Giriş - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi

Transkript

Giriş - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi
 ESKISEHIR OSMANGAZI UNIVERSITY JOURNAL OF ECONOMICS AND ADMINISTRATIVE SCIENCES CİLT / VOL: 8 SAYI / NO: 2 EKİM/ OCTOBER 2013 ISSN 1306‐6730 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ ESKISEHIR OSMANGAZI UNIVERSITY JOURNAL OF ECONOMICS AND ADMINISTRATIVE SCIENCES Sahibi Üniversite Adına Prof. Dr. Hasan Gönen (Rektör) Editör Prof. Dr. Sami Taban Editör Yardımcıları Doç. Dr. Sıtkı Çorbacıoğlu Doç. Dr. Semih Bilge Danışma Kurulu Prof.Dr. Fazıl Tekin (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi) Prof. Dr. Erdener Kaynak (Pennsylvania State Üniversitesi) Prof. Dr. Tamer Koçel (İstanbul Kültür Üniversitesi) Prof. Dr. Ersin Onulduran (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Şükrü Özen (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Prof. Dr. Mahmut Paksoy (İstanbul Kültür Üniversitesi) Prof. Dr. Şevket Pamuk (Boğaziçi Üniversitesi) Prof. Dr. Necla Pur (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Selahattin Turan (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi) Prof. Dr. İşaya Üşür (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Erinç Yeldan (Bilkent Üniversitesi) Prof. Dr. Cengiz Yılmaz (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) Prof.Dr. Ferruh Çömlekçi(Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Birol Akgün (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Beyhan Ataç (Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Burhan Aykaç (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet Bahtiyar (Kocaeli Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer Faruk Batırel (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer Çaha (Fatih Üniversitesi) Prof. Dr. B. Zafer Erdoğan (Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Güliz Ger (Bilkent Üniversitesi) Prof. Dr. Yalçın Karatepe (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Hikmet Kavruk (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. İsmail Kayar (Erciyes Üniversitesi) Yayın Kurulu Prof. Dr. Sami Taban Prof. Dr. Ömer Adil Atasoy Prof. Dr. Ömer Torlak Prof. Dr. Özcan Dağdemir Prof. Dr. Selami Sezgin Doç. Dr. Sıtkı Çorbacıoğlu Doç. Dr. Semih Bilge Doç. Dr. Ali ÇELİKKAYA Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK Doç. Dr. Murat Kiracı Doç. Dr. Nuray Girginer
Dergi Sekreteryası Arş. Gör. Mehmet Şengür Arş. Gör. Duygu Şengül Çelikay Arş. Gör. Gülşah Topuz Arş. Gör. Müge Dalar [email protected] http://iibf.ogu.edu.tr/dergi/index.htm ESOGU İİBF Meşelik Kampüsü 26480 ESKİŞEHİR Tel: 0 222 2292523‐2393750/1732‐1746 Faks: 0 222 2292527 Kapak ve Sayfa Tasarımı Öğr. Gör. Cemalettin Yıldız Dizgi Arş. Gör. Mehmet Şengür Arş. Gör Taner Sekmen Arş. Gör Dürdane Küçükaycan Arş. Gör Veysel Tekdal Arş. Gör Melek Bıyıklıoğlu Basım Yeri Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Basımevi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi yılda iki kez Nisan ve Ekim aylarında yayınlanan hakemli bir dergidir. Dergide yer alan yazılar kaynak gösterilmeksizin kısmen ya da tamamen iktibas edilemez. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Derginin elektronik versiyonuna http://iibf.ogu.edu.tr/dergi adresinden ulaşılabilir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi EconLit, EBSCO ile Akademia Sosyal Bilimler İndeks (ASOS Index)’leri tarafından indekslenmekte ve TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı tarafından taranmaktadır. ISSN 1306‐6730 Yayın No: 226 Editörden Değerli akademisyen ve araştırmacılar, Her yeni sayıda olduğu gibi, Ekim 2013 sayısını da çıkarmanın heyecanı ve mutlu‐
luğu içerisindeyiz. Bu sayıda yer alan on iki makale sizlerin hizmetine sunulmuş bulunmaktadır. Dergimize yoğun ilgi ve talebin sürmesi bizleri mutlu etmektedir. Sizlerin yoğun ilgi ve talebini zamanında karşılayabilmek ve dergimize yönelik memnuniyeti daha da artırabilmek adına, dergimizin bundan sonra yılda üç kez yayınlanacağı müjdesini de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu sayıda görüş, öneri ve eleştirileriyle makaleleri değerlendiren hakemlerimize teşekkür ediyorum. Ayrıca, alan editörlerimize, yayın kurulu üyelerine, yazarlara, derginin dizgi ve sekreterliğinde görev alan takım arkadaşlarıma da teşekkür edi‐
yorum. Bu sayının basılmasında emekleri geçen basımevi çalışanları da teşekkürü hak edenler arasındadır. Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle… Prof. Dr. Sami Taban Editör EKİM 2013 3 Dergimizin bu sayısına gönderilen makaleleri değerlendiren hakemlerimize teşek‐
kürlerimizi sunarız. Doç. Dr. İsmail Aktar Yalova Üniversitesi Prof. Dr. Hayriye Atik Erciyes Üniversitesi Doç. Dr. Çetin Bektaş Erzincan Üniversitesi Prof. Dr. Canan Çetin Marmara Üniversitesi Doç. Dr. Metin Dağdeviren Gazi Üniversitesi Doç. Dr. Bülent Duru Ankara Üniversitesi Doç. Dr. İbrahim Dursun Polis Akademisi Yrd. Doç. Dr. Zeliha Kaygısız Ertuğ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Doç. Dr. Harun Kaya İstanbul Üniversitesi Bülent Ecevit Üniversitesi Prof. Dr. Ayşe Anafarta Kuruüzüm Akdeniz Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa Kurt Yalova Üniversitesi Prof. Dr. Rana Özen Kutanis Sakarya Üniversitesi Prof. Dr. Erol Kutlu Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Şaban Nazlıoğlu Pamukkale Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Ökmen Celal Bayar Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Özer Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Arif Özsağır Gaziantep Üniversitesi Prof. Dr. Mithat Bülent Tokat Dumlupınar Üniversitesi Prof. Dr. Şevket Tüylüoğlu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper Balıkesir Üniversitesi Prof. Dr. Şaban Uzay Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Gülümser Ünkaya İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Rahmi Yamak Karadeniz Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Turhan Korkmaz 4 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Sayfa Türkiye Ekonomisinde Dışa Açıklık ve Enflasyon
İlişkisi Üzerine Ampirik Bir Analiz
Şahabettin GÜNEŞ
Fatih KONUR
Döviz Kuru Hareketleri ve Bütçe Açığı, Enflasyona Yol Açar Mı? Gelişmekte Olan Asya Ülkeleri Üzerine
Bir Panel Nedensellik Analizi
Bülent DOĞRU
Mürşit RECEPOĞLU Orkun ÇELİK
Ekonomik Özgürlüğün Gelir Düzeyi Üzerindeki
Etkisinin Panel Veri Analizi Yöntemiyle İncelenmesi
Rahmi ÇETİN
Yaratıcı Muhasebe Stratejileri
Davut AYGÜN
Banka Çalışanlarının Maruz Kaldıkları Bireysel ve Örgütsel Stres Kaynakları Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi
Recep KILIÇ
Sedat YUMUŞAK
Harun YILDIZ ERP Yazılımı Seçiminde İki Aşamalı AAS‐TOPSIS Yaklaşımı
Selçuk PERÇİN
A. Cansu GÖK 7 21 37 49 71 93 EKİM 2013 İÇİNDEKİLER 5 Türkiye İçin 2010‐2012 Dönemi Karşılaştırmalı Bilgi Ekonomisi Analizi Oytun Mecik
Kadın ve Erkek Liderlerin Sözel İletişim Yeterlikleri ve Bunun Çalışanların İş Tutumları Üzerine Etkileri: Sözel Özen, Sözel Etkililik ve İş Tutumları
Necmettin ÖZEL İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında İşlem Gören Üretim Firmalarının Piyasa Değerini Açıklayan
İçsel Değişkenler: Panel Verilerle Sektörel Bir Analiz İlhan KÜÇÜKKAPLAN İklim Değişikliği ve Dağıtıcı Adalet Mustafa DEMİRCİ
Psikolojik Sözleşme İle İş Tatmini İlişkisine Yönelik Bir Araştırma Ali DİKİLİ Serkan BAYRAKTAROĞLU Çok Ölçütlü Karar Verme Modellerinde Normalizasyon Tekniklerinin Sonuçlara Etkisi: COPRAS Örneği
Aşkın Özdağoğlu
115 141 161 183 205 229 6 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Türkiye Ekonomisinde Dışa Açıklık ve Enflasyon İlişkisi Üzerine Ampirik Bir Analiz
Şahabettin GÜNEŞ Doç.Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü [email protected] Fatih KONUR Yrd.Doç.Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü [email protected] Türkiye Ekonomisi’nde Dışa Açıklık ve Enflasyon İlişkisi Üzerine Ampirik Bir Analiz Özet Bu çalışmada, Türkiye’de uluslararası ticarete açıklık derecesi ile enflasyon arasındaki muhte‐
mel ilişki araştırılmıştır. 2000Q1‐2011Q4 arası çeyrek dönemlik veri setine eş‐bütünleme (koen‐
tegrasyon) ve Vektör Hata Düzeltme Modeli (VHDM) teknikleri uygulanmıştır. Ulaşılan sonuç‐
lara göre, dışa açıklık ile enflasyon serileri eş‐
bütünleme özelliğine sahiptirler. Değişkenler arasında çift yönlü işleyen bir Granger‐
nedensellik ilişkisi de bulunmaktadır. Vektör Hata Düzeltme Modeli sonuçlarına göre ise, iki değişken arasında kısa dönemde ortaya çıkan sapmalar uzun dönemde ortadan kalkmaktadır. Yani seriler birlikte hareket etmektedirler. Anahtar Kelimeler: Dışa açıklık, Enflasyon, Eş‐
bütünleme, VHDM An Emprical Analysis on the Relationship between Openness and Inflation in Turkish Economy Abstract This study investigates the possible relationship between international trade openness and inflation in Turkey. Cointegration and Vector Error Correction Model (VECM) techniques are utilized on quarterly data set covering the period 2000Q1‐2011Q4. The main findings of the paper are as follows: for the Turkish economy, open‐
ness to international trade and inflation are cointegrated and have bi‐directional Granger causality relationship. The variables tend to return back to their equilibrium level in the long run, as suggested by the VECM analysis. Keywords: Openness, Inflation, Cointegration, VECM ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 7‐ 20 7 1. Giriş Bilindiği gibi, uluslararası ticaret konusu veya bir ülkenin diğer ülkelerle olan eko‐
nomik ilişkilerinin derecesi her zaman için o ülkede özellikle ekonomiyle ilgilenen yönetici veya akademik alandaki kesimlerin yakından ilgilendiği konular arasında yer almıştır. Bu bağlamda, ülkemiz açısından değerlendirildiğinde eskiden beri süregelen bir tartışmanın varlığından söz etmek mümkündür. Bazı iktisatçılar (Wal‐
lerstein, 1984: 44; Cox, 1993: 60‐63), ülke ekonomisinin yeterli rekabet gücü ol‐
madığı için dış ticaretin yerli üretimi gerilettiğini ve ülkeyi dışa bağımlı hale getir‐
diğini iddia ederken, diğer bir kısım iktisatçılar da (Griswold, 2001; Barry, 2002) dışa açıklığın rekabet gücünü arttıracağını ve ülkeyi dünya pazarlarında pay sahibi olan sağlıklı bir endüstriyel gelişme sürecine sokacağını ileri sürmektedir. Ülke ekonomisinin dışa açıklık derecesi ile enflasyon arasındaki ilişki açısından da farklı yaklaşımların olduğunu söylemek mümkündür. Aşağıda bahsedileceği gibi, bazı çalışmalar dış ticaretin özellikle ithalat yönüyle enflasyonist olduğunu savunurken, diğer bazı çalışmalar da bunun tersinin geçerli olduğunu ileri sürmektedir. Dışa açıklık‐enflasyon ilişkisi teorik ve ampirik olarak da üzerinde görüş birliği sağ‐
lanabilmiş bir konu değildir. Teorik açıdan olaya bakıldığında, uluslararası uzman‐
laşmanın ve ölçek ekonomilerinin maliyetleri düşürebileceği ve dolayısıyla ulusla‐
rarası ticaretin de anti‐enflasyonist etki oluşturacağı söylenebilir. Ayrıca Romer’e (1993) göre, dışa açıklık arttıkça genişleyici para politikası uygulamak zorlaşmakta‐
dır. Çünkü ulusal paranın hızla devalüe olması ülke içi fiyatları hızla arttıracağından dolayı daha açık ekonomiler daha dikkatli para politikası uygulamak zorunda kala‐
caklardır ve sonuçta daha düşük enflasyon değerlerine sahip olacaklardır. Rogoff da (2003) globalleşmenin de‐regülasyon ve özelleştirme sürecini hızlandırarak ülkeler açısından anti‐enflasyonist sonuçlar doğurduğunu belirtmektedir. Lane de (1997) dışa açıklık oranı arttıkça daha düşük enflasyon oranlarının yakalanabilece‐
ğini, çünkü dışa açıklığın Phillips eğrisini daha dik hale getireceği görüşünü savun‐
maktadır. İçsel Büyüme Teorisine göre de dışa açıklıkla enflasyonu ilişkilendiren bazı kanallar olabilir: Bunlar; a) kaynakların daha etkin dağıtımı, b) ulusal ve uluslararası boyut‐
ta üretilen girdilerin üretim maliyetlerini düşürmesi, c) kapasite kullanım oranın‐
daki artışlarının ölçek ekonomilerine yol açması, d) yabancı yatırımların artması sonucu ulusal hasılanın artarak fiyatları düşürmesi şeklinde sıralanabilir (Ashra, 2002). Ancak, özellikle küçük ve dışa açık ekonomilerde genişleyici maliye politikasının da GSMH’yı etkileme gücünün zayıf olması, dış ticaret‐yerel arz ilişkisi ve ara malı maliyet artışları gibi etkenler de hesaba katıldığında dışa açıklığın enflasyonist olma ihtimali de bulunmaktadır. Evans (2007), ithal ara malları fiyatlarındaki artış‐
lar ve para otoritesinin monopol gücüne sahip olması nedeniyle dışa açıklığın enf‐
8 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ lasyonist olabileceğini savunmaktadır. Cooke (2010), dış ticaret hadlerinin mono‐
polcü fiyat artışlarıyla bağlantılı olduğunu, bunun da daha açık ülkelerde politika yapıcılarını kısa dönen Phillips eğrisi ilişkisinden daha fazla medet umar hale geti‐
receğini ve sonuçta dışa açıklığın enflasyonu arttıracağını ifade etmektedir. Terra (1998), iki değişken arasındaki ilişkinin sadece aşırı borç yükü olan ülkeler için ne‐
gatif olabileceğini, diğer ülkeler için ise pozitif olacağını iddia etmektedir. Ball da (2006) dışa açıklığın anti‐enflasyonist olduğu görüşüne katılmamaktadır. Bu çalışma, literatüre özellikle ampirik olarak katkı sağlamayı ve yaklaşık çeyrek asırdır hızlı bir dışa açılma süreci yaşayan Türkiye açısından dışa açıklık ve enflas‐
yon ilişkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, 2000‐2011 yılları arasındaki çeyrek dönemlik veri setini kullanması açısından bir ilk niteliğindedir. Ayrıca, eşbü‐
tünleme (koentegrasyon) yöntemi ve hata düzeltme modeliyle değişkenler arasın‐
daki hem kısa dönemli hem de uzun dönemli ilişkinin niteliğinin güvenilir sonuçlar‐
la ortaya koyulması da tartışmanın sürdüğü ve ampirik olarak farklı sonuçlara ulaşmanın süregeldiği konuya yeni bir katkı sağlayacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde, ilgili literatür genel olarak son on yıl bağlamında ve özellikle ampirik çalışmalar açısından kısaca taranmıştır. Üçüncü kısımda analizde kullanılan veri seti tanıtılmaktadır. Dördüncü kısım, uygulanan ekonometrik analizi ve ilgili sonuçları içermekte, beşinci kısım ise sonuç bölümünden oluşmaktadır. 2. İlgili Literatür Uluslararası ticaret ile enflasyon arasındaki ilişki çok sayıda ampirik çalışmaya konu olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Farklı ekonometrik analizlerle değişik ülkeler bazında söz konusu ilişkinin niteliği açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Thomas (2012), sekiz ülkeyi kapsayan Pasifik ülkeler grubu Karayipler için yaptığı panel data çalışmasında dışa açıklık ile enflasyon arasında pozitif bir ilişki bulmuş ve uluslararası ticaretin bu ülkeleri dış şoklara açık hale getirerek istikrarsızlığa yol açtığı sonucuna ulaşmıştır. Samimi vd. (2011), dışa açıklık ve enflasyon arasındaki ilişkiyi İran için ARDL sınır testi yöntemiyle incelemişler ve dışa açıklığın enflasyonu kısa dönemde negatif olarak etkilediğini bulmuşlardır. Mukhtar (2010), Pakistan için yaptığı ve 1960‐2007 yıllarını kapsayan koentegrasyon analizi çalışmasında enflasyonla dışa açıklık arasında istatistiksel olarak anlamlı ve ters yönlü bir ilişki bulmuştur. Buna göre, Pakistan ekonomisi dışa açıldıkça enflasyon düşmektedir. Zakaria (2010), yine Pakistan için yaptığı 1947‐2007 yıllarını kapsayan zaman serisi analizinde Mukhtar’dan farklı olarak enflasyonla dışa açıklık arasında pozitif ilişki bulmuştur. Lin (2010), 1970‐2007 yıllarını ve 106 ülkeyi kapsayan panel data ça‐
lışmasında enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde dışa açıklığın enflasyonu nega‐
tif olarak etkilediğini, ancak enflasyonun zaten düşük olduğu dönemlerde ise etki‐
lemediğini bulmuştur. Yine panel data analiziyle Nasser vd. (2009) 152 ülkeyi kap‐
sayan çalışmalarında dışa açıklığın bu ülkelerde daha düşük enflasyon değerlerinin EKİM 2013 9 elde edilmesine yol açtığını bulmuşlardır. Wu ve Lin (2008), içlerinde Batı Avrupa ülkelerinin de bulunduğu 13 ülkeyi kapsayan panel veri çalışmasında kullanılan modele göre değişen sonuçlar elde etmişlerdir. Sabit parametresinin bütün ülkeler için standardize edilmesi durumunda enflasyonla dışa açıklık arasında ters yönlü bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Ancak modellerinde ekonometrik açıdan daha uygun olan sabite kısıtlama koyulmaması durumunda ise söz konusu iki değişken arasın‐
da anlamlı bir ilişki bulamamışlardır. Ihrig vd. (2007) ve Batra (2001) enflasyon ile dışa açıklık arasında anlamlı bir ilişki bulamazken, Daniels ve VanHoose (2006), Kim ve Beladi (2005), Gruben ve McLeod (2004), Sachsida vd. (2003) negatif bir ilişki bulmuşlardır. Badinger (2009) ise, OECD ülkeleri için yaptığı çalışmasında dışa açıklık ile enflasyon arasında anlamlı bir ilişki bulamamıştır. Konuyla ilgili yaptıkları çalışmalarında Razin ve Loungani (2007), enflasyonla mü‐
cadelede katlanılması gereken büyümeden fedakarlık oranını da analize dahil et‐
mişler ve dışa açıklık ile fedakarlık oranı arasında pozitif ilişki bularak bu ilişkinin aslında enflasyonist olabileceği iddiasını dile getirmişlerdir. Türkiye’de dışa açıklık ile enflasyon arasındaki ilişkiyi spesifik olarak analiz eden çalışmaların sayısı sınırlıdır. Bu analizlerden Taşçı vd.’ne (2009) ait çalışmada, dışa açıklık ile enflasyon arasındaki ilişki bazı gelişmekte olan ülkeler için panel veri tahmini yöntemiyle araştırılmıştır. Çalışmada, 1980‐2006 arasını kapsayan yıllık veriler kullanılmıştır. Elde edilen bulgulara göre; Arjantin, Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Meksika, Paraguay, Peru, Uruguay ve Türkiye’de dışa açık‐
lık enflasyonu pozitif yönde etkilemektedir. Sekmen (2007), 1950‐2003 arası yıllık verileri En Küçük Kareler (OLS) yöntemiyle kullanarak Türkiye ekonomisinin dışa açılmasının enflasyona mı yoksa üretim artışına mı yol açtığını incelemiş ve dışa açıklığın enflasyonu arttırdığı sonucuna ulaşmıştır. Berument ve Doğan (2003), Türkiye için 1987:1‐2001:1 arası çeyrek‐dönemlik veri setini kullanarak yaptıkları çalışmalarında dışa açıklık derecesiyle enflasyon oranı arasında negatif bir ilişki bulmuşlardır. Işık (2003), aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 42 ülkeyi kapsayan çalışmasında 1990‐2000 arası döneme ait yıllık verileri kullanmıştır. Çalışmada elde edilen sonuçlara göre gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında gelişmekte olan ülkelerde dışa açıklık oranının artması enflasyon oranının artması yönünde daha fazla baskı oluşturmaktadır. Bayraktutan ve Arslan (2003), Türkiye için 1980‐2000 dönemine ait yıllık verileri kullanarak yaptıkları korelasyon ve koentegrasyon analizlerinde ithalat hacmi ile enflasyon oranı arasında negatif bir ilişki bulmuşlardır. 3. Veri Bu çalışmada kullanılan üçer aylık enflasyon verileri İstanbul Ticaret Odası'nın (İTO) oluşturduğu 2000Q1‐2011Q4 arasını kapsayan ücretliler için geçinme endek‐
sidir (1995=100). Daha genel bir endeks olan TÜFE yerine İTO geçinme endeksini kullanmamızın bazı nedenleri bulunmaktadır. Bunlar, TÜFE’nin baz yılının değişti‐
10 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ rilmiş olması, İTO geçinme endeksinin çeyrek dönemlik hazır veriler sunması, İTO endeksinin TÜFE’de gözlenen spesifik ürün veya ürün grubu kaynaklı şok dalga‐
lanmalar göstermemesi gibi nedenler olarak ifade edilebilir. Literatürde benzer nedenlerle İTO endeksini enflasyon verisi olarak kullanan çalışmalar bulunmakta‐
dır (bkz. Tunay, 2010). Aynı döneme ait dışa açıklık verileri ise reel değerlerle (İh‐
racat + İthalat) /GSYİH*100 şeklinde hesaplanmıştır. David (2007)'nin de belirttiği gibi, bu hesaplama ticaret bazlı dışa açıklığın literatürde en yaygın şekilde kullanıl‐
dığı bir tanımlamadır. Enflasyon ve dışa açıklık verilerinin her ikisi de Türkiye Cum‐
huriyet Merkez Bankası (TCMB) elektronik veri dağıtım sisteminden alınmıştır. Bu veriler kullanılarak oluşturulan şekil aşağıda verilmiştir. Şekil 1: Enflasyon (ENF) ve Dışa Açıklık (DA) Değişkenlerinin Değişim Seyirleri Yukarıdaki Şekil 1, kullanılan verilerin yapısal durumları hakkında tek şekil üzerinde görsel olarak bir fikir vermesi açısından sunulmuştur. Serilerin veri büyüklükleri birbirinden oldukça farklı olduğundan dolayı değişkenlere ait veriler standardize edilmiş olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla, Şekil 1 sadece değişkenlerin göreceli ge‐
lişme seyirlerini göstermekte, her bir değişkene ait sayısal bilgi sunmamaktadır. Bu nedenle de, düşey eksen rakamsal bir değere sahip değildir. 4. Ekonometrik Analiz Bu çalışmada önce zaman serilerine birim‐kök testi uygulanarak enflasyon ve dışa açıklık değişkenlerinin durağan olup olmadıkları kontrol edilecektir. Durağan değil‐
lerse seriler durağan hale getirilecek ve eşbütünleme (koentegrasyon) analizine tabi tutulacaklardır. Seriler arasında eşbütünleme ilişkisi varsa Hata Düzeltme Mo‐
deli tahmini, böyle bir ilişki yoksa normal Granger nedenselliği analizi yapılabilir. EKİM 2013 11
Ancak, bu ikinci durumda ekonometrik açıdan sağlıklı bir analiz için enflasyonun muhtemel belirleyicileri olabilecek bağımsız değişken sayısını arttırmak gerekir. Öncelikle enflasyon ile dışa açıklık arasında aşağıdaki gibi bir ilişki olduğunu varsa‐
yalım: ENFt = 0 + 1DAt + t (1) Eşitlik (1)’de, ENFt t periyodundaki enflasyonu ölçtüğümüz endeks değerlerini, DAt t periyodundaki dışa açıklık değerlerini, 0 ve 1 parametreleri, ve t de hata teri‐
mini göstermektedir. Serilerin durağan olup olmadıklarını anlamak için literatürde bu amaçla en yaygın olarak kullanılan Augmented Dickey‐Fuller (ADF) (1981) testini uygulayacağız. ADF testi aşağıdaki regresyon denkleminden elde edilen veriler baz alınarak yapılacak‐
tır: k
Δyt = £ + ьt + (ɀ‐1)yt‐1 + +  Δy
i
t‐i + t (2) i1
Eşitlik (2)'de y analiz konusu olan değişkeni, £, ь , ɀ ve  parametreleri, t lineer zaman terimini Δ birinci fark operatörünü, k ise optimal gecikme uzunluğunu ifade etmektedir. Optimal gecikme uzunluğu, hata terimi t’nin sıfır ortalama ve sabit varyans özelliğinin sağlanması için AIC (Akaike Bilgi Kriteri) verilerine göre saptan‐
maktadır. ADF testinde alternatif hipotez (H1: (ɀ‐1) <0) olan y’nin durağan olduğu tezi yanlışlanamadığı takdirde y’nin durağan olmadığı hipotezi (H0: ɀ‐1 = 0) redde‐
dilmektedir. Bu test için normal t değerleri standart t dağılımına sahip olmadığın‐
dan, test için geçerli olan Davidson ve MacKinnon (1993) kritik değerlerinin kulla‐
nılması gerekmektedir. Seriler ve birinci farklar için Shazam programı kullanılarak hesaplanan ADF birim kök testlerinin sonuçları aşağıdaki tabloda sunulmuştur: Tablo 1: ADF Birim‐Kök Test Sonuçları LnENF I(0) LnDA I(0) Trendsiz Trendli Trendsiz Trendli ‐0.16988 ‐2.2829 ‐2.4609
‐1.5041 LnENF I(1) LnDAI(1) Trendsiz Trendli Trendsiz Trendli ‐2.7815***(4) ‐2.3587(4) ‐2.6508***(4) ‐2.9188(4) Notlar: Anlamlılık düzeyi değerleri *** (%10) olarak gösterilmiştir.Parantezlerin içindeki optimal gecikme uzunluğu (4) Shazam programı tarafından belirlenmiştir. 12 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Tablo (1)'deki sonuçlara göre, ENF ve DA değişkenleri düzey durumunda, I(0), durağan değillerdir. Ancak birinci farkları alındıktan sonra, I(1), durağan hale gelmektedirler. İkinci adımda seriler arasında bir eşbütünleme (koentegrasyon) ilişkisinin bulunup bulunmadığını araştırmak mümkündür. Eşbütünleme analizi enflasyon ile dışa açıklık arasında uzun dönemli bir ilişkinin bulunup bulunmadığını anlamak açısın‐
dan önemlidir. Yukarıda verilen eşitlik (1)'deki değişkenlerin her biri I(1) ise, ve bu serilerin ENFt ‐ 0 ‐ 1DAt = t, veya I(0), şeklinde bir doğrusal kombinasyonları bulunuyorsa ENFt ve DAt arasıda eşbütünleme ilişkisi var demektir. Bu durumda eşitlik (1) eşbütünleme regresyonu, 1 de eşbütünleme parametresi ve olarak isimlendirilir. ENF ve DA eşbütünleme özelliği sergilediklerinde, eşitlik (1)’e en küçük kareler (OLS) ile tahmin yönteminin uygulanması 1 için ekonometrik an‐
lamda tam tutarlı bir sonucun elde edilmesini sağlar. Bu ise enflasyon ve dışa açık‐
lık arasında uzun dönemli ve istikrarlı bir denge durumu ilişkisinin bulunduğu an‐
lamına gelmektedir (Griffits vd., 1993: 700). Johansen‐Juselius (JJ) (1990) metodu, eşbütünleme sergileyen vektörlerin sayısını bulmak için iz (trace) ve maksimum özgül değer (eigenvalue) test istatistiklerini kullanmaktadır. İz testinde en çok r kadar eşbütünleme ilişkisine sahip vektörün olduğu şeklindeki sıfır hipotezi λiz = T ∑j=r+1,n ln(1‐λj) eşitliği ile ifade edilebilir. Bu eşitlikteki T testte kullanılan gözlem sayısını, λj’lar ise serilerin I(1) olduğu varsayı‐
mı altında tahmin edilen karakteristik kökleri göstermektedir. Maksimum özgül değer test istatistiği de λmax = ‐T ln(1‐λr+1) eşitliğini baz alarak sıfır hipotezine karşı‐
lık r+1 alternatif hipotezini test etmektedir (Güneş, 2005). Testlerde özel kritik değerlerin kullanılması gerekir ve bu kritik değerler Osterwald‐Lenum’da (1992) verilmiştir. Eşbütünleme analizi için uygulanan Johansen‐Juselius test sonuçları aşağıdaki tab‐
loda gösterilmiştir: Tablo 2: JJ Eşbütünleme Testi Sonuçları r = 0
Kritik değerler(%5)
r <=1
Kritik değerler(%10) Λiz 20.749 ** 17.8
4.54
6.7 λmaks 16.213** 14.6 4.54 6.7 Notlar: ** %5 anlamlılık düzeyi değerlerini göstermektedir. Optimum gecikme uzunluğu AIC & SC kriterlerine göre 4 olarak belirlenmiştir. Tablo 2’de sunulan iz ve maksimum özgül değer testlerinin sonuçlarına göre, enf‐
lasyon ile dışa açıklık arasında bir eşbütünleme ilişkisinin olduğu %5 anlamlılık düzeyinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü her iki durumda da (r=0) şeklindeki sıfır hi‐
potezi reddedilmektedir. Birden fazla eşbütünleme vektörünün olmadığı da yine elde edilen sonuçlardan anlaşılmaktadır. EKİM 2013 13
Değişkenlerimiz eşbütünleme ilişkisine sahip olduğuna göre buradan hareketle bir Hata Düzeltme Modeli (Error Correction Model) tahmin etmek mümkündür. Eşbü‐
tünleme ilişkisinin varlığı, tahmin edilen modelin eksik değişken kullanımı veya otokorelasyon gibi sorunlar nedeniyle sahte regresyon olabilme durumunu da ortadan kaldırmaktadır (Engle ve Granger, 1987). Hata Düzeltme Modeliyle tah‐
min edilecek eşitlikleri aşağıdaki gibi yazmak mümkündür: k
ΔlnENFt =  + πHDTt‐1 + 
k
θiΔlnDA t‐i + i1
i
t‐i + υ1t (3) i1
k
ΔlnDAt =  + φHDT t‐1 + Φ ΔlnENF
δ ΔlnENF
i
k
t‐i + i1
Ω ΔlnDA
i
t‐i + υ2t (4) i1
Yukarıdaki eşitliklerde HDTt‐1 hata düzeltme terimini, Δ birinci fark operatörünü, k optimum gecikme uzunluğunu ve υ1t, υ2t ise hata terimlerini göstermektedir. Hata düzeltme terimi, eşbütünleme regresyonundan elde edilen artıkları veya kalıntıları ifade etmektedir. Denge durumundan kısa dönemdeki sapmaların dönemsel ola‐
rak hangi hızla tekrar uzun dönem dengesine döndüğünü gösterir. Eşitlik (3) ve (4) kullanılarak elde edilen sonuçlardan hareketle değişkenler arasında uzun dönem nedensellik ilişkisi kurulmak istendiğinde bunun için, örneğin Eşitlik 3’te, θi’nin grup olarak sıfırdan farklı olması gerekmemektedir. Eşitliklerdeki HDT’lere ait pa‐
rametrelerin istatistiksel olarak sıfırdan farklı olmaları uzun dönem nedensellik ilişkisinin kurulması için yeterlidir. Diğer bir ifade ile, uzun dönemde nedensellik ilişkisinin oluşmasında hata düzeltme terimine ait parametreyle birlikte eşitlikler‐
deki kısa döneme ait parametrelerin, örneğin Eşitlik 4’teki δi ve/veya Ωi’nin, grup olarak sıfırdan farklı olmasına gerek yoktur (Granger, 1988). Enflasyon ve dışa açıklık değişkenleri arasındaki kısa dönemli Granger nedensellik ilişkisini gösteren test sonuçları Tablo 3’te sunulmuştur: Tablo 3: Granger‐Nedensellik Test Sonuçları Nedenselliğin yönü F‐testi: Nedenselliğin yönü t‐testi DA→ ENF 5.5228 ENF→ DA 2.355 Eşitlik (3) ve (4)’ün oluşturduğu vektör hata düzeltme modelinde kısa dönem Granger nedensellik ilişkisinin bulunduğu θi ve δi’nin sıfırdan farklı olmaları nede‐
niyle görülebilmektedir. Çünkü, Tablo 3’te verilen F‐testi sonuçlarına göre θi grup olarak sıfırdan farklıdır. Tahmin edilen δi ise, tek gecikmeli olduğu için t testi bağ‐
lamında istatistiksel olarak anlamlı olduğu tabloda görülmektedir. Dolayısıyla kısa dönemdeki Granger nedensellik hem dışa açıklıktan enflasyona doğru hem de enflasyondan dışa açıklığa doğru işlemektedir. Eşitlik (3)’ün tahmin sonuçlarına göre, değişkenler arası kısa dönemli ilişki açısından dışa açıklığın enflasyon üzerin‐
deki etkisinin her üç gecikmeli dönemde de negatif olduğu görülmektedir. Eşitlik 14 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ (4)’ün tahmin sonuçlarına göre ise, kısa dönemde enflasyon arttıkça dışa açıklık da artmaktadır. İki değişken arasındaki ilişkinin hata düzeltme modeliyle tahmin edilerek elde edi‐
len sonuçları Tablo 4’te sunulmuştur: Tablo 4: Hata Düzeltme Modeli Sonuçları Eşitlik (3): Bağımlı D. : ΔlnENF t Eşitlik (4): Bağımlı D. : ΔlnDA t Değişken Katsayı Değişken Katsayı HDTt‐1 ‐0.03551*** HDT t‐1 ‐0.33529** ΔlnENFt‐1 0.02249 ΔlnDA t‐1 ‐0.35769** ΔlnDAt‐1 ‐0.39456* ΔlnENF t‐1 0.19841** ΔlnENFt‐2 0.50043* Sabit ‐0.00504 ΔlnDA t‐2 ‐0.22334*** ΔlnENF t‐3 0.15031** ΔlnDA t‐3 ‐0.28892* Sabit 0.01582*** Anlamlılık Düzeyleri: (*) = %1 (**) = %5 (***) = %10 2
D‐W:1.87, R : 0.7209 D‐W:2.00, R2: 0.3648 Eşitlik (3) ve (4)’ün tahmin edilmesinde optimum gecikme uzunluklarının belirlen‐
mesi amacıyla Akaike Bilgi Kriteri (AIC) ve Schwarz Bilgi Kriteri (SC) kullanılmıştır. Bunlara ait değerler ve otokorelasyon için yapılan LM testi sonuçları Tablo 5’te verilmiştir. Sonuçlara göre, Eşitlik (3) için en küçük AIC ve SC değerleri üç gecikmeli durumda, Eşitlik (4) için ise bir gecikmeli durumda ortaya çıkmaktadır. Her iki eşit‐
liğe ait değişik gecikme uzunluklarıyla model tahminlerinde serisel bağlantı (oto‐
korelasyon) sorununun olmadığı görülmektedir. Tablo 5: Hata Düzeltme Modelinde AIC ve SC Kriterleri ve LM Testi Değerleri Eşitlik (3)’le ilgili değerler Eşitlik (4)’le ilgili değerler Gecikme‐k 1 2 3 4 1 2 3 4 AIC ‐6.5847 ‐6.9812 ‐7.1010 ‐6.9826 ‐6.5214 ‐6.4627 ‐6.4025 ‐6.3840 SC ‐6.4273 ‐6.7427 ‐6.7798 ‐6.5771 ‐6.3112 ‐6.2242 ‐6.0013 ‐5.9825 LM 2.4371 1.5422 1.6311 1.5866 2.7652 1.6698 1.6987 1.6221 EKİM 2013 15
Tablo 4’te sunulan hata düzeltme terimleri istatistiksel olarak anlamlı ve beklendi‐
ği gibi negatif işaretli olarak tahmin edilmiştir. Buradaki π ve φ değerleri, ‐0.03551 ve ‐0.33529, kısa dönemde gözlenen uzun dönemden sapmaların dönemsel olarak hangi hızla tekrar uzun dönem dengesine geri döndüğünü göstermektedir. Buna göre, enflasyonun dışa açıklık etkisiyle uzun dönem dengesine geri dönme miktarı her bir çeyrek dönem için yaklaşık %3.6 olarak gerçekleşmektedir. Fiyat etkisiyle dışa açıklığın her bir çeyrek dönemde uzun dönem dengesine geri dönme eğilimi ise yaklaşık %34'tür. Dolayısıyla, başka hiçbir etkinin olmadığını varsaydığımızda dokuz ay gibi bir sürede dış ticaret sadece fiyat etkisiyle uzun dönem dengesine geri dönebilmektedir. Dışa açıklığın enflasyonu dengeleme etkisi ise yıllık yaklaşık %15 olarak gerçekleşmektedir. 5. Sonuç ve Değerlendirme Bu çalışmada ulaşılan sonuçlara göre; Türkiye ekonomisinde enflasyon ile dışa açıklık arasında eşbütünleme (koentegrasyon) ilişkisi mevcuttur. Eşitlik (3)’ün tahmin sonuçları ve ilgili F testine göre değişkenler arasında DA→ENF şeklinde işleyen kısa dönemli bir Granger nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, dışa açıklık enflasyonu hem kısa dönemde hem de uzun dönemde etkilemektedir. Kısa dönemle uzun dönem arasında bir köprü kurma işlevi gören hata düzeltme terimi parametresi π de istatistiksel olarak anlamlı ve negatif işaretlidir. Bu para‐
metrenin tahmin edilen değerinin negatif işaretli olması uzun dönemde dışa açıklık ve enflasyon değişkenlerinin birlikte hareket ettiklerini ve enflasyon oranındaki artışın dışa açıklık oranındaki artışı aşması halinde, yani kısa dönemde dengeden sapması durumunda, enflasyon oranının analize konu olan her bir dönemde (her çeyrek dönemde) katsayının değeri kadar (0.03551 = %3.6) tekrar uzun dönem dengesine dönmek için düşeceğini göstermektedir. Eşitlik (4)’ten elde edilen sonuçlara göre; dışa açıklık ile enflasyon değişkenleri arasında ENF→DA şeklinde işleyen kısa dönemli bir Granger nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Ayrıca bu eşitlikteki hata düzeltme terimi parametresi φ de istatis‐
tiksel olarak anlamlı ve negatif işaretli olarak tahmin edilmiştir. Söz konusu φ pa‐
rametresinin değeri ‐0.33529 olarak tahmin edildiğine göre dışa açıklık değişkeni‐
nin tekrar uzun dönem denge durumuna dönme hızı yaklaşık %34 olarak gerçek‐
leşmektedir. Bu çalışmada elde edilen bulgularla Türkiye için yapılan önceki bazı çalışmaların sonuçlarını karşılaştırmak mümkündür. Bizim sonuçlarımıza göre; kısa dönemde dışa açıklık enflasyonu negatif yönde ancak enflasyon dışa açıklığı pozitif yönde etkilemektedir. Uzun dönemde ise, değişkenler arasında eşbütünleme ilişkisinin olması ve tahmin edilen hata düzeltme terimi katsayılarının negatif işaretli olması, enflasyon ile dışa açıklığın birbirlerini etkileyerek aynı yönde değiştiklerini göster‐
mektedir. Yani uzun dönemde birinin yükselmesi diğerinin de yükselmesine yol açmaktadır. Eşitlik (3)’le kıyaslandığında Eşitlik (4)’ün tahmin edilmesi sonucu elde 16 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ edilen hata düzeltme katsayısının (‐0.33529) çok daha büyük olması, enflasyonun dışa açıklığı kendi gidişatı doğrultusunda etkileme kabiliyetinin tersi durumdan çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu çalışmada ulaşılan sonuçların Taşçı vd. (2009), Sekmen (2007), ve Işık’ın (2003) çalışmalarıyla aynı doğrultuda olduğu, fakat Berument ve Doğan’ın (2003) çalışmasındaki sonuçları destekleme‐
diği görülmektedir. Enflasyon ile dışa açıklık arasındaki ilişkinin niteliğinin Daniels ve VanHoose’nin de (2006) belirttikleri gibi, her ülkenin kendine has yapısal bazı unsurlarına göre deği‐
şeceğini söylemek mümkündür. Bu çalışmada elde edilen sonuçlar henüz gelişme sürecinde olan Türkiye’de uzun dönemde dışa açıklıktaki artışın enflasyonu aynı yönde ve düşük oranda etkilediğini, enflasyondaki artışın ise dışa açıklığı aynı yön‐
de ve yüksek oranda etkilediğini ortaya koymuştur. Buradaki dışa açıklık ve enflas‐
yon sarmalının nedeni Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünü koruyabilmek ama‐
cıyla rekabetçi bir döviz kuruna endekslenmiş para arzı politikası ve ithal ara mal‐
ları nedeniyle üretim maliyetlerinde yaşanan artışlar olabilir. Ancak gözlenen enf‐
lasyonist baskının Türkiye’nin dış ticaret dengesini bozması, verimliliği düşürmesi, belirsizlik ve güvensizliği arttırarak ülkenin uluslararası rekabet gücünü zayıflatma‐
sı mümkündür. Ayrıca bu durum sermaye girişlerinin vadesini kısaltarak ekonomi‐
de kırılganlığı arttırabilir ve yatırım amaçlı sermaye girişlerini azaltabilir. Bunlara ek olarak, ülkenin düşük maliyetli borçlanma kabiliyetinin de ortadan kalkması veya azalması söz konusu olabilir. EKİM 2013 17
Kaynaklar Ashra, S. (2002) “Inflation and Openness: A Case Study of Selected Developing Economies”, Indian Council of Research on International Economic Relations (ICRIER), Working Paper No. 84. Badinger, H. (2009) “Globalization, the Output‐Inflation Tradeoff and Inflation”, European Economic Review, 53(8), p. 888‐907. Ball, L. (2006) “Has Globalization Changed Inflation?”, NBER Working Paper, No:12687. Barry, N. (2002) “The Promise of Globalisation”, Liberal Düşünce Dergisi, Kış‐
Bahar, Sayı 25‐26, S. 1‐11. Batra, R. (2001) “Are Tariffs Inflationary?” Review of International Economics, V. 9, p. 373‐383. Bayraktutan, Y. ve Arslan, İ. (2003) “Türkiye’de Döviz Kuru, İthalat ve Enflasyon İlişkisi: Ekonometrik Analiz (1980‐2000)” Afyon Kocatepe Üniversitesi, İİBF Dergisi, Cilt V, Sayı 2, S. 89‐104. Berument, H. ve Doğan, B. (2003) “Openness and the Effectiveness of Monetary Policy: Empirical Evidence from Turkey”, Applied Economics Letters, V. 10, p. 217‐
221. Cooke, D. (2010) “Openness and Inflation”, Journal of Money, Credit and Banking, V. 42(2‐3), p. 266‐287. Cox, R. W. (1993) “Gramsci Hegemony and International Relations: An Essay in Method”, Ed. Gill, S., Gramsci Historical Materialism and International Relations, Cambridge University Press. Daniels, J. and Hoose D. V., (2006) “Openness, the Sacrifice Ratio, and Inflation: Is There a Puzzle?” Journal of International Money and Finance” V. 25, p. 1336. David, H. L. (2007) “A Guide to Measures of Trade Openness and Policy,” Indiana University South Bend, www.cgu.edu (Erişim:15. 08. 2012). Davidson, R., and MacKinnon, J.G. (1993) Estimation and Inference in Economet‐
rics, Oxford University Press, Oxford. Dickey, D. A. And Fuller, W. A. (1981) “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressi‐
ve Time Series with a Unit Root,” Econometrica, V. 49, 1057‐1071. Engle, Robert F. and Clive W. J. Granger (1987). “Co‐integration and Error Correc‐
tion: Representation, Estimation and Testing”, Econometrica, 55 (2): p. 251‐276. 18 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Evans, R. W. (2007) “Is Openness Inflationary? Imperfect Competition and Mone‐
tary Market Power”, Federal Reserve Bank of Dallas Globalization and Monetary Policy Institute Working Paper, No:1. Granger, C. W. J. (1988) “Some Recent Development in a Concept of Causality” Journal of Econometrics, V. 39(1‐2), 198‐211. Griffiths, W. E., R. C. Hill, and G. G. Judge (1993), Learning and Practicing Econo‐
metrics, John Wiley & Sons, New York, NY. Griswold, D. T. (2001) “Seven Moral Arguments for Free Trade”, Cato Policy Re‐
port, July‐August, V. 23(4). Gruben, W. C., McLeod, D. (2004) “The Openness‐Inflation Puzzle Revisited” App‐
lied Economics Letters, V. 11, p. 465‐469. Güneş, Ş. (2005) “Türkiye’de Nüfus Artışının Ekonomik Büyümeyle İlişkisi Üzerine Ekonometrik Bir Analiz,” Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 60, Sayı 3, S. 123‐
136. Ihrig, J., S. B. Kamin, D. Lindner, J.M., (2007) “Some Simple Tests of the Globaliza‐
tion and Inflation Hypothesis” International Finance and Discussion Paper, No. 891, BGFRS. Işık, N. (2003) “Dışa Açılma ve Para Politikasının Enflasyon Üzerindeki Etkileri” Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Cilt 14, Sayı 48, S. 87‐96. Johansen, S. and Juselius, K. (1990) “Maximum Likelihood Estimation and Inferen‐
ce on Cointegration –with Applications to the Demand for Money”, Oxford Bulle‐
tin of Economics and Statistics, 52, 2, p. 169‐210. Kim, C., and Beladi, H. (2005) “Is Free Trade Inflationary?” Economics Letters, V. 89, p. 343‐349. Lane, P. R. (1997) “”Inflation in Open Economies”, Journal of International Eco‐
nomics, V. 42, p. 327‐347. Lin, H‐Y. (2010) “Openness and Inflation Revisited,” International Research Journal of Finance and Economics, V. 37, p. 40‐45. Mukhtar, T. (2010) “Does Trade Openness Reduce Inflation? Empirical Evidence from Pakistan”, The Lahore Journal of Economics, V. 15(2), p. 35‐50. Osterwald‐Lenum, M. (1992), “A note with Quantiles of the asymptotic distribu‐
tion of the maximum likelihood cointegration rank test statistics”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 54, 3, p. 461‐72. EKİM 2013 19
Razin, A., and Loungani, P. (2007) “Globalization and Equilibrium Output‐Inflation Tradeoffs,” NBER International Seminar on Macroeconomics 2005, edited by Jeff‐
rey A. Frankel and Christopher Pissarides, MIT Press. Rogoff, K. (2003) “Disinflation: An Unsung Benefit of Globalization?,” Finance and Development, Vol. 40, No: 4 (December), p. 55–56. Romer, D. (1993) “Openness and Inflation: Theory and Evidence”, The Quarterly Journal of Economics, 108(4), p. 869‐901. Terra, C. T. (1998) “Openness and Inflation: A New Assessment”, Quarterly Journal of Economics, V. 113, p. 641‐648. Thomas, C. (2012) “Trade Openness and Inflation: Panel Data Evidence For The Caribbean,” International Business and Economic Research Journal, Vol. 11, No. 5 (May), p.507‐516. Sachsida, A., Galrao, F., Loureiro, P. R. (2003) “Does Greater Trade Openness Re‐
duce Inflation? Further Evidence Using Panel Data Techniques,” Economics Let‐
ters, V. 81, p. 315‐318. Samimi, A. J.; Ghaderi S.; Sanginabadi, B. (2011) “Openness and Inflation in Iran,” International Journal of Economics and Management Engeneering, Vol. 1, No.1 (November) p. 42‐49. Sekmen, F. (2007) “Açıklık ve Para Politikasının Etkinliği: Türkiye Uygulaması”, Muhasebe ve Finasman Dergisi, Cilt 33, S. 171‐177. Taşçı, M. H.; Esener, S. Ç.; Darıcı, B. (2009) “The Effects of Openness on Inflation: Panel Data Estimates from Selected Developing Countries”, Investment Manage‐
ment and Financial Innovations, V. 6(4), p. 28‐34. TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, http://evds.tcmb.gov.tr/ (Erişim: 14.07. 2012). Tunay, K. B. (2010) “Türkiye’de Enflasyon Ve Nispi Fiyat Değişkenliği İlişkisi: WABHO Modelleriyle Uzun Dönem Analizi,” İ. Ü. İktisat Fakültesi Ekonometri Ve İstatistik Dergisi, Sayı 12, S. 40‐64. Wallerstein, I. (1984) The Politics of the World Economy, Cambridge University Press, Cambridge, U.K. Wu, C‐S. ve Lin, J‐L. (2008) “The Relationship Between Openness and Inflation in NIEs and the G7,” National Bureau of Economic Research, http://www.nber.org/ chapters/c6981.pdf. Zakaria, M. (2010) “Openness and Inflation: Evidence From Time Series Data” Doğuş Üniversitesi Dergisi, V. 11(2). S. 313‐322. 20 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ Döviz Kuru Hareketleri ve Bütçe Açığı,
Enflasyona Yol Açar Mı? Gelişmekte
Olan Asya Ülkeleri Üzerine Bir Panel
Nedensellik Analizi
Bülent DOĞRU
Yrd.Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi, İİBF
[email protected]
Mürşit RECEPOĞLU
Arş. Gör., Gümüşhane Üniversitesi, İİBF
[email protected]
Orkun ÇELİK
Döviz Kuru Hareketleri ve Bütçe Açığı, Enflasyona Yol Açar Mı? Gelişmekte Olan Asya Ülkeleri
Üzerine Bir Panel Nedensellik Analizi
Arş. Gör., Gümüşhane Üniversitesi, İİBF
[email protected]
Do Exchange Rates and Budget Deficit Lead to
Inflation? A Panel Causality Analysis on Developing Asian Countries
Özet
Gelişmekte olan ekonomilerde bütçe açıkları ve
döviz kuru hareketleri derin olmayan finansal
piyasalar üzerinden enflasyonist etkilerde
bulunabilmektedir. Bu çalışmada döviz kurunun
ve bütçe açığının kısa ve uzun dönemde
enflasyona yol açıp açmadığı 22 gelişmekte olan
Asya Ülkesi üzerinden 1980 ve 2011 arası dönem
için analiz edilmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerin tek bir coğrafyadan seçilme nedeni
modeldeki birim etkilerin sabit kabul edilmesidir.
Analiz yöntemi olarak panel eş bütünleşme, hata
düzeltme modeli ve panel nedensellik teknikleri
kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen ampirik
bulgulara göre kısa dönemde bütçe açığı ve döviz
kurundan enflasyona bir nedensellik ilişkisi
olmamasına rağmen, uzun dönemde bütçe açığı
ve döviz kuru enflasyona neden olmaktadır.
Abstract
In developing economies, budget deficit and
exchange rates can lead inflation through shallow financial markets. In this study it is tested
whether budget deficit and exchange rates
cause inflation in long-run and short-run for 22
developing Asian countries for the time period
of 1980 and 2011. The reason why we select all
the developing countries from one region is that
we assume all countries have fixed unit effect in
the models. In this study we use panel cointegration, error correction model and panel
causality methods as empiric test. Findings
suggest that in short–run there is no causality
running from exchange rate and budget deficit
to inflation but in long-run budget deficit and
exchange rates cause inflation.
Anahtar Kelimeler: Tüketici Fiyat endeksi, Bütçe
Açığı, Döviz Kuru, Panel Nedensellik, Hata Düzeltme, Eş-Bütünleşme
Keywords: Consumer Price Index, Budget Deficit,
Exchange Rate, Inflation, Panel Causality, Error
Correction, Co Integration
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 21-36
21
1. Giriş
Gelişmekte olan ülkelerde üretim düzeyi yüksek olmadığı için toplanan vergiler de
kamu harcamalarını karşılamaya yetmemektedir. Bu da ciddi bütçe açıklarının
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu açıklar, iç borçlanma, dış borçlanma ve
enflasyona neden olmasına rağmen para basılarak (senyoraj geliri) kapatılmaya
çalışılır. İç piyasalar yeterince derin olmadığı, dış piyasalardan borçlanmak da hem
maliyetli hem de vadesi kısa olduğundan, geriye bütçe açığını kapatmanın en kolay
yolu olan enflasyonu vergi gibi kullanma seçeneği kalmaktadır (Yayla, 2007: 3638). Geçmişte birçok gelişmekte olan ülke gibi gelişmekte olan Asya Ülkeleri de iç
ve dış kredibilitenin azaldığı dolayısıyla borç faizlerinin yükseldiği ve vadesinin
kısaldığı dönemlerde, bütçe açıklarını kapatmak için enflasyonu vergi gibi kullanan
para basma yöntemine sıklıkla başvurmuşlardır.
Ayrıca gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan ekonomiler arasında da bütçe açığının finansmanı yönünden farklılıklar bulunmaktadır. Gelişmiş ülkeler, kamu açıklarını iç kaynaklara yönelmeden, uzun vadeli ve düşük faizli dış borçlanma ile kapatma imkanına sahipken, gelişmekte olan ülkeler iç ve dış borçlanmalarını yüksek
faiz ve uzun vade ile gerçekleştirmektedir (Ejder, 2002: 195). Bu borçlanmalar
sonucunda kamu borç faiz yükünün artmasına paralel olarak yerli paranın değersizleşmesi ya da değerli olması da ithal mallara olan talebin azalmasına (artmasına) neden olmaktadır. Ayrıca bu ülkeler genelde tarım ürünleri ve sanayi ürünleri
ihracatçısı hizmet ürünleri ve teknolojik ürün ithalatçısı ülkeler olduklarından iç
piyasalarına ithal mallara olan talep döviz kurları üzerinden oldukça esnektir. Dolayısıyla döviz kurları dolaylı yoldan iç piyasada enflasyonu etkileyen bir olgudur.
Enflasyon, döviz kurları ve bütçe açığı arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalarda
elde edilen sonuçlar farklılık arz etmektedir. Seçilen ülkelerin ait olduğu gelişmişlik
düzeyi, kullandığı döviz kuru, gelişmiş ekonomi olup olmadığı, merkez bankasının
enflasyon hedeflemesi uygulayıp uygulamadığı, bulunduğu coğrafyanın dünya
ticaretindeki yeri gibi bir çok para, maliye politikası ve makroekonomik farklılıklar
ampirik analizlerin farklı sonuçlar çıkmasına neden olmaktadır. Bu yüzden bu çalışmada aynı coğrafyadan ülkeler seçilerek bazı farklılıkların minimize edilmesi
yoluna gidilmiştir. Ayrıca ülkelerin birbirine yakın ve tek bir coğrafyadan seçilmiş
olması yatay kesit bağımlılığının ve birim etki faktörünün sabit kabul edilmesi gibi
kolaylaştırıcı ampirik sonuçlar sağlamaktadır.
Gelişmekte olan ülkeler ve gelişmiş ülkeler üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında; bütçe açığının enflasyonu arttırdığı, yani bütçe açığının enflasyonun nedeni
olduğu çalışmaların (Chang, 1994; Rahman vd., 1996; Olandipo ve Akinbobola,
201; Lin ve Chu, 2013; Sahan ve Bektaşoğlu, 2010; Günaydın, 2004) yanı sıra,
bütçe açığı ve enflasyon arasında ilişki olmadığını bulan çalışmalar (Abizadeh You-
22
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
sefi, 1998; Altıntaş ve diğerleri, 2008; Gümüş, 2008) da vardır. Ancak enflasyonun
bütçe açığına neden olduğu çalışmaya rastlanamamıştır.
Döviz kuru da bütçe açığını hem pozitif hem de negatif ya da ilişkisiz çıktığı çalışmalar vardır. Döviz kuru ve bütçe açığı arasında uzun dönemde bütçe açığından
döviz kuruna doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi bulan çalışmaların (Rahman vd.,
1996; Srivyal ve Venkata, 2004) yanı sıra negatif ilişki bulan çalışmalar da vardır
(Beck 1994; Günaydın, 2000). Bazı çalışmalarda ise hiçbir ilişkiye rastlanamamıştır
(Lissovolik, 2003). Ancak Sachs’a (1985) göre bütçe açığının azalması doların değerinin de azalması anlamına gelmektedir. Bu görüşü savunan birçok yazar vardır
(bkz. Mundell, 1963; Fleming, 1962; Dornbusch 1976).
Bu çalışmanın amacı, gelişmekte olan belli bir coğrafyadaki ülkelerde bütçe açıklarının ve döviz kurlarının enflasyona neden olup olmadığını ve bu üç değişkenin
uzun dönemde birlikte hareket edip etmediğini, 22 gelişmekte olan Asya ülkesi
(Bangladeş, Butan, Brunei Darüsselam, Kamboçya, Çin, Fiji, Hindistan, Endonezya,
Kiribati, Malezya, Maldivler, Nepal, Pakistan, Papua Yeni Gine, Filipinler, Samoa,
Solomon Adaları, Sri Lanka, Tayland, Tonga, Vanuatu ve Vietnam) özelinde eş bütünleşme analizi, panel nedensellik ve hata düzeltme modeli ile ortaya çıkartmaktır. Veriler 1980-2011 arası döneme ait yıllık panel serisi verilerdir.
Çalışmanın ampirik bulgularına göre, enflasyon ve bütçe açığı uzun dönemde eş
bütünleşik hareket etmektedir. Yani bu değişkenler uzun dönemde bir denge noktasına yakınsamaktadırlar. Ayrıca panel nedensellik analizi sonuçlarına göre de kısa
dönemde bütçe açığı ve döviz kurları enflasyonu anlamlı şekilde etkilemese de
uzun dönemde bütçe açığı ve döviz kuru enflasyona neden olmaktadır. Kurulan
hata düzeltme modeline göre, bütçe açığından enflasyona doğru bir nedensellik
ilişkisi vardır.
2. Literatür
Literatürdeki çalışmalara baktığımızda bütçe açıkları, döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkiyi açıklayan standart bir şablonun olmadığını, ancak gelişmekte olan
ülkeler üzerine yapılan çalışmaların çoğunda iktisat teorisinin öngördüğü gibi genelde bütçe açıkları enflasyonla pozitif ilişkili, döviz kurları ise bütçe açığı ile ters
oranlı çıkmaktadır. Bu ilişkiler de genelde tek yönlü nedenselliğe dayanmaktadır.
Habibullah vd. (2011), 13 Asya ülkesi için bütçe açığı ve enflasyon arasındaki ilişkiyi 1950-1999 arası dönem için Granger nedensellik testi ve hata düzeltme modeli
ile incelemişlerdir. Çalışmanın sonuçlarına göre enflasyon ve bütçe açığı arasında
uzun dönemde eş bütünleşik bir ilişki vardır. Yazarlar bu yüzden Asya ülkelerinde
bütçe açıklarının enflasyonist sonuçlar doğurduğu sonucuna varmaktadırlar.
EKİM 2013
23
Döviz kuru, bütçe açığı ve enflasyon arasındaki ilişkiyi eş bütünleşme analizi ile
Türkiye için 1982-2003 arası dönemde inceleyen Işık ve Acar (2004), döviz kuru ve
enflasyon arasında uzun dönemde kuvvetli bir ilişki bulmalarına rağmen bütçe
açığı ile herhangi bir ilişkiye rastlanamamıştır.
Oladipo ve Akinbobola (2011), Nijerya ekonomisi için 1975- 2010 arası dönemde
Granger nedensellik ve hata düzeltme modeli ile döviz kuru, bütçe açığı ve enflasyon arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Çalışmanın bulgularına göre, bütçe açığı enflasyonun direkt olarak Granger manada nedenidir. Ayrıca, bütçe açığı enflasyonu
döviz kurunda dalgalanmalar yaratarak da dolaylı yoldan etkilemektedir.
Lissovolik (2003), eş bütünleşme analizi ile 1993-2002 döneminde Ukrayna’daki
enflasyon belirleyicilerini inceleyen çalışmasında, uzun dönemde parasal dönüşüm
mekanizmasının ücretlere etki etmekte olduğunu bulmuş ancak bütçe açıklarının
enflasyona neden olduğuna dair bir bulguya rastlanamamıştır.
Ağayev (2011), panel nedensellik ve panel sabit etkileri yöntemini kullanarak
1996-2008 arası dönemde kısmen düşük enflasyona sahip 10 CIS geçiş ekonomisindeki (Ermenistan, Azerbaycan, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Rusya,
Tacikistan, Özbekistan, Gürcistan) enflasyonun kısa ve uzun dönem belirleyicilerini
saptamaya çalışmıştır. Çalışmanın sonuçlara göre, döviz kurundaki değer artışları
ve nominal ücret artışları enflasyona neden olmamaktadır.
Gül ve Ekinci’nin (2006), döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkiyi Johansen eş
bütünleşme testi ve Granger nedensellik testi ile 1984 ve 2003 arası dönem için
analiz ettikleri çalışmalarında, döviz kuru ile enflasyon arasında uzun dönemde eş
bütünleşik bir hareket olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca döviz kurundan enflasyona doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin varlığını da tespit etmişlerdir.
Sahan ve Bektaşoğlu (2010), 1990-2008 yıllarını kapsayan dönemde 16 AB ülkesi
(Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Avusturya, Belçika, Yunanistan, Danimarka, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Norveç, Slovakya, İspanya, İsveç ve İngiltere)
için enflasyon ve bütçe açığı arasındaki ilişkiyi analiz etmişlerdir. Eş bütünleşme
analizi kullanılarak elde edilen sonuçlara göre; 16 AB ülkesinin bazılarında bütçe
açığı ve enflasyon arasında uzun dönemde pozitif; bazılarında ise negatif bir ilişki
vardır.
Oktayer (2010), Türkiye’de 1987-2009 yılları arasında bütçe açığı, parasal büyüme
ve enflasyon arasındaki ilişkiyi analiz ettiği çalışmasında elde ettiği ampirik bulgulara göre; bütçe açıkları uzun dönemde enflasyon üzerinde anlamlı bir etkiye sahiptir.
Altıntaş, Çetintaş ve Taban (2008), bütçe açıkları, parasal büyüme ve enflasyon
arasındaki ilişkiyi Türkiye için 1992-2006 yılları arasında ARDL sınır testi ile analiz
etmişlerdir. Vardıkları sonuçlara göre, enflasyon ile parasal büyüme arasında hem
24
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
kısa hem de uzun dönemde pozitif bir ilişki vardır. Ancak bütçe açığı ile enflasyon
arasında kısa ve uzun dönemde anlamlı herhangi bir ilişkiye rastlanamamıştır.
Gümüş (2008), 1980-2006 arası dönemde Türkiye’de bütçe açıkları ve bu açıkların
finansman yöntemlerinin makroekonomik etkilerini incelediği çalışmasının sonuçlarına göre, bütçe açıkları ile büyüme, enflasyon, ödemeler dengesi arasında herhangi bir ilişki tespit edilememiştir. Buna karşın Günaydın’ın (2004) Türkiye için
yapmış olduğu çalışmada bütçe açığı ile enflasyon arasında hem kısa hem de uzun
dönemde pozitif yönlü bir ilişkinin var olduğu sonucuna varılmıştır.
Berument (2002) ise çalışmasında Türkiye’de ki reel döviz kurunun fiyatlar genel
düzeyi üzerindeki etkisini tespit etmeye çalışmıştır. Reel döviz kuru, enflasyon ve
reel GSYİH verilerini kullanarak kurduğu ve otoregresyon modellerini tahmin etmeye çalışmış ve reel döviz kurunun sektörlerdeki fiyatları farklı yönde etkilediğini,
TEFE oranının TÜFE oranından daha fazla reel döviz kurundaki hareketlerden etkilendiği sonucuna varmıştır.
Son olarak, enflasyon, bütçe açığı ve döviz kuru arasındaki ilişkiyi Türkiye için inceleyen, Günaydın’ın (2000) yapmış olduğu eş bütünleşme analizi ve kurduğu hata
düzeltme modeli sonuçlarına göre, reel bütçe açıklarında meydana gelecek yüzde
bir oranındaki artışın bir yıllık bir gecikme ile reel döviz kurlarında az da olsa bir
azalışa neden olacağı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca, bütçe açıklarının parasallaşma
olgusu ile enflasyonu artırdığı ve enflasyonda meydana gelecek artışın da iki yıllık
bir gecikme ile reel döviz kurlarında bir yükselişe neden olacağı vurgulanmıştır.
3. Metodoloji
Bu çalışma Habibullah, Cheah ve Baharom’un (2011), 13 Asya ülkesi için geliştirdikleri bütçe açıkları ve enflasyon modeline döviz kurlarını da ilave etmektedir. Ayrıca
bu makale Rahman, Mustafa ve Bailey’in (1996), Amerika için test ettikleri bütçe
açığı, enflasyon ve döviz kuru modelini bir adım ileri taşıyarak Gelişen Asya Ülkeleri’ne uygun hale getirmiştir. O halde enflasyonu, döviz kuruna ve bütçe açığına
olan hassasiyeti şeklinde aşağıdaki model çerçevesinde ifade edebiliriz:
= + + + ,
= 1,2,3, … ; = 1,2,3, . . . , (1)
Burada CPI, EXC ve BD sırasıyla tüketici fiyat endeksini, döviz kurunu ve bütçe açığını göstermektedir. Çalışmada kullanılan veriler yıllık olup 1980-2011 dönemini
kapsamaktadır. 27 Gelişen Asya ülkesinden verilerine ulaşabildiğimiz 22 tanesi
çalışmaya dâhil edilmiştir (Bangladeş, Butan, Brunei Darüsselam, Kamboçya, Çin,
Fiji, Hindistan, Endonezya, Kiribati, Malezya, Maldivler, Nepal, Pakistan, Papua
Yeni Gine, Filipinler, Samoa, Solomon Adaları, Sri Lanka, Tayland, Tonga, Vanuatu
ve Vietnam).
EKİM 2013
25
4. Data
Bütün veriler Dünya Bankası’nın Dünya kalkınma Göstergelerinden (World Bank’s
World Development Indicators) alınmıştır. Bu çalışmada fiyat seviyesi olarak tüketici fiyat endeksi (CPI), döviz kuru olarak yerli paranın Dolara oranı (EXC) ve bütçe
açığını temsilen kamu harcamaları ve kamu gelirleri arasındaki farkın toplam hasılaya oranı (BD) veri olarak alınmıştır. Döviz kuru ve fiyat endeksinin doğal logaritması alınmıştır. Veriler 1980-2011 dönemini kapsayan yıllık verilerdir. Tablo 1’de
verilere ait betimleyici istatistikler verilmiştir.
Tablo 1: Ampirik Modeldeki Değişkenlerin Betimleyici İstatistikleri
Minimum
Değer
Maksimum
Değer
3834.182
0.970
20656.51
141.319
42.43
1002.387
Değişken
Ortalama Standart Sapma
Döviz Kuru, EXC
1359.574
Tüketici Fiyat Endeksi, CPI
157.583
Bütçe Açığı, BD (%)
2.673
6.384
-40.003
Not: Hesaplamalar 1980 ve 2011 arasındaki yıllık veriler üzerinden yapılmıştır.
31.720
5. Ampirik Bulgular
Bu çalışmada elde edilen ampirik bulgular üç aşamada elde edilmiştir: Birim kök
testi, eş bütünleşme analizi ve nedensellik analizi.
5.1. Birinci Nesil Panel Birim Kök Testi
Bu çalışmada yatay kesit bağımlılığını dikkate almayan (yatay kesit bağımsızlığı
olan paneller) birinci nesil birim kök testleri ve yatay kesit bağımlılığını dikkate
alan (yatay kesit bağımlılığı olan paneller) ikinci nesil birim kök testleri ile değişkenlerin durağanlıkları analiz edilmiştir. Birimler arasında korelasyon zaman olduğu birinci nesil (kuşak ) birim kök testlerinin asimptotik dağılımları etkilenmektedir. Bu yüzden birinci nesil birim kök testleri birimler arası korelasyonsuzluk gibi
oldukça kısıtlayıcı bir varsayımı kabul ederek durağanlığı analiz etmektedir. Oysa
ikinci nesil birim kök testleri birimler arası korelasyonu da dikkate alarak durağanlık analizi yapmaktadır (Tatoğlu, 2012: 220). Bu bağlamda önce yatay kesit bağımsızlığını dikkate alan birinci nesil panel birim kök testleri olan Levin, Lin ve Chu
(2002) (LLC) ve Im, Pesaran ve Shin (2003) (IPS) ile değişkenlerin durağanlık özellikleri analiz edilmektedir. Tablo 1a’da sunulan birinci nesil birim kök testlerinin sonuçlarına göre bütün değişkenler düzey değerlerinde durağan değildir ve ancak
birinci farkları alındığında durağanlaşmaktadır. O halde bütün değişkenler birinci
nesil birim kök testi sonuçlarına göre I(1)’dir.
26
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 1a: Panel Birim Kök Testleri
Birinci fark
Düzey
LLC
IPS
BD
-2.081 (0.0187)
-2.791 (0.1268)
LCPI
-3.893 (0.0057)
1.534 (0.9377)
LEXC
∆BD
-6.840 (0.1100)
-8.943 (0.0000)
-2.875 (0.0820)
-9.723 (0.0000)
-5.065 (0.0000)
-7.864 (0.0000)
-7.756 (0.0000)
-7.827(0.0000)
∆LCPI
∆LEXC
Not: Parantez içindeki değerler olasılıkları (P-values) göstermektedir. Optimal gecikme uzunluğu
Schwarz Kriterine göre belirlenmiştir. LLC’de temel hipotez “en az bir birim kök vardır” şeklindedir.
IPS’de ise temel hipotez “hiçbir birim durağan değildir” ve alternatif hipotez de “birimlerden en az
biri durağandır” şeklindedir.
5.2. İkinci Nesil Panel Birim Kök Testi
Bu çalışmada değişkenlerdeki durağanlık ayrıca yatay kesit bağımlılığına izin veren
ikinci nesil birim kök testleri ile de analiz edilmiştir. Bu amaçla Breuer vd.(2002)
tarafından geliştirilen SURADF (Seemingly Unrelated Augmented Dickey Fuller) ve
Pesaran (2006) tarafından geliştirilen CADF (cross-sectionally augmented Dickey
Fuller) testleri bu bölümde verilere uygulanmıştır. SURADF ve CADF test sonuçları
sırasıyla tablo 1b ve 1c’de yer almaktadır. SURADF sonuçlarına göre 17 ülkenin
LEXC değişkeninde, 18 ülkenin LCPI değişkeninde ve bütün panelde yer alan ülkelerin hepsinin BD değişkeninde birim kök vardır. Birim kök olduğunu ileri süren
temel hipotez LEXC değişkeninde Bangladeş, Brunei, Vietnam, Papua Y.G ve Pakistan için; LCPI değişkeninde Kamboçya, Fiji, Endonezya, Maldivler ve Pakistan için
ret edilmektedir. Tablo 1c’ de elde edilen sonuçlar SURADF sonuçlarını teyit etmektedir. CADF testi LEXC, LCPI ve BD değişkenlerinde sırasıyla 20, 21 ve 18 Güney
Asya ülkesinde birim kök olduğunu ileri süren hipotezi ret edememektedir. LEXC
için Vanuatu ve Vietnam; LCPI için sadece Vietnem ve BD için Hindistan, Malezya,
Pakistan ve Vietnam verilerinde birim kök olmadığını % 10 anlamlılık düzeyinde
kabul etmektedir. Böylece ikinci nesil birim kök testleri de panel verilerde çoğunlukla birim kök olduğunu ve eşbütünleşme düzeyinin I(1) olduğunu ortaya koymaktadır.
EKİM 2013
27
Tablo 1b: SURADF Test Sonuçları
LEXC
LCPI
Ülke
SURADF t-
[CV=0.05]
Bangladeş
-7.9223*
-5.1249
Bhutan
-6.0618
Brunei
SURADF
BD
t- [CV=0.05]
SURADF
[CV=0.05]
-3.0208
13.8402
-0.2447
6.8011
2
-6.5968
-7.2262
-7.3509
1.0514
-11.5912
3
-11.0878*
0.3508
-7.3216
-8.3066
-7.0578
-7.1517
4
Kamboçya
-4.2301
-5.3503
-10.7745*
-8.7915
-2.3867
-6.1448
2
Çin
-5.5132
-7.5762
-8.0869
-9.6265
2.3671
-8.4054
2
Fiji
-5.0713
-4.9317
-14.6489*
-11.4424
-1.2028
-8.5407
4
Hindistan
-2.8867
2.8223
-7.2561
-7.486
-0.0383
-14.496
3
Endonezya
-6.3084
-6.3828
-17.5012*
-9.2931
1.2787
-12.9286
2
Kiribati
-0.5352
-0.5987
-9.1761
-9.2711
-0.6209
-11.4427
4
Malezya
-2.3568
-8.7551
-10.4198
-10.4731
-1.6081
-10.2198
5
Maldivler
-2.9063
-6.4343
-13.9514*
-9.6702
-3.6911
-9.0209
5
Nepal
-6.1469
-6.3004
-7.0977
-8.3784
-3.359
-5.8098
2
Pakistan
-7.006*
0.8451
-6.7378
-7.9977
-3.4976
-3.9985
3
Papua Y.G
-2.8815*
-0.3963
-8.3173
1.5359
-4.0571
-7.459
6
Filipinler
-5.1491
-6.508
-8.0145
-9.319
-3.5362
-9.0145
2
Samoa
-5.3111
-6.3156
-6.0942
-9.3791
-3.488
-9.3436
2
Solomon A
-4.5037
-7.1286
-10.2865
-11.1356
-3.4214
-7.5965
2
Sri Lanka
-6.0166
-6.2376
-11.7887
-11.2767
-5.983
-8.2875
4
Tayland
-0.8161
1.5032
-14.0824
-32.3371
-2.8377
-33.9499
4
Tonga
-10.6992
11.2484
-1.4275
-7.1076
-5.0283
-13.5154
5
Vanuatu
-5.6959
-37.8911
-3.472
-11.4372
-6.298
2.7716
3
Vietnam
-11.7615*
0.5884
0.8591
-21.8403
-5.1556
-7.8965
3
Notlar: SURADF için 1000 tekrarlı Monte Carlo simülasyonuyla bootstrap kritik değerleri % 5 için
türetilmiştir.
28
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
p
Tablo 1c: CADF Test Sonuçları
LEXC
Ülke
LCPI
BD
CADF
p
CADF
p
CADF
p
Bangladeş
-2.6012
7
-2.5588
7
-1.1599
5
Bhutan
-1.7225
6
-1.7157
6
-1.1974
6
Brunei
-2.8787
7
-2.8903
7
-1.5981
7
Kamboçya
-2.3417
6
-2.3235
6
-1.9593
2
Çin
-2.7735
7
-2.7614
7
-1.3071
2
Fiji
-2.2994
7
-2.3222
7
-2.9715
2
Hindistan
-2.0734
7
-2.0955
7
-4.1841*
2
Endonezya
-1.7262
7
-1.8466
7
-2.8317
2
Kiribati
-1.7146
7
-1.7123
7
-2.8966
3
Malezya
-1.8732
7
-1.9026
7
-3.6659*
2
Maldivler
-2.7231
2
-2.7923
2
-3.6372
2
Nepal
-1.9401
5
-1.9513
5
-2.9553
2
Pakistan
-2.1687
5
-2.1737
5
-4.1923*
2
Papua Y.G
-1.9923
5
-1.9901
5
-2.352
5
Filipinler
-1.9597
5
-1.9797
5
-3.5295
3
Samoa
-1.6146
5
-1.6201
5
-4.3503
7
Solomon A
-1.8085
5
-1.8096
5
-3.7274
4
Sri Lanka
-2.0758
2
-2.0746
2
-2.1576
5
Tayland
-1.8617
2
-1.8385
2
-1.4763
4
Tonga
-1.717
6
-1.7121
6
-1.2119
5
Vanuatu
-2.9271*
2
-2.9279
2
-1.4365
6
Vietnam
-4.1763*
4
-4.1322*
4
-3.7164*
7
Not: ***, ** ve * sırasıyla Yüzde 1, 5 ve 10 hata düzeyinde istatistiksel anlamlılığı göstermektedir.
Gecikme uzunlukları (p) Scharrz bilgi kriterine göre seçilmiştir. CADF testi için kritik değerler Pesaran (2006), Tablo 1c’den elde edilmiştir. Bu kritik değerler % 1, 5 ve 10 için sırasıyla -4.11, -3.34,
-2.96 şeklindedir. Biz sadece % 1 ve 5 hata düzeyinde anlamlı olanları kabul etmekteyiz.
EKİM 2013
29
5.3. Panel Eş Bütünleşme Analizi
Birim kök testleri aynı düzeyde durağan olan seriler arasında eş bütünleşme olabileceğini işaret etmektedir. Bu durumun testlerle ortaya çıkarılması gerekmektedir. Panelde eş bütünleşme olmadığını öne süren hipotezi (yani paneldeki seriler bağımsız hareket etmektedir) test etmek için Pedroni (1999) eş bütünleşme
testleri uygulanmıştır. Grup ρ-testi ve panel ʋ-testi hariç diğer Tablo 2’de sunulan diğer panel eş bütünleşme testleri sonuçlarına göre döviz kuru, bütçe açıkları
ve enflasyon uzun dönemde durağan durum dengesine gelecektir. Yani bu değişkenler bütünleşik hareket etmektedirler.
Tablo 2: Panel Eş Bütünleşme Testleri
Grupiçi Testler
Sabitli Model
Sabit ve Trendli Model
Panel ʋ -istatistiği
0.27
-0.93
Panel rho (ρ)- İstatistiği
1.86
-0.02*
Panel PP-İstatistiği
-6.41*
-15.29*
Panel ADF- İstatistiği
-2.60*
-6.69*
3.83
3.41
Gruplararası testler
Grup rho (ρ)-İstatistiği
Grup PP-İstatistiği
2.67*
-8.40*
Grup ADF- İstatistiği
1.42**
-2.34*
Not: ** ve * % 5 ve % 1 hata düzeylerinde istatistiksel anlamlılığı göstermektedir.
Bu çalışmada yatay kesit bağımlılığını dikkate almadığımız ve birimlerin etkisini
farklı kabul ettiğimiz (heterojenite varsayımı) için eş bütünleşme modelinin parametreleri Pedroni (2000 ve 2001) ve Philips ve Moon (2000) tarafından geliştirilen Tam Değiştirilmiş En Küçük Kareler Tahmincisi (FMOLS) ve Panel Dinamik En
Küçük Kareler Tahmincisi (DOLS) (Kao ve Chiang, 2000) ile tahmin edilmiştir.
FMOLS tahmini yukarıda her ülke için kurulan (1) nolu denklemin tahmini sonucu
üretilen katsayı tahminlerine dayanırken, panel DOLS tahmnincisi, aşağıdaki modeli En Küçük Kareler Yöntemi’ne göre tahmin etmeyi gerektirmektedir:
,--
,--
*./,--
*./,--
= ∅ + ∅ + ∅ + ( )* ∆ + ( +* ∆ + ∗ (2)
Burada −2 ve 2 öncül ve gecikmeleri göstermektedir.
Tablo 3’te tahmin edilen eş bütünleşme parametrelerine göre enflasyon, bütçe
açığı ile pozitif, döviz kuru ile negatif ilişkilidir. Daha spesifik olarak panel DOLS
30
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
sonuçlarına bakıldığında, bütçe açığında meydana gelecek % 1 oranındaki artışın
trendli modelde % 0.04, trendsiz modelde ise % 0.06 kadar enflasyonu artırması
beklenmektedir. Benzer şekilde döviz kurunda meydana gelecek % 1 oranındaki
artış da enflasyonu trendli modelde % 0.02, trendsiz modelde ise % 0.35 kadar
artırması beklenmektedir. FMOLS modelinde ise sadece bütçe değişkenine ait
uzun dönem parametresi anlamlı çıkmıştır. FMOLS sonuçlarına göre bütçe açığındaki % 1’lik artış enflasyonu % 0.02 ve % 0.006 kadar yukarı çekecektir. Özellikle
her iki değişkenin de anlamlı olduğu DOLS sonuçlarına göre, bütçe açığının enflasyon üzerindeki etkisi döviz kurunun etkisinden daha büyüktür.
Tablo 3: Panel Eş bütünleşme Tahmin Sonuçları
Trendsiz Model
LEXC
BD(%)
-0.004
0.026***
-0.035***
0.061**
Tahmin Metodu
Panel FMOLS
Panel DOLS
Lineer Trendli Model
LEXC
BD(%)
0.030
0.006***
-0.025
0.046***
Not. Panel DOLS modeli için öncül sayısı 1 gecikme sayısı 2 alınmıştır. *** ve ** sırasıyla
% 10 ve % 5 düzeyinde istatistiksel anlamlılığı göstermektedir.
5.4. Panel Nedensellik Analizi
Panel eş bütünleşme testi sonuçlarına göre değişkenler arasında neden sonuç
etkileşimleri vardır. Eğer değişkenler eş bütünleşik iseler, bir vektör hata düzeltme
modeli (VECM) tahmin edilmesi gerekir. Bu doğrultuda bir panel VECM modeli
aşağıdaki gibi yazılabilir:
*
*
*
4.
4.
4.
∆ = 3 + ( 34 ∆/4 + ( 34 ∆/4 + ( 354 ∆/4 + 6 ̂/ + 8
*
*
*
∆ = 3 + ( 34 ∆/4 + ( 34 ∆/4 + ( 354 ∆/4 + 6 ̂/ + 8
*
4.
*
4.
*
4.
∆ = 35 + ( 354 ∆/4 + ( 354 ∆/4 + ( 3554 ∆/4 + 65 ̂/ + 85
4.
4.
4.
Burada k, optimal gecikme uzunluğunu, 69 hata düzeltme parametresini, ̂/ ise
panel FMOLS’dan elde edilen hata terimini göstermektedir. 69 ̂/ hep birlikte
hata düzeltme mekanizmasını temsil etmektedir. Bir diğer deyişle 69 katsayısı
uzun dönem ilişkisinin korunması için bağımlı değişkenin ne kadar hızla dengeye
ulaşacağını göstermektedir. Granger nedensellik teoremine göre, değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkiden bahsedebilmek için 6 , 6 :;65 uyarlama katEKİM 2013
31
sayılarından en az bir tanesi sıfırdan farklı olmalıdır (Canning & Pedroni, 2008:
512). Modelde 39 ’ler katsayıları, 89 ise rassal yürüyüş terimini göstermektedir.
Nedensellik analizi sonuçları Tablo 4’te sunulmaktadır. Tablodan kısa dönemde
bütçe açığından ve döviz kurundan enflasyona tek yönlü bir nedensellik ilişkisi
olduğu görülmektedir. Sonuçlara göre kısa dönemde enflasyondan döviz kuruna
ve bütçe açığına bir nedensellik ilişkisi yoktur. 6 , 6 hata düzeltme parametreleri
panel VECM tahmini sonucunda anlamlı çıkmışlardır, yani 6 ≠ 6 ≠ 0. Bu yüzden, kısa dönemde bütçe açığı ve döviz kurundan enflasyona bir nedensellik ilişkisi
olmamasına rağmen, uzun dönemde bütçe açığı ve döviz kuru enflasyona neden
olmaktadır. Ayrıca tahmin edilen modellerde otokorelasyon olup olmadığı LM testi
ile araştırılmış ve üç modelin kalıntılarında da otokorelasyon olmadığı görülmüştür.
Tablo 4: Panel Nedensellik Sonuçları
Kısa Dönem Nedensellik İlişkisi
(H0 hipotezi: 3 = 0)
∆BD
∆LCPI
∆LEXC
∆BD
0.130 [0.093]
∆LCPI
0.867 [0.648]
-
0.019 [0.960]
LM (1) test:
12.77 [ 0.1732]
13.30 [0.201]
LM (1) test:
10.41 [ 0.435]
∆LEXC
1.505 [0.474]
17.750
[0.000]
LM (1) test:
7.89 [ 0.134]
Uzun Dönem Nedensellik İlişkisi
(H0 hipotezi: 69 = 0)
ECT(-1)
-0.475*
-3.05
0.0005**
LM (1) test:
5.89 [ 0.113]
Not: Olasılık değerleri köşeli parantez içinde verilmiştir. ** ve *, sırasıyla % 5 ve % 1
hata düzeylerinde istatistiksel anlamlılığı göstermektedir.
Elde edilen bu bulgulara göre Türkiye ekonomisinde bütçe açıkları beklenilenin
aksine kısa ve orta vadede enflasyon sorunu yaratmamaktadır. Ancak uzun vadede
kronikleşen bir bütçe açığı bireylerin rasyonel bekleyişlerini tetikleyecek ve gelecek dönem beklentisini bugünkü politikaya göre oluşturmaya başladığında (uyarlamacı beklentiler) asıl enflasyon sorunu o zaman baş gösterecektir denilebilir.
6. Sonuç
Bu çalışmada gelişen piyasalarda bütçe açıklarının ve döviz kurlarının enflasyonist
sonuçlar doğurup doğurmadığı test edilmiştir. Gelişmekte olan piyasalarda bütçe
açığını finanse etme yöntemleri ve yükselen döviz kurları, yeterince derin olmayan
finansal piyasalar yüzünden enflasyonist ya da deflasyonist eğilimler gösterebilmektedir. Çalışma için 22 gelişen Asya ülkesine ait 1980-2011 arası yıllık verileri
kullanılmıştır. Gelişen ülkelerin tek bir coğrafyadan seçilmiş olmasının sebebi yatay
kesit bağımsızlığının ve birim etki faktörünün sabit kabul edilmiş olmasıdır.
32
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Ekonometrik analizlerden elde edilen bulgulara göre enflasyon, döviz kuru ve bütçe açığı uzun dönemde eş bütünleşik hareket etmektedir, yani enflasyon uzun
dönemde döviz kurunun ve bütçe açığının doğrusal bir bileşeni şeklinde yazılabilmektedir. Panel nedensellik analizi sonuçlarına göre de kısa dönemde bütçe açığı
ve döviz kurları enflasyonu anlamlı şekilde etkilemese de uzun dönemde bütçe
açığı ve döviz kuru enflasyona neden olmaktadır. Elde edilen bu ilişki tek yönlüdür.
EKİM 2013
33
Kaynaklar
Ağayev, S. (2011), "Exchange Rate, Wages, and Money; What Explains Inflation in
CIS Countries: Panel Causality and Panel Fixed Effects Analysis", Middle Eastern
Finance and Economics: Euro Journals Publishing,6-13.
Alacahan, N. D. (2011), "Enflasyon, Döviz Kuru İlişkisi ve Yansıma: Türkiye", İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,(1), 49-56.
Altıntaş, H., Çetintaş, H., & Taban, S. (2008), "Türkiye'de Bütçe Açığı, Parasal Büyüme ve Enflasyon Arasındaki İlişkinin Ekonometrik Analizi: 1992-2006", Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 185-208.
Beck, S. E. (1994). “The effect of budget deficits on exchange rates: Evidence from
five industrialized countries”, Journal of Economics and Business, 46(5), 397-408.
Breuer, B., McNown, R. and Wallace, M. (2002) Seriesspecific unit root test with
panel data, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 64, 527–46.
Berument, H. (2002), "Döviz Kuru Hareketleri ve Enflasyon Dinamiği: Türkiye Örneği", Bilkent Üniversitesi Yayınları.
Dornbusch, R. (1976). Expectations and exchange rate dynamics. The Journal of
Political Economy, 1161-1176.
Ejder, H.L., (2002) "Kamu Açıkları İle Enflasyon Arasındaki İlişkinin Analizi ve Değerlendirilmesi", Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, (3), 189-208.
Fleming, J. M. (1962),”Domestic Financial Policies under Fixed and under Floating
Exchange Rates”, Staff Papers-International Monetary Fund, 369-380.
Gül, E., & Ekinci, A. (2006), "Türkiye'de Enflasyon ve Döviz Kuru Arasındaki Nedensellik İlişkisi:1984-2003", Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1), 91-105.
Günaydın, İ. (2000), "Türkiye'de Bütçe Açıkları, Enflasyon ve Döviz Kurları Arasındaki İlişkinin Analizi", İktisat İşletme ve Finans Dergisi, 15(172), 69-80.
Günaydın, İ. (2004), "Bütçe Açıkları Enflasyonist midir? Türkiye Üzerine Bir İnceleme", Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1), 128-181.
Gümüş, S. (2008), "Türkiye’de Bütçe Açıkları ve Finansman Yöntemlerinin Makro
Ekonomik Etkileri", Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İzmir.
Habibullah, M.S., Cheah, C.K. ve Baharom, A.H. (2011), "Budget Deficits and Inflation in Thirteen Asian Developing Countries", International Journal of Business
and Social Science, 2(9), 192-205.
34
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Işık, N., Acar, M., & Işık, B. (2004), "Enflasyon ve Döviz Kuru İlişkisi: Bir Eşbütünleşme Analizi", Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte
Dergisi, 9(2), 325-240.
Lissovolik, B. (2003), "Determinants of Inflation in a Transition Economy: The Case
of Ukraine", IMF Working Paper WP/03/126, 1-35.
Loungani, P., Swagel, P. (2001), "Sources of Inflation in Developing Countries", IMF
Working Paper WP/01/198,1-29.
Monfort, B., Pena, S. (2008), "Inflation Determinants in Paraguay: Cost Push versus Demand Pull Factors", IMF Working Paper WP/08/270, 1-41.
Mundell, R. A. (1963). “Capital mobility and stabilization policy under fixed and
flexible exchange rates”, The Canadian Journal of Economics and Political Science,
29(4), 475-485.
Oktayer, A. (2010), "Türkiye'de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi", Maliye
Dergisi(158), 431-447.
Özçiftçi, Ö. (2007), "Türkiye’de Enflasyon Dinamikleri: Var Analizi", Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ekonometri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Pedroni,, P. (1999), "Critical Values for Cointegration Tests in Heterogeneous Panels with Multiple Regressors", Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 61,
653–670.
Pedroni, P., (2000),"Fully Modified OLS for Heterogeneous Cointegrated Panels,
Advances in Econometrics", 15, 93–130.
Perasan, H. (2006) A simple panel unit root test in the presence of cross section
dependence, Cambridge University,Working Paper, No 0346
Pedroni, P., (2001), "Purchasing Power Parity Tests in Cointegrated Panels, Review
of Economics and Statistics", 83, 727-731.
Rahman, M., Mustafa, M., ve Bailey, E. R. (1996), "US Budget Deficits, Inflation
and Exchange Rate:a Cointegration Approach", Applied Economics Letters, 3, 365368.
Sahan, F., Bektaşoğlu Y. (2010), "A Panel Cointegration Analysis of Budget Deficit
andInflation for EU Countries and Turkey", 6th International Student Conference
Izmir University of Economics, İzmir.
Sachs, J. D., and Williamson, J. (1985). “External debt and macroeconomic performance in Latin America and East Asia”, Brookings Papers on Economic Activity,
1985(2), 523-573.
EKİM 2013
35
Tatoğlu, F.Y. (2012). İleri Panel Veri Analizi Stat Uygulamalı, Beta Yayınları, İstanbul.
Vuyyuri, S., and Seshaiah, S. V. (2004). Budget Deficits and Other Macroeconomic
Variables in India. Applied Econometrics and International Development, 4(1).
Yayla, A. (2007), İktisat ve Hayat, Liberte Yayınları, Ankara.
36
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Ekonomik Özgürlüğün Gelir Düzeyi
Üzerindeki Etkisinin Panel Veri Analizi
Yöntemiyle İncelenmesi
Rahmi ÇETİN
Yrd.Doç.Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İİBF
İktisat Bölümü
[email protected]
Ekonomik Özgürlüğün Gelir Düzeyi Üzerindeki
Etkisinin Panel Veri Analizi Yöntemiyle İncelenmesi
An Analysis of the Impact of Economic Freedom
on Income Level with a Panel Data Approach
Özet
Abstract
Bu çalışmada, ekonomik özgürlüğün gelir düzeyine etkisi 81 ülkenin 2000-2010 dönemi verilerine panel veri analiz yöntemlerinden sabit ve
rassal etkiler tahmin metodu uygulanılarak analiz
edilmiştir. Çalışmada, kişi başı GSYİH düzeyinin
belirleyicileri olarak Heritage Foundation (2011)
tarafından geliştirilen ekonomik özgürlük endeksinin yanı sıra kontrol değişkenleri olarak yatırım
ve nüfus artışı değişkenleri kullanılmıştır. Sabit
etkiler tahmin sonuçları, ekonomik özgürlüğün
düzey ve değişim değerlerindeki artışların gelir
düzeyine pozitif ve anlamlı etki ettiğini göstermiştir.
In this study, the impact of economic freedom on
income level of 81 countries was investigated by
utilizing fixed and random effects models on
panel data for the period 2000-2010. This paper
estimates per capita GDP as functions of economic freedom (developed by Heritage Foundation), investment, and population growth. The
results of the fixed effect model indicate that
both the level and the change of economic
freedom index assert positive and significant
effects on the level of income.
Anahtar Kelimeler: Ekonomik Özgürlük, Gelir
Düzeyi, Panel Veri Analizi
Keywords: Economic Freedom, Income Level,
Panel Data Analysis
1. Giriş
Bir ülkenin ekonomik olarak gelişmesinde kurumsal ve kültürel yapıların önemli
etkilerinin olduğu kalkınma literatüründe son zamanlarda sıkça tartışılan konular
arasında yer almaktadır. Ekonomik büyümenin sağlanması ve devam ettirilmesi
tüm ülkeler için en önemli hedeflerden birisi olmuştur. Gelişmiş ülkeler mevcut
durumlarını korumayı hedeflerken, gelişmekte olan ülkeler ekonomik kalkınma
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 37- 47
37
için ön şart olan yüksek büyüme hızına ulaşmayı hedeflemektedirler (Dursun,
2005: 172). Bu çerçevede, ekonomik özgürlüklerin bir ülkenin gelişmişlik düzeyinde önemli rolünün olduğu ifade edilebilir. Liberal iktisadi düşünce, sosyalizmin eski
ve devlet destekli ithal ikameci kalkınma modellerin yıkıldığı ülkelerde hızlı ve sürekli kalkınmanın olacağına inanmaktadırlar. Diğer görüş ise devletin piyasaları
akıllıca kontrol etmesi halinde büyümenin hızlanacağını savunmaktadır (Landes,
1998). Teorik olarak ekonomik özgürlüğün büyümeye farklı etkilerinin olacağının
düşünülmesinde özgürlüğün açık bir tanımının yapılamamış olması ve nasıl ölçüleceğinin tam olarak bilinememesinin yanı sıra bu tanımı kapsayan ve özgürlük ve
büyüme arasındaki ilişkinin varlığını test etmeye yarayacak kadar yeterli sayıda
ülke ve zaman dilimini içeren verilerin olmayışının büyük payı vardır.
Genelde toplumların, özelde ise bireylerin olmazsa olmaz değerlerinden olan ekonomik özgürlüğe farklı anlamlar yüklenmiş ve bu sebeple çok sayıda tanım ve yaklaşım ortaya konmuştur (Dursun, 2002: 2). Adam Smith’ten beri birçok tanımı yapılan ekonomik özgürlüğün en geniş tanımı Miller ve Kim tarafından 2011 yılında
yapılmıştır. Buna göre ekonomik özgürlük “mutlak mülkiyet hakkını, emek, sermaye ve malların serbest dolaşımını, ekonomik bağımsızlık üzerindeki baskı ya da
kısıtlamaların bireyin özgürlüğünü koruması ve sürdürmesi için zorunlu olandan
fazla olmaması” durumlarını kapsamaktadır. Bir başka ifadeyle, “ekonomik olarak
özgür bir toplumda, bireyler istedikleri biçimde çalışma, üretme, tüketme ve yatırım yapma konusunda özgür ve yetkili olmalı ve bu özgürlükler devlet tarafından
korunmalıdır” (2011: 19).
Yirmi birinci yüzyılın başlarından itibaren ekonomik özgürlük endekslerinin geliştirilmesi ve çok sayıda ülke için derlenmesiyle birlikte çok sayıda ampirik çalışmada
ekonomik özgürlüğün büyüme ve gelir üzerine etkisi araştırılmıştır. De Haan vd.
(2006) yaptıkları literatür taramasında çok sayıda çalışmanın ekonomik özgürlük
ve büyüme (gelir düzeyi) arasında ilişkinin varlığını ortaya koyduğunu, ancak bu
ilişkinin her zaman tutarlı olmadığını göstermiştir.
Bu çalışmanın amacı ekonomik özgürlüğün gelir düzeyine etkisinin var olup olmadığının panel veri analiz yöntemlerinden sabit ve rassal etkiler tahmincileri yöntemini kullanarak araştırmaktır. Ekonomik özgürlük ve gelir düzeyi ilişkisi incelenirken Levine ve Renelt (1992), Ali ve Crain (2002) ve Compton vd. (2011) tarafından
geliştirilen modeller esas alınmıştır. Çalışmada 81 ülkenin 2000-2010 dönemi yıllık
verileri kullanılmış ve ekonomik özgürlük ölçütü olarak Heritage Foundation
(2011)1 tarafından geliştirilen genel endeks tercih edilmiştir.
1
Heritage Foundation ve Wall Street Journal işbirliğiyle geliştirilen endeks dünya ülkelerindeki ekonomik özgürlüğü 10 alt bileşen çerçevesinde ölçmeyi amaçlamakta ve veriler 1995 yılından itibaren kesintisiz ve yıllık olarak
yayınlanmaktadır. Endeks başlangıçta 54 ülke verisini kapsarken, bu rakam 2011 yılında 185 ülkeye ulaşmıştır.
38
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Bu amaç doğrultusunda çalışma dört kısım olarak planlanmıştır. İkinci kısımda,
ekonomik özgürlük ve büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen teoriler ele alındıktan
sonra bu konuda yapılan çalışmalar özet halinde sunulacaktır. Üçüncü kısımda,
literatürden hareketle çalışmanın modeli, veri seti ve modelin tahmin sonuçları
üzerinde durulmuştur. Dördüncü kısım ise sonuç ve değerlendirmelerden oluşmaktadır.
2. Teorik ve Ampirik Literatür Taraması
1980’lerde ortaya çıkan iki önemli gelişme büyüme teorilerine olan ilginin tekrardan artmasına ve çoğu iktisatçının büyümenin belirleyicilerine ilişkin çalışmalarının
yönünün değişmesine yol açmıştır. Bunlardan ilki, Romer’ın (1986) Neo-klasik büyüme teorisine alternatif olarak geliştirdiği “İçsel Büyüme teorisidir”. Bu modelde
üretim fonksiyonu artan verimler yasasına göre tanımlanmakta, teknoloji içsel bir
değişken olarak kabul edilmekte ve üretim süreçleri sonucunda yeni bir üretim
bilgisi olarak elde edilmektedir. Bu üretim bilgisinin ilgili sektörde veya ülke düzeyindeki herhangi bir üretim faaliyetinde girdi olarak kullanılması sonucunda yatırımların verimliliği beklenenin aksine azalmayıp artmaktadır. Sonuç olarak, teknoloji düzeyini etkileyen her şey aynı zamanda uzun dönem büyüme oranını da etkilemektedir.
İkinci gelişme North tarafından ortaya atılan ve kurumlar ile ekonomik büyümeyi
ilişkilendiren “Kurumsal İktisat” teoridir. Kurumsal yapı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen öncü çalışmasında North ve Thomas (1970), batı ekonomilerinin 12. ve 19. yüzyıl arasında sürekli büyümesinin nedeni olarak bazı kurumsal
düzenlemeleri göstermiştir. Kurumsal düzenlemeler içerisinde iyi işleyen mülkiyet
hakları ve güçlü hukuk düzeni önemli yer tutmaktadır. Devletin kurumları aracılığıyla özel mülkiyet haklarını koruması ve işlem maliyetlerini azaltması piyasalardaki belirsizliği azaltmak suretiyle kaynakların daha etkin kullanımını teşvik etmektedir. Bu da ekonomik büyüme üzerine olumlu katkı yapar, çünkü “bir toplumun
hükümet tarafından etkilenen kaynakları, ne kadar çoksa, o kadar fazla kaynak bu
tür korumacı kurumlara bağışlanıyor demektir” (North, 1990: 87). North’a (1990)
göre girişimcilere, yenilikçilere, sanayicilere ve diğer ekonomik aktörlere sağlanan
teşvikler büyük çapta kurumlar tarafından belirlenmekte ve büyümeye etkisi pozitif ya da hiçbir etkisi olamamaktadır. Dolayısıyla, kurumların bu teşvikler yoluyla
yüksek katma değerli ürünlerin üretimine katkısı arttıkça ekonomik büyümeye
olan katkısı da artmaktadır.
Ekonomik özgürlüğü teminat altına alan kurumlar çeşitli sebeplerden dolayı büyümeyi artırma kapasitesine sahiptir: bunlar, düşük vergi, bağımsız yasal sistem ve
mülkiyet haklarının yüksek getirili faaliyetleri teşvik etmesi; yeteneklerin en verimli olduğu alanlarda kullanılması; düzenlemelerin ve kamu iktisadi teşebbüslerin
azlığı sebebiyle farklı aktörler arasında rekabetin artması; ticaret ve sermayenin
EKİM 2013
39
yüksek getirilerin olduğu alanlara gitmesi ve düşük ve istikrarlı fiyatlar yoluyla rasyonel kararların alınması (Berggren, 2003: 197).
Amerikalı iktisatçı Olson ise bir yandan ekonomik değişime yön veren kamu politikalarının önemine vurgu yaparken, diğer yandan en istikrarlı ekonomilerin bile
büyüme sürecini yavaşlatabilen kurumsal aktörlere de temas etmiştir (Olson,
1996). Diğer bir ifadeyle, yazar ülkeler arası refah düzeyindeki farklılıkların sebebi
olarak ekonomi politikalarını ve kurumlar arasındaki farklılıkları göstermiştir. Olson
piyasayı ve siyasal yaşamı kontrolü altına alan ve tekelci güce sahip olan karteller,
lobiler, sendikalar gibi “özel çıkar gruplarının” var olduğu toplumlarda mal, hizmet
ve faktör piyasalarında etkinliğin ve büyümenin azaldığını iddia etmektedir. Üretim
ve mübadele üzerine getirilen kısıtlamalar genellikle bu özel çıkar gruplarına hizmet etmekte, bu da dolaylı olarak ekonominin dinamizminin bozulmasına ve büyüme sürecinin sekteye uğramasına yol açmaktadır (Makin, 2002: 184-185). Buna
karşılık, savaş veya devrim gibi büyük toplumsal olaylar sonucunda özel çıkar gruplarının ortada kalkması, özgür ve kararlı bir yasal düzenin kurulduğu toplumlarda
iktisadi büyüme ve kalkınma hızlanma eğilimindedir.
Liberal iktisadi düşüncenin ortaya çıkmasından itibaren, mülkiyet hakları başta
olmak üzere, ekonomi alanında tanınacak serbestinin ve ekonomik özgürlüklerin
ekonomik büyüme ve kalkınma sürecini olumlu etkileyeceği söylenegelmektedir
(Dursun, 2005). Teorik literatürdeki bu gelişmelere paralel olarak, kalkınma iktisatçıları ekonomik özgürlüğün büyüme ve gelir düzeyine olan etkisini ampirik olarak araştıran çok sayıda çalışma gerçekleştirmişlerdir. De Haan vd.’nin (2006)
ekonomik özgürlük ve büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen ampirik çalışmaların
özetini sundukları makalesinde, bir grup çalışmada ekonomik özgürlüğün büyümeye (gelir düzeyine) katkısının olduğu, diğer bir grup çalışmada ise bu katkının yeterince sağlam olmadığı ifade edilmektedir. Biz burada çalışmanın kapsamını daha
fazla geniş tutmamak amacıyla büyümenin belirleyicileri olarak toplulaştırılmış
ekonomik özgürlük endeksinin yanı sıra nüfus artışı, yatırım ve başlangıç GSYİH
değişkenlerini ele alan çalışmaları özetlemekle yetineceğiz.
İlk olarak, De Haan ve Sturm (2000), Levine ve Renelt’un (1992) geliştirdiği aşırı
sınır analizinin bir başka versiyonunu (duyarlılık analizi) kullanmak suretiyle ekonomik özgürlük ve büyüme arasındaki ilişkiyi 1975-1990 dönemi için incelemişlerdir. Modelde büyümenin açıklayıcı değişkenleri olarak ekonomik özgürlük, nüfus
artışı, kamu harcamalarının payı, enflasyon oranı ve dış açıklık oranı (ihracat+ithalat/GSYİH) kullanılmıştır. Çalışmada ekonomik özgürlükleri ölçmede
Gwartney vd. (1996)’ın Fraser Institute için geliştirdikleri Dünya Ekonomik Özgürlük endeksi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda, ekonomik özgürlük düzeyinin
büyümeye etkisinin önemsiz, ancak ekonomik özgürlükteki değişimin büyümeye
etkisinin önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
40
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Benzer şekilde Ali ve Crain (2002), 119 ülkenin 1975-1989 dönemi panel verilerini
kullanarak gerçekleştirdikleri duyarlılık analizinde büyümeyi ekonomik özgürlük,
nüfus artışı, yatırım, beşeri sermaye ve başlangıç GDP değişkenlerinin bir fonksiyonu olarak ele almışlardır. Yapılan duyarlılık analizlerin birkaçında ekonomik özgürlüğün büyümeyi pozitif olarak etkilediği, ancak bu etkinin istatistiksel olarak
anlam düzeyinin oldukça düşük olduğu gözlemlenmiştir.
Karabegovic vd. (2003), Kanada ve ABD’nin tüm eyaletleri için 1994-1999 dönemi
yıllık verilerine panel veri analiz yöntemlerinden biri olan sabit etkiler yöntemini
kullanmak suretiyle ekonomik özgürlük ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Bu çalışmada ekonomik özgürlük ölçütü olarak Dünya Ekonomik Özgürlük endeksinin bir uzantısı olan Kuzey Amerika Ekonomik Özgürlük endeksi kullanılmıştır.
Panel tahminleri sonucunda ekonomik özgürlüğün hem düzey hem de değişim
değerlerinin büyümeyi ve gelir düzeyini pozitif olarak etkilediğini göstermişlerdir.
Chheng (2005), 50 ülke için 1981-2000 dönemi panel verilerinin beşer yıllık ortalamalarını alarak yaptıkları çalışmada ekonomik özgürlük, yatırım ve büyüme ilişkisini araştırmışlardır. Çalışmada ekonomik özgürlük ölçütü Dünya Ekonomik Özgürlük endeksi kullanılmıştır. Çalışma sonucunda, ekonomik özgürlük ve yatırımların
artmasının hızlı büyümeye yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Diğer ifadeyle, ekonomik özgürlüğü geliştiren ve yatırımları destekleyen ülkelerin daha hızlı kalkınmayı
gerçekleştirdikleri görülmüştür.
De Haan ve Sturm (2007), 1975-1990 dönemi beşer yıllık aralıklarla hazırlanan 20
ülkenin panel verilerine OLS ve enstrümental değişken yöntemlerini kullanarak
ekonomik özgürlük ve büyüme arasındaki ilişkiyi analiz etmişlerdir. Çalışmada bağımsız değişkenler olarak ekonomik özgürlüğün yanı sıra başlangıç GSYİH’sı, yatırım ve orta öğretime kayıtlı öğrenci sayısı kullanılmıştır. Tahmin sonuçlarına göre,
ekonomik özgürlük düzeyindeki değişme büyümeyi pozitif ve anlamlı olarak etkilerken, ekonomik özgürlük düzeyi ise büyümeyi anlamlı biçimde etkilememiştir.
Ashby ve Sobel (2008), ABD’de gelir eşitsizliği ve ekonomik özgürlük adlı çalışmasında ekonomik özgürlüğün farklı gelir düzeyine sahip eyaletlerin büyüme ve gelir
düzeyine olan etkilerini araştırmışlardır. 1980-2003 dönemi panel verilerinin üçer
yıllık ortalamalarının kullanıldığı çalışmada, açıklayıcı değişken olarak ekonomik
özgürlük endeksi, liseli öğrencilerin toplam öğrenciler içindeki payı, metropollerde
yaşayan nüfusun toplam nüfus içindeki payı ve 1980 yılının GSYİH’sı yer almıştır.
Çalışmada özgürlük değişkeni hem düzey hem de değişim değerleri birlikte modele
dahil edilerek tahminler yapılmıştır. Tahmin sonuçları, özgürlük düzeyindeki değişmenin tüm eyaletlerin büyüme oranını pozitif etkilerken, yüksek gelirli eyaletlerin gelir düzeyini etkilememektedir. Diğer taraftan, ekonomik özgürlük düzeyinin
büyüme oranına ve gelir düzeylerine çoğunlukla anlamlı bir biçimde etki etmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
EKİM 2013
41
Son olarak, Compton vd. (2011), ABD’nin 50 eyaleti için 1981-2004 dönemi panel
verilerine sabit etkili OLS ve dinamik panel veri (GMM) metotlarını uygulayarak
yaptıkları çalışmada ekonomik özgürlük ve büyüme ilişkisini araştırmışlardır. Çalışmada ekonomik özgürlük hem düzey hem de değişim değerleri ile modele dahil
edilmişlerdir. OLS tahmin sonuçlarına göre, büyüme ve ekonomik özgürlük düzeyi
arasında pozitif ve anlamlı ilişkiye rastlanırken, GMM tahmin sonuçlarına göre bu
iki değişken arasında negatif ve anlamsız bir ilişkiye rastlanmıştır. Ancak büyüme
ve ekonomik özgürlük endeksinin değişimi arasında her iki yöntemde de pozitif ve
anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
3. Veri Seti, Araştırma Yönetimi ve Sonuçları
Bu çalışmada, 2000-2010 dönemine ait 81 ülkenin2 yıllık panel verileri kullanılarak
ekonomik özgürlüğün gelir düzeyine etkileri araştırılmıştır. Modele bu temel değişkenin yanı sıra GSYİH’da yatırımın payı ve nüfus artışı gibi değişkenler kontrol
değişkenleri olarak ilave edilmiştir. Gelir düzeyi değişkeni olarak kişi başı GSYİH
rakamları Penn World Table veri bankasından elde edilmiştir. Yatırımların
GSYİH’daki payı ve nüfus artışı değişkenleri de yine bu kaynaktan alınmıştır. Son
olarak, genel ekonomik özgürlük endeksi Heritage Foundation (2011) adlı veri
tabanından elde edilmiştir. Modeldeki tüm değişkenler (ekonomik özgürlük hariç)
2005 yılı fiyatlarıyla orijinal kaynaktan elde edildikten sonra tüm değişkenlerin
logaritması alınmıştır.
Çalışmanın uygulama kısmında panel veri analizi metodu kullanılmıştır. Panel veri
yönteminin faydaları Baltagi (2005) tarafından şu şekilde sıralanmaktadır; 1) bireysel heterojenliği kontrol etmek; 2) panel verinin kullanılmasıyla veriler hakkında
daha fazla bilgi, değişkenlik, serbestlik derecesi ve etkinlik sağlanırken, değişkenler
arasında daha az eş-doğrusallık elde edilmektedir; 3) bu metot etkilerin ölçülmesi
ve tanımlanmasında zaman serisi ya da yatay kesit verilerine göre daha faydalıdır;
4) dinamik ayarlama yapmaya daha uygundur ve 5) panel veri modelleri davranışsal modellerde diğer verilerden daha uygundur.
Panel veri setleri kullanılarak tahmin edilen statik modellerde genellikle sabit ve
rassal etkiler tahmincileri kullanılmaktadır. Sabit etki tahmini yönteminde panelde
yer alan her bir yatay kesit (ülke) arasındaki fark her bir yatay kesit için ayrı ayrı
sabitler eklenmek suretiyle elde edilmektedir. Ancak, rassal etkiler tahmin yönte-
2
Çalışmaya dahil edilen ülkeler; Almanya, Arnavutluk, ABD, Arjantin, Avusturya, Avustralya, Bahreyn, Belçika,
Bahama Adaları, Beyaz Rusya, Brezilya, Barbados, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cum., Danimarka, Dominik Cum., Çin,
Endonezya, Ekvator, Filipinler, Fiji, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Güney Kore, Güney Afrika, Guatemala, Hırvatistan, Hollanda, Hong Kong, Hindistan, İran, İsveç, İngiltere, İsviçre, İrlanda, İspanya, İtalya, Japonya, Kanada,
Kamerun, Kolombiya, Kosta Rika, Kenya, Lübnan, Lituanya, Mısır, , Macaristan, Malta, Meksika, Moldova, Morokko, Malezya, Nikaragua, Norveç, Pakistan, Peru, Panama, Polonya, Paraguay, Romanya, Rusya, Suudi Arabistan,
Senegal, Singapur, Salvador, Sri Lanka, Slovakya, Slovenya, Şili, Tayland, Türkiye, Tunus, Tayvan, Ukrayna, Uruguay, Ürdün, Vietnam, Yeni Zelanda ve Yunanistan’dan oluşmaktadır.
42
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
minde yatay kesitlerin özellikleri gözlemlenemez ve rassal olarak dağılmış olması
sebebiyle bu rassal etkiler hata terimlerinden elde edilebilmektedir. Literatürde
sabit ve rassal etkiler tahmincilerinden hangisinin tercih edileceğinin belirlenmesi
için Hausman (1978) testi kullanılmaktadır. Bu testte sıfır hipotezi rassal etkiler
modelinin doğru olduğu biçiminde kurulmuş ve eğer bu test sonucunda Ki-kare
değerinin olasılığı %1’den küçük çıkması halinde sabit etkiler modelinin doğru
olduğu sonucuna varılacaktır (Baltagi, 2005).
Ekonomik özgürlük ve gelir düzeyi arasındaki ilişkiyi ekonometrik olarak test etmek için Levine ve Renelt (1992), Ali ve Crain (2002) ve Compton vd. (2011)’ın
çalışmalarında kullanmış olduğu modellerden yararlanılarak aşağıdaki model geliştirilmiştir:
Yt = α0 + β0EFt-1 + β1ΔEFt + β2IGDPt + β3ΔPOPt +ut
(1)
Burada kişi başı reel GSYİH’yı; EF ekonomik özgürlüğü; IGDP toplam yatırımların
GSYİH içindeki payını; POP ülkelerin nüfus artışını ve hata terimlerini göstermektedir.
Model (1)’de yer alan en önemli açıklayıcı değişken olan ekonomik özgürlük endeksi Heritage Foundation ve Fraser Institute gibi güvenilir uluslar arası kuruluşlar
tarafından yıllık olarak hesaplanıp yayınlanmaktadır. Bu çalışmada Heritage Foundation ve Wall Street Journal işbirliğiyle hazırlanan genel endeks tercih edilmiştir.
Bunun sebebi ise bu endeks hesaplanırken diğerine göre ekonomik faaliyetlerin
daha geniş kapsamlı olarak ele alınması3 ve ayrıca çok sayıda ampirik çalışmada
kullanılmasıdır (Çetin ve Baylan, 2012). Ekonomik özgürlük ve gelir düzeyi arasında
yukarıda teorik bölümde de açıklandığı üzere pozitif ilişki beklenmektedir, yani β0
> 0 ve β1 > 0’dır. Modelde yer alan diğer değişkenler, yatırım ve nüfus değişkenleri, sırasıyla gelir düzeyini pozitif ve negatif olarak etkilemesi beklenmektedir, yani
β2 > 0 ve β3 < 0’dır.
Yukarıda verilen 1 nolu denkleme bağlı olarak gerçekleştirilen sabit ve rassal etkiler tahminlerinin sonuçları Tablo 1’de rapor edilmiştir. Tablo 1’in alt iki satırında
yer alan F ve Hausman test istatistiklerinin %1 önem düzeyinde anlamlı olması, 81
ülkeye ait panel veri analizlerinde bireysel etkilerin bulunduğunu ve bu etkilerin
sabit etkiler modeli yardımıyla sapmasız olarak tahmin edilebildiğini göstermektedir. Sabit etkiler modelinde ayrıca bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkeni açıklama gücü (sabit etkiler için ayarlanmış R-kare 0.99) rassal etkiler modelinden çok
3
Ekonomik özgürlük endeksi hesaplanırken ekonominin 10 temel alanındaki veriler kullanılmıştır. Bu alanlar;
teşebbüs özgürlüğü, ticari özgürlük, mali özgürlük, kamu kesimi büyüklüğü, parasal özgürlük, yatırım özgürlüğü,
finansal özgürlük, mülkiyet hakkı, yolsuzluktan kaçış ve emek özgürlüğüdür. Endeks 0 ile 100 arasında değer
alırken, yüksek nümerik değerler ekonomik özgürlüğün arttığını göstermektedir (Miller ve Holmes, 2011).
EKİM 2013
43
daha fazladır. Tablo 1 ile ilgili bu genel bilgileri verdikten sonra çıkan sonuçların
yorumlanmasına geçebiliriz.
Tablo 1: 2000-2010 Dönemi Panel Verileri ile Gelir Düzeyinin Tahmini
Bağımlı Değişken: Y
Bağımsız Değişken
Sabit Etkiler
Rassal Etkiler
***
***
Sabit
5.65 (14.5)
5.10 (13.1)
***
***
EFt-1
0.61 (6.66)
0.74 (8.21)
**
***
ΔEFt
0.34 (2.67)
0.41 (3.26)
***
***
IGDPt
0.35 (12.5)
0.36 (12.7)
**
***
ΔPOPt
-2.21 (-2.25)
-2.76 (-2.83)
Gözlem Sayısı
810
810
2
Ayarlanmış R
0.99
0.22
F-statistic
419,4 [0.00]
Hausman Test
80.2 [0.00]
***
**
Not:
ve sırasıyla %1 ve %5 düzeyinde istatistiksel anlamlılığı belirtmektedir. Parantez içindeki sayılar t- istatistik değerlerini ve köşeli parantez içindeki sayılar da olasılık
değerlerini göstermektedir.
Sabit etkiler tahmini sonucunda, EF, ΔEF, IGDP ve POP değişkenlerinin katsayılarının beklentilere uygun işaret aldıkları (EF = 0.61, ΔEF = 0.34, IGDP = 0.35 ve POP =
-2.21) ve istatistiksel bakımdan anlamlı oldukları görülmüştür. Çalışmanın temel
konusunu oluşturan ekonomik özgürlük değişkenin hem düzey hem de değişim
değerlerindeki artışların gelir düzeyini pozitif ve anlamlı biçimde etkilediği görülmüştür. Ancak, burada ekonomik özgürlüğün bir önceki dönem değerindeki artışın
gelir düzeyine katkısı değişim değerindeki artışın katkısından iki kat daha fazla
olduğu gözlenmektedir. Bu bulgu Karabegovic vd. (2003) ve Compton vd.’nin
(2011) çalışmalarında elde edilen sonuçları desteklemektedir. Ekonomik özgürlük
bir ülkenin massetme kapasitesini, yatırımların etkinliğini ve teknolojik altyapılarını
desteklemek ve buna benzer birçok yollardan büyüme potansiyelini artırabilmektedir. Modelde yer alan kontrol değişkenlerinden biri olan yatırım değişkeninin
gelir düzeyini pozitif olarak etkilediği görülmektedir. Buradan yatırımların milli
gelir içerisindeki payının %1 artması gelir düzeyini %0.35 artırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Son olarak, nüfus artışı ve gelir düzeyi arasında negatif ve anlamlı bir ilişki
bulunmuştur. Bunun anlamı, nüfusta %1’lik bir artış gelir düzeyini yaklaşık olarak
%2 azaltmaktadır. Bu sonuçlar önceki çalışmalar da elde edilen sonuçlara benzemektedir.
4. Sonuç
81 ülkenin 2000-2010 dönemi yıllık verilerinin kullanıldığı bu çalışmada, ekonomik
özgürlük, yatırım ve nüfus değişkenlerinin gelir düzeyine etkileri sabit ve rassal
etkiler tahmin yöntemi ile test edilmiştir. Ekonomik özgürlüğün ölçülmesinde Heri-
44
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
tage Foundation için geliştirilen genel endeks kullanılmıştır. Analiz sonuçları bize,
ekonomik özgürlük, yatırım ve nüfus artışı ile gelir düzeyi arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Elde edilen bu sonuçlar, ekonomik özgürlük ve gelir düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen önceki çalışmaların sonuçlarını desteklemektedir.
Modelde yer alan bağımsız değişkenlerden ekonomik özgürlük düzeyi (değişim) ve
yatırım oranı büyümeyi pozitif olarak etkilemektedir. Bunun anlamı, ülkelerin tamamında büyümenin sağlanabilmesi ve arttırılabilmesi için hükümet politikaları ve
kurumlar tarafından desteklenen yatırımlar ve ekonomik özgürlüklere ihtiyaç bulunmaktadır. Diğer taraftan, nüfus artışı ile ekonomik büyüme arasında negatif ve
anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Burada tam tersine, ekonomik büyüme için nüfus
artışının frenlenmesi yada yavaşlatılması gerekmektedir. Bu durum özellikle sermaye birikiminin yeterince sağlanamadığı ve nüfus artışının yüksek düzeylerde
seyrettiği gelişmekte olan ülkelerde büyük sorun teşkil etmektedir.
EKİM 2013
45
Kaynaklar
Ali, A. M. ve W. M. Crain (2002), “Institutional Distortions, Economic Freedom,
and Growth”, Cato Journal, 21(3), 415-426.
Ashby, N. J. ve R. S. Sobel (2008), “Income Inequality and Economic Freedom in
the U.S. States”, Public Choice, 134, 329-346.
Baltagi. B. H. (2005), Econometrics Analysis of Panel Data, 3th Edition, Chichester:
John Wiley & Sons, Ltd.
Berggren, N. (2003), “The Benefits of Economic Freedom: A Survey”, The Independent Review, 8(2), 193-211.
Çetin, R. ve M. Baylan (2012), “Ekonomik Özgürlük ve Büyüme Arasındaki Nedensellik İlişkisi: Panel Veri Analizi”, 1st International Interdisciplinary Social Inquiry
Conference, 17-21 Haziran Bursa.
Chheng, K. (2005), “How Do Economic Freedom and Investment Affect Economic
Growth?”, EconWPA, Macroeconomics, No. 0509021.
Compton, R. A., D. C. Giedeman ve G. A. Hoover (2011), “Panel Evidence on Economic Freedom and Growth in the United States”, European Journal of Political
Economy, 27, 423-435.
De Haan, J ve J. E. Sturm (2000), “On the Relationship between Economic Freedom and Economic Growth”, European Journal of Political Economy, 16, 215-241.
De Haan, J., S. Lundstrom ve J. Sturm (2006), “Market-oriented Institutions and
Policies and Economic Growth: A Critical Survey”, Journal of Economic Surveys,
20, 157-191.
De Haan, J. ve J. E. Sturm, (2007), “Handling Economic Freedom in Growth Regressions: A Reply to Cole and Lawson”, Econ Journal Watch, 4(1), 79-82.
Dursun, İ. (2002), Ekonomik Özgürlükler-Ekonomik Büyüme İlişkisi: Teorik ve Uygulamalı Bir İnceleme, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir
Dursun, İ. (2005), “Ekonomik Özgürlükler ve Kalkınma”, Ed. Muhsin Kar ve Sami
Taban, İktisadi Kalkınmada Sosyal, Kültürel ve Siyasal Faktörlerin Rolü, Bursa: Ekin
Kitabevi, 171-198.
Hausman, J. A. (1978), “Specification Tests in Econometrics”, Econometrica, 46,
1251-1272.
46
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Heritage
Foundation
(2011),
“Index
of
Economic
http://www.heritage.org/index/explore/aspx, (Erişim: 5.12.2011).
Heston, H., R. Summers ve B. Aten (2012), “Penn
https://pwt.sas.upenn.edu/php_site/pwt71/pwt71_form.php.,
10.08.2012).
Freedom”,
World
Table”,
(Erişim:
Gwartney, J., R. Lawson ve W. Block (1996). Economic Freedom in the World,
1975-1995. Vancouver: Fraser Institute.
Karabegovic, A., D. Samida, C. M. Schlegel ve F. McMahon (2003), “North American Economic Freedom: An Index of 10 Canadian Provinces and 50 US States”,
European Journal of Political Economy, 19, 431-452.
Landes, D. S. (1998), The Wealth and Poverty of Nations: Why are Some so Rich
and Others so Poor, New York: Norton.
Levine, R. ve D. Renelt (1992), “A Sensitivity Analysis of Cross-country Growth
Regressions”, American Economic Review, 82, 942-963.
Makin, A. J. (2002). International Macroeconomics, London: Prentice Hall.
Miller, T. ve A. B. Kim (2011), “Defining Economic Freedom” Ed. T. Miller ve K. R.
Holmes, 2011 Index of Economic Freedom, Washington: Heritage Foundation and
Wall Street Journal.
North, D. ve R. P. Thomas (1970), “An Economic Theory of the Growth of the Western Worlds”, The Economic History Review, 23(1), 1-17.
North, D. C. (1990), Institutions, Institutional Change, and Economic Performance,
New York: Cambridge University Press.
Olson J. M. (1996), “Distinguished Lecture on Economics in Government Big Bills
Left on the Sidewalk: Why Some Nations are Rich and Others Poor”, Journal of
Economic Perspectives, 10(2), 3-24.
Romer, P. M. (1990), “Endogenous Technological Change”. Journal of Political
Economy 98(5), 71-102.
EKİM 2013
47
48
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Yaratıcı Muhasebe Stratejileri
Davut AYGÜN
Yrd. Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İşletme Bölümü
[email protected]
Yaratıcı Muhasebe Stratejileri
Strategies of Creative Accounting
Özet
Abstract
Muhasebenin işletme ile ilgili çıkar gruplarının
bilgilendirilmesinde yararlanılan en temel araçlardan biri olduğu ifade edilebilir. Fakat işletmelerin bazen faaliyetlerinin sonuçlarını gerçekçi bir
biçimde açıklamaktan kaçındıkları görülmektedir. Bu noktadan hareketle muhasebe alanındaki
mevcut esnekliklerden yararlanmaya dönük
uygulamaları benimsedikleri belirtilebilir. Yaratıcı
muhasebe stratejileri biçiminde isimlendirilebilecek bu tarz uygulamaların en yaygın kullanılanları; gelirleri artırma, giderleri azaltma, varlıkları
artırma, borçları azaltma ve nakit akışını artırmaya yöneliktir. Anılan stratejilerin uygulanmasına ilişkin olası etkilerin literatürde yeterince
incelenmediği belirtilebilir. Bu yönüyle bu çalışmada amaç yaratıcı muhasebeye ilişkin sık
kullanılan stratejiler ve bunların etkilerinin
açıklanmasıdır.
It can be said that accounting is the most basic
tool that is utilized to inform business-related
interest groups. But, businesses are sometimes
reluctant to announce the results of operations
in a realistic manner. From this point of view,
they adopt applications that take advantage of
existing flexibilities in the field of accounting.
These kinds of applications can be named as
creative accounting strategies, of which, the
most widely used are increasing income, decreasing expenses, increasing assets, decreasing
liabilities, and increasing cash flow. The possible
effects on the implementation of mentioned
strategies are not analyzed sufficiently in the
literature. Therefore, the purpose of this study is
to describe the common strategies of creative
accounting and their effects.
Anahtar Kelimeler: Yaratıcı Muhasebe, Yaratıcı
Muhasebe Uygulamaları, Muhasebe Esneklikleri.
Keywords: Creative Accounting, Applications of
Creative Accounting, Accounting Flexibilities.
1. Giriş
Muhasebe skandalları, yaratıcı muhasebe ve hileli uygulamalar geçmişten günümüze muhasebe alanında varolan durumlardır. Muhasebe herhangi bir işletmenin
başarısı veya başarısızlığının değerlendirilmesinde bir hareket noktası olmasından
hareketle işletme skandallarının tespit edilmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Muhasebenin tuttuğu kayıtlar ve hazırladığı mali tablolar aracılığıyla yatırımcılar ve diğer kullanıcılara işletmenin yaptığı işlerde ne kadar başarılı veya başarısız
olduğuna ilişkin bir resim sunduğu belirtilebilir. Oysa, işletmenin finansal açıdan
başarısız olduğu zamanlarda bazı yöneticiler, mevcut performansı artırmak ve
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 49-69
49
daha iyi gösterebilmek için muhasebeden yararlanarak yatırımcıları yanlış bilgilendirme eğiliminde olabilirler. Ayrıca, yöneticiler karı artırmak veya aktifleri olduğundan daha fazla göstermek gibi bazı yönetimsel amaçları gerçekleştirebilmek
için muhasebedeki mevcut esnekliklerden yararlanma hususunda istekli olabilirler.
Bu şekilde uygulamalara gidilmesinin temel nedenlerinden birinin yöneticilerin
karşı karşıya kaldıkları ciddi finansal zorluklar olduğu ifade edilebilir. Anılan bu
zorlukların üstesinden gelebilmek için yöneticiler, uygun olmayan muhasebe tekniklerinden, yanlış kayıt ve sınıflandırma uygulamalarından hatta fiktif işlemlerden
yararlanabilirler. Bu ve benzeri durumlarda işletmeler yaratıcı muhasebe uygulamalarını kullanmaya başlayabilir.
Muhasebe belirli eşitliğine dayanan bir olgudur. Muhasebe terminolojisinde bu
eşitlik (Borç = Alacak) biçiminde ifade edilebilir. Bu eşitlikten hareketle her bir mali
olay en az bir hesabın borç tarafına buna karşılık da en az bir hesabın alacak tarafına kayıt yapılır. Temel bilanço eşitliği olarak da ifade edilebilecek bu eşitliğin sol
tarafında (borç taraf) aktifler yer alırken sağ tarafında (alacak taraf) ise borçlar ve
özsermaye unsurları yer almaktadır. Burada ortaya konulan temel muhasebe eşitliğinin yaratıcı muhasebe uygulamalarına yardımcı olduğu ifade edilebilir. Bu
amaçla muhasebeciler, eşitliği bozmayacak şekilde bu eşitlikte yer alan temel bileşenleri değiştirme yoluna gitmektedirler. Örneğin; bir gider aktif olarak sınıflandırıldığı veya bir borç gelir olarak kaydedildiği durumlarda eşitlik korunacaktır. Ancak
yapılan bu işlemlere bağlı olarak her ne kadar bilanço eşitliği korunacak olsa da
aktif, pasif, gider ve gelirlerin farklı biçimlerde kaydedilip sınıflandırılması bilanço
ve gelir tablosundaki bilgilerin gerçekliğini azaltacaktır. Bu noktadan hareket edildiğinde muhasebenin mevcut doğasının yaratıcı muhasebe uygulamalarına imkan
sağladığı belirtilebilir (Jones, 2006: 32).
Yukarıdaki açıklamalardan hareketle bu çalışma, yaratıcı muhasebe uygulamalarını
açıklayarak sözkonusu uygulamalarda muhasebenin rolünü ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaca yönelik olarak öncelikle yaratıcı muhasebe kavramı üzerinde
durulmuştur. Sonra yaratıcı muhasebe uygulamalarına ilişkin stratejiler ayrıntılı bir
şekilde açıklanmaya çalışılmıştır.
2.Yaratıcı Muhasebe Kavramı
Yaratıcı muhasebe kavramı Anglo-Saxon literatürde 1970’li yıllarda iflas eden işletmelerle ilgili yapılan çalışmalarda ortaya çıkmış olup daha ziyade IanGriffiths
tarafından 1986 yılında “Yaratıcı Muhasebe (Creative Accounting)” adlı kitabın
yayınlanmasından sonra önem kazanmıştır (Jones, 2011: 4). Yaratıcı muhasebe,
yukarıda belirtilen kitap sonrası sık kullanılan bir kavram olsa da, tanımı hususunda bir fikir birliği olmadığı ifade edilebilir. Mulford ve Comiskey tarafından geliştirilen ve daha ziyade ABD’ de kabul gören geniş kapsamlı bir tanımlamada yaratıcı
muhasebe “Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri dahilinde veya bu sınırlar dışında hileli finansal raporlama, kazanç yönetimi ve gelirin yıllar itibariyle belirli bir
50
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
düzeyde tutulmasına ilişkin uygulamaları da kapsayacak saldırgan tercihlerin benimsenmesinden hareketle finansal verilerle oynamaya yönelik herhangi bir adım”
biçiminde açıklanmıştır (Mulford ve Comiskey, 2002: 15). İngiltere’ de kabul gören
daha dar kapsamlı bir tanımlamaya göre yaratıcı muhasebe; “Avantaj elde etme,
gerçeği göstermekten kaçınma veya mevcut sonuçları yanıltıcı bir şekilde olduğundan daha iyi gösterme amacıyla kanuni düzenlemelerdeki boşluklardan yararlanma” biçiminde açıklanmıştır (www.oxforddictionaries.com). Bu iki tanımlama
birlikte değerlendirildiğinde; geniş kapsamlı ABD menşeli tanımlamanın, yaratıcı
muhasebeyi hileli uygulamaları da içeren bir faaliyet olarak görmesine karşın, nispeten dar kapsamlı olan İngiliz menşeli tanımlamanın, yaratıcı muhasebeyi hileyi
içermeyen, yasalardaki mevcut esnekliklerden yararlanmaya yönelik faaliyetler
olarak gördüğü ifade edilebilir. Bu çalışmada esas alınan tanımlamada da yaratıcı
muhasebenin hileyi içermediği kabul edilmektedir.
Yaratıcı muhasebe; yasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla muhasebedeki mevcut
esnekliklerden yararlanılarak ölçüm ve sunum yapılması ve böylelikle muhasebe
bilgilerini kullananların ihtiyaçlarından ziyade bu bilgileri hazırlayanların önceliklerine yer verilmesi biçiminde tanımlanabilir (Jones, 2011: 5). Esasen yaratıcı muhasebe kavramı, muhasebe meslek mensuplarının yıllık hesaplarda yer alan rakamları değiştirebilme amacıyla kendi mesleki bilgilerini kullandıkları bir süreci açıklamak için kullanılmaktadır (Balaciu vd., 2009: 174). Bu sebeple yaratıcı muhasebeye
ilişkin faaliyetler yasadışı işlemler olarak görülememektedir. İşletmeler, yaratıcı
muhasebe uygulamalarını kanundışı işlemler yapmak için kullanmamakta olup
aksine kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde, yasal sınırlar içinde muhasebede
var olan esnekliklerden yararlanmak için kullanmaktadır. O halde, esnekliğin olmadığı bir durumda yaratıcı muhasebeden söz edilemez.
Öte yandan yaratıcı muhasebenin olumsuz yanları olduğu kadar olumlu yanlarının
mevcudiyetinden de bahsedilebilir. Bu bağlamda Mathew ve Perera, yaratıcı muhasebeyi hem pozitif hem de negatif açıdan incelemişlerdir. Anılan yazarlara göre;
yaratıcı muhasebe muhasebe uygulamalarının gelişimine katkı sağladığı ölçüde
pozitif bir etkiye sahiptir. Ancak yatırımcıları, sermayedarları, bankaları ve diğer
finansal tablo kullanıcılarını yanıltma ve aldatma amacıyla kullanıldığında negatif
bir etki sözkonusu olmaktadır (Mathew ve Perera, 1996: 34). Bu çalışmada yaratıcı
muhasebe uygulamalarının olumsuz etkileri inceleme konusu yapılmış olup olumlu
etkilerine değinilmemiştir.
Muhasebe literatürü incelendiğinde yaratıcı muhasebe ile ilişkili olarak farklı bazı
kavramların mevcut olduğu görülebilir. Sözkonusu kavramlar, saldırgan muhasebe1, kazanç yönetimi, izlenim yönetimi2, karın istikrarlı hale getirilmesi3 biçiminde
1
Saldırgan Muhasebe (Agressive Accounting): Finansal sonuçların ve yapının olduğundan farklı gösterilerek
işletme performansının iyi olduğu izlenimi yaratma amacına ulaşmayı sağlayacak muhasebe ilkelerinin bilinçli
biçimde seçilmesi ve uygulanmasıdır (Mulford ve Comiskey, 2002: 3).
EKİM 2013
51
sıralanabilir. Bu çalışmada, sadece yaratıcı muhasebe üzerinde durulacak olup
yaratıcı muhasebenin yukarıda belirtilen ilişkili kavramlarla benzer veya farklı yanlarına değinilmeyecektir.
3.Yaratıcı Muhasebe Stratejileri
Muhasebe alanı değerlendirildiğinde, yaratıcı muhasebe ile ilişkili çok sayıda strateji mevcut olduğu görülmektedir. Bu stratejiler muhasebesinin kendi doğasında
var olan esnekliklerden kaynaklanmaktadır. Sözkonusu esneklikler yapılan çok
seçimli düzenlemelerin bir sonucudur. Şüphesiz bir işlemi muhasebeleştirmede ya
da finansal tablolara aktarmada tek bir yöntem her koşulda uygun olmayabilir.
Ancak burada ideal olan, muhtemel koşullar için uygun muhasebe politikaları4
önerilmesidir. Durum böyle olmakla birlikte seçimlik muhasebe politikalarına imkan veren muhasebe düzenlemelerinin yaratıcı muhasebe için elverişli bir ortam
yarattığı ifade edilebilir (Çıtak, 2009: 88).
Muhasebede kullanılan hesap planları her ne kadar ülkeden ülkeye, sektörden
sektöre farklılık gösterse de her bir hesap planı çok sayıda gelir, gider, varlık, borç
ve özsermaye unsurunu bir arada barındırmaktadır. Ayrıca her bir farklı unsura
ilişkin farklı bir muhasebe politikası (işleyiş kuralı) mevcuttur. Muhasebe politikalarına ilişkin bazı konuların detaylı olarak düzenlenmemesi ve yöneticilere seçme
hakkı tanınması var olan düzenlemelerin suistimal edilmesine ve yaratıcı muhasebe uygulamalarına uygun bir ortam hazırlamaktadır. Bu bağlamda başlangıçta
benimsenen muhasebe politikaları fırsatlar oluşturmak amacıyla zaman içinde
değiştirilmekte, buna bağlı olarak ta raporlanan sonuçlar değişmektedir. Gerçekte
yatırımcıları ve ilgili diğer çıkar gruplarını yanıltmanın en kolay yollarından birisi
raporlanan sonuçları sürekli bir şekilde değiştirmektedir. Bu durumu Robert Townsend “Yatırımcıları yanıltmanın en kolay yolu her ay muhasebeyle ilgili bir faktörü
değiştirmektir. Bu durumda elde edilen sonuçlar bir önceki ay ile veya bir önceki
yıl ile karşılaştırılamaz. Ayrıca raporlanan bu rakamlardan hareketle herhangi bir
sonuç çıkarılamaz” biçiminde ifade etmiştir (Townsend, 1970: 89). Esasen muhasebe temel kavramlarından “tutarlılık” muhasebeye ilişkin değişiklikleri sınırlamakta olup ancak işletmelerin değişiklik yapma yeteneklerini azaltmamaktadır.
İşletmelerle ilgili önemli finansal tablolardan üçü; gelir tablosu, bilanço ve nakit
akım tablosudur. Bu üç finansal tablonun her birinde farklı amaçlarla yaratıcı mu2
Đzlenim Yönetimi (Impression Management): Örgüt içerisinde elde edilen maddi ve sosyal faydaları artırma,
kişisel saygı elde etme ve herkesçe kabul edilmiş bir kimlik kazanma ya da başkalarına iletilen bilgiler yoluyla
onların algılama ve davranışlarını etkileme amacıyla bir bireyin diğerlerinin kendine ilişkin algılarını kontrol etme
süreci olarak tanımlanabilir (Selen ve Kılıç, 2009: 53).
3
Karın Đstikrarlı Hale Getirilmesi (IncomeSmoothing): Raporlanan dönem karının hedeflenen seviyenin etrafındaki
dalgalanmalarını azaltmak amacıyla iyi yıllardaki karları kötü yıllara aktarmaya yönelik yöneticiler tarafından
kullanılan bir araç olarak tanımlanabilir (Mulford ve Comiskey, 2002: 3; Demir ve Bahadır, 2007: 113).
4
Muhasebe Politikası: Uluslararası Muhasebe Standartları’ndan 8 nolu “Muhasebe Politikaları, Muhasebe Tahminlerinde Değişiklikler ve Hatalar” standardında “finansal tabloların hazırlanmasında ve sunulmasında işletmeler
tarafından kullanılan belirli ilkeler, esaslar, gelenekler, kurallar ve uygulamalardır.” biçiminde tanımlanmıştır.
52
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
hasebe uygulamalarına başvurulduğu ifade edilebilir. Gelir tablosunun temel amacı, kar rakamına ulaşılmasıdır. Eğer amaç karların şişirilmesi ise bu durumda gelirler artırılırken giderler azaltılacaktır. Bilançodaki temel amaç işletmenin net piyasa
değerini artırmaktır. Bu amaç varlıkların artırılması, borçların azaltılması yoluyla
gerçekleştirilebilir. Nakit akım tablosunda amaç ise, işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışlarının artırılmasıdır. İşletmelerde nakit varlığı artırmanın karlılığı
artırmaya kıyasla daha zor olduğu belirtilebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde,
nakit akışına ilişkin yaratıcı muhasebe uygulamalarının başarıya ulaşmasının karı
artırma veya azaltmaya yönelik yaratıcıcı muhasebe uygulamalarına kıyasla daha
zor olduğu ifade edilebilir (Jones, 2011: 43).
Yaratıcı muhasebe uygulamalarına ilişkin stratejiler genelde yukarıda belirtilen üç
temel finansal tablo ile ilgili olup ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Bu
çalışmada ortak özellik gösteren yaratıcı muhasebe stratejileri açıklanmıştır. Sözkonusu temel stratejiler beş ana başlıkta sıralanabilir. Bunlar (Jones, 2011: 44):
•
•
•
•
•
Gelirleri artırmak,
Giderleri azaltmak,
Varlıkları artırmak,
Borçları azaltmak ve
Nakit akışını artırmaktır.
Yukarıda sıralanan stratejilerden ilk ikisinin amacı; gelir tablosunda raporlanan
karın artırılmasıdır. Kar gelirlerin artırılması ya da giderlerin azaltılması yoluyla
artırılabilir. Birçok işletme incelendiğinde satışların en büyük gelir kaynağı olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla satışları artırmaya odaklanma en yaygın yaratıcı muhasebe yöntemidir. Oysa, satışların dışında üzerinde oynama yapılabilecek, yatırımlardan elde edilen gelirler gibi, başka gelir kaynakları da vardır. Giderleri azaltmaya
yönelik iki temel yöntem ise, giderlerin aktifleştirilmesi ve karşılıkların ayrılmamasıdır. Yukarıda sıralanan stratejilerden üçüncüsünün amacı varlıkların artırılmasıdır. Varlıkların artırılması yoluyla işletmenin net piyasa değerine katkı yapılmakta
olup bu değer artırılmaktadır. Yaratıcı muhasebeye ilişkin dördüncü temel strateji,
aynen bir önceki yöntemde olduğu gibi işletmenin net piyasa değerini artırmaya
yöneliktir. Ancak burada anılan amaca ulaşabilmek için varlıkların artırılmasından
ziyade borçların azaltılması tercih edilmektedir. Yukarıda sıralanan son strateji
nakit akışlarının artırılmasıyla ilgilidir. Ancak, işletmenin görülen nakit akışının
artırılması çok zor olduğu için bu yöntemin daha ziyade zamanlama ve sunumla
ilgili olduğu ifade edilebilir. Burada nakde dönüşmeyi hızlandırmaya yönelik bir
çaba içerisine girilerek arzulanan amaç gerçekleştirilmeye çalışılır (Jones, 2011:
44). Diğer bir ifadeyle, ileri tarihte alınacak daha yüksek miktarda bir nakde kıyasla
hemen alınacak daha az miktarda bir nakde razı olunabilir. Alternatif bir yol olarak,
analistlerin en fazla önem verdikleri nakit akışı olan “işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışı”nın artırılmasına odaklanılabilir. Bu durumda, genellikle işletme
faaliyetleri dışından sağlanan nakit girişlerini işletme faaliyetlerinden sağlanan
EKİM 2013
53
nakit girişi biçiminde, işletme faaliyetlerinden kaynaklanan nakit çıkışlarını ise işletme faaliyetlerinin dışından kaynaklanan nakit çıkışı biçiminde göstermeye yönelik bir uğraş sözkonusu olacaktır.
Yukarıda belirtilen beş temel yaratıcı muhasebe stratejisi incelendiğinde, finansal
tabloları hazırlayanların anılan stratejiler aracılığıyla taahhütlerini yerine getirip
belirli kazanımlar elde etmeyi amaçladıkları ifade edilebilir. Bu bağlamda arzulanan bazı kazanımların (bonusların) işletmenin hisse senetlerinin piyasa fiyatına,
borç anlaşmalarının iyileştirilmesi aracılığıyla faiz maliyetlerinin ve borç sözleşmelerinden kaynaklanan kısıtların azaltılmasına bağlı olarak artış gösterdiği belirlenmiştir (Effiok ve Eton, 2012: 36). Ayrıca yaratıcı muhasebenin başarılı bir şekilde
gerçekleştirilebilmesi için yaratıcı yollara başvuran yöneticiler hem yatırımcıların
gözlerini boyamak hem de onları muhasebe işlemlerinin kabul edilebilirliliği hususunda ikna etme durumundadırlar. Bu sebeple, işletmelerde kullanılan yaratıcı
muhasebeye ilişkin stratejiler daha ziyade alt başlıklarda gerçekleştirilmektedir.
Sözkonusu stratejiler çoğunlukla oldukça karmaşık olup tespit edilmeleri güçtür.
Yukarıda sıralanan stratejiler basitleştirilmiştir. Uygulamada, işletmelerin kullandığı yöntemler her ne kadar temelde aynı ilkelere bağlı kalınsa da daha karmaşık
olacaktır. Bu sebeple tespit edilmeleri ve çözümleri güçtür (Jones, 201: 44).
Çalışmanın bundan sonraki kısmında daha önce sıralanan yaratıcı muhasebeye
ilişkin beş temel strateji açıklanacaktır. Buradaki amaç yaratıcı muhasebe uygulamalarına ilişkin olası teknikleri açıklamaktır. Uygulamada fiilen kullanılan tekniklerin tespit edilmesi ise alanında uzman analistler için bile oldukça zor bir iştir. Öteyandan burada açıklanan teknikler hileli finansal raporlamadan ziyade yaratıcı
muhasebeye ilişkin tekniklerdir. Oysaki bazen yaratıcı muhasebe uygulamaları ile
hileli finansal raporlama uygulamaları örtüşmektedir. Diğer bir ifadeyle, yaratıcı
muhasebe uygulamalarının ileri boyutu hileli finansal raporlama ile sonuçlanmaktadır.
3.1.Strateji 1: Gelirleri Artırmak
Uygulamada geliri artırmaya yönelik yararlanılan en yaygın beş alt strateji aşağıdaki biçimde açıklanabilir.
3.1.1.Gerçekleşmemiş Satışları Gerçekleşmiş Gibi Kabul Etme ve Kaydetme
Bu alt strateji muhtemelen yaratıcı muhasebe uygulamalarının en yaygın şeklidir.
Buradaki temel soru; bir satış ne zaman satış olarak kabul edilebilir? biçiminde
ifade edilebilir. İlk bakışta bu soru gereksiz ve basit bir soru olarak algılanabilir.
Oysaki gelirin kaydedilmesi ve finansal tablolara yansıtılması tanınma koşullarına
uygun bir şekilde elde edilmesine dayanır ki bu koşullar genel kabul görmüş muhasebe ilke ve standartları ile o ülkede geçerli olan ilgili mevzuat tarafından belirlenmektedir. Bu bağlamda gelirin erken kaydedilmesi veya gerçek olmayan gelir
işlemi yaratarak gelirin olduğundan fazla gösterilmesine yönelik yaratıcı muhasebe
54
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
uygulamalarına yapay satışlar, satışın tüm şartları tamamlanmadan kaydedilmesi,
onaylanmamış yüklemeler, konsinye satışlar örnek olarak verilebilir (Rezaee, 2002:
86). Ayrıca işletmenin faaliyetleri ne kadar karmaşık yapıda olursa, gerçekleşmiş
bir satışın tam olarak tanımlanması da o derece daha zor olacaktır.
Muhasebede bir satışın kesin gerçekleşme zamanının belirlenmesine ilişkin birçok
serbestlik sözkonusudur. IanGriffiths, karşı karşıya olunan bu durumu “ öncelikle
fiili nakit akışının işletmenin performansına ilişkin doğru ve gerçek bir görünüm
sağlamadığı kabul edilmelidir” cümlesiyle ifade etmiştir (Griffiths, 1995: 16). Malın
tesliminin alıcı işletmenin deposunda gerçekleşeceği bir durumda, mallar işletmeden çıkar çıkmaz bu işlemin gerçekleşmiş bir satış olarak kabul edilip gelir kaydedilmesi veya Ocak ayının ilk haftasında gönderilecek malların Aralık ayının satışlarına kaydedilmesi belirtilen duruma örnek olarak verilebilir. Sonuç olarak gelir
tanınmasındaki uygulamaların karmaşıklığı ve çokluğu farklı tanımlamaların gerçekleştirilmesine neden olmakta böylelikle işletme yöneticilerine yaratıcı muhasebeye ilişkin çok fazla imkan sunmaktadır (Brekman ve Koczan, 2006: 35). Gelinen
noktada gelir tanınma yöntemlerinin daraltılmasının gelirle ilgili yaratıcı muhasebe
uygulamalarının tespitine yardımcı olacağı ifade edilebilir.
3.1.2.Faiz Gelirlerini Artırmak
Bir işletmenin en önemli gelir kaynaklarından birisi; menkul kıymet satın alınması
veya bankaya para yatırılması yoluyla yapılan yatırımlardan elde edilen faizlerdir.
Anılan yatırımlardan elde edilecek gelirler genellikle sabittir. Fakat bazen rakamlarla oynanarak bu sabit gelirler değiştirilebilmektedir. Uluslararası alanda değer
kaybı nispeten az olan bir para birimi üzerinden borç alınması ve alınan parayı
uluslararası alanda değeri nispeten yüksek olmayan para birimine sahip bir ülkede,
ilgili ülkenin parası üzerinden bir bankaya yatırılması bu duruma örnek olarak verilebilir. Genellikle güçlü para birimine sahip olan ülkelerde faiz oranları düşükken,
ulusal parası güçlü olmayan ülkelerde faiz oranların daha yüksek olması beklendiğinden, yukarıda örnekteki yatırımı yapan bir işletmenin elde edeceği faiz geliri,
ödeyeceği faiz giderinden daha fazla olacaktır. Bu duruma bağlı olarak da işletmenin gelir tablosunun görünümünün daha olumlu olması beklenmektedir (UbsPhillips ve Drew, 1991: 18). Ancak böylesine bir yatırım neticesinde elde edilen faize
ilişkin gelir gerçek bir gelir olmayacaktır.
3.1.3.Faaliyetlerle İlgili Olmayan Karları Faaliyet Karlarına Dahil Etme
İşletmelerin hazırladığı mali tablolarını inceleyen analistlerin ticari olmayan faaliyetlerden elde edilen kardan ziyade ticari faaliyetlerden elde edilen karla daha
ilgili oldukları belirtilebilir. Oysaki, işletmeler tekrarlanmayan satışlara bağlı olarak
ortaya çıkan karları normal faaliyetlere dahil etme eğilimindedir. Örneğin; bazı
işletmeler satılan duran varlıklardan bir kereliğine elde edilen geliri ticari faaliyetlerinden elde edilen gelire dahil edebilirler. Bu durumun işletmenin mali durumunun yanlış yorumlanmasına sebebiyet vereceği açıktır. Yapılması gereken, sabit
EKİM 2013
55
varlıkların amortisman yoluyla defter değerlerinin azaltılması, satılması durumunda ise sözkonusu defter değerine göre kar hesaplayıp ana faaliyet konusu işlemlerden elde edilen gelirlerden farklı bir yerde raporlanmasıdır.
3.1.4.Kredileri Satış Gibi Değerlendirme
Borç alma ile satış işlemi birbirinden farklı işlemlerdir. Bu işlemlerden bir tanesi
gelir ortaya çıkarırken diğeri yükümlülük doğurmaktadır. Oysa her iki durumda da
kullanılacak hesapların alacak tarafına kayıt yapılacağından bu noktada yaratıcı
muhasebe uygulamaları için uygun bir ortam oluştuğu ifade edilebilir.
3.1.5.Takas
Gerçekte takas bir işletmenin bir ürününü başka bir işletmenin ürünü ile değiştirmesi işlemidir. Sözkonusu durumda her iki işletme de bu olayı bir satış işlemi olarak değerlendirmektedir. Ancak takas işlemi yasal bir düzenlemeye bağlı olmadan
yapılması durumunda tehlikelidir. İş hayatında, özellikle bazı yaratıcı yöneticiler,
takas işlemini fiili bir satış işlemi biçiminde göstermeye çalışmaktadırlar. Bu bağlamda özellikle telekomünikasyon sektöründe var olan kapasite takaslarının fiili
satış biçiminde gösterilmesinin yanıltıcı sonuçlara ulaşılmasına neden olduğu ifade
edilebilir. Enron olayı bu durumun en güzel örneklerinden birisi olup Enron şirketinin 2001 yılında Qwest firmasıyla yaptığı 500 milyon dolarlık bu tür bir kapasite
takasını normal bir satış olarak gösterdiği belirlenmiştir (Fusaro ve Miller, 2002:
48).
3.2.Strateji 2: Giderleri Azaltmak
Karı artırmaya yönelik diğer önemli bir strateji giderlerin azaltılmasıdır. Bu bağlamda işletmeler karlarını olduğundan düşük ya da yüksek göstermek için gelir
hesaplarıyla ilgili işlemler yapabildikleri gibi ayrıca gider hesapları aracılığıyla da
bunu gerçekleştirebilirler. Muhtemelen, giderleri azaltma yoluyla karın artırılmasının, gelirleri artırma yoluyla karın artırılmasına kıyasla daha etkin bir yol olduğu
belirtilebilir (Jones, 2011: 48). Bu strateji ile ilgili alt stratejiler aşağıdaki biçimde
açıklanabilir.
3.2.1.Karşılıkları Kullanma
Muhasebede yapılan işlerin doğası gereği birçok tahminde bulunmak gerekmektedir. Anılan tahminlerden biri de giderlerle ilgili yapılan tahminlerdir. Bu tahminlerden hareketle karşılıklar tespit edilip kayıtlara aktarıldığı için bunun oldukça
önemli bir konu olduğu ifade edilebilir. Örneğin; bir işletmenin başka bir işletmeyi
devralması durumunda, devralan işletme için yeniden yapılandırma ve yeniden
organize etmeyle ilgili maliyetler sözkonusu olacaktır. Bu giderler için satın alma
yılında karşılık ayrılacaktır. Karşılık ayrılması da toplam giderleri artıracaktır. Oysaki, işletme bu tür giderleri tekrarlanmayan (bir kerelik) giderler biçiminde değerlendirerek sürekli kar yaratan önemli faaliyetlerin dışında tutmayı tercih edebilir.
Daha sonra bu giderlerle ilgili aşırı bir tahminde bulunulduğunu tespit edip, gelir
56
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
tablosunda buna göre geri bildirim sağlayabilir. Yine normalin üzerinde karşılık
ayrılabileceği gibi, karşılık giderleri işletmenin ana faaliyetlerinden sağlanan karın
hesaplanmasında dikkate alınmayıp, daha sonraki aşamalarda karla ilişkilendirmek
yoluyla bir çok farklı durumda kullanılabilir.
3.2.2.Vergileri Azaltmak
Yaratıcı muhasebenin işletmelere, finansal durumlarını ve tabloları daha iyi gösterebilme adına iyileştirme ve süslemeye ilişkin çeşitli yöntemler sunduğu ifade edilebilir. İşletmeler sözkonusu yöntemler aracılığıyla ödeyecekleri vergileri de azaltmaya çalışmaktadır. Vergiden kaçınma (taxavoidance) biçiminde isimlendirilebilecek bu uygulamalar aracılığıyla ödenecek vergi tutarının tamamen veya kısmen
azaltılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda devletle ilgili sosyal güvenlik fonlarına
ilişkin bütçelerden veya gerçek ve tüzel kişilerce belirlenen özel amaçlı bütçelerden yararlanıldığı belirtilebilir (Rada, 2012: 144). Ayrıca ödenecek verginin azaltılması amacıyla vergi alanında uzman muhasebeciler işletmelerde istihdam edilmektedir. Bu tür uygulamalar işletmelerin vergiden kaçınma planlarının bir parçası
olarak ifade edilebilir. Sözkonusu vergiden kaçınmaya yönelik uygulama yasal bir
yol olup çoğunlukla yaratıcı muhasebe uygulamalarıyla eşit görülmektedir. Bu
durumun aksine vergi kaçırma (taxevasion) yasa dışı bir yol olup hile ile eşit algılanmakta olduğu ileri sürülebilir (Jones, 2011: 49). Uygulamada vergi kaçırma ile
ilgili farklı yöntemlerin benimsendiği görülmektedir. Bu yöntemlerden en sık karşılaşılanlardan birinin yaratıcı muhasebeden yararlanarak sahte mali beyanda bulunulması veya mevcut mali beyanın belirli hatalar içerecek şekilde hazırlanması
olduğu belirtilebilir. Benzer amaçla başvurulan yöntemlerden diğerleri; para giriş
ve çıkışlarının makbuz içermeden yapılması, faturasız mal satış işlemi, kişisel giderlerin işletme gideri biçiminde gösterilmesi, karlı ortaklıklarla ilgili sahte masraflar
beyan edilmesi ve finansal açıdan sıkıntı yaşayan bir işletmenin ortaklarının iflas
yoluna giderek mevcut işletmenin faaliyetlerine son verip yeni bir işletme kurması
biçiminde örneklendirilebilir (Rada, 2012: 145). Esasen yaratıcı muhasebeye ilişkin
planlar aracılığıyla çok farklı endüstrilerde faaliyet göstermekte olan işletmelere
potansiyel vergiden kaçınma yolları sunulmaktadır.
Öteyandan işletmelerin ödeyecekleri vergiyi azaltma adına bazen etik olamayan,
ahlak dışı uygulamalara da başvurdukları belirtilebilir. Bu bağlamda farklı ülke uygulamaları incelendiğinde örneğin; savaş gazilerine, politik nedenlerle hapis yatmış
olanlara, engellilere hatta kar amacı gütmeyen kuruluşlara vergisel açıdan belirli
muafiyetler tanındığı görülmektedir. Uygulamada işletmeler yukarıda belirtilen
sosyal gruplara tanınan vergi muafiyetlerinden yararlanma adına sahip oldukları
gayrimenkullerin tapularını bu tür vergi muafiyeti tanınan bir tanıdığın üzerine
kaydettirmektedir (Rada, 2012: 145). Gerçekte muafiyet sahibi kişinin gayrimenkulle ilgisi olmadığı gibi bu gayrimenkulden herhangi bir fayda da elde etmemektedir. Ancak işletmeler bu ve benzeri yaratıcı yollarla ödeyecekleri vergi miktarını
azaltma imkanına sahiptirler.
EKİM 2013
57
3.2.3.Büyük Temizlik Teknikleri
Bazı işletmeler, piyasada rekabet avantajlarını koruyabilmek için yan kuruluşlarını
kapatma veya bazı faaliyetlerini durdurma yolunu tercih edebilme ya da bazen
önemli ölçüde yeniden yapılandırma faaliyetlerine girişebilmektedir. Genel Kabul
Görmüş Muhasebe İlkeleri (GKGMİ) bu gibi değişiklikleri hayata geçirmenin masrafları olarak tahmin edilecek belirli bir tutarın giderler arasında gösterilmesine
izin vermektedir. Büyük temizlik teknikleri “kötü haberler vermek (yeniden yapılandırmalara bağlı ortaya çıkan büyük zararlar gibi) zorunda kalınması durumunda
hepsini bir defada bildirmek ve yolun üstünden kaldırmak en iyisidir” inancı üzerine kuruludur. Bu inanca uygun olarak, sözkonusu harcamaların çoğu tahminlere
dayalı olması münasebetiyle, daha sonra, harcamaları orta ya da en düşük seviyede tuttuğumuzda karşılaşabileceğiniz daha yüksek harcama miktarı nedeniyle ortaya çıkabilecek kar sürprizlerinden kaçınmak için olası zararları en yüksek seviyeden tahmin etmek daha iyidir (Ayarlıoğlu, 2007: 71-72).
Büyük temizlik teknikleri yönetim muhasebesinde yararlanılan bir teknik olup
olumsuz durum veya haberlerden bir seferde kurtulmayı esas almaktadır. Bu tür
bir uygulamanın giderleri azaltmaya yönelik stratejiler içine dahil edilmesinin nedeni; bu yolla gelecek dönemlerde maruz kalınacak olan, gelecek dönemlerle ilgili
giderlerin tamamının bir yılda gider kaydedilebilmesidir. Diğer bir ifadeyle, bir
yıldan daha uzun bir döneme ait olan giderlerin tamamı tek bir yıla gider olarak
kaydedilmektedir. Bu yöntem daha ziyade başka bir işletmenin devralınması veya
işletmeyi yeni bir yönetimin ele geçirmesi durumlarında kullanılmaktadır. İşletme
devralınmasına ilişkin muhasebe işlemleri karşılıklarla ilgili muhasebe işlemleriyle
bağlantılıdır. Buradaki temel mantık; cari yılda mümkün olduğu kadar çok gider
yazılması işletmenin gelecek dönemlerdeki performansının daha iyi görünmesine
olanak tanıyacağıdır. Benzer şekilde, cari dönemin ticari alacaklarını artırmak, gelecek dönemde tahsil edilecek nakit miktarını artırabilecektir.
3.2.4.Dönemsonu Stoklarını Artırmak
Stoklar yaratıcı muhasebe uygulamaları için oldukça önemlidir. Dönemsonu stok
miktarı hem bilançoda yer almakta hem de satışların maliyetini azalttığı için gelir
tablosuna etki etmektedir. Dolayısıyla stoklarla ilgili yaratıcı muhasebe uygulamalarından doğan etkinin sonraki dönemlere de yansıdığı ifade edilebilir. Bu noktadan hareketle dönemsonu stok miktarının artırıldığı bir durumda buna bağlı olarak
kar da artacaktır. Stoklarla ilgili önemli ve çekici olan durum; genellikle stoklarla
ilgili yılda bir kez envanter yapılması ve sayım ve değerleme işlemlerine bağlı olarak dönemsonu stoklarının tespit edilmesidir. Bu durum varlıkları manipüle etmeyi
oldukça kolaylaştırmaktadır.
Stoklarla ilgili rakamların değiştirilmesi temelde iki biçimde yapılabilmektedir.
Bunlardan ilki stokların miktarına odaklanırken ikincisi ise stokların değerlemesi ile
ilgilidir. Stokların miktarı, karın artırılmasına ihtiyaç duyulan dönemlerde oldukça
58
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
katı bir envanter yapılması veya stokların değerinin aşırı yüksek olduğu dönemlerde nispeten daha gevşek bir envanter yapılması (envanter yaparken tanınan serbestliklerin artırılması) yoluyla değiştirilebilir. Konu değerleme açısından ele alındığında birçok olasılık sözkonusu olduğu görülmektedir. Örneğin; demode olmuş
ve sürümü olmayan stok kalemleri için karşılıklar sözkonusudur. Ayrıca bu tür stok
kalemleri yönetimsel sübjektifliğe maruz kalmaktadır. Yani yöneticiler kişisel
amaçları doğrultusunda bu tür stok kalemlerinin tutarlarıyla oynayarak stok miktarı ile tutarları değiştirebilmektedirler. Bunun yanında kullanılan stok değerleme
yöntemi de değiştirilebilmektedir. Ortalama maliyet yöntemi, FIFO ve LIFO olmak
üzere başlıca üç stok değerleme yöntemi mevcuttur. Birçok ülkede anılan üç stok
değerleme yönteminin kullanımına izin verilmiştir. Oysaki bu üç stok değerleme
yönteminin her birinin uygulanmasına bağlı olarak farklı dönemsonu stok miktarlarına ve farklı kar düzeylerine ulaşılabilmektedir. Benzer şekilde genel üretim
giderlerinin stoklara dahil edilmesi de sözkonusu olabilmektedir. Böylesi bir durumda, dönemsonu stoklarının değerinin artmasına bağlı olarak kar düzeyi de
artacaktır (Küçük, 2010: 4). Oysa hangi fiili giderin genel üretim gideri olarak kabul
edileceği ve değerlendirileceği hususunda büyük ölçüde sübjektiflik sözkonusudur.
Bu sübjektifliklerin doğal bir sonucu olarak stok rakamları değiştirilebilmektedir.
Stoklar uygulamada, yukarıda belirtilen nedenlerle, yöneticilerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde şişirilebilmektedir.
3.2.5.Giderleri Aktifleştirmek
İşletmeler farklı düzenlemelerin de yarattığı uygun koşulların teşvik edici etkisi
nedeniyle gelecekte yarar sağlayacak maliyetlerini aktifleştirerek karlarını olduğundan yüksek gösterebilirler. Bir işletme maliyetlerini uygun olmayan şekilde
aktifleştirince (bu tür maliyetleri gider yazmak yerine aktif olarak gösterince) cari
yıl giderlerini sonraki dönem veya dönemlere aktarmış olmaktadır (Çıtak, 2009:
95). Ayrıca giderler ve aktifler borç kalanı veren hesaplar olmaları münasebetiyle,
maliyet unsurlarının aktifleştirilmesi durumunda muhasebe temel denkleminin
dengesi bozulmamaktadır. Bu noktadan hareketle, yaratıcı muhasebeciler giderleri
yeniden sınıflandırarak yalnızca karı artırmaz aynı zamanda varlıkları da artırırlar.
Yani bir nevi kazan-kazan durumu sözkonusu olmaktadır. Aktifleştirilen giderlere
yazılım geliştirme giderleri, ar-ge giderleri, kuruluş ve örgütlenme giderleri örnek
olarak verilebilir. Yine, işletmelerin sabit varlıkları imal ve inşa edebilmek amacıyla
borç para almaları durumunda, borç alınan paranın faizinin sabit varlığın maliyetinin bir parçası olması gerektiği varsayılarak aktifleştirilmesi mümkündür. Esasen
yıllar itibariyle yüksek kar elde eden işletmeler incelendiğinde, işletmelerin giderlerini aktifleştirme yoluna gittikleri görülmektedir. WorldCom bu duruma ilişkin en
güzel örneklerden birisidir (Krantz, 2002: 65).
3.2.6.Faydalı Ömürleri Uzatmak
Sabit varlıklar amortismana tabi varlıklardır. Sabit varlıkların maliyetlerinin belirli
bir zaman dilimine dağıtılması biçiminde ifade edilebilecek amortismanlar nakit
EKİM 2013
59
çıkışı gerektirmeyen bir giderdir. Amortisman giderleri gelir tablosunda raporlanmaktadır. Amortisman uygulaması varlığın faydalı ömrü ve hurda değeri gibi birçok varsayımdan hareketle yapılmaktadır. Ayrıca varlıkların yeniden değerlenmesi
de mümkündür. Normal amortisman yöntemi ve azalan bakiyeler yöntemi gibi
amortisman yöntemleri sözkonusudur. Bu noktadan hareketle varlıkları farklı biçimlerde değerleyerek, varlıkların kullanım sürelerini değiştirerek veya amortisman ayırma yöntemini değiştirerek fiili amortisman giderlerinin artırılması veya
azaltılması mümkün olmaktadır.
Raporlanan amortisman giderlerini değiştirmenin en kolay yolunun varlıkların
ekonomik ömürlerinin değiştirilmesi olduğu belirtilebilir. Bazı işletmeler duran
varlığın hizmet ömrünü belirlerken, ulaşmak istedikleri hedeflere varabilme adına
gerçek hizmet ömrünü amortismana tabi tutmamayı tercih edebilmektedir. Esasen bir sabit varlığın ekonomik ömrünü uzatmak, o varlıkla ilgili hesaplanan amortisman giderini azaltacaktır. Eğer yönetici bir varlığın daha uzun süre kullanılacağına inanırsa, ilgili varlığın kullanım süresini uzatmayı tercih edecektir. Oysa ki, yöneticin bunu yapmasının gerçek nedeni karı artırma isteği olup bu da bir nevi yaratıcı muhasebe uygulamasıdır. Örneğin; amortisman öncesi karı 20.000 TL olan bir
işletmenin sahip olduğu sabit varlıkların toplam değerinin 200.000 TL ve ekonomik
ömürlerinin 10 yıl olduğunu varsayalım. Bu durumda normal yönteme göre amortisman ayrılan bu işletmenin amortisman sonrası karı sıfır olarak hesaplanmaktadır. İşletmede ilgili sabit varlıkların ekonomik ömrünün 10 yıldan 20 yıla çıkarılması
durumunda amortisman sonrası kar 10.000 TL olarak hesaplanacaktır.
Öteyandan sabit varlıkların ekonomik ömürleri artırılabileceği gibi azaltılması da
sözkonusu olabilir. Genelde, varlıkların ekonomik ömürlerinin teknolojik ilerlemelere bağlı olarak azaldığı ifade edilebilir. Böylesine bir durumda raporlanacak
amortisman giderlerinin artması gerekirken işletmeler bu durumu hesaplarına ve
mali tablolarına yansıtmayabilmektedir. Amortismanları azaltmanın bir diğer yolu
da sabit varlıkların kayıtlardan çıkarılmasıdır. Sabit varlığın değerinin ayrılacak
amortisman giderinden az olması durumunda bu yol tercih edilebilir. Sabit varlığın
değeri ayrılacak amortismandan daha az olduğu için sabit varlık kayıtlardan çıkarıldığında daha az gider yazılmış olacaktır (UbsPhillips ve Drew, 1991: 5).
3.2.7.Kötü Borçlar (Alacaklar) İle İlgili Hoşgörülü Olma
İşletmelerin birçoğunun borç temelli olduğu ifade edilebilir. Borç temelli olmanın
doğal bir sonucu olarak satışlara bağlı ticari alacaklar ortaya çıkmaktadır. Bu ticari
alacakların bir kısmı ödenmeyebilir. İşletmeler bu tür durumlarda, ödenmeyen ve
şüpheli hale gelen alacakları için karşılık ayırmaktadır. Sözkonusu karşılıklar belirli
yargılardan hareketle hesaplanmaktadır. Bu nedenle karın artırılması istenildiği
zamanlarda, yöneticiler ödenmeme ihtimali olan şüpheli alacakların oldukça düşük
seviyede olacağına ilişkin bir tahminde bulunabilirler (Jones, 2011: 55).
60
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
3.3.Strateji 3: Varlıkları Artırmak
Bilançoyu daha sağlam bir yapıya kavuşturmanın ilk yöntemi varlıkları artırmaktır.
Giderleri azaltmaya yönelik bir önceki stratejiyle ilgili birçok teknik dolaylı yoldan
aktifleri artırmaktadır. Bu stratejide kullanılan teknikler temelde karın artırılmasından ziyade varlıkların genişletilmesine odaklanmaktadır. Varlıkların artırılmasıyla ilgili dört adet alt strateji mevcut olup bunlar aşağıda açıklanmıştır.
3.3.1.Şerefiyenin Artırılması
Şerefiye maddi olmayan bir duran varlıktır. Yani şerefiyeye taşıtlar veya binalar vb.
maddi duran varlıklarda olduğu gibi dokunma ve görme şansımız yoktur. Şerefiye,
bir işletmenin başka bir işletmeyi satın alması durumunda ortaya çıkmakta olup
satın alınan varlıkların net değeri ile satın alma bedeli arasındaki farkı yansıtmaktadır. Şerefiyenin kaydedilmesine yönelik uygulamalar bağlamında ülkelerarasında
farklılıklar mevcuttur. ABD uygulamalarına göre; şerefiye ortaya çıktığında aktifleştirilmekte ve değer kaybı ortaya çıkmadıkça bilançonun aktif tarafında gösterilmektedir. İngiltere gibi diğer bazı düzenleyici rejimlerde ise borsaya kayıtlı olmayan işletmeler şerefiyeyi amortismana tabi tutulabilir. Bu duruma bağlı olarak,
amortisman yoluyla gider yazılan tutar artırılıp, azaltılabilineceği için raporlanan
kar rakamı değiştirilebilir. Bu bağlamda, şerefiyenin değerinin mümkün olan en üst
seviyeden hesaplanması ve kayıtlara aktarılması durumunda bilançodaki varlıkların değeri artacaktır. Ayrıca bu duruma bağlı olarak gerçek satın alma değerinin
azaltılması da sözkonusu olacaktır (Jones, 2011: 55). Eğer işletme satın almaya
bağlı olarak edinilen stoklar vb. bazı varlıklar satın alma tarihinde kayıtlara aktarılmazsa, daha sonra bu aktiflerin satılmasına bağlı olarak elde edilecek kar artacaktır. Bu sebeple işletmeler, satın alma esnasında ortaya çıkan şerefiyeyi mümkün olduğunca yüksek hesaplama ve kaydetme, daha sonra değer kayıplarının
ortaya çıkmasına bağlı olarak yeniden değerlendirmeler yapma eğilimindedir.
3.3.2.Hakların ve Diğer Maddi Olmayan Duran Varlıkların Artırılması
Hakların değerlemesi muhasebede son derece tartışmalı bir konudur. Coca Cola ve
Guinness gibi bazı markalar (isim hakları) aşırı düzeyde pahalıdır. Bu tür isim haklarının kullanım değeri Amerikan Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkelerine (GAAP)
göre belirli hesaplara kaydedilmemektedir. Bazı muhasebeciler sözkonusu durumu
mantıklı bulmayıp, bu tür isim haklarının kullanım değerinin de hesaplara aktarılması gerektiğini ancak böylelikle bir işletmenin gerçek değerinin ortaya konulabileceğini ileri sürmektedirler. Buna karşılık bazı muhasebeciler ise, isim haklarının
değerlemesinin oldukça sübjektif bir konu olduğunu bu sebeple hakların kullanım
değerinin hesaplara aktarılmasının sadece bilançoda yer alan varlıkların değerini
artıracağını ileri sürmektedirler. Ayrıca böyle bir uygulamanın doğru olmayacağını
vurgulamaktadırlar.
Hakların muhasebeleştirilmesinin, muhasebe alanında yaşanan gelişmelere bağlı
olarak ortaya çıkan nispeten yeni bir konu olduğu ifade edilebilir. 1980’lerin ortaEKİM 2013
61
larından itibaren Grand Metropolitan ve Cadburyes gibi bazı İngiliz firmaları edinilen hakları bilançoya dahil etmeye başlamışlardı. Bu tür haklar bilançoya kaydedilmekte ve amortismana konu edilmekteydi. Örneğin; Grand Metropolitan 1990
yılı bilançosunda 2.317 milyon poundluk haklara sahipti. İngiltere’de sadece para
ile satın alınan haklar bilançoya dahil edilirken diğer bazı ülkelerde hakların bilançoya dahil edilmesine kesinlikle izin verilmemektedir (UbsPhillips ve Drew, 1991:
14). Bu bilgiden hareket edildiğinde Grand Metropolitan şirketinin karşı karşıya
kaldığı durumun önemi daha iyi anlaşılabilir.
Haklarla ilgili muhasebe alanında yaşanan en büyük problem; değerlemeleriyle
ilgili şeffaf ve kendi kendini doğrulayan bir yol olamamasıdır. Bu nedenle haklar
sübjektifliğe oldukça açık bir unsur olup ihtiyaç duyulması durumunda haklarla
ilgili raporlanan rakamlar değiştirilebilmekte ve manipüle edilebilmektedir. Ayrıca
işletmelerin faaliyet alanları genişledikçe ve işler daha karmaşık hale geldikçe,
sahip olunan maddi olmayan duran varlıkların öneminin arttığı belirtilebilir. Geleneksel bakış açısına göre; maddi olmayan duran varlıkların değerlemesi oldukça
güç olduğundan bu tür varlıklara bilançoda yer verilmemektedir. Oysaki günümüzde birçok farklı maddi olmayan duran varlık bilançolarda yer almaktadır. Hakların
değerlemesinde var olan ve yukarıda açıklanan zorluklar değerlendirildiğinde yaratıcı muhasebe uygulamaları için uygun birden çok alan mevcut olduğu ifade edilebilir.
3.3.3.Maddi Duran Varlıkların Yeniden Değerlenmesi
Mevcut muhasebe sistemleri incelendiğinde, bazı ülkelerde tarihi maliyet geleneğinin katı bir şekilde uygulanmasının zorunlu olmadığı görülmektedir. Örneğin;
İngiltere’de borsaya kayıtlı olmayan işletmeler, eğer isterlerse, sahip oldukları
arazi ve arsalar gibi maddi duran varlıklarını yeniden değerleyebilmektedir (Jones,
2011: 57). Bu yeniden değerleme uygulaması genelde işletmelerin sahip oldukları
maddi duran varlıklarının değerini artıracağından, bilançoda yer verilen varlıkların
toplam değeri de artacaktır. Ancak yeniden değerleme uygulamasında sübjektiflik
sözkonusu olup bu da yaratıcı muhasebe uygulamalarına uygun bir zemin oluşturmaktadır.
3.3.4.Piyasaya Göre Ayarlama (Mark to Market)
Varlıkların nasıl değerleneceği muhasebeye ilişkin cevabı oldukça zor konulardan
biridir. Bu değerleme işi oldukça karmaşık bir iş olup özellikle aktif piyasalarda
ustalık isteyen bir konudur. ABD’de geçerli olan kurallara göre; piyasada hakim
olan işletmeler yapmış oldukları önemli türev anlaşmaları ilgili muhasebe döneminde piyasa fiyatına göre düzeltme zorundadır. Bu durum gerçekleşmemiş kazanç ve kayıpların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Enron’un bu duruma ilişkin
en güzel örneklerden biri olduğu belirtilebilir(Jones, 2011: 58).
Piyasaya göre ayarlama uygulaması daha ziyade vadeli işlem borsalarındaki yatırımcılar açısından sözkonusu olmaktadır. Bu bağlamda, vadeli işlem borsasında
62
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
yatırımcıların kar veya zararları her günün sonunda hesaplanmaktadır. Açık pozisyon sahiplerinin gün sonu kar / zarar hesaplamaları ilk işlem günü sonunda; işlem
yapılan fiyat ile uzlaşma fiyatı arasındaki fark esas alınarak yapılmaktadır. Takip
eden günlerde ise, bir önceki günün uzlaşma fiyatı ile hesaplama yapılan günkü
uzlaşma fiyatı arasındaki fark esas alınmaktadır. Her gün sonunda yukarıda belirtildiği gibi hesaplanan kar veya zarar gün sonunda yatırımcıların hesaplarına yansıtılır. Yapılan bu işlem “piyasaya göre ayarlama (Mark to Market)” olarak adlandırılmaktadır (www.finhat.com).
Mark to market esasen, bilançodaki kalemleri cari (piyasa) değerlerine dönüştürme yöntemidir. Tekdüzen muhasebe sisteminde, ihtiyatlılık ilkesiyle birlikte değerlendirildiğinde sınırlı bir kullanım alanına sahip olsa da, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları açısından kullanılmasının zorunlu olduğu ifade edilebilir
(www.globalekonomikmonitor.blogspot.com). Konu basit bir örnekle açıklanmak
istenirse, mali tablolarını IFRS’lere göre düzenleyen bir işletme 100 TL’den aldığı,
10 adet A hisse senedini defterlerine 1.000 TL maliyet değeriyle kaydeder. Yıl sonu
bilançosu hazırlanırken, A hisse senedinin borsa değerinin 110 TL’ye çıkması durumunda, değerleme işlemi sonrası (piyasaya göre ayarlama) hisse senetlerinin
toplam değeri bilançoya 1.100 TL olarak aktarılırken 100 TL’de gelir tablosuna kar
olarak yazılır. Tam tersi bir durumda yani A hisse senedinin fiyatının 90 TL’ye düşmesi halinde, bilançoda yer alacak hisse senetleri kalemi 900 TL olarak düzeltilirken, gelir tablosuna 100 TL zarar aktarılır. Bu yapılan açıklamalardan hareketle;
işlerin iyi gittiği, fiyatların yükselme trendi içinde olduğu bir piyasada, mark to
market uygulaması mali tablolarda raporlanan karı artırırken, kriz durumlarında
zararı ikiye katlamaktadır (www.globalekonomikmonitor.blogspot.com).
3.4.Strateji 4: Borçları Azaltmak
Bilançonun değerini artırmaya yönelik diğer strateji borçların azaltılmasıdır. Bu
amacı gerçekleştirmenin temelde iki yolu olup bunlar aşağıda açıklanmıştır.
3.4.1.Bilanço Dışı Finansman (Bilanço Dışı Faaliyetler)
Mali işlemleri bilançoda gereğince belirtmeme yaratıcı muhasebeyle ilgili en karmaşık ve komplike uygulamalardan biridir. Bu konu esasen bir iki paragraf veya
sayfada açıklanabilecek bir konu değildir. Bilanço dışı finansman ticari bankalar
tarafından geliştirilmiş bir yöntem olup günümüzde birçok işletme tarafından da
uygulanmaktadır. Düzenleyici kurumlar bu tür uygulamaların önüne geçebilmek
adına sürekli yeni kurallar ve kanunlar hazırlayıp uygulamaya koymaktadır.
Bilanço dışı finansman uygulamasının temel amacı borçları bilançodan çıkarmaktır.
Bu işlemin arkasında farklı güdüleyici unsurlar yer alabilir. İşletmeler temelde bilançolarını daha güçlü gösterme amacıyla bu yola başvurabilirler. Örneğin; bilançoda gereğinden fazla borca sahip bir işletme borç sözleşmelerini ihlal etme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Konuya farklı bir açıdan bakıldığında, ticari hayatta
birçok işletmenin gerek ihtiyaç duydukları varlıkları satın alma gerekse faaliyetleriEKİM 2013
63
ni finanse etme adına borç almayı tercih ettikleri görülmektedir. Bu tür işletmeler
borçlanarak satın aldıkları varlıkları bilançoda göstermek istemelerine karşın satın
alma işlemine ilişkin borçlara bilançoda yer vermek istemezler. Özellikle ticari
bankalar bu amaçla sık sık oldukça karmaşık planlar uygulamaya koymaktadır.
Anılan planlar aracılığıyla; işletme varlıkları kullanım hakkı elde etmekte fakat bu
varlıkların edinimleriyle ilişkili borçlara bilançoda yer vermemektir (Jo, 2011: 58).
Varlık ve yükümlülüklerin yönetilmesi, bankaların başlıca ilgi alanı olmasına rağmen, son yıllarda rekabetçi yapının artmasına bağlı olarak bankalar da karlarını
artırmak adına bilanço dışı faaliyetlere yönelmektedirler. Bilanço dışı faaliyetler,
finansal araçların ticaretini, alınan ücretlerden ve kredi satışlarından gelir elde
etmeyi gerektiren, bankaların karlarına etki eden fakat bilançolarda görülmeyen
faaliyetler biçiminde açıklanabilirler (Gökmen, 2004: 301). Sözkonusu bilanço dışı
faaliyetler, belli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak bilançoda yer alabilen
faaliyetler olup cari bir nakit akışı sağlamadıkları için bilançoda gösterilememektedir (Allen, 1997: 52). Bilanço dışı işlemler bankaları kar zarar hesabı aracılığıyla
etkileyen işlemlerdir. Bilanço dışı işlemlerin çekici tarafı, faaliyetlerin bilançoya
aktarılmasını gerekli kılacak belirli koşullar ortaya çıkmasa bile, ücret / komisyon
şeklinde bir gelir sağlıyor olmasıdır. Konu işletmeler açısından değerlendirildiğinde, bilanço dışı faaliyet uygulamasından daha ziyade türev finansal araçlarla ilgili
işlemler kapsamında yararlanıldığı ifade edilebilir.
3.4.2.Borçları Özsermaye Unsuru Biçiminde Yeniden Sınıflandırma
Bu muhasebeyle ilgili oldukça karmaşık ve kapsamlı konulardan bir diğeridir. Aynı
zamanda düzenleyici kurulların aktif rol oynadığı alanlardan birisidir. Temelde,
özsermaye işletme sahiplerinin varlıklar üzerindeki haklarını göstermekte olup
işletmenin bilançosunda yer alan varlıklarının net değerine eşittir. Buna karşılık
borç sermaye, işletme sahiplerinin dışındaki kişi veya kurumların varlıklar üzerindeki haklarını göstermekte olup genelde işletmenin borçlanmasına bağlı olarak
ortaya çıkmaktadır. Burada belirtilen sözkonusu iki sermaye unsuru arasındaki
ilişki “borç-özsermaye oranı” yardımıyla açıklanabilir. Bu bağlamda; yüksek borçözsermaye oranına sahip bir işletmenin gelecekte önemli düzeyde faiz ödemeleriyle karşı karşıya kalacağı ifade edilebilir. Ayrıca yüksek borç-özsermaye oranına
sahip işletmelerin nispeten bu oranın düşük olduğu işletmelerle karşılaştırılması
durumunda doğal olarak daha riskli oldukları belirtilebilir. Tüm bunların yanında
borç-özsermaye oranı yüksek işletmeler, borç sözleşmelerini ihlal etme durumu ile
karşı karşıya kalabilirler (Jones, 2011: 60). Borç sözleşmelerinin ihlal edilmesine
bağlı olarak anılan borçlara ilişkin faiz giderleri beklenmeyen bir vergi giderine
dönüşür (Burilovich, 2002: 2). Diğer bir ifadeyle, borç faizlerinin zamanında ödenmemesi durumunda karşı karşıya kalınan cezalar vergi hesaplanırken dikkate alınmaz. Yukarıda açıklanan durumların tamamı işletmeleri borçlarını özsermaye biçiminde yeniden sınıflandırma hususunda teşvik etmektedir.
64
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
3.5.Strateji 5: İşletme Faaliyetlerinden Sağlanan Nakit Akışını Artırmak
İşletmelerde kar ile kıyaslandığında nakit akışına ilişkin rakamların değiştirilmesinin daha zor olduğu belirtilebilir. Bu durumun nedeninin nakit akışının hesaplanmasında karın hesaplanması kadar tahminlere ihtiyaç duyulmaması olduğu ifade
edilebilir. Diğer bir ifade ile, işletmelerde karın hesaplanabilmesi için bazı konularda tahminler yapılması gerekirken nakit akımının hesaplanabilmesi için bu derece
tahmine ihtiyaç duyulmamaktadır (Jones, 2011: 60). Nakit akış tablosu; işletme,
finansman ve yatırım faaliyetlerinden sağlanan nakit akışları biçiminde üç alt bölüme ayrılmaktadır. İşletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışlarının raporlanmasında ise direkt ve dolaylı olmak üzere başlıca iki yöntem vardır. Birçok işletme,
işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışlarını daha ziyade dolaylı yönteme göre
sunmayı tercih etmektedir. Bu durumun temel nedeni anılan yöntemin işletmelere
daha fazla esneklik sunmasıdır. Analistler nakit akış tablolarında genelde işletme
faaliyetlerinden sağlanan nakit akışları bölümüne daha fazla önem vermektedirler.
Çünkü işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışı ticari faaliyetlerden sağlanan
nakit akışını yansıtmakta olup işletmeler bu rakamı maksimum düzeye çıkarma
isteğindedir.
Nakit akış tablosu cari yılın gelir tablosu ve geçmiş iki yılın bilançosundan hareketle
hazırlanması münasebetiyle ayrıca öneme sahiptir. Bu önem nakit akış tablosunu
yaratıcı muhasebe uygulamalarına maruz bırakmaktadır. Nakit akış tablosuyla ilgili
yaratıcı muhasebe uygulamaları analistlerin daha ziyade işletme faaliyetlerinden
sağlanan nakit akışlarına odaklanmaları münasebetiyle bu bölümle ilgilidir. Buradaki temel amaç; işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışlarını en üst düzeye
çıkarmaktır. Sözkonusu amacı gerçekleştirebilmek için işletme faaliyetlerinden
sağlanan nakit girişlerini maksimum yapma ve işletme faaliyetlerinden kaynaklanan nakit çıkışlarını minimum yapma biçiminde ifade edilebilecek iki alt stratejiden
yararlanılmaktadır. Bunlar aşağıda açıklanmıştır.
3.5.1.İşletme Faaliyetlerinden Sağlanan Nakit Girişlerini Maksimum Yapma
İşletme faaliyetlerinden sağlanan nakit girişleri ticari faaliyetlerle ilgili olup süreklilik arzeden işlemlerden elde edilmektedir. Bu bağlamda tekrarlanmayan faaliyetlerden sağlanan nakit girişleri nakit akış tablosunun bu kısmında raporlanmamalıdır. Oysa işletmeler sabit varlıkların satışı gibi bir kerelik yapılan faaliyetlerden
sağlanan nakit girişlerini, ticari faaliyetlerden sağlanan nakit girişlerinin arasına
dahil etme çabasında olabilmektedir. Benzer biçimde işletmelerin, işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit girişleriyle ilgili mümkün olduğu kadar geniş bir tanımlama yapma eğilimindeyken finansman ve yatırım faaliyetlerinden sağlanan nakit
girişleriyle ilgili mümkün olduğunca dar kapsamlı bir tanımlama yapma eğiliminde
oldukları ifade edilebilir (Jones, 2011: 61). Özetle işletmeler, elde ettikleri nakit
girişlerini mümkün olduğu kadar işletme faaliyetleriyle alakalı gösterme çabası
EKİM 2013
65
içindedir. Yaşanılan bu durumun işletmelerle ilgili yanlış değerlendirmeler yapılmasına sebebiyet verdiği ifade edilebilir.
3.5.2.İşletme Faaliyetlerinden Kaynaklanan Nakit Çıkışlarını Minimum
Yapma
Burada yukarıda açıklanan alt strateji ile ilgili benzer ilkeler ters bir şekilde uygulanmaya çalışılmaktadır. Örneğin; işletmeler ticari faaliyetlerle ilgili herhangi bir
kerelik gider veya kayıpları finansman veya yatırım faaliyetlerinden kaynaklanan
nakit çıkışı olarak göstermeye çalışmaktadır. Ayrıca, işletme faaliyetlerinden kaynaklanan nakit çıkışlarıyla ilgili mümkün olduğu kadar dar kapsamlı bir tanımlama
yapma eğilimindeyken finansman ve yatırım faaliyetlerinden kaynaklanan nakit
çıkışlarıyla ilgili mümkün olduğunca geniş kapsamlı bir tanımlama yapma eğilimindedirler (Jones, 2011: 61). Özetle işletmeler, karşı karşıya kaldıkları nakit çıkışlarını
mümkün olduğu kadar yatırım veya finansman faaliyetleriyle alakalı gösterme
çabası içindedir. Tüm bunlar, işletmelerin finansal durumunun gerçek bir şekilde
tespit edilmesini engelleyen faaliyetler olarak değerlendirilebilir.
4.Sonuç
Muhasebe birçok esnekliğin mevcut olduğu bir alandır. Sözkonusu esneklikler
yaratıcı muhasebe ile ilgili farklı yöntemlerin hayata geçirilmesine imkan tanımaktadır. Temel muhasebe eşitliği; [varlıklar = borçlar + sermaye ± kar / zarar] biçiminde ortaya konulabilir. Bu temel eşitlik giderlerin varlık, borçların gelir biçiminde sınıflandırılması durumunda bozulmadan korunabilmektedir. Literatürde yaratıcı muhasebeyle ilgili beş ana strateji açıklanmıştır. Bunlar; gelirleri artırmak, giderleri azaltmak, varlıkları artırmak, borçları azaltmak ve nakit akışını artırmak
biçiminde ifade edilebilir. Gelirleri artırma ve giderleri azaltmaya yönelik stratejilerin temel amacı raporlanan karın artırılması olup bu bağlamda gelir tablosu ile ilgili
oldukları belirtilebilir. Varlıkları artırma ve borçları azaltmaya yönelik stratejilerin
temel amacı işletmenin net piyasa değerine katkı yapmak olup daha ziyade bilanço
ile ilgili oldukları ifade edilebilir. Çalışmada yaratıcı muhasebeyle ilgili açıklanan
son stratejinin temel amacının ise işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışının
artırılması olup bu bağlamda nakit akış tablosu ile ilgilidir. Gerek gelir tablosu gerek bilanço ve gerekse de nakit akış tablosu ilgili çıkar gruplarının bilgilendirilmesi
açısından çok önemli mali tablolar olup gerçekçi ve doğru hazırlanmaları yaratıcı
muhasebe uygulamalarının önlenmesi ile mümkün olacaktır. Bu amacı gerçekleştirebilme adına yasa koyucularla muhasebe meslek mensuplarının bazı hususlarda
birlikte çalışmaları önem arz etmektedir. Sözkonusu hususlar aşağıdaki biçimde
sıralanabilir.
•
66
Aynı ekonomik olayla ilgili uygulanabilir alternatif muhasebe uygulamalarına ilişkin seçimler yaratıcı muhasebeye ilişkin fırsatları en aza indirme
adına azaltılmalıdır.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
•
•
•
Muhasebe alanında yararlanılan tahminler ve kişisel değerlendirmeler
azaltılarak yaratıcı muhasebe uygulamalarının önüne geçilmelidir.
Zahiri işlemlerden kaynaklanan yaratıcı muhasebeye ilişkin fırsatların önüne geçme adına özün önceliği kavramından hareketle gerçek ve doğru yorumlama teşvik edilmelidir.
Muhasebe meslek mensupları etik kurallara daha güçlü bir şekilde bağlı
olmalı ve böylelikle bireysel anlamda muhasebecilerle denetçilerin yaratıcı
muhasebe uygulamalarına ortak olma hususunda daha az istekli olmaları
sağlanmalıdır.
Öte yandan yaratıcı muhasebe uygulamaları ile hileli finansal raporlama uygulamaları örtüşmektedir. Diğer bir ifadeyle, yaratıcı muhasebe uygulamalarının ileri
boyutu hileli finansal raporlama ile sonuçlanmaktadır. O halde, hileli finansal raporlamanın önlenmesi adına işletmelerin uyguladıkları yaratıcı muhasebe uygulamalarının belirlenmesi ve etkilerinin anlaşılması önem arz etmektedir. Bu öneme
binaen bir başka çalışmada Türkiye uygulaması açısından yaratıcı muhasebe uygulamaları çalışılabilir. Çünkü günümüzde geçerli bir finansal değerlendirme yapılabilmesi ve doğru kararlar alınabilmesi için yaratıcı muhasebe uygulamalarının tespiti kaçınılmaz bir durumdur.
EKİM 2013
67
Kaynaklar
Allen, L. (1997), CapitalMarketsandIntitutions: A Global View, New York: John
WileyInc.
Ayarlıoğlu, A. (2007), Kar Yönetimi Uygulamaları ve İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası’nda Test Edilmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe ÜniversitesiSBE.
Balaciu, D.,V. Bogdan ve A. B. Vladu(2009), “A BriefReview of Creative Accounting
LiteratureandItsConsequences in Practice”, AnnalesUniversitatisApulensis Series
Oeconomica, 11 (1), 170-183.
Brekman, J. ve M.Koczan(2006), The FASB’S RevenueRecognition Project: PervasiveIssues in Long-TermContract Accounting, Construction Accounting &Taxation,
16 (July/August 2006).
Burilovich, L. (2002), “ExploringSafeHarborsfor S Corporation Debt”, The CPA Journal, September 2002, New York.
Çıtak, N. (2009), “Yaratıcı Muhasebe Hileli Finansal Raporlama mıdır?”, Mali Çözüm, Sayı:91, 81-109.
Demir, V. ve O.Bahadır (2007), “Muhasebe Manipülasyonu-Yöntemler ve Teknikler”, Mali Çözüm, 84, 103-119.
Doğan, S. ve S.Kılıç (2009), “Örgütlerde İzlenim Yönetimi Davranışı Üzerine Kavramsal Bir İnceleme”, Atatürk Üniversitesi İİBF Dergisi, 23,3, 53-84.
Duman, H. (2010), Kamunun Aydınlatılması İlkesi Kapsamında Kazanç Yönetimi
Uygulamalarının Finansal Raporlama Kalitesi ve Şirket Performansı Üzerine Etkisi:
IMKB’de Bir Uygulama, Selçuk Üniversitesi-SBE.
Effiok, S. O. ve E.O.Eton(2012),”Creative Accounting andManagerialDecesion on
Selected Financial Institutions in Nigeria”, International Journal of Business Researchand Management, (3): Issue (1), 35- 47.
Fusaro, P.C. and Miller, R.M. (2002), WhatWentWrong at Enron, New York: John
Wiley&SonsInc.
Göçmen, G. (2004), “Türkiye’de Bankacılık Sektörünün Bilanço Dışı Faaliyetlerindeki
Gelişmeler”,http://sbe.dumlupinar.edu.tr/17/297-317.pdf,(Erişim:
21.10.2012)
Griffiths, I. (1995), New Creative Accounting, London: Macmillan.
http://www.finhat.com/index.php?p=VOB, (Erişim: 05.11.2012).
http://globalekonomikmonitor.blogspot.com/2008/07/bir-muhasebe-masal.html,
(Erişim: 22.10.2012).
68
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
http://www.oxforddictionaries.com/definition/english/creative%Baccountancy?q
=creative+ accounting, (Erişim:15.11.2012).
Jones, M. J. (2006), Accounting, Chichester: John Wiley&SonsInc.
Jones, M. J. (2011), Creative Accounting, Fraudand International Accounting Scandals, England: John Wiley&SonsInc.
Krantz, M. (2002), “Capitalizing on TheOldestTrick in TheBook”, USA Today, 27
June 2002.
Küçük, S. (2010), “Stok Değerlemesinin Dönem Karına Etkisi”, Yaklaşım Dergisi,
206, Şubat 2010.
Mathew, M.R. ve M.H.B. Perera(1996), Accounting Theoryand Development, Boston: An International Thompson Publishing Company.
Mulford, C. ve E.Comiskey (2002), The Financial Numbers Game. Detecting Creative Accounting Practices, New York: John Wiley&SonsInc.
Rada, D. (2012), “Creative Accounting andTaxDodging”, Ecocomics Series Volume:
22, Issue 3, 141-146.
Townsend, R. (1970), UpTheOrganisation, Knopf, in WileyBook of Business Quotations.
UPS Phillips&Drew (1991), Accounting forGrowth, London: UPS Phillips&Drew.
EKİM 2013
69
70
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Banka Çalışanlarının Maruz Kaldıkları
Bireysel ve Örgütsel Stres Kaynakları
Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi
Recep KILIÇ
Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İİBF
[email protected]
Sedat YUMUŞAK
Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İİBF
[email protected]
Harun YILDIZ
Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
[email protected]
Banka Çalışanlarının Maruz Kaldıkları Bireysel
ve Örgütsel Stres Kaynakları Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi
A Research on RelationshipBetween Sources of
Individual and Organizational Stress for Bank
Personnell
Özet
Abstract
Bireyler ve örgütler zaman içerisinde çeşitli
değişimlere maruz kalmaktadır. Bu değişimlere
adapte olamayan bireylerin ve örgütlerin strese
maruz kalmaları kaçınılmazdır. Bu araştırmada,
bankacılık sektörü çalışanlarının maruz kaldıkları
örgütsel (örgütsel yapı ve politikalardan, işin
yapısından ve kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan) ve bireysel stres kaynakları arasındaki
ilişkilerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca,
stres kaynaklarının demografik değişkenlere
göre farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir.
Araştırma sonucunda, bireysel stres faktörleri ile
örgütsel stres faktörleri arasında anlamlı ilişkiler
olduğu tespit edilmiştir. Demografik değişkenler
açısından incelendiğinde ise; kurumdaki çalışma
süresi ile işin yapısı ve kişilerarası ilişkilerden
kaynaklanan stres faktörleri; statü ile kişiler arası
ilişkilerden kaynaklanan stres faktörleri arasında
anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Ayrıca tüm stres
faktörleri arasında pozitif ve anlamlı korelasyonlar gözlenmiştir.
Individuals and organizations face various changes during the time. If those individuals and
organizations cannot adapt the changes, they
are inevitably exposed to stress. In this study it is
aimed to investigate the relationship between
the sources of individual and organizational
stress (occur from organizational structure and
policies, structure of the job and the relations
between the individuals). Besides, it is examined
whether those stress sources differs according to
socio-demographic variables. According to the
results it is found that there is a significant
relationship between individual stress factors
and organizational stress factors. For demographic variables the results are as follows: there
is a significant relation between the seniority
and the job structure and stress factors arise
from interpersonal relations, also significant
relations found between status and stress factors arise from interpersonal relations. In general, there is a significant positive corelation
among all stress factors.
Anahtar Kelimeler: Bireysel Stres, Örgütsel Stres,
Stres Kaynakları.
Keywords: Individual Stress, Organizational
Stress, Stress Factors.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2),71- 92
71
1. Giriş
Rekabet ortamının artması, teknolojik gelişmeler ve sosyo-kültürel değişimler
neticesinde içinde bulunduğumuz yüzyılda iş yaşamı daha karmaşık hale gelmeye
başlamıştır. Bu karmaşıklık örgüt içerisinde çalışan bireylerin de bu değişimlere
uyması zorunlu kılmıştır. Rekabet ortamının çalışanları daha karlı ve faydalı işler
yapmaya zorlaması ise, bir takım önemli sorunları da beraberinde getirmiştir. İş
ortamında ortaya çıkan bu önemli sorunlardan biri de örgütsel strestir.
Aslında stresin olumsuzluklara yol açması, sürecin çıktısı olarak yorumlanabilmektedir. Çünkü örgütsel stres ortamında çalışanlar bu durumdan öncelikle bireysel
olarak etkilenmekte, bu etkileniş de kişilerarası ilişkilere ve örgüte yayılmaktadır.
Bu yayılım tüm süreçlerde çalışanlar üzerinde önemli iş tatminsizlikleri yaratmaktadır. Bu bağlamda, stresi bir virüse benzetmek mümkündür. Örgütsel stresi erken
dönemde üstesinden gelinemediği durumlarda, örgütün kapanmasına neden olabilen bir durum olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Örgütsel stres, bu nitelikleri ile 1980’li yıllardan sonra üzerinde önemle durulması
gereken bir konu haline gelmiş, yönetim ve çalışma psikolojisinin temel araştırma
konularından birisini oluşturmuştur. Bu kapsamda bankacılık sektöründeki personele yönelik yapılan çalışmada, örgütsel (örgütsel yapı ve politikalardan, işin yapısından ve kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan) ve bireysel stres kaynakları arasındaki ilişkilerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde stres kavramı
tanımlanarak örgütsel ve bireysel stres konuları literatür kaynaklarından yararlanılarak açıklanmıştır. Alan araştırması bölümünde ise bankacılık sektöründe çalışan
personele yönelik yapılan anket sonuçlarından yararlanılarak, bireysel ve örgütsel
stres arasındaki ilişki incelenmiştir. Sonuç ve öneriler kısmında ise, araştırma sonucunda elde edilen bulgulara ve önerilere yer verilmiştir.
2. Kuramsal Çerçeve
2.1. Bireysel ve Örgütsel Stres Kavramı
İlk olarak 1930’lu yıllarda kullanılan stres kavramı, vücudun dış kaynaklı bir uyarana verdiği bir reaksiyon olarak tanımlanmıştır (Selye, 1977: 23-25). Davranışsal
bilimin birçok alanında olduğu gibi stresin de çok boyutluluğu ve karmaşıklığı nedeniyle stresin tanımı konusunda fikir birliğine varılamamıştır (Hancock ve Szalma,
2008: 4). Stres, aşırı iş yükü ve sürekli değişen planlar gibi bir takım çevresel durumlarla yüzleşen birinde görülen, bir takım fiziksel ve duygusal reaksiyonları da
ifade edebilmektedir (Gangster, 2008: 260). Bu bağlamda örgütsel stresi, örgütsel
kaynaklı dış uyarıcılar nedeniyle çalışan bedeninde meydana gelen negatif fizyolojik, biyolojik ve psikolojik değişikliklerin tamamı olarak tanımlamak mümkündür.
Stresli bir durumla karşılaşıldığında, organizma genel olarak strese karşı bir tepki
vermektedir. Hans Selye’nin “Genel Uyum Sendromu” olarak bilinen kuramına
72
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
göre organizma strese karşı alarm, direnme ve tükenme olmak üzere üç aşamalı
bir süreç ile yanıt vermektedir (Sabuncuoğlu ve Tüz, 2008). Çoğu çalışan ise, sürekli yüksek baskı hissedilen çevrelerde, iş koşuşturmacası içerisinde strese karşı negatif tepkiler verememektedir. Ancak strese uzun dönemde maruz kalınması, sağlık üzerinde yıkıcı sonuçlara neden olabilmektedir (Bal vd., 2008: 20). Bu açıdan
stres, zayıf bir sağlık durumu ve hatta ruhsal yaralanmalara kadar gidebilen bir
süreçtir. Çünkü çalışanların yetenekleri, kaynakları ve ihtiyaçları örgütsel anlamda
karşılanmadığında, meydana gelen iş tatminsizliği, bu olumsuz durumlara yol açabilmektedir (Parker, 2007: 91).
2.2. Stres Kaynağı Türleri
Stres kaynakları bireysel, grup, örgütsel ve örgüt dışı olmak üzere dört kategoriye
ayrılmaktadır (Kreitner ve Kinicki, 1989: 566). Cooper ve Marshall’a (1976) göre
örgütsel stresin kaynakları; işin yapısından kaynaklanan unsurlar, örgütteki roller,
kariyer gelişimi, iş içerisindeki kişiler arası ilişkiler, örgütsel yapı ve iklimdir. Soysal
(2009a: 348:352), Pehlivan (1993) ve Sökmen (2005) ise stres kaynaklarını işle
ilgili, örgütsel yapı ve politikalarla ilgili, dış çevre ile ilgili ve bireysel rol ve ilişkilerle
ilgili stres kaynakları olarak gruplandırmaktadırlar.
Stres kaynakları, kişilerde yapıcı strese (eustress) neden olabildiği gibi yıkıcı strese
(distress) sebep olabilmektedir (Şahin, 2005: 84). Stresin belli bir oranı bu anlamda
yıkıcı olmadıkça çalışanları olumlu eylemlere sevk edebilmektedir. Böylece çalışanlar bir nevi stresi rekabeti tetikleyici bir unsur olarak kullanmaktadır. Bu nedenle iş
yaşamındaki stresin yoğunluğu ile verimlilik arasındaki ilişki düşünüldüğünde, örgütsel ve bireysel verimliliği arttırmak için iş ortamındaki stresin kontrol altında
tutulmasında yarar vardır (Soysal, 2009b: 19).
Literatürde farklı tipte stres kaynakları belirtilmiştir. İşteki belirsizlik, aşırı iş yükü,
zaman baskısı, takım büyüklüğü, bileşimi ve yapısının işe uygun olmaması, eğitimli
takım üyelerinin eğitimsiz takımlar içerisinde çalıştırılması, beklenmedik durumlar,
kişisellik, motivasyon durumu, algılanan kontrol, prosedürel adalet algısı, teknoloji
değişiklikleri (Burke vd., 2008: 189-196), uzun çalışma saatleri, yetersiz ücret (Can,
2010: 4857; Aşık, 2005) ve yöneticiler tarafından yeterli destek sağlanmaması
(Rees vd., 2010: 506) temel stres kaynakları arasında sayılabilir.
Leung vd.’ne (2012: 160) göre adil olamayan ödül ve davranışlar, işe uygun olmayan ekipmanların kullanımı, amaç saptamadaki eksiklikler, yetersiz fiziksel çevre ve
eğitim almak için konulan kural ve hükümler; Kurt (2010: 84-85), Akar ve Yıldırım
(2008: 109) ve Lankau vd.’ne (2006: 308) göre rol belirsizliği ve rol çatışması; Bhuian vd.’ne (2005: 143) göre iş-aile çatışması; Petterson ve Arnetz’e (1998: 1763)
göre örgütsel müdahale; Fox’a (2001) göre algılanan adalet, kişilerarası çatışmalar
ve örgütsel kısıtlamalar örgütsel stres kaynaklarıdır. İletişim sorunları (Aşık, 2005),
işin yapısının belirli bir süre sonunda ağrılar ve hatta ölümlerle bile sonuçlanabilEKİM 2013
73
mesi, karar serbestliği, iş monotonluğu (Garrosa vd., 2010: 206-211); iş arkadaşlarından destek alınamaması, yeterli özerkliğin sağlanmaması (Iverson vd., 1998:
12); işyeri izleme uygulamaları (Erdemir ve Koç, 2008:1402), kontrol eksikliği, işten
atılma tehdidi, sözlü taciz (Gangster, 2008: 260), sözleşmenin son bulacağı baskısıyla yaşama gibi (Gök, 2009: 444) psikolojik yapıyla alakalı kaynaklar olabileceği
gibi sıcaklık, gürültü ve toksik maddelere maruz kalma gibi fiziksel yapıyla alakalı
stres kaynakları da olabilmektedir (Gangster, 2008: 260).
2.3. Stresin Yol Açtığı Sorunlar
Stres optimum noktanın üzerinde seyrettiği zaman, bireysel ve örgütsel bir takım
sorunlarla yüzleşme söz konusu olacaktır.
-Bireysel Sorunlar: Bireysel sağlık problemleri, çalışanlar için yüksek sağlık maliyetleri, bireysel verimlilikte azalma (Gangster, 2008: 269), akıl ve ruh sağlığının bozulması, günlük yaşamı sürdürmeye yönelik motivasyon kaybı (Can, 2010: 4854),
performans kaybı (Bhuian vd., 2005: 142; Can, 2010: 4854; Beehr, 1991: 710) ve iş
kazaları (Leung vd., 2012: 164) stresin bireysel sonuçları arasında sayılabilir.
-Örgütsel Sorunlar: Personel devir hızında artış (Beehr, 1991: 710), verimsizlik, işe
geç gitme ve devamsızlık, çatışma, örgütsel yabancılaşma ve tükenmişlik sendromu (Soysal, 2009b: 28-3; Landrum vd., 2012: 227; Özkan ve Özdevelioğlu, 2012),
işte ayrılma niyeti (Bhuian vd., 2005: 143; Beehr, 1991: 710; Lankau vd., 2006:
312) örgütsel etkinlik (Beehr, 1991: 710), örgütsel üretkenlik ve verimlilikte azalma
(Petterson ve Arnetz, 1998: 1764), örgütsel bağlılıkta azalma (Lankau vd.,
2006:312) stresin örgütsel sorunları arasında yer almaktadır.
3. Alan Araştırması
3.1. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmada, bankacılık sektöründe çalışan personelin maruz kaldıkları örgütsel
(örgütsel yapı ve politikalardan, işin yapısından ve kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan) ve bireysel stres kaynaklarına ilişkin algıların belirlenmesi amaçlanmaktadır.
Araştırmada elde edilecek bulgular yardımıyla, örgütsel ve bireysel stres kaynakları
ile bu stres kaynakları arasındaki ilişki ortaya konulacak, cinsiyet, iş tercih durumu,
yaş, eğitim durumu, iş deneyimi, çalışma süresi ve statü değişkenlerine göre de
anlamlı bir farklılığın olup olmadığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
3.2. Veri Toplama Araç ve Teknikleri
Çalışanlarının örgütsel ve bireysel stres kaynaklarına ilişkin algılarının belirlenmesi
amacıyla anket kullanılmıştır. Anket formu olarak çalışanların örgütsel stres kaynaklarının varlığına ilişkin algılarını ölçmek için Aydın’ın (2004: 14) “Örgütsel Stres
Kaynakları Ölçeği” adlı çalışmasından faydalanılmıştır. İlgili çalışmada örgütsel
stres kaynaklarının örgütsel yapı ve politikalar, işin yapısı ve kişilerarası ilişkilerden
74
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
kaynaklanan stres kaynakları ile ilgili boyutlarından faydalanılmıştır. Bireysel stres
kaynaklarına ilişkin sorular için ise, Akgündüz’ün (2006: 140) “Örgütsel Stres Kaynaklarının Çalışanların İş Tatmini Üzerindeki Etkisi ve Banka Çalışanları İçin Yapılan
Bir Araştırma” adlı çalışmasından faydalanılmıştır. Boyutlardan 3’ü örgütsel stres
faktörlerini analiz ederken son boyut bireysel stres faktörlerini değerlendirmeye
yöneliktir. Anket formunun ilk bölümünde, çalışanlara araştırmayla ilgili bilgi verilmekte, ayrıca çalışanlara yönelik birtakım demografik verilerin elde edilmesi
amaçlanmaktadır. Araştırmanın ikinci bölümü ise, beşli likert (1=çok az, 5=çok
fazla) ölçeğine göre hazırlanan 26 ifadeden oluşmaktadır.
Örgütsel stres kaynaklarına yönelik yapılan faktör analizi sonucunda, öncelikle
verilerin faktör analizine uygun olup olmadığı kontrol edilmiştir. Bu amaçla KMO
ve Bartlett testi yapılmış ve test sonucunda faktör yapısını bozan 5 soru kapsam
dışı bırakılmıştır. Beşli likert tipi 26 soruya ait KMO örneklem uygunluğu test sonucu 0,922 olarak bulunmuş, Bartlett test sonucu da anlamlı çıkmıştır (p<0,05). KMO
değerinin 0,50’den büyük olması, verilerin faktör analizi için yüksek derecede uygun olduğunu göstermektedir (Altunışık vd., 2007: 226). Ayrıca ilgili sorulara yönelik güvenilirlik analizi yapılmış ve Cronbach’s Alpha değeri 0,934 olarak tespit
edilmiştir. Cronbach’s Alpha değeri, örgütsel yapı ve politikalardan kaynaklanan
stres faktörleri için 0,894, işin yapısından kaynaklanan stres faktörleri için 0,741,
kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres faktörleri için 0,899 ve bireysel stres faktörleri için ise 0,707’dir. Bu değer anket uygulaması sonucu elde edilen verilerin
yüksek derecede güvenilir olduğunu göstermektedir.
3.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklem Seçimi
Araştırmanın evrenini Türkiye’de faaliyet göstermekte olan kamu ve özel bankaların 181.445 çalışanı oluşturmaktadır. Türkiye Bankalar Birliğinden edinilen bilgiye
göre Sektörün toplam çalışan sayısı 181.415 kişidir (TBB, 2012). Bu çerçevede p ve
q değerleri 0.5 ve 0.5, hoşgörü miktarı E=0.05 ve %95 güven aralığında 181.445
kişiyi %95 güven aralığında 384 kişinin temsil etme yeteneğine sahip olduğu hesaplanmıştır (Altunışık vd., 2007: 127). Anket formu kolayda örnekleme yöntemi
ile İstanbul, Ankara, Bursa ve Eskişehir illerindeki 400 banka çalışanına yüz yüze
görüşülerek uygulanmıştır. Gerçekleştirilen anket uygulaması sonucunda geri dönen anketlerin 364 tanesi uygun bulunmuş ve analize tabi tutulmuştur. Anketlerin
üstünkörü yapılması kaygısıyla araştırmaya gerçekten gönüllü olarak katılmak isteyen çalışanlar tercih edilmiştir. Deri dönüş oranı %95’dir.
EKİM 2013
75
Tablo 1: Anket Sorularının Geneline ve Boyutlara İlişkin Tanımlayıcı İstatistikler
Boyutlar
Örgütsel Yapı
ve Politikalardan Kaynaklanan
Stres Faktörleri
İşin Yapısı İle
İlgili Stres
Faktörleri
Kişilerarası
İlişkilerden
Kaynaklanan
Stres Faktörleri
Bireysel Stres
76
n
Ort.
Değer
Standart
Sapma
365
2,83
1,31
0,71
365
3,48
1,08
0,68
365
2,97
1,23
0,68
365
2,95
1,22
0,67
365
3,39
1,05
0,65
365
3,14
1,26
0,65
365
3,38
1,14
365
2,82
1,08
0,60
365
3,19
1,15
0,59
365
3,19
1,15
0,58
365
3,66
1,14
0,56
365
3,07
1,27
0,52
365
3,08
1,12
0,75
İfadeler
Performans değerlendirme ve terfide
adaletsizlik
Örgüt içi haberleşmenin zayıf oluşu
Görev dağılımındaki
adaletsizlik
Yetki ve sorumluluklarda uyumsuzluk
Kararlara katılamama
Birbiriyle çelişen iki
işi birden yapmak
Görevle ilgili sorumlulukların açık olmaması
Yetersiz maaş ve
ücret dengesizliği
Karar verme için
yeterli yetkiye sahip
olmama
Yeteneklerin kullanılmadığı bir bölümde çalışma
Sık sık iş içinde yer
değiştirme
Birden fazla amire
karşı sorumlu olma
İşlerin sürekli gözönünde
yapılması
zorunluluğu
Çalışma saatlerindeki
belirsizlik
Aşırı iş yükü
Aşırı yazışma ve
bürokrasinin oluşu
İş
arkadaşlarının
düşmanca
davranması
İş arkadaşlarından ve
yöneticilerden destek
alamama
Hak edilen ilgi, sevgi
ve takdir görmeme
Çalışanlar arasında
çatışmanın yaşanması
İş yerinde dedikodunun yaygın oluşu
Ast-üst ilişkilerinde
sorun yaşanması
Çalışanlar arasında
aşırı rekabetin olması
Zamanla yarışmanın
Boyut
Ort.
3,17
Boyut
St. S.
0,79
Faktör
Yükleri
0,63
365
2,57
1,35
365
2,34
1,14
0,67
365
2,64
1,17
0,62
365
3,50
1,33
0,78
365
3,23
1,20
0,75
365
3,04
1,23
0,72
365
3,07
1,21
0,69
365
3,02
1,34
0,64
365
3,04
1,18
0,51
365
3,05
1,19
0,50
365
2,92
1,11
2,66
3,14
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
3,15
0,90
0,71
0,98
0,93
Açıklanan
Varyans
20,886
10,413
15,423
0,76
9,228
yanı sıra hem başkalarıyla hem de kendimle rekabet etme
durumum
Yeni durumlara ve
uyaranlara uyabilme
durumum
Sahip
olduğum
fiziksel
özelliklerin
(hastalıklar,
direnç
durumu, hormonal
denge düzensizlikleri
vb.) işten kaynaklı
olarak
olumsuz
etkilenme durumum
Açıklanan Varyans
Faktörleri
365
3,10
1,13
0,73
365
3,43
1,27
0,57
55,951
3.4. Araştırmanın Kısıtları
Katılımcılar, ağırlıklı olarak kolayda örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir. Tesadüfî
olmayan bu yöntemin, örneklemin temsil edicilik özelliğini bir ölçüde zedelemiş
olabileceğini belirtmek gerekir. Araştırma kapsamında, 365 banka çalışanının yer
almasından dolayı, elde edilen bulguların Türkiye genelindeki banka çalışanlarının
görüşlerini yansıtma iddiası yoktur.
3.5. Araştırma Hipotezleri
Araştırma kapsamında geliştirilen ilgili hipotezler ve araştırma modeli Şekil 1 sunulmuştur.
Şekil 1. Araştırma Modeli
Gümüştekin ve Öztemiz (2004: 82-83) tarafından yapılan araştırmada yaşları daha
büyük olan çalışanların (41 yaş ve üzeri) daha fazla strese maruz kaldığı belirlenmiştir. Kaya ve Kaya’ya (2007) göre yaş ilerledikçe işten memnun olmama durumu
ve kişisel beklenti ile işyeri beklentisi arasındaki farkın daha düşük düzeyde stres
EKİM 2013
77
kaynağı olduğu tespit edilmiştir. Stres düzeylerinin ve kaynaklarının belirlenmesi
konusunda Sökmen (2005: 1-2) tarafından yapılan araştırmada yeteneklerin kullanımı, iş arkadaşları ile geçimsizlik, üstlerle anlaşmazlık, müşterilerin haksız talepleri
ve işyerinde dedikodu gibi stres kaynakları açısından kadın ve erkeler arasında
anlamlı farklılıklar gözlenmiştir. Can (2010: 4857) tarafından yapılan araştırmada
kadınların örgütsel stres faktörlerine daha fazla maruz kaldıkları sonucuna ulaşılmıştır. Mӓkikangas ve Kinnunen (2002: 550) tarafından yapılan araştırmada, erkek
çalışanlar açısından özgüven ve iyimserlik düzeyleri ile ruhsal yıkıcı stres arasında
negatif bir ilişki bulunmuştur. Kadın çalışanlarda ise, iyimserlik, zayıf örgütsel ilkim,
işteki zaman baskısı ve iş güvensizliği ile ruhsal yıkıcı stres arasında moderatör bir
rol oynamıştır. Michael vd. (2009) tarafından yapılan araştırmada, kadınların erkeklere oranla daha yüksek düzeyde iş stresine maruz kaldığı tespit edilmiştir.
Bayık vd. (2009) göre eğitim düzeyi düşük olan kadınların daha yüksek düzeyde
strese maruz kaldıkları belirlenmiştir. Robbins ve Judge’ye (2013: 611) göre iş deneyimi yüksek olan çalışanlar, tam uyum sağlama özelliklerinden dolayı daha düşük düzeyde strese maruz kalmaktadırlar. Kaya ve Kaya’ya (2007) göre yöneticilerin iş deneyimi arttıkça, çalışanların geleceği ve güvenliği ile ilgili kaygılardan dolayı
daha fazla stres yaşadıkları belirlenmiştir. Kaya ve Kaya (2007) ve Soysal’a (2009a)
göre çalışma saatlerinin normal çalışma saatlerinden fazla olması, önemli bir stres
kaynağı olarak görülmektedir. Stres kaynaklarının belirlenmesi konusunda Pehlivan (1993) tarafından yapılan araştırmada mesleğin statüsünün düşük olması
önemli stres kaynakları olarak görülmüştür. Çalışanların işlerini tercih etme
imkânına sahip olmalarının, onların iş yaşamındaki stres düzeylerini etkileyebileceği düşünülmektedir. Çünkü bireysel seçim hakkına sahip olan bireylerin iş yaşamındaki sorunlarla yüzleşmeleri durumunda, daha düşük düzeyde stresten etkilenmeleri beklenmektedir. Literatürde demografik özellikler ile stres düzeyleri
arasında birçok çalışma yapılmış ve farklılık tespit edilmişken, Özkaya vd. (2008)
tarafından gerçekleştirilen araştırmada ise, demografik değişkenlerle (cinsiyet,
medeni durum, yaş, çalışma süresi, gelir, eğitim durumu) stres düzeyleri arasında
anlamlı bir farklılık olmadığı tespit edilmiştir.
Söz konusu araştırma sonuçları ışığında, aşağıdaki H1 ve H2 hipotezleri öne sürülmüştür.
H1: Çalışanların örgütsel stres kaynaklarının varlığına ilişkin ifadelere katılma derecesi demografik değişkenlere (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, iş deneyimi, çalışma
süresi, statü ve iş tercih durumu) göre farklılık göstermektedir.
H2: Çalışanların bireysel stres kaynaklarının varlığına ilişkin ifadelere katılma derecesi demografik değişkenlere (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, iş deneyimi, çalışma
süresi, statü ve iş tercih durumu) göre farklılık göstermektedir.
Efeoğlu ve Özgen (2007: 249-251) tarafından gerçekleştirilen araştırmada, iş-aile
yaşam çatışması ve iş-aile çatışması ile iş stresi arasında pozitif bir ilişki bulunmuş-
78
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
tur. Çalışanların aylık gelirlerini harcamalarında kullanırken dikkatli olmamaları,
onların iş ortamında daha fazla gerilim altına girmesine ve daha fazla stres yaşamalarına neden olmaktadır (Robbins ve Judge, 2013: 611; Eren, 2010). Çalışanların
kişilik yapıları ile stres düzeyleri incelendiğinde de A tipi kişilik yapısına sahip olanların B tipi kişilik yapısına sahip olanlara göre daha fazla stres hissettikleri belirlenmiştir (Güney, 2011; Robbins ve Judge, 2013: 611). Ayrıca, kadın çalışanların
stres verici yaşam olaylarından dolayı (hamilelik, evlilik, uyku alışkanlığında değişiklik gibi) bireysel stres düzeylerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Bayık
vd., 2006). İlave olarak, çalışanların fiziksel çevre koşullarından (gürültü, aydınlanma, nem gibi) etkilenme seviyeleri de maruz kalınan stres düzeyi üzerinde bireysel olarak farklılık göstermektedir (Özkalp ve Kırel, 2010). Çalışanların iş yaşamlarında çatışma yaşamları, kişilik özellikleri, günlük yaşam olaylarındaki değişiklikler ve fiziksel çevre koşulları bireysel olarak incelendiğinde, stresin sürekli bir olgu
olduğu gözden kaçırılabilir. Ancak ayrı ayrı bakıldığında ise, nispeten daha önemsiz
olarak değerlendirilen bu faktörler bir ayara gelip, işyerindeki örgütsel stres kaynaklarına eklendiğinde, bu durum çalışanlar için daha da içinden çıkılamaz bir hal
alabilmektedir.
Söz konusu araştırma sonuçları ışığında, aşağıdaki H3 ve H4 hipotezleri öne sürülmüştür.
H3: Bireysel stres kaynakları ile örgütsel stres kaynakları arasında ilişki vardır.
H4: Çalışanların bireysel stres kaynaklarına maruz kalma düzeyleri arttıkça örgütsel
stres kaynaklarının varlığına ilişkin algıları da artmaktadır.
3.6. Araştırmanın Yöntemi
Verilerin normal dağılıma uygunluğunu test etmek amacıyla tek örneklem kolmogorov-smirnov testi ve varyansların homojenliği testi kullanılmış ve test sonucunda
anlamlılık değerlerinin 0,05’den küçük olması incelenen faktörlerin normal dağılıma sahip olmadığını göstermektedir.
Verilerin normal dağılması nedeniyle parametrik testlerden faydalanılmıştır. Örgütsel ve bireysel stres kaynakları ile çalışanların cinsiyet ve iş tercih durumu değişkenleri arasındaki görüş farklılıklarını tespit etmek amacıyla bağımsız örneklem
t-testi uygulamasına gidilmiştir.
Örgütsel ve bireysel stres kaynaklarının yaş, eğitim durumu, iş deneyimi, çalışma
süresi ve statü değişkenine göre farklılık gösterip göstermediğini analiz etmek için
tek yönlü varyans analizinden (one-way ANOVA) yararlanılmıştır.
Örgütsel stres kaynaklarının kendi aralarındaki ve bireysel stres kaynakları arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin yönünü tespit etmek amacıyla Pearson korelasyon
analizi yapılmıştır. Çünkü bireysel ve örgütsel stres kaynaklarındaki yapılacak her
bir birimlik değişimin diğer boyutları pozitif anlamda etkilemesi beklenmektedir.
EKİM 2013
79
Bu amaçla belirlenen pozitif şiddetin yüksek oranda etkilediği kaynaklara yönelik
eksikliklerin öncelikli olarak çözülmesi ve düşük pozitif etkiye sahip kaynaklara ait
ilişkinin de olabildiğince düşürülmesi, örgütsel etkinliğin istenilen düzeyde olmasına katkı sağlayabilecektir.
Ayrıca bireysel stres kaynaklarının örgütsel stres kaynaklarının varlığına ilişkin algıyı ne oranda etkilediğini belirlemek amacıyla tek değişkenli regresyon analizinden
faydalanılmıştır.
3.7. Araştırma Verilerinin Analizi
3.7.1. Demografik Veriler
Demografik değişkenlere ait veriler Tablo 2’ de sunulmuştur.
Tablo 2: Demografik Değişkenler Tablosu
Değişkenler
Cinsiyet
İş Deneyimi
Yaş
Eğitim
Durumu
Alt Değişkenler
Frekans
%
Erkek
Bayan
1 yıldan az
1-3 yıl
4-7 yıl
167
198
37
93
95
45,8
54,2
10,1
25,5
26,0
8 yıl ve üzeri
140
38,4
20 altı-30 yaş
124
34,0
31-40 yaş
174
47,7
41-50 yaş
25
6,8
51 ve üstü yaş
42
11,5
Lise ve altı
58
15,9
Lisans/Önlisans
281
77,0
Lisansüstü
26
7,1
TOPLAM
365
100
Değişkenler
İş Tercih
Durumu
Çalışma
Süresi
Statü
Alt Değişkenler
Evet
Hayır
1 yıldan az
1-3 yıl
4-7 yıl
8 yıl ve
üzeri
Üst Kademe
Yönetici
(Şube Müdürü)
Orta Kademe Yönetici
(Yönetmen,
Müdür Yrd.)
Alt Kademe
Yönetici
(Yetkili,
Uzman)
Diğer (Analist, Uzman
Yrd., Gişe
Yetkilisi)
TOPLAM
Frekans
%
229
136
49
112
99
62,7
37,3
13,4
30,7
27,1
105
28,8
57
15,6
113
31,0
79
21,6
116
31,8
365
100
Ankete cevap veren katılımcıların demografik özellikleri incelendiğinde, katılımcıların büyük çoğunluğunun 8yıl ve üzeri iş deneyimine sahip, yaş ortalaması olarak
40 yaşın altında ve lisans mezunu olduğu görülmektedir. İlave olarak, katılımcıların
önemli bir kısmının çalıştıkları işi kendilerinin tercih ettiği görülmektedir.
3.7.2 Hipotezlerin Testi
80
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
“H1: Çalışanların örgütsel stres kaynaklarının varlığına ilişkin ifadelere katılma
derecesi demografik değişkenlere (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, iş deneyimi, çalışma süresi, statü ve iş tercih durumu) göre farklılık göstermektedir.” hipotezini
test etmek amacıyla bağımsız örneklem t-testi ve tek yönlü varyans analizinden
faydalanılmıştır. Analiz verileri Tablo 3 ve Tablo 4’de gösterilmektedir.
Tablo 3: Kurumdaki Çalışma Süresine İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi Tablosu
Örgütsel Stres Kaynakları
Gruplararası
Gruplariçi
Toplam
Gruplararası
Gruplariçi
Toplam
Kişilerarası Gruplararası
İlişkiler
Gruplariçi
Toplam
*p<0,05
Örgütsel
Yapı ve
Politikalar
İşin Yapısı
Kareler
Toplamı
3,976
225,875
229,671
6,942
287,983
294,925
7,952
342,160
350,111
Serbestlik
Derecesi
3
361
364
3
361
364
3
361
364
Kareler
Ort.
1,265
0,626
F
2,022
P değeri
(Sig.)
0,110
2,314
0,798
2,901
0,035*
1,325
0,860
2,796
0,040*
H1 hipotezinin cinsiyet ve iş tercih durumu değişkenlerine ilişkin yapılan bağımsız
örneklem t-testi neticesinde, çalışanların örgütsel stres kaynaklarının varlığına
ilişkin ifadelere katılma derecesi cinsiyet ve iş tercih durumu göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık göstermemiştir (p>0,05). Yaş, eğitim durumu ve iş deneyimi değişkenlerine ilişkin yapılan tek yönlü varyans analizi (one-way ANOVA) neticesinde de, istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Anlamlı çıkmayan analiz sonuçları yer kısıtı nedeniyle tablo halinde gösterilmemiştir.
Ancak kurumdaki çalışma süresi ve statü değişkenlerine ilişkin yapılan tek yönlü
varyans analizi (one-way ANOVA) neticesinde, istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık saptanmıştır (p<0,05).
Tablo 2’de birinci hipoteze yönelik veriler incelendiğinde, kurumdaki çalışma süresi açısından işin yapısından ve kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan örgütsel stres
kaynakları arasında istatistiksel açıdan anlamlı derecede bir farklılık gözlenmiştir.
Çalışanların işin yapısından kaynaklanan stres kaynakları ile ilgili sorulara verdikleri
yanıtların ortalamaları incelendiğinde bu stres faktörüne, 1 yıldan az ( = 2.77) ve
8 yıl ve üzeri ( = 2.80) çalışma süresine sahip çalışanların 1-3 yıl ( = 2.46) arasında çalışma süresine sahip olan çalışanlara göre daha yüksek derece katıldıkları
gözlenmiştir. Bu durum genel olarak 1 yıldan az ve nispeten daha az tecrübeye
sahip çalışanlar ile 8 yıl ve üzeri çalışma süresine sahip tecrübeli çalışanların, işin
yapısından kaynaklanan stres kaynaklarını, orta derecede stres kaynağı olarak
görmesi olarak yorumlanabilir. Çalışanların kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan
EKİM 2013
81
stres kaynakları ile ilgili sorulara verdikleri yanıtların ortalamaları incelendiğinde
bu stres faktörüne, 1 yıldan az ( = 3.43) çalışma süresine sahip çalışanların 1-3 yıl
( = 2.96) arasında çalışma süresine sahip olan çalışanlara göre daha yüksek derece katıldıkları gözlenmiştir. Bu durum genel olarak 1 yıldan az ve nispeten daha az
tecrübeye sahip çalışanların, kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres kaynaklarını, yüksek derecede stres kaynağı olarak görmesi olarak yorumlanabilir.
Özkaya vd. (2008: 177-178) tarafından stresin demografik değişkenler üzerindeki
etkisini ölçmek amacıyla yapılan araştırmada idari personel, erkek personel, bekar
personel, 20-30 yaş grubu, toplam hizmet süresi 1-5 yıl, kurumdaki hizmet süresi15 yıl, doçent ve tekniker olan çalışanların diğer çalışanlara göre (bir ölçüde) daha
stresli oldukları tespit edilmiştir.
Tablo 4: Statü Değişkenine İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi Tablosu
Örgütsel Stres Kaynakları
Örgütsel Yapı
ve Politikalar
İşin Yapısı
Kişilerarası
İlişkiler
Gruplararası
Gruplariçi
Toplam
Gruplararası
Gruplariçi
Toplam
Gruplararası
Gruplariçi
Toplam
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ort.
4,136
3
1,379
225,536
229,671
361
364
0,625
3,802
3
1,267
291,123
294,925
361
364
0,806
10,806
3
3,602
339,306
350,111
361
364
0,940
2,207
P değeri
(Sig.)
0,087
1,572
0,196
3,832
0,010*
F
*p<0,05
Tablo 3’de birinci hipoteze yönelik veriler incelendiğinde, statü (kurumdaki çalışma pozisyonu) açısından kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan örgütsel stres kaynakları arasında istatistiksel açıdan anlamlı derecede bir farklılık gözlenmiştir. Çalışanların kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres kaynakları ile ilgili sorulara verdikleri yanıtların ortalamaları incelendiğinde bu stres faktörüne, üst kademe yöneticilerin –şube müdürü– ( = 3.50) orta kademe yöneticilere –yönetmen, müdür
yardımcısı– ( = 3.06) ve diğer statüdeki –analist, uzman yardımcısı, gişe yetkilisi–
( = 3.00) çalışanlara göre daha yüksek derece katıldıkları gözlenmiştir. Bu durum
genel olarak üst kademe yöneticilerin –şube müdürü– çalışanların, kişilerarası
ilişkilerden kaynaklanan stres kaynaklarını, yüksek derecede stres kaynağı olarak
görmesi olarak yorumlanabilir.
82
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Birinci hipotez, %95 güven aralığında kurumdaki çalışma süresi için, “işin yapısından kaynaklanan stres kaynakları (p=0,035) ve kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan
stres kaynakları (p=0,40)” boyutları ve statü değişkeni için “kişilerarası ilişkilerden
kaynaklanan stres kaynakları (p=0,10)” boyutu açısından desteklenirken, diğer
boyutlar açısından desteklenmemiştir.
“H2: Çalışanların bireysel stres kaynaklarının varlığına ilişkin ifadelere katılma derecesi demografik değişkenlere (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, iş deneyimi, çalışma
süresi, statü ve iş tercih durumu) göre farklılık göstermektedir.” hipotezini test
etmek amacıyla bağımsız örneklem t-testi ve tek yönlü varyans analizinden faydalanılmıştır. H2 hipotezinin cinsiyet ve iş tercih durumu değişkenlerine ilişkin yapılan
bağımsız örneklem t-testi ve yaş, eğitim durumu, iş deneyimi, kurumdaki çalışma
süresi ve statü değişkenlerine ilişkin yapılan tek yönlü varyans analizi (one-way
ANOVA) neticesinde, istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık saptanmamıştır
(p>0,05). Anlamlı çıkmayan analiz sonuçları yer kısıtı nedeniyle tablo halinde gösterilmemiştir.
İkinci hipotez, %95 güven aralığında bireysel stres kaynakları açısından desteklenmemiştir.
“H3: Bireysel stres kaynakları ile örgütsel stres kaynakları arasında ilişki vardır.”
hipotezini test etmek amacıyla Pearson Korelasyon analizinden faydalanılmıştır.
Analiz verileri Tablo 5’de gösterilmektedir.
Tablo 5’de örgütsel stres kaynaklarının kendi aralarında orta (r=0,492 ve r=0,559)
ve yüksek (r=0,645) derecede pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişkinin olduğu tespit
edilmiştir. Bireysel stres kaynakları ile örgütsel stres kaynakları arasında da orta
(r=0,412 ve r=0,464) ve yüksek (r=0,605) derecede pozitif yönlü ve anlamlı bir
ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Örgütsel stres kaynakları arasındaki en yüksek
ilişki “örgütsel yapı ve politikalardan kaynaklanan stres faktörleri” ile “kişilerarası
ilişkilerden kaynaklanan stres faktörleri” arasında (r= 0,645) gözlenmiştir. Bireysel
stres kaynakları ve örgütsel stres kaynakları arasındaki en yüksek ilişki ise, “bireysel stres” ile “kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres faktörleri” arasında (r=
0,605) gözlenmiştir.
Yüksek olan iki boyuta ait tanımlayıcı istatistiklerin soru bazında ve boyut bazında
gösterildiği Tablo 5’deki verilerden faydalanıldığında, “örgütsel yapı ve politikalardan kaynaklanan stres faktörlerine ( = 3.17)”, “kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres faktörlerine ( = 3.14)” ve “bireysel strese ( = 3.15)” orta derecede
katıldıkları gözlenmektedir. Çalışanların orta derecede kaldıkları “örgütsel yapı ve
politikalardan kaynaklanan stres kaynaklarının” soru bazındaki ortalamaları incelendiğinde, örgüt içi haberleşmenin zayıf oluşu, kararlara katılamama, görevle ilgili
EKİM 2013
83
sorumlulukların açık olmaması ve sık sık iş içinde yer değiştirmenin fazla olduğu
gözlenmektedir. Çalışanların orta derecede kaldıkları “kişiler arası ilişkilerden kaynaklanan stres kaynaklarının” soru bazındaki ortalamaları incelendiğinde, iş arkadaşlarının düşmanca davranmasının fazla olduğu gözlenmektedir. Çalışanların orta
derecede kaldıkları “bireysel stresin” soru bazındaki ortalamaları incelendiğinde
ise, sahip olunan fiziksel özelliklerin (hastalıklar, direnç durumu, hormonal denge
düzensizlikleri vb.) işten kaynaklı olarak olumsuz etkilenmesinin fazla olduğu gözlenmektedir.
Üçüncü hipotez, bireysel stres kaynakları ile örgütsel stres kaynaklarının tüm boyutları arasındaki ilişki açısından desteklenmiştir.
Tablo 5: Örgütsel ve Bireysel Stres Kaynakları Arasındaki Korelasyonlar
Örgütsel Stres Kaynakları
Örgütsel Yapı ve Politikalar
İşin Yapısı
Kişilerarası İlişkiler
Bireysel Stres
**p<0.01 (Çift Yönlü)
1
1
0,492**
0,645**
0,412**
2
3
4
1
0,559** 1
0,464** 0,605** 1
“H4: Çalışanların bireysel stres kaynaklarına maruz kalma düzeyleri arttıkça örgütsel stres kaynaklarının varlığına ilişkin algıları da artmaktadır.” hipotezini test etmek amacıyla tek değişkenli regresyon analizinden faydalanılmıştır. Analiz verileri
Tablo 6’da gösterilmektedir.
Model 1 sonuçları incelendiğinde R² değerinin 0,168 olduğu görülmektedir. Ayrıca
Tablo 7’de model ile ilgili F değerinin 74,240 olduğu belirtilmiştir. Buna göre modelin istatistiki açıdan anlamlı ve modelin açıklama gücünün 0,17 olduğu görülmektedir.
Tablo 6’daki katsayılar matrisine göz atılacak olunursa; bireysel stresin örgütsel
yapı ve politikalardan kaynaklanan stres üzerine istatistiki açıdan anlamlı bir etkisi
olduğu ortaya çıkmaktadır. Modelde bağımsız değişkene ait katsayı 0,352 olup,
buna karşılık gelen beta (standardize edilmiş regresyon katsayısı) 0,412’dir. Bu
değer ise istatistiksel açıdan anlamlı bir katkıyı ifade etmektedir. Bu durum modelde yer alan bireysel stres ile örgütsel yapı ve politikalardan kaynaklanan stres
arasında pozitif bir ilişkinin olduğunu, bireysel stresin örgütsel yapı ve politikalardan kaynaklanan strese katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Bireysel streste
meydana gelecek bir artış, örgütsel yapı ve politikalardan kaynaklanan stres üzerinde %41.2’lik bir stres artışı ile sonuçlanacaktır.
84
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 6: Model 1 Regresyon Analizi Sonuçları
Model 1
Değişkenler
Sabit
Bireysel Stres
Düzeltilmiş R²
F
* p<0,05
ÖYPS = α + β1 BS + ε
ÖYPS : Örgütsel Yapı ve Politikalardan Kaynaklanan Stres
BS
: Bireysel Stres
Standart Olmayan Standartlaştırılmış
P
Katsayılar
Katsayılar
2,064
0,000
0,352
0,412
0,000*
0,168
74,240
P=0,000*
Model 2 sonuçları incelendiğinde R² değerinin 0,213 olduğu görülmektedir. Ayrıca
Tablo 7’de model ile ilgili F değerinin 99,322 olduğu belirtilmiştir. Buna göre modelin istatistiki açıdan anlamlı ve modelin açıklama gücünün 0,21 olduğu görülmektedir.
Tablo 7: Model 2 Regresyon Analizi Sonuçları
Model 2
Değişkenler
Sabit
Bireysel Stres
Düzeltilmiş R²
F
* p<0,05
İYS = α + β1 BS + ε
İYS : İşin Yapısından Kaynaklanan Stres
BS
: Bireysel Stres
Standart Olmayan Standartlaştırılmış
Katsayılar
Katsayılar
1,244
0,449
0,464
0,213
99,322
P=0,000*
P
0,000
0,000*
Tablo 7’deki katsayılar matrisine göz atılacak olunursa; bireysel stresin işin yapısından kaynaklanan stres üzerine istatistiki açıdan anlamlı bir etkisi olduğu ortaya
çıkmaktadır. Modelde bağımsız değişkene ait katsayı 0,449 olup, buna karşılık
gelen beta (standardize edilmiş regresyon katsayısı) 0,464’dür. Bu değer ise istatistiksel açıdan anlamlı bir katkıyı ifade etmektedir. Bu durum modelde yer alan bireysel stres ile işin yapısından kaynaklanan stres arasında pozitif bir ilişkinin olduğunu, bireysel stresin işin yapısından kaynaklanan strese katkı sağladığını ortaya
koymaktadır. Bireysel streste meydana gelecek bir artış, işin yapısından kaynaklanan stres üzerinde %46.4’lük bir stres artışı ile sonuçlanacaktır.
Model 3 sonuçları incelendiğinde R² değerinin 0,364 olduğu görülmektedir. Ayrıca
Tablo 8’de model ile ilgili F değerinin 209,654 olduğu belirtilmiştir. Buna göre modelin istatistiki açıdan anlamlı ve modelin açıklama gücünün 0,36 olduğu görülmektedir.
EKİM 2013
85
Tablo 8: Model 3 Regresyon Analizi Sonuçları
Model 3
Değişkenler
Sabit
Bireysel Stres
Düzeltilmiş R²
F
* p<0,05
KİS = α + β1 BS + ε
KİS : Kişilerarası İlişkilerden Kaynaklanan Stres
BS
: Bireysel Stres
Standart Olmayan Standartlaştırılmış
Katsayılar
Katsayılar
1,125
0,638
0,605
0,364
209,654
P=0,000*
P
0,000
0,000*
Tablo 8’deki katsayılar matrisine göz atılacak olunursa; bireysel stresin kişilerarası
ilişkilerden kaynaklanan stres üzerine istatistiki açıdan anlamlı bir etkisi olduğu
ortaya çıkmaktadır. Modelde bağımsız değişkene ait katsayı 0,638 olup, buna karşılık gelen beta (standardize edilmiş regresyon katsayısı) 0,605’dir. Bu değer ise
istatistiksel açıdan anlamlı bir katkıyı ifade etmektedir. Bu durum modelde yer
alan bireysel stres ile kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres arasında pozitif bir
ilişkinin olduğunu, bireysel stresin kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan strese katkı
sağladığını ortaya koymaktadır. Bireysel streste meydana gelecek bir artış, kişilerarası ilişkilerden kaynaklanan stres üzerinde %60.5 ‘lik stres artışı ile sonuçlanacaktır.
Dördüncü hipotez, %95 güven aralığında tüm örgütsel stres kaynakları açısından
desteklenmiştir.
4. Sonuç ve Öneriler
Yapılan araştırma sonucunda bankada çalışma süresi ile işin yapısından ve kişiler
arası ilişkilerin sebep olduğu örgütsel stres kaynakları arasında anlamlı bir ilişki
olduğu gözlemlenmiştir. Daha az tecrübeli olan personel tecrübeli personele göre
stres kaynaklarından daha çok etkilenmektedirler.
Banka çalışanlarının işyerindeki statülerinin stres kaynaklarına olan etkisine bakıldığında statü ile örgütsel stres kaynakları arasında doğrusal bir ilişki olduğu gözlemlenmiştir. Statü arttığında örgütsel stres düzeyinde de artış olmaktadır. Bankadaki üst kademe yöneticilerin örgüt içerisinde stres düzeyi en yüksek olan çalışanlar olduğu tespit edilmiştir. Bu duruma gerekçe olarak bankadaki üst düzey yöneticilerin taşıdıkları sorumluluk düzeylerinin yüksek olması söylenebilir. Rees vd.’ne
(2010: 510) göre bu durumu düzeltmek amacıyla örgütsel olarak verilen desteğin
arttırılması çalışanların kaygı ve sıkıntılarını azaltabilir.
Bireysel stres kaynakları ile örgütsel stres kaynakları arasında pozitif ve anlamlı bir
ilişki gözlemlenmiştir. Banka çalışanlarının iş ortamında yaşadıkları bireysel stres
faktörleri toplamda örgütsel stres faktörlerini etkilemekte ve örgütsel stresinde
86
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
artmasına neden olmaktadır. Banka çalışanların maruz kaldıkları örgütsel stresi
azaltmak için öncelikle bireysel strese neden olan faktörler incelenmeli ve bu faktörlerin bireyler üzerindeki etkisi azaltılmaya çalışılmalıdır.
Bireysel stres kaynaklarına maruz kalma düzeyleri arttıkça örgütsel yapı ve politikalardan, işin yapısından ve kişiler arası ilişkilerden kaynaklanan stres düzeyi de
artmaktadır. Bu durum bireysel stresin örgütsel stres üzerindeki etkinliğini ortaya
koymaktadır.
Örgütsel stres kaynakları ile cinsiyet, iş tercih durumu, yaş, eğitim durumu ve iş
deneyimi değişkenleri arasında; bireysel stres kaynakları ile sosyo-demografik
değişkenler arasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. Örgütsel stres ve bireysel
stres kaynakları bankada çalışanların tamamını etkilemektedir.
Bireysel ve örgütsel stres kaynaklarının azaltılması için banka yöneticilerine şunlar
önerilebilir; kararların paylaşılarak alınması, görev dağılımı ve personel güçlendirme çalışmalarına ağırlık verilmesi, güdüleyici liderlik uygulamalarına gidilmesi,
diğer işlerle benchmarking (kıyaslama) yapılarak olumlu iş süreçleri kendi işletmelerine uygulanmalı ve personelinden gelen sese kulak verilmelidir. Aygül’ e (2012:
51-55) göre destekleyici ilişkiler oluşturmak çalışanların kendi aralarında ve yöneticiler-çalışanlar arasında işbirliğinin olması, karşılıklı yardımlaşma ve güven ilişkisinin yerleşmesi stresin yapacağı olumsuz sonuçları ortadan kaldırmaktadır. Bu
yönde gelişen ilişkiler, iletişim kanallarının daha etkin çalışmasını sağlamaktadır.
Ayrıca bilişsel çatışmaya ilişkin yaratıcı çözüm yollarının bulunmasını hızlandırmaktadır. Örgüt içerisinde çalışanlar arasında destekleyici ilişkilerin olması, stresin
yapacağı hasarları hem örgüt düzeyinde hem de bireysel düzeyde en aza indirecektir.
Örgütsel stresin azaltılması konusunda Pehlivan (1992: 800-801) eğitime önem
verilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Çünkü personel eğitim sayesinde yapmış
oldukları işin gerekli öz niteliklerini kazanmakta ve böylece daha verimli bir şekilde
çalışmaktadırlar. Chokkanathan (2009: 243)’a göre olanaklar yeterli ölçüde sunulduğunda yıkıcı psikolojik stres azalmaktadır. Stres kaynaklarının şiddeti attıkça ise,
psikolojik yıkıcı stresin de etkisi artmaktadır. Iverson vd. (1998: 1), stresi azaltma
konusunda stres yönetimi programlarını önermektedirler. Lankau vd. (2006:312)
stresin azaltılması için iş yerindeki rollerin netleşmesi gerektiğini öne sürmektedirler. Başaran (2004:111)’e göre hem örgütsel hem de bireysel stresin azaltılmasında katılımlı yönetimin sağlanması yararlı olabilmektedir. Çalışanların kararların
hazırlanışına katılması halinde bu durum onlara sorumluluk duygusu yükleyeceği
için kararların uygulanışında çok fazla itirazlarla karşılaşılmayacak ve böylece bireysel ve örgütsel stresin ortaya çıkması engellenecektir.
Sonuç olarak, banka çalışanları yoğun mesai ile çalışmaları ve parasal konularla
ilgilendikleri için dikkat düzeyinin tüm mesai boyunca yüksek olması nedeniyle
EKİM 2013
87
hem bireysel hem de örgütsel olarak stres düzeyi yüksek olan bir alanda çalışmaktadırlar. Yaptıkları bir hata aldıkları maaşın azalmasına neden olduğundan tüm
mesai boyunca strese maruz kalmaktadırlar. Bu stresi azaltmak adına onların kişisel hatalarını en aza indirebilecek bankacılık sistemlerini kullanmaları, mesai arkadaşları tarafından desteklenmeleri ve banka dışında geliştirilecek çeşitli aktivitelerle kişilerin mesai içerisinde maruz kaldıkları yoğun stresin azaltılması gerekmektedir. Aksi takdirde bu kadar yoğun stres altında çalışmak çalışanların fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklar yaşamalarına neden olabilir.
88
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kaynaklar
Akgündüz, S. (2006). Örgütsel Stres Kaynaklarının Çalışanların İş Tatmini Üzerindeki Etkisi ve Banka Çalışanları İçin Yapılan Bir Araştırma. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S. ve Yıldırım, E. (2007). 5. Baskı, Sosyal
Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, SPSS Uygulamalı, Sakarya: Sakarya Yayıncılık.
Aşık, N. (2005). Otel İşletmelerinde İşgörenlerin Örgütsel Stres Kaynakları ve Stresin Bireysel Sonuçlarına İlişkin Bir Araştırma, Mevzuat Dergisi, 8(91).
Aydın, Ş. (2004). Otel İşletmelerinde Örgütsel Stres Faktörleri: 4-5 Yıldızlı Otel İşletmeleri Uygulaması, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
6(4), 1-21.
Aytül, A.Ö. (2012). Çatışma ve Stres Yönetimi, Anadolu Üniversitesi Yayın No:2547,
Eskişehir, 51 - 55
Bal, V., Campbell, M. ve McDowell-Larsen, S. (2007). Managing Leadership Stress
(1st ed.). Greensboro, NC: Center of Creative Leadership.
Başaran, B. (2004). Örgüt İçi İletişim ve Yönetime Katılma İlişkisinin Genel Memnuniyet Üzerine Etkisi: Sektörel Bir Uygulama, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Bayık, A., Özsoy, S. A., Ardahan, M., Özkahraman, Ş. ve İz, F. B. (2006). Kadınların
Stres Verici Yaşam Olaylarıyla Karşılaşma Durumları, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 9(2), 1-12.
Beehr. T. A. (1991). Stress in the Workplace: An Overview. In J. W. Jones, B. D.
Steffy & D. W. Bray (Eds.), Applying Psychology in Business: The Handbook for
Managers and Human Resource Professionals (pp. 709-714). Lexington, MA:
Lexington.
Bhuian, S. N., Menguc, B. ve Borsboom, R. (2005). Stressors and Job Outcomes in
Sales: a Triphasic Model Versus a Linear-Quadratic-Interactive Model, Journal of
Business Research, 58(2), 141-150.
Burke, C. S., Priest, H. A., Salas, E., Sims, D. ve Mayer, K. (2008). Stress and Teams:
How Stress Affects Decision Making at the Team Level. In P. A. Hancock & J. L.
Szalma (Eds.), Performance Under Stress (pp. 181-208). Abingdon, Oxon, GBR:
Ashgate Publishing Group.
Can, S. (2010). Organizational Stressors for the Students Teachers in State Universities, Procedia Social and Behavioral Sciences, 2(2), 4853-4857.
EKİM 2013
89
Chokkanathan, S. (2009). Resources, Stressors and Psychological Distress Among
Older Adults in Chennai, India, Social Science & Medicine, 68(2), 243-250.
Cooper, C. L. ve Marshall, J. (1976). Occupational Sources of Stress: A Review of
the Literature Relating to Coronary Heart Disease and Mental Ill Health, Journal of
Occupational Psychology, 49(1), 11-28.
Efeoğlu, İ. E. ve Özgen, H. (2007), İ-Aile Yaşam Çatışmasının İş Stresi, İş Doyumu ve
Örgütsel Bağlılık Üzerindeki Etkileri: İlaç Sektöründe Bir Uygulama, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16(2), 237-254.
Erdemir, E. ve Koç, U. (30 Ekim-1 Kasım 2008), İşyeri İzleme Faaliyetlerinin İş Tatmini, Stres ve Örgütsel Bağlılıkla İlişkisi, 7. Uluslararası Bilgi Ekonomi ve Yönetim
Kongresi, Yalova Üniversitesi: Yalova.
Eren, E. (2010). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, 12. Baskı, İstanbul: Beta
Yayınları.
Fox, S. (2001). Counterproductive Work Behavior (CWB) in Response to Job Stressors and Organizational Justice: Some Mediator and Moderator Tests for Autonomy and Emotions. Journal of Vocational Behavior, 59(3), 291-309.
Gangster, D. C. (2008). Measurement Challenges for Studying Work-related Stressors and Strains. Human Resource Management Review, 18(4), 259-270.
Garrosa, E., Rainho, C., Moreno-Jiménez, B. ve Monteiro, M. J. (2010). The Relations Between Job Stressors, Hardy Personality, Coping Resources and Burnout in a
Sample of Nurses: A Correlational Study at Two Time Points. International Journal
of Nursing Studies, 47(2), 205-215.
Gök, S. (2009). Çalışma Yaşamının Önemli Bir Sorunu: Örgütsel Stres, Marmara
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 1(2), 1-27.
Gümüştekin, G. E. ve Öztemiz, A. B. (2004). Örgütsel Stres Yönetimi ve Uçucu Personel Üzerinde Bir Uygulama, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 23, 61-85.
Güney, S. (2011). Örgütsel Davranış, 1. Baskı, Ankara: Nobel Yayınları.
Hancock, P. A. ve Szalma, J. L. (2008). Stress and Performance. In P. A. Hancock
and J. L. Szalma (Eds.), Performance Under Stress (pp. 1-18). Abingdon, Oxon,
GBR: Ashgate Publishing Group.
Iverson, R. D., Olekalns, M. ve Erwin, P. J. (1998). Affectivity, Organizational Stressors, and Absenteeism: A Casual Model of Burnout and Its Consequences. Journal
of Vocational Behavior, 52(1), 1-23.
90
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kaya, A. ve Kaya, Y. (2007). Küçük ve Orta Boy İşletme Yöneticilerinin Stres Kaynaklarını Tespit Etmeye Yönelik Kayseri İlinde Bir Araştırma, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23(2), 41-62.
Kreitner, R., and Kinicki, A. (1989). Organizational Behavior (1st ed.). Homewood,
IL: Richard D. Irwin Inc.
Kurt, İ. (2010). Rol Stres Kaynakları ve İş Tatmini Arasındaki İlişkide Amirin Algılanan Sosyal Desteğinin Etkisi, Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 2(1), 7987.
Landrum, B., Knight, D. K. ve Flynn, P. M. (2012). The Impact of Organizational
Stress and Burnout on Client Engagement. Journal of Substance Abuse Treatment,
42(2), 222-230.
Lankau, M. J., Carlson, D. S. ve Nielson, T. R. (2006). The Mediating Influence of
Role Stressors in the Relationship between Mentoring and Job Attitudes. Journal
of Vocational Behavior, 68(2), 308-322.
Leung, M., Chan, İ. Y. S. ve Yu, J. (2012). Preventing Construction Worker Injury
Incidents through the Management of Personal Stress and Organizational Stressors. Accident Analysis & Prevention, 48, 156-166.
Mӓkikangas, A. ve Kinnunen, U. (2002). Psychological Work Stressors and Wellbeing: Self-esteem and Optimism as Moderators in a One-Year Longitudinal Sample. Journal of Personality and Individual Differences, 35(3), 537-557.
Michael, G., Stalikas, A., Kallia, H., Karagianni, C. ve Christine, K. (2009). Gender
Differences in Experiencing Occupational Stress: The Role of Age, Education and
Marital Status. Stress and Health, 25(5), 397-404.
Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2010). Örgütsel Davranış, 4. Baskı, Bursa: Ekin Yayınları.
Özkan, A. ve Özdevecioğlu, M. (2012). The Effect of Occupational Stress on Burnout and Life Satisfaction: A Study in Accountants, Quality & Quantity, 1-14.
Özkaya, M. O., Yakın, V. ve Ekinci, T. (2008). Stres Düzeylerinin Çalışanların İş Doyumu Üzerindeki Etkisi: Celal Bayar Üniversitesi Çalışanları Üzerine Ampirik Bir
Araştırma, Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yönetim ve
Ekonomi Dergisi, 15(1), 163-180.
Parker, H. (2007). Stress Management (1st ed.). Delhi, IND: Global Media.
Pehlivan, İ. (1992). Örgütsel Stres Kaynakları ve Verimlilik, Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 24(2), 792-802.
Pehlivan, İ. (1993). Eğitim Yönetiminde Stres Kaynakları. Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
EKİM 2013
91
Petterson, I.-L. & Arnetz, B. B. (1998). Psychosocial Stressors and Well-Being in
Health Care Workers. The Impact of an Intervention Program. Social Science &
Medicine, 47(11), 1763-1772.
Rees, T., Mitchell, I., Evans, L. ve Hardy, L. (2010). Stressors, Social Support and
Psychological Responses to Sport Injury in High- and Low-Performance Standard
Participants. Psychology of Sport and Exercise, 11(6), 505-512.
Robbins. S. P. ve Judge, T. A. (2013). Örgütsel Davranış, (Çev. Ed. İnci Erdem). Ankara: Nobel Yayınları.
Sabuncuoğlu, Z. ve Tüz, M. (2008). 4. Baskı, Örgütsel Psikoloji, Bursa: Alfa Aktüel
Yayınları.
Selye, H. (1977). Stress without Distress (1st ed.), Newyork: Lippincott Williams &
Wilkins Comp.
Soysal, A. (2009a). Farklı Sektörlerde Çalışan İşgörenlerde Örgütsel Stres Kaynakları: Kahramanmaraş ve Gaziantep’te Bir Araştırma, Süleyman Demirel Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 14(2), 333-359.
Soysal, A. (2009b). İş Yaşamında Stres, Çimento İşveren Dergisi, 23(3), 17-39.
Sökmen, A. (2005). Konaklama İşletmeleri Yöneticilerinin Stres Nedenlerinin Belirlenmesinde Cinsiyet Faktörü: Adana’da Ampirik Bir Araştırma, Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 27(2), 429-448.
Şahin, H. (2005). Örgütsel Stres, Maden Mühendisleri Odası (TMMOB) Madencilik
Bülteni, 1, 54-56.
TBB (2012). Türkiye Bankalar Birliği (TBB) 2012 Yılı Haziran Ayı İstatistiki Raporları,
http://www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Tum_Raporlar.aspx (Erişim
Tarihi, 05 Ekim 2012).
92
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
ERP Yazılımı Seçiminde İki Aşamalı
AAS-TOPSIS Yaklaşımı1
Selçuk PERÇİN
Doç. Dr., KTÜ, İİBF,
İşletme Bölümü,
[email protected]
A. Cansu GÖK
Arş. Gör., KTÜ, İİBF, İşletme Bölümü
[email protected]
ERP Yazılımı Seçiminde İki Aşamalı AAS-TOPSIS
Yaklaşımı
Two Phased ANP-TOPSIS Approach in ERP
Software Selection
Özet
İşletmeler karar verme süreçlerinde birçok
problemle karşı karşıya kalmakta ve bu konuda
çeşitli tekniklerden yararlanmaktadır. Yazılım
seçimi, son yıllarda işletmelerin bilgi teknolojileri
kullanımına yönelmesiyle yöneticilerin sıkça
karşılaştığı ve birçok faktörün bir arada değerlendirilmesini gerektiren çok kriterli karar verme
problemidir. Bu çalışmada, işletme problemlerinde kullanılan çok kriterli karar verme yöntemlerinden Analitik Ağ Süreci (AAS) ve TOPSIS
yaklaşımlarının bir arada kullanılmasına yönelik
bir metodoloji sunulmuştur. Sunulan iki aşamalı
yaklaşımın uygulanabilirliğinin
gösterilmesi
amacıyla örnek bir uygulamaya yer verilerek,
işletmeler için ERP (Kurumsal Kaynak Planlama)
yazılımı seçimi üzerine bir karar problemi ele
alınmıştır.
Abstract
Enterprises facing many problems in decision
making process benefit from various techniques.
Software selection is a multi-criteria decision
making problem that managers frequently have
due to the use of information technology. This
problem requires the evaluation of several
factors together. This study proposes a metholodogy that involves joint use of Analythic Network Process (ANP) and Topsis, two phase multi
criteria decision making approach. The research
shows the applicability of this method through a
sample implementation for a decision problem
of ERP (Enterprise Resourse Selection) software
selection.
Anahtar Kelimeler: Analitik Ağ Süreci, TOPSIS,
Yazılım Seçimi
Keywords: Foreign Direct Investments, Exports,
Causality, Developing Countries.
1
Bu çalışma 27-28 Eylül 2012 tarihlerinde Gediz Üniversitesi ev sahipliğinde İzmir’de düzenlenen “12. Üretim
Araştırmaları Sempozyumu”nda sunulmuş olan bildirinin hakem önerileri ışığında revize edilmiş halidir.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(1), 93- 114
93
1. Giriş
Günümüz işletmeleri, sürekli değişen çevre koşulları ve sınırların ortadan kalktığı
yoğun rekabet ortamı nedeniyle, hızla gelişmekte olan bilgi teknolojileri kullanımını ön planda tutmaya başlamışlardır. Müşteri odaklı çalışabilmek, bilgi ve teknolojiye dayalı stratejiler geliştirebilmek, karmaşıklaşan iş süreçlerini düzenleyebilmek,
kaynakları daha etkin ve verimli kullanabilmek için ERP (Kurumsal Kaynak Planlama) yazılımlarını kullanmak işletmeler için bir gereklilik haline gelmiştir. İşletmeler
artık teknolojiye dayalı bilgi sistemlerini kullanarak rakipleri karşısında farklılık
yaratmayı, bu doğrultuda kalite ve müşteri memnuniyetini arttırabilmeyi amaçlamaktadırlar. ERP sistemlerinin kullanılması da firmalara zaman ve maliyet açısından yüksek faydalar sağlayarak, verimli ve etkin kaynak kullanımına imkan vermekte, aynı zamanda rekabet avantajı yakalamalarına katkıda bulunmaktadır.
ERP sistemleri, bir işletme içindeki tüm fonksiyonların ve iş süreçlerinin bir araya
getirilerek etkin bir bilgi akışının oluşmasını sağlayan sistemlerdir. Firma içindeki
finans, tedarik zinciri yönetimi, insan kaynakları planlaması, üretim planlaması ve
kontrolü gibi fonksiyonların bütünleştirilmesiyle, işletmenin tüm süreçlerinde yer
alan bilgilere kolaylıkla ulaşılmasını mümkün kılmaktadır. Bilgi teknolojilerini yakalamak isteyen yenilikçi organizasyonlar müşteri beklentilerini karşılayabilmek ve
rekabet edebilmek için ERP programlarını bir üstünlük aracı olarak kullanmaktadırlar. ERP yazılımları; stok, hammadde ve üretim maliyetlerinin düşürülmesi, tedarik
süresi ve üretim zamanlarının azaltılması, verimliliğin ve müşteri memnuniyetinin
arttırılması gibi konularda işletmelere sağladığı faydalar bakımından oldukça önem
taşımaktadır. Organizasyonlar ERP sistemleri sayesinde, bilgi sitemlerini standardize ederek kendilerini geliştirebilmekte, üretim ve dağıtım kaynakları arasındaki
iletişimi ve kontrolü sağlayabilmekte, maliyet, zaman, kalite ve teslimat açısından
müşteri isteklerini karşılayabilmekte, iş süreçlerini düzenleyerek etkinliklerini arttırabilmektedirler.
İşletmeler, ERP sistemlerine yatırım yaparken alternatifler arasından en yüksek
faydayı elde edecekleri, en uygun yazılımı seçmek durumundadırlar. ERP yazılımı
seçimi konusunda, birbirinden farklı çok sayıda kriterin dikkate alınacak şekilde
karar verilmesine ihtiyaç duyulmakta ve bu durum firmalar için karmaşık bir süreç
oluşturmaktadır. Uygun ERP yazılımının belirlenmesi, birçok faktörün bir arada
değerlendirilmesini gerektiren kritik bir karar verme işlemi olması nedeniyle, yazılım seçimi konusu firma yöneticileri açısından çok kriterli bir karar problemi olarak
ele alınabilmektedir. Bu çalışmada da, ERP yazılımı seçimi çok kriterli karar problemi olarak değerlendirilmiş olup, problemin çözümünde iki aşamalı bir karar verme yaklaşımı önerilmiştir.
Çalışmanın amacı, işletmelerin karar problemlerinin çözümünde kriterler arasındaki bağımlı ve bağımsız ilişkileri dikkate alan Analitik Ağ Süreci (AAS) ve alternatif-
94
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
lerin öncelik değerlerine göre sıralanmasını sağlayan TOPSIS yöntemlerinin bir
arada kullanılmasına yönelik iki aşamalı bir yaklaşım sunmaktır. Sunulan iki aşamalı karar verme yaklaşımının uygulanabilirliğinin gösterilmesi amacıyla işletmelerde
ERP yazılımı seçimi üzerine örnek bir probleme yer verilmiştir. Literatürde ERP
yazılımı seçimi konusunda her iki yöntemi bir arada kullanan bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu kapsamda, ERP yazılımı seçiminde AAS ve TOPSIS yöntemlerinin
bütünleşmiş bir biçimde kullanılmasıyla, yapılan çalışmanın literatürdeki bu açığı
doldurması hedeflenmektedir. Çalışmanın giriş bölümünü takiben ikinci bölümünde ERP yazılımı seçimine ilişkin literatür taraması yapılmıştır. Üçüncü bölümde iki
aşamalı AAS-TOPSIS yaklaşımı için izlenen metodolojiye yer verilmiş olup, AAS ve
TOPSIS yöntemleri kısaca açıklanmıştır. Dördüncü bölümde, iki aşamalı AASTOPSIS yaklaşımının ERP yazılımı seçimi problemine uygulanması aşamalarıyla
anlatılmıştır. Çalışmanın son kısmında ise probleme ilişkin duyarlılık analizi yapılarak sonuçlar değerlendirilmiştir.
2. ERP Yazılımı Seçimine İlişkin Literatür Taraması
ERP yazılımı seçimi konusunun literatürde geniş bir uygulama alanı bulduğu, çeşitli
matematiksel, istatistiksel ve çok kriterli karar verme tekniklerinin bu amaçla kullanıldığı görülmektedir. Tablo 1’de ulusal ve uluslar arası literatür açısından ERP
yazılımı seçiminde kullanılan değerlendirme yöntemleri bulunmaktadır.
Literatürde yer alan çalışmalar incelendiğinde, Analitik Hiyerarşi Süreci (AHS) yaklaşımının yazılım seçimi probleminde sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Kullanılan
farklı değerlendirme yöntemleri arasında AAS tekniğinin de yer aldığı, ancak AAS
ve TOPSIS yöntemlerinin birlikte kullanıldığı bir çalışmanın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ulusal ve uluslararası literatürde, ERP yazılımı seçiminde başvurulan
yöntemler arasında AAS-TOPSIS yaklaşımının bulunmaması nedeniyle yapılan çalışmanın bu konuda ilk olacağı düşünülmektedir.
EKİM 2013
95
Tablo 1: ERP Yazılımı Seçimine İlişkin Literatür Tablosu
Ulusal Literatür
Yazarlar
Değerlendirme Yöntemleri
Koçak (2003)
Analitik Hiyerarşi Süreci (AHS)
Başlıgil (2005)
Bulanık AHS
Erol ve Başlıgil (2005)
AHS ve Yapay sinir Ağları (YSA)
Beşkese ve Tanyaş (2006)
AHS
Keçek ve Yıldırım (2010)
AHS
Taşkın Gümüş vd.(2010)
Bulanık AAS
Görener (2011)
AAS-VIKOR
Uluslar arası Literatür
Yazarlar
Değerlendirme Yöntemleri
Lai vd (2002)
AHS
Bernroider ve Stix (2003)
Veri Zarflama Analizi
Wei vd. (2005)
AHS
Ziaee vd. (2006)
Tam Sayılı Programlama
Ayağ ve Özdemir (2007)
Karsak ve Özoğul (2007)
Bulanık AAS
Kalite Fonksiyon Yayılımı tabanlı Bulanık Doğrusal
Regresyon ve Hedef Programlama
Lien ve Chan (2007)
Bulanık AHS
Ghapanchi vd. (2008)
Bulanık Veri Zarflama Analizi
Perçin (2008)
AAS
Cebeci (2009)
Bulanık AHS
Şen vd. (2009)
Bulanık Çok Amaçlı Programlama
Yazgan vd. (2009)
AAS ve YSA
3. İki Aşamalı AAS-TOPSIS Yaklaşımı için İzlenen Metodoloji
İşletmelerin ERP yazılımı seçimi problemlerine yönelik oluşturulan iki aşamalı AASTOPSIS yaklaşımı için izlenen metodoloji Şekil 1’de gösterilmektedir. Bu amaçla
öncelikle firmaların ERP yazılımı seçimine etki eden kriterler ve bunlar arasındaki
ilişkiler belirlenerek AAS yaklaşımı yardımıyla kriterler ağırlıklandırılmıştır. Sonraki
aşamada ise TOPSIS yöntemi uygulanarak alternatifler önem derecelerine göre
sıralandırılmış ve en uygun alternatifin seçilmesi sağlanmıştır.
96
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Problemin tanımlanması ve alternatiflerin belirlenmesi
Alternatifleri değerlendirmek için kriterlerin belirlenmesi
Kriterler arasındaki ilişkilerin belirlenmesi
AAS
Prosedürü
Kriter ağırlıklarının AAS yöntemi ile hesaplanması
AAS ile hesaplanan ağırlıkların TOPSIS ile sıralanması
TOPSIS
Negatif ve pozitif ideal çözümler ile sapmaların hesaplanması
Nihai sıralamanın yapılarak en uygun alternatifin seçilmesi
Şekil 1: İki Aşamalı AAS-TOPSIS Yaklaşımı
3.1. Analitik Ağ Süreci (AAS)
Analitik Ağ Süreci (AAS), Analitik Hiyerarşi Süreci’nin (AHS) genel bir formu olup,
karar verme sürecini etkileyen kriterleri, kriterler arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin yönlerini hiyerarşik bir ağ şeklindeki model ile ifade eden çok kriterli karar
verme yaklaşımıdır (Saaty, 2006:2). AAS çok kriterli karar problemlerinin çözümünde, kriterler ve alternatifler arasındaki bağımlılık ve geri besleme gibi karmaşık ilişkileri tanımlama olanağı veren bir yöntemdir (Sarkis, 1998:167). AAS yaklaşımı; kriterler arasındaki ikili karşılaştırmaların yapılarak, problemin tüm bileşenleri için göreceli önem düzeylerinin (özvektör) belirlenmesini sağlamaktadır (Lee ve
Kim, 2000:370).
AAS yönteminin adımları aşağıdaki gibi özetlenebilir. (Saaty, 1999; Meade ve Sarkis, 1999; Cheng ve Li, 2005; Bayazıt 2006, Lin ve Tsai, 2010).
Adım 1. Karar problemine ait modelin oluşturulması: AAS yaklaşımında problem
tanımlandıktan sonra karar modeli bir ağ yapısı şeklinde tüm kriterler arasındaki
EKİM 2013
97
bağımlı ve bağımsız ilişkiler belirlenerek oluşturulur (Cheng ve Li, 2005:459; Lin ve
Tsai, 2010:381).
Adım 2. İkili karşılaştırmaların yapılarak özvektörlerin hesaplanması: İkili karşılaştırmalar modelde yer alan ilişkilere dayanarak kriterlerin birbirleri ile ikili karşılaştırılmalarını içermektedir (Meade ve Sarkis 1999:247). Karar vericiler bu karşılaştırmaları yaparken Tablo 2’de verilmiş olan temel karşılaştırma skalasını kullanmaktadır. Kriterlere ilişkin özvektörler, ikili karşılaştırma matrisleri yardımıyla hesaplanmaktadır.
Tablo 2: Temel Karşılaştırma Skalası
Önem derecesi
1
Tanım
Eşit derecede önemli
3
Orta derecede önemli
5
Güçlü derecede önemli
7
Çok güçlü
önemli
9
Son derece önemli
2,4,6,8
derecede
Ara değerler
Açıklama
Her iki faaliyet amaca eşit katkıda bulunur
Tecrübe ve değerlendirmeler sonucunda bir faaliyet
diğerine göre biraz daha fazla tercih edilir.
Tecrübe ve değerlendirmeler sonucunda bir faaliyet
diğerine göre çok daha fazla tercih edilir.
Bir faaliyet diğerine göre çok güçlü şekilde tercih
edilir.
Bir faaliyet diğerine göre mümkün olan en yüksek
derecede tercih edilir.
Bir değerlendirmeyi yapmakta uzlaşma gerektiğinde,
sayısal değerlerin ortasındaki bir değer verilir.
Kaynak: (Saaty, 2006:3)
Adım 3. Süpermatris oluşturulması: Süpermatris formu, ikili karşılaştırma matrislerinden elde edilen özvektörlerin bir araya getirilip, büyük bir matris içerisinde gösterilmesi ile elde edilir (Saaty, 1999:4). Her bir kriter grubu içindeki alt kriter ağırlıkları w11, w12, … ,wij olarak kabul edilirse W süpermatrisi aşağıdaki gibi gösterilir.
 w11 w12

w21 w22
W= 
 ...
...

 wi1 wi 2
...
...
...
...
w1 j 

w2 j 
... 

wij 
(1)
Adım 4. Süpermatrisin ağırlıklandırılması: Süpermatristeki sütun ağırlıkları önem
düzeylerini gösterdiği için matris stokastik bir yapıdadır ve sütun toplamlarının 1’e
eşit olması gerekmektedir (Saaty, 1999:4). Bu nedenle sütun toplamları 1’e eşit
olacak şekilde ağırlıklandırılarak ağırlıklandırılmış süpermatris elde edilmektedir.
Adım 5. Limit Süpermatris oluşturulması ve nihai önceliklerin belirlenmesi: Limit
süpermatris kriterlerin birbirleri üzerindeki uzun dönemli etkilerinin ölçülmesi
amacıyla, ağırlıklandırılmış süpermatrisin belli bir kuvvetinin alınması ile oluşturulur. Bunun için, ağırlıklandırılmış süpermatris, her satırı belli bir değerde sabit ka-
98
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
lana kadar kendisi ile çarpılır. Bu amaçla matrisin (2k+1)’inci kuvveti alınır, k rastgele seçilmiş büyük bir sayıdır. Elde edilen yeni matris ise limit süpermatris olarak
isimlendirilir. Bu işlemin ardından matris sütunları normalize edilerek tüm matris
elemanlarına ilişkin öncelikler elde edilmektedir (Lin ve Tsai, 2010:381).
3.2. TOPSIS
TOPSIS (Technique for Order Preference by Similarity to Ideal Solution) yaklaşımı,
Yoon ve Hwang’ın (1981) çalışmalarından yola çıkarak, Cheng ve Hwang (1992)
tarafından geliştirilmiş olan bir karar verme yöntemidir (Opricovic ve Tzeng,
2004:448). TOPSIS’in ana prensibi seçilen alternatifin ideal çözüme en yakın mesafede, negatif-ideal çözüme ise en uzak mesafede olmasıdır. TOPSIS yönteminin
adımları aşağıdaki gibidir: (Hwang ve Yoon, 1981; Opricovic ve Tzeng, 2004; Önüt
ve Soner, 2007; Perçin, 2009; Lin ve Tsai, 2010)
Adım 1. Normalleştirilmiş karar matrisinin (R) hesaplanması: Karar matrisindeki i
alternatifinin j kriterine göre normalleştirilmiş değeri rij aşağıdaki formül ile hesaplanır:
f ij
rij =
j=1,2,3,…,J; i=1,2,3,…n.
J
∑f
(2)
2
ij
j =1
Adım 2. Ağırlıklı normalleştirilmiş karar matrisinin hesaplanması: Ağırlıklı normalleştirilmiş değer vij aşağıdaki formül ile hesaplanır: (wi değeri i. kriterin ağırlığını
ifade etmekte ve
vij = wi*rij
∑
n
i =1
w i = 1 ’dir.)
j=1,2,3,…,J; i=1,2,3,…,n.
(3)
Adım 3. İdeal A* ve negatif-ideal A- çözümlerin belirlenmesi: İdeal ve negatif-ideal
çözümler aşağıdaki gibi hesaplanır: (Formülde I’, fayda değerini; I’’ ise maliyet değerini göstermektedir.)


A* = v1* ,..., v n* = (max vij i ∈ I ' ), (min vij i ∈ I '' )
j
 j

(4)


A − = v1− ,..., v n− = (min vij i ∈ I ' ), (max vij i ∈ I '' )
j
 j

(5)
{
{
}
}
EKİM 2013
99
Adım 4. Euclidean uzaklık yaklaşımı ile ayrılma ölçülerinin hesaplanması: Her alternatifin pozitif ideal çözüme uzaklığını belirten ayrılma ölçüsü aşağıdaki formül
ile hesaplanır:
S i* =
n
∑ (v
ij
− v *j ) 2
i =1
(6)
Aynı şekilde, negatif-ideal çözümden ayrılma ölçüsü ise aşağıdaki gibi hesaplanır:
S i− =
n
∑ (v
ij
− v −j ) 2
i =1
(7)
Adım 5. İdeal çözüme göreli yakınlığın hesaplanması: ai alternatifinin A*’a göre
göreli yakınlığı aşağıdaki formül ile hesaplanır:
S i−
C = −
S i + S i*
*
i
(8)
Adım 6. Öncelik sırasının belirlenmesi
4. İki Aşamalı AAS-TOPSIS Yaklaşımının ERP Yazılımı
Seçiminde Uygulanması
Çalışmada işletmeler için ERP yazılımı seçimi kararlarının değerlendirilmesi amacıyla iki aşamalı AAS-TOPSIS yaklaşımı ele alınmıştır. Sunulan yönteme ilişkin izlenen
adımlar aşağıdaki gibidir.
Adım 1. Problemin Tanımlanması ve Modelin Kurulması: En uygun ERP yazılımı
seçimi kararını değerlendirmek için oluşturulan modelin amacı, ERP yazılımı seçimini etkileyen kriterler, alt kriterler ve alternatifler arasındaki ilişkilerin belirlenerek bunların hiyerarşik bir ağ yapısı aracılığıyla tanımlanmasıdır. Modelin oluşturulmasında ve kriterlerin belirlenmesinde ERP danışmanları ve akademisyenlerden
oluşan uzman bir karar verme grubu rol oynamıştır. İlgili literatürden sağlanan
bilgiler doğrultusunda, karar vericiler 4 ana kriter ve 19 alt kriterin değerlendirilmeye alınması konusunda uzlaşmışlardır (Teltumbde, 2000; Lai vd., 2002; Wei vd.,
2005; Başlıgil, 2005; Ziaee vd., 2006; Karsak ve Özoğul, 2007; Lien ve Chan, 2007;
Taşkın Gümüş vd., 2010; Jadhav ve Sonar, 2011; Görener, 2011).
Modelin ilk düzeyinde ERP yazılımı seçimi için belirlenen ana kriterler; “kullanım
kolaylığı kriterleri”, “tedarikçi firma kriterleri”, “uygulama ve performans kriterle-
100
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
ri” ve “maliyet kriterleri” bulunmaktadır. İkinci düzeyde ana kriterlerin gerçekleşmesini etkileyen alt kriterler, üçüncü düzeyde ise ERP yazılımı alternatifleri yer
almaktadır. Belirlenen modelde yer alan kriter ve alt kriterlere ilişkin açıklamalar
aşağıdaki gibidir.
- Kullanım Kolaylığı Kriterleri: Yazılımın kullanıcılar açısından kolay ve anlaşılır olmasını sağlayan özellikleri ifade etmektedir. Esneklik, yazılımın kullanıcıların değişen isteklerine cevap verebilecek nitelikte düzenlemelere açık olmasıdır. Aynı zamanda değişik para birimleri, dil, mevzuat açısından işlem yapılabilir yapıda olmasıdır. Öğrenilebilirlik, yazılımın kullanımının anlaşılır olması ve kolay bir şekilde
öğrenilmeye imkan tanımasıdır. İşlevsellik, kullanılan yazılımın işletmenin iş süreçlerine ve ihtiyaçlarına uyum sağlayabilmesidir. Kullanıcı Arayüzü, yazılımın anlaşılır
ve kolay kullanıma elverişli arayüzlerine sahip olmasıdır. Online Yardım, kullanıcıların ihtiyaç duyduğunda ulaşabilecekleri etkin bir yardım hizmetinin mevcut olmasıdır.
- Tedarikçi Firma Kriterleri: Yazılımın seçimi için, tedarikçi firmaların değerlendirilmesi açısından önemli olan kriterleri kapsamaktadır. Satış sonrası destek, ihtiyaç
halinde satış sonrası destek hizmetinin ihtiyacı karşılayacak düzeyde sağlanmasıdır. Güvenilirlik, yazılım tedarikçisinin sistemdeki yetki ve kısıtlamalar açısından
güvenilir olmasını ifade etmektedir. Teknik altyapı yazılım tedarikçisinin vereceği
hizmet açısından yeterli teknik donanıma sahip olması, danışmanların tecrübeli
olmasıdır. Finansal durum, tedarikçi firmanın finansal açıdan durumunu ifade etmektedir. Referanslar, firmanın daha önce sektörde hizmet verdiği referanslarının
olmasıdır. Hizmet kalitesi, verilen hizmetin kalitesini ve müşteri beklentilerine
cevap verebilecek nitelikte olmasını göstermektedir.
- Uygulama ve Performans Kriterleri: Yazılım sisteminin uygulanması ve performansı açısından değerlendirilecek özellikleri kapsamaktadır. Entegrasyon, yazılımı
oluşturan modüllerin birbirleriyle entegrasyon içinde olması, veri akışının modüller
arasında sağlanabilmesidir. Raporlama ve analiz, firmanın ihtiyaç duyacağı raporların ve analizlerin sistemden elde edilebilmesidir. Verimlilik, yazılım performansının optimum sonucu elde etmek açısından verimli ve etkin olmasıdır. Veri güvenliği, yazılımın verilerin yedeklenmesi ve kurtarılmasını sağlayacak, verilerin güncellenmesine izin verecek yapıda olmasıdır.
- Maliyet Kriterleri: Yazılımın satın alınması ve kullanılmasıyla ilişkili oluşacak maliyetleri ifade etmektedir. Bunlar; donanım maliyeti, danışmanlık ve eğitim maliyeti,
lisans maliyeti, bakım-onarım maliyetidir.
Oluşturulan modelde bulunan dört ana kriter arasında ve alt kriterler arasında
içsel bağlılık yani grup içi etkileşim bulunmaktadır. Söz konusu etkileşimler modelde döngü kullanılarak gösterilmiştir. ERP yazılımı seçimine ilişkin oluşturulan AAS
modeli Şekil 2’deki gibidir.
EKİM 2013
101
Uygun ERP Yazılımının Seçilmesi
Kullanım Kolaylığı Kriterleri
(KKK)
- Esneklik (E)
-Öğrenilebilirlik (Ö)
- İşlevsellik (İ)
- Kullanıcı Arayüzü
(KA)
- Online Yardım
(OY)
Tedarikçi Firma Kriterleri
(TFK)
Uygulama ve
Performans
Kriterleri (UPK)
Maliyet Kriterleri
(MK)
- Satış Sonrası
Destek (SD)
- Güvenilirlik (G)
- Teknik Altyapı
(TA)
- Finansal Durum
(FD)
- Referanslar (R)
- Hizmet Kalitesi
(HK)
- Entegrasyon
(EN)
- Raporlama ve
Analiz (RA)
- Verimlilik (V)
- Veri Güvenliği
(VG)
- Donanım Maliyeti
(DM)
- Danışmanlık ve
Eğitim Maliyeti
(DEM)
- Lisans Maliyeti
(LM)
-Bakım-Onarım
Maliyeti (BOM)
A
B
C
Şekil 2: ERP Yazılımı Seçimi AAS Modeli
Adım 2. İkili karşılaştırma matrislerinin oluşturulması ve kriter ağırlıklarının belirlenmesi: Bu aşamada, kriterler arasında ikili karşılaştırmalar yapılarak ikili karşılaştırma matrisleri elde edilmiş ve geometrik ortalama yöntemine göre kriterlere ait
önem düzeyleri (özvektör) hesaplanmıştır. İkili karşılaştırmalar, daha önce bahsedilen uzman karar verme grubunun görüşleri doğrultusunda yapılmıştır. Her bir
kriterin bir üst seviyede ilişkili olduğu kriter baz alınarak, diğer kriter üzerindeki
önemi Tablo 2’de gösterilen değerler kullanılarak belirlenmiştir. Karar vericinin
burada yanıtlaması gereken soru örneğin “Uygun ERP yazılımının seçilmesinde
kullanım kolaylığı kriterlerinin (KKK), tedarikçi firma kriterlerine (TFK) göre göreceli
102
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
önem düzeyi nedir?” şeklindedir. Tablo 3’te ERP yazılımı seçimine ilişkin belirlenen
ana kriterlerin ikili karşılaştırma matrisi görülmektedir. Buna göre, Tablo 3’ün ikinci sütunundaki 2 değeri kullanım kolaylığı kriterlerinin tedarikçi firma kriterlerine
göre 2 kat daha önemli olduğunu belirtmektedir. Aynı şekilde, bunun tersi de geçerlidir. Son sütunda yer alan özvektör değerleri ise ana kriterlerin göreceli önem
düzeylerini göstermektedir. Hesaplamalar Super Decisions programı kullanılarak
yapılmıştır. Buna göre, maliyet kriterleri 0.379 özvektör değeri ile uygun ERP yazılımının seçiminde en yüksek öneme sahip ana kriter olarak belirlenmiştir.
Tablo 3: Ana Kriterlerin İkili Karşılaştırma Matrisi
KKK
1
0.5
0.666
1.4
KKK
TFK
UPK
MK
TFK
2
1
0.555
3
UPK
1.5
1.8
1
1.7
MK
0.714
0.333
0.588
1
Özvektör
0.281
0.128
0.213
0.379
Daha sonra, ERP yazılımı seçimini etkileyen ana kriterlere ait alt kriterlerin ikili
karşılaştırması yapılmıştır. Buna göre, her ana kriter, kontrol kriteri olarak ele alınarak, alt kriterler birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Örneğin, “KKK içinde esnekliğin,
öğrenebilirliğe göre göreceli önem düzeyi nedir?” sorusu yanıtlanmıştır. Tablo 4’te
KKK altında yer alan alt kriterlere ilişkin ikili karşılaştırma matrisi görülmektedir.
Buna göre, esneklik kriteri 0.346 değeriyle KKK içinde en yüksek öneme sahip kriter olarak bulunmuştur. Sonraki aşama, ERP yazılımı alternatiflerinin alt kriterler
üzerindeki göreceli önem düzeylerinin belirlenmesidir.
Tablo 4: Kullanım Kolaylığı Kriterlerine (KKK) Ait Alt Kriterlerin İkili Karşılaştırma
Matrisi
KKK
E
Ö
İ
KA
OY
E
1
0.769
0.5
0.435
0.189
Ö
1.3
1
0.666
0.555
0.25
İ
2
1.5
1
0.833
0.357
KA
2.3
1.8
1.2
1
0.435
OY
5.3
4
2.8
2.3
1
Özvektör
0.346
0.264
0.177
0.148
0.065
ERP yazılımı alternatiflerinin esneklik (E) kriterine göre karşılaştırılması Tablo 5’te
sunulmuştur. Buna göre, A yazılımı B yazılımına göre esneklik kriteri açısından 3.3
kat daha fazla tercih edilmektedir ve A yazılımı, 0.538 değeriyle esneklik kriterine
göre en yüksek önem düzeyindedir.
EKİM 2013
103
Tablo 5: ERP Yazılımı Alternatiflerinin Esneklik (E) Kriterine Göre Karşılaştırılması
E
A
B
C
A
1
0.3
0.555
B
3.3
1
1.8
C
1.8
0.555
1
Özvektör
0.538
0.164
0.297
Tablo 6’da ise grup içi bağımlılık ilişkilerinin değerlendirilmesi amacıyla, yapılan
karşılaştırma görülmektedir. Burada, esneklik kriteri açısından aynı grupta yer alan
diğer kriterlerin birbirleri üzerindeki etkileri incelenmiştir. Buna göre, esneklik
açısından en yüksek öneme sahip alt kriterin 0.355 değeriyle işlevsellik olduğu
belirlenmiştir.
Tablo 6: Kullanım Kolaylığı Kriterlerine Ait Alt Kriterlerin Esneklik (E) Kriterine
Göre Karşılaştırılması
E
Ö
İ
KA
OY
Özvektör
Ö
İ
KA
OY
1
1.5
0.769
0.357
0.666
1
0.893
0.25
1.3
1.12
1
0.278
2.8
4
3.6
1
0.242
0.355
0.316
0.087
Adım 3. Limit süpermatrisin oluşturulması ve alternatiflerin göreceli önem düzeylerinin hesaplanması: Bu adımda, öncelikle tüm karşılaştırma matrislerinden elde
edilen özvektörlerin yer aldığı başlangıç süpermatrisi oluşturulmuş ve Tablo 7’de
gösterilmiştir. Daha sonra başlangıç süpermatrisi ağırlıklandırılmış ve limiti alınarak Tablo 8’de gösterilen limit süpermatris oluşturulmuştur. Belirlenen değerler
Super Decisions programı kullanılarak hesaplanmıştır. Ardından; ana kriterlere ait
özvektörler (Tablo 3) ve limit süpermatristen elde edilen alt kriter özvektörleri
(Tablo 8) çarpımı ile alt kriterlere ait genel ağırlıklar hesaplanmış (Shyur ve Shih,
2006:759), alternatiflerin alt kriterlere göre göreceli önem düzeyleri belirlenmiş ve
9’da gösterilmiştir
104
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 7: Başlangıç Süpermatrisi
EKİM 2013
105
Tablo 8: Limit Süpermatrisi
106
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 9: Kriterler, Alt Kriterler ve Alternatiflere İlişkin Ağırlıklar
Kriterler
Kriter ağırlıkları(wi)
Alt kriterler
Alt kriter ağırlıkları
Genel ağırlıklar
Alternatifler
A
B
C
Kriterler
Kriter ağırlıkları(wi)
Alt kriterler
Alt kriter ağırlıkları
Genel ağırlıklar
Alternatifler
A
B
C
KKK
TFK
0.281
0.128
E
Ö
İ
KA
OY
SD
G
TA
0.182
0.270
0.183
0.245 0.120 0.223 0.127 0.211 0.177 0.071 0.190
0.051
0.076
0.051
0.069 0.034 0.029 0.016 0.027 0.023 0.009 0.024
0.538
0.164
0.297
0.163
0.540
0.297
0.247
0.243
0.510
UPK
0.325 0.564 0.299 0.299 0.244 0.393 0.550 0.326
0.471 0.275 0.287 0.287 0.146 0.224 0.240 0.135
0.204 0.161 0.414 0.414 0.611 0.383 0.210 0.539
MK
0.213
FD
R
HK
0.379
EN
RA
V
VG
DM
DEM
LM
BOM
0.149
0.339
0.335
0.177
0.294 0.223 0.176 0.306
0.032
0.072
0.071
0.038
0.111 0.085 0.066 0.116
0.260
0.214
0.527
0.289
0.379
0.331
0.249
0.157
0.594
0.297
0.540
0.163
0.311 0.196 0.297 0.400
0.393 0.493 0.163 0.200
0.296 0.311 0.540 0.400
Adım 4. TOPSIS yöntemi yardımıyla ağırlıklı normalize karar matrisinin oluşturulması: Bu aşamada, bir önceki adımdan elde edilen alternatiflere ilişkin ağırlıklar
(özvektörler) ile Tablo 10’daki karar matrisi oluşturulmuştur. Karar matrisine,
TOPSIS adımları uygulanarak (2) ve (3) nolu eşitlikler yardımıyla Tablo 11’de gösterilen normalize karar matrisi ve Tablo 12’de gösterilen ağırlıklı normalize karar
matrisi elde edilmiştir. Ağırlıklı normalize karar matrisinin hesaplanmasında AAS
aşamasından elde edilen genel ağırlıklar kullanılmıştır (Lin ve Tsai, 2010:384).
Tablo 10: Karar Matrisi
Kriterler
Alternatifler
A
B
C
Kriterler
Alternatifler
A
B
C
E
Ö
İ
KA
OY
SD
G
TA
FD
R
0.538
0.164
0.297
HK
0.163 0.247 0.325 0.564 0.299 0.299 0.244 0.393 0.550
0.540 0.243 0.471 0.275 0.287 0.287 0.146 0.224 0.240
0.297 0.510 0.204 0.161 0.414 0.414 0.611 0.383 0.210
EN
RA
V
VG
DM DEM LM BOM
0.326
0.135
0.539
0.260 0.289 0.249 0.297 0.311 0.196 0.297 0.400
0.214 0.379 0.157 0.540 0.393 0.493 0.163 0.200
0.527 0.331 0.594 0.163 0.296 0.311 0.540 0.400
EKİM 2013
107
Tablo 11: Normalize Karar Matrisi
Kriterler
Alternatifler
A
B
C
Kriterler
Alternatifler
A
B
C
E
Ö
İ
KA
OY
SD
G
TA
FD
R
0.846
0.256
0.401 0.535 0.871 0.510 0.510 0.362 0.663 0.865
0.258
0.467
HK
0.847
0.466
EN
0.394 0.775 0.425 0.490 0.490 0.217 0.378 0.377
0.827 0.336 0.249 0.707 0.707 0.907 0.646 0.330
RA
V
VG
DM DEM LM BOM
0.506
0.210
0.837
0.416
0.342
0.843
0.498 0.376 0.466 0.534 0.319 0.466 0.667
0.653 0.237 0.847 0.675 0.802 0.256 0.333
0.570 0.896 0.256 0.509 0.506 0.847 0.667
Adım 5. Pozitif-ideal ve negatif-ideal çözümlerin belirlenerek ayrılma ölçütlerinin
hesaplanması: Pozitif ideal çözüm A* ve negatif-ideal çözüm A-; sırasıyla (4) ve (5)
nolu eşitlikler kullanılarak hesaplanmıştır. Sonrasında, alternatiflerin ideal çözüme
olan uzaklıklarını belirten ayrılma ölçütleri (6) ve (7) nolu eşitlikler yardımıyla belirlenmiştir. Bu aşamada, maliyet kriterleri minimize edilmesi gereken, diğer kriterler
ise maksimize edilmesi gereken kriterler olarak ele alınmıştır. Tablo 13 ve Tablo
14’te hesaplanan değerler görülmektedir.
Tablo 12: Ağırlıklı Normalize Karar Matrisi
Kriterler
Alternatifler
A
B
C
Kriterler
Alternatifler
A
B
C
E
Ö
İ
KA
OY
SD
G
TA
FD
R
0.043 0.019 0.020 0.037 0.030 0.015 0.008 0.010 0.015 0.008
0.013 0.064 0.020 0.053 0.014 0.014 0.008 0.006 0.009 0.003
0.024 0.035 0.042 0.023 0.008 0.020 0.011 0.024 0.015 0.003
HK
EN
RA
V
VG
DM DEM LM BOM
0.012 0.013 0.036 0.027 0.018 0.059 0.027 0.031 0.077
0.005 0.011 0.047 0.017 0.032 0.075 0.068 0.017 0.039
0.020 0.027 0.041 0.064 0.010 0.056 0.043 0.056 0.077
Tablo 13: Pozitif ve Negatif İdeal Çözüm Tablosu
Kriterler
*
A
A
Kriterler
*
A
A
E
0.043
0.013
HK
0.020
0.005
Ö
0.064
0.019
EN
0.027
0.011
İ
0.042
0.020
RA
0.047
0.036
KA
0.053
0.023
V
0.064
0.017
OY
0.030
0.008
VG
0.032
0.010
SD
0.020
0.014
DM
0.056
0.075
G
0.011
0.008
DEM
0.027
0.068
TA
0.024
0.006
LM
0.017
0.056
FD
R
0.015 0.008
0.009 0.003
BOM
0.039
0.077
Adım 6. İdeal çözüme göreli yakınlığın hesaplanarak alternatifler için nihai öncelik
sırasının belirlenmesi: Yöntemin son adımında, ideal çözüme olan göreli yakınlık
(8) nolu eşitlik kullanılarak hesaplanmış ve alternatiflere ait öncelik değerleri bulunmuştur. AAS-TOPSIS yöntemi ile oluşturulan nihai sıralama Tablo 15’te sunulmuştur. Buna göre, ci değerleri sıralandığında en uygun seçimin 0.497 değeri ile B
yazılımı olduğu görülmektedir. wi değerleri, ci değerlerinin toplamı içindeki oranını
göstermektedir.
108
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 14: Ayrılma Ölçütleri
Ayrılma Ölçütleri
*
D
D
0.082
0.066
0.082
0.081
0.080
0.070
Alternatifler
A
B
C
Tablo 15: AAS-TOPSIS Uygulaması İçin Nihai Sıralama
Alternatifler
B
0.497
0.352
1
A
0.448
0.317
3
ci
w1
Sıralama
C
0.468
0.331
2
5. Duyarlılık Analizi
Çalışmada, ERP yazılımı seçimi kriterlerinin farklı ağırlıklar aldıklarında meydana
gelebilecek değişiklikleri göstermek için duyarlılık analizi yapılmıştır. Bu amaçla,
her kriterin ağırlığı bir diğeriyle değiştirilerek 5 adet kombinasyon oluşturulmuş ve
her durum için cj değerleri yeniden hesaplanmıştır. Duyarlılık analizine ait sonuçlar
Tablo 16’da, bu sonuçlara ait grafiksel gösterim ise Şekil 3’te sunulmaktadır.
Tablo 16: Duyarlılık Analizi Sonuçları
1
Kriter ağırlıkları
w2
w3 w4
w1
0.281 0.128 0.213 0.379
2
0.128 0.281 0.213 0.379
3
0.213 0.128 0.281 0.379
4
0.379 0.128 0.213 0.128
5
0.281 0.213 0.128 0.379
Durumlar
w1
cj
sıra
w2
cj
sıra
w3
cj
sıra
w4
cj
sıra
w5
cj
sıra
A
B
C
0.317
0.448
3
0.314
0.445
2
0.305
0.428
2
0.305
0.426
3
0.325
0.462
3
0.352
0.497
1
0.296
0.420
3
0.329
0.462
3
0.363
0.508
1
0.349
0.496
1
0.331
0.468
2
0.390
0.553
1
0.367
0.515
1
0.332
0.464
2
0.326
0.463
2
EKİM 2013
109
Şekil 3: Duyarlılık Analizi
Tablo 16’daki 1. durum iki aşamalı AAS-TOPSIS yaklaşımına ait sonuçları temsil
etmektedir ve B alternatifi 0,497 ile en yüksek cj değerine sahiptir. 2. durumda,
birinci ve ikinci kriter ağırlıkları yer değiştirdiğinde ise en yüksek cj değerine 0,553
ile C alternatifinin sahip olduğu görülmektedir. Aynı şekilde diğer kriter ağırlıkları
da yer değiştirdiğinde, 3. durumda yine C alternatifinin, 4. ve 5. durumda ise B
alternatifinin en yüksek cj değerini aldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, değişime
en çok duyarlılık gösteren alternatiflerin B ve C olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir
başka deyişle, 1., 4. ve 5. durumlar ile karşılaşıldığında B alternatifinin; 2. ve 3.
durumlar ile karşılaşıldığında ise C alternatifinin seçilmesi gerekmektedir.
6.Sonuç ve Öneriler
İşletmeler için ERP yazılımı seçimi çok sayıda faktörün dikkate alınmasını gerektiren stratejik bir karardır. Literatürde, bunun için pek çok matematiksel ve istatistiksel yöntemler ya da çok kriterli karar verme tekniklerinin kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmada, firmaların ERP yazılımı seçimi problemlerinde kullanabilecekleri iki aşamalı bütünleşmiş AAS-TOPSIS yaklaşımı sunulmuştur.
Yapılan çalışmanın, ERP yazılımı seçimi konusunda AAS-TOPSIS yaklaşımının bir
arada kullanılması bakımından literatüre katkıda bulunacağı düşünülmektedir. İlgili
literatürde, AAS, AHS, YSA, VIKOR gibi çok kriterli karar verme tekniklerinin kullanıldığı görülmekte, ancak AAS-TOPSIS yöntemlerinin bütünleşik bir şekilde kullanıldığı bir çalışmaya rastlanmamaktadır. Dolayısıyla çalışma, literatürdeki söz konusu açığı kapatabilecektir. Ayrıca, literatürde ERP yazılımı seçiminde iki veya daha
fazla sayısal yöntemi birleştiren az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu nedenle,
bütünleşik AAS-TOPSIS yaklaşımı bu konuda etkin bir karar verme aracı olarak
kullanılabilecektir.
110
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Önerilen yöntem, birçok alternatif, kriter ve karar vericiyi dikkate alabildiğinden
diğer yöntemlere kıyasla daha gerçekçi sonuçlar sunabilen bir tekniktir. Firmaların,
ERP yazılımı seçimi kararlarını etkileyen faktörleri dikkate alarak problemi analiz
edebilmelerini ve alternatifler arasından kendileri için en uygun olanını seçmelerini sağlayabilmektedir. Diğer yandan, yöntemin kullanımının kolay ve esnek olması
gerçek yaşam problemlerine uyarlanabilmesini mümkün kılmaktadır. Önerilen
yaklaşım yöneticilere, yazılım seçim kararlarını verme aşamasında yararlanabilecekleri bir bakış açısı sunarak, firmalara özgü birtakım değişiklerle, tüm yazılım
seçimi problemlerinde uygulanabilecektir. Aynı zamanda, ileride yapılacak çalışmalarda farklı karar verme tekniklerinin de bütünleştirilerek probleme uyarlanması ile araştırmacılar farklı çözüm önerileri elde edebilecektir. Çalışmanın, belirsiz ve
kesin olmayan bilgiler ışığında yapılmasının gerektiği durumlarda ise uygulayıcılar
bulanık mantıktan faydalanabileceklerdir.
Sunulan iki aşamalı AAS-TOPSIS yaklaşımının firmaların yapısına uygun olarak sistematik bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Önerilen yöntemin uygulanışının
elverişli olmasının yanında bazı kısıtları da bulunmaktadır. Yöntemin hem nitel
hem nicel faktörleri bir arada değerlendirebilmesi nedeniyle, oluşturulan modelin
etkinliği karar vericilerden net ve doğru bilgiler elde edilebilmesine bağlıdır. Bu
nedenle, karar vericiler, kriterler ve kriterlerin ağırlıklarının objektif bir biçimde
belirlenmesi gerekir. Ayrıca belirlenen kriterler ve bunların ağırlıkları firmaların
vereceği kararı yansıtabilmeli ve tutarlı olmalıdır. Diğer yandan, karar vericiler ERP
yazılımı seçimi konusunda daha fazla kriter ve alternatifi bir arada değerlendirmek
isteyebilirler. Bu durumda problemin çözümü daha fazla işlem ve çaba gerektirecektir. Yapılan çalışma, araştırmacı ve uygulayıcılara işletmelerin stratejik karar
süreçlerinde kullanabilecekleri yol gösterici bir yaklaşım sunmaktadır. Aynı zamanda sunulan iki aşamalı AAS-TOPSIS yaklaşımı, ERP yazılımı seçimi gibi karmaşık
karar problemlerinde yöneticilerin başvurulabilecekleri bir kaynak olarak kullanılabilecektir.
EKİM 2013
111
Kaynaklar
Ayağ, Z. ve R.G. Özdemir (2007), “An Intelligent Approach to ERP software Selection Through Fuzzy ANP”, International Journal of Production Research, 45(10),
2169-2194
Başlıgil, H. (2005), “Bulanık AHP ile Yazılım Seçimi”, Mühendislik ve Fen Bilimleri
Dergisi, Sigma 3, 24-33
Bayazıt, Ö. (2006), “Use of Analytical Network Process in vendor Selection Decisions”, Benchmarking: An International Journal, 13(5), 566-579
Bernroider, E.W.N. ve V. Stix (2003), “The Evaluation of ERP Systems Using Data
Envelopment Analysis”, The Proceedings of IRMA, Information Resources Management Association International Conference, USA
Beşkese, M.B. ve M. Tanyaş (2006). “Bilişim Teknolojisi Yatırımlarının Değerlendirilmesine Yönelik Uygun Yöntemin Seçilmesi Modeli- ERP Yazılımı Seçimi Uygulaması”, İTÜ Dergisi, 5(1), 217-227
Cebeci, U. (2009), “Fuzzy AHP-based Decision Support System for Selecting ERP
Systems in Textile Industry by Using Balanced Scorecard”, Expert Systems with
Applications 36, 8900–8909
Cheng, E. W. L. ve H. Li (2005), “Analytic Network Process Applied to Project Selection”, Journal and Construction Engineering and Management, 131(4), 459-466
Erol, V. ve H. Başlıgil, (2005), “İşletmelerde Yönetim Bilişim Yazılımı Seçimi İçin
Analitik Hiyerarşi Prosesi ve Yapay Sinir Ağları Modeli”, Mühendislik ve Fen Bilimleri Dergisi, Sigma 4, 107-120
Ghapanchi, A.H., M.H. Jafarzadeh ve M.H Khakbaz (2008), ” Fuzzy-Data Envelopment Analysis Approach to Enterprise Resource Planning System Analysis and
Selection”, International Journal of Information Systems and Change Management, 3(2), 157-170
Görener, A. (2011), “Bütünleşik ANP-VIKOR Yaklaşımı ile ERP Yazılımı Seçimi”, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Dergisi, 5(1), 97-110
Hwang, C.L. ve K. Yoon (1981), “Multiple Attribute Decision Making Methods and
Applications”, Springer, New York
Jadhav, A. S. ve R. M. Sonar (2011), “Framework For Evaluation and Selection of
the Software Packages: A Hybrid Knowledge Based System Approach”, The Journal
of Systems and Software 84, 1394-1407
Karsak, E. E. ve C. O. Özoğul (2009), “An Integrated Decision Making Approach for
ERP System Selection”, Expert Systems with Applications 36, 660-667
112
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Keçek, G. ve E. Yıldırım (2010), “Kurumsal Kaynak Planlama(ERP) Sisteminin Analitik Hiyerarşi Süreci (AHP) ile Seçimi: Otomotiv Sektöründe bir Uygulama”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15(1), 193-211
Koçak, A. (2003), “Yazılım Seçiminde Analitik Hiyerarşi Yöntemi Yaklaşımı ve Bir
Uygulama”, Ege Akademik Bakış, 3(1), 67-77
Lai, V. S., B. K. Wong ve W. Cheung (2002), “Group Decision Making in a Multiple
Criteria Environment: A Case Using the ANP in Software Selection”, European Journal of Operational Research 137, 134-144
Lee, J. W. ve S. H. Kim (2000), “Using Analytic Network Process and Goal Programming For Interdependent Information System Project Selection”, Computers &
Operations Research ,Vol. 27, 367-382
Lien, C., ve H. Chan (2007), “A Selection Model for ERP System by Applying Fuzzy
AHP Approach”, International Journal of The Computer, The Internet and Management, 15(3), 58-72
Lin, C. T. ve M. C. Tsai (2010), “Location Choice for Direct Foreign Investment in
New Hospitals in China by Using ANP and TOPSIS”, Qualitative Quantitative 44,
375-390
Meade, L. ve J. Sarkis (1999), “Analyzing Organizational Project Alternatives for
Agile Manufacturing Processes: an Analytical Network Approach”, International
Journal of Production Research, 37(2), 241-261
Opricovic, S. ve G. H. Tzeng (2004), “Compromise Solution by MCDM Methods: A
Comparative Analysis of VIKOR and TOPSIS”, European Journal of Operational
Research 156, 445-455
Önüt, S. ve S. Soner (2007), “Transshipment Site Selection Using the AHP and
TOPSIS Approaches Under Fuzzy Environment”, Waste Management 28, 15521559
Perçin, S. (2008), “Using the ANP Approach in Selecting and Benchmarking ERP
Systems”, Benchmarking: An International Journal, 15(5), 630-649
Perçin, S. (2009), “Evaluation of Third-Party Logistics (3PL) Providers by Using a
Two Phase AHP and TOPSIS Methodology”, Banchmarking: An International Journal, 16(5), 588-604
Saaty, T. L. (1999), “Fundamentals of the Analytic Network Process”, ISAHP 1999,
Kobe, Japan, 1-14
EKİM 2013
113
Saaty, T. L. (2006), “Decision Making with the Analytic Network Process: Economic, Political, Social and Technological Applications with Benefits, Opportunities, Costs and Risks”, Springer, USA
Sarkis, J. (1998), “Evaluating Environmentally Conscious Business Practices”, European Journal Of Operational Research 107, 159-174
Shyur, H. S. ve H. S. Shih (2006), “ A Hybrid MCDM Model for Strategic Vendor
Selection”, Mathematical and Computer Modelling 44, 749-761
Şen, C. G., H. Baraçlı, S. Şen, ve H. Başlıgil (2009), “An Integrated Decision Support
System Dealing with Qualitative and Quantitative Objectives for Enterprise
Software Selection”, Expert Systems with Applications 36, 5272-5283
Taşkın Gümüş, A., A. Çetin ve E. Kaplan (2010), “Kurumsal Bilgi Sistemi Seçiminde
Bulanık Analitik Ağ Süreci Tabanlı Bir Yaklaşım”, Mühendislik ve Fen Bilimleri Dergisi, Sigma 28, 74-85
Teltumbde, A. (2000), “A Framework For Evaluating ERP Projects”, International
Journal of Production Research, 38(17), 4507-4520
Wei, C. C., C. F. Chien ve M. J. J. Wang (2005), “An AHP-based Approach to ERP
System Selection”, International Journal of Production Economics 96, 47-62
Yazgan, H. R., S. Baran ve K. Göztepe (2009), “An ERP Software Selection Process
with Using Artificial .Neural Network Based on Analytic Network Process Approach”, Expert Systems with Applications 36, 9214–9222
Ziaee, M., M. Fathian, ve S. D. Sadjadi (2006), “A Modular Approach to ERP System
Selection”, Information Management&Computer Security, 14(5), 485-495
114
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Türkiye İçin 2010-2012 Dönemi
Karşılaştırmalı Bilgi Ekonomisi Analizi1
Oytun Meçik
Arş. Gör. Uşak Üniversitesi, İİBF
İktisat Bölümü
[email protected]
Türkiye için 2010-2012 Dönemi Karşılaştırmalı
Bilgi Ekonomisi Analizi
A Comparative Analysis of Turkish Economy for
The Period of 2010-2012
Özet
Bu çalışma, bilginin Türkiye’de uzun dönem
ekonomik büyümedeki önemini vurgulamayı
amaçlamaktadır. Bilindiği gibi, bilgi ekonomisi
kavramı bilginin ekonomik büyümede lokomotif
görevi gördüğü bir ekonomiyi tanımlamaktadır.
Bilgi ekonomisi kavramı; eğitim, inovasyon, bilgi
ve iletişim teknolojileri gibi alanlardaki yatırımları kapsamaktadır. Ülkelerin bilgi temelli ekonomiye geçişini kolaylaştırmak amacıyla geliştirilen
Bilgi Değerlendirme Metodolojisi, ülkelerin bilgi
ekonomisine ne ölçüde hazır olduğunu belirlemekte ve sektörel ya da özel alanlarda yapılacak
yatırımların kararında politika yapıcıları yönlendirmektedir. Bu çalışmada, Türkiye’nin bilgi
ekonomisindeki durumu 2010-2012 dönemi için
Bilgi Değerlendirme Metodolojisi kullanılarak
analiz edilmiştir.
Abstract
This paper aims to emphasize the importance of
knowledge for long-term economic growth in
Turkey. The concept of knowledge economy,
refers to an economy where knowledge is the
main engine of economic growth. It involves
investments in education, innovation, information and communication technologies. The
Knowledge Assesment Methodology (KAM) has
been developed to help countries making their
transition into knowledge-based economy. KAM,
designed to provide a basic assessment of
countries’ readiness for the knowledge economy. It identifies sectors or specific areas where
policymakers need to pay more attention for
future investments. This paper analyzes Turkey’s
status regarding knowledge economy by using
KAM for 2010-2012 period.
Anahtar Kelimeler: Bilgi Ekonomisi, Bilgi ve
İletişim Teknolojileri, Bilgi Değerlendirme
Metodolojisi, Türkiye Ekonomisi.
Keywords: Knowledge Economy, Information
and Communication Technologies, Knowledge
Assessment Methodology, Turkish Economy.
1
Bu çalışma 01-03 Şubat 2012 tarihlerinde Uşak Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Akademik Bilişim Konferansları 2012’de sunulmuş olan bildirinin hakem önerileri ve güncel veriler ışığında güncellenmiş ve genişletilmiş
halidir.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 115-139
115
1. Giriş
Günümüzde ülke ekonomilerinin ve genel olarak dünya ekonomisinin karşı karşıya
bulunduğu ekonomik gelişme süreci, çeşitli boyutlarda irdelenmekte ve insanlığın
sahip olduğu refah düzeyinin de bir belirleyicisi olması nedeniyle önemle izlenmektedir. Ekonomik gelişmenin durduğu ya da yavaşladığı bir durum, adeta Malthus’un 19. yüzyılın başlarında işaret ettiği sürdürülemez noktanın artık geldiğinin
bir habercisi olarak düşünülmekte ve bu nedenle, kabul edilebilir olarak görülmemektedir. Bugün bir ekonominin gelişmesi için gerekli görülen dinamiklerden tüm
dünyanın yoksun olduğu durum bir kenara, bazı ülkeler için bile bu durumun geçerli olması, geri kalan ülkeleri de tedirginliğe sevk etmektedir. Dünya üzerindeki
ülkelerin bu derece birbirine bağlı hale gelmesinin temel müsebbibini küreselleşme olgusunun oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Küreselleşmenin dünya üzerinde ortaya çıkardığı etkiler, ülkelerin birbirlerine daha
fazla bağlanmasına yol açmakla birlikte, elde edilen yeni bilgilerin ya da genel olarak tüm yeniliklerin, daha hızlı bir şekilde yayılmasını ve kullanımının yaygınlaşmasını mümkün kılmaktadır. Bu noktada, ekonomik sürecin karşı karşıya olduğu değişimin, küreselleşmenin gücüne güç kattığından bahsetmek gerekmektedir. Zira
tarımın hâkim olduğu ekonomik süreç, yerini sanayi devrimi ile sanayileşmenin
gündeme yerleştiği yeni bir işleyişe bırakmış, bunu da son dönemin bilgiye dayalı
gelişmeleri izlemiştir. Böylece geçmişte hedef olarak gösterilen sanayileşmiş ülke
anlayışı, ekonomik gelişmenin bir basamağı haline gelmiş ve erişilen en üst mertebe olmaktan çıkmıştır.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerin, ekonomik gelişmedeki rolü, bilgi ekonomisi kavramını ülkeler için bir gelişmişlik ölçütü haline getirmiştir. Buna göre, ülkeler bilgi ekonomisi haline gelmeyi amaçlayarak, gelişmiş bir
ekonomi olma esas amaçlarını gerçekleştirebileceklerdir. Bilgi ekonomisinin ekonomik gelişmenin anahtarı haline gelmesi ile ekonomik yapıda başlayan dönüşüm,
hem politika yapıcıları yeni arayışlara yöneltmekte hem de ekonomik aktörleri bu
doğrultuda bir değişime doğru itmektedir.
Bu çalışma ile Türkiye’de bilgi ekonomisine doğru ilerleyen ekonomik sürecin,
mevcut ekonomik yapı üzerinde meydana getirdiği dönüşümün incelenmesi, bilgi
ekonomisi olma yolunda Türkiye’nin sahip olduğu potansiyelin değerlendirilmesi
ve politika önerilerinin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, ilk olarak
literatür özeti sunulmuş, bunu takiben bilgi ekonomisi olma yolunda Türkiye ekonomisinin mevcut durumuna ilişkin bilgiler sıralanmış ve Türkiye için bir bilgi ekonomisi analizine yer verilmiştir. Çalışmanın sonuç bölümünde ise konuya ilişkin
politika önerileri ve genel değerlendirmeler bulunmaktadır.
116
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
2. Bilgi Ekonomisi ve Etkileri
Ekonomideki gelişme ve ilerlemenin, insanlığın meydana getirdiği teknik gelişmelerden bağımsız olarak düşünülmesi mümkün değildir. İlkel insandan, modern
yaşamın parçası olan insana kadar geçen sürede ortaya çıkan gelişmeler, bugünün
modern yaşamının ortaya çıkmasına imkân tanımıştır. Ekonomik durgunluk kavramını insanlığın hafızasına kazıyan Büyük Buhran’ın yarattığı bir kahraman olan J.
M. Keynes, Genel Teori’de ekonomide teknik gelişmenin vazgeçilmez bir faktör
olduğuna dikkat çekmektedir. Ekonomi gelişmeye ihtiyaç duymakta ve yatırım
teorisi adeta teknik gelişmeye dayalı bir özellik göstermektedir. Dolayısıyla ekonomi alanında komplike bir teknik duraklama aşaması gerçekleştiği takdirde, bununla sadece ekonomik gelişme durmamakta, aynı zamanda derin bir kriz doğmakta ve gerileme yaşanmaktadır. Buna bağlı olarak, gelişmiş bir ekonomide kendini gösteren bunalımın nedenlerini sadece sürekli bir teknik gelişmenin giderebileceği belirtilmektedir (Ellul, 2003: 166).
Ekonomide süreklilik arz eden gelişme ihtiyacı, Neo-Klasik modelin getirdiği öngörülerin, gerçek yaşamın işleyişi ile örtüşmediği sonucunu ulaşılmasında rol oynamış, teknolojik gelişmenin dışsal ve sabit olduğu yönündeki varsayımın sorgulanır
hale gelmesine ve izleyen dönemde, iktisadi büyümenin kendi iç dinamiklerini
barındırdığı görüşünün bir ürünü olarak, içsel büyüme teorilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Taban, 2010: 153). Zira içsel büyüme teorileri; teknolojik gelişme ile bilgi ve insan sermayesini, yatırımlar aracılığıyla oluşan ve ekonomide
azalan verimlerin ortaya çıkmasını engelleyen bir kaynak olarak değerlendirmektedir (Kaya, 2004: 296). Bu şekilde, önem kazanan teknolojik gelişmenin, gerçekte
önemli bir değer sahibi olmayan verilerin, işlenerek karar alıcıların kullanacağı bir
bilgi haline dönüşmesinde rol oynadığına dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla bilgi ve
iletişim teknolojilerinin, bilginin karar alıcıların kullanımına sunulmasındaki rolünün, içsel büyüme teorilerinin işaret ettiği ekonomik değeri ortaya çıkardığı söylenebilir (İnceler Sarıhan, 1998: 167).
Gerçekte bütün ekonomik sistemlerin temelinde yer alan bilginin, üretim faktörleri
arasında birincil öneme sahip olduğu ve kullanımının yaygınlaştığı bir faktör olduğu ekonomik düzen, bilgi ekonomisi olarak adlandırılmaktadır. Bilgi ekonomisinde,
ölçek ekonomilerinin yerini hız ekonomileri almakta ve rekabetin yoğunluğu fazlalaşmaktadır (Bayram, 2010: 66). Bilgi ekonomisinde, üretimin en önemli kaynakları; bilgi ve bilginin ortaya çıkmasında rol oynayan beşeri sermaye iken, bilginin
üretilmesi ve ticarete konu olması, yenilik ve icatları, bu yeni ekonomik düzende
servet ve refahın temel belirleyicisi haline getirmektedir (Aktan ve Vural, 2004:
150-1).
Birer bilgi ekonomisi haline gelen bugünün gelişmiş ekonomileri çok da uzak olmayan bir geçmişten bu yana önemli yapısal değişimlere sahne olmakta ve ekonomik aktivitenin öncülüğünü yapan sektörler bu değişimin temel karakteristiğini
oluşturmaktadır. Bu süreçte, toprağın esas üretim faktörü kabul edildiği tarım
EKİM 2013
117
ekonomisinden, doğal kaynaklar ve işgücünün temel alındığı sanayi ekonomisine
geçilmiş ve üretim faktörleri arasındaki başrolü bilginin almasıyla bilgi temelli ekonomi gündemdeki yerini almıştır. Modern ekonomi ya da yeni ekonomi olarak da
tanımlanan bilgi temelli ekonomi, insanı ve teknolojiyi ekonomik kalkınmanın
merkezinde tutmaktadır (Leung, 2004: 2). Buna bağlı olarak, bir ekonominin gelişmişliğinin; yeni bilgilere erişim, teknoloji kullanımı, yeterli beşeri sermaye birikimi gibi faktörler tarafından sağlandığı kabul edilmektedir (Taban, 2010: 39).
Ekonominin bilgi temelli hale gelmesi sonucunda oluşan bilgi toplumu kavramına,
toplumsal değişimi, hatta bir toplumsal devrimi içeren nitelikte anlam yüklenmektedir. Buna bağlı olarak, geçmişte hâkim olan sanayi toplumunun yerini ise bilgi
tabanlı ve hizmet sektörü yönelimli yeni bir toplumun aldığı ifade edilmektedir
(Kaymas, 2010: 67). Küreselleşen toplumlarda bilgi, küresel rekabet için bir sanayi
sonrası verimlilik aracı haline gelmiştir (Kuhn, 2007: 34). Bu yönüyle bilgi toplumunun, her türlü bilginin üretildiği, bilgi ağlarına erişim imkânlarının bulunduğu,
hazır bilgilerin paylaşımının arttığı, bilgi yayılımının kolaylaştığı ve bilginin her sektörde aktif şekilde kullanıldığı bir toplum olarak tanımlandığı belirtilebilir (Kutlu,
2005: 89).
Bilgi teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler, ekonomik mekanizmada bir paradigma değişimine yol açmakta ve politika yapıcılar ile piyasa aktörlerine yönelik
ekonomik faaliyetlerde ve ekonomik işleyişin kurallarında değişikliklere neden
olmaktadır (Smith, 2000: 2). Bu değişikliklere en iyi örnek olarak, farklı paradigmalara dayanan yeni toplumda, fabrika ve maddi üretimin, toplumun temel özelliği
olma niteliğinden uzaklaşması ve daha farklı sembolik unsurların ön plana çıkarak,
bilgi üretiminin önem kazanması gösterilebilir (Kutlu, 2000: 163). Ekonomik yapıda
meydana gelen bu dönüşüm, aynı zamanda toplumsal yapının sahip olduğu karakteristiğin değişmesine yol açmaktadır. Bu şekilde, sanayi devrimi insana nasıl fiziksel güç kazandırdıysa, bilgi teknolojileri ile insan aklının önemli miktarda güç kazandığı söylenebilir. Dolayısıyla ekonomik yapının giderek daha karmaşık bir hal
almasının paralelinde, istihdamın yapısında da kabaca bilgi işçileri olarak tanımlanabilecek türdeki işgücünün talebinde bir artış meydana gelmiştir (Splichal, 1994:
59).
Bilgi toplumunun sahip olduğu temel özelliklerin belki en başında, ekonomik yapıdaki dönüşüm sonucunda hizmet sektörünün daha fazla ön plana çıkması gösterilebilir. Ancak önceden beri varlığını sürdüren hizmet sektörünün yapısı da, bu
aşamada bazı değişikliklere uğramaktadır. Bilgi toplumu ile birlikte hizmet sektöründe eğitim, sağlık gibi insani hizmetlerin, bilişim teknolojilerinin ve bilimsel gelişmeye yönelik araştırma geliştirme faaliyetlerinin öne çıktığı görülmektedir. Basit
bir şekilde, bilginin ön plana çıktığı ekonomik modelin, mevcut iş süreçlerini ve
meslekleri daha nitelikli olmaya zorladığını söylemek mümkündür.
Bilgi toplumu modelleri, ekonomik yapıdaki dönüşümün belirtisi olarak, aktif nüfusun büyük çoğunluğunun hizmetler sektöründe istihdam edildiği bir sektörel dağı-
118
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
lıma işaret etmektedir. Bu doğrultuda, hizmetler sektörünün giderek azalan bir
oranını geleneksel hizmetler oluştururken, yeni hizmetler olarak ifade edilen bilgi
temelli faaliyetler, artan bir orana sahip olmaktadır (Kutlu ve Taban, 2007: 40).
Ancak Castells bilgiye dayalı ekonomiyi; kaynakların verimliliği ve firmaların rekabetçiliği ekseninde, teknolojinin yönetimi ile yönetimin teknolojikleşmesinde, bilgi
ve teknolojinin işlenmesi yoluyla ülkelerin birbirine bağımlılığının her zaman olduğundan daha fazla arttığı bir ekonomi olarak tanımlamaktadır. Bu doğrultuda,
Castells’e göre, bilgi ekonomisi ile ifade edilen ekonomi türünün, hizmetler sektörü ile bağdaşmadığı ifade edilmelidir (Castells, 2004: 139-140).
Bilgi ekonomisine giden yolda, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişme süreci, küresel boyutta iki yaygın karakteristiksel olgu ile izlenmektedir. Bunlar; sınırların
aşılması ya da ortadan kalkması ve bu teknolojilerin içeriği ile kullanımına ilişkin
kontrolün âdemi merkeziyetçi bir hal alması olarak ifade edilmektedir. Bu teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı sonuçlar, çeşitli seviyelerde sosyal değişime neden
olmaktadır (Ogan, 2007: 17). Bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişme, daha fazla insanın daha büyük bir topluluk içerisinde birbiriyle iletişim kurması imkânını sunarak, insanlığın sahip olduğu iletişim sürecinin daha etkin olmasını sağlamıştır. Bu teknolojilerin, bir toplumun ya da farklı toplulukların çeşitli
kademeleri arasında tatmin edici bir geçiş oluşturması, toplumsal gelişimin, entegrasyonun ve demokratikleşmenin artmasına yol açacaktır (Jeffres, 2007: 136).
Böylece bir ürün haline gelen bilgi, toplumun farklı alanlarında pozitif dışsallıklar
oluşturarak; verimliliğin artmasını, insanların refah içerisinde bir yaşama sahip
olmalarını ve toplumun zenginleşmesini sağlamaktadır (Özsağır, 2007: 144).
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin etkisiyle küreselleşen ekonomide,
bir mal ya da hizmetin üreticileri, üretimlerini dünyanın kendilerine en fazla avantaj sağlayan yerinde yapabilme olanağını bulabilmektedirler. Ekonomideki rekabetçi dinamikler, yeniliklerin ve mevcut bilgilerin iletişim teknolojileri aracılığıyla
kolaylıkla aktarılabilir hale gelmesinden beslenerek güçlenmektedir. Buradan hareketle, bir üretim sürecine ve hizmet sunumuna ilişkin sermaye yatırımının, uluslararası boyutta transfer edilir hale geldiği durumda, rekabetçilik avantajının
önemli bir sabit kaynağının ulusun mevcut beşeri sermaye birikimi olduğu söylenmektedir (National Committee of Inquiry into Higher Education, 1997).
Bilginin kullanıldıkça eskimeyen ve hatta sürekli kendini yenileyen bir kaynak olması, iktisadın temel taşlarından biri olan azalan verimlerin yönünü değiştirmiş,
büyüme sürecinde bilgiyi içselleştirmiş ve böylece üretimin uzun vadede sürdürülebilir hale gelmesine yol açmıştır (Özsağır, 2007: 144). Üretimin gerçekleştirilmesinde, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimi nedeniyle bazı değişimler yaşanırken, alışılagelmiş iş süreçlerinde de yeni yöntemlerin kullanılması yönünde eğilimler gelişmektedir. Ohmae (2008)’e göre, bunlardan biri olan Business Process Outsourcing (BPO) kavramı ile geleneksel olarak yüksek maliyetle yürütülmekte olan
faaliyetlerin, niteliksel değişimlere tabi olmaksızın düşük maliyetlerle üretilebileEKİM 2013
119
ceği mecralara kaydırılması durumu ifade edilmektedir (Yamaç, 2009: 36). Bu şekilde, üretim sürecine ilişkin alışılagelmiş istihdam yapısında da bazı değişimler
yaşanmaktadır. Örneğin, bir işletme çatısı altında faaliyet alanı ile ilgili olmayan
ikincil işlerin yürütülmesi için istihdam edilen işgücüne ihtiyaç duyulmaksızın, profesyonel olarak bu hizmeti sağlayan tedarikçilerden hizmet satın alınması yoluna
gidilebilmektedir. Bu durum, işletmenin doğrudan doğruya kendi faaliyet alanına
odaklanması imkânını yaratmakta ve profesyonelleşme olgusunun önünü açmaktadır.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelerin, sanayi sektöründe
yoğunlaşan mavi yakalı işgücünden, hizmetler sektöründe yoğunlaşan beyaz yakalı
işgücüne yönelik dönüşüme yol açması, ekonominin istihdam boyutunda önemli
yapısal değişime neden olmuştur (Dereli, 1998: 1086). Yaşanan ekonomik ve teknolojik gelişmeler, aynı zamanda esnek üretimi ve buna bağlı olarak, esnek işgücünü gündeme getirmiştir. Meydana gelen yapısal değişim, hem yeni teknolojinin
hem de nitelikli işgücünün kullanıldığı bir üretim sürecinin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır (Özsağır, 2007: 144). Teknolojik gelişmenin istihdam üzerindeki etkisi
iki farklı boyutta ele alınmaktadır. Bunlardan ilkine göre, teknolojik gelişme aynı
miktardaki üretimin daha az işgücü ile elde edilmesini sağladığından, bir miktar
işgücünün işsiz kalması gündeme gelmektedir. İkincil etki olarak ise teknolojik
gelişmenin ekonomideki toplam ürün talebini arttırması ve işgücü talebinin bundan dolayı artması ele alınmaktadır. Bu konu hakkındaki iyimser ya da kötümser
görüşlerin gerçekleşmesi, bu etkilerden hangisinin daha baskın olacağına bağlı
olarak değişmektedir (Biçerli, 2007: 461). Bozkurt (1996)’a göre, bilgi ekonomisinin verimlilik üzerindeki olumlu etkisi, büyüyen bir ekonomi için işgücü arzı artışı
ile sonuçlanabilecek iken, durgunluk veya gerileme içerisindeki bir ekonomi için ise
kitlesel boyutta bir işsizliğe yol açabilir (Kutlu ve Taban, 2007: 57).
İktisat teorisinde ekonomik büyümenin, üretim ve istihdamın yapısını değiştireceği
fikri, ilk defa Clark (1940) tarafından ortaya atılırken, bunu Kuznets (1973) ve Chenery ile Syrquin (1975)’in katkıları takip etmiştir. Gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkelerde, önceden tarımın ya da sanayinin ağırlıkta olduğu süreçten bu yana,
işgücüne dayalı sektörlerle sermaye ve teknolojiye dayalı sektörlerin sahip oldukları yoğunluğun değişiklik göstermediği görülmektedir (Kaplan ve Taşdemir, 2008:
16). Dolayısıyla ülkelerin sanayiden bilgiye dayalı ekonomiye geçmesi tek başına
yeterli olmamakta, gelişmiş bir ülke olabilmek için aynı zamanda sanayi ve teknoloji yoğun üretim sürecine dâhil olabilmeleri gerekmektedir.
Gelişmişliğin bir ölçütü olarak değerlendirilmesinden dolayı, bilgi ekonomisi haline
gelebilmek, ülkeler için bir amaç haline gelmiştir. Ancak bir ekonominin bilgi ekonomisi olup olmadığının belirlenebilmesi için de, bazı göstergelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun için bilgi ekonomisinin özelliklerinden yararlanmak mümkündür.
Webster’e göre, bilgi toplumunun ayırt edilebilmesi için beş özellik göz önünde
bulundurulabilir. Bunlar; teknolojik yenilik ve dağılım, mesleki değişim, ekonomik
120
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
değer, enformasyon akışı ile sembol ve gösterge kullanımındaki genişleme olarak
sıralanabilir (Kaymas, 2010: 69). Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)
tarafından belirlenen temel bilgi göstergeleri ise; ar-ge harcamaları, teknik personel ve mühendis sayısı, patentler ve teknolojinin uluslararası ödeme dengesidir.
Bir ekonominin bilgi ekonomisi olup olmadığı incelenirken başvurulan göstergelerden bir diğeri ise ekonomideki işgücü verimliliğindeki artıştır. Örneğin, ABD’de
90’lı yıllarda, önceki yıllara oranla işgücü verimliliğindeki ve reel ücretlerdeki büyüme hızındaki artışın kaynağı olarak, çoğunlukla bilgisayar ve bilgi teknolojilerinin
yaygınlaşması gösterilmektedir (Öztürkler, 2009: 64).
Özellikle bilgi ekonomisi ya da bilgi toplumu ele alınırken değinilmesi gereken bir
diğer kavram, dijital bölünmedir. Dijital bölünme kavramı ile teknolojik altyapının
kullanımının uluslararasında veya toplum içerisinde eşit ağırlıklı olarak yayılmaması ve buna bağlı olarak, uluslararasında veya toplumun farklı kesimlerinde ortaya
çıkan teknolojiye erişim ve teknoloji kullanımına yatkınlık oranlarındaki eşitsizlikler
ele alınmaktadır (Civelek, 2009: 22-3). Bugün bilgi ekonomisi olan gelişmiş ülkelerle, henüz tarım ekonomisi olmaktan ileriye gidememiş ekonomiler arasındaki uçurumun, dijital bölünme için bir örnek teşkil ettiği ifade edilebilir.
2.1 . OECD Ülkelerinde Bilgi Ekonomisi
Bilgi ve iletişim teknolojileri, bilgi ekonomisinin lokomotif sektörü olduğundan
önemli bir göstergedir. 2010 yılında, dünyadaki bilgi ve iletişim teknolojileri üretimi ve pazarının durumu incelendiğinde, küresel ekonomik kriz dönemine kıyasla
daha parlak bir durum göze çarpmaktadır. Sektörün OECD ülkelerindeki tutarlı
büyüme süreci, uzun dönemdeki varlığını sürdürmektedir. Sektördeki üretimin
küresel yeniden yapılanması sonucunda, OECD ülkelerindeki ortalama üretim azalırken, yüksek katma değerli ürün üretimindeki avantajlar ve ihracat fazlalıkları
sürmektedir. 2008 yılı verilerine göre, OECD ülkelerindeki bilgi ve iletişim teknolojileri sektöründe toplam katma değerin büyük kısmını gerçekleştiren ülkeler; Kore,
Finlandiya, İrlanda, Japonya, Macaristan, İsveç, Slovakya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, ABD ve Meksika’dır (OECD, 2010: 12-3).
Bilgi ve iletişim teknolojileri sektörünün, ekonomik gelişmişliğin sağlanmasındaki
önemli yerinin yanında, ciddi bir istihdam alanı olduğu da açıktır. Sadece OECD
ülkelerinde yaklaşık 16 milyon insan bu sektörde istihdam edilmekte olup, bu
OECD ülkelerinde istihdam edilen toplam işgücünün yaklaşık olarak %6’sıdır. Ayrıca son dönemde, bu sektördeki büyümenin genel ortalamadan daha büyük olduğu
gözlenmektedir (OECD, 2010: 127).
OECD ülkeleri genelinde 1995-2008 döneminde, bilgi ve iletişim sektörü ve toplam
istihdamdaki büyüme süreci Şekil 1’de verilmiştir. 20. yüzyılın sonuna gelinirken,
hemen hemen tüm sektörlerde görülen istihdamın büyüme eğilimindeki artış,
2000’li yıllar ile birlikte imalata yönelik sektörlerde azalma göstermeye başlamıştır. Bunda en önemli etkiyi, bilgi ve iletişim teknolojileri imalatının gelişmiş ülkeEKİM 2013
121
lerden, gelişmekte olan ülkelere kaymasının yaptığı düşünülmektedir. Zira son
dönemde, gelişmiş ülkeler bilgi ve iletişim teknolojileri sektörünün yenilik ve icat
yaratmaya yönelik büyük katma değer üreten faaliyetlerini sürdürürken, imalata
ilişkin yatırımların gelişmekte olan ülkelere yönelmesini sağlamıştır.
Şekil 1. OECD Ülkelerinde BİT Sektörü ve Toplam İstihdamın Büyümesi (1995-2008)
Kaynak: OECD, 2010: 130.
OECD ülkelerinde bilgi ve iletişim teknolojileri sektörünün pazar büyüklükleri sıralamasında 1,03 trilyon dolar ile ABD ilk sırada, 313,74 milyar dolar ile Japonya
ikinci sırada yer almaktadır. Şekil 2’deki toplam pazar büyüklükleri içinde iletişim
teknolojileri oranı en yüksek olan ülke %85 ile Meksika, en düşük olan ülke ise %40
ile İsveç iken, Türkiye’de bu oran %78’dir. Türkiye’de iletişim sektörünün, GSYH
içinde aldığı %2,5’lik pay, OECD ortalaması seviyesinde olmakla birlikte, bilgi teknolojilerinin %1,1’lik payı OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında düşük seviyededir.
Bilgi teknolojileri sektörünün GSYH içinde aldığı payın küçüklüğü yanında, bu pazar
içerisinde yazılım ve hizmetler pazarının payı da OECD ortalamasının altında kalmaktadır. Yazılım ve hizmetler pazarının bilgi teknolojileri harcamaları içerisindeki
oranı 2008 yılı itibarıyla %21 olup bu oran %68’lik OECD ortalamasının oldukça
altındadır (DPT, 2010: 70).
122
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Şekil 2. OECD Ülkelerinde BİT Sektörü Pazar Büyüklüğü
Kaynak: DPT, 2010: 70.
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte, üretim sürecinde meydana
gelen değişim, ekonominin bilgi temelli hale gelmesi ile ekonomik performans
arasındaki ilişkinin önem kazanan bir araştırma konusu haline gelmesine neden
olmuştur. Bu bağlamda, bir ülkenin bilgi ekonomisi haline gelmesinin ekonomik
performansına olan etkisi Driouchi, Azelmad ve Anders’e (2006) göre, ekonomik
çıktı ve büyüme artışı şeklinde olmaktadır. Çalışmada, bilgi temelli ekonominin,
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre farklı sonuçlara yol açtığına dikkat çekilmektedir. Bu farklılık, gelişmiş ülkelerde bilgi ekonomisinin ihtiyaç duyduğu altyapı
ve yeniliklerin mevcut olmasından dolayı, gelişmekte olan ülkelere göre daha sabit
bir trend ile karşılaşmasına yol açmaktadır. Ancak gelişmekte olan ülkelerin bilgi
ekonomisinin dinamiklerinden faydalanması, ölçeğe göre artan getirinin elde
edilmesini sağlamaktadır (Driouchi vd., 2006: 248-9).
Bilginin toplam faktör verimliliğini arttırmak yoluyla ekonomik büyümeyi arttıracağı yönündeki yaklaşım Doğan, Gökdemir ve Karagöz (2005) tarafından Türkiye
örneğinde incelenmiştir. Çalışma, büyüme ve bilgi ekonomisi değişkenleri arasında
uzun dönemli ilişkinin varlığına işaret etmektedir. Bu değişkenlerden, eğitimin
büyümeyi pozitif etkilediği görülürken, patent değişkeninin ters yönlü ilişkiye sahip
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumun, gelişmiş ülkelerin aksine, gelişmekte
EKİM 2013
123
olan ülkeler ve azgelişmiş ülkeler için yapılan çalışmalara paralellik gösterdiği vurgulanmaktadır (Doğan vd., 2005: 16).
Chung, Cho ve Lee (2006)’nin Güney Kore’de bilgi üretim fonksiyonu tahmin ettiği
çalışmada ise, ülkedeki ar-ge çalışanlarındaki %1’lik artışın yeni bilgide %0,25 artışa ve bilgi stokundaki %1’lik artışın %0,353 artışa yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır
(Chung vd., 2006: 85). Yine Lopes, Martins ve Nunes’in (2005) 24 OECD üyesi için
1991-2000 dönemine ilişkin sabit sermaye yatırımları ve bilgi sermayesi yatırımlarının GSYH üzerindeki etkilerini belirlediği çalışmanın sonuçları, bilgiye yapılan
yatırımların GSYH’yi sabit sermaye yatırımlarından daha fazla arttırıcı etkiye sahip
olduğunu göstermektedir (Lopes vd., 2005: 135).
Bilgi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin birçok boyutunun irdelendiği tamamlayıcı çalışmaların ortak noktası; büyümede bilginin en az fiziki sermaye kadar
etkin bir faktör olduğuna vurgu yapmalarıdır (Yapraklı ve Sağlam, 2010: 581). Ancak Pohjola (2001) ile Yamak ve Bozkurt (2003), bilgi ve iletişim teknolojileri yatırımlarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin, gelişmiş ülkelerde pozitif ve
kuvvetli olduğunu, gelişmekte olan ülkelerde ise zayıf nitelikte olduğunu ortaya
koymuştur. Buna bağlı olarak, Dura (2006) bilgi toplumu için önce sanayileşmenin
gerçekleştirilmesi, altyapının sağlanması ve sınaî örgütlenmenin oluşması gerektiğini ifade etmektedir (Dura, 2006: 39). Bu bağlamda, sanayileşme aşamasını tamamlamaksızın bilgi ekonomisi haline gelmenin mümkün olmadığı öne sürülmektedir.
3. Türkiye’nin Bilgi Ekonomisi Göstergeleri
Türkiye ekonomisinin bilgi ekonomisi niteliklerini ne ölçüde taşıdığını görmek
amacıyla bazı makroekonomik göstergelere yer verilebilir. Türkiye’de bilgi ve iletişim teknolojileri sektörünün istihdam göstergeleri Tablo 1’de yer almaktadır. Sektörün bütünündeki istihdama göre, 2003 yılında 145.227 kişi istihdam edilirken, bu
sayı 2006 yılı itibarıyla 160.644’e yükselmiştir. Sektörde ar-ge çalışanlarının oranı
ise yıllara göre artmakta olup, 2006 yılında %5,2’ye ulaşmıştır. Bu eğilimin devam
etmesinin, sektörde faaliyet gösteren firmaların rekabet güçlerinin artması ve
dünya hâsılasından daha fazla pay alabilmesi açısından oldukça önemli olduğu
belirtilmektedir (DPT, 2010: 67). Bunda özellikle ar-ge yatırımlarının sabit maliyetli
yatırımlar olması ve bu yatırımlar aracılığıyla üretilen bilginin ölçeğe göre artan
getiriye yol açması rol oynamaktadır (Öztürkler, 2010: 222). Ar-ge yatırımlarının,
azalan verimleri ortadan kaldıran etkisi, gelişmiş ülkelerin, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile aralarındaki gelişmişlik farkını daha da arttırmaktadır (İrmiş,
2006: 23).
124
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 1. Türkiye’de BİT Sektörü İstihdam Göstergeleri
BİT sektör istihdamı
BİT sektöründe ar-ge çalışanlarının oranı (%)
BİT istihdamının toplam istihdama oranı (%)
2003
145.227
1,7
2,2
2004
151.557
1,9
2,0
2005
165.817
2,7
1,9
2006
160.644
5,2
1,7
Kaynak: DPT, 2010: 67.
Bilgi ve iletişim teknolojileri sektörü, doğrudan yarattığı istihdam olanakları yanında ekonominin genelinde bu teknolojileri kullanma becerisine sahip kişilere olan
talebi de artırmaktadır. Sektör istihdamının toplam istihdama oranındaki azalış
eğilimine karşılık, Şekil 3’de görüldüğü gibi sektörle ilişkili istihdamın toplam istihdama oranında yıllar itibarıyla belirgin bir artış söz konusudur. Buna göre, 2002
yılında %8,5 olan oran 2009 yılında %10,8’e yükselmiştir. Bu gösterge, bilgi toplumunun oluşumu açısından olumlu yönde değerlendirilebilir. Bir ekonomideki istihdamın sektörel dağılımı, o ekonominin temelde hangi sektöre dayalı olduğunu
büyük ölçüde ortaya koymaktadır.
Şekil 3. Türkiye’de BİT ile İlişkili İstihdamın Toplam İstihdama Oranı
Kaynak: DPT, 2010: 67.
Türkiye’de işgücü istihdamında sektörel dağılım incelendiğinde, hizmetler sektörünün payının 1960 yılında %11,5 iken, 2006 yılında %47,3’e yükseldiği görülmektedir. Hizmetler sektörünün sahip olduğu bu pay, bilgi ekonomisine geçişin bir
göstergesi olarak değerlendirilse de, bunun kısmen yanıltıcı olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir. Zira bu oranın içerisinde inşaat, işporta gibi geçici işlere ait
istihdam bulunmaktadır (Kutlu ve Taban, 2007: 144-5).
EKİM 2013
125
Bir diğer önemli bilgi ekonomisi göstergesi olan ar-ge ve yenilikçilik kapasitesine
ilişkin oranlar, Türkiye’nin AB-27 ortalamasına nazaran geride olduğunu göstermektedir. Karşılaştırma sonucu, Türkiye’de özellikle özel sektör ar-ge harcamalarının yetersizliğini ortaya koyarken, yükseköğretime erişimin arttırılmasının gerekliliğini de gözler önüne sermektedir.
Tablo 2. Ar-Ge ve Yenilikçilik Türkiye – AB 27 Karşılaştırması (2007)
Ar-Ge ve Yenilikçilik Göstergeleri
Ar-Ge Harcamalarının GSYH’deki payı (%)
Kamu
Özel Sektör
Gençlik Eğitim Düzeyi (%)
100 kişi başına düşen 25-64 yaş arası üniversite mezunu
Türkiye
0,79
0,46
0,33
AB 27
1,83
0,65
1,18
45
9,7
78
23,5
Kaynak: DPT, 2010: 60
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin iş dünyasına nüfuzuna ilişkin olarak Şekil 4’deki
bilgisayar kullanılan girişimlerin oranına yer verilmiştir. 2005-2008 döneminde
yıllar itibariyle bilgisayar kullanılan girişimlerin oranının özellikle nispeten küçük
girişimlerde daha fazla arttığı görülmektedir. Bu tespit, bilgi ve iletişim teknolojilerinin küçük ve orta çaptaki işletmelerin ekonomik aktivitelere dâhil olmasını kolaylaştırıcı bir etkiye yol açtığı yorumuna yol açmaktadır.
Şekil 4. Bilgisayar Kullanılan Girişimlerin Oranı
Kaynak: DPT, 2010: 24.
İş dünyasındaki gelişmelere paralel olarak, hanehalkının internete erişimine ilişkin
rakamlar, toplumun bilgi ve iletişim teknolojilerine adapte olma sürecindeki ilerlemeyi göstermektedir. Şekil 5’deki oranlar, Türkiye’de 2004-2008 döneminde
toplumun internete erişiminin yaklaşık 3 kat fazlalaştığını göstermektedir.
126
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Şekil 5. Hanehalkının İnternete Erişimi
Kaynak: DPT, 2010: 16.
Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyeli için gerçekleştirilen analizler, son yıllardaki performansın Uzak Doğu’daki yeni gelişen ekonomilerin referans alındığı bir
durumda göreli olarak zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. Potansiyelin harekete
geçirilmesi için; makroekonomik ve siyasi istikrarın sürekliliğinin sağlanması, sermaye birikiminin hızlandırılması, bölgesel fırsatların değerlendirilmesi ile kurumsal
yapının bunlara uygun olarak düzenlenmesinin yanında, bilimsel ve teknolojik
faaliyetlerin derinleştirilerek yaygınlaştırılması ve her kademede okullaşma oranlarının hızla yükseltilmesi ile hizmet içi eğitimin fazlalaştırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır (Türkiye Ekonomi Kurumu, 2003: 40).
Türkiye için bilgi ve iletişim teknolojileri sektörünün analizi yapıldığında, genç ve
teknolojik gelişmeleri takip eden nüfus yapısının, sektör için hem önemli bir talep
potansiyelini oluşturduğu hem de gerekli insan kaynağını yarattığı görülmektedir.
Özellikle nüfusun bu alanda gerekli niteliklerle donanması, sektörün ithal kaynak
gereksinimini azaltarak, makroekonomik bir avantaj doğurabilecektir (DPT, 2007:
34-5).
Bir ekonomide yapılan bilgi ve iletişim teknolojileri yatırımlarının verimli olabilmesinin önkoşulu; esaslı bir sermaye stoku ile altyapının mevcut bulunması olarak
gösterilmektedir (Dura, 2006: 38). Türkiye’de bilgi ekonomisinin etkin hale gelmesinin önündeki en büyük engeller olarak sermaye ve altyapı yetersizliğine işaret
edilebilir. Bu doğrultuda, öncelikle Tablo 3’de görülen Türkiye’nin bilgi ekonomisi
açısından zayıf olduğu alanların geliştirilmesi ve fırsatların gözden geçirilmesi gerekmektedir.
EKİM 2013
127
Tablo 3. Bilgi Ekonomisi Açısından Türkiye'nin Güçlü ve Zayıf Yönleri, Fırsatlar ve Tehditler
Güçlü Yanlar
- Aktif nüfus
- KOBİ potansiyeli
- Girişimci ruh
- Coğrafi konum
- Etkileşim eğilimli toplum
- Yeniliklere açıklık
Zayıf Yanlar
- E-ekonomi hakkında vizyon ve strateji belirlenmemesi
- Yetersiz hukuksal yapı
- Takım oyunundan uzaklık
- Yaratıcılık ve inovasyon eksikliği
- Sermaye yetersizliği
- Yüksek üretim maliyetleri
- Devlet müdahaleciliği
- Beşeri sermaye
- Altyapı yetersizliği
- Coğrafi dengesizlikler
- Ekonomik ve siyasal istikrarsızlık
- Bilim, teknoloji, üretim döngüsünün sağlanamaması
- Standartlardan uzak üretim yapılması
- Sınırlı işbirlikleri
- Kayıtdışı ekonomi
- İnelastik işgücü pazarı
- Türkçe içeriğin yetersizliği
- Yabancı dil kullanımı yetersizliği
Tehditler
- Küresel şirketlerin pazara girmesi
- Bilinçsiz teknoloji yatırımları
- Geç hareket edilmesi
- Sayısal uçurum
- Düşük verimlilik nedeniyle rekabet avantajının
kaybedilmesi
- Talep edilen işgücü profilinin arzındaki yetersizlik
- Tüketicilerin elektronik ticarete güvensizliği
Fırsatlar
- AB adaylığı süreci
- Öncü ülkelerin hatalarından ders alınması
- Bilişim teknolojilerinin hızlı elde edilebilmesi
- Servis sağlayıcılığı ve dış kaynak kullanımına
yönelik küresel talep
- BİT servislerinin lokasyondan bağımsız sunulabilir olması
- Aracıların ortadan kalkması
- Küresel şirketlerin pazardaki rolü
- KOBİ’lerin dış pazarlara açılabilmesi
- Maliyet avantajına göre kaynak kullanım olanağı
- Uzun vadede yeni iş olanaklarının varlığı
- Ekonominin daha büyük bir bölümünün kayıt
altına alınması
- Kamu maliyesinde sağlanan etkinlik ve şeffaflığın yatırımcı güvenini yaratması
- Azgelişmiş bölgelerin yeniliklere kolay erişmesi
Kaynak: Özsağır, 2007: 140-1.
Türkiye’de bilgi ekonomisine ilişkin gerçekleştirilen ampirik çalışmalara değinmek
gerekirse, Türkiye ekonomisinin 1980-2008 dönemine ait bilgi ve iletişim teknolojileri ile ekonomik büyüme ilişkisini ortaya koyan Yapraklı ve Sağlam’ın (2010) sonuçlarına göre, uzun dönemde ekonomik büyüme ile fiziki sermaye, işgücü, beşeri
sermaye ve bilgi arasında pozitif bir ilişkinin varlığından söz edilebilir. Türkiye’de
mevcut bilgi stokunun %1’lik artışı, ekonomik büyüme üzerinde %0,07 artışa yol
açmaktadır (Yapraklı ve Sağlam, 2010: 591-2). Bu doğrultuda, Türkiye ekonomisinde bilginin ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkiye sahip olduğu ve literatürde
yer alan gelişmekte olan ülkelerin bilgiye dayalı ekonomik büyüme yaklaşımlarının
Türkiye’de geçerlilik gösterdiği belirtilebilir.
Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan Türkiye 2010 İlerleme Raporu’nda, bilim
ve araştırma politikaları alanında başarılı bir sürecin sağlandığına ve mevzuattaki
128
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
düzenlemeler aracılığıyla uluslararası alandaki araştırmacıların Türkiye’de daha
uzun veya devamlı olarak kalmaya teşvik edildiğine dikkat çekilmiştir. Raporda,
Avrupa Birliği Yedinci Çerçeve Programı’nda başarının arttırılabilmesi için Türkiye’de araştırma kapasitesinin ve bilimsel uzmanlaşmanın arttırılmasına ihtiyaç
duyulduğu ve Avrupa Araştırma Alanı (European Research Area – ERA) ile bütünleşmenin bu gelişmelere bağlı olduğu vurgulanmıştır (AB 7. Çerçeve Programı,
2010).
4. Türkiye İçin Bilgi Ekonomisi Analizi
Türkiye ekonomisinin sahip olduğu niteliklerden hareketle, bilgi ekonomisi olma
yolunda bulunduğu aşamanın belirlenmesi amacıyla Bilgi Değerlendirme Metodolojisi’nden (Knowledge Assessment Methodology - KAM) yararlanılmıştır. Dünya
Bankası tarafından, Kalkınma İçin Bilgi (Knowledge for Development - K4D) programında kullanılmak üzere geliştirilen Bilgi Değerlendirme Metodolojisi ülkelerin
bilgi ekonomisine geçiş sürecinde karşılaşabilecekleri sorun ve fırsatları belirlemelerini sağlamayı amaçlayan bir yöntemdir. Yöntem, 146 ülkenin bilgi ekonomisi
performanslarını ölçmeye yönelik, 109 yapısal ve nitel değişkeni içermektedir. Bu
bağlamda, bilgi ekonomisi temel göstergeleri; ekonomik teşvikler ve kurumsal
rejim, eğitim, yenilik, bilgi ve iletişim teknolojileri boyutlarında ele alınmaktadır
(World Bank, 2010a).
Bilgi Değerlendirme Metodolojisi, ülkelerin bilgi ekonomisine hazırlanması aşamasında bilgi temelli göstergeleri baz alarak, güçlü ve zayıf yönlerin tespit edilmesini
ve karşılaştırmalar yapılabilmesini mümkün kılan etkileşimli bir yöntem olarak
değerlendirilmektedir. Yöntemin en büyük getirisi, ülkelerin karşı karşıya olduğu
risk ve potansiyelleri ortaya koyarak, bilgi ekonomisine geçiş politikalarının belirlenmesinde kolaylık sağlamasıdır. Yöntemin sahip olduğu gücü, sektörlerin kesişimini esas alan yaklaşımı ve bilgi ekonomisine ilişkin faktörlere yönelik geniş boyutlu ve bütünsel bir görüş alanı oluşturmasından aldığı belirtilmektedir. Ayrıca yöntemin şeffaflığı, basitliği ve çok yönlülüğü, yöntem için geniş kullanım alanı oluşturmakta ve yöntemin kabul edilirliğini arttırmaktadır (Chen ve Dahlman, 2006: 910).
Yöntemin sıklıkla kullanılan modellerinden biri olan Bilgi Ekonomisi Endeksi modeli, bilgi ekonomisine dayalı olarak, bir bölge veya ülkenin ortalama kalkınma değerlerini kapsayan toplulaştırılmış endeksler oluşturmakta ve böylece bilgi temelli
göstergeler yoluyla ekonomik performans ortaya konmaktadır (Chen ve Dahlman,
2006: 12).
Şekil 6’da Bilgi Ekonomisi Endeksi ve Bilgi Endeksinin hangi faktörler tarafından
oluşturulduğuna yer verilmiştir. Buna göre, bir ülkenin eğitim, yenilik, bilgi ve iletişim teknolojileri endeksleri bir araya gelerek Bilgi Endeksini oluştururken, buna
ekonomik ve kurumsal rejime ilişkin göstergelerin eklenmesi ile Bilgi Ekonomisi
Endeksi elde edilmektedir. Bir ülke ekonomisinin bilgi ekonomisi olması ve eğitim,
EKİM 2013
129
yenilik, bilgi ve iletişim teknolojileri alanlarında sahip olduğu potansiyeli değerlendirebilmesinin, ekonomideki mevcut diğer yapısal faktörlere bağlı olması, Bilgi
Ekonomisi Endeksi oluşturulurken bu faktörlerin de değerlendirmeye alınmasını
gerektirmektedir.
Bilgi Ekonomisi Endeksi
Ekonomik ve Kurumsal
Rejim Endeksi
Bilgi Endeksi
Eğitim Endeksi
Yenilik Endeksi
BİT Endeksi
- Tarifeli & Tarifesiz engeller
- Düzenlemelerin kalitesi
- Hukukun üstünlüğü
- Yetişkin okuryazarlık oranı
- Ortaöğretime katılım
- Yükseköğretime katılım
Telif ücreti ödemeleri
- Patent sayıları
- Bilimsel yayınlar
Telefon aboneliği
- Bilgisayar sayısı
- İnternet kullanımı
Şekil 6. Bilgi Endeksleri ve Göstergeleri
Kaynak: World Bank, 2010a.
4.1.
2010 Yılında Türkiye İçin Bilgi Ekonomisi Analizi
Bilgi Değerlendirme Metodolojisi kapsamında, 2009 yılı verileri ile oluşturulan Bilgi
Ekonomisi Endeksinde yer alan 146 ülke içerisinde Türkiye’nin endeks değeri 5,55
olup, sıralaması 61’dir. Türkiye sıralamada 2000 yılı verilerine göre, 4 basamak
kayba uğramıştır. Dünya ortalaması 6,19 olan bilgi endeksinde ise Türkiye’nin sahip olduğu değer 5,07’dir. Kuşkusuz dünya ortalaması, bilgi ekonomisi tanımına
uygun gelişmiş ülkelerin sahip olduğu ortalama değerlerden de düşük bir düzeydedir. Buna rağmen, Türkiye’nin sahip olduğu performansın yetersizliği göze
çarpmaktadır.
Türkiye ve dünya ülkeleri için Bilgi Ekonomisi Endeksinin, bilgi ekonomisinin temel
göstergelerinin ortalama normalleştirilmiş değerleri (World Bank, 2010b) ile analiz
edildiği bir model ile incelenmesi halinde, Şekil 7’de yer alan grafik elde edilmektedir. Grafiğin kenarlarındaki sınırlar, endeks değerinin en yüksek (10) olduğu seviyeyi, merkezi ise en düşük (0) olduğu seviyeyi göstermektedir. Buna göre, Türkiye’nin ekonomik teşvikler ve kurumsal rejim (6,98/5,21) ile eğitim (4,46/4,24)
alanlarında dünya ortalamasından daha iyi durumda olduğu, ancak bilgi ve iletişim
130
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
teknolojileri (4,92/6,22) ile yenilikler (5,83/8,11) açısından eksiklere sahip olduğu
görülmektedir.
Kaynak ve Yaylalı (2009) tarafından, bilgi ekonomisi endeksinden yararlanılarak
2007 yılı verileri ile Türkiye için yapılan analizin sonuçları da, bu çalışmada elde
edilen sonuçlara paralellik arz etmektedir (Kaynak ve Yaylalı, 2009: 65).
Şekil 7. Türkiye ve Dünya Ülkelerinin Bilgi Ekonomisi Endeksi (Temel Göstergeler)
Kaynak: World Bank, 2010a.
Temel göstergelerle incelenen Bilgi Ekonomisi Endeksinin, aynı zamanda seçilmiş
göstergelerle de ele alınması mümkündür. Bu doğrultuda, Şekil 8’de yer alan karşılaştırma; ekonomik performans, ekonomik rejim, yönetişim, yenilikler, eğitim,
işgücü, cinsiyet ile bilgi ve iletişim teknolojileri alanlarında seçilen göstergelerle
gerçekleştirilmiştir. Çalışmada oluşturulan karşılaştırma modelinde, her alandan 2
adet gösterge seçilerek, dünya geneline nazaran Türkiye’nin bilgi ekonomisine
ilişkin mevcut durumunun incelenmesi amaçlanmıştır.
Türkiye Şekil 6’daki göstergelere göre; yerel rekabet yoğunluğu, kamunun etkinliği, yetişkin okuryazarlığı, cinsiyete dayalı gelişme ve insani gelişim endeksleri gibi
konularda dünya ortalamasına göre iyi durumda iken, kişi başına düşen GSYH,
ihracat ve ithalat toplamının GSYH içerisindeki payı, hukukun üstünlüğü, ar-ge
harcamalarının GSYH’deki payı, milyon kişi başına düşen patent sayısı, kamu eğitim harcamalarının GSYH’e oranı, hizmetler sektörünün istihdamdaki payı, 15 yaş
üstü işgücü istihdamının nüfusa oranı, kadın nüfusun yükseköğretime katılımı,
EKİM 2013
131
iktisadi faaliyetlerde internet kullanımı ile bilişim teknolojileri harcamalarının
GSYH’e oranı gibi konularda dünya ortalamasından geri bir durumdadır.
Şekil 8. Türkiye ve Dünya Ülkelerinin Bilgi Ekonomisi Endeksi (Seçilmiş Göstergeler)
Kaynak: World Bank, 2010a.
Türkiye ekonomisinin bilgi ekonomisi boyutunda değerlendirilmesi amacıyla ilk
olarak 2010 yılındaki mevcut durum ele alınmış ve 2012 yılı için eldeki göstergelerin, yeni değerlerinden yararlanılarak, karşılaştırmalı bir durum değerlendirmesi
yapılması amaçlanmıştır.
Bilgi Ekonomisi Endeksinin 2012 sonuçlarına dayanılarak oluşturulan ülke sıralamaları incelendiğinde, ilk sırayı 2000 yılının da birincisi olan İsveç’in (9,43) aldığı,
bunu 8. sıradan 2. sıraya yükselen Finlandiya’nın (9,33) izlediği ve sıralamasını
koruyan Danimarka’nın (9,16) 3. olduğu görülmektedir. Belirtilen sıralamada, Türkiye’nin 2000 yılında bulunduğu 62. sıradan, 69. sıraya gerilediği (5,16) görülmektedir (World Bank, 2012).
Türkiye ve dünya ülkeleri için Bilgi Ekonomisi Endeksinin, bilgi ekonomisi temel
göstergelerinin ortalama normalleştirilmiş değerleri ile analiz edildiği bir model ile
incelenmesi halinde, Şekil 9’da yer alan grafik elde edilmektedir. Buna göre, Türkiye’nin ekonomik teşvikler ve kurumsal rejim (6,19) ile yenilikler (5,83) alanlarında
dünya ortalamasından daha iyi durumda olduğu, ancak bilgi ve iletişim teknolojileri (4,5) ile eğitim (4,11) alanlarında geride olduğu görülmektedir. Türkiye için
132
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
2010-2012 dönemi karşılaştırıldığında ise ekonomik teşvikler ve kurumsal rejim,
bilgi ve iletişim teknolojileri ve eğitim alanlarında gerileme olduğu görülmektedir.
Şekil 9. Türkiye ve Dünya Ülkelerinin Bilgi Ekonomisi Endeksi (Temel Göstergeler)
Kaynak: World Bank, 2012.
Bilgi Ekonomisi Endeksinin seçilmiş göstergelerle de ele alınması mümkündür. Bu
doğrultuda, Şekil 10’da yer alan karşılaştırma; ekonomik performans, ekonomik
rejim, yönetişim, yenilikler, eğitim, işgücü, cinsiyet ile bilgi ve iletişim teknolojileri
alanlarında seçilen göstergelerle gerçekleştirilmiştir.
Türkiye belirtilen göstergelere göre; kişi başına düşen GSYH, yerel rekabet yoğunluğu, hukukun üstünlüğü, kamunun etkinliği, ar-ge harcamalarının GSYH payı, patent sayısının nüfusa oranı, kamunun eğitim harcamalarının GSYH oranı ve iktisadi
faaliyette internet kullanımı konularında göreli olarak iyi durumda olmakla birlikte,
insani gelişim endeksi, cinsiyete dayalı gelişme endeksi, ticaretin GSYH payı, yetişkin okuryazarlık oranı, kadın nüfusun yükseköğretime katılımı, hizmetler sektöründe istihdam, bilgi ve iletişim teknolojileri harcamalarının GSYH oranı gibi konularda ise eksikliklere sahiptir.
EKİM 2013
133
Şekil 10. Türkiye ve Dünya Ülkelerinin Bilgi Ekonomisi Endeksi (Seçilmiş Göstergeler)
Kaynak: World Bank, 2012.
Türkiye’nin bilgi ekonomisine ilişkin genel durumuna istinaden mevcut politika
önerilerinin geçerliliği değerlendirilebilir. Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013)
Bilim ve Teknoloji Özel İhtisas Komisyon Raporu’nda (Dokuzuncu Kalkınma Planı,
2010), Türkiye’nin bilgi ekonomisine ilişkin fırsatları hızlı ve etkin şekilde değerlendirebilmesi bazı yapısal dönüşümlere bağlanmıştır. Bunlar;
• “Araştırma, teknoloji ve yenilikçilik toplum kültürünün geliştirilmesi,
• Ulusal sistemi oluşturan tüm paydaşların roller ve performans gerekleri tanımlanmış sistemik bütünlük içerisinde çalışmasının güçlendirilmesi,
• Eğitim sisteminin modern araştırma, geliştirme ve yenilikçilik yaklaşımlarına ve
ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirilmesine dönüşümünün sağlanması,
• Özel sektörün araştırma, geliştirme ve yenilikçilik faaliyetlerine her seviyede
katkı ve katılımının sağlanması,
• Ulusal ar-ge yatırımlarının öncelik ve ihtiyaçlar ile uyumlu, koordineli, rasyonel
ve etkin kullanımının sağlanması,
• Teknolojik girişimciliğin özendirilmesi ve desteklenmesi,
• İşlevsel modern bir araştırma, geliştirme ve yenilikçilik sisteminin ihtiyaç duyacağı tüm sağlayıcı faktörlerin başta fikri mülkiyet haklarının koruma, finansman,
insan kaynakları olmak üzere geliştirilmesi ve desteklenmesi”dir.
134
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Türkiye’de bilgi ekonomisine ilişkin politika önerilerinin geneli için bir özet niteliğinde olan bu önerilerin, yapılan analiz ile birlikte değerlendirildiğinde, doğru ancak yetersiz oldukları belirtilebilir. Zira Türkiye’nin bilgi ekonomisi göstergelerinin,
dünya ortalaması değerlerine nazaran yetersiz olduğu alanlarda hâlihazırda politika önerilerinin bulunduğu görülmektedir. O halde, Türkiye’nin bilgi ekonomisi
olabilmesi için gerekli olanın politika önerilerini gerçek hayata taşıyabilmesi olduğu söylenebilecektir. Bunun için farklı kurum ve kuruluşların ayrı ayrı ortaya koydukları çabayı, bir araya getirerek sinerji oluşturacak bir yapılanmaya ihtiyaç duyulduğu belirtilebilir.
5. Sonuç ve Değerlendirme
Bilgi ekonomisi kavramının ülkelerin gelişmişliğe erişme amaçlarındaki son durak
haline gelmesi, bugün gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeleri, gelişmişlik mertebesine erişebilmek amacıyla bilgi ekonomisi olmaya yöneltmektedir. Doğal olarak,
dünya üzerinde farklı gelişmişlik düzeylerinde bulunan ülkelerin, gelişmiş ülkeler
gibi bilgi ekonomisi olmak için gerekli yatırımları yapmaları ve politikaları uygulamaları mümkün olmamaktadır. Bu durum, dünya gündeminin bilgi ekonomisine
doğru ilerlemesiyle ülke ekonomileri arasındaki gelişmişlik farklılıklarının daha
fazla göze çarpmasına neden olmakta ve dijital bölünme kavramının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Bilgi ekonomisinin küresel boyutta etkileri görülmekte iken, aynı zamanda ülke
ekonomilerinde bilgi ekonomisinin hâkimiyetinin görülmesi ile bazı dönüşümler
yaşanmakta ve hatta ülke içinde de dijital bölünme ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Ülkelerdeki ekonomik yapının temel dayanağının, tarımdan sanayiye, sanayiden
bilgiye giden yolda; uğradığı değişim ve dönüşüm, sektörel dengelerin değişmesine ve buna bağlı olarak, istihdam edilen işgücünün niteliklerinin dahi değişmesine
neden olmaktadır. Bu doğrultuda, ekonomik yapıdaki dönüşümün, pek çok mikro
ve makroekonomik sonucunun bulunduğundan bahsetmek mümkündür.
Ekonomik gelişmişlik düzeyini, dünyadaki tüm ülkeler gibi arttırma amacını güden
Türkiye ekonomisinin mevcut durumu incelendiğinde, özellikle son 10 yılda yapılan düzenlemeler, politikalar ve uygulamalarla ciddi adımların atıldığı, buna rağmen ulaşılan noktanın ise yetersiz olduğu göze çarpmaktadır. Bunun için en somut
göstergeler, bilgi ve iletişim sektörünün toplam istihdam içerisindeki payı ve ar-ge
alanındaki yatırımlar olarak gösterilebilir. Yine Türkiye’deki temel sektörel dağılım,
hizmetler sektörünün sahip olduğu oran ile bilgi ekonomisi tanımına uyum sağlamakla birlikte, Türkiye’de bilgi ekonomisi ile bağdaşmayan pek çok geçici faaliyet
alanının, hizmetler sektörü başlığı altında değerlendirilmesi sonucunda bu yanıltıcı
durumun oluştuğu da vurgulanmalıdır.
Türkiye’nin bilgi ekonomisi haline gelmesi yolunda ciddi fırsat ve potansiyele sahip
olmasının yanında, önündeki ciddi engellere örnek olarak esaslı bir sermaye stokunun noksanlığı ve altyapı mevcudiyetinin yetersizliği gösterilebilir. Bilindiği gibi,
EKİM 2013
135
bu engeller, aynı zamanda bir ekonomide yapılan bilgi ve iletişim teknolojileri yatırımlarının verimli olabilmesinin önkoşuludur.
Gerçekleştirilen bilgi ekonomisi analizinde, Türkiye ve dünya ülkelerinin ortalama
değerleri karşılaştırılmış ve bazı çıkarımlar yapılmıştır. Buna göre, Türkiye’nin 2010
yılında ekonomik teşvikler ve kurumsal rejim ile eğitim konularında dünya ortalamasından daha iyi durumda olduğu, buna karşılık bilgi ve iletişim teknolojileri ile
yenilikler konularında durumun daha kötü olduğu tespit edilmiş ve bu sonucun
aynı zamanda Avrupa Komisyonu’nun Türkiye 2010 İlerleme Raporu’nda ortaya
konulan tespitlere paralellik arz ettiği görülmüştür. 2012 yılına gelindiğinde ise
Türkiye’nin ekonomik teşvikler ve kurumsal rejim ile yenilikler alanlarında dünya
ortalamasından daha iyi durumda olduğu, ancak bilgi ve iletişim teknolojileri ile
eğitim alanlarında geride olduğu göze çarpmaktadır.
Türkiye için 2010-2012 dönemi karşılaştırıldığında; ekonomik teşvikler ve kurumsal
rejim, bilgi ve iletişim teknolojileri ve eğitim alanlarında gerileme olduğu görülmektedir. Belirtilen dönemde sadece yenilikler unsuru durağan bir durum sergilemektedir. Son dönemdeki bu gerilemelerin dikkatle takip edilmesi ve çözüme
yönelik güncel politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.
136
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kaynaklar
AB
7.
Çerçeve
Programı
(2010),
“Science
and
Research”,
http://www.fp7.org.tr/tubitak_content_files//tr_rapport_2010_en.kesilmis.pdf
(Erişim: 24.12.2010).
Aktan, C. C. ve İ. Y. Vural (2004), Yeni Ekonomi ve Yeni Rekabet, Ankara: Türkiye
İşveren Sendikaları Konfederasyonu.
Bayram, H. (2010), Bilgi Toplumu ve Bilgi Yönetimi, İstanbul: Etap Yayınevi.
Biçerli, M. K. (2007), Çalışma Ekonomisi, İstanbul: Beta Basım Yayım.
Castells, M. (2004), “An Introduction to the Information Age”, Ed. F. Webster, The
Information Society Reader, New York: Routledge Taylor & Francis Group.
Chen, D. H. C. ve C. J. Dahlman (2006), The Knowledge Economy, The KAM Methodology and World Bank Operations, The International Bank for Reconstruction
and Development, Washington, D.C.: The World Bank.
Chung, D., S. Cho ve J. M. Lee (2006), “Knowledge Production Function in South
Korea: An Empirical Analysis”, World Academy of Science, Engineering and Technology, 18, 80-86.
Civelek, M. E. (2009), İnternet Çağı Dinamikleri, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım.
Dereli, T. (1998), “Bilgi Çağında İstihdam, Çalışma İlişkileri ve Sendikalar”, Yeni
Türkiye: 21. Yüzyıl Özel Sayısı, 2, 1086-1089.
Doğan, Ç., L. Gökdemir ve M. Karagöz (2005), “The Role of Knowledge as a New
Production Factor in the Economic Growth of Turkey” İstanbul: Conference on
Medium-Term Economic Assessment (CMTEA).
Dokuzuncu Kalkınma Planı, “Bilim ve Teknoloji Özel İhtisas Komisyonu Raporu”,
http://plan9.dpt.gov.tr/oik19_bilimteknoloji/19bilimveteknoloji.pdf
(Erişim:
25.12.2010).
DPT (2007), 2007-2013 Dokuzuncu Kalkınma Planı Bilgi ve İletişim Teknolojileri
Özel İhtisas Komisyonu Raporu Bilgi Teknolojileri Alt Komisyon Raporu, Ankara:
DPT Müsteşarlığı.
DPT (2010), Bilgi Toplumu İstatistikleri 2010, Ankara: DPT Müsteşarlığı.
Driouchi, A., E. M. Azelmad ve G. C. Anders (2006), “An Econometric Analysis of
the Role of Knowledge in Economic Performance”, Journal of Technology Transfer,
31, 241-255.
Dura, C. (2006), “Sanayileşmeyen Ülke Bilgi Toplumu Olamaz”, Ed. Nihal Kargı,
Bilgi Ekonomisi, Bursa: Ekin Kitabevi, 29-44.
EKİM 2013
137
Ellul, J. (2003), Teknoloji Toplumu, Çev. M. Ceylan, İstanbul: Bakış Yayınları.
İnceler Sarıhan, H. (1998), Rekabette Başarının Yolu Teknoloji Yönetimi, Gebze:
Desnet Yayınları.
İrmiş, A. (2006), “Bilginin Küreselleşmesi ve Fason Üretim”, Ed. Nihal Kargı, Bilgi
Ekonomisi, Bursa: Ekin Kitabevi, 7-28.
Jeffres, L. W. (2007), “Media Technology and Civic Life, Communication Technology and Social Change: Theory and Implications”, Ed. C. A. Lin ve D. J. Atkin, New
Jersey: Lawrence Erlbaum Associates.
Kaplan, M. ve Taşdemir, M. (2008), “Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri”, Ed.
Sami Taban ve Muhsin Kar, Kalkınma Ekonomisi, Bursa: Ekin Yayınevi, 7-34.
Kaya, A. A. (2004), “İçsel Büyüme Kuramları”, Ed. Erol Kutlu, İktisadi Kalkınma ve
Büyüme, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayın No: 1575, 291-312.
Kaymas, S. (2010), “Yeni Liberalizmin Hegemonya Uğrağı Olarak Enformasyon
Toplumu Söylemi ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Türkiye ve Bilgi Toplumu Siyasası”,
Yakındoğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, III(2), 64-104.
Kaynak, S. ve Yaylalı, M. (2009), “Bilgi Toplumuna Geçiş Sürecinde Bilgi Ekonomisi
ve Bilgi Ekonomisi İndeksi Modeli ile Türkiye Üzerine Bir Uygulama”, Marmara
Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, XXVII(II), 49-68.
Kuhn, M. (2007), “Inside Global Learning Societies – The “War of Ideas” of the
Good World in the Global Battle of Cultures”, Ed. M. Kuhn, New Society Models
for a New Millennium: The Learning Society in Europe and Beyond, New York:
Peter Lang Publishing, 11-44.
Kutlu, E. (2000), Bilgi Toplumunda Kalkınma Stratejileri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayınları.
Kutlu, E. (2005), “Bilgi ve Kalkınma”, Ed. Muhsin Kar ve Sami Taban, İktisadi Kalkınmada Sosyal, Kültürel ve Siyasal Faktörlerin Rolü, Bursa: Ekin Kitabevi, 89-114.
Kutlu, E. ve Taban, S. (2007). Bilgi Toplumu ve Türkiye, Eskişehir: Nisan Kitabevi.
Leung, S. K. C. (2004), Statistics to Measure the Knowledge-Based Economy: The
Case of Hong Kong, Wellington: 2004 Asia Pacific Technical Meeting on Information and Communication Technology (ICT) Statistics.
Lopes, I., M. R. Martins ve M. Nunes (2005), “Towards the Knowledge Economy:
the Technological Innovation and Education Impact on the Value Creation Process”, The Electronic Journal of Knowledge Management, 3(2), 129-138.
National Committee of Inquiry into Higher Education, “Higher Education in the
Learning Society: Section 1.11”., http://www.leeds.ac.uk/educol/ncihe/ (Erişim:
05.11.2010).
138
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
OECD (2010), OECD Information Technology Outlook 2010, OECD Publishing.
Ogan, C. (2007), “Communication Technology and Global Change, Communication
Technology and Social Change: Theory and Implications”, Ed. C. A. Lin ve D. J. Atkin, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates.
Özsağır, A. (2007), Bilgi Ekonomisi, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Öztürkler, H. (2009), “Ulusal Gelir: Nasıl Yaratılıyor ve Nasıl Harcanıyor”, Ed. Ömer
Faruk Çolak, Makroekonomi (N. Gregory Mankiw), Ankara: Eflatun Yayınevi, 48-83.
Öztürkler, H. (2010), “Bilgi Ekonomisi ve Yenilik: Ar-ge Tarafından Yönlendirilen
Büyüme”, Ed. Erinç Yeldan, İktisadi Büyüme ve Bölüşüm Teorileri, Ankara: Efil Yayınevi, 221-264.
Smith, K. (2000), What is the Knowledge Economy? Knowledge-Intensive Industries and Distributed Knowledge Bases, Norway: DRUID Summer Conference on
The Learning Economy – Firms, Regions and Nation Specific Institutions.
Splichal, S. (1994), “From Civil Society to Information Society”, Ed. S. Splichal, A.
Calabrese ve C. Sparks, Information Society and Civil Society, West Lafeyette: Purdue University Pres, 50-77.
Taban, S. (2010), İçsel Büyüme Modelleri ve Türkiye, Bursa: Ekin Yayınevi.
Türkiye Ekonomi Kurumu (2003), “Büyüme Stratejileri”, Türkiye İktisat Kongresi
Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu Tartışma Metni.
World
Bank
(2010a),
“Knowledge
Assessment
http://www.worldbank.org/kam (Erişim: 31.10.2010).
Methodology”,
World
Bank
(2010b),
“Normalization
Procedure”,
http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/WBI/WBIPROGRAMS/KFDLP/EXTU
NIKAM/0,,contentMDK:20584281~menuPK:1433234~pagePK:64168445~piPK:64168
309~theSitePK:1414721,00.html (Erişim: 11.12.2010).
World Bank (2012), “Knowledge Economy Index (KEI) 2012 Rankings”,
http://siteresources.worldbank.org/INTUNIKAM/Resources/2012.pdf
(Erişim:
30.05.2012).
Yamaç, K. (2009), Bilgi Toplumu ve Üniversiteler, Ankara: Eflatun Yayınevi.
Yapraklı, S. ve Sağlam, T. (2010), “Türkiye’de Bilgi İletişim Teknolojileri ve Ekonomik Büyüme: Ekonometrik Bir Analiz”, Ege Akademik Bakış, 10(2), 577-598.
EKİM 2013
139
140
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kadın ve Erkek Liderlerin Sözel İletişim
Yeterlikleri ve Bunun Çalışanların İş
Tutumları Üzerine Etkileri
Necmettin ÖZEL
Yrd. Doç. Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Bolu MYO
[email protected]
Kadın ve Erkek Liderlerin Sözel İletişim Yeterlilikleri ve Bunun Çalışanların İş Tutumları Üzerline Etkileri: Sözel Özel, Sözel Etkilik ve İş
Tutumları
Verbal Communication Competencies of Male
and Female Leaders and Their Effects on Employees’ Work Attitudes
Özet
Ondört iş örgütünden 138 katılımcının yer aldığı
bu araştırmada, kadın ve erkek liderlerin konuşma yeterlikleri ve bunun çalışanların iş tutumları
üzerindeki etkileri incelenmiştir. Soru kâğıdı 0.88
C’s A değeri ile yüksek düzeyde güvenilir bulunmuştur. Diğer taraftan, işgörenler –lider cinsiyetine bakılmaksızın- üstlerinin konuşma biçimlerini etkili bulmuş ancak güdüleyici bulmamıştır.
İşgörenlerin ayrıca, orta-alt düzeyde sözel özen
(SÖ) ve yetersiz düzeyde iletişim yoğunluğu (İY)
algıladığı görülmüştür. Hipotez analizleri, İY ve
SÖ açısından kadın ve erkek yöneticiler arasında
anlamlı bir fark ortaya koymamıştır. Buna karşılık, kadın ve erkek liderlerin sözel etkililik (SE)
düzeyleri arasında, kadın liderler lehine anlamlı
fark bulunmuştur. Benzer biçimde, üstleri kadın
olan işgörenlerin daha yüksek iş tatmini (İT), iş
başarımı (İB) ve sözel iletişim tatmini (ST) algıladıkları saptanmıştır.
Abstract
Data, from survey of 138 employees in 14 organizations were analyzed to explore relationships
between leader gender and verbal competencies
and their effects on emloyeees’ job attitudes.
Questionnaire had a high level of internal consistency as measured by C’s A, (0.88). On the other
hand, employees were affected but weren’t
motivated by their leaders’ speeches. In addition,
employees sensed a low and/or medium degree
of communication density and verbal consideration with/from their leaders. More interestingly,
communication satisfaction with leaders took
place in the last row. The results of hypothesis
testing indicate that there is no statistically
significant difference between communication
density levels of male and female leaders. Correspondingly, verbal effectiveness’ degree of
female leaders were found higher than those of
men. Similarly, employees stated higher levels of
job satisfaction, job performance and coomunication satisfaction in favor of female leaders.
Anahtar Kelimeler: Liderlik ve Cinsiyet, Sözel
Yeterlik, İletişim Yoğunluğu, Sözel Özen, İş
Tutumları.
Keywords: Leadership and Gender, Verbal Competency, Communication Density, Verbal Consideration, Job Attitudes
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 141-160
141
1. Sorun ve Amaç
Liderlik, hem temel yeterlikler hem de cinsiyet ilişkisi açısından, tarihsel ve/veya
güncel zaman dilimleri içerisinde pek çok disiplin açısından ilgi odağı olmuştur.
(Carli ve Eagly, 2001; Eagly ve Johnson, 1990) Bu ilgi temelde, liderlik becerisine
bağlı daha güçlü bir beşeri sermaye birikimi sağlama ya da ondan yararlanma istek
ve gereksiniminden kaynaklanmaktadır (Spreitzer, 2007; Bowler ve Brass, 2006).
Bir başka ifadeyle, etkili bir liderlik çıktısına hem cinsiyet farklılıkları hem de sözel
yeterliklerin sağlayabileceği katkılar, bu ilgiyi sürekli canlı tutmaktadır. Daha anlamlı olarak, bir yandan kadın liderlik rolüne duyulan çağdaş gereksinimler (Broadbridge ve Hearn, 2008: 38), diğer taraftan cinsiyetler arası eşitlik arayışları
(Wicks ve Bradshaw, 2002) kadın liderlik rolünü, cinsiyet-liderlik tartışmasının
öncelikleri arasına sokmaktadır. Gerçekte, liderlik rolü açısından erkek egemen
görüş ya da yaklaşımlar (Bosak ve Sczesny, 2011; Gidengil ve Everitt, 2003) dikkate
alındığında, kadın liderlik rolünün öne çıkarılması, bu bağlamda çağdaş bir gelişme
olarak da görülebilir. Kaldı ki, son on yıllar içerisinde, küçük ve özellikle mikroölçek işletme sahip ya da yöneticiliğinde kadınlar lehine gözlenen artışlar (Mead
ve Liedholm 1998: 64; Spreitzer ve Doneson, 2005: 5), kadın liderlik rolünün ekonomik olduğu kadar sosyal gerçekliğini de açıkça ortaya koymaktadır. Bununla
birlikte, liderlik-cinsiyet tartışması açısından bir yeterliğe ulaşılabildiğini söylemek
güçtür.
Diğer taraftan, konuşma becerisi ya da sözel yeterlikler, liderlerin sınandığı en
etkili ölçütler olarak görülmektedir (Berkelaar vd., 2009; Bolden vd., 2003). Liderlerin, izleyenlerini konuşma becerileri ile her şeyden daha fazla etkileyebilmiş olmaları (Cassell vd., 2006), bu bakış açısının temel gerekçesidir. Bu nedenle, konuşma becerisinin lider cinsiyetine bağlı olarak hangi ölçüde farklılaştığının saptanması, liderlik-cinsiyet araştırmaları açısından önemlidir. Genel olarak ifade etmek gerekirse, kadın ve erkek konuşma biçimleri arasında farklar (Holloway vd.,
2009; Decker ve Rotondo, 2001; Lakoff, 1975) ya da örtüşmeler olduğunu (Eckert
ve McConnel-Ginet, 1999; Eagly ve Johnson, 1990) destekleyen görüş ya da bulgular neredeyse at başı bir konumdadır. Diğer taraftan, astların temel iş tutumları,
üstlerle iletişimin nitelik ve/veya kalitesi ile de yakından ilişkilidir (Sun vd., 2008;
Dewan ve Myatt, 2007). Bir başka ifadeyle, çalışanların iş tutumları, lider cinsiyetinden olduğu kadar (Holloway vd., 2009), sözel yeterlikler başta olmak üzere,
onların kişisel özgünlüklerinden de etkilenmektedir. Bu nedenle, işgören tatmin
düzeyleriyle liderlerin sözel yeterlikleri arasındaki ilişkilerin, cinsiyet değişkeni
açısından tanımlanması gerekir (Broadbridge ve Hearn, 2008). Açıktır ki, kadın ve
erkek liderlerin sözel yeterlikleri ve bunun işgören tutumları üzerindeki etkilerinin
incelenmesi bu araştırmanın temel amacıdır. Daha geniş anlamda, bu araştırmanın
odağında, kadın ve erkek liderlerin hem astlarla iletişim yoğunluğu, sözel özen ve
sözel etkililik düzeyleri hem de bunların iş tutumları üzerindeki etkileri arasında
anlamlı bir farkın olup-olmadığının belirlenmesi bulunmaktadır. Çalışma bu bağ-
142
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
lamda, kadın liderlik rolü açısından olduğu kadar bir liderlik çıktısı açısından da
derinlikli görüşlere ulaşma fırsatı sağlayacaktır.
2. Kuramsal Çerçeve ve Hipotezler
2.1. Liderlik ve Cinsiyet
Cinsiyet, iki başlı düşünce biçiminin ve/veya insan toplumlarının düşünsel çoğalışlarının temelini oluşturur (Alvesson ve Sköldberg, 2009: 227). Cinsiyet, aynı zamanda, toplumsal/kültürel yapılanma ve onun içerisinde rol ya da ilişki biçimi
oluşturmanın da temel bileşenleri arasındadır. (Ridgeway, 2001: 637) Bu nedenle
cinsiyet, pek çok açıdan olduğu kadar liderlik araştırmaları açısından da önem taşımaktadır. Daha somut olarak, bir yandan yönetime çoğulcu yaklaşım ve/veya
çoklu bakış açıları geliştirme gereksinimi (Avery, 2004: 28) diğer taraftan örgütlerin etkinlik taleplerine insan kaynağı temelinde çözüm arayışları; etkili bir liderlik
çıktısını cinsiyet açısından değerlendirmeyi gerektirmektedir (Berkelaar vd., 2009;
Bass ve Riggio, 2006). Aslında, çağdaş anlamda, toplumsal rol biçim ya da kalıplarını cinsiyet açısından sorgulama ve/veya yeniden biçimlendirme çabaları, cinsiyetin liderlik açısından taşıdığı önemin bir izdüşümü olarak ortaya çıkmaktadır (Sebastian ve Korrapati, 2007: 30; Eagly ve Johnson, 1990). Bu bağlamda cinsiyetliderlik tartışmaları, esas olarak, geleneksel ve değişimci yaklaşımlar arasında bir
çizgide sürmektedir. Geleneksel yaklaşımlar, liderliğin, temelde, erkek egemen bir
rol olduğu öngörüsü etrafında biçimlenmektedir (Bosak ve Sczesny, 2011; Gidengil
ve Everitt, 2003; Bass, 1990). Bu öngörü kimi durumlarda, ‘çok açık üstünlükler
göstermedikçe kadınların erkelerden daha az yetenekli görülmesi’ gibi bir liderlikcinsiyet önyargısına da dönüşebilmektedir (Carli, 2001:735). Açıktır ki, bu tür görüş
ya da yaklaşımlar, kadınların liderlik görevlerini yerine getirme yetersizliklerinden
çok, bu öngörüyü destekleyen toplumsal/örgütsel kültür ya da statü yargılarından
beslenmektedir (Eagly ve Karau, 2002). Bir liderlik seçimi için, örneğin, erkek çocuklara göre, daha az sayıda kızın delege seçilmiş olabileceği varsayılmış ancak
erkek çocuklardan daha fazla kız delege seçildiği gözlenmiştir (Cassell vd., 2006:
443). Diğer taraftan, liderlik-cinsiyet ön-yargıları ya da buna dayanan tıpkıbiçimci
yaklaşımlar, her cinsin kendi içsel eşitsizliklerinin göz ardı edilmesi gibi temel bir
çelişkiyi de beraberinde getirmektedir (Gurian ve Annis, 2008). Özetle, cinsiyetin
kültürel ve/veya sosyal sistemler içerisinde kavramlaştırılma biçimi, cinsiyetliderlik algılarını, cinsel farklılıkların kendi gerçekliğinden daha fazla etkilemektedir. Daha da önemlisi, cinsiyet öz-gerçekliği ile ön-yargıları arasındaki çelişkiler
(Peters, 2002; Rekers, 1986), cinsiyet-liderlik ilişkisini açıkça ortaya koymayı da
büyük ölçüde engellemektedir.
Ne var ki, liderlik-cinsiyet ilişkisine çağdaş yaklaşımlar, kadınlar ve erkekler arasında belirgin farklar gözetmek yerine, daha eşitlikçi anlayış ya da eğilimleri desteklemektedir (Wicks ve Bradshaw, 2002). Gerçekte, kadınlık ve liderlik aykırılığının
giderek daha yumuşak tabiatlı bir sorun olarak görüldüğü (Bosak ve Sczesny,
EKİM 2013
143
2011:265) ve kadınlara liderlik rolü yükleme karşıtlığında ‘geçmiş-şimdi-gelecek’
bağlamında, aşamalı olarak çok önemli bir düşüş olduğu belirlenmiştir (Diekman
ve Eagly, 2000). Diğer taraftan, toplumsal/örgütsel hatta küresel düzeyde yaşanan
kültürel, sosyal ve politik gelişmeler, kadın-liderlik anlayış ya da uygulamaları
önündeki engelleri önemli ölçüde ortadan kaldırmış ve kadın lider atamalarını
neredeyse gelişimsel bir değişimin simgesi konumuna getirmiştir (Erez ve Gati,
2004; Eagly ve Carli, 2003: 826). Ayrıca, pek çok yönetsel alanın türsel bir anlam
taşıdığı yani kimi yönetsel alanların erkek ya da kadına daha özgü olduğu öngörü
ya da eğilimleri de (Broadbridge ve Hearn, 2008: 38 vd.) kadınların örgütsel liderliğin paydaşı konumuna gelmesinde etkili olmuştur. Bununla birlikte, liderlik rolü
paylaşımında farklılıkları öne çıkaran kadar, göz ardı eden yaklaşımlar da gerçekçi
gözükmemektedir. Gerçekte, kadın ve erkek liderlerin aynı yönetsel konumlarda
bile, belli ölçüde örgütsel liderlik biçimlerini değiştirdiğini öneren görüşler vardır
(Eagly ve Johnson, 1990: 234-235). Kaldı ki, cinsiyetin lider algılamalarını belirlediği
ve zayıf da olsa cinsiyet ve rol arasında bir uyum olduğu da saptanmıştır. (Hall
vd.,1998) Benzer biçimde, Atwater ve meslektaşları araştırması (2004: 194) katılımcıların müzakerecilik, disiplin sağlama, stratejik karar alma gibi erkeksi; iletişim,
bilgilendirme ve destekleme gibi kadınsı liderlik rol ayrımı yaptığını ortaya koymuştur. Ayrıca, kadınların erkeklere göre daha demokratik, katılımcı ve/veya dönüşümcü liderlik biçimine eğilimli oldukları da güçlü biçimde desteklenmiştir (Şirin
ve Yetim, 2009; Alimo-Metcalfe, 1998; Eagly ve Johnson, 1990).
2.2. Cinsiyet, Liderlik ve Sözel Beceri
Etkili bir liderlik için pek çok ölçüt ileri sürülmüş ve/veya tanımlanmıştır. (Berkelaar
vd., 2009; Bass ve Riggio, 2006; Bolden vd., 2003; Hume, 1979) Ancak bunlar içerisinde, liderlik biçim ve çıktısı üzerindeki etkisi nedeniyle, sözel beceri daha merkezi
bir konumdadır. Konuşma becerisi, diğer taraftan, liderler hakkında bir değer ya
da yargı oluşturma açısından da temel alınmaktadır (Cassell vd., 2006: 440). Sözel
beceri, bu bağlamda, bir dili kullanma ya da daha açık olarak konuşma ve/veya
yazma yoluyla söz/sözcük kullanımı anlamına gelir. (Taylor vd., 2007:282; Putnam
ve Fairhurst, 2005: 81) Bununla birlikte, o gerçek anlamını konuşma ile kazanır.
Bunun nedeni, konuşmanın salt insana özgü bir iletişim biçimi (Adler, 2007: 2627) ya da insanlar arası iletişimin en temel aracı olmasıdır (Yovel, 2010: 3). Konuşma gerçekte, hem bireyin kendini ifade etme hem de başkalarını etkileme sürecinde her zaman ilk sırada yer almıştır (Craig, 1999; Hirokawa ve Poole 1996:
12). Onun, insanlar üzerinde güdüsel bir etki sağlama gücü de esas olarak, bir bilgi/bilişim sağlamanın dışında, konuşmacının kendini ifade etmesine izin vermesinde saklıdır (Sullivan, 1988). Konuşma diğer taraftan, lider ve izleyenler arasında
iletişimsel bir süreklilik ve anında geri-bildirim sağlama gibi işlevsel üstünlüğe de
sahiptir. (Taylor vd., 2007: 282) Daha anlamlı olarak, liderlerin görev bağlantılı bir
güdüleme sağlama ya da izleyenleri beklenen iş başarımlarının ötesine geçirme
yetenekleri, sözel/konuşma becerileri ile doğrudan ilişkili bulunmuştur (De Vries
vd., 2010; Bass, 1998: 2 vd.).
144
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Sözel beceri ya da konuşmanın liderlik açısından taşıdığı önem, onun cinsiyet değişkeni açısından da ele alınmasını gerektirir (Ridgeway, 2001: 637). Konuşma
becerisinin cinsiyet açısından izlenmesi, esas olarak, kadın ve erkek konuşma biçimlerinin birbirinden hangi ölçü ve alanlar içerisinde farklılaştığının belirlenmesi
amacını taşır. Genel anlam ve çerçeveler içerisinde, kadın ve erkek konuşma biçimleri arasında farklar gözetilmektedir. Örneğin, kadınların daha standart konuşma kalıpları (Holloway vd., 2009); beceriksizlik durumunda daha fazla argo (Eckert
ve McConnel-Ginet, 1999:195) ve daha fazla soru takısı (Lakoff, 1975) kullandıkları
bilinmektedir. Buna karşılık, erkeklerin kadınlara göre daha fazla olumsuz nükte
yaptıkları da saptanan farklılıklar arasındadır. (Decker ve Rotondo, 2001) Bununla
birlikte, kadın ve erkek konuşma biçimleri arasındaki farkın büyük ölçülerde olmadığı kanısı da güçlü biçimde desteklenmektedir. (Eagly ve Johnson, 1990: 234)
Kaldı ki, konuşma beceri ya da biçimlerinin aynı cinsiyete mensup bireyler açısından da farklı bulunması (Taylor vd., 2007: 282-283), konuşma-cinsiyet ayrıştırmasını daha da güçleştirmektedir. Açıkçası eğitim, statü, yaş ve coğrafya gibi bireysel
özgünlükler, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, başka alanlarda olduğu gibi, konuşma
becerisi açısından da farklılaşmalara neden olabilmektedir (Peters, 2002). Diğer
taraftan topluluk araştırmaları, gerçekte, erkek ve kadın konuşma biçimleri arasında dikkate değer örtüşmeler olduğunu da göstermektedir (Eckert ve McConnelGinet, 2003). Öyleyse, kadın ve erkek konuşma biçimleri arasındaki farkları gözetme ya da göz ardı etme birbirinden daha anlamlı değildir.
3. Sözel Yeterlik Boyutları
Sözel iletişim biçimi olarak konuşma, çok yönlü ve dinamik bir süreçtir. Liderlerin
bireysel özgünlükleri ile onun karmaşık bir nitelik kazandığı da söylenebilir (Peters,
2002). Diğer taraftan, etkili konuşma açısından pek çok değişkenden söz edilmektedir. Ancak, başkalarını ikna etme sürecinde; konuşma sıklık ve süresi, sözel özen
ve etkililik derecesi daha belirleyici bir etki ve/veya işleve sahiptir. Bu nedenle
iletişim yoğunluğu (İY) sözel özen (SÖ) ve sözel etkililik (SE), liderler için sözel yeterlik boyutları olarak alınmıştır.
3.1. İletişim Yoğunluğu
İletişim yoğunluğu (İY), birim zaman içerisinde daha sık ve/veya daha fazla bağlantı
anlamına gelir (Liang vd., 2010). Bu nedenle İY, konuşmanın etkisinin sınanması
için bir temel oluşturur. Bir başka ifadeyle İY, lider-izleyen arasındaki bilişimsel/anlamsal kısırlığı aşma işlevi görür. (De Vries vd., 2010;Taylor vd., 2007) O kimi
durumlarda, -özellikle teknik anlamda- etkili bir iletişim için bir engel oluştursa da
(Daniel vd., 2007) gerçekte, İY ile örgütsel başarım arasında olumlu anlamlı ilişki
bulunmuştur (Liang vd., 2010). Diğer taraftan, liderlerin dilsel beceri ya da yeterlikleri, -astları yöneltme ve onlar üzerinde güven sağlama yoluyla- örgütsel verimliliğin ya da örgütsel amaç başarımının temel manivelası durumundadır. (HR, 2008)
EKİM 2013
145
Bu nedenle, astlarla iletişim yoğunluğunun lider cinsiyeti açısından saptanması
önemlidir.
Ho.1: Kadın ve erkek liderlerin, astlarla iletişim yoğunlukları arasında anlamlı bir
fark yoktur.
Hı.1: Kadın ve erkek liderlerin, astlarla iletişim yoğunlukları arasında anlamlı bir
fark vardır.
3.2. Sözel Özen
Sözel Sözel özen (SÖ) esas olarak, hem astlara bilgi verme hem de onların işine,
bilgi ve görüşlerine önem verme bağlamında, olumlu bir liderlik tutum ya da davranışı anlamına gelir (Mohr ve Wolfram, 2008: 5 vd.) .
Bir başka açıdan, SÖ bir yandan liderlerin etkili konuşma diğer taraftan da izleyenleri etkili biçimde dinleme çaba ya da deneyimlerini içerisine alır. (Bass, 1998:6)
Yüz-yüze iletişime dayanması nedeniyle SÖ, lider-izleyen ikilisinin birbirini izleme
ve etkilemelerine daha fazla imkân sağlar (Cascio, 2003: 544 vd. ; Hargie vd.,
1999). SÖ aynı zamanda, liderlerin astlarına gösterdiği dikkat, önem ve duyarlığın
bir ifadesi olarak, onları güdüleme açısından da etkili bir yaklaşımdır (Mohr ve
Wolfram, 2008).
Ho.2: Kadın ve erkek liderlerin, astlara sözel özen düzeyleri arasında anlamlı bir
fark yoktur.
Hı.2: Kadın ve erkek liderlerin, astlara sözel özen düzeyleri arasında anlamlı bir
fark vardır.
3.3. Sözel Etkililik
Sözel etkililik (SE), anlatım değişkenliği, konuşma zenginliği, sözel çekicilik ve kişisel
odaklanma gibi etkili bir konuşmanın taşıması gereken bir’den fazla boyutu içerisine alır. (Furner ve George, 2009) İlişkili olarak, yöneticilerin kullandıkları dilin sade, açık ve izleyenler açısından anlaşılır olması, SE açısından önemlidir. (Rhodes
vd., 2004: 68) Diğer taraftan SE, işgören rollerini açıklama ya da belirsizlikleri gidermede sağladığı bilişime bağlı olarak, konuşmanın güdüleyici boyutunu da içerisine alır (Sullivan, 1988). Bu nedenle, çalışanları bir davranışa yöneltme, ikna etme
ya da onların iş davranışları üzerinde güdüsel duyuşlar sağlama, etkili konuşmanın
birincil amaçları arasındadır. Ancak, bu amaçlara ulaşma düzeyi, -doğal olaraketkili bir konuşmanın gerekli özellikleri hangi ölçüde taşıdığına bağlıdır. (Furner ve
George, 2009) Bu bağlamda örneğin, sözel çekicilikle etkili liderlik algısı arasında
olumlu anlamlı ilişki saptanmıştır (DeGroot vd., 2011: 684).
Ho.3: Kadın ve erkek liderlerin, sözel etkililik düzeyleri arasında anlamlı bir fark
yoktur.
Hı.3: Kadın ve erkek liderlerin, sözel etkililik düzeyleri arasında anlamlı bir fark
vardır.
146
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
4. İşgören Tutumları
İş tatmini (İT), iş başarımı (İB) ve sözel iletişim tatmini (ST), bir iş biriminde üstlerin
sözel ya da konuşma yeterliklerine bağlı olarak izlenebilecek temel tutumlardır. İT
basit olarak, kişinin işini ya da işinin farklı görünüşlerini nasıl hissettiği ile ilgilidir.
(Spector, 1997:2) Diğer taraftan İT, iş ve/veya işyeri değişimlerinde bile birey açısından önemini korumak gibi bir sürekliliğe ve bütün bir hayat tatmininin önemli
bir parçası olmak gibi bir öneme sahiptir (Saari ve Judge, 2004). Bu nedenle, iş
tutumları içerisinde merkezi bir konuma sahiptir. İkinci olarak İB, işgörenin sadece
örgütsel amaçlara uygun olarak yaptığı ve işgörenin etkinliği üzerinden ölçülebilen
bir davranıştır (Landy ve Conte, 2010:175). Daha da önemlisi İB, işgören ve birincil
üst arasındaki sürekli iletişimle ortaklaşa yürütülen bir çabanın sonucudur. (Bacal,
1999:3) Nihayet ST, yüz-yüze iletişimin beşeri ve bilişimsel yeterliklerinin bireye
sağladığı doyumu ifade eder (Westcott, 2007). ST bir başka ifadeyle, işgörenin bu
bağlamda üst ve çalışma arkadaşlarıyla arasındaki bağlantı ve/veya konuşmayı iyi,
yeterli ve etkili bulması anlamına gelir (Honeycutt ve McCann, 2008). Daha anlamlı
olarak, İT, İB ve ST, pek çok etkene bağlı olarak değişmektedir. (Landy ve Conte,
2010; Spector, 1997) Bu nedenle, işgören tutumlarının yönünün, kadın ve erkek
yöneticilerin sözel yeterliklerine bağlı olarak izlenmesi gerekir.
Ho.4: Kadın ve erkek liderlerin konuşma yeterlikleri ile astların iş tutumları arasında anlamlı bir fark yoktur.
Hı.4: Kadın ve erkek liderlerin konuşma yeterlikleri ile astların iş tutumları arasında
anlamlı bir fark vardır.
5. Yöntem
5.1. Alan ve Örneklem
Araştırma alanı olarak, Adapazarı’da faaliyette bulunan mikro ve küçük ölçek iş
örgütleri alınmıştır. Örneklem, uygun ve/veya gerekli koşulları taşıyan işyerleri
arasından ön görüşme yöntemiyle belirlenmiştir. Örneklem içerisinde yer alan
toplam 14 iş örgütünden 5’i küçük; 9’u ise mikro işletmedir. Soru kâğıtları işyeri
yöneticilerine teslim edilmiş; işgörenler tarafından doldurulduktan sonra yine işyeri yöneticilerinden geri alınmıştır. Veri toplama süreci Tablo:1’de gösterilmiştir.
Tablo 1: Veri Toplama Süreci
Tanımlama
Dağıtılan Soru Kâğıdı
Geri Dönen Soru Kâğıdı
Geçerli Soru Kâğıdı
Sayı
167
154
138
%
100
92.2
82.6
EKİM 2013
147
5.2. Ölçek ve Çözümleme Yöntemleri
Sorunun disiplinlerarası niteliği, geçerliği kanıtlanmış bir soru kâğıdı/ölçek kullanımına izin vermemiştir. Bu nedenle soru kağıdı, örneğin, Hemphill ve Coons (1957)
ve Halpin (1957) ‘Lider Davranışı Tanımlama Anketi’ esas alınarak, Ohio Üniversitesi tarafından geliştirilen ‘Lider Davranışı Tanımlama Anketi’ (LBDQ, 2012); ‘Sargent ve Miller Liderlik Anketi’ (Sargent ve Miller, 1971) ve Downs ve Hazen (1977)
tarafından geliştirilen “İletişim Tatmin Anketi” gibi, ilgili alanların başat ölçekleri
dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu bağlamda soru kâğıdı, esas olarak, betimsel ve
ilişkisel çözümlemeler için uygunluk gösteren, iki temel soru biçimi içermektedir.
Diğer taraftan araştırma madde ya da değişkenleri basit olarak sıklık ve yüzdelikleriyle; artımlı değerler açısından da ortalama, standart sapma, minimum ve maksimum değerleriyle birlikte gösterilmiştir. İlişkili olarak, hipotezler Mann-Whitney U
Testi ile çift taraflı olarak analiz edilmiştir. Mann-Whitney U Testi, parametrik olmayan iki bağımsız değişken arasındaki farklılaşmayı test etmek için en uygun yöntem olarak görülmektedir. (MacFarland, 1998) Analiz sonuçları 0,05 düzeyinde
anlamlı kabul edilmiştir.
6. Betimleyici İstatistikler
6.1. Örneklemin Yapısı
Katılımcıların % 33’ü erkek; % 67’si kadınlardan oluşmaktadır. En geniş yaş dilimini
(%40), 26-35 yaş aralığında olanlar oluşturmaktadır. Diğer taraftan, işgörenlerin
%31’i yüksek; % 45’i orta ve % 23’de ilköğrenim gördüğünü bildirmiştir. 0- 7 yıl
kıdem diliminde olanlar, katılımcıların % 65’ini oluşturmaktadır. Katılımcıların görev alan dağılımı arasında bir denklik söz konusudur. Üretim, büro ve yardımcı
hizmetlerde çalışanların oranları sıra ile %33, % 30 ve %34 olarak saptanmıştır.
Benzer biçimde, örneklem işyerlerinin yönetici cinsiyeti eşit (7+7) dağılımlıdır.
6.2. Testin Güvenirliği
Tablo 2: Testin Güvenirliği
Cronbac’s Alpha
Madde Sayısı
0.88
9
Soru kâğıdının tamamı için Cronbach’s Alpha (C’s A) değeri hesaplanmış ve 0.88
olarak bulunmuştur. Bu değer, soru kâğıdının, ölçülmek istenen tutumlar için geçerli ve güvenilir bir araç olduğunu göstermektedir. (Nunally, 1987)
6.3. Araştırma Maddelerinin Önem Derecesi
Ortalama puanlar üzerinden, araştırma maddeleri için bir öncelik sırası elde edilmiştir. Yöntem, katılımcıların hangi maddeyi hangi düzeyde bir önemle algılandığını görmeye imkân sağlamıştır. Yöntem ayrıca, işgörenlerin üstleriyle sözel iletişimden ve/veya ona bağlı iş tutumlarından algıladıkları tatmin düzeylerini göstermesi
bakımından da önemlidir. Tablo 3, azalan sıraya göre araştırma maddeleri ile ilgili
148
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
işgören algılarını ya da araştırma maddelerinin öncelikli bir sıralamasını vermektedir.
Tablo 3: Araştırma Maddelerinin Önem Derecesi
Sıra
1
3
4
5
6
7
Madde Tanımı
Üstümün konuşma biçimi sorunları açıklamada
etkilidir.
Üstümle yüz-yüze iletişim iş ortamında öğrenmeyi destekler.
Üstümün konuşma biçimi iş başarımı artırır.
Üstüm, astlarla yüz-yüze iletişime önem verir.
Üstümün konuşma biçimi iş tatminimi artırır.
Üstümle yüz-yüze iletişim yoğunluğum.
Üstüm, düşüncelerimi dinlemeye özen gösterir.
8
9
Üstümün konuşma biçimi motive edicidir.
Üstümle iletişimim tatmin edicidir.
2
Sayı
138
Min.
1
Max.
5
Ort.
4.09
SS
0.90
138
1
5
4.08
0.87
138
138
138
138
138
1
1
1
1
1
5
5
5
5
5
4.07
4.04
3.96
3.94
3.88
0.91
0.91
1.06
0.96
0.91
138
138
1
1
5
5
3.85
3.78
1.06
1.03
7. Hipotez Testi
Kadın ve erkek olma’ değişkenine göre, liderlerin İY, SÖ, SE düzeyleri arasında
anlamlı bir fark olup olmadığı, çift taraflı Mann Whitney U Testi ile analiz edilmiştir. Bir başka ifadeyle, İY, SÖ ve SE için cinsiyetler arası farklılıklar, hipotezler H1,
H2, H3 ile ayrı ayrı incelenmiştir. (Tablolar 4, 5, 6)
7.1. Lider Cinsiyeti ve İletişim Yoğunluğu İlişkisi
Ho.1: Kadın ve erkek liderlerin, astlarla iletişim yoğunlukları arasında anlamlı bir
fark yoktur.
Hı.1: Kadın ve erkek liderlerin, astlarla iletişim yoğunlukları arasında anlamlı bir
fark vardır.
Tablo 4: Lider Cinsiyeti ve İletişim Yoğunluğu
Lider Cinsiyeti
K
E
Ortalama
3,98
3,91
SS
0,97
0,97
Medyan
4,00
4,00
Min-Max
1-5
1-5
p
0,596*
*p<0,05; çift taraflı.
Hı.1 Kabul edilmemiştir. (p=0,596>0,05) Astlarla İY açısından, kadın ve erkek liderler arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. (Tablo 4)
7.2. Lider Cinsiyeti ve Sözel Özen İlişkisi
Ho.2: Kadın ve erkek liderlerin, astlara sözel özen düzeyleri arasında anlamlı bir
fark yoktur.
Hı.2: Kadın ve erkek liderlerin, astlara sözel özen düzeyleri arasında anlamlı bir
fark vardır.
EKİM 2013
149
Tablo 5: Lider Cinsiyeti ve Sözel Özen
K
E
Lider Cinsiyeti
Ortalama
7,77
8,18
SS
1,69
1,54
Medyan
8,00
8,00
Min-Max
2-10
3-10
p
0,199*
*p<0,05; çift taraflı.
Hı.2. reddedilmiştir. (p>0.05; p=0,199) Bir başka ifadeyle, kadın ve erkek liderlerin
astlara SÖ düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. (Tablo 5)
7.3. Lider Cinsiyeti ve Sözel Etkililik
Ho.3: Kadın ve erkek liderlerin, sözel etkililik düzeyleri arasında anlamlı bir fark
yoktur.
Hı.3: Kadın ve erkek liderlerin, sözel etkililik düzeyleri arasında anlamlı bir fark
vardır.
Tablo 6: Lider Cinsiyeti ve Sözel Etkililik
Lider Cinsiyeti
K
E
Ortalama
12,98
11,50
SS
2,11
2,31
Medyan
6,00
7,00
Min-Max
6-15
7-15
p
0,001*
*p<0,05; çift taraflı.
Hı.3 kabul edilmiştir. (p<0,05; p=0,001). Liderleri kadın ve erkek olan işgörenlerin,
SE algıları farklı bulunmuştur. Bir başka ifadeyle, sözel açıdan kadın liderler daha
etkili bulunmuştur. (Tablo 6)
8. Sözel Beceri, Cinsiyet ve İş Tutumları İlişkisi
Kadın ve erkek liderlerin sözel ya da konuşma yeterlik değişkenine göre işgörenlerin İT, İB ve ST düzeyleri arasında anlamlı bir fark olup olmadığı, çift taraflı MannWhitney U Testi ile çözümlenmiştir. (Tablo 7)
Ho.4: Kadın ve erkek liderlerin konuşma yeterlikleri ile astların iş tutumları arasında anlamlı bir fark yoktur.
Hı.4: Kadın ve erkek liderlerin konuşma yeterlikleri ile astların iş tutumları arasında
anlamlı bir fark vardır.
Kadın ve erkek liderlerin sözel ya da konuşma yeterlikleri değişkenine göre, işgörenlerin İT, İB ve ST düzeyleri arasında anlamlı bir fark olduğunu varsayan saçaklı
hipotez H1.4 kabul edilmiştir. İstatistikler İT, İB ve ST için sırasıyla şöyledir:
(p=0.05>0.002; p=0.05>0.001; p= 0.05>0.004). (Tablo 7)
150
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 7: Sözel Beceri, Cinsiyet ve İş Tutumları
Sözel Yeterlik
(SY)-İşgören
Tutumu
SY-İş Tatmini
SY-İş Başarımı
SY-İletişim
Tatmini
Lider
Cinsiyeti
Ortalama
Medyan
SS
Min-Max
p
K
E
K
E
K
E
4,32
3,78
4,38
3,90
4,10
3,59
5,00
4,00
5,00
4,00
4,00
4,00
0,94
1,06
0,92
0,86
1,01
1,01
1-5
1-5
1-5
2-5
2-5
2-5
0,002*
0,001*
0,004*
*p<0.05; çift taraflı.
9. Sonuçlar
Katılımcılara 167 soru kâğıdı dağıtılmış, bunlardan 154’ü (%92,2) geri dönmüş ve
138 (%82,6) soru kâğıdı geçerli kabul edilmiştir. (Tablo 1) Soru kâğıdı 0.88 düzeyinde güvenilir bulunmuştur. (Tablo 2) Kadın ve erkek lider sayısı eşit olmasına
karşın kadın katılımcılar (92; %67) erkeklerin (45; %33) iki katından fazladır. İşgörenlerin, çalışma alanları bakımından eşit bir dağılım içerisinde olduğu görülmüştür. Ortaöğrenim görenler (%45) en geniş dilimi oluşturmaktadır. Örneklemin yapısı bakımından dikkat çekici bir başka husus, en yüksek oranların 26-35 yaş (%40)
ve 0-7 kıdem (%65) dilimlerine ait olmasıdır. Diğer taraftan, araştırma maddelerinin aldığı ortalamalar üzerinden sıralanması, aşağıdaki sonuçlara ulaşma imkânı
vermiştir: “Üstümün konuşma biçimi sorunları açıklamada etkilidir” maddesi, 9
madde içerisinden, 4.09 ortalama ile birinci sırada yer almıştır. Katılımcılar bir
başka açıdan, SÖ düzeyini ölçmeye dönük maddelerden “Üstümle yüz-yüze iletişim iş ortamında öğrenmeyi destekler” maddesini 2. (4,08) ve “Üstüm astlarla
yüz-yüze iletişime önem verir” maddesini de 4. sıraya (4.04) koymuştur. Buna karşılık “üstün yüz-yüze iletişim özeni” 7. sırada (3.88) yer almıştır. Yine, anlamlı olarak, işgörenler üstlerinin konuşma biçimlerini güdüleyici bulmamıştır. Madde 8.
sırada yer almıştır. (3.85). Daha çarpıcı olarak liderle iletişim tatmini son sırada
(3,78) yer almıştır. (Tablo 3)
Diğer taraftan lider cinsiyeti ile İY ve SÖ arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Bir başka ifadeyle Hı.1 ve Hı.2 kabul edilmemiştir. (Sırasıyla: p=0,596>0,05;
p=0,199>0.05) (Tablolar 4, 5) Buna karşılık Hı.3 kabul edilmiştir. (p<0,05; p=0,001)
Bulgular, üstleri kadın olan işgörenlerin daha yüksek düzeyde SE algıladıklarını
ortaya koymuştur. (Tablo 6) Liderlerin konuşma yeterlikleri ile işgörenlerin İT, İB ve
ST tatmin düzeylerinin, lider cinsiyeti açısından farklılaşacağı varsayımı üzerine
kurulan saçaklı hipotez Hı.4 kabul edilmiştir. İT, İB ve ST için istatistikler, sırasıyla,
p=0.05>0.002; p=0.05>0.001; p= 0.05>0.004 olarak hesaplanmıştır. (Tablo 7)
EKİM 2013
151
10. Tartışma
Madde sayısının azlığına karşın, elde edilen C’s A değeri (0.88) (Tablo 2) tatmin
edicidir. (Nunally, 1987) Diğer taraftan, lider cinsiyetine bakılmaksızın, işgörenlerin
araştırma maddeleri ile ilgili algıları anlamlı sonuçlar ortaya koymuştur. Bu çerçevede, üstlerle İY düşük bulunmuştur. (3.94) Düşük İY, diğer iletişimsel sonuçlar
üzerindeki etkileri bakımından da dikkate alınması gerekir. İlişkili olarak, üstlerin
“yüz-yüze iletişime önem” ve “astları dinlemeye özen” derecelerinin arası belirgin
biçimde açıktır. (Tablo 3) Bu sonuç, yüz-yüze görüşmede bir yeterlik olmakla birlikte; işgören düşünce ve önerilerinin, üstleri tarafından yeterince dikkate alınmadığı
anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, liderlerin genel anlamda, işgörenlere ortaüst düzeyde SÖ gösterdiği görülmüştür. (Tablo 3: md. 2, 4) Benzer biçimde, Şahin
araştırması (2007), işgörenlerin –cinsiyet ayrımı gözetmeksizin- üstlerinden düşük
SÖ algıladıklarını ortaya koymuştur. Bir başka açıdan, üstlerin konuşma biçimleri
etkili bulunmuş (4.09) ancak güdüleyici bulunmamıştır. (3.85) (Tablo 3) Üstün konuşma biçiminin etkili ancak güdüleyici olmaması, dolaylı olarak, her etkili konuşmanın güdüleyici olmadığı gibi bir sonuç ortaya koymaktadır. Bu da esas olarak,
güdüleyici konuşmanın, dil’in tek/birkaç değil de tüm özelliklerinin birlikte kullanılmasına bağlı bir sonuç olabileceği saptaması (Sullivan, 1988:105-106) ile açıklanabilir.
Diğer taraftan Hı.1 ve Hı.2 analizi, üstleri kadın ve erkek olan işgörenlerin, üstleriyle İY ve SÖ algıları arasında anlamlı bir fark olmadığını ortaya koymuştur. (Tablolar
4, 5) Bu sonuç, daha önce elde edilenlerle örtüşmektedir. Mohr ve Wolfram
(2008), örneğin, kadın ve erkek liderlerin SÖ düzeylerinin birbirine denk olduğunu
saptamıştır. İlişkili olarak, erkekler öncülük yapılı, kadınlar da bunun tersi görevlere özen göstermede daha fazla öne çıksalar da; göreve özen konusunda cinsiyetler
arası fark anlamlı bulunmamıştır. (Hall vd., 1998) Bununla birlikte astlara bireyselleştirilmiş özen, yükselme açısından erkek yöneticiler için kadınlardan daha önemli
bulunmuştur. (Vinkenburg vd., 2011) Bu sonuç bir başka açıdan, kadın ve erkek
liderlik biçimleri arasında yakınlaşma olduğu öngörü ya da bulgularını desteklemektedir. (Bosak ve Sczesny, 2011; Wicks ve Bradshaw, 2002) Ancak Hı.3 analizi,
çarpıcı olarak, üstleri kadın olan işgörenlerin daha yüksek düzeyde SE algıladıklarını ortaya koymuştur. (Tablo 6) Bu bulgu, kadın liderlerin, De Vries ve meslektaşlarının (2009) saptadığı anlamlılık, açıklık, incelik, destekleyicilik, sözel girişkenlik,
duygusallık ve aksettiricilik gibi temel sözel yeterlik ölçütleri açısından daha yeterli
oldukları anlamına gelmektedir. Bununla birlikte sözel etkililik algısının, izleyenlerin cinsiyeti ve liderin diğer kişisel özgünlüklerine bağlı bir sonuç olabileceği de
(Taylor vd., 2007: 282 vd.) göz ardı edilmemelidir.
Kadın ve erkek liderlerin konuşma biçimleriyle astların iş tutumları arasındaki ilişkiler, Ho.4 ve Hı.4 ile çift taraflı olarak sınanmıştır. Hı.4 analizi, üstleri kadın olan
işgörenlerin, üstleri erkek olanlara göre daha fazla İB algısı içerisinde olduğunu
ortaya koymuştur. (Tablo 7) Bu sonuç bir açıdan, kadın liderlerin daha fazla bili-
152
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
şimsel içerikli konuşmalar yaptığı anlamına gelmektedir. Dewan ve Myatt, (2007),
konuşmanın bilişimsel içeriği/niteliği ile etkileme gücü arasında olumlu anlamlı
ilişki saptamıştır. Sonuç bir başka açıdan, kadın yöneticilerin güdüleyici dil kullanmada daha etkili oldukları anlamına da gelmektedir. Gerçekte güdüleyici dil kullanımı ile İB arasında da olumlu anlamlı ilişki bulunmuştur. (Mayfield vd., 1998: 240)
Bu sonuç aynı zamanda, İB ile anlamlı ilişkisi saptanan “anlam yapıcı”, yönlendirici” ve “duygudaşlık (empathy) gösterici” (Sun vd., 2008) ve etkili liderliğin bir ölçütü olarak belirlenen “çekici konuşma” (DeGroot vd., 2011: 684) boyutlarında,
kadınların erkeklerden daha yeterli oldukları biçiminde de değerlendirilebilir. İkinci
olarak Hı.4 analizi, üstleri kadın olan işgörenlerin, erkek olanlara göre daha fazla İT
algıladığını ortaya koymuştur. (Tablo 7) Genel anlamda, liderlerin sözel iletişim
becerisinin iş tatminini artırıcı bir etki sağladığı bilinmektedir. (Budd, 2004: 98 vd.)
Bu nedenle, kadın liderlerin sözel etkililik açısından erkeklerden daha yeterli bulunmuş olması (Tablo 6), bu sonucu bir ölçüde açıklamaktadır. Daha somut olarak
bu sonuç, kadın liderlerin daha güdüleyici bir dil kullandığını göstermektedir. Liderin güdüleyici dil kullanımındaki her %10’luk artışa bağlı olarak, işgörenlerin iş
tatmininde yaklaşık %7’lik bir artış ortaya çıktığı görülmüştür. (Mayfield vd.,
1998: 240) Benzer biçimde, Madlock (2008), üstlerin iletişim yeteneğinin ya da
iletişim yeteneği ile ilişkili liderlik gücünün, astların iş tatmini için daha güçlü bir
belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. İlişkili olarak, özen gösterici liderlik davranışının, İT üzerinde olumlu anlamlı bir etkisi olduğu saptanmıştır. (Bartolo ve Furlonger, 2000) Yine Sun ve meslektaşları (2008), güdüleyici dil boyutları olarak “anlam yapıcı”, “yönlendirici” ve “duygudaşlık gösterici” konuşma ile İT arasında
olumlu anlamlı ilişkiler saptamıştır. Nihayet, üstleri kadın olan işgörenlerin daha
yüksek düzeyde ST algıladığı görülmüştür. (Tablo 7) Bu sonuç, birinci aşamada elde
ettiğimiz (Tablo 6) kadın liderlerin görece SE üstünlükleriyle doğrudan ilişkilidir.
İlişkili olarak, iletişim yeteneğinin ya da bu yetenekle ilişkili liderlik gücünün, ST
için daha güçlü bir belirleyici olduğu bulunmuştur. (Madlock, 2008) Diğer taraftan,
kadın liderler lehine bildirilen yüksek İB, İT ve ST, liderlerin konuşma biçim ya da
özellikleriyle olduğu kadar liderlik biçimleriyle de açıklanması gerekir. Örneğin,
Cassell ve meslektaşları karşılaştırmalı bir araştırmada (2006:443), kızların, konuşmalarında daha fazla sosyal incelikler gösterdiğini ortaya koymuştur. Benzer
biçimde, kadınların demokratik (Eagly ve Johnson, 1990: 249) ve dönüşümcü (Kark
vd., 2012; Şirin ve Yetim, 2009; Barker, 200) liderlik biçimlerine daha eğilimli olmaları da; onların yüksek iş tutumu sonuçlarına ulaşmış olmalarının bir nedeni olarak
gösterilebilir. Bu sonuç daha özel anlamda, liderlik algıları erkelerden farklı bulunan (Cohen-Kaner, 1995:143) örneklemin kadın ağırlıklı cinsiyet bileşimi (% 67) ile
de açıklanabilir. Açıkçası bu eşitsizliğin, kadın katılımcılar üzerinden, kadın liderler
için bir olumlu algı üstünlüğü sağlamış olduğu çok da zayıf olmayan bir olasılıktır.
EKİM 2013
153
11. Gelecek Araştırmalar
Bu araştırma ile kadın ve erkek liderlerin sözel yeterlikleri ve bunun işgören tutumları üzerindeki etkileri arasında anlamlı bir fark olup olmadığı test edilmiştir. Anlamlı sonuçlar elde edilmiş olmasına karşın bu sonuçların gelecek araştırmalar
tarafından doğrulanması önemlidir. Diğer taraftan, gelecek araştırmalarda, ulaşılan sonuçların güvenirliğini güçlendirmek açısından izleyen cinsiyetinin de analizlere katılması gerekir. Ayrıca, daha ayrıntılı ve iyi tanımlanmış ölçek ya da maddeler
içeren soru kâğıtları ile daha fazla etkenden yararlanılabilir ve ulaşılmak istenen
sonuçlar güçlendirilebilir. Bu şekilde, örneğin, kadın ya da erkek liderlerin sözel
beceri üstünlüklerinin gerçek boyutları ve/veya nedenleri konusunda daha güvenilir sonuçlara ulaşılabilir. Diğer taraftan, yakın ve/veya yoğun yüz-yüze ilişkilerin
yaşandığı küçük ve mikro ölçek örgütler, sözel beceri araştırmaları için uygun ortam özellikleri taşımaktadır. Bununla birlikte söz konusu özellik, üstlerin yeterlikleri konusunda işgörenler tarafından nesnel değerlendirmeler yapılmasını da engellemektedir. Bu nedenle, gelecek araştırmalarda bu yakın ilişki etkisinin de dikkate
alınması gerekir.
154
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kaynaklar
Adler, A. (2007), İnsan Tabiatını Tanıma (çev: A.Yörükan), 7.baskı, İstanbul: İş Bankası Yayınları.
Alimo-Metcalfe, B. (1998), Effective Leadership, London: Local Government Management Board.
Alvesson, M. ve K. Sköldberg (2009), Reflexive Methodology, New Vistas for Qualitative Research, second edition, London: SAGE
Atwater, L. E., J. F. Brett, D. Waldman, L. DiMare ve M. V. Hayden (2004),”Men's
and Women's Perceptions of the Gender Typing of Management Subroles”, Sex
Roles, (50)3-4, 191–199.
Avery, G. C. (2004), Understanding Leadership, first published, London: SAGE
Bacal, R. (1999), Performance Management, New York: McGraw-Hill.
Barker, L. (2000),”Effective Leadership within Hospice and ‘Specialist Palliative
Care Units”, Journal of Management in Medicine, (14)5-6, 291-309.
Bartolo, K. ve B. Furlonger (2000),” Leadership and Job Satisfaction among Aviation Fire Fighters in Australia”, Journal of Managerial Psychology, (15)1, 87-93.
Bass, B. M. (1998), Transformational Leadership, Industrial, Military, and Educational Impact, New Jersey: Lawrence Earlbaum Associates.
Bass, B. M. (1990),”From Transactional to Transformational Leadership: Learning
to Share the Vision”, Organizational Dynamics, (18)3, 19-31.
Bass, B. M. ve R.E. Riggio (2006), Transformational Leadesrsihp, second edition,
New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates.
Berkelaar, B. L., E. A. Williams ve J. S. Linvill (2009),”Leaders Define Leadership:
Discourses of Leadership within an Academic Leadership Development Center”,
Revised Submission to International Communication Association, Annual Conference, Chicago, IL, May 21-25.
Bolden, R., J. Gosling., A. Marturano, ve P. Dennison (2003), “A Review of Leadership Theory and Competency Frameworks”, Edited Version of a Report for
Chase Consulting and the Management Standards, Centre for Leadership Studies,
June, University of Exeter.
Bosak, J. ve S. Sczesny (2011),”Exploring the Dynamics of Incongruent Beliefs
about Women and Leaders”, British Journal of Management, 22, 254–269.
Bowler, W. M., ve D. J. Brass (2006),"Relational Correlates of Interpersonal Citizenship Behavior: A Social Networks Perspective", Journal of Applied Psychology,
91, 70-82.
EKİM 2013
155
Broadbridge, A. ve J. Hearn (2008),”Gender and Management: New Directions in
Research and Continuing Patterns in Practice”, British Journal of Management,
(19), 38-49.
Budd, J. W. (2004), Employment With a Human Face, Balancing Efficiency, Equity,
and Voice, first published, New York: Cornell University Press.
Carli, L. L. (2001),”Gender and Social Influence”, Journal of Social Issues, (57)4,
725-741.
Carli, L. L. ve A. H. Eagly (2001),”Gender, Hierarchy, and Leaderships: An Introduction”, Journal of Social Issues, (57)4, 629-636.
Cascio, W. F. (2003), Managing Human Resources, 6th ed., New York: McGrawHill.
Cassell, J., D. Huffaker, D. Tversky ve K. Ferriman (2006),”The Language of Online
Leadership: Gender and Youth Engagement on the Internet”, Developmental
Psychology, (42)3, 436-449.
Cohen-Kaner, I. (1995),”Attributions about Male and Female Leaders in Organizxations”, Journal of Jewish Communal Service, Winter/Spring, 139-149.
Craig, R. T. (1999),”Communication Theory as a Field” Communication Theory,
(9)2, 119-161.
Jiang, D., Q. Chen ve L. Delgrossi, (2007),”Communication Density: A Channel
Load Metric for Vehicular Communications Research”, mahss, pp. 1-8, IEEE International Conference of Mobile Adhoc and Sensor Systems, 2007.
Decker, W. H. ve D. M. Rotondo (2001),”Relationships Among Gender, Type of
Humor, and Perceived Leader Effectiveness”, Journal of Managerial Issues, (13)4,
450-465.
DeGroot, T., F. Aime, S. G. Johnson ve D. Klumper (2011),”Does Talking the Talk
Help Walking the Walk? An Examination of the Effect of Vocal Attractiveness in
Leader Effectiveness”, The Leadership Quarterly, 22, 680-689.
Dewan, T. ve D. P. Myatt (2007), “The Qualities of Leadership: Direction, Communication
and
Obfuscation”.
http://www.economics.ox.ac.uk/Research/wp/pdf/paper311.pdf
Erişim:
12.04.2012
De Vries, R. E., A. Bakker-Pieper ve W. Oostenveld (2010),“Leadership
=Communication? The Relations of Leaders’ Communication Styles with Leadership Styles, Knowledge, Sharing and Leadership Outcomes”, Journal of Business
and Psychology, (25)3, 367-380.
156
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
De Vries, R. E., A. Bakker-Pieper, R.A. Siberg, K. van Gameren ve M. Vlug
(2009),’The Content and Dimensionality of Communication Styles”, Communication Research, (36)2, 178–206.
Diekman, A. B. ve A. H. Eagly (2000),”Stereotypes as Dynamic Constructs: Women
and Men of the Past, Present, and Future”, Personality and The Social Psychology
Bulletin, (26)10, 1171-1188.
Downs, C. W. ve M. D. Hazen (1977),”A Factor Analytic Study of Communication
Satisfaction”, Journal of Business Communication, (14)3, 63-73.
Eagly, A. H. ve L. L. Carli (2003),”The Female Leadership Advantage: An Evaluation
of the Evidence”, The Leadership Quarterly, (14), 807-834.
Eagly, A. H. ve S. J. Karau (2002),” Role Congruity Theory of Prejudice toward Female Leaders”, Psychological Review, 109(3), 573- 598.
Eagly, A. H. ve B. T. Johnson (1990),”Gender and Leadership Style: A Meta Analysis”, Psychological Bulletin, (108)2, 233-256.
Eckert, P. ve S. McConnel-Ginet (2003), Language and Gender, first published,
Cambridge: Cambridge University Press.
Eckert, P. ve S. McConnel-Ginet (1999), “New Generalizations and Explanations in
Language and Gender Research”, Language in Society, (28)2, 185–201.
Erez, M. ve E. Gati (2004),”A Dynamic Multi-Level Model of Culture: From the
Micro Level of Individual to the Macro Level of Global Culture”, Applied Psychology, (53)4, 583-598.
Furner, C. P. ve J. F. George (2009),”Making it Hard to Lie: Cultural Determinants
of Media Choice for Deception”, Proceedings of the 42nd Hawaii International
Conference on System Sciences, Waikoloa, HI, IEEE.
Gidengil, E. ve J. Everitt (2003),”Talking Though: Gender and Reported Speech in
Campaign News Coverage”, Political Communication, 20, 209-232.
doi:10.1080/10584600390218869
Gurian, M. ve B. Annis (2008), Leadership and the Sexes: Using Gender Science to
Create Success in Business, Jossey-Bass.
Hall, R. J., J. W. Workman ve C. A. Marchioro (1998),”Sex, Task, and Behavioral
Flexibility Effects on Leadership Perceptions”, Organizational Behavior and Human
Decision Processes, (74)1, 1-32.
Halpin, A.W. (1957),” Manual for The Leader Behavior Description Questionnaire”,
Mimeo, Columbus: The Ohio State University, Bureau of Business Research.
Hargie, O. D., D. Dickson ve D. Tourish (1999), Communication in Management,
Gower: Aldershot.
EKİM 2013
157
Hemphill, J.K ve A.E. Coons (1957),” Development of The Leader Behavior Description Questionnaire”, Eds. R.M. Stogdill ve A.E. Coons, Leader Behavior:It’s Description and Measurement (Research Monograph, No:88), Columbus: The Ohio State
University, Bureau of Business Research.
Hirokawa, R. Y ve M. S. Poole (1996), “Introduction: Communication and Group
Decision Making”, Eds. R. Y. Hirokawa, and M. S. Poole, Communication and
Group Decision Making, 2nd ed., London: SAGE, 3-18.
Holloway, B. M., T. Reed-Rhoads, R. Dohrman ve N. Duval-Couetil (2009),”Work in
Progress - Gender and Leadership: the Creation of a Graduate Course”, San Antonio: 39th ASEE/IEEE Frontiers in Education Conference, October 18 – 21.
Honeycuut, J. M. ve R. M. McCann (2008),”Predicting Interpersonal Communication Satisfaction on the Basis of Imagined Interactions in the Pacific Rim”, Journal
of Intercultural Communication Research, (37)1, 25-42.
HR (2008),"Effective Organizational Communication: A Competitive Advantage."
HRMagazine (53)12, December, Society for Human Resource Management.
Hume, D. (1979), “Yönetimin Temel İlkeleri Üzerine”, (çev. O. Aruoba), MEB, Üç
Aylık Düşün Bilim
Sanat Dergisi (1)1, Ekim-Kasım-Aralık, 60- 67.
Lakoff, R.T. (1975), Language and Woman’s Place, New York: Harper &Row
Landy, F. J. ve J. M. Conte (2010), Work in The 21st Cntury: An Introduction to
Industrial and Organizational Psychology,3rd ed., Malden, MA: Wiley-Blackwell,
LBDQ (2012): “Manual for The Leader Behavior Description Questionnaire”.
http://fisher.osu.edu/supplements/10/2862/1957%20LBDQ%20MANUAL.pdf
erişim:10. 06. 2011
Liang, X., H. A. Ndofor, P. Richard ve J. C. Picken (2010),”Top Management Team
Communication, Environmental Uncertainty and Organizational Performance: A
Contingency View”, Journal of Managerial Issues, (22)4, 636-455.
MacFarland,
T.
W.
(1998),
“Mann-Whitney
U-Test”.
http://www.nyx.net/~tmacfarl/STAT_TUT/mann_whi.ssi erişim:10.04.2012
Madlock, P. E. (2008),”The Link between Leadership Style, Communicator Competence, and Employee Satisfaction”, Journal of Business Communication, (45)1, 6178
Mayfield, J. R., M. R. Mayfield ve J. Kopf (1998),”The Effects of Leader Motivating
Language on Subordinate Performance and Satisfaction”, Human Resource Management, (37)3-4, 235-248.
Mead, D. C. ve C. Liedholm (1998),’The Dynamics of Micro and Small Enterprises
in Developing Countries”, World Development, (26)1, 6 I-74.
158
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Mohr, G. ve H.-J. Wolfram (2008),”Leadership and Effectiveness in the Context of
Gender: The Role of Leaders’ Verbal Behaviour”, British Journal of Management,
(19)1, 4–16.
Nunally, J. C. (1987), Psychometric Theory, New York: McGraw-Hill.
Peters, C. C. (2002),”Gender in Communication: Micropolitics at Work”, AARE
2002 International Education Rresearch Conference, Brisbane, 1-5 December.
http://www.aare.edu.au/02pap/pet02184.htm
Erişim: 07.01.2012
Putnam, L. L. ve G. T. Fairhurst (2005),”Discourse Analysis in Organizations: Issues
and Concerns”, Eds. F. M. Jablin and L. L. Putnam, The New Handbook of Organizational Communication-Advances in Theory, Research and Methods, London:
SAGE, 78-136.
Rekers, G. A. (1986),”Inadequate Sex Role Differentiation In Childhood: The Family
and Gender Identity Disorder”, Journal of Family and Culture, 2(3), 8- 37.
Rhodes, J. T., S. T. Pitts ve R. H. Kamery (2004),”Creativity in the Workplace: Management’s Responsibility for Positive Communications”, Journal of Organizational Culture, Communications and Conflict”, (8)2, 63-72.
Ridgeway, C. L. (2001), “Gender, Status and Leaderships”, Journal of Social Issues,
(57)4, 637-655.
Saari, L. M. ve T. A. Judge (2004),”Employee Attitudes and Job Satisfaction”, Human Resource Management, (43)4, 395-407.
Sargent J.F. ve G.R. Miller (1971),”Some Differencie in Certaine Communication
Behavior of Autocratic and Democratic Group Member”, Journal of Communication, 21, 233-252
Sebastian, M. W. ve R. B. Korrapati (2007),“Informatıon Technology Leadership
Perceptions and Employee-Centric Organizational Cultures”, Allied Academies
International Conference, Academy of Information and Management Sciences,
Jacksonville, FL, April 11-14.
Spector, P. E. (1997), Job Satisfaction, Application, Assesment, Causes and Consequences, London: SAGE
Spreitzer, G. M. (2007), “Giving Peace a Chance: Organizational Leadership, Empowerment, and Peace”, Journal of Organizational Behaviour, 28, 1077–1095
Spreitzer, G M. ve D. Doneson (2005),” Musings on the Past and Future of Employee Empowerment”, Ed. T. Cummings, Forthcoming in The Handbook of Organizational Development (chapter 17), Thousand Oaks: SAGE
Sullivan, J. J. (1988),”Three Roles of Language in Motivation Theory”, Academy of
Management Review, (13)1, 104-115.
EKİM 2013
159
Sun, P,-C., D.-L. Yang, W.-J. Liao ve S.-M. Wang (2008),”The Impacts of Motivating
Language on Subordinates’ Attitudes and Performance-The Moderating Effect of
Leader-Member Exchange”, International Conference on Business and Information, Seoul, July 07-09.
Şahin, A. (2007),’Türk Kamu Yönetiminde Yönetsel İletişim ve Bu Konuda Düzenlenen Bir Anket Çalışmasının Sonuçları”, Maliye Dergisi, 152, 81- 101
Şirin, E. F. ve A. A. Yetim (2009),”Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Yöneticilerinin Dönüşümcü Liderlik Stiline İlişkin Yönetici Algıları”, Niğde Üniversitesi Beden
Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi (3)1, 69-84.
Taylor, A., A. Bailey, P. Cooper, C. Dwyer, C. Kramarae ve B. Lieb (2007),”Gender
Equity in Communicatin Skill”, Gen. Ed. S. S. Klein; Eds. B. Richardson, D. A. Grayson, L. H. Fox, C. Kramarae, D. S. Pollard and C. Dwyer, Hanbook for Achieving
Gender Equity through Education, 2nd ed., London: Routledge, 281-305.
Vinkenburg,
C. J., M. L. van Engen, A. H. Eagly ve M. C. Johannesen-Schmidt
(2011),”An Exploration of Stereotypical of Beliefs about Leadershp Styles: İs Transformational Leadership a Route to Women’s Promotion?”, The Leadership Quarterly, (22), 10-21.
Wescott, R. T. (2007),”Re-Examining the Traditional Communication Model”,
Journal for Quality and Participation, (30)2, 22-28.
Wicks, D. ve P. Bradshaw (2002),“Investigating Gender and Organizational Culture:
Gendered Value Foundations that Reproduce Discrimination and Inhibit Organizational Change”, Eds. I. Aaltio-Marjosola and A. J. Mills, Gender, Identity and The
Culture of Organizations, first published, London: Routledge, 137- 159.
Yovel, J. (2010),"Language and Power in a Place of Contingencies: Law and The
Polyphony of Lay Argumentation", Faculty Scholarship Series. Paper 32.
http://digitalcommons.law.yale.edu/fss_papers/32 Erişim: 11.06.2012
160
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında
İşlem Gören Üretim Firmalarının Piyasa
Değerini Açıklayan İçsel Değişkenler:
Panel Verilerle Sektörel Bir Analiz
İlhan KÜÇÜKKAPLAN
Yrd. Doç. Dr.,Pamukkale Üniversitesi,İİBF
Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölümü
[email protected]
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında İşlem
Gören Üretim Firmalarının Piyasa Değerini
Açıklayan İçsel Değişkenler: Panel Verilerle
Sektörel Bir Analiz
The Endogenous Variables Explaining the
Market Value of Manufacturing Firms in the
ISE: A Sectoral Level Panel Data Analysis for
Sectors
Özet
Abstract
Bu çalışmada 2000-2010 yılları için 111 üretim
firmasının piyasa değerleriyle (piyasa değeri
defteri oranı) içsel değişkenler (finansal oranları)
arasında sektörel bazda anlamlı bir ilişki olup
olmadığı panel veri analiziyle araştırılmıştır.
Sonuçlar, firmaların piyasa değerinin yaklaşık %
23’lük kısmının firmalara özgü içsel unsurlar
(finansal oranlar) ile açıklandığını ve toplam
borçlanma oranının piyasa değerini negatif
etkilediğini göstermektedir. Alt sektörler itibariyle yapılan analizlerde ise, açıklama gücünün
genelde artış yönünde değiştiğini ve açıklayıcı
değişkenlerin piyasa değeri üzerindeki etkisinin
sektörler itibariyle farklılaştığı ya da işaretlerinin
değiştiği bulgusu elde edilmiştir. Buna göre,
firmanın piyasa değerleriyle içsel değişkenler
arasındaki ilişkilere odaklanan çalışmalarda
sektörel farklılıkların dikkate alınması gerektiği
sonucuna ulaşılmaktadır.
In this study, we analyze the relationship between the market value (market value book
ratio) and internal variables (financial ratios) at
industry level by using panel data analysis for
the data from 111 manufacturing firms during
the period 2000-2010. The results show that 23
percent of market value of firms has been explained by the firm-specific internal aspects and
the total debt ratio has a negative effect on the
market value. The sectoral level analysis indicates that the explanatory power tends to increase in general, and impacts of the explanatory variables on the market value differ by sectors
or their signs change. Accordingly, it is concluded
that sectoral differences should be taken into
account by the studies which focuses on the
relationship between firm market values and
endogenous variables.
Anahtar Kelimeler: Piyasa Değeri, Finansal
Oranlar, Panel Veri Analizi.
Keywords: Market Value, Financial Ratios, Panel
Data Analyze.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 161-182
161
1. Giriş
Yatırımcılar ellerindeki tasarruflarını kendilerine en yüksek getiriyi sağlayacak yatırım araçlarına yönlendirmek istemektedir. Bunun içinde ihtiyaç duydukları en
önemli enstrüman “bilgi”dir. Bu bilgi makro anlamda piyasalarla ilgili olması gerektiği gibi mikro anlamda yatırım yapılacak menkul kıymetle ile ilgili bilgileri kapsamalıdır. Tasarruflarını kısa süreli ve genellikle getirisi önceden belirli olan para
piyasalarında değerlendirmek isteyen yatırımcılar için makro değişkenlerin (faiz,
enflasyon, kurlar vb.) analizi göreceli olarak önemli iken sermaye piyasalarında
özellikle de menkul kıymet borsalarında hisse senedi yatırımı yapacaklar için makro değişkenlerle birlikte firmaların analizi de önem arz etmektedir. Menkul kıymet
piyasalarında finansal bilgi, bir şirketin muhasebe ve finansal raporlama sistemi
tarafından üretilen, şirketin finansal durum, faaliyet ve faaliyet sonuçları ile ilgili,
para ile ifade edilen ve bağımsız denetimden geçirilerek ilgililere finansal tablo ve
raporlar ile özel durum açıklaması şeklinde sunulan bilgi olarak tanımlanabilir (Küçüksözen ve Küçükkocaoğlu, 2004: 4).
Hisse senedi yatırımcıları hisse senedi seçimlerinde temel analiz ve teknik analiz
yöntemlerinden yararlanmaktadır. Teknik analiz daha çok kısa vadeli getiriye
odaklanan ve geçmiş fiyat hareketlerinden yararlanarak gelecekte (kısa vadede)
oluşabilecek fiyatı tahmin etmeye yönelik bir yöntemdir. Temel analiz ekonominin
analizinden başlayarak sektörü analiz eden ve firma analizi ile finansal bilgiyi en
çok kullanan ve daha çok rağbet gören (etkin piyasalarda görmesi gereken) bir
analiz yöntemidir. Firma analizi temel analizin en zor kısmını oluşturmaktadır.
Birçok alternatif firmanın olması bunları ortak bir noktada analiz etme sıkıntısını
doğurmaktadır. Bu durumda yatırımcıların işini kolaylaştıran oran (rasyo) analizi
devreye girmektedir. Oran analizi yatırımcıya firmaların likidite, faaliyetleri, karlılıkları, mali yapıları ve performansları hakkında bilgi verirken onları benzerleriyle
ortak alanlarda karşılaştırma olanağı sağlamaktadır. Fakat oran analizi hisse seçiminde tek başına yeterli bir analiz tekniği değildir. Bunun en önemli nedeni menkul kıymet borsalarında firmaların hisse senetlerinin fiyatının belirlenmesinde
sadece firma içi unsurlar değil firma dışı piyasaya özgü faktörlerin de etkili olmasıdır.
Literatür incelendiğinde çalışmaların daha çok hisse senedi getirileri ile finansal
oranlar arasındaki ilişkilerin ortaya konması yönünde hazırlandığı görülmektedir.
Çalışmaların genelinde açıklama güçleri ile açıklayıcı bağımsız değişkenler (finansal
oranlar) ve işaret yönleri (negatif ve pozitif ilişi) farklılaşsa da anlamlı sonuçlar
bulunmuştur. Bu çalışmaların amacı hisse senedi getirileri ile firmanın finansal
oranları arasındaki ilişkilerin tespit edilmesidir. Bu çalışmalarda bağımlı değişken
olarak hisse senetlerinin getirileri yada fazla getirileri (abnormal return AR- cumulative abnormal return CAR) kullanılırken bağımsız değişkenler olarak da finansal
oranlar kullanılmıştır. Özellikle performans oranlarının örneğin fiyat/kazanç oranı
ve piyasa değeri/defter değeri (PD/DD) gibi oranların açıklama güçlerinin yüksek
162
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
çıktığı gözlenmektedir. Bu oranların hesaplanmasında fiyatın veri olarak yer alması
açıklama güçlerinin yüksek çıkmasında etken olabilir. Diğer taraftan getirilerin
dinamik olarak çalışılan döneme (3 aylık, 6 aylık ve yıllık) yayılırken finansal tablolardan (bilanço ve gelir tablosundan) üretilen oranların dönemi statik olarak yansıtması ayrı bir problem oluşturmaktadır. Fiyatlar ve dolayısıyla getiriler makro
değişkenlerden yada firma hakkında örneğin yeni bir projeye yatırım kararı gibi
karlardan etkilenirken bu bilgilerin bilanço ve gelir tablosuna yansıması daha uzun
bir zaman alabilmektedir. Burada dinamik kavramından kasıt fiyat ve getirilerdeki
volatilitenin yüksek olmasıdır. Örneğin ülkenin derecelendirme kuruluşu tarafından kredi notunun artırılması veya azaltılması kararı yada söylentisi bile hisse senetlerinin fiyatlarını ve getirilerini etkileyebilmektedir. Yapılan çalışmalarda diğer
bir kısıt ise tüm sektörlerin aynı veri setinde toplanmış olması olup bu durum sektörlerin kendine özgü karakteristiklerin farklı olmasına rağmen birlikte değerlendirilmeleri sonucunda değişkenlerin katsayılarının yönünü ve derecesini etkilemektedir.
Yöneticiler son yıllarda amaçlarını, “firmanın, ortakların veya hissedarların değerini
maksimum kılmak” üzerine kurgulamaktadır. Bu amaç doğrultusunda operasyonlarını (üretim, pazarlama, finansman, insan kaynakları ve yönetim) hissedar değerini artırma yönünde geliştirmektedir. Bu stratejilerde doğal olarak finansal tablolarına yansımaktadır. Bu noktada çalışmanın amacı firmaların sektörler itibariyle
piyasa değerini etkileyen içsel unsurlarının tespit edilmesi olarak belirlenmiştir.
Piyasa değeri olarak piyasa değeri defter değeri (PD/DD) oranın kullanılması ve
analizin imalat sektöründe işlem gören alt sektör itibariyle yapılmasıyla bulunacak
sonuçların literatüre bu anlamda katkıda bulunması beklenmektedir.
2. Literatür Taraması
1980 sonrası dönemde, çeşitli faktörlerin hisse senedi getirileri ile olan ilişkileri
incelenmeye başlanmış ve açıklayıcı güçlerinin test edilmesine ilişkin uygulamalar
gerçekleştirilmiştir (Canbaş vd., 2008:3). Bu çalışmalarda firma getirilerine odaklanılmış olup firmaların hisse senetlerinin getirileri ile daha çok firmalara ait finansal
tablolardan elde edilen oranlar arasındaki ilişki incelenmiştir. Finansal oranlar ile
hisse senetlerinin getirileri arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaların önemli bir kısmı
uygun finansal oranlara sahip firma hisse senetlerinin yüksek getiri potansiyeline
sahip olabileceğini söylemektedir. Getiri tahmininde kullanılan önemli finansal
oranlar fiyat/kazanç (F/K), piyasa değeri/defter değeri ile likidite, karlılık ve sermaye yapısı oranlarıdır (Yalçıner vd., 2005: 177). Yapılan çalışmalar hisse senetlerinin
getirilerini firmaların finansal oranları yardımıyla açıklamaya odaklanmış olup bu
konuda yabancı borsalar ve İMKB’de birçok çalışma yapılmıştır (Bayrakdaroğlu
2012; Aktaş 2008; Öz vd. 2011; Ege ve Bayrakdaroğlu 2007).
Yapılan çalışmalar incelendiğinde hisse senedi getirileri ile finansal oranlar arasındaki ilişkide lehte ve aleyhte sonuçlara ulaşılmıştır. Bazı çalışmalarda herhangi bir
EKİM 2013
163
ilişkiye rastlanmazken ilişkiye rastlanan çalışmalarda daha çok performans oranlarının yani fiyat kazanç oranı ile piyasa değeri defter değeri oranlarının hisse senedi
getirilerini açıklamada etkin olduğu tespit edilmiştir. Bazı çalışmalarda literatürdeki bu bulgulardan hareket ederek performans oranlarına ağırlık verilmiştir. Bu
çalışmalarda düşük ve yüksek F/K ve PD/DD oranlarına sahip hisse senetlerinden
portföyler oluşturularak bunların getirileri karşılaştırılmıştır. Bu çalışmaların bazılarında “F/K ve PD/DD oranı düşük olan hisse senetlerinin getirilerinin daha yüksek
olacağı” kanısı doğrulanmış olup, bir kısmında ise tersi durum bazılarında ise herhangi bir ilişki tespit edilememiştir. Yine bu çalışmalarda hisse senedi getirileri ile
finansal oranlardan karlılık oranları arasında güçlü ve pozitif ilişki olduğu tespit
edilmiştir.
Birgili ve Düzer’in (2010) yaptığı çalışmada finansal oranlar ile firma değeri arasında ilişki olup olmadığı ve bu oranlar vasıtasıyla likidite durumunun, mali yapının,
varlıkların etkin kullanımının, kârlılığın, borsa performansının firma değeri üzerindeki etkisi panel veri analizi yöntemi kullanılmak suretiyle incelenmiştir. Çalışmada
veri seti olarak İMKB 100 firmalarından 2001 ve 2006 yılları arasındaki verilerine
düzenli olarak ulaşılan 58 firmanın oranları kullanılmıştır. Firma değeri olarak
İMKB’de de işlem gören firmaların piyasa değerleri alınmıştır. Çalışmada elde edilen bulgulara göre veri setine dâhil oranlardan 16 tanesi ile firma değeri arasında
istatistikî olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Geri kalan 5 oran ile firma değeri
arasındaki ilişkiyi belirleyecek katsayılar ise anlamsız çıkmıştır. Buna bağlı olarak
firmanın likidite durumunun, mali yapısının ve borsa performansının firma değeri
üzerinde etkisi oldukça fazladır. Buna karşılık faaliyet oranları ve kârlılık oranlarının
bir kısmı ile firma değeri arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. Sonuç itibariyle oran analizi verilerinin büyük bir kısmı ile firma değeri arasında bir ilişkinin
var olduğu gözlenmiştir. Çalışmada kullanılan finansal oranların firmaların ilgili
dönemdeki piyasa değerinin yaklaşık % 11’lik kısmını açıklamış olduğu görülmektedir.
3. Uygulama
3.1 Veri Seti
Çalışmada, hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) işlem
gören 2000-2010 yılları arasında faaliyeti süreklilik gösteren 111 üretim firmasının
yıllık verileri kullanılmıştır. İflas, birleşme nedeni ile verisine ulaşılamama veya
herhangi bir nedenle İMKB kotasyonundan çıkarılan firmalarda, süreklilik sağlayamadıklarından araştırma dışında bırakılmıştır. Çalışmaya dâhil edilen firmaların
sektörlere göre dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.
164
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Tablo 1: Analize Dâhil Edilen Firmaların Sektörlere Göre Dağılımı
Sektör
İncelenen Firma Sayısı
Dokuma, Giyim Eşyası ve Deri
15
Gıda, İçki ve Tütün
17
Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri, Basım ve Yayın
10
Kimya, Petrol, Kauçuk ve Plastik Ürünler
17
Metal Ana Sanayi
11
Metal Eşya, Makine ve Gereç Yapımı
17
Taş ve Toprağa Dayalı Sanayi
24
TOPLAM
111
3.2 Modelde Kullanılan Değişkenler
Çalışmada firmaların piyasa değerlerini açıklayan diğer bir ifadeyle değeri etkileyen içsel (firmalara özgü) unsurlar araştırılmak istenmektedir. Bunun içinde bağımlı değişken olarak piyasa değeri / defter değeri oranı kullanılmıştır. PD/DD oranı,
hisse senedinin piyasa değerinin hisse başına özvarlıklara bölünmesi ile bulunmaktadır. Diğer bir ifade bu oran şirketin piyasa (borsa)’da değerinin, özsermayesinin
kaç katı olduğunu ifade eder. Bu oran büyüdükçe hisse senedinin değer kazandığı
anlamı çıkmaktadır. Oranın 1’den küçük olması firmanın hissedarlarına değer
üretmediğini gösterirken arzu edilen 1’den büyük olmasıdır. Bu oran yorumlanırken sektör ortalamaları baz alınmalıdır (Çakır ve Küçükkaplan, 2012: 75). Fama /
French (1992) tarafından, beta ve fiyat kazanç oranının hisse senedi getirilerindeki
değişimin tahminine yönelik bir modeli açıklama gücünün bulunmadığı, bunun
yanı sıra anılan değişkenliğin analizinde sadece portföy büyüklüğü ile PD/DD oranı
gibi faktörlerin açıklayıcı değişkenler olduğu belirtilmektedir. Diğer bir ifadeyle
Shefrin / Statman (1995) ’e göre, portföy büyüklüğü ile PD/DD oranı, hisse senedi
getirilerindeki değişimi anlamlı bir şekilde ortaya koyan en önemli değişkenler
olarak görülmektedir (Gökgöz, 2008: 44-46). Çalışmada literatürdekinin aksine
hisse senedi getirilerinin bağımlı değişken olarak alınması yerine PD/DD oranın
kullanılmasının başlıca nedenleri arasında firmaların hisse senetlerinin fiyatları
üzerinde mali tablolardan üretilen bilgilerin önemli bir etkisinin olmadığı varsayımıdır. Elbette ki firmaların karlılığı, borçlanma düzeyleri veya bunun gibi kararlar
firmanın hisse senetleri fiyatları üzerinde etkili olacaktır fakat bu etkiler çeyrek
EKİM 2013
165
dönemde açıklanmaktadır. Firmaların hisse senetleri ise her gün fiyatlanmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında firmanın hisse senetlerinin fiyatları üzerinde mali tablo
verilerinin etkilerinin daha az olması beklenmektedir. Diğer taraftan PD/DD oranı
hesaplandığı dönem itibariyle firmanın hisse senetlerinin toplam değerinin (piyasa) özsermayesinin (defter) değeri ile ilişkilendirdiği için daha anlamlı sonuçlar
vereceği beklenmektedir. Bağımlı değişken olarak PD/DD oranının kullanılmasının
diğer bir nedeni de; hisse senetlerinin getirileri hesaplanırken bilginin döneme
yayıldığı (dinamik) fakat bilanço ve gelir tablolarından elde edilen oranların ise
dönem sonuna (statik) ait bilgiler olmasıdır.
Çalışmada firmaların değerini açıklayan içsel unsurlar için mali tablolardan üretilen
likidite, faaliyet, kaldıraç ve karlılık oranları bağımsız değişkenler olarak seçilmiştir.
Likidite oranları üç başlık altında çalışmaya dahil edilmiştir. Cari oran (CO), firmanın dönen varlıklarının kısa vadeli yabancı kaynaklara bölünmesiyle hesaplanmaktadır. Firmanın kısa vadeli borçlarını ödeyebilme yeteneğini ortaya koyan bir orandır. Likidite oranı (LO) ise, firmanın kısa vadeli borçlarını ödeyebilme gücünü doğru
tespit edebilmek için nakde dönüşüm süresi daha geç olan stokların dönen varlıklardan çıkarılıp kısa vadeli borçlara bölünmesi suretiyle hesaplanmaktadır. Nakit
oranı (NO) ise, firmanın finansal durumunu ifade etmekte kullanılan en güvenilir
likidite oranı olarak gösterilebilir. Firmanın kısa vadeli borçlarını ödeyebilmek için
ne kadarlık nakit ve nakit benzeri varlığı olduğunu göstermektedir.
Çalışmada faaliyet oranlarından (devir hızı oranları) stok devir hızı ve alacak devir
hızı oranları kullanılmıştır. Firmanın varlıklarının ne derece etkin ve yoğun kullanıldığını gösteren oranlar devir hızı oranlarıdır. Stok devir hızı (SDH) oranı firmada
stokların ne kadar zamanda nakde dönüştüğünü, yılda kaç kez satıldığını göstermektedir. Satılan malın maliyetinin stoklara bölünmesiyle hesaplanmaktadır. Stok
tutma süresi ne kadar kısa olursa firmaların stoklarını finanse etmek için ihtiyaç
duyacağı kaynak ve finansman giderleri de o kadar düşük olacaktır. Aynı zamanda
stok maliyeti de düşecektir (Sakarya, 2008: 227-248). Alacak devir hızı (ADH) ise
alacakların tahsil kabiliyeti ve likiditesini ifade etmekte olup orandaki artış firmanın daha az işletme sermayesinin alacaklara bağlandığının göstergesidir. Firmanın
müşterilerine tanıdığı vadeyi de gösteren bu oran satışların alacak hesapları toplamına (ticari senetli ya da senetsiz) bölünmesiyle hesaplanmaktadır.
Kaldıraç oranları olarak kısa vadeli borçların (KVB), uzun vadeli borçların (UVB) ve
toplam borçların (TBO) aktiflere oranları kullanılmıştır. Aktif karlılığı ya da varlıkların kazanma gücü (Return on Assets-ROA) firmanın net karının yine firmanın toplam varlıklarına bölünmesi ile hesaplanmaktadır. Kullanılan 1TL’lik varlıkla ne kadar kar elde edildiğini gösteren bu oran, aktiflerin firma tarafından etkin kullanılıp
kullanılmadığının değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Özsermayenin kazanma
gücü (Return on Equity-ROE) net karın özsermaye tutarına bölünmesiyle elde
edilmektedir. Ortaklarca firmaya yapılan yatırımın etkin kullanılıp kullanılmadığını
gösterirken, finansal kaldıracın firma karlılığı üzerindeki etkisini de yansıtmaktadır.
166
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Finansal kaldıracın etkin kullanılmasıyla firmanın özsermaye karlılığının artacağı
beklenmektedir.
Çalışmada kullanılan değişkenlere ilişkin tanımlayıcı istatistikler incelendiğinde
İMKB’de işlem gören üretim firmalarının 2000-2010 yılları arasında ortalama piyasa değerinin özsermayelerinin neredeyse iki katında (1,988) oluştuğu gözlenmekle
birlikte sektörler itibariyle ortalamanın değiştiği görülmektedir. İlgili dönemlerde
metal eşya alt sektöründe işlem gören firmaların diğer sektördeki firmalara göre
ortalamanın üzerinde (3,031) değer kazandığı hemen ardından gıda alt sektöründe
işlem gören firmaların da ortalamanın üzerinde (2,763) değer kazandığı diğer alt
sektörlerin ise ortalamanın altında değer kazandığı gözlenmektedir. Kullanılan
bağımsız değişkenlerin genel ortalamaları incelendiğinde ise likidite oranlarında
teorideki beklenen ortalamaların üzerinde oluşmasına rağmen sektörler itibariyle
farklılıklar bulunmaktadır. Cari oran ve likidite oranlarında sektörler ortalamaya ve
teoride beklenen değerlere yakın bir ortalamaya sahipken nakit oranında sektörlerin farklılaştığı görülmektedir. İlgili dönemde firmaların alacaklarına tanıdığı vade
gün sayısı ortalama (360/8,861) 40 gün olurken alt sektörlerde alacak devir hızının
çok farklı oluştuğu gözlenmektedir. Gıda alt sektöründe vadenin ortalamaya yakın
olduğu gözlenirken alacaklara en düşük vadenin (360/16,162) yaklaşık 22 gün ile
kimya alt sektöründe, en yüksek vadenin ise (360/4.492) yaklaşık 80 gün ile dokuma (tekstil) alt sektöründe tanındığı görülmektedir. Faaliyet devri katsayılarından
stok devir hızı ortalamaları incelendiğinde sektörlerin ilgili dönemde yaklaşık
(360/7.381) 49-50 günde bir stoklarını sattığı yada nakde dönüştürdüğü gözlenmektedir. Firmaların toplam borçluluk oranın ortalama % 50’lerde, kısa vadeli
borçlanma oranlarının % 33’lerde oluştuğu görülürken kağıt sektöründe % 60 uzun
vadeli borçlanma ortalaması ile gıda sektöründe % 43’lük kısa vadeli borçlanma
oranı ortalamaları dikkat çekmektedir. İlgili dönemde firmaların kar marjlarının (%
2) ve aktif karlılık oranların (% 3) çok düşük olduğu gözlenirken taş toprağa dayalı
sektörde ortalama kar marjı (% 11,9) ve aktif karlılığı (% 8) yüksektir. Tanımlayıcı
istatistiklerin incelenmesinden ortaya çıkan sonuç genel ortalamalar ile alt sektör
ortalamalarının farklılaşmasıdır. Yapılan çalışmalarda genelde bu durum göz ardı
edilmektedir. Bu yüzden çalışmada genel model analiz edildikten sonra alt sektörler itibariyle de model test edilecektir. Kullanılan değişkenlere ilişkin tanımlayıcı
istatistikler çalışmanın EK-1’inde yer alan tablodaki gibidir.
Çalışmada tanımlayıcı istatistiklerden sonra değişkenler arasındaki korelasyonlar
da incelenmiştir. Bağımlı değişken olarak kullanılan PD/DD oranının kullanılan
bağımsız değişkenler ile ± % 5’i geçmeyen bir korelasyona sahip olduğu görülmüştür. Bilanço ve gelir tablolarından elde edilen oran gruplarının kendi arasındaki
oranların korelasyonların yüksek olmasının beklenmesi normaldir. Çalışmada genel modelde likidite oranlarından cari oranın likidite ve nakit oranları ile arasında
yüksek pozitif (0,94; 0,80) bir ilişki olduğu görülmüştür. Nakit oranı ile likide oranı
arasında da yine pozitif ve yüksek (0,83) bir ilişki vardır. Toplam borç oranı ile kısa
vadeli borçlar ve uzun vadeli borçlar arasında da pozitif yükseğe yakın (0,64; 0,77)
EKİM 2013
167
bir ilişki vardır. Diğer taraftan kar marjı ile aktiflerin getirisi arasında da 0,70’lik
pozitif bir ilişki vardır. Alt sektörlerin incelendiği diğer modellerde değişkenler
arasındaki ilişkinin daha kuvvetli olduğu görülmektedir. Mali oranlar arasındaki
korelasyon ilişkisinin olması yorum yapmayı güçleştirirken diğer taraftan mali
oranların açıklayıcı değişken olarak kullanıldığı çalışmalarda çoklu bağlantı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu tip sorunların giderilmesi için faktör analizinden yararlanılabilinir (Aktaş vd.; 2001: 9). Bu korelasyonların etkisinden kurtulmak için genel
modelde ve alt sektörler için uygulanan modellerde temel bileşenler analizi ile bazı
oranlar grubu temsili % 95’lerin üzerinde olan ortak faktörler ile örneğin likide
oranları tek faktörde (PCLIQ) yada karlılık oranları yine tek faktörde (PCKAR) ifade
edilip analizlerde kullanılacaktır. Kullanılan değişkenlere ilişkin korelasyonlara çalışmada EK-2’de yer alan tablodan ulaşılabilir.
3.3. Model ve Tahmin Sonuçları
Çalışmada firmaların firma değerini etkileyen içsel unsurların tespiti için aşağıdaki
genel model geliştirilmiştir.
PDDDit = α + β1COit + β2LOit + β3NOit + β4ADHit + β5SDHit+ β6AKTDHit + β7KVBit +
(1)
β8UVBit + β9TBOit + β10KMit + β11ROAit + β12ROEit + εit
burada i (i=1,2,3,…,N) yatay kesit boyutunu, t (t=1,2,3,…,T) zaman boyutunu ve εit
hata terimini göstermektedir.
Alt sektörler için yapılan analizde de model (1) esas alınmıştır. Ancak, alt sektörler
için cari oran, likidite oranı ve nakit oranı arasındaki korelasyon katsayılarının yüksek olduğu durumlarda çoklu doğrusal bağlantı problemiyle karşı karşıya kalmamak için bu üç oranın temel bileşenlerinde elde edilen PCLIQ değişkeni kullanılmıştır. Benzer şekilde varlıkların getirisi ile kar marjı arasında yüksek korelasyonların
bulunduğu durumda temel bileşenler analizinden elde edilen PCKAR değişkeni
kullanılmıştır. Çalışmada kısa vadeli borçlar, uzun vadeli borçlar ve toplam borçlanma oranların ayrı ayrı kullanılması yerine toplam borçlanma oranının kullanılması yatırımcıların risk algısını toplam borçlanma üzerine yoğunlaştırmalarından
dolayı tercih edilmiştir. Temel bileşenler analizinden elde edilen değişkenlerin
kullanıldığı regresyon modeli aşağıdaki gibi tanımlanmıştır.
PDDDit = α + β1PCLIQit + β2ADHit + β3SDHit + β4AKTDHit + β5TBOit + β6ROEit + β1PCKARit
+ εit
(2)
Yukarıda geliştirilen modellerin tahmininde panel veri analizinden yararlanılmıştır.
Son yıllarda uygulama alanı oldukça genişleyen panel veri yöntemi; ülkeler, firmalar, hane halkları vb. kesit gözlemlerinin belli bir zaman dönemi içinde bir araya
getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle panel veri, kesit analizi ile
168
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
zaman serisi analizini birleştirmekte (Kök ve Şimşek, 2010: 2) ve böylelikle zaman
serisi yöntemlerine göre daha fazla bilgi içermektedir1.
Analizde ilk olarak değişkenlere ait durağanlık testleri yapılmış ve panel birim kök
test2 sonuçları Tablo 2’de verilmiştir3. Bulgular, serilerin birim kök içerdiği boş
hipotezinin reddedildiğini ve böylece değişkenlerin seviyede durağan olduklarını
göstermektedir. Buna göre tahmin aşamasında değişkenlerin seviye değerleri kullanılmıştır.
Tablo 2: Değişkenlere Ait Birim Kök Test İstatistikleri
Levin-Lin-Chu (LLC)
Testi
Im-Pesaran-Shin
(IPS) Testi
Maddala-Wu
(MW) Testi
PD/DD
-5.317 [0.0000]***
-8.326 [0.0000]***
504.893 [0.0000]***
CO
-6.811 [0.0000]***
-3.879 [0.001]***
316.134 [0.0000]***
LO
-6.335 [0.0000]***
-3.606 [0.0000]***
305.486 [0.0002]***
NO
-16.367 [0.0000]***
-4.478 [0.0000]***
487.209 [0.0000]***
ADH
-7.188 [0.0000]***
-6.037 [0.0000]***
389.355 [0.0000]***
SDH
-11.214 [0.0000]***
-4.202 [0.0000]***
485.405 [0.0000]***
AKTDH
-23.862 [0.0000]***
-4.430 [0.0000]***
380.662 [0.0000]***
KVB
-17.741 [0.0000]***
-6.508 [0.0000]***
353.118 [0.0000]***
UVB
-57.307 [0.0000]***
-13.194 [0.0000]***
444.016 [0.0000]***
TBO
-20.749 [0.0000]***
-7.759 [0.0000]***
346.176 [0.0000]***
KM
-15.860 [0.0000]***
-7.059 [0.0000]***
503.139 [0.0000]***
ROA
-20.547 [0.0000]***
-9.216 [0.0000]***
535.408 [0.0000]***
ROE
-462.016 [0.0000]***
-48.560 [0.0000]***
628.085 [0.0000]***
*** %1 anlamlılık düzeyini göstermektedir. LLC ve IPS testlerinde uygun gecikme uzunlukları Schwarz bilgi kriterine göre belirlenmiştir. LLC ve Maddala-Wu testlerinde NeweyWest uzun dönem tutarlı varyans tahmincisi kullanılmıştır.
1
Panel veri analizi hakkında detaylı bilgi ve panel yöntemlerinin avantajları için bkz. Kök ve Şimşek (2010: 3)
Çalışmada uygulanan panel birim kök testleri boş hipotezin serilerin birim kök içerdiğini, serilerin durağan
oldukları alternatif hipotezine karşın sınamaktadır. Birim kök testleri, sabitli model için yapılmıştır. Bunun nedeni,
serilere ait grafiklerin (değişkenlere ait grafikler, yazardan istek üzerine gönderilir) belirli bir ortalama etrafında
dağılması ve trend içermemesidir. Seriler seviyelerinde durağan olduklarından, birinci farkları için tekrar birim
kök analizi uygulanmasına gerek kalmamıştır.
3
Birim kök testlerinin teorik yapı ve hipotezleri için bkz. Baltagi (2005: 239-244) .
2
EKİM 2013
169
Panel veri modellerinin tahmininde panel en küçük kareler (panel EKK) (pooled
ordinary least squares), sabit etkiler (fixed effects) veya rassal etkiler (randam
effects) yöntemi kullanılmaktadır. Havuzlanmış en küçük kareler yönteminde yapılan temel varsayım gözlenemeyen yatay kesit ve zaman etkilerinin modelde yer
almadığı iken sabit ve rassal etkiler modellerinde gözlenemeyen yatay kesit
ve/veya zaman etkileri tahminlerde dikkate alınmaktadır. Bunun yanı sıra spesifik
bir grup firma üzerine odaklanılıyorsa sabit etkiler, geniş bir anakütleden rastgele
firmalar seçiliyorsa rassal etkiler yöntemiyle tahmin edilmesi uygundur (Baltagi,
2005: 12-14).
Panel veri modelinde gözlenemeyen sabit yatay kesit ve zaman etkilerinin olup
olmadığını test etmek için F-testi (bkz, Baltagi, 2005: 34), rassal yatay kesit ve zaman etkilerinin olup olmadığını test etmek için ise Breusch-Pagan LM testi (bkz,
Baltagi, 2005: 59) kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra rassal etkiler tahmincisinin
kullanıldığı modellerde açıklayıcı değişkenler ile yatay kesit etkileri arasında ilişki
olmadığı sıfır hipotezini test eden Hausman testinin4 de uygulanması gereklidir.
Sıfır hipotezinin kabul edilmesi durumunda rassal etkiler modeli tutarlı ve etkin,
sabit etkiler modeli ise tutarlıdır. Sıfır hipotezinin reddedilmesi durumunda rassal
etkiler modeli tutarsız olurken sabit etkiler modeli hala tutarlıdır (bkz, Baltagi,
2005: 19). F-testi, Breusch-Pagan LM testi ve Hausman testine ilişkin sonuçlar
Tablo 3’de verilmiştir. Tablonun son sütununda uygun model seçimi gösterilmektedir.
İMKB’de imalat sektöründe işlem gören 111 firmanın 2000 ve 2010 yıllarındaki
verileri dikkate alınarak firmaların piyasa değerlerini açıklayan firmaya özgü unsurların araştırıldığı genel model analiz sonuçları Tablo 4’de verilmektedir. Değişen
varyans ve otokorelasyon testleri5, bu sorunların olduğunu göstermektedir. Değişen varyans ve otokorelasyon problemleri, Beck ve Katz (1995) tarafından geliştirilen PCSE (Panel-Corrected Standard Errors) yöntemiyle düzeltilmiştir. Analizde
kullanılan firmaya özgü değişkenler firmaların piyasa değerlerinin % 23,3’ünü açıklamakta olup kurulan model anlamlıdır. İMKB’de ilgili dönemde imalat sektöründe
işlem gören firmaların piyasa değerinin önemli bir kısmı firma dışında sektöre özgü
unsurlara veya ekonomik makro değişkenlere yada psikolojik etkenlere (davranışsal finans teorilerine dayalı yatırımcı hareketlerine veya anomalilere) göre şekillenmektedir. Literatürde yapılan makro değişkenlerin hisse senedi fiyatlarıyla yada
İMKB endeksleri (30-100) ile ilişkisini araştıran çalışmalarda güçlü açıklama güçleri
bulunmakla birlikte firma bazında yada değer bazında herhangi bir çalışmanın
olmaması karşılaştırma olanağını ortadan kaldırmaktadır. Diğer taraftan sektörler
itibariyle incelendiğinde açıklama gücünün değiştiği gözlenmektedir. Bu durumda
4
Çalışmada yer alan Hausman testi sonuçları, F ve Breusch-Pagan testlerine göre modellerin tek veya çift yönlü
olduğu belirlendikten sonra seçilen model üzerine uygulanmıştır.
5
Değişen varyans için LMh testi (Grene, 2003; Erlat, 2006:24), otokorelasyon için
testleri (Erlat, 2006: 27) kullanılmıştır.
170
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
LM ρ ve LM µρ
yapılacak çalışmalarda imkan olması halinde sektörler itibariyle analizlerin detaylandırılması konunun daha iyi anlaşılması ve yorumlanabilmesi açısından önem arz
etmektedir.
Tablo 3: Model Spesifikasyon Testleri
Hausman
Zaman
p-değ.
Karar
25.822
0.001
ÇY-SEM
31.522
0.000
ÇY-SEM
NA
YK-SEM
0.402
YK-REM
NA
Z-SEM
NA
Panel EKK
0.000
27.175
0.000
ÇY-SEM
0.000
16.801
0.019
ÇY-SEM
İst.
p-değ.
İst.
p-değ.
İst.
0.000
59.212
0.000
31.556
0.000
90.769
3.865
0.000
9.750
0.002
13.052
0.000
22.802
0.154
1.574
0.049
0.234
0.629
0.290
0.590
0.524
1.421
0.185
2.399
0.003
3.802
0.051
0.004
0.952
3.806
0.124
5.348
0.000
3.639
0.000
0.093
0.760
72.822
0.000
72.915
0.215
0.877
0.557
1.139
0.326
0.033
0.855
0.119
0.730
0.152
0.000
2.198
0.021
3.694
0.000
17.994
0.000
0.737
0.390
18.732
0.000
7.852
0.000
10.131
0.000
137.265
0.000
56.344
0.000
193.609
0.927
p-değ.
2.698
0.000
1.474
0.001
0.149
6.194
İst.
0.000
İst.
0.000
3.838
0.063
0.000
0.000
p-değ.
5.060
0.000
9.956
0.770
p-değ.
İst.
0.000
4.725
Kimya
Y. kesit +
p-değ.
1.352
Dokuma
Zaman
Yatay kesit
Zaman
Y. kesit +
Zaman
Yatay kesit
1.454
Taş ve
Toprak
3.608
Metal
Eşya
1.649
Metal
Ana
3.517
Kağıt
2.546
Gıda
İst.
Genel
Model
Breusch-Pagan testi
F-testi
NA: Hausman testi hesaplanamaz. ÇY-SEM: çift yönlü sabit etki modeli. YK-SEM: Tek yönlü (yatay
kesit) sabit etki modeli. YK-REM: Tek yönlü (yatay kesit) rassal etki modeli. Z-SEM: Tek yönlü (zaman)
sabit etki modeli
171
EKİM 2013
Tablo 4: Genel Model’in Düzeltilmiş Tahmin Sonuçları
Bağımlı Değişken: PDDD
Yıllar: 2000 2010- Firma Gözlem Sayısı: 111- Toplam Gözlem Sayısı: 1221
Değişkenler
Katsayı
Std. hata
t- istatistiği
p-değeri
C
3.907
0.686
5.695
0.000***
PCLIQ
-0.084
0.077
-1.090
0.276
TBO
-2.443
0.972
-2.513
0.012**
ADH
0.000
0.011
0.013
0.990
SDH
-0.014
0.019
-0.723
0.470
AKTDH
-0.570
0.471
-1.211
0.226
ROE
-0.096
0.054
-1.776
0.076*
PCKAR
-0.045
0.333
-0.135
0.892
0.2331
F-İstatistiği
2.6162
Otokorelasyon
5.02 (0.03)
P (F-İstatistiği)
0.0000
Değişen Varyans
23270.48 (0.00)
R
2
*** % 1 düzeyinde, ** % 5 düzeyinde, * ise % 10 düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. Sabit etkiler yönteminde sabitin katsayısı firmalara göre değiştiği için tahmin sonuçlarında yer verilmemiştir.
Genel modelde İMKB’de imalat sektöründe işlem gören firmaların piyasa değerini
% 5 anlam düzeyinde istatistiki olarak açıklayan içsel unsurlardan ilki toplam borçlanma oranıdır. Toplam borçlanma oranı ile piyasa değeri arasında negatif bir ilişki
vardır. Toplam borçlanma oranın artması piyasa değeri üzerinde azaltıcı etki yaratmaktadır. Diğer taraftan firma değeri ile özsermayenin getirisi (ROE) arasında %
10 anlam düzeyinde toplam borçlanma oranına göre çok düşük seviyede olan negatif bir ilişki tespit edilmiştir. Özsermayenin getirisi ile firma değeri arasındaki
negatif ilişki teori ile çelişmekte olup dağıtılan kar payları ile ancak açıklanabileceği
düşünüldüğünde ilerideki çalışmalarda dağıtılan kar paylarının firmanın hisse senetlerinin fiyatı veya değeri üzerindeki etkisinin dikkate alınması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Diğer taraftan sosyal bilimlerde en çok kullanılan güvenilirlik
düzeyinin % 5 olduğu dikkate alındığında, bu ilişkinin anlamsız çıktığı sonucu da
172
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
unutulmamalıdır. Genel model analizinden çıkan sonuçlar Birgili ve Düzer’in (2010)
çalışmasıyla karşılaştırıldığında firma değeri olarak piyasa değerinin artışının (dinamik) yerine finansal oranlar gibi daha statik bir oran olan piyasa değeri/defter
değeri (PD/DD) oranının kullanılması ve korelasyonları yüksek oranların hepsinin
kullanılması yerine temel bileşenler analizi ile faktör olarak ifade edilmesi modelin
açıklama gücünü artırdığı söylenebilir. Elbette ki çalışmaların dönemlerinin farklılığı ve kullanılan firmaların farklılığı da bu artışa neden olmuş olabilir.
Bu çalışmada dikkat çekilmek istenen noktalardan birisi de sektör ayrımında firmaların piyasa değerlerini açıklayan içsel unsurların durumudur. İmalat sektörünün
altında yer alan alt sektörlere ait analiz sonuçları Tablo 5’de verilmektedir. Alt
sektörler için geliştirilen modeller analiz edilirken genel modelde olduğu gibi değişen varyans ve otokorelasyon sorunları ile karşılaşılmış olup bu sorunlar PCSE yöntemiyle düzeltilmiş ve Tablo 5’de verilen sonuçlar değişen varyans ve otokorelasyondan arındırılmış sonuçları göstermektedir.
EKİM 2013
173
Tablo 5: İmalat Sektörünün Altında Yer Alan Alt Sektörlerin Analiz
Sonuçları
Katsayı
t-ist.
p-değ.
Katsayı
t-ist.
p-değ.
Katsayı
t-ist.
p-değ.
0,357
0,694
0,681
0,497
0,341
0,733
0,009
0,177
0,860
2,929
2,069
0,041
0,795
2,484
0,014
-0,652 0,952
0,515
0,500
0,730
-0,945 -1,778 -0,358 -0,668
0,506
-0,032 0,008 -0,793 0,013
-2,709 1,258 -1,487 0,571
0,007
0,677 -0,346
-0,004 -0,043 -0,180 -0,635
0,347
0,203 -0,144
0,0165 0,0886 0,0228 0,9611 0,4706 0,8348 0,4435
0,000
0,052
0,044
-0,001 0,019
0,203
2,4250 -1,7136 -2,3001 0,0488 -0,7232 -0,2089 0,7683
4,734
0,463
2,034
0,058
12,256 -0,642 -14,625 0,005 -0,174 -0,369 0,846
2,181
0,735
2,072
0,963
1,915 -1,281
0,087
0,825
0,411
0,055
0,642
0,522
0,326
1,100
0,274
0,313
0,5467
0,5854
0,005
0,070
0,949
(0,464)
4,818
(0,000)
0,575
(0,775)
3,719
(0,000)
9,026
(0,000)
16.53
(0.00)
44.02
(0.00)
3.94
(0.05)
21.01
(0.00)
6.41
(0.01)
105.00
(0.00)
301.00
(0.00)
298.69
(0.00)
688.98
(0.00)
278.68
(0.00)
0,945
p-değ.
0,924
0,051
0,453
0,046
0,041 -0,586
0,353
0,568
t-ist.
0,360
0,412
0,753
0,004
0,432
0,139
Katsayı
0,019
0,824
0,720
0,206
(0.00)
0,210
p-değ.
2,390
0,073
0,043
(0.03)
1021.6
0,618
t-ist.
1,602
0,016
(0,027)
4.98
0,342
0,780
0,259
t-ist.
R-kare F-ist.
(p-değ.)
0,196
0,052
0,326
0,034
0,445
Katsayı
0,001
-0,931
1,726
(0.00)
0,721
p-değ.
3,320 -2,432 -2,038 -1,271 -0,787 -1,133 -1,716
-1,295
0,008
(0.52)
413.66
0,078
t-ist.
17,096 -0,846 -16,425 -0,046 -0,175 -3,004 -0,185
0,171
(0,000)
0.42
ROE
0,088
Katsayı
0,164
2,674
3,182
0,550
-1,378
0,456 0,426
1,643 -0,203 -1,549 -0,026 0,004
ADH
Katsayı
0,397
0,147
1,398
-0,081
KM
0,275
p-değ.
1,461 -1,097 -0,850 -0,600 0,280
0,541
PCKAR
TBO
AKTDH
PCLIQ
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
174
SDH
C
Otokorelasyon
İstatistik (pdeğ.)
Değişen
Varyans
İstatistik (pdeğ)
Tas-toprak
MetalEşya
Metal ana
Kimya
Kağıt
Gıda
Dokuma
Not: Değişen varyans ve otokorelasyon Beck ve Katz (1995) tarafından geliştirilen PCSE (PanelCorrected Standard Errors) yöntemiyle düzeltilmiştir.
İMKB’de imalat sektörünün geneliyle ve alt sektörler itibariyle yapılan bu çalışmada alt sektörlerin piyasa değerini açıklayan içsel değişkenler açısından birbirleriyle
farklılaştıkları görülmektedir. Dokuma veya tekstil alt sektörü sabit etkiler modeli
ile analiz edilmiş olup likidite oranları ile karlılık oranlarından özsermayenin getirisi
ve varlıkların (aktifin) getirisi aralarındaki yüksek korelasyonlar nedeniyle faktörler
ile modele dahil edilmiştir. Dokuma alt sektöründe kurulan modelde firmaların
oranları (içsel unsurları) bağımlı değişken olan piyasa değerinin % 42,6’sını anlamlı
(F=3.182, P=0.000) olarak açıklamaktadır. Dokuma sektöründe işlem gören firmaların piyasa değerini anlamlı etkileyen tek oran kar marjı (KM) olup aralarındaki
ilişki pozitif ve teorik beklentilere uygundur. Çıkan bu sonuç sektörlerin tanımlayıcı
istatistikleri ile karşılaştırıldığında (EK 1) dokuma sektörün diğer sektörlerden ilk
bakışta dikkat çekici farkının en düşük (negatif) kar marjına (-0.087) sahip olmasıdır. Diğer taraftan dokuma sektöründeki firmalarının hisse senetlerini satın alan
yatırımcıların bu firmalarda kar marjına dikkat ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
Gıda alt sektöründe işlem gören firmalar için kurulan model sabit etkiler modeli ile
analiz edilmiş olup likidite oranlarının ve karlılık oranlarının (KM ile ROA) arasındaki yüksek korelasyonlar sebebiyle bu oranları temsilen temel bileşenler analiziyle
oluşturulan faktörler modelde kullanılmıştır. Gıda firmaları için kurulan modelde
firmaların içsel unsurları bu firmaların piyasa değerini yaklaşık % 20’sini yüzde beş
anlam düzeyinde (F=1.726, P=0.027) açıklamaktadır. Gıda sektöründe işlem gören
firmaların piyasa değerini açıklayan anlamlı içsel değişkenler likidite oranlarının
faktörü (PCLIQ), toplam borçlanma oranı (TBO) ve özsermayenin getirisidir. Bu üç
değişkenle piyasa değeri arasındaki ilişkinin yönü negatiftir. İlişkinin derecesi incelendiğinde ise toplam borçlanma oranı ile piyasa değeri arasındaki negatif ilişki
diğer açıklayıcı bağımsız değişkenlere göre çok daha güçlüdür. Gıda sektörü ile ön
beklenti sonucu likidite oranlarıyla piyasa değeri arasında ilişki model sonuçlarına
yansımıştır. Gıda sektöründe işletme sermayesi yönetimi diğer sektörlere göre
vadelerin, stoklama sürelerinin kısalığı ve nakit yönetimi vb. nedenlerden dolayı
önem kazanmaktadır. Gıda sektöründe de genel modelde olduğu gibi özsermayenin getirisi ile piyasa değeri arasında negatif fakat yüzde on anlam düzeyinde bir
ilişki tespit edilmiştir.
Kimya alt sektörü de sabit etkiler modeli ile analiz edilmiş olup likidite oranları ile
karlılık oranlarından özsermayenin getirisi ile varlıkların (aktifin) getirisi ile kar
marjı arasındaki yüksek korelasyonlar nedeniyle bu oranların faktörleri modele
dahil edilmiştir. Kimya firmaları için kurulan modelde firmaların içsel unsurları bu
firmaların piyasa değerini yaklaşık % 32,6’sını yüzde bir anlam düzeyinde (F=4.818,
P=0.000) açıklamaktadır. Kimya sektöründe işlem gören firmaların piyasa değerini
açıklayan içsel değişken toplam borçlanma oranı olup teoride beklenenin aksine
pozitif etkileşim içindedir. Genel modelde toplam borçlanma oranı piyasa değerini
negatif etkilerken yani borçlanma oranının artışı piyasa değerini düşürürken kimya
sektöründe bu durum tersine işlemekte olup borçlanma oranının artışı piyasa deEKİM 2013
175
ğerini artırmaktadır. Bu durumun ancak sektörler arasındaki farklılıkla açıklanabileceği düşünülmektedir.
Metal eşya alt sektörü sabit etkiler modeli ile analiz edilmiştir. Yine diğer sektörlerde yapıldığı gibi bağımsız değişkenlerin korelasyonları incelenerek temel bileşenler analizi yardımıyla aralarında yüksek ilişki bulunan oranlar (likidite ve karlılık
oranları) faktör olarak analize dahil edilmiştir. Metal eşya sektörü için kurulan
modelde piyasa değerinin % 44,5’lik kısmı anlamlı (F=3.719, P=0.000) bir şekilde
açıklanabilmiştir. Bu sektörde piyasa değerini açıklayan değişkenler toplam borçlanma oranı ve likidite oranlarının faktörüdür. Her iki değişkenle piyasa değeri
arasındaki ilişkinin yönü negatif olup metal eşya sektöründe işlem gören firmaların
likidite ve borçlanmaları arttıkça değerleri düşmektedir.
Daha çok çimento fabrikalarının işlem gördüğü taş toprağa dayalı alt sektörü sabit
etkiler modeli ile analiz edilip yine diğer sektör uygulamalarında olduğu gibi likidite ve karlılıkla ilgili oranlarla ilgili faktörler kullanılmıştır. Alt sektörler için yapılan
analizler içinde bağımsız değişkenlerin piyasa değerini en yüksek oranda açıkladığı
taş toprağa dayalı sektörüdür. Bu sektörde piyasa değerinin yaklaşık % 62’si anlamlı (F=9.026, P=0.000) bir şekilde açıklanabilmiştir. Taş toprağa dayalı sektörde
alacak devir hızı (ADH) piyasa değerini anlamlı olarak negatif şekilde etkilemekte
olup alacak devir hızının artması piyasa değerini azaltmaktadır. Diğer taraftan bu
sektörde toplam borçlanma oranı ile piyasa değeri arasında anlamlı pozitif bir ilişki
söz konusu olup bu durum teoriyle çelişki yaratmaktadır. Bu konuda Korkmaz vd.
(2008) tarafından çimento firmalarının performansları ile oranları arasında yine
panel veri analizi yardımıyla yapılan çalışmada borçlanma oranın performans üzerindeki etkisi de pozitif bulunmuştur. Çalışmada kimya sektöründe de toplam
borçlanma oranı ile piyasa değeri arasındaki ilişki de pozitif bulunmuştur. Kimya
sektörü ile taş toprağa dayalı sektörlerin dikkati çeken ortak özellikleri ikisinin de
duran varlıklarının bilançoda önemli bir ağırlığa sahip olması dikkate alındığında
toplam borçlanma oranındaki pozitif etkileşimin kredilerde teminat olarak duran
varlık gösteriminin etkisi olarak yorumlanabilir.
Kağıt sektörü ise rassal etkiler (REM) modeli analize tabi tutulmuş olup kurulan
model anlamlı (F=0.949, P=0.464) sonuçlar vermemiştir. Aynı şekilde metal ana alt
sektörü de havuzlanmış en küçük kareler (pooled ordinary least squares) modeli
ile analize tabi tutulmuştur. Bu sektör içinde kurulan model ile anlamlı (F=0.575,
P=0.775) sonuçlara ulaşılamamıştır. Bu sektörler içinde farklı modeller yada farklı
değişkenler ile çalışma yapılabilir.
4. Sonuç ve Tartışma
Halka açık ve borsada işlem gören firmaların hisse senetlerinin fiyatı dolayısıyla
değeri çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Bu faktörler öncelikle firmalardan kaynaklanan faktörler daha çok içsel unsurlar sonra sektörel unsurlar ve makro ekonomik (dışsal) unsurlar olarak sıralanabilir. Bu firmaların hisse senetlerini satın
176
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
alan yatırımcılar tüm bu unsurları göz önünde bulundurmaktadır. Makro değişkenlerin fiyatların üzerinde yarattığı etkiler ile firmaların mali oranlarının (içsel unsurlar) hisse senetlerinin fiyatlarını nasıl etkilediği üzerine literatürde birçok çalışmaya
rastlamak mümkündür. Fakat firmaların mali oranlarının başka bir ifade ile içsel
yada firmaya özgü unsurların firmaların piyasa değeri üzerindeki etkisi çok çalışılmış bir konu değildir. Bu nedenle çalışmanın amacı İMKB’de imalat sektöründe
işlem gören 111 firmanın 2000 ve 2010 yıllarındaki verileri dikkate alınarak firmaların piyasa değerlerini açıklayan firmaya özgü unsurların araştırılması olarak belirlenmiştir. Ayrıca içsel unsurların firmaların piyasa değerini sektörler itibariyle nasıl
etkilediği de araştırmanın konusuna dahil edilmiştir.
Çalışmada firmaların piyasa değerini temsilen piyasa değeri/defter değeri oranı
kullanılmıştır. Literatürde bağımlı değişken olarak firmaların hisse senetlerinin
fiyatları yada getirileri kullanılmış olup PD/DD oranı performans yada karlılık oranlarının arasında bağımsız değişken olarak analizlere dahil edilmiştir. Bağımsız değişken olarak piyasa değeri defter değeri oranı ile birlikte fiyat kazanç oranını kullanan çalışmalarda bu oranlar yüksek açıklama gücüne sahip oranlar olarak da
betimlenmişlerdir. Unutulmamalıdır ki bu oranların hesaplanmasında hisse senetlerinin fiyatları kullanılmaktadır. Diğer taraftan hisse senetlerinin fiyatları yada
getirileri daha dinamik bilgileri içerirken mali oranlar yıl sonlarında daha durağan
bilgileri içermektedir. Makro değişkenlerin hisse senetleri üzerindeki etkisi araştırılırken fiyatlar yada getiriler kullanılırken mali oranların firma değeri üzerindeki
etkisi araştırılırken piyasa değeri defter değeri gibi oranların kullanılmasının daha
uygun sonuçlar vereceğini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Çalışmada yatay kesit (firmalar) ile zaman (2000 ile 2010 arası yıllar) boyutunun
birlikte yer alması analizde panel veri yönteminin kullanılmasını gerekli kılmıştır.
Analiz için ilk önce imalat sektöründe yer alan tüm firmaların verilerinin kullanıldığı genel model oluşturulmuştur. Model oluşturulurken yüksek korelasyona sahip
oran grupları temel bileşenler analizi yardımıyla tek faktör olarak ifade edilmiştir.
Yine sektörler için modeller oluşturulurken de korelasyonlar dikkate alınmıştır.
Değişkenler durağanlık analizlerine tabi tutulmuşlar ve durağan oldukları tespit
edildikten sonra panel veri analizde hangi modele göre analize tabi tutulacakları
araştırılmıştır. Alt sektörlerden kağıt ve metal eşya dışındaki genel model dahil
diğer sektörlerin sabit etkiler modeline göre analiz edilmesine karar verilmiştir.
Ayrıca modellerde otokorelasyon ve değişen varyans sorunlarının olduğu tespit
edilmiş olup modeller analiz edilirken Beck ve Katz tarafından geliştirilen ve bu
problemlere karşı hataları düzeltebilen (Panel-Corrected Standard Errors) PCSE
yaklaşımı tercih edilmiştir.
Analiz sonucunda genel modelde firmaların içsel unsurlarının değerlerinin yaklaşık
%23’lük bir kısmını anlamlı olarak açıkladığı tespit edilmiştir. Toplam borçlanma
oranı piyasa değeri üzerindeki açıklama gücü etkinliği yüksek olan içsel unsur olarak bulunmuştur. Firmaların toplam borçlanma oranları ile piyasa değerleri arasınEKİM 2013
177
da negatif ve güçlü bir ilişki söz konusu olup teorik beklentiye uygun bir sonuçtur.
Fakat sektörler bazında analizde ise kimya ve taş toprağa dayalı sektörlerde firmaların toplam borçlanma oranları ile piyasa değeri arasında pozitif anlamlı ilişki olduğu tespit edilmiştir. Bu durumun nedeni olarak ise; bu iki sektörde diğer sektörlere oranla bilançonun aktifinde duran varlık ağırlığının fazla olması ve borçlanma
sırasında bu durumun sektördeki firmaların lehine bir sonuç yarattığı düşüncesi
hakim olmuştur.
Çalışmanın sonucunda piyasa değerini açıklayan içsel unsurların genel modelde
%23’lerde iken sektör bazında yapılan analizlerde daha yüksek çıkması hatta taş ve
toprağa dayalı sektörde açıklama gücünün % 62’lerde oluşması diğer taraftan bazı
sektörlerde (kağıt ve metal eşya alt imalat sektörlerinde) kurulan modellerin anlamsız olması analizlerde sektör farklılığının önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu yüzden gelecekte yapılacak çalışmalarda sektör farklılığının göz önünde
bulundurulmasında fayda olacaktır. Ayrıca kimya sektörü ile taş toprağa dayalı
sektörlerinde işlem gören firmaların toplam borçlanma oranı arasındaki pozitif ve
anlamlı ilişkinin nedenleri de ayrıntılı olarak başka bir çalışmada da incelenebilir.
178
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kaynaklar
Aktaş M. (2008), “İMKB’de Hisse senedi Getirileri ile İlişkili Olan Finansal Oranların
Araştırılması”, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt: 37, Sayı: 2, 137150.
Aktaş R., S. Karacaer ve A. A. Karacabey (2001), “Mali Oranlar Arasındaki İlişkilerin
Faktör Analizi ile İncelenmesi”, Muhasebe Bilim ve Dünya Dergisi MÖDAV, Cilt: 3,
Sayı: 1, 9-28.
Baltagi B. H. (2005), Econometric Analysis of Panel Data. Chichester: John Wiley &
Sons Ltd.
Beck, N. ve J. N. Katz (1995), “What to do (and not to do) with Time Series Cross
Section Data”, The American Political Science Review, 89, 3, 634-647.
Bayrakdaroğlu A. (2012), “Performans Ölçütlerinin Hisse senedi Getirilerini Açıklayabilme Gücü Üzerine Ampirik Bir Çalışma”, Muhasebe Finansman Dergisi MUFAD,
Sayı: 53, 139-157.
Birgili E. ve M. Düzer (2010), “Finansal Analizde Kullanılan Oranlar ve Firma Değeri
İlişkisi: İMKB’de Bir Uygulama”, Muhasebe Finansman Dergisi MUFAD, Sayı: 46,
74-83.
Canbaş S., S. Y. Kandır ve A. Erişmiş (2008), “İMKB Şirketlerinde Büyüklük Ve Defter Değeri/Piyasa Değeri Oranının Hisse Senedi Getirilerine Etkisinin Analizi”, İMKB
Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 39; 1-18.
Ege İ. ve A. Bayrakdaroğlu (2007), “Küreselleşme Sürecinde İMKB Şirketlerinin
Hisse Senedi Getiri Başarılarının Lojistik Regresyon Tekniği İle Analizi”, 8. Türkiye
Ekonometri ve İstatistik Kongresi, 24-25 Mayıs 2007 – İnönü Üniversitesi, Malatya,
1-17.
Erlat, H. (2006), Panel Data: A Selective Survey. First Revision. Discussion Paper
Series No: 97-04. Middle East Technical University, Ankara.
Fama, E.F. ve French K. R. (1992), “The Cross-Section of Expected Stocks Returns,”
Journal of Finance, 47: 427-465.
Gökgöz F. (2008), “Üç Faktörlü Varlık Fiyatlandırma Modelinin İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında Uygulanabilirliği”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı: 63-2,
s. 43-64.
Greene, W.H. (2003), Econometric Analysis. 5th edition. Upper Saddle River.
New Jersey: Prentice- Hall.
Korkmaz T., H. Uygurtürk, R. İ. Gökbulut ve G. Güğerçin (2008), “İMKB’de İşlem
Gören Çimento İşletmelerinin Varlık Performansına Etki Eden Finansal Faktörlerin
Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: 25,
Sayı: 2; 565-587.
EKİM 2013
179
Kök R. ve N. Şimşek (2010), Panel Veri Analizi, http://www.deu.edu.tr/userweb/
recep.kok/ dosyalar/panel2.pdf, (Erişim: 10.09.2012).
Küçüksözen C. ve G. Küçükkocaoğlu (2004), “Finansal Bilgi Manipülasyonu: İmkb
Şirketleri Üzerine Ampirik Bir Çalışma”, Muhasebe Bilim Dünyası (MÖDAV) "1st
International Accounting Conference On The Way To Convergence" Bildiri Kitabı.
Çakır H. M. ve İ. Küçükkaplan (2012), “İşletme Sermayesi Unsurlarının Firma Değeri ve Karlılığı Üzerindeki Etkisinin İMKB’de İşlem Gören Üretim Firmalarında 20002009 Dönemi İçin Analizi”, Muhasebe ve Finansman Dergisi MUFAD, Sayı: 53, 6985
Öz B., Y. Ayrıçay ve G. Kalkan (2011), “Finansal Oranlarla Hisse Senedi Getirilerinin
Tahmini: İMKB 30 Endeksi Hisse Senetleri Üzerine Diskriminant Analizi İle Bir Uygulama”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 3, 51–64.
Sakarya Ş. (2008), “Nakit Yönetiminde Nakit Dönüş Süresi Analizinin Kullanılması:
İMKB’deki KOBİ’ler Üzerine Ampirik bir Çalışma”; Süleyman Demirel Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, s. 227-248.
Shefrin, H. ve M.Statman (1995), “Making Sense of Beta, Size, and Book-toMarket,” Journal of Portfolio Management, Winter: 26-33.
Yalçıner K., M. Atan ve D. Boztosun (2005), “Finansal Oranlarla Hisse Senedi Getirileri Arasındaki İlişki”, Muhasebe Finansman Dergisi MUFAD, Temmuz 2005, Sayı:
27; 176-187.
180
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
EK 1: Tanımlayıcı İstatistikler
PDDD
1.988
1.178
2.763
1.692
1.683
1.522
0.087
3.031
-0.130
1.759
0.072
1.316
60.303
103.894
-65.468
-16.328
2.625
4.349
1221
1221
1221
0.080
0.223
1221
0.098
-4.649
0.313
1221
-0.135
1.053
0.032
0.241
1221
0.127
0.037
3.178
-0.031
0.199
1221
-0.112
0.119
0.456
2.913
0.032
0.536
1221
0.000
0.015
0.509
0.100
1.949
0.032
11.057
1221
ROE
0.018
0.526
0.293
0.306
6.597
-12.000
17.315
1221
1221
0.037
0.500
0.128
0.216
0.930
152.956
0.246
1.614
1221
0.117
0.033
0.445
0.118
0.398
0.830
4.875
322.178
0.035
1.024
-1.253
-0.031
0.372
0.098
0.382
1.168
8.954
5.512
22.255
0.000
0.475
-0.087
0.604
0.135
0.347
1.222
6.918
7.433
0.999
9.427
0.037
0.022
0.493
0.176
0.237
1.369
7.151
6.797
2.190
0.167
0.080
KM
0.501
0.143
0.428
0.996
8.553
13.220
1.327
1.073
0.035
TBO
0.168
0.350
1.009
9.545
16.162
1.121
0.488
0.029
UVB
0.333
0.813
5.444
5.014
1.151
0.292
0.046
KVB
1.043
4.985
8.940
1.838
0.425
0.033
AKT
DH
7.381
4.492
0.981
0.547
-0.017
SDH
8.861
1.116
0.239
1221
-0.022
ADH
1.431
0.229
1.994
0.030
LO
0.518
-2.611
ROA
NO
24.976
Gözlem
Sayısı
1.562
Stnd.
Sap.
3.129
Max.
1.505
Medyan
1.978
Taş
Toprak
1.802
Metal
Eşya
2.667
Metal
Ana
1.687
Kağıt
1.776
Gıda
2.118
Dokuma
CO
Ortalama
(Tüm)
Kimya
Min.
181
EKİM 2013
EK 2: Değişkenler Arası Korelâsyonlar
CO
NO
0.80
1.00
LO
0.94
0.83
1.00
ADH
-0.04
0.02
-0.07
1.00
SDH
-0.02
0.01
0.05
0.00
1.00
AKTDH
-0.14
-0.16
-0.12
0.09
0.33
1.00
KVB
-0.54
-0.43
-0.48
0.00
-0.04
0.26
1.00
UVB
-0.10
-0.12
-0.10
-0.01
0.07
0.03
0.00
1.00
TBO
-0.42
-0.37
-0.39
-0.01
0.03
0.19
0.64
0.77
1.00
KM
0.27
0.28
0.27
0.04
0.02
0.06
-0.33
-0.05
-0.25
1.00
ROA
0.33
0.33
0.33
0.06
0.05
0.14
-0.46
-0.03
-0.32
0.70
1.00
ROE
0.03
0.02
0.03
0.01
0.01
0.01
-0.03
-0.05
-0.06
0.06
0.10
1.00
PDDD
-0.03
0.02
0.01
-0.01
0.02
0.05
0.02
-0.01
0.00
-0.01
-0.01
-0.05
182
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
PDDD
ROE
ROA
KM
TBO
UVB
KVB
AKTDH
SDH
ADH
LO
NO
CO
1.00
1.00
İklim Değişikliği ve Dağıtıcı Adalet1
Mustafa DEMİRCİ
Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, İİBF
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
[email protected]
İklim Değişikliği ve Dağıtıcı Adalet
Climate Change and Distributive Justice
Özet
Abstract
Etik açıdan küresel iklim değişikliği, birçok bilim
insanı tarafından dünyanın karşı karşıya olduğu
en büyük dağıtıcı adalet (tevzi-i adalet) sorunu
olarak tanımlanmaktadır. Devletler, iklim müzakerelerinde “adalet” kavramını kendi siyasal
konumlarına veya ulusal çıkarlarına göre yorumlamaktadır. Kyoto Protokolü ile ulaşılan yük
dağılımı adalet açısından neredeyse hiçbir ülkeyi
tatmin etmediği için iklim değişikliğinin fayda ve
maliyetlerinin adil dağılımı, Kyoto sonrası iklim
müzakerelerinin en önemli tartışma konularından birini oluşturmaktadır. Bu çalışmada küresel
iklim değişikliğinin dağıtıcı adalet sorunu olarak
analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu analiz,
dağıtıcı adaletin üç boyutu üzerinde durmaktadır: Aralarında dağıtım yapılanlar (gelişmiş
ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, bugünkü nesiller, gelecek nesiller, bireyler, şirketler vs.),
dağıtılanlar (atmosfer, emisyon hakları, gelecek
nesillerin bugünkü nesillere emaneti, emisyon
azaltım veya adaptasyon maliyeti vs.) ve dağıtım
süreci (küresel iklim değişikliği rejiminde adil
karar alma süreçleri vs.). Çalışmada Kyoto sonrası iklim müzakerelerinde dağıtıcı adalet ilkelerine
dayalı bir anlaşmaya ulaşmanın son derece zor
olduğu sonucuna varılmıştır. Zira farklı adalet
ilkelerinin uygulanması taraflar için farklı sonuçlar doğurmaktadır.
Global climate change from the perspective of
ethics is defined by many scholars as the biggest
problem of distributive justice encountering the
world. Governments construe the notion of
justice in terms of their political positions or
national interests in the climate negotiations.
Because the burden sharing agreed in the Kyoto
Protocol is unsatisfactory for almost every country in terms of justice, it seems that just distribution of costs and benefits of climate change is
one of the most important matters of discussion
in the post-Kyoto climate negotiations. This
study aims to analyze climate change as a problem of distributive justice. The analysis focus on
three dimensions of distributive justice; the
recipients of distribution (developed countries,
developing countries, present generations,
future generations, companies, individuals etc.),
the item of distribution (atmosphere, emission
rights, trust of future generations to the present
generation, costs of mitigation or adaptation),
and the process of distribution (fair decision
making processes in global climate change
regime etc.).The study concludes that it is extremely difficult to reach an agreement based on
principles of distributive justice in the post-Kyoto
climate negotiations because application of
different justice principles leads to different
outcomes for the Parties.
Keywords: Climate Change, Distributive Justice,
Climate Justice, Climate Injustice, Burden Sharing.
Anahtar Kelimeler: İklim Değişikliği, Dağıtıcı
Adalet, İklim Adaleti, İklim Adaletsizliği, Yük
Paylaşımı.
1
Bu çalışma, TODAİE tarafından 25-26 Mayıs 2009 tarihinde Ankara’da düzenlenen Kamu Etiği Sempozyumu’na
sunulan “Küresel İklim Değişikliği Yönetişimi ve Dağıtıcı Adalet” başlıklı bildirinin makaleye dönüştürülmüş biçimidir.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 183-203
183
1. Giriş
İklim değişikliği veya küresel ısınma gibi karmaşık bir sorunla (veya bir yığın sorunla) ilgili herhangi genel bir tartışmanın en azından aşağıdaki beş soruyla ilgili olduğunu akılda tutmak gerekir: (1) Gerçekten küresel ısınma diye bir şey var mı? (2)
Eğer varsa, bunun sorumlusu insanlar mı? (3) Küresel ısınma varsa, bu, yeryüzünde yaşam için ne gibi sonuçlar doğuracaktır? (4) Eğer küresel ısınma insan kaynaklıysa ve kötü sonuçlar doğuracaksa, buna karşı ne yapılabilir, alternatif politikaların
sosyal, siyasal ve ekonomik sonuçları nelerdir? (5) Küresel ısınmaya karşı koymak
için dünya çapında kolektif eyleme ihtiyaç varsa ve bu da külfetli ise, bu külfetler
nasıl dağıtılacaktır (Wesley ve Peterson, 1999: 167) ?
1992 yılında Rio'da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin
(BMİDÇS) ortaya çıkışından itibaren meydana gelen gelişmeler, dünyada ilk dört
soruya verilen cevap bakımından şöyle ya da böyle bir konsensüsün oluştuğunu
göstermektedir. İklim değişikliği bazı “spekülatif” unsurlar içeren “belirsiz bir risk”
olmasına rağmen (Schneider, 2006: 607), Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli
(IPCC) etrafında toplanan bilim insanları ve bu konuda iki önemli uluslararası sözleşmeye (BMİDÇS ve Kyoto Protokolü’ne) taraf olan ülkeler, böyle bir sorunun
varlığına “kesin” olarak inanmıştır. İklim değişikliği konusunda birçok belirsizlik
olmasına rağmen, bilimsel otorite kabul edilen IPCC, bu belirsizlikleri kamu politikası tartışmalarının dışında tutarak bilimsel konsensüsü korumayı başarmıştır
(Hadjilambrinos, 1999: 524). IPCC'ye göre küresel ısınmanın varlığı kesindir ve
nedeni, % 90 olasılıkla (ulaşılabilecek en yüksek bilimsel kesinlik düzeyi) atmosferde insan kaynaklı sera gazları birikiminin artmasıdır (IPCC, 2007: 10). İnsan kaynaklı sera gazlarının atmosferde artışı bu hızla devam ederse, bazı etkileri zaten şimdiden görülmekte olan iklim değişikliği, 21. yüzyılda buzulların erimesi, küçük ada
devletlerinin yok olması, biyolojik çeşitliliğin kaybolması, kuraklık, sel, aşırı hava
olaylarının yaygınlaşması, açlık, göç gibi bir sürü felakete yol açacaktır. Kısacası
iklim değişikliği, sosyal, ekonomik, siyasal ve ekolojik birçok etkiyi içine alan “şemsiye bir kriz”e işaret etmektedir (Rosales, 2008: 1410). Bu bakımdan küresel ısınma
bazı bilim insanları ve siyasetçiler tarafından dünyanın karşı karşıya olduğu (nükleer tehlike ve terörizmden dahi daha önemli) “en büyük tehdit” olarak kabul
edilmektedir (Harris, 2003: 149). İklim değişikliğinin getireceği felaketlerden kaçınmak için, iklim değişikliğinin sebebine (emisyon azaltımı) ve sonucuna (adaptasyon) yönelik iklim politikaları geliştirilmiştir. Ayrıca, iklim değişikliğine yönelik
mühendislik çözümleri akademik düzeyde tartışılmaktadır.
Günümüzde küresel iklim değişikliği yönetişim sisteminin politika gündeminde
sıra, yukarıda yöneltilen beşinci soruya verilecek cevabın tartışılmasına gelmiştir:
Küresel iklim değişikliğinin getirdiği sorunlara karşı uygulanacak politikaların fayda
ve külfetleri nasıl dağıtılacaktır? İklim değişikliğinin etkileri ve ona karşı alınacak
emisyon azaltım ve adaptasyon tedbirlerinin maliyeti o kadar yüksektir ki hiçbir
kişi, şirket veya devlet tek başına altından kalkamaz. Dolayısıyla, iklim değişikliğinin
184
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
getirdiği külfetlerin adalet ilkelerine uygun bir biçimde paylaşılması/bölüşülmesi/dağıtılması gerekmektedir. Başka bir etik bakış açısına göre ise
iklim değişikliği bir külfet paylaşımı sorunu değil, kıt bir kaynağın (atmosferin atık
gazları yutma kapasitesinin) dağıtımı sorunudur (Singer, 2006: 415).
İklim değişikliği diğer bir perspektiften bakıldığında, “uluslar ve nesiller arası adalet
sorunu” olarak görülmektedir (Jagers ve Duus-Otterström, 2008: 576; Grubb,
1995: 464). Aslında iklim değişikliği politikası ile insanlık tarihinin en büyük dağıtıcı
politikası oluşturulmaktadır (Meyer ve Roser, 2006: 223). Ne var ki, adalet ilkelerini alternatif iklim politikalarına uygulayarak üzerinde uzlaşma sağlanabilecek küresel bir çözüm bulmak son derece zor görünmektedir (Page, 2007a: 14). Zira adaletin ne olduğuna dair birçok ilke vardır. Her ilkenin uygulaması, bazı ülkelere avantaj sağlarken bazı ülkelere yük getirmektedir. Taraflar kendi çıkarlarına göre adaleti ve adaletin boyutlarını tanımlayarak, adalet kılıfı içinde kendi ulusal çıkarlarını
savunmaktadır.
Bu çalışmanın amacı küresel iklim değişikliğini bir dağıtıcı adalet sorunu olarak
analiz etmektir. Bu amaçla ilk önce iklim adaletsizliği sorunu ortaya konacak, sonra
adaletin ne olduğu adaletin farklı boyutları ortaya konarak tartışılacaktır. Daha
sonra ise, daha adil bir küresel iklim yönetişim sitemi oluşturmada iklim değişikliği
meselesinde neyin kimler arasında nasıl paylaştırılması gerektiğine dair farklı tanımlamaların yol açtığı etik açmazlar ele alınacaktır.
2. İklim Adaletsizliği ve Kyoto Protokolü (KP)
Dünyanın adil bir yer olmadığı, genel kabul gören bir görüştür. Ne doğal kaynaklar
ne de deprem gibi felaketler, yeryüzünde eşit biçimde dağıtılmamıştır (Ashton ve
Wang, 2003: 19). İklim değişikliği veya küresel ısınma sorununun uluslararası ve
ulusal gündemlerde yer bulmasıyla dünyadaki önemli adaletsizliklerden biri olan
“iklim adaletsizliği”, daha görünür hale gelmiştir. Ülkelerin iklim değişikliği sorununun oluşumuna katkıları ve iklim değişikliğinin etkilerine maruz kalmaları bakımından dünyada büyük adaletsizlikler vardır. İklim değişikliğinin sebebi kabul edilen
sera gazları (özellikle karbondioksit) emisyonunun atmosferde artışına en az veya
hiç neden olmayan ülkeler, iklim değişikliğinin zararlı etkilerine karşı en kırılgan
ülkelerdir. Buna karşın atmosferde karbondioksit emisyonu artışına en çok neden
olan ülkeler ise, teknoloji ve mali kaynaklar bakımından iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyum sağlamaya hazırlıklı bulunan gelişmiş ülkelerdir. İklim değişikliği,
diğer ekonomik sosyal ve siyasal gelişmelerde olduğu gibi uluslararası ilişkilerde
Güney-Kuzey dengesizliğini gözler önüne sermiştir (Muhovic-Dorsner, 2005: 238;
Parks ve Roberts, 2006: 351). Kimi çevrecilere göre, lüks karbondioksit emisyonu
üreterek refahını artıran gelişmiş ülkelerin bu davranışının sonucu ortaya çıkacak
iklim değişikliğinin faturasını, az gelişmiş ülkeler ödeyecektir. Çünkü potansiyel
iklim tehditleri, dünyada coğrafi açıdan eşit olarak dağılmamıştır. IPCC'ye göre en
çok risk altında olan ülkeler, gelişmekte olan yoksul ülkelerdir. İklim değişikliğinin
EKİM 2013
185
bazı etkileri (buzulların erimesi, biyolojik çeşitliliğin azalması vb.) şimdiden görünmeye başlasa da, iklim değişikliğinin asıl etkilerine (iklim felaketlerine) bu sorunların oluşmasına hiç katkısı olmayan gelecek nesiller maruz kalacaktır. Bu sebeplerden dolayı küresel iklim değişikliği etik açıdan yaygın bir biçimde “nesiller arası ve
ülkeler arası adalet” sorunu olarak tanımlanmaktadır (Grubb, 1995: 464; Harris,
2003: 151).
İklim değişikliğinin getirdiği maliyet ve faydaların adil paylaşımı açısından KP birçok
çevreci tarafından yetersiz bulunmaktadır. Emisyon düzeyleri düşük ve tarihsel
sorumlulukları yok diye gelişmekte olan ülkeler, KP’de karbondioksit emisyonunu
azaltma bakımından yasal olarak bağlayıcı yükümlülük altına girmemiştir (Kulkarni,
2003: 262). Gelişmiş ülkeler arasında yapılan emisyon indirim dağıtımı ise adil
değildir. Sorunun çözümüne yönelik olarak küresel iklim değişikliği yönetişim sisteminde adaletli bir dağıtım geliştirilememiştir. Örneğin adalet açısından KP ile
Avustralya’ya % 8 artış tanınırken, Japonya'nın % 6 indirime zorlanmasının makul
bir açıklaması yoktur (Sachs, 2006). Amerika Birleşik Devletleri (ABD), gelişmekte
olan ülkeleri yükümlülük altına sokmadığı için Kyoto’yu adaletsiz bulmuş ve Mart
2001'de KP’den çekilmiştir. Hâlbuki ortalama bir ABD vatandaşı, sekiz Çin ve yirmi
Hindistan vatandaşı kadar karbondioksit atmosfere salmaktadır (Parks ve Roberts,
2006: 338). Bağlayıcı emisyon sınırlaması altına giren devlet sayısı IPCC’nin tavsiyelerine nazaran çok azdır. Zira IPCC'ye göre atmosferde sera gazları birikimini dengelemek için karbondioksit emisyonunda derhal % 50 - % 70 oranında indirime
gitmek gerekir (Bachram, 2004: 2). Bu ölçüye göre son derece yetersiz olan KP’de
emisyon azaltma dağıtımı, objektif ölçülere göre belirlenerek değil, müzakere sürecinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dahası gelecek nesilleri koruma bakımından
da KP, son derece yetersiz kalmıştır (Gardiner, 2004b: 24).
İklim değişikliğinin maliyeti tahminen çok yüksektir. Sera gazlarını azaltmanın veya
küresel iklim değişikliğinin zararlı etkilerine uyum sağlamanın maliyetleri, genellikle yüksek olarak tahmin edilmektedir. Tahminlere göre küresel olarak karbondioksit emisyonunu dengelemek dünyanın gayri safi milli hasılasının 21. yüzyılın ilk
yarısında % 1,5 - % 2,5'ine, ikinci yarısında ise % 3'üne mal olacaktır. Bu maliyetler
devletten devlete değişmektedir (Hadjilambrinos, 1999: 522). Günümüzde dünyanın en güçlü devletlerinden biri olan ABD'nin KP’den çıkma gerekçelerinden biri,
karbondioksit emisyonu azaltımının ülke ekonomisine vereceği büyük zarardır
(Parks ve Roberts, 2006: 338). Karbondioksit emisyonunun sınırlandırılması, ABD
vatandaşlarını iki şekilde etkileyebilir: Birincisi, karbondioksit emisyonuna sebebiyet veren enerji kullanımının sınırlandırılması, ekonomik büyümeyi ve dolayısıyla
yaşam kalitesini aşağı çeker (çevre hakkı-kalkınma hakkı çatışması). İkincisi, emisyon sınırlaması gibi katı çevre standartları, ABD'nin rekabet üstünlüğünü azaltır
(adalet- ekonomik verimlilik çatışması) (Wesley ve Peterson, 1999: 192). Emisyon
azaltımı bedava (free riding) olsa idi, sorun çok kolay halledilebilirdi. Ne var ki,
iklim değişikliği enerji kaynağı olarak büyük ölçüde fosil yakıtların kullanılmasına
dayanan dünya ekonomisini daha önce hiç görülmedik bir sorunla karşı karşıya
186
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
bırakmaktadır. Ekonomik büyüme, atmosferde sera gazı yoğunluğu artışının yaklaşık % 65'inden sorumludur (Rosales, 2008: 1411). Ekonomi perspektifinden iklim
değişikliğine karşı rasyonel politikalar belirlemek son derece zordur. Bu nedenle
iklim değişikliğiyle ilgili sorunları halletmede iklim değişikliğini “ekonomik bir sorun”dan daha çok “etik bir mesele” olarak görmenin önemi büyüktür (Schneider,
2006: 635).
ABD pahalı ve adaletsiz diye Kyoto’dan çekiliyorsa, dünyanın geri kalanı ne yaparsa
yapsın sorun çözülemeyecektir. Çok az fayda getirmesine rağmen büyük uygulama
maliyetleri getiren Kyoto'nun yetersiz olduğu artık tüm taraflarca kabul edilmektedir (Page, 2007a: 11). KP, adil bir iklim değişikliği rejimi oluşturma yerine, ekonomik anlamda rasyonel iklim politikası üretmeye yönelmiştir. KP bir bakıma iklim
değişikliğine yönelik piyasa temelli bir yönetişim sistemidir. Bu sistemde ekonomik
anlamda verimli emisyon yönetimi esas alınarak sosyal adalet ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi değerlerin feda edildiği ileri sürülebilir. Dahası KP’nin uygulanması,
sorunun çözümüne çok çok az katkı sağlamanın yanı sıra iklim adaletsizliğini artırıcı
bir rol de oynayabilir (Byrne, 2005: 4; Byrne vd., 2002: 17).
Zaten en başarılı emisyon azaltım politikası bile gelecek nesiller için iklim değişikliğini engellemeye yetmeyecektir. Onun için emisyon azaltımının yanı sıra adaptasyon zorunludur (Paavola, 2008: 652). En büyük sorun Kyoto'nun ilk aşaması
2012'de bittikten sonra iklim değişikliğinin fayda (emisyon hakkı) ve maliyetlerinin
(emisyon azaltım ve adaptasyon maliyetlerinin) adil paylaşımı konusunda uluslararası topluluğun ne yapacağıdır. Kyoto'nun mitigasyon politikası takviye mi edilecek? Eğer cevap evet ise, emisyon hakları (faydaları) veya sorumlulukları (yükümlülükleri) devletler ve nesiller arasında nasıl dağıtılacaktır? 2012 sonrası dönemde
özellikle gelişmekte olan ülkeler, bağlayıcı yükümlülük altına girecek mi? Emisyon
hakları özellikle Kyoto’dan daha ilkeli bir biçimde dağıtılacak mı? Kısacası, iklim
değişikliği meselesinde adil dağıtımın ne olduğu acil cevaplandırılması gereken etik
bir soru olarak insanlığın karşısında durmaktadır (Meyer ve Roser, 2006: 226).
Aşağıda adalet kavramının çeşitli boyutları ortaya konduktan sonra iklim değişikliği
meselesine tatbik edilecektir.
3. Adalet Kavramının Boyutları
Bugün insanlığa karşı en büyük tehdit olarak görülen iklim değişikliğine etik açıdan
yaklaşma, meseleyi adalet teorisi açısından incelemeyi gerektirmektedir. Zira gelişmekte olan yeni bir uygulamalı etik alanı olan “iklim etiği”, iklim değişikliğini
büyük ölçüde “nesiller arası ve devletlerarası adalet sorunu” olarak çerçevelemektedir.
Adalet, hakkaniyet, nesafet, eşitlik gibi kavramlar aslında birbirinden farklı olsalar
da, çoğu zaman birbirinin yerine eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Adalet malların, hakların, görevlerin, faydaların, yüklerin, fırsatların ve mülkiyetin toplumda
dağıtımını düzenleyen kurallar manzumesidir (Tucker, 2005). Adaletin dağıtıcı adaEKİM 2013
187
let (sosyal adalet, ekonomik adalet), cezalandırıcı adalet, onarıcı adalet, telafi edici
adalet gibi türleri vardır. İklim değişikliği telafi edici adaletle, cezalandırıcı adaletle,
küresel adaletle ve ekolojik adaletle (çevresel adalet) ilgili olsa da, literatürde daha
çok dağıtıcı adalet (tevzi-i adalet) ile ilişkilendirilmektedir (Moore, 2008: 503).
Dağıtıcı adalet, bir mal ya da değerin toplumda paylaşımına katılan taraflar arasında eşitlik, ihtiyaç veya katkı gibi ilkeler ışığında hakkaniyetli dağıtımıdır (Paavola,
2008: 650). Dağıtıcı adalet, kolektif fayda veya yükleri (yerel, ulusal veya küresel
ölçekte) bir topluluğun üyeleri arasında tahsis etmede kullanılan genel standartlar
olarak da tanımlanabilir (Pan, 2003: 1). Dağıtıcı adalet, toplumsal ilişkilerde girdilere, sonuçlara ve sürece uygulanabilir. Dağıtıcı adalet, zaman boyutunda hem geriye hem de ileriye dönük olarak değerlendirilebilir.
Dağıtıcı adalet konusunda temel sorunlardan biri, insanların dağıtıcı adaleti farklı
farklı anlamasıdır. Bunun sebebi insanların ilişkilerde adaleti değerlendirirken farklı ölçütler kullanmasıdır. Örneğin dağıtıcı adalet sonuçlara uygulandığında kimileri
sonuçların katkılarla orantılı olmasını (equity) isterken, kimileri katkıları dikkate
almaksızın herkesin aynı düzeyde (eşit) sonuca sahip olmasını istemektedir (equality). Bazıları ise, dağıtımının ihtiyaçlarla orantılı olmasını talep etmektedir. Dağıtıcı
adalet ilkeleri sadece bunlardan ibaret değildir. Yaygın adalet ve hakkaniyet görüşlerine örnek olarak aşağıdaki ölçütler gösterilebilir:
(1) Bütün insanlar eşit yaratılmıştır.
(2) Bir projeye ne kadar çok katkı yaparsan onun faydalarını elde etmeyi o kadar
çok hak edersin (Amerikan Kapitalizmi).
(3) Herkese ihtiyacına göre dağıtılmalıdır (Komünizm).
(4) Kazanan hepsini alır.
Dağıtıcı adalette önemli olan birinin elde ettiği sonuçları başkalarıyla karşılaştırmasıdır (İzafi Mahrumiyet Teorisi – Relative Deprivation Theory). Ancak karşılaştırmada kullanılan ölçütlerin farklı farklı olması (eşitlik, ihtiyaç, ödeme gücü vb.), farklı
adalet değerlendirmelerine yol açmaktadır. Dağıtıcı adalet ilkelerinin belli durum
veya ilişkilere uygulanması sonucunda üç farklı netice ortaya çıkabilir: (1) Bazı insanlar, hak ettiğinden daha fazla alır (sömürenler), (2) Bazı insanlar, hak ettiğinden
daha az alır (sömürülenler), (3) Bazı insanlar ise, adalete uygun muamele görür.
İnsanlar, adil olduğuna inandıkları durumlarda veya ilişkilerde kendilerini huzurlu
hisseder. Adaletsiz olduğuna inanılan durumlar veya ilişkiler ise insanlarda merhamet, suçluluk, utanma, kızgınlık, öfke, gücenme gibi duyguların belirmesine
neden olabilir. Adaletsiz ilişkilere karşı insanlar, adaleti yeniden tesis etme mücadelesi verir veya ilişkiye terk ederek tepki gösterir (Hatfield ve Rapson, 2007).
İklim adaleti bağlamında adalet kavramının önemli bir boyutu da ekolojik adalettir.
Ekolojik adalet, ulusal kökeni veya geliri ne olursa olsun hiç kimsenin adaletsiz yük
taşımaya zorlanmamasını, çevre düzenlemelerinin uygulanması bakımından herkese hakkaniyetli davranılmasını gerektirir. Ekolojik adalet, çevre risklerinin ve
188
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
çevrenin faydalarının dağıtımında hakkaniyetin sağlanmasına önem verir. Çevre
sorunları açısından adalet, esas olarak çevreyi kullanma alanının (environmental
space veya ecological space) getirdiği faydaların adil paylaşımıdır. Ekolojik adalet,
bugünkü ve gelecek nesilleri, insan dışı varlıkları ve ekosistem süreçlerini içine alır
(Muhovic-Dorsner, 2005: 239).
Dağıtıcı adalet bir bakıma “kim, neyi, nasıl kazanmalı?” sorusuna verilen cevap
olarak tanımlanabilir ki bu, ünlü siyaset bilimci Harold Laswell’in meşhur siyaset
bilimi tanımıdır. Kamu politikası perspektifinden dağıtıcı adalet meselesine yaklaşıldığında dağıtımın üç boyutu büyük önem arz etmektedir (Stone, 2002: 39-53):
(1) Alıcılar (kim bir şeyler elde ediyor?), (2) dağıtılan (dağıtılan ne?) ve (3) dağıtım
süreci (dağıtım nasıl kararlaştırılmalı ve uygulanmalı?). Dağıtıcı adaletin bu boyutları neredeyse her kamu politikası alanında siyasal çekişme, çatışma veya mücadele konusudur. Çünkü alıcılara, dağıtılanlara ve dağıtım sürecine ilişkin ölçütlerin
yeniden tanımlanması, her zaman farklı dağıtım sonuçları doğurur. Aralarında
dağıtım yapılacak grup üyelerinin hangi özelliğine göre sınıflandırma veya farklılaştırma yapılacağı (yatay adalet, dikey adalet, katkıyla orantılı adalet, pozitif ayrımcılık vb), dağıtımın sonuçlarını etkiler. Gene aynı şekilde, dağıtılacak olan malın sınırlarını yeniden tanımlama ve malın taraflar açısından değeri dağıtımı etkiler. Aynı
zamanda dağıtım sürecinin hakkaniyetli olması da önemlidir. Sonucu eşitliksizlik
olan birçok durumda (spor karşılaşmaları, loto, seçim vb.) süreç adil olduğu müddetçe sonuca itiraz edilmez.
Dağıtıcı adalet açmazlarıyla dolu olan iklim değişikliği gibi bir kamu politikası alanında sorunu tam olarak ortaya koyabilmek için şu üç soruya açık cevaplar bulmak
gerekir: (1) Alıcılar kimdir, alıcıları tanımlamanın farklı yolları nelerdir? (2) Dağıtılan
nedir, dağıtılanı farklı tanımlamanın yolları nelerdir? (3) Dağıtımın belirlendiği sosyal süreçler nelerdir? Aşağıda bu sorulara yanıt aranarak küresel iklim değişikliğinin dağıtıcı adalet açısından arz ettiği etik açmazlar açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.
4. Dağıtıcı Adalet Sorunu Olarak İklim Değişikliğinin Analizi
İnsan kaynaklı iklim değişikliği, önemli adalet meselelerinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Küresel iklim değişikliği yönetişim sisteminin temel hukuksal
belgesi BMİDÇS (3. madde), iklim adaletini sağlama bakımından şu hükmü ihtiva
etmektedir: “Taraflar, iklim sistemini, eşitlik temelinde ve ortak fakat farklı sorumluluklarına ve güçlerine uygun olarak, insanoğlunun günümüz ve gelecek kuşakların yararı için korumalıdır. Dolayısıyla, taraflardan gelişmiş ülkeler iklim değişikliği
ve onun zararlı etkileri ile savaşımda öncülük etmelidir” (Arıkan, 2006: 10). Ne var
ki, bu hükümden yola çıkarak iklim adaletini sağlamak, birçok soruna yol açmaktadır. İklim adaletini sağlamaya ilişkin etik sorunlar alıcılar (taraflar), dağıtılan (emisyon hakları veya emisyon azaltım sorumlulukları) ve dağıtım sürecine ilişkin “farklı-
EKİM 2013
189
laştırmaların” adalet ilkeleri ışığında nasıl yapılacağı ile ilgilidir. Bu sorunlardan bir
kısmı aşağıda üç alt başlık altında tartışılmaktadır.
4.1. İklim Adaletinde Alıcıların (Tarafların) Tanımlanmasına İlişkin
Sorunlar
İklim değişikliği sorunu taraflar açısından yaklaşıldığında nesiller arası ve nesiller içi
(devletlerarası) adalet sorunu olarak tanımlanmaktadır.
Nesiller Arası Adalet ve İklim Değişikliği: İklim değişikliği sorununda sebep ve sonuç ilişkileri zaman ve mekân açısından dağınıktır. Sorun, nesiller arası adalet meselesi olarak görüldüğü zaman temel ilgi alanı, iklim değişikliğinin getirdiği yüklerin
ve faydaların bugünkü nesillerle gelecek nesiller arasında nasıl paylaştırılacağıdır.
Kimi çevrecilere göre bugünkü nesillerin karbondioksit emisyonunu artırarak, henüz dünyaya gelmemiş olan gelecek nesilleri oluşumunda hiç katkı yapmadıkları
ciddi iklim felaketlerine maruz bırakması adil değildir, hatta ahlak dışıdır (Page,
1999: 54-55). Bugünkü nesillerin gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakma
sorumluluğu vardır ve bu yönde harekete geçmelidir.
Nesiller arası adalet görüşüne karşı çıkanlar, belirsizlikleri, mütekabiliyetin olmamasını (non-reciprocity) ve özdeşsizlik sorunu (non-identity problem) argümanını
ileri sürmektedir. Mütekabiliyet (karşılıklılık) temelli adalet anlayışına göre sadece
başkalarının refahına katkıda bulunan bireyler dağıtımda adil pay sahibi olmayı
hak etmiştir. Bu adalet anlayışında dağıtım, katkılara göre yapılmalıdır (Page,
2007b: 226-227). Bu açıdan kuşaklar arası adalet tasavvur edilemez. Çünkü farklı
nesiller arasında doğrudan karşılıklı faydalı işlemler yoktur. Özdeşsizlik sorununa
göre de, adalet meseleleri gelecek nesillerle ilişkili olarak düşünülemez. Gelecek
nesiller, geçmişteki eylemlerle çıkarlarının ve haklarının ihlal edildiğini ileri süremez. Çünkü o geçmiş olaylar olmasaydı gelecek nesiller asla dünyaya gelemezdi.
Özdeşsizlik sorunu henüz çözüme kavuşturulamamıştır (Grasso, 2008: 185).
Karşı argümanlara rağmen, iklim değişikliğiyle ilgilenen etik teoriler, gelecek nesiller için bugünkü nesillere sorumluluk yüklemektedir (Grasso, 2008: 186). Örneğin
kuşaklar arası vekilharçlık (intergenerational stewardship) yaklaşımına göre gelecek nesiller için çevre kullanım alanının korunması gerekir. Her neslin adalet gereği
kendinden sonra gelecek nesiller için iklim sistemini koruması ahlaki bir yükümlülüktür (Page, 2007b: 238). Bugünkü nesillerin iklim sistemini koruma yönünde ilk
adımı atması, gelecek nesillerin yaşamını kolaylaştıracaktır (DeSombre, 2004: 41).
Bugünkü Kuşaklar ve İklim Değişikliği: İklim değişikliğinin fayda ve maliyetleri bugünkü nesillerin omzuna yüklenecekse, bunu kimler üstlenecektir? Küresel iklim
değişikliği yönetişim sistemi, sorumluk öznesi olarak devletleri seçmiştir (Harris,
2008: 482; Jager ve Duus-Otterström, 2008: 579). Milyonlarca koordinasyonsuz
bireysel eylem, kolektif olarak karbon kirliliği üretmiş ve bu da küresel iklim değişikliğine yol açmıştır. Fosil yakıt kullanımında bireylerin etkisi ihmal edilebilir oldu-
190
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
ğu için, birey geleneksel anlamda sorumlu tutulmamıştır. İklim değişikliği sorunuyla uğraşmak için koordinasyon sağlayıcı kurumlar ve uygulanabilir uluslararası sözleşmeler ön plana çıkmıştır (Moore, 2008: 514). Gerek iklim değişikliğinin karmaşıklığı gerekse bilimsel belirsizlikler, iklim değişikliğine neden olan sorumluyu bulmada zorluk yaratmaktadır. İklim değişikliğine milyonlarca insan neredeyse fark
edilemez derecede küçük katkılar yapmıştır. Bugün insanlık şu durumla karşı karşıyadır: Küresel çevre tahrip edilmiştir ama bundan hiç kimse bireysel veya kolektif
olarak sorumlu değildir (Jamieson, 1992: 149).
Bireylerin, şirketlerin ve diğer organizasyonların yerine iklim değişikliği meselesinde sadece devletlerin sorumlu tutulması, birçok açıdan eleştirilmiştir (Grasso,
2007: 229):
(1) Devletler muadil kabul edildiği için emisyonlar da muadil kabul edilmektedir.
Halbuki aynı fiziksel etkiyi yaratmasına karşın emisyonlar, farklı sosyal niteliğe
(lüks tüketim için yapılan emisyon, hayatta kalabilmek için yapılan emisyon gibi)
sahiptir. Öte yandan tüm sera gazlarını aynı sepete koymak, yüksek karbondioksit
emisyonu üreten ülkelerin işine gelmektedir.
(2) Devletlerin içyapısının görece türdeş kabul edilmesi, ülkelerin içinde sınıflar
arasında mevcut olan büyük farklılıkları gizlemektedir. Brezilya, Meksika, Hindistan
veya Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde zengin gruplar sanayileşmiş ülkelerdeki
benzerleri kadar enerji ve materyal kullanmaktadır. Eğer kirleten öder ilkesi devletlere değil küresel orta sınıfa uygulansa yoksul ülkelerde birçok orta sınıf mensubu emisyon indirim kararlarını kabul etmek zorunda kalır.
(3) Sadece devletleri sorumlu tutma, uluslararası büyük şirketler gibi örgütlerin
sorumluluğunu gözden uzak tutmaktadır. Oysaki bu şirketler, çoğu zaman emisyon
artışından devletlerden daha fazla sorumludur. Dünyadaki 100 büyük ekonomiden
49'u devlet, 51'i ise şirkettir. Birçok şirket, devletlerden daha fazla emisyon üretmektedir.
(4) Küresel iklim adaleti, hem yoksul hem de zengin ülkelerde yaşayan zenginlerin
atmosferdeki kirliliği sınırlandırmak için daha fazla sorumluluk almasını gerektirir.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan herkesi zengin, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan herkesi yoksul kabul edip bütün sorumluluğu sadece gelişmiş ülkelere yüklemek doğru değildir (Harris, 2008: 481).
Buna karşın BMİDÇS’de iklim değişikliği ile mücadelede gelişmiş ülkelerin aşağıdaki
gerekçelerle öncülük etmesi beklenmektedir (Ott ve Sachs, 2000: 9):
(1) Geçmişte biriken karbondioksit enisyonunun büyük bölümünden sanayileşmiş
ülkeler sorumludur. 1800'lerden itibaren birikmiş karbondioksit emisyonu artışının
% 80'inden gelişmiş ülkeler sorumludur.
EKİM 2013
191
(2) 1996'da gelişmiş ülkeler küresel karbondioksit emisyonunun % 61,5'inden sorumludur. Gelişmekte olan ülkelerin emisyonunun 2020 yılından sonra gelişmiş
ülkeleri aşacak olması, bu tabloyu değiştirmez.
(3) İklim değişikliğinin olumsuz etkileri gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında
eşitsiz dağılacaktır. Soruna neden olanlar kazanan, soruna karışmadan kenarda
duranlar ise kaybeden olacaktır.
(4) Gelişmiş ülkeler, iklim değişikliğine karşı koymada en azından mali ve teknik
beceri bakımından daha fazla imkân ve kabiliyete sahiptir.
Kimileri ise iklim adaletini sağlamanın birinci derecede sorumluluğunu gelişmiş
ülkelere vermenin etik değil, pragmatik bir karar olduğunu savunmaktadır. Soruna
katkı argümanı ile geçmişte yapılan yanlışların sorumluluğunu, geçmiş iklim adaletsizliğinde hiç katkısı olmayan bugünkü grup ve kişilere yüklemek adil değildir
(Grasso, 2008: 108). Kaldı ki geçmişte karbondioksit emisyonuna neden olan insanlar, bunun küresel ısınmaya neden olduğunu bilmiyordu. Dedelerinin iklim
değişikliği sonucunu doğuracağını bilmeyerek yaptıkları tarihsel emisyonlardan
bugünkü nesilleri sorumlu tutmak doğru değildir (Baer, 2002: 402). Kaldı ki, çağdaş
hukuk anlayışına göre babalarının veya dedelerinin kasten işlediği suçlardan çocukları veya torunları sorumlu tutularak cezalandırılamaz. Bundan dolayı 2012
sonrası ikinci yükümlülük döneminde gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelerin de
yükümlülük altına girmesini müzakere gündemine almıştır. Örneğin Avrupa Birliği
(AB), 2012 sonrası için gelişmekte olan ülkelerden emisyon artışını normal giden
seyrine nazaran % 15 - % 30 oranında indirime gitmesini talep etmektedir (Commission of the European Countries, 2009: 2). Tarihsel sorumluluk bir kenara bırakılarak gelişmekte olan ülkeler indirim yükümlülüğü altına sokulduğu zaman, “kirleten öder” ilkesinin yerini “kirlenen öder” ilkesi almış olmaktadır.
İklim değişikliği sorunu karşısında devletler, Kuzey - Güney ülkeleri olarak iki eksene ayrılmanın ötesinde, müzakerelerde çıkar birlikteliği esasına dayalı olarak gruplaşmaktadır. Farklı adalet ilkeleri, devletlerarasında farklı yük paylaşımına yol açmaktadır. Örneğin kirleten öder ilkesine göre iklim değişikliği sorununu çözmesi
gerekenler, karbondioksit emisyonunu artırarak sorunun ortaya çıkmasına neden
olanlardır. Ödeme gücü ilkesine göre ise, sorumluluğun dağıtımında soruna neden
olup olmamanın etik açıdan hiçbir önemi yoktur (Jagers ve Duus-Otterström,
2008: 581). Gelişmekte olan ülkeler kalkınma hakkını, gelişmiş ülkeler ekonomik
verimlilik ilkesini öne çıkararak yükümlülükten kaçmak peşindedir. İklim değişikliğinde daha adil hak ve yükümlülük paylaşımı için sorumluluk öznesi olarak kabul
edilen devletlerin kendi içlerinde ve kendi aralarındaki farkların sosyoekonomik
göstergeleri ve bunların ölçümü bakımından daha belirgin tanımlar geliştirmeye
ihtiyaç vardır.
192
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
4.2. İklim Adaletinde Dağıtılanın (Atmosfer) Tanımlanmasına İlişkin
Sorunlar
İklim değişikliği meselesinde aslında neyin dağıtımının yapıldığı konusunda görüş
birliği yoktur. Farklı etik görüşler farklı şeylerin dağıtımı meselesi ile uğraşmaktadır. Asıl paylaşılması geren şey atmosferdeki sera gazları birikiminin azaltılması
yükümlülüğü olsa da farklı düşünceler, iklim değişikliğinde dağıtılana farklı değerler atfetmektedir. Aşağıda iklim değişikliği konusunda dağıtılana ilişkin farklı görüşlere birkaç örnek verilmiştir (Ott ve Sachs, 2000: 6-8):
(1) Doğal Kaynak: Geleneksel ekonomik perspektiften doğa, ekonomik değere
dönüştürülmeyi bekleyen kaynaklar bütünüdür. Doğanın sunduğu hizmetler bedavadır ve potansiyel olarak sınırsızdır. Doğaya verilen zararlar birinin mülkiyetine
zarar vermediği müddetçe sorun kabul edilmez. Faydacı perspektiften atmosfer
bir yutaktır. Ancak KP ile bedava ve sınırsız bir doğal kaynak olarak değil, kıt bir
kaynak olarak atmosferin kullanımının paylaşılmasına başlanmıştır. Bu açıdan iklim
değişikliği kıt bir kaynağın (atmosferin atık gazları yutma kapasitesinin) paylaşımı
sorunudur. Sosyalist açıdan iklim değişikliği politikası, doğayı tahrip eden kapitalizm ile mücadeledir (Kovel, 2008: 4).
(2) Gelecek Nesillerin Emaneti: Atmosfer, bugünkü nesillerin gelecek nesillere miras bırakması gereken bir çevre değeridir. Bu yaklaşım, insanlar arası adaletin zaman boyutunu gelecek nesillere kadar yayar. Bu yaklaşım, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi değil, insanlar arası ilişkileri dengelemeyi amaçlar. İnsanlık, nesiller boyu
ortaklıktır. İklim, gelecek nesillere koruyarak emanet etmemiz gereken insanlığın
ortak mirasıdır. Bugünkü nesiller, atmosfer gibi küresel ortak malların (global
commons) gelecek nesiller için emanetçiliğini yapmalıdır.
(3) Kaçınılması Gereken Tehdit: İklim değişikliği yaygın olarak insanlar için felaket
getirecek bir tehdit/tehlike/risk olarak betimlenmektedir. Algılanan bu kırılganlık,
harekete geçmek için etik kaygılar yaratmaktadır. Güvenlik ve hayatı sürdürme
kaygısı, sera gazları emisyonunu sınırlandırmayı kamu yararı haline getirmektedir.
(4) Doğayı Koruma: Buraya kadar dile getirilen yaklaşımlar, bugünkü ve gelecek
nesillerin refahını esas alan insan merkezli yaklaşımlardır. Oysaki çevreci başka bir
yaklaşıma göre iklim değişikliği meselesinde paylaşılması gereken ekolojik bir sorundur, insan refahı sorunu değildir (Müler, 2002: 38). İnsan merkezli değerlerin
ve ulusal çıkarların söylem hâkimiyeti kazanması, uluslararası rejim oluşturmada
atmosferin metalaştırılmasına neden olmuştur. KP ile atmosfer parsellenerek alınıp satılan bir mal haline dönüştürülmüştür (Glover, 1999: 501-502). Oysa insan
dışı varlıklar da haklara sahiptir. Birçok canlının gelişmesi için gerekli bir unsur olan
iklim sistemini korumak için biyosferin dengesini bozacak zararlı davranışlardan
kaçınmak gerekir. Sorun, insanların atmosferde çevre kullanım alanının kritik eşiğini aşmasıdır.
EKİM 2013
193
(5) Tanrının Hediyesi: İklim değişikliği sorununa din adamları da büyük ilgi duymaktadır. Dinsel açıdan iklim Allah’ın insanlara hediyesi olarak görülmektedir. İklimi
korumak için iki büyük sosyal kurum olan din ve bilim işbirliği halindedir (Echlin,
2008: 715).
İklim değişikliği meselesinde dağıtılacak şeyi tanımlama ve dağıtımda esas alınacak
adalet ölçütünü (veya ölçütlerini) belirleme, yük paylaşımı veya kaynak paylaşımı
açısından son derece önemlidir. Esasında temel sorun, sera gazları emisyon artışını
sınırlamak sorumluluğunu dağıtmak olsa da, pratikte Kyoto ile yapılmaya çalışılan
karbondioksit emisyon haklarını paylaştırmaktır. Hakkın veya sorumluluğun paylaşılmasında taraflar farklı tavır takınmaktadır: Her devlet emisyon hakkını yükseltmek istemekte, emisyon indirim sorumluluğu üstlenmekten kaçınmaktadır. Tüm
sera gazlarının indirime tabi tutulması ile sadece karbondioksitin indirime tabi
tutulması ülkelerin yükümlülükleri açısından muazzam farklılıklar doğurmaktadır.
Öte yandan, sorumlulukları bir yana bırakarak sadece haklar üzerinden paylaşım
yapmanın sorunun çözümüne yapacağı katkı şüphelidir.
Hayward’a (2007: 432) göre emisyon hakkı diye temel bir hak olamaz, çünkü kirletme hakkı diye bir insan hakkı olamaz. Tam tersine, insanların kirlilikten uzak
temiz bir çevrede yaşaması bir insan hakkıdır. Ona göre paylaşılması gereken
emisyon hakları değil, emisyon üretiminden elde edilen faydalardır. Bachram
(2004: 5) ise emisyon hakkının ticarileştirilmesinin karbon sömürgeciliği diye yeni
bir sömürgecilik türüne yol açtığını ileri sürmektedir.
Berk ve den Elzen’e göre (2001: 467) küresel iklim değişikliği yönetişim sisteminde
üç farklı alanda adalet ilkeleri geliştirilebilir:
(1) Tahsise dayalı ölçüt: Emisyon haklarının veya emisyon azaltım yüklerinin dağıtımına ilişkin farklı adalet ölçütleri belirlenebilir.
(2) Sonuca dayalı ölçüt: Yükümlülüklerin doğurduğu sonuçların özellikle ekonomik
sonuçların değerlendirilmesi için farklı adalet ölçütleri tanımlanabilir.
(3) Sürece dayalı ölçüt: Emisyon külfetlerinin dağıtımında varılacak anlaşma sürecinde uygulanacak farklı adalet ölçütleri tespit edilebilir.
Her karar alanında farklı adalet tanımına göre potansiyel kazananlar ve kaybedenler olacaktır (Ashton ve Wang: 2003: 6). Emisyon bölüşümüne uygulanabilecek çok
sayıda adalet ilkesi vardır. Farklı adalet tanımlarına birkaç örnek aşağıda gösterilmiştir:
(1) Eşitlikçilik (Egalitarianism): İnsanlar atmosferi kullanmada eşit haklara sahiptir.
(2) Egemenlik: Mevcut sera gazı emisyonu üretim oranları statüko hakları yaratır.
(3) Yatay adalet: Ekonomik durumu birbirine benzeyen aktörler, benzer emisyon
azaltma yükümlülüğüne sahip olmalıdır.
194
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
(4) Dikey adalet: Ödeme gücü ne kadar yüksek ise hareket etme kapasitesi o kadar
yüksektir. Dolayısıyla emisyon azaltmada gelişmiş ülkeler öncülük etmelidir.
(5) Kirleten öder: Emisyon azaltımında yükümlülüklerin dağıtımı, sorunun oluşumuna yapılan katkı ile orantılı olmalıdır.
(6) İhtiyaç: Minimum düzeyde temel ihtiyaçları karşılayacak miktarın üzerinde
kirletme permilerinde eşit hak tanınmalıdır (Berk ve den Elzen, 2001: 468).
Bode (2004: 301), emisyon haklarının veya azaltım yüklerinin tahsisinde adalet
ölçütlerinin kullanımında karşılaşılan sorunlara şu şekilde dikkat çekmektedir: Bir
defa adaletli tahsis için tarafların esas alacağı adalet ilkeleri farklı farklıdır. Bu ilkelerin hepsi, birçok durumda birbirine eşit derecede haklı gösterilebilir. İklim değişikliği gibi farklı fikirlerin olduğu bir kamu politikası alanında, hangi adalet ilkesinin
veya ölçütünün tercih edileceğini etik açıdan kimse dayatamaz. Bu gibi durumlarda taraflar arasında bir uzlaşı çözümü geliştirmek gerekir. İkinci sorun, ilkeyi uygulayacak referansa (nüfus gibi) ilişkindir. Belli bir dağıtım formülü ile bir adalet ölçütü arasında bire bir ilişki yoktur. Bir formül, birden fazla adalet ölçütü tarafından
desteklenebilir. Bir ölçüt, birden fazla formül tarafından desteklenebilir. Kısacası
emisyon tahsisatında hangi adalet ilkesi, ölçütü veya formülünün kullanılacağı
iklim müzakerelerinde ulaşılacak uzlaşıya bağlı olacaktır.
4.3. Küresel İklim Politikası Oluşum (Müzakere) Sürecine İlişkin Sorunlar
Farklı adalet ilkeleri (eşitlik, yatay adalet, dikey adalet, kirleten öder, ihtiyaç vs.)
tarafları kendi çıkarına göre farklı yönlere sevk etmektedir. Adaletin bütün boyutlarını karşılayacak objektif bir yol henüz bulunamamıştır. Farklı tercihlerin karşı
bedellerini (trade-offs) hesaplamanın da objektif bir yolu yoktur. Adil bir iklim
sözleşmesi nihayetinde siyasal yargı meselesidir. Rekabet eden adalet taleplerini
dengelemek siyasetin görevidir. Bu açıdan uluslararası bir sözleşmeye ulaşıncaya
kadar geçen süreçte adalet ilkelerine uyum büyük bir öneme sahiptir. İklim müzakerelerine katılım sürecinde eşit söz hakkı, şeffaflık, karşılıklı saygı ve tarafsızlık
gibi hakkaniyet ölçülerine riayet edilmelidir. İklim değişikliği gibi ciddi bir meselede
kararların olupbittiye getirilerek alınmaması gerekir (Ashton ve Wang, 2003: 1112).
Bu açıdan iklim müzakere sürecinde önemli sorunlar yaşanmaktadır. Gelişmiş ülkeler çok sayıda donanımlı uzmanla müzakere sürecine katılırken, bazı az gelişmiş
ülkeler konuyla hiç ilgisi olmayan tek bir temsilci gönderebilmektedir. İklim değişikliği sorunu karşısında ülkeler gruplaşmaktadır. Hiçbir taraf bir son dakika golü
yemek istememektedir. Uluslararası politika kararlarına adaletin etki yaptığını
gösteren çok az kanıt vardır. Uluslararası karar alma sürecinde tüm taraflar kendi
ulusal çıkarları perspektifinden konulara yaklaşmaktadır. Bu da doğal olarak küresel düzeyde ortak politika oluşturmayı güçleştirmektedir (Park ve Roberts, 2006:
340). Uluslararası iklim müzakerelerini saran güvensizlik ortamı, iklim konusunda
işbirliği yapmanın önünde muazzam bir engel oluşturmaktadır (Roberts ve Parks,
EKİM 2013
195
2007: 40). Uluslararası müzakere sürecinin adil yürütülebilmesi için zenginlik ve
gücün devletlerarasında adil dağıtımı, bir ön koşul olarak ortaya çıkmaktadır
(Grasso, 2007: 228).
5. Post-Kyoto İklim Adaletini Sağlamaya Yönelik Öneriler
İklim değişikliği meselesinde paylaşılması gereken bir çok şey (tarihsel sorumluluk,
yük paylaşımı, adaptasyon kapasitesinin dağılımı vs.) varken iklim müzakerelerinde
paylaşım karbon emisyon haklarının nasıl dağıtılacağı üzerine odaklanmıştır (Adger, 2001: 923). Halbuki paylaşılması gereken emisyon hakkı değil, emisyon indirim yükümlülüğüdür (Rose ve Stevens, 1998: 229). KP ile yeni bir mal yaratılmıştır:
Belli bir zaman zarfında belli miktarda sera gazı emisyonu üretme hakkı. İlk emisyon tahsisatı, Ek B ülkeler arasında (dededen kalma (grandfathering) kuralına göre) tarihi emisyon düzeyleri esas alınarak yapılmıştır. Çin ve Hindistan gibi ülkeler
statükoyu veri kabul ederek tahsis yapılmasını adil bulmamıştır. Kaynakların adil
tahsisini yaparken sanayileşmiş ülkeler öncelik istemiştir (ilk sahiplenen alır (first in
time, first in right) kuralı). Bu taksim, gelişmekte olan ülkeler açısından hakkaniyetli değildir. İhtiyaç, katkı, kapasite gibi orantısal ölçütler dikkate alındığında günümüzde ortalama kişi başına küresel emisyon düzeyi ülkeler arasında anormal derecede farklıdır. Gelişmiş ülkeler küresel ortalama kişi başına emisyon düzeyinin
üstünde iken, gelişmekte olan ülkeler altındadır (Starkey, 2008: 53). Kyoto sonrası
emisyon haklarının dağıtımına ilişkin adalet ilkelerini gözeten veya gözetmeyen
birçok formül gündeme gelmiştir. Aşağıda bunlara birkaç örnek verilmiştir.
Kısma ve Yakınsama: Kısma ve yakınsama (Contraction and Convergence) yaklaşımı kişi başına emisyon hakkının adil dağıtımını savunan (eşitlikçi adalet ilkesi) ve
akademik alanda en yaygın kabul gören önerilerden biridir. Bu yaklaşıma göre ilk
önce karbondioksit emisyonu azaltım hedefinin (cap) uluslararası düzeyde belirlenmesi gerekir (kısma). Daha sonra emisyon tahsisi, bütün insanların eşitliği temelinde yapılmalıdır. Çünkü atmosfer küresel ortak maldır. Tüm tarafların iklim
rejimine katılması gerekir. Zamanla emisyon tahsisleri kişi başına eşit düzeye gelecektir (yakınsama).
Bu yaklaşım birçok açıdan eleştiriye uğramıştır. Diğer kamu mallarının erişiminde
eşitlik yok iken, emisyon hakkının eşit paylaşılmasının sağlam bir dayanağı yoktur.
Farklı ısınma ihtiyacı olan soğuk ve sıcak bölgelerde yaşayan insanlara aynı emisyon hakkı vermek adil mi? Kırsal alanda yaşayan ve dolayısıyla seyahat ihtiyacı
olan insanla şehir merkezinde yaşayan insanlara aynı emisyon hakkı vermek doğru
mu? İhtiyaçlardaki farklılıklara göre daha az veya daha fazla hak tanınmalı mı (Berk
ve den Elzen, 2001: 469)?
Brezilya Önerisi-Tarihsel Sorumluluklar: 1997 yılında Brezilya tarafından öne atılan
öneride emisyon azaltım sorumluluğunun ülkelerin tarihsel sorumluluğu (sorunun
oluşumuna katkı) esasına göre dağıtılması öngörülmektedir. Kümülatif emisyona
katkılarına göre ülkelerin sorumluluğu olmalıdır. Burada en büyük yük, sanayileş-
196
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
miş ülkelere yüklenmektedir (kirleten öder ilkesi). Bu öneride paylaşılan, bir kirlilik
kontrolü sorunu olarak görülmektedir. Kısma ve yakınsama yaklaşımında ise paylaşım, bir kaynak sorunu olarak ele alınmaktadır (Berj ve den Elzen, 2001: 475;
Sachs, 2006).
Adil Çevre Kullanım Alanı: Ekolojik adalet yaklaşımı ise paylaşımda çevre kullanım
alanını esas almaktadır. Bu ilkeye göre dünyadaki her insanın atmosfer gibi doğal
kaynakları kullanmak için aynı haklara sahip olması gerekir. Gelişmiş ülkeler dünyada üretilmesi gereken sürdürülebilir emisyon düzeyinin üstünde seyrederken,
gelişmekte olan ülkeler sürdürülebilir düzeyin altında kalmaktadır. Çevre alanını
aşırı kullananların (sömürenlerin) bunu hakları sömürülenlere ödemesi gerekir.
Dolayısıyla çevre kullanım alanını aşırı kullanan gelişmiş ülkelerin çevre kullanım
alanını yeterince kullanmayan gelişmekte olan ülkelere ekolojik borcu vardır. Bu
borç ödenmeli, yoksullukla mücadele ve karbonsuz kalkınma gibi amaçlar için kullanılmalıdır (Rocholl, 2001).
İklim müzakerelerinde tarafların kendi çıkarlarını savunmak için farklı adalet anlayışlarını kullanması meseleyi çıkmaza sokmaktadır. En son Aralık 2012’de Doha’da
toplanan Taraflar Konferansı (COP 18) küresel iklim yönetişim sisteminin çıkmazlarını bu açıdan gözler önüne sermektedir (Doha Taraflar Konferansı’nın değerlendirmesi için bkz. Mazlum, 2013a, 2013b).
6. Sonuç ve Değerlendirme
Temelde etik bir sorun olarak tanımladığı iklim değişikliğinin Gardiner (2004a: 555;
2006: 397) küresel düzeyde harekete geçmeyi zorlaştıran “tam bir ahlaki fırtına”
yarattığını ileri sürmektedir. İklim değişikliği ile ilgili adalet kaygıları hala giderilmeyi beklemektedir (Pandey, 2004: 272). Adaletin farklı boyutlarına ilişkin her bir
tanımlama fayda, maliyet, hak ve yükümlülüklerin nesiller arasında, devletlerarasında ve devletlerin içinde dağıtılmasında farklı sonuçlara yol açmaktadır. Küresel
iklim değişikliği müzakerelerinin temelini oluşturacak üzerinde görüş birliğine varılan ortak tanımlar oluşturarak fayda ve maliyetleri adil dağıtmak mevcut uluslararası ilişkilerin karşılıklı güç dengesine dayandığı da düşünülürse son derece zor
görünmektedir. Her halükarda kazananlar ve kaybedenler olacaktır.
İklim değişikliği meselesinde bilimsel belirsizliklerin yanı sıra adalet kaygılarının
giderilmemesi, sorunlara karşı küresel düzeyde kolektif eylem geliştirmenin önünde önemli engellerden biri olarak durmaktadır. İklim değişikliği post-Kyoto iklim
müzakerelerinde “temelde bir adaletsizlik sorunu olarak” (Roberts ve Parks, 2007:
23) çözüm beklemektedir. Paterson’a göre, (2001: 125) başarılı küresel iklim değişikliği politikaları geliştirmenin temelinde adalet ve eşitlik kavramları olmalıdır. Ne
var ki, “emisyonları kim ne kadar ve ne zaman azaltacak?”, “adaptasyon maliyetini
kim ne kadar ne zaman ödeyecek?” gibi sorulara adaletli bir çözüm bularak KP
sonrası iklim adaletsizliğini ortadan kaldırmak son derece zor görünmektedir. Zira
zengin ülkelerden yoksul ülkelere kaynak transferini içeren yük dağıtımı veya
EKİM 2013
197
emisyon tahsisi ne kadar adil olursa olsun fark etmez uygulanabilir değildir (Müller, 2001: 282). Örneğin ABD’ye göre uygun iklim değişikliği politikası ile iklim adaleti meselesini birbirinden ayrı tutmak gerekir. Dağıtıcı ve düzeltici adalet gereği
ABD’ye zorla özel sera gazı azaltma yükümlülüğü kabul ettirmek haklı değildir
(Posner ve Sunstein, 2007). Bu da açıkça şunu göstermektedir: İklim müzakerelerinde adalet retorik olarak yer almaktadır. Taraflar adalet kavramını kendi argümanlarını ve çıkarlarını desteklemek için kullanmaktadır.
198
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Kaynaklar
Adger, W. N. (2001), “Scales of Governance and Environmental Justice for Adaptation and Mitigation of Climate Change”, Journal of International Development,
13(7), 921-931.
Arıkan, Y. (2006), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto
Protokolü Metinler ve Temel Bilgiler, Bölgesel Çevre Merkezi REC-Türkiye,
http://iklim.cob.gov.tr/iklim/Files/REC_unfccc.pdf, (Erişim: 08.02.2013).
Ashton, J. and X. Wang (2003), “Equity and Climate Change”, Beyond Kyoto: Advancing the International Effort against Climate Change, Pew Center on Global
Climate
Change,
http://www.researchsalons.crcresearch.org/filescrcresearch/File/301_1074798164.pdf, (Erişim: 08.02.2013).
Bachram, H. (2004), “Climate Fraud and Carbon Colonialism: The New Trade in
Greenhouse Gases”, Capitalism Nature Socialism, 15(4), 1-16.
Baer, P. (2002), “Equity, Greenhouse Gas Emissions, and Global Common Resources”, Ed. S. H. Schneider, A. Rosencranz, and J. Niles, Climate Change Policy: A
Survey, Washington D.C.: Island Press, 393-408.
Berk, M. M. and M. G. J. den Elzen (2001),“Options for Differentiation of Future
Commitments in Climate Policy: How to Realise Timely Participation to Meet
Stringent Climate Goals?”, Climate Policy, 1(4), 465-480.
Bode, S. (2004), “Equal Emissions Per Capita Over Time – A Proposal to Combine
Responsibility and Equity of Rights for Post-2012 GHG Emission Entitlement Allocation”, European Environment, 14(5), 300-316.
Byrne, J. (2005), “Ellul and the Weather”, Bulletin of Science, Technology and Society, 25(1), 4-16.
Byrne, J., C. Martinez, and L. Glover (2002), “A Brief in Environmental Justice”, Ed.
John Byrne, Cecilia Martinez and Leigh Glover, Environmental Justice: Discourses
in International Political Economy, Volume 8 Energy and Environmental Policy
Series. New Brunswick, NJ and London: Transaction Publishers, 3-17.
Commission of the European Communities (2009), Communication from the
Commission to the European Parliament, the Council, the European Economic and
Social Committee and the Committee of the Regions towards a Comprehensive
Climate Change Agreement in Copenhagen, Brussels, 28.01.2009, http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2009:0039:FIN:EN:PDF, (Erişim:
08.02.2013).
DeSombre, E. R. (2004), Response to the Global Warming Tragedy Global Warming: More Common than Tragic”, Ethics and International Affairs, 18(1), 41-46.
EKİM 2013
199
Echlin, E. P. (2008), “Climate Change Theology”, New Blackfriars, 89(1024), 715729.
Gardiner, S. M. (2004a), “Ethics and Global Climate Change”, Ethics, 114(3), 555600.
Gardiner, S. M. (2004b), “The Global Warming Tragedy and the Dangerous Illusion
of the Kyoto Protocol”, Ethics and Environmental Affairs, 18(1), 23-39.
Gardiner, S. M. (2006), “A Perfect Moral Storm: Climate Change, International
Ethics and the Problem of Moral Corruption”, Environmental Values, 15(3), 397413.
Glover, L. (1999), “Atmosphere for Sale: Inventing Commercial Climate Change”,
Bulletin of Science, Technology and Society, 19(6), 501-510.
Grasso, M. (2007), “A Normative Ethical Framework in Climate Change”, Climatic
Change, 81(3-4), 223-246.
Grasso, M. (2008), “Edward A. Page, Climate Change, Justice and Future Generations”, International Environmental Agreements: Politics, Law and Economics,
8(2), 183-186.
Grubb, M. (1995), “Seeking Fair Weather: Ethics and the International Debate on
Climate Change”, International Affairs, 71(3), 463-496.
Hadjilambrinos, C. (1999), “For Richer or for Poorer? The Role of Science, Politics,
and Ethics in the Global Climate Change Policy Debate”, Bulletin of Science, Technology and Society, 19(6), 521-531.
Harris, P. G. (2003), “Fairness, Responsibility, and Climate Change”, Ethics and
International Affairs, 17(1), 149-156.
Harris, P. G. (2008), “Climate Change and Global Citizenship”, Law and Policy,
30(4), 481-501.
Hatfield, E. and R. L. Rapson (2007), “Equity Theory”, Ed. Roy F. Baumeister and
Kathleen D. Vohs, Encyclopedia of Social Psychology, Los Angles and London: Sage
Publications, 307-309.
Hayward, T. (2007), “Human Rights vs Emission Rights: Climate Justice and the
Equitable Distribution of Ecological Space”, Ethics and International Affairs, 21(4),
431-450.
IPCC (2007), Summary for Policymakers in Climate Change 2007: The Physical Science Basis. Ed. Soloman, S., D. Qin, M. Manning, Z. Chen, M. Marquis, K.B. Averyt,
M. Tignor and H.L. Miller, Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change, Cambridge and
New York: Cambridge University Press.
200
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Jagers, S. C. and G. Duus-Otterström (2008), “Dual Climate Change Responsibility:
On Moral Divergences between Mitigation and Adaptation”, Environmental Politics, 17(4), 576-591.
Jamieson, D. (1992), “Ethics, Public Policy, and Global Warming”, Science, Technology and Human Values, 17(2), 139-153.
Kovel, J. (2008), Ecosocialism, Global Justice, and Climate Change”, Capitalism
Nature Socialism, 19(2), 4-14.
Kulkarni, J. S. (2003), “A Southern Critique of the Globalist Assumptions about
Technology Transfer in Climate Change Treaty Negotiations”, Bulletin of Science,
Technology and Society, 23(4), 256-264.
Mazlum, S. C. (2013a) “Küresel İklim Politikasında Yeni Döneme Açılan Kapı: Doha
Geçidi”, Ekoiq Dergisi, Şubat 2013, 92-96.
Mazlum, S. C. (2013b) “Doha Geçidi Nereye Açılıyor?”, Ecoiq Dergisi, Mart 2013,
82-85.
Meyer, L. H. and D. Roser (2006), “Distributive Justice and Climate Change”, Analyse & Kritik, 28(2), 223-249.
Moore, M. (2008), “Global Justice, Climate Change and Miller’s Theory of Responsibility”, Critical Review of International Social and Political Philosophy, 11(4), 501517.
Muhovic-Dorsner, K. (2005), “Evaluating European Climate Change Policy: An Ecological Justice Approach”, Bulletin of Science, Technology and Society, 25(3), 238246.
Müller, B. (2001) “Varieties of Distributive Justice in Climate Change”, Climatic
Change, 48(2-3), 273-288.
Ott, H. E. and W. Sachs (2000), “Ethical Aspects of Emissions Trading”, Contribution to the World Council of Churches Consultation on “Equity and Emission Trading- Ethical and Theological Dimensions”, Saskatoon, Canada May 9-14, 2000,
http://wupperinst.org/uploads/tx_wupperinst/WP110.pdf, (Erişim: 08.02.2013).
Paavola, J. (2008), “Science and Social Justice in the Governance of Adaptation to
Climate Change”, Environmental Politics, 17(4), 644-659.
Page, E. (1999), “International Justice and Climate Change”, Political Studies,
47(1), 53-66.
Page, E. (2007a), “Equity and the Kyoto Protocol”, Politics, 27(1) 8-15.
Page, E. A. (2007b), “Fairness on the Day after Tomorrow: Justice, Reciprocity and
Global Climate Change”, Political Studies, 55(1), 225-242.
EKİM 2013
201
Pan, J. (2003), “Emissions Rights and Their Transferability Equity Concerns over
Climate Change Mitigation”, International Environmental Agreements: Politics,
Law and Economics, 3(1), 1-16.
Pandey, D. N. (2004), “Equity in Climate Change Treaty”, Current Science, 86(2),
272-281.
Parks, B. C. and J. T. Roberts (2006), “Globalization, Vulnerability to Climate
Change, and Perceived Injustice”, Society and Natural Resources, 19(4), 337-355.
Paterson, M. (2001), “Principles of Justice in the Context of Global Climate
Change”, Ed. U. Luterbacher and D. F. Sprinz, International Relations and Global
Climate Change, Cambridge: MIT Press.
Posner, E. and C. R. Sunstein (2007), “Climate Change Justice”, Chicago John M.
Olin
Law
and
Economics
Working
Paper
no.354,
http://www.law.uchicago.edu/files/files/354.pdf, (Erişim: 09.02.2013).
Roberts, J. T. and B. C. Parks (2007), A Climate of Injustice Global Inequality,
North-South Politics and Climate Policy, Cambridge, Massachuchetts, and London:
The MIT Press.
Rocholl, M. (2001), “From Environmental Space to Ecological Debt -a European
Perspective”, Speech delivered at the Conference 'Globalisation, Ecological Debt,
Climate Change and Sustainability', Republic of Benin, November 27-30 2001,
http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=conference%20'globalisation%2C%2
0ecological%20dept%2C%20climate%20change%20and%20sustainability'%2C%20
republic%20of%20benin%2C%20november%202730%202001&source=web&cd=1&ved=0CDkQFjAA&url=http%3A%2F%2Fwww.rca
de.org%2Fcomisiones%2Fdecol%2Fmrocholl2.doc&ei=PCIaUfC3IITTsgaZwYA4&us
g=AFQjCNHNabRNFg1PHuyMqkugFnou-LQ4rQ, (Erişim: 12.02.2013).
Rosales, J. (2008), “Economic Growth, Climate Change, Biodiversity Loss: Distributive Justice for the Global North and South”, Conservation Biology, 22(6), 14091417.
Rose, A. and B. Stevens (1998), “A Dynamic Analysis of Fairness in Global Warming
Policy: Kyoto, Buenos Aires and Beyond”, Journal of Applied Economics, 1(2), 329362.
Sachs,
W.
(2006)
Climate
Change
and
Human
Rights,
http://wupperinst.org/uploads/tx_wupperinst/Climate_Change_Human_Rights.p
df, (Erişim: 08.02.2013).
Schneider, S. H. (2006), “Climate Change: Do We Know Enough for Policy Action?”,
Science and Engineering Ethics, 12(4), 607-636.
Singer, P. (2006), “Ethics and Climate Change: A Commentary on MacCracken,
Toman and Gardiner”, Environmental Values, 15(3), 415-22.
202
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Starkey, R. (2008), Allocating Emissions Rights: Are Equal Shares, Fair Shares?”,
Tyndall Centre for Climate Change Research, Working Paper 118,
http://www.tyndall.ac.uk/publications/working_papers/twp118.pdf,
(Erişim:
08.02.2013).
Stone, D. (2002), Policy Paradox The Art of Political Decision Making, New York
and London: W.W. Norton&Company.
Tucker, A. (2005), “Justice”, Ed. Rodney P. Carlisle, Encyclopedia of Politics the Left
and the Right Volume 2: The Right, Thousand Oaks and London: Sage Publications,
720-724.
Wesley, E. and F. Peterson (1999), “The Ethics of Burden Sharing in the Global
Greenhouse”, Journal of Agricultural and Environmental Ethics, 11(3), 167-196.
EKİM 2013
203
204
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Psikolojik Sözleşme İle İş Tatmini
İlişkisine Yönelik Bir Araştırma
Ali DİKİLİ
Dr., Ekonomi Bakanlığı
[email protected]
Serkan BAYRAKTAROĞLU
Prof., Dr., Süleyman Şah Üniversitesi
İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi
Sakarya Üniversitesi İşletme Fakültesi
[email protected]
Psikolojik Sözleşme İle İş Tatmini İlişkisine
Yönelik Bir Araştırma
A Research Intended For the Relationship
Between Psychological Contract and Job Satisfaction in Pubic Sector
Özet
Abstract
İşgörenlerin örgütlerine/işverenlerine karşı ve
örgütlerin/işverenlerin işgörenlerine karşı yerine
getirmek zorunda oldukları yükümlülüklere dair
işgörenlerin sahip olduğu algılara işaret eden
psikolojik sözleşmenin unsurları ihlâl edildiğinde,
işgörenlerin bazı tutum ve davranışlarında
değişiklik gerçekleşmektedir. Bu çalışmada
dünya yazınında özellikle kamu örgütleri bakımından yeterince araştırılmayan psikolojik
sözleşme ile iş tatmini ilişkisi, 431 adet kamu
işgöreninin cevapladığı anket formları istatistiksel yöntemlerle analiz edilerek ortaya konmaktadır. Araştırmanın bulguları, çok özetle, kamu
sektöründe işgörenlerin psikolojik sözleşme
düzeyleri (ve alt boyutları) ile iş tatmini düzeyleri
(ve alt boyutları) arasında istatistiksel bakımdan
anlamlı ilişkiler olduğunu göstermektedir.
Psychological contract concept refers to perceptions of employees regarding their mutual obligations between themselves and their organizations/employers. When terms of psychological
contract are violated, employees change some of
their attitudes and behaviours. The relationship
between psychological contract and job satisfaction has not been studied enough especially in
public organisations in world literature. This
study analyzes questionnaires, which are answered by 431 public employees, according to statistical methods. Findings of the study show very
briefly that there are statistically meaningful
relationships between psychological contract
(and its sub dimensions) and job satisfaction
(and its sub dimensions) among public sector
employees.
Anahtar Kelimeler: Psikolojik Sözleşme,
Psikolojik Sözleşme İhlâli, İş Tatmini, Kamu
Örgütleri, İnsan Kaynakları Yönetimi
Keywords: Psychological Contract, Psychological
Contract Violation, Job Satisfaction, Public
Organisations, Human Resources Management
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 205- 227
205
1. Giriş
İşgörenlerin işverenlerinden ve çalıştıkları örgütlerinden beklentilerini daha iyi
anlamak üzere geliştirilen psikolojik sözleşme metaforu, son yıllarda değişik araştırmalarda yaygın biçimde kullanılmaktadır (McDonald ve Makin, 2000: 84; Pearce,
1998; Mimaroğlu, 2008: 47). Çok kısaca, işgörenlerin işverenlerine karşı ve işverenlerin işgörenlerine karşı yerine getirmek zorunda oldukları yükümlülüklere dair
işgörenlerin sahip olduğu algılara işaret eden psikolojik sözleşme (Robinson, 1996;
akt. Pate ve Malone, 2000) üzerine Batı ülkelerinde 1960’lı yıllardan beri çalışmalar yapılmakta olup bu çalışmalar 1980’li yıllardan itibaren artarak bugüne kadar
gelmiştir.
Yapılan araştırmalara göre, psikolojik sözleşmenin şartları yerine getirilmediği
zaman psikolojik sözleşme ihlâli oluşmaktadır. Psikolojik sözleşme ihlâli, yazılı olmayan bir sözleşmenin ihlâli olsa da işgörenlerin tutum ve davranışları üzerine
önemli etkide bulunmakta (Turnley ve Feldman, 1999a: 376) ve psikolojik sözleşmelerdeki değişme, işgörenlerin tutum ve davranışlarındaki değişmelere dair ipuçları taşımaktadır (McDonald ve Makin, 2000).
Diğer taraftan, psikolojik sözleşme ihlâli sonucunda özellikle işgörenlerin tutum ve
davranışlarında örgütün çıkarları aleyhine değişmeler meydana gelebilmektedir.
İşgörenlerin değişen tutum ve davranışlarına; işten ayrılma niyetinin artması, işe
devamın azalması, örgütsel bağlılığın azalması ve iş tatmininin azalması örnek olarak verilebilir.
Öte yandan, işgörenlerin tutum ve davranışlarından biri olan iş tatmininin yüksekliği, yüksek performans ve etkin hizmeti sürdürmekte anahtar bir rol oynayarak
örgütün verimliliğini artırmaktadır (Gunlu vd., 2010: 694). Buna karşılık işinden
tatmin olmayan işgörenler işe devam konusunda sorun yaşamakta, örgütten ayrılmaya daha çok meyil göstermekte ve tahrip edici davranışlara daha çok yönelmektedirler. Bu bakımlardan iş tatmini konusunun anlaşılması özellikle yöneticiler
açısından önem arz etmektedir (Robbins, 1998: 160).
Dolayısıyla, psikolojik sözleşme ile iş tatmini arasında bir ilişki ve etkinin var olup
olmadığı; var ise bu ilişkinin yönü, kapsamı, detayları ve koşullarının neler olduğu;
temel bir araştırma sorusu olarak ortaya konmaya değer görünmektedir.
2. Psikolojik Sözleşme Kavramı
Örgütsel yaşamda işgörenlerin örgüt yetkilisi veya işverenleri ile imzaladıkları sözleşmeler ve yerine getirmeleri gereken yükümlülükleri açıkça belirten yazılı metinler, mevzuat vs.nin yanı sıra açıkça ifade edilmeyen hususlar da önemlidir. İşgören
ile örgütü/işvereni arasında imzalanan yazılı sözleşmelere dayalı unsurlardaki boşluk ve belirsizlikler, işgörenlerin tutum ve davranışlarını açıklamakta yetersiz kalınca yazında psikolojik sözleşme kavramı öne çıkmıştır (Mimaroğlu, 2008: 48). Ya-
206
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
bancı yönetim ve organizasyon yazınında yoğun olarak çalışılagelen bu kavram
örgüt araştırmaları içinde önemli bir yere sahip olmuş (Marks, 2001: 454-455) olup
artık örgütsel tutum ve davranışların önemli bir öncülü (Oğul ve Selekler, 2007: 10)
olarak kabul edilmektedir.
Psikolojik sözleşme öncelikle çok yönlü, kişiye özgü ve önemli oranda algı gibi öznel unsurlara dayalı bir kavramdır (Chrobot-Mason, 2003: 39; Turnley ve Feldman,
1999a: 368). Nikolaou ve diğerleri, psikolojik sözleşmenin öznel yapısının ne kadar
önemli olduğunu şu sözlerle ifade etmektedirler:
“Psikolojik sözleşmenin öznel doğası; işgörenin kişiliğinin, işveren tarafından kendisine sunulan imkânlar (inducements) hakkındaki algıları üzerine
etki etmesi gerektiğini; dolayısıyla, psikolojik sözleşmesinin gelişmesi, şekillenmesi, devam ettirilmesi ve bozulması veya ihlâlini etkileyeceğini ima
eder” (2007: 650).
Nitekim, yazında psikolojik sözleşmenin içeriği veya doğasından daha çok bu yapının iş tatmini, personel dönüşüm oranı ve örgütsel bağlılık gibi sonuçlar üzerine
etkileri araştırılmıştır (Marks, 2001: 458). Bunun yanı sıra, psikolojik sözleşme;
tanımı gereği, gönüllü, öznel, dinamik ve enformel olduğu için oluştuğu zamanki
bütün detayları ortaya koymak da mümkün değildir (Hiltrop, 1996: 36).
Dolayısıyla, psikolojik sözleşmeye dair aşağıdaki genel özelliklerden bahsedilebilir:
Psikolojik sözleşmeler yazılı sözleşmeler değillerdir, algılara dayalı olan, bireylerin zihninde var olan ve sıklıkla muğlak sözleşmelerdir.
Psikolojik sözleşmenin tarafları yani işgören ile işveren/amir/örgüt arasında bir bağımlılık ve karşılıklı yükümlülük ilişkisi mevcuttur.
Psikolojik sözleşmeler durağan değillerdir; hem kişilere hem de zamana
göre değişirler.
2.1. Psikolojik Sözleşme Türleri
Yukarıda belirtildiği üzere; psikolojik sözleşmenin tek bir türünün olamayacağı
değişik yazarlarca iddia edilmiştir. Örneğin, O’Neill ve Adya (2007) işgörenlerin,
değişik istihdam seviyelerinde farklı psikolojik sözleşmelere sahip olduğunu ifade
etmektedir. Yine, Grant (1999), uyumlu sözleşme, uyumsuz sözleşme, kısmî sözleşme ve deneme sözleşmesi olmak üzere dört tür psikolojik sözleşme üzerinde
durmuştur.
Kavram üzerine bugüne kadar yapılan araştırmalar sonucunda işlemsel psikolojik
sözleşme ve ilişkisel psikolojik sözleşme; genel kabul gören iki psikolojik sözleşme
türü olarak öne çıkmaktadır (örneğin, MacNeil, 1985; Rousseau, 1990). Hess ve
Jepsen’in belirttiğine göre, Rousseau’nun çalışmalarında işlemsel sözleşmeler kısa
dönemli olup ekonomik şartları; ilişkisel sözleşmeler ise açık uçlu olup ekonomik
EKİM 2013
207
şartlar kadar sosyo-duygusal şartları da içermekte olup işlemsel ve ilişkisel sözleşmeler birbirinden ayrılırken ilişkinin süresi ve ilişkide performans gereklerinin spesifik olup olmaması (yani performans standartlarının işveren tarafından belirlenmesi veya işgörene bırakılması) esas alınarak bir matriks oluşturulmuştur (Hess ve
Jepsen, 2009: 262-263).
İşlemsel mübadelede örgütler belirli ve sınırlı bir zaman diliminde işgörenlerce
gerçekleştirilen spesifik görevler için spesifik ekonomik koşulları birincil teşvik
unsuru olarak ortaya koyarlar (Rousseau, 1995; akt. Hess ve Jepsen, 2009: 262263). Bunun en tipik örneği işgörenlere ödenen ücretlerdir.
Halbuki ilişkisel mübadelede itimat, güvenlik ve sadakatin mübadelenin odağında
yer aldığı daha az belirgin, açık uçlu ilişkiler vurgulanmaktadır (Rousseau, 1995;
akt. Hess ve Jepsen, 2009: 262-263). İlişkisel sözleşmelerde ilişki, işgörenin ekonomik, sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını en çoklaştırmakta ve daha derin bir güven
düzeyine yol açmaktadır (Whitener vd., 1998). Öte yandan; ilişkisel psikolojik sözleşmeler belirsiz ve parçalı bir karakter taşırlar. Bu sözleşmenin kiminle kurulduğu
(eski veya yeni patron, yöneticiler gibi sözleşmenin karşı tarafında birden fazla
kişinin yer alması) ve ilişkisel sözleşmeyi içeren algıların sübjektif yapısı herhangi
bir değişikliği kişisel yorumlamaya tabi tutar. Bu durum ilişkisel psikolojik sözleşmeyi belirsiz kılar. (Hallier ve James, 1997: 225). Bu tip sözleşmelere işgörenin
kendini geliştirme fırsatları ve uzun dönem kariyer yolları örnek verilebilir (Chrobot-Mason, 2003: 23).
Ne var ki psikolojik sözleşmeler sadece işlemsel sözleşme veya sadece ilişkisel
sözleşme şeklinde olmazlar; bu ikisi, skalanın iki ucunu temsil etmektedirler
(McDonald ve Makin, 2000: 85). Bireysel kişilik özellikleri ve kültürel değerler, aynı
iş koşullarında çalışan işgörenlerin birbirlerinden farklı istihdam ilişkileri kurmalarına neden olmaktadır (Zhao ve Chen, 2008: 290). Bu noktada, kişilik özellikleri ile
sahip olunan psikolojik sözleşme türleri arasındaki ilişki üzerine değişik araştırmalar yapılmıştır (örneğin; Raja vd., 2004; Zhao ve Chen, 2008). Örneğin, eşitliğe duyarlı (equity sensitivity) ve dışsal kontrol odağına (external locus control) sahip
işgörenler daha çok işlemsel psikolojik sözleşmeye (Zhao ve Chen, 2008); dikkat
düzeyi (conscientiousness) yüksek (Raja vd., 2004; Zhao ve Chen, 2008) ve özgüveni yüksek işgörenler ise daha çok ilişkisel psikolojik sözleşmeye sahiptirler (Raja
vd., 2004).
2.2. Psikolojik Sözleşme İhlâli
Psikolojik sözleşmeler açık biçimde ortaya konulmazlar; bir ihlâl durumunda açık
hale getirilmiş olurlar ve psikolojik sözleşme ihlâlleri psikolojik sözleşmelerin içerik
ve sonuçlarını ortaya koymak bakımından önem taşırlar (Granrose ve Baccili, 2006:
164). Diğer taraftan, psikolojik sözleşme pek çok kere sadece ihlâl edildiğinde veya
208
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
önemli bir değişime uğradığında işgörenlerin davranışlarını etkileme bakımından
önemli hale gelmektedir (McDonald ve Makin, 2000: 85).
İşverenler, işgörenlere verdikleri sözleri sıklıkla ihlâl etmektedirler (Hallier ve James, 1997: 223). Ne var ki sadece işverenlerin sözlerini tutmamaları psikolojik
sözleşme ihlâli oluşması için yeterli bir unsur değildir. Psikolojik sözleşme ihlâli,
işgören, örgütün psikolojik sözleşmeye ilişkin yükümlülüğü/yükümlülükleri yerine
getiremediğini algıladığında ortaya çıkmaktadır (Rousseau ve Parks, 1993; akt.
Turnley ve Feldman, 1999b: 897). Psikolojik sözleşme ihlâli gerçekten vuku bulmamış olabilir veya ihlâle dair inanç geçerli olmayabilir. Burada önemli olan işgörenin bir ihlâlin gerçekleştiğine dair inancıdır. Değişen işgören tutum ve davranışlarını değerlendirdiğimizde bu, özellikle böyledir (Robinson, 1996; akt. Pate ve
Malone, 2000). Dolayısıyla, araştırmaların çoğunda gerçek bir ihlâlden ziyade algılanan ihlâl, analizlere konu edilmiştir. İşverenin sözleşmeye her uymayışı, işgören
tarafından bir ihlâl gibi değerlendirilmeyebilir ve psikolojik sözleşmeye zarar vermeyebilir (Turnley ve Feldman, 1999a: 368). Daha önce psikolojik sözleşmeye ilişkin çizilmeye çalışılan kuramsal çerçevede de görüldüğü üzere psikolojik sözleşme
ihlâline ilişkin kuramsal perspektifler bir biçimde beklentilerin uyuşmazlığı yapısı
(construct of discrepancy of expectations) üzerine odaklanmaktadır (Turnley ve
Feldman, 1999b: 897).
Psikolojik sözleşme ihlâli, bir sosyal ve psikolojik bağlamda yaşanmaktadır. Bu
sosyal ve psikolojik bağlamlara güven ve karşılıklılık gibi unsurlar örnek verilebilir.
Güven, psikolojik sözleşme ihlâli deneyiminde önemli bir rol oynar. İşgörene duyulan güven; ihlâlin fark edilmesine, yorumlanmasına ve ona tepki verilmesine etki
edebilir. İşgören işverene ihlâl öncesinde az güven duyuyor ise bu onun seçici dikkate sahip olmasına yol açabilir ve işgören gerçekte bir psikolojik sözleşme ihlâli
olmasa bile varmış gibi değerlendirebilir. Bunun tersi durumda, yani işgören ihlâlden önce işverene yüksek düzeyde güven duyuyor ise psikolojik sözleşme ihlâlini
fark etmeyebilir, görmezden gelebilir veya unutabilir. Dolayısıyla, güven iki önemli
rol oynamaktadır. Birincisi; güven, bir eylemin psikolojik sözleşme ihlâli olarak
algılanma ihtimalini etkilemektedir. İkincisi; güven, psikolojik sözleşme ile işgörenin ihlâl sonrasında örgüte yaptığı katkı arasındaki ilişkiye aracılık etmektedir. (Robinson 1996; akt. Pate ve Malone, 2000: 158-159).
3. İş Tatmini Kavramı
İş tatmini, aslında her zaman hem işgörenler hem de örgütler bakımından kendisine yoğun ilgi gösterilen bir konu olmuş (Dikici, 2005:45), işe katılım ve örgütsel
bağlılık ile birlikte örgütsel davranış alanında en çok çalışılan konuların arasında
yer almıştır (Robbins, 1998: 142; Luthans, 1992: 113-114). Nitekim, akademik olarak 1930’lu yıllardan beri dünya yazınında yoğun bir biçimde çalışılan iş tatmini
EKİM 2013
209
kavramı üzerine 11.000’den fazla çalışma yapıldığı, Judge ve diğerleri tarafından
ifade edilmektedir (2002: 25-26).
Örgüt araştırmalarında iş tatmini üzerinde çalışma yapmak iki bakımdan önemli
görünmektedir. Birincisi; iş tatmini işgören tutum ve davranışlarını açıklayan birçok kuram ve modelde merkezî bir role sahiptir. İkincisi ise; iş tatminine dair araştırmalar bireylerin yaşamı ve örgütsel etkinliğin geliştirilmesine dair pratik uygulamalara sahiptir. (Judge vd., 2002: 26)
İnsan ilişkileri ekolünün ortaya çıkması ile birlikte örgüt araştırmalarında değişik
süreçler, farklı değişkenlere işgörenler üzerinden bakılmaya başlanması suretiyle
anlaşılmaya çalışmıştır. Üzerinde yoğun araştırmaların yapıldığı bu değişkenlerden
biri de iş tatmini kavramıdır. İş tatminine verilen önem şu çarpıcı ifadelerde belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır: “Birinin işini ona devam edecek kadar tatmin
edici bulması veya bulmaması, … hem işveren hem de işgören için birinci derecede
önemli bir konudur” (Hoppock, 1935: 5; akt. Judge vd., 2002: 25). İş tatmini yüksek
olan işgörenler, işe karşı olumlu tutumlar, iş tatmini düşük olan işgörenler ise
olumsuz tutumlar sergilemektedirler (Robbins, 1998: 142). Dolayısıyla, işgören
tutumları örgütsel davranış alanını etkiledikleri için insan kaynakları yönetimi için
de önemlidir (Luthans, 1992: 113). Yani, örgütlerde işgörenlerin iş tatmin düzeylerinin düşük olması sadece ilgili işgören açısından olumsuz sonuçlar doğurmaz.
Düşük iş tatmin düzeyi bir taraftan işgörenin verimliliğini ve performansını azaltmakta; diğer taraftan, işe devamsızlık veya işten ayrılma durumlarında olduğu gibi
işgücü devir hızının artması nedeniyle maliyeti artırarak aynı zamanda örgütü de
ilgilendirmektedir. (Bozkurt, 2009; Dikici, 2005: 50). Dolayısıyla, işgörenlerin işe
devam veya işten ayrılma ve işleri için sarfettikleri efor iş tatmin düzeylerine bağlı
olmaktadır (Clark, 1996: 189).
İş tatmini, her şeyden önce, işgörenin işiyle ilgili öznel bir değerlendirmesini ifade
etmekte (Clark, 1996: 189) olup genel olarak işgörenin iş ortamına dair olumlu
veya olumsuz duygularının tümü şeklinde değerlendirilebilir (Bozkurt, 2009). Yani;
işgörenin işine karşı genel bir tutumu olan iş tatmini (Luthans, 1992: 113; Dikici,
2005: 46), işgörenin aldığı ödülün miktarı ile alması gerektiğine inandığı ödül arasındaki farka (Robbins, 1998: 25, 142) işaret etmektedir. Dolayısıyla, bu kavram
işgörenin işinden ne istediği ile ne elde ettiğine ilişkin algısı arasındaki algılanan
ilişkinin bir fonksiyonu olmaktadır (Hess ve Jepsen, 2009: 263). Dikici ise yaptığı
kapsayıcı ve detaylı tanımda iş tatminini, “işgörenin maaşıyla, fiziksel ve duygusal
çalışma koşullarıyla, sahip olduğu otoriteyle, otoritesini kullanma özerkliği ile başarıları karşılığında verilen ödüllerle, işindeki sosyal statüsüyle, çalışma arkadaşları
ve amirleriyle ilgili pozitif ve negatif görüşlerinin bir toplamı” olarak değerlendirmektedir (2005: 49).
Yazında yaygın kabul görmüş olan bir yaklaşım, iş tatmini kavramının temelde,
içsel (intrinsic) ve dışsal (extrinsic) iş tatmini şeklinde ikiye ayrılmasıdır. İçsel iş
210
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
tatmini bireylerin yaptıkları işin merkezî veya içsel yönleri ile ilişkilidir. Buna iş
arkadaşları, ast-üst ilişkileri (supervision), işin kendisi ve sorumluluk gibi unsurlar
örnek olarak verilebilir. Dışsal iş tatmini ise işle ilgili görevlere dair dışsal yönlerle
ilgilidir. Dışsal iş tatminine de ücret, ödemeler ve terfi örnek verilebilir. (Landy ve
Conte, 2007: 387; Judge vd., 2002: 27)
3.1. İş Tatmininin Psikolojik Sözleşme ile İlişkisi
İş tatmini, işgörenin psikolojik sözleşmesinde var olan beklentilerinin karşılanma
derecesine işaret etmektedir (Dikici, 2005: 46-48; Bozkurt, 2009). Larwood ve
diğerlerine (1998) göre iş ile psikolojik sözleşmenin uyuşması daha yüksek iş tatmin düzeylerine yol açmaktadır. İş tatmini çalışmalarında genelde iş tatmininin
belirleyicisi olarak işten memnuniyet ele alınır. Ne var ki buna çalışma şartları,
çalışma saatleri, ücret, iş güvenliği, işgörenin sahip olduğu yetki gibi faktörlerin de
dahil edilmesi gerekir (Bozkurt, 2009).
Yazında iş tatmininin işe ilişkin beklenti ile işten elde edilenin bir fonksiyonu olduğu yönünde yaygın bir kabul vardır. İşgörenin işe ilişkin aldığı ödüller ile sunduğu
katkıya biçtiği değer arasındaki algıladığı uyum ne kadar fazla ise iş tatmin düzeyi o
kadar yüksek; diğer taraftan, işgörenin bu konudaki algıladığı uyumsuzluk ne kadar
fazla ise iş tatmin düzeyi o kadar düşüktür. Bu durumda iş tatmini kavramına yöneltilen temel bir eleştiri, insanlar arasındaki farkları yeterince dikkate almamasıdır. Çünkü bazı insanların bir işten beklentileri, başka insanların beklentilerinden
farklı olabilir (Oshagbemi, 2003: 1211-1215).
Dolayısıyla, iş tatmininin öncelikle işgörenlerin işlerine dair beklentileri ve algılarını
içermesi; bizi bu kavramın psikolojik sözleşme ile ilgili olabileceği sonucuna götürmektedir.
4. Psikolojik Sözleşme İle İş Tatmini İlişkisine Dair Bir Araştırma
4.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi
Ülkemiz yazınında yapılan taramada iş tatmini üzerine çok sayıda çalışma yapıldığı
görülmüştür. Ne var ki psikolojik sözleşme üzerine sadece Saylı (2002), Oğul Selekler (2007), Demiral (2008), Mimaroğlu (2008), Türker (2010) ile Karcıoğlu ve Türker’in (2010) çalışmalarına ulaşılabilmiştir. Dolayısıyla; ülkemizde özellikle psikolojik sözleşme üzerine daha fazla çalışmanın yapılmasının gerektiği görülmektedir.
Ayrıca; yazında araştırmacıların büyük çoğunluğu özel sektör üzerine çalışmışlar;
yapılan yazın taramasında Cassar (2001), Lemire ve Rouillard (2005) ile Willems ve
diğerleri (2006) gibi araştırmacılar dışında kamu sektörü üzerine çalışma yapmış
araştırmacılara rastlanamamıştır.
Öte yandan, kamu sektörü üzerine yapılan söz konusu, sınırlı araştırmalardan birinde psikolojik sözleşme ihlâlinin kamu sektörü çalışanlarının tutum ve davranışEKİM 2013
211
larını olumsuz etkilediği ortaya konmuştur (Lemire ve Rouillard, 2005: 160). Dolayısıyla, Türkiye’deki kamu sektörü işgörenlerinde de benzer sonuçların ortaya çıkıp
çıkmayacağı belirlenmelidir.
Bu çerçevede, bu araştırma ile görgül bir çalışma yapılarak Türkiye’de kamu sektörü işgörenlerinin psikolojik sözleşmeleri ile iş tatmin düzeyleri arasındaki ilişkilerin
ortaya konması amaçlanmaktadır. Araştırmada alt boyutları da dikkate alınarak,
bir yandan, psikolojik sözleşme ile iş tatmini ilişkisi; diğer yandan da psikolojik
sözleşmenin iş tatmini üzerine etkisi incelenmektedir.
Psikolojik sözleşme kavramı ile iş tatmini ilişkisi incelenirken esasen yönetim ve
organizasyon yazınına katkıda bulunmak amaç edinilmekte, elde edilen bulguların
aynı zamanda profesyonel yöneticilere yol gösterici olabileceği değerlendirilmektedir.
4.2. Araştırmanın Kapsamı ve Kısıtı
Bu araştırmada örnek olay yöntemi belirlenmiştir. Örnek olay yönteminde, araştırma bir veya daha fazla sayıda örgütte belirli bir süre boyunca sistematik bir biçimde yürütülür ve sonuçlar analiz edilir. Anket yapılması örnek olay yönteminde
kullanılan veri toplama yöntemlerinden biridir (Altunışık vd., 2007: 255-256). Araştırmada oluşturulan alt problemlere, araştırmacıların anket sorularına verdikleri
cevapların SPSS’de kullanılan yöntemlerle işlenmesi suretiyle cevap aranmaktadır.
Araştırma, kamu sektöründen alınan bir örgütün Ankara’daki merkez yapılanmasında çalışan işgörenler üzerinde yapılan çalışmalara dayanmaktadır. Dolayısıyla,
araştırmanın genellenebilirliği sınırlıdır. Diğer taraftan, psikolojik sözleşme dinamik
bir sözleşmedir ve zaman içinde değişebilir (McDermott vd., 2006: 464). Bu araştırma, işgörenlerin psikolojik sözleşmelerinin zaman içerisinde nasıl oluştuğu ve
nasıl değiştiğini konu edinmemektedir. Araştırma durağan bir modeli ifade etmekte ve bir kere yapılan ölçümlere dayanmaktadır. Bulguların uzun dönemde geçerli
olup olmadığını görebilmek için boylamsal (longitudinal) bir çalışma yapmak gerekmektedir. Öte yandan, araştırma, ölçeklerde sorulan sorular temelinde tasarlanmıştır. Psikolojik sözleşme, psikolojik sözleşme ihlâli ve iş tatmini kavramları;
araştırmada kullanılan ölçekler ile sınırlıdır.
4.3. Araştırmanın Yöntemi
4.3.1. Veri Toplama Aracı
Veriler, anket yoluyla toplanmıştır. Araştırma için hazırlanan anket formunun birinci bölümünde işgörenlerin işlemsel, ilişkisel ve toplam psikolojik sözleşme düzeylerini belirlemek amacıyla Millward ve Hopkins’in (1998) geliştirdiği 17 maddelik psikolojik sözleşme ölçeği (akt. Mimaroğlu, 2008); ikinci bölümünde işgörenlerin psikolojik sözleşme ihlâl düzeylerini ölçmek üzere Robinson ve Rousseau’nun
(1994) psikolojik sözleşme ihlâli ölçeği (akt. Mimaroğlu, 2008); üçüncü bölümünde
212
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
ise işgörenlerin içsel/temel iş tatmini, dışsal iş tatmini ve genel iş tatmini boyutları
ile ortaya konan iş tatmin düzeylerini ölçmek üzere MTÖ (Minnesota Tatmin Ölçeği - Kısa Form) kullanılmıştır.
İşgörenlere 600 adet anket formu dağıtılmış, bunlardan 431 tanesi doldurularak
geri verilmiştir. %71,8’lik yüksek bir geri dönüş oranına tekabül eden bu rakam,
olması gereken %20’lik geri dönüş oranının (Mimaroğlu, 2008: 117) çok üzerinde
bir oranı ifade etmektedir. Bahsedilen 431 adet formdaki veriler sosyal bilimlerde
istatistiksel analiz yapılması için geliştirilen SPSS programının 16 numaralı versiyonuna girilerek analiz edilmiştir.
4.3.2. Ölçekler ve Ölçeklere İlişkin Güvenirlik Analizleri
Araştırmada psikolojik sözleşme, psikolojik sözleşme ihlâli ve iş tatmini ölçeklerinin
güvenirliğine dair veriler, Cronbach alfa katsayısı kullanılarak değerlendirilmiştir.
Cronbach alfa katsayısı, ölçek maddeleri arasındaki korelasyonun ortalamasına
dayanan bir iç tutarlılık modelidir. Güvenilirlik analizi sonucunda, ölçeğin güvenilir
olduğunun söylenebilmesi için bu katsayısının 0,60’dan yüksek olması gerekmektedir. (Hair vd., 1995: 431; akt. Mimaroğlu, 2008: 116)
Psikolojik Sözleşme Ölçeği ve Ölçeğe Ait Güvenirlik Analizleri
Anketin ilk bölümünde işgörenlerin psikolojik sözleşme düzeylerini ölçmek için
Milward ve Hopkins (1998) tarafından geliştirilen 17 maddelik psikolojik sözleşme
ölçeği (akt. Mimaroğlu, 2008) kullanılmıştır. Bu ölçeğin on maddesi psikolojik sözleşmenin ilk alt boyutu olan işlemsel psikolojik sözleşmeyi, yedi maddesi ise psikolojik sözleşmenin diğer alt boyutu olan ilişkisel psikolojik sözleşmeyi ölçmektedir.
Katılımcı işgörenlerden ölçekte sorulan soruları beşli likert ölçeği formatında kendilerinin algılama seviyelerine göre; 1: Kesinlikle katılmıyorum, 2: Katılmıyorum, 3:
Kararsızım, 4: Katılıyorum ve 5: Kesinlikle katılıyorum seçeneklerinden birini seçerek cevaplandırmaları istenmiştir.
Çalışmada ölçeğe ait güvenirlik katsayıları hesaplanmış; ilişkisel psikolojik sözleşme
alt ölçeğinde güvenirliği düşürdüğü tespit edilen bir madde (17 numaralı madde)
analiz kapsamından çıkartılarak, iç tutarlılık katsayısı (Cronbach alfa) .74 ve işlemsel psikolojik sözleşme alt ölçeğinde güvenirliği düşüren iki madde (12 ve 14 numaralı maddeler) analiz kapsamından çıkarılarak iç tutarlılık katsayısı (Cronbach
alfa) .64 olarak bulunmuştur. Dolayısıyla, çalışmada ilişkisel psikolojik sözleşme
ölçeğinden 6, işlemsel psikolojik sözleşme ölçeğinden ise 8 madde analiz kapsamına alınmıştır.
Psikolojik Sözleşme İhlâli Anketi
Anketin ikinci bölümünde psikolojik sözleşme ihlâl seviyelerini ölçmek için Robinson ve Rousseau’nun geliştirdiği psikolojik sözleşme ihlâl anketi (Robinson ve Rousseau, 1994; akt. Freese ve Schalk, 2008) kullanılmıştır. Bu anket maddesi, “Genel
EKİM 2013
213
olarak, işinizle ilgili beklentilerinizin işvereniniz tarafından ne düzeyde karşılandığını düşünüyorsunuz?” şeklinde Türkçe’ye çevrilerek katılımcılardan beşli likert
ölçeği formatında, “1” en düşük düzeyi, …, “5” en yüksek düzeyi ifade edecek şekilde, seçeneklerden birisini seçmeleri istenmiştir.
İş Tatmini Ölçeği ve Ölçeğe Ait Güvenirlik Analizleri
Yazında iş tatminini ölçmek için en çok tercih edilen ölçeklerden biri olan (Landy
ve Conte, 2007: 387) “Minnesota Tatmin Ölçeği - Kısa Form” (MTÖ, Minnesota
Satisfaction Questionnaire- Short Form), 20 adet beşli likert türü sorudan oluşmaktadır (Downes vd., 2002: 30).
MTÖ’ne göre iş tatmini bir tutum olarak düşünülür ve işgörenin tutumu bakımından iş tatmininin üç yüzü / alt boyutu (facet) vardır. Bunlar; içsel/temel (intrinsic)
faktörler; dışsal (extrinsic) faktörler ve genel veya genel takviye (general reinforcement) faktörleridir. Bu ölçek ile toplam 20 faktör ölçülür. Ölçek kapsamındaki
içsel/temel faktörler; yetenek kullanımı, aktivite, başarı, yetki, bağımsızlık, ahlakî
değerler, sorumluluk, iş güvenliği, yaratıcılık, sosyal hizmet (social service), sosyal
statü ve değişkenliktir. Dışsal iş tatmini faktörleri; kariyerde ilerleme, şirket politikası, ödeme, tanıma, gözetim-işgören ilişkileri (supervision-human relations) ve
gözetim-tekniktir (supervision-technical). Genel faktörler ise çalışma koşulları ve
işyerindeki diğer işgörenlerdir (co-workers). (Feinstein ve Vondrasek, 2001).
MTÖ, tatmin edici sonuçlar ve güvenirlik değerleri göstermektedir (Gunlu vd.,
2010: 701; Landy ve Conte, 2007: 387). Dolayısıyla, bu araştırmada da iş tatmini ve
alt boyutlarının ölçümünde MTÖ kullanılmıştır. İçsel/temel iş tatmini boyutunda
12, dışsal iş tatmini boyutunda 6, genel iş tatmini boyutunda ise 2 soru bulunmaktadır.
Bu çalışmada ölçeğe ait güvenirlik katsayıları hesaplanmış, içsel/temel iş tatmini
boyutunda iç tutarlılık katsayısı (Cronbach alfa) .88; dışsal iş tatmini boyutunda iç
tutarlılık katsayısı (Cronbach alfa) ise .83 olarak bulunmuştur. Genel iş tatmini
boyutunda iki sorunun yer alması sebebiyle güvenirlik analizi boyut bazında yapılmamıştır. Maddeler tüm ölçeğin iç tutarlılık katsayısı (Cronbach alfa) hesaplanırken analize alınmıştır. Bu maddelere ait iç tutarlılık katsayıları (Cronbach alfa)
madde bazında tek tek sırasıyla .49 ve .30 olarak bulunmuştur. Bu değerler ölçek
içindeki maddeler bazında değerlendirme yapıldığında, .30’un üzerinde değere
sahip olanlar kabul edilir olduğu için, kabul edilebilir düzeydedir. Tüm ölçeğin iç
tutarlılık katsayısı (Cronbach alfa) ise .91 olarak bulunmuştur.
4.3.3. Araştırmanın Alt Problemleri
Alt Problemleri Oluşturmaya Dönük Yazın Taraması
Hem psikolojik sözleşme hem de iş tatmini kavramına ilişkin, yurtdışında yapılmış
binlerce araştırma bulunmaktadır. Ancak, ülkemizde özellikle psikolojik sözleşme
214
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
üzerine yapılmış akademik düzeyde çalışmaya pek rastlanmamaktadır. Bu konuda
yapılmış olan az sayıdaki çalışmalardan birinde, Mimaroğlu (2008) psikolojik sözleşmenin işgörenlerin beş adet tutum ve davranışı üzerindeki etkilerini araştırmıştır. Tıbbî satış temsilcileri üzerine yapılmış olan söz konusu çalışmada psikolojik
sözleşmenin örgütsel bağlılık, iş tatmini, işten ayrılma niyeti, örgütsel vatandaşlık
ve adaletsizlik algısı üzerine etkileri incelenmiştir. Öte yandan, ülkemizde yine bu
alanda yapılmış en önemli çalışmalardan birinde Saylı (2002), psikolojik sözleşme
kavramını örgütsel değişim bağlamında ele almıştır. Bahse konu çalışmada psikolojik sözleşme ile iş tatmini ilişkisi araştırılmamış; Mimaroğlu’nun (2008) çalışmasında ise bu ilişki derinlemesine ortaya konmamıştır. Diğer taraftan, her iki çalışma da
kamu sektörü çalışanları üzerine yapılmamıştır. Dolayısıyla, psikolojik sözleşme ile
iş tatmini ilişkisinin kamu sektörü işgörenleri dikkate alınarak derinlemesine araştırılması uygun olacaktır.
Psikolojik Sözleşme ile İş Tatmini İlişkisi
Psikolojik sözleşmenin ihlâli veya yerine getirilmesine karşı işgörenlerin verdiği
tepkilerden üzerinde en fazla çalışma yapılanlardan biri iş tatminidir (Zhao vd.
2007; akt. Hess ve Jepsen, 2009: 263). Bu bağlamda, örneğin, Flood ve diğerleri
(2005) artan psikolojik sözleşme yerine getirilmesinin (fulfilment) daha yüksek iş
tatmini ile ilişkili olduğunu bulmuşlardır (akt. Hess ve Jepsen, 2009: 264). Bu çerçevede, işgörenlerin psikolojik sözleşmeleri ile iş tatmin düzeyleri arasında olumlu
bir ilişkinin bulunup bulunmadığı araştırılmaya değer görünmektedir.
İşlemsel Psikolojik Sözleşme ile İş Tatmini İlişkisi
Psikolojik sözleşmenin içeriği, özellikle işlemsel mi yoksa ilişkisel mi olduğu, işgören tutum ve davranışlarının ne olacağını belirlemede önemli bir rol oynar. Bu
durum özellikle sözleşmenin içeriğinin değiştiği zamanlarda çok önemlidir (McDonald ve Makin, 2000: 85). Dolayısıyla, psikolojik sözleşmenin alt boyutları olan
işlemsel ve ilişkisel psikolojik sözleşmeler ile iş tatmini ilişkisini araştırmak gerekir.
Yazında yapılmış olan değişik araştırma sonuçlarına göre iş tatmininin en çok ortaya konan nedenleri; ücret, işin kendisi, terfi olanakları, yönetim, çalışma grubu ve
çalışma şartları olarak gösterilmekte; bunların arasında ücret ve işin kendisi (yani
maddî unsurlar) en çok iş tatmini sağlayan unsurlar olarak görülmektedir (Mimaroğlu, 2008: 95). İşlemsel psikolojik sözleşmenin unsurları ise daha önce tartışıldığı
gibi esasen ekonomik ve maddî unsurlara dayanmaktadır. Bu çerçevede; işgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşmeleri ile iş tatmin düzeyleri arasında olumlu bir
ilişkinin var olup olmadığı araştırmaya konu edilebilir.
İlişkisel Psikolojik Sözleşme ile İş Tatmini İlişkisi
McDonald ve Makin (2000: 88) ilişkisel psikolojik sözleşmelerin yüksek iş tatmini
düzeyleri ile karakterize edildiklerini belirtmektedirler. Bu önerme çerçevesinde
EKİM 2013
215
işgörenlerin ilişkisel psikolojik sözleşmeleri ile iş tatmin düzeyleri arasında olumlu
bir ilişkinin varlığı bir araştırmanın konusunu oluşturabilir.
Psikolojik Sözleşme İhlâli ile İş Tatmini İlişkisi
Psikolojik sözleşme ihlâlleri, işgörenlerin iş performansları üzerine büyük etkide
bulunmakta; örgütün psikolojik sözleşme koşullarını yerine getirmemesi, daha az
iş tatmini ile sonuçlanmaktadır (Rousseau, 1995; akt. Turnley ve Feldman, 1999b).
Yine, Gakovich ve Tetrick (2003), Lester ve Kickul (2001), Porter ve diğerleri (1998)
ve Sutton ve Griffin (2004) artan psikolojik sözleşme ihlâlinin daha düşük iş tatmini
ile ilişkili olduğunu bulmuşlardır (akt. Hess ve Jepsen, 2009: 264). Bu bulgular,
işgörenlerin algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli ile iş tatmin düzeyleri arasında
var olabilecek olumsuz bir ilişkinin ortaya konulabileceğine işaret etmektedir.
Yapılan Yazın Taraması Temelinde Geliştirilen Alt Problemler
Yukarıda yapılan yazın taraması temelinde aşağıdaki alt problemler oluşturulmuştur:
1. Alt problem: İşgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme, algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyi ile içsel/temel, dışsal, genel ve
toplam iş tatmini düzeyleri arasında anlamlı ilişki var mıdır?
2. Alt problem: İşgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri; işgörenlerin içsel/temel iş
tatmini düzeyinin anlamlı bir yordayıcısı mıdır?
3. Alt problem: İşgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri; işgörenlerin dışsal iş tatmini
düzeyinin anlamlı bir yordayıcısı mıdır?
4. Alt problem: İşgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri; işgörenlerin toplam iş tatmini düzeyinin anlamlı bir yordayıcısı mıdır?
4.4. Araştırmaya İlişkin Bulgu ve Yorumlar
Araştırmaya dair bulgular ortaya konurken istatistikî çözümlerin anlamlılığında
kabul düzeyi .05 olarak benimsenmiştir. Elde edilen bulgular, Psikolojik Sözleşme
ve Psikolojik Sözleşme İhlâli ölçeğinde 4.21-5.00 kesinlikle katılıyorum (yüksek
düzey), 3.41-4.20 katılıyorum (orta üstü düzey), 2.61-3.40 kararsızım (orta düzey),
1.81-2.60 katılmıyorum (orta altı düzey) ve 1.00-1.80 kesinlikle katılmıyorum (düşük düzey) aralıkları temel alınarak yorumlanmıştır. İş Tatmini Ölçeğinde ise 4.215.00 çok memnunum (yüksek düzey), 3.41-4.20 memnunum (orta üst düzey),
2.61-3.40 kararsızım (orta düzey), 1.81-2.60 memnun değilim (orta altı düzey) ve
1.00-1.80 hiç memnun değilim (düşük düzey) aralıkları temel alınarak yorumlamaya gidilmiştir.
216
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
4.4.1. İşgörenlerin Psikolojik Sözleşme ve İhlâl Düzeyleri ile İş Tatmini
Düzeyleri Arasındaki İlişkilere Dair Bulgu ve Yorumlar
Araştırmanın birinci alt probleminin çözümlenmesine ilişkin hesaplanan Pearson
Momentler Çarpım Korelasyon Katsayısı sonuçları Tablo 1’de ortaya koyularak (bu
ve bundan sonraki analizler için) r değeri için 00-.29 arası düşük, .30-.69 arası orta,
.70-1.00 arası yüksek düzeyde ilişkiyi gösterir şeklinde yorumlanmıştır.
Tablo 1: Psikolojik Sözleşme ve İhlâl Düzeyleri İle İş Tatmini Düzeyleri Arasındaki
Korelasyonlar (n=431)
Değişkenler
X
1. İlişkisel P.S. Düzeyi
3.12
2. İşlemsel P.S. Düzeyi
3.29
3. P.S. İhlâli Düzeyi
3.45
4. İçsel/temel İ.T. Düzeyi 3.19
5. Dışsal İ.T. Düzeyi
2.90
6. Genel İ.T. Düzeyi
3.44
7. Toplam İ.T. Düzeyi
3.18
*p<.05; **p<.01
S 1
.78 1
.64
1.01
.68
.84
.78
.65
2
3
-.14**
1
.42
*
.10
1
4
**
5
**
.50
**
-.23
**
-.44
1
6
**
.48
**
-.26
**
-.55
**
.72
1
7
**
.16
**
-.15
**
-.35
**
.52
**
.51
1
**
.44
**
-.25
**
-.53
**
.87
**
.89
**
.80
1
Tablo 1 incelendiğinde; işgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme düzeyleri ile içsel/temel iş tatmini, dışsal iş tatmini, genel iş tatmini ve toplam iş tatmini düzeyleri arasında ters yönde ve düşük düzeyde (sırasıyla r=-.23, p<.01; r=-.26, p<.01; r=.15, p<.01; r=-.25, p<.01) ve anlamlı ilişkiler olduğu görülmektedir. Buna göre;
işgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme düzeyleri arttıkça içsel/temel iş tatmini,
dışsal iş tatmini, genel iş tatmini ve toplam iş tatmini düzeylerinde düşük düzeyde
azalma gözleneceği söylenebilir.
İşgörenlerin ilişkisel psikolojik sözleşme düzeyleri ile içsel/temel iş tatmini, dışsal iş
tatmini ve toplam iş tatmini düzeyleri arasında orta düzeyde (sırasıyla r=.50,
p<.01; r=.48, p<.01; r=.44, p<.01) ve anlamlı ilişkiler olduğu görülmektedir. Buna
göre; işgörenlerin ilişkisel psikolojik sözleşme düzeyleri arttıkça içsel/temel iş tatmini, dışsal iş tatmini ve toplam iş tatmini düzeylerinde orta düzeyde artış gözlenecektir, denilebilir. İlişkisel psikolojik sözleşme düzeyi ile genel iş tatmini düzeyi
arasında ise düşük düzeyde (r=.16, p<.01) ve anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Buna göre; işgörenlerin ilişkisel psikolojik sözleşme düzeyleri arttıkça genel iş
tatmini düzeylerinde düşük düzeyde bir artış gözleneceğinden bahsedilebilir.
İşgörenlerin psikolojik sözleşme ihlâli algı düzeyleri ile içsel/temel iş tatmini, dışsal
iş tatmini, genel iş tatmini ve toplam iş tatmini düzeyleri arasında negatif yönde ve
orta düzeyde (sırasıyla r=-.44, p<.01; r=-.55, p<.01; r=-.35, p<.01; r=-.53, p<.01)
anlamlı ilişkiler olduğu görülmektedir. Buna göre, işgörenlerin psikolojik sözleşme
EKİM 2013
217
ihlâli algı düzeyleri arttıkça içsel/temel iş tatmini, dışsal iş tatmini, genel iş tatmini
ve toplam iş tatmini düzeylerinde orta düzeyde bir düşüş gözlenecektir, denilebilir.
4.4.2. İşgörenlerin Psikolojik Sözleşme ve İhlâl Düzeylerinin; İçsel/Temel
İş Tatmini Düzeyleri Üzerindeki Etkisine İlişkin Bulgu ve Yorumlar
Araştırmanın ikinci alt problemin çözümlenmesine ilişkin hesaplanan çoklu doğrusal regresyon analizi sonuçları Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2: İçsel/Temel İş Tatmininin Yordanmasına İlişkin Çoklu Doğrusal Regresyon
Analizi Sonuçları
Değişkenler
Sabit
İşlemsel P.S.
İlişkisel P.S.
P.S.
B
3.37
-.16
.32
-.19
St. Hata
.24
.04
.04
.03
β
-.15
.36
-.27
t
14.06
-3.80
8.26
-6.26
p
.00
.00
.00
.00
İkili r
-.23
.50
-.44
Kısmî r
-.18
.37
-.29
2
R=.58, R =.34
F(3-427)=71.867, p=.00
İşgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri; işgörenlerin içsel/temel iş tatmini düzeyleri
açısından orta düzeyde ve anlamlı bir ilişki vermektedir (R=.58, p<.01). Bu yordayıcı özellikler, işgörenlerin içsel/temel iş tatmini düzeylerine ait varyansın %34’ünü
açıklamaktadır (R2=.34). Buna göre, işgörenlerin içsel/temel iş tatmininden bahsederken bunun %34’ünün işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme
ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli ile açıklanabileceği; geriye kalan %66’lık
kısmın ise çalışmaya dahil edilmeyen diğer pek çok değişkene bağlı olabileceği
söylenebilir. Standardize edilmiş regresyon katsayılarına göre işgörenlerin işlemsel
psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme
ihlâli düzeylerinin, işgörenlerin içsel/temel iş tatmini üzerindeki göreli önemleri;
ilişkisel psikolojik sözleşme (=.36), psikolojik sözleşme ihlâli (=-.27), ve işlemsel
psikolojik sözleşme (=-.15) şeklinde sıralanmıştır. Regresyon katsayılarının anlamlılığına ilişkin t-testi sonuçları incelendiğinde ise işlemsel psikolojik sözleşme (t=3.80, p<.01), ilişkisel psikolojik sözleşme (t=8.26, p<.01) ve psikolojik sözleşme
ihlâlinin (t=-6.26, p<.01) işgörenlerin içsel/temel iş tatminleri üzerinde anlamlı
yordayıcılar oldukları görülmektedir.
Bağımsız değişkenler (işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve
algılanan psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri) ile bağımlı değişken (içsel/temel iş
tatmini) arasındaki ikili ve kısmî korelasyonlar incelendiğinde; işlemsel psikolojik
sözleşme ile içsel/temel iş tatmini arasında düşük düzeyde negatif yönlü bir ilişkinin (r=-.23) olduğu, diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde ise iki değişken
arasındaki korelasyon katsayısının -.18 olduğu görülmektedir. İlişkisel psikolojik
sözleşme ile içsel/temel iş tatmini arasındaki ilişki incelendiğinde aralarında orta
218
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
düzeyde ve pozitif yönlü bir ilişkinin (r=.50) olduğu, diğer bağımsız değişkenler
kontrol edildiğinde ise iki değişken arasındaki korelasyon katsayısının .37 olduğu
görülmektedir. Algılanan psikolojik sözleşme ihlâli ile içsel/temel iş tatmini arasındaki ilişki incelendiğinde, aralarında orta düzeyde ve negatif yönlü bir ilişkinin (r=.44) olduğu, diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde ise iki değişken arasındaki korelasyon katsayısının -.29’a düşerek, eksi yönde ve düşük düzeyde bir ilişki
ortaya koyduğu görülmektedir. Buna göre; işgörenlerin içsel/temel iş tatmini düzeylerinin yükselmesinde ilişkisel psikolojik sözleşme olumlu etkide bulunurken,
işlemsel psikolojik sözleşmenin ve algılanan psikolojik sözleşme ihlâlinin ise olumsuz etkilerde bulunduğu söylenebilir.
4.4.3. İşgörenlerin Psikolojik Sözleşme ve İhlâl Düzeylerinin; Dışsal İş Tatmini Düzeyleri Üzerindeki Etkisine İlişkin Bulgu ve Yorumlar
Araştırmanın üçüncü alt probleminin çözümlenmesine ilişkin hesaplanan çoklu
doğrusal regresyon analizi sonuçları Tablo 3’te verilmiştir.
Tablo 3: Dışsal İş Tatmininin Yordanmasına İlişkin Çoklu Doğrusal Regresyon Analizi
Sonuçları
Değişkenler
Sabit
İşlemsel P.S.
İlişkisel P.S.
P.S. İhlâli
B
3.94
-.23
.30
-.35
St. Hata
.28
.05
.05
.03
β
-.18
.28
-.42
t
14.12
-4.66
6.64
-10.09
p
.000
.000
.000
.000
İkili r
-.26
.48
-.55
Kısmî r
-.22
.31
-.44
2
R=.64, R =.41
F(3-427)=96.828, p=.00
Tablo 3’teki verilere göre; işgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri; işgörenlerin dışsal
iş tatmini düzeyleri açısından orta düzeyde ve anlamlı bir ilişki vermektedir (R=.64,
p<.01). Bu yordayıcı özellikler, işgörenlerin dışsal iş tatmini düzeylerine ait varyansın %41’ini açıklamaktadır (R2=.41). Buna göre; işgörenlerin dışsal iş tatmininden
bahsederken, bunun %41’inin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli ile açıklanabileceği, geriye kalan
%59’luk kısmın ise çalışmaya dâhil edilmeyen diğer pek çok değişkene bağlı olabileceği söylenebilir. Standardize edilmiş regresyon katsayılarına göre, işgörenlerin
işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik
sözleşme ihlâli düzeylerinin, işgörenlerin dışsal iş tatmini üzerindeki göreli önemleri; psikolojik sözleşme ihlâli (=-.42), ilişkisel psikolojik sözleşme (=.28) ve işlemsel psikolojik sözleşme (=-.18) şeklinde sıralanmıştır. Regresyon katsayılarının
anlamlılığına ilişkin t-testi sonuçları incelendiğinde ise işlemsel psikolojik sözleşme
(t=-4.66, p<.01), ilişkisel psikolojik sözleşme (t=6.64, p<.01) ve psikolojik sözleşme
EKİM 2013
219
ihlâlinin (t=-10.09, p<.01) işgörenlerin dışsal iş tatminleri üzerinde anlamlı yordayıcılar oldukları görülmektedir.
Bağımsız değişkenler (işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve
algılanan psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri) ile bağımlı değişken (dışsal iş tatmini)
arasındaki ikili ve kısmî korelasyonlar incelendiğinde, işlemsel psikolojik sözleşme
ile dışsal iş tatmini arasında düşük düzeyde negatif yönlü bir ilişkinin (r=-.26) olduğu; diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde ise iki değişken arasındaki korelasyon katsayısının -.22 olduğu görülmektedir. İlişkisel psikolojik sözleşme ile dışsal
iş tatmini arasındaki ilişki incelendiğinde, aralarında orta düzeyde ve pozitif yönlü
bir ilişkinin (r=.48) olduğu; diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde ise iki
değişken arasındaki korelasyon katsayısının .31 olduğu görülmektedir. Algılanan
psikolojik sözleşme ihlâli ile dışsal iş tatmini arasındaki ilişki incelendiğinde, aralarında orta düzeyde ve negatif yönlü bir ilişkinin (r=-.55) olduğu; diğer bağımsız
değişkenler kontrol edildiğinde ise iki değişken arasındaki korelasyon katsayısının .44 olduğu gözlenmektedir. Buna göre; işgörenlerin dışsal iş tatmini düzeylerinin
yükselmesinde ilişkisel psikolojik sözleşme olumlu yönde etkide bulunurken, işlemsel psikolojik sözleşmenin ve algılanan psikolojik sözleşme ihlâlinin ise olumsuz
yönde etkide bulunduğu söylenebilir.
4.4.4. İşgörenlerin Psikolojik Sözleşme ve İhlâl Düzeylerinin; Toplam İş
Tatmini Düzeyleri Üzerindeki Etkisine İlişkin Bulgu ve Yorumlar
Araştırmanın beşinci alt probleminin çözümlenmesine ilişkin hesaplanan çoklu
doğrusal regresyon analizi sonuçları Tablo 4’te verilmiştir.
Tablo 4: Toplam İş Tatmininin Yordanmasına İlişkin Çoklu Doğrusal Regresyon Analizi Sonuçları
Değişkenler
Sabit
İşlemsel P.S.
İlişkisel P.S.
P.S. İhlâli
B
4.03
-.18
.21
-.26
St. Hata
.22
.04
.04
.03
β
-.17
.25
-.41
t
18.04
-4.46
5.76
-9.60
p
.00
.00
.00
.00
İkili r
-.25
.44
-.53
Kısmî r
-.21
.27
-.42
2
R=.61, R =.37
F(3-427)=82.966, p=.00
Tablo 4’teki verilere göre; işgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri; işgörenlerin toplam iş tatmini düzeyleri açısından orta düzeyde ve anlamlı bir ilişki vermektedir
(R=.61, p<.01). Bu yordayıcı özellikler, işgörenlerin toplam iş tatmini düzeylerine
ait varyansın %37’sini açıklamaktadır (R2=.37). Buna göre; işgörenlerin toplam iş
tatmininden bahsederken bunun %37’sinin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel
psikolojik sözleşme ve algılanan psikolojik sözleşme ihlâli ile açıklanabileceği, geriye kalan %63’lük kısmın ise çalışmaya dâhil edilmeyen diğer pek çok değişkene
220
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
bağlı olabileceği söylenebilir. Standardize edilmiş regresyon katsayılarına göre
işgörenlerin işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve algıladıkları psikolojik sözleşme ihlâli düzeylerinin, işgörenlerin toplam iş tatmini üzerindeki
göreli önemleri; psikolojik sözleşme ihlâli (=-.41), ilişkisel psikolojik sözleşme
(=.25) ve işlemsel psikolojik sözleşme (=-.17) şeklinde sıralanmıştır. Regresyon
katsayılarının anlamlılığına ilişkin t-testi sonuçları incelendiğinde ise işlemsel psikolojik sözleşme (t=-4.46, p<.01), ilişkisel psikolojik sözleşme (t=5.76, p<.01) ve psikolojik sözleşme ihlâlinin (t=-9.60, p<.01) işgörenlerin toplam iş tatminleri üzerinde anlamlı yordayıcılar oldukları görülmektedir.
Bağımsız değişkenler (işlemsel psikolojik sözleşme, ilişkisel psikolojik sözleşme ve
algılanan psikolojik sözleşme ihlâli düzeyleri) ile bağımlı değişken (toplam iş tatmini) arasındaki ikili ve kısmî korelasyonlar incelendiğinde işlemsel psikolojik sözleşme ile toplam iş tatmini arasında düşük düzeyde negatif yönlü bir ilişkinin (r=-.25)
olduğu, diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde ise iki değişken arasındaki
korelasyon katsayısının -.21 değerini aldığı görülmektedir. İlişkisel psikolojik sözleşme ile toplam iş tatmini arasındaki ilişki incelendiğinde aralarında orta düzeyde
ve pozitif yönlü bir ilişkinin (r=.44) olduğu, diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde ise iki değişken arasındaki korelasyon katsayısının .27’ye düşerek düşük
düzeyde bir ilişki olduğu görülmektedir. Algılanan psikolojik sözleşme ihlâli ile toplam iş tatmini arasındaki ilişki incelendiğinde ise aralarında orta düzeyde ve negatif yönlü bir ilişkinin (r=-.53) olduğu, diğer bağımsız değişkenler kontrol edildiğinde
iki değişken arasındaki korelasyon katsayısının -.42 olarak hesaplandığı gözlenmektedir. Buna göre; işgörenlerin toplam iş tatmini düzeylerinin yükselmesinde
ilişkisel psikolojik sözleşmenin olumlu etkide bulunduğu; işlemsel psikolojik sözleşme ve algılanan psikolojik sözleşme ihlâlinin ise olumsuz etkide bulunduğu söylenebilir.
5. Sonuç ve Öneriler
Günümüzde örgütlerde işgören ile işveren/örgüt arasında yapılan biçimsel sözleşmeler söz konusu tarafların yükümlülüklerini düzenlemekte ve açıklamakta yetersiz kalmaktadır. İşgörenler işverenlerinden/örgütlerinden, istihdam sözleşmelerindeki yazılı unsurlar ve ilgili yasal düzenlemelerin dışında bir takım beklentilere de
sahip olmaktalar ve bunları çoğu zaman ifade etmemektedirler.
Bu beklentiler örgütte yaşanan tekil deneyimler neticesinde oluşmamakta; daha
ziyade, pek çok yönetici veya işveren ile kurulan ilişkiler neticesinde yaşanan deneyimler sonucunda yıllar süren uzun bir süreçte oluşmaktadır. Yine, bu sözleşmenin unsurları/içeriği de yıllar içinde değişebilmekte ve karşımıza “dinamik” bir
psikolojik sözleşme kavramı çıkmaktadır.
Psikolojik sözleşme kavramı pek çok alt ayrıma tabi tutulabilse de yazında en çok
kabul edilen ayrım işlemsel ve ilişkisel psikolojik sözleşme ayrımıdır. İşlemsel psiEKİM 2013
221
kolojik sözleşme daha çok maddî unsurlara dayalı, kısa süreli ve öngörülebilir yükümlülükleri ifade ederken ilişkisel psikolojik sözleşme uzun süreli, belirsiz ve sosyal ihtiyaçları da içeren yükümlülükleri ifade etmektedir. İşgörenlerin psikolojik
sözleşmelerinde aslında her iki unsur da birlikte bulunmaktadır. Bu çalışmada görüldüğü üzere, işlemsel psikolojik sözleşme unsurları, kamu sektörü işgörenlerinin
psikolojik sözleşmelerinde önemli bir yer tutmaktadır.
İşgörenin zihninde var olan psikolojik sözleşme unsurlarının yerine getirilmemesi
karşımıza psikolojik sözleşme ihlâli kavramını çıkarmaktadır. Etkileri çoğu zaman
uzun süreli olabilecek olan psikolojik sözleşme ihlâllerine her işgören farklı düzeyde tepki verebilmekte olduğundan bu kavramın her bir işgören ile temas kurularak
ayrı ayrı anlaşılmaya çalışılması önemlidir.
Psikolojik sözleşme ihlâlleri sonucunda özellikle işgörenlerin tutum ve davranışlarında örgütün çıkarları aleyhine değişmeler meydana gelebilmektedir. Bu bağlamda işgörenlerin değişen tutum ve davranışlarına; işten ayrılma niyetinin artması,
işe devamın azalması, örgütsel bağlılığın azalması ve iş tatmininin azalması örnek
olarak verilebilir. Bu durum örgütte insan kaynağının yeterince etkin kullanılmaması anlamına gelmektedir.
Psikolojik sözleşme ihlâlinin işgören tutum ve davranışları bağlamında çok önemli
bir sonucunu ifade eden iş tatmini, işgörenin psikolojik sözleşmesi anlamındaki
beklentilerinin ne kadar karşılandığına da işaret etmekte olup iş ile psikolojik sözleşmenin uyuşması daha yüksek iş tatmin düzeylerine neden olmaktadır. Nitekim;
bu araştırmada da işgörenlerin psikolojik sözleşme ihlâli algı düzeyleri ile iş tatmini
düzeyleri (içsel/temel, dışsal, genel ve toplam iş tatmini düzeyleri) arasında orta
düzeyde ve negatif yönde anlamlı ilişkiler bulunmuştur.
Öte yandan; günümüzde örgütlerde “personel yönetimi” anlayışı terk edilmeye ve
“insan kaynakları yönetimi” anlayışı artık iyice yerleşmeye başlamıştır. İnsan kaynakları yönetimi anlayışının en belirgin vasfı her bir işgöreni ayrı birer birey olarak
kabul edip onların ihtiyaçlarını anlamak, karşılamak ve kişisel gelişimlerine katkıda
bulunmak suretiyle örgütsel verimi artırmaktır.
İnsan kaynakları yönetimi anlayışı çerçevesinde, işgörenlerin psikolojik sözleşmelerinde var olan beklentilerinin hem dinamik oluşu hem de işgörene göre değişiyor
oluşu; işgörenler ile örgüt yönetimi arasında dinamik, bireysel, olumlu ve yapıcı
ilişkilerin kurulması gerektiğini göstermektedir. Bu noktada, insan kaynakları birimi
yöneticileri örgütte her bir işgören ile tek tek görüşerek onların ihtiyaçlarının daha
iyi anlaşılmasına, örgütsel verimin artmasına ve örgüt içi barışın sağlanmasına
katkıda bulunabilirler.
Bu araştırma, yazındaki pek çok araştırma gibi, psikolojik sözleşme, psikolojik sözleşme ihlâli ve bunların sonuçlarını işgörenler açısından incelemiştir. Genel olarak
psikolojik sözleşme ihlâllerinde işgörenler işe devamsızlıklarının artması, iş tatminlerinin azalması, örgütsel bağlılıklarının azalması gibi bakımlardan olumsuz etkilenmektedirler. Dolayısıyla, bundan sonra psikolojik sözleşme ihlâllerinin, özellikle
örgüte ilişkin sonuçları bakımından da daha detaylı incelenmesi gerekmektedir.
222
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Çünkü psikolojik sözleşme ihlâllerinin birey davranışını nasıl etkilediğine ilişkin bilgi
artmakla birlikte psikolojik sözleşme ihlâllerinin örgütsel işleyişi nasıl etkilediği ve
değişen bekleyişlerin nasıl yönetilebileceğine ilişkin bilgi sınırlıdır (Turnley ve
Feldman, 1999b: 920).
Psikolojik sözleşme ihlâli daha çok işgörenlere etkileri bakımından incelenegelmiştir (örneğin; Pate ve Malone, 2000). Her ne kadar bir çok araştırmacıya göre psikolojik sözleşme kavramını örgüt bakımından ele almanın zor olduğu (Mimaroğlu,
2008: 51) ifade edilse de işgörenlerin gerçekleştirdikleri psikolojik sözleşme ihlâllerinin hiç değilse örgütün ve örgüt yönetiminin üzerindeki etkileri üzerine de çalışmalar yapılmalıdır. Zira; örgütte insan kaynakları yönetimi açısından taraflardan
birinin eksik olması en doğru kararların verilmesini güçleştirmektedir. Bundan
sonraki araştırmaların özellikle işverenlerin/örgütün/örgüt yönetiminin beklentilerini araştırarak işgörenlerin psikolojik sözleşme ihlâllerine yoğunlaşması daha bütüncül bir psikolojik sözleşme kuramının oluşturabilmesi için gerekli görünmektedir.
Ayrıca, bu araştırma işgörenlerin psikolojik sözleşmelerinin zaman içerisinde nasıl
oluştuğu ve nasıl değiştiğini konu edinmemektedir. Dolayısıyla; boylamsal (longitudinal) yeni araştırmalar tasarlanarak bu konulara dair yeni sonuçlara ulaşılabilir. Bunun yanı sıra; psikolojik sözleşme ihlâli ile iş tatmini arasındaki ilişkiye aracılık eden değişkenler üzerine de araştırmalar yapılmalıdır.
Son olarak, bu araştırmada ortaya çıkan sonuçlar, psikolojik sözleşme kavramının;
örgütsel bağlılık (örneğin; Van Emmerik ve Sanders, 2005: 715), örgütsel sinisizm
ve örgütlerde cinsiyet ayrımcılığı gibi pek çok örgütsel davranış konuları ile birlikte
araştırılabileceğini ima etmektedir. Dolayısıyla, buna benzer konuların da daha
derinlemesine araştırılması düşünülmelidir.
EKİM 2013
223
Kaynaklar
Altunışık, R., R. Coşkun, S. Bayraktaroğlu, ve E. Yıldırım (2007), Sosyal Bilimlerde
Araşırma Yöntemleri- SPSS Uygulamalı, Geliştirilmiş 5. Baskı, Sakarya Yayıncılık,
Sakarya.
Bozkurt, Öznur (2009), Yenilikçi Bir Faaliyet Olarak İç Girişimciliğin Çalışanların İş
Tatmini Üzerindeki Etkisi: Sakarya İli İmalat Sanayi Üzerine Bir Alan Araştırması,
Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Cassar, V. (2001), “Violating Psychological Contract Terms amongst Maltese Public
Service Employees: Occurrence and Relationships”, Journal of Managerial Psychology, Vol. 16, No. 3, 194-208.
Chrobot-Mason, D. L. (2003), ‘‘Keeping the Promise- Psychological Contract Violations for Minority Employees”, Journal of Managerial Psychology, Vol. 18, No. 1,
22-45.
Clark, A. E. (1996), “Job Satisfaction in Britain”, British Journal of Industrial Relations, Vol. 34, No. 2, 189-217.
Demiral, Özge (2008), Örgütsel Bağlılığın Sağlanmasında Personel Güçlendirme ve
Psikolojik Sözleşmenin Etkisine İlişkin Bir Araştırma, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Dikici, A. Metin (2005), Dönüştürücü Liderliğin İş Tatminine Etkisi- GAP Bölgesi ve
Çevre İllerde Bir Uygulama, Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Downes, Mereedith, Anisya S. Thomas, ve Rodger B. Singley (2002), “Predicting
Expatriate Job Satisfaction: The Role of Firm Internationalization”, Career Development International, Vol. 7, No. 1, 24-36.
Van Emmerik, I. J. Hetty ve Karin Sanders (2005), “Mismatch in Working Hours and
Affective Commitment: Differential Relationships for Distinct Employee Groups”,
Journal of Managerial Psychology, Vol. 20, No. 8, 712-726.
Feinstein, A. H. ve D. Vondrasek (2001), “A Study of Relationships between Job
Satisfaction and Organizational Commitment among Restaurant Employees”, Journal
of
Hospitality,
Tourism,
and
Leisure
Science,
<http://hotel.unlv.edu/pdf/jobSatisfaction.pdf>.
Freese, Charissa ve René Schalk (2008), “How to Measure the Psychological Contract?: A Critical Criteria-Based Review of Measures”, South African Journal of
Psychology, Vol. 38, No. 2, 269-286.
224
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Granrose, Cherlyn Skromme ve Patricia A. Baccili, (2006), “Do Psychological Contracts Include Boundaryless or Protean Careers?”, Career Development International, Vol. 11, No. 2, 163-182.
Grant, D. (1999), “HRM, Rhetoric and the Psychological Contract: A Case of ‘Easier
Said Than Done’ ”, The International Journal of Human Resource Management
(UK), Vol. 10, No. 2, 327-350.
Gunlu, Ebru, Mehmet Aksarayli, ve Nilufer Sahin Perçin (2010), Job Satisfaction
and Organizational Commitment of Hotel Managers in Turkey, International Journal of Contemporary Hospitality Management, Vol. 22, No. 5, 693-717.
Hallier, Jerry ve Philip James (1997), “Management Enforced Job Change and Employee Perceptions of the Psychological Contract”, Employee Relations, Vol. 19, No.
3, 222-247.
Hess, Narelle ve Denise M. Jepsen, (2009), “Career Stage and Generational Differences in Psychological Contracts”, Career Development International, Vol. 14, No.
3, 261-283.
Hiltrop, Jean M. (1996), “Managing the Changing Psychological Contract”, Employee Relations, Vol. 18, No. 1, 36-49.
Judge, Timothy A., Sharon Parker, Amy E. Colbert, Daniel Heler, ve Remus Ilies
(2002), “Job Satisfaction: A Cross-Cultural Review”, Ed: Anderson, Neil - Ones,
Deniz S. - Kepir Sinangil, Handan - Viswesvaran, Chockalingam, Handbook of Industrial, Work & Organizational Psychology, Volume 2: Organizational Psychology,
SAGE Publications, London, Thosand Oaks, New Delhi, 2nd Edition, 25-52.
Karcıoğlu, Fatih ve Erkan Türker (2010), “Psikolojik Sözleşme İle Örgütsel Bağlılık
İlişkisi: Sağlık Çalışanları Üzerine Bir Uygulama”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, Cilt.24, Sayı.2, 121-140.
Landy, Frank J. ve Jeffrey M. Conte, (2007), Work in the 21st Century: An Introduction to Industrial and Organizational Psychology, 2. Baskı, Blackwell Publishing.
Larwood, L., T. A. Wright, S. Desrochers, ve V. Dahir (1998), “Extending Latent Role
and Psychological Contract Theories to Predict Intent to Turnover and Politics in
Business Organizations”, Group&Organization Management, Thousand Oaks, Vol.
23, No. 2, 100-123.
Lemire, Louise ve Christian Rouillard (2005), “An Empirical Exploration of Psychological Contract Violation and Individual Behaviour: The Case of Canadian Federal
Civil Servants in Quebec,” Journal of Managerial Psychology, Vol. 20, No. 2, 150163.
EKİM 2013
225
Luthans, Fred (1992), Organizational Behavior, 6. Baskı, Mcgraw-Hill, Inc., New
York.
MacNeil, I. R. (1985), “Relational Contract: What We Do and Do Not Know”, Wisconsin Law Review, 483-525.
Marks, Abigail (2001), “Developing a Multiple Foci Conceptualization of the Psychological Contract”, Employee Relations, Vol. 23, No. 5, 454-467.
McDermott, E., J. Mangan, ve M. O’Connor (2006), “Graduate Development Programmes and Satisfaction Levels”, Journal of European Industrial Training, Vol. 30,
No. 6, 456-471.
McDonald, David J. ve Peter J. Makin (2000), “The Psychological Contract, Organisational Commitment and Job Satisfaction of Temporary Staff”, Leadership & Organization Development Journal, Vol. 21, No. 2, 84-91.
Mimaroğlu, Hande (2008), Psikolojik Sözleşmenin Personelin Tutum ve Davranışlarına Etkileri: Tıbbi Satış Temsilcileri Üzerinde Bir Araştırma, Basılmamış Doktora
Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Nikolaou, Ioannis, M. Tomprou ve M. Vakola (2007), “Individuals’ Inducements
and the Role of Personality: Implications for Psychological Contracts”, Journal of
Managerial Psychology, Vol. 22, No. 7, 649-663.
O’Neill, B. S. ve M. Adya (2007), ‘‘Knowledge Sharing and the Psychological Contract- Managing Knowledge Workers accross Different Stages of Employment”,
Journal of Managerial Psychology, Vol. 22, No. 4, 411-436.
Oğul Selekler, Zeynep (2007), Öğretmenlerde Örgütsel Adalet ve Psikolojik Sözleşme İhlâl Algısı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Oshagbemi, T. (2000), “Is Length of Service Related to the Level of Job Satisfaction?”, International Journal of Social Economics, Vol. 27, No. 3, 213-226.
Oshagbemi, T. (2003), “Personal Correlates of Job Satisfaciton: Empirical Evidence
from UK Universities”, International Journal of Social Economics, Vol. 30, No. 12,
1210-1232.
Pate, Judy ve Charles Malone (2000), “Post-‘Psychological Contract’ Violation- The
Durability and Transferability of Employee Perceptions: The Case of Timtec”, Journal of European Industrial Training, Vol. 24/2/3/4, 158-166.
Pearce, Jone L. (1998), “Psychological Contracts in Organizations: Understanding
Written and Unwritten Agreements by Denise M. Rousseau, Thousand Oaks, CA:
Sage, 1995” Kitabına İlişkin Değerlendirme, Administrative Science Quarterly,
Ithaca, Vol. 43, No. 1, 184-186.
226
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Raja, U., G. Johns, ve F. Ntalianis (2004), “The Impact of Personality on Psychological Contracts”, Academy of Management Journal, Vol. 47, No. 3, 350-367.
Robbins, Stephen P. (1998), Organizational Behavior: Concepts, Controversies,
Applications, Eighth Edition (International Edition), Prentice Hall-International,
New Jersey.
Rousseau, Denise M. (1990), “New Hire Perceptions of Their Own and Their Employer’s Obligations: A Study of Psychological Contracts”, Journal of Organizational
Behavior, Vol. 11, 389-400.
Saylı, Halil (2002), Örgütsel Değişimde Psikolojik Sözleşme İhlâlleri ve Bir Uygulama Örneği, Basılmamış Doktora Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Turnley, William H. ve Daniel C. Feldman (1999a), “A Discrepancy Model of Psychological Contract Violations”, Human Resource Management Review, Vol. 9, No.
3, 367-386.
Turnley, William H. ve Daniel C. Feldman (1999b), “The Impact of Psychological
Contract Violations on Exit, Voice, Loyalty, and Neglect”, Human Relations, Vol.
52, No. 7, 895-922.
Türker, Erkan (2010), Psikolojik Sözleşme ile Örgütsel Bağlılık İlişkisi: Sağlık Çalışanları Üzerinde Bir Uygulama, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Van Emmerik, I. J. Hetty ve Karin Sanders (2005), “Mismatch in Working Hours and
Affective Commitment: Differential Relationships for Distinct Employee Groups”,
Journal of Managerial Psychology, Vol. 20, No. 8, 712-726.
Whitener, E. M., S. E. Brodt, M. A. Korsgaard, ve J. M. Werner (1998), “Managers
as Initiators of Trust: An Exchange Relationship Framework for Understanding
Managerial Trustworthy Behavior”, Academy of Management Review, Vol. 23, No.
3, 513-530.
Willems, I., R. Janvier ve E. Henderickx (2006), “New Pay in European Civil Services: Is the Psychological Contract Changing?”, International Journal of Public Sector Management, Vol. 19, No. 6, 609-621.
Zhao, Jun ve Lijun Chen (2008), “Individualism, Collectivism, Selected Personality
Traits, and Psychological Contract in Employment: A Comparative Study”, Management Research News, Vol. 31, No. 4, 289-304.
EKİM 2013
227
228
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Çok Ölçütlü Karar Verme Modellerinde
Normalizasyon Tekniklerinin Sonuçlara
Etkisi: COPRAS Örneği
Aşkın Özdağoğlu
Yrd.Doç.Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi
İşletme Fakültesi İşletme Bölümü
[email protected].
Çok Ölçütlü Karar Verme Modellerinde Normalizasyon Tekniklerinin Sonuçlara Etkisi: COPRAS
Örneği
The Effect of Normalization Techniques to
Results in Multi Criteria Decision Making Models: COPRAS Example
Abstract
Özet
İşletme faaliyetlerinin planlanma süreçlerinde,
alternatifler içinden bir seçim yapılması ve çok
sayıda değerlendirme ölçütünün bir arada göz
önüne alınması kaçınılmaz bir durumdur. Bu
durum, çok ölçütlü karar verme yöntemlerinin
geliştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Çok ölçütlü
karar verme yöntemlerinden bazıları farklı ölçüm
birimlerine sahip değerlendirme ölçütlerini bir
araya getirebilmek için ikili karşılaştırmalar
gerçekleştirirken, bazıları normalizasyon tekniklerinden
yararlanmaktadır.
Normalizasyon
tekniklerinden yararlanan çok ölçütlü karar
verme yöntemlerinde standart bir normalizasyon tekniği mevcut değildir. Bu çalışmanın
amacı, farklı normalizasyon tekniklerinin kullanıldığı çok ölçütlü karar verme yöntemlerinden
biri olan COPRAS (COmplex PRoportional ASsesment – Karmaşık Nisbi Değerlendirme) üzerindeki etkilerini incelemektir.
Comparison of the alternatives by taking into
consideration of many evaluation criteria together in the business activities is an inevitable
condition. This results in the development of
multi criteria decision making methods. Some of
these multi criteria decision making methods use
pairwise comparisons and some of these methods use normalization techniques. A standard
normalization technique does not exist in multi
criteria decisin making methods that utilizes
normalization techniques. The purpose of this
study is to review the effects of different normalization techniques over COPRAS (COmplex
PRoportional ASsesment) method which is one of
the multi criteria decision making method.
Anahtar Kelimeler: Normalizasyon teknikleri,
Çok ölçütlü karar verme, COPRAS yöntemi.
Keywords: Normalization techniques, Multi
criteria decision making, COPRAS method.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ, EKİM 2013, 8(2), 229-252
229
1. Giriş
İşletme faaliyetlerinin çoğunda yöneticiler dinamik piyasa yapısı içerisinde hızlı bir
şekilde karar vermek zorunda kalmaktadırlar. Karar verme süreci içerisinde, yöneticilerin birçok alternatifi incelemesi ve üstelik bu alternatifleri birçok değerlendirme ölçütünü birlikte düşünerek karşılaştırması gerekmektedir. Bu karmaşık yapı
çeşitli çok ölçütlü karar verme yöntemlerinin geliştirilmesine yol açmıştır.
Değerlendirme ölçütlerinin aynı ölçüm birimine sahip olması durumu pratikte çok
nadir karşılaşılacak bir durumdur. Farklı ölçüm birimlerine sahip olan değerlendirme ölçütlerinin bir arada incelenebilmesine olanak sağlayan çok ölçütlü karar
verme yöntemleri, bu sorunun üstesinden gelebilmek için temel olarak iki yola
başvurmaktadır. Bu temel yollar, tüm alternatifler arasında ikili karşılaştırmalar
gerçekleştirmek veya normalizasyon tekniklerinden yararlanmaktır. Literatürde en
yaygın olanlarından, Analitik Hiyerarşi Süreci, Analitik Ağ Süreci, Bulanık Analitik
Hiyerarşi Süreci, Bulanık Analitik Ağ Süreci, ELECTRE ve PROMETHEE yöntemleri
ikili karşılaştırmalardan yararlanan yöntemlerdir; MOORA, TOPSIS ve COPRAS yöntemleri ise farklı ölçüm birimlerinin bulunması sorununun üstesinden gelmek için
normalizasyon tekniklerini kullanmaktadır. WSM, WPM yöntemleri de ortak bir
ölçeğe göre değerlendirme yapmaya çalışmakta ancak bu da subjektif yargıların
değerlendirme sürecine katılması riskini içermektedir (Wang vd., 2009: 22732274). Normalizasyon tekniklerinden yararlanan çok ölçütlü karar verme yöntemleri kullanılarak yapılan çalışmalar incelendiğinde ise farklı normalizasyon tekniklerinin tercih edildiği görülmektedir. Karande ve Chakraborty, 2012; Kaklauskas vd.,
2010; Kaklauskas vd., 2007; Das vd., 2012; Chatterjee vd., 2011; Banaitiene vd.,
2008; Mulliner vd., 2013; Kanapeckiene vd., 2010 ve Kanapeckiene vd., 2011 doğrusal normalizasyon (4) yöntemini kullanmışlardır. Peng vd., 2011; Huang ve Huang, 2012; Sun vd., 2011; Sadeghzadeh ve Salehi, 2011; Aalami vd., 2010; Ayala,
2012; Kiran vd., 2011; Balezentis vd., 2012; Streimikiene vd., 2012; Chakraborty,
2011 ile Lozano-Minguez vd., 2011 ise vektör normalizasyonundan yararlanmışlardır. Ouattara vd., 2012 yılında yaptıkları çalışmada doğrusal normalizasyon (2)
olarak açıklanan yöntemi kullanırken; Mela vd., 2012; Dai ve Wang, 2011 ile Chatterjee ve Chakraborty, 2012 doğrusal normalizasyon (3) olarak açıklanan yöntemi
tercih etmişlerdir. Bahsi geçen normalizasyon teknikleri Bölüm 2’de açıklanmıştır.
Normalizasyon tekniği açısından bir birliğin bulunmaması bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu çıkış noktasından hareketle bu çalışmada, “Normalizasyon yönteminin değiştirilmesi COPRAS yönteminden elde edilen sonuçları etkilemekte midir? Etkilemekte ise ne ölçüde etkilemektedir?” sorularının yanıtları
aranmaktadır. Başka bir deyişle, farklı normalizasyon tekniği kullanımının alınan
kararda bir değişiklik yaratıp yaratmayacağını incelemek amacıyla tüm normalizas-
230
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
yon teknikleri COPRAS yöntemi üzerinde denenerek elde edilen sonuçlar arasındaki ilişki düzeyi saptanmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla, 10 alternatif ve 5 değerlendirme ölçütü içeren 10 farklı veri seti MS Excel programı ile türetilmiştir. Bu veri
setleri için her bir normalizasyon yöntemi tek tek denenerek sonuçlar elde edilmiştir. Probleme cevap bulmak amacıyla elde edilen sonuçlar korelasyon analizine
tabi tutulmuştur.
Verilerin gerçek işletme durumlarını daha iyi yansıtabilmesini de sağlamak amacıyla bu değerlendirme ölçütlerinden ikisi için zaman ve maliyet gibi değerin en küçük
olmasının en iyi durumu gösterdiği düşünülerek işlemler gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında, öncelikle normalizasyon teknikleri açıklanmış, daha sonra literatürde hangi çok ölçütlü karar verme yönteminde hangi normalizasyon teknik
veya tekniklerinin tercih edildiği konusunda bilgi verilmiş ve ardından bu çalışmada seçilen çok ölçütlü karar vermede kullanılan COPRAS yönteminin işleyişi açıklanmıştır. Uygulama kısmında türetilen veri setleri sunulup elde edilen sonuçlar
gösterilmiş ve aralarındaki ilişki düzeyleri saptanarak yorumlanmıştır.
2. Çok Ölçütlü Modellerde Normalizasyon Teknikleri
Normalizasyon teknikleri üç ana başlıkta toplanabilmektedir.
Vektör normalizasyonu
Doğrusal Normalizasyon
Monoton olmayan normalizasyon
Bu normalizasyon tekniklerinden olan doğrusal normalizasyon dört farklı şekilde
uygulanabilmektedir. Tekniklerin uygulanışına ilişkin formüller sunulmadan önce
normalizasyon işlemlerinde kullanılacak değişkenler tanıtılacaktır. Bir çok ölçütlü
karar verme probleminde normalizasyon işlemine tabi olacak değişkenler aşağıdaki gibi tanımlansın (Shih vd., 2007: 805).
: . = 1,2, … , : . ğ
öçüü = 1,2, … , = . ğ
öçüüç. ğ
Bu değişkenlere göre oluşan karar matrisi (1) numaralı denklemde gösterilmiştir.
EKİM 2013
231
! & !
%
= " % "
. % .
# $#
!
!!
"!
.
#!
"
!"
""
.
#"
.
.
.
.
.
'
!' *
"' ))
. )
#' (
(1)
Normalizasyon yöntemlerinin bu değişkenler doğrultusunda uygulanması Denklem
2-10 aralığında sunulmuştur.
Vektör normalizasyonu
=
+,-
0
.∑1
,23 +,-
(2)
, i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n.
Doğrusal normalizasyon (1)
=
+,+-∗
i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n; ∗ = 5 6 (ölçüt için en iyi durum maksi-
mizasyon ise).
(3)
+7
= +- i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n; 8 = 5 6 (ölçüt için en iyi durum minimi,-
zasyon ise).
(4)
Doğrusal normalizasyon (2)
=
+,+-∗
i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n; ∗ = 5 6 (ölçüt için en iyi durum maksi-
mizasyon ise).
= 1 −
+,+-∗
(5)
i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n; ∗ = 5 6 (ölçüt için en iyi durum
minimizasyon ise).
(6)
Doğrusal normalizasyon (3)
=
+,- 8+-7
+-∗ 8+-7
i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n; ∗ = 5 6, 8 = 5 6 (ölçüt için
en iyi durum maksimizasyon ise).
=
+-∗ 8+,+-∗ 8+-7
i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n; ∗ = 5 6, 8 = 5 6 (ölçüt için
en iyi durum minimizasyon ise).
232
(7)
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
(8)
Doğrusal normalizasyon (4)
+,-
= ∑1
,23 +,-
, i=1, 2, ..., m; j=1, 2, ..., n.
(9)
Monoton olmayan normalizasyon
:0
8 0 , ; =
+,- 8+-<
=-
(10)
> :öçüüş@ABCAğ
D :öçüüş@ğ
E
3. Yazın Taraması
Alternatifler arasında seçim yapabilmek için ölçüm birimleri birbirinden farklı çok
sayıda değerlendirme ölçütününün bir arada değerlendirilmesi gerektiğinden literatürde çok ölçütlü karar verme yöntemi kullanılarak karar verilen çeşitli çalışmalar ile karşılaşılmaktadır. Bu çalışmada örnek veri setleri üzerinde hesaplamalar
yapılarak karşılaştırılacak olan COPRAS için doğrusal normalizasyon (4) olarak açıklanan tekniğin (Kaklauskas vd., 2010; Kaklauskas vd., 2007; Das vd., 2012; Chatterjee vd., 2011; Banaitiene vd., 2008; Mulliner vd., 2013; Kanapeckiene vd., 2010;
Kanapeckiene vd., 2011) genel kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Doğrusal normalizasyon (4) olarak açıklanan tekniğin COPRAS yöntemi içerisinde neden genel kabul
gördüğü ve yerine başka bir normalizasyon tekniğinin de aynı sonuçları verip veremeyeceği bu çalışmada cevaplanmaya çalışılacaktır.
Diğer çok ölçütlü karar verme yöntemlerinde ise bu şekilde genel kabul görmüş bir
normalizasyon tekniği mevcut değildir. TOPSIS yönteminin kullanıldığı çalışmalara
bakıldığında çoğunlukla vektör normalizasyonunun tercih edildiği görülmektedir
(Peng vd., 2011; Huang ve Huang, 2012; Sun vd., 2011; Sadeghzadeh ve Salehi,
2011; Aalami vd., 2010; Ayala, 2012; Kiran vd., 2011; Lozano-Minguez vd., 2011).
Ancak aynı çok ölçütlü karar verme yöntemi içinde “Doğrusal normalizasyon (2)”
yöntemi (Ouattara vd., 2012) ile “Doğrusal normalizasyon (3)” yönteminin de (Mela vd., 2012; Dai ve Wang, 2011) tercih edildiği görülmektedir. Bu konuda diğer
çok ölçütlü karar verme yöntemlerini de inceleyerek yöntem birliğinin bulunmadığını göstermek mümkündür. Örnek vermek gerekirse, EXPROM 2 için “doğrusal
normalizasyon (3)” yöntemi (Chatterjee ve Chakraborty, 2012); MULTIMOORA için
vektör normalizasyonu (Balezentis vd., 2012; Streimikiene vd., 2012) kullanılan
çalışmalara rastlanmıştır. MOORA yöntemi için bazı çalışmalarda doğrusal “normalizasyon (4)” yöntemi (Karande ve Chakraborty, 2012); bazılarında ise vektör norEKİM 2013
233
malizasyonu (Chakraborty, 2011) kullanıldığı tespit edilmiştir. “Doğrusal normalizasyon (1)” yöntemi ile monoton olmayan normalizasyonun kullanıldığı bir çok
ölçütlü karar verme yöntemi çalışmasına rastlanamamıştır. Zaten literatürde de
monoton olmayan normalizasyon yönteminin diğer normalizasyon yöntemlerine
göre çok nadir kullanıldığı ifade edilmektedir (Shih vd., 2007).
COPRAS yöntemini içeren çalışmalarda yapılan uygulamalar ise kısaca şu şekilde
açıklanabilir. Hinidstan’daki yedi teknoloji enstitüsünün performanslarını tespit
etmek amacıyla Bulanık Analitik Hiyerarşi Süreci ve COPRAS yöntemleri birlikte
kullanılmıştır (Das vd., 2012). Yedi farklı alternatif hammadde COPRAS, EVAMIX,
AHP, TOPSIS ve VIKOR yöntemleri ile incelenerek sonuçlar karşılaştırılmıştır (Chatterjee vd., 2011). Dokuz farklı hammadde alternatifi EXPROM2, COPRAS-G, ORESTE, OCRA, VIKOR ve PROMETHEE yöntemleri ile incelenip sonuçlar için Spearman
korelasyon katsayısı değerleri bulunmuştur (Chatterjee ve Chakraborty, 2012).
Kesme aparatı seçimi için 10 farklı değerlendirme ölçütü açısından 19 farklı aparat
alternatifi COPRAS-G ile incelenmiştir (Maity vd., 2012). Motor volanı seçimi için
10 farklı alternatif 4 değerlendirme ölçütüne göre incelenerek sonuçları MOORA
ve MULTIMOORA ile karşılaştırılmıştır (Karande ve Chakraborty, 2012). Bina yaşam
eğrisini değerlendirmek için SAW, TOPSIS ve COPRAS ile hesaplamalar yapılmıştır
(Banaitiene vd., 2008). Konut alanı seçimi için COPRAS yönteminden yararlanılmıştır (Mulliner vd., 2013). Litvanya’da kamu binalarında enerji tasarrufu sağlamak
amacıyla pencere seçiminde COPRAS yöntemi kullanılmıştır (Kaklauskas vd., 2006).
Aynı ülkede Vilnius şehrinde binalarda enerji tasarrufuna yönelik seçim sürecinde
COPRAS yöntemi kullanılmıştır (Zavadskas vd., 2008). Litvanya’da Vilnius şehrinde
rutin işleri akıllı cihaz ve robotların gerçekleştirdiği akıllı binalar için akıllı cihaz ve
robotların seçiminde COPRAS yönteminden yararlanılmıştır (Kaklauskas vd., 2010).
Tedarikçilerin çevrim içi sisteminden elde edilen verilerden yararlanarak bina pencereleri COPRAS yöntemi ile karşılaştırılmıştır (Kaklauskas vd., 2007). Yapı projelerinin yönetimi için bilgi tabanlı karar destek sistemi kullanan projenin gerçekleştirileceği alan COPRAS yöntemi ile seçilmiştir (Kanapeckiene vd., 2010). Bina güçlendirme çalışmalarında alternatif projeleri karşılaştırmak için COPRAS kullanılmıştır
(Kanapeckiene vd., 2011). Bu kısımda bazı çok ölçütlü karar verme yöntemlerine
değinilmemiştir. Çünkü giriş kısmında yapılan açıklamalardan da hatırlanacağı
üzere, Analitik Hiyerarşi Süreci, Analitik Ağ Süreci, Bulanık Analitik Hiyerarşi Süreci,
Bulanık Analitik Ağ Süreci, ELECTRE ve PROMETHEE yöntemleri farklı ölçüm birimlerine sahip olan değerlendirme ölçütlerini birarada inceleyebilmek için normalizasyon teknikleri yerine ikili karşılaştırmalardan yararlanmaktadırlar. Ayrıca WSM
ve WPM olarak adlandırılan çok ölçütlü karar verme yöntemlerinin gerçekleştirilebilmesi için de karar verme sürecini etkileyen değerlendirme ölçütlerinin aynı ölçüm birimine sahip olmaları ya da 0-100 ölçeği gibi ortak bir performans değerine
göre verilerin sunulması gibi uygulamada çok nadiren karşılaşılabilecek varsayım-
234
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
lar altında çalışma gerekliliklerinden ötürü uygulamada pek kullanılamamaktadırlar. Üstelik ortak bir performans değerine göre düzenleme yapılsa bile bu durum
subjektif yargıları içerecektir (Wang vd., 2009: 2273-2274).
Yukarıda verilen örneklerde görüldüğü gibi farklı çok ölçütlü karar verme yöntemlerinde kullanılan normalizasyon tekniği üzerinde bir fikir birliğinin bulunmaması,
COPRAS için genel kabul gören tekniğin yerine başka bir tekniğin kullanılıp kullanılamayacağı bu çalışmanın hareket noktasını oluşturmuştur. Ayrıca literatürde yapılan incelemede, bir çok ölçütlü karar verme yöntemi için birden fazla normalizasyon yöntemi ile hesaplama yapılarak sonuçların karşılaştırıldığı bir çalışma bulunamamıştır.
Normalizasyon tekniğinin karar üzerindeki etkisini görmek üzere 10 alternatif ve 5
değerlendirme ölçütü içeren 10 adet veri seti türetilmiş ve her bir veri seti için
COPRAS yönteminde tüm olası normalizasyon teknikleri denenerek elde edilen
sonuçlar karşılaştırılmıştır. Buna ilave olarak karar verme sürecinde karşılaşılabilecek tüm olası durumları ihtiva etmesi amacıyla 4 ve 5 numaralı değerlendirme
ölçütleri için en iyi durumun en düşük değer olması şeklinde düzenleme yapılmıştır. İzleyen bölümde üzerinde deneme yapılacak olan COPRAS yöntemi tanıtılmıştır.
4. COPRAS Yöntemi
COPRAS (COmplex PRoportional ASsesment – Karmaşık Nisbi Değerlendirme) yöntemi önem ve fayda dereceleri açısından alternatifleri adım adım sıralama ve değerlendirme süreci ile işlemektedir. Yöntem basit olması sebebiyle literatür kısmındaki açıklamalardan da hatırlanacağı gibi yapı faaliyetleri (Kaklauskas vd.,
2010; Kaklauskas vd., 2007), malzeme seçimi (Chatterjee vd., 2011; Chatterjee ve
Chakraborty, 2012; Maity vd., 2012) ve müteahhit seçimi (Kaklauskas vd., 2006)
gibi pek çok alanda başarı ile uygulanmıştır. Yöntemin işleyişi aşağıda açıklanmıştır
(Das vd., 2012: 7-8; Chatterjee vd., 2011: 852-853; Kaklauskas vd., 2007: 168-169).
Modelin başlangıcındaki değişkenler aşağıdaki gibi gösterilsin.
: . alternatif = 1,2, … , : . değerlendirmeölçütü = 1,2, … , P : . değerlendirmeölçütününönemdüzeyi = 1,2, … , = . değerlendirmeölçütüaçısından. alternatifindeğeri
Adım 1. değerleri ile simgelenen karar matrisini oluşturmuştur. Karar matrisi
(11) numaralı denklemde gösterilmiştir.
EKİM 2013
235
! & !
%
= " % "
. % .
# $#
!
!!
"!
.
#!
"
!"
""
.
#"
.
.
.
.
.
'
!' *
"' ))
. )
#' (
(11)
Adım 2. (12) numaralı denklem yardımıyla karar matrisi normalize edilmiş karar
matrisine dönüştürülür.
+,-
∗
= ∑1
,23 +,-
∀ = 1,2, … , (12)
Adım 3. Her bir değerlendirme ölçütünün ağırlık değeri 5P 6 ile normalize edilmiş
karar matrisi kullanılarak V olarak simgelenen ve elemanlarını içeren ağırlıklı
normalize edilmiş karar matrisi oluşturulur. Ağırlıklı normalize edilmiş karar matrisi oluşturma işlemi (13) numaralı denklem ile yapılabilir. Çalışma normalizasyon
tekniklerinin karşılaştırmasına odaklandığından her bir değerlendirme ölçütünün
ağırlığı birbirine eşit (0,20) olarak kabul edilerek işlemler gerçekleştirilmiştir.
∗
V = = . P
(13)
Adım 4. Faydalı ölçütler, amaca ulaşmada daha yüksek değerlerin daha iyi durumu
gösterdiği ölçütleri ifade etmekte iken, faydasız ölçütler amaca ulaşmada daha
düşük değerlerin daha iyi durumu gösterdiği ölçütleri ifade etmektedir. Faydalı
ölçütler literatür incelemesi kısmındaki uygulama örneklerinde değerin mümkün
olduğunca yüksek olmasının tercih edildiği ölçütler, faydasız ölçütler ise değerin
mümkün olduğunca küçük olmasının tercih edildiği ölçütler şeklinde gösterilmişti.
Faydalı ölçütler ve faydasız ölçütler için ağırlıklı normalize edilmiş karar matrisindeki değerlerin toplamı hesaplanır. Faydalı ölçütler için ağırlıklı normalize edilmiş
karar matrisindeki değerlerin toplamı WX, faydasız ölçütler için ağırlıklı normalize
edilmiş karar matrisindeki değerlerin toplamı W8 olarak simgelenir. WX değerinin
hesaplanışı (14) numaralı denklemde, W8 değerinin hesaplanışı ise (15) numaralı
denklemde gösterilmiştir.
WX = ∑YZ = 1,2, … , @faydalıölçütler
W8 = ∑'ZYX = @ + 1, @ + 2, … , faydasızölçütler
(14)
(15)
Adım 5. Her alternatif için \ olarak simgelenen göreceli önem değeri (16) numaralı denklem kullanılarak hesaplanır.
\ = WX +
∑1
,23 ],7
3
^,7
],7 .∑1
,23
(16)
En yüksek göreceli önem değeri en iyi alternatifi gösterecektir.
Adım 6. En yüksek göreceli öncelik değeri (17) numaralı denklem ile bulunur.
236
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
\#_+ = `üBü@a\ b∀ = 1,2, … , (17)
Adım 7. Her bir alternatif için c olarak simgelenen performans indeksi (18) numaralı denklem kullanılarak hesaplanır.
c =
d,
. 100%
d1ef
(18)
c olarak simgelenen performans indeksi 100 olan alternatif en iyi alternatiftir.
Alternatiflerin tercih sıralaması performans indeks değerlerinin büyükten küçüğe
doğru sıralanmış halidir.
5.Uygulama
Çalışma kapsamında ilk aşamada 10 alternatif ve 5 değerlendirme ölçütüne göre
10 adet veri seti türetilmiştir. Veri türetme amacıyla MS Excel 2010 üzerinde
“RASTGELEARADA” formülünden yararlanılmıştır. Modelin tüm olası durumları
içermesi amacıyla her bir değerlendirme ölçütü için farklı sayı aralıklarında sayı
türetilmiştir. Bu amaçla girişi yapılan formüller Tablo 1’de sunulmuştur.
Tablo 1. Veri Türetmede Kullanılan Farklı Formüller
Değerlendirme Ölçütü Numarası
Yazılan Formül
Değerlendirme Ölçütü 1
=RASTGELEARADA(3200;4900)
Değerlendirme Ölçütü 2
=RASTGELEARADA(315;475)
Değerlendirme Ölçütü 3
=RASTGELEARADA(10;45)
Değerlendirme Ölçütü 4
=RASTGELEARADA(700;1000)
Değerlendirme Ölçütü 5
=RASTGELEARADA(15000;30000)
Normalizasyon yöntemleri başlıklı bölümde de açıklandığı üzere modelin olası tüm
durumları yansıtabilmesi için (4) ve (5) numaralı değerlendirme ölçütlerinin birim
üretim zamanı veya maliyet gibi düşük olmasının en iyi durumu gösterdiği düşünülerek hesaplamalar gerçekleştirilmiştir. Zaten COPRAS yöntemi içerisinde düşük
olmanın en iyi durumu gösterdiği değerlendirme ölçütleri bulunmaması durumunda yöntemin işleyiş süreci MOORA yöntemi ile aynı olmaktadır. Tablo 1’de belirtilen formüller yazılarak elde edilen veri setleri Tablo 2’den incelenebilir.
Değerlendirme Ölçütü 5
Değerlendirme Ölçütü 4
Değerlendirme Ölçütü 3
Değerlendirme Ölçütü 2
Değerlendirme Ölçütü 1
Tablo 2. Veri Setleri
EKİM 2013
237
Veri Seti 1
Veri Seti 2
Veri Seti 3
Veri Seti 4
238
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
En büyük
4725
4258
3568
4128
4824
3744
4111
3904
3211
4191
4490
3914
4889
3634
4485
4575
4554
3328
3614
4455
4900
4213
3728
3730
3889
3674
3976
4251
4065
4766
3205
3269
4483
4402
4533
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
En büyük
463
334
460
322
324
429
387
350
379
442
347
375
379
432
327
431
454
456
465
440
324
382
474
371
458
406
368
457
345
446
365
372
386
450
339
En büyük
24
28
38
42
20
39
16
43
40
14
29
26
35
28
15
13
23
40
18
28
27
15
17
22
27
44
15
39
11
44
12
36
36
22
15
En küçük
875
878
990
977
894
942
832
731
701
908
991
968
948
761
900
840
895
726
889
878
927
893
904
841
796
931
985
978
719
811
846
872
932
840
998
En küçük
17735
29340
15665
20867
17038
16169
25755
22605
24637
17044
25238
16745
24554
25902
20178
27149
15430
20275
20576
19892
22499
29716
24103
16610
15202
21919
15354
16944
24974
17864
26921
23860
27539
18959
24438
Değerlendirme Ölçütü 3
Değerlendirme Ölçütü 2
En büyük
449
331
450
413
466
366
428
389
371
455
417
451
451
318
436
397
361
355
418
340
330
400
454
420
421
447
361
471
En büyük
34
19
16
34
23
41
39
39
34
30
26
40
26
37
37
15
15
26
32
14
37
34
42
11
21
39
22
31
Değerlendirme Ölçütü 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
En büyük
4548
3958
3879
4471
3407
4789
4594
4266
3372
4399
3467
4726
4763
3684
3664
4431
3593
3385
4769
3238
4699
3330
4343
3304
4472
4369
3577
3536
Değerlendirme Ölçütü 4
Veri Seti 7
Veri Seti 6
Veri Seti 5
Değerlendirme Ölçütü 1
Tablo 2. Veri Setleri
En küçük
950
937
752
704
913
998
931
701
766
702
857
948
956
753
752
791
957
972
853
909
727
822
966
953
894
701
793
973
En küçük
20178
22842
15987
24841
23087
16472
29958
29323
20015
20203
26380
22576
26150
22980
21220
29467
26435
20186
15202
16009
25849
25980
22300
19273
25620
27315
29915
15922
EKİM 2013
239
240
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Değerlendirme Ölçütü 3
Değerlendirme Ölçütü 2
En büyük
382
327
448
374
459
472
369
331
332
408
431
437
400
389
343
436
395
387
327
325
471
399
315
460
340
351
384
322
En büyük
27
25
31
42
20
20
38
15
37
44
13
28
25
41
10
11
35
33
18
43
18
36
15
14
11
31
16
30
Değerlendirme Ölçütü 5
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
En büyük
4491
4715
4745
4139
4696
3209
3483
4611
4511
4341
4665
4191
3452
3290
3397
4447
4262
4365
3748
3433
3276
3224
3654
4751
3579
4225
3673
3644
Değerlendirme Ölçütü 4
Veri
Se-
Veri Seti 9
Veri Seti 8
Değerlendirme Ölçütü 1
Tablo 2. Veri Setleri
En küçük
979
812
721
742
738
970
725
947
821
799
748
706
903
739
989
907
750
985
934
961
704
710
835
775
978
792
833
737
En küçük
28945
23655
25354
20957
26750
23310
23568
17089
23124
29438
26224
20073
22267
23265
22601
21981
15114
21432
18944
18235
19732
17265
18175
25612
28684
18996
19080
18338
En büyük
10
20
38
24
17
16
31
21
34
Değerlendirme Ölçütü 5
Değerlendirme Ölçütü 3
En büyük
318
418
377
442
355
327
458
459
457
Değerlendirme Ölçütü 4
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
En büyük
4222
3741
4649
3371
3376
3501
4261
4843
3264
Değerlendirme Ölçütü 2
Değerlendirme Ölçütü 1
Tablo 2. Veri Setleri
En küçük
929
751
818
966
715
926
931
846
996
En küçük
29119
20527
24563
23750
28692
18754
22813
23307
20217
Normalizasyon tekniği değişikliğinin sonuçlar üzerindeki etkisini inceleyebilmek
amacıyla veri setleri üzerinde COPRAS yönteminin işleyişindeki (12) numaralı
denklemin yerine 3-10 aralığındaki denklemler tek tek denenerek hesaplamalar
gerçekleştirilmiştir. Bu işlemlerin tamamlanması ile elde edilen performans değerleri Tablo 3’te verilmiştir.
80,8083
100,0000
83,8489
85,9178
83,6544
100,0000
81,6874
81,0596
96,9933
82,0687
99,4296
93,5694
Monoton Olmayan Normalizasyon
94,9940
97,7680
96,3591
100,0000
Doğrusal Normalizasyon
(4)
Doğrusal Normalizasyon
(3)
97,4356
82,3025
99,4397
93,4624
Doğrusal Normalizasyon
(2)
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Doğrusal Normalizasyon
(1)
Veri Seti 1
Vektörel Normalizasyon
Tablo 3. Farklı Normalizasyon Tekniklerine Göre Alternatiflerin Performans Değerleri
68,8176
100,0000
63,0283
61,2626
EKİM 2013
241
242
Vektörel Normalizasyon
Doğrusal Normalizasyon
(1)
Doğrusal Normalizasyon
(2)
Doğrusal Normalizasyon
(3)
Doğrusal Normalizasyon
(4)
Monoton Olmayan Normalizasyon
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Ve- Veri Seti 3
ri
Se-
Veri Seti 2
Tablo 3. Farklı Normalizasyon Tekniklerine Göre Alternatiflerin Performans Değerleri
89,1442
100,0000
80,2805
97,9628
93,2155
88,0362
83,6905
87,2508
91,8574
86,5117
78,7362
78,1835
94,4533
100,0000
82,9028
92,8479
79,4856
68,2419
74,3634
80,3275
90,1840
88,2069
75,0241
92,6633
69,3724
100,0000
72,1170
85,8622
96,0896
89,5289
96,3395
93,1633
85,7477
94,7159
83,7096
100,0000
88,8909
79,9244
87,6374
86,2509
91,1332
84,3887
91,8855
92,4997
89,9454
89,7787
79,5068
84,7481
99,1691
77,8287
97,6832
77,3922
100,0000
75,7651
70,0099
83,1053
73,3903
81,9272
78,2823
69,7720
100,0000
72,1103
94,6367
77,8549
65,1710
78,4122
77,6637
83,0297
70,9870
81,3716
80,4789
100,0000
77,4700
66,8700
75,7244
89,0001
64,8577
89,0172
62,2573
92,6993
58,4000
54,5895
76,6372
61,8415
63,4616
55,0456
62,0074
100,0000
37,0444
75,6573
43,5809
29,2206
52,5739
52,2799
48,1207
40,8688
55,1952
78,0475
100,0000
71,7783
37,4080
59,6110
78,6535
44,4880
91,5009
32,1982
95,2791
24,0715
88,7063
100,0000
79,7471
97,9992
93,2119
87,4468
83,5699
87,0588
91,8065
86,3108
78,3133
77,6684
94,1033
100,0000
82,5072
92,6155
79,0641
67,4272
73,5545
79,7249
89,6206
88,4558
74,2181
92,6151
68,3489
100,0000
71,6258
42,7280
60,6043
49,8599
43,9281
44,9342
49,0082
100,0000
17,7617
83,2173
30,9432
23,3961
44,9720
45,5243
46,2132
30,4193
48,1724
69,5338
100,0000
71,5865
19,2277
45,7027
66,8331
19,5588
72,4437
16,4222
85,9422
12,8643
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Doğrusal Normalizasyon
(1)
Doğrusal Normalizasyon
(2)
Doğrusal Normalizasyon
(3)
Doğrusal Normalizasyon
(4)
Monoton Olmayan Normalizasyon
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Vektörel Normalizasyon
Veri Seti 6
Veri Seti 5
Tablo 3. Farklı Normalizasyon Tekniklerine Göre Alternatiflerin Performans Değerleri
90,9527
93,4918
94,7327
77,9731
100,0000
79,9692
94,1262
99,5504
86,5853
99,0204
91,9273
93,1559
91,9873
100,0000
82,8932
98,4197
88,6000
90,1088
97,0883
76,4431
70,5207
80,2282
100,0000
76,2228
92,3045
85,7186
97,4720
89,8191
100,0000
86,2432
84,5348
97,1542
81,4548
76,0630
92,8556
87,3075
89,6769
100,0000
90,1483
79,4262
84,5503
83,9709
97,6639
93,3537
81,5227
85,7960
83,4368
80,4971
80,7613
86,8933
68,1949
89,5288
87,6281
100,0000
74,3935
100,0000
72,4680
71,9967
83,9629
64,0136
63,8384
80,4336
71,2018
71,1677
100,0000
70,6300
59,4113
66,1798
62,1718
77,2153
74,8761
60,6240
66,1495
80,4190
80,5264
73,2090
86,8759
59,1937
86,7539
83,0453
100,0000
44,5617
100,0000
57,6451
65,5653
76,1359
36,3305
40,7198
64,2179
51,8851
53,6180
100,0000
47,2119
24,3538
42,0830
30,7944
67,5085
63,7874
26,0230
39,9621
58,3215
70,3424
43,4395
72,9876
17,0463
59,1585
53,3908
100,0000
91,1312
93,6365
94,3454
77,5366
100,0000
79,6573
93,5247
99,5299
86,3304
99,0735
91,9109
93,1414
92,0177
100,0000
82,8810
98,4244
88,5765
90,1350
97,1007
75,8944
70,1023
80,2195
100,0000
75,7494
92,5686
85,9348
97,9147
37,6951
100,0000
55,0116
61,5731
72,9883
30,4026
37,2592
61,8112
46,3832
44,7909
100,0000
41,3784
16,8676
38,3985
29,7637
67,7963
79,5372
22,4924
37,2673
46,3840
90,1708
26,1990
72,0366
9,9778
60,8485
47,8370
100,0000
EKİM 2013
243
244
Doğrusal Normalizasyon
(1)
Doğrusal Normalizasyon
(2)
Doğrusal Normalizasyon
(3)
Doğrusal Normalizasyon
(4)
Monoton Olmayan Normalizasyon
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Vektörel Normalizasyon
Veri Seti 9
Veri Seti 8
Veri Seti 7
Tablo 3. Farklı Normalizasyon Tekniklerine Göre Alternatiflerin Performans Değerleri
74,2278
82,2270
98,1562
77,1773
93,3145
82,4981
86,3084
96,1274
100,0000
88,3963
80,0096
92,6560
79,0697
89,9945
93,1447
79,6100
93,1368
80,2800
91,4343
66,6145
77,6766
100,0000
92,7425
79,5477
95,2678
88,5922
100,0000
74,5511
88,6674
100,0000
86,5022
89,8676
99,4178
89,0450
97,0775
94,4478
92,4975
89,3585
89,9720
77,7144
90,6496
100,0000
84,2871
85,1717
84,4392
87,7847
75,9851
83,8175
83,9478
100,0000
82,4455
93,7761
82,7885
86,5762
64,9621
85,0930
69,3725
55,3461
61,1529
100,0000
57,2191
66,3998
65,0793
61,1858
56,6250
59,7468
66,3587
81,4032
100,0000
74,4230
76,7138
73,5759
78,5314
65,3255
72,7495
77,7519
48,6875
36,7071
46,2455
40,1331
44,7913
39,0305
74,3939
37,6244
15,8382
28,3864
100,0000
21,5321
35,8628
29,7023
30,3594
24,3875
21,3653
52,6192
66,7965
100,0000
74,4585
70,2410
61,5080
55,7952
56,9809
77,7429
65,1806
22,1103
8,4942
14,0088
13,4580
13,9728
73,5964
81,8974
98,1039
77,0198
93,2110
82,3799
86,1520
95,9803
100,0000
88,1395
79,8130
92,6381
78,3292
90,2795
93,7393
78,6693
92,8225
80,0656
91,9160
65,8150
76,6854
100,0000
92,7071
78,9313
95,7800
87,7737
100,0000
32,6403
81,5835
46,1908
11,1640
28,2655
100,0000
23,6592
40,5762
31,2767
36,0731
34,3588
22,0109
48,5109
77,3582
100,0000
76,2109
73,3206
72,9115
58,4817
75,1157
96,8702
71,0125
28,2558
7,5009
16,8194
15,2318
16,8691
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
Doğrusal Normalizasyon
(1)
Doğrusal Normalizasyon
(2)
Doğrusal Normalizasyon
(3)
Doğrusal Normalizasyon
(4)
Monoton Olmayan Normalizasyon
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Alternatif 1
Alternatif 2
Alternatif 3
Alternatif 4
Alternatif 5
Alternatif 6
Alternatif 7
Alternatif 8
Alternatif 9
Alternatif 10
Vektörel Normalizasyon
Veri Seti 10
Tablo 3. Farklı Normalizasyon Tekniklerine Göre Alternatiflerin Performans Değerleri
79,3230
85,5246
67,4645
94,9161
82,5218
94,9985
70,8197
90,0592
100,0000
85,0214
77,4224
79,3540
96,0235
93,0242
94,1419
77,0348
93,6258
88,6872
89,9226
81,8926
81,2632
84,5722
82,5942
100,0000
91,6956
80,2175
76,4815
99,1994
94,6126
95,0368
34,2593
44,4506
100,0000
44,8426
37,5567
77,4357
100,0000
77,0398
98,7656
87,3368
71,6732
66,8858
97,4382
90,9647
92,4764
5,5799
21,9227
100,0000
16,1753
10,3655
35,3291
100,0000
46,6433
77,0678
69,9195
34,1479
27,4895
84,6731
79,2231
70,9759
78,5370
84,5114
66,6706
94,7208
81,7222
94,7918
70,2328
89,5713
100,0000
84,7465
76,9787
78,8806
95,8470
92,5356
94,1022
4,9600
28,5771
100,0000
17,0806
8,4692
23,5501
100,0000
28,8955
62,3655
54,7374
17,6002
14,1220
67,6743
58,6598
52,9182
Tablo 4. Normal Dağılıma Uygunluk Testi
Kolmogorov-Smirnov
Shapiro-Wilk
Serbestlik
Serbestlik
Değer derecesi P-değeri Değer derecesi P-değeri
Vektör Normalizasyonu
0,118
100
0,002 0,944
100
0,000
Doğrusal Normalizasyon (1) 0,060
100 0,200* 0,970
100
0,021
Doğrusal Normalizasyon (2) 0,051
100 0,200* 0,968
100
0,016
Doğrusal Normalizasyon (3) 0,060
100 0,200* 0,967
100
0,012
Doğrusal Normalizasyon (4) 0,131
100
0,000 0,943
100
0,000
Monoton Olmayan Norma- 0,079
100
0,125 0,950
100
0,001
lizasyon
EKİM 2013
245
Tablo 4. Normal Dağılıma Uygunluk Testi
Kolmogorov-Smirnov
Shapiro-Wilk
Serbestlik
Serbestlik
Değer derecesi P-değeri Değer derecesi P-değeri
Vektör Normalizasyonu
0,118
100
0,002 0,944
100
0,000
Doğrusal Normalizasyon (1) 0,060
100 0,200* 0,970
100
0,021
Doğrusal Normalizasyon (2) 0,051
100 0,200* 0,968
100
0,016
Doğrusal Normalizasyon (3) 0,060
100 0,200* 0,967
100
0,012
Doğrusal Normalizasyon (4) 0,131
100
0,000 0,943
100
0,000
Monoton Olmayan Norma- 0,079
100
0,125 0,950
100
0,001
lizasyon
*Normal dağılıma uygunluk hipotezinin reddedilmediği durumlar
COPRAS yöntemi için tüm normalizasyon teknikleri kullanılarak elde edilen performans değerlerinin arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla ikili olarak korelasyon
analizleri gerçekleştirilmiştir. Korelasyon analizi gerçekleştirilmeden önce sonuçların parametrik testlere uygunluğunu test etmek amacıyla, veri setinin normal dağılıma uygunluğu varsayımı incelenmiştir (Newbold vd., 2003, 551). Bu inceleme için
değerler SPSS 18 programına girilmiş ve Tablo 4’teki sonuçlar elde edilmiştir.
Normalizas-
Normalizas-
Normalizas-
Doğrusal
yon (2)
Doğrusal
yon (3)
Doğrusal
yon (4)
Monoton
Olmayan
Normalizasyon
NormalizasDoğrusal
yon (1)
Tablo 5. Normalizasyon Tekniklerine göre Performans Değerleri Arasındaki Korelasyon
Vektörel Normalizasyon
0,557*
0,190
0,119
0,999*
0,105
Doğrusal Normalizasyon (1)
0,560*
0,527*
0,565*
0,520*
Doğrusal Normalizasyon (2)
0,918*
0,195
0,832*
Doğrusal Normalizasyon (3)
0,120
0,938*
Doğrusal Normalizasyon (4)
0,109
*Korelasyon analizi sonucunda p-değeri 0,05’in altındadır. İlgili iki değişken arasındaki
ilişki bu düzeyde anlamlıdır.
Kolmogorov-Smirnov testine göre doğrusal normalizasyon (1), doğrusal normalizasyon (2) ve doğrusal normalizasyon (3) normal dağılıma uygunluk testini geçtiği
halde diğer değerler testi geçememiştir. Ayrıca Shapiro-Wilk testine göre de tüm
246
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
değerler %5 seviyesinin altında kaldığından, parametrik korelasyon analizinin (Pearson) uygun olmayacağı düşünülmüş ve değerlere parametrik olmayan hesaplamalara dayanan Spearman formülasyonu uygulanarak korelasyon değerleri bulunmuştur. Normalizasyon tekniklerinden elde edilen sonuçlar arasındaki korelasyon değerleri Tablo 5’te gösterilmiştir.
Tablo 5’te görülen korelasyon değerleri normalizasyon tekniklerinden elde edilen
sonuçlar arasındaki ilişkinin gücünü göstermektedir. 0-0,25 arası korelasyon değeri
ilişkinin çok zayıf olduğunu, 0,26-0,49 arası korelasyon değeri ilişkinin zayıf olduğunu, 0,50-0,69 arası korelasyon değeri ilişkinin orta seviyede olduğunu, 0,70-0,89
arası korelasyon değeri ilişkinin yüksek olduğunu, 0,90-1 arası korelasyon değeri
ise ilişkinin çok yüksek olduğunu ifade etmektedir (Kalaycı, 2010; 116). COPRAS
yönteminin işleyişinde genel kabul gören doğrusal normalizasyon (4) olarak adlandırılan tekniğin diğer normalizasyon teknikleri ile karşılaştırmalarını gösteren korelasyon değerleri incelendiğinde en yüksek ilişki, vektör normalizasyonu ile çıkmıştır. Elde edilen sonuç olan 0,999 neredeyse 1’e eşittir. Bu iki teknik kullanıldığında
çıkan sonuçların neredeyse birebir aynı olduğunu ifade etmektedir. Buna göre,
COPRAS yönteminin işleyişinde literatürde genel kabul gören doğrusal normalizasyon (4) olarak adlandırılan tekniğin yerine vektör normalizasyonu tekniğinin kullanılması da mümkündür. Diğer teknikler için sonuçlara bakılacak olursa aynı değerlendirmeyi yapmak mümkün olmamaktadır. Özellikle doğrusal normalizasyon (2),
doğrusal normalizasyon (3) ve monoton olmayan normalizasyon tekniklerine göre
sonuçlar birbiriyle uyuşmamaktadır. Doğrusal normalizasyon (4) ile doğrusal normalizasyon (3) arası korelasyon değeri 0,120; doğrusal normalizasyon (4) ile monoton olmayan normalizasyon arasındaki ilişki değeri 0,109’tür. Bu değer nerede
ise 0 değerine yakındır. Bu durumda COPRAS yönteminin orijinal işleyişinde yaygın
olarak kabul gören doğrusal normalizasyon (4) yerine doğrusal normalizasyon (2),
doğrusal normalizasyon (3) ve monoton olmayan normalizasyon yöntemleri kullanılmamalıdır. Bu normalizasyon tekniklerinin COPRAS yöntemi için uygun olmamalarının temel nedeni; doğrusal normalizasyon (1), doğrusal normalizasyon (2), doğrusal normalizasyon (3) ve monoton olmayan normalizasyon tekniklerinde zaman
ve maliyet gibi en küçük değerin en iyi durumu gösterdiği değerlendirme ölçütleri
için farklı bir işlem uygulanmasıdır. COPRAS yöntemi zaten bu tür değerlendirme
ölçütlerini de göz önüne alarak işlemlerini gerçekleştirdiği için aynı işlemin bir de
normalizasyon tekniğinde uygulanması yapıyı bozmaktadır. COPRAS yönteminin
orjinalinde yer alan doğrusal normalizasyon (4) ile burada incelemeye tabi tutulan
vektör normalizasyonu tekniklerinde ise değerlendirme ölçütünün en büyük ya da
en küçük olması göz önüne alınmadan normalleştirme işlemi gerçekleştirilmektedir. Biraz önce de ifade edildiği üzere COPRAS yönteminin işleyişi faydasız ölçütler
adıyla bir ayrım yaparak bu değerlendirme ölçütlerini zaten incelemektedir.
EKİM 2013
247
6.Sonuç ve Öneriler
İşletmeler faaliyetlerini sürdürürken pek çok alternatifi karşılaştırmak zorunda
kalmaktadırlar. Üstelik bu karşılaştırmaların yapılması sırasında bir çok değerlendirme ölçütü de aynı anda incelenmek durumundadır. Bu değerlendirme ölçütlerinin aynı ölçüm birimlerine sahip olabilmesi de pratik hayatta çok zayıf bir olasılıktır. Çok ölçütlü karar verme yöntemlerinden bazıları farklı ölçüm birimlerine sahip
olan değerlendirme ölçütlerini bir potada eritebilmek için ikili karşılaştırmalardan
yararlanırken, bazıları normalizasyon tekniklerine başvurmaktadır. İkili karşılaştırmalar gerçekleştiren yöntemler alternatif sayısı sınırlı ise oldukça iyi sonuçlar üretirken, alternatiflerin artması durumunda yapılması gereken ikili karşılaştırmaların
sayısı katlanarak arttığından sürecin uzamasına neden olmakta ve karar verme
problemi içerisine yeni bir alternatifin eklenmesi durumuna daha zor uyum sağlamaktadır. İşletme faaliyetlerinin dinamik olması ve çok sayıda alternatifin incelenmesi gerekliliğinden dolayı MOORA, TOPSIS ve COPRAS gibi ikili karşılaştırmalar
yerine normalizasyon tekniklerinden yararlanan çok ölçütlü karar verme yöntemleri tercih edilebilmektedir. Normalizasyon teknikleri ile ilgili temel sıkıntı da farklı
yöntemler için standart bir normalizasyon tekniğinin mevcut olmaması ve literatürde aynı çok ölçütlü karar verme yöntemi için farklı normalizasyon tekniklerinin
kullanılmasıdır. TOPSIS yönteminin kullanıldığı çalışmalara bakıldığında hem vektör
normalizasyonu hem Doğrusal normalizasyon (2) hem de Doğrusal normalizasyon
(3) yönteminin kullanıldığı görülmüştür.
Bazı çok ölçütlü karar verme yöntemlerinde uygulanacak normalizasyon tekniği ile
ilgili uzlaşının olmaması ve COPRAS yöntemi içinde uzlaşılan teknik yerine başka
tekniklerin kullanılıp kullanılamayacağı sorusuna cevap aramak amacıyla, COPRAS
yöntemi için tüm normalizasyon teknikleri denenerek sonuçlar üzerindeki etkisi
karşılaştırılmıştır. “Normalizasyon yönteminin değiştirilmesi COPRAS yönteminden
elde edilen sonuçları etkilemekte midir? Etkilemekte ise ne ölçüde etkilemektedir?” problemi için anlamlı sonuçlara ulaşılmıştır.
Sağlıklı karşılaştırmaların yapılabilmesini sağlamak için 10 alternatif ve 5 değerlendirme içeren 10 farklı veri seti rasgele olarak türetilmiştir. Ayrıca veri setlerinin
gerçek problemleri daha iyi yansıtabilmesini sağlamak amacıyla ölçüt 4 ve 5 için
zaman ve maliyet gibi en küçük değerin en iyi durumu simgelediği düşünülerek
hesaplamalar gerçekleştirilmiştir. Elde edilen sonuçlar korelasyon analizine tabi
tutulduğunda, COPRAS yöntemi için literatürde kabul gören doğrusal normalizasyon (4) olarak adlandırılan tekniğin yerine vektör normalizasyonunun da kullanılabileceği tespit edilmiştir. Diğer tekniklerin ise COPRAS yönteminde kullanımının
uygun olmadığı görülmüştür. Bu normalizasyon tekniklerinin COPRAS yöntemi için
uygun olmamalarının temel nedeni; doğrusal normalizasyon (1), doğrusal normalizasyon (2), doğrusal normalizasyon (3) ve monoton olmayan normalizasyon tek-
248
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
niklerinde zaman ve maliyet gibi en küçük değerin en iyi durumu gösterdiği değerlendirme ölçütleri için farklı bir işlem uygulanmasıdır. COPRAS yöntemi zaten bu
tür değerlendirme ölçütlerini de göz önüne alarak işlemlerini gerçekleştirdiği için
aynı işlemin bir de normalizasyon tekniğinde uygulanması, yöntemin yapısını
bozmuştur.
Sonuç olarak, COPRAS yönteminin orjinalinde yer alan doğrusal normalizasyon (4)
ile bu çalışmada denemesi yapılan vektör normalizasyonu tekniklerinde ise değerlendirme ölçütünün en büyük ya da en küçük olması göz önüne alınmadan normalleştirme işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu normalleştirilmiş değerlere COPRAS yönteminin diğer aşamaları uygulandığında aynı sonuçlara ulaşılmıştır. Bu nedenle bu iki
yöntemden herhangi birinin kullanımında sakınca yoktur. Doğrusal normalizasyon
(4) yöntemi yerine Doğrusal normalizasyon (2), Doğrusal normalizasyon (3) veya
monoton olmayan normalizasyon kullanımı sonuçları büyük ölçüde etkilemiştir. Bu
nedenle kullanılmaları tavsiye edilmemektedir.
Problemin sadece COPRAS yöntemi açısından ele alınması, TOPSIS, MOORA gibi
diğer çok ölçütlü karar verme yöntemleri için uygulanmamış olması ise çalışmanın
sınırını oluşturmaktadır. Gelecek çalışmalarda gerçek bir işletme problemi için
veriler toplanarak TOPSIS, MOORA gibi çok ölçütlü karar verme yöntemleri için de
çözüm araştırılabilir.
EKİM 2013
249
Kaynaklar
Aalami, H.A. Moghaddam, M.P. Yousefi, G.R. (2010), “Modeling and Prioritizing
Demand Response Programs in Power Markets”, Electric Power Systems Research, 80, 426-435
Ayala, J.G. (2012), “Selecting Irrigation Water Pricing Alternatives Using A MultiMethodological Approach”, Mathematical And Computer Modelling, 55, 861-883
Balezentis, A. Balezentis, T. ve Brauers, W.K.M. (2012), “Personnel Selection Based
On Computing With Words And Fuzzy MULTIMOORA”, Expert Systems With Applications, 39, 7961-7967
Banaitiene, N. Banaitis, A. Kaklauskas, A. Zavadskas, E. K. (2008), “Evaluating the
life cycle of a building:A multivariant and multiple criteria approach”, Omega, 36,
429-441
Chakraborty, S. (2011), “Applications Of The MOORA Method For Decision Making
in Manufacturing Environment”, Int J Adv Manuf Technol, 54, 1155-1166
Chatterjee, P. Athawale, V. M. Chakraborty, S. (2011), “Materials selection using
complex proportional assessment and evaluation of mixed data methods”, Materials and Design, 32, 851-860
Chatterjee, P. Chakraborty, S. (2012), “Material Selection Using Preferential Ranking Methods”, Materials And Design, 35, 384-393.
Dai, L Wang, J. (2011), “Evaluation Of The Profitability Of Power Listed Companies
Based On Entropy Improved TOPSIS Method”, Procedia Engineering, 15, 47284732
Das, M. C. Sarkar, B. Ray, S. (2012), “A framework to measure relative performance of Indian technical institutions using integrated fuzzy AHP and COPRAS methodology”, Socio-Economic Planning Sciences, 46, 230-241
Huang, W. Huang, Y.Y. (2012), “Research On The Performance Evaluation Of
Chongqing Electric Power Supply Bureaus Based On TOPSIS”, Energy Procedia, 14,
899-905.
Kaklauskas, A. Zavadskas, E. K. Raslanas, S. Ginevicius, R. Komka, A. Malinauskas,
P. (2006), “Selection of low-e windows in retrofit of public buildings by applying
250
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
multiple criteria method COPRAS: A Lithuanian case”, Energy and Buildings, 38,
454-462.
Kaklauskas, A. Zavadskas, E.K. Naimaviciene, J. Krutinis, M. Plakys, V. Venskus, D.
(2010), “Model For A Complex Analysis Of Intelligent Built Environment”, Automation in Construction, 19, 326-340.
Kaklauskas, A. Zavadskas, E.K. Trinkunas, V. (2007), “A Multiple Criteria Decision
Support On-Line System For Construction”, Engineering Applications Of Artificial
Intelligence, 20, 163-175.
Kalaycı, Ş. (2010), SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Ankara: Asil
Yayın Dağıtım.
Kanapeckiene, L. Kaklauskas, A. Zavadskas, E. K. Raslanas, S. (2011), “Method and
system for Multi-Attribute Market Value Assessment in analysis of construction
and retrofit projects”, Expert Systems with Applications, 38, 14196–14207.
Kanapeckiene, L. Kaklauskas, A. Zavadskas, E. K. Seniut, M. (2010), “Integrated
knowledge management model and system for construction projects”, Engineering Applications of Artificial Intelligence, 23, 1200–1215.
Karande, P. ve Chakraborty, S. (2012), “Application Of Multi-Objective Optimization On The Basis Of Ratio Analysis (MOORA) Method For Materials Selection”,
Materials And Design, 37, 317–324.
Kiran, C.P. Clement, S. Agrawal, V.P. (2011), “Coding, Evaluation And Optimal Selection Of A Mechatronic System”, Expert Systems With Applications, 38, 97049712.
Lozano-Minguez, E. Kolios, A.J. Brennan, F.P. (2011), “Multi-Criteria Assessment
Of Offshore Wind Turbine Support Structures”, Renewable Energy, 36, 2831-2837.
Maity, S. R. Chatterjee, P. Chakraborty, S. (2012), “Cutting tool material selection
using grey complex proportional assessment method”, Materials and Design, 36,
372-378.
Mela, K. Tiainen, T. Heinisuo, M. (2012), “Comparative Study Of Multiple Criteria
Decision Making Methods For Building Design”, Advanced Engineering Informatics, (Baskıda Makale).
EKİM 2013
251
Mulliner, E. Smallbone, K. Maliene, V. (2013), “An assessment of sustainable housing affordability using a multiple criteria decision making method”, Omega, 41,
270-279.
Newbold, P. Carlson, W.L. Thorne, B. (2003), Statistics For Business And Economics, New Jersey: Prentice Hall Inc.
Ouattara, A. Pibouleau, L. Azzaro-Pantel, C. Domenech, S. Baudet, P. Yao, B.
(2012), “Economic And Environmental Strategies For Process Design”, Computers
And Chemical Engineering, 36, 174-188.
Peng, Y. Zhang, Y. Tang, Y. Li, S. (2011), “An Incident Information Management
Framework Based On Data İntegration, Data Mining, And Multi-Criteria Decision
Making”, Decision Support Systems, 51, 316-327.
Sadeghzadeh, K. Salehi, M.B. (2011), “Mathematical Analysis Of Fuel Cell Strategic
Technologies Development Solutions in The Automotive Industry By The TOPSIS
Multi-Criteria Decision Making Method”. International Journal Of Hydrogen
Energy, 36, 13272-13280.
Shih, H-S. Shyur, H-J. Lee, E.S. (2007), “An Extension Of TOPSIS For Group Decision
Making”, Mathematical And Computer Modelling, 45, 801-813.
Streimikiene, D. Balezentis, T. Krisciukaitien, I. Balezentis, A. (2012), “Prioritizing
Sustainable Electricity Production Technologies: MCDM Approach”, Renewable
And Sustainable Energy Reviews, 16, 3302-3311.
Sun, Y.F. Liang, Z-S. Shan, C-J. Viernstein, H. Unger, F. (2011), “Comprehensive
Evaluation Of Natural Antioxidants And Antioxidant Potentials in Ziziphus Jujuba
Mill. Var. Spinosa (Bunge) Hu Ex H. F. Chou Fruits Based On Geographical Origin By
TOPSIS Method”, Food Chemistry, 124, 1612-1619.
Wang, J-J. Jing, Y-Y. Zhang, C-F. Zhao, J-H. (2009), “Review on multi-criteria decision analysis aid in sustainable energy decision-making”, Renewable and Sustainable Energy Reviews, 13, 2263–2278.
Zavadskas, E. K. Raslanas, S. Kaklauskas, A. (2008), “The selection of effective retrofit scenarios for panel houses in urban neighborhoods based on expected
energy savings and increase in market value: The Vilnius case”, Energy and Buildings, 40, 573-587.
252
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ
YAYIN ve YAZIM KURALLARI
1. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, İktisadi ve İdari Bilimler alanında
özgün makaleleri yayınlamayı amaçlayan hakemli bir dergidir. Yılda iki kez yayınlanan dergi, alanında kuramsal ve uygulamalı çalışmalara yer verir.
2. Dergiye gönderilecek makaleler Türkçe veya İngilizce olabilir.
3. Yayına gönderilecek makalelerin aynı anda başka bir derginin değerlendirme
sürecinde bulunmaması, hiçbir yerde yayına kabul edilmemiş ve yayınlanmamış
olması gerekmektedir.
4. Yayınlanmak üzere dergiye gönderilen makaleler ile birlikte yazar/ların adısoyadı, ünvanı, kurum, ve elektronik posta adresleri ile açık iletişim adreslerini
içeren bilgiler ayrı bir sayfada gönderilmelidir.
5. Yazım kurallarına uygun olarak gönderilen makaleler dergi editörü tarafından
incelenir. Hakeme gönderilmesi uygun görülmeyen makaleler yazar(lar)ına bildirilir.
6. Hakeme gönderilmesi uygun görülen makaleler, konusunda uzman iki hakeme
gönderilir. Hakem raporları doğrultusunda editör gerekli gördüğü durumda üçüncü bir hakem belirleyebilir.
7. Makale metninde makalenin Türkçe ve İngilizce başlıkları, 120 kelimeyi aşmayacak şekilde Türkçe ve İngilizce özetler ile en fazla beşer adet Türkçe ve İngilizce
anahtar kelimeler yer almalıdır. Makale metninde yazar/ların kimlik bilgileri yer
almamalıdır.
8. Dergiye gönderilecek yazılar A4 ebadında kağıda, Times New Roman, 12 punto,
1,5 aralıkla, metin, tablo ve şekiller, kaynakça ve ekler dahil 25 sayfayı aşmayacak
şekilde yazılmış olmalıdır. Sayfalar numaralandırılmalıdır.
9. Tüm metin iki yana yaslı, paragraflar arasında 12nk boşluk verilmiş, başlıklar ve
metin dahil olmak üzere soldan girinti yapılmamış olmalıdır. Gönderilecek çalışmaların sayfa kenar boşlukları her taraftan 2,5 cm olacak şekilde ayarlanmalıdır.
10. Tüm başlıklar kalın (bold), sola yaslı (girintisiz) ve yalnızca kelimelerin ilk harfleri büyük olacak şekilde yazılmalıdır. Alt başlıklar 1., 1.1, 1.1.1. şeklinde numaralandırılmalıdır.
11. Metin içi atıflarda Harvard metodu olarak adlandırılan ve yazar soyadı, tarih ve
EKİM 2013
253
sayfa numaralarının verildiği sistem tercih edilmelidir (Örn: Clegg, 1997: 53). İkiden fazla yazarı olan kaynaklara atıflarda ilk yazarın soyadı ve "vd." ibaresi kullanılmalıdır (Örn: Morgan vd., 1994). Aynı parantez içerisinde birden fazla kaynak
noktalı virgül (;) işareti ile ayrılmalıdır (Örn: Hassard ve Parker, 1994; Boje, 1996).
12. Metin içinde yer alacak tablo, şekil, grafik, harita vb.'lerinin de bu ölçüleri aşmayacak şekilde metin içine ortalanarak yerleştirilmiş olması ya da gerekiyorsa
ekler bölümünde -metin sonunda- kaynakçadan hemen önce yer almış olması
gereklidir.
13. Metin içindeki tüm şekiller ve grafikler sıra numarası ile (Şekil 1) kendi içinde
ve şekil ya da grafiğin altında; tablolar ise yine kendi içinde numaralanmak üzere
(Tablo 1) tablonun üzerinde numaralandırılmış ve isimlendirilmiş olmalıdır. Tablo,
grafik ve şekil başlıkları sayfaya ortalanmış, kalın (bold) ve yalnızca kelimelerin baş
harfleri büyük olacak şekilde yazılmalıdır.
14. Tablo, şekil ve grafiklerin varsa kaynakları; tablo, şekil ve grafiklerin hemen
altında metin içi atıf kurallarına uygun olarak verilmelidir. Matematiksel ve istatistiksel simgeler Microsoft Office denklem düzenleyicisi ile hazırlanmalıdır.
15. Makalenin sonunda yazar soyadlarına göre alfabetik olarak düzenlenecek kaynakça kısmı bulunmalıdır. Kaynakçada sadece makalede kullanılan eserler yer almalıdır ve kaynakça aşağıda belirtilen örneklere uygun olarak hazırlanmalıdır.
KİTAPLAR
Kazgan, G. (1989), İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
Wood, R. ve T. Payne (1998), Competency Based Recruitment and Selection, London: Wiley.
Mondy, R. W., R. M. Noe, ve S. R. Premeaux (2002), Human Resource Management, NJ: Prentice Hall.
DERLEME KİTAPTAN BÖLÜM
Toynbee, A. (2000), "Osmanlı İmparatorluğu'nun Dünya Tarihindeki Yeri", Ed. Kemal Karpat, Osmanlı ve Dünya, İstanbul: Ufuk Kitapları, 49-67.
MAKALELER
Paskaleva, V. (1967), "Osmanlı Balkan Eyaletlerinin Avrupalı Devletlerle Ticaretleri
Tarihine Katkı 1700-1850", İÜ. İktisat Fakültesi Dergisi, 27(1-2), 48-59.
Li, T. ve R. J. Calantone (1998), "The Impact of Market Knowledge Competence on
New Product Advantage: Conceptualization and Empirical Examination", Journal
of Marketing, 61(2), 13-29.
254
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İİBF DERGİSİ
İNTERNET KAYNAKLARI
Yazarı Belli Olan İnternet Kaynakları:
Salmon, P. (2003), "Decentralization and Supranationalty: The Case of the European Union", http://www.imf.org/external/pubs/fiscal/salmon.pdf, (Erişim:
02.10.2003).
Yazarı Belli Olmayan İnternet Kaynakları:
"Special Topic: Corporate Income Taxation and FDI in the EU-8",
http://siteresources.worldbank.org/INTLATVIA/Resources/QER3spec.doc, (Erişim:
28.10.2004).
http://www.tcmb.gov.tr, (Erişim: 28.10.2004).
Belirtilen formatta hazırlanan çalışmalar elektronik posta aracılığıyla [email protected] adresine ekli Microsoft Word belgesi olarak gönderilmelidir. Yazarlara, yazının ulaştığına dair bilgi ve değerlendirme sürecini dergi internet sitesinden izlemede kullanabilecekleri makale takip numarası yollanacaktır. Yazarlar gerekirse editöre, derginin diğer iletişim kanalları yanında aşağıdaki adresten doğrudan posta yoluyla da ulaşabilirler:
Prof. Dr. Sami Taban
ESOGÜ İİBF Dergi Editörü
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Meşelik Kampusu 26480
ESKİŞEHİR
EKİM 2013
255

Benzer belgeler