pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası

Transkript

pdf ındır - Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası
Editörden
TEKSTİL İŞVEREN
393 - Nisan 2013
Türkiye Tekstil Sanayii
İşverenleri Sendikası Adına
İmtiyaz Sahibi
HALİT NARİN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
AV. BAŞAR AY
Yayın Danışma Kurulu
SEVİL BURSA
TUĞRUL BORNOVALI
AV. SAMİM ERGENELİ
LEVENT OĞUZ
Basın Müşaviri
MİNE ŞENKUL ERGÜVEN
Yayın Kurulu
LERZAN ÖZTÜRK
AV. ÇİĞDEM SUBAŞI
AV. ÖMER EMRE KAYNAK
BORA KOCAMAN
CEREN ERMİŞ
ÇİĞDEM YILDIZ
İdari Merkezi
TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ
İŞVERENLERİ SENDİKASI
Metrocity A Ofis Blok
Büyükdere Cad. No: 171 K.19
34330 1. Levent-İstanbul
Tel: (0212) 344 07 77 (pbx)
Fax: (0212) 344 07 66-67
İnternet Adresi
www.tekstilisveren.org.tr
Grafik Tasarım ve Uygulama
ALİ BAYRAM
Ofset Hazırlık ve Baskı
DÜNYA YAYINCILIK A.Ş.
“Globus Dünya Basınevi”
100. Yıl Mah. 34440
Bağcılar-İstanbul
Tel: (0212) 440 27 37
Basıldığı Tarih: 14 Nisan 2013
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın
ISSN: 1307-6566
Tekstil İşveren Dergisi,
Türkiye Tekstil Sanayii
İşverenleri Sendikası
tarafından aylık olarak
yayınlanır. Kaynak gösterilmek
suretiyle alıntı yapılabilir.
Dergide bulunan imzalı
yazıların sorumluluğu
yazarlara aittir.
AB İÇİN HERŞEY SERBEST
Türkiye AB'ye tam üyelik hedefini 54 yıl
önce koydu, 54 yıldır da AB’ye girmek için
uğraşıyor. AB’ye üyelik başvurusunu
1959 yılında yaptık. Tam üyelik hedefini
ortaya koyan Ankara Anlaşması ise
1964'te yürürlüğe girdi. 1978 yılına kadar
ise Gümrük Birliği’ne uyum için çalıştık.
Bir dizi yükümlülüğü yerine getirdik ancak yaşanan bazı sıkıntılar nedeniyle 5 yıl
erteleme istedik. Bu sürecin sonunda ise
Gümrük Birliği, 1 Ocak 1996 tarihinde
resmen başladı. Gümrük Birliği ile şüphesiz Avrupa pazarlarının Türkiye'ye
açılması, gerçekten Türk tekstil ve hazır
giyimcisine yol gösterici oldu. Korkarak
girdiğimiz Gümrük Birliği, tekstilciye
dünya ile rekabet gücü kazandırdı. Üretim kapasitesiyle ve üretim kalitesiyle artık tüm dünyada kendisinden söz ettiren
bir tekstil ve hazır giyim sanayii yapısı
oluştu. Üstelik sanayici vizeler, geçiş
belgeleri, kotalar ve çeşitli engellerle karşılaşmasına rağmen pazardaki gücünü
korumayı başardı.
Ancak bugün gelinen noktada AB'nin
üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşması (STA) yapıp Türkiye'yi masanın dışında bırakması artık Gümrük Birliği’nin
haksız bir rekabet unsuru olarak karşımıza çıkmasına neden oluyor. AB, bugüne kadar birçok ülkeyle serbest ticaret anlaşması imzaladı. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın deyimiyle ‘bıçağın kemiğe dayandığı’ asıl adım ise serbest ticaret anlaşması için ABD ile AB’nin müzakereye başlaması oldu.
Türkiye ile kesinlikle anlaşma yapmaya
yanaşmıyor. Nitekim AB'nin serbest ticaret anlaşması yapmış olduğu Güney Afrika, Cezayir ve Meksika tüm çabalara
rağmen, Türkiye ile STA imzalamaya
yanaşmadı. Bu noktada şimdi en büyük
korku ise ABD’nin, AB ile STA imzaladıktan sonra bizimle imza atmaya yanaşmaması… O yüzden AB ile ABD arasında 460 milyar Euro’luk dış ticaret
hacminin ortaya çıkmasını sağlayacak bu
sürece Türkiye’nin şimdiden dâhil olması
gerekiyor. Bu noktada çözüm için seçenekler sınırlı. Çünkü Gümrük Birliği sistemi içindeyiz, AB'nin uyguladığı tüm
gümrük uygulamalarını biz aynen otomatik olarak kabul ediyoruz. Fakat karar verme mekanizmalarında yokuz. Bu
yüzden ilk akla gelen çözüm aynı masada Türkiye’nin de bulunmasını sağlamak.
İkinci yol, yoğun bir lobi sonrasında
ABD’yi serbest ticaret anlaşması imzalamaya razı etmek. Üçüncü yol ise Bakan
Çağlayan’ın dile getirdiği Gümrük Birliği’ni STA'ya dönüştürmek... Ancak bu
adım biraz sakıncalı. Bilindiği gibi Gümrük Birliği tam üyelik müzakerelerinde
tamamlanması gereken fasıllardan biri.
Yani Gümrük Birliği'nden çıkmak AB'ye
tam üyelik hedefinden vazgeçmek demek. Bunun da bir yaptırımı var.
Sonuç olarak AB ile yaşadığımız süreç
aleyhimize işliyor. AB’ye üyelik hedefinden vazgeçmeden bazı şeylerin gözden
geçirilmesi artık kaçınılmaz görünüyor.
Bilindiği gibi Türkiye, karar mekanizmasında yer almamasına rağmen Gümrük Birliği’nin tüm ikili anlaşmalarına uymayı taahhüt etmiş durumda. Böyle
olunca da AB’nin üye olmayan ülkelerle yaptığı anlaşmaları otomatik olarak kabul ediyoruz. Bu yüzden de serbest ticaret anlaşması yapan ülkeler Türkiye’ye
mal satarken gümrük vergisinden muaf
oluyor. Ancak Türkiye AB üyesi olmadığı için bu ülkelere mal satarken normal
ihracat işlemine tabi tutuluyor ve ağır vergi yükleriyle karşı karşıya kalıyor. Bu da
Türkiye’nin dış ticaret dengesini çok
olumsuz etkiliyor.
AB ile anlaşma imzalayan ülkeler ise dış
ticarette büyük avantaj sağladıkları için
Sayı: 393 - Nisan 2013
1
İçindekiler
14
04
KAPAK
GÜNCEL
Gümrük Birliği'nden
çıkalım mı?
Pascal Lamy: Üretimin coğrafyasında
büyük dönüşüm yaşanıyor
08
10
FUARLAR
12
FUARLAR
Texbridge dünyanın önemli fuarları
arasına girme hedefine yaklaşıyor
GÜNCEL
İstanbul'dan bir moda şöleni geçti
DTB/Modint Tedarik Toplantısı
Düsseldorf’ta düzenlendi
24
VERGİ DÜNYASI
21
2012’de şirketler ve şahıslar
ne kazandı, ne kadar vergi ödedi?
GÜNCEL
Türk pamuğunda
‘Better Cotton’ dönemi
28
26
EKONOMİK DİYALOG
Milli gelir artarken, milletin geliri azalabilir
Sayı: 393 - Nisan 2013
2
EKONOMİK
DİYALOG
Kuşbakışı ekonomi
30
32
ÇALIŞMA HAYATI
RİSK/FIRSAT
İşadamlarının sigortalılığı
Bölge için en zorlu yıl
34
36
38
İhracatta ülkeler liginin
mozaiği değişti
Tekstil Meslek Lisesi açana öğrenci
başına 5 bin liraya kadar destek
Bursa, üretimdeki gücünü
markalarına da yansıtıyor
GÜNCEL
GÜNCEL
TEKSTİLİN KALELERİ
42
46
TEKNO-TEKSTİL
ENERJİ
Dijital baskı makinelerinde son teknolojiler
Arz güvenliğini sağlayan
doğalgazda fiyat baskısı
ortadan kalkıyor
54
TASARIM DÜNYASI
52
Şafak Tokur, deneysel tasarımlarıyla
hızla ilerliyor
MODA
Kadınlara özel defile
Zeynep Acar´dan
56
KÜLTÜR
SANAT
60
GEZİ
62
İNGİLİZCE
ÖZETLER
Sayı: 393 - Nisan 2013
3
Güncel
PASCAL LAMY: ÜRETİMİN COĞRAFYASINDA
BÜYÜK DÖNÜŞÜM YAŞANIYOR
Dünya Ticaret Örgütü’nün
(DTÖ) Genel Direktörlüğü
görevini yürüten Pascal
Lamy, Türkiye ziyareti
kapsamında “Çağımızda
Küresel Değer Zinciri:
Yatırım ve Ticaret
Politikalarına Etkileri”
konferansına katılarak
küresel değer zincirlerinin
uluslararası ticaretin
üzerindeki etkileri hakkında
bir konuşma yaptı.
Dünya ekonomisinde küresel üretim zincirlerinin gelişme kaydetmesi ile mal ve
hizmet ticareti farklı ülke ve firmalar
arasında yeni bir değer zinciri oluşması sonucunu doğurmuştur. Bu sistem içinde
üretim zincirinde daha fazla katma değer
sağlayabilen ülkeler daha kazançlı çıkmaktadır.
Dolayısıyla, ülkelerin yatırım ve ticaret
stratejilerini belirlerken dünya ekonomisinde beliren yeni yönelimleri de dikkate
almalarında fayda görülmektedir.
Bu kapsamda, İktisadi Kalkınma Vakfı
(İKV), 14 Mart 2013 tarihinde Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) işbirliği ile “Çağımızda Küresel Değer Zinciri: Yatırım ve Ticaret Politikalarına Etkileri” başlıklı uluslararası bir konferans düzenledi. Dünya Ticaret Örgütü
(DTÖ) Genel Direktörü Pascal Lamy, Türkiye ziyareti kapsamında konferansa ka-
Sayı: 393 - Nisan 2013
4
tılarak küresel değer zincirlerinin uluslararası ticaretin üzerindeki etkileri hakkında bir konuşma yaptı.
Konferansın açış konuşmalarını İKV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu ile TEPAV Ticaret Çalışmaları
Merkezi Direktörü ve Türkiye’nin DTÖ
Nezdindeki eski Daimi Temsilcisi Büyükelçi (E.) Bozkurt Aran yaptı.
Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, konuşmasında, Türkiye-AB ilişkileri alanında uzman bir sivil toplum örgütü olan İKV’nin
özellikle Gümrük Birliği çerçevesinde
Türkiye ile Avrupa Birliği’nin ticaret politikalarına uzun yıllardır büyük önem
vermekte olduğunu ve dünya ticaret sistemindeki gelişmelerin yanı sıra AB ile
yapılan Gümrük Birliği’nin getirdiği yükümlülüklerin Türkiye’nin ticaret konumunu büyük ölçüde etkilemekte olduğunu ifade etti.
Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde yürütülen çok taraflı ticaret müzakerelerinin Doha Turu’nda tıkanmasıyla birlikte,
son birkaç yılda bölgesel ve ikili serbest
ticaret anlaşmalarının sayısında önemli bir artış gözlenmekte olduğuna dikkat
çeken Haluk Kabaalioğlu, ABD, Avrupa
Birliği ve Çin gibi küresel aktörlerin
gümrük vergilerinin düşürülmesinin yanı
sıra kısıtlayıcı düzenlemeler, fikri mülkiyet hakları, devlet alımları gibi konuları da içine alan ve tarife dışı engellerin
kaldırılmasını amaçlayan bölgesel/ikili ticaret anlaşmalarıyla küresel pazara erişimlerini iyileştirmeyi amaçladıklarını
belirtti.
Kabaalioğlu, AB’nin belirlediği ticaret
stratejisinin Türkiye için bağlayıcı nitelik
taşımakta olduğunu, ancak AB’nin Türkiye’ye danışmadan müzakereler yapmakta ve anlaşmalar imzalamakta olduğunu,
Gümrük Birliği’nin bu şekilde idare edi-
Lerzan ÖZTÜRK
Endüstri Mühendisi
İstatistik – Araştırma Servisi
lemeyeceğini vurguladı. AB ile üçüncü ülkeler arasında müzakereler yapılırken
Türkiye ile de paralel olarak müzakerelerin yürütülmesi, aynı anda tamamlanması ve anlaşmaların aynı anda yürürlüğe girmesi gerektiğine, aksi takdirde ticareti saptırıcı etkiler ve sorunlar ortaya
çıktığına dikkat çekti.
için yeni istatistiklerin geliştirilmesinin
önemini vurguladı.
Açılış konuşmasında, TEPAV Ticaret Çalışmaları Merkezi Direktörü Büyükelçi
(E.) Bozkurt Aran, günümüzde küresel değer zincirleri kavramının gelişmesiyle
yeni ticaret yöntemlerinin kabul edilmesinin önem kazandığını belirtti. Uzun yıllardır ürünlerin farklı bölgelerde üretildiğini, ancak buna ilişkin kavramsal çerçevenin geliştirilmesinin yeni bir olgu olduğunu ifade eden Bozkurt Aran, uluslararası ticari ilişkilere ilişkin istatistiksel
çalışmalarda bazı ticari akışların mükerrer defa rakamlara yansıtılabildiğini, bu ticari ilişkilerin daha doğru ölçülebilmesi
Pascal Lamy, konuşmasında Türkiye’yi
gelişmekte olan bir ekonomik dev olarak
tanımladı ve halihazırda küresel değer zincirlerinin bir parçasını oluşturduğunu,
bölgede en fazla doğrudan yabancı yatırım
çeken ülke olduğunu, gelecek yıllarda istikrarlı siyasi ve ekonomik ortamı, yüksek
nüfusu ve önemli işgücü sayesinde küresel değer zincirlerine daha fazla entegre
olacağını, coğrafi açıdan Türkiye’nin Doğu
ile Batı ve Kuzey ile Güney arasında kesişme noktasında olduğunu, bu sayede de
küresel değer zincirlerinin tam merkezinde
olmasının mantıklı olduğunu ifade etti.
Dünya Ticaret Örgütü DTÖ Genel Direktörü
Pascal Lamy, onur konuşmacısı olarak
konferansa katıldı ve “Uluslararası Ticaretin Yeni Haritası: Küresel Değer Zincirleri” başlıklı bir sunum yaptı.
Küresel değer zincirleri ile ticaret politikası
ortamı arasındaki bağlantıya değinen Pascal Lamy, bu küresel değer zincirlerinde
aynı ürünün veya hizmetin birden fazla
coğrafi konumda üretilmekte olduğuna,
dolayısıyla sadece bitmiş ürünlerin veya hizmetlerin sınırları geçmediğine, büyük çoğunlukla yarı mamul ve hizmetlerin sınırları geçmekte olduğuna dikkat çekti.
Üretimin coğrafyasında büyük bir dönüşüm yaşandığını, şirketlerin artık temel işleri arasında görmediği işleri önce yerel
taşeronlara daha sonra ise uluslararası taşeronlara vermeye başladığını belirten
Pascal Lamy, tekstil sektörünü örnek
gösterdi. Tekstil değer zincirinde, kumaşın ve hazır giyimin üretilmesi safhalarının üzerinde “orijinal marka üretiminin”
en üst seviye olduğunu, orijinal marka üreten ülkenin değer zincirinde alıcı konumuna geldiğini ve tedarik ağını yönetmeye başladığını vurguladı.
Sayı: 393 - Nisan 2013
5
Güncel
DTÖ ticaret müzakereleri esnasında, uluslararası ticaret kurallarının 21. yüzyıl
şartlarına göre modernize edilmesi arayışının olduğunu belirten Pascal Lamy, ticaretin istatistiksel ölçümünün yeni gerçeklere uyarlanması gerektiğini, önemli
olan tek şeyin ölçülebilir şeyler olduğunu,
sayılamayan bir şeyin dikkate de alınmadığını ifade etti.
Türkiye’nin İhracatı
Brüt ve Katma Değere Dayalı Olarak
Ülkeler itibariyle (toplamın içinde %), 2009
Ticaretin ölçülmesi için yeni ve iyileştirilmiş bir istatistiksel ve analitik sistem
oluşturmak üzere, DTÖ ve OECD, diğer birkaç ortak kuruluşla beraber, işbirliği yapmıştır. Geçen sene, bu sistemin yeterli bir
olgunluk düzeyine ulaştığı görülerek,
uluslararası ticaretin katma değer esasına dayalı olarak ölçüldüğü bir veri tabanı DTÖ ve OECD tarafından müşterek
olarak kamuya açıklanmıştır.
Pascal Lamy, bu yeni veri tabanına göre,
uluslararası ticarette hizmetlerin payının
bizim düşündüğümüzden tamamen farklı olduğunun ortaya konduğunu, bilgi teknolojileri, pazarlama, lojistik, montaj ve
dağıtım hizmetlerinin gittikçe artan oranda taşeron firmalara verildiğini, bu nedenle de ticaret katma değer esaslarına
göre ölçüldüğünde hizmetlerin payının
iki katına çıkmasının şaşırtıcı olmadığını
belirtti. 2008 yılı rakamlarına göre, hizmet
ticaretinin payı geleneksel yöntemlerle ölçüldüğünde yüzde 23 iken, katma değer
esasına göre ölçüldüğünde yüzde 45’e
yükseldiği görülmektedir.
DTÖ Genel Direktörü, bu veriler ışığında,
ticaret müzakerecilerinin hizmet ticaretine daha fazla dikkat göstermesi gerektiğine dikkat çekti. Lamy, ayrıca, ticaretin
katma değer esasına göre ölçülmesinin,
ülkelerin politikalarını gerçekten önemli
konulara, diğer bir ifade ile istihdam yaratılmasına odaklamaları için olanak sağladığını vurguladı.
Konferansın birinci paneli “Değer Zincirlerinin Etkileri: Kalkınma ve Ticaret Boyutları” başlığı ile düzenlendi ve TEPAV Ti-
Sayı: 393 - Nisan 2013
6
Brüt ihracatta yerli katma değerin payı
Kaynak: OECD-WTO TİVA
caret Çalışmaları Merkezi Direktörü Bozkurt Aran bu panelin moderatörlüğünü
yaptı. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) Yatırım ve Gi-
rişim Bölümü Direktörü James Zhan, Çin
DTÖ Çalışmaları Birliği Başkan Yardımcısı
Enheng Li, OECD Ticaret ve Tarım Bölümü Direktör Yardımcısı Raed Safadi ve Av-
Avrupa Komisyonu Ticaret Genel Müdürlüğü’nün Ticaret Analizi Birimi’nden Baş
Ekonomist Alessandra Tucci, sunumunda küresel değer zincirlerini AB deneyimi
açısından değerlendirdi. Katma değere dayalı ihracat verilerine göre, brüt ihracat
içerisinde yerli katma değerin payına bakıldığında, AB-27’nin yüzde 85.8 ile en yüksek paya sahip olduğu görülmektedir.
Alessandra Tucci, AB firmalarının dâhil olduğu küresel değer zincirlerinden birçoğunun bölgesel özellik taşıdığını ifade
etti. İmalatta coğrafi açıdan yakınlığın
halen önemli bir rol oynadığını, ancak çok
uzak piyasalara hizmet verebilmek için
bölgesel değer zincirlerine katılmak gerektiğini vurguladı.
rupa Komisyonu Ticaret Genel Müdürlüğü’nün Ticaret Analizi Birimi’nden Baş
Ekonomist Alessandra Tucci panele konuşmacı olarak katıldılar.
ralarda İngiltere, Almanya ve ABD yer almaktadır. Aynı şekilde ithalat verilerine
bakıldığında ilk iki sırada Rusya ve Almanya yer almaktadır.
OECD Ticaret ve Tarım Bölümü Direktör
Yardımcısı Raed Safadi, sunumunda ticaretin katma değer esasına göre ölçülmesi sistemine ilişkin bilgiler verdi. Ticaretin katma değer esasına dayalı olarak
ölçülmesinin, ekonomik faaliyetin etkilerinin, gelir, istihdam ve kâr açısından
daha doğru olarak değerlendirilmesini
sağlayacağını vurguladı. Raed Safadi, değer yaratma konusunda eski paradigmanın “düşük katma değerli sektörlerden
yüksek katma değerli sektörlere geçiş”
iken yeni paradigmanın “sektörler içerisinde düşük katma değerli faaliyetlerden
yüksek katma değerli faaliyetlere geçiş”
olarak değiştiğine işaret etti.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma
Konferansı (UNCTAD) Yatırım ve Girişim
Bölümü Direktörü James Zhan, konuşmasında, küresel değer zincirlerini gelişmekte olan ülkeler açısından değerlendirdi.
Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülkeler
incelendiğinde, brüt ihracat verilerine
göre ilk sıralarda Almanya, Fransa ve İngiltere yer alırken, katma değer esasına
göre ihracat verilerine bakıldığında ilk sı-
Küresel değer zincirleri, gelişmekte olan
ülkelerin küresel pazarlara erişimlerini,
ihracatlarını artırmalarını, ekonomik büyümeye ve ülkelerin kalkınmasına katkı
sağlanmasını ve teknoloji ile bilgi transferi sayesinde verimliğin artırılmasını
sağlamaktadır. Ancak, küresel değer zincirleri, bir ülkenin üretim sürecinde bir değişiklik veya aksama yaşandığı takdirde,
bir başka ülkenin üretim sürecini de
olumsuz yönde etkileme riskini artırmaktadır.
James Zhan, küresel ticaretin kabaca
yüzde 80’inin çok uluslu işlemlere, sözleşmeli imalata dayalı olduğunu belirtti.
Çin DTÖ Çalışmaları Birliği Başkan Yardımcısı Enheng Li ise Çin’in küresel değer
zincirlerinde ticari durumuna ilişkin olarak resmi istatistiki verilere dayalı bir sunum yaptı. Enheng Li, konuşmasında,
Çin’in hizmetler sektörünün diğer ülkelerdeki kadar gelişmemiş olduğuna, Çin’in
GSYİH’sına en fazla katkıyı sağlayan sektörün yatırım sektörü olduğuna işaret
etti.
Konferansın ikinci panelinde “Küresel
Tedarik Zincirlerinde Türkiye” konusu
ele alındı. Galatasaray Üniversitesi’nden
Prof. Dr. Mehmet Arda’nın moderatörlüğünü yaptığı panelde Prof. Dr. Çelik Kurdoğlu ile Penti Giyim Yönetim Kurulu
Başkanı Sami Kariyo ve Arçelik Resmi ve
Sektörel İlişkiler Koordinatörü Uğur Kayalı konuşma yaptılar.
Prof. Dr. Çelik Kurdoğlu, konuşmasında,
Türkiye’nin katma değer açığının 31.5
milyar dolar değerinde olduğunu, sanayinin erimekte, ara mamullerin ithal edilmekte olduğunu belirtti. Uluslararası ticarette eşit, rekabetçi kurallarla ticaret
yapılması gerektiğine işaret eden Kurdoğlu, Türkiye’nin ilerleme kaydetmesi
için ülkede iş ortamının iyileştirilmesi gerektiğini vurguladı.
Sayı: 393 - Nisan 2013
7
Fuarlar
TEXBRIDGE DÜNYANIN ÖNEMLİ FUARLARI
ARASINA GİRME HEDEFİNE YAKLAŞIYOR
Texbridge İstanbul Kumaş ve Aksesuarları Fuarı her geçen yıl uluslararası hüviyet
kazanıyor. Fuara 14 bini aşkın ziyaretçi geldi. Ziyaretçilerin 3 binini yabancı alıcıların
oluşturması, Texbridge Fuarı'nı dünyanın en önemli fuarları arasına girme hedefine bir
adım daha yaklaştırdı.
İhracatta Avrupa üçüncüsü olan tekstil sektörünü, birinciliğe taşımayı hedefleyen Texbridge İstanbul Kumaş ve Aksesuarları Fuarı bu yıl da dünya modasına yön verenlerin buluşma noktası
oldu. Dünyanın dört bir yanından alıcıların geldiği Texbridge Fuarı’na bu yıl 14 bin 540 profesyonel ziyaretçi uğradı. Gelen ziyaretçilerin 3 binini ise ABD, Rusya, Kanada, Almanya, Irak, Tunus,
Nijerya, İsrail başta olmak üzere dünyanın dört bir yanından alıcılar oluşturdu.
15-18 Mart 2013 tarihleri arasında CNR EXPO
İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilen fuarın açılışında konuşan Türkiye İhracatçılar
Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi,
geçen yıl durgunluk nedeniyle Avrupa'ya ihracatın yüzde 7 gerilediğini anımsatarak, "Bu
yılın ilk 2 ayında Avrupa'ya ihracatımızda yaklaşık yüzde 6'lık bir artış var, tekstil ihracatımızda da yüzde 11'lik artış var" dedi. Büyükekşi,
"Tekstil sektörü 2023 yılında 20 milyar dolar ihracat hedefi koydu. Sektör, Ar-Ge, inovasyon,
markalaşma, tasarım ve fuarlara bu şekilde
önem vermeye devam ederse hedefine ulaşacak" diye konuştu.
Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Başkanı İbrahim Burkay ise son üç yıldır Texbridge Fuarı'nın başarısına odaklandıklarını, fuarın başarısı için birçok etkinliği başlattıklarını
belirtti. Burkay, bu yıl 4’üncüsü düzenlenen
Texbridge’in, zengin içeriğiyle her geçen gün
dünyanın en önemli fuarları arasına girme hedefine yaklaştığını söyledi. Burkay, Texbridge
Sayı: 393 - Nisan 2013
8
Fuarı’nı ilk düzenledikleri 2011 yılında katılımcı
sayısı 115 firma iken, bu sayının bugün 200’e
çıktığına dikkat çekti. Fuarda ayrıca Litvanya
Tekstil ve Hazır Giyim Sanayi Birliği (LATIA) ile
Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) arasında, karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesi için Ortak Niyet Beyanı (MOU) Anlaşması imzalandı.
İmza töreni TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi,
UTİB Başkanı İbrahim Burkay ve Litvanya Tekstil ve Hazır Giyim Sanayi Birliği Başkanı Linas
Lasiauskas’ın katılımıyla gerçekleşti.
Texbridge'in katılımcı ülkelerini bu yıl Türkiye başta olmak üzere Hollanda, Mısır, İngiltere, Avusturya, Ukrayna, İtalya, Portekiz, Pakistan ve Hindistan oluşturdu. Portekiz tekstil derneği SELECTIVA MODA ise fuara bu ülkenin milli katılımını gerçekleştirdi. Zorlu
Tekstil, İsko, Söktaş, Bahariye ve Polsan Düğme gibi Türkiye'nin lider firmalarının yanı sıra
Raccagni Group, Bottonificio Bap, Pattern
Textiles, Larch Rose, Fusion CPH, Northern Linen, Lenzing AG, Albano Morgado, A-H Floros
CO. gibi markaların da aralarında bulunduğu
200 firma fuarda stand açtı. Fuara, ABD, Rusya, Kanada, Almanya, Irak, Tunus, Nijerya, İsrail gibi dünyanın dört bir yanındaki 40 ülkeden 3 bin yabancı alıcı geldi.
Dünyaca ünlü modacı ve trend tahmincilerinin katılımıyla gerçekleştirilen fuarda 2014 ilkbahar-yaz kumaş ve aksesuar modası da
sektörle paylaşıldı. Yerli-yabancı 200 firmanın
katılımıyla gerçekleştirilen fuar, Avrupa ve yurtiçinden ünlü isimlerin katıldığı seminerlere de
evsahipliği yaptı.
2014 İlkbahar-Yaz sezonu kumaş trendleri ile ilgili bilgiler veren Inkrit Berbee, kumaşlarda saten ve zengin işlemelerin yoğun olarak kullanılacağını belirtti. "Kumaşlarda lazer kesimler, nostalji, çiçek, gül, Rus ve peri masallarını anlatan desenler kullanılacak" diye konuşan Berbee, fitilli ve kırinkıl kumaşların 2014 ve 2015 yıllarında da devam edeceğini söyledi.
Bayan rengi kum, erkek rengi toprak
2014 İlkbahar-Yaz kadın ve erkek giyimi ile ilgili bilgi veren Müjde Abdis Güçlü ise “2014 yılında
kadın giyiminde kum rengi önemli bir renk olarak karşımıza çıkacak. Mozaiklerden esinlenmiş
baskılar kendini gösterecek. Harem pantolonu daha da şıklaşacak. Erkeklerde de toprak rengi
önemli olacak” diye konuştu.
Trendi prenses belirliyor
Öğrenciler Texbridge için tasarladı
2014 yılının trendleri ve sektörle ilgili bilgilerin paylaşıldığı seminerlere Avrupa'dan Inkrit
Berbee, Carola Seybold, Linas Lasiauskas katıldı. Fuarın ilk semineri Yalçın Ayaydın, Osman
Benzeş ve Bahar Koçan tarafından verildi.
Texbridge Fuarı kapsamında düzenlenen
Trend Seminerleri'nde konuşan Carola Seybold, 2013 yılında Michelle Obama, İngiltere
Prensesi Kate Middleton'ın da tercih ettiği zümrüt yeşilinin 2014'te de hâkim renk olacağını
söyledi.
Texbridge İstanbul Fuar’ında trend seminerleriyle yer alan İstanbul Moda Akademisi (İMA), bu sene
Moda Tasarımı ve Teknolojisi Lisans Programı 2. sınıf öğrencilerinin fuar için özel olarak tasarlamış oldukları ürünlerini de sergiledi. Verilen bilgiye göre 25 firmadan gelen numuneler arasından,
kendi tasarımlarına uygun kumaşları seçen öğrenciler, bu önemli firmaların destek ve katkılarıyla çizimlerini kağıt üzerinden 3 boyutlu ürüne taşıdı, hayallerindeki tasarımı gerçeğe dönüştürdü.
Fuar öncesinde öğrenciler Bursa'ya giderek kumaşlarını kullandıkları firmaların, fabrikalarını ziyaret etme ve üretim süreçlerini gözlemleme fırsatını yakaladı. Diğer yandan da sene sonu 'Bitirme Projeleri' için fikir edinip, kumaş seçimi yaptı. Ardından Söktaş, İSKO, Seçen Tekstil, Cenk
Tekstil, Esenteks, Burer Tekstil, Anteks firmalarının genç moda tasarımcısı adaylarına sundukları destek ve işbirliği sonucunda gerçeğe dönüşen tasarımlar fuarda büyük ilgi gördü.
Sayı: 393 - Nisan 2013
9
Fuarlar
İSTANBUL'DAN BİR MODA ŞÖLENİ GEÇTİ
New York, Berlin, Sydney, Moskova ve Tokyo Moda Haftası’nı düzenleyen IMG Fashion
tarafından organize edilen İstanbul Fashion Week (IFW), bu yıl şölen havasında geçti.
Yeniliklerin hakim olduğu moda haftasının ismi de Mercedes-Benz’in resmi sponsor
olmasıyla değişti.
Bu yıl ilk defa dünyaca ünlü moda haftalarının organizasyon şirketi IMG tarafından yapılan İstanbul Fashion Week (IFW), 5 gün boyunca moda şöleni sundu. 12-16 Mart tarihleri arasında Antrepo 3'te gerçekleştirilen etkinlik bu yıl önemli yeniliklere sahne oldu. Mercedes-Benz’in resmi sponsor olmasıyla moda haftasının önce ismi değişti. Yeni adıyla 'Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul'un en önemli yenilikleri ise değiştirilmiş podyum alanı, modüler tasarımcı atölyesi ve defileye alternatif ‘Studio’ adı verilen sunum alanları idi. Tasarımcılara geleneksel podyum haricinde tahsis edilen, koleksiyonlarını tanıtmak için sunumlar, basın toplantıları, sektörel paneller ve diğer moda etkinlikleri düzenleyebilecekleri alanlar olan Studio’lar, IFW'ye renk kattı.
500 manken podyuma çıktı
New York, Berlin, Sydney, Moskova ve Tokyo Moda Haftası’nı düzenleyen
IMG Fashion’ın organizasyonunu üstlendiği IFW, moda profesyonellerini,
sektör temsilcilerini ve sanat-müzik dünyasından birçok ismi bir araya getirdi. 500'e yakın gazetecinin izlediği etkinliklerde 30 tasarımcı, tasarımlarını sergiledi. Beş günde 500 mankenin podyuma çıktığı moda şöleni, 12
Sayı: 393 - Nisan 2013
10
Mart'ta Karaköy Antrepo 3'te Mehtap Elaidi'nin
sonbahar-kış 2013 defilesiyle başladı. Elaidi'nin
'Az' ismini taşıyan ve dinamik şehir kadınının
hayatını kolaylaştırmayı ve oluşturulabilecek
farklı kombinler aracılığıyla kadınlara az par-
çayla birden fazla görünüm yakalama şansı
sunmayı hedefleyen koleksiyonu katılımcılar
tarafından yoğun ilgi gördü. Aynı gün Ece Gözen, Tanju Babacan, Lady Faith, Songül Cabacı
ve Atıl Kutoğlu'nun da defilesi vardı. Ünlü modacı Atıl Kutoğlu, 2013-2014 sonbahar-kış
koleksiyonunu 34 mankenin sunumuyla tanıttı.
Mercedes-Benz Fashion Week'te ikinci gün ise
Begüm Salihoğlu, Jale Hürdoğan, Emre Erdemoğlu, Niyazi Erdoğan, Ayşe Deniz Yeğin ve
Simay Bülbül'ün defileleri vardı. IFW'nin ilerleyen günlerinde ayrıca Tuba Ergin, Nihan
Peker, Özlem Kaya, Gamze Saraçoğlu, Hakan
Akkaya, Cengiz Abazoğlu ve Atıl Kutoğlu'nun yanı
sıra Studio Kaprol'ün de defilesi gerçekleştirildi.
Kapanış 'Karma' oldu
Özlem Kaya ise iddialı koleksiyonunda kapitoneler ve vatkalar ile 90'ların ruhunu yansıttı. Kaya'nın
yeni koleksiyonunda altın ve bronz renklerin yanında siyah da ön plandaydı. Kaya'nın yeni koleksiyonunun tanıtımında Tülin Şahin Ayşe Hatun Önal gibi isimler de podyuma çıktı.
Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul'da, ünlü tasarımcı Cengiz Abazoğlu da 'Black is Black' adlı
2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonunu bir defileyle modaseverlerin beğenisine sundu. Abazoğlu'nun marka adL ile işbirliği içerisinde hazırladığı 2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonu, 'zarafetin ve asaletin rengi' olarak tanımladığı siyah ağırlıklı 62 parçadan oluştu. Beş güne yayılan ve
medya, perakende ve moda profesyonelleri başta olmak üzere binlerce kişiyi bir araya getiren 'Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul' organizasyonu, tüm tasarımcıların koleksiyonlarının yer aldığı 'Karma Defile' ile sona erdi.
Atıl Kutoğlu koleksiyonunu toplam 34 mankenle tanıttı. 1000'e yakın davetli tarafından
takip edilen Kutoğlu'nun defilesinde dünya
moda haftalarıyla paralel sunulan 2013/14
sonbahar/kış koleksiyonunda 80 kreasyon
sergilendi. Koleksiyon; antik çağ, Truva,
Astek ve aynı zamanda modern ve şık hippilerden esintiler içerdi. Niyazi Erdoğan ise
tarihe damgasını vurmuş olan 'Atilla'yı koleksiyonuna isim olarak seçti. İpekiş ve Palateks'in kumaş sponsorluğunda gerçekleştirilen defilenin trikoları Karaca, ayakkabıları ise İnci imzasını taşıdı. Tasarımcının 2013-2014 sonbahar-kış koleksiyonu,
dünyanın en prestijli hazır giyim fuarlarından Pitti Uomo ve Who's Next'te de sergilenerek büyük beğeni toplamıştı.
Sayı: 393 - Nisan 2013
11
Güncel
DTB/MODINT TEDARİK TOPLANTISI
DÜSSELDORF’TA DÜZENLENDİ
Hollanda Hazır Giyim Birliği
işbirliği ile düzenlenen 7. DTB
Tedarik Konferansı, 6 Mart
2013 tarihinde yapıldı. Türk
tekstil ve hazır giyim sektörünü
anlatmak üzere sendikamız
İkinci Başkanı Muharrem Hilmi
Kayhan konferansa özel olarak
davet edilirken, Türkiye ön
plana çıkarılan ülke oldu.
Muharrem Hilmi Kayhan, toplantıda Türk tekstil ve hazır giyim sanayiinin güçlü yönlerini, modern
üretim kapasitesini, ülke ekonomisindeki önemli payını, uluslararası piyasadaki konumunu ortaya koyan ve uluslararası tedarik zincirinde Türk tekstil ve hazır giyim sanayiinin rekabet gücü
avantajlarını vurgulayan bir sunum yaptı.
Eğilimler” hakkında bir sunum yaptı. Robin Anson, konuşmasının başlangıcında küresel
ekonomik şartların sanayii ne derecede etkilediğini vurgulamak üzere, 2008 ve 2009 yıllarında yaşanan resesyonun göstergesi olarak
GSYİH’nın dünyada ve başlıca ülkelerde ne derecede gerilediğini bir tablo ile gösterdi. Global resesyonu takiben, 2010 yılında ekonomide iyileşme yaşandığını ancak bu iyileşmenin
geçici ve belirsiz olduğunu anlatan Anson, konferanstaki sunumunda aşağıdaki bilgileri verdi:
Toplantıda, Textile Intelligence Outlook editörü Robin Anson, “Küresel Giyim Sanayiinde Makro
Sanayiimize bakılacak olursa, 2010 yılında
7. DTB (Dialog Textil-Bekleidung) Tedarik Konferansı bu sene Hollanda Hazır Giyim Birliği MODINT’in işbirliği ile 6 Mart 2013 tarihinde Almanya’nın Düsseldorf şehrinde düzenlendi. DTB/MODINT Tedarik Konferansında ön plana çıkarılan ülke Türkiye oldu. Çin’in kaybettiği pazar payından faydalanan başlıca ülkelerin Bangladeş ve onu takiben Türkiye olması nedeniyle, Alman Tekstil ve Hazır Giyim Tedarikçileri (DTB), Türk tekstil ve hazır giyim sanayiini birinci elden anlatmak
üzere Söktaş Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası İkinci Başkanı Muharrem Hilmi Kayhan’ı konuşmacı olarak davet etti.
TABLO : DÜNYA ELYAF TALEBİ, 2007-2011
Sayı: 393 - Nisan 2013
12
TABLO : DÜNYADA TEKSTİL ELYAFI TÜKETİMİ,
BÖLGELER İTİBARİYLE, 2006-2011
elyaf talebinde tam bir iyileşme yaşandığı ve bu
iyileşmenin 2011 yılında da devam ettiği görülmektedir. Dünya elyaf talebi 2007 yılındaki 69 milyon tondan 2008 yılında 64.3 milyon
tona geriledikten sonra 2009 yılında 65.6 milyon tona, 2010 yılında 72.7 milyon tona ve 2011
yılında 77.3 milyon tona yükseldiği hesaplanmaktadır.
Ancak, talepteki söz konusu iyileşmenin çoğunluğu Asya’da gerçekleşmiştir.
Dikkat çekici bir şekilde, aynı dönemde tekstil ve hazır giyim ticaret değerinde keskin bir
iyileşme görülmüştür. Bunun başlıca nedenlerinden biri ise hammadde fiyatlarındaki aşırı artıştan kaynaklanmıştır.
ve ABD yer almaktadır, onları takiben Çin, Japonya, Vietnam, Türkiye, Meksika, Güney Kore, Endonezya, Bangladeş, Kanada, Brezilya, Rusya ve Hindistan sıralanmaktadır.
Dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı ülkeleri
incelendiğinde, 2011 yılında DTÖ verilerine
göre, en büyük tekstil ihracatçıları Çin, AB-27,
Hindistan, ABD, Güney Kore, Tayvan, Türkiye,
Pakistan, Japonya, Endonezya, Tayland, Vietnam, Meksika ve Malezya olarak sıralanmaktadır. Söz konusu ülkelerin 2005-2011 döneminde yıllık ortalama ihracat artış oranlarına
bakıldığında, Vietnam’ın yıllık ortalama yüzde
32 artış ile en büyük gelişmeyi kaydeden ülke
olduğu görülmektedir. İhracat artış hızları
açısından, Vietnam’ı Çin (yıllık ortalama yüzde
15), Hindistan (yıllık ortalama yüzde 10) ve Türkiye (yıllık ortalama yüzde 7) takip etmektedir.
Hazır giyim sektöründe dünyanın en büyük ihracatçı ve ithalatçı ülkeleri incelendiğinde, yine DTÖ
verilerine göre 2011 yılında, en büyük hazır giyim ihracatçıları Çin, AB-27, Bangladeş, Hindistan,
Türkiye, Vietnam, Endonezya, ABD, Meksika, Malezya, Tayland, Pakistan, Sri Lanka ve Kamboçya olarak sıralanmaktadır. Söz konusu ülkelerin 2005-2011 döneminde yıllık ortalama ihracat artış oranlarına bakıldığında, Bangladeş ve Vietnam’ın yıllık ortalama yüzde 19 artış ile en büyük gelişmeyi kaydeden ülkeler olduğu dikkat çekmektedir.
2011 yılında dünyanın en büyük tekstil ithalatçıları incelendiğinde ise ilk iki sırada AB-27
2012 yılında AB’nin hazır giyim ithalatında ise en yüksek artış kaydeden tedarikçi ülke Kamboçya’dır (yıllık yüzde 20.4 artış).
Bu eğilimlerin ardındaki belirleyici nedenler olarak işgücü maliyetlerindeki farklılıklar ve Asyalı
tedarikçilerin dikkat çekici yatırımları görülmektedir.
2011 yılında dünyanın en büyük hazır giyim ithalatçılarına bakıldığında, ilk üç sırada AB-27, ABD
ve Japonya’nın yer aldığı görülmektedir. AB-27, ABD ve Japonya toplam olarak dünya hazır giyim ithalatının yüzde 72’sini oluşturmaktadır. Söz konusu üç ülkeyi takiben Kanada, Rusya, İsviçre,
Güney Kore, Avustralya, Çin, Türkiye, BAE, Norveç, Suudi Arabistan ve Meksika gelmektedir.
ABD’nin hazır giyim piyasası incelendiğinde, 2012 yılında hazır giyim ithalatında en yüksek artış
kaydeden tedarikçi ülkenin Vietnam (yıllık yüzde 7.3 artış) olduğu görülmektedir.
TABLO : DÜNYADA EN BÜYÜK TEKSTİL İHRACATÇILARI, 2011
TABLO : DÜNYADA EN BÜYÜK HAZIR GİYİM İHRACATÇILARI, 2011
Sayı: 393 - Nisan 2013
13
Kapak
GÜMRÜK BİRLİĞİ'NDEN ÇIKALIM MI?
AB’nin en son serbest ticaret anlaşması için ABD ile müzakereye başlaması bardağı
taşıran son damla oldu. Türkiye’ye zarar vermesi kaçınılmaz olan bu anlaşma yeni bir
tartışmayı da beraberinde getirdi. Bakan Çağlayan’ın AB’ye yaptığı “Gümrük Birliği’nden
çıkalım, bizimle de serbest ticaret anlaşması yapın” restiyle alevlenen yeni sürecin nereye
varacağını kestirmek de şimdiden çok zor.
Türkiye, geçtiğimiz ay Gümrük Birliği'ni yeniden müzakere edeceği bir döneme girdi. Türk sanayii, 1996'da AB ile imzalanan Gümrük Birliği'yle dünya ile rekabet edebilecek bir güç kazandı, kalitesiyle kendinden söz ettirdi. Bu bir gerçek... Ancak AB'ye üye olmadan girdiğimiz Gümrük Birliği’ne rağmen vizeler, geçiş belgeleri, kotalar ve engeller artık bu birlikteliği sorgulanır hale getirdi. Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türk sanayicisine en çok zarar veren etkisi ise AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları (STA) oldu. Çünkü Türkiye, bu anlaşmalara ‘söz
sahibi olmadan uymak’ zorunda. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın her fırsatta dile getirdiği 'ikiyüzlü AB' tanımının temelinde de işte bu haksızlık
yatıyor. Avrupa ile STA imzalayan ülkeler AB sayesinde Türkiye’ye
gümrüksüz ihracat yapabilir hale gelirken, Türkiye’ye gümrük
vergileri uygulamaya devam edebiliyorlar. AB bu şekilde bugüne kadar birçok ülke ile anlaşma yaptı, çoğu ile de masada. AB'nin serbest ticaret anlaşması için masaya oturduğu ülkelere son olarak ABD de eklendi. Şayet AB ile ABD arasında
STA imzalanırsa Amerika, Türkiye’ye gümrüksüz mal satacak,
buna karşılık bize gümrük vergisi uygulamaya devam edecek.
Türkiye-AB ilişkilerinde bardağı taşıran son damla niteliğindeki bu yeni süreç 'Gümrük Birliği’nden çıkalım' tartışmalarını da
Sayı: 393 - Nisan 2013
14
beraberinde getirdi. Öyle ki bir anda hem hükümet kanadından hem de iş dünyasından sert
açıklamalar peş peşe geldi. Tartışmanın fiti-
lini ateşleyen isim ise Ekonomi Bakanı Zafer
Çağlayan oldu. Daha önce "Gümrük Birliği'ni
masaya yatırabiliriz" diyen Çağlayan, AB'ye bu
kez "Ya vizeyi, ürün kotalarını kaldırın ve
üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarına bizi de ekleyin ya da Gümrük Birliği'nden
çıkalım, bizimle serbest ticaret anlaşması
yapın" resti çekti.
Bu resti büyük yankı bulan Çağlayan, TÜRKONFED'in 30 Mart'taki Genel Kurulu’nda ise
'Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden kazık yemeye başladığını' belirterek AB'nin ABD ile yapacağı serbest ticaret anlaşması müzakerelerinde masada mutlaka Türkiye'nin de olması
gerektiğini söyledi.
Türkiye yıllarca uyutuldu
Zafer Çağlayan'ın kamuoyuna da yansıyan Avrupa Birliği ile ilgili açıklamalarından bazı
satır başları şöyle: "Maalesef bunlar riyakardır ve ikiyüzlüdür. Bunu Türkiye'nin AB'ye girmesini her zaman destekleyen biri olarak söylüyorum. AB'den iki bakan 'size pozitif gündemle geldik' dedi. 'Benim insanıma uyguladığın vizeyi mi kaldırıyorsun? Kotaları mı kaldırıyorsun? Serbest ticaret anlaşması yaparken Türkiye'yi masada mı oturtuyorsun?' diye
sordum. Onların pozitifi bu. Gelmiş olduğumuz
noktada Gümrük Birliği'nden maalesef Türkiye kazık yemeye başladı. Benim derdim bu.
Gümrük Birliği Anlaşması'nı yapanlar maalesef
geleceği iyi okuyamadılar. Türkiye'nin pazarlık şartlarını iyi kullanamadılar hatta bizi kandırdılar. Bugün geldiğimiz noktada bıçak kemiğe değil, iliğe dayandı. Türkiye, ABD ile AB
arasındaki Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması'nın dışında kalırsa vay bizim halimize... Eğer Avrupa centilmense ve zerre kadar
vicdanları varsa Türkiye'yi de paralel bir şekilde
taraf yapmalıdır. Biz olsak yapardık. Böyle bir
vicdansızlığı bizim anlayışımız kabul etmez.
Ama bunlar yapmıyor. O zaman bizim de
Serbest Ticaret Anlaşması konusunda Avrupa'ya rest çekmemiz lazım. Bu soruna bir çözüm bulacağız. Türkiye'nin bu haksız rekabete tahammül etmesi söz konusu değildir.
Türkiye yıllarca uyutuldu, ama şimdi gözümüzü
açtık."
GÜMRÜK BİRLİĞİ'Nİ, DÜNYA BANKASI DA
SORGULAYACAK
Türkiye, ABD ile AB arasında serbest ticaret anlaşması (STA) imzalanırken masada olmak istediğini her fırsatta dile getirirken, bir yandan da Gümrük Birliği’ni hakeme götürdü.
1996’da AB ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’nın iki tarafa da etkilerini belirlemek
için Dünya Bankası nezdinde çalışma başlatıldı. Tarafsız bir kuruluş olarak kabul edilen
Dünya Bankası uzmanlarınca hazırlanacak rapora göre Gümrük Birliği’ne yeni ayarlar gelebilecek. Bu kapsamda Türkiye'nin, özellikle AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest
ticaret anlaşmalarına (STA) taraf olamama şikayeti de dikkate alınacak. Bu inceleme sonrası Türkiye’nin bu yöndeki talebinin belli biçimlerde karşılanması bekleniyor. Gümrük
Birliği yürürlüğe girdiği tarihlerde STA’lar fazla yaygın değildi. Tam üyelik gerçekleşmediği için de zamanla AB’nin lehine avantaj yaratan bu anlaşmalar adeta ihracatımızı engelleyen bir unsur haline geldi. İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu, Türk ve AB tarafının mutabakatıyla Dünya Bankası’na götürülen Gümrük Birliği konusunu, Brüksel’deki bir toplantıda tesadüfen öğrendiğini söyledi. Raporun Dünya Bankası’ndan 2013 Haziran ayına kadar çıkmasının beklendiğini belirten Kabaalioğlu, şunları söyledi: "Çiller, Gümrük Birliği’ni 4 yıl sonra tam üye olunacak sözü üzerine imzalamıştı. Ama sözler tutulmadı. Şimdi, AB hedefinden taviz vermeden, mali menfaatlerimizi göz ardı etmeden Gümrük Birliği’nin masaya yatırılması doğru."
Gümrük Birliği’nin Dünya Bankası’nca masaya yatırılmasının etkinlik sağlayacağını düşündüğünü de kaydeden Kabaalioğlu, "Çıkacak sonuçları AB uzmanları da teyit etmek durumunda. Böylece bizimle serbest ticaret anlaşması yapmayan ülkelerle de aradaki sorun
ortadan kalkabilir ve ticaretin önü açılarak elimizi rahatlatabilir" dedi.
LOBİLER TÜRKİYE'YE KARŞI HAREKETE GEÇTİ
Amerika'da yaşayan Ermeni ve Yunanlılar, ABD ile Türkiye arasında yapılması gündeme gelen serbest ticaret anlaşmasını engellemek amacıyla güçbirliği yaptı. Amerika'daki Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) ve Amerikan Helen Enstitüsü (AHI), ABD Ticaret Bakanlığı'na yaptığı çağrıda ABD ile Türkiye arasında yapılacak yeni bir ticaret anlaşması için
Ankara'nın "Kıbrıs'ın işgaline" son vermesi ve Ermenistan'a uygulanan "hukuk dışı" ambargoyu kaldırması şartlarının koşulmasını istedi. ABD Başkanı Barack Obama'nın ticaret temsilcilik vekili olan Demetrios Marantis'e gönderilen 26 Mart tarihli mektupta, AHI
Başkanı Nick Larigakis ve ANCA Başkanı Aram Hamparian'ın imzaları bulunuyor.
Mektupta şu sözlere yer verildi: "İki toplum prensipte Obama yönetiminin adil ve hukuka saygılı ticaret ve yatırım politikalarını memnuniyetle karşılıyor, ancak konu Türkiye olunca açık ve alçakça bir şekilde bir Avrupa Birliği ülkesini işgal edip Avrupa'daki son
kapalı sınırı devam ettirerek küresel ticaret sisteminin bütünlüğünü baltalayan bir ulusu
ödüllendirmek bizim ulusal çıkarlarımız, ekonomik refahımız ya da temel değerlerimizi
daha ileri götürmeyecektir."
Sayı: 393 - Nisan 2013
15
Kapak
AB'nin Serbest Ticaret Anlaşması yaptıktan sonra, Türkiye'nin müzakere talep eden taraf olduğu için zaten olaya mağlup başladığına işaret eden Zafer Çağlayan, "Talep eden taraf olduğumuz
için, karşı taraf bizden çok daha farklı tavizler isteyebiliyor. Bizim talebimiz, mutlak surette Gümrük Birliği'nin revize edilmesidir. AB ile Gümrük Birliği Anlaşması tamamen Türkiye'nin aleyhine işlemeye başlamıştır. Böyle bir ortamda, o zaman Serbest Ticaret Anlaşması'na geçiş Türkiye'nin daha büyük menfaatine olacaktır. Eğer AB bu samimiyetsiz tavrına devam edecekse, Türkiye'yi sürecin dışında bırakmaya devam edecekse, o zaman Serbest Ticaret Anlaşması yapalım.
Zaten sanayi ürünlerimizi karşılıklı sıfırlamışız, hiç olmazsa AB'nin Türkiye'ye Gümrük Birliği'nden
dolayı yüklemiş olduğu mevzuat ve diğer mükellefiyetleri ortadan kaldıralım" dedi.
Bizim adımıza karar veriyorlar
Türkiye'nin kaygıları Zafer Çağlayan'ın açıklamaları ile sınırlı değil. AB
ile ABD'nin STA anlaşması yapacağına ilişkin açıklamanın ardından ilk
tepki gösteren isimlerden biri de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan olmuştu. Müzakere masasında Türkiye'nin de olması gerektiğini belirten
Babacan, "Tedbir almadığımız takdirde tek taraflı olarak ABD'nin de açık
alanı haline gelebiliriz. ABD menşeili ürünler ülkemize gümrüksüz girebilir. Bu Gümrük Birliği ayrı bir dert, bu yeni durum ayrı bir dert" açıklaması yapmıştı. Babacan benzer açıklamalarına geçen ay da devam etti.
"Sayın Çağlayan 'Biz masada yokuz, bizim adımıza karar alıyorlar' diye
haklı olarak feryat ediyor" diyen Babacan'ın bu konudaki görüşleri şöyle: "Gümrük Birliği özellikle en büyük problemimiz bizim için şu anda.
Gümrük Birliği sistemi içindeyiz, dolayısıyla AB'nin uyguladığı tüm gümrük uygulamalarını biz aynen otomatik olarak kabul ediyoruz. Fakat biz
Sayı: 393 - Nisan 2013
16
karar verme mekanizmalarında yokuz. Bizim
şikayetimiz bu. Onlar 27 ülke olarak masa etrafına oturuyorlar, karar veriyorlar. Gümrük
Birliği Anlaşması'nın gereği olarak biz onların
kararına uymak zorunda kalıyoruz. Biz diyoruz
ki (biz de oturalım masada, madem hepimizi
ilgilendiriyor ya da bu Gümrük Birliği Anlaşması'na tekrar bakalım). Bunun alternatifi
bir serbest ticaret anlaşması olur mu? Bilemiyorum, bunların hepsi konuşulur, test edi-
lir. Bu tartışmaların hiçbirisini tabu olarak görmemek lazım, rahat tartışabilmek lazım. Sonuçta da 'kazan kazan' ilişkisini de unutmamak
lazım."
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış
ise "Türkiye büyük bir devlettir. Aynı zamanda, her türlü opsiyonu değerlendirir. Gün gelir jest yapar, gün gelir rest çeker. AB'nin de
Türkiye'nin ekonomik potansiyelini dikkate alarak özellikle yeni yaptığı serbest ticaret anlaşmalarında Türkiye'nin de bir Gümrük Birliği üyesi olarak aynı haklardan yararlanabilmesi için gerekli güvencelere kavuşması konusunda adım atması gerekir. Zannediyorum,
Ekonomi Bakanımızın çağrısı da, o adımların
atılmasına yönelik kendilerini uyarıcı, hatta
uyandırıcı niteliktedir" dedi.
Fatura kabarıyor
Çağlayan’ın Avrupa Birliği ile ilgili yaptığı sert
çıkışın altında AB ülkeleriyle Türkiye’nin
1996’dan beri yaptığı gümrüksüz ticaretin
Türkiye aleyhine kabaran faturası da bulunuyor. 1996’dan itibaren AB’ye tam üye olmadan
‘Gümrük Birliği’ anlaşmasını imzalayarak AB
ülkeleriyle gümrüksüz ticaret yapmaya başlayan Türkiye’nin 1996-2012 arasında AB lehine
verdiği ticaret açığı toplamı 210.2 milyar doları aştı. Türkiye 17 yıllık Gümrük Birliği sürecinde
AB ülkelerine 608.1 milyar dolarlık ihracat yapabilirken, AB ülkelerinden 818.4 milyar dolarlık
ithalat yaptı. Uzmanlar ve iş dünyası Türkiye’nin
AB ile Gümrük Birliği’nin Türk sanayisi, turizmi ve dış ticareti için birçok faydası olduğunu
ancak bunlara rağmen Avrupa ile dış ticaret açığının bir türlü kapanamadığını belirterek,
AB’nin ticaretin gelişmesi için birçok engeli hâlâ
kaldırmadığını belirtiyor.
İş dünyasını asıl düşündüren ise yakın bir zamanda serbest ticaret anlaşması için Avrupa
Birliği’nin dünya devi ABD ile de masaya oturacak olması. Çünkü biz ABD'ye yüzde 40’ı aşan
vergilerle mal satarken onlar Türkiye’ye çok
düşük vergilerle mal satacağı için büyük bir zarar ortaya çıkacak. Nitekim bugüne kadar Güney Afrika, Meksika ve Cezayir'le AB'nin yaptığı STA'ların Türkiye'ye faturası büyük. Türkiye
DTÖ DİREKTÖRÜ LAMY: TÜRKİYE, AB'Yİ BİZE
ŞİKÂYET EDEBİLİR
Türkiye ile AB arasında yaşanan problemler Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) de dikkatini çekti. Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü Pascal Lamy, Türk taşımacılık sektörüne kota ve diğer problemler çıkaran Avrupa Birliği'ne (AB) karşı Türkiye'nin DTÖ nezdinde şikâyette bulunabileceğini söyledi. Lamy, haksız rekabeti engellemek ve serbest ticareti geliştirmek için kurulmuş 159 üyeli DTÖ'nün transit sektörü konusunda bir dizi
kuralları bulunduğuna işaret etti ve "Türkiye, eğer AB'nin bu uygulamaları karşısında DTÖ
kurallarının çiğnendiğini düşünüyorsa, anlaşmazlığın çözümü için bize başvurabilir" dedi.
DTÖ'nün yeni bir anlaşma üzerinde çalıştığını aktaran Pascal Lamy, Endonezya'nın Bali
kentinde Aralık ayında yapılacak bakanlar konferansında, sınırlarda gümrük işlemlerinin
basitleştirilmesini öngören ticareti kolaylaştırıcı bir anlaşmanın kabul edilmesini beklediklerini
söyledi. "Eğer bu olursa, 22 trilyon dolarlık dünya ekonomisi üzerindeki yüzde 5 maliyet azalacak" diyen Lamy, bu durumun Türkiye'nin AB karşısındaki konumunu daha da
güçlendireceğine işaret etti.
"Şu ana kadar ne Türkiye'den AB'ye ne de AB'den Türkiye'ye karşı bir şikâyet dosyası önüme gelmedi" diyen Lamy, Türkiye'nin dünya ticaretinde rolünün artmasıyla beraber hem Türkiye'den diğer ülkelere hem de diğer ülkelerden Türkiye'ye karşı şikâyetlerin hızla arttığını söyledi. Lamy, "Bu durum, diğer hızla gelişen ekonomilerin durumuyla örtüşüyor" dedi ve ticareti artan ülkelerin ticari sorunlarının da doğal olarak arttığını söyledi. Lamy, Türkiye'nin DTÖ kuralları çerçevesinde izin verilen koruma amaçlı güvenlik
tedbirlerini de yoğunlukla uygulayan bir ülke olduğuna da dikkat çekti. AB ile Türkiye
arasındaki anlaşmazlık konusu olan vize konusunun ise kendi yetkileri çerçevesinde olmadığına dikkat çeken DTÖ Direktörü, "Biz malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı ile
ilgileniyoruz, insanların değil" dedi ve bu sorunun Türkiye ile AB arasında ikili bir sorun
olduğunu vurguladı.
AB'nin de üye olduğu DTÖ'ye üye ülkeler haksız rekabet olduğunu düşündüğü konularda başvurabiliyor. DTÖ kararlarının her üye ülkeyi bağlayıcı özelliği bulunuyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
17
Kapak
AB İÇİN HER ÜLKE 'SERBEST' OLUYOR
ABD ile masaya oturmaya hazırlanan Avrupa Birliği bugüne kadar Güney Afrika, Cezayir ve Meksika gibi birçok ülkeyle STA imzaladı. Avrupa Birliği en son Avrupalı otomobil üreticilerinin taşıdığı endişelere rağmen, Japonya ile de serbest ticaret anlaşması için müzakereler yürütülmesi üzerinde anlaştı. Müzakerelerin birkaç yıl sürmesi bekleniyor. Avrupa Birliği, Singapur ile de serbest ticaret anlaşması
şartları üzerinde Aralık 2012'de anlaşmaya vardı.
AB, Singapur ile varılan anlaşmanın diğer ASEAN ülkeleri için de emsal olmasını hedefliyor. AB şu anda Malezya ve Vietnam ile de serbest ticaret anlaşmaları için
müzakereler yürütüyor. Yine Aralık 2012'de aynı zamanda Kolombiya, Peru ve 6 Orta
Amerika ülkesiyle AB arasındaki serbest ticaret anlaşmalarına Avrupa Parlamentosu'ndan onay çıktı. Böylece bu ülkeler AB'nin 500 milyon tüketicisine ulaşabilecek,
AB'nin durgunluk içindeki ekonomisi de yeni pazarlar bulabilecek. ABD ile varılacak bir serbest ticaret anlaşmasının da sıkıntıdaki Avrupa ekonomilerine ilaç olacağı belirtiliyor.
Söz konusu anlaşmayla 460 milyar Euro’luk dış ticaret hacmine sahip olması bekleniyor. Bu anlaşmadan AB’nin yılda 190 milyar Euro, ABD’nin ise 100 milyar Euro
katkı sağlaması hedefleniyor. Verilere göre Türkiye geçen yıl 122.9 milyar Euro'luk
ticaret hacmiyle AB'nin 6'ncı büyük ticaret ortağı oldu. Türkiye, AB'ye 2012'de 47.8
milyar Euro ihracat yaptı, buna karşılık yapılan ithalat 75.1 milyar Euro oldu. Türkiye'nin AB kaynaklı dış ticaret açığı ise geçen yıl 24.9 milyar Euro'dan 27.3 milyar
Euro'ya yükseldi. 2012'de AB'nin en büyük ticaret ortakları 497.7 milyar Euro'yla
ABD, 433.6 milyar Euro'yla hacmiyle Çin, 336,7 milyar Euro'yla Rusya, 237.9 milyar Euro'yla İsviçre ve 150.3 milyar Euro'yla Norveç oldu. Geçen yıl AB'nin toplam
ihracatı yüzde 8 artışla 1 trilyon 686 milyar Euro'ya ve ithalatı yüzde 4 artışla 1 trilyon 791 milyar Euro'ya ulaştı.
GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN BAŞINDAN BU
YANA TÜRKİYE-AB DIŞ TİCARETİ (Milyar $)
Yıllar .................İhracat ...............İthalat
1996........................12.5....................24.3
1997........................13.4....................26.1
1998........................14.8....................25.2
1999........................15.4....................22.2
2000........................15.6....................28.5
2001........................17.5....................19.8
2002........................20.4....................25.6
2003........................27.3....................35.1
2004........................36.5....................48.1
2005........................41.3....................52.6
2006........................47.9....................59.4
2007........................60.3....................68.6
2008........................63.3....................74.8
2009........................46.9....................56.5
2010........................52.6....................72.2
2011........................62.3....................91.1
2012........................59.2....................87.4
Toplam..................608.1 .................818.4
Sayı: 393 - Nisan 2013
18
2012 yılında Meksika’dan 867 milyon dolarlık
mal alırken ihracat 206 milyon dolarda kaldı.
Cezayir’den ithalatımız 2.6 milyar dolarken ihracatımız 1.8 milyar oldu. En kötü tablo ise Güney Afrika ile yaşandı. Bu ülkeden 382 milyon
dolarlık satışa karşılık 1.3 milyar dolarlık ithalat
gerçekleşti. Hali hazırda ABD’ye ihracatımız 5.9,
ithalatımız ise 14.1 milyar dolar. İşadamlarına göre bu ülke ile ticarette zaten büyük bir
dengesizlik var. Şimdi bir de AB ile serbest ticaret anlaşması imzalar, Türkiye ile ayrıca imzalamazsa o zaman dış ticaretimiz çok daha
aleyhimize olacak. O yüzden de faturanın
daha da kabarmaması için bir an önce adım
atılmasını istiyor.
Çözüm aynı masada olmak
Peki ne tür adımlar atılabilir? Bu sorunun çözümüne dönük önerilen ilk adım Gümrük Birliği’nin yeniden sorgulanmasına neden olan tartışmanın temelinde yatan AB ile ABD arasındaki serbest ticaret görüşmelerine Türkiye'nin
de dâhil olmasını sağlamak. Bu konuda bugüne kadar birçok sivil toplum kuruluşu çeşitli girişimlerde bulundu. Ancak ABD ile AB arasındaki serbest ticaret anlaşması sürecine dahil
olmak isteyen Türkiye'ye Brüksel'den bugüne
kadar olumlu bir dönüş olmadı. Ayrıca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı bir mektup
da ABD Başkanı Barack Obama'ya iletildi.
Mektubun ardından ABD tarafından gelen tek
olumlu dönüş ise Türkiye- ABD siyasi ve ticari ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren Amerikan Türk Konseyi (ATC) Üst Yöneticisi James H. Holmes'ten geldi. Holmes,
İŞ DÜNYASI: SÜREÇ ALEYHİMİZE İŞLİYOR
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi: Gümrük Birliği anlaşması, AB’nin üçüncü
ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları
nedeniyle Türkiye’nin
aleyhine işliyor. Haksız
rekabete neden olan ve
Türkiye’nin ithalatını körükleyen bu durum
nedeniyle, yerli sanayimiz güç durumda kalırken, Türkiye adeta bir ithalat cennetine dönüşüyor. Cari açığımız artarken, dış ticaret açığımız yüksek seviyelere ulaşıyor. Buradaki en
büyük problem, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne
AB üyesi olmadan giren tek ülke olmasından
kaynaklanıyor. Bu yüzden Türkiye, AB’nin, üye
olmayan ülkelerle imzaladığı tüm STA’ları, herhangi bir müzakere sürecine girmeden kabul
etmek durumunda kalıyor. 1 Ocak 1996’da
yürürlüğe giren Gümrük Birliği’ne başlarken
yapılan yanlışı şimdi düzeltmemiz gerekiyor.
AB tek taraflı taviz tanıdığı Afrika, Karayip ve
Pasifik ülkeleri gibi ülkelerle STA imzalayarak
durumu dengelerken, Türkiye ise bu ülkelerle
eş zamanlı olarak anlaşma imzalayamıyor. Daha
doğrusu bu ülkeler Türkiye ile ticaretlerinde
büyük bir avantaj sağladıkları için, Türkiye ile
STA imzalamaya yanaşmıyorlar. Bir diğer
yanlış ise AB ile Ortak Gümrük Tarifesi
(OGT) uygulaması. OGT uygulaması yüzünden büyük dış ticaret açığı veriyoruz. Örneğin Çin’den ithalatımız hızla artıyor. Çin, bizim ihracatımıza yüzde 30-40 vergi uygularken biz Çin’den ithalatımızda AB’nin belirlediği yüzde 3-4 vergiyi uygulamak zorunda kalıyoruz.
Türk Girişim ve İş
Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED)
Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça:
Dış ticaretin serbestleşmesi, ticaret hacminin
artması ve ülkenin refah
seviyesinin yükselmesi
açısından çok olumlu
sonuçlar doğuran Gümrük Birliği, geçen sürede AB'nin diğer ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) yüzünden Türkiye'nin
aleyhine işler hale geldi. Serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye için yarattığı tek taraflı yükümlülükler, Türkiye'nin ticaret dengelerini giderek daha olumsuz etkileyecek boyutlara geliyor.
İstanbul Sanayi
Odası Başkanı (İSO)
Başkanı Tanıl Küçük:
GB’nin masaya yatırılması olumlu bir gelişme.
Üçüncü ülkelere ticarette AB karşımıza çok büyük haksızlıklar çıkarıyordu. Ayağımızda prangadır bu. Eşit şartlarla rekabet edemiyoruz. Bizim ürünlere yüksek vergiler konuluyordu. Bunun adı da Gümrük Birliği değil vergili ihracat oluyordu. Dolayısıyla
pazar kaybediyoruz. Eğer adı Gümrük Birliği ise AB ile eşit şartlarda ihracat yapabilmeliyiz.
Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Yücelen:
TÜGİAD olarak Avrupa'ya tam üyeliği koşulsuz destekliyoruz. Ancak
bu sürecin, bu şekilde
sağlıksız uzaması ülkemize ve ekonomimize
zarar veriyor. 2023 hedeflerine hızla koşan bir
ülkenin girişimcileri olarak Sayın Bakanın, Türkiye'nin serbest ticaret anlaşmalarına taraf olmak da dahil; Gümrük Birliği'nin revize edilmesi gerekliliği konusundaki ifadesini destekliyoruz. AB'nin ABD ile yaptığı serbest ticaret anlaşması uyarınca kısa sürede zaten adaletsiz durumda olan dış ticaret dengesi daha
da bozulma riski taşıyor. Bizim bu tepkimize
AB ülkeleri de hak veriyorlar; ancak sonuç
yok... Türkiye ile aynı gün, 3 Ekim 2005'te AB
üyelik müzakerelerine başlayan Hırvatistan, 1
Temmuz'da AB üyesi oluyor. AB bu oyalama
taktiğine devam edecekse, Türkiye'yi sürecin
dışında bırakmaya devam edecekse, o zaman
Serbest Ticaret Anlaşması yapalım. Türkiye'nin,
Ortadoğu'ya ve Asya'ya açılan kapı olarak kullanılacağı yerde sürecin yokuşa sürülmesine
anlam veremediğimiz gibi TÜGİAD olarak
Türk işadamlarının maruz bırakıldığı haksız
rekabete dur demenin zamanının çoktan
geldiğini düşünüyoruz.
Ankara Giyim Sanayicileri Derneği
(AGSD) Başkanı Canip Karakuş: Gümrük
Birliği’nin, Türk sanayisinin ve dış ticaretinin gelişimi açısında başlangıçta önemli katkıları
oldu. Ancak söz konusu
ticaretten kaynaklı açık
da 210 milyar doları aştı. Bu katkılar, kayıplarımız göz önüne alındığında devede kulak
kalmaktadır. AB, aradan geçen bunca yıla karşın halen ticaretin gelişmesinin önündeki
birçok engeli kaldırmadığı gibi, Türkiye'nin dış
ticaret açığını artırıcı adımlar atmaya da devam
etmektedir. Sıkacak diş kalmadı artık ağzımızda. Uygulanan kotalar ve tabi olunan vergi oranları nedeniyle rekabet gücünü kaybeden buna bağlı olarak da kârlılığını minimum
seviyede tutan ihracatçı, hayatta kalma savaşı veriyor. AB üyesi ülkelerden yapılan gümrüksüz ithalata bir de AB'nin üçüncü ülkelerle
yaptığı ticaret anlaşmalarına ülkemizin sorgusuz
sualsiz uymak zorunda olması büyük vergi gelirlerinden mahrum olunmasının yanı sıra iç
piyasada da haksız rekabete sebep oluyor.
Gümrük Birliği'nin, Türkiye'ye yararından çok
zararı oldu. Başlangıçta lehimize olan Gümrük Birliği, sonuçları itibariyle biran evvel gözden geçirilmeli.
Sayı: 393 - Nisan 2013
19
Kapak
"Türk medyasında yer alan bütün bu ‘yandık, bittik’ yorumlarını haksız buluyorum. ABD ve AB arasındaki görüşme fasılları henüz açılmadı bile. ABD
ve AB arasındaki ticaret anlaşması gerçekleşmesi
halinde, buna uygun şekilde, Türkiye ve ABD arasında da yeni anlaşma koşulları ortaya çıkacak"
değerlendirmesini yaptı.
Holmes'in açıklamalarını değerlendiren uzmanlara göre ABD tarafı Türkiye ile paralel görüşmeler
yapabilir. Çünkü Gümrük Birliği anlaşmasına göre
Türkiye herhangi bir ülke ile direkt gidip müzakere edemiyor. Önce AB'nin, serbest ticaret anlaşması imzalaması lazım. Onun için ABD ile paralel görüşme yürütülmesi gerekiyor. Bu sürecin de başlaması için Türk lobilerinin Kongre nezdindeki adımları büyük önem kazanıyor. Yoksa
ABD, AB ile imzayı attıktan sonra iş işten çoktan
geçmiş olabilir. Geçmişte de bunun çok örnekleri yaşandı. AB'nin serbest ticaret anlaşması yapmış olduğu Güney Afrika, Cezayir ve Meksika, Türkiye'nin tüm çabalarına rağmen, Türkiye ile STA
imzalamaya yanaşmıyor. Bugüne kadar Güney
Kore ile Türkiye arasında anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1 Mayıs’ta yürürlüğe girecek. Japonya ise
AB ile serbest ticaret anlaşması müzakerelerini yaparken Türkiye ile de görüşmelere başladı.
Ancak henüz bir gelişme yok.
İkinci adım Gümrük
Birliği’nde revizyon
Peki, AB ile çözüm sağlanmaması durumunda alternatif var mı? Bu konuda uzmanların görüşü de
Bakan Çağlayan'la paralel. AB ile Gümrük Birliği ilişkisini belirli bir dönemden sonra STA'ya dönüştürmek... Ancak uzmanlar bu alternatifi çok
radikal bir düşünce olarak görüyor. Gümrük
Birliği'nin yerine bir serbest ticaret anlaşması yapılmasının, Türkiye'nin AB üyelik hedefi açısından
son derece sakıncalı olacağı belirtiliyor. Pek dillendirilmese de hükümetin de bunu istemediğini onun yerine Gümrük Birliği’nde diğer revizyonların yapılmasının daha da önemli olduğu savunuluyor. Uzmanlar diğer taraftan AB ile ABD
arasındaki STA müzakerelerinin de çetin geçeceği görüşünde. Çünkü Avrupa'da da ABD'de de
çok ciddi bir hayvancılık ve genel tarım lobisi var.
Bu lobiler arasında büyük bir savaş yaşanması
bekleniyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
20
ALPTEKİN: İŞ DÜNYAMIZ AMERİKA’DA LOBİ
ÇALIŞMASINA BİR AN EVVEL BAŞLAMALI
TABA/AMCHAM Genel Başkanı Ekim Alptekin,
sendikamıza yaptığı ziyaret sırasında, AB ile
serbest ticaret anlaşması imzalamaya
hazırlanan ABD’de sadece hükümet değil özel
sektörün de içerisinde yer aldığı etkin bir lobi
çalışmasının bir an evvel başlatılması gerektiğini
vurguladı.
Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası olarak geçtiğimiz ay içerisinde gündemin en
önemli konusu olan AB ve ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması hakkında görüş alışverişinde bulunabileceğimiz önemli bir konuğu ağırladık. TABA/AmCham (TurkishAmerican Business Association / American Chamber of Commerce in Turkey) Genel Başkanı Ekim Alptekin, 19 Mart 2013’te sendikamızı ziyaret ederek, Genel Sekreterimiz Av.
Başar Ay, Genel Sekreter Yardımcılarımız Av. Samim Ergeneli ve Levent Oğuz ile bir araya geldi.
Uluslararası gündemin en sıcak konularından biri olan AB ile ABD’nin serbest ticaret anlaşması imzalamak için çalışmalara başlatılması, AB ile Gümrük Birliği içerisinde olan
Türkiye için büyük bir tehlike arzediyor. TABA/AmCham Genel Başkanı Ekim Alptekin’in
ziyareti esnasında da görüşmelerin ana maddesini bu konu oluşturdu. Türkiye’nin, AB
ve ABD'nin imzalayacağı serbest ticaret anlaşmasının dışında kalmaması gerektiğini vurgulayan Alptekin, bu sürece dâhil olabilmemiz için etkin bir lobi başlatılması gerektiğine dikkat çekti. Alptekin’in konu ile ilgili en büyük çağrısı ise özel sektöre oldu. Bu anlaşmanın AB ekonomisine büyük katkı yapacağını, Amerikan ekonomisinin de bu anlaşmayla
dünyadaki rekabet gücünü artıracağını dile getiren Alptekin, “Yeni iş imkânları yaratılarak ekonomi için milyarlarca dolarlık yeni kaynağın oluşacağı bu sürece Türkiye’de dâhil olmalıdır. İş dünyamıza bu konuda önemli görevler düşüyor. Sadece hükümet değil
özel sektörün de içerisinde yer aldığı etkin bir lobi çalışmasının bir an evvel başlatılması gerekmektedir” açıklamasında bulundu.
Güncel
TÜRK PAMUĞUNDA ‘BETTER COTTON’ DÖNEMİ
Nike, H&M, Adidas, Marks&Spencer gibi tekstil devlerinin aradığı 'Better Cotton'
(Daha İyi Pamuk) üretimi yapan ülkeler kervanına Türkiye de katılıyor.
Böylece tekstil sanayicisi ‘Better Cotton Sertifikalı pamuk’ için Mali veya Hindistan'a
gitmek zorunda kalmayacak.
Türk pamuğunun üretiminde yeni dönem
başlıyor. Nike, H&M, Adidas, Marks&Spencer gibi tekstil devlerinin aradığı 'Better Cotton' (Daha İyi Pamuk) uygulamasına geçmek
için Türkiye'nin yaptığı başvuru kabul edildi. Türkiye, Ulusal Pamuk Konseyi'nin girişimiyle 2 yıl önce Better Cotton Sertifikası için
Better Cotton Initiative'ye (BCI) başvurmuştu. Dünyada pamuk üretiminin standartlarını belirleyen BCI'nın onayını alan Türkiye, böylece 'daha iyi pamuk' üretimi yapan
ülkeler kervanına katılacak. Türkiye'ye fason
tekstil ürünleri üretimi yaptıran büyük mar-
kalar, Türk üreticilere BCI sertifikasını dayattığından, Türk firmaları pamuğu Afrika, Hindistan ve Pakistan'dan almak zorunda kalıyordu. Türkiye'nin bu oluşumun içerisine girmesi hem
üreticileri hem de tekstil sanayicilerini sevindirecek. Ulusal Pamuk Konseyi Başkanı Barış Kocagöz, Türkiye'nin 'Better Cotton' uygulaması ile pamuk üretiminde yeni bir sürece gireceğini belirterek hemen çalışmalara başlayacaklarını söyledi. Türkiye'nin Better Cotton üretici ülkeleri arasında yer alacağını anlatan Kocagöz, “Yolumuz çok uzun. İlk etapta pilot olarak belirlediğimiz bölgelerde deneme üretimlerine başlayacağız. Pilot bölgelerde üreticilere eğitimler verilecek. Böylece pilot bölgelerde başlayan çalışmalarımızı Türkiye genelinde
yaygınlaştırmayı planlıyoruz. 2 yıl içerisinde 15-20 bin tona, 3-4 yıl içerisinde de 50-60 bin tonlara ulaşmayı hedefliyoruz” diye konuştu.
Barış Kocagöz, bu uygulamaya geçmenin Türkiye'ye öncelikle rekabet avantajı sağlayacağını söyledi. Türkiye'nin sıfır gümrükle pamuk ithal eden bir ülke olduğunu, ancak yurtdışında
Sayı: 393 - Nisan 2013
21
Güncel
çiye yeni olanaklar sunacağını söyledi. Bayraktar, “Özellikle son yıllarda büyük tekstil
ve hazır giyim firmaları, müşterileri için
daha farklı, daha özel ve daha sağlıklı ürünler sunmayı hedef ediniyorlar. Bu amaçla
üretimin ilk basamağı olan pamuk tohumunun üretiminden başlayarak bazı kriterler getirdiler. Bu konseye üye firmalar, toprağı daha az işleyen, daha az su ve gübre kullanan, tarımda çocuk işçi çalıştırılmasının
önüne geçen, kadın işçilerin haklarını belirleyen kurallara göre ve adlandırıldığı şekliyle
daha iyi pamuk uygulamasıyla elde edilmiş
ürünleri, üretim yaptırdıkları firmalardan istemektedirler” dedi. Bayraktar, bu uygulamayla pamuğun Türkiye'de de yetiştirilebilecek olmasının son derece sevindirici bir haber olduğunu ve Birlik olarak desteklediklerini bildirdi.
Better Cotton Initiative
(BCI) nedir?
da kalite ve sertifika konusunda rekabet etmesi gerektiğini anlatan Kocagöz, "Better Cotton,
Türk pamuğunu dünyada talep edilen ürün haline getirecek. Yurtdışında büyük markaların
Türk tekstil sanayicilerine Better Cotton istedikleri ürünleri dayatması sonucu başka ülkelerden almak gibi bir dezavantajı ortadan kaldıracak” bilgilerini verdi. Kocagöz, Türkiye'nin
Better Cotton'a geçmesi için iki yıldır çalışmaların sürdüğünü hatırlattı. Temmuz 2012 tarihinde başvuruyu yaptıklarını, yaklaşık 16 özel şirketin Ulusal Pamuk Konseyi liderliğinde toplandığını anlatan Kocagöz, "Genelde hazır giyim firmaları ve iplik sanayicilerinden oluşan grup
olarak bu iş için bir fon yarattık, havuz oluşturduk. Bu havuzda toplanan paralarla bütün bu
işin harcamalarını gerçekleştirdik. Türkiye'nin nasıl pamuk yetiştirdiği, neler yaptığı, hangi
sistemleri kullandığı ile ilgili hazırlanan raporumuz, BCI'nın meclisi tarafından onaylandı” diye
konuştu.
Barış Kocagöz, Türkiye'de Better Cotton ile ilgili çalışmaları yürütecek bir dernek kurulacağını söyledi. Çevre dostu ve sosyal boyutlu bir proje olması nedeniyle derneğin üyelerinin pamuk üreticisinden, tüketicisine, çevre kuruluşlarına kadar geniş yelpazede olacağını vurgulayan Kocagöz, bağımsız bir kuruluş olarak derneğin bir an önce kurulmasını ve planlama yapmasını hedeflediklerini dile getirdi. Kocagöz, "Çünkü dünyada büyük markalar Better Cotton'u kurmuşlar, Better Cotton istedikleri ürünleri Türk tekstil sanayicisine empoze ediyorlar, mecbur kılıyorlar. Better Cotton hammadde Türkiye'de olmadığı için Zimbabve, Mali, Hindistan'dan almak zorunda kalıyorlar. Bu girişimin içerisinde olmak Türk üreticisinin ve Türk
tekstil sanayicisinin rekabet şansını artıracak. Türk üreticisinin ürettiği pamuk Better Cotton olacak. Dolayısıyla tekstil sanayicisi Türkiye'de arka bahçesinde pamuk yetiştiği halde Mali'den Hindistan'dan pamuk almak zorunda kalmayacak" şeklinde konuştu.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar da uluslararası şirketler tarafından talep edilen 'daha iyi pamuk' (BCI-Better Cotton Initiative) uygulamasının çift-
Sayı: 393 - Nisan 2013
22
Dünya çapında milyonlarca çiftçinin daha
sağlıklı koşullarda pamuk üretmesini sağlamak için oluşturulmuş gönüllü bir program. Sektörün geleceğini garanti altına almak için 2005’te "Better Cotton Initiative"
(BCI) adlı İsveç kökenli ticari amaç gütmeyen bir konsey kuruldu. Konsey, pamuk tedarik zinciri ve ilgili paydaşlarla işbirliği yaparak küresel pamuk üretimini çevresel,
sosyal ve ekonomik anlamda sürdürülebilir kılmayı ve uzun vadede bu üretim kalitesini tüm dünyaya yaymayı kendine ilke edindi. Aynı zamanda küçük ve büyük pamuk çiftçileri için sosyal ve ekonomik faydaları iyileştirmeye çalışıyor. Bu girişim bölgesel
koşullara bağlı olarak pamuk üretimiyle ilgili oldukça fazla konuyu gündeme getirerek
pamuk üretiminin önemli negatif etkilerine
işaret etmeyi hedefliyor. Devamlı iyileştirme
eylemlerinin daha fazla alana yayılması için
belli bölgelerde mücadele ediyor. Bölgelere özgü strateji ve araçlarla uygulanan küresel prensipleri ve kriterleri oluşturmak BCI
organizasyonunun yaklaşımını oluşturuyor.
BCI uygulama stratejilerinin etkisini ölçmek
için de bölgesel tabanlı göstergelerin kullanılması hedefleniyor.
DÜNYADA PAMUK EKİM ALANLARI AZALDI FİYATLARDA YÜKSELİŞ BEKLENİYOR
Dünya genelinde pamuk üretiminin
2013/2014 sezonunda azalması buna bağlı olarak fiyatların bir önceki yıla göre artması bekleniyor. Tahminlere göre 2013-2014 sezonunda dünya pamuk ekim alanları yüzde 9 ile
15 oranında azalacak. Türkiye’de ise yeni dönemi üretici şekillendirecek. Ulusal Pamuk
Konseyi Başkanı ve İzmir Ticaret Borsası
(İZTB) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Barış Kocagöz'ün değerlendirmesine göre sezonun kötü geçmesi sebebiyle zarar eden çiftçi,
hasat sonunda buğday ekimine yöneldi. Bu da
pamuk alanlarının azalmasına yol açtı ancak
asıl daralma, önümüzdeki iki ay süresince üreticilerin vereceği karara bağlı olacak. Özellikle mısır ekimlerinin genişlemesi, pamuk üretimini azaltacak. "Ülke olarak fiyatların etkisiyle 'yükselen sene'nin ertesi çok ürün ekme
yanılgısına her zaman düşüyoruz” diyen Barış Kocagöz, “Fiyatların düştüğü senelerde de
hep üretimi azaltıyoruz ancak bu senelerin takip ettiği sezonlarda fiyatlar toparlanma eğilimine girer. Dolayısıyla fiyatların daha uygun
olacağı senelerde ülke olarak yanlış görüşlerle az üretim yapıp tersine çok üretimle fiyatların düştüğü senelere girmek, üreticimizin cesaretinin kırılmasına neden olmaktadır. Bu tip
yanılgılara ülke olarak düştüğümüze dikkat
çekmiş, fiyatların baskı altında kalması için şişirilmiş stok değerlerine itibar edilmemesi yönünde geçen yıl uyarıda bulunmuştuk. Nitekim o günkü düşürülmüş fiyat değerlerine göre
pamuk, bugün daha değerli hale gelmiştir”
dedi.
Barış Kocagöz, hasat döneminde (EkimKasım) dibe vuran pamuk fiyatlarının Türkiye’de yüzde 25 oranında arttığını, İZTB'de hasat döneminde 2.95 lira olan Ege pamuğunun
4 liraya, 2.5 lira olan Güneydoğu Anadolu pamuğunun ise 3.5 liraya yükseldiğini de bildirdi.
Kocagöz, “Dünyada ise buğday ve mısıra olan
kayma, pamuk ekim alanlarını azaltacağı
beklentisi ve en büyük tüketici Çin'in alımlarını artırmasıyla dünya pamuk fiyatı yılbaşından
bu yana yüzde 20 oranında arttı” dedi.
Dünya pamuk üretiminin son yıllarda gerilediğini belirten Kocagöz, Uluslararası Pamuk
Konseyi verilerine göre 17.4 milyon ton olduğu
söylenen dünya stokunun bu kadar olmadığının anlaşıldığına işaret ederek, şunları söyledi: “En büyük tüketici Çin, kritik günler için
her zaman stok bulunduruyor. Çin'in stokunda
halen önemli miktarda pamuk bulunuyor. Bu
yıl için ithalat yerine iç tüketimini stoktan karşılayacağı beklentisi, geçen yıl fiyatları düşürmüştü. Bu sezona geldiğimizde Çin, stoklarını tüketme yerine, hem stokları hem de iç
tüketimi için ithalatını artırdı. Bu da dünya pamuk fiyatlarını yükseltti.”
Üreticilere 'pamuktan vazgeçmeyin' çağ-
rısında bulunan Ulusal Pamuk Konseyi Başkanı Kocagöz, şunları söyledi: “Geçen yıl fiyatların düşük gitmesi nedeniyle birçok üretici pamuk ekiminden vazgeçmişti. Bu fiyat artışı üreticiyi yeniden pamuğa yönlendirebilir.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın
destekleme primini 50 kuruş olarak açıkladığı
2013-2014 sezonu, olumlu bir sene olması garanti edilmese de üreticilerimizi geçen sezon
kadar üzmeyecektir. Üreticilerimiz bu nedenle
cesaretlerini kırmayarak pamuk üretiminden vazgeçmesin.''
Sayı: 393 - Nisan 2013
23
Vergi Dünyası
2012’DE ŞİRKETLER VE ŞAHISLAR
NE KAZANDI, NE KADAR VERGİ ÖDEDİ?
Kurumlar Vergisi mükellefi olan limited ve anonim şirketlerin, 2012 yılı ortalama kazançları ile vergi sonrası aylık kazançları belli oldu.
Bankalar açık farkla
birinci
Kurumlar vergisi mükellefi olan şirketlerin sayısı 619 bin 710.
Banka sayısı ise 113 olarak gözüküyor.
113 banka, 2012 yılı Nisan ayında
toplam 16 milyar 89 milyon lira, safi kurum kazancı bildirmişler. Bu da banka
başına ortalama 142 milyon TL kazanç,
28 milyar TL de vergi anlamına geliyor.
Demir-çelik imalatçısı şirketler,
bankalardan hemen sonra geliyor. Ecza ve ilaç depoları da üçüncü sırada yer
alıyor.
Diş klinikleri
zor durumda
Kurumlar vergisi mükellefi olan şirketler arasında, en düşük kazanç beyan
edenler, diş klinikleri olarak göze çarpıyor. Bunların vergi sonrası aylık net
gelirleri 1.344 TL. Belli ki diş klinikleri
zor durumdalar… Az kazananlar arasında ikinci sırada lokanta işleten şirketler geliyor.
Üçüncü sırada kürk imal edip, toptan ve perakende satan, dördüncü sırada da altın imalatı ve ticareti ile uğraşan şirketlerin olması dikkati çekiyor. Bunlar vergi sonrası aylık ortalama 2.473 TL kazanç sağlıyorlarmış. Ortak sayısına böldüğümüzde, ortak başına asgari ücretin altında bir rakam
çıkıyor!
Oteller ve motellerin durumu da ilginç. Vergi sonrası ortalama aylık net
kazançları 3 bin 349 lira gözüküyor!..
Sayı: 393 - Nisan 2013
24
TABLO-I: KURUMLAR VERGİSİNDE EN ÇOK KAZANÇ
BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Ortalama Ortalama Vergi Sonrası
Faaliyet
Mükellef
Toplam
Yıllık
Yıllık
Net Aylık
Grupları
Sayısı
Matrah
Gelir (TL) Vergi (TL) Gelirleri (TL)
Tüm Mükellefler
619.710 131.995.624.643
212.995
42.309
14.224
Bankalar
113 16.089.027.938 142.380.778 28.476.155
9.492.052
Demir Çelik (İmalat)
2.435
2.157.408.737
885.999
176.926
59.089
Ecza ve İlaç Depoları
3.147
1.767.760.222
561.729
108.955
37.731
Mensucat Sanayi (İplik ve İmalat) 1.248
440.527.010
352.986
70.237
23.562
Elektrikli Ev Aletleri (imalat)
1.903
642.318.679
337.529
66.386
22.595
Akaryakıt Ticaret
12.073
3.232.583.126
267.753
53.528
17.852
Toprak Sanayi
1.361
357.039.350
262.336
51.836
17.541
Deterjan Sanayi (imalat)
408
96.026.862
235.360
47.072
15.690
İnşaat ve Bayındırlık İşleri
70.663 12.560.129.980
177.747
35.502
11.854
Un İmali ve Satışı
1.785
303.108.217
169.808
33.880
11.327
Not : Ortalama yıllık gelir, toplam matrahın mükellef sayısına bölünmesi ile bulunmuştur.
TABLO-II: KURUMLAR VERGİSİNDE EN DÜŞÜK KAZANÇ
BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Faaliyet
Grupları
Diş Klinikleri
Lokantalar
Kürk İmali Topt. ve Perk.
Altın İmalat ve Tic.
Sanatsal Faaliyetler
Oteller-Moteller
Ayakkabı Topt.Perk.
Deri Eşya Satışı
Konfeksiyon (Toptan)
Deri Ticareti
Mükellef
Sayısı
1.291
11.732
50
6.120
738
997
2.137
932
6.269
694
Toplam
Matrah
26.021.478
360.626.892
1.673.844
227.070.926
28.754.804
50.054.648
131.874.161
62.751.956
532.940.604
69.569.824
Ortalama
Yıllık
Gelir (TL)
20.156
30.739
33.477
37.103
38.963
50.205
61.710
67.330
85.012
100.244
Ortalama Vergi Sonrası
Yıllık
Net Aylık
Vergi (TL) Gelirleri (TL)
4.031
1.344
6.148
2.049
6.695
2.232
7.420
2.473
7.792
2.597
10.012
3.349
12.215
4.124
13.466
4.488
16.827
5.682
19.484
6.730
Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (2011 dönemine ilişkin 2012’de beyan edilen kazanç)
Prof. Dr. Şükrü KIZILOT
TABLO-III: GELİR VERGİSİNDE EN ÇOK KAZANÇ
BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Faaliyet
Grupları
Tüm Mükellefler
Noter
Doktorlar
Eczaneler
Sanatçılar
Avukatlar
YMM ve Mali Müşavirler
İhracat ve İthalat
Akaryakıt Tic.
Bina İnşaat
Ecza ve İlaç Depoları
Mükellef
Sayısı
1.757.552
2.126
8.726
24.381
2.668
43.501
40.653
2.190
10.014
3.822
3.790
Toplam
Matrah
25.326.355.590
478.128.603
567.819.058
1.485.444.896
135.787.559
1.711.664.787
1.522.232.766
72.988.738
258.330.016
92.753.000
67.246.593
Ortalama
Yıllık
Gelir (TL)
14.410
224.896
65.072
60.926
50.895
39.347
37.444
33.328
25.797
24.268
17.743
Ortalama Vergi Sonrası
Yıllık
Net Aylık
Vergi (TL) Gelirleri (TL)
3.782
885
74.447
12.537
19.002
3.839
16.592
3.694
16.278
2.885
11.290
2.338
9.529
2.326
9.890
1.953
6.933
1.572
6.529
1.478
4.213
1.127
Not : Ortalama yıllık gelir, toplam matrahın mükellef sayısına bölünmesi ile bulunmuştur.
Şahıslar ne kazandı, ne ödedi?
2012 yılında 1 milyon 757 bin gelir
vergisi mükellefi tarafından beyan edilen kazançlara göz attığımızda, en çok
kazanç bildirenlerin yıllık ortalama
225 bin TL ile noterler, en az kazanç bildirenlerin ise yıllık ortalama 4 bin 386
TL ile lokantalar olduğu, onları yıllık 5
bin 421 TL kazançla seyahat ve turizm
işletmelerinin izlediği göze çarpıyor.
Niçin Noterler?
Noterler, yaptıkları tüm işlemlere
belge düzenledikleri ve gider gösterebilecek harcamaları da sınırlı olduğu için, kuruşuna kadar vergilerini
ödüyorlar. Yoksa noterlerden daha fazla hatta birkaç katı fazla kazandığı halde, liste başı olmayan ya da ilk 10’da gözüken ve gözükmeyen faaliyet grupları
da var.
TABLO-IV: GELİR VERGİSİNDE EN DÜŞÜK KAZANÇ
BİLDİREN 10 FAALİYET GRUBU
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Faaliyet
Grupları
Lokantalar
Seyahat ve Turizm İşl.
Deterjan Tic.
Perakende Konfeksiyon
Bakkaliye
Deri Eşya Satışı
Mobilya
Ayakkabı Tic.
Deri Eşya İmali
Kasaplar
Mükellef
Sayısı
105.589
9.761
5.137
32.581
98.134
3.865
37.935
13.979
2.731
14.656
Toplam
Matrah
463.132.690
52.916.085
30.860.317
200.578.056
626.957.247
25.824.228
263.746.058
100.320.959
20.546.123
112.559.865
Ortalama
Yıllık
Gelir (TL)
4.386
5.421
6.007
6.156
6.389
6.681
6.952
7.176
7.523
7.680
Noterleri, yıllık 65 bin 072 TL kazanç
ile doktorlar izliyor. Üçüncü sırada eczaneler dördüncü sırada da sanatçılar
var.
Tabloya baktığımızda, bir noterin
ortalama kazancının; 51 lokantacı, 41
seyahat ve turizm işletmesi, 37 konfeksiyoncu, 34 deri eşya satıcısı, 32 mobilyacının kazançları toplamı kadar olduğunu fark ediyoruz.
Düşük kazanç bildirenler
Tablo-IV’ten de fark edileceği gibi,
birçok meslek grubu vergisini ödedikten sonra ayda 300-400 bilemediniz
500 lira gelirle (örneğin lokantacı ayda
291 TL, seyahat ve turizm işletmesi ayda 361 TL, konfeksiyoncu ayda 406 TL,
mobilyacı ayda 351 TL gelirle) yani asgari ücretin altında bir para ile yemiş,
içmiş, giyinmiş, kira, elektrik, su ve yakıt parası ödemiş, çocuk okutmuşlar!..
Ortalama Vergi Sonrası
Yıllık
Net Aylık
Vergi (TL) Gelirleri (TL)
890
291
1.085
361
1.260
395
1.287
406
1.184
434
1.429
437
1.532
451
1.509
472
1.429
508
1.544
511
Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (2011 dönemine ilişkin 2012’de beyan edilen kazanç)
Sayı: 393 - Nisan 2013
25
Ekonomik Diyalog
MİLLİ GELİR ARTARKEN, MİLLETİN GELİRİ AZALABİLİR
Her zaman ve her olayda tam uymasa da ülke
ekonomisinde yaşananları,
ev ekonomisine benzeterek
anlatmak yararlıdır. Bugün
böyle bir yöntemle “milli
gelir” ile “milli harcamalar”
arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışacağım. Dört kişilik
bir aile düşünün. Baba maaşla çalışan meslek sahibi
bir kişi, anne ev kadını, okula giden iki de çocukları
var. Ailenin, babanın maaşından başka bir geliri yok.
Babanın maaşı arttıkça, ailenin geliri de artıyor. Ancak
babanın 3 bin liralık maaşı,
ailenin artan harcamalarını karşılamaya pek yetmiyor. Ama baba işinde çok
başarılı ve bir iki yıl içinde
daha yüksek ücretli bir
mevkie terfi etmesi çok
muhtemel. Baba şöyle düşünüyor: Bir bankadan bir
yıl vadeli, faizi üç ay sonlarında ödenecek, yüzde 10
faizli 12 bin lira kredi alayım. Her ay bunun bin lirasını aylık harcamalara ilave edeyim. Böylece aylık
gelirim artmamış bile olsa,
harcama kabiliyetim yüzde
33 artmış olacaktır. Bu da
eşimin ve çocuklarımın
daha mutlu bir hayat sürmesini sağlayacaktır. İnşallah gelecek yıl terfi edeceğim ve maaşım 4 bin liraya çıkacak. O zaman borç
almaya gerek kalmadan
aynı hayat düzeyimizi sürdürebiliriz. Böylece daha
müreffeh yaşama dönemini bir yıl öne çekmiş olurum. Akıllı bir davranış olur.
Sayı: 393 - Nisan 2013
26
Ege CANSEN
***
Önce çok basit bir özetleme yapalım.
Bir ailenin harcamalar toplamı, gelirinden
fazla olabilir. Açıklaması “borç” aldıklarıdır. Ailenin geliri arttığı halde, harcanabilir efektif geliri azalabilir. Bunun da
açıklaması, ailenin borç ödemeğe başladığıdır. Gelir artmış, harcama kısılmıştır.
***
Baba krediyi alır. Ailenin “geliri” artmamıştır; ama ellerine geçen para artmıştır. Karısı ve çocukları bu durumdan
çok memnundur. Eve daha fazla para
getiren babanın itibarı ve hayat seviyeleri yükselmiştir. Bir yıl sonra baba, beklendiği gibi terfi eder ve maaşı 4 liraya çıkar. Ancak, kredinin geri ödeme zamanı
gelmiştir. Bankaya, 12 bin liralık borcunu,
her ay bin lira anapara taksiti ve aylık faiziyle birlikte geri ödemeyi teklif eder.
Banka da bunu kabul eder. Birinci ay 4 bin
lira maaşını alır ve bankaya gider. Bin lira
anapara taksitini ve 300 lira dönem faizini öder. Elinde kalan 2700 lira ile evin yolunu tutar. Karısını ve çocuklarını karşısına alır. Size iki haberim var. Biri iyi, diğeri kötü, der. İyi haber şu: Terfi ettim ve
maaşım 4 bin liraya çıktı. Çocuklar, yaşasın, diye bağırırlar. Pekiyi, kötü haber
ne? Kötü haber şu: Bankaya gittim, kredinin anapara taksiti ve dönem faizi olarak 1300 lira ödedim, elimde 2700 lira kaldı. Bu ay geçen aya göre harcanabilir gelirimiz 4 bin liradan 2700 liraya düştü. Yani
kemerleri sıkmaya mecburuz. Artık eski-
si gibi harcama yapmamız mümkün değildir. Ama merak etmeyin önümüzdeki ay
ödeyeceğim faiz 92 lira azalacak ve elimizde 2792 harcanacak paramız olacaktır. Şimdi nereden tasarruf edeceğimize
karar verelim.
***
Yukarıdaki hikâyenin matematiksel
kurgusu, ülkeler için de geçerlidir. Son aylarda başta Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta yaşananlar bu örneğe tıpatıp uymaktadır. Pek tabii ulusal ve uluslararası ekonomilerin tabi olduğu başka kurallar da vardır. Aile ekonomisinden kalkarak yapılan benzetimleri fazla da zorlamamak gerekir. İnsan yanlış sonuçlara varabilir.
Bir ülkenin yurtdışından borçlanması
tamamen “doğru” olabilir. Bu, alınan
borçlarla ülkenin döviz gelirlerini arttıracak yatırımların yapıldığı haldir. Borçlanmanın yanlış olduğu hal ise, alınan
borçların tüketime gitmesidir. Bunun da
göstergesi ulusal tasarruf oranının ülkenin, uzun yıllar ortalamasının altına düşmesidir.
Türkiye, uzun yıllar yüzde 20’ler dolayında tasarruf ederken son 10 yılda bu sayı
yarıya kadar düştü. Bu kötü ve sürdürülemez halden iyi ve sürdürülebilir hale
geçmek için, “ulusal tasarruf oranının”
artması, yani cari açığın düşürülmesi “olmazsa, olmaz” bir şarttır. Hedeften sapılmasın.
Sayı: 393 - Nisan 2013
27
Ekonomik Diyalog
KUŞBAKIŞI EKONOMİ
bu adım, öteki ülkeler tarafından sert
tepkilerle karşılandı ve “kur savaşları”
başlıklarının atılmasına yol açtı.
Türkiye’yi, aslında gelişen ekonomiler
içinde yer alan bir ekonomi olmasına
karşılık, karşılaştırma amaçlı olarak ayrıca gösterdim. Türkiye, 2012 yılını en
karışık görünüm içinde geçiren ekonomilerden birisi. +/- işaretinin bolluğu
bunu gösteriyor. Örneğin işsizlik, başlangıca göre düşüş göstermekle birlikte sonlara doğru yeniden artış içine girdi. Bütçe dengesi, başlangıçta daha büyük açıklar öngörülürken beklenenden daha düşük bir açıkla kapandı. Cari açık, hızlı bir
düşüş sergiledi ve 2013 yılı başında da düşmeye devam ediyor. Buna karşılık oran
olarak hâlâ dünyanın en büyük cari açıklarından birisine sahibiz.
Bu yıl bizi neler bekliyor?
2012 yılının genel
değerlendirmesi
2012 yılı adeta bir Avrupa kriz yılı
oldu. Kriz, Yunanistan’la doruk noktasına
çıktı ve etkileri 2013 yılında Güney Kıbrıs’ı
batışın eşiğine kadar getirdi. Şimdilerde
Slovenya’nın benzer bir aşamaya gelmesi en önemli korkuyu oluşturuyor...
2012 yılında küresel sistemin beş büyük parçası ve Türkiye şöyle bir görünüm
sergiledi:
Tabloya göre 2012 yılının tartışmasız
yıldızı yine Çin oldu. Gelişen ekonomiler,
bütün olarak ele alındığında Çin’i izliyorlar. Avrupa, bu beş büyük ekonomi arasında en zayıf görünüme sahip olan ekonomi durumunda bulunuyor. Onu Japonya izliyor. Japonya’da örneğin enflasyonun
sıfır dolayında olması ve bunun uzun yıllardır devam etmesi artı değer mi yoksa
eksi değer mi taşımalıdır? Çünkü bu durum uzun yıllar Japonya’daki resesyonun
temel nedenlerinden birisi halini aldı.
Ben artı olarak işaretlerken oldukça tereddüt ettim. Onun için yanına ünlem
Sayı: 393 - Nisan 2013
28
işareti koydum. Buna karşılık Japonya’da
yeniden iktidara gelen Abe ve onun göreve getirdiği Japonya Merkez Bankası Başkanı Kuroda, kur politikası açısından yeni
bir yaklaşım sergilemeye ve Yen’e değer
kaybettirmeye yönelik politikalar izlemeye başladı. Japonya bu yolla ekonomisini
yeniden canlandırmayı planlıyor. Ne var ki
2013 yılında yukarıda sunduğum tabloda ABD, Avrupa ve Japonya açısından
çok fazla değişiklik olmayacağını tahmin
ediyorum. ABD’nin bütçe sorununu çözememesi, siyasal çekişmeye takılıp kalması
halinde toparlanma sürecinde kayıplar yaşayabileceğini de göz ardı etmemek ge-
2012 YILINDA KÜRESEL SİSTEMİN BEŞ BÜYÜK PARÇASI
ABD
Avrupa
Çin
Japonya Gelişen ekonomiler Türkiye
Büyüme
+
+
+
Enflasyon
+
+
+
+ (!)
+
+
İşsizlik
+
+
+
+
+/Bütçe Dengesi
+
+
+/Cari denge
-/ +
+/+
+/-/+
Kamu borcu
+
+
+
Genel görünüm
+ (?)
+
- (?)
+
+/Notlar:
- / + İyileşmenin ya yeterli olmadığını ya da tekrar bozulmaya başladığını gösteriyor.
+ / - İyiden kötüye gidişin olduğunu gösteriyor.
(!) Japonya’da enflasyonun sıfır dolayında olmasının iyi bir şey olup olmadığının tartışmalı olduğunu gösteriyor.
(?) ABD’de mali uçurumun pozitif görünümü bozabileceğini, Japonya’da yeni hükümetin negatif görünümü düzeltme yönünde yeni girişimlerde bulunabileceği olasılıklarını gösteriyor.
Dr. Mahfi EĞİLMEZ
rektiğini düşünüyorum. Eğer böyle bir
olumsuz gelişme olursa bu hem ABD
ekonomisi hem de küresel ekonomi açısından daha ileri bozulmalara neden olabilir. Avrupa’nın durumu daha da karışık
görünüyor. Her ne kadar Yunanistan sorunu çözülme yoluna girdi gibi bir görünüm ortaya çıkmış olsa da Avrupa’da, Almanya dışında bütün büyüklerin ve bazı
küçüklerin durumu kritik düzeyde durmaya devam ediyor. Avrupa’nın borç sorununu aşması çok zaman alacak. Japonya’da yeni hükümet, genişletici bir
maliye politikası uygulamaya hazırlanıyor.
Ne var ki geçmişte sürekli olarak bu politika uygulandı ve yüzde 10’lara varan bütçe açıklarına karşın sonuç alınamadı. Japonya’nın 2013 yılında toparlanmaya geçmesi ancak yeni izlemeye başladıkları
kur politikasıyla mümkün olabilir. Onun da
kur savaşları nedeniyle ne kadar yaşayabileceği bilinmiyor.
2013 yılında asıl tehlike, 2012 yılını Avrupa’daki krize karşın rahat geçiren gelişen ekonomilerin krizden etkilenerek düşüşe geçmeleri olasılığıdır.
GSYH cari fiyatlarla, yani o yıl içinde geçerli olan fiyatlarla, hesaplanıyor. Bu durumda o yılın fiyat artışlarını da içinde barındırıyor. Sonra bulunan bu tutar o yılın
ortalama dolar kuruna bölünüyor ve dolar cinsinden GSYH bulunuyor. 2012 yılında
GSYH cari fiyatlarla 1.416,8 milyar TL
hesaplanmış. Bu tutarı 2012 yılının orta-
lama dolar kuru olan 1,8019’a bölersek
karşımıza dolar cinsinden 786,3 milyar dolarlık bir GSYH çıkıyor. Cari fiyatlarla TL
cinsinden ekonomi 2002’den 2012 sonuna kadar 4 kattan fazla, dolar cinsinden ise
3,5 kata yakın büyümüş görünüyor.
Oysa hesaplamada gerçek büyümeyi
bulmak için bu hesapları fiyat artışlarını
arındırarak yapmak gerekiyor. 1998 yılını baz alarak yapılan sabit fiyatlarla GSYH
serisine bakarsak GSYH’nın 2002’den
2012 sonuna kadar olan büyümesi yüzde
62,5 olarak karşımıza çıkıyor. Gerçek büyüme budur. Yani Türkiye’nin GSYH’sı
2002 – 2012 arasında yüzde 62,5 oranında büyümüştür. Gerisi fiyat artışlarından
kaynaklanan sanal büyümedir.
Bu hesapları bir kenara bırakıp çevremize baktığımızda ekonominin son on
yılda büyüdüğünü görebiliyoruz. İnsanlar
daha iyi arabalar, daha iyi konutlar talep
ediyorlar, daha fazla sayıda insan beyaz
eşya kullanıyor. Yani refah artışı gözle görülebiliyor. Buna karşılık bu refah artışı
dolar ya da TL cinsinden cari fiyatlarla
GSYH büyümesinin gösterdiği gibi 4 katın
üzerinde ya da 3,5 kata yakın bir artışı ifade etmiyor. Olsa olsa sabit fiyatlarla artışın gösterdiği yüzde 62,5’luk artışı ifade
ediyor.
Ekonomik gelişmeyi ve refah artışını bu
şekilde sunmak bize özgü değil. İnsanlık
son on yılda hep birlikte kendisini aldatmaya karar vermiş ve sanal büyümeyle
reel büyümeyi birbirine katarak konuyu
böyle sunmayı tercih etmiş bulunuyor. Bu,
gelişme yolundaki ekonomilerin hızla büyüdüğü ve gelişmişlerle arayı kapattıkları gibi bir sanal durum yaratarak gelişme
yolundaki ekonomilerin siyasetçilerine
itibar kazandırırken aynı zamanda gelişmiş ekonomilere yönelik eleştirilerin de
azalmasına yol açıyor. O nedenle de herkes tarafından destekleniyor.
2013 tahminleri
2013 tahminlerimi aşağıda Orta Vadeli
Planda (OVP) yer alan tahminlerle karşılaştırmalı olarak sunuyorum (ME benim
tahminlerim). Aslında her zaman aralıklı tahmin yaparım ama herkesin beklentisi nokta tahmin olduğu için geçmişte yaptığım aralık tahminlerinin orta noktasını
tahmin olarak veriyordum. Bu yıl, belirsizliğin yüksekliği nedeniyle, aralıklı tahminlerimi aynen veriyorum.
2013 TAHMİNLERİ
OVP
ME
Büyüme
4,0
3–4
Enflasyon
5,3
5 - 5,5
Bütçe açığı (%)
2,2
1,9 – 2,2
Cari açık (%)
7,1
6 – 6,5
İşsizlik
8,9
9 - 10
2013 yılı tahminlerimin dayandığı temel varsayımlar:
(1) Küresel ekonomiyi ya da Türkiye’yi derinden etkileyecek savaş hali, doğal afetler gibi olağanüstü bir olay yaşanmayacak.
(2) Emtia fiyatlarında 2012 yılı ortalamalarından büyük sapmalar olmayacak.
(3) Dolar kuru (yıl ortalaması): 1,80.
(4) Ham petrol fiyatı (yıl ortalaması): 110 USD/Varil.
Sayı: 393 - Nisan 2013
29
Çalışma Hayatı
İŞADAMLARININ SİGORTALILIĞI
hesabına bağımsız çalışan, anonim şirket
yönetim kurulu üyesi olan pay sahipleri, limited şirket ortakları, sermayesi paylara
bölünmüş komandit şirketlerin komandite
ortakları, diğer şirketleri ile donatma iştiraklerinin tüm ortakları, Bağ-Kur’lu olmak zorunda.
İşverenin ödeyeceği prim
İstihdamın büyük bir kısmını özel sektör sağlıyor. İşadamlarımız, çalıştırdığı
personelin sosyal güvenliğini sağlamakla yükümlü tutulmuş. İşverenlerimiz, yasaların koyduğu kurallar çerçevesinde,
ciddi maliyetlere de katlanarak çalıştırdıkları kişilerin sosyal güvenliğini sağlıyor.
Milyonlarca çalışanın soysal güvenliğini sağlayan işadamının kendisinin sigortalığı da söz konusu. İşadamının kendi sigortalılığını sağlama yükümlülüğü
de var. İşverenlerin sigortalılığı ikileme düşülen ve sorun yaşanan bir konudur. So-
Sayı: 393 - Nisan 2013
30
runa faklı norm ve standarttaki sosyal güvenlik hakları yol açmaktadır. İşadamının
sigortalılığını ve yaşanan sorunları aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz. Daha kolay anlaşılması için, 4/b sigortalılığı yerine eski adı olan “Bağ-Kur”, 4/a sigortalılığı yerine de eski adı olan “SSK”
kullanılacaktır.
İşveren Bağ-Kur
sigortalısı olmak zorunda
Vergi mükellefi olarak kendi nam ve
Bağ-Kur sigortalı olan işveren, basamak sistemi kaldırıldığından 1 Ekim
2008’den itibaren prime esas aylık kazancın alt sınırı (asgari ücret olup bugün
için 978.60 TL’dir) ile üst sınırı (alt sınırın
6.5 katı olup bugün için 6.360.90 TL’dir)
arasında belirleyeceği kazanç tutarı üstünden prim ödüyor.
Belirlediği kazanç tutarı üstünden;
kişileri emekli eden malullük-yaşlılık ve
ölüm sigortalarına yüzde 20, kişilerin
sağlık yardımı almasını sağlayan Genel
Sağlık Sigortası’na yüzde 12.5 ve iş kazası
ve meslek hastalığı sigortasına da yaptığı işin tehlike sınıf ve derecesine göre yüzde 1 ile yüzde 6.5 arasında değişen oranda(1 Eylül 2013’ten itibaren tüm işyerleri için bu oran yüzde 2 olarak uygulanacak)
olmak üzere toplam yüzde 33.5 ile yüzde
39 arasında prim ödemektedir. Örneğin;
Anonim şirket yönetim kurulu başkanı Ahmet Bey’in, 5.000 TL kazanç üstünden
prim ödeyeceğini bildirdiğini ve prim oranının da yüzde 34.5 olduğunu varsaydığımızda, her ay 1.775 TL prim ödeyecektir.
İşverenin sağlık
yardımı alması
Bağ-Kurlu işveren 30 gün prim ödedikten sonra kendisi, eşi ve 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim gören 20, yükseköğrenim gören 25 yaşını doldurmamış çocukları ile geçimi işverence sağlanan ana
ve babası, sağlık yardımı alabiliyor. Ancak,
sağlık yardımı almak için, 60 günden fazla prim borcu olmaması gerekiyor.
Ekrem SARISU
İşveren sigortalı çalışarak
SSK’ya prim ödeyebilir mi?
İşverenin sigortalı çalışarak SSK’ya
prim ödeyip ödeyemeyeceği eskiden beri tartışma yaratan konu olmuştur. Konu,
bu husustaki sıkıntıların giderildiği 1 Mart
2011 den önceki ve sonraki dönem itibariyle farklılık gösteriyor.
1 Mart 2011’e kadar
işveren SSK’lı olamıyordu
1 Mart 2011’e kadar sosyal güvenlikte “önce başlayan sigortanın üstünlüğü”
prensibi geçerliydi. Bu prensibe göre bir
işyerinde sigortalı çalışan kişinin, BağKurlu olmayı gerektiren faaliyete başlaması veya şirket ortağı olması halinde,
SSK sigortasına ara vermeden devam
ettiği sürece, Bağ-Kurlu olması gerekmiyordu. Ancak, Bağ-Kur sigortalısı olan
işveren, faaliyetini sonlandırıp Bağ-Kur sigortasını kapatmadan SSK’lı olarak prim
ödeyemiyordu. Ödese de yersiz prim ödemesi oluyordu. Nitekim bu şekilde prim
ödeyen ve bu durumu emeklilik işlemleri sırasında ortaya çıkan ve SSK sigortalılığı iptal edilerek mağdur olan ve mahkeme kapılarında hakkını aramaya çalışan
çok sayıda işveren bulunuyor.
İşveren 1 Mart 2011’den
itibaren SSK’lı olabiliyor
Kamuoyunda Torba Yasa olarak adlandırılan, prim ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılması için çıkartılan 6111
Sayılı Yasa ile yapılan düzenleme sonucu,
“önce başlayan sigortanın üstünlüğü”
prensibi terk edildi. Yerine “sigortanın üstünlüğü” prensibi getirildi. Bu, 1 Mart
2011’den itibaren işverenlerin faaliyetine
veya şirket ortaklığına son vermeden sigortalı çalışarak SSK’ya prim ödeyebileceği anlamına geliyor.
Düzenleme işverenlerin önemli bir
sıkıntısını gidermiş oldu. Çünkü, işveren
haklı olarak Bağ-Kur yerine, kendisini daha erken emekli edecek ve daha yüksek
aylık bağlayacak olan SSK’dan emekli
olmak istiyordu. 1 Mart 2011’den itibaren
sigortalı çalışmaya başlayan işverenin
işe girişi yapıldığında, sistem otomatik olarak Bağ-Kur sigortasını sonlandırıyor.
Emekliliği hak edene kadar SSK’ya prim
ödeyen işveren, SSK’dan emekli olabilecek.
Ayrıca işveren isterse hem SSK’ya
hem de Bağ-Kur’a prim ödeyebilecek.
İki yere prim ödemenin işverene şu yararı olacak: Kazanç tutarına bağlı olarak
emekli aylığı yükselebilecek. İşveren kendi işyerinde iş kazası geçirmesi veya meslek hastalığına yakalanması halinde, iş göremezlik geliri bağlanabilecek. İleride
SSK’dan emekli olduğunda, gelir ve aylıktan yüksek olanın tamamını, düşük aylığın yarısını alabilecek.
İşveren kendi işyerinde
sigortalı çalışabilir mi?
Yasada açık hüküm olmamasından
dolayı, işverenlerimizin önemli bir bölümü kendisini şirketinden veya ortak ol-
duğu işyerlerinden, sigortalı olarak bildirmekte ve SSK’ya prim ödemekteydi. 1
Ekim 2008’den itibaren işverenin kendi
veya ortağı olduğu işyerinden sigortalı
gösterilmeleri yasaklandı. Bu tarihten itibaren işveren, kendi işyerinden veya ortağı olduğu şirket veya işyerlerinden sigortalı olarak bildirilemiyor. Başka bir ifadeyle işveren, kendi işyerinde veya ortağı olduğu işyerlerinde sigortalı olarak çalışamıyor.
1 Ekim 2008’den önce kendi veya ortağı olduğu işyerinden sigortalı gösterilen
işveren, ara vermediği sürece kendi işyerindeki sigortası devam edecek. Ara verdiği tarihten itibaren artık kendi işyerinden veya ortak olduğu işyerinden sigortalı
gösterilemeyecek.
Emekli işverenin sigortalılığı
Emekli işveren, emekli aylığını kestirmeden Sosyal Güvelik Destek primine
tabi olarak çalışabiliyor. Bağ-Kurlu olmayı
gerektiren faaliyette bulunan emekli işadamının, emekli aylığından, emekli aylığının yüzde 15’i oranında destek primi kesiliyor.
Kendi işyeri dışında, başka bir işyerinde
sigortalı çalışan emekli işadamının, almakta olduğu ücretten yüzde 7.5 oranında destek primi kesiliyor, emekli aylığından kesinti yapılmıyor. Gerek emekli aylığından kesinti suretiyle ödenen, gerekse ücretten kesinti suretiyle ödenen destek priminin emekli işadamına hiçbir faydası bulunmuyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
31
Risk/Fırsat
BÖLGE İÇİN EN ZORLU YIL
Türkiye’nin kritik günlerden geçtiği
şu aylarda benim de çok özel gözlemlerim
ve tecrübelerim oldu. Şubat ayı içerisinde Genelkurmay Başkanlığı’nın özel izniyle
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan TSK birliklerinde çekimler yaptım. Dokuz gün boyunca onlarla beraber yaşadım
ve A Haber için röportajlar yaptım. Bugüne kadar yayıncılık anlamında ilk olan birçok şeyi de yapma fırsatı elde ettim. Kurgu yapmadan, o anın gerçeği neyse onu
çekme ve anlatma şansımız oldu. Muvazzaf personel ile güncel birçok konuda
konuştuk. Özel Kuvvetler dâhil olmak
üzere birçok özel birliği eğitim alanlarının
dışında da görüntüledik.
Şemdinli bölgesinde Temmuz ayında
başlayan ve Kasım ayına kadar süren çatışmaların perde arkasını yerinde görme
fırsatımız oldu. Bunları Özel Haber dosyaları şeklinde yayınladık. Güneydoğu’da
yaşayan vatandaşlarımızla köylerinde
Sayı: 393 - Nisan 2013
32
sohbetler ederek, gelecekle ilgili beklentilerini öğrenmeye çalıştık.
Bir kez daha şunu söylemem gerektiğine inanıyorum: Ayağınızı basmadığınız,
gözünüzle görmediğiniz hiçbir şeyle ilgili asla yorum yapmayın. Kendi vatanımızda yaşananlarla ilgili ne kadar cahil olduğumuzu bir kez daha farkettim. Gözlemlediğim bir diğer nokta da bu hızlı bilgi çağında, bilgi kirlenmesinin su kirlenmesinden de daha hızlı olduğudur. Bilgiye ulaşma hızı arttıkça yanlış bilgide takılıp
kalma, dahası o yanlışın, yangın gibi yayılması ihtimali de o kadar artmaktadır.
Açıkçası orada gördüklerimi burada anlatmaya çalışmayacağım. A Haber’de SINIRSIZ adıyla yayınladığımız özel haber serisini internetten de izleyebilirsiniz.
Benim anlatacağım, önümüzdeki dönemde yaşanacak "Çözüm sürecinin" nasıl olacağıdır.
Daha önce de denenen ve sonuçları
beklenen gibi olmayan çözüm süreci diğerinden daha zorlu bir şekilde ilerleyeceğe benziyor. İlkinde o dönemki konjonktürel faktörler gereği, sınır komşularımız süreci desteklerken iç konjonktür
buna müsait değildi. Bugün ise bunun tam
tersi bir durum söz konusudur. Güneydeki
sınır komşularımızın süreci baltalamak
adına bir seneden beri yaptıkları ortadadır.
Özellikle Şemdinli bölgesinde yaptığımız incelemelerde bunu net olarak gördüm. Şemdinli’de yaşananların asıl hedefi,
Türkiye’de Suriye benzeri bir ortamı yaratmaktı. Bunun için de silah, lojistik
destek, istihbarat, barınma ve eğitim dâhil her şey başka ülkeler tarafından sağlanmıştı. İşte biraz da bu nedenle bugün
dile getirilen sürece Türkiye’de yaşayan
büyük bir kesim sorunun çözümü için
gerekli desteği verse de, bu desteği “komşu” ya da “müttefik” olarak tanıdığımız ba-
Mete YARAR
zı ülkelerden göremeyeceğimiz kesindir.
Sürecin baltalanması anlamında Türkiye topraklarında her türlü provakatif eylem yapılabileceği beklenmelidir. Bu tür
eylemlerden sonra dış politikada gerginlik artabilecektir. Yaşanabilecek olaylar
neticesinde, yakın dönemde güneydeki
komşularımızla ekonomik anlamda da
bazı sorunlar olabilecektir.
Şimdiden hazırlıklı olmak gerekir ki,
yaşanabilecek birtakım sorunlar neticesinde ithalat ve ihracat göstergeleri anlamında ülke sıralamalarında bazı değişiklikler olacaktır. Risk yönetimi anlamında, şirketlerin bu değişime hazırlık yaparken, ülke çeşitliliğini artırırken yatırımları anlamında dikkatli olmalarını tavsiye ediyorum.
2013 yılından başlayarak yıllar boyunca devam edecek yeni bir dönüşüm süreci maalesef bölgemizde yaşanacak gibi gözükmektedir. Bu değişimlerin demokratik bir şekilde olacağını ummak
çok iyi niyetli bir yaklaşım olacaktır. Etnik
ve mezhepsel anlamda bir ayrışma ve çatışmaların yaşanabileceğinin işaretleri
Suriye’deki olayların arkasından artmaya
devam etmektedir.
Bu çatışmalar, sıcak çatışmaya dönüşmeye ve ülke sınırlarının değişmesine
kadar gidebilecek bir potansiyeli içerisinde barındırmaktadır. Devlet olarak çatışma
ortamında ihracatın kesilmemesi adına
alternatif rotaları şimdiden belirlemeli ve
açık tutmaya başlamalıdır. Ticaret anlamında önemli rotalara sahip Suriye, Irak ve
İran’a alternatif rotalar şimdiden oluşturulmalıdır. Suriye’deki iç savaş başladığında
alternatif rotaların oluşturulması altı ay sürmüş, bu da büyük ekonomik kayıp ve insani sıkıntılar yaratmıştı.
Türk iş âlemi, yıllardır süren bir çatışmanın sonuna geldiğimiz umudunu
canlı tutmakta haklıdır. Ama yatırımlarını ve gelecek risk planlamasını da en az
bu kadar titizlikle ve kararlılıkla yapmalıdır. Bölgemizin daha uzun yıllar boyu çalkantı içinde olacağı gerçeği, iş dünyasının
senaryolarının en tepesinde durmak zorundadır.
Sayı: 393 - Nisan 2013
33
Güncel
İHRACATTA ÜLKELER LİGİNİN MOZAİĞİ DEĞİŞTİ
Arap Baharı sırasında
keskin bir düşüş
gösteren Libya ve
Mısır gibi pazarlar
yeniden yükselişe
geçti. Türkiye'nin en
fazla ihracat yaptığı
ilk 20 ülke içinde
Libya, Mısır, Suudi
Arabistan ve Irak her
yıl basamak atıyor.
Türk malları, Arap Baharı'ndan sonra yeniden yapılanma sürecine giren ülkeler için yeniden gözde olmaya başladı. Devrimler sırasında Libya ve Mısır gibi pazarlara yapılan ihracat keskin bir düşüş gösterirken, şimdilerde tekrar yükselişe geçti. Benzer bir tablo Türk yatırımcıların gözdesi olan
Irak pazarında da yaşanıyor. Bu durum "Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler ligi"ne de yansıdı. Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler sıralamasında 2011'in Mart ayında 4. olan Irak, bu
yılın mart ayında Almanya'nın hemen ardından 2. sıraya yerleşti. Irak'ın Türkiye'nin toplam ihracatındaki payı ise yüzde 5.6'dan yüzde 7.54'e çıktı. 2011 yılında listede bulunmayan Libya ise Mart
2013'te 12. sıradan listeye girerken, Türkiye'nin toplam ihracatındaki payı ise yüzde 1.99 oldu. Mart
2011'de yüzde 1.55'lik payla Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 17. ülke olan Mısır ise geçen 2 yılda payını yüzde 2.64'e çıkardı. Mısır, Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ilk 20 ülke içinde ise 9. sıraya yükseldi. Suudi Arabistan ise Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler liginde 2 yılda 5 basamak atlayarak 11. sıraya çıktı.
Benzer tablo tekstil ve hazır giyimde de yaşandı. Türkiye'nin AB'ye tekstil ürünleri ihracatı yüzde
7.6 düşerken, bu ülkelerin tekstil ihracatındaki payı da yüzde 47.17den yüzde 44'e geriledi. Tekstilde eski Doğu Bloku ülkelerine ihracat yüzde 9.4, Afrika ülkelerine ise yüzde 8.5 arttı. Ortadoğu
ülkelerinden İran'a ihracat yüzde 9.9 düşerken, Suudi Arabistan'da yüzde 13.7, Irak pazarında yüzde 43, Ürdün'de ise yüzde 33.7 artış oldu. 2012'de Suriye'deki karışıklık nedeniyle bu ülkeye yapılan tekstil ihracatı ise yüzde 70.4 düştü.
Hazır giyim ürünleri ihracatında da rotanın AB pazarından başka ülkelere kaydığını gösteren gelişmeler yaşandı. Türkiye'nin AB'ye hazır giyim ihracatı 2012'de yüzde 5.3 düşerken Ortadoğu ülkelerine yüzde 23.5 arttı. Ortadoğu ülkelerinin toplam hazır giyim ihracatından aldığı pay ise yüzde 5.7'den yüzde 7.1'e çıktı. Ortadoğu ülkeleri içinde Türkiye'nin en fazla hazır giyim ihraç ettiği
ülkeler Irak, Suudi Arabistan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri olarak sıralandı. Hazır giyimde ihracat artışı eski Doğu Bloku ülkelerinde yüzde 20.8, Afrika ülkelerinde yüzde 35.9 oldu. En fazla
artış ise yüzde 59.9'la Türk Cumhuriyetleri’nde gerçekleşti. En fazla hazır giyim ihracatı yapılan
ilk 10 ülke içinde ihracatın en fazla arttığı ülke ise yüzde 52.1 ile Irak oldu. 2012'de Almanya'nın
Sayı: 393 - Nisan 2013
34
hazır giyim ihracatındaki payı yüzde 24.6'dan
yüzde 21.4'e düşerken, Irak'ın payı yüzde
1.7'den 2.6'ya çıktı. Hazır giyimde Libya'nın payında 0.3, Mısır'ın payında 0.1, Suudi Arabistan'ın
payında ise 0.4 puan artış yaşandı. Suudi Arabistan'a yapılan hazır giyim ihracatındaki yıllık artış yüzde 36 oldu.
Türkiye Moda ve Hazır Giyim Federasyonu Başkan Yardımcısı İsa Dal özellikle Suudi Arabistan'daki artışı ev tekstili ürünlerindeki ihracat
patlamasına bağlıyor. Dal, özellikle kutsal
topraklarda Suudi Arabistan yetkililerinin
inanç turizmi için otellerin yatak kapasitesini
artırmaya gitmesiyle, ev tekstilinde Türk çarşaf, havlu ve bornozuna önemli bir pazar imkânı doğduğunu belirtiyor. Arap ülkeleriyle yaşanan iyi ilişkilerin ekonomik ve birçok açıdan
Türkiye'ye olan ilgiyi artırdığına da dikkat çeken Dal, şunları söylüyor: "Bunun yanı sıra vatandaşlarımızın inanç turizmine yönelik Suudi Arabistan'a yaptıkları seyahatlerle ilişkilerin olumlu bir yönde ilerlediğini görüyoruz.
Özellikle önümüzdeki 5 yıl içerisinde Suudi Arabistan'da inanç turizmine yapılan yatırımların
yanı sıra yeni 70 adet beş yıldızlı otel yapılacak.
Bunlar da yaklaşık 30 bin yatak kapasitesi anlamına geliyor. Bunun sektöre yansıması da
Türkiye'ye bakan yönü ile 1 milyar doların üzerinde bir alım hacmi oluşuyor. Bu fırsatları iyi
değerlendirmemiz ve bu pastadan payımızı almamız gerekir. Bu da bizim önümüzdeki yıllarda bölgeye olan ihracatımızı artıracak, bölgedeki ticaret hacmimizi geliştirecek."
Türkiye'nin ihracatında geçen yılın yıldızı ise Irak
oldu. Hem tekstil ve hazır giyim hem de genel
ihracatta Irak, şimdiden Almanya'nın yerini alacak gibi görünüyor. Bahçeşehir Üniversitesi
Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin (Betam) yaptığı bir araştırmaya göre
Irak üç yıl içerisinde Almanya'yı geçerek Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olacak. Aynı
araştırmaya göre Arap Baharı'yla kesintiye uğrayan Libya ve Mısır gibi pazarlar da yeniden
kazanılmaya başlandı. Araştırmada, Kaddafi'nin
devrilmesinin ardından yeniden yapılanma
sürecine giren Libya'ya yapılan ihracatın yüzde 186 artarak Arap Baharı öncesindeki seviyenin üstüne çıktığına dikkat çekildi. Mısır'a yapılan ihracatta da güçlü artışların görüldüğü
ve bu artışlara paralel olarak Kuzey Afrika'ya
yapılan toplam ihracatın bir yılda yüzde 41 artarak 9.4 milyar dolara ulaştığı belirtilen araştırmada, şu değerlendirmelere yer verildi:
"Irak'a yapılan ihracat, Ortadoğu'ya yapılan ihracat artışındaki itici güç olmaya devam ediyor. Bu eğilim devam ederse Irak, üç yıl içerisinde Almanya'yı geçerek Türkiye'nin en
büyük ihracat pazarı olacak gibi görünüyor.
AB'nin Türkiye ihracatındaki payı 2008'den beri
düşüyor. Borç Krizi bu eğilimi daha da güç-
İHRACATTA İLK 20 ÜLKE NASIL DEĞİŞTİ? (Milyon $)
Ülke
1. Almanya
2. İtalya
3. İngiltere
4. Irak
5. Fransa
6. Rusya
7. ABD
8. İspanya
9. Hollanda
10. Romanya
11. Belçika
12. İran
13. BAE
14. İsrail
15. Suriye
16. S. Arabistan
17. Mısır
18. Çin
19. Azerbaycan
20. Polonya
2011
İhracat
(İlk 3 ay)
3.355
2.162
1.818
1.763
1.676
1.434
1.098
1.010
788
681
658
854
880
591
411
577
487
480
441
439
Pay
(%)
10.66
6.87
5.77
5.60
5.32
4.55
3.49
3.21
2.50
2.16
2.09
2.71
2.80
1.88
1.31
1.83
1.55
1.53
1.40
1.40
2013
İhracat
(İlk 3 ay)
1.Almanya
3.253
2. Irak
2.658
3. İngiltere
1.961
4. Rusya
1.721
5. İtalya
1.692
6. Fransa
1.571
7. ABD
1.382
8. İspanya
1.039
9. Mısır
931
10. Hollanda
972
11. S. Arabistan
935
12. Libya
700
13. Çin
858
14. Belçika
665
15. BAE
587
16. İsrail
607
17. Azerbaycan
631
18. Romanya
615
19. Bulgaristan
456
20. Polonya
505
Ülke
Pay
(%)
9.23
7.54
5.57
4.89
4.80
4.46
3.92
2.95
2.64
2.76
2.65
1.99
2.44
1.89
1.67
1.72
1.79
1.75
1.30
1.43
lendirdi. 2012 yılında yüzde 0.3 küçülen AB'ye Türkiye'nin yaptığı ihracat yüzde 5 azalarak 62.3 milyar dolardan 59.2 milyar dolara geriledi. Buna paralel olarak Kuzey Afrika, Yakın ve Ortadoğu'nun
Türkiye ihracatındaki önemi ise daha da arttı."
Bu arada Türkiye'nin tekstil ve hazır giyim ihracatında yüzde 1.5 paya sahip olan İsrail'e de ihracat geçen yıl yüzde 3 arttı. Bu artışın İsrail'in Türkiye'den özür dilemesiyle daha da artması bekleniyor. Ancak asıl olumlu etkinin diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşanması öngörülüyor. Bu konuda bir açıklama yapan Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği (UTİB) Yönetim
Kurulu Başkanı İbrahim Burkay, İsrail'in Türkiye'den özür dilemesinin, ülkenin pozitif algısını yukarılara taşıyan bir hamle olduğunu belirterek şunları söylüyor: "Arap Baharı ile Ortadoğu'daki pazarlarda ciddi sıkıntılar yaşıyorduk. Bu özür Türkiye'nin var olan pozitif algısını o ülkelerde yukarılara taşıyan bir hamle oldu. Buralarda Türkiye'ye yapılan pozitif ayrımcılık artacak. Türk malları tercih ediliyordu, bu tercih daha da artacak. 'Made
In Turkey' etiketi yüzde 10-15 katma değer sağlıyor bize. Daha önce bu
İtalya mallarında olurdu. Sırf, İtalyan malı, diye onlarınki yüzde 20 oranında
daha fazla fiyata satılırdı. Biz de bunu kıskanırdık. Şimdi Türkiye bu konuma geldi. Mallarımıza 'Made In Turkey' yazdığımız zaman, ürününe göre
yüzde 20'ye yakın katma değer alıyoruz. Bu tip adımlar, Türkiye'nin imajını, katma değerini, bilinirliğini artıran önemli gelişmeler. Haklı davamızda
Sayın Başbakanımız ve hükümetimiz çok kararlı bir şekilde dik durdu. Bu
duruş bizim bölgemizdeki algımızı da çok etkiledi. Ben bunun dış ticarette
olumlu yansımalarını yakın zamanda göreceğimize inanıyorum."
Sayı: 393 - Nisan 2013
35
Güncel
TEKSTİL MESLEK LİSESİ AÇANA ÖĞRENCİ
BAŞINA 5 BİN LİRAYA KADAR DESTEK
Sendikamızın yıllar öncesinden
METEM'leri kurarak çözüm bulmaya
çalıştığı kalifiye eleman sorununun
bugün ulaştığı boyut devleti de harekete
geçirdi. Milli Eğitim Bakanlığı, özel
sektörün organize sanayi bölgelerinde
meslek ve teknik okul açabilmesi için
öğrenci başına destek verecek. Verilecek
teşvik tutarı tekstil teknolojileri için 4
bin lira olacak.
Türkiye’de özellikle tekstil ve hazır giyimde kendisini daha da çok hissettiren kalifiye eleman sıkıntısı öyle bir hal aldı ki devlet sonunda eleman yetiştirmek için teşvik mekanizması geliştirdi. Milli Eğitim Bakanlığı, özel sektörün organize sanayi bölgelerinde meslek ve teknik okul açabilmeleri için öğrenci başına destek verecek. İş dünyasının kalifiye eleman sorununa çözüm için, organize
sanayi bölgelerinde eğitim merkezi açacak olan özel sektöre, öğrenci başına 5 bin liraya kadar teşvik verilecek. Verilecek teşvik tutarı tekstil teknolojileri için 4 bin lira olacak.
Sendikamızın yıllar öncesinden METEM'leri kurarak çözüm bulmaya çalıştığı kalifiye eleman sorununun bugün ulaştığı boyutun, gelecek için acilen birtakım önlemler alınmasını zorunlu hale
getirdiğini Tekstil İşveren Dergisi birçok kez gündeme taşımıştı. Bugüne kadar birçok platformda gündeme taşınan bu sorun yeni bir destek mekanizmayla aşılmaya çalışılacak. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Kurumları Genel Müdürlüğü'nün 'OSB'lerdeki Özel Mesleki ve Teknik Eğitim
Okullarına Eğitim Öğretim Desteği' başlıklı yönetmeliğine göre bakanlık, organize sanayi bölgelerinde açılan özel mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören öğrenci başına 3 bin 500
liradan 5 bin liraya kadar teşvik verecek. Eğitim ve öğretim desteği tutarları sadece 9'uncu sınıflarda her alan 3 bin 500 lira olarak belirlendi. Destekler 10, 11 ve 12'nci sınıflarda alanlara göre
ayrı ayrı olmak üzere 4 bin, 4 bin 500 ve 5 bin lira olarak belirlendi. Bakanlık, makine teknolojisi
EĞİTİM VE ÖĞRETİM
DESTEĞİ TUTARLARI
Alan adı ........................Destek tutarı (TL)
Tekstil teknolojisi..................................4.000
Makine teknolojisi................................5.000
Metal teknolojisi...................................4.500
Elektrik elektronik teknolojisi..............5.000
Mobilya ve iç mekân tasarımı ..............4.000
Plastik teknolojisi..................................4.500
Motorlu araçlar teknolojisi...................5.000
Gıda teknolojisi ....................................4.500
Kimya teknolojisi..................................4.500
Endüstriyel otomasyon teknolojileri....4.500
9'uncu sınıf...........................................3.500
bölümünde okuyan bir öğrenciye 5 bin lira destek verirken bu rakam metal teknolojisi öğrencisi için 4 bin 500 ve tekstil teknolojisi öğrencisi için ise 4 bin lira olarak belirlendi.
Teşvikler 16 Kasım 2012 tarihinden önce kayıt yaptıran ve halen öğrenime devam eden öğrenciler için verilecek. Bu yıl için ödenecek destek tutarının yüzde 75'i şubat ayı içinde ödendi. Kalan yüzde 25'i ise Haziran ayı içerisinde
ödenecek. Söz konusu okullar, okullarına 16
Kasım 2012 tarihinde ve bu tarihten sonra eğitim ve öğretim desteği kapsamındaki okullar
dışındaki okullardan naklen gelen öğrencileri için destek talebinde bulunamayacak. Okul
Sayı: 393 - Nisan 2013
36
müdürlükleri belirlenen desteği alabilmek
için bakanlıkça gönderilen öğrencilerin adı-soyadı, sınıfı, alanı, okula kayıt tarihi bilgilerini yer
aldığı formu dolduracak. Formun hem elektronik ortamda hem de yazılı olarak il veya ilçe
müdürlüğüne teslim edilmesi gerekiyor. Gerçek dışı beyanda bulunan ve böylece fazladan
ödeme alan kurumlardan ödenen tutarın iki
katı ve kanuni faizi alınacak. Okul yetkilileri gerçek dışı beyanı tekrarlamaları halinde ayrıca
kurum açma izinleri ve işyeri açma ve çalışma ruhsatları iptal edilecek.
Türkiye'de halen irili ufaklı 268 organize sanayi
bölgesi bulunuyor. Bu bölgelerde okul açılmasının yolu ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan protokolle atıldı. Bu protokol doğrultusunda başta Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) olmak üzere birçok kurum ve kuruluş OSB'lerde meslek liseleri açmak için harekete geçti. Hatta yap-işlet-devret yöntemiyle
kurulacak Türkiye'nin ilk özel teknik meslek
lisesinin Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulması da karara bağlandı.
Adana Hacı Sabancı OSB Başkanı Bekir Sütçü, "Okulumuz Türkiye'de ilk olma özelliğini taşıyor. 48 derslikten oluşacak okulumuz bin 200
öğrenci kapasiteli. Lisemizi 2013-14 eğitim ve
öğretim yılında faaliyete geçireceğiz. Hem
sanayicimizin personel sorunu var hem de
memleketimizde istihdam sorunumuz var.
Memleketimize hizmet edebilecek, memleketimizin alt yapısını oluşturacak, memleketimizin temel taşlarını oluşturacak, bileğinde
altın bileziği olan bireyler yetiştirmek için
okulumuzu inşa ediyoruz. Okula kayıt yaptıran
öğrencilerimizden para alınmayacak. Devlet,
özel eğitim kurumuna, bölümüne göre değişen oranlarda öğrenci başına 4 bin ile 5 bin lira
arasında para verecek" dedi.
Anketten tekstil çıktı
Meslek lisesindeki bölümlerin, sanayi bölgesindeki işletmelerin üretim alanları dikkate alınarak açılacağına dikkati çeken Bekir Sütçü,
işletmelerin hangi alanlarda nitelikli elemana ihtiyacı olduğunun belirlenmesi için anket
İŞLETMELER 215 BİN NİTELİKLİ ELEMAN ARIYOR
Türkiye genelinde yaşanan nitelikli eleman sıkıntısı istatistiklere de yansıdı. Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, cumhuriyet tarihinin en büyük iş gücü piyasası araştırmasını yaptıklarına dikkat çekerek, araştırma kapsamında 81 ilde 53 bin iş yerini bizzat
ziyaret ettiklerini söyledi. Araştırma neticesinde 215 bin işgücü açığı tespit ettiklerini vurgulayan Bakan Çelik, "Eğer 215 bin açık işi, işsizler tarafından doldurulabilseydik, o aranan
nitelikte eleman olsaydı, bugün 9.1 düzeyinde olan işsizlik oranı 8.1 düzeyinde gerçekleşecekti. 1 puanlık bir işsizlik düşüşü olacaktı. Ama Türkiye'nin işsizlikten önceki ana sorunu, mesleksizlik sorunu. İşgücü talebi var ama bu talebi karşılayacak nitelikli çalışacak insanı bulamama sorunu ile iş dünyamız karşı karşıya" dedi.
Araştırma neticesinde bin 800 meslekte açık tespit ettiklerini vurgulayan Faruk Çelik,
eğitim ile istihdam uyumunun son derece önemli olduğuna dikkat çekti. Bunu başarmak
için yoğun bir çaba içerisinde olduklarını ifade eden Çelik, lise ve üniversiteden mezun olanların aldıkları bilgiler ışığında işgücündeki açık bu okullardan mezun olanlar tarafından karşılanmasının önemine işaret etti. Bu konuda mesleki yeterlilik kurumunun çalışmaları olduğunu ifade eden Çelik, kurumun meslek standartlarını belirlediğini belirterek, belirlenen
standartlar çerçevesinde eğitim vermeye başladıklarını dile getirdi. Çelik, işverenlerin yüzde 54'ünün yeterli niteliğe sahip eleman bulamamaktan şikâyetçi olduğunu bildirdi. Hükümetin
çalışmaları arasına aldığı meslek liselerinin sanayi bölgelerinin içine alınması konusuna da
değinen Çelik, "Bunlar önemli adımlar. Sanayi ile eğitimi bütünleştirdiğimiz zaman bilgiler
yalnız teoride kalmıyor. Onun için hükümetimizin attığı önemli bir adımdır. Oradan çıkacak elemanın iş arıyorum sınıfında değil, iş aramadan işin kendisine sunulması noktasına
kavuşturmak önemli. Bunun yanında müfredatı da önemli. Mesleki standartlara göre eğitim verilmesi için müfredat değişiyor. Bir taraftan pratik ile teori birleştiriliyor, bir taraftan da
müfredat değişiyor. İstihdam eğitim ilişkisi fiziki olarak da kuruluyor" şeklinde konuştu.
çalışmaları yaptıklarını ifade etti. OSB'de,
en fazla tekstil sektöründe faaliyet gösteren firma olduğunu belirlediklerini dile
getiren Sütçü, lisede tekstil başta olmak
üzere makine, elektrik, elektronik ve
kimya bölümlerinin bulunacağını anlattı.
Üniversitelerin bazı bölümlerinden mezun
olanların uygulamada ciddi sıkıntılar çektiklerini vurgulayan Sütçü, şöyle devam etti:
"Devletimizin yetkili organları da bu eksiği gördüğü için bu yönde adım attı. Burada okuyacak öğrencilerin en büyük avantajı meslekle alakalı fiili olarak çalışabilecek durumda mezun olabilmeleri. Meslek Yüksek Okulu'nda bölüm birincisi olan öğrencileri çeşitli hediyelerle ödüllendiriyoruz. Yazları boş geçirmemeleri için buradaki firmalarda çalışmaları konusunda telkinlerde bulunuyoruz. Meslek Yüksek Okulu'ndaki bu uygulamanın aynısını lisede de yapacağız. Kapasitemiz bin 200'ü bulduktan sonra mezun olan bin kişiye organize sanayi bölgesinde staj yaptırarak buradaki şirketlerde iş vermeyi hedefliyoruz. Öğrencilerimiz daha liseden mezun olduklarında başka yerlerde iş aramadan bölgemizdeki firmalarda çalışabilecekler."
Ülkenin en büyük sorunlarından birinin işsizlik olduğunu, buna karşın sanayicinin çalıştıracak nitelikli eleman bulmada sıkıntı çektiğini ifade eden Bekir Sütçü, uygulamayla bu tezatlığın ortadan
kaldırılmasını hedeflediklerini sözlerine ekledi.
Sayı: 393 - Nisan 2013
37
Tekstilin Kaleleri
16
BURSA, ÜRETİMDEKİ GÜCÜNÜ
MARKALARINA DA YANSITIYOR
Bursa tekstil sektörü üretimdeki gücünü yaptığı teknoloji yatırımları ve markalaşma
alanındaki hamleleriyle koruyor. İplikten kumaşa geniş bir alanda Türk tekstil sektörünün
ihtiyaçlarını karşılayan Bursalı tekstilciler, markalaşma konusunda da önemli adımlar
atıyor. Yine BTSO tarafından yapılan 250 büyük firma içinde Bursa tekstil sektörü 57
firma ile önemli bir konumda bulunuyor. Sektör yaklaşık 80 bini bulan istihdam
kapasitesiyle de Bursa’nın istihdamına önemli oranda katkı sağlıyor.
T
ürk tekstil sektörüne hem iplik hem de kumaş üretimiyle önemli oranda destek veren Bursa, üretimdeki gücünü markalarına da yansıtmış durumda. Bugün
itibarıyla Bursa’da yer alan 250 büyük firma içinde tam 57 adet tekstil ve konfeksiyon
firması bulunuyor. Bu durumu markalaşmanın yanı sıra hiç durmayan yatırım atağına bağlayan sektör aktörleri, Bursa’nın önümüzdeki yıllarda da üretim anlamında Türk tekstil sektöründe lokomotif görevi göreceği fikrinde birleşiyor. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’na (BTSO) kayıtlı üyelerin sektörel dağılımına bakıldığında, ilk sırada yüzde 16.9’luk payla tekstil ve konfeksiyon sektörü görülüyor.
4 bin 200’e yakın BTSO üyesi sektördeki yatırımlarıyla, Bursa’da 78 binden fazla kişiye istihdam sağlıyor. Yine kentteki 2011 yılı, 250 büyük firma içinde otomotiv
ana ve yan sanayi firmaları 65 firma ile ilk sıradayken, tekstil ve konfeksiyon firmaları ise 57 firma ile ikinci sırada yer alıyor. Buna ilave Türkiye İhracatçılar Mec-
Sayı: 393 - Nisan 2013
38
lisi (TİM) verilerine göre de Bursa’dan yapılan tekstil ve hazır giyim konfeksiyon ihracatı,
2012 yılı itibarıyla 1.6 milyar doları bulmuş durumda.
Coats Türkiye İplik Sanayi A.Ş. Genel Sekreteri İlhami Öztürk:
“COATS TÜRKİYE, ÖZEL
İPLİKLERDEKİ PAYINI ARTIRACAK”
Mevcut veriler itibarıyla Bursa, hâlâ tekstildeki gücünü koruyor ve günün gelişen şartlarına uygun olarak da dönemin gerektirdiği ürün tipi ve kalitede imalat yapmaya devam
ediyor. Markalaşma konusunda da ciddi
çaba sarf eden Bursalı tekstilci, ev tekstilinde de önemli adımlar atıyor. Yine bu alanda
da ciddi ihracatlar yapılıyor. Öte yandan Bursa, bugün ürettiği hazır giyim ve konfeksiyon
ürünlerini dünyanın çok önemli markalarına
da doğrudan ihraç ediyor. Bursa’da sektör pamuklu dokuma, suni ve sentetik iplik üretimi, yünlü dokuma, fantezi iplik üretimi, örme
ve trikotaj, havlu, boya-apre-emprime, konfeksiyon ve hazır giyim şeklinde alt sektörlere
ayrılmış durumda. İplik üretiminde Çin’e kadar mal gönderen sektör, kumaş alanında
önemli bir açığı kapıyor.
“Bursa’nın tekstil geçmişi
İpek Yolu öncesine dayanıyor”
Bursa’daki tekstil sektörünün mevcut durumu hakkında değerlendirmelerde bulunan
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Başkanı
Celal Sönmez, bu alanda imalat yapan firmaların etkin Ar-Ge çalışmalarıyla öne çıktığını belirtiyor. “Bursa’da tekstilin geçmişi
İpek Yolu öncesine dayanıyor” diye konuşan
Sönmez, günün şartlarına uygun olarak imalat yapan bu alanın ilin istihdam yükünü
çektiğini belirtti. Bursalı tekstilcilerin üretim
gücüyle hem Türkiye hem de dünya genelinde
markalar üstünde söz sahibi olduğunun altını çizen Sönmez, ev tekstilinde de sektörün
öne çıktığını belirtiyor. Sönmez, “Ev tekstilinde
Bursa son yıllarda biraz daha söz sahibi olmaya başladı. Bu alanda da ciddi ihracatlar
gerçekleştiriliyor. Öte yandan Bursa bugün
ürettiği hazır giyim ve konfeksiyon ürünlerini dünyanın çok önemli markalarına da doğrudan ihraç ediyor. Bursa tekstil alanında kalite çizgisini hep yukarılara taşıdı. Dünya
markalarına üretim yapabilecek kalite ve kapasiteyi yakalayan üreticilerimizin bundan
Sendikamızın üye işyerleri arasında yer alan ve Türkiye’de 1952 yılından beri faaliyet gösteren Coats; Drima, Gun, Anchor, Domino markalarıyla dikiş, nakış dantel ipliği, Opti markasıyla fermuar üretimi ve Dual Duty, Astra, Gral, Epic markalarıyla da sanayiye yönelik endüstriyel üretimler yapıyor. İstanbul’da başlayan üretimini 1968 yılından itibaren Bursa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikasına taşıyan Coats, 45 bin
metrekaresi kapalı, toplam 72 bin metrekarelik alanda 800 çalışanla üretimlerini sürdürüyor. Son yıllarda otomotiv, ayakkabı, beyaz eşya, enerji gibi sektörlere yönelik yapılan özellikli iplik üretimine yoğunlaşan Coats Türkiye, bu yılın ilk çeyreğinde geç tutuşma özelliğine sahip olan aramit ipliklerinin üretimine başlamayı hedeflerken, yılın
ikinci çeyreğinde de fiber optik kabloların içinde yer alan koruyucu iplikleri Bursa’daki fabrikasında üretmeye başlayacak.
Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Danışma Kurulu Üyesi ve Coats Türkiye İplik Sanayi A.Ş. Genel Sekreteri İlhami Öztürk, Coats’ın stratejik olarak baktığı
teknik tekstillerde özel iplikler alanında öne çıktığını söyledi. Toplam ihracat içerisinde 16 milyon dolarlık kısmı özel ipliklerin ihracatının oluşturduğunu kaydeden İlhami Öztürk, otomotiv sanayine yönelik emniyet kemeri, koltuk kılıfı ve hava yastığında kullanılan iplikler gibi özel üretimler yaptıklarını hatırlattı. Bu tip özellikli üretimlerin artacağını vurgulayan Öztürk, ağırlıklı olarak Avrupa’ya ihracat yaptıklarını dile
getirdi. Öztürk, “Amerika ünitemizde Amerika pazarı için devam eden fiber optik kablolarda kullanılan ipliklerin üretimine bu yılın ikinci yarısında Türkiye’de de başlayacağız. Bu alanda Avrupa pazarı ve iç piyasanın ihtiyaçlarını karşılamayı hedefliyoruz. Fiber kablolar bazı ülkelerde deniz altına döşeniyor. Orada da kırılmadan dolayı bir sıkıntı olduğunda tamiri çok zor oluyor. Bu özel bir iplik, suyla etkileşime girdiğinde kablo içerisinde şişerek koruyucu bir özellik sağlıyor” aktarımını yaptı.
Sayı: 393 - Nisan 2013
39
Tekstilin Kaleleri
DURAK TEKSTİL ÇİN’DEKİ FABRİKAYI GELİŞTİRECEK
Yaklaşık 4 yıl öncesinde 15 milyon dolarlık bir yatırım ile Çin’e
fabrika kuran Durak Tekstil, Ar-Ge’de geliştirdiği yeni ürünleriyle ihracatını güçlendiriyor. 2008 yılından bu yana her geçen gün
artan bir ivmeyle Çin fabrikasında üretimlerini sürdüren Durak Tekstil, 420’si Türkiye’de olmak üzere 600’ü aşkın kişiye istihdam sağlıyor. Bursa’daki üretim tesisinin yanında sahip olduğu tekstil teknolojisini ihraç ederek Çin’de de bir üretim tesisi kuran Durak Tekstil, dünya markalarına yönelik yüksek mukavemetli dikiş nakış ipliği üretiyor. Kaliteli hammaddeye sahip dünya standartlarındaki
endüstriyel ipliği entegre bir şekilde üreten firma, polyester iplik
üretiminin tüm aşamalarını tek çatı altında birleştirerek yüksek mukavemetli ve düşük genleşmeli ürün elde ediyor. 2006 yılında Çin’in Changxing kentinde dikiş-nakış ipliği üretim tesisi kuran ve ardından küresel ekonomik krizin olumsuz etkilerine maruz kalan Durak Tekstil, bugün gelinen noktada Çin’deki satışlarını oldukça hızlandırdı. Bölgede 8 bin metrekare kapalı alana sahip tesislerindeki üretim sistemini önemli bir noktaya taşıyan firma, son olarak 2011 yılında ikinci etap yatırımlarını hayata geçirerek 3 bin metrekare
kapalı alan ilave etti. Toplamda 11 bin metrekareye ulaşan ve kapasitesini artıran Durak, çalışan sayısını da 200’e çıkardı. Bursa’da da 18 bin metrekarelik üretim alanında 420 personelle
çalışmalarına devam eden firma, aylık 120–150 ton arasında iplik üretiyor. Üretiminin yaklaşık yüzde 30’unu ihraç eden Durak’ın en büyük pazarı ise Orta Avrupa ülkeleri. Durak Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Durak, 2013 için öncelikle Çin’deki fabrikayı geliştirmeyi amaçladıklarını söyledi. Durak, “Orada üretip Türkiye’ye getirme dönemimizi bittirdik. Çin’deki işçilik maliyetleri son dönemde ciddi oranlarda artış göstermeye başladığı için iç piyasa hızlı gelişti. Bu sebeple Çin’in orada üret, yurtdışına sat cazibesi hayal oldu. Çin lokal piyasasında 2011’den
bu yana hızla ilerliyoruz, büyüme hedeflerimizi koruyoruz. Oradaki hedefler Türkiye’yi geçecek gibi görünüyor” ifadeleriyle uzun dönemli hedeflerini aktarıyor.
REKOR DOKUMACILIK, KADİFE
KUMAŞ ÜRETİMİNE AĞIRLIK VERECEK
Döşemelik, perdelik ve tül üretimi yapan Rekor Dokumacılık
A.Ş., toplam yatırım bedeli 50 milyon TL olan ve Türkiye’de bir benzeri daha bulunmayan kadife tesisi yatırımı için harekete geçti. Yeni
yatırım programı kapsamında 45 bin metrekare kapalı alana sahip
ek bina inşa edecek olan firma, Belçika’dan sipariş ettiği son teknolojiye sahip kadife tezgâhlarından 8’ini mevcut fabrikasında devreye aldı. Rekor, önümüzdeki dönemde kadife kumaş ağırlıklı çalışmayı ve cirosunu ikiye katlamayı planlıyor.
Türkiye’de benzeri bulunmayan bir kadife tesisi yatırımı için
düğmeye bastıklarını söyleyen Rekor Dokumacılık Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Necati Kurtcan, “Kadife kumaş üretimi için 45 bin metrekare kapalı alana sahip ek tesis inşa ediyoruz. Belçika’dan sipariş ettiğimiz son teknolojiye sahip kadife tezgâhlardan 8’ini mevcut fabrikamızda devreye aldık. İlave
tesisin tamamlanmasıyla birlikte kadife üretimini tamamen oraya kaydıracağız. Toplam 50 milyon TL’lik bir yatırım planlıyoruz. Bu yıl içinde faaliyete geçmesini hedeflediğimiz tesisimizde
yüzde 100 koton kadife üretimi gerçekleştireceğiz” açıklamasını yapıyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
40
sonraki adımı model, tasarım konularında da
gelişerek markalaşmayı sağlamalarıdır.
Tekstil Bursa’dan hiçbir zaman çıkmayacak
bir konumda bulunuyor. İpek Yolu’nu biz
icat etmedik. Ancak Bursa’nın tekstil geçmişi İpek Yolu öncesine dayanır. Bursa bu sektörde var olmaya devam edecek güçlü bir altyapıya sahip. Biz çağın gerekleri doğrultusunda dönüşümü de sağlıklı bir şekilde yaparak, bu güçlü yapımızı korumayı hedefliyoruz” dedi.
“İstihdamın yükünü çekiyor”
Tekstilin Türkiye ekonomisinin temel taşlarından biri olduğunu belirten Celal Sönmez,
"Toplam istihdamın yaklaşık yüzde 20'si,
tekstil ve hazır giyim sanayisi tarafından
sağlanıyor. Bununla birlikte tekstil, en çok sorunla karşılaşılan sektördür. Bu sorunların nedeni, sektörün öneminin gereği gibi anlaşılamaması ve ekonomik potansiyelin iyi değerlendirilememesidir" aktarımını yaptı. Sektörün son yıllardaki yatırımlarıyla teknik
alandaki yetersizliklerinin hızla azaldığını
anlatan Sönmez, "Gelecek yıllarda teknoloji
yatırımlarına daha da hız verilmek suretiyle
rakip ülkelerle Türkiye arasındaki fark kapanacaktır. Bu farkın kapanmasına Bursa da
öncülük edecektir. Birçok yabancı ülkede,
'Made in Turkey' yazılı mallar özellikle talep
ediliyor. Profesyonel kadrolara duyduğumuz ihtiyaç kadar, bu kadroların istihdamına da gereken önemi vermek gerekiyor” aktarımını yaptı. Bursa’da dahil olmak üzere Türkiye’de tekstil sektörünün üretim kapasitesinin etkin kullanılmasında sıkıntıların da bulunduğunu sözlerine ekleyen Sönmez, "Özellikle üretimde kullanılan makine ve hammadde tedarikinde dışarıya bağımlıyız. Ülkemizde bütün sektörlerin ortak sıkıntısı
olan üretim maliyetlerinin yüksek olması
da bir diğer zayıf yanımızı teşkil ediyor. Hammadde tedarikindeki sıkıntılarımız, enerji
maliyetlerinin yüksekliği ve bunun yanında
devlete ödenen sigorta primlerindeki yüksek
oranlar, sektöre ilerleme hususunda ciddi sıkıntılar yaşatıyor” şeklinde görüş bildirdi.
İplikten kumaşa firmalar
yatırıma devam ediyor
Bursa’da imalat yapan iplik ve kumaş üreticilerinin yaptığı çalışmalar ise kentte sektörün sürekli bir devinim niteliğinde olduğunu
doğruluyor. Örneğin iplik üretici Durak Tekstil, bu yıl Çin’deki tesisine yatırım yapmayı
planlıyor. Yine Coats Türkiye, özel ipliklerdeki
payını artırmak için yoğun bir Ar-Ge çalışması
içinde. Söz konusu firmaların ortaya koydu-
NUY TEKSTİL, FRANSIZ PARFÜMÜNÜ
KUMAŞA HAPSETTİ
Nuy Tekstil Sanayi, tekstil fabrikalarına yönelik satışa sunduğu kimyasallar ile sektöre yenilik kazandırıyor. Kurulduğu günden bu yana tekstil sektöründe kullanılmak üzere organik kimyasal ürünler ile hammadde ve boya ithalatı gerçekleştirerek ihracat ve ithalat yapmak isteyen firmalara danışmanlık hizmeti veren Nuy Tekstil, son olarak da mikro kapsüllerden oluşan tekstil kokuları ile adını duyurmaya başladı.
Ev tekstili ve giyim ürünlerine zenginlik katmak amacıyla 20
yıkamaya kadar kokusu kaybolmayan mikro kapsül tekstil kokuları ürettiklerini anlatan Nuy Tekstil Sanayi Genel Müdürü Kimya Yüksek Mühendisi Ulviye Yahya, sektöre çevre dostu bir yenilik kazandırdıklarını söyledi. Kokusunu Fransa’dan, enzimlerini ise Finlandiya’dan temin
ettikleri tekstil kokusunu geçtiğimiz yıl satışa sunmaya başladıklarını ifade eden Yahya, bu
kimyasalı çeşitli kumaşlara, havlu ve bornozlara, koltuk döşemelerinden otomobil koltuğu
döşemelerine, perdelere kadar pek çok farklı alanda kullanıldığına dikkati çekti. Kokunun
sürtündükçe yayılması ve kumaşta kalıcı olma özelliklerinden bahseden Ulviye Yahya, “Bu
kokular fabrika içerisinde kumaşa enjekte ediliyor. Mikro kapsüller kumaşın bünyesine giriyor, her hareket edildiğinde mikro kapsüller dağılıyor ve koku yayılıyor. Lavanta kokusu,
gül kokusu ve nar, bergamot, portakal çiçeği, elma, amber, ardıç, misk çiçeklerinden oluşan karışımdan elde edilen koku çeşitleri mevcut” dedi.
ğu bu çaba firmaların Ar-Ge çalışmalarına da yoğunlaşması olarak algılanabilir. Yine Nuy Tekstil’in Fransa’dan getirdiği çiçek özünü kumaşa aktarması, kentin teknolojiyi kullanma noktasında geldiği noktayı da doğruluyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
41
Tekno-Tekstil
DİJİTAL BASKI MAKİNELERİNDE SON TEKNOLOJİLER
Tekstil sektöründe dijital baskı sistemleri yıllardır kullanılıyor ve günümüzde neredeyse
üretim baskısına yakın sonuçlara ulaşılabiliyor. Bir yandan gelişen teknolojiye uyum,
diğer yandan daha fazla desen istenmesi ve bu desenlerin artan renk ve varyant sayısı
ya da üretim maliyetlerini azaltacak teknolojilerin geliştirilmesi gibi nedenlerle baskı
firmaları, makine parklarını yenilemek/güncellemek zorunda kalıyorlar. Tekstil İşveren
Dergisi’nin geçmiş sayılarında, tekstil sanayisinin bu alt sektörüne ilişkin bir inceleme
yapmıştık. Bu kez ise dijital baskı sistemlerindeki son teknoloji ürünü makinelere
odaklanacak ve yeni makineleri sizlere tanıtmaya çalışacağız.
Günümüzde, özellikle kumaş ve tekstil firmaları artık dijital baskıyı tercih ediyorlar çünkü dijital sistemler özellikle “zaman” konusunda inanılmaz bir avantaja sahipler: Numuneler için günlerce kalıp, şablon hazırlanmasını beklemedikleri gibi kalıp ve şablon maliyetlerinden de kurtulmuş ve böylece maliyet avantajı sağlamış oluyorlar.
Teknolojinin nimetlerinden yararlanarak geliştirilen yeni nesil dijital baskı sistemlerinin de ağırlıkla eğildiği nokta zaman ve enerji tasarrufu olarak öne çıkıyor. Daha
birkaç yıl önce saatte 100 metrekare üretim yapabilen makineler, günümüzde bu
kapasiteyi 10 katına kadar çıkarmayı başarmış durumdalar. Örneğin Spot Ltd.’nin
ithal ettiği markalardan biri olan Konica Minolta Nassenger Pro1000, 1000 m2/saat
hızı ile dünyanın en hızlı baskı makinesi olarak lanse ediliyor. Yeni geliştirilmiş, yüksek hızla idare edilen ve yüksek yoğunluklu mürekkep püskürtmeli baskı kafasına
sahip olan Nassenger Pro1000, ileri teknolojili ve güvenilir bakım sistemi; kumaş
Sayı: 393 - Nisan 2013
42
aktarma problemlerini engellemek üzere tasarlanmış besleme/sarma sistemi;
yüksek kaliteli dokuz renk boya haznesi ve her renk için 40 litre hacminde yüksek boya depolama kapasitesi ile çalışma performansını artırmak üzere tasarlanmış kolay kullanım özellikleriyle
dikkat çekiyor.
Hız, istikrar ve zengin renkler
Yeni tasarlanan araba sistemi ile 540 x
360 dpi çözünürlükte 1000 m2/saat,
yüksek kaliteli baskıda ise 600m2/saat
KONICA MINOLTA NASSENGER PRO1000’İN ÖZELLİKLERİ
Model Adı: Nassenger PRO 1000
Teknoloji: 1024 düşeli, su bazlı mürekkep püskürtmeli baskı kafası x 81 adet
Baskı Kafası: Drop on-demand (Gerektiğinde damla atan) Piezo Mürekkep Püskürtmeli
Boya Setleri: Reaktif Boya (Sarı, Ekstra Magenta, Cyan, Siyah, Turuncu,
Mavi, Pembe, Gri ve Açık Mavi)
Asit Boya (Sarı, Magenta, Cyan, Siyah, Açık Magenta, Açık Cyan,
Açık Siyah, Turuncu ve Mavi)
Dispers Boya
Baskı Eni: 1,850 mm
Baskı Modu: 540 x 360 dpi (1000 m2/ saat)
540 x 720 dpi (600 m2/ saat)
900 x 360 dpi (730 m2/ saat)
900 x 720 dpi (420 m2/ saat)
Minimum Çözünürlük 360 dpi, Maksimum Çözünürlük 1440 dpi
Çalışma Ortamı: Mekanik Çalışma Koşulları (15~30°C 40~70% Bağıl Nem)
En iyi baskı sonucu için çalışma koşulları (20~28°C 40~70% Bağıl Nem)
Baskı Kafası Bakım Sistemi: Kafa Temizlik Sistemi Yaş Temizleme
Düşe Hata Tespit Sistemi Lazer Sistemi ile Kapalı Düşe Tespiti
Kapatma Sistemi-Capping Yaş Kapama
Boya Besleme Sistemi: Yapı Motor tahrikli pompa ile besleme
Boya Tankı 20 litrelik tanklar, renk başına iki adet
Boya Tankı Renk Başına 40 Litre tank
Ebatlar: Plotter W 6,140 x D 3,940 x H1,720 mm
Boya Besleme Ünitesi: Renk Başına 40 Litre tank
Ağırlık: Plotter Yaklaşık 3,500 kg
Boya Besleme Ünitesi Yaklaşık 400 kg - Boya dâhil değil
RIP: RIP yazılımı gereklidir
Güç Gereksinimi: AC 200~240 V Mono-faz 50 / 60Hz 60A
hıza ulaşabilen Nassenger Pro1000’in bağımsız sürücü kanallı baskı kafasının her
biri ise 1024 düşeye ve 360 dpi yoğunluğa sahip. Mürekkep püskürtmeli kafalar hem
yüksek kaliteli hem de yüksek hızlı üretimi sağlarken, sadece Konica Minolta’ya özel
bir baskı kafası ile bakım sisteminin yanı sıra istikrarlı baskı da sağlanabiliyor. Bu
sistem, baskı kafalarının düşelerini düzenli olarak kontrol ediyor ve kayıpsız/duraksız
baskı yapılmasını sağlıyor. Baskıyı izlemek için operatör gereksinimini ortadan kaldırarak işçilik maliyetinden tasarruf da sağlayan Nassenger Pro1000, ek olarak sisteme uzaktan erişim fonksiyonuyla da uzaktan sistem yönetimi ve uzaktan yardımı
mümkün kılıyor.
Ürünün kumaş kırışıklık sensörü ve konkav baskı kafası ise düşe yüzeyi gibi özelliklerle kumaşın baskı yüzeyine değmesinin engellenmesini sağlıyor. Yine Nassenger
Pro1000’in dikkat çekici bir diğer özelliği ise klasik sekiz renkli sistemi dokuz renge çıkarması ve tekstil sektörünün ihtiyaç duyduğu zengin renkleri elde etme konusunda rakiplerinin bir adım önüne geçmiş olması. Yükseltilmiş ana renk sayısı,
renk uzayının büyümesini sağlarken, renk eşlemeyi de kolaylaştırıyor ve baskı sonrasındaki kumlu görüntünün en aza indirilmesine olanak sağlıyor. Bununla birlikSayı: 393 - Nisan 2013
43
Tekno-Tekstil
sek çözünürlüklü baskı kalitesine
(1056x600 dpi) ulaşabiliyor. Kappa 180,
modanın sık sık değiştiği, bütçelerin daraldığı ve siparişlerin azaldığı dönemde
mutlak esnekliği sağlamak amacıyla
geliştirilmiş ve bu anlamda, limitsiz tasarım ve renk seçeneği sunmasının yanında talebe dayalı üretime de olanak
sağlıyor.
Herşey tek bir kaynaktan
Kappa 180, baskı öncesi işleme gerek
duymaması, kaynakları idareli kullanması, siparişlerin basit ve doğrudan
çoğaltılabilir olması gibi özellikleriyle
geleneksel sistemlere kıyaslandığında
önemli bir ekolojik ve ekonomik evrim
olarak değerlendirilebilir. Bu da şirketlerin yüksek müşteri memnuniyeti ve
yeni pazarlara açılma fırsatı yüksek, esnek hizmet sağlayıcı olarak çalışmasını sağlıyor. Durst Kappa 180, rakipsiz fiyat/performans oranının yanı sıra tek bir
kaynaktan elde edilen ve ödün verilemeyen yüksek seviye teknoloji sunuyor.
Saatçioglu A.Ş.’nin Türk tekstil sektörüne satışını gerçekleştirdiği Durst Kappa 180
ise teknolojinin tüm nimetlerini üzerinden barındıran ve bu nedenle de dikkatleri üzerine çeken bir ürün. Fotoğraf teknolojileri alanında öncü olarak kabul edilen
Durst’un geliştirdiği ürün, tekstil endüstrisi için flatbed ekran baskı sistemine gerçek bir alternatif olacak yüksek performanslı mürekkep püskürtmeli yazıcısıyla, dijital tekstil baskısı sektörüne saatte 600 metrekare’den fazla baskı hızına ve yük-
Durst tescilli Quadro baskı kafası teknolojisi Kappa 180’e uygun olarak şirketin Kufstein Geliştirme Merkezi’nde
geliştirilmiş. Böylece “QuadroZ” tekstil
sektörünün özel ihtiyaçlarını karşılayan
modifiye edilmiş Durst QuadroZ Array
te ürün, geleneksel rotasyon baskı ile karşılaştırıldığında düşük enerji tüketimi ve
düşük CO2 salımı ile çok daha düşük atık oluşturuyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
44
sistemi, 7-21 piko litrelik damla boyutuna sahip aşınmaz meme başlıkları ile
su bazlı boyaların tekstil baskılarında
kullanılmasına olanak sağlıyor. Otomatik meme temizleme sisteminin kesintisiz çalışması ile renk başına düşen
6144 jet sayesinde 1680 dpi kadar çözünürlük üretebilen ürün, CMYK, turuncu, kırmızı, mavi ve gri tonlarında
modülasyon ve yoğunluk dalgalanması olmaksızın baskı yapabilir. Buradaki
kilit rolü ise ozmos filtreleme sistemine sahip mürekkep dağıtım sistemi
oyuyor ve mürekkepteki anlık gaz kabarcıklarını ortadan kaldırarak, baskının düzgün ve hatasız olmasını sağlıyor.
Dijital baskı sistemlerinde, bilindiği
üzere, baskı makinesinin yanı sıra RIP
sistemleri de büyük önem taşıyor. Baskı işlemi sırasında en çok hata eğilimine sahip bileşenlerden biri olan RIP sistemleri, Kappa 180’de geliştirilmiş
GrandRIP+ kullanılarak üst seviyede
gerçekleştirilmiş. Bu yazılım, siparişlerin üretimi ve yönetimi için gerekli tüm
işlevleri hızlı, güvenilir ve yüksek per-
DURST KAPPA 180’İN ARTILARI
•
•
•
•
•
•
Yüksek performans ve verimliliğe sahip dijital baskı,
Flatbed ekran baskısına alternatif,
Pazardaki gelişmelere hızlı tepki,
Limitsiz tasarım ve renk seçeneği,
Önemli ölçüde azaltılmış kurulum süreleri,
Düşük üretim maliyeti,
•
•
•
•
•
Düşük yer gereksinimi,
Çevreci bir teknoloji,
Her şey tek kaynaktan,
Yeni pazar olanakları,
Yatırımın daha hızlı dönüşü.
formanslı bir iş akışı çözümü ile kapsarken, döşeme, gömülü renk profilleri,
ICC uyumlu çıkış,
tekstil baskı verisinin renklendirme ve
renk koordinasyonu
için eklentiler, ön izleme fonksiyonuna
ve baskı siparişlerine hızlı erişim sağlayan bir pano, dağınık baskı makineleri için çoklu görev kontrolü ve gelişmiş mürekkep yönetimi, ürünün önemli özellikleri olarak öne çıkıyor. Düzenleme ve birleştirme fonksiyonu sayesinde dijital baskı verilerinin harmanlanabildiği ve konfigüre edilebildiği sistem, standart resim formatlarının tümünü de destekliyor.
Sayı: 393 - Nisan 2013
45
Enerji
ARZ GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAN DOĞALGAZDA
FİYAT BASKISI ORTADAN KALKIYOR
ABD’deki son kaya gazı keşfiyle petrol türevi karşısında
30’da bir oranında fiyat avantajı sunan doğalgaz ve
doğalgaz türevi yakıtların Türkiye’de kullanım alanlarını
yaygınlaştırmak artık daha mümkün görünüyor. Bugün
binek otomobilden toplu taşımaya, ısıtmadan
aydınlatmaya kadar birçok alanda kullanılan doğalgaz
ve yan ürünleri maliyetler bakımından da avantaj sunma
iddiasında.
Türkiye’ye doğalgaz girişi sağlayan boru hatları, dünyadaki rezervin yüzde 70’ine denk
geliyor. Farklı bir ifadeyle Türkiye, dünyadaki 20 büyük doğalgaz rezervinin 14’ünden doğrudan besleniyor. Arz güvenliği sayesinde doğalgaz sektörü büyüme potansiyelini de koruyor. Bu durum yeni yatırımların yanı sıra tüketim artışını da beraberinde getiriyor. Aynı zamanda doğalgazın petrol karşısında fiyat bakımından da
avantajlı konuma geçmesini sağlayan arz
güvenliği, enerji üretiminde yeni çalışmaların hayata geçirilmesi gibi konuları da akıllara getiriyor.
Doğalgazdaki fiyat baskısı ise bugüne kadar yedi yıllık gaz stoğu kaldığını açıklayan
ABD’den kaynaklanıyordu. 2000’li yıllardan
başlayarak doğalgazın petrole göre fiyat bakımından yedide birlik bir avantaj sunduğuna dikkat çeken uzmanlar, yeni gelişmelerle birlikte son iki yılda bu oranın arttığı fikrinde birleşiyor. ABD’nin son kaya gazı
keşfiyle stoğunu 128 yıla çıkardığını açıklaması doğalgaz üstündeki fiyat baskısını da
ortadan kaldırdı. 2013 yılı itibarıyla doğalgazın petrol türevi alternatif enerji kaynaklarına karşın fiyatı 30’da birlik bir avantaj sunuyor. ABD’nin kendi kaynaklarına yönelmesi sonucunda dünya genelindeki
mevcut gaz rezervinin 200 yıllık stoğa işaret etmesi bir bakıma fiyat baskısını ortadan kaldırmış bulunuyor.
LPG, elektrik üretimine
alternatif olur mu?
Türkiye’nin yıllık 5.2 milyar metreküp LNG
dâhil olmak üzere, 67.8 milyar metreküp
doğalgaz alım anlaşmasına sahip olduğunun altını çizen uzmanlar, tüketimin ise ortalama 36 milyar metreküp seviyesinde bulunduğunu belirtiyor. Bu noktada CNG tüketimini artırarak, yıllık doğalgaz alımının
yükseltilebileceğine vurgu yapan uzmanSayı: 393 - Nisan 2013
46
lar, otogaz kullanımı sayesinde artan LPG
tüketimi ve doğalgazla çalışan toplu taşıma araçlarındaki yükselmenin de tüketime
destek olacağını belirtiyor. Sektörde arz güvenliğinin güvence altında olması ise yatırım araçlarını artırmış durumda. Bugün
kentlerde özel sektör doğalgaz dağıtımı yaparken, LPG satışları da sayısı her geçen
gün artan otogaz istasyonlarıyla tavan yapmış durumda. Ancak bunlar bile Türkiye’nin
gaz alım kotasını doldurmaya yetmiyor. Bu
noktada elektrik üretiminde LPG’nin yedek
yakıt olarak kullanılması önerisinde bulunan uzmanlar, artık petrol türevi yakıtlarla çalışan otomobillerin de tüplü yani LPG’li
yakıta geçmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Yine dünya doğalgaz rezervlerinde yeni bulunan sahalarla birlikte, 200 yıla yaklaşan
bir stoktan söz eden uzmanlar, ABD’nin rezerv ömrünün artmasıyla, sektörün fiyat
baskısından kurtulmasının, önemli bir gelişme olduğunu vurguluyor. ABD rezervinin, son kaya gazı keşfiyle, yedi yıldan 128
yıla yükseldiğini anlatan uzmanlar, bu rezerv ile birlikte ABD’nin, doğalgaz üzerindeki talep kaynaklı fiyat baskısının ortadan
kalktığına inanıyor. Bu durum sonrasında,
Uluslararası Enerji Ajansı’nın gelecek beş
yılda, doğalgaz fiyatlarında arz fazlası ve fiyat düşüşü tahminini 2010 raporunda belirttiğinin altını çizen uzmanlar, artık gazyakıt ürünlerinin elektrik üretiminin bir alternatifi olacak konuma geldiği fikrinde birleşiyor.
LPG pazarı, otogazla büyüyor
Doğalgaz ve türevlerinin farklı bir ifadeyle
gaz-yakıt ürünlerinin var olan potansiyelini görmek için Türkiye’deki LPG pazarına
da göz atmak gerekiyor. Bu kapsamda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)
Türkiye LPG Meclisi’nden edinilen bilgilere göre, Türkiye LPG pazarı 3.7 milyon tonluk yıllık tüketim ve 12 milyar dolarlık iş hacmi ile 450 bin kişiye iş imkânı sunuyor. LPG
sektöründe 68 lisanslı dağıtıcı firma faaliyet gösteriyor. Ayrıca 80 depolama, 44 taşıma, 9 bin 862 otogaz bayilik, 10 imalat ve
112 tamir bakım lisansına sahip firma bu alanda yer alıyor. Meclis yönetimine göre, son kaya
gazı keşifleriyle doğalgaz arzı LPG açısından gelecek vaat ediyor. LPG’nin önemli bir bölümünün doğalgaz kuyularından elde edildiğini, dolayısıyla yakın gelecekte LPG’nin arzındaki
artışın da tüketimine paralel olarak süreceğini öngören meclis yönetimi, sektördeki yatırımların artmaya devam edeceğini belirtiyor.
Dünya LPG tüketimi ise 269 milyon ton seviyesinde. Bu tüketimin yaklaşık yüzde 47’sini evsel LPG kullanımı oluşturuyor. Bunu petrokimya, endüstri, otogaz, rafineri ve tarım alanlarındaki kullanımlar izliyor. Pazar çok büyük görünse de dünyada LPG ile henüz tanışmamış
1 milyardan fazla kişi bulunuyor. Türkiye’de bugün 12 milyona yakın ev ve işyeri LPG kullanıcısı bulunuyor. Ayrıca Türkiye’nin LPG tüketiminin yüzde 70’lik dilimini otogaz oluşturuyor. Bu oran yaklaşık 2.7 milyon tonluk bir hacme denk geliyor. Yani Türkiye’deki 17 milyon aracın 3 milyon 569 bini otogazı kullanır oldu.
Elektrik üretiminde yedek yakıt olarak kullanılabilir
Elektrik üreten santrallerdeki doğalgaz ekipmanlarının LPG ile uyumlu olduğunu, bu nedenle kombine çevrim santrallerinde, LPG’nin yedek yakıt olarak değerlendirilebileceğini söyleyen uzmanlar, dünyada 50 MW’a kadar ana yakıt olarak LPG’nin kullanıldığı pek çok
santralın bulunduğunu hatırlatıyor. Bu santrallerin farklı bütan ve propan karışım oranSayı: 393 - Nisan 2013
47
Enerji
larında da çalışabildiğine dikkat çeken uzmanlar, elektrik üretiminde kullanılan fuel-oil’e
yedek yakıt olarak LPG’nin düşünülebileceğini belirtiyor. LPG’ye Türkiye’nin enerji politikalarında hak ettiği yerin verilmesi önerisinde bulunan uzmanlar, bunun Türkiye’de enerji havuzunun çeşitlendirilmesi ve temin güvenliği için de son derece önemli olduğunu vurguluyor. Kolay bulunan, kolay taşınan ve kolayca depolanan LPG’nin ulaşımdan ısınmaya,
pişirmeden aydınlanmaya kadar kullanım alanlarının çeşitliliğiyle de ön plana çıkacağını
belirten uzmanlar, deprem ve doğal afetlerde altyapı olanaklarının kullanılamaması durumunda LPG’nin hazır ve hızlı çözüm sunarak, pek çok acil ihtiyacı giderebileceğine değiniyor. Tüm bu seçeneklere ortadan kalkan fiyat baskısını da ekleyen uzmanlar, artık Türkiye’nin arz bakımından güvenli alternatif bir yakıt kaynağına sahip olduğuna işaret ediyor.
“Toplu taşımada daha çok CNG kullanılmalı”
Doğalgazda arz güvenliği ve çeşitliliğini sağlayan Türkiye’de, yakıt tasarrufu ve çevre için,
özelikle toplu taşımada CNG kullanımının yaygınlaştırılması gerektiğine dikkat çeken Oto
Doğalgaz İstasyonları Derneği (ODİDER) Genel Sekreteri Osman Kâhyaoğlu, şu an 10 olan
CNG istasyonu sayısının da artırılması gerektiğini kaydetti. Kâhyaoğlu, son yıllarda spekülasyonlardan beslenen petrol fiyatlarının da etkisiyle sürdürülebilir yük ve yolcu taşımacılığı
için çevresel etkileri düşük ve istikrarlı fiyat yapısı olan yakıta talebin arttığını belirterek,
bu noktada sıkıştırılmış doğalgazın (CNG), önemli bir alternatif olacağını söyledi. Dünya genelinde artan CNG’li araç uygulamaları ve istasyonları uygulamasına karşılık, Türkiye’de
istasyon yaygınlığının henüz sağlanamadığına dikkat çeken Kâhyaoğlu, “Kamuda CNG kulSayı: 393 - Nisan 2013
48
lanımını artıracak uygulamaları talep ediyoruz” dedi.
Türkiye’nin doğalgazda arz güvenliğini
sağlamasının yanı sıra çeşitliliğe de kavuştuğuna dikkat çeken Osman Kâhyaoğlu, “Halen Türkiye’ye doğalgaz girişi sağlayan boru hatlarımız dünya rezervinin en
büyük 20 sahasından 14 sahasına ve rezervin yüzde 70’ine işaret ediyor. Türkiye,
yıllık 5.2 milyar metreküp LNG dahil olmak
üzere, 67.8 milyar metreküp alım anlaşmasına sahip. Tüketimimiz ise ortalama 36
milyar metreküp seviyesinde. Bu noktada
CNG tüketimini artırarak yıllık doğalgaz alımını yükseltebiliriz” diye konuştu. CNG kullanımında öne çıkan ve hızlı hareket eden
ülkelerde, önce CNG istasyonlarının kurulduğunu, sonra da araç alımlarının yapıldığını anlatan Kâhyaoğlu, CNG kiti montaj işleriyle ise sürecin tamamlandığını
bildirdi. Kâhyaoğlu, “Son yıllarda atağa
geçen Almanya’da 864 istasyona ulaşılırken, araç parkı 110 bin adedi buldu. Petrol
ihraç eden İran’da bile, araç sayısı hızla arttı. Şu an bu ülkede, 1.8 milyon adet CNG yakıtlı araca ulaşıldı” bilgisini verdi.
Türkiye’de 10 istasyon var
CNG uygulamaları noktasında dünya genelinde yaşanan gelişmeler ışığında Türkiye’deki durumu değerlendiren Osman
Kâhyaoğlu, 1993 yılında İETT’nin girişimi ile
Türkiye’nin CNG yolculuğunun başladığını hatırlattı. Kâhyaoğlu, şöyle konuştu:
“Bugün gelinen noktada bin 90 adetlik
CNG otobüs filosu ile Ankara’da bulunan
EGO, Avrupa’nın ikinci büyük toplu taşıma
filosuna sahip. Kayseri’de bulunan minibüsçüler de önemli bir girişime imza attı.
Özel sektör filosu olarak önemli bir toplu
satın alma kararı ve belediyenin teşviki ile
192 adet CNG otobüsü, Kayseri’de temiz ve
ekonomik taşımacılığa başladı. Kocaeli
Belediyesi’nde de 45 adet CNG otobüsü çalışıyor.”
Bu yıla ilişkin CNG tüketimini artıracak gelişmeler hakkında da bilgi veren Osman
Kâhyaoğlu, “EGO, İETT ve Kocaeli Belediyesi ilâve alımlar planlıyor. EGO çöp kamyonları, yol süpürgeleri ve otobüs gru-
bunda belediyeler başta olmak üzere, birçok firma ve kuruluş çalışmalarını sürdürüyor”
dedi. Türkiye’de yerli otobüs firmalarının 10 modelde tam CNG yakıtlı şehir içi otobüs, iki
modelde ise panelvan ürettiğini söyleyen Kâhyaoğlu, “İthalatçılar da pazara her tip ve modelde CNG yakıtlı araç sunmaya hazır bekliyor” dedi. CNG araç tanklarının ağırlıkları hakkında teknik bilgi de veren Kâhyaoğlu, tankların ağırlığının üçte bire kadar azaltılması ve
yüksek basınçlı bu tanklara, 20 yıl ömür garantisi verilebilmesinin, CNG’nin yaygınlaşması için teknik ve ekonomik destek olacağını ifade etti.
“CNG, fiyat avantajı sunuyor”
Toplu taşımada bilet fiyatlarında ekonomik güçlükler nedeniyle artış yapmanın zor olduğunu ve CNG’nin yakıt maliyeti sağlayacağını savunan Osman Kâhyaoğlu, şöyle devam etti:
“CNG, sıfıra yakın partikül miktarı ile kamu sağlığına hizmet ederken, taşımacılıkta önemli fiyat avantajı sağlıyor. Bugün CNG ile şehiriçi otobüslerde yaklaşık yüzde 50 oranında, yıllık 100 bin TL’ye denk gelen bir oranda yakıt tasarrufu sağlamak mümkün. Bu durum CNG
için gerekli yatırımın, bir yıldan az bir sürede geri ödenmesi anlamına geliyor.”
“Doğalgaz rezervleri 200 yıllık stoğa işaret ediyor”
“Dünya doğalgaz rezervlerinde, yeni bulunan sahalarla birlikte, 200 yıla yaklaşan bir stok
var” diye konuşan Osman Kâhyaoğlu, ABD’nin rezerv ömrünün artmasıyla, sektörün fiyat
baskısından kurtulmasının, önemli bir gelişme olduğunu vurguladı. ABD rezervinin, son
kaya gazı keşfiyle, yedi yıldan 128 yıla yükseldiğini anlatan Kâhyaoğlu, “Bu rezerv ile birlikte ABD’nin, doğalgaz üzerindeki talep kaynaklı fiyat baskısı kalktı” dedi. Kâhyaoğlu, şunları kaydetti: “Bu durum sonrasında, Uluslararası Enerji Ajansı, gelecek beş yılda doğalgaz fiyatlarında arz fazlası ve fiyat düşüşü tahminini 2010 raporunda belirtiyor. Uluslararası
fiyat oluşum kriterlerine göre yapılan tedarik anlaşmalarında, doğalgazın petrole endeksli
fiyat formülündeki korelasyon kırılmış durumda. Ham petrol fiyatlarına göre, doğalgazın
aynı enerji değeri bazında fiyatı, geçen uzun yıllarda yedide bir oranında kaldı. Ancak son
rezervlerle birlikte bu oran 30’da bire çıktı.”
Sayı: 393 - Nisan 2013
49
Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi
İŞLETMELER FUARLARDA YENİLİKÇİ
ÜRÜNLERİ GÖRME FIRSATI BULUYOR
Fuarlara katılan ziyaretçiler işin doğası gereği ‘yenilik’ görmeyi bekler. Yenilik, fuara katılan işletmeler için de çok önemlidir. Çünkü fuardan elde ettiği bu yeni bilgiler o işletmenin geleceğine
yön verir, yeni ürünlerini ona göre şekillendirir. Sendikamızın 2006 yılından bu yana yürüttüğü ‘Fuarlara Katılımı Teşvik Projesi’ de bu anlamda üyelerimize önemli bir fırsat sunuyor. Bu proje sayesinde fuara katılan işletmeler yeni müşteriler bulmanın yanında yeni ürün ve gelişmelerle de
karşılaşma fırsatı buluyor. Bu noktada yeniliklerin hâkim olduğu fuarlardan biri de 5-7 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Munich Fabric Start Fuarı oldu. Bu fuara ilk kez katılan Pisa Tekstil
yetkilileri, 35 ülkeden 800 katılımcının yer aldığı fuarı 20 bin kişinin ziyaret ettiğini belirterek, “Fuarda ön plana çıkarmak istediğimiz kumaşlarımızı sunmanın yanı sıra kendi sektörümüzdeki gelişmeleri de görme fırsatı bulduk. Dolayısıyla bir taraftan potansiyel müşteri kazanma imkânı doğdu, diğer taraftan da ulaşılması gereken hedefler anlamında fuar bize vizyon kazandırdı” dediler.
Pisa Tekstil yetkilileri şunları söylediler: “Fuarda ayrıca fason olarak hizmet sunduğumuz müşterilerimizin alıcıları da bizleri ziyaret etti. Onlarla birebir iletişim kurma fırsatı yakalandı. Fuarda özellikle Almanya, Avusturya başta olmak üzere İtalya ve İspanya’dan ziyaretçilerimiz oldu. Standımızda en çok ilgi gören ürünlerimiz yüzde 100 keten, yüzde 100 tencel, yüzde 100 pamuk ve bunların elestanlı karışımları ile yüzde 100 ipek ve ipek karışımlı kumaşlar oldu. Alman katılımcılar
ise özellikle özel apre uygulamaları olan 3XDRY, Bionic Finish ve ColdBlack’a ilgi gösterdi.”
Fuarın genel anlamda verimli geçtiğini de anlatan Pisa yetkilileri, standlarına fiyattan çok kalite
odaklı müşterilerin uğradığını söylediler. Yetkililer fuarın hemen sonrasında talep edilen numuneleri müşterilere yolladıklarını da belirterek bundan sonraki süreç için de şu değerlendirmede
bulundular: “Ziyaretçi firmaların hemen hepsi için en önemli kriter, katılımcı firmaların sürekliliğidir. Bu süreklilikle birlikte aynı zamanda her fuarda birtakım yenilikler görmeyi beklemektedir. Dolayısıyla Ar-Ge ve Ür-Ge faaliyetlerimizi bu fuarlardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında yönlendirerek bir sonraki fuarlara sunacağımız ürünlerimizi şekillendireceğiz.”
3-6 Şubat tarihleri arasında düzenlenen ISPO Munich Fuarı’na katılan Öztek Tekstil yetkilileri de
fuarda birçok yenilikle karşılaştıklarını anlattılar. Spectra markasıyla üretim yapan Öztek’in yetkilileri, fuarla ilgili şu tespitlerde bulundular:
Sayı: 393 - Nisan 2013
50
“Teknik tekstillerin önemli bir özelliği olan ‘su
ve yağ iticilik’ özelliklerinde konvensiyonel
‘fluorocarbon’ teknolojisi yerine çevreyi hiç kirletmeyen çevre dostu değişik preparatlar
kullanılmakta olup aynı neticeyi vermektedir
ve son kullanıcı firmalar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda biz de konuyu
araştırıp bu sahada Ar-Ge’mizi başlatmak
durumunda olacağız. İki ve üç katlı, su geçirmez, rüzgâr geçirmez, soğuk iklim kumaşlarında nefes alabilirlik çıtası yükseltilmiş. Ayrıca sportif alanda kullanılan, terletmeyen, soğuk hava, yağmur ve soğuğa karşı koruyan kumaşlarda da kalite çıtasının yükseldiğini gördük. Sırt çantaları alanında daha yüksek kopma-yırtılma ve su geçirmez özellikli HT poliamid kumaşların, poliester kumaşlar yerine
daha çok kullanıldığı görülmüştür. Uzakdoğu
firmalarının poliester kumaşlı, daha ucuz sırt
çantaları yerine Batılı kullanıcı artık daha pahalı olmasına rağmen HT poliamid esaslı dayanıklı Batı markalı ürünleri tercih etmektedir. Yani ‘ucuz mal alacak kadar zengin değilim’ düşüncesi teknik tekstil alanında Avrupa’da
da yerleşmektedir. Sonuç olarak ISPO’da iki
önemli gelişmeyi gördük. Birincisi Batılı tüketici
yavaş yavaş pahalı ve dayanıklı ürünlere yönelmekte. Bu önemli bir değişimdir. İkincisi de
koruma amaçlı kumaş sistemlerinde kalite ve
özellikler çıtası yükselmektedir.”
FUAR TAKVİMİ (MAYIS-HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013)
TARİH
FUAR
MAYIS
15.05.2013-19.05.2013
İstanbul (Türkiye) İstanbul Ev Tekstili Fuarı
16.05.2013-19.05.2013
Doha (Katar) IWED-International Weeding-Gelinlik Fuarı
22.05.2013-23.05.2013
Paris (Fransa) Denim By PremierVision-Konfeksiyon Fuarı
24.05.2013-26.05.2013
Floransa (İtalya) Pitti Immagine Modaprima-Giyim ve Moda Fuarı
24.05.2013-26.05.2013
Doha (Katar) Mother Baby Kids Expo-Bebek ve Çocuk Ev Tekstili Fuarı
29.05.2013-01.06.2013
İstanbul (Türkiye) Uluslararası İstanbul İplik Fuarı
29.05.2013-01.06.2013
İstanbul (Türkiye) ITM TEXPO-EURASIA 2013
29.05.2013-01.06.2013
İstanbul (Türkiye) HIGHTEX 2013-İstanbul Teknik Tekstiller, Nonwoven ve Dokuma Teknolojileri Fuarı
HAZİRAN
11.06.2013-13.06.2013
Frankfurt (Almanya) TECHTEXTIL-Teknik Tekstil ve Kumaş İşleme Teknolojileri Fuarı
12.06.2013-15.06.2013
Erbil (Irak) 2. Irak Furn Expo-Mobilya, Halı ve Ev Tekstili Fuarı
15.06.2013-18.06.2013
Essen (Almanya) MODATEX FASHION 2013-Moda Fuarı
18.06.2013-21.06.2013
Floransa (İtalya) Pitti Immagine Uomo-Erkek Giyim ve Moda Fuarı
18.06.2013-20.06.2013
Atina (Yunanistan) Femmina Pret A Porter-Bayan Hazır Giyim Fuarı
22.06.2013-26.06.2013
Milano (İtalya) Milano Moda Uomo-Hazır Giyim Fuarı
27.06.2013-29.06.2013
Floransa (İtalya) Pitti Immagine Bimbo-Çocuk Giyim ve Moda Fuarı
TEMMUZ
14.07.2013-16.07.2013
New York (ABD) TEXWORLD-Tekstil Fuarı
22.07.2013-23.07.2013
New York (ABD) Premiere Vision-Tekstil Fuarı
22.07.2013-23.07.2013
Sao Paulo (Brezilya) Premiere Brasil-Brezilya Tekstil Fuarı
AĞUSTOS
04.08.2013 - 06.08.2013
Londra (İngiltere) PURELONDON-Hazır Giyim Fuarı
22.08.2013 - 25.08.2013
İstanbul (Türkiye) 25. Uluslararası Anne Bebek Çocuk Ürünleri Fuarı
31.08.2013 - 02.09.2013
Seul (Kore) Tekstil ve Tekstil Ürünleri Fuarı
Sayı: 393 - Nisan 2013
51
Moda
KADINLARA ÖZEL DEFİLE ZEYNEP ACAR’DAN
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından organize edilen '4'üncü Kadın Festivali'nin açılış defilesini Zeynep Acar yaptı. 7 Mart'ta düzenlenen defilede Zeynep Acar'ın 'Çağdaş Sultanlar
2013' adını verdiği kreasyon, mankenlerce tanıtıldı. Osmanlı motiflerini taşıyan 'Sultan' kos-
tümleri ve yine hanedanlık döneminden
esinlenerek oluşturulan gelinlikler büyük
beğeni topladı.
8 TASARIMCI/8 MARKA İLE İTALYA’DA TÜRK RÜZGÂRI
Türkiye, 3-6 Mart tarihleri arasında Milano’da düzenlenen ayakkabı fuarı theMICAM’da bu yıl ilginç bir tanıtım yaptı. Deri
Tanıtım Grubu tarafından yürütülen “8
Tasarımcı/8 Marka” işbirliğinde oluşturulan proje, ilk kez bu fuarda sergilendi. Her
biri Türkiye’yi yurtdışı moda platformlarında
başarıyla temsil eden Türk tasarımcılar
Bora Aksu, Mehtap Elaidi, Gamze Saraçoğlu, Hatice Gökçe, Studio Kaprol, Zeynep
Tosun, Ahmet Baytar ve Elif Cığızoğlu bu
proje kapsamında, firmalarla eşleşerek,
özel birer koleksiyon üretti. Farklı modellerin yer aldığı koleksiyonlar, theMICAM’ın
ardından Türkiye’de de sergilenecek. Projeye katılan firmalar aynı zamanda, fuar süresince bu koleksiyonlarına sipariş de
aldı.
Sayı: 393 - Nisan 2013
52
KADINLAR GÜNÜNDE
‘SELÇUKLU KIYAFETLERİ’ DEFİLESİ
Kayseri Kız Teknik Olgunlaşma Enstitüsü tarafından 'Selçuklu Dönemi Kıyafetleri'
hazırlandı. 17 Kız Teknik Olgunlaşma Enstitüsü öğrencisinin mankenlik yaptığı defilede, Selçuklu dönemine ait 28 kıyafet tanıtıldı. Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi'nde Selçuklu döneminin anlatıldığı ve Selçuklu motiflerinin kullanıldığı defilede en çok alkışı, Erciyes dağını sembolize eden 'Erciyes' kıyafeti aldı.
HİNDİSTAN’DAN
SARİ DEFİLESİ
Hindistan'ın Ankara Büyükelçisi Susmita
Gongulee Thomas, kadın sığınma evlerini destekleyen kuruluşlara yardım etmek ve 8
Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak
amacıyla defile düzenledi. Defilede Hindistan'ın geleneksel kıyafeti olan "Sari"ler görücüye çıktı. Sari'ler hakkında bilgi veren Büyükelçi Thomas, Hindistan, Sri Lanka, Nepal,
Pakistan ve Ortadoğu ülkelerinde de kullanımı yaygın olan "Sari"nin, ortalama 8 metre uzunluğunda olduğunu, genelde kısa kollu, sırt dekolteli ve omuz üzerinden bağlanıp
aşağıya dökülerek kullanıldığını söyledi. Thomas, Hindistan'da 100 kadar "Sari" çeşidi olduğunu belirtti. Thomas, günümüzde fabrika üretimi "Sari"lerin kullanımının yaygın olduğunu söyledi ve fiyatlarının en yüksek 50
ABD doları olduğunu, elde yapılanların ise 5
bin dolara kadar çıktığını belirtti. En şık ve göz
alıcı "Sari"lerin, altın suyuna batırılmış ipliklerle işlendiğini söyleyen Büyükelçi Thomas,
ünlü modacılar tarafından tasarlananların ise
17 bin dolara kadar çıktığını ifade etti.
Sayı: 393 - Nisan 2013
53
Tasarım Dünyası
ŞAFAK TOKUR, DENEYSEL TASARIMLARIYLA HIZLA İLERLİYOR
rından olan bu koleksiyon, Şafak Tokur ismini geniş kitlelere de tanıttı.
Deneysel tasarımlar
Yine İstanbul Moda Haftası’nda sergilediği, 2013
ilkbahar-yaz koleksiyonu ise üç ana gruba ayrılıyordu; “Deniz, Bağlama ve Zaman”. Deniz
temalı koleksiyonunda derinlik ve özgürlük kavramlarına vurgu yapılıyordu. Koleksiyonun
mavi tonları, akıcılığı, dalgıçlardan esinlenen
deniz gözlüğü gibi aksesuarlar, sportif detaylar, kısa paça ve dar pantolonlar ağırlık kazanıyordu.
Bağlama temalı koleksiyonunda Anadolu,
Güneydoğu esintili motifler, toprak ve kahve
tonlu renkler ile bol kesimler, aksesuar olarak kullanılan bağlamalardan yapılan başlıklar ön plandaydı.
Başarısıyla dikkat çeken moda tasarımcısı Şafak Tokur,
farklılığı ve özgün duruşu ile global anlamda ismini marka
yapmak üzere emin adımlarla ilerliyor.
Son yılların başarısıyla dikkat çeken moda tasarımcıları arasında yer alan Şafak Tokur, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü’nde eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’deki çeşitli kurumsal tekstil markalarında tasarımcı olarak çalıştı. Onun adını marka yapmasında
birçok yarışmada kazandığı ödüller önemli rol oynadı. 1996’da Beymen Academia’da finalist oldu,
1997’de Ulusal Ayakkabı Yarışması erkek ayakkabı kategorisinde mansiyon
ödülüne layık görüldü. Ardından, 1998 yılında Beymen Academia genç giyim
kategorisinde ilk üç tasarımcıdan biri seçildi. 2001 Asia Makuhari Grand Prix
Tokyo/Japonya Yarışması’nda Türkiye finalisti oldu.
“Selam” ile moda dünyasına kuvvetli bir giriş yaptı
2006 yılında Moda Tasarımcıları Derneği’ne üye olmasının ardından, İstanbul Moda Haftası kapsamında 2012 ilkbahar/yaz sezonuna ait “Selam”
temalı ilk koleksiyonunu sundu. Mevlevi kültüründen esinlenen ve büyük
ilgi gören “Selam” koleksiyonunu devamı niteliğindeki “Selam2” izledi. Allah’a duyulan sonsuz aşka bir gönderme yapan Selam 2 koleksiyonu, ruhun bedenden ayrılışı ve inançlarımıza olan sahiplenme duygusu çerçevesinde yeni bir yolculuğa çıkmak için tasarlanmış, erkek ve kadın avangard koleksiyonu idi. İstanbul Moda Haftası’nın dikkat çekici çalışmala-
Sayı: 393 - Nisan 2013
54
Zaman temalı koleksiyonunda ise iş ve sosyal yaşama vurgu yaparak, siyah takımlar içerisinde, pardesüler, uzun-kısa yelekler,
anorak kumaşlar ile görsel bir show gerçekleştirdi.
Zaman gurubunda şehir hayatının karmaşasına ve içinde bulunduğumuz sosyal ilişkilerin
kurgularına gönderme yapılarak bu süreçte
kimliklerin birbirleriyle nasıl bir yarış içinde olduğunun altını çiziyordu.
Aylin SARAÇOĞLU
Deneysel tasarımlarıyla dikkat çeken tasarımcı,
print baskıların kullanıldığı kıyafetler kadar kullanılan aksesuarlar ile de çok konuşuldu.
Denim ve yelek tasarımları yanında kareli pantolonlar ise öne çıkan parçalar oldu.
İlham kaynakları
“Koleksiyonlarınızı yaratma sürecinde nelerden ilham alıyorsunuz?” sorusuna ise şu
cevabı veriyor; “Hayatın kendisi aslında sizin nasıl bir yolculuğa çıkmanız gerektiğinizin
sinyallerini vermekte oluyor ilkin... Bu anlamda asıl önemli olan sizin kim olduğunuz,
hayalleriniz, bilgi birikimleriniz, heyecanlarınız geçmişten bugüne izlediğiniz yollar ve
nasıl bir donanıma sahip olduğunuz çok
önemli.“
Koleksiyonlarını kendi deyimiyle “ruhlarını
bedenlerinde özgürce taşıyabilen tüm kimlikler” için tasarlıyor. Bu anlamda erkek veya
kadın belli yaş aralıklarına adapte bir duruşu benimsemeden tüm kimlikler için uygunluğu düşünüyor. Ona göre, “modada
yükselişte olan şey, tüm bireylerin kendileri olabilme hareketine karşı oluşturduğu duruşları” özelikle artık erkek modasına bakıldığı zaman daha özgün, karakterli ve
kendisi olabilme başarısındaki duruşunu sergileyen kimliklerle karşılaşabildiğimizi vurguluyor.
Bu yaz çok renklilik geliyor
Kişinin kimlik algısına uygun bütünlere odaklanmasının en önemli unsur olduğunun altını çiziyor ve giyim önerilerini şöyle sıralıyor;
“Doğrular herkeste ayrı anlam kazanır. Kişinin kendisini tümüyle tanıyıp, hareket özgürlüğünü kendi öğretileriyle oluşturması benim
için en mantıklı olanı. Şu ya da bu, diye isimlendirip ona sahip olmalısın düşüncesi bana çok
doğru gelmiyor.”
2013 ilkbahar/yaz sezonu için çok renkliliği müjdeliyor. Sportif modellerin yanı sıra klasik algıdaki tüm detayların içinde renk algısının yerini alacağı bilgisini veriyor; “Özellikle neon
renklerden oluşan yelpaze içinden her kesim
faydalanacak. Baskı ve desenlerin oldukça fazla olduğu bir döneme giriyoruz. Özellikle hayvan derisi baskılarını göreceğiz. Yaz için diğer bir ayrıntı da takım elbise mantığının şortla birlikte hayata geçiriliyor olacağı.” Koleksiyonlarını kendine güvenen ve kendi olabilme başarısındaki kimlikler için tasarlıyor. Herhangi bir yaş grubunda kendisini sınırlandırmıyor.
Türkiye’deki moda algısı
“Türkiye’deki moda algısını nasıl görüyorsunuz?” sorusu üzerine şu cevabı veriyor; “Gelişmekte
olan bir ülkeyiz, ilk başta bu yüzden bu konuda eğitilmeye, öğrenmeye ve şekil değiştirmeye istekli bir harekete odaklanmamız lazım. Çıkılan yolculuklar nereye olursa olsun, kim olduğumuz
öncelikle hassas bir şekilde belirlenmeli ve gelişim süreçlerinde de buna odaklı bir yolculuk planı oluşturulmalı. Ülkemizde İstanbul Moda Haftası’yla başlayan ve daha da güçlenerek devam edeceğini düşündüğümüz bu tür oluşumlar moda algımıza yeni keyifli anlatımlar ve öğretilerde bulunuyor ki, her geçen dönemde bu gelişimi rahatlıkla görebiliyorum.”
Uluslararası yolculuk
Uluslararası alanda da adını duyuruyor. En son Zagrep Moda Haftası’na katıldı. Şu an için teklif
aldığı moda haftalarını değerlendiriyor. Bu konuda sağlam adımlarla ilerlemeyi tercih ediyor.
Kris van Assche, Junya Watanabe, Rick Owens farklı oldukları için beğendiği tasarımcılar arasında…
Bu isimleri kendisine yakın da buluyor.
Kumaş ve renk seçimini ise koleksiyonunda anlattıkları doğrultusunda yapıyor. Koleksiyonun anlattığı hikâyeye uyan kumaş ve renklerin peşine düşüyor. Genç tasarımcılara “önce eğitim” diyor.
Sonrasında kendilerini en iyi şekilde tanımalarını öneriyor. Özgün olmayı, kendin olmayı, iyi bir moda
tasarımcısı olabilmek için şart koşuyor.
Şafak Tokur markasının daha anlamlanması ve bilinirliği için çalışmalarını sürdürüyor ve global
anlamda bilinir bir marka olabilmeyi hedefliyor. Uluslararası alanda birçok lokasyonda tasarımlarını farklı bireylerle buluşturmak üzere ilerliyor. Farklılığı ile dikkat çeken tasarımcının başarılarını yakın zamanda daha da çok duyacağız.
Sayı: 393 - Nisan 2013
55
Kültür-Sanat
SİNEMALARDA NE VAR, NE YOK...
İNSANLIĞIN KADERİ
YİNE CRUISE’UN ELLERİNDE
Günümüzün en sevilen aktörlerinden biri olan Tom
Cruise, yeni filminde yine
aksiyon peşinde. Özellikle
“Görevimiz Tehlike” (Mission Impossible) serisiyle aksiyon sevenlerin gönlünde
taht kuran aktör, 12 Nisan’dan itibaren “Oblivion”
ile sinemalarımıza konuk
olacak. Joseph Kosinski’nin
yönettiği “Oblivion”da Tom
Cruise’a Olga Kurylenko,
Morgan Freemann, Andrea
Riseborough ve Nikolaj Coster eşlik ediyor. Bilimkurgu
aksiyon tarzındaki filmde;
Jack Harper, dünyadaki birkaç insansız uçak teknisyeninden biridir. Jack’in görevi neredeyse bitmek üzeredir. Yerden binlerce metre yukarıdaki göklerde devriye gezen Jack’in sürdüğü yaşam, iniş yapmış bir uzay mekiğindeki güzel bir yabancıyı kurtarınca alt üst olur. Yabancının gelişi, Jack’in her şeyi sorgulamasına yol açar ve insanlığın kaderini Jack’in ellerine teslim eder.
“Oblivion”, sinemaseverlerin “Tron” ile tanıdıkları Joseph Kosinski’nin kendi çizgi romanından uyarladığı bir yapıt.
STEVE JOBS’UN HİKÂYESİ
BEYAZPERDEDE
Apple’ın efsanevi CEO’su Steve Jobs’un 2011 yılında hayatının kaybetmesinin ardından hem onun yaşamına
hem de gerçekten ilginç başarı öyküsüne odaklanan pek
çok kitap yayınlandı. Sinemanın da günümüzün en
önemli dehalarından biri kabul edilen Jobs’a kayıtsız
kalması beklemezdi kuşkusuz. Joshua Michael Stern’in
yönettiği “Jobs”, sinemalarımızda bu ay izlenebilecek
yapıtlar arasında yer alıyor.
İkonik Silikon Vadisi’nin ileri görüşlü mucidi Steve Jobs’u, Ashton Kutcher’ın canlandırdığı
biyografik film onu ve özel hayatının kesitlerini tanımlıyor, motivasyonlarını ve onu yönlendiren kişileri anlatıyor. Filmde buluşları
ile dünyayı değiştiren Jobs’un ilk zamanları, gençlik yılları, ilk başarıları, düşüşü ve tekrar yükselişi anlatılıyor. Yapıtta Ashton Kutcher’ın rol arkadaşları Dermot Mulroney, James Woods ile Matthew Modine. Film, özellikle Jobs’un karşılaştığı zorluklara rağmen nasıl da yılmadan hedeflediği yolda ilerlediğini anlatması açısından enteresan.
BİR BRAIN DE PALMA
LABİRENTİ
Günümüzün en önemli yönetmenlerinden biri
Brian De Palma. İmzasını attığı “Carlito’nun Yolu” (Carlito’s Way), “Görevimiz Tehlike” (Mission Imposible) ve “Cehennem Çiçeği” (Black Dahlia) gibi yapıtlar bugün artık klasik mertebesine eriştiler. 72 yaşındaki yönetmenin son filmi
“Öldüren Tutku” (Passion), pek çok özelliğiyle
bir Brian De Palma klasiği olmaya aday. Rachel McAdams, Noomi Rapace, Paul Anderson
ve Karoline Herfurth’u bir araya getiren “Öldüren
Tutku”da; Isabelle, Müdürü Christine’ye delicesine hayran olan hırslı bir iş kadınıdır. Isabelle’nin
parlak proje fikirleri Christine tarafından çalınınca intikam almaya karar veren Isabelle, farkına
varmadan Christine tarafından tehlikeli bir oyunun içine çekilecektir. Suçlu ile kurbanın sürekli yer değiştirdiği film, izleyiciyi labirentlerle dolu bir zihin oyununa davet ediyor. Film, bir Hollywood klasiği olan ve Bette Davis ile Anne Baxter’ı buluşturan “All About Eve”i konu olarak andırsa da, olayların gelişimi bakımından 2000’li yılların kadınları daha hırslı ve daha tehlikeli dedirtiyor seyircilere.
Sayı: 393 - Nisan 2013
56
KİTAP KURTLARI İÇİN...
MARK LEVY’DEN
YENİ BİR ROMAN
Özellikle filme de çekilen “Keşke Gerçek Olsa” romanıyla tanınan Marc Levy’nin yeni eseri “Dönmek Mümkün Olsa”, Can Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Yeni eseri, yazara uluslararası ün getiren ve kitaplarının tüm dünyada 45 dile çevrilerek milyonlarca satmasına neden
olan “Keşke Gerçek Olsa”yı andırıyor. Dilimize Can Belge’nin kazandırdığı “Dönmek Mümkün Olsa”nın konusu kısaca şöyle: New York Times’ın genç ve başarılı muhabiri Andrew Stilman gençlik aşkıyla yeni evlenmiş, bir yandan da hayatının en önemli haberinin izini sürmektedir.
Ancak sabah sporunu yaptığı parkta bıçaklı saldırıya uğrayarak ağır yaralanır. Gözlerini açtığında zaman içinde iki ay öncesine gitmiştir, hem araştırmasını sona erdirmek hem de kendisine vahşice saldıran kişiyi bulmak için altmış günü vardır. New York’tan Buenos Aires’e uzanan amansız yarış başlamıştır artık... Daha önce yaşadığı o altmış günü yeniden yaşamaya başladığında, kıskançlık ve intikam
güdüleriyle onu öldürmek isteyecek insanların sayısının epeyce kabarık olduğunu fark eder. Peki kimdir saldırgan: Karısı mı, barda tanıştığı esrarengiz kadın mı, çocuğu elinden alınan aile mi, yoksa başbelası meslektaşı Olson mu?
RICKANDS “KUR SAVAŞLARI”NI
YORUMLUYOR
James Rickands’ın dünyada büyük yankı uyandıran kitabı “Kur Savaşları”, Scala Yayıncılık tarafından Ak Portföy’ün katkılarıyla yayınlandı. Dünya ekonomi ve finans gündeminin en sıcak konusunu bütün yönleriyle ele alan kitap, bizi savaşın bütün cephelerine götürüyor ve bu yolun tehlikeli sonuçlarına dikkat çekiyor.Uluslararası iktisatta en yıkıcı ve korkulan sonuçlardan biri kur savaşları. En iyi koşullarda ticari
ortaklarından büyüme çalan ülkelerin üzücü manzarasını sunabilir. En kötü koşullarda ise ardışık enflasyon, durgunluk, misilleme ve fiili şiddet nöbetlerine dönüşürler.
Başıboş bırakıldığında, bir sonraki kur savaşı 2008 paniğinden çok daha beter bir krize yol açabilir. Doların değerinin düşürülmesi, Avrupa’daki kurtarmalar ve Çin’in parasını manipüle etmesine ilişkin gazete manşetleri büyüyen çelişkilerin göstergesi. James Rickards’ın “Kur Savaşları”nda öne sürdüğü gibi, bu yalnızca iktisatçıların ve yatırımcıların sorunu değil...
ZAMANLARARASI
BİR DİYALOG
1 Mart 1908’de on dokuz yaşındaki bir göçmen; Lazarus Averbuch, anarşist bir suikastçı olduğu iddiasıyla Chicago polis müdürünün evinde öldürüldü. Bir yüzyıl sonra, Saraybosna’dan göçüp Amerika’ya yerleşmiş genç yazar Brik, çocukluk arkadaşı fotoğrafçı Rora’yı da yanına alarak Lazarus’un hikâyesinin peşine düştü. Bir hikâyeyi kovalayan bir diğer hikaye Balkanlar’ın ortasında bir yerde birbirine karıştı ve ortaya Aleksandar Hemon imzalı “Lazarus Projesi” çıktı. “Lazarus Projesi” göçmen ruhların acılarından kararsız kahramanların komik serüvenlerine uzanan, siyah beyaz
fotoğrafların soldaki sayfalardan bir tanık sandalyesine oturur gibi olanları izlediği,
zamanlar arası bir diyalog. Kitap için The New Yorker’dan James Wood şu yorumu yaptı: “Hemon’un yazını yer
yer Nabokov’u hatırlatsa da, anlatımı yeniden icat edişindeki marifet Rusları geride bırakacak nitelikte. Şaşırtıcı bir yetenek. Görkemli... İlginç... İddialı...”
Sayı: 393 - Nisan 2013
57
Kültür-Sanat
SERGİLERİ GEZERKEN...
NEŞ’E ERDOK’UN YENİ RESİMLERİ EVİN’DE
Türk resim sanatında kendine özgü üslubuyla ayrı bir yeri olan Neş’e Erdok’un Evin Sanat
Galerisi’ndeki altıncı kişisel sergisi, 4 Nisan Perşembe günü açıldı. Otoportrelerinin yanı sıra
portreler, iç mekânlar, Gölköy ve gece yolculuğu temalarından oluşan sergi, 4 Mayıs Cumartesi
gününe kadar izlenebilir. Neş’e Erdok, 1963 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Neşet
Günal Atölyesi’nden mezun oldu. 1966 yılında İspanya’da İspanyol Dili ve Edebiyatı, Uygarlığı ve Sanat Tarihi üzerine çalışmalar yaptı, ardından Paris’ te Ecole Nationale Supérieure
des Beaux-Arts’ da Prof. Chaplain Midy ve Prof. Pierre Matthey de Etang yanında resim çalışmaları yaptı. İlk kişisel sergisini 1972 yılında Maison Des Beaux-Arts’da açtı. 1981 yılında profesörlük unvanını alan Neş’e Erdok, 2008 yılına kadar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. Sanatçı İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.
Neş’ e Erdok Sergisi, 4 Nisan – 4 Mayıs 2013 tarihleri arasında Pazar hariç hergün 11.00 – 19.00 saatleri arasında Evin Sanat Galerisi’ nde görülebilir.
KADIN GÖZÜYLE EN YENİ KARELER
Anadolu Hayat Emeklilik tarafından bu yıl yedincisi düzenlenen Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması sonuçlandı. Bu sene de ‘Hayata Dair’ temasıyla fotoğrafseverleri buluşturan yarışmada Nurten Öztürk, “Modern Yalnızlıklar” adlı fotoğrafıyla birinciliğe layık görüldü. Seyhan Babal, “Sınırsız” adlı fotoğrafıyla ikinci olurken Tuğba Yüksel ‘İsimsiz’ fotoğrafıyla üçüncü oldu. Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması’na bu sene bin 134 yarışmacı 5 bin 143 fotoğrafla katıldı. Yarışmanın sergisi, 9 Mayıs itibariyle İstanbul Tepe Nautilus Alışveriş Merkezi’nde fotoğrafseverlerle buluşacak. Fotoğraf sanatına ilgi duyan 18 yaş üzeri amatör ve profesyonel kadın fotoğrafçıların katılımına açık olan ve bu yıl da “Hayata Dair” temasıyla düzenlenen Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması, Türk kadınının sosyal, kültürel ve toplumsal gelişimine katkıda bulunmayı hedefliyor ve kadınlara kendilerini ve
hayata bakışlarını özgürce ifade edebilecekleri bir platform sunuyor. Anadolu Hayat Emeklilik’in Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF) danışmanlığında yürüttüğü yarışmanın bu yılki jüri üyeleri arasında; Arel Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Güler Ertan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Nihal Kafalı, fotoğraf sanatçısı Cengiz Karlıova, fotoğraf sanatçısı Mehmet
Kısmet ve Anadolu Hayat Emeklilik İletişim Müşaviri Nihan Güney yer aldı. Yarışmanın birincisi 5 bin TL, ikincisi 3 bin
TL, üçüncüsü ise bin TL ile ödüllendirildi. Ayrıca sergilenmeye değer bulunan her esere de 250 TL telif ödenecek. Yarışmada dereceye giren ve sergilenmeye değer bulunan eserler 9 Mayıs itibariyle İstanbul Tepe Nautilus Alışveriş Merkezi’nde fotoğrafseverlerle buluşacak.
Yarışmada Nurten
Öztürk, “Modern
Yalnızlıklar” adlı
fotoğrafıyla birinci
oldu.
TOMURCUK VAKFI’NA DESTEK
Tomurcuk Vakfı Resim Eğitmenleri Günsu Saraçoğlu ve Esra Şentuna yeni koleksiyonlarını zihinsel engelli çocuklara
destek veren Tomurcuk Vakfı yararına birleştiriyorlar. Yaklaşık 30 eserin yer alacağı sergi, 12 Nisan-17 Nisan tarihlerinde Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde. Tomurcuk Vakfı Resim Eğitmenleri Günsu Saraçoğlu “İki
Ruhtan Biri: Şaman İzleri” koleksiyonu ile Esra Şentuna “Mühürlü Düşler” koleksiyonunu, 12-17 Nisan 2013 tarihinde Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde “Bir Parça Sanat / A Piece Of Art” adlı sergide sanatseverlerin beğenisine sunuyorlar. Yaklaşık 30 eserin yer aldığı sergiyi, 17 Nisan Perşembe gününe dek Maltepe’deki Prof.
Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde izlemek mümkün. Sergi kapsamında sanatçıların eserlerinin yer aldığı sergi kataloglarının satışından elde edilen gelir, Tomurcuk Vakfı’na bağışlanacak.
Sayı: 393 - Nisan 2013
58
ETKİNLİKLERDEN...
İSTANBUL’DA FİLM MARATONU SÜRÜYOR
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenen ve yaklaşık 150 bine ulaşan takipçisiyle Türkiye’nin en büyük sinema etkinliği olan İstanbul Film Festivali’nin 32’ncisi 30 Mart’ta başladı. Festival sponsorluğunu dokuzuncu kez Akbank’ın üstlendiği İstanbul Film Festivali, programındaki filmlerin niteliği ve çeşitliliğiyle öne çıkıyor. İstanbul’da 14 Nisan’a
kadar devam edecek olan etkinlik, sinemaseverlere 20’nin üzerinde bölümde
200’ü aşkın filmin yanı sıra usta sinemacıların katılacağı söyleşiler, atölye çalışmaları ve sinema dersleriyle dolu iki hafta sunuyor. Festival bu yıl 2012 ve
2013’ün parlak filmlerinden unutulmaz sinema klasiklerine, usta yönetmenlerin başyapıtlarından Ocak ayında Sundance ve Şubat’ta Berlin Film Festivali’nde prömiyeri yapılan filmlere, Altın Lale ve FACE yarışmalarından belgeseller
ve çocuk filmlerine uzanan bir yelpazede izleyiciyle buluşuyor. Festival programında “Kadın Hikâyeleri” gibi yeni bir bölümün yanı sıra uzun bir aranın ardından yeniden canlandırılan “Edebiyattan Beyazperdeye”, Eylül’de başlayacak
13. İstanbul Bienali işbirliğiyle hazırlanan “Ben-Kentli Vatandaş Değil miyim?”
ve “Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas” gibi özel bölümler yer alıyor. 32. İstanbul Film Festivali’nin “Uluslararası Yarışma” bölümünde festivalin büyük ödülü Altın Lale için, sanat ve sanatçı temasını işleyen ya da bir edebiyat eserinden uyarlanan 12 film yarışacak. Şakir Eczacıbaşı anısına verilen Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülü, bu yıl da Eczacıbaşı Topluluğu tarafından 25 bin Euro’luk
para ödülüyle desteklenecek. Bu ödülün 10 bin Euro’su Altın Lale’nin sahibi olacak filmin yönetmenine, 10 bin Euro’su filmin Türkiye’deki dağıtımını üstlenecek firmaya, 5 bin Euro’su Jüri Özel Ödülü’nü kazanan filme verilecek. Film Festivali Altın Lale Uluslararası Yarışma Jürisi’nin başkanlığını Peter Weir üstlenirken, ödül için yarışacak filmler şöyle sıralanıyor: Yılmaz Erdoğan’dan “Kelebeğin Rüyası”, Aslı Özge’den “Hayatboyu”, Bruno Dumont’dan “Camille Claudel, 1915”, Tony Krawitz’ten “Dead
Europe”, Yaron Zilberman’dan “A Late Quartet”, Laurent Cantet’den “Foxfire”, Lenny Abrahamson’dan “ What
Richard Did?”, David Tosh Gitonga’dan “Nairobi Half Life”, Nanouk Leopold’den “It’s All So Quiet “, Cafer Panahi’den “Closed Curtain”, Ziar Doueiri’den “The Attack”, Eva Neymann’dan “House With A Turret” ve Darezhan Omirbayev’den “Student”.
Bruno Dumont’un
“Camille Claudel,
1915” isimli filmi de
Altın Lale için
yarışıyor.
MARINELLA’YLA EGE RÜZGÂRI
Yunanistan’ın dünyaca ünlü sesi Marinella, İstanbul’da müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.
Yunan diskografisinin en çok satış yapan albümü “Resital” ile efsaneleşen şarkıcı, 18 Nisan’da İş
Sanat’ta sahne alıyor. Bugüne kadar 66 albüm yayınlayan ve “Şarkıların Yüce Tanrıçası” lakabıyla anılan Marinella, şarkılarını tüm dünyaya taşımaya devam ediyor. 1967 yılında yayınladığı “Stalia Stalia” şarkısıyla yaptığı çıkışı yeni yüzyıla kadar hiç ara vermeden taşıyan Marinella, Ege'nin
kokusunu İstanbul’a da getiriyor. İş Sanat’taki konserinin biletleri Biletix kanallarından temin edilebilen Marinella, Selanik doğumlu. İstanbul’dan Yunanistan'a gelen Rum bir ailenin çocuğu olan
şarkıcı, çok küçük yaşta radyo programlarında, reklamlarda şarkılar söyleyerek ve çocuk tiyatrosunda sahne alarak sanat yaşamına başladı. Marinella o gün bugündür tüm dünyanın en sevdiği şarkıcılar arasında yer alıyor. Hatta Marinella’yı izleyen Frank Sinatra, “Eğer uluslararası kariyer yapmayı seçseydi, bütün dünyanın onun hakkında konuşması için iki hafta yeterli olurdu” demişti.
Sayı: 393 - Nisan 2013
59
Gezi
DOĞANIN RENK PALETİ
bir iklime sahiptir. Dolayısıyla önce havasına
âşık olacağınızı söyleyebiliriz. Yeşil ise bu coğrafyanın ana rengi, hakkını yemeyelim kış aylarında ise bu renk beyaza dönüyor ve Maşukiye’den ulaşabileceğiniz Kartepe, Türkiye’nin en iyi kayak pistlerine evsahipliği yapıyor.
Samanlı Dağları’nın eteklerindeki Maşukiye ve Sapanca, insan
ve doğanın uyum içinde olduğu nadir coğrafyalardan birisi.
Eğer kalabalıktan ve büyük şehrin stresinden uzaklaşıp nefes
almak istiyorsanız, Maşukiye ve Sapanca’nın bahar havası
size mutlaka iyi gelecektir.
Kocaeli-Sakarya sınırındaki Sapanca Gölü, Kartepe’nin eteklerinde uzanıyor ve çevresine gerçek anlamda hayat veriyor. Hemen yanı başındaki Maşukiye ise yeşil bir cennet. Ne yazık ki insan elinin değdiği her doğa parçası gibi Maşukiye ve Sapanca da geçmişteki ihtişamını giderek
yitiriyor ama yine de halen şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz: Maşukiye ve Sapanca, sahip olduğu güzellikler, yeşil ve mavinin her tonu ile insan ve doğanın (olabildiğince) uyum içinde olduğu
nadir yerlerden birisi.
Dolayısıyla, büyük şehirlerin stresi ve kalabalığından kaçıp huzur ve dinginlik arayanların ilk adreslerinden biri de yıllardır burası. Çoğunlukla hafta sonu tatilleri için tercih edilen Maşukiye ve
Sapanca, İstanbul’dan yapılan günübirlik gezilerin de en sık kullanılan rotası olarak öne çıkıyor.
Üstelik böyle bir günübirlik gezi, sandığınızdan çok daha hesaplı olabilir…
Kendi aracınızla gelecekseniz de yol tarifi çok basit: İstanbul-Ankara Otoyolu üzerindeki Sapanca çıkışını kaçırmayın yeter. Maşukiye ise Sapanca’ya otomobil ile bir on dakikalık mesafede bulunuyor. Halen devam eden hızlı tren hattı çalışmaları nedeniyle ne
yazık ki tren ile ulaşım şansımız artık yok ama bu çalışma da tamamlandığında, eskisinden çok daha hızlı bir şekilde bu cennet coğrafyaya ulaşabileceğiz.
Neden Maşukiye, neden Sapanca?
Gelelim Maşukiye ve Sapanca’da neler yapabileceğimize… Bir kere
bu coğrafyanın en güzel iklimi bahar aylarıdır ve son derece yumuşak
Sayı: 393 - Nisan 2013
60
Az önce de söylediğimiz gibi Maşukiye ve Sapanca’nın yeşil ile bir sorunu yok, burası bir
gerçek. Her yer meyve ağaçları, kestane, ıhlamur, kayın, gürgen ve çınar ağaçlarıyla bezenmiş. Neredeyse her bir kilometrede karşınıza çıkan dereler, sadece Sapanca Gölü’nü
beslemiyor, bu coğrafyaya da hayat katıyor.
Ama… Keşke bir “ama”mız olmasaydı ancak
hemen her yerde karşımıza çıkan beton örtüler, yavaş yavaş bu bölgeyi de ele geçirmeye başlamış. Geçmişte meyve bahçesi olan
bağların yerinde artık yazlık siteler yükseliyor.
Medeniyet refah getiriyor doğru, ancak karşılığında doğadan da büyük bir parçayı götürüyor… Yine de keyfiniz kaçmasın, garanti ediyoruz ki yeşilin, temiz havanın ve nefis lezzetlerin tadına doyamayacaksınız.
Nesi meşhur?
Elbette yeşili ve mavisi… Ama Maşukiye’nin
alabalığı ve huzuru, Sapanca’nın işkembe çorbası ve meyve bahçeleri, hele de mevsimiyse eriğinin çok meşhur olduğunu da vurgulamalıyız. Maşukiye’nin biraz yukarısındaki Alabalık Vadisi, Aygır Deresi’nin coşkulu suları-
nın yanı sıra nefis alabalık restoranlarına da
evsahipliği yapıyor. Kimi ağaçların altında, kimi
Aygır Deresi’nin üzerindeki ahşap cumbalardaki masalarda, bir yandan yaz kış azgın suyun sesini dinlerken bir yandan da kiremitte
alabalığın tadını çıkarabilirsiniz. Üstelik sofranın kralı sadece alabalık da değil, taze otlardan hazırlanan salatalar, kiremitte köy peyniri ya da kiremitte mantar, halis tereyağı ve
köy ekmeğinin her biri aslında başlı başına bir
lezzet çağlayanı olmaya aday… Yani, Maşukiye’ye sakın tok gitmeyin, üzülürsünüz.
Alabalık Vadisi’ndeki yemeğin ardından, Aygır Deresi boyunca yukarı doğru yürürseniz,
doğal olmayan iki setin oluşturduğu şelalelerin ardından, yaklaşık yarım saatlik bir
parkuru takiben nefis bir manzaraya ulaşacaksınız. Geçmişte bu manzarayı oluşturan doğal şelalelerin altındaki gölette suya girmek
mümkündü. Ancak ne yazık ki artık göletlerin suyu çoğunlukla bulanık. Bunda Aygır Deresi’nin coşkun debisi kadar vadi boyunca süren inşaatların da etkisi olduğu çok açık… Neyse ki yol boyunca ıhlamur ve kestane ağaçları
size eşlik etmeye devam ediyor ve vadiyi
sağlı sollu, karış karış kaplayan doğal yeşil örtü
ve temiz hava, keyfinizin kaçmasına müsaade etmiyor.
Maşukiye sadece Alabalık Vadisi’nde ibaret değil elbette. Maşukiye çevresinde pek çok
özel kamp ve piknik alanı ile country kulüpler de bulabilir, bu tesislerde yemeğinden hamağına, sporundan eğlencesine kapsamlı aktivitelere de rastlayabilirsiniz. Özellikle Kirazlı
Yayla’ya mutlaka uğramanızı tavsiye ediyoruz.
Dev bir piknik alanı olarak özetleyebileceğimiz Kirazlı Yayla’nın vadettiği manzara ise harika; solunuzda İzmit Körfezi, sağınızda ise Sapanca Gölü…
Sokak isimleri bile doğadan…
Biraz da Sapanca’da söz edelim, Maşukiye Sapanca yolu boyunca sıralanmış meyve bahçeleri, özellikle bahar aylarında çiçeklerle bezeniyor. Yakında pahalı fiyat etiketleriyle marketlerimizde göreceğimiz meşhur Sapanca
Eriğini, eğer mevsiminde buraya gelirseniz yok
MUTLAKA YAPILACAKLAR
• Kiremitte Alabalık denildiğinde akla gelen ilk yer Maşukiye’dir. Dolayısıyla Maşukiye’de mutlaka yapılacak ilk şey kiremitte alabalık siparişi vermektir.
• Sapanca’da göle karşı içilecek demli bir bardak çay, serin bahar havasına birebirdir.
• Çevredeki seraları gezebilir ve eviniz için envai çeşit çiçek satın alabilirsiniz.
• Maşukiye-Sapanca arasındaki Mahmudiye Köyü’nün kaynak suyu da meşhurdur. Mutlaka bir bardak için ve içme suyunun tadına varın.
• Mevsimi ise erik ve kestane, bu bölgenin en lezzetli meyvelerindendir. Bulursanız kaçırmamanızı
tavsiye ediyoruz.
• Kirazlı Yayla’da yapılacak bir piknik, midenize olduğu kadar manzarasıyla gözlerinize de
bayram ettirebilir.
pahasına satın alabilirsiniz. İsterseniz bir bahçenin kenarında durabilir, bir avuç eriği ağacından
da toplayabilirsiniz. Buna “göz hakkı” diyorlar, tabii ki abartmamak koşuluyla…
Maşukiye ile Sapanca arasındaki, otomobil ile on dakika süren yolculuğa yeşilin her tonu kadar
adım başı karşınıza çıkacak dereler de eşlik ediyor. Bu bölge su açısından çok zengin, bölgeden çıkarılan kaynak suları ise bir o kadar güzel… Sapanca’dan hemen önceki Kırkpınar, Sapanca Gölü kıyısındaki kafeleri, kameriyeleri ve seralarıyla da göz dolduruyor.
Sapanca Gölü, bölgenin en büyük şansı elbette… Göl, bir yandan turizm, bir yandan da su sporlarına uygunluğuyla Sapanca’yı ekonomik olarak besliyor. Bölge, Sapanca Gölü’nün yarattığı doğal zenginlik nedeniyle tarih boyunca da yerleşim için tercih edilmiş. Osmanlı döneminde yapılan demiryolu hattı ve sonrasında 1990’lı yıllarda açılan İstanbul-Ankara otoyolundan sonra
Sapanca’da hızla zenginleşmeye başlamış. Sapanca’ya dair dikkatinizi çekecek ufak bir ayrıntı ise sokak isimlerinin tamamının doğadan alınmış isimler olması: Kayın, Ardıç, Mazı, Mandalina, Ortanca, Adaçayı gibi… Ayrıca eğer konaklamak isterseniz, Sapanca’da ucuz pansiyonlardan beş yıldızlı otellere kadar çeşitli seçeneklere de sahipsiniz.
Sayı: 393 - Nisan 2013
61
Summaries in English
SHALL WE LEAVE THE CUSTOMS UNION?
Last month, Turkey entered a period in
which it will renegotiate the Customs Union.
With the Customs Union signed in 1996 with the
EU, Turkey became strong enough to compete
with the world and earned a reputation for quality. This is a fact. However, the visas, transit documents, quotas and barriers that have been
erected in spite of the customs union we joined without EU membership have brought this
partnership into question. The most damaging
effect of the Customs Union agreement on the
Turkish industrialist has been the free trade agreements (FTA) that the EU has made with other countries because Turkey is forced to
comply with these agreements even though it
is not involved in the decision-making process.
This is the injustice that lies at the heart of the
“hypocritical EU” expression that Minister of
Economy Zafer Çağlayan uses at every opportunity. While it is possible for countries that
sign FTAs with the EU to export duty-free to
Turkey because of the EU, they can continue
to impose customs duties on Turkey. The EU
has made these agreements with many countries to date, and most are still on being ne-
gotiated. Most recently, the USA was added to
the list of countries with which the EU is negotiating a free trade agreement. Should the
EU sign an FTA with the USA, America will sell
goods to Turkey without any customs duty, but
will continue to apply customs duties to us. This
latest development is the straw that broke the
camel's back in EU-Turkish relations and
has sparked the “Let’s-leave-the-customsunion” debate. In fact, this was followed immediately by strong statements from both the
government and the business community. The
person who lit the fuse in this debate was Minister of Economy Zafer Çağlayan, who had
previously said, "We could put the Customs Union on the negotiating table." This time he drew
a line in the sand and told the EU, "Either eliminate visas and the product quotas and include us in the free trade agreements with other countries, or we’ll leave the Customs Union and you can conclude a free trade agreement with us.”
ISTANBUL ENJOYS FESTIVAL OF TRADE SHOWS AND FASHION
Istanbul hosted two important events in
March. This year the world-renowned fashion-week management company IMG organized Istanbul Fashion Week (IFW) for the
Sayı: 393 - Nisan 2013
62
first time and put on a five-day feast of fashion. This year the event was held on March
12-16 at Antrepo 3 and featured important
new changes. First of all, the name of the
fashion week was changed because Mercedes-Benz became the official sponsor. The
new name is Mercedes-Benz Fashion Week
Istanbul, but the most important changes
were the modified catwalk area, the modular
designer workshop and the ‘Studio’ presentation areas, which are an alternative to
the fashion parade. The Studios are areas
outside of the traditional catwalk so that designers can make presentations to promote their collections, hold press conferences,
and organize sector panels and other fashion activities. They certainly added color to
IFW.
Another event held in Istanbul was the
Texbridge Istanbul Textile and Accessories
Fair that took place on March 15-18, 2013.
Buyers from around the world came to the
Texbridge Trade Show, which attracted
14,540 professional visitors this year. Three
thousand of the visitors were international
buyers from primarily USA, Russia, Canada, Germany, Iraq, Tunisia, Nigeria and Israel.
DTB/MODINT SOURCING CONVENTION HELD IN DÜSSELDORF
The 7th DTB (Dialog Textil-Bekleidung) Sourcing Convention was held this year in Düsseldorf, Germany on March 6, 2013 in close
cooperation with the Dutch Apparel Associa-
tion MODINT. The country spotlight at the
DTB/MODINT Sourcing Convention was on Turkey this time. The German textile and apparel
suppliers (DTB) invited Muharrem Hilmi Kay-
han, the Vice Chairman of the Söktaş Board of
Directors and the Vice President of the Turkish
Textile Employers’ Association to give a firsthand insight into the Turkish textile and apparel
sector, because next to Bangladesh, Turkey has
been one of the main beneficiaries of attracting sourcing volumes that left China. At the
convention, Muharrem H. Kayhan gave a presentation that described the strengths of the
Turkish textile and ready-made apparel industry, its modern production capacity, its significant share of the national economy, and its
position in the international market, highlighting the competitive advantages of the Turkish
textile and ready-made apparel sector in the
international supply chain. Robin Anson, editor of Textile Intelligence Outlook, also gave a
presentation on “Macro Trends in the Global
Apparel Industry” at the convention. In his remarks, Robin Anson explained the impact of
the global economic conditions on the industry
and the trends in the global fiber, textile and
apparel industry.
BURSA REFLECTS MANUFACTURING
STRENGTH ON ITS BRANDS
Bursa makes a significant contribution
to the Turkish textile sector due to the production of both yarn and fabric, and it reflects its manufacturing strength on its
brands as well. Of the 250 large companies currently located in Bursa, 57 of them are
textile and ready-made apparel companies. Actors in the sector attribute this to not
only branding but to its unceasing investment offensive, and all agree that Bursa will
be the driving force behind the Turkish textile sector in terms of production in coming
years. When the members of the Bursa
Chamber of Trade and Industry (BTSO) are
examined by sectoral distribution, we see
that the textile and apparel sector is number one with 16.9% share. With their investments in the sector, the approximately
4,200 BTSO members provide employment
for more than 78,000 people in Bursa. In
2011, the automotive and supply industry
was the largest sector with 65 out of 250 large corporations, but textile and readymade apparel companies ranked second
with 57 companies. In addition, the export
of textile and ready-made apparel manufactured in Bursa reached 1.6 billion dollars
in 2012 according to data from the Turkish
Exporters Assembly (TİM). In his assess-
ment of how far the sector has come, Bursa Chamber of Industry and Commerce
(BTSO) President Celal Sönmez explained
that they had begun to play an important
role, particularly in household textiles.
Sayı: 393 - Nisan 2013
63
Tebessüm
Sayı: 393 - Nisan 2013
64
Gülşen KARAGÖZ