Adobe Reader formatıyla okumak için tıklayın

Transkript

Adobe Reader formatıyla okumak için tıklayın
H AY D A R D Ü M E N

HER YÖNÜYLE VAGİNİSMUS
1
Her Yönüyle Vaginismus
© 2010, İnkılâp Kitabevi
Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Sertifika No: 10614
Bu kitabın her türlü yayın hakları
Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince
İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye aittir.
Sayfa tasarım İsmet Sayar
Kapak tasarım Okan Koç
Yayıma hazırlayan Aret Demirkaynak
ISBN: 978-975-10-????
10 11 12 13 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1
Baskı
İNKILÂP KİTABEVİ BASKI TESİSLERİ
A
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196 Yenibosna – İstanbul
Tel:(0212) 496 11 11 (Pbx)
Faks:(0212) 496 11 12
[email protected]
www.inkilap.com
2
A
3
Bu kitabımı evlilik hayatlarını kurtardığım 3.000 aileye, şimdilik 4.000 ama arkası gelecek manevi torunlarıma ve tüm ailelerinin
mutulluğuna adıyorum.
H.D.
www.haydardumen.com.tr
4
NEREDEN NEREYE
1970’li yılların başları. ANAHTAR KİLİDE UYMADI adlı bir tiyatro oyunu yazdım.
Kitap olarak basıldı. Anadolu’dan İstanbul’a gelen üniversite öğrencisi biri kız, biri
erkek iki genç, bir mahallede tek odalı kiraladıkları evlerinde karşılıklı pencereden
birbirlerini görmektedirler.
Her genç erkeğin ve de kızın yaşayabilecekleri sıradan ilişkiler, önce merak, sonra hoşlanma ve ilgilenme biçiminde gelişir, giderek etkilenme olur. Hayatın pişirdiği
erkeğin ev sahibi kadın, bu ilgiyi sezer ve alttan alttan erkeği, bu ilişkinin devamına
hazırlar. Bundan kendi açısından ufak çıkarları da vardır. Kızla erkeğin aralarında,
kadınsı içgüdülerini ve tecrübelerinin incelediklerini de kullanan, bir haberleşme aracı olur.
İlişkiler artık vazgeçilmez duruma gelmiş, gençler birbirlerine aşık olmuşlardır.
Evlenmeye karar verirler. Aileleri istemese de, tek oda onlara yetecek, gerekirse hem
çalışıp, hem öğrenimlerine devam edeceklerdir.
Evlendiklerindeki ilk gece, bilmedikleri, beklemedikleri bir olayla karşılaşırlar. Bu
VAJİNİSMUS’tur. Günler aylar birbirine kovalar, kimse onların bu sorunlarına yardım edemez, çünkü kimseye açılamazlar. Şaşkındırlar ama, ileri derecede birbirlerine
aşıktırlar. Buraya kadar sahnede üç kişi görülür. Oyunun sonuna doğru, erkeğin annesi de, Anadolu kadınının tipik davranışlarıyla devreye girer. Sevecendir ama, kızı
pek içine sindiremez. Genellikle son kaleleri de yıkılmış, başbaşa kalmışlardır.
Sonunda oyun, elleri kenetlenmiş olarak verdikleri kararın tiradıyla biter.
“İkimiz her zorluğu aşacağız, her tür kötülüklerle savaşacağız. Bu sorun sürse
de, aşkımız bize yeter. Bunun ve nice olumsuzlukların da üstesinden geleceğiz. Biz
genciz. Biz gücüz, her türlü zorluğu yenip, güzel bir dünya yaratmak için varolduk.
Bu bilinçle, bu sevgiyle ve gençliğimizin enerjisiyle, yenemeyeceği sorun yoktur” diye
and içerler.
Otuz yıl sonra, 2000’li yıllara doğru, nereden bilebilirdim ki, ben VAJİNİSMUS
sorununu çözeceğim. Nereden esinlenmiştim de, hiçbir olguyla karşılaşmadan (o
tarihte muayenehanem yoktu) böyle bir olayı bir tiyatro oyuna çevirmiştim? Alt birikimim neydi? Neden bunca sorun, bunca psikiyatrik tablolar varken, vajinismusu
işledim? Bilmiyorum.
Ancak insan beyninin bir özelliği var. Eğer onun üzerinden bir değerlendirme yaparsak, şöyle yorumlayabiliriz. Her keşif yani buluşta, beyin alt yapısıyla çalışmalarını,
sentezlerini sürdürür. Böylece aşamalar kaydedilir. Bir çok keşiflerde bunu görüyo5
ruz. Gene pek çok bilim insanı, bazı formülleri rüyalarında çözmüşler ya da sorunun
yanıtını rüyalarında bulmuşlardır.
Yıllar önce, bu konuda bir oyun yazıp bastıran, otuz yıl sonra da “elma ile yerçekimi” bağlantısı gibi, son derece basit, kolay bir yöntemle, bu olayı çözen, beynime,
insanlık adına yorulduğu için teşekkür ediyorum.
Çünkü “ne ekerseniz onu biçersiniz”. Benim canım okurlarım, sizin beyniniz,
hem uyanık hem rüyalarınızda iken çalışsın ama, asla yıkıcı şeylere çalışmasın. Kötülemek yerine hoş görüye, birilerinin hakkını yeme yerine, haklının hakkına saygı
duyma gibi, pozitif yönde yapılansın. O zaman, bu huzurlu titreşimleri, yaşam boyu
ruhlarınızda daha iyi hissedip yaşayacaksınız ki, gerçek insanlık ve mutluluk budur
işte.
Sevgiler saygılar... Dr. Haydar Dümen
15.06.2010
6
HAYAT DERSLERİM
BİRİNCİ DERSİM
İlk hocalarım, hayatı bana öğreten ilk varlıklar: PİRELER’dir.
Yunanlılar köyümüzü işgal etmiş, üç yıl köyümüzde karargâh kurmuşlar. Esaret,
açlık, yokluk, güvensizlik, ölüm ve de namus gibi tüm kavramlar içiçe. İpin ucu da,
yunanlı askerlerinin elinde.
Büyük Atatürk yolda, Dumlupınar’ın tepelerinden, Uşak ovasına aktı akacak. O
ovanın düzlüğünde de köyümüz İKİSARAY var.
Savaş bitmiş, köy yakılmış yıkılmış ama, hayat devam ediyor. Açlık, yokluk, ölüm
var, AŞK da var. Aşk da bu ortamda, yaralı yüreklerde kendine bir yer bulmaya çalışıyor.
Bir akşam üzeri, anam tarladan dönerken, babamla yolda karşılaşmışlar. Babam
doğrudan:
“Nazife bana varır mısın?” teklifinde bulunmuş.
Anamın yanıtı:
“Olmaz, ben sözlüyüm” olmuş.
Ve bu iş, bu aşk da, bu yanıt karşısında, babamın yüreğinde sönüp gitmiş.
“Kader ağlarını örüyor” derler ya, onun gibi bir şey. Babamla anam gene bir
yerde karşılaşmışlar.
Bu kez anam babama:
“Geçen gün sen o lafı bana etmeye utanmadın mı?” Sorusuna, babamın beyninde çakan şimşek: “Oldu bu iş” müjdesini vermiş.
Gerçekten bu iş olmuş. Düğün dernek, üstü toprak örtülü bir dam oda gerdeğe
giriyorlar. Zamanı gelince ben doğmuşum. Ertesi sabah annem altımı temizlerken,
babam bir de bakmış ki, tüm bedenim kızamık çıkarmış gibi delik deşik.
Pirelerin marifeti…
Körpe tende taze kan!..
Hey gidi pireler hey!..
Önünüze düşmüş bir nimet, sizler kara kan emiciler, sizlere kanımı helal etmedim ama, bana da sormadan kanımı emdiniz. Ancak hayatta ilk dersimi de verdiniz.
Ertesi gün köyümüzde iki tane olan, adına saray dedikleri, üstü kiremitli eve taşınmışız.
Pireler…
7
Müthiş hayvanlardır. En önemli özellikleri kara olmalarıdır. Bu nedenle, yaşamım
boyunca KARA olan her şeyden ürktüm ve de korktum. Kara olan her şeyin içinde,
altında ve üstünde ne var, bilemiyorsunuz. Tek bildiğiniz KARA sözcüğünün, karanlıkla özdeş bir korku yaratmasıdır.
Son derece çevik dahası müthiş sıçrayan, karanlık ortamlarda asla göremeyeceğiniz kadar, karanın karası bu yaratıkları, kolay da yakalayamazsınız. Sıkışınca kendi
boylarının birkaç yüz katı sıçrayıp kurtuluverirler.
Zeki ve kurnazdırlar. Saklanmasını çok iyi bilirler. Nasıl nerede saklanıp, nasıl
gözden uzak kalabileceklerini de bildikleri gibi, kan emme zamanlarını da iyi seçerler.
Kanını emecekleri kişiyi savunmasız yakalarlar.
İnsanlara düşmandırlar. Kan emdikçe şişerler. Zamanla ilk günlerinin kara renklerini yavaş yavaş yitirirler ve kahverengine dönüşürler. İşte o zaman çoğu yakayı ele
verir ama, iş işten geçmiştir. Çünkü giden kanınız geri gelmez.
İKİNCİ DERSİM
Altı-Yedi yaşlarında iken, babamdan yediğim ilk tokat, ikinci dersim oldu. Sabah
uyuyordum uyandırdı, bana kalemtıraşını sordu?
Bilmiyorum diye yanıtladım.
Meğer o kalemtıraşı cebimde bulmuş. Yalanımın bedelini yediğim tokat ile ödedim. Böylece ikinci dersimi de almış oldum.
O günden bu güne, yaşamımda tek bir kere bile, yalan söylemedim.
ÜÇÜNCÜ DERSİM
Köyümüzde ilkokul yok. Anne babanın tek oğlu, narin cılız bir çocuğum. Köyümüze yakın ilkokulu olan bir köyde, başka bir ailenin yanında okula başladım.
Annemi, babamı köyümü, yuvamı her şeyi özlüyorum. Çocukluğun özel ilgisinden
yoksunum. Çoğu zaman yemekte karnım doymuyor. İkinci Dünya Savaşı dönemi.
Yokluk kıtlık ve ben, yabancı bir ailenin yanında okula devam ediyorum. Kısacası zor
ve sıkıntılı bir dönem, acı çekiyorum. Derken çaresini buldum: Benden bir yaş büyük
olan, evin kızı Hatice’ye âşık oldum.
Bir acıyı yok etmek için, bir başka duygu, sevgi, aşkla, idealle, hobiyle, sanatla
onu bastırabilirsiniz. Böylece bir acı, tatlı bir umuda dönerek, bir yürek titreşimi ile
sizi bulunduğunuz dünyadan alıp, kendi maviliklerine çekiverir.
Artık günler daha az sıkıntılı geçiyordu.
8
DÖRDÜNCÜ DERSİM
On yaşında sünnet oldum. Annem tek evladının “mürvetini görecek” bana
renkli bir gömlek diktirecek, ben o gömlekle sünnet olacağım.
Babam başka türlü düşünüyor. Yanımda beş kişiyi daha sünnet ettiriyor. Yoksulların çocukları bunlar. Babam hepimize “alem basması” denilen, halk tipi kumaştan
gömlek diktiriyor. Ayrım göstermeksizin o gömleği giydiriyor. Sünnetin ardından para kesesini çıkarıyor, her birimize 10 kuruş veriyor.
Ayrımcılık yok.
Hayatta aldığım dördüncü dersim de bu oldu; Eşitlik
BEŞİNCİ DERSİM
12 yaşındayım köydeyim, köy çocukları ile arkadaşlık kuramıyorum. Ben okuyorum onların işleri var... “Yalnızlığım içinde bulmaya çalıştığım bilmece” kendimim.
Bir gün bir tepenin üzerinden aşağıya taşlar yuvarlıyorum, yani taşları yarıştırıyorum.
Seçtiğim en iyi ve düzgün taş için, en uzaklara kadar gider diyorum, dediğim oluyor.
Sonra ondan daha düzgün bir taş buluyorum, bu onu da geçecek diye tahmin
ediyorum. Taş yarı yolda bir kayaya çarpıyor, aşağıya bile inemiyor.
Yamuk yumuk bir taş alıyorum, onu yuvarladığımda 10 metre bile gitmiyor. Ama
ondan daha bozuk bir taşı yuvarlağımda, onun öteki yuvarlak düzgün taşları geçip,
daha uzaklara ulaştığını, her dönüşte sivri çıkıntısı yere çarparak, ivme kazanmasıyla
hızlandığını görünce, taş yuvarlama oyunum sürprizli bir eğlenceye dönüşüyor.
Bu oyundan aldığım dersim:
1.Taşın düzgün olması önemli. Bu kişinin genetiği, sağlığı zekâsı ve yetenekleri.
2.Taş mükemmel ama, onu hayata atan elin becerisi, ustalığı, bilgisi ve deneyimleri.
3.Taşın önüne beklenmedik engellerin çıkması.
4.Taş yeterince düzgün olmasa bile, usta bir elden yönlendirme ile, engellere rastlamamışsa, uzaklara kadar gidebilmesi.
5.Asıl önemlisi bizim taş olmamamız. Biz insanız. Bu durumda düz yollardan sapıp,
kendimize engeller yaratmadan, yaşam yarışında hatalar yapmadan, engellere
çarpmadan yol almamız.
Ben hayatım boyunca, beni hayata atan ellerin yüzünü hiç karartmadım, bilim ve
çağdaşlık yolundan hiç sapmadım, ülkemize ve halkımıza da hiç ihanet etmedim.
YANİ TAŞ olmadım.
9
KISA ÖZGEÇMİŞİM (YAMALI BOHÇA)
Babamın notuna göre, 15 Haziran 1930 tarihinde Uşak’ın İki Saray Köyü’nde,
anamın anlatımına göre; güneş doğup, bir mızrak boyu yükseldiği saatte doğmuşum. Nüfusa 01.06.1931 tarihinde kayda geçmişim. Ben babamın tarihini asıl saydığım için, 80’inci yaşıma girmeme birkaç gün kala, yaş günümü gururla ve özlemle
bekliyorum.
Köy yaşamını ne düşünüyorsanız odur. Köyümde ilkokul yoktu. Okuma-yazma
bilenler birkaç kişi. Ben lisede öğrenciyim, köyümüzün muhtarı okuma-yazma bilmiyor. Her hafta pazar dönüşü aldıkları KARAGÖZ gazetesini onlara okuyorum.
İlkokul 5. sınıfından başlayarak, lise 2. sınıfa kadar, her okul dönemi arabamıza
koyduğumuz eşyalarla, Uşak’a gidiyoruz. Orada kiraladığımız, kırık dökük evlerin bir
odasını kullanarak, anamın pişirdiklerini yiyerek, etin yüzünü de görmeyerek, okula
devam ediyorum. Okul bitince, eşyaları arabaya yüklediğimiz gibi köye dönüyoruz.
Elektrik yok. Radyo neredeyse kimsede yok. Yardımcı ders kitabı yok, roman yok,
gazete yok, ÇÜNKÜ PARA YOK.
Uşak Lisesi’nde 2. sınıfta iken, Uşak’taki ailelerin dışında yakın çevrelerden gelenler dahil, 22 öğrenciyiz. İkmalim yok, arada bir iftihara geçmelerim var. Lise 3.
sınıfa geçtiğimde, bizim lisede fen şubesi olmadığı için, 3 arkadaş her birimizin bir
kilim, bir yatak yükümüzle Manisa’ya gidiyoruz. Bizi istasyondan şehire götüren bir
paytoncunun önerisiyle götürdüğü evde üçümüz bir oda kiralıyoruz. Ev sahibinin
verdiği gaz lambasının çevresinde, yere uzanarak ders çalışıyoruz. Böylece 3. sınıf
fen şubesinden, iyi notlar alarak, iyi bir fakülteye gitmeyi hayal ediyoruz. Hayat zor.
Kış gelmeden karar değiştiriyor, oradan Afyon Lisesi’ne göç ediyoruz. Yatılı kalarak
okulu bitiriyorum.
Fakülte hayatı başladı. O sırada İstanbul’da yıkık dökük Veznecilerdeki küçük
halk tipi lokantalarda yemeğimizi yiyoruz. Öğlen öğünlerimiz, Kızılay aşocağından
kupon karşılığı bir tabak ücretsiz yemek. Keyifli günümüz ise, üzerine 10 kuruşluk tahin helvasını ekliyoruz. Tranvaylarda ikinci mevki 3 kuruş. Kimi durumlarda onun bile
parasını vermeden kaçak biniyoruz. Kaldığımız yurt odasında yatakhanede kalorifer
nerede, soba ya da ısıtıcı yok. Kışın kimi sabah uyandığımızda, camın aralıklarından
içeri giren kar kristallerinin, yorganın üzerinde ince bir yol gibi biriktiğini de görüyoruz. Ne ilginiçtir ki, neşeli ve keyifliydik. O günlerden bu günlere geldim.
Gene ne ilginçtir ki, bugün o günlerdeki kadar keyifli değilim.
Bohçada yamanacak yer kalmadığından şimdilik bu kadar.
10
KENDİMİ TAKDİMİMDİR
Evlerinize radyodan, televizyondan, gazetelerden ve kitaplarımla konuk olarak
geldiğim için, beni biraz daha yakından tanımanızı isterim. Kitaplar insanların en iyi
dostu ve en sadık arkadaşlarıdır. Yalnız öğretmekle kalmazlar, yaşamı yorumlamada
da yol gösterici olurlar. Kimi zaman güldürürler, çoğu zaman düşündürürler. O düşünceler önce bireyi, sonra grupları etkiler. Zamanla bir tohum, bir fidana dönüşür
ve dal budak verir. Kişiliğinizin yaşam ormanında, bir de bakarsınız o kitap çınarınız
oluvermiştir. Böylece her kişi, kültürüyle kendi bütünlüğünü, gücünü sorumluluğunu
oluşturur. Bu yaratılan şey aslında yaşam zincirinizin bir halkasıdır. Artık, geçmişten
geleceğe bir geçiş yolunda, kültürün ve de yaşamla ilgili her şeyin taşıyıcısı olursunuz.
Zincirinizin halkaları ne denli sağlamsa, yaşamdaki ve tarihteki yeriniz de o denli ak
ve güçlü olur. İnsana yakışanı da budur.
Ancak bu bütünlük yapılanırken, iç dinamikler ve dış etkenler de rol oynar. Bu
rollerin seçiminde, size çok önemli görevler düşer. Bunu kendimden örnek vererek
açıklamaya çalışayım.
Metafizik inançlar, tanrısal boyutta da olabilir, spekülatif de. Bu inançlar kişi
yaşamında ve toplum kültürlerinde rol oynar. Metafizik felsefenin insanla ilgili tek
sözcüğe indirgenmişine KADER diyebiliriz. Bunun İslam dinindeki karşılığı irade-i külliyedir. Yani bütünün iradesi, büyük irade demektir. Bir de kişinin kendisine verilen
iradesi vardır ki, buna da irade-i cüziye denir. Bu irade kişiye göre değişiktir. Cüzinin
anlamı da budur. İrade-i külliyenin halk dilindeki karşılığına kader demiştik. İradekülliye kişilere özel değildir. Örneğin bir deprem, bir sel baskını ya da ülke çapında
yıkım, savaş vb. gibi.
Bu durumda ben kişi olarak, irade-i külliyeyi etkilemiyorsam, elimdeki olana,
kendi gücüme dönerim. Bunun için irade-i cüzziyemi olabildiğince güçlendiririm.
İşte bu bir yaşam tarzıdır.
Benim irade-i cüziyemi, bedenimdeki tüm hücrelerim oluşturur. Her biri yaşam
enerjimin ve yaşamımın yılmaz, yorulmaz ırgatlarıdır. Tek hedefleri bir bütünü, beden denilen o organizmayı koruma ve ölüme karşı direnmeye programlıdır. Bir binanın tek bir tuğlası ya da betonarmesinde tek bir kum taneciği bile olsalar, o bütün
içinde önemli fonksiyonları vardır.
Bu nedenle ilk yapacağım şey, ırgatlarıma nankörlük yapmamak ve onların hakkını yememek yani iyi bir patron olmaktır.
Önce onlara zarar verecek her şeyden ( elimden geldiğince) uzaklaşmalıyım.
11
Örneğin sigara içmemek gibi. Asla ağzıma almadım. Alkolün ölçülü olmak koşuluyla
kimi yararları olmasına karşın, kırsal kesim kökenli olduğumdan, ona da alışamadım.
Alkol toplum yaşamının olmazsa olmazı gibi de sayılır. Bir grupla yemeğe oturduğunuzda, arkadaşlarınınız alkol alıyorsa, katılmazsanız sofranın havası size işkence gibi
gelmeye başlar. Az ölçüde almaya da karşı değilim.
Gene yetişme dönemimde, üniversite yılları 2. Dünya Savaşı sonları olduğundan,
bir çayına bile, masum tavla oyununu öğrenemedim. En son oynadığım kağıt oyunu,
emekli general arkadaşımla 30 yıl önceki oynadığım bezikti. Bu nedenle kahvehanenin ve kulüplerin gürültülü, tozlu, sigara dumanlı ortamında bulunmadım. Böylece de ırgatlarımı korudum. Gece hayatım olmadı. Uyku düzenimin ritmiyle hemen
hemen hiç oynamadım. Kolay uykuya dalamam. Bu süre birkaç saatten az değildir.
Belki de düşünce otomatiğine bağlanan beynimin bir oyunudur. Bu nedenle geç
kalkarım.
Besleme bilimine ters olsa da, sabah kahvaltı olayım yoktur. Çünkü sabahım
yoktur ki kahvaltım olsun. Sabah çöplendiğimle, öğleden sonrayı bulurum. Genellikle az yerim.
1965-1980 yılları arasında İstanbul’da Taksim İlkyardım Hastanesi’ndeyim. Öğle
yemeklerimizi self servis olarak alırdık. Doktorlar, eczacılar, hemşireler, memurlar ve
sağlıkçılar aynı salonda yemek yerdik. Ben self servise girmezdim. Benim yemeğimi
hastabakıcı (garson) getirmeliydi. Tıpkı başhekime ve birkaç arkadaşımıza olduğu
gibi.
Hastanede hazırlanan yemeklere gelince: Diyelim ki, öğle yemeğinde kıymalı
ıspanak varsa, yönetmeliğe göre malzeme taze olacak ve aynı gün alınacak. Bunun için bir kamyonet ıspanak mutfağa gelecek, yıkanacak, ayıklanacak. Doktorlar
da hastalara çıkan yemekten yediklerinden, 1000 kişi için pişen ıspanak, tabakta
önünüze geldiğinde, dişlerinizin arasında gıcırtılı kum tanelerini hissedersiniz. Bulgur
pilavı tavuk yemi, üzüm hoşafı ise, çamur gibi olurdu.
Listede eğer haşlama et ya da etli patates varsa, o kadar kişiye hasta bakılıcılıktan aşçılığa yatay geçiş yapmış ustanın, bir lokanta servisi hazırlar gibi, et miktarını
ve sunuş kalitesini ayarlamasına, ne gücü ne de zamanı yeter. Elindeki satırla, etleri
parçalar size gelen tabakta ne varsa onunla yetinirsiniz. Bu kimi zaman bir kaburga
kemiğinde bir parça yağ dilimi de olabilir.
Self serviste yemeği kendi alan hekim arkadaşlar, yemek dağıtan hastabakıcı
kadrolu elemana, parmağıyla gösterip: “Şu parçayı koyar mısın” derse, adam hayır
diyemez. Öyle günler olurdu ki, karşımda yemek yiyen arkadaşımın tabağında lop
et, sabah kahvaltısı yapmamış benim tabağımda kemikli patates. Taşı yesem eritecek
yaştayım. İştahım da öyle. Eğer bir fiyat biçilse, onun tabağındaki ete neler vermezdim ama, buna rağmen self servise girmezdim.
12
Memurların şefi olan bir personelimiz vardı. Beden yapısı iyi beslenmediğinin
işaretini de veriyordu. Bir gün konuşurken: “Hocam öğle yemeklerini burada tıka
basa yiyorum ki, akşam yemek yemiyorum. Eğer akşama yemek yersem, üniversiteye
giden oğlumu okutamam” demişti.
Eğer porsiyonumu kendim seçseydim, çoğu hastanede yatıp kalkan hemşireler
de dahil, onların haklarına tecavüz etmiş olacaktım. Adalet duygum buna izin vermezdi.
Bir kere bile bu haksızlığı yapmadım. Ben evimde eti ve öteki yiyecekleri bulabiliyordum. Öğle yemeği zamanı gelince, mutfağa telefon eder, yemekleri sorardım.
Genellikle de ufak bir yoğurt kasesi aldırır, yemeğe öyle çıkardım. Bu elsever adaletim, mide kapasitemin ayarını da iyi yapmış olmalı ki, az yemeğe koşullandım. Kendime göre aç gözlü olmadan, hak sever adaletimin bana dönüşü, sağlık ödülü oldu.
80 yaşında enerjik ve ayaktayım. Kilom hiçbir zaman 65’i aşmadı.
Kırsal kesimde yaşam, doğanın kucağında yaşamak demektir. Ben de o kökenli
olduğumdan, fizik aktivitemi korurum. Özel spor faaliyetim yoktur ama, buna gerek
duymayacak kadar hareketliyim.
Çok özel beslenme diyetim de yoktur. Bir toplum içinde ya da televizyonda
yemem içmem konusu gündeme gelirse, brokoliden saymaya başlamam. Kuru fasulye ve mercimeği de boşlamam. Yararlı olmasına karşın, balığı da hep baş sıraya
koymam.
Şu ana kadar anlattıklarımla, hücrelerimi iyi koruduğumu sanıyorum. Irgatlarım
harıl harıl çalışıyorlar. Yararlı gıda ve bol oksijen istiyorlar. Bunları da yeterince verdiğimi söyleyebilirim. İrade-i külliyeyi büyük bir sistemin, büyük bir düzenin hazırladığı
hassas bir saat gibi görürüm. Bana düşen görev, onu iyi yorumlamaktır. Bedenimi o
saate adamak yerine, yaşadığım zamanın ondan gelen işaretlerine bakarım.
Tam bir bilim tutkunuyumdur. Tanrı kavramı konusunda spekülasyon yapmak
istemem. Sihirli güçlere inanmam. Meditasyonu bir iç düzen jimnastiği gibi düşünürüm ama, ona da fazla takılmayı fanatik bulurum. Akupunktur için de aynı şeyi
söyleyebilirim. Hipnoz modası geçmiş bir yöntemdir. Sahnelerde yapanları şarlatanlığa yatkın sihirbazlık gibi değerlendiririm. Bitkilerden, otlardan gelen şifalar olabilir. Ancak, bunun da etki tepki mekanizması, bilimsel verilerden geçmediyse sıcak
bakmam. Bu nedenle nice şifalı ot kapsülcülerinin, muayenehanemi aşındırmalarına
karşın, reçeteme yazmam.
Gazinolarda, müzik programlı lokantalarda beni hiç göremezsiniz. Bana eğlenceli ve sıcak gelmez. Dansözlü gösterilerin olduğu eğlencelere de kapalıyımdır. Kimi
eğlencelere de bu nedenle katılmam. Bu ‘iyi midir, kötü müdür?’ diye de değerlen13
dirmenizi de istemem. Benim yaşam tarzım bu. Bundan dolayı ne yüksek bir kaliteden, ne de yoz bir insan kimliği içinde değilim.
Beni bir otelin barında, rufunda bira ya da viski yudumlarken de göremezsiniz.
Bunu yapmak kötü bir şey de değildir. Mutlu olan için, ona yaşama sevinci veriyorsa,
ölçüyü kaçırmamak koşuluyla bir tür ilaç gibidir.
Evimde gereğinden fazla hayvan var. Müthiş bir karga eğiticisiyimdir. Ortaokul
birinci sınıfından beri karga besler onlarla ilgilenir ve eğitirim. Son derece zeki, sahibine bağlı, konuşan hayvanlardır. Bir o kadar da hain, tahripkardırlar. Hırsızlıkları da
cabası.
Bir ara evimizde 4 köpek, 12 tavuk, 3 horoz, 4 karga, 4 ördek, 2 muhabbet kuşu, 2 kirpi, 4 bıldırcın ve de keklik vardı. Bunlara bakmak kolay değil. Bu bakımdan
bunun da yorumu iki yanlı olabilir: Mantık olarak fazla. Ama, birde duygusal ve sevgi
dolu yüreğim için hayır diyemiyorum.
Bunları niçin anlatıyorum. Ağzı olan konuşuyor, kalemi olan yazıyor ve havada palavralar dolaşıyor. Yukarıdaki çizdiğim kimlikte eğlenceye, zevki sefaya ve de
kadınların neşe kaynağı gibi sunulduğu ortamlara fazla yer yoktur. Genç karımla
evliliğimizin 18. yılını doldurmuş durumdayız. Ondan ayrı hiçbir yere de adımımı
atmam.
Bu yapının ve kimliğin üzerine çamur atmaya kalkmak, o çamuru atanların, kendi kimliklerini ve vicdanlarını lekeleyeceğini de söylemek isterim.
Ne acıdır ki, bilimsel çalışmalarım ve araştırmalarımın derinliklerinden, sizlere
seslenmek varken, mahalle dedikodularına zaman ve bu sayfalarda yer ayırmak gibi,
beni de utandıran bir anlatıma girmiş bulunuyorum. İnsanız susmak da, nereye kadar? Ayrıntıları, yakında çıkacak olan ÖLÜMLE VE MEDYAYLA YÜZLEŞME kitabımda
bulacaksınız...
14
ÇALIŞMALARIMDAN ÖRNEKLER
1948 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt oldum. 1958 yılı Aralık ayının 18’inde İstanbul Üniversitesi Nöroloji ve Psikiyatri kliniklerindeki asistanlık
çalışmalarımı tamamlayıp, tezimi ve uzmanlık sınavımı vererek AKIL VE SİNİR HASTALIKLARI UZMANI oldum. 1 Ocak 1959 yılında askerlik görevime katıldım. Adana
Asker Hastanesi’nde Akıl ve Sinir Hastalıkları uzmanı olarak yedek subaylık görevimi
tamamladım ve 1960 yılının Haziran ayında terhis oldum.
1960 yılının Kasım ayından sonra Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığında, devlet
hastanelerinde hizmet sundum. Son çalıştığım İstanbul İlk Yardım Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 15 yıl çalıştıktan sonra, 1980 yılının Haziran ayında kendi isteğimle
emekliğe ayrıldım.
Hiç durmadan çalıştım. 1. Cezaevlerinde 15 yılın üzerinde mahkum olmuş 40
katil üzerinde yaptığım sosyal ve hukuksal yönü ağırlıklı çalışmamı, 2. 1964 yıllarında yurt dışına giden işçiler üzerinde yapığım sosyal araştırmamı, 3. Erzurum’da
lise öğrencileri üzerinde cinsel içerikli bir anket araştırmamı ve yankılarını, 4. Adını
vermek istemediğim (piyasadan kalktı) bir ilacın, damar sertliğinin dışında bir başka
semptomda da kullanılmasının mukayeseli bir araştırmasını, 5. Seksüel empotans
olguların psiko-sosyal sonuçlarını (2.Ulusal Üroloji Kongresi), 6. Apandisit ameliyatlarının, hastanelerde yapılan tüm ameliyatların 1/3 ünü oluşturmasının altındaki nedenlerini, aynı tarihte benimle aynı hastanede çalışan ve daha önce Almanya’da 5
yıl operatörlük yapmış olan arkadaşımızın, çalıştığı hastaneye de bir yazı yazarak,
oradaki yapılan apandisit ameliyatlarıyla, bizim oranımızı karşılaştırdığımda, aldığım
sonuçları, 7. Yaptığım hayvan deneylerinde omurilik kesilerinde, bulduğum nörofizyolojik sonuçlarıyla literatüre girdim. Bunları Türk Nöroloji ve Psikiyatri Kongrelerinde
bildiri olarak sundum.
Genel konferanslarım dışında, Bakırköy Akıl ve Sinir Hastanesi’nde yapılan bilimsel toplantılara, defalarca konuşmacı olarak çağrıldım.
Çalışma alanım, ağırlıklı olarak kitaplara yönelmişti. İlk defa Türk basın hayatına, kişilerin özellikle cinsel konularda, soru sorup yanıt almalarını, bir yenilik olarak
soktum. Yıllarca her gazete bu konuya köşe açtı. Benim çalıştığım gazetelere de
mektuplar, onların deyimiyle çuvallar dolusu geliyordu.
Gazeteye gelen bin mektubu değerlendirerek, Türkiye’nin ilk kez sayısal sonuçlarını veren, CİNSEL SORUNLARINIZ kitabımı yayınladım. 580 sayfalık bu kitabıma,
daha sonra 300 sayfa CİNSEL DÜNYAMIZ kitabım eklendi: CİNSEL YAŞAM (üç cilt)
kitaplarım dışında, yine cinsel içerikli CİNSEL RAPOR, EVLİLİK, kadın doğum hastalıkları uzmanı İldeniz Kurtulan ile birlikte yazdığımız, GEBELİKTEN KORUNMA, ÇO15
CUĞUN CİNSEL EĞİTİMİ, (bu kitap Mili Eğitim Bakanlığı’nın Talim ve Terbiye Kurulundan gençlere ve okullara tavsiye edilmiştir) SAĞLIK VE YAŞAM kitabım ve son
olarak da, BEST OF HAYDAR DUMEN (gülerek öğrenelim) kitaplarımla, Türkiye’de bu
alanda bir boşluğu doldurdum. Bu kitaplarımın defalarca basımı ile, üç kuşağın cinsel
konularda eğitimine katkıda bulundum.
Yıllardır gazetelerde yazıyorum. Konferanslarım, radyo-televizyon program ve
konuşmalarımla, artık bilinen bir kimliğim var. Bu kimliğin sokağa yansıması büyük
bir sevgi ve saygı seli gibi.
Türkiye’de adımın geçtiği her yerde cinselliğin akla gelmesi, 40 yıllık emek ve
çalışmalarımın sonucudur.
Kısaca özetlersek, 1948 yılında tıp biliminin kazanına girdikten sonra, bu güne
değin 63 yıldır bu kazanda kaynıyorum ve 1955 yılından bu yana, 56 yıldır hekimlik
1958 yılı sonunda da uzmanlık görevimi sürdürüyorum.
Sözünü ettiğim geçmiş yıllarda, çaresiz kalmış, çözüm yolu bulamamış Vajinismuslu hastalarım da olurdu. O günlerde ve bu gün bile kullanılan ve kullandığım
klasik yöntemlerin, hiç birinin yarar sağlamadığını da üzülerek görürdüm.
Bu yöntemler, psiko-terapi, hastayı güçlendirme, doğru bilgileri vererek onu
inandırma, daha sonra parmak denemelerine ek olarak, sinir sistemini rahatlatan kas
gevşeticiler de vererek, çözüm bulmaya çalışırdım. Bu arada kızlık zarını aldıranlar da
az değildi. Buna rağmen olayı çözümlenmemiş hastaları gördüğümde, çaresizliğimize hayıflanırdım.
Kısacası, bu sorun uzmanlık alanımda olmasına, bu konularda kitaplar yazmış,
araştırmalar yapmış bir hekim olmama karşın, 30 yıldır ben de bu olayı çözememiştim.
Sonra uzun uzun düşünmeden mi, bir yıldırımın düşmesi gibi olayın ana kökenin
aydınlanmasından mı, bilemem ama, yine 30 yıl önce yaşadığım bir olayın çağrışımıyla, Newton’un elması, Arşimet’in hamam tası olayı gibi, sorunun çözümü önüme
düşüverdi. Anlaşılır dilde anlatırsam, bir araba ve motorunu keşfetmiştim. Ama asıl
olan, arabayı bütünüyle oluşturmak ve güvenli bir şekilde yürür hale getirmekti. Bu
çalışmalar 3-4 yılımı aldı. Bu aşamada olgulardan, yalnız bir vizite ücreti alarak, kimilerinden onu da almadan, yılmadan çalışmalarımı ve tedavilerimi sürdürdüm. Bir
süre sonra artık tedavi garantilendi ve 1998 yılından sonra, bana göre bir buluş olan
ama, iki ayrı maddeyi birleştirilerek, üçüncü maddeyi elde eder gibi bu sentezim,
olayları kesin çözdüğü ve bu alanda ilk defa kullanıldığım için, buluş olarak yayın
organlarından halka duyurdum.
Hastalar gelmeye başladılar. Bizim 1904 model Ford marka araba işliyordu ama,
16
yüzümüzün daha ak, anlımızın daha açık olabilmesi için, 2002’li yılları beklemem
gerekiyordu. O tarihlerde bana gelmiş olan hastalarımı, henüz muayenehanemde
sonuçlandıramadığımdan, yöntemi verip evlerine gönderir, her Salı, Cuma ve Cumartesi günleri, gece saat 22-24 arasında telefonda nöbet tutar, birleşmelerinde
teknik yardımda bulunurdum.
Gene bu tarihlerde, çok az sayılabilecek birkaç olgu dışında, yüzüm hiç kara
çıkmadı. Kimi muayenede yöntemi aldıktan 3 saat sonra sonuç aldıklarını bildirdiler,
kimileri de beni birkaç hafta uğraştırdı.
2002 den sonra benzetme yaparsak, arabamız artık bir “jaguar” dı.
Kim olursa olsun, “tek seans ve yüzde yüz kesin” kuralı işlemeye başladı. Bunu
defalarca televizyon kanallarında somut olarak, belgelerle kanıtladım.
Olayın bir başka boyutu ise, Türkiye’de vajinismus sorununun, öteki ülkelerle
kıyaslanamayacak boyularda ve çoklukta olduğunu halka duyurdum. İnsanlarımıza
yardım elimizi uzatırken, bu konuya ve tedaviye hevesli hekim arkadaşlarımın da,
hasta potansiyellerinin artmasına sebep oldum. Kuşkusuz yine konunun yan dallarından olsalar da, psikologlar ve ne yazık ki, üfürükçü, dolandırıcı, muskacı, cinci
metafizikçilere de, bir sömürü kapısının açılmasına da dolaylı olarak yol açtım.
Onlar ne düşünür bilemem, ama meslektaşlarıma yaranamadım. Bir iç çelişki karmaşası içinde, yanımda olmayı bırakın, tek bir hekim, bunların arasında asistanlık arkadaşlarım da olmak üzere, hiç kimse bana, bilimsel bir ciddiyetle ya da dostça, şaka
yollu bir üslupla bile, ne yapıyorsun, bu buluş dediğin yöntem nedir? diye sormadı.
Cinsel konular ağırlıklı bir muayenehane açıyorsunuz. Burada dikkat edilecek
en önemli kural, mahremiyettir. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanlığında da öyledir. Her muayenehanenin kendine özel statüleri vardır. Bizimkisinin ayrıcalığı, psikososyal alanda daha geniş bir yelpazede, hem spekülasyonlara, hem de yanlış yorumlara meydan vermemek için, çok özen göstermemiz gerektiğidir.
Muayenehaneye her türlü insan gelir. Toplumun kabul edemeyeceği sorunlardan gelen aileler de olabilir. Bunlar kesinlikle çok sıkı bir sır güvencesine alınmalıdır.
Önlem için yapılacak şey, çalışanların kendinizden, aile içinden olmasıdır.
Bu seçimin ise, tek güvenceli adayı eşinizdir. Hekim olan kocası ile birlikte, her
türlü etik değerlerin korunmasında, görev ve sorumluluğunun bilincindedir. Bu eleman, benim 18 yıldır yanımda çalışan, eşim GÜL DÜMEN’dir. Bu çalışma ortamında,
yine aileden kan bağı olanlar bulunduğu gibi, aileden olmasa bile, 10 yıldır ailenin
bireyi gibi, çalışan karı-koca da, bu ekibin içindedirler.
Bazı şeyleri anlamak ve anlatmak zordur. 5-6 yıl önceki Sabah ve Takvim gazeteleriyle Aktüel dergisinin, aynı tarihte, aleyhimde bir kampanya açmaları da anlaşılır
17
gibi değildir. Türkiye’nin sorunları unutulmuş, bu üç yayın organı, bana ve aileme bir
iftira kampanyasına kilitlenmişti.
18 yıldır yanımda çalışarak, bir tıp eğitimi süresinin neredeyse üç katı dönemde,
eşim Gül hanım, ortamın hazırlanmasında olmazsa olmazlarından biridir. Böyle yapmakla, en iyisini yaptım. Yoksa boşluğa adeta gaz kaçırır gibi, sözleri uçuşturanların,
karalama fırsatı arayan, pusu cengâverlerinin işini de zorlaştırıyordu. Yoksa şantajlar
da yapabilirlerdi. Eşimin benimle çalıştığı süre boyunca, vajinusmuslu hastaların bana
ne denli teşekkürleri varsa, aynı oranda, bunları Gül hanıma da sunuyorlar. Çünkü
olayın aşamaları, Gül hanımın sıcak yardımıyla gerçekleşiyor. Tıpkı yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğun, ellerinden tutup merdivenlerden çıkmasını başarmasına yardım
gibi.
Gözü kararmışların; 80 yaşına gelmiş bir hekime bile, olması mümkün olmayan
bir kuşku ya da güvensizlikle bakmanın da altında, bir çok psikodinamik etkiler yatmaktadır. Bu toplumun güvenini kazanmış bir hekim olarak; kelle avcılarına karşı,
elbette direnecek ve bir savaş vereceğiz. Bu savaş, ülke, tıp bilimi ve insanlarımızın
sağlığı adına olacaktır.
Ne ilginçtir ki halk, kısacası sıradan insan dediklerimiz kişiler, bu kelle avcılarından ve onların yardakcılarından, akademik kariyer sahibi olanlardan daha gerçekçi
ve sağduyulular.
Ayrıca şöyle olaylar da yaşanıyordu. Hastaların aileleri salonda sonucu bekliyorlar. Diyelim ki, ben bittiğini müjdeledim. Aile büyüklerinden biri: “Hocam sen gördün mü?” diye soruyor. “Ben kapıdan sordum tamamdır dediler” dediğimde “hayır
olmaz, sen içeri gireceksin, bizzat göreceksin. Bizim onlara itimadımız yok. Siz bize
söyleyeceksiniz olduğunu” ricalarını kapıdan çiftlere iletir, izinlerini aldıktan sonra,
olayı kanıtlar yeniden aileye müjdelerdim. Bunda aile büyüklerinin hakları vardı. Çünkü her gittikleri yerde, her türlü tedavinin geçiş sürecinde, gençler olmadı demeye
utandıklarından, “oldu” dedikleri ya da zamana oynayarak, ailelerini kandırdıkları
da az olmuyordu.
Yanlarında ben olmasaydım, asla başaramayacakların sayısı da yüksekti.* Eğer
sağlık konusu gözardı edilir, bir ailenin yıkımını ve kadının hayat boyu yalnız kalmasını içinize sindirirseniz, hekim olmanıza karşın etik olmaz” derseniz, bir tür hekim
cinayetleri işlemiş olursunuz.
Şöyle çağrılar da alıyorduk. Ben kapıdan sorduğumda, “hocam gel” dediklerinde, erkek “olmadı” diyor. Oysa penis içeride, boyutu da normalin üstünde olduğundan, 2-3 cm dışarıda kalmış. “Oğlum olmuş” dediğimde; “hocam komple girmedi”
* 14, 16, 23, 27, 36, 42, 44, 57, 63, 65, 88, 94 nolu mektuplar
18
diyerek santimetrelerle oynuyorlardı. Böylesine hem bilgisiz, hem de çok erkeksi! Bir
eylemin, öteki yaklaşım biçimlerini de hesap edersek, kadınların ilk gece korkularında ne denli haklı olduklarını da, kabul etmemiz gerekir.Bir keresinde gene benzer bir
duruma çağrıldım. Hasta bir televizyon kanalı aracılığıyla gelmişti. Tedavisini ücretsiz
yapmıştık. 12 yıllık evlilerdi, Erkeğin penisinin boyu da, normalin üstündeydi. 2-3
cm, dışarıda kalmış. Bu defa şikayet kadından geldi: “Tümü girmedikten sonra ben
ne anladım bu işten” demişti. Oysa gene bütün olgularımıza, vajina boyunun 8 cm
olduğunu, esneme özelliklerinden dolayı, daha büyük penisleri içine alabileceğini
söylüyordum, ama bunun da bir sınırı vardı. Zamanla vajina da daha esneklik kazanacaktı.
Benim bulduğum bu yöntem, en az onbin yıldır, insan ve öteki canlıların yaşam
literatüründe uygulanıyor. LİTERATÜR NOTER DEĞİLDİR, Bir Literatür diye tutturmuşlar, şimdi bu konuya girelim. Bizim tedavimiz 12 yıldır başarıyla uygulanan, doğal,
tıbba ve tümüyle insani ve etik değerlere uygun bir tedavi yöntemidir. Ayrıca bu gün
dahil uygulanan tüm yöntemler ise literatüre bile girememiştir.
LİTERATÜR
Bizim bilim insanlarımızın çoğu,literatürün ne anlama geldiğini bilmez gibiler.
Bana, “literatüre soktun mu bu tedaviyi?” diye soruyorlar.
Benim yöntemim literatürlük değil. Yani ben, birinin gözüne ışık tuttum, göz
bebeği daraldı, karanlağa çektim genişledi gerçeğini, bilinen bir şeyi Literatüre geçiremem ve sokamam.
Literatüre geçmek şudur: Bir operatör, yeni bir teknikle bir ameliyat yapar. Tekniğini öteki meslektaşlarına ve tıp dünyasına duyurmak için, yönteminin ayrıntılarını,
kongrede tartışmaya açar. İlaç keşfinde de durum böyledir. Kıyaslamalı örneklerle,
alınan sonuçlar, dünya tıp alanına yayılır.
Benim yöntemimde beni de şaşırtan özellik şu: Yöntemin kendisi düşünebileceğiniz kadar basit ve kolay. Ayrıca pek çok kişiler tarafından da biliniyor. Bunların
arasında doktorlar da dahil olmak üzere, her alandan uzman hekimler de var. Bu
meslektaşlarım kendileri yani aileleri bu tedaviden geçip, sonuç almalarına karşın,
onlara gelen vajinismuslu hastalarda sonuç almadıklarını duyuyorum. Umarım yanlıştır. Bir kongrede benim 15 dakikalık bildiri sunma süresinde, anlatacaklarımı doktorlar uyguladıklarında sonuç almayacaklardır. Bunu da iyi biliyorum.
Bu durumda, HAYDAR DÜMEN’in yöntemini uyguluyorum deyip sonuç alınmazsa, bu tedavi defterini de kapatmanın zararı, vajinismus olgularına olacaktır.
19
Bedeni kariyerinden daha iyi gelişmiş bir meslektaşım, küçümser bir eda ile,
“patentini aldın mı?” diye sormuştu.
TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ diye bir kurum var? Buraya başvurduğunuzda patent,
alabiliyorsunuz. Manisadan bir açıkgöz tüccar çıkmış. Satış firmasına ya da şirketine
alacağı patent’in adı: HAYDAR DÜMEN. Ziraat ilaçları, sanayi ile ilgili malzemeler,
sağlık ve tıp alanında kullanacağı maddeler de var listesinde.
Bu kişiye, sen Haydar Dümen değilsin deme ya da sorgulama yapılmadan, dilekçe işleme konulmuş. Enstitü ile ilgili avukatları aracılığıyla durumu öğrendim.
Ziraat Bakanlığından onaylı bir satış belgesiyle alınan, preperat içine “davul tozu
minare gölgesi” türü şeyler de koysanız ve HAYRDAR DÜMEN patentli kutuya da
“ERKEN BOŞALMA için harika ilaç” notunu yazsanız, bir yılda tam bir milyon şişe
satar.
Bir alan belki bir daha almaz. Bir bölümü ise psikolojik olarak yarar da görebilir.
Üstelik birleşme süresi 10 dakika olan 20 dakika, yarım saate çıksın diye dener. O
açıkgöz, her şişeden bir lira kazansa, bir milyon, 5 lira kazansa, beş milyon lira elde
edecekti.
İşte patent!
Bu tür amaçlarla ve de bu tür kombinasyonların olağan üstü etkinliklerini,
ileri sürerek, yılda kaç kişi, benim kapımı çalmış, neler teklif etmişlerdir...
Yanlış bir adım hem etik, hem bilim, hem insanlık açısından kişiyi uçuruma sürükler. NEYMİŞ ŞU HAKSIZ KAZANÇ? Onu da bir kanıtlasalar diyor, yorumu
takdirinize bırakıyorum. Çünkü karalamaların içinde bu tür iftiralar da var. Şu buluş
konusunu biraz daha açalım:
Kaldıracı Arşimed Keşfetti. O tarihten en az on bin yıl öncesinden atalarımız
kaldıracı kullanıyorlardı. Yukarıdan büyük kayaları, düşmanlarına, av hayvanlarına
yuvarlayamadıkları zaman, uzun bir ağaç sırığının altına koydukları, başka bir kayadan, günümüzdeki kaldıracın modeliyle, o kayaları, aşağıya yuvarlıyorlardı. Ne var ki,
kullandıkları şeyin kaldıraç olduğunu bilmiyorlardı.
Elmalar, armutlar hep düşüyorlardı ama, yer çekimin adını koyan Newton oldu.
Bu gözlem bilim tarihine buluş olarak geçti. Arşimed’den önce de gemiler denizde
yüzüyordu. Arşimed de tarih oldu. Kalay, kurşun ve çinkonun karışımıdır, her iki
element de zaten vardı. Bu alaşımı yapan kişi kalayı, demirle bakırı karıştıran kişi de
Tunç’u buldu.
Bir alaşım, bir yöntem kullanıla geldiğinin dışında, başka bir amaçla kullanılıp,
bundan da olumlu sonuçlar alınıyorsa bunun adı buluştur. Vajinismus tedavi yöntemini, psikoloji ile biyolojinin etkenliklerini bilimsel kanıtsal olarak birleştirdiğinizde
20
sonuç kesin ve yüzde yüz. Bunu kendi sentezimle ilk kez kullanıp, tıp tarihine sokmuşsam; bunun da adı “buluştur.” Burada adı önemli değil. Önemli olan halka mal
etmek ve tedavide onlara güven vermektir. Çünkü onların canları kurtulacaktır. Ben
bu buluşumla, 3.000 aileye can vermiş, 4.000 manevi torun sahibi olmuşsam, adına
buluş desem ne olacak, yeni bir yöntem desem ne olacak.”
İnsanlar akademik kariyerlerinin üst basamaklarında olabilirler. Ancak zekâ düzeyleri, orta basamaklarda kalmış da olabilir. Üstelik bu gibilerinin, kendini aşamadıkları kompleksleri varsa, kimi konular ve gerçekler hakkında da yorumları değişebilir.
Bu insanları, bilimde ve politikada bol bol görüyoruz. İnsan bir bütündür, ona göre
değerlendirilir. Bunların dışında kişinin kimliğine, sentez yeteneği, kariyeri ve zeka
kapasitesine, yüreğinin insancıl boyutlarını koymadığınız sürece, o bütünde bir şeyler
eksik kalır. Bu eksiklik kompleks yaratır. Bu nedenle kişi ve toplum bu tür kompleksli
kimlik yapılarından zarar görür.
Büyüklüğün parolası: Bilimin hoşgörü ve alçak gönüllüğü ile, her konuda kendini “aşmak ve kendini” varetme çabalarında, neye ve hangi ata oynayacağınızı da
bilirseniz, kazanır dahası kendinizi bulur kendiniz olursunuz.
Bu konuda geçmişten bir öykü sunmak istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, KÜNÇER (okunduğu gibi yazılmıştır) adında bir ortopedi bilim adamı, kırık
kemiklerin içine metal çubuklar çaktı. Böylece bacağı kırılan biri, bir gün sonra koltuk
değnekleriyle kalkıp dolaşabiliyordu. Bu yöntemle hem tedavi süresi azalıyor, hem de
kazazedelerin sıkıntısız iyi olmaları sağlanıyordu. Bilim alanında her yeni şeye karşı
çıkma gibi reaksiyonlar hep olmuştur. O sırada uygulanan yöntemde, kemikler alçıya
alınıyordu. Dönemin ortopedi devlerinden bir hocanın da bulunduğu bir kongrede,
Künçer kendi olgularıyla, sonuçlarını sunar. Bir, üç, beş, on… şaşılası ve heyecan
verici bir tablodur bu. Bu sırada gözler kongreyi en önde izleyen, alanının duayeni
profesöre çevrilmiştir. Hoca ayağa kalkar (kamburca biridir), yavaş yavaş kürsüye
ilerler ve Künçere : “Şu senin çivilerden bir tane de benim belime tak da, kamburum
düzelsin” der. Salon alkışlarla inler.
Ey çağdaş ülkelerin yüce bilim insanlarının, yüce yürekleri, nerelerdesiniz? Biraz
esinti de bizlere gerek. Böylece bizim bilimimiz de evrimini tamamlasın, insanlar rahat etsinler.
21
KIZLAR
Törelerimizin büyük bölümü, kırsal kesimin gerçeklerinden kaynaklanır. Kentleşme sürecinde de bu töreler, fazla değişmeden yaşanır. Dinsel inançlarla ataerkil ya
da feodal düzenin tüm kuralları, kentlere taşınmıştır. Böylece her yer ve yörede, fazla
değişime uğramadan, yüzlerce yıldır süregelmektedir.
Örneğin, evlilikte kız istenir, erkek alır. Genel deyimde, kızlar 15 yaşına girdiklerinde yakın komşular, kızın ailesine bir tür övgü anlamında: “Senin kız satılık duruma
gelmiş” derler bunun anlamı evlenebilir demektir. Buradaki satılık sözcüğü, kötü anlamda kullanılmaz. Bir kız çocuğu zamanı gelince, bir delikanlı ile evlenecektir. Daha
8-10 yaşlarında ilken, bu kız ileride kendi ailelerinden birinin gelinleri de olabilir. Bu
potansiyel adayın erdemi, kendi ailesinden olanlarının dışında, komşular tarafından
da gözaltında tutulur. Ayrıca kendi kızlarına kötü örnek olmasın diye de, terbiyesine
davranışlarına dikkat edilir, toplumsal eğitimini ve gözetimine alınır.
Geçmiş dönemdeki evlilikler erken yaşlarda oluyordu. Bunun nedenlerinin biri
de, kızların gözleri açılmadan “başların bağlanmasıydı!” Nitekim: “On beşinde kız
ya ere ya yere” atasözündeki anlam gibi. Durum erkekler yönünden de, benzer bir
acelecilik gerektirirdi. Örneğin gençlerin askere gitmeden önce evlendirilmelerinin,
sosyal ve ekonomik gerekçeleri vardı. “Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var”
atasözündeki anlamın içeriği gibi. Bu nedenle çoğu savaş yılları ile geçen dönemlerde, erkek çocuklardan tohum, yani döl almak, ailenin geleceği ve güvencesi için
önemliydi.
Erkek çocuk askere gittiğinde, tarım işlerinde bir eleman eksilecektir. Bu kırsal
kesim için önemli bir kayıptır. Onun bıraktığı boşluk, aile ekonomisini olumsuz etkiler. Öte yandan evlendirilecek olan kızın da, ekonomisinde kendi ailesi için önemli bir
iş gücü vardır. Bu güç eksilince, o ailenin de ekonomisinde gedik açılır. O aile ki, kızını 15 yıl besleyip büyütmüş, yani masraf etmiştir. Şimdi tam işe yarayacağı zaman,
onu birilerine vermekle, ailenin iş gücü azalacaktır. Bu gerekçe ile, “başlık parası”
ekonomik yönden haklılık kazandıran bir mantığa dönüşmüştür. Ne var ki, başlık parası töresi, iki sorunu da beraberinde getirmiş, birincisi, “parayı veren düdüğü çalar”,
ikincisi ise, para verilip alınan kızın, psikolojisi hiç düşünülmemiştir. Namusun simgesi
olan kızlık zarının sağlamlığı konusu da, evlendiği erkeğe ve ailesine bir hesap sorma hakkı kazandırmıştır. “Kız bozuksa! Geri gönderilebilir” töresi, büyük sorunlar
yaratır. İşte bundan sonra kıyamet kopuyor. Kızın ailesi, aldığı parayı geri verecektir.
Üstelik ailenin onuru da zedelenmiştir. Ayrıca öteki insanların da, bu olaya bakışı ve
yorumu da, erkeğin ailesinden yanadır.
Bu nedenlerden, hiçbir erkeğe bile bakmamış pırıl pırıl kızın , kızlık zarı, onun
22
karabasanı rüyalarına dönüşür. Üstelikte bu konuda kız hiçbir şey de bilmiyordur.
Örneğin ağır yük kaldırmaktan, atlamaktan, zıplamaktan, buna benzer akla mantığa
uymayan nedenlerden, zarını kaybedebileceği korkusunu, yüreğine çöreklenmiş bir
yılan gibi taşır. Dahası, diyelim ki esnek kanamadı ya da başından geçen bir olaydan
dolayı zarını yitirdi. Bu durumda hayatının da tehlikeye düştüğü bilinen gerçeklerdendir. Ailelerin, çevrenin, bireylerin ve de tüm toplumun ödünsüz kabul ettiği bir
kavramın (bekâret) sıkı ve korkulu bekçiliğini yapmak da genç kıza düşer.
Bu korkuları provoke eden küfürlere baktığımızda, kadınlara kızlara söylenen
yüzdesi en yüksek aşağılayıcı küfür: O….. başlayan sözcüktür. Ne tuhaftır ki, kadınlar ve kızlar da birbirlerine küfür ettiklerinde, hep bu sözcüğü kullanırlar. Farkında
olmadan kendi cinslerini ve de onların hakların da zedelerlerken, “ben senin gibi
değilim”, anlamında kendi namuslarının, örtülü bir bekçiliğini de dile getirirler.
İşte vajinismusun tohumları, böyle atılarak, günümüze gelmiştir. Ve günümüzde
yüreklere kök salan, sökülüp atılması kolay olmayan, ayrık otu gibi olmakla kalmamış, sarmaşık gibi de boy atmıştır.
Vajinismus bireysel bir hastalık ya da sorun değildir. Toplumsal değerler, yanlış
öğreti ve telkinlerden kaynaklanır. Çünkü doğa, tüm canlıları ve insanları, çoğalmak
amacına yönelik yaratmış, ona uygun kurallar konmuştur. Doğanın anayasasının
birinci maddesi çoğalmaktır. İkinci maddesi yaşamaktır. Burada şu soru akla gelir:
Birinci madde yaşamak olmalıdır ki, önce yaşayacağız, sonra çoğalacağız. Eğer birinci madde yaşamak olsaydı, tüm hayvanlar yavruladıkları zaman yavrularını, kuşlar
yumurtalarını bırakıp giderler, soylar da tükenirdi. Doğa kendi anayasasının birinci
maddesinin gerçekleşmesine engel değil, kolaylaştırıcı yapı ve kurallar koyar. Böylece
amacına yönelik sonuçlar alınır.
Doğanın özünde de, Vajinismus olayı görülebilir. Bunun oranı, onbinlerde birdir.
Bizim araştırmamız ve çalışmamız büyük sayılara dayanıyor. Birebir konuştuğum, tedavi ettiğim vajinismus olgularının sayısı, bir dünya rekorudur. Bir bilim adamı: “Bildiklerinizi sayılarda ifade edemiyorsanız, hiç bir şey bilmiyorsunuz” demiştir. Sayılar
belgedir, gözlem ve kanıttır. Böyle yüksek ve güçlü bir dokümanın karşısına, sayılara
dayalı somut sonuçlar konulmadığı sürece, bilimsel tartışmalar spekülatif dedikodulara dönüşür.
Böylesine büyük başarı karşısında, kıskançlığın ya da bilemediğim çirkin dolapların ekseninde, onlar öyle istiyor diye, bu çamur atmalar karşısında susmak ülkeye,
bu tür olgulara, kızlarımıza, delikanlılara ve ailelerine yapılacak en büyük ihanettir.
Yaptığım yöntemin kesinliği konusunda, verdiğim örnekte, göz bebeğini telkin ile
seanslarla yıllarca uğraşsanız da, küçültüp büyütemezseniz. Çünkü göz bebeği iradeye bağlı değildir. Aynı şey, beyin bilgisayarında kilitlenmiş Vajinismus olgularında
da geçerlidir. Göz bebeğinin sihiri ışıktır. Vajinanın çalışması da iradeye bağlı değildir. Göz bebeğine ışık tutulunca küçülür, karanlığa çekerseniz büyür. Burada ya
23
küçülmezse, ya büyümezse, deme şansımız yoktur. Vajinanın sihiri de düz kaslardan
oluşmasındandır. Benim yöntemimde, ya olmazsa ihtimali yoktur.
Bu denli kesin olmasa, ben neden bunca yıllık mesleğimi, elde ettiğim manevi
değerlerimi riske sokayım?
Hekimlikle ilgili her konuda başarı ya da başarısızlıklarda, hastalığın sürmesi
ya da şekil değiştirmelerinde bir sorun çıkarsa, başvurulacak yer gene o doktordur.
Depresyon, tansiyon yüksekliği, mide bağırsak bozuklukları gibi pek çok konularda
hastalık sürüyorsa, yeniden doktora gidilir, sorun hasta ve doktor arasında çözülür.
Televizyonlara yüzü kapalı çıkılarak hak aranmaz. Bir hak aranacaksa açarsın
yüzünü, masaya da yumruğunu vurur, doktoru da karşına alırsın. Yoksa yapılanlar,
yaşananlar günümüzün politik amacına uygun, karanlık iftiralardan öte geçmez. Bu
durumdan gene halk zarar görür, hekimlere güven sarsılırsa, hastalar, cincilere ,
muskalara, üfürükçülere yönelir. Yüzünü kapatarak oynanan çirkin bir oyunun figüranı gibi, televizyonda boy göstermenin bedeli nedir? Bu soru da hiç yabana atılmaz.
Bu gibilerinin hiç çıkarı yoksa, işlerinin güçlerini bırakıp, arabesk roller oynamaları, bir
tür gelir kapısına çanak açmak mıdır?… Tabi ki öyledir.
Yukarıda verdiğim sayılara göre, vajinismus olgularının %80’ini lise ve üniversiteli kızlarımız oluşturmuştur. Okumuş kızlarımızın hem bilgi edinme, hem de erkek
arkadaş bulma şansları fazladır. Ayakları daha iyi yere basıyordur. Evlilik, yaşam ve
meslek konularında, bağımsız ve ekonomik güven içinde olabilmelerine karşın, neden bu oran onlarda yüksektir?
Nedeni: Güçlü bir otokontrol ve özgüvene sahip olmalarındandır. Okulda, sokakda sorumluluklarını bilinçli olarak hissedebilecekler, sınıflarını geçip başarılı olabilecekler, kendi duygularının ve erdemlerinin bekçiliğini, kendileri yapacaklardır.
Bu ise, bir disiplin sorunudur. Disiplinde hata ne denli az olursa, başarı da o denli
yüksektir. İşte bu yolda kendilerinin bekçiliklerini yaparak, katılaşmış üst benleri, alt
benlerin baskılarına direnerek, kimliklerini oluşturmaktadırlar. Bu kimliğin korunmasında, korku karabasanının şekil değiştirip devreye girmesi de, vajinismus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Vajinismusda olan budur. Bizdeki olgular korkudan kaynaklandığına göre, yabancı ülkelerde çok nadir görülen bu olayın, ülkemizde çok görülmesinin nedeni,
doğanın çifte standartlarından kaynaklanmıyor. Doğaya göre insanlar, fizyolojik olarak aynı kurala, aynı yasaya bağlıdırlar.
Peki, bizim korku ağırlılıklı olgularımıza, vajinismus dışında bir isim bulmamız
gerekse, ona fobinismus (korkunismus) ya da himenofobinismus diyebilir miyiz?
Gelecek dönemlerde bu olayı dünya tıp ve psikiyatri kongrelerine götürdüğümde,
bunun da bilimsel adı konulacaktır. Bu tanımlamanın da, isim babası sanırım ben
olacağım.
24
Vagina
Vulvadan rahim boynuna uzanan, elastiki kas ve
bağ dokusundan yapılmış bir kanaldır. Uzunluğu
ortalama 8 cm. olup, ön duvar 7 arka duvar
9 cm. dir. Buna karşın, 14 cm. uzunluğunda
vaginalar olduğu gibi, 5 cm. uzunluğunda
olanları da vardır. İkincisi cinsel birleşmede zorluk
yaratır. Vaginanın içi kıvrım kıvrım olup, 2/3 alt
bölümünde bu kıvrımlar daha çoktur. Vagina
ağzında kızlık zarı, onun da iki yanında (içeride,
gözle görülmez) Bartholin bezleri bulunur. Cinsel
birleşmede kayganlık sağlamak için salgı salgılar.
1- Dölyatağı borusu, 2- Yumurtalık,
3- Dölyatağı gövdesi (rahim duvarı),
4- Vagina, 5- Dölyatağı boşluğu
(rahim içi), 6- Dölyatağı ağzı.
1
5
3
4
2
Kızlık zarlarının şekilleri kişiden kişiye değişir. Ortadan yarık, (semillüner) kalbur gibi delikli, iki delikli, halka biçiminde (anüler) ve de tam kapalı tipleri vardır. Semillüner, 1 ve anüler, 2 tipteki kızlık
zarları kanamadan temasa uygun olabilir.
25
VAJİNİSMUSLA İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Vajinismus aileleri hedef alan, beklemedik zamanlarda deprem ya da tsunami
gibi vuran, çığ gibi düşen, sanki talihin arkasına saklamış karabasan... Hiçbir kız kendisinde böyle bir sorunun olduğunun farkında değil. Kadının vajinasının girişindeki
kasların, irade dışı kapanması ve erkeğin cinsel ilişkisine izin vermemesi durumuna
verilen klinik bir tablonun adıdır. Vajina düz kaslardan oluşmuştur dedik.Bunu açıklayalım: bedenimizde iki türlü
kas vardır. Düz kaslar, çizgili kaslar. İskeletimize bağlı olan kaslar, çizgili kaslardır.
Bunlar irademize bağlıdır. Midemiz, bağırsaklarımız, üst idrar yollarımız ve vajina
düz kaslardan oluşmuştur. Düz kasların özelliği çalışması ya da çalışmaması irademize, yani istemimize bağlı değildir. Örneğin midemizin ne kadar ve nasıl çalıştığını
bilemeyiz. Onun bir düzeni vardır, kapısını açıp kapamak onun elindedir. Vajinismus
iradeye bağlı olmadığından, herhangi bir nedenden kendini kilitlemişse, iradesiyle
onu açma yeteneği, kızlarımızın elinde değildir. Örneğin; yemekten çok kötü bir şey
çıkmışsa, artık o yemeği yiyemiyoruz ya da yediğimizi çıkarıyoruz. Çünkü beyin bilgisayarı bunu öyle kodlanmış. O yemeği telkinle, iştah şurubuyla, teknik olarak mideyi
genişletmekle, sakinleştiricilerle yemek mümkün değildir.
Abartılı sözler yorumlar ve de durumlarda bu sorunu tetikliyor. Örneğin düğün
yapılıyor, binbir hayalle iki kişi evleniyor. Yani büyük aşkın sonunda yuva kuruluyor.
Kız ve erkek yalnız kaldıklarında, birden bire vajinismus sorunu, umacı gibi karşılarına
çıkıveriyor. Toplumumuzda kızların ve erkeklerin evliliğe hazırlanışları biraz masalsıdır. Hep iyi, güzel şeyler düşlenir, sanki bir cennet kapısının anahtarı, yeni evlilerin eline verilir. Ama o kapının ardındaki gerçekleri kimse bilmez ve onlara bu öğretilmez.
Bildikleri, öğrendikleri ise kulaktan dolma, korkutucu şeylerdir.
Örneğin ilk gece kan beklentisi vardır. Sadece beklenti değil, adeta reklam edilir. Kanama Allah’ın emri gibi gösterilir, üzerine efsane yaratılır. Aslında her insan
kandan korkar. Kızlar daha çok korkar. Birincisi: Kan ve kanama korkusu modu,
beyin bilgisayarına çocukluklarında işlenir. İkincisi: Acı. Acıyla kanama, birbirinin
ikiz kardeşi gibidir. Bir yer kanarsa, onun yanında da acı vardır. Sanki çok kan, çok
acı gibi bir çağrışım da yapar. Bu da ikinci korku olarak beyin bilgisayarına yerleşir.
Üçüncüsü: “Zarın patlaması” olayıdır. “Bu konuda duyduğum akıl dışı söylentileri
aktarayım: İlk gece kızın kanı tavana sıçrarmış”. Bir başkasında ise, karşı duvara. Biri
acıdan çarşafları yırtmış, bir başkasının üzerine tavan dönmüş dönmüş yıkılmış. “O
gece acıdan ölmezsen bir daha acıdan ölmezsin” diyenler de cabası: Bütün bunlar
26
abartılı, belki de, du deneyimi yaşamış taze gelinlerin, kendilerinin ne denli sağlam
kız olduklarına dair bir pay çıkarma amacına yönelik olabilir. Bunlar doğru değildir.
Bu korkular, buna bağlı vajinadaki kasılmalar, refleks olarak beden kaslarına da
yansır. Tıpkı gözümüze bir çöp girince, gözümüzü açamamamız gibi. Bu durumda
nasıl gözümüzü açamıyorsak, kasılmaların bacaklara da yansımasıyla bacaklar adeta
kilitlenir. Kızlar bacaklarını bir türlü açamazlar. Böyle olunca değil cinsel birleşme,
dokunma bile sorun yaratır ve her şey başlamadan biter.
Hiçbir kız, kendinde böyle bir sorunun olduğunu, daha önce birleşme yapmadığından bilmiyor. Bunun örneklerini her sınıftan gelen, on binlerce mektupta görüyorum. Bu korku anonimdir ve köklüdür. Kızlarımız bu korkunun karabasanı altında,
farkında olmadan gerdeğe girerler.
Bu arada erkeklere baktığımızda, erkeklerde “erkeklik” kavramı ve onun sosyal
ve psikolojik algılanışı, sosyal ırsıyet gibi kuşaklardan kuşaklara taşınır. Erkek: yenilmez, bileği bükülmez, korkusuz, özellikle cinsel konuda etkin, sağlam, kudretli bir
imaj ile yetiştirilir. Toplumumuz Pederşahi, erkek egemen toplumdur. Bu egemenlik
cinselliğe, ödün vermez bir biçimde yansıyor. Böyle olmakla kalmıyor, erkek de bilgisizdir. İlk gece çoğu zaman onun da ilk deneyimidir ve ne yapacağını bilmez. Ailenin
erkeklik şerefi de erkeğin omuzlarında olduğundan, cinsel birleşmeyi bir anda bitirip bu sınavdan yüzünün akıyla (!) çıkması, onun içinde hayati bir soruna dönüşür.
Korkudan titreyen kızı, sevecen, anlayışlı kucaklamalar yerine, doğrudan amaca ve
hedefe yönelmek, onların üzerine hançerle yürümek kadar korkutucudur. Olayı tetikleyen faktörlerden biri de, çoğu yörelerde, dışarıda kanlı çarşaf beklentileridir.
Genellikle akla hep, baskı altında yetiştirilen kızlarda, daha mı çok görülüyor?
gibi bir soru geliyor. Burada bilinen aksine bir durum var. Ancak vajinismus olgularının yüzde 80’ini, lise ve üniversite mezunu kızlar oluşturuyor. Özellikle de üniversite okumuşların oranı liselilerden yüksek. Vajinismus, bilgisiz ailelerden daha çok,
eğitilmiş, okumuş, daha özgür, daha çağdaş aileler tarafından büyütülen kızlarda
görülüyor. Bunu rakamlarla saptadık. Bu da farklı bir boyut olarak karşımıza çıkıyor.
Aile çağdaş ama, genel inanış ve değerleri onlar da tedirgin bir korku biçiminde taşıyorlar. Okumuş kızlar yetişirken, erdem ve öz benliklerini korumada, daha bilinçli
oluyorlar. Ancak alt yapı ve ortak bilgiler hiç değişmiyor. Bunların da başında kan ve
acı geliyor. Okumak kızımızın bilincini yükseltirken, acı ve kan üzerindeki korkuyu da
aynı oranda artırıyor.
Vajinismus olguları her tür evliliklerde görüldüğü gibi aşk evliliği yapan kadınlarda da görülüyor. Bu durum erkeği de çok etkiliyor. Eşinin ilişkiye girememesi, bir
27
süre sonra onda strese bağlı sertleşme sorunlarına yol açıyor, kırgınlıklar oluyor. Daha sonra aileler de öğrenince, durumu açıklamak da zorlaşıyor. Evlilik gün geçtikçe
yara alıyor...
Kırsal kesimde ise yaşam farklı. Kırsal kesim yaşayanları, doğayla ve hayvanlarla
içiçedir. Burada yetişen çocuklar ve gençler, hayvanların birleşmelerine ve doğumlarına tanık olurlar. Bir inek yavru doğurduğunda sütü, yoğurdu, peyniri ile aileye bir
geçim kaynağı sağlar ve sofrayı zenginleştirir. Doğan buzağı da büyüdüğünde, aile
ekonomisine katkıda bulunur. Yani eylemin başlangıç amacı ailenin mutluluğuna
yöneliktir. Üstelik doğan bu yavrular, çocuklar tarafından da sevilir. Tüm bu olanları
çocuklar gördüklerinden, başlangıç ve sonuç arasındaki süreci heyecanla ve doğal
olarak yaşarlar. Bu da onlara, cinselliğin yadırganacak bir şey olmadığını öğretir.
Türkiye’de genelinde yüzdesi bizim sandığımızdan daha yüksek vajinismus olgularının yaşandığını biliyoruz. Çünkü birçok ailede bu durum ortaya çıkmıyor. İlk gece,
birkaç gün, bazen de birkaç ay sonra yaşanıyor. Aileler kendi aralarında bir biçimde,
bir zaman diliminde sorunu çözüyorlar ama, sır olarak aralarında kalıyor. Bize gelen
hastaların ise, gerçek vajinismus olgularının yüzde 10’u olduğunu sanıyorum. Birçok
aile sosyal, ekonomik ve başka nedenlerden, doktora gitmenin sosyo-ekonomik koşullarına hazır olmuyorlar.
Vajinismus konusuyla ilgili ne söylersek, hem gerçek hem şaşırtıcı. Şaşırtıcı,
çünkü Türkiye genelinde bir oranlama yaparsak, ilk sırayı Şehir olarak İzmir alıyor.
İzmir’in ortamı güzel, yaşam çağdaş, ekonomik bakımdan da sıkıntılı bir kent değil.
Ayrıca kızları da canlı. Peki İzmir’de niye bu kadar çok vajinismus görülüyor? Mersin
ve Bursa birbiriyle yarışıyor. Neden Mersin’de çok da, Adana’da aynı oranda değil, ya
da Bursa’da olan kadar neden, Eskişehir’de çıkmıyor? Bunları da çözemiyorum.
Meslek grubuna gelince; öğretmenler birinci sırada. Bunun akla yakın bir yorumu
var. Çünkü öğretmen hem çevreye hem kendine göre, bir model olmak durumunda.
Göz önünde yaşıyor ve öğrencileri eğitiyorlar. Oto kontrollerini sıkı denetim altında
tutuyorlar. Bu durum onların korkusunu pekiştirebilir. Ama neden hekimlerde bu kadar çok? Bunun yorumu zor. Örneğin, erkek kadın doğum uzmanı, kadın ise, çocuk
hastalıkları uzmanı. Bana geldiklerinde 2 yıldır vajinismus sorunu yaşıyorlardı. Neden
çözemediklerinin yanıtını veremiyorum. Üstelik erkek eşine 3 kez narkoz vermiş ve
onunla birleşme yapmış ama, kadın bilinçli olmadığı için sonuç alamamış. Sorunlarını
çözdük. Ayrıca 11 yıllık karı-koca doktorlar da, sorunlarını çözüp mutlu gitmişlerdi.
Bunların mektuplarını, “mektuplar” bölümünde bulacaksınız. Oysa yurt dışında vajinismus olgularına nadiren rastlanıyor. Bizde de doktorlara
28
gelenler çok değildi ta ki, 1998 yılında uyuyan bir devi ben uyandırana kadar. Uzmanlığım sırasında vajinismus hakkında bildiğim tek şey, vajinismus nedeniyle bir
kilitlenme olgusu idi. Nedenini hocalarımız bize açıklamadı ve bu konuda okunacak
kaynak da yoktu. Genellikle bilgi kaynaklarımız dış kökenli olduğundan, bizim ekolün kürsülerine oradan da bir damla bile düşmemişti. Çünkü onlarda çok nadir görülüyordu. Ben öğrenciliğim döneminde sadece kilitlenme olayını duymuştum.
Kilitlenme demek, birleşme sırasında vaginaya giren penisini erkek dışarı alamaz. Penis vajinada kilitlendiğinden, bir süre sonra ağrılar, acılar başlar. Çözümü
özel işlemle ve tedaviyle gerçekleşir. Bu kilitlenme olayı nasılsa halkın da kulağına gitmiş. Daha evlenmeden önce birçok genç kızın da, korkulu rüyası olan bu kilitlenmeyi, bana da zaman zaman soruyorlar. Olduğu zaman dramatiktir. Çiftin hastaneye
götürülmesi bile sorundur. Ancak, hemen şuradan bir müjde sunayım, 50 yıldır, bu
konularla ilgili hekim olarak, sadece 2 kişiden telefonla kilitlenmeyi duydum. Demek
oluyor ki 10 binde, 100 binde olan bir olayın, kızlarımızdan herhangi birine rastlaması, yok denecek kadar küçük bir ihtimaldir.
Bundan 5-10 yıl öncesi, ortalama 5 ila 30 yıl arasındaki vajinismus olguları çoğunlukta geliyordu. Bunları bir zaman diliminde tedavi ettik ve temizledik. Bu günlerde gelenler arasında, nadiren 5-6 yıllık evliler olmasına karşın, 5-6 ay ile 2-3 yıl
arasında evli olanlar da daha çok geliyorlar. Bana gelenlerin yüzde 90’nı da başka
tedavi yollarını denemiş oluyorlar. İlk gece pek çok evlilikte ertelenir. Bu doğaldır ve
de doğrusudur. Bu durumda, 15 gün ile 2 ay arasında bir sonuç alınmazsa, mutlaka
bir profesyonel yardım kaçınılmaz. Çünkü sürenin uzunluğu aileyi yıpratıyor.
Severek evlenenlerde belki biraz daha çok görülüyor, düşüncesi de bir çelişki
gibi ama, bunun da farklı bir yorumu var. Sevgi güvencesinde, iki taraf da, birbirine
yeterince tolerans gösteriyor, sevecen ve anlayışlı oluyorlar. Doğrusu budur. Ancak
yapılan denemelerde, sonuca ulaşılmadığında, bir süre sonra, erkekte de cinsel organın ereksiyon mekanizmasında şartlanmaya bağlı olarak sönme başlıyor. Bu durum
şuna benziyor: Bir insanın önüne yemek tabağını uzatalım, tam bir kaşık alacağı
zaman geri çekelim. Bunu 10 kez üst üste yaparsak, 11’nci kez o kişi, kaşığı eline almaz. Penisin ereksiyon mekanizması da iradeye bağlı değildir. İradeye bağlı olmayan
bütün organlar şartlanır. Örneğin; öğle yemeğini her gün 13.00’te yiyenler, 13.00’te
acıkır, ama 15.00’te yiyenler 15.00’te acıkır. Bu tamamen şartlanmadır. Mideler arasında güç ve sağlamlık farkını göstermez.
Vajinismuslu bir kadın cinsellikten zevk alır. Vajinismusun mekanizması, beynin
zevk alma odaklarıyla ilgili değildir. Tanıdığım bir kadın 25 yıllık evliydi ve vajinismustu. Ancak sevdiği bir erkek de vardı. O erkekle, 24 saat boyunca aralıksız sevişiyor,
29
defalarca orgazm oluyordu ama, bu yüksek potansiyellerine karşın birleşmeyi gerçekleştiremiyordu.
Vajinismus sorunu yaşayan çiftin, çoğu zaman aileleri de işe karışıyor. Aslında
ailelerin beklentisi öncelikle ve mutlaka çocuk. Çünkü o geleceğin garantisi. Kadınların bazıları da, cinsellikten alacağı zevki yok sayıyor, çocuk doğurmayı düşünüyor.
Çocuk doğurunca sorun ortadan kalkacağını sanıyorlar. Oysa sorun sürüyor. Kimileri
de aşılama yöntemiyle çocuk arayışına giriyorlar. Çocuk doğarsa bu sorunun da biteceğine inanıyorlar ama bitmiyor.
Yeni evliler birbirlerini ne denli severlerse sevsinler, bir bekleme süresinden sonra, iki tarafta da gerilimler, kırgınlıklar başlıyor. Bunlar ilk dönemlerde, aşkın hoşgörü
potasında eritilebiliyor. Ancak uzamış durumlarda, ilişkiler karşılıklı sitemler ve suçlamalara dönüşünce, anlaşmazlık ailelere de yansıyor. Bu aşamada aileler de ister istemez devreye giriyorlar. Kişisel olan ailenin, sonra akrabaların da, olaya katılmasıyla,
sorun boyut kazanıyor. Bu nedenle birkaç ay içinde vajinismus sorunu çözülmeli.
‘İnsan ruhu kristal bir bardak gibidir, çatlayınca kaynak tutmaz’. Bu sözümüze göre
psikolojiyi değil zedelemek, incitmeden olayın çözümü, her yönüyle çok önemli.
Ailelere göre olay, mantıksal bir içerik taşımıyor. Ortaklaşa kanı: ‘Ne varmış
bunda?’ gibi biçimleniyor. Bu mantık da, aile bireylerini adete provoke ediyor. Sonunda yaşanan çileli bir süreç ve bu tür stres ve düş kırıklıkları, gelecek günlerin
hayallerini de olumsuz etkileyebiliyor. Yüzeysel birleşmelerden gebe kalanlara da değinelim. Böyle gebe kalanların çoğu, sezaryanla doğum yapıyor. Kimileri ise normal doğum yapıyor. Buna karşın yine
de birlikte olamıyorlar. Bu aklı zorlayan ‘neden?’ sorusuna, eğer psikolojik yapıyı göz
önüne almazsak, yanıt bulamayız. Normal doğum yapmış olguların dışında, iki kere
doğum yapmış olan olgularım da vardı. Biri 12 yıllık, öteki 4 yıllık evliydi ve birleşmeyi
gerçekleştirememişlerdi. Biraz da korkuların boyutlarından örnekler vereyim. Aile Gebze’den gelmişti.
Yöntemi öğrenip gitti. Olgumuz bizden gittikten sonra, 90 gün eve her gece misafir çağırmış. Kocası çalışan biri. Eve geldiğinde misafirler evde. Bu misafirler de iyi
ağırlanacak ki, daha sonraki çağrılara ‘Hayır’ demesinler. Bir ailenin her gece evine
misafir çağırabileceği 90 tanıdığı olmaz. Onlara yapılacak ikram ve de yorgunluk,
kadının gözünde değil. 91’inci gün kadın misafir bulamamış. Evde de kimse yok. O
gece de birleşme gerçekleşmiş. Kadın bunu bana ‘Hocam ben neler yaptım?’ diye
kahkahalarla anlatmıştı.
Başka bir örnek: Kadın yatağa girecek. Yatmadan önce kocasının pijamasının bir
30
paçasına iki bacağını sokuyor. Ardından kocasının kravatı ile belinden sıkıca bağlayıp
düğüm üstüne düğüm atıp yatağa giriyor. Korkusu, ya gece eşi uyanır, aniden uykuda tecavüz ederse! paniği.
Bir başka kızımız eczacı kalfasıydı. Her gün eczanede nöbete kalıyor, eve sabah
dönüyordu. Geçici de olsa günü kurtarmanın yolunu böyle bulmuştu. Olgularımız
zamandan, gün değil, saat, dakika çalmaya çalışıyorlardı.
Benzer bir vajinismuslu hastamız da, her gece kendini tuvalete kilitliyor, sabah
olmadan çıkmıyordu. Bu olguları ve bilgileri belgelerle anlatmamdaki amacım, tarihe, tıp bilimine 2000’li yıllarda yaşananları bir not düşmek içindir. Bu bilgiler ileride
tıp kitaplarında yerini alacaktır. Yabancı ülkelerde nadir görülen, ama bizde sokağa
çıkıp: ‘Vajinismus’ diye seslenseniz, 10 kızımızın dönüp ‘bana mı seslendiniz?’ diye
bakması, abartılı bir benzetme olarak görülse de, bu espride gerçek payı vardır.
Mersin dolaylarında bir düğün. Evlenecek delikanlıya, aşka bir köyden kız bulurlar. Düğün klasik türde yapılır. Gerdek gecesi, erkek heyecanlı bir gösteri ve dualarla
içeri sokulur. Herkes o nişanı (kanlı çarşafı) beklemektetdir. On beş dakika sonra
erkek, gururla kapıyı açar ve elinde çarşafla dışarı çıkar. Erkeğin evlenme çağında
iki kız kardeşi daha vardır. Gelinin odasına girdiklerinde şoke olurlar. Kızın gelinliği
üzerinde ama, yırtılarak adeta parçalanmış ve olay o anda bitirilmiş.
Bu iki kız, bu olayı günlerce düşünürler. Evlenen iki çift birbirlerini hiç tanımamaktadırlar. Birden böylesine vahşi bir saldırma ile birleşme nasıl oluyor? “Bu tecavüzden farklı değil diye,” günlerce düşünürler. Bu kurgu zamanla korkuya dönüşür.
İkisi de vajinismus olguları olarak, belirli aralıklarla bize gelmişlerdi.
31
TEDAVİ
Vajinismus olgularının birinci derecedeki uzmanı psikiyatrlardır. Ancak kimileri
kadın doğum uzmanına, kimileri psikologlara ya da herhangi bir doktora başvurabiliyorlar. Bunun dışında hiç ilgisi olmayan büyücüler, falcılar, muskacılar, cinciler önüne
geleni budarcasına birer vajinismus uzmanı olarak boy gösteriyorlar. Bu da kaosa
yol açıyor. Tıpla ilgisi olmayan insanlar, akıl dışı çok tehlikeli yöntemler uyguluyorlar.
Olgulara verdikleri en büyük zarar da, umutlarını kırmak ve zaman kaybettirmek.
Çünkü kadınların çocuk yapma yaşları sınırlı.
Tıpsal işlemlere gelince; Vajinismusu çözmek için, kızlık zarının aldırmanın çözüm olacağını düşünenler ve uygulayanlar var. Bana gelen olguların %25’i kızlık
zarını aldırmıştı. Ama kesinlikle sonuç alınmıyor. Çünkü vajinismus olayı zardan kaynaklanmıyor. Aslında korku azalır diye düşünülüyor ama, yararı olmuyor. Çünkü bu
sorunu yaratan vajinanın kas dokularıdır.
Lokal iğnelerle kadının organını uyuşturmak da sonuç vermiyor. Bölge uyuşsa
bile, bacak kasları ve karın kaslarının fonksiyonları yerinde duruyor. Beynin korku
kodlaması bu kasları geriyor ve refleks olarak gevşeme söz konusu olmuyor. Ayrıca
beyin, doğal ilişki yaşamadığı için sonuç alınmıyor. Hipnozdan sözedenler var. Kimileri benim bunu uyguladığımı sanıyor. Hipnoz
modası geçmiş bir tedavi yöntemidir. Modern tıp dünyasında artık yeri yoktur. Ayrıca
hipnoz, kişinin psikolojisini de dejenere edilip bozabiliyor.
Omurilik kanalına, uyuşturucu madde enjekte edilerek yapılan işlemler, narkoz
alamayan, ancak cerrahi müdahale gerektiren, belden aşağı operasyonlarda kullanılır. Hasta bu sırada bilincini yitirmez. Riskli bir yöntemdir, asla kullanılmamalıdır ve
hiçbir yararı da yoktur. Kimi hekimler ise, özellikle jinekologlar, narkoz altında, kadınların kızlık zarını
alıp vajinaya yapay penis koyuyorlar. Hasta bir gece boyunca, hastanede yapay penis
ile yatıyor. Ertesi gün ‘Olay çözüldü, gidip eşinle birlikte olabilirsin’ dedikleri zaman
da, sonuç alınmıyor. Çünkü hastanın beyin denetiminden geçmeyen bir işlemdir. Bu
bir tür zoraki uygulama ve kadının hem ruhunu, hem umudunu zedeliyor.
Sıklıkla uygulanan bir yöntem. Genellikle sonuç sıfır düzeyinde. Beyinin denetiminden geçmeyen bir olayda, uyandığı zaman hiç bir şey değişmiyor. Kadın vajinismusla uyuyor, vajinismusla uyanıyor.
32
Son zamanlarda, vajina ve çevresine botoks enjekte ediyorlar. Bu uygulama 5-6
ayda bir tekrarlanıyormuş. Böyle bir tedavi akla ve dokuların yapımına aykırı. Vajinadaki kas dokularını sürekli 5 ayda bir botoks yapılarak duyarsızlaştırılması bir yana,
kasılması gevşetilip, dokusunun bozulması, uzun yıllar yaşanacak organının dokusunu da bozabilir. Ayrıca bu durumda, beyindeki korku kalıbı, aynen durduğu gibi,
çözüm olmayınca zamanla güçleniyor da. Çünkü sonuçsuzluk, kişinin kendi direncini
ve güvenini de kırıyor. Oysa, vajina kaslarının orada bir görevi var. O kaslar zayıflarsa,
güçlerini yitirirlerse rahim dışarı çıkabilir. Bunu çok doğum yapmış kadınlarda görüyoruz.
En çok uygulanan tedavi, seanslarla parmak denemeleri ve ev ödevleri. Ülkemizde çok yaygın. Dünyada da uygulanıyor. Geçmişte ben de bu yöntemi denedim ve
uyguladım. Eğer vajinismusla kadın parmağıyla organa giriş yapabiliyorsa, vajinismus
olayı kendiliğinden ortadan kalkmış demektir. Ben kendi adıma sonuç alamadım.
Telkin (seans) tedavileri bilgi ve rahatlık vermesi bakımından yapılabilir. Aylarca uzatmamak gerekiyor. Birkaç seans tedavi, olgunların bilincinin açılması için yeterli. Zaman uzadıkça hastalar kendine güvenini yitirip, pasifize oluyorlar.
Bunlardan en akıl ve tıp dışı olanlarından biri de epizyotomidir. Bu yöntem halkın dikişli doğum dediği yöntemdir. Çocuğun kolay doğması için, makasla vajinanın
kesilmesi (sonradan dikiliyor) yöntemi uygulanıyor. Ancak hem sonuç alınmıyor, hem
de erkek ve kadın için gerekli olan organ ve doku deforme ediliyor. Ben rasyonalize psikoterapi seansım sırasında muayene etmiyor, hastaya dokunmuyor, nabzını bile saymıyorum. Tedavinin ana prensibi, bedenin kendi gücünü,
kendi fizyolojisini, doğanın kendi yöntemiyle gevşetmek. Bu bir meditasyon değil,
matematiksel bir sonuç. Yani maddenin ve dokuların yüzde 100 gevşemesi olayı,
benzer etkiler doğada da var. Acı duygusunu da ortadan kaldırıyoruz, bunun için,
iğne de yapmıyorum.
Yöntemi alanların yüzde 90’nı evlerinde rahatlıkla ilişkiye giriyorlar. Geri kalan
yüzde 10’u ‘Gözümüz arkada kalmasın ya da burada bitirelim’ derlerse, onları da
muayenehanede mutlu sona kavuşturuyoruz. 33
VAJİNİSMUS TEDAVİSİNDE SEANSLAR, PARMAK DENEMELERİ VE EV
ÖDEVLERİ
Otuz yıl öncesinde benim de uyguladığım ama sonuç alamadığım bir yöntem
idi. Söylemek isterim ki, böylesine saçma çocuk oyunu gibi şeyler değildi. Aşağıda
göreceğiniz seanslar adı bilinen bir pisikoloğa aittir. Ben olguları genellikle eşleriyle birlikte seansa alırdım. Bilgilendirme, kendilerini tanıma, rasyonalize psikoterapi,
kasların direncini kırma ve de kasları yumuşatma, fiziksel nefes egzersizleri gibi teknik yöntemler öğretirdim. Bu arada sinir sistemini rahatlatıcı ilaçlar, hem düz kasları,
hem de çizgili kasları gevşetici preparatlara, lokal bazı pomadlar da ekleyerek, çözmeye çalışırdım ama, beklediğim sonuçları alamazdım.
34
Benim vajinismus olayını Türkiye’ye duyurup çözümünü bulduğumu söylediğim
zaman, vajinismus olguları adeta yağmur gibi yağdılar. Bu yağmurdan yararlanan uzmanlar, uzman olmayanlar da, tedaviye soyundular ve kendilerince çözüm aramaya
koyuldular.
İşte onlardan örnekler:
Tarih 13.6.2001 ilk senas ilk derslerden ikisi yan sayfada.
Tarih 27.6.2001 üçüncü seans.
Bu seanslar olguların sabır ve parasal potansiyelleriyle ilgili sürüyor. Sonuç alınmadığında karşı tarafın hak arama şansı da yok.
35
Aşağıda 19.2.2004 tarihli seası görüyorsunuz. İleride 8. seansa gelindiğinde tarih 31.7.2004. Beş ay, on iki günlük sürede, seanslar sürüyor. Bu olgular bana geldiklerinde olaylarını bitirip gittiler.
Değerli vajinismus olgular, işte size yıllardır kullanlan bir yöntem. Deneyin, başarılı olursanız, bana da teşekkür edin.
36
37
38
39
40
41
42
Not: Psikoloğun bu önerisini seansların finali sayabilirsiniz.
.................
(Bu önerinin, üç sayfa daha baş bölümü var. Sizi sıkmamak için buraya almadım.)
Daha iyi anlaşılsın diye yukarıdaki önerileri dizgiye aldırdım: “Bu gevşemeleri
yaptıktan sonra, derin ve yavaş yavaş nefes alıp vermeyi sürdürün. Bu sırada siyah bir
zemin üzerinde, beyaz bir gülü düşleyin. Tüm dikkatinizi 30 saniye kadar bu gül üzerinde yoğunlaştırın. Bu esnada nefesinizi tutmayın. Daha önce yaptığınız gibi nefes
alıp vermeyi sürdürün. Kendinizi mutlu olduğunuz yaşantılarda hayal edebilirsiniz.
10’na kadar sayın ve daha sonra gözlerinizi açın.
Pasiflora ilacından içebilirsiniz.”
Not: Gülünüz var, ilacınız var. Tabii ki, hayalleriniz de. Ev ödevleriniz de
hazır, tutarsa ne ala, denemesi bedava. H.D.
43
EV ÖDEVLERİ VE SEANSLAR
Neredeyse tüm vajinismuslu olgular, bu tür seanslardan geçmiş oluyorlar. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, tedavinin takdim şekli. Akılcı ve olabilir geliyor onlara. Üstelik bir umut, “deneyelim bakalım” da takılıp kalıyorlar.
Her konuda ve her yerde olduğu gibi, burada da özel dostluklar, yakın ilişkiler, sempatiler rol oynuyor. Program yapımcıları da, işin aslını tam bilmediklerinden,
programlarına bu dilbazları konuk alıyorlar.
Seans başı ödenen para, verilebilir dozda. Örneğin, 100 ya da 150 TL. Hocalar
da ise daha yüksek. Ancak diyelim ki, on seans gittiniz, ödediğiniz para artık az değil.
Üstelik de uçup gitme pahasına! Çoğu olgu, seanslardan bir sonuç alamayacaklarını
anladıklarında, seanslara ara veriyorlar. Bu kere terapistten “tam bitmek üzereyken
bırakmak olmaz” gibilerden telefonlar gelmeye başlıyor. Olgular, “tamam bizim işimiz çözüldü” demek zorunda kalıyorlar. Belki bir bakıma buna terapistler de inanıyor ya da işlerine geliyor.
Terapiyi yapan, reçete yazma hakkına bile sahip olmayan bir kişi. Bu tür tedavilerle, hasta vatandaşların sömürülmesinin de, bir yaptırımı yok. Zaten olgular da
şikâyet etmiyor. Tek yanlı bir çıkar uğruna, olay umutsuzluğu, güvensizliği, çaresizliği
pekiştiriyor. Bu seansların, aileye karşı kadının ezikliğine neden olması dışında, zaman kaybıyla da yararı değil zararlı oluyor.
İşte böyle bir tedaviye giden kimse: “Bak arkadaş beş, on seans gelirim. Bunun
için her gelişimde bir günümü harcarım. Gidiş geliş zorluğuna da katlanırım. Paramı
da ödüyorum. Ya sonuç olamazsam, bu ödemenin ve zahmetin karşılığı nedir?” diye
sormuyor, bir hak talep etmiyor.
Gerisi ballı börek. İşte yöntemleri. Herkes kendi bilir. Ama tedavi için yola çıkanlar: Bilimin ve gerçeklerin önünde de diz çökün, bükemediğiniz bileği öpün.
44
2002’Lİ YILINDAN ÖNCEKİ OLGULARIM
Buradaki örnekler, benim muayenehanede bu olayı bitirme aşamasına
gelemediğim dönemin olgularıdır. Okuduğunuz yorumları telefonla bildirmişlerdir.
Kadın 35 yaşında lise, erkek 41 yaşında üniversite mezunu. 12 yıllık evliler.
10.07.1999 tarihinde geldiler. Telefonda: 2. seansta bitti, ACI KASILMA YOK dediler.
Kadın 22 yaşında üniversite terk. Erkek 24 yaşında lise mezunu, 15 günlük evliler. 2.gün olayını bitirmişler. Telefonda: Girdiğini anlamadım, acı yok, kasılma yok,
sadece basınç anladım zevk de yok. Bilgisini verdiler.
Yukarıdaki altı çizgili yorum, şimdiye kadar tedavi ettiğim olgularının tümünün
ve bu tedavi dünyaya yayılsa, 300.000 kişi bu tedaviden geçse, hepsinin ortak yanı
bu. Bu yöntemde kişisel ayrıcalık yok. Kişisel ayrıcalık nedir? Birine bir uyku hapı
verirsiniz uyur, birine dört tane verseniz uyuyamaz. Birine bir antibiyotik yaparsınız,
ateşi düşer, birine on antibiyotik yaparsanız, hastalık iyileşmez. Biri bir kadeh içkiyle
kafayı bulur, biri bir şişe bitirir, daha başka var mı? der. Bunlar kişisel ayrıcalıklardır.
Bizim yöntemimiz, evrensel ve herkes için geçerli bir kuraldır. Yukarıda yorum gibi,
kesin ve aynen geçerlidir.
Kadın 27 yaşında lise mezunu, eşi doktor 31 yaşında. Kadın telefonda: Hiç acı
duymadım, hiç acı hissetmedim ama zevk de yok, sözünü söyledikten sonra, kocasının yorumunu aktardı. Doktor benim için : BİR İNSAN RUHUNU KATARAK ANCAK
BU KADAR BAŞARILI OLABİLİR demiş. 1.07.2000 tarihinde gelen telefonda ise: BİR
HAFTA SONRA DOĞUM YAPACAKLARINI MÜJDELEDİLER.
Bu çocuk bu kitabın yazıldığı tarihte, on bir yaşına girmek üzereydi ve benim
200’üncü manevi torunum idi.
Kadın lise mezunu 32 yaşında, erkek 32 yaşında, ortaokulu bitirmiş 9 yıllık evliler. Kızlık zarını aldırmış. Sonra gittiği kadın doğum uzmanı, suni penis uygulaması
yapmış. Suni penisi narkozla vaginaya koymuş ve çıkmaması için tesbit etmiş. Bir
gece hastahanede öylece yatmış, ancak sonuç alınamamış. Bize geldikleri günün
ertesi günü olayı bitirmişlerdi.
Kadın 24 yaşında, eşi 26 yaşında ikisi de lise mezunu, 5 yıllık evliler, Almanya’dan
geldiler. Orada, gitmediğimiz doktor kalmadı, çare bulamadık dediler. 2. günü olayı
bir otelde bitirip gittiler.
45
Kız 22 yaşında lise, erkek 25 yaşında ortaokul mezunu, 1.5 yıllık eviler. İlk gün
olayı acısız, kasılmasız bitirmişler. Kocası benim için : BEYAZ SAÇLI PRENSİM diyormuş.
Kadın 25 yaşında, erkek 32 yaşında. İkisi de üniversite mezunu, 3 yıllık evliler. İlk
gün olayını bitirmişler. Telefonda: kadın ACI HİSSETMEDİM? İÇERİDE Mİ DEĞİL Mİ?
DİYE EŞİME SORDUM dedi.
Kız 23 yaşında açık öğretimde, erkek 25 yaşında ticaret lisesi mezunu, 2 yıllık evliler, MUAYENEHANEDEN AYRILDIKTAN 3 SAAT SONRA OLAYLARINI BİTRMİŞLER.
Kız 21 yaşında, erkek 24 yaşında. İkisi de ilkokul mezunu, 1.5 yıllık evliler. 2.denemede olaylarını bitirmişler. Kız telefonda: KANDİMİ NE KADAR SIKSAM DA O
GİRİYOR demişti.
Kadın 28 yaşında, açık öğretime devam ediyor. Erkek 29 yaşında. Karı koca mali
polis. 14 aylık evliler. İlk denemede bitirmişler. Kadın telefonda: OLDU HOCAM OLDU, BEN HAYATA DÖNDÜM HİÇ BİRŞEY HİSSETMEDİM DONDUM KALDIM dedi.
Kız 29 yaşında, erkek 32 yaşında ikisi de lise mezunu 4 yıllık evliler. Kadın bacak
arası sürtünmeden gebe kalmış 5 yaşında çocukları var. Normal doğum yapmış, hala
sorun sürdüğü için geldiler. Üçüncü denemede olaylarını bitirmiş.
Karı koca doktorlar. İkisi de 24 yaşında. 4 yıllık evliler. İlk denemede bitirmişler.
MİNNETTARIZ demişlerdi.
Kadın 27 yaşında, erkek 28 yaşında. İkisi de doktor. 8 aylık evlilerdi. Olaylarını
on gün sonra bitirmişler.
Kadın 26, erkek 28 yaşında, ikisi de yüksek tahsilli. 2 yıllık evliler. Kadın telefonda: Pazar günü gece farkına varmadım. Ne olduğunu anlamadım, Kanı görünce
eşim: SEN KADIN OLMUŞSUN DEDİ. Ben de herkes gibi kadın oldum, hiçbir eksiğim
yok diye, KALKIP GÖBEK ATTIM demişti gülerek.
Kadın 24 yaşında lise mezunu, erkek 33 yaşında ortaokul mezunu 3 yıllık evliler. Olaylarını bir hafta sonra bitirmişler. Kadın telefonda: Eşim çok mutlu. Bakışları
değişti. Gözünü üstümden ayırmıyor. Her an o işi, yapacakmış gibi bakıyor. ÇOK
SIKILIYORUM diye dert yandı.
Kadın 21 yaşında, erkek 24 yaşında. İkisi de lise mezunu 2 yıllık evliler. Kocası:
Sen ne kadar sıksan da o giriyor diyormuş ama, o hissetmiyormuş. Olaylarını bir
hafta sonra bitirmişler.
Kadın 31 erkek 34 yaşında. İkisi de yüksek tahsilli. 2 yıllık evliler. Kadın telefonda: Oradan ayrılırken olacağından hiç emin değildim. Boşuna geldim diye düşünüyordum. HARİKA BİR BULUŞ. Sabah kalktığımda, eşim 2 yıl önceki damatlıklarını ilk
defa giymiş, işe gidiyor. Kapıdan çıkarken bana ŞİMDİ KARIM OLDUN dedi.
46
İLK DÖNEMLERDEN İLGİNÇ ÖRNEKLER
26 yaşındaki olgumuz: “Hocam ben bugüne kadar hiç taharetlenmedim bile.
Ben organıma dokunamam ki “ demişti. Aynayla organına bakamayanlar bir yana,
bakınca midesi bulanıp kusanı ya da başı dönüp, yüzü sararanları gördüm.
Evlendiği günden başlayarak, kendini tuvalete kilitleyen ve kocası işe gidene
kadar oradan çıkmayan, ancak gündüz uyuyabilen olgumuz da oldu.
Kocasının pijamasının bir paçasını, iki bacağına giyerek ve kocasının kravatı ile
belinden sıkıca bağlayıp, düğüm üstüne düğüm atarak, gece eşiyle ancak öyle yatağa girebileni de tanık oldum.
Eczanede çalışan bir kızımız da, eve gelmemek için her gece eczanede nöbete
kalıyordu.
Dayak yiyenler, zincirle dövülenler, intihar girişiminde bulunanlar, eşlerinden ayrılanlar, mahkemeler, takı kavgaları, ailelerinin birbirlerinin çocuklarını suçlamaları.
Daha nice ilginç olgularla arşivimiz dolu.
Erkeğin annesinin, “yetti gayri” diyerek, 14 yaşındaki çocuklar bile kızlara tecavüz ediyor, benim yanımda yapacaksınız diye zorlaması. Bu ortamda penisin ereksiyon durumunu yitirmesi ile, olayın gerçekleşmemesini kız anlatmıştı.
Kızın elini, ayağını kalın iplerle bağlamışlar ve işkence yapar gibi germişler. Bu
sırada kızın annesi, elinde bıçakla içeri dalıyor. Bıçaklı el havada: “Seni öldürürüm,
şimdi benim gözümün önünde bitireceksiniz” diyen anneye karşın, bile, gerçekleşmeyen bu olayı ve benzerlerini de, mutlu sonla ailesine kazandırdık.
Bir aşiret öyküsü: Çiftlerin ikisi de çok genç masum ve mahcuptular. Bir yıllık
evliydiler. Bir hafta önce aileleri bu olayı duyunca, kızı ve oğlanı birbirlerinden ayırmışlar. Erkek ailesi bir otobüsle, kızın ailesi bir başka otobüsle geldiler. Muayenehane
doldu taştı, merdivenlere yayıldılar. Ortada bir ölüm sessizliği var. Arada bir erkeğin
annesi oturduğu koltuktan: “Nişan isterim” diyor. İşleri bitti, müjdeyi duyduktan
sonra kız ve oğlan tarafının tümü, ellerini ceplerine atıp cep telefonlarını çıkardılar.
Ne dediklerini anlamıyorum ama, bir o sözcüğü biliyorum, KURBAN, KURBAN... Sanırım o gün 50 kurban kesilmiştir.
Varsıl bir ailenin kadını. Büyük bir ilden geldi. Yıllar uzamış ama, hala birleşme
gerçekleşmemiş. Eşler birbirlerini seviyorlar. Özellikle miras için bir çocuk bekleniyor. Şöyle bir çözüm bulunuyor, kuma gelecek. Buna kadınlarda razı, kocasına hak
veriyor,sevdiği için üzerine düşen özveriyi de yapmak istiyor. Çevreden bir kuma
aranıyor. Bulunan kumayı aile bireyleri yanında, bu kadınla birlikte istemeye gidi47
yorlar. Söz kesiliyor, davetiyeler dağıtılıyor, düğün hazırlıkları başlıyor. Bu aşamada
televizyonda kadın beni görüyor. Ertesi sabah eşine düğün alışverişleri için İstanbul’a
gideceğini, akşama da uçakla döneceğini söylüyor ve bana geliyor. Yöntemi alıp
dönüyor. Akşam hazırlıklarını yapıyor ve eşine: Bugün seninle karı koca olarak yatacağımız son gecemiz. Yarından itibaren ben bir bacın olacağım. Bu son gecemizi
birbirimize sarılarak, sıcaklığımızı hissederek geçirmek istiyorum diyor ve o gece vajinismus sorununu bitiriyorlar.
Karı koca mutluluktan uçuyorlar. Birbirlerine sevgileri sonsuz. Sabaha karşı karar
veriyorlar, kimseye haber vermeden, önce İstanbul’a oradan Avrupa’ya balayı gezisine çıkıyorlar. Davullar vurmaya başlamış ama, kimin umurunda, çünkü mutluluk
avuçlarında.
Burada anlattıklarımın tümü belgeseldir. Olaylarının bitimi sonunda kadınlardaki
gördüğüm o büyük sevinç ve coşkuyu tanımlamak mümkün değil. İleriki sayfalarda
bulacaksınız. Ünlü bir yazarın önemli bir saptaması vardır: “Sokakta haksız yere bir
çöpçüye bir yumruk atın onu yere düşürün, kalkığında size söyleyecekleri sözü, en
ünlü filozoflar bile söyleyemez” der. Çünkü onun yaşadıkları duygularının, acılarının
ve isyanlarının katıksız sözleridir. Bu tabloları ben sevinç ve mutluluk reaksiyonları
olarak, çok yaşadım ve çok gördüm: Eşini, ailesini en önemlisi yaşamını ve geleceğini
yitirme korkusu içinde çırpınmış bir kadının, önünde birden hayatın çiçekli yolunun
açılıverdiğinin, somut resimlerini çok çok yaşadım.
Falcı büyücü ya da imamların yaptıklarını, mektuplar bölümünde göreceksiniz.
Ama orada olmayan, birkaç çarpıcı örneğe de değinmeden geçemeyeceğim.
Mektupların birinde bulacağınız kadına, biriktirdiği idrarıyla banyo yaptıran bir
kişinin, insan olmaya bile hakkı yoktur. Bu nasıl bir aşağılama ve tedavi yöntemidir
ki, en kara vicdan bile böylesine, ne inanır, ne de onu tavsiye eder.
Evin özellikle yatak odasının tüm mobilyalarını değiştirenler, karyolalara ve yataklara kafalarını takan sahtekarlar, tam bir hafta boyunca her gün, yeni bir yatak
aldıranlar...
Birinin tedavisi ise daha farklı. Hoca tüm laneti çeyiz üzerinde toplamış. İçlerini
cinler doluşmuş! Bu çeyizlerin tümü toplanıp, bir arabayla hocaya getirilecek. Hoca
gereken duaları yaptıktan sonra, o eşyaları gece dualarla yakacak, ertesi gün bir kavanozda külünü aileye verecek.
Bir çoğunun ailesinden anne ya da babasından biri ya da ikisi de, bu konu nedeniyle hastalanıp yatağa düşmüşler. Felç olanlar da var. Meme kanserinde ikinci
ameliyatını olmuş anne, kızının bu sorununu çözdüğünü görmeden ölmek istemiyor.
Sonucu kız telefonla bildirdi. Annesi : “Çok şükür artık rahat ölebilirim” demişti.
Almanya da fabrika kurmuş bir iş adamının oğlu, eşi öğretmen. İki tarafında
48
aşk adımlarıyla çıkılan yolun sonunda, kız vajinismus. Yurt dışında da bu konunun
tedavisi yok. Onların da yolu imamlara düşmüş. Gittikleri kişi pornografik tariflerden sonra çifti bir odaya alıp, kapılarını kilitlemiş. Kamerada seyredildiklerini anlayan
çiftler, öylece ayakta sürenin bitmesini beklemişler dışarı, çıktıklarında imam: “Siz
oturmadınız bile” demiş.
Olgularınız Ege yörelerinden bir ilden geldi. 25 yıllık bir vajinismus. Ailenin maddi potansiyeli çok yüksek. Olgu bana vajinismusun çözümlenmesi için değil, başka
bir amaçla gelmişti. “Doktor bey artık alıştım, değişime belki ben de uyum sağlayamam. Benim sorunum, iyi bir mesleği olan bir başka erkeği seviyorum ona aşığım, o
da beni seviyor. Ben 24 saat uyumadan, sevişerek, defalarca orgazm olma potansiyeline sahip bir kadınım. Sevdiğim adam da beni kabullenmiş durumda. Ben ondan
bir çocuk istiyorum, bana yardımcı olur musunuz?” demişti. Evli bir kadına, evlilik
dışı bir kişiden alınacak bir spermle, çocuk sağlanması yasalara ve tıp etliğine uygun
değildir. Böyle bir eyleme hiçbir doktorun yanaşamayacağını, zaten bunun benim
işim de olmadığını söyledim. O da bunu biliyordu. Karşımıza vajinismusun başka
bir özelliği çıkmıştı. Aşk var, defalarca orgazm olabilen, bir gün boyu sevişebilen bir
kadın var ama, normal cinsel birleşme yok.
Erkek önemli bir spor kurumun antrenörü. 17 yıllık evliler. Yöntemi verdikten
sonra bir doktorun yapabileceği babacan ve sevecen önerilerden birini söyledim.
“Hanımefendi artık bu işi hemen bitirin daha da uzatarak, kocanın sabrını zorlama”
dediğimde. Adam bana döndü: “Hocam, 37 yıl olsa da ben karıma toz kondurmam”
dedi. İşte hayat tecrübelerimden bir altın yapraklı sayfa daha. İyi bile olsa, başkaları
hakkında yorumda dikkatli ve sıcak olunması...
11 yıllık evli bir çift Almanya da çalışıyorlar. Yöntemi alıp gittiler ve olayı gerçekleştirdiler. Kadın: ‘Hiç acı hissetmedim ne olduğunu anlamadım, kocama hepsi
bu kadar mı? Diye sordum, o da evet deyince, 2 saat boyunca kriz halinde ağladım,
benim 11 yılımı bu mu yedi diye. Altı ay sonra bana telefon ettiğinde bana gebe olduğunu ve tesettüre girdiğini söyledi. 11 yıl Allah’a yalvardım, 3-4 aydır da verdiğim
sözü tutmayınca rüyalarında görmeye başladım. Ben de espri olsun diye, “iyi ama
ben seni okuyup üfleyerek değil, bilimsel yoldan tedavi ettim. Ben kabul etmiyorum”
dediğimde, hocam girdim bir defa sözüne, ben de “peki öyleyse” dedim. Bir gün
telefonda çocuğunun doğumunu haber verdi. “Ben de tesettür ne oldu diye?” Sordum, yanıt ’çıktım’ oldu.
Bir çift, biri 28 öteki 30 yaşında. Yüksek eğitimliler, evlenmişler ama 5 yıldır
cinsel birleşme gerçekleşmiyor. Bütün ötekiler gibi bunların da çalmadıkları kapı kalmamış. Kadın eşinin beklentilerini, yerine getirememekten, kendini haksız yere suçlu
buluyor. Kocası karısını seviyor ama, onun için de en azından eşinin bu tür manevi
suçluluk kompleksine daha fazla neden olmamak için, ertesi gün ayrılık işlemlerine
49
başlamak üzere karar alıyorlar. Bir koltukta yan yana birbirlerinin ellerini tutmuşlar,
bir yandan kendi sıcaklıklarını hissederken, öte yandan da mantığın, “olması gereken” diye inandıkları, radikal çözümü konuşuyorlar. Karşılarında televizyon açık,
bir kıpırdanma sırasında, birinin eli farkında olmadan, yanlarında duran televizyon
kumandasının tuşuna dokunuyor. Birden karşılarına ben çıkıyor, vajinismus olayını
anlatıyorum; “Tek seansta %100 kesin çözümü” duyunca, bir denizde boğulmak
üzere olan iki kişinin, karşılarına bir kurtarma ekibinin çıkması gibi donup kalıyorlar.
Önce sessiz birbirlerine bakıyorlar. İkisinin de aklına aynı şey geliyor. Bu tanrının bize
verdiği haber diyorlar. Ve ertesi gün geliyorlar. Karı-koca olarak dönüyorlar.
İkinci evliliklerinde gelenler de az değildi. Bir kadın İzmirli ve de çok güzeldi. Bu
nedenle ilk evlilikten ayrıldıktan sonra, hem fizik yapısından, hem bunda bir uğur
vardır telkiniyle, ikinci evliliğini de yapıyor ama sonuç yok. Üçüncü evliliğini de, gene
benzer telkinlerden yapmış ama vajinismus devam ediyor. Bana geldiğinden üç gün
sonra “hocam bitti” müjdesi verdi ve: ‘Ne zaman televizyona çıkarsa, uçak biletimi
kendim alarak programa katılacağım. Neler çektiğimi bir ben bilirim. Çözüm yolunu
öğrensinler, kurtulsunlar demişti.
Doğu Anadolu illerinden birinden geldiler. 5 yıldır evliydiler. Bayram, bir ağa
çocuğuydu. Karısı Sema da yörenin kızlarından biri; ama vajinismus belası sinsi sinsi
gelip ailenin ocağına yerleşivermiş. Hâlâ karı-koca olamamışlardı. Sanki bu hastalık
evliliğe düşman, mutluluğa karşı bir illet gibidir. Önceden geleceğinin de haberini
vermediğinden, gençleri, aileleri gafil avlıyor ve de alınacak hiçbir önlemi de yok.
Piyangodan çıkar gibi çıkıyor, çığ düşer gibi düşüveriyor. O yörede ağaların düğünleri
başka olur. Düğün ne denli kalabalık ve gösterişli olursa, düğün sahibi de o denli ağa
olur. O düğün yıllarca söylenir, başka ağalar da, öteki düğünden aşağı kalmamak için
yarışa girerler. Ve bu yarış geleneksel olarak, ailelerin onuru durumuna dönüşür.
Yapılan her şeye değdi, herkes muradına erdi.
Anlattığımız olguda; sonuç böyle bitmemiş. Kızın kasılmasından dolayı, bir iki
gün sonra, erkekteki ereksiyon sorunu başlamış. Kız da, kocasının kendisine bir şey
yapamayacağını gördüğünden, vajinismus korkularını atmış. Etkinlik bir bakıma güç
kızın eline geçmiş. Hiç yoktan mahkum edilen erkeğin durumunun anlaşılmaması
için, aile geline büyük özverilerde bulunmaya başlamış. Yoksa rezil olacaklar. Her
seferinde kız “bende bir şey yok, kocamda” diye onu hedef göstermiş. Bu durumda
kızın ailesi devreye girmiş, “kızı geri alırız ha!” baskıları olmuş. Sus payı; kıza alınan
elbiseler, altınlar, elüstünde tutmalar, ailesine de inek, dana ve para yardımları.
Oysa erkeğin elinde “tam sağlam” raporu vardı. Bize geldiklerinde, uyguladığımız tedavide ileri derecede bir VAJİNİSMUS olayıyla karşılaştık. Çocukları ailelere
teslim ettiğimizde, çok yönlü bir mutluluğun havası içinde, herkes hayatından memnundu.
50
REKORLAR
En uzun sürkeli Vajinismus olgularım iki tane, biri 30 öteki 31 yıllık evlilerde ve
karı-koca olamamışlardı.
En kısa sürede gelen bir olgumun, kocası tanıdığım bir eczacıydı. Ertesi gün
gelmişlerdi.
Tanımadığım en kısa sürede gelenler, üç günlük evlilerdi. İstanbul’dan geldikleri
için: “Evinize gidin, beş-on gün deneyin eğer başaramazsanız ben buradayım kaçmıyorum” kinayeli sözüm üzerine, erkek işaret parmağını kaldırıp, iki yana sallayarak:
“Hocam bizim acelemiz var” demişti.
En yaşlı olgunuz, bir eczacı hanımefendi idi. 54 yaşına kadar evlenmemiş, evlilik
kapısını kimseye açmamıştı ama, açtığında da vajinismus kendi kapısını kapatmıştı.
Bacak arası sürtünmeden iki kere gebe kalıp, ikisini de normal doğumla dünyaya
getiren kadın olgumuz da, erkeğiyle bu işi bitirememişti.
Üçüncü evliliğinde gelen, evlilik denemesindeki rekorumuzdur. 3’üncüsü bizim
tarafımızdan çözülmüştür.
Kendi organına, taharetlenmek, temizlenmek gereği için bile dokunamayan 26
yaşındaki kızımız da bu konuda rekor olur diye düşündüm.
İki yıl her hafta seansa giden olgumuzdan içeride söz ettim. O ise bir sabır rekoru kırmıştı.
51
NEDEN AŞARAMIYORLAR...
Vajinismus problemini tedavi yöntemim son derece basit ve halka da yabancı bir
yöntem değil. Rasyonalize psikoterapi seansında, tıpsal alandan sözcükler kullanmadığım gibi, yaptıklarıma mesleki bir gizem katarak, kendime pay ayırmaya da çalışıyorum. Bu kitabı, bizde tedavi görüp giden pek çok kişi de okuyacaktır. Yazdıklarımın
arasında eksikler bulacaklardır ama, söylediklerimin tümünü doğrulayacaklardır.
Seanslarım sırasında onlara özellikle her türlü haklarını savunmalarını öneririm.
Alın terinin bir damlasıyla bir tonu aynıdır. Bir damla alın teri, bir emekcinin bir somun bedelidir. Emekçi o bir damla alın teriyle aldığı o ekmeği, evinde yerken, bir
OH!... çeker. İşte o oh, emeğe değer. Çok zengin birinin, bir ton alın teri uçup gitse,
onun yaşamı değişmez. Bu nedenle, haklarınaza sahip çıkın. Manavın verdiği tek çürük elmayı, kasabın verdiği ette bozukluk varsa, götürün önüne atın ki, bir başkasına
bunu yapmasınlar derim. Hakkınız için daima masaya yumruğunuzu vurun. Oy verirken de öyle, başka yerde de öyle. Aynı şeyi bana da yapın. Sizi sömüren hekimlere,
hekim olmadıkları halde sömürmeye kalkanlara, haksızlara karşı çıkın diye eklerim.
Bana gelip sonuç alanların aralarında doktorlar, karı koca doktor olanlar da var.
Bildiğim kadarıyla (umarım yanlış biliyorumdur), onlara bu sorunla giden olgularda
başarı sağlayamadıklarını bir kez daha vurguluyorum.
Aile gelmiş, evlerinde olayı bitirmişler. Bir süre sonra kız kardeşinde de, aynı olay
yaşanmış. Aynı yöntemi uyguluyorlar, sonuç alamıyorlar. Kardeşi bize gelip seansı
dinleyip gidiyor, evinde olayını bitiriyorlar. Bu gibileri oldukça fazla. Hem de yurtdışından gelip, evlerinde olayı bitirenlerin, aynı sorunu yaşayan arkadaşları da sonuç
alamıyorlar. Gelip seansı dilleyip gidiyorlar olaylarını bitiriyorlar.
Dahası, bizim cambaz S.D. yöntemin bir özel hastaneye para karşılığı satmış.
Oraya giden olgulardan gelenler var. Hocam ilaçlar da burada yöntem de aynı ama
sonuç alamadık diyorlar. Eğer metafiziğe inansım “Allahtan” ya da “sihirli güç” diyeceğim. Sanırım o gizemi, okuyacağınız mektuplar içinde bulacaksınız.
İşin böyle de garip bir yanı var. Bu yöntemi, 15 dakikada bir kongrede anlatmak
benim için onurdur. Ne var ki, yöntemi uygulayanlar başarı sağlatamadıklarında,
Haydar Dümen’in yönteminden de sonuç alamadık diyen olgular, tam bir çaresizlik
içine düşecekler. Bu nedenle, yöntemimiz kurumsallaşarak, sistematik bir uygulama
ve tedavi ile halkımıza hizmete açılması zorunludur.
Yukarıdaki sorumu gene kendim yanıtlıyayım: BİLMİYORUM.
52
NEDEN PEŞİMDE DEĞİLLER
Çözemediğim bir başka sorun da şu: Bunca yıl, bunca başarılı tedavilere karşın,
neden ben hala kendimi kanıtlama çabası içindeyim? Hemen her televizyonda, vajinismusla ilgili demostratif (göstermeli, belgesel) kanıtlarla, olayı kesinleştirmiştim.
Bir televizyon programına çağrıldığımda, daha önce onlara başvurmuş vajinismuslu
çift, seyirciler arasında maskeli oturuyorlar. Onları tanımıyorum, psikolojik durumlarını da bilmiyorum. O canlı yanında: “Bu çiftti, bu gün bana gönderin, yarın olayları
bitmiş olarak buraya gelecekler” diyor ve her kanalda da bunu kanıtlıyordum.
Bundan daha kesin matematiksel kanıt olur mu? Üstelik ben kendi yöntemime
güvenmesem, milyonların önünde, böyle bir angajmana neden gireyim? Böyle bir
söz vermede, tek bir olumsuzluk skandal demektir, bu bizim güvenilirliğimizi bitirir.
Buna karşın dedikodular, karalama kampanyaları sürmüştür. Onca uzaklardan gelmiş, onca para verip, televizyondaki canlı yayından size, inanmış kişiler sonuç alamadıkları zaman, KIYAMET KOPAR.
Açık sözlü ve yürekliyim, sözümü çekinmem doğrular neyse aleyhime de sonuçlansa onları söylerim. Bu anlattıklarıma televizyonda kadın programı yapanlar,
televizyon yayın müdürleri, rejideki çalışanlar da tanıktır.
Buna karşın Takvim Gazetesinin, yukarıda açıkladığım kötü niyetlerle, kim oldukları belli olmayan, para karşılığı konuşan, uyduruk haberlere itibar edip, televizyon ekranının tümünü kaplayacak büyüklükte HASTALAR KANDIRILIYOR MU?
Yazanlara ne diyelim? Örneğin Kanal D, kimin, hangi grubun? Doğan grubunun.
Benim yazdığım Posta Gazetesi hangi grubun? Doğan grubunun, Takvim gazetesi
ise, Sabah grubunun (eski sahiplerinin ). Ben kendi grubumuzun traj lokomotifiyim.
Bana saldırıların nedenini düşünmeden, karşıt gruba sanki pirim vermek, kime yarar,
kime zarar vermiştir?
Bu iki sorudan ilkini bilemem, ama ikinci sorumun yanıtı: Hastalara bu ÜLKENİN
TÜMÜ İNSANLARINA, BİLİME KENDİNİ ADAMIŞ HEKİME VE HEKİMLERE. . .
Ortaya çıkıp, yüksek sayılardan söz ediyorum, 100 aileyi kurtarmak bile büyük
bir başarı. Depremde AKUT grubu, 3-5 kişiyi kurtarınca, gazetelerde sürmanşet oluyorlar. Siz aileleri, doğacak çocukları ve ailenin akrabalarını depresyondan, sosyal
ölümün eşiğinden alıyorsunuz. Bunu bir organizasyonla Türk hekimliğine mal edelim
ve dünyaya duyuralım, demiyorlar. Yabancı gazeteler ve televizyonlar peşimdeyken
“neden bizden meraklı bir bilimadamı, bir yönetici çıkıp olayın özünü ve geleceğin
potansiyelini araştırmıyor?” Bunu da BİLEMİYORUM.
53
54
GARANTİ BELGESİ
Öteki uzman arkadaşlarımızın yöntemi ve kuralları kendilerini ilgilendirir. Oniki
yıldır bu tedaviyi yapıyorum. Son beş yıl içinde vajinismusa çözülmemiş tek bir olgumuz varsa, ben buradayım diyorum.
Bir iş için bir ücret alınmışsa, karşılığı verilmediği zaman, haksızlık söz konusudur. İşte, hekimlik namusumuzun ve onurumuzun bir belgesi; karşı sayfada ve
elinizde.
Kervan yürüyor. Elbette birçok sesler duyulacaktır. Ancak bu sesler mertçe değil,
sinsi ve ıslık çalar gibi olduğundan, zamanın ve tarihin içinde eriyip gideceklerdir.
Bu nedenle çirkin karalama yöntemlerine başvuranlar, elbette halka ihanet etmelerinin, namuslu insanların üzerine bir dedikodu gölgesi düşürmenin, cezalarını
vicdanlarında çekecekler, yüce güçler de onlara bu yaptıklarını ödetecektir. Yaşam
bir ömürle sınırlı değildir. Bu yazılı belgeler, kitaplarda ve bir yerlerde kaldığı sürece,
ben aranızda yani hayatta olacağım.
Ya kiralık katil tutanlar? Ya da onları özendirenler? Halkın sağduyusuna ve erdemine iftiralarla güvensizlik şırınga edenler, yargısız infaz modasına uyarak, gerçekleri
yok etmeyi amaçlayanlar, HODRİ MEYDAN. Sizler de böyle net belgeler verebiliyor,
böyle sözler söyliyebiliyor musunuz? Sonuç alamadığınızda bu haksız kazançtır diyebiliyor musunuz?
Değerli okurlarım, hepsi bu kadar. Esen kalın, rahat olun ben yanınızdayım ve
işimin başındayım.
55
FAY HATTI
Yıllardır gazetelerde yazarım, pek çok yayın organlarında röportajlarım yayınlanmıştır. Türkiye’nin iki ana grup (SABAH GURUBU) gazetelerinden biri olan BUGÜN
GAZETESİ’nde 3–4 yıl köşe yazarlığı da yapmıştım. Daha sonra aynı grubun dergilerinde ve GÜNAYDIN GAZETESİ’nde yazdım. Bu gazete grubunun lokomotifi olan
Sabah Gazetesi, Amerikalı araştırmacı Kinsey’in filmini, sinema kapattırarak bir özel
gösterimle bana izletmiş, 2–3 gün sayfalarında bu röportaj’a geniş yer vermişti. Tarih, 26 Mart 2005. Beni takdim ederken, şu cümleleri kullanılmıştı.
TÜRKİYE’NİN DR. KİNSEY’İ HAYDAR DÜMEN ÜNLÜ FİLMİ İZLEDİ VE KONUŞTU.
80’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’DE BİR CİNSEL DEVRİME İMZA ATAN DR. HAYDAR
DÜMEN, CİNSELLİK ARAŞTIRMALARIYLA ÜN YAPAN KİNSEY’İN HAYATINI ANLATILDIĞI FİLMİ BEĞENDİ VE İÇİNİ DÖKTÜ.
Resim altı yazı: TÜRKİYE’NİN CİNSEL DEVRİMCİSİDİR DR. HAYDAR DÜMEN.
Takdim yazısı: TÜRKİYE’NİN KİNSEY’İ HAYDAR DÜMEN, YILLARDIR CİNSELLİĞİ ANLATIYOR VE KENDİNE HALA GEREKEN DEĞERİN VERİLMEDİĞİNİ SÖYLÜYOR.
ADININ İLERİDE DAHA SAYGIYLA ANILACAĞINI BELİRTEN DÜMEN: “ MUTLULUĞU
KİTAPLARINDA BULDUM” DEDİKLERİNDE, BEN DE MUTLU OLUYORUM.
Bu tarihten iki-üç ay önce, rakibi olan DOĞAN GURUBU’nun POSTA GAZETESİ’nde yazmaya başladığım ay MEDYATAVA gazete tiraj ölçüm kurumunun dökümüne
göre, 582 833 olan tirajı yazmaya başlayınca, ayın sonunda 679 908’e yükseldi.
Sabah grubunun TAKVİM GAZETESİ ise, aynı tarihteki ilk satışı 264 903, bir ayın
sonunda ise 267 451 olarak görülüyordu.
Bir ay sonunda POSTA GAZETESİ 96 975 tiraj kazanırken TAKVİM GAZETESİ 2
658 tiraj alabilmişti.
Bu sayılar aklımızın bir köşesinde kalsın. İleride olabilecek olaylarla ilgisinin olup
olmadığını sizlerin takdirine bırakacağım.
GELELİM İHANETE
Muayenehanemde ayak işleri, şoförlük ve de internetime bakan S.D diye bir
genç çalışıyor. Tam bir cambaz. Çeşitli atraksiyonlarını görüyorum ama, çok ileri gidebileceğini de düşünmüyorum. Üstelik bir tanıdık aracılığıyla da gelmişti. İnternette
chat yaptığı arkadaşlarıyla yazışmalarını silmeyi unutmuş, bu yazılar elime geçti. Benim için şunları yazıyordu.
56
29.7.2005 si.cem anasını
29.7.2005 ipne işte
29.7.2005 para alıcam ipneden
29.7.2005 parasızlıktan ne yapacağım. Şaşırdım ya
Elimize geçen bu yazışmasından sonra, bir araştırma yaptığımda, akıl almaz
sahtekârlıklarını öğrendim. Hastalardan ekstra paralar almalar dâhil, reçete yazıp,
parayla satmalar, hastaların telefon numaralarını alıp dostluk kurmalar, vaatlerde
bulunmalar bir sürü hileler... Bağrımızda yılan beslemişiz.
Bu yazışmalar elimize geçtiğinde, o da kendi ikmalini yapmış, işe yaramayan,
çöp sepetine atılan bir reçeteyi bile hastaya verilmiş gibi saklamış. Hastalardan aldığı
telefonlarla, onlarla para karşılığı, bir şantaj şebekesinin alt yapısını oluşturmuş.
Hastalarımı ben başarılı bir biçimde tedavi ediyorum. Aileler kurtuluyor, dağılmak üzere olan yuvalar yeniden sağlam temellere oturuyor. Ben hekimliğin manevi
alanı olan, can sunmanın doruklarını yaşıyorum.
Bu sırada yaptığım tedavinin ayrıntılarını da, bağlı bulunduğum İstanbul Tabipler Odasına Yurtiçi Kargo’nun 610218 sayılı ve 15.08.2005 tarihli alındı belgesi ile
ulaştırdım.
Sabah Gazete grubunun Esquaire Dergisi’nde yazarken, yazılarım nedeniyle de
S.D. bağlantılıydı. Kurduğu plan da taşlar yerine oturmuş. Amaç, benim itibarımla
oynayarak, Posta Gazetesi’nden çıkarılmam. Bir sabah telefonumdan, her on dakikada bir aranmışım. Gözümü açtığımda telefonu uzattılar, AKTUEL DERGİSİ’nden
arıyorlarmış. “Efendim” dememle, karşımdaki: “Tamam, röportaja başlıyoruz, teybimin düğmesine bastım,” dedi. Bunun anlamı, söylediklerin kullanıldığında itiraz
hakkın olmaz demektir. Ben bunu da biliyorum. Gocunacak da bir şeyim de yok.
Sorularını içtenlikle yanıtlıyorum:
Bu dergi ve bu gazete grubu alacaklarını aldılar. Artık bu malzemeyle pişecek
pilavı, yiyen yiyecek! Grubun başında yetkililer ve büyükler de var. Rekabet ve kapitalizm devlerinden biri, bu lokmayı çarkın dişlileri yardımıyla parçalayacak.
Şimdi düşünüyorum da: Çok üzülmeme rağmen, bir dönemin tıp tarihini ve
hekimlik konusundaki değer yargılarının ve cinsellikte insanların kafalarının içinin
MR’ını çekip bunu Türk hekimlik tarihine mal etmem açısından da, sonunda kazanan
ben oldum diyorum. ÇÜNKÜ BEN HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ, DOĞRU YOLDAYIM.
Her doğru insanın, doğru yolda olanın, başına benzer iftiralar, suçlamalar, çekememezlik ve aşağılık komplekslerinden dolayı böyle şeyler gelebilir. Burada yapılacak
57
İşTe BeLGeSİ
58
şey dik durmak ve yolunuzdan asla sapmamaktır. Bütün bu kargaşa döneminde
ben, yoluma devam ettim. Hastalarımı tedavi ettiğim gibi, onlardan en büyük morali
aldım. Bunların belgelerini kitap içinde bulacaksınız. Çoğu hasta bunun, gazeteler
arası bir çıkar çatışmasından kaynaklandıklarını bize söylediler. Yazılanlara inanmadıklarını da dile getirdiler. Bunun adı ANADOLU HALKININ SAĞDUYUSUDUR.
Aktüel Dergisi S.D. aracılığıyla iki kişi bulmuş. Biri yöntemi alıp gitmiş. Evde deneyelim olmazsa, yeniden geliriz demişler. Varsayalım ki, evde üstesinden gelememişler (belki de gelmişlerdir), yalancı ya da gizli tanıklığa soyunmuşlar.Bunun için de
iyi para almışlardır. Bu iki tanığın da aynı kişi olduğu kanısındayım. Hala kim oldukları
belli değil. Söylemleri, hedef seçtikleri vuruş yerleri birbirinin tıpkısı. Her ikisinin de
söyledikleri akıl ve bilim dışı ve de yalan.
Bir aileyi kurtarmış, çocuk sahibi yapmayı da garantilemişsem, o çocuklarda benim de manevi hakkım vardır. Normal doğumlarda bile bu böyledir. Ben bu duyguyu
yüreğimde çok sıcak hissederim. Ve onlara, “yaşadığım sürece, ne zaman sağlıkla
ilgili bir konuda sorununuz olursa, ailenizden bir büyüğünüz olarak buradayım” derim.
Hakkı yenen, bana gelip, yöntemi alıp gittikten sonra, evinde sorunlarını çözen
gene binlerce aileye de, sanki o gözlem altında bir şeyler olmuş gibi imaj yaratarak,
onların da kutsallıklarına kurşun sıktılar.
Sabah Gazetesi, Takvim Gazetesi, Aktüel Dergisi, öküz altında buzağı aramaya
koyulmuştu. Üstelik bir televizyonda da boş buldukları meydanda, şamatacı adamları, programcının teşvikleriyle yarış pistine çıkarmışlardı.
Bu deprem 5.4 şiddetinde olmuştur. Benim oturduğum zemin sağlam olduğundan, bana etkisi 3.5 şiddetinde hissedilmiş ama, vajinismuslu olguları 7.4 şiddetinde
etkilemiştir. OLASI sonuçları şunlardır:
Halkın, yani vajinismuslu olguların beyinlerine sokulan kuşkular nedeniyle, bana gelemeyen yüzlerce hastamın sorunları çözümsüz kalmıştır. TAHMİNİM: Bunlar
arasında 3-5 kişinin intihar ettiğini sanıyorum. 15-20 aile ise boşanmıştır. Geri kalanları, kendilerine, eşlerine ve çevrelerindeki insanlara karşı, ezik, bir
türlü suçluluk duyguları içinde, derin üzüntüler ve depresyon tablosunda,
yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu sayılar, bana gelen hasta trafiğinin, ayrıca bıraktıkları mektuplardan, istatistiki verilere göre çıkarılmıştır.
Bu sayıları bırakalım ve diyelim ki: Bir aile bile bu yüzden çöktü ise, sorumlusu
KİM ve KİMLERDİR? İşte oynanan çirkin oyunun vatandaşa çıkarılan faturası...
O tarihlerde Sabah Grubu, tek bir olaydan yola çıkarak, “karı-koca yardım isterlerse ederim” dememden bir skandalmış gibi haber yaptı. Bunun üzerine birçok
59
televizyonda, açık oturumlarda bu konu ele alındı. Önüme gelen kendine göre konuşuyor. Nedense tüm doktorlar, “etik değildir” diye yaygarayı basıyorlar. Orada
hastalardan kimse yok, doktor olarak ben de yokum. Havada uçan bir laf üzerine
siz yapımcılar ve de hekimler dahil konuşmacılar kimin adına neyin tartışmasını ve
yorumunu yapıyorsunuz? Hangi kompleksin esintisiyle motive olup, bu olayı gündeme ve televizoynalara taşıyorsunuz? Bu sorunun yanıtım aşağıdaki YOKSUNLUK
SENDROMU bölümünde bulabilirsiniz.
YOKSUNLUK SENDROMU
Toplumsal yaşamın haritalarını her gün gazetelerde görüyoruz. Tacizler, tecavüzler, cinayetler, belki dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak kadar çoklukta. Neden
toplumun, insanlarımızın kutsal değerlerine bu denli saldırılıyor, neden insanlar kendileri için, asla istemeyecekleri bu tür eylemleri yapabiliyorlar.
Bu sorulara yanıtlar bulmaya çalışalım.
Türk kimliğinin genlerinde bu tür reaksiyonlar yoktur. Ancak sosyal yapılanmalardaki öğretilerde, sosyal genlerde var diyebileceğimiz kadar etkin rol oynuyorlar.
Konumuzu açıklamak için, biraz daha derinlere, çocukluk dönemine indiğimizde
şunları görürüz: Çocukların çoğu geleneksel aile yapısı dediğimiz bir eğitimin içinde
büyürler. Üst benlerinde toplumun saygın değerlerini korumada; “Cennetten çıkma dayak” kutsallıkla kamufle edilmiş kavram sayılır. Çocuklar büyüme döneminde,
kimliklerini kazanırlarken, anne babaları, erkek kardeşleri, kız çocuklarının namus
bekçiliklerini yaptıkları için, onlar üzerinde hak sahibi oluyorlar.
Büyüme çağında, kız arkadaşlarını tanıma fırsatı da bulamadıklarından, kızlara
hep cinsellik açısından bakarlar ve onları bir cinsel obje gibi değerlendirirler. Ne var
ki, bu objelere karşı da, ön yargılı olduklarından, onları potansiyel bir tehlike gibi
görüp, yanlış yaptıklarında cezalandırılabilir yargısı, genel yani anonimdir.
Bu eylemleri körükleyen faktörlerden başında, cinsel açlık gelir. Bu açlık nedeniyle, gelişme döneminde doymamış gözler ve ruhlar, ulaşamamanın ezikliği ve ilkel
iç güdülerinin harekete geçmesiyle, yıkıma ve şiddete her alanda rastlanıyor.
Ergenlik döneminde bu duygular kemikleşiyor, o dönemin hormonal salgıları
güce yönelik davranışlarla onları motive ettiğinden, güçlü olan kazanır dürtüsü de,
öne çıkıyor. Bu dürtü bize, büyük baş hayvan türlerini çağrışımını yaptırıyor. Ne kadar
güç, o kadar harem örneği.
Öte yandan, varlığını güçten değil, estetik boyutlu davranışlarla sürdürebilen,
daha çok savunma ve kaçmaya yönelik yaşam süren hayvanlarda, örneğin kuşlarda
bu ilişkiler şöyle görülüyor. Ötme (şarkı), dans etme, yiyecekleri bölüşme, öpüşme,
60
(muhabbet kuşları), yuva yapma, kendisini dişisine beğendirme, yavrulara ortak bakım, gerekirse dişi beslenmeye gidince kuluçkaya yatma (penguenler), gibi insanlara
yakışan davranışları onların içgüdülerinde vardır. İçgüdüler hayvanlarda değişmez ve
kalıplaşmıştır. Bu kavram, insanlarda güdülere dönüşüyor. Buna üç genler dediğimiz,
epigenezis neden oluyor. Böylece ilkel motifli davranışlar hayvansal düzeyde kalmayıp, insanına yakışır türde bir etkinlik kazanarak değişime uğruyor. Bunu da eğitim,
toplum, aile ve de kişinin kendi değer yargıları hazırlıyor bu POZİTİF bir değişimdir.
Birde bunun tersi vardır: NEGATİF değişim. Bunun da temelinde, kişinin bencilliğinin yani egosunun hakimiyeti yatar. Belirli yaş ve zaman dilimlerinden sonra, kimi
kişilerde bir geri çekilme reaksiyonu görülür. Bu durum, o kişi için daha az yorucu,
daha rahat bir yaşam demektir. Kimilerinde beyin kimyasının da bozulmasıyla “örneğin gizli ya da açık damar sertlikleri kişiliği etkileyebilirler.” Böylece sürdürülmesi zor
olan yaşam yerine, geri çekilerek, mücadeleden kaçma, rahata erme amacı üstünlük
kazanıyor. Bunun en belirgin türünü kronik şizofrenlerde görürüz. Bu hastalar çocukluk dönemine döner adeta çocuklaşırlar.
Oysa varoluş amacımızda beynin açılımı gerekir. Yaratılışımızın ve yaşamımızın amacıda budur. İnsan ve toplum değerlerinde onu korumak, daha önemlisi
aşma, çalışma, varetme, doğruluk, hak adalet, kendine ve topluma karşı sorumluluk
gibi pek çok duygu ve özellikle kişinin güçlü bir iradesi, yılmaz ve yorulmaz bir çabasıyla yukarıda söylediklerimiz gerçekleşir. İşte zor olan budur.
Dünyanın bunca zevkleri varken, kendine varetme savaşına girmek, çile çekmek, yorulmak, çok şeylerden ödün vermek, dahası karşı cinse bile, etik ya da sosyal içeriklerde kendini frenlemek yerine, egosantrik bir yorumla: “Dünya’yı ben mi
düzelteceğim?”, “Ölümlü dünya” , “Ben çıkarım ve zevkime bakarım”, “Kimin için
ne için?” soru ve savunmaları kişilerin kendi egolarını rahatlamaya yöneliktir ama
bunlar yıkıcı davranış türleridir. Ne yazık ki günlük yaşamda sık rastlanan olaylardır.
İnsan beyni hangi konularda açlık çekerse o konuda derin kompleksler ve kıskançlıklar içine düşer, bu da yeterince gelişemeyen insanlara özgü bir kimliğin dışa
vurumudur.
Erkeklerde bu kompleksler, penisin boyutundan tutunuz da, günlük birleşme
sayılarına mantıklı olmayan amaç ve beklentilerine kadar uzanır. Oysa herkesin bir
ötekine göre eksik ya da değersiz bir yani vardır. Bu eksik ya da değersiz yanlarını
telafi edememiş, giderememiş ya da yüceltememiş kişiler, özellikle erkek modelleri
ülkemizde çoğunluktadır. Bu gibilerin komplekslerinin dışa vurumu, topluma zarar
verir. Bunun da adı: İlkelliktir.
Bu bilgilerden sonra, olayımıza, ortada dönen yaygaralara bakalım. Ancak
önce şu soruları hem kendimize hem insanlara soralım.
Vajinismus tedavisine gelen son derece kaliteli 7-8 yıl süreyle birleşme ya61
pamadıkları halde, evlilikleri sürdürülen bu çiftleri birbirlerine bağlayan tek neden:
AŞK’ tır. Örneklerimizde, sıradan, masum halktan evlilikler yanında, yüksek eğitimli
gençler çoğunlukta. Bu çiftler son çare size gelmişlerdir. Doktorsunuz, tanrı’nın yeryüzündeki eli olduğunuzu da ilan etmişsiniz. Önce psikoterapi, bilgilendirme aşamasında tekniği öğretmişsiniz %90’ı “”biz bunu evimizde yapabiliriz olmazsa size
döneriz” deyip gitmişler %10’u ise “olayı bitirip yüzümüzün akıyla gidelim” demişler. Hazırlık aşamasını eşim Gül Hanım yapmış. Ben erkeğin ereksiyonu için ona
bir iğne yaptıktan sonra, çiftleri içeride baş başa bırakıp çıkarken, on dakika sonra,
kapınızı tıklayarak, tamam mı ? diye soracağım. Tamam derseniz devam ederseniz,
“yardıma çağırırsanız gelirim demişim”. Diyelim ki çağırdılar. Hekim olarak gitmek
zorundasınız, iki canı kurtarıp onları hayata alacak, ailelerine doğacak çocuklarına
armağan edeceksiniz. Zaten bu aşamada böyle bir isteğe hayır diyecek yeryüzünde
hiçbir doktor yoktur.
İşte kıyamet burada kopuyor. Neden koptuğunu biraz sonra açıklayacağım, ancak benimde bir iki sorum olacak. Eğer bir hekim kadın psikiyatrı olsaydı aynı yaygara
kopar mıydı? Bana göre hayır. Ama gene de beyni patolojik çıkmazlara saplananlara
sormalı bu soruyu.
Odada ise tablo şu: o sırada kadın ve erkeğin olayı cinsellik değil bitimin, yıkıntının kıyısından kurtulmak. Orada sadece: İNSANLIIK söz konusu. Bu doktor için de
geçerli. Eğer doktorun en ufak bir kıpırtısını erkek hissederse, Anadolu’nun o yiğit
delikanlıları ona haddini bildirirler.
Bir kişide, beklediği, özlediği, sahip olmak istediği amaç yetenek, yapı, bilgi kariyer maddi ve manevi değerler ne denli eksikse, o kişi, bir yoksunluk sendromu içinde
olabilir.
Bu tür dolmamış ve de dolmayacak boşluğun yarattığı tablolar da değişiktir.
Kimilerinde nevroz, kimilerinde psikoz olarak karşımıza çıkabilir. Daha çok, bencillik,
kıskançlık, sadist, psikopat davranışlar, çekememek gibi dürtülerle, birilerinin aleyhine her şeyi yapabilecek patolojik görüntü sergilerler. Bu tabloların dışa vurumu,
yoksunluk sendromundan kaynaklanır.
Şimdi daha rahat söyleyelim. Bunca tıp ettiği içinde davranan bir hekime, Tabip
Odası’nın da suç olarak nitelemediği raporuna ve pekçok olgunun mektuplardaki
tokat gibi ifadelerine karşın, hala yaygara koparmanın, sözüm ona namus bekçiliğinin! altında yatan gerçek: Onun yerine neden ben değildim? Tepkisinin linçe
dönüşmüş bir reaksiyonudur. Belki de Tanrı içlerini okuduğu için, onlara bu
fırsatı vermemiştir.
Kim bilir ? …
62
BU BÖLÜMDE
Hakkımda yapılan yalan ve iftira içerikli
yayınlara bize gelip tedavi olmuş vajinismus
olgularının İSTANBUL TABİP ODASI’na
kendiliklerinden yazdığı mektupları İSTANBUL
TABİP ODASININ raporunu bulacaksınız
63
64
İSTANBUL TABİP ODASINA GELEN
BİRKAÇ ÖRNEK MEKTUP
MÜRACAAT EDEN:Adı ve adresi tarafımızdan gizli tutulmuştur
MUHATAP
:İstanbul Tabipler Odası Çağaloğlu- İSTANBUL
KONU
:Nöroloji ve Psikiyatri uzmanı Dr. Haydar Dümen tarafından yapılan vajinismus tedavisi hakkında
AÇIKLAMALAR
:
1. ... Tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı Narlıdere Belediye Başkanının
kıydığı nikâhla İzmir’in tanınmış iş adamlarından olan eşim ile evlilik akdimiz gerçekleşti. Ancak ilk gece korkusu sebebiyle eşimle yaklaşık 4 ay birlikte olamadık.
Bu süre içerisinde, İzmir Karşıyaka Kent Hastahanesi ve 9 Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi başhakemliği görevlerini üstlenmiş olan alanında uzman profesör de
dâhil olmak üzere, kadın doğum uzmanı bir hekim tarafından şahsıma uygulanan tedaviden başarı sağlanamadı.
2. Bunun üzerine, konusunda tecrübeli ve pek çok bilimsel araştırmalara imza atmış olarak tanıdığımız Sn. Dr. Haydar Dümen den randevu alarak 28.01.2005
tarihi saat 16.00’da Taksim Sıraselviler’de bulunan muayenehanesinde tedavi
edildim.
3. Evlilik birliği’nin devamı için kaçınılmaz unsur sayılabilecek ve aile yapısının oluşumunda olduğu gibi, soybağının devamı için de, olmazsa olmaz olan karı-kocanın
cinsel birlikteliği ile ilgili problemler de, pek çok hastalık tedavisinde olduğu kadar zorunludur ve bu alanda Türk hekimleri tarafından gerekli çalışma ve araştırmalar yapılması da, son derece faydalı ve lüzumludur.
4. Odanıza bağlı hekimlerden Dr. Haydar Dümen’in bu müzmin sorun üzerinde
çalışmalar yapması ve kesin tedavi yöntemi uygulaması takdir edilmedir. Ancak
son zamanlarda çeşitli basın yayın araçları vasıtasıyla, bir takım kişiler tarafından
her ne sebeple olursa olsun, saldırgan davranışlarda bulunulan ve uygulanan
tedavi yöntemleri ile ilgili olarak, farazi projeler üreterek, Sayın Dümen’e yapılan
saldılar, hasta haklarına saygısızlığın en aşikâr tezahürü olup, çare arayan vatandaşların hekimliğe duyduğu güveni yok etmeye ve ümitsizliğe sürüklemeye
yöneliktir.
5. Akademik mesleki ve de kişisel çevrelerinde tanınmış olan şahsım ve eşim, söz
konusu haberlerle derinden yaralanmış olup, ahlaki değerlere son derece önem
65
6.
7.
8.
9.
66
veren ailelerimiz, bu tür haberler sonrasında, adeta pornografi uzmanı ilan edilen doktor tarafından tedavi edilen, pornografik şahıslar şeklinde nitelendirilmeye maruz bırakılmış bulunmaktayız.
Belirtmek isterim ki, odanız doktorlarından Haydar Dümen’in tedavi yöntemi
modern tıp tekniğinden farklı bir teknik olmayıp, aksi bir durumun kabulü mesleki ve akademik kariyeri olan şahsım tarafından mümkün değildir. İlaç tedavisi
ile sorunun tamamen çözülmesi, her halde başkaca hekimler tarafından aletle
kızlık zarını aldırma yolunu seçmekten, daha çok tercih edici bir yoldur.
Doktor Haydar Dümen’in tedavi yöntemi hakkında kısa bir bilgi vermem gerekirse; söz konusu tedavi yöntemine, isteyen hasta muayenehanede uygulanmaktadır. Tedavi edildiğim gün, 10 hastadan birisi şahsım olmak üzere toplam 2 hasta,
muayenehane tedavi uygulama talebinde bulunduk. İsimlerini bilmediğim, doğudan aşiret mensubu olduğunu söyleyen genç bir çift, benden önce tedaviyi
bizzat uygulattı. Akabinde muayenehaneye eşimle birlikte alınarak, sayın hekimin asistanı tarafından ilaçlar şahsıma uygulandı. Sn. Haydar Dümen bu aşamada hiçbir şekilde muayenehane odasını girmeyip, uygulama aşamasında yalnız
şahsım ve eşim odada kaldık. O anda hiçbir hastanın cinsellik gibi bir düşünce
içerisinde olması mümkün olamayacağı gibi akıllarındaki tek düşünce, hastalığından kurtulup kurtulamayacağıdır. Kaldı ki, bir kadın doğum uzmanı tarafından,
en mahrem yerlerin tedavi edilmesinin normal olduğu kadar, Sayın Dümen eğer
iddia edildiği gibi uygulama safhasında bizzat katılmış olsaydı da, bu son derece
normal bir durum olurdu.
Ne yazık ki, bir takım amaç ve hedeflerle tedavi yönteminin sapık emellere alet
edilmesi, tedavi gören hastaların grup içinde cinsel ilişkiye girdiği yönünde, kamuoyunu yanlış düşündürmeye yönelik, küçük düşürücü ifadeleri, günden güne bu tür kötü niyetlileri cesaretlenmektedir. Bu haksız cesaretlenmenin önünü
kesmek için, odanız tarafından gerekli müdahalelerin alınarak, hekimlik meslek
haysiyetinin savunulması görevinin yerine getirilmesi zorunlu bulunmaktadır.
Türk Tabipler Birliği’nin ve devamında odanızın, mesleğini haysiyetini ve meslektaşlarınızın hukuk ve menfaatlerini, diğer makamlar nezrinde savunmak görevi
yerine getirilirken; bir yandan, hasta haklarının korunması da sağlanacağından
mahremiyete saygı gösterilmesi ilkesine aykırı olarak ve hayal ürünü uydurma
haberlerle, toplumu yanlış yönlendirerek, tedavi hakkının yönünü saptıran basın
yayın kuruluşlarına karşı, odanız tarafından gerekli ikaz ve ihtarların yapılmasını,
tekzip yayınlatma cihetine girilmesini, tedavi hakkını kullanan şahsım gibi hastaların, seksolog, pornografi uzmanı gibi nitelendirilmeler yakıştırılan bir hekime
tedavi edilerek, cinsel sapkınlıklara alet ediliyor şeklinde gösterilmesinin engellenmesini, söz konusu basın yayın organları aleyhine başvuracak olduğum hukuki ve cezai tedbirleri saklı tutarak, tarafınızdan arz ve talep ederim. 21.02.2005
SAYGILARIMLA
— İstanbul Tabib Odası Başkanlığına —
Hayatımda doktor mesleğinin ibadetlerin en büyüğü olduğuna inanan bir insanım.
Ben Doğu Karadeniz’in Trabzon ilinde oturan, sade bir vatandaş olarak başımdan geçenleri anlatmak istiyorum. Kardeşimi 7 yıl önce güzel bir düğünle evlendirdik. 4 yıl çocukları olmadı, biz onlara sürekli baskı yaparak doktora gitmeleri için
ikna ettik. Doktor vajinusmus diye bir hastalık olduğunu söylemiş, tabii bunu aileden
kimseye bahsedemedik. Trabzon’da önce psikiyatri doktorlarına, daha sonra hocalara dünyanın parasını harcadık, çare bulunamadı.
Bir yıl boyunca her ay Ankara’ya gittiler. Ankara’da önce kadın doğum doktoruna, daha sonra doktorun yönlendirmesiyle Hacettepe’nin psikiyatri profösörüne
göründüler. Yolda izde çile içerisinde içinizde. Trabzon’a kara yoluyla geleniniz var
mı bilmem, yolların nasıl bozuk ve teklikeli olduğunu bilirsiniz. Şimdi yollarımız yapılıyor. Biz konuyu bilen ailedeki iki kişi ölüp ölüp diriliyorduk, her ay aynı sıkıntı ortada
bir şey yok çaresizlik nedir bilir misiniz? Hacettepe’nin Psikiyatri Profesörü de çare
olmadı.
Nitekim İstanbul’a gitme kararını aldık. Dr. Haydar Dümen’e gittiler, geldiklerinde doktorun onlara bir baba şefkati içinde yaklaşıp, yaptığı yöntem sayesinde pozitif
bir enerji vererek, dertlerine devam olduğunu anlattılar. Bir evlilik kurtulmuştu.
Damadımız üniversite mezunu son derece aklı başında tam bir Anadolu erkeği
olarak bilinen, bir insan Dr. Haydar Dümen bey hakkında hep övgüyle bahseder.
Doktor bey hakkında söylenen asılsız dedikoduları duyduğunda, söylenenlere anlam
veremediğini, bunların hepsinin yalan olduğunu onun sadece insanlara faydalı olmaya çalışan bir doktor olduğunu övgüyle bahsetmiştir.
67
Vajinismus hastalığına çare bulan tek Türk doktoru olarak, onunla gurur duymalı, ona gereken değeri verip, dünyaya ismini duyurmalıyız demişti. Bütün kalbimle
size yemin ederim ki kardeşim ve eşi Dr. Haydar Dümen sayesinde mutlu bir evlilik
yaşıyorlar. Hayatımız boyunca hep dua edeceğimiz, torunlarımıza anlatacağımız namuslu, kibar çok iyi bir Türk doktoru.
Anadolu’da en ufak bir dava için adam öldürürler. Bizler namus ve şeref için
yaşayan insanlarız. Kardeşim ve eşi Dr. Haydar Dümen beyin çok terbiyeli ve kibar bir
insan olduğunu aylardan beri söylemektedirler. Yaptığı yöntemin ahlak dışı birşey olduğunu eniştemiz görseydi, zaten buna asla izin vermezdi, durum daha farklı olurdu,
Onun için söylenenler, sadece bir hastalığa çare bulan Türk doktorunu karalamaktan
başka bir şey olmadığını, sizler de biliyorsunuz. Değerlerimize sahip çıkmalıyız.
Dr. Haydar Dümen beyin bu konuda daha çok kitlelere ulaşmasını diliyorum
çünkü Anadolu’da o kadar çok Vajinusmus hastası var ki, ama anlatamıyorlar. Onlar
benim kardeşim kadar şanslı değiller. Siz İstanbul doktorları lütfen Haydar beyi ikna
ederek, bu yöntemi çaresiz hastalara çare olmak için desteklemelisiniz.
Diliyorum Allahu Tealadan siz doktorlara güç, kuvvet, sabır versin. Sizleri insan
sağlığıyla uğraşan birer melek olarak görüyoruz. Dualarımız hep sizinle...
Saygılarımla
Not: İsmimi açıklamayı çok isterdim, ama âli değerleri için bunu yapamıyorum.
Dr. Haydar Dümen beyin dürüstlüğüne bizim gibi binlerce hastası da sahip çıkacaktır.
Not: Bu ve bundan sonra gelen mektupların okunması kolay olması açısından dizilerek sunulmuştur.
68
İSTANBUL TABİPLER ODASI BAŞKANLIĞINA
27.12.1997 yılında evlendim. Eşimle vajinismus sorunu yaşadık. Gitmediğimiz jinekolog psikiyatris kalmadı. Hiçbir yerden umudumuzun kalmadığı bir anda, televizyonda Haydar Dümen Bey’i seyrediyorduk. İnanamıyorduk dediğim gibi umudumuz
tükenmişti. 2004 yılının Mayıs ayında randevu aldık. Haydar Bey’in, asgari ücretle
geçinen hastalara baktığını da biliyorum.
Randevu günü İstanbul’daki muayenehanesine gittik. Bizi son derece güzel karşıladı. Odasına geçtik, Haydar Bey masasına biz karşısındaki koltuklara oturduk. Bize
aşağı yukarı 30-40 dakika küçük bir konferans verdi. Hastalığın nedenlerini, kadın
organizmasını, kurtulmanın yollarını vb. anlattı. Hiçbir şekilde başka bir müdahalede
bulunmadı.
Örneğin bir jinekolog gibi muayene etmedi, sadece konuştuk. Daha sonra yapmamız gereken deneyleri anlatan iki kâğıt ve kullanmamız gereken reçeteyi bize verdi ve dostça nasihatlerde bulundu. Telefon numarasını bize vererek bize herhangi bir
şekilde bir sorun yaşarsak, kendisini aramasını söyledi. Dostça vedalaştık. Son derece
beyefendi asil bir insan Haydar Bey, anlatılan çirkin şeylerden uzak bir insan. Bize bu
konularda teklifte bile bulunmadı. Antalya’ya geldik ve sorunumuzu hallettik.
Şimdi 10.02.2006 doğumlu kız çocuğum var. Daha o zaman bize imzaladığı kitaplarda “doğacak çocuğumuza” diye yazmıştı. Yani kendisinden bu kadar emindi.
Yüzyılın değil, yüzyılların doktoru Haydar Dümen.
Benim gibi binlerce insana yardımcı olduğundan eminim. Ne yazık ki, günümüz
Türkiye’sinde insanlar duyarsız kişiliksiz ve korkak. Bu insan şimdi dar durumda kalınca kendilerine yaptığı iyiliği unutup, seslerini çıkarmıyorlar. Neden niçin çekiniyorlar
anlamış değilim.
Bu insana yapılan bu iftiradan dolayı, son derece üzgünüm. Bu değerli insan,
yıllardır televizyonlarda bas bas bağırıyor. Madem bu kadar çirkin insandı da neden
yıllardır hiçbir şey yapılmadı. Sanırım birinin ya da birilerinin menfaatine dokundu bu
insanın başarısı.
Durumu bilgilerinize arz eder saygılarımı sunarım.
K.K.Ş.
69
Bu uzun bir mektuptu sadece son bölümünü sunduk.
70
Bu mektup da çok uzundu sadece son bölümünü
sunduk.
71
TABİB ODASI RAPORU
72
İstanbul Tabip Odası’nın 26 Nisan 2006 tarihli raporunun da yorumunu yapalım:
1. Yorumsuz.
2. Demek ki, aykırı bir şey yapmıyormuşum. Bir bakıma zaten tıp literatüründe
varmış.
3. ....... Bilimsel değerlendirmesinin yapılmadığı deniyor Bunu yorumlayalım. Bir
üstteki açıklamaya göre bilimsel değerlendirme yapılmış ve uzun zamandan beri de
uygulandığına göre, olumlu ve geçerli bir yöntemmiş demek. Ayrıca bilim insanı, bir
hekim olarak ben, burada sayılara dayalı sonuçlar veriyorum. Bana ve belgelere inanmazsanız o zaman yorum ve işlem değişir. “Sen yalan söylüyorsun!” denir. Bu durumda konu daha derinlemesine ele alınır, gereken yaptırımlar varsa, hukuksal yollar
devreye girer. Ben kendi değerlendirmemi yaparak sonuçlara, MUCİZE demişim.
Eğer uyguladığınız yöntemin hastalara hiçbir zararı yoksa ve tek seansta çözüyorsanız, ona mucize demek de sizin hakkınızdır; ama mucize demeyelim de, YENİ
BİR YÖNTEM, DEĞİŞİK BİR YÖNTEM diye tanımlayalım. Bunun kime ne yararı ya da
kime ne zararı olur? Mucize sözü tam gerçeği ifade ediyor, üstelik çoğu yerlerde
de kullanılır. Örneğin ölümden dönenlere mucize deyimi kullanılır. Penisilinin keşfi
mucize bir buluştur. Oysa penisilinini kaynağı peynir küfüdür. Kimi ülkelerde peynir
küfünün yaralara sürüldüğünde iyi olduğunu halk biliyordu. O başkadır, penisilinin
keşfi başkadır. Mucize sözcüğünün de etik olup olmamakla bir bağlantısı yoktur.
Yanlış olmamak koşuluyla, her yerde etik bir biçimde kullanılır. Bizdeki takdim ve
tanıtım şekli, bu konuda sorunlu olanların işine, onların kurtulmalarına yararlı, bu
konuyu sömürenlere ise zararlı olur.
4. Uygulama sırasında bazı vakalarda bizzat yer almasının Tıbbi Deontoloji tüzüğü ve TTB disiplin yönetmelii kapsamında bir kusur oluşturmasa da... Demek böyleymiş. Bir kaşık suda fırtına yaratan bilim bağnazlarıyla, televizyon ekranlarını kendilerinin çiftliği sananlara iyi bir yanıt.
4. maddenin son cümlesi: Genel tıp anlayışıyla bağdaşmadığı değerlendirmesi
yapılarak, “Haydar Dümen yönteminin ceza gerektiren bir kusur olmadığı; ancak
etik sınırları zorladığı hatırlatması yapılarak, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar
verilmiştir,” deniliyor.
Yorumun, kararın son cümlesinde geçen, “etik sınırların zorlandığı” yorumuna
gelince:
Bilimin tüm alanlarında bazı sınırlar zorlanır. Bu zorlanmalar olmadan bilim
73
yapılmaz. Bundan yüzyıl önce, stajyer doktorlar, anatomi çalışmaları için kadavra
bulamıyorlardı. Kadavra üzerinde işlemler yapmak yasaktı. Bazı otopsi işlemleri sırasında, öğrencilerin otopsi salonunda, kirişlerin ya da uygun bir şeylerin arkasında
saklanarak, otopsiyi uzaktan seyrederek, insan anatomisini öğrenmeye çalışırlardı.
Hocalarımız bize bunları, anatomi ve deontoloji derslerinde anlatmışlardı. Oysa bu
tarihten yüzlerce yıl öncesinde, başka ülkelerde bu tür çalışmalar, araştırmalar, sanat
alanlarında bile yapılıyordu.
Şimdi bilim adına yaşananlara bir başka gözle bakalım. Amerika’da ünlü bir
kalp cerrahı var. Ameliyatlarında mucize yaratıyor deniliyor. Kimse yadırgamıyor. Bu
beyin cerrahları için de söylenebilir. Başka tıp alanlarındaki başırılı hekimler için de...
O inanışla, Türkiye’den koşar giderler o Amerikalı cerraha. Peki, onun yaptığını öteki operatörler bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Öyleyse onun mucizesi nedir? Metafiziğe
inanmadığımı söyledim. Acaba bu mucize Tanrı’dan o hekime verilmiş özel ayrıcalık,
sihirbazın değneği gibi bir sihir mi? Ben sihre de inanmıyorum. Sizlerin de bildiğiniz
benim bu tedavi yöntemimde, elinizi tutan mı var? Buyurun yapın. Hiçbir şey gizli
değil. Yapamıyorsanız, en azından saygı duyun. Bu bana verilmiş özel bir yetenek
ise, o zaman bana değil, başka şeylere isyan edin, kendinizle yüzleşin.
İşte onların geldiği o yıllardan, bizim geldiimiz yoldan, tıp bilimi alanındaki yerimiz ve de bugün tartıştığımız konular...
Diyelim ki, sınırlar zorlandı. Peki değerli okurlarım, odamızın değerli hekim arkadaşları, o tarihte bana ilaç gibi gelen, bu raporunuza, gene bilim adına ve kendi
adıma çok teşekkür ederim. Ancak, ya hastalar bunu sizden, adeta ölümden kurturularcasına istiyorlarsa, HEKİM NE YAPSIN?
Böyle bir yardıma her hekim koşsun. Koşmazlarsa diplomalarına Hipokrat’ın yeminine, insanlık anlayışına ve de vicdanlarına ihanet ederler.
Ben hekimlik göreivimi sürdürdüğüm sürece, ailenin istemesi koşuluyla yardımına KOŞACAĞIM!
Bu yardımın gereği konusunda somut örnekler vereyim
Vajinismuslu hastalarımızın arasında şöyleleri de var: Adam felçli, ayakta duramıyor. Kadın ise, kendine dokundurtmuyor bile. Siz doktorsunuz. Size canlarını kurtarıcı gibi bakıyorlar. “Bana ne ya?” mı dersiniz, yoksa geleceğini, yaşlılığını ömrünü
bu evlilik ve o birlikteliğe adamış çifti düşünür yardımına mı koşarsınız?
Çiftler tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş türden iki cüce. Yaşları da yirminin ortalarında. Çocuk gibiler. Kızın bacakları kalınca. Adam zaten zor durumda,
74
ne yapsalar başarmaları olanaksız. Siz olsanız, kaderin sillesini yemiş bu çocukların
yuva kurmaları, çocuk, torun sahibi olmaları için, eylemi gerçekleştirmelerine yardım
etmez misiniz?
Erkek görme özürlü. Adam yaklaşacak; ama kadın dokunmasına bile izin vermiyor. Kadın adamın yaşamdan tek ve son umudu gibi. Çünkü geleceğini güvence altına alacak çocuk sahibi olacak. Ama birleşmeyi gerçekleştiremişler. Siz olsanız
“benim işim buraya kadar” mı derdiniz? Yoksa bu bilimin ve hekim yardımını, o iki
çaresizi kurtarır mıydınız?
Kadın sağır ve dilsiz. Konuşulanları anlamıyor. Korku içinde durmadan odada
ahlayıp uflayarak dolaşıyor. Bu ailenin de hayatı kurtulacak, ancak yardım gerekir.
Tabii ki yapılmış ve onlara da bir hayat bağışlanmıştır.
Eğer karı koca ikisi de böyle bir yardımını istemezlerse, bırakın yardımı, kapılarının önünden geçmeyi bile ahlaksızlık sayanlardanım. Bunu da yıllardan beri televizyonlarda, ilk gece kanlı çarşaf beklemek, etik dışı en kötü törelerimizden biri
olduğunu söylerim.
Bilim matematik gibidir, onda spekülasyonlara yer yoktur. Bilimde sahtekarlık
olmaz, çünkü ortaya koyduğu veriler birer kanıttır.
Sahte bilimcilikte, mumlar yatsıya kadar yanar ve söner. Bu nedenle bilim
sahtekârlarıyla, gerçek bilim adamlarının da ayıracı gene bilim ve zamandır.
Bilginin sadece uzun çalışmaların ve uğraşların sonucunda elde edilmesi yetmez,
daha çok çalışma ve bilimsel disiplin de ister. Böylece bilim insanı olunur.
Bilime sırt çevrilmez.
Ortaçağ zihniyetiyle bilim yapılmaz.
Bağnazlık bilimin düşmanıdır.
Bilim iftirayı karalamaları affetmez. Yüzlerce yıl geçse de iftiracıları, karalamacıları çöp sepetine atar.
Bilim insanı, bilim kalkanını kendi için değil, bilim için kullanır.
BİLİM DOĞRULUK İSTER.
BİLİM İSTİSMAR EDİLMEZ.
Kıskançlık ve aşağılık kompleksleriyle bilime saldırırlarsa, insanlık tarihi bunu affetmez.
75
ETİK Mİ DEĞİL Mİ?
Özür dileyerek yineliyorum. Kitap içinde sunduğum belgeler ve anlattıklarım,
tümüyle gerçektir. Bana gelen olguların yüzde doksanı bu sorunlarını evde çözüyorlar. Kimileri çözümü muayenehanede istiyorlar. Gene bunların arasında kimileri:
“Hocam yardımınıza ihtiyacımız var,” dediklerinde, tabii ki, her hekim yardım eder.
Bu mesleğin içinde, olan hekimle hastası arasında kalması gereken, kutsal ve hayat
kurtaran bir işlemdir. Bunu dilinize dolayıp, günlerce televizyonlarda “ETİK Mİ, DEĞİL
Mİ?” tartışması, önce o insanlara ve mahremiyetine saygısızlıktır. Ayrıca halkımıza
da ihanettir. “Etik mi, değil mi?” tartışmalarına işte iki yanıt: Hem de gerçek kaynaklarından.
1- İSTANBUL TABİP ODASI RAPORU
2- 14-16-23-27-36-42-44-57-63-65-89-94 ve de öteki no’lu mektuplar.
Türkiye dahil pek çok ülkelerde, bir karı-koca yatak odalarına seks amaçlı bile
olsa, üçüncü kişiyi aldıklarında, bu yasal olarak da suç değil. Bu durumda bile, böylesine kötü yorumlara hakkınız yok. Bir tedavide, hasta-hekim gizemini ve saygınlığını televizyon programlarına taşımanın, ne anlama geldiğini, yakında çıkacak olan
ÖLÜM VE MEDYAYLA YÜZLEŞME adlı kitabımda bulacaksınız.
ETİK KONUSUNDA 7 TEST SORUSU
Doktorsunuz ve konunu uzmanısınız. Ailenizle bulunduğunuz yerde bir doktor
yok. Anneniz ya da yetişkin kızınızın genital bölge ağrıları var. Hayatı tehlikede. Eğer
siz ona jinekolojik bir muayene yapar, durumu anlarsanız, tedavi edecek ölümden
kurtaracaksınız.
Soru 1: Annenizi ya da kızınıza jinekolojik muayene yapar mısınız? Yoksa etik,
ahlak falan der, kaderine mi terk edersiniz?
Soru 2: Kızınız gebe, doğum ağrıları tuttu ya da düşük tehdidi altında. Gene bu
konuda doktor ve de gidebileceğiniz yer yok. Kendi başına “doğur” ya da “düşür”
mü dersiniz? Yoksa doğumuna yardım mı edersiniz? (kürtaj dahil).
Soru 3: Gebe kızınızda çocuk ters gelmiş. Bu durumda doğum gerçekleşmeyeceğinden anne de, çocuk da ölecek. Tek kurtuluş hâlâ tıpta kullanılan, özel bir aleti
rahim içine sokarak, çocuğu yani torununuzu, içeride ikiye bölüp, parça parça doğumu gerçekleştirmek. Kızınızı kurtarır mısınız? Yoksa etik nedenlerden “yapamam”
der ikisini de ölüme mi terkedersiniz?
Soru 4: Vajinismus kilitlenmesi diye bir olay var. Penis vajnada kilitleniyor ve
76
penisi dışarı bırakmıyor. İki taraf acılar içinde. Kızınız ve damadınızla gittiğiniz yerde
doktor yok. “Etik değerlerime aykırı bakamam mı dersiniz? Yoksa kızınızı ve damadınızı kurtarır mısınız?”
Soru 5: Bir kadınsınız ve üroloji uzmanısınız. İdrar yolu tıkanmasından bir erkek
geldi. İdrar kesesi dolmuş, adam kıvranıyor. Siz, bir sonda yaparak onu kurtaracaksınız. “Etik değerlerime aykırıdır”, “penise dokunamam”, “sonda da yapamam” mı
dersiniz? Yoksa onu kurtarır mısınız?
Soru 6: Vajinismus olayını, dünyada tek seansta çözen tek kişisiz. 17 yıldır yatamayan ve çocuk yapma şansını yitirmek üzere olan bir çift geldiler. Yöntemi kullanmada kendi başlarına başarılı olamadılar. Sizden yardım istediler. “Benden bu kadar,
ne yaprsanız yapın” mı dersiniz? Yoksa bu aileyi ve de tüm yakınlarını ilgilendiren bu
dertten kurtarır mıydınız?
Soru 7: Diyelim ki, vajinismus olgusunu çözen tek kadın hekimsiniz. Aynı koşullarda bir hasta geldi ve sizden yardım istedi. Ne yapardınız? Bu durumda ortaçağ
zihniyetinden kurtulamayan kimileri gibi, “etik değerlerime aykırıdır” mı derdiniz?
Yoksa hastayı kurtarır mıydınız?
Not: Erkek doktor yardıma girdiğinde sakıncalı, etik değerlere aykırı; kadın doktor girerse, “sorun olmaz” gibi bir bağnazlık kıskacında olduğumuzu sanıyorum.
“Hekime namahrem yoktur” diyen bir dinsel inanca karşı bile, böylesine bir
aymazlığın, Türk televizyonlarında ve de gazete manşetlerinde dile getirilip spekülasyon yapılmasını neyle, nasıl yorumluyorsunuz? üstelik bu konuda yetkili merciler de
varken ve de fikir bildirmişler onay vermişlerken?...
Bu maddelerden yalnız birine bile doktorsanız hayır yapamam diyorsanız, mesleğinize ve Hipokrat yeminine ihanet ediyorsunuz demektir. Öyleyse bu mesleği bırakın, ticarete atılın. Son sözümüze şu cümleyi ekleyelim: HAYAT SÖZ KONUSU İSE,
GERİSİ TEFERRUATTIR.
77
78
TEDAVİ OLMUŞ OLGULARIN
YAZDIKLARI MEKTUPLAR
79
80
1
81
2
82
3
4
5
83
6
7
84
8
9
85
10
11
86
12
13
87
14
88
15
89
16
90
18
19
20
91
21
92
93
22
23
94
24
25
95
26
27
96
28
29
97
30
98
31
32
99
33
100
34
101
36
37
102
38
103
39
104
40
41
105
41
42
106
43
107
44
108
45
109
46
110
47
111
48
112
113
49
114
50
115
51
52
116
53
54
117
55
56
118
57
119
58
59
120
60
61
121
62
122
63
64
123
65
124
66
67
125
68
69
70
126
71
127
72
73
128
74
75
129
76
77
130
78
79
131
80
81
132
82
133
83
84
134
85
86
135
87
136
88
89
137
90
138
91
139
92
140
93
94
141
95
142
96
143
97
98
144
99
145
100
146
Burada sunduğum mektuplar özel olarak seçilmiş değillerdir. Elimde daha bir
sürü var, ancak ne yazık ki, pek çoğunu da Selimpaşa’daki evimizi basan selde kaybettik. Öteki evraklarım özel dokümanlarım ve eşyalarla birlikte denize sürüklendiler.
Burada 100 mektup sunmamın nedeni, dökümümün yüzdelerini hesap etmedeki kolaylık içindir. Ayrıca, daha çok mektupla, sizleri yorup ambale etmek de istemedim.
Bunları yazanlar, yaşadıkları mutluluğu, bizimle paylaşmak ister gibi, teşekkürlerini minnetlerini dile getiriyorlar. Kâğıt kalemlerini aldıklarında, özellikle yalnız kalmalarına dikkat ediyoruz ki, daha içten, daha kendi duyguları olsun diye.
Bu mektuplar eşim ve benim yaşamımız boyunca, manevi doyum ve gurur kaynağımız olacaktır. Bu belgeleri ve ülkenin genel bir sorunu olan VAJİNİSMUS olayını
ve tedavisini, gelecek kuşaklara, tıp bilimine, bir kaynak olarak sunmaktan büyük
mutluluk duyuyor ve bunu sizlerle de paylaşıyoruz.
Bu saatten sonra bana kurşun işlemez. Kurşun ve karalamalar bedenime zarar
verir ama, ruhuma giremez. Eğer bu kitabı belgesel bir kaynak olarak sunmadan
önce, kurşun bedenime girseydi, hayatıma son vermek isteyen karanlık güçler de
amaçlarına ulaşacaktı.
Bir karalama, spekülatif dalgalanma ve uçup giden bir yaşam...
Ayrıca o kurşun, tek başına bana da sıkılmış değildi. 3000 ailenin erkeğin kadının bağlantılı bireyleri ile birlikte, 100 kişinin de yüreklerine sıkılmış olacaktı, üstelik
vajinismus olgularının, muhtemelen aynı sorunu yaşayacak olan genç kızlarımızın ve
ailelerine de sıkılmış olacaktı.
Size arka sayfalarda birkaç örnek mektup daha sunuyorum:
147
Bu mektubu yazan çift, o lanet olası, insanlıktan uzak, sanki halk düşmanlarıymış gibi, bilip anlamadan yapılan iftira yayınlarından sonra Güneydoğu illerinden
birinden gelmişlerdi. Orada bir üroloji uzmanı, lomber ya da epidural anesteziyle
omurilik kanalına uyuşturucu enjekte edip alt tarafı uyuşturmuş üstelik, ben Haydar
Dümen’in asistanıyım, o da bunu yapıyor, diyerek tehlikeli acı veren bu tedaviyi uygulamış.
Bu tür gözü kararmış, yalancı yani sahtekar doktorlarımızın olmamasını dilerim.
Ayrıca beni görüp tanımadan, benimle çalıştığını, benim asistanım olduğunu nasıl
söyleyebilir?
Ya bu çift bu yayınlardan sonra bana gelmeselerdi... Bir altı ya da onaltı yılın
acılarını çocuksuz bir alinenin geleceğini, “duygularının sorumluluğunu,” vebalini
kime yükleyektik?
148
Kız 28, erkek 31 yaşında. İftira yayınlarından sonra geldiler. Sekiz yıl... Ya gelmeselerdi? Yürekleri son derece sıcak iki can. Yaşamdan, evlilikten beklentileri var.
Umutları, aşkları, gelecek için hayalleri vardı. Asıl önemlisi çocuk sahibi olmalarıydı.
Kurtuldular. Kim kazandı? Kötü ruhlu insanların, kendi hesapları doğrultusunda, bir
hekimin harcanması, belki onlara bir şeyler kazandırabilir. YA BU ÇARESİZ AİLELER
ne olacaklar? Bu soruyu herkes sormalı. El ele yüksek sesle... Yoksa, karanlık iftiralar
çığ gibi büyür ve kötü ruhlular sınır tanımazlar.
149
Yukarıdaki mektup, aleyhimdeki yayınlardan sonra bize gelen, vajinismuslu kadın ve eşine aittir. On beş yıllık evliler. Uzaktan gelmişlerdi. 15 yılın çilesi yanında
çare aramak için git-geller ve harcanan umutlar ve paralar... Eğer olay bitmeseymiş,
döndüklerinde ailelerin de kararı ile boşalanacaklarmış. Çile ve ayrı bir çileye kapı
açma, özellikle kadın açısından.
Ya gelmeselerdi, bir 15 yıl daha mı bekleyeceklerdi? Kızımız ne yapacaktı? Bu
soruları iftiracı yayıncılara soruyorum. Onlar da, vicdanlarına sorsunlar. Bunca gerçekler ve belgeler karşısında utansınlar.
150
Bu teşekkür yazısını yazan kızımız ve eşi, bize ATV televizyonu ve Takvim
Gazetesi’nin son saldırılarından bir süre önce gelmişler, yöntemi alıp: “Evde deneriz
olmazsa, yeniden gelip burada yaparız” deyip gitmişlerdi. Bir süre sonra yayınlar
başladı. Bu çift ve ailesi müthiş bir paniğe kapılmışlar, aldatıldıklarını sanıyorlar. Öfke
ve pişmanlıkla telefonda bizi suçluyorlardı. Onların dediklerini kabul etmek, suçu
kabullenmekti. Bu duruma düşmenin ezikliği yanında, tedavi konusunda daha önce
söylediklerime de ters düşerek, adımı ve karizmamı lekeleyecektim.
Telefonda: “Biz sizn evinize gelip olayı orada bitirelim” teklifimi kabul ettirebidim. Çünkü evindesiniz, başarılı olmazsak, onların elindeyiz. Son bir ihtimal umuduna da oynamış olabilirler. Ben olaya renk ve içtenlik katmak, havayı yumuşatmak
için: “Akşam yemeğini sizde yeriz, mantı yapar mısınız?” dedim, kabul ettiler.
Türk geleneklerinde eve gelen konuğa, güler yüz gösterilir. Oysa bunların yüzlerinden düşen bin parça. Masaya oturduk, mantı demeye bin şahit ister. Camdan
bir kâsede buz gibi soğumuş hamurlar var. İkram ettikleri bir gazozu geri çevirip su
istedik, eşim yemedi.
Olaylarını bitirdik, atmosfer hemen değişti. Kadın kendiliğinden ben de yazacağım dedi, okuduğunuz şu küçük mektubu ve notu yazdı: HERŞEY YALAN HAYDAR
DÜMEN GERÇEK cümlesi, bizim için bir ödül gibiydi. Ama bu cümleyi kime duyurabilirsiniz? Televizyonda bir ay boyunca mesleğimizin onurunu, başarılarımızı, öteki
çalışmalarımızı hekimlik ve yazarlık hizmetlerimizi tarumar edip üzerinden buldozer
gibi geçmişlerdi. Kim neyin peşinde? Her şey aydınlanacak. Zaman en iyi hakemdir
ama, bazen eli ağırdır süreyi uzatıverir. Umarım bizde çabuk olacaktır.
151
HEPİMİZ YORULDUK? ŞİMDİ BİR KAHVE İÇEREK
MUHABBET YAPMA YA SIRA GELDİ?
Değerli okurlarım, bir kitap yazmak gerçekten çok zor ve yorucu. Bir kitabı okurken bile insanlar yorulabilir. Çünkü ülkenin ve insanlığın aleyhine kurgular tablolar
resmedilmişse, en azından içimiz kararır. Sizlerin de bir biçimde yorulduğunuzu düşünerek bu kahve sohbet köşesini hatırladım.
Hem kahvemizi içelim, hem ben de son söyleyeceklerimi söyleyeyim, böylece
sizlere dünya görüşümden birkaç sayfa daha açayım. Kahvemizi içtikten sonra da,
kahve falına bakarak! Ülkemizin geleceğini okumaya çalışalım.
Koltuklarınıza geçtiniz ben de uzatmadan konuya gireyim, önceki okuduklarınızı özetleyeyim.
Ben hastalarımı, konuşma yani terapi seansına eşleriyle birlikte alıyorum. Bazen
bu durum, birkaç kişilik gruplar da oluyor. Çapa Psikiyatri Kliniği’nde de aynısı yapılıyor. Bunun bir adı da, grup terapisi. Bizim için de yararlı. Eğer eşleriyle gelmiş olgular
bunu istemezlerse, “biz katılmıyoruz” diyebilirler. Ortada zorlama yok. Kimseye de
özel bir soru yöneltmiyorum. %90 ‘ı yöntemi alıp gidiyor ve evinde olayı bitiriyor.
%10’u muayenehanede bitirmekten yana oluyor. Onların arasından yardım isteyenlere de yardımcı oluyoruz. Hiçbir hekimin böyle bir isteği reddetme hakkı yoktur.
Üstelik hekimliğin söz konusu olduğu, yerde yani tedavide, hekimin bulunması tıpsal
ve deontolojik bir zorunluluktur.
Hekimlik bir inanç mesleğidir. Defalarca söyledim tanrının yeryüzündeki elidir.
Bu söz de bana aittir. 2006 yılında bir ve 2010 yılında ikinci kez, aynı konu ve suçlama, iftira ve karalama kampanyasıyla, BEN HEDEF SEÇİLDİM.
Evet ben hedef seçildim. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ama ne gariptir ki,
ben korkmuyorum. Gerçek bilim adına savaş budur. Ne demek haksız kazanç? Nasıl
sağlanır bu? Hastalar daha gelmeden fiyatta anlaşıyorlar. Karşılığında beklentileri,
olaylarının bitmesidir. Tümünde bu, yüzde yüz oranında gerçekleşiyor. Kiralık katilleri, ortaya önce taciz lafı atıyor. Ne yazık ki, bu da tutuyor. Sonra aynı gün ifade değiştirip, para için diyor, savcılık ifadesinde ise, “kahraman olmak için yaptım” diyor.
Üçlü rol iyi öğretilmiş. Hangisi tutarsa, vatandaşın aklında hangisi kalırsa…
Bu mesleği seçen ve inananların mesleğine, insanlara, canlara sevgi saygı ve
bilime bağlılık, hekimlerin kanında, sosyal DNA’larında vardır, olması da gereklidir.
Aksi takdirde o kişinin meslek diploması olabilir ama, hekim olamaz. 1948 yılında
tıp fakültesine başladığım günden beri, ben bu mesleğe kendimi adamışım. Önce
bilim, sorumluluk, görev aşkının yüceliği ve sonra ekmek kapım. Bu meslek benim
varolduğum mutluluk bahçem, gurur kaynağım.
152
Bu saydıklarımın karşılığını bunca yıldır tedavi ettiğim hastalarımdan ve halktan
bol bol aldım. Bu nedenle kendimi varettiğim mesleğime asla ihanet edemem. Eğer
böyle bir yanlış yapsaydım, önce kendimle hesaplaşırdım. Bunu da kimseye bırakmazdım. İnsanların hayatlarının kurtarılması ve de aydınlanmaları için hayatım feda
olsun. Elli yıl önce bu yola bu ihtimalleri de göze alarak çıktım. Ayrıntıları yazmakta
olduğum ANILARIM kitabımda okuyacaksınız.
Bu yolda feda edilen hayat, bir tür ŞEHİTLİK’tir. Bildiğimiz anlamda şehitlik, yüce
gücün tasarrufundadır. Ben bu uğurda Cennete gitmek için ya da karşılığında ödül
almak için bir şehitlikten söz etmiyorum. Vatanımı, halkımızı, insanları sevdiğim ve
onları kurtarma adına konuşmuyorum. Ayrıca varoluş nedenimin bilinci, melek ve
insan sorumluluğum ve de hayat felsefem için, bu yorum yapıyor kendimi anlatmaya
çalışıyorum.
25 yıllık devlet hizmetim sırasında, sicilimde çizik yok. 46 yıldır mesleğim ve de
uğraş alanımın özelliği nedeniyle, medyanın, halkın, sokaktaki insanlar dahil herkesin gözü önündeyim.
Şimdi hem karanlık güçlere, soruyorum: Ben ne yapmalıyım? Gidip köyümde
tavuklarla mı uğraşayım? Mesleği bırakıp bir çok gözü kanlı, eli kirlilere fırsat bırakıp
devreden mi çıkayım? Hiçbir televizyona çıkmayayım, gazetedeki köşemi terk mi
edeyim?
Tüm bunlar Dünya Tıp ve psikiyatri kongrelerine ve insan hakları mahkemesine
de götürülecektir. Sanıyorum tıp tarihine ve deontolojiye bazı kayıtlar düşecektir.
Belki de dünyada 80 yaşındaki bir doktora kurşun sıkma rekoru da benim olacak.
Tıpkı öldürülen: Sait Faik, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Turan Dursun, Muammer Aksoy, Hrant Dink, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Gün
Sazak, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve daha niceleri... Bunlar vatan haini miydiler? Ahlaksız ya da soyguncu muydular? Neden bu bilim insanlık ve sanat
kahramanları hayatlarını kaybederken, ben başka bir rekor kırdım. Suikastten kurtuldum? Bilmiyorum.
Devlet, bunca belgeli ve sayısal kanıtlı ve bilimsel bu tedavi yöntemine sahip
çıksa. Devletin televizyonu TRT bunu insanlarımız adına bir sorumluluk gibi alsın,
canlar kurtulsun nice çocuklar doğsun! Çünkü bana Türk müslüman halkın egemen
olduğu her yerden Balkanlardan, Kafkaslardan, Orta Asya’dan ve birçok yerlerden
Vajinismus hastalar geliyor. En azından sağlık turizmine kapı açılmış olur.
Şimdi kahvelerimizi de içtik. Her biriniz fincanlarınızı kapatın. “Neyse halimiz o
çıksın falımız” diye bir fala bakalım, bu konudaki sohbetimizi burada kapatalım.
Nasıl olsa pek çok şeyimiz fala kaldı. Bizim falımızdaki kahve izleri bahane, aklınıza gelecek yanıtlar, inanıyorum ki şahane.
Hadi hoşça kalın, bana müsaade, güzel günler sevdasıyla sizleri kucaklıyorum.
153
Hadi çocuklar burada işimiz bitti.
Yeni kitabımız
ÖLÜMLE ve MEDYAYLA YÜZLEŞME
kitabımızı yazmak için
büroya gidiyoruz.
Bir hastamın çizdiği karikatür.
154
Kısa bir süre sonra, yeni bir çalışma ve yeni bir yöntemle sizlere yardım ve
sorunlarınıza çözüm bulma düzeni kurmuş olacağım. Bunun için
www.haydardumen.com.tr internet sayfamdan yararlanacaksınız.
Birçok kişi psikiyatri uzmanlarına kolay gidemiyor. Çoğu yörede uzman bulmak da
zor. Kimi yerlerde ise, uzmanla insanlar birbirlerini tanımadıkları için, sorunlarını
açamıyorlar.
Kimi hasta ya da sorun sahibi kişi, kesin çözümü ve tedavisi konusunda, tatmin
olmuyor. Bununi çin büyük kentlere, güvendikleri doktorlara, uzmanlara gitmek
isteseler de, kolay gidemiyorlar.
Bu konuyu yıllardır beynimde geliştirerek, bir formül buldum.
Bizleri izlemeye devam edin.
155
KİTAPLAR*
CİNSEL SORUNLARINIZ: Büyük boy 580 sayfa. 15 baskı yaptı. 1967-1990’lı
yıllar arasında, halkımızın cinsel konularda yabancı kaynaklı bilgiler dışında tek öğreti
kaynağıydı. Kendi sorunlarımızı yorumlayan bu kitabımızı, cinsel bilgileri, psikolojik
perspektiflerle ve de geniş bir kompozisyonla sundum. Herkese gerekli olan, her
türlü bilgileri bulabileceğiniz cinselliğin sürprizleriyle donanımlı klasik bir yapıttır. Yakında ansiklopediye çevirme girişimlerimiz var.
CİNSEL DÜNYAMIZ: Cinsel sorunlarınız kitabımızdaki eksik bölümleri tamamlayan, aynı espriyle sunulmuş bir bilgi kaynağıdır. 300 sayfa olup ansiklopedi çalışmasına eklenecektir.
CİNSEL KÜLTÜR: Daha önce yayınlanmış olan CİNSEL YAŞAM-1 ve CİNSEL YAŞAM-2 adlı kitaplarımın, birlikte tek ciltte toplanmış halidir. Renkli resimli olup, tarihten günümüze cinsellik gerçek belgesel fotoğraflarla sunulmuştur. 230 sayfa büyük
boy bu kitabımız da, uzun süre “best seller” liste başı konumunu korumuştur. 18.
baskısı yapılmıştır.
CİNSEL YAŞAM 3: Daha çok sanat içerikli resimlerin, günümüzün cinsellik anlayışlarına bir köprü kuran belgeleriyle sunulmuştur. Cinselliğin estetik boyutunun
yaşamın gerçekleriyle nerelerde örtüştüğü de kitapta yerini almıştır.
EVLİLİK: 2.000 kişilik bir anket araştırmasına dayalı, belgesel olgularla değerlendirilmiş bir kitaptır. 240 sayfa olup 5. baskıya ulaşmıştır. Evlilik, boşanma nedenleri ve Türkiye’nin yapısal özellikleri masaya yatırılmıştır.
GEBELİKTEN KORUNMA: Jinekolog Dr. İldeniz Kurtulan’la birlikte yazdığımız
bu cep kitabı, 7. baskısını yaptı. Yastık altı kitapları gibi, çantada her yere taşınabilen
boyutta olup, gebelikten korunmanın tüm yöntemleri yanında, özellikle pratik halk
yöntemlerini de içermektedir.
SAĞLIK VE YAŞAM: Sağlıkla ilgili aradığınız her bilgiyi bulabileceğiniz bir rehberdir. 1980’li yıllarda OMO deterjan firması, CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜNE bir
sipariş verdi, Türkiye’de sağlıkla ilgili en iyi kitabı seçin, 3 kupon karşılığı müşterilerimize armağan vereceğim dedi. Cumhuriyet Kitap Kulübü benim kitabımı önerdi.
Firma tam 50.000 adet bastırılıp dağıttı. Kitap büyük boy 280 sayfadır. Hastalıklarda
perhiz (rejim) listelikleri dahil, sağlıkla ilgili her aradığınızı bulabileceğiniz ve de pratikte de, kullanıma uygun öneri ve ölçüleri içeren bir yapıttır.
* Bu kitaplar: Best of Haydar Dümen’in dışında olan kitaplarım satışta değildir.
156
NAZİK ADINDA BİR KADIN: Belgesel bir roman. Yaşanmış bir olaydan esinlenerek kaleme alınmıştır. ÖNEMLİ NOT: Yaşamım boyunca ağzımdan çıkan her sözümün arkasındayım. Canım öyle istedi diye, bir şeyler söylemem. Her ifade ettiğim
düşüncemin de hesabını her zamn vermeye hazırım. Bunlara dayanarak diyorum ki:
BU KİTAP, BU TÜR KİTAPLAR ARASINDA OKUDUĞUNUZ EN İYİ BEŞ KİTAPTAN BİRİ
OLACAKTIR sözümü arkasında durarak öneriyorum...
SOĞUMAYAN ÖLÜLER: Yaşanmış bir olaydan yola çıkarak, ölümle yüzleşmiş
bir mahkumun, gerçek duyguları ve dramı. Yazı hayatımın ustalık döneminin bir
ürünü. Kendi felsefesini içeren yorumlar da, yaşanan gerçekler ironize, edilerek sunulmuş olup. 220 sayfadır.
OTUZ GÜNDE OLDU BİTTİ: Bilim kurgu yöntemiyle hazırlanmış, bu kitapta
temel kurgu: “Bir günde erkeklerdeki çapkınlık geni yok olsaydı, dünyada neler olurdu?” sorusunun yorumu işlenmiştir. Özellikle bizim toplumumuzda, ünlü kişilerin
kendi isimleriyle rollerini oynadıkları kitabım ses getirecek bir içeriği de vardır. 160
sayfa.
ÖLMÜŞ BİR HASTA İLE SÖYLEŞİ YA DA HEKİMLER ÜSTÜNE: Bu kitabım
mesleğimizle ilgili, kunular içermektedir. Mesleği yozlaştıran hekim arkadaşlarımızın
yaşamlarından ve de uyguladıkları yöntemlerden örneklerle değerlendirilmiştir. Kitabın dinamiğini, kırk yıl önce bir operatör arkadaşımızın, bir hastayı ameliyat masasına
yatırıp son yolculuğuna uğurlarken yaşananları ve yaptığı yanlışı, ölen kişiyle 30 yıldır
sanal konuşmalarımla genel yaşamı yorumladım. Başından sonuna, belgesel bir çalışma ürünü bu kitabım, yaşam değerleriyle nasıl oynandığını göreceksiniz. 230 sayfa
bir belgeseldir.
ÇOCUĞUN CİNSEL EĞİTİMİ: Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
kararıyla öğrencilere, okullara tavsiye edilmiş bir yapıttır. 140 sayfa.
CENNET ŞEYTANA KALDI, ANAHTAR KİLİDE UYMADI adlı basılmış iki tiyatro eserim, MERHABA YURTDAŞ adlı bir deneme kitabım ve CİNSEL RAPOR ADLI
kitaplarıma ŞİİRLER adlı bir şiir kitabımı da ekledikten sonra, geçelim arka sayfaya.
157
BEST OF HAYDAR DÜMEN (gülerek öğrenelim): Bu kitabım 240 sayfa büyük boy, İnkilâp Kİtabevi tarafından basılmıştır. Posta Gazetesi’ndeki 200 makalem,
100 adet özenle seçilmiş cinsel içerikli fıkralar, 35 adet gerçek olaylardan esinlenerek
çizilmiş karikatürle değerlendirilmiştir. Özellikle gençleri bilgilendirecek, resimli şemalı cinsel öğretiler de, her kesimden okuru ilgilendiren bir yapıttır. Bu kitaba bir tür
mutluluk hapı da diyebilirsiniz. Mutlaka güleceksiniz ve içinizi şenlendirecek konular
bulacaksınız. Ayrıca fıkralar yaşlanmadığı için, bir toplantıda anlatarak ya da canınız
sıkılınca üç beş sayfa çevirerek günün keyfini çıkaracağınıza emin olabilirsiniz.
158
Notlar:
................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
...............................................................................................................
.............................................................................................................
159

Benzer belgeler