PDF İndir - Celal Bayar University
Transkript
PDF İndir - Celal Bayar University
ISSN: 1304-4796 CELAL BAYAR ÜN VERS TES Sosyal Bilimler Dergisi 2004/1 Bahar Say s Manisa-2004 ISSN: 13044796 CELAL BAYAR ÜN VERS TES SOSYAL B L MLER DERG S Sahibi: Prof. Dr. Naci B. MUTER Yönetim Kurulu Ad na Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü Editör: Doç. Dr. Ay e LKER Editör Yard mc s : Yrd. Doç. Dr. Tuncer ÖZD L Yay n Kurulu: Prof. Dr. Mehmet ÇEL K Doç. Dr. Ay e LKER Doç. Dr. A. Kemal ÇELEB Yrd. Doç. Dr. Tuncer ÖZD L Ara . Gör. Ferhan SAYIN Ara . Gör. Serkan CURA BU SAYIDAK HAKEM KURULU ngilizce Düzelti: Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi y lda iki say olarak yay mlanan ulusal hakemli bir dergidir. leti im Adresi: Doç. Dr. Ay e LKER Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uncubozköy Mevkii 45030 Manisa, TÜRK YE Tel: 0(236) 2330949 Fax: 0 (236) 2330949 e-mail: [email protected] URL: http://www.bayar.edu.tr/~sosyal/dergi.htm Bas m Yeri: Emek Matbac l k, Manisa. ©Copyright: C.B.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü 2004 Dergide yer alan yaz larda ileri sürülen görü ler yazarlara aittir. T.C. CELAL BAYAR ÜN VERS TES SOSYAL B L MLER ENST TÜSÜ DERG S Y l:2004 Cilt:2 Say :1 ISSN:1304-4796 Ç NDEK LER Doç. Dr. Ay e LKER ... . Editörden Yrd. Doç. Dr. Kezban ACAR ... .. .. Globalization and Language : English in Turkey Yrd. Doç. Dr. R za BA CI ... ... . Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon Yrd. Doç. Dr. Serhat BA TAN .. ....... Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u Ar . Gör. M. Zeki DUMAN. . dris Küçükömer in Sivil Toplum Anlay Dr. Ertan GÖKMEN ........................ ... .. 1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz Dr. Ferhat KARABULUT.. ... Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu Ö r. Gör. Dr. Ece Nüket ÖNDO AN......................................................... Türk G da Sanayi nin Geli imi Dr. Ahmet UÇAR .. . Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik(Subsidiarite) lkesi le Yöneti im(Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme Yrd. Doç. Dr. A k n Haluk YILDIRIM ... Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding Yrd. Doç. Dr. Mine YILMAZER. Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i Yaz m Kurallar ve Yay n lkeleri IV 1 11 29 47 53 67 89 97 109 119 137 III ED TÖR DEN lk say m z ç karman n mutlulu u ile sizleri selamlam t k. Elinizdeki ikinci say yla, bu mutlulu u güvene ve inanca dönü türmeyi amaçl yoruz. Üniversitemizden, ba ka üniversitelerden ve farkl kurumlardan dergimize pek çok yaz gönderildi. Dergi yay n ilkelerine göre gerekli inceleme sürelerini tamamlayan yaz lar s raya kondu ve böylece elimizde üçüncü say m z da birkaç ay içinde ç karabilece imiz bir makale varl olu tu. Bugün hemen hemen bütün üniversitelerdeki enstitü ve fakültelerin birer yay n organ var. Bunlar n bir k sm , gelenekselle mi bir yay n anlay ve güçlü bir alt yap ile yay n hayatlar na devam ediyorlar. Bizim gibi genç üniversitelerin baz lar nda yay n etkinlikleri ba lamam , baz lar nda yeni ba lam durumda. Bir üniversite için yay n etkinli ini, o üniversitenin sa l kl kan dola m yada uyumlu kalp at lar olarak de erlendirebiliriz. Bilimsel nefes al -veri ler ancak yay nla ve yay mlama ile mümkündür. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisini, ulusal alanda ve uluslararas alanda, sosyal bilimler dal n n önemli bir dergisi konumuna getirmek, yay n kurulunun as l amac d r. Bu amaca ula mak için, hem üniversitemizin hem de ba ka üniversitelerin ö retim elemanlar n n deste ini bekliyoruz. Daha iyi bir dergi için, bütün ele tiri ve uyar lar dikkate ald m z belirtmeliyiz. Bu ba lamda, birinci say m zdaki teknik eksiklikleri ve gözden kaçan baz hatalar bize bildiren de erli bilim adamlar na ve okuyucular m za te ekkür borcumuz var. Hür dü üncenin hür kaleleri olmas gereken üniversiteleri ya atacak olan; onlar n özgürlük anlay ndan ve bilimsel ölçütlerden asla taviz veremeyece i yay nlar d r. Unutulmamal d r ki bask alt nda bilimin uyan mümkün olamam t r. Üniversitemizin huzurlu ve özgür ortam nda do an ve geli mesini de erli bilim adamlar n n katk lar yla sürdürecek olan dergimizin üçüncü say s n da en k sa zamanda sizlere ula t rmak istiyoruz. Makalelerinizi, görü ve önerilerinizi bekledi imizi belirterek sizleri selaml yoruz. SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Globalization And Language: English In Turkey Yrd. Doç. Dr. Kezban Acar Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakultesi, Tarih Bölümü, Manisa ÖZET Globalle me ve onun yerel kültürlere etkileri üzerinde çok farkl görü ler vard r. Bunlardan biri globalle meyi bat lla ma veya Amerikanla ma olarak tan mlar çünkü bat l güçler veya daha da spesifik anlamda Amerika Birle ik Devletleri dünyada ekonomisi, askerî yap s ve kültürü ile bask n olan tek dünya gücüdür [ve] globalle menin en çok bilinen görünür kültürel ifadeleri Americancoca cola, McDonald s and CNN de bunu destekler niteliktedir.(Giddens. 2000, 33) Globalle menin di er bir kültürel ifadesi de ngilizcenin giderek yayg nla mas d r. Bu makale ngilizcenin Türkiye de yayg nla mas n inceler. ngilizcenin Türkiye de yay lma yollar bir anlamda global kültürün veya Amerikan kültürünün yay lma yollar na i aret eder. Anahtar Kelimeler:Globalle me, Türkiye, ngilizce, Amerikanla ma. Globalle me Ve Dil: Türkiye de ngilizce There are many different opinions on globalization and its effects on local cultures. One of them is that globalization is westernization or more specifically Americanization since western powers or the United States is now the sole superpower, with a dominant economic, cultural and military position in the global order [and] many of the most visible cultural expressions of globalization are American-coca cola, McDonald s and CNN. (Giddens, 2000, 33) In contrast to this view of globalization, many others consider globalization as a multi-way process. In his study on globalization, culture and identity, Mike Featherstone expresses this point of view as follows: We are all in each other s backyard. Hence one paradoxical consequence of the finitude and boundless of the planet and humanity is not to produce homogeneity but to familiarize us with greater diversity, the extensive range of local cultures. (Featherstone, 1995, 86) Having defined globalization as a multi-way, heteregonizing and enriching process allowing local cultures open up to the world and contribute to cultural diversity, Featherstone suggests in his another study that one avoids describing globalization in oversimplifying appositionally conceived terms that stress either the manipulation, or the resistance of audiences. (Feathersone, 1995, 117) Arjun Appadurai, too, prefers to define globalization as a multi-way process involving flows of ideas, ideologies, people, goods, images, messages, technologies and techniques. (Appadurai, 2001, 5). Agreeing with Appadurai and Featherstone, Anthony Smith argues that one should not simply explain globalization is a one-way process that destroys local or national cultures and 1 K. Acar/Globalization and Language: English in Turkey overlook the vital role [that] common historical experiences and memories [play] in shaping identity and culture. (Smith, 180). Beginning from 1980s, Turkey has been one of the countries that fell increasingly under global flows in economic and cultural terms. (Friedman, 72). In this paper, I specifically examine how English language that represents global influence in general and American and western influence in specific has become popular in Turkey. In some ways, the increasing use of English, especially in Turkish media and educational system, shows through which channels and ways global influence enters into a country and how it affects local culture. Research on Turkish media, press and educational system shows that English has become the most commonly used foreign language in Turkey. Throughout its history, in Turkey some other languages, such as French, Arabic and Persian, became very popular from time to time. For instance, from the 15th century to the early 20th century, Persian was popular. However, as scholars point out, their use was limited to the elite. In other words, Persian had never diffused among masses. Similarly, in the 19th century, French became popular and yet its use remained limited to intellectual and governing elite. (Yücel, 1982, 21) English, on the other hand, enjoys a great popularity not only among Turkish elite, but also among ordinary Turks, especially among the Turkish youth, today. Even though there is no statistical data showing what percentage of Turkish people in general or the Turkish youth in specific use English, it is obvious from the English that one can see in the Turkish press, media and television that English has been increasingly used in Turkey. Many Turks, especially the young ones, speak a language, which is commonly called as Tarzanca, a mixture of Turkish and English (Ertan, 6, Sinano lu). Even in television, some speakers announce an art exhibition in Tarzanca. Instead of ba lamak to start-they use start almak, which is neither Turkish nor English. Also, younger Turks commonly use English expressions, such as part-time, fulltime, prime time, art, cool, etc. Reasons for the increasing popularity of English in Turkey are closely related to the integration of Turkey into globalization process. Beginning from the 1980s, Turkey has increasingly become influenced by forces of globalization. (Robins, 1996, 72). In this, many factors played an important role: the increasing transnationalization of markets, the growth of global media and communications, the mobility of populations (tourism and migration) the end of the cold war [that brought] a sense of engagement and mission [instead of isolationist policies] (Robins, 1996, 73). In the increasing use of English in Turkey, a rise in the intensity of a wide variety of cultural flows which make transnational encounters more frequent due to closer financial and trade ties, the increasing development of technology to produce more efficient and rapid means of communication play an important role. For instance, internet play an important role in spread of English among Turkish people since 90-95 per cent of information available on internet are in English. (Radikal, Lauffer, 2001, 46). In Turkey, internet use began in April 1993. By the end of 1997, the number of computers with internet 2 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.1-10. connection was 30,000 and the number of internet users was approximately 250,000 (Bilkent University). Today, the number of internet users in Turkey is 4 million (CIA). Economic integration of Turkey into global economy also contributes to the increase in the use of English in Turkey. Employment pages in Turkish daily newspapers, such as Hürriyet, Milliyet, Sabah, and Radikal, and daily-regional newspapers like Yeni As r, show that many companies with international connections require their personnel to have knowledge of foreign languages. Among these, the most required language appears to be English. German and French, and Russian are other languages that some companies require their personnel to have. Likewise, the increase in tourism income plays an important role in rising popularity of English in Turkey. According to the statistics on share of tourism income in the Gross National Production by years, in 1963, Turkey s tourism income was 7,7 million US dollars. In 1980, it was 326,7 million dollars and in 2000 it was 7 billion, 636 million dollars. (State Institute of Statistics, Share of Tourism Receipts in the Gross National Product, 1963-2000). In many places, especially in touristy places, it is seen that signs in the streets are mostly in English. It seems that to attract tourists to their hotels, shopping places, etc. local people prefer to give their shops, hotels, restaurants, etc. English names. (Ertan, 3) There are also places like Alanya and Antalya, popular touristy sites in Southern Turkey, where it is possible to see many signs in Russian. Spread of private channels and cable TV in Turkey and the flow of foreign movies, dominantly of American films, into Turkish theaters also seem to contribute to the spread of English in Turkey. There is no doubt that television is a major source of global culture. (Barker, 1999, 3). In Turkey, the first television programs began on January 30th 1968 and first program in color appeared on Turkish television in 1982. From 1968 to October 1986, TRT (Turkish Radio and Television) and its extensions, TRT2, TRT3, TRT 4, TRT GAP and TRTInt were the only channels that Turkish people watched. (Mete, 1999, 3-4). With the opening of STAR TV in October 1986, Turkish television entered into a period of multi-channel programming. From 1986 to the present, the total number of national TV channels in Turkey reached to 14. There are also local or regional TV channels. A research conducted by TRT in 1997 shows that about 82% of Turkish people (compared to 40-59% in earlier years) watched at least 12 national channels. Among these channels, private channels led by ATV, Kanal D and Show TV, were the most watched channels. (Mete, 1999, 19). There also cable TV channels, such as DigiTurk, which has about 800,000 subscribers, and Cine5 that has approximately 400,000 subscribers. Digiturk offers different packages, such as Sports and movie packages, to its audience. Its all movies and shows consist of foreign movies and shows and many appear in their original language (Digiturk). Similarly, Cine5 offers foreign movies and shows, such as OZ, Sopranos, and The Mind of Married Man. Each show appears as dubbed and in their original languages. In general, the increasing appearance and the use of 3 K. Acar/Globalization and Language: English in Turkey English on all private channels, paid or free, indicate that multi-channels that Turkish people watch more than others play an important role in rising appearance of English in Turkey. This is the case, especially when we consider the fact that foreign shows and films are dominantly American products. Therefore, private channels play a significant role not only in spread of English, but also in increasing familiarity of Turkish people with American culture. Even though there has been a law (Law of Radio and Television) from the very beginning and a separate council, RTUK (Higher Council of Radio and Television), to control and regulate TV programs since 1983, there are no limits or control on the extensive use of English in television. RTUK, which is responsible for supervision of TV and radio programs in Turkey, consists of total twelve members. Three out of twelve are chosen and appointed by the President. Two of the rest are suggested by the Higher Education Council and three of them by Higher Council of Turkish Culture, Language and History. One member is chosen by the Security Council and is appointed by the Council of Ministers. Each of the last three members must be prominent people from the press and education and economy sectors. According to the RTUK law, these twelve persons are responsible for supervision and control of TV and radio programs in accordance with RTUK rules. Some of the general principles of RTUK related to language and culture are as follows: 1-The constitutional language, which is Turkish, should be the language used in programs. 2-In programs, the elements of Turkish-Islamic ethics and TurkishIslamic world view will be given a significant place. 3-On Turkish history, historical values, Turkish way of life, thoughts and feelings, interesting and convincing programs will me made (Sarma k, 2000: 100-101) It seems that for RTUK members, the increasing use of English and the increasing number of foreign, especially of American shows, such as Sex and City, Sopranos, Ally Macbeal, and American movies that prominently show American way of life are not a threat to Turkish language and culture. RTUK, like many other higher councils in Turkey, are mostly concerned about programs that threaten the unity of the state and its people, basic characteristics of Democracy, public order, general ethical norms and security. (Sarma k, 2000, 74) Due to RTUK s tolerance or indifference toward the increasing appearance of English in Turkish television, in number-one shows, such as kinci Bahar (Second Spring), Asmal Konak (Old House) and Çocuklar Duymas n (Don t let Children to Hear), many characters, which speak English, appear on TV channels (AGB). For instance, in kinci Bahar, a melodrama appeared on ATV during the spring of 2000, one of the main characters was a young American man, Tim (played by a real-life ballet, Tan Sa türk). Having come to Istanbul for a visit, Tim extends his stay in Turkey for he needs to work and earn money for his return ticket to the US. He speaks Tarzanca. 4 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.1-10. Similarly, in Asmal Konak, which still continues to appear on ATV, two main characters, Seymen and Bahar, speak English at the beginning of the show for they play a young Turkish man and woman who live in New York city. They meet each other in a café in New York City and fall in love. They later stop speaking English for they go back to Turkey and start living there. In the last, yet the most popular show ever, Çocuklar Duymas n, there is a character Mary, who in her real life, received graduate education in the US and therefore speaks English fluently. In the show, Mary appears almost in every episode for she is the manager of an American-Turkish company where the main male characters of the show, Haluk and Selami, work. Since Mary cannot speak Turkish, but English, her Turkish secretary translates what she says into Turkish. All these examples do not imply that English is used more than Turkish in Turkish television, but suggests that English is increasingly used on TV shows and programs. In this phenomenon, there is no doubt that the appearance of multi-channels, carriers of global influence, is an important factor. Another equally, even more, important factor is the dominancy of American products in television. In fact, American products dominate not only the Turkish television, but also western and world television (Mutlu, 1999, 47-49, Barker, 1999, 51). Tolerance or indifference of local governments or of their institutions in charge of the supervision and control of TV programs is also a significant factor in rising appearance of English on TV screens. In France, for instance, the government applies some protective policies to prevent too much flow of English and American culture into France. All foreign commercials that appear in French television need to be translated into French. Similarly, to balance American films with French films, the government established a fund to support French producers and directors. 10 per cent of box office grosses in France goes to this fund. Also, cultural products of France do not take place among the products that need to be sold to private sectors. The State and governments pursue protectionist policies toward French language in specific and French culture in general (Vernet, 36). As far as movies shown in theaters in Turkey go, the situation does not change: American movies dominate theaters in Turkey as in many other countries in the world. From the 1950s to 2001, 80 per cent of films shown in theatres through the world consists of American films (Pells, 2001, 22) According to the reports of Box officemojo, during 2001, first forty movies, except for Amelie, a French movie, with the highest international grosses, were American movies. From 1989 to 2002, number-one movies with the highest gross rates were again American movies (boxofficemojo). It was the same for Turkey. Box office reports for Turkey for 2002 and 2003 show that Turks watched American films more than any other foreign or Turkish films (boxofficemojo). In 2001, three most watched Turkish films; Vizontele, Komser ekspir, and Hem o were only ahead of the top sixth movie in international box office, The Mummy Returns (Maxxcine). It means that top five American movies were still seen more than top three Turkish movies. Unlike in France, in Turkey, the ministry of Culture that is in charge of 5 K. Acar/Globalization and Language: English in Turkey control of imported cultural products including films is far away from pursuing any protectionist policies against dominant flow of American movies (Law of 3527 regarding Cinema, Video and Music Productions, Information Bureau of the Ministry of Culture in Turkey). It pursues some policies, however, to encourage Turkish producers and directors to make Turkish films. Article 10 in the Law of 3329 on Cinema, Video and Music Productions states that to contribute to the development of Cinema industry and Music sector and to support those who work in cinema and music sectors and to contribute to the representation of Turkey in the world through its cultural products, under the roof of the Ministry of Culture was founded The fund for Art of Cinema and Music. In related article, it was also stated that fees revenue stamps of both local and foreign products, fees on copy of local and foreign films and donations would go to the fund. Also, the article states that the fund will be able to obtain credit with low interest rate for a five-year period from a state bank (Ministry of Culture). There is no statistical data to what extend this fund contributed to the production of Turkish films, but relatively lower box office grosses of Turkish films compared to American films indicate that Turkish films yet do not attract as many audience as American films do. Pells explains the huge success of American films with the creativity and heterogeneity of American films, and the use of imagination and visual effects in them. There is no doubt, however, that better technology of American films and higher rate of their commercial expenses also play an important role in higher box office rates of American films in Turkey and in the world. In addition to the influence of global developments, such as internet, global economy, tourism, American movies and the emergence of multi-channels, educational policies of the Turkish government also is a major player in the rising popularity of English in Turkey. Even though there were schools, which were initially called kolej (college) in Turkey, that give education in foreign languages from the 19th century on, the number of these schools increased dramatically beginning in the 1980s. In the history of Turkey, the first school with foreign language education, Robert College, was opened in 1863 and Üsküdar American College in 1871. There was also Galatasaray Imperial Lycée that was opened in September 1869. Its education was completely in French (Shaw, 1977, 109). In the same period, Italians, British and Germans founded their own schools too. After the end of the Ottoman Empire and the foundation of the Republic of Turkey in 1923, new Turkish government declared a new law of education on March 3rd 1924. According to this law, French, English and German replaced Arabic and Persian as foreign languages in school programs. Until 1956, Galatasaray Lycée was the only school that gives education in a foreign language. In 1974-75, the number of schools with education in foreign language, which are called Anadolu Lycées, was 12 and it reached to 23 in 1982-83 (Hacettepe University). After this date, the number of Anadolu lycées dramatically increased. With the Law of Foreign Language Education, no 2923, dated October 14th 1983, foreign language education was legally accepted and set legal ground for the 6 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.1-10. foundation of new Anadolu lycées (In order to enter into these schools, students either have to pass a nation-wide examination after the fifth grade and earn scholarship that available in limited numbers or have to pay fee.) Almost all of these schools give education in English. In addition to these schools, the Ministry of Education, with a new law on foreign language education in secondary and high schools on April 12th 1994, accepted the opening of additional foreign language lycées within regular Turkish high schools. These schools, called as super lycée among people or as Foreign Education Lycées in official papers, have played an essential role in the blooming of English in Turkey. Since students have to have a 4.0, the highest, secondary school GPA to apply, these schools are called as super lycées among people. According to the data provided by the Ministry of Education, today there are 770 super lycées and 426 Anadolu lycées in Turkey. In both schools, during the first preparatory--year, students take weekly 24 hours of English compared to 4 hours of Turkish language. On the 9th grade, they receive 8 hours of English compared to 4 hours of Turkish language. In the 10th and 11th grades, they receive equally four hours of English and Turkish. In addition to these hours, students in Anadolu lycées receive their all courses, except for Turkish history and Turkish language and Literature, in English. Besides these private and super schools, the Ministry of Education require all high school students in the rest of high schools numbered 1852 to have four hours of English and Turkish in the 9th, 10th and 11th grades. (Ministry of Education). In addition to secondary and high schools, the Ministry of Education commenced foreign language education in primary schools. After the beginning of eight-year primary and obligatory education in May 1997 (Law on Primary Education dated May 12 1997, no. 21226), the ministry of education issued another law announced on 26 August 1998 in Official Gazette (Official Organ of the government). According to this law, in the fourth and fifth grade, students have to take two hours of English compared to six hours of Turkish. In the sixth, seventh and eighth grades, students are required to take 4 hours of English and 5 hours of Turkish language courses. These hours of English and Turkish show that Turkish language courses are naturally more than English language courses in primary schools where students learn how to write and read Turkish. Despite this, considering longer hours of English in high schools and education in English in Anadolu lycées and Super lycées, many Turkish intellectuals and academicians see increasing ratio of English in Turkish education system as a threat to Turkish language and culture. If we consider vak f universities mushrooming since 1984, continuing and possible threat of English to Turkish language and culture appears to be greater. The first vak f university, Bilkent University, was founded in 1984. With the opening of new ones in late 1980s and especially in 1990s, the number of vak f universities became 22. Also, there are two state universities, Middle East Technical University and Bo aziçi University that give education in English. His dramatic rise of education in English naturally concerns many Turkish 7 K. Acar/Globalization and Language: English in Turkey intellectuals and academicians. Many argue that since education occupies a significant place in development of a culture, Turkish education must be in Turkish. Education in a foreign language can gradually harm and destroy Turkish language, education and culture. For instance, Oktay Sinano lu, a prominent Turkish scientist that was nominated for Nobel prize, argues that having initially been missionary schools, kolejs or currently Anadolu lycées turned into local missionary schools serving imperialist goals of foreign powers. Similarly, Sinano lu criticizes vak f universities, copies of American universities, in Turkey and considers them as a means of destroying Turkish culture and thus Turkey (Sinano lu). Referring to Atatürk s words on Turkish language, which underline the connection between the independence of a country and independence of its language from the dominancy of foreign languages, Ömer Karabulut argues that under the influence of private university and kolej lobbies and imposition of IMF and World Bank, Turkish politicians extended education in language from pre-schools to universities. However, as a result of some Turkish scientists, academicians, and intellectuals, Turkish parliament passed a law presuming the annulation of education in foreign language between years 2000-2005. Karabulut further asserts that despite the shortage in English teachers and failure of education in foreign language, it is useless to insist on education in English. According to a research on Evaluation of Education in Anadolu Lycées, Karabulut adds, 82.4 per cent of students prefer to receive their science courses in Turkish rather than in English. 83.9 per cent of students complain that they cannot understand their courses well in English. Likewise, Ahmet Duman, an academician, asserts that Turkish students have to take English education courses, but their education must be in Turkish. Even though Turkish governments consider education in language as a means of Turkey s integration into European Union, in fact language education serves as a tool in the hands of western countries to exploit Turkey. Referring to Altbach s theory of psychological dependency, Duman argues that with spread of English in Turkey, Turkish people under the influence of western cultures will begin to see western countries or more specifically the US as the only place with civilization, modernity and quality. And this, he continues, strengthens dependency on western countries, instead of as a reaction--consolidating local culture. Attilla Ayd n, another academician, points to the criteria that Higher Education Council (an institution established in 1982) requires academic staff in university for academic recognition and promotion. In these criteria, articles published in foreign journals and papers presented in international conferences bring greater points that an academician needs to receive promotion in university. With these criteria, Ayd n continues, Higher Education Council discourages reading and writing articles Turkish. Instead of encouraging writing and reading in English, science and social science organizations such as TUBA and TUBITAK should initiate an extensive translation program and thus provide 8 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.1-10. people with no English or any other language knowledge with Turkish translations of foreign articles or publications. In contrast to these overtly critical view of education in foreign language, there are some people that see education in English, especially in super lycées, as an opportunity for successful students from lower-class families, which cannot afford paying school fees in private schools, to compete with students in Anadolu lycées at the university entrance examination that they have to take to go to college (Milliyet) Whether it is a result of imperialistic plans of western powers over Turkey or it is a natural consequence of globalization, it is certain that English is increasingly becoming popular in Turkish media and education. In this, there is no doubt that Turkish governments educational and cultural policies play as an important role as global and local developments and changes in media, communications and economy. To analyze better whether or not the increasing use of English is detrimental to Turkish language and culture in the long run, a further and detailed research needs to be conducted on the extent of the use of English in Turkish society and its effects on Turkish educational system and culture. Also, having noted that the spread of English is an indication of globalization process, the analysis of who supports and who opposes to the spread of English in culture in general and in education in specific, one can draw some conclusions who supports and who rejects globalization. REFERENCES AGB: www.agb.com APPADURAI, Arjun. Globalization (2000), Duke University Press, Durham, NC. AYDINLI, Attilla. Science, Technology and Turkish, www.dilimiz.gen.tr BARKER, Chris (1999), Television, globalization and Cultural Identities. Buckingham: Philadelphia: Penn: Open University Press. Bilkent University, www.bilkent.edu.tr BOXOFFICEMOJO, www.boxofficemojo.com CIA, www.cia.gov/cia/publications/factbook/print/tu D G TURK, www.digiturk.gen.tr DUMAN, Ahmet. On Education in Foreign Language, Science and Utopia, June 1997. ERTAN, Sevgi Zübeyde. Language, Culture, and Identity, BT Hayat Sanal Dergisi, say 8. FEATHERSTONE, Mike (1995), Undoing culture: globalization, modernism and identity, London: Sage publications. FRIEDMAN, Jonathan (1994), Cultural Identity & Global Process, Sage Publications, London. GIDDENS, Anthony (2000), Runaway World: How Globalization Reshaping Our Lives, Routledge, New York. HELD, David (2000), A Globalizing World?: Culture, Economics, Politics, Routledge: London. KARABULUT, Ömer. Education in Foreign Language is a Destruction, www.dilimiz.gen.tr KILINÇ, Ahmet (2001), Is YOK against Turkish in Science, Yeni Avrasya, July. LAUFFER, Jürgen (2001), The globalization of Media and Its Cultural Consequences, in Globalization, Modernity, and Cultural Identity, Konrad Adenauer Vakf , Ankara. MAXXCINE, www.maxxcine.com METE, Mehmet (1999), Televizyon Yay nlar n n Türk Toplumu Üzerindeki Etkileri, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Ba kanl . 9 K. Acar/Globalization and Language: English in Turkey M N STRY OF CULTURE-Turkey: www.kultur.gov.tr M N STRY OF EDUCATION-Turkey: www.meb.gov.tr M LL YET, November 26, 2002. MUTLU, Erol (1999), Televizyon ve Toplum, Ankara, TRT Kurumu. PELLS, Richard A. (2001), The Myth and Threat of Global Culture in the 20th Century, in Globalization, Modernity, and Cultural Identity, Konrad Adenauer Vakf , Ankara. RAD KAL, March 2, 1999. ROB NS, Kevin. Interrupting Identities: Turkey/Europe, in Questions of Cultural Identity, edited by Stuart Hall and Paul du Gay, London: Sage publications, 1996. SARMA IK, Jale (2000), Türkiye de Radyo ve Televizyon, stanbul: Maltepe Üniversitesi, SHAW Stanford Jay & Ezel Kural SHAW (1977), History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Volume II, Cambridge University Press: Cambridge. S NANO LU, Oktay. www.sinanoglu.com.tr SMITH, Anthony (STARTV, www.startv.com.tr STATE INSTITUTE OF STATISTICS, www.die.gov.tr VERNET Daniel (2001), The Protection of National Culture and European Culture: An example of France and EU, in Globalization, Modernity, and Cultural Identity, Konrad Adenauer Vakf , Ankara. YÜCEL, Tahsin (1982), Dil Devrimi ve Sonuçlar , Türk Dil Kurumu Ankara. 10 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon Yrd. Doç. Dr. R za BA CI Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat Bölümü, Manisa ÖZET Tar k Bu ra, Dönemeçte roman nda, Türkiye nin önemli sosyal , siyasal, ekonomik bir de i im ve dönü ümü ya ad bir dönemi ele alm t r. Bütün bu sosyal, siyasal , ekonomik de i im ve dönü ümler, bir Anadolu kasabas nda geçen olaylarla ve orada ya anan trajik bir a k n etraf nda anlat lm t r. Yazar, roman nda, bütün bu olaylar anlat rken farkl birikim ve s n flardan gelen çok zengin bir ki i kadrosu meydana getirmi , gerek varl na mutlak ihtiyaç duyulan ki ileri, gerekse dekoratif unsur olarak kullan lan ki ileri ba ar l bir ekilde çizmi , Türk roman tarihi için ilginç tipler ve karakter yaratm t r. Bu makalede, Dönemeçte roman n n ki ileri, tipleri ve karakterleri farkl bak aç lar yla incelenmektedir Anahtar Kelimeler: Türk Roman , Geçi Sürecinde Türkiye, Sosyal De i me, Tar k Bu ra, Dönemeçte, Ki iler, Tipler, Karakterizasyon The Protagonists and the Characterization in the novel At Turnout of Tar k Bu ra ABSTRACT In the novel At Turnout Tar k Bu ra deals with an important period of social, political and economical transformation and changes of Turkey. All these social, political and economical transformation and changes are depicted with the help of occurrences taking place in a small Anatolian town, together with some happenings turning around a tragic love story. While he describes all these happenings in his novel, the writer makes use of many characters coming from different backgrounds and classes. In doing this, he successfully personifies the major characters which are very important for the period, and uses the characters which are considered only decorative elements. As a result of the creation of these protagonists, it is seen that he has created some challenging and interesting types and characters in Turkish novel history. In th s article, all these aforementioned persons, characters and types of At Turnout are handled from different perspectives. Key Words: Turkish novel, Turkey in Transition, Social Change, Tar k Bu ra, At Turnout, Persons, Types, Characterizations Giri lk bask s 1980 y l nda yap lan Dönemeçte roman , Tar k Bu ra n n romanlar içinde ki i kadrosu bak m ndan en zengin olanlar ndan biridir. Bu romanda çe itli ara t rmac lar taraf ndan, vak an n ortaya ç kmas için varl na mutlak ihtiyaç duyulan ki iler (Akta ,1984,s.134), ba ki iler (Tekin,2002,s.84) veya merkezî ki iler, tipler ve karakterler (Çetin,2003,ss.182197) olarak adland r lan ki iler çok canl bir ekilde çizildi i gibi, dekoratif unsur durumundaki kahramanlar (Akta ,1984,s.139, Tekin, 2002, s.84), yard mc kahramanlar (Bourneur- Quellet, 1989,s.154) veya yard mc ki iler (Çetin, 11 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon 2003,s.205) olarak adland r lan ki iler de çok canl ve renkli bir ekilde çizilmi tir. Dönemeçte roman n ah s kadrosu incelendi inde Dr. erif, Savc yard mc s Orhan, Handan, eczac Celal, Operatör Cevdet Bey ve Fakir Halit roman n en önemli ki ileri, yani vak an n ortaya ç kmas için varl na mutlak ihtiyaç duyulan ki iler olarak kar m za ç kar. Dekoratif unsur olarak kullan lan , yard mc ki ilerin say s ise çok fazlad r, bunlar n say s romanda ad geçen, baz tarihî ve siyasî ahsiyetler de say lacak olursa elliyi geçer. Tar k Bu ra bu canl ve zengin ki i kadrosunu en çarp c yönleriyle, hem fizikî özellikleri hem de psikolojik ve sosyal özellikleriyle ayr nt l bir ekilde ortaya koymaya çal r. Bunu yaparken o, gerek geleneksel roman n, gerekse modern roman n çe itli anlat m tekniklerinden yararlan r. Roman boyunca çok ilginç tip, karakter, ahsiyet ve ki iler yarat r. Dönemeçte nin ki ileri incelendi inde öyle bir tablo kar m za ç kar. A- Vak an n Ortaya Ç kmas çin Varl na Mutlak htiyaç Duyulan Ki iler: 1-Merkezî Ki i (Ba ki i, As l Kahraman, Birinci Derecedeki Kahraman) Merkezî ki i, bir romanda yap y olu turan bütün unsurlar n merkezi (Stevick,1988,s.144) durumunda olan ki idir. Ona, temel ki i, ba ki i, as l kahraman, esas kahraman veya birinci derecedeki kahraman ad verilir. Romanda birincil konumda olan bu ki i, roman n genelinde ya da ço u bölümlerinde yer al r. Genellikle özne durumunda olup, di er ki iler de ona göre nesne konumundad rlar. Bazen de edilgen bir konumu olmakla birlikte yine romanda merkezî bir yere sahiptir. Di er ki iler, merkezî ki iye göre tav r al rlar, onun etraf nda dönerler, bir ekilde ona ba ml d rlar ya da mutlaka onunla bir ili kileri vard r. ster etken, ister edilgen durumda olsun merkezî ki i, sürükleyicidir, olaylar n kendi etraf nda yo unla mas nda ve organik bir bütünlük olu mas nda yani roman n ba sonu belli bir kompozisyon olu turmas nda kayna t r c , çekici, toplay c bir rolü vard r (Çetin,2003,s.182). Merkezî ki iler romanda en ilgi çekici sorular n ortaya at lmas na hizmet eden araçlard r; bizde inanç, sempati ve âni duygusal de i iklikler yarat r, bütün romanda ifade edilen ahlak felsefesinin somutla t r lmas na hizmet ederler. Bu anlamda roman ba ki ileri, romanc n n esas ürünleridir, roman n varolu sebebidirler; roman onlara hayat vermek için yaz l r (Stevick,1988,s.182). Bütün bu özellikleri aç s ndan Dönemeçte roman na bakt m zda, Dr. erif in roman n merkezî ki isi, ba ki isi, as l kahraman , en önemli kahraman oldu u anla l r. Dönemeçte roman nda bütün olaylar Dr. erif in etraf nda geli ir, o bütün olaylar n u veya bu ekilde içindedir, hattâ merkezindedir. Tar k Bu ra daha roman n ilk sayfas ndan itibaren onu okuyucunun kar s na ç kar r. Yazar, Dr. erif i bize tan t rken, onunla ilgili bilgileri hem bizzat kendisi vererek aç klama yöntemini kullan r, hem de ki inin duygu, dü ünce ve davran lar yla 12 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. kendini ortaya koydu u dramatik yönteme ba vurur. Temelde tasvirî özellik ta yan ve bilgi a rl kl olan aç klama yöntemiyle gerçekle tirilen karakterizasyon uygulamalar , roman n modernle me sürecinden itibaren yerini, giderek dramatik yönteme b rakm t r. Bu aç klama yönteminin bütünüyle terk edildi i anlam na çekilmemelidir. Aç klama yöntemi, modern roman n kendine özgü yap s nda gerekti inde uygulanm , buna kar l k karakterizasyonda as l a rl k dramatik yönteme b rak lm t r. Dramatik yöntemde ki i, fizikî ve moral özelliklerinin topluca sunulmas yla de il, parça parça verilmesiyle çizilir. Çizimde anlat c n n rehberli i yerine, ki inin kendi davran biçimi, duygu ve dü ünceleri as l rolü oynar. Ki inin çevresine kar tak nd tutum, olaylara bak tarz , yorum ve aç klamalar bize kendisini verir (Tekin,2002,ss.80-81). Tar k Bu ra gerek merkezî ki i-as l kahraman durumundaki Dr. erif i, gerekse di er varl na mutlak ihtiyaç duyulan önemli ki ileri, bazen aç klama yöntemine ama ço unlukla dramatik yönteme ba vurarak tan tm t r. Bu yüzden Dr. erif in gerek fizikî özellikleri gerekse psikolojik ve sosyal durumu roman n ba nda topluca, blok halinde sunulmam , aksine roman boyunca, yeri geldikçe parça parça, derece derece çe itli olaylarla verilmeye çal lm t r. Dönemeçte roman n n en önemli ki isi olmas na ra men Dr. erif, fizikî özellikleri bak m ndan çok ayr nt l bir ekilde tan t lmam t r. Romanc onun fizikî tasvirini ancak üç-dört cümle ile k saca yapm t r. O, tilkiyi and ran sivri bir yüze, iri, koyu renkli, mahzun bak l gözlere sahiptir. Dudaklar ndan hiç eksilmeyen alttan alta alayc , ama ayn zamanda mahzun ve insanc l bir gülümseyi i vard r. Ütüsüz ve beline oturmam pantolonuyla, zaman zaman hantal yürüyü üyle, kasabaya yeni gelmi savc yard mc s Orhan da sünepe bir herif izlenimi uyand rm t r. Dr. erif in ya ise, roman n çe itli yerlerinde farkl bir ekilde verilmi tir. Meselâ, roman n ba lar nda, onun kendi a z ndan, görev yapt ilçeye on y l önce geldi inde yirmi be ya nda oldu unu ö reniriz (Bu ra, 1980,ss.25-26). Bu bilgiye göre Dr. erif olay n geçti i y llarda otuz be ya ndad r. Ama yazar, roman n ilerleyen bölümlerinde Dr. erif in ya n n otuz sekiz oldu unu aç kça belirtir (Bu ra,1980,s.242). Romanda olaylar n geçti i zaman dilimi olarak Demokrat Parti nin kurulu u, ilçede çok partili hayata geçi sürecinin do urdu u problemler, roman n sonunda da Dr. erif in Fakir Halit ve çevresinin srar yla Demokrat Parti den aday olup, milletvekili seçilmesi ve Ankara ya gitmesi anlat ld na göre, romandaki bütün olaylar n 1946 y l nda geçti i anla lmaktad r. Çünkü Demokrat Parti nin kurulu tarihi 7 Ocak 1946 ve ilk çok partili seçimlerin yap ld tarih ise 21 Temmuz 1946 d r (Ero lu,1981,s.211). Bu bilgilerin nda Dr. erif in 1946-35=1911 veya 1946-38=1908 do umlu oldu u sonucu ortaya ç kmaktad r. Halbuki romanda Dr. erif, Fakir Halit e eski yaz y el yazmalar n bile sökecek kadar iyi bildi ini ve yeni yaz ç kt nda ilk mektep üçüncü s n fta oldu unu, dolay s yla eski yaz y ilkokulda ö rendi ini söyler (Bu ra,1980,s.180). Halbuki bu bilgiler, Dr. erif in ister otuz be , ister otuz sekiz ya nda oldu u konusundaki bilgilerle aç kça çeli ir. Çünkü yaz devrimi 1928 y l nda oldu una göre, otuz be 13 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon ya nda oldu u belirtilen ve buna göre 1911 do umlu olan Dr. erif in ilkokul üçüncü s n fta 1928-1911=17 ya nda olmas gerekir. E er onu, romanda verilen di er bilgiye göre otuz sekiz ya nda yani 1908 do umlu kabul edersek o zaman Dr. erif ilkokul üçüncü s n fta 1928-1908=20 ya nda olmas gerekir ki bu imkans zd r. Tar k Bu ra roman n n, en önemli kahraman n n ya konusunda maalesef birbirine tezat te kil edecek bilgiler vermi , önemli çeli kilere dü mü tür. üphesiz bu bir romanc için önemli say labilecek bir kusurdur. Tar k Bu ra ya konusunda, roman kahramanlar n birbiriyle k yaslarken de baz hatalar yapm t r. Meselâ, daha Hukuk Fakültesi ni yeni bitirip ilçeye savc yard mc s olarak ilk defa tayin edilen Orhan n yirmi be ya nda (Bu ra,1980,s.16) oldu unu aç kça belirtti i halde, Dr. erif le aras nda be ya oldu unu (Bu ra,1980,s.163) söylemesi de önemli bir yanl t r. Bu durumda Orhan, yirmi be ya nda de il 35-5=30 veya 38-5=33 ya nda olmak durumundad r. E er Orhan yirmi be ya nda ise ve Dr. erif le aralar nda be ya varsa, o zaman Dr. erif in 25+5=30 ya nda olmas gerekir. Dr. erif in fizikî özellikleri üzerinde pek fazla durmayan Tar k Bu ra, onun psikolojik ve sosyal özellikleri üzerinde ayr nt l bir ekilde durur. Dönemeçte roman ilk sayfalar ndan son sayfalar na kadar, ba ta Dr. erif olmak üzere roman ki ilerinin duygular , dü ünceleri, çe itli olaylar kar s ndaki tutumlar , hayalleri, özlemleri, beklentileri, sevinçleri, üzüntüleri, hayal k r kl klar , iç çat malar , bunal mlar , ihtiraslar , k skançl klar , çevreleriyle ili kileri, endi eleri, korkular , k sacas psikolojik ve sosyal dünyalar yla doludur. Dr. erif, on y l önce stanbul da T p Fakültesi ni bitirip idealist bir genç olarak, bu ilçeye atanm , bir süre sonra yine stanbul da iç hastal klar konusunda ihtisas yap p tekrar ayn ilçeye hükümet doktoru olarak geri dönmü bir kimsedir. Bir orta Anadolu kasabas na benzeyen bu ilçede o, ehir kulübüne s k p kalm , hemen hemen bütün entelektüel faaliyetlerden uzakla m , kendini içki, kumar ve oyuna vermi kasaba ayd nlar aras nda kendini yaln z, yapayaln z hissetmektedir. Onlar aras nda s k lmakta, bunalmakta, farkl biri olmay , o batakl ktan kurtulmay istemekte, fakat bir türlü o insan içine çeken, âdeta uyu turan ortamdan kendini tam anlam yla kurtaramamaktad r. Çok defa ya ad hayattan pi manl k duyarak hem kendisini hem de ehir kulübündeki ayd nlar büyük bir vebâl içinde görür. Dr. erif, ilçede sadece Fakir Halit in ya ant s na hayranl k duyar. Dr. erif büyük bunal mlar nda, daima onun dükkân na s n r ve hiç bir zaman ve hiçbir konuda ben kokmayan sohbetlerinden yararlan r. Dr. erif iki y l kadar önce, çok sevdi i, a abey dedi i operatör Cevdet Bey in biricik k z Handan a â k olur. Handan o günlerde stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü ikinci s n ftan üçüncü s n fa geçmi tir. Büyük bir tutkuyla birbirine ba lanan, birbirini seven Handan ile Dr. erif in a k n Bu ra, Handan n psikolojisiyle aç klar; öyle ki: Çok güzel bir k z olan Handan, küçük ya ta annesini kaybetmi , bu durum, onun kendine güven duygusunu yitirmesine sebep olmu tur. Zamanla kendisinde, annesinin yerini tutan kad na, yani üvey annesine kar bir kin duygusuna dönü en bu eksiklik, çevresinden hiçbir destek görmez. Çünkü üvey annesi iyi say labilecek bir 14 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. kad nd r. Kinine ortak bulamayan Handan, bu konuda Dr. erif ten büyük bir ilgi görür. erif önce Handan n annesini en tatl ve Handan n dile ince söylenen kelimelerle övmü , sonra da hakças , vicdan azab gibi bir eyler duyarak üvey anas n çeki tirmi ti. Handan i te o zaman erif i tâ canevinde buluvermi ti (Bu ra,1980,s.75).K sa sürede büyük bir a ka dönü en bu ili ki bir buçuk y l önce birden sona eriverir. Tar k Bu ra bu biti i u cümlelerle aç klar: Handan k tatili için (kasabaya) gelmi ti. Öyle deniyordu; asl nda ise s rf erif içindi geli i. erif onu ne kadar çok sevdi ini san rsa sans n, Handan kendisine çok daha güçlü bir ihtirasla ba lanm t . çindeki o giderilemez görünen, kendisini yar m sayd ran bo lu un kaybolup gitti ini duyuyor, kendisini mutlu buluyordu... Handan duydu u ve henüz denemedi i, ne oldu unu bilmedi i hazza dayanamaz hâle gelmi ti. Gözleri dolu doluydu ve arada bir, iri bir damla kirpiklerinden kurtuluyor, pespembe yanaklar n n ate inde yava yava kuruyordu. Hüzne s nd , çocuklu unda tortula an elemlerinden ve o korkunç bo luktan söz etti. çini çeke çeke a layan bir çocuk gibiydi. Asl nda erif e kar duydu u a k n ark s n okuyor, kurtar c s na övgüler, minnetler sunuyordu. Beni ben yapt n demek istiyor, bu cümleyi ar yordu... Anlamad erif bunu. Kimse de anlayamazd zaten. erif sand ki, Handan sadece ana özleminden, üvey ana derdinden yak n yor. Bütün gücü ve iyi niyetiyle, avutmaya can att . Üvey anas n bu kadar dert edinmemesini, kad nca z n asl nda hiç de fena yürekli olmad n , hattâ Handan öz k z gibi sevdi ini söyledi (Bu ra, 1980,ss.75-77). te o zaman büyü, Handan n Dr. erif e kar duydu u o büyük a k tehlikeli ve geri dönülmez bir ekilde bozuldu. Handan, büyük bir tutkuyla ba land Dr. erif i o alçak diye nitelendirdi i üvey annesini savunurken görünce, h zla ondan so udu, hatta ona dü man kesildi. erif ten öç almal yd (Bu ra, 1980,ss.77-78). Aç kça görüldü ü gibi yazar, Dr. erif ile Handan aras ndaki a k tamamen Handan n psikolojik dünyas yla aç klamaktad r. Roman n daha sonraki bölümlerinde de Tar k Bu ra, daha çok kahramanlar n n psikolojik dünyalar n ortaya koymaya çal acak, onlar n iç âlemlerine e ilecektir. Handan, Dr. erif ten kopsa da, onu art k bir aile dostu olarak görse de, bu, Dr. erif için hiç de öyle de ildir. erif, Handan n bu tavr na sayg duymakla birlikte, onun yanl bir tercih yapmas ndan, hiç lây k olmad birisine kap lmas ndan korkar. Bu yüzden Handan, fakültesini bitirip ilçeye dönerken, Dr. erif son derece huzursuzdur. Bu huzursuzlu un sebeplerinden birisi, Handan n babas operatör Cevdet beyin kendini kumara vermesi, devaml kumarda kaybedip borç para almas d r. Dr. erif, Cevdet beyden kimden borç para ald n sorar. Eczac Celâl ad n duyunca daha da endi elenir. Çünkü son derece çirkin olan Celâl in amac , Handan n babas n a r derecede borçland r p bunun kar l olarak Handan la evlenmektir. Dr. erif in endi elerinden di eri ise Handan la ayn günde, ayn trenle ilçeye gelen, yeni atamas yap lan, çarp c derecede yak kl savc yard mc s Orhan n da, trenden inerken gördü ü ve k sa 15 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon bir süre sonra tan t Handan a ilgi duymas d r. Dr. erif, art k bir yandan çok h rsl ve zengin ama çok çirkin eczac Celal in, bir yandan da çarp c derece yak kl ve genç savc yard mc s Orhan n, Handan a sahip olmas ndan korkmaktad r. Dr. erif, son derece samimi, iyi niyetli ve saft r. Kalbi, gönlü hâlâ Handan a duydu u sevgiyle, a kla doludur. Asl nda Handan n kalbinin derinliklerinde de Dr. erif e kar ayn sevgi ve a k gizlidir. Fakat Handan, bir defa ihtiraslar n n, zaaflar n n ma lubu olmu , içindeki eytan a yenilmi tir. Handan ancak s k t , eczac Celal le ni anlanmak zorunda kald zaman Dr. erif ten yard m ister. Celal in içece ine arsenik koyarak intihar etmesine sebep olur. Ama Dr. erif, Orhan ve Handan bunu bir cinayet gibi görürler ve üçü de bu cinayeti örtmek, unutmak, unutturmak isterler. Handan art k önündeki Celal engeli kalkt ndan, Orhan la evlenir. Dr. erif ise, bütün bu olaylardan sonra Handan dan so ur ve hiç istemedi i ve tabiat na, mizac na ayk r buldu u politikaya at l r ve milletvekili olarak Ankara ya gider. Fakat siyasete al amaz ve mutlu olamaz. Handan la Orhan da bir türlü geçinemez ve mutlu olamazlar. Orhan n Handan la evlendikten üç ay sonra ba ka yere tayini ç kar ve kasabadan ayr l r ve Handan yan nda götürmez. çinde, Dr. erif e kar a k n bir türlü yenemeyen ama çok büyük hatalar yapan ve onu kaybeden Handan ise, bir ay sonra vicdan azab içinde intihar eder. Asl nda eczac Celal ölümüyle her üçünün de kaderini çizmi tir. Aç kça görüldü ü gibi Dönemeçte bir a k roman d r. Roman boyunca Handan n hem kendisi çok büyük ac lar çekmi , hem de Dr. erif i tarifi imkans z st raplar içinde b rakm , onu bunal mdan bunal ma sürüklemi tir. Bu aç dan bakt m zda Handan, sanki divan edebiyat ndan al nma, i i gücü cevr ü cefa çektirmek olan bir sevgili, Dr. erif ise onun elinde ac lar içinde k vranan bir Fuzûlî dir. Dr. erif in romanda en çok üzerinde durdu u konu, insan n yeryüzündeki hayat maceras , yani kaderidir. erif bunu bir benzetmeyle anlat r. ehir kulübünün bahçesinde bir havuz ve onun f skiyesi. F skiye a a do ru daralan bir tel kafesten f k r r. Üzerinde ise plastik bir top vard r. Top bütünüyle suyun hareketine tâbidir. Tel kafesten kurtulmak için ç rp n r durur. Fakat bir türlü kurtulamaz. Top, âdeta suyun esiri, onun oyunca d r. Dr. erif e göre top insan, f skiye kaderdir. Dr. erif zaman zaman bu duruma isyan eder, gidip topu avuçlay p ezmek ister, bazen ezer de (Bu ra,1980,s.11,12,104,107,108,143,144,296,297). Bu hayatta olup bitenlere kar , sezinleyebildi i gelece e kar , kadere kar onun bir ba kald r s d r. Dr. erif, ehir kulübündeki ayd nlara hiç kitap okumad klar ndan dolay k zar. Onlarla e lenir, onlar alaya al r. Kendisi, onlar gibi ya amamaya çal makla beraber bu konuda bütün bütün ba ar l olamaz. Bazen onlar gibi içki içer, kumar oynar, sigaray ise onlar gibi içmez, duman eder. Hattâ her ay on gün b rak r. Bununla iradeli ve prensip sahibi oldu unu, istedi i zaman istedi i eyi yapabilece ini ispatlamaya çal r. Zaman zaman kendisiyle alay ederken bazen de kendisine kar ciddî bir tav r tak n r. Nefsini martmamaya gayret eder 16 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. (Bu ra, 1980. ss.27-28). Dr. erif roman boyunca, kendilerini ehir kulübünde tüketen ayd nlardan ayr bir kafa yap s na sahip, fakat sa lam bir dünya görü ü kazanamam biri olarak tan t l r. O, fikrî aç dan çetin bunal mlar, içinden hâlâ ç kamad tereddütler içinde ya ayan bir ki idir (Bu ra, 1980, s.30). Derbeder ya ay zaman zaman onu kahreder, vicdan azab içinde k vrand r r, hattâ a lat r (Bu ra,1980,s.42). Fakat yine de ötekilere benzemez o (Bu ra,1980,s.41). Tar k Bu ra, roman n bu en önemli ki isinin zaaf n , onun y llar önceki hayat yla, üniversite ö rencili i y llar yla ve bu dönemde ald e itimle aç klamaya çal r. Dr. erif, o y llarda sa lam bir dünya görü üne sahip olamam t r. çinde bulundu u duruma göre çe itli fikir ak mlar na sempati duyar (Bu ra,1980, s.74). Çünkü o, politikan n hiç de moda olmad , ama içki, kumar n çe itleri ve sporun yayg n ve geçer akça oldu u ve hükmünü yürütüverdi i bir ortamda okumu , bunlar ve asl astar olmayan, olanlar da en baya s ndan, kuru ehvet tonundaki kad n ili kileri içinde o güzelim y llar n harcam , bu da onu sa lam bir dünya görü ünden mahrum etmi tir (Bu ra, 1980,s.91). Dr. erif roman boyunca içe dönük ve zaman zaman da karamsar, bütün umutlar n yitirmi bir tip olarak tan t l r. Gördükleri, ya ad klar onu, yaln zl a ve karamsarl a itmi , umutlar n elinden alm t r: Yaln zl her zaman sevmi ti. Daha ö rencilik günlerinde, lisede de ilse bile, fakültede, insanlar birbirlerini didikliye didikliye beslenen acayip ve korkunç canavarlara benzetirdi. Dostluk, arkada l k taklit ediliyor, bu en de erli ili kileri ortaya ç karan, ba l l k, yard mla ma, vazgeçi , fedakârl k gibi erdemler taklit ediliyordu. O alt n ça da bile ili kileri, ci eri be para etmeyen hesaplar, sempatiler, antipatiler düzenlerdi. Doktor bunu da o günlerde yakalam , daha o günlerde Dünyay kenefe çeviren sempatilerle antipatilerimizdir demeye ba lam t . Batak çeker sözünü daha o günlerde bulmu tu... Doktor o kaosun içinde yaln zl seçmi , kurtulu u onda bulmu tu... Ama yaln zl k, insan n içine umutsuzluk bir dü tü mü y k c oluyordu, arada bir ölümü dü ündürecek kadar... S k s k sorard kendi kendine: Hangi nesil, hangi toplumda ve hangi ça da bu kadar karamsar olmu , a ktan ve dostluktan... sonra, erdemlerden ve üstün de erlerden böylesine umut kesmi tir (Bu ra,1980,ss.90-91). çinde ya ad klar toplumdan kopup gitmi , kendi fildi i kulelerine s nm ehir kulübündeki ayd nlar , yani arkada lar n devaml bir ekilde uyarmaya, uyand rmaya çal an, ele tiren Dr. erif, arkada lar taraf ndan h rç n, ha ar ve huysuz ama gene de sevimli bir çocuk gibi görülür (Bu ra,1980,s.95). Dönemeçte de Dr. erif in en fazla üzerinde durulan, en çok vurgulanan, en belirgin özelli i ise çok hassas, vicdan sahibi ve erdemli bir kimse olu udur. Yazar, bu konuda sanki bir karakter heykeli çizer. Romanda yüceltilen iki ki i vard r: Birincisi Fakir Halit, ikincisi Dr. erif: Hani vicdan dedikleri ey vard r ya, i te o, erif te ara vermez ve ku uçurmaz, k r nt sektirmez bir dikkatle gözlerini üzerinden ay rmaz, o çocuk ya lar nda bile, günlük ya ay n boyuna hata sevap terazisine vurur dururdu: Kalle lik, aldatmaca, ç kar oyunlar ve ikiyüzlülük, yüze gülücülük öyle 17 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon dursun, erdem diye ö rendiklerine, dostluk, dürüstlük, yi itlik, mertlik anlay na bir parçac k ayk r sayd veya öyle gelen bir tutumu olmaya görsün, yap lmasa kimsenin k l n k p rdatmayaca bir eyi bir arkada na, hattâ tan d na yapt zaman, ya da yap l nca kimseye ayk r gelmeyecek, umursanmayacak bir davran ta bulunsa gecelerce gözüne uyku girmez, yata nda k vran r da k vran rd . Azarlard , horlard , cezaland rman n yollar n arard kendi kendine. Kendi gözünde küçülmek arlar n en a r gelirdi ona. Gölge dü ürmemeliydi kendisine verdi i de er üstüne (Bu ra,1980,ss.241-242). Böylesine güzel insanî vas flara sahip olan Dr. erif, y llarca kasabaya her yeni geleni öyle bir koklam , yoklam t r. Hattâ bu yüzden kendine Te rifât Nâz r ad verilmi tir. O bu davran yla, her yeni gelende, özleyip durdu u büyük dostlu u aram , fakat bulamam romantik bir ki idir (Bu ra,1980,s.64). Dr. erif bütün bu özellikleri incelendi inde, yap bak m ndan, hassas vicdan ve erdemleriyle yüceltilmi örnek bir tip (Çetin,2003,s.186), konusuna göre ise insan n yeryüzündeki hayat maceras üzerinde dü ünen, sanatla, edebiyatla, felsefeyle, dinî konularla yak ndan ilgilenen zihinsel ve çok yönlü (Wellek-Warren,1993,s.18), çok boyutlu (Forster,1982,s.114) bir ayd n tipi olarak de erlendirilebilir. O ayn zamanda psikolojik bak mdan ilginç bir karakter olarak görülebilir. Çünkü ferdî yönleri a r basan tipleri karakter kelimesi ile tavsif etmek daha do rudur (Kaplan,1991,s.7). 2-Has m veya Kar Güç Romanda, çat man n olabilmesi, vak a zincirinin dü ümlenmesi için birinci derecedeki kahramanlarla temsil edilen tematik gücün kar s nda bir has ma ihtiyaç vard r (Akta ,1984,s.135). te bu güce has m veya kar güç denir. Dönemeçte roman nda has m veya kar güç durumunda olan iki ki i vard r: Savc yard mc s Orhan ve eczac Celal. Orhan, romanda fizikî özellikleri aç s ndan k saca tan t lm t r. O, p r l p r l, genç, dinç, sa l kl , çarp c derecede yak kl ve daha yirmi be ya nda bir delikanl d r (Bu ra,1980 ,s.16,63,64,210,293). Fizikî portresi bu kadar k sa çizgilerle verilen Orhan, psikolojik ve sosyal özellikleri aç s ndan ise çok ayr nt l bir ekilde tan t lm t r. Orhan, stanbul Hukuk Fakültesi ni bitirmi , staj ve askerlik görevinden sonra kasabaya savc yard mc s olarak tayin edilmi tir. Bu onun ilk memuriyetidir. lçeye geli i Handan la birliktedir. Hattâ ilçeye Handan la ayn gün ayn trenle gelmi , daha trenden inerken çok güzel ve zarif giyimli bir genç k z olan Handan farkaderek en k sa zamanda onunla tan m t r. O da di er ayd nlar gibi, kasabaya gelir gelmez, ehir kulübüne al m , ben içki içmiyorum dedi i halde, daha ilk günden itibaren kulübün havas nda eriyip gitmi , içkiye bir kurtar c gibi sar lm , briç, poker, tavla gibi oyunlar hiç beceremem dedi i halde, usta bir kumarbaz ç km t r (Bu ra, 1980,s.84,108,109). Orhan, alayc ve h rsl bir stanbul çocu udur. Gülümseyi lerinde çevresini, çevresindekileri bir küçümseyi dikkat çeker. O, Dr. erif in aksine, romantiklikten, duygusall ktan son derece uzak, kurnaz , taktikçi, f rsat kollay c , bencil, gururlu, kendine güvenen, d dünyay umursamayan bir gençtir 18 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. (Bu ra,1980,s.119). Yazar, Orhan n bütün bu özelliklerini, Dr. erif in bak aç s yla verir. Kasabaya her yeni gelen ayd nda hem büyük dostlu u, hem de Handan elinden alacak rakibi arayan Dr. erif i, savc yard mc s Orhan yukar daki özellikleriyle epeyce korkutur. erif, onun bu psikolojik özelliklerini pek hayra yormaz. Ciddî bir endi eye kap l r. Dr. erif bu endi elerinde k sa bir süre sonra hakl da ç kar. Çünkü kasabaya gelir gelmez Handan la tan an Orhan, çapk n bir stanbul çocu u olarak Handan a özel bir ilgi duymaya ba lam , k sa zamanda onunla ili kisini geli tirip gönlünü çelerek onu kendisine â k etmeyi ba arm t r (Bu ra,1980,s.160,173). Bu arada Handan, babas n n borcu dolay s yla eczac Celal le ni anlanmak zorunda kal r, bunu ö renen Orhan, ba ka bir yere naklimi istedim yalan n uydurur, böylece Handan tela land r p onun eczac Celal le evlili ini engellemeye çal r. Handan fazlas yla tela land r p, hattâ panikletip eczac Celal i arsenikle öldürecek bir hale getirmeyi ba ar r. Sonunda Celal in ölümüyle, amac na ula p Handan la evlenir de. Bütün bu özellikleriyle o, son derece kurnaz, bencil, kendinden ba ka hiçbir eyi ve hiçbir kimseyi dü ünmeyen, hayatta ne pahas na olursa olsun sadece kazanmak isteyen ve bunun için de her yolu me ru gören ç karc bir ayd n tipidir. Vicdan, erdem gibi kavramlardan son derece uzakt r. Dr. erif in ifadesiyle gaddar bir o land r (Bu ra,1980,s.250). Ferdî yönleri a r bast ndan, onu son derece menfî özelliklere sahip düz, yal nkat bir karakter olarak nitelendirmek de mümkündür. Di er has m veya kar güç durumundaki Celal ise, romanda hem fizikî hem de psikolojik ve sosyolojik özellikleri bak m ndan ayr nt l bir ekilde tasvir edilmi tir: Fizikî aç dan Celal in çirkin bir yüzü, ç p l gözleri vard r. Yazar, sanki Celal e kar kinle doludur. Onun fizikî portresini en ac mas z kelimeler ve cümlelerle çizer: Erke in çirkini olmaz derler. Nas l olmazm ? Celal, sebepleri anlat lamayacak gibi gelen bir biçimde çirkindi. Ölçüsüzlü ün, sonra renk ve çizgi ayk r l klar n n rastlanmaz bir numunesi gibiydi: K sa ve kamburca bir beden. Gö üs ve omuzlar pehlivanlar nki gibi. Kollar uzun. Buna kar l k belden a a s çelimsiz, bacaklar çarp k. Darac k bir al n. Parmak parmak ka lar yar m denecek kadar k sa. Gözler kirli elâ. akak ve yanaklar tüylü. Burun e ri, çene kocaman, yumru yumru. Güçlü mü, korkunç mu ay rt edilemez. As l bahts zl kuvvetli olu udur; çünkü kuvvetinin ürkütücülü ü, ad konmam hayvanlar and r r. Konu maz, kar s ndakinin gözlerine dimdik bakar; sald rmay kurar gibidir, sald r verecekmi gibidir. Dalg n, ya da görülmedi ini, bak lmad n sand zamanlarda da bir sald r bekledi i san l r; ürkektir, tedirgindir. Bir derdin de il, gizli bir yaran n, bir ç ban n ac s n çekiyora benzer (Bu ra,1980,s33). Celal, psikolojik ve sosyal özellikleri aç s ndan ise çok daha geni bir ekilde tasvir edilir. O, Dr. erif in üniversite y llar ndan ö rencilik arkada d r. T p ve eczac l k ö rencilerinin fizik, kimya, biyoloji derslerini beraber okuduklar 19 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon fakülte birinci s n fta tan m lard r. Celal yoksul bir gençtir ve stanbul da basit, s radan, ucuz bir pansiyonda kalmaktad r. Celal, erif i de kald pansiyona yerle tirmi , dolay s yla iki genç y llarca beraber olmu lard r. Celal o y llarda kald bu pansiyonun sahibi olan kad n n eczac kalfal yapan biricik k z Rabia ile duygusal bir ili kiye girmi , k sa sürede ailenin bir ferdi haline gelmi tir. Bu arada ekonomik durumu son derece kötüle mi , kiray bile do ru dürüst ödeyemez duruma dü mü tür. Celal le ili kisi gün geçtikçe geli en Rabia annesinin de ölümünden sonra kendisini iyice Celal e adam t r. leride uygun bir zamanda evlenip, mutlu olacaklar n san yordu. Bu uygun ortamda derslerine dü kün, çal kan ve son derece h rsl bir genç olan Celal, ö rencilik ve askerlik y llar n evin as l sahibi gibi geçirmi ti. Sonunda da Rabia n n verdi i sermaye ile bu kasabaya gelip, eczanesini açm t . Kasabada i leri umulmayacak kadar iyi gitmi ti. Nitekim daha bir y l geçmeden Rabia ya olan maddî borcunu fazlas yla ödemi ti. Ona derin te ekkürlerini hatta minnettarl n ifade eden bir mektup yazm ve onunla ili kisini bitirmi ti. Çünkü, Rabia n n ba ndan daha Celal le tan madan önce bir eyler geçmi ti. K z bunu saklamam , bu evlenme vaadi ile i fali Celal e aç kça anlatm t . O y llarda bunu hiç önemsemeyen ve Rabia ile ili kisine engel görmeyen Celal, üniversiteyi bitirip, kasabaya gelip k sa sürede zengin olduktan sonra, onun bir ba ka erkekle yatm olmas n idam hükmü için yeterli bir gerekçe saym , onunla bütün ba lar n koparm t . Ayr ca Celal, Bir gelir insan cihâne felsefesine kuvvetle inanm , bir daha ya ayacak de ilim sözüne s ms k ba lanm t , bu sözü daha bir h rsla söyler olmu tu. Rabia güzeldi, ama çok daha güzelleri vard dünyada. Rabia, üstelik kendisiyle ya tt , hatta iki-üç ya da büyük. Paraya gelince, Rabia n n varl gülünçtü. As l önemlisi de, art k Celal in kendisi zenginli in e i indeydi. Serveti avucunun içinde idi. Para ya yordu ona. Kafas na takm t , k sa bir süre sonra stanbul da bir laboratuar açacak, daha sonra onu büyük bir fabrika haline getirecek, Türkiye nin ilaç kral olacakt . Böyle bir insan niçin Rabia gibi birisiyle evlensin di? (Bu ra,1980, s.29,32,33,37). Celal kendini bütünüyle mesle ine vermi ti. Meslekî kitaplar d nda çok az kitab vard . Bunlar n içinde bir tek roman veya iir kitab yoktu. Kitaplar n hepsi bir gelir insan cihâne felsefesinin ünlü savunucular ve ba ar n n doru una ç km , kendilerini bütün dünyaya kabul ettirmi kimselerin hayat hikayeleri idi. Onun için para en büyük kuvvetti, ba ar da erke in her eyi hak eden ve kar gelinmez, direnilmez çekicili i! Bu inançla Handan pek kolay bir konu saym t . Karar vermi ti: Handan kendisinin olacakt . Verdi i kararla birlikte i e koyuldu; g rtla na kadar borca batan, günlük ihtiyaçlar n bile kar layamayacak duruma dü en (Handan n babas ) operatör Cevdet in kendisinden borç istemesini ustaca sa lad . Hep verdi ve hep istemesi için de hep elveri li davrand (Bu ra,1980,ss.38-39). Handan üniversiteyi bitirip kasabaya geldi inde Cevdet bey, Celal e olan borçlar n ödeyemeyecek hale gelmi ti. G rtla na kadar borca saplanan Cevdet beyi bu durumdan sadece Handan kurtarabilirdi. O da kendisini feda ederek. Bu yüzden Handan, Celal in evlilik teklifini kabul etti ve onunla ni anland . Celal, 20 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. Cevdet beyin borçlar n ödedi, icrada olan biricik mal varl evini icradan kurtard ve Handan a verdi. Celal, bütün bunlar sanki bir ticaret anla mas gibi görüyordu. Ve kendince Handan sat n alm t . Fakat olaylar Celal in istedi i gibi geli medi. O dü ün haz rl klar n yaparken, Handan Orhan n etkisiyle önce babas n , daha sonra Dr. erif i, Celal e göndererek evlilikten vazgeçmek istedi. Celal ise bütün gücüyle buna kar ç kt . Nikah davetiyelerini y rtmak için Cevdet beyin borçlar için ödedi i paralar istedi. Fakat bu imkans zd . Çünkü bu büyük paray ne Cevdet bey, ne Orhan, ne de Dr. erif verebilirdi. Bunu anlayan Handan, bizzat kendisi Celal in evine gitti ve onun kendisine sundu u içkiye, o bir ara odadan d ar ç k nca arsenik koydu. Celal odaya döndü ünde, kadehinin zehirlendi ini anlad ve Handan n içme onu dedi i halde, kahr ndan, her eye ra men Handan a sahip olamay n n üzüntüsüyle zehirli içkiyi içti. Geriye, olanlar Dr. erif e ayr nt lar yla anlatan bir mektup b rakm t . Celal, zehirli içkiyi içip son anlar n ya arken, y llar önce insafs zca terk etti i Rabia y hat rlam , ona kar vicdan azab içinde ölmü ; her eyi kadere b rakt n yazm t . Halbuki, ölümüyle hem Dr. erif in, hem Orhan n, hem de Handan n kaderini çizmi ti. Celal, onlar n hepsini vicdan azab içinde b rakm t . Çünkü Celal in ölümünün bir intihar de il, bir cinayet oldu unu, Handan n cinayeti oldu unu, erif biliyordu, Orhan biliyordu ve Handan ya ad kça unutamayacakt (Bu ra,1980,s.141,149,219,261-263,275,282-289). Yazar, Celal in psikolojisini, Dr. erif in dilinden romanda çok güzel bir ekilde verir. Dr. erif e göre, nelerin olup bitti ini Orhan a da, kendisine de bir mektup b rakarak apaç k anlatan, üstelik Handan n arsenikli çantas n ortada b rakan Celal, domuzlu un, iblisli in daniskas n düzenlemi ti. Dr. erif öyle dü ünüyordu: Eczac Celal elli y l ya asa yapamayaca n ölümü seçerek ba arm t . Onlara -üçüne de- içinde ömür boyu ç rp nacaklar ve kurtulamayacaklar bir batakl miras b rak p gidiyordu. Orhan bir katille evlenecekti. erif bir öldürme, hiç de ilse öldürmeye te ebbüs suçunun (Eczac Celal in ölümüyle ilgili rapor yazan hükümet doktoru olarak) orta olarak ya ayacakt (Bu ra,1980,s.290). Celal, Handan la Orhan n ili kisi ba lad ktan ve bu ili kiyi bozamayaca n anlad ktan sonra, öç almak tutkusuyla dolmu tu. Ancak o zaman rahatlayabilirdi. te bu duyguyla ya arken, hayatta asla yapamayaca n , Handan n ç lg nl yüzünden aya na gelen f rsattan yararlanarak, ölümüyle yapm t . Böylece hem Handan dan, hem Orhan dan, hem de Dr. erif ten öcünü alm t . Çünkü tutku denilen ey, insan n elde ettiklerinden daha çok, sava t klar na, didi tiklerine verdirdi i kay plar n büyüklü ü ile doyuma ula rd . te Celal, ölümüyle bu doyuma ula m t (Bu ra,1980,ss.290.291). Eczac Celal, bütün bu nitelikleriyle fizik çirkinli inin etkisi alt nda kalan, bu eksikli ini i hayat ndaki ba ar s yla, zenginli iyle telafi etmeye çal an, parayla her eye sahip olabilece ini zanneden, a a l k duygusuna sahip, h rsl , bencil bir karakterdir. O ayr ca paran n en büyük kuvvet oldu una inanan bir materyalist, bir gelir insan cihâne felsefesine s ms k ba l epiküryen ve nihilist bir tip olarak da de erlendirilebilir. 21 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon 3-Arzu Edilen ve Korkulan Nesne Arzu edilen ve korkulan nesne romanda bir câzibe gücüdür (Akta ,1984,s.135). As l kahraman ve kar s ndaki has m güç, onun etraf nda olurlar. O, sahip olunmak, kavu ulmak istenen, pe inde dola lan kahramand r. A k romanlar nda genellikle, ya bir erke e sahip olmak isteyen iki kad n veya bir kad na sahip olmak isteyen iki veya bazen daha fazla erkek kar m za ç kar. Dönemeçte roman nda, Dr. erif, savc yard mc s Orhan ve eczac Celal in arzu etti i, sahip olmak istedi i güzel bir genç k z vard r: Operatör Cevdet beyin k z Handan. Bu üç erke in sahip olmak istedi i Handan, romanda fizikî aç dan pek güzel ve zarif giyimli bir genç k z olarak çizilmi tir. Okulunu bitirip kasabaya dönerken üzerinde saz rengi bir tayyör, uçuk mavi bir e arp vard r. Sanki bahar sabah ile uyu sun diye yarat lm bir sar nl a sahiptir. Güzelli i hep övülür, herkes taraf ndan övülür. O, her göreni etkileyecek kadar çarp c d r (Bu ra,1980,s.17,20,70,72). Yazar, Handan n psikolojik ve sosyal özelliklerini ise çok daha ayr nt l bir ekilde verir: O, küçük ya ta annesini kaybetmi , babas Operatör Cevdet Bey ise yeniden evlenmi tir. Handan, ilkokulu bitirir bitirmez, tatilin bitmesi bile beklenmeden stanbul a teyzesine gönderilmi , ortaokul, lise ve üniversiteyi orada okumu tur. Handan çok güzel oldu u halde, önemli bir noksan vard r: Kendine güven duygusu. Handan, bu eksikli ini anas z büyümesine ba lar: Öyle san yor, bunu kesin olarak öyledir diye kabulleniyordu. Bu inanç zamanla bir kin halini ald . Kin önce babas na yönelmi ti. Ama babas n o kadar seviyor, o kadar iyi ve dürüst buluyordu ki tutturamad . Üvey anas ona bir kurtar c gibi geldi. Kad nca z art k onun gözünde anas n n katilinden ba ka bir ey de ildi (Bu ra,1980,.s.71). Bu kinine ortak arayan Handan, bu konuda en yak nlardan bile destek görmez. Çünkü üvey annesi iyi bir kad nd r. Bu yüzden, babas na, do du u, büyüdü ü kasabaya ve oradaki herkese âdeta küser. Uzun yaz tatillerinde bile kasabaya gelmek istemez. Daha sonra üniversite ikinci s n fta babas n n srar yla, onu stanbul a almaya gelen Dr. erif le bir a k ya ar. Fakat bu a k da çok k sa sürede biter. Genç k z Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü nü bitirip, kasabaya döner. Kasabada, bu sefer de savc yard mc s Orhan a â k olur. Ama Handan n iki y l önce Dr. erif e olan a k nda nas l, hastal k derecesine varan psikolojisinin büyük bir rolü varsa, Orhan a olan a k nda da bu psikolojinin önemli bir rolü vard r. Handan , Orhan a ba layan en önemli ey, Handan n, Orhan n da kendisi gibi üvey ana elinde büyümü oldu unu ö renmesidir. Bu bilgi Handan derinden etkilemi , âdeta Orhan la olan a k n n ate ini yakm t r (Bu ra,1980,ss.137-138). Halbuki t pk Handan n üvey annesi gibi, Orhan n üvey annesi de asl nda çok iyi bir kad nd r. Fakat üvey anneye kar kin, onlar n 22 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. her ikisinin de ortak hastal kl yan d r. Bu ortak yanlar onlar , birbirlerine daha kolay yakla t r r. Ayr ca Handan, bir kap ld m , nerede durmak gerekti ini asla bilemeyen, gözü ba ka hiçbir ey görmeyen bir mizaca sahiptir. Aç kça görüldü ü gibi yazar, Handan n gerek erif e gerekse Orhan a olan a k n , Handan n hastal kl psikolojisiyle aç klamaktad r. Bu hastal kl psikoloji, onu büyük yanl lara götürecektir. O, Celal i arsenikle zehirlemeye te ebbüs edecek, onun ölümüne sebebiyet verecek fakat sevdi i, â k oldu unu sand Orhan la evlili inde de arad mutlulu u bulamayacakt r. Çünkü o, gerçekte, uuralt nda Dr. erif i sevmektedir. Bu yüzden roman n sonunda, kendisi de arsenikle intihar edecektir. Handan, romanda gerilimi meydana getiren, arzu edilen, sahip olunmak istenen önemli bir ki i oldu u halde, son derece silik ve sinik bir â k tipidir. Tar k Bu ra n n di er romanlar nda da kad n kahramanlar genellikle pasif, edilgen, silik tiplerdir. Bir çok roman nda (Osmanc k, Küçük A a, Firavun man , Ya mur Beklerken) kad n kahramanlar, Dönemeçte roman nda oldu u kadar bile önemli bir role sahip de ildir. Kad n kahramanlar genellikle dekoratif unsur olarak kullan lan, ikincil ki ilerdir. Yine Tar k Bu ra n n bir çok roman nda, kad n kahramanlar e itimsiz, sosyal hayatta önemli bir yere sahip olmayan, ev kad n tipleridir. (Küçük A a, Ya mur Beklerken romanlar nda oldu u gibi.) Bu romanlar n aksine, Dönemeçte roman nda varl na mutlak ihtiyaç duyulan ki iler aras nda, hem de e itimli, sosyoloji mezunu bir genç k z olarak çizilen Handan, roman boyunca hiç de e itimine, kariyerine uygun birisi olarak anlat lmam t r. O, olaylar kar s nda rüzgâr n önünde bir yaprak misali savrulup giden iradesiz bir tiptir. Hastal kl mizac onu daha çocuklu undan itibaren daima yan lt r, yanl kararlara götürür. Tar k Bu ra sanki kad n n modern Türkiye de sosyal hayattaki rolüne inanmamaktad r. Bu aç dan bak l nca sosyoloji okuyan Handan n bile üniversiteyi bitirip kasabaya dönerken trende rastlad emzikli genç bir kad na söyledikleri ilginçtir: Hepsi laf bac m... kad n n yeri evidir. Hiç hay flanma okuyamad m diye. Sen kuca ndakini iyi yeti tirmeye bak. Gerisi bo (Bu ra,1980,s.19). Bütün bu özellikleriyle Handan pasif, edilgen, silik ve marazi ruh hali ta yan bir kad n tipi olarak görmek mümkündür. 4- Yard mc Yukar daki ah slardan her biri, bir ba kas n n tahrikine ihtiyaç duyabilir. te bunlara yard mc ad n vermek yerinde olur (Akta ,1984,s.136). Dönemeçte roman nda olaylar tetikleyen bu ki i, Handan n babas operatör Cevdet beydir. Cevdet bey romanda, e ini kaybetmi , ikinci evlili inde mutlulu u yakalayamam , ikinci e inin de ölümünden sonra, kendini içkiye ve kumara vermi zavall bir baba durumundad r. Düzensiz ya ay onun sa l n da etkilemi tir. nce, uzun ve oynak, üstleri gergin parmaklar vard ; bir operatör için bulunmaz eylerdi bunlar. Ama titriyorlard (Bu ra, 1980, s.13). Bu yüzden mü terilerini kaybetmi , mesle inden de kopmu tur. Cevdet bey romanda, bu 23 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon dünyada tek varl , teselli kayna , biricik k z Handan n sonunu haz rlayan bir baba olarak tan t l r. Durmadan kumar oynar ve devaml kaybeder. Bu konuda çevresinin, özellikle de kendisini a abey diyerek seven, sayan Dr. erif in uyar lar na kulak asmaz. Para s k nt s ya ay nca, eczac Celal den borç al r. Gün geçtikçe borçlar artar, ödenemez hale gelir. Zaten Celal de bu durumu beklemektedir. Cevdet bey borçlar yüzünden, eczac Celal in, k z Handan la evlilik talebini geri çeviremez. Handan da, babas için kendisini bu evlili e mecbur hisseder. Bütün bu özellikleriyle Cevdet bey, ç rp nd kça daha da batan, ya ad derbeder ve trajik hayatla sadece kendinin de il, k z n n da sonunu haz rlayan sorumsuz bir baba ve yozla m bir ayd n tipidir. Onu düz, yal nkat bir tip olarak nitelendirebiliriz. 5-Yönlendirici Anlatma esas na ba l edebî metinlerde bir yönlendiriciye de ihtiyaç vard r. Çünki çat man n gerçekle ti i dramatik vaziyet, bir yönlendiricinin müdahalesi sayesinde vücut bulabilir, geli ebilir, çözümlenebilir. Bu metnin sonunda vak an n istikametini gösteren ibrenin bir tarafa meyletmesini temin eder. Böylece de, eser boyunca, bir bak ma vak ay idare eden hakem hüviyeti ile kar m za ç kar (Akta ,1984,s.136). Dönemeçte roman nda, bu özelliklere uyan yönlendirici Fakir Halit tir. Yazar, Fakir Halit i çok ilginç ve çok yönlü bir karakter olarak çizer. Fakir Halit Rü tiye tahsili olan, hayata ve insano lunun ebedî maceras na Mevlânâ n n merce inden bakan, tasavvuf ehli bir ki idir. Kasabada ticaretle u ra makta, köylünün ihtiyac olan mallar satmaktad r. Yazar, onu daha roman n ba nda, Dr. erif in bak aç s yla çok gizemli cümlelerle tan t r: Soka a aç lan kemerli kap n n önünden Fakir Halit, günün hiç bir saatinde bozulmayan dengeli yürüyü ü ile geçip gitti. lçenin say l zenginlerindendi. Fakir lâkab n a r tutumlulu u yüzünden takm lard ona. Meteli inin hesab n bilirdi. Doktor buruk buruk gülümsedi; yaln z paras n n m ? Dakikalar n n hesab n da bilirdi: te, bütün mevsimlerde nas lsa öyle, sabah namaz n k lacak, sonra da, gene her zamanki gibi, gidip dükkan n açacakt (Bu ra,1980,s.6). Evli olan Fakir Halit in çocu u olmam t . O da, annesi emzikte iken ölen, babas da gurbette kaybolup giden Ruziye adl bir k z çocu unu evlatl k olarak alm , büyütmü tü. Fakir Halit, kasaba halk n n bunca paray , varl mezere mi götürecek ne? diye hayret etti i kadar zengin ve çal kand r. Onun evi kasaban n ba l ca lâf sermayesi idi. Herkes ondan konu urdu. Memurlar çevresinde bile ad n n edilmedi i gün olmazd ... Ama Fakir, bu servetin sahibi de il, bir çe it bekçisi, emanetçisi gibiydi. Eski a r ceza reisi ona Emanetçi Sultana ad n takmak için epey çabalam t . Kasabal lar da, kar s ve kendisi için, Açl ktan ölecekler... ikisinin de ümü ü ç km ... fasulye s r na dönmü ler diyorlard (Bu ra,1980,s.178). Fakir Halit di er roman kahramanlar ndan çok farkl özelliklere sahiptir. O son derece dindar bir insand r. Sabah namaz ndan sonra dükkân n n 24 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. kepenklerini besmeleyle aç p, hay rl mü teriler beklerken Mevlânâ n n eserlerini okur. Bu kahraman, romanda kimseyi horlamayan, hele hele katiyen suçlamayan, su kat lmam bir halk adam olarak tan t l r. Dr. erif kasabaya geldikten sonra, onun hakk nda söylenenleri duymu , sonunda onu iyice merak etmi , gidip tan m t . O gün bu gün her bunald nda ona gider olmu tu. (Bu ra,1980,ss.178-181). lk bak ta Fakir Halit, eski eserlerdeki veli tipini veya dervi tipini ça r t r r. Fakat o, romanda veli ve dervi tipinden çok farkl bir ekilde tasvir edilmi tir. Öncelikle Fakir Halit eski dindarlar gibi dünyadan, elini ete ini çekmi , bir lokma bir h rka felsefesine inanm , sadece manevî güce sahip bir tip de ildir. Aksine o, içinde ya ad devrin bütün sosyal ve siyasî olaylar yla ilgilenen, çok çal an, kazanan, okuyan, dü ünen, çe itli toplumsal problemlere çözüm üretmeye çal an, devlet itibar ve haysiyetinin önemi konusunda son derece titiz ve ülkesine de derinden ba l bir insand r (Bu ra,1980,ss.46-47). Yazar, Fakir Halit i, o y llar n Türkiye sinde çok nadir bulunan radyoyu dinleyen, stanbul, Ankara, zmir gazetelerini okuyan ayd n dü ünceli bir tip olarak tan t r. O, ticaretle u ra mas n n yan nda, kasabada ba kurmak için su aramaya giri ir. Memleket meseleleri üzerinde kafa yorar. Ayd nlar n beslendikleri, beslenmek zorunda bulunduklar halktan koptu una inan r ve buna üzülür. Onun derdi günü bu millettir. Ama o, ba kalar gibi millet de il illet demez. Köylü, kentli herkese kar ku at c bir sevgi duyar. Toplumdaki olumsuzluklar kar s nda can s k l r. Ömrün, dolay s yla zaman n da bir emanet oldu una inan r. Paralar n oldu u gibi, zamanlar n ve ilgilerini oyuna, e lenceye, süse, püse, a r giyim ku am ve yeme içmeye harcayanlar emanete ihanet etmi sayar (Bu ra, 1980, s.57,59,87,181-184). Dr. erif le tan an Fakir Halit, onunla yak ndan ilgilenir, onu ehir kulübündeki toplumdan kopuk öteki yüksek memurlardan ayr tutar. Onun düze ç kmas için dua eder. Fakir Halit, sadece okumay de il, okutmay da seven bir insand r. Evine temizli e gelen, kocas n kaybetmi bir kad n n iki o lunu da üniversitede okutur. Onlar n büyü ü di hekimi olacakt r ve daha imdiden muayenehanesi haz rd r. Küçük ise Yüksek Ö retmen Okulu nda okumaktad r. Bütün bu özellikleriyle Fakir Halit, yazar n gelenekten ald fakat geli tirdi i, fazlaca ilmi olmayan fakat irfan olan, geleneksel ve dinî de erleri temsil eden bir halk tipi konumuyla kar m za ç kar. O, ehir kulübünde toplanan ayd nlar n aksine, son derece istikrarl , dengeli, iç ve d bütünlü e ula m , çeli kilerden kurtulmu huzurlu bir ki idir. Ama o, bütün bunlar n yan nda, eski velilerden ve dervi lerden farkl olarak, dünyay da unutmayan, içinde ya ad ortam n sosyal ve siyasî olaylar yla da yak ndan ilgilenen, hatta onlara yön vermeye çal an ilginç çok yönlü bir karakter olarak da dikkat çeker. Roman boyunca, roman n en önemli ki isi Dr. erif i derinden etkilemesi, yönlendirmesi, onda önemli bir de i ime sebep olmas , onu siyasete at lmaya ikna ederek, istedi i partiden milletvekili olmas n temin edip Ankara ya göndermesi bunun en güzel örne idir. 25 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon B- Dekoratif Unsur Durumundaki Ki iler ( kincil Ki iler) Roman ve hikayede varl na mutlak ihtiyaç duyulan ki ilerin yan nda, bazen az, bazen de çok say da ikincil ki iler de bulunur. Bunlar, tiyatro ve sinemada figüran rolündeki oyuncular gibi anlatma esas na ba l edebî eserlerde, mahallî rengi aksettiren, dikkatlere sunulmak istenen vak a ve vak a parças na ait tablonun gözler önünde daha iyi tecessümüne hizmet eden ah slar d r. (Akta ,1984,s.139). te bu ki ilere dekoratif unsur durumundaki ki iler denir. Onlar n vak a içinde yüklendikleri önemli bir fonksiyon yoktur. Yine bu ki iler ayr nt l bir ekilde tahlil ve tasvir edilmezler. Bunlar romanda tip ve karakter özellikleriyle görünmeyen, olay n ya da dekorun tamamlanmas nda kendilerine ihtiyaç duyulan ve ancak zaman zaman ortaya ç kan ki ilerdir (Çetin,2003,s.205). Bu aç dan Dönemeçte roman na bakt m zda, çok zengin bir ki i kadrosuyla kar la r z. Önce roman n en önemli ki isi, Dr. erif in ehir kulübündeki çevresi geni bir ekilde verilir. Bunlar n bir k sm sadece meslek adlar yla an l r: Tapucu, tar mc , genç Türkçe ö retmeni, kör muallim, veteriner, deli fi ek Türkçe ö retmeni gibi. Bir k sm ise hem meslekleri hem isimleriyle tan t l r: Avukat Ömer, Doktor Nazif, Di çi Cemal, Avukat Rahmi, Avukat Mehmet bey, Asliye Ceza yarg c Münir bey gibi. Romanda ayd nlardan ba ka, çok say da halk insan da kar m za ç kar: Büfeci Arslan, bu day tüccar Agah Efendi, a r muhalif Süleyman, üküfe han m, Deli Kadir, ehir kulübünü i leten ükrü, terzi Latif, bu day tüccar Halis, Çoraps z n Ali, Karc Yusuf, Kel Hac , Re ide teyze, Pembe han m, Ruziye, Esma, Rabia, Rabia n n annesi, Handan n annesi, Handan n üvey annesi gibi. Romanda ayr ca Millî ef, Recep Peker, Hilmi Uran, ükrü Kaya, Rü tü Aras, ükrü Saraço lu, Numan Menemencio lu, Celal Bayar, Adnan Menderes, Kenan Öner, Refik Koraltan, Fuat Köprülü gibi tarihî ve siyasî ahsiyetlerden de söz edilir. Yazar, dekoratif unsur olarak kullan lan bu ikincil ki ileri de çok canl bir ekilde çizmeyi ba ar r. Bu ki ilerden özellikle terzi Latif, Deli Kadir, Karc Yusuf, ükrü, Ruziye, Rabia, ve üküfe han m dikkate de er bir ekilde çizilmi tiplerdir. Terzi Latif, bir ara stanbul a gitmi , orada da ün yapm ba ar l bir terzidir. Fakat eli çok a rd r. Ona elbise diktirmek kasabada ayr bir ans say l r. Ad yeti mez e ç km t r. Terzi Latif dikece i elbiseler için beden seçer, koskoca kaymakam bey bile göbek ve kalça irili inden dolay ona elbise diktiremez (Bu ra,1980,ss.100-101). Deli Kadir ise kasabada ilkokulu bile do ru dürüst bitirmeyen bir halk adam olarak tan t l r. Tipik bir ta ral gibi geleneksel bir hayat ya ar. Kasaban n Belediye Hastanesi ndeki doktor han mla evlenebilmi , bu haliyle kasabadaki bütün okumam lar yüreklendirmi , gururland rm t r (Bu ra,1980,ss.80-81). Karc Yusuf ise, ilkokulu bitirmekle ö ünen son derece kurnaz bir halk adam d r. Kasabada eski bir matbaa kurarak gazete ç karan, bu gazetede ba yaz lar yazan, halk ve siyaseti ki isel ç karlar için kullanan son derece yaygarac menfî bir halk tipidir (Bu ra,1980,ss.50-56). Yazar onu ilginç özellikleriyle geni bir ekilde çizer. O, gerçek hayattan al nm , üzerinde durulmas , dü ünülmesi gereken çok canl bir tiptir. Bütün bu özellikleriyle Karc 26 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.11-28. Yusuf, Mehmet Kaplan n Yeni Türk edebiyat nda tali tiplerin sosyal bak mdan çok daha manal oldu u (Kaplan,1991,s.8) konusundaki görü üne güzel bir örnek te kil eder. Dekoratif unsur durumundaki ki ilerin hemen hepsi düz, yal nkat, tek boyutlu kimselerdir ve ancak roman n belli yerlerinde zaman zaman ortaya ç karlar. Sonuç Dönemeçte roman , çok zengin bir ki i kadrosuna sahiptir. Bu ki i kadrosu ilginç tipler ve karakterlerle doludur. Bu tipler ve karakterler fizikî özellikleri aç s ndan k saca tan t lm t r. Romanda daha çok ki ilerin psikolojik ve sosyal özellikleri üzerinde durulmu , özellikle de ki ilerin ruh halleri, duygu ve dü ünceleri ayr nt l bir ekilde ortaya konulmaya çal lm t r. Meslekleri aç s ndan inceledi imizde, roman n en önemli kahramanlar doktor, eczac veya hukukçudur. Yine bu ki iler sanata ve edebiyata dü kündür. Bu durum, Tar k Bu ra n n di er romanlar nda da görülür. Yazar n bu tercihinin sebebi, onun t p, hukuk, edebiyat e itimi almas yla ilgili olmal d r. Bilindi i gibi Tar k Bu ra, T p, Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri nde okumu tur. Romanda önemli erkek kahramanlar e itimli (Bir halk tipi olan Fakir Halit bile rü tiye mezunudur)oldu u halde, kad n kahramanlar (Handan d nda) e itimsizdir. Üstelik kad n kahramanlar son derece pasif, edilgen, silik ve sinik tiplerdir. Ki iler e itimli olmalar na ra men (Fakir Halit d nda) ço unlukla kendilerini bo lukta hissederler ve sa lam bir dünya görü ünden mahrumdurlar. Dönemeçte roman nda ki iler, genellikle orta ya grubuna mensuptur. Ya l lar, çocuklar ve gençler son derece azd r. Romanda ayd n tipleriyle birlikte, mahallî halk tiplerî de dikkati çeker. Üstelik ayd nlar çok defa yerilir, olumsuz özellikleri sebebiyle ele tirilir. Yazar, mahallî tiplere ise daha olumlu yakla r. Dönemeçte roman nda Fakir Halit, âdeta bir karakter heykeli olarak çizilmi , örnek ya ant s ayr nt l bir ekilde ortaya konmu ve idealize edilmi tir. Ayr ca geni halk kitlelerine sevgiyle yakla lm , onlar n inançlar , de erleri ve tercihlerinden sayg yla bahsedilmi tir. Aksi davran lar, önemli roman ki ilerinin a z ndan k nanm t r. Romanda ki iler, kendi aile, i ve sosyal çevreleriyle tan t lm t r. Özellikle ehir kulübü, orada toplanan hemen bütün ayd nlar yutmu , eritmi , ahsiyetlerini silmi , onlar halktan koparm , fildi i kulelerinde yaln z, yapayaln z b rakm t r. Bu mekâna s nan hemen bütün ayd nlar, ki iliklerini yitirmi ve birbirleriyle aynile mi lerdir. Halk ise kendi dünyas nda, kendi de erleriyle ya am t r. Romanda bütün bu ki iler, fizikî, psikolojik ve sosyal yönden üçüncü tekil ki i a z ndan, yani yazar-anlat c n n bak aç s yla tan t lm t r. Bu tan t mlarda iç çözümlemelere geni ölçüde yer verilmi tir. Fakat yazar, monotonlu u k rmak için zaman zaman farkl yollara ba vurma gere ini duymu tur. Meselâ, romanda ki iler, bazen davran biçimleriyle ve iç konu ma yöntemiyle kendi kendilerini tan tm , bazen de di er roman kahramanlar nca tan t lm lard r. Özellikle roman n en önemli ki isi, ba ki isi Dr. erif, hem 27 R. Ba c / Tar k Bu ra n n Dönemeçte Roman nda Ki iler ve Karakterizasyon kendisi hem de di er roman kahramanlar hakk nda bize bilgi vermi tir. Romanda olaylar bazen de Fakir Halit in bak aç s yla sunulmu tur. Bu durumda gerek Dr. erif, gerekse Fakir Halit, yazar-anlat c ile birlikte bize roman ki ilerini tan tan gözlemci kahraman durumundad r. Bütün bu özellikleriyle Dönemeçte, bir taraftan ki i kadrosu aç s ndan zengin say labilecek bir a k roman , bir taraftan da ki ilerin ruhî portrelerinin ön plâna ç kt ba ar l bir psikolojik roman niteli i ta maktad r. KAYNAKÇA: AKTA , erif (1984), Roman Sanat ve ncelemesine Giri , Birlik Yay nlar , Ankara. AYTÜR, Ünal (1977), Henry James ve Roman Sanat , Ankara Üniversitesi Dil Tarih Co rafya Fakültesi Yay nlar , Ankara. BELGE, Murat (Kas m 1968), Çe itli Aç lardan Roman Ki isi Yeni Dergi, say : 50. BOURNEUR, Roland- QUELLET, Re al (Çeviren Hüseyin Gümü , 1989), Roman Dünyas ve ncelemesi, Kültür Bakanl Yay nlar , Ankara. BOYKARA, Hasan (May s-Haziran-Temmuz 2002), Karakter ve Tip , Hece, Say : 65-66-67. BU RA, Tar k (1980), Dönemeçte, Ötüken Ne riyat, stanbul. ------------------- (1983), Osmanc k, Ötüken Ne riyat, stanbul. ------------------- (2001), Firavun man , Ötüken Ne riyat, stanbul. ------------------- (1981), Ya mur Beklerken, Ötüken Ne riyat, stanbul. ÇET N, Nurullah (2003), Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Bas mevi, Ankara. Ç FTL KÇ , Ramazan (Haziran 2000), Türk Roman nda Tip ve Karakter Problemi , Yedi klim, Say : 123. EM L, Birol (1984), Re at Nuri Güntekin in Romanlar nda ah slar Dünyas , Cilt 1, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay nlar , stanbul. ERO LU, Hamza (1981), Türk Devrim Tarihi, Sanem Matbaas , Ankara. FETH , Naci (1981), Türkiye de Roman ve Toplumsal De i me, Gerçek Yay nevi, stanbul. FORSTER, Edward Morgan (Çeviren Ünal Aytür, 1982), Roman Sanat , Adam Yay nc l k, stanbul. GÖÇGÜN, Önder (1987), Hüseyin Rahmi Gürp nar n Romanlar ve Romanlar nda ah slar Kadrosu, Kültür Bakanl Yay nlar , Ankara. HUYUGÜZEL, Ö. Faruk (1984), Hüseyin Cahit Yalç n n Hayat ve Edebî Eserleri Üzerinde Bir Ara t rma, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay nlar , zmir. KAPLAN, Mehmet (1991), Türk Edebiyat Üzerinde Ara t rmalar 3 Tip Tahlilleri, 2. Bask , Dergah Yay nlar , stanbul. MORAN, Berna (1983), Edebiyat Kuramlar ve Ele tiri, 5. Bask , Cem Yay nlar , stanbul. STEV CK, P. (Çeviren S. Kantarc o lu, 1988), Roman Teorisi, Gazi Üniversitesi Yay nlar , Ankara. TEK N, Mehmet (2002), Roman Sanat I Roman n Unsurlar , 2. Bask , Ötüken Ne riyat, stanbul. TUNCER, Hüseyin (1988), Tar k Bu ra, Kültür ve Turizm Bakanl Yay nlar , Ankara. UZEL, Mehmet Yavuz (2003), Tar k Bu ra n n Hikaye ve Romanlar nda ah s Kadrosu, (Bas lmam yüksek lisans tezi), Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa. WELLEK, Rene-AUSTIN, Warren (Çeviren Ö. Faruk Huyugüzel, 1993), Edebiyat Teorisi, Akademi Kitabevi, zmir. 28 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u Yrd. Doç. Dr. Serhat BA TAN Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamal Bilimler Yüksekokulu, Manisa ÖZET leti im endüstrileri say salla an ve birle en geli mi bir teknolojik altyap n n üzerine oturmaktad r. Bu altyap daki teknik geli meler radyo, televizyon ve internet yay nc l , sinema, haber toplama ve yayma ile telekomünikasyon gibi de i ik alanlarda faaliyet gösteren irketlerin sektörleraras yeni hizmet türlerine yönelmelerini sa lamaktad r. Ayr ca yeni ileti im araçlar yla ilgili kullan c tercihlerindeki de i iklikler, ileti im teknolojileri ve endüstrileri aras ndaki birle meleri te vik etmektedir. Di er taraftan, ileti im alan ndaki geli meler de kullan c tercihlerini etkileyerek, yeni bir izleme kültürünün do mas na yol açmaktad r. Bu teorik temelde bu çal mayla, ileti im alan n n de i ik teknolojik ve ekonomik boyutlar üzerinde bir inceleme yap lmakta, teknolojik ve endüstriyel geli melerle tüketici tercihlerinin de i mesini kapsayan öngörülerde bulunulmaktad r. Anahtar Kavramlar: Dijital radyo ve televizyon, bilgisayar teknolojisi ve internet, telekomünikasyon, dijital ekonomi, endüstriyel birle meler, içerik entegrasyonu, yeni izleyici tercihleri. Effects Of Digital Economy On Communication Industries, Changing Comsumer Preferences And The Birth Of A New Audience Culture ABSTRACT Communication industries are based on digitalized and merged modern technological infrastructures. Technical improvements in this infrastructure have been impelling the proactive firms, which are running in the fields of radio and television broadcasting, internet publishing, movies, news gathering and distribution, telecommunication, towards new genre of inter-sectoral services. Changing in preferences of user concerning new communication media have also been encouraging convergence among communication industries. Besides, advancements in the field of communication have been bringing about the birth of a new audience culture through influencing preferences of the users. This study that framed by said theoretical basis reviews different technological and economic aspects of the communication landscape and forecasts regarding the technological and industrial developments and changing in consumer preference. Key Words: Digital radio and television, computer technology and internet, telecommunications, digital economy, industrial convergence, integration of content, new audience preferences. Giri Kitlesel ölçekte enformasyon da t m n n ve bilgi payla m n n, günümüz toplumlar n n temel ya am çevrelerine nüfuzu giderek daha fazla say da akademik ilginin ve tart man n ileti im sektörü üzerine odaklanmas na yol açmaktad r. Bu tart malar n tekno-kar tl k veya tekno-tarafgirlik halinde dile getirili biçimleri, bazen ça m z n temel sorunlar n n irdelenmesinde insan özne olmaktan ç karmaktad r. Genellikle teknoloji tutkunlu u ile kar tl aras nda gidip gelen 29 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u dü ünce tarzlar n n, çevremizi saran araçlar n, kullan c lar n tercihlerinden ba ms z olarak hiçbir yarar sa lamayaca n veya zarara yol açmayaca n önemsememeleri hayret vericidir. Halbuki ileti im endüstrilerinin de i mesiyle bu endüstrilerin ç kt lar n izleyen kitlelerin tercihlerinin de i mesi aras nda do rudan bir ilinti bulunmaktad r. leti im teknolojilerindeki ve sektörlerindeki geli melerle izleme kültürünün kar l kl etkile imi, ça m z n bilgi edinme ve haberle me etkinliklerini ekillendiren ana ekseni olu turmaktad r. Yoksa sadece ileti im teknolojilerindeki ilerleme ya amlar m z tek ba na de i tirmemektedir. Geli mesi 1950 lerden beri süren, ancak özellikle son on-onbe y lda aniden yayg nla an dijital elektronik bilgi i leme, iletme ve saklama araçlar ; kitle ileti im, telekomünikasyon ve bili im endüstrilerinin birbirlerine yakla mas na ve bu sektörler aras ndaki s n rlar n belirginli ini yitirmesine neden olmu tur. Dijital radyo ve televizyon, dijital video, internet, mobil ileti im gibi teknolojilerin popülerli i sayesinde bu endüstrilerin birkaç n n üstünde veya aras nda faaliyete ilgi gösteren giri imlerin say s h zla artm t r. Serbest pazar sistemlerinin do as ve yo unla an rekabetin yol açt yeni aray larla bu ürünleri kullanan kitlelerin ilgileri, yenilikçi ekonomi politikalar n ve üretim stratejilerini te vik etmi tir. Böylece tüketici tercihlerinin endüstrileri, endüstrilerin teknolojileri, teknolojilerin de tüketici tercihlerini etkiledi i sürekli bir döngü, içinde bulundu umuz dönemin ileti im alan na bugünkü biçimini vermi tir. Gelecekte de bu döngünün, geleneksel olarak kitle ileti im, telekomünikasyon ve bili im olmak üzere üçe ayr lm olan ileti im sektörlerini birbirine daha da yakla t rarak sürece i tahmin edilmektedir. Bu çerçevede bu çal mayla, önce ileti im endüstrilerini etkileyen teknolojik geli melerin geçmi i gözden geçirildikten sonra, ileti im endüstrilerinin bugünkü durumunun bir analizi yap lmaktad r. Ard ndan da bu teknoloji-endüstri ili kisine ba l olarak izleyici/kullan c /tüketici profilinin ileti im araçlar yla yeni etkile im biçimleri irdelenmektedir. Böylece e lence, haber arama-alma ve ileti im süreçlerine kat l m davran kal plar n n teknoloji kökenli genel hatlar çizilmektedir. Her ne kadar konular n temel ba l klar radyo, televizyon ve internet gibi elektronik kitle ileti im teknolojileri, endüstrileri ve izleyicileri üzerine odaklansa da; ileti im alan n n iç içe geçmi li i nedeniyle, konu içerikleri, di er ileti im alanlar n dikkate alacak ekilde i lenmek zorundad r. Bu durum, kitle ileti im endüstrisiyle di er ileti im endüstrileri aras ndaki s n rlar n yok olu unun bir yans mas olarak de erlendirilmelidir. I. leti im Endüstrilerini Etkileyen Teknolojik Geli meler Son y llarda ileti im alan radikal de i ikliklere konu olmaktad r. leti im sektörü ileti imin farkl uygulama biçimlerini kapsayacak ekilde telekomünikasyon, yay nc l k ve enformasyon teknolojileri olmak üzere geleneksel bir bölümlemeyle üçe ayr lmaktad r. Bu sektörel ay r m sadece kullan lan farkl teknolojilerden de il, politik ve düzenleyici müdahaleler ile ekonomik kayg lardan da kaynaklanmaktad r. Bugün say salla ma, ses ve video kodlama teknikleri, bilgisayarla ma ve geni bantl iletim altyap lar gibi 30 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. teknolojik yenilikler sektörel s n rlar a an hizmet da t m n mümkün hale getirmi tir. Bu durum yeni politik ve hukuki düzenlemeleri zorunlu hale getirmekte ve ileti im sektörlerindeki mevcut düzenleyici çerçevenin yeniden dü ünülmesi ve tasar mlanmas gereklili ini ortaya koymaktad r (Tadayoni ve Skouby, 1999: 176). leti im hizmetlerinin birbiriyle içiçe geçmesini, hukuksal ve endüstriyel anlamda yeni bir düzenleyici çerçevenin olu turulmas n takip eden yeni ko ullar, do rudan kültürel etkiler olu turacak bir dönemin ba lang c n tetikleyecektir. Uzun y llar enformasyon i leme i i bilginin dijital kodlara (0 ve 1 lere) indirgenmesini sa layan tekniklerle gerçekle tirilirken, enformasyon iletme i i eski analog(*) yöntemlerle sürdürülmü tür. Bu temel farkl l k, radyo ve televizyon yay nc l ile enformasyon teknolojilerinin tarihi seyrinin 1990 l y llar n sonuna kadar farkl kulvarlarda akmas na yol açm t r. Bugün yay nc l k, dijital ses yay n (digital audio broadcasting-DAB) ve dijital video yay n (digital video broadcasting - DVB) tekniklerinin geleneksel analog yay n tekniklerinin yerini almas yla h zl bir ekilde say salla maya ba lam t r. Kay t, kurgu ve iletim araçlar ndan kullan c lar n evlerindeki al c lara kadar bütün üretim zincirinin tam say salla mas n n önümüzdeki 15 y la kadar tamamlanaca tahmin edilmektedir (Tadayoni ve Skouby, 1999: 176). Bu h zl geçi in temel nedeni, bilgisayar ve enformasyon teknolojilerinin bilgi i lem süreçlerinde sa lad klar esneklik, kesinlik, yüksek nitelikli sonuç ve dü ük maliyet avantajlar n n ileti im alan nda da uygulanabilir hale gelmesidir. Böylece bilgisayar, telekomünikasyon ve elektronik kitle ileti im sistemleri, aralar ndaki s n rlar n netli ini kaybetmesiyle, iç içe geçmi dijital enformasyon a lar n n olu turdu u tek bir potada erimeye ba lam t r. Çok yeni tekniklerde neyin bilgisayar, neyin telekomünikasyon ve neyin elektronik kitle ileti im sistemleri ile ilgili oldu unu tan mlamak giderek zorla maktad r. Sözgelimi, Internet üzerinden gerçekle tirilen streaming video yay nlar , dijital televizyon ve radyo yay nlar ile her iki alanda da kullan lan MPEG video s k t rma tekniklerinin hangi sektörlere ait oldu unu kestirmek çok güçtür. Bu yüzden söz konusu alanlarla ilgili sistematik bir dü ünme biçimi ve gerçekçi bir yakla m geli tirmek için önce eski üçlü ayr m bir kenara b rakmakta yarar vard r. Temelde klasik ayr m n üç alan nda da elektromanyetizman n ke finin ve etkin kullan m n n ba lad dönemlerde birle en ortak bir geçmi bulunmaktad r. Bunlardan bilgisayarlar n bilgiyi i leme biçimlerinin (dijital yöntemler) gösterdi i temel teknolojik farkl l k, günümüzde ayn i lem biçiminin di er iki alan taraf ndan da yayg n olarak kullan lmaya ba lamas yla ortadan kalkm t r. 1920 li y llarda Matematikçi Alan Turing in teorik olarak betimledi i, dü ünen bir makine (Evrensel Turing Makinesi) yapma fikri, kinci Dünya Sava (*) Analog (örneksel), kayna ndaki biçimiyle kaydedilebilen, saklanabilen, i lenebilen ve iletilebilen bilgidir. Dijital bilgi 0 ve 1 rakamlar n n kombinasyonlar ile tan mlan rken, analog bilgi bir elektrik ak m gibi sürekli de i en sinyaller taraf ndan olu turulur. Dolay s yla dijital bilgide sadece 0 ve 1 ler, analog bilgide ise say s z ara de erler bulunmaktad r. Sonuç olarak, dijital tekniklerle bilgi i lemek ve iletmek kolay ve esnek, analog tekniklerle zor ve hantald r. 31 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u y llar nda ilk ifre çözme ayg tlar yla hayat bulmaya ba lam t r (Penrose, 1997: 40). Sava y llar n n zorlu ko ullar , bugünkü bilgi ve ileti im a lar n n geli tirilmesinde teorik ve uygulamal çal malar güdülemi tir. Hemen sava n ard ndan gelen Amerikan ev elektroni ine, i ve ofis araçlar na dönük talepler ile telekomünikasyon ebekelerinin geli tirilmesi arzusu, 1947 y l nda ilk transistörün bulunmas n sa lam t r. Telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren kurulu lar transistörü ilk önce telefon anahtarlama sistemlerinde kullanmaya ba lam t r. Sony nin ta nabilir hafif radyosu sonradan bu önemli bulu un ilk ticari uygulamas olmu tur. Ard ndan transistör, vakum tüplerin k sa çal ma ömürlerinden ve s n rl kapasitelerinden kaynaklanan nedenlerle elektronik bilgisayarlar n ömrünü ve hesaplama gücünü artt rmak üzere ba ka bir uygulama alan daha bulmu tur. 1956 da ilk transistörlü bilgisayar n ortaya ç k n n ard ndan, bilgisayarlar n boyutlar ad m ad m küçülmeye ba lam ve sonunda geli en hesaplama güçleri ile pratik hale gelen özellikleri sayesinde büyük ölçekli ara t rma merkezlerinden ve askeri tesislerden ç karak, bankalar ve sigorta irketleri gibi ticari alanlara do ru yay lm t r. Kumdan çok yüksek s da elde edilen silikon hammaddesi ile yeniden tasarlanan transistörler, giderek hem daha fazla say da i lem yapabilecek elektronik devre içermeye ba lam , hem de ucuzlam t r. Kat hal fizi inin silikon çiplerin yar -iletken özelliklerini kullanarak mekanik devrelerin i ini elektronlara aktarmay ba armas , belki de yirminci yüzy l n ikinci yar s ndaki en önemli teknolojik s çramalardan biridir. 1950 lerin sonlar nda modern mikroçiplerin atas olarak kabul edilen entegre devreler geli tirilmi tir. Entegre devreler, rezistör, kondansatör, amplifikatör gibi bir dizi elektronik bile eni bir silikon parças üzerinde birle tirmi tir. Sonuç, elektrik devrelerinin daha da ufalmas olmu tur ki, bu, transistörün neden oldu u küçülme ile birlikte giden çok de erli bir ba ka teknik ilerleme olarak kabul edilmektedir (Reinecke, 1992: 44). Entegre devrelerde kullan lan bile en ve katmanlar n giderek daha küçük hacimlerde ve daha çok say da bir araya getirilmesi ile elde edilen bu geli meye mikrominyatürle me denilmektedir. Mikrominyatürle me, çip teknolojisinin ürünlerinin fiyat n y ldan y la dü ürmü ; di er yönde artan bile en say s , entegre devrelerin ve mikroçiplerin i lem h z n yükseltmi tir. Bu geli me, günümüzün en önemli mikroçip üreticilerinden biri olan Intel firmas n n kurucusu Gordon Moore a, 1965 te dile getirdi i Moore Yasas için ilham vermi tir. Moore, bir entegre devre içindeki bile en say s n n 1959 dan 1965 e kadar her y l ikiye katlanarak geli ti ini gözlemi ve bu geli menin ilerleyen y llarda da sürece ini ileri sürmü tür. On y l sonra, daha karma k çiplerde ikiye katlanma oran n n iki y lda bir gerçekle ece ine dair yeni bir formülasyonda bulunmu tur. Bugün de i kenlik göstermekle birlikte ortalama olarak 18 ayda bir, mikro i lemcilerin içindeki bile enlerin ikiye katland gözlenmektedir (Ayres ve Williams, 2004: 4). Bugün masalar m z süsleyen ki isel bilgisayarlar n merkezi i lem ünitelerinde ortalama 42 milyon bile en bulunmaktad r. Mikrominyatürle menin bir sonucu olarak, birden çok kullan c n n payla t büyük merkezi bilgisayar sistemleri ile ba layan bilgisayar n donan m maceras , bugün bir a a ba l ki isel ya da 32 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. masaüstü bilgisayar kullan m yönünde evrimle mi tir (Cotton ve Oliver, 1998: 131). Ayr ca güç tüketim talepleri azalan ve boyutlar küçülen yap lar sayesinde, dizüstü ve palm book gibi yeni türden ki isel bilgisayarlar n kullan m yayg nla maya ba lam t r. Bilgisayar donan m ndaki geli melerle yaz l m alan ndaki yenilikler de paralel gitmi tir. Hatta baz durumlarda yaz l mlardan kaynaklanan donan m talepleri, bilgisayar bile enlerinin geli tirilmesinde endüstriyel bir itici güç olmu tur. Örne in, üç boyutlu bilgisayar oyunlar n n donan msal yüksek performans gereksinimi grafik i lemcilerin, h zl haf za çiplerinin, yüksek kapasiteli depolama araçlar n n ve nitelikli monitörlerin geli tirilmesinde belirleyici faktörlerin ba nda yer alm t r. letim sistemi ve uygulama yaz l mlar n n i levsel yeteneklerindeki art , büyük ölçüde yaz l m geli tirme dillerindeki evrime ba ml olarak seyretmi tir. lk bilgisayarlar makine dili denilen kodlama sistemleri ile programlanm lard r. Ard ndan sembolik assembler dilleri ile FORTRAN (1957), ALGOL (1958), COBOL (1960) ve BASIC (1964), C (1972) gibi yüksek düzey diller geli tirilmi tir. Bu dillerden bir k sm n n nesne tabanl programlamaya do ru geçi i ile bilgisayar ile kullan c s aras nda görsel etkile im sa layacak grafik arayüzlerin tasar m esneklik kazanm t r. Bu a ama çok önemlidir. Çünkü grafik arayüzlü program tasar mlar n n yayg nla mas , ki isel bilgisayar kullan m n n yayg nla mas n da tetikleyen en önemli unsurlardan birisi olmu tur. Bugün geli tirilen platformdan ba ms z programlama dilleri, sadece belirli türdeki donan m standartlar için de il, farkl bilgisayarlar veya bilgisayar benzeri ayg tlar aras nda veri ileti imi, web ba lant s ve ortak çal t r labilir programlar geli tirmek için önem kazanmaya ba lam t r. Yaz l m dillerinin bu evrimi ofis otomasyonundan multimedyaya kadar on binlerce uygulama yaz l m n n geli tirilmesine ve sürekli güncellenerek yeni i levlerle donat lmas na olanak vermi tir. Bugün televizyon ve radyo yay nc l n n önemli ölçüde bilgisayar temelli kurgu, grafik ve yay n sistemlerine ba l hale gelmesinde, yukar da irdelenen donan m ve yaz l m teknolojilerindeki kapasite ve yetenek art lar n n rolü belirleyici olmu tur. Ses ve video verileri, yak n geçmi e kadar bilgisayar endüstrisinin üretebildi i donan m ve yaz l m sistemlerinin i leyemeyece i kadar büyük hacimli veri i leme, depolama ve iletme kapasitelerine ihtiyaç duymu tur. Ancak 1990 lardan sonra, hareketli görüntülerle sesin bilgisayar teknolojisi ile kolayca i lenebilece i teknikler (video s k t rma, yüksek h zl ve kapasiteli diskler ile i lemciler, geli mi video i leme programlar gibi) yayg nla m t r. Teknolojik ko ullar elverdikten sonra, radyo ve televizyon yay nc l üretim sistemlerinde bilgisayar temelli tekniklerin esnekli inden ve yüksek nitelikli ç kt lar ndan yararlanmak istemi tir. Gelece in yay nc l n n kabaca video ve ses halinde bir bilgisayar verisi kaydetme, i leme ve da tma etkinli i olarak betimlenmesi iddial bir öneri olmayacakt r. Di er taraftan telekomünikasyon sektörü, radyo ve televizyon yay nc l ndan daha önce mikrominyatürle me devriminden yararlanan ba l ca sektör olmu tur. Örne in dü ük güç tüketimi ve hafif donan mlar üretme imkan 33 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u veren kat hal devreleri olmadan, ileti im uydular n n üretilmesi ve yörüngeye yerle tirilmesi mümkün olamazd . Sadece uydular n de il, bütün telekomünikasyon ekipmanlar n n daha ucuz, kapasiteli ve küçük olarak üretilmesi bu teknolojik yenilikler serisinin bir sonucudur. Bunlara ek olarak kablo, mikro dalga ve fiber optik gibi iletim tekniklerinin geli mesi, bugünkü küresel ileti im sisteminin sinir a lar n n olu mas n sa lam t r. Atlantik ile Büyük Okyanus a dö enen k talararas kablolar ileti im uydular yla birlikte küresel bir ekonomik sistemin ana arterlerini olu turmu tur. Telekomünikasyon sistemlerinin evrimindeki son a amada mobil ileti im sistemleri yer almaktad r. Temelde sesin dijital veri paketçiklerine dönü türülerek iletimine ve al m na dayanan cep telefonlar n n yayg nla mas n n ard ndan, bu telefonlar n birer bilgisayar terminali haline dönü türülerek, interaktif çoklu medya uygulamalar na ve ses d data payla m na uyumlu hale geldi i gözlemlenmektedir. Cep telefonlar n n gelecekte, bugünkü dizüstü bilgisayarlar n temel i levleri ile dijital televizyon iletilerinin izlenmesi i levini birle tiren bir multimedya ortam na dönü ece i öngörülmektedir. Telekomünikasyon sektöründe ya anan bu geli melerin yay nc l k sektörü üzerinde do rudan iki etkisi bulunmaktad r. Bunlardan birincisi, radyo ve televizyon istasyonlar aras daki yay n öncesi video ve ses al veri inin telekomünikasyon iletim sistemleri arac l yla gerçekle tirilmesiyle ilgilidir. Uzak co rafi mekanlardan haber içeriklerinin yay nc kurulu lar n merkezine aktar m , ya karasal link istasyonlar ya da ileti im uydular yla gerçekle tirilen uplink-downlik ba lant lar ile sa lanmaktad r. Ayr ca bant geni liklerinin elverdi i ölçüde kablolu iletim sistemleri radyo ve televizyon istasyonlar aras ndaki veri al veri ine destek olmaktad r. Telekomünikasyon iletim sistemlerinin eski analog teknikler yerine giderek say salla mas ile birlikte radyo ve televizyon sinyallerinin de dijital olarak bu araçlarla ta nmas bir gereklilik haline dönü mü tür. kinci etki, radyo ve televizyon istasyonlar n n yay n a ile ilgilidir. Yine ayn iletim teknikleri arac l yla izleyiciye/dinleyiciye ula t r lacak sinyaller radyo ve televizyon verici istasyonlar na ta nmaktad r. Dolay s yla bir ülkedeki telekomünikasyon a n n karakteri önemli ölçüde o ülkedeki radyo ve televizyon yay n a lar n da etkilemektedir. Örne in, Hindistan n zorlu ve büyük co rafi yap s nedeniyle, yersel sistemler bütün ülkeyi kaplayacak ekilde televizyon yay nlar na uzun y llar olanak vermemi tir. Bunun üzerine 1960 l y llarda Hintli bilim adam Dr. Vikram Sarabbi, ulusal çapta bir uydudan televizyon yay n sisteminin ülkenin ekonomik ve sosyal geli mesini destekleyebilece ini ileri sürmü tür. Sarabbi nin giri imleri ile 1968 de Hindistan n ulusal ileti im uydusu grubu (NASCOM) kurulmu tur. Hindistan, 1975-76 y llar nda NASA n n deste i ile uydudan do rudan televizyon yay n (Direct Broadcasting Satellite-DBS) denemelerine ba lam ve 1982 y l nda da ilk uydusuna sahip olmu tur. Bu giri imin do al bir sonucu olarak uzun y llar Hindistan televizyon yay nc l n n temel karakterini do rudan uydudan yay n olu turmu tur (Contractor ve Di erleri, 1988: 131-132). Bugün biraz farkl olmakla birlikte benzer bir geli me Türkiye de de ya anmaktad r. Dijital 34 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. televizyon yay nc l n n yayg nla mas na ko ut olarak, yay nlar n uydudan do rudan izlenmesi için konut ve i yerlerindeki çanak antenlerin say s h zla artmaktad r. Türkiye deki giri imlerin fark , sürecin kamusal bir inisiyatif ile de il, ticari kayg lar ile ba lam olmas d r. Televizyon yay nc l , ba lang çtan video band n icat edildi i 1956 y l na kadar, sinema sektöründe kullan lan pelikül filmlerle kay t ve stüdyodan canl yay n tekniklerine dayanm t r. letim faaliyetleri ise yak n zamana kadar (ve hatta bir ölçüde günümüzde de) analog tekniklerle yürütülmü tür. Sinema filmleri ile çal mak pahal ve teknik aç dan zordur. Canl yay nlar ise k s tlay c d r. Video bant n icad ile elektronik yöntemlerin kay t ve kurgudaki esnekli inden yararlanma imkan do mu tur. Ancak yine de 1990 l y llara gelinceye kadar neredeyse tamam yla analog yöntemlere ba ml olan televizyon yay nc l çok pahal stüdyo, kamera, video okuyucu/kaydedici, yay n a ve di er ekipmanlar için yat r m yapabilecek s n rl say da giri imciye aç k bir alan olarak kalm t r. Radyo yay nc l nispeten daha kolay olmakla birlikte, benzer zorluklar ya am t r. Japon kamu yay n kurumu NHK nin 1972 y l nda büyük yat r mlar yaparak ba lad yüksek tan ml bir televizyon standard geli tirme çabas , 1980 li y llarda Avrupa Birli i ve ABD nin kat l m yla giderek dijital ilkelerle çal an bir televizyon sistemi geli tirme yar haline dönü mü tür. Bilgisayar teknolojisinin görüntü ve ses i leme kabiliyetindeki dramatik geli me de bu sürece eklenince, eski analog sistemlerin terk edilerek dijital ses ve video yay nc l fikri güçlü bir destek bulmaya ba lam t r. Ancak teknolojik de i imdeki as l itici güç veri s k t rma teknolojilerindeki umulmad k h zl geli me olmu tur. yi kalitede bir televizyon resminin bak r kablo ile iletilebilmesini mümkün hale getirebilecek ekilde bant geni liklerinden tasarruf etmeye dönük teorik yakla m, video verilerini olu turan her bir bilgi ünitesinin daha az yer kaplayacak biçimde ifade edilmesi temeline dayanmaktad r. Bu amaçla geli tirilen veri s k t rma algoritmalar ile dijital televizyon yay n mevcut iletim altyap lar ndan ta nabilir hale gelmi tir. Sonuçta bu geli me, televizyon endüstrisini analog teknolojilere olan ba l l klar n tekrar gözden geçirmeye ikna etmi tir (Ayres ve Williams, 2004: 9). Böylece 1990 l y llar n sonunda art k video verileri dijital olarak bantlara kaydedilebilir, internet üzerinden da t labilir, dijital paketçikler halinde set üstü dijital-analog çeviriciler arac l yla evlerde izlenebilir ve bilgisayar hard diski, CD, DVD gibi depolama araçlar nda saklanabilir hale gelmi tir. Dijital radyo ve televizyon teknolojilerindeki geli melere paralel olarak çe itli ülkelerde gelece e dönük senaryolar çerçevesinde yeni düzenlemeler yap lmaktad r. Örne in, ABD de düzenli dijital yersel televizyon yay nlar 1997 de ba lam t r. Birle ik Devletler leti im Yasas na göre, 31 Aral k 2006 da, hanelerdeki al c lar n % 85 i dijital yay nlara uyumlu hale gelirse, eski analog yay nlara tamamen son verilecektir. Yay nc lara 1997 ile 2006 y llar aras nda dijital yay na geçmeleri için frekans tahsisi yap lm t r. Benzer bir uygulama Avustralya da da sürmektedir. Avustralya da 2008 y l nda analog yay nlara son verilmesi planlanmaktad r. O zamana kadar yay nc lar 35 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u programlar n hem dijital, hem de analog olarak ileteceklerdir. Bu döneme e zamanl yay n periyodu (simulcasting period) denilmektedir (Grünwald, 2001: 722). E zamanl yay n periyodunu tamamlayan ülkelerde, radyo ve televizyon yay nc l , dijital ekonomi ile tam olarak bütünle mi olacakt r. II. Dijital Ekonomi ve leti im Endüstrileri Dijital ekonomi ileti im, telekomünikasyon ve bili im alanlar ndaki h zl geli melerin tamam n n ula t son a amay betimleyen toparlay c bir kavramd r. Yar iletken transistörler, entegre devreler, ki isel bilgisayarlar, i letim sistemleri, fiber optik kablolar, kablosuz ve mobil ileti im teknolojileri, a teknolojileri, ileti im uydular gibi çok say da ve çe itli bile enin, dijital kodlara indirgenmi iletiler üzerinden payla lan bir ya am biçimini ve ayn kodlarla yürüyen ekonomik ili kileri destekleyecek ekilde, iç içe geçmeye ba lad na ahit olmaktay z. Bütün bu bile enler dijital ekonominin teknolojik altyap s n olu turmaktad r. Bundan otuz y l önce, elektronik hesap makineleri, bütün dünyada kitle pazarlar na yay lmaya ba lam t . Bugün, yakla k yar m milyar insan, enformasyon i leme kapasitesi ola anüstü derecede geli mi ve çok say da kitap, müzik ve video materyalini depolayabilecek makineler kullanmaktad r. Otuz y l önce, uzak mesafeler aras ndaki ileti im ço unlukla posta ta y c lar ve s n rl geni likteki alanlarda kullan labilen telefon arac l yla gerçekle tirilebilmekteydi. Bugün, dünyan n ço u hacimli yaz , resim, ses ve video dosyalar n an nda de i toku edebilecek karma k ileti im a lar ile birbirine ba lanm t r. Bilgi ve ileti im teknolojilerindeki yeniliklerin ortaya ç k ve bu teknolojilere uyum süreçlerinin geli im h z hayret vericidir. Bilgi ve ileti im teknolojileri ile ilgili yenilikler sadece ileti im de il; temel bilimler, mühendislik, imalat ve sistem entegrasyonu gibi ba ka alanlarda da sürmektedir. Teknolojik geli meye uyum ise, daha ileri süreçlere yat r m yapmak için gerekli gelirlerdeki düzenli art sa layacak ekilde yeniliklerle e anl olarak gitmektedir. Birçok zengin ülkedeki kurumsal ve sosyal çerçeve, bilgi ve ileti im teknolojilerinde sürdürülebilir yenilik ve uyum süreçlerini te vik etmek için yeniden biçimlenmektedir. Bilgi ve ileti im teknolojileri ile desteklenen ürün ve hizmet üretimi ile da t m n n çe itli endüstriler üzerinde oynad bu önemli rol, dijital ekonomi dü üncesinin do mas na yol açm t r (Ayres ve Williams, 2004: 2). Bu dü ünce, ekonomik alanlarda oldu u kadar, siyasal, hukuksal ve kültürel alanlarda da yeni kurallar seti dönemine geçi in önermesi haline gelmi tir. Dijital ekonominin yak n geçmi inde üç temel özellik öne ç km t r. Bu özellikler yay nc l k sektöründe de belirgin bir ekilde gözlenmi tir. Bunlar; (1) deregülasyon ile pazar sisteminin liberalle mesi ve artan rekabet, (2) sektörleraras yatay ve dikey birle meler, (3) uluslararas ölçe e yay lan tekelle medir. 1990 lar n ortas ndan beri ileti im pazarlar ndaki rekabeti iki ana olu um derinden etkilemektedir: Birinci olarak, Schumpeter in Öncü Yat r m Modeli ne uygun olarak çok say da yeni firma ortaya ç km t r. American Online (internet 36 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. servis sa lay c ve elektronik medya), Yahoo! (internet arama motoru ve elektronik medya) ya da e-Bay (elektronik aç k art rma ve sat servisi) gibi firmalar yenilikçi ürünler ve mü terilerine cazip avantajlar sunan hizmetler aç s ndan dikkate de er ilk örneklerdir. kinci olarak, bir ya da daha fazla ileti im pazar nda uzmanla m eski irketler, yeni sektörlere yönelmi lerdir. Yak n zamanda Vivendi Grubu nun (telekomünikasyon sektörü) Seagram/Universal (medya/tüketici ürünleri) sat n almas , bu geli meye verilebilecek iyi bir örnektir. Teknolojik geli melerden kaynaklanan yeni f rsatlar eski ve yeni irketlerin rekabet yönünü belirlerken, endüstrilerin giderek bir noktada birle mesine ve eski art de er üretim zincirlerinin de i mesine yol açmaktad r. Teknolojik geli melere ek olarak, sözü edilen endüstriyel birle melerin arkas ndaki deregülasyon ile talep ba lant l pazar güdülerinin varl da irketlerin yat r m kararlar n ve pazar stratejilerini belirlemede etkili olmaktad r (Wirtz, 2001: 490). Deregülasyon, ileti im sektörlerinin serbest rekabet ko ullar na göre yeniden düzenlenmesini anlatmak için kullan lan bir kavramd r. 1980 lerde, özellikle Avrupa da kamu hizmeti tarz nda yasal çerçeveye al nm olan geleneksel elektronik kitle ileti im politikalar , neo-liberalizm olarak adland r lan yeni bir ideolojik iklim taraf ndan yönlendirilmi tir. ABD ve birçok Avrupa ülkesi taraf ndan desteklenen neo-liberal ekonomik dü ünce tarz , devletin müdahale s n rlar n n daralt lmas n ve bütün ileti im alan n n pazar yap lar n n yar mac bir yap ya aç lmas n öneren bir doktrine dayanmaktad r. Böylece Avrupa daki birçok devlet, 1920 lerden beri devlet yay nc l politikas n n hakim oldu u kamu hizmeti modeline kar bu doktrini desteklemi ve uygulamaya geçmi tir (Bell ve Meehan, 1988: 71). Sonuç olarak, y llar boyunca ABD hariç dünyan n birçok yerinde ve önemli ölçüde devlet denetiminde süregiden radyo ve televizyon yay nc l , 1980 lerin sonunda özel giri im alan na aç lmaya ba lam t r. Telekomünikasyon sektöründe ise ABD de dahil, daha önce yasal monopollere verilmi faaliyet ve kontrol mekanizmalar rekabetçi bir çerçevede yeniden düzenlenmi tir. Sektörleraras etkile imlerin ve tekelle me e ilimlerinin olu mas na uygun ko ullar, deregülasyonun olumsuz etkileri olarak ortaya ç km t r. Pazarlar n liberalizasyonunu ve serbest rekabet ko ullar n olu turmay hedefleyen deregülasyon, say salla an teknolojilerin ileti im altyap lar nda sa lad birle tirici katk yla birlikte, sektörleraras geçi ler, devralmalar, yatay ve dikey birle melerle sonuçlanm t r. Bugün telekomünikasyon, yaz l m geli tirme, sinema, radyo ve televizyon yay nc l , bas m gibi birçok ileti im sektöründe faaliyet gösteren çe itli organizasyonlar, içerik üretim ve da t m etkinliklerini birle tirme ihtiyac hissetmektedir. Bu organizasyonlar, sinema filmlerinin üretim ve da t m ndan, radyo ve televizyon yay n a lar n n i letilmesine ve telekomünikasyon hizmetlerine kadar de i ik alanlardaki etkinlikleri multimedya kümelenmeleri olu turacak ekilde birle tirme stratejileri izlemektedir. Film, televizyon ve müzik yap mc l gibi alanlara yay lm olan Sony, yak n geçmi te Columbia-Tristar sat n alarak endüstriyel birle menin ilk örne ini vermi tir. Sony nin d nda AOL-Time-Warner, Vivendi-Universal, Viacom (Paramount, 37 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u MTV), Disney (ABC TV), News Corp. (20th Century Fox), Bertelsmann olmak üzere alt ayr ve büyük uluslararas kümelenme daha ortaya ç km t r. Bu gruplar n hepsi de bas n ve televizyon içerik üretimi ile u ra maktad r. Vivendi hariç hepsinin TV istasyonlar a vard r; Bertelsmann hariç hepsinin kablolu televizyon ve film stüdyosu varl klar bulunmaktad r; Vivendi ve News Corp. hariç hepsinin radyo yay n a bulunmaktad r. Üçünün devasa e lence parklar (theme park), Vivendi ve AOL un internet portal vard r. Birkaç y l önce General Electric NBC yi sat n alm , ancak 2003 ün sonlar nda Vivendi-Universal ile birle me karar alm t r. Di er taraftan, bir zamanlar n ba ms z televizyon a lar n n ve sinema stüdyolar n n ço u bu kümelenmeler taraf ndan yutulmu tur (Ayres ve Williams, 2004: 18). Bu birle melerin sonuçta ileti im alan nda tekellere yol açaca ve neo-liberal doktrinin tam rekabet ko ullar n sa lama yerine, s n rl say da sektörel aktöre dayal aksak ve kusurlu bir ekonomik sistem üreterek, ba ar s z olaca yönünde güçlü kanaatler bulunmaktad r. leti im endüstrilerindeki tekelle me e ilimini güçlendiren nedenlerin en ba nda, göreli olarak karl olan bu sektörlere yap lan yat r mlar n, önemli oranda büyük sermayeye gereksinim duymas yer almaktad r. Piyasaya giri te kar la lan büyük sermaye gereksiniminin yan s ra, üretim ve da t m n yüksek maliyetleri, yo un rekabet, buna kar n reklamc l k gelirlerinin s n rl olmas , ileti im sektöründe faaliyet gösteren organizasyonlar aras ndaki yatay ve dikey birle meler, hükümetlerin yanl politikalar ve nihayet enflasyon gibi genel ekonomik ko ullardaki olumsuzluklar tekelle meyi artt ran unsurlard r (Söylemez, 1997: 39). Neo-liberal doktrini ele tirenlere göre, ileti im endüstrilerinin tekelle meye yatk n yap lar deregülasyon ile ortaya ç kan kontrolsüz ortamda, büyük yat r mc lar n lehine i lemektedir. Deregülasyon tekelle me yönelimlerini h zland ran bir katalizör i levi görmektedir. Üstelik tekelle me, uluslararas ölçekte geni leyerek ulusa r , tek yanl , tekelci bir kültürel kontrol endüstrisi haline dönü mektedir. ngiliz Sosyolog Anthony Giddens, tekelle menin uluslararas boyutunu u ekilde betimlemektedir (2000:407-409): Televizyon programlar ve filmleri geni uluslararas pazarlarda bu kültür endüstrisinin s n rl say daki aktörü taraf ndan sat lmakta, yüzmilyonlarca insan bu programlar ve dizileri izlemektedir. Uluslararas haber ak n n tamam na yak n n , Reuters, Associated Press, United Press International ve Agence France-Presse olmak üzere 4 kurulu kontrol etmektedir. Amerikan kaynaklar , televizyon programlar n n, filmlerinin, reklamlar n n ve elektronik ileti imin de i ik biçimlerinin üretim ve da t m na egemendir. Pek çok ülkede hükümetler, kendi sinema sanayilerini destekleseler de, hiçbir ülke konulu filmler ihracat nda ABD ile rekabet edebilecek durumda de ildir. Dünyadaki en büyük on reklam irketinden dokuzu Kuzey Amerika dad r. Kanada, Almanya, Fransa, ngiltere ve Avustralya daki büyük reklam ajanslar n n yar s Amerikan kökenlidir. Devletlerin ve büyük irketlerin ba ml olduklar , bilgiyi iletmek için kullan lan elektronik kanallar üzerindeki Amerikan etkisi oldukça güçlüdür. Bankac l k, dünyadaki parasal i lemler, baz televizyon ve radyo yay nc l türleri için art k vazgeçilmez olan 38 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. telekomünikasyon linkleri ço unlukla Amerikal ellerdedir. Dünya üzerindeki veri tabanlar nda bulunan bütün bilgilerin onda dokuzunun Amerikan Hükümeti ile ABD deki öteki kurulu lar n eri imine aç k oldu u tahmin edilmektedir. Sanayile mi ülkelerin, özellikle de ABD nin, ileti im araçlar üretim ve yay l m ndaki üstün konumu pek çok gözlemciyi, ileti im araçlar emperyalizminden söz etmeye yöneltmektedir. Sonuç olarak, dijital ekonominin büyük ölçüde Amerikan kültür endüstrisinin etkisi alt nda ve medya kümelenmeleri olu turacak ekilde yeni bir biçimlenme sürecine girdi i ileri sürülebilir. Bernd Wirtz, bu biçimlenme sürecinin günümüzde ula t duruma ili kin üç temel e ilime vurgu yapmaktad r (2001: 493): i. Büyük telekomünikasyon irketleri di er irketleri sat n alarak daha da büyümektedir. ii. Kitle ileti im irketleri internet sektörüne do ru geni lemektedir. iii. nternet sektöründe göreceli olarak yeni irketler aras nda giderek artan say da birle meler ya anmaktad r. Bu bölümde betimlenen endüstriyel dönü ümün itici güçlerini ve bu güçlerin etkile imlerini a a daki ekilde gözlemlemek mümkündür: Endüstriyel Birle menin tici Güçleri GüçleriGüçleri Teknolojik Yenilikler Telekomünikasyon Kitle leti im leti im Pazar Enformasyon Teknolojisi / Tüketici Elektroni i : Do rudan Etki Pazarlar n Deregülasyonu Kullan c Tercihlerinin De i mesi Birle me Alan : Geribesleme Döngüsü Kaynak: (Wirtz, 2001:493). 39 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u Endüstriyel birle me ayn zamanda kendisini ortaya ç karan itici güçleri de de i tirmektedir. leti im pazar nda ya anan geli meler bir geri besleme döngüsü arac l yla yeni teknolojik geli meleri harekete geçirmekte ve yeni hukuksal düzenlemeler yapmay zorunlu hale getiren yeni ko ullara zemin haz rlamaktad r. Kullan c tercihlerinin de i mesi ile ileti im endüstrilerinde ya anan geli meler aras nda da kar l kl bir etkile im bulunmaktad r. III. Tüketici Tercihlerinin De i mesi ve Yeni Bir zleme Kültürünün Do u u nternette sörf yapmak ve Web Tv izlemek, gazetelere internetten bir göz atmak, al -veri sitelerinden bir eyler sat n almak, ifreli kanallara abone olmak, cep telefonundan resimli mesaj göndermek, bilgisayardan televizyon izlemek, uydu kanallar n takip etmek, internetten film ve müzik indirmek, ev sinema sisteminde film izlemek gibi eylemlerle yeni tan t k. On y l önce bunlar n birço undan haberdar de ildik. Cep telefonlar m z n, bilgisayarlar m z n, otomatik ödeme talimatlar m z n ya amlar m zdan çekiliverdi ini, çanak antenlerin balkon ve çat lardan söküldü ünü, para çekme makinelerinin kald r ld n , ekranlarda tek kanall kamusal televizyon yay n n n kald n zihnimizde canland ral m. Bu imgelem ile izleme ve enformasyon elde etme kültürümüzün çok k sa süre içinde nas l de i ti ini kolayca anlamak mümkündür. Bu kültürün, geçmi te de i ti i gibi, gelecekte de de i ece ine dair güçlü kan tlar bulunmaktad r. Say salla an elektronik kitle ileti im tekniklerinin eski köklerinden tamamen kopmaya ba lad karma k bir süreç içinde bulundu umuzdan, yeni bir izleme kültürünün do u una pek fark nda olmadan e lik etmekteyiz. Bugün izleme kültürü aç s ndan nitelik de i tiren kitlelerin ileti im gereksinmelerini kar lama yöntemlerinde 4 temel e ilim belirgin hale gelmektedir. A. Görsel ve itsel letilerin Teknik Niteliklerine li kin Beklentilerin Yükselmesi Sadece yay n endüstrisinin yüksek kaliteli ses ve görüntü talepleri de il, kullan c lar n giderek yükselen görsel ve i itsel zevk ç tas , dijital radyo ve televizyonun geli tirilmesine yön vermi tir. Geleneksel radyo ve televizyon ile ilgili yay n standartlar 1950 li y llara dayanmaktad r. O günden bugüne evlerdeki televizyon setlerinin ekran çözünürlü ü, ekran görünüm oran ve ses kalitesi ile ilgili temel ölçülerde herhangi bir de i iklik yap lmam t r. Dünya birbirinden ba ms z üç televizyon yay n sistemine (PAL, SECAM ve NTSC) bölünmü tür. Bunlar n her biri, di eriyle uyumsuzdur ve günümüzde izleyicileri görsel ve i itsel izleme beklentilerini kar lamak aç s ndan art k s n ra dayanm t r. Bu temel standartlar ayn kalmakla birlikte, al c cihazlar n i levlerinde (teletext ve uzaktan kumanda aletinin eklenmesi gibi) ve bile en ile malzeme tasar mlar nda (mikroelektroni in yeni ürünlerinin al c larda kullan lmas gibi) baz geli tirmeler yap lm t r. Mevcut standartlar çerçevesinde ses ve görüntü kalitesini artt racak iyile tirmeler yap lm t r. Ancak daha yüksek çözünürlüklü ve geni ekranl bir televizyon standard geli tirme yönündeki talepler her geçen y l artm t r. 1972 40 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. y l nda Japonya da ba lat lan bir yüksek tan ml televizyon (High Definition Television - HDTV) standard geli tirme çal mas , bugünkü dijital televizyon teknolojisinin temelini olu turmaktad r. Yüksek tan ml televizyon, 1000 yatay sat rdan fazla çizgiden olu an ve 16:9 görüntü oran na sahip geli mi bir televizyon teknolojisidir. Daha keskin resimlere, CD kalitesinde çevresel sese, dijital olarak iletilen sinyallerin al nmas na dayanmaktad r. Böylece hayalet görüntü, karlama, renk da lmas gibi iletiyi bozan teknik gürültüler en aza indirilmi tir (Zong ve Bourbakis, 2001: 546). Sinema izleme zevkinin özel mekanlara aktar lmas tutkusu, bir taraftan geli mi televizyon standartlar n n tasar m n harekete geçirmi , di er taraftan optik dijital görüntü ve ses saklama medyalar ile bunlar okuyan cihazlar n yayg nla mas na yol açm t r. Yak n geçmi e kadar CD-ROM ortam nda da t m yap lan görsel ve i itsel içerik, bugün artan miktarda veri tutma kapasitesine sahip DVD ortam nda da t lmaktad r. lki eski VHS bantlar n görüntü kalitesini verebilen MPEG-1 veri s k t rma standard n kullan rken, ikincisi bugün yay nc lar n görüntü ve ses kalitesini de destekleyen MPEG-2 veri s k t rma standard n kullanmaktad r. Ayn yöntem ve teknikleri kullanan bilgisayar teknolojisinin olanaklar n n çoklu medya ortam na uyarlanmas yla, nitelikli ses ve görüntü izleme beklentileri, giderek yay lan bir toplumsal talep haline dönü mü tür. Bilgisayar hard disklerinde çok say da müzik parças n n ve filmin saklanabilmesi, internet üzerinden video ve ses dosyas payla m , izleme kolayl ve çevresel ses (surround sound) efektlerinin sinema salonlar ndan ç karak bilgisayar destekli yöntemlerle evlerde de uygulanabilmesi, izleyicilerin/kullan c lar n beklenti düzeylerini sürekli yukar çekmektedir. B. leti im Kanallar n n Ki iselle mesi leti im kanallar n n ki iselle mesi kavram yla izleyicisi hedef kitle olarak belirlenmi geleneksel yay nc l k anlay yerine; izleyicisi hedef bireyler haline gelmi ve kendileriyle sözle me yap labilen ya da kendilerine etkile imli hizmetler sunulabilen bir tarz n geli imi anlat lmak istenmektedir. leti im kanallar n n ki iselle mesine, enformasyon ve ileti im enstrümanlar n n çe itlenmesi ve etkile imli hizmetlere uygun hale gelmesi yol açm t r. Bir a a ba lanabilen mobil telefonlar n, bilgisayarlar arac l yla internet eri iminin, ifreli ve ödemeli televizyon kanallar n n yayg nla mas bu duruma örnek olarak verilebilir. leti im kanallar n n ki iselle mesiyle, a lanm enformasyon ve ileti im platformlar na ilgi yo unla m t r. Bu a lanm altyap lar arac l yla tümle ik hizmet ve ürünlere olan talebi kar lamak üzere, ileti im endüstrileri sistematik çözümler üretmeye ba lam t r. Kullan c lar, telekomünikasyon, elektronik kitle ileti im ve bilgisayar alanlar n n ilgisi içinde yer alan sektörleraras hizmetleri talep etmeye ba lam t r. Dolay s yla ileti im kanallar n n ki iselle mesi, ayn zamanda teknolojik ve endüstriyel dönü ümün itici kuvvetlerinden biri haline gelmi tir. Sözgelimi, geni bantl ve h zl internet ba lant s na dönük talebin art , hem bilgisayar yaz l m ve donan m geli tiricilerini, hem de telekomünikasyon 41 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u altyap s na donan m verenleri yeni çözümler aramaya itmi tir. nternet in sa lad benzer hizmetlere televizyon setleri arac l yla da ula ma arzusu, web TV teknolojisinin geli tirilmesi fikrini tetiklemi tir. Di er taraftan, ses ve video dosyalar n n da t m ile geli en internet üzerinden görsel ve i itsel ileti im, iletim bant geni liklerinin elverdi i ölçüde akan video (streaming video) hizmetlerine do ru evrimle meye ba lam t r. Kullan c tercihlerinin, bu ve benzeri türden sektörleraras ürünlere yönelmesi nedeniyle, ileti im pazarlar üst üste binmi tir. Önceleri birbirinden ba ms z ya anan ileti im pazar birimlerindeki rekabet, pazarlararas bir rekabete dönü mü tür. leti im kanallar n n ki iselle mesi, teknolojik geli melere ve ileti im endüstrilerine yön vermekle kalmam , yenilikçi irketlerin ürünlerinden de etkilenmi ve de i mi tir. Asl nda deregülasyonun kökeninde de liberalle en pazar ko ullar arac l yla ileti im endüstrilerinin faaliyet alanlar nda daha fazla yeni f rsat n ke fedilmesi fikri yatmaktad r. Tümle ik bir ileti im pazar nda radyo ve televizyon yay nc l ile bilgisayar temelli enformasyon ve telekomünikasyon hizmetlerinin iç içe geçmesi, kullan c lar n n be enilerinin ve izleme kültürlerinin de yeniden ekillenmesine yol açmaktad r. Kullan c lar, kitle ileti im araçlar n izleme/dinleme/okuma, elektronik ticaret, bireysel ileti im hizmeti alma ve yaz l m-donan m sat gibi hizmetlerden tümle ik bir servis a ile yararlanmay arzu eder hale gelmi lerdir. Çünkü çe itli alanlara yay lm olan irketler, tüketicilerine paketler halinde cazip çoklu hizmetler önermektedir (Wirtz, 2001: 499). Çoklu hizmet paketleriyle mü terinin irkete bir dizi hizmetveren-hizmetalan ili kisiyle ba lanmas anlat lmak istenmektedir. Bir internet servis sa lay c dan al nan ba lant paketiyle, ayn zamanda o servis sa lay c n n e-mail hizmetlerinden de yararlanma hakk n n elde edilmesini ya da kablolu televizyon irketlerinin kablonet arac l yla h zl internet ba lant s önermelerini, bu duruma örnek olarak vermek mümkündür. C. Tümle ik çeri e ve Çe itlili ine Do ru Kayan Tercihler nternet yaz , resim, ses ve video eklindeki iletilerin entegre olarak sunulabildi i ilk yayg n çoklu medya arac d r. Kablolu TV, ADSL, dijital televizyon gibi araçlar arac l yla hergün daha çok insan internet e ba lanmaktad r. 1Mbit/s veri indirme h z ndan daha büyük kapasitelere olan talep giderek yükselmektedir. Türkiye de de kablolu TV ve ADSL a lar arac l yla yüksek h zl ba lant lar yayg nla t r lmaktad r. Düz yaz eklinde enformasyon için, bu derece yüksek veri ak kapasitelerine gereksinim yoktur. Böyle kapasitelere olan talebin kökeninde, internet üzerinden çoklu medya uygulamalar na ve içeriklerine eri im iste i yatmaktad r. Gelecekte radyo, televizyon ve gazete içeri i gibi tekli medya ürünlerinin, bu ba lant lar arac l yla tümle ik bir çoklu medya yay n olarak da t laca aç kt r. Bugünkü popüler portal tarz web siteleri içerik entegrasyonunun çekicili ine vurgu yapan ilk örneklerdir. Bu siteler, bir havaalan ndaki transit geçi yeri gibi, her nereye seyahat ederseniz edin, içinden geçmeye mecbur oldu unuz bir terminali and rmaktad r. Ancak yine de günümüzdeki web yay nlar büyük oranda geleneksel kitle ileti im araçlar n n (radyo, televizyon, 42 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. gazete, dergi gibi) elektronik ortama kötü bir çevirisi gibidir. Bu yay nlarda çok az orijinal içerik üretilmekte ve nadiren de i tirilmektedir. Geleneksel kitle ileti im araçlar ndaki gibi, ço unlukla do rusal bir hikaye anlat m na sahiptirler. Bu mant k, web üzerinden ve normal yay n kanallar ndan dinleyicilerine ayn ses ak n sunan radyo istasyonlar taraf ndan da aynen kullan lmaktad r. Bant geni li inden kaynaklanan s n rlamalar nedeniyle, mevcut web yay nlar ndaki video içeri inin miktar küçüktür. H zl web ba lant lar arac l yla televizyon yay n kalitesine yak n nitelikte video sunumu yap labilmektedir. Ancak yine de içerik entegrasyonu statiktir ve web sayfalar , daha çok metin ve foto raflar birle tiren gazete mizanpajlar na benzemektedir (Södergard vd., 1999: 11111113). Bütün s n rlay c teknolojik yetersizliklere ve k s tlay c yerle ik uygulamalara ra men, tümle ik içerik sunumunu sa lamaya çal an yay nc lar güdüleyen olgu, kullan c lar n internete gösterdi i yo un ilgidir. Bu ilginin temel nedeni, entegre içerik sunumunun kullan c y bir kitle izleyicisinden çok, bir birey olarak ele almas d r. Birçok kaynaktan elde edilen bilgiler bir veri taban nda toplanmakta ve kullan c n n, aralar ndan seçim yapabilece i tasar mlar ile özgün bir ekilde birle tirilebilmektedir. Kullan c , aktif olarak istedi i konuya, haber ba l na veya di er türden biçimlendirilmi iletiye t klayarak eri ebilmektedir. Ancak entegre içerik sunumu için geli tirilen metodlar (HTML dili ile yaz lm web sayfalar , Flash arayüzleri ve programlar , aktif hizmet birimi sayfalar vs.) ve bunlar n uygulamalar ayn zamanda interneti ve çoklu medya içeri i sunumunu hayli karma k bir bilgi y n haline getirmi tir. Bu bilgi y n içine s zan kötü niyetli yaz l mlar (pop-up scriptler, virüsler, trojanlar gibi) i i daha karma k hale getirmi tir. Dolay s yla içerik entegrasyonu ile ortaya ç kan çe itlili in bir yan ürünü olarak, kullan c lar n, arzulad klar içeri e eri melerini zorla t ran ciddi bir bilgi kirlili iyle kar kar ya kald klar n söylemek mümkündür. Gelecekte video ve ses kodlar n n çoklu medya içeri indeki yo unlu unun artmas yla ve bu türden kodlar n kötü niyetli yaz l mlardan etkilenmeye ba lamas yla sorun daha da büyüyebilir. Ancak bu zorluklara ra men, izleme davran n n radyo ve televizyon benzeri yay nlar da içerecek ekilde de i en çoklu medya yay nlar na do ru kayd gözlemlenmektedir. D. Etkile imli zleme/Yararlanma Davran n n Geli mesi Geleneksel radyo dinleyicisi veya televizyon izleyicisi, ileti im arac yla tek tarafl ve pasif bir ili ki içindedir. Kendisine sunulan takip etmektedir. Bu, asimetrik bir ileti im biçimidir. Etkile imli izleme ise (veya belki de bu kavram etkile imli yararlanma olarak yeniden adland rmak gerekmektedir) radyo veya televizyon arac l yla sunulan hizmetlerin kullan c y da aktif hale getirmesi olarak ifade edilebilir. Radyo ve televizyon yay nc l n n say salla mas , elektronik ticaret ve uzaktan al veri uygulamalar ya da talep üzerine video (video on demand) hizmetleri gibi yeni dijital ürün ve hizmetlerin ortaya ç karaca pazarlara uygun ana altyap y sa lamaktad r (Grünwald, 2001: 721). Dijital radyo ve televizyon, internet yay nc l ile iç içe geçtikçe, etkile imli izleme davran na imkan veren 43 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u birçok potansiyel yenilik do maktad r. Dijital yay nc l k, analog yay nc l n senkronize ve gerçek zamanl izleme zorunlulu unu ortadan kald rmaktad r. De i ik türden dijital ileti im arac n n birle mesi, bugün radyo ve televizyon yay n olarak alg lanan geleneksel bir noktadan çok noktaya (one-to-many) e zamanl da t m anlam ndaki yay n formuna (broadcasting) ba ml olma zorunlulu unu ortadan kald rmaktad r. Yay n formundan kaynaklanan e zamanl izleme davran yerine, talep eden izleyicilerin, arzulad klar programa istedikleri zaman eri melerini sa layacak çoklu da t m formu (multicasting) yerle meye ba lamaktad r. Yeni hizmetler, interaktif yar ma tarz kat l ml programlar, radyo dalgalar arac l yla internet eri imi ve televizyon ile web tipi içeri in birlikte verilmesi de dahil olmak üzere, dijital teknolojinin geli mi özelliklerini kullanarak, çok noktadan tek noktaya (many-to-one), çok noktadan çok noktaya (many-to-many) ve tek noktadan tek noktaya (one-to-one) ileti imi tümle ik olarak sunma yönünde geli mektedir. IBM Endicott s Digital Video Product Grubu taraf nda 1999 da duyurulan yeni jenerasyon televizyon-bilgisayar çipi, yüksek çözünürlüklü dijital televizyon yay nlar n n izlenmesi ile bilgisayarinternet i levlerini birle tiren ürünlerin ilk örneklerindendir. Bu tür teknolojiler, bir taraftan televizyon izlerken, bir taraftan da televizyon program ndaki bir ürünle ilgili enformasyona ekranda göz atma ve do rudan program arac l yla sat n alma gibi futuristik görünen hizmetlerin geli tirilmesini amaçlamaktad r. GSM mobil telefon ebekeleri arac l yla dijital televizyon yay nlar n n izlenmesi ve geni bantl internet ba lant s n n sa lanmas ; ses, metin, video ve grafik içeren interaktif multimedya mesajlar n n al veri ini sa layacak video email sistemlerinin geli tirilmesi ve üç boyutlu görsel sanal gerçeklik uygulamalar n n yayg nla t r lmas di er futuristik görünen örneklerdir (Zong ve Bourbakis, 2001:553-555). Etkile imli izleme/yararlanma al kanl n n yayg nla mas na paralel olarak, bu konuyla ilgili teknolojik geli me, yak n gelecekte, evlerdeki televizyon al c lar n dijital bilgisayar ms platformlara dönü türmeye do ru yönelmektedir. Nitekim son dönemlerde görünüm oran ve çözünürlük de erleri artt r lan (plazma TV ve sinemaskop ekran gibi) yeni jenerasyon televizyon setlerinin ileti im a lar na ba lanabilen web TV ye dönü türülmesi eklindeki gayretler yeni durumun göstergelerindendir. Sonuç ve De erlendirme H zl teknolojik de i me modern endüstrilerin temel karakterlerinden biridir ve hemen her alanda gözlenebilmektedir. Ancak bu dönü üm süreci, di er hiçbir endüstride ileti im pazarlar nda görülenden daha radikal de ildir. Say salla ma arac l yla standart bir teknolojik temelde çe itli ileti im araçlar n n entegrasyonu, hem hizmet ve teknoloji üreten endüstrileri, hem de bu endüstrilerin tüketicilerini etkilemektedir. Kullan c talepleri de gelecekteki entegrasyonu te vik etmek üzere bu yönde olu maktad r. Say salla arak internetle birle me yolundaki radyo ve televizyon yay nc l bu ileti im araçlar entegrasyonun önemli bir boyutunu 44 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.29-46. olu turmaktad r. Yak n gelecekte yüksek h zl a ba lant tekniklerinin yayg nla mas yla uydudan, karasal link sistemlerinden ve kablodan yay n tekniklerine, interaktif hizmetleri içerecek ekilde internet üzerinden yay n da eklenecektir. Böylece bütün elektronik yay n tekniklerinin bile ik ve etkile imli bir içerik sunumuna elveri li sistemler haline gelece i tahmin edilmektedir. Dolay s yla konu ile ilgili yetkili kamu kurumlar n n ve bu alana ilgi gösteren özel giri imin, ileti im stratejilerini, teknolojik altyap yat r mlar n ve mevzuata ili kin düzenlemelerini bu endüstriyel ve teknolojik geli meleri do ru okuyarak planlamalar gerekmektedir. Özel radyo ve televizyon yay nc l na geçi ile bili im sektörüne geç uyum örneklerinde oldu u gibi, Türkiye nin her seferinde geli menin çok gerisinden gelerek durumu kurtarma ve da n kl toparlama al kanl , ileti im sektörlerinin gelece ini planlama ve bilgi toplumu olma hedeflerine ula ma yolundaki yanl politikalar n ürünüdür. Ayn hatalar tekrarlamamas için Türkiye nin dünyadaki dört ana geli meyi dikkatle izlemesi gerekmektedir: Aralar ndaki teknolojik s n rlar n netli ini kaybetmesiyle, elektronik kitle ileti im, telekomünikasyon ve bili im endüstrileri birle mektedir. Bu ileti im endüstrilerinin tümle ik içerikleri ile etkile imli hizmetlerine kar kitlelerin ilgileri giderek artmakta, izleme biçimleri de i mekte ve etkile ime önem veren yeni bir izleyici kültürü ortaya ç kmaktad r. Tümle ik içeri in ve çe itli ürünleri içeren hizmet paketlerinin pazarlanmas , gelece in ileti im endüstrilerini ekillendirmektedir. Orijini olduklar ülkelerin s n rlar n a an medya kümelenmeleri, uluslararas bir kültür endüstrisinin egemen güçleri haline gelmektedir. Bu durum Türkiye yi de etkisi alt na almaktad r. Bütün bu geli meleri ülke lehine çevirecek ekilde elektronik kitle ileti im, telekomünikasyon ve bili im sektörlerine dönük somut sonuçlar n al nabilece i uygulamalar ba lat lmal d r. Bu uygulamalar, Türkiye nin yüksek h zl ve yüksek kapasiteli ileti im a yla donat lmas n , yay nc l n dijital teknolojilerin ve entegrasyonun gereklerine göre tekrar düzenlenmesini, ileti im sektörlerine yaz l m ve donan m geli tirmek için bilim ve teknoloji politikalar n n pragmatik ve yenilikçi bir anlay la yeniden biçimlendirilmesini, toplumun her katman n n ileti im hizmetlerine eri imini kolayla t racak tedbirlerin al nmas n içermektedir. Bilgi toplumu olman n anahtar , söz konusu teknolojik ve endüstriyel yeniliklere h zla uyum sa lamak; ileti im teknolojilerinde, hizmetlerinde ve enformasyon elde etme yöntemlerinde yenilikler üretmektir. Günümüzde ekonomik ve kültürel üstünlükler ileti im a lar arac l yla üretilen ve payla lan enformasyon ile etkile imli hizmetlerin nitelikleri taraf ndan belirlenmektedir. leti im endüstrilerine atfedilen önem sadece bu sektörü de il, bilimsel ve teknolojik geli meden e lenceye, imalattan haberle meye kadar 45 S. Ba tan/Dijital Ekonominin leti im Endüstrileri Üzerine Etkileri, De i en Tüketici Tercihleri Ve Yeni Bir zleyici Kültürünün Do u u toplumsal ya am n birçok alan n derinden etkilemektedir. Dolay s yla ileti im sektörünün geli imine özel bir önem vermek, bugünkü s n rlar bilgi toplumu olgusuyla belirlenmi olan ça da l n gere i olarak dü ünülmeli, buna uygun politikalar belirlenmeli ve uygulanmal d r. KAYNAKÇA AYRES, Robert U., Williams, Eric, (2004), The Digital Economy: Where Do We Stand? , Technological Forecasting and Social Change, Vol.: 71, Issue: 4, Elsevier Science, North-Holland. BELL, Desmond, Meehan, Niall, (1988), Internetional Telecommunications Deregulation and Ireland s Domestic Communications Policy , Journal Of Communication, Vol. 38, No. 1, Oxford University Press. CONTRACTOR, Noshir S., Singhal, Arvind, Rogers, Everett M., (1988), Metatheoretical Perspectives on Satellite Television and Development in India , Journal Of Broadcasting And Electronic Media, Vol. 32, Number 2, Broadcast Education Association, Washington DC. COTTON, Bob, Oliver, Richard, (1997), Siber Uzay Sözlü ü, (Çev. Özden Ar kan, Ömer Çendeo lu), stanbul:Yap Kredi Yay nlar . GIDDENS, Anthony, (2000), Sosyoloji, (Çev. Hüseyin Özel), Ankara:Ayraç Yay nevi GRÜNWALD, Andres, (2001), Riding the US Wave: Spectrum Auctions In the Digital Age , Telecommunications Policy, Vol.:25, Issues: 10-11, Elsevier Science. PENROSE, Roger, (1997), Bilgisayar ve Zeka: Kral n Yeni Usu I, (Çev.Tekin Dereli), Ankara: TÜB TAK Yay nlar . REINECKE, Ian, (1992), Elektroni in Büyüsü, (Çev. Fatih Elmal ), stanbul: nsan Yay nlar . SÖYLEMEZ, S. Alev, (1997), Medya Ekonomisi ve Türkiye Örne i, Ankara: Haberal E itim Vakf Yay nlar . SÖDERGARD, Caj, Aaltonen, Matti, Hagman, Sari, Hiirsalmi, Mikko, Jarvinen, Timo, Kaasinen, Eija, Kinnunen, Timo, Kolari, Juha, Kunnas, Jouka, Tammela, Antti, (1999), Integrated Multimedia Publishing: Combining TV and Newspaper Content On Personal Channels , Computer Networks, Vol.: 31, Issues: 11-16, Elsevier Science. TADAYONI, Reza, Skouby, Knud Erik, (1999), Terrestrial Digital Broadcasting: Convergence and Its Regulatory Implications , Telecommunications Policy, Vol. 23, PergamonElsevier Science. WIRTZ, Bernd W., (2001), Reconfiguration of Value Chains in Converging Media and Communications Markets , Long Range Planning, Vol. 34, Elsevier Science. ZONG, Li, Bourbakis, Nikolaos G., (2001), Digital Video and Digital TV: A Comparison and the Future Directions , Real-Time Imaging, Vol.: 7, Issue: 6, Academic Press. 46 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA dris Küçükömer in Sivil Toplum Anlay Ar . Gör. M. Zeki DUMAN Yüzüncü Y l Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Van ÖZET Modern bir ulus-devlete ve sivil bir topluma do ru evrilme çabas ndaki Türkiye nin tarihsel ve toplumsal kültürünün askeri gelenekten beslenmesi söz konusu bu evrilme sürecinin sanc l geçmesine neden olmu tur. Türkiye nin askeri bir toplumsal yap dan, sivil bir topluma do ru giden yolda önemli mesafeler kat etmi olmas , toplumbilimsel bir çözümlemeyi de beraberinde gerekli k lm t r. dris Küçükömer, ülkemizde bu anlamda sivil toplumu reel bir gerçeklik olarak çözümlemeye çal an ender isimlerden biridir. Bu makale, söz konusu yazar n sivil topluma ili kin görü lerinden olu an bir deneme çal mas d r. Anahtar Kelimeler: Sivil Toplum, Omnipotent, Homojen, Heterojen dris Küçükömer s Understanding Of Civil Society ABSTRACT Turkey s historical and social culture s nourishing from militarist convention, which is in a struggle to evolve towards a modern national state and a civil society, has caused this mentioned evolving process troubled. Covering a great distance in the way from a militarist society to a civil one, Turkey is needed to be analyzed socially for not to gain its desired aims. In this context dris Küçükömer, is a rare figure to analyze the civil society as a reality in our country. This article is an experimental study composed of views of the mentioned author concerning civil society. Key Words : Civil Society, omnipotent, homogenous, heterogenous 1965 lerle birlikte sivil toplum kavram n dü ün hayat m za kazand ran ve bu kavram ilk kullanan ayd nlar m zdan biri olan dris Küçükömer; kavram , Türk toplumunun kültürel ve tarihsel ba lam çerçevesinde çözümlemeye çal m t r. Yazar n sivil topluma ili kin görü lerine bakt m zda; söz konusu kavram n anla lmas ve anlamland r lmas çabas n teorik ve kurgusal bir düzlemden ; pratik ve olgusal bir düzleme do ru evirerek aç klama amac n ta d n sezinleyebiliyoruz. Yazar, sivil toplum ile sivil kavramlar n ayr ayr ele al p, kategorik bir ayr mdan yola ç karak de erlendirir . Küçükömer, sivil kavram n ontolojik aç dan birey kavram yla aç klamaya çal r. Bireyi de modern toplumun olmazsa olmaz bir ko ulu olarak görür. Genelde do u toplumlar nda, özelde Anadolu da sivil toplumun önündeki engeller üzerinde kafa yormu ve ç k yolu olarak da demokratik siyasal yap n n bireysel özgürlükleri sa lamaya dönük çabalar yla olu abilece i hususunda srar etmi tir. Ya am n n ço unu birey kavram n n içinin doldurulmas n engelleyen tarihsel ve kültürel ko ullar ortaya ç karmak ve bu ko ullar n ortadan kald r lmas n sa lamak için çabalad n söyleyebiliriz. K sacas Küçükömer, sivil toplum kavram n ele al rken, do u toplumlar ile bat toplumlar n tarihsel ve kültürel prosesleri içinde ve farkl l klar ba lam nda ortaya koyarak 47 M. Z. Duman/ dris Kücükömer in Sivil Toplum Anlay tart m t r. Bu farkl l n temelde bir olgu olarak al nmas ; söz konusu do u/bat toplumlar n n farkl siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal ko ullara sahip oldu u dü üncesinden kaynaklanm t r. Bu noktada Küçükömer, Türkiye de neden sivil toplumun kurulamad sorusuna cevap bulmak ve sivil toplumun nas l kurulabilece ini tespit etmek için, Türkiye nin kendine özgü ko ullar n ve toplumsal dinamiklerini inceleme giri iminde bulunmu tur (Avc , 2000:33). Küçükömer, sivil topluma ili kin görü lerinde Bat n n temel siyasal de erlerini olu turan normlar n referans noktas al r ve sivil toplumu bat n n tarihsel evreleriyle ili kili olarak izah etmeye çal r. Ona göre, sivil toplum; bat da sanayi devriminin ortaya ç k ndan sonra, farkl bir s n fsal yap y olu turan burjuvazi yi tan mlamak için kullan lm bir kavramd r. Sivil toplum en basit anlam yla ihtiyaçlar n giderildi i toplumdur. Politik toplum ise, sivil toplum içindeki hakim s n flar n olu turdu u toplumdur (Küçükömer,1994:133). Böylece Küçükömer, politik toplumu üstyap , sivil toplumu da alt yap kategorisinde de erlendirir. Küçükömer sivil toplumun bat daki geli imini Roma imparatorlu una kadar götürür ve ona göre esas sivil toplum yap lar bat daki alt tabakada bulunanlar n burjuvazi s n f na özenmeleri sonucu üst yap ya do ru ç kma arzular n n bir sonucu olarak geli ip yay lm t r. Sivil toplumun ortaya ç k n kapitalist sürecin ba lamas yla paralel geli ti ini iddia eden Küçükömer, Bat da yeni bir orta s n f olarak geli en burjuvazinin siyasi özgürlü ünü kazanmadan önce ekonomik özgürlü ünü elde etti ini belirtir. Daha sonra dönemin siyasal yap s olan feodaliteyle i birli ine giderek karar vermede etkin olmaya çal m , bunun kar l nda gerek feodal beylere gerekse de kilise kurumuna önemli ölçüde ekonomik yard mlarda bulunmu tur. Sivil toplum, feodal düzen içinde söz hakk n ele geçirip, özellikle mülkiyet hakk üzerinde kurulacak bir sözle menin yollar n aram t r. Dolay s yla kapitalizm ile sivil toplumun geli imi birlikte olmu tur (Küçükömer,1994:37). Yazara göre, bat toplumlar Greko-Romen dünyas ndan gelen özellikleri ile bizden çok farkl bir toplumsal/kültürel yap ya sahiptirler. Bu dönemde görülen insan yap s , hukuk ve iktidarda varolan bölünmü lük, do u dünyas nda görülmez. Greko-Romen dünyas nda yurtta , politik karar mekanizmas içinde do rudan etkin olan bir bireydir. Halk meclislerinde do rudan seçme ve seçilme süreçlerine kat lan karar verme yetkisine haiz, özgür bir birey vard r (Küçükömer,1994:124). Do u toplumlar nda ise tam tersi bir durum söz konusu oldu unu belirtir. ktidar bölünmü lü ü yerine teklik söz konusudur. Bizim tarihsel kültürümüzde iktidar n bölünmü lü ü olmad için sivil toplum, politik toplum ayr m da do al olarak olmam t r. Bürokratik politik miras m z içinde, do al ve mant ki olarak politik toplum daima dar kalm t r. Bizde ilginç ve do al olan, politik toplumun darl n n sivil toplumun da darl olmas d r. Di er bir deyi le otonom ihtiyaç toplumu yoksa ya da çok s n rl ysa, politik toplum da dard r. Yani, sivil toplumun yoklu u, bütün toplumun politik toplum oldu unu göstermez. Demokrat yurtta l k gelene i hemen hiç olu mam , bütün do u toplumlar nda durum budur 48 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.47-52. (Küçükömer,1994:134). ktidar n güç ekseninde tek ki inin otoritesinde olmas n , sivil olu umlar n önündeki en büyük engeli olu turdu unu dü ünen Küçükömer, Düzenin Yabanc la mas adl eserinde, Türkiye nin hantal ve kat la m bürokratik yap s n n statükocu olmas n n da sivil toplumun geli imini engelledi ini iddia eder. Tüm topluma hakim olan söz konusu bürokrasi tasallutu, farkl dü üncelerin praksise dönü mesini engelledi inden, sivil anlay lar n k t kalmas n ve sivil nitelikteki örgütlenmelerin önünün kesilmesine yol aç ld n belirtir. Gerçekten de Türkiye deki hantal bürokrasi, bireyin dü ünsel/eylemsel geli iminin önünü kesen en önemli etkendir. Yap lan bir ara t rmada dünyada bürokrasinin en fazla yo un ve kat kurallarla i lendi i ülkeler aras nda 13. s rada gelmekteyiz. Bu hantal yap , insanlar n üretim ili kilerini/süreçlerini gerçekle tirmesinden, fikirlerinin özgürce ifade edili ine kadarki, pratik hayat n bir çok yönünü olumsuz etkilemekte ve birey dedi imiz insan prototipinin geli imini k s tlamaktad r. Küçükömer, bat l anlamda bir sivil toplum özleminin gerçekle tirilememesinde, Osmanl dan beri gelen merkezi siyasal yönetim ile mevcut üretim ili kilerinin çak mas nda; yani, bürokraside görür. Ona göre bu çak ma, toplumda her seviyede gerçekçi hesap yapma, hesap sorma, en önemlisi ak lc dü ünme mekanizmalar na ayk r d r. Geli en ko ullarda bu; duyars zl k, sorumsuzluk biçiminde karakterle mi tir. Anti demokratik süreçleri içerir, hatta yeni dü ünce, yeni güç, yeni toplumun olu mas na kar ç kar. Bunun ekonomik aç dan büyük zaafiyeti, sözde piyasa denilen sistem ile hesaps zl , etkinlikten uzakl nedeniyle çe itli rantlar yaratmas d r. te bu rantlar sömürüden ba ka bir ey de ildir (Küçükömer,1994:159). Sivil toplumun tarihsel alt yap s n n Türk toplumunda gerçekle ememesi; Türk ayd nlar ile iktidar güçlerinin söz konusu bat de erlerini do rudan al p toplumumuza aktar m , beraberinde ilerici-gerici, do ulu-bat l , laik- slam gibi kategorile melerin ya anmas na neden olmu ve sivil toplumun hiçbir zaman söylemsel bir düzlemden kurumsal bir yap ya inmesine olanak sa lamam t r. dris küçükömer, hükümetten ba ms z örgütler olarak gördü ü (NGO) 'lar n Türkiye'de iki önemli özelli e sahip oldu unu belirtir. Ona göre Türkiye deki sivil toplum kurulu lar n n veya hükümet d sivil organizasyonlar n en önemli özelliklerinden biri, dayand klar temel felsefe ve prati in; devletten ba ms z olamay d r. Küçükömerin yak nd temel konu budur. Yani, sivil toplumun politik toplumdan ba ms z i leyemeyi i ve iktidar ili kileri içinde bulunmas d r. Sivil toplum örgütleri diyebilece imiz hükümet d olu umlar n gerçek i levi, iktidar n d nda kalan grup ve s n flar n istemlerini kamusal alana getirip tart mak, politik toplumu bu yönde etkilemektir. Di er bir ifade ile bir örgütlenmenin, gerçek bir sivil toplum örgütü olabilmesi için sivil toplum içindeki bir grup ya da s n f n üzerinden kurumla mas gerekir. kinci bir özellik olarak Türkiye'deki sivil toplum kurulu lar n n toplumsal tercihleri temel talepleri politik düzeyde ifade edemeyi i ve bu yönde etkinlikte bulunmay n gösteriyor. Bunun nedenini de Türkiye'deki hantal bürokratik yap da yatar. Türkiye de gerçek anlamda sivil toplum kurulu lar bu yap lar n a lmas n bilmelidirler. Aksine 49 M. Z. Duman/ dris Kücükömer in Sivil Toplum Anlay bürokrasi içinde yok olup giderler. Kurulu lar kendi içerisinde özerk olarak sivil özellik ta mal d rlar, bürokratik, hiyerar ik bir model içerisinde yukar dan a a ya do ru de il, a a dan yukar ya do ru örgütlenmelidir. Böyle bir yap lanmaya gitmesiyle ancak politik topluma bask yapabilme ve taleplerinin gerçekle mesini sa layabilme gücünü kazanabilir. Küçükömer, Türkiye de sivil toplumun askeri toplum kar t ym gibi lanse edilmesini do ru bulmaz. Ona göre bu tart ma asker ile sivil kesimi kar kar ya getirmesine neden olmu tur. Oysa sivil toplumun askeri toplum eklinde hiçbir anlam içermedi ini belirtir. Sivil toplum içinde de erlendirebilece imiz siyasi partilerin, sendikalar n mevcut bürokratik gelene e sahip ç kt klar n ve hantal bürokrasinin k r lmas n engelledi ini dü ünmü tür. Küçükömer, sivil toplumun genelde ekonomik temelli bir söylemi bar nd rd n ancak konunun sadece ekonomik temelli olmad daha çok siyasi bir içerik ta d n vurgularken, Türkiye'deki sermaye sahibi gruplar n ça da bir sivil toplumun kurulmas n istemedi ini ve isteyemeyece ini dü ünür. Sermaye kesimimiz ça da bir sivil toplum olu turulmas n istemez. Onlar için halk n y nlardan olu mas çok daha yararl d r. Halk n y nla mas , militanl k getirir; bu ise, aral klar yok eder (Küçükömer,1987:39). dris küçükömer, sivil topluma ili kin de erlendirmelerini yaparken tarihi süreci esas nokta olarak al r. Bat daki ulus devletlerin olu mas nda bir s n f mücadelesinin sonucunda ekillenildi ini ve bu s n f n burjuvazinin omuzlar nda yükseldi ini dü ünür. Ulus devlet modelini kurmaya çal an ülkeler, tarihsel temel yap lardan mahrum olduklar için; bat ya sadece öykünürler. Çözüm bat l la ma, çözüm üretenler de bürokratlar olmu tur. Osmanl yönetiminin merkezi seçkinler taraf ndan idare edildi ini ve toplumsal dönü ümü de bu elit grubun yapmaya çal t n , cumhuriyet dönemindeki ayd nlar n da Osmanl dan pek farkl olamad klar n söyler. Esas belirleyici olanlar n bürokratik seçkinler oldu unda srar eder ve Osmanl da ekonomik yap n n t mara day l olmas burjuva veya proletarya dedi imiz bat da örneklerine ahit oldu umuz toplumsal s n flar n geli ememesine neden olmu tur. Küçükömer, gerek Osmanl devlet yap s n gerek cumhuriyet dönemi devlet yap s n iddetle ele tirir. kisini isim farkl l ndan ba ka her yönüyle ayn devlet modeli olarak görür. Osmanl y devlet tan m gere i omnipotent (kadir-i mutlak) olarak de erlendirir. Devlet her eyi bilir ve her ey yapabilir. Ona göre, bütüncül ideolojiler daima ortodokstur; kar tl , heterodokslu u reddeder. Yani sentezlere kar d r, kendisiyle olan yeniye evet der, gücünü kendini tekrarlamaktan, kendini yeniden üretmekten al r (Davuto lu,2000:53). Küçükömer, Düzenin Yabanc la mas adl çal mas nda sivil toplumun olu amamas nda Türk ayd n n anlay n ve kendi kültürüne olan yabanc la mas n görür. Yerle ik halk kültüründe etkinli ini sürdüren do u/ slam unsurlar ile bat eksenli e itim paradigmas n n etkisiyle bu unsurlara bigane kalan ayd n ve bürokrat kesim aras nda var olan yabanc la ma etkisini sürdürdükçe, bir sivil toplum kültürünün olu mas n n sa lanamayaca n dü ünür. Ayd n n yabanc la arak toplumdan kopmas düzenin yabanc la ma sürecini 50 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.47-52. h zland ran otoriter politik toplumun egemenli ini peki tirmekte ve sivil toplumun olu um yollar n t kamaktad r. dris küçükömer in, sivil topluma ili kin çözüm önerilerini öylece formüle edebiliriz. Ona göre gerçek anlamda bir sivil toplum örgütlenmesinin sa lanabilmesi; 1-Bireyin merkezde bulundu u toplumsal bir yap n n kurumsalla mas , 2-Demokratik ve özgür bir siyasal düzenin kurumsalla t r lmas , 3-Ülkenin tarihsel ve toplumsal kültürü içinde kalarak kimlik sorunu çözmesi, 4-Sivil olu umlar n özerkliklerini koruyabilecek yasal düzenlemelerin olu turulmas . Türk toplumunun sa l kl bir yap ya kavu abilmesi, gerçek anlamda sivil bir toplumsal özleme erebilmesi, bu ko ullar n yerine getirilmesiyle mümkün olacakt r. Küçükömer, Türkiye toplumunun öncelikle sivil bir anayasaya gereksinim duydu unu bunun gerçekle mesi içinde kimliksel sorunlar n öncelikle ele tirel bir ak lla yeniden irdelemesi ve mevcut anayasay tekrar gözden geçirmesi gere ine i aret eder. Kritik akla dayal yeni bir anlay tan söz eder. Söz konusu etti i ak l, modern bireyin hayat yorumlama tarz n kasteder. Ona göre toplumsal olarak geri kal m z n nedenlerinden biri de kendini yeniden fethedecek ve bu anlamda kimlik bunal m n a acak bir kritik akl n devreye sokulmamas d r. Tarihte bni Rü t ün kritik bir ak lla yeni bir anlay ye ertmeye çal t n , ancak toplum kesimlerinin ço u bu anlay benimsemeyerek engellemeye çal t n dü ünür (Davuto lu,2000:49). Küçükömer, cumhuriyet dönemini de erlendirirken özellikle tek parti döneminin tasallutundan yak n r. Kadro Harekat n n halka ra men halk için bir anlay la ülkeyi yönetme çabas n n anti demokratik bir düzen içinde despotik devlet tahakkümünden ba ka bir ey olmad n dü ünür. Türkiye de politik alanda tek tip insan yeti tirme zihniyetinin e itim alan nda da uyguland n ve ikisinin kesi ti ini dü ünür. E itimde tek tip insan yeti tirme, insana tapma motifi hakimdir. Bu, demokratik devlet s fat na yak maz. Politikada tek parti oldu unu söyler. Statik s n flar üstü politik anlay hakimdir, halka ra menlik hakimdir. Bat daki anlamda s n flara ve onlar içindeki çeli kilere dayanan bir partiler sistemi mevcut de ildir. Denebilir ki Türkiye de geli im düzeyi, bu politik örgütleni e uygun de ildir. Fakat ideolojik olarak yap lan e itim zaten esastan böyle bir sisteme kar tt , alma k tan m yordu. Türkiye de demokratik anlay n kurum ve kurulu lar yla oturtulamamas giderek Milli ef Dönemi tek adam ikinci adam vb. siyasi lider tipolojilerini ortaya ç karm t r. Yakup Kadri Karaosmano lu, Atatürk e ya da nönü ye bir ey olursa bütün devrimler duracak san rd k der (Davuto lu,2000:75). Halka ra mencilik yakla m nda, ciddi bir temsil sorunu gören dris Küçükömer, demokrasi ve siyasi toplum ile ilgili çift yönlü bir kültürel ve siyasi aray içinde olmu tur Küçükömer, Türk toplum yap s n irdelerken ele tirel bir noktadan bakar. 51 M. Z. Duman/ dris Kücükömer in Sivil Toplum Anlay Özellikle Türk toplumunun kendi kimliksel argümanlar ndan uzakla arak farkl kutuplara do ru kayma gösteren bir sosyal yap ya ula mas nda yöneticilerin kat sert ve ideolojik yüklü uygulamalar n n önemli pay oldu unda srar eder. Cuntac l ktan Sivil Topluma adl eserinde u de erlendirmelerde bulunur: Cumhuriyeti bürokrat subaylar kurmu tur. Bunlar devrim diye, bat l la ma diye bat kapitalizminin üst yap kurumlar n almaya devam etmi ler, üretim güçlerini geli tirme yolu bulamad klar ndan devlet masraflar n emekçilerin s rt na yüklemi ler ve bat c laik ya ay lar yla halka kar dü mü lerdir. Böylece; slamc halkç cephe gücünü muhafaza etmi tir (Demirkubuz,2000:119). Sonuç olarak unu söyleyebiliriz. Ya am n n ço unu ça da , laik, sosyal ve bireysel özgürlüklere dayal anayasal hukukun üstünlü ü temelinde ki sivil bir Türk toplumunun olu turulmas için çaba harcam olan dris Küçükömer in bu anlamda ki katk s yads namaz. Ya l bir imparatorlu un geleneksel de erleri içinden ç km genç bir cumhuriyet vatanda n n, sivil bir birey olamamas /olabilmesi çeli kisini toplumbilimsel bir çözümleme ile ortaya koymaya çal an Küçükömer; gerek sivil toplum un ne oldu una veya nas l olmas gerekti ine ili kin görü lerindeki rasyonellik, gerekse niçin sivil bir toplum yaratma gere inin gerekçelerindeki tutarl l k aç s ndan toplumbilime önemli aç l mlar getirdi ini söyleyebiliriz. Sorunu sadece de i en veya de i mekte olan bir toplumda do al bir dönü üm oldu u noktas ndaki yüzeysel ve tekçilik bir aç klaman n mant ndan hareketle de il; tarihsel kültürün derin katmanlar nda gelenekselle mi de erlerle olan ili kisi ba lam nda, konuyu ele almas çok daha önemli tespitleri ortaya koymas na vesile olmu tur. KAYNAKÇA AVCI, Güven, Türkiye de Aray lara Bir Örnek : dris Küçükömer , Türkiye de Sivil Toplum Aray lar , Demokrasi Kitapl , stanbul, 2000. DAVUTO LU, Ahmet, Tekerrür Eden Tarihsizlikten, Kendini Fethe: dris Küçükömer , Türkiye de Sivil Toplum Aray lar , Ba lam Yay nc l k, stanbul, 2000. DEM RKUBUZ, Zeki, Sivil Toplum Aray lar , Sivil Toplum Aray lar , Ba lam Yay nc l k, stanbul, 2000. KÜÇÜKÖMER, dris, Ba bakan Paray Anlad m ? , Sivil Toplum Yaz lar , Ba lam Yay nc l k, stanbul, 1994. --------------------, Demokratik Misak a Gerekçeler. Liberal De il Sivil Toplum , Sivil Toplum Yaz lar , Ba lam Yay nc l k, stanbul, 1994. --------------------, Politik ve Sivil Toplum li kisi , Sivil Toplum Yaz lar , Ba lam Yay nc l k, stanbul, 1994. --------------------, Sivil Toplum, Bürokrasi, Politika ve Ayd nlar , ktisat Dergisi, stanbul, 1987. --------------------, Türkiye de Sol Liberal Olabilir mi? , Sivil Toplum Yaz lar , Ba lam Yay nc l k, stanbul, 1994. 52 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA 1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz Dr. Ertan GÖKMEN Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Manisa ÖZET Osmanl lar geni topraklar nda ihtiyaçlar n kar layacak miktarda maden ç kar yorlard . Bu madenler ya devlet taraf ndan yada baz ki i ve irketlere imtiyaz verilmek suretiyle i letiliyordu. XIX. yüzy l n ikinci yar s ndan sonra madencili i geli tirmek ve madencilikle ilgili düzenlemeler yapmak için 1861, 1869, 1873, 1886 ve 1906 y llar nda nizamnâmeler yay nlanm t r. Bu düzenlemelerden sonra Osmanl madenlerini i lemek isteyen yerli ve yabanc say s nda art olmu tur. A a da hakk nda detayl bilgi verece imiz Akhisar z mpara madeni de zmir de oturan bir gayrimüslime verilmi tir. Yüzy l n son çeyre inde Avrupa endüstrisinin ihtiyaç duydu u z mpara madeninin büyük bir bölümü Anadolu nun bat s nda ç kar l yor ve Avrupa ya ihraç ediliyordu. Anahtar Kelimeler: Maden, Z mpara, Akhisar, Osmanl . Akhisar Emery Mine Privilege Dated 1888 ABSTRACT The Ottomans could obtain enough mine to meet their needs in their large territories. These mines were being run by goverment or people having some privileges. After the second half of the XIX th century some regulations were published in 1861, 1869,1873, 1886 and 1906 to improve and to make regulations about mining. After these regulations, the number of native and foreign non-muslims, who had some privileges about running of Otoman mines, increased. Akhisar emery mine about which will be given detailed informations below was given to a non-müslim citizen sitting in zmir. In the last quarter of XIX th century, a great part of emery mine which was needed by European industry were being obtained in the west part of Anatolia and exported to Europe. Key Words: Mine, Emery, Akhisar, Otoman. 1. Osmanl Madencili i le lgili Genel Bilgiler Osmanl mparatorlu u nda gerek askerî gerekse sivil kesim taraf ndan çok geni bir kullan m alan bulunan madenler, devlet hazinesi için de önemli bir gelir kayna yd . Kanunî döneminde hazine gelirlerinin %5lik bir k sm n n Gümü hane madenlerinden elde edilen de erli ürünlerden kar lanmas ve yine ayn dönemde Bilecik madeninde alt bine yak n i çinin çal yor olmas madenlerin hem hazine hem de toplum için önemli oldu unun 1 göstergelerindendir . Geni imparatorluk topraklar nda ihtiyaçlar kar layacak kadar zengin maden yataklar mevcuttu. Maden sanayine vücut veren bu kaynaklar, imparatorlu un en çok Avrupa topraklar yla Anadolu topraklar nda ç kart l p 1 Fahrettin T zlak, Maden-i Hümâyun Emanetinin Osmanl darî Düzenindeki Yeri (1775-1867) , XII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (12-16 Eylül 1994), c.III, Ankara, 1994, s. 925; Fahrettin T zlak, Osmanl Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik (1775-1850), Ankara, 1997, s. 1 53 E.Gökmen/1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz 2 i lenmekte idi . Ç kar lan bu madenler aras nda alt n, gümü , bak r, demir, 3 kur un, ap, kükürt, krom, nikel, z mpara, lületa , alç ta yer almaktad r . Bu madenlerden demir Anadolu da Bilecik, Keban, Divri i, Mara ve Develi de, Balkanlar da Bosna da Kamengrad, Fojnica, Kre ova ve Vare te, S rbistan da Rudnik ve Kaponik te, Makedonya da E ridere ve Praviste de, Sofya yak nlar nda Dubnice, Tatarpazar ve Samakov da; bak r Anadolu da Gümü hane, Espiye, Ergani, Keban, Elbistan, Kag zman, ve Milas ta, Balkanlar da daha çok Üsküp yak nlar nda Kratova ve Majderak ta, Bosna da Kemangrad da ve Sofya yak nlar nda Berkofça da; gümü Anadolu da Gümü hane, Gerger negöl, Nif, Keban, Ergani, Akda , Espiye, Bozk r, Bereketli, Gümü hac köy ve irvan da, Balkanlar da Novobrdo, Trepçe, Morevik, Rudnik, Sreprenica, Üsküp, Zirnice, Koçana, Kratova, Sidrekapsi, Praviste, Hasköy, Demirhisar, Lofça, Berkofça ve ehirköy de; barutun ham maddesi olan güherçile M s r, Suriye, Irak ta, Anadolu da Ni de, Malatya, Karaman, çel, Erçi , Van, Kayseri, Mara , Zamant , Ayd n, K br s ve Diyarbak r da, Balkanlar da Teme var, Selanik, Koçana, ehirköy ve Sisam Adas nda; kükürt Van Gölü civar , Ahlat, Erçi , Hakkari, Ege Denizi, Kastamonu Küre ve Selanik te; ap Gediz, ebinkarahisar, Foça ve Gümülçine yak nlar nda Moroniye de ve alt n ise Filibe, Sidrekapsi, Kratova, Koçana, Novobrdo, Srebrenica, Gümü hane, Espiye, Ergani, Bozk r ve 4 Bereketli de ç kar lmaktad r . Ç kar lan bu madenlere dayal olarak geli en maden i letmecili i, ordunun ihtiyac n kar lamaya yönelik sava malzemelerinin imâlat ve tar mda kullan lan aletlerle evlerde ihtiyaç duyulan araç ve gereçlerinin 5 imaline yönelik olarak geli me göstermi tir . Osmanl Devleti nin zengin gelir kaynaklar ndan olan madenler, mukataa eklinde birer malî birim haline getirilerek XVIII. yüzy l n ilk yar s na kadar bizzat Hazine-i Âmire taraf ndan gönderilen elemanlarca, bu tarihten sonra da (1736) Darphane Nezâreti taraf ndan idare edilmi tir. Ancak baz madenlerin idaresi ise Maden Mukataas Kalemi nce eliyle yürütülmü tür. Darphanenin madenleri yönetim süreci Tanzimat a kadar devam etmi ve bu tarihten sonra da 6 bu yönetim Maliye Nezâreti nce yerine getirilmi tir . Osmanl topraklar ndaki madenler, ya do rudan devlet eliyle, yada devlet yard m ve nezâreti alt nda madenciler taraf ndan veya belirli bir süreyle bir 7 kesime vermek ve sarraf yaz lmak suretiyle i letiliyordu . Ancak Osmanl Devleti nde madenlerin i letilmesinde ço unlukla emanet usûlü 2 Enver Ziya Karal, Osmanl Tarihi, c. VI, Ankara, 1988, s. 243 Fahrettin T zlak, XIX. Yüzy l n Ortalar nda Osmanl Maden Yataklar , Belleten, 1996, c.XlL S. 229, s. 707-715 4 Mustafa Alt nbay, Klasik Dönemde Osmanl da Madencilik , Türkler Ans. c.10, Yeni Türkiye Yay n , Ankara, 2002, s. 796; T zlak, a.g.m., s. 707-713 5 Ahmet Tabako lu, Türk ktisat Tarihi, stanbul, 2000, s. 231 6 T zlak, a.g.e., s.10 7 Ne et Ça atay, Osmanl mparatorlu unda Maden letme Hukuku , AÜDTCFD, c. 2, S. 1, 1943, s.122 3 54 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.53-65. 8 uygulan yordu . Bu usulde maden mahalline bir emin veya nâz r ve buna ba l bir kâtip, tart c gönderiliyor, emin veya nâz r n eline de madenin büyüklü üne göre 9 sermaye veriliyordu . Emin veya nâz r, sorumlu oldu u madende i letmeyle ilgili gelir giderlerin kontrol edilmesinden, harcamalar n koordineli biçimde 10 yap lmas ndan ve çal anlar n huzurunun sa lanmas ndan sorumlu idi . Emin, istihsal edilen madenin tayin edilen hadde göre dörtte birini, be te birini veya 11 sekizde birini mirî hisse olarak al yordu . Di er bir maden i letme usûlü ise iltizam idi. Bu usûlde, maden i letmesi aç k art rma yoluyla pe in olarak al nan mebla kar l mültezime devrediliyordu. Devlet bu devir i lemini yaparken belirli hükümleri göz önünde bulunduruyor ve verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmedi ini s k ca kontrol ediyordu. Mültezim madende çal anlar n ücretlerini 12 ve di er masraflar n kendi mal ndan kar l yordu . Bu sistem, devletin gelir kaynaklar n kaybetti i zamanlarda meydana gelen malî dengesizli i düzeltmek için di er mukatalarda oldu u gibi maden mukataalar nda da uygulamaya konulan 13 bir usuldü . Bir di er maden i letme usûlü ihâle sistemi dir. XVIII. yüzy l n ortalar ndan itibaren yayg nl k kazanan bu sistem, daha sonraki yüzy llarda da varl n devam ettirmi tir. Bu usûlde irketlere veya ki ilere devlet topraklar maden ç kartmalar ve i lemeleri için uzun süreli olarak imtiyazla kiraya 14 veriliyordu . Maden i letmecili i XV. ve XVII. yüzy llarda yukar da belirtilen ekilde yap l rken XIX. yüzy l n büyük bölümünde ise ya do rudan devlet eliyle ya da devletle özel i letmeci aras nda imzalanan anla ma ko ullar na ba l olarak özel 15 giri imciler taraf ndan yap l yordu . Bu dönemde özel giri imcilerin madenlerin i letilmesinde s kça yer almas n n sebebi devlet ekonomisinin iyi olmay na paralel olarak madenlerin i letilmesi için yeterli sermayenin ayr lmamas ve kâr n birinci planda tutulmu olmas d r. Belirli artlarda maden imtiyaz alan bu 16 giri imciler aras nda gayrimüslimler a rl ktayd . XIX. yüzy l n sonlar na do ru Osmanl madenlerine yönelik Avrupa n n talebi ve yat r m artmaya ba lam t r. Bunun en iyi göstergeleri, 1898 ile 1900 y llar aras ndaki yabanc lar n maden 17 arama taleplerinin y lda ortalama % 139 artm olmas ve 1890-1911 y llar 8 T zlak, a.g.e., s.11 Ça atay, a.g.m., s.124 10 Alt nbay, a.g.m., s. 793; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, kinci K s m, Dersaadet, 1330, s. 176-184 11 Ça atay, a.g.m., s.124 12 Alt nbay, a.g.m., s, 793 13 Ça atay, a.g.m., s.124 14 Alt nbay, a.g.m., s, 793; Karal, a.g.e., s. 246 15 Quataert, Donald, 19. Yüzy lda Osmanl Devleti nde Madencilik , Tanzimat tan Cumhuriyet e Türkiye Ansiklopedisi, c.4, stanbul, 1985, s. 914 16 T zlak, a.g.m., s. 716 17 Quataert, a.g.m., s. 915 9 55 E.Gökmen/1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz aras nda devletin verdi i 270 maden ç karma yetkisinin, 102 sinin Türklere, 18 101 inin yabanc lara ve 67 sinin az nl klara ait olmas d r . Osmanl madencili inin çökü ünü h zland ran en büyük sebeplerden biri maden mevzuat n n günün artlar na uygun olmay idi. 1858 tarihinde toprak rejimini ve mülkiyetini tespit eden arazi kanunnâmesi ç kart lm ve bu kanunnâmede madenlere de de inilmi tir. Kanunnamede, mirî ve tahsisat nevinden olan arazi-i mevkûfede bulunan madenlerin devlete, arazi-i metrûkede ve arazi-i mevatta bulunanlar n 1/5 inin devlete geriye kalan k sm n n madeni bulana ait olaca belirtilmi tir. Ayr ca evkâf- sahîhadan olan arazilerde bulunan madenler vak flara, köy ve kasabalardaki mülk arazilerde bulunup ç kar lan 19 madenlerin 1/5 i devlete, di er k sm mülk sahibine ait olacakt r . Maden sanayinin biraz da olsa de erinin anla lmas yla arazi kanunnâmesinin ç kar lmas ndan üç y l sonra 17 Temmuz 1861 de madencilikle ilgili ilk 20 nizamnâme ç kar lm t r . Bat standartlar na uygun olarak tercüme yoluyla haz rlanan bu nizamnâme ile madencilikle ilgili olarak, maden ocaklar ndan maden ç karma, ç kar lan cevherin i lenmesi ve maden i letmecili inde çal an amelelerin haklar n n korunmas gibi hususlar n ça da hale getirilmesi hedeflenmi tir. Yine bu nizamnâme ile ocaklarda maden ç karma i leminin usulüne uygun olarak yap l p yap lmad n denetlemek üzere baz eyaletlerde 21 maden ba mühendisi bulundurma zorunlulu u getirilmi tir . Madencilikle ilgili bu ilk nizamnâmeyi 1869, 1873, 1886 ve 1906 y llar nda ç kar lan yeni 22 nizamnâmeler takip etmi tir . Her yeni bir nizamnâme ç kar l nda artlar yabanc yat r mc lar lehine de i tirilmi tir. Yabanc lar lehine yap lan bu de i iklikler nedeniyle XX. yüzy l ba nda Osmanl topraklar ndaki çinkonun üçte ikisi, kur unun ve manganezin yüzde sekseninden fazlas , z mpara ta n n yüzde doksan , antimuan ve boraksitin tamam yabanc irketler taraf ndan 23 ç kart l yordu . A a da ihâlesi hakk nda detayl bilgiler verece imiz Ayd n vilâyetinin Saruhan sanca na ba l Akhisar kazas Marmarac k nahiyesinde ç kar lan z mpara madeni ihâlesine geçmeden; z mpara madeninin ne i e yarad na, Osmanl topraklar nda nerelerde ç kar ld na ve kimler taraf ndan i letildi ine bakal m: 18 Ahmet Kartalkanat, Osmanl larda Madencilikle lgili Yasal Düzenlemeler ve Madencilik Politikas , Jeoloji Mühendisli i, May s 1990, S, 36, s. 71 19 Kartalkanat, a.g.m., s. 67 20 Karal, a.g.e., s. 246-247 21 Fahrettin T zlak, Osmanl Maden letmecili inden Kanunnâmeden Nizamnâmeye Geçi ve 1861 Tarihli Maden Nizamnâmesi , Türk Dünyas Ara t rmalar , S.98, Ekim 1995, s. 83 22 Vefik, a.g.e., s. 330-333; Kartalkanat, a.g.m., s. 67-68; T zlak, Osmanl Maden letmecili inden , s. 81 23 Quataert, a.g.m., s. 915 56 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.53-65. 2. Z mpara Madeni ve Osmanl Z mpara Yataklar XX. yüzy l ba lar nda yapay a nd r c ve cilalay c maddelerin üretimine kadar z mpara ta n n ve z mpara ta ndan yap lan maddelerin sanayide önemli bir kullan m yeri vard . 1890 l y llardan itibaren cilalay c ve a nd r c olarak karborandum kullan lmaya ba lanm ise de üretiminin çok masrafl olmas sebebiyle kullan m yayg nla mam t r. Çünkü karborandumu elde etmek için kok kömürü ile kumu yüksek s da birle tirmek gerekiyordu. Bu birle tirmeyi gerçekle tirmek için ise büyük elektrik f r nlar na ihtiyaç vard . Bu f r nlar n ucuz olarak imâli ve kullan m sa lan ncaya kadar do al z mpara ta n n a nd r c ve 24 cilalay c olarak kullan m devam etmi tir . Sanayide pek çok kullan m alan olan z mpara madeninden Osmanl topraklar nda bol miktarda bulunmaktayd . Yo un olarak XIX. yüzy l n ikinci yar s ndan itibaren ç kart lmaya ba lanan z mpara madeni, daha çok Bat Anadolu bölgesinde ç kar l yordu. Madenin ç kar ld bu yerler aras nda Kütahya 25 sanca na ba l Kula kazas , Sak z Adas civar ndaki Nikerya Adas , zmir muhass ll dahilindeki Ku adas , Söke ve neâbâd kazalar yla Tire kazas na 26 ba l Yeniköy Çiftli i ve a a da imtiyaz ferman- âlisi hakk nda bilgi verece imiz Akhisar kazas n n Marmac k nahiyesi yer almaktad r. zmir e yerle mi yabanc tüccarlar belirtilen bu bölgelerdeki madenleri i letmek için imtiyazlar elde etmi ler ve dünyada tekel olu turmu lard r. Z mpara madeni imtiyaz almak için rakipleriyle mücadele eden ve büyük masraflarla i letme imtiyaz almay ba aran bu ki iler aras nda ngiliz Edward Whittall ve Ernest 27 Abbott önemli bir yere sahipti . 3. 1869 Y l nda Ç kar lan Maden Nizamnâmesine Ait Baz Hükümler XIX. yüzy l n ikinci yar s nda Osmanl Devleti topraklar nda maden imal ve ihraç etmek için imtiyaz almak isteyen ki iler ilki 1861 de di erleri de 1869, 1873, 1886 ve 1906 y llar nda ç kar lan nizamnâmelere uygun hareket etmek zorundayd lar.1882 y l nda imtiyaz fermân- âlisi verilen Ayd n vilâyetinin Saruhan sanca na ba l Akhisar kazas Marmarac k nahiyesindeki z mpara madeni ihâlesi de 1869 y l nda ç kar lan maden nizamnâmesi hükümlerine göre yap lm t r. 8 Nisan 1869 tarihinde yay mlanan bu nizamnâme yedi fas l ve 98 28 maddeden olu maktad r . Nizamnâme hükümlerine göre Osmanl topraklar nda maden imal etmek ve ç karmak için padi ah iradesi gerekli olup, verilen imtiyaz n süresi 99 senedir (mad.6-7). Vilâyetin izni olmadan ki i, ald ruhsat ba kas na devredemeyecektir (mad.17). Devletin 1283 y l nda emlâk tasarrufu hakk nda ç karm oldu u kanunu kabul eden Osmanl tebaas ndan veya yavanc devlet 24 erife Yorulmaz, Ayd n Vilayetinde Madenler (1850-1908), zmir, 1994, s. 94 (Yay nlanmam Doktora Tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk lkeleri ve nk lâp Tarihi Enstitüsü. 25 T zlak, a.g.m., s. 714 26 Yorulmaz, a.g.e., s. 94, 100 27 erife Yorulmaz, Osmanl Liman ehirlerinde Yabanc Tüccarlar ve Levantenler , Türkler Ans, c. 14, Yeni Türkiye Yay n , Ankara, 2002, s. 289 28 Maden Nizamnâmesi (25 Zilhicce 1285), Matbaay- Âmire, 1288, s. 1-34 57 E.Gökmen/1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz tebaas ndan, tek ba lar na ve mü terek olarak maden i letmek isteyenlerden, devletin u anda mevcut olan kanunlar na ve gelecekte ç karaca kanunlara uymay kabul edenlere imtiyaz verilecektir (mad.20). Maden i letecek ki iler madenin ç kar laca yerin hudutlar n gösteren 1/5000 ölçe inde ve birbirinin ayn olan üç harita tanzim edeceklerdir (mad.25). Maden imtiyaz almak isteyen ki inin dilekçesinin deftere kayd edilmesinden sonra madenin bulundu u vilâyetin valisince de herhangi bir engel bulunmad tespit edildikten sonra masraflar dilekçe sahibine ait olmak üzere filan mahalde filan maden u kadar müddet imtiyaz ile ihâle olunacakt r eklindeki ibâre madenin bulundu u sanca n ehir, kasaba ve nahiyelerinde ve dilekçe sahibinin istedi i di er yerlerde iki ay süre ile ilan edilecektir (mad.27). mtiyaz fermân , Maden Meclisi nce gazetelerle stanbul da ve dilekçenin ne rolundu u yerlerde ilan ettirilecek ve masraf imtiyaz sahibine ait olacakt r (mad. 33). mtiyaz alan ki i madeni i lemek için ald fermân- âli için madenin derecesine göre 50 liradan 200 liraya kadar fermân harc ödeyecektir (mad.38). Maden imtiyaz n alan ki iler resm-i mukarrer ad yla madenin ç kar ld arazinin her dönümü için y ll k be para ve masraflar ç kar lmaks z n elde edilen y ll k has lat üzerinden miktar yüzde bir ile yüzde be i geçmemek üzere rüsûm-u nisbiye isminde vergi vereceklerdir (mad.39-40). Madeni i leten ki i imal etti i madenin miktar n , cinsini ve k ymetini günlük bir deftere kaydederek, kendisine verilecek numunelere göre, her üç ayda birer icmal defterini hükümete vermeye mecburdur (mad.42). Bu hükümler yan nda madenlerde çal anlar n sa l k durumlar da göz önüne al narak ihâleyi alanlara maden i letmelerinde bir eczane ile bir adet doktor bulundurma zorunlulu u getirilmi tir (mad.66). 4-Akhisar Z mpara Madeni letme mtiyaz n n Verili i Yukar da belirtti imiz nizamnâme hükümlerinden Osmanl topraklar ndaki madenler için i letme imtiyaz almak isteyen ki ilerin belirli yükümlülükleri yerine getirmesi gerekti i anla lmaktad r. Belirtti imiz bu hususlara ne kadar uyuldu u Saruhan sanca n n Akhisar kazas Marmac k nahiyesinde ç kar lan z mpara madeni ihâlesi örne inde görülecektir. Ba bakanl k Osmanl Ar ivi Sadâret Ma rûzât katalo unda 591 numarada mevcut belgelerde ad geçen ihâlenin nas l yap ld na ili kin bilgiler bulunmaktad r. Bu belgeler aras nda nezâretler aras nda yap lan yaz malar, Maden Meclisi ile Nâfia Komisyonu nun mazbatalar , imtiyaz fermân- âlisine derç olunmak üzere tanzim olunan mukavelenâme müsveddesi, imtiyaz fermân na ek olmak üzere haz rlanan artnâme, madenin imtiyaza verilece ine dair ilân sureti, kefâlet senedi ve harita 29 bulunmaktad r . Osmanl topraklar nda maden ç karmak isteyen ki inin i letece i maden için imtiyaz almas gerekiyordu. mtiyaz n al nmas için Maden Meclisi nce haz rlanan artnâme, mukavelenâme ve mazbatan n önce Nâfia Komisyonu nca daha sonra da uray- Devletçe tetkik ve tasdik edilmesi ve fermân- âli için 29 BOA. Sadaret Ma rûzât, no: 591 58 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.53-65. padi aha arz edilmesi ve padi ah taraf ndan da onaylanmas gerekiyordu. Saruhan sanca n n Akhisar kazas na ba l Marmarac k nahiyesinde ç kar lan z mpara madeni ile ilgili olarak Maden Meclisi nce haz rlanan 24 Eylül 1880 tarihli mazbatada z mpara madeni için verilecek imtiyaza herhangi bir itiraz n olup olmad n tespit etmek amac yla 6 Eylül 1875 tarihinde stanbul da, farkl dillerde yay nlanan gazetelere ilan verildi i, bunun yan s ra matbu ilân varaka-i mahsûsa lar n n madenin bulundu u vilâyete gönderildi i, bu varakalar n vilayetin liva ve kasabalar nda ne redildi i ve herhangi bir itiraz n olmad ve Harbiye Nezâreti nden gönderilen 15 Ekim 1875 tarihli yaz yla da madenin 30 ç kar laca bölgenin askeriye için bir mahzur olu turmad belirtilmi tir . Maden Meclisi imtiyaz artnâmesini ve mukâvelenâme müsveddesini haz rlad ktan sonra bunlar mazbata ile Nâfia Komisyonu na göndermi tir. Nâfia Komisyonu da imtiyaz artlar n inceleyerek kendince herhangi bir mahsurun bulunmad na dair görü ünü 17 kas m 1881 tarihli mazbatas ile Bâb- Âli ye 31 bildirmi tir . 4.1. Akhisar Z mpara Madeni letme mtiyaz Mukavelenâmesi Z mpara madeni imtiyaz ile ilgili olarak Maden Meclisi nce verilecek imtiyaz fermân- âlisine derç edilmek üzere bir mukavelenâme müsveddesi haz rlanm t r. artnâme eki kadar uzun olmayan bu mukâvelenâme müsveddesi on bir maddeden olu maktad r. çerdi i hususiyetler bak m ndan artnâme ekine göre baz farkl l klar gösteren bu mukâvelenâme müsveddesinde, madenin bulundu u yer ve mevkii, imtiyaz alan ki inin ad , nerede oturdu u ve hangi millet tebaas oldu u, ne tür vergiler ödeyece i ve imtiyaz n süresi ile ilgili hususlar yer almaktad r. On bir madde halinde verilen hususlar u ba l klar alt nda vermek mümkündür: a- Maden mtiyaz n Alan Ki i: Devlet-i Aliyye tebaas ndan zmir de oturan liya Oprino dur. Ad geçen ki i imtiyaz ald ktan sonra bir y l içinde madeni i letmeye mecbur olup, ba lamad taktirde imtiyaz fesh olunacakt r. b-Madenin Bulundu u Yer ve Mevkii: Z mpara madeni, Ayd n vilâyetinin Saruhan sanca na ba l Akhisar kazas n n Marmarac k nahiyesinde Karada denilen yerde ç kar lmaktad r. Madenin ç kar ld mevki kuzeyde Gedik tepesi ile Kapakl P nar tepesi, bat da Kapakl P nar, Karl k ve Karyeli tepeleri, güneyde Kaypak tepesiyle Çöreci Çe mesi ve Âdem Ta , do uda Âdem Ta , Kör Sivri, Koca Sivri ve A l Ta tepeleri aras nda çizilen hatt n içerisinde yer almaktad r. Madenin ç kar ld yerleri gösteren 1/5000 ölçekli bir harita imtiyazla ilgili belgeler aras nda mevcut olup bu haritan n küçültülmü fotokopisi ek-1 de verilmi tir. c- mtiyaz Alan Ki inin Ödeyece i Vergiler: Madenle ilgili vergilerin tahsili Ayd n vilâyeti valili ine ait olup madenin ç kar ld 5533 dönüm arazinin her dönümü için al nan y ll k be er paradan 691 kuru 25 para resm-i mukarrere 30 31 BOA. Sadaret Ma rûzât, no: 591, Maden Meclisi Mazbatas BOA. Sadaret Ma rûzât, no: 591, Nâfia Komisyonu Mazbatas 59 E.Gökmen/1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz ile madenden ç kar lacak cevherden lira-i Osmanî yüz kuru hesab yla nakden veya aynen %20 rüsum-u nisbiye her senenin mart ay ba nda Orman veya Maden veznesine veya mahalli mal sand na yat r lacakt r. Vergilerin zaman nda ödenmemesi durumunda y ll k %12 gecikme faizi al nacakt r. Ayr ca imtiyaz ferman- âlisinin verilmesi dolay s ile bir defaya mahsus olmak üzere ad geçen vezneye yüz lira ferman harc yat r lacakt r. 32 d- mtiyaz n Süresi: Doksan dokuz y l . 4.2. Akhisar Z mpara Madeni letme mtiyaz artnâmesi Z mpara madeni imtiyaz ile ilgili olarak Maden Meclisi nce haz rlanan mukâvelenâme müsveddesi d nda yine ayn meclis taraf ndan padi ah fermânâlisine ek olmak üzere haz rlanan on yedi maddelik artnâme mevcuttur. Bu artnâmede imtiyaz alacak ki inin yerine getirmesi gereken yükümlülükler ayr nt l olarak belirtilmi tir. Bu yükümlülükler içerisinde genel olarak; imtiyaz sahibinin maden ç kar lacak sahada yapmas gereken i ler, takip etmesi gereken imalat usulü, imalat esnas nda do acak zararlar n nas l kar lanaca , vergilerin nereye ve ne zaman verilece i, imtiyaz n hangi durumlarda fesh edilece i gibi hususlar yer almaktad r. artnâmedeki bu hususlar, bir imtiyaz verilirken devlet taraf nda ne gibi hususlara dikkat edildi ini ve imtiyaz alacak ki ilerin yükümlülüklerini ayr nt l olarak göstermesi bak m ndan önem arz etti inden aynen a a ya verilmi tir. Birinci Madde: Ayd n vilâyeti dâhilinde Saruhan sanca nda Akhisar kazas nda Marmarac k nahiyesinde Karada nâm mahalde bulunan bir k t a z mpara madeninin tersim edilen üç k t a harita-i mevkiiyyesi Orman ve Maden daresi Fen Odas nda h fz edilerek bir k t as mahalline irsâl ve di er bir k t as dahi mümâileyh liya Oprino ya i ta k l nm t r. mtiyaz fermân- âlisinin tarih-i i tas ndan itibaren alt mâh mukaddem masâr f sâhib-i imtiyaza ait olmak üzere zikr olunan haritada gösterilen hududun mevâki-i lâzimesini mürûr-u zaman ile bozulmayacak surette hükümet-i mahalliye ve mühendis ma rifetiyle alâmâtmahsûsa rekz ettirilecek ve keyfiyet vilâyet ve madenin bulundu u kazan n sicillât na kayd olunduktan sonra bâ-mazbata Orman ve Maden daresi ne bildirilecektir. kinci Madde: Sâhib-i imtiyaz maden nizamnâmesinin elli alt nc maddesi hükmünce tanzim ettirece i resm-i musattah ve müsennemlerden ma da madende icras n ihtiyâr edece i i mâlât n usûlünü ve mezkûr resimlere dair izâhat ve tasavvurât n bend bend yazub bir lâyiha tanzimi ile fermân- âli-i mezkûrun tarih-i i tas ndan itibaren alt mâh zarf nda mahallinde hükümet mühendisine ve mühendis bulunmad taktirde do rudan do ruya Maden Meclisi ne irsâl edüb meclis-i mezkûrdan dahi tensip olundu u halde icras na ruhsat verilecektir. ayet suret-i ma rûzân n mahzur ve mehâz ras mütâlâa olunur veyahut imâlât n devam ve inzâm na ve icra olunacak ameliyat âtiye-i nâfiaya 32 BOA. Sadâret Ma rûzât, no: 591, Mukâvelenâme Lefi 60 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.53-65. mani olaca tahakkuk ederse mezkûr lâyiha meclis-i mezkûrdan ta dîl ve slâh olunacakt r. Üçüncü Madde: letilmekte olan ma aralara girmek veya hava ald rmak içün müceddeden sath- arzdan yol ve kuyu ve baca kü âd lâz m geldi i halde ol emirde sâhib-i imtiyaz istid a lâyihas n Orman ve Maden Meclisine i ta edüb ba dehü maden mühendisinin icra edece i ke f üzerine meclis-i mezkûrun rey ve karar vechile muâmelesi icra olunacak ve ruhsat istihsâl olunmad kça o makûle ameliyat icra edemeyecektir. Dördüncü Madde: Maden-i mezkûrun ameliyat- esâsiyesinden ma da müceddeden di er bir u benin kü âd murâd olundu u halde i bu u be içün imtiyaz n harita-i mahsûsas na merbut olmak üzere ayr ca bir k t a harita tanzim olunarak ikinci maddeye tevfikan tasavvur olunan ameliyâta dâir lâyihas yla beraber sâhib-i imtiyaz taraf ndan Orman ve Maden Meclisi ne i ta olunacak ve mezkûr lâyihan n meclis-i mezkûrdan kabul ve ta dîli veyahut icâb na göre reddi câiz olacakt r. Be inci Madde: Sâhib-i imtiyaz ameliyât- vâk adan dolay ashâbemlâke terettüb edecek zarar ve ziyandan mes ûl olmas yla bunun içün ait oldu u mahkemeden ta yin k l nacak tazminat n te diye ve i tas na mecburdur. Alt nc Madde: bu madenin civar nda bulunan ebniye ve menâzilin alt nda icrây- ameliyât olunmak iktiza eyledi i halde sâhib-i imtiyaz ve sâhib-i menâzilin ifadeleri al nd ktan ve terettüb edecek zarar ve ziyan n te diyesi içün kefâlete rabt olunduktan sonra hükümet-i mühendisin veyahut mahalli hükümetin i âr üzerine Orman ve Maden Meclisi nden ruhsat verilmedikçe o makûle ameliyâta te ebbüs olunamayacakt r. Kefâlet ve tazminat maddelerine dair olan münâzaat ait olduklar mehâkim-i nizâmiyede fasl ve rü yet olunacak ve ayet ameliyât- mezkûre o misüllü ebniye ve arazinin ma murin ve umûmun emniyetine muz r ve mahal oldu u tahakkuk ederse külliyen men olunacakt r. Yedinci Madde: Maden-i mezkûrun ameliyât n n su yollar yla bendler ve çe melere ve ose tariki ve demiryollar na yüz elli metre uzakl nda icrâs lâzimeden oldu undan ayet bu miktar mesafeden noksan olur ise bend-i sâb kta muharrer olan muâmelât ayn yla bunun hakk nda dahi icra olunacak ve l-has l emniyet-i umûmiyenin vikâye ve muhafazas na gayet i tina ve dikkat k l nacakt r. Sekizinci Madde: Esbâb- gayr-i melhûzadan nâ i ayet usûlü ameliyat n ikinci maddeye tevfikan ta dîl ve slâh icâb eyledi i halde sâhib-i imtiyaz n istid as ve mühendisin lâyihas üzerine hükümet-i mahalliye taraf ndan inhâ olundukta umûr-u esâsiyesine tatbikan slahat- icâbiye icra k l nacakt r. Dokuzuncu Madde: Sath- arzda olan kuyu ve ma aralar n terk ve ta tili icâb eyledi i surette Maden daresi nin gösterece i usul üzerine masâr f sâhib-i imtiyaz taraf ndan tesviye k l nmak üzere mahreçleri setr ve imlâ ettirilecektir. Onuncu Madde: Maden-i mezkûrdan cevher ihrac na mahsus ma ara ile su yolu ma aras var ise i mâlât n ve sular n ihrac na elveri li surette a zlar na kuvvetli ve emniyetli makinelar vaz na mecbur olacakt r. On birinci: Madde: mal olunacak madenin hududu ittisalinde di er maden bulundu u taktirde iki madenin yek di erine ilhâk ndan ne et edecek 61 E.Gökmen/1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz mazarrât n men i içün nihayet-i hudutta bulunan mevâdd- madeniye yataklar ndan bir miktar mahal terk ettirilecek ve terk edilecek mahallin vüs at ve miktar dahi Maden daresi nce ta yin k l nacakt r. On kinci Madde: Bu madenin araz-i mahdûdesi dâhilinde bir k t a z mpara madeninden ma da di er cins maden zuhûr ederse âhar tâlibine ihâle olundu u ve mezkûr madenin i mâlât vaziyetinin i bu bir k t a z mpara madeninin i mâlât- hâz ras derûnundan mürûruna lüzum ve ihtiyaç görüldü ü halde sâhib-i imtiyaz hiçbir surette muhâlefet edemeyecektir. Ancak ondan terettüb edecek tazminat ashâb- imtiyaz beyninde r zayla tesviye olunmad halde ehl-i vukûfun takdiri ve Orman ve Maden Meclisi nin tensibi ile ta yin k l nacakt r. On Üçüncü Madde: bu madenin hududu imtiyâziyesi dâhilinden vakten mine l-evkât demiryolu geçirilecek ve umûma menfaatli bir tarik veyahut sair ey in a k l nacak oldu u halde sâhib-i imtiyaz n hiçbir suretle tazmin davas na veyahut muhalefete istihkâk ve selâhiyeti olmay p bunlar madenin as l z mpara yataklar mahreçleri üzerinden geçmek laz m gelür ise ol halde terettüb eden zarar ve ziyan müteallik oldu u mahkemenin tetkik ve hükmü üzerine icâb eden taraftan îfa k l nacakt r. On Dördüncü Madde: bu madenin tahsîl-i rüsûmât Ayd n vilâyeti valili ine ait oldu undan sâhib-i imtiyaz mezkûr bir k t a z mpara madeninden ihraç edece i cevherin miktar n mübeyyin her üç mâhda bir defa icmal defterini hükümet-i mahalliyeye verme e mecbur olaca misüllü her senenin iptidaki ay nda dahi sene-i sâb ka has lat n n miktar n mübeyyin müfredat defterini takdim edecektir. On Be inci Madde: Sâhib-i imtiyaz madde-i sâb kada muharrer olan üç ayl k defâtiri ve muhâsebât- seneviyyeyi vakt-i muayyende i ta ve teslim etmedi i halde bir yüzlük altundan be yüzlük altuna kadar cezâ-i nakdî al nacak ve mezkûr defterlerde hakikat hâli ketm ederek bi l-ihtiyâr hâs lât miktar n sahîhinden noksan göstermi oldu u sâbit olur ise rüsûmât noksan iki kat olarak tazmin ettirilecektir. Gerek vergi ve rüsûmât n te diyesinde ve hükm olunan cezây- nakdînin ifâs nda muhalefet ve teannüd eyledi i taktirde vilâyet-i mü ârun ileyha taraf ndan üç ay geçmemek üzere bir müddet ta yiniyle o müddet zarf nda tamamen îfa olunmaz ise keyfiyet Orman ve Maden daresi ne yaz lup irâde-i mezkûrece icâb bi l-icra mezkûr madenin imtiyaz fesh olunacakt r. On Alt nc Madde: bu madenden ç kar lan cevheri zmir iskelesine nakl ile orada resm-i gümrü ünü i ta ve mürûr tezkeresini ahz eyledikten sonra istedi i mahalle nakl etme e sâhib-i imtiyaz me zun olub ayet ruhsat ve mürûr tezkeresi almaks z n âhar mahalle hâs lât nakl olundu u tahakkuk veyahut nakl eder iken tutulur ise vâridât- devlet-i ketm ve ihtifa içün kaç r lm olaca ndan o makûle tezkeresiz ele geçirilen hâs lât kâmilen cânib-i mîriden zabt ve müsâdere olunaca gibi ahvâl-i muharrerenin tekrar halinde maden-i mezkûrun imtiyaz fesh olunacakt r. On Yedinci Madde: Maden-i mezkûrun imtiyaz fermân- âlisine zeyl olarak tanzim k l nan ve maden nizamnâmesine müteferri bulunan i bu 62 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.53-65. artnâmenin ahkâm- münderecesi sâhib-i imtiyaz taraf ndan kabul ve tasdîk olundu undan erâit-i muharrerenin hilâf nda hâl ve hareket getirildi i halde 33 nizâm na tevfikan hakk nda muâmele-i mukteziye icra olunacakt r . Yukar da belirtilen artnâme hükümleri, imtiyaz sahibini madenin üretim, ihraç ve vergilendirme a amalar nda tam olarak kontrol alt na almaktad r. artnâmede belirtilen hususlar Maden Meclisi nin madencilik hususunda etkin olarak görev yapt n göstermektedir. Maden nizamnâmelerinde madencilikle ilgili genel hükümlere yer verildi inden, verilecek olan imtiyaz ile ilgili olarak ortaya ç kan baz bo luklar n haz rlanm olan bu artnâme hükümleri ile dolduruldu u görülmektedir.. 4.3. Akhisar Z mpara Madeni letme mtiyaz na Ait Di er Hususlar Yukar da verilen artnâme hükümleri ve mukâvelenâme müsveddesinde belirtilen hususlar d nda Maden Meclisi nin haz rlad mazbatada madenin kalitesi ile ilgili bilgiler mevcut olup, tahlil memuru Mösyö Mori nin verdi i raporlara göre, madenin ticarete elveri li orta dereceden bir maden oldu u ve bu 34 s n ftaki bir maden için patent resmi ödenmesi gerekti i belirtilmi tir . mtiyaza ait belgeler aras nda bulunan senet suretindeki bilgilerden z mpara madeni imtiyaz n almak isteyen liya Oprino nun, madenin imali için 8 May s 1881 de bin adet lira-i Osmanî sermayeyi hâvi senedi stanbul Bidâyet Mahkemesi Mukâvelât Muharrirli i nin tasdîki ve Varakç Han nda oturan Esteban 35 Hudaviyan Efendi nin kefâletiyle Maden Meclisi ne verdi i anla lmaktad r . 5. Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz n n Verilmesi için Padi aha Arz Z mpara madeni imtiyaz ile ilgili olarak Orman ve Maden Meclisi le Umûr-u Nâfia Komisyonu onay n n al nmas ndan sonra ihâle ile ilgili evraklar ekleriyle birlikte Meclis-i Vükelâ ya gönderilmi , burada içeri i incelendikten ve gerekli tashihler yap ld ktan sonra imtiyaz n verilmesi için padi aha sunulmu tur. liya Oprino uhdesine verilen madenle ilgili imtiyaz 10 Receb1305/23 Mart 1888 36 tarihinde verilmi tir . Sonuç Osmanl Devleti, ihtiyaç duydu u pek çok madeni sahip oldu u geni topraklar ndan elde edebiliyordu. Madencilikte kendi kendine yeterlilik prensibini benimseyen Osmanl Devleti, ham veya mamul madenlerin ihrac n yasaklad gibi, nakledilmelerini de s k bir ekilde kontrol alt na alm t r. XIX. Yüzy la kadar ço unlu u emanet usulüyle veya do rudan devlet eliyle i letilen madenlerin, bu yüzy ldan itibaren büyük bir k sm yabanc lara ve az nl klara imtiyaza verilmek suretiyle i letilmi tir. Bunun yan nda imtiyaz alan ki inin uymas ve yerine getirmesi gereken hususlarla, maden i letmeci inde uyulmas gereken kurallar belirten ilki 1861 de di erleri de 1869, 1873, 1886 ve 1906 33 BOA. Sadâret Ma rûzât, no: 591, artnâme lefi BOA. Sadâret Ma rûzât, no: 591, Maden Meclisi Mazbatas 35 BOA. Sadâret Ma rûzât, no:591, Senet Sureti 36 BOA. mtiyazat Defteri, no:1, s.119-120 34 63 E.Gökmen/1888 Tarihli Akhisar Z mpara Madeni mtiyaz y llar nda olmak üzere be nizamnâme yay nlanm t r. Akhisar z mpara madeni de 1869 y l nda yay nlanan nizamname hükümlerine göre imtiyaza verilmi tir. Yukar da Akhisar z mpara madeni imtiyaz n n verili i s ras nda takip edilen prosedüre, Osmanl topraklar nda maden ihraç ve imâl etmek isteyen ki i ve irketler uymak zorunda idi. Takip edilecek yol ile ilgili hususlar pek de i mese de Maden Meclisi nce ihâlesi yap lacak her yeni maden imtiyaz için bir artnâme haz rlan yordu. Osmanl madencili ini geli tirmek ve i letme artlar n belirli standartlara kavu turmak için ç kar lan nizamnâmelerin, Akhisar z mpara madeni ihâlesi örne inde de görüldü ü üzere, amac na ula t n ve nizamnâme hükümlerine uygun hareket edildi ini söylemek mümkün görülmektedir. KAYNAKÇA ALTINBAY, Mustafa, Klasik Dönemde Osmanl da Madencilik , Türkler Ans. c.10, Yeni Türkiye Yay n , Ankara, 2002, s. 791-901 BOA. Sadâret Ma rûzât, no: 591 BOA. mtiyazat Defteri, no:5, s.119-120 Ne et Ça atay, Osmanl mparatorlu unda Maden letme Hukuku , AÜDTCFD, c. 2, S. 1, 1943 Karal, Enver Ziya, Osmanl Tarihi, c. VI, Ankara, 1988 Kartalkanat Ahmet, Osmanl larda Madencilikle lgili Yasal Düzenlemeler ve Madencilik Politikas , Jeoloji Mühendisli i, May s 1990, S, 36, s. 65-71 Maden Nizamnâmesi (25 Zilhicce 1285), Matbaây- Âmire, 1288 Quataert, Donald, 19. Yüzy lda Osmanl Devleti nde Madencilik , Tanzimat tan Cumhuriyet e Türkiye Ansiklopedisi, c.4, stanbul, 1985, s. 914-916 Tabako lu, Ahmet, Türk ktisat Tarihi, stanbul, 2000 T zlak, Fahrettin, Maden-i Hümâyun Emanetinin Osmanl darî Düzenindeki Yeri (1775-1867) , XII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (12-16 Eylül 1994), c.III, Ankara, 1994 T zlak, Fahrettin, Osmanl Maden letmecili inden Kanunnâmeden Nizamnâmeye Geçi ve 1861 Tarihli Maden Nizamnâmesi , Türk Dünyas Ara t rmalar , S.98, Ekim 1995 T zlak, Fahrettin, Osmanl Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik (1775-1850), Ankara, 1997 T zlak, Fahrettin, XIX. Yüzy l n Ortalar nda Osmanl Maden Yataklar , Belleten, c.XlL S. 229, s. 703-719 Vefik, Abdurrahman, Tekâlif Kavâidi, kinci K s m, Dersaadet, 1330 Yorulmaz, erife, Ayd n Vilayetinde Madenler (1850-1908), zmir, 1994 (Yay nlanmam Doktora Tezi) Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk lkeleri ve nk lâp Tarihi Enstitüsü. Yorulmaz, erife, Osmanl Liman ehirlerinde Yabanc Tüccarlar ve Levantenler Türkler Ans, c. 14, Yeni Türkiye Yay n , Ankara, 2002, s, 283-292 64 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu Dr. Ferhat KARABULUT Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat Bölümü, Manisa ÖZET Bu çal mada dil ölümü, tehlikedeki diller ve dil de i imi kavramlar nda, Türk dilinin bir lehçesi olan Kazakça üzerinde durduk. Bu kavramlar enine boyuna tart mak, dil ölümüne neden olan etkenler üzerinde durmak ve Kazakçan n bu süreçteki yerini tespit etmek bu yaz n n as l amac n te kil etti. Orta Asya n n Ruslar taraf ndan i galini takip eden y llarda, Kazak Türkleri ister istemez Rus kültürünün etki alan na girdiler. Pek çok Kazak Türkü zaman içerisinde, kendi öz dilini tehlikeye atarak, onun yerine s k s k Rusçay ikinci bir ana dil olarak kullanmaya ba lad . te, biz, bu çal mayla Kazak Türkçesini bekleyen geçmi teki ve günümüzdeki tehlikenin boyutlar n ortaya koymaya çal t k. Anahtar Kelimeler: Kazak Türkçesi, Türk dili, dil ölümü, dil de i imi, tehlikedeki diller, Rusça, Rus kültürü The Condition of Kazakh Turkish in the Process of Language Death ABSTRACT In this study, we dealth with Kazakh, which is one of the Turkic dialects, by using the terms language death , endangered languages and language shift . The ultimate goal of this study is to discuss these concepts thorouhgly and to determine the place of Kazakh dialect in the phenomenon of language death with the reasons. Just after the Russian invasion in Central Asia, Kazakh Turks necessarily entered the circle of Russian culture. In the following years, Kazak Turks constantly began to use Russian in daily conversations as if it was their mother tongue, by ignoring their own language, as well as, by putting it in jeopardy. Thus, with this study, we tried to bring in the dimensions of the danger waiting for Kazakh in the past and present. Keywords: Kazazkh, Turkic language, language death, language shift, endangered languages, Russian language and culture Giri Geni bir alanda hakimiyet kurmu büyük bir dil zamanla parçalara ayr larak tekrar büyümek üzere (belki de ölmek üzere) küçülebilir ve birbirinden farkl lehçeler (alt diller) halinde tarih sahnesinde yerini alabilir. Bugün yeryüzünde konu ulan dillerin zaman içerisinde bu ekilde ço alm olduklar 1 bilimsel bir gerçektir . Bu durumda baz insanlar yeryüzündeki dillerin say lar n n sürekli artmakta ve bunlar n ço unun da yaz diline dönü mekte oldu unu zannedebilir. Durum hiç de öyle de ildir. Gerçekte yeryüzünde bizim pek fark nda olmad m z ve bilgi sahibi de olamad m z baz özel durumlar vard r ki bunlar yeryüzündeki dillerin say lar n n artmas n engellemekte, hatta 1 Buna ilave olarak özellikle Bat n n sömürgesi veya pazar olmu baz bölgelerde (Havayi, Karaip adalar gibi) Pidjin ve Kreol denilen baz suni diller de ortaya ç kabilmi lerdir. Bu durumda yerli dille hakim dil kelime al veri i ile suni ve melez bir dil ortaya ç kar rlar. Günlük yapay bir dil iken Pidjin olan bu dil, ana dili olmaya ba lay nca Kreol a dönü ür. Bu konuda ayr nt l bilgi için bkz. (Crystal, 1987, ss.334-41) ve (Thomason &Kaufman, 1991) 67 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu azaltmaktad r. Yani yeryüzü bir dil cenneti olamamakta, tersine bir dil mezarl na dönü mektedir. Ba ka bir deyi le diller do makta, zaman gelince ve artlar olu unca da ortadan kalkmaktad rlar. Bir zamanlar var olan dillerin kullan mdan kalkmas na, yok olmas na modern dil bilim çal malar nda dil ölümü denilmektedir. E er bir dil art k hiç kimse taraf ndan konu ulmuyorsa o dil ölmü demektir. (Crystal, 2001, 1) Crystal a göre dil ölümü için birinci k stas biyolojik ölümdür, yani nsan ölürse dil de ölür. Ba ka bir yol yoktur, halk ölürse dil var olamaz. (Crystal, 2001, 1) Elbette ki dil ölümü sadece insan n veya toplumun biyolojik olarak ölmesine ba l de ildir. Dil de i imi (language shift) dedi imiz bir di er olguda topluluklar, biyolojik olarak ya amaya devam ederler, fakat dillerini kullanmad klar ve yeni nesillere aktarmad klar için ana dillerinin katili konumuna gelirler. Dil de i imi sonucunda meydana gelen bu olguya dil ölümü de il dil intihar (language suicide) diyoruz (Aitchison, 1981, 209), çünkü bu durumda toplum kendi eliyle kendi kimli ini yok etmi olmaktad r. Dil ba lam nda bu ortaya ç k lar ve ortadan kaybolu lar hiç ku ku yok ki sebepsiz de ildir. Birtak m d ve iç etkenler dil do umu ve dil ölümü üzerinde etkili olmu ve olmaktad r. Bugüne kadar say lar bilinmemekle beraber yeryüzünde binlerce dil do mu ve birço u da ölmü bulunmaktad r. UNESCO nun son ara t rmalar na göre büyük-küçük 5 bin ile 6 bin aras nda dil bugün varl n sürdürmektedir. Tahminlere göre bunlar n yüzde yetmi ten fazlas önümüzdeki yüzy l içerisinde (21. yüzy l n sonunda) ölüm tehlikesi ile kar kar ya kalacakt r.(Wurm, 1996, 1) Bir ekilde bu tehlike içerisine girmi bulunan (en az ndan Sovyetler döneminde) ya da girmek üzere iken dönü yapan dillerden biri de Türk dilinin kollar ndan biri olan Kazak Türkçesidir diyebiliriz. Bu çal mada Kazak Türkleri ve onlar n konu tu u Kazak Türkçesinin geçirdi i evreler üzerinde durulacakt r. Kazak topraklar nda meydana gelen tarihi, sosyal, kültürel, politik ve ekonomik de i imler incelenecek ve bunlar n dil üzerine etkisi tart lacakt r. Kazak Türkçesinin geçirdi i evreler her ne kadar 2 keskin çizgilerle ayr lmasa da tarihsel birtak m hadiseler ve dönü ümler dille ba lant l olarak incelenecek ve Kazak Türkçesini etkileyen d ve iç etmenler ayr nt l bir ekilde tart lacakt r. K saca bu çal mada, Kazak Türkçesi dil ölümü tehlikesi ya ad m ? Ya ad ysa nas l, ne zaman ve hangi boyutlarda ya ad ? Kazak Türkçesini dil ölümü ba lam nda di er dillerden ay ran olgular nelerdir? Dil ölümü kapsam nda Kazak Türkçesi hangi evrelerden geçti? gibi sorulara cevaplar aranacakt r. Çal mam za temel te kil etmesi nedeniyle öncelikle dil ölümü ve dil de i imi kavramlar n aç klamak ve sebep sonuç ili kisi içinde 3 bunun Kazak Türkçesi üzerine uygulanabilirli ini tart mak gerekecektir. . 2 Kazakistan n i gali, Ekim Devrimi, ya anan göç dalgalar , toprak reformlar ve e itim faliyetleri gibi sosyo-ekonomik-politik hadiseler. 3 Dil ölümü ve Kazakça kavram na Kazakça bir dil de il lehçedir diye kar ç k labilir.Bu durumda dil ölümü ve dil de i imi yerine lehçe ölümü ya da lehçe yitimi kavramlar teklif edilebilir. Bu çal mada as l amac m z bugün dil ölümü olarak adland r lan bir gerçe e dikkat çekmek ve Kazakçay bu ba lamda incelemektir. Her bilim adam kavram konusunda kendi bulgular na ve bak aç s na göre bir yol izlemektedir. stanbul ekolü olarak adland r lan Re it Rahmeti Arat 68 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. I. Tehlikedeki Dil ve Dil Ölümü Gerçe ine Genel Bir Bak Yukar da da bahsetti imiz gibi tahminlere göre yeryüzünde yakla k olarak 5 ile 6 bin aras nda dil konu ulmaktad r. Bunlar n ço u üst dillerin kollar durumundad r. Yani bu diller gerçekte ya do al konu an az olan ya da yaz diline 4 henüz geçememi sadece konu ma dilidirler . Her dil kendi içinde özgün bir yap ya ve derin bir geçmi e sahiptir. Biz dili do al ileti im arac olarak kullanan toplumlar n tarihini, kültürel yap s n , dünya görü ünü, siyasî yap s n k saca o toplulu un kimli ini dillerinden ö reniriz. Bu yüzden dil her toplum için üphe götürmeyen bir de erdir. Bugün bir Türk milletinden bahsedebiliyorsak, bilinen Türk tarihini Orhun ve Yenisey An tlar ndan ba latabiliyorsak, bu, Türklerin konu tu u ve yazd dil sayesinde olmu tur. Bugün yeryüzünde Yenisey Irma n içine alan co rafyadan do mu onlarca lehçeyi ve yüzlerce iveyi içine alan bir büyük Türk dilinden bahsedebiliyoruz. Ayr ca bizim bugün takip edebildi imiz ve edemedi imiz pek çok Türk lehçesinin varl ndan da 5 haberdar z . De i ik nedenlerden dolay baz tarihî Türk lehçeleri ve iveleri bir ekilde ortadan kalkm lard r. Bunlara örnek olarak Slav rk ile kar p Türklüklerini ve ana dillerini unuttuklar ndan dolay Tuna Bulgarlar n , dillerini bize kadar ta yan yaz l birkaç mezar ta n miras b rakarak tarih sahnesinden çekilen dil-Volga Bulgarlar n n konu tuklar dili, ba ka kültürlerin içinde eriyip kaybolduklar için Hazarlar n, Peçenek-Kuman Türklerinin dillerini sayabiliriz. Dil bir canl varl a benzedi i için insan topluluklar gibi do makta, büyümekte ekolünde Türk dilinin kollar n s n fland rmada lehçe ve ive terimleri kullan l r. Arat, Türk ivelerinin Tasnifi adl makalesinde Çuvasça ve Yakutça y Türk dilinin lehçeleri ve geri kalan Türk dil kollar n ise Türk dilinin iveleri diye ikiye ay r r. M. Ergin de bu anlay benimser. A.B. Ercilasun ise lehçe kavram n n yan nda, ayr ca yaz dili kavram n kabul etti ini s k s k vurgular (Ercilasun, 1997). Yazd eserlerde Saadet Ça atay Türk dilinin bütün kollar için yaln z lehçe terimini kullan r. Genel olarak Bat l lar lehçe veya ive yerine dil kavram n tercih etmektedirler. Onlar için edebi gelene i olan ve do al iletisim arac olarak kullan lan belli bir ülkede konusulan her dil bir ba ka dilin lehçesi veya sivesi de il ayr bir dildir. Bu noktadan bak nca her ne kadar Almanca, talyanca ve Frans zca ayn kökten gelse de ayr birer dildirler. Talat Tekin bu anlay tan hareketle, Rusya ve Bat da oldu u gibi "Türk dilleri" terimini kullanmay ye lemketedir. Tekin bu durumda Çuva çay ayr bir s n flamaya tabi tutar. Türk dilinin edebi gelene e sahip alt dillerinden biri olmas nedeniyle Ercilasun un teklif etti i yaz dili kavram ndan hareketle, biz de burada Kazakça y dil kategorisinde ele alaca z. Bu sebeple lehçe ya da ive ölümü yerine dil ölümü kavram n benimseyece iz. Dil, lehçe ve ive kavramlar konusundaki tart malar ve lehçe yerine dil kavram n n kullan lmas ve bu kullan m n sebepleri üzerinde daha fazla bilgi için bak., (Arat, 1987, 69-149); (Hasan Eren, 1990, 45-49); (Ercilasun, 1997, 62-90); (Karamanl o lu, 2002, 12-20). 4 Tören dili de diyebilece imiz suni bir ekilde korunmu dillere örnek olarak Sanskritçe, Latince ve Eski Yunancay sayabiliriz. Bu diller büyük de i imlerin ve dönü ümlerin sonucu olarak ya bölünmü ba ka dillere dönü mü lerdir ya da do al konu ucular taraf ndan terkedilmi lerdir. Bu gün dini birtak m nedenlerle (özellikle kiliselerde, dü ün ve ölüm törenlerinde) bu diller say lar çok az olan ki iler taraf ndan (ço unlukla papazlar, rahipler ve baz ara t rmac lar) kullan lmaktad rlar. 5 Bu konuda ayr nt l bilgi için bak., (Cafero lu, 1988); Özkan, 1997) ve (tarihsiz); (Ercilasun, 1997), (Saray, 1999, 1995, 1993a, 1993b; (Gömeç, 2003 ve 2001); (Bacon, 1980); (Gross (editör), 1992). 69 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu ve ölmektedir, bu da bize bugün konu ulan pek çok dilin ve lehçenin yok olaca 6 gerçe ini hat rlatmaktad r . Dil do umlar nda oldu u gibi dil ölümlerinde de uzun bir zaman dilimi sözkonudur. Bu bazan yüz y llar bazan ise bin y llar kapsamaktad r. Yani dil do umlar ve dil ölümleri do al hadiselerdir ve yava yava gerçekle irler, en az ndan 19. ve 20. yüzy la gelinceye kadar bu böyle idi. Hem sava ve soyk r mlar, hem de do al afetler bu yüzy llarda önemli roller oynam lard r. (Dil) ölümleri bazan çok k sa zamanda, belli bir bölgede olabilir. Örne in güçlü, sava ç ve i galci gruplar de i ik dilleri konu an baz küçük gruplara sald rabilir ve onlar yok edebilirler. Onlarla birlikte dilleri de ölür. (Wurm, 1996, 1) 15. yüzy ldan ba layarak gittikçe h zlanan Bat l sömürgeci, yay lmac anlay özellikle 20.yüzy lda yeryüzündeki pek çok dilin, lehçenin, ivenin âdeta katili olarak kar m za ç kar. Aç kt r ki, yak n zamanda (20. yüzy lda) dil ölümleri muazzam bir seviyeye ula t ve genel olarak bak ld nda görülecektir ki, u ana kadar ya amay ba arm diller de oldukça zay f ve fakir durumdad rlar (Hale, 1994, 1). Bilindi i gibi 16. yüzy la Avrupal lar Amerika n n ke fi ile girdiler. Bu ke if Yeni Dünyan n kendi halinde ya ayan yerli halk için adeta sonun ba lang c olmu tur. Bu da o topraklarda ya ayan milyonlarca insan n ve konu ulan binlerce dilin ölme sürecine girmesi anlam na gelmektedir. Bugün Güney Amerika da konu ulan dillerin say s n n olmas gerekenden az olmas dil ölümünün pek çok çe idi ile aç klanabilir. Özellikle do u Brezilya ve Arjantin deki dil ölümlerinin pek ço u kolonile tirme dönemine aittir, nüfustaki azalmaya paralel olarak gerçekle mi tir bu. Örne in Büyük Amazon havzas nda 16. yüzy lda tahmini olarak 6.8 milyon insan ya amaktda idi. 1992 y l na kadar geçen sürede bu say 700 bin civar na gerilemi ir. (Grinevald, 1998, 137) Yine ayn ekilde Meksika örne i bize baz ipuçlar vermektedir. 1518 y l itibar yla merkezi Meksika nüfusu 25 milyonun üzerinde tahmin edilmektedir. spanyollar n buraya ula malar ndan sonraki y llarda, 1620 ye kadar, bu say 1.6 milyona gerilemi tir. Baz tahminlere göre Yeni Dünya n n nüfusu Avrupal larla kar la madan önce 100 milyon civar nda idi. 200 y ldan daha az bir sürede bu say 1 milyona dü mü tür. (Crystal, 2001, 72) Benzer örnekler hiç ku kusuz Avrupal sömürgeci devletlerin u rad di er bölgelerde de görülmektedir. ngiltere nin Tazmanya ya yönelik sömürgeci faaliyetleri bütün yerlilerin yok olmas ile 6 Bugün Ukrayna ve Karadeniz in kuzeyinde de i ik bölgelerde konu ulan Karaim (Karay) Türkçesinin yok olmak üzere oldu unu bildi imizi, fakat gerekli tedbiri alamad m z belirtmekte yarar var san yoruz. Bugün Türk konu ma ve yaz dillerinden biri olan Karaimce yok olmak üzeredir. Rusya, Ukrayna, Litvanya'da ya ayan Karaim Türklerinin say s 2200 ki i kadard r ve bunlar n ancak çok az bir bölümü, belki 100 ki i ana dilini konu abilmekte ve daha az bir k sm yazabilmektedir. (Kocao lu,1996) Benzer durum, Çuva , Balkar, Halaç Türkleri için de geçerlidir. Ba ka bir misal olarak Hakasçay verebiliriz. % 81 lik Rus ve Ukraynal nüfusa Kar l k % 11 lik oranla Hakas Türkleri , Hakasça y koruma noktas nda çaresiz ve etkisiz kalmaktad rlar. Bu nedenle, Hakasça ölme tehlikesini yak ndan hisseden dillerden biridir. Ayr nt için bkz. (Barutçu Özönder, 1999, 26) 70 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. sonuçlanm t r. ngilizler 1803 te Tazmanya y i gal ettikten sonra, yerlileri toprak edinim sürecinde kendileri için bir engel olarak görmeye ba lad lar. Bunun için iddetli bir ad m att lar. Bütün Tazmanyal lar n topraklar n terketmeleri istendi. ngiliz askerleri de bunlar öldürmek için yetkili k l nd . 1830 a kadar sadece 200 Tazmanyal sa kalabildi. (Trask, 1996, 324). Hayatta kalabilenler ise temerküz kamplar na yerle tirildiler. Yenilginin ac s n derinden ya ad klar için tedavi kabul etmediler ve bir süre sonra yok olup gittiler. Yani Tazmanya da konu ulan irili ufakl bütün diller konu anlar biyolojik olarak yok edildi i için ölmü tür. Bu büyük bir dil ölümü hadisesidir ve benzer örnekleri Afrika, Avustralya ve Asya da ya am olan halklar söz konusu oldu u zaman da görmekteyiz. Ayn olmasa da, benzer hadiselerin Kazak ve di er Türk topluluklar için de geçerli oldu unu görüyoruz. Bu durumda sadece kazananlar ve kaybedenler isim de i tirmi tir. Bu kez ba ka bir co rafyada, Bat n n sömürgeci anlay n benimseyen Ruslar n kar s nda, ya ayabilmek için mücadele eden Kazaklar ve di er topluluklar kurban rolündedirler. Daha sonra ayr nt l bir ekilde görülece i üzere, sava lar ve soyk r mlar sonucunda yüzbinlerce Kazak Türkü ölmü , nüfusta önemli ölçüde azalmalar olmu tur. Yani Rus yay lmac l sürecinde yirminci yüzy l Kazaklar için bir ölüm kal m sava na sahne olmu tur. nsanl k tarihi bu tür sava ve soyk r m, yani d etkenler 7 sonucunda meydana gelen ölümlere verilecek daha yüzlerce örnek ile doludur . Yeryüzünde dil ölümünü tetikleyen ve de i ik bölgelerde de i ik zamanlarda ortaya ç kan ba ka d etkenlere de rastl yoruz. Sava ve soy k r ma benzeyen, ama daha az hasara yol açan ba ka baz d etmenler ise insanüstü hadiseler olarak kar m za ç kar. Herhangi bir dili kullanan insanlar n say s baz felâketler neticesinde azalabilmektedir. (Crystal, 2001, 71). Baz durumlarda sel, 8 kurakl k, so uk ve uzun geçen k , açl k , volkan patlamas ve deprem gibi do al afetler ve veba gibi hastal klar da toplumlar n ve dillerin ölmesini tetiklemi ve pek çok dilin bu ekilde yok olmas na sebep olmu tur. Fakat bu tür do al afetler, sava lar n ve soyk r mlar n yapt kadar yeryüzünü kaplayan büyük tahribatlar yapmam t r. Yeryüzünde zaman zaman (belli bölgelerde) meydana gelen do al afetler, bir çok farkl dili konu an pek çok yerli kabileyi, toplulu u süpürüp atm t r. (Wurm, 1996, 1) Bu da pek çok yerli dilin ortadan kalkmas na neden olmu veya konu an azalan pek çok dili tehlikenin içine atm t r. Ortaça da ya anan büyük veba salg n n bu tür do al afetlere örnek olarak verebiliriz. Bu ça da milyonlarca insan veba salg n dolay s yla yok olmu ya da yerlerini terketmek zorunda kalm lard r. Uzmanlar Kara Ölüm (Balck Death) denilen bu salg n n, dünyan n nüfus yap s n önemli ölçüde etkiledi ini, bunun sonucunda 7 Burada bir zamanlar Amerika yerlisi olan Yahi Kabilesi nden bahsetmek gelinen noktay göstermeye yeterli olacakt r. Amerika n n Kalifornia eyaletinde ya am olan Yahi Kabilesi 19. yüzy lda beyaz insan taraf ndan yok edilmi tir. (Trask, 1996, 324) Beyaz adam n mal ve toprak h rs n n kurban olan kabilenin son ferdi (Amerikal lar onu Kishi takma ad yla tan d lar) müzelik bir meta olarak iki y l sergilendikten sonra ölmü tür. Bu ölüm Yahi dilinin de ölümü olmu tur. 8 Kazakistan Sovyetler döneminde bu son üç afeti çok s k ya am t r 71 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu 9 sistemlerin ve sosyal yap lar n büyük ölçüde de i ti ini beyan etmektedirler . Türk tarihini ilgilendirmesi noktas nda bakt m zda Scmailo lu nun ortaya koydu u verilerden hareketle biz de dil-Volga Bulgarlar n n ani bir yok olu la ya ad klar co rafyadan silinmeleri ve konu tuklar dilin sukut etmesi olay n bu 10 salg n ile aç klayabiliriz . II. Tehlikeyi Yak ndan Hissetmek Tehlike s n r na girmi dil kavram ile tam olarak neyi kasdediyoruz? Yukar da bahsetti imiz iki tür etki (sava lar ve do al afetler) Türk dili ve onun lehçeleri söz konusu oldu u zaman nas l bir rol oynam t r ve bu nas l bir sonuç olarak kar m za ç km t r? Dil ölümünün safhalar ve geçirdi i süreç Kazakça ba lam nda nas l tezahür etmi tir? Uluslararas dil bilim çal malar nda kullan lan k staslara göre, tehlike s n r na girmi dilden kas t, onun art k yeni ku aklar taraf ndan ö renilmiyor olmas ve yeni ku aklara aktar lma noktas nda sahipsiz kalmas d r. Sahibini kaybeden dil hazinesi, ya malanmaya veya bilinmeyen bir yerde unutulmaya mahkum olur. Bu unutulman n birincil sebebinin bizzat o dili konu anlar n yok olmas veya yok edilmesi oldu unu söylemi tik, bir di er sebep ise dilin as l sahiplerinin ana dili terkederek ba ka bir dili do al ileti im arac olarak tercih etmesi ve bu anlay yeni nesillere bilinçli veya bilinçsiz bir ekilde aktarmas d r. Bu ise yeni durumun kabullenilmesi ve ana dilin intihara sürüklenmesi demektir. te bu yüzden bize göre 20. yüzy l bir dil mezarl olarak tarih sahnesinde yerini alm t r. Tarihin en eski ça lar ndan günümüze kadar geçen sürece bakt m zda görüyoruz ki 20. yüzy lda ya anan iki dünya sava ve de i ik do al felaketlerde ölen insan say s geçmi teki bütün yitimlere neredeyse yakla m t r. Sadece iki dünya sava nda 30-40 milyon insan n öldü ü dü ünülmektedir (Crystal, 2001, 72). Ayn dönemlerde Rusya da ne kadar insan n öldü ü kesin olarak bilinmemekle beraber, ölen insan say s n n 20 milyon civar nda oldu u tahmin edilmektedir. Bunun ne kadar Türk unsurundan olu uyordu ve bunun ne kadar sava ve soyk r mlar sonucu gerçekle ti, ne kadar na suni bir ekilde planlanan 11 do al afetler sebep oldu tam olarak bilemiyoruz. Bildi imiz yeryüzünden pek çok toplulu un baz nedenlerden dolay yok oldu u ve bunun kayda de er bir k sm n n Orta Asya da özellikle Kazaklar aras nda meydana geldi idir. 9 Schamiloglu, 1986, s.260 Benzer ekilde ngilteredeki nüfusun büyük bir k sm n n yok oldu unu görmekteyiz. rlanda gerçe inde ise ngilizlerin bask c ve yok edici politikalar yan nda veba salg n n n pay büyük olmu tur. 14. yüzy lda Avrupa da 25 milyondan fazla insan n öldü ü dü ünülmektedir. (Crystal, 1997, 147) Bu yüzden bir çok millet topyekun ana dilini unutma veya terketme ile kar kar ya kalm t r. 11 Halk n topraks z b rak lmas , 1930 larda kolhoz ve sovhozlar n yayg nla t r lmas ve beraberinde gelen kurakl k ve açl n insanlar k rmas gibi. 10 72 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. Elimizde Türk topluluklar n bu anlamda inceleyen pek çok yaz ve rapor 12 mevcuttur . Biz bu yaz m zda Kazak Türkçesini inceledi imiz için do al olarak Kazak Türkleri ile ilgilenece iz. Bu ba lamda bakt m z zaman yukar da verdi imiz genel k staslar çerçevesinde Kazak Türkçesini geçen ony llarda tehlike s n r na yakla m ve hatta s n r geçmi diller aras na dahil etme durumunda 13 kal yoruz . Yani Wurm un çocuklar taraf ndan, en az ndan bir k sm taraf ndan (% 30 civar nda) ö renilmeyen herhangi bir toplulu un dili tehlikedeki diller veya potansiyel olarak tehlikeyi hisseden diller aras na dahil edilmelidir. (Wurm, 1996, 2) eklinde koydu u k stasla bakarsak Kazakça tehlikeyi potansiyel olarak 14 hissetmeye ba lam t diyebiliriz . E er bir toplumun çocuklar ve hatta genç ku aklar ana dili yerine kendince üstün ve do ru oldu una inand veya konu mak zorunda oldu u bir dili tercih ederse, bu durumda domino effect (domino ta etkisi) ile bütün yeni ku aklar dikey dizilmi domino ta lar n n bir hareketle s rayla y k lmas nda oldu u gibi, bu y k mda yer alacak ve kendi dillerini bir sonraki ku a a bir enkaz olarak devredecektir. Nitekim Sovyetler döneminde gençlik aras nda zaten az bir alanda konu ularak de eri azalan veya hiç olmayan ana dilini ö renme ve daha önemlisi kullanma iste ine ilgi büyük 15 ölçüde azalm t . Bir dilin tehlike s n r na girmesinin ba ka bir nedeni de dilin parçalara ayr larak zay flat lmas ve o dilden birden fazla alt dilin ortaya ç kar lmas d r. Bu olguya bir örnek olarak Orta Asya da bir dönem genel yaz dili olan Ça ataycay verebiliriz. Bugünkü Türk cumhuriyetleri ortaya ç kmadan önce, Türkistan da Ça atay Türkçesi edebi dil olarak 19. yüzy la kadar varl n devam ettirmi tir. Orta Asya Türkleri, bir boya aidiyet duygusu ile kendi içlerine kapan p, a zlar da yaz diline dönü türülünce genel dil parçalanm ve yerel dillerden olu an Türk dili lehçeleri tarih sahnesine ç m t r. Böyle olunca köklü bir yaz gelene i olmayan, daha çok a zlara dayanan yeni yaz dilleri güçlenebilmek ve kendi 12 Ayr nt l bilgi için bak n z; (Saray,1993a , 1993b, 1995, 1999); (Gömeç,2003) 1990 sonras süreç bu durumda gözard edilmi tir. 14 Sema Barutçu Özönder in bildirdi ine göre 1926 da mesela Kazaklar aras nda Rusça y bilen ve ana dili olarak kabul eden Kazaklar n oran 0.7 iken, Kazakça y bilen ve ana dili olarak kabul edenlerin oran 98.4 tür. 1989 nüfus say m na göre Kazaklar n dil durumu ise oldukça dikkat çekicidir. Bu y la gelinceye kadar, yakla k 60 y lda Rusça bilen ve ana dili gibi alg layan Kazaklar n oran 0.7 den 60.4 e yükselmi tir. Kazakçay ana dili olarak konu an insanlar n say s nda ise yüzde 97.0 ile dü ü gözlenmi tir. Bu sonuçlara göre her ne söylenirse söylensin, SSCB s n rlar içindeki Türk topluluklar n n ço unda dereceleri farkl olmakla birlikte ana dili kayb n n artt yönündedir. Ana dillerini kaybedenlerin kendilerine ana dili olarak seçtikleri dil ise Rusça olmu tur. (Barutçu Özönder, 1999, 24). Burada bir yabanc dil bilmekle, yabanc bir dili ana dili olarak görmek aras nda fark oldu unu, Türk topluluklar nda Rusça bilme oran n n yükselmesinin ana dilden Rusça ya kay demek oldu unu görmek gerekir. Gerçekte Rusça y ana dili mertebesine ç kartmak anlam na gelen bu durum, ana dil aleyhine i leyen bir süreç olarak kar m za ç km t r. ki dillili in 1970 te yüzde 41 lik bir orana ula m olmas ve 20 y ll k k sa bir sürede bu oran n yüzde 60 a f rlamas Kazakça aç s ndan hiç de iç aç c bir durum de ildir. Kazakça ve di er Türk dillerinin iki dillilik ba lam nda geldikeri durumu ayr nt l bir ekilde görmek için bakz., (Barutçu Özönder, age, ss. 21-30). 15 Bu konuda daha ayr nt l bilgi için bak., (Appel and Muysken, 1987). 13 73 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu gelene ini olu turabilmek için ya yerel kaynaklara yönelmi ya da Rusçan n 16 tesirinde yeni bir mecraya girmi tir . Türkiye Türkçesinde de kullan lan pek çok slami terimin Kazakça Türkçesinden temizlenmesi veya bu terimlerin Rusçalar yla de i tirilmesi sonucunda 19. yüzy l n ba lar na kadar geçen süreçte ekillenen Türk lehçeleri e itim ve bilim dili olarak yetersiz bir hale gelmi ti. Bunun üzerine Sovyetler; Biz yolda z, sizin ilim ve e itim sahas nda kalk nman z , ileri gitmenizi isteriz. Bunun için en iyisi Rusçay e itim ve bilim dili olarak kullan n kampanyas n ba latm lard r. Neticede Kazak Türkleri Rusçay kabul etmek mecburiyetinde kalm lard r. (Saray, 1999, 173) Böylece halklar n karde oldu u fikrini yay p yolda dü üncesini benimsetmek, Türk halklar n kendilerine yabanc olan ortak bir dilde ve kültürde (Rus dili ve kültürü) birle tirmek istemi lerdir. Böyle olunca güçlü bir edebi gelene e sahip Rusça, gelene i zay f olan bu lehçeleri kolayca etkisi alt na alm ve dayatma ile olu turulan bu yaz dillerini tehlikenin içine itmi tir Bir dilin tehlike içine dü mesinin nedenlerinden biri de toplumun ba ka bir kültür ile e it olamayan artlarda temas ve sonuçta meydana gelen kültürel çat mad r (cultural clash). Bu temas hiç ku kusuz büyük ölçüde dillerin mücadelesi eklinde tezahür eder. Dil temas (language contact) olarak adland r lan bu olguda, daha sald rgan ve güçlü kültürün ta y c lar , ki bunlar ba ka bir dili konu urlar, daha fazla nüfusa, daha sa lam bir ekonomiye ve daha güçlü bir askerî yap ya sahiptirler, kendi dillerini alt kültürün dili kar s nda 17 hakim k lmaya çal rlar . Böyle olunca bu yeni dilin ta y c lar zay f unsurlar için zamanla örnek bir üst kültür (role model) olamaya ba larlar. Bu da sonuçta do al ileti im arac olarak ana dilini kullanan insanlar n kafa yap s n ve dünya görü ünü de i tirir. Farkl dili konu an insanlar aras ndaki sürekli temas bu dillerin tarihi geli imleri için çok önemli sonuçlar do urur (Trask, 1996, 310). Bu sonuçlar hiç de küçümsenecek cinsten de ildir. Telafisi art k mümkün olamayan bir mecraya giri tir bu. Yani d etkenlerin tesiri ile ana dili do al ileti im arac olarak kullanan insanlar topraklar gibi bilinçaltlar n da i gale u rat nca i ana dil aleyhine dönmü olmaktad r. öyle ki, zay f kültürün çocuklar n n aileleri kendi dillerinin yerine çocuklar na güçlü kültürün dillerini ö renmeleri için yön verirler. Kendileri de bu güçlü kültürün dilini ö renmeye ve konu maya gayret sarfederler. Genç ku ak k sa zamanda kendi geleneksel dilini hor görme e ilimine girer ve ana dilini a a de er olarak görür, sonuçta onunla 16 Sovyetler, Türkiye Türkçesinden geçen kelimeler ile slami terimlerin de kullan lmas n yasaklam ve bunlar n yerine Rusça kelimeler kullan lmas n istemi tir. (Saray, 1999, 172). 17 David Crystal a göre bir toplumun ba ka bir topluma göre say ca üstün olmas dil ölümü için mutlak art de ildir. Nüfusca az ama askeri ve ekonomik olarak güçlü topluluklar, say ca fazla gruplara tesir edebilirler ve onlar n dillerini öldürebilirler.(Crystal, 2001, ss.68-91) Bu ba lamda her ne Kadar Kazakistan da Rus ve Türk olmayan di er unsurlar say ca üstün idi iseler de di er Türk cumhuriyetlerinde bu böyle de ildi. Örne in K rg zistan da 1989 say mlar na göre K rg z Türkleri ile Ruslar n oran öyle idi: K rg z Türkleri 2.310.000, Ruslar 1.090.137. Say ca üstün olmalar na ra men K rg z Türklerinin dili de ölüm tehlikesini yak ndan hissetmi bir yaz dilidir. Türk devletlerinin ve di er Türk topluluklar n n nüfus ve co rafi bilgileri, Türk olmayan unsurlara oranlar için, bak., (Saray, 1999), (Özkan , tarihsiz) ve (Özkan,1997). 74 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. ilgilenmeyi b rak r (Wurm, 1996, 2) Bu da kaç n lmaz bir ekilde ana dilin ölümü ile sonuçlanacakt r. (Eski) Sovyetler Birli i ndeki ve Çin deki pek çok küçük az nl k dili bu süreci halihaz rda ya amaktad r. (Wurm, 1991, 7) Diller aras nda meydana gelen ilk temas k sa bir süre devam eden durgunluktan sonra kar l kl kelime al veri i eklinde tezahür eder. Ku kusuz, güçlü dilden zay f dile ak daha h zl d r ve ço unlukla tek yönlüdür, yani ak sürekli olarak yukar dan a a ya do ru gerçekle ir. Eknomik, siyasî, askerî ve kültürel bask lar sonucunda meydana gelen bu ak ödünçleyici dili ikincil pozisyona iter. Geleneksel bir yaz dili olmayan sözlü gelene e dayal bir yerel dil, köklü bir yaz dili gelene ine sahip do al bir ifade arac olarak kullan lan ehirli gelene e sahip sald rgan bir yaz dili kar s nda esner ve yava yava ona yol verir. (Wurm, 1991, 7) Pek çok dil, bunu Kazakçadan daha ileri seviyede ya am ve öz varl n büyük ölçüde yitirmi tir. Bugün spanya da ya ayan Bask dilini buna örnek olarak verebiliriz. ki yüz y ldan daha k sa bir sürede Bask dili kom u dillerden, Romans ve Latin, binlerce kelime ödünçlemi ve bu ödünçlenen kelimeler zamanla Bask dilini istilâ ederek ana dildeki kelime say s n az nl a dü ürmü ve ku kusuz yüz binlerce kelimenin yok olmas na sebep olmu tur. (Trask, 1996, 309) III. Sosyo-Kültürel Temasta Kazak Türkçesini ekillendiren Üç Etken: galler, Göçler ve E itim 1552 de bugünkü Tataristan n ba kenti Kazan alarak ba lad klar Türk illerini i gal hareketine, 1556 da Astrahan ve dolay s yla Ba kurdistan alarak h z veren Ruslar dan, 1731 de Kazaklar n Küçük Cüz lideri Ebul Hayr Han yard m talep etti. Mo ol Kalmuk ve Jungar kabilelerinin sald rgan ve y ld r c sald r lar ndan kurtulmak için Ebu l Hayr Han taraf ndan istenen hamilik ve buna kar l k Orenburg Kalesi nin in as (1734-35) ile Ruslar nihaî hedeflerine do ru ilk büyük zaferi elde ettiler. Orenburg Kalesi nin in as ile Orta Asya n n kaderi 18 de i meye ba lad . Bu önemli hadiseden sonra, Orta Asya da ilk i gal Kazakistan da ba lad ve ilk göçler de buraya yapt r ld . Çarl k Rusyas n n planl i gal faaliyetleri baz Ruslar n gönüllü göçleri ile de peki tirildi. Rusya dan gelen ve Rusça konu an bu insanlar avantajl bir durumda Kazakistan a yerle meye 19 ba lad lar . Bir süre sonra da Kazak halk bunlarla do rudan veya dolayl temasa 18 Ebul Hayr Han 1731 de toplad mecliste Rusya himayesine girme meselesini be ler ve aksakallarla tart maya açm , meclis; Rusya ile bar içerisinde ya ayabiliriz, lakin Rusya n n tabiiyetine girmeyiz diye karar vermi tir. Daha sonra Ruslar baz be leri sat n alarak Or ve Ural aras nda Orenburg Kalesini in a ettiler. 1734-1735 y llar nda tamamlanan bu kale, Türkistan a do ru yay lma faaliyetlerinin merkezi oldu (Gömeç, 2001, 743; Saray, 1999, 88) 19 Kazakistan a yerle tirlmeye ba layan iki büyük Rus göçmen grubunu Kossaklar ve Rus köylüleri olu turmaktayd . Geni meralar Ruslara verilince, yeni göç dalgalar n n Kazakistan sarsmas kaç n lmaz hale gelmi tir. Çarl k Rusyas için bir tehlike olan Kossaklar Orta Asya ya gelmekle hem Ruslar rahatlatm hem de kolluk kuvveti rolünü üstlenmi lerdir. 75 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu 20 geçmek durumunda kald lar. Bu temas dilde temas da tetiklemi tir . Rus mujiklerinin (köylülerinin) göçü özellikle birinci Rus devrimi zaman nda (190521 1907) oldukça yo unla m t r . M.Tatimov un (1994) verdi i bilgilere göre as l büyük göç dalgalar 1930 lu y llarda (yakla k 1.300.000 ki i), kinci Dünya Sava y llar nda (yakla k 1.300.000 ki i) ve 1954 ile 1958 y llar aras nda olmu tur (yakla k 1.450.000 ki i). Bu insanlar n ço unu vas fs z i çiler, rejim için tehlikeli addedilen Rus ve di er uluslardan insanlar, topra olmayan köyüler, 22 sava esirleri olu turmaktayd . Göçler sonucu Kazakistan da yabanc nüfus h zla artarken, Kazak nüfus h zl bir ekilde azalmaya ba lam t r. Yukar da sayd m z pek çok nedenden dolay 1940 y l na geldi imiz zaman Kazaklar art k az nl kta görmekteyiz. 1926 say m nda Kazaklar toplam nüfusun % 58 ini (3.627.000) olu tururken, Ruslar 34.9 unu (2.164.000) olu turuyordu. 1939 da yap lan say ma göre ise Ruslar n say s : 2.877.000; Kazak Türklerinin say s : 2.833.000; di erleri 436.000 idi. (Saray, 1999, 165). Görüldü ü gibi Ruslar n say s nda artma, Kazaklar n say s nda azalma vard r. 13 senelik bir devrede normal artlarda Kazak Türklerinin nüfusunda 1 milyonun üstünde bir art olmas gerekirdi. Bundan da u anla lmaktad r ki, 1929 -1939 aras nda Kazak Türkleri 2 milyonun üstünde bir insan kayb na u ram t r. Felaket y llar olarak adland r lan 1920-38 aras nda, Kazak Türklerinin 3 milyona yak n insan kayb na u rad n görmekteyiz. (Caroe,1967,163-71) 1940 da ise Ruslar 3.4 milyon, Kazaklar ise bir daha Kazakistan da ço unluk durmuna geçmemek üzere 3 milyonla az nl k 20 1891 deki Bozk r Düzenlemeleri, Rus köylülerine özel mülk olarak verilen topraklar ellerinde tutmalar için özel haklar verdi (Suleimenov, 1963, 96-97).Çar hükümeti bu düzenlemeler vas tas yla Kazakistana yönelen büyük kitle göçlerini desteklemeye ba lam t r. 21 Tarihçi N.E. Bekmakhanova 20.yüy l n ba nda yakla k olarak 1.3 milyon Rus köylüsünün Kazakistan a ve K rg z stan a göç etmi oldu unu belirtmi tir (Bekmakhanova, 1989, 160). Nüfus bilimci M. Tatimov yirminci yüzy l n ba nda Kazakistan a göç eden 1.150.000 göçmenin varl ndan bahsetmektedir. (Tatimov, 1994, 1). Daha 20 y l önce ülke nüfusunun 82 sini olu turan Kazaklar Sovyet Rusyas zaman nda az nl k duruma dü ecektir. 1914 y l nda Birinci Dünya Sava ba lamadan önce Kazakistan topraklar na gelen göçmenlerin say s 3.000.000 u bulmu tu .1897 de Kazakistan da % 15 Rus veya Slav var iken, bu say 1916 da % 41 e yükselmi tir. 1926 da 3.831.000 olarak verilen Kazak Türklerinin nüfusu, 1959 da 3.581.000 e dü mü olarak beyan edilmi tir. (Gömeç, 2001, 749) 22 Bu göçmen gruplar 1940-1941 de Balt k cumhuriyetlerinden, Bat Beyaz Rusya dan ve Moldovya dan getirilen grup Sovyet kar t unsurlar ; 1937 de getirilen, Yunan ve Finlandiyal lar toplumsal yönden tehlikeli unsurlar ; ve ran ve Afganistan s n r na yak n bölgelerden getirilenler üpheli insanlar olarak adland r lm lard r (Zemskov, 1990, 16). Kazakistan da, Aral k 1938 e kadar Korelilere ait 6.905 aileyi kapsayan 57 ba ms z kolhoz (ortakla a çiftlik) kuruldu. laveten 3.784 Koreli aile bu mevcut kolhozlara yerle tirildiler (Kim, 1991, 291). 1937 y l nda toplam olarak 18.526 Koreli aile (100 bin ki iden fazla) Kazakistan a geldi (Kozybaev, 1990, 11). 1941 de Volga Bölgesi nde ya ayan Almanlar zor kullan larak Sibirya da ve Orta Asya da iskana tabi tutuldular. 1 Aral k 1941 e kadar Kazak Cumhuriyetine sürgün edilen Sovyet-Almanlar n n toplam say s 441.713 idi (Kozybaev, 1991, 238). Sürgünlerin say s Ocak 1953 e kadar 2.753.356 ya kadar yükselmi tir. 76 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. 23 durumuna dü mü tür . Toplam olarak Sovyetler birli i döneminde yakla k 6.200.000 insan Kazakistan a göç etmi tir (Tatimov, 1994, 1-3). Kazakistan da Sovyet hükümetinin kurulmas ndan önce 1.5 milyondan az Avrupl ya yor idiyse de, henüz 1991 y l n n ortalar nda 8.9 milyon Avrupal göçmen yerle mi durumdayd . (Tatimov, 1993, 135) Bugün bu say 10 milyonu geçmi bulunmaktad r. Bütün bunlar Kazaklar n Türk olmayan unsurlar n kar s nda ikincil konuma dü mesi anlam na geliyordu. Bu süreçte göç ve iskân faaliyetlerini kararl bir ekilde sürdüren Ruslar, bir yandan da e itim ve ekonomi alanlar nda yeni at l mlar yaparak istediklerini almay bilmi lerdir. Sosyal ve eknomik bask y yak ndan hisseden Kazak Türkleri, hakim kültüre entegre olabilmek için uzun u ra lar vermek zorunda kalm lard r. Bu duruma gelinceye kadar Orta Asya kar l kl verilen mücadelelere sahne olmu tur. 19. yüzy l n ortalar nda kendilerine ait bir yaz dili olmayan ve ço unlukla göçebe bir hayat süren, fakat güçlü bir sözlü gelene e sahip olan Kazaklar, bu yüzy l n sonlar na do ru hem yerle ik hayata geçmi hem de medreselerde, Ceditçilerin açt modern okullarda ve say lar giderek artan RusKazak okullar nda yaz l bir gelenek olu turmaya ba lam lard r. Bu süreçte Kazakistan (di er Türk topraklar nda oldu u gibi) Kadimci, Ceditçi, Yerel Milliyetçi (Kazak, Özbek, K rg z milliyetçili i gibi) ve Rus (ve Rus yanl s Kazak) fikir ve aksiyon gruplar n n özellikle e itim ve dil alan nda kar l kl mücadelelerine sahne olmu tur. E itimde geleneksel medrese ve mektep anlay n benimseyen grup kadimciler olarak adland r lmakta idi. Bunlar klasik 24 e itimi benimseyip, dinî anlay ön plana ç karanlardan olu maktayd lar . Bu yüzden Kazak Türkçesinin Arap ve Farsça ile zenginle tirilmesini savunyorlard . Bir K r m Tatar Türkü olan smail Gasp ral n n öncülü ünü yapt , Anadolu dan da büyük destek alan Ceditci (yenilikçi) hareket, uzun y llar Orta Asya ya e itimde ve sosyo-kültürel planda yön vermi tir. 1883 y l nda Gasp ral smail 25 taraf ndan ilk say s yay mlanan, stanbul da, Azerbaycan da, dil-Ural da ve Türkistan da okunan ve anla lan Tercüman gazetesi dilde, fikirde, i te birlik anlay n ve millî uuru benimseyen, ama ayn zamanda Bat l de erleri de aktarmaya çal an ça da e itimi Orta Asya ayd nlar na ve halklar na benimsetmeye çal m t r. Genel bir Türk dili ve kültürü ad na pozitif milliyetçilik olarak adland r labilecek olan bu hareketin kar s nda hiç ku kusuz, Kadimciler, Yerel Milliyetçiler ve Rus yanl lar vard . Çal mam za ba larken bir büyük dilin parçalan p yeniden büyümek ya da ölmek üzere lehçelere ayr ld n söylemi tik. 23 1989 say m na göre Kazakistan n toplam nüfusu 18 milyon idi. Bu nüfusun yakla k 8.1 milyonu Türklerden 10 milyonu Türk olmayan unsurlardan (Rus, Ukraynal , Alman, Koreli) olu uyordu. Ayr nt l bilgi için bak., (M. Saray, 1999, 71, 74). 24 Bununla birlikte Kazak Türesinin Arap Alfabesi esas ndaki Alfabesini 1912 de bir ceditçi olan dilci ve aksiyon adam Ahmet Bayturs nul tespit etmi tir. Ayr nt l bilgi için bkz. (Tamir, 1998, 435) 25 Saadet Ça atay çocukken Kazan n bir köyünde Tercüman okuyup anlayabildiklerini anlat r.(Ça atay, 1978,s.147) 77 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu Bu sürece, Kazak Türkçesi 19. yüzy l n sonlar na do ru i te böyle bir ortamda ad m atmaya ba lam t r diyebiliriz. Genel Türk dili ve kültürü ad na negatif milliyetçilik diyebilece imiz bir anlay n Orta Asya Türklü ü aras nda yay lmaya ba lad 20. yüzy l, Ça atay 26 Türkçesi veya genel Türk edebi dili yerine mahalli lehçelerin ön plana ç kar ld yüzy l olmu tur. Yüzy llardan beri yaz dili olarak i lenmi olan Ça ataycay veya Türkiye Türkçesini bilmeyen mahalli ayd nlar, bunlar n kar s nda çok iyi bildikleri kendi a zlar na (sonradan Türk dilinin lehçelerini) ve Rusçaya öncelik vermeye ba lam lard r. Bu ba lamda 19. yüzy l n ikinci yar s nda do up eserler vermeye ba layan baz Kazak ayd nlar Kazak milliyetçili i yaparak di er Türk topluluklar ile aradaki ili kileri dil ba lam nda koparacak giri imlerde bulunmu lard r. Bu anlay görünü te olumlu gözükse de, gerçekte Kazakçan n zay flamas na (bugün her ne kadar edebî bir dil olabilmi ise de), ve sonuçta Rusça kar s nda ma lubiyetine zemin haz rlam t r. Ib ray 27 28 Alt nsarin (1841-1899) Çokan Velihanov (1837-1865) ve Abay Kunanbay (1845-1905) gibi yazarlar Kazak Türkçesi ile kaleme ald klar eserleriyle Kazak dilinin temellerini att lar. (Gömeç, 2001, 752) Bu aksiyon ve fikir adamlar , yaz diline dönü ecek olan Kazak Türkçesinin bu ba lamda kurucular say l rlar. Türkistan co rafyas nda her büyük Türk toplulu unun belli ba l ayd nlar ayn ekilde hareket edince kendi iç dinamiklerini harekete geçiremeyen, bilim ve genel anla ma dili özelli ini kaybetmi paramparça bir Türk dili ortaya ç km t r. Bu anlay lar, Rus kültürü ile beslenip, kavmî milliyetçili i ön plana ç kar nca 1883 ten beri Gasp ral n n önderli indeki umum Türk dili ve kültürü mücadelesi de büyük yaralar almaya ba lam t r. Bu ayd nlar n aksine, smail Bey Gasp ral , ilk ve ortaokullarda yerel dillerde e itim anlay n benimserken, lise ve özellikle yüksek okulda bir tek Türk dilinin e itim dili olmas gerekti ini, bunun 29 da Osmanl ( stanbul) Türkçesi olaca fikrini yaymaktad r . Bu y llarda Gasp ral n n kar s nda, bölgesel ay r mc l ön plana ç karan bu tür yerel Türk 26 Bugün 20 nin üzerinde Türk yaz dili oldu u bilinmektedir. Bu konuda bakz. (Ercilasun, 1987). Ruslar olmadan Kazaklar sadece Asyal bir kavimdir , diyen Çokan Velihanov a r bat l la ma taraftar bir kimse idi. Bunun için Ruslar örnek al nmal ve onlar n rehberli inden istifade edilmeliydi. Onun gibi dü ünen brahim Alt nsar n ise, bir ad m daha ileri giderek lminsky ile i birli i yapm ve Kazak gençlerini Rus kültürüne ve Hr st yanl a sokmak için aç lan Rus-Kazak Okullar n n Kazakistan da yay lmas na yard mc olmu tur. Neticede Rus lar n te viki ile bu iki Kazak ayd n , Gasp ral n n arzu etti i umum Türk dilinden ayr bir ekilde Kazakça n n geli mesi için büyük gayret sarfetmi lerdir. (Saray, 1999, 128) 28 Çokan Velihan ile brahim Alt nsar n dan sonra Kazaklar aras nda Rus Kültürünün yay lmas n n faydal olaca na inanan üçüncü ah s, air ve dü ünür Abaya Kunanbay (1845-1904) olmu tur. slama ve medrese e itimine pek ra bet etmeyen Abay, Kazakça n n geli tirilerek, Kazak çocuklar n n Kazakça e itim görmelerini istemi tir. (Saray, 1999, 128) 29 Maarif ve kültür i leri her halk n kendi idaresinde yürütülür. lkokullarda e itim dili olarak, her kabilenin kendi ana dili (lehçe) kullan l r, orta ve yüksek okullarda umum Türk dilinin kullan lmas mecburidir. (Ilgar, 1988, ss. 145-46) Kazak ayd nlar n n, Türk birli ine inanmakla birlikte, Türklü ü birle tirecek olan Gasp ral smail Bey in bu teklifine biraz so uk kald klar görülmektedir.(Zenkovsky, 1967, s. 65) 27 78 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. ayd nlar n n yan nda veya arkas nda sürekli olarak iki önemli Rus ismi görmekteyiz: lminsky ve Ostroumov. Orta Asya Rus yay lmac l nda ve bugünkü cumhuriyetlerin s n rlar n n çizilmesinde, dillerin tespitinde hep lminsky kar m za ç kar (Devlet, 1988, 47). A zlara dayal yaz dili anlay n benimseyen ve bunu bütün Türk halklar na da benimsetebilen lminski bugünkü Türk lehçelerinin de teorisyeni say l r. lminski nin dava arkada Ostroumov, ayn y llarda özellikle bas n kanal yla Rus dili ve kültürü ad na faaliyetlerde bulunuyordu. 1883 y l n n Tercüman gazetesinin ç kar lmaya ba lad y l oldu undan yukar da bahsetmi tik, ne tesadüftür ki ayn y l Ostroumov da Türkistan Vilayetinin Gazeti isimli gazeteyi ç karmaya ba lam t r. 1917 y l na kadar ç kmaya devam bu gazete Farsça n n tesirinde kalm olan Ta kent a z na dayanan (ses uyumu) bozuk bir yaz dilini Özbek Türklerine ö retmeye çal yordu. (Togan, 1981, 501-503) Burada amaç hem genel Türk dilini parçalamak, hem Özbek Türkçesinin farkl bir mecrada geli mesini sa lamak, hem de bu yeni dilin Rusça n n kar s nda bir bak ma elini kolunu ba lamakt r. Buna ra men, Abdullah Kadirî, Abdurrauf F trat, Çolpan ve 30 Aybek gibi ustalar n elinde Özbek Türkçesi (biraz da Ça atayca dan gelen bir gelenekle) Rusça kar s nda kendini korumas n bilmi tir. Buna kar n Kazak Türkçesi, Rusça kar s nda adil olmayan ikili mücadelede, Özbek Türkçesinin ald ndan daha fazla yara alm t r. Kar t anlay lar n (kadimci, yenilikçi ve Rus yanl s ) sürekli çat ma içerisinde oldu u ortamlarda büyüyen Kazak nesli, sonuçta isteyerek ya da istemeyerek güçlünün yan nda yer almak, yani Rus kültürünü, dil ba ta olmak üzere benimsemek zorunda kalm t r. Nitekim, 1970 lere gelindi inde Kazaklar n art k tutunacak dallar da kalmam t r. 13 Ekim 1973 te Yüksek ve Orta Teknik E itim Bakanl n n karar ile kabul edilen e itim pro ram Rusla t rman n yeni bir basama n te kil etti. imdiye kadar ana dilde okutulan dersler de Rusça okutulmaya ba land . (Gömeç, 2003, 86) Bunun sonucu olarak Rusça ö renemez korkusu ile çocuklar n Rus ana okullar na gönderen aileler, ortaokulda çocuklar m z Kazak Türkçesini iyi ö renemediler, bu yüzden zorlanabilirler gibi bir savunma mekanizmas geli tirip, ileride Rusçay da unutmamalar gerekir anlay ile orta ve lisede de Rus okullar n tercih edince, üniversitede ba ka seçenek kalmamam t r. Neticede, bilim dili tart mas z bir ekilde Rusça oldu u için, Rusça y birinci dil olarak benimseme yolunu seçmi lerdir. Okulda ve sonraki y llarda, i yerlerinde Rusça konu mak zorunda olduklar ve bütün ihtiyaçlar n Rusça kar layabildikleri için, zamanla sokakta ve kamu alanlar nda kullan lan dil de Rusça olmu tur. Nihayet Rusça, özellikle ehirlerde ya ayan aile fertlerinin özel mülkiyetleri içinde (evde) bile do al ileti im arac durumuna gelmi tir. te as l tehlike de buradan ba lam t r. D etmenler sonucunda zorla benimsetilen ikinci dil, evde bile ana dilin yerine kullan lmaya ba lan nca, Kazak 30 Bu ayd nlardan ilk üçünün ak beti t pk baz Kazak ayd nlar gibi kötü olmu tur. Ölüm tarihlerine bakt m zda kar m za hep 1930 lar n sonu ç kmaktad r. Yani bu milliyetçi ayd nlar planl bir temizlik hareketinin kurban olmu lard r. 79 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu Türkçesinin gelece i tehlikeye dü mü tür. 1991 deki ba ms zl k ilan ndan önce 31 Kazaklar (baz ayd nlar hariç) her ne kadar millî uura sahip idiyseler de dil konusunda duyarl l klar n önemli oranda kaybetmi lerdi. Yukar da tehlikeye giren dillerin yeni nesiller taraf ndan ö renilmedi ini, ihmalin her geçen gün artt n söylemi ve böyle bir dilin dil ölümü gerçe i ile kar kar ya kalaca n belirtmi tik. Bütün bu geli meler nda Kazakça n n hangi evrelerden geçti ini ve bu evrelerde neler oldu unu anlayabilmek için Kazak Türkçesinin yakla k 250 y ll k maceras nda acaba neler oldu bir bakmak gerekir. Tehlike s n r na ne zaman ve nas l geldi? Dil ölümü gerçe ini hangi derecede hissetti? Bütün bu sorulara yukar da de i ik vesilelerle cevaplar bulmaya çal t k. Bütün bunlardan anla ld ki, Kazakça Rusça ile temasa geçti i 1730 lu y llardan bu günlere de i ik a amalardan geçerek gelmi tir. Bu a amalar be farkl özellikte tespit etti imiz için, dil ölümü sürecinde Kazakça y be dönemde inceleme gere i ortaya ç km t r. IV. Kazak Türkçesinin Dil Ölümü Sürecinde Geçirdi i Evreler Dil ölümü sürecinde, Rusça ile temastan önceki dönemi genel Türk dili için Ça atay Edebi Türkçesi dönemi ve Kazakça için mahalli anla ma dili (a z) dönemi olarak adland rabiliriz. Kazak Türkleri Rus i galinden önce Rusça ile do rudan ve sürekli temas kurmad için dilleri nisbeten güvende idi. Yukar da geni bir ekilde bahsedildi i gibi, i galler ve göçler vas tas yla ilk önemli temaslar ba lad . Dil de i imine ve dil ölümüne ilk ad mlar bu ekilde at ld . Bu anlamda 1730 lu y llar ilk temas y llar olarak kabul edebiliriz. Bu ilk temas y llar ndan sonra Kazakça için öyle bir süreç ba lam t r: lk A ama: Dil De i iminde Gittikçe Artan Diller Aras Temas Olgusu Bu süreçte iki farkl dili konu an Rus ve Kazak toplumlar aras nda gittikçe artan oranda hem kültür hem de dil alan nda bir etkile im ve al veri söz konusu olmu tur. Yukar da da bahsetti imiz gibi bu ili ki her ne kadar kar l kl idi ise de daha çok bask n kültürün lehine geli mi tir. Bu da Rus dilinin ve Rus anlay n n tek yönlü olarak sömürülen topraklara ak demektir. Bu süreçte halk n bir k sm her ne kadar baz Rusça kelimelere a ina da olsalar henüz tek dillidirler (monolingual). K rl k bölgelerde dillerin temas oldukça s n rl oldu u için Rusçan n etkisi neredeyse yok gibidir. Baz ehirliler meslekleri icab Rusçay ikinci dil olarak ö renmeye ba lam lard r. Orenburg ve Almat gibi Ruslar taraf ndan kurulan ehirler Rus kimli i ta d klar için, burada ya ayan Kazaklar da kaç n lmaz olarak Rusçay ö renmek zorunda kalm lard r. Özellikle Ruslar n ço unlukta bulundu u kuzey ve bat Kazakistan da Rusçan n son derece tesirli oldu unu görüyoruz. Bu temas süreci Kazakistan da yakla k yüz elli y l sürmü tür. Bu uzun süreçte kayda de er oranda kelime ödünçlemeleri de söz konusu olmu tur. Benzer durum bütün Türk co rafyas için de geçerlidir. 31 1970 lerde Askar Kunay, Kazak Türklerinin milli tarihinin ortaya ç kmas nda, Olcas Süleyman da Kazak Türkçesinin ve kültürünün unutulmamas nda büyük emekleri geçen insanlard r. (Saray, 199, 170) 80 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. Almat , Ta kent, Bakü gibi merkezlere göçürülen çok say da Rus nüfusu, Rusçay büyük ehir halk aras nda da oldukça yayg n hale getidi. (Ercilasun, 1997, 38) Kelime ödünçleme konusunda Kazak Türkçesinin di er Türk lehçelerinden farkl taraflar olmu tur. Geçmi te ço unluk olarak yaz l bir gelene e sahip olmad klar ve büyük oranda konar-göçer bir hayat sürdükleri için Kazaklar uzun y llar yabanc dillerin (Arapça ve Farsça dahil) do rudan etkisi alt na girmemi lerdir. Di er Türk lehçeleri ile (mesela Özbek ve Türkmen Türkçesi ile) kar la t r ld nda Kazak Türkçesindeki Arapça ve Farsça as ll kelimelerin nisbeten az olmas Kazak Türkçesini farkl k lar. Sözlü gelenekleri güçlü oldu u için de ödünçledikleri kelimeleri asl ndan farkl olarak Kazak Türkçesinin fonetik (ses) yap s na uydurmu lard r. Arapça ve Farsça gibi Rusça 32 da bu a amada ayn kaderi payla m t r . Ancak yine de, slam dinini kabul ettikleri için, bu dönemde Arapça ve Farsçan n Rusçaya göre daha fazla etkisi olmu tur. Rusçadan ödünçlenen kelimeler daha çok tar msal ve teknik baz terimlerden olu makta idi. Yani, ödünçlenen kelimelerin büyük bir ço unlu u bilimsel alanlara aitti. (Bacon, 1980, 196) Bununla birlikte, Ruslar hem kurduklar ehirlere, hem olu turduklar organizasyonlara, hem de açt klar müesseselere Rusça isimler verdikleri ve halk Rusçalar n kullanmaya zorlad klar için bu dönemde gittikçe artan h zda bir dil kirlenmesi ile kar la yoruz. Ama yine de Sovyet dönemi ile kar la t r ld nda tehlike henüz çok uzak gözükmektedir. kinci A ama: Dil De i iminin Ba lamas ve Çift Dillili in Yayg nla mas Yakla k yüz elli y ll k temas sonras nda, 19. yüzy l n sonlar na do ru ve 20.yüzy l n ba lar nda, Kazak Türkçesi bu ikinci evreye girer. Kazak Türk ü, Rusçay çok iyi bilen kendi ayd n n bu sürecin ba nda Rus okulunda 33 yeti tirmi tir art k. Örne in, Ib ray Alt nsarin (1841-1889) ve Ahmet 34 Bayturs nul (1873-1938) modern anlamda Rus okullar nda e itim alm önemli ahsiyetler olarak kar m za ç karlar. Bu süreçte, dönemine göre önemli say labilecek miktarda Rus okulu ile kar la mam z durumu dahi iyi aç klamaktad r. Her ne kadar bu durum Kazak Türkünü temelden sarsabilecek büyük bir tehlike olarak gözükmese de, biz gelecekte olu acak tehlikeye (Rusla t rmaya) ipucu niteli inde oldu u için bu durumu kayda de er buluyoruz. Çünkü daha 20. yüzy l n ba lar ndaki okulla ma, ara t rmac Gömeç in verdi i bilgi do rultusunda kayda de er olarak kar m za ç kar. 1913 senesinde imdiki 32 Rusçadan kelime ödünçleme ve izlenen yöntemler konusunda bak n z Bacon, 1980, ss.189-202. Ferhat Tamir in verdi i bilgiye göre Alt nsarin Ruslar taraf ndan Türk çocuklar için aç lm olan Orenburg taki Rus-Kazak mektebini bitirir. 1859 da Orenburg (Or nbor) ta misyoner ve müste rik lminski ile tan t ve onun tesirinde kald . Onun tesiri ile Kazaklar için Kiril harfli bir alfabe haz rlad . Bu alfabeyle ve Kazak lehçesiyle yaz lm Qazaq Qrestomatiyas isimli bir okuma kitab yay nlad (1879). Onun bu eseriyle Kazak Türkçesi ilk defa yaz dili haline gelmi oldu. (Tamir, 1998,432-33) 34 Okuma yazmay avulunda ö renmi , orta ö renimini Tor ay ehrindeki Rus-Kazak Mektebi nde yapm (1886-1891), Or nbor daki Rus Ö retmen Okulu nu bitirerek ö retmen olmu tur (18911895). (Tamir, 1998, 435) 33 81 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu Kazakistan da, Rus sistemi ile e itim yapan 267 oba okulu ve 157 Rus-Kazak okulu vard . (Gömeç, 2003, 89) Temas artt kça ili kiler geli tikçe ve Rus kültürü Kazak kültürüne bask y art rd kça tek dillilik çift dillili e yol vermeye ba lad . Yani 20. yüzy l n ilk çeyre inin sonlar na do ru Kazak Türk ü her iki dili de ana dili gibi bilir ve 35 kullan r hale geldi. En az ndan ehirlerde durum bu ekilde idi . Ekonomik, siyasî ve sosyal baz nedenlerden dolay ehirde ya ayan insanlar, ald klar e itimin de tesiri ile Rusça ya daha çok önem vermeye ba lad lar. Rusçan n birinci resmi dil olmas ve ilkokuldan itibaren Rusça ö retiminin mecbur tutulmas , Türk ayd nlar n n iki dilli olmas na yol açt . (Ercilasun, 1997, 38) 1900 lü y llar n ilk çeyre ine rastlayan bu süreçte ya an lan iki devrim (1905 ve 1917), ç Sava (1917-1920) ve I. Dünya Sava ; kurak geçen yazlar ve so uk geçen k lar, meras z kalan halk n k r lmas na neden olunca, özellikle hayvanc l k yapan nüfusta önemli azalmalar ve ehirlere göçler oldu. Ya am mücadelesi veren Kazak halk Rusçay bilmenin refah içinde ya amak ile ayn oldu u kanaatine varmaya ba lad . Bütün bunlara say lar gittikçe artan Rus göçmenleri de eklenince Kazak Türkçesinin kaderi Rusça lehine de i meye ba lad . Bu dönemin dikkat çeken taraf iki dilli insanlar n hala bir dil bilincine ve millî kültür anlay na ço unluk olarak sahip olduklar d r. Yani insanlar her ne kadar Rusçay 36 iyi bilseler de ana dillerini daha çok önemsemekte idiler . Üçüncü A ama: Ana Dilin Kullan m Alan n n Daralmas Üçüncü a amada, bask n Rus kültürünün dili, zay f Kazak kültürünün dilini sosyal hayat n d na itmeye ve ana dil görevini üstlenmeye ba lad . Yani, Kazaklardaki iki dillilik, zay f Kazak Türkçesi aleyhine bozulmaya ba lam t r art k. Kazak halk , uygulanan e itim, toprak ve ekonomik programlar neticesinde gittikçe artan oranda Rusçay ö renmeye ve hayat n n pek çok alan nda kullanmaya ba lam t r. 1930 lardan ba layarak 1960 lara kadar devam eden bu süreçte Stalin dönemi (1930 lu y llar) Kazaklar n hayat nda dönülmesi zor bir de i iklik yapm t r. 1930 lar n sonlar na do ru yeni bir Orta Asya nesli yeti mi tir. Bunlar Rusça okumay ve konu may çok iyi biliyorlard . Sonuçta Sovyet rejimi alt nda ekonomik ve politik kazançlar elde etmek ad na Rusça bildikleri için kendileri ile gurur duyar hale gelmi lerdir. (Bacon, 1980, 194) 1930 larda Kollektif Çiftlikler (kolhozlar) ad ile olu turulan büyük çiftlikler adeta birer temerküz kamplar na dönü mü tür. Zorla topra elinden al nan halk buralara sürülmü ve insani olmayan artlarda ya amak zorunda b rak lm lard r. Milyonlarca Kazak bu a amada telef olmu , ya amay ba aranlar da Rusla t rma faaliyeteri çerçevesinde planl bir e itime ve öldürücü bir bask ya maruz kalm t r. Do al dili konu anlar n say s nda bu ekilde meydana gelen muazzam azalmaya, 35 20 yüzy l n ikinci çeyre inde önemli eserler veren baz Kazak ayd nlar n bu duruma örnek olarak verebiliriz: Mirjak p Duwlatul (1885-1935), Muhammetjan Seralin (1871-1929),Spendiyar Köpeyul (1878-1956), Jüsipbek Aymaw tul (1889-1931) ve di erleri. Ayr nt l bilgi için bkz. (Tamir, 1998, 423-499) 36 Bu konuda geni bilgi için, önceki bölümlerde bahsetti imiz, Sema Özönder Barutçu nun ad geçen makalesine bak labilir. 82 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. ço unlu u 1937 ve 1938 e denk gelen ayd n ve aksiyon adamlar n n ortadan 37 kald r lmas eklenince halk tamamen sahipsiz kalm ve çaresiz bir ekilde kendilerine dikte edilen hayat ya amak zorunda b rak lm lard r. Bu dönemde katledilen Kazak ayd nlar n n say s 30 u bulmu tur. (Saray, 1999, 167) Dilini iyi bilen yazar, gazeteci ve aksiyon adamlar n n büyük oranda yok edilmesi sonucunda halk fikrî olarak da aç kal nca Kazak Türkçesini meçhul bir ak bet bekler olmu tur. Dördüncü A ama: Anne-Baban n Çocuklar yla leti imde Bask n Kültürün Dilini Kullanmaya Ba lamas 38 Bu evre ebeveynlerin kendi dillerini d lay p çocuklar na kar bask n kültürün dilini kullanmas yla ba lar. Böyle hareket etmenin mazereti hemen bütün toplum için (özellikle ehirde ya ayanlar için) bir geçerlilik arzeder gibidir. Ana babalar n ço u çocuklar n n d dünya ile irtibat halinde olmas için çaba sarfederler. Bu yüzden bunlardan kayda de er önemli bir k sm , özellikle 1960 lardan sonra Kazakça bilmeyi, ya da gündelik hayatta kullanmay Rusça n n do ru ve ak c bir ekilde ö renilmesinin önünde bir engel olarak görmeye ba larlar. kinci Dünya Sava sonras gerçekle meye ba layan Rus politikas ndaki nisbi yumu ama ve akabinde gelen rehavet, baz Kazak ayd nlar n n Rus kültürünü övücü yakla mlar bu anlay ta etkili olmu tur. Ailesinden Kazakçay do ru ve yeterli bir biçimde ö renmeyen çocuklar, eksiklerini tamamlama imkan n daha sonradan bulamam lard r. Asl nda, bu a amada genç nesil ana dilini ak c bir ekilde konu ma arzusu da duymam t r diyebiliriz. Böyle olunca toplum ba ta çocuklar ve gençler olmak üzere code switching denilen bir dil atlamas sürecine girmi lerdir. Yani Kazak gençleri (hatta ya l lar) zorland klar zaman Rusçaya dönmeyi, ya da Kazakça cümleler içine Rusça kelimeler katarak melez bir dil ile konu may tercih eder olmu lard r. Sonuçta, toplum Rusçan n lehine tek dilli (monolingual) hale gelmeye ba lam t r 39 (% 60 civar nda bir oranla) . Rusçay ikinci bir ana dil olarak kabul eden bu % 60 lik oran , % 70 oranla çocuklar ve gençler olu turmaktad r. Geriye kalan % 30 luk dilime ise 30 ya üzeri Kazaklar girmektedir. Ana dil olarak Kazakçay görenlerin kayda de er büyük bir bölümü ise köylerde ve kasabalarda ya amaktad r. Ba ka bir deyi le ehirde ya ayan halk n neredeyse % 80 lik bir 37 Sovyet Kominist Partisi, Stalin in emriyle, Sovyetler için tehlikeli gördü ü Kazak ayd nlar n zaman geldikçe ortadan kald rmaya ba lam t r. Ala Partisi liderlerinden Alihan Bükeyhan 1932 de, Ahmet Baytursun u 1937 de, Muhammedcan T n bay 1936 da, Halil Dostmuhammed i 1937 de ve Uyan Kazak iirinin airi Mir Yakup Dulat 1937 de idam etmi lerdir. (Hay t,1975, 257). Benzer ekilde komünist olmalar na ra men baz Kazak ayd nlar da bu ak betten kurtulamam lard r. Kazakistan da ilk komünist ayd nlar aras nda seçkin yerleri olan Saken Sefullin, Turar R skulov ve Semagul Sad vakasev gibi pekçok Kazak ayd n Kazak Türkleri nin haklar n koruyorlar diye idam edilmi lerdir (Bennigsen and Lemercier-Quelquejay, 1967,160). 38 Stalin in bask c ve pek çok ayd n n yok edilmesiyle sonuçlanan temizlik faaliyetleri sonucunda yani 1940 l y llarda ve sonras nda ba lar bu evre. 1930 lu y llar n getirdi i do al afetler ve y ld rma politiklar , 1940 lardaki sava ve yoksulluk do al olarak halk en ba ta ya amay öncelemeye itmi tir. 39 Barutçu Özönder, 1999,ss.23-26 83 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu k sm asl nda Rusçay ana dil seviyesinde görmektedir. Yine bunlar n da % 7580 lik bir k sm n çocuklar ve gençler olu turmaktad r. Bu da yeni yeti en neslin 40 ana dilini ö renmeden büyümesi demektir. 1960 l y llardan 1990 l y llara gelinceye kadar Kazak Türkleri hep paradoks içinde ya am , içlerinde yapt klar mücadeleyi de kaybetme noktas na gelmi lerdi. Hiç ku kusuz bir sonraki (yani dil ölümünün gerçekle ti i son basamak) a ama Kazakça için sözkonusu olmad , ama bugün ya lar 50 nin üzerinde olan insanlar bile en basit mevzular Rusça anlatmay tercih ediyorlarsa ve Kazakça konu urken s k s k Rusçaya geçi (code switching) yap yorlarsa ve bu hastal k genç nesli de sarm sa bu oldukça endi e verici bir durumdur. En az ndan 1990 lara gelirken durum böyle idi. Dil ölümünün gerçekle mekte oldu u bu a ama, Genç insanlar n ana dillerini ö renme konusunda ba ar s z olduklar son a amad r. Bu da büyük bir oranda ana dilin kullan m alan n kaybetmesi sonucunda olur. Çocuklar çok az oranda ana dili ile muhatap olmakta, bu da ak c konu ma için yeterli olmamaktad r. Çocuk bu durumda kendince gerekli ve do ru görmüyorsa ana dilini kullanmay tercih etmemektedir. (Garzon, 1992, 64) Rus okullar ndan yeti en baz genç nesil ise Rus ço unlu un ya ad ortamlarda kendi etnik kimli ini hat rlatt ve a a lanma, alaya al nma kayg s ta d için Kazak Türkçesini kullanmamay , hatta ö renmemeyi tercih etmektedir. Ana dilin genç nesiller taraf ndan reddi anlam na gelen bu süreçte Kazak halk dil ölümü tehlikesi ya ayan di er pekçok toplulu a göre ku kusuz biraz daha bilinçli ve gerçeklerin fark ndad r. Barutçu 41 Özönder in aktard na göre 1989 y l nda Kazak Türkçesini ana dili olarak gören insanlar n oran % 96 olarak ortaya ç km t r. Bu anlay ise öze dönü ve dili yeniden planlama için Kazak Türkçesinin lehinde bir anlay t r. Be inci A ama: Siyasî ve Sosyal Yap n n De i mesi ve Geriye Dönü Çabalar Bütün bu geli meler ya anm ken, hakim kültürün insan , hükmetti i kültürün dilini ö renir mi, ya da ö renmek ister mi? Ruslar için Türk lehçelerini ö renme iste i hiç bir zaman olmad . Az nl kta ya ad klar cumhuriyetlerde bile ço unlu un dilini ö renmediler. Kazakistan da ya ayan 7 milyona yak n Rustan 42 sadece 53 bininin Kazakça bildi ini ö reniyoruz. Okuma yazma bilen her Kazak Türkünün, Rusçay ileri seviyede, hatta ana dili seviyesinde bildi i dü ünülürse durum daha net anla lacakt r. 1991 de Sovyetlerin da lmas , Kazak halk ve Kazak Türkçesi için kaybedilen de erlerin yeniden kazan lmas için bir f rsat oldu. Tehlike s n r na girmi olan Kazak Türkçesi bu a amada bir nevi uçurumun kenar ndan dönmü tür. Zaman n Kazakistan Komünist Partisi ba kan Nursultan 43 Nazarbayev in giri imleri ile Eylül 1989 tarihinde al nan bir karar ile Rusçan n 40 Kazak Türkçesinde okutulan derslere de 1973 ten sonra Rusça okutulma mecburiyetinin getirildi ini bundan önce vurgulam t k. 41 Barutçu Özönder, age, ss. 21-29. 42 bakz. Gömeç, 2003, s.104 43 Kazak Anayasas n n 8. maddesinde öyle denir; Kazak dili Kazak Cumhuriyeti nin resmî dildir. Rusça halklar aras nda ileti imi sa layacakt r. Ayr ca, hükümetimiz, di er dillerin de kullan lmas n 84 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. yan nda Kazakça resmî dil olarak kabul edildi. Fakat uzun y llar n tesiri ve hakimiyeti yüzünden ayd nlar n ço u birbirleri ile Kazak Türkçesinde de il (hâlâ) Rusça konu maktad r. (Saray 1999, 79) Di er yandan, yönetim ço unlukla Kazaklar n eline geçti i için bas n ve yay n organlar nda Kazak Türkçsi haketti i yeri almaya ba lam t r diyebiliriz. Yine bu süreçte Sovyetler döneminde yasaklanan Kazak fikir ve sanat adamalar n n eserleri yeniden gün yüzüne ç kmaya ba lad . Kazak Türkçesi dilbilgisi kitaplar , ders kitaplar bu kez özel niyetler güdülmeden, sadece Kazak Türkçesini do ru ö retmek için yay mland . Geçmi te ekonomik, siyasî ve sosyal kayg lardan dolay ö renilmeyen, konu ulmayan, yaz lmayan Kazak halk n n ana dili, bugün itibarl dil olma yoluna girdi. Kazakçan n da bir bilim dili olabilece i anlay yayg nla maya ba lad . Bu ba lamda Kazak Türkçesi ile e itim veren 44 okullar n say s art r ld , üniversiteler kuruldu . Bütün bunlara artan Kazak nüfusu ve azalan Rus ve di er Avrupl nüfusunun (ba ta Almanlar olmak üzere) olumlu etkisi eklenince sonuç Kazak Türkçesinin gelece i ad na umut verici bir hale geldi. Bugün Kazakistan da ya ayan Rus ve Alman nüfusunda önemli ölçüde azalmalar meydana gelmektedir. Ba ms zl ktan sonra kendi ülkelerinde az nl kta kalan Kazaklar n nüfusu h zla artmaktad r. 1992 istatistiklerine göre, Kazakistan n en fazla nüfusa sahip az nl (%36) Ruslar idi. Fakat daha sonraki y llarda Rus nüfusta h zl bir dü ü ba lad ve Almanlar ve Ukraynal baz gruplar da kendi ülkelerine çekildiler. 1990-1995 aras nda 600.000 e yak n Rus un Kazakistan terketti i san lmaktad r.(Milliyet Gazetesi, 1989; Zaman Gazetesi 1992). Buna kar l k 1989-1997 y llar aras nda 1.5 milyondan fazla Rus un Kazakistan terketti i söylenmektedir. (Büyükak nc , 2002, 365) Bir zamanlar d ar dan gelen yabanc dilli unsurlar n bünyesine sokuldu u Kazakistan, bugün Kazakça konu an insanlar n geri dönü ünü görmekte, Rusça konu an unsurun ise d a göçüne ahit olmaktad r. K sacas , yeryüzundeki pek çok dilin yok olma sürecine girdi i u yüzy lda Kazakça yeniden canlanma ve kimli ini kazanma yolunda ilerlemektedir. Sonuç Dillerin de toplumlar gibi do du u, geli ti i, alt dillere bölündü ü ve bazan da yok oldu u gerçe i ve Kazak Türkçesinin bu süreçteki durumu bu çal man n temelini olu turdu. Böylece, yer yüzünden bir ekilde silinmi olan toplumlar n ve onlar n ana dillerinin yok olu süreçlerinden haberdar olduk. Bu ba lamda uzun bir zaman dilimi (yakla k 250 y l) içinde dil kirlenmesini, dil ölümü tehlikesini ve yeniden öze dönü ü ya ayan dillerden birinin de Kazak Türkçesi oldu unu göstermeye çal t k. ve geli mesini garanti eder. Vatanda lar n, resmî dili bilmedi i için haklar nda k s tlama yap lmas yasakt r. (aktaran Söylemez, 1994, 177) 44 Ba ms zl n ilk dört y l nda Kazak hükümeti ve halk n n ana dil, bas n-yay n, e itim, siyaset, ekonomi ve öze dönü konusunda kat etmi oldu u mesafeyi görmek ve yap lan yenilikleri ayr nt l takip etmek için bkz. (Söylemez, 1994, ss. 173-182) 85 F. Karabulut/Dil Ölümü Sürecinde Kazak Türkçesinin Durumu Dil ölümü sürecinin, Kazak Türçesi ba lam nda, baz özel evreler içerdi ini ve bu evrelerin özellikle siyasi anlay taraf ndan ekillendirildi ini gördük. Buna göre, Orta Asya n n Rus i galine u ramas ve bu i galin askeri, ekonomik ve sosyal alanda peki tirilmesi kar s nda zay f kalan Kazak Türkünün dilinin, 1730 lardan ba layarak 1990 lara kadar dil temas ve dil de i imi neticesinde tehlikeli bir mecrada ya ad n ve bu süreçte dil ölümü tehlikesini yak ndan hisseden diller aras na girmi oldu unu göstermeye çal t k. Sonuçta, özellikle Sovyetler döneminde (1917-1990) büyük çökü ya ayan, toplumsal alandan (public domain) oldu u gibi, özel alandan (private domain) da d lanmaya ba layan Kazak Türkçesinin, 1980 lerin ikinci yar s n n getirmi oldu u aç kl k ve yeniden yap lanma poltikalar ve neticede gelen ba ms zl k ile yeniden güçlenmeye ve özel alanda oldu u gibi toplumsal alanda da do al anla ma dili olmaya ba lad n , dil ölümü tehlikesinden kurtulan dillerden biri olma sürecine girdi ini de göstermeye çal t k. KAYNAKÇA A TCHISON, Fean (1981), Language Change: Progress or Decay?, Fontana Paperbacks, New York. APPEL R. and MUYSKEN, P. (1987), Language Contact and Bilingualism, Edward Arnold Press, London. ARAT, R.R.(1987) Türk ivelerinin Tasnifi , Makaleler, Cilt I. yay.hzr. Osman Fikri Sertakay, Türk Kültürünü Ara t rma Enstitüsü, Ankara. BACON, Elizabeth (1980), Central Asians Under Russian Rule, Cornell University Press, thaca and London. BARUTÇU ÖZÖNDER, Sema (1999), Genel Türklük Alan Çerçevesinde Türk Dilinin Durumu, leriye Dönük Bak ve Yakla mlar , KÖK Ara t rmalar I/1, Bahar. BEKMAKHANOVA, N.E. (1989), Mnogonatsional noe naselenie Kazakhstana I Kirgizii, Nauka, Moscow. BENN GSEN and C. LEMERC ER-QUELQUEJAY (1967) slam in the Soviet Union, London. BÜYÜKAKINCI , E. (2002), Kazakistan da Siyasal Bütünle me ve Ulus Devlet Olma Süreci ,Ba ms zl klar n n 10. Y l nda Türk Cumhuriyetleri, Haarlem. CAFERO LU, Ahmet (1988). Türk Kavimleri, Enderun yay., stanbul. CAROE, O. (1967), Soviet Empire, The Turks of Central Asia and Stalinism, London, CRYSTAL, David (1997), The Cabmridge Encyclopedia of Language, 3rd ed., Cambridge Univ. Press, Cambridge. ____________ (2001), Language Death, Cambridge Univ. Press,Cambridge. ÇA ATAY, Saadet (1978), Dilimiz Üzerine Dü ünceler , Türk Kültürü, Say 183. DEVLET, Nadir (1988) smail Bey Gasp ral , Ankara. ERC LASUN, A. Bican (1997), Türk Dünyas Üzerine ncelemeler, Akça , Ankara. EREN, Hasan, (1990) Milli Kültür Unsuru Olarak Türk Dili , Milli Kültür Unsurlar m z Üzerine Genel Görü ler, AKM yay nlar , Ankara. GARZON, Susan (1992), The Process of Language Death in a Mayan Community in Southern Mexico , International Journal of Sociology of Language, (ed) Allan Taylor and Joshua Fishman, Mouten de Gruyter, Berlin, New York. GÖMEÇ, Saadettin (2001), Kazakistan Türk Cumhuriyeti , Türk Dünyas El Kitab ; TarihCo rafya, I. Cilt. 3. Bask , Türk Kültürünü Ara t rma Enstitüsü yay., Ankara _____________ (2003), Türk Cumhuriyetleri ve Topluluklar Tarihi, 2. Bask , Akça yay., Ankara GR NEVALD, Clotte (1998), Language Endangerment in South America: a programmatic approach , in Endangerment Languages, (ed) Lenore Grenoble and Lindsay Whaley, Cambridge Unv. Press, Massatch. 86 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.67-87. GROSS, Jo-Ann (1992), Muslims in Central Asia, Duke Univ.Press, Durham and London. HAYIT, Baymirza (1975), Türkistan:Rusya le Çin Aras nda, stanbul. HALE, Ken (1994), On Endangered Languages and the Safeguard of Diversity , in Endangered Languages, (ed) Ken Hale, MIT Press, Cambridge. ILGAR, . (1988), Rusya Müslümanlar Kongresi, Tutanaklar, ne reden, Kültür Bakanl Ne ri, stanbul. KARAMANLIO LU, A. Fehmi (2002), Türk Dili; Nereden Geliyor Nereye Gidiyor, Be ir Kitabevi, stanbul. KEND RBAEVA, Gulnar (1997), Migration in Kazakhistan: Past and Present , Nationalities Papers, Vol. 25/4. K M, G. (1991), Sovetskie koreitsy 1937-1940 , (ed) Zh.B.Abylkhozhin, storiia Kazakhstana: belye piatna, Kazakhstan, Alma Ata. KOCAO LU, Timur, (1996) Dünyada Türk Dili Sosyo-Politik Bir Yaklasim Türk Dil Kurumu, Ankara, 3 Ekim (konferans). KOZYBAEV,M.K. (1990) Natsional nye otnosheniia v SSSR nakanune i v gody Velikoi Otechestvennoi voiny , Vestnik AN Kaz. SSR, No.1. _____________ (1991), Nemtsy Sovetskogo Kazakhstana , (ed) Zh. B. Abylkhozhin, storiia Kazakhstana:belye piatna, Kazakhstan, Alma Ata. ÖZKAN, Nevzat (1997), Türk Dünyas ; Nüfus, Sosyal Yap , Dil Edebiyat, Geçit Yay nlar , Kayseri. ____________(tarihsiz), Türk Dilinin Yurtlar , Akça , Ankara. SARAY, Mehmet (1993a),Türk Dünyas nda Dil ve Kültür Birli i, Nesil Yay nc l k, stanbul. _____________ (1993b),Gasp ral smail Bey den Atatürk e Türk Dünyas nda Dil ve Kültür Birli i, stanbul. _____________ (1995),Atatürk ve Türk Dünyas , Türk Tarih Kurumu Yay nlar , Ankara. _____________ (1999),Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay nlar , Ankara. SÖYLEMEZ, Orhan (1994), Kazak Milliyetçili inin Yeniden Do u u, Bir, Say 2, ss. 173-182. TAM R, Ferhat (1998), Kazak Türkleri Edebiyat Türk Dünyas El Kitab 4. Cilt (Türkiye D Türk Edebiyatlar ),Türk Kültürünü Ara t rma Enstitüsü Yay., Ankara TOGAN, Z.V. (1981), Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yak n Tarihi, stanbul. SCHAMILOGLU, Uli (1986), The Golden Horde: Economy, Society, and Civilization in Western Eurasia, Thirteenth- Fourteenth Centuries, Ph.D. Theses, (in press). SULEIMENOV, B.(1963), Agrarnayi vopros v Kazakhstane v poslednei treti XIX-nachala XX v, Nauka, Alma Ata. TATIMOV, M. (1994), mmigratsionnaia volna priekhavsshikh v Kazakhstan evropeiskogo naseleniia po dannym demographicheskoi i migratsionnnoi statistiki (chislennost vsekh v ekhavshikh za period XVII, XVIII, XIX i XX vekov, Almaty. THOMASON, S. Grey & KAUFMAN, Terrence (1991), University of California Press, Berkeley, Los Angeles, Oxford. TRASK, R.L.(1996), Historical Linguistics, Arnold Press, London, New York, Sydney, Auckland. WURM, Stephen (1991), Language Death and Disappearance: Causes and Circumstances , in Endangered Languages, (ed) Robert Robins and Eugenius Uhlenbeck, Berg Press, Oxford, New York. _____________, (1996). Atlas of the World s Languages in Danger of Disappearing, Unesco Publishing/Pacific Linguistics, Paris, Canberra. ZEMSKOV, V.N.(1991), Kultaskaia ssylka v 30-e gody , Sotsiologicheskie issledovaniia, No.10 ZENKOVSKY, S.A. (1967), Pan-Türkism and slam in Russsia, Cambridge, Mass. 87 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Türk G da Sanayi nin Geli imi Ö r.Gör. Dr. Ece Nüket ÖNDO AN Ege Üniversitesi, Ege Meslek Yüksekokulu, Meyve Sebze leme Program , zmir ÖZET Türkiye 1970 li y llar n sonunda büyük bir ekonomik kriz ya ad ktan sonra 1980'li y llarda d ticarete yönelmi tir. 1990 l y llarda, globalle me ile birlikte d ticaret artm t r. H zl nüfus art ve tar m alanlar n n giderek azalmas Dünya da oldu u gibi Türkiye de de g da sanayinin önemini ortaya ç karm t r. Bu çal mada; y llara göre (1998 2002) Türkiye nin ve Türkiye de G da sanayiinin üretimi, ihracat ve ithalat incelenmektedir. Türk g da sektörü aç s ndan; ithalat ve ihracat tutarlar n n dengelenmesi, ürün niteli inin art r lmas ve d pazar paylar n n geni letilmesi amac yla rekabet güçlerinin art r lmas na yönelik öneriler getirilmektedir. Anahtar Kelimeler: G da ihracat , g da ithalat , g da üretimi, g da sektörü, globallle me Development of Turkish Food Industry ABSTRACT After experiencing a serious economical crisis at the end of 70s, Turkey has tended to foreign trade in 80s. During the globalization in 90s, foreign trade has increased. Rapid growth in population and reduced agricultural fields has signified the importance of food sector in Turkey same as in the case of World. In this study, while the annual shares of Turkey s Food Industry in the total production, export and import figures has been examined comparative to the export and import volumes to and from the EU countries. Some suggestions on increasing competitiveness for the purpose of balancing the export and import rates, product quality augmentation, and out market share expansion. Keywords : Food processing, food import, food export, food industry, globalization Giri 20nci yüzy l n sonlar na do ru, geli en ekonomi ve ilerleyen teknoloji ile birlikte Dünya da h zl bir de i im meydana gelmi , bunun sonucunda da, toplumlar n ya am tarz , üretim, tüketim ve pazarlama anlay lar etkilenmi tir. Dünya ülkeleri, global boyutta siyasi ve ekonomik olaylara sahne olurken, siyasi ve ekonomik bloklar, yerlerini ekonomik temele dayanan, bölgesel ve global birle melere b rakm t r. Bütün ülkeler gibi, Türkiye de de ekonomi ve sanayide de i imler olmu , d ticaret ekonomik politikalarda etken olmaya ba lam t r (ES AD, 1999). Geli mekte olan ülkeler giderek "korumac -kapal ekonomi politikas " anlay n terk edip "d a aç k-rekabetçi ekonomi" politikalar na yönelirken, geli mi ülkeler ticari üstünlüklerini koruyabilmek için rekabet güçlerini art rmaya yönelik üretim, pazarlama, ürün geli tirme konular nda yeni politikalara yönelmi lerdir (Kutlu, 1998). Bu çal mada Türk g da sanayiinin globalle me süreci içerisinde 1998 2002 y llar aras ndaki geli imi incelenmi tir. Türkiye nin genel d ticareti ile g da d ticareti ele al nm , Türk g da sanayii 8 alt sektörde incelenerek 1998 89 E.N.Öndo an/ Türk G da Sanayii nin Geli imi 2002 y llar aras ndaki üretim de i meleri miktar baz nda irdelenmi tir. Eldeki verilere göre sanayii için öneriler getirilmi tir. I. Dünya da De i im Süreci Günümüzde Dünya da sosyal, ekonomik, politik ve kültürel olmak üzere her alanda meydana gelen de i im; geli mi , geli mekte ve az geli mi ülkeleri h zla etkisi alt na alarak, Dünya da yeni bir düzenin olu mas na neden olmu tur. Geli en teknoloji ve uluslar aras ili kiler sonucu art k hiçbir ekonomi kendi kendine yetmez hale gelmi , en geli mi ülkelerde bile d a ba ml l k ortaya ç km t r. Ülkeler art k, d a yönelik ekonomi politikas izlemekte, uluslar aras rekabette öne geçebilmek için ürün, emek ve sermaye konular nda ekonomik i birlikleri ve bölgesel birle melere a rl k vermektedir (Özk vrak ve Ark., 2003). Dünya daki teknolojik ve ekonomik geli melere ba l olarak, tüketim istek ve e ilimi artm t r. Ki ilerin artan tüketim e ilimi ile üreticilerin daha fazla ürün satma, daha fazla kâr elde etme hedeflerinin birbirini beslemesi sonucu, ekonomik geli me süreci daha da h zlanm t r (Kotler, 2000). Milletlerin kültürel ve geleneksel de erleri aras nda geçi ler ya anmaya ba lanm , bir ülkenin geleneksel tatlar di er ülke halklar taraf ndan da benimsenip ba ka ülkelerin geleneksel tad aras na girmeye ba lam t r. Bunun en belirgin örneklerinden birisi de fast-food tarz beslenme düzenidir. Günümüzde geli mekte olan ülkeler giderek zorlanmaktad r, çünkü de i im sürecinde Dünya ülkeleri geli me politikalar n an nda izlenmekte ve sürekli müdahale etmektedir. Bu müdahaleden en az etkilenmek için geli me sürecinde eskiye oranla daha k sa zamanda daha çok yol almak zorundad rlar (WTOa, 2001). Globalle me sürecinde uluslar aras rekabetin iddetlenmesi ile ülkeler aras ndaki bölgesel bütünle melerin siyasal, ekonomik ve sosyal etkenler gibi nedenlerle önemi artm t r. Bölgesel ekonomik bütünle meler, globalle me kar s nda güçlü kutupla ma yaratmakta, ülkeler bölgeselle me hareketleri içinde yer alarak, rekabet güçlerini artt rmaya çal maktad rlar (Çal kan, 2003). Geli me sürecinde Dünya daki ülkeler stratejik konumlar na, ekonomik, siyasi ve benzer özelliklerine göre farkl geli me düzeyi göstermektedir. 2003 y l nda Dünya ekonomisindeki büyümelerde tahmini rakamlar Çin Halk Cumhuriyeti için yüzde 8, Türkiye için yüzde 7, ABD için yüzde 3, AB için yüzde 1.5 dir. Bu tahminlerden de görüldü ü gibi Türkiye nin ABD ve AB den çok daha h zl bir ekonomik geli me göstermesi beklenmektedir (WTOb, 2003). II. Türkiye de De i im Süreci 1980'li y llardan itibaren Türkiye ihracata dayal kalk nma stratejisi ile birlikte, d ticarete yönelmi , ihracatta ürün kompozisyonunu tar msal ürünlerden sanayii ürünlerine do ru geli tirmi tir. Dünya daki de i im süreci ile birlikte 1990 l y llara kadar uygulanan d ticaret politikalar ile de ihracat miktar n art rm t r. 1990 l y llarda art gösteren ihracat miktar 2000 li y llara gelindi inde ise ithalat oran n n gerilerinde kalm t r (Ener, 2003). Bu de i im süreci içinde Türkiye aç s ndan ekonomik bütünle meler de giderek önem kazanmaya ba lam t r. 90 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.89-96. Ekonomik bütünle me hareketleri içerisinde Türkiye ye en çok etkisi olanlar n ba nda, AB gelmektedir. Bu nedenle, 01.01.1996 tarihinde, AB ile Türkiye aras nda, Türkiye için AB'ne ad m olarak kabul edilen GB imzalanm t r (Karaba l ve Ark., 1997; Nebio lu, 1997). Bütün bu çal malar do rultusunda ihracat n geli ebilmesi, ihracat ve ithalat dengesinin sa lanmas , d pazarda daha fazla paya sahip olmak için stratejik çal ma ve politikalar gerçekle tirilmektedir. 1980 li y llardan itibaren, rekabet gücünü art racak politikalara uyum sa lama çabas içinde olan Türkiye, bu çabalar n n sonucu 1997 y l nda yakla k 26 milyar dolarl k bir ihracat miktar na ula m t r. 1997 y l nda Türkiye nin d ticaretinde ihracat n ithalat kar lama oran yüzde 56.6 iken, bu oran 1998 y l nda yüzde 70.6 ya ç km , 1999 y l nda ise daha da artarak yüzde 84.6 ya ula m t r. 1999 y l ndan sonra d ticarette ihracat n ithalat kar lama oran h zla dü üp yüzde 65.7 lere gerilemi tir. Devlet statistik Enstitüsü (D E) verilerine göre 2000 y l nda ihracatta yüzde 2.6 gibi bir dü ü ya an rken, ithalatta yüzde 37.7 art meydana gelmi tir. 2001 Ocak ay sonunda, ihracat n ithalat kar lama oran yüzde 54.6 ya dü mü tür. hracat n dü mesinde Türkiye nin ekonomik ve siyasi yap s d nda Dünya ekonomisindeki de i imler de etkili olmu tur. Özellikle son y llarda Uzakdo u da ya anan kriz di er ülkeleri oldu u gibi Türkiye yi etkilemi ve Türk g da sektörüne de yans m t r. Ya anan Güneydo u Asya krizinden sonra özellikle d pazarlarda Türkiye ye rakip ülkelerde fiyatlar n dü mesi Türkiye de de fiyatlar n dü mesine neden olmu tur. Ayr ca rakip ülkelerdeki i letmeler finansman yüzde 5-6 gibi dü ük bir faizle kullan rken, Türkiye deki i letmeler finansman yüzde 25 faizle kullanabilmektedir. Bu da d pazarlarda Türk i letmelerinin rekabet gücünü azaltmaktad r. Bunun yan nda Dünya daki en pahal enerjiyi kullan yor olmalar Türk i letmeleri için büyük bir dezavantaj olu turmaktad r. Türkiye ekonomisi 2001 y l nda yüzde 9.5 daralm ard ndan, 2002 y l nda yüzde 7.8 oran nda büyümü tür. Stoklar yenileme, imalat sanayii üretim art lar ve ihracat art büyümenin itici gücünü olu turmu tur. DTÖ kay tlar na göre Türkiye nin 2001 y l nda mal ihracat yüzde 12 büyüme göstererek 31.2 milyar dolara; 2002 y l nda yine yüzde 12 art la 35.1 milyar dolara ula m t r. Mal ithalat ise, 2001 y l nda yüzde 26 küçülerek 40.6 milyar dolar; 2002 y l nda yüzde 20 art la 48.8 milyar dolar olarak gerçekle mi tir (DTMa, 2003). Türk g da ürünlerinin ihracat miktar ise 1997 y l ndan itibaren sürekli olarak azalmaya ba lam , ancak 2003 y l n n ilk çeyre inde bir art kaydetmi tir. Bu sonuç GB nin ihracat art n etkilemedi ini göstermektedir. G da ürünleri aç s ndan ihracatta ya anan dü ü ithalatta da ayn ekilde görülmü , di er ürünlerin tersine 2000 y l na kadar azalma gösteren g da ithalat 2000 y l nda artm , ancak 2001 y l nda tekrar dü ü göstermi tir. 2002 y l nda ise, g da ithalat nda tekrar bir yükselme meydana gelmi , bu yükselme 2003 y l n n ilk çeyre inde de kendisini göstermi tir (D E, 2003). 91 E.N.Öndo an/ Türk G da Sanayii nin Geli imi III. Türk G da Sanayii nin Geli imi Dünya nüfusunun h zla artmas , çal an say s n n giderek artmas ve geli en teknoloji ile birlikte G da sanayinin de önemi ortaya ç km t r. Türkiye'nin uluslar aras pazarda yer almak için önem verdi i hedef sektörlerden biri de g da sektörüdür. Türkiye'nin ihracat sektörel yönden incelendi inde ciddi farkl l klar göze çarpmaktad r. O nedenle hedef sektörleri belirlerken getirdi i faydalar büyük önem ta maktad r. 2000'li y llarda Dünya pazarlar nda rekabet etmek ve ihracat n art rmak isteyen Türkiye'nin Dünya trendlerine uygun, katma de eri yüksek, sermaye ve bilgi yo un ileri teknoloji içeren sektörlere do ru yönelmesi zorunlulu u ortaya ç kmaktad r (DTM, 2003a). Dünya da oldu u gibi Türkiye de de sanayile me g da ile ba lam t r. Türkiye de bir tar m ülkesidir. Nüfusunun %45 i tar m ile u ra maktad r. Bu nedenle tar m, buna ba l olarak da g da sanayii sosyoekonomik aç dan büyük önem ta maktad r (Ba er ve Akgül, 2002). Teknolojinin ilerlemesi, Dünya daki tar ma dayal ürünlerde çe itlenme ve kaliteyi h zla art rmaktad r. nsanlar n beslenmesi ile do rudan ba lant l olarak, tar m ürünlerinin tüketime haz r hale getirilmesi süreci, g da sanayinin faaliyet alan n olu turmaktad r. G da Sanayii; bitkisel veya hayvansal tar m ürünlerini hammadde olarak al p, endüstri üretimi sürecinde yard mc veya katk maddeleri ile i leyerek daha dayan kl , farkl veya benzer özelliklere sahip katma de eri yüksek yeni ürünlerin üretilmesi ve pazarlanmas n sa layan bir sanayi dal d r. Özellikle tar msal ürünlere dayal olan ve imalat sanayii kapsam nda yer alan G da Sanayii, ürünlere dayal ; Bitkisel S v ve Kat Ya Ürünleri , Et ve Et Ürünleri , Meyve Sebze Ürünleri ve Dondurulmu Ürünler , Süt ve Süt Ürünleri , ekerleme Çikolata ve Kakaolu Ürünler , Hububat ve Ürünleri , Su Ürünleri ile Alkolsüz çecekler ad alt nda belli ba l sekiz grupta incelenmektedir. Kimi s ralamalarda, alkollü içecekler ile tütün imalat da g da sanayinin içinde say lmakta, baz kurulu lar sektörü g da, içki ve tütün sanayii olarak tan mlamaktad r (Tezcanl , 1996). Milli Prodüktivite Merkezi nin (MPM) yapt bir çal maya göre, Türkiye genel sanayinin yüzde 97 si küçük ve orta ölçekli i letmelerden olu makta, bu oran g da sanayinde yüzde 99 a varmaktad r (Düzenli, 2000). G da teknolojisindeki geli meler sonucu g da sektöründe do rudan ihracata yönelik üretim olu turularak, uluslar aras piyasalarda rekabet edebilir konuma ula m t r. 2000 y l nda büyüyen ülke ekonomisi ve artan talep ile birlikte g da sanayii üretimi bir önceki y la göre yüzde 3.5, talebi ise yüzde 5.3 artm t r. 2000 y l nda, g da sanayii d ticaretinde cari fiyatlardaki azal 1999 y l nda oldu u gibi devam etmi tir. Çizelge 1. de g da sanayinin alt sektörler itibar ile y llara göre (1998 2002) üretim miktarlar verilmi tir (Varol, 2003). 92 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.89-96. Çizelge 1. Türkiye g da sanayi üretimi (1998-2002) (1.000 Ton) Sektörler 1998 1999 2000 2001 Meyve sebze, dondurulmu 1.917 1.948 1.999 2.021 ürünler ekerleme,çikolata, kakaolu 3.068 2.394 2.470 2.568 ürünler Hububat ve ürünleri 24.693 25.000 25.487 25.668 Bitkisel kat ve s v ya ürünleri 3.336 3.781 3.372 3.401 Alkollü ve alkolsüz içki ürünleri 4.004 4.293 4.654 4.778 Süt ve süt ürünleri 1.520 1.590 1.755 1.777 Et ve Ürünleri 1.110 1.113 1.227 1.295 Su ürünleri 544 637 582 595 2002 2.126 2.701 26.064 3.498 4.980 1.814 1.305 601 Çizelge 1. den görüldü ü gibi, g da sanayinin üretiminde y llara göre sürekli bir art ya anm t r. Sadece ya sektöründe ya anan dü me 2002 y l nda tekrar art a geçmi tir. Üretimin ülke ko ullar na göre az ama sürekli art göstermesi sevindirici bir geli medir. Üretimde sürekli art görülürken, d ticarette ini ç k lar meydana gelmi tir. G da ihracat 1994 y l na kadar önemli derecede artmazken, 1994 y l nda h zl art göstermi tir. Bunun en büyük nedenlerinden biri 1994 y l nda yap lan devalüasyon ve Türk paras n n di er ülke para birimleri kar s nda de er kaybetmesidir. Böylece, Türk ürünleri uluslar aras pazarda cazip hale gelmi tir. Daha sonra g da ihracat 1997 y l na kadar artm , 1997 y l ndan itibaren de ise azalmaya ba lam t r. G da ithalat , 1990'da yüksek iken, 1991'den 1995'e kadar azalma göstermi tir. 1994'de yap lan devalüasyon ile Türk Liras de er kaybetti i için ithalat iyice azalm , 1995 den sonra yükselmeye ba layan ithalat 1996 y l nda en yüksek düzeyine ç km t r. Ancak, 1997 y l ndan itibaren tekrar azalm t r. Çizelge 2.'de 1998-2003 y llar itibar ile Türkiye'nin d ticaretteki genel ve g da sektörüne ait ihracat ve ithalat tutarlar milyon $ baz nda gösterilmi tir (DTMb, 2003). Çizelge 2. Türkiye genel ve g da sanayii d ticareti (1998-2003) (Milyon $) Y llar Genel hracat G da hracat Genel thalat G da thalat 1998 26.973,952 4.687,675 45.921,392 2.311,218 1999 26.587,225 4.083,866 40.691,529 2.038,154 2000 27.774,906 3.542,575 44.996,143 2.133,154 2001 31.334,216 3.997,178 41.399,083 1.486,621 2002 35.761,981 3.619,676 51.270,196 1.902,775 2002 (Ocak13.665,553 1.002,560 18.869,162 524,998 May s) 2003 (Ocak17.777,570 1.209,455 24.783,697 530,543 May s) Kaynak : IFS, 2002; DTMb, 2003 93 E.N.Öndo an/ Türk G da Sanayii nin Geli imi Çizelge 2. den görüldü ü gibi, 1998 y l ndan sonra gerek genel d ticaret gerekse g da d ticaretinde dü me ya anm t r. Bu dü menin nedenleri aras nda; bölgesel pazarlarda özellikle Asya ülkelerinde ya anan ekonomik krizler, ayr ca Türkiye'nin 1999 y l nda ya ad büyük deprem felaketi, istikrars z politikalar ile Türk i letmelerinin global pazarda kendi markalar n yaratamamalar say labilir. G da sanayindeki gerileme 2000 y l nda da devam etmi ve di er sektörler pozitif yönde geli me gösterirken, g da sanayinin ihracat tutar negatif yönde geli me göstermi tir. 2001 y l nda g da ihracat art gösterirken, ithalat azalma göstermi tir. 2002 y l nda ise tam tersi ya anm t r. 2003 y l n n ilk be ay ise gerek ihracat gerekse ithalat aç s ndan 2002 y l n n ilk be ay na göre daha iyi geçmi tir (DPT, 2000; DTM, 2003b). Sonuç Gerek bölgesel, gerek global entegrasyon yolunda at lan ad mlar Türkiye yi dolay s ile Türk g da sektörünü do rudan etkilemektedir. Globalle me ve geli en teknoloji g da sektöründe h zl bir geli me ya atm t r. Ancak geçmi e göre ya anan bu h zl de i im ihracat yönünden olumlu olamam , ihracat azal rken, ithalat artm t r. Bu da Türk g da sanayinin d pazarda olumsuz etkilemi tir. Bunun en büyük nedenleri aras nda, tar m politikalar , g da sanayinin di er sektörler gibi di er ülkelere göre finansman yüksek faizle elde etmeleri, enerjiyi pahal kullanmalar , ekonomik dengenin düzensiz olmas ve kendi markas n yaratmak yerine yabanc markalarda d pazarda yer almalar bulunmaktad r. Türkiye de; globalle me, bölgeselle me ve mega rekabetin önem kazand günümüzde piyasa-devlet i birli i içinde h zl bir ihracata dayal sanayiile me hamlesini gerçekle tirmek; böylece uluslar aras rekabet gücünü artt rmak zorundad r. Bunun için, öncelikle, devlet ve piyasan n ekonomideki i levlerinin yeniden tan mlanmas gere i aç kt r. 2003 y l nda uluslar aras ticaret verilerini önemli ölçüde etkileyece i tahmin edilen etkenler : Irak Sava ; Uzakdo u da SARS hastal ; Global ekonomideki durgunluk; Almanya ve ABD de deflasyon riski; Dolar n uluslar aras piyasalardaki de er kayb ; Uzun vadeli etkileri dolay s yla DTÖ Doha Kalk nma Raundu'nun seyri ve çok tarafl düzeyde global ticaretteki sorunlard r. Özellikle, globalle mede önemli rol oynamaya ba layan Dünya Ticaret Örgütü (WTO DTÖ) gündeminin Türkiye taraf ndan yak ndan izlenmesi ve Türkiye'nin, bu kurulu ta aktif olarak rol almas Türkiye aç s ndan büyük önem ta maktad r. Ticaretin ve uluslar aras ili kilerin giderek serbestle ti i, effafl k ve kesinlik kazand Dünya da, globalle me süreci içinde di er ülkeler gibi Türkiye nin de d ticarette önemli avantaj ve dezavantajlar bulunmaktad r. Sahip olunan avantajlar, Türkiye ihracat n art rmaya yard mc olurken, dezavantajlar n ihracat art n engellemesini önleyecek önlemlerin al nmas gerekmektedir. G da sektöründe yeni at l mlar n ba ar labilmesi için, var olan pazarlara ek olarak, yeni pazarlarda geli me sa lanmal d r. D pazarlarda hedefe ula mak ve hedef pazarlardan amaçlanan pay n al nmas için baz önlemlerin al nmas 94 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.89-96. gerekmektedir. Bunun için de öncelikle, teknolojik yap yenilenmeli, teknoloji geli tirilmesi için sanayii desteklenmeli, gerekli yat r mlar konusunda te vik edilmelidir. Yeni pazarlama yöntemleri geli tirilmeli, girdi maliyetleri Dünya ile rekabet edebilecek yap ya kavu turulmal ve uluslar aras mevzuata uyumun sa lanmal d r. Bunlara ek olarak, Türkiye yi Dünya ekonomileri aras nda ön s ralara ç karacak ihracata ula mak için, ula m, haberle me altyap s n n geli tirilmesi, makro ekonomik istikrar n sa lanmas , ihracat art n sa layacak yat r mlar n gerçekle tirilmesi, ihracatç lar n örgütlenmesi, üniversite-sanayii i birli inin geli tirilmesi, e itilmi ara eleman yeti tirecek e itim kurumlar n n yayg nla t r lmas ve KOB lerin ihracata yönlendirilmesi say labilir. Rekabet gücünde ortaya ç kan d ticaret dengesizli inin, üretim ve istihdam gibi ekonomik verileri son derece olumsuz yönde etkiledi i aç kt r. Türkiye'de d ticaret aç büyük oranda artm t r. Türkiye'nin bir an önce d ticaret aç n kapatabilmesi için, rekabet gücünde avantajl oldu u baz sektörlerde, KOB 'leri destekleyici dü ük kredi imkanlar gibi, ihracat te vik edici ve özellikle üretimi art r c gerekli önlemleri almak zorunda oldu u görülmektedir. Globalle me süreci içerisinde Türkiye nin en büyük eksiklikleri; yurt içi tasarruflar n n dü ük olmas , döviz aç klar , döviz kurlar ndaki istikrars zl klar, alt yap ve üretime yönelik yat r m eksikli i, üretimden ziyade rant n ön planda olmas , üretim te viklerinin uygulanan vergiler kar s nda oldukça yetersiz kalmas gibi etkenler say labilir (Tekin, 2003). Sonuç olarak; Türkiye de i çi ücretlerinin eskiye göre yüksek olmas nedeniyle katma de eri dü ük olan ürünler yerine katma de eri daha yüksek ürünlerin üretimine yönelinmesi gerekmektedir. Türkiye nin hedefi, kendi geleneksel ürünleri ile markalar n yaratarak veya geli tirerek, kendi pazarlama a lar ile sat lar n gerçekle tirmek olmal d r. Ancak yaln zca bunu hedeflemek yetmemekte, ara t rma, geli tirme ve disiplinli bir çal ma gerekmektedir. Öncelikle markala maya bak n ve pazarlama stratejisinin de i tirilmesi gerekmektedir. Dünya ticaretinden daha büyük bir pay almak için, daha iddial ve daha cesaretli olunmas , ancak, gerçekçi uygulamalara ba vurulmas gere i, toplumun her kesimince kabul edilmelidir. Türk g da sektöründe ihracat art n n düzenli olmas , rekabet gücünün art r lmas için; ça a uygun teknolojilerin izlenmesi, uluslar aras pazarlara uygun stratejik pazarlama yöntemlerinin geli tirilmesi, girdi maliyetlerinin dü ürülmesi, uluslar aras mevzuata uygun üretimin yap lmas , ekonomik, teknolojik yap lanman n sürekli düzenlenmesi gerekmektedir. KAYNAKÇA BA ER, F., AKGÜL, B., 2002, Dahilde leme Rejiminde Tar m ve G da Sanayii Ürünlerinin Yeri, D Ticaret Dergisi Nisan 2002, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl hracat Genel Müdürlü ü, Ankara, ss. 1-2. ÇALI KAN, Ö. (2003). Dünya Ticaretinde Son Geli meler ve Trendler, Ekonomik Ara t rmalar De erlendirme Genel Müdürlü ü, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , Ankara, ss.1-3. 95 E.N.Öndo an/ Türk G da Sanayii nin Geli imi D E, (2003). Türkiye D Ticaret Verileri, T.C. Ba bakanl k Devlet statistik Enstitüsü, www.die.gov.tr, Ankara. Eri im: Kas m 2003. DPT, (2000). Türkiye-Avrupa Birli i Özel htisas Komisyon Raporu, T.C. Ba bakanl k Devlet Planlama Te kilat (DPT) Özel htisas Komisyonu, Ankara. Eri im: Ekim 2003. DÜZENL , N. (2000). G da Sanayii Nereye Gidiyor?, G da Bilimi ve Teknolojisi Dergisi, Punto Yay nc l k, nönü Cd. Gülyolu Sk. No:4/A 81350 Maltepe-Istanbul, 3 (4) : 28-30. DTM, (2000). D Ticaret statistikleri, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , Ankara. DTM, (2003a). 2002 de D Ticaretin Görünümü, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , Ankara. Eri im: Aral k 2003. DTM, (2003b). D Ticaret statistikleri, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , www.dtm.gov.tr/, Ankara. Eri im: Aral k 2003. ENER, Faruk. (2003). D Ticaretin Görünümü, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , www.dtm.gov.tr/, Ankara. Eri im: Aral k 2003. ES AD, (1999). Globalle en Dünyada Ekonomik Ba ms zl k, Egevizyon, Ege Bölgesi Sanayiici adamlar Derne i, zmir. 7(27) : 18-19. IFS, (2002). World Development Indicators 2002, IFS, Cenevre- sviçre. Eri im : Haziran 2003 KARABA LI, Arslan ve ALPKENT, Nurettin. 1997. Türk G da Sanayinin Avrupa Birli i Pazarlar na Uyumu, Milli Prodüktivite Merkezi Yay nlar No: 600, MPM Yay n ve Halkla li kiler Bölümü, Ankara. KOTLER, Philip. (2000). Kotler ve Pazarlama, Çeviren: Ay e ÖZYA CILAR, Sistem Yay nc l k, irket Kültürü Dizisi: 258, Istanbul. ss.90-101. KUTLU, E., 1998. Globalle me ve Etkileri, Anadolu Üniversitesi ktisadi ve dari Bilimler Fakültesi Dergisi, Eski ehir. 1-2(1068):363-386. NEB O LU, Hüseyin. (1997). Bölgeselle me Hareketleri Ba lam nda 21nci Yüzy lda Türkiye, T.C. Ba bakanl k Devlet Planlama Te kilat (DPT), Eylül 1997, Ankara ÖZKIVRAK, Özlem ve D LEY C , Dilek. (2003), Globalle me, Bölgeselle me, Mega Rekabet ve Türkiye, www.econturk.org/, Dokuzeylül Üniversitesi ktisadi ve dari Bilimler Fakültesi, zmir. Eri im: Ekim 2003. TEK N, A. (2003). Globalle me Sürecinde Türkiye, Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , thalat Geli tirme Müdürlü ü, Ankara, Eri im: Aral k 2003. TEZCANLI, Var . (1996). G da Sektörü: Bitkisel Ya , Et ve Et Ürünleri, Meyve Sebze leme, Süt ve Süt Ürünleri, eker ve ekerli Mamuller, Un ve Unlu Mamuller, Yem, Sektör Ara t rmalar Serisi No: 9, ss. 3, Istanbul Menkul K ymetler Borsas G da Sektörü Ara t rma Müdürlü ü, Aral k 1996, Istanbul. VAROL, M. (2003). lenmi Tar m Ürünleri Sektörü, 24.05.2002- zmir, T.C. Ba bakanl k D Ticaret Müste arl , Ankara, ss.1; 11. WTO, (2001a). International Trade Statistics 2000, World Trade Organization, pp. 3-4, 141-155, Cenevre- sviçre. WTO, (2003b). World Trade Figures 2002, World Trade Organization (2003), www.wto.org/, Cenevre- sviçre. Eri im: Kas m 2003. 96 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik (Subsidiarite) lkesi le Yöneti im (Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme Dr. Ahmet UÇAR Celal Bayar Üniversitesi Rektörlü ü, Ortak Zorunlu Dersler Koordinatörlü ü, Manisa ÖZET Günümüzde merkezi yönetimlerin yerel hizmetleri sunmakta yetersizli i anla lmas ndan sonra yönetim anlay lar nda da de i im gerçekle mektedir. Bu nedenle son y llarda yerel hizmetlerin yerine getirili inde daha çok yerellik ve iyi yöneti im gündeme gelmi ve önem kazanm t r. Bu çal mada, önce hizmette yerellik (subsidiarite) ilkesi tan mlanarak bunun yerel hizmetlerin etkinli i ve verimlili i üzerine etkileri, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art da dikkate al narak aç klanm t r. Daha sonra yöneti im (governance) kavram n n yerel hizmetlere etkileri tart larak baz öneriler sunulmu tur. Anahtar kelimeler: Yerel yönetim, yerellik ilkesi, kat l m ve yöneti im A Study On The Principle of Subsidiarity And Governance In The Point Of Effectiveness Of Municipal Services ABSTRACT Nowadays after it has been realized that national governments are inefficient on the delivery of local services, some changes also arise on the concepts of administration. Therefore, in recent years greater subsidiarity and good governance on the delivery of local services are on the agenda and of great importance. In this study, first, the principle of subsidiarity has been defined and then its influences on the efficiency and productivity of local services have been explained considering European Charter of Local Self-Government as well. Later, the influences of the term governance on local services have been analyzed and some proposals presented. Key Words: Local government, Subsidiarity, Participation and Governance Giri Belediyelerin kurulu amac , bulunduklar belde halk n n mahalli, mü terek ihtiyaçlar n n kar lanmas olarak tan mlanabilir. Söz konusu mahalli ihtiyaçlar n belediyelerce kar lanmas n n gerekçesi olarak, belediye örgütlerinin kuruldu u belde içinde yönetiliyor olmas ve burada ya ayan belde halk n n yerel yönetimlerde yönetime kat l m n n kolay olmas gösterilebilir. Bu iki unsur yani belediyelerin kurulduklar belde içinde yönetme yetkisi olmas ve belde halk n n yönetime kat l m n n kolay olmas , belediyelerin sunacaklar hizmetlerin hem etkinli ini hem de verimlili ini art raca için önemlidir. Nitekim Yüksel e göre kamu yönetiminin verimli k l nmas nda ve etkinle tirilmesinde, halka yak n olan kamu yönetimi birimlerinin hizmeti yüklenmesinin birtak m hakl nedenleri vard r. Her eyden önce, kamu hizmetlerinin halka en yak n birimler taraf ndan üretilmesi, onlar n gerçek ihtiyaçlar n n tespitinde kolayl k sa lad gibi, savurganl n da önüne geçilmesinde katk sa layabilir. Bundan ba ka, kararlar n 97 A.Uçar/Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik(Subsidiarite) lkesi le Yöneti im(Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme en yak n birimler taraf ndan yerine getirilmesi, zaman kay plar n ve bürokratik engelleri ortadan kald rabilir. Ayr ca kamu politikas olu turma sürecine halk n direkt kat l m , yönetim sorumlulu unun, yönetilenler taraf ndan payla lmas ve politikalar n uygulanmas nda kolayl k sa layabilece i de unutulmamal d r(Yüksel, 2004:6). Öte yandan dünyan n birçok Avrupa ülkesinde ve Türkiye de, toplumun de i ik kesimlerinde ve de i ik siyasi anlay lar aras nda, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve geli tirilmesi konusunda ortak bir anlay do maktad r. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, idari ve mali özerklik verilmesi, yerel yönetimlerin üzerindeki merkezi denetimin en aza indirilmesi konular nda ço u ülkede ba layan görü meler, uluslar aras belgelerde ve ülkelerin anayasalar nda daha aç k bir biçimde yer almaya ba lam t r(Ökmen, 2002: 106-107). Yerel yönetimler demokrasi ile ili kilendirilirken ya da bir ülkedeki demokrasinin ne ölçüde i ledi ine karar verilirken genellikle yerel yönetimler esas al n r.Ba ka bir deyi le, bir ülkenin demokratikle mesinin gerçekle mesinde yerel yönetimler demokrasinin temel ta lar olarak görülür. Nitekim Friedrich August Von Hayek e(1899-1992) göre yerel halka oldu u kadar, onlar n gelecekteki liderlerine de siyasal bir e itim okulu i levi gören yerel yönetimin yayg n olmad hiç bir yerde demokrasinin iyi i ledi i görülmemi tir (Ery lmaz, 2002:7). E er bir ülkede yerel yönetimlere (adem-i merkeziyetçilik) önem veriliyorsa, o ülkenin daha demokratik yönetildi inden yani demokrasinin daha çok i ledi i ve kat l mc l n var oldu undan söz edilebilir. Zira yerel yönetimler, Bat n n siyasi ve idari kurumla mas nda ve demokratik hayat n n geli mesinde merkezi bir role sahip olagelmi lerdir. Birçok dü ünür ve uygulamac ya göre, yerel yönetimler demokrasi , verimlilik/etkinlik , özgürlük , özerklik ve yeniden payla m olmak üzere be temel de ere dayan r(Ery lmaz, 2002:7). engül e göre; yerel yönetimlere ili kin de erlendirmelerdeki hakim söylem, yerelle me ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin demokratikle me aç s ndan önemini vurgulamaktad r. O, bunun mant n n, yerel yönetimlere güç aktar m n n yerel düzeyde ya ayanlar n ihtiyaç ve isteklerini daha kolay yans tabilmelerini sa layaca , kat l m art raca , yerinden yönetim olgusuna güç kazand raca varsay m na dayand n belirtiyor( engül,2001:96). Yerel yönetimler gittikçe h zlanan, yayg nla an yerelle me ve kat l m e ilimlerinin en çok yans malar n görebilece imiz alanlard r. Küreselle meyerelle me dinamikleri ba lam nda, kat l mc l n, ço ulculu un, yerelli in, effafl n ve demokratikle me e ilimlerinin öne ç kt bir süreçte yerel yönetimler, hem demokratik bir yönetim birimi hem de etkin ve verimli bir hizmet sunma birimi olarak gittikçe önem kazanmaktad r. Bilgi toplumuna do ru ya anan küresel geli meler ba lam nda ortaya ç kan bu içerikler, demokratikle me e ilimlerinin ötesinde, kamu yönetiminin bir parças olarak yerel yönetimleri yak ndan ilgilendirmektedir. Küreselle me-yerelle me ile ortaya ç kan geli meler sonucunda yerel yönetimler, geleneksel kurulu lar olmaktan kurtularak, karar alma süreçlerinde etkili, gerçek anlamda yerinden yönetim kurulu lar olmaya do ru gitmektedirler(John, 2000:877). 98 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.97-107. Öte yandan Avrupa Kentsel art nda(1992) da yerel halk kat l m na ili kin olarak birtak m ilkeler olu turulmu tur. Bu ilkelerde, yerel siyasal ya ama hem ehri kat l m anlat l rken, temsilcileri serbestçe ve demokratik biçimde seçme hakk n n korunmas na yer verilmi ; ve bu kat l m n, yerel, siyasal ve idari yap n n her kademesinde etkinle tirilmesi vurguland gibi, beldenin gelece i ile ilgili bütün büyük projeler konusunda hem ehrilere dan lmas ve yerel yönetimlere gençlerin kat l m n n sa lanmas gerekti i belirtilmi tir(Öner, 2000:48) Bu yaz n n temel amac hizmette yerellik(subsidiarite) ilkesinin benimsenmesi ve yönetimden yöneti im uygulamas na geçi ile belediye hizmetlerinin etkinli inin dolay s yla verimlili inin ne kadar artaca ve demokrasinin temel art olan kat l mc l a ne ölçüde yer verilece i temalar üzerine olacakt r. Bu çerçeve içinde önce hizmette yerellik(subsidiarite) kavram üzerinde durulacak, bu ilkenin Türkiye deki yerel yönetimler ile Avrupa yerel yönetimleri üzerindeki etkileri Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art nda vurgulanmaya çal lacakt r. Daha sonra yöneti im kavram incelenecek ve kat l mc l a etkileri tart lacakt r. II-Hizmette Yerellik (Subsidiarite) lkesi: Yerel Hizmetlerin Etkinli i Son zamanda, kamu politikalar n n olu turulmas nda karar mekanizmalar n n halka yak nla t r lmas yla, daha çok yerellik ve daha çok kat l m ve effafl k anlay lar önem kazanmaktad r. Türkiye de u andaki genel görünüme göre hizmetlerin ço unu merkezi yönetim kurulu lar yürütmektedir ve genel bir e ilim olarak da, merkezi yönetim kurulu lar , yetki kayb na u rama kayg s yla yerel yönetimlerce daha etkin, verimli ve ucuz üretilecek hizmetleri bile b rakmak istememektedir. Kaya raporunda da belirtildi i gibi, yerel hizmetlerin büyük bir bölümü, köy yollar , köy içme sular , köy imar na var ncaya kadar, merkezi yönetim kurulu lar taraf ndan yürütülmektedir. Halbuki geli mi ve geli mekte olan ülkelerin hemen tümünde, yerel hizmetler, gittikçe artan bir biçimde merkezi yönetimden yerel yönetimlere aktar l rken, Türkiye de bunun tam tersi uygulanmakta, merkeziyetçi yönetim, son geli melere ra men a rl n korumaktad r(Kaya Projesi, 1992: 5-6). Hatta bu durumu daha aç k ve net anlayabilmek için Türkiye deki kamu harcamalar içinde yerel yönetimlerin ald klar pay ile geli mi bat ülkelerindeki yerel yönetimlerin ald klar pay kar la t rmak gerekir. Söz gelimi ülkemizde, toplam kamu harcamalar içinde yerel yönetimlerin pay yakla k %17 iken, Almanya da %30, sveç te ise yakla k %70 dir(Yüksel, 2004: 14). Ancak 1930 y l nda kabul edilen 1580 say l yasay haz rlayanlar n temel hedefi Cumhuriyetin arzulad ça da ehrin yarat lmas na olanak verecek bir yasa ç karmak olmas na ra men, bu yasa ile yerel yönetimler güçlendirilse de sonraki y llarda merkeziyetçilik artmaya devam etmi , merkezi yönetim yerel yönetimlerin sadece kararlar üzerinde de il, ayn zamanda karar organlar üzerinde de denetimini art rm t r(Özcan, 2001: 218-219). Daha sonra artan sorunlar kar s nda, hizmetleri kar lamakta yetersiz 99 A.Uçar/Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik(Subsidiarite) lkesi le Yöneti im(Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme oldu unu anlayan merkezi yönetim, yerelle menin art r lmas n ve bu ekilde hizmetlerin sürdürülmesinin verimli olaca n , en az ndan söylem düzeyinde konuyu gündeme getirmektedir. Bu görü ün destek buldu u dayanaklar ise; yerel yönetimlerin halka yak nl , hizmeti ucuz ve kolay sunarak gecikmeyi önlemeleri, halk n sorunlar n merkezi yönetimden daha iyi saptamalar ve çözüm üretmeleridir. Kamu yönetiminde etkinli in ve verimlili in sa lanmas n n temel artlar ndan birisi, hizmetlerin halka en yak n yerel birimlerce yerine getirilmesidir. Seçilmi yerel organlar hem ehrilerinin öncelikli ihtiyaçlar n merkezi yönetime göre daha kolay ve isabetli tespit edebilirler ve bu hizmetleri onlara daha h zl ve etkin biçimde götürebilirler(Acartürk ve Özgür, 2004:158). Öte yandan yerel yönetim kurulu u ile vatanda ili kilerinde, vatanda lar kendi sorunlar n n çözümüne katk da bulunmak için daha etkin konuma gelmenin yollar n aramaktad rlar. Bu aray , sorunlar n n çözümü için dü ünce üretmek, emek sarf etmek, para ve zaman harcamak gibi geni bir kat l m içermektedir. Yerel yönetimde kurum-vatanda ili kisi bu boyutlara ta n nca yerellik, merkezcili e göre daha demokratik, etkin ve verimli bir konuma gelmektedir (Peker ve di erleri, 1997: 29). Yine kat l mc l n art r lmas Yerel Gündem 21 in ula mak istedi i en büyük hedeflerden birisidir. Yerel Gündem 21 olarak ifade edilen Kentler çin Eylem Plan haz rlama sorumlulu u yerel yönetimlere verilmi tir. Esasen demokratikle me ve kat l m tepeden de il, tabandan yay larak geli tirildi inde ba ar ya ula abilir. Gündem 21 in temel felsefesi kat l m art rmak ve bulundu u yerle imden ba layan hem ehri sorumlulu u geli tirmektir(Toprak Karaman, 1998:242-250) Kavram olarak subsidiarite, yerellik , ikincil durumda bulunma, yard mc l k sözcüklerinin yerel, ikincil, yard mc s fat na sahip olmay anlat r. Gerçekten de subsidiarite kelimesinin s fat olarak anlam , bir eylem, bir davran , bir ki iyi ya da bir kurumu güçlendirmeye yarayan, onlara destek ve yard mc olan, yedek ve ikincil kavramlar yla özde tir. Bu kavram Türkçe ye ikame veya yetki ikamesi olarak da çevrilebilir(Özcan, 2001:198). Zira subsidiarite anlay nda da hizmette halka yak nl k ya da bir hizmetin halka en yak n birimler taraf ndan yönetilme ilkeleri vard r. Hizmette halka yak nl k eklinde ifade edilen yerellik ilkesi, farkl yönetim düzeyleri aras nda yetki bölü ümüne esas olan bir ilkedir(Acartürk ve Özgür, 2004:158). Bu anlay a göre yerel, bölgesel veya merkezi düzeydeki çe itli birimlerin stratejik durumuna uygun olan bir hizmeti yerine getirmeleri istenmektedir. Ba ka bir anlat mla bir hizmetin yerine getirilmesinde en iyi konumda ve ko ullarda olan yerel, bölgesel veya merkezi birimler sorumlu veya yükümlü olmal d rlar. Subsidiarite ilkesi, merkez ve çevresi aras nda yetki ili kileri yönünden gerekli olan tart maya yeni bir hayat getirebilecek güçtedir. Varolan tek sosyal kurum ilkesi olup, yurtta lardan veya sosyal gruplardan baz görevleri devrettirir. Yerel, bölgesel veya ulusal yönetimler aras nda yetki da l m yönünden teknik bir ilkedir. Devletin müdahale biçimini,karara yol açacak ve yerel yönetimin bir eyleri kendi yapmas yerine, uygun düzeylerde yap lmas n destekleyen ekilde de i ime bir ça r d r (Mahalli dareler Genel Müdürlü ü, 1995: 39). 100 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.97-107. Asl nda, baz çevreler, devlet yap s içinde yerel ve bölgesel yönetimlere ikincil; merkezi yönetime, yani devletin kendisine ise, as l gözüyle bakarlar. Oysa, hizmette yerellik ilkesiyle yap lmak istenen de i iklik, bunun tam tersidir. Bu anlay a göre, burada ikincil olan devlettir. Bunu de i ik bir ifadeyle anlatacak olursak, üst düzeydeki otoritenin, yani devletin, alt düzeydeki yönetimin i lerine kar mas na, ancak o düzeydekilerin bu i leri yerine getirememeleri ya da getiremeyeceklerinin anla lmas halinde olanak vard r. Hizmette halka yak nl k ilkesi, üst düzeyde bulunan yönetim basama n n, alt düzeydeki yönetimlere yard mda bulunmas n da içermektedir. Bu yard m, yerel birimlerin özerkli ini özendiren ve güçlendiren bir yard md r(Kele , 1995:4-5). Subsidiarite kavram , zirveye kar taban tercih etme, i lerin yerel halka en yak n yerde görülmesi olarak da aç klanmaktad r. Bu ba lamda yetkilerin uygulanmas ve kullan lmas için srarla uygun düzeyi aramak ve ancak alt düzeylerdeki yönetimler ile ilgili yetkileri kendileri uygulayamad klar zaman bir üst düzeyin seçilmesi önem ta maktad r(Öner;2000:28). Toprak a göre subsidiarite ilkesinde merkez-yerel bütünlü ü ve etkinli i içinde yerel halk n istekleri önemlidir. Ancak, di er taraftan da yerel ölçekte subsidiarite ilkesinin uygulanmas n zorla t ran merkezi yönetimin a r denetimi, yerel yönetimlerin mali zorluklar gibi sorunlar vard r. O, bu konuda yetkilerin yurtta a mümkün oldu u kadar yak n bir düzeyde uygulanmas , devletten al nan yetkilerin, ancak seçilmi temsilciler taraf ndan yönetilen veya denetlenen yönetimlere devredilmesi yerel halk n haklar n n önceli i ile de uyumlu olaca n (Toprak, 1996: 11-12) belirtmektedir. Kele e göre ise hizmette yerel halka yak nl k ilkesinin son zamanlarda bu kadar çok güncel hale gelmesinin ve önem kazanmas n n nedeninin alt nda özel ko ullar ve ihtiyaçlar yatmaktad r. Zira geleneksel devlet sisteminin sorgulanmaya ba land , Avrupa Birli i ni kurman n kimi güçlükler yaratt ve Birli in yaratt merkezile menin, yerel yönetimleri rahats z eden boyutlar kazand rd bir dönemden geçmekte olunmas bu ko ullar n ba l calar olarak ifade edilmektedir(Kele ,1995: 4). Özet olarak, hizmetlerin ve geli menin sa lanmas nda en yararl olabilecek kurulu sorumluluk yüklenmelidir (Tortop,1995: 303-304). Yönetime kat lmada yerel yönetimler ilk basamak olarak görülmeli ve kat l m ile; birlikte i görme, dayan ma ve topluma ait olma duygusu, yerel-mü terek hizmetlerin seçiminde yerindelik ve etkinlik, dolay s yla mali sömürünün giderilmesi sa lanabilmektedir(Toprak Karaman, 1996: 121). III-Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art nda Yerellik lkesi Geli mi Avrupa ülkelerinin bir araya gelerek olu turduklar Avrupa Konseyi, 1950 den bu yana, yerel yönetimlerin geli tirilmesi ve özerkle tirilmesi konusunda titizlik gösterdi i ve bu konuya özel bir önem verdi i gözlemlenmektedir. Zira Konseyin bu alandaki çal malar , 1985 y l nda , yetkili organlar n n, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art n benimsemesiyle daha önemli bir hale gelmi tir. Yerel özerklik art , demokrasinin geli mesinde ve 101 A.Uçar/Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik(Subsidiarite) lkesi le Yöneti im(Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme yönetimde etkinlik sa lanmas nda temel bir konuma sahip olan yerel yönetimlerin haklar n n korunabilmesi için bir güvence olu turmu tur(Kele , 1995: 4). Yerel yönetimlerin sunduklar hizmetlerin verimlili ini ve etkinli ini art rd na inand m z hizmette halka yak nl k(subsidiarite) ilkesine Avrupa Konseyi nin 1985 y l nda benimsedi i Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art nda yer verilmi tir. art n ba lang ç k sm nda: yerel yönetimlerin demokratik rejimin temel kurulu lar ndan biri oldu u, yurtta lar n kamusal i lere kat lma hakk n n Avrupa Konseyinin tüm üye devletlerince payla lan demokratik ilkelerden biri oldu u hususlar n dikkate alarak; bu hakk n, yerel düzeyde en uygun biçimde kullan labilece i ve yerel yönetimlerin gerçek sorumlular ile var olmalar , hem etkili ve hem de yurtta lara yak n bir idare sa layabilece i inanc vurgulanm t r. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art n n Özerk Yerel Yönetimin Kapsam ba l n ta yan 4. maddesinin 3. f kras nda öyle denilmektedir: Kamusal sorumluluklar genellikle ve tercihen, yurtta a en yak n olan yönetimlerce yerine getirilir. Sorumlulu un bir ba ka yönetime b rak lmas nda, görevin kapsam ve niteli i ile etkinlik ve ekonomi ilkelerinin gerekleri göz önünde bulundurulmal d r. Yeter in de erlendirmesinde ise Avrupa Konseyi taraf ndan s k kullan lan subsidiarite ilkesine göre;hizmetlerin esas sahibi alt ve vatanda a yak n birimler oluyor, üst birimler ancak alt birimlerin yerine getiremedikleri büyük boyutlardaki hizmetleri yerine getirirler. Böylece her hizmetin merkezden planlanmas , finansman ve yürütülmesinin önüne geçilerek, hizmette etkinlik, verimlilik, ekonomiklik ve sürat sa lanm olur(Yeter,1992:18). Bu art Türk hükümetince 21.11.1988 tarihinde baz maddelerine çekince konularak imzalanm ve bu art 08. 05. 1991 gün ve 3723 say l kanunla onaylamaya uygun bulmu tur. art a göre yerel özerklik, yasalara ve hatta anayasalara dayand r lmal d r(madde 2). Yerel yönetimler, kendilerine yasalarla tan nan sahalarda ve yasa s n rlar içinde fakat kendi sorumluluklar alt nda halk n yarar na olarak serbestçe karar alma ve bunlar uygulayabilme hak ve yetkisine sahip olabilmelidirler(3/2). Yerel yönetimlerin görev ve yetkileri anayasa ve kanunlarla belirlenmelidir. Yerel yönetimler, kanun s n rlar içinde kendilerine tan nan faaliyet alanlar nda serbestçe giri im hakk na sahip olmal d rlar(madde 4/1-2). Yerel yönetimler üzerindeki denetim, ancak anayasa ve kanunlarda belirtilen hallerde ve yine burada belirtilen yöntemler içinde yap l r(madde 8/1). Görüldü ü gibi Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art nda da yerel yönetimlere yerel kamu hizmetlerini etkin ve verimli bir ekilde sunabilme olana tan yan düzenleyici maddeler konmu tur. Bunlardan konumuzu ilgilendiren en önemli maddelerinden yukar da bahsettik. Ancak on sekiz maddeden olu an bu art n içerdi i ana konular n hepsinden bahsedilmeyecektir. Di er ana konular u ba l klardan olu maktad r; yerel özerkli in dayana , co rafi s n rlar, yerel yönetimlerin yarg lanmalar , idari denetimleri, mali kaynaklar , birlik kurmalar ve yarg . 102 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.97-107. IV-Yöneti im Kamu yönetiminde 1990 l y llardan sonra geli en en son yeniden yap lanma çal malar na göre, kamu yönetimini tek ba na alarak kendi içinde bir eyler yapmak yerine, kamu yönetimini toplumun geneli ile birlikte dü ünme yakla m benimsenmi tir. Özel sektörün yan s ra, sivil toplum örgütlerine de büyük önem veren bu yeni yakla m; kamunun tüm toplumun etkile imi ile olu an bir alan oldu unu ifade eden yöneti im kavram ile özetlenebilir. Bu içeri iyle yöneti im, gerçekle mi kurallar ve prosedürleri ters yüz eden, karar alma süreçlerini, yönetimsel ili kileri yeniden yap land ran bir olgu olarak ortaya ç km t r(Doig and Wilson, 1998: 267-272). Yöneti im yakla m kamu politikalar na ili kin kararlar n al nmas ve uygulama sürecinde demokratik kat l m ön planda tutar. Yöneti im a lar , kamu-özel-gönüllü kurulu lar aras nda ortakl klar ve i birli i, toplumun de i ik kesiminin aktif kat l m n mümkün k lar(Co kun, 2003:42). Yöneti im kavram n n, bilhassa yerel yönetimlerin öne ç kar lmas ve yerel yöneti imin yayg nla t r lmas yoluyla kamu yönetimi ve demokrasiye önemli katk lar n n olabilece i söylenebilir(Ökmen ve di . 2004: 44).20. yüzy l n son çeyre inde yap lan uluslar aras konferanslarda demokrasinin daha fazla geli ebilmesi için yerel yönetimlere daha fazla yetki ve görev verilerek hizmette yerindelik ilkesinin (subsidiarite) uygulanmas na olanak tan nmas ve bu yolla yerel halk n yönetime daha fazla kat l m n n sa lanmas hedeflenmi tir. Nitekim 1976 Vancouver konferans sonras nda Habitat I in devlet merkezli çözüm önerilerinin yetersizli inin anla lmas üzerine, yeni stratejide sorumluluk sadece devlete de il, toplumdaki kamusal ve özel tüm aktörlere yüklenmi tir. te yöneti im kavram , bu konferanslar sonucunda ortaya ç kan bir e ilim olan yönetimde çok aktörlülük ile ba lay p, yönetimde yeni bir anlay olarak geli meye devam etmi tir. Yöneti im (governance) kavram , bütün geli meleri hesaba katan, oldukça geni kapsam olan bir kavramd r. Yöneti im kavram yönetim kelimesinden daha kapsaml olup bir dizi aktörler, süreçler ve merkezi yönetimin birincil olmaktan ç k p di er aktörlerle görece e it oldu u bir durumu tan mlamaktad r(Rhodes, 1996; aktaran Co kun, 2003:40). Nitekim bu kavram, yönetim faaliyeti, ekli ya da sistemi ile ilgilidir. Söz konusu yönetim sisteminde, örgütler ve kamu ile özel sektör aras ndaki s n r geçirgendir. Yöneti imin özünü, hükümet ve hükümet d güçler aras nda ve içinde olu an ili kilerin birbirlerini etkilemesi olu turur. Yani bu kavram, kamu yönetimini, özel sektör ve sivil toplum kurulu lar n içine alan kompleks bir sistemi ve bunlar n kendi aralar ndaki ili kiler a n ve kar l kl etkile imlerini ifade etmek için kullan lmaktad r(Rakodi, 2003:524, Ery lmaz, 2000:28). Öte yandan yöneti im, toplumsal, siyasal ve yönetsel aktörlerin, toplumlara(onlar n sektörlerine ya da alanlar na) yol göstermek, onlar yönlendirmek, denetlemek ya da yönetmek için yap lm amaçl faaliyetler olarak da tan mlanabilir(Göymen, 1999:74). Siyaset bilimi ve kamu yönetimi alanlar nda devlet ve toplum aras ndaki yeni etkile imsel ili kileri tan mlamakta kullan lan yöneti im/çoklu yönetim kavram n n yerele uyarlanmas nda bask gruplar n n yönetsel erkin 103 A.Uçar/Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik(Subsidiarite) lkesi le Yöneti im(Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme kullan m na etkin olarak kat l m n n sa lanmas , sorumluluklar n yönetenlerin yan nda yönetilenler aras nda da da lmas n gerektirmektedir. Yerel erkin kullan m noktas nda etkin olan ayr cal kl yerel unsurlar, yöneti im uygulamas ile etkinliklerini ve yönlendirme güçlerini di er unsurlar ile payla mak durumunda kalacaklard r (Aklan ve Öner, 2000:175-176). Günümüzde, yöneti im içinde, çok farkl yetkililer, kar l kl dayan mac kaynak ve faaliyetler, ortak amaçlar ile kamu ve özel, resmi-gayri resmi, devlet-sivil toplum sektörleri ve daha fazla koordinasyon ihtiyac , tart ma ve konsensus olu turma vard r(Rakodi, 2003:541, Palab y k, 2004:231). Buna göre, devlet art k tek aktör olarak tek yanl bürokratik yönetim mant içinde, hareket etme imkan na sahip de ildir. Bunun sonucu, kesinlikle bir etkile im içinde olmas gereken bir dizi kurumu, yap y , bu yeni aktörleri ele almam z, dü ünmemiz gerekiyor(Göymen, 1997:172). Habitat II Türkiye Ulusal Raporunda bu yeni aktörlerin kimlerden olu aca konusunda u ifadeler yer almaktad r: Aktörlerin yapabilir k l nmas benimsenirken, burada bireylerden ba layarak, özel giri imcileri, sivil toplum örgütlerini, vak flar , kâr gütmeyen kurulu lar , kooperatifleri, yerel yönetimleri, merkezi yönetim kurulu lar n kapsayan geni bir aktörler yelpazesinin varl göz önüne al nmaktad r(Habitat II, 1996: 80). Yine ayn raporda yapabilir k l nan aktörlerin eylemlerini, ilkelerle belirlenen nitelikteki yerle meleri gerçekle tirebilmesi için bir yönlendirmeye gereksinim oldu u savunulmaktad r. Söz konusu i lev günümüzde yöneti im (governance) olarak kavramla t r l yor. Yani toplumla yönetim yeni bir ili ki kurma biçimini göstermek için kullan l yor. Toplumu yönlendirmekte sorumluluk dengesinin devletten sivil topluma kaymas na ve çok aktörlü kat l mc bir sistemin birlikte yönlendirme sürecine i aret ediyor. Dolay s yla sorunlar n çözümleri tek öznenin elinde de il, yerel, ulusal, uluslararas ölçekte ortakl klar n elinde toplanmaktad r. Çok aktörlü yönetimi kasteden yöneti im ile bürokrasi, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve yerel yönetimler gibi aktörler aras ndaki kar l kl etkile ime vurgu yap l rken, çerçevede ortakl k ili kisi öne ç kar lmaktad r. Bu anlamdaki bir yöneti im modeli, tek merkezden yönetilmeye dayal , merkezle yerel aras nda hiyerar inin olmad yeni ili kiler sistemini de gerektirmektedir. Bu yüzden devletin etkili ve verimli ortakl klar n kurulabilmesi için, ortakl k kuraca di er aktörlerin kapasitesini geli tirmeli ve kendi otoritesini de desantralize etmelidir(Ökmen ve di erleri, 2004:51). Yöneti im (governance) ile bir yandan yönlendirme gücüne sahip hükümet, d aktörleri de içeren esnek bir yap la ma kastedilirken, demokratiklik, aç kl k, hesap verme, ço ulculuk, karar n ilgililere en yak n yerde üretilmesi (subsidiarite) gibi ilkelere de i aret edilmi olmaktad r(Habitat II, 1996: 80). engül ise, kent yönetimlerine ili kin olarak üç sektörlü bir modelin ortaya ç kt ndan bahsediyor. Ona göre; bu yeni kombinasyonun üyeleri, yerel devlet, yerel nitelikli olan ya da yerel düzeyde etkinlik gösteren sermaye ve sivil toplum kurulu lar olarak adland r lan çe itli yap lanmalardan olu maktad r. Yerel yönetim kavram n n bu tür bir olu umu kucaklayamamas kar s nda yeni yap lanmaya verilen ad ise yöneti im (governance) olmu tur. Yöneti im kavram 104 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.97-107. ile kastedilen ey ise çoklu aktörlerin rol ald ve hiyerar inin yerine kar l kl etkile imin belirlendi i bir yönetim süreci. Bu yönetim sürecinde devletin görevi, büyük ölçüde düzenleyicilik ve çoklu aktörlerin birbirlerini bast rmadan ileti imde olabilmelerinin artlar n haz rlamakt r( engül, 2001: 52-53). Göymen e göre de yöneti im kavram n n üç boyutu vard r. Bunlar; sistemsel, siyasal ve yönetimsel boyutlard r. Sistemsel olarak yöneti im, devletin klasik ve otoriter karar alma süreçleri ve resmi kurumsal yap s ile belirlenen hükümetten daha geni bir kavram olarak tan mlanmaktad r. Siyasal boyutta yöneti im, yaln z devletin me ruiyetini ve eklen demokratik yönetimini de il, yurtta lar n mümkün olan her alanda ve biçimde kat l m n öngörmektedir. Yönetimsel boyutta kastedilen ve amaçlanan ise, etkin, ba ms z ve saydam , dolay s yla denetlenebilen bir kamu hizmetidir(Göymen, 2000: 6,7). Dolay s yla bu anlamda yöneti im (yönetilebilirlik), kavram olarak karma ay de il, çok yönlü etkile imleri ifade etmektedir. Yani, toplumdaki kamu ve özel kurumlar n, bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin yönetime ili kin tutum ve davran lar yöneti im olarak tan mlanabilir(Ökmen ve di erleri, 2004: 41) Hatta ba ka bir görü e göre yöneti im, al lm belediye yönetimi kavram n sorgulayan yeni bir anlay t r. Bu anlay a göre belediye, yerle ik tek otorite olmaktan ç k yor ve toplumun bir bütün içindeki bir parças haline getiriliyor. Nas l ki, kentler ulusal devletler yan nda kendi ili kilerini göstermek istiyorlarsa, toplum içindeki tüm güçler de belediye ile ili kilerde kendi varl klar n hissettirmek istiyorlar. Dolay s yla karma k kent ya am içinde özel sektör kurulu lar , örgütlü toplum birimleri ve gönüllü kurulu lar da yer almak istiyor. Bu ekilde çok aktörlü yeni bir toplum yap s ortaya ç km oluyor(Toksöz,1996: 229). Sonuç Uzun y llardan beri demokrasinin geli ip yerle mesinde yerel yönetimlerin önemli rolleri oldu u vurgulanmas na ra men, Türkiye de merkeziyetçi yönetim anlay n n süregeldi i ve hakim oldu u, yerel yönetimlerin de bu anlay n etkisinden bir türlü kurtar lamad söylenebilir. Zira demokrasinin ve kat l mc l n en kolay oldu u yerel yönetimlerde Cumhuriyetin ilk y llar ndan 1963 y l na gelinceye kadar belediye ba kanlar n n seçimi üzerinde Vali ya da Cumhurba kan n n onaylamas ile merkezin vesayeti a r bir ekilde sürdürülmü tür. 1963 y l nda ç kar lan 307 say l yasa ile her ne kadar bu uygulama kald r lsa da, ülkemiz yerel yönetimlerinin i leyi i ba kan a rl kl oldu u için merkeziyetçi yap n n hala sürdürülmekte oldu u söylenebilir. Dolay s yla hizmetlerin etkinli i aç s ndan hizmette yerellik ilkesinin ve yine kat l m boyutunu geni letecek olan, böylelikle yerel yönetimlerin verimlili ini art rmas beklenen çok aktörlü yönetimin yani yöneti imin hayata geçirilmesi aksamaktad r. Yerel yönetimlerin ve dolay s yla yerel hizmetlerin etkinli ini art racak olan bu iki uygulaman n, gerekli düzenlemeler yap larak hayata geçirilmesi hem vatanda n hem de devletin yarar na olaca a ikard r. Muhakkak ki, hizmette yerellik (subsidiarite) ilkesi ve yöneti im ile 105 A.Uçar/Belediye Hizmetlerinin Etkinli i Aç s ndan Hizmette Yerellik(Subsidiarite) lkesi le Yöneti im(Governance) Kavram Üzerine Bir nceleme Türkiye deki yerel yönetimlerin tüm sorunlar bir anda çözülece i ümidine kap l nmamal d r. Gerçekçi bir yakla mla Türkiye gerçeklerini göz önünde bulundurup, bu uygulamalar n da hayata geçirilmesi ile yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde ad mlar at lmal d r. Zira subsidiarite ilkesi hem yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, hem de bireyi merkeze alarak insan hak ve özgürlüklerinin koruyucusu olma niteli indedir. Bu niteli i ile, demokrasi paketlerinin ard ard na aç ld ancak içlerinin doyurucu olmad siyasal ya ant m zda bu paketlerin içlerinin doyurucu olmas na olanak tan yabilir(Özcan,2001:225). Öte yandan yöneti im ile yap lmak istenen ey ise, yerel yönetimlerde merkezin etkisinin azalt larak, ço ulcu yap lar n yerel yönetim hizmetlerinde etkin hale getirilmesidir. Nitekim yerel yönetimler devletin merkezile mi gücünün k r lmas yönünde önemli görülürken, as l hedef sivil toplumun, daha özelde de sivil toplum öbeklerinin güçlendirilmesidir( engül, 2001:55). Bilhassa yerel yönetimlerin yerel hizmetlerin sunumunda etkinli ini, verimlili ini ve ekonomikli ini art rmak için Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik art nda da bu yönde maddeler konmu , hatta art n 4.maddesinin 3.f kras nda hizmetlerin etkinli i, verimlili i ve ekonomikli i aç s ndan halka en yak n yönetimin sorumlulu u yüklenmesi ön görülmü tür. Geli mi Avrupa ülkelerinin ço u gibi bu art a imza koyan Türkiye de, bu art n ön gördü ü verimlilik, etkinlik ve ekonomiklik boyutlar n yerel hizmetlerin sunumuna yans tmal d r. Bu yap ld zaman daha çok mü teri (vatanda ) memnuniyeti, daha çok kat l m, daha çok ekonomiklik ve verimlilik elde edilece i söylenebilir. KAYNAKÇA ACARTÜRK, Ertu rul ve ÖZGÜR, Hüseyin(2004), Teoride ve Türkiye de Desantralizasyon , KamuYönetimi, Abdullah Y lmaz-Mustafa Ökmen(Ed),Gazi Kitabevi, Ankara ALKAN, Haluk ve ÖNER, erif(2000), Sivil Toplum-Devlet li kilerinde Bask Gruplar , Türk dare Dergisi,Y l-72, S.427, ss.163-177. CO KUN, Selim(2003), Kamu Yönetiminde Yöneti im Yakla m , Kamu Yönetiminde Ça da Yakla mlar, As m Balc , A. Nohutcu, N.K. Öztürk ve B.Co kun(Ed), Seçkin Yay nevi, Ankara. DOIG, A and WILSON, J.(1998), What Price New Public Management? , Political Quarterly, Jul-Sep, Vol.69, Issue:3. ERYILMAZ, Bilal (2000), Kamu Yönetimi, Erkan Matbaas , stanbul. ERYILMAZ, Bilal (2002), Belediyelerde Demokrasi Gelene i ve De i im htiyac , Ça da Yerel Yönetimler, Cilt.11, Say .3, Temmuz, ss.6-21. GÖYMEN, Korel (1997), Türkiye de Kent Yönetimi, Boyut Kitaplar , stanbul. GÖYMEN, Korel (1999), Türk Yerel Yönetiminde Kat l mc l n Evrimi: Merkeziyetçi Bir Devlette Yöneti im Dinamikleri , Amme daresi Dergisi, C.32, S.4, ss.67-83. GÖYMEN, Korel (2000), Türkiye de Yerel Yönetimler ve Yöneti im: Gereksinmeler, Önermeler, Yönelimler , Ça da Yerel Yönetimler Dergisi, C.9, S.2, JOHN, Peter(2000), The Europeanisation of Sub-national Governance , Urban Studies, Vol.37, No:5-6. Kaya (Kamu Yönetimi Ara t rma) Projesi(1992), Yerel Yönetimler Ara t rma Grubu Raporu, YÖK Matbaas , Ankara. 106 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.97-107. KELE , Ru en (1995), Hizmette Halka Yak nl k ve Yerel Yönetimler , Ça da Yerel Yönetimler, Cilt.4, Say .1, Ocak, ss.3-14. KELE , Ru en (1995), Yerel Yönetimler Özerklik art Kar s nda Avrupa ve Türkiye , Ça da Yerel Yönetimler, Cilt.4, Say 6,Kas m, ss.3-19. Mahalli dareler Genel Müdürlü ü (1995), Hizmette Yerellik (Subsidiarite) lkesinin Tan m ve S n rlar , Ankara. ÖKMEN, Mustafa (2002), Yerel Yönetimlerde Özerklik E ilimleri, Avrupa ve Türkiye Avrupa Birli i le Bütünle me Sürecinde Türkiye de Yerel Yönetimler, Bekir Parlak-Hüseyin Özgür(Ed), Alfa Yay nlar , stanbul. ÖKMEN, Mustafa, S. Ba tan ve A. Y lmaz(2004), Kamu Yönetiminde Yeni Yakla mlar ve Bir Yöneti im Faktörü Olarak Yerel Yönetimler Kamu Yönetimi, A. Y lmaz-M. Ökmen(Ed), Gazi Kitabevi, Ankara. ÖNER, erif (2000), Belediye Yönetim Kararlar nda Sivil Toplum Kurulu lar n n Etkinli i (Gaziantep-Kahramanmara -Bingöl Örne i), Yay nlanmam Doktora Tezi, D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, zmir. ÖZCAN, Mehmet(2001), Subsidiarite(Hizmette Yerellik) lkesi: Avrupa Birli indeki Uygulama ve Türkiye de Uygulanabilirli i Türkiye de Kamu Yönetimi Sorunlar içinde, H.H.Çevik, Seçkin Yay, Ankara. PALABIYIK, Hamit(2003), Yönetimden Yöneti ime: Yöneti im, Kentsel Yöneti im ve Uygulamalar ile Yöneti imde Ölçülebilirlik Üzerine Aç klamalar , Yerel ve Kentsel Politikalar, Akif Çukurçay r(Ed), Çizgi Yay nevi, Konya. PEKER, Mümtaz, Engin Önen ve Bekir Balk z (1997), Göç, Kentle me Sorunlar ve Yerel Siyaset , Saray Kitabevleri, zmir. RAKODI, Carole(2003), Politics and Performance: The Implications of Emerging Governance Arrangements for Urban Management Approaches and Information Systems , Habitat International 27. ENGÜL, H.Tar k (2001),Kentsel Çeli ki ve Siyaset, Kapitalist Kentle me Süreçleri üzerine Yaz lar, Demokrasi Kitapl , stanbul. TOKSÖZ, Fikret (1996), Habitat II Konferans n n Türk Yerel Yönetimlerine Etkisi , Yeni Türkiye, Y l.2, Say .8, ss,228-230. TOPRAK KARAMAN, Zerrin (1996), Yerel Yönetimler, D.E.Ü Yay n , zmir. TOPRAK KARAMAN, Zerrin (1996), Yerel Yönetimler, Politik- Yönetsel Sorunlar, zmir Kentinde Gündem 21 e Do ru, zmir Büyük ehir Belediyesi Yay n , zmir. TOPRAK KARAMAN, Zerrin (1998), Kent Yönetimi ve Politikas , Anadolu Matbaac l k,Çamdibi, zmir. TORTOP, Nuri(1995), Yerel Yönetim Anlay nda Geli meler ve Yerel Yönetimlerin Önemi, Yeni Türkiye,Y.1, S.4, ss.299-304. UÇAR, Ahmet (2003), Yerel Düzeydeki Kamu Politikalar n n Olu turulmas ve Uygulanmas nda Atanm -Seçilmi li kisi, Yay nlanmam Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya. Habitat II (1996), Ulusal Rapor ve Eylem Plan , stanbul. YETER, Enis (1992), Yerel Yönetimler Üzerine Dü ünceler , Ça da Yerel Yönetimler, Cilt.1, Say .4, Temmuz, ss.13-21. YÜKSEL, Fatih(2004), Kamu Yönetiminde Yeni E ilimler Perspektifinde Türk Kamu Yönetiminde Reform htiyac ve Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasar s , Kamu Yönetimi, Abdullah Y lmaz-Mustafa Ökmen(Ed), Gazi Kitabevi, Ankara. 107 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding Yrd. Doç. Dr. A k n Haluk YILDIRIM zmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Yabanc Diller Bölümü, zmir ABSTRACT This paper is mainly concerned with the identification of the allusions and metaphors in Rites of Passage , the first volume of To the Ends of the Earth trilogy by the English novelist William Golding, who was awarded the Nobel Prize for literature in 1983 for his parables of the human condition. Golding s use of symbolism plays an important role in the understanding of his novels and being aware of the metaphorical nature of his thematic framework encourages the reader to refine upon the abstract implications which lie behind the concrete realities of his plots. Thus, one of the objectives of this study is the revelation of the metaphors in Rites of Passage along with the analysis of main thematic structure. Allusions, on the other hand, stands as another point of discussion and examination essential to the discovery of the path that will help us get into the mind of the writer. Nevertheless, the ultimate aim of this study is not only to portray the use of allusions and metaphors in Rites of Passage but also provide a sample analysis demonstrating the function of these narrative devices in the construction and perception of a literary work of art. Key Words: criticism, allusion, metaphor, rites, epistolary, microcosm William Golding in Rites of Passage Roman ndaki Gönderme ve E retilemelere Genel Bir Bak ÖZET Bu makale, insan do as yla ilgili çal malar ndan dolay 1983 y l nda Nobel Ödülü kazanm olan ngiliz yazar William Golding in To the Ends of the Earth üçlemesinin ilki olan Rites of Passage roman ndaki göndermeler ve e retilemelerin incelemesini içermektedir.Golding in eserlerinde sembolizmi nas l kulland n n anla lmas ve çizdi i izleksel çerçevenin e retilemeli do as n n bilincinde olmak okuyucuyu yazar taraf ndan yarat lan görünür gerçekli in ard nda yatan unsurlar ke fetmeye iter. Bu yüzden, bu çal man n amaçlar ndan biri, ana izleksel yap n n incelemesinin yan s ra, Rites of Passage roman ndaki e retilemelerin ortaya konmas d r. Öte yandan, göndermeler yazar n zihnine giden yolun ke finde okuyucuya e lik eden di er bir tart ma ve inceleme konusu olarak ele al nmaktad r.Tüm bunlar n ötesinde çal man n nihai amac sadece Rites of Passage da yer alan gönderme ve e retilemelerin analizi de il ayr ca bu analat sal araçlar n edebi bir eserin olu turulmas ve alg lanmas ndaki i levini ortaya koyan bir analiz modeli sunmakt r. Anahtar Kelimeler: ele tiri, gönderme, e retileme, The critic casts a critical eye upon books until he can come up with aspects that would be of some use for the understanding and revelation of the points lying beneath narrative veils. Criticism is primarily bound with the range of knowledge and perception of the critic himself. In order to reach those deep recesses where the allusions, metaphors and sophisticated narrative devices lie, the critical eye should be wide awake even more than the author of the novel, particularly if the literary work of art is a demanding one on the part of the reader, 109 A. H. Y ld r m/Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding whose appreciation will be guided by the critic. By reading between the lines the critic tries to uncover the invisible to the naked eye. In this respect, his responsibility sometimes far outweighs the responsibility of the writer, whose utilization of narrative devices is the path towards the meaning beyond the visible, waiting to be discovered. Allusions and metaphors, or references and symbols, are the heart beats of the writer, which constitute either the core of his fictional world or the means that promise to take you to the core and thereby provide a better understanding, an insight beyond the surface reality. A literary work of art, mainly through the use of allusions and metaphors, can sometimes tell us more than the intended meaning. The more able and equipped an author is, the harder it gets for the critic to go through his work as is the case in William Golding s Rites of Passage (1980), which brought him Britain s highest literary award, The Booker McConnell Prize in 1981, only a year after its publication. It is the first volume of the famous Sea Trilogy, To the Ends of the Earth (1991), a collection of three previously and individually published novels; Rites of Passage (1980), Close Quarters (1987), and Fire Down Below (1989). The overall symbolic nature of Rites of Passage, its sophisticated narrative devices and countless allusions, make the first volume, just like its sequels, a daring venture. Golding is believed to be a pessimist throughout his whole career as a novelist. Thus, much of the critical consideration devoted to his works tends to focus on the darker side of the scale. However, this is not surprising at all, especially when we remember his accepting the theology of original sin and fallen man in Fable, a 1962 lecture at the University of California in Los Angeles (1966:88). Although Golding has never rested on a single approach throughout much of his writing, the primacy of evil has always overshadowed his other thematic intentions and made itself seen as his main thesis, which has inevitably been the major focus of critical assessment. As he declares right at the beginning of his Nobel Lecture, this attitude towards his fiction seems to be a matter of concern for Golding: Twenty-five years ago I accepted the label pessimist thoughtlessly without realising that it was going to be tied to my tail ... (1983:1). Golding holds that evil is inherent in the human mind itself and the result is that man is a fallen creature. In his essay, On The Crest of The Wave, he declares that I am by nature an optimist but a defective logic or a logic which I sometimes hope desperately is defective makes a pessimist of me (1966:126). This belief is in fact the basic motif behind his recurring theme, which has developed as a result of the events he witnessed during World War II. However, the building blocks of the circumstances that he creates to set the scene to demonstrate his major philosophy are embedded in the allusions and metaphors, the identification of which are essential for the correct interpretation of Rites of Passage as well as his other works of fiction. The voyage to the ends of the earth begins with Rites of Passage, the first volume of the sea trilogy. We are aboard a converted British warship, Britannia, 110 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.109-118. whose passangers are on their way from the south of England to the Antipodes, or Australia as it is called today. The time is the first quarter of the nineteenth century, the Napoleonic era of the 1815s. Golding himself has specified the date of his voyage at round about 1812 or 1813 (Baker, 1982:162). Rites of Passage is an epistolary novel, whose author is its hero. Edmund FitzHenry Talbot, both the first person narrator and the protagonist of the novel, reports the events on board the ship, Britannia, through the journal he keeps for his godfather, an unnamed but politically influential nobleman who the reader never encounters throughout all the three books of the trilogy; yet, he stands as the person who has secured the administrative post for Talbot in New South Wales, a British colony in the South Pacific. Golding has constructed Rites of Passage as a journal, and within Talbot s journal the reader is presented with Colley s journal-like letter written to his sister. This technique enables Golding to use two first person narratives, and the reader is introduced to the same events in the novel through two different points of view. When the reader settles down with Talbot to read Colley s letter, it is as if the novel starts again, but this time from a totally different mode of perception. In this respect, the novel resembles James Joyce s Ulysses (1986), which begins once with Telemachus and again with Calypso , and ends once with Bloom falling asleep in Ithaca and again with Molly s reverie in Penelope . However, we have to wait almost till the end of the novel to learn what there is in Colley s letter, which is one of the most characteristic devices of Golding s fiction: the plausible delay of significant information. Up to that point, we are bound with Talbot s complacent view of events. After reading Colley s letter, we realize that there have been missing parts in the events narrated by Talbot, and we fill in the gaps; in other words, we discover the missing parts of the story, so the real ordered plot is built in the minds of the readers. Colley s account of the voyage and the strange rites into which he is initiated appear in a very different light, especially, the realities behind the central mystery of the book the event in the fo castle, which results in Colley s dying of shame is understood only after reading Colley s letter to his sister towards the end of the novel. The rigidity of the British class system has always been a great concern for Golding, who calls it the classic disease of society in this country (Baker, 1982:136). The ship s surface is, in fact, a model of this hierarchically structured society, a microcosm, manifestly Britain in miniature. The passengers are divided into those with cabins, referred to as ladies and gentleman who live in the stern of the ship, and the common people, referred to as the emigrants, who are placed at the front end of the ship with the sailors. The boundary dividing these two groups of people is marked with a white line across the deck, which is strictly forbidden to cross. The quarterdeck, on the other hand, belongs to the captain and the officers. It is not a coincidence that Golding gave his ship the name Britannia, which is a representation of the class-ridden structure of British society in a different setting. Britannia stands as a separate world with its own rules, laws and 111 A. H. Y ld r m/Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding reality. Mr Colley likens the vessel to a little universe: It is as if I think of her as a separate world, a universe in little in which we must pass our lives and receive our reward or punishment (Golding, 1980:191). A feeling which is shared by Talbot as well when he says for the ship that it is a microcosm of human life divorced from reality where time has its own dimension (Golding, 1980:129). Talbot s view of their vessel as a world of its own leads him to a preoccupation with theatrical metaphors throughout the novel. He views the ship as a theatre saying I tried to cut a scene or two for our floating theatre (Golding, 1980:145). The scenes in his journal and his reactions are often reflected with reference to some theatrical terms. For example, he describes Zenobia as an habituée of the theatre if not a performer there (Golding, 1980:58); for the people who witnessed Colley s disgrace he notes the audience was well enough satisfied (Golding, 1980:116-18); he labels the meal in Captain Anderson s cabin a farce (Golding, 1980:166) caused by drunken Brocklebank, and he describes the scene at the end of Colley s funeral -as his body is sent deep down in the ocean- having recourse to Shakespeare! (Golding, 1980:262-63). In fact, he thinks that the whole journal, unintentionally, turned to the record of a drama Colley s drama (Golding, 1980:264). Golding himself admitted the intensive use of theatrical metaphors in the novel (Baker, 1982:161): It had to be theatrical because (Colley) has to make an exhibition of himself and therefore the ship had to be turned into a theatre in which he could do it. Don Crompton maintains that the plot of the novel is composed of a three-act division when the events are arranged in their order of occurance, that is, the chronological sequence (1985:132): Act one is the presentation of the general situation aboard the ship and the appearance of conflict mainly between Talbot and Colley as the representatives of State and Church and between Colley and the rest of the pagan ship led by Captain Anderson, who has a hatred for men of the cloth. Act two is the part where the fatal consequences of this rivalry appear, and act three is the final stage in which everything that has taken place is revealed. A theatrical manifestation or the microcosmic presentation of the real world, whatever we call it, Golding has created the perfect setting to introduce his main theme, fall , along with the pervasive social discrimination and the self discovery on the part of his narrator. The news of Colley s death marks the narrative climax of the novel. At this point, Rites of Passage shows a strong resemblance to Elizabeth Longford s Life of Wellington (1969), specifically with an incident recorded in Scawen Blunt s diaries taking place in 1797: With the insistence of William Hickey, Mr Scawen, a young man named Blunt, was allowed to take part in the expedition to Manila as chaplain. They set sail in August. However, after only three days at sea, the clergy got drunk and rushed out of his cabin stark naked. After his great shame, he shut himself up in his cabin and refused to eat or speak, just like Colley s case in Rites of Passage: Colonel Wesley s broad-minded and kindly attempts to reconcile Mr Blunt to himself were not successful. In ten days he forced himself to die of contrition (Longford, 1969:51). This is exactly what happens to Colley after his disgrace. Summers and Talbot s effort to stop Colley s 112 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.109-118. suicide gets unsuccessful and the parson dies of his great shame. Golding remarks that, this was so horrific that I had to invent human circumstances to make us understand how a man could die of shame (Baker, 1982:155). In his critical study of Rites of Passage, Don Crompton establishes a resemblance between the French anthropologist Arnold Van Gennep s description of rites of passage, which he analyzes in three main stages; separation, transition and incorporation (1985:153). The first phase, separation, is the departure of both Talbot and Colley from their immediate environment: Talbot leaves his parents and brothers and Colley his sister behind as well as their other social connections. The first step in the transition phase is their struggle to get used to the life aboard the ship in physical terms, and the next step is to identify their status in the new social pyramid. The final and the most important stage of this process is incorporation, which is mainly concerned with the acceptance into a new society. Talbot, by using and abusing his priviliges, completes his incorporation successfully, whereas Colley becomes unsuccessful due to his failure to recognize and perform the rites of the new society. The scene that best demonstrates the difference between the degree of their achievement is Talbot s having dinner at the captain s table while Colley dies, isolated and rejected in his cabin. In the course of the novel, Colley undergoes two different acts of incorporation: The first one is the crossing-the-line ceremony, in which he becomes an object of scorn and which results in his being baptised not in holy water but in human ordure. The next one appears as Colley s attempt at incorporation with the people of the ship, which turns into the fatal act of fellatio. Colley travels from life to death in his own personal rite of passage. Talbot, on the other hand, with the impact of the parson s death, realizes his defects, comes to know himself and experiences a self-evolution for which, at first, he seemed to lack the potential. Rites of Passage utilizes both historical and literary sources as a point of departure including its narrative style, the epistolary mode, which was one of the most commonly used types of the eighteenth century fiction. Over a thousand epistolary novels are estimated to have been written in the Augustan Age (Rogers, 1978:68). One of these novels, Smollett s Humphry Clinker (1771), is similar to Rites of Passage not only in terms of epistolary technique but also in its narration through letters from different points of view. On the other hand, as noted before, the main thematic structure of the novel is built around an incident narrated in Scawen Blunt s My Diaries: Being a Personal Narrative of Events 1884-1914 (1919-1920) and Elizabeth Longford s Life of Wellington (1969). In addition to the historical source, which the novel is based on, Colley s death in Rites of Passage resembles other strange deaths in literature and in life which Golding accepts having been attracted by: When you read nineteenth century life and literature, it seems quite remarkable how many people suddenly died: Arthur Hallam for instance lay down on a couch and just died. I don t understand it, but it is something that deeply interested me, and it seems to have occured more often in the nineteenth century than at any other time (Haffenden, 1985:100). 113 A. H. Y ld r m/Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding Bernard F. Dick, in his critical study of Rites of Passage, gives further examples of these unexplainable deaths (1987:133-34): Lucy in Walter Scott s The Bride of Lammermoor (1819), Fiers in Anton Checkov s The Cherry Orchard (1904), Elsa in Robert Wagner s Lohengrin (Opera/1850), Elizabeth in Tannhuser (Opera/1845), Isolde in Tristan and Isolde (Opera/1865), and Clarissa in Richardson s novel of the same name. Among these, the most striking similarity exists between the deaths of Clarissa in Richardson s novel and that of Colley s in Rites of Passage. Another period perspective is hidden in the double narrative achieved through Talbot s journal on the one hand and Colley s letter on the other. Besides the revelation provided by the use of these two different points of view, they involve the demonstration of the contrasting views of the values between Neoclassicism and Romanticism. As noted by many critics, Talbot stands for the type that represents the characteristics of the Augustan Age. In his study, Boyd describes him as a classist young man classically educated (1988:158). His journal is full of literary references to works, authors and mythological figures such as Martial, Theocritus, Servius, Lucullus, Pan, Circe, the Aeneid, Ploto and Aristotle. Among these Aristotle is the most frequently mentioned author, mainly in relation to Talbot s agreement with his doctrines. For instance, his theory of the orders of society is referred to by Talbot to support his view of Colley and to portray his ridiculous appearance and obsequious manners, which he thinks shows the parson s low origins: Colley was a living proof of old Aristotle s dictum. There is after all an order which the men belong by nature though some mistaken quirk of patronage has elevated him beyond it (Golding, 1980:67). Talbot, whose bookshelf contains works such as Moll Flanders, Gil Blas and Hervey s Meditations, frequently refers to eighteenth century authors including Samuel Richardson, Tobias Smollett, Laurence Sterne, Samuel Johnson, Henry Fielding and Oliver Goldsmith. It can also be easily recognized that Golding makes use of the literary techniques existing in both the works of Richardson and Sterne. Digressions, instant beginnings and ends as well as unusual chapter headings are the general characteristics shared by Sterne s Tristham Shandy (1760) and Talbot s journal (Blasco, 1994:409). Talbot mentions the works of these authors particularly when he encounters difficulties in writing his journal. When he realizes that it is impossible to give a full account of the events in his journal, he remembers Richardson s work: I begin to understand the limitations of such a journal as I have time to keep. I no longer credit mistress Pamela s piestic accounts of every shift in her calculated resistance to the advances of her master! (Golding, 1980:28) Later in the novel, he also refers to Sterne as he feels in pains due to his temporary failure in writing longer chapters: My entries are becoming short as some of Mr Sterne s chapters (Golding, 1980:72). As opposed to the Neoclassical view of Talbot, Colley appears to be shaped by the values of Romanticism. Unlike Talbot, he depicts the events in his journal without reference to class or manners. His letter is more like the record of 114 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.109-118. an emotional outlook seeing the whole voyage as a spiritual one and describing nature with a sense of feeling which Talbot s journal lacks except when it disturbs him. This marked contrast reminds us of the divergence that was experienced in England in the second half of the eighteenth century. It was a time when official culture, the institutions, favoured Enlightenment and rationalism while many people were caught by the attraction of the irrational and the cult of sensibility proved by the success of Gothic fiction, Graveyard Poetry and Richardson s novels (Blasco, 1994:410). In Colley s letter, as well as allusions to the classics and a quotation from the bible, there are specific citations of Sophocles, Hercules, Leviathan, and the legend of Talos. On the other hand, in his library there is Richard Baxter s Saints Everlasting Rest (1650), a title which sounds like describing Colley s death in opposite terms, restless and unsaintly. Another significant point of reference in the novel appears when Colley exclaims, Joy! Joy! Joy! (Golding, 1980:117), a quotation from Samuel Taylor Coleridge s Dejection: An Ode (1802), echoed with the satisfaction of fulfilling his forbidden sexual desire followed by feelings of despair and shame which, in fact, marks the major difference between Colley and Coleridge s joy as the latter is free from the defects of the former. Rime of the Ancient Mariner (1789) is another work of Coleridge s poetry, first referred to by Zenobia: Alone, alone / All, all alone, / Alone on a wide, wide sea (Golding, 1980:59). Just like the Ancient Mariner, Colley, excluded from the whole society of the ship, feels lonely: I was alone! Yes, in that vast ship with her numberless souls I was alone ... (Golding, 1980:233-34). Despite the similarities between the sufferings of Colley and the Mariner, the difference is that Colley s isolation results in his spiritual death followed by the actual while the Mariner s gives way to his spiritual rebirth. Herman Melville s Billy Budd (1924) is the romantic novel which seems to be the source of Golding s character Billy Rogers, a handsome foretopman, who takes part in the final scene of Colley s disgrace. Nevertheless, Golding did not accept any such similarities. In an interview with Herbert Mitgang, he declared that Nothing in common to Budd at all nothing. No possible similarity ever occured to me. Anyway, this chap in my novel doesn t get hanged (1980:1). In a later interview with James Baker, he added, I thought this Billy has absolutely nothing in common with the other Billy. He is diametrically opposite of innocence in every conceivable way (1982:162). Yet, when Baker asked him if he had that contrast in mind, Golding admits he did. In fact, Billy Rogers is an ironic and deliberate inversion of Melville s Billy Budd, who stands for innocence against the corruption displayed by Golding s figure. On the other hand, like Rites of Passage, Billy Budd takes an historical event as its point of departure, the Somers mutiny case, which occured in the American Navy in 1842. It is also notable that the date and setting of Herman Melville s story, which took place in the British Navy in 1797, the period of Napoleonic wars, bear a strong resemblance to Rites of Passage. Another nineteenth century novel that is believed to have been alluded in 115 A. H. Y ld r m/Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding Rites of Passage is Joseph Conrad s Heart of Darkness (1902). Crompton, in his study of the novel, has figured out that Talbot s decision to change Colley s letter with one of his own recalls that of Marlow s, who also hides the truth from Kurtz s fiance (1985:134). Although Golding has never accepted the influence of Conrad on his fiction, Boyd has identified another paralelism of Rites of Passage with Conrad s Shadow Line (1917) in terms of the passage from youth to maturity (1988:160), a voyage of the human nature or the rites out of their literal sense, experienced by both of the protagonists of Rites of Passage, Talbot and Colley, whose physical passage turns out to be a ritualistic transition, a journey from ignorance to experience in which Talbot is growing up. He doesn t realize it because he thinks he has grown up already, but he is not. And poor old Colley fails to make the grade, as Golding states in his interview with James Baker (1982:161). Along with the many works influential on Rites of Passage, drama plays a crucial role, especially in the narration of the incidents of the story by Talbot, who obsessively sticks to theatrical terms, It is a play, is it a farce or a tragedy? Does not a tragedy depend on the dignity of the protagonist? Must he not be great to fall greatly? A farce, then, for the man appears now a sort of Punchinello (Golding, 1980:104). While describing Colley s fall, Talbot chooses to label it as farce instead of tragedy with regard to the man s low origins in the social pyramid. Also, there exist specific references to drama, mainly to Shakespeare s tragedies compared with Racine s plays by Talbot, who favours Shakespeare due to his integration of the tragic with the comic. On the other hand, the structure of the novel is similar to Racine s plays as the most significant actions of the story come about offstage: The badger bag ceremony and Colley s visit to sailors are the key incidents Talbot misses during the course of the story. The main influence on the structure of the novel, however, is neither Racine nor Shakespeare but Greek drama. Golding has never denied the presence of Greek in his fiction (Baker, 1982:165). As he did in its predecessors, Golding employs some of the technical devices of Greek drama in Rites of Passage. In this respect, a comparison of Rites of Passage with Sophocles Oedipus the King (430 BC), similar to the one utilized for the analysis of The Spire (1964) by Bernard F. Dick, would surely help to identify the characteristics of a Greek play in Golding s novel and to demonstrate the shared features (1967:85-87). First of all, in Oedipus the King, there exists a basic polarity between the conscious motivation and subconscious desire: Oedipus great effort to find the murderer of Laius leads him to the reality of his subconscious attempts to uncover his origins. A similar polarity in Rites of Passage is between Colley s conscious struggle for identity as a man of cloth, which brings out his subconscious homosexuality. Another feature of Greek drama that could well be detected in Rites of Passage is the change in the personality of the king-figure: like Oedipus, who sees himself a father-king bound by a cosmic sympathy to his children-subjects, but eventually turns into a tyrant, Colley views himself as a Christ figure with regard to the sufferings he is forced to encounter, but in the end evolves into a man conquered 116 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.109-118. by his desires. Another similarity is the revelation of the tragic knowledge: in the final stage, Oedipus reaches his aim and finds the murderer of Laius but the outcome of all is an ironic and unanticipated self-knowledge. In Colley s case, the tragic knowledge is his realization of his true nature, which leads him to selfdestruction. Rites of Passage, which borrows its title from Arnold Van Gennep s classic study of initiation rituals and ceremonies, should be viewed as a black comedy according to Golding, who suggested that much of the book is just funny (Baker,1982:164): the careless coupling of Talbot and Zenobia; Talbot s noisy convulsions and involuntary groans interpreted as over-zealous prayers; the manners and speech of drunken Brocklebank; the seasoned soldier Oldmeadow fainting at the sight of a corpse and a series of conversational misunderstandings are only some examples that constitute the humour in the novel. Obviously, the first volume of the sea trilogy owes a part of its public success to the skillful combination of comedy and tragedy. If someone would present me with a great social comedy, I think I would go very near to selling myself, (Haffenden, 1980:11) says Golding expressing his admiration and vision of social comedy in an interview with John Haffenden. According to Crompton, it is Golding s this view of social comedy that leads him to overestimate the role of humour in his work (1985:128-29). The elements which make the comedy black is at the heart of the novel, and behind all those farcical moments there lies an inclination to demonstrate the defects embedded in human nature. In Rites of Passage, Colley s tragedy has come to an end just in the south of the equator, leaving the reader curious about the prospective dramas that might take place before the ship, Britannia, finally reaches its destination in Australia. Golding encouraged such speculations, saying in one interview, just because my ship has got from the coast of England a little beyond the equator, don t think its voyage is finished. You could get another couple of volumes about that voyage, if you wanted. I still find myself thinking of things I wish I d made Talbot say but the voyage is still young (Webb, 1980:12). And Golding kept his promise. Rites of Passage is the first installment in what was to become a trilogy. WORKS CITED BAKER, James R. (1982), An Interview with William Golding , in Twentieth-Century Literature, 28:2. BLASCO, Maria Benita Nadal (1994), William Golding's Rites of Passage: A Case of Transtextuality , Miscelánea 15: (http://fyl.unizar.es/filologia_ inglesa/ bibliography.html) BOYD, S. J. (1988), The Novels of William Golding , Harvester Press, Sussex, 1988. St. Martin s Press, New York. CROMPTON, Don (1985), A View From the Spire: William Golding s Later Novels , Oxford: Basil Blackwell. DICK, Bernard F. (1967) William Golding , New York. ____ (1987), William Golding , Revised Edition. Twayne Publishers, Boston. GENNEP, Arnold van (1960), Rites of Passage , Trans. by Monika B. Vizedom and Gabrielle L. Caffee. Chicago: University of Chicago Press. (Originally published in French in 1908) 117 A. H. Y ld r m/Allusions and Metaphors in Rites of Passage by William Golding GOLDING, William (1966), The Hot Gates and Other Occasional Pieces , Faber & Faber, London, 1965; Harcourt, Brace & World, New York. ____ (1980), Rites of Passage , Faber & Faber, London, 1980; Farrar, Straus, Giroux, New York. ____ (1983), Nobel Lecture , (Leamington Spa. U.K.: Sixth Chamber, 1984) (www.nobel.se/laureates/literature- 1983-press.html) HAFFENDEN, John (1980), Interview , in Quarto. ____ (1985), Novelists in Interview , London: Methuen. JOYCE, James (1986), Ulysses , (ed. Hans Walter Gabler with Wolfhard Steppe and Claus Melchior) Penguin, Harmondsworth. LONGFORD, Elizabeth (1969), Wellington, Vol I, The Years of the Sword. MITGANG, Herbert (1980), William Golding s World , New York Times Book Review, November 2. ROGERS, Pat (1978), The Eighteenth Century , London: Methuen. WEBB W.L. (1980), Interview , in The Guardian, 11 October. 118 SOSYAL B L MLER Y l:2004 Cilt:2 Say :1 Celal Bayar Üniversitesi S.B.E MAN SA Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i Yrd. Doç. Dr. Mine YILMAZER Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamal Bilimler Yüksekokulu, Manisa ÖZET nsan yaln zca bir araç de il, amaç olarak kabul eden modern kalk nma anlay n n temel hedefi yoksullu un önlenmesi ve toplumsal e itsizliklerin azalt lmas d r. Son y llarda yap lan çal malarda yoksullu un tan m temel gereksinimlerin kar lanmas n n ötesindedir. Gerçekten de yoksulluk temel gereksinimlerin kar lanmas n n yan nda ya am standard n n iyile tirilmesi, toplumsal refah n art r lmas ve insani kapasitelerin geli tirilmesi ile önlenebilir. Bu çal mada öncelikle yoksullu un s n rlar uluslararas düzeyde tart lm t r. Daha sonra, yoksullu u önlemek için ekonomik, insani, kurumsal ve siyasi politikalar önerilmi tir. Anahtar Kelimeler: Yoksulluk, ekonomik kalk nma, toplumsal refah. Necessity of Social Reforms in Preventing Poverty ABSTRACT Main purpose of modern development, which considers people not as a vehicle but as a purpose, is prevent poverty and to decrease social inequality. Recent studies that relate poverty state that new definition of poverty is beyond satisfying basic needs. In fact, preventing poverty depend on some requirements such as improving quality of human life, increasing social welfare, and human capabilities besides satisfying basic needs. In this study, primarily scope of poverty is discussed in international level. Secondly, economical, humaniterian, institutional, and governmental policies that can prevent poverty are being presented. Key Words: Poverty, economic development, social welfare. Giri Gerek ülkeler aras nda gelir da l m adaletsizli indeki art , gerekse Türkiye de son y llarda ya anan krizlerle birlikte yap sal sorunlar n artmas , ulusal ve uluslararas gündemde yoksullu u en önemli sorunlardan biri haline getirmi tir. Yoksullu u farkl yönleriyle inceleyen akademik çal malar n say s henüz yetersizdir. Günümüze kadar yap lan çal malarda daha çok yoksulluk s n r saptan p kimlerin yoksul oldu u belirlenmeye çal lm t r. Celasun, mutlak yoksulluk s n r n belirleyip Türkiye de yoksul oranlar n ortaya ç karm t r (Celasun, 1986: 209-210). Di er taraftan DPT (Dumanl 1996; Dansuk, 1997) ve D E (Erdo an, 1996) de uzmanl k tezi olarak haz rlanan çal malarda temel gereksinmeler ve tüketim harcamalar ndan yola ç karak Türkiye de kimlerin yoksul oldu u belirlenmeye çal lm t r. Uluslararas kurulu lar n Türkiye ve di er ülkeler için haz rlad yoksulluk raporlar nda da Türkiye deki yoksullu un niceliksel boyutlar ara t r lm t r (World Bank, 2000; UNDP, 2001(a-b)). UNDP nin Türkiye için haz rlad nsani Geli me Raporlar nda nsani Yoksulluk Endeksi iller ve bölgeler itibar yla hesaplanm t r. Di er taraftan sivil toplum kurulu lar ndan TÜS AD Türkiye de gelir da l m ve yoksulluk üzerine bir rapor haz rlam , Deniz Feneri Derne i ise yoksulluk sempozyumu düzenlemi ve di er 119 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i baz organizasyonlara kat lm lard r (TÜS AD, 2000; Deniz Feneri, 2003). Bu çal mada, yoksullu un nedenlerinin saptanmas ve yok edilmesine yönelik bir ara t rma yap lm t r. Yoksullu un maddi gereksinmelerin yan nda ya am n her alan ndaki ilerleme ile giderilece i savunulmaktad r. Birçok ülkede ve Türkiye de var olan istatistiklerin yetersizli i ve y llar itibar yla bir veri taban n n olu turulamamas istatistiksel bir analiz yapmay güçle tirmi tir. Sa l kl ve düzenli verilere ula lamad için, farkl makro de i kenlerle yoksulluk ili kisi tarihsel bir süreçte incelenememi tir. Bu makalede yoksullu un nedenlerinin ve buna ba l olarak olu turulacak çözüm önerilerinin dört boyutu oldu u dü ünülmü tür. Yoksullu un giderilebilmesi için ekonomik, insani, kurumsal ve siyasi de erlerde e anl bir de i ime ve köklü bir toplumsal reforma gerek oldu una inan lm t r. Di er çal malardan farkl olarak Türkiye de ekonomik, insani, kurumsal ve siyasi göstergelerle yoksulluk aras ndaki ili kiler ortaya konulmu ve uluslararas bir kar la t rma yap lm t r. Birinci bölümde yoksullu un tan m ve ölçüm teknikleri üzerinde durulmu tur. kinci bölümde uluslararas göstergelerden yararlanarak yoksullu un farkl boyutlar Türkiye ve seçilmi ülkeler aras nda kar la t rmal olarak incelenmi tir. Üçüncü bölümde, Türkiye de ekonomik, insani, kurumsal ve siyasi de i imlerin yoksulluk üzerindeki etkisi saptanmaya çal lm t r. Son bölümde, elde edilen sonuçlar de erlendirilmi tir. I. Yoksulluk Kavram Yoksulluk, ya am devam ettirebilmek için gerekli olan seçenekler ve olanaklardan öte çok boyutlu bir süreci ifade etmektedir. Bu kavram, uzun ve sa l kl bir ya am, ya am kontrol edebilme gücünün varl , yeterli ya am standard na eri im, özgürlük, sayg nl k, kendine güven gibi insani kalk nman n temel bile enlerinden yoksun olmak anlam na gelmektedir. Son y llarda sosyal sorunlara ve insani boyuta önem veren alternatif kalk nma yakla mlar nda yoksulluk yo un bir ekilde tart lmaktad r. A. Kalk nma Yakla mlar nda De i im: Temel Gereksinimler Yakla m n n kurucular ndan olan Dudley Seers 1969 y l nda yay nlad Kalk nman n Anlam adl eserinde mutlak yoksulluk düzeyinde bulunan kesimin refah düzeyini yükseltmek için, onlar n hem üretkenlikleri hem de gelir yaratma kapasitelerini art rmak gerekti ini savunmu tur (Todaro, 1997: 14; Türkay, 1995: 176). Hollis Chenery, 1974 de haz rlad Büyümenin Kazançlar n n Yeniden Da l m (Redustrubition of the Benefits of Growth) adl raporunda, goü lerde artan gelirin giderek daha adaletsiz biçimde da ld n söylemi tir (Griffin, 1989: 168). ktisat disiplininin dar s n rlar ndan ç kan Amartya Sen Kapasiteler Yakla m ile yoksulluk sorununa yeni bir bak aç s getirmi tir. Sen e göre, yoksullu un giderilmesi için, maddi gereksinmelerin d nda insanlara var olma ve kapasitelerini geli tirebilme haklar tan nmal d r (Qizilbash, 1996: 1210). Bir ki inin ya am standard , o ki inin parayla sat n alamayaca baz bile enlerden olu maktad r (Griffin, 1990: 10). Örne in, bir bisiklete sahip olmak tek ba na yeterli de ildir; onu kullanabilmek de önemlidir. Sen e göre, insani kapasiteler refah ve özgürlükleri do rudan, ekonomik üretim 120 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. ve toplumsal de i imi dolayl olarak etkilemektedir (Sen, 1997: 1960). Maddi olanaklara eri menin tek ba na yeterli olmad n vurgulayan Chambers'a göre iyi ya am zenginlik yan nda toplumsal, psikolojik ve manevi insan deneyimlerinin bir kar m d r (Chambers, 1997: 1748). Simon Kuznets, 1995 y l ndaki çal mas nda bir ülkedeki gelir da l m ile üretim düzeyi aras nda önemli bir ili ki oldu undan söz etmektedir. Kuznets e göre bir ülkenin ki i ba na gelir düzeyi yükseldikçe, e itsizlik önce artmakta, daha sonra azalmaktad r (Barro, 1999: 52). Kuznets in U e risi literatürde Adelman ve Morris, Paukert, Ahluwalia, Anand ve Kanbur taraf ndan ekonometri teknikleri kullan larak tart lm t r (Ghatak, 1995: 249). Literatürde farkl bak aç lar ndan yola ç karak yoksulluk kavram çe itli ekillerde tan mlanm t r. B. Yoksullu un Tan m : Geni bir içeri e sahip oldu u için, yoksullukla ilgili çok kapsaml bir tan mlama yapmak gerekmektedir. Bu nedenle, öncelikle yoksullu un farkl boyutlar incelenmelidir. Yoksullu un maddi yoksunluklar (siyasi bask lar, minimum ya am standard na eri ememek, hak ve yetkilere sahip olamamak vb) ve maddi olmayan yoksunluklar (kaderini belirleyememek, kendine güvenli ve sayg n olamamak, sevilememek vb) eklinde tan mlanmas mümkündür. Di er taraftan, bireylerin konumlar na ili kin sahip oldu u duygular ve yoksullu u nas l anlamland rd da önemlidir. Ayr ca, di erlerinin ona nas l bakt ki inin kendi yoksullu u ile ilgili duygular n etkilemektedir. Son olarak, kalk nma sürecinde zaman ve mekana göre de i en sosyo-kültürel de erler ki ilerin yoksullu a bak aç lar n etkilemektedir (Rahnema, 1995: 1619). Günümüze kadar yap lan analizlerde, yukar daki farkl dü ünce yap lar ndan yola ç karak yoksullu un s n rlar saptanmaya çal lm t r. Geli tirilen ölçüm teknikleriyle kimlerin yoksul say labilece i belirlenmi tir. C.Yoksullu un Farkl Ölçüm Teknikleri: Yoksullu un ölçülmesi için öncelikle yoksulluk s n r n n belirlenmesi gerekmektedir. Mutlak yoksulluk s n r n n g da bile enlerinin hesaplanmas nda, minimum g da maliyetli yoksulluk s n r ve g da harcamalar merkezli yoksulluk s n r olarak ifade edilen iki farkl yöntem benimsenmi tir (Lanjouw, 1997: 12). Yoksulluk s n r n n belirlenmesinden sonra, uygun bir endeks seçimiyle yoksullu un ölçülmesi a amas gerçekle tirilmektedir. Yoksulluk ölçümünde en yayg n olarak kullan lan endeks, yoksulluk s n r alt ndaki ki ilerin toplam nüfusa oran n gösteren yoksul ki i oran d r. Ancak bu endeks, yoksulluk s n r alt ndaki ki iler aras nda ay r m gözetmedi i için ele tirilmi ve yoksulluk aç endeksi olu turulmu tur. Yoksulluk Aç Endeksi, yoksullar n gelir ve tüketimlerinin yoksulluk çizgisinden uzakl n n ortalamas n n yoksulluk s n r na oran n göstermektedir. Bu endeksin yoksullar aras ndaki gelir da l m n dikkate almamas , yeni bir endeks olan yoksullararas gelir e itsizli i ölçümünün do mas na neden olmu tur ( enses, 2001: 65-66). Amartya Sen, bu üç yoksulluk endeksini bir arada kullanarak Sen Yoksulluk Endeksi ni olu turmu tur (Da demir, 1999: 28). Yoksulluk ölçümünde kullan lan kapsaml çal malar içinde en anlaml katk Foster, Greer ve Thorbecke taraf ndan geli tirilen FGT endeksidir. FGT endeksi arac l ile yoksullar n say s , yoksullu un derinli i ve de i ik gruplar aras ndaki 121 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i göreli yo unlu una ili kin bilgilere ula lmaktad r ( enses, 2001: 67). Birle mi Milletler Kalk nma Program (UNDP) n n 1997 y l ndan itibaren yay nlad nsani Kalk nma Raporlar nda nsani Yoksulluk Endeksi (Human Poverty IndexHPI) hesaplanmaktad r. UNDP, HPI ülkeler aras ndaki geli mi lik farkl l klar n dikkate alarak iki ayr ekilde hesaplamaktad r. Çizelge 1. UNDP nin nsani Yoksulluk Endeksi Tan mlar Endeks Uzun ve Sa l kl Ya am nsani Yoksulluk Do umda 40 Ya na Endeksi Kadar Ya amda (HPI-1) Geli mekte Olan Kalma Beklentisi Ülkeler çin nsani Yoksulluk Endeksi (HPI-2) Seçilmi OECD Ülkeleri çin Do umda 60 Ya na Kadar Ya amda Kalma Beklentisi Bilgi Düzeyi Ya am Standard Okuryazar Olmayan Yeti kin 1.Güvenilir Su Oran Kullanamayan Nüfus 2.Be Ya n Alt nda Kötü Beslenen Çocuklar 1.Fonksiyonel Okuryazarl k Yoksulluk Düzeyinin Becerisi Olmayan Yeti kinler Alt nda Ya ayan 2.Uzun Dönem sizlik Oran Nüfus Kaynak: Human Development Report 2001, UNDP, s.239. II. Dünyada ve Türkiye de Gelire Dayal Yoksullu un S n rlar Dünya çap nda yoksulluk giderek geni lemi ve çok tehlikeli boyutlara ula m t r. Her gün 68 bin insan, günde 1$ dan az bir gelirle geçinmek zorunda olan yoksul kitleye kat lmaktad r. Günümüzde yakla k 1.3 milyar insan günde 1$ n alt nda gelire sahiptir. 840 milyon açl k düzeyinde ya ayan ve sa l ks z beslenen insan vard r (UNDP, 1997). Yoksulluk, geli mekte olan ülkeler (goü) ler kadar birçok geli mi ülke (gü) için de önemli bir sorundur. Kaynaklar n da l m ile ilgili adaletsizlik giderek artmaktad r. Örne in, dünyan n en zengin 358 milyarderi dünya gelirinin %45 ine sahiptir (Van Hanswijck De Jonge, 1998: 14). Çizelge 2. Uluslararas Yoksulluk Düzeyine Göre Baz Ülkelerde Yoksulluk Oranlar Ülkeler Banglade Çin Etiyopya Hindistan Msr Nijerya Ruanda TÜRK YE Zimbabwe Say m Y l Günde 1$ n Alt nda Geliri Olanlar (%) 1996 1998 1995 1997 1995 1997 1983-85 1994 1990-91 29.1 18.5 31.3 44.2 3.1 70.2 35.7 2.4 36.0 Günde 2$ n Alt nda Geliri Olanlar (%) 77.8 53.7 76.4 86.2 52.7 90.8 84.6 18.0 64.2 Kaynak: 2001 World Development Indicators, World Bank, s. 64-66. Çizelge 2 de görüldü ü gibi, dünya çap nda yoksulluk s n r n n alt nda ya ayanlar n miktar oldukça yüksektir. Günde 1$ n alt nda gelir elde edenlerin oran Türkiye de %2.4 ile Nijerya da %70.2 aras nda de i mektedir. Di er taraftan, günde 2$ n alt nda geliri olanlar Türkiye de %2.4 den %18 e 122 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. yükselirken, Hindistan ve Nijerya da %90 lara ula maktad r. Çizelge 3. Yoksulluk S n r Yöntemlerine Göre Yoksulluk Oranlar , 2002 Yöntemler G da Yoksullu u G da ve G da D Yoksulluk Ki i Ba Günlük 1$ n Alt Ki i Ba Günlük 2.15$ n Alt Ki i Ba Günlük 4.3$ n Alt Göreli Yoksulluk Yoksul Birey Say s (bin) Türkiye Kent Kr 926 376 550 18,441 9,011 9,429 Yoksul Birey Oran (%) Türkiye Kent Kr 1.35 0.92 2.01 26.96 21.95 34.48 136 10 126 0.20 0.03 0.46 2,082 971 1,111 3.04 2.37 4.06 20,721 10,106 10,615 30.3 24.62 38.82 10,080 4,651 5,430 14.74 11.33 19.86 Kaynak: D E 2002 Yoksulluk Çal mas Sonuçlar , 13.04.2004 tarih, B.02.1.D E.0.11.00.03/906-62 say l Haber Bülteni. Yoksullu u insanlar n temel gereksinmelerini kar layamama durumu eklinde tan mlad m zda, Türkiye de bireylerin %1.35 inin g da yoksulu oldu u, %26.96 s n n ise g da ve g da d harcamalar içeren yoksulluk s n r n n alt nda ya ad görülmektedir. Çizelge 3 de görüldü ü gibi Türkiye de yoksulluk sorunu k rsal bölgelerde daha yo undur. Örne in, g da ve g da d yoksulluk k rsal bölgelerde %35 e kadar yükselmektedir. Gerek gelir ve tüketim yoksullu u gerekse insani yoksulluk, hem küresel boyutta ve hem de ülkelerde giderek artmakta ve önemli bir sorun haline gelmektedir. Yoksullu un önlenmesine yönelik politikalar uygulan rken öncelikle sorunun iyi saptanmas gerekmektedir. Bu nedenle, yoksullu a etki eden faktörler geni bir boyutta incelenmelidir. III. Yoksullu un Nedenleri ve Farkl Boyutlar Son y llarda tüm dünya ülkelerinde, yoksullu un en önemli insani sorunlardan biri oldu u ve acil önlemlerle ortadan kald r lmas gerekti i dü ünülmektedir. Özellikle 1990 y l ndan itibaren uluslararas kurulu lar ve sivil toplum örgütleri bu konudaki faaliyetlerini art rm lard r. UNDP nin nsani Kalk nma Raporlar nda yoksullu un azalt lmas ndan çok ortadan kald r lmas üzerinde durulmu tur (Oyen, 1999: 459). Toplumsal bütünün parçalar oldu u ve birbirini yak ndan etkiledi i dü ünülen yoksulluk de erleri ve bunlara ait göstergeler Çizelge 4 de dört ayr boyutta özetlenmeye çal lm t r. Çizelge 4. Yoksullu u Önleme Stratejileri ve Ölçümünde Kullan lan Göstergeler Ekonomik Boyut nsani Boyut Kapsam Sürdürülebilir ekonomik büyüme, insanca bir ya am için gerekli geçim düzeyinin sa lanmas , adil gelir da l m na eri im, ya am standard n n yükseltilmesi, i sizli in önlenmesi. Var olma ve yetenekleri geli tirebilme hakk , yoksunluklar n giderilmesi, f rsat e itli i ve kaynaklara eri imin sa lanmas , ya l lar, fiziksel özürlüler, kad nlar ve çocuklar n Göstergeler -Ekonomik büyüme -Gelir da l m - stihdam göstergeleri -Enflasyon -Ödemeler Dengesi -Demografik göstergeler (bebek ölümleri, do urganl k, ya am beklentisi vb) -E itim, sa l k ve beslenme -Toplumsal ve kültürel de erler 123 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i Kurumsal Boyut Siyasi Boyut Sosyal güvenlik sisteminin geli tirilmesi, effafl k, kat l mc yönetim anlay , yolsuzlu un önlenmesi, sivil toplum örgütlerinin i lerli i. nsan hak ve özgürlüklerine dayal demokrasi anlay n n benimsenmesi, e itlik, özgürlük ve adalet ilkelerinin uygulanmas , cinsiyet, rk, din, dil ayr mc l n n giderilmesi. -Sosyal güvenlik (emeklilik, sa l k) -Kamu harcamalar -Bütçe dengesi -Sivil toplum örgütlerine kat l m -Demokratik seçim sistemi -Seçimlere kat l m -Hukuk sistemine duyulan güven -Cinsiyet ayr mc l na dayal göstergeler Kaynak: Bu çal ma için taraf mdan geli tirilmi tir. Yoksulluk bir kader de ildir. Adil bir kaynak da l m ile ya am standard n n iyile tirilmesi, insani kapasitelerin geni letilmesi, halk n kat l m n güvence alt na alan siyasi sistemin ve demokrasinin kurulmas ve bu ortam sa layacak kurumsal düzenlemelerin yap lmas yoksullukla mücadelede kal c bir çözüm sa layacakt r. A. Ekonomik Boyut: nsanlar n n tamam na bar nma, giyinme, beslenme ve minimum e itim gibi temel gereksinimleri sa layamayan bir ülke geli mi say lamaz. Kalk nman n amac insanlar mutlak yoksulluktan kurtarmak ve ayn zamanda temel gereksinimleri sa lamak olmal d r (Thirwall, 1994: 9). Çizelge 5. Seçilmi Geli mi ve Geli mekte Olan Ülkelerde Ekonomik Göstergeler Ülkeler HPI-1 2001 HPI-2 2001 Ki i Ba na Reel GSY H 2001 Ülke S ralamalar Gelir HPI Geli mekte Olan Ülkeler HPI-1 S ralamas 2.5 15,560 1 (1)Barbados 5.0 5,259 5 (5)Küba 8.6 5670 4 (11)Venezuella 8.8 8430 2 (13)Meksika 12.4 5890 3 (22)Türkiye 14.2 4020 6 (26)Çin 18.3 3180 8 (34)Sri Lanka 30.5 3520 7 (47)M s r 33.1 2840 9 (53)Hindistan 34.0 850 12 (54)Nijerya 10 42.6 1610 10 (72)Banglade 11 61.8 890 11 (94)Nijer 12 OECD Ülkeleri HPI-2 S ralamas 6.5 24,180 6 (1) sveç 7.2 29,620 2 (2)Norveç 10.2 25,350 4 (6)Almanya 11.1 25,130 5 (10)Japonya 12.2 27,130 3 (11)Kanada 14.8 24,160 7 (15) ngiltere 15.8 34,320 1 (17)ABD Kaynak: UNDP, Human Development Report 2003. 124 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 Gelir S ralamas HPI S ralamas Büyüme Hz 19902001 0 3 1 -2 -2 0 1 -1 0 2 2.1 3.7 -0.6 1.5 1.7 8.8 3.6 2.5 4.0 -0.3 -1 Gini Katsay s TÜFE 20002001 0.50 0.52 0.40 0.40 0.34 0.34 0.38 0.51 (1998) (1998) (2000) (1998) (1995) (1999) (1997) (1996-7) 2.6 12.5 6.4 54.4 0.3 14.2 2.3 3.7 13.0 3.1 0.32 (2000) 1.1 -1 -0.9 0.50 (1995) 4.0 5 0 1 1 -2 1 -6 1.7 2.9 1.2 1.0 2.1 2.5 2.1 0.25 0.26 0.38 0.25 0.32 0.36 0.41 (1995) (1995) (1998) (1993) (1997) (1995) (1997) 2.4 3.0 2.5 -0.7 2.5 1.8 2.8 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. Çizelge 5 de goü ler için UNDP taraf ndan hesaplanan HPI ile ki i ba na dü en reel GSY H kar la t r lm t r. Genellikle gelir düzeyi yüksek ülkelerde insani yoksulluk düzeyi daha iyidir. Ancak baz önemli farkl l klar göze çarpmaktad r. Örne in, Türkiye de (5,890$), Venezuella (5,670$) ve Küba (5,259$) ile benzer bir reel gelir söz konusu iken, HPI s ralamas nda Küba 5., Venezuella 11. ve Türkiye 22. s rada yer alm t r. Türkiye, gelire ba l s ralamada çizelgedeki 12 ülke aras nda 3. durumda iken, HPI s ralamas nda iki basamak dü erek 5. olmu tur. Ki i ba na gelirleri birbirine yak n olan Nijer (890$) ve Nijerya (850$) aras nda HPI oran yakla k iki kat kadar Nijer aleyhinedir. Gü lerde gelir 24,000$ n üzerindedir ve bunun insani yoksulluk üzerindeki etkisi pozitiftir. Ancak, söz konusu dokuz OECD ülkesi aras nda gelir s ralamas nda 6. olan sveç HPI da birinci s rada yer al rken, geliri tüm dünya ülkelerinin üzerinde olan ABD insani yoksulluk yönünden son s rada yer alm t r. OECD ülkeleri benzer büyüme h z ve enflasyon oran na sahiptir. Ancak, gini katsay s n n daha dü ük oldu u Kuzey Avrupa ülkelerinde insani yoksulluk çok dü üktür. Gelir da l m ndaki e itsizlik, yoksulluk sorununun aç klanmas nda önemli bir göstergedir. Nispeten e itlikçi da l ma sahip ülkeler sosyal çat malardan uzak oldu u için, ekonomik aç dan daha ba ar l olmu tur (Noman, 1998: 28-9). Gelir da l m n n adaletsiz oldu u bir ortamda sa lanacak büyümenin, yoksullu u olumsuz etkilemesi ve hatta körüklemesi beklenebilir. Örne in, daha e it bir da l ma sahip Güneydo u Asya ülkelerindeki h zl büyüme yoksullu u azaltm ; Latin Amerika da benzer etkiyi yaratmam t r ( enses, 2003: 321; Rock, 1993). Çizelge 6. Türkiye de Y llar tibar yla Baz Ekonomik Göstergeler, 1950-2001 Y llar Ki i Ba na GSMH $ (1) Büyüme H z (1) 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2001 542 519 1,205 1,570 1,356 2,712 2,784 2,986 2,101 3.4 3.1 4.4 6.1 -2.8 4.3 9.4 8.0 6.3 -9.5 Gini Katsay s (2) (1963) (1968) (1973) (1978) (1983) (1986) (1987) (1994) (2000) - 0.55 0.56 0.51 0.51 0.52 0.50 0.43 0.49 0.40 TÜFE (2) 5.2 5.8 8.1 19.8 115.6 45.0 60.3 76.0 39.0 68.5 D Ticaret Aç /GSMH (1) 1.0 2.7 6.6 4.4 6.3 7.7 11.1 4.6 Kaynak: (1) DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2003, 2004. (2) TÜS AD, Türkiye de Bireysel Gelir Da l m ve Yoksulluk (1987-1994)-Avrupa Birli i ile Kar la t rma, 2000; UNDP, Human Development Report 2003, 2003; Karluk, R dvan, Türkiye Ekonomisi, 2002. Türkiye de 1960 y l ndan bu yana ya anan krizlerin de etkisiyle büyüme h z nda büyük istikrars zl klar olu mu tur. Buna ba l olarak ki i ba na gelir düzeyi istenilen ölçüde art r lamam t r. Di er taraftan h zlanan enflasyon, d ticaret aç klar ndaki yükselme, artan iç ve d borçlanma gere i gelirin belli kesimlere yönelmesine yol açm ve gelir da l m adaletsizlikleri yükselmi tir. Türkiye de gini katsay s 0.50 gibi yüksek bir düzeydedir (Çizelge 6). 125 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i Yoksullu u önlemenin en temel politikalar ndan biri istihdam yükseltmektir. Ne yaz k ki Türkiye de istihdam n yap sal sorunlar henüz çözülememi tir. 1970 y l ndan itibaren aktif nüfusun istihdam oran büyük ölçüde azalm t r. 1981-1997 aras nda üretken ya grubundaki nüfus %3 büyürken, toplam istihdam yaln zca %1.5 artm t r (UNDP, 2001(b): 24). gücüne kat l m oran 1950 de %80 iken, 1995 de %52 ye dü mü tür. Aktif olmayan nüfusun yeti kin nüfusa oran 1955 y l nda %19 iken, 1995 y l nda %44 dür (Dansuk, 1997: 45-6). Çizelge 7. Türkiye de gücü piyasas ndaki Geli meler (bin) 1988 1990 1995 1996 1997 19,391 20,150 22,286 22,697 22,755 Sivil gücü 17,755 18,539 20,586 21,194 21,204 Sivil stihdam 46 47 44 44 42 Tar m (%) 16 15 16 16 17 Sanayi (%) 38 38 40 40 41 Hizmetler (%) 1,638 1,612 1,700 1,503 1,552 siz 8.4 8.0 8.0 7.0 7.0 sizlik Oran 1,281 1,513 1,568 1,539 1,398 Eksik stihdam Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2003, 2004. 1998 23,385 21,779 42 17 41 1,607 7.0 1,449 1999 23,878 22,048 42 18 44 1,830 8.0 2,164 2000 23,078 21,581 36 18 46 1,497 6.5 1,591 2001 23,491 21,524 38 17 45 1,967 8.4 1,404 stihdam n sektörel yap s ücret düzeyinin ve ekonomik kalk nman n bir göstergesidir. Türkiye de 1988 y l ndan bu yana sanayi sektöründe bir ilerleme sa lanamam , tar m sektörünün istihdam içindeki pay ise azalt lamam t r. OECD ülkelerinde %10 civar nda olan bu oran Türkiye de 2001 y l itibar yla %38 dir. Eksik istihdam rakamlar n n da yüksek oldu u göze çarpmaktad r. siz ve eksik istihdamda olan nüfusu toplad m zda ekonomideki at l i gücünün ve yoksul birey say s n n yüksek oldu u söylenebilir (Çizelge 7). stihdam edilenlerin e itim durumlar na göre da l m incelendi inde 2000 y l nda istihdam edilenlerin %53 ünün ilkokul mezunu oldu u görülmektedir (Karluk, 2002: 23). Bu durum, ücret farkl l klar nedeniyle gelir ve insani yoksulluk sorununu art rmaktad r. Bir toplumda çal mak isteyen herkesin üretime katk da bulunmas n ve gelirden pay almas n sa lamak devletin temel görevidir. Üretim ve gelir art yarat lmadan bir ülkenin yoksullar na yard m etmek oldukça zordur. Sürdürülebilir ekonomik büyüme ile, üretim art n n yoksulluk düzeyinin alt nda ya ayan insanlara destek sa lamas , sosyal harcamalar n art r lmas , i sizli in önlenmesi, bölgesel e itsizliklerin giderilmesi hedeflerine ula labilir. B. nsani Boyut: Yoksullu un giderilmesi için ki ilere geçici maddi yard mlar yap lmas ya da ulusal gelirden belli bir pay ayr lmas tek ba na yeterli de ildir. nsanlara var olma (entitlements) ve kapasitelerini (capabilities) geli tirebilme haklar tan nmal d r. Amartya Sen e göre, var olma hakk bir toplumda ki ilerin kar la t haklar n ve olanaklar n tamam n kullanarak ya am na yön verebilmesidir (Sen, 1984: 497). Kapasite ise, özgürlük nosyonudur. Bir ki inin kapasitesi, ki iyi ba ar l yapabilecek alternatif seçenekler ve faaliyetlerden birini seçebilmesi demektir (Sen, 1987: 36). nsanlar ya ama ve ekonomiye ili kin haklara sahip olup bunlar etkin biçimde kullanabildi i ve kapasitelerini geli tirebildi i sürece yoksullu un k s r döngüsünü yenebilir. Ekonomik büyüme ve insani kalk nma aras nda iki yönlü bir ili ki vard r. 126 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. E er gelir daha adil da l yorsa, sosyal harcamalara ve insani kalk nmaya öncelik veriliyorsa, sivil toplum örgütleri etkin çal yorsa, istihdam art r labiliyorsa ekonomik büyüme insani kalk nmay destekleyebilir (Ramirez, 1997: 7-8). Çizelge 7. Seçilmi Geli mi ve Geli mekte Olan Ülkelerde Sosyal Göstergeler Ülkeler HDI HDI S ralamas Geli mekte Olan Ülkeler 0.888 Barbados 0.806 Küba 0.775 Venezuella 0.800 Meksika 0.734 Türkiye 0.721 Çin 0.730 Sri Lanka 0.648 Msr 0.590 Hindistan 0.463 Nijerya 0.502 Banglade 0.275 Nijer Geli mi Ülkeler 0.941 sveç 0.944 Norveç 0.921 Almanya 0.932 Japonya 0.937 Kanada 0.930 ngiltere 0.937 ABD Gelir S r. - HDI S r. Bebek Ölüm Oran (binde) Kent Nüfusu 27 52 69 55 96 104 99 120 127 152 139 174 9 38 15 3 -16 -2 13 -12 -12 13 7 0 1970 40 34 47 79 150 85 65 157 127 120 145 197 2001 12 7 19 24 36 31 17 35 67 110 51 156 1975 38.6 64.2 75.8 62.8 41.6 17.4 22.0 43.5 21.3 23.4 25.5 10.6 2001 50.5 75.5 87.2 74.6 66.2 36.7 23.1 42.7 27.9 44.8 34.4 21.0 2015 58.4 78.5 90.0 77.9 71.8 49.5 29.9 45.8 32.2 55.5 38.8 29.1 3 1 18 9 8 13 7 15 4 -5 5 1 6 -5 11 13 22 14 19 18 20 3 4 4 3 5 6 7 82.7 68.2 81.2 75.7 75.6 88.7 73.7 83.3 75.0 87.7 78.9 78.9 89.5 77.4 84.2 78.9 89.9 81.5 81.5 90.8 81.0 Kaynak: UNDP, Human Development Report 2003. Ülkelerin önemli bir bölümü gelir ve insani kalk nma performans yönünden benzer ba ar y gösterememi tir. Örne in, gelire ba l s ralama ile kar la t r ld nda HDI s ralamas nda Küba 38, Uruguay 19, Venezuella 15 ve Sri Lanka 13 basamak daha yukar da yer almaktad r. Buna kar l k, gelir s ralamas nda daha üstlerde yer alan Türkiye 16, M s r ve Hindistan 12, ABD ve Almanya 5 s ra gerilemi tir. Ayr ca ülkeler aras nda HDI performans yönünden çok büyük farkl l klar vard r. Örne in, HDI Norveç in 0.944, Nijer in 0.275 dir (Çizelge 7). Bu durum, yoksullukla mücadelede önemli bir engel olu turmaktad r. Di er taraftan, ya am standard n n önemli bir göstergesi olan bebek ölümleri gü lerde her bin do umda 7 nin alt nda iken, baz ülkelerde 100 ün üzerine ç kmaktad r. Bu oran ne yaz k ki Türkiye de (36) de çok yüksektir. Buna kar l k, gü lerde kentlerde ya ayan nüfus yakla k %80 civar ndayken, goü lerde ehir nüfusu yeterli düzeye gelmemi tir (Çizelge 7). 127 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i Çizelge 8. Türkiye de nsani Kalk nma Endeksi De erleri, 1985-1999 Y llar 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Ya am Beklentisi Endeksi 0.000 0.118 0.216 0.314 0.118 0.529 0.569 0.627 0.667 0.824 0.882 0.941 0.980 0.980 1.000 E itim Endeksi Gelir Endeksi 0.000 0.183 0.212 0.199 0.214 0.385 0.497 0.600 0.604 0.679 0.769 0.797 0.830 0.923 0.982 HDI 0.000 0.105 0.258 0.314 0.350 0.512 0.553 0.311 0.768 0.690 0.784 0.882 0.995 1.000 0.962 0.000 0.136 0.229 0.276 0.227 0.475 0.540 0.513 0.680 0.731 0.812 0.874 0.935 0.968 0.982 Kaynak: Y lmazer, Mine, nsani Kalk nma Politikalar ve Türkiye Üzerine Bir Deneme , Yay nlanmam Doktora Tezi; DPT, D E ve UNDP yay nlar ndan yararlan larak haz rlanm t r. Türkiye de 1985-1999 aras dönemde HDI sürekli art göstermi tir. Bu iyile menin en önemli nedeni gelirdeki art t r. Buna kar l k e itim endeksini olu turan göstergelerde (okuryazarl k ve okulla ma oran ) Türkiye fazla ba ar l de ildir (Çizelge 8). Örne in, orta düzey insani kalk nma kategorisinde yer alan toplam 77 ülke içinde okuryazarl k oran Türkiye den dü ük yaln zca üç ülke (Suudi Arabistan, Libya, Moritanya) vard r. Okulla ma oran Türkiye den dü ük tek ülke ise Suudi Arabistan d r (UNDP, 2001(a): 2). Türkiye gelir konusunda gösterdi i ba ar y insani kalk nma performans na yans tamam t r. Çizelge 9. Türkiye de Demografik Göstergeler, 1965-2001 Dönemler 1965-1970 1970-1975 1975-1980 1980-1985 1985-1990 2000 2001 Nüfus Art H z (%) 2.52 2.50 2.06 2.49 2.17 1.51 1.46 ehirle me H z (%) Bebek Ölüm H z (binde) 5.3 5.4 3.9 7.7 4.5 3.3 2.7 158.00 140.40 110.79 82.96 65.22 41.90 40.60 Toplam Do urganl k Oran (çocuk) 5.31 4.46 4.33 4.05 3.76 2.57 2.52 Do u ta Ya am Beklentisi (y l) 54.91 57.88 61.20 63.00 65.58 68.00 68.30 Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2003, 2004. Türkiye de nüfus art h z 1965 y l ndan bu yana büyük ölçüde azalm t r. Ancak, gü lerde ya l nüfus daha fazlayken, Türkiye de çocuk nüfus fazla, ya l nüfus ise azd r. ehirle me h z nda ise, özellikle 1980 li y llarda yüksek bir art görülmü tür. Büyük ehirlere yo un göçün sonucunda altyap n n yetersiz kalmas , kentlerdeki yoksulluk sorununun kayna n olu turmu tur. Son 35 y l içerisinde bebek ölüm h z ve do urganl k oran nda iyile meler görülse de, bebek ölüm h z hem gü lerle hem de goü lerle kar la t r ld nda çok yüksektir. 128 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. Do u ta ya am beklentisi önemli bir ya am kalitesi göstergesidir. Gü lerde 78-80 y l olan ya am beklentisi Türkiye de 68 y ld r. Bu alanda ba ar ya ula abilmek için beslenme, bar nma ve güvenli i içeren en az minimum düzeyde sa l k hizmetleri ve okuryazarl k, temel fiziksel ve zihinsel kapasiteleri içeren en az minimum düzeyde sosyal olanaklar sa lanmal d r. Di er taraftan, bu tür önlemler ki i için bir de erden çok bir araçt r. Sosyal ya ama kat l m, di erleriyle iyi ili kiler, kendine güven, ya amdan zevk alma ve ba ar ki i için bir maldan daha de erli olabilir. Ki isel ya am standard n iyile tirecek bu tür önlemler verimlili i yükseltecek, ekonomik büyümeyi ve gelir art n sa layacakt r. C. Kurumsal Boyut: Ekonomik istikrar n sa lanmas ve insani kapasitelerin geli tirilmesi yönünde al nacak önlemler bir ülkedeki yoksullu un boyutunu de i tirmede yetersiz kalabilir. Ayn zamanda, herkese i ve emeklilik hakk , sa l k güvencesi gibi sosyal güvenlik hizmetlerinin verilmesi, kamu harcamalar nda düzenlemeler yap lmas gerekmektedir. Devlet kaynaklar n n etkin kullan m için bütçe aç klar n n giderilmesi ve yolsuzluklar n önlenmesi de önemlidir. Ayr ca devlet destekli kurumsal düzenlemeler, bölgesel yard mlar, sivil toplum örgütlerinin deste i yoksullu u önlemede olumlu sonuçlar verecek çal malard r. Bu çerçevede, dünya çap ndaki adaletsizlikleri ortadan kald rmak için baz uluslararas kurumlar olu turulmu tur. Bu kurumlar aras nda en önemlileri Dünya Bankas ve UNDP dir. Çizelge 10. Seçilmi Geli mi ve Geli mekte Olan Ülkelerde Kamu Harcamalar Ülkeler Kamunun E itim Harcamalar GSMH n n % si 1990 Geli mekte Olan Ülkeler 7.8 Barbados Küba 3.0 Venezuella 3.6 Meksika 2.2 Türkiye 2.3 Çin 2.6 Sri Lanka 3.7 Msr 3.9 Hindistan 0.9 Nijerya 1.5 Banglade 3.2 Nijer Geli mi Ülkeler 7.4 sveç 7.1 Norveç Almanya Japonya 6.5 Kanada 4.9 ngiltere 5.2 ABD Kamunun Sa l k Harcamalar GSMH n n % si Kamunun D Borç Servisi Savunma GSMH n n % si Harcamalar GSMH n n % si 2000 1990 2001 1990 2001 1998-00 1990 7.1 8.5 4.4 3.5 2.1 3.1 4.1 2.5 2.7 5.0 4.9 2.5 1.8 2.2 2.2 1.5 1.8 0.9 1.0 0.7 - 4.1 6.1 2.7 2.5 3.6 1.9 1.8 1.8 0.9 0.5 1.4 1.8 1.8 0.4 3.5 2.7 2.1 3.9 2.7 0.9 1.0 - 1.5 0.5 4.9 2.3 3.9 2.6 2.5 1.1 1.3 1.1 8.2 10.3 4.3 4.9 2.0 4.8 7.1 2.6 11.7 2.5 4.0 2.5 6.0 7.9 15.2 2.1 4.5 2.0 1.9 6.2 1.4 1.3 7.8 6.8 4.6 3.5 5.5 4.5 4.8 7.6 6.4 5.9 4.6 6.8 5.1 4.7 6.5 6.6 8.0 6.0 6.6 5.9 5.8 2.7 2.9 2.8 0.9 2.0 3.9 5.3 2.0 1.8 1.5 1.0 1.2 2.5 3.1 - - 129 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i Kaynak: UNDP, Human Development Report 2003. Yoksullu un yap sal sorunlar n n çözümlenmesini sa layacak en önemli etken kamunun e itim ve sa l k harcamalar d r. Goü lerde gerek nicelik gerekse nitelik yönünden bu alandaki yat r mlar yetersizdir. Çizelgedeki gü lerde e itim harcamalar ortalama % 5.3, sa l k harcamalar % 6.3, goü lerde ayn oranlar % 4 ve % 2.4 dür. Türkiye de e itim harcamalar ortalamalar n oldukça alt ndad r. Di er taraftan goü lerde savunmaya yönelik harcamalar sosyal harcamalar n üzerindedir. Ayn zamanda bu ülkelerin giderek yükselen borç trendi kaynak yetersizli ine yol açmaktad r. Türkiye de d borç servisinin GSMH a oran %15.2 dir. Bu rakam çizelgedeki tüm ülkelerin üzerindedir (Çizelge 10). Çizelge 11. Türkiye de Maa ve Ücretlerdeki De i meler, bin TL/Ay Y llar 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Kamu Kesimi çi Ücretleri 1,042 2,483 4,476 8,033 16,562 26,571 35,951 79,601 144,974 339,745 562,815 768,668 Özel Kesim çi Ücretleri 916 2,086 3,762 6,354 10,726 19,036 34,978 63,033 136,087 250,349 391,920 482,680 Memur Maa 697 1,241 2,400 4,072 6,557 12,092 23,464 50,759 92,482 159,429 218,520 324,738 Asgari Ücret 195 365 677 1,190 2,063 3,728 7,966 16,223 28,474 63,126 83,737 111,040 Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2003, 2004. Türkiye de maa ve ücretlerin düzeyi ile maa ve ücretlerdeki dengesizlikler yoksulluk sorununu art ran faktörlerdir. Çizelge 11 de farkl kesimlere göre ödenen ayl klar n memur maa aleyhine geli ti i görülmektedir. Kamu kesimi i çi ücreti memur maa n n iki kat ndan fazlad r. Buna kar l k özel kesim i çi ücretleri de yetersizdir. Çal anlar n gelirleri asgari ücretin nispeten üzerinde seyrederken emekli maa lar biraz farkl d r. Ba -Kur emekli maa lar asgari ücretin alt nda, Emekli Sand ve SSK ayl klar ise asgari ücretin biraz üzerindedir (Dansuk, 1997: 51). Türkiye de nüfusun %90.84 ü bir sosyal güvenlik kurulu u kapsam nda yer almaktad r. Buna kar l k aktif olarak çal an sigortal say s n n toplam nüfusa oran yaln zca %18.6 d r. Yakla k 12 milyon aktif sigortal ya kar l k, çal anlar n aile bireylerinin say s 42 milyondur (ssk.gov.tr, 2002). Türkiye de kamu kurumlar na duyulan güven giderek azalmaktad r. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakf (TESEV) n n yapt bir ara t rmaya göre, kamu kurumlar nda yolsuzlu un yüksek boyutlarda oldu u, halka e it ekilde davran lmad , istihdam kararlar nda kay rmac l n i ledi i, partilerin oy kar l menfaat talebinde bulunduklar yönünde yan tlar a r basm t r (Adaman, 2001). Mutlak yoksullu un ortadan kald r lmas için, dünya çap nda gerçekle tirilen kurumsal düzenlemeler 1990 l y llardan itibaren yo unluk 130 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. kazanm t r. Uzun vadede sonuç verecek olan bu çal malar henüz yetersizdir. Bunlara paralel olarak sivil yap lanmaya ve örgütlenmelere gereksinim duyulmaktad r. D. Siyasi Boyut: Yoksulluk ile insani özgürlükler aras nda yak n bir ili ki söz konusudur. nsani özgürlükler ki ilerin kapasitelerini geli tirebilmesine ve yoksulluktan kurtulup maddi olanaklara eri ebilmesine yard mc olacakt r. Bu nedenle, ulusal ba ms zl k, temel hak ve özgürlüklerin tan nmas , siyasi ve ekonomik kat l m, halka dayal kat l mc demokrasi, e itlik ve adalet, kendine güven gibi temel kavram ve amaçlara yönelik çal malara öncelik verilmelidir. Özgürlüklerin somut rakamlarla ifade edilmesi oldukça zordur. Düzenli olmasa da bu konuda farkl ölçümler yap lm t r. Charles Humana 1985 y l nda farkl insan hak ve özgürlükleri, demokratik siyasi sistem, kad n, çocuk ve az nl k haklar na ili kin 40 ayr kritere göre 88 ülkeyi kapsayan bir ölçüm denemi tir. S ralamada ba ta sveç ve Danimarka olmak üzere Kuzey Avrupa ülkeleri, son s rada ise Libya ve Irak yer almaktad r. Türkiye 85 ülke aras nda 60. d r (UNDP, 1991: 20). Freedom House 1972 y l ndan bu yana Politik ve Ki isel Özgürlükler (demokrasinin i leyi i, ki isel hak ve özgürlüklerin tan nmas ) yönünden ülke s ralamalar gerçekle tirmektedir. S ralamada en özgür konumda olan ülkeler Avrupa ülkeleri ve ABD dir. Türkiye ise, gelir düzeyi ve HDI en dü ük olan ülke Sierra Leone ile ayn kategoridedir ve k smen özgür ülkeler aras ndad r (freedomhouse.org, 2004). Fraser Enstitüsü ile Heritage Vakf farkl kriterlerden yola ç karak Ekonomik Özgürlükler Endeksi ölçümleri yapmaktad r. Yay nlanan raporlara göre Hong Kong, Singapur ve Yeni Zelanda ilk s ralarda, Türkiye ise özgür olamayan ülkeler aras nda yer almaktad r (freetheworld.com, 2004; heritage.org, 2004). Di er taraftan UNDP, cinsiyet ayr mc l sorunu ile ilgili Toplumsal Cinsiyete Ba l Kalk nma Endeksi (GDI) ve Toplumsal Cinsiyeti Güçlendirme Endeksi (GEM) ad alt nda iki endekse göre ülke s ralamalar yapmaktad r. Türkiye GDI s ralamas na göre 144 ülke aras nda 81., GEM s ralamas na göre 70 ülke içinde 66. d r. Türkiye de toplumsal cinsiyet adaletsizli inin ciddi bir sorun oldu u görülmektedir. Ülke s ralamalar na bak ld nda en ba ar l lar n Kuzey Avrupa ülkeleri oldu u görülmektedir (UNDP, 2003: 310-317). Yoksullu un insani boyutuna ili kin göstergelere bak ld nda ulusal ve uluslararas çapta farkl bölgelerin insanlar yani zenginler ve yoksullar, e itimliler ve cahiller, kad nlar ve erkekler aras nda büyük bir uçurumun oldu u görülmektedir. Goü lerin büyük bir k sm nda kad nlar erkeklere oranla daha fazla hayatta kalma mücadelesi vermektedir (Sen, 1990: 52-54). Genel olarak, ekonomik büyüme ve zenginlik art n n demokrasiyi getirdi i kabul edilse de, ba ka de i kenlere de gereksinim duyuldu u görülmektedir. Ekonomik büyümedeki art , ancak toplumsal yap da ve kültür düzeyinde uygun geli meler sa lan rsa istikrarl bir demokrasi do urabilir (Esmer, 1999: 65). Sonuç Yoksullu un ortadan kald r labilmesi için, her toplumda yukar da özetlenen dört boyutta ilerleme kaydedilmesi gerekmektedir. Bu alanlardaki 131 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i iyile me sonucunda ortaya ç kacak toplumsal kalk nma ekonomide verimlili i, üretimi ve dolay s yla zenginli i art racakt r. A a daki ekilde toplumsal yap y düzenleyen olgular ve yoksullu un önlenmesi aras ndaki nedensellik ili kisi incelenmeye çal lm t r. Ba ms z de i ken olarak ele al nan bu olgular insani, ekonomik, kurumsal ve siyasi boyutlara ili kindir. Her ba ms z de i kenin yoksullu u tek yönlü olarak etkiledi i varsay lm t r. Ayr ca ba ms z de i kenler aras nda iki yönlü korelasyondan söz edilmektedir. ekil.1 Yoksulluk ve Toplumsal De erler Etkile imi Ulusal Gelir Demokrasi ve Kat l mc l k E itlik, Özgürlük ve Adalet Sürdürülebilir Ekonomik Büyüme Yoksullu un Önlenmesi Yeteneklerin Geli tirilmesi Sosyal Güvenlik Sistemi Ya am Standard n n Yükseltilmesi Kaynak: Bu çal ma için taraf mdan geli tirilmi tir. Elde edilen sonuçlar ve çözüm önerileri a a da özetlenmi tir: Küresel boyutta yoksullu un ve gelir da l m adaletsizli inin artmas , acil önlemler al nmas n gerektirmi tir. Türkiye de de durum farkl de ildir. Her 10 ki iden üçü günde 4.3$ n alt nda gelir elde etmektedir ve g da ve g da d yoksulluk düzeyindedir. Gelir ve tüketim yoksullu u k rsal bölgelerde daha yo undur. Bölgesel kalk nma politikalar , yoksullu u önleyen do rudan ve dolays z politika uygulamalar n n art r lmas ba ar getirecektir. Mutlak yoksulluk düzeyinde ya ayanlar n ço u, gelir da l m adil olmayan ülkelerden çok Banglade ve Hindistan gibi ortalama gelir düzeyi dü ük ülkelerde bulunmaktad r. Zenginli in yükseltilmesi önemlidir. Ama yine de ki i ba na gelir düzeyinin her zaman yoksullu u azaltamad görülmektedir. Örne in, ABD de gelir yüksek oldu u halde insani yoksulluk göreceli olarak fazlad r. Ayn ekilde Türkiye de ki i ba na gelir düzeyi ile kar la t r ld nda nsani Yoksulluk Endeksinde daha ba ar s zd r. Gelir art ile birlikte insan seçeneklerinin art r lmas , bireylerin ya amlar na yön verebilme kapasitelerinin geni letilmesi, kat l mc bir demokrasinin yerle mesi gerekmektedir. Son y llara kadar dünya konjonktürüne paralel olarak yoksullu un ekonomik büyüme ile düzeltilebilece i inanc a r basm t r. Ancak 132 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. Türkiye de h zl enflasyon, iç ve d borçlanma gere i gelir da l m adaletsizliklerini art rmaktad r. Ayr ca gelir düzeyinin istenilen ölçüde yükseltilememesi, büyüme h z ndaki dalgalanmalar gibi ekonomik istikrars zl klar yoksullu u beslemektedir. S k ya anan krizlere kar acil önlemler paketi halinde uygulanan istikrar programlar yap sal sorunlar giderememektedir. Türkiye de istihdam yaratma kapasitesi çok dü üktür. Aktif olmayan nüfus giderek artarken i gücüne kat l m oran dü mektedir. Bir ücretlinin güvencesinden yararlanan aile bireyleri say s ortalama dört ki idir. Üretime dönük yat r mlar te vik eden önlemlerin al nmas , ücret farkl l klar n n giderilmesi, nitelikli i gücü kapasitesinin yükseltilmesi için sosyal politika önerilerine gerek duyulmaktad r. Türkiye orta düzeyde insani kalk nma performans gösteren ülkeler aras nda e itim göstergeleri yönünden son s ralarda yer almaktad r. Buna kar l k, uluslararas kar la t rmalarda Türkiye nin e itim harcamalar ortalaman n alt ndad r. Savunmaya yönelik harcamalar ise sosyal harcamalar n üzerindedir. Devletin özellikle e itim konusundaki eksikleri sivil kurulu lar taraf ndan kapat lmaya çal lmaktad r. Ancak burada nicelik yan nda niteli e de dikkat edilmesi gerekmektedir. Türkiye hak ve özgürlüklere göre yap lan uluslararas de erlendirmelerde genellikle ba ar s zd r. Türkiye de ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi haklar boyutunda çok önemli sorunlar ya anmaktad r. Toplumsal ortamda ki i var oldu u andan itibaren bask c , denetleyici ve engelleyici kurumlar içinde ya am sava vermektedir. Bu nedenle, halk n devlete ve kurumlar na olan güveni çok zay ft r. Son dönemde uluslararas sözle melere taraf olma, anayasal düzenlemeleri gerçekle tirme yönünde at lan ad mlar insan haklar ve demokratikle me yönünde önemli ilerlemelerdir. Buna kar l k uygulama konusunda sorunlar n devam etti i de unutulmamal d r. Bölgesel ve toplumsal cinsiyet ayr mc l n n giderilmesine yönelik daha somut önlemlere ve köklü toplumsal de i imlere gerek duyulmaktad r. Özet olarak yoksullukla mücadele edebilmek için, öncelikle sürdürülebilir ekonomik büyümeye, adil bir gelir da l m na gereksinim vard r. Ayr ca uygulanan politikalarda ba ar sa lanabilmesi için, istihdam olanaklar n n art r lmas , enflasyon istikrar n n sa lanmas , bütçe dengesinin kurulmas , ödemeler bilançosu sorunlar n n giderilmesi gerekmektedir. Ekonomik kalk nmada etik de erlere öncelik verilmesi ve çok yönlü ilerleme sa lanmas , zaman içinde uygulanacak do ru politikalarla insani boyuttaki geli meye de katk da bulunacakt r. Böylece yoksullukla mücadelede kal c çözüm 133 M.Y lmazer/Yoksullu un Önlenmesinde Toplumsal Reformun Gereklili i sa lanabilecektir. Bu ba lamda Türkiye nin önünde çözülmesi gereken büyük sorunlar ve al nmas gereken acil önlemler bulunmaktad r. Do rudan gelir yard mlar gibi k sa vadeli çözümler yerine, herkese f rsat e itli ini sa layacak ve insani kapasitelerin art r lmas na yol açacak bir toplumsal reforma gerek duyulmaktad r KAYNAKÇA ADAMAN, Fikret; ÇARKO LU, Ali; ENATALAR, Burhan (2001), Hanehalk Gözünden Türkiye de Yolsuzlu un Nedenleri ve Önlenmesine li kin Öneriler, TESEV, stanbul. BARRO, Robert J. (1999), Inequality, Growth and Investment , National Bureau of Economic Research (NBER), Working Paper Series, Working Paper 1038, 52 p. CELASUN, Merih (1986), Income Distribution and Domestic Terms of Trade in Turkey (19781983) , Metu Studies in Development Vol.13, No:1-2. CHAMBERS, Robert (1997), Editorial: Responsible Well-Being- A Personal Agenda for Development , World Development, Vol.25, No:11 : 1743-1754. DA DEM R, Özcan (1999), Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu ve Yoksullu un Analizi: 1987-1994 , HÜ BF Dergisi, Cilt 17, Say 1, Ankara : 23-40. DANSUK, Ercan (1997), Türkiye de Yoksullu un Ölçülmesi ve Sosyo-Ekonomik Yap larla li kisi, DPT, Uzmanl k Tezi, Ankara. DEN Z FENER (2003), Yoksulluk, Cilt 1-2-3, Deniz Feneri Derne i, stanbul. D E (2002), Yoksulluk Çal mas Sonuçlar , 13.04.2004 tarih, B.02.1.D E.0.11.00.03/906-62 say l Haber Bülteni. DPT (2004), Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-2003, DPT, Ankara. DUMANLI, R. (1996), Yoksulluk ve Türkiye deki Boyutlar , DPT, Uzmanl k Tezi, Ankara. ERDO AN, Güzin (1996), Türkiye de Bölge Ayr m nda Yoksulluk S n r Üzerine Bir Ara t rma, D E, Uzmanl k Tezi, Ankara. ESMER, Y lmaz (1999), Devrim, Evrim, Statüko: Türkiye de Sosyal, Siyasal, Ekonomik De erler, TESEV Yay nlar 7, stanbul. GHATAK, Subrata (1995), Introduction to Development Economics, Routledge, London and New York, 511 p. GRIFFIN, Keith (1989), Alternative Strategies for Economic Development, MacMillan Academic and Professional Ltd, London, 267 p. GRIFFIN, Keith; KNIGHT, John (1990), Human Development: The Case for Renewed Emphasis, (in Human Development and The International Strategy For The 1990 s, Ed. Keith GRIFFIN; John KNIGHT), MacMillan Academic and Profess onal Ltd, London, Great Britain, : 9-41. KARLUK, R dvan (2002), Türkiye Ekonomisi, Yedinci Bask , Beta Yay nlar , stanbul. LANJOUW, Jean Olson (1997), Poverty Reduction Poverty Measurement: Behind and Beyond the Poverty Line, Technical Support Document, Prepared by SEPED-BPPS, UNDP, May 1997. NOMAN, Omar (1998), Birle mi Milletler Kalk nma Program n n Yoksulluk ve Geli me i birli i perspektifleri , Yoksullu u Önleme Stratejileri Diyarbak r, 29-31 May s 1997 Sivil Toplum Kurulu lar Diyalo u Aç l Konu mas , TESEV-UNDP, stanbul : 2729. OYEN, Else (1999), The Politics of Poverty Reduction , International Social Science Journal, UNESCO December 1999/162 : 459-464. QIZILBASH, Mozaffar (1996), Ethical Development , World Development, Vol.24, No: 7 : 1209-1221. RAMIREZ, Alejandro; RANIS, Gustav; STEWART Frances (1997), Economic Growth and Human Development, Yale University, Economic Growth Center, Center Discussion Paper, No:787, New Haven. 134 Sosyal Bilimler 2/1 (2004) s.119-135. RAHNEMA, Majid (1995), Poverty, (in The Development Dictionary A Guide to Knowledge as Power, Ed.Wolfgang SACHS), Zed Books Ltd, London & New Jersey : 159-176. Rock, M.T. (1993), Twenty-Five Years of Economic Development , World Development, Vol.21, No:11: 1787-1801. SEN, Amartya (1984), Resources, Values and Development, Basil Blackwell Publisher Ltd., Oxford, SEN, Amartya (1987), The Standard of Living, Cambridge University Press, Cambridge, Great Britain. SEN, Amartya (1990), Development as Capability Expansion, (in Human Development and The International Strategy for the 1990 s, Ed. Keith Griffin and John Knight, MacMillan Academic and Professional Ltd), London, Great Britain : 41-59. SEN, Amartya (1997), Editorial: Human Capital and Human Capability , World Development, Vol.25, No: 12 : 1959-1961. ENSES, Fikret (2001), Küreselle menin Öteki Yüzü Yoksulluk, leti im Yay nlar , stanbul. ENSES, Fikret (2003), Yoksullukla Mücadelenin Neresindeyiz?: Gözlem ve Öneriler, (in ktisat Üzerine Yaz lar I Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve S n flar), leti im Yay nlar , stanbul. THIRLWALL, A.P. (1994), Growth and Development, 5. Bask , The MacMillan Press Ltd, London, 441 p. TODARO, Michael P. (1997), Economic Development, 6. Bask , Longman London and New York, 738 p. TÜS AD (2000), Türkiye de Bireysel Gelir Da l m ve Yoksulluk (1987-1994)-Avrupa Birli i ile Kar la t rma, Yay n No: TÜS AD-T/2000-12/295, stanbul. TÜRKAY, Mehmet (1995), Geli me ktisad n n Geli mesi, (in Geli me ktisad , Ed.Tamer GÜDEN ve di erleri), Beta Bas m Yay m Da t m, stanbul : 167-202. UNDP (1991), Human Development Report 1991, Oxford University Press, New York, Oxford. UNDP (1997), Human Development Report 1997, Oxford University Press, New York, Oxford. UNDP (2001)(a), Human Development Report 2001, Oxford University Press, New York, Oxford. UNDP (2001)(b), nsani Geli me Raporu Türkiye 2001, Birle mi Milletler Kalk nma Program , Ankara. UNDP (2003), Human Development Report 2003, Oxford University Press, New York, Oxford. Van HANSWIJCK De Jonge (1998), Yoksullu u Önleme Stratejileri , Diyarbak r, 29-31 May s 1997 Sivil Toplum Kurulu lar Diyalo u Aç l Konu mas , TESEV-UNDP, stanbul. WORLD BANK (WB) (2000), Turkey: Economic Reforms, Living Standards and Social Welfare Study, World Bank, Ankara. WORLD BANK (WB) (2001), World Development Report 2000/2001 Attacking Poverty, World Bank, Oxford University Press, 356 p. YILMAZER, Mine (2002), nsani Kalk nma Politikalar ve Türkiye Üzerine Bir Deneme, Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yay nlanmam Doktora Tezi, Ayd n. INTERNET KAYNAKLARI www.freetheworld.com/2003/EFW2003Dataset.xls, 28.04.2004. www.freedomhouse.org/reseach/freeworld/2004/table2004.pdf, 28.04.2004. www.heritage.org/research/features/index/countries.htlm, 28.04.2004. www.ssk.gov.tr/istatistik/2000/tl-12.htm, 16.01.2002. 135 T.C. CELAL BAYAR ÜN VERS TES SOSYAL B L MLER ENST TÜSÜ DERG S YAZIM KURALLARI VE YAYIN LKELER Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü taraf ndan y lda iki kez yay mlan r. Dergide, enstitüdeki yüksek lisans ve doktora programlar nda yer alan anabilim dallar yla ilgili konularda özgün ve nitelikli çal malar yay mlanabilir. Dergiye gönderilen eserlerde aranacak yay n ilkeleri ve yaz m kurallar a a daki gibi belirlenmi tir. 1-) Dergiye gönderilen yaz ve makaleler daha önce hiçbir yerde yay mlanmam ve yay n haklar verilmemi olmal d r. 2-) Dergide yay mlanacak yaz ve makaleler Türkçe, ngilizce, Frans zca ve Almanca dan herhangi biriyle yap labilir. Ancak Türkçe haz rlanan çal malarda Türk Dil Kurumunun belirledi i kurallar esas al nmal ve kelimelerin imlâs nda Türk Dil Kurumu MLA KILAVUZU dikkate al nmal d r. Çal man n ba nda Türkçe ba l k ve en fazla 200 sözcükten olu an Türkçe ve ngilizce özet ile en fazla 10 tane anahtar sözcük verilmelidir. 3-) Dergide yay mlanacak çal malar n biçim s ras - Türkçe ba l k - Özet - Anahtar sözcükler - Yabanc dilde ba l k - Yabanc dilde özet - Yabanc dilde anahtar sözcükler - Metin - Kaynakça - Ekler eklinde olmal d r. 4-) Çal man n ba l sol üst kenardan 6 cm. a a dan yaz lmal d r. Ba l n sa alt taraf na yazar veya yazarlar n adlar akademik unvanlarla birlikte yaz lmal çal t kurum, ileti im ve elektronik posta adresleri ise adlar n yan na konulacak dipnot i aretleriyle sayfa alt na verilmelidir. E er çal ma ba ka bir kurumdan destek ald ysa ba l k yan na verilecek dipnotla sayfa alt na ilgili kurum yaz lmal d r. 5-) Dergiye gönderilecek yaz ve makaleler MS Word program nda yaz lm olarak diskette ve ilk nüshada makale sahibinin ismi yer al rken di er iki makale isimsiz üç kopya olarak gönderilmelidir. Ayr ca, Dergi nin elektronik posta adresine de iletilmelidir. 6-) Çal malar ekleriyle birlikte 20 sayfay geçmemelidir. 7-) Metin yaz m A4 boyutundaki ka da 1,5 aral kl olarak times new roman tur karakteriyle 11 punto, dipnot ve aç klamalar 9 punto ile yaz lmal d r. Ba l klar koyu, özet ve dipnotlar tek ara ile yaz lmal d r. Sayfa boyutlar sol 2,1 cm, sa 2,1 cm, üst 2, cm ve alt 2,1 cm. olacak ekilde ayarlanmal d r. Ka t boyutu Özel Boyut ta geni lik 17 cm ve yükseklik 24 cm olacak ekilde düzenlenmelidir. 8-) Metin içindeki al nt ve aktarma yoluyla kullan lan kaynaklar; parantez sistemine göre soyad , y l ve sayfas olacak ekilde metin içinde cümle bitiminde gösterilmeli ve ayr ca kaynakçada da yer almal d r. Aç klama ve di er dipnotlar numaraland rma esas na göre metnin sonuna eklenmelidir. Makaleler Kaynakça s z verilmemelidir. Kaynakça u biçimde olmal d r; 137 Dergi için; ERC LASUN, Bilge(2001), Modern Türk Edebiyat nda Ahiret Kavram , Türkbilig Türkoloji Ara t rmalar 2, s.40-45 Kitap için; TÜRK, smail(1999), Maliye Politikas , 13. Bas , Turhan Kitabevi, Ankara. 9-) Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ulusal hakemli bir dergidir. Dergiye gönderilen yaz ve makaleler ilgili alandaki en az iki hakeme gönderilir. Oy birli i sa lanamazsa üçüncü bir hakeme gönderilerek sonuca karar verilir. Yaz ve makalelerin içeri inden yazarlar sorumludur. Yay mlanmayan yaz lar hiçbir ekilde iade edilmez. 10-) Yaz ve makalesi yay mlanan her yazara derginin ilgili say s ndan 1 adet gönderilir. Ayr ca telif ücreti ödenmez. 11-) Dergi yay n ilkelerine, yaz m kurallar na ve bilimsel ara t rma yöntemlerine uygun olmayan yaz ve makaleler yay n kurulunca dikkate al nmaz. 138