıydı. Bunlar gibi
üç yüz altmış halife vardı.Hünkâr, bunlara dönüp elem çekmeyin, odun
kaydını görelim dedi.
Günlerden bir gün, abdallariyle Hırkadağı tarafına seyre çıktı. Dağın üstüne gelince abdallara, tez varın dedi, ateş yakın. Abdallar, etraftan çer
çöp yığdılar, ateşlediler. Hünkâr, ateş yanınca coşup semaa girdi. Abdallar
da ona uydular. Kırk kere ateşi dolandılar. Derken Hacı Bektaş hırkasını
çıkarıp ateşe attı, çekildi. Hırka tamamıyle yandı, kül oldu. Sonra Hünkâr,
o külü aldı savurdu, bu külün düştüğü yerden odun bitsin dedi, dönüp
makamına vardı.
288
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi
Bu andan itibaren o dağın odunu, günden güne çoğaldı. Abdallar gidip
keserler, getirip yakarlar, ısınırlardı. Bu yüzden o dağa “Hırkadağı” dendi,
odunu kıyamete dek bitmez.
Sonuç olarak Hacı Bektâş-ı Velî’nin Menâkıbı’nda yer alan mekânların büyük bir çoğunluğu Anadolu’dadır ve asıl ya da gerçek mekânlardır. İtibarî
ya da kurgusal mekân pek yoktur. Fakat Velâyet-nâme’de anlatılan olayların çoğu olağan üstülüklerle bezeli olduğundan gerçek mekânlar da
kurgusal hale gelebilmektedir. Sözlü gelenekte asıl mekânlarla kurgusal
mekânlar birbirine karıştırılabilmektedir. Bu sebeple bu tür metinleri tarihsel bir belge olarak kabul etmek doğru olmaz.
İkinci olarak söylememiz gereken husus Sulucakarahöyük’ün mekân
olarak seçilmesi Hacı Bektâş’ın kendi iradesiyle değil, Ahmed Yesevî
Hazretleri’nin emri ve tasarrufu iledir.
Üçüncü tespitimiz ise Sulucakarahöyük’e kendisinden başka lider olabilecek kimseler gelmemiştir. Mesela Ahî Evren ile hep Kırşehir ile Sulucakarahöyük arasında bir mekânda buluşmuşlar veya görüşmüşlerdir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
289
NEVŞEHİR’DE MÜBADİL KÜLTÜRÜ
IMMIGRANT CULTURE IN NEVŞEHİR
Süreyya AYTAŞ*
ÖZET
Lozan antlaşması gereğince 1923’te yapılan mübadeleyle,
Anadolu’da yaşayan Ortodoks Rumlar Yunanistan’a Yunanistan’da
yaşayan Müslüman Türkler Anadolu’nun çeşitli yerlerine istekleri dışında yerleştirilmiştir.Görünüşte basit gibi görünen bu nüfus hareketinde; Nevşehir ve yöresinde yaşayan yüzlerce hatta binlerce kişiyi
yerinden etmiş ve yerine aynı oranda Müslüman Türk yerleştirilmiştir.
Bildirim de, kısaca mübadeleden, Nevşehir ve yöresine yerleşen mübadillerin yanlarında getirdikleri ve bu gün hala yaşayan Mübadil
(Mübadillerde kutlama) kültürünü anlatmaya çalışacağım.
Anahtar Kelimeler:Mübadele, Nevşehir Mübadilleri, Kutlama kültürü.
ABSTRACT
Territory of Lausanne (1923) contains a compulsorypopulationexchange of Turkishnationals of theGreekOrthodoxChristiansestablished in Turkishterritoryand of Greeknationals of theMoslemTurksestablished in Greekterritory. Itseemssimple at firstglance. But thispopulationmovementdisplacedthousandsorevenmillions of peopleliving in differentregions of bothTurkeyandGreece.
Thispresentationaimsbrieflytoexplain; populationexchange, propertiesmovedfromGreecetoTurkeybytheimmigrantswhosettledregion
of Nevşehir, andlivingimmigrantculture (culture of celebration) in
Nevşehir.
Key Words: Populationexchange, Balkanicimmigrants of Nevşehir,
Culture of celebration.
* Araştırmacı Yazar, e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
291
Süreyya AYTAŞ
Nevşehir’de Mübadil Kültürü
Yanardağların ve erozyonun bizlere muhteşem bir armağanıdır Kapadokya.Bin yıldır uygarlıkların odağı olan bu büyülü coğrafyada; bir zamanlar
Rumlarla Türkler bir arada yaşar, kiliselerin çan sesleriyle ezan sesleri birbirine karışır, kucaklaşırmış.
Kapadokya’ya gezmeye gelenler “Peri Bacaları” arasında gezinirken, Güzel Atlar Ülkesinin ruhuna sessizce dokunarak, peri bacalarının yaydıkları
tuhaf enerjiyle mutlu olur, Kapadokya’nın sırlarını paylaşırlar. Sokaklarında
gezinirken büyülenirler. Kim bilir hangi ellerin, nice sevinçlerle, kederlerle
dokunduğu kapı tokmaklarına dokunurlar. Oya gibi işlenmiş taşları, konakları gözlerini alır… Kapadokya’nın doğal atmosferi, alıp götürür onları. Bir daha hiç gelmeyecek olan masallarda kalan o büyülü kokusunu,
iyi hissedebildiğimiz yakın tarihimizin derinliklerinde duyumsarlar. Kimseler bilmez; kendi halinde sessizce yatan bu hazineniniçindeki masalı.
Kapadokya’dan mübadelede giden ve gelenlerin masallarını…
Yüzyıllar boyu yaşamış ve göç edip gitmiş insanların günlük hayatlarını,
giyim kuşamlarını, ne yiyip içtiklerini; oldum olası merak etmişimdir. Bu
merak ve mübadil köklerim, beni geniş bir coğrafyayı ve zaman dilimini
etkilemiş olan mübadil kültürünü araştırmaya yöneltti. Bildirimimde: Mübadelenin yoğun olarak yaşandığı Nevşehir’de mübadeleden ve mübadillerin yaşayan halk kültürünün bir parçası olan kutlamalardan söz edeceğim:
Mübadele kelimesi Arapça “Bedel“ sözcüğünden türetilmiş olup, karşılıklı
bir etkileşim halini ifade eder. Yani, karşılıklı bir bedel ödeme halini tanımlar.1923 yılında Lozan’da imzalanan antlaşma sonrasında; 1,5 milyon Yunanlı, Anadolu’dan Yunanistan’a, 650 bin civarında Türk, Yunanistan’dan
Anadolu’ya; kendi iradeleri dışında yaşadıkları yerleri terk ederek ait oldukları varsayılan yerlere göç etmek zorunda bırakıldılar.Tarihteki ilk zorunlu göçü içeren bu sözleşme ile 2milyon insan, yurtlarından kopartılarak, yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edildi. Tarihimizdeki bu
kitlesel ve zorunlu göçe kısaca “mübadele” bu insanlara da “Mübadil”
deniliyor….(1)
Mübadele, Nevşehir merkez ve Nevşehir’e bağlı birçok köy, kasaba ve ilçede yaşayan yüzlerce hatta binlerce kişiyi yerinden etmiş ve yerine aynı
oranda Müslüman Türk, Yunanistan’ın Kuzey Bölgesinden, (Kayalar, Kozana ve Kastorya)mübadele öncesi Rum Ortodoksların yaşadığı başta
292
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Mübadil Kültürü
Nevşehir merkez olmak üzere,Gülşehir,Ürgüp, Kaymaklı, Derinkuyu, Su
vermez, Til Köyü, Ürgüp, MustafapaşaKasabası ve CemilKöyü’ne iskân
edilmişlerdir.(2) (3)
Görünüşte basit gibi görünen bu nüfus hareketi, mübadeleye katılan
insanların hayatlarında derin yaralar açmış. Yıllar yılı dostça ve kardeşçe
yaşamış, bütünleşmiş topluluklar birbirlerinden ayrılmışlar. Anılarını, evlerini, mezarlarını ve umutlarını geride bırakmışlardır. Mübadil bir ailenin
torunu olarak büyüklerimin yaşadığı dramatik hayatın, yakın tanığıyım.
O insanların yaşadıkları her an, Yunanistan’da sürdürdükleri hayatlarının,
topraklarının, anılarının sıcaklığı ile doluydu.Maziyle ilgili hatıralar, sanki
dün yaşanmış gibi anlatılırdı.Son nefeslerine kadar doğdukları topraklarda yaşamışlardı.O insanların hayatları, hakikaten yaşanmış büyük acılarla
anılarla doluydu.
------------------------------------------------1) İskender Özsoy – İki Vatan Yorgunları adlı eseri. Bağlam Yayıncılık
2003,s.
2) Nevşehirlilerin Papa Georgigias Cemiyet itarafından 1912 yılında yayımlanan AnadoluRumlarına mahsus, ilahi, edip, fenni, musavver salnameye
gore Nevşehir ve civarında 18000 Rumun yaşadığı belirtilmiştir.)
3) Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Katoloğu Dosya no. 130-16-13-2, yer
no:216,428..209.385…216,427..2,gelenler listesine göre sadeceKastorya İlinden 25.000 Müslüman Türk’ün mübadelede Anadolu’ya göç ettiği
belirtilmektedir.)
1924 haziran ayında Yunanistan’dan yola çıkan mübadiller aylarca yaya ,
at sırtında, trenle ve vapurla bin bir güçlükle Eylül ayının ortalarına doğru
Nevşehir’e vardıklarında nüfuslarından üçte biri hastalıktan hayatını kaybetmiş ya da kaybolmuşlardı..(4)
Mübadillerin sıkıntıları, çektikleri acılar Nevşehir’e ulaştıklarındadabitmemişti. Aksine, aşılması daha da güç yeni sorunlarla baş başa kalmışlardı.
Malı mülkü, varı yoğu terk ettikleri coğrafyada bırakıp, bin bir yokluğa
düşmüşlerdi.
Mübadiller, yeni coğrafyaların da türlü sorunlarla mücadele etmeleri gerekiyordu. Başta aş ve iş sorunu vardı. Hazırlık sürecinde Anadolu’ya gelecek
olan mübadillerin, geldikleri bölgelerin özelliklerine göre nerelere yerleş-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
293
Süreyya AYTAŞ
tirilecekleri planlanarak, kimi ilke ve kurallara bağlanmıştı. Ama aslı öyle
değildi; her şey biraz da olayların gelişimine ve doğal akışına bırakılmıştı.
Yunanistan’da dağlık ve ormanlık bir bölgede odunculuk ve hayvancılık
ile geçinen mübadillerin, Nevşehir gibi kurak ve kayalık bir yerde aynı işi
yapabilmeleri, ne kadar mümkündü? Çok zor bir süreç başlamıştı.
Nevşehir’demübadiller bilsinler yada bilmesinler; buldukları her işi yapmaya soyundular.Kimi çiftçi olmuş sabanın peşinde - Kimi yaslı bir nalbant,
çekilir terkisinde - Kimi boyacı olmuş; üç beş kuruş uğruna - Geçmişini
aramış fırçanın ucunda - Kimi sıvacı olmuş, geçim öyle buyurmuş-Gözyaşları damlamış, malanın ucuna.(5)
Tüm bunlar büyük bedellerin ödenmesi anlamına geliyordu. Mübadiller,
açlıkla, yoklukla, perişanlıkla mücadele ediyorlardı. Fakat en kötüsü de
dilini bilmediği bir yerde kendini nasıl ifade edecek ve oradaki insanlarla
nasıl kaynaşacak olduğuydu. Bunun için büyük bir mücadele gerekiyordu.
Dil bilmeden bunların gerçekleşmesi çok zordu çünkü gelen mübadillerin
çoğu Türkçe bilmiyordu!..
Mübadillerin dil bilmemesi ve Nevşehir veyöresinde Rumlardan kalan malların mübadillere verilmesi yerli halkta bir tepki yaratmış, mübadiller ile
yerli halk arasında aşılmaz duvarlar örülmüştü.İki halkın kaynaşması için
aradan onlarca yılın geçmesi gerekiyordu. Bu süreçiçerisinde Mübadillerin
dilleri, yemekleri, gelenek ve görenekleri, türküleri, düğünleri hatta yaşadıkları mahalleleri değişikti. Bu yüzden Nevşehir’de Mübadiller kendi içine kapanmış, umarsız ancak genekendi güçleriyle ayakta kalma, yaşama
derdine düştükleri için, bildiklerince yaşamayı sürdürmüş, kendi dillerini
konuşmuş ve kendi kültürlerini yaşamışlardır…
Yunanistan ve Türkiye’de mübadele ile göç eden kitlelerin yaşadıkları sürece baktığımızda:
Türkiye’den Yunanistan’a göç edenlerin; kültür, sanat ve folklorik değerlerini korumak için çeşitli etkinlikler yaptıklarını, kendi aralarında dernekler, vakıflar kurarak örgütlendiklerini, kültür ve sanat merkezleri,araştırma
enstitüler müzeler kurduklarını görüyoruz.Yunanistan’dan Türkiye’ye göç
edenlerin ise yaygın ve etkin bir örgütlenme içine girmedikleri görülmektedir Yakın zamana kadar bir kaç akademisyenin dışında bu konuya pek
eğilen de olmamıştır. Oysa göç edenler; bilgi birikimlerini, kültür, sanat ve
folklorik değerlerini de beraberinde taşımışlardır. Bizler, bugünkü kültürü-
294
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Mübadil Kültürü
müzün oluşumunda önemli etkisi olan değerlerin çok farkında olmasak
da bu değerler,Nevşehir Halk Kültürü açısından önemli bir çeşitlilik, özgünlük ve derinlik arzetmektedir.
Mübadele gerçeğini çok erken dönemlerde bizzat yaşayanlar, kendi gerçeklerini hayatta iken kayıt altına almamış olduklarından, Türkiye ve tarihi
adına istemeyerek de olsa, büyük bir kayba sebebiyet vermişlerdir. Bu konuda devletin geçmişe ait sayfalarını kapatmak istemesi gibi mübadillerin
de içine düştükleri hayat mücadelesi dolayısıyla böylesi bir konu ile uğraşacak durumda olmamaları, Türkiye’de mübadele konusundaki araştırmaların kısıtlı kalmasına ve birçok şeyin unutulmasına, unutulmamışsa bile az
da olsa zihinlerin bir köşesinde kalmasına sebep olmuştur.
------------------------------------------------4) Kastorya- Jerveni’de Mübadillere düzenlenen TasviyeTalepnamelerine
göre 480 kişinin yola çıktığı Nevşehir Mustafapaşa’ya geldiklerind eise
360 kişinin geldiği, kalan 120 kişinin hastalıktan öldüğü ya da kaybolduğu Birinci Kuşak Mübadilleri tarafından bildirilmiştir.T.C.Başbakanlık
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Kataloğu,Dosya No:
130...16.13.2,Yer No:216.428...,209.385...,216.427..2,
Aytaş, BitmeyenMuhacirlik, İstanbul 2007,s.118-126
5) Bilgiç, Sıla Benim Gurbet Benim,s7
Zihinlerde Kalan ve Yaşananlardan Örnek Olarak Nevşehir’de Mübadillerde Kutlamalar:
Mübadillerde Bahar Bayramı
Her ülke baharın gelişini kendine özgü kutlarken; Bakın Nevşehir’de mübadiller baharın gelişini nasıl kutluyorlar:
Şubat ve Mart ayı her zaman kavga edermiş.Şubat “Ben gitmem!”
dermiş. Mart ise “Ben geldim. Hadi, sen git artık!” dermiş... Bu aylarda havanın bir ısınıp bir soğuması bunların kavgalarındanmış. “Şubat ve
Mart kavga ede dursunlar; biz kendi bildiğimizce onları yerlerine göndermesini biliriz!” der Mübadiller… Şubat çok sert geçtiği için,“Bu aya
güven olmaz, biz onu kandıralım bahar geldidiyelim, gönderelim yoksa
gitmeyecek!” Ama ayıları kış uykusundan uyandırmamız için onlara krep
yapmamız gerekir. Çünkü ayılar uyanmazsa Şubat ayı, baharın geldiğine
inanmaz. Şubat’ın son haftasında her evde mutlaka “krep”yapılır; ceviz-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
295
Süreyya AYTAŞ
lisi, pekmezlisi.Konu komşu, davet edilir. Yapılan krepler yenir ve ayıların
inlerinin önüne,hazırlanan bu kreplerden konulur ki, ayılar bu kreplerin
kokusuna uyansınlar. Kokuyu alan ayılar, kış uykusundan uyanırlar. Ayıların uyandığını gören Şubat ayı, inadı bırakıp gidermiş. Hatta şubat ayının
28 gün olmasını buna bağlarlar mübadiller.
Krep günleri bir hafta sürer. Bu süreçte mübadiller bir araya gelirler. Bir
iki kişi ayı postuna girerek insanları eğlendirir ve kreplerihazırlayıpŞubat
ayını gönderen mübadiller, Mart ayını yanibaharın gelişini kutlamak için,
hazırlıklara başlarlar.
Mübadiller 14 Martı yılın başlangıcı ve baharın gelişi olarak kabul ederler
o günü ve geceyi çok özel kutlarlar.Hazırlıklar bir hafta önceden başlar. Evlerde, dip bucak temizlik yapılır hatta boya badana yapılacaksa aynı günlerdeyapılır. Yufkalar açılır, ekmekler pişirilir. 13 Mart akşamı sofraya, evde
ne varsa konur. Yumurtalar kırmızıya boyanır. Özel Mart mısırı kaynatılır.
Tüketilen her bir yiyeceğin, ayrı ayrı anlamı vardır: Lahana turşusu yenir
ki; yıl boyunca sivrisinek, arı gibi böcekler ısırmasın diye. Sarımsak yenir;
yıl boyunca ağzımız kötü kokmasın diye; hem de sarımsağı, büyülerden
koruduğunainanılır. Bir sepetin içine ceviz konulur ve aileden herkes sepetin içinden ikişer tane ceviz alır. Cevizler kırılıp bakılır. İçi sağlam ise yıl
boyunca sağlık problemi yaşanmayacak anlamına gelir fakat çürük çıkarsa
sağlık sorunu olacağına yorulur. Pekmez yenilir yıl boyunca;ağzımızın tadı
yerinde olsun diye… “Maznik” dediğimiz fasulyeli börek yapılır ki; böreğin içindeki fasulyeler kadar, ailemiz geniş olsun, çoğalsın diye…
Beyaz ve kırmızı ip karıştırılarak adına “Martinka” denilen özel ipler yapılır.
Beyaz sağlık ve temizliği, kırmızı ise gücün simgeler. Yıl boyunca sağlıklı
ve güçlü olma anlamını taşır. Bu ipler evde ki herkesin bileklerine bağlanır.
Ayrıca evdeki tüm eşyaların, mesela çömleklerin testilerin, kulplarına da
bağlanır. Evin büyüğü, eline iğne iplik alır ve bir şeyler diker “Ne dikiyorsun?” diye sorduğumuzda “Düşmanların ağzını dikiyorum! Yıl boyunca
kötülük gelmesin, hakkımızda dedikodu olmasın…” diye.
O gece hayvanlara da özel yiyecekler verilir ve hayvanların o gece konuşabildiklerine inanılır. Ahırların önünde tütsüler yakılır; hayvanların kötülüklerden korunması için. Sabah erkenden kül dolu bir testi evin dışarısında
kırılır. Etrafa dağılan kül ile evdeki bit, pire gibi haşaratın gideceğine inanılır. Sabah çok erken kimse sokağa çıkmaz. Herkes pencereden bakar
296
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Mübadil Kültürü
ve sokakta ilk gördükleri kişiye “Benim sorunlarım gitti artık. Onları sen
aldın!” diyerek, sorunlardan kurtulduklarına inanırlar. O gün kimse banyo
yapmaz. Eğer banyo yapılırsa vücudun bazı yerlerinde şişlikler olacağına
inanılır. Nişanlılara, sevgililere hediyeler verilir. Gün boyunca eğlenceler
düzenlenir. Çocuklar ise kırmızı yumurta almak için her gittikleri eve, ellerine birkaç küçük odun parçası, çalı çırpı götürürler; insanlar çoğalsın,
bolluk bereket çoğalsın, diye.
Hıdırellez
Hıdırellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan
biridir. Hızır günü ya da Hıdrellez Bayramı insanlık tarihinde çok eski zamanlardan beri kutlanmaktadır. Farklı zamanlarda, farklı isimler altında
kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkündür.
Bakın mübadiller hıdrellezi nasıl kutluyorlar:
Baharın Mart ve Nisan aylarında yaşanan belirli soğuk günlerinden, Martın
dokuzu = 25-26 Mart “yaşlı Mart” Nisanın 6- 7’si “tek başına yaşlı” ve
Nisan ayının ortasına denk gelen koca karı soğukları, mübadillerin baharda en çok korktukları soğuk günler olarak bilinir. Bu günler geçtikten
sonra mübadiller; “Artık sırtımız ısındı. Yaz geldi. Bundan sonra, korku
yok.’’ derler Ve hıdrelleziçin hazırlıklar yapmaya başlarlar. Bu hazırlıklar:
Evin temizliği, üst-baş temizliği, yiyecek-içeceklerle ilgili hazırlıklardı. Hıdrellez gününden önce, evler baştanbaşa temizlenir. Çünkü temiz olmayan
evlere Hızır’ın uğramayacağı düşünülür. Hıdırellez günü giyilmek üzere,
yeni giysiler alınır. Kadınlar saçlarına, ellerine kına yakarlar. Hıdırellez günü
yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için, önceden bir şeyler dağıtılır.
Adaklar varsa yerine getirilir..
Hıdırellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere bereket
vereceği inancıyla, evlerinkapıları, yiyecek kaplarının, ambarların ve para
keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev,bağ-bahçe,araba vs. isteyen kimseler,
Hıdrellez gecesi herhangi bir yere istediklerinin küçük bir modelini ya da
resmini çizerek gül ağacının altına toprağagömerler; sabah erkenden o
dileklerini alıp suya bırakırlar ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar.
Ayrıca gül ağacının altına, testilerle su konulur. Kırlardan çiçek veya ot
toplayıp onları bu suya atıp o su ile evdeki herkes yıkanır. Bu su ile yıkanıldığında gençleşip güzelleşileceğine inanılır.Yıkanılacak suyun içerisine yumurtakonulur güçlü kuvvetli olunacağına inanılır. Banyodan sonra herkes
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
297
Süreyya AYTAŞ
beline ve boynuna yeşil söğüt dalları bağlar ki vücuttaki ağrıları önlesin
diye..Hıdırellez’de baharın taze bitkileri, kuzu eti ya da kuzu ciğeri yenilirse sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Mübadiller hıdrellez gününe özel
Hıdırellez kurabiyesi yaparlar. Bolluk bereket için.
Baharda doğanın ve tüm canlıların uyanmasıyla insanların da talihlerinin
açılacağı inanılır ve bahtı açılmamış kızların kısmetlerinin açılmasını isteyenler yeşillik bir yerde veya bir su kenarında toplanırlar. Orada çeyiz bohçalarını açarlar ve kısmetimiz de açılsın derler ve çeyizinden bir parçayı
suya bırakırlar ya da bir ağacın dalına bağlarlar…
Hıdrellez günü her evde bayram sevinci ve telaşı yaşanırHıdırellez’de. Mübadiller Hıdırellez’de kırlara, yeşilliğegiderler. Kırlara yeşil alanlara giderek;
Hızır’ıngelmesini beklerler. Hızır kim diye sorduğumda ise; “Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getiren
kalbi temiz, iyiliksever, insanlara daima yardım edendir. Uğradığı yerlere
bolluk, bereket, zenginlik sunan, dertlilere derman, hastalara şifa veren,
bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini
sağlayan İnsanların şanslarının açılmasına yardım edendir. Uğur ve kısmettir o derler mübadiller.
Hıdırellez kutlamaları yeşillik yerde özellikle desu kenarlarındayapılır. Bu
kutlamalara büyük- küçük, kadın-erkek herkes katılır. Buralarda salıncaklar kurulur, piknikler eğlenceler düzenlenir…
Mantufar Oyunu: Gülşehir Mübadiller tarafından 25 Martta ya daHıdrellezde oynanan bu oyunun oynanma şekli şöyledir:
Hıdrellezden bir gün öncesi her ev at ile dolaşılarak çeşitli eşyalar toplanır.
Toplanan bu eşyalar bir küpe konur ve sabaha kadar gül ağacının altında
bekletilir. Hıdırellez günü küp şenlik yalpan yere getirilir, çömleğin başına
bir çocuk, kafasına eşarp bağlanarak oturtulur. Maniler söylenerek küpün
içindeki eşyalar çıkartılır. İlk kimin eşyası çıkarsa maniyi o kişi söyler ve bu
gün dilediği her neyse olacağına inanılır dileğinin olması için pilav pişirir
ve tüm mahalleye dağıtır. Boşalan küpe su konur, o su ile yüz yıkanır. Böylece yıl boyunca hastalıklardan uzak kalınacağı düşüncesi vardır. Bütün
bunlardan sonra küp tekrar gül ağacının altına konulur. Küp genç kızlar
tarafından açılır. Küpün içerisinden kimin yemenisi ilk çıkarsa o kızın erken
evleneceğine inanılır.
298
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’de Mübadil Kültürü
Sonuç:
Bugün Nevşehir’de yaşamaya devam eden Mübadil kültürünün, geçmiş
yüzyılların izini sürmek, hiçbir şey için değilse, ortak bir mirasın belleklerde
hâlâcanlı bir biçimde yaşadığını ortaya koyması bakımından dikkate değer
bulunulmalıdır.
Tarihi, kültürel ve mimari mirası, hangi toplum ya da kültür tarafından
oluşturulursa oluşturulsun, hangi yaşam biçimine göre yaratılırsa yaratılsın, bugün korunması vesürdürülebilmesinden ortak olarak sorumlu olduğumuzu düşündüğümüz miras olarakbenimsenmiştir.
Tarih boyunca, sarp kayaları, mağaraları ile bir sığınma korunma yeri olan
ilimiz; hızla gelişen ekonomi dünyası içerisinde yeni muhacirlerine de kucak açıyor. Bunların öyküleri de Mübadiller kadar ilginçtir belki...
Kaynaklar
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü( Cumhuriyet Kataloğu)
Bitmeyen Muhacirlik” - LMV Yayınları (Aytaş- 2007)
Yastığım Taş Yorganım Taş Adlı Belgesel LMV Yayınları ( 2007)
Ürgüp İçe Merkez, Mustafapaşa Kasabası, Cemil Köyü, Gülşehir İlçe Merkez ve
Kaymaklı Kasabası’nda yapmış olduğum araştırmalarda elde ettiğim veriler.
Kaynak Kişiler:
Şevki Kaplan
Selime Pişkin-Mümin Pişkin
Selim Aslan
Kadime Aslan
Mustafa Kaplan
Seydali Kaplan
Nefika Düzen
Asime Düzen
Asime Pişkin
Saliha Uzun
Aliye Özbay
Bayram Yoldaş
Demir Ali Yakar
Kerim Sakarya
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
299
Süreyya AYTAŞ
Hatice Akbal
Şerife Dur
Derviş Korkmaz
Cemile Korkmaz
Münevver Güller
Rukiye Korkmaz
Cevdet Salman
Nebahat Yaman
300
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR MÜFTÜSÜ SÜLEYMAN VEHBİ VE
AHMET TEVFİK EFENDİLER
MÜFTİS OF NEVŞEHİR SÜLEYMAN VEHBİ AND
AHMET TEVFİK EFENDİ
Şaban ÇETİN*
ÖZET
İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivinde bulunan Ulema Sicil Dosyaları yerel (özellikle şehir tarihi) tarih araştırmaları için çok önemli bir
kaynak durumundadır. Bu çalışmada, Nevşehir Müftüsü Süleyman
Vehbi Efendi ve Nevşehir Kuva-yı Milliye teşkilatının kurucusu Müftü
Ahmet Tevfik Efendi tanıtılmaya çalışılacaktır. Çalışma, Müftülerin
Meşihat Arşivindeki kişisel dosyalarına dayalı olarak yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Tevfik Efendi, Süleyman Vehbi Efendi,
Meşihat Arşivi, Ulema Sicil Dosyası
ABSTRACT
Ulema Sicil Files at İstanbul Müftülüğü Mashikhat Archieve are very
important source for local historical research, especially for urban
history.In this work, Müftis of Nevsehir Suleyman Vehbi Efendi and
Ahmet Tevfik Efendi (founder of Nevsehir National Forces) will be
introduced. Our work will be based on the personel files at Mesihat
Archieve.
Key Words: Ahmet Tevfik Efendi, Süleyman Vehbi Efendi, Müfti,
Ulema Sicil Files, Mashikhat Archieve.
* Öğr. Gör., Celal Bayar Üniversitesi Demirci Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü,
e-posta:[email protected].
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
301
Şaban ÇETİN
Giriş
İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivinde bulunan Ulema Sicil Dosyaları; yerel
tarih, Şehir tarihleri, kültür tarihi ve sosyal tarih bakımından çok önemli
kayıtlar ihtiva etmektedir. Arşivde, Nevşehir’de görev yapan müftülerden
sadece Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendilerin sicil dosyaları mevcuttur. Bunların yanında Meşihata bağlı olarak Nevşehir’de görev yapan, Müderris Ahmet Hamdi Efendi gibi, Nevşehir doğumlu birçok ulema kökenli
zatın da sicil dosyaları burada bulunmaktadır1.
Kişisel dosyalarına bağlı olarak tanıtmaya çalışacağımız müftülerden Ahmet Tevfik Efendinin dosyası, Süleyman Vehbi Efendi’nin iki adet dosyasına göre daha zengindir. Bu nedenle, Nevşehir Kuva-yı Milliye teşkilatının kurucusu Ahmet Tevfik Efendi üzerinde daha geniş olarak durma
imkânımız ortaya çıkmıştır.
I-Süleyman Vehbî Efendi
A- Doğumu
Süleyman Vehbi Efendi, 1242/1825 tarihinde, Nevşehir’de Cami-i Atik
Mahallesi 44 numaralı evde dünyaya gelmiştir. Nüfus bilgilerine göre, orta
boylu ela gözlüdür2. Bölgede Davutzâde diye şöhret bulmuştur.
Babası “Davutzâde” diye şöhret bulan Ulemadan Nevşehir Kürsü Şeyhi
Davutzâde Süleyman Efendidir. Babasının Kayserili olması ve Davutzâde
diye şöhret oluşu, Süleyman Vehbi Efendinin Kayserili âlim “Dâvûd-i
Kayserî”3 sülalesiyle ilişkisini akla getirmektedir. Böyle bir ilişki kanıtlanabilirse Süleyman Vehbi Efendinin Çok köklü bir ulema ailesine mensubiyeti
ortaya çıkmış olacaktır. Bu ilişki Kayseri- Nevşehir kültür ilişkisini ortaya
sermek bakımından da son derce önem arz etmektedir.
B- Eğitimi
Süleyman Vehbi Efendinin çocukluk çağında Nevşehir’de “Mekteb-i İptidai” bulunmadığından bu okulda tahsil görememiştir4.
1
2
3
Zerdeci, Hümeyra, Osmanlı Ulema Biyografilerinin Arşiv Kaynakları, s.456.
Süleyman Vehbi Efendinin 1044 numaralı sicil dosyasındaki Devlet-i Osmaniye tezkiresi, EK:1
Dâvûd-i Kayserî, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde yaşayan mutasavvıf ve ilk Osmanlı müderrisidir. Orhan Gazi,1336 yılında inşaatı biten İznik’teki ilk Osmanlı medresesinin müderrisliğine 30
akçe maaşla tayin etmiştir. Bkz, Bayraktar, Mehmet, “Dâvûd-i Kayserî” , DİA,9.
4 1044 Numaralı Dosyasında bulunan sicilli Ahval varakası, EK:2
302
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
EK-1
EK-2
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de yaptırdığı Külliye içerisinde yer alan
Medresesinde Arapça ve Farsça okumuş, Mehmet Lütfi ve Süleyman Arif
Efendilerden “ilm-i hatt” icazeti, Kalavîzâde Mustafa Efendi’den de “ilm-i
kırât” tedris ederek, On yedi yaşında Kalavîzâde Mustafa Efendi’den “ilm-i
kıraat” icazeti almıştır. 9 Recep1258 / 16 Ağustos 18425.
Daha sonra ileri eğitim almak için Nevşehir’den ayrılarak, İstanbul’a gitmiş, Esseyyid Halil Fevzi bin Mustafa Filbevî Efendi’nin derslerine devamla
ulûm-u aliye ve âliyye-i Arabiyeden 18 cemaziyülevvel 1270 / 16 Şubat
1854 tarihinde, yirmi dokuz yaşında icazetname almıştır. Süleyman Vehbi
Efendinin adı bu icazetnamede, “Süleyman Bahaüddin Vehbî bin Süleyman Kayseriyyevî” olarak geçmektedir6. Bu ifadeden babasının Kayserili
olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
İstanbul’da tahsil gördüğü esnada Sultan Ahmet Medreselerinde kalır. Burada talebelere “ilm-i kavaid” “ilm-i hat” ve “ulûm-i Arabiye” icazetnameleri verir, ayrıca Ayasofya Cami’inde ulûm-i Arabiye dersleri de vermiştir.
5
6
1044 Numaralı dosyasındaki İcazetname, EK:3
1044 Numaralı dosyadaki İcazetname, EK:4
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
303
Şaban ÇETİN
C- Görevleri
1-Müderrisliği
19 Zilkade 1270’de/ 13 Ağustos 1854’de uhdesine tevcih olunan “İbtida-i
Hariç Sahn Müderrisliği Ruusu” terakki ede ede Ramazan 1297’de
“Hamîse-i Süleymaniye”ye kadar yükselmiştir.
Vehbi Efendinin (1270-1297) (1854-1880) yılları arasında 26 yıllık İstanbul
Müderrisliği dereceleri ve terfi tarihleri şöyledir7.(Bakınız Tablo.1)
Terfi Tarihi
19 Zilkade 1270-13 Ağustos 1854
20 Şaban 1277- 3 Mart 1861
31 Zilhicce 1279- 17 Haziran 1863
2 Rebiulevvel 1282- 26 Temmuz 1865
25 Rebiulevvel 1284-27 Temmuz 1867
25 Recep 1288- 10 Ekim 1871
5 Zilkade 1288- 16 Ocak 1872
25 Recep 1290- 18 Eylül 1873
21 Cemaziyülevvel 1292- 25 Haziran 1875
25 Ramazan 1297- 31 Ağustos 1880
Derecesi
İbtidâ-i Hâriç
Hareket-i Hâriç
İbtidâ-i Dâhil
Hareket-i Dâhil
Mûsıla-ı Sahn
Sahn
İbtida-i Altmışlı
Hareket-i Altmışlı
Mûsıla-i Süleymaniye
Hâmise-i Süleymaniye
Tablo.1. Süleyman Vehbî Efendinin İstanbul Müderrisliğindeki terfileri
2- Müftülüğü
28 yıllık İstanbul müderrisliğinden sonra, 15 Şevval 1300/ 19 Ağustos
1883’de hasbi olarak Nevşehir Müftülüğü’ne tayin edilmiştir. Sicil dosyasında yer alan Menşur suretinden onun müftülük atamasını öğreniyoruz.
“ Nevşehir Kazası Ulemasından Davutzâde El hac Süleyman Vehbi Efendi,
Kaza-i mezkur müftüsü Mehmed Said Efendi’nin tebdiline lüzum görülmesinden ve sizin liyakatinizden nâşi yerine intihab kılındığınıza dair idare meclisinden mebûs mazbata arz-ı hâl-i umumî ile beraber gönderildiğinden bilbahs icrây-ı intihabı Konya Vilayet-i celilesinden bâtahrirat inbâ olmasından
nâşi mumaileyh Kazay-ı mezbur müftülüğü uhdenize tahsis ve ihale kılınmış
olduğundan imzalarınızı Nevşehir Kazası Müftüsü deyu vaz ve tasrih eyelyesiz…fil yevmi’l- hâmise aşara şevvalü’l- mükerrem sene selâsemie ve elf.”8
7
8
1722 nolu dosyasındaki terfi belgesi, EK:5
1722 nolu dosyasında yer alan menşur sureti, EK:6
304
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
EK-3
EK-4
Görüldüğü gibi Konya Vilayeti’ninden gelen teklif yazısı üzerine Süleyman
Vehbi Efendi, eski müftü “Mehmet Said Efendi’nin yerine Meşihatça, 9
Ağustos 1883’te, 58 yaşında Nevşehir Müftülüğüne atanmıştır. Müftülüğü esnasında, maarif ve evkaf komisyonu başkanlığı da yapmıştır.
3- Kudüs Mevleviyeti
Süleyman Vehbi Efendi, mesleğinde hızla yükselişi ve ehliyetinden dolayı
Şeyhü’l-İslam Ömer Lütfi Efendi’nin arz ve önerisiyle padişah beratıyla bir
yıllığına Kudüs-i Şerif Mevleviyeti tevcih olunmuştur. Tevcihle ilgili Nevşehir
kaza Naibinin onayladığı, 9 Zilhicce 1307/ 27 Temmuz 1890 tarihli ferman
sureti şöyledir.
“Akzâ kuzâtü’l-müslimîn evlâ vülâtü’l-muvahhidîn m’adenü’l-fazl ve’lyakîn ilamu’ş-şeria ve’d-din vâris-i ‘ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürseliîn el- muhtass bi-mezîd-i inâyeti’l- meliki’l-muîn.
Hâmise-i Sülymaniye müderrislerinden Kayseriyyevî Davudzâde Mevlana
el Hac Süleyman Vehbî Efendi zîdet fazâilühu tevkî-i Refî-i Humâyûnum
vâsıl olıcak malûm ola ki, Sen ki Mevlanayı mûma ileyhsin akran ve emsalin beyninde gevher-i ilim u fazl ile mütehalli ve mevsûf olduğunun ve
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
305
Şaban ÇETİN
EK-5
sezâdar-ı inâyet şahsiyye-i mükerremet bulunduğun haberiyle 1308 senesi şehr-i rebîulevvel gurresinden itibaren zabtetmek üzere mahreç mevleviyetlerinden Kudüs-i Şerif Kazasının uhde-i liyakatına tevcih ve ihsan
kılınması hususu, bilfiil şeyhü’l-islam ve müftiu’l-enâm imtiyâz-ı nişân-ı
humâyûnumu ve murassa-i osmanî ve mecidî nişan-ı zişânlarını hâiz olan
Mevlana Ömer Lütfi Efendi edâm-allâhu teâla fezâ’ilihu telhîs etmeleriyle
hakkında mezîd-i inâyet-i âliye-i şahanem zuhûra gelerek ol babda sudur
olan emr-i irâde-i seniyye-i mülûkanem mucibince zikr olunan Kudüs-i şerif Kazasının uhdeyi liyakatine tevcih olunduğunu mutazammın divan-ı
humâyûnumuz işbu ferman-ı celîl-i makbun-u padişâhânem istâr ve ita
olundu. Sâlifüz-zikr Kudüs-i Şerif kazasına gurre-i merkûmdan itibaren
nail olup beynel ahali ahkâm-ı şeriyye-i nebeviyi intizâr…..tahrîren fi’lyevmi’t-tâsi’ min şehr-i zilhicce-şerif sene seba ve selesâmie ve elf”
Atandığı mevleviyet dolayısıyla aldığı maaş 3895 kuruştur.
1890’da Kudüs şerif mevleviyetine atanan Vehbi Efendinin görevi için
Kudüs’e gidip gitmediği, yerine naip atayıp atamadığı konusu bilinmemektedir.
306
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
4- Bursa Mevleviyeti
Süleyman Vehbî Efendi, 1319 senesi Rebîulevvel gurresinden itibaren 5
Haziran 1317 (18 Haziran 1901) bir sene müddetle zapt etmek üzere
bilâd-ı hamseden üç bin sekiz yüz (3800) kuruş maaşla Bursa Mevleviyeti
tevcih kılınmıştır.
Müftü Süleyman Vehbî Efendi’nin, Bursa mevleviyetinden sonraki hayatı
hakkında (1902-1914) malumata sahip değiliz.
D- Vefatı
2722 numaralı dosyanın üzerinde yazılan bilgilere göre, Süleyman Vehbi
Efendi Nevşehir Müftülüğü sırasında 29 kânunusani 1329 (11 Şubat 1914)
tarihinde vefat etmiştir. Vefatından sonra ailesine maaş bağlanmıştır9.
EK-6
9
2722 numaralı dosya kapağındaki notlar. Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Uleması, 4-5,465.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
307
Şaban ÇETİN
II-Ahmet Tevfik Efendi
A- Doğumu
Ahmet Tevfik Efendi10, sicil dosyasında
yer alan 1320 /1904 tarihli Nüfus Tezkeresi örneğine göre; 1290 (1874) yılında,
Konya Vilayeti Nevşehir Kazası, Memiş
Beğ Mahallesi, 61 numaralı evde dünyaya gelmiştir11.
EK-7
Babası Müteveffa Hüseyin Efendidir12.
Annesinin adı ve doğum yeri kayıtlı değildir. Mesleği hanesinde “İbtidaiye Muallimi” yazılıdır. Bir zevcesi vardır, fakat
eşinin adı belirtilmemektedir.
Aynı tezkerede nüfus bilgileri yanında Ahmet Tevfik Efendi’nin eşkâl bilgisi de yer almaktadır. Buradaki bilgilere göre o; uzun boylu, ela gözlü,
vücudunda herhangi bir eksikliği bulunmayan, sarı simalı bir Osmanlı vatandaşıydı13.
B- Eğitimi
Ahmet Tevfik Efendi, Doğum yeri olan Nevşehir’de öncelikle Kur-anı
Kerim’i öğrenir ve hafız olur.
Sonra aynı şehirde “Nevşehir Rüştiye Mektebi”’ne başlar ve o tarihlerde bu okullarda okutulan bütün dersleri vererek 3 Zi’l-Hicce 1308’de (10
Temmuz 1891) Şehâdet-Name ile mezun olur. Kendisine Nezaret-i Celîle-i
Maarif-i Umumi tarafından verilen “Rüştiye Şahadetnamesi”ne göre mezuniyet notu yüz üzerinden 80 puandır. Aldığı dersler ve not dağılımı ise
şöyledir. Arapça-10, Farsça-10, Hesap-9, Tarih-10,Coğrafya-8, Hendese-7,
Münşeat-9, Resim-8, Hat-914. Notlarına bakıldığında Tevfik Efendi’nin başarılı bir öğrenci olduğu görülmektedir. Diplomasında önceki müftü Süleyman Vehbi Efendi’nin de imzası bulunmaktadır.
10
11
Ahmet Tevfik Efendi, EK:7
Sicill-i Ahval Varakasında, Kaba Camii Şerif Mahallesinde 1291 Cemaziyülevvelinin 22.günü (7
Temmuz 1874 ) yılında doğduğunu ifade etmiştir. EK:8
12 Hüseyin Efendi, Nevşehir’de yetişen âlimlerden Bekirhocazade denilen önceki âlimlerden Medrese
hocası merhum Hafız Hüseyin Efendidir. Ulema ailesinden olup, Sülaleleri pek tanınan bir sülale
değildir.
13 2631 numaralı Sicil Dosyasında bulunan Devlet-i Osmaniye Tezkeresi, EK:9
14 Nezaret-i Celîle-i Maarif-i Umûmi tarafından verilen “Mekâtib-i Rüştiye Şahadetnamesi”, EK:10
308
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
EK-8
Nevşehir Rüştiyesi’nden mezun olduktan sonra, yöredeki İslâm
Âlimlerinden ve bilhassa Hoca Yusuf Efendi merhumdan ve bundan başka
da birçok Hoca Efendi’den aklî ve naklî ‘ilimleri öğrenmeye devam eder.
Hocası Yusuf Efendi’nin vefatından sonra, tahsilini tamamlamak için
Merkez Vilâyet olan Konya’ya gider. Bir müddet “Dâru’l-Mu’allimîn”
Mektebi’nde tahsiline devam eder. 25 Şevval 1317’de (26 Şubat 1900)
“Darü’l- Muallimin Heyeti Mümeyyizsi huzurunda” yapılan sınavı kazanıp,
diploma alarak buradan mezun olur. Konya Vilayeti Maarif-i Umumi Müdürlüğünce verilen “Ehliyetname”ye göre, “İptidaî Muallimliği”ne atanabilme hakkı kazanır.
Daha sonra ‘Arapsun Kazası Müftüsü Ahmet Nuri Efendi yanında, medreselere sonradan ilâve edilen dersleri de vererek 1900’ün sonlarında İcazetname almaya muvaffak olur. Eğitim hayatı boyunca iyi derecede Arapça
öğrenir. Farsçayı da orta derecede bilen Tevfik Efendi’nin, yayınlanmış herhangi bir kitabı yoktur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
309
Şaban ÇETİN
EK-9
EK-10
C- Çalıştığı Kurumlar
1-Arapsun Kazası Mekteb-i İbtidaiye Muallimliği
Ahmet Tevfik Efendi, 13 Haziran 1898’de, 27 yaşında, Aylık 200 Kuruş
Maaş ile ‘Arapsun Kazası İbtidai Muallimliğine tayin edilir. Burada Emsile,
Binâ, Avâmil, Sarf, Nahv gibi Arab Dili’ni, Mantık ve Fıkıh ilimlerini öğretir.
Arapsun Kazası’nda, çalıştığı kurumla ilgili Arapsun Kaymakamlığınca verilen hizmet belgesinden çalıştığı yılları öğrenebilmekteyiz. 18 Temmuz
1913 tarihli belge şöyledir.
“Şehrî iki yüz kuruş maaşla Arabsun kazası mekteb-i ibtidaî muallimliğine
tayin buyrulan Nevşehirli Tevfik efendinin işe mübâşereti tarihi olan 25 Cemazilula 1318, 1 Haziran….tarihinde istifa ve inkıtası olan 7 Ramazan 1325,
teşrinievvel 1322 tarihine kadar devam eden yedi sene üç mâh zarfında
vazife-i mevduasını hüsnü ifa ve kaza maarif sandığından şehrî almış olduğu maaşından yüzde beşlik bedeli inkıtaının dahi tamamen tesviye ve ita
ederek birgûne zimmet ilişkisi olmadığından yerine bir kıta mazbatanın itası
maaarif komisyonuna tezkere ifade kılınmış ve şu halde muallim muma ileyhin diğerine zimmet ve ilişkisi olmadığı ve müddet-i memuriyetinde vazife-i
310
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
mevduasını hüsnü suretle ifa eylediği anlaşılmış olmağla işbu mazbata tanzim ita kılındı. 5 temmuz 1329, Arapsun kaymakam vekili İsmail hakkı….”
2- Bursa Muradiye Medresesi Baş Müderrisliği
Muallim Ahmet Tevfik Efendi’nin gayret ve çalışmaları Arabsun’daki Kasaba İdare Meclisi tarafından çok beğenilir. Kaza idare Meclisi bir Mazbata
hazırlar ve Şeyhülislâmlık Makamı’na müracaat ederek Tevfik Efendi’ye
çok daha geniş ve faydalı olabileceği bir vazife verilmesini istemeleri üzerine 28 Ağustos 1904 tarihinde Bursa dışındaki Muradiye Medresesi’nde
Baş müderrislik rütbesine sahip olur.Ancak, daha sonra 14 Ekim 1907’de
hususi hâlleri sebebiyle bu görevinden istifa eder.
3- İbrahim Paşa Medresesi’nde Gönüllü Muallimlik
Bursa’dan Nevşehir dönünce, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
Medresesi’nde hiçbir ücret almadan, Allah rızası için bir müddet talebe
okutur.
4- Maarif Komisyonu Üyeliği
1909’da oluşturulan Medreseleri Islah Komisyonu tarafından hazırlanan
ve yöredeki âlimlerin huzurunda yapılan imtihanda da ikincilik kazanarak,
bedeli, aynı medresenin vakfından karşılanmak üzere kâfi bir maaşla vazife verilmiştir. Müftülük seçiminden önce, bu göreve başlatılmadığından,
seçim öncesi Nevşehir Maarif Komisyonu’nda çalışmaktadır.
D- Müftülüğü
1- Müftülük Seçimi
Nevşehir Kaza İdare Meclisi Heyeti 18 Haziran 1329’te (1Temmuz 1913)
müftü seçiminin 20 Haziran 1329 (3 Temmuz 1913) Perşembe günü saat
beşte yapılacağına dair ilgili kişilere bir imzalı duyuru evrakı çıkarmıştır.
İlgili kişiler, bir yoklama kâğıdına seçim hakkında bilgilendiklerine dair adlarının önüne imza atmışlardır.
Bu belgeye göre, Müftü seçimine katılarak aday adayını belirleyen kadronun kimlerden oluştuğunu tespit edebilmekteyiz. Bu kadro şu kişilerden
oluşmaktadır.
Hacı Selûlzâde Hacı Efendi, Hacı Alevzâde Yusuf Efendi, Hacı Hamdi Efendi, Hallûzâde Mehmet Efendi, Hamdi Efendi, Hüseyin Efendi oğlu Tevfik
Efendi, Harâmîzâde Rıza Beğ, Hatîb Mehmet Efendi, Dellâlzâde Hamdi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
311
Şaban ÇETİN
EK-11
EK-12
Efendi, Bekir Efendizade Mustafa Efendi, Kıratlıoğlu Hacı Ahmet Efendi,
Kösterelizâde Hüseyin Efendi, Sofîzâde Ahmet Efendi, Cami-i Kebir imamı Salih Efendi, Cami-i Kebir Hatibi Mehmet Efendi, Tahta Cami İmamı
Adil Efendi, Tahta Cami’ Hatibi [isim yazılmamış] Efendi, İdare Meclisi’nin
Müslüman azaları, Belediye Reisi Mehmet Beğ ve azaları Hacı Hüseyin ve
Seyyid ve Hacı İbrahim ağalar.
Müftülük seçimi, “Kanunu cedidin 38 maddesi” gereği Nevşehir’de fiilen
ders veren âlimler, Büyük Camilerin İmam ve Hatipleri, İdare Meclisi ve
Belediye meclisi üyelerinden oluşan kurulca, 20 Haziran 1329 (3 Temmuz
1913) perşembe günü, saat beşte, Nevşehir İdare Meclisi Odası’nda gerçekleşmiştir.
Ahmet Tevfik Efendi’nin Bâb-ı Meşihat Arşivi’ndeki dosyasında bulunan ve
bu seçim sürecine ait oy pusulalarından, Tevfik Efendi’nin kaç oyla Müftü
seçildiği, sıralamada başka hangi isimlerin bulunduğu, oy kullananların
kimlerden oluştuğu ve bunların hangi adaylara oy verdiğini öğrenmek
mümkündür.
Bu oy pusulalarındaki detay bilgilerin Nevşehir’in sosyal ve kültürel tarihi
açısından çok önemli olduğu unutulmamalıdır.
312
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
EK-13
EK-14
Dosyada toplam 19 adet oy pusulası mevcuttur. Oy pusulaları şekil bakımından birbirine benzemektedir. Her oy pusulasının sol üst köşesinde “ Nevşehir Kazası İdare Meclisi”nin bir mührü bulunmaktadır. Bu da, müftü seçiminin “ Nevşehir Kazası İdare Meclisi”nin gözetiminde yapıldığını göstermektedir. Mührün altında seçmence uygun görülen üç müftü adayının ismi yer
almaktadır. En sonda, pusulanın sağ alt köşesinde ise, oy sahibinin kimliğine
ilişkin bilgiler vardır. Bu bilgiler, seçmenin ismi ve görevi, ya da sadece ismi
olarak geçmektedir. İsim zikredildikten sonra bazen imza, bazen ismin yazılı
olduğu mühür kullanılmıştır15. Oy pusulalarının ikisinde oyun kullanıldığı 20
Haziran 1329 (3 Temmuz 1913) tarihi de yer almaktadır.
Mevcut oy pusulalarına bakıldığında 19 oy pusulasında, üçerden toplam
57 oy bunmaktadır. Bu 57 oyun adaylara dağılımının yapıldığı tabloya bakıldığında onbir adaya oy çıktığı bunlardan en çok oy alan kişilerin, Hüseyin Efendi Oğlu Ahmet Tevfik Efendi’nin ( Muratlızade) 15, Hacı Hamdi
Efendi’nin 11, Hallûzade Mehmet Efendi’nin 9 oy almış olduğu görülür.
15
Ahmet Tevfik Efendi’nin kullandığı oy pusulası ve seçtiği adaylar, EK:11
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
313
Şaban ÇETİN
Tüm oyların adaylara dağılımı şöyledir (Bakınız Tablo.2).
Müftü Adayı
Muratlızade Tevfik Efendi
Hacı Hamdi Efendi
Halluzade Mehmet Efendi
Hacı Selül Ağazade Hacı Efendi
Dellalzade Hamdi Efendi
Kösterlizade Hüseyin Efendi
Sofuzade Ahmet Efendi
Hatip Mehmet Efendi
İsmail Beğ
Nefizade Ruhi Efendi
Hacı Alevzade Yusuf Efendi
Aldığı oy
15
11
9
7
4
4
2
2
1
1
1
Toplam oy
57
Tablo.2 Oyların adaylara dağılımı
Seçim süreci şöyle işlemektedir. Her seçmen, önce müftülüğe uygun gördüğü üç din adamının adını, sonra da kendi kimliğini belirtmekte veya adını yazmaktadır. En çok oy alan üç aday, Kaymakamlık tarafından, Livaya,
liva da vilayete bildirmektedir. Vilayet de adaylardan birini önererek Bâb-ı
Meşihat’a bildirilmekte, Bâb-ı Meşihat de uygun gördüğü adayı müftü
olarak atamaktadır.
2-Sonucun Vilayete gönderilmesi
Seçim sonuçlarının oy döküm ve dağılım cetveli ve seçimde en çok oy alan
Ahmet Tevfik Efendi, Hacı Hamdi Efendi ve Halluzade Mehmet Efendi’nin
isimleri ve tercüme-i hal varakaları tanzim edilerek 20 Haziran 1329’da (3
Temmuz 1913) Nevşehir Kaymakamlığınca Niğde Livasına gönderilmiştir16
3- Vilayetin Meşihat Makamına Önerisi
Konya Vilayeti, Niğde’den gelen dosyaları incelemiş, en çok oy alan üç
adaydan Ahmet Tevfik Efendi’yi tercih etmiş, bu ismin atanması için, Vali
Mehmet Hüsnü Bey imzasıyla 28 Ağustos 1913’te meşihata teklifte bulunulmuştur.
16
Müftülük seçiminde oy dağılımını gösterir cetvel, EK:12
314
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
EK-13
EK-14
Konya Vilayeti
Huzûr-ı Âli-i Cenâb-ı Meşihatpenâhî’ye
Hulasa: Nevşehir müftülüğüne ulemay-i mahalliyeden Tevfik Efendi’nin
icray-ı memuriyetine dair.
Marûz-ı bende-i dirineleridir.
Münhal olan Nevşehir Kazası müftülüğü içün ulemay-ı mahalliyeden Tevfik, Hamdi, Mehmet Efendilerin bil-intihab ihraz-ı ekseriyet eylediklerine
dair meclisten gelen mazbata ile mumaileyhimin tercüme-i hal evrakı ve
bu babda Meclis-i İdare-i Vilayetten tanzim olunan mazbata takdim kılınmış ve eşhası mahalliye nazaran mumaileyhden Tevfik Efendi hulûk ve ehil
bir zat olduğu anlaşılmağla mumaileyhin icrây-ı memuriyetine müsaade
buyrulması babında emr-u ferman hazret-i veliyyül emrindir. 15 Ağustos
329- 25 ramazan 331-28 Ağustos 1913/ Konya Valisi Mehmet Hüsnü”17
17
Ahmet Tevfik Efendi’nin Nevşehir Müftülüğü’ne atanmasıyla ilgili Konya Valiliği’nin Meşihat makamına teklif yazısı, EK:13
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
315
Şaban ÇETİN
EK-17
316
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
4- Atanması ve Göreve Başlaması
Meşihat Konya’dan gelen dosyayı incelemiş, Ahmet Tevfik Efendinin Nevşehir müftülüğüne tayini tensip edilerek, 7 Eylül 1329- 18 şevval 1331- 20
Eylül 1913 tarihli 1273 numaralı kararla atamasını Konya’ya bildirmiştir.
Ahmet Tevfik Efendi de, 2 kânunusani 1327 (15 0cak 1912) de vefat
eden. Müft-i sabık Tahir Efendi’nin yerine, 10 teşrinievvel 1329 (23 Ekim
1913) tarihinde vazifesine başlamıştır.
E-Seçim Sürecine Müdahale Teşebbüsü
9 Ağustos 1913’te Seyyid Hasan Fehmi isimli bir kişi atama sürecinin devam
ettiği esnada meşihata bir dilekçe yazarak, seçimin iptal edilmesini ve kendisinin Nevşehir Müftülüğüne atanmasını talep eder. Ancak, Meşihat Konya
Vilayetinin yazısı ve önerisini dikkate alır. Göreve Vilayetçe önerilen Tevfik
Efendi’yi atayarak, yasal sürece müdahale edilmesine müsaade etmez.
Seçim sürecine müdahale teşebbüsünde bulunan Hasan Fehmi’nin dilekçesi şöyledir.
“Makâm-ı Âli-i Hazret-i Meşîhatpenâhî’ye
Ma’rûz-ı dâ’iyânemdir ki
Bir buçuk seneden beri münhal bulunan Nevşehir Müftülüğü bu âna değin gerek ulemâ-i mahliyye ve dolayısıyle ahâlî arasında büyük bir ihtilâf ve
imtizâcsızlığa kapular açmış ve günden güne de şiddetini artırmakda ve bu
uğurda hayli müşkilât tevâlîsinden sonra mahallinden üç kişi intihâb olunarak mazbatasıyla karîben gelmek üzere ise de herhangisi intihâb buyurulur
ise yine nizâ ve münâferetin kat’ olunamayacağı gibi makâm-ı âlîleri de
tasdî’den kurtulamayacağını sûret-i muhakkakada bilen eşrâf ve ahâlîden
birçokları dâ’îlerini ilhâh ve icbâr etmekde olduklarından acizleri ise bi-lutfihi
te’âlâ vazîfe-i tedrîsiyyeyi intihâb ve i’tâ-yı icazete muvaffak olduğumdan
bundan böyle de hâl-i harâbiyetde kalan vatanıma maddeten ve ma’nen îfâyı hüsn-i hidmet etmek ve ahâlî beyninde tezyîd-i uhuvvet ve irtibât-ı anâsıra
gayret ve izdiyâd-ı umrân-ı memleket husûsunda son derece bir mahabbet-i
kalbiyye ve ârzû-yı vicdâniyyem uyandığından ya intihâb-ı vâkı’ın feshiyle
tekrâr intihâbât icrâsına ve yahud doğrudan tercîhan ta’yînim husûsunda
müsâ’ade-i aliyye-i cenâb-ı meşîhat-penâhîlerini istirhâm eylerim. Ol bâbda
emr ü fermân hazret-i min lehü’l-emrindir. 27 Temmuz 1329 / 6 Ramazan
1331, imza Seyyid Hasan Fehmi”18.
18
Hasan Fehmi’nin dilekçesi, EK:14
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
317
Şaban ÇETİN
F-Niğde Kadısının Teftişi ve Sonuçları
Niğde Sancağı Kadısı Mehmet Ali Efendi, 12 Aralık 1915, Nevşehir Müftüsü Ahmet Tevfik efendiyi teftiş etmiş, bulgularını bir format raporla Meşihata bildirmiştir. Niğde Kadısının sicil raporu şöyledir.
“Nevşehir Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi, Malumatı şeriyye vazifesine
kati derecede sahiptir. İradesi zararsızdır. Lisan-ı Türkî’den başka lisana
vakıf değildir. Evsaf-ı ahlakiyesi Müslüman’ca ahlak sahibidir. Bedeneni
Zindedir. Ahali ile münasebatın samimi olmadığı anlaşılmış. Erkan-ı idare
ve memurin ile münasebat zararsızdır. İntizar-ı umumide haysiyet ve şerfi
pek cüzidir”.19
Meşihata gelen sicil raporu görüşülmüş, gelen raporun sonucuna göre
Tevfik Efendiye 17 Ocak 1916 tarihinde “Tenbihnâme-ı âli” verilmesi kararlaştırılmıştır. Encümen-i İntihap Memurin-i Umumi antentli yazı şöyledir.
“Huzûr-ı Sâmi-i Fetvapenâhî’ye
Niğde Sancağına mülhak kazalar memurin-i şeriyyesinin ahvaliyle
mehakim-i şeriyyesi muamelatının teftişine memur buyurulmuş olan Liva-i
mezkur Kadısı Mehmet Ali Efendi tarafından Nevşehir Müftüsü Ahmet
Tevfik Efendi hakkında tanzim olunan merbut siret varakası mesaisine nazaran mumaileyhin erkan-ı idare ve memurin ile münasebatı zararsız ise
de ahali ile münasebatı samimi olmadığı ve intizar-ı umumiyede haysiyet ve şerefi pek cüzî bulunuğu ifade edilmiş ve ahali-i mahalliye ile hüsnü imtizac ve muhafaz-i vakar ve haysiyete itina etmesi hakkında müftü
muma ileyhe tenbihname-i ali tastiri münasip mütaala kılınmış olduğuna
karin-i tasvib-i ali buyurulduğu takdirde...11 Rebiulevvel 1334…4 kanuni
sani1331”20
Görüldüğü üzere Niğde Kadısının teftiş sonuçları meşihatta değerlendirilmiş ve Mehmet Tevfik Efendi “halkla daha iyi ilişkiler içerisinde olması”
konusunda yazılı olarak uyarılmıştır.
Müftünün halkla ilişkileri gerçekten zayıf mıydı, yoksa onun makamında
gözü olan biri tarafından istihbarat toplayan kişi yanıltılmış ve ceza alması
mı sağlanmıştır, bilinmez. Ancak, daha önce zikredilen bir belgede müftülük seçiminin iptal edilmesini ve direk kendisinin müftü olmasını isteyen
şahsın varlığı ikinci ihtimali güçlendirmektedir.
19
20
“Mehakim-i Şeriyye muamelatının teftişine mahsus fezleke varakası”, EK:15
Encümen-i İntihap Memurin-i Umumi antetli yazı, EK:16
318
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
G- Şeceresi
Ahmet Tevfik Efendi’nin torunlarından, İstanbul’da öğretmenlik yapan
Sabri Çabukkazan’ın21 yaptığı şecere çalışmasından aldığımız bilgilere
göre Tevfik Efendi’nin çocukları Şunlardır:
Pembe hanımdan; Hüseyin Hüdayi, Hatice, Şahabettin, Behiye, Nuh Yaşar (Prof),İsmail Enver, Bedriye ; Fatma hanım’dan Saadettin Çabukkazan,
Meryam Hanım’dan Yuzuf Ziya ve Necmiye Hanım.
H- Vefatı
İlmiye Salnamesine22 göre 1916’da Nevşehir müftüsü olan Tevfik Efendi,
Dosyasında mevcut izin dilekçesine göre 1919 yıllarının başında hala müftülük görevinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Müftlük görevinin ne
zaman sona erdiği, Süleyman Hakkı Efendi’nin hangi tarihte müftü olduğu, görevinin ne kadar devam ettiği bilinmemektedir.
Kızının oğullarından Bağkur emeklisi Türker Halıcıdan 27 Haziran 2011’de
yapılan telefon görüşmesinden, alınan bilgilere göre Tevfik Efendi 1925
yılında 51 yaşında vefat etmiştir. Mezarı, Hasan Emmi Türbesi’nin haziresinde imiş, orası yıkılınca Yeni Garajın yanındaki Mezarlığa bir “makam
mezarı” yaptırılmış taşları dikilmiştir.
III-Kuva-yı Milliye Döneminde Ahmet Tevfik Efendi
Konuya girmeden önce, Din adamlarının Milli Mücadele dönemindeki tavır ve tutumlarını kısaca gözden geçirelim. Milli Mücadele’de din adamlarının sahneye çıkışları 17 Mart 1919 tarihine kadar götürülebilir23.
Bilindiği gibi, Milli Mücadelenin sosyal tarihi henüz yazılmamıştır24. Liva ve
Kaza bazında yapılan tarihi çalışmalarda, müftü ve din adamlarının çoğunun Milli mücadele taraftarı oldukları açıkça görülür25.
21
22
23
24
25
Çalışmalarım esnasında Tevfik Efendi Hakkındaki tüm bilgilerini benimle paylaşan torunu Sabri
Çabukkazan’a çok teşekkür ederim.
İlmiye Salnamesi, Dersaadet, 1334, s.282
Ali Sarıkoyuncu, “Yunan Megalo İdeası ve Batı Anadolu’nun Düşman İşgalinden Kurtarılmasında
Din Adamları”, Diyanet İlmi Dergi, , s.33.
Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilali, s.83; Sakallı, Bayram, Millî Mücadele’nin Sosyal Tarihi, s.319–
321.
Çetin, Şaban, “İlmiye Salnamesi’ne Göre Denizli Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele
Yıllarındaki Tutumları”, I, s.493-502, Çetin, Şaban, İlmiye Salnamesi’ne Göre Saruhan Liva’sındaki
Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, s.175-199.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
319
Şaban ÇETİN
Atatürk Anadolu’da en büyük desteği Müftüler ve din adamlarından almıştır26. Havza’da ulemadan Hacı Mustafa Efendi, Amasya’da müftü Tevfik ve
vaiz Abdurrahman Kamil Efendiler, Erzurum’da Raif Hoca, Sivas’da müftü
Abdurrauf Efendi, Kayseri’de Müftü Ahmet Remzi Efendi27, Kırşehir’de
Müftü Halil Efendi, Ankara’da müftü Rıfat Börekçi ona ilk sahip çıkanlar
olmuştur.
Din adamları, Milli Mücadele fikrinin doğuşuna katkıda bulunarak,
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde başkan ve üye olarak, Milli Mücadele
lehinde kamuoyu oluşturarak, Camilerde vaaz, meydanlarda, mitinglerde
hatip olarak, Anadolu Kongreleri’ne katılıp yöresini temsil ederek, Dağdaki çete ve zeybekleri Milli Mücadele için ikna çalışması yaparak, Gönüllü
müfrezeler oluşturup, cephelerde ateş hattında savaşarak28, Ankara Fetvasını imzalayıp karşı fetva yayınlayarak, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında öncülük yaparak. I.TBMM’de milletvekili olarak, Ali Rıza Paşa
Hükümeti’nin istifasına tepki göstererek kurtuluşa hizmet etmişlerdir.
Bilindiği gibi, Milli Mücadelenin iki cephesi vardır. İlki işgal ve parçalanma
olgularına karşı protesto ve karşı örgütlenme eylemi, değeri ise silahlı mücadeledir. Sivil örgütlenme ve protestolar, milli mücadelede eylem olarak
ilk başvurulan tepkidir29.
Kısa sürede tüm yurda yayılan, bir sivil örgütlenme olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Nevşehir’de de Ağustos 1919’da kurulmuştur. Nevşehir
Müdaa-i Hukuk Cemiyeti, Reis Eyüp Bey, Müftü Süleyman Hakkı Efendi,
Belediye reisi Ahmet Bey ve Hacı Hamdi Efendiden meydana geliyordu.
Bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde olduğu gibi Nevşehir’de de müftüler faaliyetin odağındadır. Gerçekten Hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
yoktur ki içinde ulemadan bir din adamı olmasın.30
İçerisinde müftü Süleyman Hakkı Efendinin de bulunduğu Nevşehir
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, İzmir’in işgalini ilk protesto edenlerdendir.
Cemiyet, 20 Ocak 1920’de Maraş’ın işgalinden dolayı sadarete bir protes26
27
28
29
30
Sarıkoyuncu, Ali, Milli Mücadelede Din Adamları, I,s.29-35
Kars, Zübeyir, Milli Mücadelede Kayseri, s.33
Köstüklü, Nuri, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, s.110-116.
Doğu Ergil, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, s.46 -47.
Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s. 108-110.
320
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
to telgrafı çekerek işgal kınamış31, şehirde Maraş ve Urfa hadiselerinden
dolayı büyük miting ve protestolar düzenlemiş, Ali Rıza paşa Hükümetinin istifa ettirilmesi üzerine Mustafa Kemal paşanın isteği doğrultusunda 4-9 Mart 1920’de Meclisi Mebusan’a protesto telgrafları gönderilmiştir32.
Sonraki tarihlerde Nevşehir’de Kuvaa-yı Milliye teşkilatı kurulmuştur.
Müftü Tevfik Efendi başkanlığında kurulan teşkilatta şehrin ileri gelenlerinden Reji memuru saçlı Zeki Bey, Telgrafçı Nuri Bey, tahsildar sadık
Efendi, Bankacı Osman Efendi ve emlak memuru Hacı Efendi bulunuyorlardı.
Müftü Tevfik Efendinin başkanlığında yürütülen çalışmalar, Milli Mücadele muhaliflerince iyi karşılanmamış ve Kurşunlu Camiinde müftü efendiyi tartaklayıp boğazına sarık dolayarak sokaklarda sürüklemişler, gece
olunca da evini kurşunlamışlardır. Tevfik Efendi bunlara aldırmayarak
mücadeleye devam etmiştir. Nihayet çalışmalar semeresini göstermiş ve
milli Mücadele taraftarlarınca şehirde denetim ele geçirilmiştir.
Fransızların Adana’ya girdiği günlerde Müftü Tevfik Efendi, Reji Memuru
Saçlı Zeki Bey, telgrafçı Nuri Efendi ve çevresindekiler Fransızlarla savaşmak için Adana’ya gitmişler, Pozantı’da savaşmışlar ve düşmanı püskürttükten sonra geri dönmüşlerdir. Müftü Tevfik Efendinin faaliyetleri
Kurtuluş Savaşının sonuna kadar aynı tempoda devam etmiştir.33
Nevşehir’in yetiştirdiği değerli tabip, siyasetçi ve kültür adamı Ragıp
Üner (1914-1994) Milli Mücadele hatırlarlarında, Müftü Ahmet Tevfik
Efendiyi Şu cümlelerle anlatır:
“ Nevşehir cami-i atik Mahallesindeki evimizin önünden geçip giden askerleri daha dün gibi hatırlıyorum. Kurtuluş savaşının coşkunluk günleri… Akşam yemeklerinde birçok kişi bizim evde toplanır, o gün ele geçen
gazeteleri okurlar, konuşurlardı. Reji memuru Saçlı Zeki Bey, Müftü Tevfik Efendi... Günlerden bir gün Müftü Tevfik Efendiyi Kurşunlu Camiinde tartaklamışlardı. O gece müftünün evini kurşun yağmuruna tuttular.
Müftünün kaynanası Havva Hanım ve eşi Pembe Hanım mavzere sarılıp
31
32
33
Gökbilgin, Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, I,s.88, Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I,s.245
Gökçen, Salim, Bozdağ’ın İşgali ve Ali Rıza Paşa Hükümetinin İstifası, s.184.
Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamları, I,s.287-289.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
321
Şaban ÇETİN
saldırganlara karşı koydu. Onları içeri sokmadılar. Yiğit oğlu yiğitti Müftü Tevfik Efendi… Her gün elinde kılıç bir beyaz atın üstünde Nevşehir
çarşısından geçerdi. Al renkli fes giyer, beyaz sarık sarardı. Tam kuva-yı
milliyeciydi…”34
2- Bir Aylık izin meselesi
Ahmet Tevfik Efendi İstanbul’daki Hususi işlerini görmek gerekçesiyle 1
Mart 1919’da bir aylık izine ayrılmak ister ve bu isteğini bir dilekçeyle Şeyhülislamlık makamına iletir. İzin talebi 20 Mart 1919’da onaylanır. Dilekçe
şöyledir.
“Huzur-ı Sâmi-i Cenâb-ı Meşihatpenahi’ye
Marûz-ı Dâileridir.
Dersaadette bulunan bazı hususât-ı zâtiyemin temini içün bir mâh müddetle mezuniyet ita buyrulmasını istida ve istirham ederim. Ol babda emr
u ferman hazret-i menlehu’l-emrindir35.
1 Mart 1335
Nevşehir Müftüsü
Ahmet Tevfik”
Müftü Ahmet Tevfik Efendinin İstanbul’a gitmek için bir aylık izin talep
ediği zaman Milli mücadele ve kurtuluş savaşının zihinsel planlamasının
yapıldığı son derece kritik bir dönemdir
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların
İzmir’i işgal tarihine kadar geçen Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan
ve Mayıs aylarını içeren altı aylık dönem İstanbul ve Anadolu için son derce önemli kararların alındığı bir dönemdir. Milli Mücadele dönemindeki
tavırlarını göz önüne alırsak, Ahmet Tevfik Efendinin İstanbul’a gitmek
için “özel iş” ifadesinin bahane olduğu, İstanbul’da kurtuluş planlarının
yapıldığı bir dönemde, kendilerine danışılmak üzere, İzmir Büyük Kongresinde olduğu gibi, bazı ulemanın İstanbul’a çağırılmış olduğu akıllara
gelmektedir.
Ahmet Tevfik efendinin teşkilat-ı mahsusa elemanı olduğu, durumu değerlendirmek üzere İstanbul’a davet edildiği ihtimali de düşünülebilinir.
34
35
Üner, Ragıp, Milli Mücadelede Nevşehir, Hayat Tarih Mecmuası, , s.17-18.
Tevfik Efendi dosyasındaki izin dilekçesi, EK:17
322
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
Sonuç
Kısaca tanıtmaya çalıştığımız müftülerimizi, birkaç yönden karşılaştırdığımızda şu sonuçlara varabiliriz.
1-Süleyman Vehbî Efendi, Ahmet Tevfik Efendiden daha uzun yaşamış,
daha çok görev yapmıştır. Vehbi Efendinin(1825-1914) uzun yıl 89 yıl yaşadığı, Ahmet Tevfik Efendinin ise (1874-1925) 49 yaşında vefat ettiği
anlaşılmıştır.
2-Her ikisi de eğitimcidir. Vehbi Efendi, almış olduğu klasik eğitimiyle bir
tür klasik “müderris-ulema” örnekliği taşımaktadır. Ulemaya ait tedris,
iftâ ve kazâ görevlerinin tümünü ifa etmiştir. Tevfik Efendi Tanzimat sonrası Eğitim sistemi ve “Maarifi Umumiye Nizamnamesi”nce düzenlenen Eğitim faaliyetleri içinde yetişmiş ve bu sistemde görev yapmış, yeni bir “muallim-ulema” örnekliği göstermektedir. Bu aynı zamanda Osmanlı Eğitim
sistemindeki değişimin Nevşehir’deki yansıması olarak da görülebilir.
3-Her ikisi de köklü bir ulema ailesine mensuptur. Süleyman Vehbî Efendi
Davutzâde ailesinden, Tevfik Efendi ise Bekir Hoca zadelerdendir. Özellikle
Tevfik Efendinin çocuk ve torunlarının eğitim düzeyleri yüksektir.
4-Her ikisinin de yayınlanmış herhangi bir eseri mevcut değildir.
Her şehir, uzun bir tarihi süreçte teşekkül eden birer kimlik ve kişiliğe
sahiptir. Onlar, bu kalıcı kimlikleri sayesinde tanınır, sevilir ve aranır hale
gelirler. Kimliklerini oluşturan fiziki unsurları herkesle paylaşırken, içinde
barındırdıkları asıl kültürel ve manevi kimliklerini ise sadece meraklılarına
açarlar.
Bu bağlamda; Muşkara, Damat İbrahim Paşa ve Külliyesi, Hasan Emmi
Türbesi, Nevşehir Kalesi, Tahta Camii, Meryem Ana Kilisesi, Nar, Saçlı
Zeki Bey, Dellalzade Hacı Osman Efendi, Ragıp Üner, Peri Bacaları, yer
altı Kentleri, Hacıbektaş Veli, Çömlekçilik, Güvercinlik, Arapsun, Karavezir
Mehmet Paşa, Gülşehir, Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi, Muşkara Kaysısı nasıl Nevşehir kültür kimliğinin birer parçaları olmuşlarsa; Davutzâde
Süleyman Vehbi Efendi ve Ahmet Tevfik Efendiler de şehre yaptıkları hizmetlerle Nevşehir kimliğinin bir parçası durumundadırlar.
Nevşehir kültür tarihinin çok önemli unsurları arsanda yer almış bu isimlerin de, görünür ve bilinir hale gelmesi için Nevşehir âşıklarına çok, ama
çok büyük görevler düşmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
323
Şaban ÇETİN
Kaynaklar
Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Uleması, C.4-5, İstanbul 1981.
Bayraktar, Mehmet, “Dâvûd-i Kayserî”, Diyanet Vakfı İslam Ansklopedisi, C.9.
Bilgi, Nejdet, İstiklal Yolunda Bestekâr Bir Müftü Ahmet Âlim Efendi, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, Manisa 2008.
Çelik, Recep, Milli Mücadelede Din Adamları, I-II, Emre Yayınları, İstanbul Tarihsiz.
Çetin, Şaban, “İlmiye Salnamesi’ne Göre Denizli Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, Pamukkale Üniversitesi, Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, 6–8 Eylül 2006.
Çetin, Şaban, İlmiye Salnamesi’ne Göre Saruhan Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, Celal Bayar Üniversitesi, Milli
Mücadelede Manisa ve Kuva-yı Milliye Sempozyumu, 6-7 Kasım 2009.
Ergil, Doğu, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Ankara 1981
Gökbilgin, Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, I,Ankara 1959.
Gökçen, Salim, Bozdağ’ın İşgali ve Ali Rıza Paşa Hükümetinin İstifası, Atatürk
Araştırma Merkezi Yay. Ankara 2003.
İlmiye Salnamesi, Dersaadet, 1334.
İstanbul Müftülüğü, Bâb-ı Meşihat Arşivi 2631 numaralı Tevfik Efendi Dosyası.
1044 ve 2722 numaralı Süleyman Vehbî Efendi Dosyası.
Kars, Zübeyir, Milli Mücadelede Kayseri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993.
Nuri Köstüklü, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, Ankara
1999.
Kutay, Cemal, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1973.
Sakallı, Bayram, Millî Mücadele’nin Sosyal Tarihi, İstanbul 1997.
Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I, Ankara 1993.
Sarıkoyuncu, Ali, Milli Mücadelede Din Adamları, I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı,
Ankara 1999.
Sarıkoyuncu, Ali , “Yunan Megalı İdeası ve Batı Anadolu’nun Düşman İşgalinden
Kurtarılmasında Din Adamları”, Diyanet İlmi Dergi, C.30, Sayı 3, Temmuz
Ağustos- Eylül 1994.
Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilali, I, İstanbul 1976.
Üner, Ragıp, Milli Mücadelede Nevşehir, Hayat Tarih Mecmuası, Mart 1975, Sayı
9.
Zerdeci, Hümeyra, Osmanlı Ulema Biyografilerinin Arşiv Kaynakları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2008.
324
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler
EKLER
1-Süleyman EFENDİ
EK-1-Süleyman Vehbi Efendi’nin 1044 numaralı sicil dosyasındaki Devlet-i Osmaniye tezkiresi sureti.
EK-2- 1044 Numaralı Dosyasında bulunan Sicill-i Ahval varakası
EK-3- 1044 Numaralı dosyasındaki İcazetname
EK-4- 1044 Numaralı dosyadaki İcazetname
EK-5- 1722 Numaralı dosyasındaki terfi belgesi
EK-6- 1722 Numaralı dosyasında bulunan müftülüğe atanma menşuru
2-Ahmet Tevfik Efendi
EK-7- Ahmet Tevfik Efendi’ni fotoğrafı
EK-8- Ahmet Tevfik Efendi’nin Sicilli Ahval Varakası
EK-9- Ahmet Tevfik Efendi’nin Devlet-i Osmaniye Tezkeresi sureti
EK-10- Nezaret-i Celîle-i Maarif-i Umûmi tarafından verilen “Mekâtib-i Rüştiye
Şahadetnamesi”
EK-11- Ahmet Tevfik Efendi’nin kullandığı oy pusulası ve seçtiği adaylar
EK-12- Müftülük seçiminde oy dağılımını gösterir cetvelEK-13- Ahmet Tevfik Efendi’nin Nevşehir Müftülüğü’ne atanmasıyla ilgili Konya
Valiliği’nin Meşihat makamına teklif yazısı
EK-14- Hasan Fehmi’nin dilekçesi
EK-15- “Mehakim-i Şeriyye muamelatının teftişine mahsus fezleke varakası”
EK-16- Encümen-i İntihap Memurin-i Umumi antetli yazı
EK-17- Tevfik Efendi dosyasındaki izin dilekçesi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
325
ULUSLARARASI ÇAĞDAŞ SANAT ETKİNLİKLERİNİN KENTİN
KÜLTÜREL DÖNÜŞÜMÜNE KATKILARI: ULUSLARARASI
FABRİKARTGRUP ÇAĞDAŞ SANATLAR FESTİVALİ ÖRNEĞİ
EFFECTS of the INTERNATOINAL CONTEMPORARY ARTS FESTIVALS
in CULTURAL TRANSFORMATION of the CITY: SAMPLE of the
INTERNATIONAL FABRIKARTGRUP CONTEMPORARY ARTS FESTIVAL
Şakir ÖZÜDOĞRU*
ÖZET
Festivaller, kentlerin ekonomik, turistik, kültürel ve sosyal yaşamında büyük bir öneme sahiptir. Son yıllarda İstanbul, Ankara, İzmir
ve Eskişehir gibi kentlerde çağdaş sanatların çeşitli alanlarında düzenlenmeye başlanan uluslararası katılımlı festivaller sanata değişik yaklaşımları bir araya getirmesinin yanında, yerele uluslararası
değerleri taşıyarak kentlerin kültürel dönüşümlerine önemli katkılar
sağlamaktadır. Bu çalışmada Nevşehir’in Mustafapaşa yöresinde beş
yıldır düzenlenen Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali incelenecektir. Festivalin katılımcılarına ve yöre halkına etkilerini
ortaya çıkarmak için festivalin organizatörleri, festivale katılan sanatçılar ve yöre halkından kişilerle görüşmelere yapılmış, festivalin
olumlu ve olumsuz yönleri ortaya koyulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çağdaş Sanat, Festival, Fabrikartgrup, Fabrikartgrup Uluslararası Çağdaş Sanatlar Festivali, Kapadokya
ABSTRACT
Festivals have an important role on the economic, touristic, cultural
and social life of cities. International participated festivals which
are held in various spheres of contemporary art in big cities such as
İstanbul, Ankara, İzmir, and Eskişehir gathers various approaches to
art, beside this those festivals provide important additives on cultural transformations of cities by carrying international values to local
* Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi, Endüstriyel Sanatlar Yüksekokulu Moda Tasarımı Bölümü,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
327
Şakir ÖZÜDOĞRU
people. In this study, The International Fabrikartgrup Contemporary
Arts Festival, which was being held for five years in the Mustafapaşa region of Nevşehir, is examined. To expose the additives of the
festival on participant artists and local people, interviews was made
with artists and local people, and positive and negative sides of the
festival is introduced.
Key Words: Contemporary Art, Festival, Fabrikartgrup, Fabrikartgrup International Contemporary Arts Festival, Cappadocia.
1- Giriş
Festival ve benzeri etkinlikler uzun yıllar boyunca turist çekmek, sosyal ve
ticari bir değiş tokuş alanı oluşturmak, politik ve askeri gücü göstermek
için kullanılmıştır (Arnold, 2000). D. Picard ve M. Robinson, 1960’lardan
bu yana bütün kıtalarda yeni festivallerin ortaya çıktığını ve dünyada düzenlenen festival sayısının hızla arttığını belirtmektedirler. Yazarlara göre
bir kısmı yeniden keşfedilen bir kısmı ise yeni yaratılan bu festivaller ortaya
çıktıkları coğrafyaların birçok sosyal, politik, demografik ve ekonomik gerçeğine birer dönüt işlevi görmektedir. Festivaller değişen sosyal yapının,
sosyal hareketliliklerin ve küreselleşme süreçlerinin izlerini taşımaktadır
(Picard ve Robinson, 2006: 2). Festival ve benzeri etkinlikler aynı zamanda
ülke yönetimleri ve yerel yönetimlerce, şehirlerin ya da ülkelerin imajlarını
ulusal ve uluslararası ölçekte güçlendirmek ve tanıtmak için önemli birer unsurdur (Quinn, 2005: 932). Bu etkinliklerin içinde yöre ve şehirlere
özgü geleneksel festivallerin yanı sıra kültür ve sanat etkinlikleri önemli bir
yere sahiptir. Bunun en önemli örnekleri arasında Almanya’da düzenlenen
Bayreuth ve Avusturya’da düzenlenen Salzburg festivalleri gösterilebilir.
Bayreuth ve Salzburg festivallerinin ikisi de ünlü bestecilerin onuruna düzenlenen müzik festivalleridir. Bayreuth festivali 1876’da ünlü Alman besteci Richard Wagner’in kendi operalarını sahnelemek için verdiği çabalar
ile başlamıştır. İlk festival ekonomik olarak bir başarısızlıkla sonuçlansa
da dönemin tanınmış simalarını Bayreuth’a çekmeyi başarmıştır (Large,
1978). İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Nazi yönetimini altında sürdürülen festival, savaşın ardından yenilenmiş ve müzik performansçılarının ve bestecilerin deneysel Wagner yorumlarına açılmıştır. Günümüzde
de varlığını devam ettiren Bayreuth festivali, şehir için önemli bir turistik
olay ve gelir kaynağıdır. Salzburg festivali ise 1920’lerden bu güne değin
Avusturya’nın bir kenti ve aynı zamanda ünlü besteci Wolfgang Amadeus
Mozart’ın doğum yeri olan Salzburg’ta düzenlenen bir müzik ve tiyatro
328
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
festivalidir. Festival, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaştan mağlup ayrılan Avusturya için bir Avusturyalı kimliği oluşturma ve bu kimliği kutlama işlevi de görmüştür (Steinberg, 2000). Avrupa’nın büyük geleneksel
festivallerinden olan Salzburg festivali yılda 160.000 civarında ziyaretçiye
kapılarını açmakta ve 1700 sanatçının gerçekleştirdiği 100’den fazla performans, konser ve tiyatro oyununa ev sahipliği yapmaktadır (Frey, 1986:
27). B. Quinn’in de belirttiği gibi, bu festivaller klasik sanat eserlerine yer
vermekte ve elit bir görünüm arz etmektedir. Bayreuth ve Salzburg festivalleri, sosyal elitin varlıklarını gösterdikleri etkinlikler olmuştur; bunun yanında festivallere katılımın teşvik edilmesi ile yüksek kültürün daha geniş
kitlelerin ulaşabilirliğine açılması ve bu kültürün değerlerini öğretme işlevi
de görmüşlerdir (Quinn, 2005: 934).
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Avignon, Edinburg, Amsterdam gibi
Avrupa’nın önemli kentlerinde ortaya çıkmaya başlayan kültür ve sanat
festivallerinin sayısı artmıştır. 1960’lar ve 1970’lerde ortaya çıkan kültürel
hareketler, insan hakları mücadeleleri, gay ve lezbiyen aktivizmi, yükselen
feminizm dalgası olguları festivallerin yapısını da etkilemiştir. Yine bu dönemlerde sanat alanında ortaya çıkan yeni görüş ve akımlar, sanatçıların
galerileri ve müze olgusunu sorgulamaya başlaması ve sanat kurumuna
doğrudan saldırmaya ya da bu kurumun dinamiklerine eğilerek alternatifler aramaları kültür ve sanat festivallerin yapısını da değiştirmiştir. Avignon
ve Edinburg festivalleri gibi festivaller kapalı ya da şehirden yalıtılmış alanlardan taşarak sokaklara yayılmış, izleyicileri de festivalin bir parçası hâline
getirmiş, sanat yapma olgusunun içine katmıştır (Quinn, 2005: 936). Bu
tarihlerden itibaren çağdaş sanatlar etrafında şekillenen festival ve etkinlikler dünyanın diğer şehirlerine hızla yayılmıştır. Günümüzde çağdaş sanata yön veren ve her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği Venedik Bienali,
Documenta, Sao Paulo Bienali, İstanbul Bienali, Art Basel gibi etkinlikler
bunların arasında öne çıkanlar olarak sayılabilir.
Türkiye’de ilk fuar Osmanlı zamanında, İstanbul’da 1863’te Sergi-i Umumi-i
Osmanî adı ile gerçekleştirilmiştir. 1883 yılında Sanayi-i Nefise-i Mektebi
Âlisi kurulmuş ve günümüze dek süren öğrenci sergileri düzenlenmiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra modern sanatı tanıtmak ve yaymak için
1932 ve 1940 yılları arasında Cumhuriyet Sergileri ve 1938-1944 yılları
arasında İnkılâp Sergileri yapılmıştır. Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Elif Naci,
Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu’dan oluşan ve modernist bir
çizgide çalışmalarını sürdürmüş olan D Grubu, 1933-1951 yılları arasında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
329
Şakir ÖZÜDOĞRU
sergiler düzenlemiştir. 1950’lerde akademi dışındaki sanatçılar tanınmaya
başlamış, akademinin sanat alanındaki iktidarı sarsılmıştır. 1970’lerde ise
sanatçılar yurtdışında ortaya çıkan gelişmelere paralel arayışlara girmişlerdir. 1977 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, çağdaş sanatı
daha iyi kavrayabilmek ve yaygınlaştırmak amacı ile sempozyumlar, sergiler, konserler, film ve tiyatro gösterileri gibi değişik alanları kapsayan Sanat
Bayramlarını düzenlemeye başlamıştır. Bu etkinlikler kapsamında yapılan
Yeni Eğilimler Sergileri sanat alanında Batı’daki gelişmeleri tanıtması ve
Türkiye’de benzer eğilimlere sahip sanatçılara kucak açması bakımından
önemli bir yere sahiptir. Diğer ismi anılması gereken çağdaş sanat etkinlikleri ise, ilki 1980 yılında gerçekleştirilen Günümüz Türk Sanatı Sergileri
ve 1984 ve 1988 yılları arasında gerçekleştirilen Öncü Türk Sanatından Bir
Kesit Sergileri’dir. Uluslararası İstanbul Bienali’nin temellerinin atıldığı ve
1973 yılında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenmeye başlanan İstanbul Festivali’nin isminin anılması da gerekmektedir. Bu festival
1980’lere kadar operadan halk oyunlarına, kukla gösterilerinden çağdaş
sanat sergilerine geniş bir etkinlik yelpazesi sunmuştur. 1980’lerden sonra
festivaldeki etkinliklerin ayrılmasıyla farklı festivaller ortaya çıkmıştır. 1989
yılında İstanbul Uluslararası Film Festivali ve İstanbul Uluslararası Tiyatro
Festivali; 1994’te İstanbul Uluslararası Caz Festivali ve İstanbul Uluslararası
Müzik Festivali düzenlenmeye başlanmıştır. Günümüzde İstanbul Festivali
caz müzikten, deneysel filme birçok farklı alana açılan festivale bölünmüştür.1
1980’ler Türkiye’de üretilen çağdaş sanat için bir dönüm noktası olmuştur. 1980’lerin ikinci yarısında kendini iyice hissettirmeye başlayan serbest piyasa ekonomisi, bağımsız galerilerin artması, Batı’nın gelişmekte
olan ülkelerle ilgilenmesi, medya tarafından yayılan özgürleşme dalgası,
özel şirketlerin kültür alanına yatırım yapmaya başlaması gibi olgular bu
dönemde üretilen sanatı ve sanat etkinliklerini de etkilemiştir. Sanatçılar
geleneksel heykel ve resim tekniklerinden, sanatın kendisini, izleyiciyle
kurduğu ilişkileri, alıcı-sergileme-üretim ilişkilerini kapsayan yapısal ortamını sorgulamaya başlamışlardır. Bunun yanında sanat üretimine video,
fotoğraf, hazır nesne, tekstil malzemeleri, kişisel anlatılar, kolajlar gibi yeni
malzemeler dâhil edilmiştir. Yenilikçi sanatçılar kendi çalışmalarını sergi1
Türkiye’de sanat etkinlikleri ile ilgili kronolojinin oluşturulmasında Sibel Yardımcı’nın Kentsel Değişim ve Festivalizm: Küreselleşen İstanbul’da Bienal isimli kitabından yararlanılmıştır.
330
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
leme imkânı bulmuş; böylece bu çalışmalar izleyici tarafından tanınmaya
başlamıştır.
1987 yılında ilki gerçekleştirilen ve ismi sonradan Uluslararası İstanbul Bienali olacak olan, 1. Uluslararası İstanbul Çağdaş Sanat Sergisi yukarıda
özetlenen ortamda gerçekleşmiş ve toparlayıcı bir işlev görmüştür. Yeni
Eğilimler Sergileri, Günümüz Sanatçıları Sergisi, Öncü Türk Sanatından Bir
Kesit gibi etkinlikler yenilikçi sanatçıların çalışmalarını izleyiciye ve sanat
piyasasına sunmalarına yardımcı olmuştur; ancak İstanbul Bienali uluslararası tanınırlığıyla Batı’nın yüzünü Türkiye’de üretilen çağdaş/güncel sanata
dönmesini sağlamıştır (Yardımcı, 2005; Çalıkoğlu, 2008). B. Madra, bienalin amaçlarını uluslararası çağdaş sanat ortamını Türkiye’ye getirmek;
Türkiye’deki çağdaş sanat ortamını yurtdışına tanıtmak ve sanat alanında uluslararası bir etkileşim kurmak olarak özetlemektedir (Madra, 2003:
32). Bu amaçla bienale Jean Michel Alberola, François Morellet, Gilberto
Zorio, Markus Lüpertz gibi önemli sanatçılar çağrılmış; çeşitli Avrupa ülkelerinden sergiler hazırlanmış ve Türkiye’den galeriler davet edilmiştir.
Bienal mekânları olarak da Aya İrini, Ayasofya Hamamı, Resim ve Heykel
Müzesi, Hareket Köşkü ve Askeri Müze kullanılmıştır. Bu tarihi mekânların
sergileme alanları olarak kullanılmasıyla izleyicinin dikkatinin çekilmesi,
sanatçılara çekici gelecek tarihsel yapıların değerlendirilmesi, kurum ve
kuruluşların sergiye katkıda bulunması, Türkiye’deki sanat ortamının temsilinin sağlanması amaçlanmıştır (Madra, 2003: 17). 1989 yılında gerçekleştirilen bienale ise Sol LeWitt, Sarkis, Daniel Buren, Christos Joachimides
gibi isimler özel projeler hazırlamış ve çeşitli ülkeler sergiler düzenlemiştir.
Bu bienalde Aya İrini, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet, Süleymaniye Kültür
Merkezi, Askeri Müze, MSÜ Resim ve Heykel Müzesi, Dolmabahçe Sarayı
Hareket Köşkü, Yıldız Sarayı Sanat Galerisi, Basın Müzesi, Yıldız Üniversitesi Sabancı Kitaplığı ve çeşitli galeriler sergileme mekânı olarak kullanılmıştır. 1995’te düzenlenen 5. Uluslararası İstanbul Bienali ise yabancı bir
küratörün seçici olduğu ilk bienaldir ve bu bienalden sonra düzenlenen
bütün bienallere yabancı küratörler davet edilmiştir. Ayrıca 2003 yılında
düzenlenen 8. Uluslararası İstabul Bienali’nin bir kısmı Diyarbakır’a taşınarak bienalin İstanbul dışına açılması sağlanmıştır. 1987 yılındaki ilk bienali
giriş fiyatlarının pahalı olmasına karşın 50.000 kişi ziyaret etmiştir (Madra,
2003: 32) ve bu zamandan günümüze değin ziyaretçi sayısıyla birlikte
bienalin uyandırdığı beklenti ve etki ivmelenerek artmıştır. Uluslararası İstanbul Bienali, ‘seçici kurulunun niteliği’, ‘sanatçı seçimleri’, ‘küratörün
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
331
Şakir ÖZÜDOĞRU
yerel sanat ortamından kopukluğu’, ‘mekan kullanımı ile ilgili sorunlar’,
‘maddi külfeti’ bakımından düzenlenmeye başlandığı günden beri sanat
çevresi tarafından eleştirilmektedir ancak bütün eleştirilere karşın bienal
Türkiye’nin uluslararası çağdaş sanat ortamı ile etkileşime girmesini sağlamış ve Batı dışında düzenlenen önemli bienaller arasına girmeyi başarmıştır (Yardımcı, 2005; Madra, 2003).
1990’lı ve 2000’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de çağdaş sanat etkinlikleri
hızla çoğalmıştır. Bu etkinliklerin Türkiye’de düzenlenen yakın tarihli arasında 2006 yılında düzenlenmeye başlanan ulusal ve uluslararası galerilerin katıldığı Contemporary İstanbul, 2008’de bağımsız bir grup belgeselci
tarafından düzenlenmeye başlanan Documentarist, ilki Eylül 2011’de gerçekleştirilen ve sanatçı projeleri ile galerileri birleştiren Artbeat ismi anılması gerekenlerdir. İKSV’nin 2012 yılında uluslararası bir tasarım bienali
yapmayı planladığı da belirtilmelidir. Bunların yanında yakın zamanlarda
İstanbul dışında gerçekleştirilen çağdaş sanat etkinlikleri de önem kazanmaya başlamıştır. 2007 yılında başlatılan Port İzmir Trienali, İzmir’de
‘sanatın tartışılmasını ve güncel hayata dâhil olmasını hedeflemektedir’
(Anonim1, www.portizmir.org). Eskişehir’de beşincisi gerçekleştirilen
Uluslararası Eskişehir Pişmiş Toprak Sempozyumu ise pişmiş toprağı hem
bilimsel hem sanatsal yönleri ile ele alması bakımından önemlidir. Sempozyum kapsamında bilimsel bildiriler sunulmakta, uluslararası boyutta
gerçekleştirilen sanat çalıştayında pişmiş toprağı malzeme olarak kullanan
sanatçılar eserler üretmekte ve bu eserler şehrin değişik bölgelerinde sergilenerek birer kamusal sanat eserine dönüştürülmektedir.
Bu çalışmanın konusu olan Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar
Festivali, 2006 yılından beri, Nevşehir’de bağımsız bir sanat inisiyatifi olan
Fabrikartgrup tarafından gerçekleştirilmektedir. Festivalin amacı, ‘toplumların birbirilerinin kültürel-sanatsal zenginliklerini tanıması’ ve yöre
halkının da içinde yer alabildiği etkileşimli bir sanat alanı yaratabilmektir
(Fabrikartgrup, http://www.fabrikartgrup.com/?page_id=39). Bu çalışma
kapsamında, 2010 ve 2011 yıllarında FÇSF’ye katılan sanatçılar, festival
düzenleyicileri ve yöre halkından kişilerle yarı-yapılandırılmış görüşmeler
yapılmış, 2009, 2010 ve 2011 yıllarındaki doğrudan gözlemlerden yararlanılmıştır. Görüşmelerin seyri konuşmanın akışına göre şekillenmiş ancak
sırası ile görüşme yapılan kişiye festivalden haberdar olma yolu; festivalin
yıllar içindeki ve o yıl içindeki durumu hakkında görüşleri; festivalin yöre
halkı ve coğrafyası ile kurduğu ilişki; festivalde yer alan çalışmaların festi-
332
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
valin amaçlarına ve temasına uygunluğu ve son olarak gelecekte yapılması planlanan festivaller için önerileri sorulmuştur. Alınan cevaplar, yapılan
gözlemlerle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.
2- Uluslararsı Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali: “Anadolu’da
Bir Festival mi?”
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali (FÇSF), Fabrikartgrup
tarafından 2006 yılından beri Nevşehir’in Mustafapaşa kasabası ve çevresinde düzenlenen bir çağdaş sanatlar festivalidir. Fabrikartgrup bir sanatçı
inisiyatifi olarak sanat eğitimcisi Kaan Sarı, sanatçı Nazile Arda Çakır, sanat eğitimcisi Sibel Payyu ve sanat eğitimcisi Gülhan Sarı tarafından kurulmuştur. İnisiyatifin yurtdışı sorumluluğunu Babayan Kültür Evi sanat direktörü Willemijn Bouman üstlenmiştir. Yıllar içinde inisiyatiften ayrılanlar
ve inisiyatife katılanlar olmuştur. Bugünkü haliyle Fabrikartgrup Kaan Sarı,
iletişim tasarımcısı Fulya Çalışkan, sanat eğitmeni Gülhan Özdemir, yönetmen ve sinema yazarı Ali Canlar, Esra Korkmaz ve video-art sanatçısı Uğur
Karagül’den oluşmaktadır. Festivalin danışmanlığını ise Okan Üniversitesi
öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. H. Sühendan Kumcu İlal yapmaktadır.
Fabrikartgrup, kendini “2006 yılından bu yana faaliyet gösteren, üyeleri farklı kentlerde yaşayıp, aynı duyarlılık, sorumluluk ve bilinçle hareket
eden, sanatın evrenselliği ve birleştirici gücüne inanan sanatçılar, eğitimciler, akademisyenler ve sanatseverlerden oluşan çağdaş sanat inisiyatifi” olarak tanımlamaktadır (Fabrikartgrup, http://www.fabrikartgrup.
com/?page_id=2). Grup kendisini “popüler kültür”ün dışına yerleştirmekte ve müzik, sinema, video, resim, yerleştirme, performans, tekstil sanatı
gibi sanatın çok çeşitli alanlarında ürün veren sanatçılarla etkileşim içinde
tutmaktadır. Grup üyelerinin farklı ilerde yaşaması ve festival çerçevesinde
bir araya gelmeleri de diğer şehirlerdeki çağdaş sanat ortamlarından beslenmelerini sağlamaktadır.
FÇSF, ‘Kapadokya dünyanın merkezidir’ sözüyle yola çıkarak,
Kapadokya’nın tarihsel serüvenini, coğrafi güzelliğini ve eşsizliğini, kültürel mozaiğini sanatsal bir yolla korumak ve geliştirmek için uğraş vermektedir. Türkiye’de çağdaş sanatın İstabul ve İzmir gibi büyük şehirlerde,
dar bir çevre içinde etkin bir dolaşımda olduğu göz önüne alındığında,
FÇSF’nin Kapadokya’yı tanıtma işlevinin yanında, Kapadokya’daki sanatseverlere de çağdaş sanatı sunduğu ve sanatçılarla bölge halkı arasında bir
köprü olduğu söylenebilir. Fabrikartgrup’un FÇSF’nin amaçlarını ve gerek-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
333
Şakir ÖZÜDOĞRU
liliğini ele aldığı “Anadolu’da Bir Festival mi?” isimli metinde belirttikleri
gibi, Fabrikartgrup bu sorumluluk bilinci ile hem yerel halkın kültürel gelişimine hem de ülkemizin sanatsal gelişimine katkıda bulunmak amacı ile
uluslararası düzeyde kaliteden ödün vermeden, toplumların birbirlerinin
kültürel-sanatsal zenginliklerini tanıması amacı ile Kapadokya bölgesini
merkez seçerek, sadece sanatçılara açık olan ve belli bir zümreye hitap
eden festivallerin dışında, halkın da içerisinde aktif olarak rol aldığı çağdaş
sanatlar konseptli paylaşımcı bir sanat festivalinin mimarlığını üstlenmiştir.
(Fabrikartgrup, http://www.fabrikartgrup.com/?page_id=39)
Festivalin diğer bir amacı da, bölgede festivaller boyunca düzenlenen atölye çalışmalarında sanatçıların ürettikleri eserlerin de içinde yer alacağı bir
çağdaş sanatlar müzesi kurmaktır.
--Yukarıda sözü edilen amaçlar doğrultusunda festival çağdaş sanatın bütün disiplinlerine açıktır. Festival boyunca resim ve heykel sergileri gerçekleştirilmekte ve ressamlar sokakta halkın içinde çalışmalarını sürdürmekte,
çeşitli atölye çalışmaları düzenleyerek halkı da bu çalışmalara dâhil etmektedirler. Performans sanatçıları yöreye özgü mekânlarda, bu mekânların
da verimlerini kullanarak festival için hazırladıkları performanslarını izleyici ile etkileşimli biçimde sunmaktadırlar. Yerleştirme (enstalasyon) sanatı
örnekleri ise yine mekânsal doku ile ilişki kuracak biçimde tarihi yapılar
içinde yerini almaktadır. Çağdaş fotoğraf ve grafik sanatçılarının ürünleri de festivalin sergi salonlarında izleyicilerle buluşmaktadır. Festivalin ilgi
çeken başka bir etkinliği de belge-film yönetmeni ve sinema yazarı Ali
Canlar’ın çabaları ile gerçekleştirilen kısa film gösterimleridir. Bu etkinlikte kurmaca, belge-film ve deneysel film alanlarında son dönem çekilmiş
ve ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödül almış kısa filmler izleyicilere
sunulmakta; film gösterimlerinin ardından tartışmalar yapılmaktadır. Bu
etkinlikler çağdaş sanat ve sanat eğitimi üstüne yapılan paneller, sanatçıların birbirini tanımasına ve ortak projeler üretebilmesine yönelik gerçekleştirilen sanatçı tanıtımları ve sanatçıların festival süresince, festivale özel
olarak tasarladıkları atölye çalışmaları ile desteklenmektedir. Sergileme,
gösterim, atölye mekânları olarak Avanos’ta Hacı Nuri Bey Konağı (Kapadokya MYO El Sanatları Uygulama Merkezi), Uçhisar’da Karlık Evi ve Uçhisar Kalesi, İbrahimpaşa’da Babayan Kültür Evi, Göreme’de Seten Kültür
Merkezi, Mustafapaşa’da Kapadokya MYO binaları ve yörelerin sokakları
kullanılmaktadır. Festivale son yıllarda Kapadokya Meslek Yüksekokulu,
Uçhisar Belediyesi, Göreme Belediyesi, Nevşehir Valiliği, Karlık Evi, Argos
334
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
in Cappadocica, Tema Vakfı, Ava Seramik, Kale Konak, Cave Hotel, Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi mekân desteği ve lojistik destek sağlamakta
ancak maddi destek sunmamaktadır.
İlk festival 2006 yılında, Fabrikartgrup’un girişimleri ile Nevşehir’in Mustafapaşa kasabasında gerçekleştirilmiştir (Resim 1). Bu festivalde belirli bir
tema gözetilmemiş, yörenin sanatçılar tarafından tanınması, sanatçıların
işbirliği ve yöre halkının çağdaş sanatla tanışması amaçlanmıştır. Sergileme mekânı olarak Kapadokya Meslek Yüksekokulu’nun tarihi binalarının
yanı sıra Mustafapaşa sokakları da kullanılmış; sanatçılar yöre halkının da
katıldığı atölyeler düzenlemiştir (Resim 2). 1. Uluslararası Fabrikartgrup
Çağdaş Sanatlar Festivali’ne Türkiye, Almanya, Amerika olmak üzere farklı ülkelerden, değişik sanat disiplinlerinde ürün veren 256 sanatçı başvurmuş; festival 84 sanatçının katılımıyla gerçekleşmiştir. Bu sanatçılarından
bazı isimler şunlardır: Metin Üstündağ, Erkan Doğanay, Reha Bilir, Nobert
Scmihtt, Deidre Kirk, Soner Sınmaz, Vedat Hazneci, Aynur Pehlivanlı, Charlotte Altuner, Güneş Şahin, Murat Güzeloğlu. Fabrikartgrup’un verilerine
göre festivalin ardından yörede belirgin bir turist artışı gözlemlenmiştir. İlk
festivalin ardından, bölgede bir çağdaş sanatlar festivalinin yapılabileceği
gözlemlenmiş, sanatçıların ilgisi ve desteği gelecek festivaller için umut
vaat etmiştir. Aynı zamanda, bu festivalde sanatçıların atölyelerde ürettikleri eserler, Fabrikartgrup’un ileriye dönük bir çıktı olarak planladığı,
bölgede kurulacak Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin temellerini atmıştır.
Resim 1: Uluslar arası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali açılışı, 2006
(Fabrikartgrup arşivinden)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
335
Şakir ÖZÜDOĞRU
Resim 2: Mustafapaşa sokaklarında yapılan atölye çalışmalarından bir görüntü, 2006 (Fabrikartgrup arşivinden)
2. Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali, 2007 yılında Mustafapaşa kasabasında gerçekleştirilmiştir. Bu festivalde de belirli bir tema gözetilmemiş,
festivalin tanınırlığını ve festival için bölgenin verimini kullanmaya yönelik
çalışmalar yapılmıştır. Bu festivale Türkiye, Hollanda, Almanya ve İran’dan
sanatın değişik disiplinlerinde ürün veren 60 sanatçı katılmıştır. Bu isimlerden bazıları şöyledir: Ayhan Çelik, Behdad Lahooti, Deniz Gökduman, Engin Bilgin, Katia Beren, Leo Van Velzen, Leyla Kahraman, Mustafa Gürhan
Yetkin, Mustafa Özbakır. Sanatçılar bu yılda da festival için özel olarak hazırlanmış atölye çalışmaları gerçekleştirmiş ve ileride kurulması planlanan
Çağdaş Sanatlar Müzesi için ürünlerini bağışlamışlardır (Resim 3).
Resim 3: 2. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde bir
performans görüntüsü, 2007 (Fabrikartgrup arşivi)
336
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
2008 yılında Fabrikartgrup, Kapadokya bölgesinin UNESCO’nun koruma
listesinde yer almasından ötürü bölgeye yönelik projeler ve çalışmalar geliştirmeye karar vermiştir. Bu bağlamda bölgenin sorunları içme suyu yetersizliği, kanalizasyon yetersizliği, açık arazide yol alan atık su sistemleri,
çöpün serbestçe vadilerde ve tabiata atılması, açık hava çöplükleri, çevrenin ve vadilerin turistik amaçlı arabalar, motosikletler vs. için açılan yollarla katledilmesi, gelecek için planlanan atık suyu Kızılırmak’a bağlama
projesi olarak saptanmış ve 3. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar
Festivali “SU!=PIRILTI?” teması çerçevesinde gerçekleştirilmiştir (Resim
4). Festival ile bölgenin sorunlarına dikkat çekilerek yerel halkın ekolojik
konularda bilinçlenmesi ve eğitilmesi amaçlanmıştır. Sanatçılara bu tema
çerçevesinde ürünlerini sergilemek, atölye çalışmaları gerçekleştirmek ya
da performanslar önermek için açık bir çağrı yapılmıştır. Festival Türkiye,
Hollanda, Almanya, Amerika, Fransa, İspanya, Kazakistan, Azerbaycan ve
Japonya olmak üzere değişik ülkelerden ve değişik sanat disiplinlerinden
gelen 89 sanatçının katılımıyla gerçekleşmiştir. Ayrıca, Belge-film yönetmeni Ali Canlar tarafından bu festivalin bir belge filmi çekilmiş, sanatçıların çalışmaları ve festival süreci belgelenmiştir. Festivale katılan bazı isimler
şöyledir: S. Arda Soykan, Maria Sezer (Resim 5), Aykan Özener, Rem Dans
Project, Delbar Shahbaz, Kaan Canduran, Sabina Shiklinskaya, Teoman
Madra, Susan De Kruiff, Philip Geist, İldar Karim, SUBVOID.
Resim 4: 3. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali afişi (Fabrikartgrup arşivinden)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
337
Şakir ÖZÜDOĞRU
Resim 5: 3. Uluslar arası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde yer
alan bir çalışma, Maria Sezer, “SU!=PIRILTI?”, Yerleştirme, 2008 (Fabrikartgrup arşivinden)
2009’da gerçekleştirilen 4. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar
Festivali, Kapadokya’nın ekolojik sorunlarına yönelmiş, bölgenin eskiden
bir su bölgesi ve coğrafi güzelliği ve eşsizliğinin nedeninin su olduğu göz
önüne bulundurularak festivalin teması “Us ve Su” olarak belirlenmiştir.
Sanatçılar bu tema çerçevesinde bölgenin ekolojik sorunlarına işaret etmeye, çözüm önerileri aramaya ya da bölgenin coğrafi yapısı ile bütünleşen performans ve yerleştirmeler yapmaya davet edilmiştir. Festivale Türkiye, Almanya, Hollanda olmak üzere farklı ülkelerden 55 sanatçı katılmıştır.
Festival süresince Ali Canlar tarafından festivalin hazırlanışı, çalışmaların
yerleştirilme süreci, performanslar kaydedilmiş ve sanatçılarla gerçekleştirdikleri çalışmalar hakkında söyleşiler yapılmıştır. Katılan sanatçılardan
bazıları şunlardır: Filiz Çimen, Uğur Karagül, Taylan Akdağ, Ezgi Gökçe,
Şakir Özüdoğru (Resim 6), Okan Boydaş, Şaziye Sarıkatipoğu, Gökçe
Pehlivanoğlu, Nilay Ertürk, Irmak Bayburtlu, Duygu Özgül (Resim 7) Fırat
Mançuhan, Leonie Muller.
338
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
Resim 6: 4. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nden bir çalışma Şakir Özüdoğru, “Belirlenimler”, yerleştirme, 2009 (Kişisel arşivimden).
Resim 7: 4. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nden bir
çalışma Nilay Ertürk, Irmak Bayburtlu, Duygu Özgül, “isimsiz”, performans ve yerleştirme, 2009 (Kişisel arşivimden)
2010 yılında yapılan 5. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar
Festivali’nde tema olarak “Biçimde Aşk” belirlenmiş, sanatçı katılımının
çeşitliliği hedeflenmiştir. Sanatçılar, “hangi zamanın aşkları gerçekti? Hangi aşk daha baki? Bir ibadethanede avuçlarımızı açıp ya da birleştirip karşılık beklemeden duyduğumuz aşk mı? Bir insana duyduğumuz uğruna ölü-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
339
Şakir ÖZÜDOĞRU
mü bile olarak gördüğümüz aşk mı? Bu en çok dile getirilenlerin dışında
olan milyonlarca başka aşk mı?” sorularına yorumlar getirmeye ya da bu
sorulara yeni sorular eklemeye davet edilmiştir. Festivale Türkiye, Hollanda, Avustralya, A.B.D. olmak üzere farklı ülkelerden 41 sanatçı ve sanat
grubu katılmıştır. Aynı zamanda festival süresince Ali Canlar tarafından
Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi’nde kısa film gösterimleri gerçekleştirilmiş, bu gösterimlerde son dönem çekilen ve önemli yarışmalarda ödül
olan kısa filmler izleyicilere sunulmuştur. Festivale katılan sanatçılardan
bazıları şöyledir: Babayan Culture House (Resim 8), Esra Okyay, Fırat Erdim, Maria Sezer, Rabia Çalışkan, RemDans Project, Utku Atalay, Vildan
Işık, Willemijn Bouman, Paul Broekman.
Resim 8: 5. Uluslararası Fabrikart Çağdaş Sanatlar Festivali’nde yer alan bir
çalışma Babayan Culture House, “isimsiz”, yerleştirme, 2010 (Fabrikartgrup arşivinden)
6. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali, 2011 yılında Kapadokya Meslek Yüksekokulu’nun programının yoğunluğundan dolayı
Uçhisar’da gerçekleştirilmiştir. Ana sergileme ve atölye mekânı olarak Karlık Evi kullanılmış, sanatçılar Uçhisar Kalesi’nde ve Uçhisar sokaklarında
performans ve yerleştirmeler yapmışlardır. Bu festivalin teması “Toprağın
Aidiyet Alegori” olarak belirlenmiş; sanatçılar, “Sınırlara bölünmüş, kır-
340
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
mızıçizgilerle belirlenmiş, tel örgülerle ayrılmış toprağın üzerinde insan,
onun efendisi mi yoksa kölesi midir? Toprakta kurmaya çalıştığı hükümdarlığın sahibi mi misafiri midir? İnsan nerenin parçasıdır, aidiyeti nerede
başlar, hangi sınırlarla belirlenir? Sahip olduklarıyla mı tanımlanır, yoksa
ona sahip olana mı aittir?” soruları ekseninde toprak ve aidiyet kavramları
üstüne düşünmeye ve üretim yapmaya davet edilmişlerdir. Festivale paralel etkinlikler olarak, Argos in Cappadocia’da klasik müzik konserleri ve
Kale Konak Cave Otel’de film gösterimleri yapılmıştır. Ayrıca, festival Şakir
Özüdoğru tarafından organize edilen, daha önce Slovenya’da sergilenen
“Sanat Yolda Uluslararası Gezici Posta Sanatı Projesi”ne ev sahipliği yapmıştır (Resim 9). Festivale Türkiye, A.B.D., Yunanistan ve Hollanda olmak
üzere değişik ülkelerden 27 sanatçı katılmıştır. Karlık Evi’nin konaklama ve
sergileme olanaklarının kısıtlı olmasından ve başka bir konaklama sponsoru bulunamadığından katılımcı sanatçı sayısı diğer yıllara göre azdır. Festivale katılan bazı sanatçı ve sanat grupları şu şekildedir: Ayşegül Türk,
Barasinga Sanatçı İnisiyatifi, Burçak Konukman, Christina Svenningsen,
Dorion Barill, Ercan Vural (Resim 10), İrfan Dönmez, Gulnara Jorobekova.
Resim 9: 6. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde yer
alan Sanat Yolda Uluslararası Gezici Posta Sanatı Projesi, 2011 (Kişisel arşivimden)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
341
Şakir ÖZÜDOĞRU
Resim 10: 6. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar festivali’nde yer
alan bir çalışma Ercan Vural, yerleştirme, 2011 (Kişisel arşivimden)
3- Festival Süreci ve Ortamı
FÇSF koordinatörü ve Fabrikartgrup üyesi Kaan Sarı, ilk festivali yapma
fikrinin Ürgüp’ün Mustafapaşa kasabasına ilk gidişinde bölgenin coğrafyasından, doğal güzelliğinden ve sosyal yapısından etkilenmesi sonucu
ortaya çıktığını belirtmiş; bu festivalin eşi ve Fabrikartgrup üyesi Gülhan
Özdemir’in desteği ile altı ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirildiğini söylemiştir. Sarı, festivalin başlardaki amacının birlikte üretme, sergileme ve
sanatçıların hem kendileri arasında hem de yöre halkıyla samimi biçimde
bir arada olması için bir ortam yaratmak olduğunu vurgulamıştır. Sarı’nın
üstünde durduğu en önemli nokta festivalden hiçbir maddi kazanç beklemedikleri, festivalin maddi yönünün bölgede kurmayı planladıkları Çağdaş Sanatlar Müzesi için imkân arayışı olduğudur (Kaan Sarı ile görüşme,
2011).
Görüşme yapılan sanatçılar festivalin sanatçıları bir araya getirme, sanatçılar arasındaki diyalogu arttırma ve birbirilerinin çalışmalarından haberdar
olabilme imkânı sağlandığında hemfikirdir. Video-art sanatçısı Uğur Karagül, genç sanatçılarla deneyimli sanatçıların bir araya gelmesinin genç
sanatçılara sanat disiplinini öğretici bir yanı olduğunu vurgulamıştır (Uğur
Karagül ile görüşme, 2011). Ressam ve sanat eğitmeni Burhan Yılmaz’a
göre festival bölgenin ekolojik sorunlarına dikkat çekerek sanatçıların du-
342
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
yarlığını arttırma işlevi vardır (Burhan Yılmaz ile görüşme, 2011). Bu bağlamda, sanatçılar festival kapsamında bir araya gelmenin ortak projeler
üretebilmek için bir basamak oluşturabileceğini düşünmekte; birbirinin
çalışmalarından haberdar olarak diğer sanat disiplinleriyle de ilişki kurabilecekleri bir alanda bulunduklarını hissetmektedirler.
Yöre halkı ile yapılan görüşmelerde ise festivalin halka açık olan atölyelerine katılımın ve ilginin az olmasına karşın eğitici ve öğretici yanının öne
çıktığı görülmüştür. Kapadokya’nın morfolojik yapısının çekiciliği nedeni
ile daha önce çağdaş sanat alanları dışında kimi müzik festivallerine, film
ve dizi çekimlerine, turistik etkinliklere alışkın olan yöre halkı FÇSF’yi kanıksamış görünmektedir. Ancak, yöre halkı ile kurulan ilişki zayıftır ve geliştirilmesi gerekmektedir.
4- Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali ve
Kapadokya
Kaan Sarı, FÇSF’nin amacını bölgede bir Çağdaş Sanatlar Müzesi kurmak
olarak belirtmiş ve bir sanat eğitmeni olarak ‘öğrencilerimin diğer ülkelerde olduğu gibi burada da bu müzeye gidip bakarak çalışmasını istedim’
demiştir (Kaan Sarı ile kişisel görüşme, 2011). Festival, 2008 yılında itibaren bölgenin ekolojik sorunlarına, morfolojik ve kültürel yapısına eğilen
temalar çerçevesinde şekillenmeye başlamıştır. 2010 yılında bu duyarlığı
nedeni ile Kaan Sarı, Dünya Genç Liderler ve Girişimciler Federasyonu tarafından “Çevre korumacılığı ve Ahlaki Önderlik” kategorisinde ödüllendirilmiş, Türkiye’nin on başarılı genci arasına girmiştir.
Festivale katılan sanatçılardan Birgül Baran’a göre, Kapadokya coğrafyası bir sanatçı için oldukça ilham verici, görsel dünyasını zenginleştirici
ve motive edicidir; ancak bunun yanında sanatçılarla yöre halkı arasında kurulan bağ zayıftır (Birgül Baran ile görüşme, 2011). Yapılan diğer
görüşmelerde sanatçılar Kapadokya’nın onlar için ilham verici olduğunu
vurgulamıştır. 3. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde
sanatçılar halka açık atölyelerde bölgede yaptıkları araştırmalardan yararlanarak farklı disiplinlerde eserler üretmiştir. Bu festivali takip eden yıllarda da atölye çalışmaları ve yörenin coğrafyası ve morfolojik yapısı ile
doğrudan bağlantı kuran gösterimler, performanslar vb. devam etmiştir.
2011 yılında yapılan 6. Uluslararası Çağdaş Sanatlar Festivali, Kapadokya
Meslek Yüksekokulu’nun konaklama desteğinden yararlanılamadığı için
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
343
Şakir ÖZÜDOĞRU
Uçhisar’da gerçekleştirilmiştir. Bu tarihe kadar gerçekleştirilen festivallerde
yöre halkının katılımı yeteri kadar sağlanamamış olsa da, yöre halkı atölye
çalışmaları ve halka açık gösterimlerle festivalin içine çekilmiştir. Ancak,
2011 yılında festivale katılan sanatçılarla yapılan görüşmeler, Karlık Evi’nin
özel bir işletme olmasından dolayı festivalin kapalı bir yapıya doğru eğrildiğini göstermiştir. Performans sanatçısı Burçak Konukman’a göre 6. FÇSF
‘otelin içene hapsedilmiş ve sokağa taşan etkinlikler de festivali karşılamakta yetersizdir’ (Burçak Konukman ile görüşme, 2011). Festivalin ticari
bir alanda gerçekleştiriliyor olması halkın ilgisini azaltmıştır.
Festivalde ağırlıklı olarak müşterilerini yöre halkının oluşturduğu kıraathanede bir enstalasyon gerçekleştiren sanatçı ve sanat eğitmeni Ercan Vural,
yöre halkı ile ortak bir dilde buluşulduğunda çağdaş sanata yönelik ilgilerinin arttığını ve sanat eserlerine değişik yorumlar ve açılımlar getirebildiklerini belirtmiştir (Ercan Vural ile görüşme, 2011). Burhan Yılmaz da izleyici
azlığının çağdaş sanatın kendi sorunlarından biri olduğunu ancak halkın
doğrudan onların içinde vuku bulan performanslara katılım gösterdiği ve
tepki verdiğini eklemiştir. Yapılan görüşmelerin ortak noktası, festivalin
halkı daha geniş bir anlamda kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiği,
bu haliyle sanatçılar arasında gerçekleşen bir festival izlenimi yarattığıdır.
Bunun için yerel yönetimlerin, bölgedeki diğer sanat ve kültür oluşumlarının ve kuruluşların desteğinin önemli olduğu sonucu çıkmıştır.
5- Festivalde Yer Alan Sanatsal Çalışmalar
FÇSF, resim, heykel, fotoğraf, kısa film, performans, enstalasyon, grafik
tasarımı gibi çağdaş sanatın her alanına açık bir festivaldir. Festival süresince ayrıca atölye çalışmaları, konserler ve çağdaş dans gösterileri gerçekleştirilmektedir. Çalışmaların çeşitliliği sanatçılar açısından çoğunlukla olumlu olarak karşılanmıştır. Sanatçılar diğer disiplinlerden çalışmalar
görebildiklerini, diğer disiplinlerde çalışmalar yapan sanatçılarla tanışıp o
disiplin hakkında daha detaylı bilgi alabildiklerini söylemişlerdir. Ancak bunun yanında çalışmaların kimi mekânlarda bir kakofoni oluşturabildiğine
dikkat çekilmiştir.
Ressam Esra Okyay, 2010 yılındaki FÇSF’de yer alan çalışmalar için, güncel
sanatı yakalayabilen ve bu nitelikte olan çalışmaların yanında geleneksel sanatların içinde kalan, çağdaş sanatı geriden takip eden çalışmaların
da olduğunu söylemiş; sergileme ve çalışmaların genelinde bir rastgelelik
344
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
olduğunu, sanatçıların temaya uygun çalışmalar yerine ellerindeki hazır
çalışmaları değerlendirmeyi tercih ettiklerini belirtmiştir (Esra Okyay ile görüşme, 2010). 2010 yılında yapılan görüşmede Uğur Karagül ise, Okyay
gibi çalışmaların bir rastgelelik ile bir araya geldiğini, sanatçıların kendi
eserlerinin sorumluluğunu almaktan kaçındıklarını, festivale turistik bir etkinlik gözüyle baktıklarına değinmiştir (Uğur Karagül ile görüşme, 2010).
2011 yılında katılım gösteren sanatçıların çoğunlunun bu fikri paylaştığı
görülmektedir.
Festivale 2011 yılında katılan sanatçıların dikkat çektiği bir diğer nokta
ise genellikle çalışmaların ve atölyelerin resim ağırlıklı olmasıdır. Bu durum, kendisini çağdaş sanatlar festivali olarak konumlandıran bir festivalin
güncel olanı yakalayamamasına neden olabilmektedir. Sanatçıların işaret
ettiği diğer bir eksik de sergileme mekânı azlığı ve sergilenen çalışmaların bölgenin dokusuyla ilişkiye geçememesi, bölgeyi dönüştürücü nitelikte
olamamasıdır.
Bu eleştirileri bir yana koyarak, FÇSF’nin bir sanat inisiyatifinin çok kısıtlı imkânlarla gerçekleştirdiği unutulmamalıdır. Fabrikartgrup üyesi Fulya
Çalışkan yerel yönetimlerden ve üniversiteden hiçbir maddi destek alamadıklarını belirterek, kimi zaman atölye çalışmaları için gerekli malzeme
ve teknik desteği dahi bulamadıklarını eklemiştir. Aynı zamanda, festivale
başvuru yapan sanatçıların temaya dikkat etmeden ellerindeki çalışmaları
gönderdiğini, bunun sonucunda da kimi zaman tema dışı kalabildiklerini
kabul etmiştir (Fulya Çalışkan ile görüşme, 2011). Sanatçıların ve festival
ekibinin ortak görüşü sanatçıların tema dışı kalmayı göze aldığı, bunun
yanında teknik yetersizlikten dolayı festivalde yer alan sanatsal çalışmaların niceliksel ve niteliksel olarak yetersiz olabileceğidir.
6- Festivalin Tanınırlığı
Festivale katılan sanatçıların büyük bir çoğunluğu festival hakkındaki bilgiyi Fabrikartgrup üyelerinden, daha önce festivale katılan sanatçı tanıdıkların ya da onların arkadaşlarından edinmiştir. Bunun dışında festival
haberi internet aracılığıyla ya da sosyal medyadan katılımcılara ulaşmıştır.
Festival haberleri, çağrısı ve festivallerin ardından festival değerlendirmeleri Milliyet, Hürriyet, Radikal gibi büyük ulusal yayınlarda, ayrıca çeşitli
popüler internet sitelerinde yer almasına karşın bu kaynaklardan festivali
takip eden kişi sayısı sınırlı görünmektedir. Görüşme yapılan sanatçıların
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
345
Şakir ÖZÜDOĞRU
da üstünde ortaklaştıkları gibi festival ulusal ve uluslar arası alanda kısıtlı
bir çevre tarafından bilinmektedir. Bu da sanat ortamında tanınan sanatçıların festivale katılımına olumsuz yönde etki etmektedir.
Mustafapaşa ve çevredeki yörelerde festival bilinmekte ve yöre halkı tarafından beklenmektedir; ancak Nevşehir genelinde festivalin tanınırlığı
geniş olmayan bir çevre ile sınırlıdır ya da civar yörelerden katılımın azlığı
sanatçıları böyle düşünmeye itmektedir. Bunun yanında festival süresince
gerek belediye aracılığıyla, gerekse de çevreye asılan afişlerle festival duyurusu yapılmakta ancak yöre halkının festivale katılımı düşük oranlarda
olmaktadır. Başka bir nokta da, festival programında yer alan müzik etkinliklerine ve dans gösterilerine yüksek katılım gözlemlenirken, sergi ve
uzun süreli atölyelere katılımın düşük olduğudur.
Festivalin uluslararası tanınırlığı, bu kanalda çalışan bir iletişim ekibi olmadığı için zayıftır. Festival, Fabrikartgrup’un verilerine göre yöredeki turist
sayısını arttırmasına karşın, bölgenin turistik potansiyeli göz önüne alındığında daha büyük oranlarda turist çekme imkânına sahiptir (Kaan Sarı ile
görüşme, 2011).
Diğer ülkelerden sanatçıların katılımı Babayan Kültür Evi aracılığıyla sağlanmakta, Babayan Kültür Evi’ne sanatsal çalışmalarını devam ettirmek
için gelen sanatçılar, festivalde de çalışmalarını sunmakta ya da kişisel sergilerini açmaktadır. Tek bir kuruluşa bağlı kalmak yabancı sanatçı katılımını azaltmakta, festivalin uluslararası ayağını zayıflatmaktadır. Bu durum
festivalin uluslararası tanınırlığını da büyük oranda düşürmektedir.
7- Festivalin Kısıtları
FÇSF’nin bir sanat inisiyatifinin samimi çabaları ile gerçekleştirildiği unutulmamalıdır. Fabrikartgrup’un üyeleri yapılan görüşmelerde hiçbir kurum
ya da kuruluştan maddi destek almadıklarını belirtilmiştir. Festivalin ilk 5
yılında, Mustafapaşa’da bulunan Kapadokya Meslek Yüksekokulu konaklama ve kahvaltı desteği vermiş, ayrıca kurumun binaları sergileme ve
çeşitli atölyeler için kullanılmıştır. Mustafapaşa Belediyesi, T.C. Nevşehir
Valiliği ve Uçhisar Belediyesi festivale lojistik destek ve ulaşım desteği sağlamaktadır. Bunların yanında Karlık Evi, Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi, Ava Seramik, Argos in Cappadocia, Kale Konak çeşitli etkinlikler için
mekân desteğinde bulunmuş, teknik donanım sağlamıştır.
346
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
Fabrikartgrup üyesi Fulya Çalışkan ile yapılan görüşmede festivalin yerel
yönetimlerin maddi desteğine ihtiyacı olduğu ortaya koyulmuş; bu sayede
festivalin uluslararası yönünün hem sanatçı katılımı hem de turist çekmesi açısından önemli olduğu vurgulanmıştır (Fulya Çalışkan ile görüşme,
2011). 2011 yılında festival destek ekibinde yer alan Şenay Şen, Aytül
Kahraman ve Yasemin Yalın’ın söylediklerine göre yerel yönetimlerle çeşitli
sorunlar yaşanmakta, yerel yönetimler başlangıçta neyle karşılaşacaklarını
bilmedikleri için festivali desteklemekten çekinmektedir (Festival destek
ekibi ile görüşme, 2011). Kaan Sarı da ilk festivali gerçekleştirdiklerinde
bölgedeki sanat ortamı içinde ciddiye alınmadıklarını, bölgede yaşayanların festival hakkında söylediklerine gerçekleşmeyecek bir düş olarak baktıklarını söylemiştir (Kaan Sarı ile görüşme, 2011).
Tanınırlık açısından ulusal ve uluslararası basının ilgisizliği ve basın kuruluşlarından kişileri bölgeye getirmenin zorluğu da festivalin kısıtlandığı diğer
bir alandır. Ali Canlar’a göre bölgeye daha popüler kişilerin getirilmesi basının ve yöre halkının ilgisini, bununla birlikte festivalin tanınırlığını arttıracaktır; ancak festivalin popülerleşmesinin, festivalde yer alan çalışmaların
niteliğinin düşmesine neden olma tehlikesi vardır (Ali Canlar ile görüşme,
2011). Fulya Çalışkan da çağdaş sanat ortamı içinde popüler kişilerin festivale davet edilmesinin festivalin tanınırlığını arttıracağını düşünmektedir;
ancak bu kişilerin konaklama, yemek, ulaşım ve yapacakları atölyeler için
malzemelerin temininin inisiyatifin altından kalkamayacağı meblağlara
ulaştığını belirtmiştir (Fulya Çalışkan ile görüşme, 2011).
Maddi ve lojistik sıkıntılar ortaya koyulan çalışmaların niteliğini ve çeşitliliğini de olumsuz yönde etkilemektedir. Heykel gibi ebat olarak büyük işlerin taşınması ve sergilenmesi imkânsızlaşmakta, düzenlenecek atölyeler
için malzeme temin edilememektedir. Sanatçıların bölgede çalışmalarına
uygun mekânları kullanması ulaşım zorlukları nedeni ile gerçekleşememekte, sanatçılar bölge ile tam bir etkileşim içine girmekte zorlanmaktadırlar.
8- Sonuç ve Öneriler
Festivaller ve benzeri etkinlikler, hem turistik hem politik hem ekonomik
hem de tanınırlık yönünden kentler ve bölgeler için önemli potansiyeller
taşımaktadır. Çağdaş sanatlar festivalleri ve etkinlikleri içinde yapıldıkları
kentin güncel hayatına müdahale etmekte, yöre halkı ve kamuoyu üstünde bölge ile ilgili duyarlıklar oluşturmakta, bölgenin ulusal ve ulusla-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
347
Şakir ÖZÜDOĞRU
rarası kamuoyunda farklı bir açıdan ele alınmasını sağlamakta, bölgeye
ölümsüz eserler bırakmaktadırlar. FÇSF, altı yıllık geçmişi ile Anadolu’da
küçük bir ekiple bir çağdaş sanatlar festivali yapılabileceğini, bu festivalin
sanat ortamının ilgisini yapıldığı bölgeye çekebileceğini göstermiştir. Aynı
zamanda ele aldığı temalar çerçevesinde bölgenin ekolojik sorunlarına
işaret etmiş, çağdaş sanatı yöre halkına tanıtma misyon üstlenmiştir. Festival başlangıcında ortaya koyduğu amaç olan bölgede bir çağdaş sanatlar
müzesi kurmaya doğru adım adım ilerlemektedir. 2011 yılında bir vadi bu
proje için ayrılmış, vadide kurulacak sergileme alanları ve heykel parkı için
çalışmalar devam etmektedir. Daha önce de değinildiği gibi FÇSF’ni düzenleyenin bir sanat inisiyatifi olduğu, festivalin bir önceki yıllarda yapılan
hatalar gözden geçirilerek deneyimlendiği unutulmamalıdır. Sanatçılarla
yapılan görüşmeler sonucu festivalin daha güçlü ve etkili olabilmesi için
ortaya koyulan öneriler şöyledir:
· Yerel yönetimlerin desteği sağlanmalı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
ve İl Kültür Müdürlüğü’nün desteği ile festivalin tanınırlığı arttırılmalıdır.
· Festivalde yer alan çalışmalardan bir seçki hazırlanmalı ve bölgedeki
müze, okul, valilik gibi devlet kurumlarında ve otellerde sergilenmelidir.
· Festivale sanat ortamında tanınan sanatçılar davet edilmeli, festivale katılacak sanatçılar tarafsız bir jüri tarafından belirlenmelidir.
· Festivale paralel etkinlikler olarak sanat seminerleri düzenlenmeli, yöre
halkı çağdaş sanat konusunda bilgilendirilmelidir.
· Basın yayın organları daha etkin kullanılmalı, festival için bir veri bankası
kurumalı, sanatçılar ve izleyiciler arasında güncel ve aktüel bir iletişim platformu oluşturulmalıdır.
· Performans ve atölyeler halkın katılımını motive edecek yönde planlanmalı, coğrafi yapı festivalde daha etkin kullanılmalıdır.
· Sanatçıların bölge özelinde geliştirdikleri ortak bir atölyede, ortak üretim
imkânları oluşturulmalı, bölge için tasarlanmış yapıtlar ortaya koyulmalıdır.
Teşekkür
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali ile ilgili verilere ulaşmamı sağlayan Fulya Çalışkan’a ve 2011 yılında yaptığım görüşmelerde
bana yardımcı olan Zeynep Aygül’e teşekkür ederim.
348
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları:
Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği
Kaynaklar
Anonim1 (2007), “Hakkında”, www.portizmir.com, erişim: 26.08.2011.
Arnold, N. (2000), “Festival Tourism: Recognizing the Challenges – Linking Multiple Pathways between Global Villages of the new Century”, Tourism in
the 21st Century – Lessons from Experience içinde, (Haz.: Faulkner, B.,
Moscardo, G. ve Laws, E.), Continuum, Londra, İngiltere.
Çalıkoğlu, L. (2008), “90’lı Yıllarda Çağdaş Sanat: Kırılma-Gerilim-Çoğulculuk”,
90’lı Yıllarda Türkiye’de Çağdaş Sanat, (Haz.: Çalıkoğlu, L.), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 7-16.
Fabrikartgrup (2011), “Hakkımızda”, www.fabrikartgrup.com, erişim:
27.09.2011.
Frey, B. S. (1987), “The Salzburg Festival: An Economical Point of View”, Journal
of Cultural Economics, 10(2), 27-44.
Large, D. C. (1978), “The Political Background of the Foundation of the Bayreuth
Festival, 1876”, Central European History, 11(2), 162-172.
Madra, B. (2003), İki Yılda Bir Sanat, Norgunk Yayıncılık, İstanbul.
Picard, D. Ve Robinson, M. (2006), “Remaking Worlds: Fetivals, Tourism and
Change”, Festivals, Tourism and Change içinde, (Ed.: Picard, D. Ve Robinson, M.), Channel View Publications, New York, A.B.D.
Steinberg, M. P. (2000), Austria as Theater and Ideology: The Meaning of the
Salzburg Festival, Cornell University Press, New York, A.B.D.
Quinn, B. (2005), “Arts Festivals and City”, Urban Studies, 42(5-6), 927-943.
Yardımcı, S. (2005), Kentsel Dönüşüm ve Festivalizm: Küreselleşen İstanbul’da
Bienal, İletişim Yayınları, İstanbul.
Görüşmeler
Kaan Sarı ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 16.07.2011.
Burhan Yılmaz ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 15.07.2011.
Uğur Karagül ile Kişisel Görüşme, Eleni Restoran, Mustafapaşa, Ürgüp, Nevşehir,
24.08.2010.
Uğur Karagül ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 15.07.2011.
Burçak Konukmak ile Kişisel Görüşme, Uçhisar, Nevşehir, 14.07.2011.
Ercan Vural ile Kişisel Görüşme, Uçhisar, Nevşehir, 14.07.2011.
Esra Okyay ile Kişisel Görüşme, Kapadokya Meslek Yüksekokulu Bahçesi, Mustafapaşa, Ürgüp, Nevşehir, 25.08.2010.
Ali Canlar ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 16.07.2011.
6. FÇSF Destek Ekibi (Şenay Şen, Aytül Kahraman, Yasemin Yalın) ile Görüşme,
Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 16.07.2011.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
349
KAPADOKYA YEREL MİMARİSİNİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
AÇISINDAN İRDELENMESİ
EVALUATION OF KAPADOKYA ARCHITECTURE IN CONTEXT
OF THE SUSTAINABILITY
Şen YÜKSEL*
ÖZET
Toplumların kendi kültürlerini oluşturduğu ve yaşattığı yerleşmeler,
o bölgenin çevresel özellikleriyle biçimlenirler. Çevresel ve bölgesel özelliklerin değişik olması nedeniyle de, farklı yapıdaki kentler
oluşmuştur. Yöresel özellikleri taşıyan bu kentler günümüze kadar
gelmiştir. Ancak endüstri çağının etkisiyle, kültürel, ekonomik ve
işlevsel faktörlerin değişmesi sonucunda bu yerleşimler, giderek
kimliklerini ve özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Çevresel koşullar gözardı edilerek ortaya çıkan yeni yerleşimler, o bölgenin özgün
mimarisi olmaktan uzaklaşmış, her bölgede hatta her ülkede uygulanabilecek tek tip yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durum,
çevresel sürdürülebilirliği tehdit etmeye başlarken yaşam kalitesinin
düşmesi gibi sorunlara da neden olmuştur. Yerel mimaride uygulanmış olan çevre verilerini bugünün teknolojisiyle yeni tasarımlara
uygulamak, sorunun çözümü için yeterli olabilir. Anadolu, çağlar
boyunca konumu itibarıyla çeşitli uygarlıkları bünyesinde barındırmıştır. Bugün hala bu uygarlıkların izlerini görmek mümkündür.
Kapadokya bölgesi de bu özelliklere sahip, yerel mimari örnekleri
günümüze kadar koruyabilmiş bölgelerimizden biridir. Çalışmada;
Kapadokya yerel mimarisi, çevresel ve bölgesel koşullar bağlamında
değerlendirilerek , yeni tasarımlara veri elde edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yerel Mimari, Sürdürülebilirlik, Çevresel koşullar.
* Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
351
Şen YÜKSEL
ABSTRACT
Settlings where the communities create and keep their own cultures alive, take their shapes with the enviromental characteristics of
that region. And because of the environmental and regional characteristics are different, the cities have been formed with different
textures. These cities carrying the local characteristics have reached
up today. But, in the result of changes in the cultural, economical
and functional factors by the effects of industrial period, these settlings have started to lose gradually their identities and caracteristics.
New settlings arised by ignoring the environmental conditions, are
deviated from the orginal architecture of that region. In the result
of this, a uniform structure has started to arise as being applicable
in every region, even in every counrtry. Local architectural characteristics are seen in the various cities of Anatolia as they are in many
countries of the world. Kapadokya region is one of this cities. In this
study, The local Kapadokya architecture will be analysied in context
of the environmental and regional conditions and the data will be
obtained for new designs.
Key Words: Local architecture, Sustainability, Environmental conditions
1- Giriş
İnsan varoluşundan beri, istek ve gereksinimleri doğrultusunda çevresini
biçimlendirmiştir. İnsanın bilgi birikimiyle gereksinimlerine yanıt araması,
teknik olanakların da artmasıyla yerleşim alanlarının gelişip büyümesine
neden olmuştur. Toplumların kendi kültürlerini oluşturduğu ve yaşattığı
yerleşmeler, o bölgenin çevresel özellikleri doğrultusunda biçimlenirler.
Çevresel ve bölgesel özelliklerin değişik olması nedeniyle de, farklı yapıda
kentler oluşmuştur. Yerel özellikleri taşıyan bu kentlerin bir kısmı harab
edilmiş, bir kısmı da günümüze kadar gelmiştir.
Ancak, endüstri çağının etkisiyle kültürel, ekonomik ve işlevsel faktörlerin
değişmesi sonucunda bu yerleşimler, giderek kimlik ve özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Çevresel koşullar gözardı edilerek ortaya çıkan yeni
yerleşimler, o bölgenin özgün mimarisi olmaktan uzaklaşmışlardır. Bunun
sonucunda, bölgenin fiziksel ve toplumsal gereksinimlerine cevap vermeyen, birbirinin benzeri binalar inşa edilmeye başlanmıştır. Her bölgede
hatta her ülkede uygulanabilen, tek tip yapı ortaya çıkmıştır. Her bölge
için aynı çözümün uygulanması, kullanıcının fiziksel çevreyle ilgili beklentisini tam olarak karşılayamamasına neden olmuştur. Bu durum çevresel
352
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi
sorunlara yol açmış, kentlerin bozulmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine neden olmuştur. Doğayla uyumun bozulması, yaşanabilir çevrelerin
giderek azalması sürdürülebilirliği tehdit etmeye başladığında, bina çevre
ilişkilerinin tekrar ele alınması gerektiği anlaşılmıştır. Bu bağlamda yeni
tasarımlar için yerel mimari yapıları önemli bir örnek olarak görülebilir.
Mevcut yerel dokunun yararlarının gözetilerek korunması ve uygulanmış
mimari ilkelerin günümüz için yorumlanması; mimari, kültürel ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlamak açısından önemlidir.
Yerel mimaride, fiziksel çevre ve toplumsal çevre etkileşim halindedir. O
bölgenin iklimi, arazi yapısı, arazi örtüsü gibi fiziksel özellikleri, kültür ve
geleneksel değerler gibi toplumsal özellikleriyle biraraya gelerek mimari
yapıları ortaya çıkarırlar. Yüzlerce yıllık deneyimler sonucu oluşan yerel mimarlık, yaşam kalitesini ve yerel çevre koşullarını dikkate aldığı için kullanıcıların gereksinmelerini karşılamakta oldukça başarılı olmuştur. Ayrıca bu
yapılar, yapım ve kullanımları sırasında daha az enerji tüketerek çevreye
duyarlı, doğayla uyum içinde kalmıştır. Bu anlamda sürdürülebilir mimarlık
ilkeleri ile önemli ölçüde benzerlik gösterir. Yerel mimarideki özelliklerin
ve çevre verilerinin değerlendirilmesi ve bu duyarlılığın yeni yapılara taşınması mümkündür. Bu amaca yönelik olarak; Kapadokya bölgesi yerel
mimarisinin uyarlanabilir özellikleri değerlendirecek, günümüz yapıları ve
kentin sürdürülebilirliği için veriler elde edilecektir.
2- Kapadokya Bölgesi
İç Anadolu’da yer alan Kapadokya bölgesi, çeşitli uygarlıkları bünyesinde
barındırmıştır. Yapılan araştırmalar yöredeki yerleşmenin paleotik döneme
kadar uzandığını göstermektedir. Bölge Hitit, Roma ve Bizans uygarlıklarına tanıklık etmiş, İpek Yolu’nun da önemli kavşaklarından biri olmuştur.
Bölgenin jeolojik yapısı, Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ yanardağlarının
püskürttüğü lav ve küllerden oluşan yumuşak tabakanın, milyonlarca yıl
yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla oluşmuştur. Volkanik yapı
gereği, doğal çevre tüf ve kayalardan oluşur. (Resim 1). Tarihsel süreçte,
insanlar gereksinimlerine göre kolay işlenebilen tüflerden oluşan bu kayaları oyarak büyük ve güvenli yer altı kentleri, kiliseler, evler gibi mimari
mekanlar yapmıştır. (Resim 2). Bu nedenle Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yer haline gelmiştir. Uzun yıllar alttaki yumuşak tabakanın bir çok etkenle aşınıp, üstteki sert tabakanın kalması sonucu oluşan
peri bacaları günümüzde turizm için kullanılan bir imge haline gelmiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
353
Şen YÜKSEL
Bölge şarapçılık ve üzüm yetiştiriciliği açısından da önemli bir yere sahiptir.
Kapadokya bölgesi İç Anadolu bölgesinde etkili olan karasal iklimin etkisi
altındadır. Kışları oldukça sert ve karlı, yazları ise sıcak ve kurak geçer.
Resim 1. Bölgenin jeolojik yapısı lav ve küllerden oluşan yumuşak tabakanın, yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla oluşmuştur. (A.Nilay
Evcil arşivi).
Resim 2. Tarihsel süreçte, insanlar tüflerden oluşan kayaları oyarak mimari
mekanlar yapmıştır. . (A.Nilay Evcil arşivi)
354
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi
3- Kapadokya Bölgesi Yerel Konutları
Yerel mimaride bölgenin iklimi, tasarımı yönlendiren önemli etkenlerden
biridir. Soğuk iklimlerde binalar daima yüksek ısı yalıtımı sağlayacak biçimdedir. Isı kaybını minimuma indirmek için, pencere gibi açıklıklar küçük
tutulur veya hiç yapılmaz. Aynı şekilde yüksek rüzgar alan bölgelerdeki
binaların, hakim rüzgar yönünde de önlemler alınmıştır.
Kapadokya Bölgesi’nde tarihsel süreçte; tamamı veya bir bölümü kaya
içine oyulmuş olan evler ve bağımsız evler gibi farklı tiplerde konutlar
görülür. Farklı dönemlerde oluşan bu mekanlar doğal yapıya uyumludur. Tamamı kayalara oyulmuş Kapadokya evleri yöreye özgüdür ve rutubetsiz bir
ortam sağlar. (Resim 3). Küçük pencere ve kapı boşlukları görülür. Karasal
iklimin hakim olduğu bölgede, bu mağara evlerinin içi yazın serin kışın ılıktır.
Bir bölümü kaya içine oyulmuş evlerin cepheleri, kesme taştan yapılmıştır.(Resim 4). Bağımsız evler ondokuzuncu yüzyılda yamaçlara yapılmış ve
kesme taştan inşa edilmişlerdir. Ataerkil aile düzenine göre biçimlenen bağımsız evler, sokaktan yüksek duvarlarla ayrılmış bir avlu etrafında dizilmiş
farklı işlevli odalardan oluşur. Evlerin yapımında kullanılan taş, yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olan ancak hava
ile temas ettikten sonra sertleşen yerel bir yapı malzemesidir. Bu özelliği
Resim 3- Tamamı kaya içine oyulmuş olan evler.
Resim 4- Bir bölümü kaya içine
oyulmuş evler. .(A.Nilay Evcil arşivi)
(Rifat, 1995, 24)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
355
Şen YÜKSEL
nedeniyle yapım ve süslemelerde tercih edilmiştir. Bu taşlar, beyaz, gri, açık
kahverengi ve sarı renkte, farklı mekanlardan farklı özellikte çıkmaktadır.
Tasarım aşamasında, bu farklılıklar gözönünde bulundurularak, özelliklerine
göre yapının değişik bölümlerinde kullanılmıştır. Isı yalıtımı sağlayan bu malzeme, karasal iklim koşullarına uygun mekanlar yaratmada etken olmuştur.
Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısımları çeşitli motiflerle süslenmiştir.
Malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı, taş işçiliği oldukça gelişmiştir. (Resim 5), (Resim 6). Bölgenin topoğrafik durumu nedeniyle
evler, eğimli arazide setler halinde yerleşmiştir. Bölgedeki eski yerleşimlerin
tümü doğal çevreyle bütünlük sağlamıştır.
Resim 5- Kesme taştan inşa edilmiş
bağımsız evler.
Resim 6- Taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek (A.Nilay Evcil arşivi)
halini almıştır. (Rifat, 1995, 26)
4- Sonuç ve Öneriler
Kapadokya, tarihi ve doğal değerleri zengin bir bölgedir. Yerel mimarlık
örnekleri günümüze kadar gelmiş, ancak tahrib edilmeye başlamıştır. Yerel doku korunmalıdır. Adaptasyon çalışmalarıyla, bu konutları yaşatmak
ve kullanmak mümkündür.
356
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi
Günümüzdeki yeni yapılar, yerel çevre koşullarını dikkate almadan yapılmaktadır. Yaşam kalitesini düşüren ve sürdürebilir gelişmeyi tehdit eden
bu duruma çözüm getirilmesi gerekmektedir. Bölge insanı için olumlu ve
sağlıklı çevreler yaratmaya çalışırken, yerel fiziksel ve sosyal çevre koşulları
unutulmamalıdır. Mimari tasarımı etkileyen yerel koşulların evrensel koşullardan daha ağırlıklı olması gerekir. Aksi takdirde iyi niyetle yapılan mimari
yapılar istemeden yaşam kalitesini düşürebilir.
‘Yerel mimarinin tasarım ilkeleri yeni yapılar için ipucu olabilir’ ifadesinden, geçmişi birebir kopya etme anlamı çıkarılmamalıdır. Değişen toplumsal yapı ve gelişen teknolojinin, bazı değişiklikleri getirmesi kaçınılmazdır.
Ancak fiziksel çevre değişmediğinden günümüz için, tasarım aşamasında
yerel mimari ilkelerinin iklim, arazi yapısı, arazi örtüsü gibi çevre bileşenlerine yönelik yorumunun yapılması mümkündür. Kapadokya yerel mimari
örneklerindeki ipuçları, fiziksel çevre bileşenleri bağlamında aşağıdaki gibi
değerlendirilebilir.
İklim-güneşlenme, Yön, Rüzgar, Yağış ve Nem : Karasal iklimin hakim olduğu Kapadokya bölgesinde kışın dondurucu soğuk hava, yazın da kavurucu sıcak hava istenmez. Bu nedenle evlerin pencere kapı gibi boşlukları
küçük tutulmuştur. Yöreden çıkan ve evlerde kullanılan taş, ısı yalıtımı
sağlayıcı, nemi dağıtıcı özelliği olan bir malzemedir. Yapılar istenmeyen
rüzgardan korunmak amacıyla bitişik ve yoğun olarak konumlanmışlardır.
Arazi Yapısı-topoğrafya : Topoğrafik yapıya uygun eğime paralel yerleşen evler birbirinin manzarasını kapatmayan az katlı yapılar halindedir.
Doğal topoğrafyayı bozmayacak şekilde yerleşmişlerdir.
Arazi Örtüsü : Bölgenin doğal örtüsünü büyük oranda kaya ve tüf oluşturur. Yeşil ve ağaç iklim nedeniyle fazla değildir. Kışın karla kaplanan bölgede iklim nedeniyle yeşil ve ağaç pek fazla sayıda değildir.
Yaşanabilir çevreler oluşturmak ve yaşam kalitesini arttırmak sürdürülebilir
gelişmenin amaçlarındandır. Yerel çevre koşullarını değerlendirerek yapılacak tasarımlar, bu amaca yönelik olacaktır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
357
Şen YÜKSEL
Kaynaklar
-Fırat, K., Kapadokya, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 1996.
-Naumann, R., Eski Anadolu Mimarlığı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1991.
-Rifat, S., Seferis Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç Gün, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
-Sözen, M., (Ed.), Kapadokya, Ayhan Şahenk Vakfı, İstanbul, 2000.
-Usman, M., Antik Devir Küçük Asya Evleri, İTÜ, Mimarlık Fakültesi, Doçentlik
çalışması, Güven Basımevi, İstanbul, 1958.
-Yüksel, Ş., Causes of the Formation of Local Architecture and Examining the
Sustainability of Antioch Within These Causes, Saud 2010, Amman, 2010.
-http://tr.wikipedia.org/wiki/kapadokya
358
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
SİCİLL-İ AHVAL DEFTERLERİNE GÖRE NEVŞEHİR DOĞUMLU
MEMURLARIN SOSYO-KÜLTÜREL DURUMLARI (1879-1909)
SOCIO-CULTURAL SITUATIONS OF OFFICALS BORN NEVŞEHİR
ACCORDING TO SICILL-I AHVAL REGISTERS (1879-1909)
Şenay ATAM*
ÖZET
Sicill-i ahval defterleri kayıtlarına göre yapılmış olan bu çalışmada
öncelikli olarak birinci kaynağımızı teşkil eden Sicill-i ahval defterleri
ve Osmanlı bürokrasisi hakkında bilgi verildikten sonra bu defterlere dayanarak tespit edilen Nevşehir doğumlu memurlar hakkında
elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Nevşehir doğumlu olarak kayıt edilen 169 memurun doğum tarihleri, hangi okulları okudukları,
kaç yaşında göreve başladıkları, aldıkları maaş miktarları ve yaşam
standartları, memuriyetleri esnasında ceza alıp-almadıkları, görev
yeri değişikliklerinin nedenleri, aldıkları rütbe ve nişanlar, emekli olduklarında aldıkları maaşları gibi bilgiler detaylı olarak incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sicill-i Ahval Defterleri, Nevşehir Doğumlu
Memurlar, Bürokrasi.
ABSTRACT
In this study which was carried out according to Sicill-i Ahval registers, first of all, some information was given about our primary
source Sicill-i Ahval registers and Ottoman bureaucracy, and then
data on the Nevsehir born officials obtained from these registers
were evaluated. The information about 169 Nevsehir born officials,
such as their birth date, the schools in which they studied, how
old they were when they entered office, the amount of salary they
received, their living standards, whether they received any punishment during their service, the reasons for changes to their place of
duty, the degree and medals they gained and their pension were
examined in detail.
Key Words: Sicill-i Ahval Registers, Nevşehir Born Officials, Bureaucracy
* Arş Gör., Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
359
Şenay ATAM
Giriş
Osmanlı Devletinde, memuriyetin bir meslek haline gelmesi Tanzimat dönemindeki modernleşme hareketleri neticesinde olmuştur. Tanzimatla birlikte Osmanlı Devletinde yeni personel politikaları, yeni kanun ve kurumlar
oluşmuştur. Osmanlı bürokrasisindeki bu değişim ve dönüşüme bağlı olarak, memur ve büro sayısı gittikçe artmış, II. Abdülhamid devrinde mevcut
memur sayısı yaklaşık olarak 35.000´e kadar ulaşmıştır. Bürokrasideki bu
büyüme, beraberinde resmi personelin takibi meselesini gündeme getirmiştir.1 Yapılan çalışmalar neticesinde memurları bir kayıt altına alabilmek
için II. Abdülhamit dönemi başlangıcında 5 Şubat 1879´da Sicill-i Ahval
Komisyonu kurulmuştur.2
Sicill-i Ahval Komisyonu’nun kurulmasından itibaren 1909´a kadar geçen
zaman dilimi içerisinde mülki ve adli memurlardan 92.137 devlet memurunun biyografileri 201 adet sicil defterine kaydedilmiştir. Sicill-i Ahval
Defterleri’nde tercüme-i hal sahiplerinin ismi, mahlası veya künyesi, babası memur ise memuriyetinin rütbesi, önde gelen bir aileden ise hangi
sülaleye mensup olduğu, göreve başlayışları, tahsil durumları, liyakat ve
ehliyet dereceleri, varsa azl, tayin ve muhakemeleri gibi bilgilerin yanı sıra,
gayr-ı müslim tebaadan olanların ise milliyeti kaydedilmiştir.3
Sicill-i Ahval Defterlerindeki 92.137 memurun kaydı, Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahval Defterleri (BOA. DH. SAİD.d) kataloglarında bulunmaktadır. Bu kayıtlar günümüzde dijital ortama aktarılmış ve
araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Sicill-i Ahval Defterleri’ndeki verilere dayanarak bugüne kadar kitap, makale ve yüksek lisans tezi gibi bir
çok çalışma yapılmıştır.4 Sicill-i Ahval Defterlerinde yer alan kayıtlarda 169
1
Carter Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, Çeviren Gül Çağalı Güven, İstanbul 1996, s. 23; Hüseyin Özdemir, Osmanlı Devletinde Bürokrasi, İstanbul 2001, s. 150-151.
2 Atila Çetin, Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları Hakkında Bir Araştırma, TC Başbakanlık Vakıflar
Genel Müdürlüğü, Vakıflar Dergisi, Cilt: XXIX, Ankara 2005, s. 89.
3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2. Baskı, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul
2010, s. 237.
4 Bkz. Carter V. Findley, a.g.e.; Mustafa Murat Öntuğ, Serap Sunay, “Sivas Doğumlu Ermeni Memurlar
(Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre), Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri 21-25 Mayıs
2007, C. I, Sivas 2007, s. 393-417; Yunus Özger, “Sicil-i Ahvâl Defterlerine Göre Bazı Yahudi Memurların Sosyo-kültürel Durumları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4 Sayı: 16, Kış, 2011,
s. 381-401; Yunus Özger, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisinde Yozgatlı Devlet
Adamları, İstanbul, 2010; Ahmet Gündüz, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Kırşehir Doğumlu Memurlar
(1879-1909), History Studies, Cilt 3, Ocak 2011, s. 131-154; Kemal Daşcıoğlu, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar, Buldan Sempozyumu, 23-24 Kasım 2006, s. 561-570; Serap Sunay,
II. Abdülhamid Döneminde Balıkesirli Mülki Görevliler Hakkında Bir İnceleme (Sicill-i Ahval Kayıtlarına
Göre 1879- 1909), Afyon Kocatepe Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon 2007.
360
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Nevşehir doğumlu memur tespit edilmiştir.5 Bu memurların sicill-i ahval
kayıtları içerisinde verilen bilgilere dayanarak, toplumsal statüleri, eğitim
durumları, meslekleri, aldıkları ödüller, işledikleri suçlar ve aldıkları cezalar
başlıklar altında detaylı olarak incelenmiştir.
1. Nevşehirli Memurların Toplumsal Statüleri
Nevşehirli memurlar dini olarak incelendiğinde 154’ü Müslüman, 15’i
gayrimüslim Rum cemaatindendir.
Toplumsal köken araştırmalarında kişilerin sahip oldukları ünvanlar büyük
önem taşır ve bunlar kişilerin aidiyetleri konusunda bize değerli bilgiler
verir. Osmanlı klasik döneminde seyfiye mensuplarına bey, ilmiye mensuplarına da efendi ünvanı verildiği bilinmektedir. Kalemiyenin gelişmesi
ile birlikte efendi ünvanı kalemiye personeli için de kullanılmıştır. Böylece
efendi kelimesi sadece ilmiye sınıfını değil diğer memurları da tanımlayan
bir ünvan haline gelmiştir.6
Nevşehirli memurların baba isimlerinin sonlarındaki sanlarına bakıldığında, 98 tanesi “Efendi”, 59 tanesi “Ağa” 5 tanesi “Bey” ve 1 tanesi de
“Çavuş” sanını taşımaktadır. 6 kişinin ise sanı belirtilmemiştir. Nevşehirli
memurların 61’inin baba meslekleri belirtilmemiştir. Baba mesleği belirtilenler arasında 13 esnaf, 3 ulema, 7 kaymakam, 10 tüccar, 9 çiftçi, 2
muallim, 4 müderris, 1 müftü, 4 asker, 3 meclis azası, 1 imam hatip, 2
müezzin, 2 kaza naibi, 3 tablakar, 3 katip, 2 telgraf ve posta müdürü, 1
hoca, 2 hafız, 3 düyûn-ı umumiye memuru, 2 kondüktör, 1 şeyh, 1 Konya
nahiye müdürü vs. bulunmaktadır. Memurlar, müderrrisler, muallimler vb.
için kullanılan efendi ünvanı burada esnaflar için de kullanılmıştır. Bunun
sebebi bu kişilerin daha önce memuriyet yapmış olmaları ya da toplumdaki statüleri ile alakalı olabilir.
Nevşehirli memurların bazılarının şöhretleri de sicil defterlerine kaydedilmiştir. Buna göre Davudzade El-hac, Ataullah Efendizade, Çuhadarzade,
İbazede, İmam oğlu, Katipzade, Danişmendlizade, Tunusoğlu, Nevşehirli
Hafızzade, Beşeoğlu, Kayserilizade, Zileli Ahioğlu, Kayıcızade, Bektaşoğlu,
5
Nevşehirli olarak kaydedilen 180 memur gözükmekte ise de bunlardan bazıları mükerrer kaydedilmiş, bazı Nevşehirli olmayan memurlar da sehven özetlerde Nevşehirli olarak belirtilmiştir. Ayrıca
Nevşehir doğumlu olmayan fakat babası Nevşehirli olan memurlar bu makalede ele alınmamıştır.
6 Erdoğan Öner, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, Ankara 2005, s. 90101.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
361
Şenay ATAM
Efendizade, Nevşehirli Şahinoğlu, Beyzade, Buharalı, Canlı oğlu, Saferzade, Ağazade, Kadirzade, Cafer Efendizade, Camusoğlu, Zampaoğlu, Kara
Çavuşoğlu, Uluczade, Kalinoğlu gibi şöhretlere sahip memurların olduğu
Sicill-i Ahval kayıtlarından anlaşılmaktadır. Ayrıca 3 kişi de Damat İbrahim
Paşa soyundan gelmektedirler. Bunlar Müskirat ve Zahire Gümrüğü Katibi
Halil Efendi; Davudpaşa Muallim-i Evveli Ahmed Necip Efendi ve Ünye
Kaymakamı Kadri Efendi’nin oğlu Rüsumat Emanet Tahrirat Kalemi Müsevvidliği, Tahrirat Kalemi Muavinliği yapan Hayri Bey’dir.
2. Nevşehirli Memurların Eğitim Durumları
Osmanlı Devletinde Tanzimat Döneminde her alanda olduğu gibi eğitim
alanında da yenilikler yapılmıştır. Batı tarzında okullar açılmış, 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile de yeni bir düzenlemeye gidilerek
tüm okullar öğretim durumuna göre kademelendirilmiş, mekteb-i ibtidai,
rüşdiye, idadi, lise ve yüksekokullar daha sistemli hale getirilmeye çalışılmıştır.7 Osmanlı Devleti’nin ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan gücü de bu
okullarda yetiştirilerek temin edilmeye çalışılmıştır.
Nevşehirli memurların eğitim durumlarına bakıldığında 2 kişi hariç hepsinin resmi okullarda veya özel hocalardan ders aldıkları görülmektedir. Herhangi bir eğitimi olmayan memurlar Hasan Ağa ve Muhsin Bey’dir. Müslüman olan 94 Nevşehirli memur Sıbyan mektebinde, 41 memur ise daha
yeni usullerle eğitim veren iptidai mektebinde ilk öğrenimlerini tamamlamıştır. Rum olan memurlar ise bulundukları kasaba veya memleketin
çeşitli yerlerindeki Rum mekteplerinde eğitim görmüşlerdir. Bu mektepler
arasında İzmir Rum Mektebi (Ananyas Kalinoğlu), Sivas Rum Mektebi (Nikolaki Efendi), Fener Rum Mektebi (Kostaki Vayani Efendi) gibi okullar
yer almaktadır. İlk öğretimini sıbyan ve ibtidai mekteplerde tamamlayan
149 Nevşehirli memurun 33’ü bir üst eğitim kurumuna devam etmemiştir. Nevşehirli memurlar arasında bir üst eğitim kurumuna devam edip de
bazı sebeplerle okulunu terk etmek zorunda olanlar da mevcuttur. Örneğin Çuhadarzade Mehmet Efendi sıbyan mektebinden sonra Harbiye’de
eğitim görmeye başlamış, fakat sağlık durumunun askeri göreve müsait
olmamasından dolayı tahsilini tamamlamadan okulu bırakmıştır.
Bir üst eğitim kurumu olarak rüşdiye mekteplerine devam eden Nevşehirli
memur sayısı 61’dir. Bunlardan da 48’i rüşdiye derecesinde mezun olmuşlar ve bir üst eğitim kurumuna devam etmemişlerdir. İdadi derecesinde
7
İsa Halis, Tanzimat Dönemi Eğitim Sistemi ve Yeniden Yapılanma Çabaları, Konya 2005, s. 51-52.
362
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
mezun olan memur sayısı ise 9’dur. Nevşehirli memurlardan bazıları sıbyan veya rüşdiye eğitiminin ardından medrese veya özel hocalardan dersler alarak tahsillerini geliştirmişlerdir. Medresede eğitim alanların çoğunda
“Sıbyan mektebinde mukaddeme-i ulum ve medresede bir miktar Arapça
ve Farsça okumuştur” ifadesi kullanılmıştır. Medreselerin isimleri ise sicillerde bazen belirtilmiş, bazısı da sadece medresede bir müddet okumuştur şeklinde geçiştirilmiştir. Hacı Ömer Efendinin oğlu Mehmet Hilmi
Efendi’nin Nevşehir Medresesinde eğitim aldığı açıkça ifade edilmiştir. Bu
şekilde medresede eğitim alan memur sayısı 32, özel hocadan ders alan
memur sayısı ise 23’tür. Özel hocalara devam eden memurlar, bu hocalardan daha çok Arapça ve Farsça dersleri almışlardır.
Nevşehirli memurların bazıları da yüksekokul seviyesinde eğitim görmüştür. 169 Nevşehirli memurun 21’i yüksekokula devam etmiştir. Bunlardan
19’u eğitimini tamamlayarak diplomalarını almıştır. Yüksekokul mezunları
arasında Mekteb-i Hukuk, Mekteb-i Mülkiye, Tıbbiye, Haydarpaşa Eczacı
Mektebi, Orman Mektebi, Darülfünun gibi okullardan mezun olanlar bulunmaktadır. Bunların dışında Fahri Efendi Darüşşafaka’yı bitirmiş, bir süre
Telgraf ve Posta Nezareti Fen kaleminde çalıştıktan sonra eğitim alması için
Paris’e gönderilmiştir. Nikolaki Efendi ise Fransız Cizvit okulundan mezundur. Bu verilere bakıldığında Nevşehirli memurların %22’sinin ilköğretim,
%35’inin ortaöğretim ve %13’ünün yüksekokul mezunu olduğu, bunun
yanında eski usul eğitim veren medreselerden ders alan memur sayısının
da %19 gibi azımsanmayacak bir oranda olduğu göze çarpmaktadır.
Nevşehirli devlet adamlarından durumu iyi olanların özel okullarda okuduğu da dikkati çekmektedir. Örneğin Yusuf Besim Efendi Beyrut özel
okullarında, Hacı Halil Hilmi Efendi ise Nevşehir’de Süleyman ve Ahmet
Efendilerin mekteplerinde ders görmüştür.
Tablo 1: Nevşehirli Memurların Mezun Oldukları Okullar
Sıbyan/İbtidai Mektebi
Mezun
Sayısı
35
Rüşdiye
53
İdadi
6
Darülmuallim
Darülfünun-u Osmani
Tıbbiyesi
Darülfünun
Özel Hoca
2
Fransız Cizvit
1
Medrese
33
Eczacı Mektebi
1
Mezun Olduğu Okul
Mezun Olduğu Okul
Mezun Sayısı
5
3
2
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
363
Şenay ATAM
Orman Mektebi
1
Özel Okul
1
Mekteb-i Mülkiye
4
Beyrut Mektebi
1
Mekteb-i Hukuk
6
Darüşşafaka
2
Tahsili Olmayan
2
Yurt Dışı
1
Rum Mektebi
10
Günümüzde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de yabancı dil bilmek özellikle Tanzimat sonrası dönemde bir ayrıcalıktı. Nispeten daha iyi eğitim
almış olmaları nedeniyle yabancı dil bilmek memurları önemli bir konuma
taşımıştır.8 Osmanlı bürokrasisinde geçerli diller Arapça ve Farsça idi. Arapça ve Farsça dışında Batı dillerinden en çok kullanılan dil Fransızca’ydı.
Nevşehirli memurların eğitim durumları açıklanırken bildikleri lisanlarla ilgili bilgiler de verilmiştir. Hal tercümelerinde memurların hangi lisanları
ne derece bildiği açıkça ifade edilmiştir. Lisan bilgileri deftere “tekellüm
eder”, “okuryazar”, “kitabet eder” veya “aşinadır” biçiminde kaydedilmiştir. Bu ifadelerle bildikleri lisanlara ne ölçüde hakim oldukları belirtilmiştir. Şayet memurlar lisanların usul ve lügatini alelade biliyorlarsa o lisanlarla konuşurum yazarım demeyip aşinayım, o dillere alışkanlığım var
veya anlarım demeleri istenmiştir.
İncelenilen Nevşehirli devlet adamlarının sicil kaydında da bu esasların gözetildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Sıbyan ve Rüşdiye mekteplerinde müfredat dersleri okuyarak eğitimini tamamlamış olan Ahmet Efendi’nin sicil
defterinde, Türkçe okuryazar, Arapça ve Farsça tekellüm eder denilerek,
Türkçeyi okuyup yazabildiği, Arapça ve Farsçayı ise sadece konuşabilecek
seviyede öğrendiğine işaret edilmiştir.
Tablo 2: Nevşehirli Memurların Bildikleri Diller
Memurların
Bildikleri Fransızca Arapça Farsça Rumca Rusça Ermenice İngilizce
Diller
15
14
13
11
2
1
1
Memur Sayısı
Okuryazar, konuşabilir veya aşina gibi ölçütlerin tümü temel alınarak yapılan istatistikten elde edilen sonuçlara göre mevcut Nevşehirli devlet adam8
Carter V. Findley,a.g.e., s. 175.
364
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
larından 18’i Türkçe’nin dışında en az bir dil bilmektedir. 2 dil bilen sayısı
11, 3 dil bilen sayısı 4, 4 dil bilen sayısı ise 2’dir.
4 dil bilen Mehmed Hayri Efendi’nin sicil kaydında Ankara mekteb-i idadisinden pekiyi derece ile mezun olduğu, Türkçe ve Fransızca tekellüm
ve kitabet ettiği, Arapça, Farsça ve Ermenice’ye ise aşina olduğu kayıt
edilmiştir.
Yine 4 dil bilen Ataullah Efendi’nin mekteb-i iptidai ve rüşdiyeyi bitirdikten
sonra Mekteb-i Mülkiye’ye devam ederek buradan mezun olduğu, Arapça ve Farsça’ya aşina olup Türkçe, Fransızca ve Rumca tekellüm ettiği sicil
kaydında mevcuttur.
Hal tercümelerinde memurun resmi izinle basılmış bir eseri veya telifi varsa
neye dair olduğu, hangi tarihte, nerede basıldığının gösterilmesi de istenmiştir. İncelediğimiz memurlar arasında 3’ünün eseri bulunmaktadır.
Bunlardan Damat İbrahim Paşa torunlarından olan Ünye Kaymakamı Kadri Efendi’nin oğlu Hayri Bey, iyi bir eğitimden geçmiştir. Enderun eğitimini
tamamladıktan sonra 3 sene kadar Atik Mekteb-i Mülkiye ve bir müddet
Darülfünun’a devam etmiştir. Farsçaya aşina olduğu belirtilen Hayri Bey,
Güvah-Dil adında bir divan9 ve Farsça kaidelere dair Levhatü’l-Kavaid isimli
bir risale yayınlamıştır. Ayrıca bu sicillerin kaydedildiği dönemde henüz
basılmamış Adabü’l-Edeba ve Bahre’l-Kafiye adlarında iki eseri daha bulunmaktadır.
Bir dönem Üsküdar Rüşdiyesi Müdüriyeti görevinde bulunmuş olan Osman Faik Efendi’nin Zide-i Gülistan isimli Farsçadan çevirerek neşrettiği
bir eseri vardır.
Tüccar Yorgaki Efendi’nin oğlu Kostaki Vayani Efendi’nin Usul-ü
Muhakeme-i Hukukiye, İlamat-ı Hukukiye’nin Sur-ı Tenkidiyesi, Muhakim-i
Nizamiye Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatlarıyla Mukavelat-ı Muharrirlerin Nizamnamesi eserlerinin Rumcaya çevirisi ile Ticaret-i Bahriye Kanunu Şerhi
isimli basılmış bir eseri mevcuttur.
3. Nevşehirli Memurların Meslekleri
9
Hayri Bey’in bu eseri Ahmet Emin Güven tarafından hazırlanarak 2007 yılında “Kayserili Şâir Süleyman Hayri Bey ve Güvâh-ı Dil” adıyla yayınlanmıştır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
365
Şenay ATAM
Sicill-i Ahval nizamnamesinde memurların hangi meslekleri icra ettiklerinin kaydedilmesi istenmiştir. Bu şekilde sicil kayıtlarında memurun memuriyet hayatı boyunca görev aldığı yerler detaylı bir şekilde tanzim edilmiştir.
Araştırma konusunu oluşturan 169 Nevşehir doğumlu devlet memurunun
birbirinden farklı pek çok meslek dalında faaliyet gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Başlangıçta mülazımet denilen stajyerlik usulüyle herhangi bir
kalemde işe başlayan memurların bir kısmı, sonraki tarihlerde çok daha
iyi yerlerde görev alabilmişlerdir. Nevşehirli devlet adamları, ulaşım, sağlık,
hukuk, emniyet, borçlar idaresi, eğitim, maliye ve idari alan gibi birbirinden farklı birimlerde çalışmışlardır. Bazı devlet adamları, söz konusu
birimlerden birinde memuriyete başlayıp, daha sonra başka bir birimde
görev alabilmişlerdir. Fakat özel eğitim gerektiren sağlık, hukuk, ulaşım
gibi bazı meslek kollarına mensup memurların memuriyete başladıkları
alanda hayatlarını sürdürdükleri ve kendi branşlarında kariyerlerini yükselttikleri görülmektedir.
Memur maaşlarının genel olarak 250-400 kuruş civarında olduğu gözlenmektedir. Nevşehirli memurların maaşlarının geçim standartlarının çok
altında seyrettikleri, şanslı bir azınlık olan mutasarrıf, tahsil memuru, doktor, mektupçu, kaymakam, Düyûn-ı Umûmiye Başmüdürü gibi kimselerin
diğer memurlara oranla yüksek maaşlar aldıkları, aradaki uçurumun da bir
hayli yüksek olduğu dikkati çekmektedir.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından, memurların çalıştıkları alanlar
ve buralarda görev yapan memurlar ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
a. Haberleşme
Ulaşım
Alanında
Görev
Alan
Memurlar
rleşme
e ve U
lla
aşı
ş m Al
A
lan
anında
da G
da
örev
öre
ör
ev A
lan Nevşehirli M
Osmanlı Devl
Devleti
Tanzimatla
birlikte
devletin
bir
yenileşme
çalışD
evlet
etii Ta
Tanz
nzim
imat
atlla
la b
irlilikt
ir
ktee de
devl
vlet
etin
in b
ir ççok
ok aalanında
lanı
la
nınd
ndaa ye
yeni
nile
leşş
366
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
maları içerisine girmesi ile ulaşım ve haberleşme gibi önemli bir konunun bu
yenilik hareketinin dışında kalması beklenemezdi. Geçmişi bir hayli eski olan
Menzilhane teşkilatında meydana gelen aksaklık ve haksızlıklar üzerine 1830
yılında II. Mahmut döneminde Posta Teşkilatı’nın kurulması yönünde çalışmalar başlatılmıştır. Bu çalışmalar neticesinde 1840 yılında Posta Nezareti
kurulmuştur. İlk olarak Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanan telgrafla Osmanlı devleti Kırım Savaşı’nda tanışmış, 1855 yılında da Edirne-İstanbul
ve Edirne-Şumnu arasına telgraf hattı döşenmiştir. Posta ve telgrafın Osmanlı
Devletinde yaygınlaşması ile de 1872 yılından itibaren posta ve telgraf bileştirilmiştir. Haberleşme alanında yapılan bu yenilikler sonucu oluşan yeni
kuruma personel istihdamı gerekmiş ve böylece kamu hizmetinde yeni bir
iş alanı meydana gelmiştir. Haberleşme alanında bu gibi yenilikler olurken
devlet, ulaşımda da bir dizi yenilik çalışmalarına başlamış, 1848 yılında Nafia
Nezareti kurulmuş, yollarla ilgili bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler neticesinde yol yapım faaliyetleri artmış ve burada da mühendis,
kondüktör gibi yol yapım işlerinde çalışacak personel ihtiyacı doğmuştur.10
Nevşehirli memurlar arasında ulaşım ve haberleşme alanında görev almış
olan 29 kişi bulunmaktadır. Bu oran toplam 169 memurun %17,3’üne
denk düşmektedir. Konya, Ankara. Trablusgarb gibi çeşitli yerlerde çalışan
29 memurun çoğunluğunu Telgraf ve Posta Muhabere Memurluğu, Telgraf ve Posta Müdürlüğü gibi görevlerde bulunanlar teşkil etmektedir. 2’si
ise ulaşım sektöründe nafia kondüktörlüğü yapmaktadır.
Tablo 3: Haberleşme ve Ulaştırma Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun
Görev Yaptığı Birimler
Adı
Maaşı
(Kuruş)
Görev Yaptığı
Şehirler
Abdullah
Efendi
Telgraf ve Posta Muharrerat Mevsilliği, Telgraf
Çavuşluğu, Telgraf Muhabere Memurluğu,
250-500
Telgraf ve Posta Merkezi Müdürlüğü
Nevşehir,
Adana,
Niğde, Akseki,
Koçhisar
Ahmet
Hamdi
Efendi
Telgraf Merkezi Muhabere Memurluğu
Kayseri, İncesu,
Ankara
10
400-500
Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Ankara 1997,
s. 73-78 ve 295-300.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
367
Şenay ATAM
İbrahim
Hakkı
Efendi
Telgraf ve Posta Memuriyeti, Nevşehir Telgraf
ve Posta Merkezi Müdüriyeti
400-700
Burdur, Yalvaç,
Nevşehir
Mehmed
Hazım
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru,
400-500
Telgraf ve Posta Merkezi Müdürü
İzmir, Burdur,
Eğridir, Ankara
Ahmed
Hulusi
Efendi
Telgraf Merkezi Muhabere Memuru, Telgraf
ve Posta Merkezi Müdüriyeti
400-500
Sakız, Selanik,
Priştine,
Aksaray
Mehmed
Fehmi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Makineciliği
600-900
Yanya, Selanik,
İstanbul
400
İstanbul,
Nevşehir
Osman
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru
Nuri Efendi
Hacı
Mustafa
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru,
300-400
Telgraf ve Posta Müdürü
Nevşehir,
Kırşehir,
Ankara, İncesu
İbrahim
Derviş
Efendi
(yeni)
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru
250
Kırşehir, Yozgat,
Kayseri
Süleyman
Subhi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere
Memuriyeti
300
Nevşehir
Mehmet
Rıfat
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere
Memuriyeti, Muhaberat-ı Ecnebiye
Memuriyeti
175-200
İstanbul
Osman
Fevzi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Posta kitabeti, Talas
Telgraf ve Posta Müdürlüğü
300-400
Kastamonu,
Kayseri
Ali Rıfkı
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuriyeti,
300-500
Konya Kadınhanı Rule Memurluğu
Nevşehir, Konya
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere
Veli Efendi Memuriyeti, Tırnovacık Telgraf ve Posta
müdürü, İstasyon Muhabere Memurluğu
400-500
Kırkkilise,
Babaeski, Cisr-i
Ergene
Ahmet
Efendi
Telgraf ve Posta Nezareti Muhasebe Memuru
75-100
İstanbul
Ahmet
Hamdi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere
Memuriyeti
300-540
Denizli, Kayseri
368
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Bekir
Remzi
Efendi
Kırkkilise Sancağı Nafia Kondüktörlüğü
500
Kırkkilise,
Hüdavendigar
Mahmud
Vehbi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muharrerat
Muvassıllığı, Telgraf ve Posta Muhabere
Memuru
200
Şile,İzmir
Mehmed
Şükrü
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Müdürlüğü
800
Trablusgarb
Mehmed
Fevzi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru
200
Ereğli
Mevlüd
Efendi
Kondüktör
500-800
Beyrut
Abdullah
Remzi
Efendi
Telgraf ve Posta Merkezi Posta Memuru
200
Ereğli
Fahri
Efendi
Mekteb-i Sultani Türkçe Muallimliği, Telgraf
400Posta Merkezi Fen Kalemi, Telgraf Mühendisi,
2000Telgraf ve Posta Merkezi Muavinliği, Telgraf
4000
ve Posta Nezareti Muavinliği
İstanbul
Mustafa
Efendi
Telgraf Muhabere Memuru
350-400
Ankara,
Boğazlıyan,
Ürgüb
Mehmed
Tevfik
Efendi
Burdur Telgrafhanesi Muhabere Memuriyeti,
Telgraf Memuru, Mersin Demiryolu Seyyar
Muhabere Memuriyeti, Telgraf ve Posta
Merkezi Müdüriyeti
400-800
Burdur, Isparta,
Kayseri, Konya,
Nevşehir,
Mersin
Mustafa
Zihni
Efendi
Telgraf Nezareti Veznedarlığı, Telgrafhane
Memurluğu, Telgraf Muharebe Memuriyeti,
Telgraf Müdüriyeti
400-990
İstanbul,
Kayseri, Tokat,
Nevşehir
Mehmed
Fehmi
Efendi
İstanbul Postanesi Tahrirat kalemi, İstanbul
Postanesi Müfettiş Kitabeti, Trablusgarp
Vilayeti Posta ve Telgraf Müdüriyeti Başkitabeti,
İstanbul Postanesi Tahrirat Kalemi Mümeyyizi
2001000
İstanbul,
Trablusgarb
Mehmed
Necip
Efendi
Telgraf Merkezi Muharebe Memuriyeti,
Merkez Telgraf Müdüriyeti
400-500
Hınıs, Kırşehir,
Erzurum
Telgrafhanesi muharebe Memuriyeti, Telgraf ve
Ahmed
Posta Merkezi Memuriyeti, Telgraf ve Posta
400-900
Fazıl Efendi
Merkezi Memuriyeti, Telgraf ve Posta Başmüdürü
Acarayı
Süfla, Avniye,
Samsun, Aydın
Halil Rıfat
Efendi
Konya
Konya İstasyonu Mürur Kitabeti
250
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
369
Şenay ATAM
Nevşehirli memurlar arasında haberleşme alanında en yüksek seviyeye çıkan Galata Gümrüğü Katibi Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu Fahri Efendi’dir.
Darüşşafaka’dan mezun, Fransızca okuryazar olan Fahri Efendi, 17 Eylül
1881 tarihinde 300 kuruş maaşla Mekteb-i Sultani Türkçe Muallimliğine,
27 Ekim 1881 tarihinde ise 400 kuruş maaşla Telgraf ve Posta Nezareti
Fen Kalemine tayin edilmiştir. Bir süre eğitim için Paris’e gönderilen Fahri
Efendi, bu nezarette çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 15 Mayıs 1901
tarihinde Telgraf ve Posta Nezareti Muavinliğine kadar yükselmiştir. Fahri
Efendi, Osmanlı Devletinden bir çok rütbe nişan ve madalya aldığı gibi,
İran, Fransa ve İtalyan hükümetlerinden nişanlar almıştır. Fahri Efendi’nin
26 Eylül 1909 tarihinde emekliliğine karar verilerek kendisine 2325 kuruş
emeklilik maaşı bağlanmıştır.
Telgraf ve Posta müdüriyetine tayin olunmak için herhangi bir yüksek okul
şartı aranmadığı görülmektedir. Çoğunluğu rüşdiye mezunu olan memurlar arasında sadece sıbyan mektebinden mezun olanlar da bulunmaktadır.
Bu göreve atanan Nevşehirli memurların daha çok mülazımetle işe girip,
Telgraf ve Posta Müdürlüklerinde çeşitli görevlerde bulunduktan sonra
Telgraf ve Posta Müdüriyetine tayin olundukları anlaşılmaktadır. Telgraf ve
Posta Müdüriyetinde bulunan Nevşehirli memurlar Abdullah Efendi (Akseki Telgraf ve Posta Müdüriyeti, Aksaray Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti), Mehmet Tevfik Efendi (Kozan Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Mustafa Zihni Efendi (Nevşehir Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Mehmed Necip
Efendi (Kırşehir Telgraf Müdüriyeti), Ahmed Fazıl (Aydın Telgraf ve Posta
baş müdürü), İbrahim Hakkı Efendi (Nevşehir Telgraf ve Posta Müdüriyeti),
Mehmet Hazım Efendi (Eğridir Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Ahmet Hulusi Efendi (Aksaray Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti), Hacı Mustafa
Efendi (İncesu Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti), Osman Fevzi Efendi
(Talas Telgraf ve Posta Müdürü), Veli Efendi (Tırnovacık Telgraf ve Posta Müdürü), Mehmet Şükrü Efendi (Trablusgarb Telgraf ve Posta Merkezi
Müdürü)’dir.
Çoğunluğu rüşdiye derecesinde mezun olan, Nevşehir, Denizli, İstanbul,
İzmir ve Ereğli gibi çeşitli yerlerde Telgraf ve Posta Muhabere memurluğu
görevinde bulunanlar ise Ahmet Hamdi Efendi, Mustafa Efendi, Ali Rıfkı
Efendi, Osman Nuri Efendi, Süleyman Subhi Efendi, Mehmet Rıfat Efendi,
Ahmet Hamdi Efendi, Mahmud Vehbi Efendi ve Mehmed Fevzi Efendi’dir.
Telgraf ve Posta nezaretinin çeşitli birimlerinde görev alanlar ise Necati
Efendi oğlu Mehmet Fehmi Efendi (Beyoğlu Telgrafhanesi makinecisi), Ah-
370
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
met Efendi (Telgraf ve Posta Nezareti Muhasebe Kalemi), Abdullah Remzi
Efendi (Konya Telgraf ve Posta Merkezi Posta Memuru) ve İbrahim Efendi
oğlu Mehmet Fehmi Efendi (Trablusgarb vilayeti Telgraf ve Posta müdüriyeti baş kitabeti)’dir.
Ulaşım sektöründe istihdam edilen Nevşehirli memurlar ise Bekir Remzi
Efendi ve Mevlüd Efendi’lerdir. Bekir Remzi Efendi Nevşehir Mekteb-i Rüşdiyesi ile Edirne Askeri İdadisinde eğitim almış, askerlik vazifesini yerine
getirdikten sonra 7 Kasım 1909 tarihinde 500 kuruş maaşla Edirne vilayeti Kırkkilise Sancağı Nafia Kondüktörlüğüne tayin olunmuştur. Diğer bir
kondüktör ise Mevlüd Efendi’dir. Rüşdiye’den mezun olan Mevlüd Efendi
19 Kasım 1908 tarihinde 500 kuruş maaşla Beyrut Vilayeti Nafia Kondüktörlüğüne tayin olunmuştur.
Haberleşme ve ulaşım sektöründe çalışan memurların ortalama 400 ile
1000 kuruş arasında değişen miktarlarda maaş aldıkları, bunun yanı sıra
daha alt seviyede 200 kuruş ya da üst seviyede olarak 4000 kuruş alanlara
da rastlandığı görülebilmektedir.
b. Hukuk Alanında Görev Yapan Nevşehirli Memurlar
Araştırmada incelenilen Nevşehirli devlet memurlarından 15 kişi hukuk
alanında istihdam edilmişlerdir. Çoğunluğu bidayet ya da istinaf mahkemelerinde üye olarak görev almışken, müdde-i umum (savcı) muavini ve
mahkeme başkanlığı gibi üst yönetimde bulunanlar da olmuştur.
Tablo 4: Hukuk Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı Bulunduğu Görevler
Mehmet Tahir
efendi
Mehmed Hilmi
Efendi
Hasan Fehmi
Efendi
Divan-ı Ahkam-ı Adliye Mukayyidi, Mahkeme-i
Ticaret 2. Meclis Azası, İstinaf Mahkemesi Azası
Karantina Memuriyeti, Aksaray Mal Müdüriyeti,
Deavi Kitabeti, Bidayet Mahkemesi 1. Kitabetliği
İstinaf Mahkemesi hukuk kısmı zabıt kitabeti,
Şehrizor Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umumi
Muavinliği, Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi
Başkanlığı, Bidayet Mahkemesi Hukuk Dairesi
Başkanlığı
Maaşı
(Kuruş)
250-2520
200-500
14003500
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
371
Şenay ATAM
Halil Hilmi
Efendi
Bağdat Vilayeti Divan Temyizi Kalemi, Bidayet
Mahkemesi Müstantik Muavinliği, İstinaf
Mahkemesi Hukuk Dairesi Zabıt Kitabeti, Kerbela
Sancağı Bidayet Mahkemesi 1. Kitabeti, Bidayet
900-1500
Mahkemesi Müdde-i Umumi Muavinliği, Nablus
Sancağı Bidayet Ceza Dairesi Başkanlığı, Ankara
Vilayeti İstinaf Mahkemesi Azası
Süleyman
Şevki Efendi
Bafra Kazası Bidayet Mahkemesi Mukavelat
Muharriri, Bitlis Vilayeti Bidayet Mahkemesi
Müstantikliği, Konya Vilayeti Merkez Bidayet
Mahkemesi 1.Müstantikliği
Ali Naci Efendi
Zaptiye Nezareti Meclis Dairesi, Adalar Tahrirat
Kitabeti, Şura-yı Devlet İstinaf Müdde-i Umumiliği
Kalemi, Eyüb Mektebi Askeri Rüşdiyesi Osmanlıca 100-750
Muallimliği, Bidayet Mahkemesi Birinci Sınıf
Mülazımı
Bekir Efendi
Şehremaneti Kontrato Kalemi, 4. Daire-i Belediye
Muhasebe Kalemi, Veznedar, Galata Bidayet
200-600
Mahkemesi Mukayyidliği, Levazım Müdüriyeti
Azalığı
Ahmed Hazım
Efendi
Ohri Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı
Yusuf Ziya
Efendi
Bağdad Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi Azası 1000
Kostaki Vayani
Efendi
Ticaret Mahkemesi Bahriye Tercümanlığı
ve Azalığı,1. Meclis Ticaret Azalığı, Ticaret
Mahkemesi Bahriye Başkanlığı
500-4000
Ananyas
Kalinoğlu
Rodos Ticaret Mahkemesi Başkanlığı, Görice
Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umumi Muavinliği,
13001500
Bodos Efendi
ticaret Mahkemesi Riyaseti, Selanik İstinaf
Mahkemesi Müdde-i Umumi Sanisi, Ankara
İstinaf Mahkemesi Azalığı,
10001500
Eftim Vayani
Efendi
Karahisar Bidayet Mahkemesi Azası
1000
Mehmet Sadık
Efendi
Evkaf-ı Humayun Varidat Kalemi, Evkaf
Başkitabeti, Urla Kazası Müdüriyeti,
Hüdavendigar Vilayeti Ticaret Mahkemesi
Başkanlığı
15003500
372
600-900
1200
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Bu alanda hizmet verenlerden biri Hüseyin Efendi’nin oğlu Hasan Fehmi
Efendi’dir. Nevşehir Rüşdiyesi’nden mezun olduktan sonra Hukuk Mektebini bitiren Hasan Fehmi Efendi, Arapça bilmektedir. 1879 senesinde 22
yaşında iken İstanbul Bab Mahkemesi’ne mülazımetle dahil olan Hasan
Fehmi Efendi, daha sonra 50 kuruş maaşla İstinaf Mahkemesi Hukuk Kısmı Zabıt Kitabetine memur olmuştur. Bu arada mülazımetle 2 ay müddetle Beyoğlu ve İstanbul Ticaret ve Hukuk Mahkemelerine devam ederek bu
alanda kendisini geliştirmiştir. Böylece 21 Aralık 1887 tarihinde 1400 kuruş maaşla Şehr-i Zor Sancağı Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umum Muavinliğine (savcı yardımcılığı) buradan da Taşlıca Sancağı Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı’na tayin olunmuştur. Çeşitli yerlerde bu görevde
bulunduktan sonra 11 Temmuz 1895 tarihinde 3500 kuruş maaşla Kosova Vilayeti Bidayet Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanlığı’na yükselmiştir.
Ulema Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Tahir Efendi, sıbyan mektebini bitirdikten sonra babasından ve bazı özel hocalardan dersler almıştır.
1870 yılında 27 yaşında iken mülazımetle Divan-ı Ahkam-ı Adliye Mazbata Odası’na dahil olduktan sonra bir süre mukayyidlik görevinde bulunmuştur. Mehmed Tahir Efendi’nin mesleğinde yükselişi devam etmiş,
önce Bidayet Mahkemesi İcra Memurluğu Muavinliğine, 16 Ekim 1884 tarihinde de İstanbul Ticaret Mahkemesi azalığına 2000 kuruş maaşla tayin
edilmiştir. İstanbul İstinaf Mahkemesi Azalığı görevinde de bulunan Mehmed Tahir Efendi, 14 Eylül 1909 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Mehmed
Tahir Efendi görevinde gösterdiği başarı ve gayretine binaen 3. rütbeden
Nişan-ı Ali Osmani ve 3. rütbeden Mecidi nişanları ile taltif edilmiştir.
Hukuk alanında istihdam edilenler arasında dikkati çekenlerden biri Osmanlı Devleti’nin Rum milletinden olan Tüccar ve Sarraf Yorgaki Efendi’nin
oğlu Kostaki Vayani Efendi’dir. Küçük yaşta İstanbul’a gelmiş ve Fener
Rum Mektebinde okumuştur. Buradan mezun olduktan sonra Atina Üniversitesinde Fen ve Hukuk alanında eğitim almış, ancak çeşitli sebeplerden
dolayı buradan mezun olamamıştır. Türkçe, Fransızca ve Rumca okuryazar
olan Vayani Efendi, yabancı dile hakim olması ve hukuk eğitimi alması
nedeniyle 1869 yılında 25 yaşındayken 500 kuruş maaşla Bahriye Ticaret
Mahkemesi tercümanlığına atanmıştır. Ancak Vayani Efendi kariyer basamaklarını hızla tırmanmış, 14 temmuz 1876 tarihinde 2500 kuruş maaşla
Ticaret Mahkemesi Bahriye azalığına, 20 Mart 1879 tarihinde 4000 kuruş
maaşla Ticaret Mahkemesi Bahriye Başkanlığına, 1 yıl sonra da 5000 kuruş maaşla Birinci Meclis Ticaret azalığına tayin edilmiştir. Daha sonra da
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
373
Şenay ATAM
çeşitli mahkemelerde ticaret kısmı başkanlıkları yapmış olan Vayani Efendi, başarıları nedeniyle çeşitli rütbeler ve 3. Sınıf mecidiye nişanı almıştır.
Ayrıca Bahriye Ticaret Kanunu Şerhi adında bir eser yayınlamıştır.
Kostaki Vayani Efendi, 1918’de kurulan Tevfik Paşa Hükümetinde Ticaret
ve Ziraat Nazırlığına getirildi.11 16 Mart 1919’da Meclis-i Ayan üyeliğine
atanan Kostaki Vayani Efendi, ayrıca Mülkiye, Bahriye ve Hukuk mekteplerinde öğretmenlik te yapmış12, 1919’da vefat etmiştir.13
Koçhisar Naibi Abdurrahman Ruhi Efendi’nin oğlu Ahmed Hazım Efendi,
Mekteb-i Hukuk’tan mezun olduktan sonra 4,5 yıl kadar dava vekaletinde
bulunmuş, 29 Ağustos 1909 tarihinde 1200 kuruş maaşla Ohri Bidayet
Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı’na tayin edilmiştir.
Bu şekilde üst düzey görev alanların yanında Bidayet Mahkemesi Birinci
Sınıf Mülazımlığı, Bidayet Mahkemesi Kitabetliği görevinde bulunan Nevşehirli memurlar da mevcuttur.
c. Yönetim Kademesinde Yer Alan Nevşehirli Memurlar
Nevşehirli devlet adamları arasında üst düzey yönetici kategorisinde 11kişi
bulunmaktaydı. Bunlardan 6’sı kaymakam, mutasarrıf veya bunların yardımcıları statüsündeydi. Kalanları ise evkaf müdürü, çeşitli şubelerde müdür ya da orman müfettişi statüsünde olanlar oluşturuyordu.
Tablo 5: Yönetim Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun
Adı
Ataullah
Efendi
Ahmet Sabit
Efendi
Bulunduğu Görevler
Konya Vilayeti Maiyyet Memurluğu, Koçhisar
Kazası Kaymakam Vekaleti, Ürgüb Kazası
Kaymakamlığı, Karaağaç Kazası Kaymakamlığı,
Aziziye Kazası kaymakamlığı, Karaman Kazası
Kaymakamlığı
Kastamonu Evkav Müdüriyeti, Selanik Evkaf
Muhasebeciliği, Gevar Sancağı Mutasarrıflığı,
Konya Vilayeti Mutasarrıflığı, çeşitli mutasarrıflıklar
Maaşı
(Kuruş)
15002500
15005000
11
BOA İ DUİT 9/42, 9 Safer 1337; BOA İ DUİT 9/53, 7 Rebiülevvel 1337; BOA İ DUİT 9/52, 10 Rebiülahir 1337.
12 BOA MF MKT 738/10, 2 Receb 1321.
13 İhsan Güneş, Türk Parlamento Tarihi Meşrutiyete Geçiş Süreci I. ve II. Meşrutiyet, II. Cilt,
Eskişehir 1996, s. 181.
374
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Hüdavendigar Vilayeti Mektubi Kalemi, Tirilye
Hüseyin
Nahiyesi Müdüriyeti, Aşar Memuriyeti, Nallıhan
Hüsnü Efendi
Kaza Kaymakamlığı,
Suriye Vilayeti Muhasebe Kalemi Mübeyyizliği,
Ahmed Rıfat Eğirdir Kazası Mal Müdürlüğü, Humus Sancağı
Efendi
Muhasebeciliği, Mutasarrıf ve kaymakamlık
vekaleti
Onbaşı, Konya Zaptiye Alay Çavuşluğu, çiftlik
Mehmed
memuriyeti, Emlak-ı Humayun 3. Şube Müdür
Vehbi Efendi
Muavinliği, Tokat Şubesi Müdür Muavinliği
Ahmed
Prizren Sancağı Evkaf Müdürlüğü, Bitlis Vilayeti
Efendi
Evkaf Muhasebeciliği, Evkaf Müdürlüğü
Kaza Mal Müdürlüğü, Vilayet Sandık Eminliği,
Mihail Efendi
Kaymakam Muavinliği
Kırşehir Sandık Emaneti, Karamürsel Kazası
Yakof Efendi Kaymakam Muavini, Muş Sancağı Mutasarrıf
Muavinliği, Şirvan Kazası Kaymakamlığı,
Şuhadarzade
Mehmet
Vilayet Mektupçuluğu, Tahrir ve Vergi Müdürlüğü
efendi
Süleyman
Orman Müfettişi
Sıdkı Efendi
Mehmet
Kaza Kaymakamı, Konya Vilayeti Nüfus Nezareti,
Raşit Efendi
Darüssade Ağaları Emaneti
600-1250
800-1200
50001100
450-2000
300-600
450-2500
125-2000
800-1000
500-1000
Bilindiği gibi mutasarrıf, vilayetler talimatnamesinde belirtilen, mülki, idari, inzibati ve mali hükümleri yerine getirir, livada valiyi temsil ederdi. Bu
sebeple valiyle iletişim halinde olur, ondan gerekli talimatları alırdı. Mutasarrıf, gerektiğinde valiye vekalet ederdi. Sancak yönetimine dahil olan
kaza kaymakamları mutasarrıfa tabi idi.14 Maiyetinde bir muhasebeci ve
tahrirat müdürü bulunurdu. Mutasarrıflar aynı zamanda “Sancak İdare
Meclisi”´ne başkanlık yapmanın yanı sıra “Nafia Komisyonu”, ”Maarif
Komisyonu” gibi komisyonlara da başkanlık ederlerdi.15
Nevşehirli devlet adamları arasında mutasarrıflık yapmış olan en önemli kişi Arapsun kazası naibi Mehmed Hilmi Efendi’nin oğlu Ataullah
14
15
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK, Ankara 1995, s. 310.
Serap Sunay, a.g.t., s. 69-70.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
375
Şenay ATAM
Efendi’dir. 1882 yılında doğan Ataullah Efendi, Mekteb-i Mülkiye’den16
mezun olduktan sonra memuriyet hayatına 24 yaşında 500 kuruş maaşla
Konya vilayeti maiyet memuru olarak başlamıştır. Bu görevde iken 250
kuruş ek maaşla Koçhisar kazası kaymakamlık vekaletine bakan Ataullah Efendi, 2 Eylül 1907 tarihinde Rütbe-i Salise ile taltif edilmiştir. 1908
yılında 900 kuruş maaşla Ürgüp kazası kaymakamlığına17 tayin olunan
Ataullah Efendi’nin maaşı bu arada 1500 kuruşa yükseltilmiştir. Ataullah
Efendi, sırasıyla Karaağaç, Aziziye ve Karaman kazaları kaymakamlıklarında bulunmuş, daha sonra Sivas Vilayet Mektupçusu iken mutasarrıflığa
yükseltilerek Nisan 1916’da Yozgat, Ekim 1917’de Maraş Mutasarrıflıklarına atanmıştır.18 Maraş Mutasarrıflığı görevi devam ederken Meclis-i
Mebusan’ın dördüncü dönemi için yapılan seçimlerde 36 oy alarak Niğde
Milletvekili olmuştur.19
Mutasarrıflık yapmış olan diğer memur Halil Efendi’nin oğlu Yazıcızade
Ahmet Sabit Efendi’dir. 1830 senesinde doğan Ahmet Sabit Efendi dini
bir eğitimden geçmiş, 19 yaşında iken 5 ay müddetle Üsküdar’da bulunan
Bab-ı Müşiri Jurnal Oda’sına mülazımetle devam etmiştir. Hazine-i Hassa
ve Ticaret Nazırlıkları yapan Ali Galip Paşa ve Sadrazam Mehmed Rüşdü
Paşa’nın yanında çalışan Ahmet Sabit Efendi, bu sayede göze girmiş, 12
Aralık 1864 tarihinde 1713 kuruş maaşla Kastamonu Evkaf Müdüriyetine getirilmiştir. Bundan sonra da çeşitli yerlerde Evkaf Muhasebeciliğinde
bulunan Ahmet Sabit Efendi aynı zamanda Saruhan Sancağı Mutasarrıflık Vekaletini yürütmüştür. Ahmet Sabit Efendi’nin yükselişi devam etmiş,
çalışmalarındaki başarılarından dolayı Evkaf Muhasebecisi iken kendisine önce Salise, sonra da Saniye Sınıf-ı Sanisi rütbeleri tevcih olunmuştur.
10 Mart 1886 tarihinde ise 4000 kuruş maaş ile Gevar Kaymakamlığına
atanmıştır. Fakat Gevar Sancağının ilga edilerek kazaya dönüştürülmesi
ile açıkta kalmıştır. Bu arada Aydın Vilayeti Evkaf Muhasebeciliği’nde iken
zimmeti ortaya çıkmış ve bunun kendisinden tahsili istenmiştir.20
16
17
18
19
20
Bkz. Ali Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), C. III, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969, s. 1071.
22 Eylül 1908 tarihli yazıda Ürgüp kazası kaymakamı Şerif Efendinin hal ve hareketlerinden halkın
şikayetçi olması üzerine görevine son verilerek yerine Mekteb-i Mülkiye-i Şahane mezunlarından
Ata Bey’in görevlendirildiği belirtilmiştir. BOA DH MKT 2619/40, 4 Ramazan 1326.
Ali Çankaya, a.g.e, s. 1071; İlk Meclis Anketi-Birinci Dönem TBMM Milletvekillerinin Gelecekten
Bekledikleri, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 100, Ankara 2004, s. 320.
Ahmet Demirel, İlk Meclis’in Vekilleri-Milli Mücadele Döneminde Seçimler, İletişim Yayınları, İstanbul
2010, s. 209; Taha Niyazi Karaca, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri), TTK, Ankara 2004, s. 297.
BOA DH MKT 1555/78, 12 Safer 1306.
376
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Ahmet Sabit Efendi 8 Ekim 1889 tarihinde 5000 kuruş maaşla Konya Vilayetinin Burdur Sancağına Mutasarrıf tayin edilmiş,21 27 Ocak 1897 tarihinde rütbesi Saniye Sınıf-ı Mütemayizine terfi ettirilmiştir.22 Fakat görevinde
iken yaptığı bazı suistimallerden dolayı (bir kişiyi iki ayrı işte çalıştırıp 2
maaş verme, daha önce muhakeme altına alınan bir kişiyi meclis azalığına
tayin etme, belediye heyetinin usulsüz değiştirilmesi gibi) 23 29 Ekim 1891
tarihinde azledilmiştir.24 Fakat Ahmet Sabit Efendi haksız yere azl olunduğunu iddia etmiş, yapılan tahkikat neticesinde de zimmet ve diğer hususlardan beraat etmiştir.25 Bundan sonra da 5 Ağustos 1892 tarihinde 4800
kuruş maaşla Kırşehir Mutasarrıflığına tayin edilmiş ve kendisine Rütbe-i
Refi’ tevcih olunmuştur. Teke Sancağı Mutasarrıfı iken Rumeli Beylerbeyiliği payesi ve 2. dereceden mecidiye nişanı ile taltif edilmiştir.26 Böylece
Paşa ünvanını almıştır.
Kaymakamlık mevkiine getirilen Nevşehirli devlet adamlarından biri Yüzbaşı Ahmet Ağa’nın oğlu Hasan Hüsnü Efendi’dir. Sıbyan mektebinde ve
medresede eğitim alan Hasan Hüsnü Efendi, 1874 yılında 28 yaşında iken
mülazımetle Hüdavendigar Vilayeti Mektubi Kalemine dahil olmuş, daha
sonra 630 kuruş maaşla Tirilye Nahiyesi Müdüriyetine atanmıştır. Nahiye müdürlükleri ve aşar memuriyeti görevlerinde bulunan Hasan Hüsnü
Efendi, yapılan sınav neticesi 3. Sınıf kaymakamlığa yükselme hakkını elde
etmiştir. 23 Haziran 1890 tarihinde 1200 kuruş maaşla Ankara Vilayeti
Nallıhan Kazası Kaymakamlığına tayin edilmiştir. Buradan da Mudurnu ve
Aksaray kazaları kaymakamlıklarına nakledilmiştir.27
Kaymakamlar arasında Rum milletinden olan Nevşehirli memurlar da mevcuttur. Adana Vilayeti 2. Müstantiki Nikolaki Efendi’nin oğlu Yakof Efendi
bunlardan biridir. Kasabadaki Rum mektebinden mezun olan Yakof Efendi, bir süre Nevşehir Mal Kalemi ve Ankara Vilayeti Muhasebesine devam
ettikten sonra 400 kuruş maaş ile Kırşehir Sandık Emanetine tayin olu21
22
23
24
25
26
27
Ahmet Sabit Efendi’nin Burdur mutasarrıfı tayinine dair belgeler için bkz. BOA İ DH 1156/90352,
12 Safer 1307 ve BOA DH MKT 1666/139, 13 Safer 1307.
BOA İ DH 1167/91265; 5 Cemaziyelahir 1307; BOA DH MKT 1695/88, 14 Cemaziyelahir 1307.
BOA DH MKT 1835/91, 15 Şevval 1308; BOA DH MKT 1539/59, 26 Şevval 1308; BOA DH MKT
1842/115, 10 Zilkade 1308; BOA DH MKT 2570/40, 21 Muharrem 1309.
BOA İ MMS 125/5370, 25 Rebiülevvel 1309; BOA DH MKT 1877/40, 8 Rebiülahir 1309.
BOA Y PRK ASK 77/117, 3 Cemaziyelevvel 1309; BOA ŞD 2951/19, 6 Cemaziyelevvel 1310; BOA
BEO 126/9441, 2 Cemaziyelahir 1310.
BOA Y MTV 185/104, 25 Şaban 1316.
BOA BEO 1856/139139, 20 Safer 1320.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
377
Şenay ATAM
narak memuriyet hayatına başlamıştır. Çeşitli yerlerde sandık emanetliği,
İstanköy Kazası Kaymakam Muavinliği28, Karamürsel Kazası Kaymakam
Muavinliği29, Muş Sancağı Mutasarrıf Muavinliği30 yapmıştır. Muş Mutasarrıfı muavini iken Bitlis Valiliğince halkı meşrutiyet ve hürriyet aleyhine
kışkırttığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılmış, Yakof Efendi sonuçta
Muş Mutasarrıflığı’ndan istifa etmiştir.31 Yapılan soruşturma neticesinde
Yakof Efendi aklanmış ve 15 Eylül 1909 tarihinde 2500 kuruş maaşla Şirvan Kazası Kaymakamlığı’na tayin olunmuştur. Fakat görev yerine gitmek
istememiş, açıkta başka bir kaymakamlık varsa oraya tayini arzetmiştir.
Açıkta başka bir yer olmamasından dolayı bu tarihte 700 kuruş mazuliyet
maaşı bağlanması kararlaştırılmıştır. Böylece Yakof Efendi kendisine kaymakamlık görevi verilmesine rağmen, görevini yerine getiremeden emekliye ayrılmıştır.
Görüldüğü gibi yönetici kademelerinde yer alan Nevşehirli memurlar 500
ile 5000 kuruş arasında değişen miktarlarda maaşlar almaktaydılar. Nahiye müdürlerinin maaşı 500 kuruş, kaymakam muavinlerinin maaşı 600700 kuruş, kaymakamların ki 2500 kuruş, mutasarrıfların ise 5000 kuruş
civarındaydı. Diğer müdürlük ve müfettişliklerin maaşı ise 1000 ile 2000
kuruş arasında değişiyordu.
d. Maliye Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Tanzimat Fermanı ile başlayan her alanda yenilik harekatının en önemli
uygulama alanlarından biri, maliye sahası olmuştur. Maliye alanında merkezde ve taşrada bir takım yeni kurumlar tesis edildi. Dolayısıyla da yeni
bir memur istihdam alanı oldu. Maliye alanında taşrada en çok memurun
tahsis edildiği alan sandık eminliğidir. Nevşehirli memurların da çoğunluğu
sandık emini, sandık sarrafı, mal müdürlüğü, mal müdürlüğü vergi tahsildarlığı, vergi kitabeti, aşar emaneti gibi memurluklarda istihdam edilmişlerdir. Maliye alanında istihdam edilen Nevşehirli memurlar 169 memurun
35’i gibi önemli bir oranı teşkil etmektedir. Bu da Nevşehirli memurların
%20,8’ine denk düşmektedir.
28
Yakof Efendi’nin İstanköy kaymakam muavinliğine atanmasına dair belge için bkz. BOA İ DH
1404/1320/Ş-50, 26 Şaban 1320; BOA BEO 1957/146769, 1 Ramazan 1320.
29 Yakof Efendi’nin Karamürsel kaymakam muavinliğine atanmasına dair belge için bkz. BOA DH
MKT 526/50, 12 Rebiülevvel 1320.
30 Yakof Efendi’nin Muş Mutasarrıf muavinliğine atanmasına dair belge için bkz. BOA İ DH
1439/1323/N-27, 1 Ramazan 1323; BOA BEO 2699/202379, 7 Ramazan 1323.
31 BOA BEO 3100/232460, 3 Cemaziyelahir 1325; BOA DH MKT 2631/69, 19 Rebiülahir 1326; BOA
DH MKT 2666/42, 28 L 1326; BOA DH MKT 2704/52, 18 Zilhicce 1326.
378
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Tablo 6: Maliye Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı Bulunduğu Görevler
Rüsumat Emanet Tahrirat kalemi Müsevvid,
Tahrirat Kalemi Muavini
Hacı Hasan
Maliye Hazinesi Mukayidliği, Tahrir ve Vergi
Efendi
Müdürrriyeti
Vergi Emaneti Tapu Kalemi, Desteyar ve Senedat
Mehmet Hilmi Kalemi Arabistan Kitabeti, Mukabele Kısmı
Başkitabeti, Desteyar ve Senedat Kalemi 4. Şube
Efendi
Başkitabeti
Meyve Gümrüğü Nezareti, Sebzehane İskelesi
Ahmet Efendi
Şube Memuriyeti, Zeytin İskelesi Şube Memuriyeti
Abdullah Hilmi İzmir Kadı Kalesi Gümrüğü Kitabeti, Meyve
Efendi
Gümrüğü Nezareti Muhasebe Başkitabeti
Galata Gümrüğü Nezareti, İhracat Mukayidliği, 1.
Mustafa Efendi
Ambar Memuriyeti
Rüsumat Muhafaza Memuriyeti, Edirne Kapısı
Osman Efendi
Muhafaza Memuriyeti
Ali Efendi
Rüsumat Nezareti, Karamürsel Rüsumat İdaresi
Kasım paşa Bahriye Mektebi Ser hademeliği,
Mehmet Refik
Beylerbeyi Hastanesi Vekil harçlığı, Karamürsel
efendi
Rüsumat İdaresi Sandık Eminliği
Rüsumat Emaneti Muhasebe Kalemi Selanik
İbrahim Azmi
Mukayidi, Rüsumat Müfettişliği Muavinliği,
Efendi
Rüsumat Nezareti Muhasebe Baş kitabeti, Ser
Tahsildarlık.Defter-i Hakaniye Memuriyeti
Kayseri Tahrirat Emlak Memuriyeti, İstanbul
Duhan İnhisarı İdaresi,Veznedar Muavvinliği,Tuna
Mustafa Bezmi
vilayeti Emlak Muharrir-i Saniliği, İstanbul 3. daire
Efendi
Tahrir ve Vergi Tahsildarlığı, Kırkkilise Hastanesi 2.
katipliği, Rüsumat İdaresi Ambar Memuriyeti
Hasan Hüsnü
Hüdavendigar Vilayeti Muhasebe Kalemi, Bab-ı
Efendi
ali Hazine-i Evrak kalemi, Bağdat Mektubi Kalemi
Nevşehir Aşar İdaresi Muharrirliği, Ağnam
Mehmed
Rüsumu Tahsilat Memuriyeti, Nevşehir Kazası
Çelebi Efendi
Tahrir ve Vergi Kitabeti
Hayri Bey
Maaşı
(Kuruş)
1002000
50-2000
2501700
350-400
5001200
150-500
300-900
240
300-700
2001500
300-600
250-750
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
379
Şenay ATAM
Mustafa Fahri
Efendi
Hasan Hilmi
Efendi
Ali Rıza Efendi
Süleyman Lütfi
Efendi
Mehmed Tevfik
Efendi
Yusuf Ziyaeddin
Efendi
Mehmed Hulusi
Efendi
Mehmed Derviş
Efendi
Mustafa Vasfi
Efendi
Mehmed Şükrü
Efendi
Ahmed
Muhiddin
Efendi
Abdülkadir
Efendi
Hasan Basri
Efendi
Ali Şükrü
Efendi
Tatarzade Hacı
İsmail Sabit
Efendi
Sava Efendi
380
Trablusşam rusumat Müdüriyeti Mübeyyizliği,
Yafa Rüsumat Müdüriyeti muhasebeciliği,
Kayseri Rüsumat Emaneti Duhan Fabrikası
Memur, Kayseri sancağı aşar İdaresi 2. Kitabeti,
Kayseri Sancağı Tahrirat Kalemi Müsevvid-i
Saniliği, İstanbul Kereste Gümrüğü Nezareti
Tahrirat ve İcmal Kitabeti, Müskirat ve Zahire
Gümrüğü Nezareti Tahrirat Baş Kitabeti
Rüsumat İdaresi Kantarcılığı, Rüsumat Memuriyeti
300
Mukayyid, Muharrir-i Sani, Vergi Kitabeti, Ürgüb
300-600
Mal Müdürlüğü
Aşar İdaresi Katib-i Sanisi
500-600
Arabsun Tahsilat Müfredat Kitabeti
200
Buz Fabrikası Tahsil Memuru
400
Mudurnu Sandık Emini, Mudurnu Tahsil Memuru
300-400
Aksaray Sandık Muhasebe Kitabeti
400-500
Anamur Tahsilat Müfredat Kitabeti
250
Aaruhan Sancağı Aşar Müdürü
12501500
Limni Tahsil Memuru
600-750
Zebhiye (kasabalarda kesilen hayvandan alınan
vergi) Müfettiş-i Saniliği
800-900
Zahire Gümrüğü İcmal Kaydı Memuru, Kolcu
400
Nevşehir Evkaf Sandık Emini
250
Nevşehir Mal Kalemi, Bereketli Madeni Sandık
Sarraflığı, Hacıbektaş Mahallesi Sandık Sarraflığı
300-400
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Simon
Beykoz Sandık Emini
Müstediliğioğlu
Süleyman
Mektubi Kalemi, Hersek Askeri İdaresi Muhasebe
Efendi
Refik-i Evveli, Muhasebat Dairesi 2. Şube 2. Sınıf
Muhasebeci
İstanbul Zaptiye 4. Sınıf Teftiş Memuriyeti,
Derviş
Nevşehir Vergi Tahsilat Komisyonu Azalığı, Limni
Süleyman
Defter-i Hakani Kalemi Baş kitabeti, Defter-i
Efendi
Hakani Memuriyeti
Hasan Basri
Rüsumat Nezareti Rüsumat Memuriyeti,
Efendi
Ali Rıza Efendi Müskirat Nezareti Tahrirat Kalemi Mübeyyizliği
Mehmed Avni Nevşehir Duhan Fabrikası Memuriyeti, Nevşehir
Efendi
Aşar İdaresi, Tahrirat Kitabeti, Anbar Memuriyeti
350-400
600-800
300-600
250-300
300-400
300-400
Maliye alanında çalışmış olan Nevşehirli Memurlar arasında en dikkati çeken Sadrazam Damad İbrahim Paşa torunlarından olan Ünye kaymakamı
Kadri Efendi’nin oğlu Hayri Bey’dir. Enderun’da eğitim aldıktan sonra 3
sene kadar Darülfünun ve bir müddet Mekteb-i mülkiyeye devam eden
Hayri Bey, babasının nüfuzu dolayısı ile olacak ki, 13 yaşındayken 100
kuruş maaşla Enderun hademeliğine girmiştir. 23 yaşındayken Enderun-u
Hümayun Mektebi güzel yazı muallimliğine, buradan da 500 kuruş maaşla
Rüsumat Emaneti tahrirat kalemi müsevvidliğine tayin olunmuştur. Maaşı
bu görevde iken 1000 kuruşa kadar yükselmiş ve kendisine Rütbe-i Salise
tevcih olunmuştur. Hatta görevinde yükselmesini sürdürerek 2000 kuruş
maaşla tahrirat kalemi muavini refakatine girmiştir. Hersek meselesi dolayısıyla Basiret gazetesinde kaleme aldığı bir makaleden dolayı Kayseri’ye
sürülmüştür. Bir süre burada kaldıktan sonra yeniden İstanbul’a görevine
dönmesine izin verilmiştir. Bu sefer Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Sanisi ve 4. Rütbeden Mecidi nişanı ile ödüllendirilmiştir.
Nevşehirli memurlar arasında maliye alanında üst kademede yer alan ve
mal müdürlüğü yapmış olan Bezzaz Hüseyin Efendi’nin oğlu Süleyman
Lütfi Efendi, Antalya Rüşdiye mektebinden mezundur. 16 yaşında iken
Antalya Sancağı muhasebe ve tahrirat kalemine mülazımetle girmiş, daha
sonra 190 kuruş maaşla Konya Vilayeti seyyar tahrir birinci fırkası muhasebeciliğine atanmıştır. Mukayyidlik, katiplik gibi görevlerin ardından Ürgüb,
Nevşehir tahrir ve vergi kitabeti, vergi muhasebeciliğinde bulunmuştur.
Bu esnada bazı yerlerde tahrir kaydı yapılırken eksik kalması nedeniyle 26
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
381
Şenay ATAM
Ağustos 1902 tarihinde azledilmiş, 26 Mart 1904 tarihinde ise Ürgüb mal
Müdürü olarak tayin edilmiştir. Fakat 9 Mart 1909 tarihinde bir memurun
maaşının ödenmesi hususunda haksızlık yaptığı anlaşılmış ve azledilmiştir.
Sandık eminliği yapan memurlar arasında yer alan Mehmed Refik Efendi,
Sıbyan mektebinden mezun olduktan sonra özel hocalardan ders almış,
23 yaşındayken Nevşehir Rüsumat İdaresi kalemine mülazımetle devam
etmiştir. Daha sonra burayı terk ederek İstanbul’a gelmiş, 300 kuruş maaşla Kasımpaşa askeri rüşdiyesi serhaddesi olmuştur. Buradan istifa edrek yine aynı miktar maaşla Beylerbeyi hastanesi vekilharçlığına geçmiştir.
Buradan da 500 kuruş maaşla Karamürsel Rüsumat Müdüriyeti Sandık
eminliğine tayin olunarak buradan da Ayastefanos ve Mersin Rüsumat
Müdüriyetlerinde görevini yürütmüştür.
Maliye alanında çalışan memurlar kademelerine göre 200 ile 2000 kuruş
arasında değişen miktarlarda maaş almışlar ve memleketin çeşitli yerlerinde çalışmışlardır.
e. Eğitim Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Eğitim sektöründe istihdam edilmiş 6 kişi tespit edilmiştir. Bunlardan ilki
Meclis-i İdare azası İbrahim Bey’in oğlu ve Damat İbrahim Paşa soyundan olan Ahmet Necip Efendi’dir. İbtidai mektebini bitirdikten sonra Bayezid hocalarından Midillili İbrahim Paşa’dan icazet almış ve Darülmuallim rüşdiyesinden mezun olmuştur. İlk görev yeri 600 kuruş maaşla Hımıs
rüşdiyesi’dir. Daha sonra Rumkale ve Davudpaşa rüşdiyelerinde çalışan
Ahmed Necib Efendi’nin maaşı 700 kuruşa kadar yükselmiştir.
Darulmuallimin idadi kısmından mezun olan Ahmed Hamdi Efendi, 33
yaşındayken 200 kuruş maaşla, muallim-i sani olarak göreve başlamış,
Nevşehir ve Ürgüb Mekteb-i Rüşdiyelerinde 300 kuruş maaşla muallim-i
sanilik görevlerinde bulunmuştur.
Nevşehir Rüşdiyesinde daha sonra Darulmuallim’de eğitim alan Hafız Ahmet Sabri Efendi, Beyazıd Camii hocalarından da ders görerek icazetname
almıştır. 35 yaşındayken 425 kuruş maaşla Kırşehir idadisinde Farsça ve
Türkçe muallimliğine tayin olunmuştur. Daha sonra kendisine bu okulun
malumat-ı medeniye ve ahlakiye ve iktisadiye dersleri de verilmiştir. Maaşı
da 700 kuruşa kadar yükselmiştir. Hafız Ahmed Sabri Efendi çalışmalarındaki başarılarından dolayı Maarif Madalyası ile ödüllendirilmiştir.
382
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Tablo 7: Eğitim Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı
Ahmed Necip Efendi
(damat ibrahim
paşanın yakını)
Ahmed Hamdi Efendi
Ahmed Sabri Efendi
Ali Efendi
Mehmed rüşdü Efendi
Osman Faik efendi
Bulunduğu Görevler
Maaşı
(Kuruş)
Davudpaşa Rüşdiyesi Muallim-i Evvelisi
600-700
Nevşehir Rüşdiyesi Muallim-i Sanisi
İdadi Muallimi
Mekteb-i Fünun-ı Harbiye Ketebeliği
Maarif Baş Kitabeti
Üsküdar Rüşdiyesi Muallim-i Saniliği,
Üsküdar Rüşdiyesi Müdüriyeti, Meclisi
Maarif Kalemi
300
600-700
400-1250
500-650
450-1000
Babası esnaf olan Ali Efendi ise muallim değil ancak mekteb-i Fünun-ı
askeriyede katiplik yapması dolayısı ile bu kategoride değerlendirilmiştir.
İbtidai mektepten mezun olan Ali Efendi, 30 yaşında 400 kuruş maaşla bu
mektebe tayin olunmuş, maaşı bu görevde iken 1289 kuruşa kadar yükselmiştir. Kendisine ayrıca gayretinden dolayı 5. rütbeden Mecidi nişanı
ve Rütbe-i Rabia tevcih olunmuştur. Ayrıca Mehmed Rüşdü Efendi maarif
baş kitabetliği ve Osman Faik Efendi bir dönem muallimlik yapmasının
yanında Meclis-i Maarif kaleminde istihdam edilmiş olmaları nedeniyle bu
kategoride değerlendirilen diğer memurlardır.
f. İlmiye Sınıfında Görev Alan Nevşehirli Devlet Adamları
İlmiye sınıfından 5 Nevşehirli devlet adamı tespit edilebilmiştir.
Tablo 8: İlmiye Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı
El- Hac Süleyman Vehbi Efendi
Hafız Mehmet Şükrü Efendi
Hasan Hüsnü Efendi
Halil Efendi
Mehmed Şükrü Efendi
Bulunduğu Görevler
Müderris
Bursa Müderrisi
Bursa Müderrisi
Müderris
Müftü
Maaşı (Kuruş)
250-3890
300-600
750-900
İlmiye sınıfından olan Nevşehir kürsü şeyhi Davudzade el- hac Süleyman
Efendi’nin oğlu da kendisi gibi bu sınıfa dahil olmuştır. El- Hac Süleyman
Vehbi Efendi, Sadramazam İbrahim Paşa medresesinde eğitim aldıktan
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
383
Şenay ATAM
sonra İstanbul’a gelerek Halil Efendi’nin dersine devam ederek ondan
icazetname almıştır. Önce 30 yaşındayken 100 kuruş maaşla Nevşehir
müftülüğüne tayin olunmuş, daha sonra kariyerinde yükselişini sürdürerek Kudüs-ü Şerif ve Bursa Mevleviyeti tevcih olunmuş, İstanbul müderrisliğine kadar yükselmiştir. Maaşı da bu arada 3800 kuruşa kadar
çıkmıştır.
Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu Hafız Mehmet Şükrü Efendi ise önce İbrahim Paşa medresesinde daha sonra İstanbul Beşiktaş’ta Sinan Paşa ve
Ayan Kurşunlu medreselerinde dersler görerek icazetname almıştır. 19
yaşındayken 80 kuruş maaşla Matbah-ı Amire Kudüs Emaneti hizmetine
girmiş, bu görevdeyken maaşı 300 kuruşa kadar yükselmiştir. Daha sonra görevindeki başarılarından dolayı kendisine 4. rütbeden Mecidi ve 3.
rütbeden Nişan-ı Ali Osmani ile ödüllendirilmiştir. İlerleyen dönemlerde
maaşı 620 kuruşa çıkarılmış ve Bursa Müderrisliği tevcih olunmuştur.
Nevşehirli Hafızzade İbrahim Efendi’nin oğlu Halil Efendi, Nevşehir’de ibtidai mektebinin bitirdikten sonra medresede eğitim almıştır. 38 yaşındayken 600 kuruş maaşla Ebniye-i Seniyye anbarı mutemedliğine girip,
daha sonra padişahın iradesi ile saray-ı hümayun mübayaat ve muayene
komisyonu azalığına getirilmiştir. İbtida-i Haric müderrisliği tevcih olunan
Halil Efendi, ilmiyede hareket-i dahil derecesine terfi etmiş ve çalışmalarındaki başarılarından dolayı sanayi madalyası ve 4. rütbeden Mecidi nişanı
ile ödüllendirilmiştir. Bu arada da ilmiye rütbesinden mülkiyeye geçmiş ve
rütbe-i Salise tevcih buyrulmuştur.
Babası müderris İbazade Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Şükrü Efendi,
İbrahim Paşa medresesi, Kayserili Ahmed Mesud Efendi’den icazetname
almıştır. 30 yaşındayken Koçhisar’da ders vermekle meşgul olan Şükrü
Efendi, 8 Ağustos 1883 tarihinde buranın müftülüğüne tayin olunmuş,
ibtida-i haric âşire-i Sarım Efendi ve Bursa rü’esine nail olmuştur.
Tabloda da görüldüğü gibi ilmiye sınıfından olan devlet adamları ortalama
300 ile 900 kuruş arasında alırken içlerinde 3800 kuruş alan da bulunmaktadır.
g. Sağlık Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Sağlık alanında görev almış olan 6 Nevşehirli devlet adamı tespit edilmiştir.
Tablo 9: Sağlık Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
384
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Memurun Adı
Halil Efendi
Ahmed Efendi
Bekir Sıdkı Efendi
Ömer Lütfi Efendi
Mehmed Hayri Efendi
Hafız Yusuf Ziya Efendi
Bulunduğu Görevler
Cerrah
Cerrah-ı sani
Cerrah
Eczacı
Ürgüb Belediye Tababeti
Muallim, Aşı Memuru
Maaşı (Kuruş)
300-625
300-400
400
400
800
400
Bunların 4’ünü cerrah ve belediye tabipleri teşkil ederken, 1 eczacı ve aşı
memuru da bu grup içerisinde değerlendirilmiştir. Aldıkları eğitim nedeniyle doktorların çoğu Fransızca başta olmak üzere yabancı dil biliyorlardı.
Mesela Osman Ağa’nın oğlu Halil Efendi Mekteb-i Tıbbiye mezunu olup,
Türkçe ve Fransızca okuryazardır. 29 yaşındayken 266 kuruş maaşla
Gureba-yı Müslimin hastanesi 3. Cerrahlığına tayin olunmuştur. Burada
1. Cerrahlığa kadar yükselen Halil Efendi’nin maaşı da 325 kuruşa kadar
yükselmiştir. Ayrıca gayretinden dolayı önce Rütbe-i Salise ve sonra da
Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Sanisi tevcih olunmuştur.
Nevşehir müftüsü İmamoğlu Ömer Efendi’nin oğlu Bekir Sıdkı Efendi,
Mekteb-i Tıbbiye mezunu olup, Fransızca okuryazardır. 32 yaşındayken
400 kuruş maaşla Çanakkale Boğazı Topçu Birinci Alayının Birinci taburu
cerrahlığına getirilmiştir. Ancak burada çalışamayarak ilerleyen tarihlerde Maltepe hastanesi cerrahlığına nakledilmiştir. 208 kurulş ek maaşla
Eczane-i Humayun cerrahlığına da getirilen Bekir Sıdkı Efendi, 4. rütbeden
Mecidi nişanı ile taltif edilmiş ve maaşı Binbaşılık tahsisatına yükselmiştir.
Ankara Düyûn-ı Umumiye Muhasebe Refik-i evveli Hafız Mehmet Tevfik
efendi’nin oğlu Mehmed Hayri Efendi, Ankara Mekteb-i İdadi-i Mülkiyesinde eğitimini tamamlayarak diplomasını almıştır. Türkçe ve Fransızca okur-yazar olan Mehmed Hayri Efendi, Arapça, Farsça ve Ermenice’ye
aşinadır. Hayri Efendi 8 Mayıs 1911 tarihinde 800 kuruş maaşla Ürgüb
belediye tababetine atanmıştır.
Yusuf Ağa oğlu Ömer Lütfi Efendi, Nevşehir ibtidai ve rüşdiyesini bitirdikten sonra İstanbul’a gelmiş ve burada Haydarpaşa Hastanesinde bulunan
Eczacı Mektebinde Eczalığa ait dersleri alarak diplomasını almıştır. 24 yaşındayken 300 kuruş maaşla 6. Ordu-yu Hümayun Merkez Hastanesi’ne
tayin olunmuştur. Ordunun çeşitli kısımlarında görev yaptıktan sonra Yunan Harbi Madalyası ve Mülazım-ı Evvelilik rütbesi tevcih olunarak Haydarpaşa Hastanesine nakledilmiştir. Hayri Efendi’nin çalışmalarındaki ba-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
385
Şenay ATAM
şarılarından dolayı askeri rütbesi sağ kolağalığına kadar yükseltilmiş, 4.
rütbeden Mecidi nişanı ile taltif edilmiştir.
İncelemeye tabi tutulan Nevşehirli doktor ve eczacıların eğitimleri ve işleri
ile doğru orantılı olarak maaş almadıkları göze çarpmaktadır. Doktor ve
eczacıların maaşları 400 ile 800 kuruş arasında değişmektedir.
h. Düyûn-ı Umûmiye İdaresinde Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Bilindiği gibi Düyûn-ı Umûmiye, 1881-1928 yılları arasında Osmanlı Devleti´nin dış borçlarını denetleyen ve bunu idare eden birime verilen
addır. Düyûn-ı Umûmiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı Devleti’ nin
ekonomik ve mali yasamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır. İlk kez, 1854
Kırım Savasından sonra alınan dıs borçlar, zamanla ödenemez hale geldiğinde II. Abdülhamid´in “Muharrem Kanunnâmesi”´ni imzalamasıyla, Maliye
Nezareti’nden ayrı bir birim olarak 1881´de Düyûn-ı Umûmiye kurulmuştur.32 Düyûn-ı Umûmiye´nin organizasyonu, imparatorluğun önemli kent ve
merkezlerine kadar uzanmış, yerli ve yabancı personel sayısı 5.000’e kadar
çıkmıştır. İstanbul´daki genel direktörlüğe bağlı taşrada “baş müdüriyetler”,
daha alt bölümde müdüriyetler, bölge müdürleri ve mahalli müdürlükleri
teşkil edilmiştir. Ülkenin gelir kaynaklarına ve vergilerin tahsilatına el koyan
bu idare, memleketin her yerinde şubeler açarak teşkilatlanmıştır.33
Tablo 10: Düyûn-ı Umûmiye İdaresinde İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli
Memurlar
Memurun Adı Bulunduğu Görevler
Ali Rıza Efendi
Mehmed Raif
Efendi
Nevşehir Rüsumat İdaresi, Duhan Fabrikası
Memurluğu, Aşar ve Ağnam İdaresi Baş Kitabeti,
Kırşehir Düyûn-u Umumiye Baş Kitabeti
Nevşehir Rüsumat İdaresi Baş Katibi, Tütün Tozu
Fabrikası Memuru, Düyûn-ı Umumiye Memuru
Maaşı
(Kuruş)
300-500
300-400
32
Haydar Kazgan, “Düyun-ı Umumiye”, TCTA, İletisim Yayınları, İstanbul, 1985, CIII, s. 691- 708; Erdoğan Öner, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, Ankara 2005, s.
428-437; Haydar Kazgan, Toktamış Ateş v.d., Osmanlı’dan Günümüze Türk Finas Tarihi, 1 Cilt
Kuruluştan Cumhuriyete, Creative Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 331; Şevket Pamuk, Osmanlı’dan
Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, Seçme Eserleri II, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s. 121.
33 Haydar Kazgan, “Düyun-ı Umumiye”, s. 691- 708; Erdoğan Öner, a.g.e., s. 428-437; Haydar
Kazgan, Toktamış Ateş v.d., Osmanlı’dan Günümüze Türk Finas Tarihi, s. 331.
386
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Mehmed Said
Efendi
Ali Osman
Efendi
Mehmet Asım
Efendi
Rüsumat İdaresi, Reji Memurluğu, Düyûn-u
Umumiye Merkez Memurluğu,
Merefte Düyûn-ı Umumiye Katib-i Sanisi,
Düyûn-ı Umumiye İdaresi Memurluğu
Düyûn-ı Umumumiye İdaresi Memuriyeti
300-500
300-400
350
Düyûn-u Umumiye İdaresi Yasun Mahallesi
350-500
Müdüriyeti Başkatibi
İsmail Hakkı
Ankara Düyûn-ı Umumiye Nezareti Sekili
125
Efendi
Mahallesi Müdüriyeti Anbar Kantarcısı
Avraham
Nevşehir Düyûn-ı Umumiye İdaresi Katibi, Sandık
400-500
Efendi
Emini
Sandık Emini, Midilli Düyûn-u Umumiye Nezareti
300-800
Yorgi Efendi
Sarmako Mahallesi Müdüriyeti
Nikolaki Efendi Düyûn-ı Umumumiye Merkez Memuriyeti Kitabeti
300
Koçhisar Nahiyesi Zabıt Müdürlüğü, Düyûn-u
400-1000
Ömer Efendi
Umumiye İdaresi Başhan Mahallesi Müdüriyeti
Hayri Efendi
Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nin taşradaki şubelerinde çalışan 11 Nevşehirli
memur tespit edilmiştir. Çoğunluğunu rüşdiye mektebi mezunlarının oluşturduğu bu memurların 3’ü Rum kökenlidir.
Danişmendlizade Ali Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi, rüşdiye mektebinde
eğitimini tamamladıktan sonra 18 yaşında Nevşehir Rüsumat İdaresi’ne mülazımetle başlayıp, ardından 300 kuruş maaşla Duhan Fabrikası memurluğuna tayin olunmuştur. Görevinden ayrılmasıyla 240 kuruş maaşla Nevşehir
Aşar ve Ağnam İdaresi ikinci kitabetine girmiş, daha sonra 400 kuruş maaşla bu idarenin baş kitabetine yükselmesine rağmen memuriyetinin lağvıyla
300 kuruş maaşla Nevşehir Düyûn-ı Umûmiye Merkez memurluğu kitabet
sandık emanetine alınmıştır. 400 kuruş maaşla Midilli Düyûn-ı Umûmiye Nezareti tahrirat mübeyyiz-i evveliliğine nakledilmiş, ardından Ayvalık Düyûn-ı
Umûmiye Müdüriyeti kitabet-i saniliğine terfi etmiştir.
Boyabad kaymakamı Osman Bey’in oğlu Mehmed Said Efendi, sıbyan
mektebinde ve medresede eğitim almış, 25 yaşında mülazımetle Nevşehir
Rüsumat idaresine girmiş, bir süre devam ettikten sonra 200 kuruş maaşla buraya tayin olunmuştur. Rejilerin teşkiliyle 1000 kuruş maaşla Niğde
Reji Acenteliğine terfi ettirilmiştir.Rejilerin kaldırılmasıyla 450 kuruş maaşla
Nevşehir Düyûn-ı Umûmiye Merkez memurluğuna tayin edilmiştir. Daha
sonra maaşı 500 kuruşa çıkarılmıştır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
387
Şenay ATAM
Sicill-i Ahvâllerden, memurların ne zaman hangi görevlerde bulunduklarını
tespit edilebildiği gibi, kurumlardaki değişimler de takip edilebilmektedir.
Önceleri, dış borçların tahsili için kurulan Rüsûm-i Sitte, 1881´den sonra,
Düyûn-ı Umûmiye´ye dönüşmüştür. Bu bilgiyle, daha önce Rüsûmat Müdüriyetinde görev yapan memurların, 1881´den sonra, Düyûn-ı Umûmiye
personeli olmalarını anlamak kolaylaşmaktadır.34
Rum milletinden Nevşehirli memurların da Düyûn İdaresinde çalıştıkları
görülmektedir. Bunlardan biri olan Mihail Ağa’nın oğlu Yorgi Efendi sıbyan, ibtidai ve Elenika mekteplerinde eğitim almıştır. 19 yaşında 100 kuruş
maaşla Sivas vilayeti Düyûn-ı Umûmiye Merkezi Çakrı Mahallesi Sandık
eminliği refakatine girmiştir. Buradan da Palas Mahallesi Sandık eminliğine girmiş, 3 yıla yakın burada kaldıktan sonra yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle görevinden alınsa da yapılan incelemede beraat etmiş, 300 kuruş
maaşla Çankırı Mahallesi Sandık eminliğine nakledilmiştir. 17 Ekim 1894
tarihinde 800 kuruş maaşla Midilli Düyûn-ı Umûmiye Nezareti’nden Saruhan Mahallesi Müdüriyetine terfi edilmiştir.
Tabloda da görüldüğü gibi Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nde çalışan Nevşehirli memurlar genelde 300 ile 500 kuruş arasında maaş almaktadır. 125
kuruş ve 800-1000 kuruş civarında maaş alan memurlar da mevcuttur.
i. Ziraat Bankasında Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Devletin ziraat ve ticaretinin gelişmesine destek amacıyla 15 Ağustos
1888´de Nafia Nezareti’ne bağlı olarak kurulan Ziraat Bankası resmi devlet kurumu hüviyetindeydi ve personeli de devlet memuru sayılmakta idi.35
Tablo 11: Ziraat Bankasında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı Bulunduğu Görevler
Hasan Bey
Ahmed Nuri
Efendi
34
35
Nevşehir Menafi Sandık kitabeti, Ziraat Bankası
Sandık kitabeti,
Nevşehir Ziraat Bankası Muhasebe Kitabeti,
Dahiliye Nezareti Kuyudat Kalemi Mümeyyizliği
Maaşı
(Kuruş)
400
300-450
Serap Sunay, a.g.t., s. 90.
Haydar Kazgan, Osmanlı’dan Cumhuriyete Türk Bankacılık Tarihi, Türkiye Bankalar Birliği,
1997, s. 165-171; Erdoğan Öner, a.g.e., s. 304-311. Ziraat Bankasının kuruluşu ve geçirdiği süreç
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Saim Atasağun, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası,
İstanbul 1939.
388
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Nevşehir Kazası Şer’i Mahkeme Eytam Memuru,
Ebubekir
Nevşehir Kazası Ziraat Bankası Sandık Muhasebe
Mümtaz Efendi
Kitabeti,
Nevşehir Sandık Muhasebe Kitabeti, Niğde
Ahmed Safvet
Şubesi Veznedarlığı, Ziraat Bankası Niğde İfrazat
Efendi
Mukayyidliği
Ahmed Arif
Avanos Ziraat Bankası Muhasebe Kitabeti
Efendi
Ahmed Lütfi
Arabsun Kazası Ziraat Bankası Sandık Muhasebe
Efendi
Kitabeti
Nikolaki Efendi Ziraat Bankası Sandık Muhasebe Kitabeti
400-600
250-300
200-250
250
250
Nevşehirli memurlardan 7’si Ziraat Bankası personelidir. Bunlardan biri de
Rum kökenlidir. Rum kökenli olan Nikolaki Efendi kasaba Rum mektebinden mezun olup, Aziziye ve Keskin Ziraat Bankası Sandık Muhasebe
Kitabeti görevinde bulunmuştur.
Diğer Nevşehirli ziraat personelinden biri hariç hepsi rüşdiye mektebi mezunu olup, sandık muhasebe kitabeti görevinde bulunmuşlar ve Niğde ve
Nevşehir şubelerinde çalışmışlardır. Ziraat Bankası personelinin 250 ile 600
kuruş arasında değişen miktarlarda maaş aldıkları, diğer memurlara göre
maaşlarının düşük olduğu görülmektedir.
j. Güvenlik Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Güvenlik alanında görev Nevşehirli memur sayısı 8’dir.
Tablo 12: Güvenlik Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı
Bulunduğu Görevler
Ali Efendi
Mustafa Remzi
Efendi
Muhsin Bey
Feyzullah Efendi
Halil Ağa
Yanya 6. Fırka Messahlığı (arazi ölçme)
8. Hamaniye Bölüğü Serkomiseri
Saray-ı Humayun Sıhhiye Bekçiliği
Saray Baş Baltacısı (Serteberdar)
Saray Teberdaran (baltacı) Hademesi
Hapishane-i Umumi İhrac-ı Evveli Memuru
Vasil Efendi
(Zaptiye Nezareti)
Budosaki Efendi
Sakız sancağı 21. Daire Süvari Tahsildarı
Bekir Zühdü Efendi 2. Sınıf Polis Komiseri
Maaşı
(Kuruş)
300
600-900
200
600
200
400-900
400
300-600
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
389
Şenay ATAM
Bu memurlardan ikisi polis komiseri, ikisi saray teberdarı (baltalı askeri
grup), birisi Zaptiye Nezareti personeli, biri saray sıhhiye bekçisi, ikisi de
komiser ya da bekçi değil ancak teknik personel olarak bu alanda hizmet
vermişlerdir. Bu personelin maaşları da 200 ile 900 kuruş arasında değişen
miktarlardadır.
k. Diğer Alanlarda Görev Alan Nevşehirli Memurlar
Nüfus memurları, belediye teşkilatlarında çalışan büro personeli, saray
personeli (saray tablekarı, saray-ı humayun erzak anbarı idare kalemi katibi), tersane personeli gibi devletin çok çeşitli kurumlarında çalışan Nevşehirli memurlar da mevcuttur.
Tablo 13: Diğer Alanlarda İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar
Memurun Adı
Bulunduğu Görevler
Maaşı
(Kuruş)
Mustafa Zihni
Efendi
Bab-ı Vala-yı Seraskeri Mektubi Kalemi, Msırlı
İlhami Paşa Divan Kitabeti, Şehremaneti
Tahsilat Kalemi, Yedikule Gazhanesi
Muhasebeciliği, Tahrir-i Nüfus Kitabeti, 6. ve 2.
Daire-i Belediye Nüfus Kalemleri
300-500
İbrahim Efendi
Dahiliye Nezareti Nüfus Dairesi Kapu Çuhadarı
300-500
Mehmed Efendi
Ser Mübeyyiz
500-575
Mehmed Efendi
Hatab Anbarı Mülazım-ı Evveli
250-300
Yusuf Besim
Efendi
Beyrut Rüsum-ı Sitte Nezareti Tahrirat Kalemi
müsevvidi, Adana Vilayeti Nüfus Nezareti
400-900
Süleyman Efendi
Jandarma Bölüğü Birinci Sınıf Mülazım
400-900
Hacı Veli Efendi
Yıldız Matbahı Vekilharc Muavini
400-800
Mehmet Efendi
Ebniye-i Seniyye Anbarı Mutemedliği
750-1000
Mehmed Şükrü
Efendi
Saray Tablekarı
300-400
Mehmed Tevfik
Efendi
Matbah-ı Amire Katib
300-600
Ali Rıza Efendi
Nüfus Memuru
250-300
İsmail Hakkı
Efendi
Nevşehir Belediye Kitabeti
200-300
390
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Mehmed Said
Efendi
Karamürsel Kazası Piyade Tahsildarlığı
300
Mehmed Efendi
Saray Tablekarı
500-700
Süleyman Ağa
Saray Tablekarı
200-650
Hafız Mehmet
Tevfik Efendi
Matbah-ı Amire Muayene Komisyonu Kitabeti
250-300
Mustafa Nuri
Efendi
Saray-ı Humayun Erzak Anbarı İdare Kalemi
Katibi
60
Hüseyin Hüsnü
Efendi
Tersane-i Amire Liman Dairesi Kayıkcılar Kalemi 600-800
Ahmed Efendi
Tersane Memuriyeti Kalemi Katibi
800-1000
İbrahim Hakkı
Efendi
Karaman Nüfus Memuru
250-300
İsmail Efendi
Matbah-ı Amire Depocusu
300-350
Osman Bey
Ahmet Efendi Hazretleri Hademesi
800
Ali Bey
Üsküdar Belediyesi Tahkik Memuru
500
Mustafa Nuri
Efendi
Sakız Sancağı Nüfus Katibi
250-400
Hüseyin Vehbi
Efendi
Ermenek Kazası Nüfus Memuru
400
Halil Efendi
Nevşehir Nüfus Katibi
250-300
Mehmed Avni
Efendi
Koçhisar Kazası Tahrirat Kitabeti
400
Hasan Ağa
Beşiktaş Harem-i Humayun Matbahi Kapucusu
200
Rıza Efendi
Harem-i Humayun Kapıcı Hademesi
200
Halil Hamdi Efendi Nevşehir Evkaf Memuru
300
Osman efendi
Matbah-ı Amire Tablekarı, Matbah-ı Amire
Hademesi (yemek pişirilen yer)
100
İsmail Efendi
İstabl-ı Amire Matbahi Kantarcısı, Hazine-i
Hassa Depo Kalemi Memuru
300-350
Osman efendi
Beyoğlu Belediyesi Aza-yı Kavvas
400
İsmail Efendi
6. Daire-i Belediye Çavuşluğu, 4. Daire-i Belediye
Odacılığı, Evkaf Nezareti Evrak Kalemi Kapı
Çuhadarlığı
325
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
391
Şenay ATAM
4. Nevşehirli Memurların Aldığı Ödüller
Memurlara verilen rütbe nişanlar bir motivasyon aracı olması bakımından
mühimdir. Rütbe, devlet memurları ile halktan bazılarına verilen paye ve
ünvanlar hakkında kullanılan bir tabi olup, derece anlamındadır.36 Bürokrasinin modernleşmesi ile birlikte memuriyet kadrolarının da düzenlenmesine ihtiyaç duyulmuş, Kalemiye ile Mülkiye sınıfının birleştiği 1833
tarihinde ise ûla, sâniye, salise ve râbia olarak dört sınıf mülkiye rütbesi
kabul edilmistir. Böylece, her memuriyetin hangi rütbeye ait olduğu belirlenmiştir. Yukarıdan aşağıya göre sırasıyla mülkiye rütbeleri söyledir: Vezir,
Bâlâ, Ûla Evveli, Ûla Sanisi, Saniye Sınıf-ı Mütemayizi, Saniye, Sâlise, Râbia,
Hâcegânlık ve Hâmise.37
Sicill-i Ahvallerden takip edilebildiğine göre Nevşehirli memurlara memuriyet hizmetinde göstermiş olduğu, gayret, başarı ve hüsn-ü
hizmetine,memuriyet kariyerinde aldığı terfiye ya da İlmiye rütbesinin
Mülkiye´ye değiştirilmesi ve vazifesini layıkıyla yapmasına bağlı olarak çeşitli rütbeler verildiği anlaşılmaktadır.
Nişanlar, devlet adına gösterilen üstün başarı ve yararlılıklardan dolayı hak
eden kişileri onurlandırmak amacıyla, belli sayıda yapılırdı. Nişanlar kişiye
özel ve yasamı boyunca kullanmak üzere, ne için verildiğini açıklayan beratlarıyla padişah tarafından törenle takılırdı.38
Osmanlı’da en çok rastlanılan nişan türlerinden biri, Sultan Abdülmecid
adına düzenlenmiş olan Mecidi Nişanı’dır. 1852´yapılan bu nişan 5 derece veya rütbeden oluşuyordu. Bu nişan Sultan Abdülaziz, II. Abdülhamid
hatta Reşad devirlerinde de verilmeye devam edilmiştir. Mecidi nişanının
yanında 1862´de Sultan Abdülaziz devrinde ihdas edilen dört rütbe ve
murassâ ´sı olan “Osmanî” nişanı da yine çok kullanılan nişanlar arasında
idi.39
Nevşehirli devlet adamları daha çok katıldıkları savaşlar, vazifelerindeki basarılar, yazdıkları eserler ve devlete sağladıkları yararlardan dolayı nişan ve
madalya almışlardır.
36
37
Hüseyin Özdemir, a.g.e., s. 274.
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt: 3, İstanbul 1993; s. 69;
Erdoğan Öner, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, s. 234; Hüseyin Özdemir, a.g.e., s. 275.
38 T. C. Kültür Bakanlıgı Anılar ve Müzeler Genel Müdürlügü, İstanbul 1999, s. 57.
39 Edhem Eldem, İftihar ve İmtiyaz Osmanlı Nisan ve Madalyaları Tarihi, Osmanlı Bankası Arsiv
ve Arastırma Merkezi, İstanbul 2004, s. 176-239.
392
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
Sicill-i Ahval Defterlerinde kayıtlı ve araştırmada ele alınan 169 Nevşehirli
devlet adamının %26’sı (44 kişi), görevlerinde gösterdikleri başarılar nedeniyle çeşitli rütbe, nişan ve madalyalarla ödüllendirilmişlerdir. Bazılarının
sadece rütbeleri yükseltilirken bazıları hem rütbe hem de nişan ya da madalya almışlardır.
Nevşehirli memurlar arasında aldığı rütbe, nişan ve madalyalarla dikkati en çok çeken kişi özgeçmişi hakkında yukarıda kısaca bilgi verdiğimiz
Telgraf ve Posta Nezareti Muavinliği yapan Fahri Efendi’dir. 13 Ekim 1883
tarihinde 350 Frank geçici maaş verilerek Fransa’ya eğitime gönderilen
Fahri Efendi, 2 yıl sonra yurda dönmüş, 9 Aralık 1885 tarihinde kendisine Rütbe-i Salise, 6 Kasım 1888’de Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Mütemayizi,
20 Ağustos 1893’te Rütbe-i Evveli Sınıf-ı Sanisi, 22 Eylül 1902’de terfien
Rütbe-i Evveli Sınıf-ı Evveli tevcih olunmuştur.
Fahri Efendi çalışma hayatı boyunca rütbelerinin yanında bir çok nişan ve
madalya da almıştır. 10 Haziran 1892 tarihinde İran Devleti tarafından 5.
rütbeden Şîr ü Hurşid nişanı verilen Fahri Efendi Viyana’da toplanan Posta
kongresine Telgraf ve Posta memurlarından liyakatli olan birinin gönderilmesi gerektiğinden bu kongreye katılmak üzere seçilmiş, dönüşünde 10
Ağustos 1892 tarihinde 3.rütbeden Nişan-ı Ali Osmani ile taltif edilmiştir.
15 Kasım 1900 tarihinde Posta komisyonu başkan yardımcısı iken işindeki başarıları nedeni ile 2. rütbeden Mecidi nişanı verilmiştir. Şikago şehri
komiserliğinde bulunduğu sırada Fransa hükümeti tarafından Lejyon de
Nor nişanının şövalye rütbesi ile Waşington Posta Kongresi münasebeti ile
Amerika hükümeti tarafından gümüş madalya, Roma Kongresi münasebetiyle İtalya hükümeti tarafından devlet nişanı ile ödüllendirilmiştir. Hicaz
Demiryolu Madalyası (5 Kasım 1903) ve 2. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani (4
Ocak 1907) aldığı diğer nişan ve madalyalardır.
Aldığı nişanlarla dikkati çeken bir diğer isim Zileli Ahi oğlu Ömer Ağa’nın
oğlu Mehmed Efendi’dir. Mehmed Efendi eğitimini tamamladıktan sonra
askere alınmış, Tophane-i amire marangozhanesine tayin edilmiştir. Daha
sonra askeri rütbesi üzerinde kalmak üzere hatab anbarı mülazımlığına tayin edilmiş, askeri rütbesi de bu görevde iken binbaşılığa kadar yükselmiştir. Mehmed Efendi, 18 Temmuz 1898’de Yunan Muharebesi Madalyası,
12 Ağustos 1898’de 4. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani, 24 Ekim 1898’de 5.
rütbeden Mecidi nişanı, 28 Ekim 1896’da gümüş imtiyaz madalyası, 20
Şubat 1897’de İftihar Madalyası ile taltif edilmiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
393
Şenay ATAM
Bağcı Mehmed Ağa’nın oğlu Mehmed Vehbi Efendi ise Konya zabtiye
alay çavuşluğu, çiftlik memuriyeti, emlak-ı hümayun 3. Şube Müdür Muavinliği ve Tokat şubesi Müdür Muavinliği yapmıştır. Aldığı rütbeler Rütbe-i
Salise (29 Eylül 1888), Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Sanisi (16 Aralık 1899), Saniye
Sınıf-ı Mütemayizi(5 Ekim 1903), aldığı nişan ve madalyalar ise 5. rütbeden Mecidi nişanı (7 Ekim 1886), İftihar Madalyası, 4. rütbeden Mecidi
nişanı (21 Ekim 1895), 4. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani (13 Mayıs 1902), 3.
rütbeden Mecidi (1 Nisan 1903) nişanıdır.
5. Nevşehirli Memurlar Tarafından İşlenen Suçlar ve Alınan Cezalar
Araştırmada incelenen Nevşehirli memurların tercüme-i hal varakalarına
bakıldığında, işlenen suçlar ve alınan cezalarla beraber memurların azledilme ve işten el çektirilme ya da sürgün sebepleri de ortaya çıkmaktadır.
Memurların çeşitli sebeplerle özellikle görev yerini beğenmeme, sağlık sorunları nedeni ile istifa haklarını kullanmaları, görevlerinden ayrılmalarının
ana sebebini oluşturmaktadır.
Bağlı oldukları idari birim tarafından işten el çektirme, açığa alma veya
azletme sebepleri ise birkaç nedene dayandırılabilir. Bunlar arasında işe
devamsızlık, amire itaatsizlik veya kendisine bir suç isnat edilmesi gibi memurun kendisinden kaynaklanan nedenlerin yanında memuriyetin lağvedilmesi, idare tarafından asaletin tasdik edilmemiş olması gibi idare kaynaklı nedenler de işten ayrılma gerekçeleridir.
Nevşehirli memurlardan 20’si görev yerine gitmeme, görevinde yetersiz
olma, zimmetine para geçirme, izin süresini aşma, görevini kötüye kullanma, sarhoşluk, amirinin emrine itaatsizlik gibi sebeplerle bir şekilde azledilmişlerdir. Ancak bunların çoğu yapılan soruşturma neticesinde yeniden
görevinin başına dönmüşler, hatta bazen eskisinden daha üst bir makama
gelmişlerdir.
Mustafa Efendi izin süresini aştığı için azledilen memurlardandır. Boğazlıyan Telgraf Merkezi Muhabere memuru iken 6 Ağustos 1883 tarihinde
görev yeri Ürgüb Muhabere Memuriyetine nakledilmiş, ancak kendisine
verilen izin süresini aştığından azledilmiştir.
Yazıcızade Ahmet Sabit ise görevi kötüye kullanma dolayısı ile azl cezası
almıştır. Konya vilayeti Burdur mutsarrıfı olan Ahmet Sabit Efendi bu görevde iken bir memuru hem meclis kitabetine hem de tahrirat kitabetine
tayin ederek iki taraftan maaş bağlaması, daha önce istihdamı sakıncalı
394
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
bulunan birinin meclis azalığına tayin edilmesi, belediye heyetinin kasıtsız
değiştirilerek haksız yere birinin başkan tayin edilmesi, bir sazlığın ziraate açılması için idare meclisinde usulsüz karar aldırması gibi sıralanan
10 değişik suçtan dolayı hakkında soruşturma başlatılmış ve soruşturma
boyunca azledilmiştir. Yapılan inceleme neticesinde bu mutasarrıflığın henüz kendisinin ikinci görevi olduğundan bazı zafiyetleri olabileceğinden
tekrar görevine iade edilmesine karar verilmiş ve Kırşehir mutasarrıflığa
atanmıştır.
Abdullah Efendi, Niğde Telgraf Muhabere memurluğu görevinde bulunduğu sırada nöbet tutarken muhaberatı tatil ettiğinden 29 Mayıs 1894
tarihinde 1 haftalık maaş kesilme cezası almıştır.
İbrahim Azmi Efendi, Kırşehir sancağı Defter-i Hakani memuriyetinde iken
memuriyeti ile ilgili olarak hakkında şikayet olmasından dolayı soruşturma
geçirmiş ve 30 Aralık 1887 tarihinde azledilmiştir.
Sadrazam Damad İbrahim Paşa torunlarından olan Ünye kaymakamı Kadri
Efendi’nin oğlu Hayri Bey, Rüsumat Emaneti Tahrirat Kalemi Müsevvidliği
görevinde iken Hersek meselesi konusunda Basiret Gazetesi’nde kaleme
aldığı bir makaleden dolayı Kayseri’ye sürülmüştür. Bir süre burada kaldıktan sonra yeniden İstanbul’a görevine dönmesine izin verilmiştir.
Konya vilayeti Tadilat-ı Umumiye Birinci Seyyar Fırkası Muharrire-i Evveliliğinde bulunan Süleyman Lütfi Efendi Kilisre Karyesinde harman mahallerinin tahrir haricinde bırakmasından dolayı azledilmiş, ancak 6 ay sonra
Ürgüb Mal Müdürlüğüne atanmıştır. Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Sonuç
19. yüzyılda oluşturulmaya başlanan Sicill-i Ahval Defterleri, kişi ve kurumlar hakkında içerdiği bilgiler dolayısıyla pek çok yönden değerlendirilebilecek birincil ve resmi kaynakladır. Bu defterleri sadece devlet memurlarının ismi, eğitim durumu, memuriyet hayatı gibi bilgilerin yazılı olduğu
belgeler olarak değerlendirmemek gerekir. Sicill-i Ahval Defterleri, aynı
zamanda devletin mali ve idari politikasının takibinin yapılmasına imkan
tanıyan temel bir kaynak özelliği de taşımaktadır.
Bu defterlerden elde edilen verilere göre Nevşehirli memurların dönemin
şartları gereği iyi derecede bir eğitim gördükleri söylenebilir. Birçoğu rüşdiye ya da medrese eğitimi alan memurlar, eğitimlerini tamamladıktan
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
395
Şenay ATAM
sonra genelde mülazımetle (stajyer) ya da düşük bir miktar maaşla göreve
başladıktan sonra kariyerlerinde yükselmişlerdir.
Osmanlı Devletinde memuriyet sisteminde bir takım sıkıntıların yaşanmasına rağmen devletin bunu düzeltme çabaları neticesinde memuriyetin
bugünküne yakın bir sistemle işlemeye başladığı görülmektedir. Memuriyette ceza ve ödül sisteminin işlediği Nevşehirli memurların sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. Nevşehirli memurların usulsüzlük yaptıklarında haklarında soruşturma açıldığı ya da işlerinde başarılı olduklarında madalya,
rütbe ve nişanlar verilerek taltif edildikleri görülmektedir.
Nevşehir doğumlu memurlar arasında şehrin ileri gelen ailelerin çocukları
olduğu gibi esnaf, tüccar, şeyh ve çiftçilerin de çocukları bulunmaktadır.
Aynı zamanda Müslüman memurlar yanında Nevşehirli memurlar arasında gayr-i Müslimlerin önemli görevlere getirildikleri dikkati çekmektedir.
Bu durum bize kim olursa olsun gerekli şartları taşıdıktan sonra her Osmanlı vatandaşının memur olabileceğini göstermektedir. Ayrıca Nevşehirli memurların sadece bulundukları bölgede değil Balkanlardan Arap
Yarımadası’na kadar ülkenin çeşitli yerlerinde memuriyet görevlerini ifa
ettikleri, bugünkü gibi nakil ya da becayiş suretiyle yer değişiklikleri yaptıkları dikkate değer diğer bir sonuçtur.
Kaynaklar
Arşiv Belgeleri
BOA DH SAİD d. ; 1/672; 1/912; 2/356; 2/123; 3/738(4/310);3/772; 6/511; 8/63;
8/113; 8/147; 8/171; 9/581; 9/911; 10/539; 10/697; 10/735; 12/145; 13/13;
15/189; 15/427; 15/493; 17/439; 18/151; 19/437; 20/193; 22/69; 24/251;
25/401; 27/291; 27/301 32/419; 33/351 (180/213); 34/229; 34/263; 34/417;
35/195; 35/477; 36/219; 39/277; 41/327; 42/443; 44/175; 45/115; 49/317;
52/107; 52/111; 53/427; 53/453; 54/113; 54/431; 55/133; 56/367; 57/361;
57/293; 58/241; 61/401; 63/243; 63/459; 64/43; 64/75; 65/69; 65/217; 66/17;
70/137; 71/163; 73/61; 77/175; 77/385; 83/57; 84/39; 86/73; 101/289; 103/83;
104/54; 106/253; 108/191; 109/351; 110/319; 111/173; 112/103; 112/221;
114/227; 114/295; 114/434; 115/53; 115/223; 115/215; 118/283; 118/285;
119/57; 120/213; 120/309; 120/355; 120/445; 122/459; 123/249; 123/273;
125/275; 126/19; 126/383; 127/493; 128/481; 133/297; 135/283; 135/321;
135/357; 136/97; 136/341; 139/41; 140/19; 140/171; 143/115; 144/183;
144/481; 146/65; 146/335; 146/423; 146/443; 147/59; 147/239; 148/1;
149/381; 151/132; 151/159; 151/249; 153/135; 155/335; 157/421; 158/463;
159/87; 160/91; 160/453; 162/261; 164/439; 167/135; 167/489; 169/479;
170/235; 170/371; 171/239; 172/301; 173/95; 174/331; 175/115; 176/325;
396
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909)
177/27; 177/39; 177/263; 178/103; 178/157; 179/183; 179/211; 181/245;
182/112; 185/45; 186/187; 189/230; 191/33; 191/100; 193/75; 193/497;
194/339; 195/137; 195/147; 195/157; 195/173; 196/59; 196/263; 196/451;
199/233.
BOA İ DUİT.; 9/42; 9/52; 9/53.
BOA MF MKT.; 738/10.
BOA DH MKT.; 526/50; 1555/78; 1666/139; 1695/88; 1835/9; 11539/59;
1842/115; 1877/40; 2570/40; 2619/40; 2631/69; 2666/42; 2704/52.
BOA İ DH.; 1156/90352; 1167/91265; 1404/1320/Ş-50; 1439/1323/N-27.
BOA İ MMS.; 125/5370.
BOA Y PRK ASK.; 77/117.
BOA ŞD.; 2951/19.
BOA
BEO.;
126/9441;1856/139139;
1957/146769;
2699/202379;
3100/232460.
BOA Y MTV.; 185/104.
Telif Eser ve Makaleler
Atasağun, Yusuf Saim, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, İstanbul 1939.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2. Baskı, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları,
İstanbul 2010.
Çadırcı, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Ankara
1997.
Çankaya, Ali, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), C. III, Mars Matbaası,
Ankara 1968-1969.
Çetin, Atila, Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları Hakkında Bir Araştırma, TC Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakıflar Dergisi, Cilt: XXIX, Ankara 2005, s. 87-105.
Daşcıoğlu, Kemal, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar, Buldan Sempozyumu, 23-24 Kasım 2006, s. 561-570.
Demirel, Ahmet, İlk Meclis’in Vekilleri-Milli Mücadele Döneminde Seçimler, İletişim Yayınları,
İstanbul 2010.
Eldem, Edhem, İftihar ve İmtiyaz Osmanlı Nisan ve Madalyaları Tarihi, Osmanlı Bankası Arsiv
ve Arastırma Merkezi, İstanbul 2004.
Findley, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, Çeviren
Gül Çağalı Güven, İstanbul 1996, s. 23.
Gündüz, Ahmet, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Kırşehir Doğumlu Memurlar
(1879-1909), History Studies, Cilt 3, Ocak 2011, s. 131-154.
Güneş, İhsan, Türk Parlamento Tarihi Meşrutiyete Geçiş Süreci I. ve II. Meşrutiyet, II. Cilt, Eskişehir 1996.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
397
Şenay ATAM
Halis, İsa, Tanzimat Dönemi Eğitim Sistemi ve Yeniden Yapılanma Çabaları, Konya
2005.
İlk Meclis Anketi-Birinci Dönem TBMM Milletvekillerinin Gelecekten Bekledikleri,
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 100, Ankara 2004, s. 320.
Karaca, Taha Niyazi, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, TTK, Ankara 2004.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK, Ankara 1995.
Kazgan, Haydar, “Düyun-ı Umumiye”, TCTA, İletisim Yayınları, İstanbul, 1985,
CIII, s. 691- 716.
Kazgan, Haydar, Toktamış Ateş v.d., Osmanlı’dan Günümüze Türk Finas Tarihi, 1
Cilt Kuruluştan Cumhuriyete, Creative Yayıncılık, İstanbul 1999.
_________, Osmanlı’dan Cumhuriyete Türk Bankacılık Tarihi, Türkiye Bankalar
Birliği, 1997,
Öner, Erdoğan, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare,
Ankara 2005.
Öntuğ, Mustafa Murat, Serap Sunay, “Sivas Doğumlu Ermeni Memurlar (Sicill-i
Ahvâl Defterlerine Göre), Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri
21-25 Mayıs 2007, C. I, Sivas 2007, s. 393-417.
Özdemir, Hüseyin, Osmanlı Devletinde Bürokrasi, İstanbul 2001.
Özger, Yunus, “Sicil-i Ahvâl Defterlerine Göre Bazı Yahudi Memurların Sosyokültürel Durumları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4 Sayı: 16, Kış,
2011, s. 381-401.
_________, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisinde Yozgatlı Devlet Adamları, İstanbul, 2010.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt: 3, İstanbul 1993
Pamuk, Şevket, Osmanlı’dan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, Seçme Eserleri II, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008.
Sunay, Serap, II. Abdülhamid Döneminde Balıkesirli Mülki Görevliler Hakkında Bir
İnceleme (Sicill-i Ahval Kayıtlarına Göre 1879- 1909), Afyon Kocatepe Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon 2007.
T. C. Kültür Bakanlıgı Anılar ve Müzeler Genel Müdürlügü, İstanbul 1999.
398
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
ÇOBAN DÜZÜNÜN TURİSTİK DEĞERİ
THE TOURISTIC VALUE OF SHEPHERD’S PLAIN
Şeyma KEÇE* - Seher KEÇE TÜRKER**
ÖZET
Nevşehir’de hayvancılığın en çok yapıldığı ilçe Gülşehir’dir. 1990 sayımına göre toplam nüfusu 34.526 olup, 8499’u ilçe merkezinde,
26.027’si köylerde yaşamaktadır. Ekonomisi tarıma dayalıdır. En çok
koyun ve sığır beslenir.
Çobanların, küçükbaş hayvan yetiştirilmesinde yeri önemlidir. Kendine özgü özellikleri, sırları olan mesleğin kolay görülmesine rağmen, insanın yaşamının tamamını etkilemesi bakımından oldukça
zor olduğu bilinmektedir. “İyi çoban olmak ne demektir?” sorusuna
yanıt ararken; çoban yaşayışından bir kesit olan; çobanın, çoban
düzlerinde misafirini ağırlaması konusunu; örneğin “Çoban Ağırlaması” adı altında turizme taşımanın şehre, özellikle Gülşehir’e değer katacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çoban düzü, Misafir, Turizm, Gülşehir.
ABSTRACT
The animal husbandry in Nevsehir is mostly held in Gülsehir. According to the 1990 census its total population is 34.526, the 8499 of
which live in the town center and the rest, 26.027, live in the villages. Its economy is based on agriculture. Mostly sheep and cattle
are fed.
Shepherds have an important place in ovine breeding. Although,
the profession, which has its own characteristics, secrets, seems
* Öğrenci, Halide Edip Adıvar Mah. Halide Edip Adıvar Caddesi No:15 /2 Şişli-İstanbul
** Eğitimci-Yazar, Yahya Kaptan Mahallesi C-2 no:1/1 İzmit, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
399
Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER
easy, it is known to be quite hard in terms of affecting whole human life. Looking for an answer to the question “What does to be
a good shepherd mean?” it is thought that the issue of shepherd’s
hospitality in plains, which is a part of shepherd’s life; enriches the
city, especially Gülsehir, for instance, when it is supported under the
name of “Shepherd Honour” in tourism.
Key Words: Shepherd’s Plain, Guest, Tourism, Gülsehir
Giriş
“Çoban Düzünün Turistik Değeri ”başlıklı konu aslında benim bir hayalimdir. Bu hayalimin (projenin) gerçeğe dönüşmesi için ne gibi çalışmaların
yapılabilir olduğunu anlatmanın Nevşehir’e ve özellikle Gülşehir’e hayvancılığın gelişmesinde ve turizm alanında katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Bu iş çoban ve mesleğinin inceliklerini kapsamaktadır. Çobanların küçükbaş hayvan yetiştirilmesindeki yeri önemlidir. Çobanlık mesleğinin işleyişi
hakkında bilgilenmek için önce iyi bir çobanın nelere ihtiyacı olduğuna
kısaca bakalım;
Çoban Eşyaları
Aba (kepenek); Eskimez bir çoban giyeceği. Çobanların omuzlarına aldıkları dikişsiz, kolsuz, keçeden üstlüktür. Türkçe sözlükte bu sözcükle ilgili bir de deyim vardır: “Kepenek altında er yatar.”
Kaval; Kaval, Anadolu yaşamında köklü bir geçmişe sahiptir. Anadolu insanları tarafından yıllarca öz duyguların anlatım ve iletiminde vazgeçilmez
bir çalgı olmuştur. Çağlar önce Anadolu’ ya göç eden insanlar öz kültür
değerleri arasında kavalı da getirmişlerdir. Anadolu da çok uygarlıklar döneminde değişik biçimleriyle çalınan kaval, asıl olgusunu çoban ve köylünün yaşamında simgelenmiştir. O dönemlerde kavalın duygulandırıcı sesi,
Anadolu halkını mistik bir duyguya da sürüklemiş, böylece çalgının kutsal
bir anlama bürünmesine yol açmıştır. Çoban kavalı ve ona has ezgileri
sevilen ezgilerdir.
Bağırcak İpi; bir ucu çobanın ayağına, bir ucu da bir koyunun ayağına
bağlanan kendir, yulardan biraz ince iptir. Çoban uyuduğu zaman sürü hareket ederse; ip bağlı olan koyun da hareket eder ve çobanı uyandırır. Kurt
geldiğinde sürünün bağırarak kaçmaya başlaması halinde sürüyle gitmek
isteyen bağlı koyunun bağırmasından dolayı adına ‘bağırcak’ denilmiş.
400
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Çoban Düzünün Turistik Değeri
Dağarcık (Dağarcuk); çobanın azığını içerisine koyduğu, torbaya “dağarcık” denir. Meşin torba, koyun, keçi derisinin tulum olarak çıkarılıp
ağız kısmına kendir ip geçirilerek yapılır. İpin püskülüne mavi boncuk takılır, İçine konulan ekmekler kurumaz. Her deneyimli çoban dağarcık yapmayı bilir.
Değnek; insanoğluna ilk atalarından kalmış akıl ürünü, ilkel savunma aracıdır. Çoban doğadaki ağaçların bazılarından yararlanarak değnek yapar.
Fındık değneğinin kabuğu soyulmaz. Diğer ağaçlardan yapılan değnekler
kabuğuyla kızartılır ve kabuğu soyulur, böylece değnek koyu ve açık renkler alır. Bir de alaca değnek vardır. Fındık değneklerin kabukları, ölçülü bir
şekilde dolanarak çizilir ve bir bölümü soyulur. Buna “alaca değnek” derler. Değnek, hatıra etme ve değnek göndererek selam yollama önemlidir.
Topuzlu değnekler de yaparlar.
Kazgıç; Demirden özel olarak yapılmış ucu sivri, arkasında sapı olan, genelde mal çobanı değneği. Kazgıçla dağda kırda, bırçalık, çiğdem, karnımkavak (kökü yenilen yabani bitkiler) sökülür, çelik oyununda yalak eşerek önemli işler görür: ancak ağır olduğundan çok kullanılmaz.
Helki; çoban bakracı ya da çoban helkisi bir çeşit ölçüdür. Küçük ebatta
olan bu bakraca sağılan süt, köpüğüyle içildiği gibi çeşitli lezzetlere dönüştürülerek de çobana gıda olur.
Keçe; Yapağı ve keçi kılının dokunmadan, yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaştır. Çoban keçesi olarak da geçer. Yere serilen halı, kilim
gibi yünlü döşemelik olarak da kullanılır.
Çoban Kırklığı; Makastan daha kaba yün kırkmaya yarayan alettir. Adı;
“Kırk kırk” sesinden gelir.
Yün Tarağı: Yünü taramaya yarayan tahta dişleri olan bir alet.
Silah; Çobanın silah bulundurması önemlidir; silah sayesinde birçok tehlikeyi etkisiz hale getirir. Çobanın silahı, bazen bir nacak, bazen bir tüfek,
bazen de bir değnektir.
Çobanın Giyim ve Kuşamı; kalın giysileri olmalıdır. Yün çorap, su geçirmez ayakkabı, keçe başlık, kepenek, ceket… Çoban, hava durumuna
göre giyinir.
Çoban Evi; Ağılın bitişiğinde yapılan tek göz odadır. Ağıl, köy dışındaysa
“çoban evi” yapılır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
401
Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER
Çoban Yardımcılar
Azık; Yerleşim biriminden akşama doğru ayrılıp ertesi günü saat on gibi
yerleşim birimine dönen çobanın bir azığa ihtiyacı olur. Çobanın kırda,
dağda yiyebileceği ve dağarcığında taşıyabileceği, ekmek ve yanında konulan diğer yiyecekler (katık) azıktır. Yumurta ve patates haşlaması, kavurma, süzme yoğurt, fırınkurusu, çökelek gibi evde ve yaylada bulunan
şeylerdir. Azıksız çoban olmaz; azık çıkısı ve dağarcık, azık taşımaya yarar.
Kimi yerlerde azığı olmayan çoban, zaman zaman bir hayvanı kesip yeme
hakkına da sahiptir.
Çoban Eşeği; yorulduklarında binerler. Aynı zamanda heybe gözlerinde
çobanların azığı olan dağarcığı taşır. Heybenin diğer gözüne su testisi, su
kabı veya plastik bidon gibi gerekli eşyaları konulur.
Çoban Köpeği; Hayvanların doyması için dağ tepe dolaşan çobanlar, öğlen vakti olunca bir pınar başında, hayvanları dinlendirmeye aldıklarında,
kendi karınlarını doyurup, biraz yatarak istirahat ederler. Bayır bir yer olması gereken bu yerde, çobanın en sadık yardımcısı çoban köpeği; alt
başı tutarak hayvanların sürüyü bozmalarına, dağılmalarına izin vermez.
Bayırın üst başından yaklaşacak olan kurt ise görülecek bir durumda olmuş olur. Boğaz gibi bir yerde veya çökekte sürüyü istirahate çekmiş olan
çoban, bu bilgiyi bilmiyor demektir, sürü her an için tehlikeyle karşı karşıyadır. Çoban köpekleri, kurtlarla baş eden boğuşan köpeklerdir.
Davaro (Çoban Yardımcısı); genellikle bir çocuktur. Bu çocuk yardımcı,
döl dökümü zamanında yeni dölleri köye götürür. Çobana haber götürür
ve ondan haber getirir.
Mengül; Köpeklerin boynuna takılan iğneli ve baklalı, oynayabilen demirdir. Boğuşan köpeklere takılır. Mengi (Bengi) demir demektir; sonsuzluk
anlamı da vardır.
Yal; Yal, arpa unu ve buğday unundan yapılır. Suyun içine un katılarak
özenen karışımdır. Köpek yerken yalayarak ve “yalk yalk” sesi çıkartarak
su içtiklerinden yemeğin adına “yal” denmiştir. (Köpek, sıvı şeyleri içemez,
diliyle almaya çalışır.) Dağdaki köpeğe evdeki gibi yal verilme imkânı olmadığından bir çözüm üretilmiş; bu çözümün “köpek topu”dur. Özel olarak
köpekler için arpa ve buğdaydan değirmende öğütülerek elde edilen kaba
una köpek yeygülü denir. Bu kaba un, kışın yal, yazın top yapılarak kona-
402
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Çoban Düzünün Turistik Değeri
rak hayvanın beslenmesi sağlanır. Yoğrulan hamur top haline getirilir ve
dağa giden azıkçıyla sürüye gönderilir. Çoban, sürüyü bekleyen köpeklerine topu parçalayarak yedirir.
Çobanlar Arası Arkadaşlık
Çoban, dağlarda sürekli uyanık olmak sürünün yaylımını planlamak, doğayı izlemek, kavalı konuşturmak gibi birçok uğraşla meşgul olsa da onun
köyde, başka yerlerde kendinin yürütmesi gereken birtakım sosyal ilişkileri vardır. Bu durumlar için çoban arkadaşları olur, birbirlerine güvenirler.
Sürülerinin durumlarını karşılıklı iyi bilirler ve sürüyü birbirlerine emanet
ederler.
Çobanlık mesleği yakın tarihlere kadar zor ve önemli meslek olarak algılanırdı. Çobanlar, sürekli dağlarda bulunduğundan sağlam moralli bir
ruh halleri vardır. Zorlukları aşmasını bilir, yılgınlığa düşmezler. Çobanın
evlenmesi bu yüzden kolaydı.
Çobanın Misafir Ağırlaması
Yaylalar, meralar ve otlaklar çobanların mekânıdır. Bu mekânlarda onları
ziyaret edenlere davarlardan sağdığı sütle, bulguru varsa bir sütlü pilav,
sütlü çorba pişirir. Çevrede bulunan dağ meyveleri ikram edilir. Ayrıca
patates gömmesi, buğday kavurması gibi yöresine göre yiyecekler ikram
edilir.
Değnek Kebabı; Koyun, kuzu ya da keçi parçalanır. İnce sağlam bir değneğe çok büyük olmamak kaydı ile parçalanan parça etler dizilir. Önceden
yakılıp köz haline getirilen ateşin üstüne çubuk iki ağaçtan çatal aracılığı
ile yerleştirilir. Pişen etler değnekten alınır ve tuzlanarak yenilir.
Karaharman; Nohutların içlendiği zamanlarda yapılır. Hafif bir ateş yakılır. Yakılan çalılar köze durduğunda yaş nohutlar dallarıyla birlikte közün
üzerine konulur. Nohudun kabukları yanmak üzereyken, közden alınır. Pişen nohutlar yenilir.
Köremez; Keçiden sağılıp, bir pınarın yalağında buz gibi olana kadar tutulup öylece, çiğ olarak içilen süt... Kimi yerlerde de eşit miktarda süt ile
yoğurdun karıştırılmasından elde edilen içeceğe “köremez” demektedirler.
Patates Gömmesi; Bahçeden ve tarladan taze patatesler sökülür. Önceden yakılan odunlar köz haline getirilir. Açılan çukurun içine köz serilir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
403
Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER
Patatesler çukurdaki közün arasına konularak çukur kapatılır. Yarım saate,
bir saate yakın sürede pişen patatesler tuzlanarak yenilir.
Sütlü Çorba; Kış ağzında çobanlar dağda kalır. Köyden çobanın yanına
giden arkadaşları olur. Çoban konuklarına bir şeyler ikram etmek ister; o
da sütlü çorbadır. Keçiden süt sağılır, yarma karıştırılıp pişirilir. Bu çorbanın
yanında yaş üzüm de olursa dünyanın en tatlı sofrası olur.
Sütlü Pilav; Sadece süt ve bulgurla yapılan bir pilavdır.
Turizme Katkı Sağlayabileceği Düşünülen
Çoban Çalışmaları
Nevşehir İlinin Gülşehir ilçesinde küçükbaş hayvancılığın yapılan bölgelerinde çoban evleri yapılarak çoban ağırlaması adı altında turizme açılabilir. Bu çalışmanın yapılması için doğanın görselliği; hatta ormana, denize,
göle, akarsuya olan yakınlığı göz önünde bulundurularak uygun yerler
seçilebilir. Yani hayvancılığın az olduğu yerlerde bile yapılabilir; böylece
hayvancılığın teşvik edilmiş olacağı da düşünülmektedir. Bir çoban, misafirlerini dağlarda çoban durduğu düzlüklerde, Süt sağım yerlerinde, ağılların yanında kurulan çoban evlerinde mesleğini icra ederken ağırlarken
yaptıkları; günlük yaşamından kesitler gösterebilir. Bunları kabaca şöyle
sıralayabiliriz;
Çalman; Etrafı çalılarla, dikenli dallarla çevrili yer.(Çit, yemişen dikeni,
alıç dikeni ve çoban dikeni denilen çalılarla oluşturulur.) Yuvarlak ve dikdörtgen şeklinde olabilir. Çoğunlukla yuvarlak yapılır. Koyunlar, keçiler ve
inekler çalmanda gecelemez. Daha çok malların sağım işinin yapıldığı yer
olarak kullanılır. Yani sağılacak malı sürüsünden alıp kaçamayacağı ve rahatsız edilmeyeceği bir yere koyma anlamı vardır.
Çoban Evi ve Çalman; Köyün dışındaki ağılların yanında bir göz çoban
evi olur. Ayrıca ağılların önünde kuzuların emiştirilmesi için çalman yapılır.
Ağılın içinde bir kıyısında da döllük olur. Sabah akşam döller buradan bırakılıp emiştirilir.
Çoban Yarenliği; Yarenlik, yazları açık havada yapılan sohbet toplantılarıdır. Çobanlığın bitmesiyle kayıplara karışmıştır. Bu gelenek yeniden
hayata geçirilebilir. Sohbetler sırasında bilmeceler, maniler, efsaneler dile
getirilir. Bilmece örnekleri; “Yapılmamış duvar üstünde, doğmamış çocuk,
ekilmemiş tarlaya “basma” diye bağırıyor.- Altı taş, üstü demir, sekiz ayak
iki baş, ha dolaş, ha dolaş.- Ak konakta sarı kız oturur.- Bir finki finki kuyruğu, iki bakı bakı gözü, dört takı takı ayağı, iki diki diki kulağı var.
404
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Çoban Düzünün Turistik Değeri
Davar Takımları; Kaval çalabilen bir çoban, sürüde davar takımları (orkestra) kurar. Koyun ve keçiler otlarken boyunlarına takılan kelek, tıkırdak, humı ile otlanırken, suya inerken bir ritim tutturur. Bu ritim sürünün
durumdan memnun olup olmadığını haber verir. Sürü takımı kurmak çobanların tutkusudur. Onların kayışını ayarlama, yeni takımlar kazandırma
tatlı uğraşısıdır. Bu müzik gurupları başka sürülerin müzik gurupları ile
atışırlar. Telez, tel gibi ince genellikle ağustos aylarında yaylalarda yetişen
ve koyunların çok sevdikleri bir ot çeşididir. Koyunlar çok sevdikleri bu otu
yerlerken adeta neşe ile oynarlarmış. Çobanlarda bu olaydan etkilenerek
çaldıkları, havaya ’telez otlatması havası’ adını vermişlerdir. Telez yerken
sürü hareketli ve neşelidir.
Dölcü; Dölleri güden, otlatan genelde bir çocuktur. Döller, belli bir dönem
sürekli emiştirilir. Sağım için süt bırakması düşünülmez. Belli bir süreden
sonra da analarından ayrılan döller, dölcü tarafından otlaklarda güdülür.
Dölcünün görevi döllere sahip çıkmak ve onları gütmektir
Eğreklerde (eğlek) Dinlenme; Mal ve davar sürüsünün öğlen sıcağında
dinlendiği genellikle gölgelik yerlerdir. Subaşı ve gölgeli yerlerdir.
Koç Katma; Ağustos – Eylül ayları koç katma aylarıdır. Bu aylarda boyalanan süslenen çok iyi bir besiden geçirilmiş koçlar ve tekeler sürüye
katılarak çiftleşmesi sağlanır. Bu koç ve tekelerin sayısı sınırlıdır. 3-5 tane
olur. Çok güçlü ve çok iyi beslenmişlerdir. Koç katım zamanı bayram havası olur.
Koyun Yıkama Yerleri ve Mevsimi; Koyunlar yaylaya çıkıl dıktan sonra
Kırkım öncesi yıkanır. Koyun yıkama işleri, derinliği olan çaylarda, göllerde, eğrek yakınlarındaki sularda yıkanır.
Koyun Kırkma; Kış soğukları geride kalıp doğa tam anlamıyla yeşillenip
ortalık ısınınca koyunlar mayıs sonlarında kırkılır. Kırkmak; tıraş etmek demektir. Kırkım işi, gündüz, örüm yerinde olur. Kırkılan koyunun yünleri
yapağı halinde saklanır.
Yapağı; Bir koyundan çıkan yünü anlatır. Koyunun yünü bir bütün olarak
kırkılır. Post gibi çıkarılır. Türkçe sözlükte: İlkbaharda kırkılan koyunyünü
olarak geçer.
Yün; Kırkım zamanı elde edilen yün biriktirilip çuvallanır ve köye getirilir;
satılacaksa kirli satılır. Evde yatak yapımında, minder yapımında kullanılacaksa yıkanıp günletilir ve çubukla kabartılır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
405
Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER
Çoban Kırklığı; Makastan daha kaba yün kırkmaya yarayan alet. Adı;“Kırk
kırk” sesinden gelir.
Sağım; Sürünün yaylaya çıkmasından sonra döller büyüyünceye kadar
sağım olmaz. Keçi ve koyunlar genelde mayıs ayının son haftasında sağılmaya başlanır.
Sevin; Yayla kenarlarındaki gölgeliklere saat yirmi iki, yirmi üçe doğru davarı dinlendirmeye ve sağıma getirme işidir. Davarlar örüm vakti birbirine
sokulur, künleşir. Bu birbirine sokulma işine kimi yerlerde ‘örüme gelme’
de denir. Sürünün gece veya sabaha karşı otlamasıdır.
Tuzlaklara Gidilmesi; Koyunlara, eti lezzetli, iyi yayılıp besi alsın diye yaz
dö nemlerinde tuz yalatılır. Tuz yalatılan yerlere tuzla denir. Tuzlalar genelde düz, çukur yerlerde bulunur. Buralarda düz taşlar vardır; taşların üzerine tuz dökülür. Davarlar bu tuzu yalar. Tuzladan seslenen çobanın sesini
duyan davarlar, oraya çıldırmış gibi koşarlar.
Nevşehir Ve Yöresinde Anlatılan Efsaneler
Amaz Köyü Göçü Efsanesi, Ağ Gelin Kayası Efsanesi -Ürgüp-Yeşilöz köyü,
Arzu ile Kamber Efsanesi (Üç Güzeller) /Ürgüp, Gelin Kayası Efsanesi -Çat
kasabası, Gelin Kayası Efsanesi -Ürgüp-Avanos yolu üzeri, Talihsiz Belha
Efsanesi, Emirbağ Efsanesi Hep Büyük Kuşu Efsanesi, İsmail Sivrisi Efsanesi
Yöresel efsaneler arasında en önemlisi Hacı Bektaş-ı Veli’ye ilişkin efsanelerdir. Hacıbektaş ilçesinin etrafında bulunan bütün tarihi yapılar için efsaneler mevcuttur. Başka bir efsane yeraltı şehirleri ve peribacalarını anlatır.
Sonuç
Çobanlık mesleği genellikle sülaleden gelir, soylu, mitolojik bir meslektir.
Zamanımızda fakirlikten çoban durulduğu sanılmaktadır; oysa çobanlık,
önemli bir iştir ve mesleği icra edenlere ihtiyaç vardır. Çoban, sürüyü iyi
otlatmalı ki sürüden iyi verim alınsın; çobanlık, küçükbaş hayvancılığın kilit
noktasıdır ve verimde en etkili unsur çobanlardır. Çoban kavalını yeniden
canlandırmak için sürülerin olduğu yörelerde, çobanlık mesleği cazip hale
getirilmeli, kavalın çalınması yeniden başlatılmalıdır. Küçükbaş hayvancılıktaki sıkıntılardan biri de çobanların azlığı ve eğitimsizliğidir. İyi yetişmiş
bir çoban çok tecrübeli ve bilgilidir. Koyun kırkmayı, koyun yıkamayı ve
yerlerini, tuzlaları (subaşı ve gölgeli yerleri), örüme gelmeyi, köpek yalı
yapmayı, yaylada güdümü, keçilere karda yol açmayı, hırsızlıya karşı ön-
406
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Çoban Düzünün Turistik Değeri
lem almayı da bilir. Çobanın bilmesi gerekenler bu konularla da sınırlı değildir. Gezdikleri dağları karış karış bilirler. Kurt yollarını, kurdun nereden
geleceğini, döl dökme, koç, teke katmayı bilirler. Bulutların ne anlama
geldiğini; köpeklerin hareketliliği neyi ifade eder; doğum anı ve doğum
sonrası kuzuya ve oğlağa neler yapılacağını öğrenmişlerdir. Sürünün mutluluğunu, iyi doyduğu otlakları anlamışlardır. Sürüyle iletişimi bilmeden
onları bir adım götüremeyeceği inceliğini de bilirler. İyi bir çoban, kaval
çalmayı da bilir. Kaval, çobana kaliteli eğlence olduğu gibi sihirli sesini dinleyen sürü, iştahla yayılır, suyunu istekli içer. “Sürüyü, suya Kaval indirir,”
derler, sürüyü kaval, besler. Bu nedenlerle kaval çalmaya özendirmek için
çobanlar arasında kaval çalma ve beste yapma yarışmalarının düzenlenmesi faydalı olur düşüncesindeyim.
Usta çırak ilişkisi içinde yetişen iyi bir çoban, o kadar çok bilgiye sahiptir
ki; bu bilgiler bilim adamlarının ilgisine sunulmalıdır. Konuyla ilgili akademisyenler sayıları az olan gerçek çobanlardan yararlanarak yetiştirilmeli;
genç akademisyenleri yetiştiren bölümün adı; “Çobanlık Mühendisliği”
olmalıdır.
Eğitimli çobanların yaptıkları işler, çoban düzlerinde kurulan ağıllar ve çoban evleriyle göz önüne çıkarılmalıdır. “Çoban Ağırlaması” adı altında;
kurulacak olan keçe çoban çadırlarında, ağıllarda (tesislerinde) sözü edilen
çalışmalar yapılarak yöreye fayda sağlanması mümkündür. Kim istemez
kaval dinleyerek otlayan, dinlenen sürüyü görmek, kim istemez doğal yiyecekleri yemenin keyfini çoban düzlüğünde, bir su kenarında, davar takımlarını (orkestrası) dinleyerek çıkarmak; sonra da yediği peynir, çökelik,
bulgur, buğday, dağda yetişen yemişlerden vb. alıp evine götürmek... Kim
istemez eşekle dağ bayır dolaşmayı, çobanla yumurta tokuşturmayı, çobanla yarenlik ederken bilmeceler, efsaneler dinlemeği… Bu çalışmalara
renk katmak, heyecan oluşturmak için Yöreye gelen turistler, konaklama yerlerine götürülürken; “kurtların kuzu çalması” olayı gerçekmiş gibi
doğal ortamda oynanabilir. Yöresel giysiler içinde sağıma giden kadınlar
önlerine çıkabilir. Daha ileride sağım yapılan alan görülebilir. Sürüde her
hanenin koyunu üzerindeki renkli işaretlerden anlaşılır. Bu renk ve işaretlere önem verilerek dikkat çekilmesi sağlanabilir. Ayrıca çoban efsanelerini,
basit olarak hazırlanmış sunumları seslendirilip perdeye yansıtarak izlenmesi sağlanabilir; hatta uygun efsaneler canlandırılabilinir. Derlediğim,
resimlediğim birkaç çoban efsanem bulunmaktadır. Çobanla ilgili olarak
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
407
Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER
her yörenin ayrı geleneği göreneği var ve hepsi birbirinden ilginçtir. Bazı
yörelerimizde olduğu gibi çeşitli adlar altında festivaller, bayramlar düzenlenebilir. Örneğin Ermenek’te “saya“ geleneği sürdürülmektedir.
Birlikteliği ve dayanışmayı gerektiren faktörlerden biri de geleneklerimizdir. Geleneklerden uzak kalmak benliğimizden kaybetmek demektir. Yani
geleneklerle yaşamak, bir yüzümüzün onlara dönük olması insanın kendisini bilmesi demektir, millet olgusu içinde bu değerler önemlidir. Bu fikrin;
hayvancılığın ve hayvansal ürünlerin gelişmesine katkı sağlarken turizmin
yeni bir yüzü olacağına inancım tamdır. Geleneksel halıcığın canlanacağını
düşünmekteyim. “Çoban düzü” değerlendirilirse Gülşehir’e turistik değer
katacaktır.
Kaynaklar
Gazimihal, Mahmut Ragıp, Türk Ötkü Çalgıları, Kültür Bakanlığı Milli Folklor
Araştırma Dairesi Yayınları 12,Ankara1975,Ankara Üniversitesi Basımevi.
Özergin, Muammer, Türklerde Musiki Aletleri, İstanbul 1967,Akbank Yayınları.
Ataman, Sadi Yaver, Anadolu Halk Sazları, İstanbul 1
Yalman, Ali Rıza, Cenupta Türkmen Çalgıları, Ankara 1938
Öğel, Bahattin, Prof. Dr. Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Milli Folklor, Araştırma Dairesi yayınları 12
Emnalar, Dr. Atınç, Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı, Ege Üniversitesi İzmir 1998 (türküler.com.) Türkiye Ansiklopedisi- HAYAT-www.kultur.
gov.tr/
Gazimihal, Mahmut Ragıp, Türk Ötkü Çalgıları, Kültür Bakanlığı Milli Folklor
Araştırma Dairesi Yayınları 12,Ankara1975, Ankara Üniversitesi Basımevi
Özergin, Muammer, Türklerde Musiki Aletleri, İstanbul 1967,Akbank Yayınları
Ataman, Sadi Yaver, Anadolu Halk Sazları, İstanbul 1
Yalman, Ali Rıza, Cenupta Türkmen Çalgıları, Ankara 1938
Öğel, Bahattin, Prof. Dr. Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Milli Folklor, Araştırma Dairesi yayınları 12
Emnalar, Dr. Atınç, Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı, Ege Üniversitesi İzmir 1998 (türküler.com.) Türkiye Ansiklopedisi- HAYAT-www.kultur.
gov.tr/ Çobanlık
Keçe, Fatma,özel görüşme, Şebinkarahisarlı eski çoban (yaş 80)
Ay, Hidayet, özel görüşme Şebinkarahisarlı eski çoban (yaş 82)
Satıcı, Esme, özel görüşme ev kadını (79 yaşında).
408
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
SOSYOLOJİK BOYUTTAN AHİLİK VE TOPLUMSAL SORUNLAR
AÇISINDAN İLKELERİNİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
AKHISM IN TERMS OF SOCILOGY AND TO RETHINK ITS
PRINCIPLES OF IT IN TERMS OF SOCIOLOGICAL PROBLEMS
Talip KARAKAYA*
ÖZET
Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bağlı bulunduğu ve yetişmesinde önemli
bir yer tutan, sosyal, kültürel, dinî ve millî birliğin korunmasında
önemli bir teşkilat olan Ahilik, büyük mutasavvıf, bilge ve ahlak öğreticisi Ahi Evran tarafından kurulmuştur. Kendine özgü yaşam ve
ahlak ilkelerine sahip olan bu teşkilat yüzyıllarca bu ilkelerle yaşamış ve topluma büyük yarar sağlamıştır. Ahilik başta sosyal sorunlar olmak üzere onların iyileştirilmesini, insanların daha çalışkan ve
ahlaklı olmalarını amaçlamıştır. Ahiliğin ilkeleri arasında toplumda
kökleştirdiği dürüstlük, hoşgörü, sevgi ve saygının yanında toplumsal sorumluluk da önemli özellikleri arasında yer almıştır. Çağımızda küreselleşmeyle birlikte sosyal sorunlar her gün daha da
artmakta ve toplum gittikçe yozlaşmaktadır. İnsanlar arasında güven azalmakta, hırs, rekabet ve insanlık duyguları gittikçe azalmaktadır. Günümüzün yozlaşan toplumu Ahiliğin sergilediği ilkelere ve
prensiplere oldukça muhtaçtır. Sunumun sosyolojik boyuttan Ahilik,
sosyal sorunlar ve bütünleşme açısından Ahiliğin ilkelerini yeniden
düşünmenin önemi hakkında olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Ahilik, Toplum,
Yozlaşma.
ABSTRACT
Akhism, which has an important place in Hacı Bektaş-ı Veli’s life and
in his educationalal period, is very important in protecting social, cultural, religious and national solidarity. It was established by a sapient
and moralist man, Ahi Evran. Akhism, which has special life standard and ethical principles has lived for many centuries and been
* Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
e-posta:talipkarakaya@hotmail. com
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
409
Talip KARAKAYA
beneficial to community. Akhism aimed to solve social problems, to
improve morality and hard working capacity of the people. Honesty,
tolerance, amity, consideration and social responsibility are important characteristics of Akhism. In our century, social problems which
result from globalization are increasing everyday and community
becomes degenerated. People have lost their confidence to each
other; ambition and competition are becoming common characteristics in society and humanistic feelings are decreasing day by day.
Nowadays, degenerated communities desperately need the principles of Akhism. This presentation is about akhism and its principles
and its importance in social integration in terms of social issues.
Key Words: Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Akhism, Society, Degeneration.
Giriş
Yaşadığımız çağın en önemli toplumsal sorunlarından güvensizlik ve yozlaşma ilk sırayı almaktadır. Özellikle kültür, dil, eğitim, ekonomi, medya,
sanat, siyaset ve değerler başta olmak üzere kişiler ve toplum hem yozlaşma hem de güven bunalımı içerisindedirler. Günümüzde özellikle bilimde
ve teknolojide çok önemli gelişmeler olmasına karşın dünyada pek çok
insan açlık, sefalet ve yoksulluk içinde hayatlarını sürdürmektedirler. Bunların çoğu açlık sınırında veya bu sınırın altında bulunmaktadır. Küreselleşme
şemsiyesiyle kapitalizm toplumsal yaşamın tüm boyutlarını metalaştırmaktadır. Başta doğal çevre olmak üzere sağlık, eğitim, bilim, teknoloji, kültür,
sanat, medya kısaca insan yaşamını ve onu çevreleyen, ona anlam ve değer
katan ne varsa her şey metalaşmakta, soysuzlaşmakta, anlamsızlaşmakta
bunun da ötesinde yozlaşmaktadır. Değerler ve farklılıklar karşı konulamaz
tek bir biçimlendirilmeye zorlanmakta ve yok edilmektedir. Yozlaşma küreselleşmekte, küreselleşme ise her geçen gün daha da yozlaşmaktadır. Bu
durum hem bireyi hem toplumu hem de devleti tehdit etmektedir.
Bir toplumun millet olup varlığını devam ettirebilmesi sahip olduğu her
türlü kurum ve kuruluş yapılarının sağlam olmasıyla ve halktan gördüğü
destekle yakından ilgilidir. Milletin kurumsallaşmış şekli olan devlet, her
zaman birey ve toplum için gerekli olan her işi yapmaya muktedir olamamaktadır. Tarihimiz boyunca devletin yapmakta zorlandığı veya eksik
bıraktığı hizmetler, gönüllülük esasına dayanan sivil toplum kuruluşları
tarafından devlete yardımcı olmak amacıyla yerine getirilmiştir. Bunun
sayısız örnekleri bulunmaktadır. Hiç şüphesiz bunların başında Ahilik yer
almaktadır.
410
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek
Selçuklu Türklerinde dinî, ahlaki ve millî birliğin korunmasında önemli bir
toplumsal ve sosyal bir teşkilat olan Ahilik büyük bir mutasavvıf, ilim ehli,
ahlak öğreticisi Ahi Evran (Şimşek, 2002: 28) tarafından kurulmuştur. Ona
ve Ahiliğe göre insanlar cömert olmalı, yoksullara yardım etmeli, yalan
söylememeli, insanları sevmeli, dürüst, mütevazı ve alçak gönüllü olmalı,
eline, diline, beline sahip olmalıdır. Ahiliğin temel prensiplerini içeren Fütüvvet ilkeleri arasında özellikle müslüman kardeşiyle rekabet etmeyip ona
yardımda bulunmak, hata ve kusurlarını affedip, husumet ve düşmanlık
beslememek, ayıp ve kusurlarını örtmek, kendisini başkasından üstün görmemek, musibete uğrayan düşman bile olsa sevinmemek (Torun, 1998:
102) başta gelmektedir. Ayrıca bu insan tipinin temel özelliklerinden şunları da belirtebiliriz: Nefisle mücadele etmek, ilahî buyruklara uymak, yasaklarından kaçınmak, pirin öğütlerinden yararlanmak, kendini toplum
hizmetine adayıp herkese iyilik etmek, cömert ve konuksever olmak, din
ve mezhep ayrıcalığı gözetmeksizin bütün insanlara saygı ve sevgi beslemek (Çağatay, 1990: 98). Bu ilkeler Ahiliğin temel prensipleri olarak benimsediği aynı zamanda sosyal kurumların asli amaçları olan toplumun
dağılmış halde yaşayan üyelerini bir araya getirme, ortak amaca yönelme,
birliği sağlama, sosyal sorunların çözümüne katkıda bulunma gibi pek çok
işlevleri arasında yer almıştır.
Önce halka daha sonra da devlete hizmet eden Selçuklu ve Osmanlı esnaf
ve sanatkârlar zümresinin en önemli örgütü olan Ahilik, onu doğuran dinî,
ahlaki, sosyal ve ekonomik şartları bilmeden anlaşılmayacak bir harekettir.
Söz konusu koşullar bir yandan İslamiyet’in ortaya çıktığı çağlardaki İslam toplumlarının yapısına, bir yandan Roma ve Bizans toplumlarına diğer
bir taraftan da Orta Asya Türk toplumunun yapısına kadar uzanmaktadır
(Güllülü, 1992: 16). Ahiliğin Türkçedeki cömert, eli açık anlamını taşıyan
akı veya Arapçadaki kardeş anlamına gelen ahi kelimelerinin terimleşmiş
şekli olabileceği bilinir. Ahilik anlayış ve geleneğinin, Orta Asya’dan beri
Türk toplulukları arasında görülen cömertlik felsefesinin İslami fütüvvet
geleneğiyle kaynaşması sonucunda ortaya çıktığı da söylenebilir (Güneş,
2011: 3). Mutasavvıflar arasında çok kullanılan ahi kelimesine Arapça fütüvvet-namelerde de sıkça kullanılmıştır.
Çağın siyasi ve sosyal şartları gereği, sosyal bir teşkilat halinde çok yönlü
fonksiyonlar icra eden Ahiler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında bir
kısmı bilgin ve kadı olarak bilim ve eğitim alanında; bir kısmı vali, komutan
olarak askeri alanda; bir kısmı da ticaret ve sanatla meşgul olarak iktisa-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
411
Talip KARAKAYA
di alanlarda önemli hizmetler üstlenmişlerdir (Döğüş, 2001: 133). Ahilik
geleneğinde insanın dünya ve ahirette mutlu olabilmesi hedeflenmiş ve
buna bağlı olarak “insan-ı kâmil” dediğimiz bir mükemmel tip ortaya konulmuştur. Ahilik sahip olduğu ahlak ve görgü kurallarıyla da sosyal hayatı
düzenlemiştir (Ekinci, 1993: 229). Ayrıca medeniyetimizin ideal insan tiplerinden birisi olan Ahiliğin insan modelinin, medeniyetimizi Batı medeniyetinden ayıran en önemli bir özellik olduğu söylenebilir.
Türk-İslam medeniyetinin ideal insan tiplerinden birini yetiştiren Ahilik Kurumu başta birey olmak üzere ailevi, sosyal, ahlaki, kültürel, eğitim ve
iktisadi hayatta kendini göstermiştir. Toplumsal hayat insan vücudu gibidir. Toplumdaki bir meslek grubu yolundan çıksa bu rahatsızlık toplumun
diğer kesimlerine de yansır. Aynı şekilde iyilik de olumlu yönde etkileyici
bir özellik taşır. Ahiliğin misyonlarını sırayla şöyle belirtebiliriz:
1-Ahiliğin Sosyal Boyutu
Ahiliğin ferdi boyutunun yanında sosyal boyutunun da çok önemli özelliklere sahip olduğunun öncelikle altını çizmeliyiz. Çünkü her şeyden önce
ahilik, sosyal ve ekonomik yönden işleyen ve siyasal, askeri ve kültürel
yönleri de bulunan bir teşkilattır. Diğer taraftan ahilik, sosyal yaşam kadar
ekonomik hayatı da yönlendiren, günümüzde hala geçerliliğini koruyan,
bugünün koşullarında bile bir çok ülkede sağlanamamış verimli, adaletli
ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir kültürdür
denilebilir.
Günümüzde küreselleşen dünyada toplumsal sorunlar her gün daha da
artmakta ve toplum gittikçe yozlaşmaktadır. İnsanlar arasında güven ortadan kalkmış, hırs, rekabet, insani duygular körelmiş durumdadır. Günümüzün her boyutuyla yozlaşan toplumu Ahiliğin sergilediği ilkelere ve
prensiplere oldukça muhtaçtır. Çünkü toplum, sosyal, kültürel, ekonomik
bir bütünlük içermektedir. Ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma
hayatında dayanışma ve işbirliğini önemli bir değer olarak görmüş Ahiliğin ilkeleri arasında toplumsal görev ve sorumluluğun da önemli yeri olmuştur. Toplumda kökleştirdiği dürüstlük, hoşgörü, sevgi, saygı, işbirliği,
toplumsal sorumluluk yine onların önemli misyonları arasında olmuştur.
Bu ilkelere günümüzde çok daha muhtacız. Eğer toplum olarak bu ilkeleri yeniden düşünebilirsek, yaşadığımız pek çok toplumsal sorunlardan
kurtulmak mümkündür. Çünkü Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri
birbirine yaklaştırmak ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır.
412
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek
Toplumbiliminin kurucularından sayılan İbn-i Haldun, bir toplumu toplum
kılan esas unsur olarak asabiyeyi göstermektedir. Asabiye; toplumsal bilinç, ortak duyu, dayanışma ve birliktelik duygusu anlamları içermektedir.
Ona göre toplumlar asabiye sayesinde vardırlar ve her toplumun asabiyesi
farklıdır (İbn Haldun, 1977: 405-410). Bir toplumda birlik ve dayanışmayı
sağlayan en önemli unsur müşterek değerlerin korunması ile mümkündür.
Türklerin Anadolu’da bin yıldan beri varlığını sürdürmelerindeki sır Ahilik
anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir.
Ahilik, ferde yönelik öğüt ve yaptırımları da bulunmakla birlikte esas itibariyle ferdi değil toplumsaldır. Çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak,
cömert, şefkatli ve merhametli olmak herkese iyilik yapmak ve iyiliklerini istemek vs. gibi onlarca prensip, esasta ferdi olmaktan ziyade toplum
hayatını düzenleyen prensiplerdir. Burada kişi ne topluma ne de toplum
kişiye ezdirilmiştir. Ahiliğin sosyal dayanışma ruhu sayesinde devletin hiçbir tesiri olmadan, toplum kendi kendisini idare ediyor, yolsuzluğa fırsat
verilmiyordu.
Toplumu kendi yapısı ve kendi düşünce sistemi içerisinde şekillendirmek,
benimsediği normları topluma telkin etmek olan Ahilik teşkilatının bir
diğer amacı toplumu eğitmektir. Toplumu meydana getiren bütün katmanlara mensup insanları, sanatkâr, esnaf, öğretmen, hatip hatta emir
ve hükümdarları da eğitimden geçirmek ve insanın kendi nefsinin hiçbir
zaman üstün tutmadan halka hizmet etmeyi ve yararlı olmayı sağlamaktır.
Toplumun katmanları arasındaki dengenin korunmasını sağlamak, kişiye
eğitim ve öğretim yoluyla üretici kılmak ve nihayet iyi ahlakla ahlaklandırılmış bir toplum yaratmak asıl amaçtır. Ahiler ve ahilerin organize olduğu
birlikler, bu amaçlarını gerçekleştirmek için eğitim ve öğretim faaliyetlerini
çeşitli şekillerde ortaya koymuşlardır. Sözkonusu eğitim ve öğretim faaliyetleri örgün ve yaygın eğitim vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan Ahilik, bir yönüyle dini bir müessese sayılırken bir yönü ile
de sosyo-kültürel ekonomik yapıyı düzenleyen bir kurumdur. Günümüzde bir esnaf birliği şeklinde olduğu kabul edilen ahilik, insanın öncelikle
meslek sahibi olmasını esas alır. Ahilik, insanın çalışmasını, üretmesini ve
kendi emeği ile geçinmeyi temel prensiplerinden kabul eder. Ahi eğitiminde ihtiyaca göre üretimi temin etmek ve bu yönde eğitim vermek gerekmektedir. Bu prensip, ahilerin ahlak temeline oluşturan İslam ahlakından
gelmektedir. Zira din, toplumun kültürel ve ekonomik hayatından ayrı dü-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
413
Talip KARAKAYA
şünülmemektedir ( Yücel, 1999: 316). Toplumsal boyutuyla Ahilik, günümüz dünyasında birlikte yaşamak, barış içinde yaşmak, örgütlü yaşamak
gibi hayati önemdeki sosyal hayat unsurlarını önümüze sunan bir değerler
bütünüdür. Ahilik bu misyonunu yüzyıllarca devam ettirmiştir.
2-Ahiliğin Ahlaki Boyutu
Ahiliğin en önemli özelliklerinden biri ahilerin, ahlaki ve dürüst özelliklere
sahip olmalarıdır. Çalışmak ve üretmek, alın teri ile kazanmak Ahilikte bir
ahlak kuralıdır. Bunun için herkesin mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır.
Ahilik çalışmayı temel esas kabul edip halkın sırtından geçinenlere şiddetle
karşıdır. Ahilikte iş ve meslek ahlakı, kabul edilmesi mecburi kurallar haline
gelmiştir. Kendinden önce başkalarını düşünmek ve kollamak, hak ettiğinden fazlasını istememek, kanaat ve tevazu ölçüleri içerisinde hırs ve tamadan uzaklaşmak, kendi yeteneğine uygun bir işle meşgul olmak, sanatını
mutlaka iyi bir ustadan öğrenmek ve birliğin, beraberliğin korunması için
dayanışma içerisinde bulunmak (Köksal, 2008: 135-6) ahiliğin mutlaka
uyulması şart olan ahlak ilkeleridir.
Ahlak ilkeleri hem fert hem de toplum için önemlidir. Milli kültürün unsurları olan örf, adet, gelenek ve görenekler, sosyal düzenin kurulmasını
sağlayan manevi değerlerdir. Kültür unsurları olarak nitelendirilen bu değerler, sosyal gruplarda insanlar arası ilişkileri kurallara bağlar. Kültürlerin sahip oldukları özelliklere göre oluşan ve varlıklarını sürdüren sosyal
gruplar, insanları yalnızlıktan kurtarır; lüzumsuz endişelerden, korkulardan uzaklaştırır; sosyal çevre içinde insanların birbirlerine karşı uygunsuz
davranışlarda bulunmalarını önler. Her toplum, varlığını sürdürebilmek için
bazı görevleri yerine getirmek zorundadır. Mal ve hizmet üretiminin yanında, sosyal beraberlik ve dayanışma gibi manevi unsurlar, toplumun ayakta
durmasını sağlayan değerlerdir. Bu sebeple, adet, gelenek ve görenekler,
sosyal grupların dinamik merkezler olmalarına hizmet ederler; aynı zamanda, sosyal organizasyonların teşekkülüne de yardımcı olurlar.
Sosyolojik açıdan normlar tarafından şekillendirilen sosyal grup kavramı,
insanlık tarihiyle var olmuş bir olgudur. Sosyal bir varlık olan insanı diğer
canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri, kişinin toplumdaki diğer
üyelerle birlikte yaşayabilmesidir. Sosyal değerleri kazanmada çok önemli
görevler üstlenen örf, adet, gelenek ve görenekler, insanların duygu, düşünce ve davranışlarına doğrudan etkisi olan kültür unsurlarıdır. Sosyal
grupları yaratma ve yaşatma niteliğine sahip olan bu değerler, sosyo-kül-
414
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek
türel yapının oluşmasını sağlar (Fichter, 2000: 205). Bu iletişim ağı içinde
Ahilik, Türk kültüründe, insanlar arası dayanışma ve ilişkileri pekiştirmede
önemli bir sosyal kurum özelliği taşımaktadır.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinde önemli rol oynayan Ahilik aynı zamanda tüketicinin korunmasına da çok dikkat etmiştir. İşlerinde son derece dürüst, ürettikleri mallar son derece kaliteli olan meslek sahibi ve
sanatkâr ahiler, aynı zamanda gereğinde yurt savunmasında da bulunmuşlardır. Türk İslam kültür ve medeniyetini Batı’dan ayıran en önemli
özelliklerin Ahilikten kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Batı
medeniyetini ve kapitalizmi yaratan zihni faktör burjuva zihniyeti iken bizim özgün bir kültür ve medeniyet oluşturmamızın temelinde Ahi zihniyeti
vardır ve bu zihniyet Türk toplumunun kapitalizme karşı direnebilmesinin
de en önemli sebebidir (Köksal, 2008: 136). Değerlerin sık sık değiştiği günümüz dünyasında, önümüze bencil, prakmatist ve solipsist değil,
başkalarını ve toplumun diğer fertlerini en az kendisi kadar düşünen, en
az kendisi kadar onların da hak ve hukuklarını kollayan bir insan modeli
koyan Ahiliği bugün her zamankinden daha iyi anlamaya mecburuz.
3-Ahiliğin Bireye Bakışı, Yardımlaşma ve Dayanışma
Günümüz toplum yapısına baktığımızda çarpık şehirleşmeler fert açısından hiç de iç açıcı değildir. Özellikle büyük şehirlerde sosyal ve ekonomik
sorunlar başta olmak üzere insanlar büyük bir koşuşturma ve mücadele
içerisinde olduklarından buralarda yaşam diğerlerine göre daha zor ve acımasızdır. Toplumda kaybolmuş benlikler, yaşam mücadelesi veren kişiler,
komşusundan haberi olmayanlar, gittikçe azalan güven ve dostluklar. Kısaca günümüz toplumunun genel durumu böyle. Yine günümüz bir kitle
toplumu haline gelmiş ve bireyler buralarda yitip gitmektedirler. Özellikle
Avrupa’da İki Dünya savaşı ve onun getirdiği yıkımlar insanları oldukça
etkilemiş ve kaybolan insanlığı yeniden kurtarmak üzere varoluşçuluk (Karakaya, 2010: 17) başta olmak üzere pekçok felsefi yeni akım ortaya çıkmıştır. Bu dalga bugün toplumumuzu da etkilemiş durumdadır. Her gün
insanlığa yakışmayan suç haberlerini duymaktayız. İnsanlar birbirlerine
ihanet etmekte, aileler yıkılmakta, adi vakalar her gün daha da artmaktadır. Toplum her geçen gün daha da kötüye gitmektedir.
Temelde ahlakı ve dürüstlüğü esas alan Ahilerin hayat anlayışı günümüzün
hayat anlayışından farklıydı. Ahilikteki ‘’dayanışma’’ günümüzdeki kimi
meslek kuruluşları gibi bir ‘’çıkarcı ve faydacı’’ bir temel ve amaca dayan-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
415
Talip KARAKAYA
mıyor, aksine ‘’birlikte yükselmek, ezmeden büyümek, haksızlık etmeden
dayanışmak’’ prensiplerini esas alıyordu. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir
insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine
inanılırdı. Daha şed kuşanırken ‘’yol atası’’nı ve ‘’yol kardaşları’’(Köksal,
2008: 137) nı seçen Ahi için sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri
vardır. Nitekim günümüz insanı ve dünyasının ihtiyacı olan dayanışma ve
rekabet anlayışı da budur .
Şunun altını özellikle çizmeliyiz ki yardımlaşma ve dayanışma, Türk toplum
değerleri arasında en önemlilerindendir. Bunlar da Ahi Birliklerinin ahlaki
işlevleri arasında yer almıştır. Yardımlaşma, düğün, ölüm, harman zamanı,
yoksulluk gibi yaşamın her anında geçerlidir. Çünkü Ahilerce istikrarı, düzeni bozacak birçok davranışlardan sakınılması gerektiği kabullenilmiştir.
Örneğin gayri meşru ilişkilerden sakınma, dedikodudan, boş laftan ve iftiradan sakınma, görülmemesi ve duyulmaması gereken şeyleri görmekten
ve duymaktan sakınma, kötülük etmekten sakınma, dünya nimetlerine
bağlanmaktan sakınma gibi.
Diğer taraftan Ahiler dayanışma konusunda ahlak kaidelerine daima sadık
kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle aşırı
kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu engellemelerden
dolayı bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkârların kazancı tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata ait genel sermayeyi meydana
getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında toplanan bu sermaye ile herkese
dağıtılacak şekilde alet ve hammadde alınmakta, tezgâhlar kurulmakta,
bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım edilmekteydi (Köksal, 2008: 137).
Ahiliğin ilkeleri arasında; cömertlik, tevazu, alçakgönüllülük, merhamet,
bağışlayıcılık, bencil olmama gibi özellikler de benimsenmiş değerler arasında yer almıştır. Ahilik dirlik ve düzenden yanadır. O yıkıcı olmayıp, yapıcıdır. Bu hususta mevcut düzenin korunması ve istikrarı sağlayan, yerleşik
kuralları sürdüren bir tutumu ifade eder. Ahilikte Türk kültürünün temel
taşları, onun bir yan kuruluşu olan “ yaren” e de yansımıştır. Burada, genç
yarenlerin büyüklere yaşlı yarenlere saygı duymaları ve bunu davranışlarıyla göstermeleri başta gelmektedir. Yarenlerin bulundukları çevrede sosyal
etkinliklere katılması, düğünlere katılarak düğünleri şenlendirmeleri, kimsesizlere yardım etmeleri, onların temel fonksiyonları arasındadır. Dirlik
416
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek
düzenliği korumak, gelenekleri sürdürmek ( Tezcan, 1999: 286) de yine
onların işlevleri arasındadır.
4- Ahilik, Ekonomi ve Kalite
Başta fert olmak üzere toplumsal sorumluluk bilincinde olan Ahilik, iktisadi alanda da önemli sorumluluğa sahiptir. Ahilikte mal, servet ve sadece
kazanç için çalışmak hiçbir zaman kendi başına bir anlam taşımaz. Bunlar
ancak kendinden üstün bir gayenin gerçekleşmesine vasıta oldukları takdirde bir değer ifade ederler. Para kazanmayı gaye haline getirmek Ahilik
düşüncesine terstir. Çünkü vasıta olan para, gaye haline gelirse, gaye olan
ahlaki değerler de vasıta haline gelir ki bu durum son derce ahlaksız bir
dünya görüşünün temeli olur.
Modern toplumlarda ve ülkemizde önemi yeni yeni kavranmaya başlayan
‘’tüketicinin korunması’’ kavramı Ahiliğin temel ilkelerindendi. Ayıplı mal
satan veya müşteriyi bir şekilde aldatan esnaf ‘’yolsuz’’ ilan edilir, ona türlü yaptırımlar uygulanırdı. ‘’Sahte ve yanıltıcı reklam’’ vb. usullerle haksız
rekabete yol açmak zaten mümkün değildi. Çünkü bugün ‘’yalancı reklamcılar’’ diye çevirebileceğimiz ‘’boş yere bağırıp çağıran tellallar’’ (Köksal, 2008: 138) zaten Ahiliğe giremeyen, girişi kabul edilmeyen zümreler
arasındaydı Ahilikte, esnaf ve zanaatkârlar için gereken hammadde ve
malzemelerin alımı, dağıtımı, bölüşümü, kullanımı ve üretimin her evresi
belli kural ve yöntemlere bağlanmıştı. Hiçbir esnaf istediği gibi mal ya da
hizmet üretemezlerdi.
Ahilikte her esnaf, belirli bir kalitedeki hammaddeyi kullanmak ve üretimini standartların altına düşürmeden gerçekleştirmek zorundadır. Bu
konuda değişik usullere başvurmak affedilmez bir hata olarak nitelendirilmektedir. Belirli bir kalite standardının altına düşmek, ahlaki ve vicdani
açıdan doğru kabul edilmemektedir. Yolsuz ilan edilme bir esnaf için hem
ağrı, hem de yüz kızartıcı bir suçtu. Yolsuz ilan edilen kişi, sanatı için gerekli olan ham maddeyi piyasadan alamaz, kimse ona mal satmaz, imal
ettiği ürünü piyasaya süremezdi. Kahvehanelerde kabul edilmez, toplantı
yerlerine giremez kısacası herkes onunla irtibatı keser, kişi bir nevi sosyal
tecride tabi tutulur yani pabucu dama atılırdı.
Ahilik teşkilatı incelendiğinde adına ‘’kalite’’ denmese de ‘’toplam kalite yönetimi’’(Köksal, 2008: 139) nin temel prensiplerini uyguladığı göze
çarpmaktadır. Her şeyden önce felsefe olarak yakın benzerlik içindeki top-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
417
Talip KARAKAYA
lam kalite yönetimi ve Ahilik teşkilatındaki uygulamalar, insana bakış noktasında paralel bir düşünceye sahiptir. İmalatın standartların altına düşmesi, sahte malın gerçek gibi piyasaya sürülmesi hususları esnaf arasında
tepkiyle karşılanırdı. Bu gibi suçları işleyenlerin dükkânları kethüdalar tarafından kapatılıyor daha ileri gittikleri takdirde esnaflıktan ihraçlarına karar
alınabiliyordu.
Günümüzün ekonomik sistemi olan kapitalizmin özü, kar peşinde koşma
ve devamlı surette karı arttıracak yeni alanlar bulma şeklinde özetlenebilir.
Kapitalist pratiğin altında bir dizi fikirler, ahlaki ilkeler ve değerlerden oluşan kapitalizmin ruhu yatmaktadır. Kapitalizmin, evrensellik iddiası taşıyan
kuramsal çerçevesinde, kültürel, toplumsal ve siyasal bağlamından koparılarak tamamen bireyin maddi çıkarını maksimize etmeye çalışan davranış
kalıplarına sahip olduğu iddia edilmiştir. Böylece girişimcilerin davranışlarını belirleyen tek değişken olarak rasyonalizm öne çıkarılmıştır. Ancak
serbest piyasa ekonomisinin değişik siyasi yapılarla ve kültürlerle bir arada
varlığını sürdürebildiği tarihsel geri planından anlaşılmaktadır. Bu bakımdan ekonomiye toplumsal bağlamından soyutlayan analizlerin, ekonomik
gelişmeyi açıklamada yetersiz kalıcı söylenebilir. Özellikle ahlaki gelişmeyi hesaba katmayan bu anlayış, bugün sanayileşmiş ülkelerde karşılaşılan
problemlerin çoğunun nedeni olarak görülmektedir (Bodur,1999: 63-68).
Böylece başarma arzusu, kararlılık, çok çalışma, disiplin gibi girişim kültürünün önemli değerleri girişimcilik ruhunun yaratılmasında hayati bir
öneme sahip olacaktır.
İnsanlara düşük maliyetle üretim yapma ve hizmeti sunma, Ahilik kültür
ve prensiplerinden sadece bazılarıdır. Bu prensip ve kültürlerin günümüzde değişik kavramlarla ifadelendirilmesi yani toplam kalite, müşteri odaklı olma, öğrenen organizasyonlar, kayıt dışılığın denetimi, etkili denetim,
sermayenin dağılımı ve dolaşımı yeni yaklaşımlarla bunların yeniden değerlendirilmesi açısından önemli ve yararlı olmaktadır. Ahilik teşkilatının
vazgeçilmez temel değerlerinden olan hizmette mükemmellik ise asırlarca
bütün hizmet çeşitlerinde kullanılmış, bilhassa üretimde kalitesizliğe müsamaha edilmemiş ve kalitesiz mal üretenin meslekten ihraç edilmesine
yol açmıştır. Eğer Ahiliğin bu özelliği günümüz kalite sistemlerine uygulanabilirse üretimde mükemmeli yakalamak da mümkün olabilir.
Teknoloji ve modernizm hangi noktaya ulaşırsa ulaşsın, hangi sınırları zorlarsa zorlasın, insan olgusu var oldukça değişmeyen, değişmesi mümkün
418
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek
olmayan değerler vardır. Bu değerler manzumesi şu veya bu din, o veya bu
millet, şuradaki veya buradaki devlet farkı olmaksızın topyekûn insanlığın
müşterek değerleridir. Dürüst olmak, çevreye faydalı olmak, iyi huylu olmak, doğru sözlü olmak, adil olmak, merhametli olmak gibi insani vasıflar
ilk sıralarda yer almaktadır. Zamanın, ortamın ve türlü şartların tesiriyle bu
değerler kimi devirlerde zayıflayabilir hatta toplum nezdinde değersiz ve
gereksiz şeyler olarak algılanmaya da başlanabilir. Bu durum, o değerlerin
işlevini yitirdiğinin değil, o zihniyetteki toplumlarda bir sorun olduğunun
göstergesidir.
Bugün sanayileşmiş toplumlarda iş gücünü, iş ve çalışmaya karşı daha
az yabancılaştıran formlar üzerinde ciddiyetle durulmaktadır. Oysa Ahilik, ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında dayanışma
ve iş birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler yapmayı, sahasında
ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları arasında saymıştır.
Cömertliği, paylaşmayı sosyal içerikli harcamayı toplumsal refahın gerekli şartları arasında görmüştür. Toplumun refahı ve sosyal sorumluluk ön
plana çıkarıldığından kişisel ihtiyaçların karşılanması yeterli görülmemiş
ve üretim teşvik edilmiştir. Ekonomik faaliyet kendi içinde amaç olmayıp,
bireyin ruhsal gelişimi ve toplumsal refah için bir araç olarak görülmüş,
üretim ahlakı bir görev olarak değerlendirilmiştir. Üretimde kaliteyi arttırmak bir erdem olarak algılanmış, hayatın anlamının üretimle mümkün
olabileceği vurgulanmıştır. Kişisel güven ve beceri kazanma arzusu, kabiliyetin geliştirilmesinde ve iş hayatında ilerlemede önemli motivasyon
kaynağıdır. Herhangi bir iş ve meslekte ehliyetli ve liyakatli olma, yani zanaatta kemale erme, zirveye ulaşma ilerlemenin şartı olarak görülmüştür
(Bodur, 1999: 63-68).
Sonuç olarak çağımızda küreselleşmeyle birlikte sosyal sorunlar her gün
daha da artmakta ve toplum gittikçe yozlaşmaktadır. İnsanlar arasında
güven azalmakta, hırs, rekabet ve insanlık duyguları gittikçe azalmaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumun organize olmasını, organize olmak suretiyle bir arada yaşamasını sağlayan ahilik, dönemi içinde sağlam
temele dayanan düşünce sistemidir. Türk toplumunda ağırlığı olan ahilik
kültürü, dini amaçlı organizasyonlardan ayrı, sosyal sektör kuruluşları için
önemli girdi sağlayabilecek potansiyeli bünyesinde taşımaktadır. Çünkü
günümüzün yozlaşan toplumu Ahiliğin sergilediği ilkelere ve prensiplere
her gün daha da muhtaçtır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
419
Talip KARAKAYA
Kaynaklar
Bodur, H. Ezher. “ Ahilik ve Türk Girişimcilik Kültürünün Oluşumuna Katkıları”,
II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 ,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999, 58-76.
Çağatay, Neşet. Ahilik Nedir ? Kültür Bakanlığı Yay., Ankara. 1990.
Çetin, İsmet. “ Bir Fikir Sistemi Olarak Ahilik”, II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999,
88-112.
Döğüş, Selahattin. “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Ahilerin Rolü” , Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 133, 2001.
Ekinci, Yusuf. Ahîlik ve Meslek Eğitimi. 4. b., Milli Eğitim Bakanlığı Yay. , Ankara,
1993.
Ficther, Joseph. Sosyoloji Nedir? Çev. Nilgün Çelebi, 4.b., Ankara: Attila Kitabevi,
2000.
Güllülü, Sabahattin. Ahi Birlikleri. İstanbul, 1992.
Güneş, Mustafa. “Geçmişten Günümüze Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik”, Uluslar arası Ahilik, Kalite Merkezli Bir Yaşam Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi, 20-22 Eylül 2011, (Yayın aşamasında sunulan bildiri).
Haldun, İbn. Mukaddime-1. Çev. Z. Kadiri Ugan, İstanbul: Meb. Yay., 1977.
Karakaya, Talip. Jean-Paul Sartre ve Varoluşçuluk. 2. b., Ankara: Bizim Büro Yay.,
2010.
Köksal, Fatih. Ahi Evran ve Ahilik. 2. b., Kırşehir.Kırşehir Valiliği Kültür Yay., 2008.
Köprülü, Fuat. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.,
Ankara 1991.
Şimşek, Muhittin. Ahilik. İstanbul: Hayat Yay., 2002.
Tezcan, Mahmut. “Ahilik Çerçevesinde Oluşan Türk Kültürünün Temel Taşları”,
II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 ,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999, 284-288.
Torun, Ali. Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nameler. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yay., 1998.
Yücel, Ayşe. “ Ahilikte Eğitim ve Amaçları”. II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 , Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.,
1999, 315-320.
420
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
KAPADOKYA’DA YAŞAMIŞ BİR AZİZ: AZİZ MAMAS
ONE OF THE SAINTS LIVED IN KAPADOKYA: SAINT MAMAS
Tugba GÖNEL*
ÖZET
Aziz Mamas, tahminen 3. yüzyılda yaşamış Kapadokyalı bir azizdir
ve hakkında çeşitli sözlü anlatmalar mevcuttur. Aziz Mamas’ın mezarı ve kendi adıyla anılan kilise Aksaray’a bağlı eski adı Mamasun
olan Gökçeköy’dedir. Köy, Aksaray–Nevşehir yolunun 15. km’si civarındadır. Hristiyanlık döneminde Aziz Mamas adıyla anılan ve ona
ait olduğu bilinen bu mezar üzerine daha sonra kilise yaptırılmıştır.
Ancak günümüzde Müslümanlar tarafından Şemmas Baba Türbesi
olarak bilinmektedir. Türbe çeşitli değişiklikler yapılarak İslami biçime dönüştürülmüş ve bugünkü şeklini almıştır. Köyün Mamasun
olan eski adının Aziz Mamas kaynaklı olduğu düşünülmektedir.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile erenler tekkesi de kapatılmış ve
Aziz Mamas’ın kemikleri bir sanduka ile Ankara’ya götürülmüştür.
Ancak daha sonra kemikler sandukasız ve tahrip edilmiş şekilde geri
gönderilmiştir. Bu nedenle mezarın içerisinde sadece iki bacak kemiği kalmıştır. Türk Yunan dostluk festivalleri kapsamında son yıllarda 2 Eylül “Aziz Mamas Günü” olarak anılmaktadır. Bildirimizde,
Aziz Mamas’ın hayatı, mezarı ve bu mekân çevresinde oluşturulmuş
inanışlar ve uygulamalar tanıtılıp değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Aziz Mamas, Halk İnanışları, Halk Hekimliği
ABSTRACT
St. Mamas is a saint from Kapadokya who lived in 3rd century by
guess and there are certain stories about him. The grave and the
church known with his name of St. Mamas is in Gökçeköy with
old name Mamasun, Aksaray. The village is on the 15th km of Aksaray-Nevşehir road. During the Christian Age a church built onto
the grave named St. Mamas and is thought belong to him. But
* Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, USET MYO, Turizm Animasyonu Böl.,
e-posta: [email protected].
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
421
Tugba GÖNEL
this grave is today named Semmas Baba Tomb which built by the
Muslims. The tomb converted the Islamic format as doing some
changes and formed as today’s. It is thought that the old name of
the village (Mamasun) is come from St. Mamasun. Erenler Lodge
also closed because had been closed all of the lodges and the bones of St. Mamas brought away Ankara with in a sarcophagus. But
the bones remanded without sarcophagus and battered. So there
was only two bones belong to his leg in the grave. 2nd September
is being celebrated and named as The Day of St. Mamas to growing
friendship of Turks-Greeks. In this article we emphasize and analysis
the life and the grave of St. Mamas and the beliefs also the practices occured arround of the that place.
Key Words: St. Mamas, Folk Beliefs, Folk Medicine
İnsanın Tanrıya ulaşma arzusu ve bu uğurda verdiği duygusal savaş veya
Tanrıya ulaşmak için kat etmesi gereken yol gibi hususlar, veli kavramını
yaratmış ve bu uğurda savaşan ve başarıya ulaşan kişi “Veli” (Tanrı Dostu,
Tanrıya en yakın kişi) olarak nitelendirilmiştir.1
Veli kültü; olağanüstü güçlerle donatılmış ve Tanrıya yakın olduğu varsayılan bir kimliğin, Tanrıya ulaşmadan kişisel yardım taleplerine kadar varan,
geniş bir mistik alanda yardımının olacağına inanılması ve bunu sağlamak
için de çeşitli ritüellere başvurulmasıdır, denebilir. Bu anlayış, velinin kutsanmasıyla da sonuçlanmaktadır.
Veli kültünün, Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi inançların
hâkim olduğu alanlarda benzerlikler gösterdiği açıktır.
Aziz kelimesi ise Hıristiyanlığın kabul edildiği yıllarda, bütün din yoldaşları
için kullanılmış ve din uğrunda şehit olanların (martirlerin) ölüm yıldönümleri, dini törenlerle anılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık uğruna ölen ya da
kusursuz bir Hıristiyan yaşamı sürdürerek, Tanrısal dünya ile yakın ilişkiler
kurduklarına inanılan kişiler, azizlik derecesine yükseltilerek büyük saygı
görmüşlerdir. Onlara Tanrı tarafından insanüstü güçler bağışlandığına ve
onların çeşitli mucizeler gerçekleştirebildiklerine inanılmıştır.
Araştırmacılar, gerek Hıristiyanlıktaki aziz, gerekse Müslümanlıktaki veli
kültünün kökenini, bu dinlerin ortaya çıktığı ve yayıldığı bölgelerde es1
A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yayınları, Ankara 1992, s.6.
422
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
kiden var olan bir takım kültlere bağlarlar. Aziz kültünün genellikle, eski
çağdaki doğa kültleriyle, mitolojik tanrı ya da kahraman kültlerinden geliştiği anlaşılmaktadır. Müslümanlıktaki veli kültünün kökeni de İslamiyet’ten
önceki putperest kültlere dayanmaktadır.2
Hıristiyan mistisizmindeki “Saint” (Aziz) anlayışıyla Alevilik ile Hıristiyan ve
İslam tasavvufundaki “Veli” düşüncesi arasında benzer noktalar bulunmaktadır; buradaki “Saint”, (Allah Adamı, Allah dostu)’dur. Allah dostu
olan “Saint” bütün dünyevi zevk ve bağlardan kurtularak bir takım riyazet
ve mücadele yöntemleriyle kendini Allah’a adayan Hıristiyan’dır. Hıristiyan
mistisizmindeki bu anlayış Alevilik ve tasavvuftaki Velayet-i Amme (Bütün
Müslümanların genel manada veli olduğu) ve Velayet-i Hassa (Özel anlamıyla veli) anlayışına uymaktadır. Ayrıca Alevilik ve tasavvufta olduğu
gibi Saint’in “Keramet” olgusuyla da sıkı ilişkisi bu benzerliğin diğer bir
aşamasını oluşturur.3
Müslümanlıktaki veli kültünün kaynak itibariyle İslamiyet ile doğrudan bir
bağlantısının olmadığı açıktır. Müslümanlık anlayışı içine de bu anlayışın
putperest kültlerden girdiği söylenebilir. Veli düşüncesini zamanla içine
alan sünni doktrin teolojik söyleminde, kü1t anlamlı ve içerikli bir veli anlayışını reddeder. Ancak yardımı Allah’tan bilmek ve istemek şartıyla evliyaya saygının caiz olduğunu da savunur.4 İslamiyet’i kabul ettikten sonra
Türklerin yatırlara gitmesi, veliden; hastalıklara şifa, iş, kısmet gibi konularda yardım dilenmesi durumu “Allah’ın sevgili kulları olan ve Allah’a
sözü ve nazı geçebilen evliyanın yardımını dilemek” şeklinde açıklanmaya
çalışılmıştır.5
Anadolu’daki veli kültünün kaynağını İslam öncesi eski Türk inançlarının
içinde aramak doğru olacaktır. İslam ve Anadolu’da İslami süreçte gelişen
tasavvuf da buna iyi bir örtü görevi görmüştür. Türkler, İslamlaşma süreci
içine girmeden önce ilişkide bulundukları çeşitli kültür çevrelerinde Şamanizm, Hinduizm, Taoizm, Budizm, Maniheizm, Mazdeizm, Zerdüştlük ve
Hıristiyanlık gibi inançlardan etkilenmişler, inancı tam anlamıyla benimsemeseler de bu inançlardan kendi yaşam biçimlerine uygun olan motifleri,
2
3
A. Yaşar Ocak, age, s.6.
Yağmur Say, “Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2, s. 220.
4 A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yay.,
Ank. 1992, s.6.
5 Mehmet Eröz, Eski Türk Dini ve Alevilik Bektaşilik, TDAV, İstanbul 1992, s. 103.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
423
Tugba GÖNEL
alt yapılarında her zaman var olmuş olan Gök Tanrı-Doğa Kültleri ve Ata
Kültleri temel inancı içine raptetmişlerdir.6 Bunlardan atalar kültünün çeşitli eski Türk zümreleri arasında en köklü ve en eski inançlardan birisi
olduğu söylenebilir. Atalar kültü, atanın öldükten sonra ailesine yardım
edeceği inancından doğan, korku ve saygıyla karışık bir anlayıştan müteşekkildir.7
Anadolu’daki İslami süreç içerisindeki veli kültü uzun bir serüvenin sonucudur. Türklerdeki veli kültünün temelinin Gök Tanrı inancının önemli
bir ayağını oluşturan Atalar Kültü8 olduğu söylenebilir. Türk Kamlarının
(Şaman) Türk veli tipine çok benzediği açıktır. Kam; iyi ve olağanüstü bir
varlıktır. Ruhlar ve gizemli güçlerle ilişki kurar, Gök Tanrı ile temasa geçip ondan haberler getirir. Bunu yapmak için de İslami süreç içerisindeki
veli tipolojilerinde gördüğümüz inziva ve riyazata başvurur.9 Gelecekten
haber veren, doğa olaylarını etkileyen veya değiştirebilen, felaketleri önleyen, düşmanlara kötülükler getirebilen, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp
uçabilen, ateşte yanmayan Türk kamlarının bu özellikleri bir süreci ifade
etmektedir.10
XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye gelen ve çoğunluğunu
Oğuzlara mensup boyların oluşturduğu çeşitli Türk toplulukları kendileriyle birlikte bu anlayışı ve kültü de taşırlar. Özellikle XIII. yüzyılda Moğol
istilasının önünden kaçarak Anadolu ‘ya gelen şeyh ve dervişler bu konuda başrolü oynarlar. Selçuklu otoritesi birçok ekonomik, sosyal, kültürel ve
dinî sebeplerden birtakım imtiyazlar tanıyarak yerleşmelerini ve tekkelerini
kurmalarını sağlar.
6
7
8
9
10
Yağmur Say, “Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2, s.220.
Erman Artun, Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara 2002, s. 6.
Atalar Kültünün özü, ataların takdis edilmesine, kutsanmasına dayanır. Ancak bu anlayışta atanın
kendisine tapılmaz, ata bir simgedir ve onun öldükten sonra dünyadaki yol göstericiliği, diğer
dünyada da devam ettiğinden, ondan yine yardım isteme esasına dayanan bir sistematik söz konusudur. Bu yardımı, şefaati sağlamak için de onların bu simgesel ruhlarına kurbanlar adanır ve
kesilir. Böylece kutsallaşan eşyalara ve mezarlara sahip bir ata kültü oluşur. Bu konuda ayrıntılı bilgi
için bkz. A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK Yayınları, Ankara
2006.; Mircae Eliade, Şamanizm, İlkel Esrime Teknikleri, (Çev: İsmet Birkan), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2006.
A. Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983, s.95-97.
A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yay.,
Ank. 1992, s.6
424
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
X. yüzyılla XII. yüzyıl arasındaki dönemde İslam, Orta Asya steplerinde
yayılırken tekkelerin çoğu, eski Budist manastırlarının yerine veya onların
yakınına inşa edilmiş, zamanla bu manastırlar ve özdeşleştiği aziz ile birlikte Müslümanlaşmıştır. Aynı süreç ve kurgu Anadolu’da da yaşanmış; şeyh
ve dervişler, tekkelerini terkedilmiş, savaşlar nedeniyle yıkıntı haline gelmiş
veya işler durumdaki kilise ve manastırların yerine veya yakınına yapmıştır.
Buradaki temel düşünce, arkada saklanan diğer inançların yok sayılmadığı, onların devamı olunduğu, birçok konuda onlardan yararlanıldığı ve
önemli simgelerin alındığı gibi tezler olmakla birlikte, onların kullandığı
araçları aynen kullanıp bu inançların etkilerini zamanla zayıflatarak onların
yerine geçme isteği de olabilirdi.
Önceki inançlarla kaynaşma, devam etme olgusu, Anadolu’daki aziz kültü
ile de açıkça görülmektedir. Başlangıcı Hıristiyanlık öncesine giden, Hıristiyanlığın da kullandığı aziz kü1t1eri sadece isimler değiştirilerek adeta
olduğu gibi alınmıştır. Böylece Hıristiyanlıktan alınan ve yüzeysel de olsa
Müslümanlaştırılan aziz kültleri ile Orta Asya merkezli Türk veli tipi, İslami
bir kıyafet içinde devam ettirilmiştir. Buna en iyi örnekler; Hacı Bektaş,
Sarı Saltuk, Elvan Çelebi, Baba İlyas ve Battal Gazi kült kimlikleridir. Hacı
Bektaş’ın XIII. Yüzyılda Sulucakaraöyükte kurduğu tekke, bu bölge Hıristiyanlarının da kutsadığı Saint Charalambus kültünü Müslümanlaştırarak
kendisine mal etmiş, böylece Hacı Bektaş Hıristiyanlarca da benimsenmiştir.11
Kültü konu olan kimliklerin (Veli), ait oldukları toplumun sosyal, dini ve
ahlaki değerlerinin tamamının veya bir kısmının temsilcisi ve simgesi olduğuna inanılır. Söz konusu topluluk, ona yüklediği misyon ile temsil yetkisini verdiği bu simgesel varlığı kendi topluluğu ile özdeşleştirir. Simgeleşen
ve söz konusu toplum ile özdeşleşen kimlik, ancak veli olacak ve bu süreç
de aynı zamanda beraberinde yeni yeni ilavelerle o topluluğun yaşam biçimini ve yaşamı anlamlı kılacak olan “Kült”ü oluşturur. Üçüncü aşamada, o
veli o topluluk için artık bir insan değil, olağan ve olağanüstünün bir arada bulunduğu, inanılan değerler bütününün toplamıdır. Veli kavramının
bir diğer boyutunda “Keramet” olgusu bulunmaktadır. Veli hayattayken,
bu dünyadakinden farklı, olağanüstü olaylarla süslü bir soyut dünya ile
kuşatılır ve öldükten sonra, kendisi hayattayken sahip olduğuna inanılan
insanüstü kimliğinin, güç ve kudretinin devam ettiğine inanılır. Hatta bu
11
A. Yaşar Ocak, age, s. 15-17.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
425
Tugba GÖNEL
varsayılan güç, mistik bir gizemle süslenerek daha da artar. Artık o veli
etrafında kerametlerden oluşan bir menkıbeler sistemi oluşur ve giderek
büyür. Veli, olağanüstü ruhani güçlere sahip olduğu için, toplumda ona
karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hâkim olmaya başlar. Ona karşı
yapılacak saygısızlığın çarpılma, ölme veya amansız bir hastalığa tutulma
şeklinde ceza ile karşılık bulacağına inanılır. Bunun yanında, velinin varsayılan bu ruhani gücünden iyilik elde etme ve kötülük giderme arzusu doğar. Son aşamada da dünyada kendisinden bu tarzda yararlanılacak olan
velinin öbür dünyada da insanlara yardımcı olması için onu memnun etme
çabası ortaya çıkar ki bu da kişisel tatminin önemli bir aşamasıdır. Velileşen kü1t kimliğin toplumdaki sürekliliğini sağlamak için de topluluk çeşitli
önlemler alır. Bu önlemler hem maddi hem manevi olarak kendini göstermektedir. Toplumsal yapıyı, toplumsal barışı, inançları, ahlaki değerleri vb.
ögeleri temsil eden veli, bu özelliklerini kalıcı, sürekli, topluluğun günlük
yaşantısında her an görebildiği kişisel ritüel ve kurumsal yapılarla kendi
varlığını ve önderliğini güçlendirir. Tabii ki bu misyonu ona topluluk vermiş
ve onu bu değerler bütünü içinde aşmak yerine, bu değerlerin temsilcisi,
önderi ve devam ettiricisi konumuna da o topluluk getirmiştir. Bu yapılanmayı sağlamlaştırmak ve devam ettirmek adına topluluk ritüele ve günlük
yaşamın anlamına konu olacak bazı simgeler veya simgesel yapılar oluşturur; veli adına yapılmış bir mezar veya türbe, ondan kaldığına inanılan bazı
eşyalar topluluk için çok önemli, hatta vazgeçilmez öge ve simgelerdir
artık. Bu mezar, türbe veya eşyanın uhreviyetinden yardım dileme, günahlardan arınma, hastalıkların tedavisinde onları kullanma ve bu uhreviyete
sahip olmak için adak ve kurban kesme gibi bir üst aşama yaşanır ki bu
da topluluk içindeki veli anlayışının devamını ve gücünü sağlamlaştıran,
kişiye iç tatmini veren çok önemli bir yapılanmadır. Son aşamada ise kişilerin veya toplulukların inançlarının içinde olmamasına rağmen, Tanrıya
ulaşmada bir başka önemli olguyu da onun adının zikredildiği dualar alır.
Kişiler artık o velinin adını dualarında zikrederken bir başka taraftan da
onun için de söylenen dualar, inancın içine girmiş ve inanç artık yeni katılımlarla, yeni bir aşamaya ulaşmıştır.12
Bildirimizin asıl konusunu oluşturan Aziz Mamas’ın Kapadokya’da yaşamış
bir aziz olduğu bilinmektedir. Bugün Aksaray iline bağlı Gökçeköy’deki13
mezarı, hem Hıristiyanlar hem Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilip
12
Yağmur Say, “Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2, Sayfa: 222.
13 Köyün “Mamasun” olan eski adının “Aziz Mamas”ın adından kaynaklandığı düşünülmektedir.
426
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
ziyaret edilmektedir. Hıristiyanlık döneminde Aziz Mamas adıyla anılan ve
ona ait olduğu bilinen bu mezarın üzerine daha sonra kilise yaptırılmıştır. Ancak günümüzde bu yapı Müslümanlar tarafından “Şemmas Baba”
türbesi olarak bilinmektedir. Kilise, çeşitli değişiklikler yapılarak türbe biçimine dönüştürülmüş ve bugünkü şeklini almıştır. Bu mekânın hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından kabul görmesinde, azizin mezarını
ziyaret edenlerin şifa bulacağına inanılmasının payı büyüktür. Müslüman
veya Hıristiyan zihinsel, bedensel engelli (genellikle felçli, kekeme, akıl
hastası ve sakat olan kişiler) birçok hasta bu mezarı ziyaret edip lahitin
içinde bulunan ve Hıristiyanlara göre Aziz Mamas’a (Ayios Mamas), Müslümanlara göre Şemmas Baba’ya (Şambaz Baba) ait kemikleri yüzlerine
sürmekte, burada aileleriyle birlikte en az bir gece geçirerek hastalıklarına
şifa dilemektedirler.
Hem Hıristiyanlar hem Müslümanlar tarafından “kutsal” kabul edilen bu
türbenin, öncelikle içinde bulunduğu Gökçeköy bağlamında, “Şemmas
Baba” anlatıları ve hakkında oluşturulmuş inanışlar dairesinde değerlendirilip ardından “Aziz Mamas” kült kimliğinin ele alınmasının yerinde olacağı kanaatindeyiz.
1. Şemmas Baba
Şemmas Baba çobanlık yaparak geyik, koyun ve keçi besleyen, bu hayvanlardan elde ettiği sütü ihtiyacı olanlara dağıtan, vaktini Müslümanlara
ve Hıristiyanlara ders vererek geçiren âlim bir zat, birçok savaşa katılmış,
vatanı için mücadele etmiş biridir. Öyle ki Hüseyin Gazi ile birlikte Müslümanlığı yaymak için savaştığı anlatılmaktadır. Şemmas Baba vefat ettiğinde öğrencilerine ders verdiği bu tekkeye defnedilmiştir. Daha sonraki
dönemde, özellikle zihinsel ve bedensel özürlülerin ve çocuk sahibi olmak
isteyenlerin ziyaret ettiği ve “şifa” bulduklarına inandıkları bir makam haline gelmiştir.
Şemmas Baba türbesi iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında türbeye
şifa bulmak için gelen hastaların ailelerinin ve yakınlarının konaklayabileceği, yatakların ve mutfak araç-gereçlerinin yer aldığı, tabanı halı ile kaplanmış, demir kapılı kemerli bir oda bulunmaktadır. Bu bölme uzun süre
köy düğünlerinde köy halkı tarafından toplanmak için kullanılmıştır. Ayrıca düğünler türbenin önündeki meydanda yapılmaktadır. Bu giriş kısmının
ardından içerideki bölümde Şemmas Baba’nın makamı nişi andırır biçimde yeşil örtü ile örtülmüş her iki ucuna sarıklar takılı olarak bulunmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
427
Tugba GÖNEL
Önceleri lahitin içerisinde kol, bacak kemiği ve bir geyik boynuzu var olsa
da daha sonra kemikler ve boynuz kaybolmuştur (K.K. 3). İçerideki büyük bölmeye de yine ziyaretçilerin kullanması için yataklar yerleştirilmiştir.
Şemmas Baba’nın makamının her iki tarafında küçük odacıklar bulunmakla birlikte sağ taraftaki tavanı kubbe şeklinde, basık, dar ve duvarlarında
çeşitli halkaların, demirlerin ve “dilek kutusu” olarak adlandırılan kare
şeklinde bir oyuğun bulunduğu odacıkta hastalar, boyunlarına ip geçirilip
bu halkalara bağlanmak suretiyle en az bir gece geçirmekte; böylelikle
Şemmas Baba’nın vesilesi ile şifa bulunacağına inanılmaktadır (K.K. 1, 3,
2, 4, 5). Makamın sol tarafındaki biraz daha geniş odacığın üst kısmında
geçide benzer bir kısım bulunmaktadır ki bu geçidi Şemmas Baba’nın atı
ile çıkmak için kullandığına inanılmaktadır (K.K. 3). Bahsi geçen geçidin
alt kısmındaki duvarın sonradan sıva ile kapatıldığı dikkat çekmektedir.
Buranın sonradan yapıldığını fark edenler duvarı daire şeklinde oymuştur.
Bu oyuktan içeri bakıldığında sağ ve sol taraftan yukarıya çıkan merdivenlerin varlığı dikkati çekmektedir. Bu delikten geçilip merdivenlerden
çıkıldığında, burada kiliseye bağlı bir geçit olduğu bilinmektedir (K.K. 3).
Köydeki yaygın inanışa göre odanın bu kısmı kiliseyi kullanmak istemeyen
Şemmas Baba tarafından kapatılmış ve içeride kalan kısım tekke haline
getirilmiştir. Yine Şemmas Baba’nın hem Müslüman hem Hıristiyan çocuklarına farklı zamanlarda ders verdiğine, Hıristiyan çocuklara ders verirken onlara görünmeyerek bu odadan onlara hitap ettiğine inanılmaktadır
(K.K. 2). Türbe içerisinde dikkati çeken bir diğer husus ise köy halkının
burada Cuma namazlarını kılmasıdır ki türbe içerisine sonradan namaz
kılmak için mihrap yapılmıştır. Ayrıca bayanlar burada teravih namazlarını
da kılmaktadırlar (K.K. 5).
Türbenin avlusunda abdest almak için çeşme ve bunun yanında ziyaretçilerin adak kurbanlarını kestikleri beton bir bölme bulunmaktadır. Avluya
bu çeşme yapılmadan önce türbe içerisinde abdest almak için ibrikler bulunurmuş; öyle ki Şemmas Baba’nın makamının başına akşam dolu olarak
konulan ibrikler sabah boş olarak alınır, Şemmas Baba’nın her gün bu şekilde abdest aldığına inanılırmış. Çeşme yapıldıktan sonra ise ibriğe gerek
duyulmamış.
Türbenin kapısı da uzun süredir kilitlenmemektedir. Rivayete göre daha
önceki ağaç kapının, demir kapı ile değiştirilmesinden sonra köyün muhtarının kapıyı üç kez kilitlemeye çalışması ancak kapının her seferinde kendiliğinden açılması üzerine Şemmas Baba’nın kapının açık olmasını istediği kanaatine varılarak bu kapı bir daha kilitlenmemiştir (K.K. 3, 5).
428
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
Türbenin bekçisi ya da ücretle bakmakla yükümlü görevlisi bulunmamaktadır; ancak bizlere de kaynaklık eden Müşteba ve Bayram Konuk gönüllü
olarak türbenin bakımını üstlenmiştir. Rivayete göre; türbenin son bekçisi,
gece ranzasında yatarken sabaha karşı üç at ve atların üzerinde iki kişi
görür; atların bir tanesinin üzerinde kimse yoktur. Atlılar türbeye doğru
ilerleyerek “Hey Şemmas Baba daha ne yatıyorsun kalksana vatan elden
gidiyor” der. Korkudan yorganın altına saklanan bekçi atlıların türbe içerisinden birini alarak çıktığını hisseder ve kapıda nal seslerinin uzaklaştığını duyar daha sonra eşyalarını toplayarak köylüye “Buranın korunmaya
ihtiyacı yok; buranın zaten sahibi var” diyerek köyü terk eder (K.K. 3, 4).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
429
Tugba GÖNEL
Müşteba Konuk, türbenin bakımını neden gönüllü olarak üstlendiğini şöyle anlatmaktadır: “Türbeyi ziyaret etmek için bir grup turist gelmişti. Ben
de grup rehberi eşliğinde onlara türbe hakkında bilgi vermiştim. Rehber,
gruba benim türbeye gönüllü olarak hizmet ettiğimi söylemiş. Onlar da
ziyaret bitiminde bana bir miktar para bıraktılar ve yaptığım işi devam
ettirmem için ricada bulundular. Parayı aldıktan sonra bir iki hafta türbeye
uğramadım, bir gece rüyamda Şemmas Baba gelip beni korkuttu, sözümü
tutmamı istedi. Ertesi sabah kalkar kalkmaz türbeyi temizledim ve o günden sonra bu işi kendime görev edindim” (K.K. 3).
Köydeki yaygın inanışa göre, Şemmas Baba isterse türbeden bir şeyler
götürülmekte; ancak istemezse kesinlikle götürülememektedir. Nitekim
çok önceleri var olan sarı renkli şamdanlar kaybolmuş, birileri tarafından
götürülmüştür. O buna rıza gösterdiği için bir şey olmamıştır. Jandarmalar buradaki Şemmas Baba’ya ait olduğu düşünülen kemikleri ve geyik
boynuzunu götürmek istediğinde ise kemikleri taşıyan jandarma yolda
düşerek kör olmuş ve kaçmıştır. Daha sonra Şemmas Baba köyden birinin
rüyasına girmiş ve kemiklerin yerini ona göstermiş; o da gidip kemikleri
getirmiştir. Ancak daha sonra kemikler ve boynuz yine kaybolmuş ve halen bulunamamıştır (K.K. 1).
Diğer bir inanışa göre burada verilen her söz yerine getirilmelidir. Nitekim
zamanında türbeye erkek çocuk dilemek için yakın köylerden birisi gelmiş.
430
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
Türbede dua etmiş ve çocuğu erkek olursa ahırındaki danasını kurban
edeceğini söylemiş. Zaman geçmiş adamın duası kabul olmuş ve bir erkek
çocuğu dünyaya gelmiş. Ancak adamın danası o kadar bakımlı, kuvvetli
bir boğa haline gelmiş ki adam kıyıp kurban edememiş. Bir gün boğa
bir hastalığa yakalanmış ve hızla köyden uzaklaşmaya, kaçmaya başlamış,
kimse durduramamış. Boğa Gökçeköy’e gelip Şemmas Baba’nın türbesinin üstündeki boşluktan buranın avlusuna kendini atıvermiş ve burada
kurban etmişler (K.K. 5, 3, 1, 2).
2. Aziz Mamas
Azizler ve kutsal kişiler Geç Antik Çağ’dan başlayarak Bizanslıların toplumsal ve bireysel yaşamlarında önemli bir rol oynamışlardır. Bizanslılar,
günlük yaşamları içerisinde azizlerle çevrelenmişler, yaşamlarının her alanında onların varlıklarını hissetmişlerdir. Hıristiyanlık uğruna ölen ya da
kusursuz bir Hıristiyan yaşamı sürdürerek, Tanrısal dünya ile yakın ilişkiler
kurduklarına inanılan kişiler, azizlik derecesine yükseltilerek büyük saygı
görmüşlerdir. Onlara Tanrı tarafından insanüstü güçler bağışlandığına ve
çeşitli mucizeler gerçekleştirebildiklerine inanılmıştır. Kutsal kişiler ya da
azizler Bizans kültüründe insanların, her biri tek tek bireysel olan istek
ve gereksinimlerini, yüceliği gereği bu özel isteklere uzak olan Tanrı’ya
iletmek yükünü üstlenmişlerdir. Azizler insan olmak niteliği ile insanlara,
kutsallıkları nedeniyle de Tanrı’ya yakın olan kişilerdir. Kısacası, Bizanslılar
hem dünyasal hem de tinsel gereksinmeleri için doğrudan azizlere baş-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
431
Tugba GÖNEL
vurmuşlardır. Aziz öldükten sonra onun işlevini, bedeninden arta kalan
kemikleri, kullandığı eşyaları ve bunların parçaları yani rölikleri ile o azizin
fiziksel varlığının yerine geçen betimleri yani ikonası gerçekleştirmiştir. İkona ve rölikler, azizlerin görünmez dünyasını görünür, fiziksel temas ve iletişim kurulabilir, yani “gerçek” kılan araçlardır. Onların röliklerine gösterilen
saygı aslında azizin bu parçalarda var olan fiziksel varlığınadır. 14
14
Engin Akyürek, “Bizanslılar, Azizleri ve Khalkedon’lu Azize Euphemia”, Sanat Dünyamiz (Bizans
Özel Sayısı), 1998, s. 175.
432
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
Mamas tahminen 3. yüzyılda yaşamış ve Çankırı’da doğmuştur. Kayseri
hipodromusta putperestler tarafından genç yaşta bir mağarada öldürülmüş ve bu olaydan sonra Hıristiyan dünyası tarafından aziz olarak kabul
edilmiştir (K.K.6).
Bayram günü 2 Eylül olan aziz, Büyük Basileios ve Nazianzos’lu Gregorius
tarafından yazılarında övülmekle birlikte yaptıkları hakkında bilgi verilmemiştir. Her ikisi de Mamas’ı geyik sütü içen ve bir metropolitin hayvanlarını
otlatan fakir bir çoban olarak tanıtır.15 Mamas yaşamı boyunca dağlarda
çobanlık yapıp geyik beslemiş, elde ettiği süt ve peyniri fakirlere dağıtarak
onlara yardım etmiştir (K.K.6).
Mamas’ın pastoral yaşamının konuları arasında hayvanlar da yer almaktadır. Mamas’ın vahşi hayvanları yakaladığı, aslanların ve leoparların onun
önünde diz çöktüğü rivayet edilmektedir. Mamas’ın hayatı, yaşadığı yer ve
zaman kesin olarak bilinmemekle birlikte; sadece 17 yaşında iken Aurelian
döneminde (270-275) infaz edildiği bilinmektedir. Ayrıca azizlerin hayatını anlatan Yunanca hikâyelerden birinde Mamas’ın Gangra’da (Çankırı),
15
Meryem Acara, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler.
html.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
433
Tugba GÖNEL
senatör Theodotos’un oğlu olarak doğduğu ve 15 yaşında martir olduğu
belirtilmektedir.16
Mamas’ın çok farklı şekillerde tasvirleri bulunmaktadır. Bazı tasvirlerde kısa bir tunik üzerine uzun bir pelerin giyer, elinde çoban asası veya
bıçak tutar. Bazılarında koyunların arasında ayakta durur. II. Basileios
Menologyası’nda ve diğer takvimlerde ise karnından mızraklanıp martir
oluşunu gösteren tasvirler tercih edilmiştir. Nazianzos’lu Gregorius’un homilyesinde çoban olarak; diz çökmüş geyiklerle ya da hayvanların arasında bir tepenin üzerinde otururken tasvir edilmiştir.17 Mamas çoğu zaman
kucağına aldığı geyik ve kuzu ile tasvir edilmiştir. Bunun yanı sıra aslan
üstünde tasvirleri de bulunmaktadır. Mamas’ın aslan ile birlikte betimlen16
Meryem Acara, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler.
html.
17 Meryem Acara, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler.
html
434
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
mesi Hıristiyanlıktan önce Kapadokya’da “Ma” 18 Mısır’da “Min” şeklinde
adlandırılan bereket tanrısının Aziz Mamas dairesinde sembolize edilmiş
olması ihtimalini düşündürmektedir.
Mamas adının kökeni hakkındaki rivayet şöyle anlatılmaktadır: “mama”
Rumca “anne” anlamında olup çocuk yaşta öksüz kalan Mamas bir aile
tarafından evlatlık alınmıştır ve bildiği tek kelime “mama” (anne) olup
sürekli bu kelimeyi tekrar etmektedir. Bunun üzerine adı “Mama” konulmuştur (K.K. 6).
Gökçeköyde bulunan Aziz Mamas manastırının Mamas’ın ölümünden
sonra onun adına Hıristiyanlar tarafından ikonoklazm devrinden yani 8-9.
yy’dan sonra yaptırılmış olması muhtemeldir. Kapalı Yunan haçı planlı
yapı, bir kaya kilisesidir. Orta mekanı kubbe, diğerleri beşik tonoz ile örtülüdür.19
Kilisenin ve Azizin röliklerinin 19.yy.’da bir köylünün ahırında meydana
gelen garip olaylar neticesinde buranın kazılarak bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu olaydan sonra kilise kısa sürede Türk, Ermeni ve Rum’ların
ziyaret yeri olmuştur. Özellikle hastalıklarına şifa bulmak amacıyla gelenler azizin kemiklerinden medet ummuşlardır. Röliklerin bulunduğu gümüş
kutu kemiklerin üzerindeki kaplamalarla birlikte bu yüzyılda kaybolmuştur. Bugün Pir Şemmas Tekkesi olarak da tanınan yapıdaki kemiklerin kime
ait olduğu bilinmemektedir.
19.yy.’da burayı ziyaret eden Carnoy ve Nicolaides’in röliklerin Aziz
Mamas’a ait olduğunu belirtmesine rağmen, Lebides ve Hasluck azizin
Kayseri’de gömüldüğünü söyleyerek bu görüşü reddetmişlerdir.20
Hıristiyanlıkta azizlerin kemikleri kutsal sayılması, uğur ve şifa getirdiğine
inanılması sebebiyle mübadele sırasında Hıristiyanlar Aziz’in kemiklerini
beraberlerinde götürmek istemişlerse de Müslümanlar bu duruma rıza
göstermeyince kemiklerin bir kısmını alarak İstanbul Beşiktaş’ta Aziz Mamas adına bir kilise yaptırıp bu kiliseye nakletmişlerdir. Kemiklerin büyük
bir kısmı Kıbrıs Güzelyurt’a götürülmüştür (K.K. 6). Diğer bir rivayete göre
ise tekke ve zaviyelerin kapatılması ile o dönemdeki adı Erenler Tekke18
Tanrıça “Ma” hakkında geniş bilgi için bkz. Şemsettin Günaltay, Yakın Şark IV. II. Bölüm Romalılar
Zamanında Kapadokya, Pont ve Artaksiad Kırallıkları, 2.bsk. 1987 Ankara, s. 459-460.
19 S. Ötüken, Mamasun’daki Pir Semmas Tekkesi veya Hagios Mamas Kilisesi, Yeni Adam, 1983, s. 9-12.
20 S. ötüken, age, s. 9-12.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
435
Tugba GÖNEL
si olan tekke de kapatılmış ve Aziz Mamas’ın kemikleri bir sanduka ile
Ankara’ya götürülmüştür. Ancak daha sonra kemikler sandukasız ve tahrip olmuş şekilde geri gönderilmiştir. Bu sebeple mezar içerisinde sadece
iki bacak kemiği kalmıştır.21
Dikkati çeken diğer bir husus ise 50 yıl öncesine kadar, her yıl 21 Mayıs’ta
sadece Aksaraylıların (Gelverililer)’in Gökçeköy’e gelerek burayı ziyaret etmesidir. Bu geleneğin kökeni araştırıldığında Aksaray’dan gelen ziyaretçilerin aslında Hıristiyan oldukları, Müslümanlığı kabul etmek istemedikleri
için Nevşehir’i terk ederek Aksaray’a yerleştikleri ve bu ayinsel geleneği
her yıl devam ettirdikleri, Gökçeköy halkının aslında bu ziyaretçilerin Hıristiyan olduklarını bildikleri halde onlara hoşgörü ile yaklaştıkları anlatılmaktadır (K.K. 6).
Günümüzde gerek Hıristiyanlar gerekse Müslümanlar burayı hastalıklara
şifa bulmak, çocuk sahibi olmak gibi nedenlerle buraya gelmekte ve Hıristiyanlığın sembolik rakamı olduğu için en az üç gece burada kalmaktadırlar. Hıristiyanların buradaki uygulamalarının Müslümanların uygulamaları
ile paralel olduğu görülmektedir. Onlar da akıl hastası, özürlü, sakat, felçli
vb. hastalarını lahitin sağ tarafındaki odacığa boyunlarından ve ellerinden
bağlamakta; dileklerinin kabul olması için avluda kestikleri kurbanın etini
bulgur ile kaynatarak Müslümanların mutfağında “keşkek” Hıristiyanların
mutfağında ise “herse” olarak adlandırılan yemeği yaparak ziyaretçilere
ikram etmektedirler. Hıristiyanların dikkati çeken bir geleneği ise buraya
gelen ziyaretçilerin adlarını ve ziyaret tarihlerini duvarlara kazımalarıdır.
Bu uygulamanın amacı yapılan ziyaretin Tanrı tarafından unutulmaması
arzusudur (K.K. 6).
Sonuç olarak Şemmas Baba ve Aziz Mamas etrafında oluşmuş inanış ve
uygulamaların birebir paralellik gösterdiği söylenebilir. Nasıl ki İslamiyet
öncesi inanışlardan olan Atalar kültü, yüzyıllar sonrasında İslamiyet içerisinde eriyerek veli kültüne dönüşmüşse, Hıristiyanlıkta da benzer bir tarihi
süreç söz konusudur. Bugün her iki dine mensup kişilerce kutsal kabul
edilen Aziz Mamas ya da Şemmas Baba inanışı ortak bir mekânda, farklı hüviyetlerde ve aynı uygulamalarla varlığını sürdürmekte; Hıristiyan ve
Müslüman halkın muhayyilesinde o dine özgü olarak yerini korumaktadır.
21
Yavuz İşçen, “Aziz Mamas Mezarı ve Kilisesi”, Peribacası Dergisi, S.10, 2009 Ankara, s. 22.
436
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas
EKLER:
Ek. 1. Şemmas Baba-Aziz Mamas Türbesi Girişi
Ek. 2. Şemmas Baba-Aziz Mamas Makamı
Ek. 3. Hastaların bağlandığı halka
Ek. 4. Aziz Mamas
Ek. 5. Aziz Mamas-Şemmas Baba’ya ait olduğu düşünülen kemikler22
Ek. 6. Hıristiyan ziyaretçilerin adlarını ve ziyaret tarihlerini kazıdıkları bir taş.
Kaynaklar
Sözlü Kaynaklar
K.K. 1. Şaban Kılıç, 1968 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu.
K.K. 2. İbrahim Ulu, 1973 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu.
K.K. 3. Müşteba Konuk, 1969 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu.
K.K. 4. Bayram Konuk, 1964 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu.
K.K. 5. Ramazan Erginer, 1965 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu.
K.K. 6. Dimitrios Katsikas- Kappadokis, 1958 doğumlu, Selanikli, Selanik Aristoteles Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Bölümünde Araştırıcı.
Yazılı Kaynaklar
Akyürek Engin, Bizanslılar, Azizleri ve Khalkedon’lu Azize Euphemia, Sanat Dünyamız (Bizans Özel Sayısı), Sayı: 69-70, 1998.
Artun Erman, Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara 2002.
Eliade Mircae, Şamanizm, İlkel Esrime Teknikleri, (Çev: İsmet Birkan), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2006.
Eröz Mehmet, Eski Türk Dini ve Alevilik Bektaşilik, TDAV, İstanbul 1992.
Günaltay Şemsettin, Yakın Şark IV. II. Bölüm Romalılar Zamanında Kapadokya,
Pont ve Artaksiad Kırallıkları, 2.bsk. 1987 Ankara.
İnan Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK
Yayınları, Ankara 2006.
İşçen Yavuz, Aziz Mamas Mezarı ve Kilisesi, Peribacası Dergisi, Sayı: 10, Ankara
2009.
Ocak A. Yaşar, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983.
22
Yavuz İşçen, “Aziz Mamas Mezarı ve Kilisesi”, Peribacası Dergisi, S.10, 2009 Ankara.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
437
Tugba GÖNEL
Ocak A. Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir
Yaklaşım), TTK Yayınları, Ankara 1992.
Ötüken S., Mamasun’daki Pir Şemmas Tekkesi veya Hagios Mamas Kilisesi, Yeni
Adam, 1983.
Say Yağmur, Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü, Anadolu
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2.
Acara Meryem, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler.html e.t: 05.09.2011
438
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u

Benzer belgeler