Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Mektup 2012

Transkript

Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Mektup 2012
Konya, 15 Ocak 2013
PROF. DR. SAİM SAKAOĞLU
(Konya 1939 / Yaş 74…)
Emekli Türk Halk Edebiyatı Öğretim Üyesi
(Atatürk Üniversitesi: 1967-1988)
(Selçuk Üniversitesi: 1988-2006)
Değerli Arkadaşım,
1991’den beri eşe dosta, sevdiklerime, öğrencilerime gönderdiğim yıllık mektubumun 2012 yılına
ait olanını da göndermenin mutluluğunu yaşıyorum. Bu mektubun gönderilme sayısı geçen yıl 200’ü geçti,
belki bu yıl sayı daha da artacaktır. İki yıl öncesine kadar zarflayıp pullayıp gönderdiğim bu nameler artık
Genel Ağ aracılığıyla gönderiliyor.
İşitirim ki bazı dostlar bu mektubumuzu kendi sitelerine de koyuyorlarmış. Teşekkürler. Hatta bir
sözlük var imiş, adına Ekşi Sözlük mü derlermiş yoksa Acı Sözlük mü, her neyse, orada dahi adımız, bu
name vesilesiyle anılırmış. Ansınlar ama aslımıza sadık kalarak ansınlar; onlar dahi sağ olsunlar.
Genel Ağ yoluyla elinize ulaşan bu mektubumu zevkle okuyacağınıza inanıyorum. Çünkü bu
mektup türünde bir ilktir; ne kadar taklit edilse de taklitleri başarılı ve sürekli olamadı. Bizim bu farklı
mektuplarımızın ilkleri (1991-2010) 2010 yılında bir kitap bütünlüğü içinde okuyucularına ulaştırıldı:
Dostlara Mektuplar (Konya, 224 s.). Sonrakileri de ikinci kitap olarak düşünüyoruz. Ya kısmet!..
EY KÂRİ (Alan dışı dostlara küçük bir açıklama: Ey okuyucu anlamındaki kelimeler, Tanzimat’tan sonra bazı yazarlarımızın yazılarının
başına ekledikleri hatırlatma ifadesidir.), BU MEKTUBU OKUMADAN ÖNCE KENDİ ADINI TARAMA YOLUYLA ARA,
BAKALIM ADINI BİR GÜZEL VESİLEYLE ANMIŞ MIYIZ? NİÇİN OLMASIN… ‘BİZİM DERGÂHIMIZ‘ DEYİP
GÜZEL İNSANLARIMIZI ANMIYOR MUYUZ? VE DAHİ MERAK ETTİĞİNİZ BAZI ADLARI VE KAVRAMLARI
DA ARAYABİLİRSİNİZ. MESELA; GÜVEN ADINI; ALPTEKİN, TAN, HORATA, KOZ, ŞİMŞEK, DÜZGÜN, VB.
SOYADLARINI TARAYINIZ; HATTA İNTİHAL, SAMANYOLU, IHLAMUR, ÇAY, VB. KAVRAMLARI DA
TIKLAYABİLİRSİNİZ. BENDEN HATIRLATMASI…
Hatta bu işlemi yaptıktan sonra, doğrudan en son sayfaya geçip [Ctrl + End] oradaki tatlı
hatırlatmamıza bir göz atabilirsiniz. Belki de severek okuyacağınız birkaç satır orada sizleri beklemektedir.
[Bu sayfalar, benim 73 (yazıyla yetmiş üç) yaşımdan sonra öğrenmeye başladığım bilgisayar
kullanıcılığımın ilk ürünü. Ne kadar da dikkat etsem bazı noktalar gözden kaçıyor. Bu satırların sevgili
okuyucuları, sizler ‘kusur arayıcı’lardan olmayan dost insanlar olduğunuz için, perdeyi filan yıkmasak da
‘Affola’mızı kabul buyuracağınızdan eminiz efendim.]
‘Bir maceradır yazmak’ diyerek kaleme aldığım (alışkanlık işte, ortada kalem malem yok, ‘bas tuşa’
var oysa) bu satırlar, vallahi yaşlılığın değil hafızayı canlı tutmanın eseridir. Sizler daha genç yaşlarınızda
bunun minyatürüyle avunabilirsiniz. Şairin, ‘İnsan bu yaşa gelince anlarmış’ demesi boşuna değil, ben size
‘erken rezervasyon’ yapmak istediğim için şimdiden teşvik primi uyguluyorum, biline…
----------ooooo----------
1
GÜLE GÜLE 2012, HOŞ GELDİN 2013
Galiba belli bir yaştan sonra yıllar daha çabuk tükeniyor. Sanki 365 gün değil de 340, hatta 320 gün
gibi geliyor yıllar. Ne diyelim, bugün bize böyle geliyorsa yarın da bugünün gençlerine öyle gelecek zâhir.
2011 mektubumuzla ilgili olarak gazete yazısı ve Genel Ağ iletileri de ulaştı. İşte onlardan birkaçı…
1. İsmail Detseli, “Üç Yıllık Almanak”, Memleket, 16 Şubat 2012. (Bazı dostlar, alamadıkları 2009 ve
2010 mektuplarını da istemişlerdi de…)
2. Ünal Şöhret Dirlik, “Saim Sakaoğlu”nun Kültür Hizmetleri/Saim Hocanın Yıllık Mektupları”,
http://blog. Milliyet.com.tr…” diye devam eden bir bilgi notu…
3. Abdülkadir Güler’in iletisi.
Araya giren Tekrar Notu: Bu, artık mektup olmaktan çıkıp bizim salnamemiz olacağa benzeyen,
tarihçe-i hayatımızın bir yılını içene alan uzun mu uzun mektubumuzu bir de kendi adınız açısından
tarayıveriniz.
Geçen yılın mektubunda güzel bir düzen tutturmuştum, daha doğrusu bana öyle geliyordu. Bu yıl
da onun izinden gidelim. Bu yol bana da kolaylık sağlayacağa benziyor da…
----------ooooo---------ARTIK BENİM DE WWW’LARIM VAR!
20 yıl kadar oluyor, bir zat benim için bir web sayfası hazırlamıştı. Onu kullanmaya kullanmaya
eskittik. Neyse, hayırlı bir öğrencimle arkadaşı bana yeni bir 3W sayfası hazırladılar. İşte o hayırlı
numaram:
www.saimsakaoglu.com
Lütfen tıklayın ve şu anda eski bir öğrencimin doktora öğrencisi olan Atilla Kartal ile bekârlık
günlerinin ev arkadaşı, Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü Araştırma Görevlisi Abdullah
Çakan’a birlikte teşekkür edelim
. Öbürünü, ufaklığını zaten çoğunuz biliyorsunuz, ama yine de bir
hatırlatalım:
[email protected]
ERDEMLİ’YE GELİŞ
Mersin’in Erdemli ilçesinin Tömük beldesindeki yazlık evimizin hayatımızda önemli bir yeri vardır,
uzun emeklilik yazlarını orada geçiririz. Eh, onun da hakkını verip söze oradan başlayalım.
Bu yıl Erdemli’ye oldukça geç geldik: 05 Temmuz 2012. ‘Bizim Aliler’in büyüğü olan Prof. Dr. Ali
Berat Alptekin’in eşi Ayşe Hanım da bizimle Sertavul’a kadar yolculuk etti. (Biz Konyalılar Sertavul’a
nedense Sertavil deriz, bir; Küçük Ali ise büyük damadım olan Dr. Ali İlhan Manavgat’tır. Ayrıca bilim
dalımda birkaç Ali daha vardır: Prof. Dr. Ali Çelik (Erzurum’daki ilk öğrencilerimdendir, bu yıl emekliler
safına geçecektir.), Doç. Dr. Ali Yakıcı (Bu dahi Erzurum’dan lisanstan tezli öğrencimdir.), Prof. Dr. Ali
Duymaz (Erzurum’dan öğrencimdir, doktora ve doçentlik jürilerinde bulundum.) ve Prof. Dr. Ali Torun
(Doçentlik jürisinde bulundum, profesörlük raporu yazdım.).
2
Bizim, Konya-Erdemli (Altınsahil Sitesi) yolculuğumuz dinlene dinlene tamamlanır. Ayaklarımı
dinlendiririm, meyve ve su molası veririz, Göksu’nun güzel manzaralı yerlerinde özel molalar veririz. Bir de
Silifke’ye 15 km kala üzerinden geçtiğimiz Göksu Köprüsü… Trafiği uygunsa vites küçültüp ırmağın sağ ve
sol kollarını seyretmek… Siz istediğiniz kadar, “Boğaz da Boğaz… Boğaz’sız yaşayamam” deyiniz.
Erdemli’de kapıyı açar açmaz bazı sorunların bizi beklediğini biliriz. Neyse, bu yıl parasını Konya’da
yatırdığım için elektriğimiz kesilmemişti. Zaten tutarı da az idi. Suyu, tüpü faaliyete geçirmek… Geçen yılın
son tatil günlerinde bulaşık makinemiz ömrünü tamamlamıştı. Onu 06 Temmuzda yeniledik. Salonun ve
odanın güneşlikleri de epey yaşlanmıştı, ama onlara bir yıl daha süre tanıdık, kısmetse 2013’ün tatiline
bıraktık.
En büyük sıkıntımız, Yurdanur Hanım’ın Genel Ağ ile olan sorunları idi. Neyse, onu da uğraşa
uğraşa hâllettikse de zaman zaman nüksettiğini de hatırlatmakta yarar vardır. Gelecek yıl benim de
oyuncağım olacağı için sonunlar ikiye katlanacak!
ERDEMLİ’ DEN KONYA’YA…
Evet, yaz aylarımızın mekânı Erdemli… Mersin ilimizin batısında, Tarsus’tan sonra (21 km) en yakın
ikinci ilçesidir (30 km). Anamur’un 233, Bozyazı’nın 210, Mut’un 173 km olduğu bir ortamda Erdemli âdeta
ilin merkez ilçesi konumundadır. Dört merkez ilçesi olan Mersin’in en kalabalık ilçesi Tarsus’tur. (En az 40
ilimizden daha kalabalık olan bu ilçemizin nüfusu 400.000’den fazladır.) Erdemli’nin nüfusu giriş ve
çıkışlarda 48.600 olarak gösterilir. Silifke’den küçük de Anamur’dan da küçük mü, bilemiyorum. TV
sunucuları gibi söylersek, ‘rakım’ı 0’dır. Nedense o cicili bicili hanımlarla yakışıklı beylere Türkçemizi
öğretemiyoruz. rakım ile râkım arasındaki farkı öğretemedik gitti. Ankara’nın en küçük ilçelerinden olan
Balâ’da son yıllarda sık sık hareket-i arz (babam öyle derdi; deprem, zelzele) olmuştu da TV’cilerin bir
bölümü bu üzücü olayı duyururlarken ilçenin adında da bir deprem yaşatıyorlardı. TDK’nin Yazım
Kılavuzu’nda Balâ olarak gösterilen adı, ‘küçük çocuk’ anlamındaki bala gibi söylemeleri ne kadar kötü
oluyordu.
Erdemli’deki çalışmalarımın bazılarının yakından izlenebilmesi için ara sıra Konya’ya gitmem
gerekir.
Bu yılki ilk gidişim 20 Temmuz 2012 Cuma günü, Kontur’un 10.45 seferiyle gerçekleştirilmişti.
Mut’taki molada aşağıya inemedik, aracın ısı göstergesinde 45 derece yazıyordu. Ancak, 25-30 dakika
sonra ulaştığımız dağlarda ısı 32 dereceye kadar düşüverdi. 16.00 sularında indiğimiz Konya’da ise 37’yi
görüyorduk.
Neredeyse Konya’mıza niçin geldiğime sıra gelmeyecek. Efendim, Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar
adlı kitabımın hazırlıkları tamamlanmıştı. Kapak tasarımını hazırlayıp basıma verilecek hâle getirdik.
Ayrıca on ciltlik olup bir cildinde benim de sorumluluğum olan bir çalışmayı da başkente
gönderdik. Tokat bildirim ile “Meramlı Nüktedanlar” adlı yazım da hazır hâle getirildi. Epey iş çıkarmışız,
değil mi!
Dönüşüm 27 Temmuz 2012 13.00 Kontur’uyla… Biraz uyku, biraz Torosları seyretmek… 20.00
sularında hanemize ulaştım.
3
İkinci seferime gelince… O da Ramazan’ın altıncı günü olan Cuma’ya rastladı: 24 Ağustos 2012.
09.30’da hareket ettik, 14.30’da Konya’ya ayak bastık. İlk işim 40 Numaralı Sağlık Ocağı’na (Şimdi adı
değiştiyse de biz eskiler hâlâ ona alışamadık.) uğrayıp süresi dolan bütün rapora bağlı ilaçlarımı yazdırdım.
Aslında bu işi Erdemli’de de yapabilirdim, ‘Gelmişken Konya olsun.’ deyip işi kolayına havale ediverdik.
Son paragrafta yer alan iki parantez arasındaki cümlenin sonuna nokta konulup konulmayacağı
konusu, dünkü Cumhuriyet Kitap’ta (13 Aralık 2012, 1191, 31) Yüksek Öğretmenli edebiyat öğretmeni
Feyza Hanım’ın (Hepçilingirler) ‘Türkçe Günlükleri’ köşesinin 04 Aralık 2012 tarihlisinde tartışılıyordu.
Farklı görüşler ileri sürülüyordu / Artık anlaşıldı, bu satırlar 14 Aralık 2012 Cuma günü yazılıyor.
Asıl geliş sebebime gelince… 2006 Nisanında taşındığımız Şelale Konutları’daki evimizde daire
sahiplerine birer depo düşüyordu. Yer gök kitap, dergi, dosya olunca orası dahi yetmedi. Öğrendim ki en
üstte oturan Ahmet Sarı kardeşimiz öğrenciymiş, pek de eşyası olmadığı için deposunu kullanmıyormuş.
Babasından rica edince ikinci depomuz da oldu. İlk gelişimde öğrenmiştim ki Ahmet kardeşimiz 30 Eylül
2012’de evleniyormuş. Elbette eski ve bekârlık döneminin eşyaları depoya inecek! ‘Bayram sonu gelip
depoyu boşaltırım.’ diye izin isteyip Altınsahil’e dönmüştüm. Sağlık ocağından sonra daha eve bile
uğramadan semtimizde kiralık depo aramaya başladım. Tam üç gün devam etti arama işi. Benim kolilerde
armağan edilecekleri günü bekleyen fazla kitaplarımı Prof. Alptekin’in isteği doğrultusunda, onun genişçe
olan odasına diziverdik. Artık ‘miadını doldurmuş’ olarca rapor vb. nesneler de çöp kutularıyla tanışma
şansını yakaladılar.
Kalanları da benim depoya ‘kitap istifi’ yöntemiyle yığıverdik. Ama bu işler benim on günümü
alıverdi. Buranın taşınmasında Balıkesir Üniversitesinde doktora tezini hazırlamakta olan eski öğrencim
Fahri Dağı’nın, düzenlenmesinde ise bugünlerde Çorum Hitit Üniversitesinde Yrd. Doç. Dr. olarak görev
yapan Dr. Atiye Nazlı’nın çabalarını takdirle anıyorum.
Dönüşüm yine bir cuma günü, yine 13.30 Kontur’uyla oldu: 07 Eylül 2012. Tam 15 gün denizden
uzak kalmışım!
Üçüncü sefer-i hümâyunumuzun sebebi ise Türk Dil Kurumunun VII. Uluslararası Türk Dili
Kurultayı’na katılmam idi. 21 Eylül 2012 Cuma sabahı 09.30 Kontur’uyla yine Toroslardayım. Ertesi gün
bazı kültür etkinliklerine katıldım ki yeri gelince anlatılacaktır, ağabeyime haftalık ziyaretimi yaptım. Ertesi
gün ver elini YHT… Bir gün sonra başlayacak olan Kurultay için Ankara’dayım. Bilkent Oteli’nde
ağırlanıyoruz. 28 Eylül 2012 öğlesi bir daha YHT… Bu sefer Konya’ya dönüyorum. Kurultay da ayrıca
anlatılacak. 29 Eylülde Mevlâna Kültür Merkezi’nde, Konya Ansiklopedisi’nin dördüncü cildinin tanıtımı
var. Prof. Alptekin’le gittik. İyi ki Kurultay sonrası gezisine katılmamışım. Pazar günü Prof. Alptekin’le
ağabeyim Hasan Sakaoğlu’nu ziyarat ediyoruz. Uzun lâfın kısası, Konya’daki bazı işlerimi de tamamladıktan
sonra yine ver elini Altınsahil: 03 Ekim 2012 Çarşamba, 13.00 Konturuyla… İşte bu dönüşümde,
ekranınızdaki bu mektubun ilk yedi ayını kâğıda döküyorum. (O günlerde bilgisayarla tanışmak aklımın
ucundan geçmiyordu!)
YILIN YENİLİĞİ
Lise yıllarımdan itibaren zaman zaman günlük tutmuşumdur. Yıllar sonra başladığım bilimsel
günlüklerim ise iki defteri doldurdu. Bunların yanında çeşitli yayın organlarında hatıralarımı küçük yazılar
hâlinde sizlere sundum. Bir gün onların bağımsız bir kitap hâline geleceğine inanıyorum. Ancak 2012’nin
önemli olaylarından biri de hatıralarımı yazmaya başlamamdır. Öncelikle Selçuk Üniversitesini anlatmaya
4
başladım, çünkü orasıyla ilgili olanlar daha canlı idi. İpi pazara çıkarılacak ne kadar adam varsa yazmak
gerek ama bir de onun bunun çocuklarıyla uğraşmak var. Ol sebeple anlayana sivrisinek saz hesabı
yazacağız. Mesela bir ‘tamirci’ lafının kimi hatırlatacağını sürekli okuyucularım şıp diye bilivereceklerdir.
Daha ne olsun ki. Hırsıza ‘hırsız’, ‘şey’e ‘şey’ demenin suç olduğu bir ortamda daha ne yapabilirdim ki…
BİLGİSAYARLANMAK
Allah selamet ve afiyet versin, Müjgân Cunbur Ablamız bir gün bana, “Saim, sen daha bilgisayar
öğrenmedin mi?” demesinin üzerinden belki de 11, 12 yıl geçti. Ablacığım, artık rahat olabilirsiniz; Saim
Kardeşiniz de, az da olsa bu dünyanın kapısını araladı.
Efendim, Bilmem bir yerlere sıkıştırıvermiş miydim, benim bir Konya dönüşünde, evimizin sultanı
Yurdanur Hanım bir müjde verdi: “Artık senin de bir bilgisayarın oldu…” Cümlenin ne anlama geldiğini
düşünürken o ekleyiverdi: “Almer’den kendime yeni bir bilgisayar alıyorum, benimki de senin öğrenme
aracın olacak.” Emir değilse de müjde yüksek yerden geliyor. Bizim dost ve kardeşimiz Prof. Dr. Hamza
Zülfikar’ın deyişiyle, “Başım gözüm üstüne.” deyip kabullendik.
Efendim, vaktiyle dört parmak daktilo kullanırdım, hem de F’lisinden. Ama hanımın bilgisayarı Q
harfi ile anılıyor. 11 Eylülde yenisi gelince 17 Eylülde de eskisini Almer’e bıraktım. “Ali Bey, ben Konya’ya
gidiyorum; dönünceye kadar bunu bir F’leyiver.” Dediğim gibi oldu. 05 Ekimde, bu satırları yazmakta
olduğum bilgisayarımı F’li olarak aldım. İlk yazım, Prof. Ali Çelik için 2013’te çıkarılacağını öğrendiğim
armağan için bir yazının tuşlarına basmak oldu. (O yazı hâlâ bitmedi!) Şimdi yavaş yavaş öğrenmeye
başlıyorum… Büyük kızımın hocalığı fena gitmiyor. (Bugün 27 Aralık 2012, Bilecik) Dualarınızı bekliyorum,
hiç değilse bir ‘Allah zihin açıklığı versin.’ deyiveriniz. Saz, kırkından sonra çalınmazmış ama bilgisayara
başlamanın yaşı olmazmış! (Almer: Erdemlili iki ortağın, Ali ve Ömer Beylerin kurduğu ortaklığın kısa adı.)
ERDEMLİ’ YE VEDA
Güya bu yıl biraz geç geldik, biraz da geç gidelim diyeceğiz. Ama tatillerimizin tatlı günleri olan
düğünlerden biri var. Yurdanur Hanım’ın en küçük teyzesi merhume Seniha Mengiler’in üç çocuğunun en
küçüğü ve tek kızı olan Meral Yıldırım’ın tek oğlu ve Defne’nin kardeşi Levent Yıldırım, iş yerinde tanıştığı
gelin adayımız ile 13 Ekim 2012’de, Giresun’un Bulancak ilçesinde evlenecek. 11 Ekim 2012 Perşembe
günü bizim Nissan ile dönüş yolundayız. Bakınız hangi yolları geçerek nikâh şahitliği masasına oturdum: 13
Ekim 2012 Cumartesi, 07.15’te taksi ile Konya Otogarı’na, 08.00’ de Özkaymak Seyahat ile Ankara’ya,
12.00’de Havaş ile Esenboğa’ya, l4.00’te THY/Anadolu Jet ile Trabzon’a, 17.30’da özel bir arabayla
Giresun’a, 18.45’te aynı araba ile (kıyafet değiştireceğiz ya…) Bulancak’taki düğün salonuna… Atalar
boşuna dememişler, ‘Ömür biter, yol bitmez.’ diye. Sahi, gelin kızımızın adı neydi yahu? Fatma ve Ali kızı
Hatice Gürel. Bulancak dönüşü de aynı yolları tersinden geçerek ve uçarak hâllettik. Bu yolculuğa başka bir
sebebe bağlayarak daha sonra da anlatacağım.
Sırada, ömrümüz olursa 2013’ün tatilini hayal etmek var. Kısmetse.
GURUR VERİCİ BİR OLAY
Erdemli’de ilk olarak 13 Temmuz 2011’den başlayarak Mustafa Gültekin’in Kazan Tatar Masalları
(İnceleme-Metin) adlı eserini inceledim. Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsüne doktora
tezi olarak sunulan bu güzel çalışmayı büyük bir zevkle okudum. Zaman zaman satırlar arasında
kaybolurken 1968-1971 yılları arasındaki heyecanlarımla karşılaştım. Çalışmayı kusur bulmak için değil ne
5
gibi yenilikleri bulabilirim diye sabırla okudum. Gördüm ki benim iki çalışmam ile Prof. Alptekin’in bir
çalışması, Hans-Jörg Uther’in, The Types of International Folktales / A Classification and Bibliography
/Based on the System of Antti Aarne and Stith Thompson adlı üç ciltlik (Helsinki 2004, Acedemia
Scientiarum Fennica) adlı kataloğa eklenen dört Türk çalışmasından üçünü oluşturmuş. Çalışma, inceleyip
rapor yazmam için Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığınca gönderilmişti. Teşekkürler Sayın Prof. Dr. Osman
Horata… Gerçi siz de ağustos ortalarında altı yılınızı doldurup ayrıldınız ama Genel Ağ’da da görüleceği
üzere çok güzel hizmetlere imza attınız.
O üç esere gelince… Doçentlik tezim olan, Anadolu-Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu
Efsanelerin Tip Kataloğu (Ankara l980; Türkiye İş Bankası 1990 Büyük Edebiyat Ödülü), Kıbrıs Türk
Masalları (Ankara 1983 ve 1988) ve Alptekin’in, benim için hazırladığı, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na 55. Yıl
Armağanı (Kayseri l994) adlı kitapta yer alan, “Hayvan Masalları Tip ve Motif Kataloğuna Doğru” (s. 5697) adlı makalesi… Birtakım adı büyük, kendisinin büyüklüğü şüpheli insanların son saniyede yazdıkları
kalıp raporlar yerine biz günlerimizi vererek bir genç meslektaşımızın emeğini değerlendirdik.
Şu ‘on saniye’ konusu kafanızı karıştırabilir. Kısaca şöyle: Bir prof. adayı için beş prof.’tan üçünün
yazdıkları satır sayısı içimizi burkuyor. Birincisi üç satır, ikincisi sekiz satır, üçüncüsü 15 satır ve üçü de
olumlu. Dördüncü ve beşinci bilginlerinki ise 18 ve 20 sayfa civarında… İlk üçünün allayıp pullamalarına
karşılık son ikisi dosyalarında sayfalar dolusu intihali ortaya koyuyor. Ama sonuç üçe iki olumlu. Rektörün
yapacağı bir şey var mı? Var elbette. Prof.luğa talip olan doçentinin hakkında suç duyurusunda bulunmak.
Peki, ya o ne yapıyor? Yetkisini kullanarak adayın lehine olan sonucu dikkate almıyor ve aday yerinde
sayıyor! Kaç ay? İlk ilan dönemine kadar! Sonrasını öğrenemedim. O aday sonradan prof. olduğuna göre,
herhâlde kendisine olumlu rapor yazacakların listesini rektörüne vermiş olmalı. “Hangi üniversite ve hangi
doçent/profesör?” deyü sormayınız. Çok ilgi çekici bir üniversite ve bir o kadar ilgi çekici fakülte… Rahmetli
anneciğim böyleleri için, “Allah yandığı yerde söndürsün.”derdi. Ama ben demiyorum!
YENİ KİTAPLARIM
Bu yıl üç yeni kitabım yayımlandı, üçü de eski yıllardaki yazılarımın kitaplaştırılmış şekilleri…
1. Karaca Oğlan Der ki… (Eleştiri Yazıları), Konya 2012, 274+xvı s., Kömen Yayınları, nu. 80.
Bu kitabımla ilgili olarak kaleme alınan bazı yazılar:
a. Ömer Aydoğan, “Eleştirinin Namusunu Kurtaran Kitap: Karaca Oğlan Der ki…”, Akpınar
(Niğde), 7 (41), Eylül-Ekim 2012, 25-33. Bu yazıyı mutlaka bulup okuyunuz! Hatta okusunlar!
b. İsa Kayacan, “Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’dan: Karaca Oğlan Der ki…”, Erciyes, 35 (420), Aralık
2012, 13.
Not: Yazı daha önce şu gazetede de yayımlanmıştı: Yeni Gün (Burdur), 10 Kasım 2012.
Hani bir Karaca Oğlan’ımız vardı ya (Ankara 2004, 1030 s.), ona çamur atmaya çalışan bir asilzade
ile intihalcilerin kralına yazılan yazılarımı içine alan bu kitapta başka yazılar da yer alıyor. Türk bilim ve
ahlak tarihine altın sayfalar hediye eden bu kitabımı, yayınevi ücretsiz olarak (kargo masrafı size ait olmak
üzere) gönderebilir. Yeter ki benim numarama adresinizi iletiverin. Bu kitabımın en azından çok önemli bir
iki bölümünü okumanızı öneririm. Yeri gelmişken eleştiri adı altında ortaya konulan cambazlıklardan
birkaçını sunmak isterim:
1a. Bizim eli yüzü düzgün cümlemiz birkaç yerinden sakatlanıyor. Kasten ve düşmanca duygularla.
(Düşmanlık duygusunu satırların sahibi yüzüme karşı söyledi!) Mesela, biz demişiz ki etmemişse, o allame
6
çarpıtarak etmişse demiş; biz demişiz ki Kara Oğlan, o allame çarpıtarak Karaca Oğlan demiş; biz demişiz
ki kafalarını, o allame çarpıtarak kafaları demiş! Bu üç çarpıtma işlemi sadece ve sadece bir cümlede
başarıyla (!) gerçekleştirilmiş ve sahibine belki de en yüksek çarpıtma nişanı kazandırmıştır! Tabii başı gözü
yaralanan cümleye yüklen babam yüklen. Anlamı kaybolan cümlenin başına üşüşüveriyor. Tabii bu arada
bazı kutsal duygular ortalıktan kaçışıveriyor.
1b. Kaynağını filan göstererek alıntıladığımız bir şiirde yer alan kar kelimesinin kor olarak alındığını
sanıyor veya öyle görüyor! Çünkü istediği gibi olursa çarpıtmak için yeni hedefler bulacak. Bulacak da bu
sefer elindeki silahı bir bumerang... Gelip kendisini paramparça eyliyor! Çünkü, bizdeki kelime zaten kar…
Alıntı şiirleri bile tamir etmeye kalkışan şiir üstazı muradına eremiyor. İnsanın koskoca kar kelimesini kor
olarak görmesi için ille de Metin Şentürk veya Âşık Veysel olması şart değildir, yeter ki art niyetli oluna.
1c. Yiğidimizin hakkını yemeyelim; güzel (!) bir keşfini veya icadını sizlere takdim edelim.
Beyzademiz bizim kaynağından irgördük diye aldığımız, Karaca Oğlan coğrafyasında da hâlâ aynen
söylenilen fiilimizi, sözüm ona düzeltiyor ve asıl şeklinin irgürdük olmasını emrediyor! Yâhu birader biz
onu alıntıladık, yayımlayana ihanet ederek nasıl değiştiririz? Bizim öyle onun bunun yaptığı gibi değiştirme
veya tahrif ve tahrip etme gibi marifetimiz yok ki… Gelelim keşfe/icada… Efendim, irgürdük fiili şöyle tahlil
ediliyor(muş): İr- fiil kökü, -gür fiilden fiil yapma eki, -ü görülen geçmiş zaman eki, -k çok. 1. şahıs eki.
Buradaki yatık şekli biz yaptık ki vatandaşın keşfini/icadını boş yere aramayınız. Dil tarihine kazandırılan bir
ek: -ü görülen geçmiş zaman eki. Tekrar dikkatinize sunuyorum, bizim güzel Türkçemizde, görülen geçmiş
zaman eki olarak bilinen bir -ü eki yoktur Eh, bize de düşen kendilerini bilim âlemine takdim etmek ve
kutlamaktır. Acaba bu ek hâlâ böyle mi öğretiliyor. Biz bir de bu eleştirmeni, üstün buluşundan ötürü
DOÇENT yaptık!
1ç. Bu işler bitmez de gelmiş geçmiş en müthiş eleştirmenimizi bir daha bulamazsınız deyü bir kez
daha örneklendirelim, hem de çoklusundan. Ol kişi deve bilgisiyle ilkokul sıralarında kalmış, ayaklı-yedekli
koşma konusunda çift dikiş bile gidememiş, Urum’u Rum’u karıştırması içler acısı, daha üç ile dördün
farkında değil, ‘filan mısradaki baş kelimesi yaz olacak diyorsa da şiirin tamamı olan 16 mısrada bir tek baş
kelimesi geçmiyor, bizdeki şahan’ı sahan yapıp sahanları dağıtıyor, vb.
Tabii bütün bunlar boş yere yapılmadı, sırtının birileri tarafından okşanması arzu edildiği için bu
dikenli yollara girildi. Hocasına bu kadar hırçınlaşan eskilerin masum eleştirmeni artık rahat uyuyabilir.
Muradına erdi ve doçentlik kerevetine çıkartıldı. Lisans tezinde iltifatlarına mazhar olduğum, kendilerini
bölüm başkanı yardımcılığıyla taçlandırdığım, kızı Zümrüt’ü bir dede olarak tele-masallarla büyüttüğüm, dil
asistanı olmadan önceki boş zamanlarında özel kadro tahsis ettirerek halk edebiyatı (O zamanlar yüksek
lisans olmadığı için) doktora öğrencim olarak yanıma aldığım… Yeter artık, Bunca himayeden sonra saf
değiştiren birinin size yüklenmesi kaçınılmazdı. Yine de canı sağ olsun; evdeşiyle, oğluyla, kızıyla mutlu
olsun. Unutulmasın, aheste aheste çıkacak olan ‘AH’lar bizimki olmayacaktır! Başka kapıya…
2. Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar, Konya 2012, 304 s., Kömen Yayınları, Nu. 84.
25 yıldan beri Konya ağzı üzerine kaleme aldığım bildiriler ve makalelerden oluşan bu kitabımızda
konuya yakın olan öbür yazılarım da yer almaktadır. Yayınevimiz aynı şartlarla bu kitabımızı da ücretsiz
olarak gönderebilir. Zaten bu kitabımın 300 kadarını VII. Uluslararası Türk Dili Kurultayı üyelerine armağan
olsun diye ilgili kuruma göndermiş ve bu durumu kitabımın dördüncü sayfasında dile getirmiştim.
Bu kitabımla ilgili olarak kaleme alınan bazı yazılar
7
a. İsmail Detseli, “Üretmeye Devam Ediyor”, Memleket, 14 Ekim 2012.
b. Seyit Küçükbezirci, “Pazartesi Yazıları / Konyalı Meyveler Hakkında Saim Sakaoğlu’ndan
Şahane Bilgiler”, Memleket, 05 Kasım 2012, 4.
c. Murat Güzel, “Saim Sakaoğlu Kitaplarını İmzaladı”, Konya Postası, ? (Daha bulamadım!)
ç. Zeki Oğuz, “Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar ve Meram Yazıları”, Memleket Dergi, 73, Aralık
2012, 50. Büyük boy olan dergide iki kitabımın kapağıyla benim bir fotoğrafım da yer almaktadır.
Benim fakülte çıkışımdaki kökenimin dil olduğunu çokları bilmez. Hatta Atatürk Üniversitesine de
dil asistanı olarak girmişken bir dil asistanı ile edebiyat doçentinin (belki de bölüm başkanının) tatlı sert
görüşmeleri, beni bu yeni alana, üniversitede hiç öğretimini almadığım halk edebiyatı alanına yönlendirdi.
Böylece asistan ile doçent arasındaki sertlik de giderilmiş oldu. (Hikâyesi uzun, hatıralarımda
anlatılacaktır.) Lisans tezimin danışmanı Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat Bey idi. Bu sebeple dil alanı hep
ilgimi çekmiştir. Ancak biz çizmenin veya kuşağın nerelere kadar uzandığını bildiğimizden sadece Konya
ağzı ile ilgilendik. Onca prof., doç. ve yrd. doç. gelip geçti, bu güzel ağıza, Konya ağzına eğileni olmadı.
Tamamına yakını tarihî metinlere takılıp kaldı. Kalsalar gene de iyi, içlerinden biri öğrencilerinin takıldığı
metinlerin peşine takılıp kaldı. Şıracı-bozacı hesabı, hey’et-i aklamalarla, Meteoroloji mühendisliği (!) ve
İngilizce (!) prof.larının yanına takılanın destekleriyle intihal ithamından sıyrılmayı başardı. Ancak kamuoyu
ne der, ben biliyorum da o biliyor mu acaba? Bir rektörün ağzından çıkan şu hazin cümle acaba
Türkiye’deki bilimin sınırlarını çizmeye yetmez mi: “Ama ağabey (Bana hep ‘Ağabey’ derdi), o bana
rektörlük seçimlerinde 25 oy getirdi.” (Aslında o zat, beş oy bile getirmedi de zaten menfaatleri gereği,
yeniden aday olan rektöre oy verecek olanlar da birinin ‘ikna ettiği iddia edilen seçmenler’ arasına dâhil
ediliverdiler.) Yani’nin yani’si, seçilen rektöre oy getirenlerin intihalleri göz ardı edilir ve hey’et-i aklama ile
paklanıverirler! İtirafın anlamı böyle değil mi? Ol hikâyet burada hitam buldu mu? Allah bilir.
3. Meram Yazıları, Meram Belediyesi Kültür Yayınları, Konya 2012, 258 s. (Fotoğraflar s. 200-239).
a. Zeki Oğuz, “Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar ve Meram Yazıları”, Memleket Dergi, 73, Aralık
2012, 50. Büyük boy olan dergide iki kitabımın kapağıyla benim bir fotoğrafım da yer almaktadır.
Çaybaşı Yazıları (Konya 2000 ve 2004) adlı kitabımın kardeşi olan bu kitabım, on yıl kadar
bekledikten sonra, yeni yazı ve fotoğrafların eklenmesiyle basım aşamasına getirildi. Kitabımın ‘Takdim’i
genç belediye başkanımız Dr. Serdar Kalaycı’nın imzasını taşımaktadır. Selçuk’tan öğrencim Harun
Çöpür’ün de kitabımızın basımı aşamasında takdire değer çabaları oldu. Eskiden bu işlerle Yusuf Batar
(Şimdi hangi üniversitede yardımcı doçent acaba?) ile İsmail Özkan kardeşlerimiz ilgilenirlerdi. Özkan artık
yayıncı olarak yazılarımızın yer aldığı dergileri basıma hazırlıyor.
Memleket, Konya’da dokuz yıldan beri yayımlanan güzel bir günlük gazete… Bir süredir de aylık
bir dergi eki veriyor: Memleket Dergi. Kasım 2012 tarihli 72. sayısında, bizim Konya Çalı dergisinin sahibi
Zeki Oğuz Bey’in aylık yazısı da yer alıyor: “Sarıkeçili Yörük Beyi Kuş Ali’nin Hikâyesi” (s. 46). İyi, hoş, güzel
de bu yazıda hiç adım geçmediği hâlde bir fotoğrafım ile bu yıl yayımlanan son iki kitabımın kapak
kompozisyonları yer alıyor! Ne dersiniz, Molyer’in karışan mektupları gibi olmasın.
Hakkımdaki yazının tekrarı
Karaca Oğlan (Ankara 2004) adlı eserim yayımlanınca herkes gönlünce bir şeyler yazmıştı da birisi
başkalarının gönlünce yazmıştı (!) İlk bölümde yazanlardan biri de Sayın M. Özgen Küçükkoner idi. O,
Merhaba’nın Akademik Sayfalar ekinde bir yazı kaleme almıştı: 09 Aralık 2009. Yazı, Küçükkoner’in
8
armağan havası taşıyan kitabına da alınmıştır. “Prof. Dr. Saim Sakaoğlu”), Bir Ömür Böyle Geçti / DuygularDüşünceler-Makaleler-Fikir İncileri ve Fotoğraflar, Konya 2012, 217-218.
Özel not
Sizin de başınıza gelmiştir, yazınız yayımlanır ama size ulaştırıl(a)maz. Belki de siz hâlâ
beklemedesinizdir. Geçen yılın ‘Yeni Kitaplarım’ başlığı altında verilen Halk Hikâyeleri’nin kardeşi Halk
Masalları da 2011’de yayımlanmış da bana ulaşması gecikmiş. O da, 2010’da yayımlanan Halk Hikâyeleri
ve Masallar adlı ortak imzalı (Doç. Dr. Zekeriya Karadavut, ed. Prof. Dr. Ali Berat Alptekin) kitabımızın
yarıyıl esasına göre düzenlenmiş şeklidir: Eskişehir 2011, VIII+175 s.
YENİ BASKISI YAPILAN KİTAPLARIM
1. 101 Türk Efsanesi, 4. bs., 249 s. (Akçağ Yayınevi)
2. Karaca Oğlan, 2. bs., 1032 s. (Akçağ Yayınevi)
3. İslamiyet Öncesi Türk Destanları (Prof. Dr. Ali Duymaz ile), 7. bs. 256 s. (Ötüken Yayınevi)
2013’ÜN MÜSTAKBEL KİTAPLARI
Sırada neler var ki? Konya Yazıları, Ad Bilimi Yazıları, Âşık Edebiyatı Yazıları, Nasreddin Hoca
Üzerine Yazılar, vb. Bakalım hangisi öne geçecek. Hoca’nınki hazır… Eflatun Cem Güney ise TDK’de toz
üstüne toz kapıyor. Ayrıca Efsane Araştırmaları’nın üçüncü baskısı… Bunların benim hayatta olduğum
yıllarda yayımlanması gerekir. Ne diyordu Âşık Halil Karabulut:
Başladıklarımı bitiremeden
Hep işlerim yarım kalır burada.
Ben de yarım kalma ihtimalini düşünerek yeni ve hacimli çalışmalara girmiyorum.
Yaşlanıyoruz artık, biz de unutur olduk. Yaz başında Heyamola Yayınevi’ne teslim ettiğimiz,
Fahnünnisa Mahallesi Çaybaşı Caddesi adlı kitabımızdan da bir haber çıkmadı. Sürpriz kitabımı elbette
hepiniz merak ediyorsunuzdur!
KONYA ÇALI DERGİSİ
İlk sayısı Şubat 1997 tarihini taşıyan, Konyalı hikâye, roman ve gezi yazıları yazarı, fotoğraf
sanatçısı, emekli memur Zeki Oğuz’un yayımladığı Konya Çalı dergisinin Mayıs 2012 tarihli 108. sayısı,
‘Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Özel Sayısı’ olarak yayımlandı: 05.05.2012. Birkaç fotoğrafla da süslenen
sayfalarda bilimsel yazıların yanında hatıralara da yer verilmiştir. Ayrıca benim sevdiğim şiirler de sayfalara
serpiştirilmiştir. İşte Çalı’nın dökümü:
Prof. Dr. Ali Berat Alptekin, Çalı’dan (s. 2), Saim Sakaoğlu Kimdir? (s. 3-4),
Prof. Dr. Ali Duymaz, Saim Sakaoğlu Hoca (s. 5-6),
Prof. Dr. Esma Şimşek, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Prof. Dr. Ali Berat Alptekin ile Birlikte Bağdaş
Yaylası Gezisi (s. 7-8), (Yazının içinde Karabulut’un bu gezi ile ilgili şiiri yer almaktadır.)
İsmail Detseli, Bir İnsan Düşünün ki… (s. 8-9) ve ‘Hoca’yı Anlatmaya Dil Yeter mi ki’ adlı şiiri (s. 9),
Prof. Dr. Ali Berat Alptekin, Ejderha Yılında Ejderhayı Ne kadar Tanıyoruz? (s. 10-12),
Doç. Dr. Nedim Bakırcı, Kırım Tatar Masallarında Kalıp İfadeler (s. 12-14),
Prof. Dr. Dilaver Düzgün, Âşık Fuat Çerkezoğlu’nun Bir Şiiri Üzerine (s. 14-15),
Yrd. Doç. Seyit Emiroğlu, Botsa (Meram) Köyü Halk İnanmalarında Ziyaret Yerleri (s. 15-16),
9
Yrd. Doç. Dr. Pervin Ergun, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Türk Halk Kültürü Uygulama ve Araştırma
Merkezi’ne Ankara Masalları Dünyasından Bir Bakış (s. 17-18),
Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ, Halaç Türkleri (s. 18-20)
Yrd. Doç. Sinan Gönen, Akademik Hayat ve Disiplinli Çalışmaya Dair (s. 20-21),
Dr. Atiye Nazlı, Türk Edebiyatında Binbir Gece Masalları’nın Yeri (s. 22-23),
Prof. Dr. Ali Osman Öztürk, Zalimin Zulmu Varsa Mazlumun Allah’ı Var (s. 23-25),
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı, Sakaoğlu Hoca’yla Anılar Demeti (s. 25-26),
Ahmet Kuş, Saim Sakaoğlu ve Türk Dili (s. 27-28),
Zeki Oğuz, Karaman’da Üç Gün (s. 29).
Dergide yer alan şiirleri değil de şair adlarını sıralayıverelim: Karaca Oğlan, Mehmet Çınarlı, Ahmet
Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Turgut Uyar, Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi, Âşık
Veysel Şatıroğlu, Âşık İlhami Demir, Ahmet Tufan Şentürk.
Tekrar yazılarım
Bazı yazılarım çeşitli sebeplere bağlı olarak, bazıları yıllar sonra da olsa, farklı yayın organlarında
yeniden yayımlanmaktadır. İşte onlar:
a. “Kar mı Yağmış Şu Meram’ın Dağına”, Meram (Meram Belediyesinin aylık gazetesi, tam sayfa), 2
(23), Şubat 2012, 8. İlk defa, Kışta Meram dergisinde (6, Aralık 2000-Ocak Şubat 2001, 14-15) yayımlanan
bu yazım, Meram Yazıları’nda (Konya 2012, 100-102) da yer almaktadır.
b. “Maktul Bir Yazı Nasıl olur?”, Konya Çalı, 110, Temmuz 2012, 6-7. Türk Edebiyatı dergisinde
yayımlanan yazının aynısıdır. Ne acıdır ki yazım burada da maktul-ı sâni oluvermiş!
c. “Ölümünün 60. Yılında Âşık Mehmet Yakıcı’nın Şiirlerinde Konya - 1, Erciyes, 35 (418), Ekim
2012, 18-20. Yazım, aynı dergide 2010’da da yayımlanmıştı: 33 (390), Temmuz 2010, 23-25.
KONYA ANSİKLOPEDİSİ
Ansiklopedimizin üçüncü ve dördüncü ciltleri de raflardaki yerlerini aldı: Konya 2012. İşte yazdığım
maddeler:
a. Üçüncü cilt: efsane (166-168), Ergun, Sadeddin Nüzhet (248-249).
b. Dördüncü cilt: Hınçer, İhsan (227-228), İsmail Zühtü (359).
Bu arada beşinci cildin de maddeleri dağıtıldı, hatta altıncı cilde girecek olanlardan teslim
ettiklerim bile oldu. İşte o maddeler: Kişmir, Celaleddin; Konya Ağzı; Konya Âşık Edebiyatı; Konya Halk
Edebiyatı; Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı; Köpük; Nasreddin Hoca; Özlem (dergi); Or, Kemal; Öztaş,
Önal Vasıf; Öztelli, Cahit.
Dördüncü cildin takdim kahvaltısı 29 Eylül 2012 sabahı, Mevlâna Kültür Merkezi’nde verildi.
Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tahir Akyürek güzel bir konuşma yaptı. Kim olduğunu bilmediğim, ancak
müzikten anladığını ifade ederek konuşan bir zat lafı uzattı da uzattı; üstelik Âşık Şem’î’ye katlederek. Ben
de başkana Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar adlı kitabımdan bir aded hediye etti.
SAİM SAKAOĞLU ARMAĞANI
Geçen yılki mektubumda sözünü ettiğim, öğrencim Prof. Dr. Metin Ergun’un editörlüğünü
üstlendiği SAİM SAKAOĞLU ARMAĞANI’nın hazırlıkları tamamlanmıştır. Türk Kültürünü Araştırma
10
Enstitüsünün Armağanlar Dizisi’nde yer alacak olan bu kitap 2013’ün başlarında basımdan çıkacaktır.
Doğrusu yazıları yer alacak olan zevatı ben de merak ediyorum.
BİLDİRİ DÜNYASI
Bildiri sunma konusundaki güzel duygularımı yavaş yavaş kaybediyorum. Geçen yılki bazı ‘hızlı
sunum’lu toplantıları bu yıl da yaşayınca, ‘Nerede o 1973, 1975, 1981… kongreleri’ diyesim geliyor. Sabah
iki, öğle sonu üç eşittir beş oturum… Hem de en az üç salonda… Sonunda bu işe da su katıverdik. Bir kere
bildiriye sunmak için tanınan 15 dakikanın ikisi konuşmacının kürsüye çıkması ve inmesi sırasında geçiyor.
Mikrofonun ayarlaması da unutulmamalıdır. Bir de mübarekler 30-35 dakikalık konuşma hazırlıyorlar.
Maksat toplantıya katılıp ‘teşekkür belgesi’ almak mı, yoksa bilime katkı sağlamak mı? Haftalarca
hazırlanıyoruz, sizden öncekilerin ‘uzun hava’ları sebebiyle ya sürenizi tıraşlıyorlar, ‘Aydın havası’ oluyor
veya ‘Soru moru yok!’ havasına giriliyor.
Neyse, 2012’nin toplantılarını sıralayalım.
A. Katılıp bildiri sunduğum toplantılar
1. 1966’dan Günümüze Konya Âşıklar Bayramı ve Âşık Edebiyatı Sempozyumu, 22-24 Mart 2012,
Konya, Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Sempozyumun içinde yer alan ‘Feyzi Halıcı Paneli’nde,
“İstanbul Caddesi’nin Feyzi Halıcı’sı” konulu bir bildiri sundum. Ayrıca kapanışta da değerlendirmede
bulundum. Bu toplantının düzenlenmesinde Prof. Alptekin’in çok emeği geçti. Bildiriler kitabının da eli
kulağında… İkincisi bu yıl…
2. 4. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu’nun bu yılki konusu, Dilleri ve Kültürleri Yok
Olma Tehlikesine Maruz Türk Toplulukları idi. Toplantı, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Müdürlüğünce düzenlenmişti: 23-26 Mayıs 2012, Ankara. “Yaşayan Bir Anadolu Ağzında
Kaybolmaya Yüz Tutan Kelimeler, Deyimler ve Atasözleri Üzerine.” Doç. Dr. Yunus Koç Kardeşim, çok
yoruldun, teşekkürler.
3. Uluslararası Âşık Sümmanî ve Âşıklık Geleneği Sempozyumu, 31 Mayıs-01 Haziran 2012
Erzurum. 02 Haziranda Narman ve Samikale’ye gidildi. İlçede konuşmalar yapıldı, köyde ise çeşitli
ziyaretlerde bulunuldu. Âşığımızın hayattaki torunu Âşık Hüseyin Sümmanoğlu (d. 1938) da gelmişti. “İki
Âşık Tek Destan: Narmanlı Sümmanî ile Bayburtlu Celalî’nin ‘Ay ile Gün’ Destanları Üzerine Düşünceler.”
Toplantının bildiri kitabı aynı yıl içinde, baş düzenleyici Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir Erkal’ın editörlüğü altında
yayımlandı: 1. Uluslararası Âşık Sümmanî ve Âşıklık Geleneği Sempozyumu (31 Mayıs-02 Haziran 2012
Erzurum), Ankara 2012, 313-322. Sevgili Erkal, her şey için gönül dolusu teşekkürler.
4. Her Yönüyle Gül Sempozyumu, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğü, 07-08 Haziran 2012,
Isparta. 09 Haziran 2012 günü Güneykent, Eğirdir, vb. yerlere gezi düzenlendi. “Türk Dünyasından Gül
Üzerine Çeşitlemeler.” Kimsecikler bildiri metnimi filan istemedi!
5. 7. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 24-28 Eylül 2012, Ankara. Türk Dil Kurumunun düzenlediği
toplantının son iki günü, Kapadokya nam diyâra geziye ayrılmışsa da ben katılmadım. “Bazı Meyvelere
Konya ve Çevresinde Verilen Adların Çeşitliliği Üzerine.”
Bu bildirinin daha uzun bir şekli, Erciyes dergisinin Prof. Dr. Ali Berat Alptekin Özel Sayısı’nda (35
(417), Eylül 2012, 2-7) yer aldı. Sebebi: Efendim, işler artık otomatiğe bindirildi. Şirketlerin düzenlediği bu
11
tür toplantılar Genel Ağ üzerinden yapılıyor. Katılacağımızı bildirdik. Bir olumlu cevap geldi. Özetimizi de
gönderdik. Ancak o bir yerlere takılıp kalmış. “Hocam, süreyi geçirdiniz, maalesef katılamayacaksınız!”
dediler. Sonradan da, “İsterseniz oturum başkanlığı verelim.” dediler... Meraklısı değilim de bu
toplantıların 1988’den beri yapılan ilk altısına da katılan iki üç kişiden biriyim. Derken TDK’den sorumlu
Başbakan Yardımcısından lüks bir davetiye aldım. Anlamı, sizi aramızda görmek isteriz. Derken Kurumdan
bir haber: Bildirinizi acele gönderiniz. Hoppala… Ben bildirimi Erciyes’e göndermiştim yahu… Neyse,
bildirimize farklı bir yapıda yeni bir şekil verdim. Bu arada bildirimin tam metnini Konya Ağzı Üzerine
Araştırmalar (s. 210-225) adlı kitabıma da almıştım. İşin ilgi çekici yanı, TDK’nin 80. yılı münasebetiyle onur
belgesi aldığımız gün kabul sayısı neredeyse 300’e yakındı; sonuçta programda 210 kişi ya vardı, ya yoktu.
Gelmeyenler de cabası. Ayrıca, katılımcıların yaş ortalaması da çok düşüktü. Eskilerin pek çoğu programda
yoktu. Ayrıca bu zevatın bazıları da aynı günlerde (25-28 Eylül 2012) Selanik’te düzenlenen 7. Büyük Türk
Dili Kurultayı’na katılmışlardır. (40-50 kişinin katıldığı ‘büyük’ olunca 200 kişinin katıldığı TDK’ninki ne
oluyor acaba? Artık 2016’ya katılmamak gerekiyor, tabii ömrümüz olur ve de çağrılırsak!
6. 1. Ulusal Tokat Sempozyumu, 01-03 Kasım 2012, Tokat, Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Rektörlüğünün düzenlediği toplantının son günü şehir içi ve dışı gezilere ayrılmıştı. Bildirimin konusu,
“Yenilikler Karşısında Tokat’ta Oluşan Nükteli Davranış Biçimleri” idi.
7. I. Ulusal Genç Halkbilimciler Sempozyumu, 09-10 Kasım 2012 tarihlerinde Balıkesir Üniversitesi
Necatibey Eğitim Fakültesinde toplandı. Ben sadece bir başkanlık yapacaktım. Bir de ödül kadar önemli bir
belge verilecekti. Bu belgenin takdimi sırasında da üç beş kelam ediverdik. Ayrıca (Bazıları ayrıcana da
diyorlar!) kapanışta da bir değerlendirme yaptım. Bu toplantının görevlileri arasında Selçuk Edebiyattan
kızımız Arş. Gör. Nilgün Aydın da yer almıştı. Teşekkürler Nilgün. Ayrıca o güzel günlerde, öğrencilerim olan
Prof. Dr. Ali Duymaz (Erzurum) ve Prof. Dr. Mehmet Aça (Konya) güzel ev sahipliği yapıp dostluk
gösterdiler. NEF’in (?) en yeni profesörü Bahattin Kahraman ile Erzurum günlerimizin hocası ve dekanı
merhum Prof. Dr. Kaya Bilgegil’in hatırası Yrd. Doç. Dr. Zöhre Bilgegil de güzelliklerimize ortak oldular.
8. 5. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, 19-22 Aralık 2012 Denizli, Pamukkale
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı düzenlemiştir. Ben, oturum başkanı olacak, bildiri
sunmayacaktım. Ancak, lütfetmişler, ilk güne konulan ‘Açış Paneli’nde de bir konuşma yapmam istenildi.
Ben de dil toplantılarının tarihçesi ile ilgili bir konuşma hazırladım : “Türk Dili ile İlgili Bilimsel Toplantılara
Genel Bir Bakış.” Teşekkürler Doç. Dr. Turgut Tok, teşekkürler…
B. Geçen yıllarda sunulup da bu yıl yayımlanan bildirilerim
1. Birkaç yıl önce KKTC’de bir toplantı düzenlenmişti. Orada yaptığım konuşmanın metni
yayımlanmayınca ben de TDK’nin ilgili dergisine vermiştim: “Otuz Dört Yıllık Kıbrıs Halk Kültürü
Araştırmacılığımda Geldiğim Nokta”, Türk Dünyası/Dil ve Edebiyat Dergisi, 30, Güz 2010, Ankara 2012, 2335.
2. IV. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiriliri, 22-24 Aralık 2011, Muğla, II. Cilt,
Ankara 2012, 793-797. Muğla Üniversitesi Rektörlüğünce düzenlenen toplantının ‘Halk Edebiyatının
Sorunları Paneli’nde konuştum: “Üniversitelerde Okutulan Türkçe Derslerinin Hedefe Ulaşamamasının
Gerçek Sorumluları Kimlerdir?”
3. “Bekdik Kültürü Arasında Bir Dolaşma”, I. Ulusal Her Yönüyle Türkmenler ve Konya Ereğli Yöresi
Türkmenleri Sempozyumu/ İskanları, Kültür-Sanatları, Ağızları, Edebiyatları, Konya 2012, 243-245
12
4. “ İstanbul’da Derlenen Bilmeceler ve Türk Dünyası Bilmecelerinde İstanbul”, 7. Uluslararası
Türk Kültür Kongresi/Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul-Bildiriler III/Edebiyat ve Folklorda İstanbul,
Konya 2012, 931-950. Toplantının gerçekleşme tarihi 2009 idi.
Not: X+1004 s. Tamamı dört cilttir.
. C. Önceki yıl gönderilip de 2011’de basılmayan (!) bildirim
1. I. Ulusal İncesu Sempozyumu, 22-24 Ekim 2010 tarihleri arasında İncesu’da toplandı. Bildirimi
gönderdim ama toplantıya katılamadım. Bildiriler üç cilt olarak basılmış ama bizimki yok! ‘Hadi ben
katılamadım da basmadılar, ya katılıp da bildirisini sunan Bil. Uzm. (sonradan Dr.) Atiye Nazlı’nın bildirisi?
Onunkini de hem basmamışlar hem de kitaplardan göndermemişler! Bildirimi daha sonra Erciyes dergisine
gönderdim de orada yayımlandı: Su İçmez Efendi Menkıbesinin Yeni Bir Anlatması Üzerine Karşılaştırmalı
Bir Çalışma, 34 (415), Temmuz 2012, 8-10.
Ç. Sunulduğu yıl yayımlanan bir bildirim
1. 4. Ara Dönem CİEPO Sempozyumu. Toplantı, 14-17 Nisan 2011 tarihleri arasında Uşak
Üniversitesinde gerçekleştirildi. Toplantının ana konusu ‘ulaşım’ idi. “Anadolu Türk Masallarında Ulaşım
Aracı Olarak Halı” konulu bildirimin yer aldığı yayının tam adı şöyledir: CİEPO Uluslararası Osmanlı Öncesi
ve Osmanlı Tarihi Araştırmaları 6. Ara Dönem Sempozyumu Bildirileri/14-16 Nisan 2011-Uşak, 3 C., İzmir
2011. Bildirimiz C. 2, s. 1039-1042’dedir.
D. Oturum başkanı olarak katıldığım toplantı
1. Ahmet Hamdi Tanpınar Paneli. Toplantı, 12 Mayıs 2012’de, Konya İl Halk Kitaplık Salonu’nda
gerçekleştirildi. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinin düzenlediği panelde üç konuşmacı vardı. Ben de,
öğrencisi olduğum Tanpınar’a konuşma aralarında dokundum.
E. Dinleyici olarak katıldığım toplantılar
1. Konya’da Edebiyat Dergiciliği, 29 Mayıs 2012, Konya. İl Halk Kitaplığı.
2. 1. Çocuk Sempozyumu, 14 Haziran 2012’de Konya Üniversitesi (önceden Selçuk, sonradan
Necmeddin Erbakan) Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesinde toplandı. Sadece sabah oturumunu izledim.
3. Osmanlı Şiirinin Hazineleri: Mecmualar ve Cönkler / Çalıştay, 30 Haziran 2012 Ankara. Toplantıyı
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı düzenlemiştir. Sunumlar için onar dakika ayrılmıştır. Katılanların
çoğunluğunu mecmuacılar oluşturuyordu. Teşekkürler sevgili Prof. Dr. Osman Horata…
F. Katılamayacağımı bildirdiğim yurt içi toplantıları
1. Halk Kültüründe İktisat ve Ticaret Uluslararası Sempozyumu, 27-29 Nisan 2012, Şanlıurfa.
2. I. Uluslararası Ahmed Harakanî Sempozyumu, 10-12 Mayıs 2012 Kars, Kafkas Üniversitesi.
3. Geçmişten Geleceğe Her Yönüyle Kağızman Sempozyumu, 24-26 Mayıs 2012, Kağızman- Kars.
4. 42. Uluslararası Balad Konferansı, 07-13 Ekim 2012, Gökova-Muğla.
5. 12. Ulusal Türk Tıp Tarihi kongresi (+ 2. Uluslararası Türk Tıp Tarihi Kongresi), 10-13 Aralık 2012
İstanbul. Toplantının dört yıl önceki Konya’da idi ve ben de katılmıştım.
13
6. Kazan ve Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu, 06-07 Kasım 2012. Genel Ağ’a düşen davetiyenin
altında HKAK Genel Sekreteri Salih Ünver’in adı yer alıyordu.
G. Katılamayacağımı bildirdiğim yurt dışı toplantıları
1. Qafqaz Xalqlarının Folkloru ve Lingvokulturulogiyası Beynelhalq Elmi Simpozyumu, 18-21 Nisan
2012, Tiflis Gürcistan.
2. Orta Asya’da Dil ve Kimlik, 04-05 Mayıs 2012, Los Angeles ABD.
3. XVII. Uluslararası Türk Kültürü Sempozyumu, 04-07 Mayıs 2012, Üsküp Makedonya.
4. Türkiye-Belçika İlişkileri Sempozyumu, 03-07 Haziran 2012, Brüksel-Belçika.
Ğ. Farklı toplantılar
1. 48. Kütüphane Haftası, 26 Mart-01 Nisan 2012, Konya. Haftanın çeşitli etkinliklerine katıldım.
a. 26 Mart, İl Halk Kitaplığı’ndaki açılışa katıldım. Ayrıca ödül de takdim ettim.
b. Aynı gün öğle saatlerindeki ‘Okuma Etkinliği’ öncesi amfide bir konuşma yaptım.
c. 27 Mart, Selçuklu Belediyesinin, ‘Kitap Sevgisi’ konulu toplantısında bir konuşma yaptım.
ç. 28 Mart, İl Halk Kitaplığı’nda, ‘Gazeteci Yazar Mahmut Sural’ı Anma Programı’nda da bir
konuşma yaptım. Başkan Mehmet Ali Uz, öbür konuşmacı Doç. Dr. Caner Arabacı idi.
2. 31 Mayıs 2012, İl Halk Kitaplığı’ndaki, ‘Benim Kütüphanem’ konulu panelde başkanlık yaptım.
Konuşmacılar; Yrd. Doç. Dr. Hasan Özönder, yazar Seyit Küçükbezirci ve ben idik
.
H. Katılamadığım farklı bir toplantı
Millî Folklor dergisinin bu yıl dördüncüsünü düzenlediği ‘Değerlendirme Toplantısı’na
katılamadım. Prof. Alptekin’le Konya Garı’na gidince gördük ki Yüksek Hızlı Tren (YHT) hava şartları
yüzünden iptal edilmiş. Bir hafta öncesinden aldığımız biletlerimizi geri vererek (tabii ki ‘geri iade ederek’
değil) Alptekin’in arabasıyla mahallemize döndük.
I. Oturum başkanlığı önerilen toplantı
Şehir Tarihi Yazarları Kongresi, 05-07 Ekim 2012 tarihleri arasında Konya’da toplandı. Ben,TDK’nin
kurultayında iken, Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı, sevgili kardeşimiz Mehmet Ali Köseoğlu telefonla
arayarak, bir oturumda başkanlık yapıp yapamayacağımı sordular. O günlerde Erdemli’de olacaktım.
İ. 2013’in bazı toplantıları
Vallahi bu yılın toplantıları daha tam belli olmadı. Ağırbaşlı toplantılar ise şimdiden yola
koyuldular. Jet hızıyla okunan, az zaman sunulan uzun bildirileri dinlemeyeceğim. Ben bu yıl daha az
toplantıya katılacağım. İşte onlardan bazıları
a. IV. Uluslararası Türk Kültürü Kurultayı, 21-23 Mart Fethiye. Toplantı, Fethiye Belediyesi ile Halk
Kültürü Araştırma Kurumu tarafından birlikte düzenlenmektedir. Ana konu, Öyküleri ile Türkülerimiz’dir.
b. Elginkan Vakfı Türk Dili ve Edebiyatı -Geçmişten Geleceğe Türkçe- Kurultayı, 17-19 Nisan 2013
tarihleri arasında İstanbul’da toplanacak. Vakıf, ilki bu yıl olmak ve iki yılda bir toplanmak üzere bir
kurultay toplamayı karar altına almış. Bu yılın dalı TÜRK DİLİ ve tek konusu ise Geçmişten Geleceğe
Türkçe’dir. “Geleceğin Türkçesini Bekleyen Tehlikeler” başlıklı bildirimin özetinin kabulü haberi geldi.
c. VIII. Milletler Arası Türkoloji Kongresi, 30 Eylül-04 Ekim 2013 İstanbul. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesinin düzenleyeceği toplantıya, “Bamsı Beyrek Boyunun Masallaşması ve Nazma Çekilmesi
Üzerine” konulu bildirimin özetini gönderdim.
14
ç. 8. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi, 24-27 Ekim 2013 Eskişehir. Atatürk Kültür Merkezinin
düzenleyeceği toplantıya, “Yeni Zamanların Zayıflattığı Bir Sosyal Kurum: Komşuluk” konulu bildirimin
özetini gönderdim.
Bu arada, 12-14 Mayıs 2013 tarihleri arasında Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesince
düzenlenecek olan, 2. Uluslararası Türkçe Konuşan Öğrenciler Kongresinde de oturum başkanlığım olacak.
Bayburt Üniversitesince de bir Bayburtlu Zihni toplantısının düzenlenebileceğini, Erzurum’da
görevli öğrencim, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dilaver Düzgün’den öğrenmiş bulunuyorum.
Konya Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı da, geçen yıl düzenlediği toplantının ikincisini 2013
Martının sonlarında düzenlemeyi planlamıştır.
YAZILARIM
Yazıyoruz işte, elimiz kalem tuttukça yazacağız demiştim ama ne olduysa 2012’nin Ekiminde
oluverdi. Birdenbire kendimi tuşladır karşısında buluverdim. Ve başladım eskiden kâğıda dökülenleri
ekrana taşımaya, sonra da yenilerini yazmaya. Basılan bildiri metinleri ilgili bölümde yer almaktadır.
A. Dergilerdeki yazılarım
1. “Soyadlarımızın Başına Gelenler”, Türk Dili, 102 (721), Ocak 2012, 24-28.
2. “Maktul Bir Yazı Nasıl Olur?”, Erciyes, 35 (411), Mart 2012, 2-3. Yazı ayrıca, Konya Çalı
dergisinde de yayımlanmıştır: 110, Temmuz 2012, 6-7.
3. “Aktarma ve Çeviri Eserlerin Çok Adlılığı”, Türk Dili, 102 (723), Mart 2012, 199-205.
4. “Gökten Toz Yağıyordu”, K+artı, 1, Temmuz-Ağustos-Eylül 2012, 28-32. 6.
5. “Ha Topum ha Güm Diyivir”, Şehr-i Sultan, Ağustos 2012, 47. Komek aylık dergisinin 4.
sayısının kitap bütünlüğündeki 2012 Ramazan ekidir.
6. “Vardım ki Yurdundan…”, Dil ve Edebiyat, 46, Ekim 2012, 14-17.
Not: Bu sayıda, yine Bayburtlu Zihni ile ilgi, Prof. Dr. Ahmet Sevgi ile yazar Mustafa
Miyasoğlu’nun da yazılar vardır.
7. “Kar Kürüyücüleri”, K+artı, Ekim-Kasım-Aralık 2012, 30-34.
B. Armağanlardaki yazılarım
1. “Kalıp Fıkra Üzerine Düşünceler”, Millî Folklor, 12 (93), Bahar 2012, 30-39.
Not: Sayı, 45 yıllık dostum Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun için hazırlanmıştır.
2. “45 Yıl Önce Lise Öğrencisi Olarak Okuttuğum Mehmet Yardımcı Üzerine Hatıralar”, Sanat ve
Kültür Yaşamında Elli Yıl / Mehmet Yardımcı’ya Armağan (hzl. İ. Seçkin Aydın), İzmir 2012,
3. “Zileli Bir Bilgin Şair: Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı”, Tarihi ve Kültürü ile II. Zile
Sempozyumu/6-9 Ekim 2011-Bildiriler (hzl. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı), İzmir 2012, 354-361.
Not: Yazı, aynı yıl yayımlanan, Sanat ve Kültür Yaşamında Elli Yıl/ Mehmet Yardımcı’ya
Armağan (hzl. İ. Seçkin Aydın), İzmir 2012, 63-72’de de aynen yer almıştır
4. “Ben Sizi, Galiba 50’mden Sonra Tanımıştım…”, M[ehmet] Özgen Küçükkoner (AvukatYazar), Bir Ömür Böyle Geçti / Duygular-Düşünceler-Makaleler-Fikir İncileri ve Fotoğraflar, Konya 2012, 2325.
5. “Konya’da Yetişen Meyvelerin Adlandırılmasındaki Farklılıklar Üzerine”, Erciyes, 35 (417),
Eylül 2012, 2-7.
Not: Sayı, Prof. Dr. Ali Berat Alptekin için hazırlanmıştır.
15
C. Akademik Sayfalar’daki yazılarım
1. “Eski Kupürleri Okurken: 1 / Gel de Nasreddin Hoca’yı Hatırlama”, 12 (5), 22 Şubat 2012, 65-66.
2. “Eski Kupürleri Okurken: 2 / 17 Çuval dolusu Kitap Palavrası”, 12 (9), 21 Mart 2012, 129-131.
3. “Bir Mahmut Kalfa Vardı”, 12 (10), 28 Mart 2012, 146-148.
4. “Eski Kupürleri Okurken: 3 / Hadi Havala’yı Hatırladınız, Ya Mirav’ı”, 12 (10), 4 Nisan 2012,
161-162.
5. “Eski Gazeteleri Okurken: 3 / Bir Zamanlar Onlar da Konya’daydılar” ,12 (14), 25 Nisan 2012,
211-213.
6. “Eski Gazeteleri Okurken: 4 / Meram’da Üzüm Bağları Var mıydı?”,12 (15), 2 Mayıs 2012, 225227.
7. “Hatıraların Penceresinden: 5 / İlkokula Başlayalı 65 Yıl Olmuş”, 12 (16), 9 Mayıs 2012, 241244.
8. “Hatıraların Penceresinden: 6 / Bir Liselinin Okuduğu Kitaplar”, 12 (17), 16 Mayıs 2012, 260262.
9. “Hatıraların Penceresinden: 7 / Benim Kitaplarım”, 12 (22), 20 Haziran 2012, 337-340.
10. “Hatıraların Penceresinden: 8 / Kumköprü Dedikleri Köprü Kumdan mıydı, 12 (24), 04 Temmuz
2012, 371-373.
11. “Yayımlanamayan Konuşmalarım: 1 / Bana Yansıyan Konya İmajı Kesitleri”, 12 (32), 12 Aralık
2012, 497-500.
12. “Yayımlanamayan Konuşmalarım: 2 / KTO Karatay Üniversitesinde İlk Açılış Dersi”, 12 (33), 19
Aralık 2012, 513-516.
KONFERANSLAR
2012 yılında, ilki Konya’da, öbürleri değişik illerimizde olmak üzere beş konferans verdim.
İnşaallah unuttuğum olmamıştır. Bunlardan Konya ve Tokat’takiler liselerde, öbürleri ise
üniversitelerdedir. Emekli olduktan sonra, ‘bir zamanlar’ dekanlık ve bölüm başkanlığı gibi yönetim
görevlerini de üstlendiğim fakülte ve bölümlerden hiçbir konferans teklifi almadım. Bu, hayra işarettir.
Yetiştirdiğim insanlar artık kendi yağlarıyla kavrulmayı öğrenmişlerdir!
1. Karatay TOKİ Anadolu Lisesi Edebiyat Kulübü öğrencileri ‘Kariyer Günleri’ düzenlemişler. Selçuk
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden öğrencim olan Hakan Bozdağ da orada öğretmen… 04
Nisan 2012 tarihindeki konuşmamın konusu, ‘Kitap ve Okuma Sevgisi’ idi. Dinleyiciler arasında Karatay
Belediye Başkanı Sayın Mehmet Hançerli ile üç gün önce görevine başlayan İl Milli Eğitim Müdürü Sayın
Şerafettin Turan da varlardı. Ne yazık ki, müdürümüz bir süre sonra sağlık sebebiyle ilimizden ayrıldı.
2. 02 Mayıs 2012’de, Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde ‘Nasreddin Hoca’ konulu bir konuşma
yaptım. Selçuk Eğitim Fakültesinden öğrencim olan Doç. Dr. Erol Öztürk’ün ev sahipliği çok güzeldi. Mesai
arkadaşları da cana yakın meslektaşlarım idiler. Teşekkürler sevgili Öztürk.
3. 15 Ekim 2012’de, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümünün davetlisi olarak bir konferans verdim: ‘Âşıklarımız ve Anadolu Âşıklık Geleneğinde
Son durum.’ Öğrencilerimizin ve salonda yer alan meslektaşlarımızın dinlemelerine hayran oldum. Büyük
bir keyifle anlattığım
16
4. 01 Kasım 2012’de, Tokat Gaziosmanpaşa Lisesinde, ‘Ayın Konuğu’ Proje Ekibi’nin düzenlediği
bir konferansta konuştum:’Hayatım ve Mesleğim.’ Bu lise benim hayatımda önemli yeri olan kurumlardan
biridir. Üniversiteyi bitirdikten sonra kur’ada bu liseyi çekmiş ve iki buçuk yıl öğretmenlik yapmıştım.
5. 06 Kasım 2012’de, Niğde Üniversitesinde ‘Nasreddin Hoca’ konulu bir konferans verdim. Fen
Edebiyat Fakültesi öğrencilerinin yanında Fatih Lisesi öğrencileri de öğretmenleri Kibar Ayaydın Bey’le
birlikte güzel güzel dinlediler. Konferansımı, 1993-1994 Öğretim Yılında Selçuk Üniversitesinde öğrencim
olan H. İbrahim Tongur Genel Ağ’a bol fotoğraflarla süslediği bir haber yüklemiş.
DİNLEDİĞİM KONFERANSLAR
Konuş konuş, sonu ne olacak bu işin? Elbette biz de konuşanları dinleyeceğiz. İşte onlardan, bilgi
ve deneyimlerinden yararlandığım güzel insanların hayırlı işleri:
1. 14 Ocak 2012’de, İl Halk Kitaplığı’nda Konya Çalı’nın 3. Dönemi anlatıldı. Dr. Aziz Ayva bir
konuşma yaptı. Toplantının sonunda ben de bir onurluk (plaket) verdim.
2. 07 Nisan 2012’de, İl Halk Kitaplığı’nda İlahiyat Fakültesine yeni gelen Prof. Dr. Ahmet Taşğın (ğ
ile)’ın “Sözlü ve Yazılı Kültür Bağlamında Menkıbeler” konusunda verdiği konferansı dinledim.
3. 05 Mayıs 2012’de, İl Halk Kitaplığı’nda ‘Mevlevihaneler’ konulu bir konferans dinledim.
Konuşmacımız Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler idi.
4. Fotoğraf sanatçıları da olan üç gezgin dost; İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş ve Feyzi Şimşek,
“Anadolu Selçukluları” konulu bir konferans hazırlamışlar. Duvarcı’dan dinledik: 29 Eylül 2012, İl Halk
Kitaplığı. Katılım belgelerinden birini de (Sn. Dıvarcı’ya) ben verdim.
5. 02 Ekim 2012’de, Konya Aydınlar Ocağının Sille Salı Konferansı’nda, ilkokul ve ortaokuldan sınıf
arkadaşım Yüksek İnşaat Mühendisi Mehmet Bildirici’yi dinledik. “Türklerde Karız Sistemi” (Su İşleri).
Konuşmayı, oğlu, Prof. Dr. Öztuğ Bildirici ile küçük damadım Doç. Dr. Aydın Üstün’le birlikte izledik.
MÜLAKAT, SOHBET VEYA RÖPORTAJ
Bir münasip zamanda cep telefonunuz (veya cebiniz) çalar. Selam sabahtan, hâl hatırın
sorulmasından sonra asıl konuya geçilir. Ya 48 saat içinde sizden bir yazı isterler veya bir konuda
konuşmak… İlki için söyleyeceğim sözümü geciktirmeden söyleyivereyim. Rahmetli babam Mehmet
Sakaoğlu ile berhayat ağabeyim Hasan Sakaoğlu; ayna, levha, tabela ve plaka işleriyle uğraştıkları için,
bizim evde hâlâ bir boyacı küpünün olduğunu sanılır. Al siparişi, aç boyacı küpünün kapağını, batır birkaç
varak A4 kâğıdını, al sana bir sipariş yazı!..
Merhaba’dan Mustafa Özçelik’inki böyle olmadı, peşinen randevusunu alıp geldi. Bütün ülkede
olduğu gibi Konya’mızda da başını alıp giden yabancı kelime kullanımının ilacını arayacağız. N’olacak bu
Türkçenin hâli? Neyse, Özçelik’in güzel sorularını güzel güzel cevaplandırdık. Görüşlerimiz Merhaba’da bir
haber olarak yer aldı. Manşetin üstünde bir fotoğrafımla birlikte, ‘Dil elden gidiyor’ diye duyurulan haber,
üçüncü sayfada, ‘Dilimiz yabancılaşıyor’ diye devam ediyordu. (Merhaba, 28 Şubat 2012)
Son yıllarda Türkçe ile ilgili konuşmalarda veya oralarda sorulan sorularda değişmeyen iki konu
vardır: İngilizce iş yeri adları ve ‘gökkonuksalavrat’ (hostes) saçmalığı… Allahaşkına, insanımız kandırılmaya
17
bu kadar mı yatkın? Oysa bu saçma sapan uydurma kelimeler, karşı uydurmacıları ti’ye almak için
uydurulmuş manyakça örneklerden başka bir şey değildi. Kalemimizi kirletip de yâran’ı incitmeyelim.
Konya İmam Hatip Anadolu Lisesinin her yıl yayımladığı bir dergileri varmış: Ufuk. Bu derginin her
sayısında da bir kişiyle sohbet edilirmiş. Kendilerinin, bana yönelttikleri sorularının basındaki, “Çok şükür ki
bizler onun öğrencisi olmak şerefine nail olduk.” İfadelerinden de anlaşılacağı üzere, bu
öğrenci/meslektaşlarımı şöylece sunmak isterim: Şerife Kaya, Emine Safiye Seven, Esra Oktay, Ali Osman
Yaman, İlyas Şahin. Konuşmamızın, derginin 2012 yılına ait olan altıncı sayısında yer aldığını tahmin
etmişsinizdir.
GECİKMİŞ BİR KİTAP
Yıllar su gibi akıp gidiyor. Daha dün eğitim ordusunun saflarına gönderdikleriniz bir bir karşınıza
çıkıp elinize sarılıyor: “Hocam, ben Atatürk’ten 75 mezunu Ahmet’im.” veya yine benzeri bir cümleyle
daha ince bir sis sesle, “Hocam, ben Ayşe, Selçuk Edebiyattan 93 mezunu…” Nereden hatırlayacaksınız her
birini… Ancak sizde iz bırakanları varsa onları elbette hatırlayacaksınız. Bir de sınıf arkadaşlarıyla evlenip
yuva kuranlar var, işte onlar daha kolay hatırlanıyor. Ne de olsa iki bir’in iki katıdır. Semra ve Cengiz
Alyılmaz çifti bu gruba giren ender ikilidir. Çünkü ikisi de akademisyen de ondan. İşin ilgi çekici yanı ilk
mezunlarım iki türlüdür. Üniversiteye asistan olarak girdiğim yıl (1967, Eylül) bana son sınıfların
danışmanlıklarını vermişlerdi. Onların notlarını işleyeceğim, yönetimle olan sorunlarına aracı olacağım, vb.
Onlar 1967-1968 Öğretim Yılının sonunda mezun olup gittiler. Ah o yaramazlar, şimdi hayatta olanlardan
erkekler ak sakallarının arkasında ihtiyarcılık oynamakta, hanımlar ise rengi al olmasa da bir yazmanın
altında korumaya çalıştığı kınalı saçlarıyla belki de torun çocuğu avutmanın hazzını yaşamakta… İçlerinde
biri var ki ülke çapında şöhrete kavuşmuş bir yazar… İkinci gruptakiler ise benim asistanlıkta, onların
öğrencilikte acemi olduğu yılınkiler; yani 1967-1968 girişliler… Şu, bizim, 2013’ün bir yerlerinde mütekait
olacak olan Karadeniz Teknikli Prof. Dr. Ali Çelik var ya, işte onların sınıfı…
Gelelim Alyılmaz Ailesine… Bugün ikisi de, Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Bölümünde görevli… Cengiz profesör, Semra doçent… Her karşılaşmamızda öğrencilik
dönemlerinin nezaket ve nezahatinden hiçbir şey kaybetmemecesine saygıda kusur etmezler. Kâşki birileri
de öyle olabilseydi! Evliya Çelebimiz Cengiz’imizden izin alıp kızımıza geçelim.
Geçtiğimiz yıllardaki bir Erzurum yolculuğum sırasında, kızımız Semra Hanım bana bir kitabını
hediye etmişti: Borçalı Mifik Tefekküründen Poetik Gerçekliye (Tiflis 2004, 44 s.). Semra Hanım daha önce
de Valeh Hacılar konusunda bir doktora hazırlamış (2002), bu çalışması dana sonra Ankara’da
yayımlanmıştı (2004). Bir nüshası da bana lütfedilen bu eserle ilgili duygularımı kızımıza iletmiştim. O da,
sağ olsunlar, 24 Mayıs 2003’te Konya’dan gönderdiğim, çalışmalarıyla ilgili duygularımı dile getiren
mektubumu sonuncu küçük kitabına almakla bir incelik göstermişti. Kitabın bana verilişinin tarihi hayli
eski, ancak 2012’nin sayfalarına yetiştirebildim. Sağ olsunlar.
Üniversite hocalığımın ilk göz ağrısı olan Atatürk Üniversitesinin sayfalarında dolaşmak benim için
tarihe yolculuk gibidir. Bu yolculuklardan birinde karşıma, orada iken aynı odayı paylaştığım, hem de
dokuz yıl, Prof. Dr. Efrasiyap Gemalmaz ile Semra kızımızın bir makalede buluştuklarını gördüm. Meğer
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Gemalmaz Hocanın emekliliği yaklaşınca bir
özel sayı hazırlamış. Semra kızımız da, Gemalmaz Hoca’nın aile bireylerinden başlayarak pek çok
yakınından görüş alarak güzel, güzel olduğu kadar vefa örneği olacak bir makale kaleme almış: “Prof. Dr.
Efrasiyap Gemalmaz Hakkında Söylenenler”, Erzurum, 17, 2001, 9-21. Ben de,12 sayfanın neredeyse
18
tamamını kaplayan görüşler bildirmişim. Efo’muza, İnci Bacımızla nice sağlıklı yıllar, kızımıza ise
Cengiz’imizle mutluluklar ve nice vefalı yazılar… Atatürk Üniversitesine ne kadar teşekkür etsek azdır.
Konya’da da böyle bir kurum var ama adamların gözü vefa ile açılmamış, intikam ile kararmış. (Hâlâ öyle
değildir inşaallah; güzel insan Prof. Dr. Hasan Bahar enstitünün başına getirildikten sonra düzelmiş
olmalıdır.) Anlayacağınız dille söyleyelim. Siz siz olun, sakın onun bunun intihaline karışmayın (!),
mümkünse övgüler düzün ki makbul (ama maktul değil, o Pargalıya özgü bir söyleyiş.) olasınız. Hatta sizi
minbere bile çıkarırlar! Hey koca Ebu’l Vefa, adınızı duymayan kahramanlar da varmış. Eh, herkesin
kahramanı aynı olacak değil ya… Kimi Battal’ı örnek alır, kimi Drakula’yı; kimi Kara Murat’ı, Muhammet
Ali’yi, Haccac’ı… İsteyen Müslüm’ü, Bülent’i, İbo’yu, Pekkan’ı da örnek alabilir. Seç seç al…
Alyılmazların fakültesini bir bir saymayagörelim, çoğu öğrencim olan kıdemli öğretim üyelerinin
adları uzun bir listeyi oluşturabilir. 74 yaş gençliğinin acziyle unutacağımız adları incitebilirim diye
listelemiyorum; hepinize selamlar, sevgiler…
İSMAİL ÖZMEL
Bir zarif insandır Avukat İsmail Özmel, ancak Niğde’nin dışında yaşayanlar onu avukatlığıyla değil,
şairliğiyle tanırlar. Vaktiyle benim tanıdığım gibi. 1993’te, biz de kendilerini Konya Şiir Akşamları’na davet
ettiğimiz zaman mesleğini bilmiyorduk. Aradan yıllar geçti, 2012nin yaz ortalarında Niğde Üniversitesinin
öğretim üyelerinden doktorantım Doç. Dr. Nedim Bakırcı’dan bir telefon aldım. (Nedim telefon ticaretiyle
uğraşmıyor!) Diyordu ki, “Hocam, bu yıl İsmail Ağabeyin ‘Yazı hayatının 50. yılı’ oluyor. Üniversitemizle
YAZSANBİR ortaklaşa bir toplantı düzenleyecekler. Sizin de…” Cümlenin devamını beklemeden cevabımı
verdim: “Geliyorum Nedim, tarihi nedir?”
O güzel toplantı, 07 Kasım 2012 Perşembe günü Niğde Üniversitesinde gerçekleşti. Oturum
başkanlığını Erzurum Atatürk Üniversitesinden öğrencim, hâlen Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı
olan Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat’ın yürüttüğü, ‘Yazı Hayatının 50. Yılında İsmail Özmel Paneli’ gerek
konuşmacılar gerekse dinleyiciler açısında son derece zengindi. Toplantının açış konuşmasını, YAZSANBİR
Genel Başkanı Hayrullah Eraslan yapmıştı. Ben, ‘Taşranın Gür Sesi Şair İsmail Özmel’in Mısralarına
Yansıyan Halk Kültürü’ konusunu ele almıştım. Öbür konuşmacılar; Yrd. Doç. Dr. A. Vehbi Ecer, Osman
Aytekin, İdris Yavuz, Kibar Ayaydın, Murat Soyak ve Mehmet Baş idi. Konuşmaların bir bölümü, Sayın
Özmel’in, ‘Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni’ olduğu, iki ayda bir yayımlanan Akpınar’ın son sayısında (7
(42), Eylül-Ekim 2012) yer aldı, öbürleri ve katılamayanların konuşmaları da bir sonraki sayıda yer alacak.
Toplantının en anlamlı konuşması en kısa olanı idi: Hepimizin duygularını ayağa kaldıran, Sayın Özmel’in
teşekkür konuşması… Toplantı unutulabilir ama o konuşma asla… Sayın Özmel’e ve ailesine, dergisine
dostlarıyla birlikte mutlu yıllar diliyorum.
BİLİMSEL TOPLANTILARIN GECE GÜZELLİKLERİ
Bilimsel toplantıların gün boyu yaşanan zihnî yorgunluklarının gece boyunca atılması neredeyse bir
gelenek hâlini aldı. Bunların en güzelini Denizli’de gördük ve yaşadık. Sevgili öğrencim Doç. Dr. Turgut Tok,
üç gece boyunca üç güzel konser ve kültür etkinliğiyle ruhlarımızı olduğu kadar gözlerimizi dinlendirdi.
Sergilenen o üç gecenin zenginliklerini mutlaka sizlerle paylaşmak isterim.
Birinci gece (19 Aralık 2012), Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı hanende
ve sazendeleri bir ‘Açılış Konseri’ verdiler. Zevkle ve heyecanla izledik. Musiki ile ad bilimini yuğurduğum o
gecenin bazı ad ve soyadları dikkatinize sunuyorum: Öğr. Gör. Tunisa Yeşilçay (hanende), Yrd. Doç. Dr.
Yavuz Tutuş (keman), Öğr. Gör. Erhan Elinç (Tanbur), Umut Topyanak (klarinet).
19
İkinci gece Pamukkale Üniversitesi Türk Halk Müziği Korosu Türk Dünyası Müzikleri Konseri’ni
dinledik.
Ve son gecemiz bir harikaydı. UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi Kültürel Miras Taşıyıcısı Hayri Dev
konseri. Kaşıkla bizleri coştururken türküyü de ihmal etmedi. Bir de oynaması vardı ki sormayınız. Oğlu da
kendisine yardımcı oldu. O gece Üniversitenin halk oyunları ekibi de renkli sahneler sundu. Son olarak da
İzmir Radyosu sanatçılarından Selcan Kökçen Şahin güzel bir konser verdi.
.
2. KONYA KİTAP GÜNLERİ
Birincisi geçen yıl yapılan ve benim bir yerlerden gelip son gününe (bir pazar sabahı idi.) yetiştiğim
bu güzel günlerin ikincisinin açılışında kurdele kesmek de varmış. Hatta bir de konuşma yapmak… Birkaç
defa uğradım, kitaplar ve dergiler aldım, sohbetlerde bulundum. Kitaplarımın bazıları sergileme amacıyla
Kömen’in masalarından birinde idi. 30 Kasım-09 Aralık 2012 tarihleri arasında Zindankale Sanat
Galerisi’nde, zemin kat ile iki alt katta tarihle kucak kucağa açılan ‘fuar’ı Konya Büyükşehir Belediyesi
düzenlemişti. İşittiğimize göre gelecek yıl yeri değişecekmiş.
SERGİLER
Doğrusunu söylemek gerekirse aşırı bir sergi düşkünü değilimdir. Ya özel olarak çağrılacağım veya
sergi yolumun üstünde olacak… Birkaç yıl önce neydi o milletin İstanbullara taşınması Rodin’in o meşhur
heykelini görmek için. Bir de özellikle sergi sahibi ressam arkadaşımızın tabloları hakkında bilgi verme
seansları yok mu, adamı deli ediyor. Meğer o çizgilerin, desenlerin, boyaların, renklerin arkasına neler
neler gizlerlermiş de bizim haberimiz olmazmış. Sadece bizim olsa yine iyi, öbür ressamlar dahi bu sırrı
çözemez veya bilmezlermiş. Bu tür çok laflı açıklamalardan biri de defile sunucularının anlattıklarında
gizli… Neyse…
a. Geçen yıl kaybettiğimiz, 50 yıllık arkadaşım (40 günlük de ağabeyim) Prof. Dr. Tuncer
Gülensoy’un iki oğlunun büyüğü merhum Öğr. Gör. Baybars Gülensoy adına (öl. 08.12.2011) eserlerinden
oluşan bir sergi açıldı. Diğer iki fakülteyle birlikte Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi de Konya
Üniversitesine bağlandığı için, açılışa Rektör Prof. Dr. Muzaffer Şeker de üç yardımcısıyla birlikte katıldı.
(Bir süre sonra Konya adı tarihe karıştı, yerine Necmettin Erbakan adı geçti.) Serginin gezilmesinden sonra,
Prof. Alptekin’in odasında Hatice ve Tuncer Gülensoy’la sohbet edildi.
b. Konya’mızın 14 milletvekili var, 10’u erkek… Bunların da dördünün adı Mustafa. 23 ve 24.
Dönemler AKP milletvekili Mustafa Kabakçı çok yönlü bir insan. O Ocak 2012 başında, artık defalarca
pabucu dama atlan KuleSite’de bir sergi açtı. Kurdeleye makas atanlardan biri de bendim. Serginin konusu
‘fotoğraf’ idi.
c. Meğer adına ‘cam altı resmi’ diyorlarmış Neye mi? Bizim baba ocağının geçim kaynağı olan cam
levhalara… Rahmetli babam, tahminen 50 x 40 cm boyutunda olan camlara mürekkeple çeşitli desenler
çizerdi: Mekke ve Medine, tavus kuşu, gül ağırlıklı çiçekli desenler, vb. Bizler de onları yağlı boya ile farklı
renklere boyardık. İş bitince de kalan yerleri, genelde beyaz, bazen de pembe üstübeçle kapatırdık. Ben
ilkokul yıllarımdan üniversiteyi bitirinceye kadar bu işleri yaptım. Tabii daha çok yaz aylarında… Bu sebeple
elim fırçaya yatkındır. Daha birkaç yıl öncesine kadar bu işin sanat açısından adının ’cam altı resmi’
olduğunu bilmiyordum.
20
Yerel gazetelerde fotoğraflarla da süslenmiş Cam Altı Resim Sergisi haberlerini okuyunca eski
günlerimi hatırladım. 15 Şubat 2012 günü, öğleden sonra Mimarlar Odasına gittim. Burası aslında, kadim
arkadaşım Mehmet Bildirici’nin akrabası, kadın doğum uzmanı Dr. Nevzat Özkal’ın evi idi. Daha sonra
Mimarlar Odası satın alarak çeşitli güzel amaçlarla kullanmaya başladı.
(Bu satırları bilgisayar ortamına aktarmayı sürdürdüğüm günlerde, Konya’da kitapçıların kalbinin
attığı Rampalı Çarşı’da bir hanımla karşılaştım. Tanıyamadım, kendisini hatırlattı: Rahmetli Dr. Özkal’ın
ikinci eşi imiş. Ben ilk eşi Türkan Abla’yı yakından tanırdım. Bir yaz akşamı Bildirici Ailesiyle birlikte o güzel
evin bahçesinde güzel bir akşam yemeği yemiştik. Acı bir hatırlama… Bir Cuma akşamı bizde oturmada
idiler; pazar sabahı da, başkanı olduğum Konya Lisesi Mezunları Derneğinin pilavı vardı. Biz Özkal Ailesi’ni
de beklerken ablamızın ölüm haberi gelivermişti. Yeni eş dedi ki: “Saim Bey, yarın Nevzat Bey’in ölümünün
ikinci yılı…” Birlikte duygulandık, Allah rahmet eylesin.)
Efendim, uzattık yine… Sergi sahibi yokmuş, ara sıra uğrarmış. Elbette bekleyemezdim. Kendimce
dolaşıp bir değerlendirmede bulundum. Sergi sahibi, Oğuzhan Karaduman… Sergi, 11-18 Şubat tarihleri
arasında açık kalacakmış. (bk. Merhaba, 14 Şubat 2012) (Sonradan öğrendiğime göre sergi sahibi, Prof. Dr.
Mustafa Karaduman dostumuzun oğlu imiş.)
ç. Karatay Üniversitesinden bir fotoğraf sergisi: ‘Baksana Bi.’ Ardından da Anadolu Güneşi Halk
Oyunları Topluluğu bir gösteri sundu. Tarih mi. 01 Nisan 2012
d. NEÜAKEF (?) Resim-İş Ana Bilim Dalı, Fakültenin B bloğundadır. Ben de Fakülteye sürekli olarak
o binanın arka kapısından girerim. Ortada uzun ve geniş bir koridor vardır ki yılın değişik aylarında orada
resim ve heykeller teşhir edilir. Hatta bazı okulların sergisi de orada açılır. Orası sanki bir galeri gibidir.
Sergilerin hangisini sayayım ki…
22 Eylül 2012’de Konya’dayım. İl Halk Kitaplığında bir fotoğraf sergisi var. Bir de sürpriz konuk…
Kendisini Erdemli’den tanıdığım, Silifkeli olmakla birlikte Kargıpınarı’na yerleşen Uzun Memet de
aramızda. Zeki Oğuz’un çağrılısı olarak gelmiş. Onunla ilgili paneli hatırlatan bir toplantı düzenlenmişti.
Eh, kambersiz düğün olmaz, biz de onu tanıdığımız kadarıyla anlatıverdik. Bir de serginin olduğunu
hatırlatayım.
GÜVEN DE GÜVEN…
Hep öyle derlerdi… Öyleymiş de… Sevgili Nail Tan, dede olmamdan sonra gülüşümün bile
değiştiğini söyler olmuştu: “İşte bu dede gülüşü.” Elbette dedelik ayrı bir mutluluk, herkes tatsın isterim.
(Büyükbaba söyleyişini kabullenemiyorum, peki ‘küçükbaba’ kim oluyor. Yaşasın dedelik.)
Keratanın ‘târih-i tevellüdü’ 10 Nisan 2006… Daha dün gibi… Bu yıl, bizim söyleyişle, ilkokula
başladı. Doğum gününde, anaokulunda güzel bir eğlence düzenlendi. Annesi, anneannesi (ninesi değil!) o
güzel güne katıldılar. Bol bol yenilip içildi.
Benim kadim dostlarım bilirler ki, Konya’da olduğum pazar günleri ağabeyim Hasan Sakaoğlu’nu
ziyarete giderim. Kendisi Bağkur emeklisi olup Kumköprü’deki evinde yaşamaktadır. Bu ziyaretlerimde
bazen, oğlu Mehmet Sami’nin üçüncü ve sonuncu çocuğu olan Hasan Kerem de babasıyla birlikte gelir.
Güven’in de benimle gelmesi o iki delikanlı adayının eğlenmesine ortam hazırlar. Kerem’in gelmediği
günlerde evine erken dönmek isteyen Güven Kerem’li günlerde bir türlü ayrılmak istemez. Böyle günlerin
21
birinde fark ettik ki Güven’in dişlerinden biri sallanıyor. Bu ilk sallanma olduğu için onu yuvasından alma
işini annesine bıraktık.
Güven’in küçük dedesi, babaannesi, halası, eniştesi ve onların iki kızı (İrem ve Ceren) 13 Haziran
2012’de Konya’ya geldiler ve beş gün sonra Güven’i de alıp Milas’a doğru yola koyuldular. Torunumuz
burada yeğenleriyle birlikte güzel bir tatil geçirdi. Annesiyle babası da 18 Ağustosta, Ramazan Bayramı için
Milas’a, oradan da Kerim Dede’nin Ören’deki tatil evine gittiler. Dönüşleri mi? 08 Eylül 2012 Cumartesi. İki
gün sonra Güven okula başlayacak da…
AİLEMİZDEKİ YÜKSELMELER
Büyük kızımız Selcen Sakaoğlu-Manavgat, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim
Dalında yürütmekte olduğu çalışmasını tamamlayıp (02 Mart 2011) uzman olmuş, 15 Mayıs 2011’de de,
kur’ada çektiği Bilecik Sağlık Müdürlüğündeki zorunlu hizmetine başlamıştı. Kızımız, 10 Nisan 2012
tarihinden itibaren İl Sağlık Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.
Küçük kızımız Seren’in eşi Yrd. Doç. Dr. Aydın Üstün 13 Nisan 2012’de, İstanbul Yıldız Teknik
Üniversitesinde toplanan jürinin önünde verdiği sınavı 5 - 0 alarak doçent unvanını aldı. Lütfedilirse bir
ilanda kadrosuna atanacak!
Küçük kızım, NEÜAKEF Yabancı Diller Eğitimi Bölümü İngilizce Öğretmenliği Anabalim Dalı öğretim
elemanı Bil. Uzm. Seren Sakaoğlu-Üstün’ün görev süresi, 27 Aralık 2012 tarihinden itibaren iki yıl daha
uzatılmıştır.
Torunumuz Güven Üstün de, 2011-2012 Öğretim Yılında, Şehit Kubilay Anaokuluna kaydolmuştu.
O da Haziran 2012 ortalarında diplomasını aldı. Yeni kaydı ise İdeal Eğitim Kurumlarının İlkokuluna (öyledir
herhâlde) yapıldı.
Lisans eğitiminin son üç yılını, yüksek lisansını ve doktorasının ders aşamasını yanımızda
tamamlayan üçüncü kızımız (kayınbiraderim Turan Gülel’in kız) Tuğba Gülel-Dölen 15 Mayıs 2012’de
İşletme Doktoru oldu. Şimdi, Gazi Üniversitesi Çubuk Meslek Yüksekokulunda öğretim görevlisi olarak
çalışıyor.
SEVDİKLERİMİZDEN YÜKSELENLER
‘Y. Ç. Kimdir?’ diye sorarsam çok çeşitli cevaplar alabilirim. Kiminiz ‘Yusuf Çebi’ der, kiminiz
‘Yasemin Çongar.’ Pardon, “Bu hatun da nereden çıktı?” demeyiniz. TV’ler bizleri öylesine şartlandırıyorlar
ki… Ne zaman bir Murat adı geçse, arkasından hemen Kazanasmaz geliveriyor! Neyse, biz bu ‘Y. Ç.’yi, ‘M.
Ç.’yi bırakalım da asıl konumuza gelelim.
Atatürk Üniversitesinden öğrencim (şimdi Kırıkkale Üniversitesinde görevlidir.) Bilgehan Atsız
Gökdağ adlarıyla ve soyadıyla adam gibi adamdır. Dik durur, kalemini asla kiralamamıştır. Ne de olsa bizim
birkaç haftalık ağabeyimiz Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un doktora öğrencisidir. Bizim, Konya’da Sahip Ata
Müzesi’nde TV çekimi yaptığımız gün bu vefalı öğrencim de bizim saflara katılmış, yani profesörlüğe
yükseltilmiş: 28 Haziran 2012. Tebrikler Bilgehan, gözlerinden öpüyorum.
Semra ve Cengiz Alyılmaz çiftinden daha önce de söz etmiştim. Bu yıl, Alyılmaz Ailesi’ne çifte
bayram yaşattı: Cengiz’imiz 13 Ocak 2012’de profesörlüğe, Semra’mız 01 Kasım 2012‘de doçentliğe
yükseldiler. Hayırlı olsun; Allah, Semra kızımızın profesörlüğünü duyurmayı da nasip etsin.
22
El bebek, gül bebek yetiştirdiğimiz bir A. A.mız vardı. Ben emekli oldum, o yerime geçti Öğretim
görevlisi doktor olarak derslerimi o vermeye başlamıştı. Aradan yıllar geçti, Konya’mız kendi adını taşıyan
bir üniversiteye kavuştu derken ‘Çok muhabbet tez ayrılık getirir’ hesabı adı değişiverdi. İşte bizim çifte
AA’mız oraya geçip Yrd. Doç. oluverdi. Haydi şu AA’ları açıverelim: Aziz Ayva.
Bizim alan bu yıl epey doçent kazandı. Önce, emek verdiklerimi sıralayıvereyim: Yüksek lisans ve
doktorada danışmanı olduğum, Selçuk’tan Sinan Gönen doçent oldu. Doktora aşamasında Niğde’den
Konya’ya nakleden Hatice İçel ikinci aşamayı da tamamlayıp doçent oldu. Erzurum’dan lisans öğrencim ki
doktorasında da üye idim, Nesrin Feyzioğlu da doçentler arasındaki yerini aldı (25 Eylül 2012).
Erzurum’dan fahrî öğrencim Gülhan Atnur, Nesrin’i yalnız bırakmadı (26 Eylül 2012). Ankara Gazi’den
Armağan Elçi ve Hamiye Duran Hanımlar da ‘Hanım Doçentler’ topluluğuna katıldılar. Toplantılarda
tanıdığım başka bir hanım, Çukurova’dan Refiye Şenesen Okuşluk da doçentliğini aldı. Beyler, uyanın…
Gelecekte alan hanımefendilerin egemenliğine geçiyor! (Eski doçentlerden Gazili Pervin Ergun, Fatma
Ahsen Turan…) Ya işbaşındaki profesör hanımlar? Bu, işin latifesi, hanımefendi meslektaşlarımız,
inanıyorum ki alanımıza güç katacaklardır.
Yardımcı doçentlerin hepsini belirlememiz mümkün değil… Hepsini temsilen, benim son öğrencimi
hatırlatıvereyim. Atiye Nazlı, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu ve sınıf öğretmenliğinden
diplomalı… Ama yüksek lisansını benim doktorantım Yrd. Doç. Dr. Seyit Emiroğlu ile atasözlerimiz üzerine
hazırladı. Prof. Alptekin ve benden doktora dersleri aldı, tez aşamasında benim emekliliğim geliverdi. Yeni
danışmanı önceki danışmanı oldu. 01 Haziran 2011’de doktora sınavını başardı. Sonuç: O, 09 Ekim 2012’de
Çorum Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne atandı; göreve başlama
tarihi ise 16 Ekim 2012.
Prof. Dr. Dilaver Düzgün’ü hatırladınız, değil mi? Atatürk Üniversitesinden öğrencim, fakültesinde
halk edebiyatı profesörü… Şimdi de oranın dekanı: 19 Kasım 2012.
Eskilerden de Prof. Pervin Çapan ile Doç. Dr. Mehmet Naci Önal, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesini dekan ve dekan yardımcısı olarak yönetiyorlar.
Yine Erzurum’dan öğrencim, Doç. Dr. Mehmet Kırbıyık da, NEÜ Ahmet Keleşoğlu Eğitim
Fakültesinin dekan yardımcısı… Ya dekanı? O da, benim dekanlığım sırasında araştırma görevlisi olan Prof.
Dr. Ali Murat Sümbül.
Kim bilir daha nice üniversitelerde rektör, rektör yardımcısı, dekan, dekan yardımcısı öğrencim var
da haberleşemiyoruz.
Prof. Dr. Ramazan Korkmaz, Ardahan Üniversitesinin rektörü… Prof. Dr. Hanefi Vural ile Prof. Dr.
Turan Karataş da Tokat ve Karaman’da dekanlık yapıyorlar.
YAŞLANMA GÜNLERİ
Bu başlığa, geçen yılki mektubumda, ‘İyi ki Doğdun’lar’ demiştim. Bu yıl değişiklik olsun istedim.
Torunum büyümek istiyor, bense uzatmaların ne kadar olduğunu bilemiyorum, zaten mümkün de değil.
Yuvarlanıp gidiyoruz işte…
Ailelerde doğum günleri biter mi? Hele hele benim gibi iki doğum günü (!) olanları göz önüne
alırsak bitmez elbette.
23
28 Şubatlar benim doğum günümdür. Rivayetlerden gerçeğe geçerken karşımıza bu gün çıkıyor.
Nüfus cüzdanıma bakarsanız da 20 Mart… Yılına gerek var mı ki? [1939, harb-i umûmî-i sâniden
mukaddem] Bu tarih, daha çok kurumlardan gelen tebrik iletilerinde görülür; daha eski olanını ise
sevenlerim değerlendirir.
28 Şubat 2012 Salı gününe şöyle kısa bir not düşmüşüm: ’73 bitti galiba.’ O akşam karşı
apartmandan pencere komşumuz Güven, Seren ve Aydın Üstün, sevdiğim pastayı alıp gelmişlerdi. Onlar
çaylarını yudumlarken ben pastanın bir dilimciğini kuru kuru götürmüştüm.
Güven’in dünyaya ‘merhaba’ demesinin tarihi 10 Nisan 2006. Yaş gününü okulda arkadaşlarıyla
kutladığını daha önce de söylemiştim. Akşam bir şeyler yapmadık, çünkü ertesi gün cümbür cemaat,
Adana-Arifiye Anadolu Mavi Treni’yle Bilecik’e hareket edeceğiz.
Seren kızımızın 1976 doğumlu olması biraz da bir şiiri hatırlatmıyor mu? Vaktiyle kendim için de
öyle düşünmüştüm. Bu yıl 21 Temmuzda Erdemli ara dönüşü için Konya’dayım. Kızımın oğlu Milas’ta,
annesi Erdemli’de… Neyse, ben bu güzel günde Üstün Ailesi’ni yalnız bırakmadım.
Yurdanur Hanım’ın doğum günü l5 Haziran… Yılına gerek var mı? O gün aynı zamanda büyük
kızımızın da evlilik günü. Elbette o gün de unutulmadı.
Elbette başka doğum günlerimiz de var, bazılarını telefonla kutluyoruz: Doktorlarımız Selcen ve Ali
İlhan’ınkiler gibi. Aydın’ınkini de unutmuyoruz.
HAYIRDIR İNŞAALLAH
Geçen mektubumda böyle bir başlık açmıştım da birkaç madde oluşuvermişti. Bakalım 2012’nin
‘Rahmanî’ rüyaları nelermiş…
Bu okumakta olduğunuz uzun mektup elbette birkaç oturuşta yazılmamıştır. 10 Ağustosa kadar
olanları Altınsahil’de, 01-10 Ağustos 2012 tarihleri arasında tamamladım. Aralık sonuna kadar bir iki ara
dönemde daha yazabilirim. Niyetimiz, Ekimin 10’una kadar burada kalmak.
04 Mayıs Cumayı 05 Mayıs Cumartesiye bağlayan gece gördüğün rüyayı ertesi gün şöyle not
etmişim: Annem 5 ve 7 numaralı beyaz ve sarı lamba camı istedi. Lamba camı iyi, güzel; 5 ve 7 numaralar
da onların küçüklüğüne ve büyüklüğüne işaret ediyor. Peki sarı ne oluyor? Bu renkte bir lamba camını ne
işittim ne de gördüm. Hayırdın inşaalah. Annemin vefat tarihi 02 Eylül 1999. (97 yaşında idi.)
Bugün 07 Ağustos 2012 Salı… Pazartesiyi salıya bağlayan gece rüyamda kimi görsem dersiniz?
Doktora hocam merhum Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ı görmeyeyim mi… Ben rüyalarımı hep sabaha karşı
görürüm, bu sefer de öyle oldu.
Birinci kare… Konya’da, yeni oluşturulan mahallemiz Çaybaşı’nın Karakurt Caddesi üzerindeki
Selbes Çeşme ile Yolcuoğlu Camii’nin yanındayız. Caddeyi kesen sokaklardan doğudaki Kosova, batıdaki ise
Şair Ceylani adlarını taşımaktadır. Camiin yerinde üç dört katlı bir bina… En üst kattaki pencerelerden
birinin önünde tanımadığım bir ihtiyar oturuyor. Aşağıdan onunla işaretleşiyoruz. Sonra o karşısına
bakıyor, biriyle konuşuyor. Daha sonra o ikinci kişi de aşağıya bakıyor. Aaa, o da ne! Kaplan Hocam.
Gülümseyerek camın arkasından el sallıyor. Ancak camı açıp da konuşmuyor. Herhâlde mevsimlerden kış
olmalı. Uyanıyorum, ‘Hayırdın inşallah’ deyip uykuya kaldığım yerden devam ediyorum.
24
Derken bir ‘Kaplan’lı rüya’ daha… Aynı mekân, ancak Hocam aşağıya inmiş; dört yol ağzında
konuşuyoruz. Yanımızda bir kişi daha var ama onu tanımıyorum. Neler konuştuğumuza gelince… Bilirsiniz,
sizin de başınıza gelmiştir. Rüyalar uyanma anlarında daha nettir de sonradan birilerine anlatmaya ya da
benim gibi yazmaya başlayınca hatırlanmaz olur; bu rüya da aynen öyle oldu!
Kaplan Hocamız yedek subaylığını Konya’da, Astsubay okulunda yapmış, o dönemde Konya’mızda
konferanslar vermiş. 1970’lerden sonra da Türkiye Âşıklar Bayramlarının jürilerinde yer almış.
Beni asıl ilgilendiren konu ise, 02 Ocak 2012 tarihinde Prof. Dr. İnci Enginün ile Erzurum’dan
öğrencim (lisans tezini benimle hazırlamıştı.) Prof. Dr. Yakup Çelik’in, bu yıl hazırlanacak olan bir Kaplan
kitabına, benden de, onun halk edebiyatı cephesinin anlatan bir yazı istemeleri idi. Yazımı, süresinden bir
ay önce, 18 Haziran 2012’de göndermiştim. Ama gönderememişler. Meğer, ‘Yazıyı gönderiyorum, eklidir.’
Kısmı gitmiş, makalem gitmemiş! Hem Prof. Enginün’e hem de Prof. Çelik’e… Acaba bu rüyalarımla Hocam
beni uyarıyor olmasın?
İkinci görüşmemizdeki konuşmanın konusu sanki bir konuda öğüt gibiydi. İlerleyen aylarda
hatırlayabilirsem elbette yazacağı (Ne yazık ki bu mektubu son defa gözden geçiriyorum, hatırlayamadım:
12 Ocak 2013).
Kadirlili Âşık Halil Karabulut (Son yıllarda ilçesi Sumbas olmuştu.) 16 Ağustos 2010’da Adana’da
vefat etmiş, memleketi olan Mehmetli köyünde toprağa verilmişti. Bu satırları 18 Ağustos 2012 günü
yazıyorum. Bu gece, sabaha karşı (17-18 Ağustos), merhum Karabulut’u rüyamda gördüm. Salona
benzeyen bir yerde, farklı sıralarda oturuyormuşuz. Galiba iki üç kişi daha vardı. Rüyada bir konuşma söz
konusu olmadı. Sabah olup da uyanınca ve bugünün 18 Ağustos olduğunu hatırlayınca, merhumun bir
Fatiha beklediğini düşünerek gereğini yerine getirdim.
Ramazan Bayramı’nın ilk günü 19 Ağustos 2012 idi. 18-19 Ağustos gecesi, yine sabaha karşı bir
rüya… Kim mi? Nizamettin Kaya! Çapa Yüksek Öğretmen Okulundan dönem arkadaşımız tarihçi… Bizim
Koca Ahmet (Kukul) ve yine tarihçiler Özcan Özcan ve Ahmet Manav’ın hemşehrisi. Kaya farklı yürüyüşü
olan bir yiğit uşak idi. Kaya ile neler konuştuk, hatırlayamıyorum.
Bugün 07 Ekim 2012 Pazar… Erdemli… Sabaha karşı bir dizi rüya gördüm. Sanki eski filmler gibi,
‘tekmili birden…’ hesabı, üç veya dört rüya… Sabah yürüyüşünde hepsi aklımda idi, ya şimdi? Bakalım
kaçını hatırlayabileceğim…
Üç dört arkadaş Konya’da yürüyoruz. Yürüyüşün başlangıcı belli değilse de sonu belli: Konya
Lisesinin önü… Arkadaşlardan ikisi oradan ayrılıyor, üçüncüyle biraz daha sohbet ediyoruz. O da biraz
sonra, çocuğunu alacağını söyleyerek izin istiyor. Ben de Liseye giriyorum.
İkinci rüyam ise üniversite ile ilgili… Bir gün NEÜAKEF’ye gidiyorum. Prof. Alptekin’in odasına
giriyorum. Kapıyı açınca ne görüyorum: Sevgili Berat yok ve odada da bir tek eşya yok! Oda bomboş.
Hayırdır inşallah. (Bir süre sonra uğradığım odanın bütün eşyalarının değiştirilmiş olduğunu gördüm!)
Gecenin hatırlayabildiğim üçüncü rüyası ise Erzurum’la ilgiliydi. Bir kısmı emekli olan, aralarında
vefat etmiş olanların da yer aldığı bir kısım sosyoloji-felsefe hocalarıyla sohbet ediyoruz. ‘Ne alaka?’
diyesim geliyor.
25
‘Öbürleri kalsın.’ dememe kalmadı, ben daha dünküleri yazıya aktaramadan 07-08 Ekim gecesinin
rüyası bastırıverdi. Mübarekler sanki uyku da bastırıveriyorlar! İnşaallah bu gece (08-09 Ekim) ben baskın
çıkarım.
Efendim, güya Atatürk Üniversitesindeymişim. Bir yerden (ev veya konukevi) çıkıp yürüyorum.
Ancak caddelerin düzeni son derece planlı. Neyse, ağaçlı yolların arasından giderken kiminle karşılaşayım?
Prof. Dr. Ensar Aslan (Lisanstan öğrencim, doktoradan jüri üyesiyim.) Şimdi Kırşehir Ahi Evren
Üniversitesinde, geleli bir yıl kadar oluyor. Dil Kurultayında bir öğrencisi ile görüşmüş ve ona bitirme tezi
yolunda bilgi vermiştim. Acaba?
Sakın ola ki, “Hocam daha yok mu?” diye sormayınız; bitmez ki ne bitmez… Bu kadar yeter.
HASTALIKLAR DA BİZİM İÇİN
Belki de dünyanın ilk davetsiz misafirleri hastalıklardır; beklemediğimiz bir anda ve yerde
‘Merhaba!‘ deyiverir. Tokatlı yıllarımda (1965-1967) işittiğim bir söz vardı: Baş ağrısı hazır hastalık! Bir de,
‘Ge-li-yo-rum!’ diyeni var. Adına siz ‘yaşlılık’ da diyebilirsiniz, ‘ihtiyarlık’ da; o asla alınmaz!
2012’nin ilk iş günü Güven’i, annesiyle birlikte Başkent Hastanesi’ne götürdük.
Güven, gittiği bir pazar gezisinde fazla hava almış olmalı ki yine rahatsızlandı: 30 Nisan 2012.
Rahatsızlığı biraz uzun sürdü.
Güven bu, nazlı çiçeğimiz… 02 Mayıs 2012’de de aynı hastanedeyiz. Doktor teyzesi (Selcen kzımız
değil tabii.) ‘Kızıl olabilir, dikkat edelim.’demişti; neyse Güvenimiz ‘beyaz’ kaldı.
19 Kasım 2011, Güven’in küçük bir kulak rahatsızlığı yaşandı. Neyse ki korkulan olmadı, ilaçlar
etkisini çabucak gösterdi.
Bu arada hastalık nam davetsiz misafir bizim de ağzımızdan bir yol buluverdi. 18 Nisan 2012’den
itibaren Selçuk Diş Hekimliği Fakültesinin yollarındayım. Kontrollerden sonra 24 Nisanda, komşumuz Prof.
Dr. Funda Kontcaba Hanım’dan sıra alındı ve 27 Nisanda da sorunlu sol alt dişlerimden biri dolduruldu.
Ben, bir de adını bile sonradan öğrendiğim bir rahatsızlıkla tanıştım. Önce Genel Ağ’a girerek
‘topuk dikeni’ diye bir şeyi öğrendim. 28 Kasım 2012 günü gittiğim Başkent’teki uzman da aynı teşhisi
koydu. Tabii bir de ayak filmi istedi. Toplam ücret 20 lira idi. En güzeli, tavsiye ettiği, bu satırları yazarken
de ayağımın altında olan Ceyo marka ortopedik terlik idi. İnanılır gibi değil, bu terlik ilaçlardan daha fazla
etkili oldu.
Ailemizin koca çınarı ağabeyim Hasan Sakaoğlu’dur. O, Cumhuriyet’in ilanı ile yaşıttır: 1923. Tabii
yaşlılık bazı rahatsızları davet ediyor. 20 Haziran 2012 günü evinde otururken birdenbire rahatsızlanmış.
Zor anları atlatıp rahatladı. Galiba mide ile ilgili bir üşütme… Ben haber alıp yetişinceye kadar o kendini
toparlamıştı. Arada hastanelik yani doktorların da görmesi gereken bazı rahatsızlıkları da olmuş. Ben
bunların bazılarını Konya’ya dönüşlerimde öğreniyorum.
HASTA ZİYARETLERİ
Her yaştan yakınımız hastalanabilir, evlerden ırak olsun, kaza geçirebilir. Bize düşen görev, böyle
anlarda onların yanında olmaktır. Ağabeyim Hasan Sakaoğlu’nu her haftanın Pazar günü öğleden sonraları
ziyaret ederim. (d. 1923) Rahatsızlıklarında hafta arasında da yanında olurum. 20 Haziran 2012..
26
Asıl adı Mehmet olmakla birlikte aile arasındaki adı Aydın olan delikanlı (d. 1938), üç dayımın en
büyüğü olan Murat Köseoğlu’nun, üç kızdan sonra dünyaya gelen sonuncu çocuğudur. Bazı hastalıklar,
hatta ameliyatlar, maalesef, zamanında öğrenilemiyor. Aydın da ağır bir ameliyat geçirmiş. Ziyaret
ettiğimde nekahet dönemindeydi. Bir saat kadar hastalıktan, sağlıktan ve çocukluğumuzdan söz ettik
Yandan bacanağım (e) kimya mühendisi Atilla Yıldırım, eşiyle (Eşimin teyzesinin kızıdır.) ve ikinci
çocuğu olan tek oğluyla Ankara’da yaşar. Önemli bir rahatsızlık sonucu Ankara’da ameliyat olmuş, geç
öğrendik. 26 Mayıs 2012’de, onu Çiğdem Mahallesi’ndeki evinde ziyaret ettim.
Üstadımız Mehmet Ali Uz Bey, kendisi kadar bizlerin de şaşırdığı bir hastalığı yakalayıverdi ve
hemen de Vakıf Hastanesinin hazık doktorlarına teslim oluverdi. Onu, ameliyat öncesi evinde (18 Kasım
2012), sonrası hastanede (24 Kasım 2012) ve evinde (10 Aralık 2012) ziyaret ettik. Arada da ‘Alo’ dediğimiz
oldu. Bu satırları yazarken de (17 Aralık 2012, 11.34) bir daha telefonla arayarak konuştum. Maşallah sesi
pek hoş idi.
Prof. Dr. Ali Sinan Bey ta Erzurumlardan dostumdur. Rahatsızlığını işitince, Prof. Alptekin ve kaptan
Mehmet Anadol ile onu da Meram Tıp’ta ziyaret ettik. Üzüldüğümüz yönü, vaktiyle bu üniversiteye hocalık
ve iki dönem dekanlık yapan bir hocayı dört yataklı bir odaya almalarıydı.
PROF. DR. TUNCER GÜLENSOY’UN DEV ESERİ
Prof. Gülensoy, benim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden
sınıf arkadaşımdır. 1960-1961 Ders Yılında birlikte başladığımız bölümümüzde iki yıl birlikte okuduk. O, son
iki yılı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde tamamladı. Arkadaşlığımız 53. yılına girmiş bulunmaktadır.
O, uzun çalışmalardan sonra, 2012 yılında dev bir esere imza attı: Türkiye Türkologları ve Türk
Diline Emek Verenler 1, (1800-1950: Türkolojinin 150 Yılı), Ankara 2012, 799 s., Akçağ Yayınları. Bu güzel
çalışmanın ikinci cildi, l950’den sonra doğanları içine alacaktır. Kendisini ve Akçağ Yayınevi’ni kutluyorum.
O, son derece yayarlı çalışmasında bana da yer ayırmıştır: 459-470. Beş aded de fotoğrafımızı eklemiş.
Teşekkürler Ağabeyim. Ve hakkında yazılan bir yazı: Doç. Dr. Paki Küçüker, “Yazı Hayatının 55. Yılında Prof.
Dr. Tuncer Gülensoy”, Kültür Çağlayanı, 3 (16), Eylül-Ekim 2012, 35-37.
HAYRETTİN İVGİN’İN ONUR YILI
Eski bürokrat, şimdilerde kendini kültüre adamış olan İvgin kardeşime kardeş Azerbaycan’dan
güzel bir haber geldi. Ben de, o haberin başlığını aktarıyorum: Hayrettin İvgin’e Bakü Devlet Üniversitesi
Tarafından Fahri Konuk Öğretim Üyeliği Verildi (Kültür Çağlayanı, 3 (17), Kasım-Aralık 2012, 30. Sevgili
İvgin, daha önce de, ortak dostumuz Nail Tan’a da verilen fahri profesörlük (h.c. Prof.) unvanına da
sahiptir.
VEFA, İLLE DE VEFA
Her öğrencimizden vefa beklemeye hakkımız yoktur; biz, farkına varmadan hain de yetiştirebiliriz.
Bunlardan biri hangi cehennemde bilmiyorum ama öbürü Doğu illerimizin birinde zıkkımlanıp duruyordur.
(Biraz ağır mı kaçtı? Sanmam, o ihanete bu kelam az bile…) Başkaları da olabilir. Siz, yarım yüzyıla yakın
hocalık yapar da sadece iki hain mi yetiştirirsiniz, kim bilir hangi saman altında su gibi değil yılan gibi
dolaşıp duranlar da vardır. Atalar, ‘Yel kayadan ne alır (aparır)’ demişler. Gelelim güzel cümlelere…
27
a. Yrd. Doç Dr. Lütfü Sezen Atatürk Üniversitesinden öğrencim… Benden birkaç yol sonra o da
Tokat’ta öğretmenlik yapmıştı. Onun Van Yüzüncüyıl Üniversitesindeki mücadele yıllarını da hatırlarım. Bu
konuda yayımladığı ‘tokat gibi’ kitabı mutlaka bulup okumalısınız. Dürüst insanların başına nelerin
gelebileceğini orada göreceksiniz.
Sevgili Lütfü bir makale yazmış benim için: “Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun Bilimsel Kişiliği.” Ufak
tefek bilgi düzelmelerinden sonra o yazıyı Erciyes’e gönderdim, orada yayımlandı: 35 (411), Mart 2012.
Konya Çalı’nın özel sayısı daha sonra planlandı, yoksa bu yazıyı oraya alabilirdim.
b. Prof. Dr. Haşim Karpuz’un yazısı… Taa Erzurum yıllarımızdan tanırız birbirimizi. Yıllar sonra
Selçuk Fen Edebiyatta bir araya geldik; bir ara dekanım da olmuştu.
Yazdım da, söyledim de… Benim Çaybaşı’ndaki evim yok artık. Ev, hayat, bahçe ve bağdan oluşan
toprağımızın yarısı hâlen boş, öbür yarısına da bir gökyaran dikiliverdi. Önceden Çaybaşı Konutları olarak
duyurulan sitemizin adı, bilinmez nedendir, Mesnevi Konutları’na çevriliverdi! Bu ad, Karatay ilçemizdeki
bir siteye daha uygun olmaz mıydı? Neyse, pişmiş aşa su katmayalım
İki yıl kadar önceydi. Yıkım sırası bizim eve gelmişti. Yanımızdaki iki evden solumuzdaki
(Mıhçılarınki) ile sağımızdaki (emmimlerinki) ve Fahrünnisa Kız Kur’an Kursu henüz yıkılmamıştı.
Ortalarda çeşitli rivayetler dolaşıyordu: O alana dinî tesis yapılacakmış, vb. Önce üç ev sizlere ömür
derken evlerin oturuma açılmasından bir süre sonra Kur’an Kursu da yıkılıverdi. Şimdi oralar Mesnevi
Konutları’ndan bir duvar silsilesi ile ayrılmış durumda. Ne olacağını bilemiyoruz!
İşte bizim bu evimize greyderler el vurmadan önce üç ayrı bilim ve sanat ekibi el attı. Prof. Haşim
Karpuz da gelmiş, evimizi bir güzel değerlendirmişti. İşte o değerlendirme aylar sonra bir küçük yazı olarak
karşımıza çıktı: “Saim Sakaoğlu Evi”, Merhaba / Akademik Sayfalar, 12 (5), 22 Şubat 2012, 67.
Evimizi değerlendiren öbür iki ekibin biri Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesinin
ilgili bölümünden bir yardımcı doçent ile bir araştırma görevlisi idi. Ölçtüler, biçtiler, yazdılar, gittiler.
Sonuncu ekip ise Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi’nden gelmişti.
Uzattık galiba… Prof. Karpuz da vefalı dostluğu güzel ir yazıyla süslemiş oldu. Sağ olasın sevgili
dekanım.
c. İsmail Detseli, “Eski Ağmanlar”, Memleket, 17 Eylül2012.
ç. İsmail Detseli, “Kitap Kurdu Sakaoğlu”, Memleket, 10 Aralık 2012.
ÖZEL GÜNLÜK
Bugün 18 Aralık 2012, Salı… Saat sabahın 07.13’ü. Birkaç saat sonra (10.00’da), Kontur
Seyahat’in Konya-İzmir seferiyle Denizli’ye hareket edeceğim. Koltuk numaram, genellikle olduğu gibi
10, yani solda üçüncü sıranın koridoru… Vaktiyle de 11’i tercih ederdim, nedense 10 numaraya döndüm.
Yolculuğumun sebebi, bu yıl orada düzenlenen anlamlı bir toplantının beşincisine katılmak. Geçen yıl
dördüncüsü Muğla’da düzenlenmişti. Erzurum’dan öğrencilerim olan Prof. Dr. Pervin (Aynagöz) Çapan
ve Doç. Dr. Mehmet Naci Önal, Edebiyat Fakültesinin dekanı ve yardımcısı idiler. Arkadaşlarıyla birlikte
bu düzenlemeyi gerçekleştirdiler. Bu yılkinin başında, yine Erzurum’dan öğrencilerim var; Doç. Dr.Turgut
Tok genel koordinatör olarak sorumluluğu üstlenmiş. Prof. Dr. İsmail Çetişli ile Prof. Dr. Hacı Ömer
28
Karpuz’un adları da sorumlular arasında. Bir de sevgili kızım var Denizli’de: Yrd. Doç. Dr. Nergiz Biray;
bizlere rahmetli Himmet’imiz emaneti…
Denizli’den sonra Konya’ya dönecek, bir süre sonra da, Bilecik’te uzmanlık zorunlu hizmetini
yapan büyük kızım Dr. Selcen Sakaoğlu-Manavgat’ın yanına gidecektim. Orada, bu satırları acemice
yazmaktan kurtulacak, bilgisayar yeteneğimi geliştirecektim. Amma bizimkiler tutturdular ki, “Sen
Denizli’den Bilecik’e geç; bizler de cümbür cemaat oraya gelelim.” Kimler mi o cümbür cemaatin
mensupları: Yurdanur Hanım (Efendim, 46 yıllık eşim olurlar), küçük kızım Bil. Uzm. Seren SakaoğluÜstün, eşi Doç. Dr. Aydın Üstün ve oğulları Güven Paşa… Bunlar Konya’dan gelecektir. Bir de ev
sahibimiz Selcen kızımızın eşi var: Dr. Ali İlhan Manavgat, o da İzmir’den gelecek… Ailemiz böylelikle
2012’nin üçüncü içtimaını da gerçekleştirecek… İlki yine Bilecik’te idi, ara toplantı ise, Alanya
taraflarında, Mukarnas Oteli’nde idi. Dileğimiz odur ki bu yolculuklar salimen gerçekleşsin, evli evine
hesabı herkes yuvasına dönsün.
Şey, belki ben herkesin dağılmasından sonra birkaç gün daha kalarak 73’ü 74’e bağlayan
yaşımda öğrenmeye başladığım bilgisayarımı biraz daha geliştirebilirim. Zaten Bilecik küçük fakat çok
sevimli bir ilimiz. Daha önce de bir hafta kalmış, sehri bir güzelce tanımıştım. Tarihî zenginliği bizim
Konya’yı hatırlatıyor. Elbette bu satırları yazmakta olduğum bilgisayarımı da yüklenip götüreceğim.
Bakarsınız, asıl amacımın dışında birkaç izlenim de ekleyebilirim. Atalar, “Olmaz olmaz deme, olmaz
olmaz” demişler. (Sahi, bu söze noktalama işaret işaretleri koymak gerekirse, neresini/nerelerini hangi
işaretlerle süsleyeceğiz? Ne dersiniz, Denizli’de bir anket uygulayayım mı bizim Nail Dede gibi? (saat:
07.45)
GELENLER, HOŞ GELDİNİZ
Ajda Hanım (Pekkan) kızımızdı galiba “Kimler geldi, kimler geçti.” diyen. (Nereden kızımız oluyor
ki, 67’yi bulmuş hatun!) Evet, Konya’mıza da, Erdemli’mize de kimler gelip geçmediler ki… Tabii biz de
başka yerlerin “Kimler geldi”si olduk, o ayrı bir sayfa.
Sağ olsunlar, dost ve akrabalar vesile-i hasenelerle Konya’mıza uğruyorlar. İçlerinde doğrudan bize
gelenler de var. Aşağıda yer alacak olan bazı maddeler, ayrıca, yeme-içme, yükselme, vb. başlıklar altında
da yer alacağı için yadırganmamalıdır
Selcen kızımın YHT’nin nimetlerinden yararlanarak 04 Şubat 2012’de, Ankara’dan (Başka bir yer
olabilir mi ki?) geldi, bizleri sevindireyazdı.
Selcen’imizin ikinci gelişi, görevli olarak gittiği Ankaradan, hafta sonu için aramıza gelmesiyle ilgili:
16 Kasım 2012’de YHT ile Ankara’dan geldi, 18 Kasım 2012’de, Adana-Arifiye Mavi Treniyle Bilecik’ine
döndü
Tuğba-Serdar Dölen çifti 07 Ocakta Konya’da idiler.
Tuğba, öğrenci olarak son defa 06 Mart 212’de gelip işlemlerini tamamladı… 15 Mayıs 2012’de
sınava girecek.
Tuğba’nın doktora sınavının günü belli olunca, Ankara’da olan anne ve babası (Asuman-Turan
Gülel) 09 Mayıs 2012’de YHT ile Konya’ya geldiler. 15 Mayıs 2012’de, o gün doktor olan kızlarıyla
Ankara’ya gönderdik.
29
Tuğba kızımız 15 Mayıs 2012 sabahı erkence YHT ile gelip sınav girdi ve Dr. oldu. Akşama da anne
ve babasıyla başkente döndüler.
Milaslı dünürlerimiz 13 Haziran 2012’de özel araçlarıyla geldiler: Hatice-Kerim Üstün, DenizDursun Gezgin ve kızları İrem ve Ceren. Gelenler, 18 Haziran 2012’de Güven’i de alarak, sabahın 06.40’nda
yola koyuldular. Bu güzel insanlar bir de 04 Kasım 2012 sabahı Konya’ya inmişler; çünkü benim Tokat’tan
dönüşüm onların gelişinden birkaç saat sonrasıdır.
Tuncer-Hatice Gülensoy çifti, oğulları merhum Baybars Gülensoy’un sergisi için Konya’da idiler.
Prof. Alptekin’in odası ev sahipli yaptı. Sohbette; Yrd. Doç. Dr. Sinan Gönen, damat Mehmet Çapar ve bazı
araştırma görevlileri de bizimle idiler.
Prof. Gülensoy ve eşi, 21 Nisan 2012’da Konya’da idiler. Vera Pastanesi’nde kalabalıkça ve uzunca
oturduk.
ŞEHİRDEN GELENLER
Vallahi şehirden pek gelen olmaz; açarlar cebi, başlarlar ‘Alo’ya… Neyse, birkaç kural dışı olanımız
var da bu maddeyi açabildik
Bizim kısaca ‘Siyit’ dediğimiz sevgili Seyit Küçükbezirci’yle 13 Ocak 2012’de Prof. Alptekin’in
odasında buluştuk: 14.30. Konuş babam konuş. Siyit ile Saim bir araya gelir de Konya’nın altını üstüne
getirmezler mi? Neyse ki Seyit’imiz var, yoksa onun deyişiyle ‘Gonyamızı kimlere emanet edeceğiz?’
Konya Çalı’cı Zeki Oğuz, yeni dönemde üniversiteyi bir daha keşfetti. 17 Nisan 2012’de Prof.
Alptekin’in odasında buluştuk. Ne de olsa benim en sık uğradığım yerlerden birini orası… Meraklısına not:
O gün Oğuz’un çektiği kıyak bir fotoğraf Çalı’nın Sakaoğlu özel sayısında yer almaktadır: Mayıs 2012, 108,
21.
GECE TELEFONLAŞMALARI
Bazı geceler, eskilerin söyleyişiyle eş dost ile telefon sohbetleri yaparız. (Yoksa, ‘telefonda sohbet
ederiz’ mi demeliydim?) Bunların başında Prof. Alptekin gelir; neler konuşmayız ki. Av. ağabeyimiz Özgen
Küçükkoner’le, gazeteci dost İhsan Kayseri ile konuşur dururuz. Kayseri, en yeni Konya basın
haberlerinden ve yapacağı anma toplantılarından haberdar eder. Av. Mehmet Ali Uz artık yazarlığıyla
tanınır oldu. Bir de ansiklopedisi var ya… Mütekait edebiyat muallimi Ali Işık ile yine mütekait canibinden
İsmail Detseli de alocularımızdandır. Seyit Küçükbezirci ki ona Siyit demek daha yakışık alır, onunla da
Konya kültürünü kurtarmaya çalışırız.
Taşradan (elbetteki Konya’nın taşrasından) Nail Tan kardeşimle görüşürüz. Erzurum’dan öğrencim
olan Kadirlili İrfan Can ile uzun uzun Karaca Oğlan’ı konuşurduk. Sevgili Sabri Koz’umuzu da unutmayalım.
ARAMIZA KATILANLAR / YENİ DÜNYALAR
2012’de acaba bizim aileler topluluğuna katılan oldu mu? Hele bir notlara göz atalım.
a. Hoş geldin Eren Aydın Bebek… Üç dayımın en büyüğü lan Murat Dayı’mın tek oğlu Mehmet
Aydın Köseoğlu ile eşi Serap Hanım’ın ilk oğulları Murat ile eşi Bircan Hanım’ın ikinci çocukları 27 Ocak
2012’de dünyayı şereflendirdi. Ablası mı, Ela… Herkesi kutluyorum
30
b. Sen de hoş geldin Ezgi Bebek… Sonunda o da dede oldu. Tanıdığımda Tokat Gazismanpaşa
Lisesinin orta kısmında öğrenci idi. Sonradan kayınbiraderim oldu. Derken üniversiteyi bitirdi, 30 yıldan
fazla Ziraat Bankasında müfettiş ve başmüfettiş olarak çalıştı ve ilk çocuğu Tuğba’mızı evlendirdi. Şimdi
Tuğba-Serdar Dölen çiftinin Ezgi adını verdikleri bir dünya tatlıları var. Biz, Bilkent Hotel’de, VII.
Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nı açarken Ezgi bebek de dünyaya gözlerini açıyordu. Ömrün uzun olsun
Ezgi, anneanne Asuman ve babaanne Şule Hanımlarla Turan Dede ilk torunlarının mürüvvetini görüyorlar.
Ben de galiba kıdemli dede oluyorum. Ezgi bebeği, Bulancak ve Trabzon dönüşü, 16 Ekim 2012 günü
evlerinde ziyaret ettik, hatta bir gece de onun konuğu olduk.
BİLECİK’E SEFER-İ HÜMÂYUN- I EVVEL
Efendim, büyük kerimem, Uzm. Dr. Selcen Sakaoğlu-Manavgat bir buçuk yıldır Bilecik nam ilimizde
‘zorunlu hizmet’ini yerine getirmektedir. Eşi ise, görevi gereği İzmir’dedir. Dün bizim için sıradan bir il olan
Bilecik artık önemli bir yere sahip: Kızımızın, ablamızın, baldızımızın, teyzemizin, yeğenimizin yaşadığı yer.
Tarihteki önemli yerinden başka coğrafya açısından da önemli bir ilimizmiş. Bilecik, o küçücük alanına
karşılık dört coğrafi bölgemizde toprağı olar tek ilimizmiş. İnanmazsanız bölgeler haritasına bir bakıveriniz.
Güven’in doğum gününün ertesinde (11 Nisan 2012), 21.40’ta, Adana-Karaman yönünden gelip
Arifiye yönüne devam eden Mavi Anadolu Ekspresi’yle Bilecik’e doğru hareket ettik. İkişer yataklı iki odaya
yerleştik. Güven tabii dedesiyle uykuya daldı. Sabah 06.00 sularında Bilecik’e vardık. Trende fazla kimse
yoktu, yataklıda sadece bizler vardık. Arifiye-Haydarpaşa arası bakıma alınınca, günde 20 kadar trenin
uğradığı Bilecik’e sadece iki tren uğrar olmuş.
Etraf aydınlıkça, ama taksi maksi yok. Neyse, hâlimizden anlayan bir taksici yamacımsı yerlerden
aşağılara inip bizi aldı da şehre ulaştık.
O gün öğle sonu Aydın’la Seren’i İstanbul’a uğurladık. Aydın ertesi gün doçentlik sınavına girecek.
Bizler; Yurdanur Hanım’la ben, Güven ve ev sahibimiz doktor teyzeyle baş başa kaldık. 13 Nisanda doçent
olan Aydın’la Seren ertesi gün Bilecik’e döndüler.
Sefer-i hümâyun-ı evvelden dönüşümüz, 16 Nisan 2012’nin 15.40’ında Bilecik’ten geçen Mavi
Trenle gerçekleşti. Gece yarısını biraz geçe Konya Garı’na vardık. Ver elini ticari taksi…
Gerek giderken gerekse gelirken Güven’le çok neşeli saatler geçirdik. Koridorda dolaşmak, son
vagonda olduğumuz için geride kalan demiryolunu seyretmek, camlardan her an yenilenen manzaraya
dalmak çok hoşumuza gitmişti. Böylece Selcen Hatun’umuzu da güzel bir iş için ziyaret etmiş olduk. Darısı
başka seferlere.
VE SEFER-İ SÂNİ
Denizli Sempozyumu’nun son günü, geziye katılmadan Bilecik yollarına düştüm. Metro’nun 10.00
ve 12.00 İstanbul seferleri Bilecik’in içinden geçermiş, ancak ilki iki katlı otobüslerle yapılırmış, hem de
saat 10.00’da… Bana göre biraz erkence… Neyse biletimizi daha öncen ayarlayıp o sabah 11.00 sularında,
toplantıyı düzenleyen öğrencim Doç. Dr. Turgut Tok’un görevlendirdiği Arş. Gör. Özgür beni, Denizli’nin
geçici otogarına ulaştırdı. Verilen hediyeler ve kitaplar o kadar çok idi ki elimde karton kutu bolluğu oluştu.
Neyse, otogardan bir çekmeli valiz alıp parça sayısını üçe indirdim. Otobüste 41 numarada idim de 54
kişilik arabanın benden sonrası boştu, önde de benzer durum söz konusuydu. Rahat bir yolculuktan sonra
31
18.20’de Bilecik’e indim. Kızımın evi çok yakın. Taksi ancak beş TL tutuyor. İnsanın eşyası olmasa yürüyesi
geliyor. Kızım beni bekliyordu. ‘Hoş geldin / Hoş bulduk’ töreninin icrasından sonra sofraya kurulduk.
Günler, bilgisayar kullanma talimlerimle geçti. Kızım akşamdan konuları öğretiyor, ödevlerimi
veriyor, işine gidiyordu. Ben de gün boyu öğrendiklerimi pekiştiriyor, sayfalarca ödev yapıyordum. Aklımda
da hep torunum Güven vardı. Onun da her gün ödevleri oluyor, bazen istekle, bazen isteksizce yapıyordu
onları. Oysa ben büyük bir istek ve heyecanla ödevlerime sarılıyordum.
Geçen gelişimde Bilecik İl Halk Kitaplığını keşfetmiştim. Zaten keşfettiğim yerlerin sayısı ikiyi üçü
geçmiyordu: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Bilecik Müzesi, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi. Başka
nereleri keşfedebilirdim ki! Kitaplık kızımın evine çok yakındı. 28 Aralık 2012 Cuma günü sabahı oraya
gittim. Sabahları çok sakin oluyordu, benim ilgilendiğim üst salonda (süreli yayınlar bölümü) bir iki
üniversite öğrencisi vardı. Biliyorum ki öğleden sonra, özellikle 15.00’ten sonra öğrenci kalabalığı
oluyordu.
Gittiğim yerlerin yerel gazetelerini alır, okurum. 24 Aralık 2012 tarihli Yarın gazetesini almıştım.
Orada, Bilecik Erzurumlular Derneğinin kültür çalışmaları ile ilgili bir haber vardı. Akşam Selcen kızımla
konuşunca yerini öğrendim. Zaten Bilecik küçücük bir il. Ertesi gün öğleden sonra oraya gidip birkaçı dadaş
olan insanımızla tanıştım.
Bizimkiler birer ikişer Bilecik’e geliyor. Dr. Ali İlhan’ın gelişi (İzmir-Bursa-Bilecik), 28 Aralık 2012’nin
akşam sonrası. Artık evde üç kişiyiz. Konya ekibi o gece 20.00 sularında Adana-Arifiye İç Anadolu Mavi
Treniyle yola çıkıyorlar. İki ayrı odada; Yurdanur Hanım, torunu Güven Paşa, küçük kızımız Seren Hanım ve
damadımız Aydın Bey… Bilecik Garı biraz dışarılarda… Bir taksiye atlayıp geldiler. Ohhh, cümbür cemaat,
ne güzel.
Hanımların alışverişleri hız kesmedi. Hediyeleşme fasılları olacaktı elbette. 30 Aralık 2012 akşamı,
Güven’in seyrettiği film onu kırıp geçirdi: Şarlo’nun Modern Times’ı… Eskiden Asri Zamanlar diye çevrilip
şimdilerde Modern Zamanlar denilen film. Konuyu iki defa ele almamın sebebi, sessiz filmin de hâlâ
seyredilebilir olması…
Yılı devirdik, ihtiyar 2012’yi tarihteki yerine yuvarlarken torunu 2013’e ‘Hoş geldin be velet’
deyiverdik. Yılın ilk günü topluluğumuzun geldiği gibi gitmesiyle sonuçlandı. Dr. Ali İlhan, 13.30 otobüsüyle
Bursa’ya evden uğurlandı. Konya ekibi ise gecenin 22.03’ü yerine 22.37’sinde hareket etmişler, çünkü
onları da evden uğurladık. ‘Evli evine, köylü köyüne’ diyeceğim ama ben hâlâ Bilecik’teyim. Kısmetse yarın
(04.01.2013 Cuma), Konya ekibinin treniyle dönüyorum.
DÜĞÜNLER
Allah düğünlerin eksikliğini göstermesin. Yuvalar kurulacak, bebeler dünyaya gelecek, güçlü
Türkiye ayağa kalkacak. Düğün çok, davet de… Ama vakit yok. İşte size anlamlı dört düğün
Kiraz ve Seyit Emiroğlu kızı Gülbahar (Babaannesinin adını taşıyor.) ile Gülay ve Esat Kabaloğlu
oğlu Yunus, 29 Eylül 2912’de Konya’da evlendiler. Kızımız, doktora öğrencim, üniversiteden sınıf
arkadaşım Yrd. Doç. Dr. İbrahim Altunel’in torunu… Ve de yüksek lisans ve doktoradan tezli öğrencim Yrd.
Doç. Dr. Seyit Emiroğlu’nun üçüncü çocuğu, üstelik de tek kızı… Bu düğünleri hep bu yaz sonlarına
sıkıştırmazlar mı? Başka olaylarla çakışıyor. Gidemedim tabii…
32
Nuriye ve Süleyman Süme kızı Nur ile Mümine ve Bekir Sarı oğlu Ahmet, 30 Eylül 2012 günü
Konya’da evlendiler. Allah mutlu etsin. Ahmet oğlumuz, oturmakta olduğumuz Şelale Konutları’nın son
katındaki iki komşumuzdan biri… Ama o, KKTC’deki eğitimi, askerlik filan derken hemen hemen hiç
ortalarda görünmedi. Bir tatil arası Konya’ya gelince akşamları lambaların yanmakta olduğunu görünce,
‘Artık emanet deponun boşaltılma zamanı geldi.’demekten kendimi alamadım. Doğruymuş. Hemen ziyaret
edip Bayram sonu, taşındığımızdan beri benim kullandığım deposunu boşaltacağımı dile getirdim. İyi
çocuktur, “Tamam hocam.” dedi. O günlerde TDK’nin 7. (VII. ?) Kurultayı telaşesindeydim. Zaten düğün de
başka bir mahallede icra edildi.
Emine Emel ve Mustafa Uslu kızı Esra Uslu ile Mediha ve Mehmet Yardımcı oğlu Mert, 13 Ekim
2012 günü İzmir Alsancak’ta evlendiler. Allah mutlu etsin. Mert oğlumuz, Tokat Gaziosmanpaşa Lisesinde
edebiyat öğretmeni iken (1965-1967) okuttuğum ve 08 Ağustos 2012’de, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca
Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünden emekli olan Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı’nın
mahdumudur. Aşağıda kısaca hatırlatılacak olan akraba düğünümüzle saati saatine çakıştığı, biri
Giresun’da, öbürü İzmir’de olduğu için katılamadık.
Yukarılarda uzun uzun anlattığımız Fatma ile Levent Yıldırım’ın düğünleri de l3 Ekim 2012’de
gerçekleştirildi. Ben de oğlan tarafının nikâh şahidi idim. Başka bir sebeple bu düğün daha uzunca
anlatılmıştı. (s. 5 olabilir.)
‘72’LİLERİN YALOVA SEFASI
Geçen yılki mektubumda, ‘Seyahat ya Resulullah’ başlığı altında, 2011’in gezip tozmalarını verirken
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1972 mezunlarının 39. yıl mezuniyet
günlerine de yer vermiştim. Toplantımızı Türkün Tikensak-Çalışkan (Bursa) ile Ayşe Hüveyda Yılmaz-Yiğit
(İstanbul) düzenlemişlerdi. Yalova’dan katılan Cemal İnci’yi de 40. yılın toplantısını düzenlemekle
görevlendirmiştik.
Aynı zamanda müteahhit ve avukat da olan Cemal’imiz bu işi başarıyla tamamlayarak, önceki
arkadaşları gibi sınıfını geçti. 2013’te, Şanlıurfa’da Adil Saraç’ın konuğu olacağız. 2014 yılı ise 42. yılımız
olacağı için, biz Sakaoğlu Ailesi olarak Konya’da düzenlemeyi planlıyoruz. Bakalım 2012 Yalova sefasından
notlarımızda ve hafızamızda neler kalmış.
17 Mayıs 2012’de, 23,00 Kontur’uyla ver eline Yalova… 07.30 sularında indiğimiz Yalova
Otogarı’nda, Umran Tanalp-Aydın’ı da biraz önce gelmiş olarak bulduk. Cemal’imiz gelip bizi aldı ve
kalacağımız Harb-İş Tesislerine ulaştırdı. Öğle yemeğini uzakça bir yerde, Teşvikiye köyünde yedik. Yerimiz
güzeldi de yağmurdan içeriye sığınmak zorunda kaldık. Akşam tesislerde yemek ve eğlence… Kocaman
kocaman hanımların ve beylerin (yani ninelerle dedelerin) çocuklaşmaları…
19 Mayıs 2012’de, 40 yıllık gençleri Hayrettin Karaca’nın ‘Ağaç Müzesi’ne götürdük. Harika bir yer.
Ancak bir bölümünü gezebildik. Yağmurlu bir havada Termal ve çevresi gezildi. 13.00’te Marina’da, Altın
Balık’ta kebap yiyecek değiliz ya! Sonra Özdilek’te dinlenme ve alışveriş. 16.00 sularında Cemal’in
ağaçlarından çilek yedik! Akşamımız, alışılmış söyleyişle, gala yemeği idi. Ne kurtlar döküldü bir bilseniz.
20 Mayısın öğle yemeği Hasan Bey’de yenildi. Kapalı ve açık alanları olan güzel bir yer, ama yemeği
içeride yedik. Hava yağmurlu da olsa bahçenin terasından Kadıköy ve Adalar seçiliyordu. Akşam yine
tesiste idik ve galiba vur patlasın idi de çal oynasın olamadı. Yavaş yavaş başlayan ayrılmalar hüznü de
beraberinde getiriyordu.
33
21 Mayıs sabahı kimleri uğurlamadık ki… El sallamaktan yoruldum dersem yeridir. Biz de 12.30
Kontur’uyla yollara düşüyoruz. 20.30’da, torunumuz Güven ev halkını toplayıp bizi karşılamaya gelmişti.
Hasan Bey’de erkekler açık havaya çıkınca hanımlar dul bir arkadaşlarına temsilî bir kına gecesi
düzenlemişler. Yıl sanki 2012 değildi de 1972 idi.
Hazırladığımız bir ajandaya herkesin görüşünü aldım. Çalışkan-Yiğit ikilisini Cemal ve Adil takip
ettiler. Ve defterin sayfaları güzelliklerle süslendi. Kısmetse o defteri tarama yöntemiyle kitaplaştıracağım.
1988’LİLERİN MEZUNLAR GÜNÜ
2011’de, Atatürk üniversitesinden 1972’de mezun olanlarla Bursa’da buluşmuştuk. Bu yıl da,
onlardan 16 yıl sonra diploma alanlarla, 1988’de mezun olanlarla Ankara’da ‘toplaştık.’ 21 Ocak 2011
Cumartesi… Ülkenin kara teslim olduğu günlerdeki bu toplantı çok maceralı geçti. Kalacağımız yeri
buluncaya kadar epey dolaştım. Gecemiz, Ankara’nın güzel, yeni ve tabii adı pek de bilinmeyen bir
otelinde yaşanıldı: Hotel Monec veya Monec Hotel. Yerini sormayın, bilmiyorum. Geceyi, Karadeniz
Ereğlisi’nde gümrük müdürü, sınıfın da ağabeyi olan Osman Bölükbaşı Dara ile Düzce’da görevli Müzeyyen
kızımız düzenlediler. Toplantıya; öğretmenlerinden Prof. Dr. Efrasiyap Gemalmaz ile eşi İnci Hanım,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen, Prof. Dr. Yakup Çelik, sınıf arkadaşları
Necmiye’nin eşi ve bir üst sınıf öğrencisi olan Prof. Dr. Necati Demir de katılmıştı. Kıbrıs’tan gelen de vardı:
KKTC Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Hakan Yozcu..
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra ve elini Konya… Geliş Yüksek Hızlı Trenle, dönüş Kontur’la. Çünkü
kötü hava şartları sebebiyle ünlü YHT’mizin seferleri iptal edilmişti.
Bu toplantının tadı damağında kalanlar bir de 11-13 Temmuz 2013 tarihleri arasında Erzurum’da
toplandılar; ben yoğunluğum sebebiyle katılamadım. Erdemli’den kızı ve eşiyle giden Murat Arıcı’dan
bilgiler aldım. Ardından, Kıbrıs’tan Hakan Yozcu’nun gönderdiği ve 21 Temmuz 2012’de indirilen notlar
beni son derece heyecanlandırdı. Murat’ın Genel Ağ’a yüklediği ve 57 beyit ve üç benden oluşan notları,
bu buluşmayı elbette ebedîleştirmiştir. Aşağıya, Yozcu’nun ‘Yorum’ adlı destanından bazı paragraflarını
alıyorum ( [email protected]):
Destan, Dedem Korkut soyundan gelen ozan Arıcı’nın ‘Erzurum Buluşması’ndan alınan bir bendle
başlıyor:
Geçmişi Yâd edip görürken düşte
Çeyrek asır sonra buluştuk işte
Erzurum ilinde kırklı bir yaşta
Vuslat ateşini yakmaya geldik
Maziye uzaktan bakmaya geldik
Destan, âdeta bir günlük gibi kaleme alınmış (Alışkanlık işte, tuşa vurulmuş dememiz gerekiyor.);
günler ayrıntılı olarak dökülmüş. Yedikleri içtikleri onların olsun, hatırası bile bize yeter be çocuklar. İşte
baştan ve sondan aynen kes-yapıştırlanmış ikişer paragraf.
Buluşma Günü
Atatürk Üniversitesi 1984-88 Öğretim Yılı Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğrencileri
olarak ikinci buluşmamızı Dadaşlar Diyarı, Yiğitler, Kahramanlar Diyarı Erzurum’da yaptık. Çünkü Erzurum,
bizler için çok önemliydi, çok özeldi. Bizler için çok başkaydı. Dört yılımızı verdiğimiz, en güzel gençlik
34
yıllarımızı harcadığımız ve birçok şeyi bıraktığımız şehirdi. Dostluklarımızı, kardeşliklerimizi, aşkımızı,
sevdalarımızı geride bıraktığımız şehirdi.
12 Temmuz 2012 tarihinde Erzurum Öğretmen Evi’nde toplandık önce. Öğretmen Evi’ne
vardığımda Filiz Kırbaşoğlu karşıladı beni önce. Bu organizenin baş aktörlerinden biriydi. Kendisi Erzurumlu
idi. Sınıfımızın sessiz, kendi halinde, hanım kızlarından biriydi. Üniversiteden sonra akademik kariyer yaptı.
Yıllarca mezun olduğu okulda ve aynı sınıflarda hocalık yaptı. Şimdi Yardımcı Doçent olarak Erzincan’da
görev yapıyor.
…..
Erzurum, bizi 24 yıl öncesi gibi yine bağrına bastı. Kucakladı. Misafir etti. Asla yüksünmedi.
Sevgisini paylaştı. Bu sefer ağlayarak değil, gülerek, sevgiyle, muhabbetle ayrılıyoruz. Başlangıcı olan her
şeyin mutlaka bir de sonu var. Ve biz üç günlük buluşmamızın son demindeyiz. Özellikle final gecesi
muhteşemdi. Ömrümüz boyunca unutamayacağımız kültür dolu, sanat dolu, sevgi dolu, yürek dolu, dostluk
dolu bir gece yaşadık.
Bu gecenin mimarları olan Filiz Kırbaşoğlu, Sevilay Aksu, Haşim Özcan ve bizleri hiç yalnız
bırakmayan, buluşma boyunca mihmandarlığımızı yapan Sait Malacı'ya kendim ve tüm arkadaşlarım
adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bu arkadaşlarımız, bütün yükü omuzladılar. Ve bizlere muhteşem
üç gün yaşattılar. Seneye Trabzon Uzungöl'de buluşmak üzere hoşçakal dost Erzurum, yar Erzurum, can
Erzurum, Yahşi Güzel Erzurum.
TEŞEKKÜRLER ERZURUM.
Bu arada Murat’ımızın da bir manzum destanı vardı. Oradan da birkaç beyit aparmak iyi olacağa
benzer. O, 57 beyitin arasına, Ocak toplantısına gönderdiği üç bendlik şiiri (İlk ikisi dörder, sonuncusu beş
mısradır.) serpiştirilmiş. İşte Murat’tan seçmeler. Unutulmasın, ben, destanın sonunda anlatılan veda
gecesine telefon bağlantısıyla katılmıştım.
ERZURUM HATIRASI
Müzeyyen kardeşimden geliverdi bir çağrı,
Erzurum bekliyordu, yöneldik ona doğru.
Eşim, kızım ve de ben çıktık erkenden yola,
Kayseri’ye varınca dedik verelim mola.
…..
Coşku ile varınca Fakülte binasına,
Öksüz çocuk kavuştu sanki de anasına.
Öyle bir girildi ki kapıdan içeriye,
Gitmek için yarıştık yirmi dört yıl geriye.
Herkes bir şey ararken mazinin raflarında,
Hâlbuki uçuyordu izler etraflarında.
Anıları dolarken o anda dilimize,
Bir grup genç arkadaş şaşırdı hâlimize.
35
…..
Geçmişi yâd edip görürken düşte,
Çeyrek asır sonra buluştuk işte,
Erzurum ilinde kırklı bir yaşta.
Vuslat ateşini yakmaya geldik,
Maziye uzaktan bakmaya geldik.
…..
Saim Bey katılırken telefonla bizlere,
Artık mecal gelmişti kalkmak için dizlere.
İşte dostlar böyleydi üç günde hâl ve durum,
Yıllar sonra bir daha vedalaştık Erzurum.
Erdemli, 20.07.2012
MEVLÂNA İHTİFALİ
Kaplan Hocam bir arkadaşımıza söylemiş, öyle rivayet edilir: “Biz İstanbul’dayız da her hafta
Emirgan’a çay içmeye mi gidiyoruz… İki yıldır Emirgan’a gittiğim yok!”
Biz de her yıl Mevlâna İhtifallerine mi gidiyoruz. Zaten dışarıdan gelecek konuklara yer kalsın diye
bizler Aralık aylarında oralara hiç uğramayız. Aslında yılın 50 haftasında Mevlâna Kültür Merkezi’nde tören
sergileniyor.
Bu yıl pâyitahttan bir dostumuz haber salmış: ‘Şeb-i Arus’a geleceğiz; Saim Hoca bize sekiz aded
bilet bulabilir mi?’ Başım gözüm üstüne de ol gice üçün bilet aslanın midesinde. Elcevap, “Başka geceler
olmaz mı?” 09 Aralık 2012 Pazar gününün 14.00 gösterisinde anlaştık. İl Kültür ve Turizm Müdürümüz Yrd.
Doç. Dr. Mustafa Çıpan’a uğradım: “Hocam, bu yıldan itibaren e-bilete geçildi; elden bilet satışı
durduruldu. Genel Ağ üzerinden alınacak. Ancak ben size yardımcı olacağım.” Sağ olsun, oldu da.
Konukları, Prof. Alptekin’le birlikte ağırladık. Alınan on biletin benim oturduğum koltuğun yeri şöyleydi:
NU. E Blok / 147. Kim miydi bu konuklar? Ünlü yayınevimiz AKÇAĞ’ın sahibi, hemşehrimiz Ahmet Ünalmış
Beyefendi. Aslında yedi çalışanı ile gelecekti, ancak Ankara’daki Kitap Fuarı bazılarını oraya bağladığı için
iki çalışan ve birinin minik kızıyla geldi: Emel Hanım ve kızı ile Bahar Hanım… Alptekin de başarılı dört
öğrencisini davet edince biletler yerini bulmuş oldu.
KONYA’DA ÂŞIKLAR BAYRAMI
1966 yılında Sayın Feyzi Halıcı tarafından başlatılan, adı ilk üç yıl Konya Âşıklar Bayramı olan
Türkiye Âşıklar Bayramı’nın 44.sü 22-23 Mart 2012 tarihlerinde yine Konya’da düzenlendi. Vallahi kaç âşık
katıldı, derecelendirme nasıl sonuçlandı, bilmiyorum. İki yıl öncesine kadar ben de değerlendirmenin
başında yer alıyordum, kendimi oradan da emekli ettim.
İlk gece torunum Güven’le birlikte gittik, ama uykusu gelince erken ayrılmak zorunda kaldım.
Ertesi gece ise yalnız gidip sonuna kadar izledim.
Toplantıyı Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı düzenledi. Hatırlatalım, iki günün gündüz
saatlerinde, 1966’dan Günümüze Konya Âşıklar Bayramı ve Âşık Edebiyatı Sempozyumu gerçekleştirilmişti.
36
DİNÎ GÜNLER VE BAYRAMLAR
Geçen yıl Ramazan ayı 01 Ağustosta başlamıştı, bayramı ise başka bir bayramla, 30 Ağustos Zafer
Bayramı’mızla örtüşmüştü. Mübarek ay bu yıl yine acele edip 20 Temmuz 2012 Cuma günü geliverdi.
Bayram, nedense, yılbaşında memurları pek sevindiremedi. Malum, memurlar yeni takvimi ellerine alınca
ilk baktıkları şey doğum günlerinin Salı mı, Cuma mı olduğu değil, bayramların dokuz güne çıkıp
çıkamayacağı keyfiyetidir. Bu yılın Ramazan (Şeker söyleyişi de geçerli…) Bayramı Pazar günü başlayıp Salı
günü bitiyor. Önündeki yarım gün bile cumartesiye rastlıyor. Şu talihsizliğe bakar mısınız! Bizim aile için
hava hoş, bizim bayramımız dokuz değil 99 gün sürüyor, hatta daha da uzun…
Ramazan Bayramı’nı Altınsahil’de eş dost ve komşularla kutladık. İlk gün havuzbaşında,
çınaraltında topluca bayramlaştık. Daha sonra özel olarak bazı evlere gidildi, bize de gelenler oldu.
Konya’dan Kömenci Hakan Coşkunaslan 40 km batımızdaki Susanoğlu’dan, yeğeni Banu Hanım’la ikinci
gün ziyaretimize geldiler. Hem de, Konya Ağzı Üzerine Araştırmalar adlı son kitabımdan birkaç tane
getirerek…
Kurban Bayramı’na gelince… Bugün 26 Ağustos 2012 Pazar. Tarihimizin şanlı günlerinden biri. Ama
gelin görün ki Kurban Bayramı’nın günleri şimdiden pazarlanıyor. Bir TV kanalının eli mikrofonlusu
vatandaşlara soruyor: “Bayram on güne çıksın mı?” (Bayram, 25-28 Ekim Perşembe-Pazar günleri.
Çarşamba günü de yarım gün…Ayrıca 29 Ekim de Cumhuriyet Bayramı yani tatil. O hâlde Devlet Baba şu iki
buçuk günü (22 ve 23 Ekim tam gün, 24 Ekim yarım gün) tatil ediverse de memurlar katmerli bayram
etse… N’olur ki? Aman vatandaşa bir kulak veriverin, sanki bu on günlük tatil gerçekleşirse ülke günlük
güneşlik oluverecek. Bu tür uzatmalara eskiden karşı idim, şimdi ise tarafsızım. Çünkü yeni bir işe
girmeyen, benim gibi emeklilere her gün bayram! Hele bir gelsin bakalım.
…..
Bugün ise 24 Aralık 2012 Pazartesi… Denizli dönüşü büyük kızım Uzm. Dr. Selcen SakaoğluManavgat’ın yanındayım. Artık bayram geçeli iki ay oldu. Yılın bitmesine de şunun şurasında bir hafta
kaldı. O hâlde Kurban Bayramı üzerine ahkâmımızı kesebiliriz. 24 Ekim 2012 Çarşamba günü bir turla ver
elini Akdeniz... Konya’daki Farma Tur ile Manavgat Okurcalar’daki Mukarnas Otel’e (Oteli’ne mi acaba?)
iniyoruz: 08.45-13.00… Güven, Seren, Aydın, Yurdanur Hanım ve ben. Bir saat geçmeden Selcen ve Ali
İlhan da Manavgat’tan bize katılıyor. Dünürlerimiz Nimet Hanım’la Mehmet Bey orada yaşıyorlar. Galiba
Selcen Bilecik’ten, Ali de İzmir’den bir gün önce oraya gelmişler. Ertesi gün de bize katıldılar.
29 Ekim 2012 Pazartesi günü 14.30’da doktorlarımızın arkalarından suyumuzu döktük. Biz de, öbür
otellerdeki yolcuların alınmasından sonra 15.45’te Toroslara vurduk. Bu tür ‘her şey dâhil’ler fazlasıyla
zararlı… Sürekli bir şeyler yemeye veya içmeye yönlendiriliyorsunuz. Ama bizim için güzel olan tarafı bir
araya gelmemiz… Ayrıca yeğen Güven ile doktor teyzenin hasret gidermeleri... Bir de, son yıllarda teyzenin
her gün için bir iki oyuncağı piyasaya (!) sürmesi… Allah muhabbetlerini artırsın. Bu Kurban da böyle geçti.
Son yıllarda günlük hayatımıza takılan, yani günün söyleyişiyle moda olan iki kelime var: Nostaljik
takılma(k). Ben de şöyle bir dünlere takılıvereyim. Gençler için fazla bir şey ifade etmeyen bu takılma
işlemi bizim gibi üç çeyrek yüzyılın sınırlarına dayananlar için çok şeyler ifade eder.
Efendim, vakt-i saadette bayram tebrikleri vardı. Kırtasiyecilerde sürekli olarak satıldığı gibi PTT
önlerinde de bayram öncesi, en azından iki hafta, bayram sonrasında da bir hafta tezgâh açılırdı. Bizler de
oradan aldığımız farklı boyutlarda, farklı desenlerde olan bu kartların arkalarına güzel duygularımızı yazar,
37
postalardık. Zarflar, ağzı açık olmak kaydıyla mektup fiyatının yarısına pullanırdı. O yıllarda daha pul tahrip
makineleri yoktu; hele hele pulsuz zarf tahrip makineleri hiç yoktu. Tokat’ta öğretmen, Erzurum’da asistan
olarak göreve başladığım yıllarda (1965 ve 1967); aile yakınlarıma, üniversitedeki hocalarıma (Merhum
Prof. Timurtaş mutlaka cevap verirdi.) ve arkadaşlarıma onlarca Tokat ve Erzurum kartpostalı gönderirdim.
Hatta daha sonraki bayramlarda aynı kişiye aynı kartı göndermemek için bütün kartpostallardan birer tane
bekletir, arkalarına kimlere, hangi bayramda gönderdiğimi de kısaca not ederdim. Yolumuz diyâr-ı küffara
düşünce bu sefer de, önce Lubbock / Texas ve sonra da Los Angeles / California kartları ülkemizi istila
etmeye (!) başlamıştı. Bu konuyla ilgili kimseciklerin bilmediği özel bir durumu hatıralarıma almış
bulunuyorum.
2012’nin Kurban Bayramı yaklaşıyordu. Bizim Alavardı PTT’sinden kargo gönderiyorum. (Evimizin
iki sokak ötesinde.) Şimdilerde stant mı diyorlar, stand mı, her neyse, görevli ile aramıza Çin Seddi’ni
çeken, kısa boylu memurların âdeta mevzie yatmışçasına arkasına gizlendikleri (!) o yüksek surların
üzerinde çeşitli kartpostallar gördüm. “El-cevap: Ücretsizdir, alabilirsiniz. Açık zarfla 50, kapalı zarfla 100
kuruşa gönderebilirsiniz.” Beş çeşidi olan bu kartpostallardan birer ikişer alıp evin yolunu tuttum. Galiba
beş yakınıma gönderdim. Bunlardan ikisi elektronik posta ile biri de telefonla cevap verdi.
Duygulanmışlardı. Gelenekle ilgilenen bir hoca olarak böyle bir hatırlatmadan zevk aldığımı dile getirdim.
Prof. Dr. Orhan Okay, Nail Tan ve Hayrettin İvgin.
05 Ocak 2013 Cumartesi sabahı Konya’ya dönüyorum. Evin posta kutusu hayli kabarık… Ancak
dergilerin, ince uzun zarfların arasında bir de tarihin tozlu sayfalarından kopup gelen küçük bir zarf var. O,
bir yeni yıl tebriği… (Karaman’da postaya verilmiş; pulsuz damganın tarihi, 25.12.2012’dir.) Karamanlı dost
Âşık Durmuş Çetinkol ki mahlası Ozan Güldiken’dir, yıllardan sonra bir yeni yıl kartı gönderiyor. Kartın
arkasında iki ayrı dörtlük yer almaktadır. İşte onlardan ilki:
Mahlasım sorana dikenle gülüm
Ağızlar tadını bozandır ölüm
Köyüm Taşkale’dir, Karaman ilim
Durmuş Çetinkol’um yazar gezerim.
[Artık mektubun sonuna iyece yaklaşmış bulunuyoruz. (Öyle sanıyordum ama değilmiş, yolumuz destana
çıkıyor!) Bugün 01.01.13. Sözcü gazetesinde bir haber başlığı: Artık hiç kimse kart göndermiyor. Haber
şöyle devam ediyor: Teknolojinin gelişmesiyle birlikte yılbaşı kartı gönderme alışkanlığı da yok olmaya
başladı. Geçmişte yılbaşının vazgeçilmezi olan simli kartlar şimdi az da olsa raflarda alıcılarını bekliyor.
Kayseri’de kırtasiyeci Hacı Ali Alemdar, 25 kuruştan sattıkları tebrik kartlarına ilginin azalması ile birlikte
çeşit ve sayıyı da azalttıklarını ifade etti. Alemdar, “Müşterilerimize ‘Yok’ dememek için birkaç çeşit
bulunduruyoruz. Ama birkaç yıl sonra bulmak daha da zorlaşacak. Yani bir gelenek adeta tarihten
tamamen silinecek.” dedi. Haber, DHA’nın Kayseri temsilcisi Cafer Zengin’in imzasını taşımaktadır.] Kart
haberinin 2013 tarihlisini verince bir de 2012’lisini hatırlatıverelim dedik. Kart’laşmadık (s. 1), Tebrik
kartları raflarda kaldı (s. 4). DHA’dan Kemal Atlan’ın bu haberi, Hürriyet’in Eskişehir ekinde 30 Aralık 2012
tarihinde yer almıştı.
Yeri gelmişken ve de 2013’ün bayramlarına bakmamışsanız hemen hatırlatıvereyim: Ramazan
Bayramı, 08-10 Ağustos 2012, Perşembe-Cumartesi (Pazar da benden); Kurban Bayramı, 15-18 Ekim 2012,
Salı-Cuma. (Cumartesi ve Pazar da benden, Arife yarımı da devletten…) ‘Memurlar yaşadı.’
diyemeyeceğim, asıl yaşayacak olanlar ulaşımcılar, turcular ve otelciler…
38
Bir hatırlatma: Eskiden bayram tebrikleri vardı demiştik yukarıda. Ne cep’i, insanların doğru dürüst
ev telefonları bile yoktu. Kolay mıydı evinize telefon çektirmek… O yıllarda tebrik kartlarıyla kutlanılan
bayramlar, günümüzde renkli ortamlarda şekilleniyor: Cep telefonunuza mesaj geliyor (Geçen Kurban
Bayramı için bir baba dert yanıyordu: Oğlum bile mesaj çekmiş! Baba ile oğul aynı şehirdeler,
hatırlatalım), cep telefonunuzla konuşuluyor, sabit hatla konuşuluyor, yüzyüze görüşülüyor ve benim de
aklımın ermediği nice konuşma yöntemleri….
KERKÜKLÜ DOSTLARLA
Erdemli’nin doğusundaki beldelerden Tömük’ün sınırları içindeysek de bizim sitemiz Altınsahil (Ad,
eskiden Özaltın imiş!) Kargıpınarı’na daha yakındır. Çevremizdeki sitelerin bütün tamir ve tadilat işlerini
hep oranın ustaları yapar.
Bu beldenin belediye başkanı Kerim Şahin Kerkük’ten davet edilen, ağırlıklı olarak edebiyat ve
tarih öğretmenlerinden oluşan bir grup meslektaşımızı, Türkçelerini geliştirmeleri için bir seminere davet
eder. Değişik kurumlardan gelen öğretmen, öğretim üyesi ve sanatkârlar da ders verir. Bunlar arasında
Erzurum’dan öğrencim olan Prof. Dr. N. Hikmet Polat da varmış. İşin ilgi çekici yanı, toplantı, bizim sitenin
alanına kondurulan, 20 yıl kadar ruhsat verilmeyen, üç beş yıl önce hizmete açılan ve iki üç addan sonra
Enerji Oteli’nde karar kılınan mekânda gerçekleştirilmiş.
Erdemlili öğrencim edebiyat öğretmeni Murat Arıcı’nın haber vermesi üzerine, toplantının son
gecesi (17 Temmuz 2012) kapanış ve ödül dağıtımına katıldım. Ödüller verdim, bir de konuşma yaptım.
Onlar da bana üzerinde ‘Kerkük’ten Kargıpınarı’na’ Proğramı Anısına - 2012 / Kargıpınarı Belediyesi’ yazılı
bir kulplu su tası verdiler. Belediyenin tasında, Fuzûlî’nin ünlü kasidesinin, ‘Dest bûsi… diye başlayan beyti
vardı.
Armağan su tası idi ama içinde Çanakkale’den getirilen şehit toprağı vardı. Belediye, çok güzel bir
kesenin içine bu kutsal toprağı koymuştu. Kesenin ağzındaki madenî plakada şu hoyrat yazılı idi: Al bağla /
At karanı al bağla / Giydin şehit gömleğin / Ayyıldızı al bağla.
Onlara; şehit Necdet Koçak’tan, dostum Ata Terzibaşı’ndan, öğrencim Cengiz Kettane
(Ketene)’den söz edince çok duygulandılar. Yolları ve bahtları açık olsun.
TÜRK DİL KURUMU
Sevgili Kurumumuzu birkaç madde ile gündeme taşıyacağım. TDK 1932 yılının 12 Temmuzunda
kurulmuştu. Yani 2012, kuruluşumuzun 80. yılı oluyor. Bu güzel tarihle ilgili olarak güzel toplantılar da
düzenlendi.
Bu toplantılardan ilkinin adı, 80. Kuruluş Yıl Dönümü idi. Başkanlık özel kaleminde görevli kızımız
Rukiye Hanım, daha önceleri 12 Temmuz toplantılarına davet ediyordu. Bu arada Bursa Yıldırım
Belediyesinin düzenlediği bir toplantıda sevgili kardeşim Nail Tan’la bir araya gelen Prof. Alptekin’den bir
tiyo almıştım. O gün (12 Temmuz 2012) bazı üyelere belge verilecekmiş. Evlerimize gönderilen
davetiyelerin üzerinde, Saim Sakaoğlu yazanı Konya’ya ulaştığı günlerde ben Erdemli’de idim. Neyse,
Rukiye kızımızdan yine sır çıkmadan bazı bilgileri aldım. Mesela 11 Temmuz 2012 gecesi Ankara’daki bir
otelde kalıp kalamayacağım soruldu.
39
Ben, 11 Temmuz 2012 Çarşamba gecesi 23.30’da, Köksallar Turizm’le Mersin’den Ankara’ya doğru
yola çıktım. Tam 24 saat sonra da Erdemli’ye hareket etmek üzere başkentten ayrıldım. Ankara’ya iner
inmez bir taksiyle Kuruma ulaştım. Vakit er idi. İçeriye girip kravatlandım, bir de ödünç ceket alıp Anıt
Kabir hazırlığımı tamamladım. Biraz sonra özel bir otobüsle oraya ulaşıp daha önce doğrudan oraya
gidenlerle birleşip töreni gerçekleştirdik.
Kurumdaki tören 10.30’da başladı. Kurumun bağlı bulunduğu başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın
karşılanmasından sonda törene geçildi. Dış kapıdaki TV ordusunu da hatırlatmak isterim.
Programın ilgili maddesi şöyle diyordu: “Türk Diline Emeği Geçmiş Bilim Adamlarına 80. Yıl Anısına
Şeref Belgesi Takdimi.” Çok güzel bir korumalığın içinde yer alan belgede şöyle deniliyordu:
Türk Dil Kurumunun
80.
Kuruluş Yıl Dönümü
---------ooo------Sayın Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU
Değerli çalışmalarınızla Türk diline yaptığınız katkı her türlü takdirin üzerindedir. Kuruluşumuzun 80. Yıl
dönümü münasebetiyle düzenlediğimiz kutlama töreninde aramızda bulunmanız
Kurumumuz adına bizleri ziyadesiyle sevindirmiştir.
Bu vesile ile saygı ve şükranlarımı arz ederim.
(amblem)
12 Temmuz 2012
(imza)
Prof. Dr. Mustafa KAÇALİN
Türk Dil Kurumu Başkanı
Bu şeref belgesine layık görülen 20 Kişiden 10’u salonda idi. Bu kişiler doğum tarihi sırasına göre
görüntülü olarak tanıtıldılar, kürsüye çağrıldılar, kısa birer konuşma yaptılar. (Sayın Rıdvan Çongur, her
yerde olduğu gibi, yine uzun (üç kişilik) konuştu!) Gelenlere, belgeleri ile birlikte, TDK amblemli ve güzel
bir korumalı Hislon marka köstekli saatler takdim edildi.
Toplantıda hazır bulunanlar:
Profesörler: Kemal Eraslan, Nevzat Gözaydın, Tuncer Gülensoy, Saim Sakaoğlu, Hamza Zülfikar,
Ahmet Bican Ercilasun, Nuri Yüce, Şükrü Halûk Akalın.
Araştırıcılar: Rıdvan Çongur, Nail Tan.
Katılamayanlar: Profesörler: Hasibe Mazıoğlu, Zeynep Korkmaz, Ömer Faruk Akün, Talat Tekin
(rahatsz, şifalar diliyorum.), Mustafa Canpolat, Efrasiyap Gemalmaz, Mertol Tulum, Semih Tezcan, Fikret
Türkmen, Cem Dilçin (rahatsız, şifalar diliyorum.).
Araştırıcılar: Dr. Müjgân Cunbur, Emin Özdemir.
Tören sonrası, Hacı Arif Bey’de geleneksel (şimdilerde gelenekli de diyorlar.) öğle yemeğimiz
yenildi, bol bol da sohbet edildi.
Öğleden sonra, ‘TL Simgesinin Kullanımıyla İlgili Toplantı’ vardı. Ardından da, sabahki toplantı
uzadığı için gerçekleştirilemeyen, ‘Kurum Çalışanlarına 80. Yıl Anısına Armağan Takdimi’ne geçildi. Ben de
beş çalışanımıza armağanlarını verdim.
40
O gün 17.50’ye kadar Kurumda idim. Ziyaretler ve Kurultay bildirimin sonucuyla ilgili telefon
görüşmeleri, vb. Neyse, bu apayrı bir konu, herhâlde, Kurumun ikinci önemli toplantısı olan Kurultay’ı
anlatırken bir daha döneceğiz.
2011’de, Türk Dünyası/Dil ve Edebiyat Dergisi’nin yazı kuruluna üye seçilmiştim. Bu yıl pek etkili
olamadık. 06 ve 25 Ocak 2012 tarihlerinde yapılan toplantılara katıldım. Güzel güzel çalışıyorduk. Derken
Başkan Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın Hacettepe Üniversitesindeki görevine dönüverdi. (Oysa son
toplantılarımızın birinde süresinin uzatıldığını söylemiş ve hep birlikte tebrik etmiştik.) ‘Kurumun başına
kim getirilecek?’ tahminleri başını almış gidiyordu. Sonuçta, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesinden
Prof. Dr. Mustafa Kaçalin atandı: 08 Mart 2012. Yeni oluşumlar gerçekleşmediği için uzun süre
toplanamadık. Zaten yaptığımız son toplantılar da, görevlendirilme izni alınmadığı için geçerli sayılmadı.
Bunun sonucu olarak da ne yolluk gündelik ödendi, ne de huzur hakkı… Vatan sağ olsun. Oysa o
toplantılarda iki güzel özel sayıyı noktalamak üzere idik. (17 Ağustosta hesabıma yatan 400 TL’nin sebebini
bilemiyorum. Ek bilgi: Bu derginin 30. sayısında yer alan Kıbrıs ile ilgili yazımın ücreti imiş.)
Aylık Türk Dili dergisinde çıkan yazılarımı ilgili bölümde görebilirsiniz. Bunlar, belki de dergideki
son yazılarım olacak!
7. (veya VII.) Kurultay ile ilgili (24-28 Eylül 2012) görüşlerimi de yerinde belirtmiştim. (s. 10-11)
TÜRK DİLİ DERGİSİ’NİN YAZI KURULLARI
01 Kasım 1951 tarihinden itibaren yayımlamaya başlanılan aylık Türk Dili dergisi, 104. cildine
ulaşmış bulunmaktadır. Bir ara cilt sıralamasında uygulanan ve benim asla onay vermediğim bir farklı
yöntemin uygulandığını da hatırlatmak isterim. Ben derginin yazı kurulunda uzun süre görev aldım ve izzet
ü ikbal ile görevimi tamamladım. Bakalım biz, son zamanlarda kimlerdik, bizden sonra kimler sıra sıra gelip
geçtiler ve devam ediyorlar.
a. C. ………. - 99 (708), Aralık 2010: Şükrü Halûk Akalın, Mustafa Canpolat, Nevzat Gözaydın, Saim
Sakaoğlu, Sadık Tural, Recep Toparlı (Hepsi Prof. Dr.).
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Türk Dil Kurumu adına Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın. Adın
görüldüğü son sayı: 102 (721) , Ocak 2012.
b. C. 100 (709), Ocak 2011 - C. 102 (726), Haziran 2002: Şükrü Halûk Akalın, Mustafa Canpolat,
Abide Doğan, Nevzat Gözaydın, Recep Toparlı, Abide Doğan (Hepsi Prof. Dr.), Nazlı Eray, Rasim
Özdenören, Hilmi Yavuz.
Türk Dil Kurumu adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Mustafa S. Kaçalin. Adın görüldüğü ilk
sayı: 102 (722) , Şubat 2012.
c. Ali Karaçalı, C. 103 (727), Temmuz 2012 ve C. 103 (728), Ağustos 2012 sayılarında ‘Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü’ olarak görülürken Mustafa S. Kaçalin de (b) maddesindeki görevini sürdürmektedir.
Karaçalı, bu görevini C. 102 (722), Subat 2012’den beri sürdürmektedir.
ç. C. 103 (729), Eylül 2012’den itibaren son yazı kurulu aşağıdaki gibi oluşturulmuştur: Mustafa
Kaçalin, Nevzat Gözaydın, Hanefi Vural, Turan Karataş (Hepsi Prof. Dr.), Mehmet Narlı (Doç. Dr.), Yakup
Yılmaz, İbrahim Demirci (Yrd. Doç. Dr.), Rasim Özdenören, Ali Karaçalı.
41
Not: Sayın Vural, Karataş ve Demirci Erzurum’dan öğrencimdir.
Genel Ağ’da, Ocak 2013’ün hemen başında Türk Dili dergisinin Aralık 2012 sayısının yayımlandığı
duyuruluyordu. Toplam 21 imza vardı. Bunlardan üçü eskiden beri, özellikle ilk ikisi sürekli yazan
arkadaşlarımızdı: Profesörler Nevzat Gözaydın, Hamza Zülfikar, Osman F. Sertkaya. Geriye kalan 18
imzadan ise, son yazı kurulu üyesi Rasim Özdenören’i ad olarak hatırlıyorum. Mehmet Ölmez’i bir iki
bilimsel toplantıda tanıdım.. Oktay Yivli’yle ise, merhum şairimiz Ahmet Tufan Şentürk aracılığıyla birkaç
defa telefonla görüşmüştük. Abdülkadir Hayber adını da hatırlıyorum. Geriye kalan üçte iki çoğunluğu hiç
tanımıyorum. TDK’nin yazar ve şair kadrosunda yeni bir ekip yazmaya başlıyor artık.
TV ‘CİLİĞİMİZ, BİR DE RADYO…
2012 TV’ciliğim açısında pek de parlak geçmedi. Nedendir bilinmez, ÜNTV (Geçen yıl ÜN TV
yazılmış!)’deki televizyonculuğum son iki aya gelinceye kadar yerinde saydı. Bir defa konuk olarak canlı
yayın, sonra ver elini tekrarlar. Neyse 2012’nin sonlarında tekrar ışıkların karşısına geçtik.
09 Mart 2012’de, Duygu Özdemir kızımızla canlı yayındaydık. ‘Canlı’nın hâli bir başka oluyor.
Programımızın adı, Hayatın Binbir Rengi idi: 15.30-17.00.
Sevgili kızım Evren Uslu’nun, ‘Hocam, çekimlere ne zaman başlayacağız?’larının beni tetiklemesi
üzerine ÜNTV’de çekimlere başladık. Hem de ne başlayış. Bir gidişte iki program çekerek… 20 Kasım 2012:
TV’ciliğim ve Eski Konya; 22 Kasım 2012: Kitaplarım ve Çocuk Oyunları; 11 Aralık 2012: Meram ve Konya
Ağzı. Bu çekimler sırasıyla; 26 Kasım, 03, 10, 17, 24 Aralık ve 07 Ocak 2012 Pazartesi günleri yayımlandı.
Ayrıca her biri çarşambaları 11.00 ve 22.10, pazarları da 12.20’de de tekrarlandı. Bir de, arada bir gözüme
ilişiyor; daha eskilerden de aralarda yayımlananlar oluyor.
KONTV’de kültür ve edebiyat programları yapan öğretmen meslektaşım, yazar (hikâye ve roman)
Duran Çetin’le çok yönlü bir konuşma yaptık: Çekim 20 Haziran 2012, yayın ise 24 Haziran 2012.
12 Şubat 2012 Pazar gecesi, Dr. Nuri Ahmet Sezer Bey’in evinde alışılmış aylık kültür oturmamız
vardı. Muhammet Bayam’ın yönetiminde bir kayıt alındı. Galiba bu kayıt, daha sonra KONYA TV’de
başlatılacak olan bir dizinin ön hazırlığı gibi idi, bana öyle geliyor da…
Sonunda bu dediğimiz oldu ve çekimlere başlandı. Bundan yüz yıl önce Konya’mızda yaşanılan bir
kültür toplantısını yeni bir ad, renk ve elbette yeni bir kadro ile hayata geçirdik. Özgün adı ‘Bezm-i
Muhabbet’ olan toplantılarımızı Meram Belediyesi desteklediği için adını da ‘Meram’da Bezm-i Muhabbet
olarak yeniledik. Bu toplantılar, KONYA TV tarafından kayda alınıp daha sonraki hafta ve aylarca (hem de)
defalarca yayımlandı. Böylece evlerdeki pazar sohbetleri de, galiba, sona erdi. (Küçük kızın Bil. Uzm. Seren
Sakaoğlu-Üstün, bu toplantılar için ‘Babamın altın günü’ derdi; altını maltını yoktu ama pırlanta gibi
sohbetleri vardı.) İşte çekim tarihleri: 22 Nisan, 13 Mayıs, 12 ve 27 Haziran… İlk iki toplantı, Meram
Belediyesinin İstasyon’daki bir biriminde, öbürleri ise üyemiz mühendis Ali Naltekin’in Yaka Caddesi’ndeki
Öncü Düğün Salonu’nda gerçekleştirildi. Not: 02 Haziran 2012’deki toplantının yemeği paça idi!
KONYA TV, bu yıl çeşitli sebeplerle arz-ı endam eylediğimiz kanallardan biriydi. Önce 28 Mart 2012
akşamı, stüdyoda arkadaşlarımızla, merhum yazar Mahmut Sural’ anlattık: Mehmet Ali Uz, Yrd. Doç. Dr.
42
Hasan Özönder, Doç. Dr. Caner Arabacı ve Koyunoğlu Müzesi Müdürü Hasan Yaşar. Program, öğretmen
arkadaşımız Muhammet Acıyan tarafından hazırlandı.
28 Haziran 1012 günü, Sahip Ata Medresesi’nden değiştirilerek müze havası verilen ortamda bir
Ramazan programının konuğu idim. Sunucu, musikişinas Mustafa Demirci idi. Ancak programımız KONYA
TV’de yayımlanmadı, ‘İl dışı kanallarda yayımlandı.’ deyü işitiriz. Çünkü bu kanalda ay boyunca aynı ikili
konuştu.
Melahat Ürkmez’i artık hepimiz tanıyoruz: Eş, anne, kayınvalde, nine, yazar, TV yapımcısı, Eğitim
Fakültesi öğrencisi, gazeteci, vb. Geçen yıl benimle bir program yapmıştı KONTV adına… Bu yılki ise eşimin
de yer aldığı bir çekim. Hem de evimizde, hem de Yurdanur Hanım başrollerde…Programın adı, Yaşanmış
Yıllar, çekim 04 Aralık 2012.
Bu bölümün başlığında bir de ‘Radyo’ deyivermiştik. O da neyin nesi ola ki? 02 Haziran 2012’de
Âşık Sümmanî için Narman’daydık. Orada zengin bir program vardı. Benden hem meydanda halka
seslenmem hem de TRT Radyo 1’in canlı yayınına katılmam istenildi. ‘Evet’ dedik demesine de ilçe
alanındaki konuşmaya davet edilirken Radyo 1’de de sunucu ile karşı karşıya kalıverdik. Tabii halka
seslenemedim, millete seslendim. Ol hikâyet böyledir.
AYLIK OTURMALAR
Bakmayın siz ‘aylık’ dediğime, bazen üç haftalık da oluveriyor. Efendim, yeni bir maceraya atılarak
bu, artık iyiden iyiye yerleşmiş ve gelenekselleşmiş olan Pazar Toplantıları’nı tarihe gömmek üzereyiz. Öyle
ya, siz bu işi evlerden çıkarıp televizyon ortamlarına emanet ederseniz sonu da gelebilir.
2012’nin oturmaları 22 Ocak 2012de Dr. Nuri Ahmet Sezer Bey’in evinde başladı, 12 Şubat
2012’de bizim evde devam etti ve 17 Mart 2012’deki Mehmet Ali Uz Bey’in evindeki Genevir Sefası ile
tatile çıktı. Sonra ise Meram’da Bezm-i Muhabbet fasılları başladı.
Bu arada Dr. Sezer’in evinde, İz Bırakanlar programı kayda alındı. Konu, Veli Sabri Uyar idi.
Muhammet Bayam’ın hazırladığı programda ben Uyar’ın dilimizle olan bağını anlattım. Oturmada; Hasan
Yaşar, Mehmet Ali Uz, Caner Arabacı ve Hüseyin Öksüz (konuk) de vardı.
Bu yıl başka bir ekibin oturmalarına da davet edildiysem de yine komşumuz ve gazeteci dost Nail
Bülbül’ünkine katılabildim: 09 Mart 2012. Elbette ara başı yenildiğini tahmin etmişsinizdir. Dt. Dr. Suphi
Soğancı, İlker Küçüktunç da katılanlar arasında idiler.
NEREDE O ESKİ AKŞAM OTURMALARI…
Bu konuyu enine boyuna değil de küçük ölçekli bile olsan anlatmak çok sayfayı kaplar. Ben,
Nasreddin Hoca’mazın dediği gibi suyunun suyundan geçivereyim. Eskiden, özellikle kış gecelerinde;
akrabalar, komşular ve dostlar gece oturmalarına giderlerdi. On on beş yıl kadar oluyor, Ayfer Tunç’un bir
kitabı çıkmıştı, adı, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecekler / 70’li Yıllarda Hayatımız idi. Genel Ağ’da,
Yapı Kredi ve Can olmak üzere iki baskısının olduğu yazılı. Yapı Kredi 2004’te 32. baskısını yapmış. Ya
Can’ınkiler… Telefon ne gezer, yaşasın postacı çocuklar. Bu yılın son ayında böyle iki gece oturmasına
gittik, Güvenler de bizimle idiler.
43
Mehmet Aydın Köseoğlu, üç dayımın en büyüğü olan Murat Dayımla Mediha Yengemin dört
çocuğunun sonuncusu ve tek erkek olanı… Benden bir yaş büyük… 01 Aralık 2012 akşamı onlardaydık. İki
oğlundan evli olan büyüğü Murat da eşi ve iki çocuğuyla orada idiler
Mehmet Sami Sakaoğlu ise ağabeyim Hasan Sakaoğlu’nun dört çocuğunun en küçüğü ve tek
oğlu… 07 Aralık 2012 akşamı da onlarda idik. Güven’le Sami’nin üç çocuğunun en küçüğü ve tek oğul olan
Hasan Kerem epey eğlendiler. Böylece akrabalık bağlarını da pekiştirmiş oluyorlar.
KAR MI YAĞMIŞ…
Erzurumlu yıllarımdan bir kar hatırası… Rahmetli Prof. Dr. Halûk İpekten Hoca, Erzurum’un iklim
şartların dikkatlice not ederdi. Yılın birinde, Temmuzun ortalarında kar yağınca hoca ikilem arasında
kalmış: “Bu kar, geçen yılın son karı mı, gelmekte olan dönemin ilk karı mı?
Ben artık Meteoroloji varken bu inceliklere eğilemiyorum. 2012’nin belirleyebildiğim ilk ayının kar
tarihleri… 22 Ocak (gece karı), 27 Ocak (sürekli kar), 28 Ocak (karlı sabaha uyanmak), 30 Ocak (sabah ve
akşam karları). Kartopu oynayamadıktan, kardan adam yapamadıktan, buzların sefasını süremedikten
sonra ben karı neyleyeyim? 2012’nin sonundaki yeni kışın ilk karı ise 04 Aralıkta şeref verdi.
(Çocukluğunuzdan kalan ve cevabı kar olan bir bilmece hatırlıyor musunuz?)
EMEKLİLER NAM-I DİĞER MÜTEKAİTLER
Eskiler, ‘Az yaşa, çok yaşa; akıbet emeklilik gelir başa’ dememişlerse de ben böyle deyiverdim.
‘Sırası gelen Emekli Sandığı’nın yolunu tutuyor.’ diyeceğim ama onun da adı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)
oluverdi.
Prof. Dr. Fikret Türkmen Atatürk Üniversitesine bizlerden (Merhum Dr. Turgut Günay, Prof. Dr.
Ahmet Bican Ercilasun, Prof. Dr. Nuri Yüce, Prof. Dr. Turgut Karacan ve ben) bir dönem sonra ve Prof. Dr.
Umay Günay’la birlikte girmişti. (Öğrenciliği de oradadır.) Hepimiz emekliyiz de, üç Turgut’un (öbürleri
Acar ve Günay) en küçüğü olduğu için ‘Küçük Turgut’ dediğimiz Karacan’a ne oldu? Ya emekli oldu ya da
emekliliğinin eli kulağında… Sevgili kardeşim Fikret Türkmen’e Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları
Enstitüsü tarafından bir emeklilik töreni düzenlenmişti. Ben de, Tokat Gaziosmanpaşa Lisesinde öğretmeni
olduğum, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü öğretim üyesi Yrd.
Doç. Dr. Mehmet Yardımcı aracılığıyla bir çiçek göndermiştim. Üzerinde, ‘Aramıza hoş geldin.’ yazılı olan
bu çiçek her hâlde yerine ulaşmıştır.
Bu satırları, Altınsahil’de, 07 Ağustos 2012 günü öğle sonu yazıyorum. Bu zaman ayrıntısına
girmemin özel bir sebebi var: Yarın da, yukarıda adını andığım Mehmet Yardımcı’nın emeklilik günü…
Dedim ki, ‘Yarın işim çıkar, unuturum; Mehmet’in telaşeşi olur, telefonunu açamaz. En iyisi bir gün önce
kutlayayım.’ İyi ki de öyle yapmışım. O da, oğlunu Zonguldak Kara Elmas Üniversitesinden (Şimdi Bülent
Ecevit Üniversitesi oldu ya, kalem alışkanlığından öyle yazıyorum.) ataması yapılan Gediz Üniversitesine
nakletmek üzere yol hazırlığı yapıyormuş. Ona da bir, ‘Aramıza hoş geldin.’ deyip iyi yolculuklar diledim.
YAZI İSTEMELER
Eh, ne de olsa bugüne kadar adam gibi adamlarla arkadaşlık ettik, bazısı ‘çürük elma’ (A. Alpöge’yi
hatırlayınız.) olsa da adam gibi öğrenci yetiştirdik. Çeşitli sebeplerle yazı istenilmesi ne hoş… Hâlâ
hatırlanıyorsunuz, hâlâ dostluklar sürüp gidiyor.
44
Doç. Dr. Bülent Gül kardeşimizin yazısı, 45 yıllık (1967-2012) dostum Prof. Dr. Ahmet Bican
Ercilasun için bir armağan kitabı için yazı yazıp yazamayacağımı soruyordu. Kitabı, benim için de Prof. Dr.
Metin Ergun’un hazırlamakta olduğu Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayımlayacak. 01 Temmuz 2012
tarihinde olumlu cevabı sevgili Gül’e gönderdim.
Prof. Dr. Emine Gürsoy-Naskali için geçen yıl marangozluk-masal ilişkisiyle ilgili bir yazı
göndermiştim. Bu yıl konu ‘Kültürümüzde İsim’ olarak belirlenmiş. Yazımın adı, ‘Bu Adlar Niçin
Konulmuş?’tur. Teslim tarihi: 01 Mart 2013. Yetiştirmeye çalışacağım.
Sevgili İrfan Ünver, 75. yaşına dayanmış… Üç çeyrek yüzyıl… Oğlu Salih, babası için bir kitap
hazırlıyor. Oraya farklı bir yazıyı, mektup tarzında el ile yazılmış bir yazıyı, 08 Ağustos 2012’de kargoya
verdim. (Daha bilgisayar kullanmaya başlamamın emaresi yok ortalarda…)
Erciyes dergimizin iki kahramanından ilki Nevzat Türkten Ağabeyimiz bizim sevgili Prof.
Alptekin’imiz için bir özel sayı hazırlıyor. Ben de uzun bir yazı ile katılıyorum: Konya’da Yetişen Meyvelerin
Adlandırılmasındaki Farklılıklar. (Bu yazı daha sonra yayımlandı: Erciyes, 35 (417), Eylül 2012, 8-10). Âlim
Gerçel Kardeşimizi de hayırla ve sağlık dileklerimizle hatırlıyoruz.
Emekli adaylarından Prof. Dr. Ali Çelik için de özel bir sayı veya kitap düşünülüyormuş. Elbette bir
yazı ile katılacağım: Öğretmen Ali Çelik ile Asistan Doktor Saim Sakaoğlu’nun Fıkra Ortak Noktasında
Buluşmaları.
Erzurum yıllarımdan dostum (1967-2012, tam 45 yıl…) Prof. Dr. Tuncer Baykara için de Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsünün ‘Armağanlar Dizisi’nin bir sayısını ayırmıştı. Bizden de bir yazı istediler.
Ne var ki hatıra-makale ayırımı yapmadıkları için ben de, ‘Gezgin Baykara’yı Bir de Bana Sorun’ başlıklı altı
sayfalık bir yazı göndermiştim. Moskova, Almaata, Berlin hatıralarını kimseler yazamaz benden başka.
Yazık ettiler armağana… 1990’daki Moskova yolculuğumuzu kimler hatırlıyor ki? Moskova metrosunun
altını üstüne getirmemiz de öyle… Canları sağ olsun. ‘Hocam, hatıra yazısı koyamıyoruz!’ yollu bir tatlı
uyarıyı bile çok gördüler. Oysa Prof. Dr Metin Ergun benim için hazırlamakta olduğu armağana hatıra yazısı
da alıyor.
Konyalı Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay için de yine Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsünce bir
Armağan hazırlanıyor. Onun için de mahallelerimiz konulu bir yazı gönderdim.
Prof. Dr. Mustafa Cemiloğlu da emekliler arasına katılalı epey oluyor. Millî Folklor’un Kış 2013
sayısı da ona bir özel sayı hazırlıyor. Benim yazının adı, Geleneksel Fıkra-Modern Fıkra’dır.
Son olarak bir de Dr. Yaşar Kalafat için yazı istenildi, henüz cevap veremedim.
KARATAY KİTABI
Bu kitap Nefise Karatay(?)’ın kitabı değil, biline.
Zaman zaman çeşitli konularda kitaplar hazırlanır. Önce bir yazı ile veya telefonla yüz yüze
görüşerek bilgilendirilirsiniz. Gerekirse sonradan konu ile ilgili üst kişinin başkanlığında, genelde bir
kahvaltı masasının (masalarının) etrafında bir araya gelir, konuşursunuz. Meram Belediyesinin böyle bir
kitabı için 29 Mart 2012 tarihinde, Belediyenin yeni binasının en üst katında, Başkan Yrd. Doç. Dr. Serdar
Kalaycı’nın başkanlığında toplanmıştık.
İki yıl önce de böyle bir başlangıcı Karatay Belediyesi yapmıştı. Hatta konular belirlendikten bir
süre sonra Başkan Mehmet Hançerli Adalet Parkı’nda bir tahtatepede bilginler topluluğunu kahvaltıya
45
davet etmişti. Bir ara Başkan’a, “Kumköprü adı nereden geliyor?” benzeri bir zihin jimnastiği sorusu
yöneltmiştim. Meğer Başkan, benim önceden ulaştırdığım yazımı okumuş ki aynı bilgilerle -yeni söyleyişlebana dönüverdi.
Gel zaman, git zaman bir gün (24 Nisan 2012) o dönemde hâlâ Selçuk Üniversitesine bağlı olan
Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesinde bir arkadaşımı ziyarete gidiyorum. Geleni gideni çok… Ben ortadaki
sehpadaki kitap ve dergilerle ilgileniyorum. Birden Karatay Kitabı’nın şekillenmiş bazı tashihleri gözüme
ilişiverdi. Benim yazımın da orda olması gerekiyordu. Sayfaları dikkatlice karıştırırken oda sahibi, “Hocam,
sizin yazınız yok, kaybolmuş!” deyivermez mi? Doğrusu başımdan kaynar sular filan dökülmedi, çünkü
zaman zaman böyle kazalar her yiğidin başına gelebiliyordu!
“Yahu arkadaş, ben buralardayım, yıkılmadım, ayaktayım… İsteseydiniz bir çıktısını daha
gönderiverirdim.” deme alçaklığına da soyunmadım. Prof. Alptekin’in benim için hazırladığı 67. yaşımla
ilgili armağana bir yazı ile katılan, Tokat Gaziosmanpaşa Lisesinden öğrencim Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Yardımcı’nın makalesi elimize kadar gelmesine karşılık sayfalar bağlanırken kayboluverdi. Benimkiler bana
yeter, başkalarının günahına ortak olmak istemem.
Derken dostlarla konuşuyoruz. Bir Karatay Kitabı lafıdır gidiyor. Gitmekle kalmıyor, 02 Temmuz
2012 akşamı Hilton Holliday Inn’de kitabın tanıtım yemeği varmış! Tabii bizim yazı kayboldu ve kitaba
giremedi (!) ya, yemeğe de çağrılmadık. Aman ne isabet, o akşam küçük kızım ve damadımla, daha
önceden planlanmış bir yemeğimiz var. Nerede mi? Manisa Lalesi Oteli’nin lokantasında… Sakın bu otelin
nerede olduğunu sormayın. Siz o oteli Latince adıyla bilirsiniz.
Ya, işte böyle… Kitapta boy gösteremediğimize / yer alamadığımıza mı yanalım (!), Hilton’un
hayatımda hiç tadmadığım (!) yemeklerinden mahrum kaldığımıza mı üzülelim (!),
hatta olayları
okuduğunuz şekilde kâğıda döktüğüm tarihe (04 Ağustos 2012) kadar bir Allah’ın kulunun o kitaptan
tarafımıza ulaştırmak ne kelime, ‘Gel, filan yerden al.’ diye nazikçe davetine muhatap olamadığımıza mı
kahrolalım (!), bilemedim. Ne deniliyordu o güzelim türkümüzde;
Derdim çoktur hangisine yanayım
İşte o günlerden (hangisi: 24 Nisan mı, 02 Temmuz mu?) sonra ‘Karatay Kitabı da Karatay Kitabı… ‘
diye yanıp tutuşuyorum! Râviler rivayet ederler ki, Karatay Belediyesi bir zamanlar benim kitaplarıma ev
tahsis edecekti. Onların temsilcileri benim bir yazımı koruyamıyorsa ben 20.000 kitabımı nasıl emanet
edeceğim? Yazımın kaybolmadığını biliyorum. Sebebini açıklayıp da bir kalp kırmayalım, bana yakışmaz.
MERAM KİTABI
Meram Belediyemiz de bir Meram Kitabı hazırlıyor, hem de ikinci kitap olarak… Başkan Yrd. Doç.
Dr. Serdar Kalaycı’nın daveti üzerine, 29 Mart 2012 sabahı bir kahvaltı masası etrafında toplandık. Ben,
‘Meramlı Nüktedanlar’ı yazıp teslim ettim. Hem de bir sürpriz ortağımla… Basılınca öğreneceksiniz.
Aman dikkat, şeytan kulağına kurşun; bunun sonu da, Karatay Kitabı’nınki gibi olmaz inşallah.
SELÇUKLU BELEDİYESİNİN OKUMA SEFERBERLİĞİ
Belediyelerimizin kitap ve dergi yayınlarının yanında semt ve mahallelerde kitaplık açmaları birer övgü
sebebidir. Selçuklu Belediyesinde, Kütüphanecilik Haftası’nda yaptığım konuşma öncesinde edindiğim
46
bilgilere göre bu ilçemizin açılmış on kadar, açılacak da bir o kadar kitaplığı varmış. Ancak onlar okuyucu
çıtasını yükseltmek istiyorlar.
Belediyenin bu tür işlerle ilgilenen Abdülkadir Gök Bey’in daveti üzerine, 12 Haziran 2012’de
toplandık. Çağrılanların bir bölümü gelememişti. Görüş alışverişinde bulunduk ve önerilerimizi ilettik. Birer
de formu da, doldurup göndermek üzere almıştık. Sonucu bekliyoruz.
ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Eskiden öğretmenler sadece, okullarının kuruluş gününde hatırlanırdı: 16 Martlar… Sonradan bir
de 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne kavuştuk. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ‘Baş Öğretmen’lik unvanının
veriliş tarihi olan 24 Kasımlar 1981’den itibaren böyle anılmaya ve kutlanmaya başlandı. Bu yıl bu güzel
gün, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Konya Şubesi tarafından, aynı gün, Konya Dedeman Oteli’nde
(Hotel olabilir mi?) kutlandı. Benim de bir küçük konuşma yapmam istenildi, biz de gereğini yerine
getirdik.
YILLIK DERNEK KONGRELERİ
İLESAM’ın genel kuruluna dolaylı olarak katıldım. Yengemiz Hatice Gülensoy’u noter aracılığıyla
vekil tayin etmiştim. Oyum boşa gitmemiş, Mehmet Nuri Parmaksız’ın ekibi yine çoğunluğu sağlamış: 31
Mart 2012.
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Derneğinin olağan toplantısı, her defasında olduğu gibi, ikinci
haftada, 26 Mayıs 2012 Cumartesi günü kendi güzel salonunda toplandı.
Geleneksel öğle yemeğimiz, gene, Bahçeli’deki Karadeniz Lokantası’nda yenildi. Yemek ve sofra
sohbeti güzeldi. Toplantının ve yemeğin en anlamlı tarafı, yaşı 95’i aşan, hocaların hocasının hocası Prof.
Dr. Oktay Aslanapa ağabeyimizin de aramızda olmasıydı. Ankara’daki bazı arkadaşlarımızın gelememelerini
ise anlayışla karşıladık!
YÜKSEK ÖĞRETMENLİLER YEMEĞİ
Bir zamanlar İstanbul’da, Aksaray ile Topkapı arasındaki semtlerden birinde bir güzel okul vardı:
Yüksek Öğretmen Okulu… Hatta adının önüne bir de semtin adı, Çapa adı eklenirdi. Vaktiyle lise mezunu
ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Fen Fakültelerinin belli bölümlerindeki öğrenciler, devlet tarafından
okutulmak üzere sınavla seçilir, bu okulda okutulurdu. Mesela, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne alınacak
öğrenciler, aynı binada eğitim veren Eğitim Enstitüsünde görevli hocaların önünde sınava alınırdı. Kimler
miydi bu hocalar? Orhan Şaik Gökyay, Nihâd Sâmi Banarlı, Haydar Ediskun, Baha Dürder, vb. Daha sonra
öğrenci alım kuralı değiştirilerek lise son sınıfa geçenler hazırlık sınıfına alınmaya başlandı. Ankara ve
İzmir’de de kardeş okullar açıldı. Derken aklıevvel bir zat bu okulların köküne kibrit suyu döküverdi. İşte
biz Konya’da görev yapan faal ve emekli mezunlar o ruhu canlı tutabilmek için her yıl, ülkemizde öğretmen
okullarının ilkinin kuruluş tarihi olan 16 Mart 1848 tarihinin yıl dönümünde, o gün eğer cumartesi değilse
ilk cumartesi günü bir yerde toplanır, güzel bir akşam yemeği yeriz. Eşlerin ve çocukların da katıldığı bu
yemekleri her yıl bir arkadaşımız düzenler. 2012’nin 16 Mart’ı bir cumartesi gününe rastladığı için gününde
toplandık. Nerede mi? Necmettin Erbakan Üniversitesi (Ad, önce Selçuk idi, sonra Konya olmuştu.) Ahmet
Keleşoğlu Eğitim Fakültesinin (Benim dekanlığım zamanında (1988-1994) kişi adı yoktu.) bahçesindeki bir
lokantada: Lezzetkâr Restaurant! Ne anlama geliyor ki?
47
YEMEK DE YEMEK
Atalar, ‘Can boğazdan gelir.’ diyordu, ancak unutulmasın bazı canlar da boğazdan gidiyor. Obezite
nam hastalık herhâlde ‘çöpten çelebi’lerime musallat olmuyordur.
Mahallemizde bir kasap var: Yüksel Kasabı. Küçük bir manav bölümü bulunan bir de bakkalımız
(Onlar market diyorlar.) var: Elifsu Market. Geldiğimizden beri beş defa kiracı ve ad değiştiren fırınımızı da
unutmayalım: Kunt (Son zamanlarda Beyza oldu.) Fırını. Bunların evimize en uzağı 120 metre. Artık bazı
misafirlerimizi bu üçlü ağırlıyor. Haydi, yöntemimizi açıklayıverelim: Bakkalımızdan domates, biber ve
maydanozu alıyorum, komşu kasaba götürüyorum. “Osman Efendi, on etliekmek istiyorum ama sen ona
13-14 kişilik et koyacaksın ki yediğimizde etin tadı damağımıza sinecek.” Osman Efendi usta ya, hemen
havaya giriyor: “Hocam, etliekmekte et oranı fazla olacaksa sebze oranı aza düşürülür.” Anlaşıldı, bizim
Ahmet Bey’den aldıklarımızın bir kısmı saf dışı kalacak. Onu sıkıca tembih ediyorum: “Sofraya altıda
(18.00) oturacağız, sen ona göre iç’i hazırla ve fırına ulaştırıver. Ben birini gönderir, oradan aldırırım.
Unutma biraz da biber ütüver!”
Yemek zamanı gelince bizden birileri fırının kapısında görünür ve cânım etliekmeğin ilk partisini
evimize ulaştırır. Böylece etliekmekler masamızda soğumadan, taze taze yenilir. Yanında evde hazırlanmış
salata, belki yine evde hazırlanmış ayran… İtiraf edeyim, bazı yerlerde etliekmeği yerken domatesin,
biberin, maydanozun arasından eti bulup çıkarıncaya kadar benim canım çıkıyor. Onun için etliekmeği de
ustasından yemek gerek.
11 Mayıs 2012’de; kayınbiraderim Turan Gülel (O da artık Ziraat Bankası Başmüfettişliğinden
mütekait.), eşi Asuman Hanım, Üstün Ailesi (Güven’le annesi Seren ve babası Aydın), Gülellerin kızı
Tuğba’nın kayınvalidesi Şule Dölen Hanım ve bizim, artık küçüle küçüle iki kişiye inan ‘emekli’ çekirdek
ailemiz… Ne demişti bizim Dadaş’mız: “Ağabeyi, İstanbul neçi, Erzürüm yayla!” Doğru, Konya böreği,
tandır kebabı ‘neçi’, bizim özel etliekmeğimiz “yayla.”
Aynı güzelliği bir de 17 Haziranda paylaştık. Küçük kızımız Seren’in Kayınvalidesi Hatice Üstün,
kayınpederi Kerim Üstün, görümcesi Deniz Gezgin ve eşi Dursun Bey ile kızları İrem ve elimizde büyüyen
Ceren’e Konyalı Üstünler de (Güven, Seren ve Aydın) katılınca bizim hane şenleniverdi. O gün damaklar
damak olduklarının farkına varıyor.
Bazı işyerleri Batı’ya (!) koştukça lokantalarımız tarihî ve mahallî adlara sığınıyor. Yeni Meram
Caddesi (Eskiden ‘Yolu’ diyorduk.) iş yerleriyle süslenirken (!) aslan payını yemekçiler üstlendiler. Hâlâ eski
adıyla anılan SSK Hastanesinin karşısındaki etliekmekçi Cemo ilkokula başlayacak çağa geldi. Onun
ilerisindeki farklı bir yiyim evi, ünlü bir dondurma markasıyla hatırlanıyor: Mado, O da yürümeye başladı.
Kuruluşunda Belediyenin malı olup daha sonra Osmanlı Marketi olan USAM (ucuz satış mağazası)ın son
şekli birkaç yaşındayken bu yaz başında yıktırılan Sincap AVM’nin bir tarafında, Evliya Çelebi Parkı’nın
içinde doyurma hizmetleri verilirken öbür yanındaki spor tesisinin yanındaki mantıcı da bir yıldan beri
Yeniyol Köftecisi olarak hizmetine devam ediyor. Meram’a giderken, solda kalan Askerlik Şubelerinin
karşında iki katlı Havzan Etliekmek’le Domino’s Pizza yer alıyor. Lastik Durağı’ndaki Ziraat Bankası Meram
Şubesi açılıncaya kadar, Yeniyol üzerindeki (Yeniyol Konakları’nın karşısı) İş Bankasıyla aynı sırada ve Ajans
(önceleri Güllüce) Sokağı’nın öbür köşesindeki Horanta Restaurant (Belki de lokanta) yakın zamana kadar
şehirden çıkıştaki ilk yiyim evi idi. Yaz başında onun da pabucu dama atıldı. Sema Oteli’nin kardeşi olarak
yapılıp da uzun yıllardan beri ruhsat alamayan binanın alt katı, kış sonunda allandı pullandı, yiyim evi
oluverdi: Maşagâh. Bitmedi, Ziraat Bankasının on metre ilerisinde, Sivaslı Ali Kemalî Caddesi üzerinde bir
48
de Keyf Mantı var. Acaba SSK’nin çevresinde Cemo’dan başka yerler yok mu? Olmaz olur mu? Artık Yeniyol
‘Lokantalar Yolu’ oldu. Hani 40-50 yıl önce şehrin merkezinde bir ‘Aşçılar İçi’ vardı ya, şimdi de Yeniyol o
işi görüyor. Ancak artık kaldırımlar otopark olmayı sevdi diyebiliriz!
Yedi yıl kadar önceydi. Emekli olmak üzereydim. Şimdi oturmakta olduğumuz evimizi yeni almıştık.
Bu evimizin yakınında oturan iki öğrencim vardı: Biri Sivaslı, öbürü Kayserili… Âdem ile İsa. İkinci öğretimde
okudukları için bazı geceler onlarla birlikte dönerdik. Bir gece onlara yemek yedirmek istedim. Yeniyol’da
tık yok. Meram son durağa kadar gittik de orada nefisleri köreltecek bir şeyler yiyebilmiştik. Şimdi mi?
Okudunuz, ilâmaşallah… Adım başı bir yiyim evi. Hem de her türlüsünden… Şimdi de, şehrimizin çeşitli
ortamlarındaki bazı yemeklerimiz…
07 Ocak 2012: Tuğba-Serdar Dölen çifti Konya’daydılar. Yeniyol Havzan Etliekmek’te bayağı
kalabalıkçaydık.
06 Mart 2012: Tuğba, kayınvaldesi ve bizler Horanta’dayız.
26 Nisan 2012: Güven Paşa ile Keyf Mantı’dayız.
15 Mayıs 2012: Tuğba’nın doktora yemeği… Kimler yok ki… Horanta…
14 Haziran 2012: Milas’tan gelen dünürlerimizle yine Horanta’dayız. (Babalar Günü’ydü de…)
15 Haziran 2012: Selçuk Üniversitesi Yerleşkesi üzerindeki Japon Bahçesi’ne, Milaslı konuklarımızla
kuşluk yemeği. (Siz ona lisan-ı ecnebide bıranç mı diyorsunuz!)
05 Kasım 2012: Milas’tan gelen dünürlerimizle Meram Cemo’dayız.
Yemeklerin bir de Erdemli ayağı olmalı… Öyle ya, yılın çeyreğini orada geçiriyoruz. İşte onlardan
akılda kalanlar…
28 Temmuz 2012’de, Erdemli’nin batısında, Limonlu’daki Faruk Şıhman Sitesi’nde evleri olan,
Konyalı dostlarımız Nalan-Prof. Dr. Ramazan Arı çiftini, Altunsahil’deki Çetin Usta’da ağırladık.
02 Ağustos 2012’de, Erzurum’dan öğrencim, Erdemli Lisesi Edebiyat Öğretmeni Murat Arıcı bizleri
Erdemli sahilinde bulunan Yılkent Sitesi’nin onuncu katındaki evinin balkonunda, mehtaba karşı ağırladı.
Aylardan Ramazan…
09 Eylül 2012 akşamı sitemizeki Çetin Usta’da farklı konuklarımız vardı. Selçuk Eğitimden
diplomalarını imzaladığım eski öğrencilerim ve yakınları: Mehmet Ali Solak ve eşi, kardeşi Hasan ve
çocukları… Bu Hasan, bizim Altınsahil’e geldiğimiz yılların yaz aylarında site görevlisi olarak çalışırdı. Laf
arasında benim Selçuk Üniversitesinden olduğumu öğrenince durumu ağabeyine açmış. Artık aramız gayet
iyi… Bir sabah uyanıyoruz ki kapıda incir veya üzüm veyahut domates, vb. Bahçenin ve bağın ürünlerinden
‘hoca payı’mız unutulmuyor. Hatta bir gün yaylalarına ve bahçelerine de gidip hava aldık. İşte Solak Ailesi
böyle bir aile.
Bir de Konya’da ikram edilen yemekler var, onların da hatırı kalmasın.
10 Mayıs 2012: Tuğba’nın kayınvalidesi Şule Hanım’ın davetlisiyiz. Türkçesi Manisa Lalesi diye
bilinen otelin lokantasındayız.
02 Temmuz 2012: Manisa Lalesi Oteli’nin lokantasındayız Üstün çiftinin davetlisiyiz: Güven
Milas’ta ve bizler dört kişiyiz.
26 Temmuz 2012’de, Prof. Alptekin ve ailesiyle Akyokuş’ta güzel bir iftar yemeğinde idik.
(Yurdanur Hanım Erdemli’de…) Ali Bey’in torunu Göktuğ Paşa ve annesi Matematik doçenti Gökçen Koçer,
Ayşe ve Prof. Alptekin. Damat Atilla, şehirde bir kurumun iftarında olduğu için bizlere gecikerek katıldı.
49
Konya İmam Hatip Lisesinin edebiyat öğretmenleri, yıllık dergileri için benimle bir konuşma
yapmışlardı. O hanımefendi ve beyefendilerle, TAKA’da bir öğle yemeği yedik: 25 Nisan 2012.
Öğretmenlerin çoğunluğu öğrencim idi.
Ramazan Bayramı 19-21 Ağustos 2012 Pazar-Salı günlerine rastladı. Bayramın ikinci gününün
akşamı, Nalan-Prof. Arı çiftine akşam yemeğine davetli idik. Nalan Hanım ayağından rahatsız olduğu için
bazı yiyecekler Ramazan Bey’in imzasını taşıyordu. Makarnası acılı ise de salatası çok lezzetli idi.
30 Aralık 2012 Pazar, yılın sondan ikinci günü… Geniş ailemiz Bilecik’te. Büyük damadım Dr. Ali
İlhan Manavgat buraya gelişlerinde bir et lokantası keşfetmiş: İmren Izgara. Akşam yemeğini orada yedik.
Güzel bir yer… Güven’in garson ağabeylerine yardımcı olması da ayrı bir hava…
Kahvaltıların da hatırı kalmasın. İşte bazıları…
22-23 Mart 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen Âşıklar Bayramı’na gelen konuklar, 24 Mart 2012
sabahı, konakladıkları Hekimevi’nde kahvaltıdayken ben de aralarına katıldım. Söz ile aş birbirine karıştı.
Tuğba kızımızın kayınvalidesi Şule Dölen Hanım, 12 Mayıs 2012’de; Sakaoğlu, Güler ve Üstün
Ailelerini evinde kahvaltıda ağırladı.
Selcen’imiz Konya’mıza gelir de ona bir ev dışı kahvaltısı yaptırmaz mıyız! 18 Kasım 2012 Pazar
sabahı atladık Aydın’ın yeni arabasına (ki Güven Paşa yol tanımı sisteminden ötürü ‘Kara Şimşek’ adını
verdi.), ver elini Haz Bahçe. İşitirim, önünden geçerim ama gitmek kısmet olmamıştı. Geleneksele yönelik
hizmet veriliyor.
Bir de Konya böreğimiz var; son yıllarda onu da zarara uğrattık. Etliekmek ile böreğimizi karıştırıp
adına Mevlâna deyiverdiler. Yetkililer yasakladı ama hâlâ pek çok yerde eski tas… Av. Ağabeyimiz Özgen
Küçükkoner’in bürosunda ara sıra börek faslı yapılır. Hemen yakındaki bir yemek evine verilen sipariş biraz
sonra sehpamızı süsleyiverir. Sonuncusu mu? 26 Kasım 2012.
TOPLANTI YEMEKLERİ
Bilimsel toplantılar veya konferans vermek için yollara düşmeler, bazen güzel ve hoş bir ortamda
yemek yemenizi sağlar.
01 Mayısta 2012’de, 09.00’da Kontur’la Bolu’ya… Vefalı öğrencilerimden Doç. Dr. Erol Öztürk
karşıladı. Akşam yemeği öncesi, bayram günü olması sebebiyle herkesin aktığı Abant Gölü çevresinde tur
attık. Yrd. Doç. Dr. Şaban Bey de bizimleydi. Yemeği çok farklı bir ortamda balık yiyerek yerine getirdik.
Nefisti; hem balık hem de ortam. Ertesi gün öğle yemeğini yediğimiz yarı kapalı ortamda kimler yoktu ki…
Sağ olsun bütün katılan arkadaşlar,
06 Haziran 2012’de, l3.00’te bu sefer Kâmil Koç’la Isparta yollarındayım. Süleyman Demirel
Üniversitesinin kardeş bölümünden, lisanstan Erzurum’dan öğrencim Yrd. Doç. Dr. Cafer Gariper ile
doktoradan Selçuktan öğrencim Yrd. Doç. Dr.Halil Altay Göde karşıladılar. Akşama kadar Isparta’nın bir
bölümünü fethettik. Sonra, dağ eteklerinde bir yerlerde ‘Isparta’ya nâzır’ bir akşam yemeği yedik.
Yeri burası mıdır bilmem ama ben burayı uygun gördüm. Balıkesir’de, gençlerin halk bilimi konulu
toplantısının ilk akşamı… Topluca yemeğe gideceğiz sekiz on kişi. Kırmızı etsiz, sebzeli bir lokantaya
gidilmesini önerdim. Neyse, öyle bir yer buldular. Hem de üç kap beş TL. Ben yemeklere bakarak siparişimi
50
verdim. Derken gençler tabaklarımı (!) getirdiler. Tabak demeye bin bir şahit ister; mübarekler, biraz
abartarak söylüyorum, çay bardaklarının altına konulan tabaklar var ya, sanki onun dedesi gibi. Meğer
(meğerciğime, meğerimse, meğersem) orası daha çok öğrencilerin uğradığı yermiş. Diğer iki gün gerçek bir
sebze lokantası bulduk da Balıkesir’de normal tabakla servis yapılan lokantanın olduğunu gördük.
HIRTLAK NEDİR, BİLİR MİSİNİZ?
30 Temmuz 2012’de bizim Ereğli’den bir telefon… “Hocam, evde misiniz?” Telefondaki ses,
lisanstan ve doktoradan öğrencim, Selçuk Üniversitesi Ereğli Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden Yrd.
Doç. Dr. Selçuk Peker’in sesi. Konya’ya gidecekmiş, eğer hırtlak seviyorsam getirecekmiş. Bir de farklı bir
pide… Herhâlde yağlı bir yapısı olacak ki onu istemediğimi, Ama Konya’da olmadığım için hırtlağı da
alamayacağımı söyledim. Cevap kesin: “Hocam, kargo ile gönderirim.”
Selçuk akşam Ereğli’ye dönünce doğru kargoya… 01 Ağustos 2012 Çarşamba sabahı hırtlaklarıma
kavuşuyorum. Aranızda, “Hırtlak da ne ola ki hocam?” deyü sual edenleriniz olabilir. ’O’ makbul yiyecek,
Derleme Sözlüğü’nde (VII/H-İ) şöyle açıklanıyor: Olmamış, ham kavun. Kelimemizin bu yazımıyla birkaç
anlamı daha var. Kullanıldığı yerler arasında Konya’nın ilçeleri de yer alıyor ama kelimemizin buraya
alınmamış özel bir anlamı daha var. Bizdeki anlamı ise şöyle: Kavunun küçüğü, âdeta elma, armut kadar
olanı. Hamdır ama kelek değildir; kendine özgü bir tadı vardır ki tarifi imkânsızdır, illaki yemeniz gerekir.
İki akşam sonra bize uğrayan iki üç komşumuzdan biri olan Konyalı Ayten Kayaalp Hanım bayıldı da
bayıldı… Ancak Adanalı arkadaşlar bir şey anlamadılar!
Sevgili Selçuk, Erdemli’den ikinci Konya dönüşümün ikinci günü (15 Ağustos 2012) daha tazeleriyle
dolu bir poşet dolusu hırtlak getirmez mi? Bayram ettim, bayram…
GELENEKSEL ÇAY BAYRAMI
Bu bayramı dünyada bir tek ben kutlarım. 06 Haziran 1969 Cuma günü saat 13.30, Bayburt ilçesi
(1989’dan sonra il) yarı açık cezaevinde mahkûm ve tutuklularla sohbet ediyorum, belki derleme
yapabileceğim. O günden sonra çay içmemeye, hem de kesin olarak karar verdim. Oysa bu tarih 05
Haziran 1967 Perşembe günü idi de açık havada oturduğumuz hapishane yorgunlarının çayını almamazlık
edemezdim; ‘Beğenmedi.’ diyebilirlerdi. Böylece 24 saat tehir ile tarihi 06.06.69 olarak yeniledik
İnsanları bu konuda ikna etmek çok zor oluyor. Hemen sorarlar, ‘Kahvaltıda da mı içmezsiniz?’
veya ‘Kahvaltıyı nasıl yapıyorsunuz?’ Vallahi kahvaltıda da içmiyorum, kahvaltıyı da çaysız yapıyorum.
Bu yıl 06.06.12 tarihi çarşambaya rastladı. Kahvaltıda Yurdanur Hanım’la bir bardak özel çay içtim.
Böylece Çay Bayramımı da kutlamış oldum... Akşam ise Isparta’da idim. Cafer Gariper ve Halil Altay Göde
ile yenilen o güzel akşam yemeğinden biraz sonra, o nefis manzaraya karşı bir bardak çayı daha devirdim.
Bakalım, 364 gün sonra, 06.06.13’ kısmet mi?
IHLAMUR TOPLAMA VE IHLAMUR BAYRAMI
Canım ıhlamur, sensiz de olmuyor ki… Torunum Güven Paşa, ne zaman boğazından rahatsız olsa
hemen dileğini dile getirir
“Dede , bir ıhmalur içelim mi?”
Benim özel demlememle ıhmalurlarımızı içer, keyfimize bakarız. Bu yılki Ihlamur Toplama Bayramı
19 Haziran 2012’de kutlandı. Prof. Alptekin ile kaptan Mehmet Anadol da bizimle birlikte idiler. Bahçe
51
sahibimiz Av. Mehmet Ali Uz ayrıca olgunlaşan meyvelerden de; kayısı, kiraz, vişne ağaçlarını işaret etti.
Sohbetin devamında üçlü, kırmızı suya talim ederlerken ben de taptaze altın suyunu yudumluyordum.
AĞIRLANDIĞIMIZ (H)OTELLER
Eh artık yaşımız kemale erdi, toplantı (kurultay, sempozyum, panel, konferans, vb.) için gittiğimiz
illerde ağırlanırken lükse kaçan otelleri şereflendiriyoruz. Son birkaç otelin adını bir hatırlayalım: Bilkent
Hotel (Ankara), Çavuşoğlu Tower Hotel (Tokat), Niğde Grand Hotel, Hotel Grand Yılmaz (Balıkesir),
Colossea Termal Hotel (Denizli). Bir de Ankara Öğretmen Evi var. Bazı üniversitelerimiz ise kendi
konaklama birimlerinde ağırlıyor: Atatürk, Bolu İzzet Baysal, Karadeniz Teknik ve Süleyman Demirel
Üniversiteleri.
NİSSAN 2000 / PRİMERA
Bugüne kadar birkaç araba değiştirdim. İlki, 1980’de aldığım 1973 Ford Taunus idi. Dediklerine
göre o yılların en tutulan Ford’u imiş. Sonra iki Renault nam-ı diğer Reno… İkisi de sıfır km idi. 29 Eylül
2000’de satın aldığım, 100.000 km’den sonra rektefiye gören arabamız gittikçe yaşlanıyor. Buluğ çağına
bile geldi. Nedense değiştirmek istemiyorum, ama suyunu, yemini ihmal etmiyorum. 07 Mart ile 12
Haziranda iki iyi bakım geçirdi. 02 Temmuzda ise kontrolleri yapılıp taburcu (!) edildi. Erdemli yolları onsuz
olmuyor. 17 Aralık 2012 Pazartesi akşamı bu yılın son sürüşünden sonra sitemizin garajına çektiğimde km.
146.275 idi. (Not. Denizli Sempozyumu ve Bilecek’te büyük kızımı ziyaret sebepleriyle Nissan’ı tekrar
kullanma tarihim 05 Ocak 2013’e kadar bekledi.) Artık o her yıl çevre kirliliği konusunda görücüye çıkacak.
Bu yıl TÜV’den muaftık!
AİLEMİZDE YENİ BİR ARABA
Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi olan Milaslı
küçük damadım Doç. Dr. Aydın Üstün 48 plakalı bir Renault kullanıyordu. Artık onun 2012 model bir
Volkswagen’i var. Ben modelden filan anlamadığım için daha fazla bilgi veremeyeceğim; sadece Türkçesini
de bilmediğim bir özelliği varmış, navigasyonluymuş. Güle güle kullansınlar. İşin ilgi çekici yanı, satış işlemi
tamamlanan arabayı almak için 17 Kasım 2012 günün sabahının erinde uçakla İstanbul’a uçtu; gecenin bir
saatinde arabasıyla aramıza döndü.
YÜKSEK HIZLI TREN (YHT)
2011’de binmenin kısmet olmadığı bu trenimize 2012’nin başında, 2011’in mektubuna son şeklini
verdiğim günlerde (06 Ocak 2012) bindiğimi bildirmiştim. Ama o, daha sonra bizi yollarda koyuverdi. Bir
Ankara dönüşü (22 Ocak 2012) seferler iptal edilince ver elini emektar AŞTİ. Derken bir ay sonraki bir
Ankara yolculuğumuz da Konya Garı’nda bilet iadesiyle sona erdi. Yaz başında ise, galiba iki üç aylığına
seferler Konya-Sincan-Konya şeklinde gerçekleştirildi. Sincan-Ankara-Sincan seferleri ise balık istifi
tomofillerle yapıldı. Neyse, ben şanslıydım, bir kere yakalandım.
TÜRLÜ ÇEŞİTLİLER
29 Haziran 2012’de, yıllar sonra bir defa daha TBMM’ye uğradım. Konya milletvekilimiz Opr. Dr.
Mustafa Baloğlu’nu ziyaret ettim. Kendilerini Akşehir Belediyesi Başkanı iken tanımıştım. Meclisi daha
önceki son ziyaretim Prof. Dr. Metin Ergun’u görmek içindi ve eşi, sevgili kızım Doç. Dr. Pervin Hanım’la
odasını kolayca buluvermiştik.
52
Yine Çaybaşılılığım kabarıverdi. 21 Haziran 2012 Perşembe günü, yeni oluşturulan Çaybaşı
Mahallesi’nin Mesnevi Konutları’nın yanındaki boş alana yarı olimpik yüzme havuzunun temeli atıldı. Ben
de bir nostalji konuşması yaptım. Sonra beş altı kişi birden butonlara (yani Türkçesi bildiğimiz düğme)
basarak havuzun temelini atmış olduk.
Sergiler başlığı altında andığımız grafiker bilim uzmanı Baybars Gülensoy, ölümünün 40. gününde,
Konya’da, kendisinin de mensubu bulunduğu İzciler Lokali’nde hatırlandı. O gece aynı zamanda vefa
kelimesi de teraziye vurulmuştu.
Küçük damadım Doç. Dr. Aydın Üstün’ün bölümüne konuk olarak gelen, Tallin (Estonya) Teknoloji
Üniversitesi öğretim üyelerinden ulaşım profesörü Artu Ellmann’a 14 Mayıs 2012’de, evimizde akşam
yemeği verdik. Sohbetlerimiz ise lisan-ı ecnebi üzre idi.
Konya’da ilk defa mahallemizde (Melikşah M.) Organik Gıda Pazarı açıldı: 25 Ağustos 2012
Cumartesi. Haftada bir gün… O gün Konya’daydım ama açılışta kalabalık bir protokol erkanı olacaktı; ben
de ikindi üzeri gidip adam gibi dolaşıp ‘organik’ yani kurtlu armut aldım.
2012’DEN GÜZEL TARİHLER
Beşer, her yıl kendine bazı tarihleri tapınma günü ilan eder. İki yıl öncsinin 11.11.11 çılgınlığı bu yıl
biraz daha büyüyerek 12.12.12 çılgınlığına dönüştü. Birkaç yıl önce de bir zaman dilimine takılmışlardı.
2003’ün Şubatının birinci gününde, saat 04’ü 05 dakika 06 saniye geçeyi şöyle listelemişlerdi:
01.02.03.04.05.06. Neyse biz 2012’mize gelelim. İşte size gün, ay ve yılla ilgili bazı tarihler:
21.02.2012: Tersinden okununca da aynı tarih çıkıyor.
10.11.12, 12.12.12, 12.11.10.
24.02.12: 24 bölü iki eşittir 12.
06.02.12: Altı çarpı iki eşittir 12.
06.06.12: Altı artı altı eşittir 12.
BAŞ DÖNDÜREN BİR AD DEĞİŞTİRME
Konya’mızın ikinci devlet üniversitesinden söz edeceğim. Bu üniversite aslında Konya
Teknik/Teknoloji Üniversitesi olarak kurulacaktı, ama ‘Teknik’in öğrencisi az olur, biz klasik üniversite
açalım da çokça öğrenci gelsin.’ diye düşünülerek; Bursa, Adana ve Erzurum’da açılması kabul edilen
Teknik Üniversitelerden sonra sıra Konya’ya gelince reddediliverdi. Sonra? Sil baştan, klasik bir üniversite
kurulması yoluna gidildi. Adı mı? Tabii ki Konya. Galiba onlarca dâhilî ve haricî profesör, bu genç
üniversitenin ‘kurucu rektörü’ olmak için çırpınıp durdular. Aralarında kimler yoktu ki… Elbette çok iyileri
de vardı ama… Şans, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesinden Prof. Dr. Muzaffer Şeker’e güldü. Aday
listesindeki bazılarının aday olma konusundaki cesaretlerine (!) hayran kaldığımı ifade etmek isterim.
Derken, Selçuk Üniversitesinin şehirdeki üç fakültesi bir gecede Konya Üniversitesine bağlanıverdi.
Benim vaktiyle iki dönem dekanlık yaptığım Eğitim Fakültesi de buharlaşıverdi. O artık Konya Üniversitesi
Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi oluverdi.
Yanılıyor muyum acaba? Değişiklikler devam ediyor. 11 Nisan 2012 tarihinde, 6287 sayılı bir
kararla (KHK de olabilir, bu tür hukuki terimlerin yabancısıyım.) üniversitenin adı bir daha yenileniverdi:
Necmettin Erbakan Üniversitesi… Arkası devam ediyor, şükür değişmedi: Selçuk Üniversitesi  Konya
Üniversitesi  Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ). Sizi temin ederim ki bu ad değişmeyecek. Çünkü
atalarımız, ‘Hak oyunu üçtür.’ demişler; biz Konyalılar üçü tamamladık.
53
DENİZE MERHABA
Yıllardır denize sıfır bir sitede yaşıyoruz, ama ben son birkaç yıldan beri denize girmiyorum. KEYF
BENİM DEĞİL Mİ? Siz de 1982 yazında (ağustos ortaları) deniz yüzünden ateşinizi 39.5, 40’a kadar
yükseltmişseniz, elbette ‘üfleme’ fiilini hatırlayacaksınız.
Ancak dün akşam 19.00 sularında Akdeniz’in ılık sularıyla tanıştım. Kumsala indim, kıyıya paralel
olarak yürümeye başladım. Deniz dalgalıydı; sular kâh ayak bileğime, kâh dizlerime ‘Merhaba’ diyordu.
Ben de, onlar zahmet etmesinler diye kıyıya paralel yürümek yerine dalgalara doğru yürümeye başladım.
Epey yürüdüm, yürüdüm; çakıllarla tanışınca biraz duraksadım. Yetmez mi? Bu akşam da deneyeceğim.
Yarın mı? İşte o mümkün değil, çünkü birkaç günlüğüne Konya’ya gidiyorum.
ALMANYA’DAN KÖTÜ HABERLER
Alman Eğitim ve Araştrma Bakanı Annette Schaven, doktora tezinde intihal yapmış. Der Spiegel,
Düsseldorf Üniversitesinden Annette Schaven’in tezinde intihal var diye inceletmiş. Şüpheli 60 bölümü
inceleniyormuş.
Geçen yıl da Savunma Bakanı Karl-Thedor zu Guttenberg, intihal yaptğı ortaya çıkınca istifa etmek
zorunda kalmıştı (Milliyet, 16 Ekim 2012).
Bizde de öyleleri var ki çalışmalarının tamamı neredeyse öğrenci tezlerine dayanıyor; ancak bu
intihalciler de rektörlerine dayandıkları için kahramanlar gibi ortalarda dolaşıyor. İşin ilgi çekici yanı, ‘hâmi’
rektörlerce oluşturulan ‘hey’et-i tahkikiye’ler arzu üzerine kuruluyor. Alanın asıl uzmanları varken
‘koruyucu ve kollayıcı’ zevat görevlendiriliyor. Haydi, bizim alandan bir örnek verelim. Örnek birazcık
hayalî gibi olsa da amacı 12’den vurmaktadır. Türkoloji ile ilgili bir prof.luk tezi... İntihal şüphesini
araştıracak kurulda meteoroloji mühendisliği ve İngilizce prof.ları var. ‘Ne alaka?’ demeyin, belki de kel
alakadır. Üçüncü üyeyi unutmadık. O da intihal olduğu iddia edilen tezin yapısı ve konusu gereği Arapça
bilen hocalardan olmalıdır. Ama değil, yabancı dili ENGLISH olan biri… Oysa kıdemli ve belge sahibi,
yabancı dili ARAPÇA olan hoca öteleniyor. Böylece, bizim, ‘hey’et-i aklama’ diye tarihe mal ettiğimiz kurul
görüşlerini, ‘İntihal mintihal, hatta zintihal yoktur’ misillü bir fetva ile intihal şaibesini ağartıyor. İşin ilgi
çekici tarihî boyutu ise tam bir trajikomiklik örneğinin sergilenmesidir. Buyuruluyor ki, ‘Efendim, bu tür
işlemleri başka üniversitelerin hocaları dahi yapıyor ve de arakladıkları öğrenci tezlerinin adlarını dahi
vermiyorlar. (Neye ki? Tezi ben yönettim diye mi düşünüyorlar?) Daha komik bir bahane: Efendim, o tezler
kitaplık raflarında tozlanmamalıymış Ya! Hocaları veya başkaları tarafından, öğrenci adı anılmadan
kendilerine mal edilmeliymiş! ‘Pes doğrusu’ diyeceğim ama o da durumu ifadeden aciz kalıyor. Acep
‘pempes’ desem rahmetli dil hocalarım bana kızarlar mı? Ben hâlâ ilk iki prof. meslektaşımızın bu işe pek
karışmadıkları kanaatindeyim. Allah, yeni yetişen gençlerimizi bu hastalıktan koruya. İnşallah birileri çıkar
da bu hastalığın aşısını bulur! Yahu arkadaşlar, bu konuyu eni konu ele almaya kalkarsam, denizlerin
mürekkep, ağaçların kalem olması bile yetmeyebilir! Varın siz işin boyutunu hesap ediniz. Doktorasını
yapmamış kişilerin bile ilk başvuru yolu intihal olduktan sonra… Bir de, mesela benden yapılan intihallerle
örülü bir eserin, ilgili kurul tarafından incelenmek üzere tesadüfen bana gönderilmesi var!
İLGİ ÇEKİCİ BİRKAÇ HABER
Bu haberler benim ilgimi çekti, sizin ilginizi çekmeyebilir. Yıl boyunca yüzlerce ilgi çekici haber
okumuş olabilirsiniz. Katillerin kendilerini nasıl savundukları bunların en güzel örnekleridir. Bakalım benim
‘ilgi çekiciler’i ilgi çekici bulacak mısınız? Ancak ‘ağaç’ konulu olanlara ağırlık veriyorum.
54
Findukta demir vardur ondan öteyi
Gaziantep Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri,
Gaziantep’e giriş yapan bir otomobilde şüphe üzerine dedektörle arama yaptı. Fındık çuvalı ve aracın çeşitli
yerlerine gizlenmiş 7 ruhsatsız tabanca ve şarjörleri ile 1990 fişek ele geçirildi. Polislerin arama yaptığı
sırada dedektörün sinyal vermesi üzerine A. K. (30) , “Memur Bey, findukta demir vardur, onun için öteyi”
diyerek durumu saklamaya çalıştı ancak kandıramadı. A. K. tutuklandı.
Haberin birincisi bu kadar. 18 Ekim 2012 tarihli Hürriyet’te yayımlandı. Haberi, DHA’dan Zeki
Günay hazırlamıştır.
İkinci haberimiz ise iki başlı… İlki bir köşe yazısının içinde yer almaktadır. Ağaçla ilgili fazlasıyla
ansiklopedik bilginin verildiği bu devam paragraflarını almıyor, ilgimizi çeken ilkinin taramasıyla
yetiniyoruz.
Türkiye’nin en yaşlı ağacı Balcılarda
Yapılan araştırmalarda Konya’nın hatta Türkiye’nin en yaşlı ağacı TAŞKENT BALCILAR
kasabasında olduğu tespit edilmiştir. Yöre halkı tarafından AĞIL ARDIÇ ismi verilen bu ağacımızın tam
2300 yaşında olduğu tespit edilmiştir. Bu yaşlı ağacı yakından görmek ve incelemek için Konya TEMA il
temsilcisi OSMAN ERMİŞLER başkanlığında Karaman temsilciliğiyle beraber buraya bir gezi
tertiplemişlerdir. Konya TEMA İl Temsilcisi Osman Ermişler’den alınan bilgiye göre AĞIL ARDIÇ ağacının
kozalağı 2300 yıl evvel toprakla buluşmuş ve zamanımıza kadar hiçbir tahribata uğramadan yaşamayı
başarmış nadir ağaçlardan biri olduğunu ifade etmiştir. Ağacın boyu yaklaşık 30 metre, çapı 4 metre,
çevre genişliği 12 metredir. 10 kişi el ele tutuşmak şartı ile çevresini kucaklayabilmektedir. Bu ağacın keşfi,
eski Çevre İl Müdürü tarafından bir gezi esnasında bulunduğunu ifade eden Osman Ermişler, M.Ö 300
yıllarında (Bu da Bizanslılar dönemine tekabül eder) toprakla buluşmuştur, dedi.
Haber, Konya’da yayımlanan Konya Postası gazetesinde, Yılmaz Ermiş imzasıyla 18 Ekim 2012
tarihinde yer almıştır. Yazının altında ağacın, insanlar tarafından kucaklanmış bir fotoğrafı da verilmiştir.
([email protected])
İkinci haberimizin kardeşinin tarihi son derece yeni. Bu mektubun sonuna yaklaştığımız günlerde
yayımlandı. Bir gazetemizin Eskişehir ekinde yer alıyor, ben o günlerde Bilecik’te olduğum için o ek orada
da veriliyor. Başlık, ilk sayfada ve devam sayfasında iki ayrı şekilde veriliyor:
Daha yaşlısı yok / Üç asrı geride bırakan kavak
Kütahya Orman Bölge Müdürü Orhan Eryiğit, Türkiye’nin bilinen en yaşlı kavak ağacının, Domaniç
ilçesindeki 300 yıllık ağaç olduğunu bildirdi. Eryiğit, Kütahyan’ın, anıt ağaçlar bakımından zengin bir il
olduğunu söyledi. İlde 122 anıt ağaç bulunduğunu belirten Eryiğit, “İlimizde 800 yaşında, bin yaşında
çamlar, ardıçlar, meşeler, kestane ağaçları, Kütahya’nın bağlı olduğu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Müdürlüğü’nce önceki yıllarda tescil edildi.” dedi.
Haberle ilgili olarak çerçeve içinde bir de efsane metni veriliyor. Efsane olur da almaz mıyız.
Bakalım adını hatırladığınız bu efsaneyi daha önce okumuş veya dinlemiş miydiniz.
Sarı Kız Efsanesi
55
Kavak ağacının dibinden çıkan kaynak suyu ile ilgili asırlardır anlatılagelen efsaneye göre,
Bursa’nın Keles ilçesine bağlı Düvenli köyünde yaşayan Sarı Kız’ın, rüyasında gördüğü ak sakallı birisinin
davet etmesi üzerine evden kaçtığına ve Ilıcaksu’ya geldiğine inanılıyor. Efsanede, kız kardeşlerinin evden
kaçmasına ilişkin dedikodulara inanan ağabeylerinin onu arayıp Ilıcaksu’da bulduğu, tam yakalayacakken
kaybolduğu belirtiliyor. Sarı Kız’ın kaybolduğu alanda çıkan kaynak suyunun, çevresinde yaşayanlara
bolluk, bereket getirdiği var sayılıyor. Bir inanışa göre de bu suyun yanında edilen Yağmur Duasının kabul
olduğu ifade ediliyor.
Haber, Hürriyet’in 30 Aralık 2012 tarihli Eskişehir ekinin ilk ve dördüncü sayfalarında veriliyor.
Hadi Şengül/A.A. imzasıyla çıkan haberin her iki sayfasında da, etrafı çocuklarla çevrili ve üzerindeki
levhada ‘300 YILLIK KAVAK’ yazılı ağacın fotoğrafına yer verilmiştir.
Haberlerimiz bu kadar, ilginizi çektiğini sanıyorum. Siz de fındığında demir bulunan, bölgesine
göre 2300 yıllık ardıç ile 300 yıllık kavak ağacı görenlerin haberlerini dostlarınıza iletebilirsiniz…
Gelelim üçüncü ve sonuncu ağaç haberine… Uzaklardan bir haber, taa İsveç’ten: Aynen alıyorum.
EN YAŞLI AĞAÇ / Küresel ısınma bir tek ona yaradı
Küresel ısınma dünyanın en yaşlı ağacına iyi geldi. İsveç’teki Fulufjӓllet dağlarında deniz
seviyesinden 900 metre yükseklikteki yamaçta “yaşayan” “Old Tjikko” isimli ağaç, 9 bin 550 yıllık geçmişi
ile en yaşlı “bireysel klonal ağacı”. Küresel ısınma sayesinde çam ağacının gelişmeye devam ettiği
belirtildi. Araştırmacı Leif Kullman, “Hayli iyi büyüdüğü görülüyor. Bu son 100 yıldaki ısınmanın bir
sonucu.” dedi. (Hürriyet, 21 Ekim 2012. Haber, DIŞ HABERLER SERVİSİ imzasını taşıyor.
Haber bir ağaç fotoğrafıyla da süslenmiş. İnce uzun bir şey… Hiç de ‘9 bin 500 yıllık’ gibi
görünmüyor. Basbayağı 20-30 yıllık bir ağaç gibi görünüyor. İnşallah yanılıyorumdur. Teknik bilgilerim
yeterli olsaydı da o fotoğrafı da ekleyebilseydim. İşin ilgi çekici yanı, fotoğrafın yanına eklenen yazıda bu
yaş konusu aynen tekrarlanıyor. Artık Kullman Efendi’ye inanmamız gerekecek
KAHKAHA TUFANI
Yılın son gününün arifesi, yani 30 Aralık 2012 Pazar… Geniş ailemiz Bilecik’te, büyük kızımın 550
günlük mecburi hizmet için geldiği bu tarihî beldede… O kadar yetişkinin arasında bir çocuk: Güven Paşa.
Canı sıkılıyor, arkadaşı yok. Her iki damadımın da sinema sanatına karşı ilgileri var. Hanımlar dediler ki,
“Güven’e göre bir film bulun da çocuk oyalansın.” Derken bir de ne görelimi? Dr. Ali’miz sessiz film
döneminden kalma bir film oynatmasın mı? Ancak, benim de yıllar önce izlediğim bu film oynamaya
başlayınca maksat hasıl oluverdi. Filmimiz, 1936 yapımı Asri Zamanlar… Yeniler belki de Modern Zamanlar
diye bilir. Frenkçesi ise Modern Times. Kim mi var bu filmde? Charles Chaplin (1889-1977)… Hani şu
meşhurun meşhuru Şarlo Efendi. Kadın oyuncu ise oldukça genç: Paulette Goddard (1910-1990). Birkaç
eşinden biri ünlü Alman romancı Erich Maria Remarque (1898-1970). Marily Moreo da ünlü oyun yazarı
Artur Miller’le evlenmişti. Yazarlar mı artistlere âşık (!) oluyor, artistler mi yazarlara? Bu 84 dakikalık filmin
türü için kaynaklar farklı adlar ileri sürüyor: Romantik komedi; komedi-dram-siyasi.
Biz, böyle giderse bölüme verdiğimiz adın hikâyesine geçemeyeceğiz. Efendim, film başlayınca ben
bilgisayarımın başında bu mektubu tamamlamakla meşguldüm. Fakat ortalığı bir kahkaha tufanı kapladı ki
sormayınız, ben de işi gücü bırakıp kanepedeki yerimi aldım. Herkes kırılıyor. Üstelik film sessiz… Güven
öylesine kahkahalar atıyor ki… Heyecandan olacak zıplayıp duruyor. Ben bir dede olarak filmi ikinci plana
56
iterek onu izlemeye başladım. Vallahi böyle filmler izlemeye ne kadar hasret kalmışız. Hâlâ o anları
hatırlar, kahkaha türünde olmasa bile gülümseme tonunda neşelenirim.
BİR EV DAHA YIKILDI!
Her gün onlarca ev yıkılıyor; kimi yandaki evin yerine yapılacak olan apartmanın kurbanı oluyor,
kimi de kentsel dönüşüm için olur alınarak… Ancak bunların bazıları birilerimiz için hatıra yumağıdır. Benim
Çaybaşı’daki dede yadigârı evimizin yıkılması için istemeyerek de olan ‘Evet’ demiştik. Başka çaremiz
yoktu, ev zaten intihar etmek üzere idi. Neyse, lafı fazla çevirmeyelim de konumuza gelelim.
Günlerden 15 Aralık 2012 Cumartesi… Yine eski Konya’nın daracık sokaklarında geziniyorum.
Yolum, eski adı Kalecik olan mahalleye düşüyor, hem de Ziya Gökalp Sokağı’na. Orası, benim biricik
Hayriye Abla’mın gelin gittiği evin de bulunduğu sokak… İki katlı, girişteki küçük bahçede yaşlı bir dut ağacı
ve göz alıcı yeşiliyle açıldığı caddeden kolaylıkla görülebilen konumdaki bir ev… Ne hatıralarım vardı o
evde. Küçükken kaybettiğimiz yeğenim Nuri, şimdi 60’lı yıllarını yaşayan öbür yeğenim Hilmi Karpuzoğlu…
Ablamı o evde, 32 yaşında kaybetmiştik: 1927-27 Şubat 1959, yani 32 yıllık bir ömür. Ben artık o sokaktan
bir daha nasıl geçerim. Oysa her geçişimde ablamı, o büyük pencereden bakarken hayal ederdim. Neyse ki
yeğenim Hilmi, küçük oğlunun adını Hayri koydu da annesinin adını yaşatıyor. İlk oğlu ise babasının
(eniştemin) adını taşıyordu, ne yazık ki İbrahim’i de babaannesi gibi çok genç yaşta kaybettik.
ÖLÜMLÜ KALIMLI DÜNYA
Doğum tarihi 1991 olup 2013’te 22 yaşına girecek olan bu mektubumun ilerleyen yıllarında (2003)
ölenlere/aramızdan ayrılanlara da yer vermeye başlamıştım. Bunlar genelde halk bilimine emek verenlerle
yakın çevremdekilerin ölümleriyle ilgili kısa notlardı. Zamanla sınırı genişlettik ve tanınmış edebiyatçıların
yakınlarının bir gazete ilanına sıkışıp kalan ölümlerini de duyurmaya başladık. Ahmet Kabaklı Hocamızın
oğlunun, Reşat Nuri Güntekin’in kızının ölümlerini hep bu duygularla sizlerle paylaşmıştım. Bu yıl, ağzımıza
sakız olan o Frenkçe kelimeyle söylemek gerekirse formatımızı genişletip merhum ve merhumelerle
aramda bir bağ kurup tatlı ve acı hatıraları sizlerle paylaşacağım. Hatırlatayım, bunların bazılarıyla ne
görüştüm, ne de yazıştım, biline... O ilk listede; Prof. Dr. Ahmet Temir, Prof. Dr. Azize Caferzade, Prof. Dr.
Orhan Acıpayamlı, Tuğrul Şavkar, İ. Gündağ Kayaoğlu, vb. de vardı. Bu yıl, ayrıca haklarında yayımlanan ve
gözümüze ilişen dergi ve gazete yazılarını da dikkatinize sunacağız. Allah rahmet eylesin. Sıralama, ölüm
tarihine göre yapılmıştır. Bu adların belirlenmesinde kardeşim Nail Tan’ın Türk Dili’ndeki yazıları ile özel
notları yardımcı olmuştur. Bazı ölümleri Hürriyet gazetesinin ölüm ilanları sayfalarından ve çeşitli
gazetelerin haber köşeleri ile sanat sayfalarından derledik.
Rauf Denktaş (27 Ocak 1924 Baf-13 Ocak 2012 Lefkoşa): Onun için, Gülü tarife ne hacet, biliriz
sözü bile az kalır. Bence KKTC’nin gerçek fatihi odur. KKTC yolculuklarımın ikisinde, kafile olarak
kendileriyle tanışmış, birlikte yemek yemiş, fotoğraf çektirmiştik. Ayrıca, ‘Denktaş Hayranı’ Konyalı iş
adamı Mustafa Sinan Ümit’in verdiği ve fotoğrafçılıkla ilgili emanet bir kitabı da kendilerine vermiştim.
(Prof. Dr. İsa Kayacan,”Kıbrıs Türklerinin Efsanevî Lideri Rauf Raif Denktaş’ı Unutmayacağız”, Erciyes, 35
(410), Şubat 2012, 1-2; dergide ayrıca M. Halistin Kukul ve Bedrettin Keleştimur’un da yazıları vardır
Deguf Sabahat Baybaş Lugan (1934 Konya-27-28 Ocak 2012 Lozan): Hiç tanımadığım, hiç
karşılaşmadığım bir hanım… Sadece soyadlarından biri ilgimi çekmişti: Okuyunca anladım ki bu hanım,
benim Konya Lisesinin orta kısmı 3-A’da öğrenci olduğum dönemde (1953-1954) sınıf arkadaşım olan
Janset’in ablası imiş. İlanda onun adı da ‘merhume’ olarak geçiyor. Ayrıca, Sabahat Hanım için, ‘Konya’nın
57
sevgili kızı’ denildikten sonra cenaze namazının Konya’da, Sultan Selim Camii’nde kılınacağı, Üçler
Mezarlığı’na defnedileceği yazılıydı. Sabahat Hanım, ‘Çerkeslerin sevgili halası’ymış. Janset adının da
Çerkes adı olduğunu ad bilimi araştırmalarım sırasında öğrenmiştim. Güzel, ince uzun ve sakin, ortanın
üstünde başarılı bir arkadaşımızdı. Merakım: İlanda baba ve kendi adlarının önünde yer alan Deguf ile
annesinin adının önünde yer alan Guaş ne anlama geliyor? İkinci soyadı Jean Efendi’den geliyor.
Hürriyet’teki bu küçük ilanın (10 Şubat 2012) namaz ve defin kısmı ertesi gün bir Konya gazetesinde tam
sayfa olarak yayımlanmıştı (Yeni Meram, 11 Şubat 2012).
Lefter Küçükandonyadis (22 Aralık 1925 İstanbul-13 Ocak 2012 İstanbul): . Çocukluğumuz, birkaç
efsanevi adla birlikte onunla dolu dolu geçmişti. Şükrü Gülesin, Reha Eken, İsfendiyar Korkmaz, vb. Lefter
için söylenen sözü hatırlamadan geçemeyeceğim: Ver Lefter’e/Yaz deftere.
Sabahattin Batur (01 Ağustos 1920 Devrek / Zonguldak-19 Ocak 2012 Aydın): Batur da benim gibi
Yüksek Öğretmen Okulu mezunudur, ancak bölümü Felsefe’dir. Onu, merhum hocam Ord. Prof. Dr. Reşid
Rahmeti Arat’ın danışmanlığında bitirme tezi hazırlamak için aylarca taşındığım Ayasofya Müzesi
Kütüphanesinin müdürü olduğu yıllarda (1964-1965) tanımıştım. Kütüphanenin topu topu iki görevlisi
vardı: Abrürrahim Bey ile Taşköprülü hizmetli… Adını çıkaramadım ama o tam bir Kastamonulu gibi
konuşurdu. Mesela, fihrist kelimesini filiz diye söylerdi. Müdür Bey o günlerde, kütüphanecilik alanında
yurt dışında sunacağı bir bildiriyi hazırlamanın telaşesi içindeydi. Ayrıca o yıllar benim çay içerek safa
sürdüğün dönemim olduğu için çay molalarını aksatmazdım. Müdürü makamında az görürdüm, sürekli
olarak öbür iki görevliyle temasım olurdu. Müdür Bey’in adını benim de zevkle okuduğum bir şiir
antolojisinin kapağında görmek de hoş bir tesadüftü: Yeni Şiirimiz/Antoloji, İstanbul 1960 (2. bs. 1965),
Varlık Yayınları. O, çeşitli kütüphanelerin müdürlüklerinde bulundu ve bazıları ortak imzalı çeşitli eserlerin
hazırlanmasında görev aldı. (Nail Tan, “Şair Sabahattin Batur”, Türk Dili, 102 (722), Şubat 2012, 186-187;
Doğan Hızlan, “Bir Edebiyat Emeklisi Daha Vefat Etti”, Hürriyet, 20 Ocak 2012)
.
Mehmet Aldan (1923 Isparta -24 Ocak 2012 Ankara, defini: 26 Ocak 2012 Isparta): Eli kalem tutan
ender valilerimizdendi. Türlü Yönleriyle Ayaş / Bir Meskun Yer İncelemesi (1965, 236 s.) adlı çalışması bizim
için önemlidir. Fatma Sezer (Dilmen) Hanım’la 1955’te evlenmiştir. İki oğulları vardır: Oğuz ve Mete. Aile,
kendi birikimleriyle Isparta il merkezine yaptırdıkları Sezer-Mehmet Aldan Anaokulunda adlarını
yaşatacaklardır. Unutulmasın, bu okul İl Özel İdaresinin yaptırıp vali ile eşinin adını verdikleri bir okul
değildir. Aldan hakkında, Genel Ağ’da, Mustafa Sami Koç tarafından yazılmış çok güzel bir yazı vardır.
Ömer Taha Toros (1912 Tarsus-26 Ocak 2012 İstanbul): Merhumu sizler nasıl tanırdınız bilemem
ama ben onu 1985’te, Kültür Bakanlığı için Dadaloğlu adlı kitabımı hazırlarken tanımıştım. (Yüz yüze değil,
kitabıyla…) Onun da bir Dadaloğlu kitabı vardı: Adana 1940. Ancak 1985’e kadar geçen dönem içinde adı
sanı hiç anılmaz. Ben de, ‘Yaşlı olması lazım, belki de ölmüştür.’ diyerek kitabımda (Dadaloğlu 1986) onun
için ‘merhum’ demiştim. Meğer değilmiş. Nail Tan dostumuza mektup mu yazmış, telefon mu etmiş,
hayatta olduğunu ispat etmiş. Neyse, kitabımızın ikinci baskısını 1993’te yaptık da onu hayata döndürdük.
Zaten ben de bir telefonla özür dilemiştim. (bk. Orhan Erinç, “Taha Toros”, Cumhuriyet, 02 Şubat 2012.) Bu
yazıdan öğrendiğimize göre ölüm ilanı verilmesini istememiş, onun için ölümünü çok geç öğrendik.
Eskilerin deyişiyle, asırdîde… (Nail Tan, “Şair, Araştırmacı, Biyografi Yazarı Taha Toros”, Türk Dili, 102
(722), Şubat 2012, 188-190)
Aydın Sami Güneyçal (01 Haziran 1930 Çankırı-01 Şubat 2012 Ankara): Çoğunuz, ‘Aydın Bey de
kim?’ diyeceksiniz. Açıklayalım. İstanbul Edebiyat Fakültesine kaydolunca almamız gereken kitaplar da
hatırlatılmıştı. Bunların başında Mustafa Nihat Özön’ün Osmanlıca-Türkçe Sözlük’ü geliyordu. Ama biz
58
Fakülteyi bitirmeden yeni çıkar bir sözlüğü de almıştık: Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lûgat. Bugün hâlâ en güvenilir kaynakların başında gelen bu eseri, Aydın Kitabevi sahibi Aydın Sami
Güneyçal yayımlamıştı. Özel not: Aydın Bey, bu eserin telif hakkı olarak Ferit Bey’e Çankaya’dan alınacak
bir daire parası ödemiştir. (Nail Tan, Türk Dili, 102 (703), Mart 2012, 281-284).
Gülay Turgut Elgin (?-14 Şubat 2012 İstanbul): Bu doktor hanımı da hiç tanımıyorum. Ama o, pek
muhterem bir zatın, Konya Müzesi Müdür Yardımcısı, İlhamî (III. Selim) adlı eserin müellifi merhum Necati
Elgin (1907-27 Nisan1977)’in gelini imiş. Üniversitede iken, Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği
Kitaplığı için anılan eserinden istemiştim de bir aded lütfetmişlerdi. Gülay Hanım’ın eşi, daha çok Ahmet
Güner olarak bilinirdi. 1960’da Konya (Aksaray’daki) Yurdu’nda kalırken o da orada kalanlardandı. Galiba
Konya gazetelerinde sinema eleştirisi yazan ilk kişi de o idi. Bir de adında Sadeddin var mıydı acaba?
Yılmaz Öztuna (20 Eylül 1930 İstanbul-08 Şubat 201 Ankara, defin: 10 Şubat Zincirlikuyu
Mezarlığı): Bu adla tanınsa da ön adı Tahsin’dir. Ciltler dolusu tarih kitaplarının yanında dergiciliği ve
Türkiye gazetesinin başyazarlığı da vardır. İyi bir müzikologdur. O, 1969 genel seçimlerinde (14. Dönem)
Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’sinden Konya milletvekili seçilmişti. Kendisini bir defa görmüştüm.
Erzurum milletvekili Rıfkı Danışman’ın kültür bakanlığı döneminde Erzurum’da toplanan danışma
kurullarının üyeleri arasında o da vardı, o zaman öbür gençlerle birlikte benimle de tanıştırılmıştı. Tabii o
unutup gitmişti, ama benim unutamadığım bir an var: Ense tıraşının düzeni ve saç tarama biçimi. Bir
dedikodu. Rahmetli Devellioğlu o ünlü sözlüğünü yayımladıktan bir süre sonra Öztuna ona yüklenir:
‘Musiki ile ilgili maddelerin tamamına yakının benim sözlüğümden aynen almışsın. Beni de ikinci yazar
olarak anmalıydın!’ Bu yazı galiba Şevket Rado’nun Tarih Mecmuası’nda yer almıştı. (Av. Şerif Ercan ’48.
Cumhuriyet Hükümetinin Devlet Bakanı’, ‘Bir Kültür Hazinesini Daha Kaybettik’, Yöre, 12 (144), Mart 1912,
35-36.)
Yıldırım Keskin (28 Ekim 1932 Erzincan-18 Şubat 2012 İstanbul): Emekli büyükelçi, oyun ve roman
yazarı. Gülgun Hanım’ın eşi, Can oğlumuzun babası, kendisi gibi büyükelçi olan Cenap Bey’in kardeşi,
Jacqueline Keskin’in kayınbiraderi… Başka? Acaba diyorum, ilanda yer alan çocuk, Tuesday, Yıldırım Bey’in
kızı mı, oğlu mu? Bu adı kim koydu? Ana-baba mı, Jacqueline yenge mi? Yaşlı hafızam beni yanıltmıyorsa
Tuesday adlı bir oyuncu vardı… Soyadı da Welt miydi, ne? Tuesday’in gün adı olan ‘Salı’dan başka bir
anlamı var mı? Sakın, bu çocuk bir salı günü doğmuş olmasın! (Özel not: Acemiliğime rağmen Gogıl
Amca’ya başvurdum; gördüm ki böyle bir hatun var imiş, ama soyadının son harfi t değil d imiş: Weld. Ne
önemli değil mi. Zaten Gogıl Amca o yanlış şekli düzeltmiyor mu!)
Emre Koz (24 Ocak 1978 İstanbul-24 Şubat 2012 Şubat İstanbul): Can dostum, kardeşim M. Sabri
Koz’un iki çocuğundan tek oğlu… Kızlarını evlendirip Ankara’ya yerleştirmişlerdi Şükran-Sabri çifti…
Emre’leriyle kalıyorlardı İstanbul’da. Sadece sesini işitirdim bazı telefon açışlarında. Koz Ailesi’ne ne desem
az gelir teselli makamında… Ancak dayanacağız, başka çaresi yok. Karacaahmet’te rahat uyu Emre’miz
.
Âşık İmamî (1958 Kozan/Adana-28 Şubat 2012 Adana): Çukurova Lobisi adlı derginin bir sayısı
âdeta Âşık İmamî özel sayısı gibi yayımlanmıştır: 4 (37-38-39), Temmuz-Ağutos-Eylül 2012. Keşke bir
‘Allahaısmarladık’ deyiverseydi. Dergideki yazılardan Dr. Halil Atılgan’ın yazısı özellikle okunmalıdır. Nail
Tan ile Prof. Dr. İsmail Görkem’in yazılarını da hatırlatmak isteriz. (Nail Tan, “Çukurovalı Âşık Ahmet
İmami),” Türk Dili, 102 (726), Haziran 2012, 468-472)
Ergin Ortaç (?-25 Mart 2012 İstanbul): Sadece soyadı, o da yetmezse Akbaba adı sizlere bir şeyler
hatırlatmıyor mu? Ergin Bey, merhum Yusuf Ziya Ortaç (1895-11 Mart 1967 İstanbul)’ın oğlu idi.
59
Ali Rıza Akdemir (1933 Anzer-İkizdere/Rize-09 Nisan 2012 Ankara): Ben ölümüyle ilgili üç ilanını
görebildim: Ailesi, bir dostu ve Samsun 19 Mayıs Lisesi 1955 mezunları. Mesleği idarecilik: Emekli vali.
Akdemir ve ben, Tokat’ın Perviz Sokağı’nda karşı karşıya olan iki evin kızlarıyla evlendik. O, Hacı Selim
Efendi’nin, ben ise Hacı Kâmil Gülel’in damadıyız. Hani bir ‘yandan bacanak’ var ya, bizimki de ‘mahalleden
bacanak’ olmasın. Kalem sahibiydi, çevrileri vardı ve çok güzel konuşurdu. Galiba bir defa İLESAM’da
karşılaşmıştık. Büyük kızı Elif Su’nun iki kızdan sonra olan tek oğlunun adı dedenin adıdır: Selim. Küçük
kızının adı ise Şebnem Gül. Selim ve Kâmil Efendilerin Tokat’ta kimleri kaldı acaba? (İsa Kayacan, “Emekli
Vali Şair-Şair Yazar Rızâ Akdemir de Dünyasını Değiştirdi”, Kültür Çağlayanı, 3 (14), Mayıs-Haziran 2012,
44. Şair Şakir Susuz da, ‘Acelen ne Rıza Akdemir’ adlı ve altı dörtlükten oluşan bir şiir yazmış. İşte ilk
dörtlüğü: Koyup gitmek var mı dostu ortada / Neden bu acelen Rıza Akdemir? / Görüşmemiz sona erdi
haftada / Neden bu acelen Rıza Akdemir? Aynı dergi, 3 (13), Nisan-Mayıs 2012, 34; Nail Tan, “Şair
Çevirmen Ali Rıza Akdemir”, Türk Dili, 102 (724), Nisan 2012, 381-384).
Yaşar Faruk İnal (1934 İnegöl/Isparta-16 Nisan 2012 Kırklareli): Bursa’daki öğrencilik yıllarında
yayımladığı Elif dergisini 1961-1965 yılları arasında 43 sayı çıkardı. Şair kimliğinin yanında dergisinde halk
bilimi yazılarına da yer vermesi önemlidir. Araştırıcı dostumuzun Nail Tan’ın ilk yazılarından bazılarını bu
dergide okuyabiliyoruz.
Ayten Alpman (20 Aralık 1930 İstanbul-21 Nisan 2012 İstanbul): Merhumenin bir caz şarkıcısı
olduğunu bilenleriniz vardır. Ama o, 20 Temmuz 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı günlerinde,
tıpkı bir Hasan Mutlucan (01 Mart 1926 İzmir-28 Aralık 2011 İstanbul) gibi sesiyle kitlelere seslenmişti. O
güzelim parçayı hatırlıyorsunuz, değil mi: Bir başkadır benim memleketim. Bazı kaynaklarda onun için,
‘Bayraklaşmış bir Türk kadını’ denilmesini yadırgamamak gerekir.
Halûk Tekmen (?-27 Nisan 2012 ?, defin yeri Konya): Gençlik yıllarımdan beri tanırdm onu
uzaktan. Cana yakınlığını takdirle izlerdim. Yeni Konya’nın sağ alt köşesinde küçücük fıkralar yazardı. Yıllar
sonra Konya’ya gelişimde o da bir münasebetle ilimize gelmişti. İki eski dost gibi konuştuğumuzu
hatırlıyorum. Takma adlar da kullanan Tekmen Garanti Bankasında müdürlüğe kadar yükselmişti.
Yürüyüşü ve konuşması kendine özgü idi. Konya’da iken, okuldan arkadaşı gazeteci Ali Rıdvan Bülbül ile
ortak imzalı fıkralar yazarlarmış. İmza mı? BÜL-TEK (Bülbül’ün Bül’ü, Tekmen’in Tek’i bir araya gelirse bu
ad ortaya çıkıveriyor.)
İhsan Coşkun Atılcan (1917 Erzurum-28 Mayıs 2012 İstanbul): Coşkun onun âdeta mahlasıdır.
Erzurumlu öğretmen, kültür ve sanat adamı… Onun bir fıkra kitabı beni çok etkilemişti. Ankara’da, Tunalı
Hilmi’de bir büroda, başka bir iş için bulunurken tanışmıştık. Ölümünden bir süre önce, oğlu Muhammet
tarafından hazırlanan bir kitabı hatırlatmak isterim: Erzurumlu İhsan Coşkun Atılcan.
İsmail Kondu/mahlası Doksanda On (1939 Kısas/Şanlıurfa-02 Haziran 2012 Şanlıurfa): Halk şairi.
Meliha Ambarcıoğlu (25 Şubat 1923 Sivas- 03 Haziran 2012 Ankara): Atatürk Üniversitesine
asistan (yeni adıyla araştırma görevlisi) olup da zamanla DTCF’nin dergilerini incelemeye başlayınca onun
da gençlik döneminde kaleme aldığı yazıları görmeye başlamıştım. Soyadı çok ilgi çekici idi: Tarıkâhya. Onu
yıllar sonra, TDK’de bilim kurulu üyesi olduğumuz dönemlerde (1983-2001) tanımıştım; genellikle yan yana
otururduk. (Sigara içenler salon gibi algıladığımız, şimdi Prof. Dr. Hasan Eren Salonu olarak değerlendirilen
alanın giriş tarafına otururlarken biz mağdurlar da iç kısma yerleşirdik. Oturma şeklimizde sağ tarafımda,
İstanbul Üniversitesinden hocam Prof. Dr. Ömer Faruk Akün, sol tarafımda da Meliha abla-hocam
otururdu. Arada bir dertleşirdik. Aile fertlerinin hastalıkları onu son derece üzüyordu. Rahmetli eşi Ata
60
Bey’in kitaplarından da armağan ettiğini unutmamalıyım. (Nail Tan, “Prof. Dr. Meliha Ülker Ambarcıoğlu”,
Türk Dili, 102 (726), Haziran 2012, 466-467
Sevim Tümer (?-04 Haziran 2012 Ankara): Bu nine hanımefendiyi de hiç tanımam. Ama ölüm
ilanında adının üzerinde ‘Hz. Mevlâna’nın Torunu’ yazılı olması ilgimi çekmişti. 50-60 yıl önce Konya’da bir
göz doktoru vardı, o da torun idi: Hulki Âmil Keymen. 15 yıl kadar önce de başka bir torunu tanıdım:
Celâleddin B[âkır] Çelebi. Şimdiki torun Esin Çelebi Bayru’nun babası… Sevim Hanım’ın, kızı Lale’den olma
torununun adı ise Lena!
Abdürrahim Karakoç (1932 Kahramanmaraş-07 Haziran 2012 Ankara): Âşık tarzı şiirler de yazan
şairimizle belki 30-35 yıl önce bir defa Erzurum’da karşılaşmıştık. Sonra yazıları ve şiirlerini okuduk, siyasi
hayatını izledik. (Nail Tan, “Şair Yazar Abdürrahim Karakoç”, Türk Dili, 102 (726), Haziran 2012, 473-475).
Yavuz Yaman (?-12 Haziran 2012 İstanbul): Soyadı, yenilere bile ipucu olamaz. Kastamonulu halk
bilimci merhum Talat Mümtaz Yaman (1904-1975)’ın oğludur. Merhum Yavuz’un oğlu da dedesinin adını
taşımaktadır.
James Mellart (1925 Londra-29 Temmuz 2012 Londra): Anadolu Neolitiğinin (Cilalı Taş Dönemi)
öncüsü, 1957’de Burdur Hacılar, ardından Konya Çatalhüyük’un keşfini sağlayan ünlü İngiliz arkeoloğudur.
(bk. Cumhuriyet, 02 Ağustos 2012). Konyalılar, Çatalhüyük’ü, yeryüzünün ilk yerleşim yeri olarak bilirler.
Ülkü Adatepe (Doğançay) (27 Kasım 1932 Ankara-01 Ağustos 2012 Sakarya): Adını Atatürk’ün
verdiği manevi kızı Ülkü, güvenlik kemerini takmadığı kiralık lüks arabadan fırlayarak hayatını kaybetti.
Küçük bir ihmal daha başka kimleri aramızdan alacak acaba?
Burhaneddin Damar (? ?-03 Ağustos 2012 Ankara): Damar Bey Yargıtay 7. Ceza Dairesi Onursal
Başkanı imiş (1981-1988). Tanıyanınız, bileniniz var mı? Vardır, savcılık döneminden filan vardır. Peki,
benim mektubumda niçin yer verilmiş dersiniz? Babasının adının Nedim olmasından başka bizim alanla bir
ilgisi yok. Amma... Hatırlatalım, ben tam tamına 21 yıl Erzurum’da bulundum: 27 Eylül 1967-27 Eylül 1988.
Demek ki bu arada 21 defa ’23 Temmuz Erzurum Kongresi törenleri düzenlenmiş. Biz de bunların
bazılarında görev almıştık. İşte merhum Damar, ‘Erzurum Kongresi üyelerinden veteriner hekim merhum
Nedim Bey’in oğlu’ imiş. Böyle bir mahdumu hatırlamak benim için bir görev idi.
Güngör Dilmen Kalyoncu (27 Mayıs 1930 Tekirdağ-08 Temmuz 2012 İzmir): Pek çok tiyatro
oyununa imzasını atmıştır. Bizi ilgilendirenleri, Midas’ın Kulakları (1965) ile Deli Dumrul (1982)’dur. (Nail
Tan, Türk Dili, 103 (727), Temmuz 2012, 88-91).
Cevdet Hikmet Aslangül (18 Ağustos 1928 Pazar-Kızılcahamam / Ankara-09 Ağustos 2012
Ayvalık/Balıkesir. Ankara’da defnedilmiştir.): 12 Ağustos 2012 tarihli Hürriyet’in ölüm ilanları sayfasında
Cevdet Hikmet Aslangül’ün ölüm ilanını görünce bir tuhaf oldum. Herkesin şair diye bildiğimiz dostumuzun
ilanında bu özeliğinden hiç söz edilmiyordu. Vallahi adının önünde ‘Hâkim’ diye yazılı olmasaydı, ‘Bu başka
bir Aslangül’ diyecektim. İlanı, ölümünden üç gün sonranın tarihini taşımaktaydı. Şu adların vefasına
bakınız hele… Tek çocuğu Süleyman Alpay’dan iki torunu var. Kız torunu ninesinden ad almış: Ayşe ŞirinSelin Şirin, oğul torun ise şairimizden ad almış: Cevdet Hikmet-Arda Cevdet. Nerelerde, hangi şiir
ortamlarında dinlemedim ki onu. Zile de o yerlerden biriydi. Merhumun, Türk Dili’nde yayımlanan bazı
şiirlerinin de hakemi olduğumu mahcuben ifade etmek isterim. (Nail Tan, “Şair Cevdet Hikmet Aslangül”,
Türk Dili, 103 (728), Ağustos 2012, 94-96.).
61
Müşfik Galip Kenter (1932-15 Ağustos 2012 İstanbul): Uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Ama
kaçımız ‘Galip’ini biliyorduk? Ünlü meslektaşı Gazanfer Özcan’ın bir de ön adı vardı, biz onunla adaştık:
Saim. 1960-1965 yıllarında Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda öğrenci idim. İki dönem de, TMTF’ye bağlı
öğrenci derneğinin tiyatro kolu sorumlusuydum. Sahneye oyun koymak, arkadaşları topluca tiyatroya
götürmek… Ablası Yıldız Kenter ile oynadığı Çöl Faresi’ne en az 120 kişiyi götürmüştük. Ayrıca ben onların
bir provasını da yerinde izlemiş, üç beş kelam da etmiştik. Neredeyse 50 yıl geçmiş.
Yılmaz Kulluk (1923 Konya-21 Ağustos 2012 Konya): 1969-1977 yılları arasında Konya Belediye
Başkanlığı yapan iş adamı. Tanınmış bir ailenin üyesidir. Rahmetli Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Feyzi
Halıcı’nın bir bilimsel toplantısı için Konya’ya gelmişti, ben de Erzurum’dan. Rahmetli Doç. Dr. Muhan Bali
de vardı. Karahan Hoca tutturdu: Valiyi ziyaret edelim, belediye başkanını ziyaret edelim, ordu komutanını
ziyaret edelim. Vali Konya’da değilmiş de öbür ikiliyle gezi trafiğimizi tamamladık. Başkan Kulluk’u ilk ve
son defa hocamın sayesinde makamında ziyaret etmiştim. Ordu komutanı ise Org. Şükrü Olcay’dı ve
ziyaretten çıkarken birlikte çekilmiş bir fotoğraf çerçeveletilip hepimize sunulmuştu.
Mehmet Sakaoğlu (? Konya-23 Ağustos 2012 İstanbul): Bu Sakaoğlu ile sadece bir soyadı
benzerliğimiz var, üstelik onlar da Konyalı. Dahası, merhum babamın adı da Mehmet idi. Adını işitenler
hep sorarlardı, “Prof. Mehmet Bey akrabanız mı?” diye. 15 yıl kadar önce kurduğumuz Konya Lisesi
Mezunları Derneğinin kurucu başkanıydım. Her yıl pilav günü düzenlemeye karar verdik ve gerçekleştirdik.
Bunlardan birine bu tıp hocasını, babamın adaşını da telefonla davet etmiş, bir defa da olsa konuşmuştuk.
Sağlık sebebiyle gelemeyeceğini beyan etmişti. Ölüm ilanı, Hürriyet’in 24 Ağustos 2012 tarihli İstanbul
baskısında çıkmış. Ben o sabah 09.30 Konturuyla Erdemli’den Konya’ya hareket ediyorum. Günlük
gazeteleri okuyup yola çıktığım için anılan gazetenin Adana baskısında bu ilan çıkmamış. Tam Torosları
aşarken sevgili kardeşim Sabri Koz telefon edip merhumun yakınım olup olmadığını soruyordu. Çünkü
ilanda ‘Konya Eşrafından’ ibaresini görünce hemen telefona sarılıp bilgi istemişti. ‘Acaba Ankara baskısında
olabilir mi?’ diye otobüsümüz Karaman’da mola verince bir gazete daha aldım. Yok. Yaşı, belki 85 idi.
Altan Deliorman (25 Haziran 1935 ?-23 Ağustos 2012 İstanbul): Ölüm haberini, 23 Ağustos 2012
sabahı bazı TV kanallarının sabah haberlerinden almıştım. Birkaç cümle ile tanıtılıyordu. Çünkü o bir artist
(!) filan değildi. Ertesi günün gazetelerinde daha anlamlı haberler ve güzel hazırlanmış ilanlar yer alacaktı.
Kâmil Karavelioğlu (1927 Akseki/Antalya-04 Eylül 2012 Ankara): Bir neslin adını çok iyi bildiği,
ancak son çeyrek yüzyılda unutulan bir ’27 Mayısçı’ idi. (Bu 27 Mayıs’ın ne olduğuna her dönemde ayrı bir
ad verildi: Devrim, ihtilal, İnkılap, hareket ve son olarak da darbe.) Konya Askerî Okulunda okuduğu için
60’lı yıllarda Konyalı olarak algılanmıştı. Konya ile ilgili pek çok iş onun aracılığıyla çözülmeye çalışılırdı. O,
1960-1980 arasında Cumhuriyet Senatosu tabii üyesi idi.
Vural Akkoç (1947-05 Eylül 2012 Bursa): Bu merhumu da tanımazsınız. Kendisi, merhum Prof. Dr.
Harun Tolasa’nın bacanağı idi, yani damadımızdı. Ortopedi uzmanı olarak Bursa’da çalışıp emekli olmuştu.
Kardeşlerinden Kemal’i de Erzurum’da bizim bölümde okutmuştum. Okuyan, fikir yürüten bir doktor idi.
Muhsin Yılmaz (? ?-08 Eylül 2012 Adana): Çukurova Üniversitesinin kurucularından, Ziraat
Fakültesi emekli öğretim üyesi. 21 Aralık 1988 tarihinde Çukurova Üniversitesince düzenlenen Karaca
Oğlan’ı Anma Günü’nde, rektör adına toplantımızı izlemişti. Konuyla yakından ilgilenmişti. Ne acıdır ki Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinin katılmadığı, öğrencilerinin de gönderilmediği bu toplantıdan
sonra rektör Prof. Dr. Mithat Özsan’la odasında bir saat kadar sohbet etmiştik. Rahmetli de bu sohbete
katılmıştı.
62
Daim Dirican (? ?-11 Eylül 2012 İstanbul): Merhumun önce adı, sonda da soyadı dikkatimi
çekmişti. Öyle ya, Saim adıyla aynı yapıda kaç ad vardı ki… Bir tek Naim, o kadar. Şimdi üç olduk. Ağabeyi
Prof. Dr. Rahmi Bey’i Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesinden tanırım. Tokatlılar… 1967’de, Erzurum’da,
birlikte Tokatlılar Derneği’ni kurmuştuk. (Tokat’ın damadıyız ya.) Daim Bey’in çocuk doktoru olduğunu da
ekleyelim.
Âşık Kadir İnci (1936 Hafik/Sivas-18 Eylül 2012).
Âşık Kemali Bülbül (1928 Kavak/Sivas-23 Eylül 2012 Samsun): Çok yönlü bir âşığımızdı. Samsun’da
Torun ve Vicdan Sesi adlı gazeteleri çıkarmıştır. Âşıklarla ilgili olarak kurulan derneklerde görev almıştır.
Siyasi hayatı da vardır. İlk şiir kitabı Kırık Sesler’i 18 yaşında iken yayımlamıştır. Başta Konya/Türkiye Âşıklar
Bayramı olmak üzere çeşitli toplantılara katılmış, çeşitli ödüller kazanmıştır.
Osman Nuri Özbek (1923 Beyşehir / Konya- 25 Eylül 2012 İstanbul): Doğruyol Partisinden 19.
Dönem (1991) Konya milletvekilidir. O seçim döneminde DYP’nin liste başında, Konya Lisesinden dönem
arkadaşım iş adam Mustafa Bezirci bulunuyordu. Özbek, Demirel tarafından listebaşına getirildi. Ne yazık
ki parti Konya’dan sadece bir milletvekili çıkarabildi. Özbek, uzun yıllar Türkiye Ziraat Odaları Birliği
Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmıştır.
Neşet Ertaş (1939 Çiçekdağı/Kırşehir-25 Eylül 2012 İzmir) Birisi ona ‘Bozkırın Tezenesi’ demiş, öyle
de tanınmış. Bana göre, babası Muharrem Usta (1913-03 Aralık 184) ondan daha özgün idi, oğlu hiçbir
zaman babası gibi bozlak okuyamadı. Fırtınalı hayatı onu çok yordu. Anadolu turnelerinde konsere
çıkacağı yerleri bir gün öncesinden ve topluluğunun reklamından ayrı olarak da özel ilanıyla duyurması ona
has bir özellikti.
Berkant Akgürgen (31 Aralık 1938 Ankara-01 Ekim 2012 İstanbul): Belki de bazılarınız, ‘Ne işi var
bu arkadaşın? Kim bu?’ diye soracaksınız. Tabii, soyadını yazmasaydım hepiniz hatırlayacaktınız şu bizim
Samanyolu’cu Berkant’ımızı. 6. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi, Haziran 2001’in sonlarında Mersin’de
toplanmıştı. Toplantının akşam yemeklerinden biri, galiba Sutaşı adlı bir sahil lokantasında yenildi. Meğer
yıllardan beri kayıp olan Berkant orada ‘sahne alıyormuş.’ Tabii Samanyolu’nu da bir daha canlı olarak
kendi sesinden dinledik. O, ilk ve son görüşüm idi.
Pauline Doleres Aksungur (? ?-05 Ekim 2012 Adana): Bu emekli tıp profesörünü de hiç tanımadım.
Meğer 1966-1970 yılları arasında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli olan Lütfullah Aksungur’un
eşi imiş. 06 Ekim 2012’de Üniversite Mezarlığına defnedilmiş. Torunlarının adları oldukça ilgi çekici: Ulaş,
Sanberk, Deniz, Umay, Oğulcan. (Hürriyet, 06 Ekim 2012, ilan)
A. Türkan Çağlar (? ?-17 Ekim 2012 İstanbul): 17 Ekim 2012 tarihli Hürriyet’te çıkan ölüm
haberinde, merhume için, ‘Merhum Behçet Kemal Çağlar’ın gelini’ deniliyordu. Oysa Çağlar hiç
evlenmemişti. Acaba aralarında kan bağı olan bir yakının gelini olabilir mi?
Fuat Azgur (01 Mart 1928 Posof/Kars-13 Kasım 2012 Ankara): Merhumla hiç karşılaşmadık,
telefonla da olsa hiç konuşmadık. Peki? Efendim, gençlik yıllarımda Ankara’da yayımlanan aylık Ülkemiz
dergisinde dil konusunda yazılar yayımlardım. Azgur Bey de aynı derginin yazarları arasında idi, daha ne
diyeyim? Ailesinin verdiği ölüm ilanına bakılırsa önemli bir büyüğümüz: Kore gazisi, Danışma Meclisi Kars
temsilcisi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi, Danıştay üyesi, vb. Soyadı, Ahıska’nın Kür Irmağı
kıyısındaki köyünden alınmıştır.
63
Selman Erdem (1923 Antalya-17 Kasım 2012 Ankara): Konya Lisesinin orta ve lise kısımlarında
öğrenci olduğum yıllardaki üç müdürümden (1955-1959) sonuncusu idi: 1955-1959. (Öbürleri Samih
Atademir ve İbrahim Cengiz idi.) Kendisi sosyoloji hocası olmakla birlikte benim hocam olmamıştı. Eşi
Nezahat Hanım ise iki yıl cebir ve geometri derslerimize gelmişti. Ben liseyi bitirip Konya’dan ayrılınca
kendileri de İstanbul Pertevniyal Lisesine nakledilmişti. Yerine ise tarih hocamız Ali Nail Gökbudak gelmişti.
Selman Bey, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu mezunuydu, benim gibi… Ben orayı bitirip Milli Eğitim
Bakanlığına kur’a çekmek için gittiğimde koridorda rastladığım Konyalı bir arkadaşım, müdürümüzün
Öğretmen Okulları Genel Müdürü olduğunu söyledi. Dedim ki, “Beni bir yatılı öğretmen okuluna verse de
neresi olursa olsun.” Meğer o dönemde fakülte mezunu edebiyat öğretmenlerini öğretmen okullarına
vermiyorlarmış. İşi bakın ki Orta Öğretim Genel Müdürü İbrahim Bey’miş. Kur’ada Tokat ilinin tek lisesi
olan, hem de yatılı, Gaziosmanpaşa Lisesini çekmeyeyim mi! (Müdürümüzün acı haberini son dakikada
eklememi sağlayan kıdemli arkadaşım Mehmet Bildirici’ye teşekkür ederim.) (Prof. Dr. Ömer Alptekin de
sınıf arkadaşımdır.)
Âşık Gündüz (1934 veya 1935 Mengensofular köyü-Şarkışla/Sivas – 21 Kasım 2012 Şarkışla/Sivas).
Asıl adı Gazi Karaca olan böyle bir âşığın varlığını bir küçük gazete haberinden öğrendik. “Doğum tarihi
olmayan Âşık Gündüz’ün ölüm tarihi oldu.”, Radikal, 23 Kasım 2012. Haberi, Sivas AA göndermiş. Meğer
hakkında Genel Ağ’da da bilgi varmış. Haberde 600 olan şiir sayısı AĞ’da 500’e iniyor. Tavukçulukla
uğraştığı için yazdığı Tavuk Şiiri pek meşhurmuş, vb.
Turan Yazgan (1938 Eğirdir/Isparta-22 Kasım 2012 İstanbul): Kendisiyle olan tanışmamızın tarihi
1990’ların başına kadar uzanır. 1991’de Newyork’ta düzenlediği bir toplantıya beni de davet etmişti. 1980
yılında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nı kurmuş ve yönetmiştir. Yayımladığı dergiler vakfın amacı
doğrultusunda yayın yapmıştır. Konya’daki fiili görevim sırasında sık sık yurt dışındaki öğretim kurumlarına
gönderilmek üzere öğretim elemanı isterdi. (Nail Tan, “Turan Yazgan Hoca Hakk’a Yürüdü”, Erciyes, 35
(420), Aralık 2012, 1-2).
Burhan Günel (07 Nisan 1941 Antakya-22 Aralık 2012 Ankara): Bir zamanların çok okunan
yazarlarındandı. Galiba Adalet Ağaoğlu ile tatlı bir tartışma ortamı oluşturmuşlardı. Birkaç yıl önce
Konya’da düzenlenen ‘Öykü Günleri’ne katılmıştı da orada tanışmıştık. Belki de onun oturumunu ben
yönetiyordum. Hoş sohbet bir insandı. Yayınevi kurup yazarlıkla yayıncılığı bir araya getiren az sayıdaki
yazardan biriydi.
Durmuş Yılmaz (20 Temmuz 1952 Develi/Kayseri-16 Aralık 2012 Konya): Necmettin Erbakan
Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Yılmaz’ı,
anılan fakültenin dekanı olduğum yıllarda, tarih alanında doktora yapmakta olan bir Fransızca Öğretim
Görevlisi olarak tanımıştım. İlerleyen yıllarda dostluğumuz da pekişti. Hatta bir defa da onu ÜNTV’de
konuk olarak ağırladım. İdealistti, çalışkandı, güzel insandı.
Semiha Feridun Es (1912-12 Aralık 1912 İstanbul): Ünlü gazeteci ve gezi yazarı Hikmet Feridun
Es’in eşi olan Semiha Hanım ilk Türk savaş fotoğrafçısıdır. Kore Savaşı’na eşiyle birlikte gitmiş ve gazetesi
Hürriyet’e fotoğraflar göndermiştir. Es Ailesi’nin Afrika ile ilgili gezi yazıları ve fotoğrafları döneminde çok
ilgi çekmiştir. Ortaokul üçte okurken sınıfımıza yeni gelen ve son derece modern bir kız olan Verda’nın
Hikmet Bey’in yeğeni olduğu söylenmişti.
Kâmil Sönmez (1947 Ordu-20 Aralık 2012 İstanbul): Karadeniz türkülerini söylemesiyle tanınan
sanatçı aynı zaman pek çok filmde de rol almıştır. Galiba bölge türküleriyle kendisini daha çok sevdirmişti.
64
Bir de geçen yıllardan unuttuklarımız var(mış). Bazılarını nasıl unuturum, mesela Âşık Halil
Karabulut’u… Af dileyerek aşağıya alıyorum.
Musa Seyirci (1951 Fethiye/Muğla-02 Haziran 2010 Antalya): Çeşitli toplantılarda karşılaştığımız
Seyirci yaşadığı ve görev yaptığı Antalya-Muğla hattı üzerine pek çok araştırma yayımlamıştır. Bir ara,
Antalya İl Kültür Müdürlüğünde bulunduğunu hatırlıyorum.
Âşık Halil Karabulut (1926 Kadirli/Adana-16 Ağustos 2010 Adana) Mehmetli köyünde dünyaya
gelen âşığımızın on kadar kitabı var. Biri benim profesörlük çalışmam ki alanında bir ilk olup pek çok
çalışmanın kalıp görevini yerine getirmiştir. Birkaç yıl önce Kadirli’nin Bağdaş Yaylası’nda geçirdiğimiz üç
gün boyunca, şiirlerinin niçin bu kadar güzel ve anlamlı olduğunu keşfetmiştik.
Müşerref Ergene (? ?- 10 Ağustos 2011 İzmir): Gecikmiş bir hatırlama… Ölüm ilanı Erdemli’de
kalmış. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi dekanlarından Prof. Dr. Abdüsselam Ergene’nin eşi… Hocayı
daha yakından tanırdım ki fakültesinin öğretim üyelerinden Mehmet Şahin ile olan yazışmaları döneme
damgasını vurmuştur.
Âşık Fethi Kadıoğlu (30 Aralık 1941 Dinek/Çumra-Konya-04 Mart 2011 Dinek/Çumra-Konya) Prof.
Alptekin’in hazırladığı bir de kitabı vardı: Ağlayan Bayrak (Konya 2004).
:
Hasan Mutlucan (01 Mart 1926 İzmir-28 Aralık 2011 İstanbul): ‘Yine de şahlanıyor amam’ desek
yetmez mi? Tabii bir de 20 Temmuz ve 15 Ağustos 1974’lerin Kıbrıs Barış Hakekâtını da eklemeliyiz.
Denis Sinor (17 Nisan 1916 Kolozsvar’Avusturya-Macarista (şimdi Romanya’ya bağlı-12 Ocak 2011
Bloomington/ABD): Permanent International Altaistic Conference (PIAC, bizde DAMAK) toplantılarının
uzun yıllar genel sekreterliğini yapan Altaist olarak bilinir.
ÖDÜLLER
Bu yıl da pek çok ödül dağıtıldı. Biz, alanımıza girenlerden bir seçme yaptık. Abarttıklarımız da
olmuştur. Haberdar olmanız bile yetmez mi?
A. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
Üç dalda verilen ödülün bizi ilgilendirenini aşağıda sunuyoruz.
a. Eserlerinde gelenekle yeni arasında köprü rolü üstlendiği için: Selim İleri
B. Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü: Osman Baş
(“Orhan Şaik Gökyay 2012 Şiir Ödülü Şair Osman Baş’a Verildi”, Kültür Çağlayanı, 3 (16),
Eylül-Ekim 2012, 33-3.)
C. Folklor Araştırmaları Kurumunun Ödülleri
a. Doç. Aysen Soysaldı
b. Doç. Dr. Fatma Ahsen Turan
c. Yrd .Doç Dr. Fatma Emel Ertürk
ç. Öğr. Gör. Hacer Nurgül Begiç.
d. Yücel Feyzioğlu
e. Alper Tunga Özdemir
f.. Türkçe Olimpiyatları Derneği
g. Ankara Seymenler Kulübü
.
65
Ç. 20. Troya kültür-sanat ödülleri
Pek çok dalda verilen bu ödüllerin ilgimizi çekenlerini dikkatinize sunuyoruz.
a. Çağdaş halk müziği: Kıraç
b. Halk müziği: Arif Sağ
c. Pertev Naili Boratav halk bilimi: Ali Haydar Avcı
ç. Halk oyunları: Pepe çizgi filmi
D. 2. Gazeteci Kemal Çapraz İletişim Ödülleri
20’den fazla dalda verilen bu ödüllerden biri ilgimizi çekmektedir:
a. Yılın en iyi belgesel yapımcısı: Servet Somuncuoğlu
E. Deniz Ticaret Gazetesi Ödülleri
Bizi ilgilendiren bir dalı alıyorum:
a. Altın Yunus Ödülü: Servet Somuncuoğlu
F. ESKADER 2012 Sanat Ödülleri (Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği)
Her yıl çeşitli dallarda verilen ödüllerin üçüncüsü bu yıl da 30 dalda verildi ve sonuçlar, yılın son
günü açıklandı. Konumuzla ilgili olanlar aşağıya alınmıştır.
a. Çocuk Edebiyatı: Çocuk Edebiyatı Ansiklopedisi, Hasan Lâtif Sarıyüce (Nar Yayıncılık)
b. Halk Edebiyatı Araştırmaları: Ahmet Özdemir (Bütün eserleriyle)
c. Halk Müziği: Mehmet Özbek (Türk Halk Müziğine katkılarıyla)
G. 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde ödüller
Antalya’da dağıtılan 12. Ödüller 18 dalda sahiplerini bulmuştur. Âşık Veysel’le ilgili film de
beş dalda ödüle layık görüldü. Bütün ödüller Âşık Veysel Şatıroğlu ile ilgilidir.
a. En İyi Film: Güzelliğin On Par’ Etmez
b. En İyi Senaryo: Hüseyin Tabak, Güzelliğin On Par' Etmez
c. En İyi Erkek Oyuncu: Abdülkadir Tuncer, Güzelliğin On Par' Etmez
ç. En İyi Kurgu: Christoph Loidl, Güzelliğin On Par' Etmez
d. Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: Yuşa Durak, Güzelliğin On Par' Etmez
Ğ. Türkiye Yazarlar Birliği Ödülleri
Çok değişik dallarda verilen ödüllerden ilgimizi çekenleri sunuyoruz.
a. Kamu Yayıncılığı: Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya Vilayeti Salnameleri ve Konya
Kadı Sicilleri
b. Çocuk Edebiyatı: Hasan Lâtif Sarıyüce, Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ansiklopedisi
c. Gezi: Ahmet Kuş, Dünya Mevlevihanelerine Yolculuk
ç. Dil: İbrahim Demirci, Dillerin Dili
H. Tarsus Belediyesinin Ödülleri
a. Karaca Oğlan Araştırma Ödülü: Prof. Dr. Günay Karaağaç
b. Halk Şiiri Ödülü: Âşık Temel Türabî
c. Çağdaş Yeni Şiir Ödülü: Mustafa Kaya
66
NOT. Birden fazla kurum tarafından ödüle layık görülen Servet Somuncuoğlu, öğrencim kadar
yakın ve kıdemli bir dostumdur. Onunla yıllarca önce Türkülerle Türkiye adlı bir çalışma yapmıştık: bk. Türk
Dili, 2000 / I, 578, Şubat 2000, 195-197. İşte bu Servet kardeşimiz bu yıl çok önemli bir esere imza attı.
Bugün (05 Ocak 2013) kargodan çıkan o müthiş eserden de söz etmek istedim. Adı, Damgaların Göçü –
Kurgan / Ankara Güdül Kaya Resimleri // The Migration of Tamga – Kurgan / Ankara Güdül Rock
Engravings. Eser, 516 sayfa olup yüzlerce fotoğrafla zenginleştirilmiştir. Ağırlığı dört kilo 100 gram gelen
kitabın boyutları ise 30 x 30 santimetredir. Çok sağlam bir cilde ve kaliteli bir kâğıt kapağa sahiptir. Eserin
ortaya çıkmasında AC YAPI’nın unutulmaz katkıları olmuştur. Tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.
I. İLESAM ÖDÜLLERİ
Açıklanmadı, bekledik. Artık gelecek yıl duyurruz.
DÜNE DÖNÜŞ
Geçen yıl verilen ve alanımız için son derece önemli olan bir ödülün verilmesi 2012’nin sonlarına
kalmıştı. Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim Vakfı’nın, 18. Motif Halk Bilim Ödülleri’nin dağıtım töreni,
17 Kasım 2012 tarihinde gerçekleştirildi. Biz, alanımızla ilgili olanları aşağıya alıyoruz:
a. Büyük Ödül: Prof. Dr. Özdemir Nutku
b. Türk Folkloruna Katkı Sağlayan Kuruluş Ödülü: Konya Akşehir Belediyesi
c. Maddi Folklor Ürünlerini Derleme ve Yaşatma Ödülü: Ege Üniversitesi Etnografya
Müzesi
ç. Halk Bilim Hizmet Ödülü: Dr. Yaşar Kalafat
d. Halk Oyunları Hizmet Ödülü: Altay Uysal
e. Halk Müziği Hizmet Ödülü: Emel Taşçıoğlu
f. Medya Halk Bilim Ödülü: TRT Beşik ve Ninni Programı
Kendilerini inceleme konusu olarak ele aldığım âşıklarımızın bazıları veya beni tanıyıp da
görüşemediğim bazı âşıklar doğrudan benimle ilgili, yakınlarımla veya işimle ilgili şiirler yazarlar. Ben de
bunların bir bölümünü, 2009 yılında, Dostlar Beni Hatırladı adıyla kitaplaştırdım. Âşıklar yazmaya devam
ediyorlar. Onlar yazdıkça biz de o şiirleri bu tür mektuplarımıza alıyoruz.
Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na
İnsanlara hoşgörü ile bakan
Konuşurken dilinden bal akan
Düşkün olanların elinden tutan
Gönüller dostu olan Sakaoğlu
Ömrü kültür işleriyle yoğrulmuş
Gönülleri ilim ile doldurmuş
Hep gençliğimiz için çabalamış
İlim okuyana dost Sakaoğlu
67
On binlerce talebeyi okutmuş
Örfümüzü gergef gibi dokumuş
Yüzlerce konuyu da araştırmış
Okuyup yazana dost Sakaoğlu
Konya’mızın ulu kültür çınarı
Yeni bilgi salgılar her damarı
Pek çok sever hem okuyup yazanı
Tüm insanların dostu Sakaoğlu
Yüzyılımıza çokça ışık tutar
Kayıttadır yaşanmış hatıralar
Hele bir Çaybaşı Yazıları var
Okumaya doyulmaz Sakaoğlu
Bana “Durma yaz, hep yaz” deyi deyi
Unutmasınlar hem geçmişimizi
Bu fakir ozanın değer verdiği
Konya çelebisidir Sakaoğlu
O olmuştur Konya’mızın çelebisi
Okuyan milyonların sevgilisi
Tokatlının sevilen eniştesi
Çok da bilge insandır Sakaoğlu
Eski deyimlerimizi çok sever
“Aman ha Türkçemiz yozlaşmasın” der
Telefonla yazılarımı över
Sevgili ağabeyim Sakaoğlu.
25 Ocak 2012
(Bu şiir aşağıdaki köşe yazısının sonunda yer almıştır: İsmail Detseli, “Üç Yıllık Almanak”,
Memleket, 16 Şubat 2012)
(İsmail Detseli, Konya halk kültürüyle ilgili son derece ilgi çekici yazılar kaleme
alıyor. Tarihçilerin dört elle sarıldıkları belgeler yüzyıllarca incelenmeyi beklemiş, ama Detseli’nin
yazdıklarının beklemeye tahammülü yok ki… Bir yerler onun yazdıklarını bir an önce kitaplaştırıp ilgililerin
dikkatine sunmalıdır. Kim veya neresi olursa olsun, mutlaka yayımlama yolunu açmalıdır. Yoksa mahcup
olanlar sıraya dizilecektir. Detseli kardeşime uzun ömürler diliyorum.)
Bizim eski iş ortaklarımızdan Prof. Dr. Esma Şimşek Hanım’ın sesi soluğu kesilmişe benziyor;
İletişim Fakültesinde dekanlık bu kadar mı meşgul ediyor acaba?
Her yiğidin bir gazete okuyuşu vardır diyerek yoğuttan özür dileyelim. Ben gazeteyi elime alıp
okumalıyım, mürekkebi elimi boyamalı, sayfaları çevirirken cığış cığış ses çıkarmalı… Nedir o bilgisayar
tuşunun keyfine kalmış gazete keyfi. Bir de araya en ‘ecayip’inden reklam, pardon beyin yıkama aracı
sokuşturmazlar mı, gel de gazeteni keyifle oku. Hani okuyup yazmayı gazeteden öğrendim dersem yeridir.
68
Sizin ilkokula başladığınız yılda evinize her gün birer Konya, Ankara ve İstanbul gazetesi girer de siz
okumaya heveslenmez misiniz! Bu alışkanlığımın sonucu olarak Konya’mın yerel (bazıları kendilerini yerli
diye tanıtıyor.) gazetelerini de sürekli olarak okurum. Tiryakisi olduğum yazarlarımız var. Şimdi bir iki ad
sayıp da günaha girmeyeyim. Ancak bu yazarlardan biri benim için önemli. Belki işlediği konular alanımın
dışında kalıyor ama o yazılarının altına eklenen iki küçük başlık var ki sormayın gitsin. Yazarımız mali
müşavir Celal Emiroğlu Bey kardeşim. Doktorantım Yrd. Doç. Dr. Seyit Emiroğlu ile aynı soyadı taşıdığına
göre siz bir bağ kurabilirsiniz. (Kardeş değiller, o kadarını söyleyeyim.) Celal Bey kardeşim, Konya’mızda
dokuz yıl önce yayın hayatına atılan Memleket gazetesinde, belki de yedi sekiz yıldır alanıyla ilgili olarak,
bu aylarda pazartesi günleri, yazılar yayımlar. (O, aynı zamanda gazetenin mali danışmanıdır da.) Yazıların
sonundaki çıkmalar ise hesap kitap işleriyle uğraşmayanların da ilgisini çekiyor. 07 Ocak 2013 tarihinde
gönderdiğim bir ileti ile, bunların bir araya getirilmesinin iyi olacağını ifade etmiştim. Sağ olsun, aradı ve
bir şeyler yapabileceğimizin ışığını yaktılar. İşte o çıkmaların en sonuncuları: Bize özgü işler/Düğün yapılan
evin damına Türk bayrağı asmak; Gıcık işler/ Sigara paketini pantolon paçasında taşımak (07 Ocak 2013).
Hadi, tadı damağınızda kalmasın, Celal Bey’den birer örnek daha alalım: Bize özgü işler/Oturmaya
sonradan gelenlere tek tek ‘merhaba’ demek; Gıcık işler/ Sarı ışık yanar yanmaz arkadaki aracın korna
yapması. (2012’nin son haftası)
Söz bu tür güzel yazılardan açılmışken taze bir yazının benzeri köşesinden de bir iki alıntı yapalım.
Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde (07 Ocak 2013) ‘Geri kalmışlık nereden anlaşılır?’ ara başlığında on
maddeyi sıralamış. İşte benim seçtiklerim: Sokaklar korna sesinden geçilmiyorsa, sıraya girmek
becerilemiyorsa, Acunların programlarında ekranlara kilitlenme oluyorsa, beş kişilik yoksul ailede beş aded
cep telefonu bulunuyorsa … O ülke geri kalmıştır. (Ben demiyorum, yorum da yok üstelik.)
Eh, artık bu destançenin [başlarken mektup demiştik.] sonuna geldiniz. Belki sabırla
okudunuz, belki de atlayarak… Ne olursa olsun birkaç satırını okumuş olmalısınız. Ne elde
ettiniz? Çoğu sizi hiç ilgilendirmeyen birtakım bilgiler, övgüler, haberler, tespitler, derlemeler
vb. Efendim, hoşlanmadınızsa, beğenmedinizse, hatta eleştiri damarınız kabardı ise siliverin
gitsin. Bir iki tuşa basmak o kadar zor olmasa gerek. Hem de yer açılmış olur. Vallahi ben bu tür
bir yazıyı yazmaktan keyif alıyorum. Tahrifkâr eleştiriler yazmak yerine adalet ve ahlak üzere
kurulmuş satırlar, sizleri pek ilgilendirmese de onlarla ilgilenecek birkaç dostumuz çıkabilir.
Hadi hadi, siz birkaç yere göz attıktan sonra gereğini yapıverin. Sakın, baştaki uyarımızı
unutmayınız, bir de adınızı ‘Bul’ tuşuyla arayıverin de bari adınız tıklamaya gitmesin. (Şair öyle
demiyor muydu?)
----------ooooo--------Kalın sağlıcakla. İyi niyetle yazacağınız üç beş satırlık bir değerlendirme bile bizi sevindirecektir.
Eleştiri serbest, ama kendi adınızla… Öyle tetikçi metikçi ayaklarına yatanlara boş veriniz. Zaten bizim bu
70 sayfamız adam gibi adamlara, hanım gibi hanımlara gönderildi. Ola ki korsanlar devreye girebilir!
69
Kısmette varsa ‘gelen’ yılda da görüşürüz. Gerçekler karşısında kimsecikler incinmesin, oturup birer sagu
yaksınlar. Nasıl olsa yakılan mumları bir gün sönecek.
(Mektubuma başlarken YETMİŞ sayfa olacağını hiç düşünmemiştim. Aslında bu mektup YETMİŞ ÜÇ
yaşımın mektubu… Üç sayfa daha mı yazmalıyım? Hayır, Türk masal araştırıcılığında YETMİŞ masal
üzerinde çalışma geleneğini ben başlattım, bir iki tezin dışında sürekli olarak YETMİŞ masalın üzerinde
çalışıldı, öyleyse yaşasın YETMİŞ sayfa…)
Biz masal araştırıcıları, bir işi bitirince, sanki bir masal anası edasıyla deriz ki, Ustamızın adı Hıdır /
Elimizden gelen budur. Bilgisayar öğrenmeye 73 yaşında başlayan bir dedenin uygulaması ancak bu kadar
olur. Lütfen satır aralarının düzensizliğini bağışlayınız. Artık 74’e de girdik, bundan sonra bizlerden daha
fazlasını beklemeyiniz. Konya üzerine tamamlamakta olduğum üç kitabım için bu bilgisayar bilgim (!) yeter
de artar bile… Rahmetli annem Zeliha Hanım’ın dediği gibi, ‘Daha fazlasını öğrenip de bilgisayar minberine
mi çıkacağım?’ Aralara karışan korsan harflerde benim kabahatim yok, onlar bozguncu harflerdir efendim.
(Şundan yüzde yüz eminim ki, yazımla (imla ile) ilgili ‘gözden kaçmalar’ olmuştur. Buraya alınması
gerekip de alınmayanlar da… Kısmet olursu gelecek yıl Türk dünyasın da açılacağız, oralardan da haberler
verip oralara da haber ulaştıracağız.
ÖNEMLİ: ÇOK SEVDİĞİM BİRİ, YAZILANLARIN FAZLA OLDUĞUNU, MEKTUP OLMA ÖZELLİĞİNİ KAYBETTİĞİNİ İFADE ETTİ,
HAKLIYDI. ZATEN BİZ DE SONLARA DOĞRU DESTANÇE DEMEMİŞ MİYDİK? ŞİMDİ DE DİYORUM Kİ; GÜNLÜK DİYE BİR TÜR VAR,
BENİMKİ ONUN ÇOK ÖZEL BİR TÜRÜ. ADINI DA KOYDUM BİLE: KONULU GÜNLÜK. YANİ TUTULAN GÜNLÜK KONU ESASINA GÖRE
DÜZENLENMİŞTİR. GÜNÜ GÜNÜNE TUTULMUŞ, SONRADAN KONULARINA GÖRE DÜZENLENMİŞTİR. OL HİKÂYET BU KADAR.
----------ooooo--------ADRESLER
EV – HABERLEŞME
Melikşah Mahallesi
Evliya Çelebi Caddesi
Sevgi Sokağı
Şelale Konutları Nu. 15 / 2
42090 Meram - Konya
HABERLEŞME
TELEFONLAR
Ev : 0332.323 20 29
Cep : 0542.574 39 14
Tatil : 0324.547 60 73
P. K. 20
42040
Konevi / Meram - Konya
Artık, hot.mail ve www adreslerimi vermiyorum, yazımızın başında onlarla tanışmıştınız.
----------ooooo---------
70