endülüs gezi notları - stuttgart din hizmetleri ataşeliği

Transkript

endülüs gezi notları - stuttgart din hizmetleri ataşeliği
15-22/11/2015 TARİHLERİ ARASINDA STUTTGART DİN
HİZMETLERİ ATEŞELİĞİ TARAFINDAN ORGANİZE
EDİLEN ENDÜLÜS (İSPANYA) GEZİ NOTLARI
ORGANİZATÖR:
NASUH AYDEMİR
ABDULLAH OĞUZ SEKİ
NASUH AYDEMİR
FATMA AYDEMİR
HAYRULLAH BOZ
GEZİ NOTLARI:
TALAT ERGİN
SELAHATTİN ÖZGEN
ALİ AKKAYA
BAYRAM OYAN
ASİYE ÖZGEN
FOTOĞRAF:
GÜLLÜ ŞAHİN
AYŞE AKTAŞ
ABUZER YÜCEKAYA
İSMAİL ŞAHİN
ZEHRA AKTAŞ
REHBER:
ABUZER YÜCEKAYA
İSA SIKICI
CİHAT AKYAZ
SELAMET AKPINARLI
ALİ AKKAYA
(RUSEDİR TRAVEL)
EYÜP SAN
MUSTAFA ÖZBAY
GEZİYE KATILANLAR:
ZEHRA SAN
AYŞE KUŞDİLİ
DR BİLAL DOĞAN
ZÜLKİF KOCABEY
HACER ÇAP
SAFİYE DOĞAN
FİRDEVS KOCABEY
CENNET ÇENGEL
ENDÜLÜS EMEVİLERİ
Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevî sülalesinden gelen Hîşam'ın torunu
Abdurrahman, İspanya'ya giderek burada Endülüs Emevî Devleti'ni kurdu (756).
Abdurrahman, Abbâsîler ile mücadale etti, Franklara karşı başarılar kazandı.
Emevîler İspanya'da tam bir İslam egemenliği kurmuşlardı. Ancak zamanla, başa geçen
hükümdarlar cihadı bıraktı ve saraylarda sefa sürmeye başladılar. Taht kavgaları ve sevdaları,
kardeş kanının dökülmesi sebebiyle yıkım dönemi başladı. Ülke çevresinde gelişen Hıristiyan
birlikler zamanla daha fazla güçlendi. Aragon kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi I. İsabel'in
evlenmesi ve ordularını birleştirmesi ile Hıristıyanlar daha da güçlenmiş ve Yahudilerle
Müslümanları Endülüs'ten çıkarmışlardır. Kemal Reis komutasında bir donanma ile
kurtulan Yahudilerle Müslümanlar gemilerle doğuya getirilmişlerdir.
Endülüs Emevîleri'nin en parlak dönemi III. Abdurrahman (912-961) ve II. Hakem (961-976)
zamanlarıdır. III. Abdurrahman, halife unvanını da kullanınca İslam tarihinde aynı anda
Abbâsîler, Endülüs Emevîleri ve Fâtımîlerde olmak üzere ilk kez üç halife çıktı.
Endülüs, bugün İspanya’nın güneyinde bir bölge olmaktan çok öte kadim bir medeniyet ve
kültür mirası. Tarihte ise Endülüs, İslam, Katolik ve Musevi kültürlerinin aynı potada eriyip
mükemmel bir karışım oluşturduğu, 750 yıl boyunca İber Yarımadasına hükmetmiş, birçok
ilklere imza atmış ve dünya kültür ve bilim mirasına önemli eserler bırakmış bir medeniyet.
711 yılında Kuzey Afrikalı berberi komutan Tarık Bin Ziyad’ın bugün adını verdiği Cebel-i Tarık
boğazından fethettiği İber Yarımadası, tarihte görülmemiş gelişmişlikte bir dönemin doğuşunu
başlattı. Bin Ziyad sıfırdan başlamak yeni bir medeniyet kurmak ve bir daha Afrika kıtasına
dönmemek için tüm gemileri yakma emri verdi. Bugün dilimizde ‘’Gemileri Yakmak’’ deyimi
1300 yıl önceki bu tarihi olaydan gelmekte. Her dine inanç özgürlüğü tanıyan ve her inanç
kesiminin özgürce beraber yaşaması için bir ortam oluşturan Mağribiler (Emeviler) o gün için
devrim sayılabilecek bir sosyal sistem oluşturdular. İnşa edilen saraylar ve yapılan icatlar ile
bilim ve sanatın zirvesine çıktılar. Birçok kitap Endülüs Musevileri tarafından Latinceye çevrildi
ve bu sayede matematik, kimya, fizik, mimarlık ve felsefe ile ilgili kitaplar Avrupa’ya yayıldı.
Bugün uzmanlar Rönesans’ın temelini Endülüs Medeniyetinin attığına dair hem fikir. Ayrıca
günümüzde önemli yeri olan kağıt, ipek, barut, ve pusula gibi icatlar da tüccar Müslüman
Araplar tarafından dünyaya yayıldı.
Endülüs siyasî tarihine kısa bir bakış: Yapılan bir tasnife göre Endülüs’ün siyasî dönemleri
iki açıdan ele alınabilir: Birincisi iç siyaset açısından 6 ayrı döneme ayrılabilir:
1. Fetih ve Valiler Dönemi
→ 711-756 = 45 yıl
2. Endülüs Emevi Devleti
→ 756-929 + 929-1031 = 275 yıl
3. Mülûkü’t-Tavâif Dönemi
→ 1031-1090 = 59 yıl
4. Murâbıtlar Dönemi
→ 1090-1147 = 57 yıl
5. Muvahhidler Dönemi
→ 1147-1238 = 91 yıl
6. Nasrîler Dönemi
→ 1238-1492 = 254 yıl
İkincisi dış siyaset açısından şu dönemlere ayırmak mümkündür:
1. Fetih ve Reconquista-1
2. Fetih ve Reconquista-2
→ Üstünlük Dönemi, 711-1085 = 374 yıl
→ Savunma Dönemi, 1085-1212 = 127 yıl
3. Fetih ve Reconquista-3
→ Gerileme-Çöküş Dönemi, 1212-1492 = 280 yıl
4. Müdeccenler-Moriskolar
→ İmha Dönemi, 1492-1610 = 118 yıl
5. Aslına Dönüş ve Yeniden Endülüs→ 1980-2011 = 31 yıl
Endülüs'ün Tarihînin Temel Özellikleri:
1. Coğrafî ve kültürel konumu itibarıyla Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ile doğrudan
ilişkilidir.
2. İslâmiyet'in siyasî-askerî güç ve medeniyet bakımından Ortaçağ'da ulaştığı zirvedir ve
Batı Aydınlanması’nın temel kaynağıdır.
3. Asya’nın Avrupa kısmında yaşayan İslâm’dır.
4. İçerisinde yedi civarında ırk ve üç büyük semâvî din mensuplarını barındıran çok
kültürlü yapısıyla bir toplumsal uzlaşma ve hoşgörü medeniyetidir.
5. Türk ve İslam Dünyasına karşı Avrupa'da Haçlı düşüncesinin doğmasına ve seferlerinin
başlamasına sebep olmuş bir Müslüman devletidir. Bu açıdan, Doğu-Batı veya İslamHıristiyanlık Mücadelesi Tarihinin Ortaçağ dilimindeki en önemli safhasıdır.
6. Hıristiyanlık ve Kilisenin gerçek yüzünü insanlığa gösteren tarihî bir vesikadır.
7. Müslümanların geleneksel, siyasî, dinî ve ekonomik zaaflarını ortaya koyan bir ibret
sahnesidir.
8. Coğrafyası ve iklimsel özellikleriyle bir tabiat harikasıdır.
9. Kaybından sonra Osmanlı Devletinin Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika’da hâkimiyet
kurması ve bu hâkimiyetini pekiştirmesinde son derece etkili olmuştur.
10. Bugün, 8 + 1 asırlık (711-1492+1609) Endülüs tarihini daha iyi anlamak için, OrtaçağYeniçağ Orta Doğu-Kuzey Afrika ve Avrupa Tarihini; Arapça, Berberîce, Latince,
İspanyolca, Katalanca, Portekizce ve Fransızca gibi 7 lisanda yazılmış bulunan
kaynaklardan araştırmak gereklidir. (Bkz: Doç. Dr. Lütfi Şeyban, Recounquista,
Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İst, 2003, s. 24, 54)
Endülüs Kültür ve Gezi seyahatimiz Stuttgart havaalanından direkt uçup Malaga havaalanına
inişimiz ile başlamış oldu.(15.11.2015) Altı günlük gezi süresince Malaga, Ronda, Sevilla,
Cordoba, Granada, Mijas, Tarifa, Marbella, Afrika kıyılarını (burası görsel olarak tabi) ve
Atlantik Okyanusu sahil turu gibi bir çok tarihi ve turistik mekanları gezme fırsatını yakalamış
olduk.
Sayın Ateşemiz Dr Bilal Doğan Bey in gezi planına son şeklini verme çalışması
deklanşörümüze yansırken...
1. GÜN
MALAGA (MALEKA)
16.11.2015 PAZARTESİ
Kaldığımız otelde (Fuengirola - Las Palmeras) sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra
otelden çıkarak saat 10.00 da bizi Malaga’ya götürecek olan Metronun yolunu
tutuyoruz. Metro ile yaptığımız yolculuk 45 dk sürüyor.
Malaga, Costa del Sol denilen Güneş Sahilleri üzerine kurulu bir liman şehri. Şehir
Cebelitarık boğazına 100, en yakın Kuzey Afrika sahiline ise 130 km uzaklıkta. Eğer
buraya kadar gelmişken Cebelitarık’ı da ziyaret edeyim derseniz İngiltere’den vize
almayı unutmayın. Zira burası İngiliz toprağı sayılıyor. Panoramik bir şehir turunu
en sonunda anlaşmaya vardığımız bir “Şehir Turu Otobüsü ile yapıyoruz. Fotoğraf
makinanızı yanınıza almazsanız üzülebilirsiniz.
‘Şehir turu otobüsü’ için sıkı pazarlık...
Burada hala Fenikeliler‘den kalma az da olsa kalıntılar var. Fenikeliler’e ait surları
şehirdeki Picasso Müzesi’nden görebilirsiniz. Ama ayakta duran kalıntıların büyük
bir bölümü Endülüs dönemine ait. Gibralfaro kalesi 11. yüzyılda Endülüs Taifalar
idaresi sırasında ufak emirliklere bölünmüşken yapılır. 13. ve 14. yüzyılda ise Nasri
hanedanı zamanında genişletilir. Gibralfaro kalesi korunaklı bir yolla Alcazaba adlı
diğer bir kaleye bağlanır. Bu kale Arap döneminde emirin ikamet ettiğiyerdir.
Bu tepeden şehrin manzarasının tadını çıkardıktan sonra aşağı iniyoruz.
‘Şehir turu otobüsümüz’
‘Harika bir tekne turu’
Aşağıda sizi Picasso müzesi, Picasso’nun parkta oturur şeklindeki heykeli ve çok
güzel bir cadde dikkatinizi çekiyor. Tam bir botanik cümbüşü olan sahil kenarındaki
yeşilliği de gezdikten sonra güzel bir tekne turu sizi bekliyor. Liman ve tekne turu
bir harika… Gezi otobüsümüzle Katedral kilisesinin önünden de geçiyoruz ama
girmiyoruz. Limanı sahil kenarında bekleyen seyir arabasıyla gezdikten sonra aynı
zamanda şehir turu yapmak için kullandığımız otobüs yolculuğumuz da böylece
sona ermiş oluyor.
2.GÜN
RONDA
17.11.2015 SALI
MALAGA- RONDA ARASI: 102 Km
YOLCULUK SÜRESİ: 1saat 16 dk.
‘Gezi otobüsümüz’
Kahvaltımızı yaptıktan sonra otelimizden çıkıyoruz. Bu gün ayrıca rehberimiz Cihat AKYAZ
(Rusedir Travel) ile de buluşuyoruz. Rehberimize ilk sorumuz kaldığımız otelin çaprazına
düşen gezi otobüsümüzün park ettiği yolun karşı kenarında kalan ve dört tane minaresi bulunan
mekanı soruyoruz. Çünkü oradan gelen müzik sesi ile minareler arasında bir bağlantı
kuramamıştık. Hatta ‘bar’ falan zannetmiştik. Rehberimiz bize; İspanya’da İslam Cemiyetinin
olduğunu hiçbir caminin bar gibi mekanlara çevrilemiyeceğini anlatıyor ve rahatlıyoruz. Oranın
bir Yat Limanı merkezi şeklinde kullanıldığını söylüyor.
Saat 09.10 itibari ile Ronda’ya gitmek üzere otobüslerimize biniyoruz. Yol boyunca Endülüs
hakkında bilgiler verilirken kulaklarımız rehberin anlattıklarında gözlerimiz ise Malaga ile
Ronda arasında yol alan otobüsümüzün sağlı sollu camlarından bize akseden güzellikte idi.
Parmaklarımız ise ya bir fotağraf makinasının denklanşöründe ya da mega piksel özellikleri ile
denklanşörü aratmayacak nitelikteki android telefonlarımızda idi. Rehberimiz “-Evet,
Ronda’ya geldik.” dediğinde saatlerimiz 10.40 idi.
Tajo Boğazının üstünde, 150 m. yükseklikteki bir kayalığa tutunmuş, muhteşem panaromik
görüntü sunan yerleşim bölgesi… Deniz seviyesinden yüksekliği 750 metre. Biz Marbella'ya
çok yakın olduğundan Marbella ile birleştirdik gezimizi. Yol aslında 60 km ama devamlı
tırmandığın için uzun sürüyor. 3 köprü var şehirde…Puente Romano, Roman Bridge, Puente
Viejo - Old Bridge ve Puente Nuevo - New Bridge. Puente Nuevo yeni şehirle eski şehri
birbirine bağlayan köprü ve en hareketlisi. Plaza de Toros de Ronda, en eski arenalardan
biridir Endülüs bölgesinin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Malaga ile Sevilla arasında
dağlık bir bölgede yer alan kasaba Mağribi hakimiyeti altında kaldığı 700 yıl boyunca ele
geçirilmezliğini kanıtlamıştır. Yeni köprü adındaki ünlü art deco köprüsü Puente Nuevo eski
şehir ile yeni şehri birbirine bağlar. Köprünün hemen dibinde boğa güreşinin doğduğu, İspanyol
Arenalarının ilki ve de en ünlülerinden biri Plaza de Toros bulunur. Boğa güreşi kurallarını
18.yüzyılda belirleyen Francisco Romero; Ronda kasabasında doğmuştur. Arena’nın içinde
ayrıca matadorların kıyafetlerinin sergilendiği bir boğa güreşi müzesi bulunur. Köprüyü
fotoğraflamak için Ronda’nın aşağı kırsalına inebilir ve şansınız varsa özgürce koşan İspanyol
atları ile karşılaşabilirsiniz.
711 yılında Endülüs Emevi Müslümanlarının eline geçen Ronda’yı Hıristiyanlar ancak 1485
yılında Müslümanların elinden alabilmişlerdir. Müslümanların hemen hemen en son elinden
çıkan toprak parçasıdır Ronda. Tabi bu Malaga’nın da elden çıkmasını kaçınılmaz hale
getirmiştir. Şehrin ortasından geçen derin bir yarığı köprünün birleştirdiğini söylemiştik. Bu
köprü şehri de eski ve yeni diye tabir edilen bölümlerle birbirinden ayırdığını da belirtmiştik.
Bu köprünün yerden yüksekliğinin 90 m olduğunu rehberimiz bize söylediğinde köprüden aşağı
bakmakta tabi tam bir cesaret işi… Köprüden aşağıya ilk baktığınızda başınızın döndüğünü
hissedersiniz. Köprünün inşası esnasında, köprüden düşüp hayatını kaybedenlerin olduğu
rivayet edilmektedir. Hatta mimarının bile köprüyü son kontrolünde düşüp öldüğü söylenir.
Biz bu köprünün yerle birleştiği en alt kısmına kadar indik. Küçük bir şelalenin sesi, köprüyü
adeta masallardaki dev gibi ayakta tutan kalın duvarları, duvar içine gizlenmiş hapishanesi,
köprünün dev duvarının yükseklik bitimindeki harika at nalı kemeri, bu kemerin alt tarafındaki
yan duvar oyuklarına kümelenmiş güvercinleri, köprünün altından akan suyu ve yer yer
durgunlaşarak oluşan göleti ve köprünün tam karşında Endülüs Emevilerinin bu topraklara
girişini simgeleyen yapısı doğanın yeşil cümbüşüyle beraber tarihten günümüze gelen tüm
güzelliklerini gözlerimizin önüne bir sofra misali serivermişti… Ve bu göz kamaştıran
güzelliğin heyecanına kapılmış olmalıyız ki, o köprünün dibinden okuduğumuz “Ezan Sesi” 90
m lik köprünün üzerinde ve Ronda’nın eski-yeni sokaklarında yankılanmıştı… Ardından o
mekanda kılınan öğle namazının ikindi ile bütünleşen manevi güzelliği… Ben bunun adına (o
mekanda okunan ezana) “Manevi Cesaret” adını verdim. Çünkü; Bu manevi cesaret, tarihin
derinliklerinden koşup gelerek ilmik ilmik kalbimize işlemiş ve bir “Ezan Nidası” ile dilimizden
süzülüvermişti…
‘Rehberimiz anlatıyor, notlar alınıyor...’
RONDA’DA KİLİSE:
Rehberimiz içeriye girmeden anlatmaya devam ediyor. Çünkü gezi planı kapsamında olmayan
yerler ve mekanlar ayrıca ücrete tabi. Bu kilisenin bir bölümünde Rahibeler kalıyor. Asla dışarı
çıkmıyorlar. Kimse ile görüşmüyorlar. Zaten bunların bulunduğu yere girmekte yasaktır. Bu
Rahibeler burada kurabiye yapıyorlar. Kurabiyeleri almaya gittiğinizde belki seslerini
duyarsınız ama asla göremezsiniz. Ronda’nın yeni diye adlandırılan bölgesinde bulunan bu
kilise 1552 yılında yapılmış.
MATADOR ve ARENA
Kilisenin bulunduğu caddeden 100 m kadar yürüdükten sonra sağ tarafa dönüyorsunuz. Bir
boğa heykeli sizi karşılıyor. İspanya’nın meşhur boğa güreşlerinin yapıldığı arenaya geldiğinizi
haber veriyor adeta… Pedro Romero ismi ile yüzleşiyorsunuz. İspanya’nın ilk boğa güreşçisi…
Daha sonra Romero’nun isteği il yapılmış olan ve içinde boğa güreşlerinin yapıldığı arenada
buluyorsunuz kendinizi. Pedro Romero’nun heykelinde doğum tarihi 1754, ölüm tarihi ise
1954’ü gösteriyor. Tabi bu ölüm tarihi aslında heykelinin yapılış tarihidir.
İspanya’nın bu ilk matadorları, aynı aileden beş kişidir ve ikisi bu arenanın meşhur
matadorlarıdır. Boğa güreşleri ise her hafta sonu yapılmaktadır. Aslında arenanın ilk yapılış
amacı: Şövalyelerin atlarını savaşa hazırlamak için yaptıkları bir çiftliktir. Boğa güreşleri
günümüzde hala yapılmaktadır ama İspanya’nın kuzeyinde yasaklanmıştır. Ronda ve
Malaga’da ise boğa güreşlerinin yasaklanması imkansız… Çünkü, bu kültürün kaynağı bu
şehirlere ait. Ayrıca bu kültür onlar için çok ta değerli… Bu değerin vehametini ve heyecanını
arenanın iç alanında ve sulanarak sertleştirilen kumun yer yer rengini değiştiren kan izlerinde
hissetmeniz mümkündür. Ata verilen değer sokaklarda yapılan fayton gezilerinden de
anlaşılmaktadır. Boğaların sokaklarda serbest bırakılarak onların önlerinden kaçmak ta buraya
ait diğer bir kültürdür.
BOĞA GÜREŞLERİ:
Arenadaki boğa güreşlerinde arenaya altı-yedi boğa çıkar. Torenalar; Boğayı yorar. Matodorlar
ise son vuruşu yapar. Matador, ucu kavisli kılıcı ile boğanın boynunun sağ tarafından bir darbe
ile boğaya batırır. Sonra matador zafer sembolü olarak boğanın kulaklarını keser. Arenanın
kumlarının sulanmasının nedeni ise güreş esnasında matadorun ayaklarının kaymaması içindir.
Son olarak arenanın kavisli duvarlarının içine gizlenmiş olan müzeyi ve küçük alışveriş
mekanını da gezdikten sonra saat 15.55 itibari ile gezimizin Ronda bölümünü tamamlamış
oluyoruz. Bu arada şehir turu yapmayı da unutmuyoruz tabi…
MARBELLA
Ronda’dan ayrılmak üzere otobüsümüze biniyoruz. Marbella’ya geldiğimizde saatlerimiz
17.15’i gösteriyordu. Chicago’da bulunan Beverly Hills’in mimarı tarafından yapılan bu liman
kasabası, zengin sınıfın sahil kenarına demirlemiş olan yatları ile karşılıyor bizi. Beverly
Hills’in mimarının heykelinin önünde çekilen bir hatıra fotoğrafından sonra güzel bir liman turu
yapıyoruz.
Suud kralı ve çevresinin Marbella şehrinde 20 Milyar dolar civarında yatırım yaptığı, çeşitli
mülkler satın aldığı söylenmektedir. Her yıl birkaç uçak dolusu insanla buraya 2 aylık tatile
geldiği ve şehir ekonomisine önemli katkıda bulunduğu söylenmektedir. Bu arada, başta Arap
ülkeleri olmak üzere bir çok ülkenin liderlerinin ve devlet başkanlarının gözde tatil yerlerinden
birisi Marbella'dır.
Tekrar otobüsümüze döndüğümüzde ise saatlerimiz 18.30’u gösteriyordu. Saat 19.00’da bir
başka sahil turu daha yapıyoruz. Güneşin batışını deniz üzerinden Temmuz ayındaki “Akdeniz
Akşamlarının” aksini bize Kasım Ayında tüm sıcaklığı ile hissettirircesine doya doya
yaşıyoruz. Endülüs gezimizin ikinci gününü bu şekilde tamamlamış oluyoruz.
AKŞAM YEMEĞİ ve BİLARDO
Otelin en alt katında kahvaltımızı yapıyor, gezi sonrası dönüşlerimizde de akşam yemeğimizi
yiyoruz. Biraz dinlendikten sonra kaldığımız otelin giriş katında bulunan lobisinde
buluşuyoruz. Lobide: Kütüphane, bilardo masaları, büyükçe bir salon, salonun yan tarafında
bizim çay veya kahve almak için kullandığımız zaman zaman otel sakinlerine canlı müzikte
sunan bir bar bulunmakta idi. Otelin büyükçe olan salonunun aynalarla çevrili bir köşesinde
bir bilardo masası daha vardı. Bilardo oynamak için tercih ettiğimiz yer genellikle burası idi.
Ateşemiz Sayın Dr Bilal Doğan Bey’in farkettirmediği rekabeti, Zülkif hocamızın “Bilmiyorum” tarzındaki mükemmel oyunu, Eyüp San hocamızın oyundaki vakarı, Talat Ergin
hocamızın “-Bu oyun benden sorulur” edası ve tüm arkadaşlarımızın akşamlık eğlencesi olan
bu bilardo masası da gezimizin kendine has vazgeçilmez bölümünü oluşturuyordu. Oyun
sonrası otel lobisindeki muhabbetin güzelliği de bir başka idi. Bazı arkadaşlarımız bu muhabbet
esnasında otel dışına çıkar, şehrin cadde ve sahilinde gezerdi. Gezinin kendine has yorgunluğu
bu şekilde giderilmeye çalışılır ve sonrasındaki uyku da yarınki dinginliğin doruk noktasını
teşkil ederdi.
3.GÜN
GRANADA (GIRNATA)
18.11.2015 ÇARŞAMBA
MALAGA- GRANADA ARASI: 125 Km
YOLCULUK SÜRESİ:
1.34 dk
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 08.40’dan itibaren otobüsümüz Granada’ya hareket
ediyor. Yolculuk boyunca Malaga kentinin kendine özgü yapılarının büyüleyici güzelliğine
kaptırıyorsunuz kendinizi. Daha sonra Akdeniz İkliminin etkisi altına giriyorsunuz ve yol
boyunca neredeyse Granada’ya kadar size zeytin ağaçları eşlik ediyor. Bu arada rehberimiz
Cihat Akyaz ise Granada hakkında bize bilgiler aktarmaya devam ediyor. Tamamen
Müslümanların yerleştiği Albeysin Mahallesini gezeceğimizi daha sonrada dünyanın yedi
harikasından biri olan el-Hamra Sarayını gezeceğimizi de söylüyor tabi.
Rehbermiz Granada’nın, “nar” anlamına geldiğini söylemişti. Malaga için de; “Balıkların
tuzlandığı yer” anlamına geldiğini söylemişti. Granada’nın nüfusu 250 bin kadar. İspanya’nın
en çok kasabasına sahip olan bir şehirdir. 92/711 yılından itibaren Müslümanların eline geçiyor
(Tarık bin Ziyat tarafından fethediliyor) ve 1492 tarihinde de Müslümanların Endülüs’te
kaybettiği en son toprak parçası oluyor. Burası 1492’de terk edildiğinde (evet terkediliyor,
savaşmadan şehrin anahtarları teslim ediliyor) burada Nasri (Beni Ahmer) Beyliği Endülüs’ü
temsil ediyordu. Takındığı diplomatik tavır ile 254 yıl varlığını devam ettirmişti.
İSPANYA KRALI ve KRALİÇESİ
Burada yeri gelmişken İspanya Kralı Fernando ve İspanya Kraliçesi İsabella’dan söz etmeden
de geçemiyeceğim. İsabella’nın kripto Yahudi olduğu söylenir. Kuzeyde Kastilya Kraliçesidir.
En kuzeyde de Navarra Krallığı vardır ve Kralı Fernando’dur. Vatikanın planı ile beşik kertmesi
olan bu ikili evlendirilir ve İspanya’da birlik sağlanmış olur. Aragon Kralı Fernando ile Kastilya
Kraliçesi İsabella evlenmiştir. İsabella Fernando’ya; Granada’yı almadığın sürece sana kadınlık
görevimi yerine getirmeyeceğim der. Günlerce, haftalarca, hatta aylarca yıkanmaz. Kokmaya
başlar. Tarihte bu yüzden kendisine “Pasaklı İsabella” da denir. Fernando durumun ciddiyetini
anlar ve Ebi Abdullah ile görüşür. “-Ya şehri verin ya da biz gelip alırız” der. Ebi Abdullah
istişare sonucu (bu duruma karşı çıkan amcası bir gece Fernando’nun askerlerine saldırır ama
sayısı azdır. Saldırı kontrol altına alınır) savaşmadan şehrin anahtarlarını teslim eder.
“ALBEYZİN MAHALLESİNDEN HÜZÜNLÜ BAKIŞ”
Albeyzin Mahallesinin muhteşem terasından el Hamra’yı seyrettiğimiz gibi Ebi Abdullah’ta
son bir bakışla el-Hamra’ya bakar ve geride bıraktıkları için göz yaşı dökmeye başlar. Bunun
üzerine Ebi Abdullah’ın annesinin şöyle dediği söylenir: “-Erkek gibi savaşıp savunamadığın
şehrin için şimdi kadınlar gibi oturup ağlama”
Biz de ilk önce gezimize Albayzin Mahallesinden başladığımız için hem el-Hamra Sarayının
büyüleyici kızıllığını seyrediyor hem de rehberimizin anlattığı bu hüzünlü hikayeyi
dinliyorduk. İçimiz burkulmadı değil hani… Ah Granada! Albayzin Mahallesinin sokaklarında
bir yetim gibi gezerken el-Hamra’nın öksüzlüğünü ancak bu kadar hissettirebilirdin bize…
‘Albayzin Mahallesinden El Hamra ya Hüzünlü Bakış’
el-Beyyazîn (Albayzin) İslâmî döneme ait özelliklerini muhafaza eden nadir mahallelerden
birisidir. Nasrîler döneminde sarayda çalışanların çoğunluğunun bu mahallede oturduğu
belirtilmektedir. Sokakları çok dardır ve eski Endülüs karakterini korumaktadır. Burada
önceden 17 kadar cami varken Hıristiyan hakimiyetine geçtikten sonra bunların kiliseye
çevrilmiş. Orada Abdülkadir es-Sûfî tarafından kurulan Takva Mescidi’nde öğle namazı kıldık.
Bu mescid Granada İslâm cemaatinin merkezi olarak görev yapmaktadır ve burada Endülüs
Müslümanlarıyla karşılaşmak mümkündür. Albayzin tepesinden el-Hamra Sarayı’nın
muhteşem ve hüzünlü görüntüsünü fotoğraflar çekerek kayıt altına aldık. O tepede toplanan
bir grup İspanyol gencinin söylediği Flamingo müziğini dinledikten sonra grup halinde tekrar
şehrin merkezine indik.
PLAZA DE BİB RAMBLA MEYDANI
Albayzin (Atmaca avcılarının yeri anlamına gelen arapça bir kelimedir) Mahallesinden bu
meydana inince bu meydan da bahsedemeden geçemiyecğim. 1492’ Fernando ve İzabella çifti
Granada’yı alınca Reconquista hareketi böylece tamamlanmış oluyordu. Reconquista: Yeniden
fetih, Müslümanları yarımadadan çıkartma hareketidir. Müslümanlar 711yılında üç sene gibi
bir zaman içerisinde neredeyse tüm İspanya’yı fethedip Frank topraklarına kadar ilerlemişti.
Fakat Reconquista hareketi ise ancak “sekiz asır” geçtikten sonra gerçekleşebilmişti. İşte 1492
tarihinden sonra burada yaşayan Müslümanların ve Yahudilerin işi zorlaşmıştı. Arşivler ve tüm
kitaplar bu meydanda yakılmıştı.Camiler ise kiliseye çevrilmişti. Bir çok tarihi eser tahrip
edilmişti. Şu an İspanyollar her sene bu meydanda kitapların yakıldığı tarihte toplanır ve
kitapların yakılışını protesto etmek için gün boyu kitap okurlar. Bir kez daha sarsılmış ve
şaşkınlığımızı gizleyememiştik ki imdadımıza rehberimizin 13.20’de aynı meydanda
toplanmak şartıyla vermiş olduğu mola yetişmişti. Bib Rambla Meydanının arka tarafında
Albayzin yolu üzerindeki Fas çarşılarını gezerken ancak bu şaşkınlığımızın üstesinden
gelebilmiştik.
CATHEDRAL (KATEDRAL)
Granada Katedrali 16 yy da şehir Müslümanlardan alındıktan sonra bu bölgede bulunan caminin
kiliseye çevrilmesiyle ilk halini almış ve zamanla genişletilerek bu gün İspanya’nın en büyük
ikinci katedrali haline gelmiştir. Yapılan bağışlarla genişletilmesinden dolayı çan kulesine para
yetmemiş gördüğümüz şekli ile yapımı eksik kalmıştır. (Çan kuleleri: Çoğu daha önce minare
iken çan kulesine çevrilmiştir) Katedralin tek dikkat çekici noktası “Royal Chapel” yani
Kraliyet Şapeli bulunuyor. Burada 1. İzabella’nın ve 2. Ferdinand’ın mezarı var. Ayrıca
Ferdinand’ın kılıcı da sergileniyor. Katedralin başka da bir özelliği yok zaten.
MADRASAH (MEDRESE)
Katedralin hemen yanında tarihi bir medrese bulunuyor.(Tabi bu zamanında caminin yanında
bulunuyordu) Nasri Hanedanlığı zamanında1349 da yapılmış. 19. Yy da çıkan büyük bir
yangında çevresindeki çarşı ile beraber yanmıştır.
EL HAMRA SARAYI
Eveeet! Fas çarşılarındaki mola gezintimiz bittiktem sonra belirlenen saatte (13. 20) Bab
Rambla meydanında tekrar toplanıyoruz. 13. 40 gibi tekrar otobüsümüze biniyoruz ve dünyanın
yedi harikasından biri olan el Hamra sarayına doğru hareket ediyoruz…
Bu sefer karşımızda Albayzin Mahallesi ve biz ise el Hamra Sarayındayız. Bu muhteşem
şaheser tarihten gelen masumiyeti ile ve aynı zamanda bu masumiyetin günümüze ulaşan
mütevaziliği ile biz misafirlerini ağırlamaya çoktan hazırdı bile…
Gezerken rehberimizin anlattıklarını dinlemek için kulaklarımıza dinleme cihazlarımızı taktık.
Fotoğraf makinalarımızı ve telefonlarımızı hazır hale getirdik. Artık gezi için hemen hemen her
şey hazırdı.
El Hamra: Kızıl veya kırmızı saray demektir. Her tarafının zamanında kandillerle çevrili
olması ve kandillerin de saraya bu rengi vermesinden dolayı da bu isimle adlandırıldığı söylenir.
Zamana göre, içinde otuz bin insanın yaşadığı söylenir. Dağ üzerindedir ve dağın yapısına göre
inşa edilmiştir. Bu yüzden bazı yerleri dar bazı yerleri de geniştir. En geniş yeri 180 m, en dar
yeri de 40 m dir. Kendine has bir şehir görünümündedir. Zamanında içerisinde ççarşılar,
saraylar, hanlar hamamlar, camiler ve köşkler bulunmaktaydı. Her gelen emir adından söz
ettirmek için sarayda ya bir değişiklik ya da genişletme yapardı. Bu yüzden Saray, tam bir
kompleks görünümündedir. Yapısı hemen harç halini alan ve çabucak betonlaşan bir topraktan
yapılmış ve günümüze kadar gelebilmiştir.
Sarayın ziyaretçi sayısı sınırlandırılmıştır. Buna rağmen 2012 yılında en çok ziyaret edilen
yerler arasındadır. Cennetü’l-Arifdenilen bahçeyi gezdik. Nasrîler döneminde uzun bir sürede
yapılan saray külliyesinin bugün ayakta kalan kısımlarının çoğu I. Yusuf (1334-1353) ve oğlu
V. Muhammed (1353-1391) zamanlarında yapılmıştır. Adalet kapısı, hanımlar kulesi, küçük
portal sarayı, aslanlı avlu, kral salonu, iki kız kardeş salonu ve harem daireleri bu iki sultan
dönemlerinde inşa edilmiştir. Daha sonra gelenlerin çeşitli ilaveleriyle yaklaşık 150 yılda son
şeklini almıştır. Çok geniş bir alanda ve bir tepe üzerinde kurulan sarayın ihtişamı Washington
Irwing’’e“el-Hamra: Müslüman Cenneti” sözünü söyletmiş. Duvarlarındaki taş
işlemelerine sayısız “Ve Lâ Ğalibe illallah” ifadeleri kazınmıştır. Her girilen salonda, avluda,
bahçede, en ücra köşede bu ifadeye rastlamak mümkündür. El-Hamra Sarayı, geniş ve çeşitli
bitki ve çiçeklerle bezenmiş bahçeleri, su havuzları, seramik ve çini işlemeleriyle insanı
büyüleyen bir saray. İnsanı rehavete sürükleyen değişik bir havası ve görüntüsü var. Bazı
sultanlar ve devlet ricalinin el-Hamra Sarayı’nın insanı gevşeten, rehavete sürükleyen bu
havasının etkisinde kalıp dış dünya ile irtibatı kestikleri belirtiliyor. Saraya giriş bileti kişi başı
10 Euro. Yıllık yaklaşık 3.000.000 kişinin bu sarayı ziyaret ettiği ve gelirinin önemli bir
kısmının doğrudan Vatikan’a gönderildiği bilgisi de bizi ayrıca etkileyen olaylar arasındaki
yerinialmıştı.
El Hamra! Sevinç ve burukluğu aynı anda iliklerinize kadar hissettiğimiz ve tarihin
derinliklerinden günümüze kadar gelen mahzuni mekan…
Saat 14.00 itibari ile başlayan el Hamra Sarayı gezimiz 17.50 gibi sona ermişti. Aslında
anlatılması mümkün olmayan fakat yaşanması gereken, karmaşık duygular içerisinde yazılması
zor olupta kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir gezinin ardından otobüslerimize biniyoruz. Otobüs
yolculuğumuzun ilk anları derin bir sessizlik içinde geçiyor. Bu yolculuk hep böyle mi devam
edecek diye kendi kendime sormadan edemedim. İmdadımıza Abdullah Oğuz Seki Hocamız
yetişiyor. Meşhur “Ankara Radyosu” proğramını gezi boyunca başarı ile sunan ve yöneten
hocamız otobüs yolculuklarımızın adeta neşe kaynağı oluyor. (Bu arada şunu da belirtmeden
geçemiyeceğim: Ankara Radyosu Proğramına konuk olan ve “Yalnız Benim İçin Bak Yeşil
Yeşil” parçasını yorumlayan Sayın Dr Bilal Doğan Hocama da bir kez daha teşekkürlerimi
sunmak istiyorum. İnşallah aynı parçayı kendisinden tekrar dinlemek bizlere nasip olur
temennisi içerisindeyim.)
4.GÜN
MİJAS (MİKAS)
19.11.2015 PERŞEMBE
MALAGA-MİJAS ARASI: 35 Km
YOLCULUK SÜRESİ:
30 dk
Mijas sahil kentidir. IX yy da burada Fenikeliler vardı. Fenikeliler denizcilik ve ticaretle
uğraşıyorlardı. Mijas (Mikas) sahil kenti olarak Antalya’yı andırmaktadır. Son olarak 1485 te
Fernando şehri alabilmek için iki defa şehrin üzerine yürüyor. 1487’de Malaga altı, yedi aylık
bir kuşatmanın sonucunda Müslümanların destek alamamasından ve yokluktan dolayı düşünce
Mijas’da İspanyollara bırakılmak zorunda kalıyor. Malaga düşünce şehir yağmalanıyor,
kitaplar yakılıyor, insanlar öldürülüyor ve Malaga sanki şehri altı yedi ay teslim etmemesinden
dolayı bu şekilde cezalandırılmış oluyor. Fakat Mijas düşünce böyle bir cezalandırma söz
konusu değil.
Yaz aylarında Mijas ve Granada sıcak olur. Kışın Granada özellikle sabah ve akşamları soğuk
olur. Mijas’ın nüfusu 80 bin civarındadır. Geçim kaynakları, tarım ve balıkçılıktır. Son
zamanlarda “Doğal Yaşamdan” dolayı turizmde de bir hareketlilik olmuştur. Malaga’da
sardalya balığı meşhurdur. Şeker kamışından yapılmış olan şişe sardalya balığını geçiriyorlar,
kum üzerinde yakılan kömürün üzerinde pişiriyorlar. Logos balığı ise en pahalı balıktır. Saat
09.50 gibi Mijas’a ulaşıyoruz ve anlatılanların ışığında güzel bir gezi yapıyoruz. Bu geziden
sonra otobüsümüzle İspanya’nın en güney noktası olan ve yol üzerinde seyir halinde iken
Cebel-i Tarık’ı da görebilme umudu ile Tarifa’ya gitmek için hareket ediyoruz.
GIBRALTAR, TARIFA (CEBEL-İ TARIK)
MALAGA-TARİFA ARASI: 140 Km
YOLCULUK SÜRESİ:
1.50 dk
09.50 de yolculuğumuz Mijas’dan başladığı için 11.15 te Gibraltar (Cebel-i Tarık) ve Tarifa’ya
ulaşıyoruz. Burası Târık b. Ziyâd’ın ordusunu çıkardığı Gibraltar ve Endülüs’e ilk keşif birliği
olarak gönderilen Tarîf b. Mâlik’e nisbetle Tarifa denilen bölge. Her ikisi de Cebel-i Târık
boğazında bulunuyor. Gibraltar şu anda İngiltere hükümetinin hakimiyetinde bulunuyor ve
rehberin söylediğine göre İngilizlerin izni alınmadan gemi geçişi yasaktır. Buradaki dağın ismi
“Cebelü Târık” veya“Cebelü’l-Feth” olarak adlandırılmıştır. Tarifa İspanya’nın en güney uç
noktadır. Yüksek tepeden karşı tarafta Kuzey Afrika (Fas) kıyıları gözüküyor. Sağ tarafta ise
uçsuz bucaksız Atlas Okyanusu yer alıyor. Emevîler döneminde Endülüs’ün fethi öncesinde
Ukbe b. Nâfi’nin atıyla kıyısına kadar ulaşıp: “Ey Allahım! önüme şu uçsuz bucaksız deniz
çıkmasaydı senin ismini daha uzaklara götürürdüm” dediği Atlas Okyanusu bulutlar arasından
gözüküyor. Bu yüksek tepe çok rüzgarlı olduğu için İspanyollar çok sayıda rüzgardan elektrik
elde eden büyük rüzgar değirmenleri koymuşlar. İspanya’nın Kuzey Afrika’da iki şehri
bulunuyor. Bu iki şehre feribot ve deniz otobüsü seferleri düzenleniyor. Boğazın iki tarafının
arasındaki mesafe yaklaşık 16 deniz mili kadar olduğu söylenmektedir.
İspanya’nın en uç noktasındaki Tarifa’da gezimiz sahil kkenarındaki kale ile başlıyor. Bu
kalenin teras görünümündeki şatosundan Atlantik Okyanusunun mükemmel manzarasını
seyrediyor ve fotağraf karelerine en güzel anılardan biri olmak üzere kaydediyoruz. Tarifa
caddelerini de gezdikten sonra Atlantik Okyanusunun kumlarına bırakıyoruz kendimizi.
Okyanus kenarındaki sahil turumuzu da yaptıktan sonra saat 16.30 itibari ile otobüsümüze
biniyoruz. 10-15dk lık bir yolculuktan sonra otobüsümüz Afrika (Fas) kıyılarını görecek şekilde
yol kenarında bulunan bir tepelikte duruyor. Bu yolun virajlı oluşu motor tutkunları için birebir.
Keskin virajlarda tamamen yan yatarak neredeyse asfalta değecekler zannedersiniz. Onlar o
sürüşün zevkini tadarken bizlerde akşam namazının zevkini en uygun bir köşede rükûlar
secdeler eşliğinde tatmaya çalışıyorduk. O tepeden bir de harika bir görüntüye şahit olduk.
Bulutların içine tamamen gizlenmiş olan ve sadce kale surlarının en uç noktası görünümünde
olan dağı seyrediyoruz. Bu harika dağın seyri yudumladığımız çaylarımızla ve kahvelerimizle
beraber biterken tekrar otobüsümüze biniyor ve otelimizin yolunu tutuyoruz. Saatlerimiz ise bu
esnada 17.30’u gösteriyordu. Bu aynı zamanda bize otelimize kadar eşlik edip, vazgeçilmez
eğlencelerimizden biri olan meşhur “Ankara Radyosu” proğramının da başlama saati idi.
5.GÜN
CORDOBA (KURTUBA)
20.11.2015 CUMA
MALAGA-KURTUBA ARASI:158 Km
YOLCULUK SÜRESİ:
1.47 dk
Cordoba: Üç asır Endülüs’e başkentlik yapan şehir…
Cordoba: Cuma sabahında (saatlerimiz 08.40) bambaşka duygularla ziyaretine çıktığımız
şehir…
Cordoba: Yolculuğumuz esnasında otobüsümüzde ya-sinler, mülkler, nebeler ve aşr-ı şerifler
okuyup, kendisine varan yolları dualarla süsleyip selamladığımız şehir…
Cordoba: Dillerimizi lal, gönüllerimize ve bedenlerimize buruk bir hal salan şehir…
Cordoba: I. Abdurrahman buraya gelince bir hurma ağacının dibine gelerek: “-Sen ki taa
buralara kadar geldin. Kök saldın, dal budak verdin. Bakalım biz senin gibi buralarda kök salıp,
dal budak verebilecek miyiz” diye hurma ağacı ile söyleşmesinin anlatıldığı şehir…
Vâdiu’l-Kebîr nehrinin kıyısında kurulan Kurtuba Ulu Camii karşıdan tüm heybetiyle gözüktü.
Endülüs Emevî Emiri I. Abdurahman’ın, San Vicente Kilisesinin yerini Hıristiyan halka
100.000 dinar ödeyerek satın alarak 785 yılında yapımına başlanan cami hazır bir kilise yapısı
üzerine inşa edilmiştir. Daha sonra II. Abdurrahman, II. Hakem ve II. Hişam zamanında çeşitli
ilaveler ve genişletmeler yapılmıştır. Uzunluğu 180, genişliği 135 metredir. Cami içerisinde
850 sütun bulunmaktadır. Şam Emeviyye Camiine benzer şekilde dikdörtgen olarak geniş bir
alana yatay olarak inşa edilen caminin tam ortasına kondurulan katedral görenleri derin
üzüntüye
sokuyor.
Nehrin üzerindeki köprüden geçtikten sonra karşınıza gelen altı açık büyük giriş kapısının
üzerindeki taşa bir Müslümanın başını kopartan bir Hıristiyan figürünü yontmuşlar. Kurtuba
Ulu Camii’nin 20’den fazla giriş kapısı bulunmaktadır. Avluya girdiğinizde minarenin üzerine
1593 yılında kondurulmuş çan kulesini görüyorsunuz. Bu kuleden belli aralıklarla çan çalıyor.
Camiyi hayranlıkla gezerken dışarıdan işitilen çan sesleri insanı değişik duygulara sürüklüyor.
Ulu caminin iç tezyinatı ise çok muhteşem. Geniş alanda sütunlar ve kırmızı beyaz taşlardan
yapılan yuvarlak kemerler göz alıcı bir şekilde sıralanmıştır. Caminin doğu duvarına
Hıristiyanlığa ait renkli duvar resimleri, heykeller vb. konulmuştur. Rehberimizin ifadesine
göre yıllardır caminin altında kazı yapılıyormuş. Kazılar sırasında bodrum kısmında ortaya
çıkarılan bazı taşlar ve yazılar burasının eskiden bir kilise olduğunu ispat etmek için orada
sergileniyor.
Mihrap kısmına geldiğinizde bu muhteşem eseri görünce insanın dili tutulacak gibi oluyor.
Mihrabın üzerinden tavana kadar çok ince bir taş işlemeciliği ile çeşitli ayetler işlenmiş.
Namaz kılmak ve el açıp dua etmek yasak. Bu durum insanı ayrı bir üzüntüye sokuyor. Hemen
mihrabın yanındaki bir odanın duvarlarına kocaman resimlerin birisinde Kurtuba şehrinin
anahtarlarının Hıristiyanlara teslim edilişi tasvir edilmiş. Ancak resim Müslümanları tahkir
edici ve onur kırıcı bir şekilde tasarlanmış. Müslüman emir, Hıristiyan komutanın önünde yere
eğilmiş, iki dizi üzerine çökerek şehri anahtarını ona teslim ediyor. Halbuki tarihi kayıtlarda
böyle
bir
olay
mevcut
değildir.
Kurtuba Ulu Camii’nin tam ortasında şehir Hıristiyanların eline geçtikten sonra bir katedral
yapılmıştır. Aslında caminin yıkılıp yerine büyük bir kilise yapılmasını isteyen papazlara karşı
o dönemin kralı buraya gelip caminin ihtişamını görünce: “Dünyanın her tarafında
bulunabilecek bir kilise yapacağız derken böylesine güzel bir eseri yıkmayalım” diyerek Ulu
Caminin yıkılmasını engellemiştir. Ancak sonradan kilise mensuplarının istekleri ve
zorlamaları karşısında Ulu Caminin tam ortasına bir katedral yapılmıştır. Buradaki küçük
salonda her gün sabah 09:00’da, Pazar günleri ise büyük salonda ayin yapılmaktadır. Endülüs
eyaletindeki tarihi ve turistik yerleri anlatan resimli İngilizce ve İspanyolca turizm
rehberlerinde Kurtuba Ulu Camii “La Mezquita-Katedral” olarak geçmektedir. Ancak camiye
girişte görevlilerin verdiği resimli broşürde ise “La Cathedrale Cordoue” yazılıdır.
Camiden hayranlık ve üzüntüyle birlikte karışık duygularla çıktıktan sonra Kurtuba Çarşısı’nda
bir süre yürüyüş yaptık. Çiçek saksılarının duvarlarda asılı olduğu ilginç dar sokaklarda
yürüdük.
Kurtuba’da Ulu Camii yakınındaki çarşı içinde bulunan Engizisyon mahkemelerinde işkence
için kullanılan aletlerin sergilendiği müze çok ilginçtir. Giriş kapısında “Museo De La
Inquisicion Europa Siglos XIII Al XIX” yazan bu küçük ve dar üç-dört salondan oluşan
müzede XIII. Yüzyıldan itibaren Engizisyon mahkemelerinde yargılanıp cezaya çarptırılanlara
yapılan işkencelerde kullanılan alet ve düzenekler sergilenmektedir. Her aletin yanına konulan
bir levhada elle çizilmiş resimlerle o aletin ne işe yaradığı, kadın veya erkeklere nasıl işkence
yapılıp organlarının nasıl koparıldığı anlatılıyor. İçi şişli ve kapanınca insan vücuduna batan
demir zırhlar, kazığa oturtulan insanlar, ağaç testeresiyle ortadan ikiye ayrılan insanlar, göğüs
uçları kesilen kadınlar, vücudu gerdirilen insanlar, insanı dehşete düşürüyor. Hıristiyan Batı
tarihinde Engizisyonun önemi, kadın erkek ayırımı yapılmaksızın insanlara yapılan fizikî şiddet
ve işkenceler insanı hayretler içinde bırakıyor. Prof. Dr. Mehmet Özdemir’in ifadesine göre
yaklaşık 10 yıl kadar önce sosyalist bir belediye başkanın tarafından açılan bu müze bir bakıma
özeleştiri ve özür anlamına geliyor. Ancak bir süre sonra bu müzenin kapanmayacağının bir
garantisi yoktur. (NOT: Biz bu müzeyi gezmedik ancak araştırmam sonucunda bu bilgiyi
sizlerle
paylaşmak
istedim)
Kurtuba’nın 8 km. kadar kuzeybatısındaki Cebelü’l-Arûs (Sierra Morena) dağının eteklerine
kurulan Medinetü’z–Zehra Sarayı (Madinat al-Zahra Archaeological Complex) kalıntıları
bulunmaktadır. III. Abdurrahman tarafından 936 yılında yaptırılan saray şehir gibi olup ve
Medinetü’z-Zehra zamanla camisi, pazarı, hamamı ile bir yerleşim merkezi haline geldi. 25
yılda tamamlanan saray toplam 7.500.000 dinara malolmuştur. Bir tepenin yamaçlarına üç
kısım halinde yapılan sarayın en üstü Harem kısmı, onun altında devlet yöneticilerinin kaldığı
bölümler, toplantı salonları, en alttaki meydanda ise askerlere ait yerler mevcuttur. Halen kazı
çalışmaları devam etmekte ve ancak %10 kadar gün yüzüne çıkarılabilmiştir. Sarayın önündeki
geniş alandaki kapalı müzede Medinetü’z-Zehra ile ilgili 20 dakika süren belgesel de
gösterilmekte imiş diyorum. Çünkü biz burayı da gezemedik fakat bilgi olarak sizlerle bunu da
paylaşmak istedim.
Cordoba (Kurtuba); İslam Medeniyetinin Endülüs’teki ilk başlangıç noktasıdır. 750 yılında
Şam’daki Emevi Devletine Abbasiler son verince I. Abdurrahman Şam’dan İspanya’ya geliyor.
756 yılında Kurtuba Emirliğini kuruyor.
929-930 yıllarında III. Abdurrahman kendini Halife ilan ediyor. 1236-1238 yıllarına
gelindiğinde Kurtuba kaybediliyor. Kütüphane ve kitaplar tahrip ediliyor, yakılıp yı kılıyor.
İnsanlar öldürülüyor. O zamanın Kurtuba’sında bir milyonu aşkın insan yaşamaktadır. Yüzlerce
cami inşa edilmiştir. Sokakları taş döşeli olup alt yapısı dahi mevcuttur. Her yer kandillerle
aydınlatılmaktadır. Hamamlar, Kütüphaneler, Çarşılar…
KURTUBA ALİMLERİ
Eğitime değer verilir; herkes bi şekilde eğitimini tamamlardı. Evi sokak olanlar bile okur-yazar
idi. Daha iyi eğitim almak isteyenler, özel olarak tuttukları hocalar sayesinde bu
gereksinimlerini yerine getirirlerdi ve üst seviyede bir eğitim ile eğitimlerini tamamlarlardı. Bu
sayıda sayısız alim, yazar, şair yetişmişti. İbn Rüşt, İbn Haldun gibi alimler sadece bunlardan
bir kaçı idi. Tıp, Botoloji, Jeoloji, Coğrafya vb ilimler altın çağını yaşıyordu.
Tıpta: İbn Marbunyas: (Yahudi asıllıdır) Selahaddin Eyyübi’nin bile doktorluğunu yapmıştır.
İlk Göz Ameliyatı (Katarak) : Bu ameliyatı yapan alim, Muhammed el-Gaffaqui’dir.
Abbas İbn Firdevs: Kristali ilk bulan ve uçma teorisini ortaya atan alimdir. Bu teorisi
sayesinde paraşütü keşfeden ve ilk deneyen alimdir. Bu alimin Bağdat’ta heykeli mevcuttur.
Ayrıca Kurtuba’da bir sokağa ismi verilmiştir.
İşte bu medeniyettir ki; Avrupa’daki Rönesansın bizzat temellerini atmıştır.
HACİB EL MANSUR
Kurtuba’ya ilk gelen Müslümanlardandır. Ailesi daima devletin yüksek kademelerinde yer aldı.
Hacib el Mansur Endülüs Emevi Devletinin Darphane müdürü olur. Yüksek hediyeler
sayesinde devletin daha üst kademesindeki insanlarla sıkı dostluklar kurar. Onlara sürekli paha
biçilmez hediyeler sunar. Böylece yüksek kademedeki insanların ortamına girer. Bu durum
şikayet konusu olunca Sultan denetlenmesini emreder. Denetime tabi tutulacağını anlayınca
paha biçilmez hediyelerle dostluk kurduğu yüksek kademedeki dostlarından yardım ister. Bu
sayede denetlemede hiçbir açık vermez. Sultan onu bu durumundan dolayı ayrıca ödüllendirir.
Kuzey Afrika’ya vali olarak atanır. Tabi buradaki halife ile de sıkı dostluk kurar. Tekrar
Kurtuba’ya dönüp aynı görevine devam eder. Çok zeki olan Mansur hacibliğe göz diker. Halefi
Mansur’un koltuğunda gözü olduğunu görünce onu engellemek ister. Bu arada Halife el
Hakim’in oğlu felçtir. Bu felç oğlunun eşini de kandırıp kendi tarafına çeker. Bu durum
kendisinin Hacib olarak atanmasına vesile olur. Bundan sonra Hacib el Mansur her ne kadar
halifeliğe göz koysa da bu emeline asla ulaşamaz.
Hacib el Mansur, savaşlarda da büyük başarı göstermiştir. Orduyu da arkasına almayı başarır
ve komutan olur. Hacib el Mansur’un bu dönemde 200’e yakın savaş kazandığı söylenmektedir.
732 yılında Franklarla yapılan savaşta (Belatüşşüheda savaşı) kaybedilen toprakları bile geri
alır. Bundan sonra da zaten iç çekişmeler ve parçalanmalar başlıyor.
6.GÜN
SEVİLLA (İŞBİLİYYE)
21.11.2015 CUMARTESİ
MALAGA-SEVİLLA ARASI:
206 Km
YOLCULUK SÜRESİ:
2.16 dk
YOLCULUĞA BAŞLAMA SAATİ: 08.40
SEVİLLA’YA VARIŞ SAATİ:
11.30
93/712 yılında Mûsâ b. Nusayr tarafından fethedilen ve Endülüs’ün ilk idarî merkezi Sevilla
(İşbiliyye) şehrine ulaştık. Daha sonraki dönemlerde Endülüs’te başkent Kurtuba olmuştur.
Burada önce Plaza de Espana (Spain Square)denilen geniş bir alana fuar ve gösteri merkezi
olarak kurulmuş yeri gezdik. Yüksek bir bina yarımay şeklinde uzanmakta ve önünde ise geniş
yuvarlak bir alan mevcut. Adeta bir mühür gibi. “-Biz buradan Güney Amerika’yı selamlıyoruz.
Kanatlarımız altındasınız” demek istemişlerdir bu hilal ve mühür sayesinde… Duvarlara
İspanya şehirlerinin isimleri, haklarında bilgi ve Müslümanlardan teslim alınış temsili resimleri
konulmuştur. Bu şehirlerin sayısı 51’dir. 52. İse Sevilla’dır. Daha sonra yürüyerek daha
önceden Kurtuba Ulu Camii’nin kıyısında gördüğümüz Vâdiu’l-Kebîr nehrinin kıyısına
yapılan Altın Kule gözümüze çarpmakta. Şehirde İslâmî dönemden kalan birkaç yapıdan birisi
olan bu yüksekçe kule nehrin hemen kıyısında inşa edilmiştir. On iki kenarlı çokgen bir plan
üzerine inşa edilen kule, bir rivayete göre üzerini kaplayan altın yaldızlı çinilerin bıraktığı tesir
sebebiyle
Altın
Kule
adı
verilmiştir.
Daha sonra Sevilla’daki İspanyolca “El Real Alcazar de Sevilla” denilen ve İngilizce “The
Royal Alcazar of Seville” olarak isimlendirilen Alkazar Sarayından haberdar oluyoruz.
Burasının yapımına Muvahhidler döneminde başlanmış ve Hıristiyan hakimiyeti zamanında
tamamlanmıştır. Bu saraya Hıristiyanlar tarafından bazı ilaveler yapılmıştır. Gotik, Mudejar ve
Barok stilinde yapılan bu muhteşem saray 1987 yılında dünya kültür mirasına dahil edilmiştir.
Giriş kapısı üzerinde ve iç duvarlarında alçı süslemelerin en güzel örneklerini görmek
mümkündür. Bazı noktalardan Gırnata el-Hamra sarayına benzemektedir.
İşbiliyye Ulu Camii’nin yerine inşa edilen Katedral ve Melviye (La Catedral ve La Giralda)’ye
gittik. Muvahhidler’in halifesi Ebû Yakub Yusuf b. Abdülmümin tarafından 1171-1176 yılları
arasında yaptırılan İşbiliyye Ulu Camii, 1236’da İşbiliye’yi ele geçiren Kastilya kralı III.
Ferdinand tarafından katedrala çevrilmiştir. Bazı bölümleri dışında tamamen ortadan kalkan
cami, Kurtuba Ulu Camii’ne benzemekteydi. Bugün sadece minaresi (La Giralda) büyük
bölümüyle ayakta kalmıştır. Minarenin üst kısmı XVI. yüzyılda çan kulesi şeklinde
tamamlanmıştır. 90 küsur metre uzunluğundadır.
Sevilla (İşbiliyye) Müslümanların ilk girdiği şehirlerdendir. 1248 yılına kadar da
Müslümanların elinde idi. Burada önceleri Vizigotlar ve Romalılar bulunmakta idi. Eskiden en
büyük liman İşbiliyye’de idi ve ana limandı. Çünkü o zaman da gemilerin tek geçebildiği yer
burası idi. Bu liman ayrıca İzabella’nın isteği üzerine sözde Amerikayı keşfe çıkan Kiristof
Kolamb’un kullandığı liman da burasıdır. Keşfettikleri yerdeki üç büyük medeniyeti de yok
etmişlerdir. Astek ve İnka Medeniyeti gibi. Yerli kaynaklarını da tüketmişlerdir ve giderken
yanlarında Rahip te getirmişlerdir. Güney Amerika bu yüzden İspanyolcanın dil olarak
kullanıldığı yerlerdendir.
SEVİLLA’DA UNESCO KORUMASI ALTINDA OLAN MEKANLAR
-Arşiv
-Sevilla Katedrali
-El Real Alcazar (Saray)
Sevilla Endülüs’ün gözbebeğidir. Plaza de Espana (Spain Square) 1914’te yapılmaya başlandı
ve 1929’da tamamlandı. 50 bin metrekarelik bir alana sahiptir.19 bin metrekaresini binalar
oluşturur. Bu alanda Askeri müze ve kamu binaları mevcuttur. Kuzeyinde ve güneyinde kule
mevcuttur. Burası aslında bahsettiğimiz meşhur fuarın standı idi. Buradaki binaların
balkonlarından alanı seyretmek mümkündür. Bualanın arka tarafında ise Maria Luisa’nın
bahçeleri halka açık bir park haline getirilmiştir.
Sevilla’da ikinci bina olarak; Eski tütün fabrikasını ziyaret ediyoruz ama içine girmiyoruz.
Tütün ise Fas’tan geliyordu. Avrupa’nın ilk tütün fabrikasıdır. 1750’lerden 1950’lere kadar
tütün fabrikası olarak işletilmeye devam ediyor. İşçisi ise Güney Amerika’dan getirilen
kölelerden ve özellikle de bayan kölelerden idi. 1950’den sonra bu bina üniversiteye çevriliyor.
Tarih, Coğrafya ve Edebiyat fakültesi haline getiriliyor. Gördüğümüz binanın arka tarafında ise
Rektörlük binası bulunmakta. Gezmek istediğiniz zaman istediğiniz gibi girip geziyorsunuz.
Kimse size kimlik falan da sormuyor.
Sevilla’da üçüncü binna olarak XIII. Alfonso Binasının önünden geçiyoruz. XIII Alfonso
şimdiki Kralın babasının dedesinin kaldığı bina imiş. Şu anda Sevilla’ nın en meşhur ve en
pahalı oteli olarak hizmet vermektedir.
Sevillada dördüncü bina olarak camiden katedrale çevrilen binanın ve minareden çan kulesine
çevrilen yapının bulunduğu mekandayız. Bu katedral hakkındaki bilgilerimizi sizinle üstte
paylaşmıştım.
Sevilla’da beşinci bina olarak Arşiv (Archıvo Genaral INDIAS) Binasının önüne geliyoruz ama
içeriye girmiyoruz. Bu arşivde kayıtlı olan en büyük meblağ; 500 Milyon Dolar olup
Okyanustan çıkarılmıştır. Unesco koruması altındadır.
Sevilla gezimizi de bu şekilde tamamlayıp otele olan mesafeden dolayı da saat 16.35
itibari
ile
geriye
7.GÜN
ENDÜLÜS’TEN ALMANYA’YA DÖNÜŞ
22.11.2015 PAZAR
OTELDEN HAVAALANINA GİDİŞ: 17.30
HAVAALANINA GELİŞ SAATİ:
17.50
UÇAĞIN KALKIŞ SAATİ:
20.10
STUTTGART HAVAALANI:
22.55
dönüyoruz
KİŞİSEL DÜŞÜNCELERİM VE DEĞERLENDİRMELERİM:
1-Sekiz asır kadar devam eden (711-1492) Müslümanların İspanya serüveninin yani
Endülüs’ün coğrafyasını görmek, Tarîf b. Mâlik’in 91/710’da 500 kişiyle deneme birliğiyle
geldiği Tarifa’yı, Târık b. Ziyâd’ın 7.000 kişilik ordusuyla 92/711’de İspanya’ya ilk çıkartma
yaptığı Cebel-i Târık’ı, Mûsâ b. Nusayr’ın Endülüs’te fethettiği şehirleri Kurtuba, Gırnata,
İşbiliyye, Malaga’yı bizzat görmek ağırlıklı olarak Emevîler dönemi ve Endülüs tarihiyle
yüzleşmek beni son derece heyecanlandırdı.
2-İberya Yarımadası’nın jeopolitik konumunu ve doğal güzelliklerini bizzat müşahede ederek
bu ülkeye niçin “el-Firdevsü’l-Mefkûd (Kayıp Cennet)” denildiğini daha iyi anlamış oldum.
3-Şimdiye kadar Endülüs tarihini, kültür ve medeniyetinin önemini, Batı Medeniyeti’ne
etkilerini ve asıl medeniyete tarih boyunca gerçekte kimlerin sahip olduğunu bir kez daha
müşahede etmiş oldum.
4-Gırnata’da el-Hamra Sarayında ihtişam ve huzurla birlikte yalnızlığa terkedilmişliğini ve
duvarlarının sessiz çığlıklarını duydum. “Ve Lâ Ğalibe illallah” ifadesinin saray duvarlarına
ne kadar çok yakıştığını gördüm.
5-İslâmî gelenekte istisnalar dışında fazla örneği olmayan kiliseleri camilere çevirme olayını
İspanya’da sıklıkla camilerin katedrale çevrilmesi şeklinde görmek mümkündür. Kurtuba Ulu
Camii’nin tam ortasına yapılan katedral ilginç bir örnektir. Bunun dışında çeşitli şehirlerde
onlarca caminin kiliseye çevrildiği belirtilmektedir. Kudüs’te yüzlerce yıllık cami, kilise ve
sinagogların yıkılmadan ayakta kaldıklarını, üç dinin mensuplarının (Müslüman, Hıristiyan ve
Yahudiler) bazı önemli sıkıntılara rağmen bir arada yaşadıklarını bildikten sonra İspanya’da
yıkılan veya kiliseye çevrilen camilerin çok olması Hıristiyanlık adına, kültüre ve kültürlere
sahip çıkma adına ne kadar utanç verici bir durum olduğunun farkına vardım. (Onların da bu
durumun farkında olduklarına adım gibi eminim)
6-Kurtuba Ulu Camii’nde namaz kılmak ve el açıp dua etmenin yasak oluşu ziyarete gelen
Müslümanları derin bir üzüntüye seketmektedir.
7-Kurtuba’daki Engizisyon Müzesi’nde (Museo De La Inquisicion Europa Siglos XIII Al
XIX) sergilenen aletlerle yapılan işkenceler; Haçlı seferlerinin yanı sıra Ortaçağ karanlığında
İspanya’da yaşananlar, Hıristiyan Batı’nın çirkin ve acımasız yüzünü açıkça göstermektedir.
(NOT: Biz bu müzeyi gezemedik. Bu araştırmam sonucu ortaya konan bir bilgidir)
8-İspanya’da 1492 yılından 1609 yılına kadar (sürgün, işkence ve imha dönemi olarak
adlandırılan) olan dönemde orada kalan Müslümanları (Moriskolar, Müdeccenler) öldüren,
sürgün eden veya zorla Hıristiyan olmaya zorlayan İspanyolların torunları bugün
Müslümanların yaptıkları saray, cami ve tarihi eserleri ziyaret eden milyonlarca kişiden yıllık
önemli miktarda gelir elde etmektedir. Denildiğine göre Gırnata el-Hamra Sarayı’nın gelirleri
doğrudan Vatikan’a gönderilmektedir. Bu husus ilginç olduğu kadar düşündürücüdür.
9-Andalucia (Endülüs) bölgesi İspanya’daki eyaletlerden birisidir ve kendisine ait bayrağı bile
mevcuttur. İspanya bayraklarının yanı sıra Endülüs bölgesinin yeşil beyaz bayraklarını görmek
mümkündür.
10-Günümüz açısında bakıldığında İspanya, tabiî güzellikleri açısından çok güzel olmasının
yanı sıra sokakların temizliği, sakinliği, trafiğinin düzenli oluşu, herkesin kendi işinde veya
evinde olduğu, rahat ve biraz da tembel insanların yaşadığı bir ülke imajı vermektedir.
11-Son yıllarda Kuzey Afrika ve diğer İslam ülkelerinden gelen göçlerle Müslüman sayısının
500.000’e yaklaştığı belirtilen İspanya’da yeniden İslam’a dönüş hareketini (El Retorno de
Islam a Al-Andalus, Avdetü’l-İslâm fî’l-Endelüs) başlaması sevindirici bir gelişmedir. İslâm
cemaatinin birlikte hareket etmesi ve tarihte olduğu gibi birbirleriyle mücadele edip zayıf
düşmemeleri samimi temennimdir.
ALİ AKKAYA
EBERSBACH FİLS MEVLANA CAMİİ
DİN GÖREVLİSİ
Ve son sözümüzü Mustafa ÖZBAY Hocamızın Grana’da gezisi sonrası yazmış olduğu bir
kaç şiir ile söylemiş olalım efendim…
AH GRANADAM
Hikayeni duydum üzüldüm inan,
Görkemli yapılar camiler viran.
Hani gökkubende çınlayan ezan,
Hüzünlü boynu bükük ah Granadam.
El Hamra sarayın cihanda tektir,
Yolu çok uzun yeri yüksektir.
İçin nakış nakış dışın çiçektir,
Bir gelin gibi nazlı ah Granadam.
Tarihten bu güne gör neler çektin,
Kim derdi sen yabana gidecektin.
Diğerleri yapmacık sen gerçeksin,
Tarihine küsmüş ah Granadam.
İslamın eseri yukarda dursun,
Rüzgarlar ağaçlarını savursun.
Ateşgibi kızıl yakıp kavursun,
İçin için yanma ah Granadam.
Belli ki tekrar fethi beklersin,
Onun için günü günre eklersin.
Gün gelir inşallah hasmı teklersin,
Sabırlı metanetli ah Granadam.
Özbayım gezdi doymadı sana,
Kimi bilmem nerden kimi adana.
İnan çok benzersin bizim vatana,
Bekle bizi tekrar ah Granadam.
Mustafa ÖZBAY
AĞLATTIN BENİ
Tarihe altın harflerle ismin yazılmış
İslamın geçmişi görün bakın nasılmış
Sütünlara taşlara medeniyet kazınmış
İhtişamını seyredip ağlattın beni
Ey Kordoba senin yüzlerce camiin vardı
Derdi olan hastalar sende şifa arardı
Doktorlar o devirde ameliyat yapardı
Geçmişini dinletipte ağlattın beni
Camiler hanlar hamamlar kervansaraylar
Kütüphaneler ve yaktırılan kitaplar
Yok olan medeniyet öldürülen insanlar
Bunları gösterdin yine ağlattın beni
Çift sütunlarınla İslamın şaheseri
Minarelerinde çan, avlunda serseri
Hiç düşünmezlerki bu insanlar mahşeri
Zillet resmine bakıpta ağlattın beni
İslamın ne kadar izi varsa silinmiş
Kalbine hançer saplanıp, bağrı delinmiş
Medeniyet bizden, batılıdan değilmiş
Yıkık viranelerinle ağlattın beni
Özbay ım geldi sonbahar sabahında
Fayda yok artık, müslümanın eyvahında
Ey batılı sen varsın, mazlumların ahında
Bunca seneden sonra sen, ağlattın beni
Mustafa ÖZBAY
EY ENDÜLÜSÜM
Yerleşim yerimiz Fuengirola
Namaz için verdik yollarda mola
Hemen hemen her gün çıktık biz yola
Seni gezmek için, ey Endülüsüm
Ateşemiz güzel türkü söyledi
Abdullah hocamız bakın neyledi
Neşelendirdi hep, bizi eyledi
Seni görmek için, ey Endülüsüm
İlk gezimiz hemen yakındı Ronda
Doksanbeş metrelik köprü de onda
Bende bu şiiri yazdım salonda
Seni anmak için, ey Endülüsüm
Arkadaşlar hakkın helal eylesin
Kimin hakkı varsa lütfen söylesin
Sonra demesinler böyle böylesin
Şahit kılmak için, ey Endülüsüm
Mustafa ÖZBAY
ADI ENDÜLÜS
Yola çıktık dedik haydi bismillah
Eşe dosta dedik haydi eyvallah
Hocamızla tanıştık adı Hayrullah
Bir güyel geziydi adı Endülüs
Komşular dedi Allah a emanet
Geldik gördük baktık burda Selamet
El Hamra dedik benden selam et
Bir güzel geziydi adı Endülüs
Kimi ashab gibi adı Ebuzer
İstersen altını ayağına ser
İnan güvenilir her bir nefer
Bir güzel geziydi adı Endülüs
Kimi cesur komutan Selahaddin
Ağır olduğuna hayret mi ettin
Sebebi var inan bunu öğrettin
Bir güzel geziydi adı Endülüs
Ali hocam komşum yazdı durmadı
İnan hiç kimsenin kalbini kırmadı
Öyle ki kızmadı kendin yormadı
Bir güzel geziydi adı Endülüs
Mustafa ÖZBAY

Benzer belgeler

Detaylı Bilgi İçin Tıklayın

Detaylı Bilgi İçin Tıklayın biridir Endülüs bölgesinin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Malaga ile Sevilla arasında dağlık bir bölgede yer alan kasaba Mağribi hakimiyeti altında kaldığı 700 yıl boyunca ele geçirilmezliği...

Detaylı

ÖZGE ERSU GEZİ YAZILARI Matador ve Boğaların Sessizliği

ÖZGE ERSU GEZİ YAZILARI Matador ve Boğaların Sessizliği yöneticileri, gençlerin İspanya’nın adeta sembolü olmuş bu güreşleri yakın geçmişlerindeki diktatör Francisco Franco y Bahamonde Franco’nun bağnazlığı ve tutuculuğu ile özdeşleştirdiklerinden yakın...

Detaylı