Full Text - International Journal of Languages Education and Teaching

Transkript

Full Text - International Journal of Languages Education and Teaching
International Journal of Languages’ Education and Teaching
ISSN: 2198 – 4999, Mannheim – GERMANY
UDES 2015 p. 245-255
SEA IN HAYALI’S DIVAN
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ1
Aysun SUNGURHAN 2
ABSTRACT
Sea, covering much of the earth’s surface, is called bahr, bihâr, ebhâr, ebhur, buhûr, deryâ, kulzüm, muhît, ummân, yemm in the Classical
Turkish Literature. In the literary texts, sea is used in the form of phrasal words such as bahr ü berr yed-i deryâ, deryâ-yı derd. Moreover,
the literary texts refer to the seven seas, namely Bahr-i Muhît, Bahr-i Sîn, Bahr-i Lût, Bahr-i Rûm, Bahr-i Nitâş, Bahr-i Hazer ve Bahr-i
Kulzüm. Sea means metaphorically greatness, wideness, eternity, depth, wealth and abundance. It symbolizes generosity. Sea contains
important minerals such as pearl, coral and mother of pearl, and also insignificant things like waste. This dual characteristic of the sea is
represented in the poetry as a form of contradiction. In Sufism, sea signifies unity, and wave and drops signify abundance. In the Classical
Turkish Literature, many poets refer to sea to make a metaphorical and figurative expression. In particular, Hayali, one of the poets of the
sixteen century, made an extensive use of the word sea. This study determines the metaphorical and figurative uses of sea in Hayali’s
Divan and presents a general evaluation.
Key Words: Hayali Bey, Classical Turkish Literature, Sufism, Sea, Pearl.
ÖZET
Yeryüzünün büyük bir bölümünü kaplayan deniz, Klasik Türk Edebiyatı’nda “bahr, bihâr, ebhâr, ebhur, buhûr, deryâ, kulzüm, muhît,
ummân, yemm” sözcükleriyle ifade edilir. Edebî metinlerde deniz, “bahr ü berr” ve “yed-i deryâ”, “deryâ-yı derd” gibi tamlamalarla da
anılır. Ayrıca “Bahr-i Muhît, Bahr-i Sîn, Bahr-i Lût, Bahr-i Rûm, Bahr-i Nitâş, Bahr-i Hazer ve Bahr-i Kulzüm” olmak üzere yedi denizden
söz edilir. Deniz mecazen “büyüklük, genişlik, sonsuzluk, derinlik, bolluk, bereket” gibi anlamlara gelir ve cömertliği sembolize eder.
Denizde inci, mercan, sadef gibi değerli madenlerin yanı sıra çer çöp gibi değersiz şeyler de vardır. Bütün bunlar şiirde tezatlık
oluşturacak şekilde ele alınır. Tasavvuf söz konusuyken, deniz vahdeti, dalga ve damlalar kesreti temsil eder. Klasik Türk şiirinde deniz,
birçok şair tarafından çeşitli benzetme ve mecazlarla anılmakla birlikte özellikle 16. yüzyıl şairlerinden Hayâlî Bey tarafından yoğun bir
şekilde kullanılmıştır. Çalışmada Hayâlî Divanı’ındaki denizle ilgili benzetme ve mecaz unsurları tespit edilip, genel bir değerlendirmeye
tâbi tutulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hayâlî Bey, Klasik Türk Edebiyatı, Tasavvuf, Deniz, İnci.
Bu çalışma Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi tarafından düzenlenen “1. Uluslararası Dil Eğitimi
ve Öğretimi Sempozyumu’nda” sözlü bildiri olarak sunulmuştur.
2 Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, e-posta:
[email protected]
1
246
Aysun SUNGURHAN
GİRİŞ
16. yüzyılın önemli şairleri arasında yer alan Hayâlî Bey, Klasik Türk Edebiyatının diğer şairleri
gibi tabiat unsurlarını çeşitli benzetme ve mecazlarla birlikte Divan’ındaki şiirlerde işlemektedir.
Deniz bu unsurlardan sadece biridir. Klasik Türk Edebiyatı’nda deniz “bahr, bihâr, ebhâr, ebhur,
buhûr, deryâ, kulzüm, muhît, ummân, yemm” sözcükleriyle ifade edilir ve “bahr ü berr” (deniz ve
kara), “deryâ-yı derd” (dert denizi), “deryâ-yı eşk” (gözyaşı denizi), “deryâ-dil” (deniz gönüllü;
kalender), “deryâ-nevâl” (lutfu deniz gibi çok olan) gibi tamlamalarla anılır.
Edebî metinlerde “Bahr-i Muhît (Atlas Okyanusu), Bahr-i Ahder/Bahr-i Sîn (Hint Okyanusu),
Bahr-i Lût (Lut Gölü), Bahr-i Mutavassıt/Bahr-i Rûm / Bahr-i Sefîd (Akdeniz), Bahr-i Nitâş/Bahr-i
Siyâh (Karadeniz), Bahr-i Hazer (Hazer denizi), Bahr-i Ahmer/Bahr-i Kulzüm (Kızıldeniz, Şap
denizi)” olmak üzere yedi denizden söz edilir (Devellioğlu, 1986: 81; Pala, 1989: I/234). Büyük
Okyanus ile Kızıldeniz yerine Aral ve Tabariye göllerini sayanlar da vardır (Pala, 1989: I/234).
Kur’ân-ı Kerim’de bir ayette deniz “Eğer yerde bulunan ağaçlar kalem ve deniz, ondan sonra yedi
deniz daha ona yardım ederek mürekkeb olsa, yine Allah’ın kelimeleri tükenmez” (Lokman/28)
olarak geçmektedir.
Çalışmada Hayâlî Divanı’ndaki deniz ile ilgili benzetme ve mecaz unsurları genel bir
değerlendirmeye tâbi tutularak verilmektedir.
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ İLE İLGİLİ BENZETME VE MECAZ UNSURLARI
Hayâlî Bey, Divan’ındaki şiirlerde yedi denizden söz ederken onların etrafında çeşitli hayaller
oluşturur (Tarlan, 1945: 283/G27-43). Âşığın cevherler saçan gözüyle Atlas Okyanusu
kıyaslandığında, o toprakla oynayan yaşına yeni giren bir çocuktan farksızdır (Tarlan, 1945:
344/G3-34) ve bu durum kuru bir efsaneden ibarettir (Tarlan, 1945: 157/G71-45). Âşığın
etrafı gözyaşıyla Atlas Okyanusu’na döndüğünden beri gözüne uyku girmeye korkar (Tarlan,
1945: 424/G68-56). Göz, gözyaşlarıyla Atlas Okyanusu’nu kederlendirirken, kana bulanmış
kirpik mercanın pençesini büker (Tarlan, 1945: 257/G41-47). Hatta o âşığın gözyaşına dil
uzatmasaydı, ah rüzgârı da onun kulağını bükmeyecekti (Tarlan, 1945: 398/G15-28). Âşığın
gözyaşı, Atlas Okyanusu’na ulaşınca güzel meşrebini temize çekmiş gibi olur (Tarlan, 1945:
149/G56-59). Kızıldeniz’in de kendisini dökülen kanlı gözyaşlarıyla kıyaslamaya çalışması
boşunadır. Çünkü yağmur damlası derya ile yarışamaz. Kendisini sevgilinin amber kokulu
saçına benzeten deryanın da kuru sevdayla başa çıkması mümkün değildir (Tarlan, 1945:
379/G72-210, 411). “Bahreyn”, “iki deniz, Basra körfezi ile Hint Denizi. Bazı rivayetlere göre
“Muhît-i aşkta ben ol neheng-i ejdehâ-kamem/Yedi deryâyı lerzân eyledim her geh ki dem çektim”
“Çeşm-i gevher-bârıma nisbet benim bahr-i Muhît/Tıfldır hâk ile oynar şimdi girdi yaşına”
5 “Olanlar lücce-i bahr-i Muhît emvâcına nâzır/Gözüm yaşına nisbet bir kuru efsânedir derler”
6 “Gelmege havf eder hâb Hayâlî gözüne/Olalı yaşı ile bahr-i Muhît etrâfı”
7 “Gözüm bahr-i ter düşürdü telh-kâm etti/Bu hûn-âlûde müjgân pençesini burdu mercânın”
8 “Bahr-i Muhît yaşıma diller uzatmasa/Ahım yeli burar mıydı anun kulağını”
9 “Azm-i deryâ-yi Muhît etti Hayâlî eşkim/Lâ-cerem pâk olan meşrebini pâke çeker”
10 “Bahr-i Kulzüm yaşıma kendiyi nisbet etmesin/Katre-i bârân ne mümkin dem ura deryâ ile”
11 “Zülf-i anber-bârına benzetti deryâ kendiyi/Anı bildim başa çıkmaz bu kuru sevdâ ile”
3
4
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
247
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ
Akdeniz ile Hint Denizi veya Karadeniz ile Akdeniz”dir. Ayrıca “iki büyük, esas, temel şey”
anlamlarına da gelir (Devellioğlu 1986: 82). Derya, âşığın yüzünde inci saçan, denize
benzeyen iki gözü görünce kıskançlıkla ıztıraba düşer (Tarlan, 1945: 102/G11-312). Nil denizi
Mısır Yusuf’una şeref verdikçe; sevgilinin hayalinin âşığın gözünden gitmemesi istenir
(Tarlan, 1945: 261/G6-513).
Deniz ile birlikte “el üstünde tutmak”, dil uzatmak, ekmek tuz hakkı, iki yakası bir araya
gelmek, derya gönüllü olmak; iyilik et denize at, balık bilmezse Hâlik bilir” gibi bazı deyim ve
atasözleri de kullanılmaktadır. Kadir, kıymet bilmek anlamına gelen “el üstünde tutmak”
deyimi “Bu nasıl bir şereftir, temiz olduğu için toprak denizleri el üstünde tutar” sözleriyle
anılır. Bazen de “el üstünde tutulmak”, şairin isteği, beklentisi olarak karşımıza çıkar (Tarlan,
1945: 253/G32-114; 409/G37-115). Derya, sürekli elinde gemi ayağını tuttuğu için ıztıraptan
bir türlü kurtulamaz (Tarlan, 1945: 322/G48-716). Âşık, deniz gibi iki yaka sahibi olmak
istiyorsa, bu dünya sahrasından dağ gibi elini eteğini çekmelidir (Tarlan, 1945: 419/G57-217).
Rüzgâr/zaman, bela dalgasını âşığın gözüne açıkça gösterir; o çekilen acılarla derya gönüllü
olmuştur (Tarlan, 1945: 123/ G2-218). Derya bazen âşığın gözyaşına dil uzatır (Tarlan, 1945:
129/G15-519) ve dertleşir (Tarlan, 1945: 393/G6-420); deryaya derdini döken ırmaklardır
(Tarlan, 1945: 355/G25-121). Âşığın gözyaşları denizleri birbirine karıştırır; bu durumda
ırmaklar aşığın gözünün macerasından başka bir şey değildir (Tarlan, 1945: 143/G43-222).
Âşık gözyaşıyla bütün âlemi denize çevirdiği gibi ahıyla da yeri göğü titretir (Tarlan, 1945:
178/G112-523). “Ekmek, tuz hakkı” sözü duruma uygun olarak kullanılır ve “Aramızda tuz
hakkı var iken, deniz o inciyi kenara, sahile atmış. Ayrılığın derdinden denize ağlasam, balık
yedi deryayı kan görürdü” denir (Tarlan, 1945: 247/G21-224, 425).
Denizde birçok canlı yaşamını sürdürmektedir. Balıklar bunlardan biridir. Ancak balıklar,
denizde yaşadıklarının farkında bile değildir (Tarlan, 1945: 125/7-126). Onlar kudret
denizinin gönlü (Tarlan, 1945: 362/G40-427); mavi renkli deniz kumaşına uygun elbise biçen
terzi gibidir (Tarlan, 1945: 65/K23-528). Sabah rüzgârı, âşığa sevgilinin güzel yüzünden haber
getirdiğinde, deniz dalgalar ile göğsünü döğer; balıklar deli, divane âşık gibi dolaşmaya başlar
(Tarlan, 1945: 239/G5-229); Kanlı gözyaşından zaman zaman ırmaklar akar ve onlardan
“Görüp yüzümdeki Bahreyni çeşm-i lülü-bâr/Key ıztırâba düşer reşk edip bana deryâ”
“Dur olmasın Hayâli gözlerimden nâkş-ı dost/Yûsuf-ı Mısra şeref verdikçe bu deryâ-yi Nîl”
14 “Ne şereftir ki olduğıyçün pâk/Eli üzre tutar denizleri hâk”
15 “Öldüğümde seyl-i eşkim ilte bî-pervâ beni/İhtirâm edip el üstünde tuta deryâ beni”
16 “Deryâ tutar elinde sefîne ayağını/Olmaz halâs anun içün ıztırâbdan”
17 “Kûh-veş çek dâmenin sahrâ-yi âlemden gönül/İki yaka ıssı olmak istesen deryâ gibi”
18 “Rûzgâr etti belâ mevcini çeşmimde ayân/Acılıklar çeker ol kimse ki deryâ-dil olur”
19 “Çûnkim Hayâli eşkine deryâ uzattı dil/Üşüp bulutlar üstüne kökden uçurdular”
20 “Başlar üzre yer ider ol aşiyanın yügrügü/Katı gönlünden senin derdin döküp deryâlara”
21 “Gözlerim yaşı revân olmuş akar sahrâlara/Gûyiyâ ırmaklar derdin döker deryâlara”
22 “Yaşım biri birine katıptır denizleri/Irmaklar da şu gözümün mâcerâsıdır”
23 “Hayâlî görsem ol yârı yaşımdan bahr olur âlem/Eğer hecrinde âh etsem zemîn ü âsumân titrer”
24 “Ol dürü bahr der-kenar etmiş/Var iken aramızda hakk-ı nemek”
25 “Derd-i hicrândan ağlasam bahre/Yedi deryâyı kan görürdü semek”
26 “Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler/O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler”
27 “Deryâ-yi kudret içre gönüldür o mâhî kim/Bahr-i Muhîti nûş ede kursağı şişmeye”
28 “Mâhiler mıkrâz olup mâ’i kumâşa girdiler/Kesdi deryâ kaddine lâyık libâs-ı nâzenîn”
29 “Bir nefes yârın cemâlinden haber vermiş sabâ/Mevc ile göğsün döger deryâ yürür şeydâ semek”
12
13
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
248
Aysun SUNGURHAN
balıklara kanlı denizler oluşturulur (Tarlan, 1945: 412/G43-230). Gönül, sevgi deryasında
balık gibi yüzmelidir (Tarlan, 1945: 374/G63-431).
Âşık, gözyaşı denizinde cihan tuzağından kurtulmuş timsah gibidir (Tarlan, 1945: 114/G6132). Bir süre derya beyliği yapan Hayâlî, bunu “Hayâlî, gözyaşı dalgalarım sevgiliye el sallayıp
‘gel, hükm et, sana derya beyliği verildi’ dedi.” diyerek ifade eder (Tarlan, 1945: 401/G22533). Âşığın gözyaşları kadar okyanusun da yaşı vardır (Tarlan, 1945: 214/G5-334). Göz
denizinde belalar, her bir kirpiği tavaf eyler; balıklar, İbn-i Edhem’in iğnesini bulmuş gibidir
(Tarlan, 1945: 250/G27-435). Âşığın gözyaşlarıyla deryalar bir araya gelince başlarından
geçen maceralarını konuşurlar ve duydukları karşısında deryaların her biri utanç içinde
gitmek zorunda kalır (Tarlan, 1945: 224/G2-236); ırmaklar da âşığın gözyaşlarını kıskanarak,
derya yerine taşlarla döğünmeye başlar (Tarlan, 1945: 371/G57-237).
Âşığın gönül kanı, sevgilinin ayağının altında çölü denize çevirir; dağ kekliğinin bu kanı
gösterip göstermediği söylenir (Tarlan, 1945: 314/G33-438).
“Su kuşları” deniz canlılarındandır. Deryanın dilini su kuşları, şarabın zevkini de sarhoşlar iyi
bilir (Tarlan, 1945: 170/97-139; 387/G88-140). Vahdete ulaşmak isteyen âşık, doğan kuşunu
salıp, denizdeki diğer kuşları avlar (Tarlan, 1945: 355/G26-341). Bu yüzden âşığın âhının
kıvılcımını ve gözyaşını gören su kuşu denizi, semender de ateşi terk etse yeridir (Tarlan,
1945: 399/G18-342).
Deniz söz konusuyken suda yetişen çiçekler de anılır. Durgun tatlı suda yetişen, sarı ve beyaz
renkli Nilüfer’in su üstünde kalan yaprakları yuvarlak ve kalp şeklindedir. Bu şekli ve rengi
dolayısıyla âşığı temsil eder. Klasik Türk şiirinde sevgilinin baygın ve şehla bakan gözü ise
“Nergis”tir. Mitolojide Nergis/Narsis (Narkisos) da çok yakışıklı ve aşktan anlamaz bir
delikanlının adıdır. O, Tanrıların verdiği bir ceza sonucunda suda aksini görüp kendine âşık
olur. Bir gün kendini seyrederken suya düşüp boğulur ve göz şeklinde bir çiçeğe dönüşür.
Nergis, kıyamet gününe kadar ayrılık ve intizar çekmeye mahkûm edilir. “Nurdan nilüfer
çiçeğini bir baş aşağı denizde gör; nice yüzbinlerce nergis ile süslenmiş bahçeye bak” (Tarlan,
1945: 226/G1-243) ifadesinde Nergis ve Nilüfer ile âşıklar kastedilir.
Denizin içinde inci, mercan gibi çok değerli cevherler vardır. İnciyi çıkarabilmek için oldukça
derinlere dalmak gerekir. İncinin vatanı deniz, sevgilinin inciye benzeyen dişlerinin hayaliyle
“Akıdıp kanlı yaşımdan dem-be-dem ırmaklar/Bahr-i hûn-âb eyledim mâhîlere deryâları”
“Deryâ-yi mahabbetde yürür mâhi iken dil/Eşkâl dahi unsur idi sâhil içinde”
32 “Gözyaşı bahrinde oldum âşık-ı sevdâ-perest/Bir nehengem fâriğ-i dâm-ı cihân deryâ-perest”
33 “Mevc-i eşkim dîdeden yâra Hayâlî el salıp/Dedi gel hükm et sana verildi deryâ begligi”
34 “Yaş anılsa merdüm-i çeşmim kadar görmüş geçer/Gözlerim yaşınca ummânın da yaşı var imiş”
35 “Bahr-i çeşmimde belâlar her müjem eyler tavâf/Sûzenin bulmuş gibi mâhiler İbn-i Edhemin”
36 “Yaşımla deryâlar gelip çok mâcerâ söyleştiler/Şerm ile tutup yüze kef her biri oldu ber-taraf”
37 “Reşk edip yaşıma kûyunda nigârâ nice bir/Cûylar taşlar ile dögüne deryâ yerine”
38 “Deşti bahr eyleyicek hûn-ı dilim pâyında/Sana göstermedi mi kebk-i derî kanımdan”
39 “Zevk-i bâde neydiğin mest-i harâbîler bilir/Lâ-cerem deryâ zebânın murg-ı âbîler bilir”
40 “Mest-i aşk olanlara arz eyleme peymâneyi/Bahr içinde murg-ı âbîler ne bilsin dâneyi”
41 “Bahr-i sîmâbîdeki murgan-ı zer-peykerleri/Şâhbâz-ı himmetim salıp şikâr etmek nice”
42 “Lem’a-i âhımla yaşım içre ârâm etdiler/Murg-ı âbî bahrı terk etdi semender âteşi”
43 “Nûrdan nîlûferi bir ser-nigûn deryâda gör/Nice yüzbin nergis ile zeyn olan gülzâra bak”
30
31
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
249
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ
dökülen gözyaşlarınınki ise gözdür (Tarlan, 1945: G103-244). Sevgilinin dişinin inciye
benzetilmesi durumunda, gözyaşı çıkardığı fırtınalarla denizi birbirine katar, karıştırır
(Tarlan, 1945: 403/G25-545); âşık kendi gözyaşları içerisinde korkuya kapılmadan
boğulmalıdır. Çünkü iri inci tanesini isteyen denize dalmalıdır (Tarlan, 1945: 307/G19-346).
Denizin timsahından korkup, denizden el çekmek doğru değildir (Tarlan, 1945: 287/G35-547).
Vahdete ulaşabilmek için timsaha benzeyen kesretle yılmadan mücadele etmek gerekir.
Gözyaşları denize döndüğünden beri aşığın başından bu cihanın kavgası, gürültüsü hiç eksik
olmaz (Tarlan, 1945: 414/G48-248; 416/G51-249). Âşık, bedeninde binlerce göz oluşturmayı
ve bunların her birini de sevgilinin inciye benzeyen dişlerinden ayrı kaldığı için deryaya
benzetebilmeyi ister (Tarlan, 1945: 271/G3-150). Ayrıca “İyilik yap, denize at; balık bilmezse
Hâlik bilir” atasözü incinin oluşumuyla dile getirilir (Tarlan, 1945: 162/G80-351).
Hayâlî, “Kasîde Berây-i Şehzâdegân Sultân Mehemmed ve Sultân Selîm Han” başlıklı
kasidesinde sultanı yüce inciye, okyanusları toprağa dökülen tortuya benzetir (Tarlan, 1945:
63/K22-652). Âlemin ayağının altında toprak, denizin de tuzlu oluşu kişileştirme ve hüsn-i
talil sanatıyla “denizin başında tuz” sözüyle ifade edilir. Denizin tuzlu olması ve içinde inci
barındırması hüsn-i talil sanatıyla “Ukba zevkinin lezzetine ulaşmak istersen acı çek; çünkü
derya, acılı olduğu için inci madenidir.” sözleriyle verilir (Tarlan, 1945: 97/G1-153). Klâsik
Türk şiirinde sultan cömertliğiyle denize benzetilir (Tarlan, 1945: 53/K17-854; 130/G17-155) ve
eğer bir sultan sonsuz ihsanda bulunmazsa; sadefler de deryada iri inci tanesi oluşturamaz.
Onun için derya katreden utanmaz (Tarlan, 1945: 445/Mukattaat256). Hayâlî, “Kasîde-i Bahâr
Berây-i Sultân Süleyman Hân” başlıklı kasidede, sultanı överken “Yıldız ordusunun ayı, yedi
kat gökyüzünün güneşi, cömertlik denizi, vakarlı dağ desem yeridir” der (Tarlan, 1945: 9/K21357). Sultanın cömertliği deryaları kıskandırır, utandırır niteliktedir (Tarlan, 1945: 63/K221758; 80/Trcb 1/II-159).
Âşık, sevgilinin mercana benzeyen dudağını güzellik madeninde gördükten sonra döktüğü
gözyaşlarıyla denizin genişlemesine sebep olur (Tarlan, 1945: 243/G13-260). Bazen kirpik,
âşığın kanlı gözyaşlarıyla mercanın pençesine döner; ummanın dalgası ah rüzgârıyla karışır
“Hayâl-i dürr-i dendânın bu çeşm-i eşk-bârımda/Aceb midir vatan tutsa çü dürrün yeri deryâdır”
“Ey Hayâlî benzetirlerse dürü dendânına/Eşk-i çeşmim biri birine koyar deryâları”
46 “Fikr-i dendânınla olsam nola gözyaşına gark/Girdi deryâ ka’rına lülü-yi şehvâr isteyen”
47 “Hayâlî umkuna gavs eyle bul şol dürr-i yektâyı/Hazer edip nehenginden deme deryâdan el çektim”
48 “Hayâl-i dürr-i dendân edelden yaşımı deryâ/Başımdan eksik olmadı cihânın şûr u gavgası”
49 “Gözyaşı içre cânı revân eyledim gama/Deryâya girse bir kişi verir selâmeti”
50 “Keşki cisminde de bin bin dîde peydâ eylesem/Her birin lü’lü dişin hecrinde deryâ eylesem”
51 “Kıl eyligi sal suya ki deryâlar eder dür/Şol katreyi kim ebr atâ-yi sadef eyler”
52 “Sen ol âlî-gühersin Husrevâ kim bezm-i hâsında/Bir ednâ cur’adan add ettiler deryâ-yı Ummânı”
53 “Acı çek ister isen lezzet-i zevk-i ukbâ/Telh-kâm olduğiçün ma’den-i dürdür deryâ”
54 “Pâdişâh-ı bahr ü ber Sultân Süleymân Şâh kim/Bir kemîne çâkerin Cemşîd ü Hâkân eyledi”
55 “Şol gedâ kim kûyunun çeşmiyle âb-efşânıdır/Pâdişâh-ı berr ü bahr olmuş cihân sultanıdır”
56 “Lutf-ı bî-pâyân ne mümkün ger ola bir şâhdan/Her sadef deryâda şahım dürr-i şehvâr
eylemez/Kendi lutfundan vücûda geldiğin lâ-büd bilir/Katreden deryâ anunçün lâ-cerem âr eylemez”
57 “Meh-i encüm-sipeh ü mihr-i felek-mertebesin/Sana dersem yeridir bahr-i sehâ kûh-i vekâr”
58 “Kefin deryâsının emvâcı erdi çarh-ı gerdûna/Ne gam bahr-i Muhîtin reşkden var ise buhrânı”
59 “La’l ederdi âfitâb-ı himmeti hârâları/Kılmış idi dest-i ihsânı hacil deryâları”
60 “Mercân lebini kân-ı melâhatde görelden/Gözyaşı ile bir nice deryâyı büyüttük”
44
45
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
250
Aysun SUNGURHAN
(Tarlan, 1945: 346/G8-261). Şair, cömertlik madeninin eteğini tutan, deryanın eteğinde biten
mercan pençesi gibidir (Tarlan, 1945: 27/K8-2062).
Denizde sadece inci, mercan değil çer çöp de bulunur. Âşığın gözünde sevgilisiz bu cihan
bahçesi, deniz kenarındaki çer çöpten farksızdır (Tarlan, 1945: 349/G14-263). Vahdete
ulaşmak isteyen sâlik kişi, kesret olan her şeyi terk etmelidir. Bu durum “Gözyaşı, ırmağı eline
alıp ummana ulaştırsa ne çıkar; gönlüm, cihan bahçesini terk eden çalı çırpıdır.” (Tarlan,
1945: 276/G14-464) ifadesiyle verilir ve bir taraftan da gönül sele kapılıp giden çer çöpe
benzetilir. Şâir bazen kendisini “tahkîk denizi”ne benzetir ve “Biz tahkik deniziyiz, araştırıp
soran çer çöp bizim derinliğimizi nereden bilsin” der (Tarlan, 1945: 206/G24-565).
Deniz ile birlikte sevgilinin saç, kaş, göz, yanak gibi güzellik unsurları da anılır. Sevgilinin, dişi
inci, dudağı mercan, yanağı güzellik denizi, saçı timsah, kaşı afet dalgasıdır (Tarlan, 1945:
125/G5-166). Timsah vahdete giden yolu kesen kesrettir. Nemli gözlerin üstünde yer eden
kaşların her biri gam denizinin girdabının gemisini çeker (Tarlan, 1945: 347/G10-367).
Sevgilinin saçının hayali, denizdeki timsaha yüzme öğretecek kadar da ustadır (Tarlan, 1945:
305/G15-368). Sevgilinin hayalini avlamada göz tıpkı bir kaplan gibidir (Tarlan, 1945:
145/G47-169). Güzelin saçının kıvrımının arzusu, denize coşku vereli; her balık bedenini
ayrılığın yarasıyla doldurur (Tarlan, 1945: 238/G3/270). Karınca, bir damla su içinde
boğulurken, bir anda yedi deryayı içebilecek susamış gönüller vardır (Tarlan, 1945: 138/G33371). Güzelin yanak suyundaki ayva tüyleri de âşığa Hızır gibi yetişir; kısacası zaman İlyas’ının
ayağı denizdedir (Tarlan, 1945:140/G36-272).
Şairler, şairlik yeteneklerini çeşitli benzetme ve mecazlarla değerlendirirler. Hayâlî de şiir
dilini, şairlik gücünü denize, dalgaları satıra (Tarlan, 1945: 98/G3-573), diğer şairleri ırmağa
benzetir ve “Şairler, yoksa denizin ayağına sürekli yüz süren ırmaklar gibi Hayâlî’nin şiirine
nazire mi söyler.” der. Klasik Türk şiirinde önemli bir yere sahip olan nazirecilik geleneği,
ırmakların denize ulaşmaya çalışmasıyla verilir (Tarlan, 1945: 176/G108-574). Hayâlî inci
kadar değerli şiirlerini Necef denizine benzetir (Tarlan, 1945: 187/G131-575). Şiir denizine
dalabilmek için bir dalgıç gibi mutlaka baş aşağı olmak gerekir (Tarlan, 1945:140/G36-576).
Yoksa denize dalmak mümkün değildir. Lala incisi, deryanın dilinde/gönlünde Hayâlî’nin
inciye benzeyen şiirlerinin söylendiğini görünce ona köle olmak ister (Tarlan, 1945:
“Kan yaşla döndü pençe-i mercâna kirpigim/Ahım yeliyle lücce-i Ummân girih girih”
“Tutmuşam destim ile dâmenin ey kân-ı kerem/Zeyl-i deryâda biten pençe-i mercân-şekil”
63 “Sensiz ey gül bu cihân gülşeni çeşmimde benim/Benzer ol bahr kenârında olan hâr u hase”
64 “Yaşım cûyu elin alıp ne var ummâna ergürse/Cihân gülzârının terkin uran hâşâktır gönlüm”
65 “Biz Hayâlî bahr-ı tahkîkız ne bilsin umkumuz/Zeylimizde cüst ü cû eden has ü hâşâkimiz”
66 “Dişin lü’lü lebin mercân ruhun bahr-i melâhattir/İki zülfün neheng ol bahre kaşun mevc-i âfettir”
67 “Her biri bir keştî-i girdâb-ı bahr-i gam geçer/Kaşların kim yer edipdir çeşm-i nemnâk üstüne”
68 “Ey hayâl-i zülf-i yâr ettin gözümden çün güzer/Var neheng-i bahre ta’lîm et şinâverlik yolun”
69 “Eşkimle aks-i zülfün bahr-ı nehenge benzer/Sayd etmede hayâlin çeşmim pelenge benzer”
70 “Zülfünün kullâbı şevki bahre sûriş vereli/Dâğ-ı hasretlerle endâmın pür etdi her semek”
71 “Mûrçe bir katre su içre vücûdun gark eder/Teşne-diller var ki bir demde yedi deryâ çeker”
72 “Hattın erdi Hızr-veş âb-ı izârındı bana/Lâ-cerem İlyâs-ı vaktin ayağı deryâdadır”
73 “Hayâlî’nin dili deryâya benzer/Sutûr-ı şi’ridîr emvâc-i deryâ”
74 “Bu nezâ’ir kim Hayâlî şi’rine der ehl-i nazm/Pâyına bahrın dem-â-dem yüz sürer cûlar mıdır”
75 “Seng-i dilimi la’l edeli kân-ı Medîne/Nazmım dür-i şehvârını bahr-i Necef eyler”
76 “Ser-nigûn olsun Hayâlî ol kim ol gavvâs-vâr/Bahr-i nazmın seyr ederken bulmaz ol deryâdadır”
61
62
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
251
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ
105/G17-577). Denizin içindeki incinin büyüyebilmesi için nasıl güneşe ihtiyacı varsa, şiir
denizinin içinde iri inci tanesine benzeyen şairin de sultanın lütfuna ihtiyacı vardır (Tarlan,
1945: 104/G16-578). Hayâlî, “Kaside Berây-i Sultân Süleymân Hân” (Tarlan, 1945: 47/K151479) başlıklı kasidesinde Anadolu’daki şairler arasındaki başarısını “Ben Anadolu’da söz
feyzini saçanım ki kalemimin damlası ummanın dalgasına kerem eder.” ifadesiyle verir.
Kendisini denizde güneş ışığıyla büyümüş inci tanesine, söz denizine dalmış dalgıca (Tarlan,
1945: 61/K21-1580; 337/G79-581); her bir sözünü de sır deryasının incisine benzetir (Tarlan,
1945: 227/G4-582). Hayâlî, yaşam ve ölümün Allah’ın emriyle olduğunu dile getirirken
(Tarlan, 1945: 445/Mukattaat383), küçük yaşta yetim kaldığına değinir ve kendisini deryanın
derinliklerinde güneş ışığıyla büyüyen bir inci tanesine benzetir (Tarlan, 1945:
445/Mukattaat 584). Ayrıca “Dürr-i Yetîm” tamlamasıyla Hz. Muhammed hatırlatılır. Hayâlî
“Kasîde Berây-i Sultân Süleymân Hân” başlıklı şiirinde Sultan Süleyman’ı “Hakikat denizinin
incisi, tarikat ülkesinin sultanı; hidayet çarhının ayı, mürüvvet tahtının hanı” olarak anar,
kendisini onun lütuflarıyla büyüyen inciye benzetir (Tarlan, 1945: 61/K21-985, 1586).
Deniz ile birlikte gökyüzü cisimleri anılır. Gökyüzüne gözyaşı denizinde yüzmeyi bile âşık
öğretmiştir (Tarlan, 1945: 288/G38-487). Özellikle denize hilalin yansıması, çeşitli benzetme
ve mecazlarla birlikte söz konusu edilmekte ve “mâhî” kelimesi “ay” ve “balık” anlamlarına
gelecek şekilde kullanılır. “O gül yüzü, gözyaşım acıtacak; hilal şeklindeki ay (balıklar) denize
hançer üşürdü” denirken (Tarlan, 1945: 379/G73-188), denize yansıyan hilal, şekil itibariyle
hançere benzetilir. Bazen de deniz içindeki balık, Aslan burcundaki hilaldir (Tarlan, 1945:
19/K6-2089). Şafak vakti kanlı denize, hilal de batmış gemiye benzetilir (Tarlan, 1945:
318/G41-190). “Kasîde-i Şekil Berây-i Sultân Süleymân Hân” başlıklı şiirde derya, hilalin aksini
keçkül edinip, padişahın kapısına gelen bir dilenci gibidir (Tarlan, 1945: 27/K8-1991).
İbrahim Paşa’nın öldürülmesi üzerine yazılan “Murabba Der Katl-i İbrahim Paşa” adlı
mersiyede feleğin kan döktüğü, gam denizinin hilale benzeyen dalgaları çıkardığı; dönem
rüzgârının âşüftelik yaparak vücut kayığını dalgalar arasında sağa sola savurduğu ifade edilir
“Dürr-i nazmım gördü deryâlar dilinde söylenir/Ey Hayâlî bende oldu lülü-i lâlâ bana”
“Bahr-i nazm içre Hayâlî göricek dürr-i yetîm/Verdi fer terbiyet-i mihri ile Şâh sana”
79 “Ben hem ol bâzil-i feyz-i suhanem Rumda kim/Reşha-i kilkim eder lücce-i ummâna kerem”
80 “Ben ol dürrem ki hurşîd-i kıdemden perveriş buldum/İnâyet mevci salmadan cihâna bahr-i
Ummânı”
81 “Hayâlî bahr-i kelâmın olalı gavvâsı/Habâb gibi nice dügmeler döker yelden”
82 “Yaraşır gûş-ı Şâhîden cihâna zîb ü fer verse/Hayâlî her sözün bir gevher-i deryâ-yi râz ancak”
83 “Ölmek dirilmek emr-i İlâh idigin bilir/Şol kimsenin ki fehm ile tab’-ı selîmi var/Deryâ revâne
oldugına olmasın melûl/Âlemde bir senin gibi dürr-i yetîmi var”
84 “Bir Hayâlî-zâde benden vardır ey Şah-ı Kerîm/Anası Hak rahmetinde kendi kalmıştır
yetîm/Dergehin derya senin zâtın güneş rûşen bu kim/Ka’r-ı deryâda güneşten nûr alır dürr-i yetîm”
85 “Hakîkat bahrinin dürri tarîkat mülkünün Şâhı/Hidâyet çarhının mâhı mürüvvet tahtının Hânı”
86 “Ben ol dürrem ki hurşîd-i kıdemden perveriş buldum/İnâyet mevci salmadan cihâna bahr-i
Ummânı”
87 “Sipihre bahr-ı eşkümden şinâverlik ben öğrettim/Nigâra mihr ü mâhı göğsüme iki kabag ettim”
88 “Acıdıcak yaşım ol gül-çehre/Mâhiler hançer üşürdü bahre”
89 “Bahr içre mâhi bürc-i esedde hilâldir/Şol dem ki alsan ol kef-i deryâ-nişâna tîğ”
90 “Pür harâret mihr ü meh sevdâ-yi gerdûn bî-sükûn/Mâh-ı nev gark-âbda keştî şafak deryâ-yı hûn”
91 “Mâh-ı nev aksini keçkül edinip deryâlar/Oldu kapında gedâ lücce-i ummân-şekil”
77
78
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
252
Aysun SUNGURHAN
(Tarlan, 1945: 73/Murabba1-292). Dalgalarla hilal arasında şekil bakımından benzerlik
kurulurken, vücut rüzgârın etkisiyle savrulan kayığa benzetilir.
İnsan bedenindeki can, Zat denizinin nurlarının ışığıdır; görünenin arkasındakileri anlamak o
kadar kolay değildir (Tarlan, 1945: 71/Muaşşer1/III-493). Hayâlî’ye göre “mutluluk” gussa
dostluğuyla, “karanlık” (keder) nûr yakınlığıyla mümkündür (Tarlan, 1945: 448/Kıta17-2794).
Zat denizinin gemisi tevhid, Hz. Nûh da deryayı bilen pîrdir (Tarlan, 1945: 153/G62-295).
“Kasîde Berây-i Sultân Süleymân Hân” başlıklı şiirde Hz. Yûnus’un balığın karnında yaptığı
yolculuğa “Yoksa sen, Allah’ın emriyle dünyanın kenarına, Hz. Yûnus’u getiren balık mısın”
ifadesiyle telmih yapılır (Tarlan, 1945: 59/K20-496).
Riyazet ehli, bir mürşidin yönlendirmesiyle vahdet yolunda ilerler. Yağmur tanesine
benzeyen mürid, ırmak mürşidinin yardımıyla vahdet denizine ulaşır (Tarlan, 1945: 126/G9297). Vahdet denizine dalabilmek için âşık, bir dalgıç gibi başını öne eğmelidir; gerekeni
yapmazsa deryaya dalması mümkün değildir (Tarlan, 1945: 106/G21-498). Her riyazet ehli,
bedenin zayıflaması sonucunda belirginleşen kaburga kemikleriyle coşkulu birer denize
döner. Riyazet ehlinin aşk denizine dönen neşe ve istek dolu gönlü olmasaydı; nakış gibi
kaburga kemiklerinden dalgalar meydana gelmezdi (Tarlan, 1945: 234/G17-299). Onun
vahdete ulaşması “Nice dökülen gözyaşı aşk içinde yok oldu; ırmaklar sanki deryanın
koynuna girdiler” ifadesiyle verilir (Tarlan, 1945: 367/G49-5100). Kal ehli/zahitler, Allah’ı
bulduklarını sanırken, ırmağa benzeyen rintler deryaya ulaşıp durulmuşlardır bile (Tarlan,
1945: 124/G3-2101, 3102). Coşkun ırmağa benzeyen sâlik kişinin denize ulaşınca durulması,
Hz. İsa’nın dördüncü kat feleğe yükselişi inancına telmih yapılarak verilir (Tarlan, 1945:
382/G78-4103). Deryaya benzeyen rintlerin çer çöp gelecek diye bir korkuları yoktur (Tarlan,
1945: 198/G8-1104). Çünkü onlar denizin üstünde yer eden çer çöpün elemini asla çekmezler
(Tarlan, 1945: 305/G14-3105). Yokluk denizine dalan riyazet ehli, ölümden korkmaz ve
tabutun adını dahi anmaz; deryayı bilen, tanıyan tahta parçasıyla asla ilgilenmez (Tarlan,
1945: 441/G100-3106).
Deniz dert ile ağlayıp, inleyen her nehre hal diliyle bazı şeyler anlatan riyazet ehline de
benzetilir (Tarlan, 1945: 379/G73-4107). “İlahi aşk şarabını içip derya gibi coşan, onunla
gönlünü hoş eden, can curasını içip ten kadehini boşaltan, Hızır’ın elinden ölümsüzlük suyunu
“Bana çün âşüftelik ergürdü devr-i rûzigâr/Bahr-i gamsın eyledin mevc-i hilâli âşikâr/Fülk-i cismim
eyledin ol mevc birle bî-karar/Neyledin ey çarh-ı hûnî neyledin kan eyledin”
93 “Tende cânım pertev-i envâr-ı bahr-i Zâtdır/Mâverâ-yi sûretim fehm eylemek heyhâtdır”
94 “Şâdî enîs-i gussa vü zulmet karîn-i nûr/Ber pâymâl-i âlem ü bahrin başında şûr”
95 “Bahr-i zâta sefînedir tevhîd/Pîri deryâ-şinâs Nûhumdur”
96 “Ya kenâr-ı âlem-i gabrâya emr-i Hak ile/Yûnus-ı izzet getirmiş mâhi-i Ummân mısın”
97 “Bir pîre eriş katre-i bârân k’ola tâlib/Irmaklar ol katreyi deryâya çekerler”
98 “Ser-fürû kıl zât-ı Hak fikrinde kim gavvâsı gör/Olmayınca ser-nigûn deryâya olmaz âşinâ”
99 “Üstühândan mevcler olmazdı pehlûm üzre nakş/Bu dil-i pür-sûr u pür-şevk olmasa deryâ-yi aşk”
100 “Nice gözyaşı Hayâlî aşk içinde oldu mahv/Girdiler ırmaklar gûyâ ki deryâ koynuna”
101 “Üstühân-ı sîneden emvâc peydâ ettiler/Her rıyâzet ehli bir derya-yi pür-cûş oldular”
102 “Hakkı biz bulduk deyu zann etmesin ashâb-ı kâl/Cûylar çün erdiler deryâya hâmûş oldular”
103 “Çarh-ı çârümde Mesîhâ eremez pâyesine/Yaşımın cûyu hamûş oldu görüp deryâyı”
104 “Sanma sen cûy bizi biz akıcak deryâyız/Hâr u hasler götürüp gitmede bî-pervâyız”
105 “Vechi üstünde yer etse hâr ü has çekmez elem/Âferîn ol rinde kim kullandı deryâ-meşrebin”
106 “Bahr-i fenâ garîkine tâbûtu anmanız/Deryânın âşinâsı nider tahta-pâreyi”
107 “Bunu der hâl diliyle deryâ/Derd ile nâle eden her nehre”
92
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
253
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ
bile istemez” (Tarlan, 1945: 86/Thm3-6108). Aşk şarabının tortusunu yiyen rindin aklı
başında değildir; o uçsuz, bucaksız deniz gibidir. Onun can u gönülden coşması gerekir.
Nasihat akıl kulağıyla dinlenmeli, vahdet meclisinde aşk kadehi içilmelidir. Elest meclisi
sarhoşu gönül ehli, üzüm şarabına ihtiyaç duymaz (Tarlan, 1945: 74/Tahmis1-5109); o bezm-i
elestte aşk sarhoşu olmuştur (Tarlan, 1945: 314/G32-5110).
Tasavvufta her şeyin Allah’ın bir parçası olduğuna inanılır. Vahdet anlayışı bazen güneş-zerre,
katre-derya ile “Zerrenin içindeki âlemi aydınlatan güneşi gör; katreye kendini teslim eyleyen
deryaya bak” (Tarlan, 1945: 230/G8-5111) denilerek verilir. Âşık, katreden deryaya varmış
dalgalı denize benzetilir; ancak bu âşığın sonunu bilen yoktur (Tarlan, 1945: 408/G35-5112).
Durgun deniz vahdeti (Tarlan, 1945: 290/G41-5113), dalgalı deniz kesreti temsil eder. Akıl
timsahı derinliklere inemezken, aşk dalgasına benzeyen âşık, bütün sahilin sahibidir (Tarlan,
1945: 289/G39-4114). Eğer âşığın başında deniz gibi havalar varsa, gönül kayığı ıztıraplarla
dolacaktır. Kişinin kendini beğenmesi, kibirli olması vahdetten uzaklaşmasına, kesrete
düşmesine neden olacaktır (Tarlan, 1945: 322/G49-5115). Her kimin gözyaşı varsa, bu
cihanda kara ve denizlerin sultanı odur; doğru olan da budur. Gözyaşı var iken dünyaya kim
bakar; ah kıvılcımları âleme ateş, ışık, aydınlık salar; güneşi zerre yerine bile koymaz, o parlak
ayı bile istemez (Tarlan, 1945: 86/Tahmis3-5116). Deniz, katre tezatlığı aşkın makamının
olmayışıyla verilir. Ancak gafil kişiler, aşkın makamını kıyaslamaya kalkar. Bu kıyaslama
doğru değildir. Çünkü orada güneş zerre, katre deryadır (Tarlan, 1945: 164/G84-4117). Bu
makamda sivrisinek file, katre denize, zerre güneşe denktir (Tarlan, 1945: 204/G20-2118).
Hayâlî “Cihan ten gemisini boğan bir derya, habab bela dağı, karışıklık ve kargaşa da onun
dalgasıdır.” der (Tarlan, 1945: K1/14119). Habab kendisini himmet deniziyle kıyaslar (Tarlan,
1945: 234/G17-3120).
Eşyanın sırrını anlamak isteyenler, o sonsuz denize dalmalıdır (Tarlan, 1945: Trcb 1/IV-3121).
Beden, sevgi denizi; elif şeklindeki yaralar, dalgalar; o cana can katan la’le benzeyen dudak
“Bâde-i aşkı içip deryâ gibi cûş eyleyen/Ey Hayâli anın ile hâtırın hoş eyleyen/Cür’a-i cândan çekip
ten câmını boş eyleyen/Ey Muhibbî yâr elinden bir kadeh nûş eyleyen/Ger ölürse Hızr elinden Âb-ı
Hayvân istemez”
109 “Rind-i dürd-âşâm-ı ışk olup dili bî-hûş kıl/Bahr-i bî-pâyân olur cân ile dilden cûş kıl/Gûş-ı hûş ile
bu nush u pendi ya’ni gûş kıl/Bezm-i vahdetde Hayâlî aşk câmın nûş kıl/Ehl-i dil mest-i Elest olmaz
mey-i engûrdan”
110 “Ol Hayâlîyem ki oldum aşk ile bî-nam ü neng/Ummânız idrâk ben rusvâ-yi mâder-zâddan”
111 “Zerrenin içindeki hurşîd-i âlem-tâbı gör/Katreye kendiyi teslîm eyleyen deryâya bak”
112 “Ey Hayâlî katreden deryâya varmış âşıkın/Bahr-i zehhârın benim kimdir bilen pâyânımı”
113 “Ey Hayâlî her bahâr-ı hüsne karşı nice bir/Bulanıp ırmak-veş deryâ gibi cûş eyleyem”
114 “Ka’rıma ermez neheng-i akl ey sâhil-nîşin/Lücce-i aşkem bu deryâlar kenarımdır benim”
115 “Deryâ gibi başımda olaldan havâlarım/Hâli degil sefîne-i dil ıztırâbdan”
116 “Eşk-i çeşmi her kimin kendiye huşg ü ter yeter/Hak budur oldur cihânda pâdişâh-ı bahr ü ber/Eşki çeşmi var iken dünyâya kim eyler nazar/Şu’le-i âhı kimin kim âleme pertev salar/Zerreye almaz günü
ol mâh-ı tâbân istemez”
117 “Makâm-ı aşk kıyâsî degildir ey gâfil/Ki bunda zerre durur mihr katre deryâdır”
118 “Etmeziz peşşeye biz pîlden eksik nazarı/Zerreyi mihr görür katreyi deryâ biliriz”
119 “Cihân sefîne-i ten gark edici deryâdır/Habâbı kûh-ı belâ mevcidir onun şer ü şûr”
120 “Himmeti bahrinde bir ednâ habâb eyler kıyâs/Âsumânın haymesin sultân-ı istiğnâ-yı aşk”
121 “Tâlib olmuş sırr-ı eşyâyi kemâhi bilmege/Dalmış ol deryâ-yi bî-pâyâna himmet eylemiş”
108
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
254
Aysun SUNGURHAN
hakkı için gönül belâ madenidir (Tarlan, 1945: 437/G94-4122). “Belâ”, “bela, musibet, kötülük,
belî/evet” anlamlarına gelecek şekilde tevriyeli kullanılır ve “Kâlu belâ”ya telmih yapılır.
Sevgi denizi taç, hırka gibi kaba yüklerden vazgeçen kişileri kabul eder. Dünya malını temsil
eden “taç, hırka” kaba yüke; sevgi, denize benzetilir. Allah’a kavuşabilmek için bunlardan
arınmak gerekir (Tarlan, 1945: 331/G67-2123).
Hayâlî’ye göre denizin dalgası gibi her esintiye kapılıp dalgalanmak yerine, dünya kayığına
çapa olmak daha iyidir (Tarlan, 1945: 259/G2-2124). Dalgaların kıyıya vuruşu hüsn-i talil
sanatıyla “Deryanın her bir dalgası, sahilde gönül alan, selvi boylu güzeli gördükçe
(kucaklamak istedikçe), el sallar.” olarak ifade edilir (Tarlan, 1945: 248/G22-4125). İlahi aşk
söz konusu olduğunda Hayâlî kendini bazen derya içindeki dalgaya, bazen de bilinçsizce
yüzen bir balığa benzetir (Tarlan, 1945: 285/G31-2126). Arzu, istek ve nur denizinin içinde
boğulan sâlik kişi, Tur dağının ateşini fark edemez (Tarlan, 1945: 407/G34-2127). İlahi aşk,
ateş denizine benzetilirken, her gece gökyüzünde beliren şafak dalga olur (Tarlan, 1945:
336/G78-2128). Her ah kıvılcımından bir ateş denizi ormanı meydana gelir; Bî-sütûn (temelsiz,
asılsız) dağını delen Ferhad’ın kazmasının ateşler içinde yanması istenir. Böylece kesretin
İlahi aşk ateşiyle yanıp yok olacağı ifade edilir (Tarlan, 1945: 404/G27-1129).
Riyazet ehli feleğin eyvanına bakıp hayret denizine de dalar (Tarlan, 1945: 340/G6-2130).
Âşığın gözyaşı tufanını gören her bir deniz, hayret vadisinde sahil tutar (Tarlan,
1945:181/G119-2131). Vahdet ile kesret arasında geliş gidişlerin yaşandığı Hayret makamına
telmih yapılır ve “hayret” sözcüğü tevriyeli kullanılır. Sadece gönüle meyleden sevgili, âşığını
bir kez bile anmaz ve onu uçsuz, bucaksız gam denizinde kimsesiz bırakır (Tarlan, 1945:
228/G5-4132; 380/G74-2133). Bazen gözbebeği gözyaşı denizine düşer ve girdaba kapılır; asla
karaya çıkamaz (Tarlan, 1945: 356/G28-6134). Zamane insanı tamamen mutlu, neşeli iken
âşık melal denizinde boğulur gider (Tarlan, 1945: 33/K10-5135). Hayâlî, şarap ile İlahi aşk
şarabını kasteder ve “Eğer, elem denizi şarap kayığıyla geçilseydi, biz gül renkli şarap içerek
gam yemeden ölürdük.” der (Tarlan, 1945: 349/G13-1136). Eğer Allah’ın iltifat denizinden
nem isteniyorsa, bulut gibi mateme girerek gözyaşı dökmek gerekmektedir (Tarlan, 1945:
92/K24-8137). Deniz ile birlikte Allah’ın asli sıfatlarından biri “Kıdem”, “Kıdem denizinin
derinliklerinden nehirler aktı. Bu nehirlerin kenarında binlerce gönül alan güzeller buldum”
(Tarlan, 1945: 291/G44-3138) ifadesiyle anılır.
“Mahabbet bahrıdır cismim elifler anun emvâcı/Belânın kânıdır gönlüm o la’l-i cân-fezâ hakkı”
“Gider tâc ile hırkan kim bunun gibi kaba yükle/Kabûl etmez seni bahr-i mahabbet dalabilmezsin”
124 “Bahr emvâcı gibi uyma havâya her nefes/Zevrak-ı bî-revnak-ı dünyâya yani lenger ol”
125 “Kenâr etmek diler var ise bir serv-i dil-ârâyı/Güzeller gördüğünce el salar her mevci deryânın”
126 “Geh hazîze gâh evce seyrime yok intihâ/Mevc-i deryâyem geh deryâ içinde mâhiyem”
127 “Şol kadar müstağrak-ı deryâ-yi eşvâka bugün/Nûrdan fark etmezem Tûr-ı mahabbet nârını”
128 “Her şeb felekde mevclerim aksidir şafak/Gelme sakın kenârıma deryâ-yi âteşin”
129 “Her şererden oldu bir deryâ-yi ateş bîşesi/Bî-sütûn Ferhâdının odlara yansın tîşesi”
130 “Bakıp eyvân-ı gerdûna tahayyür bahrine dalma/Binâ-yı aşka nisbet yeryüzünde bir temeldir bu”
131 “Tûfân-ı eşkümi göricek telh-kâm olup/Her bahr tuttu vâdi-i hayrette bir kenâr”
132 “Yâd-ı miyânın ile yaşım cihânı tuttu/Deryâ-yi aşka düşdüm hergiz kenâra yer yok”
133 “Unuttun âşinâyı bahr-ı gamda eylemezsin yâd/Hemîşe meylin ey şûh-ı cefâ-pîşe senin yâda”
134 “Göz merdümü Hayâlî düşüp bahr-ı eşkime/Girdâba düştü çıkmadı hergiz karasına”
135 “Zamâne âdemisi cümle hurrem ü handân/Ve lîk olmuş idim ben garîk-i bahr-i melâl”
136 “Gam yemeden öldük mey-i gül-reng içilse/Deryâ-yi elem zevrak-ı bâdeyle geçilse”
137 “Ebr gibi giriben mâteme dök gözyaşını/Bahr-i eltâf-ı Hudâdan eger istersen nem”
138 “Kıdem deryâsının ka’rından oldu nehrler cârî/Kenârında bu enhârın hezârân dil-sitân buldum”
122
123
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015
255
HAYÂLÎ BEY DİVANI’NDA DENİZ
SONUÇ
Hayâlî Divanı’nda inci, mercan, sadef gibi cevherlerin yanı sıra çer çöpü içinde barındıran deniz ile
birlikte balıklar, su kuşları, su da yetişen çiçekler, kayık, dalgalar vs. ele alınmakta; arzu, istek,
sevgi, gam, tahkik, himmet ve nur denize benzetilmektedir. Medhiyelerde deniz, övülen kişinin
cömertliğini temsil etmekte; büyüklük, genişlik, sonsuzluk, derinlik, bolluk, bereket anlamlarına
gelmektedir. Deniz ile birlikte gökyüzü cisimleri arasında ilgi kurulurken, özellikle denize
hilalin yansıması, çeşitli benzetme ve mecazlarla söz konusu edilmektedir. Ayrıca denizin
etrafında oluşturulan hayallarle birlikte Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. Yusuf, İbn-i
Ethem, İlyas ve Hızır da anılmaktadır.
Kimi zaman deniz kendisini âşığın gözyaşlarıyla kıyaslamakta ve bu durum kıskançlığa kadar
gitmekte, acıyla göğsünü döğmektedir. Deniz, âşığın içinde bulunduğu bela yeridir. Âşık, uçsuz,
bucaksız denizde hayat mücadelesini verirken, bazen dalga bazen de bilinçsizce yüzen bir balık
gibidir. Deniz söz konusu olduğunda sevgili, el, gönül, göz, dil ve saçla ilgili çeşitli benzetme ve
mecazların yapıldığı görülmektedir.
Hakikat ehli Allah’ı deniz, kâinatı deniz dalgası olarak görmekte; deniz, katre tezatlığı aşkın
makamının olmayışıyla verilmektedir; durgun deniz vahdeti, dalgalı deniz ise kesreti temsil
etmektedir. Hayâlî şiirlerinde daha çok deniz ile birlikte İlâhî aşk yolunda ilerleyen âşığın vahdete
ulaşma mücadelesine değinmektedir.
Hayâlî, şairlik yeteneğini değerlendirirken şiir dilini, şairlik gücünü denize benzetmekte;
Klasik Türk şiirinde önemli bir yere sahip olan nazirecilik geleneğini, ırmakların denize
ulaşmaya çalışmasıyla vermekte; şiir denizinin içinde iri inci tanesine benzeyen şairin
sultanın lütfuna ihtiyaç duyduğunu dile getirirken hamilik sisteminin önemine dikkat
çekmektedir.
Kısacası Hayâlî deniz ile ilgili hayallerin oluşumunda gökyüzünü, insanları, deniz canlılarını,
onlara ait unsurları, deyim ve atasözlerini vs. kullanmaktadır. Bu tarz çalışmalar, şairlerin
orijinal söyleyişin peşinde koştuklarını, iyi bir gözlemci ve zengin hayal dünyasına sahip
olduklarını açıkça göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
KAYNAKÇA
Devellioğlu, F. (1986). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi.
Pala, İ. (1989). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Tarlan, A. N. (1945). Hayâlî Bey Divanı, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
International Journal of Languages’ Education and Teaching
UDES 2015

Benzer belgeler