sayi 36 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 36 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk
Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana
Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Hedef: Sağlık Turizminde
Lider Ülke Türkiye...
“Sağlık Turizmi” dünyada ve ülkemizde özellikle son yıllarda en çok dikkat
çeken hizmet sektörlerinden biri haline geldi. Türkiye, sağlık turizminde
sahip olduğu zengin kaynaklar ve potansiyeli açısından bu alanda en
önemli destinasyonlardan biri olarak ilk sıralarda yer alıyor.
Dünyadan ve Avrupa’dan “sağlık turizmi” alanında her geçen yıl daha fazla
ziyaretçi çeken ülkemizi bu konuda daha ileri seviyelere taşımak için yeni
projeler üretilmeye ve uygulanmaya devam ediliyor.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun “Sağlık turizmi artık bir
devlet politikasıdır” diyerek üzerinde durduğu bu konuyu biz de Aralık
sayımızın kapak dosyası olarak belirledik, kapsamlı ve bilgilendirici bir
dosya hazırladık. Sayın Bakanın Türkiye’de sağlık turizminin gelişimini
ve atılacak adımları aktardığı özel haber çalışmamızı, alanında uzman
isimlerin kaleme aldığı Türkiye’de ve dünyada sağlık turizminin durumunu
ayrıntılı bir biçimde anlatan yazı ve makaleleri “sağlık turizmi” dosyasında
bulabileceksiniz.
Kasım ayında “17 Kasım Dünya Diyabet Günü” kapsamında TBMM’de
“Diyabetle Mücadelenin Dünü, Bugünü ve Yarını” konulu bir panel
düzenlendi. Geniş Katılımla Gerçekleşen panelin ayrıntılarını ve Türkiye
Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan’ın diyabetle mücadeleyi
aktaran yazılarını da “diyabet” dosyasında sizlere sunduk.
Geçtiğimiz günlerde Ankara “uyuşturucu ile mücadele” konusunda çok
önemli bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Başbakan Ahmet Davutoğlu ve çok
sayıda bakanın da katılımıyla gerçekleşen “1. Uyuşturucu ile Mücadele
Şurası”nı ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı
Prof. Dr. Necdet Ünüvar’ın açıkladığı “Uyuşturucu ile Mücadele Sonuç
Bildirgesi”ni de bu sayımızda sayfalarımıza taşıdık.
Keyifle okuyacağınız bu sayımızla birlikte bir yılı daha geride bırakıyoruz.
Bu vesileyle yeni yılınızı şimdiden kutluyor, sağlıklı, huzurlu ve mutlu nice
yıllar diliyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 3 Sayı: 36 • ARALIK 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
Ayşe Aydın
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle /
ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Aralık 2014, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
Uyuşturucu İle Mücadele Şurası
04 Geniş Katılımla Gerçekleşti
14
34 Sigara Bağımlılığı ve Sigara Bırakma Tedavileri
56
Dizi Setlerinden Organ
Bağışına Tam Destek
Sağlık Turizmi ve Geleceği
42
Türkiye Diyabet Önleme
ve Kontrol Programı 2015-2020
72
Hayatın Yarattığı Boşluklara, “Hayat”ı Koymak
74
Uludağ Üniversitesi
gündem
UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE ŞURASI
GENİŞ KATILIMLA GERÇEKLEŞTİ
1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası’na katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, açılış konuşmasında önemli
açıklamalarda bulundu. Davutoğlu, “Bugün dünyada, yaklaşık 243 milyon uyuşturucu bağımlısı var ve
2012 yılında 243 bin kişi sadece uyuşturucuyla ilgili sebeplerle hayatını kaybetmiş durumda” dedi.
Davutoğlu, ATO Congressium’daki 1.
Uyuşturucu ile Mücadele Şurası’nda
yaptığı konuşmada, bazı sorunların
bir mekan, nesil veya alanla sınırlı
olduğunu, bir mekanla sınırlı olan sorunların çözümü için oralarda alınacak tedbirlerin yeterli olabileceğini,
bir nesille sınırlı olan sorunlar için de
o tarihi kesitte üretilecek çözümlerle
neticeye ulaşılabileceğini ifade etti.
ce ülkemize ait bir sorun değil, sadece ülkemiz içinde alınacak tedbirlerle
tek başına çözülebilecek bir sorun
da değil. Sınır, mekan aşıyor. Sadece
bir nesille ilgili bir sorun değil. Eğer
tedbir alınmazsa bir neslin aklını
ve sağlığını tehdit etmekle birlikte
gelecek nesillerin de akıl ve beden
sağlığını tümüyle tahrip edecek özellikler taşıyor. Sadece bir alanla sınırlı
değil çünkü bu sorundan beslenen
uyuşturucu tacirleri üzerinde ortaya çıkan bir sektör var. O zaman çok
kapsamlı bir stratejiye ihtiyaç olduğu
çok aşikar. Bugün dünyada, yaklaşık
243 milyon uyuşturucu bağımlısı var
ve 2012 yılında 243 bin kişi sadece
uyuşturucuyla ilgili sebeplerle hayatını kaybetmiş durumda.”
Mekan aşan, belli bir alanla sınırlandırılamayan ve birçok nesli ilgilendiren sorunlarla mücadele içinse çok
kapsamlı bir mücadele gerekeceğine, uyuşturucunun da böyle bir
sorun olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şu değerlendirmeleri yaptı:
“Karşı karşıya kaldığımız sorun sade-
Türkiye’de, 15-24 yaş arasında uyuşturucuyu ilk kez deneyen nüfus oranının Avrupa’ya göre düşük olduğunu dile getiren Davutoğlu, tedbir
alınmadığı ve bu konuda ciddi bir
strateji belirlenmediği takdirde gelecek nesillerde çok daha yoğun problemlerin yaşanabileceğini söyledi.
Ankara’da 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası toplandı. Toplantıda, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Sağlık
Bakanı Mehmet Müezzinoğlu başta
olmak üzere, TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı
Necdet Ünüvar, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç Türkiye’nin uyuşturu ile
eylem planına dair bilgileri açıkladı.
4
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
“2014’te Uyuşturucu Suçlarıyla İlgili
Cezalar Artırıldı”
Bu çerçevede Türkiye’de son 12 yılda
yapılan çalışmaları anlatan Davutoğlu, uluslararası sözleşmelerin kabul
edildiğini ve onaylandığını, ulusal politika belirlendiğini, il uyuşturucuyla
mücadele koordinasyon kurullarının
oluşturulduğunu, 2008’de TBMM’de
araştırma komisyonu kurulduğunu,
2014’te de uyuşturucu suçlarıyla ilgili
cezaların artırıldığını anımsattı.
“Uyuşturucu ile Mücadele
Danışma Hattı Kuruyoruz”
“Uyuşturucu ile mücadele danışma
hattı kuruyoruz 24 saat çalışacak” diyen Davutoğlu, “Uyuşturucu sorunu
ile karşı karşıya kalan her bir vatandaşımızla ilgilenmeye kararlıyız. Bu
çerçevede narkotimler önem taşıyor. Önümüzdeki haftadan itibaren
narkotimler devreye girecek, 11 ilde
başlamak üzere narkotimler alanda
mücadelede önemli bir görev üstlenecekler. Kurumlarımızda kapasiteyi
artırıyoruz. 30 Yatak kapasiteli merkezimizde 763 yatak kapasitemiz var,
bunları daha da artırmaya kararlıyız.
2017’ye kadar da 20 merkezimiz
daha açılacak. Bakanlar Kurulundaki
toplantıda ve Sağlık Bakanlığı ile yaptığımız geniş istişarede yeni bir yapıya ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Yapısal
bir reforma da ihtiyaç var. Bu çerçevede tam bir organik ilişki içinde altı
aşamalı yeni bir çerçeve planlıyoruz”
açıklamasında bulundu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Bütün
toplumumuza seslenmek istiyorum;
sanmayın ki uyuşturucu meselesi
sizden çok uzakta, sizin ailenize, çevrenize yaklaşamayacak bir sorundur.
Her an yanı başınızda çıkabilecek bir
sorunla karşı karşıya olduğumuzu
bilmek durumundayız” dedi.
“Türkiye Haritası Çıkarmak
Durumundayız”
Uyuşturucunun mekan ve nesil aşan
bir sorun olması nedeniyle bir süreç
yönetimi gerektirdiğine, noktasal ve
mekansal çalışmayla istenilen neticenin elde edilemeyeceğine vurgu
yapan Başbakan Davutoğlu, süreç
içerisinde tespitin önemine değindi.
Sağlık Bakanlığındaki bilim insanları
ve sivil toplum kuruluşlarıyla yapılan görüşmelerde Türkiye’de hala
sorunun tespiti ve “fotoğraf çekme”
anlamında eksiklikler olduğunun
görüldüğünü aktaran Davutoğlu,
sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye
sathında ve küresel alanda bu sorunun kapsamını, istatistiksel verilerinin sıhhatini de ele almak üzere bir
değerlendirmeye tabi tutmak durumundayız. Elimizdeki istatistiksel
veriler, Türkiye’de oranın yüzde 2,7
olduğunu gösteriyor. Acaba kültürel gerekçelerle bu sorunun varlığını
reddeden veya istatistiklere yansımayan bir başka resim var mı? Bu konu
önemlidir; eğer yüzde 2,7, Avrupa’daki yüzde 29’lara varan orana göre düşük görülür ve biz rehavete kapılırsak
sorunu gerçek kapsamıyla göremezsek tedbir almakta da yetersiz kalabiliriz. Öncelikle çok ciddi bir şekilde
sorunu ele alıp, alanda mahallelere
kadar inecek şekilde resmini çekecek
bir araştırma ve gözleme stratejisine
ihtiyaç var. Onun için araştırma merkezlerinin sayısını artıracağız. Sağlık
Bakanlığında ele aldığımızda
bu konuda çok sınırlı faaliyet
olduğunu gördük. İnşallah
en kısa sürede bu çerçevedeki bilimsel çalışmaları, üniversitelerimizdeki
enstitüleşmiş faaliyetleri
Türkiye sathına yayarak
ve özel ihtisas araştırma
birimleri kurarak, sorunun
bütün kapsamıyla anlaşılmasını, ortaya konmasını
sağlayacağız. Bir anlamda, hoş
bir tabir değil ama, Türkiye’nin
uyuşturucu haritasını çıkartacağız. Keşke hiç olmasa ve haritamız
hep güzellikler haritası olsa ama bir
uyuşturucu haritamız da var. Gerek
uyuşturucu trafiği anlamında gerekse uyuşturucunun kullanımı ve kullanım sonrasında alınması gereken rehabilitasyon tedbirleri açısından
bir Türkiye haritası çıkarmak
durumundayız.”
“Bütün Sağlık Hizmetleri Tek
Açı Altında Toplandı”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, uyuşturucu ile
mücadele etmenin büyük
önem taşıdığını belirterek, illegal yapılar tarafından uyuşturucudan elde
edilen gelirle, terörün finanse edildiğini söyledi.
Başbakan Yardımcısı Arınç, insanlara daha nitelikli sağlık hizmeti
vermek amacıyla sağlıkta dönüşüm
programını başarıyla uyguladıklarını
belirterek, “Bütün sağlık hizmetleri
tek açı altında toplandı. Helikopter,
uçak ambulans, hizmetleri devreye sokuldu. Mevcut tesislere ilave
olarak 14 ilimizde şehir hastanelerinin inşasına başlandı” diye
konuştu.
Türkiye’de 1 Milyonun
Üzerinde Çocuk ve Genç Var
Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu, konuşmada,
uyuşturucunun hem bireyi, hem aileyi, hem toplumu hem de insanlığı birinci
derece ilgilendiren, bireyin
hayatını karartan, ailenin huzurunu, mutluluğunu dağıtan, ül-
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
5
kenin ise sosyal dinamiklerini bozan
bir konu başlığı olduğunu söyledi.
Türkiye’de 1 milyonun üzerinde çocuk ve genç olduğuna işaret eden
Müezzinoğlu, gençlerin ülkenin, milletin, ailenin geleceği olduğunu söyledi. Müezzinoğlu, şunları kaydetti:
Toplumsal dinamiklerimiz, tarihten
getirdiğimiz kültürel miraslarımız,
inanç değerlerimizle bu konuda
avantajlı yönlerimiz var. Bu avantajlı yönlerimizi çok hızla ve çok güçlü
şekilde, daha güçlü hale getirerek
biz nesillerimizi, gençlerimizi, ailelerimizi bu beladan koruyabilmek için
her türlü tedbiri çok paydaşlı olarak
alabilmeliyiz. O nedenle bu Şuranın
çok paydaşlılık anlamında ve toplumsal sahiplenme anlamında çok
büyük önemi var, çok büyük katkısı
da olacağına inanıyorum. Merkeze önce insan, önce sağlık diyen bir
anlayışla Sağlık Bakanlığının koordinasyonunda yaklaşık 5 aydır yoğun
bir çalışmayı değerli bakanlarımızla;
Sayın Başbakanımızın Bakanlar Kurulu’ndaki sunumumuzdan sonra Sayın
Başbakan Yardımcımızı görevlendirmesiyle, bu dinamiklerimizi inanıyorum ki dünyaya örnek olacak çalışma
boyutuna da taşıyacağız.’’
4 Başlık: Koruyucu, Önleyici, Tedavi Edici,
Rehabilite Edici
Uyuşturucuyla mücadele kapsamında “koruyucu, önleyici, tedavi edici,
rehabilite edici” olmak üzere 4 başlık olduğunu belirten Müezzinoğlu,
“Önce korunmalıyız, sonra önleme-
6
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
liyiz, ikisini birlikte götürmeliyiz, koruma ve önlemedeki kaçakları güçlü
tedavi ve güçlü rehabilitasyonla da
mutlaka toplumun her kesiminde
bu anlamda güven duygusunu güçlü hale getirebilmeliyiz” şeklinde konuştu.
meden onları koruyucu ve kurtarıcı
tedavileri yapmalarını hedefliyoruz.
Bütün hedefimiz AMATEM ve ÇEMATEM sürecine gelmeden kitleleri
veya bu anlamdaki insanımızı erken
yakalayabilmek ve bu beladan kurtarabilmek.”
Her anne, baba, her velinin ve yetişkinin bu anlamda mücadelenin dinamiklerine güvenmesi gerektiğini
ifade eden Müezzinoğlu, kendilerinin de bu güvenin gücüyle her yanlış
oluşan noktada müdahaleleri güçlü
yapmaları gerektiğini söyledi.
Müezzinoğu, tüm sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin destekleri
ile bu süreci başarı ile yürüteceklerine inandıklarını belirten Müezzinoğlu, dünyaya örnek bir çalışmayı da el
birliğiyle başaracaklarını sözlerine
ekledi.
Aile hekimlerinin de bu alandaki destek eğitimlerine başlayacaklarını bildiren Müezzinoğlu, aile sağlık merkezlerinde, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının sosyal danışma uzmanlarının da her türlü desteğin verileceğini ifade etti.
Bağımlılık Poliklinikleri
Sigara poliklinikleri gibi artık bağımlılık polikliniklerinin de kendilerinin
güçlü ayakları olacağını ifade eden
Müezzinoğlu, şu değerlendirmelerde
bulundu: “Çünkü sigaraya bağımlılık,
alkol bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı ve korkarım ki önümüzdeki süreçte hepimize teknoloji bağımlılığı
gibi bir problemi de gelmek üzere.
Dolayısıyla bağımlılık poliklinikleri
güçlü bir hale taşıyabilecek sonra da
psikiyatri servisi olan tüm hastanelerimizde diğer hastalıklarımızda nasıl
tedaviyi hemen servislerde yapabiliyorsak, buralarda da onları ilk andan itibaren güçlü bağımlılığa dön-
Türkiye İki Açıdan Risk Altında
TBMM Sağlık, Aile Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet
Ünüvar da uyuşturucu madde kullanımının toplumun huzurunu, güvenliğini bozan çok önemli bir sorun
olduğunu belirterek, uyuşturucuyla
mücadele konusunun çok boyutlu
yürütülmesi gerektiğini, hükümetin
de uyuşturucuyla mücadeleyi çok
önemsediğini söyledi.
Türkiye’nin iki açıdan risk altında
olduğuna dikkati çeken Ünüvar,
uyuşturucu kullanan kişilerin çoğunluğunu 30 yaş altındaki insanların
oluştuğunu, ülke nüfusunun da büyük kısmının 30 yaşın altında olduğunu, ülkelerarası geçiş anlamında
Balkan rotasının Türkiye üzerinden
geçtiğini kaydetti.
Ünüvar, 2 bine yakın katılımcının olduğu Şurada, yaklaşık 600 katılımcının yer aldığı 15 ayrı çalıştay yapılacağını sözlerine ekledi.
37,500’ü
• Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve
artışı ile Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve
Kuzey Afrika’ya erişim
dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri
(2004-2013)
• Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH
ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013)
• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)
ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme
beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi
(OECD 2012-2017)
• Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel
Ar-Ge desteği
• Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus
• Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu
gündem
1. UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE ŞURASI
SONUÇ BİLDİRGESİ AÇIKLANDI
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyon Başkanı Necdet Ünüvar, “Uyuşturucu ile
mücadelenin yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlar ile tam bir işbirliği
içerisinde yürütülmesi gerekmektedir” dedi.
“1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası” kapsamında, ATO Congresium’da
yapılan 15 ayrı çalıştay tamamlandı.
Uyuşturucu ile mücadele konusundaki yasal mevzuatın, bütünleşik bir
anlayışla gözden geçirilerek gerekli
düzenlemelerin yapılması ve Ruh
Sağlığı Kanunu çalışmalarının hayata
geçirilmesi gerektiği bildirildi.
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet
Ünüvar, çalıştayların ardından hazırlanan “1. Uyuşturucu ile Mücadele
Şurası Sonuç Bildirgesi”ni açıkladı.
Çalıştaylarda 625 katılımcının görev
aldığını, katılımcılar arasında ailelerin, daha önce madde kullanıp bırakmış olanların, muhtarların, yerel yöneticilerin, medya mensuplarının, 27
ayrı dernek ve sivil toplum kuruluşlarından uzmanların, 11 spor federasyonundan temsilcilerin ve üniversitelerden akademisyenlerin yer aldığını
anlatan Ünüvar, katılımcılardan şura
ve çalıştaylara ilişkin olumlu geri bildirimler aldıklarını vurguladı.
Ünüvar,
8
sorunun
sosyal
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
boyutu
da dikkate alınarak oluşturulan
“Narkotimler”in, yerinde bir uygulama olduğunun belirterek, bu timlerin
arka planda psikolog, sosyolog ve diğer meslek mensuplarının katılımıyla
desteklenmesi gerektiğini ifade etti.
Kurumların ulusal ve uluslararası bilgi
ve istihbarat paylaşımlarının önemli
olduğuna işaret eden Ünüvar, şunları kaydetti: “Kara, hava, deniz, demiryolları, gümrük kapıları ile genel
sınırların güvenliğinin gerekli teknolojilerle desteklenmesi gerektiği
belirtildi.
Hedef gruplara yönelik eğitimlerde,
materyallerinin, yöntemlerini ve uygulama süreçlerinin bütünleşik bir
anlayış ile yürütülmesi gerektiği, tanı,
tedavi ve rehabilitasyon algoritmalarının genişletilmesi ve bunların aileleri de kapsaması gerektiği, ayrıca
acil servislerdeki uygulamalara önem
ve öncelik verilmesi gerektiği dile getirildi.
Rehabilitasyon aşamasının önemi ve
uygulamaya geçirilmesi gerektiği;
tıbbi ve rehabilitasyonunun birbiri
ile işbirliği içerisinde yürütülmesi ve
buna ilişkin mevzuat düzenlemelerinin hazırlanması gerektiği aktarıldı.
Rehabilitasyon merkezlerinin, kamu
kurumları yanında yerel yönetimler
ve kriterlere uygun özel kuruluşlar
tarafından da açılabilmesi gerektiği
belirtildi.”
İletişim Kılavuzları Hazırlanacak
Bağımlılık danışmanlığı mesleğinin
oluşturulması, bu amaçla meslek kriterlerinin belirlenmesi ve uluslararası
örnekler çerçevesinde uygulamaya
geçilmesi gerektiğine işaret eden
Ünüvar, bildirgede yer alan diğer tavsiye kararlarını şöyle sıraladı: “Riskli
bölgelerde gençlik merkezlerinin
yaygınlaştırılmasına öncelik verilmeli. İletişim stratejisinde kullanılacak
dil, yöntem ve uygulamalara ilişkin
bir kılavuz hazırlanmalı, bu kılavuzların hazırlanan eğitimlerde ve toplum
ile iletişimde kullanılması sağlanmalı, haberlerde uyuşturucunun isminin kullanılmaması konusunda özen
gösterilmeli. Bağımlılıkla mücadelede geçiş süreçleri iyi planlanarak,
Bağımlılık Psikiyatrisi yan dal uzmanlığı oluşturulmalı. Hedef kitlelere
uygun olarak, iş/okul ve ev dışındaki
üçüncü yaşam alanına ilişkin yöntem
ve uygulamalar geliştirilmeli.
Sanal Mecralarda da Aktivasyonlar
Geliştirilecek
Sanal mecralarda başta gençler olmak üzere, tüm topluma yönelik
olumlu davranış alışkanlıkları kazandıracak aktivasyonlar geliştirilmeli;
uygulanacak politikaların etkin bir
şekilde yönetilmesi için yapılan çalışmaların toplanacağı ortak veri tabanı kurulmalı. Uyuşturucu maddenin
tespitini hızlandırmaya yönelik yapılan ‘jenerik sınıflandırma’ çalışmasının yerinde bir uygulama olacağı ve
sorunun çözümüne önemli bir katkı
sağlayacağı, uygulamanın başarısı
için laboratuvar altyapıları güçlendirilmeli.”
Bağımlılık Uygulama ve Araştırma
Merkezleri
Ünüvar, uyuşturucu tedavisi amacıyla sağlık kurumlarına başvuran kişilerin, sağlık personeli tarafından ihbar
yükümlülüğünün gözden geçirilmesi
gerektiğinin de tavsiye kararları arasında yer aldığına dikkati çekerek,
sonuç bildirgesinde, “Danışma ve
Destek Hattı” kurulmasının yerinde
bir uygulama olduğu, ayrıca yüz yüze
danışma birimlerinin de planlaması
gerektiğinin altının çizildiğini kaydetti.
Ünüvar’ın verdiği bilgiye göre, sonuç
bildirgesinde yer alan diğer maddeler
şöyle: “Üniversiteler, Bağımlılık Uygulama ve Araştırma Merkezleri kurması için teşvik edilmeli. Uyuşturucu ile
mücadele konusuna yönelik değerler
seti oluşturulmalı. Sosyal Sorumluluk
Projeleri teşvik edilmeli, bu sorunla
mücadeleye yönelik öğrenci kulüpleri yaygınlaştırılmalı, bu faaliyetlerde
görev alan öğrencilerin başarılarında kriter olarak ele alınmalı. Uyuşturucudan kazanılan gelirlerin ve mal
varlıklarının hukuki süreçle müsadere edilmesi, şüphelilere söz konusu
gelir ve mal varlığının kaynağını ispat
yükümlülüğü getirilmesi konusunda çalışmalar yapılmalı. Uyuşturucu
ile mücadelede kullanılacak kamu
kaynakları arttırılmalı, görev alan
kişilere ödenen ödül mekanizması
gözden geçirilmeli. Denetimli serbestlik kapsamındaki rehabilitasyon
uygulamasının bütünleşik bir anlayışla ilgili kamu kurumları ile birlikte
yürütülmeli, alternatif olarak sportif
faaliyetler de eklenmeli. Ar-Ge amacıyla, 6569 sayılı Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı bünyesinde Türkiye
Uyuşturucu ile Mücadele Enstitüsü
kurulması için hukuki sürecin başlatılmalı. Uyuşturucu ile Mücadelede
tanı koyma ve izleme aşamaları için
Laboratuvar süreçleri ve teknolojileri
gözden geçirilerek, referans Laboratuvarları yaygınlaştırılmalı. Uyuşturu-
cu ile mücadele konusunda var olan
yasal mevzuat, bütünleşik bir anlayışla gözden geçirilerek, gerekli düzenlemeler yapılmalı ve Ruh Sağlığı Kanunu çalışmaları hayata geçirilmeli.”
Uyuşturucu ile mücadele de metruk
binaların yıkılmasının, sorunun çözümünde önemli bir katkı sağlayacağının vurgulandığını belirten Ünüvar,
“Bildirgede, uyuşturucu ile mücadelenin yerel yönetimler, sivil toplum
kuruluşları ve diğer paydaşlar ile tam
bir işbirliği içerisinde yürütülmesi gerektiği ifade edilmiş ve önerilmiştir”
dedi.
Şura Sonrası Uygulama Süreci
Şura sonrasındaki süreç hakkında
da bilgi veren Ünüvar, bu önerilerin
Uyuşturucu İle Mücadele Kurulu’nda
tartışıldıktan sonra, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç başkanlığında
oluşturulan, Uyuşturucu İle Mücadele Yüksek Kurulu’na sunulacağını
bildirdi.
Ünüvar, “Yüksek Kurul’da alınan kararlar, Sayın Başbakanımıza arz edilerek
uygun görülmesi halinde, Başbakanlık Genelgesi ile 2015-2023 Strateji
Belgesi, her yıl güncellenecek 3’er
yıllık 2015-2017 Eylem Planı, 2015 yılı
Uyuşturucu İle Mücadele Acil Eylem
Planı çerçevesinde Resmi Gazete’de
yayımlanması takip edilecek. Uygulama, devletimiz ve tüm toplum kesimlerinin katkı ve sahiplenmesi ile en
yakın şekilde takip edilecektir.”
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
9
haber
SAĞLIK İÇİN
TÜRKİYE
T.C. Sağlık Bakanlığı’nın ev sahipliğinde organize
edilen HEALTH EXPO - Sağlık Turizmi, Medikal
Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı ve
Kongresi, 10-13 Aralık 2014 tarihleri
arasında İstanbul’da gerçekleşiyor.
Son 10 yılda sağlık alanında ülkemizde yapılan reform niteliğinde uygulamalar, komşu ülkelerin ve Avrupa’nın dikkatini
çekiyor. Bu gelişmelerle paralellik gösteren Sağlık Turizminin daha iyi pazarlanabilmesi, sektör hizmetlerinin daha etkin tanıtılması ve Sağlık Turizmi alanında dünyanın önde gelen kişi ve kurumların bir araya gelmesi amacıyla, T.C. Sağlık
Bakanlığı’nın ev sahipliğinde organize edilen HEALTH EXPO
- Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı
ve Kongresi, 10-13 Aralık 2014 tarihleri arasında İstanbul’da
CNR EXPO Yeşilköy’de gerçekleşiyor.
Sağlık ve Turizm alanında çalışmalarını yürüten bilim dünyası, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, yatırımcılar,
sektör temsilcileri ve iş dünyası temsilcileri HEALTH EXPO Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı
ve Kongresi’nde bir araya geliyor.
Önde gelen yerli ve yabancı konuşmacıların yanı sıra, uydu
sempozyumlar, toplantılar, birebir (B2B) görüşmeleri ve
benzeri yeniliklerle zenginleşerek, 3 gün sürecek etkinlik;
kurgusu, katılımcıların ve davetlilerin niceliği ve niteliği itibariyle ülkemizde bir ilk olma özelliği taşıyor.
18 ülkeden 80’in üzerinde konuğun yer alacağı etkinlikte,
davetli alım heyeti ile sağlık turizmi alanında Ulusal ve Uluslararası tüm paydaşları bir araya getirerek, sektörde yer alan
girişimci ve yatırımcılara yeni imkânlar oluşturmak, gelişimini sağlamak, ülkemizdeki tüm sağlık ve termal işletmelerin
ulusal ve uluslararası platformda tanıtımını yapmak, ülkemiz
sağlık turizmi sektörünün gelişimine katkıda bulunmak ve
dünya sağlık turizmi destinasyonları arasına girerek, Dünya
sıralamalarında ülkemizi öne çıkararak katılımcıların iş hacmini arttırmak amaçlanmaktadır.
Uluslararası Sağlık turizmi paydaşlarının buluşma noktası niteliğindeki HEALTH EXPO - Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı ve Kongresi T.C.
Sağlık Bakanlığı’nın ev sahipliğinde ve Bezmiâlem Vakıf
Üniversitesi’nin bilimsel katkılarıyla, Sağlık Turizmi Geliştirme Destekleme ve Organizasyon Hizmetleri Derneği ve İstanbul Fuarcılık A.Ş. tarafından gerçekleştiriliyor.
10
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
kapakkonusu
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu:
“SAĞLIK TURİZMİ ARTIK
BİR DEVLET POLİTİKASIDIR”
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, her geçen gün daha fazla önem
kazanan sağlık turizminin ülkemizdeki bugünkü durumunu ve atılması
planlanan adımları Sağlık ve İnsan Dergisi’ne anlattı:
Türkiye Sağlık Turizminde
Lider Konumuna Gelecek
Son yıllarda yıldızı parlayan sağlık turizminin aslında binlerce yıllık
geçmişe sahip olduğunu bu alanda
yapılan bilimsel çalışmalardan biliyoruz. Termal suların iyileştirici etkisinin
fark edilmesi ve tropik iklimin kimi
hastalıklara iyi geldiğine olan inanç,
tedavi amacıyla bu bölgelere sağlık
için seyahatlerin yapılmasını beraberinde getirdi. İletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle farklı coğrafyaları
görme fırsatını yakalayan hastalar,
en büyük hazineleri olan sağlıklarına
yeniden kavuşmak için şifa aramaya
başladı. İnsanların iyileşme umuduyla başka ülkelerde şifa aramaları,
bugün “Sağlık Turizmi” olarak tanımlanan bu girişimin modern bir boyut
kazanmasını sağladı. Her geçen gün
önem kazanan sağlık turizmi, özellikle sağlık alanda gelişmiş ülkeler için
önemli bir gelir kaynağı ve büyük
sektör halini aldı.
Pazar ekonomisinin dikkatini çeken
sağlık turizmi, Türkiye’ye de önemli
fırsatlar sunuyor. Bu nedenle sağlık turizminin ekonomik ve stratejik
kazanımlarını göz önünde bulundurarak etkili politikalar belirliyoruz.
Ülkemizin coğrafi konumu, iklimi
ve kültürünün yanı sıra siyasi ve
ekonomik istikrar sonrasında gelişen
sağlık hizmetlerinin kaliteli ve uygun
fiyatta olması büyük bir avantaj
sağlıyor. Ülkemizin tabii özellikleriyle
birlikte bakanlığımız bünyesinde
sağlık turizmini düzenleyen ve denetleyen bir birimin bulunması,
Türkiye için bir başka artı değerdir.
12
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Bu da hizmet almak ve bu sektörde
yatırım yapmak isteyen girişimcilere
ciddi bir güven veriyor. Bu yönüyle
Türkiye, dünyada bu yapıya sahip
ender ülkeler arasında yer aldığımızı
özellikle vurgulamak istiyorum.
Bakanlığımızın; sağlık turizmini destekleyen ve denetleyen uygulamalarının ülkemizi, dünyada sağlık turizminde lider konuma getireceğinden
kimsenin şüphesi olmasın. Bunun
için dünyadaki gelişmeleri titizlikle
takip edip, sürekli araştırmalar yapıyoruz. Kalite ve uluslararası standartlardan taviz vermeden kendimizi
yeniliyoruz. Bu alandaki gelişmelere
entegre olarak insan kaynağı efektifini en iyi şekilde kullanacağız. Burada
bir parantez açmak istiyorum: Kaliteli
hizmet verebilmeniz için öncelikle
yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duyarsınız. Sağlık alanında birikimi olan,
yabancı dil bilen personellerinizin
olması sağlık turizminde büyümenize ivme kazandıracaktır. Bu noktada
özellikle üniversitelerimizin sağlık
turizmiyle ilgili çalışmalar yapmalarını bekliyor ve inovasyona son derece
önem veriyoruz.
AK Parti hükümetleriyle birlikte sağlık alanında dünyada örneği görülmemiş bir değişime imza attık. Kamu,
üniversite ve özel hastaneleri ile çağın koşullarına uygun ve en modern
imkânlarla en kaliteli sağlık hizmetini
sunuyoruz. Bir zamanlar yurtdışına
tedavi için hasta gönderen Türkiye,
artık komşuları başta olmak üzere
birçok ülkeden yüz binlerce hasta
için şifa merkezi haline geldi. İleri
uzmanlık gerektiren alanlarda Avrupa ülkelerinden her yıl on binlerce
hasta ağırlıyoruz. Burada özellikle
bir hususun altını çizmek istiyorum:
Geçmiş yıllarda sağlık turizmi kapsamında ülkemize gelenlerin büyük
bir kısmı termal tesislere (kaplıca)
gidiyordu. Bugün ise ülkelerinde şifa
bulamadıkları için modern tıbbın bütün imkânlarından yararlanmak adına insanlar ülkemize misafir oluyor.
Avrupa, Ortadoğu, Asya, Afrika, Çin,
Rusya ve Hindistan’dan; kalp-damar
cerrahi, estetik ve plastik cerrahi, göz
cerrahi, fizik tedavi ve rehabilitasyon,
nükleer tıp, ortopedi, travmalotoji
ve diş-implant cerrahi işlemlerinden
yararlanmak üzere ülkemize sağlık
turizmi kapsamında hastalar geliyor.
Sağlık turizmi alanındaki bu gelişmelere bir bütün olarak bakıldığında kadim Anadolu topraklarının geçmişte
olduğu gibi yeniden şifa merkezi
haline gelmeye başladığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle dünya, şifayı
Türkiye’de bulacak. İnşaatları devam
eden Şehir Hastaneleri ve Sağlık Serbest Bölgeleri ile sağlık turizminde
lider ülke olma yolunda önemli bir
adım daha atmış olacağız. Türkiye,
Dünya Sağlık Örgütü’nün etkinlikleri
başta olmak üzere birçok uluslararası
sağlık kongresi, çalıştayı ve toplantısına ev sahipliği yapıyor. Kalite, markalaşma, destinasyon ve pazarlama
gibi sağlık turizmini doğrudan etkileyen bu faktörler, söz konusu organizasyonların bütün aşamalarında
kendisini gösteriyor. Bunun yanı sıra,
alt konularda spesifik çalıştaylar ve
panellerin düzenlenmesi uluslararası
sağlık alanındaki etkinliğimizi daha
da güçlendiriyor.
Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu
Ülkemiz için bu derece önemli olan
sağlık turizmi, hükümetimizin belirlediği 2023 vizyonunda da önemli
bir yer tutuyor. Daha etkin bir şekilde
hedeflere ulaşmak adına çok yönlü
ve sonuç odaklı çalışmalarımız için
sağlık turizmi devlet politikası olarak belirlendi. Bu kapsamda Sayın
Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun
yakın bir zaman önce açıkladığı dört
yıllık dönemi kapsayan “Öncelikli Dönüşüm Programı” eylem planındaki
başlıklardan biri de sağlık turizmidir. Bu nedenle sağlık turizmindeki
hedeflere sistemli ve belirlenen zamanda ulaşabilmek için Bakanlığımız
koordinasyonunda, “Sağlık Turizmi
Koordinasyon Kurulu” oluşturulacak.
Kurul, yakın bir zaman diliminde
Sağlık Bakanlığı öncülüğünde faaliyete geçecek. Kurul, tanıtımdan
hangi hastanelerin hangi hizmetleri
verebileceğine kadar bütün alt başlıklar üzerinde çalışmalar yapacak.
Fiyatlandırmadan, akreditasyona ve
bütün sürecin yönetilmesi bu kurulun koordinasyonunda sağlanacak.
Ayrıca sağlık turizmiyle ilgili gerek
aracı kurumlar gerekse sağlık hizmeti verecek kurumlara dönük eğitim
programı da başlatacağız.
Kurulun paydaşları
Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu
ile Türkiye’nin sağlık turizmi faaliyetleri daha kurumsal bir yapıya bürünecek ve böylece çalışmalar daha
sistematik bir hal kazanacak. Bu yönüyle kurul, önceki çalışmalarımız
gibi dünyaya örnek olabilecek.
Böylesi önemli bir projede Bakanlığımızın yanı sıra diğer kurum ve kuruluşlarımızın da deneyimlerinden
yararlanacağız. Bu çerçevede; ileri
yaş hastaların bakımıyla alakalı süreci yöneten ve bu amaçla açılmış
tesisleri ruhsatlandıran Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı, paydaşımızdır.
Yurtdışından gelen hastaların önemli
bir kısmının ödemeleriyle ilgili işlemi
yürüten SGK, dolayısıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı da bizimle
birlikte olacak. Yine bu konuda ciddi
bir deneyimi olan Kültür ve Turizm
Bakanlığından da yararlanacağız.
Sağlık turizminin teşvik kapsamında
yer alması nedeniyle Ekonomi Bakanlığı da paydaşlarımız arasında bulunacak. Bazı ülkelerden Türkiye’ye
hasta transferlerinde vizelerle alakalı
problemler yaşıyoruz. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı bu yöndeki sorunların giderilmesi için yanımızda olacak.
Bütün bu çalışmalar ve işbirliği, sağlık
turizminin devlet politikası olmasının yansımasıdır. Bu alanda dünyada
saygın bir yer edinmek için çalışmalarımızı kararlılıkla devam ettirerek,
sağlık turizmi ile yeni bir sayfa daha
açacağız.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
13
kapakkonusu
SAĞLIK TURİZMİ VE GELECEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Ömer TONTUŞ
Sağlık Bakanlığı
Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü
İkamet edilen yerden başka bir ülkeye herhangi bir sebeple sağlık hizmeti almak için yapılan planlı seyahate
“Sağlık Turizmi”, seyahat edene de “
Uluslararası Hasta ” denir.
14
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Sağlık turizminin, dünyada hızla gelişen küreselleşme sürecinin sonuçlarından biri olduğu söylenebilir.
Artık insanlar, sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki
hekimleri ya da fiyatları değil; en iyi
çözüm/en iyi fiyat yollarını düşünerek hareket etmektedirler.
ABD’deki sağlık turizmi harcamalarının 5,5 milyar dolar, Avrupa’da 3,5
milyar euro civarında olduğu, yakla-
şık 120 yıldır sağlık turizmine hizmet
veren Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya gibi ülkelerden Çek
Cumhuriyetinin bu sektörden kazancının 1 milyar doları aştığı bilinmektedir. Bu durum insan sağlığına verilen önemin dünya çapında arttığını
göstermektedir.
Ülkeler, gelişmişlik düzeylerine göre
farklılık göstermekle birlikte sağlık
harcamalarına GSMH’lerinin %2’si ile
%16’sı arasında değişen oranların-
da pay ayırmaktadırlar. 2012’de AB
üye devletleri, 2000’deki %7.3’e göre
kayda değer bir artışla GSYH’lerin
ortalama %8.7’sini sağlık harcamasına adamışlardır. Birçok ülkede 2008
ortalarında başlayan ekonomik krizi
takiben 2009’da %9.0 ile bir zirveye
ulaşılmıştır.
Sağlık turizmi son 10 yılda hızlı bir
gelişme göstermiştir. Medikal turizm
bazında dünyadaki en önemli bölge
Asya kıtasıdır. Tayland, Singapur, Hindistan, Güney Kore ve Malezya gibi
ülkelerle medikal turizmin kapsamı
şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır.
2012/2013
ÜLKE
HASTA SAYISI
1. TAYLAND
2.5 milyon
2. HİNDİSTAN
900.000
3. SİNGAPUR
850.000
4. USA
800.000
5. MALEZYA
770.134
6. TÜRKİYE
390.000
320.000
9. İRAN
230.000
10. ALMANYA
224.000
11. G.KORE
200.000
Türkiye hizmet sektöründe iyi konumdadır ve hizmet sektörünün sağlık turizmine olumlu etkisi yüksektir.
Sağlık turizmi hizmetini sunan ilk
ülkeler arasında yer alır ve bu konuda deneyimlidir. Sağlık hizmetleri satan ileri ülkelere göre sağlık fiyatları
ucuzdur. Türkiye 52 adet JCI akredite
hastanesi ile tüm dünyada en çok
akredite hastaneye sahip ülke konumundadır.
Sağlık turizmi KHK 663 ile Sağlık Bakanlığı bünyesinde yerini almıştır.
İlgili yasal düzenlemeler ve devlet
desteği vardır. (Sağlık hizmetleri ihracatına Ekonomi Bakanlığı’nın destek vermesi (araştırma desteği, yurtdışında ofis açma desteği, tanıtım
desteği, vb.)
Sağlık Turizmi Ekonomisi
Sağlık harcaması düzeyinin daha
eksiksiz anlaşılması için, sağlık harcamasının GSYH’ye olan oranı, kişi
başına sağlık harcamasıyla birlikte
değerlendirilmelidir.
7. MACARİSTAN 370.000
8. POLONYA
insan gücüne hem de sağlık altyapısı
ve teknolojisine sahiptir. Türkiye’de
sağlık hizmetleri talebini olumlu yönde etkileyecek çok çeşitli turizm olanakları vardır. (kültür turizmi, inanç
turizmi, deniz turizmi, doğa turizmi,
sağlık-kaplıca turizmi vs.).
Türkiye, Sağlık Turizmi alanında dünyada ilk 10 arasında yer almakta ve
hızla gelişmeye devam etmektedir.
Türkiye, sağlık alanında hem nitelikli
doğal tedavi unsurlarını modern metotlarla sunan ülkelere ve merkezlere
doğru artarak devam edecektir.
Türkiye’de de dünya da artan bu ihtiyacı göz önünde bulundurularak
Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı, T.C.
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde, 31
Mart 2010 tarih ve 18529 sayılı Makam oluru ile Sağlık Turizm Birimi kurulmuştur. Birim, 05.05.2011 tarihinde Sağlık Turizmi Koordinatörlüğü
adında Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. 02.11.2011
sayılı Resmi Gazete ile 663 sayılı KHK
gereği Bakanlıktaki yeniden yapılandırma kapsamında; Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü bünyesine Sağlık
Turizmi Daire Başkanlığı olarak yapılandırılmıştır.
26.12.2013 tarih ve 43148 sayılı Bakanlık Makam Onayı ile Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü’ne aktarılmıştır.
2002-2012 yılları arasında gerçekleştirilen Sağlıkta Dönüşüm Programı,
medikal turizm alanında da etkisini
göstermiş, gerçekleştirilen birçok düzenleme ve getirilen yenilikler ile kendi vatandaşına daha kaliteli hizmet
2000-2008 yılları arasında en yüksek
kişi başına sağlık harcaması artış ortalamalarına göre Amerika’nın ilk sırayı
aldığını görmekteyiz (OECD, 2009).
OECD ülkelerinde sağlık harcamalarının ortalama %73’ü kamu tarafından
karşılanmaktadır. Türkiye’de ise bu
oran 2000 yılında %63 iken 2009’da
%71’e ulaşmıştır.
Dünya’da sağlık turizmi, kaliteli hizmeti bekletmeden ve ucuza veren,
Yrd. Doç. Dr. Ömer TONTUŞ
YILLAR İTİBARİYLE TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETİ ALAN HASTALARIN DAĞILIMI
Kamu
17.817
21.442
32.675
41.847
43.904
119.572
Özel
56.276
70.519
77.003
114.329
218.095
270.772
Toplam
74.093
91.961
109.678
156.176
261.999
390.344
Yıllar
2008
2009
2010
2011
2012
2013
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
15
sunabilen Türkiye, yabancı vatandaşlara da kaliteli hizmet sunmaya başlamasıyla, önemli bir medikal turizm
destinasyonu olmuştur. Yaşlı Turizmi,
Termal Turizm, Engelli Turizmi gibi
medikal turizmin alt dallarında da ön
plana çıkan Türkiye, konumunu her
geçen yıl güçlendirmektedir.
Son yıllarda Türkiye’de devlet destekli yeni yatırımlarla birlikte güncel teknolojilerin gelişimi, özellikle
İstanbul, Ankara, Antalya ve Bursa
gibi illerde olmak üzere ülkede ulusal sağlık hizmetlerinin kalitesini
artırmıştır. Türkiye’de sağlık turizmi
alanında görülen gelişmelerde hastane ve sağlık personeli yatırımlarının payı büyüktür. Ayrıca, İngilizce
eğitim veren tıp fakültesi sayısı arttırılmış, hekimlere diğer ülkelerdeki
gelişmeleri yakından takip edebilmeleri ve araştırmalarını gelişmiş ülkelerde yapmaları için burs imkânları
sağlanmaktadır.
Medikal Turizm Destinasyonu Türkiye
Önümüzdeki yüzyılın katma değeri yüksek en önemli sektörlerinden
olan sağlık turizminde, Türkiye politik
ve jeo-stratejik konumu itibariyle en
avantajlı ülkelerden biridir.
4 saatlik uçuş mesafesindeki 1,5 milyar insana sağlık hizmeti sunabilme
imkânı olan Türkiye, modern teknolojik donanımı ile ileri tetkik, tedavi,
yüksek kalitedeki hizmeti hızlı ve uygun fiyata sunan bir ülke konumundadır. Son 10 yılda sağlık sektöründeki gelişmeler ülkemize bu imkânı
sunmuştur.
Türkiye, ağırladığı yabancı hasta sayısı temelinde dünyada ilk 10’dadır.
Destinasyon olarak Türkiye’nin avantajları arasında 52 adet JCI akredite
ve diğer uluslararası akreditasyona
sahip birçok hastanenin bulunması,
özel grup hastanelerin çokluğu ve
kalitelerinin yüksek olması, kamu
hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’nın
uyguladığı yüksek standartlara uyması, tedavi ücreti konusunda rakiplerine göre avantajlı olması, iklim
şartlarının birçok Avrupa ülkesine
göre daha uygun olması ve coğrafi
olarak Asya-Avrupa-Afrika üçgeninin
16
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
tam ortasında bulunarak ulaşımın
kolay olması sayılabilir.
(600.000 tedavi amaçlı) yabancı termal turiste hizmet sunulması,
Teknolojinin hastanelerde ve tedavi
merkezlerinde daha fazla kullanılmasıyla beraber eskiden zor olarak
görülen birçok tedavi artık kolay ve
ucuz bir şekilde ulaşılabilir hale gelmiştir.
Medikal turizmde dünyanın ilk 5
destinasyonu içerisinde olunması,
750.000 medikal yabancı hastanın
tedavi edilmesi,
Donanımlı hastaneler ve donanımlı
personelin yanı sıra kişi başına düşen sağlık personeli sayısında da
Türkiye, dünyada ilk sıralardadır.
Özellikle robotik cerrahinin ülke çapında yaygınlaşması tedavi sürelerini kısaltırken hasta memnuniyetini
diğer tedavi alanlarında olduğu gibi
artırmaktadır.
Sağlık Turizminin Geliştirilmesi ve
Uygulanacak Politikalar
İleri yaş turizminde 10 bin yatak kapasitesi oluşturulması, 150.000 yabancı turistin ülkemizi ziyaret etmesi
Sağlık turizminde hızlı gelişimin sağlanması için eylem planında yer alan
program bileşenleri aşağıdaki gibidir:
1.Bileşen: Sağlık Turizmine Yönelik
Kurumsal ve Hukuki Altyapının
Geliştirilmesi
2.Bileşen: Sağlık Turizmi Alanında
Fiziki ve Teknik Altyapının İyileştirilmesi
Tıbbi tedavinin alınması, termal kaynakların kullanılması, rehabilitasyon
hizmetlerinin ve kişilerin kendilerini
iyi ve sağlıklı hissetmesini sağlayan
hizmetlerin giderek artmasına paralel olarak sağlık turizmi, ülkemizin potansiyeli dikkate alındığında önemli
bir fırsat sunmaktadır. Bu programla,
Türkiye’nin dünyada yükselen pazar
konumunda olduğu medikal turizm,
termal turizm ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesinin
yükseltilerek rekabet gücünün artırılması amaçlanmaktadır.
3. Bileşen: Sağlık Turizmi Hizmet Kalitesinin Artırılması
“Sağlık Turizminin Geliştirilmesi”
programına yönelik eylem planı
hazırlanırken ilgili tüm aktörlerin
görüşlerinin alınmasına özellikle
önem gösterilmiştir. Bu sayede katılımcı paylaşım ile elde edilen plan
ile kaynaklarımızın daha hızlı sonuç
alacak şekilde yönlendirilmesi sağlanacaktır.
Sonuç olarak; Sağlık Turizmi Hizmet
Kalitesinin Arttırılması, Bileşen 3 /
Politika 1: Sağlık Turizmi alanında çalışan personelin nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi kapsamında 2015
yılı içerisinde kamu kuruluşlarından
500 personele Sağlık Turizmi Eğitimi sonucunda sertifika verilecektir.
Bu eğitim tüm özel ve şahıslara açık
olacaktır. Aynı zamanda yaklaşık 200
personele de yabancı dil eğitimi verilerek altyapı çalışmaları sağlanacaktır.
Türkiye’nin dünyada yükselen pazar
konumunda olduğu medikal turizm,
termal turizm ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesinin
yükseltilerek rekabet gücünün artırılması amaçlanmaktadır.
Programın Hedefleri arasında
aşağıdakiler yer almaktadır;
Termal turizmde 100.000 yatak kapasitesinin oluşturulması, 1.500.000
4.Bileşen: Sağlık Turizmi Alanında
Etkin Tanıtım ve Pazarlama Yapılması
Tıbbi tedavinin alınması, termal kaynakların kullanılması, rehabilitasyon
hizmetlerinin ve kişilerin kendilerini
iyi ve sağlıklı hissetmesini sağlayan
hizmetlerin giderek artmasına paralel olarak sağlık turizmi, ülkemizin potansiyeli dikkate alındığında
önemli bir fırsat sunmaktadır.
Bununla birlikte sağlık turizminde
Türkiye’nin dünyada yükselen pazarda rekabet gücünü arttırmak için
medikal turizm, termal sağlık turizmi
ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesinin yükseltilerek,
ülkemiz sağlık turizminde söz sahibi
ülkeler arasına girecektir.
7.09 .1984
12. 09. 20 14
Geleceği birlikte güvenle
büyütüyoruz.
kapakkonusu
TERMAL SAĞLIK TURİZMİNDE
TÜRKİYE VE AFYONKARAHİSAR ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Türkiye, jeotermal kaynak zenginliği
ve potansiyeli açısından Dünyada yedinci, Avrupa’da ise birinci sırada yer
almaktadır. Afyonkarahisar ilinin beş
bin yıllık tarihinde başta Hititler ve
Frigyalılar olmak üzere Selçuklular ve
Osmanlılar’a kadar uzanan çok çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış
olması, üç coğrafik bölge ortasında
yer alması ve geçit olma özelliği nedeniyle Anadolu’nun kilidi haline gelmiştir.
Geçmişten günümüze kadar uzanan
bu kültür çeşitliliği, yerel kültürlerle
yoğrularak yeni kültürler ortaya çıkarmış, yeni medeniyetlerin gelişmesine de katkıda bulunarak günümüze
kadar gelinmiştir. Ayazini, Docimeum
Antik Kenti, Glenia, Apameia ve Amorium Antik Kentleri ve İnpazarcık gibi
yerleşimler Frig yerleşim örnekleri
olarak bilinmektedir.
Afyonkarahisar
ili
Ege’yi
İç
Anadolu’ya, Antalya Körfezi’ni hem
Ege’ye hem İç Anadolu’ya, Marmara
Bölgesini de bu üç bölgeye bağlayan kara ve demir yollarının üzerin18
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
de kavşak noktasında yer alır. İl jeotermal kaynak potansiyeli açısından
çok önemli bir zenginliğe sahiptir.
İl, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca
hazırlanan “Termal Turizm Master
Planı”nda yer alan dört termal bölgeden biri olan “Frigya Termal Turizm
Bölgesi”nde bulunmaktadır. İlimizde
Heybeli-Çobanlar,
İhsaniye-Gazlıgöl, Sandıklı-Hüdai ve Ömer-Gecek
Termal Turizm Merkezi olmak üzere
4 termal turizm merkezi bulunmaktadır. Bu jeotermal merkezlerde çok
değişik sıcaklık (36°-98°) aralığında
ve toplam 1940 Lt/sn. debide termal
su üretilmektedir. Jeotermal sahalardan elde edilen kaynaklar entegre
kullanımlar için uygun niteliktedir.
beş yıldızlı oteller zincirine katılmıştır.
Gazlıgöl ve Heybeli yöreleri ile Ömer
ve Gecek tatil köylerinde bulunan
belgeli termal yatak kapasitesi de
dikkate alındığında ilin toplam termal nitelikli yatak kapasitesi 20 bine
yaklaşmıştır. Afyonkarahisar ili bu
yatak kapasitesi ile “Termal Merkez
ve Termal Destinasyon” olmayı hak
etmektedir.
Sağlık Turizmi ve Termal Sağlık Turizmi alanı, sürekli gelişen, yenilenen
bilimsel kavramların ve var olan doğal kaynakların en etkili şekilde birleştiği bir alandır. Bu alan Kalkınma
Afyonkarahisar bu doğal termal su
kaynakları ve zenginliğine rağmen
son birkaç yıla kadar il merkezinde
yer alan Oruçoğlu ile İkbal Termal
Otelleri yıllarca ağırlıklı olarak yerel
turizme hizmet etmiştir. Bunları Korel Termal, Anemon Afyon ile Güral
Afyon ve Budan Termal Oteli hizmete
açılarak beş yıldızlı termal otel yatak
kapasitesi 4.000’i geçmiştir.
Ayrıca Sandıklı ilçesinde Safran Termal Hoteli ve Sandıklı Termal Park
Oteli ile Gazlıgöl beldesinde hizmet
veren Palas Premium Termal Oteli
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Bakanlığı’nca hazırlanan Son 5 Yıllık
Kalkınma Planında teşvik edilen öncelikli konular arasında yer almıştır.
Termal Sağlık Turizmi alanında çalışanların hizmet kalitesinin arttırılması, hizmet veren kurumların tanıtılması ve en önemlisi Afyonkarahisar
ilinin termalin başkenti ve termal
destinasyon olarak marka şehir olması, 2012 yılını termal turizme destek
ve hizmet yılı ilan eden Üniversitemiz
ve ilimiz üst yönetiminin en önemli
hedefleri arasında yer almıştır.
Nitekim genç ve dinamik bir yükseköğretim kurumu olan Afyon Kocatepe Üniversitesi, bulunduğu bölgeye
katkı yapmaya büyük önem vermektedir. Üniversitemiz bu anlayışla uluslararası sağlık ve termal sağlık turizmi
ile ilgili toplantı ve fuarlara hem konuşmacı olarak hem de stantlar açarak bilgilendirme ve tanıtma çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda
2011-2014 dönemi içinde Chicago,
Berlin, Bakü, Kiev, Dubai, Yemen, Kazablanka, Amman ve İstanbul’da
gerçekleşen termal sağlık turizmi ile
ilgili açılan fuarlara en üst düzeyde
katılmıştır.
Üniversitemiz bu faaliyetlerinin yanı
sıra üniversite-sanayi, üniversitekent işbirliği anlayışıyla; Afyonkarahisar Valiliği, Belediye Başkanlığı ile
Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı’nın
işbirliğiyle 6-9 Haziran 2012 tarihinde
sağlık ve termal turizmin bir arada değerlendirildiği “Uluslararası Katılımlı
Termal Sağlık Turizmi Kongresi”ni
düzenlemiştir. Bu kongreye öncelikle Avrupa, Ortadoğu, Balkanlar, Türk
Cumhuriyetleri ve Orta Asya gibi yakın bölgeler olmak üzere birçok ülkeden 150, ülkemizden de 750 termal
turizm temsilcisi ile sağlık ve turizmle ilgili profesyoneller, yöneticiler ve
akademisyenler katılmıştır.
Bu kongrede “Türkiye’de Termal Sağlık Turizmi Potansiyeli ve Dünya Örnekleri, Kaplıcayla Birlikte Uygulanan
Fizik Tedavi Destek Yöntemleri, Aquatik Rehabilitasyon, Termal Sağlık
Turizmi, Kaplıca Tedavisi ve Balneoterapi, Termal Su Güvenliği ile Termal
Sağlık Turizmi Tanıtımı ve Pazarlanması” konulu başlıklar altında birçok
önemli konu, uzmanları tarafından
etraflıca işlenmiştir. Kongreye katılan
tüm konuklara ilimizin termal mer-
kezleri detaylı bir şekilde
tanıtılarak, tarihi ve turistik yerler gezdirilmiştir. Bu
yolla Afyonkarahisar’ın
marka şehir ve termal
destinasyon
olmasına
önemli katkı sağlanmıştır. Ayrıca “Termalin Başkenti Afyonkarahisar” adlı
Türkçe ve İngilizce dilinde
tanıtım ve bilgilendirme
kitabı yayınlanmıştır. Ayrıca
Uluslararası Zafer Hava Limanının hizmete başlamasıyla, termal
sağlık turizmi açısından bölgenin
ulusal ve uluslararası düzeyde hava
ulaşımı da sağlanmıştır.
Üniversitemiz, ilimizde termal sağlık turizmini canlandırmak amacıyla
gerçekleştirdiği kongrenin yanı sıra,
hem ilimiz ve bölge insanımıza hem
de yurtdışından gelecek ve sağlık
hizmeti alacak yabancı hastaya katma değeri yüksek sağlık hizmeti sunmak üzere Acil Yardım ve Fizik Tedavi
ve Rehabilitasyon Hastanesi hizmete
sunulmuştur. Bu hastanede özellikle
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon alanında ileri teknoloji ile hasta memnuniyetini esas alan bir felsefe ile
sağlık hizmeti verilmektedir. Yaklaşık
34.000m2 kapalı alana sahip hastane 7 bloktan oluşmakta, vip odaları,
tek ve çift yataklı odalar ile, 10 adet
ameliyat salonu, 25 adet cerrahi yoğun bakım yatağı ve aynı anda 30
acil hastaya hizmet verebilecek acil
ünitesinin yanı sıra radyoloji, genel
cerrahi, kulak burun boğaz, göğüs
cerrahisi, ortopedi ve travmatoloji
üniteleri ile termal ve egzersiz havuzları, kan merkezi gibi birimler yer
almaktadır.
En son teknolojiyi, termal suyu ve
konforu bir arada sunan ülkemizin
en gelişmiş tedavi merkezlerinden
biridir. Hastanemiz alanında ilk ve
yeni bir örnek olup, alanında uzman
hekimler ve fizyoterapistler tarafından; bel, boyun, omuz, diz ağrıları
gibi kas-iskelet sistemi hastalıklarının
ayaktan tedavilerinin yanı sıra yatarak bakım hizmeti de verilmektedir.
Ayrıca acil hastalardan en dike olgulara 10 ameliyathanede cerrahi hizmetler verilmektedir.
Fizik Tedavi Hastanesi’nin çevresinde
yer alan ve termal özelliği bulunan 5
yıldızlı oteller, Afyonkarahisar’ın fizik
tedavi alanında çok özel bir yeri olduğunu bir kez daha gösteriyor. Otel
yöneticileri ile üniversite yönetiminin sık sık bir araya geldiği “Termal
Sağlık Turizmi” konulu toplantılar, yıllardan beri özlenen üniversite-özel
sektör işbirliğinin ilimizde sağlandığını göstermektedir. Bunun en güzel
örneği olarak Üniversite Rektörü, Turizm Fakültesi Dekanı ve Termal Otel
Yöneticilerinden oluşan bir heyet
tarafından Temmuz 2013 tarihinde
“Afyon Termal Sağlık Turizmi ve Eğitimi Derneği” kurularak hizmete başlamıştır.
Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin
Termal Sağlık Turizmine destekleri
bunlarla kalmamaktadır. Üniversite
kampüsü içinde bulunan “Turizm
İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu” “Turizm Fakültesi” haline dönüştürülmüştür. Fakülteye yabancı dil
hazırlık sınıfı konularak, alanında dil
bilen uzman elemanlar yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Buna katkı olarak
gerçekleşmesi içinde yabancı diller
yüksekokulu bünyesinde 2 adet multimedya yabancı dil laboratuvarı kurularak hizmete açılmıştır.
Kısaca ifade etmek gerekirse ilimizde bulunan hem yerel yöneticiler,
hem de üniversite yönetimi olarak
“Termalin Başkenti Afyonkarahisar”
sloganını benimsemiş olup bunun
gereğini yapmaktayız. “Acil yardım
ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
hastanesi ile birlikte termal otel işbirliği” ortamını kurarak bu anlayışla
çalışmaktayız. 2012 yılında turizm işletme belgeli tesislerimize gelen 540
bin yerli ve 16 bin yabancı turist sayısında önemli bir artışın gerçekleşmesini beklemekteyiz.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
19
kapakkonusu
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE HASTALARIN
SERBEST DOLAŞIMI:
SINIR ÖTESİ SAĞLIK HİZMETLERİNDE HASTA
HAKLARININ UYGULANMASINA İLİŞKİN 2011/24/EU
SAYILI DİREKTİF VE SAĞLIK TURİZMİ
Doç. Dr. Hasan Hüseyin YILDIRIM
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi ve
ABSAM Sağlık Araştırmaları Merkezi
Genel Müdürü
Giriş
Günümüzde ulaştığı merhaleye bir
genişleme ve derinleşme süreci sonucunda ulaşan Avrupa Birliği (AB),
1950’lerde temellerinin atılmasından
bu yana yetkilerinin ve çalışmalarının
20
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
kapsamını, sağlık ve sağlık politikaları dahil sosyal politika alanlarını
da kapsayacak biçimde gittikçe artan bir ivmeyle yaygınlaştırmaya ve
derinleştirmeye devam etmektedir.
Özünde ekonomik entegrasyon merkezli bir bütünleşme süreci yaşayan
AB, özellikle “yayılma etkisi” ile sosyal
sektörleri de etkiler ve kapsar duruma gelmiştir. Üye ve aday ülkelerin
sağlık ve sağlık politikalarını, AB’nin
dinamiklerinden muaf tutması mümkün değildir. Sağlık sektörü ve bu
bağlamda hastaların serbest dolaşı-
mı, ülkelerin gerek adaylık, gerek katılım müzakereleri ve gerekse katılım
süreci ile birlikte, doğrudan ve dolaylı
olarak etkilendiği ve uyumlaşma ve
yakınlaşma göstermesi gereken alanlardan birisidir.
AB İç Pazarı, Serbest Dolaşım ve Sağlık:
AB’de Hastaların Serbest Dolaşımı
Mevcut durumda 28 üye ülkeden
oluşan AB; malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımı
olmak üzere dört özgürlük üzerine
kurulu olan bir varlıktır. Bu varlık AB
İç Pazarı olarak adlandırılmaktadır.
AB İç Pazarı (dört özgürlük alanı) sağlık açısından değerlendirildiğinde; kişilerin serbest dolaşımı bağlamında
sağlık çalışanları ve hastaları, malların serbest dolaşımı bağlamında farmasötikleri ve tıbbi cihazları, hizmetlerin serbest dolaşımı bağlamında
sağlık sigortacılığı ve sağlık hizmetleri ve sermayenin serbest dolaşımı
bağlamında ise hastane yatırımlarını
belirtmek mümkündür. AB’de hastalar, müktesebatla çerçevesi belirlenmiş kurallar çerçevesinde üye ülke
sınırları arasında serbest dolaşabilmektedirler. Bu dolaşım, literatürde
sınır ötesi hasta hareketi veya sınır
ötesi sağlık hizmetleri olarak da ele
alınmaktadır.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde,
mevcut durumda AB’de vatandaşların sağlık hizmetlerinden yararlanma
biçimlerini temelde iki ana grup başlıkta ele almak mümkündür. Birincisi
bireysel üye ülke ulusal sınırlar dahilinde, ikincisi ise sınır ötesi sağlık
hizmetleri kapsamında. AB vatandaşlarının sınır ötesi kapsamda sağlık
hizmetlerinden yararlanma biçimlerini de iki grupta ele almak mümkündür. Birincisi AB sınırları dahilinde,
ikincisi ise üçüncü taraf ülke sınırları
dahilinde sağlık hizmetlerine erişme. AB sınırları dahilinde ise sağlık
hizmetlerine erişme ise temelde iki
grupta ele alınabilir. Bunlardan birisi
1408/71 ve 574/74 sayılı Sosyal Güvenlik Sistemlerinin Koordinasyonu
Tüzükleri uygulaması, diğeri ise Sınır
Ötesi Sağlık Hizmetlerinde Hasta
Haklarının Uygulanmasına İlişkin
2011/24/EU Sayılı Direktif uygulamasıdır.
Sınır Ötesi Sağlık Hizmetlerinde Hasta
Haklarının Uygulanmasına İlişkin
2011/24/EU Sayılı Direktif
Avrupa Parlamentosu ve Konseyi tarafından 9 Mart 2011 tarihinde kabul
edilen 2011/24/EU sayılı Sınır Ötesi
Sağlık Hizmetlerinde Hasta Haklarının Uygulanmasına İlişkin Direktif;
sağlık hizmetlerinin sunulmasında ve
organizasyonunda ulusal yetkinlikleri gözetmek suretiyle, güvenli ve yük-
sek kaliteli sınır ötesi sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması ve üye
devletlerarasında sağlık hizmetleri
konusunda işbirliğinin teşvik edilmesini amaçlamaktadır.
Üye Devletler bu Direktife uyum
sağlamak için; 25 Ekim 2013 itibariyle gerekli kanun, ikincil düzenleme ve idari kuralları yürürlüğe
koymuşlardır. Diğer taraftan Komisyon, 25 Ekim 2015 tarihi itibarıyla ve
sonrasında her 3 yılda bir, bu Direktifin işleyişi hakkında bir rapor hazırlar
ve Avrupa Parlamentosu ve Konsey’e
sunar. Rapor özellikle; hasta akışları,
hasta hareketliliğinin mali boyutları,
geri ödeme, Avrupa referans ağları
ve ulusal temas noktalarının işleyişi
hakkında bilgi içerir. Komisyon bu
amaçla, bu Direktif ve hasta hareketliliğine ilişkin diğer Birlik mevzuatının gerekleri ışığında, üye devletlerin
uygulamaya koydukları sistemler ve
uygulamaların bir değerlendirmesini
yapar. Üye devletler, değerlendirmeyi yapması ve raporları hazırlaması
için Komisyon’a yardım eder ve bilgileri sağlarlar.
Muhatabı 28 AB üye ülkesi olan bu
Direktif; bütün üye ülkeleri, üye ülke
bireysel vatandaşlarını, kamu/özel
sektör hizmet sunucularını, ilaç ve
tıbbi cihaz reçetelerini kapsar; uzun
süreli bakımı, başka bir üye ülkede
iken alınan sağlık hizmetlerini, organ
nakillerini, özel sağlık sigortalarını ve
genel aşı programlarını kapsamaz.
Bu Direktif, var olan AB müktesebatına (tüzükler ve direktifler) halel
getirmeksizin uygulanır. Dolayısıyla
883/2004 sayılı Tüzük ve Avrupa Sağlık Sigortası Kartı kapsamındaki uygulamalar devam eder.
Direktif, hem tedavinin yapıldığı üye
devletlerin hem de bağlı olunan üye
devletlerin sorumluluklarını ayrıntılı
olarak ortaya koymaktadır. Üye Devletler, bu Direktifin uygulamaya konması, denetlenmesi, geliştirilmesi ve
sürdürülebilirliğinin sağlanması için
iş birliğini içeren karşılıklı yardımlaşmayı gerçekleştirirler. Bağlı olunan
üye devlet, sınır ötesi sağlık hizmetlerinin kullanımı ve geri ödenmesi
ile ilgili idari usullerin objektif ve
ayırım gözetmeyen kriterlere dayalı
olmasını sağlar. Ödemeler hastanın
kendi ülkesi tarafından yapılır ve
önceden bilinen nesnel ve ayırım
gözetmeyen kriterlere dayanır. Her
üye ülke, bir veya daha fazla Ulusal Temas Noktası (UTN) belirler. Bu
Direktif, başka üye devlette yazılan
reçetelerin tanınmasını da gerekli
kılmaktadır. Reçeteler, istisnalar hariç
her üye ülkede geçerlidir. Nadir görülen hastalıkların teşhisi ve tedavisi
gibi yüksek düzeyde uzmanlık gerektiren sağlık bakım hizmetlerinde kaynakların maliyet-etkili kullanımının
sağlanması ve bilgi birikiminin sağlanması amacıyla Avrupa Referans
Ağları (ARA) oluşturulur. Komisyon,
özellikle nadir görülen hastalıklar
alanında, sağlık hizmeti sağlayıcıları ve uzmanlık merkezleri arasında
ARA’ların geliştirilmesinde üye devletleri destekler. Birlik, üye devletler
tarafından belirlenen e-Sağlık’tan sorumlu ulusal birimleri birbirine bağlayan gönüllü bir ağ bünyesinde çalışan üye devletlerarasında iş birliği ve
bilgi paylaşımını destekler ve kolaylaştırır. Sağlık teknolojilerinin değerlendirilmesi (STD) alanında işbirliği
esastır. Birlik, üye devletler tarafından
belirlenen, sağlık teknolojilerinin değerlendirilmesinden sorumlu ulusal
makamlar veya kurumları birbirine
bağlayan gönüllü bir ağ kurulmasını
destekler ve kolaylaştırır. Üye ülkeler
arasında STD konusunda karşılıklı
yardım, bilgi paylaşımı ve işbirliği
teşvik edilir.
Son Söz Yerine: AB’de Sınır Ötesi Hasta
Hakları, Sağlık Turizmi ve Türkiye
Bu Direktif kapsamında hastalar; bütün üye ülkelerde kamu/özel sektör
sağlık hizmeti sunucuları arasından
bilgilendirilmiş tercih yapma, ka-
Doç. Dr. Hasan Hüseyin YILDIRIM
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
21
haber
liteli ve güvenli sağlık hizmetlerine
erişme, başka bir üye ülkeden sağlık
hizmetlerini aldıklarında (kendi ülkelerinde söz konusu sağlık hizmetleri
ile ilgili hak sahibi olmaları durumunda) geri ödenme, mahremiyetlerinin
ve kişisel verilerinin korunması, ev sahibi ülke vatandaşları ile eşit muamele görme, itiraz etme, şikâyet etme
ve tazminat davası açma; kendileri ile
ilgili kararları, bilgi ve belgeleri isteme ve tedavi sonrası hasta takibi ile
ilgili hizmetleri alma hakkına sahiptir.
Bu noktada bir hususun altını çizmekte fayda vardır. Türkiye dahil, sağlık
turizmini ciddi bir sektör olarak gören bazı ülkeler ve bu ülkelerde yerleşik aktörler bu Direktifi sağlık turizmi ile ilişkilendirme eğilimindedirler.
Ancak şiddetle ifade etmek gerekir ki
2011/24/EU sayılı Direktif sağlık turizmi kapsamında çıkarılmış ve yürürlüğe konulmuş bir Direktif değildir. Direktifin dayandırıldığı temel gerekçe,
AB’nin de varlık sebebi olan “serbest
dolaşım”ın önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. AB jargonunda sağlık turizmi veya medikal turizm gibi
22
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
kavramlar çok fazla kullanılmamaktadır. Bunun yerine AB’de yerleşik jargon çerçevesinde hastaların serbest
dolaşımı, hasta hareketliliği veya sınır
ötesi sağlık hizmetleri gibi kavramlar
kullanılmaktadır. Bunun birkaç nedeni belirtilebilir: Birincisi, AB kurulduğundan bu yana oluşagelen müktesebatta sağlık turizmi kavramı yer
almamıştır. İkincisi ise sağlık turizmi
daha ziyade bir ticari faaliyeti çağrıştırdığından, AB’nin sosyal bakış açısına pek uymamaktadır. Dolayısıyla
kısa vadede AB jargonunda hastaların serbest dolaşımı kavramının yerini sağlık turizmine bırakması pek olası gözükmemektedir. Ancak, orta ve
uzun vadede sağlık turizmi jargonunun AB jargonuna dahil olması olasıdır. Direktif çerçevesinde hastaların
serbest dolaşımının Türkiye’nin sağlık
turizmi hedef pazarları açısından kısa
vadede bir potansiyel teşkil etmediği
düşünülmektedir. Hatta kısa vadede
negatif etki de yaratabilir.
Yukarıda da ifade edildiği üzere Direktif sadece üye ülkelerde geçerlidir
ve sadece üye ülkeleri bağlamakta-
dır. Ancak Direktif, katılım müzakereleri çerçevesinde aday ülke olan
Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Bu bağlamda Direktif müzakere sürecinde;
işçilerin serbest dolaşımı faslı, iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestisi faslı ve malların serbest dolaşımı
faslı kapsamında değerlendirilebilir.
Nihayetinde AB’ye üye olunduğu
taktirde, Direktif tümüyle Türkiye’yi
bağlayacaktır.
Referanslar
Official Journal of the European Union. (2011). Directive 2011/24/EU of
the European Parliament and of the
Council of 9 March 2011 on the Application of Patients’ Rights in CrossBorder Healthcare. Official Journal
of the European Union, 4.4.2011, L
88/45-65.
Yıldırım HH ve Yıldırım T. (2015). Avrupa Birliği Sağlık Politikaları ve Sağlık Sistemleri. Gözden Geçirilmiş ve
Güncellenmiş Üçüncü Baskı, ABSAM
Yayınları, Ankara (baskıda).
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE SAĞLIK TURİZMİ
Enginer BİRDAL
Türkiye Sağlık Turizmi Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Turizm iş kolu, Ülke gelir kalemleri
içinde önemli yer tutan ve iktisatçı
bakışı ile ekonomiye katkıda bulunan
önemli bir iş koludur. Sağlık ise aynen
çevre gibi hem en çok tahrip edilen
hem de en güzeline sahip olmak için
modern insanın tahrik-teşvik edildiği
uğruna para ve zamanın kaçınılmaz
biçimde pay ayırdığı bir alan.
Sağlık turizmi de turizmde olduğu
gibi bugün global köyde hızla gelişen
hizmet sektörüdür(açık, kapalı tüm
kitle iletişim araçları bireyi buna itmektedir… Falcıyı mı yoksa ona bakması için para vereni mi eleştirmeli…
Ya da fal da gerçek fala baktıran da
biz de ticaretimize bakalım(?)) Sağlık
turizmi tedarikçi, tamamlayıcı, diğer
sektörlerin doğrudan ya da dolaylı
itici gücü olarak kendini göstermektedir. Sağlık turizmi turizmde olduğu
gibi ülke ekonomisi açısından, milli
gelire olan katkısı şimdiden kendini
göstermeye başlamıştır. Döviz geliri
ile ödemeler dengesi açığının kapanmasında pay almaktadır. Algı/paradigma değişimi ile medikal sektörü
ve hizmet sektöründe yerli üretimde
çarpan etkisi ile artış sağlamaktadır.
Aynı zaman da ülke gelirlerinin artırılmasına katkıda bulunmaktadır.
24
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Sağlık iş gücü yetiştirmenin uzun
ve maliyetli külfetine girmeden yeni
istihdam alanları açmaktadır. Diğer
yandan turizm sektörüyle beraber,
geniş kitlelere iş imkanı sağlamasının bir sonucu olarak, istihdamın
en yoğun olduğu sektörlerden biri
olma avantajına sahiptir. Ülke insanının refahının yükseltilmesi, mücavir alanda çalışanların göreceli daha
yüksek gelirle istihdamında ve ülke
kalkınmasında rol almaktadır. Turist
sayısı ile gelir sıralamasında dengesiz olan konumumuzu Dünyanın en
önemli hizmet sektörlerinden olan
turizm sektöründe gelir/kişi oranını
düzeltici bir etki ile ülkelerin paylarını
artırma uğraşları içinde lehimize dönüşüme aracılık etmesi beklenebilir.
Turizm sektörünün iştahını kabartan
rakamlar hizmet arz eden tarafların
rekabetini doğurmakta ve yeni destinasyonlar ile ürün farklılaştırma ya
da yeni ürünlerin ortaya çıkmasına
neden olmaktadır.
Son yıllara kadar ülkemizde ağırlık kitle turizmine verilmiştir. Sağlık
turizminin aksine Kitle turizmi, yaz
sezonu ile sınırlı, rekabetin yüksek
olduğu ve kişi başı harcama düzeyi
düşük olan bir turizm çeşididir. Ülke
ekonomisine sağladığı katkı açısından önem arz eder. Kitle turizmine
odaklı çeşitlendirilmemiş bir turizm
sektörünün uzun vadede sürdürülebilir gelişimi ve bölgelerin ekonomik
kalkınmasına etkisi beklenenin altında kalacağı bir gerçektir. Dünyada
turizm eğilimleri ve tüketici profili
değişmekte, deniz, kum ve güneş
odaklı tatil anlayışı yerini farklı ihtiyaçların karşılanmasına yönelik
turizm anlayışına bırakmaktadır. Bu
durum Türkiye’yi alternatif turizm
kaynaklarını etkinleştirme yolunda
zorlamaktadır. Türkiye alternatif turizm olanakları açısından oldukça
zengin kaynaklara sahip bir ülkedir.
Birçok sektörü aynı anda etkileyen
ve kişi başı ortalama harcama düzeyinin kitle turizmine göre oldukça yüksek olduğu sağlık turizmi de,
Türkiye açısından mutlak değerlendirilmesi gereken alternatif turizm
kaynaklarından birisi olarak… Beş
Yıllık Kalkınma Planları ve bu planlar
kapsamında hazırlanmış olan Türkiye Turizm Stratejisi 2023 itibari ile de
gösterilmektedir.
Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu Güçlü ve Dengeli Büyüme İçin
Yapısal Dönüşüm Onuncu Kalkınma
Planı (2014-2018) Öncelikli Dönüşüm Programları Eylem Planları toplantısında “Sağlık turizmi koordinasyon kurulu oluşturulacağını, sağlık
turizminde teşvik sistemlerinin sadeleştirileceğini, sağlık personelinin
donanımı artırılacağını, sağlık turizmi
alanında Türkiye’nin gelirinin 2018
sonuna kadar 9 milyar doların üzerine çıkarılacağını, yabancı öğrenci
kontenjanını artırarak sağlık sektöründe yeni bir insan kaynağı oluşturulacağını” belirtmişlerdir. Ayrıca yine
bu kapsamda “Türkiye’nin dünyada
yükselen pazar konumunda olduğu medikal turizm, termal turizm ve
ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki
hizmet kalitesini yükselterek rekabet
gücümüzü artırmayı amaçlandığı,
termal turizmde 100 bin yatak kapasitesiyle, 1.500.000 (600.000 tedavi
amaçlı) yabancı turiste hizmet sunmayı hedeflemekte olup, bu hizmet
karşılığında 3 milyar dolar gelir elde
etmeyi hedeflendiği, Medikal turizm
alanında, 750.000 yabancı hasta tedavi edileceği, böylece 5,6 milyar
dolar gelir sağlanacağı, ülkemizin bu
hizmetler sayesinde dünyanın ilk 5
destinasyonu içerisinde yer almasının hedeflendiği, İleri yaş turizminde
ise hedefimizin 150.000 yabancı turiste hizmet vermek ve yaklaşık 750
milyon dolar gelir sağlamak olduğunu” açıklamışlardır.
Sağlık turizmi hastanın sağlık amacı
ile kendi yaşadığı yerden başka bir
yere seyahat etmesi sonucu oluşan
bir turizm türünü ifade etmek için
kullanılan geniş bir kavram olmakla
beraber pek çok kaynakta medikal
turizm, termal turizm spa&wellness
turizmi, yaşlı ve engelli turizmi gibi
türlere ayrılarak değerlendirilmektedir.
Medikal turizm genel olarak modern tıbbın konusu içinde yer alan,
hekimler tarafından sağlık kurum
ve kuruluşlarında gerçekleştirilen
ve sağlığın yeniden kazandırılması
amacı ile yapılan planlı sınır ötesi
seyahatler olarak tanımlanmaktadır. Toplumların gelişen refah seviyelerine, bilgi ve iletişim araçlarının
kullanımının yaygınlaşması sonucu
bireylerin yaşam kalitesini artırmaya
yönelik talepleri çoğalmaktadır. Aynı
zamanda da gelişmiş batı ülkelerinde genel yaşlanma eğilimi nedeniyle sağlık harcamaları artmaktadır.
Artan sağlık talebi ve harcamalarına gelişmiş batı ülkelerinde sosyal
güvenlik sistemlerinden kaynaklı
sorunlar eklenince hastalar kamu
sektöründe kaliteli sağlık hizmetlerine ulaşım problemleri, uzun bekleme listeleri, artan maliyetler gibi
problemlerle karşılaşmaya başlamışlardır. Sağlık hizmetleri ile turizm
sektöründe oluşan yeni kombinasyonlar ve fırsatlar ise medikal turizm
açısından sınır ötesi hasta hareketliliğinin oluşmasına yol açmıştır. Sağlık turizmi sanılanın aksine Dünya
ile eşzamanlı Ülkemizde de varlığını
ortaya koymuş; Sağlık turizminin bir
alt başlığı olarak değerlendirdiğim
Medikal turizmde yüksek sesle ben
de varım demesi “Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir sonucu olarak içerde ve dışardaki paradigma
değişimi ile ilgilidir. Devletimiz sınır
ötesi sağlık hizmetlerinde gösterdiği
başarılı uygulamalar ve sağlık diplomasisinin lafından önce icrasını
ortaya koymak suretiyle kamunun
sağlık turizmine girişini kademeli
olarak (2004, 2009, 2011/14 no’lu
genelge) gerçekleştirmiştir. Sağlık
turizmi/medikal turizm özel sektör,
kamu, STK, üniversite iç ve dış müşterilerin katılımı ile planlanmakta ve
kendi vatandaşına verdiği hizmeti
kalitesinde olduğu gibi sürekli geliştirilmektedir En son örneklerinden Şehir Hastaneleri(KÖO yöntemi
ile), Sağlık Turizmi Üst Kurulu, Yüzer
Hastane vb. Türkiye’de sürekli gelişmekte olan bir alandır. Sağlık tu-
rizmi konusunda ilerlemiş olduğu
söylenen Hindistan, Singapur, Tayland, Ürdün gibi birçok ülke uzun
zamandır sağlık turizmi ve özellikle medikal turizm konusunda aktif
politikalar geliştirip uygulamakla
beraber Türkiye ile karşılaştırmaktan
ziyade anlaşılıp istifade edilecek taraflar varsa ona bakılmalıdır. Türkiye için daha önemli rakipleri belki
de eski Sovyet ülkelerinden İsrail’i,
orta doğudan da Almanya’yı tercih
eden hastalardır. Çünkü adı geçen
ülkelerle Türkiye ciddi farklılıklar arz
etmektedir. Türkiye önce kendi vatandaşına ulaştırdığı sağlık hizmetindeki yaygınlık ve memnuniyeti ile
sonra da tarihi(Hindistan-İngiltere
ilişkisi), coğrafi(Hindistan, Singapur,
Tayland) ya da yatak sayısı(Ürdün,
BAE/Dubai) gibi.
Türkiye’de sağlık turizmi sürekli gelişmekte olan bir turizm türü olması,
sektörde yer alan aktörler arasında
sürekli bir devinimin bulunması, sektöre yön verecek stratejik planlama
çalışması diğer endüstrilere nispetle
hızlı davranması (ağırlayamayacağın
misafiri davet etme) nedeni ile sahip
olduğu potansiyeli belirli bir plan ve
program doğrultusunda yürütme
çalışmaları beklentileri daha da artırarak konu ile ilgilenenleri acele yargılamaya itmektedir. Sağlık turizmi
türleri olan medikal turizm, termal
turizm, spa&wellness turizmi, yaşlı
ve engelli turizmi farklı hedef kitlelere hitap etmekte olup örgütlenmesinde farklı aktörler rol almaktadır.
Bu nedenle her bir turizm türüne
ilişkin farklı stratejiler geliştirilmesi
gerekmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
25
TÜRKİYE SAĞLIK ENSTİTÜLERİ BAŞKANLIĞI
BÜNYESİNDE ULUSAL KANSER ENSTİTÜSÜ
VE DÜNYA ÖRNEKLERİ KIYASLAMASI
Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Kanser Daire Başkanı
temlerin geliştirilmesinde öncülük
yapmak, sağlık hizmetlerinde Sağlık
Bakanlığı adına akreditasyon faaliyetlerini yürütmek ve Türkiye Sağlık Bilimleri Yüksek Teknoloji Kurumu’nun
teşkilat ve görevleriyle ilgili esasları
düzenlemek üzere kurgulanmıştır.
GİRİŞ
Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı
kararlılık düzeyi yüksek bir yönetim
ile ülkenin politikaları doğrultusunda
çalışacak bilimsel yapının harmonizasyonudur. Bilimsel yaklaşım, üretim ve ülke ihtiyaçlarının saç ayağı
şeklinde yerleştirilmesiyle ortaya çıkacak olan sinerjinin ülkemizi “Orta
Gelir Tuzağından” çıkarması beklenmektedir. Kişi başına düşen GSYH bakımından orta gelir düzeyine ulaşmış
ülkelerin ve/veya bölgelerin belirli
bir gelir bandında sıkışıp kalma, yani
“üst gelir” düzeyine geçememe durumu “Orta Gelir Tuzağı” olarak tanımlanmaktadır. Dünya Bankası’nın 2012
yılı Dünya Kalkınma Raporu’ndaki
sınıflandırmaya göre, kişi başına yıllık
geliri 1.006 – 12.275 dolar arasında
bulunan ekonomiler orta gelirli olarak sınıflandırılmaktadır. Türkiye’de
2008 sonunda 10.444 dolar olan
kişi başına gelirimiz, 5 yılda ancak
Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı
ülkemizde sağlık alanında var olan
araştırma eksikliklerinin tamamlanması amacıyla kurgulanmıştır. Sağlık bilimleri ve teknolojileri alanında
ülkeye ve insanlığa hizmet etmek
amacıyla; Türkiye’nin rekabet gücünü
arttırmak ve sürekli kılmak, kalkınma
planı hedefleri ile Bilim ve Teknoloji
Yüksek Kurulu’nun belirlediği öncelikleri de dikkate alarak, ülkemizin ileri teknoloji, know-how ve inovasyon
ihtiyacını karşılamak, yeni ürünleri
üretimini, var olanların geliştirilmesini sağlamak, araştırmacılara bilimsel
ortamı sağlamak, kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile işbirliği yaparak
bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak, koordine etmek, teşvik etmek,
araştırmalara katkı sağlamak, sağlık
bilim ve teknoloji kültürü ile eko sis26
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
338 dolar artabilmiştir. Yani 5 yılda
%3.2’lik bir artış söz konusudur. Bu
ise, Türkiye’nin daha uzunca bir süre
orta gelir kategorisinde kalması anlamına gelmektedir. Düşük büyüme
hızları Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulmasına izin vermeyecektir.
Bu tuzaktan ancak dünyada gelişen
trendleri gözeten, mukayeseli üstünlüğümüz olan katma değeri yüksek
ürünlerin önünü açan reformları ve
teşvik sistemlerini içeren özellikler
taşıyan yeni bir kalkınma stratejisi
ile çıkılabilir. Yerli üretimin, çalışmaların ve araştırmaların önünü açacak
enstitülerle Dünya’da sağlık alanında liderlik iddiasının güçlendirilmesi
sağlanacaktır.
Enstitü, Sağlık Bakanlığı ile işbirliği
içerisinde çalışacak, kamu önceliklerini ön plana çıkaran, endüstriyel
bağlantıları ile arz talep ilişkisini ön
planda tutan, bilim insanı, hasta ve
sanayi ve ilaç sektörünü bir araya getiren örnek bir model olabilecektir.
Benzer şekilde, pek çok hastane, laboratuvar ve araştırma merkezleri ile
hedefe yönelik ve pratik olarak afiliye
sistemler ile çalışmasına olanak tanımaktadır.
Neden Kanser Enstitüsü?
Günümüzde kanser ve bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mücadeleye
yönelik politikalar, uluslararası nitelikli çalışmalarda ve ulusal sağlık
politikaları içinde önemli bir başlık
haline gelmiştir. Başta kanser olmak
üzere bulaşıcı olmayan hastalıkların
sıklığı ve ölüm sebepleri arasındaki
artışı gelecek 10 yıllık dönemde de
toplumların ve hükümetlerin sağlık
politikası ve öncelikleri içinde önemli bir konu olmaya devam edeceğini göstermektedir. Nitekim 2011
yılında Birleşmiş Milletler nezdinde
yapılan bir toplantı ile tüm dünya
ülkeleri bulaşıcı olmayan hastalıklar
ile mücadele edilmesi için ulusal eylem planları ve strateji dokümanları
hazırlayıp uygulaması kararlaştırılmıştır.
Türkiye, dünya genelinde pek çok
ülkeden çok daha önce; 2007’li yıllarda itibaren ulusal kanser, tütün ve
obezite ile mücadele programlarını
başlatmış sınırlı ülkeler arasındadır.
Son yıllarda tütün ve kanser kontrol
programlarında elde edilen başarılar
da uluslararası bilim literatüründe
saygınlıkla anılmaktadır. 2002 yılında
başlatılan Sağlıkta Dönüşüm programı ile ülkemizde sağlık alanında pek
çok önemli başarıya imza atılmıştır.
Özellikle anne çocuk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklar ile mücadele pek çok
önlenebilir ölümün önüne geçilmiş,
ortalama yaşam süresi 70’den 75’lere
yükselmiştir.
Ülkemizde öncelikler ve değişen yaşam tarzları nedeniyle sağlık politikaları tüm dünyada olduğu gibi bulaşıcı
olmayan hastalıklara yönlenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından
2014 yılı Şubat Ayında yayınlanan
kanser istatistiklerine göre, tüm dünya da kanser ne yazık ki birinci sırada
ölüm nedeni olmuştur. Dünya Sağlık
Örgütü verilerine göre 2000-2007
arasında kanserden ölen kişi sayısı
yaklaşık % 32 oranında artarak 2007
yılında 7.9 milyon kişiye çıkmıştır.
Yine aynı rapora göre, 2007 yılında
dünyada bütün ölümlerin yaklaşık
%13’ü kanserden kaynaklanmıştır.
Kanser ölümleri en sık gelişmekte
olan ülkelerde görülmektedir. Dünya
Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan
raporda, 2007 yılında yaşanan 7,9
milyon ölümün % 70’i dünya nüfusunun % 80’nin yaşadığı gelişmekte
olan ülkelerde olduğu tahmin edilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre
2012 yılında yayınlanan tahminlerine göre ise Dünya’da toplam 14,1
milyon yeni kanser vakası gelişmiş,
bu şekilde kanser artış hızının devam
etmesi durumunda, Dünya nüfusunun artışına ve nüfustaki yaşlanmaya
bağlı olarak 2025 yılında toplam 19,3
milyon yeni kanser vakası olacağı belirtilmiştir. Kanserle yaşayan ve kansere yeni yakalanan hasta sayısındaki
bu belirgin artış gelecek dönemde
tedavi ve bakım maliyetlerinin artmasını da kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir.
Ülkemizde ise halen hem erkeklerde
hem de kadınlarda kanserden ölümler 2. sıradadır. Ancak, 2002 yılında
kansere bağlı ölümlerin %12’lerden,
2013 yılına doğru %20’lere yükselmesi göz önüne alındığında ülkemizin de gelişmiş diğer dünya ülkeleri
gibi önümüzdeki yıllar içerisinde
birinci sıraya yükseleceği açıktır. En
güncel verilerimiz ile ülkemizde her
yıl yaklaşık 160 bin kişiye kanser teşhisi konulmaktadır. Eğer aldığımız
önlemlerde başarılı olamazsak, bu
rakam 2023’lü yıllarda yılda 400 binlere kadar çıkabilir. Hiç şüphesiz ki,
sosyal, ekonomik ve insan gücü üzerindeki kanserin etkileri düşünüldüğünde bu hastalıkla etkin bir mücadele edilmesi gerekliliği geleceğimiz
açısından ne kadar stratejik öneme
haiz olduğu bu veriler ile apaçık ortadadır.
Türkiye, AB Ülkeleri içinde 3 milyar
avro ile mutlak düzey olarak kansere toplamda en fazla harcama yapan
ilk altı ülke arasında yer almaktadır.
Türkiye’den daha fazla harcama yapan ülkeler sırasıyla Almanya, Fransa,
İtalya, İngiltere ve İspanyadır. Uzun
dönemde gerekli önlemler alınmadığı takdirde, kanser Türkiye sağlık
sistemi için ciddi bir risk oluşturma
potansiyeline sahiptir. Türkiye nüfusu her geçen gün yaşlanmaktadır
Türkiye’de 2007 yılında toplam nüfus içindeki payı % 25 olan 45+ yaş
grubunun, 2020 yılında % 30’a, 2030
yılında ise yaklaşık % 35’e çıkması
beklenmektedir. Sağlığa erişimin ve
bireysel ve çevresel risk faktörlerinin
her geçen gün artmakta olduğu düşünüldüğünde nominal olarak yaklaşık 2.5 milyar ABD doları düzeyinde
olan doğrudan kanser tedavi harcamalarının 2030 yılında en uz 3 katına
çıkması beklenmektedir.
Türkiye’de uygulanan sağlık politikaları ve bu politikaların sonucu
olan harcamaların sunum düzeyi
ve kalitesi, insan yaşamının süresini
uzatmanın yanı sıra, özellikle önleyici
ve erken teşhise yönelik sağlık hizmetleri yoluyla, negatif dışsallıktan
azaltmakta ve ekonomik büyümeyi
pozitif etkilemektedir. Bununla birlikte, kanser hastalığının yaygınlık göstermesi, hastalığın daha çok ilerlemiş
evrelerde fark edilmesi, önlemeye
yönelik kamusal politikaların ve hizmetlerin yetersizliği, sağlık politikası
sonuçlarını, yaşam kaybı, kaliteli yaşam yıllarında azalma gibi konularda,
olumsuz etkilemektedir. Ayrıca hastalığın önemli bir ilaç ve tedavi maliyeti gerektirmesi, sağlık sisteminin
finansman yapısını uzun dönemde
olumsuz yönde etkileyebilecek, ciddi
bir risk unsuru haline gelmesine yol
açmaktadır. Kanserle etkin mücadele
yoluyla bu olumsuzlukların ve risklerin kısa zamanda, en aza indirgenmesi için birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi Türkiye’de, bu mücadeleyi
yönlendirebilecek etkin bir kurumsal
yapıya ihtiyaç duyulmuştur.
Tüm bu gerekçeler çerçevesinde
kanserle etkin mücadeleye yönelik
olarak kurulacak yeni kurumun ayrı
bir tüzel kişiliğe; bilimsel, idari ve
malî özerkliğe sahip olması ve kuruluş kanunu hükümleri dışında özel
hukuk hükümlerine tabi kurulması
öngörülmektedir. Böylece kuruma
bürokratik işlemlerin azaltılabilmesi, ulusal ve uluslararası imkânların
daha hızlı bir şekilde yönlendirilebilmesi, kurumun merkezi yönetim
bütçe gelirleri dışında, kendi gelir
kaynaklarına sahip olması, diğer
kamu ve özel kurumlar ile daha etkin proje yürütülebilmesi, esnek istihdam olanaklarının sonucu kanser
konusunda daha nitelikli elaman
istihdamı, gelirlerinin daha etkin değerlendirilmesi imkanları sağlanabilecektir. Diğer bir deyişle öngörülen
kurum kanserle mücadelenin daha
etkin yapılması için gerekli olan tüm
imkânlara sahip olacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
27
Dünya Örnekleri
Amerika Birleşik Devletleri
Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI)
ABD Ulusal Kanser Enstitüsü 1937
yılında yayınlanan yasa ile kurulmuş,
1971 yılındaki yasa ile de görev ve
yetki alanları genişletilmiştir. NIH’in
yıllık bütçesi 30 milyar dolar olup, bunun 5 milyar doları NCI’ya ayrılmıştır.
NIH ve bağlı enstitüler, doğrudan
hükümete bağlı çalışmakta olup, ana
gelir kaynaklarını hükümet tarafından sağlanan ödenek oluşturmaktadır. Bütçesinin yaklaşık %80-90’ı
rekabete dayalı hibe programları ile
300.000 araştırmacıya, 2500 üniversiteye destek sağlamaktadır. Yasal olarak bağış almaları yasaktır. Yabancı
kurumlar ve uluslararası örgütler (kamuya ait veya özel kâr amacı gütmeyen veya güden kuruluşlar da dahil)
araştırma hibelerinin büyük bölümüne başvurabilir.
Ulusal Kanser Enstitüsünün yönetim
denetimi President’s Cancer Panel
(Başkanın kanser paneli), Office of
the Director (Direktörün Ofisi) ve National Cancer Advisory Board (Ulusal
Kanser Danışma Kurulu) oluşmaktadır ve
• Üniversiteler,
hastaneler, araştırma kuruluşları ve iş dünyası tarafından gerçekleştirilen araştırmaların araştırma projeleri ve ortaklık
antlaşmaları ile desteklenmesi ve
koordinasyonu,
• Enstitüdeki klinik ve laboratuarlarda araştırma yapılması,
• Temel bilimler ve klinik disiplini
konularında eğitimin desteklenmesi,
• Kanser kontrolü konusunda araş-
tırma projelerinin desteklenmesi
Kanser merkezleri arasındaki ulusal ağların desteklenmesi,
• Diğer
organizasyon ve yerli ve
yabancı kurumlar ile araştırma ve
eğitim konusunda işbirliği,
• Sanayiye yönelik program tabanlı
araştırmaların desteklenmesi ve
koordinasyonu,
• Kansere ilişkin bilginin toplanması
ve dağıtılması Kanser araştırmaları
için gerekli kliniklerin, laboratu-
28
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
arların ve diğer birimlerin yapımı
için fon sağlanmasından sorumludur.
ABD örneğinde Amerikan Ulusal
Kanser Enstitüsü araştırma odaklı
enstitüleri bilimsel mükemmellik ve
farklı araştırma programlarının entegrasyonu için desteklemektedir.
Bu kurum, kanser merkezlerini Klinik
Kanser Merkezi, Kanser Merkezi, Tam
Kapsamlı Kanser Merkezi olarak farklı
gruplarda onaylamaktadır. ABD’de
hastalar ve yakınları gittikleri merkezlerin ABD Ulusal Kanser Enstitüsü
tarafından onaylanıp onaylanmadığına dikkat etmektedirler.
Bakanlığı’ndan aktarılan kaynaklar,
döner sermaye ve sosyal güvenlik
sisteminden aktarılan kaynaklardan
oluşmaktadır.
Kore Kanser Enstitüsü
Ulusal kanser enstitüsü Sağlık Bakanlığı ve Kanser Derneği girişimi ile
kanser araştırmaları yapmak amacıyla 1947 yılında kurulmuş 1988 yılında
ise amaçları tanımlanarak günümüzdeki halini almıştır. İlerleyen dönemlerde ise Terry Fox Vakfı da kurum
yönetiminde rol almaya başlamıştır.
2000 yılında ise Kanserle birlikte 13
farklı enstitü içeren Kanada Ulusal
Sağlık Araştırma Enstitüleri yasa ile
kurulmuştur. 2009-2010 yılları için
yıllık geliri 1 milyar doların üstünde
olup doğrudan hükümete bağlı görev yürütmektedir.
2001’de devletçe finanse edilen bir
kurum olarak kurulan Kore Ulusal
Kanser Merkezi (NCC) araştırma,
hasta bakımı, ulusal kanserle savaş
programlarına destek ve kanser uzmanlarının eğitimi yoluyla Kore’de
kanser insidansını ve ölüm oranlarını
azaltmayı hedeflemektedir. NCC üç
ana bileşenden oluşmaktadır: Araştırma Enstitüsü (RI), Bağlı Hastane
(Hastane) ve Ulusal Kanserle Savaş
Araştırma Enstitüsü (NCCRI). RI kendi
araştırmalarını gerçekleştirmekte ve
Kore kanser camiasının araştırma faaliyetlerini kendi bünyesindeki ya da
dışarıdaki dönüşümsel araştırmalara
odaklanan programlar yoluyla desteklemektedir. Hastane’de 6 organ
için özelleşmiş merkezler mevcuttur. Tıbbi, cerrahi ve radyasyon onkologları ile onkoloji hemşirelerinin
bulunduğu bu her bir merkez hastalara kaliteli kanser tedavi hizmetleri sunmaktadır. NCCRI bir düşünce
kuruluşu rolü oynamakta ve devlete
kanserle savaş programlarının oluşturulması, uygulanması ve desteklenmesinde destek olmaktadır.
Fransa Ulusal Kanser Enstitüsü (INCa)
Japonya Ulusal Kanser Merkezi (NCC)
Fransa Ulusal Kanser Enstitüsü 9
Ağustos 2004 tarihinde kansere karşı mücadelede eşgüdümlü bir ulusal politikanın sürdürülebilirliğinin
sağlanması amacıyla, kamu sağlığı
yasası dahilinde Kanser Planı çerçevesinde Araştırma ve Sağlık Bakanlıklarına bağlı olarak kurulmuştur. Bu
kurum kanser üzerine bilimsel ve tıbbi çalışmalar yapan ulusal bir ajanstır.
Paydaşları ve kaynakları ortak projeler dahilinde bir araya getirmek ve
harekete geçirmek üzere disiplinler
arası bir mantıkla çalışmaktadır. Aynı
zamanda halka, hastalara ve profesyonellere uyarlanmış bilgi ulaştırmayı hedeflemektedir. Kurum, Sağlık ve
Araştırma Bakanlıklarının vesayeti
altında, Fransa’da kansere karşı mücadele paydaşlarını bir araya getirmektedir. Kurumun finans kaynaklarını, Sağlık Bakanlığı ve Araştırma
Ulusal Kanser Merkezi (NCC),
Tokyo’da 1962’de, kansere karşı ulusal politikanın gerçekleştirilmesi için
kurulmuştur. Bu merkezin aktivitelerinin yayılması ve gelişmesi ile birlikte Ulusal Kanser Merkezi Hastanesi
Kashiwa’da açılmıştır. 1994’te hastaneye araştırma kolu olarak Ulusal
Kanser Merkezi Araştırma Enstitüsü
kurulmuştur. 2005’te, hastanenin
ve araştırma enstitüsünün bir kısmı birleştirilerek Klinik Araştırmalar Merkezi açılmıştır. Ulusal Kanser
Hastanesi’ne ek olarak bir hastane
binasının da yapımına başlanmıştır. Genel olarak politika oluşturma
ve strateji belirleme dışında kanser
tanı, tarama, tedavi ve araştırma
faaliyetlerini yürütmektedir. Sağlık
Bakanlığı’nın önerisiyle oluşturulan
Kanser Bilgi Sistemi’nde merkez kurum rolündedir.
Kanada Ulusal Kanser Enstitüsü (NCIC)
Macaristan Ulusal Onkoloji Enstitüsü
Sağlık Bakanlığı 1952’de bir yönetmelik ile Ulusal Onkoloji Enstitüsünü kurmuş, böylece Macaristan’daki tüm kanserle savaş faaliyetlerini
yürütmüştür. Macar Ulusal Onkoloji
Enstitüsü epidemiyoloji, metodoloji,
tedavi, araştırma ve eğitim merkezi
olarak çalışmaktadır. Enstitünün idaresi 1987’ye kadar Sağlık Bakanlığına
bağlı bir müdür tarafından yürütülmekteyken, daha sonra bir Yönetim
Kurulu’na devredilmiştir. İdari, maddi ve entelektüel açılardan sahip
olunan nispi hürriyet araştırmaların
önünü açmıştır. 1992’de Enstitü faaliyet alanına yönelik olarak kurulmuş
olan Klinik Onkoloji Merkezi, Patoloji
Merkezi ve Araştırma Merkezi olmak
üzere üç merkezle yeniden yapılandırılmıştır. Onkoloji Enstitüsünün en
önemli özelliği hastalara karmaşık
klinik onko-terapötik tedaviler sağlayabilme yetisidir (cerrahi, kemoterapi
ve ışın tedavisi). Kişisel koşulların yanı
sıra en gelişmiş tümör teşhis (CT, MRI,
görüntüleme, laboratuar, patolojik)
teçhizatı yüksek kaliteli teşhis ve izleme kabiliyetlerini görüntüleme,
laboratuar ve patolojik teşhis konularında bilgili ve son derece iyi eğitimli
uzman bir ekibin yardımlarıyla sunar.
Macaristan’da Birinci Ulusal Kanserle
Savaş Programı (NCPP) 1993’te oluşturulmuştur ve Macaristan’da değişen kanser örüntüsü kanserle savaşın
önceliklerini değerlendirmede bir temel oluşturmaktadır.
TÜRKİYE’DEKİ ÇALIŞMALAR
Bakanlığımız
Kanser
Daire
Başkanlığı’nın Ulusal Kanser Enstitüsü kurulması yönündeki çalışmaları
10 yıldır devam etmektedir. 2008’li
yıllarda Avrupa Birliği ile birlikte ve
TEPAV ile birlikte özel çalıştaylar yapılmış, maliyet etkinlik analizleri ve
ülkemizin geleceği için etkinlik analizleri tamamlanmıştır. 2009’da ülkemizin en önde gelen bilim insanları
ve üst düzey sağlık yöneticilerinin
katılımı ile Ulusal Kanser Enstitüsü
yasa tasarısı hazırlanmış, takip eden
dönemde de yasanın düzenleyici
etki analizi ve maliyet etkinlik analizleri yapılmıştır. Benzer şekilde 2010
yılında da TBMM Kanser Hastalığı
Konusunun Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi
Amacıyla araştırma komisyonu kurulmuştur. Komisyon üyeleri araştırma sürecinde tüm partilerimizin
temsilcilerinin katılımı ile ABD Ulusal
Kanser Enstitüsünü de ziyaret etmişler ve 648 sayfalık raporun nihai sonuç kısmında ülkemize ulusal kanser
enstitüsü kurulması yönünde acil
önlemler alınması yönünde öneride
bulunmuşlardır. Ülkemizin kanser
kontrolü ve tedavi icrasında uluslararası standartların üzerinde olduğu
ancak AR-GE ve inovasyon, ilaç ve
tıbbi cihaz inovasyonunda mutlaka
ulusal bir kanser enstitüsü ihtiyacı
oybirliği ile kabul edilmiştir. 2012 ve
2013 yıllarında da, Kanser Daire Başkanlığı Dünya Kanser Enstitüleri Başkanlarının ve Asya Kanser Enstitüleri
Alliansının (ANCCA) toplantılarına
katılmış, her ülke modelini detayları
enstitü başkanları ile değerlendirmiş,
görülen AR-GE problemlerine karşı
önerilen çözümleri ele alarak, TÜSEB
yasası içerisine entegre etmiştir. TÜSEB ile Türkiye Kanser Enstitüsü mevcut uluslararası örnekler arasında en
gelişmiş ve AR-GE açısından eli en
güçlü yetkilere sahip enstitülerden
biri olacaktır.
titülerin yürütmekte oldukları ana
fonksiyonlar; ülke kanser politika ve
stratejilerini belirleyecek araştırmalar yürütmek, standartlar belirlemek
ve medikal ruhsatlama ve planlama
işlemlerine katkılarda bulunmaktır.
Esas sunulan hizmet kansere dair
araştırmaların yürütülmesi olmakla
birlikte eğitim verilmesi ana fonksiyonlar arasında bulunmamaktadır.
Ülkemizde kurulacak olan enstitünün de benzer fonksiyonlarda olması
planlanmaktadır.
Birçok gelişmiş ülkede kanser enstitüleri çok daha önceden kurulmuş
ve gerek kendi ülkelerindeki kanser
kontrol programlarına katkı gerekse
de kanser araştırmalarına katkı bakımından yararları kanıtlanmış organizasyonlar olduğu görülmüştür.
• Türkiye’de Kanserle Mücadele Konusunda
Rol Alan Kurumsal Yapıların ve Dünyadaki
İyi Ülke Uygulamalarının İncelenmesi T.C.
Sağlık Bakanlığı, TEPAV -Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, 2008.
Yönetimsel özelliklerine bakıldığında
ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH)’nün
doğrudan hükümete bağlı, Fransa
Ulusal Kanser Enstitüsü (INCa) Sağlık
ve Araştırma Bakanlığı’na bağlı, Kore
Ulusal Sağlık Enstitüsü ise Sağlık Bakanlığına bağlı faaliyet göstermektedirler. Kanada Sağlık Enstitüsü ise
kuruluşunda bağımsız olmasına rağmen sonrasında Sağlık Bakanlığı’nın
sorumluluğu altında görevini yürütmeye devam etmektedir. Ülkemiz
Kanser Enstitüsü de en üst düzeyde
Sağlık Bakanlığı’na bağlı çalışması
kurgulanmıştır.
KAYNAKLAR
• Eğilmez M. Orta Gelir Tuzağı ve Türkiye.
Erişim Adresi: http://www.mahfiegilmez.
com/2012/12/orta-gelir-tuzag-ve-turkiye.
html Erişim Tarihi:24.07.2014
• Hatipoğlu A.Kanserde Erken Tanı ve Tarama Problemleri. Edt: Tuncer M, Özgül N,
Olcayto E, Gültekin M. Türkiye’de Kanser
Kontrolü, Ankara, 2009.
• IARC. Globocan 2012 press release. Erişim
Adresi: http://www.iarc.fr/en/media-centre/pr/2013/pdfs/pr223_E.pdf Erişim tarihi:
25.07.2014.
• Tuncer M. Ulusal Kanser Kontrol Programı Global Çerçeveden Ülkemizdeki Kısa,
Orta ve Uzun Vadeli Aksiyon Planı. Edt:
Tuncer M, Özgül N, Olcayto E, Gültekin M.
Türkiye’de Kanser Kontrolü, Ankara, 2009.
• Türkiye Kanser İstatistikleri 2009. Erişim
Adresi:
http://kanser.gov.tr/daire-faaliyetleri/kanser-kayitciligi/920-2009y% C 4 % B 1 l % C 4 % B 1 -t% C 3 % B Cr k i ye kanser-istatistikleri.html Erişim Tarihi:
25.07.2014.
• Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı
• Yeldan E, Taşcı K, Voyvoda E, Özsan ME.
Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye?. Sis Matbaa, İstanbul, 2013.
• Yılmaz HH, Yazıhan N, Tunca D, ve ark.
Türkiye’de Kanser Harcamaları ve Maliyet
Etkinlik Çalışmaları. Edt: Tuncer M, Özgül
N, Olcayto E, Gültekin M. Türkiye’de Kanser
Kontrolü, Ankara, 2009.
Enstitülerin alt birimi olarak veya bağımsız tek birim olarak yer alan Kanser enstitüsü örneklerine de Kore,
Japonya, Amerika, Fransa gibi birçok
ülkede rastlanılmaktadır. Bu ens-
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
29
haber
2.Uluslararası Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayı İstanbul’da gerçekleşti.
SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU:
“BİZ İLK EMRİ ‘OKU’ DİYEN BİR İNANCIN MENSUPLARIYIZ”
Türkiye’de sağlık eğitimi almış, 350
yabancı uyruklu sağlık yöneticisi,
doktor, diş hekimi, eczacıdan oluşan
alım heyeti Türkiye sağlık sektörü ile
işbirliği yapmak üzere 3-7 Aralık 2014
tarihleri arasında İstanbul’da bir araya geldi.
Resmi olmayan verilere göre bugüne kadar Türkiye’de sağlık eğitimi
almış 10 bin civarında yabancı insan
olduğu ifade edilmekte. TÜMSİAD
(Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği), sağlık sektörü için büyük bir
potansiyel olan bu kitleyi harekete
geçirmek için 2013 yılında birincisi olmak üzere bu yıl 2.Uluslararası
Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayı’nı
gerçekleştirdi.
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve yurtdışından da birçok
bakanın katılımıyla gerçekleşen kurultayda Bakan Müezzinoğlu önemli
açıklamalarda bulundu.
Bakan Müezzinoğlu, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda sağlık tüketicisi olmanın ötesinde sağlık üreticisi bir
ülke konumunda olacağını belirterek
“Türkiye ilaç sanayinde dünyaya hizmet sunabilmeyi, yalnız tüketen değil üretebilen, bu alanlarda da hem
kendi insanına hem de insanlığa hizmet etmeyi ve gönül coğrafyasında
ki insanları sömüren anlayışlara da
dur diyebilmeyi merkezine almış durumdayız. O nedenle Türkiye sağlık
bilimleri enstitüsü başkanlığını kurduk ve yasalaştırdık” dedi.
30
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
“Biz ilk emri ‘oku’ diyen
bir inancın mensuplarıyız”
Bakan Mehmet Müezzinoğlu, “ Biz
ilk emri ‘oku’ diyen bir inancın mensuplarıyız. Dolayısıyla ilim Çin’de de
olsa onu bulun diyen bir medeniyet
anlayışının mensuplarıyız. O nedenle
Tanzanya da ki Albinolu çocukların
istismar ediliyor olması onların belirli amaçlarla organlarının nedeniyle
öldürülüyor olması Müslüman’ı ve
hayat felsefesi insanı merkeze alan
bir anlayışı mutlaka zorunlu kılar.
O zorunluluğu yerine getirebilmek
gayreti içerisinde olmak zorundayız.
İnanıyorum ki önümüzdeki süreçte
gerek TİKA gerekse Yurtdışı Türkler
Başkanlığımız o anlamdaki sorumluklarını nasıl geçtiğimiz yıllarda devam ettirdiyse önümüzdeki süreçte
de artırarak devam edecektir” dedi.
“400 Yabancı Ülke Vatandaşını Ücretsiz
Tedavi Edeceğiz”
400 yabancı ülke vatandaşını ücretsiz
tedavi edeceklerini kaydeden Bakan
Müezzinoğlu, “Pek çok gönül dostu
ülkemizle ve Türkiye’nin sağlık alanında geldiği noktalarda anlaşmalar
yaparak bazı ülkelerle 100, bazı ülkelerle 150 hastanın Türkiye’deki tedavilerini iki ülke arasındaki anlaşmalar
çerçevesinde yapıyoruz. Gönül dostu
ülkelerimizde zaman zaman anlaşma
olmadığı için bizi üzüyordu. Bizim
manen sorumluluğumuzu arttırıyordu. Bu yılbaşında yaptığımız bir yasal
düzenlemeyle her yıl 400 yabancı
ülke vatandaşı olan kardeşlerimizin
Türkiye’de ücretsiz tedavi yapılabil-
mesi için yasal düzenleme yaptık. Bu
yıl 300 civarında değişik ülkelerden
gelen kardeşlerimizin tedavilerini
yaptık. Buna iki tane refakatçinin de
mali sorumluluklarını üstlendik. Biz
diyoruz ki bu gönül coğrafyasında ki
insanlar asla mağdur olmasın asla çaresiz kalmasın. Onlara uzanan ellerin
olmadığı gibi bir algı da olmasınlar”
şeklinde konuştu.
“Biz rahmet ve bereket medeniyetinin mensuplarıyız” diyen Müezzinoğlu, “Birlikte zenginliklerimizin çok
olduğuna inanıyorum aynı zamanda yalnız matematik medeniyetinin
mensupları değiliz. Biz rahmet ve
bereket medeniyetinin mensuplarıyız dolayısıyla harcadığımız paradan
hayıflanacak değiliz bu kadar parayla ne kadar hayırlı ve bereketli bir iş
yaptık diyerek bunun onurunu yaşamak istiyoruz” şeklinde konuştu.
Kurultay Amacına Ulaştı
Türkçe bilen, Türkiye’yi yakından tanıyan, Türkiye ile gönül bağı olan
ve Türkiye ile sağlık bilgi paylaşımı,
sağlık turizmi, tıbbi cihaz ve medikal, ilaç-eczacılık ve sağlık eğitimi
alanlarında işbirliği yapmak isteyen
kitlenin her yıl Türk sağlık sektörü ile
buluşması her iki taraf için de önemli
bir fırsat oluşturmakta.
Önceden planlanmış ve eşleştirmeleri
yapılmış 50 ülkeden 250 sağlık yöneticisi ve temsilcisinin Türk sağlık sektörü temsilcisi ve yöneticisi ile yüz yüze
işbirliği fırsatlarını konuşma ve anlaşmalara imza atma imkânı da buldu.
HAVADAN SUDAN
Prof. Dr. Recep AKDUR
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Toplumumuzdaki bazı yanlış bilgi ve
algılardan herkes bu arada da sağlık
çalışanları da nasibini alıyor. Bunlardan biri soluduğumuz hava diğeri
de içme kullanma suyu ile ilgili.
Yılın soğuk günleri gelince, polikliniklere başvuranlar arasında üşüttüm diyenlerin payı artar, günlük
yaşamımızda da yanımız yöremiz
öksüren hapşıran insanlarla dolar.
En çok duyduğumuz sözlerden biri
üşüttüm ya da üşütmüşüm olur.
Özetle kış aylarında herkes üşütür.!
Hastalıkları üşütme ile ilişkilendirmek yalnızca nezle ve gribe özgü de
değil. Hemen tüm hastalıkların ya da
organların üşütme ile ilişkisi kurulur.
Bunlardan bazıları şöyle; ayağını
üşütmek, idrar yollarını üşütmek,
böbreğini üşütmek, belini üşütmek,
midesini üşütmek, ciğerlerini üşütmek… Bu ilişkilendirmelerden en
kötüsü de kafayı üşütmek. Hadi diyelim ki, diğer organları üşütüyoruz.
Ya da diğer hastalıkların üşütme ile
ilişkisi var. Akıl nasıl üşür? Bırakın enfeksiyonları ruh sağlığı sorunlarının
önemlice bir kısmının bile organik
Prof. Dr. Recep AKDUR
32
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
nedenli olduğunun anlaşılmasına
karşın, biz böbreğimizi ya da aklımızı
üşütmeye devam ediyoruz.
İnsan bedeninde sıcaklık kontrol düzenekleri var. Donma durumu hariç
hiçbir zaman insan bedenin sıcaklığı 36,5 derecenin altına düşmez. Bu
nedenle de hava sıcaklığı eksi kaç
derece olur ise olsun mide, böbrek,
akciğer gibi organlarımız hiçbir halde üşümez. Bunu bilmesine rağmen
hastasına böbreğini üşütmüşsün diyen sağlık çalışanına ne demeli?
Kış aylarında nezle ve gribin artmasının sebebi ne soğuk ne de üşütmedir. Başka bir söylemle nezle ve
gribin üşütme ile bir ilişkisi yok.
Hava ne kadar soğuk olursa olsun,
insanlar diğer bir insandan virüs almadıkça nezle ve gribe yakalanmazlar. Bu tür algı yanılmalarının sebebi
birlikte ve yan yana bulunan olaylar
arasında neden sonuç ilişkisi olduğunun sanılması. Soğuk havalar ile
nezle ve grip aynı zamanda görülüyorlar. Öyleyse bunlar arasında neden sonuç ilişkisi var.!
Kış aylarında da tıpkı yaz mevsimindeki gibi yaşansa, kış gelince nezle
ve grip artmaz aksine azalır. Çünkü
havaların soğuması, çevre sıcaklığının düşmesi virüslerin üremesini
yavaşlatır, ömrünü ve çevrede kalma
süresini kısaltır. Bu nedenle de kış
aylarında virüslerin hastalık oluşturması yaz aylarına göre daha zordur.
Bundan ötürü bu tür hastalıkların kış
aylarında daha az görülmesi gerekir.
Oysa böyle olmuyor. Nezle ve grip
soğuk aylarda daha çok görülüyor.
Çocuklar, okulların açılması nedeniyle kalabalık sınıflara giriyor. Soğuk ve
yağışlı havalar nedeniyle insanlar zamanlarının hemen tamamını kapalı
mekanlarda geçiriyor. Toplu taşıma
araçların daha sık kullanılıyor. Özetle soğuk aylarda her yaştan insan
zamanının büyük kısmını okul, kafe,
otobüs ve minibüs gibi kapalı mekanlarda geçiriyor. Daha da kötüsü,
buraların kapı ve pencereleri soğuk
gelmesin diye sıkı sıkıya kapatılıyor.
Kapalı alanların havasındaki bakteri
ve virüslerin yoğunluğu en üst düzeye çıkıyor. Buralar tanıdık tanımadık insanların bir birine çok yakın
olduğu ve birbiriyle en yoğun virüs
alışverişinde bulunduğu yerler haline geliyor. Tekrarlamak gerekir ise;
nezle ve gribin kış aylarında artmasının nedeni, soğuk havada insanların
üşütmesi değil, vakitlerini kalabalık
yerlerde geçirerek bol bol virüs alışverişinde bulunmalarıdır.
Nezle ve grip üşütme olarak değil de
virüs alışverişi olarak algılansa, öksüren hapşıran ve ateşi olan insanlar
(nezle veya grip geçirenlere) okula,
işe, kalabalık yerlere gitmese, otobüs ve metroya binmese özetle sokağa çıkmasa kış aylarında da nezle
grip salgın yapmaz.
Hastalıklar ya da bedeni hakkında
herkes istediği gibi düşünmekte
özgürdür diye düşünülebilir. İsteyen cin çarptı der, isteyen de üşütür.
Bunda ne var ya da size ne denilebilir? Ancak insanların hastalıklar ya
da nedenleri hakkındaki düşüncesi/
algısı o hastalılardan korunma ve
tedavi davranışlarını da belirliyor.
Hastalığını cinle ilişkilendiriyor ise
besmeleye sığınıyor, üşütme ile ilişkilendiriyor ise kırk kat giyiniyor.
Ama yine de nezle ve grip oluyor.
Yalnızca kendisi nezle ve grip olsa
sorun yok. Ailesinden başlayarak
tüm yakınlarına, sonrada gittiği dolaştığı her yerdeki insanlara grip ve
nezle bulaştırıyor. Yani bu algı ve düşünce tarzından herkes giderekten
tüm toplum zarar görüyor. Özetle insanların hastalıklar hakkındaki algısı
halk sağlığı açısından çok önemli sakıncaları doğuruyor. Bu nedenle de
sağlık çalışanları kullandığı kavramlara büyük bir özen göstermelidir.
Ne kendisi için üşütmüşüm demeli
ne de başkasına üşütmüşsün dememeli.
Su konusunda da benzeri yanlış bir
algı söz konusu. Suyu önce içme ve
kullanma suyu olarak iki sınıfa ayırıyor, sonra da bunlar birbirinden
farklı sularmış gibi algılıyoruz. İçmekullanma suyunun ikiye ayırılarak,
içme suyu ve kullanma suyu şeklinde tanımlanmak kesinlikle yanlış.
Kavram olarak yanlıştır, halk sağlığı
açısından yanlıştır.
yalnızca paketlenmiş sular olduğu
yönünde bir algı oluşmuştur. Bu nedenle de evine bir damacana su alabilenler kendini güvende hissediyor.
Oysaki musluk suyunun temiz/iyi olmadığı gerekçesiyle eve damacana
ile su alıp onu içmek; öte yandan da
musluktan akan suyla da dişlerimizi
fırçalamak, meyvelerimizi yıkamak,
banyo yapmak, biz evimizde temiz
su kullanıyoruz anlamına gelmez.
Doğrusu musluklarımızdan hijyenik/
temiz içme kullanma suyu akması ve
bu konuda bizi ihmal etmeyen onun
da ötesinde kandırmayan güvenilir
yönetimlerdir.
Bu yanlış algının bir uzantısı olarak;
eve bir damacana su alarak sağlıklı
suya sahip olduğumuz duygusuna
kapılıyoruz. Oysaki gerek bireysel
ve gerekse toplumsal sağlık açısından içme ve kullanma suyu
diye iki ayrı su yoktur. Yalnızca içme-kullanma suyu
vardır. İkisinin beraber söylenmesi ve de algılanması
gerekir. Çünkü, halk sağlığı
açısından kullanma suyunun da içme suyu niteliğinde
olması gerekir. Meyvelerimizi,
bulaşıklarımızı yıkadığımız, dişimizi fırçaladığımız suyun içme suyundan farklı olması düşünülebilir
mi? Banyo yapılan suyun gözümüze
ve ağzımıza kaçmaması veya cildimizdeki bir yara ile temas etmemesi
olası mıdır? Bu nedenle tüm amaçlarla kullanılan suların en az
içme suyu kadar temiz olması
bir zorunluluktur.
Toplumumuzda, son yıllarda içme sularının
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
33
haber
SİGARA BAĞIMLILIĞI
VE SİGARA BIRAKMA TEDAVİLERİ
Prof. Dr. Füsun YILDIZ
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Kocaeli
ele alıp mücadele etmek gerekir. Bu
yazıda bu yöntemlerden ayrıntılı olarak bahsedilecektir.
Tütün Bağımlılığı Nedir?
Tütün dumanının aktif veya pasif
olarak solunması başta solunum
sistemi olmak üzere birçok sistemi
etkilemekte ve hastalıklara neden
olmaktadır. Sigaranın bırakılması tütün ile oluşan hastalıkları önlemede
ilk adımdır. Sigara bırakma tedavisi
bireyler için olduğu kadar toplum
için de son derece önemlidir. Sigara içenlerin %70’i sigarayı bırakmayı istemekte, ancak %40’ı bırakma
girişiminde bulunmaktadır. Tütün
bağımlılığının psikolojik, fiziksel ve
davranışsal yönleri vardır. Bu yüzden
sigarayı bırakırken bütün bu yönleri
34
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Tütün kullanımı Dünya Sağlık
Örgütü’nün (DSÖ) Uluslar arası Hastalık Sınıflaması (International Classification of Diseases-ICD 10) ve
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Tanı
ve İstatistik El Kitapçığı (American
Psychiatric Association Diagnostic
and Statistical Manual (DSM-IV) sınıflandırılmalarında hastalık olarak tanımlanmış ve kodlandırılmıştır. DSÖ’
nün sigara bağımlılığı tanımı, “her
gün, günde en az bir sigara tüketimi”
olarak belirtilmektedir. Türkiye’de
toplam olarak 14,8 milyon kişi
(%27,1) tütün ürünü kullanmaktadır. Tütün kullanım sıklığı erkeklerde
(%41,5) kadınlara göre (%13,1) daha
yüksektir. Tütün ürünü kullananlar
içinde %23,8’lik bölüm hergün tütün
kullanmaktadır (erkeklerin %37,3’ü,
kadınların %10,7’si). Tütün ürünü
kullananların en büyük bölümü
(%94,8) mamul sigara içmekte olup
sadece %0,8 kadarı nargile kullanmaktadır. (1).
Sigara, hem sağlığa birçok zararlar vermekte hem de topluma çok
önemli ekonomik yük getirmektedir. Her iki çok önemli zararı ortadan
kaldırmak ve kişilerin tütüne bağlı
hastalıklardan ölümlerini önleyebilmek amacıyla tütün kontrol stratejileri geliştirilmiştir. Tütün kontrolü,
bir toplumun tütün kullanımını azaltmak (olanaklı ise yok etmek), tütün
kullanmayanların başlamasını engellemek ve ikinci el (pasif ) tütün dumanından, zarar görmesini önlemek,
özetle tütünden doğacak zararlara
karşı toplum sağlığını korumak ama-
cıyla geliştirilen stratejileri kapsar. Tütün kontrolünü sağlamaya yönelik ve
yine tütüne bağlı gelişen hastalıkları
önlemede ilk adım sigara içenlerin
bu bağımlılıktan kurtulmasıdır (2).
Sigara içenlerin %70’i sigarayı bırakmayı istemekte, ancak %40’ı bırakma
girişiminde bulunmaktadır. Destek
almadan yapılan bırakma girişimlerinin nerdeyse tamamı sigaraya tekrar
başlamakla sonlanırken, desteksiz
sigarayı altı ay bırakmış kalabilme
şansının %3–5 arasında olduğu bildirilmektedir(3).
Sigara bırakmaya istekli olgular
Tütün bağımlılığının psikolojik, fiziksel ve davranışsal yönleri vardır. Bu
yüzden sigara bırakılırken bütün bu
yönlerle toplu olarak mücadele etmek gerekir. Sigara bırakırken yaşanan; depresyona eğilim ve kilo alımı
gibi nikotin yoksunluk semptomları
davranış desteği ve tıbbi yöntemler
ile aşılabilmektedir. Sigaranın bırakılmasının sağlık kazanımları, çözülebilecek bu problemlerin çok önündedir. Sigara bırakma tedavisi ulusal ve
uluslar arası birçok rehberde tanımlanmıştır (2,4,5). Dünya Bankası raporlarına göre sigara bırakmaya yönelik verilen sağlık hizmeti, maliyet
etkin bir hizmettir. Bununla birlikte
ülkemizde ve dünyada birçok hekim
sigara bırakmak isteyen hastasına
yaklaşımda bulunurken güçlükler
çekmektedir. Bunun nedeni olarak
sağlık eğitimi sistemlerinde sigara
bırakmaya yönelik eğitimlerin yetersizlikleri vurgulanmaktadır. Oysa
sigara bırakma hizmeti bu konuda
deneyimli bir uzman tarafından verildiğinde her sağ kalınan yaşam yılı
başına elde edilen kazanım, hipertansiyon, hiperlipidemi, kanser gibi
diğer hastalıklara yönelik koruyucu
hekimlik hizmetleri ile elde edilen
kazanımlardan 4 kat fazla olarak bildirilmektedir.
Örgütle (Arrange)
Sigara bırakma önerisini her branştan hekim yapmalıdır. Polikliniklere
hangi nedenle olursa olsun başvuran
hastanın sigara öyküsünü almak ve
bırakma önerisinde bulunmak ‘kısa
klinik görüşme’ olarak adlandırılmaktadır. Hekimin bir kez bile olsa ‘sigarayı bırakın’ mesajını alan içicilerin %5’i
sigarayı bırakmaktadır. Kısa klinik görüşmeler aşağıda sıralanan üç farklı
gruba önerilmektedir ( 6).
Sigara bırakma konusunda isteksiz
olgular
Sigarayı yeni bırakmış olgular
Sigara bırakmaya istekli hastaya
yaklaşım 5A (5Ö) ile özetlenebilir:
Öğren (Ask)
Öner (Advice)
Ölç (Assess)
Önderlik et (Assist)
2- Kısa klinik görüşme sırasında hastanın sigara bırakma konusunda
isteksiz olduğu fark edilirse, 5R yaklaşımı ile hasta ikna edilmeye çalışılmalıdır:
Kişiye özel hastalık durumunu veya
risklerini, ailesel ve sosyal durumunu
ele alarak bırakmaya cesaretlendirmek (Relevance)
Sigara içmeye bağlı gelişebilecek
olumsuz sonuçları vurgulamak
(Risks)
Sigarayı bırakmanın erken ve geç
dönemdeki yararları konusunda bilgilendirmek (Rewards)
Olgunun sigarayı bırakmasını engelleyen faktörleri belirlemek ve çözüm
yolları geliştirmek (Roadblocks)
Motivasyonel desteği, olgunun her
poliklinik başvurusunda tekrarlamak
(Repetition)
3- Sigarayı yeni bırakmış olguda ise,
hedef, nüksü önlemek olmalıdır. Sigara bırakmaya bağlı ortaya çıkabilecek sorunlar ve nükse neden olabilecek faktörlerin belirlenmesi ve
bunlara yönelik çözüm önerilerinin
sunulması bu gruptaki olgularda uygulanacak kısa klinik görüşmelerin
amacıdır.
Sigara bırakma tedavileri ve yöntemleri sabır ve deneyim gerektiren
yoğun çalışmalardır. Bu konuda uzmanlaşmış hekim, kitapçıklar gibi bir
takım görsel materyallerin desteği ile
sigaranın zararları ve hastalık riskleri
konusunda bilgi vermeli, davranışçı
ve bilişsel yöntemlerin yanında gereken vakalarda farmakoterapi uygulamalıdır. Sigara bırakma izlemi en az
4 görüşme ile gerçekleştirilmelidir ve
her görüşme en az 10 dakika sürmelidir. Sigarayı bırakmış bir kişinin 1 yıl
süre ile bunu devam ettirmesi yani sigara kullanmaması bırakma sürecinin
başarıyla tamamlandığı anlamına gelir. Nüks genellikle sigarayı bırakmanın birinci yılında gerçekleşmektedir.
Daha önce de belirtildiği üzere psikolojik, fiziksel ve davranışsal yönleri
olan tütün bağımlılığının her yönüyle
mücadele etmek ve her bir yöne ayrı
tedavi uygulamak gerekir. Psikolojik
olarak duygulanım durumu ile nikotine bağımlı olan kişide sigarayı bırakırken oluşan olumsuz duygulanım,
relapsı çağrıştırır. Davranışsal olarak
günlük yaşamda tekrarlayan birliktelikler, örneğin; sigara içenleri görmek,
kahve içmek, alkol almak, gibi sigara
ile birleşmiş eylemler yapılırken, sigara bırakma mücadelesi veren kişi
sigara alışkanlığı ile mücadele eder.
Fizik bağımlılık nedeni ise yarı ömrü 2
saatten kısa olan nikotindir. Nikotinin
reseptörlere bağlanması dopamin
salınmasında artışa neden olur. Bu
salınan dopamin haz ve duygulanım
kontrolü yaratır. İki sigara arasında
nikotin alınmayınca nucleus accumbensten dopamin salınımı azalır, nikotin düzeyleri düşerken reseptörler
açık duruma geçerek, hipereksitabilite ve aşırı istek, sonuçta da nikotin yoksunluk belirtileri ortaya çıkar
(Tablo 1). Yoksunluk belirtileri özellikle ilk 7 gün en yoğun hissedilir, ancak
haftalar aylar da sürebilir. Sigara bırakma tedavilerinde değişik bağımlılık yönlerinden dolayı motivasyon ve
destek tedavisine, kontrendikasyon
yoksa farmakoterapi de eklenmelidir
Prof. Dr. Füsun YILDIZ
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
35
Tablo 1:
eri
k belirtil
oksunlu
Nikotin y
umu
dur
duygu
if
s
e
r
p
a de
ya d
• Disforikni
nme
m
a öfkele
o
d
s
a
İn
y
e
m
•
sinirlen
abilite,
it
r
İr
•
ması
e
• Anksiyetelerin yoğunlaştırılama
• Düşüncsuzluk
• Huzur ızında azalma
• Kalp h rtması ya da kilo alımı
• İştah a
Sigara bırakma tedavisinde
farmakoterapi kimlere uygulanır?
Sigarayı bırakmaya çalışan tüm bağımlılarda hekim gözetiminde uygulanabilir.
Günde 10 adet ve daha fazla sigara
içen ve/veya günün ilk 30 dakikası
içinde sigara içmeye başlayan olgularda standart dozda farmakoterapi
başlanır.
Kişinin günde içtiği sigara sayısı 10
adetten az ise bu olguda bağımlılık
boyutu değerlendirilir.
Sigara içmediği zaman yoksunluk
belirtileri nedeniyle zorlanıyorsa bu
olgularda da tedavi başlanabilir.
Günümüzde tedavi rehberlerinde,
birinci grup farmakoterapi ajanları
olarak, nikotin replasman tedavileri
(NRT) ve nikotin içermeyen farmakoterapi (bupropion ve vareniklin)
yer almaktadır. NRT, bupropion ve
vareniklin kullanılamadığı zaman
ise, ikincil seçenek ilaçlar (nortriptilin ve klonidin) kullanılabilir (2,4,7,8).
Alternatif yöntemlerin tümünde
(akupunktur, elektro stimülasyon,
hipnoz, lazer) ise kötüye kullanım
söz konusudur. Bu yöntemlerin tanıtımlarında başarı oranlarının yüksek
olduğunun iddia edilmesine karşın,
bu konu ile ilgili yeterli bilimsel klinik
kanıt bulunmamaktadır. Şimdi, sigara bırakma tedavisinde kullanılan
ilaçları, kullanım şekillerini ve etkileri
kısaca gözden geçirelim.
I. Nikotin İçeren Farmakoterapi
Nikotin Replasman Tedavisi (NRT),
sigaranın bırakılmasını izleyen dönemde ortaya çıkabilecek nikotin
yoksunluk semptomlarını ortadan
36
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
kaldırmayı amaçlar. Sigarayı bırakmak isteyen kişi yoksunluk
semptomlarını daha az hissederse, psikolojik ve davranış
ile ilgili komponentler ile
daha kolay mücadele edebilir (9). Nikotin yoksunluk
belirtileri Tablo 1’de gösterilmiştir. NRT’nin, nikotin bağımlılığı saptanmış
kişilerde, hekim önerisi
ile başlanması ve hekim
kontrolünde devam etmesi gereklidir. Bu tedavi başlanmadan önce
kişideki nikotin bağımlılık düzeyinin
saptanması için en sık Fagerstrom
Nikotin Bağımlılık Testi kullanılır
(Tablo 2).
Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testine günlük pratiğimizde ve akademik çalışmalarda kullanımı önerilen
testtir. Nikotin bağımlılık testi olarak
EMASH’ın önerdiği tek soruluk basit
Tablo 2: Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi
1-İlk sigaranızı sabah uyandıktan ne kadar sonra içersiniz?
a-Uyandıktan sonra ilk defa 5 dakika içinde 3 puan
b-6-30 dakika içinde 2 puan
c-31-60 dakika 1 puan
d-1 saatten fazla 0 puan
2-Sigara içilmenin yasak olan yerlerde, örneğin otobüs, hastane, sinema gibi
yerlerde bu yasağa uymakta zorlanıyor musunuz?
a-Evet 1 puan
b-Hayır 0 puan
3-İçmeden duramayacağınız, başka bir deyişle Vazgeçemeyeceğiniz sigara
hangisidir?
a-Sabah içtiğim ilk sigara 1 puan
b-Diğer herhangi biri 0 Puan
4-Günde kaç adet sigara içiyorsunuz?
a-10 adet veya daha az 0 puan
b-11-20 1 puan
c-21-30 2 puan
d-31 veya daha fazla 3 puan
5-Sabah uyanmayı izleyen ilk saatlerde günün diğer saatlerine göre daha sık
sigara içer misiniz?
a- Evet 1 puan
b-Hayır 0 puan
6-Günün büyük bölümünde yatakta geçirmenize neden olacak kadar hasta
olsanız bile sigar içer misiniz?
a-Evet 1 puan
b-Hayır 0 puan
Toplam skor:
0-2 Çok az bağımlılık
3-4:Az bağımlılık
5: Orta derecede bağımlılık
6-7: Yüksek bağımlılık
8-10 Çok yüksek bağımlılık
Tablo 3: Sigara bırakma tedavisinde kullanılan NRT formları
Sigara bağımlılığı
TanıTedavi
Hafif
Fagerstrom 1-2
Sigara içme isteği olursa bir tane sakız çiğnenmesi
Günde 10 sigaradan az
CO:10-15 ppm
Orta
Fagerström 3 ve üstü
Nikotin transdermal bant veya 1-2 kez sakız
Günde 15 sigara ve az
CO:10-20 ppm
Ağır
Fagerström 5 ve üstü
Nikotin transdermal bant ve gerekirse nikotin sakızı
Günde 15-25 sigara
veya nikotin nazal sprey (sigara içme isteği olursa)
CO:15-35 ppm
Çok ağır
Fagerström 7 ve üstü
Nikotin transdermal bant ve gerekirse nikotin sakızı
Günde 25-40 sigara
ve gereğinde nikotin nazal sprey
CO> 30-45 ppm
test de olgulara sabah ilk sigarayı ne
zaman içtikleri sorulmakta, İlk yarım
saat ve daha kısa sürede içenler orta
ve yüksek derece de bağımlı olarak
değerlendirilmektedir (6). Yukardaki
testlerle bağımlılık düzeyi tespit edilen hastalardan bağımlılık düzeyine
göre NRT’den biri başlanır. NRT ile
vücuda verilen nikotin dozu sigara
içimiyle alınan dozdan çok daha düşüktür. Bir sigara içiminden 10 dakika
sonra ulaşılan plazma nikotin düzeyi 20–50 µg/L arasında, ortalama
35 µg/L’dır. Oysa NRT için kullanılan
nikotin sakızları ve nazal spreylerde nikotin plazma seviyesi 6-8 µg/L,
transdermal formlarda ise 12 µg/L
düzeylerinde pik yapmaktadır. NRT
amacıyla kullanılan ilaçlar genellikle,
iki-sekiz haftalık aralıklarla azaltılarak
kesilir. Bu doz düşürme sırasında nikotin yoksunluk semptomlarının da
azalıyor olması önemlidir. NRT için
kullanılan değişik formlar piyasada
bulunmaktadır. Bunlar: Nikotin bandı, nazal sprey, nikotin sakızı, nikotin
pastil ve nikotin inhalerdir. NRT tedavisinin süresi, kullanılan forma göre
üç ile on iki ay arasında değişebilir.
Tedavi sırasında sigara içiminin tamamen bırakılması gerekir. Eğer sigara içimine devam edilecek olursa;
solgunluk, terleme, bulantı, tükürük
artışı, sersemlik, kusma, karın ağrısı
diyare, baş ağrısı, işitme ve görme
bozukluğu, tremor ve konvüzyonlar
görülebilir. Tablo 3 NRT için kullanılan formları göstermektedir. Şimdi
bu formları kısaca gözden geçirecek
olursak;
1. Nikotin bandı: Transdermal olarak
kullanılan bu bantların 16 ve 24 saatlik iki formu bulunmakta, bu şekilde
saatte 1 mg nikotinin kontrollü olarak vücuda verilmesi sağlanmaktadır.
24 saatlik formu ile 21 mg, 16 saatlik
formu ile 15 mg nikotin alınmaktadır.
Ülkemizde 24 saatlik formu bulunan
nikotin bantları 3 farklı boyuttadır
30 cm2’lik bantlarla 21 mg, 20 cm2’lik
bantlarla 14 mg ve 10 cm2’lik bantlarla 7 mg nikotin vücuda alınmaktadır. Günde 20’nin üzerinde sigara
kullananlarda, 24 saatlik yama 4–6
hafta süreyle önerilmekte, daha sonra 14mg/ güne düşürülerek bu dozda
2–4 hafta kullanımı, daha sonra da 7
mg/gün dozda 2–4 hafta kullanımı
önerilmektedir. Eğer kişinin kardiyovasküler bir hastalığı varsa, ağırlığı
45 kilonun altında ise ve yarım paket/gün’den az sigara kullanıyorsa,
14mg/ 24 saat doz, 6 hafta süre ile
önerilir. Bu doz daha sonra 7mg/24
saate azaltılır ve bu dozda da 2 hafta kullanılır (10). Kullanım bölgesinin
tercihan vücudun kuru, temiz ve kılsız bir yeri olması (gövdenin üst kısmı, omuz etrafı, üst kol bölgesi) önerilir. Her gün bu farklı bölgelerden
birine yapıştırılması önerilir. Ancak 4
gün sonra tekrar aynı yere yapıştırılabilir. Deride oluşabilecek hassasiyet
ve irritasyon, anormal rüyalar, insomniya ve dispne en sık karşılaşabilecek
yan etkilerdir. Ayrıca gebelerde ve
emziren kadınlarda, aktif ya da son
bir ay içinde miyokard infarktüsü geçirenlerde, anstabil anjina pektorisi
ve aritmileri bulunanlarda transder-
mal bant ve diğer NRT’leri uygulanmamalıdır.
2. Nikotin Sakızı: Nikotin sakızının
2 ve 4 mg’lık formları vardır. 2mg’lık
nikotin sakızı ile 0.8–1 mg nikotin,
4 mg’lık sakızla 1.2–1.4 mg nikotin
emilir. Günde 20 sigara ve üzerinde
içenlerde 4 mg’lık, 20 sigaranın altında içenlerde ise 2 mg’lık formlar
önerilir. Alkali ortamda nikotin absorbsiyonu daha iyidir. Sakızın yavaş
çiğnenmesi önerilir, hızlı çiğnenince
aşırı tükürük salgısı ve gastrointestinal yan etkiler oluşmaktadır. Bu form
tek başına kullanılabileceği gibi diğer
formlarla da, özellikle transdermal
bantlarla kombine edilebilir. Kişide
sigara içme isteği ortaya çıktığında,
nikotin tadını hissedene kadar sakızı
5- 10 kez çiğnemeli, sonra birkaç dakika yanak mukozasında bekletmeli
ve en fazla 30 dakika içinde de sakızı atmalıdır. Fagerstrom testine göre
orta ve düşük bağımlılığı olanlarda,
2 mg’lık sakızlarla, yüksek bağımlılığı
olanlarda, 4 mg’lık sakızlarla tedavinin başlanması önerilir. Bu sakızlardan başlangıçta 10-12 adet/gün
kullanılabilir. Maksimum 20 adete
çıkılabilir. Toplam kullanım süresi 12
haftayı geçmemelidir. (10).Yan etki
olarak hafif bulantı, hazımsızlık, hıçkırık ve çene ağrısı oluşabilir. Gebelik
için C kategorisinde bir ilaçtır.
3. Nikotin inhaler: İnhaler içinde bulunan ve her biri 10 mg nikotin içeren
nikotin kartuşlarından oluşur. Her inhalayonla 13 µg nikotin alınmaktadır.
Etkin kullanım dozu için 6 inhalatör
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
37
38
kartuşu/gün tüketilmesi önerilir (410 kartuş/gün). İlaç esas olarak oral
mukozada depolanarak emilmektedir. Yeterli doz için ilacın her 20 dakikada kullanılması önerilir. İnhalatör
üç kez kullanıldıktan sonra kartuşu
değiştirilmelidir (3). Bu tedaviye üç
ay devam edilmesi ve bunu takiben
3 ayda dozun azaltılması önerilmektedir. Bu formun yan etkileri; ağız ve
boğaz irritasyonu ve öksürüktür.
zada konjesyon, gözlerde sulanma,
öksürük ve aksırma gibi yan etkilere
neden olmaktadır.
4. Nikotin nazal sprey: Her seferinde 1 mg nikotin alınmasını sağlayan
ve her burun deliğine 0.5 mg dozda
nikotin veren formdur. Vücuda en
hızlı alım şekli olduğundan farmakokinetiği sigaraya en çok benzeyen
formdur. Bu yüzden yüksek nikotin
bağımlılığı olan kişilerde kullanımı
önerilmekte ve tedavi süresi 3–12 ay
arasında değişmektedir (3). Önerilen doz 10–40 puff/gündür. Nikotin
nazal sprey lokal irritasyon sonucu,
nazal sekresyonlarda artış, muko-
6. Nikotin pastil: Bu formun 1,2 ve
4 mg’lık dozları vardır. Ağza alınan
pastil 30 dakikalık kullanımdan sonra
atılır. Her saat başı 1 pastil ve günde
15 pastil ve üzeri kullanım önerilmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
5. Nikotin sublingual tablet: Bu
formda 2 mg’lık tabletler dilaltında
çözülür. Oral mukozanın her tarafından emilim olabilir. Etkinliğinin iyi
olabilmesi için her saat bir tablet kullanılması önerilir. Tabletler 20 dakika
kullanıldıktan sonra atılmalıdır.
II. Nikotin İçermeyen Farmakoterapi
Bupropion: Nikotin içermeyen, tedavi rehberlerine girmiş ilk ilaçtır.
Zayıf etkili bir nontrisiklik, aminoketon antidepresandır. Noradrenerjik
ve dopaminerjik sinir uçlarından geri
alımı zayıf olarak etkileyerek iş görür.
Böylece nikotin yoksunluk belirtilerinin azalmasına neden olur. Sigara bıraktırmadaki etkinliği, antidepresan
etkisinden bağımsızdır. Depresyon
hikayesi olan ve olmayan olgularda
eşit etki gösteriyor olması bu etkinin
antidepresan etkisinden kaynaklanmadığı savını desteklemektedir. 150
mg’lık tablet formunda 300 mg/gün
dozunda 8 hafta kullanımı önerilmektedir. Tedavinin 6 ay kadar sürdürülebileceği de bildirilmektedir.
Tedaviye, sigara bırakılmadan önce
başlanır. İlk 3 gün 150 mg/gün, 4.
günden sonra 300 mg/gün olarak
devam edilir. 7–14 gün içinde hedef
bırakma günü belirlenir. Olgu tedaviyi alırken sigarayı bırakır ve tedaviye
aynı dozda devam edilir. En sık rastlanan yan etkileri; ağız kuruluğu, uykusuzluk, baş ağrısıdır. Teofilin kullanan
olgularda teofilinin kesilmesi ya da
kesilemiyorsa bupropion dozunun
150 mg/gün sürdürülmesi önerilir. 18
yaş altında konvülziyon, konvülziyon
eşiğini düşüren ilaç (alkol, MAO inhibitörü gibi nöroleptikler) kullanım
öyküsü, Merkezi Sinir Sistemi travması, anoreksiya veya bulumia gibi
yeme bozukluğu bulunan olgularda
kullanılmaması gerekir. Hamilelerde,
B grubu ilaç kategorisindedir.İlaca
rağmen, ciddi yoksunluk belirtileri
olan, ya da başarısızlık yaşanan hastalarda NRT ile kombine kullanılabilir.
Vareniklin: α4β2 subunitleri içeren nöronal nikotinik reseptörlerin
parsiyel agonistidir.Vareniklin bu reseptörleri uyararak nikotinik agonist
etki gösterir ve nucleus accumbensden dopamin salınımını sağlar. Takip
eden dönemlerde vareniklin kullanırken eğer kişi nikotin alırsa bu sefer
dopamin salınımında artış olmaz ve
antagonist etki gösterir. Bu şekilde
göstermiş olduğu hem agonist hem
de antagonist etki ile nikotin bağımlılığını azaltırken yoksunluk semptomlarının ortaya çıkışını engeller.
Kullanım dozu ilk üç gün 0.5 mg, 4–7
gün arası 2 kere 0.5 mg’dır. Takip eden
hafta 8–14 gün arasında bu doz günde 2 kere 1 mg’a çıkarılır ve bu dozda
devam edilirken bu günler arasında
bir gün sigara içilmesi sonlandırılır.
Toplam tedavi süresinin 12 haftaya
kadar sürdürülmesi önerilmektedir.
Vareniklin kullanan kişilerde 12 ay sigara içmeden kalma başarısı plasebo
alan olgulara göre 3.22 kat (CI:%95
2.43-4.27), bupropion alan olgulara
göre 1.66 kat (CI:%95 1.28-2.16) artmış olarak bulunmuştur. (11). İlacın
en önemli yan etkisi bulantıdır. Bu
yan etkinin azaltılması için ilacın tok
karnına ve bol su ile alınması önerilmektedir. Bunun dışında baş ağrısı,
uykusuzluk ve anormal rüyalar görme, diğer yan etkilerdir. Vareniklin
kullanımı sırasında kişinin duygulanım durumunda değişiklikler ve
olumsuz duygulanım ortaya çıkabilir.
Bu nedenle olgunun psikolojik durumu, endişe ve depresyon yatkınlığı
ilaç kullanılmadan önce değerlendirilmelidir. İlaç gebelik için C kategorisindedir.
Günümüzde NRT, bupropion ve vareniklin sigara bırakma tedavisinde
kullanılan birinci basamak ilaçlardır.
Bunların dışında ikinci seçenek ilaçlar da vardır. İkinci seçenek ilaçlar
sigara bırakma tedavisinde etkinliği
kanıtlanmış ancak ABD Gıda ve İlaç
İdaresi tarafından bu tedavide kullanılmak üzere onay almamış ve birinci seçenek ilaçlara göre daha yüksek
yan etki potansiyeline sahip ilaçlardır
(12). Bu ilaçların ancak ilk seçenek
ilaçlar kullanıldıktan sonra vaka bazında değerlendirmeye alınabileceği
öngörülmektedir.
III. İkinci seçenek ilaçlar
1. Klonidin: Klinkte antihipertansif
olarak kullanılan klonidinin, nikotin yoksunluk belirtilerini belirgin
azalttığı kanıtlanmıştır. Çalışmalarda
transdermal ya da oral olarak kullanılmış, ancak günlük dozu, 0.1 ile
0.75 mg arasında değişmekte olup
etkili doz rejimi belirlenmemiştir. Ayrıca klonidinin ani kesilmesi; sinirlilik,
ajitasyon, başağrısı, titreme, eş zamanlı ya da takip eden dönemde kan
basıncında ve katekolamin düzeylerinde yükselmeye neden olabilir. Yan
etkileri; ağız kuruluğu, uykululuk, baş
dönmesi, sedasyon ve konstipasyondur. Çalışmalarda 3–10 haftalık kullanım söz konusudur.
2. Nortriptilin: Klinikte antidepresan
olarak kullanılmaktadır. Etkin doza
ulaşılabilmesi için planlanmış sigara
bırakma tarihinden 10–28 gün önce
tedaviye başlanmalıdır. 25 mg/gün
olarak başlanır ve tedrici olarak 75–
100 mg/gün dozuna ulaşılır. Sigara
bırakmada önerilen kullanma süresi
12 haftadır. Sedasyon, ağız kuruması,
bulanık görme, idrar retansiyonu, baş
dönmesi, ellerde titreme, en sık görülen yan etkilerdir. Aritmi yapabilmesi,
kan akımı ve kalp kasılabilirliğinde
oluşturduğu değişiklikler nedeniyle
kardiyovasküler hastalığı olan vakalarda çok dikkatli kullanılmalıdır. Yüksek dozlarda kardiyotoksiktir.
Sonuç olarak; sigaranın bırakılması
ile birlikte kişinin sağlık kazanımları
başlamaktadır. Kişiler sigarayı kendi
kendine bırakabilirler, ancak bırakma
denemeleri oldukça güçtür ve uzun
dönem sigarasız kalım oranı tıbbi
destek alanlarda yükselmektedir. Si-
garanın bırakılmasına yönelik tedavi
ve destek programları geliştirmek,
ulusal tütün kontrol programlarının
önemli parçasıdır. Sigara bırakılırken
yaşanan nikotin yoksunluk belirtileri,
davranış desteği ve tıbbi yöntemler
ile aşılabilmektedir. NRT, bupropion
ve vareniklin sigara bırakma tedavisinde günümüzde birinci basamakta
tercih edilen ilaçlardır. Ancak bireyler
için en uygun farmakolojik tedavi,
kişinin bireysel özelikleri ve bağımlılık düzeyi değerlendirilerek uygun
uzman hekim tarafından seçilecektir.
KAYNAKLAR
1. ‘Küresel yetişkin tütün araştırması Türkiye
2012’ TC Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu 2014.
2. Türk Torak Derneği Sigara bırakma tanı ve
tedavi uzlaşı raporu. 2014
3. Uzaslan E. Sigara Bırakmada Farmakolojik
Tedavi. Güncel Göğüs Hastalıkları Dergisi
2008;3:77-85,
4. A US Public Health Service Report. Aclinical
practice guideline for treating tobacco use
and dependence. JAMA 2000;283:3244-54.
5.
Rigotti NA. Treatment of tobacco
use and dependence. N Engl J Med
2002;346(7):506-12.
6.European Medical Association Smoking
or Health. Guidelines on smoking cessation for general practitioners and other health professionals. Monaldi Arch Chest Dis
1997;52:282-4
7. Talwar A, Jain M, Vijayan VK. Pharmacotherapy of tobacco dependence. Med Clin N
Am 2004; 88:1517-34.
8. West R, McNeil A, Raw M. Smoking cessation guidelines for health professionals: an
update. Thorax 2000;55:987-99.
9. Stead LF, Perera R, Bullen C, Mant D, Fowler
G. Nicotine replacement therapy for smoking cessation . Cochrane Database Syst
Rev.2008;1:CD000146.
10.Bader P, Mc Donald P, Selby P. An algorithm
for tailoring pharmacotherapy for smoking cessation: results from Delphi panel
of international experts. Tobacco Control
2009;18:34-42.
11.Gonzales D, Rennard SI, Nides M et al. Varenicline Phase 3 Study Group. Varenicline
an alpha4beta2 nicotinic acetylcholine receptor partial agonist vs sustained-release
bupropion and placebo for smoking cessation: A randomized controlled trial. JAMA
2006;296:47-55.
12.Koplan KE, David SP, Rigotti NA. Smoking
cessation. BMJ 2008;6:336:217.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
39
1 Aralık Dünya AİDS Günü
ERKEN TEŞHİSLE
AIDS’DEN KORUNMAK MÜMKÜN
Hızlı kilo kaybı, öksürük, tekrarlayan
yüksek ateş, aşırı yorgunluk, uzun
süren ishal, hafıza kaybı, depresyon
ve başka nörolojik rahatsızlıklarla
kendini belli eden HIV enfeksiyonun
görülme sıklığı gün geçtikçe artıyor.
Bağışıklık sisteminin zayıflamasına
sebep olan bu virüs, erken evrede
tespit edilip uygun tedaviye başlanırsa, AIDS’e dönüşmesi engellenebiliyor.
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Çiğdem Erol, “1 Aralık Dünya AIDS Günü”
öncesinde HIV virüsünden korunma
ve tanı yöntemleri hakkında bilgi
verdi.
Sinsice ilerliyor
HIV, kişilerin bağışıklık sistemlerini
zayıflatarak fırsatçı enfeksiyonlara
açık hale getirir. AIDS, HIV tarafından
oluşturulan bir hastalıklar bütünüdür. Günümüzde tedavi olanaklarına ulaşamayan kişilerde AIDS’e gidiş
daha sık görülürken, HIV taşıdığı erken dönemde tespit edilen ve uygun
zamanda tedavi başlanan kişilerde
bu durum çok nadir görülmektedir.
HIV, bulaştığı kişinin vücudunda yıllarca belirti vermeden kalabilir. Kişi
eğer virüsü cinsel yolla almışsa, ortalama 8-10 yıl boyunca hiçbir belirti
ortaya çıkmayabilir. Virüs kan yoluyla
alınmışsa, alınan virüs miktarı daha
fazla olduğundan, bu süre kısalarak
5 ay ile 2 yıl arasında değişebilir. Kişi
virüsü aldığı andan itibaren başkalarına bulaştırabilmektedir. Sonuçta,
birden fazla hastalık ve kanserin ortaya çıkması ile AIDS oluşur ve eğer
tedaviye başlanmazsa hastalık ölümle sonuçlanır.
40
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Korunmasız cinsel ilişkiden
uzak durulmalı
HIV’in en yaygın bulaşma şekli, korunmasız cinsel ilişkidir. Her şekilde
korunmasız cinsel ilişki ile HIV ve
diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, kişiden kişiye geçebilmektedir. Ayrıca, HIV bulunan kan veya
kan ürünlerinin nakli ya da doku ve
organ nakilleriyle de bulaşma olabilmektedir. Ortak enjektör kullanımı ve
HIV pozitif kan ile kirlenmiş aletlerle
kesici delici yaralanmalar da diğer bir
bulaş yoludur. Bunların yanı sıra, HIV
gebelik süresince, doğum sırasında ve emzirme ile bebeğe geçebilir.
Gerekli önlemler alınmadığı takdirde
bulaşma oranı %20-30 arasındadır.
Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince de tedavi görmeye devam eder
ve gerekli önlemler alınırsa virüsün
bebeğe geçiş riski %0,5’in altına kadar düşürülebilir.
Sosyal ilişkiler ise HIV’in kişiden kişiye
bulaşmasına sebep olmaz. Dokunma, sarılma, el sıkışma ve HIV taşıyıcısıyla aynı ortamda bulunma virüsün
bulaşma nedeni değildir. Ayrıca bu
kişilerle aynı bardağı kullanmanın ya
da ter ve tükürük gibi vücut salgılarıyla temas etmenin herhangi bir riski
yoktur.
Korunmak için dikkat edilmesi gerekenler
• Her cinsel ilişkide kondom (prezervatif ) kullanılmalı
• Kan ürünlerinin kontrol edilmiş ve
güvenli olanları transfer edilmeli
• Ortak
enjektör (şırınga) kullanımından kaçınmalı
• Bebeğe geçişi önlemek için gebelik öncesi ve sırasında HIV testi
yaptırılmalı
• HIV pozitif annenin doğumunda
gerekli önlemler alınmalı.
• HIV pozitif anne bebeğini emzirmemeli.
Tanı için doğru zamanda doğru test
HIV pozitif olup olmadığının anlaşılması için doğru zamanda doğru HIV
testinin yaptırılması gerekmektedir.
Antikor testlerinin doğru sonuç vermesi için şüpheli temastan sonra
10-12 hafta süre geçmesi gerekmektedir. Ancak yüksek riskli temaslarda
daha erken tanı için 2-3 hafta içerisinde antijen ve PCR yöntemleriyle tanı
mümkün olabilmektedir. Korunmasız
her türlü cinsel ilişki, güvenli olmayan kan alışverişi sonrası ve hamilelik
öncesi HIV testi yaptırılması tavsiye
edilir. Testler öncesinde, sırasında ve
sonrasında mutlaka danışman hekim
yardımı alınmalıdır.
İlaç tedavisi hastanın yaşam kalitesini ve
süresini artırıyor
HIV’i vücuttan tamamen atacak bir
tedavi henüz bulunmamaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO)
kronik hastalıklar listesinde olan HIV,
1996’dan bu yana mevcut gelişmiş
ilaç seçenekleriyle kontrol altında tutulabilmektedir. Doğru zamanda ilaç
tedavisine başlayan HIV pozitif kişiler,
kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilir. Geç HIV tanısı alan ve AIDS evresinde olan kişiler dahi ilaç tedavisine yanıt verebilmektedir. Tedavideki
amaç; virüs sayısını azaltarak bağışıklık sistemine verilen hasarı en aza
indirmek, CD4 hücrelerinin sayısını
artırarak bağışıklık istemini güçlendirmek, yaşam süresini uzatmak ve
yaşam kalitesini artırmaktır.
dosya
TÜRKİYE DİYABET ÖNLEME
VE KONTROL PROGRAMI 2015-2020
Prof. Dr. Seçil ÖZKAN
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
Dünyada ve ülkemizde sosyal değişim, nüfus artışı, kentleşme, çevre
değişikliği ticaretin ve iletişimin küreselleşmesi ile pek çok alanda değişim
olmuştur.
Dünyada tüm ölümlerin %67,8’ine
bulaşıcı olmayan hastalıklar neden
olmaktadır. Bulaşıcı olmayan hastalıklar; kalp-damar hastalıkları, diyabet, kanser ve solunum yolu hastalıklarıdır. Bulaşıcı olmayan hastalıklara
bağlı ölümlerin %48’i düşük ve orta
gelirli ülkelerde 70 yaşın altındaki
kişilerde gerçekleşmektedir. Dünya
Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde
ölümlerin ve engelliğin %77’ sinden,
erken ölümlerin de neredeyse %
86’sından bulaşıcı olmayan hastalıklar sorumludur. Yoksul ülkelerde
ölümlerin % 80’i bulaşıcı olmayan
42
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
hastalıklara bağlıdır. Erken tanı ve zamanında müdahale ile kalp hastalıkları, inme ve tip 2 diyabetin %80’den
fazlası önlenebilmektedir. Bulaşıcı
olmayan hastalıklardan ölümlerde
davranışsal risk faktörleri ortak olup
bunlar tütün kullanımı, sağlıksız beslenme, alkol kullanımı ve yetersiz fiziksel aktivitedir.
Dünyada diyabet sıklığı Küresel Durum Raporu (2010)’a göre, 25 yaş ve
üzeri erişkinlerde %10 olarak hesaplanmıştır. Doğu Akdeniz Bölgesi ve
Amerika Kıtası Bölgesi’nde en yüksek
düzeyde (her iki cinsiyet için %11),
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa ve Batı
Pasifik Bölgeleri’nde ise en düşük
düzeydedir (her iki cinsiyet için %9).
Düşük gelirli ülkeler, en düşük prevalansa (her iki cinsiyet için %8) sahip
olurken en yüksek prevalans üst-orta
gelirli ülkelerde görülmüştür.
Bozulmuş glikoz toleransı ve bozulmuş açlık glikozu, diyabet ve kalpdamar hastalıklarının gelecekte artmasına yol açabilecek riskli diyabet
öncesi kategorilerdir. Diyabetli insanların bazı yaş gruplarında felç riski iki
kat daha fazladır. Diyabet, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde böbrek yetmezliğinin başlıca sebebidir. Gelişmiş ülkelerde diyabetli
insanlarda alt uzuv ampütasyonları,
diyabetik olmayanlardan en az 10 kat
daha yaygındır. Travmatik olmayan
bütün alt uzuv ampütasyonlarının
yarısından fazlasının nedeni diyabet-
Prof. Dr. Seçil ÖZKAN
Diyabette etkili olduğu kanıtlanan münferit müdahaleler
Faydaları
Yüksek risk taşıyan kişilerde tip 2 diyabeti önleme amacıyla yaşam tarına
yönelik müdahaleler
İnsidansta %35-58 kadar azalma
Yüksek risk taşıyan kişilerde tip 2 diyabeti önlemeye yönelik metformin
İnsidansta %25-31 kadar azalma
HbA1c’si %9’un üzerinde olan kişilerde glisemik kontrol
HbA1c’deki her %1’lik düşüş için mikrovasküler hastalıklarda %30 kadar
azalma
Tansiyonu 130/80 mmHg’nın üzerinde olan kişilerde tansiyon kontrolü
Tansiyondaki her 10mmHg’lık düşüş için mikrovasküler ve makrovasküler
hastalıklarda %35 kadar azalma
Yıllık göz muayenesi
Ciddi görme kaybında %60-70 azalma
Yüksek ülser riski taşıyan kişilerde ayak bakımı
Ciddi ayak hastalıklarında %50-60 azalma
Tüm diyabetli kişilerde anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri
kullanımı
Nefropatide %42, kalp-damar hastalıklarında %22 azalma
Tablo 1. Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen ve diyabette etkili olduğu kanıtlanan müdahaleler ise
tir. Diyabet gelişmiş ülkelerde görme
bozukluğu ve körlüğün başlıca sebeplerinden biridir. Diyabetli insanlar, diyabeti olmayan insanlara göre
sağlık bakımı kaynaklarına en az iki
ya da üç kat daha fazla ihtiyaç duyar.
Diyabet tedavisi, ulusal sağlık bütçelerinin neredeyse %15’ini kapsayabilir. Tüberküloz riski diyabetli insanlar
arasında üç kat daha yüksektir.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen pek çok müdahale maliyet etkin olmasına karşın bazıları “en karlı
uygulamalar” olarak değerlendirilir.
Bunlar; kurtarılan yaşamlar, önlenen
hastalıklar ve kaçınılan ağır maliyetler bakımından hızlı sonuçlar almak
için hemen atılması gereken adımlar
olarak şöyle sıralanabilir:
• İnsanların tütün dumanından ko-
runması ve kamuya açık alanlarda
sigara kullanımının yasaklanması
• Tütün kullanımının tehlikeleri hakkında uyarı yapılması
• Tütün reklamı, teşviki ve sponsorlukları üzerinde yasaklar uygulanması
• Tütün üzerindeki vergilerin arttı- • Sağlıklı
beslenmeyi teşvik için
gıda vergileri ve yardımlarıdır.
rılması
• Alkol reklamları üzerinde yasaklar
uygulanması
• Tuz alımının ve gıdaların tuz miktarının azaltılması
• Gıdalardaki
trans yağların çoklu
doymamış yağ ile değiştirilmesi
Ayrıca şu anda maliyet etkinlik araştırmaları yetersiz olmakla birlikte
aşağıdaki müdahaleleri destekleyen
güçlü kanıtlar vardır:
• Okullarda
sağlıklı beslenme ortamları yaratılması
bakımında beslenmeyle il• Beslenme ve fiziksel aktivite hak- • Sağlık
gili bilgi ve danışmanlık verilmesi
kındaki kamu farkındalığının gör• Ulusal fiziksel aktivite rehberleri
sel basın yoluyla artırılması.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mü- • Çocuklar için okul temelli fiziksel
cadelede en karlı uygulamalara ek
olarak bulaşıcı olmayan hastalıklara
yönelik risk faktörlerini azaltabilecek,
toplumun geneline yönelik pek çok
maliyet etkin ve düşük maliyetli müdahale vardır:
aktivite programları
• Fiziksel aktivite ve sağlıklı beslenme için iş yeri programları
• Fiziksel aktivite ve sağlıklı beslenme için toplum programları
• Yapılandırılmış çevrenin fiziksel
• Tütün bağımlılığı tedavisi
aktiviteyi teşvik edecek şekilde ta• Yeterli emzirme ve tamamlayıcı gı- sarlanması.
danın teşvik edilmesi
• Tuz, yağ ve şeker miktarı yüksek
yiyecek ve içeceklerin özellikle çocuklara yönelik pazarlanması üzerinde sınırlamalar
Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde diyabeti önleme ve tedavi konularında sağlığı iyileştirirken maliyetleri de azaltan öncelikli müdahaleler
şunlardır:
Yetişkin obezite sıklığı
%30 (Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması, 2010)
Kişi başı tüketilen tuz miktarı
18g/gün (2008)
Kişi başı tüketilen tuz miktarı
15g/gün (2012)
Tablo 2. Türkiye’ de Obezite, Sıklığı ve Tuz Kullanım Durumu
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
43
• Tansiyon kontrolü
• Glisemik kontrol
• Ayak bakımı
Geçtiğimiz yıl Cenevre’de yapılan
ve bulaşıcı olmayan hastalıkların
da ele alındığı 66. Dünya Sağlık
Asamblesi’nde kabul edilen küresel
gönüllü hedefler arasında 2025 yılına
kadar bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan erken ölümleri %25
kadar azaltmak vardır.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mücadele için ulusal düzeyde yürütülen
kapsamlı ve entegre programlar gereklidir. Kronik hastalıklar tehdidinin
üstesinden, var olan bilgi kullanılarak
gelinebilir. Bugün için bilinen çözümler etkindir ve yüksek oranda maliyet-etkilidir.
Türkiye’de Obezite ve Diyabetin Durumu
Grafik 3. Türkiye’de 2008-2012 Yılları Arasında Diyabetli Birey Sayısındaki Değişim
%58’inin düzenli egzersiz yapmadığı
görülmektedir. 12 yaş ve üzerindeki
bireylerin % 72’si son 7 gün içinde 30
dakika veya daha fazla egzersiz yapmamaktadır.
Türkiye Çocukluk Çağı Obezite Araştırması (2013) sonuçlarına göre, 7-8
yaş çocuklarda şişmanlık ve fazla kiloluluk sıklığı 7 yaşta %23,1; 8 yaşta
%21,9; 7-8 yaşta %22,5’tir. Yine Dünya Sağlık Örgütü adolesan çalışması
verilerine göre,11 yaş kız çocuklarda
%11, aynı yaş erkeklerde %16; 13 yaş
kız çocuklarda %10, aynı yaş erkeklerde %18 ve 15 yaş kız çocuklarda
%6, aynı yaş erkeklerde %17 obezite
görüldüğü saptanmıştır. 15 yaşındaki
kız çocuklarının %8’i, erkek çocukların ise %3’ü kilo kaybetmeyi denemektedirler.
Grafik 1. Türkiye’de Erişkinlerde Yıllara Göre
Obezitenin Değişimi (%)
Tip 2 diyabetin diğer risk faktörü yetersiz fiziksel aktivite durumuna bakıldığında 6-11 yaş grubu çocukların
Ülkemizde 2013 yılında yapılan Hastalık Yükü Çalışması ön sonuçlarına
göre: 2002 yılına göre 2012 yılında
toplam hastalık yükünde bir azalma
sağlanmış olmakla birlikte, bulaşıcı
olmayan hastalıklara bağlı hastalık
yükünde % 4’lük bir artış saptanmıştır. Hastalık yükünü oluşturan ilk 5
nedene bakıldığında bu nedenlerin
tamamının bulaşıcı olmayan hastalıklar olduğu görülmektedir. İlk sırada % 7,4 ile iskemik kalp hastalığı, 2.
sırada % 6,1 ile bel ağrısı, 3. sırada %
4,1 ile serebrovasküler hastalıklar yer
almaktadır. Bunu sırasıyla diyabet ve
kronik obstrüktif akciğer hastalığı (%
3,8, % 3,6) takip etmektedir.
Obezitenin önlenmesi ile ilgili çalışmalar 29.09.2010 tarihli ve 27714 sayılı Resmi Gazetede Başbakanlık Genelgesi olarak yayımlanan “Türkiye
Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat
Programı” kapsamında yürütülmektedir.
TÜRKİYE DİYABET PROGRAMI 2011
yılından itibaren uygulanmakta olup
2015-2020 olarak güncellenmiştir.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak
“Türkiye Diyabet Programı” kapsamında yapılan çalışmalarımızdan
başlıklarımız aşağıdadır:
• Farkındalık çalışmaları (Dünya di-
yabet günü etkinlikleri, broşürler,
milli piyango biletinde diyabet yılı
sloganı yer alması, ilk-orta ve lise
öğrencileri diyabet konulu resim
yarışması vb.)
• www.diyabet.gov.tr ” web sitesinin hazırlanması
Grafik 2. Türkiye’de 20 Yaş ve Üzeri Nüfusta Diyabet Sıklığı, (%)
44
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
• Okulda Diyabet Programımız de-
vam etmektedir. Bu kapsamda
fark yaratan öğretmen ödülleri
verilmiştir Yine bu kapsamda pek
çok materyal hazırlanarak MEB
web sitesinde ve bizim web sitemizde yer alması sağlanmıştır.
• Diyabetli Öğrenciler Genelgesi revizyonu yapılarak diyabetli çocuklarımızın daha sağlıklı takiplerinin
yapılmasına çalışılmaktadır.
• Diyabetli
Bireyler İçin Eğitimci
Rehberleri hazırlanmış ve eğitici
eğitimleri yapılmıştır. Bu kapsamda Mayıs ve Kasım aylarında Kamu
Hastaneleri Kurumuna bağlı hastanelerimizden hemşire ve diyetisyenlere eğitimler düzenlenmiştir.
Aile hekimlerimizin uzaktan eğitim
ve hizmet için eğitim programlarında
diyabet yer almaktadır. Birinci basamakta Aile Sağlığı Merkezi ve Toplum
Sağlığı Merkezlerinde halk ve hasta
eğitimlerinin yapılabilmesi için çalışmalarımız devam etmektedir. Toplum Sağlığı Merkezlerimizde Obezite
Danışma Birimlerimiz aktif olarak
çalışmaktadırlar Bu merkezlerimizde
ve sağlıklı yaşam merkezlerimizde
diyabetin en önemli risk faktörü olan
obezite ile mücadele çalışmalarımız
yoğun şekilde sürdürülmektedir.
Diyabetin en önemli izlem parametresi olan HbA1c tayin yöntemleri
ve kendi kendine izlemde önemli
bir yere sahip olan glukometrelerin
standardizasyonu çalışmaları kapsamında “Ankara Atatürk Eğitim ve
Araştırma Hastanesi” ve “Hacettepe
Üniversitesi Rektörlüğü Eczacılık Fakültesi Dekanlığı” ile protokol imzalanmış analiz için başvuran 21 şeker
ölçüm cihazından 13 adet şeker ölçüm cihazının analizleri tamamlanmıştır.
Tıbbi Cihaz Piyasa Gözetim ve Denetimi kapsamında piyasadan numune
toplanarak cihazların analitik performanslarının değerlendirilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir.
Denetim çalışmalarımızla piyasada
satılan bütün cihazlar denetlenip bütün cihazlar güvenli hale gelecektir.
HbA1c Yeni Dış Kalite Değerlendirme
yazılımına eklenmiştir.
Diyetisyen ve diyabet hemşirelerinin
verdiği hizmetlerin Sağlık Uygulama
Tebliği’nde tanımlanması için gerekli
ön çalışmalar tamamlanmıştır. Diyabetli bireylere yönelik verilen eğitim
hizmetlerine karşılık ek ödemelerde
iyileştirme hususunda çalışmaktayız.
Aile hekimlerimizin riskli bireylerde
tarama kriterlerini, tanı alanlarda ise
yıllık yapılması gerekli hususları belirlemiş durumdayız.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
45
dosya
DİYABET KONTROLÜ İLE 24 MİLYAR
EURO TASARRUF SAĞLANABİLİR
Önümüzdeki yirmi yıl içerisinde diyabetin kontrol edilmesiyle birlikte sağlık bütçesinde 24 milyar Euro tasarruf
sağlanabilir.
Dünya Diyabet Günü kapsamında 17 Kasım 2014, Pazartesi günü,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ev
sahipliğinde TBMM Başkanı Cemil
Çiçek’in de katılımlarıyla “Türkiye’de
Diyabetle Mücadele’nin Dünü, Bugünü ve Geleceği” konulu bir panel
düzenlendi.
Diyabetle mücadelede ülke olarak
kararlığımızı göstermek, diyabetin
önlenmesi ve erken teşhisine dikkat
çekmek, diyabetin komplikasyonlarının artan mali ve sosyal yükünü
tartışmak ve politika yapıcılardan
sağlık profesyonellerine, sivil toplum
kuruluşlarından bürokratlara, tüm
paydaşları diyabet ile mücadelede
birlikte hareket etmek üzere bir araya
getirmeyi hedefleyen panele TBMM
Sağlık, Aile, Çalışma ve İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar,
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
Prof. Dr. Seçil Özkan, Türkiye İlaç ve
Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim
Kerman, T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu
Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Uzm. Dr. İsmet Köksal, Novo Nordisk Uluslararası Operasyonlardan
Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı
Mike Doustdar ve diyabet camiasının
duayenlerinden Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık katıldı.
46
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
“Hükümetlerin sağlık politikalarının
önemli bir kısmı tedavi hekimlikle
ilgilidir. Esas olan koruyucu hekimliktir.
Önemli olan hasta olmamak için çareler
aramaktır.”
Her 10 kişi’den 1’nin diyabetli olduğu
Türkiye’de koruyucu hekimliğin önemine vurgu yapan TBMM Meclis Başkanı Cemil Çiçek hukuk fakültesinde
kriminoloji okuduğunu ve önemli
olanın suç işlenmesinin önüne geçilmesi olduğunu vurguladı. “Suç işlendikten, adam öldükten sonra faili iki
saatte yakalanmış, iki günde yakalanmış. O da başarıdır ama önemli olan
insanların ölmemesidir” diyerek sözlerine devam eden TBMM Başkanı Çiçek herkesi kan şekerini kontrol ettirmeye davet etti. Diyabet hastalarının
tedavi protokollerine uydukları takdirde sağlıklı ve uzun yaşadıklarına,
diyabetin geç teşhis edilmesi ve etkin kontrol edilmemesi durumunda
ülkeye getirdiği mali ve sosyal yüke
dikkat çeken Çiçek, “diyabet ile ilgili
farkındalığın” öneminin altını çizdi.
Diyabette değişim başlamazsa 2035
yılında hasta sayısı 12 milyona ulaşacak
Panelin moderatörü, TBMM Sağlık,
Çalışma, Aile ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof Dr. Necdet Ünüvar, Türkiye’nin Avrupa’da diyabetin
en yüksek oranda yayıldığı ülke ko-
numunda olduğuna ve diyabetin
önlenememesi ve etkin kontrol edilmemesi durumunda 2035 yılında
Türkiye’de yaşayan diyabetlilerin sayısının tüm Avrupa’da ilk sıraya yükseleceğinin beklendiğini söyledi.
Diyabetlilerin %45’i
hasta olduklarını bilmiyor
Diyabetlilerin %45’inin hastalıklarının farkında olmadan yaşamlarına
devam ettiklerine dikkat çeken Prof.
Dr. Ünüvar; mevcut 7,2 milyon hastanın sadece 3,96 milyonunun teşhis
edildiğine, teşhis edilen hastaların
3,5 milyonunun tedavi gördüğüne ve
bunlardan ise sadece 1,75 milyonunun tedavi hedeflerine ulaşabildiğini
belirtti. Diyabetin geç teşhis edildiği
ve etkin bir şekilde kontrol edilemediği durumların böbrek yetmezliği,
ampütasyon, inme ve körlük gibi kişini yaşam kalitesini önemli ölçüde
etkileyen hem trajik hem de maliyetli
sonuçları olabildiğini vurguladı.
Diyabet Önleme ve Kontrol Programı ile
diyabetle mücadeleye devam
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, panelde
“Türkiye’de Diyabet Önleme Kontrol
ve Kontrol Programı ve Diyabetle
Mücadelede Atılacak Adımlar” konulu sunumunda Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu olarak diyabetin önlenmesi,
hastalarda diyabet bakım kalitesinin
yükseltilmesi, komplikasyon oranlarının ve diyabete bağlı ölümlerin
azaltılması için yürüttükleri eğitim,
farkındalık çalışmalarından ve önümüzdeki beş sene içerisinde atacakları adımlardan bahsetti.
Türkiye’nin AR-GE çalışmalarından hak
ettiği payı almalı
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu
Başkanı Dr. Saim Kerman, hastaların
güvenli ve etkili tedavilere ulaşabilmeleri için bilimselliği esas alan düzenleyici, denetleyici ve yönlendirici
politikalar geliştirdiklerini ve uyguladıklarını söyledi. AR-GE ve klinik
çalışmaların önemli olduğuna dikkat
çeken Dr. Saim Kerman, Türkiye’nin
bu konuda Avrupa Birliği’ne paralel
bir mevzuatı olduğuna değindi.
Yenilikçi Tedavilere İhtiyaç Var
Diyabetin duayen hekimlerinden
Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık ise ülkemizde
hızla artan diyabet tehdidine dikkat
çekerek diyabetli hasta sayısının ve
komplikasyonların görülme sıklığının ve diyabetin en büyük nedenlerinden biri olan obezitenin hızlı artışının, diyabetli kişilerin daha sağlıklı
bir yaşam sürmelerini sağlamak için
yenilikçi tedavilere ve yeni yaklaşımlara duyulan ihtiyacı ortaya koyduğunu ifade etti.
Diyabet Tedavisi ile İlgili İlaç Bütçesi
Toplam Sağlık Bütçesinin %1’ini
oluştururken, diyabetin tedavi
edilmemesinin bütçeye yükü %17
Novo Nordisk Uluslararası Operasyonlardan Sorumlu Kıdemli Başkan
Yardımcısı Mike Doustdar, Tip 2 diyabetin çözümü olduğunu ve insanların
sağlıklı beslenerek ve hareket ederek
bu hastalıktan korunabileceklerini
ve yavaş yavaş büyüyen bir tsunami
olan bu salgının önüne geçilebileceğini ifade etti. Türkiye’de 2013 yılında
diyabet ve diyabete bağlı komplikasyonlar nedeniyle 60,000 kişinin
hayatını kaybettiğine atıfta bulunan Doustdar, diyabet için yapılan
sağlık harcamalarının toplam sağlık
harcamalarının %23’ünü
oluşturduğunu ancak
diyabete ayrılan bütçenin %75’inin diyabetin neden olduğu
komplikasyonların
tedavisine harcandığını altını çizdi.
Türkiye’de diyabetin görülme sıklığını
alarm verici olduğunu
belirten Doustdar, kurumsal çabaların yeterli
olmayacağını ve bütünsel
bir yaklaşımla tüm paydaşların bir arada ortak bir amaç için
hareket etmesinin ve diyabetin önlenmesinin, erken teşhisinin ve etkin
kontrolünün önemine tekrar tekrar
değindi.
Diyabetle Mücadelede Değişim
ve Yeni Bir Yaklaşım Şart
Mike Doustdar, Novo
Nordisk’in tüm çalışmalarının merkezine
hastayı koyduğunu
ve hastaların daha
iyi tedavilere ulaşabilmeleri için bütçelerinin yüzde 14’ünü
inovasyona ve ARGE’ye
harcadıklarını
ifade etti. ABD, Endonezya, Hindistan, Çin ve
Bangladeş’te yürüttükleri Diyabette Değişim Programı’nın
Türkiye ayağında, diyabetin ulusal
bir sağlık önceliği olarak kabul edilmesi, kaliteli ve yenilikçi ilaçların
hastalara sunulması için çalışmalar
yapılması, hastaların daha iyi tedavilere erişimin sağlanabilmesi
için inovasyonun sürdürülebilirliğine odaklanılması
gerektiğini ve diyabetin
etkin tedavi edilmesinin Türkiye için yirmi
sene zarfında 24 milyar Euro gibi ciddi bir
tasarruf sağlayacağını
vurguladı. Bu süreçte
Novo Nordisk’in her
zaman olduğu gibi
Türkiye’de bir çözüm
ortağı olma konusundaki
istekliliğini ve kararlılığını
koruduğunu vurguladı.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
47
dosya
SAĞLIKLI YAŞAM VE
OBEZİTE İLE MÜCADELE
Prof. Dr. Seçil ÖZKAN
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
Sağlık ve refah, tüm insanların yaşamlarının merkezindedir ve toplumsal kalkınmada kilit role sahiptir.
Genellikle keyif aldıkları işte çalışan,
destekledikleri ve onları destekleyen
toplumlarda yaşayan ve çocukları
sağlıklı olan kişiler daha sağlıklı olma
eğilimindedir. Aynı zamanda kişilerin yaşamları üzerinde kontrol sahibi
olmalarına izin vermenin, sosyal dayanışma yaratmada ve onların sağlıkları için hareket etmelerini mümkün
kılmada çok önemli bir faktör olduğu
da bilinmektedir.
Toplumsal ve teknolojik ilerlemeler
sağlığın iyileştirilmesi ile ilgili fırsatlar
yaratmıştır ancak aynı zamanda toplumların sağlığını ve refahını etkileyebilecek önemli küresel, bölgesel ve
ulusal zorluklar ortaya çıkmıştır. Bu
zorluklar arasında, çevresel tehditler
ve artan eşitsizlikler ile hastalıkların
yaygınlıklarında, göçte ve bunların
sonucunda da demografideki önemli
değişimler bulunmaktadır. Sağlıkla
ilgili iyi sonuçlara ulaşılması, sağlığın
nesiller arası aktarımı dâhil olmak
üzere yaşam boyu süren bir yaklaşımı
gerektirmektedir.
Obezite, aşırı alkol kullanımı, artan
sağlık eşitsizlikleri, demografik değişiklikler, çevresel tehditler, önemli hastalık salgınları, sağlık ve refah
sistemlerindeki mali baskılar ile
toplumsal ve teknolojik dönüşüm
gibi sorunların hepsi politikaların
yenilenme ihtiyacını arttırmaktadır.
Sebep ve sonucu bağlayan birçok
adım vardır, bu nedenle kestirme
veya basit çözümler yoktur. Bireyler,
kendi sağlıklarını geliştirmek, sağlık
hizmetleriyle etkin şekilde etkileşim
içinde olmak ve hastalık yönetiminde aktif ortaklar olmak için güçlendirilmelidir. Sağlığın geliştirilmesi
48
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
çalışmalarının başarılı olabilmesinde
sosyal belirleyicilerin (cinsiyet eşitsizliği, toplumun eğitim düzeyi, gelir
ve istihdam durumu vb.) düzeltilmesinin yanı sıra bireylerden
beklenen sağlıklı davranışların kazandırılmasında
iletişim ve eğitim (sağlık
okuryazarlığı) önemli rol
oynamaktadır.
Yaşam boyu sağlıklı olma,
toplumun ekonomik ve toplumsal kalkınmasına birçok
yönden katkıda bulunur: sağlıklı
çocuklar daha iyi öğrenir; sağlıklı yetişkinler daha üretkendir; sağlıklı yaşlı kişiler topluma aktif olarak katkıda
bulunmaya devam eder.
Sağlıklı toplumlar inşa edilmesi, sağlığın ve refahın teşvik edilmesi ve
korunmasında uygulanabilir ve sürdürülebilir bir strateji olarak kabul
edilmelidir. Sağlıklı şehirler ve toplumlar oluşturmak için yapılan müdahalelerin ve programların başarısı
vatandaşların dâhil edilmesi ve toplumun sahiplenmesi gerçekleştirildiği oranda artmaktadır.
Bireylerin sağlıklı olma imkânları,
onların doğduğu, büyüdüğü, çalıştığı ve yaşlandığı koşullar ile yakından
bağlantılıdır. Bu nedenle ülkelerin
sağlık politikası koruyucu, destekleyici ve geliştirici fiziksel, ekonomik ve
sosyal ortamlar yaratmalıdır.
Doğal kaynakların (su, toprak, gıda,
enerji, biyosfer) korunması, sürdürülebilir kullanımı, yönetimi ve çevresel
açıdan sürdürülebilir olması için tüm
sektörlerde çevre ve sağlık politikaları ve teknolojileri uygulanmalıdır.
“Tüm politikalarda sağlık”, sağlık ve
refah için yönetişimi sağlık sektörünün ötesinde bir öncelik olarak belirlemek için tasarlanan bir “tüm devlet”
yaklaşımıdır. Tüm sektörlerin sağlık
için sorumluluklarını anlamalarını ve
buna göre hareket etmelerini temin
ederken sağlığın diğer paydaşlar üzerindeki etkisini tanıyarak iki yönde çalışmaktadır.
Sağlıklı bireylerin ve toplumların
önündeki en büyük engellerden
biri bulaşıcı olmayan hastalıklardır.
Bulaşıcı olmayan hastalıkları ortaya
çıkaran 4 önemli risk faktörü vardır.
Bunlar: sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam tarzı, tütün ve alkol kullanımıdır.
Küresel Durum Raporu’na (2010)
göre Dünya Kanser Araştırma Fonu
başlıca kanserlerin %27-39’luk kısmının beslenmeyi, fiziksel aktiviteyi
ve vücut kompozisyonunu geliştirerek önlenebileceğini belirtmektedir.
Dünyada yaklaşık 1.7 milyon (%2,8)
ölüm, yetersiz meyve ve sebze tüketiminden kaynaklanmaktadır. Yeterli
meyve ve sebze tüketimi; kalp ve damar hastalıkları, mide ve kolorektal
kanser riskini azalttığı da bu raporda
belirtilmiştir.
hem aynı temel risk faktörlerinin
bir sonucu hem de diğer bulaşıcı olmayan hastalıkların bir nedenidir.
Bulaşıcı olmayan hastalıkların hepsine ilgi gösterilmesi gerekse de dört
hastalıktan oluşan bir grup (kalp ve
damar hastalıkları, kanser, diyabet ve
kronik solunum yolu hastalıkları) ve
bunların ortak risk faktörleri (tütün
ve alkol kullanımı, fiziksel hareketsizlik ve sağlıksız beslenme) Dünya
Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde
önlenebilir hastalık ve ölümlerin çoğunluğunun nedenini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu dört bulaşıcı
olmayan hastalık, tarım ve gıda sanayisinden, eğitim, çevre ve şehir planlamasına kadar birçok sektördeki
politikalardan etkilenen ortak belirleyicileri paylaşmaktadır. Bu hastalıklar,
kamu politikası yoluyla müdahalelere yönelik ortak yolları da paylaşmaktadır. Buna ek olarak obeziteye özel
bir ilgi gerekmektedir, çünkü obezite
İnsanın sağlıklı,
üretken ve uzun
yaşaması için
beslenmeye
ihtiyacı vardır
ancak
besin
öğelerinin yetersiz veya gereğinden fazla alınmasında
da sağlık sorunları ortaya
çıkmaktadır. Yaşamın en
temel gereksinimlerinden olan beslenme, anne karnındaki
bebeğin sağlığından yaşlılık dönemindeki bireyin sağlığına kadar tüm
yaş gruplarını ve yaşam kalitelerini
etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Beslenme; sağlığı korumak,
geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi
olan besin ögelerini yeterli miktarda
ve uygun zamanda almak için bilinçli
yapılması gereken bir eylemdir. Bu
nedenle sağlıklı beslenme hakkında
toplumdaki farkındalığın arttırılması,
günlük yeme alışkanlıklarının sağlıklı
yöne kaydırılması, fiziksel aktivite düzeyinin yükseltilmesi ve diğer sağlıklı
yaşam alışkanlıklarının kazandırılması gerek önleme gerekse tedavide
önem taşımaktadır.
Obezite ve obezite ile ilişkili hastalıkların oluşumunda, davranışsal risk
faktörlerinden olan sağlıksız beslenmenin yanı sıra çevresel şartlar ve
çalışma şartları da sorumludur. Bireylerin yaşadığı kentsel çevreler ve
o toplumdaki taşımacılık politikaları
güvenli altyapılar geliştirmeli, boş zamanlarda yapılacak fiziksel aktiviteler
için erişilebilir yeşil alanların oluşturulmasını desteklemelidir. Olumlu
çevre ortamının bir yararı da bireylerde davranış değişikliğini teşvik ederek bisiklete binme ve yürümeyi gibi
fiziksel aktiviteleri arttırabilmesidir.
Bu kapsamda, Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu olarak toplumun sağlığını
ve kalkınmasını tehdit eden risk faktörlerini (sağlıksız beslenme, fiziksel
hareketsizlik, tütün ve alkol kullanımı)
kontrol altına almak ve bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemek için Dünya
Sağlık Örgütü başta olmak üzere
uluslararası kuruluşlar, kamu kurum
ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları
ve üniversiteler ile birlikte geliştirdiğimiz kontrol programlarını çok bileşenli ve entegre biçimde işbirliği ile
yürütüyoruz. Bu programlardan biri
de obezitenin önlenmesine yönelik
faaliyetlere hız vermek, belirlenen
hedeflere ulaşmak, ihtiyaçlar doğrultusunda yeni hedef ve stratejiler
belirlemek ve faaliyetlerin belirli bir
çerçevede yürütülmesini sağlamak
amacıyla Başbakanlık Genelgesi olarak da yayımlanan “Türkiye Sağlıklı
Beslenme ve Hareketli Hayat Programı “ dır.
Sonuç olarak yukarıda sözü edilen
sağlıklı yaşam ve obezite ile mücadelede olması gereken temel ilke
ve politikalar kapsamında yürütmüş
olduğumuz program: ulusal ve yerel
düzeyde politik istek ve kararlılığın
sağlanması, koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında toplumun, obezite,
yeterli ve dengeli beslenme ve fiziksel aktivite konularında bilinçlendirilmesi, obezitenin teşhis ve tedavisine
yönelik önlemlerin alınması ve izleme ve değerlendirme çalışmalarını
içermektedir.
Ayrıca halk sağlığı hizmetlerine sarf
edilen emek, ekonomik verimlilik ve
refahın elde edilmesi için toplumun
uzun vadeli sağlığı ve refahına yapılan bir yatırımdır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
49
sektörden
DÜNYAGÖZ’E YENİ GENEL MÜDÜR YARDIMCISI:
OĞUZHAN SÜRAL
Uzun yıllardır sağlık sektöründe yöneticilik yapan Oğuzhan Süral, Dünyagöz Hastaneler Grubu İcra Kurulu
Üyeliği’ne atandı. Süral, Dünyagöz’de
İş Geliştirme ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı görevini de üstlenecek
Branş hastaneciliğinde kaydettiği
başarıyla Türk tıbbının çok uluslu
markası olan Dünyagöz Hastaneler
Grubu’nun üst düzey yönetimine sağlık sektörünün yakından tanıdığı deneyimli bir isim getirildi. Oğuzhan Süral, Dünyagöz Hastaneler Grubu’nun
İş Geliştirme ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı oldu.
Süral, aynı zamanda Dünyagöz Hastaneler Grubu’nun İcra Kurulu Üyesi
olarak da görev yapacak.
1976 Denizli doğumlu olan Oğuzhan Süral, ilk ve orta öğrenimini
Londra’da tamamladıktan sonra, İzmir 60. Yıl Anadolu Lisesi’ni bitirdi.
Hacettepe Üniversitesi’nde İngilizce
İşletme okuyan Süral, profesyonel
hayatına Philip Morris Sabancı A.Ş.
Pazarlama Departmanı’nda başladı. Kariyerine Sevilen Şarapları’nda
devam eden Süral, 2005 – 2007 yılları arasında Esas Holding’e bağlı
Medline’da Özel Projeler Koordinatörü olarak görev aldı. Süral, Aon
Risk Services’da Uygulama Lideri pozisyonunda çalıştıktan sonra 2008 2014 döneminde, Acıbadem Sağlık
Grubu’nda İş Geliştirme Direktörü
olarak yöneticilik yaptı. Oğuzhan Süral, Kasım 2014’te Dünyagöz Hasta-
50
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
neler Grubu’na İcra Kurulu Üyesi
ve İş Geliştirme ve Pazarlamadan
Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı
olarak getirildi.
Acıbadem Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak Sağlık Yönetimi
konusunda sektöre yeni yetenekler
kazandırmış olan Oğuzhan Süral,
yurt içi ve yurt dışı birçok
üniversitede deneyimlerini paylaşmak üzere eğitmenlik yapıyor.
Sivil toplum
kuruluşlarında
aktif rol alan
Süral, diyabetli çocuklara yaşam
koçluğu yapıyor. Türkİngiliz
Sanayi ve
Ticaret
Odası
Yönetim
Kurulu
Üyesi olan
Süral, çok
iyi derecede İngilizce
ve Almanca biliyor.
Oğuzhan Süral,
oyuncu ve
blog yazarı
Gül Süral ile
evli.
haber
UNUTULMUŞ ORGAN
Prof. Dr. Tarkan KARAKAN
Gazi Üniversitesi Tıp Faküktesi
Gastroenteroloji Bilim Dalı öğretim üyesi
1900’lü yılların başında Metchnikoff
isimli Rus bilim adamı Kafkaslardaki insanların neden uzun yaşadığını
araştırırken, bu insanların mayalanmış süt ürünleri çok tükettikleri ve
bu nedenle barsaklarında yaşayan
yararlı bakterilerin arttığını göstermiştir. Bilim Dünyası ilk kez barsak
bakterileri kavramıyla burada tanışmıştır. Ancak Metchnikoff daha sonra
fagositoz alanındaki çalışmalarıyla,
Paris’teki ünlü Pasteur Enstitüsü’nde
çalışmalarıyla Nobel ödülü almıştır.
Tam bu dönemde penisilin’in keşfi ve
antibiyotik kavramının tanınmasıyla,
yararlı bakteri fikrinden uzaklaşılmış,
52
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
tüm bakteriler DÜŞMAN olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak 2000’li
yılların başında teknolojik gelişmeler
genetik bilimi yardımıyla barsaklardaki bakterilerin haritasını çıkarmaya
imkan verdi. İşte bu noktadan itibaren inanılmaz bir gelişme başladı. Bu
serüveni (Türkiye’de pek bilinmeyen
ama Dünya’da en popüler bilimsel
araştırma konusu olan) sizlerle paylaşmak istedim.
barsaklara geçtikçe bakteri sayısı giderek artar. Özellikle kalın barsaklarımızda sayı oldukça yüksek rakamlara
ulaşır. Hatta kalın barsağın sonuna
doğru 1012 koloni oluşturan üniteye
ulaşır (yani 1000000000000 tane bakteri!). Bakterilerin toplam yüzey alanı
tenis kortu büyüklüğündedir. İnsandaki gen sayısı 35.000 iken barsak
İnsanın Onda Dokuzu Bakteri
Önce barsaklarımızdaki bakterileri
tanıyalım. Midemizde asit ve daha
sonra safra çok fazla olduğundan,
midede Helicobacter pylori (meşhur
bakteri, ülsere neden olan, Türkiye’de
her 4 kişiden 2-3 ünün midesinde
var) dışında eser miktarda birkaç bakteri yaşar. Ancak mideden aşağıya
doğru yani ince barsaklar sonra kalın
Prof. Dr. Tarkan KARAKAN
bakteri gen sayısı 2 milyonun üzerindedir. Toplam barsaklarımızdaki bakteri sayısı ise 1015 dir. Vücudumuzdaki
toplam hücre sayısı ise 1014 yani onda
biridir. Bu durumda çok ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor. Bir insana baktığımız zaman o kişinin sadece onda biri
insan, onda dokuzu ise bakteridir. Bu
kadar büyük bir canlı varlığının vücudumuzda sağlık ve hastalığa etkileri
ihmal edilmiş, daha doğrusu son on
yıla kadar teknik yetersizlik nedeniyle
çalışılamamıştır. Bazı bilim adamları
barsak mikrobiyotasını “sanal organ”
veya “unutulmuş organ” olarak isimlendiriyor.
Bu durumun farkına varan ABD, Avrupa Birliği ve Çin, 5 yıl önce insan
mikrobiyom (bakteri geni) projesi
başlattılar. ABD’deki “Human Microbiome Project” için 115 milyon dolar
ayrıldı. Avrupa Birliği 7. Çerçeve kapsamında “MetaHIT Project” başlattı.
Bütçesi 21 milyon Euro. Çin ise “Earth
Microbiome Project” başlattı, bütçesini bilmiyorum. Peki neden bu büyük devletler bu işe soyundular. İşte
yanıtı:
Hipokrat binlerce yıl önce şöyle demiş “Barsaklarınız sağlıklı ise siz de
sağlıklısınız”. Bu durumu modern
tıp son yıllarda tekrar keşfediyor.
Doğumdan itibaren barsaklarımıza
ilk yerleşen bakteriler Lactobacillus
ve Bifidobacteri denilen yararlı bakterilerdir. Burada doğum şeklinin
önemi var, sezeryenle doğan bebeklerin barsaklarına hastane ortamının, doktorun hemşirenin elindeki
bakteriler bile yerleşebilir. Normal
doğumda ise annenin doğum kanalında laktobasiller olduğundan bu
bakteriler yerleşir. Anne sütü ikinci
mucize, çünkü anne sütü (son bulgular annenin barsağındaki yararlı
bakterilerin anne sütü ile çocuğa
geçtiğini gösteriyor) bifidobakteri
ve laktobasilleri hızla arttıracak prebiyotik dediğimiz maddeler içeriyor.
Dolayısıyla normal doğum ve sonrasında vakit kaybetmeden anne sütü
(özellikle kolostrum denilen ilk süt)
barsak bakteri yapımızın temelini
atıyor ve temel sağlamsa hayat boyu
büyük bir avantaj elde ediyoruz. İlk
2 yaş barsak bakterileri tam şeklini
bulamıyor ama ek gıdaya geçilince
hayat boyu oluşacak şekil tamamlanıyor. Yani hayatın kabaca ilk 5 yılı
barsak bakteri yapımızın şekillendiği, olgunlaştığı dönem.
Antibiyotikler –Sadece Düşmanları
Öldürmüyor
Bu dönemde antibiyotik kullanımı
barsak mikrobiyotamızda kalıcı hasar bırakabiliyor. İskandinav Ülkelerinden yapılan bu yıl yayınlanan bir
çalışmada 5 yaş civarında iki kez antibiyotik tedavisi almak, erişkin yaşta
obeziteyi ve inflamatuvar barsak hastalığını 2-3 kat artırıyor. Çocuklarda
barsak mikrobiyotasında bozukluk
otizm, alerjik hastalıklar, obezite, inflamatuvar barsak hastalığı, spastik
kolon, öğrenme ile ilgili bozukluklara
neden oluyor.
Erişkinlerde de durum farklı değil.
Barsak mikrobiyotası bozukluğunun
görüldüğü başlıcac hastalıklar şunlar: Romatoid artrit, çölyak hastalığı,
kolon kanseri, inflamatuvar barsak
hastalığı, irritabl barsak sendromu
(toplumda çok yaygın görülen karın
ağrısı, kabızlık ve ishal gibi dışkılama
değişiklikleri, gaz ile seyreden hayat
kalitesi bozan kronik bir hastalık),
Diyabet (Tip 1 ve tip 2), Metabolik
sendrom, insülin direnci, gibi. Her yıl
bu listeye bir yenisi ekleniyor.
saktaki bakteri yapısını değiştiriyor.
Ayrıca aşırı hijyende kötü. Yoğun
antibiyotik kullanımı ile bakteri yapısındaki değişim erişkinlerde de
obeziteye yol açıyor. Amerika’da antibiyotik kullanım haritası ile obezite
haritası birbiri ile örtüşüyor. Tabi bu
Ülkemiz için daha büyük bir sorun.
Antibiyotiklerin bilinçsiz ve eczaneden reçetesiz serbest alınabildiği
sayılı ülkelerden biri olduğumuz için,
20 yıl önce başlayan yaygın antibiyotik kullanımının faturasını ödemeye
başladık. Türkiye’de obezite, alerjik
hastalıklar ve inflamatuvar barsak
hastalıkları hızla artıyor. Özellikle 20
yıl önce 5 yaş civarında olan erişkinlerde günümüzde bu hastalıklarda
patlama var. Tabi bu durum antibiyotiklerin yaygın kullanıldığı zaman
dilimine denk geliyor.
Barsak bakterilerinin vücut ağırlığımızı nasıl etkilediğini gösteren en
güzel çalışma Nature dergisinde yayınlanan bir fare çalışması. Biri obez
diğeri zayıf olan iki tane tek yumurta
ikizi fareye zayıf bir insandan alınan
bakteriler nakledildiği zaman, obez
farenin aynı gıdaları yemesine rağmen zayıfladığı gösterildi. Bu çarpıcı
çalışma “su içsem bile yarıyor” diyenleri haklı çıkarıyor.
Ruh Sağlığı ve Barsak Bakterileri
Kolon Kanseri ve Barsak Bakterileri
Ruh sağlımız da barsaklarımızla yakından ilişkili. Ne alakası var diyeceksiniz. Aslında çok var, çünkü barsak
beyin ekseni denilen bir yolla, barsak
bakterilerinin ürettiği seratonin ve
benzeri maddeler depresyon, panik
atak, endişe, hatta şizofreni ile ilişkili
olduğunu gösteren çalışmalar var. Bu
yıl yapılan bir çalışmada, depresyon
hastalarının barsaklarında sağlıklı
insanlardan farklı olarak bir bakteri
(Oscillobacteria) olduğu gösterildi.
Hayvan çalışmalarında barsak mikrobiyotası bozulan hayvanların öğrenme ve hafıza yeteneklerinin azaldığı
gösterildi.
Barsaklarımızda yediğimiz besinler sadece bizim tarafımızdan değil,
bakteriler tarafından da sindiriliyor.
Bunun sonucunda bazen toksik maddeler oluşabiliyor. Kolon kanseri hastalarında sağlıklı insanlardan farklı
bakterilerin olduğu ve bu bakterilerin kanserojen üretebildiği, bunun
da polip ve kansere yol açtığı birçok
hayvan ve insan çalışmasında gösterildi. Gelecekte bu bakterilerin daha
iyi tanımlanmasıyla tedavi edilerek
kolon kanseri önlenebilir.
Obezite ve Barsak Bakterileri
Obezite toplum sağlığı sorunu. Birçok nedeni var ama en başta Batı tipi
yaşam tarzı. Batı tipi yaşam barsak
mikrobiyotasını bozuyor, fast-food
ve dondurulmuş, hazır gıdalar bar-
Diyet ve Mikrobiyota
Barsak bakterilerinden söz ediyorsak
diyetin bunu etkilememesi mümkün
değil. Günümüz beslenme tedavileri
kaloriler, yağlar, proteinler, karbonhidratlar ve bunların dengelenmesi
ile yapılıyor. Ama unutulan bir faktör
var, barsak bakteri yapısını olumlu
yönde değiştiremezseniz, kilo vermek pek mümkün değil. Ekim 2014
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
53
Avrupa Gastroenteroloji kongresinden sunulan Fransa’da yapılan bir
çalışmada, diyet verilen obezlerden
sadece barsak bakteri yapısı belirli
şekilde olanlar kilo veriyor. Yani bazı
insanlar az kalori alsalar bile barsak
bakterileri kalori üreterek zayıflamalarını zorlaştırıyor. Sanırım gelecekte
çok farklı zayıflama diyetleri (örneğin
mikrobiyota değiştirici diyetler) gündeme gelecek.
Hangi yiyecekler mikrobiyotamızı
olumlu yönde etkiler? Bu kritik soruya
bazı örneklerle yanıt verelim: Kırmızıbeyaz et farketmez hepsi mikrobiyotayı bozuyor, ama yapılan çalışmalarda yanında yeterince sebze yerseniz
bu zararı dengeliyor. Yararlı bakterileri arttırdığı bilinen lifli gıdalara prebiyotik deniyor. Bunlardan en güçlüsü
soğan, özellikle soğanın dış kabukları. Bunun dışında yer elması, hindiba
kökü, arap sakızı (arabic gum), inülin
sayılabilir. Yulaf kepeği ve ezmesi de
fena değil. Ama buğday kepeği suda
çözünmediği için bu amaçla kullanılmıyor. Son yılların moda gıdası
mısır şurubu kökenli früktoz ise tam
bir felaket. Barsak bakterilerini hızla
olumsuz yönde değiştiriyor ve beyine açlık sinyali gönderiyor. Doymuş
yağ asitleri barsakta inflamasyonu
başlatarak barsak bakterilerini bozuyor. Yoğurt bizim geleneksel gıdamız.
Evde yapılan taze yoğurt yararlı bakteriler içeriyor ama barsaklara ulaşması biraz zor. Mide asiti bunların
çoğunu parçalıyor, kurtulanlar kalın
barsağa ulaşarak etkili olabiliyor. Bir
tablet probiyotik (yararlı bakteri içeren ilaçlar) etkisi elde etmek için her
öğünde 1-2 kg yoğurt yemek gerekir.
Kefir ise yararlı olabilir ama içinde 10
çeşit bakteri 10 çeşit mantar içeriyor
ve bunlarla ilgili bilimsel çalışma az.
Bazen zararlı da olabileceğinden kullanırken dikkatli olmak gerekiyor.
yağlanması ve iltihaplı yağlanmanın
barsak bakterileri ile bağlantılı olduğu anlaşıldı. Barsaklarla karaciğer
aslında farklı organlar değil. Barsaklardan emilen ve süzülen tüm kan
karaciğere tek bir ana damarla geliyor (portal ven) ve burada karaciğer
içinde işleniyor. Eğer barsaklarınızda
zararlı bakteri fazlaysa, onların oluşturduğu toksinler ve zararlı maddeler
karaciğeri bombardımana tutarak
hasar veriyor. Bu hasarın göstergesi
ilk başta yağlanma daha sonra yağlı
bir karaciğerde iltihaplanma oluşuyor. Bu yıl yapılan bir çalışmada obez
ve yağlı karaciğeri olan çocuklara 6
hafta probiyotik (yararlı bakteriler)
verilmesi ile kilo azalması, karaciğer
yağ miktarında %30 a yakın azalma
ve kan testlerinde düzelme görüldü. Bu da bize karaciğer sağlığımız
için barsak bakterilerimizin ne kadar
önemli olduğunu gösteriyor. Aynı
şey alkole bağlı karaciğer hastalığı
için de geçerli.
Kahve, Tatlandırıcılar
ve Barsak Bakterileri
Kahve çoğu doktorun eskiden beri
yasakladığı içeceklerdendir. Aslında
günde 3 kupa filtre kahve içilmesinin
kiloyu azalttığı, karaciğer yağlanmasını azalttığı ve siroz hastalarında
hastalığın ilerlemesini yavaşlattığı
gösterildi. Kahve ve çay (hem de siyah çay) ile ilgili yapılan çalışmalarda, içerdikleri flavonoidlerin yanı sıra
barsak bakteri yapısını olumlu yönde
değiştirdikleri bulundu.
Tatlandırıcılarla ilgili sürpriz bir çalışma ise 3 ay önce saygın dergi
Nature’da yayınlandı. Tatlandırıcıların
barsak bakteri yapısını bozarak insülin direncini arttırdığı bulundu.
Fekal Mikrobiyota Nakli
Karaciğer Yağlanması
Son yılların en moda hastalıklarından
biri. Bazı hastaları siroza hatta karaciğer kanserine kadar götürebiliyor.
Toplumda sıklığı oldukça fazla. Karaciğerimizin neden yağlandığını tam
olarak bilmiyoruz, genellikle obezite, diyabet tetikliyor. Ama bazen zayıf ve hiçbir hastalığı olmayanlarda
da görülüyor. Son yıllarda karaciğer
54
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Fekal mikrobiyota nakli kısaca dışkı
transferi. Her ne kadar itici olsa da
Dünyada giderek artan bir tedavi
yöntemi. İlk kez ABD’de antibiyotiğe
bağlı geçmeyen ishal (Clostridium
difficile) için kullanılmaya başlandı.
Tüm antibiyotiklere dirençli olan bu
hastalarda %96 başarı sağlandı. İşlem
kısaca şöyle, bir yakınından alınan dışkı örneği tüm hastalıklar tarandıktan
sonra sulandırılarak bir şekilde hasta
kişinin barsağına veriliyor. İşlemden
sonra sağlıklı kişinin bakterileri hasta
kişinin barsağına yerleşerek çoğalmaya başlıyor ve hasta iyileşiyor. Bu
başarıdan sonra diğer hastalıklarda
da denenmeye başladı. İlk başlarda
inflamatuvar barsak hastalığı denendi, şu ana kadar sonuçlar değişken,
yani bazı hastalarda çok iyi sonuç
alınırken bazılarında işe yaramıyor.
Ayrıca birkaç defa tekrar etmek gerekiyor. İrritabl barsak hastalığında
yine birkaç hastada başarılı sonuçlar
var. Amsterdam’da diyabet ve insülin
direnci olan hastalara nakil yapılıyor.
İlk sonuçlar oldukça başarılı, şeker
hastalığını tamamen tedavi etmese
de insülin direncini oldukça azaltıyor. Gelecekte obezite, kolon kanseri,
alerjik hastalıklar, Romatoid Artrit, ve
birçok hastalıkta uygulanması mümkün. Bu alana ilgi o kadar yoğun ki
yurtdışında hastalar doktorlarına bu
tedaviyi almak için baskı uyguluyor.
Ancak henüz bilimsel çalışma aşamasında olduğu için çalışma dışında bu
tedaviye uygulamak zaman alacaktır.
Fransa’da, Amerika’da ve bazı ülkelerde bakteri bankası oluşturulmaya
başlandı. Fransa’daki Enterome şirketi birçok hastalıkla tanısal kit üretmek için harekete geçti, Amerika’da
da büyük şirketler bu alan girmeye
başladı.
Henüz Daha Emekleme Aşamasında
Olan Bir Alan
Barsak mikrobiyotası henüz emekleme aşamasında, ama ilk bulgular
tıpta birçok hastalığın içine gireceği,
tanı ve tedavide yer alacağı şeklinde. Gelişmiş ülkeler bu potansiyelin
farkına varalı 5 yıl oldu. Geçmiş 20
yıl genetik çağı iken gelecek 20 yılın
mikrobiyota çalışmaları olması muhtemel gözüküyor. Türkiye bu konuda
henüz start almadı ama Türkiye için
bu alanın farklı bir önemi var. Bizim
beslenme alışkanlığımız (hızla değişmekle birlikte) Batı ülkelerinden
farklı. Bu nedenle kendimize özgü bir
barsak bakteri yapımız olması muhtemel. Bunun çalışılmasıyla, bize özel
tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilebilir. Umarım gelecekte daha fazla bilim insanı ülkemizde bu konuya eğilir
ve böylece bu yarışta geri kalmayız.
haber
DİZİ SETLERİNDEN
ORGAN BAĞIŞINA TAM DESTEK
Sağlık Bakanlığı ve AB’nin ortaklaşa yürüttüğü “Organ Bağışında Uyum İçin Teknik Yardım Projesi”
kapsamında, “Ulan İstanbul”, “Arka Sokaklar”, “Kaçak”, “Hayat Yolunda” ve “Kocamın Ailesi”
setlerinde Türkiye’deki organ bağışı ve nakillere ilişkin bilgi verilerek ziyaret edildi.
Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği
(AB) tarafından ortaklaşa yürütülen
“Organ Bağışında Uyum için Teknik
Yardım Projesi” kapsamında dizi setlerine yapılan ziyaretlerde, yapımcı,
yönetmen ve oyuncularla bir araya
gelindi.
Avrupa Birliği (AB) Organ Bağışında Uyum İçin Teknik Yardım Projesi Takım Lideri Dr. Lajos Kovacs,
Türkiye›de organ bağışının artırılmasını amaçladıklarını vurgulayarak,
«Sağlık personelinin dışında bağış ve
nakil konusunda toplumda da bilgi
ve farkındalığın artırılması gerekiyor.
Bu konuda sizlerden de destek bekliyoruz» diye konuştu.
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri
Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, yapımcı, yönetmen, oyuncu ve
diğer teknik ekibe yaptığı açıklamada, Türkiye’de yaklaşık 25 bin kişinin
organ nakli beklediğini, yeterli bağış
olmadığı için yaklaşık her yıl 2 bin
kişinin hayatını kaybettiğini söyledi.
Organ bağışı konusundaki farkındalığın artırılmasının önemini vurgulayan Kapuağası, bu konuda kanaat
önderlerine sorumluluk düştüğünü
dile getirdi. Kapuağası, sanatçıların
da bu konuda yol gösterici olabileceğine dikkati çekerek, “Bakanlık yetkilileri olarak farkındalığın artırılması
için çalışmalar yürütüyoruz ancak
56
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
ne yaparsak yapalım biz her haneye
giremiyoruz. Oysa, sizler, değerli sanatçılarımız, oyuncularımız, diziler ve
filmler aracılığıyla bir anda milyonların evine girebiliyorsunuz. Bu nedenle sizlerin vereceği bir mesaj organ
bağışında farkındalığın artırılabilmesi için çok çok önemli” dedi.
Dizi ve filmlerde organ bağışının işlenmesinin, bir kişinin bağışlanan
organla tekrar yaşama döndüğünün
gösterilmesinin önemli olduğunu
belirten Kapuağası, bu konuda katkı
sağlayan senarist, yapımcı ve oyunculara teşekkür etti.
Proje Koordinatörü ve Organ Nakli
Birim Sorumlusu Mehmet Ali Aydın,
duygusal bir yanı olan bu konuyu en
iyi oyuncuların hissettirebileceğini
vurguladı. Aydın, şöyle konuştu: “Organ bağışı hayattır. Ölümün ardından
organların bir başka bedene can vermesine fırsat tanımaktır. Bu, kimi zaman bir anne, kimi zaman bir çocuk,
kimi zaman genç bir delikanlı olabilir.
Yaşama şansı isteyen bir kişinin duygularını en iyi sizler anlatabilirsiniz.
Bu yüzden sizlere ihtiyacımız var.»
Arka Sokaklar Dizisinden Şevket Çoruh
Tam Destek Verdi
Kimi bölümlerinde senaryo gereği
organ mafyasını da işleyen diziler
arasında yer alan Arka Sokaklar dizisinin başrol oyuncularından Şevket
Çoruh, dikkatli bakıldığında herkesin
çevresinde organ bağışına ihtiyacı
olan kişilerin olduğunu görebileceğini söyledi.
Türkiye’de mutlaka bağışların artırılması gerektiğine inandığını söyleyen
Çoruh, «Organlarımızı başkasına vermemiz, bir başkasına da yaşama şansı sağlayacak. O yüzden Türkiye›deki
tüm insanları organ bağışına davet
ediyoruz. Organ bağışı güzel bir şeydir” dedi.
Dizinin sevilen kahramanı Hüsnü
komiser Özgür Ozan da herkesin bir
gün organa ihtiyaç duyabileceğini
vurgulayarak, şunları söyledi: “Kimilerinde ‘acaba organlarımı bağışlamış
olursam ölmeden alırlar mı’ şüphesi
var. Öncelikle bu yanlış algının düzeltilmesi, insanların aydınlatılması gerekiyor. İnsanlar, böylesi bir cehalet
içerisindeler. İnsanların kendilerine
emanet edilen organlarına iyi bakarak, kendilerinden sonra da fayda
sağlamaları gerekir.”
Kendisinin de 9 yaşında bir çocuğu
olduğunu anlatan Ozan, organ bağışının konu alındığı bir rolün zor
olabileceğini belirtti. Ozan, “Bir baba
düşünün ki evladını kaybetmiş; bir
baba düşünün ki oğlunun yaşaması
yazıları ve program aracılığıyla aydınlatılması gerektiğini dile getirerek,
“Organ bağışının sanatçılar, yazarlar
gibi kanaat önderleri aracılığıyla halkın hücrelerine kadar yayılması çok
önemli» dedi.
Kendisinin de organ bağışçısı olmayı istediğinin altını çizen Bozoklu,
“Bunu en kısa zamanda yapacağım”
diye konuştu.
için organa ihtiyacı var. Bir taraf acı
içinde, diğer taraf evladına organ
bulmanın sevinci içerisinde. İki zıt
duygu. Ben ikisini de istemezdim
ama organa ihtiyacı olan bir babayı
sadece ve sadece oynamak isterdim”
diye konuştu.
Ulan İstanbul Dizisinin Senaryosuna
Bilinçlendirme Bölümleri Eklenecek
En sevilen aksiyon dizileri arasında yer alan Ulan İstanbul dizisinin
yönetmeni Murat Onbul, dizilerde
konunun genellikle organ mafyası
şeklinde işlendiğini belirterek, bunun korkuya yol açabildiğine dikkati
çekti. Onbul, “Suç gerektiğinde bunları kullanmak zorunda kalabiliyoruz.
Oysa bunları yaparken de bu işin
olması gereken tarafını da anlatabilirsek, eminim çok faydalı olacağız.
Dizilerde organ bağışının işlenmesi
için senaristlerimizle konuşarak, suç
unsurunun yanı sıra aynı zamanda
bilinçlendirme için de kısımlar bulmalıyız. Ulan İstanbul ekibi olarak, bu
konuyla ilgili ciddi bir şeyler yapmaya
çalışacağız, senaristimizle görüşeceğim. Ben de organlarımı bağışlamayı
düşünüyorum, gerekli müracaatları
yapacağım” dedi.
Başrol oyuncu Uğur Polat da organ
bağışının çok fazla dizide işlendiğine
şahit olmadığını belirterek, «Bunun
bir kültür haline gelmesi, bunun için
de konunun mutlaka dizilerde işlenmesi gerektiğini, herkesi bu konuda
sorumluluğa davet ettiğini” bildirdi.
Kendisinin bugüne kadar organ bağışını içeren bir rol oynamadığını ifade
eden Polat, “Organ bağışında bulunan ya da bağışlanan organla hayata
dönen bir kişiyi seve seve oynardım”
diye konuştu.
Başrol oyuncularından Şebnem Bozoklu da konunun, sevilen dizi, köşe
Kaçak Dizisinden Haluk Bilginer: Ben, Bir
Organ Bağışçısıyım
Kaçak dizisinin yönetmeni Serkan Birinci, kendisinin de organ bağışında
bulunmayı düşündüğünü belirterek,
bunun ne şekilde yapılacağının da
tam olarak bilinmediği eleştirisinde
bulundu.
Konunun, dizilerde işlenebilmesi için
bir hikayeye dayandırılması gerektiğini, bu konuda da senaristlere görev
düştüğünü ifade eden Birinci, “Eşim
de senarist. O’na yazdığı senaryolarda bunu işlemesini rica edeceğim.
Ayrıca kendim ve yapımcım adına,
senaristimizle konuşma sözünü verebilirim” diye konuştu.
Usta oyuncu Haluk Bilginer, herkesin
organlarını bağışlaması gerektiğini
düşündüğünü ifade ederek, “Öleceğini bilen tek yaratık insan. Bir gün
nasıl olsa öleceğiz. Öldükten sonra
başkasının yaşamasına katkıda bulunmak için mutlaka organlarımızı
bağışlamamız gerekiyor. Ben, bir
organ bağışçısıyım mesela” diye konuştu. Bilginer, bu konuyu işleyen iyi
yazılmış bir senaryoda her rolü oynayacağını söyledi.
Memati olarak ünlenen dizinin
oyuncularından Gürkan Uygun da
dizilerde bu tür bir yönlendirmenin
yapılabileceğini ifade ederek, “Her
şeyden önce bu bir oyuncunun değil
vatandaşlık görevidir. Ancak popüler insanlar olan sanatçıların bağışçı
olması olumlu etkiyi artıracaktır. Ancak, dizilerin içerisinde rol modellere
bunu yaptırmak daha faydalı olacaktır” diye konuştu.
halkın üzerinde çok daha etkili olur”
dedi.
Uygun, kendisinin de organ bağışında bulunacağını dile getirdi.
Dizi oyuncularından Burak Deniz,
herkesin organlarını bağışlaması
gerektiğini, kendisinin de bağışçı
olacağını belirtti. Özellikle aksiyon
dizilerinde sadece organ mafyalarının işlenmemesi gerektiğini ifade
eden Deniz, «Bağışlanan organla bir
kişinin hayatını kurtarması de konu
içinde yer almalı. Bu senaristlerle alakalı bir durum. Örneğin, dizinin iyi
kahramanlarından biri, bağışlanan
bir organla hayata dönerse çok etkili
olacaktır» dedi.
Hayat Yolunda Dizisinden Burak
Yamantürk: Ölümünün Ardından Başka
Birine Can Verebilmenin Çok Değerli
Hayat Yolunda dizisinin başrol oyuncularından İlker İnanoğlu, kendisinin
daha önce “Hayat Ver” projesine katıldığını anımsatarak, her zaman organ
bağışına ilişkin projelerde yer almayı
arzu ettiğini söyledi.
Kendisinin de organlarını bağışladığını ve bunun en önemli vasiyeti olduğunu vurgulayan İnanoğlu, “Yurt
dışında ehliyetimde de yazıyor. Bence dünyanın en güzel şeyi, ölürken,
kim bilir kaç kişiye can vereceksiniz.
Organ bağışı, bir kişinin yapabileceği
en büyük sevaptır bence” dedi.
Hayat Yolunda dizisinin ünlü beyin
cerrahı Selim Savaş karakterini canlandıran Burak Yamantürk de herkesin bir gün öleceğini, ancak ölümünün ardından başka birine can
verebilmenin çok değerli olduğunu
söyledi. Yamantürk, “Organ bağışı
sayesinde bir hayat biterken, yeni bir
Uygun, dizilerdeki ana karakterlerin
hikayelerinin bir köşesine bu konunun yerleştirilmesinin çok katkı sağlayacağını belirterek, “Bir ana karakter organlarını bağışlayabilir ya da
organ bağışıyla hayatı kurtulabilir. Bu
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
57
hayat başlıyor. Bir insana hayat vermekten daha güzel bir şey olamaz”
dedi.
Bu konuda olumlu mesaj verebilmenin kendisi için önemli olduğunu
ifade eden Yamantürk, “Organlarınızı
bağışlarsanız değil, bağışlamazsanız
eksilirsiniz” diye konuştu.
cularından Ayşenil Şamlıoğlu, organ
bağışında farkındalığın artırılabilmesi için oyuncuların her birinin katkı
sağlaması gerektiğini ifade etti.
Yıllar önce kendisinin tüm organlarını bağışladığını dile getirdiğini anlatan Şamlıoğlu, “İnsan canı o kadar
değerli ki ben gittikten sonra geride
organımla bir can bırakabileceksem,
bundan daha değerli bir şey düşünemiyorum” diye konuştu.
Şamlıoğlu, bu konuda insanların bir
kısmında «günah» ya da «bağışladığında kendisinin erken öleceği» gibi
endişelere kapıldığını öne sürerek,
«Bu yanılgının giderilebilmesi için
her alandan destek gerekiyor. Televizyon, herkesin evine girdiği için etkisi çok yüksek» dedi.
Muhteşem Yüzyıl dizisinden Sarı Selim olarak tanınan ve bugünlerde başarılı doktor Cem Korcan karakterini
canlandıran Engin Öztürk de organ
bağışında üstünde durulması gereken tek konunun “insanı yaşatmak”
olduğunu belirterek, “İnsanın yaşaması için varsa böyle bir imkanımız,
neden kullanmayalım?” dedi.
Bu konuda bilgili ve bilinçli kişilere
sorumluluk düştüğü değerlendirmesinde bulunan Öztürk, “Özellikle
bilinçli kişilerin, diğer kişileri organ
bağışı için ikna etmesi gerekiyor”
açıklamasında bulundu.
“Organ bağışı hayat kurtarır” diyen
başrol oyuncularından İpek Karapınar da Hayat Yolunda dizinin bir
bölümünde bu konuyu işlediklerini
anımsatarak, bu şekilde vatandaşların bilinçlenmesi için mesaj vermeye
çalıştıklarını dile getirdi.
Halkın gönlünde Mahidevran karakteri ile taht kuran Nur Fettahoğlu
ise organ bağışının öneminin çok iyi
kavranamadığını düşündüğünü aktararak, “Organ bağışının hayat kurtardığının artık farkına varmak lazım.
Bu nedenle lütfen organlarımızı bağışlayalım” diye konuştu.
Kocamın Ailesi Dizisi Ekibi: “Lütfen
Organlarınızı Bağışlayın”
Kocamın Ailesi dizisinin usta oyun58
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Ayşenil Şamlıoğlu, organ bağışının
işlendiği bir senaryoda, organ nakli
beklerken çektiği acıyı anlatan birini
oynamayı istediğini anlattı.
Oyuncularından Füsun Kostak, organ
bağışının artırılabilmesi için dizilerde
bu konunun işlenmesi gerektiğine
inandığını belirterek, kendi dizilerinde de böbrek naklinin ele alındığı
hatırlattı.
Konunun, dizilerde de yeteri kadar
yer aldığını düşünmediğini, ancak
mutlaka konunun altının çizilmesi
gerektiğini vurgulayan Kostak, “Özellikle çocukların önlerinde uzun yıllar
var ve onların mutlaka nakile ihtiyacı
bulunuyor. Bu nedenle organ bağışına katkıda bulunalım” çağrısında
bulundu.
Genç oyunculardan Murat Okay,
kendisinin organ bağışçısı olduğunu
belirterek, geçmişte organ mafyasını
işleyen bir rolü canlandırdığını söyledi. “Yapılan şeyin yanlış olduğunu
görüp bunu içselleştirdiğinde insan
kendini çok kötü hissediyor. Güzel
mesaj veren doğru bir projenin her
yerinde olmak isterim. Lütfen organlarınızı bağışlayın” dedi.
Usta oyunculardan Zuhal Yalçın da
sanatçıların bu konuda önderlik yapması, ancak bu konuda sosyal medyanın da iyi kullanılması gerektiğini
dile getirdi.
Twitter’dan her duyarlı vatandaşın
organ bağışı çağrısında bulunarak,
duyurulmasını sağlayabileceğini ifa-
de eden Yalçın, “Sadece 140 karakterle sosyal medyadan organ bağışının
duyulması sağlanabilir. Herkesi bunu
yapmaya çağırıyorum” dedi.
Sanatçıların bu konuda öncü olabilmesi için Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere yetkililerin bilinçlendirme
çalışmalarına ağırlık vermesi gerektiğini ifade eden Yalçın, “Ancak, bizler
bilinçlendikten sonra elbette dizilerde ve tiyatrolarda bunu dile getiririz”
diye konuştu.
Yalçın, yıllar önce babasının böbrek
yetmezliğinden kaybettiğini anlatarak, duygularını şöyle ifade etti: “Ben
zaten organ bekleyen evlattım zamanında. Çünkü, babam böbrek hastasıydı, diyalize bağlıydı. Biz, çok uzun
süre böbrek bekledik ama gelmedi o
böbrek. Beklemek zor, bekleyene de
bekletene de çok zor... Oyuncu olarak bir senaryo da bekleyen ya da bağışlayan kişiyi de oynamak isterdim.
Biri yaşadığım, biri düşündüğüm bir
şey. Babacığım, aramızda yok... Ben
en çok çocuklar için üzülüyorum.
Çocuklar için organlarınızı lütfen bağışlayın.”
Oyunculardan Şehsuvar Akbaş da organ bağışı ile ilgili önyargıların artık
son bulması gerektiğini belirterek,
“Bizde geçmişten bu yana bu bir sorun, gelişmiş ülkelerde böyle bir şey
söz konusu değil” dedi.
Kendisinin de organlarını bağışlayacağını dile getiren Akbaş, herkesi bağış yapmaya davet etti.
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
hayatıniçinden
HAYATIN YARATTIĞI BOŞLUKLARA,
“Hayat” ı KOYMAK
Canan PERDAHLI
Eğer bir fırsatım daha olsaydı, geçtiğim tüm yollardan bir daha geçer;
yaptığım hataları yeniden yapar; aynı
hayatı yeniden yaşardım. Bugün beni
ben yapan ne varsa tüm acılara, tüm
sevinçlere, haksızlıklara, mutluluklara
ve umutlara selam olsun…
Ben bir ileri evre meme kanseri mücadelecisiyim. Aslında kanser benim
hayatımda hep vardı. Hele de meme
kanseri… Anneannem, babaannem
ve halam… Verdikleri onurlu mücadeleye tüm ailemiz şahitlik etti. Bir
gün benim de başıma geleceğini hissediyordum. Sadece bu kadar genç
yaşta karşılaşacağımı tahmin etmemiştim.
“İnsan gençken hastalanmaz” gibi bir
inanış oluyor nedense. Benim yapılacak onca işim, gidilecek onca yolum
vardı. Hastalık da neydi? Daha önem60
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
li şeyler varken, bitirilmesi gereken
işler, yetiştirilmesi gereken evraklar,
görüşülmesi gereken “önemli” insanlar, çıkılması gereken tepeler… Bir
tek izlenmesi gereken gün batımı ya
da gün doğumu yoktu o karmaşada.
Oysa doğa tüm cömertliğiyle kendini
sunarken, ben geçtiğim yollarda kafamı bile kaldırmamıştım, bir yerlere
“yetişmek” uğruna…
Ay’a Ayak Basacağımın
Hayaliyle Büyüdüm
Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerim hayaller kurmak, onlara
inanmak ve onları gerçekleştirmek
için bu hayallerin ardından koşmakla
geçti. Ay’a ayak basacağımın hayaliyle büyüdüm, mesela. Ay’a gidemedim ama kendime, içime doğru
büyük ve gerçek yolculuklar yaptım.
Aslında ben hep “yolda olmayı” seçtim hayatımda. Hayatı da algılayışım
bu şekildeydi.
“Doğru” ya da “yanlış” yoktu. Tüm
deneyimlerimizin toplamına “hayat”
deniyordu.
Gazi Üniversitesi Maliye Bölümü’nden
mezun olduktan sonra mali mevzuat
içerikli bir yayınevinde editör olarak
çalıştım. Daha sonra 2005 yılında
yaşam yolumda bambaşka ve yepyeni bir kapı açmayı hedefleyerek
Yeni Zelanda’ya gittim. Sınırlarımı
görmek, yeniden başlamak, yeni hayatlara karışmak, korkularımla yüzleşmek, kendim olmak için… Yeni
Zelanda süreci, doğumumdan sonraki ilk büyük bir yolculuğumdur.
Bu benim kişisel gelişimimdeki en
önemli süreçlerden biriydi. Yeni
Zelanda’da bir otelin restoranında
bulaşıkçılık yapmaya ve yeni bir kültüre alışmakla başladım her şeye.
Kalıplarımı kırmaya ve iç dünyamı
genişletmeye başladım. Dünya sandığımızdan küçüktü ve imkansız diye
bir şey yoktu. İlk öğreti buydu.
Geçimimi sağlamak için çalıştığım
otelin diğer birimlerinde de fazla
mesai yapmaya başladım. Çalıştığım
sektörü çok sevmeye başladım bu
süreçte, benim için geçim sağlamaktan çıkıp yeni bir meslek edinmeye
doğru bir yolculuk başladı. Orada
Otelcilik eğitimimi tamamladım ve
bulaşıkçılık yaparak başladığım sürecin sonunda çalıştığım otelin yöneticilerinden biri oldum.
Gece mesaileri yapıyor, yeni insanlar
tanıyor, onlarla iletişim kuruyor, çok
çalışıyor, her şeyin mükemmelini arıyor, zevkle koşuyordum her işe… O
kadar çok koşuyordum ki, yaklaşık 7
yıldır mememde büyüyen kitleden
habersiz yaşıyordum…
Evet, 32 yaşında ben yokuşları tırmanırken, hiç de kendisiyle uğraşacak
zamanım yokken çıkıverdi karşıma
“kanser”…
Hoşgeldin Hayat…
İlk duyduğumda “sonunda...” dedim.
Kanser tanısı aldığına benden başka
sevinen var mıdır bilemiyorum ama
bu haberle artık korkacağım bir şey
kalmamıştı. Hayatta en korktuğum
şey başıma gelmişti ve üstelik iyi tarafı da erken evrede yakalamamızdı. Yeni Zelanda’da yapılan tetkikler
sonunda EVRE-1 olduğu tespit edilmişti. Bu çok sevindirici bir haberdi. Ailem Türkiye’ye gelmemi istedi.
Gerek olmadığını düşündüysem de
Türkiye’ye döndüm. Planlarıma göre;
kısa süreli tedavimi olacak hatta bir
de tatilimi yapacak ve sonra Yeni
Zelanda’ya işimin başına geri dönecektim. Bu benim planımdı. Bir de
hayatın bana hazırladıkları vardı ki
her şey tahmin ve beklenenin ötesindeydi.
Hiç Farketmediğim Papatyalar
Onkoloğumun verdiği haberin ardından, düşüyordum sanki. Yüksek çok
yüksek bir yerden düşüyordum. Kulaklarım uğulduyor. Dışarıyla tüm bağım kesilmişçesine tek düşündüğüm:
“Bunca yıl boyunca neler yapmadım
ben?” “Neleri eksik yaşadım?” oldu,
hızlıca.
Doktorumun muayenehanesindeydim bunları öğrendiğimde. Oturduğum koltuğun karşısında duvarda bir
sulu boya papatya resmi duruyordu.
Gözyaşları içinde, “Papatyaların bu
kadar güzel olduğunu nasıl da fark
etmemişim bu güne kadar” diye düşündüm. “Daha fark etmediğim neler vardı acaba bu hayatta, her gün
baktığım ama göremediğim?” Sonra
içimden “Bu tabloyu buraya umut
olsun diye mi koymuşlar?” diye geçirdim. Evet evet… Umut olsun diye…
“Eğer biraz daha yaşama fırsatım
olursa, yapmak isteyip de ertelediğim her şeyi yapacağım” diye küçük
pazarlıklara başladım.
Onkoloğumun kararıyla, 1-2 gün
içinde tedavi sürecim başlamış oldu.
Kemoterapiler sırasında saçlarım döküldü. İlk dökülmeye başladığını anlar anlamaz, koşa koşa bir erkek berberine saçlarımı kazıtmaya gittim. Bir
kadın kuaföründe kadınların bu konuda daha duygusal davranıp, çok
soru sorma ihtimallerinden
kaçtım açıkçası. Erkek
berberine
girdiğimde sadece
saçlarımı ka-
zıtmak istiyorum dedim. Aralıklı olarak dökülen saçlarımı gören berber
sadece “geçmiş olsun.” dedi ve saçlarımı kazıdı.
Saçlarımı kazıtmak değişik bir deneyimdi. Gözlerimin ışıltısını ilk kez
gördüm. Bu muhteşem bir şeydi.
Yaklaşık 5 ay süren 6 kür kemoterapi
tedavisinin ardından yapılan tetkiklerle mememdeki, akciğerimdeki ve
kemiğimdeki tümörlerin küçülmeye
başladığını öğrendik. Evet gerçekten zorlu bir süreçti. Ancak bu yolda
tüm zorlukları ve heyecanları ailemle ve sevdiklerimle paylaşmış olmak
dünyanın en güzel şeyiydi. Yeni deneyimlere ve farkındalıklara kucak
açmış olmak en büyük kazanımımdı.
Genel Cerrahımın ve Onkoloğumun
kararıyla ameliyat olmama ve sol
mememin tamamının alınmasına
(mastektomi ameliyatı) karar verildi.
Bu süreci aslında büyük bir sevinçle
karşıladığımı söylemeliyim. Çünkü
şunu çok net biliyordum ki, benim
durumumdaki bir hasta için ameliyat
kararının verilmiş olması onun yaşama dönüyor olduğunun kanıtıydı.
İleri evre meme kanseri hastaları için
ameliyat edilmek büyük bir şanstır.
Dolayısıyla meme kaybı beni “o dönem” hiç etkilemedi diyebilirim. Hayatta kalmak için bir organımı verdim
g ö z ü y l e bakıyordum. Kazanmak
Türkiye’de yapılan rutin tetkikler neticesinde Evre-4 (metastazik) meme
kanseri tanısı aldım. Yeni Zelanda’da
yapılan tetkik sonuçları yanlıştı. Kanser hücreleri sol mememden akciğerime ve kemiğime sıçramıştı. Kendimi cidden hasta gibi hissediyordum
artık.
İşte o haberle ben, o gün “öldüm”.
Ve bana geriye “hayat” kaldı.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
61
için kaybetmeyi bilmek gerekiyordu.
Bugüne kadar yaşadığım tüm kazanışlar ve kaybedişler gibi…
Ameliyata girişim bir şölen gibiydi. Ameliyathaneye gitmeden önce
giydirilen tüm giysiler, Ay’a gidilirken giydirilen kostüm gibiydi benim
için. Astronotlar gibi birileri tarafından giydiriliyor, başınıza kask yerine
ameliyat bonesi takılıyordu. Bir sedye
üzerinde sanki gerçekten Ay’a gidiyormuş gibi uğurlanıyordunuz. Ameliyathane ortamı ise tamamen bir
uzay mekiğini andırıyordu. Tüm bu
benzerlikleriyle ameliyat benim için
hiç de korkunç bir deneyim değildi.
Etrafımdakiler kaygılı gözlerle yanımda dururlarken benim aklımdan bunlar geçiyordu. Ben gülümsüyordum,
onlar gözyaşlarını zor tutuyorlardı.
Ameliyata girerken, sol mememin
üzerine “güle güle kanser” diye yazdım. Böylelikle sol mememle vedalaşmış da oldum.
Ameliyattan sonra kanserin sol yanımda yarattığı boşluk elbette biraz
can acıtıcıydı. Beden bütünlüğü açısından bir memenizin olmayışıyla
baş etmek zor bir süreçti. Ama ben o
boşluğa “hayatı” koydum.
Tüm tedavim 9 ay sürmüş ve ben bu
9 ayın sonunda yeniden doğmuş gibiydim. Yeni öğrenmeler, yeni deneyimler, yeni mutluluklar, yeni acılar…
Hayatta olmak, hayata dahil olmak
böyle bir şeydi. Tüm tedavilerin ardından yapılan tetkikler neticesinde,
vücudumun hiçbir yerinde kanser
hücresine rastlanmadığını öğrendik.
Vücudumdan giden kanserle birlikte
tüm olumsuz deneyimlerde gitmiş
oldu. Onunla birlikte daha önceleri yaptığım hatalar ve kendimden
hoşnut olmadığım duygular da gitti.
Kanserden geriye bana “hayat” kaldı.
Ve ben ona öylesine minnettarım ki,
müthiş kazanımlarla hayata geri döndüm.
Yaşam hiç birimize adil değil biliyorum. Herkesin bu hayatta bir hikayesi var. Hiçbir şey ne eksik ne fazla
yaşanıyor bu hayatta… Hep olması
gerektiği kadar.
Yaşama Dahil Olmaya Başlamak
Tedavi sonrası her şey bittiğinde siz
hayata kaldığınız yerden devam et62
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
meye çalışırsınız. Aslında hayat aynıdır ama siz artık eski siz değilsinizdir.
Algınız, bakış açınız, duruşunuz değişmiştir. Fiziksel, ruhsal ve bedensel
büyük bir değişimin içinden çıkıp,
kaldığınız yerden başlamanız gerekir.
Benim için bu geçiş oldukça sakin ve
uyumlu oldu diyebilirim.
Tedavilerim sırasında bir meme kanseri hastasının nelere ihtiyacı olduğunu, Türkiye’deki eksiklikleri daha
iyi gözleme fırsatı buldum. Bu süreçte kendime bir söz verdim: “En az bir
kadının hayatına dokunacağım ve
meme sağlığı farkındalığı için topluma çalışacağım…”
Bu sırada Genel Cerrahım Prof. Dr.
Ercüment Tekin ile birlikte, onun kurmuş olduğu Sentez Meme Sağlığı
ve Hastalıkları Enstitüsü’nde Hasta
Programları Direktörü olarak çalışmaya başladım. Hastalarımızın sosyal
ihtiyaçlarına yönelik faaliyetler düzenlemeye onları bir araya getirmeye başladık. Hastalığın her evresiyle
yakından ilgilenerek, tüm tıbbi çalışmaları takip etmeye konuyu daha iyi
algılamak üzere çalışmaya başladım.
Avrupa’da kurulan ve içinde
Türkiye’nin de bulunduğu EUROPA
DONNA (Avrupa Meme Hastalıkları
Koalisyonu) ile 2011 yılında tanıştım.
Spesifik olarak sadece meme sağlığı
ve hastalıkları üzerine çalışmalar yapan Europa Donna Türkiye’de (Meme
Hastalıkları Koalisyonu Derneği) gönüllü olarak çalışmaya başladım. Bu
gönüllülük faaliyetleri bir süre sonra,
bakış açımı genişletmeye başladı.
Gördüm ki, bu yolda tahminimden
çok daha büyük eksiklikler vardı. Bu
eksikliklerin tamamlanmasını görmeye belki bizim ömrümüzün süresi
yetmeyecekti ama bizler birer tuğla
koyarak, bizden sonra gelen insanların yaşamlarını kolaylaştıracak belki
de bir başkasının bir tuğla daha koymasına vesile olacaktık. Tekrar yola
çıktım.
Daha önce söylediğim gibi ben hep “yolda
olmayı” tercih ettim…
Europa Donna Türkiye’de bir süre
sonra Yönetim Kurulu Üyesi oldum.
Yurtiçinde ve yurtdışında konuyla
ilgili eğitimler aldım, hala da almaktayım.
Dernek olarak, yaptıklarımızdan kısaca bahsetmek isterim. Topluma
genel meme sağlığı eğitimleri, 1318 yaş aralığındaki lise öğrencilerine
meme kanseri farkındalığı eğitimleri, meme hemşireliği eğitimleri, akran eğitimi gibi etkinlik ve projeler,
STK’ların kapasite geliştirme, proje
yönetimi, kaynak ve gönüllü yaratma
gibi konularında özel araştırmalar ve
çalışmalar yapıyoruz.
Hepimiz birer damla olarak sadece
toprağı ıslatmaktan başka ne yapabiliriz ki? Eğer tüm minik damlalar
beraber düzenli ve sistemli akarsak,
toprağın yatağını değiştirebilir, sistemdeki tüm aksaklıkları da düzeltebiliriz. Doğru örgütlenme modelini
kurup, el ele kol kola yol almak gerekir diye düşünüyorum.
Ve Yeniden Kanser…
Bu sırada tedavimin bitmesinin üzerinden 2 yıl geçmişti ki diğer mememde bir kalsifikasyon görülerek o
mememin de tamamının alınmasına
karar verildi. Aynı anda meme onarımı (rekonstrüksiyon) ameliyatıyla
karından doku çevrilerek yeni meme
görüntüsüne kavuştum. Patoloji sonucumun temiz çıkmış olması da
hediyelerin en büyüğüydü. Vücut
bütünlüğünün sağlanması açısından meme onarımı (rekonstrüksiyon)
ameliyatının bir lüks değil meme
kanseri tedavisinin bir parçası olduğunu vurgulamak isterim.
Diğer kadın kanserlerinden çok
daha farklı deneyimler yaşıyorsunuz
meme kanseri tedavisinde. Yaşam
dengeniz bazı kalıcı yan etkilerle
beraber bozulmaya başlıyor. Sadece
meme kaybı olarak düşünmemek
gerek bunu, koltukaltı lenf nodlarının
alınmasıyla birlikte kolda oluşabilecek bir lenfödem tehlikesiyle de karşılaşıyorsunuz. Bedeninize karşı olan
algınız ne yazık ki “hasta bir beden ”
olarak değişim gösteriyor.
Meme onarımı ameliyatım da tamamlandıktan 1 yıl sonra ve rutin
tetkiklerime devam ettiğim bir sırada, sağ akciğerimde minik bir kötü
huylu tümör varlığı tespit edildi. Sağ
akciğerimin üçte birinin alınmasının
ardından 4 aylık bir kemoterapi tedavisi gördüm. Daha önce yaşamış olduğum tecrübeyle, bilinçli bir süreç
geçirdim. Gördüm ki, bilgilenme ve
ya tecrübe sizi yaşadığınız her türlü
zorluğa karşı güçlü kılıyor. Zorluklarla
mücadele etmek daha kolaylaşıyor.
Sosyal hayatın içinde olmaya çalıştım
hep.
Ne yazık ki kanser günümüzde önlenebilir bir hastalık değil. Ancak erken
tanı ile yaşam kalitesinin artırılması
mümkün. Erken tanı ile yaşam dengesi korunabilir, emek, maliyet, iş
gücü ve umut kaybını en aza indirgenebilir. Dolayısıyla tedavinin getireceği tüm geçici ve kalıcı yan etkiler yaşanmadan ya da az yaşanarak,
sosyal hayatta kalınabileceğini gözlemledim. Erken evre meme kanseri
hastası ile ileri evre meme kanseri
hastasının yaşama karşı duruşları inanılmaz farklılık gösteriyor. İleri evre
meme kanseri mücadelecilerinin
özel bir ilgiyle, ihtiyaçlarının farklı şekilde karşılanması gerekiyor. Bu konu
üzerinde özel çalışmalar yapmak istiyoruz.
Türkiye’de Kanser Olmak
Bütün bunların yanında, Türkiye’de
meme kanseri tanısı alan hanımların
yaş ortalamalarının gittikçe düşmesi
ve hatta birçoğunun ileri evrede teşhis edilmesi de meme sağlığı ile ilgili
olarak toplumda gerçekten bir meme
sağlığı farkındalığının oluşmamış olduğunun göstergesidir. Yurtdışında
katıldığımız kongre, panel ve toplantılarda gençlere yönelik özel sosyal
destek çalışmalarının yapıldığını öğrendim. Biz de Türkiye’de bunu başlatabiliriz fikrinden yola çıkarak Genç
Amazonlar adıyla Europa Donna Türkiye çatısı altında bir çalışma grubunu 2013 yılında Ankara’da kurdum.
Gençlerin meme sağlığı farkındalığına dikkat çekmek ve hareketli yaşamı
desteklemek üzere kurulan bu grup
şuan kendi misyonunu gerçekleştirmek üzere çalışmalar yapıyor.
Meme kanseri tecrübesi yaşamış
hanımlar ve onların yakınlarından
oluşan, benim de takım kaptanı olduğum “Genç Amazonlar Dragon
Boat Kürek Takımı” da bu grubun en
önemli aktivite grubudur. Takımdaki
20 hanım, yurtdışında ve yurt içinde
yapılan Dragon Boat Festivallerinde
meme sağlığı ve meme kanseri farkındalığı için kürek çekiyor, egzersiz
ve hareketin önemini vurguluyorlar.
Dışardan bakıldığında bile takım ruhunu hissedebilirsiniz.
Atlamadan geçmek istemediğim diğer bir önemli konu da, Türkiye›de
çoğu kadının beden sağlığı ve yaşamı üzerinde ne yazık ki hala erkeklerin söz sahibi olmaları. Hatta çeşitli
sebeplerle eşlerini ya da kızlarını
meme muayenesine göndermeyen
erkekler olduğuna, bunun yanında
meme kanserine yakalanmış olan
kadınların kanser tedavisi sürecinde
aile düzenlerinin bozulduğuna da
zaman zaman şahitlik yapıyoruz. Bu
konuda da başlattığımız çeşitli etkinliklerle erkekleri de bu sürecin bir
parçası haline getirmeye çalışıyoruz.
Onlara meme kanserinde erken tanının önemi vurgulanırken, erkeklerin
bu konuya daha duyarlı olması gerektiği ve eşlerinin, kız kardeşlerinin,
annelerinin beden sağlığına özen
göstermelerinin teşvik etmeleri gerekliliğini anlatıyoruz.
Elimizden geldiğince tüm farkındalığımızı ve mücadelemizden kalan
tecrübelerimizi paylaşmaya, yeni insanlar, yeni tecrübeler edinmeye ve
onlarla birlikte çoğalmaya çalışıyoruz.
Yaşam hep bir alma verme dengesi içinde… Doğarken aldığımız ilk
nefesi, ölürken vereceğimiz son nefesle dengelemek gibi örneğin. Ben
bu hayattan aldığım, öğrendiğim ne
varsa yeniden hayata geri döndürmek üzere yol alıyorum. Ve hayatın
yarattığı boşluklara tekrar “Hayat”ı
koyuyorum…
Yollarımız hep aydınlık olsun…
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
63
gezelimgörelim
SaklıBirHazine
BAYBURT
Uzm. Dr. Tuba HANCI
Biyokimya Uzmanı
Bayburt… Türkiye’nin en az nüfuslu
ili. Marco Polo’nun da geçtiği, Çin’den
başlayarak Akdeniz’e kadar uzanan
tarihi İpek Yolu’nun Trabzon - Erzurum hattı üzerinde yer alıyor. Bayburt
ili; Türklerin Anadolu’da yerleştikleri
en eski yerleşim yerlerinden biri. Tarihi saat kulesi ve Bayburt kalesi görülmeye değer.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde
Bayburt adından bahsedilmiş. Bütün Türk kavimlerinin atası Dede
Korkut’un da, Bayburt ve çevresinde
bir dönem yaşadığına inanılıyor. Burada her yıl uluslararası bir şenlikle
anılıyor
Bayburt’tan Artvin’e dek uzanan,
dünyanın en hızlı nehirlerinden Çoruh Nehri de şehrin simgelerinden.
Bir Hayalin Peşinde…
O rüzgarlı tepede bu yüzyıla ait çok
nadir gördüğümüz eşşiz bir mimari
ile karşılaştık.
Baksı Müzesi; Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından verilen 2014 yılı Avrupa Konseyi Müze
Ödülü’nü kazandı. Bu ödül dünyada
çok saygı gören, Avrupa çapındaki
müze ödüllerin en önemlilerinden
biridir.
Müze binası devletten hiçbir yardım
almadan, 10 yıl süren bir emeğin sonunda, kendi çabaları ve ülke çapında birçok gönüllü ve sanatçının katkılarıyla 2010 yılında tamamlanmış.
Çok geniş bir araziye kurulu müzede,
hem yönetimde hem de atölyelerde
kadınlar var.
80 haneli 480 nüfuslu minik bir köy.
Bayraktar Köyü’nün eski adı Baksı, Kırgız dilinde “şaman” anlamına geliyor.
Müzenin içinin görkemini tarif etmek
güç. Miro’ya Açılan Heykelli Yol sonunda “Le femme aux beaux seins”
‘Güzel göğüslü kadın’ adlı bronz heykel bulunuyor. Ödül kazanan müzenin bir yıl boyunca sergilemeye hak
kazandığı, Joan Miro’nun 1969’da
yaptığı bir heykel.
Baksı Müzesine giderken yol boyunca
dağları aşan dar ve keskin virajlar eşliğinde, “Neden Bayburt’ta kurulmamış
Çok zengin bir kütüphane, konferans
ve sergi salonları, modern sanatın en
güzel örnekleri ile birlikte; halk resim-
Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, doğduğu
köy olan Bayburt merkeze 45 kilometre uzaklıktaki Bayraktar köyüne
bir müze kurdu.
64
ki”, “Ne kadar da uzakmış, kuş uçmaz,
kervan geçmez” yakınmaları sürmüştü. Ama ıssız dağların arasında, aşağıda muhteşem Çoruh nehri manzarasına tepeden bakan bu gizemli yere
vardığımızda bir sessizlik olmuş ve
yoldaki tüm soruların cevabını daha
içerisini görmeden almıştık.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
leri koleksiyonu, çömlek ve seramikler var. Ve hatta bir de konukevi.
Şahmaran’ın aileyi kötülükten koruyan tılsım olduğunu biliyor muydunuz?
Uçsuz bucaksız bir vadi manzarası,
unutamayacağımız zenginlikte eserler, Avrupa’nın en prestijli ödülü. Ve
gerçek bir adanmışlık öyküsü öğrendik. Müzenin yaptığı *Bilbao etkisinden de fazlası. Baksı Kültür Sanat
Vakfı’nın projeleriyle Türkiye’nin en
fazla göç veren ilinde köye dönüş
heyecanı ve umudu yaratması, ekonomik anlamda köye ciddi bir katkı,
yöredeki kadınların üretime katılması, yetenekli çocuklara sonuna dek
burs verilmesi.
Siz de herkese açık kütüphanesine
sanat veya çocuk kitapları bağışında
bulunabilirsiniz. İsteyen herkes bu
projeye “Baksı Dostu” olarak destek
sağlayabiliyor.
Orada bir köy var uzakta… Ve bu
köyü görme şansına eriştik. “Hayatın Kaynağı”nda kendi doğrusu için
savaşan mimarı hatırladık. Nihayet
bu inanılmaz geziyi bitirdiğimizde, o
müzenin neden orada kurulduğunu,
başka hiçbir yere böylesine yakışmayacağını ve tüm dünyanın buraya
geldiğini anlamıştık.
Baksı Müzesi; Sayın Hüseyin Koçan’ın
dediği gibi: “Bulunduğu tepede sonsuz bir boşluğa karşı umut ve enerjisi
ile sizleri bekliyor”
* Bir bina ile şehrin imajının değişmesi.
haber
SAĞLIK HABERCİLİĞİNDE UZMANLAŞMA
VE BRANŞLAŞMAYA GİDİLMELİ
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı tarafından düzenlenen “Sağlıkta Sektörlerarası İşbirliği Sempozyumu”
bildirisinde, “Habercilikte uzmanlaşma ve branşlaşmaya gidilmeli, sağlık haberciliği de bir
uzmanlaşma dalı olarak ele alınmalı” görüşünde birleşildi
Sağlıkta doğru bilginin halka ulaşması ve kalitenin artırılması amacıyla,
Sağlık Bakanlığı bürokratları ile alanda çalışan sektör temsilcileri bir araya
geldi. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı
tarafından düzenlenen “Sağlıkta Sektörlerarası İşbirliği Sempozyumu”,
Crown Plaza Otel’de gerçekleştirildi.
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Başkanı
Zafer Öztek, “Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde
Medyanın Rolü” temasının ele alındığı sempozyumun açılışında yaptığı
konuşmasında, sağlık alanında yapılan her çalışmanın hayati önem taşıdığını belirtti.
Sağlık alanında medyanın üstlendiği
rolün çok önemli olduğuna dikkat çeken Öztek, bu kapsamda iki yılda bir
yapılacak sempozyumda bu yıl sağlık
ve medya ilişkisini ele almak istediklerini söyledi. Öztek, sağlık ve medya
ilişkisinin tüm paydaşlarla ele alınacağı sempozyumun sonunda bir bildiri
açıklanacağını ve buna göre bir yol
haritasının belirleneceğini bildirdi.
Vakfın kuruluşundan bu yana yaptığı faaliyetler hakkında da bilgi veren
66
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Öztek, vakfın aşılama programlarından, tıbbi cihaz sağlanması, farkındalık artırıcı organizasyonlardan, evde
bakım gibi birçok alanda kaynak sağladığını ve eğitim faaliyetlerinde yer
aldığını ifade etti. Sağlık Bakanlığını
ve sağlık hizmetlerini desteklemek
amacıyla çalıştıklarını dile getiren
Öztek, yeni vizyon olarak bu yıldan
itibaren farklı aktivitelerde de yer alacaklarını anlattı. Çalışmaların ilkinin
bu programla başladığını vurgulayan
Öztek, sağlık hizmetinde kalitenin artırılabilmesi için alandaki sektörlerin
de işbirliği içinde çalışması gerektiğini belirtti.
Sağlık Projesi” kapsamında birçok çalışma grubunun yer aldığını, koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili 46 başlıkta ayrı ayrı gruplar oluşturulduğunu
söyledi. Bu alana ilişkin planlamaların
yapıldığını anlatan Özkan, tedaviye
ilişkin de çalışmaların devam ettiğini
belirtti.
Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğu
Projesi hazırlandığını, bunun için bir
genelge yayımlanacağını dile getiren
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
Seçil Özkan, “Bundan sonra önceliklediğimiz konuları ele alarak çalışmalara başlayacağız” dedi.
Özkan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yapılan brifingde Çok Sektörlü Sağlık Projesi’nin sunumunun
yapıldığını dile getirerek, şunları söyledi: “Başbakanımız, bu projeyi çok
beğendi. Sağlığın çok sektörlü olarak
yürümesi gerekiyor. Bundan sonraki
süreçte de sektörle kol kola ilerlememiz gerekiyor. Şimdi, buna ilişkin
bir Başbakanlık genelgesi yayımlayacağız. Genelge ile tamamen bir
yapılanma planlandı. Üst bir yürütücü kurul olacak. Bunun içinde kamu
kurumları, sivil toplum kuruluşları ve
üniversiteleri temsilen üst yöneticiler
bulunacak. Kurumumuz da bunun
temel sorumlusu olacak.”
Sağlık alanında sektörlerle birlikte
yürümek gerektiğini vurgulayan Özkan, Bakanlık olarak “Çok Sektörlü
Sağlık alanında basının güvendiğine
sorumluluğunun çok yüksek olduğunu dile getiren Özkan, toplumun
Çok Sektörlü Sağlık Projesi
medyada sağlıkla ilgili çıkan haberlere dikkati çekerek, bu nedenle halka
doğru bilginin ulaşması için sağlık
okuryazarlığına ağırlık verilmesi, basınla birlikte yürünmesi gerektiğini
bildirdi.
Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin
Yükseltilmesinde Medyanın Rolü
“Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde Medyanın
Rolü” temalı sempozyumda, sağlık ve
medya ilişkisini ele alan panel düzenlendi. Prof. Dr. İskender Sayek’in başkanlığını yaptığı panelde konuşan
Sağlık İletişimi Derneği (SİLDER) Başkanı Dr. İbrahim Ersoy, “Hekim Hasta
İlişkisinde Medyanın Rolü” başlıklı
yaptığı konuşmada, yayımlanan haberlerin doğrudan bu ilişkiye olumlu
ya da olumsuz etki ettiğini vurguladı. Medyada sıkça yer bulan sağlıkta
şiddet olayların işleniş biçimini de
eleştiren Ersoy, “Sağlıkta şiddet, hekim hasta ilişkisini bitirme noktasına
getirmiştir. Basın yayın organları, şiddet haberlerini verirken, hekimleri ve
diğer sağlık çalışanlarını hedef göstermemelidir. Bu nedenle haber dili
doğru seçilmeli ve kurgu hasta-hekim ilişkisine olumsuz etki yapmayacak şekilde planlanmalı” dedi.
“Çelişkili Bilgiler Nedeniyle Birçok Hasta
İlacını Bile Bırakabiliyor”
Bunun yanı sıra özellikle obezite, tuz
kontrolü, fiziksel aktivite, ilacın doğru
kullanımı gibi konularda basında halkın kafasını karıştıran çelişkili bilgilerin verildiğini ifade eden Ersoy, “Çelişkili bilgiler nedeniyle birçok hasta
ilacını bile bırakabiliyor ve bunu hekimine bildirmiyor. Bu da hastaların
sağlığı açısından ölümcül tehlikeye
yol açabiliyor” diye konuştu.
için ilk basamak olarak yaptırılmaması gerekir. Bu nedenle, yöneticilere görevler düşmektedir” değerlendirmesinde bulundu.
Sosyal Medya Sağlık Alanında da Etkili
Olmaya Başladı
Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği (ESAM) Başkanı Ziyneti Kocabıyık
da medya kavramının genişlemesi,
sosyal medyanın sağlık alanında da
etkili olmaya başlamasıyla birlikte,
uzman sağlık habercisine düşen sorumluluğun daha da arttığını bildirdi.
Yayın kuruluşlarında sağlık haberlerini yapan habercilere uzmanlaşma fırsatı verilmesi gerektiğinin altını çizen
Kocabıyık, “Sağlık bilgilerinin medyada haber olabilmesi için korkutucu,
ürkütücü ya da mucize nitelikleri taşıması gerekiyor. İnsanlar genellikle
bilgiyi kaynağından okuyarak elde
etmeyi tercih ediyor. Okumayan bir
toplumuz. Bu nedenle üç satırlık hap
bilgilerle sağlık haberleri verilmeye
çalışılıyor. Özellikle yazılı basında ve
görüntülü medyada zaman ve yer
darlığı da bunu gerektiriyor. Çarpıcı
başlıklar ve kısaltılarak verilen bilgiler bazen gerçekten uzaklaşabiliyor.
En çok kullanılan haberler kanser,
obezite ve bitkisel tedaviler. Bu da
toplumun kendisine fazla dikkat etmeden, bir hap ya da bir avuç bitki
ile sağlığına kavuşma isteğinden
kaynaklanıyor” dedi.
Toplum Basın
Yayın Organlarında
Yer Alan Sağlık Haberlerine Güveniyor
Maltepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İletişim Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. Şahin Karasar, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Erkan Yüksel’in “Türkiye’de
Sağlık Konulu Yayıncılık İlkelerinin Belirlenmesi” başlıklı yaptığı
araştırmaya ilişkin verileri ele aldı.
Araştırmaya göre, toplumun basın
yayın organlarında yer alan sağlık
haberlerine güwvendiğini, ancak
sağlık çalışanlarının medyada çıkan haberlere güvenmediğini ifade
eden Karasar, sağlık haberlerindeki
kalitenin artırılabilmesi için gazetecilere düşen rolün önemli olduğunu bildirdi.
Haberler “Mucize” Şeklinde Verilmemeli
Prof. Dr. Nükhet Örnek Büken de etik
kavramı üzerinde durarak, bunun
tıp alanında olduğu gibi medya alanında çok önemli olduğunu söyledi.
Sağlık Habercileri
Mutlaka Alanında Uzmanlaşmalı
“Bilginin doğru aktarılabilmesi için
sağlık habercilerinin mutlaka alanında uzmanlaşmış kişiler olması gerektiğini” de vurgulayan Ersoy, “Özellikle
yurt dışında sağlık muhabirleri, en az
10 yıldır alanda çalışan kişilerdir. Bu
uygulamanın Türkiye’de böyle olması, sağlık haberciliğinin gazetecilik
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
67
”Sağlık Okuryazarlığı
Eğitimi Her Öğretim
Kademesinde Yer
Almalı”
Gazetecinin, özel yaşamın, kişisel
verilerin gizliliğine dikkat etmesi
gerektiğini belirten Büken, haberlerin “mucize” şeklinde verilmemesi
gerektiğini vurguladı. Büken, profesyonel gazetecinin çocuk, kadına
yönelik şiddet ve istismar haberleri
verirken duyarlı olması, yol ya da hedef gösterici olmaması, kişisel haklara uygun bir haber içeriği kullanması
gerektiğini kaydetti.
Büken, medyada etik değerlerin
sadece kişisel çaba ile mümkün olmadığını ifade ederek, bunun için
sistemin ve yönetimlerin de sorgulanması gerektiği değerlendirmesinde bulundu.
Nitelikli Bilgi İçin Sağlık Haberciliğinde
Uzmanlaşılması Gerekli
Toplumda sağlık okuryazarlığı düzeyinin artırılmasında medyanın önemli rol üstlendiği ancak tek başına itici
güç olamayacağı; nitelikli bilgi için
sağlık haberciliğinde uzmanlaşılması
gerektiği belirtildi.
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı tarafından düzenlenen “Toplumda Sağlık
Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde Medyanın Rolü” temalı “Sağlıkta Sektörler Arası İşbirliği Sempozyumu” sonuç bildirisi açıklandı. Alanda
söz sahibi gazeteci, akademisyen
ve Sağlık İletişimi Derneği (SİLDER)
ile Eğitim ve Sağlık Muhabirleri
Derneği’nin (ESAM) de bulunduğu
sempozyumun sonuç bildirisinde,
toplumda sağlık okuryazarlığı düzeyinin yükseltilmesinde medyanın
daha etkili ve yararlı olabilmesi için
önerilerde bulunuldu.
68
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Toplum sağlığının geliştirilmesinde bütün
sektörlerin doğrudan
ya da dolaylı rolleri ve
sorumlulukları olduğu
vurgulanan bildiride, sağlık okuryazarlığının sağlığın
geliştirilmesinde vazgeçilmez
bir unsur olduğuna dikkat çekildi.
Bu konudaki çalışmalarda medya ile
birlikte tüm sektörlerin işbirliği içinde ele alınması gerektiği ifade edildi.
Sağlık okuryazarlığında medyanın
çok etkili olduğuna işaret edilen bildiride, şunlar kaydedildi: “Buna karşın, sağlık okuryazarlığının geliştirilmesinde medyaya gereğinden fazla
sorumluluk yüklenmemeli ve bu konuda tek başına bir itici güç olamayacağının farkında olunmalı. Sağlık
okuryazarlığı ile ilgili eğitim, okul
öncesi dönemden başlayarak her öğretim kademesinde yer almalı. Halkın
sağlık okuryazarlığı konusunda talepte bulunmasını sağlayıcı politika
ve stratejiler geliştirilmeli.
Eğitim durumu, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, yaşanılan yer gibi
etmenler dikkate alınarak değişik
gereksinimleri olan kişi ve gruplara
ulaşmak üzere o gruplara uygun farklı yaklaşımlar geliştirilmeli.”
Bildiride, sosyal, ekonomik, politik,
teknolojik ve kültürel bağlamda disiplinler arası işbirliği sağlanması gerektiği de belirtilerek, “Sağlık okuryazarlığı konusunda ortak bir yaklaşım
oluşturmak, politikalar geliştirmek,
çalışmaları izlemek, değerlendirmek
ve denetlemek üzere bütün paydaşların (sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim
Bakanlığı, medya kuruluşları, meslek
örgütleri, TÜBİTAK, RTÜK gibi) aktif
olarak katılacağı bir platform oluşturulmalı” ifadesine yer verildi.
Yeni Medya Teknolojilerinin Sağlık
Okuryazarlığının Arttırılmasında
Stratejiler Geliştirilmeli
Sağlık Bakanlığının, sağlık okuryazar-
lığı geliştirmek, izlemek ve paydaşlar
arasındaki işbirliğini sağlamak üzere
koordinatör görevi görmesi gerektiği vurgulanan bildiride, şu önerilerde bulunuldu: “Medya kuruluşları,
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi ile Halkın Yararı İçin
Sağlık Haberciliği Bildirgesi’nde yer
aldığı gibi sorumluluk ve etik ilkeler
çerçevesinde kişi ve hasta haklarını
gözeten, politize edilmemiş, yalın,
abartısız, kanıta dayalı, sansasyondan kaçınan, insanlara umutsuzluk
ya da sahte umut vermeyen, toplumu bilim dışı uygulamalara özendirmeyen haber ve bilgi aktarımı
yapmalı. Yeni medya teknolojilerinin
sağlık okuryazarlığının arttırılmasında aktif kullanımına dair stratejiler
geliştirilmeli. Medyanın sağlık okuryazarlığına dair hizmet kapasitesi ve
kalitesi geliştirilmesi için Akademi
medya ilişkisi arttırılmalı, bu amaçla
lisans ve yüksek lisans eğitimleri yanı
sıra bu kurumların işbirliği içinde çalışmalarını geliştirici mekanizmalar
kurulmalı.”
Sağlık Haberciliğinde Uzmanlaşma Ve
Branşlaşmaya Gidilmeli
Bildiride, akademi ile işbirliği içerisinde sağlık habercisi olarak görev
yapanların kısa süreli hizmet içi eğitimleri ile niteliklerinin artırılması
gerektiği vurgulanarak, “Habercilikte
uzmanlaşma ve branşlaşmaya gidilmeli, sağlık haberciliği de bir uzmanlaşma dalı olarak ele alınmalı” görüşünde birleşildi.
Sağlık hizmeti sunucularının mezuniyet öncesi eğitim programlarına
sağlık okuryazarlığının eklenmesi
gerektiği aktarılan bildiride, sağlık
eğitimcisi olarak öğrenimlerine katkı
sağlayacak uygulamaların yapılması
önerisinde bulunuldu.
Bildiride, her sektörde sağlık politikası yaklaşımı çerçevesinde, medya
sektörü dahil, sağlık hizmetlerinde
rolü olan bütün sektörlerin sağlık
konusundaki girişim ve uygulamalarının periyodik olarak değerlendirilmesi ve hazırlanacak yıllık sağlık
karnesinin kamuoyuna açıklayan bir
mekanizmanın oluşturulması gerektiği kaydedildi.
3 Aralık Dünya Engelliler
haber Günü
ENGELLİLERİN
SAĞLIK HİZMETİNE ERİŞİMİNİN
KOLAYLAŞTIRILMASI
1992 yılından bu yana Birleşmiş Milletler tarafından
uluslararası bir gün olarak kabul edilen 3 Aralık
Dünya Engelliler Gününde dünyada ve ülkemizde
organizasyonlar düzenlenmekte. Bu yıl da yine
Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşlarca 3 Aralık Dünya
Engelliler Günü dolayısıyla çeşitli etkinlikler yapıldı ve
Bakanlık konuyla ilgili bir açıklama yayınladı.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü Basın
Açıklaması
“Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’i yani 1 milyardan
fazla kişi çeşitli yeti yitimi (Engellilik) durumuna sahiptir.
Engellilik oldukça çeşitlilik göstermekte, nüfusun yaşlanması ve kronik hastalıklardaki artış nedeni ile engelli sayısı
da artmaktadır.
Halkımızın sağlık düzeyini yükseltmek ve geliştirmek için
bedensel, zihinsel, sosyal ya da ekonomik koşulları nedeniyle
özel ihtiyacı olan insanların (yaşlı, engelli, aile içi şiddete maruz
kalan kişiler, sokak çocukları vb.) korunması ve kendi ihtiyaçlarına uygun sağlık hizmetlerine kolay erişilebilirliğin artırılmasına
yönelik faaliyetlerimiz yer almaktadır.
Engelliliğin önlenmesi:
Her bebeğimize;
- Yeni doğan işitme taraması
- Fenilketonüri, Biyotidinaz ve Hipotiroidi Taraması,
- Gelişimsel Kalça Çıkığı erken tanı ve tedavisi
- Hemoglobinopati taramaları yapılmakta,
- Erken yaş taramalarının yaygınlaştırılması hazırlıkları yapılmaktadır.
Engelli Bireylerin Sağlık Hizmetine Erişiminin Kolaylaştırılması:
70
- Sağlık kuruluşlarında engelli ve yaşlı hastalara
hizmet alımlarını kolaylaştıracak, işlemlerinde
yardımcı olacak refakatçi personel (hostes hizmeti) temin edilmesi,
- Engelli vatandaşlarımızın sağlık kuruluşlarına
kayıt ve kabul işlemleri yapılırken özel durumuna
uygun şekilde gerekiyorsa oturması sağlanarak işlemleri yapılmakta,
- İşitme engelli hastalarla iletişimi sağlamak üzere
hastanelerimizde sağlık personeline işaret dili eğitimleri verilmekte,
- Engelli ve kimsesiz hastaların başvurdukları sağlık kuruluşundan başka bir sağlık kuruluşuna nakli gerektiğinde, imkanlar ölçüsünde transferi sağlanmakta,
- Poliklinik hizmetlerinde öncelik sırasına uygun
hareket edilmekte,
- Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından
Hasta hakları uygulamalarının engellilere tarafın-
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Engelli Sağlık Kurulu Raporları
Düzenlemeleri
- Engelli sağlık kurulu raporları ile ilgili erişkin
yönetmelik çalışmaları tamamlanmış ve çocuklar için ayrı yönetmelik hazırlanmıştır. Erişkin ve
çocuklarla ilgili yönetmelikler bakanlıkların görüşünün alınması için resmi yazı ile ASPB, MEB,
ÇSGB ve Maliye Bakanlıklarına iletilmiştir.
Evde Sağlık Hizmetleri;
- Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, STK’lar
ve belediyelerle ortak olarak yürütülmektedir. Evde sağlık hizmeti
kapsamında KOAH vb. solunum sistemi hastalıkları olanlara; yatağa
bağımlı hastalara, terminal dönem palyatif bakım hastalarına, ileri derecedeki kas hastalığı olanlara hizmet sunulmaktadır.
- Evinde sağlık hizmetine ihtiyacı olan bireylere muayene, tetkik ve tahlil, tedavi, tıbbi bakım, takip ve rehabilitasyon hizmetleri sunulmaktadır. Aile hekimleri,
mobil ekipler, evde sağlık hizmet hastane birimleri, evde sağlık ağız ve diş sağlığı
birimleri evde sağlık hizmetlerinde görev almaktadırlar.
- Temmuz 2014 itibariyle 460.000 hastaya, evde sağlık hizmeti birimlerimizin ev
ziyaretleri ile hizmet sunulmuştur.
Engelliliğin önlenmesinde, engellilere karşı gerekli tedavi ve rehabilitasyon
hizmetlerinin sunulmasında, bireylerin engellilikle ilgili farkındalığının
dan da anlaşılmasına yönelik
artırılmasında ve engellilerin kendi haklarının bilincine varmasında,
olarak sesli ve braille alfabesi
sağlık sektöründen, eğitim sektörüne kadar pek çok sektörün işbirliile hazırlanmış hasta hakları doği içinde olması çok önemlidir.
kümanları tüm hastanelerin hasta
hakları birimlerinde halkımızın kullanımına sunulmuştur.
- Engelli bireylere sağlık hizmet sunum konusunda ilgili personel hizmet içi eğitim programlarına alınması ve eğitimlerinin sürekliliği sağlanmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
71
haber
ORGAN BAĞIŞI
Dr. Levent YÜCETİN
Transplantasyon Koordinatörü
Canınızdan çok sevdiğiniz birisine
böbrek yetmezliği tanısı konulduğunda önünüzdeki seçenekler nelerdir diye düşündünüz mü? Bu tanının konduğu hasta ve yakınları bilgi
almak için odama geldiğinde en sık
sorulan sorular;
Böbrek yetmezliğinde hangi tedavi
seçenekleri var?
Önünüzde iki olasılık var ve her iki
yolunda kendine özel dikenli telleri
çünkü bir grip değil organ yetmezliği
tedavi etmeye çalışıyoruz. Olasılıklarımız ya diyalize girecek ya da nakil
olacak. Elbette ilk aklınıza gelen ve
tıbbın da önerdiği seçenek böbrek
nakli olmaktır.
Peki organ nereden bulunabilir?
Yine iki olasılık var; ya vefat edenlerden bekleme listesine kayıt olabilir
yada aileden birisi bağışlayabilir.
Vefat edenlerden bekleme listesinde
organ bulunma olasılığı nedir ?
Sorunun cevabı çok basit, kafanızı
kaldırıp etrafınıza baktığınızda kaç kişinin cebinde organ bağış kartı varsa
olasılık o kadardır. Çünkü bu organların gökten yağma veya yurtdışından
gelme olasılığı yok. Ne zaman insanımız organları toprağa bağışlamak
yerine insanlara bağışlarsa bu oran
artacak. Türkiye’de 60.000 diyaliz
hastasından sadece 21.000’i bekleme listesine kayıt yaptırıyor, diğerleri ise hiç böyle bir umudu olmadığı
için gidip listeye bile girmiyor. Çünkü
bugün ulaşabildiğimiz en yüksek ra72
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
kam yılda bu hastalardan topu topu
575’ine vefat edenlerden böbrek
nakli yapabiliyoruz.
Diyalizde yaşam süresi nedir?
Türkiye’nin her noktasında çok çok
kaliteli diyaliz hizmeti verilmektedir. Öğrencilik yıllarımda hastaların
diyalize girebilmesi için çok nüfuslu
kişilerin hastalarına öncelik verilmesi
için aradığını hatırladığımda geldiğimiz noktanın ne kadar ilerde olduğunu çok net görmek mümkün. Ancak
bilimsel gerçekler bize gösteriyor
ki bugün 100 yeni diyalize başlayan
hastanın sadece 13 veya 14 tanesi 10
yıl sonra hala sevdikleriyle akşamları
yemek sofrasına oturabilecek. Hele
hasta aynı zaman da şeker hastası
ise sadece 4’ü sevdikleriyle sohbet
etmeyi sürdürebilecek. Nakil olan
hastalarda ise yaşam süresi tam 3 kat
uzuyor, özetle amaç hastayı diyaliz
makinasından kurtarmak değil yaşamını uzatmak.
Bana “diyalizde yaşam nasıldır?” diye
soranlara sadece “zor” diyebiliyorum.
Onlara başımdan geçen bir olayı anlatamıyorum ama yaptığım tüm eğitimlerde organ yetmezliğinin ne olduğunu anlamaları için anlatıyorum.
İlk göreve başladığımda odama gelen gözü yaşlı bir anne bana şunları
anlatmıştı; “Hocam benim kızım 5 yaşında ve diyalize giriyor, bizim evde
sofra kurulurken masaya bardak konmaz, su şişesi gelmez. 11 yaşındaki
oğlum, eşim ve ben hep kapıların
arkasında gizli gizli su içeriz. Evdeki tüm musluklara eşim kilit yaptı ki
kızımız bizden gizli fazla sıvı almasın
diye.” Evet, bir tarafta bir vefat, eş, anne-baba hayatını kaybediyor maalesef onun için yapabileceğimiz bir şey
yok ama bağışlanan organla sadece
bu kızın su içmesini sağlamayı bıra-
kın, 11 yaşındaki abisinin de rahatça
su içmesini sağlama şansımız var.
Hep organ yetmezliğinin en konforlu
hastaları olan böbrek hastalarından
bahsettim. Zor bir yaşam da olsa diyalizle uzun süre yaşama şanları var.
Ya akciğer, karaciğer, kalp bekleyen
hastalar. Maalesef bu listeler ülkemizde bekleme listesi değil organ azlığı
nedeni ile ölüm listesi. Örneğin 2014
yılında Sağlık Bakanlığı kalp bekleme listesindeki hasta sayısı 237’dir.
Bu hastaların 61’ine nakil ile yeni bir
hayat şansı verirken, beklerken organ bulunamadığı için 150’si hayatını
kaybetmiştir.
Türkiye’de hep organ azlığından bahsediyoruz. Diyoruz ki insanımız organlarını bağışlamıyor. Evet, bu bilgi
çok doğru ölümden sonra organ bağışında çok gerilerdeyiz ama bu işin
bir de öbür yüzü var. Canlı vericili organ bağışında da dünya birincisiyiz.
Buradan çıkan sonuç şu hayattayken
organlarımızı bağışlıyoruz, ölünce
bağışlamıyoruz. Demek ki komşusu
açken, kendisi tok uyumayan, elindekini paylaşan halkımıza biz bir
şeyleri doğru anlatamıyoruz. Türkiye
genelinde yıllık 3.000 böbrek nakli
yapılmaktadır. Bunların 2.400’ü canlı
vericiliyken sadece 600’ü vefat eden
kişilerden yapılabilmektedir. Bu yıl
organ beklerken ölen böbrek hastası
sayısı 1.116’dır.
Biz organ nakil koordinatörleri olarak
sizin mirasınıza talibiz. Miras olarak
ne evinize, arabanıza, paranıza ne de
yakınlarınıza bırakabileceğiniz yaşanmış güzel anılarınıza. Sadece sevdiklerinize bırakamayacağınız, yanınızda
götüremeyeceğiniz organlarınızı bize
miras olarak bırakmanızı istiyoruz ki
binlerce organ bekleyen hasta ve yakınının yüzlerini güldürebilelim. Karar
sizin organlarınızı ya toprağa ya da
bize miras bırakabilirsiniz.
kampus
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
Bursa’nın ilk üniversitesi olan Uludağ
Üniversitesi, 39 yıl içinde bir yandan
büyüyüp gelişirken bir yandan da 4
üniversitenin hamiliğini yaptı.
1975 yılında iki fakülte ile kurulan
Uludağ Üniversitesi, o günden beri
giderek büyüdü ve bugün 12 fakülte,
3 yüksekokul, 15 meslek yüksekokulu, 1 konservatuvar, 4 enstitü, 18 araştırma ve uygulama merkezi ve Rektörlüğe bağlı olarak kurulan 5 bölüm
olarak hizmet veriyor. Atatürk İlke ve
Devrimlerini benimseyen, çağdaş bilgilerle donatılmış, yeni bilgilere açık,
araştırıcı, yaratıcı, kendini geliştirebilen, sorgulayan bireyler yetiştirmeyi
temel hedef olarak belirlemiş olan
Uludağ Üniversitesi’nde, tüm eğitim
birimlerinin ulusal ve uluslararası akreditasyon kuruluşları tarafından akredite edilme süreci başarıyla sürerken, başka üniversitelerin kuruluşuna
da destek veriyor. Kuruluşundan bu
yana Balıkesir ile Yalova üniversitelerinin kuruluşunu gerçekleştirerek onların gelişmesine yardımcı oldu. Son
olarak da Bursa Teknik Üniversitesi ile
özel Orhangazi Üniversitesi’nin hamiliğini yaparak kurulmalarında rol
üstlendi. Uludağ Üniversitesi kuruluşundan 2013 yılına kadar yaklaşık 50
74
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
bin öğrenciyi mezun etti. Üniversitede önlisans, lisans, yükseklisans ve
doktora öğrencisi olmak üzere yaklaşık 50 bin öğrenci öğrenim görüyor.
Üniversitede, 5 bin 500 akademik ve
idari personel görev yapıyor.
Eğitim Birimleri
• Tıp Fakültesi
• İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
• Mühendislik Fakültesi
• Veteriner Fakültesi
• Ziraat Fakültesi
• Eğitim Fakültesi
• İlahiyat Fakültesi
• Fen-Edebiyat Fakültesi
• Hukuk Fakültesi
• Güzel Sanatlar Fakültesi
• İnegöl İşletme Fakültesi
• Mimarlık Fakültesi
• Spor Bilimleri Fakültesi
Enstitüler
• Sosyal Bilimler Enstitüsü
• Fen Bilimleri Enstitüsü
• Sağlık Bilimleri Enstitüsü
• Eğitim Bilimleri Enstitüsü
Yüksekokullar
• Sağlık Yüksekokulu,
• Gemlik Necati Kurtuluş Denizcilik
Yüksekokulu.
• Devlet Konservatuvarı
Meslek Yüksekokulları
• Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
• Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu
• Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
• Mustafakemalpaşa Meslek Yüksekokulu,
• Karacabey Meslek Yüksekokulu,
• İnegöl Meslek Yüksekokulu,
• İznik Meslek Yüksekokulu,
• Yenişehir İbrahim Orhan Meslek
Yüksekokulu,
• Orhangazi Meslek Yüksekokulu,
• Mennan Pasinli Meslek Yüksekokulu,
• Gemlik
Asım Kocabıyık Meslek
Yüksekokulu,
• Orhaneli Meslek Yüksekokulu,
• Keles Meslek Yüksekokulu,
• Harmancık Meslek Yüksekokulu
• Büyükorhan Meslek Yüksekokulu
Yerleşke
Şehir merkezine 18 km mesafede
bulunan ana yerleşke olan Görükle
Yerleşkesi’ne ulaşım Bursa-Ray, belediye, özel ve halk otobüsleri ile sağlanıyor. Üniversitede, öğrencilerinin
boş zamanlarını daha verimli bir şekilde değerlendirmelerini sağlamak
amacıyla sosyal, kültürel ve sportif
alanlar yer alıyor.
Eğitim
Çift Anadal / Yan Dal Uygulaması ile;
lisans düzeyindeki başarılı öğrencilere programlar arasında çift anadal ve
yan alan yapma olanağı sunulmaktadır.
Uludağ Üniversitesi’nde Bologna
süreci hedefleri doğrultusunda yük-
seköğretim sistemi yeniden yapılanmakta, uygulamalara ağırlık verilerek
edinilen teorik bilgilerin pekiştirilmesi, seçmeli derslerin artırılarak öğrencinin isteği ve eğilimi doğrultusunda
eğitimini yönlendirmesine olanak tanıması, araştırma olanaklarının artırılarak ilgi duyulan alanlarda ayrıntılı
araştırma yapılmasının sağlanması
gibi özellikleri olan Kredili sitemle
eğitim modeli ve ölçme değerlendirmede Bağıl Değerlendirme Sistemi
uygulanmaktadır
Eğitim ve araştırma reformları açısından; Uludağ Üniversitesi, Avrupa Üniversiteler Birliğinin yürüttüğü “Kalite
Kültürü Projesi”nde Avrupa’daki tüm
genç üniversitelere başarılı örnek
olarak gösterildi. Gösterdiği gelişme
düzeyi bakımından; Üniversite Avrupa Üniversiteler Birliğinin Kurumsal
değerlendirme ekibi tarafından bugüne kadar değerlendirilen Avrupa
Üniversiteleri arasında değişim kapasitesi açısından “mükemmel” konumda bulundu.
Uludağ Üniversitesi’nde Türkçe eğitim yapılıyor ancak kaliteli eğitimin
önemli bir öğesi olan yabancı dilde
eğitimin aşamalı olarak gerçekleştirilmesi ve öğrencilerin en az bir yabancı dili iyi bilerek mezun edilmesi
amacıyla bazı bölüm/programlarda
zorunlu veya isteğe bağlı yabancı dil
hazırlık sınıfı uygulanıyor.
Erasmus ve Farabi Değişim Programı
kapsamında Üniversitemiz öğrencileri yurtdışı ve yurtiçi üniversitelerine 1 yarıyıl veya 1 yıl olarak öğrenim
görmek üzere giderek orda aldıkları
dersler kredi transfer sistemi ile Üniversitemize aktarılarak dönem ve yıl
kaybı olmadan eğitimlerine devam
ediyorlar. Yurtdışından ve yurtiçinden gelen öğrenciler de aynı şekilde
yarıyıl ve yıl kaybı olmadan kendi
üniversitelerinde öğrenimlerine devam ediyorlar.
Yaşam
Uludağ Üniversitesi şehir merkezine
18 km uzaklıkta, büyük bir bölümü
orman ve doğal bitki örtüsü ile kaplı
14.500.000 m2 ana yerleşke alanında
kurulmuş bulunuyor. “Görükle Yerleşkesi” olarak adlandırılan bu alan içerisine yayılmış, çağdaş eğitimin gereği
olan eğitim siteleri, kültür merkezleri,
sağlık ve spor tesisleri, sosyal aktivite
alanları, kafeteryalar ile Uludağ Üniversitesi, ülkemizin en önde gelen
eğitim kurumlarından birisidir. Eğitim yapan fakültelerin çoğu, enstitüler, bölüm başkanlıkları ve Rektörlük
Merkezi ile bazı meslek yüksekokulları Görükle Yerleşkesinde yer alıyor.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
75
Girişimci Üniversite
Uludağ Üniversitesi, son dönemde
klasik üniversite anlayışının dışına
çıkarak, girişimci üniversite anlayışını
benimsedi. Bu doğrultuda, topluma
hizmet ilkesi çerçevesinde, ürettiği
bilgiyi teknolojiye ve yenilikçi üretime dönüştürme yaklaşımını odağına
alarak, paydaşlarının sosyo-ekonomik kalkınmasını desteklemeyi bu
anlayışla bütünleştirdi. Üniversitenin
gelecek hedefleri arasında, makale
ve patent sayısını arttırmak, üniversite-sanayi, üniversite-kamu işbirliğine
yönelik projelere ağırlık vermek ve
kentin sorunlarına çözüm ortağı olmak var.
Teknoloji Geliştirme Bölgesi
Üniversite-sanayi işbirliğinin en somut göstergesi olarak 2005 yılında
hizmete açılan Uludağ Üniversitesi
Teknoloji Geliştirme Bölgesi (ULUTEK), kuruluşunun üzerinden dokuz
yıl gibi kısa bir süre sonra Türkiye’nin
en çok ar-ge yapılan teknoloji bölgeleri arasında yerini aldı.
Teknoloji Transfer Ofisi
76
sunulması, üniversitelerin ulusal ve
uluslararası destek mekanizmalarından yararlanması ve akademik girişimciliğin teşvik edilmesi amaçlarına
yönelik bir arayüz olarak, tamamen
özel sektör mantığıyla hizmet veriyor.
UÜ TTO, Üniversite ile teknoloji kullanıcısı sanayi şirketleri veya diğer
teknoloji ya da AR-GE kurum ve kuruluşları arasında bilgilendirme, koordinasyon, araştırmayı yönlendirme,
yeni AR-GE şirketlerinin oluşturulmasını teşvik etme, işbirliği geliştirme,
fikri mülkiyet haklarının korunması,
pazarlanması, satılması, fikri mülkiyetin satışından elde edilen gelirlerin
yönetilmesi konularında da faaliyet
gösteriyor.
Tıp Fakültesi’nin Başarısı
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde
verilen tıp eğitimi, YÖK tarafından
ulusal bir kalite güvence kuruluşu
olarak tanınmış olan Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu’nca (UTEAK)
akredite edildi. Tıp Fakültesi’nde ayrıca, birçok dalda uzmanlık eğitimleri
akredite edildi, bir kısmında da çalışmalar son aşamaya geldi.
Uludağ Üniversitesi Güçlendirme
Vakfı ve ULUTEK Teknoloji Geliştirme
Bölgesi Yönetici Anonim Şirketi ortaklığında kurulan UÜ-TTO AŞ, Uludağ Üniversitesi kampüsü içerisinde
4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu kapsamında faaliyet
gösteren ULUTEK Teknoloji Geliştirme Bölgesinde bulunuyor.
Tıp Fakültesi Hastanesi sağlık hizmetinde “yalın” sistemi başlatmak için
de bilimsel çalışma başlattı. Üniversitenin Kükürtlü’deki Atatürk Rehabilitasyon Uygulama ve Araştırma
Merkezi’ndeki (ARUAM) pilot uygulamadan başarılı sonuçlar alındı. “Yalın
sağlık” uygulamasının tüm birimlerde başarıyla uygulanması için de çalışmalar sürüyor.
Temel olarak üniversite- sanayi işbirliğinin sağlanması, üniversitelerde
üretilen bilgiye dayalı geliştirilen yeni
teknolojilerin sanayinin kullanımına
Tüm Güney Marmara’ya yılda bir milyondan fazla poliklinik, 43 binden
fazla yataklı hastaya sağlık hizmeti
veren Uludağ Üniversitesi Tıp Fakül-
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
tesi Hastanesi, sağlık alanında dünyanın saygın bağımsız akreditasyon
kuruluşu Joint Commission International (JCI) tarafından denetlenerek
akredite edildi. İlk kez 2007 yılında
üç yıllığına akredite edilen Uludağ
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,
2013 yılında da kuruluşun belirlediği
standartların kat be kat üstüne çıkarak 2016’ya kadar yeniden akredite
olmaya hak kazandı. JCI, denetimin
ardından Uludağ Üniversitesi’ne bir
mektup yazarak, sağlık kuruluşlarının
akredite edildiğini bildirdi. JCI denetçisi Andrew Fallat, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin tüm
birimlerinin standartları kat be kat
aşarak akeditasyonu fazlasıyla hak
ettiğini açıkladı. Denetçilerden Claudia Jorgenson “Bizi yeniden davet
ederek cesaret örneği gösterdiniz”
derken, Stewart Hamilton ise “Hastalandığımda burada tedavi olmak
isterim” diyerek Tıp Fakültesi’nin hizmet kalitesini övdü.
Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Kamil Dilek, kalite konusunda bir
dünya standardı olan JCI tarafından
tüm hizmet alanlarıyla akredite edilen iki üniversite hastanesinden biri
olduklarının altını çizerek, “Hastalara
doğru ve güvenilir hizmet sunduğumuz bir kez daha kanıtlanmış oldu”
diyerek duyduğu gururu dile getirdi.
Çocuk Onkoloji Hastanesi Yapılıyor
Uludağ Üniversitesi, kansere yakalanan çocukların tedavisi için
Tıp Fakültesi’nin bitişiğine yeni bir
hastane daha yapıyor. Yaklaşık 10
bin metrekarelik alana inşaa edilen Çocuk Hematoloji ve Onkoloji
Hastanesi’nde 100 yatak bulunacak.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ
Prof. Dr. Kamil DİLEK
Uludağ Üniversitesi 2015 yılında 40. yılını kutlamaya
hazırlanan bir eğitim ve araştırma kurumu olarak, yakın
geleceğini planlamak üzere yaklaşık bir yıllık bir çalışma
ile 2014-2018 yıllarını kapsayacak ikinci dönem stratejik
planını hazırlamıştır. Çalışma, konusunda uzman yüze
yakın akademisyen ve idari personelin katıldığı 5 farklı
tema grubunda katılımcı bir anlayışla yürütülmüştür.
Tema grupları tarafından sunulan öneriler üst yönetim
tarafından tüm boyutları ile değerlendirilerek ve paydaşlarımızın da görüşleri alınarak üniversitemizin senatosuna arz edilmiş ve senatomuzda da kabul görerek yürürlüğe girmiştir.
Üniversitelerde stratejik plan hazırlama çalışmaları 5018
sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile başlamış ve bu kanun
ile kamu kuruluşlarında performans esaslı bütçe sistemine geçilmiştir. Bu kanun çerçevesinde üniversitemizde
ikinci dört yıllık stratejik plan hazırlanmıştır. Her ne kadar stratejik plan hazırlığı bir kanun hükmü olarak bizim
için zorunluluk ifade etse de, üniversitemizin hazırladığı
ikinci stratejik plan, üniversitemizin geleceğini planlamak adına izlenebilir ve ölçülebilir bir performans sistemi yaratmak üzere mutlak faydasına inanarak gönüllü
olarak hazırlanmıştır.
Uludağ Üniversitesi 2014-2018 Stratejik Planını oluşturan performans göstergeleri incelendiğinde, son yıllarda
dünyada kabul gören ve bizim yönetişim sistemimizin de
temel felsefesini oluşturan girişimci ve yenilikçi paradigmanın temel ekseni oluşturduğu rahatça görülecektir. Bu
paradigma esas alınırken, üniversitemizin finans ve insan kaynaklarında yaşadığı kısıtların yanı sıra geçmişte
elde ettiği tecrübe ve bilgi birikimi de dikkate alınmış ve
ayakları yere basan uygulanabilir bir plan hazırlanmıştır.
Uludağ Üniversitesi Stratejik Planını hazırlarken, bazı
üniversitelerin yaptığı gibi eğitim ve araştırma konusunda bir tercih yapma zorunluluğunu hissederek kendisini
tek bir alan ile sınırlandırmamıştır. Plan hazırlığı sırasında yapılan tartışmalarda ortak akıl ile karar verilen
stratejinin temelini eğitim ve araştırma konusunda eş
güdüm halinde bir gelişmenin mümkün olduğu ve her
iki alanda yaşanacak gelişme ve ilerlemenin birbirleri
üzerinde sinerji yaratacağı düşüncesi oluşturmuştur.
Eğitim konusunda son teknolojik gelişmeleri öğretim
mekânlarında kullanmaktan, eğitim programlarımıza
dış paydaşlarımızı da ortak ederek uygulamalı eğitimi
geliştirmeyi amaç edinen özgün ders programları oluşturmaya kadar geniş bir yelpazede performans göstergelerine yer verilmiştir. Araştırma alanında da özellikle
lisansüstü eğitim gören öğrencilerimizi daha etkili kulla-
narak ve öncelikli alanlarımızı belirleyerek bir atılım yapmak istiyoruz. İçinde bulunduğumuz kentin Türkiye’nin
en büyük sanayi ve tarım kentlerinden biri olduğu gerçeğini ön planda tutarak, dış paydaşlarımızdan Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) alanında gelen talepleri
karşılayacak öğelerin çok büyük bir kısmı planda yer
almıştır. AR-GE konusunda üniversite sıralamalarında
kullanılan yenilikçilik ve girişimcilik öğeleri de bu planda
yer almaktadır. Stratejik planımızda yer alan eğitim ve
araştırma ile ilgili hedeflerin başarılmasında insan faktörünün önemini de unutmadan, ortak kurum kültürü
oluşturmak ve merkezine insanı alan bir yönetim modeli
oluşturmak üzere gerekli planlamalara da yer verilmiştir. Benzer şekilde dış paydaşlarımıza yönelik hizmetlerin
kalitesinin artırılması ve çeşitlendirilmesine yönelik çalışmalar da planda yer almıştır.
Ülkemiz gerçekleri de göz önüne alınarak titiz bir çalışma sonucu hazırlanan bu planın başarılı olması ve
üniversitemizi planlanan hedeflere ulaştırması, her kademedeki üniversitemiz personelinin olayın bilincinde
olması ve üzerine düşen görevi aynı titizlikle yerine getirmesi ile mümkün olacaktır. Bu bakımdan planın hazırlanmasında katkı sağlayanlar kadar planın başarıyla
uygulanmasında da emek verecek tüm çalışanlarımıza
teşekkür ederim.
Sizleri, geniş bir katılımla hazırlanan ve üniversitemizin
geleceği için önemli olan birçok unsuru içinde barındıran Uludağ Üniversitesi 2014-2018 Stratejik Planını izlemeye, uygulamasında destek olmaya davet ediyorum.
Hazırlanan bu stratejik planın, üniversitemizin, ülkemizin ve milletimizin gelişimine aktif katkı sağlayacağı bir
dönemin başlangıcını oluşturması dileğim ile sevgi ve
saygılarımı sunarım.
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
77
film
SON DÖNEM FİLMLERİ ÜZERİNE
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU
The Wolf of Wall Street
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıp Etiği ve Tıp Tarihi
Anabilim Dalı Başkanı
İyi bir pazarlama yöntemi ile paradan para kazanarak işleyen kumarhane kapitalizminde, birden çılgınca
para kazanmaya başlayan Leonardo
DiCaprio’nun canlandırdığı borsacı,
bu kadar parayı harcamak için bedensel zevk almanın tüm yollarını da
dener.
Geçtiğimiz yılın önemli filmlerden birisi, Jordan Belfort isimli bir Amerikalının gerçek yasam öyküsünden yola
çıkılarak çekilen “The Wolf of Wall
Street”di
78
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
The Wolf of Wall Street filminde (yaşamının ikinci yarısında birden deli
para kazanan) borsacı kahramanımız;
kokain türevleri, eş değiştirme, çok
kadınla yatma süreçlerinden sonra
bıkkınlıkla “en fazla haz” deneyimleri için sırtına sıcak mum damlatma...
gibi zevk vereceğini umduğu deneyimlere ulaşıyor .
Kurtlar sofrasında yer almak ise her
tur değerinden vazgeçsen de kolay
değil ! Ve bu piyasanın da acımasız
çıkar çatışmaları var.
Etikçi gözüyle ilginç bir film! Günümüz dünyasında hayattaki amacını
paraya ve parayla satın alacağı hazza
indirgeyen, erdem, onur, aile, çocuk
gibi bu uğurda kaybedilen insani
değerler için gülerek “hazzın bedeli
olmaz” diyen, para için her tür satışı
yapan ve kazandığı parayla her tür
hazzın kölesi olan ve kokainden duygulanımını yitirmiş insanların dünyası hakkında ilginç bir deneme! Kapitalist dünyanın gerçekleri üzerine,
güldürürken ağlatan, kara komedi
türünde sürükleyici bir Martin Scorsese filmi. Altın ayı ödülü aldı.
karışmasıyla beynini daha aktif kullanıyor. Beynini kullanma kapasitesi
giderek artan bicimde en sonunda
%100’e ulaşıyor. Bu noktada zaman
ve mekan üzerine felsefi yaklaşımlar
içeren filmde en sonunda Benson Tasavvuf felsefesine varıyor.
Çok hareketli, sürükleyici, dünyanın
farklı kentlerinde geçen ve başrolde
güzel bir kadın olan iyi bir aksiyon
filmi.
Kış Uykusu
Lucy
Bu yıl Luc Benson tarafından çekilen
Lucy; Scarlet Johanson’un canlandırdığı karakter; sıradan eğlenmeyi
seven bir kadın, beklenmedik biçimde acımasız uyuşturucu tacirlerinin
eline düşüyor ve onların kurye olarak
midesinin içine yerleştirdikleri maddenin kılıfının patlaması sonucu kanına aşırı miktarda sentetik kimyasal
Ve “Kış Uykusu” mutlaka seyredilmeli.
Bu yıl izlediğim en iyi filmdi! Mecburi
hizmet yerim olan Kapadokya’da çekilmiş olması nedeniyle benim için
özel olmasından öte, görsellik üst düzeydeydi. Konu, diyaloglar ve senaryonun akısı çok iyiydi. Haluk Bilginer
kendini ve birçok oyuncuyu çok asmıştı. Melis Sözen, Tamer Levent, Nejat isler gibi isimlerin yanı sıra imam,
öğretmen rolündeki yeni oyuncular
da mükemmeldi. Sanırım 4 saat sürdüğünü anımsatmalıyım.
Maymunlar Cehennemi
Bu arada gecen hafta izlediğim Maymunlar Cehennemi de önceki versiyonlarına göre çok daha iyi çekilmiş
ve mümkün olabilecek bir senaryo
yazmışlar. Görsellik yine müthiş! Sezar, maymunlar cehenneminin güçlü
ve iyi lideri -ama her zaman olduğu
gibi bir de kötüler var. Evrensel değer
sisteminin, iyi / kötü olmanın önemi
üzerine vurgular var.
Side Effects
Side Effects, İlaç yan etkisinin cinayet
aracı olarak kullanıldığı, hekimliğin
oldukça tehlikeli bir meslek olabileceği durumlar yaşatan ilginç bir film.
(2013) Mesleğimiz başrolde !
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
79
MİSKİN İLE DERVİŞ
kitap
Tumturaklı tanımlamalar coşku dolu betimlemeler kimilerini ürkütür. Aslında taşıdığı
duygusal aşırılıklar söyleneni anlamayı da zorlaştırır. Oysa anlaşılmayı bekleyen yaşamsal önem taşıyabilir. Örnek mi? Yunus Emre ve hakkında söylenenler, yazılanlar ..
Dünyanın hamuruna haram karışmış bir kere. Kötülerin saygın olması bundandır. desem ülkemizdeki güncel durumdan değersizleştirilen yaşama halinden dem vurduğumu düşünürsünüz. Haksız sayılmazsınız. Ancak bunu söyleyen Yunus Emredir: “Haram
ile hamir tuttu cihanı/fesat işler eden hürmetlü oldu” diyendir. Devlet katında haramın
hamura karıştığı, Selçuklu İmparatorluğunun çöküşünün hemen öncesinde söylemiştir. Moğol işgalinin tarumar ettiği topraklarda insanlarını kıtlığa ermemek için yollara
düşen kişidir Yunus. Emeği, adaleti, ahlakı bilen bir ademdir. Öyle öğrenmiştir.
Yazar: Prof. Dr. Yıldırım B.
Doğan
Yayınevi: Kurgu Kültür
Sayfa Sayısı: 176
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
Kitap bir ben-i âdemin kendini yola vuruşunu anlatır. Yola vurdu mu insan tüm duygu
ve düşünceleriyle yoldadır. Düşünceye duyguya yolda olup bitenler karar verir artık. Yunus Emre olağanüstü bir yol öyküsünün kişisidir aslında. Tüm yaşamı yollarda geçmiştir. Tapduk Emrenin göklere fırlattığı ve düştüğünde mezarını işaret edecek olan çomağın yere değdiği ana dek hep yürüyecektir. Yürür. Kimi zaman ayaklarının, kimi zaman
atının üzerinde. Yunus şimdi mezarında durmakta. Şiirleri yürüyor. Aynı dil kılığı içinde,
Türkçede, yürümeyi sürdüren şiirleri yalın olduklarından tumturaklı ifadelere, yapay
coşku sellerine ihtiyaç duymuyorlar... Önemliyse eğer, okur da şiirlerle birlikte yürür.
Kitap, bu yürüyüşte kısacık bir rehber olsun diye yazıldı zaten. Yolunuz açık olsun.
NARSİSTLE ATEŞKES
Yazar: Wendy Behary
Çevirmen: Nihan Azizlerli
Melis Caner
Yayınevi : Psikonet
Sayfa Sayısı: 176
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
Hayatınızdaki narsist kişilerle nasıl başa çıkarsınız? Sizi yıldırabilir ve gözünüzü korkutabilirler! Sosyal ya da profesyonel ortamlarda böyle bir kişi
ile etkileşim halinde olmak zorunda kalabilir ve hatta onu seviyor olabilirsiniz - bu nedenle onu görmezden gelmek işe yaramaz. İşe yaramayan
güç savaşlarını ve anlamsız tartışmaları bir kenara bırakıp; hayatınızdaki
narsistle işlevsel bir şekilde iletişim kurmanın, ona kendinizi anlatmanın
ve ihtiyaçlarınızı karşılamanın bir yolunu bulmalısınız. Bu kitap, dünyanın
merkezinde yer aldığını düşünen bu kişilerle başa çıkmak için size etkili
stratejiler sunuyor.
Wendy Behary, hayatınızdaki narsistlerle başa çıkmanız ve ilişki içinde ihtiyaçlarınızı karşılamanız için size içi alternatif bakış açıları ve davranışlarla
dolu bir alet çantası sunuyor.
DUA - KUTSAL MI, BİLİMSEL Mİ?
“Ona göre dua, adeta bir ‘patlama’ yaratarak kanser, verem, ülser ya da böbrek hastalıklarını oldukça hızlı bir şekilde iyileştiriyordu. Bu iyileşme sürecinde ise hemen
her birey aynı deneyimi yaşamaktaydı; önce büyük bir acı ve bu acının ardından
gelen bir iyileşme… En fazla birkaç saat sonra hastalık ortadan kaybolmakta ve
anatomik yaralar kapanmaktaydı. Hiçbir tıp hekimi, hiçbir tedavide böylesi hızlı bir
iyileşmeye tanık olmamıştı.”
Yazar: M. Evren Hoşrik
Yayınevi: Okuyan Us
Yayınları
Sayfa Sayısı: 143
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014
Mucize içerikli iyileşme hikâyeleri yıllar boyunca kulaktan kulağa hızlıca yayılırken,
olağanüstü beklentileri gerçekleşmeyen, dolayısıyla hastalığına şifa bulamayan ve
hatta ölen yüzlerce insanın hikâyesi ise hiç hatırlanmamıştır.
Araştırmalara göre pek çok insan, gelişmiş bir toplumda yaşıyor olsa bile, dua ile
gelen şifaya güçlü bir şekilde inanmaktadır. Peki, elimizde duanın hastalıkları iyileştirebileceğine dair bilimsel bir kanıt var mı? Duanın hastalıkları iyileştirip iyileştiremeyeceğine dair kutsal metinler bize ne söylüyor? Bu tip inançlar batıl mıdır, yoksa
gerçek mi?

Benzer belgeler