sayi 48 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 48 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Gelişim Yolunda
Bir Adım Daha İleri
Avrupa Patentli
Pronutra
Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir.
*Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre.
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mücahit Öztürk
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
Adana Milletvekili
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Sağlıkta Yeni Dönem
Yeni Dönemde Sağlık Turizmi
64. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin açıklanması ile sağlık alanında da
yeni bir dönem başlamış oldu. 24 Ocak 2013 tarihinde 61. Hükümette Sağlık Bakanlığı görevine getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu 64. Hükümette de
yeniden Sağlık Bakanı olarak görev aldı.
AK Parti’nin güçlenerek çıktığı 1 Kasım 2015 seçimleri sonrası daha da
önemli hale gelen ve 2023 vizyonu hedeflerinin gerçekleştirileceği bu yeni
dönemde Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nu da oldukça yoğun bir program
bekliyor.
Biz de buradan yola çıkarak dergimizin Aralık 2015 sayısının ilk haberini
bu konuya ayırdık. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu döneminde neler
yapıldığını, hangi projelere başlanıldığını ve önümüzdeki yeni dönemde
neler yapılacağını detaylı bir analiz-haber olarak dikkatinize sunuyoruz.
Sağlık Turizmi, bu yeni dönemin de en önemli konularından birisi olacak
gibi görünüyor. Kapak dosyamızı da bu sebeple Sağlık Turizmi’ne ayırdık.
Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. H. Ömer
Tontuş, “Dünyada Sağlık Turizmi ve Ekonomik Etkileri” başlıklı analizi ile
bizlere bu konuda yeni ufuklar açıyor. Sağlık Turizmi Kapak Dosyamızda
Sağlık Bakanlığının 2015 yılında bu alanla ilgili olarak yaptığı çalışmaların
bir özetini de bulabileceksiniz. Sağlık Turizmi dosyamızda konu ile alakalı
önemli yazıları da değerlendirme imkânı bulabileceksiniz.
Sağlık Turizmi kapak dosyamız dışında bu sayımızda yine özgün ve çok
değerli çalışmalar var. Aralık sayımız da yine dopdolu ve dikkate değer.
Sağlık ve İnsan Dergisi olarak Aralık sayımızla birlikte 4. yılımızı da tamamlamış oluyoruz. Ocak 2012’de “İnsanın Sağlığı ve Sağlığın İnsanı” için
diyerek çıktığımız bu yolda hep daha iyisini yapmak çabasında olduğumuzu takdir edeceğinizi umuyoruz. Sizlerden aldığımız geri dönüşlerin
yolumuzu hep aydınlatacağına ve bizi bu yolda yalnız bırakmayacağınıza
inanıyoruz.
Bütün paydaşların görüşlerine, yazılarına, faaliyetlerine dergimizde yer vererek sağlık alanının “en prestijli dergisi” olduk. Bu gerçeğin bize yüklediği
sorumlulukları bilerek yolumuza sizlerle birlikte devam edeceğiz.
Sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı nice seneleri, bu alanın bütün paydaşları ile birlikte tamamlamayı ümit ediyor, sevgi ve saygılar sunuyoruz.
Ayşe Aydın
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 4 Sayı: 48 • ARALIK 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54
Basım Tarihi: Aralık 2015, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
04
28
Dr. Mehmet Müezzinoğlu
Yeniden Sağlık Bakanı
16 Dünyada Sağlık Turizmi ve Ekonomik Etkileri
Türkiye’de Sağlık Turizmi:
Hem Tedavi Hem Tatil
46
Grip ve Soğuk Algınlığından
Korunma Rehberi
70 Katarakt Nasıl tedavi Edilir?
66
Akupunktur
74
Tıpla İlişkili En İyi 10 Film
haber
DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU
YENİDEN SAĞLIK BAKANI
NELER YAPILDI
NELER YAPILACAK
Sağlık Bakanlığı görevine yeniden getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun önünde, sağlık personelinin şartlarının
iyileştirilmesi, koruyucu aile hekimliğinin yaygınlaştırılması, kişiye özel kanser tedavisi “ONCOGEN” projesinin hayata
geçirilmesi gibi birçok konu bulunuyor.
64. Hükümette yeniden Sağlık Bakanlığı görevine getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nu oldukça yoğun bir gündem bekliyor.
AK Parti Hükümetlerinin Türkiye’nin 2023 Vizyonu olarak belirleyip ortaya koyduğu hedeflerin sağlıkla ilgili olan çok önemli
başlıkları var. Bu hedefleri gerçekleştirmek üzere çalışmaya devam edeceklerini ifade eden Bakan Müezzinoğlu’nun yeniden
bakan olarak göreve getirilmesi ile ilgili ilk açıklaması da bunu açıkça ortaya koyuyor:
“Aziz milletimize hizmet yolunda üç yıldır onurla sürdürdüğümüz görevimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Türkiye’yi
sağlıkta lider ülke yapma hedefiyle milletimizin ve demokrasimizin sağlığını daha ileriye taşımanın çabası içerisinde
olacağız.”
Sağlık Bakanlığı görevine yeniden getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun önünde, sağlık personelinin şartlarının
iyileştirilmesi, koruyucu aile hekimliğinin yaygınlaştırılması, kişiye özel kanser tedavisi “ONCOGEN” projesinin hayata
geçirilmesi gibi birçok konu bulunuyor.
Edinilen bilgiye göre yeni dönemde Türkiye’nin “Sağlıkta tüketen değil, üreten ülke” olmasını hedefleyen Sağlık Bakanlığı,
biyoteknolojik ürünlerde yerli üretimi artıracak. Bu kapsamda plazma fraksinasyonu ile yerli plazma ürünleri üretimine de
ağırlık verilecek.
Hastanelerdeki nitelikli yatak oranını yüzde 90’ın üzerine çıkarmayı planlayan Bakanlık, aile hekimi başına düşen nüfusu 3
binin altına düşürmeyi planlanıyor. Sağlık Bakanlığı, sağlık personelinin şartlarını iyileştirmeye dönük çalışmalara devam
edecek.
4
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
EVDE BAKIM HİZMETLERİNİN KAPSAMI GENİŞLEYECEK
Uzaktan sağlık ve bakım uygulamaları da yaygınlaştırılacak. Evde sağlık hizmetleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
ve belediyeler ile entegre edilerek evde özel bakım hizmetleri geliştirilecek.
ONKOGEN PROJESİ ÇOK ÖNEMLİ
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, biyoteknolojik ürünlerde yerli üretimi artırarak, sağlıkta üreten ülke olma çalışmalarına
ağırlık verecek. Bu çerçevede, plazma fraksinasyonu ile yerli plazma ürünleri üretilecek. Kişiye özel kanser tedavisini
öngören “ONCOGEN” projesi hayata geçirilecek.
ŞEHİR HASTANELERİ TAMAMLANACAK
Kamu-Özel Ortaklığı modeli ile inşa edilen şehir hastaneleri tamamlanacak. Türkiye genelinde oluşturulacak 56 bin yatak
kapasiteli hastaneler hizmete girecek.
Sağlık Bakanlığı Sağlık Yatırımları Genel
Müdürlüğü bünyesinde konuyla ilgili daire başkanlığı kurularak, projelerin kurumsal temelleri atıldı. Kullanılan altyapı ve
inşaat teknolojileri, mimari tasarımları ve
kampüs yerleşimiyle ilklere imza atılan bu
projeler sadece “Türkiye’nin değil, bölgenin en büyük sağlık eserleri” olarak tarihe
geçmeye hazırlanıyor. Bugüne kadar toplam 24 bin 477 yataklı 15 şehir hastanesi
projesinin temeli atılırken, başta Ankara
ve Mersin olmak üzere birçok bölgede inşaat teslimi noktasında geri sayım başladı.
Temeli atılan şehir hastaneleri arasında Kayseri, Yozgat, Mersin, Ankara Bilkent, Adana, Isparta, Elazığ, Ankara Etlik,
İstanbul Başakşehir, İzmir Bayraklı, Gaziantep, Bursa, Kocaeli, Konya Karatay, Manisa illeri yer aldı.
OBEZİTE, DİYABET
VE BAĞIMLILIKLARLA MÜCADELEYE DEVAM
Diyabetin erken dönemde
teşhis edilme çalışmalarına ağırlık verilecek. Böylece
diyabetli bireylere yönelik
bakım hizmetleri gelişecek.
Obezite ile mücadele kapsamında diyabetle mücadele
de devam edecek.
Tütün ve alkol bağımlılığından kurtulmak isteyen vatandaşların hizmete erişimleri kolaylaşacak. Uyuşturucu
madde bağımlılarına yönelik tedavi ve rehabilitasyon
hizmetleri güçlendirilecek.
Uyuşturucu Eylem Planı uygulamasına devam edilecek.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
5
KANSER HARİTASI ÇIKARILACAK
Bazı kanser türleri başta olmak üzere erken teşhise
yönelik taramalar yaygınlaştırılacak. Asbest ve radon
gibi kanser hastalığının önemli risk faktörlerine yönelik haritalandırma yapılması planlanıyor. Bütün illeri
kapsayan aktif bir kanser kayıt sistemi oluşturulacak.
Türkiye genelindeki Toplum Ruh Sağlığı Merkezi
sayılarının ve kapasitelerinin artırılması planlanan
çalışmalar arasında yer alıyor. “1 Milyon Bisiklet Kampanyası” çalışmalarına da devam edilecek. Yerel yönetimlerin yürüyüş ve koşu yolu gibi alanlara ilişkin
faaliyetleri konusunda farkındalık artırılacak.
Üç yıllık bakanlığı döneminde çok sayıda projeye imza atan Bakan Müezzinoğlu’nun yaptığı çalışmalar arasında, Türkiye Sağlık Entitüsü Başkanlığının kurulması, “TÜRKÖK” projesi de bulunuyor.
TÜRKİYE SAĞLIK ENSTİTÜLERİ BAŞKANLIĞI KURULDU
Ar-Ge alanındaki boşluğu dolduracak olan ve sağlığın TÜBİTAKI olarak adlandırılan “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB)’da yakın zamanda atılan adımlar arasında yer alıyor. Laboratuvar, teknik inceleme ve çalışma altyapısı oluşturulması ve projelere finansman desteği sağlamada önemli rol oynayacak olan TÜSEB ile ilgili ilk çalıştay 26 Aralık’ta
İstanbul’da gerçekleşti. TUSEB Başkanlığına Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur atandı. Başkanlık çatısı altında 6 enstitünün
kurulması planlandı. İlk 6 ayda hedeflendiği gibi Türkiye Kanser Enstitüsü ve Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü kuruldu.
Üç yıl içinde, Türkiye Biyoteknoloji Enstitüsü, Türkiye Anne, Çocuk ve Ergen Sağlığı Enstitüsü, Türkiye Halk Sağlığı ve
Kronik Hastalıklar Enstitüsü ve Türkiye Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Enstitüsünün de hizmete girmesi için çalışmalar
devam ediyor.
İstanbul›da Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla da yeni bir üniversite kuruldu. Rektörlüğüne Prof. Dr. Cevdet Erdöl atandı. Üniversitenin içinde tıp fakültesi dâhil dört fakülte, bir yüksekokul ile Sağlık Bilimleri Enstitüsü kurulması planladı.
Eğitim ve Araştırma Hastanelerindeki doçent ve profesörlerin kadro anlamındaki boşluklarının giderilmesi de hedefler
arasında yer alıyor. Yurt dışında da eğitim ve araştırma hastaneleri gibi hastaneler açarak o ülkelerde sağlık eğitimine
katkı sağlama hakkı tanınan üniversite, ilk olarak Türkiye’deki 55 Eğitim ve Araştırma Hastanesiyle afiliasyon anlaşması
yaptı.
TÜRKÖK’TE NAKİL SAYISI 16’YA ULAŞTI
Hematopoetik kök hücre nakli tedavisi olması gereken hastalar için oluşturulan Türkiye Kök Hücre Koordinasyon Merkezi kuruldu. Bu merkez tarafından yürütülen TÜRKÖK projesi Sağlık Bakanlığı ve Türk Kızılayı işbirliğinde gerçekleştiriliyor. 24 Kasım 2015 itibarıyla bağışçı sayısı 97 bin 398›e, nakil sayısı 16›ya ulaştı. 11 hasta için eşleşme sağlanarak
ameliyatları planlandı.
İLK YERLİ MORFİN ÜRETİLDİ
Yerli İlaç üretimi destekleri sonuç verdi ve ilk yerli morfin üretimine başlandı. Milli Aşı Projesi ile difteri, tetanos aşısı
üretiminin önü açıldı. İlaç Takip Sistemi karekodlarla izlenebilirliği sağlanmış ilaçların üretim veya ithalattan başlayarak
geçtikleri her noktadan alınacak bildirimlerle takibini sağlamak üzere kurulmuş bilgisayarlar, veritabanı, bu veritabanını işletmeye yarayan bilgisayar yazılımları ve iletişim altyapılarını içeren İlaç Takip Sistemi, ilaçların sahteciliğe karşı
korunması ve güvenlik amacıyla takip edilmesini sağlıyor. İlaç Takip Sistemi, üretici, ithalatçı, ecza deposu ve eczanelerden alınan bildirimler, geri ödeme kurumlarından alınan satış onayları ile bir ilacın birden fazla satılamamasını
denetliyor.
6
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
SAĞLIK TURİZMİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ ADIMLAR
7 Şubat 2015 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. Kurul, ilk toplantısını
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu başkanlığında 23 Mart’ta yaptı. 1 milyon sağlık turistine hizmet verilmenin hedeflendiği proje çerçevesinde Almanya, İsveç, ABD ve Türkiye’de sağlık turizmi konferansları ve çalıştayları düzenlenerek
sağlık turizmi planlamaları yapıldı. Bu planlama için ülkeler raporu ve kamu hastaneleri raporu hazırlandı.
2.6 MİLYON KİŞİ E-NABIZ
KULLANIYOR
Kişisel Sağlık Sistemi’nin (e-Nabız) kullanımına geçildi.
Kişinin sağlık bilgileri, kişinin süresi ve sınırı belirlenmiş
yetki çerçevesinde sağlık kayıtlarının hekimlerce değerlendirilebildiği, böylelikle teşhis ve tedavi sürecinin kalitesini ve hızını artıran, hasta ile hekim arasında güçlü bir
iletişim ağının kurulmasını sağlayan, internet üzerinden
güvenli bir şekilde erişebilen e-Nabız dünyanın en geniş
ve en kapsamlı sağlık bilişim alt yapısı olarak gösteriliyor.
Devreye girdiği günden bu yana e-Nabız’da, 2,6 milyondan fazla kişi profil oluşturdu. 10 milyondan fazla giriş
yapılan sistem, 40 milyonu aşkın sayfa görüntüleme sayısına erişti. e-Nabız üzerinden 27 bin kişi organ bağışı
bildirimi yaparken, bu bildirimlerde 380 bin organ bağışlanmak istendi.
TEDAVİ GÖREN BEBEKLER İÇİN “ANNE OTELİ”
Çeşitli hastalıklar nedeniyle yenidoğan
yoğun bakım ünitelerinde tedavi gören
bebekler ile anneler arasındaki duygusal
bağın koparılmaması ve bebeklerin anne
sütü alabilmeleri için “Anne Oteli” geliştirildi. Anneler, taburcu olana dek bebekleri
ile aynı çatı altında misafir ediliyor. Anne
otellerinin sonuncusu Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nde 13 yataklı olarak hizmet
vermeye başladı.
İŞİTME ENGELLİLER İÇİN 112 UYGULAMASI BAŞLADI
“Engelsiz Sağlık Projesi” kapsamında görme ve işitme engelli vatandaşların sağlık hizmetlerine ulaşımını kolaylaştırmak için ESİM (Engelsiz Sağlık İletişim Merkezi) kuruldu. İşitme engelliler için görüntülü 112 uygulaması başladı. Akıllı
cep telefonlarında kullanılmak üzere, kişinin bulunduğu koordinatları 112 istasyonlarına ileten “Acil 112 butonu” uygulaması geliştirildi. Görme engelli vatandaşlarımız için Braille Alfabesi ile kitap hazırlanıp ülke genelinde dağıtımı
sağlandı.
Aralarında, Sağlıklı Kentler, 10 milyon çocuğa diş fırçası ve diş macunu dağıtılması, Üniversitelere tıbbi malzeme desteği, Okullarda obezite ile mücadele, Kan Tedarik Sistemi ve Plazma Temini, Uyuşturucu ile Mücadele, Ambulanslara
kamera uygulaması, Evde Sağlık Hizmeti çalışmalarının da aralarında bulunduğu yaklaşık 60 proje daha Müezzinoğlu
döneminde hayata geçti.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
7
haber
İslam İşbirliği Teşkilatı V. Sağlık Bakanları Konferansı’nın Kapanışı Oturumunda Konuşan
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN:
HER YIL YURTDIŞINDAN GELEN 400 BİN KİŞİYE
SAĞLIK HİZMETİ VEREBİLİR HALE GELDİK
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Çırağan Sarayı’nda düzenlenen
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 5. Sağlık
Bakanları Konferansı’na kapanış oturumuna katıldı. Konferansa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra, Sağlık
Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, İİT
Genel Sekreteri İyad Medeni, İİT Genel Sekreter Yardımcısı Muhammed
Naim Han, Suudi Arabistan Sağlık
Bakanı Halid bin Abdulaziz el Faleh,
Endonezya Sağlık Bakanı Nila Farid
Moeloek, KKTC Sağlık Bakanı Salih
İzbul, Sudan Sağlık Bakanı İdris Abu
Garda ve Senegal Sağlık Bakanı Awa
Marie Coll Seck, Yemen Sağlık Bakanı
Nasser Mohsen Nasser Baoom, Somali Sağlık Bakanı Hawa Hassan Mohamed olmak üzere 43 ülkenin Sağlık
Bakan, Bakan Yardımcısı ve Müşteşarı
katıldı. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan konferansta konuşma yapan
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Bundan önce olduğu gibi ülkenin dönem başkanlığı süresinde ve
sonrasında da İslam aleminin ve insanlığın sağlığına, refahına her türlü
8
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu
buradan bir kez daha ifade etmek
istiyorum. Yiyecek bulamadığı için
hayatını kaybeden bir çocuğun, aşısı
yapılmadığı için ömrünün geri kalan
kısmını bir başkasının desteği ile yürüten bir çocuğun acısını yine bizler
hissedecek, yine bizler paylaşarak
azaltacağız” dedi.
“G-20’de Aşırıcılığa karşı alınan ortak
kararlarla, ortak mücadele konusunda
görüş birliği içerisinde olduk”
Konferansın kapanış oturumunda
konuşma yapan Cumhurbaşkanı
Recep Tayip Erdoğan, “İslam ülkeleri arasındaki en kapsamlı ve etkin
işbirliği olan İslam İşbirliği Teşkilatının sorumlulukları her geçen gün
artıyor. Dünyada giderek derinleşen
terörizm ve mülteci sorunlarının
merkezinde Müslüman toplumlar ve
İslam dünyası yer alıyor. Diğer ülkelerde terörizm ve mülteci krizinin yol
açtığı sorunlara karşı artan tepkiler,
topyekün İslam dünyasına yönelmeye başladı. Suriye başta olmak üzere
bölgemizde yaşanan insani dramlar
devam ederken birde Müslümanlara
yönelik nefret saldırıları ve ırkçı tutumların yükselişiyle karşı karşıyayız.
Geçtiğimiz Pazar ve Pazartesi günü
Antalya’da yapılan G-20 Liderler
Zirvesi’nde bu konuyu ayrıntılı olarak
ele alma imkanı bulduk. Zirvede temsil edilen Müslüman nüfusun liderlerinin aşırıcılığa karşı aldığı ortak karalarlar, ortak mücadele konusunda
görüş birliği içerisinde olduk. İslam
İşbirliği Teşkilatı içinde temsil edilen
tüm ülkelere bu noktada çok önemli
görevler düşüyor” dedi.
“Terör örgütlerinin oyunlarını birlikte
bozmalıyız”
“Müslümanlar olarak sorumluluk çok
büyük İslam adını kullanarak Müslümanlara en büyük zararı veren DAİŞ,
El-Kaide, Boko Haram gibi örgütler
karşısında hep birlikte el ele vererek,
net ve ilkeli tutum ortaya koymalıyız”
diyen Erdoğan, “İslam, müslüman,
cihat, mücahit, şeriat, gibi kavramların bu teröristlerin aracı olmaktan
istismar aracı olmaktan kurtarmalıyız. Bu örgütler, bu kavramlar üzerinden Müslümanların kanlarını döken, onurlarını kıran, geleceklerini
karartan güçlerini, oyunlarını hep
birlikte bozmalıyız. Bu aziz dinin sahibi ve koruyucusu elbette Allah’tır.
Allah ama bizimde kendi haysiyet ve
istikbalimize daha sıkı bir şekilde sahip çıkma sorumluluğumuz elbette
vardır. Kendi coğrafyamızda ortaya
çıkan ve bir proje ürünün olduğu her
hainden belli olan bu örgütlerin önünün biz kesmezsek neler olduğunu
görüyoruz. Birileri hemen uçaklarıyla, tank, top, füzeleriyle, gerektiğinde
askerleriyle gelip bu işe soyunuyor.
Biz kendimiz çözemediğimiz de birileri hemen alıp olayı çok daha derinleştiriyor ve yaygınlaştırıyor. Özellikle
mezhep sorunu İslam dünyasının
yumuşak karnı olmaya devam ediyor.
Bu mesela kimi yerde etkin ayrımlarla tahkim ediliyor, kanatılıyor. Bugün
bölgemiz herkesin birbiriyle kavgalı
olduğu, oluk oluk Müslüman kanının
akıtıldığı bir hale geldi. Artık bu gidişe hep birlikte dur demeliyiz” ifadelerini kullandı.
“Teröre karşı bugün mücadele vermezsek
yarın daha karanlık olacaktır”
“Peygamberimiz merhamet peygamberidir, barışın timsalidir. Merhamet dini olan, sevgi dini olan vicdan dini olan, ilim dini olan İslamın
terörle zulümle ölümle cehaletle
anılmasının önüne geçmek hepimizin boynunun borcudur” ifadelerini
kullanan Erdoğan, “Şimdi mücadele
zamanıdır. Teröre, zulme, adaletsizliğe, kine, öfkeye, israfa, aşırıcılığa,
dinimizin yasakladığı her türlü kötülüğe karşı mücadele zamanıdır. Eğer
bu mücadeleyi hemen vermeye başlamazsak, yarın hepimizin için daha
karanlık olacaktır. Gündüzü geceye
çevirende geceyi gündüze döndüren
de Allah’tır. Mücadelemizde başarılı
olabilmek için Rabbimize güvenmemiz, onun emrettiği şekilde dosdoğru olmamız kafidir. Müslümanlar
olarak birlik ve beraberliğimizi tesis
ettiğimiz an bu kardeşinizin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yoktur.
Bakınız burada 43 İslam ülkesinin
bakanları, bakan yardımcıları ve kıymetli temsilcileri var. Her birimiz bu
meseleyi kendi ülkelerimiz nezdinde
gündeme getirdiğimizde mutlaka bir
farkındalığın oluşmasına katkı sağlarız. Aynı anlayışı her platformda ortaya koyduğumuzda çok muazzam bir
sinerjinin ortaya çıkacağına inanıyorum. Bu birlik ve beraberliğe, kardeşlik ve uyanışa gerçekten çok ihtiyacımız var. Ancak inananlar kardeştir.
Kardeşliğimizin gereği yerine geliyor
mu? Burada soru işareti, maalesef. O
günlerin çok yakın olduğunu ümit
ediyorum” şeklinde konuştu.
“BM ve diğer insan örgütleri mültecilere
iyi hizmet veremedi”
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Son 12-13 yıl içerisinde sağlıkta ciddi
adımlar attık ve sıçramalar gerçekleştirdik. Devlet yönetiminde temel ilke
olan insanı yaşat ki, devlet yaşasın sözünü sağlık alanında görmek mümkündür. Hem insan hem alt yapı hem
de insan kaynağı bakımından, sağlık
bakımından kat ettiğimiz mesafe
devrimdir. Her yıl yurtdışından gelen
400 bin kişiye sağlık hizmeti verebilir
hale geldik. İlaveten Suriye ve Irak’tan
ülkemize gelen kardeşimizin sağlık
hizmeti ihtiyaçlarını da aynı sistem
içerisinde ciddi bir aksaklığa mahal
vermeden karşıladık. Şu hususu sizinle paylaşmak istiyorum. Suriye’de
istikrarsızlığın başladığı 2011’den bu
yana yaklaşık 5 milyon insan ülke dışına gitmek zorunda kaldı. Bunların 2
milyon 200 bini Türkiye’de, 1 milyonu
Lübnan ‘da, 650 bini Ürdün’de, 250
bini Irak’ta hayatlarını sürdürmeye
çalışıyor. Kalanı da çeşitli ülkelere
dağılmış durumdadır. Suriye’de yaşanan her şey yeni göç dalgalarını
ortaya çıkarıyor. BM ve diğer örgütler
iyi bir hizmet veremedi. İslam dünyası bu konuda bir dayanışma ortaya
koymadı. Biz Türkiye olarak mülteciler için ne yaptık? Sadece kamplarda
kalanlar için harcanan para 8 buçuk
milyon dolardır. 280 bin kişi kamplarda kalıyor. 2 milyon 200 bin Suriyeli
ve 300 bin Iraklı, Türkiye’nin değişik
vilayetlerinde. Bunlara STK ve belediyeler bakıyor. Burada meydana gelecek sosyolojik ve psikolojik tramvayı
düşünebiliyor musunuz? İşte bütün
bunlarla mücadele edeceğiz. Biz bu
meseleye insani, ahlaki ve İslami bir
vazife olarak bakıyor ve çalışmalarımızı hızlı şekilde yürütüyoruz. Halkıma diyorum ki onlar Muhacir’dir, siz
Ensar olmaya devam edeceksiniz. Bu
varil bombalarından kaçan Suriyeli
muhacirlere Ensar gerekiyordu. Bu
görev de bize düştü. Batı destek verse de vermese de, biz bunu sonuna
kadar yürütmeye devam edeceğiz.
Gönül tüm İslam ülkelerini yanımızda görebilmeyi isterdi, olanlar da var
onlara şükran ediyorum.”
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
9
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun
Konferans Kapanış Konuşmasından
Satır Başları
Bakan Müezzinoğlu, İstanbul’da
düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı
Yönlendirme Komitesi Toplantısı’nın
kapanış oturumundaki konuşmasında, teşkilatın zaman içerisinde İslam
ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve
kültürel işbirliğinin geliştirilmesi görevlerini üstlendiğini ifade etti.
İslam dünyasındaki işbirliği, dayanışma ve kardeşliğin güçlendirilmesi
bakımından büyük bir öneme sahip
olan teşkilatın, son yıllardaki derinleşen çalışmalarını memnuniyetle
karşıladıklarını aktaran Müezzinoğlu,
özellikle sağlık alanındaki çalışmaların da artarak devam etmesinden
mutluluk duyduklarını dile getirdi.
Müezzinoğlu, bu toplantı vesilesiyle
4 günlük yoğun bir çalışma programının ardından ortaya çıkan rapor ve
belgelerin gelecek yıllardaki faaliyetlerine ışık tutacağına inandığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Lider Ülkelerin ve Yönlendirme
Komitesi’nin çalışmalarını daha da
ileri taşıma adına, ilgili tüm uluslararası paydaşlarla işbirliğinin artırılmasının yerinde bir adım olacağını
düşünüyorum. Böylece, hem birbirimizin tecrübelerinden daha etkin bir
şekilde istifade edebileceğimizi hem
de İslam dünyasına ortak hizmet sunma imkanına kavuşmuş olacağımızı
ümit ediyorum.”
10
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
“Örgütümüzün sağlık çalışmalarına hız
kazandırması önemlidir”
Bakan Müezzinoğlu, ülkelerin yeterince güçlü olmayan sağlık sistemlerine bağlı kısıtlı kapasitelerinin birçok
yaşam kaybına neden olduğunu dile
getirerek, bu durumu üzülerek müşahede ettiklerini anlattı.
Son Ebola salgını başta olmak üzere herhangi bir salgının kontrolden
çıkmasının ardından, önlem amaçlı
yapılan büyük ölçekli harcamalar ve
salgının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin, gelecek adına farklı
bir sorunu da ortaya koyduğuna dikkati çeken Müezzinoğlu, şöyle devam etti:
“Bu alandaki çabalarda İslam İşbirliği
Teşkilatı’nın da sorumluluk üstlenerek duyarsız kalmamasından duyduğumuz memnuniyeti belirtmek
isterim. Ancak uluslararası yardım
çağrılarıyla harekete geçen değil,
uluslararası kamuoyunu harekete
geçirmek konusunda aktif rol alan bir
İslam İşbirliği Teşkilatı’na ümmetin
ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim.
Bu kapsamda, inançlarımız, İslam
anlayışı ve ümmet bilinciyle hareket
etme anlamında özgün bir rolü olan
örgütümüzün son dönemde sağlık
alanındaki çalışmalarına hız kazandırması büyük önem taşımaktadır.
Çok önemli bir başlangıç olarak gördüğüm İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
Sağlık Stratejik Eylem Planı’nın hazırlanmasına ve yürütülmesine öncülük
etmesinden dolayı Sekreterya’ ya teşekkürlerimi sunmak istiyorum.”
“Ülkemiz, en çok dış yardımda bulunan
üçüncü ülke konumundadır”
Bakan Müezzinoğlu, burada yapılan
özverili çalışmaların, İslam dünyasının sağlık alanında ihtiyacı olan
dayanışmaya katkı sağlayacağından
şüphe duymadıklarını işaret ederek, “Ülkemiz, bugüne kadar insan
sağlığını tehdit eden tüm olaylara
ve yardıma muhtaç olan insanlara,
imkanları doğrultusunda din, dil, ırk,
coğrafya farkı gözetmeksizin, tamamen insani refleksle, her türlü yardımı yapma gayreti içerisinde olmuştur” dedi.
Son dönemde yapılan dış yardımların ülkeyi, Amerika ve İngiltere’den
sonra en çok dış yardımda bulunan
üçüncü ülke konumuna getirdiğini
anımsatan Müezzinoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Başta Suriyeli misafirlerimiz olmak
üzere eğitimden sağlığa her türlü
alanda imkanlarımızın da ötesinde,
şartlarımızı zorlayarak verdiğimiz hizmetlerin bedeli 5 milyar doları bulmuştur. Afganistan’da şehit olan askerimize Allah’tan rahmet diliyorum,
milletimizin başı sağ olsun diyorum.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın çatısı altında daha güçlü bir birliktelik duygusunun bu toplantılar vesilesiyle sağlanmasını temenni ediyorum.
haber
BAKAN MÜEZZİNOĞLU: HEKİMLERİN ANTİBİYOTİK
YAZMA KONUSUNDA DUYARLI OLMALARI GEREKİYOR
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
Akılcı Antibiyotik Kullanımı ve Farkındalık Sempozyumu’nda yaptığı
konuşmada, çok önemli bir konu
başlığını konuştuklarını söyledi.
Müezzinoğlu, şöyle devam etti:
“Bugün burada bir ayıbımızı, eksiğimizi, kusurumuzu konuşuyoruz. Gerçekten burada ülkenin en iyi eğitimi
görmüş, tıp eğitimi alanında da dünya ile yarışacak bir mesleğin mensupları olarak, ülkemizdeki akılcı ilaç
kullanımı veya akılcı antibiyotik başlığında olduğumuz noktayı tartışıyor
olmak, bir taraftan mutluluk vesilesi
konuyu gündeme almamız ama bulunduğumuz noktaya baktığımızda
da ciddi bir eksiğimiz, kusurumuz,
kelime belki medyaya da yansıyacak
ama ciddi bir ayıbımız. Dünya Sağlık
Örgütü’nün değişik parametrelerle
antibiyotik kullanımıyla ilgili 42 ülke
arasında yaptığı değerlendirmede
Türkiye, gelişigüzel antibiyotik kullanımında birinci sırada çıktıysa, sağlıkta yakaladığımız başarılar tabii ki
önemli ama buradaki eksiğimizi de
çok net ve acımasız şekilde görmeliyiz.”
Müezzinoğlu, Türkiye’nin antibiyotiğe dirençte en ön sıralarda olmasının
hep birlikte ciddi bir eksikliğin olduğunu gösterdiğini ifade ederek, “Arabanın camını açıp eczacıya ‘Şu antibiyotiği verir misin?’ onun da arabadan
inmeden antibiyotiği alıp direksiyon başında bize verdiği bir
sistem, oturulup konuşulması,
acı acı tartışılması gereken bir
konu var” değerlendirmesinde bulundu.
Konuyu daha önceki yıllarda da tartıştıklarını anlatan
Müezzinoğlu, “Farklı boyutlarıyla hep beraber iğneyi
kendimize batırarak çuvaldız
vatandaşımıza batıyor. Çuvaldız, bebeklerimize, çocuklarımıza, insanımıza batıyor. Batan
çuvaldızı görmemezlikten gelemeyiz” ifadelerini kullandı.
Tüm hekimlerin antibiyotik yazma
12
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
konusunda daha duyarlı olmaları gerektiğini belirten Müezzinoğlu, “Manavdan bir kilo muz veya bakkaldan
bir şişe süt yazmıyoruz ya da ‘iki yumurta yesin’ yazmıyoruz. Bir kimyasalı yazıyoruz ve bu kimyasalın da karaciğere, böbreğe, kan yapısına öyle ya
da böyle yan etkileri var. Bunun ana
sorumluları arasında biz varız. Birçok
etkeni sayabiliriz kendimize gerekçe
olarak. ‘Anne baskı yaptı, yazmadığım zaman eleştirildim veya şiddete
uğradım.’ Gerekçelerimizin arkasına
sığındığımız sürece burada övünebileceğimiz bir sağlık başarısını elde
edemeyiz. Kendimize yapılmasını
istemediğimiz hiçbir yanlışı, bir başkasına yapmamak veya mesleki bir
prensiptir, faydamız olmasa bile zararımızın olmamasını merkeze almamız lazım” diye konuştu.
Müezzinoğlu, hekimlik yaptığı dönemde yaşadığı bazı örnekleri anlatarak, “Hasta eczaneden geri geliyor.
‘Antibiyotik yazmış ama vitamin yazmamış, ateş düşürücü yazmış ama
antibiyotik yazmamış. Halbuki sizin
ve çocuğunuzun ateşi var. Hasta eczacıdan aldığı bilgiyle ‘Doktor bey,
tamam antibiyotik yazmamışsın ama’
diyor. Doktor ‘Nereden çıktı bu?’ diye
sorunca, hasta ‘Eczacı öyle dedi’ diyor. Aileyi mi ikna edersin, eczacıyla
mı kavga edersin, yoksa işi rutine mi
sokarsın? Burada işi rutine sokma kolaylığına girmememiz lazım. Bu meslektaşlar olarak durmamız gereken
nokta” değerlendirmesini yaptı.
Antibiyotiklerin “en güçlüsü, en yenisi, en iyisi” şeklinde yapılan uygulamaların da yanlış olduğunu kaydeden Müezzinoğlu, “Bakteriye etki
eden antibiyotiği mi? Yoksa en güçlü
antibiyotiği mi seçeceğiz kendimiz
analiz etmemiz ve öz eleştirimizi en
güçlü yapmamız gereken bir noktadayız” dedi.
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, bu konuda vicdanla hareket edilmesi gerektiğini dile getirerek, bu ürünleri
üretenlerle pazarlayanların, ilaçların
iyi, çok iyi olduğu yönünde baskı
oluşturarak, kamuoyu algısını farklı
boyutlara taşıdığını söyledi.
Sağlık sektörünün çok paydaşlı olduğunun altını çizen Müezzinoğlu, “Antibiyotik yazmasını bekleyen değil,
yazdığı zaman şart mı?” diye sorabilen bir anne bilinci oluşturulabilmesi
gerektiğini kaydetti.
“Leblebi yutar gibi hapları yutarsak...”
Sağlık okur yazarlığının çok daha
farklı noktalara taşınması ve insanlara sağlıklı yaşam kültürünün yerleştirilmesi gerektiğini belirten Müezzinoğlu, “Bir bardak sütü içmekle diğer
bir bardaktaki gazlı içecekleri içme
arasındaki farkı, duyarlılığımız varsa,
çocuğa hissettirebiliriz. Yoksa dolapta onları bulundurursak veya leblebi
yutar gibi hapları yutarsak, çocuğa
da ‘yanlış, kullanma’ demenin etkisi
olmaz” dedi.
Sempozyuma katılanlara
“Meslektaşlarım
duyarlılık bizde olacak”
diye seslenen Müezzinoğlu, Türkiye’deki fotoğrafın ideal
noktaya gelmesiyle ilgili duyarlı çalışmaların içinde
olmaları gerektiğini anlattı.
Annelerin ve hastaların bilinçlendirilmesi, eczacılarla bilgilerin
paylaşılmasının önemli olduğunu vurgulayan Müezzinoğlu, “En pahalı antibiyotiği
verdiğimizde kazanacağımız para
değil, insana olumlu veya olumsuz
yapacağımız etkiyi merkeze alan bir
duruşla önümüzdeki süreci planlamamız lazım” diye konuştu.
Kolaycı bir şekilde talep edilen, o anlık rahatlatıcı kalemlerin yazılmasının
yarın tedavisi mümkün olmayacak
ağır sorunların alt yapısına damla
damla katkı vereceğine dikkati çeken
Müezzinoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Türkiye antibiyotiğe direncin en
yüksek olduğu bir ülke. Bizlerin hep
birlikte koyduğu damlalar dolayısıyla
oluştu. Kimse ben de dahil kendimizi
bu sorundan ayrı tutamayız. Burada
ciddi bir sorun var ve buna biz duyarlılık göstermek zorundayız. Dünya
Sağlık Örgütü, 18 Kasım’ı bu anlamda akılcı antibiyotik kullanımıyla ilgili
hafta olarak ilan etmiştir. Bunu hafta
olarak değil, yıl olarak hep gündemimizde, mesleğin mensupları olarak
da meslek hayatımızın tamamında
merkeze almamız lazım. Bu yalnız
antibiyotikle de sınırlı değil. Antibiyotik bugün için önceliğimiz ve
topluma ciddi bedeller ödetiyor. Bu
ekonomik bedel değil. Ekonomik bedelin her halükarda telafisi bulunur
ama sağlıkla ilgili ödettiği bedellerin
telafisi çok zor, hatta bazen imkansız.
O nedenle biz duyarlılığımızı merkeze alarak, toplumda farkındalık oluşturabiliriz.”
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
13
haber
SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU:
GÜNDE YARIM SAATİNİZİ HAREKETE AYIRIN
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, İstanbul’da düzenlenen Diyabete
Destek Programı Tanıtım Toplantısı’na
katıldı. Burada bir konuşma yapan
Bakan Müezzinoğlu, Bakanlığın gündeminde hep diyabet konusunun
olduğunu belirterek, “Kötü alışkanlıklardan uzak durabilme kültürünü
ve sivil toplum dinamikleriyle bunu
besleyen bir algı yönetimini güçlendirmemiz lazım. Gündemimizde hep
bu konular var. En temel sorun veya
etken tütün ve tütün ürünleri, kötü
alışkanlıklar, alkol kullanımı. Tütün,
tütün ürünleriyle, alkol ve kötü alışkanlıklarla olan mücadelemizi dünya
gündeminden çıkarmamalıyız. İkinci
temel etken sağlıklı beslenme. Ailede bir bilinci oluşturamazsak, toplum
olarak bunu sahiplenemezsek sağlıklı beslenme konusundaki zaafiyetler
diyabetin de, kanserinde alt yapısını
oluşturuyor. Üçüncüsü de hareketli
yaşam. Hareketli yaşamı da her bireyin, her ailenin gündemine yerleştirmemiz lazım” dedi.
“Günde yarım saatinizi harekete ayırın”
Günde yarım saat spor yapılması
gerektiğini kaydeden Bakan Müezzinoğlu, “24 saatin yarım saati, yani
14
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
50’de birini kendi sağlıklı yaşamı için
harekete ayırmayan bir bireyin kendisine saygı duymadığını kabullendirmemiz, onu o kültürle yetiştirmemiz
lazım. Zamanının günde 50’de biri,
yarım saatini harekete ayırmayan bir
birey kendisine, sevdiklerine değer
vermiyor demektir. Hayata, sağlıklı
yaşama değer vermiyor demektir.
Bunu da bulaşıcı bir hastalık değil,
bulaşıcı bir sağlık konusu olarak topluma bulaştırmamız lazım. Kötü bir
yaşam tarzı nasıl bulaşıcı olarak yayılıyorsa, bizim de doğruları bulaşıcı bir
şekilde topluma mal etmemiz lazım”
diye konuştu.
“Kilodaki yüzde 10’luk azalma diyabet
riskini yüzde 56 azaltır”
Kilonun yüzde 10 düşürülmesinin
diyabet riskini yüzde 56 oranında
azalttığına vurgu yapan Müezzinoğlu, “Sağlıklı beslenmesi, aktif bir yaşamı olması, kötü alışkanlıklardan uzak
durması ve obezite. Obeziteyi yüzde
10 azalttığımızda bireyde diyabet
olma riski yüzde 56 azalır. Yani yüzde
10 kiloyu azaltmak yarıdan çok daha
fazla diyabetle olan riskini azaltır. Gelecek yıllarda özellikle sağlıklı yaşam
kültüründeki tütünle mücadelede
yakaladığımız başarıyı artırarak devam etmek, kötü alışkanlıklardan çocuk ve gençlerimizi koruyabilmek, aileyi sağlıklı yaşam kültürü anlamında
bilinçlendirebilmek, obeziteyi yüzde
10 gibi azaltabilme başarılarına imza
atabilecek bir ülke olabilmeyi temelli
ediyorum” şeklinde konuştu.
Sanofi Türkiye’nin koşulsuz katkılarıyla
“Diyabete Destek Programı”
19 Kasım 2015 tarihinde programın
kamuoyuna tanıtımı için İstanbul’da
gerçekleştirilen toplantıya; T.C. Sağlık
Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun
yanı sıra, Sağlık Bilimleri Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, T.C.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr.
Eyüp Gümüş, Sağlığın Geliştirilmesi
Genel Müdürü Ömer Tontuş, Sağlık
Hizmetleri Genel Müdürü Doğan
Ünal, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Başkanı Prof. Dr. İrfan Şencan, Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Bekir Keskinkılıç, Türkiye Halk
Sağlığı Kurumu Obezite, Diyabet,
Metabolik Hastalıklar Daire Başkanı
Dr. Nazan Yardım ve Sanofi Türkiye
Genel Müdürü Fabrizio Guidi katıldı.
Toplantıya diyabet konusunda uzman hekim ve hemşireler, diyabet
hastaları, ilgili dernek temsilcileri ve
basın yoğun ilgi gösterdi.
Sanofi Türkiye Genel Müdürü Fabrizio
Guidi, toplantıda yaptığı konuşmada
%5.6 pazar payı ve 1600’den fazla çalışanıyla Türkiye’nin ikinci büyük ilaç
şirketi konumunda olan Sanofi’nin,
365 milyon kutu/yıl kapasitesi ile
Türkiye’de sektörün en büyük üretim
merkezinin sahibi olduğunu belirtti.
Sanofi Türkiye’nin üretiminin yaklaşık
%12’sini 46 ülkeye ihraç ettiğini, ihracat yapılan ülkelerin başında Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya, Portekiz
ve Japonya’nın yer aldığını belirten
Guidi; Sanofi Türkiye’nin 2014 yılında
40 araştırma programına toplamda
5.6 milyon TL Ar-Ge yatırımı yaptığını ve T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
tarafından Ar-Ge merkezi sertifikası
olan ilk çok uluslu firma olduğunu
belirtti.
Guidi, Sanofi Grubu’nun diyabet,
aşılar, nadir hastalıklar başta olmak
üzere yenilikçi ilaçlar geliştirip dünya
nüfusunun potansiyel sağlık ihtiyaçlarına çözüm bulmak için çalışmakta
olduğunu, sadece en iyi tedavi seçenekleri ile değil aynı zamanda oluşturduğu hasta destek programları
ile dünyada bulaşıcı olmayan ölümcül hastalıklar arasında ilk 10’da yer
alan ve 382 milyon bireyi doğrudan
etkileyen diyabet hastalığı ile ilgili
önemli bir sorumluluk üstlendiğini
dile getirdi. Genel Müdür Guidi sözlerini şöyle sürdürdü: “Global vizyonumuz, Kurumsal Sosyal Sorumluluk
(KSS) bilincini iş stratejilerimize dahil
etmek ve paydaş beklentilerine yanıt
vermektir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin
şart ve ihtiyaçlarına göre geliştirdiğimiz Kamu-Özel Sektör İşbirliği ve
Hasta Destek programlarımızın yanı
sıra global arenada yürütülen çalışmaları da Türkiye’ye getiriyoruz. KSS
projelerimizi tasarlarken, paydaşlarımızla işbirliğine çok önem veriyor,
konu bazında kamu, öncü dernekler
ve fikir liderleriyle birlikte çalışıyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın önemli bir
halk sağlığı sorunu olarak gördüğü
diyabetle mücadele etmek amacıyla
geliştirdiği ve uyguladığı sağlık politikalarını yakından takip ediyoruz. Bu
nedenle, 1994 yılında Bakanlık önderliğinde hazırlanan “Ulusal Diyabet
Programı”ndan itibaren oluşturulan
strateji belgeleri ve programlarını
ve son olarak da “20152020 Türkiye Diyabet
Programı”nı titizlikle
inceliyor ve belirlenmiş program hedeflerine katkı sağlayabileceğimiz konu ve
alanları ilgili paydaşlarla belirlemeye büyük önem veriyoruz.
Böylelikle, ciddi emek
ve kaynak ayırdığımız
Sanofi KSS programlarımızın önemli bir ihtiyaca cevap
veren ve somut fayda sağlayan
nitelikte olmasını temin ediyoruz.
Sanofi’nin global olarak geliştirdiği
“Hasta Destek Programı” çerçevesinde tüm dünyada diyabetin önlenmesi ve diyabet komplikasyonlarına
dikkat çekerek sağlıklı insanlarda
diyabet hakkındaki farkındalığı artırmayı hedefleyen bir çok projeye imza
atmış bulunuyoruz. Türkiye’de Sağlık
Bakanlığı’nın hastalıkları önleyici
programlara verdiği önemi biliyor ve
yaptığımız çalışmalarla bunu destekliyoruz. Kamu-özel sektör işbirliğinin
güzel bir örneği olan “Diyabete Destek Programı” ile diyabet gibi toplumsal ve ekonomik maliyeti yüksek
olan bir konuda güçlerimizi birleştirmiş olmaktan büyük memnuniyet
duyuyoruz. Bu program ile toplumda
diyabet hakkındaki farkındalığı artırarak daha sağlıklı bir neslin yetiştirilmesi yönünde önemli bir adım
attığımıza inanıyorum. Diyabete ‘dur’
diyebilmek mümkün, bunu da ancak
halkla ele ele vererek, onları bu konuda bilinçlendirerek başarabiliriz.”
Dünyada 382 milyon diyabetli birey
olduğu tahmin ediliyor ve Uluslararası Diyabet Federasyonu tahminlerine göre bu sayının 2030 yılında 500
milyonu aşması bekleniyor. Dünya
Sağlık Örgütü’nün “Diabetes Action
Now” adlı araştırmasında; 2013 yılında tüm dünyada 20-79 yaş grubunda
diyabete bağlı olarak hayatını kaybeden insan sayısının 5.1 milyona ulaştığı tespit edilmiştir. Bir başka ifade
ile her 6 saniyede bir insanlar diyabet
ve komplikasyonları nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya Sağlık
Örgütü’ne (WHO) göre; diyabet en
çok rastlanan 10 ölüm sebebi arasında 8’nci sırada yer almaktadır. Alınan
tüm tedbirler ve bilinçlendirme ça-
lışmalarına rağmen diyabet dünya
genelinde yaygınlaşmaya devam etmektedir.
Başkent Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Simten Malhan’ın öncüğünde bir
grup yerli ve yabancı bilim insanı tarafından yapılan “Türkiye’de Tip 2 Diabetes Mellitus ve Komplikasyonlarının Doğrudan Tıbbi Maliyetine İlişkin
Değerlendirme” diyabetin ekonomik
maliyeti konusunda önemli sonuçlara ulaşmaktadır. Buna göre; tanı
konulan hastalarda Tip 2 diyabet maliyetinin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın
%1’i, bir başka ifade ile 11,4 ile 12,9
milyar TL arasında değiştiği öngörülmektedir. Toplam maliyetin en
büyük kısmını kalp-damar komplikasyonları oluştururken (%24,3 ila
%32,6 aralığında), onu böbreklerle ilgili komplikasyon maliyeti (%25,0 ila
%28,3 aralığında) ve eş zamanlı kalpdamar ve antihipertansif ilaç maliyeti
(%14,2 ila %16,0 aralığında) izlemektedir. Antihiperglisemik ilaç maliyeti
toplam maliyetin %10,9 ila %12,3’ü
aralığında gerçekleşirken, Antihiperglisemik tarama maliyeti, %4,4 ila
%5,0 aralığında oluşmaktadır.
Bu veriler dikkate alındığında, sağlıklı bireylerin diyabetten korunması,
toplumda diyabet hakkındaki farkındalığın artırılması, diyabetli bireylerin ve yakınlarının hastalık hakkında
daha fazla bilinçlendirilmesi ve sağlıklı bireylerin diyabetten korunması
hedefleriye başlatılan ‘‘Diyabete Destek Programı’’nın önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
15
kapakkonusu
DÜNYADA SAĞLIK TURİZMİ
VE EKONOMİK ETKİLERİ
Yrd. Doç. Dr. H. Ömer TONTUŞ
Sağlık Bakanlığı
Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü
İnsanların seyahat etmek sureti ile
ikamet ettiği yerin dışında konaklayarak tedavi olmayı amaçlamaları
özel bir turizm çeşidi olan sağlık turizmini ortaya çıkarmıştır. İnsanlar
artık sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki hekimleri
ya da fiyatları değil; en iyi çözüm ve
en iyi fiyat seçeneklerini değerlendirerek hareket etmektedirler. Bundan
yola çıkarak; tedavi ve tatil amaçlı,
şehirlerarası ya da ülkelerarası yapılan seyahatlerden doğan tüm etkinliklere “Sağlık Turizmi” denilmektedir.
Ekonomik hareketlilik açısından profesyonel olarak eğitilmiş bireylerin
sağlanmış özel koşullar altında kat16
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
ma değer sağlamak adına emek, tecrübe ve bilgi birikimlerini ihraç etme
işidir sağlık turizmi. Ancak ekonomik
çevrelerde kullanılan anlamı ile sağlık
turizmi sınır aşan hasat hareketliliğini
kastetmektedir.
Sağlık turizmi; sadece tıbbi tedavi almak adına yapılan planlı bir hareketlilik değil aynı zamanda termal sağlık
tesislerinde rehabilitasyon ve yaşlı
bakım merkezlerinde kronik hastalık
takibini de kapsamaktadır.
Önceleri alternatif bir turizm olarak
değerlendirilen sağlık turizmi bir
sektör olarak gelişmiş ve değişmiştir.
Nitekim yasal çerçevesinin “hizmet
ihracatçıları” başlığı altına alınmasının gündeme gelmesi her ne kadar
isimlendirmede turizm kelimesi olsa
dahi sektörün bir turizm faaliyetinin
parçasından daha öte pozisyonda
olduğu açıktır. Ama sağlık amaçlı
turizm hareketi, son on yılda aktif
olarak hastane hizmetlerinden faydalanmak için düzenlenen yurt dışı
seyahatleri, rehabilitasyon hizmetlerini ve yaşlı-engelli bakımını kapsar
hale gelmiştir. Bu değişim sağlık turizminden doğan ekonomik gücün
hızla artmasına ve cazip hale gelmesine neden olmuştur.
Türkiye’de de sağlık turizminin ana
ekseni şu anda basitçe tıp turizmi
olarak adlandırılabilecek sağlık tesislerinden tedavi amaçlı yararlanım
üzerine odaklıdır. Ancak dünyada
toplam ekonomik büyüklüğe bakıldığında rehabilitasyon amaçlı termal
sağlık turizmi ve yaşlı sağlık bakımı
odaklı turizm çok daha güçlüdür.
Sağlık turizmi dünyada 100 milyar
dolarlık bir hacme ulaşarak, tüm ülkelerin iştahını kabartan bir konuma ulaşmış ve hatta aşmıştır. Sağlık
hizmetlerinin çeşitlenmesi, yaşlanan
dünya nüfusu, rehabilitasyon imkan-
ları ile artan özellikle cerrahi işlemler, ülke sağlık sistemlerinin yaşadığı
sorunlar, insanların kaliteli ve düşük
maliyetli hizmet beklentisi tedavi ve/
veya bakım amaçlı seyahatleri gündeme getirmiştir. Dünyada sağlık ve
termal turizmdeki gelişmelere paralel olarak çok sayıda tesis açılmakta,
mevcut tesislerde köklü değişikliklere gidilmekte ve bu düzenlemeler sadece hızla artan yaşlı nüfus için değil,
aynı zamanda tedavi olmak ya da tıp
teknolojisinin getirdiği yeniliklerden
faydalanmak isteyen genel nüfusa da
hitap etmektedir.
Dünyanın farklı bölgelerinin ön plana
çıkarabileceği ve farklı coğrafyalarda
yaşayan insanlar için cazip gelecek
değişik coğrafi özellikleri ve kültürel
farklıları vardır. Bu farklılıklar dikkate
alınarak her ülke hatta ülke içindeki
farklı bölgeler mevcut şartlarına göre
sağlık turizmi çeşitlerinden birini
veya birkaçını ön plana çıkartabilir.
Örneğin ülkemiz için Afyon, Denizli
bölgesi termal sağlık için doğal güzellikleri il birlikte pazarlanabilirken,
İstanbul tarihi kültürel dokusu ve modern sağlık tesisleri ile öne çıkabilir.
Önemli olan o ülkenin veya ilin sağlık
turizminin hangi çeşidine uygun olduğu ve bununla markalaşmaya yönelmesidir. Buna göre Afyon, Yalova,
Bursa termal turizmde, Antalya ileri
yaş turizminde, İzmir ve bölgesi SPA
ve Wellness de marka olabilir. İstanbul ise medikal turizmde ülkemizin
en çok potansiyele sahip ilidir.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar; sigorta firmalarının, devlet kuruluşlarının, internetin, kitle iletişim
araçlarının etkisi ve yönlendirmesi
sonucu diğer ülkelerdeki kaliteli ve
ekonomik sağlık hizmetleri konusunda daha fazla bilgiye ulaşabilmektedirler. Bilinçlenen hastalar ve
bilinçlenen geri ödeme kuruluşları
hükümetleri sağlık turizmi konusunda yeni arayışlara itmektedirler.
Sosyal güvenlik maliyetlerinin artan
giderleri, kurumları zorlamaktadır.
Bu sıkıntıları aşmak için, gelişmiş ülkelerde bulunan sosyal güvenlik kurumları ve özel sigorta kurumlarının
kaliteli tıbbi hizmet sunan ve uygun
uçuş mesafesi içerisinde yer alan
ülkelerle paket anlaşmalar yaparak
sağlık hizmetlerini düşük maliyetli
alma çabaları görülmektedir. ABD’de
Yrd. Doç. Dr. H. Ömer TONTUŞ
bazı eyaletlerde sağlık sigortası sağlayıcılar ve emeklilik fonları Hindistan
yada Tayland’da yerleşik sağlık kuruluşları ile anlaşmalar imzalamışlardır.
Aynı zamanda Avrupa Birliği ise yeni
sektörün çerçevesini belirlemek adına 2011 yılında direktif yayınlamıştır.
Bununla paralel olarak sağlık hizmeti
sunumuna talip olan ülkeler sağlık
sektöründe kalite ve güven sorununun çözülmesine odaklanmış, uygun
mevzuatı geliştirmişlerdir. Günümüzde dünya sağlık turizminden en büyük payı alan ülkelerin başında ABD,
Hindistan, Tayland gelmektedir.
Sonuçta her geçen gün, sağlık turizmi pazarı genişlemekte ve yatırımcılar tarafından ilgi görmektedir. Gelişmiş tıbbi teknolojinin yaygınlaşması,
sağlık eğitiminde denklik sağlanması, kendi ülkesinde yasal olmayan
ancak başka ülkede yasal olan bazı
medikal uygulamalar, düşük maliyet,
kısa bekleme süreleri, ulaşım kolaylığı, iletişimde globalizasyon ve sağlık
hizmetlerinde uluslararası akreditasyon standartlarının geliştirilmesi
sağlık turizminin dünyanın çok geniş
bir bölgesine yayılmasını sağlamıştır.
Bu bölgeler arasında Güney Avrupa,
Güney Asya ve Güney Amerika en
dikkat çekici bölgelerdir. Sağlık hizmeti almak amacıyla ülke dışına çıkışın sebepleri ülkeden ülkeye farklılık
göstermektedir. Örneğin, İngiltere
için çok uzun bekleme süreleri hastaları başka çözümlere itmekte iken
ABD için ana yönlendirme faktörü
fiyatlardır.
Sağlık turizmi, dünyanın en hızlı gelişen ve büyüyen sektörlerinden biridir. Sağlıklı yaşam talebine bağlı sınır
aşan hareketlilik, dünya ekonomisinde başlı başına bir endüstri haline
gelmiştir.
Sağlık turizmi, hastaların ve hasta ailelerinin rahatlığını sağlamak için tıbbi seçenekleri sunmayı hedeflemektedir. Gelişmiş ülkelerdeki bireysel
yaşam maliyetinin yüksek olmasına
paralel olarak sağlık hizmetleri sunumu da yüksek maliyetli olmaktadır.
Ayrıca gelişmiş ülkelerde yaşlanan
nüfusun sağlık ihtiyaçları ve yaşlı
sağlık bakım hizmetleri için ayrılan
mali kaynaklarının payı her geçen
gün artmaktadır. Yaşamının en kritik
döneminde başka ülkelerde daha az
riskli ve daha gelişmiş tedavi metotlarının olduğunu ve bunun beklenmeden yapılabildiğini bilen kişilere,
uzun randevu sürelerine veya ilkel
tedavi metotlarına ikna etmek mümkün değildir.
Günümüzde, yükselen sosyo-ekonomik düzey ve artan bilinç sayesinde
ağır bir hastalığı olmasa da, insanlar
yaşlanmayı geciktirmek, kendilerini daha iyi ve zinde hissetmek için
kimyasallardan uzaklaşıp, doğal tedavi metotlarına yönelmişlerdir. Bu
kaynakların yeryüzünde heterojen
bir şekilde dağılmış olması sağlık
turizminin gelişmesinde önemli bir
etkendir.
20 yıl öncesine kadar sağlık turizmi
tıbbi teknoloji ve tıbbi insan gücü
açısından az gelişmiş ülkelerden
daha gelişmiş ülkelere doğru özelliklede ABD’ye doğru olmakta idi ancak
artık çoğu vakada sağlık turizminde
hizmet almak üzere yolculuk yapılan
ülke yola çıkılan ülkeden daha az gelişmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
17
Sağlık hizmeti için yolculuk klasik
olarak özellikli cerrahi işlemler için
olabileceği gibi, basit diş tedavileri, IVF hatta gene sağlık kontrolü
(check-up) için de olabilmektedir.
Genel olarak şu kabul edilebilir ki;
psikiyatrik değerlendirmeden akupunktura kadar her türlü tedavi için
uluslararası yolculuk yapılabilir.
Dünya sağlık turizm sektörünün talep edenleri açısından riskleri uzun
yolculuklardan sonra gelişen derin
ven trombozları yanında tüberküloz,
sıtma, dizanteri, tifo gibi genel hijyen
kusurlarından doğan bulaşıcı hastalıklardır.
Fiyat farklılıkları özellikle ABD vatandaşlarını tercihler yönünde kışkırtmaktadır. Örneğin karaciğer
transplantasyonu iyi bir ABD merkezinde 300.000 Amerikan dolarına
mal olurken aynı işlem JCI akredite
kalite güvencesi altında Türkiye’deki
bir hastanede 80.000 Amerikan dolarına yapılabilmektedir. Halk sağlığı
ve koruyucu sağlık hizmetlerinin aşırı
bir şekilde öncelendiği ülkelerde tedavi edici tıbbi işlemler gecikmektedir. Örneğin 2007 yılında Kanada’da
tedavi için oluşturulan bekleme listelerinde 800.000 civarında hasta
ortalama 2,5 ay beklemek zorunda
idiler. İngiltere için ise bekleme süreleri artık formal bir hal almış aile hekimi tarafından uzman doktora sevk
edilen bir hastanın NHS yasasında
belirtildiği üzere 18 hafta yani 4.5 ay
içerisinde tedavi görmeye başlama
18
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
hakkı vardır. Bu süre aşılır ise şikayet
hakkı doğmaktadır.
Gelişmiş koruyucu hekimlik uygulamalarına ve modern sağlık tesislerine rağmen ülke dışına hasta çıkışı
en çok İngiltere’yi etkileyecek gibi
görünmektedir. Bu durum kişilerin
sağlıklı yaşama doğrultusunda beklentilerinin geciktirilmeden sağlanmasına yönelik talepleri işlemin fiyat
baskısından daha ön planda geldiğini göstermektedir. Yani başka bir deyişle uzun bekleme süresinin hastanın yurtdışına çıkış kararına etkisi en
önemli yönlendirici güçtür. Nitekim
İngiltere’nin saygın DailyMail gazetesinin haberinde belirtildiği üzere
bekleme listesinde 1.050.400 hasta
vardır. Yani başka bir deyişle nüfusun
%1.65’lik kısmı tedavi için çağrı beklemektedir.
Sağlık turizmine karşı duran görüş
gelişmekte olan ülkelere doğru sağlık hizmeti alma amaçlı yolculuklarda
varış noktasındaki sağlık hizmetlerinin kalite güvencesinin hiç bir şekilde
gelişmiş ülkeler gibi garanti edilemeyeceği görüşündedirler. Ayrıca tedavi
sonrası ve sırasında ki komplikasyon
riskinin fazlalığı yanında anavatanlarına dönüşlerinde yaşadıkları takip
sorunu önemli bir tehdittir.
Sağlık turizminde iki önemli başlık
her zaman güncelliğini koruyacaktır.
Bunlardan biri diaspora sağlık turizmi ve öteki ise aşma-atlatma sağlık
turizmidir.
Diaspora sağlık turizmi; hastaların
kendilerine anavatan olarak gördükleri ülkelere tedavi için gitmeleridir.
Almanya’da Alman vatandaşı olarak
ikinci ve üçüncü nesil Türk kökenlilerin sağlık hizmeti almak amacıyla
ülkemize ziyaretleri diaspora turizminin en net örneğidir. Bu şekil tedavi
amaçlı hareketlilik Türkiye’ye yapılan
ziyaretler haricinde Hindistan kökenlilerin İngiltere’den Hindistan’a, Meksika kökenlilerin ABD’den Meksika’ya
gitmeleri gibi birçok farklı ülkede görülmektedir. Diaspora sağlık turizminin yıllık 1.000.000 kişiden daha fazla
sınır aşan yolculuğa neden olduğu
tahmin edilmektedir.
Yasa-aşan sağlık turizmi (Circumvention Health Tourism) ise kendi yaşadığı ülkelerde yasal olmayan ancak
hedef ülkede yasal olan işlemler için
yapılan sağlık hizmeti alma amaçlı
yolculuklardır. Bu grup hastalara verilebilecek en kolay örnekler ise cinsiyet değişimi ameliyatları, kürtajlar
ve kendi ülkesinde uygulama limiti
ötesinde olan IVF denemeleri gösterilebilir. En uç örnek ise İsviçre’de bazı
kantonlarda verilen ötenazi izni nedeniyle İsviçre’ye yapılan hasta hareketliliğidir. İrlanda ve Polonya kürtaj
ile düşük konularında mevcut olan
yasaları nedeniyle ülke dışına kürtaj
amaçlı hasta çıkışının en fazla olduğu iki ülkedir. İngiltere’ye en fazla
hasta gelmesini sağlayan unsurlarda
birisi kürtaj konusundaki esnekliktir
ve yaklaşık 7500 Polonyalı kadın bu
amaçla İngiltere’ye gitmektedir. Has-
talar kendi ülkelerinde yasal olmayan
bir işlemi, işlemin yasal olduğu ülkeye giderek yaptırmakta ve hiç bir suç
unsuru doğmamakta ve böylece “yasa-aşan sağlık turizmi” faaliyeti gerçekleşmektedir.
Dünyada Sağlık Turizmi Faaliyetinin
Genel İşleyişi:
Tipik bir süreç aşağıdaki gibi işler:
Sağlık Turizmi Ekonomisi
Dünya’da 2008 yılında toplam 4,1 trilyon, 2009 yılında ise 5,4 trilyon dolar
tutarında sağlık harcaması yapılmıştır. ABD’deki sağlık turizmi harcamalarının 5,5 milyar dolar, Avrupa’da
3,5 milyar Euro civarında olduğu,
yaklaşık 120 yıldır sağlık turizmine
hizmet veren Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya gibi ülkelerden
Çek Cumhuriyetinin bu sektörden
kazancının 1 milyar doları aştığı bilinmektedir. Bu durum insan sağlığına
verilen önemin dünya çapında arttığını göstermektedir.
Ülkeler, gelişmişlik düzeylerine göre
farklılık göstermekle birlikte sağlık
harcamalarına GSMH’lerinin % 2’si ile
% 16’sı arasında değişen oranlarında
pay ayırmaktadırlar.
2012’de AB üye devletleri, 2000’deki
% 7,3’e göre kayda değer bir artışla
GSYH’lerin ortalama % 8,7’sini sağlık harcamasına adamışlardır. Birçok
ülkede 2008 ortalarında başlayan
ekonomik krizi takiben 2009’da %
9 ile bir zirveye ulaşılmıştır. Sağlık
harcaması düzeyinin daha eksiksiz
anlaşılması için, sağlık harcamasının
GSYH’ye olan oranı, kişi başına sağlık
harcamasıyla birlikte değerlendirilmelidir.
2008’de Türkiye GSMH’den % 6 oranında pay ayırmış olmasına rağmen,
% 9 olan OECD ortalamasının altında
kalmıştır. Bu durum 2009 yılı için değerlendirildiğinde, Türkiye’de sağlık
harcamaları tutarı 2009 yılında 38
milyar USD’ye ulaşmıştır ve GSMH
içinde % 6,2’lik bir paya sahiptir.
vatistan, Lüksemburg, Fransa ve
Almanya’da sosyal sağlık sigortası
sağlık giderlerinin % 70 veya daha
fazlasına kaynak yaratarak baskın bir
finans şeması çizmektedir.
Sağlık turizminin, dünyada hızla gelişen küreselleşme sürecinin sonuçlarından biri olduğu söylenebilir. Artık
insanlar, sağlık sorunlarını çözerken,
yalnızca kendi ülkelerindeki hekimleri ya da fiyatları değil; en iyi çözüm/
en iyi fiyat imkanlarını düşünerek hareket etmektedirler.
OECD ülkelerinde sağlık harcamalarının ortalama % 73’ü kamu tarafından
karşılanmaktadır. Türkiye’de ise bu
oran 2000 yılında % 63 iken 2009’da
% 71’e ulaşarak OECD ortalamasına
oldukça yaklaşmıştır.
2012 yılında, AB ülkelerinin genelinde tüm sağlık harcamalarının
ortalama dörtte üçü kamu tarafından finanse edildi. Danimarka, İngiltere ve İsveç’te
merkezi, bölgesel veya yerel
yönetimler tüm sağlık harcamalarının % 80’inden fazlasını finanse etmektedir.
Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Hır-
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
19
kapakkonusu
TERMAL TURİZM MERKEZLERİ*
Prof. Dr. Mustafa ALTINDİŞ
Bir Sağlık Turizm Çeşitliliği; Termal Turizm
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi
Temel Tıp Bilimleri Bölümü
Sağlıklı yaşamın önemsendiği ve
özendirildiği toplumlarda insanlar,
korunmuş doğal çevre, uygun iklim,
güneş, yeterli alt ve üst yapı varlığında, etkin sosyal ve kültürel çevre
imkân/aktiviteleri ile termal suların
yararlı kullanım özelliklerinden hekim kontrolünde, diğer tamamlayıcı
tedaviler de katılarak dinlenme, yenilenme, zindeleşme, eğlence-eksersiz
gibi insan sağlığını koruyan aktiviteler içinde bulunma, yıpranmayı dengeleme, hastalıkları tedavi ve rehabilite etmek amacıyla bulundukları
yerlerden termal tesislere (kaplıcalara) giderek yarar aramaktadırlar. Arz
ve talep dengesi içinde görece hızla
gelişen bu turizm hareketliliğine “termal turizm”, diğer tedavilerle birlikte
uygulanması durumuna ise “sağlık
ve termal turizmi” denmektedir. Termal turizm, diğer turizm çeşitleri ile
beraber ya da ayrıca tüm yıl boyunca
değerlendirilebilmektedir.
Günümüzde sağlıklı yaşamın temel
unsurları; sağlığın korunmasını öğrenmek ve uygulamaya çalışmak,
zinde kalmak, hastalıklardan korunmada zararlı alışkanlıktan uzaklaşma ve sağlıklı beslenme kurallarını
öğrenmek, gerektiğinde hızlı ve
mümkünse kaliteli konforlu hijyenik
ortamlarda tedavi olmak ve rehabilitasyon hizmetleri almaktır. Özellikle
doktor kontrolünde insanların tahrip
olmamış doğal bir çevrede güneş,
etkin sosyokültürel zenginlikler ve
sıcak mineralli suların sağlık verici
özellikleri ve diğer destek tedavilerden yararlanmak üzere yaşadıkları
yerlerden termal tesislere (kaplıcalara) yapılan seyahatler, termal turizm
olarak adlandırılmaktadır.
20
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Sağlıklı yaşamın bir değer olduğunun farkında olan gelişmiş ve sosyal
refaha erişmiş toplumlardaki insanlar, sağlığın korunması içinde gerekirse farklı destinasyonlara seyahat
etmektedirler. “Sağlık turizmi” olarak
isimlendirilen bu kavram; a) Termal
(kaplıca) turizmb) Medikal (tıbbi) turizm c) SPA / wellness turizmi d) Yaşlı
ve engelli turizmi gibi farklı uygulamalardan oluşmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na göre termal turizm,
“termal suların, çamurların, kaynağın
çevresindeki iklim ve doğa şartlarının
beraberinde getirdiği faktörlerin uzman hekimler eşliğinde, fizik tedavi,
rehabilitasyon ve egzersiz, diyet gibi
tedavilerle beraber gerçekleşen kür
uygulamalarını kapsayan turizm hareketidir”. Bu tanımda da termal turizm için bazı gereklilikler yerini bulmuştur. Bunlar; 1. Termal turizm için
bölgede kesinlikle termomineralli
doğal bir su kaynağının var olması
(sıcak su, mineralli su, gaz, özel doğal
çamur-peliod) 2. Bu doğal kaynağın
içeriğinin zenginliği (örneğin ısısı) ve
sürekliliği3. Bunun için gereken çevre
iklime de sahip olma önemlidir. Bölgenin hava sıcaklığı, nem, rüzgâr şiddeti ve hızı, güneş ışınımı ve benzeri
iklimsel faktörlerinin termal turizme
çok faklı katkı ya da olumsuzlukları
olabilmektedir.
Termal turizmde kaplıca tedavileri,
belli kürler halinde uygulanmaktadır. Kür kavramı; tedavi etkeninin
belli dozda, seri halde, düzenli aralıklarla, belli sürelerle tekrarlanarak
verilmesi ile uygulanan tedavi yöntemini ifade eder. Kaplıca tedavileri
kapsamında fizyoterapi, talassoterapiler (deniz suyunda tedavi),
hidroterapi ve egzersizler, balneoterapi (kaplıca suyu ile tedavi) ve
peloidoterapi (tıbbi çamur tedavisi),
klimaterapi gibi uygulamalar bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından kaplıcalar yönetmeliğinde bu
kavramlar şu şekilde tanımlanmaktadır:- Balneoterapi: Termal mineralli
sular, peloidler ve gazların kaplıca,
içmeler ve buhar soluma yöntemleri ile tedavi kürü şeklinde sağaltım
amacı ile kullanımını, - Klimaterapi
(iklim tedavisi): Isı değişimi, nem,
rüzgâr hızı, şiddeti ve yönü, güneş
ışıması ve benzeri mevsim/iklim faktörlerinin sistemli, dozu ayarlanmış,
kürler şeklinde yapılmasını,- Talassoterapi (deniz suyunda tedavi): Denizlerin klimatolojisi ve içeriğinin kürler
şeklinde yapılmasını,- Peloidoterapi
(tıbbi çamur tedavisi): Doğal jeolojik ve/veya biyolojik aktiviteler
sonrası gerçekleşen organik-inorganik maddelerden peloidlerin bir
balneoterapi biçimi kürler şeklinde
yapılmasını, - Mineralli sular: Kaynak
veya sondaj-galeri yoluyla yeryüzüne çıkan, litresinde en az 1 gram
iyonize mineral bulunduran, kontamine olmamış ve kimyasallarca da
kirlenmemiş, fizyolojik ve tedavi edici yönü ispatlanmış suları, - Termal
Su: Suyun çıkma kaynağındaki ısının
20°C ve üzerinde olan suları,- Kaplıca suları ise sıcak ve mineral içeren
suları kapsar. Bu tedavileri turizm ile
ilişkilendiren husus, insanların bu
hizmetleri almak için yaşadıkları yerden bu hizmetlerin sunulduğu yere
doğru yurtiçi ve yurtdışı seyahat
etmeleridir. Ayrıca belirli bir konaklama ihtiyacını ortaya çıkarması bu
hizmetlerin sunulduğu yerlerde otel
ya da benzeri konaklama işletmelerinin oluşumunu da zorunlu kılar.
Dünyada ve Türkiye’de
Kaplıcaların Gelişimi
Termal mineralli sulardan faydalanılmasının öyküsü 5 bin yıl öncelerine
dayanır. Astek ve Kızılderili toplumlarda termal suların dini gücü ile mucizevi şifa vericiliğine bağlanılmıştır.
Çağlar boyu insanoğlu termal suları
teolojik ritüeller, hijyen, zindeleşme/
dinlenme ve rehabilite olma amaçları ile tedavi edici temel bir unsur
olarak kullanmışlardır. Bu inanışlar ve uygulamalar termal hatların
yer aldığı kıtalarda daha belirgindir
(Amerika kıtası, Avrupa, Çin, Japonya). Ancak termal uygulamaların en
gelişkin olduğu ve modern boyuta
taşındığı kıta Avrupa’dır (Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya, Macaristan).
Avrupa’da kaplıcalar yıllarca korunmuş, restore edilmiş dahası geliştirilmiş böylece modern kaplıcalar ve
sağlıklı yaşam siteleri oluşturulmuş
olup termal tesisler vazgeçilmez bir
sağlık kaynağı, alışkanlıklar, kültürel
refleks ve yaşam biçimi oluşmuştur.
Özellikle Almanya’da kaplıcalar son
yirmi yılda çok gelişerek ülke ekonomisine önemli katkılar sağlamıştır.
Almanya’da 300 binden fazla insan
500’e yakın resmi belgeli kaplıca, deniz (talassoterapi), iklim kür (tedavi)
merkezlerinde çalışmakta olup bu
tesislerin mevcut yatak kapasitesi
bir milyonu bulmuştur. Bu tesislere
yılda ortalama 15 milyon turist gelmekte, 26 adet tıp fakültesinde bir
uzmanlık dalı olarak balneolojiyle
ilgili eğitimler verilmekte olup ilgili
sektörlerin uzman hekim, terapist
ve destekleyici açıdan gereksinim
duyduğu elemanlar burada yetiştirilmektedir. Bu eğitimli personelle
yoğun miktarda tıbbi araştırmada
yapılmakta, tedavi yöntem ve çeşitlilikleri arttırılmaktadır. BadFussing,
BadGriesbah, Münih Erding, BadenBaden Almanya’nın önemli kaplıca
şehirleridir. Bunlardan BadFussing
Avrupa’nın en büyük kaplıca şehri
olup beş adet kür merkezi ile birlikte onlarca otel, kür alanları, binicilik
alanları, konser salonları, hastaneler,
klinikler, sanatoryumlar bulunmaktadır. 70 km2’lik bir alana yerleşen
BadFussing’de 23 bin yatak bulunmaktadır. Termal havuzların toplam
alanı 10 bin metrekaredir ve yerel
yönetimlerce yapılmıştır. 57 ºC sıcaklığındaki jeotermal kaynak suyu, kamusal kurumların kurduğu bir platformca dağıtılmaktadır. Otellerin
pek çoğu da şahıs işletmeleri şeklinde tasarlanmıştır. Tesislerden yıl boyunca hizmet alabilmek söz konusu
olup misafirlerin 2/3’ü kaplıca kürü/
tedavisi için geliştir. Tedavi giderleri
yüksek olup paket tur ücretleri süre
ve dönemlere göre 500-2000 Avro
civarında olmaktadır (8). Avusturya 80 adet wellness, 750 adet Spa
ile 550 adet konaklama tesisi ve 81
adet kaplıca tesisi bulunmakta olup
Avrupa’nın en hızlı gelişen ülkesidir.
Fransa’da 104 kaplıca, İtalya’da 300
kaplıca, İspanya’da 128 kaplıca
Japonya’da 3000 adet, ABD’de 210
adet kaplıca bulunmaktadır (3-5).
Termal tesislerde, sürdürülebilir ve
yeterince mineralli sıcak suyun varlığı, binalar ile ilgili gerekli alt/üst sistemlerin uygulama ve standartlara
göre şekillenmesi, gereksinimi oluşturacak pazarın var olması, erişim
kolaylığı(termal otelin havaalanına
vs. en fazla 100 km uzaklıkta olmalı),
latif iklim, korunmuş-doğal çevre, pırıl pırıl güneş, mis gibi hava, sessizlik,
huzurlu sosyal ilişkiler, egzersiz alışveriş / eğlence çeşitliliği sunabilme,
kaplıca ve termal turizmin iyi parametreleri olarak sıralanabilir. Termal
tesisler bu özelliklere göre uzman
mimar, şehir plancısı, jeolog ve harita planlamacısı ile oluşturulmalıdır.
Değerlendirilen termal su kaynağı
itibari ile çıktığı yere tesis yapılamayacak ise sıcak mineralli su özelliğini
kaybetmeden 1-5 km kadar tesis yapılacak bölgeye taşınabilir.
Türkiye’de Termal Turizm
Ülkemiz, jeotermal kuşak üzerinde
yer almakta olup çeşitli zenginlikte
jeotermal kaynaklara ve kaplıcalara
sahiptir. Ülkemizde 350’e yakın jeotermal saha ve binin üzerinde doğal çıkışlı değişik sıcaklık ve debide
kaynak bulunmaktadır. Bu anlamda
ülkemiz dünyada 4. ülke ve değişik
şifalı jeotermal su çeşitliliği ve kaplıca/termal tesis yönünden de Avrupa’da ilk sıralardaki ülkelerindendir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
21
Ülkemiz için jeotermal kaynakların
% 10’u elektrik üretimine (90-287
ºC), geri kalanı da diğer uygulamalara uygundur. Konut, sera, termal
tesis ısıtmacılığı ile kurutmaya uygun
(50-110 ºC) ısıya sahip alanlar % 38,
termal turizm, balneolojik uygulamalarda yararlanabilecek alanların oranı
da % 52’dir. Halen Balçova, Afyon,
Afyon Sandıklı, Afyon Gazlıgöl başta olmak üzere 20’ye yakın beldede
150 binin üzerinde konut ve 350’ye
yakın kaplıca tesisin de ısıtılması termal kaynaklar ile olmaktadır (1-5).
Termal turizm sayesinde bölgelerarası gelişim, istihdam, 12 ay süren
turizm, karlılık, katma değer ile ülke
ekonomisine önemli katkı sağlanmaktadır. Ülkemizde son yirmi yılda
sağlık turizmi kapsamında termal
turizm yatırımları ve kaplıcaların bilinirliğinde hatırı sayılır gelişmeler
olmuştur. Turizm türlerinin artması
ve 12 ay turizm aktivitesi yapabilmeyi olanak sağlaması açısından termal
turizm tüm turizm yatırımları içerisindeki payını hızla artırmaktadır.
Termal turizmin etki/kullanım alanı
çeşitliliği ve ekonomik getirisi ile büyük bir pazarın görülmesi ile İzmir’de
(Balçova), Afyon’da Merkez, Sandıklı, Gazlıgöl ve Bolvadin termal tesis
bölgeleri, Ankara’da Kızılcahamam
bölgesi, Ayaş; Karahayıt’da-Colosea,
Aksaray, Denizli, Aydın, Balıkesir, Hatay ve daha pek çok şehrimizde yeni
modern kaplıcalar yapılarak işletmeye açılmıştır. Son on yılda termal tesis yatırımlarında önemli artış olmuş,
termal kompleksler ve kaplıca ortamı, kuruluş mantığı açısından altyapı hizmetleri, çevre düzenlemeleri,
tedavi sistemleri ve ilgili yatırımlar,
personel istihdamı, diğer ekipmalar,
teknoloji kullanımları, işletme, organizasyon ve tanıtım pazarlama çalışmaları diğer turizm çeşitleri ile birlikte ekonomide hızla görünür hale
gelmiştir (3, 4). Yeni yatırımlarla sadece Afyon ve civarı termal yatak sayısı
yirmi bin rakamlarına yaklaşmıştır.
Ülkemizde toplam termal yatak sayısı
yaklaşık 60 bini geçmiştir.
İlk çıkan Kaplıcalar Yönetmeliğine
(24.07.2001) sonraki yıllarda (20032004) yapılan ilave/değişikliklerin
tümü ile kaplıcalara birçok açıdan
(tesislerin kapasite ve özelliklerinin
saptanması, rehabilitasyon ve tedavi
yöntemleri, tesislerin standartlarının
22
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
sorgulanması, ruhsatlandırılması…)
standartlar getirilmiştir. Halen ülke
genelinde 155 ruhsatlı kaplıca tesisi
vardır, ancak yaklaşık 400’e yakın tesiste -kaplıca suyu kullanmasına rağmen- ruhsat işlemlerini tamamlama
aşamasındadır. 2007 yılında uygulamaya konulan 5686 sayılı Jeotermal
Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular
Kanunu kapsamında termal turizm
yatırımlar takibi ve izinleri ile özel
idareler ve valilikler yetkili kılınmıştır.
Söz konusu kaynaklar devlete aittir.
Aranması ve işletilmesi ruhsata bağlı
olup devletin iznine ve kanunda belirlenmiş olan esaslara tabidir (3-7).
Tıbbi Tanım ve Kimyasal Sınıflamalar
Jeotermal kaynak: Ortalama sıcaklığın üzerinde olup fazla miktarda
erimiş madde ve gaz içerebilen su,
buhar ve gazların elde edildiği yerler.
Doğal Mineralli Su: İçeriğinde(1 g/L)
zengin mineral/tuz içeriği ve diğer
bileşenleri ile tedavi, şifa amaçlarıyla da kullanılan içmece suyu.Jeotermal (Sıcak-Termal) Su: Isısı 20°C’nin
üzerinde olanlar, Termomineralli Su
= Jeotermal Su Özel Balneolojik Sular: Normal değerler üzerinde özel
mineral İçeriği olan sıvılardır. Bunlar;
Karbondioksitli(>1 g/L üzerinde çözünmüş serbest CO2 içeren sular), kükürtlü, florürlü, iyotlu, akratotermal
(mineral değeri az ama ısısı çok yüksek olan), akratopegal sular(mineral
değeri az ama ısısı 20 ºC altında
olan), radonlu su(666 Bq/L üzerinde
radon ışını içerir) ve tuzlalar(14 mg/L
üzerinde NaCl içeren sular) şeklindedir. Kaplıca tedavi yöntemleri doğal
termal kaynak üstüne yada belli bir
mesafeye taşınması ile termal sudan yararlanma amacıyla oluşturulan tesise kaplıca, kaplıcaya otel, kür
merkezi, spor kompleksleri, rekreatif
alanlar vb. ilaveler ile oluşan yapıya
da termal kompleks denmektedir. Bu
kompleksler; termal tedavi, konaklama, dinlenme, eğlence, spor ile 10-24
gün sürdürülebilen kür uygulamalarının tüm yıl boyunca yapılabileceği
ve ihtiyaçlar ile isteklerin en iyi şekilde karşılanmasını sağlayan uygun
alt ve üst yapıya sahip tesislerdir. Bu
nedenle diğer turizm otellerinden
farklı yapıda ve büyüklüktedir. Termal oteller; termal havuzlar, kaplıcalar, hamamlar, kür merkezleri-tedavi
klinikleri, rekreatif alanlar ve diğer
otel konaklama ve yaşam alanları ile
sağlıklı zinde yaşam beldelerini oluşturmaktadır.
Termal Tesislerin Günümüzde Sağlık
Amaçlı Kullanım Şekilleri
• Korunma (sağlıklı yaşlanma, yaşlanmanın geciktirilmesi, genç ve
zinde olma, bağışıklığı güçlendirme) -Tedavi (kür amaçlı, destekleyici bakım, semptom giderici
tedavi, bedensel sorunlara odaklanma ve yaşamı kalite kılma)
• Rehabilitasyon
(medikal, travma
sonrası, ameliyat sonrası, sinir/
kas/iskelet sistem hastalıkları sonrası düzenleyici tedavi, kalp damar
hastalıkları sonrası iyileşmeye katkı, solunum yetmezliği ve benzeri
sorunlardan sonra destek)
• Dinlenme, rekreasyon, eğlence
• Sağlık ve sosyokültürel (wellness,
fitness, gevşeme-esneme, stresle
başa çıkma, yaşlanmayı geciktirme, aşırı şişmanlık ile mücadele, diğer tamamlayıcı ve bireysel
destekleyici tıp metotları) kullanım olarak değerlendirilebilir (2).
Termal kür tedavisine entegre
edilebilecek diğer tamamlayıcı
yöntemler ise: 1. Konvansiyonel
yöntemler: Fizyoterapi, tıbbi ve
aroma terapi; tamamlayıcı ve bireysel koruyucu uygulamalar, diğer alternatif tıp metotları, masaj,
egzersiz, bitkilerle tedavi kürleri,
akupunktur ve benzerleridir. 2.
Destek sistemleri; sağlıklı yaşam
koçluğu, psikoloji iyileştirme seansları, diyet ve irade eğitimi, bir
günlük yaşam ve hayatı programlama seminerleri vb. şeklindedir.
Termal Suların Tedavi Edici Özellikleri,
Kullanımı ve Uygulanan Yöntemler
Mineral, tuz, gaz, yararlı radyoaktivite
içeren bu sıcak sular (jeotermal sular); sıcaklık ve kimyasal özelliklerine
göre; banyo, içme, soluma (inhalasyon), balneoterapi uygulamaları şeklinde doktor denetiminde ve diğer
destek tedavilerle birlikte (fizik tedavi uygulamaları) kullanıldıklarında
insan sağlığına olumlu etkiler yaptığı
tıbben belirlenmiştir. Ayrıca bu sula-
rın çamurlarından da faydalanılmaktadır. Suyun fiziksel kimyasal özelliklerine göre değişebilen şifa özelliğini
sağlayan etkenler ise; anyon, katyon,
gazlar, eser elementler, mineral ve
tuzlar (Na, K, Mg, Ca, SO4, HCO3, Cl2,
CO2, Radon, Br, B, As, I, Fe, S) ile diğer etkenlerden(hidrostatik basınç,
kaldırma kuvveti, sıcaklık, kimyasal
içerik, absorbsiyon-deposizyon-elüsyon, iletgenlik) kaynaklanmaktadır
(2, 4, 5).
Doktor Denetiminde Yapılan Balneoloji
Tedavi Yöntemleri
1)Banyolar: Sıcak mineralli su (3550°C), peloid (çamur) ve gaz banyo kürleri ile bunların lokal uygulamalarıdır(10-30 dakika).
2)İçme kürleri: İçmeye uygun şifalı
doğal mineralli sular ile kaplıca-
larda veya yaşanan yerde yapılan
içme kürüdür.
3) İnhalasyon (soluma) uygulamaları:
Sıcak mineralli su aeroselleri ile yapılan soluma uygulamalarıdır.
4) Çamur tedavisi (peloidoterapi): Şifalı çamurların (peloidlerin) çeşitli
sıcaklıkta banyo-paket-tampon
şeklindeki uygulamalarıdır.
5)SPA uygulamaları; hidroterapi (su
terapisi), talassoterapi, balneoterapi (kaplıca suyu ile yapılan terapiler), bitki, deniz-termal çamur
banyoları ve diğerleri şeklinde yapılmaktadır.
5.1) Hidroterapi uygulamaları: Sıcak
ve soğuk mineralli sular ile su içi çalkalanma, köpürtme, lavaj, tazyikli
su, duş ve şelale su dökünmesi vb.
şeklinde uygulamalardır. Ağrıları hafifletmek ve fiziksel rahatlama için
suyun (sıcak, soğuk, buhar veya buz
halinde) kullanılmasına hidroterapi denir. Suyun fiziksel özellikleri ile
dolaşım sisteminin rahatlatılması
ve dolaşımın hızlanması ile birçok
hastalığın belirtilerinin giderilmesi
amaçlanmaktadır. Vücuda masaj için,
girdaplı su, jakuziler, sıcak su havuzları ve püskürtmeli sular kullanır. Bu
havuzlar sakatlanmalarda bireyin
kas gücünü yerine koyma ve ağrıların azaltılmasına yarar sağlamak için
kullanılır. Doğum ağrılarının azaltılmasında da benzer havuz ve su
özelliklerinden yararlanılmaktadır.
Ayrıca havuza daldırılma yöntemi ile
de suyun kaldıran gücü artrit ağrılarının dinmesine katkı sağlar. Aromaterapistler ise rahatlama ve stresle baş
etme için, ılık su banyolarına lavanta
(lavandulaangustifolia) gibi esansiyel yağlar eklenmesini salık vermektedirler. Rahatlama ve romatizmal
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
23
eklem sızıları için Ölü Deniz tuzu da
banyo suyuna eklenebilir. Sıcak su
içeren kompreslerle kaslarda kasılma
ve ağrılarla baş edilebilir. Sauna ve
buharlı odalar ise ciltteki gözenekleri açar ve vücut toksinlerini atar.
Hijyenik ortamlarda sıcak su buharı
solunması, üst/alt solunum sistemi
enfeksiyonlarında önerilen bir diğer
destekleyici yöntemdir. Buhar banyolarına bitkiler de eklenecek olursa
tedavi edici etki değeri artacaktır.
5.2) Talassoterapi: Deniz iklimi, güneş, deniz suyu (mineral, tuz, etkin
elementler), deniz çamur ve yosunları, deniz ve denizden çıkan diğer
maddeler ile ortamın insan sağlığına
olumlu etkileşiminin doktor denetiminde tedavi amaçlı olarak kullanımı
şeklindedir. Deniz suyu ısıtılarak balneolojik yöntemlerle değerlendirildiğinde “deniz kaplıcası” uygulaması
oluşmaktadır.
5.3) Balneoterapi: Termomineral sular, peleoidler ve gazlar gibi doğal tedavi unsurlarının banyo, içme ve inhalasyon (soluma) yöntemleri ile kür
tarzında tedavi amaçlı olarak kaplıcalarda kullanılmasıdır.
SPA; “salus per aquam”, “suyla gelen
sağlık” veya “sudan gelen sağlık-iyilik” anlamını ifade eder. SPA hizmet-
24
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
leri olarak; cilt, yüz bakımı ve tedavisi,
manikür, pedikür, hidroterapi, çamur,
parafin banyosu, güzelleşme, kozmetik uygulama, sağlık ve iyi yaşamın
devamını sağlamak için çeşitli uygulamalar ile birlikte Wellness (rahatlama) uygulamaları yapılmaktadır.
SPA çeşitleri: Uygulamalara göre
kulüp, günlük, medikal, tatil, yolcu
gemisi, ziyaret, termal (kaplıca-jeotermal) SPA’ları şeklinde isimlendirilmektedir. ABD’de önemli bir sektör
olup toplam SPA sayısı 14.600 geçmiştir. Yıllık gelir 12 milyar doların
üzerindedir. Türkiye’de iki yüzün üstünde SPA merkezi bulunmaktadır.
İşletmelere uluslararası SPA birliğince
(ISPA) akredite olma zorunluluğu getirilmiştir (5,7).
Wellness: Sağlık ve zindelik kazanma,
rahatlama ve sağlıklı yaşamı sürdürebilme amacı ile başvurulan çeşitli
aktivitelerdir. Bunlar: Doğal yaşam,
ayurveda, aroma terapisi, beslenme,
diyet, yoga, reiki, taichi, egzersiz uygulamaları, spor gibi ülkelere ve talebe göre değişen uygulamalardır.
Açıklanan uygulamalar tek tek veyahut birbirleri ile entegre olarak yapılabilmektedir. Son yıllarda SPA’lar
hızla gelişmekte otellerin önemli vazgeçilmez birimlerini oluşturmaktadır.
• Balneoterapi;
termal havuzda,
38±1°C de 30-dakika banyo; günde iki kez (biri öğleden önce diğeri
öğleden sonra)
• Masaj (klasik); 30-dakika, gün aşırı• Hamam, sauna, yürüyüş, dinlenme
• Kaplıca
tedavisi hemen sonrasında ve 24 haftaya kadar süren
iyileşme (ağrı, fonksiyon, yaşam
kalitesi)
• Banyolar: Tam, yarım, oturma, el-
ayak banyoları şeklinde oluşturulmuştur.
Banyolar: Soğuk (34 ºC altında), Ilık
(34-35 ºC), sıcak termal (36-38 ºC )
ve (38-40 ºC) sıcaklıklarda uygulanır.
Aşırı sıcak ise 40-42 ºC’dir. Banyo süresi genellikle 20 dakika olup sıcaklığa göre azalıp-artar.
Banyo uygulamaları: tam, yarım,
oturma banyoları, el-ayak banyoları
şeklinde uygulanabilirler. Banyo sıklığı uzman doktorun değerlendirmesine göre değişir. Banyo ve havuzlar
ile kür merkezi nitelikleri kaplıca
yönetmeliğinde belirlenmiştir. Hasta karbondioksitli banyoların dışındakilerde özellikle tam banyolarda
rahatlıkla hareket edebilmelidir. Banyodan sonra hasta dinlendirilir, diğer
tedavi uygulamalarına geçilir, gaz
içeren sularda banyolar iyi havalandırılmalıdır (2).
Jeotermal Sulardan Yarar Umulan
Hastalıklar
1. Solunumsal hastalıkları,
2.
Derinin döküntülü hastalıkları,
(egzama, akne, psöriasis vb.),
3. Kas-iskelet sistemi hastalıkları (romatizmal hastalıklar, eklem hastalıkları,),
4.Protez-ortez ameliyatı sonrası rehabilitasyon,
5.Kalp damar hastalıkları (kalp yetmezliği, dolaşım bozukluğu, hipertansiyon, arter hastalıkları),
6.Sindirim sistemi hastalıkları (balneoterapi, içme, peloidoterapi
ağırlıklı; karaciğer safra kesesi
fonksiyonel yetmezliği, hepatit,
obezite, gut vb.),
7.Boşaltım sistemi hastalıkları (böbrek-mesane-prostat enfeksiyonları, sistit, prostatit, ürolitiasiz), (balneoloji- içme).
8. Genital hastalıklar,
9.Sinir sistemi hastalıkları (omurga
hastalıkları, inme, travmatik lezyonlar vb.)
Herhangi bir enfeksiyonun akut fazındaki hastalar, kalp, böbrek, karaciğer ve diğer organ yetmezliği
olanlar, kanserli olgular, ülser ve
kanama bozukluğu olanlar ve diğer
kronik rahatsızlıklarda hekim onayı
ve sağlık elemanı gözetimi ile termal
rehabilitasyon uygulamalarına izin
verilebilir (2).
Termal Kür Düzenlemesi
Hastanın uzman doktor tarafından
konulan tanı sonrası tedavi için düzenlenen rapor ile hastalığına uygun bir kaplıcaya hasta yönlendirilir.
Termal kür merkezi uzman hekimi
yeniden hastayı görmek ve değerlendirmek isteyebilir. Tekrar muayenesi sonrası kesin tanı alan hastaya
kür(tedavi) programı uygulanmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun
bu tedavilerin pek çoğunu ödüyor
olması toplum sağlığı ve rehabilitasyonu için çok değerlidir. İstenirse Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlı
kaplıcalara(kür merkezlerine) direkt
müracaat edilerek te muayene ve
tedavi olunabilmektedir. İlave destekleyici uygulamalar hasta tedavi
reaksiyonlarına göre düşünülebilir.
Ruhsatlı birimlerde, etik ve bilgiye
dayanan tedavi metotlarına izin verilmelidir.
Termal Su Güvenliği: Bilinçli Kullanım ile
Gelen Sağlık
Termal suyun ısısı, hidrostatik basıncı, yoğunluğu, suyun kaldırma yetisi,
elektron yükleri veya negatiflikleri,
suyun içeriğinde olan değişik mineralli maddeler ve oranları, vücut tarafından bunların absorbe edilmesi,
dengeli radyasyon oranları ve benzeri katkılar; vücudun otonom sinir
sistemini, hormon-enzim dengesini
ve aktivitelerini, damar basıncı ile
beraber dolaşımı etkiler. Sonuçta
vücudun bağışıklığı, anabolizma-katabolizma ve organizma dengesi düzelir. Şifalı termal suların pozitif yansıması sayesinde temiz hava, güneş
ışığı, ferahlatıcı yeryüzü şekilleri ve
görüntüsü, sessiz mekânlar ile uygun
tesisler ve olumlu çevre, ruhsal olarak
rahatlamayı, yenilenmeyi, iyileşmeyi
sağlar. Uzmanlar tarafından uygun
görüldüğü takdirde medikal tedavi,
sağlıklı beslenme programı ve diyet,
fizik tedavi, rehabilitasyon, spor faaliyetleri, psikolojik tedavi gibi diğer
destek yöntemler ile de kişinin sağlık
durumu iyileşir. Kür olarak yapılan ve
devamlı tekrar eden bu uygulamalar,
bitkin ve fiziksel olarak yıpranmış insanların dinç olmasını ve yenilenmesini, tedaviler sonunda kişinin sağlık
durumunun iyileşmesini, daha sağlıklı bir yaşam şekli kazanmasını ve
sağlıklı toplumların oluşmasını sağlar. Ayrıca sağlıklı insanların eğlence,
spor, dinlenme, SPA–wellness aktivitelerinden yararlanması ile sağlıklı
bir vücuda kavuşmaları sağlanabilir.
Psikolojik açıdan rehabilite eden ve
zindelik veren termal turizm ise ülke
verimine ve geleceğinize olumlu katkılar sağlayacaktır. Ancak Termal kaynaklar bilinçsiz ellerde ve kontrolsüz
kullanımda zararlı da olabilmektedir.
Kalp, tansiyon ve şeker hastası bireyin termalden kontrolsüz yararlanmaya çalışması istenmedik sonuçlara yol açabilecektir. Ayrıca termal
su kaynaklarında suyun içindeki
maddelere ve sıcaklığına göre farklılık gösteren mikroorganizmaların
geliştiği belirlenmiştir. Sıcaklığa karşı
toleranslı, 44-45 ºC’de fermantasyon
yapabilen bazı patojen bakteriler ve
dışkı kaynaklı koliformlar bakteriler
yaşamlarını sürdürebilirler. Termal
suların kullanıldığı SPA, kaplıca ve
termal banyolar; foliküler dermatit,
deri iltihabı gibi cilt enfeksiyonları,
kulak ve göz enfeksiyonları, cilt tahrişi, solunum yolu, genitoüriner sistem
ve gastrointestinal sistem enfeksiyonları gibi hastalıkların oluşmalarına neden de olabilmektedir.
Kaynaklar
1) Dağıstan, H. 2013 Türkiye Jeotermal Kaynak Aramaları, Kullanımı ve Sürdürülebilirliğin Sağlanması, MTA doğal Kaynaklar ve
Ekonomi Bülteni 2013 Sayı:15: 1-9 Ankara.
2) Karagülle, Z. Doğan, M., 2002, Kaplıca Tıbbı
Ve Türkiye Kaplıcaları Rehberi. Nobel, İstanbul.
3) Özbek T. 1991. Dünyada ve Türkiye’de Termal turizmin önemi.
h t t p : / / w w w. a n a t o l i a j o u r n a l . c o m /
atad/depo/dergiler/Cilt2_Sayi3_
Yil1991_1304685947.pdf
4) Özbek, T. 2008, Türkiye’nin Termal Turizm
Potansiyeli Ve Dünyadaki Konumu, Uluslararası Medikal Turizm Zirvesi, 2008, Antalya.
5) Özbek, T. 2008. Jeotermal Kaynakların Entegre Olarak Sağlık ve Termal Turizmde
Değerlendirilmesi, TMMOB Jeotermal Bildiriler Kitabı, Ankara.
6) Özbek, T. 2013. Jeotermal Kaynakların Değerlendirilmesi, JMO Jeotermal Semineri.
Ankara.
7) Özbek, T. 2014. Jeotermal Kaynakların Doğrudan Kullanımı, TJKBB Semineri, Kırşehir.
8)http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-520/
kaplicalar-yonetmeligi.html (Erişim tarihi:
09.05.2015)
9) Özbek, T. 2012, Çevre Dostu Yerli Enerji
Kaynağımız: Jeotermal, TJD, Ankara.
10)Altındiş M. Sağlık Turizminde Termal Su
Güvenliği. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü
Dergisi, 2012; (24) s: 84-87.
* SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi, Eylül-Ekim-Kasım 2015 tarihli sayısında
yayımlanmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
25
kapakkonusu
SAĞLIK TURİZMİ 2015
NELER YAPTIK
Sağlık Bakanlığı
Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü
Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı
Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı olarak önceki
yıllarda olduğu gibi 2015 yılında da
önemli etkinlikler gerçekleştirdik.
Bunları başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz:
26
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
International Health Tourism Convention: Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı olarak 11-14 Mart 2015 tarihleri arasında Yunanistan’ın Atina
şehrinde gerçekleştirilen “International Health Tourism Convention” etkinliğinde ülkemizi temsil ettik.
Tüm Yönleriyle Sağlık Turizmi 1-23: Ülkemizin dünya sağlık turizminde
öne çıkan yönlerini tüm detayları ile
ele alan Tüm Yönleriyle Sağlık Turizmi
1-2-3 kitaplarını yayımladık.
Londra Sağlık Turizmi Zirvesi: 2527 Haziran 2015 tarihleri arasında
Bakanlığımızın desteği, Sağlık Turizmi Geliştirme Destekleme ve Organizasyon Hizmetleri Derneği ve Türkİngiliz Ticaret ve Sanayi Odası (TBCCI)
işbirliği ile 116 Pall Mall’daki Yöneticiler Enstitüsünde “Londra Sağlık Turizm Zirvesi”ni gerçekleştirdik.
İngiltere ve Türkiye’den birçok firmayı bir araya getirdiğimiz, iki ülke arasında sağlık turizm sektörünün gelişimine katkıda bulunmayı hedefleyen
bir araya geldi. Buluşmada, Sağlık
Turizminin Geliştirilmesi Eylem
Planını katılımcılara aktaran Genel Müdürümüz Tontuş, programın hedeflerini örnekler
vererek açıkladı. Soru-Cevap kısmında katılımcıların sektörde yaşadığı sorunları dinleyen Tontuş,
yapılan bu çalışmalarla
sorunların azalacağını
ifade etti. Önerilere
ve bu konuda her
fikre açık olduklarını belirten Tontuş,
hep birlikte ülkemizi sağlık turizmi merkezi haline
g e t i re c e k l e r i n i
belirtti.
sağlık zirvesinde,
ulusal ve uluslararası
alanda işbirliği çalışmalarının
önemine dikkat çekildi.
Sağlık Turizmi Sektör Buluşmaları Ankara- İstanbul 20-21 Mayıs
2015: Genel Müdürümüz Yrd. Doç.
Dr. H. Ömer Tontuş, “Sağlık Turizmi
Sektör Buluşması” adı altında hastanelerin üst düzey yöneticileriyle
SATURK Değerlendirme
Toplantısı 3 Haziran
2015: Müsteşarımız
Prof. Dr. Eyüp Gümüş
başkanlığında Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu
bilgilendirme toplantısını
gerçekleştirdik. Bakanlıkların Genel Müdürlükleri, Dış Ekonomik
İlişkiler Kurulu ve
iki üniversitenin
temsilciler inin
katıldığı toplantıda SATURK’un
üyeleri ve yapısı konuşuldu. Genel Müdürümüz
H.
Ömer Tontuş
bu toplantıda
SATURK’ün içyapısıyla ilgili bir sunum gerçekleştirdi.
Kurulda; Mevzuat ve
Akreditasyon Komisyonu,
Tanıtım, Pazarlama ve Fiyatlandırma Komisyonu ve Eğitim ve Planlama Komisyonu olmak üzere 3 komisyon oluşturuldu.
Uluslararası Hasta Destek Birimi
(UHDB): Türkiye’deki tüm kamu ve
özel sağlık kuruluşları, Acil Servis Hizmetleri Komuta Merkezleri (112) ve
Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ne
(184) başvuran yabancı hastalara
sağlık çalışanlarıyla yapacakları görüşmelerde yardımcı olmak amacıyla
Sağlık Bakanlığı bünyesi altında 2011
yılı Temmuz ayında hizmete başlayan
birimimiz 2015 yılının Kasım ayı itibariyle 86.554 çağrıya ulaştı. Almanca,
Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve
Rusça olmak üzere 6 dilde hizmet sunan birimimiz, 26 yeminli tercüman
ile 444 47 28 numaralı telefon hattından 7 gün 24 saat boyunca kesintisiz
olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Birimimiz; gerektiğinde doğum odasında doğum yapan yabancı hastaya ebenin talimatlarını ve doğumda
gelinen aşamayı ileterek bir yandan
da hastanın sakin kalmasını sağlarken, gerektiğinde ise Aydın, Denizli,
Muğla, İzmir ya da Çanakkale gibi
kıyı bölgelerin Acil Servis Hizmetleri
Komuta Merkezleri ve Sahil Güvenlik Ekipleri’ne gelen yabancı dildeki
aramalarda denizde boğulmak üzere
olan göçmenlerin yerlerinin saptanmasına ve ekiplerce kurtarılmalarına
yardımcı olmaktadır. Bu özelliği ile birim sunduğu tercüme hizmeti ile her
iki tarafa da sağladığı iletişimin ötesinde hayat kayıplarının önlenmesinde ve yeni hayatlara can vermede de
etkin bir rol oynamaktadır.
2012-13-14 Yılları Türkiye Termal
Turizm Değerlendirme Raporu: Ülkemizde termal sağlık hizmeti alan
uluslararası hastalar hakkında ve termal sağlık hizmetlerimiz ve tesislerimiz ile ilgili bilgiler içeren raporlarımız yayımlandı.
2014 Türkiye Medikal Turizm Değerlendirme Raporu: Ülkemizde
medikal sağlık hizmeti alan uluslararası hastalar hakkında ve medikal
alanda ülkemizi farklılaştıran sağlık
hizmetlerimiz ve tesislerimiz ile ilgili
bilgiler içeren raporumuz yayımlandı.
“Türkiye Health Guide 2015” Sağlık
Turizmi Rehberi ve Health&Happy
Sağlık Turizmi Dergisi: Türkiye’nin
sağlık turizmi alanında farklı kılan ve
öne çıkaran tanıtıcı yönlerin ele alındığı ve bilgilerin verildiği Health Guide 2016 rehberimiz ve Health&Happy
dergimizi yayınladık.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
27
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE
SAĞLIK TURİZMİ:
HEM TEDAVİ HEM TATİL
Enginer BİRDAL
Türkiye Sağlık Turizmi Dernek Başkanı
Sağlık turizmi, dünyada ve ülkemizde
son yıllarda hızla yükselen bir trend
olup çok önemli bir alternatif turizm
çeşididir. Sağlık turizmi sağlığına kavuşmak için ikamet ettiği ülkeden
başka bir ülkeye herhangi bir sebeple tedavi amaçla gidilmesidir. Tedavi
amaçlı gidene de sağlık turisti denir.
Sağlık turizmi sadece hastanelerde
tedavi için gidilen bir turizm çeşidi
olarak değerlendirilmemesi gerekir.
Sağlıklı yaşam sunan her türlü turizm
sağlık turizmi kabul etmek gerekmekle birlikte sağlık turizmi 3 ana
başlıkta değerlendirilmektedir.
6.Ülkesinde iklim ve coğrafi olarak
tatil için kısıtlı imkan olduğu durumlarda yapılan turizm hareketliliği (ormanlık, yaylalar, tarihi ve
kültürel zenginliği olan ülkelere
gidiş),çoğunlukla termal tesisin ve
Termal Turizm imkanlarının çok olduğu bir ülkede tatil yapma talebi.
7. Kronik hastaların, yaşlıların ve engellilerin başka ortamlara gitme
ve tedavi olma isteklerinin oluşması,
8. Uyuşturucu ve farklı bağımlılıkları
olan kişilerin farklı veya daha uygun ortamlarda olma istekleri,
1. Tıp Turizmi (Hastanelerde tedavi
ve ameliyat vb. işlemler)
9.Kişinin hayata tutunma ve yaşam
isteği.
2.Termal Turizm (Termal Tesislerde
rehabilitasyon ve dinlenme vb.
hizmetler)
Sonuç olarak sağlık turizmi çok çeşitli
olup birçok sebebi de içinde barındırmaktadır. Temel sebep daha iyi
imkanlar da farklı bir ülkede sağlığını
tekrar elde etmek için yapılan turizm
çeşidi olup hızla yükselen bir sektördür.
3.Yaşlı ve Engelli Turizmi (Geriatrik
tedavi merkezi veya yaylalar da
sosyal aktivitelerle birlikte uzun
süreli konaklamalar)
Sağlık turizminde temel faktörler:
1. Ülkesinde yüksek teknolojili sağlık
hizmetleri ve profesyonel insan
kaynaklarının azlığı veya yokluğu,
2. Tedaviyle birlikte tatil yapma arzusu,
3. Sağılık hizmetlerinin kendi ülkelerinde pahalı olması,
4. Çok daha kaliteli sağlık hizmeti almak istenmesi,
28
5.Kendi ülkesinde herhangi bir sebepten dolayı ameliyatının bilinmesini, istenmemesi (Estetik Cerrahisi, İnfertilite tedavisi vb.)
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Türkiye’de Sağlık Turizmi
Ülkemizde 43 adet JCI ile akredite
olmuş uluslararası standartlarda akredite olmuş sağlık kuruluşu mevcuttur. Başta İstanbul ve Ankara olmak
üzere özel, kamu ve üniversite hastaneleri dünyadaki en yüksek teknoloji
ile donatılmıştır. Türkiye de birçok
hastane de onkolojik tedaviler, kardiyovoskiler cerrahi, ortopedi, be-
yin cerrahisi, çocuk cerrahisi, estetik
cerrahisi, göz ve dişte ileri teknolojili
sağlık hizmetleri verilmektedir. Yine
bu hastanelerde Cyberknife, robotik
cerrahi, MR, hizmetleri, kemik iliği,
organ transplantasyon. yapılabilmektedir. Sağlık bakanlığı sağlık turizmi dairesi başkanlığı bünyesinde
7/24 saat Arapça, İngilizce, Almanca
ve Rusça dilinde Acil durumlarda
112, şikayet durumlarında 184 nolu
hatlardan ve hastanelerde uluslararası hastalara tercümanlık hizmetleri
mevcuttur. Tüm doktorlar mesleki
zorunluluk sigortası yaptırmak zorunda olup herhangi bir tıbbi hata
veya malpraktis durumunda hastaya
sigorta tarfından anında tazminat
ödenmektedir. Tüm hastanelerimiz
ulusal akreditasyon kriterlerine göre
hizmet vermekte olup yılda 2 kez
denetlenmektedir. Sağlık turizmi ile
ilgili tüm işlemler ve koordinasyon
kanun gereği Sağlık Bakanlığı sorumluluğundadır. Ülkemizde yaşayan
74 milyon insanın tamamı zorunlu
sağlık sigortası olup hem özel hastaneden hem de kamu ve üniversite hastanelerinizden sağlık hizmeti
alabilmektedir. Hastanelerde yapılan
ameliyat sayıları, donanımlar ve kaliteli insan kaynağı ile ilgili veriler.
Özellikle bazı hastaneler(örneğin
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Siyami Ersek Kardiyovasküler,
Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi,
Hacettepe Tıp Fakültesi gibi) uzun yıllardır hizmet veren hastaneler olup
binlerce ameliyat yapmış çok birikimli ve tecrübeli sağlık kuruluşlardır.
Bunun yanı sıra son 10 yılda yapılan
özel ve kamu hastaneleri teknolojik
donanım ve fiziki şartlarıyla batı ülkelerini aratmayacak bir yapıdadır.
Ayrıca termal turizm olarak kaynak
açısından dünyada yedinci Avrupa
da birinci sıradayız. Bu alanda çok donanımlı ve köklü termal oteller hızla
yapılmaya başlanmıştır. Yatırımcılar
için birçok teşvik mevcuttur. Sonuç
olarak ülkenin iklimini, tabi güzelliklerini, tarihi ve kültürel bölgelerini
hastanelerimizdeki batı standartlarındaki sağlık hizmetlerini ve termallerini kendi insanımıza sunduğumuz
gibi çevremizde yaşayan tüm insanlara sunuyoruz. Sizlere sağlıklı bir
yaşam için şifa kapısı olarak ülkemize
davet ediyoruz.
Sağlık Turizminde Yeni Dönem
Türkiye’de sağlık sektöründe, 2002 yılından sonra büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. Yapılan bir dizi reform
sayesinde sağlık sisteminin kalitesi ve
verimliliği yükseltilmiştir. Kamu sağlık hizmetlerinin yanı sıra son yıllarda
özel sağlık hizmetleri de hızla gelişmeye başlamıştır. Türkiye; modern
hastaneleri, yetişmiş insan gücü, alanında uzman doktorları, teknolojik
altyapı ve tecrübe birikimi ile Avrupa
standartlarında hizmet vermektedir.
Türkiye’deki birçok özel hastanenin
hizmet kalitesi dünyaca ünlü akreditasyon kuruluşlarınca onaylanmıştır.
JCI (Joint Comissions International/
Uluslararası Birleşik Komisyonu) ile
akredite edilmiş 37 hastane, 3 laboratuvar, 1 nakil aracı ve 1 ayakta tedavi merkezi olmak üzere toplam 42
sağlık kuruluşuyla Türkiye, dünyada
ikinci sıradadır. Türkiye coğrafi konumu, sahip olduğu sağlık kuruluşları,
sektördeki yetişmiş ve eğitimli insan
gücü, kaplıcaları ve doğal güzellikleri
ile Sağlık Turizmi açısından bir çekim
merkezidir. Hem tarihi ve kültürel
zenginliği, hem de sağlık alanındaki
gelişmişlik seviyesi ile Türkiye, dünyanın on gözde ülkesinin içinde yer
almaktadır.
Sağlık Turizminde Son Söz
Türkiye, sağlık sektöründe çok iyi
yetişmiş ve eğitimli insan gücüne
sahiptir. Sağlık turisti, kafasında oluşan her türlü soruya kolaylıkla cevap
alabilir. Ayrıca ameliyat öncesi ve
sonrasında gerek doktorlar gerekse
hemşireler tedavi olan sağlık turistini
yeterli düzeyde bilgilendirerek moral
olarak iyi olmasını sağlamaktadırlar.
İklim dezavantajları nedeniyle özellikle romatizmal hastalıkların yoğun
olarak görüldüğü Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkelerinde termal turizme
olan talep daha fazladır. İklim, fiyat,
güvenlik ve ulaşım açısından göreceli avantajlara sahip ülkemiz tıp turizmi, spa&wellness ve kaplıca turizmi,
ileri yaş ve spor turizmi açılarından
olağanüstü avantajlı bir konumda
olup her kesime hitap edebilecek
niteliklere haizdir. Ayrıca, coğrafi yakınlık, ülkelerinde bulunmayan doğa
ve iklim şartları nedeniyle ve kültürel
benzerlik faktörleri de göz önünde
bulundurulduğunda Türkiye Ortadoğu ülkeleri içinde önemli bir sağlık ve
termal turizm destinasyon ülkesi olabilecek konumdadır.
Orta Doğu ülkeleri ile son zamanlarda sağlanan vize muafiyetleri, sınırlarda sağlanan kolaylıklar ve diğer
siyasi ve kültürel ilişkiler marifeti ile
bu bölgelerden yapılan seyahatlerde önemli artışlar kaydedilmektedir.
Gelişmiş ülkelerde sağlık giderlerinin fazla olması nedeniyle hastaların
tedavi hizmetlerini azaltmaya yönelik olarak sağlık hizmetlerinin daha
düşük maliyetli ülkelerden temin
edilmesi eğilimi artmaktadır. İsveç,
Norveç ve Danimarka’dan sonra Almanya ve Hollanda’daki bazı özel
sigorta şirketlerinin de termal tedavileri için Türkiye’ye göndereceği
hastalarının masraflarını karşılama
kararı almaları ülkemizde termal turizm açısından önemli bir pazar payı
oluşturmaktadır.
Sağlık turizmi, insanların sağlıklarına gösterdikleri özen arttığı, sağlık
hizmetleri rekabetçi duruma geldiği
ve maliyet farkları ana unsur olarak
kaldığı takdirde ülkemizde gelecekte
daha da hızlı bir artış gösterecektir.
Özellikle plastik cerrahiye olan talep
artışının devam edeceği, böylece
denizaşırı hizmetler için de önemli
bir talep oluşacağı ve sağlık turizmin
temel öğesi olan kalp ameliyatları ile
yer değiştireceği uzmanlarca tahmin
edilmektedir. Türkiye verdiği kaliteli ve ekonomik sağlık hizmetleriyle
öncelikli olarak komşu ülkelerdeki
yaklaşık 1milyar nüfusa sağlık turizmi
Enginer BİRDAL
kapsamında hizmet vermeye hazırdır. Pek yakında ülkemiz Sağlık turizmi konusunda dünyada bir numara
olacaktır.
7. Uluslararası Sağlık Turizmi Kongresi
Türkiye Sağlık Turizmi Derneği olarak
Türkiye’nin sağlık turizmindeki hedeflerine ulaşması için 10 yıldan bu
yana yürüttüğümüz çalışmalardan
biri olan Uluslararası Sağlık Turizmi
Kongresi’nin 7.sini 18-21 Kasım 2015
tarihleri arasında düzenledik.
Türkiye’nin hizmet kalitesinin dünyaya tanıtıldığı Kongrenin Ana teması
“Sağlık Turizminde Destinasyon Oluşturulması ve Yönetimi” olarak belirlendi. Temel konular ise Türkiye’nin
altyapısı, markalaşma hedefleri ve
yatırım fırsatları oluşturdu. Kongrede ayrıca “Türkiye’de Sağlık Turizminin Altyapısı, Kalite, Akreditasyon ve
Ekonomik Potansiyeli”, “Sağlık Turizminde Markalaşma ve Örnek Destinasyonlar”, “Sağlık Turizminde Hedef
Pazarlar, Yeni Pazarlar ve Pazarlama
Stratejileri” ve “Sağlık Turizminde
Sürdürülebilirlik, Çarpan Etkileri ve
Yatırım Fırsatları” konuları ele alındı.
Kongreye, Türkiye ve komşu ülkeler
ile Avrupa, Balkanlar, Kuzey Afrika,
Ortadoğu, Orta Asya ve Rusya’dan
doktorlar, aracı kuruluş temsilcileri,
sağlık turizmi yatırımcıları, hastane
temsilcileri, üniversite temsilcileri,
termal tesis yöneticileri, yaşlı bakım
merkezi yöneticileri, acenteler, sigorta firmaları, STK başkanları, yatırımcılar ile ilgili bakanlar ve üst düzey
bürokratlar katıldı.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
29
kapakkonusu
SAĞLIK TURİZMİNDE LİDER OLMAK İÇİN
ANKARA’NIN TEK EKSİĞİ
TANITIM VE MARKALAŞMADIR
Uzm. Dr. M. Fatih SOMUNCU
Ankara Sağlık Turizmi Derneği
YK Başkanı
Bilindiği gibi Sağlık Turizmi son yıllarda hem tüm dünyada hem de ülkemizde oldukça popüler bir konu.
Ülkemizde özellikle Ekonomi Bakanlığı tarafından sağlık turizmi faaliyetlerinin döviz kazandırıcı hizmetlere
dâhil edilmesi ve bu konuda vermiş
olduğu destekler nedeni ile sağlık turizmi genel anlamda birden herkesin
ilgisini çeken bir konu haline geldi.
Ülkede adeta bir sağlık turizmi bilincinin uyanışına hep birlikte şahit olduk. Sektörün içerisinde veya dışında
herkesin bu alanda bir şeyler yapmak
üzere girişimlerde bulunduğunu
gözlemliyoruz. Hastaneler ve oteller
de büyük bir haklı beklenti içerisine girdiler. Hastaneler teker teker
uluslararası ilişkiler departmanlarını
oluşturmaya başladılar. Uluslararası
Sağlık Turizmi fuarlarında sektör temsilcileri daha fazla yer almaya başladılar. Bütün bunlar elbette sevindiricidir. Zira herkesin bildiği gibi bir sağlık
turizmi hastası normal bir tatil ve
30
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
kültür turistine göre kat be kat fazla
döviz ülkemize bırakmaktadır.
Elbette bu konuda daha alacağımız
çok mesafe var. Mevzuat düzenlemeleri ve ülkemizin bu alanda tanıtımı
yetersizdir. Tesis ve personel eksiklikleri de göze çarpmaktadır. Ancak
tıbbi hizmet kalitemiz ve rekabetçi
fiyatlarımızın olduğu ise aşikardır.
Tıbbi hizmet ve hekim kalitemiz
Amerika standartlarındadır. Fiyatlarımız ise hem Amerika’ya göre hem
de Avrupa ülkelerine göre kıyaslanamayacak kadar ucuzdur. Dünyada
Amerika’dan sonra en fazla JCI akredite hastane sayısı ülkemizde bulunmaktadır.
Diğer yandan termal tesislerimiz ve
kapasitemiz yeterlidir. Bu alandaki
yatak kapasitemiz her yıl daha da artmaktadır.
Sağlık Turizmi ülkemize döviz kazandırılmasına olanak sağlayan ve cari
açığın giderilmesinde kullanılabilecek en elverişli alandır. Mevzuattaki
engellerin bir an evvel kaldırılması
bu alanda özel sektörün önünün
açılması ve devlet tarafından verilen
teşviklerin denetlenebilir ancak daha
rahat ulaşılabilir hale getirilmesi halinde Türkiye bu alanda şaha kalkacak ve dünya pazarından hak ettiği
payı hızla alacaktır.
Dünyada sağlık turizmi pazarı her yıl
artmaktadır. Dünyada önde gelen
sağlık turizmi destinasyonları arasında Hindistan, Tayland, USA, İran
önde gelen ülkelerdir. Türkiye’de
kaliteli sağlık hizmeti uygun fiyatlara verilebilmektedir. Ancak henüz
sağlık turizminde istediğimiz noktada değiliz. Hak ettiğimiz payı alamıyoruz. Türkiye’nin özellikle medikal
hizmet konusunda kalite ve standartları tartışılmazdır. Ancak birçok
Avrupa ülkesi ve Amerika da bizim
sahip olduğumuz bu kaliteli tıp hizmetleri konusunda maalesef bir algı
yok. Genelde Türkiye tatil yöreleri ile
bilinmektedir. Her şeye rağmen son
yıllarda ortaya çıkan sağlık turizmi bilinci sayesinde ileriki yıllarda Türkiye
bu alanda daha çok tanınacak ve hak
ettiği yeri alacaktır.
Ülkemizde bu alanda özellikle de medikal alanda tartışmasız kaliteli hizmet olduğu herkes tarafından kabul
edilen bir gerçektir. Kalite fiyat dengesi gözetildiğinde ise birkaç ülke
haricinde ön sıralarda yer almaktadır.
Hindistan, Tayland ve İran haricinde
fiyat üstünlüğü mevcuttur. Aslında
kalite ve fiyat birlikte değerlendirildiğinde, bu ülkelerin de önünde
olduğumuzu düşünüyorum. Tek
eksiğimiz tanıtım ve algı oluşturma
konusundadır. Ancak ileriki yıllarda
hızla bu konuda eksikliklerimizi gidererek, dünyada sağlık turizminde en
çok bilinen ve tercih edilen ülke olacağımıza inanıyorum.
Türkiye bu konuda, kesinlikle bir iddia ortaya koyabilir. Çünkü bunun
için gerekli olan her şey var. Sadece tıp kalitesi konusunda güçlü bir
algı yaratmamız gerekiyor. Dünyada gelişmiş ülkelerdeki insanların,
Türkiye’de çok kaliteli sağlık hizmeti
verildiği konusunda bilgi eksikliği
var. Türkiye denilince, herkesin aklına
Antalya geliyor. Kaliteli tıp algısı maalesef oluşturamamışız. Bunu başardığımızda her şeyi çözmüş olacağız.
Yurtdışında bu alandaki faaliyetlerimiz son yıllarda Ekonomi Bakanlığımızın teşvikleri sayesinde artmış
olmakla beraber, kesinlikle yeterli değildir. Bu konuda yapılması gereken
çok iş vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçe ayırarak, Türkiye’nin dünya
pazarından hak ettiği payı alabilmesi
için gerekli tanıtım faaliyetlerini sürdürmeli. Ülkemizdeki kaliteli tıp hizmetleri ve termal tesisler anlatılmalı
ve tanıtılmalıdır. Maalesef sadece tatil yörelerinin tanıtımı yapılmaktadır.
Oysaki bir sağlık turisti normal turiste
göre kat be kat fazla döviz bırakmaktadır. Türkiye’yi Antalya’dan ibaret
zanneden ülkelerde kaliteli sağlık
hizmeti konusunda algı oluşturulma-
lıdır. Bu konuda analizler yaparak hedef ülkeler belirlenmeli ve bu ülkelere yönelik devlet kanalı ile doğrudan
tanıtımlar yapılmalıdır.
Sağlık turisti mutlaka bir aracı kurum
vasıtası ile termal otellere ve hastanelere ulaşmalıdır. Bu iş kayıt dışılıktan
ve denetlenemez durumdan kurtulmalıdır. Aracı kurumların verecekleri
hizmetler de standardize edilmelidir.
Hastanelerimizde ve otellerimizde
yönlendirme tabelaları şuan sadece Türkçe’dir. İngilizce yazılar yok ve
personeller İngilizce konuşamıyor.
Havaalanında sağlık turistlerini karşılayacak bir oda dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle hızlıca tesislerin ve
personellerin uyumunun sağlanması
gerekir. Bu alanda verilen her hizmet
denetlenebilir olmalıdır. Tercümanlık
hizmetleri de standartlara kavuşturulmalıdır. Özetle bizim bu alanda
yapacağımız daha çok iş var. Ancak
şunu belirtmekte de fayda görüyorum; eskiye göre de çok farklı bir
noktadayız.
Ankara Sağlık Turizmi Derneği olarak
bizler de içinde yaşadığımız şehrimizi, Türkiye’nin başkentini, Ankara’yı
sağlık turizmi alanında bilinen ve
tanınan bir şehir haline getirmeyi
görev edindik. Ankara’da her şey
var. Altyapı özellikle de medikal turizm anlamında çok sağlam. Tek eksiğimiz direkt uçuşların az oluşu ve
Ankara’nın bilinirliğinin zayıf olması.
Ankara’nın denizi yok. O halde
Ankara’nın turizm potansiyeli kongre
turizmi ve sağlık turizmi konularında
harekete geçirilebilir. En önemlisi de
medikal turizm. Hastane ve doktor
var, fiyatlar iyi, her şey kaliteli. O halde eksik olan nedir? Eksik olan tanıtımdır, markalaşmadır.
Ankara’da sağlık turizmi bilincinin
oluşması için dernek olarak etkinlikler düzenliyoruz. Her etkinliğimizi Ankara’da bir sektör temsilcisi ile
beraber yapıyoruz. Katılımı yüksek
organizasyonlar gerçekleştiriyoruz.
STK’ların amacı sektörde ve toplumda bilinç oluşturmak ve oluşan bilinci canlı tutmaktır. Bu sayede sektör
temsilcileri bir araya geliyor, tanışıyor
ve rakipleri ile görüşüyorlar.
Bu anlamda son zamanlarda Ankara
Sağlık Turizmi Çalıştayı’nı gerçekleştirdik. Yol haritamız elimizde mevcut.
Bu yol haritasını hayata geçirmeliyiz.
Madde madde uygulamaya koymalıyız. Bu konuda elbette Ankara Valiliğine önderlik etmek anlamında çok
fazla görev düşüyor. Valilik başkanlığında bir komisyon kurularak konunun tüm tarafları komisyona dahil
edilerek, bu eylem planı hayata geçirilmelidir.
Ankara’da “Sağlık Turizminin Hukuki Boyutları” konulu bir panel de
gerçekleştirdik. Konunun uzmanları
hukuki açıdan bu konuyu masaya
yatırdılar. Diğer bir etkinliğimizde ise
Sağlık Turizminde Stratejik Pazarlama
Planlaması ve Bilişim Uygulamalarını
irdeledik. Ankara’daki akademisyenler, özel hastane genel müdürleri,
kamu yetkilileri bir araya gelip bu konuyu panelde tartıştılar.
Ankara Sağlık Turizmi Derneği olarak
Ankara’nın sağlık turizminde bir marka şehir olması adına gayretlerimize
ve çalışmalarımıza devam edeceğiz.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
31
haber
MÜSTEŞAR EYÜP GÜMÜŞ
VE TÜSEB BİLİM HEYETİ ABD’DE
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr.
Eyüp Gümüş, TÜSEB Başkanı Prof.
Dr. H. Fahrettin Keleştemur ve beraberindeki heyet, 30 Kasım-4 Aralık
tarihleri arasında Amerika Birleşik
Devletleri Sağlık Hizmetleri ve Bilimsel Araştırma Kurumları Arasında bir
dizi işbirliği için ABD’ ye ziyaret gerçekleştirdiler.
Sağlık Bakanlığı ve Bilim Heyeti, Harvard Üniversitesi Hastaneleri, İleri
Teknoloji Laboratuvarları, Yale Üniversitesi gibi bazı ziyaretlerde bulundular. İşbirlik görüşmeleri, NIH’ de
işbirliği toplantıları, Amerikan Sağlık
Bakanlığı ile görüşme ve Türk Bilim
Adamları ile beyin fırtınası sonrasında Washington Türk Amerikan İslam
Merkezi Külliyesi’nde ilk Türk Amerikan Sağlık Bilimi Toplantısı John Hopkins Üniversitesi ve TÜSEB’ in katılımı
ile gerçekleşti. Bu programlara ABD’
de yaşayan Türk Bilim Adamları ve
Sivil Toplum Kuruluşları da katılarak
destek sağladılar.
Müsteşar Gümüş’ün ABD’ de gerçekleştirdiği temasların sonucunda
yapmış olduğu basın açıklaması şu
şekildedir;
“21. yüzyılın eşiğinde, hastalıkların,
bilimin, teknolojinin ve toplumların
büyük bir hızla geliştiği bugünlerde
Türkiye olarak, geleceğe doğru sağlıklı adımlar atmaya devam ediyoruz.
Çalışan, teknoloji üreten, çare arayan,
birikimli bir ülke olarak Türkiye, bilimini, kaynaklarını, enerjisini ve gücünü sağlık alanında da göstermek için
bir süredir dünyadaki bilim merkezlerini yakından takip etmektedir.
32
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Türkiye’de sağlık alanındaki Araştırma ve İnovasyonu destekleyerek
geliştirecek ve bu projelere finansal kaynak sağlayacak olan Türkiye
Sağlık Enstitüleri Başkanlığı-TÜSEB,
Sağlık Bakanlığımız bünyesinde 2015
yılında kurulmuştur.
Sağlık Bilimi Araştırmaları ve ileri teknoloji kullanımında ABD’nin öncü
konumunu dolayısıyla, biz de Sağlık
Bakanlığı olarak TUSEB Yönetim kuruluyla birlikte, 30 Kasımda başlayan
5 günlük karşılıklı işbirliğini amaçladığımız Amerika ziyaretimize başladık.
Washington-Boston hattında bizim
600’ü Biyoteknoloji uzmanı olmak
üzere, toplam 1000 civarında Türk
Sağlık Bilim İnsanımız çalışmaktadır.
Her geçen gün yeni yeni buluşlara
imza atan Sağlık Bilimleri son zamanlarda, Genetik temelli Kişiselleştirilmiş Tıp tedavilerine yönelmiştir. Biz
de, bu alanda Hükümetimizin 2023
Hedefleri kapsamında, bilimsel çalışmalarımızı güçlendirerek Sağlıkta
Ar-Ge ve yenilikçi ürün geliştirmeye
yönelik adımlar atmaya başlıyoruz.
Washington
Büyükelçiliğimiz
ve
Boston Başkonsolosumuzun büyük
gayretleriyle Bütün dünyanın yakından tanıdığı, çok değerli Türk Bilim
İnsanlarımızın Yöneticiliğini yaptığı;
Boston’da: Gökhan Hotamışlıgil Araştırma Merkezi, Alpdoğan Kantarcı’nın
Forsyth Araştırma Merkezi, Harvard
Üniversitesinde Rıfat Atun’un direktörlüğünü yaptığı Global Sağlık Bölümü, New Haven Yale Üniversitesinde;
Amerikan Tıp Akademisi Üyesi Murat
Günel’in Genom Laboratuvarı’nı ziyaret edip incelemelerde bulunduk.
Yale Tıp Fakültesi Dekanı ve Yale-New
Haven Hastanesi Başkanıyla bir araya
gelip Bakanlığımız, Yale Tıp Fakültesi
ve Yale New Haven Hastanesi arasında Sağlık Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı imzaladık.
Ziyaretlerimiz sırasında, Yale Tıp Fakültesi, Harvard Üniversitesi, Massachuset General Hospital- MGH ile
Türkiye’de başlatmayı düşündüğümüz Onkogen ve Genom Projesiyle
ilgili yararlı görüşmeler gerçekleştirdik. Bu gün de NIH Başkanı Francis
Collin’le gorüştük, bilimsel araştımalarda işbirliği imkanlarını konuştuk.”
analiz
BİLGİ TOPLUMU MUYUZ,
Bilgi Sahibi miyiz?
Prof. Dr. Alper CİHAN
İstanbul Üniversitesi Genel Cerrahi Uzmanı
Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Dekanı
Sosyal varlıklar olarak bir arada yaşayan insanoğlu hayat serüveninde
toplumsal evrimlerden geçmektedir.
İlk olarak hayata “Göçebe Toplum”
olarak başlayan insanoğlu, o zamanki temel hedefini “hayatta kalma” olarak belirlemiştir. Topraktan ürün elde
etmeyi öğrendikten sonra “Tarım
Toplumu” dönemi başlamış ve üretimi öğrenmiştir. Gelişen üretim bilinci
makineleşmeyi de öğrenerek Sanayi
Toplumuna evrilmiş daha çok üretip
daha fazla kazanmak amaçlı olarak
rekabet anlayışı gelişmiştir.
Artan bilgi ve tecrübenin gelişime
hız vermesi ile bilginin kıymeti anlaşılmış ve “Bilgi Toplumu” gelişmiştir.
Bilgi toplumu esasen bir “performans
toplumu” yaratmış, verimlilik ve sürdürülebilirlik ön plana geçmiştir. Bilgi
toplumunun temel özellikleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır.
Bilgi ve bilgili birey ekonomiden diğer sosyal konulara kadar her alanda
en temel girdileri oluşturmaktadır.
Bilginin hâkim olduğu toplumsal yaşam, çok hızlı bilgi artışı ve aktarımı,
hızlı iletişim, yeni teknolojiler, hızlı
değişim ve gelişimin yer aldığı bir
tarz olarak yaşamın tüm yönlerini
etkiler. Bilgi toplumu ile birlikte ge34
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
leneksel üretim kaynaklarının getirisi
bilginin getirilerine oranla giderek
azalma eğilimindedir.
Küreselleşme;
özelleşme,
liberalleşme,
uluslararası
ulaşım
imkânlarındaki artış, iletişimdeki hız,
ekonomik bloklar gibi çeşitli gelişme ve oluşumların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bilgi
teknolojilerinin yaygın kullanımıyla
bilgi, yaygınlaşarak herkesin sahip
olabileceği bir nitelik kazanmıştır.
Organizasyonların biçimlendirdiği
ekonomik yaşamda, bu niteliksel
değişim “küreselleşme” olarak algılanmaktadır. Bilgi çağında ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel yaşam küreselleşmekte ve uluslararası rekabet
etkili olmaktadır. Küreselleşme dünyayı daha çok gezme değil, dünyadaki farklı konum ve koşulların ekonomik, siyası ve teknik bilgisine hakim
olmak anlamındadır.
işlevsel alanları kapsamaktadır. Bilgi
toplumunda bilgi sektörü ve hizmetler sektörünün ekonomik büyümeye
kaynaklık ettikleri gözlemlenmektedir. Bütün dünyada bilişim teknolojilerine ve bilgi alt altyapısına yapılan
yatırımlar hızlı artarken, bilgi sektörü
de ekonomi içerisinde bütün sektörleri geride bırakmaya başlamıştır. 1,5
trilyon dolar tahmini global değeri
olan bilgi sektörü, bilginin sunulması, organizasyonu ve değiştirilmesi
işlevleri ile, dünyanın en büyük endüstrisi olma yolunda ilerlemektedir.
ABD gayri safi milli hasılasının
%55’nin bilgi üretimi, işlemi ve dağıtımı faaliyetlerinden elde etmekte
ve bu doğrultuda, ABD işgücünün
%80’nin bilgi çalışanlarından oluşmaktadır.
İletişim ve ulaşım sistemlerinin ülke,
bölge ve kıta sınırlarını ortadan kaldırması ya da küçültmesi küreselleşmeyi hızlandırmıştır. Küreselleşme ve
teknoloji arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşimlerin
artması sayesinde bilgi ile uğraşan
insanların ve organzizasyonların kümelendiği sektörel güçler oluşmaktadır.
Bilgi çağında üst yapı olarak bilgi sektörü; bilgiişlem ve iletişim hizmetlerine bağlı olarak bilginin üretimi, tüketimi, dağıtımı, pazarlanması gibi tüm
Prof. Dr. Alper CİHAN
Sanayi toplumunda mekanik teknolojinin fiziksel emeği kullandığı, buna
karşılık, bilgi toplumunda bilgisayar
teknolojilerinin zihinsel emeği kullandığı görülmektedir. Bilgisayar teknolojileri zihinsel emeği kullanmanın
yanında bunları geliştirdiği de kabul
edilmektedir. Bilgi toplumu, genel
anlamda, yoğun ve yaygın olarak
kullanılan bilgisayar teknolojileri tarafından biçimlendirilmektedir. Bilgi
toplumunda bilgisayarlar; bireylerin
bilgi üretim gücünü olağanüstü artırarak, bilginin kitlesel biçimde üretilmesini, işlenmesini, saklanmasını,
dağıtılmasını ve tüketilmesini sağlamaktadırlar. Bilgisayar çöplüğü veya
kalabalıklar haline getirme ihtimalleri olsa da bulunduğu her ortamda
farklılık yarattığı kesindir.
Bilgi ekonomisini sanayi ekonomisinden ve diğer ekonomilerden ayıran
fark, bilginin ekonomik üretim faktörleri içinde birinci önceliğe sahip
olması ve bilgi teknolojileri yardımıyla bilginin üretiminde ve kullanımındaki artışlardır. Bilgi ekonomisinde bilgi, katma değer yaratmada
ve rekabette en önemli “güç” olarak
görülmektedir. Bu ekonomide organizasyonlar, başarılı olmak için daha
çok veriye ve teknik bilgiye ihtiyaç
duymaktadırlar. Günümüzde artan
rekabet yoğunluğundan dolayı bilgi
çağında, ölçek ekonomilerinin yerini,
hız ekonomileri almaktadır.
“bilgiyi” genel olarak ele alır, bilgiyle
ilgili problemleri araştırır. Bilginin
kaynağını, doğasını, doğruluğunu,
sınırlarını inceler. Kısaca epistemoloji, bilginin bilimini yapar. Bilginin
bizatihi kendisiyle ilgilenir. Türkçe de
bilgi kavramı Türk Dil Kurumu sözlüğünde de tanımlandığı gibi güncel
felsefe ile uyumlu depğildir. Bu sebeple de kavramsal kargaşalarımız
çok fazladır. Dünyada toplumların
ve imkânların evrimi ile kavramlar
da evrim geçirmektedir. Bundan 100
yıl önce POSTA kelimesi bizler için
tekil bir anlam taşırken günümüzde e-posta, kâğıt posta, faks, telgraf,
mobil mesaj, kargu, kurye gibi birçok
kavrama ve objeye bölünmüştür. İşte
bilgi kelimesi de bilgi toplumu felsefesi ile evrim geçirmiş ve kavramsal
bölünmelere uğramıştır. Bilgi kelimesi ile Bilmek fiili arasındaki bağlantıyı
koparmadan kavramın uluslararası literatürdeki anlamına göre düşünmemiz oldukça zordur. Bu sebeple Türk
Dil Kurumu sözlüğü de dâhil olmak
üzere zihnimizdeki ve kitaplarımızdaki kavramları aşağıdaki gibi değiştirmek zorundayız.
1) Data: Veri: KAYIT: Olaylardan ve
nesnelerden elde edilen kayıtlardır.
2) Information: Malumat: YORUM:
Bu kayıtların mantıksal matematiksel
yorumlanması ile elde edilen düşünce veya değerdir.
3) Knowledge: Bilgi: ÜRÜN: Bu kayıtlardan, mantıksal ve matematiksel
yorumlardan geleceğe veya mevcut
sorunlara ilişkin değerlerle çözüm
getiren ürünlere verilen addır.
4) Wisdom: Bilge: ÜRETİCİ: Bilgi olacak ürünü üreten kişilere verilen addır.
Burada hareketle ülkemizi ve kendimizi değerlendirmeliyiz. Bizler
ortamlarımızda olan verileri kayıt
ediyor ve onlar üzerinden mantııksal veya matematiksel yorumlarla
yaqzılı veya sözlü iletişim ve bildirim
çokça yapıyormuyuz. Eğer böyle ise
veri veya yorum katmanında yaşam
sürdürüyoruz demektir. Bunu yapmıyor ise veri altı katmanda yaşam
sürdürüyoruzdur. Esas olan malumat ve yorumlarımızdan kendimizin
veya başkalarının sorunlarına veya
geleceklerine olumlu çözüğmler getirecek değerler üretmektir. Akademisyenlerin yaptıukları yayınların atıf
değeri ile ölçülmesinin temel anlamıda buradan gelmektedir. Ürettiğiniz mantıksal bir nesneyi bir başkası
kullanmıyor ise ona değer vermemiş
demektir. Bu da mantıksal olarak bir
“değer” üretilmediği anlamındadır.
Eğer ürettiğimiz mantıksal nesneye
değer biçilebiliyorsa “BİLGİ” sahibiyiz
ve ürün gerçekleştirmişiz anlamındadır, değer biçilmiyorsa bilgimiz yoktur diyebiliriz.
DIKW Piramidi
Türk Dil Kurumu sözlüğünde insan
aklının erebileceği olgu, gerçek ve
ilkelerin bütününe verilen ad, malumat ya da öğrenme, araştırma veya
gözlem yoluyla elde edilen gerçek,
malumat, insan zekâsının çalışması
sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü,
malumat” olarak tanımlanmakta basit tanımıyla bilgi “ bir iş veya konu
hakkında bilinen şey; malumat” olarak yazılmaktadır.
Bilgi felsefesi anlamına gelen epistemoloji, felsefenin ilk ortaya çıktığı
zamandan beri tartışılan konulardan
biri olmuştur. Epistemoloji, bilginin
doğasını, sınırlarını, doğruluğunu,
güvenilirliğini, elde edilme aktarımlarını ve sorgulamayı inceleyen bilim
dalıdır. Yani epistomoloji, felsefenin bilişsel süreçlerinden daha çok,
Şekil 1- DIKW Piramidi
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
35
analiz
GÖĞÜS CERRAHİSİNDE
20 YILDA “BACK TO THE FUTURE”
Prof. Dr. Hasan BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi
Geçen günlerde “Back to the Future” filminde gelecekte gidilen tarihi
de geçirmiş olduk. Neredeyse tüm
haber kanalları ve medyada filmde
gelecekte olması öngörülen fantezilerin hangilerinin gerçekleştiği tartışıldı. Sonuçta öngörülenlerin çoğunun gerçekleştiği görüldü.
Tabii ki göğüs cerrahisi ve akciğer
kanseri cerrahisi ile ilgili 30 yıl önce
böyle bir gelecek öngörüsü yapılmadı. Göğüs cerrahisi ihtisasına başlama zamanım Eylül 1994’tü. 20 yılı
geçmiş. Marmara Göğüs Cerrahisi
olarak ne yapıyorduk, ne yapıyoruz
gelin şöyle bir üzerinden geçelim ve
ülkemiz için geçerli bir örnek miyiz
diye düşünelim…
20 Yıl Öncesinde
Ameliyat ettiğimiz hastaların yaş ortalaması 55-60’tı.
Marmara Üniversitesi’nin Altunizade’deki küçücük hastanesinde yılda
150-200 ameliyat (30-40’ı kanser
için) yapıyorduk. Ameliyat yükümüzün %30-40’ını enfeksiyöz hastalıklar
oluşturuyordu. Bronşektazi (enfeksiyona bağlı olarak küçük hava yollarında olan genişleme ve sık iltihap),
kist hidatik (köpeklerden bulaşan
parazitik hastalık) gibi hastalıkları
oldukça sık görüyorduk. Ameliyat36
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
larımızın %95’i açık ameliyatlardı.
Resimde gördüğünüz kocaman kesileri her hastaya yapıyorduk (Resim
1). Yine de akciğer zarı biyopsilerini
kapalı yöntemle çok büyük kesiler
yapmadan halledebiliyorduk. Ameliyat ettiğimiz akciğer kanserlerinin
yarısından çoğu ilerlemiş vakalardı
ve sıklıkla tüm akciğeri almak gerekiyordu. Bilgisayarlı tomografi çektirmek 1 saat sürüyordu ve çıkan görüntüler kahve falı gibiydi. Akciğer
ameliyatları sonrası ölüm oranları
%5-10 arasındaydı. Göğüs cerrahisi
kitaplarında yer alan ameliyat çeşitlerinin ancak %50’sini yapıyorduk.
Yurtdışı ile irtibatımız çok sınırlıydı
ve batılıların yazdığı her şeye itibar ediyor, denemeye çalışıyorduk.
20 Yıl Sonrasında
Ameliyat ettiğimiz hastaların
yaş ortalaması 70-75’e çıktı.
Demek ki daha uzun yaşamaya başladık! 5 yıl önce
Pendik’teki büyük hastaneye taşındık. Marmara Üniversitesi EAH olarak. Göğüs
cerrahisi anabilim dalımızda
2015’teki ameliyat sayımız
1200 olacak (150-200’ü akciğer kanseri için). Bu yoğun
tempo kliniğimizin görünür
olmasını sağladı. Demek ki artık daha çok insanın hayatına
dokunuyoruz, yardım ediyoruz.
Enfeksiyöz
hastalıkların
oranı
%10’un altına indi. Demek ki şehirlerimiz daha temiz, enfeksiyonları
daha etkili tedavi ediyoruz. Ameli-
yatlarımızın %60-70’i kamera ile
yapılan kapalı ameliyatlar haline
geldi. 30-40 cm’lik kesiler önce 20
cm’ye indi. Sonra 3 adet 2-3 cm’lik,
bir adet 7-8 cm’lik dört kesiden yapabilir hale geldk. Daha sonra kesi
sayısı 3, derken ikiye indi. Son bir
yıldır resimde gördüğünüz 5 cm’lik
kesilerden akciğerin en büyük ameliyatlarını yapabilir hale geldik (Resim 2). Demek ki biz Türk doktorları
olarak yeniliğe adapte olabilecek
ve başarıyla uygulayabilecek yetenekteyiz.
Akciğer kanseri vakalarının yarısından çoğu erken aşama
vakalar haline geldi. Tek akciğeri almak zorunda kaldığımız durumlar, bir yılda
iki elin parmaklarını geçmiyor. Demek ki insanların
sağlığa ulaşımı daha iyi
hale geldi, kanserler eskiye göre daha erken teşhis
edilebiliyor. Tüm vücuda
tomografi çekmek 2 saniyelik bir zamana sığmaya
başladı, hem de insanın
içini cam gibi gösterecek netlikte. Türkiye,
Avrupa’da en çok tomografi cihazı olan ülkelerden
biri haline geldi. O teknolojiyi biz geliştiremedikten sonra çok önemi yok,
ama yine de son model
cihazları biraz müsrifçe de
olsa insanlarımızın sağlığı
için kullanabilir hale geldik.
Demek ki bu cihazları alacak kadar
paramız olmaya başladı.
Akciğer ameliyatları sonrası ölüm
oranımız %1-2’lere düştü. Demek ki
tüm sağlık ekibimizin dikkat, bilgi,
eğitim ve altyapısı gelişiyor. Göğüs
cerrahisi alanının içinde de özelleştik. Birimiz göğüs duvarı hastalıkları, diğeri akciğerin damar problemleri, soluk borusu ameliyatları, bir
diğerimiz yemek borusu, akciğer
zarı, kapalı ameliyatlar, bir diğerimiz
amfizem cerrahisi, birimiz diyafram
ameliyatları konusunda uzmanlaştık. Kitaplarda yer alan ameliyatların
%90’ını yapar hale geldik. Demek ki
batılılar gibi 10 yıllık hedefler belirlediğimizde, sabırla, azimle çalıştığımızda, ilahi mesajın “Sabredenlere müjdele” karşılığını alıyoruz.
Bölümümüzdeki her öğretim üyesi
en az 1-2 yılını yurt dışında geçirdi.
Şimdilerde öğretim üyelerimiz yılda
en az 5-10 kez yurt dışından davet
alıyor, konuştukları zaman acaba ne
diyorlar diye herkes kulak kabartıyor, Avrupa ülkelerinden doktorlar
eğitim için bizim birimimize geliyorlar. Demek ki yabancılar nezdinde itibar görmek için uzmanlaşmak, keyfiyete yani kaliteye önem
vermek, bilimden taviz vermemek
gerekiyor. Eminim bizim örneğimize benzeyen o kadar çok örnek var
ki bu ülkede. İçinde yaşadığımız
için tüm bu gelişme ve ilerlemeyi hissetmiyor olabiliriz ama Çetin
Altan’ın deyimiyle “Enseyi karartmayalım”.
Bence yıllarca batmamak, boğulmamak için mücadele ettiğimiz
sonsuz zaman denizinde kara görünüyor, biraz daha gayret…
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
37
1-7 Aralık
Acil Sağlık Hizmetleri Haftası
112 ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ
Ülkemiz başta depremler olmak üzere sel, toprak kayması, çığ düşmesi
gibi doğal afetlere sıkça maruz kalmaktadır. Doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar ve kitlesel olaylar ile
acil hastalık ve yaralanma hallerinde
hızlı ve etkin müdahale ile ölümlerin
önlenmesi ve sakatlıkların azaltılması
öncelikli hedeflerimizdendir.
Acil sağlık hizmetleri, vatandaşlarımıza herhangi bir acil hastalık veya
yaralanma halinde, günün 24 saati
ücretsiz olarak verilmektedir.
Acil sağlık sisteminin güçlendirilmesi amacıyla 112 acil sağlık hizmetleri
ülke geneline tüm kırsal bölgeleri
kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmıştır. 2002 yılında 481 olan 112 istasyon
sayısı 2 bin 253 ‘e çıkarılmıştır.
Yaygın istasyon ağı ve profesyonel
ekiplerle vakalara; kentlerde 10, kırsalda 30 dakikada ulaşma oranları
yüzde 90’ın üzerine çıkarılarak gelişmiş ülkelerdeki ulaşma süreleri yakalanmıştır.
112 acil sağlık hizmetlerinde kullanılan ambulans sayısı 2002 yılında 618
iken 4 bin 227’ye çıkarılmıştır.
Her türlü coğrafi ve iklim şartlarında hastalara ulaşabilmek amacıyla
o şartlara uygun ambulanslar temin
edilmiştir.
Bu gün itibariyle 266 palet takılabilen
ambulans ile 20 adet önünde kar bıçağı bulunan kombi paletli ambulans,
64 adet 4 yaralı taşıyan ambulans, 91
adet Yoğun Bakım ve Obez Ambulans
ile 60 adet motosiklet ambulans hizmet vermektedir.
38
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Adalardan ve sahil bölgelerimizden
hasta naklini sağlamak amacıyla
deniz ambulansları temin edilerek
İstanbul, Balıkesir Marmara Adası, Çanakkale ve Gökçeada’da
vatandaşlarımızın hizmetine
sunulmuştur. Bunlara 2 deniz
nakil aracı daha eklenmiştir.
Deniz ambulanslarımızla hizmete girdiği 2007 yılından
2015 yılı sonuna kadar 6 bin
957 hasta taşınmıştır.
Tüm illerimizde 112 komuta
kontrol merkezlerinin dijital sistem
altyapısı tamamlanmıştır. Bakanlık
bünyesinde kurulan Kriz Merkezinde 24 saat on-line takip yapılmaktadır. Dijital sistem altyapısı ile
illerden gelen çağrıların dijital
haritalar üzerinden yer tespiti,
ses kayıtları, ambulans ve helikopterlerin takibi ile hastanelerdeki kritik yatak durumları
izlenebilmektedir.
112 Acil Sağlık Hizmetleri; 2002
yılında 350 bin 769, 2013 yılında
3 milyon 665 bin 407, 2014 yılında
4 milyon 27 bin 215, 2015 yılı Ekim
ayı itibariyle de 3 milyon 601 bin776
hastaya tahliye ve sağlık hizmeti
sunmuştur.
Ülkemizi, dünyaya örnek gösterilen bir düzeye ulaştıran
hava ambulans hizmetleri ile
uzak mesafeler kısalmış, organ nakli ve hızlı müdahale ile
can kayıpları ve sakatlıkların
önlenmesinde büyük aşama
kaydedilmiştir.
röportaj
Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı
Hüseyin ÇELİK:
“BAĞIMLI HALE GELMEMİŞ BİREYLERİN
KORUNMASI ÖNCELİKLİ HEDEFİMİZDİR”
Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı çerçevesinde yürütülen çalışmaları dergimize değerlendiren
Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Çelik konuyla ilgili sorularımızı cevaplandırdı
Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı
hakkında bilgi verir misiniz? Neden böyle
bir kılavuz hazırlama ihtiyacı oldu?
Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında ülkemizdeki uyuşturucu kullanım
oranı oldukça düşüktür. Ancak toplumun huzur ve güvenliğini derinden
sarsan ve özellikle son dönemlerde
gençler arasında yayılma eğilimi
gösteren uyuşturucu maddeler, tüm
dünyayı tehdit ettiği gibi ülkemiz
için de bir tehdit unsuru olarak gündeme gelmiştir. Bu tehdide yönelik
mücadelede pek çok kurumun görev alanına giren önemli konular bulunmaktadır. Bu nedenle, bu önemli
soruna hızla müdahale edilebilmesi
amacıyla, üst düzeyde multidisipliner
40
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
bir yaklaşım gereksinim duyulmuştur. Bu durum dikkate alınarak 14
Temmuz 2014 tarihinde konuyla ilgili 8 bakan (Aile ve Sosyal Politikalar,
Adalet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik,
Gençlik ve Spor, İçişleri, Milli Eğitim,
Gümrük ve Ticaret ve Sağlık Bakanları) ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı ile
birlikte Uyuşturucu ile Mücadelede
Acil Eylem Planı hazırlık çalışmalarına
başlamıştır. Akabinde 22 Eylül 2014
tarihli Bakanlar Kurulunda Taslak Acil
Eylem Planı Bakanlar Kuruluna sunulmuştur. Bu sunumun ardından acil
eylem planı kapsamında kısa, orta ve
uzun vadeli hedefler belirlenmiştir.
28-29 Kasım 2014 tarihlerinde Başbakanımız Sayın Ahmet
DAVUTOĞLU’nun teşrif ettiği ve açılış konuşmasını yaptığı uyuşturucu
arzının ve uyuşturucuya olan talebin
önlenmesine yönelik yapılması gerekenler doğrultusunda, ilgili kamu
kurum ve kuruluşları, akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri,
sanatçılar, sporcular medya temsilcileri başta olmak üzere toplumun
her kesiminden yaklaşık 2 bin kişinin
katıldığı ve katılımcıların fikir ve katkılarının alındığı 1. Uyuşturucu ile
Mücadele Şurası yapılmıştır.
Şura sonrasında yapılan değerlendirmeler neticesinde acil eylem planımızı da kapsayacak şekilde Uyuşturucuyla Mücadele Strateji Belgesi ve
Eylem Planını hazırlık çalışmalarına
yön verilmiştir. Hazırlanan Uyuştu-
rucu ile Mücadelede Acil Eylem Planı, Ulusal Uyuşturucu ile Mücadele
Strateji Belgesi ve İl Uyuşturucu Koordinasyon Kurulları Çalışma Usul ve
Esasları Yüksek Kurul Başkanı Sayın
Bülent Arınç’ın imzasıyla 09.03.2015
tarihinde ilgili Bakanlıklara göndermiştir.
Neden böyle bir kılavuz hazırlama
ihtiyacı oldu?
Bu çalışma ile vatandaşların standardize edilmiş çalışma prensipleriyle
tedavi öncesini, sürecini ve sonrasını
profesyonel bir yardımla atlatması
hedeflenmiştir. Vatandaşların hizmete ulaşabilmesi ve profesyonellerce
multidisipliner çalışma ortamında
tedavi olması oldukça önemlidir. Bu
mesleki tanım ile tedavi suiistimallerinin önüne geçilecektir. Oluşacak
olan mesleki standart yürütülecek
çalışmalara katkı sağlayacaktır ve bu
konuda çalışmalarımız devam etmektedir.
Bağımlılık danışmanlığı mesleği nedir?
Kimler bu işi yapabilecek? İletişim
stratejisinde kullanılacak dil, yöntem
ve uygulamalara ilişkin bir kılavuz
hazırlandı mı?
İletişim stratejisinde kullanılacak dil,
yöntem ve uygulamalara ilişkin kılavuz Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğü tarafından hazırlanmış
olup, tüm kurumlara ve il valiliklerine
gönderilmiştir. Kamuoyunun yanlış
bilgilendirilmesinin önüne geçilmesi ve uyuşturucuyu cazip gösteren
herhangi bir yayının olmaması amaçlanmıştır. Yapılan haberlerde başarı
hikayelerinin de yer alması, tedavi
sürecindeki ve umutsuzluk yaşayan
vatandaşlar için oldukça önemlidir.
Haberlerde uyuşturucunun isminin
kullanılmaması konusunda özen
gösterilecek. Peki bu konuda başka neler
yapılacak?
Bağımlılık Psikiyatrisi yan dal uzmanlığının bugün için erken bir öneri
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Aksi
taktirde sorunla mücadelede psikiyatri hekimlerimizin birikim ve katkılarından mahrum kalma riskimiz söz
konusudur. Ancak Geliştirilmesi ve
uygulamaya geçebilmesi yönünde
çalışmalarımız devam etmektedir.
Bağımlılık Psikiyatrisi yan dal uzmanlığı
oluşturulacak mı? “Danışma ve Destek
Hattı”nın faaliyetleri hakkında bilgi verir
misiniz?
Üçüncül yaşam alanları koruma ve
önleme kapsamında oldukça önemlidir. Gençlik Spor Bakanlığı ve Aile
Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çalışmalar yürütülmekte, spor alanlarının
artması gençleri ve çocukları sağlıklı
bir hayat sürdürme konusunda destekleyeceği düşünülmektedir. Kişinin
sistemde kalması hassas bir noktadır ve bu hassasiyet önce aile, sonra
okulda devam etmektedir. Çocukların ve gençlerin okul dışındaki zamanlarını kaliteli geçirmesini gösterme konusunda kendi değerlerimizi
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
41
kullanmamız gerekmektedir. Popüler kültür uygulamalarını kendimize
göre uygulamamız gerekmektedir.
Türkiye kültürel zenginlikler bakımından çok şanslı bir ülke. Bunu fırsata
çevirmeliyiz. Kültürümüzü ve değerlerimizi yaşattıkça birçok vatandaşımıza temiz bir yol yaratmış oluruz.
Televizyon aracılığıyla kültürümüze
giren ve kendi değerlerimizden uzaklaştıran birçok etmen var. Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile proje çalışmaları,
bunların önüne geçilmesi noktasında faydalı olacaktır.
Hedef kitlelere uygun olarak, iş/okul ve
ev dışındaki üçüncü yaşam alanına ilişkin
yöntem ve uygulamalar içerisinde neler
geliştirilecek?
Bu konuda eğitim çok önemlidir. Örneğin uyuşturucu konusunda verilen
eğitimler üzerine yoğunlaşıldı. Yeşilay ile Milli Eğitim Bakanlığı protokol
imzaladı ve 29 bin rehber öğretmen
eğitildi. İllerde artık eğitimler MEB tarafından yürütülmekte. Ayrıca madde
bağımlılığı danışmanlığı meslek tanımı oluştuktan sonra yanlış bilgilendirme yapanlar ve bu anlamda çıkar
sağlamaya çalışanlarında tamamen
önüne geçmiş olacağız.. Uyuşturucu
kullanımı bir hastalıktır ve profesyonelce müdahale edilmesi gereken bir
durumdur. Bir o kadarda suistimale
açık bir konudur. Bu sebeple uyuşturucu kullanıcılarına standart bir yaklaşım ortaya koyarak öneri veya danışmanlık adı altında insanları yanlış
yönlendiren veya dolandıranlardan
da kurtulacağız.
Sanal mecralarda başta gençler olmak üzere, tüm topluma yönelik
olumlu davranış alışkanlıkları kazandıracak aktivasyonlar geliştirilecek.
Peki bu süreçte neler yapılacak. Sosyal medyada sözde uzmanlar gün
geçtikçe artıyor. Sadece uyuşturucu
da değil tüm sağlık alanında herkes
uzman gibi konuşuyor. Bu konuda ne
gibi önlemler alacaksınız? Bağımlılık
Uygulama ve Araştırma Merkezleri
kuruluyor mu? Ne zaman faaliyete
geçecekler? İnsanlar bu durumu saklayabiliyor. Bu durumda nasıl bir yol
izleniyor?
Bağımlılık Uygulama ve Araştırma
42
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Merkezleri bazı üniversitelerde hali
hazırda bulunmakta ve hizmet vermektedir. Yeni merkezler açılması ve
güçlendirilmesini de destekliyoruz.
Süreç hakkında yardım almaktan çekinen kişiler Alo 191 hattımızı gönül
rahatlığıyla arayabilirler. Çünkü hiçbir şekilde haklarında işlem yapılmamaktadır. Tedavi için randevu talep
etmediyse kişi bilgilerini vermek zorunda değil. Biz bu vatandaşlarımıza
tedavi hizmetini sağlıklı bir şekilde
ulaştırmak için çalışıyoruz. Danışma
hattı önleme, tedavi ve rehabilitasyon mekanizmalarını destekleyerek
güçlendirecek şekilde organize edilmiş olmakla birlikte temelde hem
henüz maddeyle tanışmamış kitlelerin (özellikle gençler), hem de
madde kullanımı olan ancak bağımlı
hale gelmemiş bireylerin korunması
birincil hedefidir. Danışma hattında
çalışan personelimiz hedef kitleye
ve karşılaşılması muhtemel her türlü
duruma yönelik bilgi sahibi olabilmeleri ve doğru müdahale edebilmeleri
amacıyla profesyonel bir eğitimden
geçmiştir.
Eğitim programı teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur.
Teorik kısmıyla yeterli teknik bilgi
kazanılarak, pratik uygulamalar sayesinde de etkili danışmanlık hizmetinin nasıl verileceği uygulamalı olarak
öğretilmiştir.
Danışma hattımızda 30 çözümleyici
ile 100 çağrı personeli olmak üzere
toplamda 130 kişi görev yapmaktadır. Hattımız 7/24 hizmete açıktır.
Görev yapan personeller psikolog,
çocuk gelişim uzmanı, sosyal çalışmacı, sosyolog, hemşire gibi sağlık profesyonelleri ile diğer fakülte
mezunlarından oluşmaktadır. Alo
191 Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattına 01.07.2015 31.10.2015 tarihleri arasında 27.912
çağrı gelmiştir. Arama nedenleri şu
başlıklarla incelenebilir,
1. Genel bilgi alma
2. Tedavi talebi
3. Tedavi hakkında bilgi alma
4. Aşerme/yoksunluk hakkında bilgi
alma
5. Denetimli serbestlikle hakkında
bilgi alma
6. Madde hakkında bilgi alma
7. Madde bağımlılığı nedeniyle araç
kullanımı
8. AMATEM/ÇEMATEM hakkında bilgi alma
9. Ebeveynlerin (18 yaş altı çocukları için) madde kullanımıyla ilgili
şüphe ya da tedavi talebi ile ilgili
başvurular
10.İhbarlar (madde kaçakçılığı satışı
veya kullanımı)
11.Madde bağımlılığı tedavisi sonrası talep (iş vs.)
12.Öğretmenler veya diğer vatandaşların gruplara öğrencilere vs.
gibi eğitim talebi
13.Sağlıkla ilgili acil durum varlığı
nedeniyle arama
14.Sosyal güvence/SGK/maddi durum yetersizliği
15.Şiddet durumu
16.Şikayet
17.Teşekkür
18.Zorunlu tedavi
Uyuşturucu ile mücadele konusuna
yönelik değerler seti nedir? Bilgi verir
misiniz?
Üniversitelerimizin bünyesinde Uygulama ve Araştırma Merkezi statüsünde üniversitenin birimi olarak
kurulan Merkez ve Enstitüler bulunmaktadır. Bu Merkez ve Enstitüler ile
Bakanlığımız ve ilgili bakanlıkların bir
çok projede işbirliği ve bilimsel destek alma süreçleri yürütülmektedir.
Türkiye Uyuşturucu ile Mücadele
Enstitüsü kurulması için hukuki süreç
başladı mı?
Bu konuda mevzuat çalışmalarımızla belirli bir standarda oturtmuş durumdayız. Laboratuvar hizmetleri
çalıştayı düzenlenmiş olup, ihtiyaçlar
tespit edilmiş, hali hazırda olan laboratuvarların belli bir standartta olma
zorunluluğu getirilerek şartları taşıyanlar mevzuata uygun hale gelenler
bakanlığımızca yetkilendirilmiştir.
1 Aralık
DÜNYA AIDS GÜNÜ
TEST YAPTIRMAK İÇİN EN YAKIN
SAĞLIK KURULUŞUNA BAŞVURUN
İlk kez 1980’li yıllarda tanımlanan
HIV Enfeksiyonu yayılmaya devam
etmektedir.
Hastalık; korunmasız cinsel temas,
ortak paylaşılan enjektörler, damar
içi madde kullanımı, gebelik ve doğum sırasında anneden bebeğe ve
kan transfüzyonu gibi nedenlerle bulaşabilmektedir. Bu geçiş yolları nedeni ile HIV enfeksiyonu, erişkinlerin
yanı sıra, tüm yaş gruplarında görülebilmektedir.
Hastalığın tam anlamıyla tedavisi bulunmamakla birlikte uygulanan ilaç
tedavileri ile HIV/AIDS hastalığından
ölümler azalmakta ve kişiler yaşantılarına devam edebilmektedir. Bununla birlikte uygulanan ilaç tedavisi
ile bulaşıcılık azalmakta, gebelik sırasında uygulanan tedaviyle HIV virüsü
taşıyan anneden bebeğe hastalık bulaşması engellenebilmektedir.
Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak
Programı UNAIDS 2014 yılı raporuna
göre; dünyada 2014 yılı içinde yaklaşık 2 milyon kişinin HIV enfeksiyonuna yakalandığı, 36,9 milyon HIV taşıyıcısının bulunduğu ve 1,2 milyon
kişinin AIDS nedeni ile öldüğü belirtilmektedir.
Türkiye, dünyada HIV/AIDS açısından
hastalığın az sıklıkta görüldüğü ülkeler arasında değerlendirilmektedir.
Ülkemizde,1985 Yılından günümüze
kadar bildirimi yapılan HIV/AIDS vaka
sayımız toplam 11.109’dur. Vakaların
yüzde 75’i erkek, yüzde 25’i kadın
olup, yüzde 16,2’si yabancı uyruklu
kişilerden oluşmaktadır. Vakaların en
fazla görüldüğü yaş grubu 25-29 ve
30-34 yaş grubudur. Bulaşma yoluna
göre dağılımına bakıldığında vakaların yüzde 52’si cinsel yolla bulaşmaktadır. Yüzde 1,9’u bulaşma yolu
damar içi madde bağımlılığı olarak
bildirilirken yüzde 44’ünün bulaşma
yolu bilinmemektedir.
2015 yılı 30 Kasıma kadar 1.445 HIV,
80 AIDS vakası bildirilmiştir. Bu va-
44
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
kaların yüzde 14,7’si yabancı uyruklu
olup, yüzde 83’3 erkektir. 2015 yılında bildirimi yapılan vakalarda; 25-29
ve 30-34 yaş grubunda olanlar diğer
yaş gruplarına göre daha fazla sayıdadır.
HIV enfeksiyonu önlenebilir bir hastalıktır ve korunma önlemleri tedaviden çok daha etkili ve ucuzdur. En
sık görülen bulaşma yolunun cinsel
temas ve bunların çoğunun da heteroseksüel ilişki olması nedeni ile korunma büyük önem taşımaktadır. Tek
eşliliğin yanı sıra, riskli cinsel temasta
doğru kondom kullanımı, hastalığın
cinsel yolla bulaşmasına karşı en güvenli ve basit korunma yollarıdır.
Diğer bir bulaşma yolu olan kan ve
kan ürünleri ile olan bulaşmaya karşı
korunma amacı ile 1987 yılından beri
de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV
yönünden test edilmektedir. Organ
ve doku nakilleri öncesinde gerekli
testlerin yapılması HIV geçiş riskini
en aza indirmektedir. Ayrıca, dövme
ve piercing gibi uygulamaların temiz ve steril koşullarda yaptırılması,
vücuda takılan delici, kesici özellikli
takılar ortak kullanılmaması, tek kullanımlık steril enjektör kullanılması
HIV bulaşma riskini azaltmaktadır.
Hastalık, virüsü taşıyan kişilerle
birlikte oturmak, yemek ye-
mek, aynı iş yerinde çalışmak, aynı
okulda okumak, el sıkışmak, tokalaşmak, telefon, kitap, defter gibi araçları, ortak duş-banyo alanlarını ve tuvaletleri kullanmakla bulaşmaz.
Ülkemizde; HIV/AIDS hastalığının
yayılımının önlenmesi hedefiyle toplumda ve yüksek riskli davranışta bulunan gruplarda korunma ve önleme
çalışmalarına öncelik verilmesi, HIV
ile yaşayan kişilere yönelik ayrımcılık
ve damgalanmanın önlenmesi, şüpheli teması olan kişilerin HIV/AIDS
hastalığı, bulaşma, korunma yolları
konusunda bilgilendirilmesi ve doğru yönlendirilmeleri, HIV ile yaşayan
kişilerin tedaviye kolay ve kesintisiz
biçimde ulaşmasının sağlanması,
sosyal destek, bakım olanaklarının
iyileştirilmesi ve yaşam kalitelerinin
arttırılması için çalışmalar yürütülmektedir.
Bakanlığımız, etik kurallar ve insan
haklarını gözeten yaklaşımlar doğrultusunda ve DSÖ öneri ve uygulamaları takip edilerek, konunun tüm
taraflarını kapsayacak bir bakış açısı
ile çalışmalarını işbirliği ve dayanışma içinde sürdürmeye devam etmektedir.
“Virüsle savaşmanın en etkili
yolu, ondan korunmaktır.”
Sağlığımıziçin
ÇOCUKLARDA YÜKSEK ATEŞ
NASIL DÜŞÜRÜLÜR?
Bebeklerde ve çocuklarda görülen ateş, anne-babaların en tedirgin olduğu konuların başında geliyor. Bu
duruma soğuk algınlığı ya da grip gibi hastalıklar zemin hazırlayabildiği gibi genetik geçişli de olabiliyor.
Ateş, bilinenin aksine çocuk için zararlı bir faktör olmasa da, ailelerin bu
konuda çok dikkatli olması gerekiyor.
Yüksek ateşin zamanında düşürülmediği takdirde beyinde hasara yol
açabileceğini söyleyen Çocuk Nörolojisi Uzmanı Uzm. Dr. Aydan Angay,
“Ateşli havale en sık tüm vücutta
gevşeme ve gözleri bir noktaya dikme şeklinde kendini belli eder. Bazen
nöbetler tüm vücutta veya tek tarafta
kol ve bacakta kasılma veya titreme
şeklinde de olabilir.” dedi.
6 ay ile 6 yaş arası riskli
Ateşli havale (febril konvülsiyon) 6
ay ile 6 yaş arasındaki çocuklarda,
ateşe bağlı ortaya çıkan nöbetlerdir.
Bu nöbetler belli bir yaş aralığında
görülmekte olup, 5 yaşın altındaki
100 çocuğun 2 ila 5’inde görülen bir
problemdir. Ateşin nedeni çocukluk
çağında görülen herhangi bir viral
enfeksiyon (soğuk algınlığı, grip) olabildiği gibi ailede ateşli havale geçiren bir ebeveyn öyküsünün olması
da bu duruma zemin hazırlayabilir.
Çocuğunuz gözlerini bir noktaya dikiyorsa
dikkat!
Ateşli havale en sık tüm vücutta gevşeme ve gözleri bir noktaya dikme
şeklinde kendini belli eder. Bazen
nöbetler tüm vücutta veya tek tarafta kol ve bacakta kasılma veya
titreme şeklinde de olabilir. Hastaların yüzde 70’i ömründe bir kez ateşli
nöbet geçirir. Ancak yalnızca 100
hastanın 10 kadarı 2 veya daha fazla
nöbet geçirir. Bu yüzden bu nöbetler
ailenin çok telaşlanmaması gereken
bir durumdur.
Aile tedbirli olmalı
Anne-babanın ateşli havale durumuna karşı bilgili ve tedbirli olması
şarttır. Öncelikle evde rakam gösteren bir dijital derece bulundurulmalıdır. Çocukta meydana gelebilecek
ani ateş yükselmesine karşı kulaktan
ölçüm en idealidir. Derece ile ısı ölçümü koltuk altından, küçük çocuklarda ise makattan yapılabilir. Koltuk
altı, ateş ölçümünden önce çok iyi
kurulanmalıdır. Çünkü bölgenin ıslak
ya da terli olması derecenin yanlış
çıkmasına neden olabilir. Ayrıca ideal
bir ısı ölçümü için en az 3 dakika beklenmelidir.
Giysilerini çıkarın ve ılık duş yaptırın
Koltuk altından ölçülen ısı 37, makattan ölçülen ısı 38 derecenin üstündeyse çocuğun ateşi var demektir.
Bu durumda; önce çocuğun üzerindeki giysiler çıkarılmalıdır. Ateş düşürücü şurup ise çocuğun kilosuna
uygun olarak verilmelidir. Eğer ateş
hala devam ediyorsa ateş düşürücü
fitil kullanılabilir. Bu uygulamadan
30 dakika sonra çocuğun ateşi tekrar ölçülmelidir. Ateş hala yüksekse
çocuğa ılık suyla duş yaptırılmalıdır.
Ardından vakit kaybetmeden uzman
bir hekime başvurulmalıdır.
Çocuğu yan yatırmayın
Ateşli havale esnasında çocuk yan
yatırılmalıdır. Böylece ağız salgılarının akciğerlerine kaçması önlenebilir.
Ayrıca çocuğun başının altına eliniz
veya bir yastık koyulmalıdır. Kesinlikle çocuğun ağzını açmaya; kaşık ya
da parmak sokmaya çalışılmamalıdır.
Nöbet geçene kadar beklenmeli, bu
esnada çocuk dikkatlice gözlemlenmelidir. Eğer hekim nöbeti durdurmak için bir fitil önerdiyse kullanılabilir. Nöbet durduktan sonra ise en
yakın sağlık kuruluşuna gidilmelidir.
Nöbet uzun sürüyorsa beyin etkilenebilir
Ateşli havaleler çok kısa sürdüğü için
beyne zarar vermez. Ancak 30 dakikayı aşan bir nöbet beyinde hasara
yol açabilir. Bu nedenle hekim gerekli
görmediği sürece EEG çekimine gerek yoktur. Beyin görüntüleme tetkikleri de normalde gerekli değildir.
Ancak hastanın özellikleri tipik bir
ateşli havale durumuna uymuyorsa
hekiminiz bu çekimi isteyebilir. Nöbet tekrarlama riski yüksek ve EEG
bulgusu olan hastalarda nadiren ilaç
tedavisi gerekebilir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
45
sağlığımıziçin
GRİP VE SOĞUK ALGINLIĞINDAN
KORUNMA REHBERİ
Tülay Karabağ / ntv.com.tr
Sonbahardaki ani ısı değişiklikleri vücudun bağışıklık
sistemini olumsuz etkiliyor. Düşen bağışıklığın, fırsatçı
hastalıklara kapı aralamaması için basit ama etkili
önlemler almak gerekiyor. Diyetisyen Çağatay
Demir’in önerisi; “Günde 2 litre su için, yarım
saat yürüyün, lahana, brokoli, maydanoz,
1. UZUN SÜRE AÇ KALMAYIN
ıspanak, tere tüketimini arttırın ve
Vücut direncini artırmada mevsim meyvelerini
şekerden uzak durun” şeklinde.
Hava sıcaklıklarındaki iniş çıkışlar
nedeniyle artan grip, soğuk algınlığı
gibi hastalıklardan korunmanın yolu
bağışıklık sistemini güçlendirmekten
geçiyor. Güçlü bağışıklık için de sonbahar beslenmesinde çeşitliliği sağlamak ve mevsim meyvelerini tüketmek, ayrıca bazı besinlere de sofrada
daha fazla yer açmak önem taşıyor.
Bu noktada düzenli beslenmenin
önemine dikkat çeken Beslenme ve
Diyet Uzmanı Çağatay Demir, vücudun hem günlük enerji hem de vitamin ve mineral ihtiyacının dengeli şekilde karşılanmasının önemine vurgu
yaptı.
46
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
tüketmenin önemli rol oynadığını belirten Demir,
porsiyon ve öğün sayısına işaret etti: “Özellikle mevsim
geçişlerinde sebze ve meyve porsiyonunu arttırmak,
vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri sağlamak
gerekir. Bir diğer önemli nokta da öğün sayısıdır. Alınması
gereken günlük enerji 5-6 öğüne dağıtılarak uzun süreli
açlıkların önüne geçilebilir, bu da gün içerisinde daha dinç
kalmayı sağlar.”
Demir’in verdiği bilgiye göre, uzun süren açlık halsizliğe
yol açtığı gibi bağışıklık sisteminin de zayıflamasına
neden oluyor. Bu da hastalanma riskini artırıyor.
2. GÜNDE İKİ
LİTRE SU İÇİN
Su tüketiminin bağışıklık sistemi
açısından bir hayli önemli olduğunu
aktaran Demir’in hastalıklardan korunmada
yeterli su tüketmenin sağlayacağı yararlara
ilişkin görüşleri şöyle: “Vücudun genel taşıyıcısı
olan su günde en az 2 litre kadar tüketilmelidir.
Uzun süreli susuzluk sonucu oluşan elektrolit
kaybı vücut direncinin düşmesine neden
olur. Sadece su içme ihtiyacı duyulduğu
zaman değil, gün içerisinde düzenli
olarak 8-15 bardak su
içilmelidir.”
3. HER GÜN YARIM
SAAT YÜRÜYÜN
Sonbahar yorgunluğu, fiziksel aktivite
seviyesini olumsuz etkileyebiliyor, bu da
metabolizma hızının azalmasına yol açıyor.
Demir, günde yarım saat tempolu yürüyüşü
tavsiye ediyor. Böylece metabolizmanın
düzenli çalışması sağlanıyor. Ayrıca
yürüyüş, kişiyi psikolojik olarak da
rahatlatıyor, stres kontrolünü
kolaylaştırıyor.
4. DEMİR, BAĞIŞIKLIK
SİSTEMİNİ DOĞRUDAN
ETKİLER
Grip ve soğuk algınlığı gibi
hastalıklardan korunmak için C
vitamininin ön plana çıkarılması
gerektiğini kaydeden Diyetisyen Demir,
C vitamininin demir emilimine
olumlu etkide bulunur.
6. ŞEKER VÜCUT DİRENCİNİZİ
DÜŞÜRÜR
İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr.
Canan Karatay başta olma üzere birçok uzman,
şekerin vücut direncini olumsuz etkilediğini sık
sık dile getiriyor. Her fırsatta zararlarına vurgu
yapan Prof. Karatay şekeri, “En tatlı zehir”
olarak nitelendiriyor.
8. KIZARTMALARDAN
UZAK DURUN
Lif oranı yüksek olan taze mevsim sebze
ve meyvelerinin tercih edilmesi gerektiğini
aktaran Demir’in kızartmalar konusunda da
uyardı, “Özellikle derin yağda kızarmış ürünler
oksidatif stresi arttıracağı için bağışıklık
sistemini olumsuz etkileyecektir, bu
gıdalardan da uzak durmak gerekir” dedi.
5.
LAHANA,
BROKOLİ, MAYDANOZ,
ISPANAK, HAVUÇ TÜKETİN
“C vitamininin bağışıklık sistemini güçlendirdiği
bilinen bir gerçektir. İyi C vitamini kaynakları
olan taze salata ve turunçgillerin muhakkak yeterli
miktarda diyette yer alması gerekir. Yanı sıra A, E
vitaminleri, selenyum ve çinko bakımından zengin
olan, lahana, brokoli, maydanoz, ıspanak, havoc ve
tere tüketimi bu dönemde arttırılmalıdır. Omega 3
yağ asidi gereksinimini karşılamak için haftada
en az 2 kez balık, günlük protein ihtiyacını
karşılamak içinde kaliteli protein kaynakları
olan yumurta, süt, kırmızı et ve kuru
baklagiller tüketilmelidir.”
7. BASİT ŞEKER GEREKSİZ
KALORİ YÜKÜDÜR
Vücut direnci üzerinde negatif etkiye sahip
olan gıdaları sorduğumuz Beslenme ve Diyet
Uzmanı Çağatay Demir’in şekerli gıdalare ilgili
görüşleri de aynı yönde: “Basit şeker içeren,
yağ oranı yüksek ve işlenmiş ürünlerden uzak
durulmalıdır. Bu ürünler hem vitamin ve
mineral açısından fakir hem de gereksiz
kalori yüklüdür.”
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
47
analiz
BEYİN
ÖLÜMÜ
Arif KAPUAĞASI
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri
Genel Müdür Yardımcısı
Beyin ölümü kavramı tüm beyin fonksiyonlarının tam ve geri dönüşümsüz
olarak kaybı ile karakterize bir klinik
tablodur. Klinik olarak uyarılara tam
cevapsızlık hali, solunum ve motor
cevabın olmaması, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve geri dönüşümsüz
koma tablosunun mevcudiyeti ile
beyin ölümü klinik olarak tanımlanmıştır. Klinik olarak, beyin ölümünün
başlıca sebepleri travmatik beyin hasarı ve subaraknoid kanamadır .
Dünyada beyin ölümü kavramı 1968
yılından günümüze kadar legal ve
gerçek ölüm olarak kabul edilmektedir. Mollaret ve Goulon isimli araştırmacılar, 1959 yılında, bilinç kaybı olan 23 koma hastasında “coma
de passe” olarak ifade edilen koma
tablosunun ötesinde bir tabloyu tanımlamışlardır. Böylece, beyin sapı
refleksleri, solunum ve beynin elektriksel aktivitesinin olmadığı geri dönüşümü olmayan koma tablosu “respitör beyni” olarak ifade edilmiştir. Bu
yıllardan sonra 1968 yılında, Harvard
Tıp Okulu Etik Komitesi tarafından
48
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
geri dönüşümü olmayan koma tanımını yeniden incelenmiştir. Klinik
olarak uyarılara tam cevapsızlık hali,
solunum ve hareketin olmaması,
beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve
koma tablosunu ilk defa “beyin ölümü” ifadesi kullanılarak tanımlanmıştır. Aynı yıllarda Mohandas ve Chou
isimli araştırmacılar da, ciddi beyin
hasarının kritik komponenti olarak
beyin sapı hasarını vurgulamışlardır.
1976 yılında Royal Tıp Okulu tarafından beyin sapı fonksiyonlarının
tam ve geri dönüşsüz kaybı olarak
tanımlanan beyin ölümünün tanımı
yapılmıştır. Bu durum, beyin fonksiyonlarının merkezi olarak beyin sapını işaret eden ve apne testini içeren
rehberlerin hazırlanmasına yol açmıştır. Amerikan Nöroloji Akademisi, klinik incelemenin ve doğrulayıcı
testlerin geçerliliği ve apne testinin
tanımlamasını kanıta dayalı incelemeler ve ölçümler yaparak önermiştir. Aynı raporda, anoksik hasarlı
hastalar için önerilen süre 24 saattir
ve beyin ölümünün belirlenmesi için
şok tablosunun ekarte edilmesi gerekli olduğu bildirilmiştir.
Dünya ve ülkemizdeki uygulamada,
klinik nörolojik inceleme ile beyin
ölümünün belirlenmesi standarttır
ve pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Beyin ölümünün açıklanması,
sadece nörolojik testler ile değil aynı
zamanda doğrulayıcı testlerin performansı, nöroradyolojik bulguların
yorumlanması, karışıklığa yol açan
potansiyel faktörlerin tanımlanması
ve klinik nörolojik belirtileri gözden
kaçırmadan koma nedenlerinin ortaya konması ile kesinleştirilir. Beyin
ölümü klinik tanısı için beyin sapı reflekslerinin incelenmesi amacıyla mezensefalon, pons ve medulla oblangata gibi beyin sapına ait anatomik
yapıların refleks yolunun değerlendirilmesi gerekir. Beyin ölümünde görüldüğü gibi rostral alandan kaudale
yönlenen reflekslerin kaybı ve beynin
son parçası olan medulla oblangata
fonksiyonunun durması gereklidir .
Medulla oblongata fonksiyonunun
tam ve geri dönüşümsüz kaybı da
apne testinin yapılarak pozitif olarak
tespit edilmesi ile mümkündür.
Sonuç olarak beyin ölümü kavramı
klinik ve kanıta dayalı bulgular eşliğinde tartışmasız olarak tüm dünya
tarafından kabul edilen bir durumdur. Dolayısı ile tüm tıp dünyasının
fikir birliği içinde olduğu bir konuda
herhangi bir tıbbi dayanağı olmayan
tıp dışındaki bireylerin böyle hasas
bir konuda görüş beyan etmeleri ve
bu konunun medyada yer alması son
derece sakıncalı ve ülkemizdeki sağlık
sistemine zarar verici bir durumdur.
analiz
BİR BAKIŞTA MEME KANSERİ
Tüm dünyada “meme kanseri için
farkındalık ayı” olması nedeniyle
ekim ayı içerisinde çeşitli etkinlikler
düzenlenerek meme kanserine karşı
bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmaktadır.
la beslenmek ve aşırı kilolu olmak ta
riski arttırır. Meme kanserlerinin çok
az bir kısmında ailesel geçiş gösteren
genetik bozukluklar rol oynar. Başlıca
genler BRCA1 ve BRCA2 genleridir.
Bu gen hasarlı olan bireylerin %4080’inde daha erken yaşlarda meme
kanseri gelişmektedir. Ayrıca yumurtalık ve pankreas kanserlerinin görülme sıklığı artar.
detaylı bir incelemedir. Mamografi
meme radyolojisi konusunda tecrübeli bir radyoloji uzmanı tarafından
incelenmeli ve yorumlanmalıdır. Bunun yanı sıra meme ultrasonografisi
ve meme MR incelemesi de tanıda
yardımcı yöntemlerdir. Kesin tanı için
ise kitleden görüntüleme yöntemleri
eşliğinde veya yardımıyla örnek alınarak patolojik inceleme gerekir.
Meme Kanserinin Belirtileri
Meme Kanserinde Tedavi
Meme Kanseri
Meme kanserinde şu belirtiler ve şikayetler olabilir:
Cerrahi Tedavi:
Prof. Dr. Ekmel TEZEL
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Meme kanseri meme dokusunu
oluşturan hücrelerden gelişen bir
kanserdir. Çok çeşitli kanser tipleri
tanımlanmıştır. En sık süt kanallarını döşeyen hücrelerden köken alan
kanser görülür. Kadınlarda en sık
görülen kanserlerin başında gelir. Erkeklerde de görülebilmesine karşın
kadınlarda 100 kat daha sıktır.
Meme Kanserinin Nedenleri ve Risk
Faktörleri
Kanser genetik bir hasar sonrası ortaya çıkan atipik hücrelerin kontrolsüz
ve aşırı çoğalmasıdır. Meme kanserinin ortaya çıkmasında hormonların
ve büyüme faktörlerinin aşırı uyarı
yapması sonucu genetik hasarın belirgin hale gelmesi önemli rol oynar.
Hormonlara (özellikle de kadınlık
hormonu olan östrojene) uzun süre
ve aşırı maruz kalmak en önemli risk
faktörüdür. Nitekim meme kanseri
sıklığı yaş ilerledikçe artar. İlk adeti
12 yaşından önce görmek veya 50
yaşından sonra menapoza girmek,
uzun süre doğum kontrol hapı veya
hormon (östrojen) kullanmak, hiç
doğum yapmamış olmak veya 30
yaş sonrası doğum yapmış olmak ve
daha önceden diğer memede kanser
tanısı almış olmak en önemli risk faktörleridir. Göğüs bölgesine radyoterapi (ışın) tedavisi almış olmak veya
tiroid kanseri için radyoaktif iyot tedavisi görmüş olmak ta meme kanseri riskini artırmaktadır. Sigara ve alkol
kullanımı, yağlı ve hayvansal gıdalar50
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
• Çevre dokudan farklı bir kitle ya da
kalınlaşma
• Meme
başından kendi kendine
gelişen kanlı akıntı
• Memenin şeklinde ve boyutunda
değişiklikler
• Meme derisinde çukurlaşma ya da
çekinti gibi değişiklikler
• Meme başının içeri çekilmesi
• Meme başında kaşıntı, döküntü
ve kızarıklık gibi allerji benzeri durumların görülmesi
• Meme derisinde kızarıklık ve portakal kabuğundaki gibi küçük çukurcuklar oluşması
Doktora ne zaman başvurmalıdır?
Ana ilke tümörlü dokuların sağlam ve
güvenli bir sınırla birlikte çıkarılmasıdır. Geride tümör bırakılmamalıdır.
Bu amaçla memenin bir kısmı ya da
tamamı ve koltukaltı lenf bezlerine
yayılım varsa buradaki lenf bezlerinin
tamamı çıkarılır. Memenin tamamının çıkarılmasına total mastektomi
denir. Eğer tümörle birlikte çevresindeki sağlam bir miktar meem dokusu
üzerindeki deriyle birlikte çıkarılıyorsa buna segmental mastektomi
denir. Meme koruyucu cerrahinin en
sık uygulanan yöntemidir. Meme koruyucu cerrahi sonrası mutlaka radyoterapi gerekir. Koltukaltı (aksilla)
lenf bezlerine yayılım olup olmadığını anlamak için ameliyat öncesi özel
boyalar ve/veya maddeler meme
başı çevresinde derisine verilir ve bu
boyaların belirdiği koltukaltındaki
Memedeki bir çok değişiklik çoğu
kez kansere bağlı olmasa da yukarıdaki belirtilerden herhangi biri varsa
ve özellikle ele bir kitle geliyorsa doktora başvurmak gerekir. Mamografi
ve ultrason sonucunuz normal dahi
olsa bir uzmanın muayene etmesi
önemlidir.
Meme Kanseri Tanısı
Meme kanseri tanısında en önemli
yöntem mamografidir. Mamografi iki
amaçla yapılır. Tarama mamografisi
riskli gruplarda herhangi bir şikayet
yokken yıllık olarak çekilir. Tanısal
mamografi ise herhangi bir belirti veya bulgu var ise yapılan daha
Prof. Dr. Ekmel TEZEL
memeye en yakın ilk lenf bezleri çıkarılarak o sırada
hızla incelenir. Bu yönteme sentinel lenf biyopsisi denir. (Sentinel=nöbetçi). Koltuklatındaki tüm lenfatiklerin çıkarılmasına aksiller lenf nodu diseksiyonu denir.
Günümüzde artık sentinel lenf nodu pozitifse ya da
koltukaltı bezleri muayenede saptanmış veya biyopsi
ile tümör olduğu gösterilmişse uygulanmaktadır.
Kemoterapi ve Radyoterapi:
Tümörün yayılması ve nüksetmesini önlemek amacıyla yapılır. Bazı durumlarda tümörü küçültmek amacıyla ameliyat öncesi uygulanır. Hormonoterapi ise kemoterapi ve radyoterapiye ek olarak ameliyattan
sonra 5-10 yıl gibi sürelerde aynı amaçlarla
uygulanır. Günümüzde modern tedavi seçenekleri sayesinde her hastaya tümöre özgü bireyselleştirilmiş tedaviler
sunulabilmektedir. Bu durum
meme kanserinden kurtulma
şansını ve hayatta kalma
sürelerini diğer kanser türleriyle kıyaslanmayacak
ölçüde arttırmıştır.
Tarama
Programları:
Ülkemizde yapılan çalışmaların
sonuçları meme
kanserinin Batılı
ülkelere göre
10 yaş daha
erken görüldüğünü ortaya
koymuştur. Batılı
ülkelerde
ortalama yaş 61 iken
ülkemizde bu 51’dir.
Bu nedenle meme
kanseri taramalarına 40
yaşından itibaren başlanması kararı alınmıştır. Riskli
bireyler (örneğin ailede meme
kanseri öyküsü olması ya da ışın
tedavisi görmüş olanlar) bir uzmana danışmalı ve tarama programına
daha erken yaşlarda başlamalıdır. Tarama mamografisi 40 yaşından itibaren yıllık olarak yapılır. Çünkü meme kanserlerinin
klinik olarak belirgin hale gelmesi için geçen
süre yaklaşık 18 aydır. Günümüzde dijital mamografi sayesinde kanserler çok küçük boyutlardayken
hatta süt kanalı içerisindeyken bile saptanabilmektedir. Unutmayalım ki kanser boyutu ne kadar küçükse
yayılma riski de o kadar düşük dolayısıyla hayatta kalma şansı da o kadar yüksektir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
51
analiz
YÜZ KEMİK KIRIKLARI
(MAKSİLLO-FASİYAL TRAVMA)
Prof. Dr. Eksal KARGI
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve
Estetik Cerrahi Ana Bilim Öğretim Üyesi
Yüzde alın, burun, gözü çevreleyen
kemikler, elmacık kemiği, alt ve üst
çene kemiklerinin travmatik kırıkları
plastik cerrahinin ilgi alanıdır. Yüz kemikleri, birbirleri ve kafatası kemikleri ile birleşik birçok kemiği tanımlar.
52
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Bunlar arasında en sık kırık oluşanlar
şunlardır: Burun kemiği (nazal), Elmacık kemiği (zigoma), Üst çene kemiği
(maksilla), Alt çene kemiği (mandibula), Alın kemiği (frontal).
Yüz kemik kırıkları ev, iş ve trafik kazaları nedeniyle oluşabilen ve yüzün
bütününü oluşturan kemiklerden biri
veya birkaçının birlikte kırılarak yer
değiştirdiği durumlardır. Bazen deride herhangi bir sorun olmamasına
rağmen yüz kırıkları oluşabilir. Ancak
kırıklar genellikle yüz derisini zedele-
yen patolojilerle birlikte görülür. Kırılan kemiğin özelliğine göre ciddi estetik ve fonksiyonel sorunlara neden
olur. Yüz kırıkları oluştuğu zaman
problemin olduğu bölgede kanama,
şişlik, duyu kaybı, hassasiyet ve ağrı
ortaya çıkar. Genellikle ilk günlerdeki
ödem ve şişlik, deri altındaki patolojiyi gizleyeceği için tam olarak değerlendirmek zor olur. Bu durumda aradan geçen günler içinde, ödemlerin
azalmasıyla alttaki deformite ve şekil
bozukluğu ön plana çıkar.
Bu bölge kırıkları yüzde şekil bozukluklarına sebep olabilir. Bunun yanı
sıra; göz çevresi kemiklerde kırıklar
gözde hareket kısıtlılığı, çift görme
hatta görme kaybına sebep olabilirler. Alt ve üst çene kemiklerinin kırıkları ısırma ve konuşma fonksiyonlarında bozukluklara neden olabilirler.
Elmacık kemiği kırıkları çenenin hareketini engelleyebilir. Burun kırıkları
kalıcı hava yolu tıkanıklığı yapabilir.
Tüm bu sebeplerden ötürü yüz bölgesi kırıkları oldukça önemlidir. Yüz
kırıklarında radyolojik görüntüleme ya da tomografi yöntemleriyle
ayrıntılı bir inceleme yapılarak kırık
bölgeler tespit edilir. Kırıkların tedavi zamanlaması hastanın genel
durumuna göre değişir. Öncelikle yaşamsal öneme sahip kafatası, göğüs
kafesi, batın yaralanması gibi yaralanmalar tedavi edilir. Genel durum
düzeldiğinde vakit kaybetmeksizin
yüz kemiklerinin kırıkları onarılır.
En ideal zamanı kırık oluştuğunda acil
olarak tedavi edilmesidir. Bazen, başka bölgeleri de içeren şiddetli yaralanmalarda ameliyat geciktirilebilir. Bu
durumda da ilk 7–10 gün içinde, kırık
henüz kaynamadan ameliyat etmek
en iyi sonucu verir. Kırık kaynadıktan
sonra ise cerrahi oldukça zorlaşır ve
elde edilecek başarı şansı da azalır.
Cerrahi tedavi, kırık hatlarının tamamen ortaya konması, kırıkların doğru
şekilde yerine oturtulması ve titanyum plak ve vida sistemleri ile kırıkların tespit edilmesi esasına dayanır.
Kırık hatlarını ortaya koymak için yapılan kesiler ağız içerisinden veya kolay
gizlenebilecek alanlardan yapılır.
plaklardan kullanmaktır. Travma sonucu kemik kayıpları oluşmuş ise bu
alanlara vücudun diğer bölgelerinden alınan kemikler konulabilir. İlk
tedavisi yetersiz yapılan olgularda
ikincil girişimler gerekebilir.
Kırığa ve kırığı oluşturan travmaya
bağlı yüzde belli bir şişme ve morarma olması doğaldır. Bazen bu şişlikler o kadar fazladır ki başarılı bir
şekilde ameliyat olmanız için birkaç
gün şişliklerin azalması beklenebilir.
Eğer ameliyat olmanız gerekiyorsa
ameliyata bağlı olarak da şişlikleriniz
artacaktır. Tam olarak şişlerin inmesi
için 3–4 hafta gerekebilir. Ameliyatla
konacak olan plaklar, ya ağız içinden,
ya kirpiklerin hemen altından veya
saçlı deriden yapılacağı için iz genelde sorun değildir. Yüz bölgesi kemikleri oldukça hızlı kaynar. 10–15 gün
içinde belirgin bir kaynama olur ve
buna bağlı olarak ağrılar da belirgin
olarak azalır.
Burun kırıkları
Kırık, burnun içindeki yapıları etkilemişse hava yolunda tıkanıklığa se-
bep olabilir. Bunun dışında, belirgin
şekil bozukluğuna da sebep olabilir.
Genelde hasta uyutularak veya uyuşturularak burun eski şekline getirilir.
Kırıklar kaynadıktan sonra eğri kaynayan kemikleri tekrar kırmak ve düzeltmek gerekir ki daha uzun ve zor
bir işlemdir.
Çene kırıkları
Kırığın şekline ve yerine göre çeşitli
alternatifler olabilir. Ameliyatla kırık
kemiklerin birbirine plak ve vidalarla
tespit edilmesi gerekebilir veya ameliyatsız olarak dişlere tel takılarak tedavi edilebilir. Hangi yöntemin daha
uygun olacağına doktorunuz karar
verecektir.
Elmacık kemiği ve göz çevresi kırıkları
Bu bölgeler için de çeşitli tedavi alternatifleri vardır. Ana prensip ameliyatla kırık kemikleri tespit etmektir. Ancak her kırık ameliyat olmayı
gerektirmez. Bazen kırklar hiç müdahale etmeden de kendiliğinden
iyileşirler.
Bu plak-vida sistemleri günümüzde
çoğunlukla titanyum maddesinden
yapılmaktadır. Ancak başka maddelerden de yapılmış olabilir. Tüm
bu maddeler vücutta az reaksiyon
oluşturacak türdendir, fakat yine de
vücut için yabancı madde oldukları
unutulmamalıdır. Bu nedenle enfeksiyon riski taşırlar. Bazen ameliyattan
yıllar sonra bile çıkarılmaları gerekebilir. Ancak böyle bir şikâyet olmadığı
müddetçe çıkarılmaları gerekmez ve
ömür boyu kalabilirler. Bunun tek
istisnası çocuk hastalardır. Çocuklarda kemik büyümesini etkilememesi
için plak vidaların tekrar çıkarılması uygundur. Bir başka alternatif de
çocuklarda kendiliğinden eriyebilen
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
53
haber
54
EXELTIS TÜRKİYE 1 YAŞINDA
18 Kasım 2014 tarihinde Türkiye ilaç pazarına hızlı bir giriş yapan Exeltis Türkiye, faaliyete geçmesinin 1. Yıldönümünde, tüm çalışanların katılımı ile büyük ve coşkulu bir
kutlama yaptı.
Mizrahi, başarılar ile geçen 1 yılın değerlendirmesini çalışanlar ile paylaştı ve Exeltis İlaç Türkiye’ nin hızla büyüdüğünü ifade ederek bundan sonrası için yapılacak olan
projeleri paylaştı.
Exeltis CEO’ su Sayın Leandro Sigman ve Exeltis EMEA
Direktörü Sayın Christian Wirth’ ünde katılım yaptığı bu
anlamlı günde, Türkiye Genel Müdürü Dr. Elçin Yıldıran
Kutlamalar Video konferans aracılığı ile 5 ayrı lokasyonda
bir araya gelen tüm çalışanların eş zamanlı pasta kesimi
ile son buldu.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
55
haber
SAĞLIK BİLİŞİMİNİN GELECEĞİ
BU TOPLANTIDA ELE ALINACAK
Sağlık ve bilişim profesyonellerinin bir araya geldiği Digital Health Summit Turkey’de bu yıl
hasta odaklı, yenilikçi ve ilham verici oturumlar yer alacak.
Sağlık alanında dijital uygulamaların
etkili ve yaygın kullanımını geliştirmeyi ve bilgi paylaşımını artırmayı
amaçlayan Digital Health Summit
Turkey ‘in dördüncüsü 17-18 Aralık tarihleri arasında Vodafone Altın
Sponsorluğu’nda İstanbul’da Park
Bosphorus Hotel’de gerçekleşecek.
Türkiye’nin ilk ve tek dijital sağlık
zirvesi olma özelliğini taşıyan bu
etkinlikte sağlık sektörünün tüm
paydaşları sağlığın geleceğine ait
çözümleri konuşacak, yeni dijital ve
mobil çözüm önerilerini paylaşacak.
Zirvenin hemen ardından 19 Aralık’ta
3G DOCTOR kurucusu David Doherty
“Mobil Sağlık Kursu” için sağlık profesyonelleri ile bir araya gelecek.
56
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Dijital Devrim ile Daha İyi Sağlık Hizmeti
PTMS Kurucusu Dr. Kıvılcım Kayabalı, toplantı ile ilgili şu bilgileri verdi:
“Dijital sağlık uygulamalarının yaygınlaşması ile beraber tüm dünyada,
sağlık hizmetlerinde kalitenin, tedaviye ulaşım hızının artması, tedavi
masraflarının azalması ve sağlığın
giderek kişiselleşmesi bekleniyor.
Genetik teknolojilerindeki büyük gelişmeler ve dijital kanalların kullanımı
ile toplumlarda sağlık konusundaki
farkındalık düzeyi ve yaşam kalitesi
artarken tıp alanında da önemli gelişmeler yaşanıyor.”
Dijital Sağlığın Türkiye İçin Önemi
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de yaşlanan nüfusla birlikte artan
kronik hasta sayısının ülke ekonomisi açısından büyük bir yük yarattığına değinen Kayabalı, “Sağlık
birimlerindeki yığılmanın ve hasta
yükünün azaltılması, gerekli durumlarda hastalara hızlı bir şekilde erişim
imkanı olması çözülmesi gereken
önemli konular. Dijital sağlık uygulamaları, sağlıkla ilgili büyük verinin
etkili kullanımı, kronik hastalıkların
uzaktan yönetimi, hastaneler ve sağlık çalışanları üzerindeki iş yükünü
azaltırken, aynı zamanda koruyucu
hekimlik, kişisel iyilik durumunun
sürdürülmesi ve sağlığın kişiselleşmesi konularında da büyük katkı
sağlayabilir. Bu nedenle son yıllarda
Türkiye’nin hükümet politikalarında
dijital sağlık teknolojilerinin yaygınlaştırılması önemli bir yer tutuyor”
dedi.
Sağlık Teknolojileri ile İlgili Algıları”,
“Çoklu Kanalda Kapalı Döngü Pazarlama” gibi başlıklar ele alınacak. Özellikle ‘hasta odaklı’ yaklaşımlar üzerinde durulacak. Zirvede her yıl olduğu
gibi hasta dernekleri, hastalar da yer
alacak. Dünyanın önde gelen dijital
sağlık danışmanlarından Len Starnes
sağlık çalışanları için geliştirilen sosyal ağların günümüzdeki önemli etkisi ile ilgili çarpıcı örnekler sunacak.
Ayrıca birçok akademisyen de dijital
sağlık ile ilgili önemli konuları, bilimsel açıdan ele alacak. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İşletme Bölümü Üretim Yönetimi ve Pazarlama
ABD Başkanı Prof. Dr. Süphan Nasır ,
“Son Kullanıcılarının ve Hekimlerin
Giyilebilir Sağlık Teknolojileri ile İlgili Algıları” ile ilgili gerçekleştirdikleri
bir çalışmanın sonuçlarını aktaracak.
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim ABD Başkanı Doç. Dr.
Kerem Rızvanoğlu da “Engelliler için
Kullanıcı Dostu Dijital Platformlar Tasarlamak” konusunda katılımcılar ile
önemli ipuçları paylaşacak.
e-Nabız Ele Alınacak
Yeni Medyada Bilinçli Olmak
Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci, e-nabız ile ilgili
detaylı bilgi verecek. “e-Nabız” uygulamasında kullanıcı sayısının giderek
arttığını belirten Birinci, “2 milyon
700 bin kişi hesabını aktif hale getirdi. Türkiye’deki bütün insanların verileri buraya geliyor. İlgi giderek artıyor
çünkü e-nabız’dan çok fazla şeye
ulaşabiliyorlar, randevu alabiliyorlar.
Türkiye’de ne kadar hastalık olduğunu biliyoruz, hangi bölgede daha
yaygın geliştiğini görebiliyoruz. Ancak bu hastalıkların kimlere ait olduğunu bilmiyoruz” şeklinde konuştu.
“Geleneksel ve Dijital Medyada “Sağ-
Dr. Kıvılcım Kayabalı
lıklı” Habercilik” oturumu Galatasaray
Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı
Doç. Dr. Elgiz Yılmaz’ın moderatörlüğünde gerçekleştirecek. Sağlık
habercisi Esra Öz ve Show TV spikeri
Pınar Erbaş ile “Yeni medya okuryazarlığında neler yapılmalı?”, “ Bilgi
kirliliğinden korunmak için ne yapmak gerekiyor?”, “Sosyal medya nasıl
doğru kullanılmalı?” gibi sorularını
ele alacaklar.
Sağlıklı Bir Geleceğe Adım Atın
17-18 Aralık 2015
Park Bosphorus Hotel İstanbul
Son Kullanıcılarının ve Hekimlerin
Giyilebilir Sağlık Teknolojileri ile İlgili
Algıları
Türkiye ve dünyadan sağlık ve bilişim
sektörünün önde gelen üst düzey
yetkililerin katılacakları zirvede bu
yıl, alanında uzman birçok konuşmacı yer alacak. Konular arasında
ise; “Kişiselleştirilmiş Tıp ve Sağlıkta
Genom Dönemi, “Erişilebilirlik: Engelliler için Kullanıcı Dostu Dijital
Platformlar Tasarlamak”, “Son Kullanıcılarının ve Hekimlerin Giyilebilir
Altın Sponsor
Destekleyenler
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
57
röportaj
Türk Toraks Derneği Başkanı
Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu:
HASTANIN HEKİMİNE İNANMASI
İYİLEŞME YOLUNDA EN BÜYÜK ADIMDIR
Göğüs Hastalıkları alanında da umut verici gelişmeler olduğunu belirten Türk Toraks Derneği
Başkanı Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, “Bu gelişmelerin çoğu tanı ve tedavi yöntemleri hakkındadır
ama akciğer kanseri, KOAH, tüberküloz, astım gibi sık görülen göğüs hastalıklarının ana nedenleri
olan sağlıkta eşitsizlik, sağlığın sosyal bileşenleri konusunda da çalışmalar devam etmektedir” dedi.
Kronik hastalıklar öncelikle iyi bir
hekim-hasta ilişkisi gerektirir Bu da
karşılıklı güven ve işbirliği ile mümkündür. Genelde hekimliğin, özelde
göğüs hastalıkları uzmanlığının uzun
bir eğitimden sonra yapılan mesleklerden olduğunu söyleyen Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Arzu
Yorgancıoğlu, “Öznesi insan olan bu
meslekte hastalarımızın bizleri sağlıklarını koruyan ve sağlıklarının güvende olması için fedakarlıkla çalışan
kişiler olarak görmeleri bizlerin mesleğimizi gönül rahatlığıyla yapmamıza katkı sağlayacaktır” diye konuştu.
Yorgancıoğlu, Göğüs hastalıkları uzmanlarının yaşadığı sorunlar, eğitim
süreci ve dernek çalışmaları hakkında
sorularımızı yanıtladı.
Branşınızın oluşum tarihi ile ilgili bilgi
verir misiniz? Tıp tarihi açısından ele alır
mısınız?
Göğüs Hastalıkları branşının 19 Ocak
1949 yılında İç Hastalıkları Anabilim
58
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Dalından ayrılması ile ilgili görüşme
Veremle Savaş İstişare Komisyonu
Toplantısında başlamış, 12 Şubat
1949 da tüzük değişikliği ile veremle
ilgilenen Ftizyoloji Bölümü 3 yıllık eğitimi ile ayrı bir Anabilim dalı olmuştur. 28 Aralık 1955 “Tababet İhtisas
Nizamnamesi’nde” göğüs hastalıkları
uzmanlığı yalnız tüberkülozu değil
bütün akciğer hastalıklarını kapsayacak şekilde “Göğüs Hastalıkları” adı ile
ayrı bir dal olarak tanımlanmış ve eğitim süresi 4 yıla çıkarılmıştır. 17 Ağustos 1962’de yeni Tababet Uzmanlık
Tüzüğünde adı “Göğüs Hastalıkları ve
Tüberküloz (Ftizyoloji)” olarak tanımlanmıştır. 5 Nisan 1973 de “Ftizyoloji”
ibaresi isimden çıkarılmıştır. 31 Aralık
2009 da “Göğüs Hastalıkları” adını almış ve uzmanlık eğitim süresi olarak
belirlenen 5 yıl değiştirilerek 4 yıl olarak belirlenmiştir. Ülkemizde 64 Üniversite ve 4 Göğüs Hastalıkları Eğitim
ve Araştırma Hastanelerinde uzman
hekim yetiştirilmektedir.
Derneğin kuruluş hikâyesi ile üye sayınız
ve faaliyetleriniz hakkında bilgi verir
misiniz?
Türk Toraks Derneği üç yıllık çalışma
sonunda Aralık-1992 de kurulmuştur.
Ülkemizin dünya standartlarında bir
göğüs hastalıkları derneğine ihtiyacı olduğunu düşünen başta Prof. Dr.
Y. İzzettin Barış ve Doç. Dr. Ali Kocabaş olmak üzere, o dönemde ülkenin birçok genç uzman ve kıdemli
hocaları, çeşitli vesilelerle bir araya
gelerek dernekleşme toplantıları düzenlemişlerdir. Bu süreçte daha sonra
Adana’da düzenlenen bir Tüberküloz
çalıştayı ile tüm kurucu ekip bir araya
gelerek, kuruluş son aşamasına gelmiştir. Derneğimizin 4467 üyesi olup
Türkiye’nin en büyük göğüs hastalıkları uzmanlık derneğidir. Derneğimiz
Şubelere (15 Şube) ve il temsilciliklerine (81 İl temsilcisi) bölünerek
Türkiye’deki tüm üyelerine ulaşmayı
hedeflemiştir. Bilimsel faaliyetlerini
göğüs hastalıkları ile ilgili 18 çalışma
grubu oluşturarak devam etmekte-
dir. Yılda bir Kongre, bir sempozyum,
onlarca eğitim kursu, dünya günleri,
halk bilinçlendirme çalışmaları ve
şubelerin aylık bilimsel ve sosyal etkinlikleri ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Uluslararası platformda, dalı
ile ilgili ülkemizi en iyi şekilde temsil
etmekte, birçok konuda liderlik etmektedir. Basılı eğitim materyalleri
arasında dergiler, kitaplar, rehberler,
cep rehberleri, hasta eğitim serileri bulunmakta ve üyelerine ücretsiz
ulaştırmaktadır.
Sizce Türkiye’de tıpta uzmanlık
dernekleri misyonlarını yeterince yerine
getirebiliyor mu?
Pek çok derneğin bu misyonu yeterince yerine getiremediğini düşünüyoruz. Bunun için çok iyi bir örgüt
yapısı, demokratik ve şeffaf bir yönetim gerekmektedir. Sadece hastalık
alanında değil koruyucu hekimlik,
üyelerin özlük haklarını savunma,
kamu sağlığı politikalarına katkıda
bulunma ve uluslararası arenada var
olma bunlar için gereklidir.
Türkiye’de Göğüs Hastalıkları için değerlendirecek olursak derneğimizin
misyonlarını yerine getirme açısından aynı kulvardaki derneklerden bir
adım önde olduğunu söyleyebiliriz.
Yeterlilik sınavlarını nasıl yapıyorsunuz?
Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Uzmanlık Dernekleri bir araya gelerek
“Board” sınav yönetmeliği ile her yıl
göğüs hastalıkları kongrelerinde yazılı ve pratik uygulama ile sınav yapmakta, eğitim veren hastanelerin akreditasyonunu sağlamaktadır.
Türk Toraks Derneği (TTD) ve Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TUSAD) tarafından ortaklaşa
olarak 2000 yılında kurulan Türk
Göğüs Hastalıkları Yeterlik Kurulu
(TGHYK), Türkiye’de göğüs hastalıkları uzmanlık eğitimini iyileştirmek,
düzeyini yükseltmek, uluslararası ve
ulusal standartlara uygun hale getirmek amacıyla Türkiye’de kurulan
üçüncü yeterlik kuruludur. Yeterlilik
sınavları da TGHYK tarafından yürütülmektedir. 2002 yılından beri her
yıl yapılmaktadır. Türk Göğüs hastalıkları Yeterlik sınavı, yazılı ( test ) ve
uygulamalı sınav olarak iki bölüm-
den oluşmaktadır. OSKE sitem bazlıdır. Ayrıntılı bilgi http://www.tghyk.
org/?p=hakkinda web sayfasından
edinilebilir.
Yeterlilik sınavı ile ilgili aktif bir
uygulamanız var mı? Bu zamana kadar
kaç kişi yeterlilik sınavını başarıyla
tamamladı?
Yeterlilik sınavları ile ilgili ayrıntılı
bilgiye
http://www.tghyk.
org/?p=hakkinda web sayfasından
ulaşılabilir. TGHYK Yeterlik (BOARD)
belgeli uzmanların listesine http://
www.tghyk.org/?p=uzmanlar linkinden web sayfasına gidilerek ulaşılıp
yıllara göre ulaşılabilir. Bugüne kadar
toplam 202 kişi sınava girerek yeterlik belgesi almıştır.
Ulusal müfredatınız hakkında düşünceniz
nedir? Müfredatınızı yeterli buluyor
musunuz?
TGHYK tarafından 2003 yılında ilk
ulusal çekirdek müfredat hazırlanmış
ve Bakanlığa sunulmuştur. Temmuz
2005’de ülkemizde uzmanlık eğitiminin durumu ve mevcut sorunları belirlemek amacıyla, göğüs hastalıkları
uzmanlık eğitimi veren kurumlara
yönelik bir anket çalışması yapılmış
ve bu çalışma eğitim görmekte olan
uzmanlık öğrencilerini de kapsayacak şekilde Şubat 2009’da tekrarlanmıştır. Bu anket çalışmaları, eğitim
ortamı, eğitici sayısı ve nitelikleri,
eğitim programı ve değerlendirme
yöntemleri açısından uzmanlık eğitimi veren kurumlar arasında büyük
farklılıklar bulunduğunu göstermiştir. Gerek ulusal gereksinimler, gerekse HERMES ve diğer uluslararası
standartlar dikkate alınarak Nisan
2007’de, Göğüs hastalıkları uzmanlarının hakkında bilgi sahibi olmaları
gereken tüm konu başlıklarının listesi ve uzmanlık eğitiminin tamamlanmasıyla elde edilmiş olması gereken
yetkinlik listesi ve düzeyleri tanımlanmıştır. Nisan 2009’da da bu konu
başlıklarının ve günlük klinik pratik
için gereken diğer niteliklerin nasıl
öğrenilmesi, öğretilmesi ve değerlendirmesini de kapsayan “Uzmanlık
Eğitim Programı” oluşturulmuştur.
Ulusal müfredatımız uluslararası
müfredatı da gözetecek ve ülkede
göğüs hastalıkları alanında sorunları
kapsayacak şekilde güncellenmiştir
şu anda ki kapsamı yeterlidir. Müfredat yeterli olmakla birlikte bu eğitimi
verecek öğretim üyesi dağılımından
bağımsız üniversitelerin ve göğüs
hastalıkları anabilim dallarının açılması söz konusudur. TTD, çeşitli kurs
ve okul etkinlikleri ile bu eksiklikleri
tamamlamaya çalışmaktadır.
Eğitim veren kurumların müfredatınızı
tam olarak uyguladığını düşünüyor
musunuz?
Giderek azalan asistan sayısı, artan iş
yükü eğitimin kalitesini bozduğunu
düşünüyoruz. Eğitim kurumları, sağlık hizmetini vermek için eğitimden
ödün vermek zorunda kalabiliyor.
Uzmanlık eğitimi verilen her kurumda bu müfredatın uygulandığının
garantisi yoktur. Ancak 2015 yılından
bu yana TGHYK eğitim kurumlarına
eğitim akreditasyonu vermektedir.
Bugün alanımızda 7 kurum bu akreditasyon belgesini almaya hak kazanmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
59
haber
Uzmanlık eğitiminin sonunda tüm
yeni mezunlar aynı standartta mezun
olabiliyor mu?
Her asistan aynı eğitimi alamıyor, her
kurumda göğüs hastalıkları ile ilgili
bütün üniteler olmayabilmektedir.
(Tüberküloz servisi, uyku laboratuvarı,
yoğun bakım, bronkoskopi-EBUS üniteleri, onkoloji, allerji bölümleri gibi).
Yeni bölümler açılmasında bu konulara dikkat edilmesini öneriyoruz.
Tıbbiyelilerin ve doktorların bu branşı
tercih etmeleri için neler önerirsiniz?
Solunum hastalıkları tedavi edici olduğu kadar koruyucu hekimliğinde
uygulanacağı, ufak cerrahi girişimlerin olduğu, invaziv tanı ve tedavi
metotlarının uygulandığı gelişime ve
yeniliğe çok açık bir branştır. Görülme sıklığı nedeniyle de Dünya Sağlık
Örgütünün öncelik verdiği 4 hastalık
grubundan birine odaklanmıştır.
Gelecek 20-30 yılda ortalama ömür
uzamakta ve sigara içme oranları
yüksek, ayrıca iç ve dış ortam hava
kirliliğini artıracak şekilde termik
santraller vb. kurulması solunum sistemi hastalıklarının artmasına neden
olacak. Bu hastalıklar sakatlık ve ölüme neden olma özelliğine sahiptir o
nedenle göğüs hastalıkları uzmanlarına gereksinim artacak genç meslektaşlarımızın bu alanı seçmelerini
öneririz.
Bu branşın hekimleri, hasta ve hasta
yakınlarından neler bekliyor?
Göğüs hastaları, yaşam kaliteleri için
uygulanan tedavi yöntemlerine ve
hayat boyu takip gerecek hastalıklarında göğüs hastalıkları hekimlerine
çok ihtiyaç duyacaklardır. Hekimlere,
mesleğe saygı öncelikle beklenen bir
davranış olmakla birlikte uzun ve zor
bir eğitimin ardından hastanın hekimine inanması da iyileşme yolunda
en büyük adımdır.
Kronik hastalıklar öncelikle iyi bir
hekim-hasta ilişkisi gerektirir Bu da
karşılıklı güven ve işbirliği ile mümkündür. Genelde hekimlik, özelde
göğüs hastalıkları uzmanlığı uzun
bir eğitimden sonra icra edilen meslekler, öznesi insan olan bu meslekte hastalarımızın bizleri sağlıklarını
60
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
koruyan ve sağlıklarının güvende
olması için fedakârlıkla çalışan kişiler
olarak görmeleri bizlerin mesleğimizi
gönül rahatlığıyla yapmamıza katkı
sağlayacaktır.
Bu branşın hekimlerinin yaşadığı en
büyük sorunlar nelerdir?
Tüm branşlarda olduğu gibi ülkemizdeki sağlık sisteminden kaynaklanan
sorunları biz de alanımızda yaşıyoruz.
Aşırı iş yükü, performans sisteminin
öncelenmesi, araştırma görevlisi eksikliği gibi. Diğer branşlar arasında
hekimlerin özlük haklarında (performans, işlem puan sistemi) yeterince
yer bulamadığımızı düşünüyoruz.
Göğüs Hastalıkları alanında yaşanan
sağlık çalışanı sorunları ülkemizde
sağlık ortamında yaşanan sorunlardan azade değildir. Sağlıkta şiddet
sonucu birçok meslektaşımız katledildi. Özlük haklarımız erozyona uğradı, çalışma koşullarımızın kötü olması nedeniyle birçok meslektaşımız
mesleği bırakma noktasına geldi.
Branşınızın günümüzdeki çalışmalarını
nasıl değerlendiriyorsunuz? Son
gelişmeler nelerdir?
Göğüs Hastalıkları alanında tüm tıp
alanında olduğu gibi umut verici gelişmeler olmaktadır. Bu gelişmelerin
çoğu tanı ve tedavi yöntemleri hakkındadır ama akciğer kanseri, KOAH,
tüberküloz, astım gibi sık görülen
göğüs hastalıklarının ana nedenleri
olan sağlıkta eşitsizlik, sağlığın sosyal
bileşenleri konusunda da çalışmalar
devam etmektedir.
Branşımız gelişime çok açık, pek çok
alanda yeni tanı ve tedavi yöntemlerinin uygulandığı bir branştır. Göğüs
Hastalıkları ile ilgili umut verici çalışmalar özellikle akciğer kanserinde
erken tanı, kronik havayolları hastalıklarında yeni ilaçlar, Tüberkülozda
erken tanı testleri, yeni ilaçlar sayılabilir.
Branşınızın geleceğini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Branşımızı önemsiyoruz, çünkü akciğer sağlığını tehdit eden sosyoekonomik problemler, endüstrileş-
meden kaynaklı olumsuz iklim ve
çevre değişiklikleri gelecekte akciğer
hastalıklarının çeşitlenmesine ve
sık görülmesine neden olacaktır. Bu
nedenle göğüs hastalıkları alanının
önemini artıracağını düşünüyoruz.
Yurt dışındaki derneklerle ortak
çalışmalar yapıyor musunuz?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Dünya
Kronik Havayolu Hastalıkları Kontrol
ve Önleme Programı (GARD), Avrupa
Solunum Derneği (ERS), Amerikan
Toraks Derneği, Avrupa Allerji Derneği ve orta doğu bölgesi dernekleri
gibi birçok sağlık örgütü ve dernekle
çalışıyoruz.
Yurt dışındaki çalışmaları nasıl
değerlendiriyorsunuz? Sizce örnek
alınacak çalışmalar var mı? Varsa
nelerdir?
Misyon ve vizyonumuza uygun çalışan derneklerin alanımızla ilgili çalışmalarını izliyor ufuk açıcı olanlarını
ülkemiz koşullarına adapte ederek
uygulamaya çalışıyoruz.
Derneğiniz genç hekimleri nasıl
destekliyor?
Bu arkadaşlarımız bizim geleceğimizdir. Kongre ve toplantılarımıza pek
çok tıp fakültesi öğrencisi bildiri sunarak katılmakta, öğrenci kongrelerine biz de aktif olarak katılmaktayız.
Derneğimizin genç hekimlere yönelik mezuniyet sonrası eğitim amacıyla uzmanlık öğrencilerine yönelik
“kış okulu”, uzmanlarımız için sürekli
mesleki gelişim kapsamında “mesleki
gelişim kursu, “yaz kampı” uygulamaları düzenli olarak yapılmaktadır.
Genç araştırmacılar için araştırma alt
yapısını destekleyen eğitimler, “yurtdışı eğitim bursu desteği”, kongre katılım destekleri bulunmaktadır.
Bu alanda yapılan yeni bilimsel
çalışmalardan çarpıcı örnekler nelerdir?
Yaşam süresi çok kısıtlı, yaklaşık
2,5-3 yıl arasında olan iki hastalıkta,
İdiopatik Pulmoner fibroz (akciğer
katılaşması) ve pulmoner arteryel hipertansiyonda (akciğer yüksek tansi-
yonu) son 10 yılda hastalığın oluşma
mekanizmaları ve tedavileri konusunda önemli gelişmeler meydana
geldi. Zor astım olgularında da tedaviye giren ve girmek üzere olan pek
çok yeni ilaç mevcuttur. Yine akciğer
kanserinde hedefe yönelik tedaviler
gelişti. Tüberkülozda tanıyı hızlandıran yeni yöntemleri takip ediyor ve
uyguluyoruz.
Kongreleri düzenlerken özellikle nelere
dikkat ediyorsunuz?
Kongrelerimizde dalımızla ilgili
yeni bilgilerle birlikte sahada çalışan uzman hekimlerin bilgilerini
güncellemelerini, sosyalleşmelerini
hedefliyor, asistanlarımızın bilimsel etkinliklerde bildiri hazırlayarak
sunmalarına ortam hazırlıyoruz.
Yurtdışından konusu ile ilgili önemli konuşmacıları da davet ediyoruz.
Kongremizin ana oturumlarında
akciğer sağlığını olumsuz etkileyen
kitlesel etki yaratan risk faktörlerine
( Hava kirliliği, iklim değişiklikleri, biber gazı, maden kazaları vb) dikkat
çekici oturumlar gerçekleştiriyoruz.
Yurtdışından konusu ile ilgili önemli konuşmacıları da davet ediyoruz.
Asistan ve bildirisi olan uzman hekimlerimize burs sağlıyoruz.
Sağlık haberleri hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir?
Sağlık haberlerinin her zaman doğru kaynaktan aktarılması gerektiği
düşüncesindeyiz. Ne yazık ki yazılı
ve görsel basında özellikle de sosyal
medyada zaman zaman bilgi kirliliği,
yanlış yönlendirmeler mevcut olabilmektedir. Bu bilgilerin alanına sahip
çıkan uzmanlık derneklerinden ya da
onların belirteceği yetkin hekimlerden alınması çok önemlidir.
Biz de TTD olarak hastalara akciğer
hastalıkları ve sağlığı konusunda
anlaşılır ve doğru bilgiyi düzenli bir
şekilde ulaştırabilmek için bir halk
sayfası kurduk. Bu siteyi kurduğumuz
19 Aralık 2014’den beri 120 bin 472
farklı kişi sitemizi ziyaret etti. Kurumsal web sayfamızın da ayrıca yurt dışından takibi için İngilizce versiyonu
da mevcuttur.
Gazetecilerden branşınızla ilgili
ne gibi konulara dikkat etmelerini
bekliyorsunuz?
Alanımızla ilgili konularda haber
yapmadan önce mutlaka bize danışmalarını arzu ediyoruz. Bizim hastalıklarımız toplumsal farkındalığı mutlaka gerektiren hastalıklar bu alanda
birlikte yürümeyi ve halk sağlığı için
birlikte çalışmayı arzu ederiz.
Sağlık iletişimi alanında çalışmalarınız
var mı? Varsa detaylandırabilir misiniz?
Derneğimiz bir basın danışmanı ile
çalışmaktadır. Yöneticilerimiz ise sağlık iletişimi konusunda eğitim almışlar ve almaya devam etmektedirler.
Bu konuda sağlık iletişimi profesyonelleriyle proje hazırlıklarımız devam
ediyor bizi izlemeye devam edin.
Sosyal sorumluluk projeleri hazırlıyor
musunuz?
Evet. Sosyal sorumluluk projesi olarak yılbaşında ve 23 Nisanda ilk ve
orta öğretim okullarına kitap bağış
kampanyaları düzenledik. Ayrıca halkımızda KOAH farkındalığını artırmak
adına bir KOAH farkındalık kampanyasın düzenledik. Temiz hava hakkı
platformunun üyesiyiz.
Ayrıca çok yakın zaman Akciğer sağlığı ve hastalıkları hasta derneği kurulmasını sağlamak için destek veriyoruz. Ülkemizde bu konuda çok ciddi
bir eksiklik mevcut. Mevcut hasta
dernekleri de idealden uzak. Kurulmasını desteklediğimiz derneğin yönetiminde biz yer almayacağız. Her
aşamada destek vereceğiz.
Sosyal medyada ne gibi etkileşimde
bulunuluyor? Bu alanda ne gibi
planlarınız var?
Halka bu bilgileri ulaştırabilmek için
kurduğumuz “Hayat Nefesle Başlar”
Facebook sayfamızın da 22bin 275
beğenisi mevcut. Ayrıca kendi üyelerimizle iletişimimizi artırmak için
de üyelerimize kapalı bir Facebook
sayfamız var. Aynı şekilde Hayat Nefesle Başlar isimli Twitter hesabımız
da var. Twitter’da takipçi sayımız bin
769. ERS’de tüm kongre boyunca atılan tweetlerde dernek hesabımız 6.
oldu, ERS kendisi de 5. oldu. En aktif
2. dernek olduk.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
61
hayatıniçinden
YAŞLI HAKLARI VE AB STANDARTLARINDA
YAŞLI BAKIM HİZMETLERİ
H. Mustafa TOMBULOĞLU
YÖRTÜRK Vakfı Genel Başkanı
Kısa ismi YÖRTÜRK olan Yörük Türkmen Vakfımız 2014 yılı içerisinde yaşlı
bakım hizmetleri konusunda önemli
bir projeye imza attı. Avrupa Birliği
Bakanlığı tarafından yürütülen Sivil
Toplum Diyaloğu Programı kapsamında “Yaşlı Hakları ve AB Standartlarında Yaşlı Bakım Hizmetleri” adıyla
geliştirdiğimiz projeye hibe desteği
almaya hak kazandı.
Derneğimiz ile İtalya’da faaliyet gösteren CESIE ve İspanyol Campus Arnau d’Escala vakfı ortak çalışmalarıyla
geçtiğimiz 13 ay boyunca yaşlı bakım
hizmetleri alanında bir çok faaliyeti
hayata geçirdik. Ayrıca ortaklarımız
aracılığıyla yaşlı bakımıyla ilgili alanlarda faaliyet gösteren başta Almanya olmak üzere en iyi uygulamaların
bulunduğu ülkelerden STK’lar ile de
işbirlikleri geliştirdik ve proje sonrasında da bu işbirliklerini sürdürmeyi
hedefliyoruz. Projenin uygulanması
süresince ülkemizde yaşlılarla ilgili
çalışan en üst düzeydeki kamu kurumu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel
Müdürlüğü ile iletişim ve işbirliği de
sağlamış bulunuyoruz.
62
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Sivil Toplum Diyalogu Programı, Türkiye ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerden sivil toplum kuruluşlarının, ortak
bir konu etrafında bir araya gelerek,
toplumların birbirini tanımaları, karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmaları
ve kalıcı diyalog kurmalarını sağlayan bir platform olarak geliştirilmiştir. Program, Avrupa Birliği’nin katılım
öncesi mali yardım aracı (IPA) kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği tarafından ortak finanse
edilmektedir.
Sivil Toplum Diyalogu Programı, 2008
yılından bugüne, Türkiye ve AB toplumlarını birbirine yakınlaştıracak,
karşılıklı anlayışı güçlendirecek ve
bilgi ve deneyim aktarımına imkân
sağlayacak birçok farklı alanda,
200’ün üzerinde diyalog temelli ortaklığa; Türkiye ve AB üye ülkelerinde
geniş bir coğrafyada gerçekleştirilen
yüzlerce ortak çalışma ve etkinliğe
sahne oldu. Programın bugüne kadar
gerçeklesen ilk üç ayağında diyalog
projelerine 31.6 milyon Avro destek
sağlanmıştır.
İki yıllık dönemler halinde uygulanan
Program kapsamında, AB ve Türkiye
sivil toplumları arasındaki diyalogun
güçlendirilmesi için öncelikli alanlar
belirlenmektedir. Hem Türkiye hem
de Avrupa Birliği üye ülkelerine açık
hibe programı, belirlenen alanlarda faal sivil toplum kuruluşlarına AB
üyesi bir ülkeden, aynı alanda faaliyet
gösteren bir ortakla bir araya gelmeleri ve birlikte proje geliştirip uygulamalarına zemin oluşturmaktadır.
Projemiz Sivil Toplum Diyalogunun
3. döneminde (2014 - 2015) Siyasi
Kriterler başlığı altında yer almıştır.
Sivil Toplum Diyaloğu Programı, AB
mali yardımları kapsamında, Avrupa
Birliği ve Türkiye Cumhuriyet tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir.
Programın yürütülmesinden Avrupa
Birliği Bakanlığı sorumlu olup, sözleşme makamı Merkezi Finans ve İhale
Birimidir.
Projemiz ile yenilikçi metotlar geliştirilerek (gündüz bakımı, süreli bakım,
sosyal faaliyetler, gençlerle enteg-
rasyon vb), yaşlılara yönelik nitelikli
alternatif bakım ve destek hizmetleri
oluşturulması için zemin hazırlanması planlanmıştır. Buna bağlı olarak,
proje amaçlarımıza uygun olarak AB
standartlarında hizmet verebilmek
adına AB’deki iyi uygulamaların incelenerek bu uygulamaların ülkemizde
ve bölgede yaygınlaştırılması hedeflenmiştir.
Günümüzde yaşlı nüfus oranı, ülkemiz tarihinin en yüksek noktasına
ulaşmış durumdadır. Türkiye’de; yaşlı
olarak nitelendirilen 65 yaş üstü kişilerin genel nüfusa oranı 1935 yılında yüzde 3,9, 1990 yılında yüzde 4,3
iken 2011 yılında yüzde 7,34’ e yükselmiştir. 2050 yılında ise bu oranın
yüzde 17,5’i bulması beklenmektedir.
Projenin gerçekleşeceği Ankara’da
ise TÜİK 2012 verilerine göre 4 milyon 965 bin kişilik nüfusun yüzde 7’si
yaşlılardan oluşmaktadır.
Proje Faaliyetlerimizin ana hedefi;
teklif çağrısı rehberinde belirtilen alt
konulardan sosyal olarak korunmaya
muhtaç kişiler arasında gösterilen
“yaşlıları” ele almaktır. Türkiye’de bakıma ve korunmaya muhtaç yaşlılar
ile sosyal desteğe ihtiyacı olan yaşlılara yönelik hizmetlerin ve tüm yaşlıların haklarının geliştirilerek, bu alanların siyasi düzeyde AB politikaları ile
uyumlaştırılması, AB ülkelerindeki
iyi uygulamaların ülkemize getirilmesi ve ilgili STK’lar arasındaki uzun
dönemli işbirliklerinin geliştirilmesi
projemizin amaçlarından biridir.
Projemizin faaliyetleri toplam 13 ay
sürmüştür. Projemizin faaliyetleri
süresince Avrupa’da alanında yetkin
olan Almanya, İtalya ve İspanyada
bulunan Sivil Toplum kuruluşları ile
yaşlı bakımı ve hakları ile ilgili çalışmalar yapan kuruluşlar ile işbirliği
yapılmıştır.
Projemizin Ana Faaliyetleri ise şöyledir;
Projemiz kapsamında amaçlarımıza uygun olarak; İtalya, İspanya, Almanya ve Türkiye’de yaşlı hakları ve
bakım servisleri ile ilgili kurumlara
gözlem ve araştırma ziyaretleri düzenlenmiştir. Bu ziyaretler sayesinde
Yaşlı hakları ve yaşlı bakım servisleri
ile ilgili uygulamalar yerlerinde görülmüş ve pek çok ilham verici sosyal
sorumluluk projelerine, yaşlı hakları
ve bakımı ile ilgili yenilikçi uygulamalara şahit olunmuştur.
Yine aynı amaçla İtalya, İspanya ve
Türkiye’de bu ülkelerdeki yaşlı hakları ve yaşlı bakım servislerinin daha
ayrıntılı incelenmesi için, bu üç farklı
ülkede araştırma çalışmaları yapılmıştır. Araştırma sonucunda İtalya
ve İspanya gibi AB ülkelerinde uygulamada olan yaşlı hakları ile yaşlı
bakım servisleri hakkında bilgi toplanmış ve aynı kapsamda Türkiye’de
de yapılmış olan araştırma ile pro-
jenin sonunda farklı ülkeler ve farklı
uygulamalar arasında karşılaştırmalı
bir analiz çalışması yapılmıştır ve
elde edilen bulgular bir kitap olarak
toplanmıştır. Araştırma çalışmaları ve
gözlem ziyaretleri sonucunda elde
edilen bilgi ve deneyimler, seminer
ve çalıştay faaliyetleri ile Türkiye’de
yaşlı hakları ve bakımı ile çalışan kurumlar ile paylaşılmıştır.
Projemizin, gelecekte, yaşlı hakları ve
yaşlı bakımı konusunda başka projelere ilham ve bilgi kaynağı olmasını
dileriz.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
63
röportaj
Prof. Dr. Ayla Okay:
“KONUŞMA YETENEĞİ OLAN HERKES,
KENDİNİ İLETİŞİMCİ ZANNEDİYOR”
İletişim alanında özellikle, herkesin kendisini iletişimci zannettiğini söyleyen İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayla Okay, “Ülkemizde konuşma yeteneği olan herkes, kendisini
bir şekilde iletişimci zannediyor ve bu nedenle de bu kadar fazla iletişim kazası yaşanıyor” dedi.
İletişim alanında ya da konuştuğu
konuda hakkında herhangi bir eğitim almadan açıklamalarda bulunanlarla sık sık karşılaşılıyor. “Televizyonda söylendiyse doğrudur”, “gazetede
yazdıysa kesinlikle yapılmalıdır” anlayışının hala yaygın olduğunu belirten
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayla Okay,
“Hâlbuki biraz daha dikkat edilse, her
söylenenin çok da doğru olmadığı
görülebilir. Sonuç olarak yanlış bilgiler, yanlış kararlara neden olabilir”
dedi.
Prof. Dr. Ayla Okay, sözde uzmanlara
karşı dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili sorularımızı cevapladı.
Sözde uzman kimdir?
Bana göre sözde uzman elbette ki,
kendi uzmanlık alanı dışında konuşan kişidir. Maalesef bu tür insanların
sayısı oldukça fazla A konusunda uzmanlığını almıştır ama B, C, X’e kadar
her türlü konuda uzmandırlar. Bu
hem sağlık alanı için geçerli, hem de
iletişim alanı için geçerlidir. İletişim
alanında özellikle, herkes kendisini
zaten iletişimci zannettiği için, kütüphanecisi de konuşuyor, kimyageri de, yani durum hiç fark etmiyor.
Ülkemizde konuşma yeteneği olan
64
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
herkes, kendisini bir şekilde iletişimci
zannediyor ve bu nedenle de bu kadar fazla iletişim kazası yaşanıyor.
Nasıl anlaşılır?
Bazıları fazlasıyla profesyonel, anlaşılması zor olabiliyor. Sıradan vatandaş
çoğu zaman anlayamayabiliyor ama
bu alandaki diğer “gerçek” uzmanlar hemen kimin ne olduğunu zaten
kestirebiliyorlar. Özellikle akademik
camiada, herkes kendi alanındaki çalışanı zaten bilir, bu kişilerin dışında
birisi devreye girip “ahkâm” kesmeye
başladığında da çok kolay fark ederiz.
Sözde uzmanların ne gibi zararları
olabilir?
Medya okur yazarlık seviyemizin,
sağlık okur yazarlık seviyemizin düşük olduğu bir toplumda, insanlar
birçok şeyi sorgulamadan buna inanabiliyorlar, bu durum da olumsuz
kararların alınmasına neden olabilmektedir. “Televizyonda söylendiyse
doğrudur”, “gazetede yazdıysa kesinlikle yapılmalıdır” anlayışı hala yaygın, hâlbuki biraz daha dikkat edilse,
her söylenenin çok da doğru olmadığı görülebilir. Sonuç olarak yanlış bilgiler, yanlış kararlara neden olabilir.
Korunma yolları nelerdir?
Daha önce de belirttiğim gibi, sıradan vatandaşın korunması çok zor.
Bu durumda bu tür “uzmanları” ortaya çıkaran kurumların sorumluluğu olmaktadır. Burada bahsettiğim
medyadır. Medya kimi, hangi uzmanı
yayına çıkaracağına dikkat etmelidir,
bir bakıma bir otokontrol sergileyerek, bu alanda vatandaşın gerçekten
de ihtiyaç duyduğu bilgiyi almasını
sağlamak için konusunda yetkin kişileri yayına çıkarmalı veya gazetesinde demecini ona göre yayınlamalıdır.
Prof. Dr. Ayla Okay
gündem
DOKTOR-MEDYA İLİŞKİSİ
Esra ÖZ
Biyolog, Sağlık Habercisi ve Sosyal Medya Uzmanı
Hastane koridorlarında dolaşırken,
adından söz ederken bile saygı duyulan bir hocanın odasını sordum.
Görevli, ileride sağdaki ikinci oda
olduğunu söyledi. Adımlarımı sıklaştırarak yürüdüm ve kapıyı tıklayıp
araladım. Elindeki işlere odaklanmış
şekilde çalışan Hoca, başını kaldırıp
bana baktı. Kendimi tanıtınca da,
“Hoşgeldiniz” dedi.
Nezaket ve içtenlikle karşıladı ve hemen çikolata ikram etti. Ardından da
ne içeceğimi sordu. “Kahve” dedim,
sohbet koyu olacaktı ve en yakışan
içecek kahve olmalıydı. Güler yüzle
konuşmaya başlamadan, “Eğer senin
güvenilir olduğunu refere etmeselerdi kesinlikle konuşmazdım. Gazetecileri pek sevmem, medyada olmak
benim için önemli değil” dedi. Kahvelerimiz geldiğinde çalışmalarını
hayranlıkla dinlemeye başlamıştım
bile…
Bilim camiası medya denildiğinde üçe ayrılıyor. Bir kısmı tamamen
medyada görünmeye karşı olurken,
diğer kısmı ise medyada olunca ken-
dini yeterli hissediyor. Bunların ortasında olup, bilinçli şekilde medyada
olmayı dengeleyenler de diğer bir
grubu oluşturuyor.
ramlarına çıkanlara para ödenmiyor,
genellikle doktor ya da bilim insanı
programı hazırlayanlara ya da aracılara para ödüyor genellikle.
İlk bölümdekiler gazeteci kelimesini
duyar duymaz arkasına bakmadan
kaçıyor. Sadece çok zorlayınca konuşuyorlar. Bilimsel kimliklerine medyada olmayı eklemek istemiyorlar.
Onlara göre medyada olmak bilimsel
yetersizliğin kapatılması için bir araç.
Üçüncü aşamadakiler ise işi dengede tutanlardır. Böyle davranan bilim
insanları, gazeteci seçmesini bilirler.
İşin uzmanı olması gerektiği, söylediği cümlelerin yanlış aktarılmasının
önüne geçen isimlerdir. Haberin yayınlanacağı yeri ve özelliklerini öğrenir. Konuşacağı konuya hâkimdir ve
uzmanlık alanı dışında ise konuşmayı kabul etmez. Böylece çizgisini ve
sınırlarını belirlemiş olur. Saygınlığı
hem bilim camiası hem de medya tarafından kabul edilir.
İkinci bölümdeki ise, “herkese konuşmam” deyip, gördüğü her gazetecinin peşine düşüp onunla haber
yapmak için yanıp tutuşanlar. Onlar
için bilimsel kimlik önemli olmayıp,
amaçları meşhur olmak. Nerede
ya da kimle konuştuğu da önemli
değil. Hatta bazıları kendi alanı dışında da konuşup, gündeme gelmekten mutlu oluyor. Bilim camiası
bu tipleri dışlarken, gazetecilerde
böylelerine boşta kalınca “nasıl olsa
boşlukları doldurur” diye bakıyorlar.
Böyleleri, saygınlıktan değil, parasını
verdiği için televizyondaki yerini alıyor. Unutmadan TV’de sağlık prog-
Her şeyde olduğu gibi haber olma
konusunda da dengeyi tutturmak
çok önemlidir. Eğer dengeyi tutturamazlarsa vezir olacaklarına rezil olup,
medya meraklısı konumuna düşerler.
Bu durumda sahip olunan unvanın
da bir önemi kalmaz.
Sonuç olarak saygınlığınızı, sınırlarınızı ve çizginizi koruyarak medyada
yer almayı sağlamak en güzelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
65
sağlığımıziçin
66
AKUPUNKTUR
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Akupunktur Kliniği
Dünya Sağlık Örgüt (DSÖ) ve Ulusal
Sağlık Enstitüleri (NIH) akupunkturun
etkili olduğu ya da olabileceği 100’ün
üzerinde endikasyon yayınladı.
Akupunkturun Tarihçesi
Peki akupunktur nedir?
Akupunkturun kökeninin Çin olduğu
kabul edilir. Yaklaşık M.Ö. 6000 yıllarına ait olduğu düşünülen keskinleştirilmiş taş ve kemiklerin akupunktur
tedavisinde kullanıldığı düşünülmüştür. Alp dağlarındaki buzullarda bulunan ve M.Ö. 3300 yıllarında öldüğü
düşünülen Buz Adam Ötzi üzerinde
bulunan dövmeler akupunktur noktaları ile örtüşmektedir. Bu dövmelerin amacının akupunktura benzer
bir tedavi amacıyla yapıldığı tartışmaları başlamıştır. Akupunktur ile ilgili ilk yazılı kaynak M.Ö. 100 yılında
yazılan “Sarı İmparatorun Dâhili Tıp
Kitabı”dır. Bu kitapda Qi (vital enerji, hayat enerjisi) ve qi’nin aktığı kanallar (meridyenler) ve akupunktur
noktalarının tam yerleri tanımlandı.
Bundan sonra akupunktur gelişmeye ve gezginler tarafından dünyaya
yayılmaya başladı.20. yüzyılın başlarında batı tıbbının Çin’de yayılmaya
başlamasıyla akupunktur geri plana
düştü ve hatta yasaklandı.1949 yılında kominist hükümetin kurulmasıyla
akupunktur tekrar desteklenmeye
başlandı, bütün Çin ‘de akupunktur
araştırma ve uygulama enstitüleri
kuruldu.1971’de Nixon’ un Çin’i ziyareti sırasında apandisit krizi geçiren
bir gazeteciye akupunkturla müdahale edilmesi dönüm noktası oldu.
Gazeteci bu tecribesini New York
Times’da yayınlayınca batı dünyasında akupunkturun yaygınlaşmasının
yolu açıldı. Son olarak 1997 yılında
Akupunktur çok ince iğnelerin vücut
üzerindeki belirli akupunktur noktalarına batırılarak terapötik etkinin
elde edilmesi yöntemidir. Tarihçe de
anlatıldığı gibi dünyadaki en eski ve
en yaygın kullanılan tıp yöntemidir
ve halen de gelişmeye devam etmektedir. Geleneksel Çin tıbbına göre
vücutta etkili olan iki kuvvet vardır;
yin ve yang.Bu iki kuvvetin etkileşimi qi’yi oluşturur. Yang gündüzü,
güneşi, sıcaklığı, uyanık ve aktıf olma
niteliklerini yansıtır. Yin ise geceyi,
ayı, soğuğu, uykuyu ve pasif olmanın
niteliklerini simgelemektedir. Sabaha karşı vücudun güne hazırlanması
için yang yükselmeye başlar. Akşama
doğru dinlenmeye geçileceği zaman
yang azalıp yin artmaya başlar. Yin
ve yangı vücudun sempatik ve parasempatik fonksiyonları ile eşleştirebiliriz. Sempatik sistem (yang) kalp
atışlarını hızlandırırken parasempatik
sistem (yin) kalp atış hızını düşürür.
Sonuçta bu iki kuvvet dengede olduğu zaman vücut dengede ve iyidir.
Ama qi akışı bozulduğunda hastalıklar ortaya çıkar. Akupunkturun amacı
kanallar üzerindeki noktalara iğne
batırılarak qi akışını tekrar düzene
sokmaktır. Batı tıbbı yönünden değerlendirildiğinde ise akupunkturun
etkisi endorfin- enkefalin sistemi ve
kapı kontrol teorileri ile açıklanmaktadır. Son yıllarda yapılan fonksiyonel MR çalışmaları akupunkturun
etki mekanizması konusunda çok
yardımcı olmaktadır. Örneğin Duisburg Essen Tıp Fakültesi Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Departmanında
yapılan bir araştırmada akupunktur
yapıldığında beyinde ağrı duyusunu
Dr. Setenay MİT
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
algılayan alanlarda aktivite azalması
gözlenmiştir.
Yapılan çalışmalara rağmen akupunkturun bazı etki mekanizmaları
halen tam olarak gösterilememiştir.
Teknolojinin gelişmesi ve araştırmaların artması ile önümüzdeki yıllarda
akupunktur ile ilgili mekanizmalar ve
etkinliği daha da belirginleşecektir.
Akupunkturun etkileri
1.Analjezik Etki
2.Homeostatik Etki: Otonom sinir
sistemi iç organların çalışmalarını
sürekli ve otomatik olarak kontrol
eder. Homeostasi iç şartların sabit
şekilde muhafazası demektir. Homeostazis vücudun sempatik ve
parasempatik sisteminin dengeli
çalışması ile olmaktadır. Çinde bu
etkiden yaralanmak için hiçbir hastalığı olmaksızın insanlar senede birkaç kez akupunktur yaptırırlar.
3.İmmüniteyi Artırıcı Etki: Akupunktur hastalıklara karşı vücudun
direncini artırır. Lökositlerin sayılarında, opsoninlerin, kininlerin ve antikorların ise seviyelerinde değişiklik
yapar. Yılda 2-5 seans uygulanması
grip aşısı olmuş gibi bir etki yaratır.
4.Sedatif Etki: EEG ‘de delta ve teta
dalgaları azalır. Bu yüzden uyku bozukluklarının tedavisinde kullanılır. Seans sırasında uykuya
sıklıkla rastlanır. Tedavi sonucu kişiler kendilerini dinlenmiş ve stresten arınmış
hissederler. Bu özelliğinden
dolayı akupunktur epilepsi, ilaç bağımlılığı, fobiler,
davranış bozuklukları, anksiyete tedavilerinde kullanılır.
Akupunkturun sakinleştirici
ve yatıştırıcı etkisi vardır. Bu
etki dopamin, gibi beyindeki
bazı kimyasalların değişmesi
sonucudur. Sempatoadrenal sistemin hiperaktivasyonu ile oluştuğuna
inanılan anksiyete, endorfinler ile giderilebilir. Dopamin salgılatılarak da
birçok psikolojik rahatsızlık tedavi
edilebilmektedir.
Akupunktur tedavisinin eklenmesi
ile sağlık durumunda genel iyileşmeler gözlenmiştir. Örneğin, 762 hastanın olduğu bir çalışmada akupunktur
uygulanması ile 8 değerlendirme ölçütünden 7 sinde iyileşme gözlenmiştir. (Genel sağlık, Vücut ağrısı,
Canlılık, Sosyal işlevsellik, Zihinsel
sağlık, Fiziksel ve Ruhsal yeterlilik)
Akupunktur Acıtır mı?
Akupunktur anındaki etkiler objektif
ve sübjektiftir. Sübjektif etkilerin başında iğneleme anında duyulan hafif
acı gelir. Diğer sübjektif his Çinlilerin
DE-Qİ dedikleri uyuşukluk, ağırlık,
ağrı ve gerilim tarzı tuhaf bir histir.
Başarılı bir analjezi elde etmek için
DE-Qİ denilen bu hissi hastanın algılaması gerekir.
Yan etkileri nelerdir?
Akupunktur eğitimli hekimler tarafından yapıldığında yan etkisi son
derece az bir tedavi yöntemidir. Es-
kiden karşılaşılan enfeksiyon riski tek
kullanımlık iğnelerin kullanıma girmesiyle ortadan kalkmıştır. Bir diğer
sık karşılaşılabilecek komplikasyon
hipotansiyondur. Bu risk de hasta
tedavi sırasında yatırılarak elimine
edilir. Bizim klinikte en fazla karşılaştığımız komplikasyon iğne yerinde
kanama ve morarma olmasıdır. Ancak bu durumda nokta uyarılmaya
devam ettiği için bizim hoşumuza
giden bir komplikasyondur ve hasta
açısından herhangi bir riski yoktur.
Kimler uygulayabilir?
Akupunktur
uygulama
yetkisi
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından hekimlere verilmiştir. 2002
yılından beri Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde düzenli olarak Sağlık
Bakanlığı’nın verdiği yetkiyle Akupunktur Sertifika Eğitim Programları
düzenlenmektedir.
Son Söz
Akupunktur bilimsel, ilaçlarla görülen yan etkilere sahip olmayan, basit,
emniyetli ve ekonomik bir yöntemdir. Akupunktur noktasının varlığı
somuttur. Bu noktaların uyarılması
sonucu ortaya çıkan sonuçlar tekrar-
Dr. Setenay Mit
lanabilir, ölçülebilir ve sorgulanabilir.
Akupunktur, bütüncül bir yaklaşımla
modern tıbba, insanın parçaların tek
tek toplamından oluşmadığını, her
parçasının bütün içerisinde birbiri ile
ilişkili olduklarını ve tedavide mühim
olanın bütünlüğün muhafaza edilmesi olduğunu hatırlatmaktadır.
Akupunktur yanlış bir anlayışla mevcut tıbbın rakibi, alternatifi olarak görülmüştür. Oysa akupunktur mevcut
tıbbın rakibi değil onun tamamlayıcısıdır. Akupunkturda hedef hastada
bozulan dengeyi tekrar kurmaktır.
Bu yüzden hastanın geliş şikâyetini
takip eden hekimle işbirliği yaparak
medikal tedaviyi düzenlemek, gerekirse ilaçlarını azaltmak veya
değiştirmek en doğrusu
olacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
67
analiz
HER KANAMA HEMOROİD MİDİR?
Prof. Dr. Ayhan KUZU
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Makattan kan gelmesi birçok nedenle olabilir. Bunun en sık görülen
nedeni basur hastalığı veya makatta
çatlak hastalığıdır (anal fissür). Bundan başka kalın bağırsak içinde bulunan bazı hastalıklar, polip, divertiküller hastalık, iltihabi bağırsak hastalığı,
kabızlık sonucu tahriş, kötü tuvalet
alışkanlığı, bağırsak kanseri vs makattan kan gelmesine neden olabilir.
Hemoroid nedir?
Normalde doğan her canlıda kalın
bağırsağın dışarı açılan en son kısmında damar ağları mevcuttur. Makat bölgesinde (anüs) ve kalın bağırsağın en son bölümünde bulunan
ve hemoroidal damarlar denilen bu
damar ağlarının vücudumuzda çok
önemli görevleri vardır. Normalde bu
damar ağlarında biriken kan makatın
(anüsün) tam kapanmasını sağlar.
Böylelikle hemoroidal damarlar, kişi
makatını kapatmak için istemli olarak
makatını kapatan kasları sıkmadığı
halde dışkılama kontrolünün sağlanmasına yardımcı olur. Yine aynı etkiyle bu damar ağı, dinlenme ve uyku
halinde makatı (anüsü) tam kapatarak dışkının iç çamaşırımızı kirletmesine engel olur.
Bazı kişilerde makat (anüs) ve kalın
bağırsağın son bölümü (rektum) çevresinde bulunan hemoroidal damarlar aşırı derecede genişler ve makattan dışarıya taşarlar. Örneğin kabızlık
şikayeti olan bireylerde dışkı sertleşir
ve dışkılama işlevi zorlaşır. Birey bu
68
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
sert dışkıyı boşaltmak için aşırı ıkınma gereği duyar ve zorlanır. Bu sırada
makat (Anüs) kanalını örten tabaka
ve damarlar zedelenir. Bu da damarlarda genişleme ve şişmeye neden
olur. Damarlardaki bu genişleme ve
şişmeye hemoroidal hastalık - basur
hastalığı ya da kısaca hemoroid (mayasıl hastalığı) denir.
Her doğan canlıda makat bölgesinin iç ve dış kısmında bulunan hemoroidal damarlardan hangisinin
hastalandığı önemlidir. Eğer sadece
makatın iç kısmındakiler hastalandı
ise buna iç (internal) hemoroidal hastalık (iç basür hastalığı) denir. Sadece
makatın dış tarafındaki hemoroidal
damarlarda hastalık oldu ise buna dış
(eksternal) hemoroidal hastalık denir.
Kimlerde ve neden görülür?
Genellikle toplumdaki 30 yaş üstü
bireylerin yarısından fazlasında hayatlarının herhangi bir döneminde
basur (Hemoroidal Hastalık) ile ilgili
yakınmalar görülür.
Kesin neden-sonuç ilişkisi tam olarak
bilinmemekle birlikte insanın, diğer
canlılardan farklı olarak ayakta dik
durmasının, makattaki toplardamarlara (Anüsteki Venlere) büyük bir basınç ve hacimde kan dolmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bu da
hastalığın gelişmesini kolaylaştıran
bir etkendir. Hemoroidal hastalığın
önemli diğer bir nedeni, beslenme
alışkanlığıdır. Batı toplumunda 20.
yüzyıldan itibaren endüstrinin gelişmesiyle beslenme alışkanlığı da
değişmiştir. Sonuçta diyetteki lifli
(Posalı) yiyecekler azalmıştır. Oysa
vücutta sindirilemeyen lifler, 30 katı
kadar su çekmekte ve dışkının yu-
muşak, şekilli olmasını sağlamaktadırlar. Böylece, kolay, zorlamadan
ve ıkınmadan dışkılama yapılabilir.
Aksi takdirde ıkınma ve zorlama bu
bölgedeki basıncı daha da artırır. Bunun sonucunda hemoroidal hastalık
gelişebilir.
Çoğu insan, hemoroidi olmasına
rağmen dışkılama alışkanlıklarını
değiştirmemektedir. Dışkılama alışkanlığının düzenli olmaması veya
dışkılamanın istemli olarak ertelenmesi gibi yanlış alışkanlıklar, dışkının
sertleşmesine neden olur. Dışkılama
sırasında ıkınma ve tuvalette uzun
zaman beklenmesi, hemoroidal damarlarındaki genişlemeyi arttırır. Katı
ve sert olan dışkının makattan geçmesi sırasında bu damarlarda hasar
oluşur. Bu nedenle de ağrı ve bazen
de kanama meydana gelir.
Dışkılama alışkanlığını düzenlemede diğer önemli bir etken de içilen
su miktarıdır. Su alımını kısıtlayan
herhangi bir hastalık olmadığı müddetçe normalde günde en az 8-10
bardak su içilmesi gereklidir. Az
miktarda su içmek kabızlığa neden
olabilir. Kabızlık da ıkınmaya neden
olacağı için hemoroide ait şikâyetler
artabilir.
• Yaş
• Kronik (Uzun Süreli) Kabızlık veya
ishal
• Hamilelik
• Genetik nedenler (Kalıtsal)
• Dışkılamayı kolaylaştıran ilaçların
(Laksatiflerin ve Lavmanların) sık
kullanımı
• Dışkılamak için zorlu ve uzun süreli ıkınmalar
• Tuvalette uzun zaman oturulması
(Gazete, Kitap Okunması, vb)
lişi güzel tedavi yöntemleri ile zaman
kaydedilmeden ayırıcı tanı ve tedavi
için bir uzman görüşü almak gerekir.
Gereken her vakada;
• Ağır yük kaldırılması
• Hastalığın şiddetlenmesine neden • Kolonoskopi /sigmoidoskopi
olan besin maddelerinin tüketilmesi (Alkol, Baharatlı Yiyecekler)
• Kalın bağırsak filmi
Nedeni ne olursa olsun bu damar
ağlarını (Makat Kanalındaki Toplardamarları) destekleyen dokular gerilir ve sonuçta bu damarlar genişler,
çevre destek dokusu ve duvarları incelir ve kanama meydana gelir. Eğer
gerginlik artar, basınç devam ederse
incelmiş olan bu damarlar makattan
dışarı çıkarlar.
Her kanama hemoroid midir?
Farkı nasıl anlaşılır?
Makattan kan gelmesi (dışkıda kan)
birçok nedenle olabilir. Bunun en sık
görülen nedeni basür hastalığı veya
makatta çatlak hastalığıdır (anal fissür) Bundan başka kalın bağırsak
içinde bulunan bazı hastalıklar (polip, divertiküller hastalık, iltihabi bağırsak hastalığı, kabızlık sonucu tahriş, kötü tuvalet alışkanlığı, bağırsak
kanseri vs vs) makattan kan gelmesine neden olabilir. Hastalar sıklıkla
dışkıda kan gelmesi (makattan kan
gelmesi) şikâyetini ihmal ederler. Ge-
Görüntüleme yöntemleri ve diğer
teşhis yöntemleri uygulanabilir.
Hemoroid’den korunmak için neler
yapmak gerekir?
• Kabızlığın önlenmesi için gerekli
tedbirleri almak
• Bol miktarda posalı gıda tüketmek
• Bol su içmek (Günde 8 -10 Bardak)
• Dışkılama ihtiyacı hissedildiğinde,
ertelemeden dışkılamak (Ertelenmesi dışkının daha da sertleşmesine ve dolayısı ile daha çok ıkınmaya neden olabilir.)
• Tuvalette
çok zaman harcamamak (Uzun süre oturma ve ıkınma,
şikâyetleri arttırır.)
• Düzenli fiziksel aktivite yapmak
• Tuvalet sonrası anal bölge (Makat)
temizliğine ve nemli ıslak kalmamasına dikkat etmek (Aşırı temizleme bu bölgedeki deriyi tahriş
eder.)
Tedavi yöntemleri nelerdir?
Öncelikle hangi hemoroidal hastalığın olduğunun belirlenmesi gerekir.
İç ve dış hemoroidal hastalığın tedavi
yaklaşımları farklıdır. Bu nedenle ayırıcı tanı önemlidir.
İç ve dış hemoroidal hastalıkta en
önemli tedavi basamağı koruyucu
tedbirlerin alınmasıdır. Bol su içilmesi, dışkılama alışkanlığının düzenlenmesi, hijyenik tedbirler, sağlıklı gıda
tüketilmesi önemlidir.
İç hemoroidal hastalıkta hastalığın
şiddetine göre tedavi planlanmalıdır. Hafif şiddete hastalıkta günübirlik poliklinik şartlarında lastik band
ligasyon, infrared fotokoagulasyon
veya skleroterapi kullanılabilir. İleri
şiddete tedavi için ameliyat gerekebilir. Buna ek olarak teknolojik imkanların gelişmesi ile özel cihazlar kullanılarak daha konforlu tedavi yöntemleri
de mevcuttur. Bunlardan bazıları
stapler hemoroidektomi, laser hemoroidektomi, HAL – Doppler yaklaşımlı
hemoroid cerrahisi sayılabilir.
Dış hemoroid hastalığın en önemli
sorunu hemoroid damarları içinde
pıhtı gelişmesidir. Tromboze hemoroid denilen bu hastalıkta içinde pıhtı
gelişen hemoroid pakesi ameliyat ile
alınabilir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
69
sağlığımıziçin
KATARAKT NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Yrd. Doç. Dr. Murat MORAY
Katarakt, göz içindeki lensin saydamlığını kaybederek opak bir görünüm
alması, göz merceğinin yoğunlaşmasıdır.
Göz, kameraya benzeyen optik bir
sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntülerin görme merkezine net olarak ulaşabilmesi için, önce gözün en
dış saydam tabakası olan korneada,
sonra gözün içindeki lens tabakasında kırılması gerekir. Normal şartlarda
bu iki tabaka da saydam yapıdadır.
Göz merceğinin yoğunlaşması görüntüyü bulanıklaştırır.
Türleri
Birçok tipi olmakla birlikte, kataraktlar genel olarak 3 ana grup altında
incelenebilirler:
• Yaşa bağlı kataraktlar
• Doğumsal kataraktlar
• İkincil kataraktlar: Bazı
ilaçların
uzun süreli kullanımı (kortizon
gibi), darbeler, metobolik hastalıklar (diyabet gibi) sonucunda oluşanlardır.
Ortaya çıkışı
Katarakt en sık yaşa bağlı olarak ortaya çıkar. Bilinen bir sebebi olmamakla birlikte beslenme, ultraviyole
70
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
ışınları gibi birçok risk faktörü bulunmaktadır. Lensin opaklaşmasının durumuna göre hastalar önceleri uzak
ya da yakın görme bozukluğundan
şikâyet ederler. Opaklaşma arttıkça
hem uzak hem de yakın görmeler
hastanın sosyal yaşantısını rahatsız
edecek şekilde azalır.
Tedavisi
Kataraktın ilaçla veya gözlükle tedavisi mümkün değildir. İlerlemesini
de durdurabilecek etkili bir yöntem
bulunabilmiş değildir. Tek tedavisi
ameliyattır. Ameliyat, şeffaflığını kaybetmiş olan göz merceğinin alınıp
yerine yeni bir göz merceğinin yerleştirilmesi sistemine dayanmaktadır.
Katarakt tedavisinin en güncel olan
ameliyat sistemi FAKO (Fakoemülsifikasyon) cerrahisi ve Femto saniye
ile yapılan bıçaksız tabir edilen cerrahidir. FEMTO saniye yöntemi son
yıllarda popülerlik kazanmış ve uygulama yönünden gittikçe gelişen
ve de gelişime açık bir yöntemdir.
Adı üzerinde FEMTOsecond katarakt
cerrahisinde bıçak kullanmadan laser ışınları sayesinde gözde belli giriş yerleri açılır, kapsül kesisi ve lens
fragmantasyonu tamamlanır, ardından tüm parçalar emilerek lens göz
içine yerleştirilir.
Fako cihazı, saniyede 40.000 defa
titreşen ses dalgaları yardımıyla kataraktı göz içerisinde eritir. Böylece
katarakt temizlendikten sonra, katlanabilir ve akrilik maddeden üretilmiş
mercek göz içerisine yerleştirilir.
Femto saniye ile yapılan ameliyatta
ise Fako cihazı sayesinde göz içerisine çok küçük bir bölgeden girilerek
ameliyat tamamlanmaktadır. Her türlü katarakta uygulanabilmektedir. İşlem süresini kısalmakta ve ameliyatın
emniyeti artmaktadır.
Gözümüzün içinde saydam bir lens
vardır. Bu lensin saydamlığını kaybedip, bir perde gibi görmeyi engellemesine katarakt diyoruz. Katarakt,
65-74 yaşlar arası kişilerin %50’sinde,
75 yaştan sonra %70’inde görülür.
Katarakt, sadece yaşlılarda görülmez.
Bebeklerde de doğuştan katarakt
izlenebilir. Kortizon kullanımı, şeker
hastalığı ve kazalar yüzünden daha
genç yaşlarda da katarakt gelişebilir.
Yrd. Doç. Dr. Murat MORAY
Kataraktın Nedeni
Yaşa bağlı katarakt gelişiminde pek
çok etkenin rolü olduğu düşünülmektedir. Lens yaşlandıkça, ağırlığı
ve kalınlığı artar; lens çekirdeği sıkışır ve sertleşir. “Kristalin” ismi verilen
lens proteinleri kimyasal bir değişim
geçirir, bunun sonucunda lensin saydamlığı azalır.
Kataraktın Belirtileri
• Görmede azalma
• Işıklarda dağılma-saçılma
• Miyopi (belli tip kataraktlarda ya-
kın gözlüğüne ihtiyaç duymadan
okuma)
malzemelerden yapılır. Bu malzemelerin hepsinin ortak özelliği vücut
dokularıyla uyumlu olmalarıdır. Göz
içi lenslerin ultraviyoleyi süzen ve çok
odaklı olanları vardır. Standart lenslerle yakını görmek için yakın gözlüğü gereklidir, çok odaklı lenslerle ise
100 kişiden 70’inde yakın gözlüğü
takmaya gerek kalmamaktadır.
Göz içi lenslerinin çeşitli tipleri vardır:
Göz bebeğinin önüne konan lensler
(ön kamara lensleri)
Göz bebeğinin arkasına konan lensler:
• Dikişsiz lensler (kapsül içi lensler,
sulkus lensleri)
• Renk tonlarını ayırdetmede zorluk • Dikişle tutturulan lensler (skleral
fiksasyonlu lensler)
• Çift görme
Kataraktın Tanısı
Tanı için öncelikle görme keskinliği
tespit edilir, daha sonra riyomikroskop denen muayene aleti ile kataraktın tipi tespit edilir ve göz bebekleri
genişletilerek gözün sinir tabakası
olan retina incelenir.
Katarakt çok yoğun ise retina izlenemez, bu takdirde B-scan denen ultrason incelemesi ile gözün arka kısımlarında ek bir problem olup olmadığı
belirlenir.
Korneanın (gözün en öndeki saydam
tabakası) hücre sayımı yapılır. Bu sayıma “speküler mikroskopi” denir.
Katarakt ameliyatı sonrasında kalıcı
kornea ödemi riski olup olmadığı bu
hücre sayımı neticesinde önceden
belirlenir.
Kataraktın Tedavisi
Kataraktın ilaçla veya göz damlası ile
tedavisi yoktur. Tek tedavi şekli cerrahidir. Günümüzde katarakt ameliyatı,
“fakoemülsifikasyon” denen teknikle
yapılmaktadır. Fakoemülsifikasyon;
ultrason enerjisi ile kataraktlı lensin
parçalanıp, emildiği bir tekniktir.
Katarakt Ameliyatında Göze Konan Yapay
Lenslerin Çeşitleri
Göz içi lensler polimetil metakrilat,
akrilik, silikon, kolamer gibi çeşitli
Göz içi lensleri çeşitli çap ve numaradadır. Çaplar lensin gözün hangi
bölümüne konacağına göre değişir.
Gözün içine konan lensin hangi numarada olması gerektiği ise ameliyat
öncesi yapılan ölçümlerle tespit edilir. Ameliyat sonrasında uzak gözlüğü
takılıp takılmayacağını belirleyen en
önemli faktör budur.
Göz içi lensler ömür boyu gözde kalırlar. Lenslerin kalitesi, tasarımı ve
yapıldığı malzeme; görme kalitesini
etkiler. Lenslerin kenarlarının tasarım
özellikleri, ameliyattan sonra gelişen,
“arka kapsül kesafeti” (lens kapsülünün saydamlığını yitirmesi) ile de
ilişkilidir. Kimi lenslerle bu saydamlık kaybı daha az olmaktadır. Üretim
parametreleri Avrupa’da CE, Amerika
Birleşik Devletleri’nde FDA onayı ile
kontrol edilir. Göz içine konan merceklerin bu onay belgelerinden en az
birini taşımaları gerekir.
Ameliyat Sonrası Bakım
Ameliyat sonrası hastanede kalınmaz. Ameliyatın ertesi günü göz
kontrolü yapılır. Reçete edilen göz
damlalarının düzenli kullanılması
gerekir. Göz damlaları uyanık olunan
süre içerisinde ve alt göz kapağı aşağı çekilerek uygulanır.
İlk 1 hafta gözün üstüne yatılmamalı
ve göze su ve sabun kaçırmamalıdır.
Saçlar, kuafördeki gibi baş geriye eği-
lerek yıkanmalı. Göz çevresinde krem,
makyaj malzemesi kullanılmamalı.
Dışarıda güneş gözlüğü veya varsa
numaralı gözlükler takılmalı (ameliyat olunan tarafta gözlük camını numarasız camla değiştirerek). Yürüyüş
yapılabilir. Yüzmek, ağırlık kaldırmak,
secdeye varmak sakıncalıdır.
2. haftadan itibaren günlük yaşantıya geri dönülür. Ancak hiç bir zaman
gözler şiddetli ovalanmamalı.
Katarakt Cerrahisi Sonrası Gözlük
Kullanımı
Operasyondan 1 ay sonra gözlük muayenesi yapılır. Uzak görüş için ince
bir gözlük gerekebilir. Yakın görüş
(okuma, vb) içinse gözlük şarttır.
Göz içine multifokal (çok odaklı) yapay lenslerin konması halinde ise,
yakın ve uzak mesafeleri gözlüksüz
görmek, ameliyat olanların %70’inde
mümkün olabilmektedir.
Katarakt Cerrahisi Sonrası Göz Kontrolleri
Ameliyatın ertesi günü, 1 ay sonra ve
6 ay sonra rutin göz kontrolleri yapılır. Altıncı ay muayenesinde, yapay
lensin içine konduğu kapsülün saydamlığını yitirip yitirmediğine, yani
“arka kapsül kesafeti” olup olmadığına bakılır. Bu kesafet, operasyondan
sonraki 3 ay ile 4 yıllık süre arasında
gelişebilir. Arka kapsül kesafeti olduğunda, yag-lazerle saydamlığını yitirmiş kesenin merkezi delinerek, merkezi alandaki perde etkisi ortadan
kaldırılır. Arka kapsül kesafeti yüzünden yag-lazer uygulaması katarakt
cerrahisi geçirenlerin % 10-15’inde
gerekli olmaktadır.
Katarakt ameliyatı olmuş kişilerin
ömür boyu yılda 1 kez göz muayenesi olması önemlidir.
KAYNAKLAR
• Eye Vis (Lond). 2015 Jun 30;2:11.Femtosecond laser cataract surgery.
Nagy ZZ1, McAlinden C2.
•
J Cataract Refract Surg. 2015 Sep; 41(9):18338. doi: 10.1016/j.jcrs.2015.10.040.
Femtosecond laser-assisted compared with
standard cataract surgery for removal of
advanced cataracts.
Hatch KM1, Schultz T2, Talamo JH2, Dick HB2.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
71
gezelimgörelim
AHISKA’YI DÜŞÜNÜYORUM
GÖZLERİM KAPALI
Doç. Dr. Seyhan AHISKA
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi
Biyoloji Bölümü
Çocukluğumda ‘Ahıska Türkleriyiz,
Ahıska’dan gelmiş dedelerimiz’ dendiğinde hemen ağabeylerimin ortaokulda edindiği bizim isim, şehir,
nehir, bitki, hayvan, eşya adlı çocuk
oyunu oynarken hızlıca şehir ve nehir
aradığımız resimli Dünya Atlasını alır
bakardım Ahıska’ya. Ne kadar uzaktaydı taa Rusya’nın orada… Bırakın
gitmeyi düşünmesi bile uzak bir yerdi…
Üniversite yıllarımda öğrendim
ki; Ahıska, Güneybatı Kafkasya’da,
Gürcistan sınırları içinde yer alan,
Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden bir bölgenin merkezinde bir şehir. Bu şehrin
çevresinde Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi
72
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
önemli kaza ve kasabalar bulunmakta. Bir zamanlar bu kasabalara bağlı
iki yüzden fazla köyde Müslüman
Türk ahali yaşamaktaydı. Ve bir gün
evet bir gün, hatta bir gece bu halk,
Sovyet diktatörü Stalin tarafından
15 Kasım 1944 de kara trenlerin hayvan vagonlarında insanlıktan uzak
topyekûn sürgüne tabi tutularak
Orta Asya ülkelerine gönderildi. Ahıska Türkleri o gün bu gündür sürgünde. Yüreğime bir ateş düşmüştü sanki
sürgüne ben uğramıştım… Gün gelirde gidebilir miyim ki oralara… Ata
topraklarına…
Ve gün geldi, gittim oralara… Ata
topraklarına…
Ahıska; etrafı dağlar ve tepelerle çevrili, şehrin doğusundan kuzeye doğru uzanan ormanlık Suram Dağları,
Azgur kasabası doğusunda, Kür ırmağı ve demiryolunun geçtiği Taşkapı Geçidi ile tarihî ve tabiî güzellikleri
olan şirin tertemiz bir şehir. (Eskiden
bu geçidin doğusu Gürcistan, batısı
Türkiye sayılırmış). Ahıska bölgesinin en önemli akarsuyu ise Ardahan
Suyu (Kür Nehri). Bu ırmak, Posof,
Koblıyan, Paravan ve Uravel çayları
gibi irili ufaklı dereleri de alarak Hazar
Denizi’ne dökülüyor.
Türkiye sınırına 15 km mesafede
olan Ahıska’ya giderken asla başka
bir ülkeye geçtiğinizi düşünmüyorsunuz. Tertemiz dağ havasıyla sanki
Akdeniz iklimindesiniz. Havasını içinize çektiğinizde yıkanmış tertemiz
bir fanilayı üzerinize giymiş gibi hissediyorsunuz. Ahıska’nın ilçelerine
giderken karayolu boyunca bizimle
beraber giden sarı borular dikkatimi
çekti. Sorduğumda doğalgaz boruları dediler… Anladım temiz fanilanın
sırrını..
Geçtiğimiz yol boyu Karadeniz’in
yeşillerinden yeşillenmiş nefis çam
ormanları… Bu güzellikleri seyrederken Posoflu Âşık Fakirî’nin şu dörtlüğü hep aklımda tekrarlandı;
Ahıska gül idi gitti
Bir ehli dil idi gitti
Söyleyin Sultan Mahmud’a
İstanbul kilidi gitti.
Ahıska, Kafkasya’dan Anadolu ve
Akdeniz’e giden yolun geçtiği çok
önemli bir stratejik nokta olmanın
yanında tarihî eserleri ve kaplıcalarıyla da ünlü bir şehir. Ahıska’da Kıpçak
Atabekleri ailesine mensup Osmanlı
paşaları tarafından yaptırılan ve bu-
gün de ayakta duran Türk mimarlığının şaheseri sayılan Ahmediye Camii,
bilhassa görülmesi gereken yerlerin
başındadır.
Ahıska’yı bir dağ yoluyla kuzeydeki
tarihî Kutayıs şehrine bağlayan yolun
geçtiği ormanlık boğazlarda yer alan
Abastuban kasabası, Rus çarlarının
da gelip kaldığı sayfiye yeridir. Buradaki kaplıcalarda çar tarafından yaptırılan saray bugün de ayaktadır.
Ahıska’nın bir zamanlar şenlikli olan
yaylaları ve mümbit toprakları var.
İklimin de yumuşak olmasından dolayı her türlü tahıl, meyve ve sebze
yetişmektedir. Ne var ki 1944 sürgünü buranın tarihî halkını çok uzaklara
atmış, bölge canlılığını kaybetmiştir.
Umulur ki vatana dönüş mücadelesi
veren Türk halkı buraya gelsin ve eskiden olduğu gibi canlı ve güzel bir
hayat yeniden başlasın.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
73
film
TIPLA İLİŞKİLİ EN İYİ 10 FİLM
Yrd. Doç. Dr. Mahir GÜLCAN
1. One Flew Over the Cuckoo’s Nest
(Guguk kuşu)
1975 ABD yapımı dramatik bir film olan Guguk Kuşu’nun yönetmen koltuğunda Milos Forman oturuyor. 1962’de Ken Kesey tarafından yazılan aynı
isimli romandan sinemaya uyarlanan film, 1993 yılında Amerika Birleşik
Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak
önemli” filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Film, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak
gösteriliyor.
Jack Nickolson’ın adeta oyunculukta destan yazdığı, muhteşem bir senaryoya sahip bir sinema klasiği Guguk Kuşu’nda, tutuklu olduğu cezaevinden
kurtulmak için deli taklidi yapan Randle P. McMurphy adlı kişinin dramını başarıyla beyazperde’ye aktaran aktör, gerçekten üstün bir performans
sergiliyor. Film, aykırı bir mahkûmun garip tavırlarının cezaevi otoritesinin
gözüne batmaya başlayınca bir süre sonra teşhis için akıl hastanesine gönderilmesi ve ruh sağlığının bozuk olduğuna kanaat getirlmesi ile başlıyor.
Artık yeni meskeni akıl khastanesi olan Randle, hastanede de kurumun kurallarına uymaması ve arkadaşları ile olan ilişkileri ile dikkatleri üzerine çeker. Kısa süre içinde soğuk tavırlı, suratsız, otoriter bir görevli olan hemşire
Ratched, Randle’ı yakın takibe alır ve her hareketini izlemeye başlar. Rathced ve Randle gibi birbirlerine son derece
zıt iki karakterin arasındaki gerilim Randle’ın yakın arkadaşları için planladığı çeşitli faaliyetlerle onların iyileşmesine
yardımcı olmaya başlamasıyla daha da artacaktır.
1976 yılında 9 dalda Oscar’a aday gösterilen film, En iyi erkek oyuncu Jack Nicholson, en iyi kadın oyuncu Louise Fletcher, en iyi yönetmen Milos Forman, en iyi film ve en iyi uyarlama dallarında Oscar almış, en iyi müzik, en iyi yardımcı
erkek oyuncu Brad Dourif, en iyi görüntü, en iyi kurgu dallarında ise Oscar’a aday olmuştur.
2. Something the lord made (Tanrıyı oynayanlar)
Gerçek bir hikâyeden beyazperdeye aktarılan Tanrıyı Oynayanlar’da,
Dr. Alfred Blalock (Alan Rickman) ve asistanı Vivien Thomas (Mos Def )
arasında geçen bir ilişki anlatılıyor. Vivien Thomas, üstün bir yeteneğe
sahip olmasına rağmen, ırk ayrımından dolayı kaybolup gitmemek
için büyük çaba harcayan zenci bir doktor adayıdır. Ancak üniversite
için biriktirdiği parayı yatırdığı banka iflas edince işi iyice zorlaşır.
Büyük Buhran sırasında başlayan, cerrah Alfred Blalock ile siyahi asistanı Vivien Thomas’ın 34 yıllık ortaklıklarının hikayesi. İlk başta hademe olarak işe alınan Thomas, el becerisi ve kardiyolojiye duyduğu ilgi
sayesinde Cerrah Blaloc’un araştırmalarının önemli bir parçası haline
geliyor. Ancak dönemin ırkçı yaklaşımı Thomas’ı oldukça zorluyor. Kapalı kapılar ardında sorunsuz yürüyen bu ortaklık ilişkisi, beyazların
hüküm sürdüğü kapıların ardında tam bir mücadeleye dönüşüyor.
Yönetmenliğini Joseph Sargent’in yaptığı 20014 yılı ABD yapımı filmin başrollerini Alan Rickman ve Mos Def paylaşıyor.
74
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
3. Akahige (Kızıl sakal)
Efsane Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın 1965 yapımı olan ve Toshirô
Mifune, Yûzô Kayama ve Tsutomu Yamazak’nin boşrollerde yeraldığı Kızıl
Sakal, 19. yüzyilda Tokyo’da genç doktor Noboru Yasumoto’nun yaz için lisansüstü tıp eğitimi yapmak üzere bir kırsal kliniğe gelmesi ve Akahige’nin
rehberliği altinda eğitemine başlaması ile başlıyor ve Dr. Niide bir zalim gibi
görünse de gerçekte şefkatli bir insan olduğu zamanla anlaşılıyor.
Filmin hikâyesi, Yasumoto adlı genç bir doktorun halk kliniğine gönderilmesiyle başlıyor. Yasumoto bu kliniğe gönderiliş amacının farklı olduğunu
kliniğe gittikten sonra anlayacaktır. Yasalar artık onu bu kliniğe bağlamıştır.
Hastaları iyileştirme çabasına düşen Yasumoto, kliniğin başhekiminin disiplini, sert tutumu ve eğitmenliğinde zaman içinde hayata bakışı değişecek,
olgun ve idealist bir doktor olacaktır. İnsanlara yardım etmek için işletilen
bir hastahanede çalışan Dr. Niide sert ama şerefli bir doktordur. Okuldan
yeni mezun olan Yasumoto çalışmak için yanına gönderildiği bu adamın hiç
de göründüğü gibi bir olmadığını keşfedecektir.
‘Kızıl Sakal’ Kurosawa’nın hem son siyah beyaz filmi, hem de Toshirô Mifune
ile çalıştığı son filmi.
4. Sicko (Hasta)
ABD’deki sağlık sistemini eleştiren (İngilizcede sick (hasta) sözcüğünden türetilmiş argo bir sözcük olan “Sicko”,
“tehlikeli akıl hastası”, “sapık” anlamında kullanılmaktadır),
2007 ABD yapımı belgesel bir film olan Hasta, Michael
Moore’un yazıp yönettiği, aynı zamanda oynayıp yapımcılığını da üstlendiği bağımsız bir filmdir.
Daha önce de Bowling for Columbine belgeseli ile şiddetin Amerikan kültüründeki etkilerine, Fahrenheit 9/11
belgeseli ile de İkiz Kuleler’e yapılan terörist saldırılara
farklı bir bakış açısı getiren Oscar ödüllü yönetmen, eylem
adamı Michael Moore bu belgesel filminde de dikkatleri
ABD’deki sağlık sisteminin olumsuz yönlerine çekmektedir. ABD’deki sağlık sigorta şirketlerinin acımasızca sigortalıları istismar etmeleri, sadece kâr peşinde koşan ilaç
şirketleri, şirketlerden para alan siyasetçilerin şirketlerin
çıkarları doğrultusunda kararlar almaları gibi konulara
değinen ve bunu yaparken sıklıkla belgeleri ve rakamları
ortaya döken Moore ayrıca ABD’deki sağlık sistemini İngiltere, Kanada, Fransa ve Küba’da uygulanan kâr amacına
dayanmayan sosyal sağlık sistemleri ile kıyaslar. Dünyada
sağlığa en fazla bütçeyi ayırmış bir ülke olan ABD’de ortalama yaşam süresinin bile bu ülkelerden çok daha düşük
olduğunu da belgeler. Sigortalı oldukları halde aldıkları
(veya alamadıkları) sağlık hizmetlerinden dolayı yüksek
ve ödenemez faturalarla yüz yüze gelen ABD vatandaşlarından bazılarını Küba’ya götürerek bedava sağlık hizmeti
almalarını sağlar. Sağlık sistemlerini kıyaslarken yine her
zamanki hınzırlıklarını yaparak seyirciyi güldürmeyi de
ihmal etmez. Zaten filmin tanıtım sloganı da doktorların
hastalarına ara sıra sarf ettikleri bir sözden alınmıştır; “Biraz canınız yanabilir!”.
Film ilk gösteriminin yapıldığı Cannes Film Festivali’nde çok büyük ilgi gördü ve dakikalarca ayakta alkışlandı. Film “En
iyi belgesel film” dalında Akademi Ödülü’ne aday gösterildi. Çeşitli yarışmalarda tam 7 ödül kazandı. 9 milyon dolara
mal olan Sicko, belgesel bir film olmasına rağmen 6 ay içinde 35 milyon dolar hasılat yaptı. Film ilk gösteriminin yapıldığı Cannes Film Festivali’nde çok büyük ilgi gördü ve dakikalarca ayakta alkışlandı. Film “En iyi belgesel film” dalında
Akademi Ödülü’ne aday gösterildi. Çeşitli yarışmalarda tam 7 ödül kazandı. 9 milyon dolara mal olan Sicko, belgesel
bir film olmasına rağmen 6 ay içinde 35 milyon dolar hasılat yaptı.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
75
5. Doctor Zhivago (Doktor Jivago )
Doktor Jivago, Sovyet yazar Boris Pasternak’ın (1890-1960) Rus
Devrimi sırasında geçen ünlü romanından aynı isimle 1965 yılında
ünlü yönetmen David Lean tarafından filme alındı. 3,5 saat uzunluğundaki bu kapsamlı epik filmde Ömer Şerif, Julie Christie, Geraldine Chaplin, Rod Steiger, Alec Guinness ve Tom Courtenay başrolleri
paylaşmışlardı. Robert Bolt’un senaryosunu yazdığı, yapımcılığını
Carlo Ponti’nin üstlendiği filmin Oscar, Altın Küre ve Grammy ödüllü
özgün müziklerini Maurice Jarre bestelemişti. Film 10 dalda birden
aday gösterildiği Oscar ödüllerinden “en iyi uyarlama senaryo”, “en iyi
görüntü yönetimi”, “en iyi sanat yönetimi”, “en iyi kostüm” ve “en iyi
orijinal şarkı” dallarında olmak üzere beşini kazandı. Sovyet yazarı
Boris Pasternak’ın kendi ülkesinde yayımlatamadığı için kaçak olarak yurt dışına çıkartıp ilk kez 1957 yılında İtalya’da bastırttığı romanı
Doktor Jivago, David Lean’in epik sinema uyarlaması dışında üç kez
daha filme çekilmiştir.
“Doktor Jivago”, Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali ve hemen sonrasında
patlak veren Rus İç Savaşı (1917-1922) sırasında, aynı zamanda bir
şair de olan Doktor Yuri Jivago (Ömer Şerif )›nun devrimin liderlerinden birinin karısına aşık olması ile yaşadığı zorlukları anlatan çok
kapsamlı, romantik ve destansı bir filmdir. Olaylar ihtilalin hemen öncesinde başlar ve filmin arka fonunda tüm ihtilal süreci gözler önüne
serilir. Ön planda ise kendisi de üst tabakadan ve kendisine tapan bir
kadınla evli olduğu halde, şiirlerine ilham veren başka bir talihsiz kadını, Lara (Julie Christie)’yı seven, böylelikle sadakat ve ihtiras arasında bocalayan, hayatının kontrolü kendi elinden alınmış ve savaşın parçaladığı yokluklarla dolu bir
ülkede oradan oraya sürüklenen aynı zamanda şair bir tıp doktorunun, Doktor Jivago’nun dramını izleriz.
6. Gifted hands: the Ban Carson story
(Yetenekli eller: Ben Carson Hikayesi)
Thomas Carter’in yönettiği 2011 ABD yapımı Yetenekli Eller: Ben
Carson Hikayesi ), Amerikalı fakir bir ailenin çocuğu olan Ben
Carson’un, annesinin desteği, özverisi ve kendi çalışma azmiyle
alanında isim yapmış önemli bir cerrah oluşunu konu alıyor.
Genç Ben Carson, şanslı bir çocukluk geçirmemiştir. Yoksulluk
ve önyargı arasında, eski bir evde geçirilen çocukluk, beraberinde kötü ders notları ve öfke getirmiştir. Tüm bunlara rağmen
yine de, annesi ona inancını hiç kaybetmemiş, hayal gücünü ve
inancını asla yitirmemesi için ona sürekli destek olmuştur. Artık
O dünyanın en iyi beyin cerrahlarından biridir. Karşılaştığı son
vaka, tıp alanındaki yeteneğini bir kez daha ortaya koymasını
sağlayacaktır. Bir annenin oğlunu teşvik etmesiyle başlayan
film, kendisinin bile hayallerini zorlayan bir sonla bitiyor.
Doktor Benjamin Solomon Carson’ın gerçek hayat hikâyesinden
beyazperdeye uyarlanan film, bir çocuğun hayatını kurtarmaya çalışan yetenekli bir cerrahın bu süreçte “başarı” ve “kayıp”
kavramlarını yeniden sorgulamasını ve tüm zorluklara rağmen
sevgi ve ilgi gösterildiğinde insanların neler başarabileceğini
anlatıyor.
Film, tüm zorluklara rağmen kendisine sevgi ve ilgi gösterildiğinde insanların neler başarabileceğinin güzel bir örneğini sunuyor bizlere. Azim ve özverinin insanı nasıl başarıya ulaştırabileceğini anlatan çok güzel bir yapıt.
76
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
7. Avekenings (Uyanış)
Uyanış (Awakenings) 1990 yapımlı En iyi Film, En iyi Erkek Oyuncu
ve En iyi Uyarlama Senaryo dallarında Akademi Ödülü adayı gösterilmiş, Oliver Sacks’ın daha çok kendi hayatından kesitler sunan
aynı isimli kitabından yola çıkarak çekilmiş yönetmenliğini Penny
Marshall’ın yaptığı, başrollerini iki Akademi Ödüllü oyuncu Robert
De Niro ve Robin Williams’ın olduğu dram filmidir.
Malcolm Sayer (Robin Williams), iş başvurusu için bir hastaneye
gelir ve burada personel yetersizliğinden işe kabul edilir. Hastanede birçok hasta vardır. Ancak sıradan hastalar değil, bu insanlar
yatağa bağlı olmasalarda bir nevi bitkisel hayat yaşayan koma gibi
bir hastlalığa tutulmuş, surat ifadeleri hiç değişmeyen, çoğu gezip-konuşmayan hastalardır. Bu durumun çocukluklarında yayılan
bir virüsden olduğu düşünülmektedir. İçine kapanık bir insan olan
Malcolm Sayer, bazıları 30 yılı aşkın süredir bu hastalığa mahkûm
olan ve hastanedekiler sayesinde yaşayan bu insanları hayata döndürmek ister. İlk başlarda onlarla ilgilenmeye başlar. Örneğin onlar
televizyona dikkat etmekte ve top gibi şeyler kendilerine atıldıkta
onu yakalayabilmektedir. Ancak bunu diğer doktorlar sadece refleks olarak düşünmüşlerdir. En sonunda Sayer, bir kimyasal ilaç ile
hastaları hayatı döndürmenin yolunu bulur. L-Dopa adlı ilaç için
şansını denemek ister ancak ilaç çok pahalı ve tehlikelidir. Bu yüzden sadece bir kişi için izin alır. Bu kişinin ailesinden izin alan Malcolm, aynı hastayı yani Leonard Lowe’yi (Robert De
Niro) iyileştirmeye çalışır. Leonard bir gece ayağa kalkıp konuşmaya ve hasta gibi de olsa insan gibi davranmaya başlayınca Malcolm tüm hastaları hayata döndürmek için uğraşır. Ancak ilacın yan etkileri de mevcuttur. Film, daha çok
Leonardın dramatik hayatını, yaşadıklarını, âşık olmasını, özgürlük için hastaneden çıkmayı istemesini ve Malcolm ile
arasındakı dostluğu konu almaktadır.
Film, Japonya Film Akademisinde en iyi yabancı film dalında aday olmuşdu, Altın Küre ödüllerinde En iyi Erkek Oyuncu
Dalında aday gösterilmişdi. Müzikleri bakımından Grammye aday olan film, Robert De Niro ve Robin Williams’a NBR
ödülü kazandırmışdır. Film, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Robert De Niro) ve En iyi Uyarlama Senaryo dalında Akademi Ödülüne (Oscar) aday gösterilmişdir. New York’lu Film Eleştirmenleri Birliği de Robert De Niroyu En İyi Oyuncu
ödülüne layik görmüşdüler. Bunun dışında film birkaç ödüle daha aday gösterilmişdir.
8. And the band played on (Ve orkestra çalmaya devam ediyor)
Ve Orkestra Çalmaya Devam Ediyor (And The Band Played On), yönetmen Roger Spottiswoode’un 1993 ABD yapımı bir dram filmidir. Başrolde Matthew Modine’in oynadığı filmin yardımcı rollerin birinde Steve
Martin’in gözüktüğü filmde kısa bir rolde Richard Gere de görülüyor.
Film beyaz perdeye gelmemiş, sadece televizyonda gösterilmiştir.
1981 yılında bilinmeyen, erkek eşcinselleri etkileyen öldürücü bir virüs
hakkında bilgiler gelmeye başlar. Bir birinden bağımsız çalışan Fransız
ve Amerikan araştırma ekipleri bu virüsü tanımlayarak HIV adını koyar.
Zamanla virüsün neden olduğu AIDS hastalığının cinsel tercih ayırt etmeksizin herkese bulaşabildiği ve mutlak şekilde ölümle sonuçlandığı
anlaşılır. Randy Shilts’in aynı isimli çok satan kitabından uyarlanan And
the Band Played On (Ve Orkestra Çalmaya Devam Eder) hastalığın ortaya çıkışını ve ilk kurbanlarının deneyimlerini etkileyici bir dille anlatmayı
başarıyor.
Belgesel tadındaki bu yapımda iki şey bulacaksınız. Birincisi sevseniz de
sevmeseniz de “ayrımcılık” denilen silahın bir gün dönerek dolaşıp sizi de
vurabileceğini görmüş olacaksınız. İkincisi “bilim ve insan hayatının” ne
kadar iç içe olduğunu, ilim ile ortaya konmuş olacak değerlerin insanoğlunun hayatındaki etkilerini, bu etkinin yaratımında bir parça olmanın ne
kadar güzel olabileceğini hissetmiş olacaksınız.
Gerçek yaşama dair bu filmde, ilim aşkı taşıyanlar ve adı ayrımcılık olan
olgunun insanlık ile bağdaşmazlığına inanlar için önemli bir yapıttır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
77
9. Re-animator (Diriltici)
Re-Animator, H. P. Lovecraft tarafından kaleme alınmış aynı adlı hikâyeden
yola çıkan ve senaryosu Dennis Paoli tarafından yazılıp 1985 yılında Stuart
Gordon tarafından yönetilmiş bir korku - güldürü - bilim kurgu filmidir.
Bir tıp okulunda başarılı bir öğrenci olan Dan Cain (Bruce Abbott) dekan
Dean Halsey’in kızı Megan’la (Barbara Crampton) aşk yaşamaktadır. Her
şey güzel giderken, Herbert West (Jeffrey Combs) adında bir öğrencinin
gelişi her şeyi değiştirecektir. Dan’in okul panosuna astığı ev arkadaşı ilanıyla ilgilenen Herbert, Dan’in evine taşınır. Herbert, ölüleri tekrar hayata
döndürmek üzerine tehlikeli deneyler yapmaktadır. Öncelikle evin kedisiyle başlayan bu deneyler Dan’i de ikna etmesiyle okulun morgunda devam edecektir. Fakat işler sandıkları gibi gitmeyecektir. Üniversitenin hocalarından Dr. Carl Hill’in (David Gale) deneyleri öğrenmesiyle araştırma
tamamen kontrolden çıkacaktır.
Re-Animator, korku edebiyatının ilahlarından H.P.Lovercraft’ın 1922 yılında yazdığı “Herbert West - Reanimator” hikâyesinin Dennis Paoli tarafından senaryolaştırılarak sinemaya uyarlanmış hali. Diğer H.P.Lovercraft
uyarlamalarında olduğu gibi Reanimator’da bilim-kurgu yönü ağır basan
bir yapım. Çekildiği dönemde büyük sansasyon yaratan film, bir çok ödüle
aday gösterilmiş ve 1985 Sitges - Katalan Uluslararası Film Festivali’nde Katalan Senarist ve Eleştirmen Derneği Ödülü, 1986 Avoria Film Festivalinden - Özel Mansiyon Ödülü, 1986 Fantafestival - En İyi Film ve En İyi Özel Efekt Ödüllerini kazanarak ne denli dikkat
çekici bir film olduğunu göstermiştir.
Yönetmen Stuard Gordon’un ilk sinema filmi olan Re-Animator, bir edebiyat uyarlaması olmasıyla ilk sinema filmini
çeken bir yönetmen için oldukça zorlu bir seçim gibi görünse de özellikle bazı can alıcı sahnelerdeki başarılı çekim
teknikleriyle yönetmenin başarılı bir biçimde altından kalktığı bir yapımdır. 1985 yapımı bilim-kurgu ögeleri taşıyan
bir film için son derece başarılı bir makyaj kalitesi olduğunu söylemek gerekir. Dönemin koşullarını göz önüne alındığında, dikkat çeken bir bilim-kurgu olması, oyunculuk ve makyaj kalitesi ve başarılı çekim teknikleri ile Re-Animator
başarılı bir yapım.
10. Lorenzo’s oil (Lorenzo’nun yağı)
Yaşanmış bir öyküden alınan Lorenzo’nun Yağı, yönetmen George Miller
tarafında 1992 yılında beyaz perdeye uyarlanan, Augusto Odone ve Michaela Odone adlı anne babanın, amansız bir hastalığa yakalanan oğulları
Lorenzo Odone’yi ölümden kurtarma çabalarını anlatır. Nolte, filmde gerçekten ustalıklı bir performans sergilerken, Susan Sarandon da bu filmle
Oskar’a aday olmuştur.
Gerçek bir hikayeden esinlenen Lorenzo’nun Yağı, 7 yaşına kadar herhangi bir rahatsızlık belirtisi göstermeyen normal bir çocuk olan Lorenzo
Odone’nin bir gün aniden tuhaf bir hastalığın pençesine düşmesiyle gelişen olaylar ve ailenin mücadele azmi konu eediliyor. Küçük çocuk, bir
süre sonra ani bayılmalar ve hafıza kayıplarıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu
hastalık ADL (adrenolökodistrofi) adı verilen tedavisi olmayan bir hastalıktır. Lorenzo için doktorlar da en fazla birkaç yıl ömür biçerler. Herhangi
bir tıp bilgisi olmayan Augosto ve Michaela çifti çocuklarını kurtarmak
için tüm zamanlarını tedavi konusunda bir umut bulmak için harcarlar.
Yaptıkları araştırmalar sonucu hastalığın kandaki zararlı yağ asitlerinden
olduğunu öğrenen çift, bir tedavi geliştirebilmek için her yolu denemeye başlar. Lorenzo’s Oil, oğullarını kurtarmak için her türlü yolu deneyen
ve buldukları tedavi tıp literatürüne giren Lorenzo Odone ve ailesinin
gerçek yaşam hikâyesini anlatıyor. En fazla 2 yıl yaşayabileceği söylenen
Lorenzo’nun hastalığı, bu tedavi sayesinde daha fazla ilerlemedi ve Odone, 2008 Mayıs ayında 30 yaşında hayatını kaybetti. Film, dramatik konusunu oyuncuların üst düzey performansları sayesinde heyecanlı bir sinema filmine dönüştürmeyi başarırken, verdiği
mesajla da sosyal bir sorumluluk görevini layığıyla yerine getiriyor.
Nick Nolte ve Susan Sarandon’un güçlü oyunculuklarına, Peter Ustinov gibi usta bir isim eşlik ediyor.
78
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
kitap
KUSURSUZ KİTAPLAR
Op. Dr. Gökçen Erdoğan
Okumanın insan ruhunu hem dinginleştirdiğini hem de hayal gücünü geliştirmesi hasebiyle tatlı bir yorgunluğa sürüklediğini düşünmüşümdür
hep. Anlatılan mekânları, insanları,
olayları canlandırayım derken içine
girdiğimiz suni dünya, kısa bir süreliğine dahi olsa gerçek dünyamızdan
daha çekici gelmez mi? Hatta kitap
bittikten sonra etkisinden çıkmakta
güçlük çekenler için uzunca bir süreliğine.
Kitapçılarda rafların arasında kaybolmaya bayılırım. En çok satanlara karşı
biraz mesafeliyimdir, bazılarını edinirim elbette ama okumak için acele
etmem. Moda oldu diye okumak bir
parça eğreti geliyor belki. Kitap eleştirilerini ciddiye alırım elbet. Ancak
beğenilmedi diye haksızlık etmem
bir kitaba da. Satın alır ve beğenmeyeceksem bile kendim beğenmemeyi seçerim. Gönlünü kitaplara verenlere dokunmasam bile kitaplarını
satın alarak selam yollayabildiğimi
düşünürüm belki biraz safça.
Sevdiğim bir tür var mıdır? Diğerlerine nazaran daha fazla sevdiğim bir
tür vardır elbet. Ama içinde gerçeklik
bulduğum, bir tarafından tutabildiğim her şeyi severim. Okumayı denerim. Size birkaç öneride bulunmak
istiyorum. Bu önerileri sıralarken hemen her kitapçının göbeğinde günün trendlerine bağlı olarak karşınıza
zaten çıkacak kitaplar olmamasına
dikkat edeceğim. Nedense kendimi
buna bir parça da mecbur hissediyorum. Her türden kitaplar önereceğim,
bugünden ve geçmişten.
Bazı kitaplar kusursuzdur ve belki
tam da istediğiniz gibidirler. Ama
başladığınızda gitmediğini görürsünüz. Doğru zaman değildir çoğu
zaman. Rafa kaldırmalı ve zamanı
geldiğinde bir solukta okumalısınız.
Halet-i ruhiyemizin önemi bana en
çok kitap okurken görünür desem
inanır mısınız?
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015
Entelektüel birikim zorunluluğu,
akademik derinlik şartı, çerez vakit
öldürücü… Herhangi bir ayrım yapmaksızın size köşedeki kitaplarımdan
önereceğim. Belki denemek istersiniz, ha ne dersiniz?
Bu listede hayatımı sürdürdüğüm
Ankara’dan çok İstanbul’a dair ya da
İstanbul’a değen kitaplar bulmanız
tesadüf mü? Belki öyle, belki değil.
Belki dünyanın tartışmasız en güzel şehirlerinden birine benden bir
övgü, belki beni her defasında bağırlarına basan İstanbullulara bir ince,
bir sıcak selam.
Sıralama beğeni sırama göre yapılmadı, tamamen rastgele. Zaten öyle
olsa Yaşar Kemal, Salah Birsel ve Sebahattin Ali’nin aralarda, sonlarda ne
işi var, öyle değil mi? Sonsuz saygı ve
dualarımla.
Keyifli okumalar…
1) İrfan Orga - Bir Türk Ailesinin Öyküsü
2) Ariane Bois - Hannah’ın Dünyası
3) Sabahattin Ali – Canım Aliye Ruhum Filiz
4) Zülfü Livaneli – Son Ada
5) Mario Levi - İçimdeki İstanbul Fotoğraflar
6) Amin Maalouf – Semerkand
7) Fethiye Çetin - Anneannem
8) Amin Maalouf- Doğunun Limanları
9) Leon Sciaky - Elveda Selanik
10) Giovanni Scognamillo- Bir Levantenin Beyoğlu Anıları
11) Marc Levy- Bay Daldry’nin Tuhaf İstanbul Yolculuğu
12) Jamal Mahjoub - Raşid’in Dürbünü
13) Zülfü Livaneli – Serenad
14) Harper Lee - Bülbülü Öldürmek
15) Ahmet Ümit – İstanbul Hatırası
16) Elif Şafak - Bit Palas
17) Yaşar Kemal – Bir Ada Hikayesi Seti (4 kitap)
18) Nazan Bekiroğlu – LA Bir Sonsuzluk Hecesi
19) Salah Birsel – Kahveler Kitabı
20) Murat Yalçın – Hafif Metro Günleri