189 Harf Devrimi, Tarihte Türklerin ABC Serüveni

Transkript

189 Harf Devrimi, Tarihte Türklerin ABC Serüveni
Harf devrimi 1 / 189
1
2
4
1 Kasım 1928 Harf Devrimi,
Tarihte Türklerin Abece Serüveni
5
“Ya üç ayda, ya hiçbir zaman!”
6
7
8
9
10
11
12
13
Bu çalışma, tarihte Türklerin abece serüvenidir. En büyük korkum, yapacağım konuşmanın kuru
bir milliyetçi çıkış olarak algılanmasıdır. Eğer kardeşlerimde böyle bir algı yaratırsam, benim
yetersizliğime, beceriksizliğime veriniz. Konu tabii ki benzer her konuda olduğu gibi milliyetçilikle
ilgilidir ama ben değerlendirmemi dil bilimi içinde tutmaya çaba göstereceğim.
Bu çalışma, serüvenin keşfi değildir. Bu çalışma yapılan keşiflerin yalnızca derlenmesi, siz
kardeşlerime aktarılmasıdır. Keşfi yapanların eline sağlık diyorum. Umarım, bu derleme
çalışmam, keşif yapmak isteyen kardeşlerime, konuyla ilgili yapacakları çalışmalarda yardımcı
olur.
14
15
16
17
Saygılarımla,
3
Cengiz Akyol
01.11.2010
18
19
20
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 2 / 189
1
2
3
4
5
6
“Ben basit bir adamım, yani ben düşündüklerimi önce milletimin arzusunda, ihtiyaç
ve iradesinde görmeyi şart sayan ve bunu gördükten sonra ancak tatbiki ile
kendini sorumlu bilen bir adamım.”
7
8
9
“Türk ulusundanım diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe
konuşmalıdır.”
M. Kemal Atatürk
M. Kemal Atatürk
10
11
12
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 3 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
“Eline, diline, beline sahip ol!
El, ülkene sahip ol, Dil, Türkçene sahip ol, Bel, soyuna sopuna sahip ol,
demektir.”
Yusuf HALACOĞLU
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 4 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
“Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar.
Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya
kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum.
Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek,
eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi.
Onların yerini tutacak.”
10
11
12
13
14
15
16
17
“Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı
deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş
birer alıktır bana deli diyenler.
Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir
ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle
anladım da onun için o yolu buldum.”
Nurullah ATAÇ
Nurullah ATAÇ
18
19
20
21
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 5 / 189
1
2
3
4
5
6
7
Hüseyin ATAY (1930- …)
“Biz Müslümanlar, Arap olmayan Müslümanlar, tarihte büyük bir yanlış yaptık;
kendi dilimizde ilim yapmadık.”
Hüseyin ATAY
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 6 / 189
1
2
3
Muhammed HAMİDULLAH (1908-2002)
“…Kuranı Kerim’ de kullanılmış olan kelimeler 10.000 kadardır,
hatta daha az.
6.000 den fazla ayet olmasına karşın, yinelene kelimeler çıkarıldığında,
geriye 1.000 veya daha az kelime kalır.”
4
5
6
7
8
9
Muhammed HAMİDULLAH1
10
11
12
13
14
15
1
Muhammed Hamidullah: (d. 1908, Haydarabad - ö. 2002, Florida), İslam dünyası'nda tanınmış son dönem hadis bilginlerinden
birisidir. İlköğrenimini Haydarabad' da tamamladıktan sonra, yine bu kentteki hukuk fakültesini bitirdi. Fakat İslami bilimlere
özellikle de siyer ilmine olan merakından dolayı 1936'da Paris Üniversitesi'nde bu konuda eğitim aldı. Daha sonra Almanya'nın
Tübingen Üniversitesi'ne kaydolarak "devletlerarası İslam hukuku" alanında ikinci bir doktora çalışması daha yaptı. 1947' de
Paris'e yerleşerek ders vermeye başladı. Akademik çevrelerdeki ünü giderek arttı ve ders vermek için Fransa dışındaki ülkelere
gitmeye başladı. 1950'li yıllarda Türkiye'ye gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat ve Hukuk fakültelerinde ve İzmir, Ankara,
Konya üniversitelerinde dersler verdi.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 7 / 189
1
2
3
Doğan KUBAN (1926- …)
4
5
6
“Dünyada üç gelişmiş dilin sözcüklerini bir torbaya atarak bir kültür dili yaratmış
toplum yok.”
7
8
9
“Osmanlı(ca)’ yı sadece Arapça alfabe bilmek sananlar var. Osmanlı(ca) bir dil
değildir. Esperanto gibi başarısız, uzun süreli bir denemedir.”
Doğan KUBAN
Doğan KUBAN
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 8 / 189
1
2
3
Hayri DEV (Gökçeyaka Köyü, Çameli-DENİZLİ, 1933- …)
4
5
6
“Benim Türkçem, Hayri DEV’ in Türkçe’ sidir. Beni, sarayın, sultanın/…başkanın ya da bugünün
Osmanlı(ca) hayranlarının konuştuğu dil ilgilendirmiyor; ben Hayri DEV’ e bakarım!”
7
8
9
“Harf Devrimi, örtülü Dil Devrimi’ dir.
Bu devrim, değişimin değişimidir; tarihin düzeltilmesidir.”
10
11
12
“Hiç kimse kalkıp da Osmanlı’ ya şu soruyu sormamıştır:
Halkın dilini, ana dilimi neden değiştirdin?”
13
14
15
16
“Bir ulusun düşünce sistematiğini yok etmek istiyorsanız, o ulusun dilini değiştirirsiniz. Dili
değişen ulusun yalnız ağzından çıkan sözcükler değişmez, düşünceleri, inançları da değişir.
Osmanlı(ca)yı –Arapça/Farsça- savunanların gerçekte istediği de budur.”
17
18
19
“”Bahsedilen dil -Osmanlı(ca)- yabancı, düşman, orta çağ karanlığından gelen bir dil değil.
Kadim Türkçe desek, 19 yüzyıl Türkçe’ si desek…” diyebilir miyiz?”
20
21
22
“Osmanlı(ca) yabancı bir dil değil.
Türkçe’nin bir başka alfabe ile yazımıdır.” diyebilir miyiz?”
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 9 / 189
1
2
3
“Türkçede bir şapka işaretinin olmamasını anlam eksikliği olarak varsayanlar, Osmanlıda bir
ayın harfinin yedi sesin karşılığı olmasına ses çıkarmazlar.”
4
5
“Bir insanın tek bir ana dili olabilir, benim ana dilim de Türkçedir.”
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
“Sanılıyor ki, Osmanlı dili(!) Osmanlı da her zaman ve herkes tarafından kullanılırdı!
Bu torbalama dil(!) 16. yüzyıl sonrası ve özellikle de 18. yüzyılda konuşulur, daha doğrusu
yazılır oldu ve çok küçük bir azınlık çerçeve içinde;
halkın ise konuşma dili neredeyse bugünün dili, Türkçeydi.”
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Cengiz AKYOL
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 10 / 189
1
Sunuş
2
3
4
5
6
“Almanca demek Alman gibi demektir, Rusça demek Rus gibi demektir; Türkçe demek de, Türk gibi
demektir. Bir şeye Türkçe demekle o şeyi Türk gibi görürsünüz. Dil, dünyayı bizim nasıl gördüğümüzü
söyler, Türkçe Türklerin dünyayı nasıl gördüğünü söyler, Rusça’ da Rus’ un dünyayı nasıl gördüğünü
söyler.”
Ağalar MEHMEDOV
7
8
9
“Eğer siz İngilizce’ yle dünyayı anlatırsanız o anlatım Türk’ ün değil İngiliz’ in dünyayı nasıl gördüğünü
anlatır.”
C.Akyol
10
11
“Türk diline kimseler bakmazdı, Türklere hiç yüz verilmezdi.”
Aşık Paşa, Divan Şairi
12
13
14
15
16
17
“Bilginin yedi ana temeli, yedi sanatı vardır: Dilbilgisi, Retorik, Mantık, Aritmetik, Geometri, Müzik ve
Astronomi’ dir. Dilbilgisi hem bir bilim hem de bir sanattır. Bilim olarak tarihi ya da tasviri olabilir. Tarihi
dilbilgisi bir dilin tarih içindeki gelişmesini inceler. Tasviri dilbilgisi ise ya bir dilin sistemini ya da belli bir
durumda görülen dilbilgisi olgularını anlatmaya çalışır. Sanat olarak dilbilgisi kuralcı öğretime dayanır ve
doğru konuşmak, doğru yazmak için gerekli kuralları ortaya koyar.”
2. Derece
18
19
“Türkçe, Arap harflerle olmaz. Bunu kaldıran adamlar, zıpırlık olsun diye kaldırmadılar! “
İlber ORTAYLI
20
21
22
“Dünya, bazılarının zannettiği gibi tek düze ve tek kalıp değil! Dil aidiyeti çok önemli bir aidiyettir; bunun
ırkla da bir alakası yok. Dil çok önemli bir aidiyettir, bir kompartımandır, insanı bağlar.”
İlber ORTAYLI
23
24
“Sekiz tane seslisi olan bir dili Arap harfleriyle yazamazsınız, bunu unutun!”
İlber ORTAYLI
25
26
“Dil, kimlik için çok önemli bir göstergedir.”
İlber Ortaylı
27
28
“30.000 başlıklı kitapla hayatını tamamlamıştır, Arap harfli Türk edebiyatı.”
İlber ORTAYLI
29
30
31
32
33
34
35
36
“Askerler abeceyi değiştirmek zaruretine inanıyorlardı. Niçin? Çünkü harp ediyorlardı; eski harflerle
doğru dürüst Türk imlası olmaz! Şehir adı yazılmaz, kedi ile gidi aynı yazılıyor; şehirlerin, köylerin isimleri
birbirine benziyor. Hiç kimsenin ilk anda bilmediği, duymadığı mevkilerin adını yazdığınızda okunmaz,
oluyor! Yani Arap harfleriyle bu mümkün değil! Sekiz adet sesli harfle konuşan bir milletin üç tane sesli
harfle idare edip, yazması teknik bakımdan mümkün değil! Bu yazı çeşidi -Osmanlı(ca)- tamamen gözle,
ezberle, ön kabullerle devam eden bir ortografidir2. Bununla 20 yüzyıla intibak etmeniz mümkün
değildi!”
İlber ORTAYLI
2
Ortografi: Yazı sistemleri arasındaki geçişi sağlamak üzerine yazı sistemlerini inceleyen bilim dalıdır. Dilbilimin alt dallarından
olan sesbilim içerisinde yer alır. Bir dil için farklı semboller kullanarak gösterilen sesleri farklı bir sembol sistemine aktarırken
ortaya çıkan sorunların çözümü üzerine yoğunlaşır.
Günümüzde kullandığımız bu harfler (semboller) ilerde bir gün değişecek olursa ortografiden faydalanacağız.
örnek verecek olursak; "ğ" harfinin çıkması bir ihtiyaçtan dolayı olmuştur, "ğ" sembolünün oluşması ise ortografi sayesinde
olmuştur.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 11 / 189
1
2
“1727 ve 1830 yılları arasında Osmanlı’ da basılan kitap sayısı 80 dir.”
Sinan Meydan
3
4
5
6
7
Harf Devrimi, ileriye dönük sonuçlarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni sonsuza dek yaşatma idealini
gerçekleştirecek temel devrimlerden birisidir; odur! Bu devrim ne yazık ki bazı aydınlara karşın
gerçekleştirilmiş bir devrimdir. Harf Devrimi yalnızca yazım sembollerinin değiştirildiği, değişiklikten öteye
gitmeyen bir değişim değildir. O, Cumhuriyetin, ulus olma, ulusallaşma ve laikleşme yolundaki en önemli
devrimidir.
8
9
10
11
12
13
14
Harf Devrimi Üzerine Yapılan En Ağır Suçlama
15
16
17
Manevi Soykırım
18
19
“1929’ da yazımız değişince, Kuran bizden gitti… Biz, Arapçayı yıllarca Kuranı ve Hadisi anlamak için
öğreniyorduk. Türkçe de buradan doğdu. Türkçe dediğiniz şey Arapça’ nın bir versiyonu idi. Saf Türkçe
konuşarak hiçbir şey diyemezsiniz. Çünkü hiç de Arapçadır, şey de Arapçadır. Yazımızı elden alınca
Kuran’ la irtibatımız kesildi. Bugün Türkiye’ de kimse bu nedenle ne dediğini bilmiyor. Bu değişiklik
geleceğimizi elimizden almıştır. Uzmanlar, bu haliyle Türkçe’ nin geleceğini 100-150 yıl görüyorlar.”
İsmet ÖZEL
“Dil devrimi manevi bir soykırımdır.”
Derin Tarih Dergisi, Eylül 2014
“Türkçe maalesef ve maalesef bir kültür dili, bir medeniyet dili olamamıştır. “
Prof. Dr. Necip Taylan
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 12 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Dil Üzerine, Prof. Dr. Necati ÖNER
Giriş
Bizim bir anadili sorunumuz vardır. Anadilimiz olan Türkçenin yapı itibariyle mükemmel bir dil olmasına
rağmen, ona gereken ilgiyi gösterip gereken değeri verdiğimiz söylenemez. Dilin yanlış kullanımlarına ve
gereksiz yere yabancı sözcüklerle doldurulmasına karşı duyarsız olmamız, toplumumuzda ulusal dil
bilincinin gereği gibi gelişmediğinin bir ifadesidir.
Dil Üzerine
Türkçe ilkel bir dil değil, yapı itibariyle en mükemmel ve en mantıklı dillerden birisidir. Hele zaman ifadesi
bakımından büyük dillerin çoğuna üstünlüğü bile vardır. Dilimizin eksikliği bilim terimlerindedir. Bu
eksiklik ise dilimizde bilim yapmakla giderilir.
11
12
13
Dil, zenginliğini felsefe ve bilim kavramlarını karşılamakla kazanır. Bir dilin büyüklüğü yalnız sözcük
zenginliğinden ibaret değildir. O dilin grameri de gelişmeye olanak sağlayan bir yapıya sahip olmalıdır.
İşte Türkçe böyle yapıya sahip büyük bir dildir.
14
15
16
Saf dil ancak ilkel toplumlarda olabilir. İlerlemiş toplumlarda kültür alışverişi, bir dile yabancı kelimelerin
girmesine sebep olur. Bu kaçınılmazdır. Bunların sayıları önemlidir, eğer çok sayıda yabancı kelime bir
dile girerse o dil ölür.
17
18
19
20
21
22
Dille İlgili Sorunlarımız
Dille düşünce arasında bir ilişki vardır. Bu konuda iki görüş vardır: Birinci görüşe göre dille düşünme
arasında özdeşlik vardır. Dil olmadan düşünme olmaz. Düşünme aslında bir iç konuşmadır. İkinci görüşe
göre ise, düşünme dilden bağımsızdır, yani dilsiz düşünülebilir. Bu görüşte olanlara göre de dille
düşünme arasında ilişki vardır; şöyle ki, düşünce başkasına ancak dille aktarılabilir ve düşüncenin
mevcudiyeti kendisini ancak dille ortaya koyar. Görülüyor ki, dille düşünce birbirinden ayrılmaz.
23
24
25
Düşünmek için dile gerek duyar insan, dil olmayınca düşünme de yoktur… İnsan düşünmesi hiçbir
zaman dil dışında gerçekleşme olanağı bulamaz. Düşünme dilde dil aracılığı ile olup biter. Dil yalnızca
bilimsel ve felsefi düşünceyi ifade etmekle kalmaz, onların oluşumunu da etkiler.
26
27
“Dil, düşünceyi yalnızca aktarmaz, biran gelir düşünceyi üretir, geliştirir.”
C.Akyol
28
29
Bir dili tamamen arındırmak mümkün değildir. Kültür temasları ile bir dile, ister istemez, başka dillerden
sözcükler girer.
30
31
32
“Anadil öyle bir dildir ki onun içindeki bir sözcük ilk kez duyulsa bile, duyana yabancı gelmez, mutlaka o
ilk duyana bir şeyler çağrıştırır.”
C.Akyol
33
34
35
36
Dil devrimi Türkçenin gelişmesi için yapılan doğru bir harekettir. Fakat her hareketin aşırılığı istenmeyen
sonuçlar doğurabilir. Dildeki sadeleşmede aşırılığa gidenlerin bir kısmı Arapça ve Farsça kökenli
sözcüklere karşı büyük duyarlılık gösterdikleri halde, Fıransızca ve İngilizce sözcükleri çok sıkı
kullanmada bir sakınca görmezler.
37
38
39
Temelde doğru olan sadeleşme hareketi, aşırılık bir yana bırakılırsa, Türkçeye çok şey kazandırılmıştır.
Sadeleştirme hareketinde bazı hatalar da işlenmiştir. Bu hatalar Türkçeye yanlış kelimeler sokmak ve
düşünceyi kısırlaştırmak şeklinde kendini göstermektedir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 13 / 189
1
2
3
Türkçenin Yapısına Uymayan Sözcükler
“çe” Farsça küçülme ekidir, Türkçede yoktur. Ama bununla ilçe, gerekçe, dilekçe sözcükleri dile mal
edilmiştir.
4
Sılavcada “çe” dişilik ekidir. Bununla tanrıça yapılmıştır.
5
“tay” eki Moğolcadır, Türkçede yoktur. Bununla Danıştay, Yargıtay yapılmıştır.
6
Türkçede “ey” eki de yoktur. Bununla da yapay, yüzey, deney, dikey yapılmıştır.
7
“sal”, “sel” ekleri ile de yanlış sözcükler yapılmıştır. Tarımsal, şiirsel gibi.
8
9
10
11
Yabancı Dilde Eğitim
Yabancı dille yapılan öğretimin anadile hiçbir faydası yoktur. Bu yolla yapılacak bilimsel faaliyetlerin
faydası yabancı dile olur, dolayısıyla, anadilin bu öğretimi gören kesimde gerilemesini sonuçlandırır.
Böylece anadil zarar görür. Bir dil öğretim dili olmazsa, günlük hayatın basit dili olmaktan öteye gidemez.
12
13
14
15
En önemli düşünce ve çağrışım faaliyetlerinde bir yabancı dil aracılığına başvurma; bir memleketin bir
millet olarak yükselmekten umudunu yitirmesi, yüksek uygarlık düzeyinde bulunmak ve yürümek
amacından vazgeçmesi ve tarihin akışında olsa olsa geri saflarda kalmaya peşinen razı olmaya rıza
göstermesi demek olur.
16
17
“Dil, çoğu zaman bilineni aktarır, bazen de bilinmeyen adına çok şeyler söyleyebilir.”
C.Akyol
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 14 / 189
1
2
3
Dilin Gücü, Nermi UYGUR
Dil Nedir?
Dil nedir, şaşırtıcı sorulardan biri.
4
5
“Dil nedir, peki? Kimse bana sormayınca, biliyorum. Birine açıklamaya kalkınca da, bilmiyorum.”
Augustinus
6
7
Dil, gücünü taşıyana güç kazandırır. Bu güce saygı gösterene hizmet eder. Nerden bakılırsa bakılsın,
güçlü niteliği yaraşır, dil.
8
9
10
Kimse dilin gücünü yadsımaz. Yadsırsa, her şeyden önce kendine eder. Dile saygısızlık insanın
kendisine saygısızlıktır. Söylediğine dikkat etmeyen, sözcüklerini tartarak kullanmayan, dil gereklerine
aldırmayan, dil başıbozukluğunu alışkanlık haline getiren bir insan zararın her türlüsünü göze almalıdır.
11
12
Anlaşılmamak, yanlış anlaşılmak, ya da dil çarpıklığından ötürü gülünç olmak, acıların en acısıdır.
Aslında dile saygı dosta beslenen saygı olmalıdır.
13
14
15
16
Yanılmaya aldanmaya bazen engel olunamıyorsa da, vazgeçilme bir bildirişme ortamıdır dil. Bildiğini,
bilmediğini, yaptığını, yapmayacağını, yaptırmak istediğini, istemediğini hep dille başkalarına bildirir
insan. Böyle bir güç olmadan da, her biri yaşama çevremize zorunlulukla giren başka insanlarla ilişki
kuramayız.
17
18
19
20
Dil ve Çeviri
Nedir çeviri? Bir aktarma, iletme, ulaştırma. Çeviri, bir dilde görüneni, başka bir dilde göstermektir. İşte
bundan dolayı, çevirdiğimiz şey ile çeviri yapıtı hiçbir zaman aynı olamaz. Her dil dile getirdiği şeylerin
çevirisidir.
21
22
“Osmanlı(ca) dil midir?”
C.Akyol
23
24
“Dil nedir?”
C.Akyol
25
26
“Osmanlı(ca), Türkçe’ nin bir hali midir, bir dönemi midir?”
C.Akyol
27
28
“Osmanlı Türkçe’ si deyimi, doğru mu? Osmanlı(ca), eski Türkçe’ dir, doğru mu?”
C.Akyol
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 15 / 189
1
2
3
4
5
Dil, Tarih ve İnsan, Prof. Dr. Günay KARAAĞAÇ
Sözlük Yapısı
“Çoğu zaman, sözcüklerle nesneleri, olguları karıştırırız. Sözcüklerle her şeyi dile getirdiğimizi sanırız;
oysa yalnızca bir şeyler söylüyoruz, hepsi bu!”
C.Akyol
6
7
8
9
10
Her dilin söz varlığı,
1. İç öğeler
1.1. Kökler ve Ses-Şekil Değişmeleri
1.2. Anlam Değişmeleri
2. Dış Öğeler
11
12
13
14
değiştirme yollarından birine aittir. Gerçek ile dil arasında, daha dar bir ifadeyle, varlık ile varlığın adı
arasında bir ilişkinin bulunup bulunmadığı konusu, ilk çağlardan beri insanların kafasını oyalayıp
durmuştur. Sözlerin anlamları, kendi içlerinde ve kendi yapılarında mıdır, yoksa insanlar, belirli sözlere
belirli anlamları iliştirmekle anlaşmışlar mıdır?
15
16
17
“ Sözlerle, seslerle varlık arasında şu ya da bu şekilde bir ilişki vardır; bu ilişki de gelişi güzel bir ilişki
değildir. Özellikle kök sözlerle varlık arasında bir ilişki vardır.”
C.Akyol
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 16 / 189
Dil Üzerine
1
Yazın ve
2
3
4
5
6
7
8
İnsanı insan kılan dilidir. Dille duyar, dille düşünür, düşündüklerimizi dille başkalarına iletiriz. Ancak dilin
bu işlevine bakarak onu salt bir iletişim aracı sayamayız. İletişim aracı olmanın ötesinde çok yönlü bir
güçtür, dil. Bireysel ve toplumsal kimliğimizin kumaşı, içine doğduğumuz dilin tezgahında dokunur. Türk’
ü Fıransız’ dan ya da İngiliz’ den ayıran, kaşı gözü, boyu posu, kısaca tensel görünümü değildir. Ayırıcı
ölçüt, konuştukları dildir. Dil, ayırıcı olduğu kadar birleştiricidir de. Anadili aynı olan kişileri görünmez bir
güç birbirine bağlar. Dildaşlık duygusudur bu, toplum bilicilerin de vurguladığı gibi ulusallığın
çimentosudur.
9
10
11
12
Dil Devriminin getirdiği söz değerleriyle konuşup yazan kimi kişiler, bir yandan da onu karalayıp
suçluyorlar. Gerekçeleri de hazır: Kuşaklar arasında anlaşma bağı koptu, geçmişin dil ürünleri
anlaşılmaz duruma düşürüldü, yapay, zorlama sözcükler, daha doğrusu “uydurukçular” la Türkçenin
güzelliği örselendi… Bu türden suçlamalar var.
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
Dil devrimimizi karalayan, horlayıp aşağılayan bu savlar, yeni değildir; öteden beri yinelenip durmuştur.
Bu savların bu denli gerçekdışı, bilimsellikten yoksun, dilin doğasıyla bağdaşmazlığı ortadır. Atatürk
devrimleri içinde en çok saldırıya uğrayanı Dil Devrimi olmuştur. Dildeki gelişmeleri, değişimleri hiçbir
güç engelleyemez. Belli süre yavaşlatılır, o kadar.
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 17 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı, Sevan NİŞANYAN
Aferin Elif
Türk dilinin bilinen geçmişi 1300 yıllık.* Oysa bugün kullandığımız bazı kelimelerin kökeni daha binlerce
yıl öncesine dayanıyor. Üvendire ve evlek gibi iki kadim Anadolu sözcüğüne 2800 yıl önce yaşamış
olan Homeros’ un destanlarında rastlıyoruz. Aferin deyimi Zerdüşt dininin 3000 yıllık kutsal metinlerde
“seni kutsuyorum” anlamıyla karşımıza çıkıyor.
3000 küsur yıl önce Fenikelilerin kendi abecelerinin ilk harfine verdikleri elif adı ise 21. yüzyıl Türkiye’
sinde popüler bir kadın adı olarak yaşamaya devam ediyor.
Alfa-elif
Fenikece alep, öküz. Abeceyi bundan 3000 küsur yıl önce Fenikeliler icat etmiş. Daha önce her biri bir
basit kavramı ifade eden binlerce simge-resim varken bunlardan 25 kadarını almışlar, her birini adının ilk
sesini simgelemek için kullanmışlar. Öküz anlamına gelen alep, a olmuş. Ev anlamına gelen bet, b
olmuş. Cirit sopası anlamına gelen gmel, g olmuş. Kapı anlamına gelen daht, d olmuş.
14
15
16
17
Fenikelilerin icadını önce komşuları olan Suriyeli Aramiler ve İbraniler, MÖ 700’ lerden itibaren de
Hellenler taklit etmişler. Harflerin biçimleri bir hayli değişmiş, ama isimleri pek değişmemiş. Arami ve
İbrani abecesinin ilk dört harfi aleph, bet, gımel, dalet. Hellen abecesinin ilk dört harfi ise alpha, beta,
gamma, delta.
18
Ve abece ( Alfabe ) sözcüğü, Hellen harflerinin adından türemiş.
19
20
Hz. Muhammed’ den 300 yıl önce ortaya çıkan Arap abecesi, bugünkü Süryanicenin atası olan Aramice’
den esinlenmiş. Arapça harf isimlerinin elif, ba, cim, dal olması bu yüzden.
21
22
* Bu görüşe katılmadığımı belirtmek isterim, zorlama bir tespit!
C.Akyol
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 18 / 189
1
2
3
4
En Eski Türkçenin İzlerinde, Prof. Dr. Doğan AKSAN
Önsöz
Türk dilinin ve yazınının en eski ürünleri, 8. yüzyıldan kalma Orhun ve onlardan daha eski olduğu
anlaşılan Yenisey yazıtlarıdır.
5
6
7
Türk lehçelerinde yazılmış başka metinler de bulunmadığı için, önceki dönemlere ait bilgileri ancak
yazıtlara ve aynı dönemde ve sonrasında kaleme alınmış Uygur belgelerinden çıkaracağımız ipuçlarına
dayanarak elde etmek.
8
9
10
Türkçenin yazıtlarda sanatlı, güçlü bir dil görünümünde olduğunu, bu niteliğiyle bir yazın dili, bir edebi dil
sayılması gerektiğini belirtiyor, birtakım biçim ve anlam özelliklerine, bulduğum ölçütlere dayanarak bu
dilin eskiliğini ve gelişmişliğini ortaya koymaya çalışıyordum.
11
12
13
14
15
Bilinenlerin Sınırlılığı
Türk dilinin Yenisey ve Orhun yazıtları öncesine ait bilgimiz hemen hemen yok gibidir. Türkçenin “UralAltay dilleri” adı verilen diller ailesinde olduğu söylenirdi, son zamanlarda çeşitli özellikleri ve kimi
açılardan görülen benzerlikler nedeniyle Moğol, Mançu-Tunguz dilleriyle birlikte “Altay dilleri” adı
altında ele alınarak incelenmesi yoluna gidilmiştir.
16
Türkçenin, tıpkı Latince gibi birçok lehçe ve dil doğuran bir anadil olduğudur.
17
18
19
Orhun yazıtları, 8. yüzyılın ilk yarısında dikilen ve anıttaş olarak niteleyebileceğimiz yazılı, büyük
taşlardır. En uzun metinleri içeren ve Köktürklerin en parlak döneminde, 732 tarihinde dikilmiş olan Kül
Tigin, 734 tarihini taşıyan Bilge Kağan ve 726’ da dikilen, iki taştan oluşan Tonyukuk yazıtlarıdır.
20
21
22
Orhun yazıtları, iki kağan ve bir vezirin ağzından, çeşitli Türk kavimleri ve öteki uluslarla yaptıkları
savaşların, çeşitli etkinliklerin ve ulus için gösterdikleri özverinin anlatıldığı, ulusa hitabe niteliğindeki
belgelerdir.
23
24
25
26
Üze kök tenri asra yağız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı kılınmış. kişi oglınta üze eçüm apam bumın
kağan, istemi kagan olurmış. olurupan türk bodunın ilin törüsin tuta birmiş. iti birmiş. Tört bulun kop yagı
ermiş, sü sülepen tört bulundakı bodunug kop almış., kop baz kılmış. başlıgıg yüküntürmiş, tizligig
sökürmiş. (Kül Tigin)
27
28
29
30
Üstte mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun
üzerine, atalarım Bumin kağan, İstemi kağan tahta çıkmış. Tahta çıkarak Türk ulusunun ülkesine ve
yasasına sahip çıkıvermiş, düzenleyivermiş. Dört bucak hep düşmanmış. Ordu göndererek dört
bucaktaki ulusları hep almış, hep bağımlı kılmış. Başkaldıranlara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş...”
31
32
33
En Eski Türk Yazısı Üzerine
Sağdan sola yazılan ve Orhun yazıtlarında Yenisey’ dekilere göre daha düzenli ve oturmuş bir görünüm
gösteren bu yazı dizgesi Orhun metinlerinde 38 harften oluşmaktadır.
34
35
Rus bilgini S. Klyaştornıy, Türk abecesinin Sogut abecesinden adapte edildiği yolundaki varsayımından
döndüğünü ve bu iki yazı arasındaki köken ilişkisine ait verilerin açık olmadığını söylemektedir.
36
37
Köktürklerde ve başka Türk kavimlerinde, ölenlerin anısına yazıtlar dikmek ya da mezar taşlarına,
ölenin yaşamı ve başarılarını yansıtan metinler yazmanın çok eski bir gelenek olduğu kesindir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 19 / 189
1
2
3
Yenisey Yazıtları Üzerine
Sayıları 150’ yi bulan bu yazıtların Orhun yazıtlarından daha eski olduğu ve Kırgızlardan kaldığı birçok
araştırmacı tarafından ileri sürülmektedir.
4
Söz Varlığı
5
6
7
Batılıların runik diye niteledikleri Köktürk yazısıyla yazılmış Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ongin,
Küli Çor yazıtları, sözcüklerin yinelenmeleri bir yana bırakılırsa tek tek, aşağı yukarı 900 sözcükten
oluşan bir sözvarlığıyla karşılaşılmaktadır.
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
ö
ög, ögüt
ögleş, danışmak, anlaşmak
ögli, akıllı, düşünen
öt, söz, nasihat
öt bakalım, konuş bakalım
gör, kör, görmek
kör, fal bakmak
körümçi, falcı
körünç, görünüş, güzellik
ot, ot, bitki, ilaç
otaçı, hekim, doktor
at, ad
21
22
23
Orhun ve Yenisey Yazıtlarında Soyut Kavramlar
24
25
26
27
Eşanlamlılık
28
29
30
Çokanlamlılık
Köktürk ve Yenisey yazıtlarının dili incelendiğinde, Türkçenin somut kavramlar gibi, soyut kavramlar
açısından da zenginliği ve işlenmiş, gelişmiş bir dil olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hiçbir dilde, birbirinin tümüyle aynı anlama gelebilecek birden fazla sözcük bulunamayacağı,
dilbilimcilerin benimseyip kanıtladıkları bir gerçektir. Her dilde ancak yakın anlamlı öğelere eşanlamlı
denmektedir.
Daha 19. yüzyılda dilbilimcilerin belirttikleri bir yargı, bir sözcük çokanlamlı ise, onun dilde çok kullanılan,
çeşitli bağlamlar içinde yer alan ve sağlıklı durumda bulunan bir öğe sayılabileceğidir.
31
32
33
34
Dilbilimde temel sözvarlığı içinde bulunduğu benimsenen öğeler bu özelliği gösterir. Örneğin, bugün
Türkiye Türkçesindeki çıkmak eyleminin 60, almak eyleminin 40 kadar, gelmek ve çekmek’ in 30’ dan
fazla, vermek eyleminin ise 20 kadar değişik anlamı ve kullanımının bulunduğu, bunların çeşitli deyimler
ve anlatım kalıpları içinde de yer aldıkları görülür.
35
36
37
Çokanlamlı sözcüklerin bir başka özelliği, genellikle, başlangıçta somut bir nesneye ad olmaları, çeşitli
benzetmelere dayanan aktarmalar, benzetmeli kullanımlarla zaman içinde yeni somut ve soyut
kavramları yansıtmalarıdır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 20 / 189
1
2
3
4
5
İkilemeler
Dilcilikte “iki ile, iki aracıyla bir” adını alan ve koca Latin yazınında ancak birkaç örneği bulunan
ikilemler Türkçenin her döneminde ve her lehçesinde büyük bir sıklıkla kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Dilimizin hem yapı, hem sözdizimi, hem de anlambilimi bakımından en önemli özelliklerinden birini, bu
öğeler oluşturmaktadır.
6
7
8
9
10
11
12
13
adım adım
sokak sokak
sayfa sayfa
yavaş yavaş
oltura kalka
yenmiş içilmiş
açılmak saçılmak
okul mokul
14
15
Bugünden geriye doğru gidersek bu öğelerin Osmanlı(ca), Eski Osmanlı(ca), Karahanlı Türkçesi ve
Uygur dönemlerinde geniş ölçüde kullanıldığını görürüz.
16
17
Türkçenin bu önemli özelliği Orhun yazıtlarında da sözvarlığının niteliklerinden biri olarak kendini belli
eder.
18
19
ebin barkın bozdum
eb, çadır, ev, yurt, karargah
20
bark, türbe, barınak, anıtkabir
21
22
23
24
Karşıt Kavramlar, Karşıtlama
Orhun yazıtlarında anlatımı güçlü kılan, dolayısıyla, yazıtlara etkileyici bir güç kazandıran önemli
özelliklerden biri, birbirine karşıt kavramların bir arada, birbirini izleyen tümcelerde çok sık
kullanılmasıdır.
25
uzak x yakın
26
kötü x iyi
27
kurt x koyun
28
ordu x düşman
29
30
31
32
33
34
35
36
37
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 21 / 189
1
Türk Dili, Kemal ATEŞ
2
3
Dil, duygu, düşünce ve dileklerimizi başkalarına aktarmaya yarayan bir işaretler sistemidir. Yeryüzünde
3.000’e yakın dil konuşulur. Bunlardan 118’i devlet dilidir.
4
5
6
7
8
9
10
“ Dilleri var eden temel sözcüklere (eski sözcüklere) baktığımızda onların rastlantısal olarak ortaya
çıktığını söyleyebiliriz. Örneğin, “el” sözcüğü ile, yani “e” ve “l” sesleri ile insan organı olan el arasında bir
benzerlik, bir ilgi yoktur. İnsanların bu organa “el” deme konusunda anlaşmaları yeterli olmuştur “. Bu
görüşe katılmam mümkün değil. Anlaşma öncesi vardır, diye düşünüyorum. Dil, rastlantısaldan öte
aktarmadır. Zaman zaman sözcüklerin aktardıklarıyla arasında benzerlikler olmuştur ama bu hep böyle
olmuştur, olacaktır demek değildir. Sözcüğün, özellikle eski sözcüklerin, kök sayacağımız sözcüklerin
aktardıklarıyla ilgisiz, benzeşmesiz olması olası değildir, diye düşünüyorum.
11
12
13
14
15
Dilin Önemi
Dil birliği, ulusal birliğin gereklerindendir. Bu birlik ulusun zevk birliğini, mantık birliğini, felsefe ve ahlak
birliğini meydana getiri.
“Bir ülkeyi yönetme görevini bana verseler, hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlarım.“
Konfüçyüs
Türk Dili
16
Yakutça
Altay Lehçeleri
Altay
Şor
Abakan
Sagay
Genel Türkçe
Doğu Türkçesi
Uygurca
Karahanlı
Harezm
Çağatay
Özbek
Kıpçak Lehçesi
Başkurtça
Karaçayca
Balkarca
Peçenekçe
Memlük
Kazan
Kırgız
Çuvaşca
Oğuzca
Türkmence
Azeri
Balkanlar
Eski Anadolu
Türkiye Türkçesi
17
18
19
Dilimizin bugün elimizde bulunan en eski yazılı belgesi Köktürklerden kalma Orhon Anıtları’ dır.
Bunlardan en iyi korunmuş olanı, MS 731 yılında ölen Kul Tigin için, kardeşi Bilge kağan tarafından MS
732’ de diktirilmiş olan büyük mezar taşıdır.
20
21
22
Bu anıtlar Moğolistan’ ın Orhon Irmağı yakınlarında bulunduklarından Orhon Anıtları adıyla da anılır. 38
harften oluşan bu yazı 2. Köktürk Devleti’ nin kuruluşunu anlatan ve bir takım öğütleri içeren bir
söylevdir.
23
Orhan Anıtları’ nda Çince birkaç sözcük dışında, yabancı hiçbir sözcük yoktur, arı bir dille yazılmıştır.
24
25
26
İslam edebiyatı etkisinde Türkçenin bilinen ilk manzum yapıtı Yusuf Has Hacip’ in yazdığı (1069-1070)
Kutadgu Bilig’ dir. Devlet yönetimini öğreten, bu yolda öğütler veren ilk kitaptır. Kutadgu Bilig’ de
anlatılan dört kişi, dört kavramı temsil eder: Adalet, devlet, akıl, kanaat.
27
28
Karahanlı Türkçesinin önemli bir yapıtı da, Kaşgarlı Mahmut’ un yazdığı (1072) Divan u Lügat-ı Türk’
tür. Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmış bir sözlüktür.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 22 / 189
Kaşgarlı Mahmud
1008-1105
1
2
3
4
5
6
7
Yunus Emre
1240-1321
Mevlana
1207-1273
Halk Edebiyatı
Osmanlı(ca) aydınların dili olurken, halkın ve halk arasından çıkan sanatçıların dili Türkçe olarak kaldı.
Yunus Emre’ den sonra Pir Sultan Abdal (16.yy), Köroğlu (16.yy), Karacaoğlan (17.yy), Dadaloğlu
(19.yy) gibi ozanların şiirleri Türkçenin en güzel ürünleri olarak bugün de sevilir.
“Dünyadaki birçok dil bugünkü gelişmişliğini aydınlarına borçludur. Oysa Türkçemiz bugünkü
gelişmişliğini aydınlarına değil, köylülerine borçludur.”
C.Akyol
Pir Sultan Abdal
…..-1580
8
9
10
11
12
13
Yusuf Has Hacip
1017-1077
Köroğlu
16.yüzyıl
Karacaoğlan
1606-1679
Dadaloğlu
18. yüzyıl
Türkçenin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri
Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile teşkil ederler. Dünya dilleri bu şekilde çeşitli dil
ailelerine ayrılırlar. Bir dil ailesi tarihin bilinmeyen devirlerinde bir ana dilden çıkan dillerin oluşturduğu
topluluktur. Bu diller arasındaki benzerlikler böyle bir varsayımı kuvvetlendirmektedir. Bir ana dilin yazılı
belgeleri olmadığı halde birçok özelliklerini kendisinden türemiş bulunan ailedeki dilleri karşılaştırarak
tespit etmek mümkün olabilmektedir.
14
Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır:
15
16
17
18
19
1. Hint-Avrupa dilleri ailesi:
1.1. Hint-İran Dilleri: İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Sri Lanka, Nepal dilleri,
1.2. Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe (Polonya), Çekçe, Slovakça, Baltık dilleri,
1.3. Roman Dilleri (Latinceden türetilmiş diller): İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rumence...
1.4. Cermen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İsveççe, Norveççe...
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 23 / 189
1
2
3
4
2. Hami-Sami dilleri:
2.1. Hami Dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili,
2.2. Sami Dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça.
Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir.
5
6
3. Bantu dilleri:
Bu aileye Afrika’nın büyük bir kısmında konuşulan Bantu dilleri girer.
7
8
4. Çin-Tibet dilleri:
Çince, Tibetçe, Vietnamca ve Kemerce bu gruba dahildir.
9
10
11
5. Ural-Altay dilleri:
Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Ne var ki, genel görüşe göre, bu iki
kol tek kaynatan çıkmış, ancak zamanla akrabalık bağları çok zayıflamıştır.
12
Ural ve Altay dillerin akrabalığı bugün için aşağıdaki benzerliklere dayanmaktadır:
13
14
15
16
17
18
19
20
1. Her ikisi de eklemeli dildir. Yani her iki kolda da sözcük yapısı aynıdır.
2. Bu dillerin tümce yapıları da birbirinin aynıdır.
3. Bu dillerde ünlü uyumu da ortak özellik olarak kendini gösterir.
4. Räsänen' e göre, ünlü bolluğu ve ünsüz seyrekliğiyle sözcük başında ünsüz yığılışmasının
bulunmaması da Ural-Altay dillerinin ortak özelliğidir.
5. Ural-Altay dillerinde bazı eklerin hem eylemlerde çekim eki hem de sözcük türetmede yapım eki gibi
kullanılması da önemli bir benzerliktir.
6. Bu diller arasında sözcük benzerliklerine ve eşliklerine de rastlanmaktadır:
21
TÜRKÇE
FİNCE
22
23
Ben
Sen
Min
Sin
24
Ural-Altay dilleri, adından da anlaşılacağı gibi Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılır:
25
26
Yapı Bakımından Dünya Dilleri
Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir:
27
28
29
30
31
32
33
34
1. Yalınlayan diller (Ayrımlı diller) (Alm: isolierende sprachen; Fr: langues isolantes; İng: isolating
languages): Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir. Kelimelerin çekimli şekilleri yoktur, yani daima
kök durumundadır. Cümle çekimsiz kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Cümlenin anlamı
genellikle kelimelerin sıralanışından anlaşılır. Konuşmada ise birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt
etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Çin ve Tibet dilleri bu gruba girer. Bu diller,
aynı zamanda, tek seslemli diller (tek heceli diller) (Alm: wurzelsprachen, einsilbige sprachen; Fr:
langues monosyllabique, langues atomiques; İng: monosyllabic languages, radical languages) arasında
yer almaktadır.
35
36
37
38
2. Çekimli diller (Bükümlü3 diller) (Alm: flektierende sprachen; Fr: langues flexionnelles; İng: inflexional
languages): Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve
tanınmayacak hale gelir. Ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Bazı dillerde ise kelime
kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime
3
Bükümlü Diller: Bu diller genellikle bükümlüdür. Yani kendi içinde sözcük değişime uğrayarak çekilir. Mesela İngilizce "drinkdrank-drunk" (Almanca "trinken-trank-getrunken")'ta olduğu gibi. Genellikle cümle yapısı Özne + Yüklem + Tümleç
şeklindedir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 24 / 189
1
2
kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalırlar. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri
bu gruba girerler.
3
4
5
6
3. Eklemeli diller (Bitişimli diller, bitişken, bağlantılı diller) (Alm: aglutinierende sprachen; Fr:
langues agglutinantes; İng: agglutinating languages): Bu dillerde isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimelerin
teşkilinde kök değişmez. Kökün önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi
gerçekleştirilir. Ural-Altay dilleri bu gruba girer. Türkçemiz sondan eklemeli bir dildir:
7
göz-le-m-ci
8
9
10
11
gel-ecek-ler-miş
Konuşma Dili, Yazı Dili
Bir dilin iki cephesi vardır: Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman sesli olarak görüşürken, yani
konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki yazıda kullanılan dildir. Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de
denilmektedir. Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin dilidir.
12
13
14
15
Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı lehçesine göre şekillenir.
Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları tarafından işlenerek zenginleşir ve konuşma dilinden az çok
farklılaşır. Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili' nin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve
çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır.
16
17
18
19
Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar. Yazı dili lehçe ve ağızların
alabildiğine farklılaşmasını önler. Hepsinin zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan
zenginleştirir. Dil millî birliğin çimentosudur. Ayni dili konuşan insan toplulukları bir millet sayılırlar ve
hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş bulunurlar.
20
21
Bir dil kendi içerisinde birtakım alt kollara ayrılır. Böylece bir dil sahası içerisinde lehçeler, ağızlar ve
argolar meydana gelir.
22
23
24
25
26
27
28
29
Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir. Başka bir deyişle, bir dilin
birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe
uğramış biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir. Tanımalardan da anlaşılacağı gibi,
'ağız’da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla birlikte, dilin
yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir. O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil
olmasına bile yol açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık zamanla o kadar
büyümüştür ki, sonunda Fıransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi diller ortaya
çıkmıştır.
30
31
32
Adriyatik Denizi'nden Çin Denizi'ne kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok
lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesinin Anadolu, Azerî, Türkmen lehçeleri gibi ve Özbek lehçesi, Kazak
lehçesi, Kırgız lehçesi...
33
34
35
36
Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk lehçelerinden
ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya’da Lena Nehri'nin iki yanında yaşayan
Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga bölgesinde Kama Irmağı'nın Volga’ya
kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.
37
38
Bir dilin lehçeleri arasındaki bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar. Örneğin, W.
Radloff’ un “Türk Lehçeler Sözlüğü” bu nitelikte bir sözlüktür.
39
Hüseyin Kâzım’ ın “Büyük Türk Lügati” da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir.
40
41
Türk lehçeleri hakkında ilk bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut’ un ölümsüz eseri Divan-ü Lügat-it
Türk’ tür.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 25 / 189
1
2
3
4
5
Ağız ise bir dilin en yeni zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır. Başka bir tanımla, bir dilde ya da bu
dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş biçimine ağız (Alm: Mundart,
lokalsprache, sondersprache; Fr: parler, patois; İng: local language, vocational slang; Osm: Şive ) denir.
“Geliyorum” kelimesinin çeşitli Anadolu ağızlarında geliyom, gelirem, geliyem şeklinde söylenmesi gibi.
Anadolu lehçesinin Rumeli, Karaman, Aydın, Harput v.b.
6
7
Ağız, bölge, çevre farklılıklarından ortaya çıkabildiği gibi, meslek ve öğrenim farklılıklarından da
kaynaklanabilmektedir.
8
9
Denizli ağzıyla Edirne ağzı bölge farklılığından; köylü diliyle kentli dili, işçi diliyle memur dili arasındaki
fark da çevre, meslek ve eğitim farklılığından doğmuştur.
10
11
12
13
Çevre, meslek ve eğitim farklılıklarından doğan değişik söyleyiş biçimine ağız yerine şive adı verildiği de
görülmektedir. Ancak, bütün dilbilgisi terimleri sözlüklerinde ağız teriminin Osmanlı(ca) karşılığı olarak
şive sözcüğü gösterilmektedir. Dilbilim alanında yazılan eserlerde de artık ağız terimi Arapça şive
sözcüğünün yerine kullanılmaktadır.
14
15
Bu duruma göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri dilimizin lehçeleri: Kırgız Türkçesi, Azeri Türkçesi, Oğuz
Türkçesi, Özbek Türkçesi... , ağızları da: Karadeniz, Konya, Ege İstanbul, Kastamonu, Ankara...
16
17
Her ülkede böyle lehçe, ağız (şive) bulunabilir. Fakat o ülkede belli bir yazı dili vardır. Yazı dili için
ağızlardan birisi esas alınır. Mesela Türkiye’de İstanbul ağzı yazı dilimizin temelini oluşturmuştur.
18
19
20
Argo, belli bir kesimin, genellikle de belli bir meslekten olan kişilerin kendi aralarında oluşturup
konuştukları, bu nedenle ortak dili konuşan diğer insanların anlayamadığı özel dile argo (Alm: Argot,
gaunesprache; Fr: argot; Ing: slang) adı verilir.
21
22
Yapı bakımından içinden çıktığı ortak dilden farklı olmayan argo da, her dil gibi, sürekli olarak değişir,
gelişir. Kimi sözcükleri ölür, toplumsal gelişmelere göre yeni sözcükler kazanır.
23
24
25
Argo terimi, eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külhanbeyi, ayak takımı ağzı için kullanılırdı. Bu
anlayış büyük ölçüde değişmiştir. Bugün, külhanbeyi, hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı
argoları da ortaya çıkmıştır.
26
27
Argo sözcükler, ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar yükleyerek, yabancı dilden
alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli olarak bozarak elde edilir.
28
29
30
31
32
33
Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir. O kadar ki, argo
sözcükler, öbekler, zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır. Örneğin, dümen (hile,
dolap), dümen yapmak, yelkenleri suya indirmek, dikine tıraş (yalanlarla dolu gevezelik), palavra
(uydurma söz ya da haber; uzun ve boş konuşma), omuzlamak (alıp götürmek), yuvarlamak (bir şey
yemek), boşlamak (vazgeçmek, peşini bırakmak), kırmak (okuldan kaçmak), inek (çok çalışkan olmak)
gibi sözcük ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir.
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
Dilbilgisi
Dil aslında sosyal bir kurum olmakla birlikte çok karmaşık bir olgudur. Kişiye ait bir meleke olması
bakımından ruhî, konuşma aygıtından gelmesi sebebiyle fizyolojik ve bir ses olayı olmakla fizikî yönleri
vardır. Bu sebeple zamanımızda türlü yönlerden ve farklı maksatlarla incelenen bir konu olmuştur.
Böylece dilbilgileri (sciences linguistiques) çok dallanmıştır.
Eski Yunanlılar ve Eski Hintlilerden beri insanlar doğru yazıp okumak amacı ile dillerinin bağlı olduğu
kuralları tespit etmeye çalışmışlardır. Bu kuralların meydana getirdiği bilgi koluna gramer, dilbilgisi
(grammaire) denmiştir. Zamanla bütün yazı dillerinin ve eski medeniyet dillerinin gramerleri yapılmıştır.
Bunun gibi her dilin kelime dağarcığı toplanarak lûgat kitapları, sözlükler (dictionnaire) meydana
getirilmiştir. Araplarda lugat bilgisi (lexicographie) büyük önem kazanmıştır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 26 / 189
1
2
3
4
Öğretimlik (classique) tarifine göre pratik bir bilim kolu olan gramer bize bir dilin doğru yazılıp okunması
ve doğru konuşulması usullerini gösterir. Dili iyi kullanma (bon usage) sanatını öğretir. Düşünce ve
duyguları daha düzgün ve tam olarak anlamamıza ve anlatmamıza yardım eder. Gramer bilgisi
sayesinde daha doğru, daha mükemmel düşünmeye de alışırız. Bu bilgi dil düzeninin koruyucusudur.
5
6
7
8
Fakat gramerin bu tarifi ancak onun eski zamanlardaki amacına uygun düşer. Çünkü onun o zaman
konusu hemen tamamıyla yazı dili, yani bir kalem ve göz dili (langage visuel) olmuştur. O gramer bu
geleneğin doğruluğunu, bütünlüğünü ve bir dereceye kadar değişmezliğini savunur. Yeni zamanlarda ise
bu gramer anlayışı bir hayli değişmiştir.
9
10
11
12
13
14
15
16
XVIII. yüzyıla kadar filozoflar dili, şekilci mantığın sözlü şekli saymışlar ve onu düşüncenin değişmez
kanunlarına bağlı görmüşlerdir. Buna göre gramerci sadece dilin değil, aklın da temsilcisi oluyordu.
Ancak XIX. yüzyıl başlarından bu yana dilin tarih boyunca gelişen sosyal bir kurum olduğu görülmüş ve
müspet ilimlerin ilerlemesi oranında da onun kendi şartlarına ve kanunlarına bağlı canlı bir organizma
olduğu anlaşılmıştır. O zaman yaşayan dili, ağız ve kulak dili (langage auditif ) konu olarak ele alıp her
türlü doğruluk ve düzenleme iddiasından uzak kalarak inceleyen bir ilim kolu meydana gelmiştir: diller
bilgisi (dilbilim) (linguistique) . Bu bilgi kolu dilin oluşma ve gelişmesindeki kanunları, dil kanunları (loi
linguistique) ortaya koymuştur.
17
18
19
20
Diller bilgisi grameri lüzumsuz hale getirmiş olmadı. Fakat onu derinden etkiledi. Modern gramer her
şeyden önce yaşayan dilin gerçek durumu, az çok geçmişi ve gelişme yönleri hakkında bilgiler vermeyi
üzerine aldı. Diller bilgisinin getirdiği ilmî tariflere ve tasniflere, müspet ilimlerin metotlarına uydu. Bir
ayarlayıcı bilgi olmak işleyişini korumakla birlikte eski fetvacılığını bıraktı.
21
22
Çözümlü (analytique) usulle yazılmış ayarlayıcı gramer (grammaire normative) dili meydana getiren
unsurlara, sırası ile seslere, kelimelere ve sözlere göre bölümlenir. Buna göre :
23
24
25
1. Sesbilgisi (Alm: phonetic; Fr: phonétique; İng: phonetics), bir dilin sesleriyle bu seslerin sözcük içinde
sıralanış biçimlerini, uğradıkları değişiklikleri ve vurgu, titrem (ton), titremleme gibi ses olayarlarını
inceleyen dilbilgisi dalına denir .
26
27
2. Yapıbilgisi (sözcük bilgisi, biçim bilgisi) (morphologie),sözcüklerin yapılarını, tümce içinde
sıralanışlarını, türlerini (ad,önad, eylem..) inceleyen dilbilgisi dalına denir.
28
29
3. Sözdizimi (tümce bilgisi) (Alm: syntax; Fr: syntaxe; İng: syntax) sözcüklerin öbekler ve tümceler
biçiminde dizilişini, tümce yapısını ve tümce türlerini inceleyen dilbilgisi dalına denir.
30
31
32
33
4. Anlambilgisi (Alm: semantic; Fr: sémantique; İng: semantics), sözcüklerin anlamlarını, dilin bütün
birimlerinin birbiriyle ilişkilerini ve bunların anlam üzerindeki etkilerini; eş anlamlılık, zıt anlamlılık, çok
anlamlılık, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi, anlam daralması, anlam genişlemesi gibi anlam
olaylarını inceleyen dilbilgisi dalına denir.
34
35
36
37
38
39
Yine oldukça eski bir geleneği olan dil bilgilerinden biri metinbilgisi (geleneksel dilbilgisi) (philologie)’dir.
Din ve medeniyet dillerinin yetirdiği ve bıraktığı her türlü yazılı eserlerin incelenmesi ve açıklanması
eskiden beri ayrı bir çalışma alanı olmuştur. Metin bilgisi bunlarla metin onarımı (restitution de texte), ve
metin tenkidi (critique de texte) metin açıklaması (commentaire), dil özellikleri ve edebiyat tarihi (histoire
de la litterature) yönlerinden uğraşır. Denebilir ki metin bilgisi yeni zamanlarda gelişen çeşitli dil bilgisi
dallarının anası olmuştur.
40
41
42
43
44
XIX. yüzyıl başlarında birtakım diller arasında akrabalıklar tespit edilmiş ve dünya dilleri ailelere
bölünmeye başlamıştır. Bu keşifler o zamana kadar tek tek incelenen dillerin karşılaştırılmasına yol
açmıştır. Böylece aynı anadilden gelen dilleri, yahut bir dilin lehçelerini karşılaştırıp inceleyen eserler
yazılmıştır ki bu bilgi koluna karşılaştırmalı gramer (Alm: vergleichende Grammatik; Fr: grammaire
compare; İng: comparative grammar) denmiştir. Belli bir dilin tarihi lehçelerini karşılaştırıp inceleyen
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 27 / 189
1
2
gramer çeşidine ise tarihi gramer (Alm: historiche Grammatik; Fr. grammaire historique; İng: historical
grammar) adı verilmiştir.
3
4
5
Bunlara karşılık bir dilin veya lehçenin belli bir zamandaki halini incelikleri ile anlatmaya çalışan bir
gramer türü meydana gelmiştir. Amacı ilmî olan, ayarlayıcı olmayan bu dil bilgisi de tasvirci gramer
(grammaire descriptive) adını alıyor.
6
7
8
9
Daha yeni zamanlarda dil araştırmaları daha çok konuşulan dile, yaşayan lehçelere ve ağızlara
yönelmiştir. Bunların incelenmesiyle dil olayının gerçeğine daha çok yaklaşmak mümkün olacağı takdir
edilmiştir. Lehçelerin derlenmesi, tasnifi ve incelenmesiyle uğraşan bilgi koluna da lehçeler bilgisi
(dialectologie) adı verilmiştir.
10
11
12
13
14
15
Dilin maddece unsurları olan sesler ve konuşma aygıtı da yeni zamanlarda daha yakından bir
incelemeye kavuşmuştur. Seslerin oluşması, birleşmesi ve değişmesi hakkında edinilen bilgiler dilin
mekanik olaylarını aydınlatmıştır. Bu bilgi koluna sesler bilgisi (phonologie) diyoruz. Nihayet sesleri
incelikleriyle tespit etmek ve ölçmek için tabiî ilimlerin deneme usullerine başvurulmuş ve türlü ses
aletlerinden yararlanılmıştır. Bu çalışma kolu denemeli sesbilgisi (phonetique expérimentale) adını
almaktadır.
16
17
18
19
20
21
Böylece araştırma ve inceleme alanları genişleyen dil bilgileri, yukarıda işaret ettiğimiz gibi eski gramerin
karşısına çıkan, ilmî ve toplayıcı bir disiplinin kurulmasına imkân vermiştir. İşte dil olayını tabiî oluş
şartları ve belirlilikleri içinde inceleyen, bir dil ailesini tarihî gelişmesi ve coğrafî yayılışı ile tanıtmaya
çalışan bu dil bilgisi koluna diller bilgisi adını veriyoruz. Nihayet bütün dünya dillerini karşılaştırıp ailelere
ve örneklere göre sınıflandıran ve onların gelişmelerindeki kapsayıcı kanunları ortaya koymaya çalışan
bir bilgi kolu da meydana gelmiş ve genel diller bilgisi (linguistique générale) adını almıştır.
22
23
Bir dilin bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen dilbilgisine eşzamanlı dilbilgisi (Alm: synchroniche
grammatik; Fr: grammaire synchronique; İng: synchronic grammar) denir.
24
25
Aslında bir söz sanatı olan edebiyatı (littérature) inceleme konusu edinmiş edebiyat bilgisi (rhétorique)
de dil bilgilerinden ayrılmaz.
26
Dilbilgisi, dilbilime bağlı olarak, XX. yüzyılda çok değişmiştir.
27
28
29
30
31
Çağımızın ürünü olan üretici-dönüşümlü dilbilgisi (Alm: generative transformations-grammatik; Fr:
grammaire générative transformationnelle; İng: transformational-generative grammar) incelemelerini
doğrudan doğruya konuşma diline ve tümceye yöneltmiştir. Ad ve eylem öbeğinden oluşan çekirdek
tümceyi birim olarak ele alıp belli bir sıra izleyen dönüştürümlerle sonsuz sayıda tümce üretme yollarını
açıklamaya çalışmıştır.
32
33
34
35
36
Köktürk Yazısı ve Orhun Türkçesi
Türk adı ilk defa 6. yüzyılda Köktürkler tarafından bir devlet adı olarak kullanılmaya başlanmış; ikinci
Köktürk Kağanlığı’ ndan kalan Orhun Yazıtları’ nda ilk defa Türkler’ e ait bir yazılı kaynakta yer
almıştır. Köktürk adı Kök Türük biçiminde yazıtlarda geçmektedir. Köktürkler’ in tarih sahnesine çıkışları
542 yılı olarak kabul edilmektedir.
37
38
39
Köktürk harfi yazıtlarındaki dilin, Orhun Yazıtları’ ndan birkaç yıl önce oluştuğu görüşünü kabul edenlere
karşın, son zamanlarda yeni bulunan yazıtlar üzerinde yapılan araştırmalar runik Türk yazısının oldukça
eski dönemlere ait olması gerektiğini ortaya koymuştur.
40
41
Kazakistan’ da bulunan “altın elbiseli adam” kurganından çıkan gümüş tasta Köktürk ABeCe’ siyle
yazılmış olan yazıyla, Köktürk harfleri, runik Türk yazısı MÖ 5-6. yüzyıllara gitmektedir!
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 28 / 189
1
2
3
İskitlere (veya Hunlara’ a) ait olduğu düşünülen Sekel Yazısı ve Orhun Yazıtları’ ndan daha önceye ait
olduğu bilinen Yenisey Yazıtları üzerinde yapılan incelemeler de, Köktürk ABeCe’ sindeki harflerin uzun
bir gelişim süreci geçirdiği yönündeki bilgileri güçlendirmektedir.
4
5
Etrüsk ve Macar harfleriyle, İskandinav ülkelerindeki runik ABeCe Köktürkler’ in kullanmış olduğu
harflere de çok benzemektedirler.
6
7
8
Köktürk ABeCe’ si
Köktürk abecesini oluşturan bu harfler, dikey ve çapraz çizgilerden oluşmuştur. Yatay çizgiler ABeCe’ de
yok denecek kadar azdır; çivi yazısı özelliği de gösterir.
9
10
11
12
13
Köktürk abecesindeki harfler ideogram (kavram yazı) kaynaklıdır. Oluşumları, Türk yaşamındaki
kavramlar ve nesnelerin şekillere dökülmesi ile gerçekleşmiştir. Türklerin günlük yaşamdaki kullandıkları
araç, gereçler, savaş aletleri, doğadaki nesneler, hayvanlar, bitkiler ve Şamanist öğeler önce bu kavram
ve nesnelerin karşıtlığı olmak üzere resmedilmiştir. Daha sonra bu resim ve damgalar, bir sesin karşılığı
olan fonetik birimler haline gelmiştir.
14
15
Köktürk abecesinde toplam 38 harf bulunmaktadır. Sağdan sola doğru yazılan Köktürk yazısının,
Yenisey yazıtlarında istisna olarak soldan sağa veya yukarıdan aşağıya doğru yazıldığı görülmektedir.
16
17
Sözcükler Köktürk yazısının tek noktalama işareti olan iki nokta üst üste (:) ile birbirinden
ayrılmaktadır.
18
19
20
21
Köktürk abecesinde bulunan 38 harfin 30’ u ünsüz(sessiz), 4’ ü ünlü (sesli) ve kalan 4’ ü de çift ünlü
(sesli) dir. 20 ünsüz harf kendisiyle birlikte bir ünlüyü de barındırmaktadır. Bunun için abecedeki ünsüz
sayısı bu kadar çoktur. Köktürk abecesi Tükler tarafından oluşturulduğu için Türk dilinin ses ve şekil
yapısına çok uygundur.
22
23
24
İçerdiği harflerin ilkelliği, yazının daha acemice oluşu ve Kırgız boylarına ait olayları anlatması nedeniyle
Orhun Yazıtları’ ndan daha önceye ait olduğu düşünülen Yenisey Yazıtları’ nda geçen bazı işaretler,
Köktürk abecesindeki bazı harflerin ilk halleri olarak kabul edilmektedir
25
26
Türkçenin Tarihi Gelişimi
Türk dilinin oluşumunu yedi aşamada tamamladığı görüşü yaygındır:
27
28
1. Altay Çağı: Türkçe, Altay çağında, henüz ayrı bir dil niteliğini kazanmamıştır. Moğolca ve öteki akraba
dillerle birlikte, bir Ana-Altayca içinde bulunmaktadır.
29
30
2. En Eski Türkçe Çağı: En eski Türkçe çağında, Türkçenin Ana-Altaycadan ayrıldığı düşünülmektedir.
Böylece, Türk, Moğol, Mançu-Tunguz hatta Kore ve Japon dilleri ortaya çıkmıştır.
31
32
3. İlk Türkçe Çağı: İlk Türkçe çağındaysa Türkçe artık gelişmiş, diğer akraba dillerden ayrılmış bir dildir.
Hunların konuştuğu Türkçe bu çağda kendini göstermiştir.
33
34
35
36
37
4. Eski Türkçe Devresi: Bu devre başlangıçtan 10. yüzyıla kadar olan zamanı kapsamaktadır. Bu
devrenin bilinen ilk metinleri 8. asırda dikilmiş olan Orhun Anıtları’ dır. Orhun Anıtları' nda Köktürk
abecesi kullanılmıştır. Anıtlarda mükemmel ve işlenmiş bir dille karşılaşıyoruz. Bu ise, Türk yazı dilinin
daha eski devirlerde meydana gelmiş olduğunu göstermektedir. Elimizde belgeler bulunmadığı için bu
hususta fazla bir şey söyleyemiyoruz.
38
39
5. Eski Türkçeden daha gerisi karanlık devirdir. Burada dilimiz Çuvaşça ve Yakutça ile buluşur. Çok
daha geride de Türkçe, mensup olduğu öteki Altay dilleri ile, yani Moğolca ve Mançuca ile birleşir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 29 / 189
1
2
3
4
En eski yazılı kaynaklarımız olan Orhun Anıtları' nda Bilge Kağan’ın, kardeşi Kül Tigin’ le beraber
Çinlilere karşı yaptıkları savaşlar ve Türk milletinin bütünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadeleler
anlatılır. Anıtlarda kuvvetli bir hitabet üslubu dikkati çekmektedir. Orhun Anıtlarının yazarları Vezir
Tonyukuk ile Yolluğ Tigin’ dir. Eldeki belgelere göre bunlar Türklerin en eski yazarlarıdır.
5
6
7
8
9
Eski Türkçe döneminin Köktürk Anıtları' ndan sonraki yazılı ürünleri Uygur Türkçesi eserleridir. Uygur
Türkleri Soğd yazısını ve Mani ile Buda dinlerini kabul etmişlerdir. Bu dönemde verilen eserlerin tamamı
Mani ve Buda dinleriyle ilgilidir. Büyük bir kısmı Turfan kazılarında ele geçen bu eserlerin başta gelenleri
Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek’ tir. Bu eserlerde Buda’nın hayatı, Buda dininin esasları anlatılmış, bazı
dualara yer verilmiştir.
10
11
Demek ki, Eski Türkçe Devresi kendi arasında Köktürk Türkçesi ve Uygur Türkçesi olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır.
12
13
14
15
16
Orta Türkçe Devresi: Bu devre 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine almaktadır. Bütün
Türkler bu dönemde Karahanlı Türkçesini kullanmışlardır. Tabii ki bunu yazı dili için söylüyoruz. Bu
devrede gerek Türk dilinde gerekse Türk kültüründe önemli değişmeler olmuştur. İslamiyet resmen kabul
edilmiş ve abece olarak Arap harfleri alınmıştır. Orta Türkçenin ilk yıllarına ait olan Kutadgu Bilig,
Divanü Lügat-it Türk ve Atabet-ül Hakayık adlı eserler Ilk İslami Türk eserleri olarak bilinmektedir.
17
18
19
20
21
22
Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacip tarafından 1069 yılında tamamlanmış ve Karahanlı hükümdarı
Tabgaç Buğra Han’ a sunulmuştur. Eserin adı “Kutlu Olma Bilgisi” şeklinde günümüz Türkçesine
aktarılabilir. Kutadgu Bilig, devleti idare edenlerin nasıl davranmaları gerektiğini, halkın ideal bir devlet
tarafından nasıl mutlu edilebileceğini, insanların toplum içerisindeki görev ve sorumluluklarının neler
olduğunu anlatan dini, ahlaki ve sosyal görüşlerin ağır bastığı manzum bir eserdir ve 6645 beyitten
oluşmaktadır. Dil ve kültür tarihi bakımından çok önemli bir kitaptır.
23
24
25
26
27
28
29
11. yüzyılda yazılmış olan eserlerden birisi de Kaşgarlı Mahmud’ un Divan-ü Lügat-it Türk adlı
eseridir. Kaşgarlı Mahmut bu eserini Araplara Türkçe öğretmek amacıyla kaleme almıştır. Aslında bir
lügat olan Divan-ü Lügat-it Türk’ te örnek olarak verilen halk şiirleri, atasözleri, deyimler dil ve kültür
tarihimiz bakımından son derece önemlidir. Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda ilk Türk dili bilginidir. Eserini
“Türk dili ile Arap dilinin at başı yürüdükleri bilinsin” diye yazdığını söylemektedir. “Türk dilini öğreniniz,
çünkü onların uzun sürecek bir saltanatı olacaktır” hadisini zikreder Kaşgarlı, ilk Türkçü
yazarlarımızdandır.
30
31
32
12. yüzyılın başında meydana getirildiği sanılan Atabet-ül Hakayık, Edip Ahmet tarafından yazılmıştır.
Öğretici mahiyette dini-ahlakî bir eserdir. Edip Ahmet, dinin faziletlerinden, ilimden, cimrilikten,
cömertlikten vb. bahsetmiştir. Eser dörtlükler halinde düzenlenmiştir.
33
34
Edip Ahmet Yükneki, 12. yüzyıl
35
36
Yeni Türkçe Devresi: Bu devre 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı ihtiva etmektedir. 13.
yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Batı Türkleri arasında yeni ve birbirinden farklı yazı dilleri meydana
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 30 / 189
1
2
3
gelmeye başlamıştır. Doğu Türkçesi, Eski Türkçenin ve Karahanlı Türkçesinin bir devamı olarak ortaya
çıkmıştır. Doğu Türkçesi, Orta Asya müşterek Türkçesi demektir. Batı Türkçesi iki koldan gelişmiştir.
Bunlar Osmanlı ve Azeri Türkçeleridir. Bunlar arasındaki fark 15. yüzyılın sonlarında görülmüştür.
4
5
6
Doğu Türkçesinin bir de Kuzey kolu bulunmaktadır. 15. yüzyıla kadar devam etmiş olan bu dile Kıpçak
Türkçesi diyoruz. Kıpçak Türkçesi eserlerine Kuzey Afrika’da ve Mısır’da rastlanmaktadır. Daha sonra
Kıpçak Türkçesi Oğuz Türkçesi ile birleşmiştir.
7
8
9
10
Eski Türkçenin devamı durumunda olan Doğu Türkçesi, 15. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi diye de
adlandırılmıştır. Bu yazı dili 15. yüzyılda Ali Şir Nevai tarafından kurulmuş ve geliştirilmiştir. 16. yüzyılda
Babür Şah, Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olmuştur. Çağatay Türkçesinin yerinde bugün
Özbek Türkçesi bulunmaktadır.
11
12
Modern Türkçe Devresi: Bu devre 20. yüzyılı kapsamaktadır. 20. yüzyılda önemli yazı dilleri olarak
Türkiye Türkçesi, Özbek Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Kazak Türkçesi vb. görüyoruz.
13
14
Batı Türkçesinin Gelişimi
Batı Türkçesi kendi içerisinde üç devreye ayrılır:
15
16
17
1. Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin ilk devresidir. 13-15. yüzyılları içine alır. Eski Türkçenin
özelliklerini taşır. Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. Eski Anadolu
Türkçesinde henüz Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar fazla değildir.
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
2. Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesinin ikinci devresidir ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı
kapsar. Bu dönemde Eski Türkçenin izleri kaybolmuştur. Azeri Türkçesi bu dönemde ayrılır. Arapça ve
Farsçanın tesiri fazladır. Osmanlı Türkçesi tam beş asır imparatorluğun yazı dili olarak varlığını
korumuştur. Batı medeniyetinin getirdiği ihtiyaçları Osmanlı(ca)nın zengin vasıtalarıyla karşılamaya
çalışan ve bir hayli başarılı olan bir dil, fakat yine sınıf dili kalıbı içinde ve bu yüzyılın gerektirdiği millet
dili olmak imkânından mahrumdur. Osmanlı(ca) bir yana, bu devirler boyunca konuşulan Türkçe sınırlı
ölçüde yabancı kelimelerle de genişleyerek gelişmiş ve geleceğin yazı dili olmaya hazırlanmıştır. Dil
tarihimizin dikkate değer özelliklerinden biri de şudur ki geçmişin derinliklerinden gelen sözlü halk
edebiyatı bizde devam etmiş, halk destan ve hikâyeleri, halk şiiri erkenden az çok yazıya geçmiş ve
bunun yanı başında halk için bazı kitaplar da yazılmıştır.
28
29
30
31
32
33
34
3. Türkiye Türkçesi: İkinci meşrutiyetten başlayıp günümüze kadar devam eden devredir. Millî edebiyat
akımının mahsulü sayılan terkipsiz Türkçedir. Arapça ve Farsça kelimeler gittikçe azalmaktadır. Buna
karşılık İngilizce kelimeler dilimize süratle girmekte ve yerleşmektedir. Yeni Türkçe Türkiye'de milliyetçilik
akımının mahsulü olup Osmanlı yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, daha doğrusu konuşma dilinden
yeni bir yazı dili oluşturmak hamlesiyle meydana gelmiştir. Bu yüzyılın başı bütün Türkçe konuşan
ulusların ve akrabalarının da kendi lehçelerine dönerek yeni yazı dilleri oluşturma çabalarına tanık
olmuştur.
35
36
37
38
Bizde ilk Türkçülerle başlayan sadeleşme hareketi kısa zamanda gündelik ve edebiyat yazı dillerini
aydınların konuşması ölçüsünde sadeleştirdi. Sonra yeni abecenin uygulanması ve Atatürk' ün teşvikleri
daha derinden bir ulusallaşma hareketine yol açtı. Burada Yeni Türkçe bilgin ve teknik dillerini de kendi
yapısından karşılamak ve yaratmak meselesi ile karşılaştı ve o yolda da cesaretli adımlar attı.
39
40
41
42
Dilimiz bağımsız bir medeniyet dili olmak davasında ve hızlı bir gelişme çağındadır. Ancak bu arada millî
kaynakların yer yer akılsızca kötüye kullanılması millî dile güven duygusunu sarsmakta ve Batı dillerinin
daha geniş ölçüde istilasına yol açmaktadır. Yeni Türkçe inançlı, ciddi ve uzun süreli çalışmalara
muhtaçtır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 31 / 189
1
2
Baskokov, Türk dilini, Volga Bulgarlarının konuştuğu Türkçeden başlayarak, aşağıdaki gibi
dallandırmaktadır:
3
4
5
6
TÜRK DİLİNİN DOĞU HUN DALI
UYGUR ÖBEĞİ
KIRGIZ-KIPÇAK ÖBEĞİ
1. Uygur-Tukyu bölümü:
Eskiler: Orhon Anıtlarının
Eski Oğuz Dil
Eski Uygur Dili
Bugünküler: Tuva (Urenhay, Soyot, Soyon),
Karagas (Tofa)
Bugünküler: Kırgız, Altay (Altay, Teleüt, Telengit ağızları)
2. Yakut bölümü:
Bugünküler: Yakut(Dolgan ile birlikte)
3. Hakas bölümü:
Bugünküler: Hakas, Kamas, Küerik, Şor, Altay Dilinin
Kuzey ağızları (Tuba, Şalkandu, kumandı), Sarı Uygur.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 32 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Türkçenin Bugünkü Durumu ve Yayılma Alanları
Türkler dünya üzerinde çok geniş bir yer kaplar. Doğuda Moğolistan ve Çin içlerinde batıda Yugoslavya
içlerine; kuzeyde Sibirya'dan ve Moskova yakınlarındaki Kazan şehrinden, güneyde Bağdat, Lübnan
sınırı ve Kıbrıs içlerine kadar uzanan büyük ve geniş coğrafyaya yayılmışlardır. 20-90 doğu boylamları
ile 33-65 kuzey enlemleri arasında yer alan bu coğrafya, kuş uçuşu, doğudan batıya yedi bin, kuzeyden
güneye üç bin kilometrelik bir alanı içine alır. Bu alandaki şu devletler içerisinde Türkler yaşamakta ve
Türkçe konuşulup yazılmaktadır: Çin, Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,
Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya, Romanya, Polonya, Ukrayna,
Moldovya.
11
12
Bütün bu geniş coğrafya içerisinde Türkçemizin pek çok lehçe ve şivesi bulunmaktadır. Bunları şöyle
sıralayabiliriz:
13
14
15
Türk dilinin lehçeleri:
1. Çuvaşça
2. Yakutça
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
Türk dilinin şiveleri:
1. Sibirya ve Altay sahası:
1.1. Karagas
1.2. Soyan
1.3. İrtiş ve Tobol
1.4. Altay
1.5. Telengit
1.6. Teleüt
1.7. Tuba
1.8. Kumandı
1.9. Llebed
1.10. Sagay
1.11. Beltir
1.12. Kaç
1.13. Koybal
1.14. Kızıl
1.15. Şor
1.16. Kamasin
1.17. Çalım ve Çat
35
36
37
38
2. Doğu Türkistan sahası:
18. Uygur
19. Sarı Uygur
20. Tarançi
39
40
41
42
43
44
3. Batı Türkistan sahası:
21. Karakalpak
22. Özbek
23. Kırgız
24. Kazak
25. Türkmen
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 33 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
4. Kafkas ve İran sahası:
26. Nogay
27. Kundur
28. Karaçay
29. Balkar
30. Kumuk
31. Azeri
32. Kaşkay
33. Afşar
34. Kacar
35. Şahseven
36. Karadağlı
37. Hamse
38. Halaç
39. Kengerlu
40. Horasani
41. Karayi
42. Karaçorlu
43. Karapapak
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
5. Kuzey ve Batı sahası (Urallardan Balkanlar ve Akdeniz’e):
44. Kazan, Tatar
45. Atrahan
46. Başuırt
47. Kırım
48. Karayim
49. Gagavuz
50. Türkiye, Oğuz
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 34 / 189
1
Edebiyat ve Toplum, Kemal H. KARPAT
2
3
4
“Tartışılmaz bir gerçektir ki, Türkçe, dünyanın en eski dillerinden biridir. Birileri bunu kabul etse de,
etmese de… ”
C.Akyol
5
6
7
“Dili kenarda bırakarak, ulusallaşma olmaz. Kim dili önemsemiyorsa, bilmeliyiz ki o kişi ulusallaşmaya,
ulusal kimliğe karşıdır. Daha da ötesi ulusal birliğe de karşıdır!”
C.Akyol
8
9
Türklerin siyasal kimliğinin binlerce yıl sonra dilsel olarak bir ulusal dil formu içinde ifade edildiği yer
Türkiye Cumhuriyeti oldu.
10
11
12
13
16. yüzyıldan sonra Tekke ve Divan edebiyatlarında bir bozulma başladı; bu bozulma karşılıklı olarak iki
edebiyatın özünü ve biçimini etkiledi, sonunda ikisi de birbirinin benzeri olup çıktı. Divan ve Tekke, yani
yüksek Osmanlı sınıfının edebiyatı, kelime ve terkipler bilgiçliğine dayanarak ancak seçkin bir azınlığa
seslenebiliyordu. Dil, çoğunluğun konuştuğu dil değildi, görüntülerin de hayatla pek bağıntısı yoktu.
14
15
16
17
18
Dilsel Ayrımlar ve Tarihsel Arka Plan
Türkçe Altay dil ailesi olarak bilinen bir gruba dahildir. Grubun içindeki diğer diller Moğolca ve
Tunguzca’ dır. Ural veya Fin-Uygur dillerinin (Fince, Estonyaca, Laponca, Macarca) Türkçe’ ye yakın
olduğu kabul edilir. Yapılan son araştırmalar Japon ve Kore dilinin de Türkçeyle bağlantılı olduğunu
ortaya koymaktadır. Moğolca ile Türkçe arasındaki ilişkinin doğası tartışmalara konu olmuştur.
19
20
21
Türk dillerinde sözcükler erillik, dişillik ifade etmez, sayısız eklemeli eklerden yararlanılır. Türkçe
bitişken bir dildir, ünlü uyumu vardır, yani bir sözcükteki bütün ünlüler kalın veya ince ünlü olmak
zorundadır.
22
23
24
25
Türkçe kusursuz dilbilgisi kurallarından ötürü dilbilimcilerinin dikkatini ve hayranlığını üzerine çekmiştir.
Tanınmış Dilbilimci Max Mueller Türkçe’ nin sanki dilbilimcilerden oluşmuş bir komite tarafından
yaratılmış gibi göründüğünü söylemiştir. Türkçe yüksek derecede tutarlı bir özne-nesne-yüklem düzenine
sahip bir dil olarak sınıflandırılmaktadır.
26
27
28
29
11. yüzyılın sonunda Asya’ da yerleşmiş Türkçe konuşan halkların en büyük kısmını oluşturan Batı
Türkleri dilsel ve siyasal olarak iki gruba ayrıldı. Batı sınırları Dinyeper ve Volga nehirlerine dek uzanan
ve Deşt-i Kıpçak bölgesini de içine alan kuzeydeki birinci grup Moğolların idaresi altında Cuci Ulusu
veya Altın Orda olarak bilinen büyük devletin belkemiğini oluşturdu.
30
31
32
33
Dilsel olarak bunlara Kıpçaklar dendi. Kuzey Asya ve Rusya’ da konuşulan Türk lehçelerinin çoğunun
kökeni bölgede hakim grubu oluşturan ve Avrupa’ da Kumanlar olarak bilinen Kıpçaklardan gelmektedir.
Güneydeki ikinci grup Oğuz veya Türkmen olarak biliniyordu. Yirmi dört büyük gruptan oluşan Oğuzların
dili Azerbaycan, Irak, Türkiye ve Balkanlarda konuşulan Türkçe’ nin ortak atasıdır.
34
Oğuzların ilk edebi mirası muhtemelen 11.yüzyılda konuşma diliyle yazılmış olan Dede Korkut Kitabı’ dır.
35
36
37
38
39
40
Osmanlı Türkçesi(!)
“Osmanlı(ca), dil bile değildir, jargondur. “
Özdemir İnce
14. ve 15. Yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti; Karesi, Germiyan gibi Anadolu Beylikler’ ni topraklarına
kattı. Bunlarda konuşulan Türkçe’ yle Osmanlı Türkçesi arasında kayda değer bir farklılık yoktu. Osmanlı
Devleti kurulduktan kısa bir zaman sonra Balkanlara doğru yayılmaya başladı. Burada da Oğuz,
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 35 / 189
1
2
3
4
5
Peçenek, Kuman, Karakalpak, ve Gagavuz kökenli Türkçe konuşan gruplarla ve 5. ve 6. Yüzyıllarda
Rus steplerinden buraya göç eden ve nihai kaderleri halen tam olarak belli olmamış olan ilk Türk
gruplarının kalıntılarıyla karşılaştı. 15. ve 16.yüzyıllarda Balkanlarda, özellikle Makedonya, Trakya ve
bugünkü Bulgaristan’da, büyük bir Türk kolonizasyonu gerçekleşti ve bir dereceye kadar din değiştirme
olgusu görüldü.
6
7
8
9
15. ve 16. yüzyıla ait Osmanlı Türkçesi Farsça ve Arapça’ dan bir ölçüde etkilenmiş olmakla birlikte hala
konuşma diline oldukça yakındı. Bugün eğitimli bir Türk bu dönemdeki bürokrasi tarafından konuşulan ve
kullanılan dili rahatlıkla anlayabilir. Konuşma diliyle saray dili arasındaki benzerlik hanedanın sosyal
kökenleriyle yakından ilgiliydi.
10
11
12
Osmanlı Devleti’ nin Arap dünyasıyla ilk büyük karşılaşması 16. yüzyılın başında meydana geldi. Suriye,
Mısır, Hicaz’ ın 1516-1525 tarihleri arasında Osmanlı topraklarına katılmasının İslamiyet’ in ve Arap
dilinin etkisini artıracağı kesindi, öyle de oldu.
13
14
15
16
17
18
19
Bir bakıma Osmanlı’ nın kültürel, sosyal ve sanatsal hayatının sofistike hale gelmesi nedeniyle, 16.
yüzyılda saray ve bilhassa edebiyat diliyle konuşma dilinin birbirinden ayrılması süreci başladı ve bu
yüzyıl boyunca ivme üst sınıf Türkçe’ sinin kitleler arasında yayılmasını engelledi. Oysa Yunus’ un 14.
yüzyılda kullandığı Türkçe, bugün Anadolu ve Rumeli’ de konuşulan Türkçe’ nin aynısıdır. Osmanlı
döneminde Türkçe her ne kadar yaygınlaşmış olsa da devlet Türkçe’ yi resmi dil olarak kabul etmedi;
Türkçe’ nin öğretimini faal olarak desteklemedi, diğer dilleri baskı altında tutarak Türkçe konuşulmasını
teşvik etmedi. Osmanlı’ da Türkçe’ nin geliştirilmesi, yayılmasıyla görevli hiçbir kurum yoktu.
20
21
22
23
24
25
26
“Öztürkçe çalışmasının elbette doğruları kadar yanlışları da olmuştur. Yine de Türkçenin bugünkü
seviyesini bu çalışmalara borçluyuz. Öz Türkçe konusunda en son konuşacak olan Osmanlı(ca)
yanlılarının Osmanlı(ca)daki Öz Osmanlı(ca) çalışmalarına ses çıkarmamasını anlamakta zorluk
çekiyorum! Siz en az 1000 yıldır edebiyatınızı, felsefenizi, ibadetinizi Türkçe olmayan bir dille, üst üste
yığılmış bir dil yumağı olan Osmanlı(ca)yla yapacaksınız, sonra da Türkçe için yapılan çalışmaları
beğenmeyeceksiniz, HADİ CANIM SİZDE!”
C.Akyol
27
28
29
“Osmanlı(ca) sözcükleriyle Türkçeyi içinden çıkılmaz bir noktaya taşımıştı, bu yetmedi son günlerinde
Türkçenin grameriyle, yapısıyla uğraşmaya başladı. Artık buna izin verilemezdi.”
C.Akyol
30
31
32
33
“Osmanlı’ya okuma yazma bilmeyen, cahil bir toplum bıraktığı için teşekkür etmeliyiz! Eğer Osmanlı
toplumunun yüzde sekseni okuma yazma bilseydi, bugün Türkçe diye bir dil olmayacaktı; dolayısıyla
Türkler de olmayacaktı! Teşekkürler, Sevgili Padişahlarım!”
C.Akyol
34
35
36
37
38
39
40
41
42
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 36 / 189
Geçmişi ve Adım Adım Modern Türkçe
1
Türk Dili' nin
2
3
Türk dili, Ural-Altay dil grubuna dahil olup, Moğol, Tunguz, Kore ve Japon dillerinin de yer aldığı Altay
dilleri ailesi veya Altay dilleri topluluğuna mensuptur.
4
5
Yapı bakımından Altay dilleri ailesine giren bütün dillerde olduğu gibi, Türkçe de eklemeli (mülgası =
yapışkan) dillerdendir.
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
İlk devreleri karanlık olmakla birlikte elde bulunan vesikalar ve Çin kaynaklarının verdiği bilgiler, Türk
dilinin geçmişinin, tarih öncesine gittiğini göstermektedir. Ancak, Türkçe derli toplu metinler, YeniseyOrhun mezar taşları ile ele geçmiştir. Bilhassa Orhun Abideleri' nde işlenmiş bir Türkçe ile karşılaşılması,
Türklüğün kendine has alfabe sistemi, dil ve tarih şuurunun bulunmasına bakılırsa, Türk dilinin tarih
itibariyle daha eski zamanlara götürülebileceği fikrini vermektedir. Zaten bu sahanın âlimleri, Orhun
Abideleri’ ndeki işlenmiş ve gelişmiş Türkçeye bakarak, dilin tarihî devrelerini, milattan önceki devirlere
çıkarmaktadırlar. Şimdiye kadar Rusya ve Çin sınırları içinde bulunması, yapılacak kazıları imkânsız
kıldığından, Türk dilinin eskiliği meselesi şimdilik bu kadar aydınlatılmıştır. Esik, Kurgan vs. gibi kazılar
da zaten Ruslar tarafından yapılmaktadır. Aydınlatıcı bilgiler, bu itibarla sınırlı olmaktadır. Ancak, bundan
sonraki çalışmalar, Türk dili için ümit verebilir.
16
17
Geçmişiyle Birlikte Türkçe
- Altay
18
- En Eski Türkçe
19
- İlk Türkçe
20
- Eski Türkçe
21
- Orta Türkçe
22
- Yeni Türkçe ve
23
- Modern Türkçe devri olmak üzere yedi ana devrede ele alınmaktadır.
24
25
Altay devri; Türk-Moğol dil birliğini meydana getirmekte olup, Türkçe'nin Moğolca ile ayrılmaya başladığı
veya bir olduğu devirdir. Kısaca bu devir, Türk ve Moğol dillerinin ana kaynağını teşkil etmektedir.
26
27
28
29
Proto-Türkçe de denilen En Eski Türkçe devriyle İlk Türkçe devirleri hakkındaysa kesin bilgi
bulunmamakta ve Türk dilinin bu devreleri karanlık kalmaktadır. Ancak Türkçe'nin milattan önceki ve
milattan sonraki 1000 yıla yakın bir zamanı, bu devrenin içindedir. Bu devrin temsilcisi Hunlar olup,
haklarındaki bilgiler, derme çatma ve dağınık da olsa, Çin kaynaklarından elde edilmektedir.
30
31
32
33
34
35
36
37
Eski Türkçe devri; Göktürkler' in tarih sahnesine çıkmasıyla başlamıştır (536). Kağanlığı, Türk dilli
milletlerin teşkil ettiği Doğu Göktürk Devleti, 630 yılında; Batı Göktürk Devleti ise 659 yılında, Çin
idaresine geçmiştir. Bu esaretten ve durgunluktan sonra, İkinci Göktürkler, Kutlug Kağan ve Vezir
Tonyukuk’ un önderliğinde bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. 682 yılından sonra olan bu ikinci silkiniş
ve kuruluş devrinde, Eski Türkçe eserler yazılmıştır. Geçmişin musibetlerinden ve tecrübesizliklerinden,
gelecek nesillerin ders almasını ve Türk milletinin yok olmamasını, düşmanın tatlı sözüne ve yumuşak
hediyelerine aldanılmamasını isteyen vezir ve kağanlar kendi ağızlarından, Orhun Abideleri diye
adlandırılan tarihî eserleri miras bırakmışlardır.
38
39
Kendilerine has bir alfabeyle yazılan Orhun metinleri, taşlar üzerine kazılmıştır. Abideler, Vezir
Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kültigin adına dikilmiş olup, kullanılan dil, bir hayli işlek ve açıktır. Bilhassa
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 37 / 189
1
2
Bilge Kağan Âbidesinde Türkçe, sanat kabiliyetini de sergilemiş ve alabildiğine gür bir hitabet dili
kullanılmıştır.
3
4
5
6
7
8
9
10
11
Eski Türkçe devrinin belgeleri yalnız Göktürklerden kalan tarihî miras değildir. Bu devre, Uygur Türkleri'
nin de katkısı vardır. Yalnız Uygur metinleri daha çok dinî olup, Türk dilinin Uygurlara ait kısmı, Budizm,
Mani, Nesturî vs. gibi dinlere aittir. Uygurlar, önceleri Göktürk yazısını kullanmakla birlikte daha sonra bu
millî alfabeyi terk etmişler ve Soğdlar tarafından kullanılan Uygur alfabesini almışlardır. Bu alfabe,
Türkçe'nin seslerini karşılamak yönünden Göktürk alfabesine nispetle fakirdir. Ancak her iki alfabenin
müşterek tarafı, İslâmî Türk yazısında olduğu gibi, sağdan sola okunup yazılmasıdır. Bir de Uygur
alfabesinde harfler birleşebilmektedir. Uygur harfleri ayrıca Moğollar tarafından da kullanılmıştır. Ancak
Uygurların Manihey yazısını da kullandıklarını belirtmek gerekir. Göktürk yazısını ise, tarihte yalnız
Göktürkler kullanmışlardır.
12
Eski Türkçe' yi gerek Göktürk, gerekse Uygur Türklerinin bıraktığı eserlerden takip etmekteyiz.
13
14
15
16
17
18
Orta Türkçe devrinde Türklük dünyası, yeni bir medeniyete açılmış ve Türkçe, İslâm dünyası içinde yer
almıştır. Türklük, bu devre kadar çeşitli dinlere girmiş çıkmış olmakla beraber, hâlâ bir arayışın içindedir.
O, tabiatına en uygun dinin nihayet İslâmiyet olduğunu anlamış; onuncu asrın başlarında Karahanlılar'
ın kurduğu devlet sayesinde yeniden toparlanmış, Satuk Buğra Han' ın (ölm. 992) da 950 yılında bu dini
kabulüyle, İslâmî inanç içindeki yerini resmen almış ve tarih boyunca üzerine düşen vazifeyi hakkıyla
yapmıştır.
19
20
21
22
23
24
Bu bakımdan, Orta Türkçe devresine giren eserler, pek azı müstesna, ana kaynak olarak verilen Türk
âdet ve örfleri yanında İslâmîdirler. Türk dili de bu medeniyete geçişle, artık yeni kelimelere açılmıştır. Bu
devrin dil yadigârlarının ilki Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lügâti’t-Türk’ tür. Yûsuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’ i
ile Türkçe'nin bu devirdeki kabiliyetini ortaya koyarken, Kaşgarlı Mahmud da Dîvânü Lügâti’ t-Türk adlı
eseriyle baştanbaşa Türkçeyi, şive ve ağızlarına kadar incelemeye çalışmış ve bu sahada ilk defa eser
yazma şerefini kazanmıştır.
25
26
27
28
29
Orta Türkçe devrinin içinde yine 13. yüzyıldan sonra, batıda Osmanlı; kuzey ve güneyde Kıpçak; doğuda
ise Çağatay Türkçesi yer almaktadır. Bu Türk şîvelerinde, Orta Türkçe devrinde pek çok eser yazılmış,
bilhassa Kıpçak ve Çağatay Türkçesi sahalarında, dille ilgili olan, gramer ve lügat kitaplarına geniş yer
verilmişti. Çağatay Türkçesi, eserlerini bilhassa 15. yüzyıla doğru Semerkand ve Herat gibi kültür
merkezlerinde vermiştir.
30
31
32
33
34
On beşinci yüzyıldan sonra, Orta Türkçe, yerini Yeni Türkçe devresine bırakmıştır. Türkçe'nin bu devresi,
20. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu devirde Türklüğün tek bir alfabe sistemi vardır. Bütün Türk dünyası,
İslâmî Türk alfabesini kullanmakta ve bu alfabeyle anlaşma gayet kolay olmaktaydı. Bu devir Türkçesi,
en büyük dil yadigârlarını Osmanlı Türkçesi'yle vermiştir. Ancak, Türkçe'nin dış ve içyapısı yönünden pek
fazla değişmeye başlaması, bu devirde dilde çeşitli akımların doğmasına sebep olmuştur.
35
36
37
38
Türk yazı dili: Türkçe, yazılı edebiyata geçerken Arap, Fars, Çin, Yunan vs. gibi belli başlı dillerin dışında
pekçok batı dili, henüz yazılı edebiyata geçmemiştir. Fransız edebiyatı 14, Rus edebiyatı 11, İspanyol
edebiyatı 12, İtalyan ve Alman edebiyatları 13, İngiliz edebiyatı ise 15. yüzyıldan sonra yazılı edebiyata
sahiptirler. Dolayısıyla yazı dillerinin ortaya çıkması da Türkçeden bir hayli sonradır.
39
40
41
42
43
Türkçe'nin devrelerinden bahsederken, Türk dilinin ilk yazılı vesikalarının Eski Türkçe devrinde olduğu
zikredilmişti. Eski Türkçe, Türklüğün, 11. yüzyıla kadar devam eden tek yazı dilidir. Eski Türkçeden
sonra batıya yapılan göçler ve yeni kültür merkezlerinin teşekkülüyle Türkçe, çeşitli bölgelerde farklılıklar
göstermeye başlamıştır. Kaşgarlı Mahmud, bu hususta Dîvân’ ında ilk bilgi veren dil âlimlerinden ve
araştırıcılardandır.
44
45
46
Eski Türkçeden sonra Türk yazı dili, Batı ve Kuzey-Doğu Türkçesi olmak üzere iki ana kola ayrılmıştır.
Orta Türkçe devresinde görülen bu ayrılma, batıda Osmanlı ve Azerî Türkçesi' ni ortaya çıkarırken,
Kuzey-Doğu Türkçesi de; kuzeyde Kıpçak, doğuda Çağatay Türkçesi'ni meydana getirmiştir. Bunlardan
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 38 / 189
1
2
3
4
5
Osmanlı Türkçesi, Türklüğün uzun ömürlü ve kesintisiz olan, en büyük yazı dilidir. Yerini, 1908’ den
sonra Türkiye Türkçesine bırakmıştır. Batı Türkçesi'nin doğu dairesini meydana getiren Azerî Türkçesi
ise, şifahî edebiyatın ve şiir ananesinin tesiriyle varlığını sürdürmüştür. Çağatay Türkçesi de yerini
Modern Özbek Türkçesi'ne bırakmakla birlikte, Doğu Türkçesi'ni bugün; Kazak, Kırgız, Özbek vs. temsil
etmektedir. Doğu Türkistan’ ın dili olan Modern Uygur Türkçesi de aynı daire içinde yer almaktadır.
6
7
8
9
10
11
12
Batı Türkçesi'nin doğu kolu olan Azerî Türkçesi ise, önceleri Tebriz ağzına dayanmakla birlikte sonraları
Bakü ve Karabağ ağızlarının yayılmasıyla üçlü bir kültür merkezine sahip olmuştur. Bakü ve Karabağ, bu
şivenin Kuzey; Tebriz ve İran kısmı da Güney dalını meydana getirmektedir. Bu ayırma, daha çok Azerî
Türklüğünün siyasî parçalanmaya tâbi tutulmasıyla ortaya çıkmıştır. Bölgede fırsat ele geçince istiklâl
ilan eden bazı hükümetler, hemen Türkçe tedrisata başlamışlar ve Türkiye’ den öğretmenler getirerek dil
birliğine yönelmişler, ancak bu hareketler, İran ve Rusya’ nın işbirliğiyle yok edilmiş, zaman zaman bu
işbirliğinin içine İngiltere de katılmıştır.
13
14
15
16
17
18
19
Türkçe' nin Ana Türkçeye bağlı olan iki lehçesi daha vardır. Bunlar; Çuvaş ve Yakut lehçeleridir. Ana
Türkçede birleşen bu lehçeler; yukarıda sözü edilen şivelerden ayrı bir yol takip ederek, tarih boyunca
günümüze kadar gelmişlerdir. Bunlardan Çuvaşça, Türk-Moğol dil akrabalığının ve birliğinin
aydınlatılmasında köprü vazifesi gören mühim bir lehçedir. Fikir ve düşünce itibariyle asıl Türklükten
ayrılmayan bu lehçe, kendine mahsus ayrı bir yol takip etmiştir. Bugün, anlaşılmaz bir durum arz
etmektedir. Zaten lehçe; bir dilin, bilinmeyen bir zamanda, kendisinden ayrılan ve anlaşılmayacak kadar
farklılıklar gösteren koluna denmektedir.
20
21
Türk dili, bütün bu tarihi devreler ve yazı dilinin gelişmesi içinde çeşitli kültürlerin ve dillerin tesirinde
kalmıştır. Bu yüzden de dilde bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcası Türkçecilik cereyanıdır.
22
23
24
25
26
Türk Dili, tarihî devirler içinde, yalnız Göktürk Türkçesi'nde açıklık göstermektedir. Ancak bu zamandan
sonradır ki Türkçe, Uygurlar zamanında ve İslâmî devreye geçildiği zamanlarda, Türk milletinin çeşitli
medeniyet ve dinlerle karşılaşmasının sonucu, yabancı dillerden pek çok kelime almıştır. Eski Türkçe
devresinde bu durum daha çok, Soğdca'dan gelmiştir. Tercüme edilen Brahma, Mani ve Buda metinleri,
yeni fikir ve mefhumları karşılamak için, din kültürünün kelimelerini de beraberlerinde getirmişlerdir.
27
28
29
30
31
32
33
İslâmî devre içinde de aynı durum görülmektedir. Bu zamanda Türk dünyası, bütün gönlünü İslâmiyet'e
açtığı gibi, dilimiz de pek çok kelimeyi almaktan çekinmemiştir. Fakat bu durum, Kaşgarlı Mahmud’ la
başlayan bir cereyanı da doğurmuştur. Türkçe, yalnız İslâm medeniyeti içinde değil, komşu
bulunduğumuz ve devlet içinde yer alan kavim ve milletlerin dillerinden de pek çok kelime almıştır.
Tanzimat'tan sonra bile, batıya açılmamızla batı menşeli kelime ve gramer şekilleri, gitgide Türkçede yer
etmiştir. Bu durum, hangi devirde olursa olsun dilin iç ve dış tarihi yönden başka dillerin tesiri altında
kalmasına sebep olmuş ve tarihte Türkçecilik cereyanını doğurmuştur.
34
35
36
37
38
39
40
41
42
Kaşgarlı Mahmud ile başlayan dil şuuru, Türkçecilik cereyanının çeşitli şivelerde nüvesini teşkil etmiş ve
müelliflerle şairler, Türkçecilik cereyanını başlatmışlardır. Bu durum, Karamanoğlu Mehmed Bey gibi
bazı beylerde Arapça ve Farsça' ya karşı, Türkçe'nin devlet dili olması için bir tepki şeklinde doğmuş,
bazı müelliflerde sadece Türkçe yazmak arzusu ile ortaya çıkmış; bazı şairlerdeyse Türkçe'nin işlenmesi
ve gramer düşüncesiyle gerçekleştirilme yoluna gitmiştir. Fakat asıl istek, 13. ve 15. yüzyıllarda,
beyliklerin desteği ve teşvikiyle olmuştur. Osmanlı, İsfendiyar ve Aydınoğulları’ nda görüldüğü gibi,
beyler, eserleriyle bu cereyana katılmışlardır. Ayrıca Karamanoğlu Mehmed Beyden önce 13. yüzyıl
başlarında, Selçuklu sarayında Türkçe yazan şairler vardır. Ahmed Fakih ile Hoca Dehhânî
bunlardandır.
43
44
45
46
Arapça ve Farsça' dan ayrılmanın imkânsız olduğunun, mensubu bulunduğumuz İslâm inancı ile
bilinmesini isteyen bazı müellif ve şairler de, Türkçeyi bu dillerden alınacak kelimelerle işleyip, çeşni ve
halâvetine kavuşturmak istemişlerdir. Şunu da belirtmek lâzımdır ki, Türkçe, sadece başka dillerden
kelime almamış, en azından aldığı kadar da başka lisanlara kelime vermiştir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 39 / 189
1
2
3
4
5
Anadolu sahasında ilk Türkçecilik cereyanını başlatanlar, 14. asırda, Gülşehrî, Âşık Paşa, Kadı Darir,
Şeyhoğlu Mustafa, Hoca Mesud gibi şahsiyetlerdir. Bu halkaya 15. yüzyılda İkinci Murad Han,
Devletoğlu Yûsuf, Sarıca Kemâl, Aydınlı Visâli, 16. asırda ise Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî
eklenmişlerdir. Hatta 16. yüzyılda gözle görülen bu akıma, şuarâ tezkirelerinde yer verilmiş, daha sonra
Türkî-i Basit Cereyanı diye adlandırılmıştır.
6
7
8
9
10
Doğu Türkçesi'ndeyse bu cereyan, Timur Han'da nüvesini bulmakla birlikte, asıl, Türkçe âşığı bir
hükümdar olan Hüseyin Baykara ve mektep arkadaşı Ali Şîr Nevâî’ de şahsiyetini bulmuştur. Hüseyin
Baykara, bu hususta bir ferman çıkarırken, Ali Şîr Nevâî de Türkçe'nin üstünlüğünü ispat yoluna gitmiş
ve onun kudretli bir dil olduğunu göstermek için pek çok eser yazmıştır. Hüseyin Baykara'nın ise Türkçe
Dîvân' ı vardır.
11
12
13
14
15
On yedinci yüzyılın ikinci yarısında bu fikre sahip çıkan, Nâbî' dir. On sekizinci asırda Sâdi Çelebi,
mahallileşme cereyanının temsilcisi olan Nedim, 19. yüzyılda Padişah İkinci Mahmud Han ve Vakanüvis
Esad Efendi de aynı fikirden hareket etmişler ve bu hâl, Tanzimat'a kadar gelmiştir. Tanzimat'tan sonra
Namık Kemal, Ali Süâvi, Ahmed Midhat Efendi, Şemseddin Sâmi, Muallim Nâci, işi ilmî ölçüler içinde
halletmek için, çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir.
16
17
18
19
20
21
Bundan sonra, artık, dilde iki düşünce vardır: Bunlardan birisi; ilmî ölçüler içinde Türkçeye sahip çıkmak;
diğeriyse tasfiyecilik denilen dili fakirleştirme cereyanıdır. Bunlardan birinci fikre, Türk Derneği
mensupları ile Selânik’ te Genç Kalemler sahip çıkmışlardır. Türk Derneği 'kullanılacak lisanın, en sade
Osmanlı lisanı olacağını' söylerken, Genç kalemlerse konuştuğumuz İstanbul lisanını istemektedir. Türk
Derneğinin görüşlerine Necip Asım; genç Kalemlerinkine de Ali Canib, Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp
üçlüsü önderlik etmişlerdir.
22
23
24
25
26
27
Cumhuriyet devrinde, bir ara denenen, Türkçe olmayan bütün kelimeleri dilden atmak şeklinde özetlenen
ve Tasfiyecilik olarak isimlendirilen hareket, ortaya çıkan vahim neticeleri sebebiyle terk edilmiş ve 1936
yılından sonra tasfiyecilik hareketlerine, kesinlikle iltifat edilmemiştir. Hatta Atatürk, Türkçenin eskiliği ve
başka dillerin kaynağı olduğu tezinin neticesi olarak, Güneş-Dil Teorisini ortaya atmış ve yabancı olduğu
söylenen her kelimenin Türkçe olduğunu kabul etmiştir. Bu durumda 'Hangi dilden gelirse gelsin Türk
Milletinin konuştuğu her kelime Türkçedir' hükmü ortaya çıkmıştır.
28
29
30
31
32
33
Atatürk'ün ölümünden sonra ise, tasfiyecilik, yalnız dildeki kelimeleri atmakla kalmamış, ilim tanımaz bir
yola da sapmıştır. Türkçe'nin kendi kaide ve kanunlarına bile ehemmiyet verilmemiş ve pek çok kelime
uydurulmuştur. Bu hareket, Türk Dil Kurumu'nun önderliğinde olmuştur. Kurum, ilim dışı bir yol takip
ederek, pek çok dil âlimini bünyesinden uzaklaştırmış, halk ağzından derlenen kelimeleri, Türk yazı diline
mal edememiş ve bu işi siyasî devrimcilere bırakmıştır. 12 Eylül 1980'e kadar süregelen bu hareket,
sonunda durdurulmuştur.
34
35
36
37
38
Konuşulduğu saha 19.878.368 km2 olan Altay dillerinin % 55,11'ini Türklerin yaşadığı yerler meydana
getirmektedir. Türklerin yaşadığı saha, Avrupa kıtasından büyük olup, 10.955.840 km2'yi bulmaktadır.
Bu sahanın büyük bir kısmı, Asya topraklarındadır. Dağılan SSCB'nin % 37'sini teşkil ederken, halen Çin
topraklarının da % 18'inde Türkler yaşamaktadır. Bunun dışında Afganistan, İran ve Eski Osmanlı
topraklarında ve Kıbrıs'taki Türklerin nüfusu, büyük bir yekûn tutmaktadır.
39
40
41
42
43
Türklüğün bu dağınıklığı, eski çağlardan beri böyle olup, geniş vatanda yerleşmeleri ve pek çok kültür
merkezleri meydana getirmeleri, Türkçe'nin pek fazla kardeşlenmesine sebep olmuştur. Aynı dilin, bu
kadar coğrafya içinde bölgelere göre çeşitli kollarının teşekkül etmesi, bu sahayla uğraşan âlimleri, Türk
şivelerinin tasnifi gibi güç bir problemin içine atmıştır. Bu meseleyle ilk karşılaşan, Kaşgarlı Mahmud
olmuştur. Bugün Türk şivelerinin tasnifi üzerinde çalışan pek çok Türkolog mevcuttur.
44
45
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 40 / 189
Bağımsızlık Savaşı, Doğan AKSAN
1
Türkçe’ nin
2
3
4
“Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan
kurtarmalıdır.”
Kemal ATATÜRK
5
6
7
8
9
Giriş
Dünyanın her ülkesinde konuşulan dil ile yazılan dil arasında ayrımlar bulunur. Ancak, Devrim
öncesinde Türkiye’ de bu iki dil kullanımı birbirinden büyük farklılıklarla ayrılıyor, aralarında bir uçurum
bulunuyordu. Türkçe konuşan, okuma yazma bilen sade bir vatandaşın bir resmi belgeyi, bir bilimsel
yapıtı, hatta gazetede yayımlanmış bir fikir yazısını kolaylıkla, bütünüyle anlaması olanağı yoktu.
10
11
12
13
14
15
16
17
Karşıt Düşünceler
18
19
20
21
Dilde Doğal Değişme
22
23
24
25
26
27
28
29
Türk Dil Devrimi’ ne karşı, en öznel değerlendirmelere girişen yabancı araştırıcı, İngiliz Türkolog
Geoffrey Lewis Lewis’ tir. Birçok yabancı araştırmacı, Osmanlı(ca)’ nın üç bağımsız dilden (Arapça,
Farsça ve Türkçe) oluştuğunu kabul ederken, Lewis Türk yazın dilinin Osmanlı(ca) dönemindeki
durumunu göz önüne almadan, devrimi yapanların, halkın alıştığı sözleri ve yazısını değiştirmek için dille
oynadıklarını ileri sürmektedir. Yazı Devrimi’ nin, geniş halk kitlelerinin eğitilmesini ve iletişim olanaklarını
sağlama amacıyla gerçekleştirildiğini göz ardı etmektedir. Ona göre amaç, Türkiye’ nin Müslüman Doğu
ile bağlarını koparmak, ülke içindeki ve Batı ile olan ilişkileri kolaylaştırmaktı.
Dil, yapılıp ortaya konmuş bir iş, bir yapıt değil, sürekli değişim ve gelişim halindeki bir zihin etkinliğidir.
Bütün dünyadaki özleştirmelerde ve dil devrimlerinde ortaya çıkan ortak eğilim ve tulumlar, başlıca şu
noktalarda özetlenebilir:
1. Dilin biline kök ve eklerinden yeni sözcükler türetme.
2. Yabancı kavramları karşılamak üzere, yerli sözcüklerin bir araya getirilmesiyle bileşik sözcükler ve
tamlamalar oluşturma.
3. Eski kaynaklarda geçen, unutulmuş öğeleri alma, canlandırma.
4. Dilin değişik lehçelerinden ve bölgesel ağızlardan alıntılara gitme.
Türkiye Türkçesi
Türklerin yaşadıkları büyük göçlere, giriştikleri savaşlara ve güçlü yabancı etkilere karşın Türkçe,
yüzyıllardan, binyıllardan beri varlığını koruyabilmiştir.
30
Türkçe, pek çok lehçesi bulunan ve diller doğuran bir anadil’ dir.
31
32
33
34
Osmanlı’ nın son günlerinde, 50 sözcükten oluşan herhangi bir metin parçasında Türkçe olanların
yalnızca 15, yabancıların da 35 adet olduğu görülür. Böylece, yabancı sözcüklerin %70 oranında
kullanıldığı ortaya çıkar. Bu koyu Osmanlı(ca) metni halkın değil, aydınların bile kolay kolay
algılayabileceklerini sanmıyoruz.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 41 / 189
1
2
3
4
5
6
7
Türk halkının kırsal kesimde, küçük yerleşim birimlerinde, çarşı pazarda konuştuğu dil, her zaman
Türkçe olmuştur. Böylelikle anadilimiz, yüzyıllardan bu yana ses dizgesi, yapı ve sözdizimi özellikleriyle
benliğini, varlığını koruyabilmiştir.
Yazı Devrimi
Dünyadaki hiçbir abece bir dilin ses dizgesini bütün söyleyiş, sesletim incelikleriyle yazıya geçirmeye
yeterli değildir. Bu konuda ancak, dilin niteliklerine genellikle uyan bir yazı dizgesinin benimsenmesi
büyük önem taşır.
8
9
10
11
12
Elimizdeki en eski dil ürünleri olan Orhun ve Yenisey yazıtları, yabancıların runik olarak adlandırdıkları,
Köktürklerin kullandıkları eski Türk abecesiyle taşa yazılmışlardı. Sağdan sola yazılan, 38 harften
oluşan bu yazıda a ve e, ı ve i gibi iki ünlüyü birden gösteren imler, çift ünsüzü karşılayan harfler vardı.
Türklerin daha sonra, Uygur döneminde kullandıkları Soğut kökenli Uygur yazsı ise 18 harften oluşuyor,
dilin yapısına hiç uygun bulunmuyordu.
13
14
15
16
Arap abecesi, doğrudan doğruya Arap dilinin niteliklerini yansıtan, Türkçenin ses ve yapı özelliklerine hiç
uymayan bir dizgeydi. Arapçanın ses dizgesinde 3 temel ünlü bulunurken Türkçedekilerin sayısı 8 idi. Bu
dilde, Türkçe’ de bulunmayan kimi gırtlak sesleri, ünlülerde uzatmalar görülürken Türkçedeki p ve ç ve
Farsçadan gelen j sesleri bulunmuyordu.
17
18
Arap yazısı dilimize uygulandığında, bir tek harfin (elif), yerine göre bütün ünlüleri karşılaması, bir tek
ünsüzün (ayın) Türkçedeki 7 ayrı ünlünün yazımını üstlenmesi gerekiyordu.
19
20
21
22
Güneş Dil Teorisi
İnsan dilinin kökeni sorunu, çok uzun yüzyıllardan bu yana dilci ve düşünürlerin zihin yordukları, pek çok
kuramın ortaya atıldığı bir konuydu. Dilin tek bir kaynaktan, belli bir dilden mi, değişik kaynaklardan mı
çıktığı uzun uzun tartışılmıştı.
23
24
25
26
Avusturyalı dilci Hermann Kvergić' in insanbilim ve pisikanaliz verilerinden de yararlanarak hazırladığı
41 sayfalık küçük bir yapıt (basılmamış), dilin kökenini ve dil akrabalıklarını kendine özgü bir yöntemle
aydınlatmaya çalışıyor, insanoğlunun doğa karşısındaki dilsel tepkilerinin, çıkardığı ilk seslerin odağında
güneşin bulunduğunu ileri sürüyordu.
27
28
29
30
31
32
Kurama göre ilk insanları en etkileyen şey, güneştir. İlk çıkarılan seslerde, nesnelerin adlandırılmasında
da onun etkisi olmuştur. Güneşin varlığı karşısında ilk sesletilenler, ünlü ünsüzle kurulan ağ ses bileşimi
ile oğ, uğ gibi 8 adet ana köklerdir. Türkçe’ de de kök ve eklerin ünlü ünsüzlerden oluştuğu, ana köklerin
yanı sıra at, ad, al; ot, on, ol gibi ikincil köklerin bulunduğu, bunların toplam 168 tane olduğu ileri
sürülüyor, Türkçe’ de bu biçimde kurulan öğelerin hepsi güneş kavramına bağlanıyordu. Ünsüzlerin ğ
sesinden çıktığı da kabul ediliyordu. Böylece, Türkçenin “ilk dil” olduğu, ileri sürülüyordu.
33
34
35
36
Şurası bir gerçektir ki, bugünkü dilbilim çalışmalarının verileri ve yöntemleriyle bağdaştırılamayacak olan
bu kurallar, Türklerin, Asya’ dan dünyaya yayılan ilk uygarlıkların sahipleri, Türk dilinin de dillerin anası
olduğunu savunan Türk Tarih Tezi’ ni ve dilimizin eskiliğini, gücünü ortaya koymayı amaçlayan Dil
Devrimi’ ni büyük ölçüde destekleyen bir kurama aitti.
37
38
39
40
41
Abece Değiştirme
Abece, bir milletin dini ve sosyal yaşamına bağlı bir kültür sorunudur. Bu yüzden bir abece değiştirmek
uluslar için tarihi değişmenin (değiştirmenin) başlangıcı sayılmıştır. Türkler 8.yy dan başlayarak
Şamanizm, Budizm, Brahmanizm, Hıristiyanlık, Manilik, Musevilik, İslamlık gibi çeşitli dinlerin ve
değişik kültürlerin etkisiyle birbirinden farklı 17 abece kullanmak zorunda kalmışlardır. Tarihte Türklerden
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 42 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
başka böyle bir yığın abc değiştiren bir ulusa rastlamak mümkün değildir. Sanırım burada sorulması
gereken soru, bazıların İslami bazılarının da Osmanlıcılık adı altındaki hezeyanları bir kenara bırakılırsa;
Türkler, niye 17. ye kadar olan 16 abece değişikliğini yaptılar? Neden?
Değişikliğin Kaynakları
Bizde bir abece değişikliği gereksinimi niçin doğmuştur? Bizde abece değişikliğini hazırlayan nedenler iki
maddede düşünülebilir:
1. Batılılaşma,
2. Yazının yetersizliği.
9
10
11
12
13
1. Batılılaşma: Eğitimde yabancı dil derslerinin başlatılması ile abece ikiliği baş gösterdi.
a. Askeri okulların ıslahı için alınan önlemler,
b. Azınlık ve yabancı okullar,
c. Dış ilişkiler,
d. Özel çevreler.
14
İçindeki değişim gelişimler abece ikiliğini gözler önüne serdi.
15
16
17
Türklerin yabancı dil bilmemesinden ya da çok azının bilmesinden dolayı, Osmanlıların yabancılarla
ilişkileri Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler tarafından yürütülmüştür. 1820 Hellen ihtilalinden sonra
çevirmenlerin Türk ve İslam olmalarına çalışılmıştır.
18
19
20
21
22
Azınlıklar için açılan okullara zamanla Türk ve Müslüman çocukları da gitmeye başlamışlar. 1911 yılında
bu okulların %56’ sının Türk ve Müslüman çocuklar oluşturmaktaydı. İlk kez bu okullarda Türk ve
Müslüman çocukları yabancı dil eğitimi sayesinde Latin abecesiyle tanıştılar! İşte bu şekilde yürütülen
geniş bir çalışmanın sonunda küçümsenmeyecek derecede Latin harfleriyle karşı karşıya gelmiş aydın
ve siyasi bir topluluk ortaya çıkmıştı.
23
24
25
26
27
Asırlarca süren ağır, süslü bürokratik dil merkezi otoriteyi zayıflatmıştı. İmlalarını düzeltip, dillerini
sadeleştiren Almanlar, Prusyalılar, Ruslar bürokratik engelleri bu sayede ortadan kaldırmışlardı. Osmanlı
devlet bürokrasisinin hemen her kademesinde ayrı bir yazı üslubu kullanılmıştı. Akif Paşa (1787-1845)
bu bürokratik dil anlayışının yerine daha basit ve daha açık bir dil kullanılmasına teşebbüs eden ilk kişi
olmuştur.
28
29
30
31
1. Dünya Savaşı’ nda Galiçya Cephesi’ nde haberleşme Latin harfleriyle yapılmış (1916-1917) ve bu
savaştan sonra Latinciler dengeyi kendi lehlerine çevirmeyi başarmışlardı. Latincilere karşı şiddetle karşı
çıkan Türkçülerin bir kısmı Necib Asım, M. Fuad Köprülü daha sonra mücadeleyi bırakarak Latincilerin
safına katılacaklardır.
32
33
34
35
36
37
38
39
40
Türklerin Kullandığı Abece’ ler
Türk dünyasının çeşitli zaman ve mekânlarında değişik dil, din ve kültürlerin etkisiyle 17 ABeCe
kullanılmıştır. Bunlar sırayla,
1. Orhun-Yenisey veya Köktürk Abecesi, ( 34 sessiz, 4 sesli harfli, sağdan sola yazılır )
2. Tibet Abecesi, ( 35 harfli, soldan sağa yazılır )
3. Çin Abecesi, ( 20.000 şekil, yukarıdan aşağıya yazılır, satırlar sağdan sola sıralanır )
4. İbrani Abecesi, ( 22 harfli, sağdan sola yazılır )
5. Suğdi Abecesi, ( 22 harfli, sağdan sola yazılır )
6. Brahmi Abecesi, ( 13 sesli, 43 sesteşten oluşur, soldan sağa yazılır )
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 43 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
7. Nasturi-Süryani Abecesi, ( 22 harfli, sağdan sola yazılır )
8. Mani Abecesi, ( 36 harfli, sağdan sola yazılır )
9. Uygur Abecesi, 18 harfli, 15 sesteş, sağdan sola yazılır )
10. Peçenek Abecesi, ( Sağdan sola yazılır )
11. Arap Abecesi, ( 29 harfli, sağdan sola yazılır )
12. Passe-Pa Abecesi, ( 44 harfli, yukarıdan aşağıya yazılır, satırlar sağdan sola sıralanır )
13. Hellen Abecesi, ( 23 harfli, önceleri sağdan sola MÖ500 den sonra soldan sağa yazılır )
14. Ermeni Abecesi, ( 38 harfli soldan sağa yazılır )
15. Latin-Slav Abecesi,
16. Slav ( Kiril ) Abecesi, (38 harfli, 11’ i sesli, 27’ si sessiz harfli, soldan sağa yazılır)
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
Kiril ABeCe’ nin Türkler İçin Çeşitleri
1. Çuvaş Abecesi,
2. Yakut Abecesi,
3. Altay Abecesi,
4. Hakas Abecesi,
5. Şor Abecesi,
6. Tuva Abecesi,
7. Gagavuz Abecesi,
8. Türkmen Abecesi,
9. Azerbaycan Abecesi,
10. Kırım Abecesi,
11. Nogay Abecesi,
12. Kumuk Abecesi,
13. Karaçay-Balkar Abecesi,
14. Karakalpak Abecesi,
15. Kazak Abecesi,
16. Kırgız Abecesi,
17. Başkurt Abecesi,
18. Tatar Abecesi,
17. Latin Abecesi.
31
32
Tartışmalar
Türklerin kullandığı Arap abecesi yeterli midir?
33
34
35
36
37
38
Dünyanın varoluşundan bugüne kadar yaşayan ve yayılan bütün diller üç ayrı devre geçirmişlerdir.
Hiyeroglifik devir, hece yazısı devri ve abece yazı devri. Çin hiyeroglif yazısı devri 130.000 işaretten
oluştuğu halde bütün obje isimlerini yansıtmaya elverişli değildir. En iyi hece yazısı olan Arap yazısı ise,
bir kitap veya bir gazetenin basımı için 800 cins harfi gerektirmektedir. Abece yazısı ise her dilin bütün
seslerini 30 kadar harfle karşılar. Sıradan bir insan, birkaç saatte ( ya da birkaç günde ) okumayı
öğrenebilir.
39
40
Harf Devrimini ilk yapmaya çalışan Sultan Abdülmecit, sene 1861! Bu hareket 1914’ e kadar sürdü. O
dönemde okuryazar oranı %3 idi! Enver Paşa, yapmaya kalkıştı, hatta abecenin adı ENVERİYE idi.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 44 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
Tanzimat’ tan Meşrutiyet’ e kadar geçen yetmiş yıllık bu süre içinde yapılan tartışmalara egemen olan
düşünce, harflerin yazma ve okumada karışıklığa yol açan durumların ortadan kaldıracak şekilde ıslah
edilmesi noktasında idi. Bu harflere hareke koyma, seslileri ekleme, harfleri bitiştirmeden ayrı ayrı
yazma, noktasız kullanma, benzer sesleri atarak sayısını azaltma olarak görülmüştü. Latin, Latin Slav
ve Ermeni gibi yabancı abecelerin önerisi ise ikinci derecede kalmıştı. Böyle yabancı bir abecenin
alınmasını bize ve dolayısıyla Türk-İslam dünyasına ilk öneren Azerbaycanlı Ahundzade olmuştu. Latin
abecesi veya harfleri ise Namık Kemal’ in yazılarında geçmişti.
Teklifler
1. Kullanılmakta olan Arap asıllı harflere devam etmek,
Gerekçesi: Abece değiştirmek kolay bir iş değildir. Bu harfler Kuran harfleridir, Müslüman dünyanın
birleşme sembolüdür. Binlerce değerli eserlerden yararlanma olanağı ortadan kalkacak, bunlar zamanla
yok olup gidecektir. Dilimize uymadığı yalandır.
Taraftarları: Kazım Karabekir, Halid Ziya Uşaklıgil, Fuad Köprülü, İsmet İnönü.
Öneriler: Harfleri olduğu gibi yazmaya devam etmek, ıslah etmek (işaret koymak, imla harfleri eklemek,
bazı harfleri atmak, harfleri çoğaltmak, harfleri bitiştirmeden ayrı yazmak), soldan sağa yazmak,
karakterleri değiştirmek.
17
18
19
20
2. İslamiyet’ ten önce Türk yazısı diye bilinen Orhun veya Uygur abecelerinden birini yeniden
kullanmak,
Gerekçesi: Ana kültürümüzdür, kültürümüz açısından yaralı olacaktır. Yine de destekleyeni çok az
olmuştur.
21
22
23
24
3. Ermeni harflerini almak,
Gerekçesi: Ermeni abecesi, dünyadaki abeceler içinde ses bakımından en zengin olan bir abecedir.
Taraftarları: Ahmed Midhat Efendi de bu abecenin zenginliğinden söz etmiş ancak kabulünden söz
etmemişti. Bunu isteyen Macid Paşa olmuştu.
25
26
27
28
29
30
31
32
4. Zaman yitirmeksizin Latin harflerini kabul etmek,
Gerekçesi: Yüzyıllardan beri Kuran yazısı denilen bu harfler de aslında İbrani dili için oluşmuş, daha
sonra Arap fonetiğine göre düzenlenmiştir. Okumayı ve yazmayı güçleştirmiştir. Nüfusun ancak %2 veya
%3 ü okuryazardır. Bu harflerin özel isimleri yazmak için belirtici bir sistemi yoktur. Bu harflerle baskı işi
de zordur. Telgrafla iletişime uygun değildir. Latin harfleri daha kolaydır, sesli harfleri fazladır, dilimize
uygundur, kullanışlıdır, büyük harf ve küçük harf ayırımı vardır
Taraftarları: Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yunus Nadi, Şükrü Saraçoğlu, Cenab
Şahabeddin, Mustafa Necati, İbrahim Temo, Mahmud Esat Bozkurt, Hamdullah Suphi Tanrıöver.
33
34
35
36
5. Hiç birini almamak, yeni çağdaş bir abece yaratmak.
Gerekçesi: Önerilen tüm abecelerin eksikleri vardı. Yapılacak tek şey, eksiği, fazlası olmadan dilimizi
tam karşılayabilecek çağdaş, yeni, değişmez bir abece bulmaktı.
Taraftarları: Dr. İsmail Şükrü tarafından savunulmuştur.
37
38
39
40
41
42
43
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 45 / 189
1
Türkçe Üzerine, Yusuf ÇOTUKSÖKEN
2
3
4
5
Bir dilin sözvarlığı özü bakımından değişkendir, devingendir. Dil, insanla birlikte var olduğuna göre, dili
kullanan insan zaman içinde dille ilgili çok değişik yapıp etmelere başvurabilmektedir. Çeşitli
gereksinimler karşısında yeni sözcükler, deyimler, atasözleri, kalıp kullanımlar vb. türetmektedir, ilişkili
olduğu ulusların dillerinden çeşitli dilsel birimler alabilmektedir.
6
7
8
Bir dilin sözvarlığının tam bir dökümünü yapmak pek mümkün değildir. Dil de insanla birlikte sürekli
değişim ve gelişim içindedir; kimi durumlarda çok kısa zaman dilimleri içinde bile hiç beklenmeyen
değişimler olabilmektedir.
9
10
11
Bir dilin güncel sözvarlığının en geniş olarak yer aldığı kaynaklar, o dilde hazırlanmış genel sözcüklerdir.
Özellikle genel sözcüklerde bir dilin sözvarlığı kullanımdaki tanımlarıyla, kullanım örnekleriyle,
kökenbilim açıklamalarıyla, sesletim özellikleriyle yer almaktadır.
12
13
14
Dil, kendimizi, çevremizi, geniş anlamda dünyayı tanımamızı, algılamamızı sağlar. Diline egemen
olmayan, sağlam bir dil bilinci ve beğenisi edinmemiş bulunan biri hemen her yönden eksiklidir: Kendisini
tanıyıp anlamadığı gibi çevresini, dünyayı da anlama olanağından yoksundur.
15
16
17
Dünyaya, yaşama anlam veren insandır, dil ise bu anlam verme olgusunda çeşitli anlatım olanaklarıyla
belirleyici bir rol oynar. Bu bakımdan, bilinçli insan aynı zamanda dilinin sözvarlığından en geniş ölçüde
yararlanmasını bilendir.
18
19
20
21
Türkçede Kaç Sözcük Var?
Tarihsel ve bugünkü Türkçeyi genel Türkçeyi, bütün dünyada konuşulan Türk dilleri ve lehçeleri ve
bunların ağızlarını söz konusu ediyorsak Türkçenin sözvarlığının birkaç milyon sözcükten oluştuğunu
ileri sürebiliriz.
22
23
Bizi daha yakından ilgilendiren ise Anadolu Türkçesi, 13.-20. yüzyıl Anadolu Türkçesini göz önüne alıp
şöyle bugünden düne doğru giderek bir sayılama yapabiliriz:
24
25
1. Bugün Türkçe sözlüklerde ve sözlük bölümü de içeren ansiklopedilerde 100-150 bin dolayında sözcük
bulunduğunu görürüz. Resmi TDK’ nin Türkçe Sözlük’ ünde, iki cilt 1998, 70 bin dolayında.
26
27
28
2. Osmanlı sözlükleri incelediğimizde, Türkçeye Arapça ve Farsçadan ortalama 60-70 bin dolayında
sözcüğün girmiş olduğunu görürüz. Günümüz Türkçesinde Osmanlı(ca) sözcüklerin sayısı 8 bin
dolayındadır.
29
30
3. Anadolu’ nun çeşitli yörelerinden derlenen sözlük birimlerini içeren Derleme Sözlüğü’ nde 60-70 bin
dolayında sözcük bulunmaktadır.
31
32
33
4. Deyim ve atasözleri sözlüklerinde de ölçünlü dilde ve yöre ağızlarında kullanılan 15-20 bin dolayında
deyim ve atasözümüzün bulunduğunu saptarız. Bunlara kalıp kullanımları da eklersek bu sayı 30-35 bini
bulur.
34
35
5. Atatürk’ ün kurduğu TDK’ nca 1928-1983 yılları arasında 100’ ün üstünde terim sözlüğü hazırlandı; bu
sözlüklerde 100 binin üzerinde terim üretildi, bunların yarıya yakınının tutunduğu kabul edilebilir.
36
Ortalama sayı Anadolu Türkçesinde 150-200 bini; Türkiye Türkçesinde 300-350 bini bulmaktadır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 46 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Sözcük Sayısı Yeterli mi?
İletişimde sözcük sayısı değil, bildirinin içeriğinin anlatım düzleminde eksiksiz kurulması ve uygun
yöntem ve araçlarla iletilmesi esastır. Önemli olan, dilin bireylerin ve toplumun gereksinmelerine karşılık
verebilme özelliği, yeteneğidir. Bireyler dilin olanaklarıyla iletişim kurabiliyor, anlaşabiliyorlarsa bu önemli
bir etkendir. Ancak dil, gereksinmeleri karşılamadığı durumlarda yeni kavramlar, yeni sözcükler, yeni
anlatım olanakları arayışına yönelinir. Bu da dilin sözvarlığını zenginleştirir.
Her dil, en az çabayla en çok şeyi anlatmayı ilke edinir. Bu durum Türkçede de görülür. Birey az
sözcükle meramını anlatabiliyorsa, sözcük sayının azlığına dikkati çekip onu dili kısır biri olarak görüp
göstermenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Önemli olan sözcük sayının azlığı ya da çokluğu
değildir.
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 47 / 189
1
Çağdaşlaşma Sancıları, Doğan KUBAN
2
3
4
5
Tarihin saptadığı kimlik konuşulan dille bilinir. Tek geçerli kimlik en iyi anlattığın, en iyi anladığın dilin
işaretlediği kimliktir. Dilimizi bu denli dışlamak, başka sömürge sendromlarının göstergesi olabilir.
Egemen kimliğin belirleyicisi dildir. Dilini anladığım adam bir dosttur. Konuşarak anlaştığın adam,
anlaşamadığın kadar “öteki” değildir.
6
7
Pek çok yazar ve düşünür, yeni abc ve dili sadeleştirmenin, bizim tarihe referans vermemizi olanaksız
kıldığını ve Osmanlı kültürü ile bu yüzden bütünleşemediğimizi yazmıştır.
8
9
10
11
Attila İlhan da buna değinen ve Yenileşme-Türkçeleşme akımını eleştiren yazardı. “Fransız hala 15.yy
da yazılanı okuyor, bizimkiler okuyamıyor,” der. Böyle bir değerlendirme ön yargıya dayanmıyor. Ve
doğru değil. Yaygın bir klişedir. Bugün bir öğrenci Yunus Emre’yi anlar. Baki ve Tevfik Fikret’ i
anlamaz.
12
Yunus Emre’den (öl. 1320)
13
14
15
16
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaşın yaşın ağlar mısın
17
Pir Sultan Abdal (öl. … ) 16. Yy da,
18
19
20
21
Şu karşıki yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası serimde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
22
diyordu.
23
Tevfik Fikret ise (1867-1915),
24
25
26
27
Doymayan bir han-ı yağma alçalan bir ihtişam;
Bir muşa’şa leyl-i şehrayin ki pür jeng ü zalam,
Cehl ü haclet, kahr ü süfliyyet.. nihayet in’hidam
İşte mazi.. Bir de istikbali seyret, şad-kam
28
29
30
31
32
33
Türk’ ün konuştuğu ve yazdığı Türkçe hep vardı. Okuma yazmanın kırsal çevrede hemen hemen yok
olduğu bir çağda, resmi tarihçilerden ve resmi yazışmalardan başka düzyazı olmayan bir dönemin
değerlendirilmesinde ve bilim dilinin Arapça olduğunu da unutarak, Osmanlı(ca)ya ağıt yakmak bir
abartmadır. Türkçenin Kutadgu Bilig’ i ürettiği dönemde (1071) İngilizce henüz oluşmamıştı. Fransız
edebiyatının 11. yy da önemli bir yapıtı yoktur. Bugünün İngilizleri Chaucer ve Shakespeare’ i özel
sözlükle okur.
34
35
36
37
38
Avrupa’da ya da Çin’de bizim tarihimize model olacak bir süreç yoktur. Osmanlı(ca) heterojen bir etnik
grubun dilidir. Anası Sırp, Rum, Rus, Çerkez olan sultan ve devlet erkanının Türkçe için duyarlı
olmadıkları açıktır. Türkçeyi devlet dili ilan eden Karamanoğlu Mehmet Şemsettin Bey gibi bir Osmanlı
sultanı çıkmadı. Anadolu’da Türkmen Alevileri kuyulara dolduran Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat
Paşa’ nın Pir Sultan Abdal’ ın diline saygı duyması da olanaksızdı.
39
40
Osmanlı kültürünün en büyük felaketi dilsizliğidir. Osmanlı(ca) saray çevresinin ve idarenin dilidir. Halkın
konuşup yazdığı, şarkı söylediği dil değildir. Osmanlı yazılı kültürü bir iktidar kültürüdür.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 48 / 189
1
Biz Kutadgu Bilig kadar, Yunus Emre kadar, Türkçe yazan ve düşünenler kadar Türk olabiliriz.
2
3
Türkiye’nin adı, bu ülkede Türkçe konuşanlar egemen oldukları için verilmiştir. Osmanlı toplumuna
katılan Slavlar, Lazlar, Çerkezler, Rumlar, Ermeniler, Osmanlı(ca) değil, Türkçe konuşuyorlardı.
4
5
6
Dil’ in birleştirici gücünün yerine geçecek bir sosyal olgu yoktur. Protestanlığın en büyük gücü Luther’ in
İncili Almancaya çevirmesinden kaynaklanmıştır. İngiliz halkını yaratan İngilizce, Fransa’yı yaratan
Fransızcadır.
7
8
Osmanlı edebi mirası, okumamış Türk’ ün yabancısı olan bir mirastır. Osmanlı’nın en kötü mirası,
okumamış bir halktır ve Türkçeye bile çevrilmemiş bir Kuran’dır.
9
10
11
12
13
14
15
16
Türkçe, büyük Avrupa dillerinden önce gelişmiştir. Fransız dilinin bütünleşmesi 11. yy dan sonradır.
Fransız edebiyatının 11. yy da sahip olduğu en önemli edebiyat ürünü Chanson de Roland’ dır. Alman
edebiyatının yazılı en eski örneği 1200 tarihlidir. İspanyolcanın şekillenmesi 13. yy, bugünkü İngilizcenin
en erken belgesi 14. yy da Chaucer ile başlar. Kiev Rusya’sıyla özdeşleşen eski Rus edebiyatı 11-13. yy
larda ilk ürünlerini vermiştir. Türkçenin dini içerikli olmayan yazılı edebiyatı Orhun Anıtları’ yla başlar.
1071 de Yusuf Has Hacip’ in Kutadgu Bilig’i ile karşılaştırabilecek İngiliz, Alman, Fransız, İspanyol,
Rus yapıtı yoktur. Türkçe, Hellence ve Latince dışında, Avrupa’nın en eski dillerinden daha önce kimlik
kazanmış bir dildir. Bu bir göçer toplum için olağanüstü bir tarihsel olgudur.
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 49 / 189
1
Elifbe’ den Abece’ ye, Türkiye’de Harf Ev Yazı Meselesi, Rekin
2
ERTEM
3
4
5
6
7
8
“Güçlü olmak istersen söz ustası ol:
Dil, yiğit elindeki kılıç gibidir.
İyi konuşan daha merttir iyi dövüşenden.
Dize getiremezler yüreği cerbezeli olanı.
İyilikle, adaletle hüküm sürer
Atalar dilini güzel konuşan.”
9
10
11
Mısır Şiiri MÖ 2000
Eski Uygarlıkların Şiirleri, Sayfa 50.
Talat S. Halman
12
13
“Bana güzel bir abece verin, size güzel bir lisan ve o kuvvet ile güzel bir millet yapayım.”
Leibnitz
14
Abece değişikliğiyle ilgili birçok eleştiri yapılmıştır. Bunlardan bazıları:
15
16
17
18
19
20
21
1. İş aceleye getirilmiştir.
2. Hazırlık ve zamanlaması konusunda gerekli planlama yapılmamıştı.
3. Mustafa Kemal Paşa’ nın o zaman bu konuyla ilgili okuduğu eserlerin sayısı ve niteliği de bu devrimin
temellendirilmesine yetecek ölçüde olmamıştır.
4. 10.yy dan beri kullanılan abece Türk ve İslam dünyası arasındaki manevi bağlardan birini
oluşturmaktadır; değişiklik bu manevi bağı koparacaktır.
5. Abecenin yetersizliği ne zaman anlaşılmış ve üzerinde duru
22
23
24
25
Abece
İnsanoğlu önce ses ve hareketlerle isteklerini ifade etmiştir. Fakat ses ve hareket bir müddet sonra
kaybolduğu için devamlı olamıyordu. Yazı da, anlatma, anlaşma, dertleşme, bildirme, aktarma gibi
toplumsal gereksinimlerden doğmuştur.
26
27
Herodot (MÖ490-425)’ a göre Finikeli Kadmos (MÖ 5.yy) da 16 harfli bir abeceyi Hellen Dünyasın’ a
getirmiş, Hellenler de bunlara 8 harf ekleyerek 24 harfli abece yapmışlar.
28
29
30
Önce harfler, soldan sağa, sonra sağdan sola doğru yazılmışken daha sonraları yalnız soldan sağa
yazma genelleşmiş ve benimsenmiştir. Batılı abeceler soldan sağa, doğulu abeceler de genellikle
sağdan sola doğru yazılmaktadır.
31
32
33
Latin abecesi de Hellen abecesinden doğmuş bir abecedir. Yirmi bir harfli Latin abecesine daha sonra
gereksinim üzerine C, I ve V den türetilmiş G, J ve U harfleri katılmış, Hellence’ den X alınmış daha
sonra da Y, Z harfleri eklenmiştir. Ermeni yazısı, Kiril yazısı da Hellen asıllıdır.
34
35
Bugünküler de dahil olmak üzere bugüne kadar kaç abece kullanılmış, dersek; uygarlık tarihi boyunca
bunun 490 ile 1100 arasında olabileceği söylenmektedir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 50 / 189
1
2
3
4
Uygarlık Yazıyla Mı, Başladı?
Biz, hepimiz, tüm insanlık yazının çok üzerinde durduk. Yazının bulunması, çok önemli! “Uygarlık yazıyla
başlar!”, dedik. Hayır, artık buna katılmıyorum. Yazıyı, yazının bulunuşunu küçümsemek istemiyorum
ama uygarlık yazıyla başladı demek doğru değil. Önemli, çok önemli; ama kolay!
5
6
Yazı tamam da yazının var kıldığı sözcüklere ne demeli? Çığlık, ses, söz, sözcük, hece, çok hece,
ekleme, çok sözcük yan yana, gramer, tümce ve dil!
7
8
“Uygarlık sözün dil olmasıyla, gramerle başladı.”
C.Akyol
9
10
11
Dil, Yazıdan Önce Dil
Kardeşlerim, izin verirseniz, çok kısa olarak, önce dil nedir, nasıl oluşmuştur, nasıl gelişmiştir, nasıl
bugün ki halini almıştır, anlatmak istiyorum. Çok kolay mı? Hayır!
12
“Paris Dilbilim Topluluğu 1866’ da dilin evrimiyle ilgili bütün tartışmaları yasakladı!”
13
Dilin üzerine konuşmak işte böylesine sıkıntılı bir şey!
14
15
16
17
Yazının başlangıcını anlatmak kolay, Sümer, rahipler, tapınak, hediye, hasat, malzeme, depolama
sözcüklerini yan yana getirirseniz, yazının bulunuşunu anlatabilirsiniz. Ben farklı bir şey söyleyeyim;
daha eskilere gidelim, kaya resimleri de bir tür yazıdır, diyebiliriz. Niye? Çünkü o resimler sırf görsel,
sanatsal nedenlerle yapıldı gibi gelmiyor, bana; bir şeyleri de bakanlara aktarıyordu.
18
19
20
21
Niye Dili Anlatmaya Çalışıyorum?
22
23
24
İşaretten Konuşmaya
Dili kavramadan, yazının neyi amaçladığını anlamayız. Dili kavramadan Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün
ne yapmak istediğini hiç anlayamayız. Harf Devrimi’ ni salt bir şekil değişikliği olarak düşünebilir,
arkasındaki gerçek düşüncesi olan Dil Devrimi’ ni göremeyiz.
İlk söz, Tanrı’ nın “Ol!” buyruğudur. Böyle diyor kutsal kitaplardan biri: İlkin söz. Evren, sözden
doğmuştur. Tanrı “Ol!” demiş, ışık olmuş, gök olmuş, su olmuş, toprak olmuş.
25
26
27
“Doğada bu kadar ses varken, sözün olmaması mümkün değildi, oldu da. Doğada duyduğu sesi taklitle
başladı söze, insanoğlu. Kuş sesi çıkardı, su sesi çıkardı, gök gürültüsü sesi çıkardı.”
C.Akyol
28
29
30
Dil, insanlığın binlerce yıllık tarihinde, her hangi bir canlıdan farkı olmayan canlıyı insan yapan, onları bir
arada tutarak, hatta birbirine bağlayarak bir toplum oluşmasına neden olan ve bunu zaman içinde
yükselterek bu gün ki şekline getiren en büyük etmendir.
31
32
33
34
35
Pek çok ötücü kuş türü arasında sadece erkeklerin öttüğü bilinmektedir. Oysa bizim türümüzde daha
konuşkan cinsin dişiler olduğu söylenir. Doğru mu? Yanlış! Erkekler daha çok konuşuyor, istatistikler
böyle. İş yaşamında, siyasette, dinde, sporda, her konuda en çok erkekler konuşuyor; bakmayın siz
kadınların adının çıktığına. Her konuda olduğu gibi bu konuda da da biz erkekler, kadınları günah keçisi
yapmışız.
36
37
“Dil? Erkeğin dişiye kolayına ulaşması için ortaya çıkmış olabilir mi?”
C.Akyol
38
39
Kuşların ve aslında diğer tüm hayvan türlerinin de ses becerileri, çoğunlukla duygusal nedenlere
dayanır. Öfke belirtisi ya da tehlike uyarısı olarak veya çiftleşmeye hazır olduklarını ilan etmek ya da
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 51 / 189
1
2
3
toplumsal bir hiyerarşi kurmak ve korumak için ses çıkarırlar. Biz de kimi sesleri benzer duygusal
amaçlarla çıkarırız. Güleriz, homurdanırız, ağlarız, korkuyla çığlık atarız, öfkeyle güleriz, uyarmak için
bağırırız.
4
5
Gün geldi insanlar, kuşların tersine, dili sadece duygusal hallerini ifade etmek ya da kendi bölgelerini
korumak için değil, birbirlerinin düşüncesini biçimlendirmek için kullandılar.
6
7
8
Dil, mekanları, insanları, diğer nesneleri, olayları ve hatta düşüncelerle duyguları betimlemek için özel
olarak kurgulanmış bir araçtır. Dili kullanmak suretiyle talimatlar verir, geçmişi yeniden yorumlar ve
geleceği tahmin eder, hayali öyküler anlatır, abartır ve kandırırız.
9
10
11
“Dil ve biçimlendirmek! Dilin belki de en büyük işlevi, biçimlendirmektir. Dil aktardığı, yönelttiği kadar,
temsil ettiğini biçimlendirir.”
C.Akyol
12
13
“Söylemek ile dil farklı şeyler! Söylemenin, dil olabilmesi için söylediğini biçimlendirmesi gerek!”
C.Akyol
14
15
16
17
Dile doğurganlık özelliğini kazandıran ve onu hayvanlara özgü diğer iletişim türlerinden farklı kılan da
dilbilgisidir. İnsan dışındaki diğer türlerin iletişim sistemlerinin hiçbirinde dilbilgisini andıran bir unsur
bulunmamaktadır. Dilbilgisi eğer yoksa tüm doğa kendince her an konuşuyor; birbirine bir şeyler
aktarıyor! Aktarma sonunda, biçimlendiriyor.
18
19
20
Dil sadece genlere bağlı bir öğe de olamaz, çünkü kültürle yoğun bir bağı vardır. İnsanın neredeyse, dilin
kültürel bütünlüğü korumak ve yabancıları dışarıda tutmak için geliştirilmiş bir mekanizma olduğuna
inanası geliyor!
21
22
23
Dil, konuşma ve düşünce, Dil yalnızca konuşmak demek değildir. Dünyanın her yanında, sağır ve
dilsizlerin icat ettiği bütün işaret dillerinin, hiçbir ses temeli olmadığı halde dilin bütün üretkenliğine sahip
olması ve dilbilgisi kurallarıyla yönlendirilmesi daha da önemlidir.
24
25
Şu halde dil, konuşmadan daha derin bir şeydir. Eğer sizinle konuşmam gerekiyorsa, sizin benim
sözcüklerimden anladığınız şeyle benim kastettiğim şeyin aynı olduğunu varsaymak zorundayımdır.
26
27
Dil, olağanüstü bir başarıdır ve hemen hemen sadece insanlara özgüdür. Dil, karmaşık bir kurallar
sistemini içerir.
28
29
“Aynılık olmadan, dil olmaz. Dil, aynılaştırmanın anlaşılmasıdır.”
C.Akyol
30
31
32
33
Başlangıçta işaret vardı, Çocuklar konuşmayı öğrenmeden okuma yazmayı öğrenemezler. Ayrıca
konuşmak her normal çocuğun doğal ve fazla çaba harcamaksızın başardığı bir işken, okumayı
öğrenmek zahmetli bir süreçtir ve diğer tüm açılardan son derece normal kimi insanlar okumayı pek
beceremez.
34
35
36
Acaba konuşma nasıl evrildi? İnsan gerçekten de, konuşma nasıl icat edildi diye düşünmeden edemiyor.
Çünkü temsil ettikleri nesne, eylem ya da niteliklerle hiçbir ilgisi olmayan rastgele sözcüklerden
ortaya çıkan bir kavramla karşı karşıyayız.
37
38
39
40
“Konuşmayı icat olarak kabul etmek, sanırım bu konuda yapılacak büyük bir yanlış. İlgisiz ve rastgele
kabul etmek ise yapılabilecek en büyük yanlış. Evrimden söz ediyorsak, icat sözcüğünü daha dikkatli
konuşmalıyız.”
C.Akyol
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 52 / 189
1
2
3
Dil
“Bir ülkeyi yönetme görevini bana verseler, hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlarım.“
Konfüçyüs
4
Ben biraz daha zorlayacağım:
5
6
“Dil, her toplumun şifresi gibidir; tam öğrenmeden içeriye giremezsiniz.”
C.Akyol
7
8
Dil, duygu, düşünce ve dileklerimizi başkalarına aktarmaya yarayan bir işaretler sistemidir. Yeryüzünde
3.000’ e yakın dil konuşulur. Bunlardan 118’ i devlet dilidir.
9
10
11
12
Dilleri var eden temel sözcüklere (eski sözcüklere) baktığımızda onların rastlantısal olarak ortaya
çıktığını söyleyebiliriz. Mi? Örneğin, “el” sözcüğü ile, yani “e” ve “l” sesleri ile insan organı olan el
arasında bir benzerlik, bir ilgi yoktur. İnsanların bu organa “el” deme konusunda anlaşmaları yeterli
olmuştur, denilebilir. Mİ?
13
14
15
16
Bu görüşe katılmam mümkün değil. Anlaşma öncesi vardır, diye düşünüyorum. Dil, rastlantısaldan öte
aktarmadır. Zaman zaman sözcüklerin aktardıklarıyla arasında benzerlikler oluşmuştur ama bu hep
böyle olmuştur, olacaktır demek değildir. Sözcüğün, özellikle eski sözcüklerin, kök sayacağımız
sözcüklerin aktardıklarıyla ilgisiz, benzeşmesiz olması olası değildir, diye düşünüyorum.
17
18
19
Dilin Türeyişi
Saymacalar ve kabuller yapmak, semboller kullanmak, kısacası bir nesneyi bir başka nesneyle
anlatmak, yalnızca insana ait bir yetenektir.
20
21
Bütün insan dili, birine bir şey bildirmeye, iletmeye dayanır. Bu bakımdan dil, insanda bütün insani
olanın, tarihte kültürel olanın taşıyıcısıdır.
22
23
24
“Dil aktarmadır; aktarmayla başlar, gelişir. Kimi zaman özne, kimi zaman yüklem, kimi zaman belirteç
olur.”
C.Akyol
25
26
27
28
Belki tek heceli seslenmelerle ve on binlerce yıl önce başlayan dil ile mağara duvarlarındaki resimler
halinde başlayan yazının buluşması, insanlık tarihinin oldukça yeni dönemlerinde olmuştur. Dillerin on
binlerce yılla ifade edilebilecek yaşları yanında, yazının yaşı çok küçük kalmaktadır. Dili kalıcı kılan, onu
tarihi bir varlık haline getiren, yazıdır. Bir dilin tarihi, o dilin yazı tarihiyle iç içedir.
29
30
“Dünyayı dil ile keşfettiğim için dili dünya sandım.”
J. Paul Sartre
31
32
İnsan düşüncesi, kendisini oluşturan kavramları dilediği şekilde yoğurup, onlara dilediği şekli verme, yani
dilediği cümleyi kurma ve dilediği hükmü verme hakkını kendisinde görür.
33
34
35
“Dil, öylesine özgürdür ki, dileyen onu dilediği gibi kullanır. Elinizden bir kez kaçırdınız mı, bir daha onu
yakalayamazsınız, uçar, gider.”
C.Akyol
36
37
38
“Çoğu zaman, sözcüklerle nesneleri, olguları karıştırırız. Sözcüklerle her şeyi dile getirdiğimizi sanırız;
oysa yalnızca bir şeyler söylüyoruz, hepsi bu!”
C.Akyol
39
40
Gerçek ile dil arasında, daha dar bir ifadeyle, varlık ile varlığın adı arasında bir ilişkinin bulunup
bulunmadığı konusu, ilk çağlardan beri insanların kafasını oyalayıp durmuştur. Sözlerin anlamları, kendi
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 53 / 189
1
2
içlerinde ve kendi yapılarında mıdır, yoksa insanlar, belirli sözlere belirli anlamları iliştirmekle anlaşmışlar
mıdır?
3
4
5
“Sözlerle, seslerle varlık arasında şu ya da bu şekilde bir ilişki vardır; bu ilişki de gelişi güzel bir ilişki
değildir. Özellikle kök sözlerle varlık arasında bir ilişki vardır.”
C.Akyol
6
7
Bir sözün belli seslerden oluşması nedensiz bir durum olsa da, bir sözün sesleri ve anlamı ayrılamaz,
bunlar bir zincirin iki yanı gibidir. Söz ve anlam birlikte doğar, birlikte ölürler.
8
9
Dilin Yapısal Dağılımı
Dilin yapısal ya da şekilsel dağılımı başlıca dört şekildedir:
10
1. Heceli Diller:
11
12
13
14
Bu tip dillerde genellikle sözcükler, gramer ve eklerden yoksundur. Örneğin, Çince böyle bir dildir. Bu
dillerde gramer yalnız sözdizimi -sintaks- dan ibaret kalmaktadır. Ve herhangi bir sözcüğün farklı birçok
anlamlar ifade emesi nedeniyle, sözlerin gerçek anlamları, cümledeki durumundan, vurgunun
derecesinden, uyumundan vb. anlaşılmaktadır.
15
2. Yapışkan –Eklemeli- Diller:
16
17
18
Buraya Türkçe ve genellikle Ural-Altay dilleri grubu girmektedir. Bu tip diller, sözcüklerin esas köküne
yapıştırılan veya bağlanan ek veya seslerle türemesidir. Bunlar kökün uyumuna bağlı olmakla birlikte
eski şekillerini de korurlar ve kolaylıkla ayırt edebilirler. Örneğin:
19
20
21
22
At
At+lar
At+lar+dan
Deve+ci+ler+den
23
3. Çekimli Diller:
24
25
Buraya giren diller yalnız şekiller ve eklerle türemeyip, sözcük köklerini de değiştirmekle meydana
gelmektedir. Hind-Avrupa dilleri bu gruptan sayılmaktadır.
26
4. Terkibi -Birleştirmeli, Tamlamalı- Diller:
27
28
Kuzey Amerika yerlileri ile, genel olarak Kuzey Amerika ırkına sahip ırkların dilleri bu sınıfa girmektedir.
Bu diller şeklen Ural-Altay dilleri gruplarına yaklaşmaktadır.
29
30
31
32
Abece’ nin Serüveni
Dil, insanlığın binlerce yıllık tarihinde, her hangi bir canlıdan farkı olmayan canlıyı insan yapan, onları bir
arada tutarak, hatta birbirine bağlayarak bir toplum oluşmasına neden olan ve bunu zaman içinde
yükselterek bu gün ki şekline getiren en büyük etkendir.
33
34
35
36
Sümer inanışına göre; yeryüzündeki bütün yaratıklar ve varlıklar Tanrınındır. Bu sistem uyarınca her
vatandaş, topraktan elde ettiği ürünleri veya yetiştirdiği hayvanları, avladığı avları ve hayvanlardan elde
ettiği süt ürünlerini, mabede teslim etmek zorunda idi. Sonra mabet görevlileri, yani rahip memurlar, her
ailenin ihtiyacına göre mabedin ambarlarında bulunan her çeşit gıda maddelerini paylaştırıyorlardı.
37
38
39
Rahipler, her vatandaşın mabede getirdiği malı unutmamak veya teslimatı belgelendirmek için kil
tabletlerin üzerine sadece kendilerinin anlayabileceği, her şahıs için belli bir işaret, onun karşısına da
getirdiği malın resmini yapmaya başladılar. Daha sonra Rahipler, bu gelirleri ve harcamaları tüm diğer
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 54 / 189
1
2
3
Rahiplerin de anlayabileceği ortak bir bir kayıt yöntemi üzerinde uzlaştılar. Böylelikle Sümerler,
başlangıçta işaretler ya da resimlerle anlattıkları düşüncelerini, zamanla daha anlaşılır hale getirmişler
ve MÖ 3200 lerde Uruk kentinde Çivi yazısı denilen ilk yazıyı yaratmışlardır.
4
5
Yaratıldığı dönemde yaklaşık 2000 adet işaretin kullanıldığı Sümer yazısında, giderek işaretlerin sayısı
azaltılmış ve MÖ 2500 lerde 600 adete düşürülmüştür.
6
7
Daha ötesi Sümerler, MÖ 3000 lerin ortalarından itibaren yazının resmen öğretildiği okullar açmaya
başlamışlardır. Zamanla Sümerleri, Akadlar, Babilliler, Asurlular ve Mısırlılar izlemişlerdir.
8
9
Daha sonra Anadolu’da Hititler, Urartular, Frigyalılar, Lidyalılar ve İyonyalılar Asurlu tüccarlardan
yazıyı öğrenmişlerdir.
10
11
12
13
MÖ 1250 yılı, Fenike abecesi, 22 harften oluşan bir abece; hepsi sessiz harflerden oluşan ya da
kullanımına göre iki seslisi olan bir abece ortaya çıkar. MÖ 1000 yılı başlarında Hellenler bu abeceyi
öğrenirler, sesli harfler ekleyerek geliştirirler. Etrüskler, Hellen abecesini İtalya’ ya götürürler ve küçük
değişikliklerle Latin abecesini oluşturulur.
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
Türkler, ne yapıyor?
MÖ 4500 yılları hatta bazı arkeolojik kazılarla MÖ 9000 yıllarına giden varlığına karşın ilk yazılı belgeleri
MS 6. yüzyıla ancak gidebilen Türkler! Bu konuda çok şey söylenebilir ama bunu şimdilik bir kenara
bırakalım. Ama şunu söyleyelim ki, Türkçe kadar diğer dillerin etkisinde kalan, değişik dillerden yüzlerce
sözcük almış, egemeni tarafından bile hor görülmüş, kenara atılmış başka bir ulus dili, dil yoktur. Ama
Türkçe tüm bu olumsuzluklara karşın, çok yazı üretmediği halde kendi özelliğini korumuş hem de inatla
korumuş, gelişmiştir. Bu gün bu dile zayıf diyenler, sözcük sayısı azdır diyenler bilsinler ki bu gün ki
sözcüklerin hiç birinde bu denli zengin yazıya karşın hemen hemen katkıları yoktur. Ama beğenmedikleri
bozkırın, ovanın o avcı o göçebe insanları bu dili yaratmışlardır. Hala onların sözcükleriyle sevgimizi,
acımızı beliriyor, aktarıyor ve paylaşıyoruz.
24
25
İnsanoğlunun ilk sözcüğü, hatta ilk cümlesi a’ dır. Türkçe’ den başka hiç bir dilde abece a ile başlamaz,
ya da ilk harf, bu sesi çıkarmaz.
26
27
28
29
Türkler, bilinen ilk dönemlerde Köktürk ( Türk Runik ), Soğut ( İrani bir kavim ) ve Uygur abecelerini ve
1000 yıl da Arap abecesini kullanmışlardır. Tarih boyunca Türkçe kadar değişik abecelerle yazılmış
başka bir dil olmadığını söyleyebiliriz. Niye? Bu konuda da çok şey söylenebiliriz ama bunu da şimdilik
bir kenara bırakalım.
30
31
32
33
Köktürk abecesi 38 harften oluşmuştur. Bu harflerin 4’ ü sesli, 25’ i sessizdir. 5 harf çift sessizleri, 4 harf
de bir sesli ile bir sessizi gösterir. Köktürk abecesiyle yazılmış 360 dan fazla yazıt günümüze
ulaşmıştır. Bunları içinde en önemli olanları Orhun Anıtlarıdır. Orhun Anıtları Türk adı ve Türk ulusu
sözünün geçtiği ilk Türkçe metinlerdir.
34
35
36
37
38
Uygur abecesi 18 harften oluşmuştur. Ancak iki ya da üç bazı harfin birleştirilmesi veya bazı harflerin
altına üstüne noktalar koymak suretiyle 23 sesi karşılayacak şekle getirilmiştir. Bu abecede a, i, u olmak
üzere üç sesli harf bulunmaktadır. Sesli harflerin yetersiz oluşundan dolayı Uygur abecesi Türkçe’ nin
tüm gereksinimlerini karşılamaktan uzaktır. Oysa Türkçe dili, ünlüler bakımından çok zengin bir dildir.
Buna karşın yine de Orta Asya’ da Türk edebiyatına dair en güzel örnekler Uygur harfleriyle verilmiştir.
39
40
Mani, Bırahmi, Süryani, Tibet, Çin, İbrani, Kiril abecelerinin hepsini, Türkler birlikte oldukları uluslara
göre ya da benimsedikleri dinlere göre kullanmışlardır.
41
42
43
Hellen abecesi, Oğuz boylarından önce Anadolu’ ya gelen ve Bizans’ ın hizmetine giren Karamanlı
Türkleri tarafından kullanılmıştır. Karamanlı Türkleri, Hıristiyanlığı kabul etmelerine karşın dillerini
korumuşlar, Türkçe’ yi Hellen harflerini kullanarak yazmışlardır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 55 / 189
1
2
Kiril abecesi, Hellen kökenlidir, 11 sesli 27 sessiz olmak üzere 38 harften oluşmuştur. Sovyet dönemince
bu coğrafyadaki Türkler tarafından zorlamayla kullanılmıştır.
3
4
5
6
7
8
9
10
11
Arap abecesi, MS 3. yüzyılda Nebati yazısından geliştirilmiş, 17 temel şekille gösterilen 28 sessiz harften
oluşmuştur. Türkler İslamiyet’i kabulüne paralel şekilde Arap abecesini kullanmaya başlamışlar ve bu
durum Harf Devrimi’ ne kadar sürmüştür. Yapısı gereği Türkçe’ yi Arap harfleriyle doğru, düzgün yazmak
ve okumak mümkün değildir. Türkçe gibi sesliler bakımından oldukça zengin bir dil nasıl oldu da 1000 yıl
süresince tamamen sessiz harflerden oluşan bir abeceyi kullandı, kullanabildi? Hayretler verici bir olay!
Bu konuda da çok şey söylenebilir ama bunu da şimdilik bir kenara bırakalım. Ama şunu da sormadan
edemeyeceğim, bu ulusun egemenleri bu işkenceyi bunca yıl nasıl sürdürebildiler? Hiç bir akılcı yorum
bulamazsınız! Ama şunu söyleyebiliriz, bu abeceyi ve onun yarattığı dili, sözcükleri Anadolu’ nun o basit
insanları günlük yaşamlarında hiç kullanmadılar!
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 56 / 189
1
Türk Yazı Devrimi, Bilal N. ŞİMŞİR
2
3
4
5
6
Kırım Savaşı sırasında, 1855 yılında telgraf telleri Avrupa’ dan İstanbul’ a ulaşır. Ama Arap harfleriyle
Türkiye’ den Avrupa’ ya telgraf çekilemez. Dış dünyaya telgraf çekebilmek için Latin harflerini kullanmak
gerekir. Avrupa’ daki Osmanlı elçilikleri, İstanbul’ a gönderdikleri telgraflarını Latin harfleriyle çekerler ve
İstanbul’ dan Latin harfleriyle karşılık alırlar. 1850’ lerden Türk yazı devrimine kadar ki 70 yıllık dönemde
Osmanlı Dışişleri teşkilatının dış dünya ile telgraf yazışmaları hep Latin harfleriyle yapılmıştır.
7
8
9
Geçmişe Toplu Bakış
Türkler, tarih içinde değişken bir yaşam sürmüşlerdir. Yer değiştirmiş, din değiştirmiş ve yazı
değiştirmişlerdir. Değişik 10 kadar yazı kullanmışlardır.
10
11
12
13
Köktürk Yazısı:
Bilinen en eski Türk yazılı belgeleri, 2. Köktürk hanedanı döneminden, 7. Ve 8. yüzyıllardan kalmadır.
Bunların en eskisi, 688-692 yılları arasında yazıldığı sanılan, Doğu Gobi yöresindeki Çoyren yazıtıdır. Bu
tarihlerden 50 yıl kadar sonra da 732-733 yılarında, tanınmış Orhun Anıtları dikilmiştir.
14
15
16
Köktürk yazıtları, 18. Yüzyıldan beri bilim adamlarının dikkatini çekmiş, ama uzun süre okunamadan
kalmıştır. Sonunda Danimarkalı Vilhelm Thomsen, 1893 yılında Köktürk yazısını çözmeyi, Orhun
Yazıtları’ nı okumayı başarmıştır. Bu yazının Arami kökenli olduğunu ileri sürmüştür.
17
Diğer araştırmacı Radloff, biçimine bakarak Köktürk yazısını Runik diye adlandırmıştır.
18
Runik yazı, kayaya, taşa kazındığı için dik çizgilerden oluşur.
19
20
Oldukça zengin bir yazı çeşidi olan Köktürk abecesinde 38 harf vardır. Bunlardan 4 ü sesli (ünlü), 25 i
sessiz (ünsüz) dir. Ayrıca 5 harf çift ünsüzleri, 4 harf de 1 ünlü ile 1 ünsüzü gösterir.
21
22
23
Kalın ve ince olmak üzere, 10 ses için ikişer harf kullanılır. Bu yüzden 25 ünsüz harfle 15 ünsüz
karşılanabilir. İnce ve kalın ünsüzlerin de yardımıyla 6 ünlü yazılabilir. Bu yazıyla gerçekte 21 ses
okunup yazılabilir: 6 ünlü, 15 ünsüz.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 57 / 189
1
2
Ünlüler yetersizdir. O ile u’ yu, ö ile ü’ yü birbirinden ayırmak olanaksızdır. Ünlülerin kullanılışı da
düzensizdir. Örneğin y harfi ay, ya, yı, ıy … biçimlerinde; ç harfi aç, eç, çı, çi biçimlerinde okunabilir.
3
4
5
Uygur Yazısı:
8. yüzyıldan sonra Köktürk yazısı bırakılmaya başlanmıştır. Uygurlar Türkleri(745-970) Uygur yazısını
geliştirmişlerdir.
6
7
8
Uygur yazısı, Sogud ( Soğd ) yazısının Türkçeye uydurulmuş bir biçimiydi. 18 harfliydi. 2-3 harfin
birleştirilmesi ya da üste noktalar konması ile 23 sesi karşılıyordu. Ama özellikle ünlüler bakımından çok
yetersizdi, hepsi 3 ünlü vardı.
9
Oysa Türkçe dili ünlüler bakımından zengin dildir.
10
Uygur yazısı, Köktürk yazısından bile daha yetersiz kalıyordu.
11
12
13
Öteki Yazılar:
Türkler, Uygur yazısının yanı sıra, yine aynı dönemde, Sogud, Mani ve Hind kökenli Bırahmi yazıların da
kullanmışlardır. Tibet, Çin, Mogol-Passepa ve Nasturi-Suryani yazılarını da kullanmışlardır.
14
15
16
Kısaca Türkler, Müslümanlığı benimsemeden önce, yaklaşık 500 yüzyıllık bir zaman içinde, 9 ayrı yazı
kullanmışlar ya da denemişlerdir. Kendi geliştirdikleri ve oldukça zengin bir yazı olan Köktürk yazısına
sımsıkı sarılmamışlar.
17
18
19
Arap Yazısının Alınması
Arap yazısı, 10. yüzyıldan başlayarak, Türk dili ve lehçeleri üzerinde yaklaşık 1000 yıl kadar sürecek bir
egemenlik kurmuştur. Niye böyle olmuştur?
20
21
Orta Asya Türk Devletleri, Büyük Selçuk ve Anadolu Selçuk İmparatorlukları, Anadolu Beylikleri vb. hep
Arap yazısını kullanmışlardır. Niye böyle olmuştur?
22
23
Arap yazısı, Kuran yazısı olduğu, dinin bir parçası imiş gibi görüldüğü için alınmıştır! Ama alınırken bu
yazının Türk diline uygun olup olmadığı göz önünde tutulmamıştır.
24
25
26
Burada önemli olan (dini etmenden de önemli olan), o gün kullanılmakta olan cılız Uygur yazısı
Arap yazısının baskısına karşı çok dayanamazdı, eninde sonunda boğulurdu; nitekim
boğulmuştur!
27
28
Tarihsel Çile
Arap yazısı, başka seçenek olmadığı için alınmış bile olsa, Türk diline tepeden inme giydirilmiştir.
29
30
Arap yazısı, Türkçeye taban tabana ters düşüyordu. O yazıyla Türk dili arasında yapısal çelişkiler vardı.
Arap harfleriyle Türk seslerini saptama olanağı yoktu.
31
32
Arap yazısında p, ç, j, g seslerini verecek harfler yoktu. Sonraları b, c, z harflerine üçer nokta eklenerek
p, ç, j harfleri bulundu.
33
34
35
Arap yazısı, ünsüzlerden kurulu bir yazı sistemiydi. Bu abecede ünlü harflerin yeri pek önemsizdi. Arap
yazısında üç ünlü vardı: a, i, o(u). BU açıdan bakınca Arap yazısı, Uygur yazısından daha ileri değildi.
Köktürk yazısına bakarak daha da geri bir yazıydı.
36
37
38
Türkçenin en belirgin özelliklerinden biri ünlülerin bolluğuydu. En az sekiz ünlü vardı Türkçede: a, o, u, ı,
e, ö, ü, i. Ağızlar ve lehçeleri de göz önünde tutunca Türk dilindeki ünlü sayısının daha da yüksek
olduğu görülür.
39
Türk, kendi öz adını bile “Trk” diye yazmak zorundaydı.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 58 / 189
1
2
Arap yazısıyla Türkçe yazımda karşılaşılan daha önemli bir güçlük de harf bolluğundan doğuyordu. Bu
abecede, Türkçede bulunmayan bir takım sesler için de harfler vardı.
3
4
Arapçada kök sürekli değişikliğe uğrar. Böyle dillere bükümlü diller denir. Oysa Türkçemiz bir eklemli
dildir, onda kök hiç bozulmadan durur, bütün ekler, takılar kökten sonra sıralanır.
5
6
7
Türkçe ile Arapça, dil aileleri bakımından yapılan bölümlemede de başka ailelere girerler. Arapça,
Semitik dillerdendir. Türkçe ise Türk diller ailesindendir. Ayrı ailelere giren bu iki dil arasında
uzaktan yakından bir hısımlık yoktur.
8
9
10
11
Arap yazısı (Arap abecesi) Arap dilini de arkadan getirmiştir, bir ölçüde. Arapça sözcüklerin, Arapça dil
kurallarının Türk diline girmelerine önemli rol oynamıştır. Arap yazısını aldıkları gibi sözcüklerini, eklerini
ve dil kurallarını da almaya başlamışlardır. Bu gidiş 15. yüzyıldan sonra yoğunlaşarak sürmüştür. Gitgide
Arapça ve Farsça bilmeden Türkçe yazı yazılamaz olmuştur.
12
13
14
İstanbul’ un fethi ile birlikte Türkçe üzerinde Arapça ve Farsça etkisi artmaya başlamıştır. Sultan
Mehmet’ in kurdurduğu sekiz medresenin yönetim ve öğretim ile ilgili terimleri ve derslerinin tümü Arapça
idi. Bu öğretim kurumlarında Türk diline yer verilmiyordu.
15
16
17
“Hep şunu söylerler. Türkçe fakir, Arapça zengin bir dil; Türkçede şu kadar sözcük var oysa
Osmanlı(ca)da (Arapçada) bu kadar. İyi de, kimse de, “niye”, diye sormaz?”
C.Akyol
18
19
20
Çeviri Yazılar
Batıda, Türkçe yazmak için Latin harflerinin çok eskiden beri kullanıldığı bilinir. Avrupalılar, Türkçeyi
Latin harfleriyle yazabilmek için çeşitli çevri yazılar kullanmışlar ya da denemişlerdir.
21
22
23
24
25
Bugün elde bulunan Latin harfleriyle yazılmış en eski Türkçe belge Kuman El Yazmaları’ dır. Osmanlı
Devleti’ nin kuruluş döneminde, 1303-1362 yıllarında yazılmıştır. Türkiye Türkçesiyle değil, Kuman
(Kıpçak) Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Aşağı Volga yöresinde yaşayan Kumanlar (Kıpçak Türkleri)
arasında Hıristiyanlığı yaymaya çalışan Alman ve İtalyan misyonerlerinin kaleminden çıkmıştır. Her
nasılsa İtalyan ozanı Petrarca’ nın eline geçmiş, o da bunu Venedik Cumhuriyeti’ ne bağışlanmıştır.
26
Hıristiyan dualarını Kuman Türkçesine çevirmişler; bu çevirileri Latin harfleriyle yazmışlardır.
27
28
29
30
1680 yılında, Viyana’ da önemli bir Türkçe grameri yayımlanır. Bunun yazarı Polonya asıllı Fr. de
Mesgnien Meninski’ dir. Türkçenin sekiz ünlüsünü sekiz ayrı harfle göstermiştir. Bunlardan a, e, i, o, u, ü
harfleri bugün kullandığımız harflerin tıpkısıdır. Bu çeviri yazısı ondan sonraki bu tür kitaplarda temel
olarak alınır.
31
32
Türkiye’ de ilk basımevi 1727’ de kurulmuştu. Bundan üç yıl sonra da Türkiye’ de Latin harfleriyle ilk kitap
basılmıştı.
33
34
18. yüzyıldan sonra Avrupa’ da Türkçenin Latin harfleriyle yazılması daha da yaygınlaşır. Avrupa’ da
yayımlanan Türkçe gramerlerinde Türkçenin, Latin harfleriyle yazımı daha düzenli biçime girer.
35
36
Artık zaman zaman Türklerde, Türkçe yazmak için Latin harflerini kullanmaktadır. M. Kemal Atatürk de,
Çanakkale’ den bir kadına yolladığı 13 mektubundan birini Latin harfleriyle yazacaktır:
37
38
“Dunya insanlar itchin bir dari imtihandir. İmtihan idilène hère cualè
moutlaka pèke mouafike djèvabe vermessi mumqune olmaya bilire.”
39
40
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 59 / 189
1
Codex Cumanicus' ta aşağıdaki metinler
bulunmaktadır:
Atamız kim köktesiñ.
Alğışlı bolsun seniñ atıñ, kelsin seniñ xanlığıñ,
bolsun seniñ tilemekiñ – neçik kim kökte, alay [da]
yerde.
Kündeki ötmegimizni bizge bugün bergil.
Dağı yazuqlarımıznı bizge boşatqıl – neçik biz
boşatırbiz bizge yaman etkenlerge.
Dağı yekniñ sınamaqına bizni quurmağıl.
Basa barça yamandan bizni qutxarğıl. Amen!
Türkiye Türkçesi ile metin aşağıdaki gibi
aktarılabilir:
Atamız sen göktesin.
Alkışlı (kutlu) olsun senin adın, gelsin senin
hanlığın, olsun senin dileğin– nasıl ki gökte, ve
yerde.
Gündelik ekmeğimizi bize bugün ver.
Ve de yazıklarımızdan (suçlarımızdan) bizi
bağışla– nasıl biz bağışlarız bize yaman (kötülük)
edenleri.
Ve de şeytanın sınamasından bizi koru.
Tüm yamandan (kötülükten) bizi kurtar. Amin!
2
3
4
5
6
7
Uyanış, Katip Çelebi
Türkler, Arap yazısının Türk diline ters düştüğünü yüzyıllarca pek kavrayamamışlardır. İlk kez 17.
yüzyılda Katip Çelebi bu yazının yetersizliğini görür, “ Herkes onaylar ki, müddet-i ömründe doğru
yazılmış bir kitap öğrenememiştir” der.
19. yüzyıl ortalarında hem Osmanlı Türkleri hem de Rusya Türkleri arasında Arap yazısı tartışılmaya
başlanır.
8
9
10
11
12
13
14
15
Latin Harflerinin Evrenselliği
16
17
18
19
Posta ve Telgraf
2500 yıllık bir geçmişi olan Latin yazısı, öteki abecelerinin hiç birinin erişemediği bir üstünlüğe erişmiştir.
Hellen abecesinin bir kolu olarak ortaya çıkar. Önce eski İtalya daha sonra Roma İmparatorluğu’ nun
resmi yazısı olur. Tanzimat’ a kadar Osmanlı Devleti’ nin dış ülkelerde beş elçiliği vardır. Tanzimat
döneminde dokuz elçilik daha açılır. Hemen hemen bütün Avrupa başkentleriyle Amerika Birleşik
Devletlerine Türk elçileri gönderilir. Osmanlı Hariciye Nezaretinde ve Osmanlı dış temsilciliklerinde Arap
yazısı değil, Latin yazısı kullanılır. Tüm Osmanlı Hariciye örgütünün resmi yazısı Latin yazısıdır, resmi
dili Fransızcadır.
Latin yazısının evrenselliği, posta ve telgraf işlerinde de görülür. Osmanlı Devleti, Dünya Posta Birliğine
katılır. Birliğin kurallarına, ölçülerine uyar, uluslararası posta işaretlerini benimser. Bu işaretler Latin
harfleriyledir. Taahhütlü mektup yerine (R) harfinin kullanılması gibi.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 60 / 189
1
2
3
4
5
Telgrafı getirenler, Türkçenin telgraf haberleşmesine elverişli olmadığını ileri sürerler ve Osmanlı
Devletine Fransızcayı telgraf dili olarak kabul ettirirler. Buna tepki olarak Mustafa Efendi adında bir Türk
çıkar, Latin harfleri temeline dayanan Türkçe ile Mors abecesini yapar; bunu uygulamaya da koyar.
Kendi buluşu olan bu abeceyle 16 Ağustos 1855’ de, Edirne telgraf merkezinin ilk açıldığı gün, ilk Türkçe
telgrafı İstanbul’ a çeker.
6
7
Londra’ daki Osmanlı Büyükelçisi Musurus Paşa’ dan İstanbul’ da Saray Başmabeyincisi Mehmet Beye
çekilen 16 Kasım 1875 günlü, 12966 sayılı açık telgraf şöyle kaleme alınmıştır:
8
9
10
11
“ Messoudiyé Firgatini humayounoun herchéissi yolounda oloub,
Suvarissi yola tchikmak itchoun, éyam havaya mountazirdir;
ve bouradan hareketi voukou bouldoughi andé, ba télégraf arz
olounadjakdir…“
12
Bugünkü Türk harfleriyle yazılış şöyle olur:
13
14
15
“ Mesudiye Firgatini hümayunun her şeysi yolunda olup,
Süvarisi yola çıkmak için eyamı havaya muntazırdır;
ve buradan hareketi vuku bulduğu anda ba telgraf arz olunacaktır…”
16
17
18
19
Türkiye, Yol Ayrımında
20
21
22
23
24
İlk Girişimler
Evrensel Latin yazısı, Tanzimat döneminden başlayarak, pek çeşitli yollarla Türkiye’ye de girmişti.
Diplomasi yazısı, uluslar arası ticaret, ulaştırma, turizm, bankacılık yazısı, dünya posta ve telgraf yazısı,
Batı bilim ve tekniğinin yazısı olarak Osmanlı topraklarında kullanılma alanı bulmuştu.
Osmanlılar arasında Arap yazısını bırakıp Latin yazısını almak yolunda ilk adımı Türklerden önce
Arnavutlar atmışlardı. 1860’ larda Türk aydınları yazı tartışmalarını sürdürülürken İstanbul’ daki Arnavut
aydınları tartışmaları bir kenara bırakıp, işe koyulmuşlardı. Türklerin ve Müslüman Arnavutların
tepkilerine karşın, yeni Arnavut yazısı daha 1880’ lerde Arnavut gençleri arasında yayılmıştır.
25
26
27
Arnavutçanın Latin harfleriyle yazılmaması konusunda Şeyhülislamlık “ Latin harflerinin kabulüne ve
bunlarla İslam mekteplerinde tedrisat yapılmasına da asla cevaz-ı şer’i olmayacağı” yolunda fetva
vermiştir. Fetvada şöyle deniliyordu:
28
29
30
31
“Mehmet imzasıyla takdim olunup havale buyurulan işbu arzuhalde muhakka husus hakkında Tiran
kazası ulema ve ahali-i İslamiyesi tarafından keşide olunan telgrafname ve Sinop Mebusu Hasan Fehmi
Efendi canibinden muta takrir üzerine mabihün-necat-ı müminin ve nasb-ı ayn-ı müslimin olan Kur’an-ı
latif-ül-beyan ve Furkan-ı celilü’l-unvanın huruf-u mürekkebe-i Arabiyyenin gayri huruf ile tahriri ….”
32
33
34
35
Meşrutiyet Döneminde Yazı Tartışmaları
Islahatçılar- Abece sorunu güncel bir konuydu. Ama, İkinci Meşrutiyet dönemi aydınlarının büyük
çoğunluğu devrimci değil, ıslahatçıydı. Arap harflerini tümüyle atıp yerine Latin abecesinin alınmasını
savunamıyorlardı.
36
37
38
Meşrutiyet dönemi ıslahatçılarının üzerinde en çok durdukları konulardan biri de Arap harflerinin birbirine
bitişik olarak değil, tek tek, ayrık olarak yazılmasıydı. İkinci Meşrutiyet döneminde aydınların çoğunluğu
Arap harflerinin ıslah edilerek kullanılmasından yanaydı.
39
40
41
“Bugün kullanmakta olduğumuz harflerin Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi yoktur. Türkler kendi yazılarını
bırakıp bunları sonradan almışlardır. Arap harfleri Peygamber zamanında kullanılmıyordu.”
Hüseyin Cahit Yalçın
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 61 / 189
1
2
3
İttihat ve Terakki yönetimi Latin harflerine karşıydı. Latin harflerini alan Arnavutları hoş görmüyordu. Bu
yüzden suçlanan, kovuşturulan Arnavutlar da olmuştu. Latin harflerini savunan Hürriyet-i Fikriye dergisi,
İttihat ve terakki yönetimince süresiz olarak kapatılmıştı.
4
5
Türkçüler- Başta Ziya Gökalp olmak üzere, Türkçüler Arap abecesinin korunmasını istiyorlardı. Çünkü
onlara göre, Arap abecesi Rusya Türkleriyle Osmanlı Türkleri arasında birleştirici bir bağdı.
6
7
Ancak, Türkçülerden Celal Nuri İleri, abece sorununun özüne parmak basıyordu. Arap abecesinin
Türkçenin ruhuna uymadığını belirtiyor, doğruda doğruya Latin harflerinin alınmasını savunuyordu.
8
9
10
11
12
13
Enver Paşa Yazısı- Harbiye Nazırı Enver Paşa da otoritesini kullanarak bu yeni yazı reformunu
uygulamaya koymuştur. Biraz da tehdit altında orduda kullanılmıştır. Enver Paşa yazısında da Arap
yazısı ayrık harflerle yazılıyor, sessiz harflerin arasına sesli harfler konuyordu. Harbiye Nezareti, resmi
yazışmalarını bu yazıyla yürütmeyi denedi. Orduya genelgelerini bu yazıyla gönderiyordu. Askerliğe
ilişkin kimi meslek kitapçıkları da Enver Paşa yazısıyla basıldı. Ama deneme o kadarla kaldı. Yürümedi.
Arap abecesini tek tek harflerle yazmaya çalışmak acemice bir girişimdi.
14
15
Yazı Devrimine Doğru
İlk kez Yakut Türkleri, daha 1918 yılında Latin yazısını aldılar. Onları Azeriler izledi.
16
17
18
19
Şubat 1923 de İzmir’ de toplanan “Milli İktisat Kongresi’ ne katılan işçi delegelerden İzmirli Nazmi ile iki
arkadaşı, Latin harflerinin kabulü konusunda Kongreye bir önerge vermişlerdir. Kongre Başkanı Kazım
Karabekir Paşa, bu öneriyi tepkiyle karşılamış ve genel toplantıda okutmamıştır. 5 Mart 1923 günlü
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan demecinde şunları söylemiştir:
20
21
22
“…bu harfleri (Latin harflerini) kabul ettiğimiz gün, en büyük felakete derhal bütün Avrupa’ nın eline güzel
bir silah verilmiş olacak, bunlar alem-i İslama karşı diyeceklerdir ki, Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler
ve Hıristiyan olmuşlardır… “
23
24
25
26
1923 yılında Tahsin Ömer, Latin Abecesine dayanan bir yeni Türk abecesi düzenlemişti. 8 ünlü, 25
ünsüz harften oluşan bu abece denemesine, Arap yazısındaki ha, he, hı harflerine karşılık yalnız H harfi
öneriliyordu. Arapçadaki te, tı harflerinin yerine de T harfi kullanılıyordu. Eksiklerine, acemiliklerine
karşın bu abece, Türkiye’ de Latin abecesine dayanan ilk somut Türk abecesi ya da önerisiydi.
27
28
29
24 Şubat 1924 günü İzmir Mebusu Şükrü Saraçoğlu, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülürken Türkiye
büyük Millet Meclisi kürsüsünde bir konuşma yapar. Halkın Okuma yazma bilmemesinin nedeni olarak
Arap harflerini gösterir. İlk kez TBMM kürsüsünden harf değişikliğinden yana bir ses yükselmiş oldu.
30
Ama aynı Saraçoğlu, 1925 Şubatında Milli Eğitim Bakanıdır, şöyle konuşur:
31
32
33
“Efendiler!...Maarif Vekili olmak hasebiyle, memleketimizde harfler hakkında birçok cereyanlar olduğu
için, bu cereyanlardan herhangi birisine kuvvet verecek bir şekilde bu millet kürsüsünde söz söylemeyi
faydalı değil, zararlı görüyorum.”
34
35
36
37
Bir Osmanlı Müderrisi, Avram Galanti
1925 yılında İstanbul Üniversitesi müderrislerinden Avram Galanti, Türkçe’ de Arabi ve Latin Harfleri ve
İmla Meseleleri adlı bir kitapçık yayımlar. Latin harflerinin alınmasına, teknik, ilmi, siyasi, iktisadi
bakımlardan karşı çıkar.
38
Musevi asıllı Avram Galanti, Arap yazısını şöyle savunuyordu:
39
“ 1. Arap elifbası, Kur’ an elifbasıdır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 62 / 189
1
2
3
2. Arap elifbası, Kur’ an elifbası olduğu için Türk, Arap ve Acem milletleri tarafından lisan yazısı olarak
kullanılır ve Türkçenin Arapça ve Acemce ile olan lisan münasebeti itibariyle, bu üç lisanın tahsisli
kolaylaşır…”
4
5
6
7
Mustafa Necati Bey
8
9
10
11
12
13
14
Matematik Formüller
15
16
17
18
Gecikme Nedenleri
Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun’ un Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında, 22 Mart
1926 günü, Maarif Vekili Mustafa Necati Bey’ in yaptığı konuşma da dikkatleri çekmişti. Necati Bey bu
konuşmasında: “Latin harfleri meselesi doğrudan doğruya Devletin siyaseti meselesidir.” demişti.
Cumhuriyet yöneticilerinin de abece devriminden yana olduklarını gösteren birçok belirti bulunmaktadır.
Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı, matematik, kimya, cebir derslerinde formüllerin bundan böyle Latin
harfleriyle öğretilmesine karar vermiştir. Bilim alanında, bu arada tıpta, teşhislerde, reçetelerde Latin
harflerinin gittikçe yaygınlaşması eğilimi görülmektedir. Ankara’ nın yeni bir genelgesi de, yanlışları
önlemek için, yabancı özel adların resmi yazışmalarda Latin harfleriyle kaleme alınmasını istemektedir.
Yakında çıkarılacak pullarda, Latin harfleriyle Türk Postaları sözcükleri kullanılacaktır.
Gerçekte dış etkenler nedeniyle değil, Türkiye’ deki iç gelişmeler yüzünden yazı devrimi 1926 yılında
yapılamamıştır. 1926 yılının ikinci yarısında dikkatler, Atatürk’ e karşı İzmir suikast girişimiyle ilgili olaylar
üzerine çevrilmiştir.
19
20
21
1927 yılı ise “Söylev” yılıdır, denilebilir. O yıl içinde Atatürk, tarihsel Büyük Söylev’ inin kaleme
alınmasını, okunmasını tamamlamış; yankılarını, basımını, dağıtımını izlemiştir. Söylev’ in ilk baskısı
yazı devriminden önce eski yazıyla yapılmıştır.
22
23
24
25
26
Atatürk, öteden beri yazı devrimine kararlıydı. Ama Başbakan İsmet İnönü kararsızdı. İnönü, Latin
yazısının alınmasına karşı uzun zaman direnmişti. 1926’da da direniyordu. O’ nun bu direnişi, Arap
yazısını savunmasından ileri gelmiyordu. Latin yazısına geçişin öneminden, çıkabilecek uygulanma
güçlüğünden doğuyordu. İnönü’ nün kendi deyimiyle, yazı devrimi “ Atatürk devrimleri içinde karar
verilmesi en çok düşünülen konu” idi.
27
28
29
Resmi Hazırlıklar
30
31
32
33
34
Dil Encümeni
Latin harflerinin alınmasına hükümetçe 1927 yılında karar verilmiştir. Hükümet 1928 yılına karar vermiş
olarak girer.
Uluslararası rakamların alınmasına ilişkin yasa tasarısının TBMM komisyonlarında görüşüldüğü bir
sırada 20 Mayıs 1928 günü Milli Eğitim Bakanlığı’ ndan başbakanlığa bir yazı sunulur. Bunda
“Lisanımızda Latin harflerinin suret ve imkân-ı tatbikini düşünmek üzere bir heyetin teşkilinin muvafık
görülmekte olduğu” bildirilir.
35
36
Dil Encümeni 26 Haziran 1928 günü ilk toplantısını Ankara’ da yapar. Encümen, Latin yazısı temeline
dayalı yirmi kadar değişik abeceyi incelemeye başlar.
37
38
39
İlk güçlük, harflerimizin Latinleştirilmesi noktasında değil, hangi harflerin seçileceği bakımından çıkmıştı.
Yeni abeceye Türkçenin yazım kurallarını, dilbilgisi kurallarını saptamak, bir uygulama planı hazırlamak
gibi sorunlar da uzun tartışma konusu olmuştu.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 63 / 189
1
2
3
Elifba Raporu
Dil Encümeninin Elifba Raporu’ nun yeni harflerle ilgili bölümü 31 Temmuz 1928 günü Vakit gazetesinde
yayımlanmıştır. Raporun tümü de 1928 Ağustos başında kitap olarak İstanbul’ da basılmıştır.
4
5
6
7
“Latin harflerinin lisanımıza tatbiki imkânını düşünmek üzere edip 26 Haziran 1928 de mesaisine
başlamış olan heyetimiz, doğrudan doğruya bugünkü müşterek ve edebi lisanımızın istisna ettiği ince ve
mütekâmil İstanbul konuşma dilini esas ittihaz ederek, bu dille nazari ve ameli cihetlerden en uygun ve
elverişli bir abece vücuda getirmeğe çalışmıştır…”
8
9
10
Dil Encümeni üyesi ve Bolu mebusu Falih Rıfkı Atay, 1 Ağustos 1928, İstanbul’ da Dolmabahçe Sarayı’
nda yeni Türk abecesi projesini Atatürk’ e sundu. Falih Rıfkı, “Arkadaşlar, beş ile on yıl arasında bir
mühlet düşünmektedirler.” der, Atatürk’ ün yanıtı kesin ve çok açıktır:
11
“Ya üç ayda, ya hiçbir zaman!” dır.
12
13
14
Türk Yazı Devrimi
9/10 Ağustos 1928 gecesi Atatürk tarihsel Gülhane söylevini verdi. Eski yazının yerine yeni Türk
abecesinin alınacağını ilk kez kamuoyuna açıkladı. Şunları söyler:
15
16
17
18
“Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel,
ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımız demir
çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak
mecburiyetindeyiz…”
19
20
21
22
23
Yazıyı dilden ayırmıyor, soyutlamıyordu Atatürk. Ulusal dil ile yazıyı birlikte düşünüyordu. Türk dilinin
güzel, uyumlu, zengin bir dil olduğunu belirtiyordu. Ne var ki bu güzelim dil, yüzyıllarca Arap yazısının
tutsağı olmuştu. Bu yazıyı Türkçenin başına saranlar yanlış iş yapmışlardı. Karahanlı mı, Selçuklu mu?
Kim olursa olsun, hangi tarihsel koşullarda olursa olsun, Türk dili için Arap yazısının alınması tarihsel bir
yanılgı olmuştu.
24
25
“Ulusumuz, yazısıyla ve kafasıyla uygar dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.”
Atatürk
26
15 Ağustos 1928 günü Milliyet Gazetesi’ nde, Falih Rıfkı Atay özetle şöyle söyler:
27
28
29
30
“1928 yılında Türkiye’ de bir buçuk milyon kadar okuryazar bulunduğu varsayılır. Buna karşın kitaplar en
çok beş-altı bin, gazeteler on beş bin basar. Bunları ikişer kişi okuduğu düşünülse bile Türkiye’ deki
gerçek okuyucu sayısı kırk bin dolayında kalır. Bir buçuk milyon okuryazara karşılık kırk bin okuyucu
bulunması Arap yazısının güçlüğündendir.”
31
32
33
23 Ağustos 1928, perşembe günü, Atatürk, yürütmekte olduğu yeni yazı kampanyasını İstanbul dışına
da taşırmak amacıyla Tekirdağ’ a gider. 25 Ağustos 1928, cumartesi günü, Atatürk’ ün önünde
Dolmabahçe konferansı toplanır.
34
35
36
37
38
Yazımda Son Değişiklikler
İngiliz Büyükelçiliği, Türk yazı devriminin Atatürk’ le özdeşleşmiş göründüğüne parmak basmıştı. Bu bir
abartma değildi. Atatürk, gerçekten devrimin ruhu durumundaydı. Bir bakıma yeni abecenin ve yazım
kurallarının baş ustası gibi davranıyordu. 22 Eylül 1928 günü gazetelerde yayımlanan yazısıyla, yeni
abeceye ve yeni yazım kurallarına son biçimini verdi. Dört yenilik getirdi:
39
40
1. Soru takısı olan mi, mı, mü, mu genellikle ayrı yazılır, ama kendisinden sonra başka ekler varsa
onlarla birleşerek yazılmalıdır.
41
Geldi mi, geliyor musunuz?
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 64 / 189
1
2. Bağlantı ilgeci olan ki, “ve dahi” anlamına olan de, da özerk sözcük olarak ayrı ayrı yazılır.
2
Gördüm ki geliyor, sen de gel, o da gelsin.
3
3. Bağlama işareti denen çizgi ya da tire kalkmıştır.
4
Ahmet-le, gelir-ken yerine Ahmetle, gelirken
5
4. Farsça asıllı sözcüklerdeki bağlama çizgisi de kalkmıştır.
6
Hüsn-ü nazar yerine hüsnü nazar
7
8
Atatürk’ ün istediği bu değişiklikler, 29 Eylül 1928 günü Dil Encümeni’ nce de kabul edilmiş, yazım
kuralları böylece son halini almıştır.
9
10
11
12
13
14
15
16
Harflerin Belirlenmesi
“K ve G harfleri Türkçenin bütün ihtiyaçlarını tamamen karşılayacaktır. Lisanımıza karışmış ve fakat
atılmaları zaman meselesi olan yabancı kelimelerin hatırı için Türk abecesine bir takım harfler ilavesini
asla münasip görmem. Ha ile Hı’ dan asırlarca çektiğimiz müşkülata benzer güçlük koymaktan
çekinmelidir.”
Atatürk
Yazımda, özellikle sözcük sonlarında b, d gibi yumuşak harfler yerine p, t gibi sert harflerin benimsenmiş
olmasında da Atatürk’ ün etkisi bulunduğu söylenebilir.
17
18
19
20
İlk İmla Lügati
21
22
23
24
25
26
27
Mustafa Necati’ nin Rolü
28
29
30
31
Türk Harfleri Yasası
32
33
34
35
36
37
Dil Encümenince hazırlanan İmla Lügati 25.000 sözcüğü kapsıyordu. Yazılması Ekim 1928‘ de
tamamlanmıştı. Basımı da 1928 yılının Aralık ayı başlarında bitirilmişti. Sözlük, 17+371 sayfadan
oluşuyordu.
1928 yılında Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Beydi. Yazı devriminin hızla başarıya ulaştırılmasında
inanmış bir devrimci olan Mustafa Necati Beyin önemli bir payı vardır. Yeni yazıyla ders kitaplarının
yetiştirilmesinde, 1928 yılında bütün okullarda yeni yazıyla öğretime başlanabilmesinde ve Millet
Mektepleri örgütünün hazırlanmasında Mustafa Necati Beyin büyük emeği geçmiştir. Millet Mektepleri
Talimatnamesi de onun kaleminden çıkmıştır. Ama bu okullar açıldığı gün, 1 Ocak 1929’ da, Necati Bey
birdenbire yaşama gözlerini kapayıvermiştir.
Son biçimin alan yeni Türk abecesi, Ekim 1928’ de devlet dairelerinde yavaş yavaş uygulanmağa
başlanmıştı. 1 Kasım 1928 günü Üçüncü Dönem Büyük Millet Meclisinin ikinci toplantı yılını açarken
yaptığı konuşmada abece konusuna da önemli yer ayırdı:
“…Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay
bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak
kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin
esasından alınan Türk abecesidir. Basit bir tecrübe Latin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar
uygun olduğunu, şehirde ve köyde, yaşı ilerlemiş Türk evlatlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını
güneş gibi meydana çıkarmıştır…”
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 65 / 189
1
2
3
4
5
6
Meclis, Atatürk’ ün konuşmasından sonra Başkanını ve Başkanlık Divanı üyelerini seçti. Hemen
arkasından Türk Harfleri yasasını ele aldı. Başkanlık Divanına bir önerge verildi, Önergede, Türk harfleri
yasasının ivedilikle görüşülmesi isteniyordu. Hükümet bu önergeyi destekliyordu. Meclis henüz
komisyonlarını bile seçememişti,. Harfler yasası projesini incelemek üzere, hemen o dakikada özel bir
komisyon kuruldu. On beş kişilik özel komisyon onbeş dakikada incelemesini bitirdi. Oturum yeniden
açılınca bu kez Başbakan İsmet İnönü, abece yasasını savunan bir konuşma yaptı.
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Yasanın Gerekçesi:
“Türk dili şimdiye kadar bünyesine uymayan Arap harfleriyle yazılıyordu… Bu halin meydana çıkardığı
zorluklar herkesçe malumdur… Çünkü aslen Türk olan kelimelerin sadalı harflerle yazılması icap eylediği
halde eski sarf sistemimizde bunun için kafi işaret mevcut değildi… Yazı yazmak, doğru okumak ancak
muayyen bir sınıfın imtiyazı haline geliyordu. Bu müşkülat yüzünden millet ve bütün halk tarafından
okunabilecek ve yazılabilecek bir lisan için icap eyleyen bir gramer vücuda gelemiyordu. … Buna bir de
eski Arap harflerinin Türk matbaacılığını nasıl ilerlemekten alıkoyduğu, telgraf gibi medeni vasıtaları
kullanmakta milletimizi beyhude masraf ve zorluklara sürüklediği ilave olunursa eski harf sistemimizi
değiştirmek zarureti meydana çıkar…”
16
17
18
19
Kanunun Adı: Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun
Kanun No: 1353 ,
Kabul Tarihi: 1 Kasım 1928
Resmi Gazete İlan Tarihi: 3 Kasım 1928
20
Yasa, Meclisten oybirliğiyle geçmiştir. Olumsuz oy kullanan çıkmamıştır.
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 66 / 189
1
Türkçe’ nin Sadeleşme Tarihi
2
Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, Yusuf Ziya ÖKSÜZ
3
4
5
“Osmanlı(ca)’ yı beğenir ya da beğenmeyiz; Türkçe’ yi beğenir ya da beğenmeyiz, ancak bilinen bir
gerçek vardır, Osmanlı(ca), Türkçe değildir.”
C. Akyol
6
7
8
9
“Osmanlı(ca)’ yla, son zamanlarda dilin yapısıyla oynanmaya başlanmıştı. Sözcük değişimleri, Türkçe’
nin yapısını, Türkçe’ nin kendisini yok etmeye başlamıştı. Türkçe’ nin eklemeli dil dediğimiz o zengin dil
yapısını bozar hale gelmişti.”
C.Akyol
10
11
Dil arayışında ilk akla gelen, yazı dilini sadeleştirmek, yani yazı dilini mümkün olduğu kadar halk diline
yaklaştırmak meselesi olmuştur.
12
13
Tanzimat devrinde Şinasi ile başlayan dilde sadeleşme isteğinin, başka bir deyişiyle konuşma diliyle yazı
dili arasındaki ayrılıkları giderme gayretlerinin başarılı bir şekilde gelişme göstermesi…
14
15
16
“Türkçe’ de sadeleşmeyi anlatmak istediğinizde, ister istemez daha başta hazır destekleyiciler ve karşı
tarafçılar yaratıyorsunuz. Her ikisi de önceden hazır; ve her ikisinin de önemli kısmı duygusal davranıyor.
Önceden “evet” ve önceden “hayır” larının içini doldurmaya çalışıyor.
17
18
19
Konuyu, Türkçe’ den, “Dil Nedir?”, dediğimizde ve bunun tam anlamıyla karşılığını koyabildiğimizde konu
biraz daha aydınlanacaktır, sanırım.”
C.Akyol
20
21
22
23
24
Devlet Dili Türkçe
Selçuklular, İslamlık’ la birlikte girdikleri yeni kültür alanında, bu kültür alanının gerektirdiği dini, edebi,
felsefi, ilmi kavram ve kelimeleri kendi dilleriyle ortaya koyacakları yerde, Arap ve Fars dillerini
benimseme, hatta bunları kültür ve devlet dili olarak kabul etme yolunu tutmuşlardır. Anadolu’ da,
Türkçenin edebi bir dil olma yolunda Arapça ve Farsçaya karşı verdiği mücadele de bu devrede başlar.
25
26
27
28
29
30
Daha sonra Karaman Beyliği’ nin ve onun ardından da Osmanlı Devleti’ nin Türkçeyi resmi dil olarak
kabul etmişlerdir. Aslında Batı Türkçesinin edebi bir dil haline gelmesi de bu yüzyılda, yani Beylikler
Devri’ nde gelişir. Bu bakımdan Selçuklu İmparatorluğu’ nun parçalanması, Anadolu’ da siyasi birliğin
parçalanması bakımından olumsuz sayılırsa da, dil ve kültür bakımından mutlu bir olaydır. Çünkü
birtakım yeni Beyliklerin kurulması ve bunların kurucularından çoğunun, Türkçenin dışında bir dil
bilmemeleri, Türk dili ve kültürüne dönüşü kolaylaştırmıştır.
31
32
33
14. yüzyıl, Türkçenin Anadolu’ da varlığını geliştirerek sürdürdüğü bir dönemdir. Anadolu’ nun bu
yüzyıldaki siyasi ve sosyal hayatı, Türk Dili ve edebiyatının burada kuvvetle tutunarak yerleşip
gelişmesine hizmet etmiştir.
34
35
36
14. ve 15. yüzyılın birinci yarısında yazılan eserlerinin pek çoğu, sade Türkçeden hoşlanan
hükümdarlarına sunulmak üzere yazıldığından, mümkün olduğu kadar yabancı kelimeden uzak, temiz bir
Oğuz Türkçesiyle yazılıyordu.
37
38
Osmanlı Türkçesinin yabancı dillerden yeni kelimeler alarak, bu kelimelerle birleşmekten doğan bir
İmparatorluk dili haline gelmesi, 15. yüzyıla rastlar.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 67 / 189
1
2
3
4
5
6
7
Gramer ve Sözlük
Türkçenin gramerinin hazırlanması 1851’ de kurulan Encümen-i Daniş tarafından ele alınmış ve bunun
düzenlemesi işi de, Ahmed Cevdet Paşa ile daha sonra Sadrazam olan Mehmed Fuad’ a verilmişti.
Tanzimat devrine kadar, Arapçanın olduğu gibi, Türkçenin de bir grameri olacağı düşünülememişti.
Necib Asım, hemen her dilden birtakım yabancı sözcüklerin alınabileceğini ve bunun da doğal bir şey
olduğunu; ancak doğal olamayan bir şey varsa, o da yazımızda, Arapça ve Farsçanın kurallarını da
benimseyerek, dilimizin geleceğini bozarcasına, dilimizde tutmuş olmamızdır, der.
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 68 / 189
1
2
Gelişme ve Sadeleşme Evreleri,
Türk Dilinde
Agah Sırrı LEVEND4
3
4
5
6
7
8
Fars Edebiyatının Gelişmesinde Türklerin Rolü
Yeni Fars edebiyatının gelişmesine yol açan asıl Türk sultanları olmuştur. Türk hükümdarlarının
sarayları, büyük ünleri kendilerine çekmeğe başlamış ve hükümdarlarla vezirlerin koruyuculuğu, yeni
Fars edebiyatının Arapçanın baskısından kurtulup yavaş yavaş gelişmesini sağlamıştır. Örneğin, Amak-ı
Buhari, Necib-i Fergani ile Reşidi gibi şairler Karahanlılar (840-1212)’ da destek görmüşlerdir.
9
10
11
12
Hindistan’ la birlikte hemen bütün İran’ ı egemenliği altına alan Gazneli Sultan Mahmut ile ardalarının
sarayı ise, şair, bilgin ve sanatçıların sığındığı bir yerdi. Firdevsi’ den başka Unsuri, Ferruhi, Esedi,
Minuçihri, Hakim Senai, Mesud-i Sa’d Selman, Ebu’l-Ferec-i Reyni gibi şairlerin sanatlarına yol
hazırlayan Gazneliler (961-1187) olmuştur.
13
14
15
16
Büyük Oğuz yığınlarının başında İran’ a gelip yerleşen Selçuklular(1040-13. yüzyıl) ve bunları izleyen
Harzemşahlılar (1077-1231)’ la Atabeyler de, İran edebiyatının gelişip ilerlemesine geniş ölçüde yardım
ettiler. Nasır-ı Hüsrev, Hayyam, Enveri, Hakani, Saib, Reşidü’d-din-i Vatvat ve Nizami gibi Fars
edebiyatının en değerli şairleri bu devirde yetişmişlerdir.
17
18
19
15. yüzyılda ün kazanan şairler ve bilginler ise, Timuroğulları’ yla öteki Türk hükümdarlarının sarayında
en büyük saygınlığı görmüşlerdir. Hafız divanını yeniden düzenletenin Hüseyin Baykara olduğunu
burada anımsayabiliriz.
20
21
Türk şair ve bilginleri de, eserlerini Farsça yazarak bu edebiyatın gelişmesine hizmet etmişlerdir.
Nitekim, Ferruhi ve Nizami başta olduğu halde İran edebiyatının en büyük şairlerinden kimisi Türk’tür.
22
23
24
25
26
Türkler hiçbir yerde Arap ve İran medeniyetine tamamen tabi olmuş değildiler ve Türklerin kendi
lisanlarını unutmaları da hiçbir yerde vaki olmamıştır. Bunun la beraber Arap ve İran medeniyetlerinin
Türkler’ e tesiri o kadar kuvvetli idi ki Türk lisanı hiçbir yerde devlet ve medeniyet lisanı olamadı. Türk
devletinin en garbi kısmı olan Küçük Asya memleketinde 13. asra kadar devlet lisanı Arapça idi; bu
malumat 14. yüzyılda Küçük Asya’ da yazılan müellifi meçhul bir Farsi eserde mevcuttur.
27
28
Arapçanın bu etkisi 12. yüzyılın sonlarına dek sürer, 12. yüzyılın sonlarında Arapçanın yavaş yavaş
önemini kaybettiği, buna karşılık Frasçanın önem kazanarak Arapçanın yerine geçtiği görülür.
4
Agah Sırrı LEVEND: (1893, Rodos-28 Ekim 1978), Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihçisi ve siyasetçisi. Onu Türk diline emek
verenlerin ön sıralarında saymamız gerekir. 1940-1946 yılları arasaında Aydın Milletvekilidir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 69 / 189
1
2
3
4
5
Türk Dili
Türkçenin, Arapça ile Farsça yanındaki durumunun ilk zamanlar çok tehlikeli olduğuna kuşku yoktur.
Eğer, düşüncelerini halka yaymak amacıyla avam dili sayılan Türkçeyi kullanan, ya da halk arasında
yetiştiği için eserlerini Türkçe yazan şairler olmasaydı, bu ezici üstünlük karşısında, Türk dili ve
edebiyatının gelişmesi daha uzun yıllar gecikmiş olacaktı.
6
“…
7
8
Türk diline kimsene bakmaz idi
Türkler’ e hergiz gönül akmaz idi
9
10
11
Türk dahi bilmez idi o dilleri
İnce yolı ulu menzilleri”
Aşık Paşa
12
13
14
15
Oysa Türkçenin zenginliği yakınmaların yapıldığı zamanlardan çok daha önce bir gerçek olarak ileri
sürülmüş ve eserlerle ortaya konmuştur. Kaşgarlı Mahmut’ un 11. yüzyılda yazdığı Divanü Lugati’tTürk, bu eserlerden biridir. Türk adının Tanrı tarafından verildiğini söyleyen Kaşgarlı Mahmut, eserinde
Türkçülüğü de ilk kez savunmak istemiştir.
16
17
Aynı şekilde 15. yüzyılda Ali Şir Nevai, Muhakemetü’ l-Lügateyn adını verdiği eserinde Türkçe ile
Farsçayı karşılaştırarak, Türkçenin Farsçadan daha zengin bir dil olduğunu örneklerle gösteriyor.
18
19
20
21
22
23
Hangi Türkçeye Osmanlı(ca) Diyoruz?
Osmanlı(ca), Tanzimatın ortaya attığı deyimlerdendir. Siyasal birliği kurmak amacıyla “millet-i
Osmaniye” tamlamasını uyduran Tanzimatçılar, Osmanlı ülkesinde konuşulup yazılan Türkçeye de
Osmanlı(ca) dediler. Tanzimat’ tan sonra yazılmağa başlanan Türkçe gıramer kitaplarına “kavaid-i
lisan-i Osmani” adı verildiği gib, Türk dili de “Türkçe, Arapça ve Farsçadan mürekkep bir lisan” olarak
tanımlandı.
24
25
Bu genel anlamda, Türkçeye “Osmanlı(ca)” demek elbet doğru olmaz. Bu durumda eski dili belirtmek
için kullandığımız Osmanlı(ca) deyiminin de yerinde olmaması gerekmez mi?
26
Sayfa 12.
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 70 / 189
1
Türkiye Türkçesi’ nin
2
3
4
Giriş
Dünü ve Bugünü, György HAZİ
Türk dillerinin Oğuz gurubuna ait olan ve bugün Türkiye’ de ve Türkiye’ ye komşu ülkelerin bazı
bölgelerinde konuşulmakta olan Türkçenin dil bilimsel incelenmesi bu çalışmanın konusudur.
5
6
7
Bugünkü Türk dilini konuşanların ataları olan Oğuz kökenli Selçuklu Türkleri 11. yüzyılda Anadolu’ yu
fethettiler ve böylece, etnik-dilsel bir değişim sürecine, yani söz konusu bölgenin Türkleşmesine önayak
oldular; bu süreç Anadolu’ ya komşu bazı bölgeleri de etkiledi.
8
9
10
11
12
Selçuklu ve Osmanlı egemenlikleri sırasında, yönetimleri altında bulunan bölgelerde İslam kültürünün,
dolayısıyla Arap ve Fars dillerinin etkisi altında devasa bir edebi ve resmi yazın ortaya çıktı. Bu yazının
gelişiminde, yavaş yavaş halk diline yabancılaşması belirleyici bir rol oynadı. Böylece, yüzyılımızda
kökten bir dil reformu zorunlu hale geldi. Bunun sonucu olarak da, yeni diyebileceğimiz bir yazı dili
doğdu!
13
14
15
16
Türkiye’ de dil bilimsel araştırmaların serpilip ortaya çıkması Cumhuriyet’ in kuruluş dönemindeki karalı
çalışmaların sonucudur. Bu gelişme üzerinde Kemal Atatürk’ ün ilan ettiği dil reformunun büyük etkisi
oldu. Türk dil bilimi Türkiye için can alıcı nitelikteki bu adım sayesinde sadece devletin ve toplumun
olağanüstü desteğine kavuşmakla kalmadı, aynı zamanda bir dizi somut ödevle ve teşvikle karşılaştı.
17
18
19
Türk Dilinin Tarihi
Türk yazı dilinin, varlığının ilk yıllarında geniş halk tabakalarının diline çok daha yakınken, tarih içinde bu
dilden yavaş yavaş uzaklaştığı gayet iyi bilinen bir gerçektir.
20
21
22
23
24
25
26
27
Fakat Arapça-Farsça kelimeler, ifadeler, deyimler ve bileşimlerin dile akın etmesiyle gerçekten yeni ve
üst düzeydeki ürünleri aşağı halk tabakaları için tamamen anlaşılmaz olan bir yazı dili ortaya çıktı. Böyle
ürünler sadece, Osmanlı toplumundaki, sıkı sıkıya İslam kültürüne bağlı ve Arapça ile Farsça temeline
dayalı bir eğitim görmüş bazı imtiyazlı çevrelerin ihtiyaçlarına cevap veriyordu. Alman Türkoloji
literatüründe çok doğru olarak Fasih Osmanlı(ca) terimiyle adlandırılan bu tür bir Osmanlı Türkçesiyle
yazılmış eserlerle bir kere uğraşmış olan herkes söz konusu dilin Türkçe temeliyle pek az ilgisinin
kaldığını kolayca saptayabilir. Bu eserlerin dilinin Türkçe çehresi söz dizimsel yapı bir kenara bırakılırsa
neredeyse tamamen örtülmüştür.
28
29
30
Toplum ile yazı dili arasındaki örtüşme ancak 20. yüzyılda, Kemal Atatürk’ ün başlattığı dil reformuyla
sağlandı. Geniş kitlelerin büsbütün yabancısı olduğu yazı dilinin yerine, gene öz Türkçe kimliğini taşıyan
yeni bir yazı dili oluştu.
31
32
33
34
35
36
37
Türk Yazı Dilinin Oluşumu
1. Türklerin Anadolu’ da ve buraya komşu ülkelerde belirmesinden önce, Orta Asya’ da eski Türk yazı
dillerinin yanı sıra bir ikincisi, yazılı bir Oğuz ağızı vardı ve bu, yakından akraba olduğu, Kıpçak,
Suvar ve Türkmen ağızlarının bir takım özelliklerini barındırmaktaydı.
2. Bu ikinci yazılı dil yoluyla, Horasan ve çevresiyle Anadolu’ da kesin biçimde İslami karaktere sahip bir
Türk dili ortaya konmuş oluyordu. 13. yüzyıla gelindiğinde, bu edebiyatın her yönden bütünüyle
olgunluğa ulaştığı görülebilir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 71 / 189
1
2
3
3. Küçük Asya’ ya, Oğuzlara ve akrabaları olan boylara ek olarak başka boylar da geldiğinden, bu
coğrafyada ilk dönemlerde yazılan eserlerde Eski Türkçe yazı dilinin kullanıldığı gözlenebilir. Ne var
ki sonraları Oğuzlar ve akrabaları olan boylar öbür hepsinin izlerini silmeyi başarmıştır.
4
5
6
7
8
4. Selçukluların İslam kültürünün merkezlerine olan yakınlığı, ayrıca çok büyük ölçüde İslami Fars
kültürünün etkisi altında kalmaları sebebiyle, Anadolu’ da kurulan ilk idari merkez Arap ve Fars
edebiyatlarının gelişmesini sağlayan bir merkez olmakta, bu arada 13. yüzyıl Türk edebiyatının
önemi ikinci derecede bir konuma düşüyordu. 14. yüzyılda idari merkezin dağılmasıyla bunun tersi bir
süreç gözlenmektedir.
9
10
11
12
5. 13. Yüzyılda üst sınıflar, Türkçe bildikleri halde, Arapça ve Farsça olarak yazıyor ve kendi dillerini
bilmemekle gurur duyuyorlardı. Bu gelenek bütün sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Fakat, böyle
bir cahillik iddiasının gerçeğe uymadığı da açıktır. Türkçe bilmediğini ileri süren yazarlar bu dilde, en
yüksek düzeyde olmak üzere, cilt cilt eser yazmışlardır.
13
14
6. Bir kere daha, Osmanlı Devleti’ ne bağlı merkezi idarenin ortaya çıkası Arap ve Fars edebiyatına
yönelme seçeneğinin yeniden güçlenmesine yol açtı.
15
16
7. Osmanlı edebiyatı nihayet şaheserler üretmeye başlayıp kendi başına bir değer kazandığında,
dildeki yabancı unsurlardan şikayetler de başladı.
17
18
19
8. Türkçe eserlerle karşılaştırıldığında Arapça ve Farsça yazılı esrelerin sayıca çok olması eski
Anadolu’ da Arapça veya Farsça konuşan bir nüfus olduğunu göstermez, çünkü Osmanlı
İmparatorluğu zamanında, son yüzyıla kadar Türkler tarafından bu iki dilde fazlasıyla eser yazılmıştır.
20
21
22
Oğuzca Yazı Dili
Zeynep KORKMAZ’ a göre 12. ve 13. yüzyıl Oğuzca yazı dili, içinde hem Oğuzca hem Karahanlı
unsurları bulunan, karışım niteliği çok belirgin bir dildir. Korkmaz’ ın ana tezler:
23
24
25
26
1. Her ne kadar Kaşgarlı Mahmut bize Oğuzca’ nın 11. yüzyılın ikinci yarısındaki dil yapısını aydınlatan
bilgiler vermiş ise de bugün elimizde bu yüzyıldan, bir dereceye kadar Oğuzca özellikleri de yansıtan
bir eser bulunmadığı için, Oğuzların 12. yüzyıl ortalarına kadar daha Karahanlı yazı diline bağlı
bulundukları görüşündeyiz.
27
28
29
30
31
2. Oğuzca’ nın Orta Asya bölgesinde yazı dili ürünlerine geçmiş ilk belirtilerini 12. yüzyıl eseri olarak
kabul edilen Kuran Tefsiri’ nde bulmaktayız. Karahanlı Türkçesi’ nden Harezm Türkçesi’ ne geçiş
döneminde yazılan ve Karahanlı yazı diline daha yakın olarak kabul edilen bu eserin sözlüğü de
yayınlanmıştır. Oğuzca’ nın en geç 12. Yüzyıl ortalarından başlayarak yazı dili ürünlerinde yer
aldığına hükmedebiliriz.
32
33
34
3. Geçiş döneminde Orta Asya’ nın Harezm ve Horasan kesimlerinde Oğuzca ile, Anadolu bölgesindeki
Selçuklular Oğuzca’ sı arasında bir ayrılık yoktur. Her iki bölgede de genel yapısı itibarıyla aynı
nitelikte bir Oğuzca vardır.
35
36
37
38
39
4. Anadolu yazı dilinin kuruluşu son zamanlara kadar sanıldığı gibi Anadolu bölgesinde 13. yüzyıl
sonlarında ve kendi içinde başlamış bir kuruluş değildir. Aynı dönemdeki Orta Asya yazı dili ile
bağlantılı bulunmaktadır. Anadolu’ ya gelen Oğuzlar kendileri ile birlikte bir yazı dili geleneği de
getirmişlerdir. Bu durum, Eski Anadolu Türkçesi’ nin imlasında Arap ve Fars imla geleneği yanında,
bir süre eski Uygur imla geleneğinin devam ettirilmiş olması ile de tevsik edilmektedir.
40
Sayfa 61
41
42
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 72 / 189
1
Türkçenin
2
3
4
5
6
7
Giriş
Müdafaası, Derleme Çalışma
Kemalist devrimlerin Müslüman-Türk Milleti’ ne en çok zarar vereni, hiç şüphesiz, harf değişikliği ve onun
devamı olan dil devrimidir. Bu uygarlığın adeta olmazsa olmazı olan abece 1928 yılında bir devrim
darbesiyle yasaklanmıştır. Bu abece değişikliğinin Müslüman Türk Milleti’ ni İslam milletleri ailesinden ve
hatta kendi milli tarihinden koparıp ayırmaya yetmeyeceği düşüncesiyle bunu dil devrimi yapmak
zorunluluğunu hissetmişlerdir.
8
9
Devlet otoritesi kullanılarak uydurma bir dil, millete dayatma suretiyle kabul ettirilmeye çalışılmıştır ki bu
durum hala sürmektedir.
10
11
Kısa açıklamalarda anlaşılmaktadır ki dil devrimi, asıl amacı Kuran’ ı Kerim’ e karşı savaş ilanı olan bir
gerçekleşmedir.
12
13
Dilimizi özleştireceğiz dediler. Fakat asırlardan beri Türk’ ün malı olan kelimeleri attılar, bunların yerine
büsbütün yalancı, acayip, maskara, uydurma, kelimeler koydular…
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
Türkçenin Hastalıkları
Türk dili modern düşünce, ilim ve teknik kavramlar bakımından da çok fakirdir ve yabancı kelimelere
muhtaçtır. Buna karşılık onun yabancı kelimelerden kurtulmak ve kendi kendisi olmak için de milli bir
özlemi vardır. Yabancılaşma ve özleşme hamleleri arasındaki bu çatışma Türkçe’ nin ana buhranını
yaratır.
Batı dilleri arasında ortak terimlerin Türkçe karşılıklarını aramaya lüzum ve imkan yoktur. Kültür dili
milletler arasıdır.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Bir milletin öz dili, alimlerin, aydınların, yabancı kültürlerle temasta olanların lisanı değil, hatta okuryazar
olmayanların, bakkalın, çakkalın, hamalın, işçinin dadının, babaannenin, köylünün, neferin dili… Bunların
bilmediği hiçbir kelime Türkçe olamaz.
25
26
27
28
Türk, yani İslamiyeti kabul ettikten sonra gerçek Türk’ ü bulan Türk, ilk iş olarak kaba bir dilden öteye
gidemeyen dilini zenginleştirmek zorunluluğunu anlamıştır. Bunun için de, Batılının, Yunan ve Latin
kaynaklarına uzanışı gibi, öz kültür kaynağının iki örnek diline el uzatmış ve Türkçenin çarşafı üzerine
Arap ve Fars ağaçlarının meyvelerini silkelemeyi tek yol olarak benimsemiştir.
29
30
31
Ancak aldığı unsurları asli maddeler halinde benimseyip Türk diline uydurmayı, Türk gramer ve
hançeresine mal etmeyi ihmal etmiş ve doğrudan doğruya Arapça ve Farsçanın ifade mimarilerine esir
olmakta bir sakınca görmemiştir. Bu durum, hataların en büyüğü olmuştur.
32
33
Yapılacak tek şey, dilimize girmiş bütün Arapça ve Farsça kelimeleri benimseyip, asli maddeler halinde
kabullenmektir.
34
35
36
37
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 73 / 189
Devriminin Öyküsü, Sami N. ÖZERDİM
1
Yazı
2
3
4
5
Geçmişe Kısa Bir Bakış
Türkler, Müslümanlığa girmeden önceki dönemlerinde, kendi abeceleri olan Köktürk, Uygur abecelerini,
zaman zaman başka abeceler de kullanmışlardır. Müslümanlığı kabul ettikten sonra, aşağı yukarı bin
yıllık bir süre içinde, Arap abeceleriyle okuyup yazmışlardı.
6
7
8
9
Arap abeceleri Türk diline uygun değildi. Türkçenin, İslam kültür çevresine girildikten sonra, Arap ve Fars
dillerinin etkisi altında bozulduğu, Arapça, Farsça sözcüklerle dolduğu, Osmanlı(ca) denilen bu karma
dilde Türkçe sözcüklerin giderek azınlıkta kaldığı bilinir. Osmanlı(ca), yalnız yabancı sözcüklerle değil,
yabancı dillerin kurallarıyla, tamamlamalarıyla da dolup taşmıştı.
10
11
12
13
14
“Osmanlı(ca)’ ya dil olarak yaklaşmak tüm dünya dillerine yapılacak en büyük saygısızlıktır. Bir şeye dil
demek için o dilin ulusun dağlarında, ovalarında, köylerinde konuşulması gerekir. Sarayda ve yakın
çevresinde birileri bir şeyleri bir şekilde mırıldanıyor diye ona dil denilmez, denilse denilse, Özdemir İnce’
nin de dediği gibi jargon denir.”
C.Akyol
15
16
Soruna ilk değinenlerin ilki Münif Paşa’ dır. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’ de (Osmanlı Bilim Derneği)
verdiği konferansla bu konuyu ortaya atmıştı.
17
18
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, abece ve yazım sorunlarını Ali Suavi, Namık Kemal, başkaları
tartışma alanına getirdiler. Şinasi ile Ebuzziya Tevfik, bir takım düzeltme girişimleri yaptılar.
19
20
21
22
Azeri yazar ve düşünürü Fethali Ahundzade’ nin burada anılması gerekir. 1863’ te İstanbul’ a, harflerin
düzeltilmesi için bir tasarı ile gelmiş, ancak, tasarısı ilgi görmüşse de bir sonuca bağlanmamıştı.
Ahundzade’ nin, İslav (kimilerine göre Latin) harflerine dayanan bir abece önerisiyle Türkiye’ ye bir kez
daha geldiği de belirtilmektedir.
23
24
25
26
27
1908 Meşrutiye’ tinden sonra abece ve yazım sorunları yeniden ortaya çıktı. 1. Dünya Savaşı’ ndan önce
Harbiye Nazırı Enver paşa, orduda kullanılmak üzere Enver Paşa Yazısı denilen, munfasıl (ayrışık)
harflerle yazılan bir abeceyi uygulamaya koydu. Aslında bitişik yazılan Arap harfli sözcükler, bu alfabe
ile, bu harflerde pek az olan sesli harfler (ünlüler)le pekiştirilerek, Latin harflerine benzer bir biçimde
yazılıyordu. Ancak, ayrı yazılış Arap harflerine uymadığı için bu girişin başarısızlıkla sonuçlandı.
28
29
30
31
Öte yandan, başta İçtihat dergisi sahibi Dr. Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı (Kılıçoğlu), Tanin
gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın), gazeteci, yazar Celal Nuri (İleri) olduğu halde, daha ileri
düşünenler Latin harflerinin kabulü için yazdılar, tartıştılar. Latin harfi yandaşları içinde, hatta
Meşrutiyetten önce, Hafız Ali efendi adlı bir hocanın da bulunması dikkate değer.
32
33
34
35
Arap harflerinin en büyük eksiği, ünlülerin azlığıdır. Türklerin sonradan eklediği (he) ile birlikte bu
harflerde dört tane ünlü vardı. Elif, Vav, Ye. Elif, a, e, i, önünde Ye konulduğunda ı, Vav konulduğunda
o,ö, u, ü seslerini verirdi. Ne var ki, sözcük sonunda bu ünlüler, bir başka ünsüzle, Ye ile gösterilirdi.
Sulu demek için sulı yazmak gerekirdi.
36
37
“Bir dile yapılacak en büyük haksızlık, başka bir dilin kutsallaştırılmasıdır.”
C.Akyol
38
39
Atatürk, Latin harfleri üzerindeki düşüncelerini 1908’ den bir iki yıl önce Bulgar Türkoloğu Manolof’ a
söylemişti:
40
41
“Batı uygarlığına girebilmemize engel olan yazıyı atarak, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizde Batılılara
uymalıyız. Emin olunuz ki bunların hepsi bir gün olacaktır.”
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 74 / 189
Türklerin Abece
1
1 Kasım 1928 Harf Devrimi, Tarihte
2
Serüveni,
3
4
5
1 Kasım 1928 günü Tekirdağ Milletvekili Cemil Bey, Afyon Milletvekili Ali Bey, Erzincan Milletvekili Saffet
Bey imzalarıyla TBMM Başkanlık Divanı’ na Türk harfleri yasasının ivedilikle görüşülmesini isteyen bir
önerge verilmiştir; hiç vakit kaybetmeden komisyon kurulmuş ve teklif ele alınmıştır.
6
Atatürk milletvekillerine hitaben bir konuşma yapıyor:
7
8
“ ... Büyük Türk milletinin cehaletten az emekle kurtulması, ancak kendi güzel diline uygun bir vasıta ile
ifadesiyle kabildir. ”
9
10
Konuşmanın ardından yasa önerisi on beş dakika içinde incelenmiş ve Başbakan İsmet Paşa ile iki
milletvekilinin birer konuşma yapmasından sonra hemen oylamaya geçilmiştir.
11
12
13
Kanun ” Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun “ adıyla aynı gün içinde yani 1 Kasım
1928 Perşembe günü 1353 kanun numarasıyla ve oybirliğiyle kabul edilmiştir. 3 Kasım 1928 günü de
1030 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
14
15
1593 -1595 Macaristan Seferini anlatan Şehname-i Hümayün adlı bir eser yazan Talikizade, Türkçe’ nin
bütün dillerin en güzeli, en süslüsü olduğunu ileri sürer, ancak şu sözcüklerle :
16
17
18
“ Çün bu zaman-ı bi-aman Sultan-ı Rum, Arab u Acem ve Türk ü Deylem ve umum-ı alem ve cumhur-ı
nev’-i ademe bi-avnillahi’ l –meliki’l-ali malik ü validür, lisan-ı Rum dahı, kelamü’ l-mülük mülükü’l-kelam
kavlince cemi’-i elsinenin ebha vü ezyeni, murassa’ u müzeyyeni olmağın...”
19
Aşıkpazade, Tevarih-i Al-i Osmanlı’ dan ( 15. Yüzyıl )
20
“Aydos hisarı ne vech-ilen feth olundı, anı beyan ider:
21
22
23
24
25
26
Meğer tekürinün bir kızı var –ıdı. Nagah bir gice Hazret-i Resul’ i aleyhisselamı ol kız vakıasında görmiş.
Ne görmiş? Görür kim kendüyi bir derin çukura düşmiş. Bu halda-y- iken nagah hub suretlü ve latif siretlü
kişi gelür bu kızı çukurdan çıkarır. Bunun geydügi libaslarun dahı egninden çıkarur, yabana atar. Bunun
endamın yur, dahı harir geyecekler geydürür. Bundan sonra kız belinleyü uyanur, fikr ider. Bu gördüği
düşe acayibe kalur ve illa bu gördügi düşindeki kişinün hayali kızun aklını alur. Gice ve gündüz hayali
gözinden ve gönlinden gitmez. Tahayyürde kalur. “
27
Çeşmizade Tarihi’ nden ( 18. Yüzyıl )
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
Çıldır valisi Hasan Paşa’ nın Asitane-i devlet ü iclale mütevarid ü müteakib olan tahriratından ma’lum
olduğu üzere ol taife-i ber-karın kavl-i mülayim ile semt-i salaha rücu’ları mümkin olmayup kavi tedarük
ve muntazam asker ile üzerlerine varılup haşak-ı vücud-ı na-pakleri suhte-i şu’le-i şemşir olmağa
muhtacdır. Eğer kendüsü serasker tayin buyurulup irsal eylediği defter mucebince asker ve zehair ve
levazım ve edevat ihsan buyurulur ise bi-faz-lillahi teala ahali-i Gürcistan’ ın cem’iyetlerin tefrik u perişan
ve rakabelerin rıbka-i itaate idhale sırf-ı nakdine tab ü tuvan eylemek üzere taahhüd ve iltizam edüp
filvaki’ kendüsü ol havalide neşv ü nema bulup cüz’i ve külli ahvallerine vukuf-ı tammı olduğı cihetden bu
emr-i hatir anın duş-ı ihtimamına tahmil olunmak vücuh ile evfak u enseb mülahaza buyurulduğuna
binaen bin yüz yetmiş sekiz senesi şa’banında sefer-i Gürcistan’a serasker ta’yin olumağla tebcil ü tevkir
ve ber-muceb-i defter matlubu olan levazım ma’a ziyadetin tarafına tesyir olundu. “
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 75 / 189
1
2
3
Ne oldu?
Yazılan ama konuşulmayan Osmanlı(ca), konuşulan ama yazılmayan Türkçe. Bunun en güzel örneğini
Şinasi de görürüz!
4
Şinasi’ nin annesine Paris’ ten yazdığı mektuptan ( 1851 ):
5
“Benim canımdan aziz olan valdeciğim,
6
7
8
9
Geçenki aldığım mektubunuzda bir yıldan beri hasta olduğunuzu bildirmiş idiniz; lakin bundan
anladığıma göre canınızla uğraşır mertebeye gelmişsiniz! Öyle ise efendim, niçin bu zamana kadar
bildirmediniz? Eğer bildirmiş olsaydınız çarçabuk tahsilin arkasını alıp şimdiye dek Asitane’ ye gelirdim;
çünkü bundan mukaddem daha kolaylıklar vardı. Her ne ise, şu günlerde işimi bitirmek üzereyimdir. “
10
Şinasi’ nin Tasvir-i Efkar Gazetesi’ nin ilk sayısındaki giriş yazısından ( 1862 ):
11
12
13
14
“Herbir devlet, idaresine müvekkel olduğu bir hey’et-i mecmua-yi milliyenin bekasıyla payidar ve hayr ü
menafi’ine muvafık surette tedbir-i meham eylemekle, kaviyyü’l-iktidar olmak kaziyesi burhandan
müstağnidir. Bu hal-i medeniyette bulunan halk ise kendi menafi’inin husulü hakkında ne suretle sarf-ı
zihin eylediği terceman-ı efkarı olan gazetelerin lisanından belli olur.“
15
Evet, sonuç?
16
13 milyon nüfus, %7 si okuryazar, bu oran kadınlarda %1 bile değil.
17
18
19
Ve 19. yüzyılda Edebiyatçıların çoğu ağırlaşan Osmanlı(ca)’ ya karşı yeni bir dil ve üslup arayışlarına
girmişlerdir. Daha sonra da Şinasi, Muallim Naci, Ahmet Cevdet Paşa gibi kişiler abecenin ve yazı
dilinin yalınlaşması gerektiğini savunmuşlardır.
20
21
22
3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanında ( Gülhane Hatt-ı Hümayunu ), Osmanlı(ca)’ ya uygun bir abece
düzenlenmesi, dilbilgisiyle ilgili kitaplar hazırlanması ve öğretim yöntemlerinin değiştirilmesi önerilmiştir.
Belki de en üst düzeyde ilk kez Arap abecesi açıkça eleştiriliyordu.
23
24
25
26
18 Şubat 1856 Islahat Fermanında, Tanzimat Fermanından farklı olarak eğitim konusu, doğrudan
fermanın maddelerinden birisi olarak yer almıştır. Müslüman olmayan azınlıklara kendi okullarını kurma
ve eğitimde bağımsızlık gibi bir takım haklar tanıyan bu fermanın, bu okullarda Latin harflerinin
kullanılacak olması açısından önemi vardır.
27
28
Abece konusunda ilk sistemli çalışma Ahmet Cevdet Paşa tarafından yapılmıştır; yazı ve imla konusunu
ele almıştır.
Ahmet Cevdet Paşa
1822-1895
29
30
Ali Süavi
1839-1878
Enver Paşa
1881-1922
Mustafa Necati
1894-1929
Daha sonra Paşanın başında bulunduğu Encümen-i Daniş’ de ( 26 Mayıs 1851 de ilk Tük Akademisi
olarak, Padişah Abdülmecid’ in iradesiyle kurulmuş ) bu konu üzerinde durulmuş, bazı kararlar alınmıştır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 76 / 189
1
2
Bunlardan en önemlisi 1863-1864 ders yılında ders kitaplarında Arap yazısının harekeli olarak
kullanılması kararıdır.
3
4
5
Yazı ve abece konusunda çalışmalar yapmış ve görüşlerini açıklamış ikinci kişi Mehmet Münif Paşa’
dır. Paşa hareke kullanılmadığı için bir kelimenin çeşitli biçimlerde okunabildiğini, büyük harf olmadığı
için de özel isimlerin ayırt edilmediğini, ayrıca harflerin basıma uygun olmadığını dile getirmiştir.
6
7
Azerbaycanlı Şair Mirza Feth-Ali Ahundzade, Latin abecesinin kabul edilmesini tavsiye etmiş ve Latin
abecesini temel alan yeni bir abece hazırlamıştır.
8
9
10
11
Namık Kemal, köklü bir abece değişikliğine taraftar olmadığını vurgulamıştır. Onun Arap abecesinin
bırakılarak yerine yeni bir abece alınmasına şiddetle karşı çıkmasının sebebi İslam Birliği yanlısı
olmasıdır. Ali Süavi Bey de Arap harflerinin tamamen değiştirilmesinden değil ıslah edilmesinden
yanaydı.
12
13
23 Temmuz 1908 2. Meşrutiyet’ in ilanıyla eğitim ve özellikle de abece konusunda tartışmalar yine
hızlanmıştır. Bu dönemde iki düşünce ortaya çıkmıştır:
14
15
1. Latin harflerinin kabul edilmesi gerektiği şeklinde, Hüseyin Cahit Yalçın’ ın başını çektiği aydınlardan
oluşan bir grup,
16
17
2. Arap harflerinin Türk diline uydurulması ya da Arap harfleri üzerinde bazı çalışmalar ve değişiklikler
yaparak yeni bir abece oluşturulmasını isteyen, Milaslı Hakkı Bey’ in önderliğini yaptığı bir grup.
18
19
Bu dönemde Arnavutların Arap harflerini bırakarak Latin abecesini kabul etmesinin etkisi büyük
olmuştur.
20
21
Bu fikirlerden etkilenen Harbiye Nazırı Enver Paşa, askeri yazışmalarda hem Türkçe hem de Arapça ve
Farsça sözcüklerin yine Arap harfleriyle ama yeni bir yazımla yani ayrı olarak yazılmasını emretmiştir.
22
23
24
25
Ancak bu dönemde hoşgörülü uygulamalara karşın din kaynaklı muhalefetten çekinildiği için Latin
abecesinin kabulü mümkün olmamıştır. Bu durum, Arapçanın Kuran dili olarak algılanmasından ve Arap
dili ile abecesinin dışındaki yazı ve abeceleri almak ve kullanmanın kafir işi sayılacağı düşüncesinden
ileri gelmiştir.
26
27
Ancak Osmanlı döneminde abece konusu çeşitli encümenlerde, cemiyetlerde Cumhuriyet dönemine
kadar aralıksız tartışılmış, hep gündemde kalmıştır.
28
29
30
Yeni Türk Devleti’ nde Latin harflerinin kabulü meselesi, Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasının
hemen ardından 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’ de toplanan İzmir İktisat Kongresinde
gündeme gelmiştir.
31
32
33
34
35
İşçi delegelerden İzmirli Nazmi ve iki arkadaşı tarafından Latin harflerinin kabulüne dair bir önerge
verilmiştir. Bu önerge, kongre başkanı Kazım Karabekir Paşa tarafından tepkiyle karşılanmış ve genel
kurulda okutmadan reddetmiştir. Paşanın daha sonra konuyla ilgili “ ... kabul ettiğimiz gün bütün Avrupa’
nın eline güzel bir silah verilmiş olacak, bunlar alem-i İslam’ a karşı diyeceklerdir ki; Türkler ecnebi
yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır.” demiştir.
36
37
İzmir Milletvekili Şükrü Saraçoğlu 24 Şubat 1924 günü TBMM’ de konuyu meclise taşımış, Latin
harflerini savunmuştur.
38
Atatürk’ ün bu konudaki görüşleri çok nettir:
39
1. Arap harfleri Türkçe’ ye uygun değildir.
40
2. Bu harflerin öğrenilmesi zordur ve toplumda eğitim düzeyinin düşüklüğünün bir nedenidir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 77 / 189
1
2
3
Bu sırada, 26 Aralık 1925 tarihinde Uluslararası Saat ve Takvimin Kullanılmasına İlişkin Kanun ve 17
Şubat 1926 tarihinde Medeni Kanun kabul edilmiştir. Özellikle Medeni Kanun’ unun kabulünden sonra
abece ve yazı konusundaki tartışmalar oldukça artmıştır.
4
5
6
7
Bu ortamda Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’ nin 22 Mart 1926 günü Milli Eğitim Teşkilatı Hakkında
Kanunun TBMM de görüşülmesi sırasında yaptığı konuşma da oldukça önemlidir. Mustafa Necati
konuşmasında “Latin harfleri meselesi doğrudan doğruya devletin siyaseti meselesidir.“ demiştir. Bu
konuşma konunun bir devlet işi olarak ele alınacağını gösteriyordu.
8
1926 yılının Mart ayında Akşam Gazetesi bu konuyla ilgili bir anket başlatmıştır:
9
10
1. Latin harflerini kabul etmeli miyiz?
2. Kabul edersek menfaatimiz nedir, zararımız ne olabilir?
11
12
Bu günlerde Mithat Sadullah, Latin harfleriyle Türkçe Elifba Tecrübesi adlı bir kitap yayınlayarak 29
Latin harfinden oluşan bir Türk abecesi önerisini ortaya atmıştır.
13
14
TBMM’ in 20 Mayıs 1928 tarihinde Uluslararası Rakamları kabul etmesi, Latin harflerinin kabulü
yönündeki bir gelişme olarak, tartışmaları daha da hızlandırmıştır.
15
16
Atatürk’ ün konuyla ilgili düşüncesi ta 2. Meşrutiyet öncesinde Selanik’ te Bulgar Türkolog Ivan Maolov
ile yaptığı görüşmede bellidir:
17
“Arap yazısı Batı kültürüne girmemize engeldir.”
18
19
Atatürk, 8/9 Ağustos 1928 akşamı İstanbul Gülhane Parkı’ nda, Sarayburnu’ nda düzenlenen Halk
Fırkası’ nın bahçe eğlencesinde,
20
21
22
“Arkadaşlar, bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendisini gösterecektir. Asırlardan beri
kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi
kurtarmak, anlamak mecburiyetindeyiz.“
23
demiştir.
24
25
26
Atatürk başöğretmenliğinde, 11 Ağustos 1928 günü Dolmabahçe Sarayı’ nda yeni Türk harfleri üzerine
ilk uygulamalı ders açılmış ve böylece bir abece seferberliği başlatılmıştır. İstanbul’ da bulunan 80 kadar
milletvekiline Dolmabahçe Sarayı’ nın üst katında karatahta önünde abece dersi verilmiştir.
27
28
En çok tartışma C, Ç, Ş, Q ve X harfleri üzerine olmuş, Atatürk bizzat konuya el koyarak son şeklini
vermiştir:
29
30
1. Çift harf kullanılmayacak,
2. Q ve X harflerine gerek yoktur.
31
32
Atatürk bundan sonraki çalışmalarını İstanbul, Marmara Bölgesi ve yurdun diğer yörelerinde olmak üzere
üç aşamada yürütmüştür.
33
34
Yurt düzeyindeki çalışmalar 1928 yılı içinde Çanakkale, Eceabat, Sinop, Amasya, Tokat, Sivas, Şarkışla,
Kayseri, Ankara’ da bizzat Atatürk’ ün karatahta başında dersleriyle yapılmıştır.
35
36
Latin abeceye geçileceği artık kesinleşmiş gibidir ama zamanı, süresi tartışılmaktadır. Yine Atatürk son
sözü söylemiştir, Falih Rıfkı Atay’ a,
37
“Bu ya 3 ayda olur ya hiç olmaz!”
38
demiştir.
39
40
Ve 1928 Ocak ayı içinde abece konusunu ele almak ve bu konuda çalışmalar yapmak üzere Milli Eğitim
Bakanı Hamdullah Suphi başkanlığında bir komisyon kurulmuştur. Atatürk, bizzat her şeyin ve her
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 78 / 189
1
2
ayrıntının başındadır. İstanbul’ da Atatürk’ ün de katılımıyla gerçekleştirilen toplantılar gündüzleri
Galatasaray Lisesi’ nde geceleri de Dolmabahçe Sarayı’ nda yapılmıştır.
3
4
Oluşturulan Dil Encümeni’ nde Türk elifbasının harfleri olarak 29 şekil üstünde anlaşılmış, bu yönde
rapor hazırlanmıştır.
5
6
a(a)
b ( be )
c ( ce )
ç ( çe )
d ( de )
e(e)
f ( ef )
7
8
g ( ge )
h ( ha )
i(i)
ı(ı)
j ( ji )
k ( ka )
l ( el )
m ( em )
n ( en )
o(o)
p ( pe )
q ( ku )
r ( er )
S ( es )
ş ( eş )
t ( te )
u(u)
v ( ve )
w ( çift v )
X ( iks )
Y ( ye )
z ( ze )
Daha sonra, ö, ü, ğ gibi işareti harfler tabloya eklenmiş, q, w, x tablodan çıkarılmış ve bazı harf adları da
değiştirilmiştir.
f ( fe )
ğ ( yumuşak g )
h ( he )
k ( ke )
l ( le )
m ( me )
n ( ne )
ö(ö)
r ( re )
s ( se )
ş ( şe )
ü(ü)
9
10
11
26 Ağustos 1928 günü Ankara’ da Öğretmenler Birliği’ nin 4. Kongresi toplanmıştır. Öncelikle bu
kongrede, “ Yazışmaların, Latin harfleriyle yapılması ve Arap harfleriyle yazılacak önerilerin göz önüne
alınmayacağının “ kabul edilmesi, yeni harflerle ilgili önemli bir gelişme olmuştur.
12
13
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 20 Eylül 1928 de birinci sayfasını, Cumhuriyet Gazetesi 29 Eylül 1928 de
son sayfasını yeni harflerle yazmaya başlamıştır.
14
15
16
17
18
Yoğun bir şekilde sürdürülen bu çalışmalar sırasında bir taraftan da öncelikle bütün kamu görevlilerine
kısa sürede yeni harflerin öğretilmesi amaçlanmış ve konferanslar hatta kurslar başlatılmıştır.
Memurların yeni harfleri öğrenmeleri işi sıkı tutulmuş ve öğrenmeme durumunda çeşitli yaptırımlar
öngörülmüştür, sınavdan geçirilmişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı da Başbakanlıkla yazışmalarını yeni
Türk harfleriyle yapmaya başlamıştır; konuyla ilgili genelge yayınlamıştır.
19
20
Son anda g, k, h harflerinin yetersiz olacağı ileri sürülmüş; Atatürk 24 Eylül 1928 günü bu konuda da şu
cevabı vermiştir:
21
22
23
“K ve G harfleri Türkçe’ nin bütün ihtiyaçlarını tamamen karşılayacaktır. Lisanımıza karışmış ve fakat
atılmaları zaman meselesi olan yabancı kelimelerin hatırı için Türk abecesine bir takım harfler ilavesini
asla münasip görmem.”
24
25
26
Bu arada Harf Devrimi’ nin gerçekleştirilmesine yardımcı olacak bir başka gelişme olmuştur. O da kamu
kurum ve kuruluşlarının adlarıyla bazı makam adlarının yeni dil ve harflere göre yeniden tespit edilmesi,
resmi kağıt başlıklarının yeni harflerle bastırılması olmuştur.
27
28
Ekim 1928’ de devlet dairelerinde yavaş yavaş uygulanmaya başlanmıştır. Atatürk’ ün kat’ i karar ve
tutumuyla iki ay kadar kısa sürede şaşırtıcı sonuçlar alınmıştır.
29
30
TBMM, Türk harfleri yasasını kabul etmeye hazır hale gelmiştir ve TBMM’ nin 1 Kasım 1928 günkü ilk
oturumunda ele alınmıştır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 79 / 189
1
2
3
1 Kasım 1928 günü Tekirdağ Milletvekili Cemil Bey, Afyon Milletvekili Ali Bey, Erzincan Milletvekili
Saffet Bey imzalarıyla TBMM Başkanlık Divanı’ na Türk harfleri yasasının ivedilikle görüşülmesini
isteyen bir önerge verilmiştir; hiç vakit kaybetmeden komisyon kurulmuş ve teklif ele alınmıştır.
4
Atatürk milletvekillerine hitaben şunları söylemiştir:
5
6
“ ... Büyük Türk milletinin cehaletten az emekle kurtulması, ancak kendi güzel diline uygun bir vasıta ile
ifadesiyle kabildir.”
7
8
9
10
11
Konuşmanın ardından yasa önerisi on beş dakika içinde incelenmiş ve Başbakan İsmet Paşa ile iki
milletvekilinin birer konuşma yapmasından sonra hemen oylamaya geçilmiştir. Kanun ” Yeni Türk
Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun “ adıyla aynı gün içinde yani 1 Kasım 1928 Perşembe
günü 1353 kanun numarasıyla ve oybirliğiyle kabul edilmiştir. 3 Kasım 1928 günü de 1030 sayılı Resmi
Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
12
13
14
15
16
1 Aralık 1928 tarihinden başlayarak bütün Türkçe gazete ve dergiler yeni Türk harfleriyle çıkarılmaya
başlanmıştır. 1 Ocak 1929 tarihinden itibaren devlet daireleri, şirketler, bankalar, dernekler ve kurumların
işlemlerinde Türk harflerini kullanmaları, Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması
zorunluluğu uygulamaya konulmuştur. 1 Haziran 1929 tarihinden sonra da eski harflerle halk tarafından
yapılacak başvurular kabul edilmemiş ve eski harflerle basılmış kitaplarla öğretim yasaklanmıştır.
17
Bir kez daha Atatürk’ ün dediği olmuştur:
18
19
“Bu ya 3 ayda olur ya hiç olmaz! ”
M.K. ATATÜRK
20
21
Harf Devrimine batının bakışı değişik olmuş; kimi olumsuz karşılamış kimi olumlu bakanlar da bile bu işin
çok uzun süre alacağını söylemişlerdir.
22
23
İngiliz basını, Harf Devrimi’ nin körü körüne taklitten başka bir şey olmadığını, başarılı olamayacağını
yazmıştır.
24
25
ABD basınından The New York Times gazetesi, Türkiye’ nin Latin abecesine geçmesinin 15 yıl
süreceğini yazmıştır.
26
27
28
Oysa dünya tarihinde Harf Devrimi kadar sabırla, eksiksiz, halkın da desteğini alarak yapılmış aynı etki
ve derecede bir başka devrim olmamıştır. Tüm diğer Cumhuriyet Devrimlerinde Atatürk’ ün yanında şu
ya da bu kişilerin etkisi, katkısı olmuştur; Harf Devrimi başlı başına Atatürk’ ün eseridir.
29
İsterseniz sözü yine Atatürk’ e bırakalım, konuyu onun sözleriyle tamamlayalım:
30
31
32
33
34
“Türk milletinin dili Türkçe’ dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir.
Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir
hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği bunca tehlikeli durumlarda ahlakının, geleneklerinin, anılarının,
çıkarlarının, özetle bugün kendi milliyetini oluşturan her şeyin, dili sayesinde korunmakta olduğunu
görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir. “
35
36
“Osmanlı dili, hiçbir zaman sokağın dili, sokaktaki insanın dili olmadı ki.”
C.Akyol
37
38
39
40
41
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 80 / 189
Latin Harfleri Meselesi (1908-1928), Selami KILIÇ
1
Türkiye’ de
2
3
4
5
6
2. Meşrutiyet Devri ve Sonrası Latin Harfleri Meselesi
7
Latin harflerinin kabul edilmesini ve buna dayanan yeni bir Türk alfabesinin meydana getirilmesini
savunan ve konu ile ilgili bir hayli cesaretli yazılar yazan Osmanlı aydınları olmuştur. Bunlar içinde,
Hüseyin Cahit (Yalçın), İçtihat dergisi sahibi Dr. Abdullah Cevdet, gazeteci, yazar Celal Nuri (İleri) gibi
düşünürler, cesaret göstererek, bu konuda hayli ilginç yazılar yazmışlar.
Celal Nuri İLERİ, Tarih-i İstikbal (1921)
8
9
10
11
“… şu (Sami) ve dilimizin ruhuna -gıramer demek istiyor- harfleri terk edelim. Evrensel olan Latin
harflerini alalım. Arap harfleri, Arap ve İbrani gibi Sami dilleri içindir. Bu diller matematik diller olup,
kurallar, vezinler içinde hareket eder. Her kelime türlü şekillere bağlıdır. Oysa Türkçemiz, Arapçanın
içinde boğulduğu halde Turani özelliğini yitirmemiştir. Sami dillerinden çok Avrupa dillerine benzer.
12
13
14
… Bir harfi bırakıp da diğerini kabul eden yalnız biz olmayacağız. Harflerin değişimiyle bizde yeni bir
devir, yeni bir anlayış başlayacaktır. Biraz ulusal bir yiğitlik gösterelim. Dilde, edebiyatta, harflerde,
düşüncelerde bir devrim yapalım. Yenilelim, tazelenelim.
15
16
17
18
19
… Harflerimiz berbattır. Bu harflerle biz işimizi göremeyiz. Harflerimizin noksanından, bir işe
yaramadığından, ilim dışı olduğundan burada söz etmeyeceğiz. Yalnız şurasını söyleyeceğiz ki, bu
harfleri ve bunlarla yazılmış sözcükleri, cümleleri halk kolaylıkla öğrenemiyor. Bunlar gayr-ı tabii
şeylerdir. … Onun için harfleri ıslah gibi boş, saçma çözüm yolları arayacağımıza, biran önce, cesaretle
Latin harflerini kabul etmeliyiz.
20
Almanlar yavaş yavaş Gotik harflerini bırakıp, Latin harflerini alıyorlar.
21
22
23
… Latin harfleri hem doğal, hem de Türkçe dilinin yazılmasına Arap harflerinden daha müsaittir. Bu
harflerin kabul edilmemesi için ileri sürülecek itirazlar o kadar sıradan ve basittir ki, tartışmayı bile uygun
bulmayız -tenezzül etmeyiz-.”
24
Abdullah CEVDET
25
“Harflerimiz berbattır. Bu harflerle, bu heriflerle hiçbir işimizi göremeyiz.”
26
Hüseyin Cahit YALÇIN, (1910)
27
28
29
30
31
32
“Bugün kullanmakta olduğumuz harflerin, Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi olmadığını, Türklerinkendi
yazılarını bırakıp bunlar sonradan kabul ettiğini, şimdiki Arap harflerinin Peygamber zamanında
kullanılmadığını bu hale göre, Arnavutların şhtiyaçlarına elverişli harfleri kabul etmekle serbest
bırakılması gerektiğini, Latin alfabesini kabul edecek olurlarsa bir-iki hafta gibi kısa bir zamanda okuma
yazma öğrenip bizi geride bırakacaklarını, onlara engel olmak şöyle dursun, şmkanı varsa bizim d kabul
etmemizin yerinde bir hareket olacağını …” söylüyor.
33
Kılıçzade Hakkı Bey (1914)
34
35
36
37
“ Latin harfleri, birbirinden ayrılmış harflerdir. Birbirinden ayrılmış harflerin okuma yazmadaki kolaylığını
ancak softalar veya onlar gibi eksik ve karanlık düşünenler yadsıyabilir. Harflerin ayrı yazılışının
doğruluğunu teslim ettikten sonra Latin harflerini kabul etmek en doğru harekettir. Latin harfleri, insanlık
dünyasının düşünürlerinin asırlarca süren bir deneyiminin ürünüdür.
38
39
… Harflerimizin ve bunun sonucu imlamızın o bitmez, tükenmez güçlüklerini, kusurlarını en tutucu
olanlar bile açıkça söylüyorlar.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 81 / 189
1
2
3
4
… Madem ki esaslı bir devrim yapılacaktır, mükemmel olamyan ve uydurma harflerle Araplıktan çıkmış
bir elifba yerine her yönden mükemmel ve özellikle el yazısında daima sadeliğini ve bitişkenliğini
korumuş olan Latin harflerinin kabulü hem kestirme bir yol olur, hem de bunu takip edecek
makalelerimde sırası geldikçe söyleyeceğim çeşitli yararları sağlar.
5
… Latin elifbasını dini bir engel olarak söyleyeceklere gelecekteki bir fıkrayı sunarım:
6
7
8
9
10
11
Şeyhülislam yahut Fetva Emini hazretlerinden şu soruma bir cevap almayı pek arzu ederdim: Fıransızlar
İslamiyet’ in esaslarını pek makul bularak milletçe iman etmek istiyorlar! Acaba onları Müslüman
addedilmek için o pek zarif dillerinin Arap harfleriyle yazılması esas şart mı olarak kabul edilecek? “Evet”
cevabını beklemediğim halde alırsam, cesaretle: “Siz bu zihniyetle dünyayı Müslüman edemezsiniz”
derim. “Biz Türklerin de Latin harflerini kullanmamıza izin veren bir fetva veriniz” ricasını söyleyeceğim.
Hayır, Fıransızlar ne kadar az Arap isler, biz de o kadar az Arabız.”
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Yazı (imla, harf) meselesi, Azerbaycan Hükümeti’ nin Latin esaslı bir yazıyı 22 Temmuz 1922 tarihinde
kabul etmesi üzerine, bizde de yeniden canlanıp ön pilana geçti. 12 Eylül 1922 tarihinde, aralarında,
Hüseyin Cahit (Yalçın) ile Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) nin de bulunduğu İstanbul gazetecileri (bu
arada Vatan başyazarı Ahmet Emin Yalman ve Tasvir-i Efkar başyazarı Ebüzziya Velid) temsilcileri İzmir’
e giderek Atatürk ile görüşmüş ve Hüseyin Cahit’ in: “Niçin Latin yazısını almıyoruz” sorusuna Atatürk:
Zamanı daha gelmemiştir.” Karşılığını vermiş, bu konuda acele etmeden adım adım ilerleme, “yazı
devriminin zamanını bekleme” yolunu tutmuştur. Bununla beraber, bu yılın (1922) Ekim ayında Atatürk,
Bursa öğretmenleriyle yaptığı bir görüşmede Türkçeyi Arapça kalıplardan kurtarmak fikrini de
savunmuştur.
21
22
23
24
25
TBMM’ nde Harfler Meselesi ve Yankıları
Büyük Millet Meclisi kürsüsünde harfler meselesine ilk dokunan İzmir Milletvekili Şükrü Saraçoğlu
olmuştur. 1924 yılı bütçesi konuşulurken ilk söz alan Şükrü Bey, maarif bütçesinden söz ederken, çok
büyük fedakarlıklar yapılmasına rağmen, halkın hala okuma yazma bilmediğini söyleyerek, sözlerine
şöyle devam etmiştir:
26
27
28
29
“Benim kanaatimce bu büyük derdin en vahim noktası harflerdir. Arap harfleri Türk dilini yazmaya uygun
değildir. Hacımızın, hocamızın, amirimizin, memurumuzun çabasına, yıllardan, asırlardan beri yapılan
bunca fedakarlıklarına karşın halkımızın ancak %2 si veya %3 ü okumuştur…. Benim kanaatimce buna
sebep doğrudan doğruya harflerdir.”
30
Prof. Zeki Velidi Togan, 1926’ da:
31
“Kesinlikle bilmeliyiz ki, Latin harflerinin dilimize uygulanması olanaksızdır ve zararlıdır.”
32
33
34
35
36
37
38
39
40
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 82 / 189
Harf Devrimi, 1 KASIM 1928
1
Türkçe,
2
3
4
5
6
7
8
Türkiye Cumhuriyeti Yazısını Niçin Değiştirdi?
Türkiye Cumhuriyeti beşinci yılını doldurur ve birbiri arkasına devrimler yapılırken Mustafa Kemal ve
arkadaşları ekin devriminin en önemli, en büyük adımını atmaya hazırlanırlar. Çünkü genç cumhuriyete,
Osmanlı İmparatorluğunun kalıtı olan Arap abecesi türlü sorunlar yaratmaktadır. İmparatorluk,
yüzyıllarca Arap abecesini kullanmıştır. Bu abece, doğallıkla bükümlü bir dil olan Arapçanın doğasına
yatkındır; bağlantılı dil özelliği taşıyan Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtmaktan uzak bir dizgedir;
Türkçenin ünlü seslerini göstermemekte; h, k, s gibi kimi ünsüzler için birkaç ayrı harf kullanılmaktadır.
9
10
11
12
13
Arap abecesi, ayrıca dinsel anlamlar yüklenmiş bir dizgedir. Okuryazar olmayan halk, bu abeceyle
yazılmış tüm kitaplara, gördüğü her basılı kâğıda inanç penceresinden bakmakta, kutsal kitap yazısıyla
yazılmış her şeyi âdeta kutsallaştırmakta; bu nedenle salt okuma yazma bilmek bile dinle
ilişkilendirilmekteydi. Okuryazar olmayan halk, dilekçesini, mektubunu yazmaktan yoksundu, eski yazıyı
bilenlerin yönlendirmesine açıktı.
14
15
16
17
18
19
Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin amaçladığı devrimlerin yaşama biçimi olması için
ilk engellerden biri yazıdır. Kaldı ki cumhuriyet öncesi yazı ve dil, Osmanlı aydınlarınca da yoğun
tartışmalara yol açmıştır. Mustafa Kemal'in yazının değiştirilmesine ilişkin düşüncesi yeni değildir, bu
düşünceyi çevresiyle tartışarak geliştirmiş, o güne değin yapılan çalışmalar da göz önüne alınarak bir
kurul oluşturulmuş, bu kurula "Alfabe Komisyonu" denmiş, bu adın yanına bir de "Dil Encümeni"
eklenmiştir.
20
21
22
Bu kurulda dokuz üye bulunuyordu. Ragıp Hulusi Özden, İbrahim Grantay, Ahmet Cevat Emre, Emin
Erişirgil, İhsan Sungu, Avni Başman, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri
Karaosmanloğlu' ndan oluşan kurul çalışmalarını kısa zamanda tamamladı.
23
24
25
26
Mustafa Kemal, yeni abeceyi Dilci İbrahim Necmi Dilmen' den öğrenmiş, 4-5 Ağustos 1928 gecesi
Başbakan İsmet İnönü'ye yeni harflerle mektup yazmıştı. 9-10 Ağustos akşamı Sarayburnu'nda
düzenlenen bir dinletide Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün yeni harflerle yazdığı açıklamayı yüksek sesle
okudu:
27
28
29
30
31
"Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli,
zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir
çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu
anlamak zorundasınız. Anladığımızın belirtilerine yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna
kesinlikle inanıyorum."
32
Atatürk, aynı gece Sarayburnu'nda halka şunları söylemiştir:
33
34
35
36
"Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk
öğrenmek... Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün yurttaşlara öğretiniz... Bunu yurtseverlik,
ulusseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu
ancak okuma yazma bilir, yüzde doksanı bilmezse, bundan insan olanların utanması gerek."
37
38
39
40
41
42
Atatürk, yazıyı değiştirecek devrimi anlatabilmek için hemen yurt gezilerine başladı. Birçok yerde tahta
başında yeni harfleri yazdı, yazdırdı; yeni yazıyı tanıttı, bu yazının ne denli kolay öğrenilebileceğini
belirterek her konuda olduğu gibi bu işte de ulusuna öncü oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım
1928'de 1353 Sayılı Yasayla 29 harften oluşan yeni Türk abecesini kabul etti. Yeni abecenin bütün ulusa
öğretilmesi, "Millet Mektepleri" (Ulus Okulları) denilen, bir bakıma ülkedeki ekin devrimini hızlandıran
kurumlar aracığıyla sağlandı.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 83 / 189
1
2
Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1 Kasım 1928'de TBMM'yi açarken söylediği şu sözler, Harf Devrimini ve
önemini çok iyi tanımlamaktadır:
3
4
"Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleketin
yükselme uğraşında başlı başına bir geçit olacaktır.
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
Yeni Yazı, Eski Dile Ayna Tutuyor
Yeni yazı, bir gerçeği gözler önüne sermişti. Bu yazıyla Osmanlı(ca)yı oluşturan yabancı sözcükleri,
tamlamaları yazmak, yazım birliği sağlamak kolay olmuyordu. Yazı Devrimi, bir bakıma dile ayna tutmuş,
Türkçenin üzerinden kalın bir perde kalkmıştı sanki. Başka dillerden, özellikle Arapça ve Farsçadan akın
eden, bu dillerin yapısına uydurulmaya çalışılarak yapılan uzunlu kısalı, anlaşılması zor "terkipler" in, her
biri başka başka yazılan batı kaynaklı sözcüklerin boyunduruğu altındaki Türkçe tanınmayacak
durumdaydı. Kuşkusuz Osmanlı(ca), yüzyıllar süren bir imparatorluğun diliydi; bu nedenle yadsınamazdı;
ama kendi benliğinden çok uzaklaşmış bir dille genç cumhuriyetin bilimsel, sanatsal yaratıcılığının ortaya
çıkarması, düşünsel üretimin hızlanması, bütün bilim, sanat, teknik kavramların karşılanması da
olanaksızdı.
Mustafa Kemal, dilin de yenileşmesi gerektiğini yakın çevresine açıklamıştı. Yazı Devrimini
gerçekleştiren "Dil Encümeni" dağılmamış, Milli Eğitim Bakanlığı içinde bir birim olarak dil işleriyle
ilgilenmeye başlamıştı. Yazım (imla) konusu, bu kurulun çözmesi gereken ilk sorundu, nitekim "Dil
Encümeni" ilkin "İmla Lügatı" (1928) adıyla bir yazım kılavuzu hazırladı. Arkasından "Türk Söz Kitabı"
adıyla sözlük hazırlığına girişildi. Ancak hem kurul üyeleri arasında anlaşmazlık vardı, hem bu
anlaşmazlıklar TBMM kürsüsüne dek uzanıyordu. Bu kurulun dilin yenileşmesi için sağlıklı
çalışamayacağı, siyasal erkin dil işlerine sık sık karışacağı belli olmuştu; nitekim 1931 yazında Milli
Eğitim Bakanlığı ödeneğini kesince, Dil Encümeninin çalışmaları son buldu.
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 84 / 189
Dil Devrimi, 12 TEMMUZ 1932
1
Türkçe,
2
3
“Dil devrimi değil, yapılan din devrimi idi.”
Hayati İNANÇ, HaberTürk TV, 06.11.2014
4
5
6
7
8
Dilde Devrim Yapmak Bir Zorunluluktu
Türkiye Cumhuriyeti'nde uluslaşma sürecini tamamlayan Türk Devriminin ya da Atatürk devrimlerinin en
önemli basamaklarından ilki cumhuriyetin kuruluşundan dört yıl sonra yapılan Harf Devrimi, ikincisi de
cumhuriyetin kuruluşundan dokuz yıl sonra yaşama geçen Dil Devrimidir. Dilbilimci-Yazar Prof. Dr.
Tahsin Yücel, Yazı Devriminden Dil Devrimine uzanan süreci şöyle anlatır:
9
10
11
12
13
14
15
16
17
“Cumhuriyetten önce Türkiye’de okuryazarlığın bile herkesin erişemediği bir ayrıcalık olarak kaldığı, yurt
çapında bir ulusal eğitimin varlığından söz etmenin güç olduğu göz önüne alınınca, örneğin üçgen,
dörtgen, açı gibi terimlerin bile eski karşılıklarının ne Türkçe’ liklerinden söz edilebilirdi, ne
Türkçeleşmişliklerinden. ‘Bunların hiçbir karşılığı yoktu’ demek daha doğru olurdu. Ama Türkçe de bütün
diller gibi sonsuz sayıda bildiri üretmeye elverişli bir dizge olduğuna göre, yeni gereksinimleri kendi
olanaklarıyla kendi kaynaklarından sağlamasından daha doğal bir şey olamazdı. Bunun için büyük
Atatürk’ün söylediği gibi, onu ‘bilinçle işlemek’ yeter, bilinçle işlenebilmesi için de genellikle yazıyı sözden
üstün tutma alışkanlığında olan aydınların onu bir yazı dili olarak somut biçimde algılayabilmelerini
sağlamak gerekirdi.
18
19
20
21
22
23
24
Bu açıdan bakınca, Yazı Devriminin Dil Devriminden önce başlatılması gerçekten derin bir sezginin,
gerçekten derin bir dil duygusunun belirtisidir. Atatürk, ‘Bizim zengin, uyumlu dilimiz yeni Türk harfleriyle
kendini gösterecektir’ derken, öncelikle dilsel bir gereksinimi vurgular, ulusumuzun ‘güzel ve soylu diline
kolay uyan’ bu aracın bizi ‘az emekle, kısa yoldan’ kurtaracağını söylediği ‘bilisizlik’ de aynı zamanda
dilsel bir bilisizliktir. Hiç kuşkusuz başka yararları da vardır Yazı Devriminin, okuyup yazmayı
kolaylaştırır. (…) Gerçekten yeni abecenin benimsenmesinin salt bir yazı değişimi olarak kalmayacağını
o dönemin devrimcileri de tutucuları da seziyorlardı.
25
26
27
28
29
30
31
32
Falih Rıfkı Atay, yeni abecenin hazırlanışı sırasında çıkan tartışmalardan söz ederken açıkça ortaya
koyar bunu: ‘Yeni yazı komisyonunda biz Türkçüler kazandık. Sağcılar Arap ve Farsça sözlerini bütün
değerleri ile belirtecek harfler aramışlardır. Arapçada üç noktalı se başka, dişli sin başkadır: Süreyya ve
selim aynı söylenmez. Biz buna karşı koyduk. Çünkü Türk ağzında bu söyleniş farkı kalmamıştır. Asıl
kavga q harfinden koptu: K harfli Türkçe kelimeleri ince seslilerle ke, kalınlarla ka okuruz. Biz Türkçe
alfabe için q harfine lüzum olmadığını ileri sürdük. Yabancı kelimeler ya ayıklanıp gidecek, yahut Türk
ağzına uyacaktı’ der, sonra da devrimin gelişimini yakından izlemiş bir yazar olarak kesin gözlemini
ekler: ‘Yeni yazı Türkçeleşme hareketine hız vermiştir. Osmanlı(ca)nın devam etmesine imkân yoktu.’
33
34
35
36
37
Gerçekten de eğitimin yaygınlaşmaya, okuyanların sayısının hızla çoğalmaya başladığı bir dönemde
Osmanlı yazı dili öğelerinin dilimize eskiden olduğundan da fazla karışması işten bile değilken, yeni yazı
buna olanak vermedi. Tam tersine Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun söylediği gibi, ‘Harf Devrimi kesinlikle
Dil Devrimini, yani karma bir dil olan Osmanlı(ca)dan ulusal bir dil Türkçeye geçişi getirecekti ve nitekim
getirdi de.’
38
39
40
41
42
43
Görüldüğü gibi, Yazı Devrimi Türkçeyi bilinçle işlemenin önkoşulu ve ilk evresidir. 12 Temmuz 1932’de
Atatürk’ün öncülüğünde, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasından, 26 Eylül 1932’de Birinci Türk Dili
Kurultayının toplanmasından sonra da bu eğilim dizgesel bir çabaya dönüşür. 1936 yılında Üçüncü Türk
Dili Kurultayında, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin adının Türk Dil Kurumu’na dönüştürülmesiyse bu
çabaların kısa sürede sağladığı büyük başarıya tanıklık eder.” (Dil Devrimi ve Sonuçları, TDK Yayınları,
Ankara 1982, s. 33 ve ötesi)
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 85 / 189
1
2
3
Bu bilgilerin ışığında Dil Devrimini kısaca, Türkçe ile düşünmeyi, Türkçenin bütün, bilim, sanat ve teknik
kavramları karşılayacak yolda gelişmesini sağlayan eylemdir, diye tanımlayabiliriz. Dilbilimci Kâmile İmer
de "Dil Devrimi nedir" sorusunu şöyle yanıtlıyor:
4
5
6
"Dili daha çok yerli öğelerin egemen olduğu bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve
devletin desteğini kazanmış olan ulus çapındaki dili geliştirme eylemine 'Dil Devrimi' adı verilmektedir."
(Dilde Değişme ve Gelişme Açısından Türk Dil Devrimi, TDK Yayınları, Ankara, 1976, s. 31 ve ötesi)
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Dil Devrimi, dilbilimcilerin belirttiği gibi, doğrudan dilin gelişmesiyle ilgilidir. Devrim süreciyle yüzyıllarca
Türkçenin unutulan sözcükleri kullanılır olmuş, işletilemeyen ek-kök ya da gövdeleri işlerlik kazanmış,
böylece dilimiz, Mustafa Kemal’in de belirttiği gibi “bilinçle” ele alınmıştır. Dilde devrim yapılamayacağını,
türetme işinde “aşırılığa” kaçıldığını öne sürenlerse, yapılan eylemin Türkçenin işlenmesi olduğunu göz
ardı ederek ve Dil Devrimini sözcük türetme eylemiyle sınırlı tutarak, türetilen sözcükleri de devrimi de
küçümsemişlerdir. Yanlış kullanılan Arapça ve Farsça sözcüklerle, yanlış kurulan eski “terkip”leri bile
“galatımeşhur” (yaygın yanlış) diyerek hoşgörenler, “toplum, okul, ilginç, örneğin…” gibi pek çok
sözcüğün yanlış yapıldığını, “-sal /-sel” gibi kimi eklerle sözcük türetilemeyeceğini savlayarak Türkçenin
kendi olanaklarıyla yapılan sözcüklerden hoşgörüyü esirgemişlerdir.
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
Her insan, kendi dilinin sözcükleri arasında bağ kurarak kendi tümcesini kurar ve düşüncesini anlatır.
Sözcük ve kavramları zengin bir dil, düşüncenin aktarılmasını, iletişimi kolaylaştırır. Bu açıdan bakınca
Türkçeye yeni sözcükler, kavramlar kazandıran Dil Devrimi aynı zamanda düşüncenin yenileşmesini
sağlayan bir eylemdir. Yine İmer' in söylediği gibi, "Dil Devriminin gerçekleşmesini sağlayan etkenler,
aynı zamanda onun amaçlarını ortaya koymaktadır. Uluslaşma etkeni dili yabancı öğelerden temizleme
amacını, öteki de kültür dili durumuna getirmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçların olumlu sonuçlar vermesi,
ortaya çıkan ürünlerin toplumun malı olmasına bağlıdır. Devletin desteği olmaksızın dilde yapılan devrim,
bireysel bir eylem olarak kalır, topluma mal olmaz. Dil Devriminin hazırlık evresindeki çabalar, bunun en
güzel örnekleridir. Türk Dil Devriminin hazırlık evresi olarak nitelendirebileceğimiz ve Tanzimat Fermanı
ile başlayan dönemdeki dili temizleme isteği toplumu kapsayamamıştır. Ancak cumhuriyetten sonra,
1932 yılında devletin öncülüğünde Türk Dili Tetkik Cemiyetinin kuruluşuyla dilde yapılan yenilikler, ulus
çapında bir eylem olarak topluma mal olmaya başlamıştır." (Agy, s. 32)
28
29
Dil Devrimi hızla topluma mal olmaya başlamışken özellikle Atatürk’ün ölümünden sonra devrime
eleştiriler yoğunlaşır.
30
31
32
33
34
35
36
37
38
“Dili değiştirmeye kalkan biz değiliz ki! Bu dil, en aşağı yüzyıldan beri boyuna değişiyor. Niçin değişiyor.
Bir kişi öyle dilemiş de buyurmuş, onun için mi değişiyor? Olur mu öyle şey? Yüzyıldan beri boyuna
değişiyorsa demek ki bir sıkıntısı var, kendi kendine yetmiyor, kendini beğenmiyor; sınırları dar geliyor”
(Söyleşiler, TDK Yayını, 1962, s. 113) diyen Nurullah Ataç kuşkusuz haklıdır. Hiçbir dil kendi kendine
değişemez, gelişemez. Tarihin hiçbir döneminde hiçbir dil, kendi akışına bırakılmamıştır. Gelişmiş
toplumlar, bilim, sanat ve uygulayımda (teknikte) attıkları her adımı, yeni sözcüklerle, yeni kavramlarla
adlandırmışlardır. Üstelik dünyada dilde devrim yapan ilk ve tek ülke Türkiye değildir. Almanya,
Macaristan, İsrail ve Norveç, Türkiye’den çok çok önce dilde devrim yapma gereksinimi duymuşlardır (K.
İmer, aynı yapıt, s. 36 ve ötesi).
39
40
41
42
43
44
45
Dil Devrimine Tepkiler Bilimsel Değil, Duygusaldır
Türkiye’deki dilde devrimin kuşaklar arasında kopukluğa yol açtığı, geçmişle bağımızı kopardığı
türünden savlar, dilbilimsel veriler, olgular göz ardı edilerek yoğunlaştırılmış, 1950’den sonra bu savların
sahipleri siyasal erkten de aldıkları destekle Dil Devriminin tam karşıtı olan “yaşayan Türkçe” söylemini
özellikle eğitim kurumlarına egemen kılmışlardır.
Dil Devrimine karşı olanlar eleştiride olduğu gibi eleştirme biçiminde de ölçüyü kaçırmış, Dil Devrimini
savunanlara, “ne idüğü bilirsiz manyaklar; kültürsüz, cahil, kasıtlı kişiler; dilimize güve gibi musallat
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 86 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
olanlar; fareler; havhavcılar; türediler; birtakım herifler; Nurullah Ataç da olduğu gibi (işi) deliliğe kadar
götüren bir ruh hastalığı ve kuru inatçı bir taassub; abesle uğraşma; ilmi tezyif ve istihkâr etme; hür
teffekküre düşman olma; cehalet ve hiyanet; hoyrat; densiz; dinsiz; cibilliyetsiz; milletin aklı selimine
küfretmek; gençliğin ruhi asaletini yıkan ve behimi hislerini kışkırtan sapıklık; manevi cinayet; milli facia;
ilericiliğin soysuzlaşması; Hitlercilik; azılı bir ırkçılık, solculuk; komünistlik; komünistler…” gibi sıfatlar ve
anlatımlarla saldırıyı yoğunlaştırmışlardır. Yazık ki bu tür sıfatları ve anlatımları yazıp konuşanlar
arasında ordinaryüs profesörler, akademik sanı olan öğretim üyeleri, yazarlar, gazeteciler bulunmaktadır
(T. Yücel, aynı yapıt, s.45- 69 arası). Bu kişilerin etkisi ve yönlendirmesiyle özellikle 1960’ların ortasında
MEB’ nin başlattığı sözcük yasaklama eylemi, sonraki yıllarda da zaman zaman depreşerek bütün devlet
kurumlarına yayılmış, insanlar kullandıkları sözcüklere bakılarak “ilerici/gerici; solcu sağcı” diye
adlandırılmış; başta öğretmenler olmak üzere pek çok kişi, kullandığı dil öne sürülerek cezalandırılmıştır.
Devlet kurumlarının genelgeler yayımlayarak Dil Devrimiyle kazanılan yeni sözcükleri yasaklaması,
genellikle “milliyetçi muhafazakâr” iktidarlar dönemine rastlamaktadır, Türkçeyi dışlayan bu “milliyetçilik”
anlayışı çok düşündürücüdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, ülkede konuşulan başka
diller de olmasına karşın, Türkçe dışında, “resmi uyarı, buyruk, belge” niteliği taşıyan genelgelerle
yasaklanan başka dil yoktur.
17
18
19
Dil Devrimi savunucularına yöneltilen “dili siyasaya araç yapmak” suçlamasını ise, devlet eliyle
yayımlanan genelgelerle; devrimcileri yukarıda örneklerini verdiğimiz sıfatlarla aşağılayanların tavrı
çürütmüştür.
20
21
22
23
24
Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’yla Dil Devrimini savunanların hiçbir yapıtında, konuşmasında
sözcük yasaklama girişimi; kişileri, kurumları kullandıkları dile bakarak eleştiren, türlü sıfatlarla anan ve
adlandıran yoktur. Hiç kimse “imkân, cevap, mesele, hürriyet…” gibi sözcükleri kullandığı için
eleştirilmemiş, ceza almamış; ama “olanak, yanıt, sorun, özgürlük…” gibi sözcükleri kullananlar
uyarılmış, soruşturma geçirmiş, kimi öğretmenler sürgünle cezalandırılmıştır.
25
26
27
Ancak 2000’li yıllara gelindiğinde Dil Devrimini ve devrimle kazanılan sözcükleri karalayanlardan
yaşamda olanlar gibi, devrim karşıtlarının ardılları da “deli” diye anılan Ataç’ın, öteki devrimcilerin
yarattığı sözcüklerle konuşup yazmaya başlayacaklardır.
28
29
30
Böylece Ataç’ın dediği gibi, Türkçenin ve devrimin gücü önünde durulamayacağını tarih kanıtlamıştır. En
önemlisi, laik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ne denli uzakgörüşlü, duyarlı bir
önder ve aydın olduğu yeniden ortaya çıkmıştır.
31
32
33
Eleştiri adıyla büyüyen ve örgütlü tepkiye dönüşen bu saldırılar, meyvesini 1980’lerin başında vermiş,
Atatürk’ün Türk Dil Kurumu, olağanüstü bir dönemde militarizmin gücüne yaslananlar tarafından
kapatılmıştır.
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 87 / 189
Dil Özleşmesi, Adil DİLAÇAR
1
Türkiye’ de
2
3
Adil DİLAÇAR (Hagop MARTAYAN), (1895-1979)
4
5
6
7
8
Türkçe, Altay ailesinin bir kolu olan Türk dil topluluğuna bağlı bir dildir. İslam dünyasını tanımadan önce,
Türkçede pek az yabancı asıllı kelime bulunuyordu. Çinceden, Tibetçeden, Saka ve Soğdak dillerinden
rasgele alınan kültür kelimeleri, Sanskrit, Pehlevi (Manihai) ve Süryani (Nasturi) dillerinden gelen din
terimleri de Türk dilini esas bakımından değiştirmediği gibi, yine bir Altay dili olan Moğolcadan gelen
alıntılar da bu bakımdan bir değişiklik yapmamıştır.
9
10
11
12
Fakat İslamlığın kabulü üzerine, Kuran ve bilim dili olarak Arapça, Ortadoğu’ nun işlenmiş yazı dili olarak
da Farsça, örnek olarak kabul edildi. Asıl Türkçe, halk edebiyatında ve halkın konuşma diline sınırlanıp,
kaldı. Böylece gölgede kalan Türkçenin kelime yapma gücü zayıfladı, gerek kelime hazinesinin, gerekse
şekillendirici öğelerin bir kısmı kullanılmaz oldu.
13
14
15
“Bunun hesabı dün de sorulmadı, bugün de! Ama bugün niçin -yalan yanlış da olsa- Türkçe
konuşuyoruz, diye hesap soruluyor.”
C.Akyol
16
17
18
“İlginçtir, Türkçe, Farsçanın sağlam duruşunu gösterememiştir. İslam’la birlikte Farsça büyümüş, ama
Türkçe bir o kadar geriye gitmiştir; güçlü devletlerine karşın!”
C.Akyol
19
20
21
22
“Bir dil ne denli güçlü(!) dil olursa olsun, diğer dillerden beslenir; bu tüm dillerin doğasında vardır. Ancak,
hiçbir dil bu beslenme sırasında yapısını, dilbilgisini bozmaz/değiştirmez. Osmanlı(ca)nın, Türkçede
yaptığı en büyük yıkım, dilin yapısını bozmak idi. Bunu görmemek için kör olmak gerek!”
C.Akyol
23
24
25
26
“Bir araştırma yapılsa, Osmanlının son iki yüz yılında bir tek Türkçe sözcüğün türetilememiş olduğu
görülecektir. İyi ki Yunuslar, Karacaoğlanlar, Pir Sultanlar vardı; bugün ki dil haznemizi onlara
borçluyuz.”
C.Akyol
5
5
Agop DİLAÇAR: Martayan dillere sevdalıymış sadece. Ermenice, Türkçe, İngilizce dışında Azerice, Uygurca, Osmanlı(ca),
Latince, Yunanca, Almanca, Rusça ve Bulgarca ile de ilgilenmiş. Türkçe’ye olan özel ilgisini doğduğu toprakların maharetinden
mi, zorunda kaldığından mı, zamanın ruhundan mı bilinmez ama kullandığı dili, biraz da teşvikle, kalıba sokmak için uğraşmış
didinmiş. Kendisi Hagop Martayan’dan Adil Açar’a dönüştükçe, Türkçe’yi durağan kılabilmek için çalışmış. Bildiği onca dile
rağmen çok dilli olamamış, diller arası geçişkenliği ve esnekliği görmemeyi seçip hem Türkçeye ‘yabancı’ kaynaklardan giren
kelimeleri, değiştirme yoluna gitmiş, hem de “bütün dillerin ortak atası Türkçe’dir” diyen bir teoriye gözü kapalı destek vermiş
senelerce. Ama ‘güneş’ ölünce teorinin de ömrü uzun soluklu olmamış. Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını önermiş.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 88 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Osmanlı(ca), sadece kelime bakımından yabancı olan öğelerin değil, aynı zamanda yabancı gramer
kurallarının da bir karması idi. Osmanlı(ca)yı anlayıp, kullanabilmek için, Sami asıllı Arapçanın ve HintAvrupa asıllı Farsçanın gramer örgüsünü tamamıyla bilmek gerekiyordu.
Yeni Sözcük Yapma
Amaç, Türkçeyi sağduyuya uygun bir ölçüde kendi kaynaklarından toplanmış, gerek Doğu gerek Batı
dillerinin baskısından kurtulmuş, kendine uygun ilkelerle işleyebilecek kadar özgür ve bu yolda gelişebilir
bir dil durumuna getirmektir. İyice kökleşmiş olan yabancı asıllı kelimelere, uygun birer karşılık
bulununcaya kadar dokunulmayacaktır.
Yeni kelime yapılırken, seçilen kelime kökleri bir yeğlik sırasına konulmaktadır:
10
11
12
13
14
15
16
1.
2.
3.
4.
Türkiye Türkçesi ilk yeri tutmaktadır.
Standart -belirgin- kelimeler kendiliğinden yeğ sayılır.
Sonra halk dili kelimeleri gelir.
Üsteki kaynaklar tükenir ve uygun bir kök bulunmazsa, yine sırasıyla,
a. arkaik,
b. bırakılmış,
c. lehçe
17
18
19
20
21
kelimelerine başvurulur.
5. Bu araştırmalardan da bir şey çıkmazsa, Türkiye sınırlarını aşarak eski ve edebi Türk lehçeleri,
6. Daha sonra da yaşayan ve edebi olmayan uzak lehçeler ele alınır.
7. Terimlerde, bir Türkçe karşılığın aranması gereksiz görülürse, yabancı köklere hoşgörü
gösterilir.
22
Nasıl?
23
24
25
Yeni kelimeler yapılırken, her şeyden önce, Türk dilinin örgüsü ve Türkçede kelime türetiminin tipi göz
önünde bulundurulur. Başlıca, Türkçe eklerin görev değerine dayanılır. Canlı ekler serbestçe kullanılır,
donmuş ve arkaik ekler yeniden görevlendirilerek canlandırılır.
26
27
28
29
Yabancı kalıplardan ve kalıp halinde çevirilerden kaçınılarak, çok kere değere karşı değer esasına göre
karşılık bulmaya çalışılır. Bunda, işin gereği olarak analoji yani kıyas esası başlıca yardımcımızdır. Aynı
zamanda dil duygusu ve zevk de hesaba katılarak bu duyguyu incitmemeye, yeni yapılan kelimelerin
ahenkli ve beğenilir olmasına dikkat edilir.
30
31
32
“Çoğu zaman, Türkçeleştirme sırasında aşırıya gidildiği, olmaz -uydurma- sözcüklerin Türkçeye
sokulduğu söylenir; doğrudur da! Ama adama da sorulur, siz ne yapıyorsunuz?”
C.Akyol
33
34
35
36
37
38
39
40
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 89 / 189
1
Türk Dil Devrimi ve Sonuçlar, Tahsin YÜCEL
2
3
Tahsin YÜCEL (1933- …)
6
4
5
6
7
8
9
10
11
Toplum düzeninde herhangi bir değişiklik yapma gereksinimini duyan, örneğin kırallık yönetimini yıkarak
halk yönetimini getirmek isteyen kişiler, yaşadıkları ülkede egemen olan yurttaşlık koşullarını yeterli ve
güvenilir bulmadıkları için tehlikeye atmazlar mı canlarını? İnsanın, özellikle de çağımız insanının
gelenekler, görenekler, yerleşmiş değerler karşısında en geleneksel tutumudur bu, “olan” ın yerine
“olması gereken” i getirebilmek için çabalar durur. Olanı, olması gerekene dönüştürme çabası, yüzlerce,
binlerce yıldan beri insanların ve toplumların yaşamına yöne ve anlam vermiş, insanlığın bütün ileri
adımlarına kaynaklık etmiş olan çabadır, bunun için de yadsınması, yerilmesi değil, saygıyla
karşılanması gerekir.
12
13
14
Dilde şu şekilde ya da bu yönde birtakım değişiklikler yapmaya kalkmak toplumun en köklü, en
vazgeçilmez kurumlarından birine el atmak olduğuna göre, böyle bir girişimin karşısına çıkanlar
bulunması doğaldır.
15
16
17
18
Hiç kuşkusuz, Benveniste7’ in söylediği gibi, “toplumu dilden, dili toplumdan ayrı olarak düşünemeyiz”,
daha da önemlisi, “toplum ancak dille varolur”; ama, gene Benveniste’ in söylediği gibi, “birey de dille
varolur, ancak. Çocukta bilincin uyanışı dilin öğrenilmesiyle aynı zamana rastlar, çocuğu birey olarak
yavaş yavaş dil katar topluma”.
6
Tahsin YÜCEL: Türk öykü ve roman yazarı, denemeci, eleştirmen ve çevirmendir. 1953' de Galatasaray Lisesi'ni, 1960' da da
İÜEF Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü' nü bitirdi. Fakülteyi bitirdikten sonra, orda kalmayı tercih etti ve 1969' da doktorluk, 1972'
de doçentlik, 1978' de de profesörlük ünvanlarını aldı. 2000 yılına kadar burda kaldıktan sonra emekliliğe ayrıldı.
7
Emile Benveniste: (1902-1976) Ferdinand de Saussure tarafından kurulan dilbilimsel paradigmaları genişletmesi ve HintAvrupa dilleri üzerine çalışmaları ile tanınır. Başlangıçta Sorbonne Üniversitesi'nde Ferdinand de Saussure'un eski bir öğrencisi
olan Antoine Meillet'yle çalıştı. Daha sonra École Pratique des Hautes Études'de öğretmenliği başladı. On yıl sonra 1937'de
Collège de France'a dil bilimi profesörü olarak seçildi. 1969 yılında sağlığının bozulması sebebiyle bu okuldan emekli oldu.
1969-1972 yılları arasında Uluslararası Gösterge Bilimi Derneği'nin birinci başkanlığını üstlendi. Kariyerinin başlangıcında, derin
uzmanlığı ve teknik çalışmalarıyla sınırlı bir akademisyen grubunu etkisi altına aldı. Onun anıtsal yayını, problèmes de
Linguistique générale (Genel Dil Bilimi Sorunları) alanında çok daha geniş kitlelerce tanınmasını sağladı.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 90 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
Yaşamımız süresince edindiğimiz bilgilerin, kazandığımız deneyimlerin ancak çok küçük bir bölümünü
dolaysız deneyler sağlar bize, üst yanını hep dille birlikte ve dil aracılığıyla özümler, sürdürür, geliştiririz;
dille birlikte ve dil aracılığıyla kendi zamansal ve uzamsal çevremizin çok ötelerine uzanırız. Bir bakıma,
toplumun bütün bireylerince paylaşılmış bir gömüdür dil, çağdaş dilbilimin büyük öncüsü Ferdinand de
SAUSSURE’ ün ünlü benzetmesi uyarınca, toplumun her üyesinde ötekilerle özdeş bir sayısı bulunan bir
sözlük gibidir. Her birimiz kendi eğilimlerimize, kendi gereksinimlerimize göre yararlanırız bu sözlükten.
Dil değiştirmeye gelince, böyle bir amacımız bulunsa bile, buna kolay kolay gücümüz yetmez. Kısacası,
öyle yurt yönetimini değiştirmek gibi sert ve kesin, öyle toplumsal bir eylem değildir yaptığımız.
9
10
11
“Bir kişinin bir sözü kendi bildiği, kendi dilediği gibi yazmasını hani neredeyse bir başkaldırma, yurda
karşı bir suç sayacaklar da işleyenin susturulmasını, kısığa atılmasını, belki de ipe çekilmesini
isteyecekler”, derken, Ataç da bu özgürlüğün doğal bir özgürlük olduğunu vurgular.
12
13
14
15
16
17
Osmanlı(ca) dediğimiz melez ve yapay dizge, söz konusu özgürlüğün nerelere dek götürülebileceğini
de, böyle bir yönelimin sonuçlarını da somut bir biçimde gösterir bize. Değişik dönemlerde gösterilen
güçlü tepkilere karşın, 9. yüzyıl sonlarından 15. yüzyıla değin Arapça ve Farsçadan sözcük, sözcük
öbekleri, sözdizim kalıpları alınarak oluşturulan, 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına değin de belli bir
çevrede varlığını sürdüregelen bu kurmaca yazın, bilim ve yönetim dilinin hangi sınırları zorladığını
yeterince biliyoruz:
18
19
“Balayı kuh-sar-ı serinde aşiyan-saz olan zağ-ı cife-ha-ı can-ı habisi şigaf-ı tarekinden nişiip gah-ı
duzaha pervaz eyledi.”
20
21
22
türünden tümcelerin yalnızca günümüzde değil, yazıldıkları dönemlerde de geniş kitlelerce anlaşılması
söz konusu olmadığına göre, Osmanlı(ca)nın Türkçenin değişik bir biçimi değil, Türkçeden ayrı bir
dil olduğunu kesinlemek gerekir.
23
24
25
“Türkçeye yapılacak en büyük saygısızlık Osmanlı(ca)yı Türkçenin bir hali, bir şekli hatta gelişmiş bir
şekli gibi göstermek olacaktır.”
C.Akyol
26
27
28
“Birileri illede yabancı dil olarak Osmanlı dili ya da kendi dili Osmanlı dili olduğu için bu dili konuşmak
isteyecekse konuşsun ama onu Türkçemizle yarıştırmasın, kıyaslamasın.”
C.Akyol
29
30
31
32
33
34
35
Osmanlı(ca), yalnızca yabancı kökenli sözcükler almakla yetinmeyip Türkçenin yapısına uymayan
“dilbilgisi kuralları” da alarak birlik ve denge kurallarını yok saymış, daha doğrusu Türkçenin kendi öz
yapısı dışında bir birlik ve denge aramaya yönelmiş, bunun için de sonunda Türkçeden ayrı bir dil olup
çıkmıştır. Gerçekten, yukarıya aldığımız tümcede de açıkça gösterdiği gibi, Türkçe ile Osmanlı(ca)
arasındaki uzaklık, Fıransızca ile İtalyanca arasındaki uzaklıktan daha az değildir. Bunula birlikte,
Osmanlı(ca) örneği dil/söz karşıtlığının nerelere götürülebileceği konusunda verilebilecek örneklerin en
çarpıcısıdır.
36
37
38
39
Söylemek bile fazla, dil ile söz arasındaki karşıtlık olağan koşullarda hiçbir zaman bu oranlara varmaz,
hiçbir zaman yapısal bir karşıtlık düzeyine ulaşmaz, çünkü gene Benveniste’ in söylediği gibi, “dilde
değişen, insanların dilde değiştirebildikleri yalnızca adlandırmalardır, bunlar çoğalır, birbirinin yerini alır,
her zaman da bilinçli olarak yapılır, ama dilin temel dizgesi hiçbir zaman değişmez”.
40
41
42
43
44
45
“Temel dizgenin değiştirilmesi kadar tehlikeli olan, adlandırma değişikliği yaparken yeni adlandırmaya
anlam yüklemesi yapılmasıdır. Yeni adlandırmanın yapılmasının çoğu zaman amacı budur, durduk yere
olmaz bu, Osmanlı da aynısını yapmıştır. Adlandırma yapmıştır, anlam yüklemesi yapmıştır, temel
dizgeyi değiştirmiştir. Bugün ki telaşlarının asıl nedeni de yeni sözcüklerle -adlandırmalarla- bu anlam
yüklemesinin kalkmış olmasıdır.”
C.Akyol
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 91 / 189
1
2
Osmanlı(ca), bir ayrıcalık koşulu, bir sömürü aracı biçiminde kullanıldığı da çok olur. Bu nedenle,
sınıfının üstünlüklerini korumak isteyenler gibi, sınıf değiştirmek isteyenler de dört elle sarılırlar ona.
3
4
5
6
7
“Biz bugün Türklerin pek çoğu tarafından kullanılan konuşma dili ile yazı dili arasındaki büyük ayrılığı
azaltarak ikisini birbirine yaklaştırmaya, böylelikle edebiyatımızın, her türlü yazılarımızın yalnız birkaç bin
kişinin halledebileceği bir bilmece olmasından kurtulmasına uğraşacağız. Benim istediğim yalnızca
budur.”
Celal SAHİR
8
9
10
11
“Dil insan topluluğunun içinde doğup geliştiğine, toplumun oluşumunu yönlendiren süreç uyarınca,
yaşama olanaklarını yaratma, doğayı dönüştürme ve araçları çoğaltma çabalarıyla oluştuğuna”8 göre,
Türkçe belirli düşün ve bilim alanlarının sözcük ve terimlerinden yoksunsa, yetersiz bir dil olduğu için
değil, Türk toplumunun söz konusu alanlarda etkinlik göstermesine olanak sağlanmadığı için yoksundu.
12
13
14
“Türkçe, 1000 yıldır kenarda bırakılmışlığına karşın düşün ve bilim dilinde bugün çağı yakalabildiyse,
bunu Türkçenin sağlam yapısına borçluyuz.”
C.Akyol
15
16
17
18
Yazı devriminin dil devriminden önce başlatılması gerçekten derin bir sezginin, gerçekten derin bir dil
duygusunun belirtisidir. Atatürk, “Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir”
derken, öncelikle dilsel bir gereksinimi vurgular, ulusumuzun güzel ve soylu diline kolay uyan bu aracın
bizi az emekle kısa yoldan kurtaracağını söylediği bilisizlik de aynı zamanda dilsel bir bilisizliktir.
19
20
21
Ama yalnızca okuyup yazmayı kolaylaştırmak değildir yazı devriminin amacı, Atatürk’ ün sözlerinin
açıkça gösterdiği gibi, Türkçe sözün Türkçeliğini, yabancı sözün yabancılığını daha bir belli ederek
özleştirme akımını da elden geldiğince hızlandırmaktır.
22
23
Gerçekten, yeni abecenin benimsenmesinin salt bir yazı değişimi olarak kalamayacağını o dönemin
devrimcileri de tutucuları da seziyordu.
24
25
“Bu yazı -yeni abece- ile Osmanlı(ca)nın devam etmesine imkan yoktu.”
Falih Rıfkı ATAY
26
27
Dil devrimini ulusumuzun geçmişine karşı bir saldırı sayanlar da bir bakıma kendi beğenilerini
saltlaştırıyorlar. Bunlara sormak gerekir: “Siz hangi Türkçeden söz ediyorsunuz?”
28
29
Dil düzleminde kavramlar, nesneler gibi, adlar da değişken ve ölümlüdürler, bugün bir nesnenin adıyken,
yarın başka bir nesnenin adı oluverirler, ya da silinirler büsbütün.
30
31
32
33
Bir ulusun çağlar içinde birbirini izleyen kuşakları arasında kesin bir süreklilik, kesin bir uyum aramak,
tarihin tanıklık ettiği evrim düşüncesini yadsıyarak her zaman için durmuş bir toplum düşü kurmakla
birdir. Ama hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir düştür bu. Bugünün kuşakları Fuzuli’ nin kuşağıyla da,
Şinasi’ nin kuşağıyla da, Ali Fuat Başgil’ in kuşağıyla da anlaşamazlar.
34
35
36
37
Osmanlı(ca)nın büyük çoğunlukça bilinmeyen bir yazı dili olmasına karşın, tarih bilincimiz
atalarımızınkinden daha güçlü, tarih bilgilerimiz atalarımızınkinden daha sağlam, daha geniş. Öyleyse dil
devrimini geçmişe karşı bir saygısızlık, ulusal uygarlığımıza karşı bir kundakçılık olarak göstermeye
çalışmak kaba bir saptırmacadan başka bir şey değil.
38
39
40
41
İran’ ın ulusumuzun egemenliği altına girmiş ülkeler arasında bulunmamasına karşın, Farsça
kaynakların Arapça kaynaklılardan pek de geri kalmaması, yalnız Arap ülkelerinin de uzun süre
egemenliğimiz altında kaldıkları düşünülünce dilimizde Bulgarca, Rumence, Sırpça kaynaklı sözcüklere
neredeyse hiç rastlanmaması bu ilginç kuramla nasıl bağdaştırılabilir.
8
Beneviste
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 92 / 189
1
2
3
4
5
6
Dil devriminin yıkıcılığını vurgulamak için ileri sürülen başlıca savlardan biri de bu eylemin Türkçenin
anlatım gücünü alabildiğine zayıflatarak onu ilkel bir dil durumuna düşürmesi. Onlara göre, sözcük
sayısının fazlalığı dil için zenginlik ve gelişmişliğin ilk belirtisidir, bir ulusun gelişmişliği de dilindeki
sözcük sayısıyla ölçülür. Bu bakımdan, yeryüzünde konuşulan diller iki sınıfa ayrılabilir: uygar ve ilkel.
Örneğin sözcük sayılarının sekiz yüzü geçmediği söylenen kimi Afrika ve Yeni Zelanda oymaklarının
dilleri ilkel dillerdir, sözcük sayısı yüzyirmi bine yaklaşan İngilizce ise uygar bir dil.
7
8
9
Ereği yalnızca olguları incelemek olan dilbilim, her şeyden önce yöntem bakımından yadsır bu türlü
görüşleri, “uygar”, “ilkel”, “zengin”, “yoksul” gibi değer yargısı içeren nitelemelerin dilbilimle bir ilgisi
olamaz.
10
11
12
Türkçenin özelleştirilmesine karşı çıkan yazarlarımızın bütün bu tutarsız görüşleri dönüp dolaşıp bir tek
savda noktalanıyor: kişinin dile uyması, “güneşin doğup batışına, varlığın olup bitişine tabi” olduğu gibi,
dile de “tabi” olması gerektiği savında.
13
14
15
Yeni sözcüklerin zamanla, kendiliklerinden doğmalarına gelince, yalnızca bu gerçekle değil, mantıkla da
bağdaşmayan bir görüş bu. Yeni bir olgu yeni bir sözcük gerektiriyorsa, dil kendi başına nasıl yaratır bu
sözcüğü.
16
Uydurma etkinliğini nasıl küçümseyebiliriz öyleyse?
17
18
19
20
21
“Diyelim ki be Fıransızca bir kelimenin karşılığını arıyorum. Türkçede yok öyle bir kavram, ne
yapacağım? O kelimeyi ben kurmağa, uydurmağa çalışmayacak mıyım? Ben de, benim gibi o kelimeye
ihtiyaç duyanlar da ellerimizi, kollarımızı kavuşturacağız, dil onu kendi kendine yapacak. Çıldırmak işten
değil! Yani günün birinde gökten zembille mi düşecek? “
Nurullah ATAÇ
22
23
24
“Osmanlı(ca) nasıl Türkçe/Eski Türkçe olabilir, Osmanlı toplumu içindeki Sırplar, Bulgarlar hatta Araplar
ne kadar anlayabiliyorsa, Anadolu’ daki ve Rumeli’ deki Türkler de o kadar anlıyordu, o Türkçeyi!”
C.Akyol
25
26
27
28
29
“Osmanlı(ca) denilen bu yabancı ve yapma dil, yüzyıllar boyunca Türk toplumunun kültür dili olmuş,
bunun sonucu olarak toplum öz varlığından uzaklaşmış, ulus birliğini yitirmiş, sanki iki ayrı toplum
oluşmuştur: Bir yanda Osmanlı çevresi, öte yanda halk çevresi ise Türkçe dil ve edebiyatı ile birbirinden
sanki ayrı yaşamışlar, böylece toplum ikiye bölünmüş.”
H.N.ÖZTÜRK
30
31
32
33
34
35
“Herkes için en anlaşılır, en aydın dil anadilidir. Örneğin üçgen ve müselles sözcükleriyle ilk olarak
karşılaşan bir Türk çocuğu, üçgen teriminin anlattığı kavramı henüz öğrenmemiştir, ama daha önceden
bildiği üç’ e dayanarak bir şeyler sezmeğe başlamıştır; işte bu sezgi öğrenme yolunda bir kazançtır,
bununla iş kolaylaşmıştır. Buna karşılık, müselles kelimesi bu Türk çocuğuna hiçbir şey söylemez;
bunun üçle bir ilgisi olduğu kendisine ayrıca öğretilecektir.”
Macit GÖKBERK
36
37
38
39
40
“Üretilen, yaratılan veya kaynaklarımızdan aranılıp çıkarılan kelimelere uydurma adını takmışlardır. Anıt,
yazıt, gerçek, ülkü kelimelerini görünce çileden çıkarlar. Fakat abide, kitabe, şe’ niyet, mefkure
kelimelerine taparlar. Arapçada bulunmayan ve kırk yıl önce uydurulmuş olan bu sonuncuları gökten
inmiş ve kendilerine emanet edilmiş mukaddesattan sayarlar.”
Ömer Asım AKSOY
41
42
“Kimseye yeni bir dil öğretmeye kalkan yok, kendi dilimizi öğrenelim.”
Melih Cevdet ANDAY
43
44
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 93 / 189
TÜRK DİLİ
2
BİRİNCİ
KURULTAYI
Tezler, Müzakere Zabıtları, 26 Eylül 1932 Pazartesi
3
4
5
6
7
Reşit Galip Bey
… Selçuklulardan beri 8 asır süren şaşkın bir inat ile şuursuz ve kozmopolit bir sapmayla Türkçe, bizzat
Türkler tarafından ölüm çukuruna sürüklendi. … Osmanlı müellifleri, şairleri, edipleri, alimleri de yabancı
istilasına karşı Türk dilinin kapısını ardına kadar açtılar. Böylece dilimiz Türkçe olmaktan çıktı, içinde pek
az Türkçe kelimelerle bazı Türkçe kaideler bulunan bir Osmanlı(ca), bir yeni dil oldu.
8
Millete hala yüzde yetmişini anlamadığı bir dille hitap ediyoruz.
1
9
10
11
12
13
14
Dilimize gene kendimiz tarafından sokulmuş olduğunu söylediğimiz Arap ve Fars kelime veya
kaidelerinden şikayetimiz Arap ve Fars milletlerine veya dillerine karşı sevgi ve saygımızın eksikliği
şeklinde tefsir edilemez.
Türkçenin Ari ve Sami Lisanlarla Mukayesesi
Samih Rifat Bey
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 94 / 189
1
Osmanlılar Okur Yazar değil miydi?
2
3
4
Geçen meşhur bir tarihçi çıktı, Osmanlılarda okur-yazarlığın çok düşük olduğundan bahsetti. Bunu da
bağnazlığa bağladı. Ama ilk Kur’an emrinin “Oku!” olduğundan bahsetmedi. Ne diyelim, dilin kemiği yok.
Ama rakamlar yalan söylemez.
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Cumhuriyet istatistikleri 1927’de Türkiye’deki okur-yazar nispetini %8,1 verir. Fakat bu sayı hayli
problemlidir. Acaba kasıt Latin harflerini bilenler midir? Zira 1903 Maarif Salnamesi’ne (yıllığına) göre,
19.929.168 nüfusun, 1.375.511’i talebedir. Bu sayının 868.879’u da ilkmekteptedir. Şu halde nüfusun
%5’i ilkmektebe devam etmektedir. Orta, lise ve yüksek tahsilde veya gayrı resmî mekteplerde okuyan,
hususi ders alan talebeler de vardır. Memur sayısı yüzbinleri bulur. 5-10 yaş arası çocuklar, nüfusun
%10’u olduğuna göre, her 2 çocuktan biri talebedir. 1903’deki topraklardan 1923’te TC elinde kalanlar
üzerinden hesap yapılırsa nispet artar. Zira burada yaşayan 12.516.308 nüfusun, 981.442’si ilkmektep
talebesidir. Bu da nüfusun %8’i eder. Yeni rejimin verdiği okuryazar nispeti, sadece ilkmektebe devam
edenler kadardır. İstatistik mantığına göre geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği
düşünülecek olursa, okuryazar nispeti %50’den aşağı olamaz. Çeyreği gitmişse, bu nisbet %30’lardadır.
Şu halde iki istatistikten biri yalan söylüyor.
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
1908-1914 arası sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin epeyce üzerindedir. Taşra
gazeteleri de canlıdır. 1928’de İstanbul ve Ankara gazetelerinin (zaten yeni rejim, yüzlerce gazeteden
sadece üçüne izin vermiştir) tirajı 19.700’dür. Bu, Osmanlı devrinden daha düşük bir seviye demektir.
Cihan Harbi’nde okumuş kitlenin cephelerde eritilmesi bir yana; harf inkılâbı sayesinde “okur-yazar”
kesim, bir günde “okumaz-yazmaz” hâle gelmiştir.
Arap abecesi zor mu?
Cemiyette okur-yazarlığın çok şey ifade etmediği; soyluların, papazların, hatta kralların bile okumayazma bilmediği, buna ihtiyaç duymadığı, okuma ve yazmanın bir zanaat olarak görüldüğü ve gerekirse
ücret mukabilinde yaptırıldığı bir devirdir bu. Üstelik Şark kültüründe yazı değil, söz kıymet ifade eder.
Sözlü kültür, yazılı kültürün önündedir. Her ne kadar “Hatırdan çıkar, satırdan çıkmaz” dense de, “İlim
sudûrdan sutûra (kalbden yazıya) intikal edince zâyi olur” sözü tercih edilmiştir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 95 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
1927’de 13.650.000 nüfusun, okuryazar olmayan 1.347.0007’u on yıl içinde yeni harflerle okuma yazma
öğrenmiştir. Okur-yazarların nüfusa nispeti, 1935’de %15; 1960’ta %32; 1970’te %46’dır. Bu da yeni
harflerin okur-yazar nispetini arttırmakta yetersiz kaldığını gösterir. Bu nispetin düşük olmasının sebebi,
Arap alfabesinin zorluğu ve imkânsızlıklar değil; okuma-yazma istek ve ihtiyacının bulunmamasıdır. Zira
normal zekâlı bir insan 3 ayda okuma ve yazmayı öğrenir. Arap alfabesinde bu müddet, Latin
alfabesindekinden daha uzun değildir. Bu satırların yazarı Latin alfabesini 3 ayda sökmüş, üstelik sınıfın
ilklerinden olduğu için kırmızı kurdele almış; Kur’an-ı kerim okumayı ise 15 günde öğrenmiştir.
9
10
11
12
13
Bir meselede hüküm verirken, hem zamanın şartlarını nazara almalı; hem de mukayese yapmalıdır.
Acaba aynı yıllarda Avrupa’daki vaziyet nedir? 1890’da bu nisbet Rusya’da % 17’dir. İspanya, %39;
İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere, %92 okuryazara sahiptir. Osmanlı
Devleti, şarklı bir imparatorluk olmasına rağmen, kendisine en çok benzeyen Rusya’dan çok ileride,
İspanya ve İtalya ile aynı seviyededir.
14
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 96 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
Şifre harfleri
Osmanlı(ca)nın, Latin harflerine göre zorlukları vardır, avantajları da vardır. Bazı harfler yazılır, ama
okunmaz; bazıları yazılmaz, ama okunur. Fakat alışan bir kimse için matematik gibidir. Bazı formüller
kafaya yerleştirildiği zaman iş kolaylaşır. Harfler birbirine bağlıdır. Bu sebeple stenografiktir, acele not
tutmaya uygundur. Aziz Nesin’den Kenan Evren’e kadar çok enteresan kimseleri bu harflerle not
tutarken görmüşüzdür. Harfler yuvarlaktır, gözleri yormaz. Eskilerde gözlük takan sayısı azdır. Üstelik
çeşitli yazı türleri çıkarılabilir, sanata elverişlidir. Şifreli yazı yapılabilir. Üstelik Yemen’de, okuma ve
yazmanın beraber öğretildiği bir usul sayesinde, okur-yazar olmayan yok gibiydi. 1862’den sonra kurulan
ibtidaiyelerde bu usul tatbik olundu. Sağdan sola yazıldığı için insanın dengesine uygundur. İbrani,
Süryani, Hind, Göktürk, Uygur, Japon ve Çin alfabeleri de sağdan sola yazılır. Bir tek Latin alfabesi
soldan sağadır.
Câmi olan her köy ve mahallede bir hoca, dolayısıyla bir ilkmektep vardır. Erkek ve kız çocukların
buraya gönderilmesi mecburidir. Sultan II. Mahmud’un bu yolda bir fermanı vardır. Câmi olmayan
köyler, kışın veya Ramazan’da bir hoca tutar; bu, çocuklara okuma-yazma öğretir. 2-3 sene süren bu
mekteplerde Kur’an-ı kerim ve tecvid, imlâ ve inşâ (yazı), ahlâk ve ilmihâl (din dersi), hesap ve biraz da
tarih okutulur. Eski yazıda okumak başka, yazmak başkadır. Bazısı okur ama yazamaz. Çin’de böyledir.
Osmanlı coğrafyasında okur-yazarlık nispetinin düşük olduğu iddiası, inkılâbı haklı göstermek için
yapılmış normal karşılanacak bir propagandadır. Ama bunu söyleyen tarihçinin, devletçe neşredilen
ve kendisinin de editörlerinden olduğu Osmanlı istatistiklerini okumaması şaşılacak bir husustur.
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 97 / 189
1
Trajik Başarı “Türk Dil Reformu”, Geoffrey LEWIS
2
Giriş
3
4
5
Geoffrey LEWIS
1920-2008
6
7
8
İlk hedef “muassır medeniyet seviyesini” yakalamak olarak ifade edilmişti: yani Batı ile aramızda gittikçe
açılan mesafeyi kapatmak. Söz konusu mesafeni açılmaya başlaması 17. yüzyıla uzanır. Değişen,
bozulan dengelerin lehimize düzeltilmesi yolundaki çalışma ve gayretler de böylece başlar.
9
10
11
12
13
Osmanlı için büyük kırılma 18.yüzyılın son çeyreğinde, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonucu
imparatorluk/süper güç vizyonunun sarsılması, hatta sona ermesiyle gerçekleşmiştir. Hızla modernleşen
ve güçlenen Çarlık Rusya’ sının bir yanda Balkanlara, diğer yanda Kafkasya’ ya dayanması; Yunanistan’
ın bağımsızlığını ilan etmesiyle ağırlaşan Balkan sorunu jeopolitik önemi dolayısıyla imparatorluğun
hayat alanı içinde yer alan Mısır gibi bölgelerde inisiyatifin “ kolonizatör” batı’ ya geçmesi.
14
15
16
17
Osmanlı kendi hesabına tehlikenin farkındadır. Tanzimat Fermanı içerik olarak değilse de tarihsel
olarak bu değişimin yani Batılılaşmanın resmi bir ilanıdır. Dil konusundaki sorunlar 11. Yüzyıla dayanır
ve Tanzimat yıllarına kadar, çoğu divan şiiri etrafında gelişen bazı dil tartışmaları ya da eleştirileri
görülür.
18
19
20
21
Tanzimatla birlikte ortaya çıkan basın yayın ve tercime faaliyetleri, iyice genişlemiş bürokratik yapının
merkez taşra yazışmaları ve kayıtları, telgırafın gelişi, modern eğitim kurumları, edebiyat ve retorik
tartışmaları vb. gibi sebepler dil ve abece meselelerini gündeme getirmiştir. Abece, imla, sadeleşme,
terimler ve sözlük tartışmaları Münif Paşa, Şinasi ve Namık Kemal ile başlar.
Münif Paşa
1830-1910
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Şinasi
1826-1871
Namık Kemal
1840-1888
Ziya Gökalp
1876-1924
Harf devrimi 98 / 189
1
2
Abecenin yetersizliği ile ilgili ilk görüş Münif Paşa’ nın başkanlığındaki Cemiyet-i İlmiye-yi Osmaniye’
de dile getirilmiştir.
3
4
Namık Kemal’ in bilhassa imla, noktalama ve tıp terimleri hakkındaki makaleleri ilgi çekicidir.
Şemseddin Sami’ nin sözlük çalışmaları çok önemlidir.
5
6
7
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinin Lisani Türkçülük bahsinde, kendisine kadar yapılmış
tartışmaların meyvesi ve bileşkesi niteliğinde, Türkçenin ne şekilde ele alınması ve neler yapılması
gerektiğiyle ilgili önemli görüşler ortaya atmış, ve maddeler halinde özetlemiştir.
8
9
“Dil oluşun, varlığın evidir.”
Hedidegger
10
11
12
13
14
15
“Her dil bir gelenek, her kelime kabullenilmiş bir simgedir.”
J.L. Borges
Türkçenin Pirus Zaferi!
“Yerinde bir kelime ile hemen hemen yerinde bir kelime arasındaki fark, şimşek ile ağustos böceği
arasındaki fark kadardır.”
Mark Twain
16
Türkçeye ilişkin tartışma, gerçekte modernliğe, modernleşmeye ilişkin bir tartışmadır.
17
18
19
“Türkçe için cumhuriyet dönemi yapılanlar, yüzyıllardır süren bir yanlışın düzeltilmesi, yanlıştan
dönülmesidir. İkiyüzlülüğe, dil cambazlığına son verilmesidir.”
C.Akyol
20
21
22
23
Ulus ve ulus devlet, insanlığın evriminde daha ileri ve yeni bir aşamaydı ve ona uygun bir bulunmalıydı.
Bu dil vardı ve kuşkusuz Türkçeydi. Fakat Türkçe, Arapça ve Farsçanın hegemonyası nedeniyle
kaybolmak üzereydi ve bu durumdan kurtarılmalıydı. Yeni Cumhuriyet bir ulus devletti, otoritesini halktan
alıyordu ve onun dilini kullanmalıydı.
24
25
26
“Cumhuriyetin ilk günlerinde abecede yapılanı salt ulusçuluk olarak görmek, fazla zorlama bir niteleme.
Var olan her şey yanlıştı, yanlıştan dönüldü!”
C.Akyol
27
28
29
30
31
32
33
34
Türkçe ve kullanılan abece hakkında radikal kararlar Cumhuriyet döneminde alınmış olsa da, Türkçenin
ve kullanılan abecenin bir sorun haline gelişi bilindiği gibi 19 yüzyılın ilk yarısında Tanzimat devrinde
başlar. Cumhuriyetin kurucu kadroları açısından, Harf Devrimi’ ni meşru kılan argüman şudur: Okumayı
ve yazmayı zorlaştıran Arap harfleri geri kalmışlığımızın ve cehaletimizin asıl kaynağıdır. Bunu izleyen
ikinci görüş ise, Arap harflerinin Türkçenin fonetik yapısına uymadığıdır. Cumhuriyetin kurucu önderleri
ulusal bir dilin oluşmasını ulusun inşası için en temel adım olarak gördüler. Bir imparatorluğun enkazı
üzerinde yükselen Cumhuriyet’ in yeni bir devlet, yeni bir ulus yaratırken, yeni bir tarih ve yeni bir dil
yaratmaya çalışması da bir arada düşünülmesi gereken, temel bir arayışın parçalarıdır.
35
36
37
38
39
Güneş-Dil Teorisi’ nin ortaya koyduğu esas keşif, “Güneşin ilk insanlar için her şeyden üstün bir obje
olduğu ve dilin ortaya çıkışında da ilk nedenin güneş bulunduğudur. Bu yüzden, dilin kaynağına yönelik
incelemelerde akılda tutulması gereken ilk obje güneştir. Dilin kaynağında ilk insanın güneşe bakıp “A”
demesi yatar. İlk insan başlıca kavramlarını güneşten almıştı. Buna göre bütün dillerin kaynağında genel
bir dilin varlığı söz konusudur. Bu dil, hiç kuşkusuz, Türkçedir.
40
41
42
“Ya herkese Osmanlı(ca)yı öğreteceklerdi ya da abeceyi değiştireceklerdi. Kolayını seçtiler, abeceyi
değiştirdiler.”
C.Akyol
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 99 / 189
1
2
Türk Dil Devrimi, Türkçeyi bir dil sorunu olarak değil, bir eğitim, çağdaşlaşma, uluslaşma sorunu olarak
gördü. Cumhuriyetin kurucu elitlerinin gözünde, topluma şekil vermek dile şekil vermekten geçiyordu.
3
4
Bir dilin gücünü belirleyen şey, kelimeler arasındaki ilişkiler, bağlantılar, gramer ve sentaks nitelikleri,
başka dillerden aldığı kelimeleri kendine mal edişinde yatar.
5
6
Yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar bularak ne dil ne edebiyat gelişir. Ana dilini işlemek, ana dilinde
düşünmek ve ana dilinle sevişmekle ifade gücünü artırmak mümkündür.
7
8
“Osmanlı(ca), birçok Türk için böyleydi ama!”
C.Akyol
9
10
11
12
13
14
15
Diğer Dillerde
Almanca konuşulan topraklarda Fransızcanın yayılması 16. yüzyılın sonunda başladı. Macarcayı
Almanca ve Latince kelimelerden temizleme maksatlı bir hareket de 18. yüzyılın ikinci yarısında
başlamış ve hatırı sayılır bir başarıya ulaşmıştır. İngilizceyi arındırma yönünde teşebbüsler de
yapılagelmiştir. Sözün gelişi, Inwit 1230 yılları civarında yazılmış conscience (vicdan) yerine
kullanılıyordu. 19. yüzyılda ortaya, aslı Hellence ve Latince olan kelimelerin yerine Sakson kökenli yerli
karşılıkları çıktı.
16
Ama hiçbir yerde bu türden bir mücadele Türkiye’ deki kadar uzun süre devam etmedi ve etkili olmadı.
17
18
Türk dil reformunun amacı, uzun zamandan beri dilin bir parçası durumunda olan Arapça ve Farsçaya ait
dilbilgisi özelliklerini ve bunlardan ödünç alınmış binlerce kelimeyi tasfiye etmektir.
19
20
21
Osmanlı Türkçesi
Türkçedeki temel dini terimler Arapçadan ziyade Farsça veya diğer İran kökenli dillerden gelir: Namaz,
oruç, peygamber. Bu süreç Selçuk İmparatorluğu (1040-1157) döneminde başlamıştır.
22
23
Arapça kelimeler genelde üç harfli kökler üzerine kuruludur. Bunlar üç sessiz harftir; örneğin sırasıyla,
yazma ve mecbur etme kavramlarını anlatan K-T-B ve C-B-R.
24
25
26
Arapça ve Farsça kelimelerin gelişiyle beraber Arapça ve Farsça dilbilgisi adetleri de gelmiştir. Türkçe,
Arapçanın aksine, dilbilgisel cinsiyet denen şeyden azade doğmuştur. Dahası, Türkçe sıfatlar isimlerden
önce gelirken, Arapça ve Farsça sıfatlar isimlerden sonra gelir.
27
28
29
30
“Bir dilin sözcüklerinin bozulması, yabancılaşması neyse de dilbilgisinin bozulması ve yabancılaşması
artık o dili yok eder. Osmanlı(ca)nın kullanımının son durumu artık Türkçenin dilbilgisini de tehdit
ediyordu.”
C.Akyol
31
32
33
Farsçalaşma, Osmanlılar döneminde kesintisiz sürdü. Onlar, Farsçayı resmi dil ilan eden Selçuklu
ataları kadar kendi anadillerini hor görmede ileri gitmeseler de, 15. yüzyıl Türk yazarlarının kaleminden
çıkan nesir ve nazım Farsça etkisinin muazzam yükselişine tanıklık etti.
34
35
Aşağıdaki, içinde tek bir Türkçe hece dahi bulunmayan üç beyit, klasik çağın en itibarlı şairi Baki (15261600) tarafından Sultan Süleyman’ ın onuruna yazılmış bir kasideden alınmıştır.
36
37
38
Balanişi-i mesned-i şahan-i tacdar
Vala-nişan-i ma’reke-i arsa-i Keyan
Cemşid-i ayş u işret ü Dara-yı dar ü gir
39
40
Zamanın Türk gazetecileri içinde en verimli olan Ahmet Midhat (1844-1912) ise 1871 de tek bir Farsça
isim tamlaması kullanmadan yazmıştır:
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 100 / 189
1
2
3
4
5
6
7
“En evvel kalem sahiplerine şunu sormak isterim ki, bizim kendimize mahsus bir lisanımız yok mudur?
Türkistan’ da söylenmekte bulunan Türkçeyi gösterecekler, öyle değil mi? Hayır, o lisan bizim lisanımız
değildir. Bundan altı yedi asır mukaddem bizim lisanımız idi, fakat şimdi değil. O Türkçe bizim lisanımız
olmadığı gibi Arabi ve Farisi dahi lisanımız değildir. … “
Yeni Abece
Abece değişikliğinin amacı Türkiye’ nin İslami Doğu ile olan bağlarını koparmak, içteki ve Batı dünyasıyla
olan iletişimi kolaylaştırmaktı.
8
9
10
11
“Yahu, bir ulus 1000 yıl sonra diline kavuşmak istiyor, konuştuğu gibi yazmak istiyor, bunun yok onunla
bağlarını koparacak, şununla yakınlaşacakla ne ilgisi var? Bir ulus ana dilini istiyor, kimseden de bir şey
istemiyor, 1000 yıldır doğru yanlış kullandığı sözcükleri de sahiplerine geri veriyor!”
C.Akyol
12
13
14
Türkçe yazmak için Arabi-Farisi bir abeceyi tercih etmek lehine söylenecek bir şey yoktur. Bu harflerin
elif de dahil olmak üzere hepsi sessiz harflerdir ve bazıları da Türkçede olmayan sesleri temsil eder.
Örneğin bunlardan biri olan Kef Türkçede g, k, n ve y şeklinde okunabilmektedir.
15
16
17
18
19
20
Güneş Dil Teorisi ve Sonrası
1935 yılında bir ara ATATÜRK, Viyana’ da yaşayan Dr. Hermann F. KVERGIÇ’ in kaleme aldığı kırk yedi
sayfa uzunluğunda bir daktilo metin aldı. Buna göre dil ilk olarak jestlerden oluşurdu ve buna bazı
anlamlı sesler sonradan eklenirdi. Kvergić, görüşüne dair ispatı Türkçe zamirlerde bulmuştu. Men,
elim, sen, elin, biz, siz kelimelerde olduğu gibi. Dahası, Kvergić Türkçenin biçimlenen ilk insan dili
olduğunu düşünüyordu.
21
22
23
24
Dilin başlangıcını ilkel adamın güneşe bakıp, “Aa!” dediği anda bulduğunu iddia eden Güneş Dil Teorisi
olmuştur. Bu teori, dilin gelişimiyle değil, sadece başlangıcıyla ilgili olduğundan, insanoğlunun bu en eski
“Aa!” dan nasıl sadakat, umut ve hayırseverlik bu üç şey yüceliğine veya gelişigüzel bir ifadeye
ulaştığının açıklanması ihmal edilmiş diye kusurlu bulunamaz.
25
26
Hilaire de Brenton bütün insanlığın konuşma yetisinin ortak bir kökeni olduğunu onaylamaktadır, fakat
bu kökenin Türkçede değil Sümerce’ de olduğunu düşünmektedir.
27
28
29
“Resmi dil Türkçe demek yeterli değil. Türkçe olarak neyi anladığınız, önemlidir. Osmanlı(ca)
konuşulurken de devletin dili Türkçe, deniliyordu.”
C.Akyol
30
31
32
Karışımın Unsurları
Reformcuların başat arzusu, önerilen yeni kelimeler Türkçe olmasa bile, her halükarda Türkçeyi Arapça
ve Farsçadan alınmış kelimelerden kurtarmaktı.
33
34
35
36
37
TDK’ nın Türkçe ile Hint-Avrupa dillerinin birbirine yakın diller olduğunu ispat etmek için elinden geleni
yaptığı günlerde, Türkçenin özelliklerine aykırı olan ön ekler kullanmak yoluyla kelimeler yaratma
yönünde çabalar sarf edildi. Orta Asya lehçelerinin bir tanesinden, anlamı Türkçedeki alt kelimesine
benzeyen ast eki ithal edildi. Daha sonra bir ek as- şeklinde kısaltıldı. Söz konusu ek üsteğmen ve
astsubay kelimelerinde varlığını devam ettirmektedir.
38
39
Atatürk, dil çalışmalarını sadece uzmanların işi olarak görmedi. Uzmanların yalnız başlarına bunu
başarmalarını mümkün değildi. Amaç, konuşma dili ile yazı dili arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak,
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 101 / 189
1
2
3
halkın konuştuğu dili geliştirmek olunca, bu çalışmalara bütün bilim ve kültür emekçilerinin, hatta halkın
da katılması bir zorunluluktu. Osmanlı(ca)nın tasfiyesi ve Türkçenin geliştirilmesi demokratik bir
gelişmeydi. Halkın dil çalışmalarına katılması, bu demokratik gelişmenin sonucudur.
4
5
Bayan kelimesinin, yani Moğolca “zengin” anlamına gelen bir kelimenin, neden bayın dişil karşılığı
olarak seçildiğinin hiçbir açık sebebi yoktur.
6
7
8
9
Yeni Türkçe
Bu noktada sormamız gereken iki soru vardır: Reform, entelektüellerin dili ile halkın dili arasındaki
uçurumu bertaraf etti mi ve reform dili fakirleştirdi mi? Birinci sorunun cevabı, uçurumun eskisi kadar
büyük olmamakla beraber halen varlığını koruduğudur.
10
11
Ümit edilen, gündelik hayatta Osmanlı(ca) kelime kullanımının bırakılmasıydı. Artık “ev” demek varken
“ikametgah”, “kusur bulmak” yerine “nakısa addetmek” denmeyecektir.
12
13
14
Elbette, tasfiye edilen Arapça ve Farsça kelimelerin çoğu geri gelmeyecek şekilde mevcudiyetini
kaybetmiştir ve çok sayıda Türk burumda dilin onarılmış değil tam tersine zedelenmiş olduğu
kanısındadır.
15
“Baba ile evlat birbirini anlamaz hale gelmiştir.” Sözü, abartılı bir ifadedir.
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 102 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
Devler Konuşuyor, Türk Edebiyat Vakfı
Tahsin BANGUOĞLU
Dil, bir kültür konusudur. Dil, milliyetin damgasıdır. Yazı dilimizin milli bir dil haline getirilmesi davası, fiili
olarak elle tutulur bir şekilde Meşrutiyet devrinde ortay atılmıştır. Ve Meşrutiyet devrinde yazı dili adeta
gömlek değiştirmiş gibi olmuştur. Ondan evvelki dil, Osmanlı(ca) idi.
Milliyetçilik fikri Türkiye’ de yankı bulunca, bir milli dil davası kendiliğinden ortaya çıktı. Bunun öncüleri
eski devirlere aittir. Meşrutiyet devrinde bunu başarırlar. Daha evvel halkın anlamadığı bir dil haline
gelmiş olan Osmanlı(ca)’ yı yazıyorlar ve savunuyorlardı. Bunlara karşı çıktı, Türkçüler. Konuştuğumuz
dili yazacağız dediler. Ve yazmaya başladılar. O zaman yazı dilimizin, en sade yaza için yarıdan fazlası
yabancı kelimeydi.
Mehmet KAPLAN
Kelime yok dilimizde. O karmaşık hayatı, olayları, yani bir Osmanlı’ nın kendi kelimeleriyle ifade ettiği
şeyleri ifade edebilecek kelimeler bugün Türkçede mevcut değil. Dilimiz fakirleşmiş, dilin fakirleşmesi
demek düşüncenin fakirleşmesi demek.
15
16
17
18
Felsefe kelimesi sistematik bir düşünceyi içeriyor. Türklerin filozofları yok! büyük bir eksiklik. Batı
uygarlığının temelinde eski Hellen felsefesi var. Bir felsefe gelenekleri var. Biz de ise dini gelenek var.
Avrupa’ da en az elli tane orijinal filozof vardır. Yani sistem kurmuş. Bizde, kelimelerin içerisinde
kendisini ifade eden bir hayat felsefemiz var.
19
20
Dil milli bir değer. Bu İslamiyet’ e aykırı değil, Türkiye’ de yaşayan herkesin mutlak şekilde Türkçe
konuşması lazım. Bunun üzerine titrememiz lazım., tıpkı dini değerler üzerine titrememiz gibi.
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 103 / 189
Dil Tartışmaları
1
Türkiye’ de
2
3
4
5
Murat BELGE
Dilin politik bir tutumla milliyetçi bir anlayışla ele alınması, ulusallığın aracı olarak görülmesi ve ayrıca
yukarıdan aşağıya politik müdahalelere uğraması, Türkçenin oluşumuna yararına çok zarar getirmiştir
denebilir.
6
7
8
9
“Dil devriminin elbette ki politik ve ulusalcı bir yaklaşımı vardır, bunu yadsıyamayız. Ama devrimi
tamamen böyle açıklamak ise haksızlıktır. Bu haksızlığı yapanların, benzer soruyu dili Osmanlı(ca)ya
dönüştürenlere söylediği hiçbir söz yoktur.”
C.Akyol
10
11
12
13
Özleştirme, arındırma gibi olaylar dilin kendi içinden türeyen bir rasyonel ihtiyacın sonucu değil, dilin
dışında, kendine özgü mantığı olan bir düşüncenin (çeşitli dozlarda milliyetçilik) ürünüdür. Türkiye
toplumu (!) yazılıdan çok sözlü kültürün belirleyici olduğu bir toplumdur. Abeceyi bilenin ötesinde, gerçek
anlamda okuryazar bir toplum olduğu bugün bile söylenemez. Şapka kullanmamak hata değil, seçimdir.
14
15
16
“Yıllarca, Osmanlı(ca)nın sekiz sesliyi yazamamasını sorun etmeyenlerin, bugün bir şapka olayına
takılmaları ilginç!”
C.Akyol
17
18
19
20
21
22
Astrid MENZ
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
Özlem ERAYDIN
34
35
36
Erhan AFYONCU
37
38
Geoffrey Lewis Türkçenin yeni yazı sistemini şöyle nitelendiriyor: “ … Latin abecesi inkar edilemez bir
şekilde Türkçe için kullanılanların en iyisidir ve okuryazarlığın artmasında önemli bir rol oynamıştır.” Yeni
sistemin temelinde ses bilimsel ilkeler olduğu için bir kelimenin telaffuzunu bilmek, doğru yazılması için
çoğu zaman yeterli oluyor. Elbette bu ilkenin istisnaları vardır, fakat başka dillerin yazımıyla
karşılaştırırsak, Türkçenin imlasının kurallı ve kolay olduğunu kabul etmek gerekir.
Dil, ulus ve devlet olguları arasındaki ilişkileri tarihsel boyut içinde değerlendiren araştırmacılar, Avrupa’
da ortaya çıkan iki rotadan söz ederler. Bunlardan biri, İngiltere ve Fransa’ da olduğu gibi, ulusu
önceleyen bir devlete sahip bireylerin yavaş yavaş ulusu oluşturdukları ve daha sonra tek dile
yöneldikleri, bir devlet bir ulus bir dil rotasıdır. Diğeri ise, Almanya örneğinde olduğu gibi, aynı dili
konuşan kişilerin bir ulus oluşturdukları fikrini geliştirerek devletlerini oluşturmak için mücadele ettiği, bir
dil bir ulus bir devlet rotasıdır. Bu rotanın fikri temellerinden olan dilsel ulusçuluk, Almanya’ da gelişmiş,
Doğu Avrupa ulusçuluk hareketleri başta olmak üzere, ulusçuluk hareketlerinde ve siyaset felsefesinde
kalıcı etki bırakmış bir düşünce akımıdır. Gerek Avrupa’ da, gerekse dünyanın diğer yerlerinde, dil
politikaları, ulusçuluk akımı ile bağlantılı olarak, o siyasal birimde ulusu şekillendiren dinamiklerle
etkileşim içinde gelişmiştir.
“Osmanlı(ca) denilince, “Biz Arapça mı öğreneceğiz” diyorlar? Osmanlı(ca) dediğimizin Türkçe olduğunu,
Arap harfleriyle yazıldığını öğrensinler yeter.”
“Masum görünen, en tehlikeli sav!”
C.Akyol
39
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 104 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
“Harf Devrimine
Niye Karşıyız?” Keşkül Dergisi, 25. Sayı
1. 1000’ lerce yılda oluşmuş kelime hazinesi terk edildi!
2. 20 yüzyılda yalnızca Türklerde harf devrimi oldu!
3. Zengin bir kütüphane iptal edildi, yok sayıldı!
4. Konuştuğumuz, alıştığımız, ezberlediğimiz dili terk ettik!
5. Yapılan, insan doğasına aykırıdır!
6. Tepeden aşağıya uygulanmıştır!
7. Batı dillerinden gelen sözcüklere aynı tavır gösterilmemiştir!
8. Halk sade dille konuşuyordu, aydınlar daha çok Arapça, Farsça konuşuyordu!
9. Dide ırkçılık olmaz, İngilizce’ nin de %60’ ı Latince, Almanca, Fıransızca kaynaklıdır.
10. Asıl amaç, Osmanlı’ dan, Kuran’ dan koparmaktı, İslam’ la olan bağı koparmaktı!
11. Dil devrimine sahip çıkmak, Irkçılıktır!
12. Osmanlı(ca)yı halk anlıyordu, ha Çoban anlamazdı. Ama, Çoban, Yunus Emre’ yi de
anlamazdı!
13. Asıl amaç, %20 kentleşmiş kitleyi eğitme idi, kendine benzetme idi!
14. Dil devrimi, Türkçe’ ye yabancı sözcüklerin girişini hızlandırmıştır!
15. Asıl amaç, yeni insan tipi yaratmaktı!
Başka Ne Dediler?
1. Sömürge ülkeleri dışında kendi ulusal dilini bırakıp yabancı dilde eğitime kucak açmış Türkiye’ den
başka bir ülke göremiyoruz. Yabancı dil öğrenmek başka, yabancı dille eğitim öğretim yapmak başkadır.
21
22
2. Cumhuriyet devrimleri arasında bugünlere de uç vermiş olan sonuçlarıyla en çok tartışılanı,
harf devrimidir. Dile yapılan bu köktenci müdahale, toplumsal bellekte bir yırtılmaya yol açmıştır.
23
24
3. Adına Osmanlı(ca) veya Osmanlı Türkçesi denilen dil, esasen, Türk dilinin Osmanlı çağlarındaki
biçimi ve ismidir.
25
26
27
4. Müslüman olan Türklere verilen, genel adıyla Türkmenlerin, İslamlaşma süreciyle birlikte bu
harf sistemini kullanmaya başladığını biliyoruz ve bu abeceden doğan Türkçe’ ye de Osmanlı(ca)
diyoruz.
28
29
30
5. 1920’ li yıllarda başlayan harf ve dil devrimleri, bugüne kadar ki süreçte Türkçe’ de onulmaz yaralar
açtı. Zengin ve geniş bir coğrafyada kullanılmış olan bir imparatorluk/medeniyet dili, Batıcı ulusalcılık
adına tasfiye edilip, neredeyse yok edildi.
31
6. Dil fukaralığı günümüzde tavan yapmış durumdadır.
32
33
34
7. İslam-Kur’an yazısından Latin yazısına geçiş inkılabı, yazılı ve edebi Türkçe’ ye, milli kimlik ve
kültürümüze büyük zarar vermiştir. Kur’an yazısı, Türkçe konuşan Türkiyeli Müslümanların bin yıldan
fazla kullanmış olduğu milli yazıdır.
35
36
8. Bir abecenin öğrenilmesi zor, çetrefil, karışık olması onunla yazan ve okuyan halkın ve ülkenin
geri kalmasına yol açmaz; aksine güçlenmesine yol açar.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 105 / 189
1
2
3
9. Halkımızın ezici çoğunluğu şu anda atalarının Türkçe mezar taşlarını, eski camilerin ve başka tarihi
yapıların ve abidelerin kapılarındaki kitabeleri, 1928’ den önce yayınlanmış roman, hikaye ve diğer
kitapları okuyamayacak derecede kara cahil durumdadır.
4
5
6
10. Konuşma ve yazı Türkçe’ sinde 1920’ lerin zengin, ahenkli düzgün Türkçe’ sine dönülmelidir.
Osmanlı(ca) dergiler, gazeteler ve milliyetçi Müslümanlar, hem Latin harfleriyle, hem Osmanlı(ca)
eğitim veren güçlü İslam mektepleri açmalıdır.
7
8
11. Bugüne dek 12 defa harf devrimi yaptık. Ama bu son harf inkılabı bizi yalnızlaştırdı, etrafımızda bir
duvar örüldü.
9
10
12. Osmanlı(ca)’ yı bilmemek de bizim 600 yıllık tarihimizde atalarımızın ortaya koyduğu fikir, ilim
mirasına yabancı kalmak demektir.
11
12
13
13. Biliyoruz ki, sağdan sola yazmak gözün yapısına daha uygundur. Soldan sağa okumak ise gözün
yapısına aykırı olduğu için bu hem beyin faaliyetini performans açısından düşürür, hem de görme
bozukluklarına sebebiyet verir.
14
15
14. Osmanlı(ca) muazzam bir dildir. Çünkü Arapça ve Farsça başta olmak üzere diğer bütün
dillerden beslenerek gelişiyordu.
16
15. Osmanlı(ca) harfler, İslam harfleridir.
17
18
19
16. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam
dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Din eserleri eski
yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.
20
17. Osmanlı Türkçesi, Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dildir.
21
22
23
18. "Biz başka bir şeyi kaybettik. Bütün bir İslam coğrafyası, aslında ilme olan aşkını, sevdasını, şevkini
yitirdi. Kitaplarla arasındaki irtibatı yitirdi. Kitapları okumak için lazım olan dilini yitirdi. Kitapların hepsine
sahip olsa da kitapları anlayacak harflerini yitirdi."
24
25
26
27
28
29
Asıl Mesele!
30
31
32
33
34
Bugünün Bazı Aydınları da Farklı Şeyler Söylemiyor!
35
36
37
38
39
40
41
“Esas maksat, esas mesele İslam’ dan, Osmanlı’ dan, Kuran’ dan kopmak; Arap kültüründen
uzaklaşmaktı. Eğer Arap harfleri devam etseydi, çocuklarımızı Kuran kursuna göndermeye gerek
olmayacaktı, otomatikman az bir çabayla Kuran’ ı okuyacaklardı. Harf inkılabı 900 yıllık medeniyeti
devirmiştir. Dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz.”
Mustafa Armağan
“1000 yıllık bir kültürün birikimini bir anda hiç anlaşılmayan bir dil gibi niteleyip, üzerine beton
döküp… kayda geçmiş envanterimizi başkasının tercümesiyle öğrenim. Bir öncesini karalayıp, yerin
dibine sokmak niye?”
Coşkun Aral
“Öncelikle bir hususu belirtmem gerek. 1 Kasım 1928'de yapılan Harf Devrimi'ne hep tedbirli yaklaşırım.
Çünkü bu devrimle toplum bir gecede dilsiz kalmış, dahası yeni dile adapte olacağım derken eski
dilin tüm kültürel zenginliğinden hızla kopmuştu. İçerisinde başka dillerden sözcükler de
bulunmasına karşın kaldırıldığı güne kadar Osmanlı(ca) tam 80 bin sözcükten oluşuyordu. Oysa şimdi
kullandığımız dil yaklaşık 30 bin kelime. Dilde sadeleşme ve özleşme çalışmaları beraberinde edebi
bir tasfiyeyi de getirdi. Kendi edebiyatımızı/tarihimizi okuyamaz olduk.
Gürkan Hacır
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 106 / 189
Karanlık Günleri, Necmettin HACIEMİNOĞLU
1
Türkçenin
2
3
4
Türkiye’ de dilimizin yabancı unsurlardan arınarak kendi benliğine dönmesi için başlatılan sadeleşme
hareketinin öncüleri, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin gibi Türk Milliyetçileridir. Bunların hareketi, İstanbul’
da dar bir aydın çevresinin meydana getirdiği ve milletimizin anlamadığı Osmanlı yazı diline karşı idi.
5
6
“Osmanlı(ca) demek yerine Osmanlı Dili demek, daha doğru sanırım.”
C.Akyol
7
8
9
10
1932 yılında Atatürk’ ün giriştiği teşebbüs ise, bir sadeleştirme hareketi değildir. Resmi dil ve hukuk
terimlerinin Türkçeleştirilmesi ile, Türk dilinin ilmi bakımından incelenmesi davasıdır. Fakat onun
ölümünden sonra bu konu hem asıl gayesinden uzaklaştırılmış, hem de tamamıyla kasıtlı ellere
geçmiştir.
11
12
13
Türk dilinin sadeleşmesi hareketinin asıl gayesinden saptırılarak tam bir kültür ihtilali şekline dönüşmesi
1960 yılından itibaren başlamıştır; Türkçenin çöküşünü büsbütün hızlandırmıştır. Bütün aşırı solcu
yazarlar, bütün aşırı solcu gazete ve dergiler uydurma dilin yayılması için canla başla çalışmaktadırlar.
14
15
Dil, insanla beraber fakat onun dışında, onun üstünde, kendiliğinden ve tabii bir şekilde meydana
gelmiştir. O, insan zekasının bir eseri değildir. Ve insanın emrinde değildir.
16
17
18
19
“Bu görüşe katılmak mümkün değil! Dil insanın daha doğrusu toplumun en büyük eseridir. İnsanlık, dili,
gün be gün üretmiştir. Evet, bir ya da birkaç kişinin emrinde değildir ama toplumun emrindedir. Ama gün
gelir o denli erginleşir ki artık herkesten her şeyden bağımsızlaşır.”
C. Akyol
20
21
22
23
24
25
Türkçenin yabancı dillerin akımına karşı benliğini koruması meselesi, Türklerin Müslüman olup İslam
uygarlığı çerçevesi içine girdikleri 10. yüzyılda ortaya çıkar. Çünkü, Kuranı Kerim dili olduğu için, birçok
dini ve İslami kavramlarla beraber sayısız Arapça sözlerin de, adeta kitle halinde, bu yüzyıldan itibaren
Türkçeye girdiği görülür. Böylece bir yandan din yoluyla Arapça sözler, diğer yandan, aynı uygarlık
çevresine dahil bulunduğumuz İran’ la yapılan sıkı temaslar sonucunda da, edebiyat yoluyla, Farsça
sözler Türk diline girmeye başlamıştır.
26
27
Anadolu Selçuklu hükümdarları 12. yüzyıldan itibaren Farsçayı da Türk saraylarında resmi devlet dili gibi
kullanmışlardır.
28
29
30
İlk olarak, Kaşgarlı Mahmut 1072 yılında Türk dilinin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu ve Ali Şir
Nevayi de Türkçenin Farsçadan daha güzel ve zengin bir dil olduğunu söylemişler, ispat etmeye
çalışmışlardır.
31
32
33
34
35
Böylece, 16. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ilk yarısına gelinceye kadarki zaman içinde Türkçeye
giren yabancı unsurların miktar, nispet ve çeşidi zirveye yükselir. Bu devirde ilim dili Arapça, edebiyat dili
Farsçadır. Resmi dil ise anlaşılması imkansız yapay bir dildir. Türk yazı dilini Arapça ile Farsçanın
yalnız sözcükleri değil, ifade tarzları, terkipleri, deyimleri ve gramer şekilleri de bir ayrık otu gibi istila
etmiştir.
36
37
38
39
Türkçe, 8. yüzyılda mükemmel bir yazı dili idi. Devrinin dini, edebi ve felsefi düşünceleri, duygularını tam
bir ifade rahatlığı içinde dile getiriyordu. Türkçenin yanında, Latince, Grekçe, Arapça, Farsça ve
Çinceden başka kültür dili de yoktu. Bugünün dilleri İngilizce, Fıransızca, Almanca ve İtalyanca henüz
oluşmamıştı.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 107 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Türk Dili Tetkik Cemiyeti
12 Temmuz 1923’ te Atatürk tarafından kurulan Cemiyetin gayesi:
1. Türkçenin, tarihi gelişmesi araştırılarak, mukayeseli bir gramerin yazılması,
2. Türkçenin tarihi gramerinin yazılması,
3. Türkçenin bugünkü gramerinin yazılması,
4. Türk lehçelerinin sözlüklerinin hazırlanması,
5. Bugünkü Türkçenin, yani Türkiye Türkçesinin sözlüğünün yapılması,
6. Bütün ilim ve teknik terimler için Türkçe karşılıklar bulunması,
7. Yabancı bilginlerin Türk dili üzerinde yaptıkları araştırmaların Türkçeye çevrilmesi.
10
Uydurma Sözcükler
11
1. Yabancı eklerle yapılmış sözcükler:
12
13
14
a. –sal/ -sel
Türkçe’ de bu ekler yoktur. Fıransızca’ dan alınmıştır.
kırsal, kentsel, töresel, yöresel, tarihsel, bilimsel, dinsel, kişisel, belgesel
15
16
17
b. –al/ -el
Bu eklerle yapılan bütün sözcükler yanlıştır. Çünkü bu ek, Türkçe’ de yoktur.
kural, özel, ulusal, tüzel, yerel, genel, doğal,
18
19
20
c. –ul/ -l
Bu eklerle yapılan bütün sözcükler yanlıştır. Türkçe’ de böyle bir ek yoktur, Fıransızca’ dan alınmıştır.
ardıl, buzul, kumul, bağıl, çoğul, kuru, okul, anayasal
21
22
23
d. –ay/ -ey
Bu eklerle yapılan bütün sözcükler yanlıştır. Bu ekler Türkçe değil, Moğolca’ dır.
olay, düzey, birey, yatay, düşey, dikey, deney
24
25
26
e. -tay
Bu eklerle yapılan bütün sözcükler yanlıştır. Bu ekler Türkçe değil, Moğolca’ dır.
danıştay, sayıştay, yargıtay, kurultay
27
28
29
f. –man/ -men
Bu eklerle yapılan bütün sözcükler yanlıştır. Çünkü bu ek, Türkçe’ de yoktur.
öğretmen, okutman, danışman, yönetmen
30
31
32
g. –av/ -ev
Bu eklerle yapılan bütün sözcükler yanlıştır. Çünkü bu ek, Türkçe’ de yoktur.
ödev, görev, sınav, söylev
33
34
35
36
37
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 108 / 189
1
Cemil MERİÇ ve Osmanlı(ca)
2
3
Demek ki Osmanlı(ca) denilen dil, Osmanlı Türklerinin konuşup yazdıkları halis Türkçedir. Yalnız, sosyal
sebeplerden, biraz "precieux", biraz yapmacık bir dil bu.
4
5
6
7
Türkün kılıcı ülkeler fethederken, Türkün zekâsı da kelimeler fethediyordu. Ülkeler ne kadar bizimse,
kelimeler de o kadar bizimdir. Ecdadımız onlarla düşündü, babalarımız onlarla konuştu. Kısaca, Türk
milletinin tarihinde çeşitli merhaleler var. Nasıl eski Fransızca, eski İngilizce diye tasnifler yapılmışsa,
eski Türkçe, orta Türkçe gibi adlandırmalar da yapılabilir.
8
9
10
11
12
13
14
15
Türkçenin bedbahtlığı, tabii tekâmülünü yaparken, birdenbire zıplamaya zorlanmasından olmuştur.
Nesiller arasındaki köprüler uçurulmuş ve hafızadan mahrum bir nesil türetilmiştir. Hafızadan yani
kültürden… Milletin ana vasfı: devamlılık. Dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık… Altı yüz yıl cerrahi bir
ameliyatla içtimai uzviyetten koparılıp atılınca, Türk düşüncesi boşlukta kalmıştır. Boşlukta kalmıştır,
çünkü Batı'ya da tutunamamış, sırtını Batı tefekkürüne de dayayamamıştır. Elli yıldan beri Batı' yla bu
kadar sarmaş dolaş olduğumuz halde, hâlâ yeni neslin tek değer yetiştirememesi, bunun en hazin
tecellilerinden biri değil mi? Uydurca ile bir 'Hürriyet Kasidesi', bir 'Sis', hatta bir 'Erenlerin Bağından'
yaratılabilmesi için en az bir altı yüz yıla daha ihtiyaç var.
16
17
Mesele yanlış konuyor, daha doğrusu birçok meseleler, isteyerek veya istemeyerek, birbirine
karıştırılıyor.
18
19
20
21
22
23
24
'Halkın tuttuğu Türkçe' ne demek? Hangi halk? Türkiye'nin kuzeyi, güneyi, doğusu ile batısı aynı
vokabüleri kullanmaz. Bütün memleketler böyledir. Nereyi ölçü alacağız... Sonra, 'bugünkü nesil'.
Bugünkü nesil, ağabeylerinin hafızası zorla iğdiş edilen ikinci nesildir. Devlet kanalı ile, nereden çıktığı
bilinmeyen, iğri büğrü kelimeler onların genç beyinlerine zorla sokulmuş. Halk Partisi, uydurcacılığı
devrimcilik olarak göstermiş. Dil Kurumu elindeki kaynakları bu uğurda seferber etmiş. Zavallı aydınlar
neye uğradıklarını, ne yapacaklarını şaşırmışlar. Dil Kurumu, kurulduğu günden bugüne, hangi
selahiyettar ilim ve sanat adamını etrafında toplamış? İlim zaten yok...
25
26
27
28
'Halkın tutması' neyle belli olacak? Mesela, yeni harflerden önce, ilk mektep tahsili yapan her İstanbullu
Refik Halit'i, Reşat Nuri'yi, Halide Edip'i rahat okuyabiliyordu. O halde "halk' kim? Halk, ilk tahsil gören
İstanbullu' ydu o devirde. İlk tahsil yaygın bir hal aldıktan sonra, adeta uniform hale geldikten sonra, ilk
tahsil yapan herkes Tialk' olacaktı ve tabiatıyla Refik Halit'i, Reşat Nuri'yi, Ahmet Mithat'ı anlayacaktı...
29
30
Şaire gelince, her memlekette, her tabakanın kendine göre sevdiği şairler var. Esasen bir şairin bütün
ahali tarafından anlaşılmasına lüzum yok. Bu, dünya için de böyle...
31
Tefekkürle ilgili eserlere gelince, Kant' ı kaç Alman anlar? (Marx'in cevabı...)
32
33
34
35
Yani, halkın anlayacağı kitaplar vardır, halkın, yani geniş kalabalıkların, ilk mektep tahsili
yapanların. Onların dışında aydınlanmak isteyenlerin okuyacağı kitaplar vardır. Sonra, gerçek
aydınların temas edeceği kitaplar vardır. Bunların konuları aynı olsa bile, meseleyi ortaya atışları,
kullandıkları vokabüler birbirinden çok farklıdır...
36
37
38
39
'Halkın seviyesine ineceğiz' diye, dilimizi papağanınkine benzetmek, halklaşmak değil,
eşekleşmektir. (Ulunay' ın verdiği örnek, onun karşısında Galatasaraylı Uygur' un verdiği cevap, ikisinin
de Fransızca bilmediğini gösterir: Fransızca' da aşkı ifade eden en az -tabii çeşitli derecelerinde- yirmi
otuz tane kelime var.)
40
41
42
Esasen vokabüler üzerinde durmak, yani, yerleşmiş kelimeleri 'Arapçadır diye atmaya kalkmak', sadece
cehaletle kabil-i izahtır. Fransızcada aslı Fransızca olan kelimelerin sayısı yüz elliyi geçmez. Aynı dilde
Arapça, Farsça hatta Türkçe menşeli kelimeler çok daha fazla sayıdadır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 109 / 189
1
2
3
4
5
6
7
Ziya Gökalp bir bakıma haklıydı. Bir bakıma, çünkü İstanbul konuşmasını yazı dili haline getirmek, yazı
dili ile konuşma dili arasındaki uçurum hatırlanınca, arzuya şayan bir ideal sayılabilir. Nitekim o ideal
gerçekleşmişti veya gerçekleşmek yolundaydı. Ondan sonra, dile yeni mefhumlar getirmek, düşünmek
ve geçen nesilleri aşmak kalıyordu... Bu yapılacağına dil, Penelop' un örgüsüne döndürüldü. En azgın
şovenizme ilericilik adı verildi. Tatarca’ dan, Kıpçakça’ dan, Çağatayca’ dan ölü kelimeler devşirildi.
Ve olan sanata oldu, tefekküre oldu... Garibi şu ki, dildeki ırkçılığı, şaşılacak bir beyinsizlikle, kendilerini
solcu sanan aydınlar benimsediler.
8
9
10
11
Bütün bunlar altyapıdaki anarşinin üstyapıda tecellisi-dir. Bir yanda feodal istihsal, feodal inkısam...
ötede bir gecekondu burjuvazisi! Ve dilini kaybeden, görülmemiş bir afaziye uğrayan, kekeleyen, garip
sesler çıkaran bir nesil... orta mektep kitabı yazmaktan âciz üniversite hocaları, papağan kadar sevimli
olmayan doçentler...
12
13
14
15
Dilin gelişmesinde rol oynayan iki kuvvet: ihtilalci kuvvet, muhafazakâr kuvvet. Akademilerin vazifesi,
devrimci kuvvetin dili argo haline getirmesine meydan vermemektedir. Nesillerle, dilin gerek fonetiğinde
gerek kelime hazinesinde değişiklikler olur. Her nesil dilini öğrenirken kolaya kaçar. Akademilerin,
kitabın, edebiyatın hikmet-i vücudu, "dünü yarına bağlamak."
16
Bütün mekteplerin ana vazifesi, çocuğa dilini öğretmek. (Meillet'nin "College de France"da verdiği ders).
17
Yan aydının sadizmine terk edilen dil. Tefekkür bir it payı mıdır?
18
19
20
21
Kurtuluş çaresi var mı? Tehlikeyi bütün azametiyle kavrayan yok. Dil politikaya alet edilmekte. Dil,
heveskâr mektep kaçaklarının şamar oğlanı. (Dil karşısında entelijansiyanın durumu, Cezmi Ertuğrul' un,
Celal Nuri' nin fikirleri)... İyi niyet sahiplerinin, hangi siyasi tandansa mensup olurlarsa olsunlar, bir cephe
kurmaları milli bir zarurettir...
22
23
24
“Bir halk, ana dilinin sözcüklerini öğrenir mi? Hayır! Neredeyse dilbilgisini -gramerini- bile öğrenmez. O,
ana dilini konuşur. Osmanlı(ca) yı bu halk öğrenmeden konuşabilir mi? Buna ana dil denilebilir mi?
C.Akyol
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 110 / 189
1
Peyami SAFA’ nın Osmanlı(ca) Hakkındaki Görüşler,
2
Sinan ÇİTÇİ
3
4
5
Harf İnkılâbına Yönelttiği Tenkitler
Arap alfabesine birkaç harf ilave edilerek oluşturulduğu için “Osmanlı alfabesi” de dediğimiz alfabeye
tam karşılamasa da- Peyami Safa da sıklıkla “Eski harfler”, “Arap harfleri” ve “Arap alfabesi” der.
-
6
7
8
9
Devrin pek çok aydını gibi ilk zamanlar harf inkılâbına “evet” demeyi “ahmaklık” olarak gören Peyami
Safa, bu yoldan dönüsün mümkün olmadığını görünce bir taraftan Latin Harfleri Elifbası isimli eserini
neşretmiş, diğer taraftan da Lâtin alfabesiyle birlikte Osmanlı alfabesinin de öğretilmesi gerektiğini
savunmuştur.
10
11
12
13
14
15
16
17
18
“En güzel alfabe bir milletin ağzındaki seslerin bütününü ifadeye en fazla muktedir olan alfabedir”
kaidesince Osmanlı alfabesi, her ne kadar Arap menşeli bir alfabe olsa da sonradan ilave olunan
harflerle Türk milletinin ağzındaki seslerin çoğunu ifadeye muktedir bir hâle gelmiştir. Latin alfabesine
geçişle birlikte pek çok lüzumlu harfin alfabeden çıkarılması ise millî ağızdaki bazı önemli seslerin
karşılıksız kalmasına sebep olmuştur. Bu da kelimelerin telaffuzunu ve Türkçenin diksiyonunu
bozmuştur. Peyami Safa, bu konudaki iddiasını iki örnekle açıklamaya çalışır: “‘Mevzu’ kelimesinin
sonunda bir ‘ayın’ olduğunu bilmeyen yeni nesil(ler), bu kelimenin mûzaf (tamlanan) hâlinde ‘mevzuu’
seklinde yazılıp okunacağını bilmiyor ve ‘mevzusu’ diyor.” Galat-ı meşhur hâline gelen “camisi” kelimesi
de aslında “camii” seklinde olmalıdır.
19
20
21
22
23
Harf inkılâbı, gençliğin hiç değilse harfler delâletiyle Arap ve Fars kelimelerinin köklerini ve manalarını
sezmeleri imkânını da ortadan kaldırmıştı(r). “Kitap”, “kâtip”, “mektep”, “mektup”, “kütüphane” gibi
Türkçede sıklıkla kullanılan kelimelerin aynı kökten türediğini hissettirmeyen yeni harfler, bir taraftan bu
kelimelerin ayrı ayrı öğrenilmesi zahmetini ortaya çıkarmış; diğer taraftan Türk nesrinin kısırlaşmasına
sebep olmuştur.
24
25
Millî kültürle yeni nesiller arasında köprüsüz bir uçurum açan harf inkılâbı, kartopu gibi nesilden nesle
intikal ederek tekâmül eden edebî gelişmeyi de durdurmuştur.
26
27
28
29
Harf inkılâbıyla birlikte “gençliğin tarihiyle, millî kültürü ile geçmişe ait değerler(iy)le ilgisi kendiliğinden
kesilmiştir.” Kendi tarihini, kültürünü, medeniyetini ve değerler sistemini bilmekten mahrum edilen yeni
nesiller, ellerinde bir mihenk taşı olmadığı için gizli ve düşman propagandacıların telkinlerine hedef
olmuşlardır.
30
31
32
Osmanlı Alfabesini Öğrenmenin Faydaları
Türk milleti kendini tanıyabilmesi ve varlığının şuuruna erebilmesi için Latin alfabesiyle birlikte Osmanlı
alfabesini de öğrenmelidir.
33
34
35
36
Osmanlı alfabesi hızlı ve rahat yazılıp okunma özelliğine sahiptir. Hızın ve rekabetin önem kazandığı 20.
yüzyılda gençlerin hem az zamanda çok şey okuyabilmeleri hem de eksiksiz not tutabilmeleri için Arap
harflerinin mucize denecek kadar rahat, çabuk, işlek yazma ve okuma kolaylığından mahrum olmaması
gerekir. Bunun için edebiyat fakültelerinde olduğu gibi liselerde de bu harflerin öğretilmesini savunur.
37
38
39
Latin alfabesi, halkın ağzındaki bazı sesleri ifade etmekten aciz olduğu için bazı kelimelerin yanlış yazılıp
okunmasına bazılarının da hiç yazılamamasına sebep olmaktadır. Mesela; “kâgıt”, “kâtip” ve “keder”
kelimelerinin ilk harfleriyle “kalem”, “kâtil” ve “kader” kelimelerinin ilk harfleri eski alfabemizde iki ayrı
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 111 / 189
1
2
sese karsılık olarak iki farklı harfle yani “kef” ve “kaf” harfleriyle ifade edilirken, yeni alfabeye geçişle
birlikte bu seslerin her ikisi de bir harfle ifade edilmeye başlanmıştır.
3
4
Osmanlı alfabesi, Türk insanının kendi kültürünü, tarihini, uzak ve yakın edebiyatını okuyup
anlayabilmesi ve bir kuru kalabalık olmaktan çıkıp millet olabilmesi için en önemli vesiledir.
5
6
7
8
9
10
11
Dil Olarak Osmanlı(ca)ya (Osmanlı Türkçesine) Bakısı
Ne kadar yanlış olursa olsun daha kullanışlısı ve pratiği bulunamadığı için zaruret icabı kullanılan
“Osmanlı(ca)” tabiri, aslında Türkçeden farklı bir dili ifade etmiyor. Osmanlılar bugünkü Türklerin ataları
olduğu için her Türkün müşterek soyadı “Osmanlı” olduğu gibi konuştuğu dilin adı da Osmanlı(ca)dır.
“Osmanlı(ca)” ile farklılığı vurgulanan şey, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden Cumhuriyet’ in ilanına
kadar geçen dönemde konuşulan ve yazılan Türkçedir. O nedenle en doğru tabir, “Osmanlı Türkçesi”
dir.
12
13
14
15
16
Osmanlı Devleti zamanında kullanılan Türkçe ile Cumhuriyet’ in ilanından; bilhassa eğitim, dil ve kültür
alanlarında yapılan inkılâplardan sonraki Türkçe arasında bazı farklılıkların olmasını tabiî karşılamak
gerekir. Fakat bu farklılıklar, hiçbir zaman Osmanlı(ca)nın Arapça ve Farsça gibi Türkçeden ayrı bir dil
olduğunu hatta menşe birliği olan Kırgızca, Kazakça ve Özbekçe gibi bir dil olduğunu iddia edecek kadar
büyük değildir.
17
18
19
Şiddetle karşı çıktığı hususlardan birisi de birtakım Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri tasfiye ederken
onların yerine Frenkçe kelimeler konulmasıdır. Hayatının bütün dönemlerinde milliyetçi kimliğiyle
temayüz eden Peyami Safa, bu hassasiyetiyle Arapçadan boşalan yeri Türkçenin doldurmasını ister.
20
“Adını bile kolayca koyamıyoruz, Türkçe diyemiyoruz, Osmanlı(ca) diyemiyoruz, Osmanlı Türkçesi
21
22
diyemiyoruz, sanırım en iyisi
C.Akyol
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
‫ل سان ع ثمان ى‬, Lisān-ı Osmānī
demek, olacak!”
Harf devrimi 112 / 189
1
19. Milli Eğitim Şurası
Genel Kurul Kararları,
2
06.12.2014
3
4
5
6
“ "Osmanlı Türkçesi" dersinin zorunlu bir ders olarak bütün liselerin öğretim programlarında yer alması
önerisi görüşülürken, "Osmanlı Türkçesi" dersinin, bütün liseler yerine Anadolu imam hatip liselerinde
zorunlu ders olması yönünde değiştirilmesi yönünde önerge verildi. Yapılan oylama sonucu değişiklik
önergesi görüşmeye açıldı.
7
8
9
10
11
Söz alan bir üye, "Osmanlı(ca)' nın saraylarda konuşulan dil" olması nedeniyle zorunlu bir ders
olmaması gerektiği yönünde görüş bildirdi. Komisyonda önergeyi veren üye ise Osmanlı(ca)' nın tüm
liselerde zorunlu ders olmasının, gençlerin yüksek yararına bir adım olacağını ifade etti. Müzakerelerin
ardından, "Osmanlı Türkçesi dersinin, bütün liseler yerine Anadolu imam hatip liselerinde zorunlu ders
olması" şeklinde değiştirilen öneri kabul edildi. “
12
Bu kararın sonrası ülke çapında tartışmalar yapıldı:
13
14
15
16
17
“Osmanlı(ca) yabancı bir dil değil. Türkçe’ nin bir başka alfabe ile yazımıdır. Özellikle CHP grup
başkanvekilinin ifadesi; ‘mezar taşlarını mı okuyacaklar’ ifadesi... Evet, onları okumayan bir nesil tarihi
bilemez. Evet sizin zamanınızda o mezar taşlarından başka bir şey bırakılmadı... Herkes bilsin,
Osmanlı(ca) Türkçe’ dir...”
Ahmet DAVUTOĞLU
18
19
20
21
“Bahsedilen dil; yabancı, düşman, orta çağ karanlığından gelen bir dil değil. Kadim Türkçe desek, 19
yüzyıl Türkçe’si desek ve okutsak karşı çıkacaklar mı? Nedir bu Osmanlı(ca) alerjisi anlamıyorum.
Namık Kemal, Ömer Seyfettin Türkçesi, Meclis-i Mebusan Türkçesi desek karşı mı çıkacaklar?”
Ahmet DAVUTOĞLU
22
23
24
25
26
"Geçmişte Gotik alfabeyle yazılan bir metni bir Alman aydını okuyorsa, Goethe'yi okuyabiliyorsa, bir
İngiliz Shakespeare'i aslından okuyabiliyorsa, bir Türk aydınının da bırakınız 16-17. yüzyıl metinlerini,
Namık Kemal'i aslından okuyabilmesinden kim niye rahatsız olsun? Okuyamıyorsa bir zaaftır. Atatürk'ün
Nutkunu aslından okuyabiliyorsa kim niye rahatsız olsun?"
Ahmet DAVUTOĞLU
27
28
29
30
31
32
33
34
35
“Bir Alman aydını, bir Alman Parlamenteri, bir İngiliz Parlamenteri 100 yıl önceki metni okuyor. Peki, siz
1. Meclis'in metinlerini okuyabilir misiniz? Okuyamazsınız. Bu bir zaaf değil mi? Eğer alfabe devrimi
yapılmışsa bu geçmiş alfabeyi karanlık, kötü, tahkir edici kullanmaya zemin mi teşkil eder? Zaten
Türkiye'de yerleşik şekilde bu geçiş süreci yaşanmış ama bu geçiş süreci tahripkar şekilde bugün
anlaşılmış ve bir dönem Osmanlı arşivlerini okuyacak arşiv uzmanı kalmamıştı. Evet ben, her yetişen
Türk gencinin, bir Türk aydını olarak 19, 18, 17, 16. yüzyıl Koçibey Risalesini de Aşık Paşazade' yi de
mümkünse aslından okumalarını aydın olmanın bir zarureti olarak görüyorum. Aydınlık bir gelecek vaat
etmenin bir zarureti. Bunu yapamayan bir İngilize, bir Almana aydın denmez.”
Ahmet DAVUTOĞLU
36
37
38
39
“Osmanlı(ca) yalnız Osmanlı(ca) değil. Mevcut iktidarın Tanzimat’ tan bu yana süregiden Batılılaşmaya
karşı kullanmak istediği bir silah… Osmanlı(ca), iktidarın İslamlaşma, yerlileşme ve Osmanlılaşma için
bulduğu sembollerden biri.”
Özgür MUMCU, Cumhuriyet 10.12.2014
40
41
“Ne çıkacak şu meşhur Osmanlı(ca) tartışmasından? Osmanlı(ca)yı sular seller gibi öğrenebilen yeni bir
nesil mi çıkacak? Ağdalı Osmanlı(ca) metinlerini leblebi çekirdek yapmış yeni bir liseli tipi mi çıkacak?
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 113 / 189
1
2
3
Osmanlı(ca)yı hakkını vererek öğrenmişlerin bile okumakta zorlandıkları tarihi mezar taşlarını bir bakışta
okuyabilecek yeni bir gençlik mi çıkacak? Fuzuli'yi, Şeyh Galib'i, Nedim'i idrak edebilmiş yeni bir altın
nesil mi çıkacak?
4
5
Henüz ayrı yazılması gereken de'leri, da'ları ayrı yazamayanlardan, bin türlü istisnai kurala sahip olan
Osmanlı(ca)yı mükemmel bir şekilde yazabilen bir irfan ordusu mu çıkacak?
6
…
7
8
1. Eski Osmanlı metinlerini okuyup anlayabilecek bir Osmanlı(ca) bilgisi edinmek, lisede bir-iki dersle
mümkün olacak bir iş değildir, çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
9
10
2. Çocuklarımızı "okuduğunu anlama" konusunda dünya ölçeğinde en son sıralara yerleştiren eğitim
sistemimizin, bu işi başaracak takati, yetkinliği ve performansı yoktur.
11
Osmanlı(ca) tartışmasından "Osmanlı(ca) öğrenimi" çıkmayacak.
12
Peki ne çıkacak?
13
Şunlar çıkacak:
14
15
-Miting meydanlarında "Bunlar dedemiz Fatih' in, dedemiz Kanuni' nin konuştuğu dilin öğretilmesine
karşı çıktılar" şeklinde mükemmel ve etkili bir propaganda cümlesi çıkacak.
16
17
-Siyasi tartışmalarda "Bunların alayı Osmanlı düşmanı" şeklinde, zaten sıkı olan parti saflarını daha
sıklaştırmaya yarayacak muhteşem bir propaganda cümlesi çıkacak.
18
19
-Ekran kapışmalarında "Biz Osmanlı' dan yanayız, siz kimden yanasınız" tarzında gayet işe yarar bir
polemik cümlesi çıkacak.
20
-Yaklaşan seçimler için "ecdat" üzerinden yeni bir kutuplaştırma fırsatı çıkacak.
21
Kısacası...
22
23
24
Osmanlı(ca) tartışmasından... İktidarın işine yarayacak ne varsa çıkacak. Ama bu çıkanların hiçbirinin...
Osmanlı(ca)ya bir faydası olmayacak. Tabii Türkiye'ye de...”
Ahmet HAKAN, Hürriyet 11.12.2014
25
26
27
“Evet, Osmanlı(ca) neredeyse ayrı bir dildir; Arap alfabesiyle yazılan, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı,
genellikle saray çevrelerinde kullanılan, halka yabancı bir dildir. Eski yazıyı veya Arap alfabesini bilmek
ise asla ve asla Osmanlı(ca)yı okumak ve anlamak için yeterlidir.
28
29
30
Eski yazının mantığında sesli harfler pek kullanılmadığından, bir kelimeyi okuyabilmek için önce o
sözcüğü bilmek, sonrada cümlenin tamamını ve konuyu anlamak gerekir.”
Emre KONGAR, Cumhuriyet 11.12.2014
31
32
33
34
35
“Osmanlı(ca), Türkçe olsaydı örneğin Fıransızca-Türkçe Sözlük gibi, “Osmanlı(ca)-Türkçe Sözlük”
oluşabilir miydi? Bu sözlük, Osmanlı(ca)nın Türkçe olamayacağını gösterdiği gibi, Osmanlı(ca)nın ne
olduğunu da ortaya koyar; sözlüğü oluşturan her bir Osmanlı(ca) sözün belirtilen kökeni, ya Arapça ya
da Farsça’ dır; başka anlatımla, Arapça ve Farsça olmayan yani Osmanlı(ca) diyebileceğimizbir tek söz
yoktur.
36
37
Kuşkusuz yapılmak istenenler, Dil Devrimini geçersizleştirmeye, Harf Devrimini de yok etmeye yöneliktir.
Meriç VELİDEDEOĞLU, Cumhuriyet 12.12.20014
38
39
40
41
“Osmanlı(ca) dediğiniz aslında Arap harfleridir, Arap harfleri kutsal değil. Biz Kuranı okumak için Arap
harflerini bilsek iyi olur, yani kutsal değil, bu kutsallaştırmanın da alemi de yok! Ne Osmanlı(ca) kutsal ne
de Arapça kutsal.”
Alparslan KUYTUL, Furkan Vakfı
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 114 / 189
1
Hangi Osmanlı(ca)yı Öğreteceksiniz, Osman BAHADIR
2
3
4
5
Osmanlı(ca), Arap alfabesini kullanan, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı bir dildir. Genel olarak
söyleyecek olursak, Osmanlı(ca)da bilim, idare ve hukuk dili çok büyük ölçüde Arapça, edebiyat dili
öenmli ölçüde Farsça ağırlıklıdır. Yazı dilinde Türkçenin etkisi zayıftır, fakat Osmanlı ülkesinde halkın
konuştuğu dil çok büyük ölçüde Türkçedir.
6
7
8
Arapçanın, Osmanlı(ca) üzerindeki büyük ağırlığı sadece sözcüklerin önemli bölümünün Arapça
olmasından değil, fakat aynı zamanda sözcük türetme, sözcükleri çoğul yapma, sıfat oluşturma vb. gbi
kuralların da Arapça gramerine göre yapılıyor olmasından ileri gelmektedir.
9
10
11
Ahmet Vefik Paşa’ nın ünlü Lehçe-i Osmani (1876) adlı iki ciltlik Türkçe sözlüğü, dili Türkçeleştirme
çabalarınınönemli bir dönüm noktasını oluşturmuştur. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ise Osmanlı(ca)
üzerindeki Arapça etkisini azaltma girişimlerinin önemli boyutlara yükseldiğini görüyoruz.
12
13
Öte yandan son dönem Osmanlı düşünürlerinden Baba Tevfik (1884-1914) Bey’ in öncülüğünde, bilim
dilinin Türkçeleştirilmesi için büyük bir mücadele yürütülmüştür.
14
15
Cumhuriyetin ilk yıllarında harf devriminden önce yayımlanan eserlerdeki dil, hem Arapça ve Farsça
etkisinden önemli ölçüde sıyrılmış, hem de günlük konuşma diline yaklaşmış durumdadır.
16
17
18
“Bugün Osmanlı dili olsun diyenlerin kopardıkları gürültüyü, 19. yüzyılda Osmanlı aydınları
koparmamıştı. Çünkü bugünkülerin Cumhuriyet’ le sorunları var, gerisi onların deyimi ile laf-ı güzaf!”
C.Akyol
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 115 / 189
1
2
Osmanlı(ca) Değerlendirmesi, Prof. Dr. Ali DEMİRSOY
9
10 Aralık 2014
3
4
5
6
7
8
9
Osmanlı(ca)nın belirli bölümlerde okutulması, hatta yüksel lisans ve doktora yapılması teşvik edilmeli,
desteklenmeli; ancak yaygın eğitim ve öğretimde asla gündeme getirilmemelidir. Milli Eğitim
Bakanlığının, gerek yönetici atamalarında izlediği yol, gerek eğitimde yapmış olduğu sinsi ekler, bu
ülkenin geleceğini çağdaş ve uygar bir topluma bağlamış olanlarda kuşkular ve endişeler yaratmıştır.
Osmanlı(ca)yı ve izlenen eğitim politikasını masaya yatıran bu yazıyı saygılarımla bilgilerinize
sunuyorum.
10
11
12
13
14
Bir insanın ve bir bilim adamının mütevazı olması gerektiğini biliyorum. Ancak son zamanlarda ister
gündemi değiştirmek için ister belirli amaçlara ulaşmaya bir adım daha yaklaşmak için, ister sadece bir
devrin düşünce tarzını daha iyi anlamak için olsun, başlatılan ve uygulamaya sokulan Osmanlı(ca) eğitim
tartışmasına ciddi olarak müdahil olabilmek (karışabilmem) için şu cümleyi utanarak yazmak
zorundayım:
15
16
17
Ben, Ali Demirsoy olarak 30 ülkeye 600 yıl egemen olmuş Osmanlıda biyoloji alanında belki daha
geniş anlamda doğa bilimlerinde yazılmış olan tüm bilimsel kitaplardan daha fazlasını yazmış
birisiyim. Hem de çok daha bilimsel, ayrıntılı ve Öztürk’çe bir dille.
18
19
20
21
22
Bir kültürün varlığından; ancak o ülkenin ya da coğrafyanın kendine özgü bir dil yapısı olmasıyla
bahsedilebilir. Dil, olmadan ne kendine özgü bir kültürden ne de başka topluluklardan belirgin olarak
ayrıcalığı tarif edilen özgün bir toplumdan dem vurulabilir. Son zamanlarda televizyonlarda Osmanlı(ca)
tartışmaları ile sahneye çıkan insanların konuşmalarını dikkatle izliyorum. Bir ülkenin aydın, eğitimci,
bilgin olarak sanılan insanları bu kadar cahil ve bilgisiz nasıl oluyor?
23
24
25
26
Konuşmaya her çıkan Osmanlı kültüründen dem vuruyor ve onun yaşatılmasının önemine değiniyor.
İnsanlar nasıl oluyor da bu kadar kör oluyor; anlamak mümkün değil. Bu insanlara sormak gerekiyor: Ey
gafil, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaratılmış ya da bulunmuş ya da keşfedilerek insanlığın emrine
sunulmuş herhangi özgün bir alet, edevat, malzemeyi kullanıyor musunuz?
27
28
Osmanlıda yazılmış bir öykü kitabını, romanı, bilimsel bir kitabı, okudunuz mu; çocuklarınıza önerdiniz
mi? Okula giden çocuklarınıza her hangi bir şeyi, bunu da Osmanlılar bularak insanlığı hediye etti
9
Prof. Dr. Ali DEMİRSOY: (1945 Yuva, Kemaliye, Erzincan) Türk biyolog, profesör akademisyen, entomoloji ve entomoloji
dalında evrimsel biyoloji uzmanı. Çalışma alanları arasında öncelik taksonomidedir. Türkiye'deki Mantodea, Caelifera, Odonata,
Blattodea, Dermeptera, Scorpionidae, Hirundina faunaları üzerine taksonomik çalışmalar ana uzmanlık alanıdır. Ayrıca, doğanın
ve çevrenin korunması, genetik ve evrim ile zoocoğrafya da çalışma alanlarının uzanımlarıdır.
Özellikle evrim konusunda Türkiye'deki en popüler ve aktif uzmanlardan biridir. Demirsoy' un evrim üzerine olan popüler
yayınları evrim teorisine karşı olanlarca da sık sık eleştiri amacıyla kullanılmaktadır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 116 / 189
1
2
3
4
5
6
7
diyebildiniz mi? Birkaç sıra dışı insan hariç, Osmanlıdan bir heykeli ya da heykeltıraşı, resmi ya da
ressamı, yeni bir yapı tarzını ya da mimarı; her insanın huşu içinde dinleyeceği bir müzik parçasını ya da
müzisyeni, bir aleti ya da bir keşfi ya da kâşifi; insanlığa yön veren bir felsefeciyi (çıkmış olanları da
Osmanlı kafasını kesmiştir); başka toplumlara yön veren bir düşünürü söyleyebilir misiniz? Bunu
yazdığımda, birçok insanın aynaya bakarak gerçek yüzümüzü göreceğini, geçmişi yeniden
kurgulayamayacağı için, bu hiçlikten kurtulabilmek için, birkaç uç örneği bilime katkı yapmışız sanısı ile
bana ileteceğini de tahmin ediyorum.
8
9
Bir İmparatorluk, bugünkü 30 ülkeye 600 yıl boyunca egemen olmuş; ancak dünya mirasına önemli bir
katkıda bulunmamış.
10
11
12
13
14
Geçmiş geçmişte kaldığına göre, bu gün bu sürecin sahiplerini (Osmanlıları) göklere çıkaran,
çocuklarımıza en hızlı ve en kapsamlı temel bilimler eğitimi vermek zorunda olduğumuz bir dünyada,
çocuklarımızın zamanlarını çalarak, onların gelecekleriyle oynayarak, hiçbir zaman gerçek kültür
oluşturmamış, hiçbir zaman gerçek bir dil yapısı geliştirmemiş, tükenmiş bir devri bir kültürü yaşatacağız
safsatası ile tekrar eğitim tezgahına koymak aptallık değilse ihanettir.
15
16
17
Bu topraklarda bugün özgün eserleriyle kendilerini hala anımsatan, Hititler, Urartular, Lidyalılar,
Firikyalılar, Bizanslılar bugün diller tarihinde kendi özgün dil yapısıyla anılırken, Osmanlı(ca) sadece bir
dil grubunun temsilcisi olarak değil sadece Osmanlı(ca) tanımı ile bilinmektedir. Nedeni açıktır:
18
19
20
21
Osmanlı(ca) diye bir dil yoktur. Osmanlı(ca), Türkmenlerin Anadolu’ya gelirken yanlarında
getirdikleri Türkçe gramer ve kelimeler ile yolda edindikleri Farsça ve daha sonra dini eğilimleri
nedeniyle edindikleri Arapça kelimelerin, Arapça alfabesi ile yazılmasıdır. Osmanlıda bir kelime
ararken, o kelimenin kökünü ya Türkçe ya Farsça ya da Arapça bir sözlükte aramaya başlarız.
22
23
En geri zekâlıların bile anlayacağı bir biçimde Osmanlı(ca)yı tariflersek, Osmanlı(ca) toplama bir
dildir ve dünya dillerinin bir ögesi değildir.
24
25
26
27
Osmanlı(ca) Arapça harfler ile yazılmıştır. Türk dili sesli harflerin baskın olduğu ve kural olarak bir sessiz
harfi bir sesli harfin izlediği özel bir dil yapısına sahiptir. Sesli harflerin yeterli olmadığı bir alfabe ile
Türkçe yazıp okumak çok zordur. Bugün kullandığımız alfabenin bu açıdan yeterli olduğu bile
söylenemez.
28
29
30
31
Arapça harfler en azından benim bildiğim diller ve alfabeler açısından en kötü seçilmiş bir dildir. Çünkü
kural olarak sesli harfler hem yetersiz hem de tam karşılığı verecek durumda değildir. Bu nedenle bu dile
yeterince aşina olmayan biri bazı kelimeleri aslıyla hiç ilgisi olmayacak biçimde okuyabilir. Öğrenilmesi
ve dilimiz açısından doğru yazılması en sakıncalı alfabe Arap alfabesidir.
32
33
34
35
36
37
38
Osmanlı(ca) denen toplama dil, Türk dili ile hiç uyuşmayan Farsça ve Arapça kelimeleri kullanır.
İsterseniz çocuğunuza bugün yüklenici ya da üstlenici olarak bilinen müteahhit kelimesini ya da savcı
anlamına müddeiumumi kelimesini bir yazdırın; bakalım kaç kişi ya da çocuk doğru yazabilecek. Türkçe
ses uyumu ve ahengine dayalı bir dildir. Bu nedenle halk geçmişte Osmanlı(ca)yı hiçbir zaman
konuşmadı. Türkçede örneğin kelime ”d” ile bitmez, kelime içinde “b” den önce “n” gelmez (üç
istisnası var: Onbaşı, Safranbolu, İstanbul); iki sesli harf yan yana kelime içinde bulunmaz ve benzerleri.
Hâlbuki Arapça ve Farsçada bu dil yapısı en yaygındır.
39
40
41
42
43
44
45
Aslında Osmanlının müzik (saray müziği) başta olmak üzere, devlet düzeni ve organizasyonunun önemli
bir kısmının Bizans’tan alındığı bilinmektedir. Bizans müziğini sözsüz olarak bir dinleyin bakalım bizim
sanat müziğimizden ayırt edebiliyor musunuz? Mimari diyorsunuz, arkasında ya bir Ermeni ya bir Rum
ya da başka bir kültürün sanatçısı ya da yapımcısı çıkıyor. Elinizi vicdanınıza koyun, bu ülkede Fars ya
da Arap mimar, sanatkâr tarafından yapılmıştır diye bir sanat eserini göndünüz mü? Büyük bir huşu ile
dinlediğimiz sanat müziğinin bestecileri ya Ermeni ya Rum ya da onların yanlarında yetişmiş Türk
sanatçılardır. İstanbul’un (ve Anadolu’ nun) gözde ve güzide sanat yapılarının, istasyonlarının,
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 117 / 189
1
2
köprülerinin önemli bir kısmının altında Fransız, Alman, Avusturyalı mimar ve mühendislerin imzası
vardır. Duvarlarımız yabancı ressamların yaptıkları tablolarla süslenmiştir.
3
4
5
6
Osmanlı aslında Müslümanlığı geriye götüren, bağnazlık çukuruna sokan El Gazali’nin ve her türlü
dalaverenin kaynağını oluşturan Emevilerin düşüncesinin sürdürülmesinden başka bir şey yapmamıştır.
Sürekli Arap kültürünü Türk Kültürünün üstüne örtmeye çalışanların, Osmanlıyı gündeme getirmesi de
kökleri derinlerde olan bu körü körüne bağlanmanın sonucudur.
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
Aslında özgün bir Türk Kültüründen dem vurmak da doğru değildir. Kökleri Orta Asya’ nın çeşitli yerlerine
uzanan, Alevi, Bektaşi kültürü ile şekillenmiş, bugünkü çağdaş gereksinmelere yeterli olmayan bir
kültürden söz ediyoruz. Bunun çağdaş dünyaya uyarlanması gerekiyordu. Çağdaş Türkiye cumhuriyeti
de bunu yapmaya çalıştı. Burada dikkat edilecek husus, yapılmaya çalışılanlar Orta Asya’nın salt Türk
gelenek ve göreneklerini yeniden kurma değil, Anadolu’ nun kültürel zenginliğini, gramer, dil yapısı ve
terimleriyle uygar dünyanın benimseyeceği bir şekle sokmaktı. Seksen yıldır, yasalarla ve zaman zaman
süngü zoruyla yeşertmeye ya da yerleştirmeye çalıştığımız Türkçe Kültürünü bir kalemde söküp atmak
zor olacaktı. Bunun yavaş yavaş adım adım kemirilmesi gerekiyordu. Orta eğitimdeki 4+4+4 ve zorunlu
din dersi ile başlayan yapılanma sürdürülmeliydi. Bir adım ötesi Osmanlı(ca) oldu; daha sonraki
adımın Arapça olması beklenir.
17
18
19
Önemli yerlere dini eğitimden geçmiş insanların yerleştirilmesi de bu süreci kolaylaştıracaktır. Zaten
isteseler de istemeseler de biz Osmanlı(ca)yı gençlerimize öğreteceğiz diyen cumhurbaşkanı,
kurgulanan bu planın önemini ve arka planını ortaya koymuştur.
20
21
22
23
24
25
26
27
Bütün bunlardan “Osmanlı(ca) denen derleme dili öğrenmeye gerek yoktur“ sonucunu çıkarmamız
da son derece yanlıştır. Bu topraklar üç imparatorluğa, çok sayıda devlete ve kültüre ev sahipliği
yapmıştır. Bunların araştırılması ve öğrenilmesi önce bizim görevimizdir. Bu nedenle, ilk akla gelen
unutulmuş Hitit’çe, Bizans’ça, Urartu’ca, Akad’ca, Anadolu Rumcası, yaşamakta olan Süryanice,
Ermenice, Kürtçe, Lazca ve burada dile getirilmeyen daha nice dil bu ülkede birilerine öğretilmelidir.
Osmanlı(ca)nın öğretilmesi de milli hedefimiz olmalıdır. Çünkü neresinden bakarsak bakalım, bizim ve
komşularımızın, bir zaman Osmanlı toprağında yaşamış olan ülkelerin halkının geçmişini bilmeye ve
bazı belgeleri öğrenmeye hakkı vardır ve bunu da öncelikle bizim insanımız yapmak zorundadır.
28
29
30
31
32
Ancak tartışma Milli Eğitim Şurasından çıkan kararın arka planı ile ilgilidir. Halk, bu idarenin iyi niyetinden
kuşkuludur. Çünkü yandaşlarını, dincileri önemli yerlere getirmesi, orta eğitimde dini öğretiyi sinsi bir
şekilde örgütlemesi (ders ve okul seçimi bakımından) ve siyasilerin ağızlarını her açtığında dini istismar
etmesi, çağdaş gelecek umudu taşıyan insanları ürkütmüştür. Hele birilerinin Osmanlı(ca)yı mezar taşı
okumaya indirgemesi yargısı, aklı başındaki insanları çileden çıkarmıştır.
33
34
35
36
37
38
39
40
Diyebilirsiniz ki bugünkü yönetim kültür aşığıdır; bu nedenle en küçük fırsatı değerlendirmeye çalışıyor.
Ancak bugün uygar dünyada kültürün ögeleri yazılırken, heykel, resim, opera, dans, tiyatro ve benzeri
aktiviteler en başa yazılıyor. Bu kadar kültüre meraklı olanlar en az 12 yıl içinde bu aktivitelerin birinde,
en az açılışlarda boy göstermeliydiler. Boy göstermeyi bırakın, baltalamak için ellerinden geleni de
yapıyorlar. Bu durumda bu dünyanın kültüre bakış açısı demek ki farklı; batı ve Ortadoğu kültürü farklı
dünyaların yaşam tarzı. Bu durumda hükümetin aldığı kararı yadırgamamak gerekiyor. Ortadoğu yaşam
ve düşünce tarzını bu toplumda yaygınlaştırmak için bu kültürün dilini ve yazısını yaygınlaştırmayı bu
açıdan bakınca onların açısından bakınca akıllıca görmek gerekiyor.
41
42
43
44
45
46
Din dersinin okullarda yaygınlaştırılması, diyanete 7-8 bakanlığın bütçesi kadar kaynak ayrılması, her
köşe başına bir cami yapılması, dini eğitim gören kişilerin öncelikle bir yerlere atanması, türbanın bir
çeşit kutsallaştırılması ve siyasi simge yapılması, aslında bu projenin temel öğelerini oluşturmuştu; buna
Osmanlı(ca)nın yaygın öğretilmesinin eklenmesini niye yadırgıyoruz ki? Özlem duyduğumuz Arap
kültürüne başka nasıl ulaşabiliriz ki? Diyelim ki Osmanlı(ca)yı öğrettik, bu dili kiminle konuşacaklar?
Araplar ve Farslar için yetersiz, bugünkü öz Türkçe için ise neredeyse yabancı bir dil gibi uzak duracak.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 118 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Adı ne olursa olsun kültürlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması insanlık borcudur. Türk
devleti de bu görevini yerine getirmelidir. Bunun için: Üniversite giriş sınavında iyi puan almış öğrencilere
teşvik edici ve özendirici miktarlarda lisan eğitimi, yüksek lisan, doktora bursu vererek ve onlara
akademisyen olabilme yolu açılarak nitelikli, araştırıcı insanlar olarak yetiştirme ile başlamalıyız. Bunların
sayısı birkaç değil onlarca, gerekirse binlerce de olabilir. Bu işlerde bin gecekondu yapacağınıza bir tane
Süleymaniye yapmanız önemlidir. Bu ülkede hüküm sürmüş kültürler öncelikli olmak üzere dünya
kültürlerinin öğretilmesi önemli görevimiz olmalıdır. Osmanlı döneminin tüm belgeleri ve tapu kayıtları
günümüz diline çevrilmelidir. Keza bu ülkede yaşamış olan tüm kültürlerin belgeleri bu özel yetiştirilmiş
insanlar tarafından incelenmeli ve günümüz diline çevrilmelidir. Uygar olmanın gereklerinden biri budur.
10
11
12
13
14
Bu satırları yazan, emekli olduktan sonra (2011-2012 yıllarında), Hacettepe Üniversitesinde öğrenciler ile
birlikte aynı sıralara oturarak kesintisiz olarak Osmanlı(ca) dersi almış biridir. Yani durumun önemini
kavramıştır denebilir. Bu dilin, tarih, Türkçe bölümlerinde ve belki ilahiyat fakültelerinde ve tapu ile ilgili
bölümlerde zorunlu; imam hatip okullarında, sosyal bilimlerle ilgili bölümlerde seçmeli olması beklenirdi.
Ayrıca açılan kurslara (özel amaçlı olanlar da olabilir) da destek verilebilirdi.
15
16
17
18
19
20
21
22
23
Ancak, Milli Eğitim Şurasında alınan kararın iyi niyetine, söylenen sözlerin ve yapılan açıklamaların
içeriğine ve samimiyetine aydın kesim inanmamaktadır. Dini yapılanma ile ilgili yaptıkları ve dini siyasete
bulaştırmadaki girişimleri birçok insanı haklı olarak endişeye sürüklemiştir. Verdikleri örnekler tutarsızdır.
Örneğin bugünkünden farklı bir dille eserlerini yazanları, İngilizlerin öğündüğü William Shakespeare,
(1564–1616), Almanların öğündüğü Johann Wolfgang Von Goethe(1749-1832),’yi ret mi ediyorlar ki biz
de ret edelim diyorlar. Kimse bizim neden bir Şekpir’ imiz ya da Göte’ miz olmadığını sorgulamıyor.
Meydanı boş bulunca ağızlarına geleni söyledikleri için, halk da bu şamatacıların söylediklerini sahi
sanıyor. Şekspir’ in ve Göte’ nin o gün kullandıkları dili bugün belki dünyada anlasa anlasa birkaç yüz
kişi anlar ve hiçbir zaman da bu ülkelerde o döneme ait yaygın bir eğitim verilmez.
24
25
26
27
Osmanlı, kültür dünyasında önemli bir iz bırakmadan ortadan kaldırılmıştır. Ancak hüküm
sürdüğü 600 yıl boyunca, çoğu dünya işlerine (tapu, vergi, demografik hareketler ve belki
anlaşmalar) ait çok sayıda belge bırakılmıştır. Kültürel nedenle değil, geçmişteki dünyevi
ilişkilerin öğrenilmesi nedeniyle Osmanlı(ca) okullarımızın uygun bölümlerinde öğretilmelidir.
28
29
30
31
32
33
34
35
Artık anlayalım, Osmanlı öldü; genç Türkiye cumhuriyetini yaşatmaya ve geliştirmeye çalışalım. Aslında
Osmanlı, Türk Kültürü ve halkı için çok daha önce ölmüştü. Alevi-Türkmen kültürü ile gelişen ve
genişleyen Osmanlı, İstanbul, İmparatorluğun baş şehri olduktan kısa bir süre sonra kimliğini yitirmiş
devlet örgütlenmesi bakımdan Bizans, kültür ve dil bakımından Arap ve Fars Kültürünün emrine girmiştir.
Türkmenlerin İstanbul’a ve kültür merkezi olan şehirlere girmeleri sayıca sınırlanmış; hiçbir okulda arı
Türkçe dilinin okunmasına izin verilmemiş; hiçbir yayın desteklenmemiş; uygarlık yetişmişlik, saygınlık
Arap-Fars dilini bilmeye bağlanmıştır. Türkçe konuşanlar aşağılanmış; Türkmenler bi idrak (idraksiz)
olarak nitelendirilmiştir. Türk dilinin geliştirilmesi için tek bir adım atılmamıştır.
36
37
Genç Türkiye Cumhuriyetinin dildeki arılaşma çabaları ve arayışları yine bu köhne zihniyet tarafından
alay konusu yapılmış, aşağılanmış, çok defa da siyasi bir akımın işareti olarak gösterilmiştir.
38
39
Osmanlı(ca)da Fars ve Arapça dillerinden devşirilen, duyguları anlatan kelimelerin, özellikle yaranmak
ve yaltaklanmak için gerekli kelimelerin Yeni Türkçede karşılığını bulmak zordur.
40
41
42
43
44
45
46
47
Geniş bir kitlenin 600 yıl devlet olanakları ile kullandığı ve geliştirdiği günlük dilin zenginliğini kısa bir
sürede geliştirilmeye çalışılan Yeni Türkçede aramak ve bunu kusur olarak göstermek olsa olsa yobazlık
olabilir. Neyse ki bir şansımız var. Osmanlı(ca) bilim dili olarak bir hiçtir. Hiçbir bilimsel kelimeyi
geliştirilmiş olarak orada bulamayız. Farsça ve Arapça kelimeleri bilim dili olarak bilmişiz. Yeni Türkçede
bilim dili ile yeni bir terminolojiyi yaratma yolunda önemli adımlar atmıştır. Binlerce sayfa bilimsel kitap
yazmış biri olarak (ilgilenenler sitemdeki kitapların listesine ve içeriğine bakabilir), dilimizin, Yeni
Türkçemizin bilimsel yazım açısından gereksinmelere hemen hemen cevap verdiğini; bunun için
Osmanlı(ca)ya bir kere bile danışma gereğini duymadığımı söylemek isterim. Öğrencilerimizin bu
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 119 / 189
1
2
3
4
kitapları dikkatle bir defada okuyup anladıklarını söyleyebilirim. Rüştiye mezunu olan ve yeni Türkçeye
de bir üniversite mezunu kadar hâkim olan babamın, Osmanlı(ca) yazılmış metinlerde bazı cümlelerin
hangi anlama geldiğini ya da ne demek istediğini ya da neyi kast ettiğini kendisi gibi iyi eğitilmiş yakın
arkadaşları ile tartıştıklarına defalarca tanık oldum.
5
6
7
8
9
10
11
12
13
Bir dil kendi döneminin gereksinmelerini karşılama için ortaya çıkar ve yeni gelişmelere göre zenginleşir,
yeni kavramlar ve sözcükler eklenerek yeni gereksinmeleri karşılar. Bugün gelişmiş diller olarak bilinen
İngilizceye yılda 1000-2000, Fransızcaya 600-1000, Almancaya bir o kadar yeni kelime eklendiğini
biliyoruz. Alt yapısını tamamlamada geç kalan Türkçe dilimize çok daha fazlasının girmesi gerekiyor.
Yeni gelişmeler yeni kelime ve tanım ihtiyaçlarını doğuruyor. Milli Eğitim Bakanlığı bu işlerle
uğraşacağına, anlamadan okunması gereken Kuran’ın, ciddi bir dil ailesinden bile sayılmayan, devşirme
ve toplama, ömrünü doldurmuş Osmanlı(ca)yı diriltmenin peşine düşmüş durumda. Bilim dili olmaya
aday Türkçenin geliştirilmesi için alınan önlemler, destekler Şuralarda tartışılması gerekirken eski
berbere tıraş olmaya kalkışmak doğrusu anlaşılabilir değil.
14
15
16
17
18
19
20
Milli Eğitim Bakanlığının önemi ve yükümlülüğü diğer her bakanlık ve kuruluştan daha önemlidir.
Dünyaya bugün bile şu ya da bu şekilde, doğrudan ya da dolaylı egemen olan İngiltere’nin bu gücünü
hangi mantıktan aldığını merak edebilirsiniz. İkinci Dünya Savaşında ekonomik olarak çok zor durumda
iken, Nazi Askerleri kapılarına dayandığı bir zaman diliminde, İngiltere Genel Kurmay Başkanının ve
Ordu Komutanlarının Başbakana şöyle bir talebi oluyor: Bu yıl Kültür ve Eğitime ayıracağınız paranın bir
kısmını bize verin ki topraklarımızı savunalım. Başbakanlıktan gelen yanıt aslında tüm sorularımıza yanıt
veriyor: Kültür ve eğitim olmaz ise Siz neyi koruyacaksınız?
21
22
23
24
Milli Eğitim Bakanlığı, artık bir şeyi anlamalı. Bir insanın ve çocuğun bir günde beslenmeye, spora,
öğrenmeye, uyumaya, dinlenmeye ve oynamaya ayıracağı vakit bellidir ve sınırlıdır. Eğitimden ve
öğretimden sorumlu olan bir kurumun yapacağı en büyük katkı, bir çocuğun zamanını en verimli biçimde
değerlendirme ve onu evrensel değerlerin egemen olacağı geleceğin koşullarına göre hazırlamalıdır.
25
26
27
28
29
30
31
32
33
2014 tarihinde yapılan meslek merkezi sınavında fizik öğretmeni olmak için giren fizik öğretmenliği ve
fizik bölümü mezunu öğrencilerinin (lise müfredatı düzeyinde sorulan soruları) doğru yapma oranının
neden 50 üzerinden ortalama 14’de kaldığını; aynı şekilde diğer temel bilimler sorularında sorulan
soruları doğru yapma oranının toplam soru sayısının 1/3’nü neden aşamadığını; üniversite sınavına
giren öğrencilerin 150.000’nin neden sıfır bile alamadığını, bir Avrupalı lise mezunu iki yabancı dili rahat
konuşurken, bizdekilerin bir dilekçeyi ana dillerinde bile neden doğru dürüst yazamadıkları tartışılması
gerekirken, kız erkek ayrı ayrı mı yoksa karışık mı okumalı, din dersinin daha da artırılarak okutulup
okutulmaması, Osmanlı(ca)nın nasıl okutulacağının tartışılması doğrusu cinnet getirmiş bir toplumun
haleti ruhiyesi olmalı.
34
35
36
37
Ben 3 yıl ortaokulda, 3 yıl lisede, 4 yıl da üniversitede Fransızca dersi aldım, bu dil eğitimimle Paris’te
Gare de l’Est’te bir tren bileti alamadım. Devlet okullarında okuyan kime bir dili doğru dürüst öğrettiniz ki
şimdi kalkmış bir yenisini ekliyorsunuz. Bunun Türkçede karşılığı bir özsöz vardır: Namaz kıla kıla evimi
yıktı, şimdi kalkmış hacca gidiyor.
38
39
40
41
42
43
Dünyamız yakında, yaratıcı, özgür düşünen, dogmadan uzak, temel bilimlerin kurallarını içine sindirmiş,
evrensel bilimi içselleştirmiş çocukların dünyası olacaktır. Bunun için izlenecek yol da bellidir. Siz bu
çocukların değerli zamanlarından çalıp, din bilgisi altında dogma öğretirseniz, ölmüş kültür ve dilleri
eğitimin bir parçası yapmaya kalkışırsanız, namaz başı öğrenmeyi, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji derslerinin
önüne koymaya kalkışırsanız, bu coğrafyanın insanını aynen göklere çıkardığınız, bilimde ve sanatta
hiçbir iz bırakmayan Osmanlı gibi tarihin karanlık sayfalarına gömersiniz.
44
45
46
Bir ülkede yapılan her türlü yanlışın ya da ihanetin önlenme şansı olabilir. Ancak eğitimde atılan yanlış
bir adımın sonuçlarını ortadan kaldırma yüzyıllar alır. Bu coğrafyanın bu ülkeye çok ihtiyacı var; bu
coğrafyaya kötülük etmeyin derim."
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 120 / 189
1
2
Osmanlı(ca) yı Öğretemezler, İlber ORTAYLI
14.12.2014
3
4
5
6
Politikacılar Osmanlı(ca) için önce bütün liselere dediler, kıyamet kopup işi biraz incelemeye başlayınca
imam hatiplerle sınırlıyız diyorlar. Fark etmez; imam hatiplerin çoğunluğu Arapça gibi Osmanlı(ca)yı da
öğretemez
7
8
9
10
11
12
13
Osmanlı(ca) gündelik hayatımızda halk arasında ve maalesef havas dediğimiz okumuşlar arasındada
ayrı bir dil olarak zikrediliyor. Giderayak tarih ve edebiyat fakültelerinde bile “Osmanlı(ca) bilir” gibi abes
bir deyiş söz konusudur. Oysa Osmanlı(ca), Türkçenin sadece Arap harfleriyle yazılmasıdır. Bunun ayrı
bir dil olamayacağı çok açıktır. Nitekim Türkçe; Aramca harflerden kaynaklanan Estrangelos benzeri
Uygur harfleriyle, Köktürk Runik alfabesiyle, yakın zamanlarda şimdi tamamen terk edilmekte olan Kiril
alfabesiyle hatta Anadolu’ nun Karamanlı denen Türk Hıristiyanları tarafından Yunan harfleriyle ve
Ermeni harfleri ile yazıldı.
14
15
16
17
18
Osmanlı(ca) denen dil bir dil değil, bir bürokrat jargondur. Tıpkı orta zamandan yeni zamanlara
geçerken Avrupalıların yazı dillerinde birtakım Yunan-Latin deyimlerini kullanmaları ve barındırmaları gibi
bir olaydır. İngilizler bunlar atmayı denedi, başarılı olamadılar, daha doğrusu ortaya çıkan ucube
hoşlarına gitmedi. Macarlar ve Almanlar bir hayli yol aldılar ama yine hukuk ve felsefe dünyası YunanLatin deyimlerinden temizlenmiş değildir, hiç kimsenin temizlemeye de niyeti yoktur.
19
20
21
22
23
24
25
Türkçenin eski metinlerinin okunması ve bilinmesi dar bir zümreye mahsus kalmamalıdır. Üstelik bu
zümrenin de bu işi iyi öğrenmediği açıktır. Ancak bizim kuşağın bazı tarihçileri ciddi bir eğitimden
geçtikleri için eski metinleri ustalıkla çevirmeyi öğrendiler. Bu ciddi eğitimde yabancı hocalardan hatta
yabancı dilde tarih eğitimi görmelerinin payı vardır. Profesör Mübahat Kütükoğlu ve Mehmet Genç gibi
imam hatip eğitimi veya klasik Şark dilleri okumamış tarihçilerin Osmanlı metinlerini yetkiyle
okumalarında kendilerini arşivde yetiştirmeleri; ama her şeyden evvel zaten geniş okuma yapan, tarih
bilgileri geniş uzmanlar olmaları asıl nedendir.
26
27
28
29
30
31
Mazideki Avrupalı Osmanistlerin başarıları da onların Latince-Yunanca ve kendi dillerindeki tarihi edebi
metinleri çok iyi öğrenmelerinden ve bu alanda meleke kazanmalarından ileri gelir. Misal mi istiyorsunuz;
Paul Wittek aslen bir Romanistti. Birinci Büyük Harp’te Şam’da yedek subaylık yaparken Türkçe öğrendi
ve Osmanlı(ca) metinlere girdi. Fekete Lajos bütün Macar tarihçiler gibi Macar ve Latin vesikalarını
tahlilde uzman olduğu için Osmanlı diplomatikası ve paleografyası dediğimiz vesikalarını tahlilde öncü
bir rol oynamıştır.
32
33
34
35
Bu yanıyla bakarsanız Osmanlı metinlerini incelemenin başı ve sonu yoktur; bazı adamların ağzından
düşmeyen bir yağ ve de bu konuda geçerli olamaz. Eski toplumumuzun insanları hatta 1928’ den önce
lise bitirenler bile bütün Osmanlı vesika ve metinlerini doğru ve yetkili olarak okuyor değillerdi. Bunu
bizim kuşağın mensupları bilir. Bir tarihte Tapu Kadastro’ daki vesikaları değerlendiren grupta siyakat
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 121 / 189
1
2
3
4
yazı dediğimiz mali kayıtların yazısını bazı genç tarihçilerin yaşlı neslin emeklilerinden daha çabuk ve
doğru okuduğunu bizzat gördüm. Oysa bugün Avrupa’ da genç kuşak tarihçiler eski kuşak şarkiyatçılar
kadar ustalıkla metin kullanamıyorlar. Çünkü hümanist eğitim dediğimiz ölü dillerde metin okuma
alışkanlığını tahsillerinde edinemediler.
5
6
7
8
Türkiye bu faciayı daha derin olarak yaşıyor. İmam hatip liselerinde dahi yoğun Arapça hele Farsçadan
hiç haber yok. Üniversitelerde aslında geç dönemde başlayan eski metinleri değerlendirme de eğitimin
yeterince ciddi olmamasından dolayı zayıf gidiyor. Dil öğrenmeyen ve yeterince çalışmayan kimseler
1928 Harf Devrimi’ni suçluyorlar.
9
10
11
12
13
Oysa Harf Devrimi ile Çinceden Latin harfli bir dünyaya yahut piktografik yazıdan (resim yazısından)
fonetik bir alfabeye geçmiş değiliz. Avrupa’ daki şarkiyat şubelerinde bölüme yeni giren talebelerin daha
ilk haftalarda söktükleri bu harfleri bizimkiler öğrenmezler. Öğrenemezler demedim, çünkü merak ve
sabır yoktur. Haftalarca ellerinden düşürmedikleri iPhone’a harcadıkları enerjiyi Arap harflerine, İngilizce
gramerine veya müzik derslerindeki notalara ayırsalar ve harcasalar başarılı olabilirlerdi.
14
15
16
17
18
19
Zamanımızın politikacıları kolayı bulmuş; Osmanlı(ca) için önce bütün liselere dediler, kıyamet kopup işi
biraz incelemeye başlayınca imam hatiplerle sınırlıyız diyorlar. Hiç fark etmez; imam hatiplerin
çoğunluğu Arapçayı nasıl öğretemiyorsa Osmanlı(ca) dediğinizi de öğretemez. Çünkü bu işler yöntem
bilen hoca ister, öğrencinin de meraklısı gerekir. Sanat okuluna, tarım enstitüsüne girecek öğrenciyi o
kurumları açmadığınız için imam hatibe yöneltirseniz, gerekli sabır ve meraka sahip gençleri
bulamazsınız.
20
21
22
Ben bu memlekette 400 tane okulun binlerce ve binlerce öğrencisine Osmanlı(ca) öğretecek sayı ve
nitelikte bir öğretmen kalabalığı tanımıyorum, böyle bir şeyin varlığına da inanmıyorum. Buna inandığını
söyleyen milli eğitim otoriteleri bence ya hayal görüyorlar ya da göz boyamaya çalışıyorlar.
23
24
25
26
27
Sosyal bilimlerde, hukukta, ilahiyatta uzman yetiştirmek zordur. Batı’nın 18’inci ve 20’nci yüzyıl
arasındaki en büyük başarılarından birisi hümanist gymnasium’lar dediğimiz liselerdi. Buralarda dil, tarih,
coğrafya eğitimine önem verilirdi. Mesela İsveç’ teki liselerde İkinci Büyük Savaş’ tan evvel üç ölü
(Latince, Yunanca ve atalarının dili olan Norse), üç diri (İngilizce, Fransızca, Almanca) dil öğretilirdi.
Fransızlar, İtalyanlar ve Almanlar Latinceyi mutlaka öğrenirlerdi.
28
29
30
31
32
Sivil-asker Osmanlı memurlarının sicili ahvaldeki kayıtlarına bakarsanız muayyen miktardan Farsça
öğretildiğini görürsünüz. Fransızca 19’ uncu yüzyılda birçok lisede iyi öğretilmeye çalışılır. Bugünün
Türkiye’ sinde yabancı okullar dediğimiz yerlerde bile İngilizce, Almanca, Fransızca gibi diller Latincesiz
öğretilir. Türkiye’ de nesillerin tarih şuurunu ve edebiyat ustalığını kazandıracak tipte bir dil eğitimden
uzak kaldığı açıktır.
33
34
35
36
37
38
Çözüm fen liselerinin karşılığı olan edebiyat liseleri ve bunlar gibi çokça dil öğretecek az sayıdaki imam
hatiplerdi. Maalesef bu ciddiyet politikacılar için benimsenmesi mümkün olmayan bir tutumdur.
Tasarlanan Türk edebiyat liselerinin adı sosyal bilime çevrildi (çok iddialı bir başlık). Ardından sayıları
sınırsız olarak artırıldı. Okullara giren öğrenciler ise milli eğitimdeki memurlardan daha bilinçli ve istekli.
Osmanlı(ca)yı öğrenmek istiyorlar ama bunun Farsçası ve Arapçası nerede? Batı dillerini uzmanca
öğrenmeleri gerekiyor, en azından 1940’ larda denendiği gibi bir parça Latince öğretecek adam nerede?
39
40
41
42
Bahsettiğim bu iki deney Osmanlı(ca)nın da nasıl öğretileceğinin şimdiden habercisidir. Kimse kışkırtıcı
nutuklar atmasın, bu tip nutuklar için yapacak savunma bile bulunamaz. Gene bir ciddiyetsiz hamle devri
başlıyor. Yapılmak istenen Osmanlı(ca) öğretmek değil, bir gösteridir. Az sayıda okulda, gerçekten
imtihanla alınan öğrencilere biraz Arapça, Farsça, Latince ve bir Avrupa dili öğretilebilir.
43
44
45
46
Bu öğrencilere Osmanlı(ca) da en âlâsından talim ettirilir. Binlerce ve binlerce çocuğa Osmanlı(ca)
öğreteceğim demek bir kere öğretmen kıtlığından dolayı onları her türlü edebiyat ve dil öğretiminden
soğutmak demektir. Türkiye’de Osmanlı(ca) öğretecek insan sayısı şu anda sınırlıdır. Seçkinci bir
öğretimle gereği kadar öğrenciye Osmanlı(ca) öğretilerek bir gelişme sağlanabilir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 122 / 189
1
2
Yolsuzluk Başka Hırsızlık Başkadır, Hayrettin KARAMAN
10
21 Aralık 2014, Yeni Şafak
3
4
5
6
Muhalif siyasetçilerin hedefi, her vasıtayı kullanarak iktidarı düşürmek olursa gerekli gördüklerinde
abartıyı, yalanı, iftirayı, kumpası… kullanırlar. Onlar, yolsuzluk yapan için bu kelimeyi kullanmak amaca
hizmet etmezse daha yıpratıcı olan “hırsızlık” kelimesini kullanmakta sakınca görmezler.
7
8
9
10
Ama dindar bir Müslümanın ağzından çıkan her sözün hesabının sorulacağı şuurunda olması ve buna
göre davranması gerekir. Bu sebeple mesela yolsuzluk yapana “hırsız”, alkol alana “zânî: zina yapan”,
gıybet edene “müfteri: iftira eden”, “kumpas düzenlemekten sorgulanan kimseye rüşvetçi” diyemez.
Derse yalan söylemiş, iftira etmiş olur.
11
12
Şimdi yolsuzluk ile hırsızlığın hem laik-seküler sistemlerde hem de İslam hukukundaki tariflerine
bakalım:
13
14
15
16
Seküler sistemlerde yolsuzluk şu ifadelerle tanımlanmıştır:
“Kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması” (Dünya Bankası),
“Kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, irtikap, kayırmacılık, sahtekarlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde
etmek için kötüye kullanılması” (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı),
17
18
19
20
21
“…doğrudan doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden kişinin yürüttüğü
görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan
rüşvet veya başka her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul
edilmesi” (4 Ocak 2009 tarihli Avrupa Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2.
Maddesi)
22
23
Uluslararası Şeffaflık Örgütü, yolsuzluğu sadece “kamu gücüyle” sınırlı olmayan herhangi bir görevin
özel çıkarlar için kötüye kullanılması olarak tanımlar.
24
25
Hırsızlık
Türk Ceza Kanunu (5237 sayılı kanun) Madde 141 –
26
27
(1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak
maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
28
(2) Ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de, taşınır mal sayılır.
29
30
31
Fıkıhta hırsızlık:
“Bir malın veya mal ile değeri ölçülen şeyin, korunan yerden -kötü niyetle, alan kendine mal etmek
üzere- gizlice alınmasıdır”.
32
Yolsuzluk hakkında yukarıda verilen tarifler fıkıhta da geçerlidir.
10
Hayrettin KARAMAN: (d. 1934, Çorum), Türk ilâhiyatçı ve yazardır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 123 / 189
1
2
Şu halde yolsuzluk da ayıp, günah ve suç olduğu halde tarifi ve hükmü bakımından hırsızlık değildir,
hukuki sonuçları ve cezası farklıdır.
3
4
5
6
Siyasetçiler birbirine, aslında öyle olmadıkları halde “hırsız, hain, şerefsiz vb.” diyorlar, keşke
demeseler; ama ağzından çıkan her sözün hesabını vereceğine iman eden dindarlar ancak, hüküm
giymiş hırsıza hırsız ve hüküm giymiş yolsuza yolsuz demek durumundadırlar. Aksi halde yalan söylemiş
ve iftira etmiş olurlar.
7
8
9
10
Sözü kasten yanlış yere çekenler için bir daha tekrar edeyim: Ben asla yolsuzluğa ve bunun bir çeşidi
olan rüşvete fetva vermedim ve veremem; yolsuzlukla mücadele başta devlet olmak üzere herkesin
vazifesidir. Ama sorumluluk duygusuna sahip müminler insanlara, yapmadıkları bir günahı ve suçu isnad
ederlerse günaha girerler; maksadım bunu hatırlatmaktır.
11
12
“Niye bu metni koydum? Bu metin kadar Osmanlı dilinin ve Türkçenin ne işe yaradığını anlatan bir başka
metin daha olamaz.
13
14
15
16
17
Siz, eğer hırsızlıkla, yolsuzluğu birbirinden ayrı göstermek isterseniz; daha ileriye de gidip, bunlardan
birini de masumlaştırmak isterseniz, Osmanlı diline gereksinim duyarsınız. Türkçede her ikisi de aynı
kapıya çıkar, Türkçe böyle sakız çiğnemeye izin vermez, uzayıp kısalmaz; ne anlatmak istiyorsa onu
söyler. İşte Osmanlı dili bu işe yarar, sakız gibi çiğner; istediğiniz gibi uzatır, kısaltırsınız.”
C.Akyol
18
19
20
“Dikkat ettiniz mi, sözcüklerin anlamları kimlik kazandı: Laik sözcük, seküler sözcük, fıkıh sözcük! Sevgili
hoca istersen hırsızlığa, yolsuzluğa turşu diyelim; dünyanın her yerinde turşu aynı şeyi gösterir!”
C. Akyol
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 124 / 189
1
2
İnkilap,
İnkılâp ve Osmanlı(ca), Nazlı ILICAK
09 Aralık 2015
3
4
5
6
TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı’ nın davetiyle Meclis personeline “Hz. Mevlana’yı anlamak” başlıklı
bir konferans veren Ömer Tuğrul İnançer, gene skandal mahiyetinde bir lâf etti. Daha önce “Hamileler
sokakta gezmesin” dediği iddiasıyla çok tartışılmıştı. Sonradan buna açıklık getirdi. “Nazar değer”
düşüncesiyle o sözleri sarf ettiğini söyledi.
7
8
9
10
11
Peki “inkilap… köpekleşme”ye ne diyecek? Belli ki, harf inkılâbını eleştiriyor. Bir anda Arap harflerinden
Latin Alfabesi’ ne geçilmesiyle, maziyle bağın koparılmasını tenkit ediyor. “Türkiye’nin bütün kitapları
okunmaz hale gelmiştir; kütüphaneler kapatılmıştır” diyor. Bir eleştiriyi, sinir uçlarına dokunmadan, makul
biçimde dile getirmek mümkündü. Ne gerek var, kelime oyunu yaparak “köpek” kelimesinin sarf
edilmesine?
12
Ömer Tuğrul İnançer’ in yanlışlarını sıralayayım:
13
14
1. Bir kere “inkilap” değil “inkılâp” demek gerekiyor. İnkilap gerçekten “köpekleşme”; kelp (köpekten)
türemiş bir söz. Ama “inkılâp”ın kökü, kalbetmek, dönüştürmek, değiştirmek.
15
16
17
18
2. Eski Türkçe yazıdan vazgeçerek, mazi ile bağın koparıldığı doğru. Ama bunu telâfi etmek üzere
adımlar atılabilirdi. Sözgelimi, Atatürk devrimlerinin şiddeti geçtikten sonra, Arap harfleri seçmeli
ders olarak okullara konulabilirdi. Böylece gençler, atalardan yadigâr kalan değerlere
yabancılaşmazdı.
19
20
21
Bu vesileyle, Milli Eğitim Şûrası’ nda alınan bir kararı memnuniyetle karşıladığımı söylemek isterim.
Osmanlı(ca)’ nın liselerde okutulması. Bunun zorunlu olması yanlıştı; o yanlıştan dönüldü. Sadece,
Anadolu İmam Hatipleri’ nde zorunlu olacak.
22
23
24
Fen Liseleri’ nden sonra Sosyal Bilimler Liseleri kuruldu. Bu okullarda zaten Osmanlı(ca) ve Arapça
harfleri tedris ediliyor. Uzun yıllar, eski Türkçe ve “Saray lisanı” diyebileceğimiz Osmanlı(ca), Türkiye’de
“gericilik” diye vasıflandırılmıştı.
25
26
Ama Milli Eğitim Şûrası’nda “Zorunlu Osmanlı(ca)” önerisiyle kışkırtıcı bir tavır benimsendi. Bu gibi
dayatmalara gerek yok. Makul bir orta yol bulunmalı; bulundu da.
27
28
29
30
31
32
Ders, “seçmeli” olarak kabul edildi. Şimdi sıra uygulamaya geldi. Seçmeli Osmanlı(ca) dersi okullarda
yaygınlaştırılmalı. Kültürlü bir nesil yetiştirmek için bu gerekli. Özellikle Fen’ e değil de Türkçe/Edebiyat
koluna ayrılanlar açısından, edebi eserleri okuyup anlamak, tarihi belgeleri incelemek ehemmiyet arz
ediyor. Üstelik kullandığımız birçok Türkçe kelimenin kökü Arapça ya da Farsça. Doğru telâffuz için,
Arapça ve Farsça bilmek önemli. Bu şekilde iyi eğitilmiş bir nesle, “inkilap” ve “inkılâp” gibi kelime
oyunları da yapamazsınız.
33
34
35
36
37
AK Parti, yerinde bir adım atarken, bunu, ideolojik bir paket içinde, bir inatlaşma üslûbuyla sunuyor ve
tartışma başlıyor. Oysa üslûba dikkat edildiği takdirde hem “Harf devrimiyle bir anda herkes ümmi
(okuma yazması olmayan) hale getirildi” diye yakınmak mümkün; hem de bunu düzeltecek adımları tepki
almadan atmak daha kolay. Nedense, kavga çıkarmak ve kutuplaştırmak tercih ediliyor. Acaba seçimler
yaklaşırken, oy devşirmek mi amaçlanıyor?
38
39
40
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 125 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
EKLER
25
26
27
28
29
30
31
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 126 / 189
1
Kaşgarlı Mahmud, İSAM Ansiklopedi
2
3
XI. yüzyılda yaşamış, Türk dilinin ilk sözlüğü Dîvânü lugāti’t-Türk’ün müellifi ve en eski Türk dili
araştırmacısı.
4
5
6
7
Doğum tarihini tesbite yarayacak bir kayda rastlanmayan âlimin künyesi onu Kâşgarlı gösteriyorsa da
esasında doğum yerinin Barsgan olduğu anlaşılmaktadır. Bu yerin emîri bulunan babasını da buralı
bildiren ifadesi yanında (Dîvânü lugāti’t-Türk, vr. 313a) eserinde kendisinin Barsgan’a olan sıkı bağlılığını
hissettiren birtakım başka kayıtlar da göze çarpar.
8
9
10
11
Kitabının Abbâsî halifesine sunuş kısmında kendisini Türk kavminin soyca en köklü kişisi, Türk ilinin
coğrafyasında geniş bir alana yayılmış Türk toplulukları arasında yıllarca dolaşıp bunların her birinin
ağızlarını yakından inceleyip öğrenmiş, Türk dili üzerinde en üst seviyede bilgi sahibi olmuş bir kimse
diye takdim eder.
12
13
14
15
16
17
Kâşgarlı Mahmud’un Karahanlı hükümdar soyundan geldiği gerçeği, ceddini Nasr Tigin yerine sülâlenin
doğu kolunda aynı sıfat ve şöhrette bir başka şahsiyete bağlayan ve meseleye bu açıdan bakan farklı bir
açıklamada da kendini bir kere daha gösterir. Daha ayrıntılı olan ve bunu yaşanmış bir vak‘aya bağlayan
bu açıklamaya göre (Pritsak, TM, X [1953], s. 243-246) Kâşgarlı’nın ceddi, 992’de Sâmânoğulları’nın
merkezi Buhara’yı fetheden Hârun Buğra Han (Ebü’l-Hasan Hârun Kılıç Buğra Han b. Süleyman) olup
Kâşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin b. Muhammed de onun üçüncü göbekten torunudur.
18
19
20
21
22
23
Pritsak’ın, Kâşgarlı’nın ceddini Sâmânoğulları ülkesi fâtihi olarak Nasr Tigin yerine Hârun Buğra Han’a
bağlamaktaki gerekçelerinin tenkidiyle Kâşgarlı Mahmud’un ceddini Nasr Tigin göstermesindeki tercihin
burada ayrıca açıklanmasına girişilmeyecektir. Ceddi hususunda görüşler farklı olsa da onun Karahanlı
ailesinin mensubu veya hânedana yakın yüksek aristokrasi ailesinden olabileceğine dair Barthold ve
Zeki Velidi Togan’ın evvelce belirtmiş oldukları kanaat böylece inanılır bir neticeye ulaşmış
bulunmaktadır.
24
25
26
27
28
29
Kâşgarlı Mahmud’un hayatı 1072 yılına kadar yeniden bilinmezlik içine girer. Bu bilgi yokluğunun yerini
güvenilir bir vesika ve delili olmaksızın ortaya atılmış tahminler, birbiriyle çelişir yorumlar alır. Bunlardan
en yaygınının kaynağı olan Pritsak’a göre Kâşgarlı Mahmud ailenin uğradığı suikast felâketi üzerine
vatanından kaçmak mecburiyetinde kalmış, bundan böyle devamlı bir kaçkınlık hayatı sürdürerek komşu
Türk ülkelerinde on yıl kadar dolaştıktan sonra Bağdat’a gelmiş ve siyasî mülteci olarak orada kalmıştır
(TM, X [1953], s. 245-246).
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
Suikastta ailenin başlıca fertlerinin ortadan kalkmasıyla zehirlenerek ölen babası Hüseyin b.
Muhammed’in yerine geçen kardeşi İbrâhim b. Muhammed’in saltanatının ancak bir yıl kadar devam
ettiği, ona itaate yanaşmayan Barsgan Emîri İnal Tigin’e karşı annesinin teşvikiyle açtığı savaşta
yenilerek öldürüldüğü (İbnü’l-Esîr, IX, 299; Müneccimbaşı, Karahanlılar [trc. Necati Lugal], s. 7) göz
önünde bulundurulursa, kendisini ülkesi dışında yaşamaya zorlayan şartlar o vakit veya daha sonra
ortadan kalkmış olabileceği halde onun sonuna kadar mülteci hayatı sürdürdüğü iddiası doğru olamaz.
Bununla beraber Karahanlılar ailesinde bu vak‘adan önce de sonra da iktidar mücadelesi olagelmiştir.
Yaşadığı olaylar Kâşgarlı Mahmud’u siyasî hayat yerine ilim yoluna sevketmiş olmalıdır. Bu vak‘anın,
öteden beri Türk topluluklarının dilini ve hayatını öğrenmeye meraklı Mahmud’u iktidar ve saltanat gibi
arzulardan tamamıyla yüz çevirerek kendini ilme ve araştırmaya yöneltmiş olduğu hususu gerçeğe en
yakın bir tahmin olabilir.
41
42
43
Daha ayrıntılı başka bir rivayete göre ise 1057’de kırk dokuz yaşında Kâşgar’ dan ayrılmaya mecbur
olan Mahmud, oradan Batı Karahanlılar ülkesine ve Mâverâünnehir’e geçip Türk boylarının yaşadığı
bölgeleri bir bir gezmek suretiyle 1057-1072 yılları arasında Dîvânü lugāti’t-Türk için malzeme
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 127 / 189
1
2
3
topladıktan sonra 1072’de Bağdat’a gelmiş ve Kâşgar’da yazmaya başladığı eseri üzerinde bir müddet
daha çalışarak burada tamamlamıştır (Sultan Mahmut Kaşgarlı, s. 11). Son iki rivayet esasını, 1972’den
bu yana Kâşgarlı Mahmud literatürüne girmeye başlayan yeni araştırma ve yayınlardan alır.
4
5
6
7
8
1972’ de, Dîvânü lugāti’t-Türk’ün telifine başlanmasının 900. yıldönümünü karşılamaya yönelik
çalışmalar, 1981’de yeni Uygurca’ya tercümesine girişilmesinin uyandırdığı ilgi ve şevkle Kâşgarlı ve
eseri üzerinde hız kazanan araştırmalar ve 1982-1983’te bölge ilim adamlarının Kâşgar yöre halkı ve
özellikle eski nesillerden yaşlı kimseler arasında sürdürdükleri geniş çaplı anketin getirdiği yeni bilgiler
literatüre çok yeni unsurlar katar.
9
10
11
12
13
14
15
16
Doğum yılı, annesinin kim olduğu, nerelerde okuyup eğitim gördüğü, hocaları, üstatları, Dîvânü lugāti’tTürk’ü tamamladıktan sonraki hayatı, ülkesine Bağdat’tan ne vakit döndüğü, kaç yıl yaşadığı, nerede ve
hangi tarihte öldüğü gibi, hal tercümesinin o zamana kadar bilinmeyen noktalarına cevap vermeye
yönelik bu mahallî araştırmalarla biyografisinin mevcuttan farklı bir versiyonu ortaya çıkar. Karahanlılar
soyundan geldiğine, 1057-1058’de ailesinin kırıma uğradığına dair daha önce Pritsak’ın literatüre mal
ettikleriyle vesika mahiyetinde mahallî yazılı kayıtların yanı sıra bölgeden derlenmiş sözlü rivayetlerin bir
karması olan bu değişik çerçeve başlıca noktalarıyla Kâşgarlı’nın hal tercümesini yeni baştan şöyle
kurar:
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
Doğum tarihini önceleri 1029-1038 yılları arasında hesaplayan tahmin (Pritsak, TM, X [1953], s. 246) bu
defa yerini bunu 1008 olarak gösteren bilgiye bırakır. Doğum yerini Barsgan olarak kabul eden bilgi
Kırgız çevresinden gelen rivayetle daha da kuvvet kazanırken Özerk Uygur bölgesi kaynaklı rivayet ise
bunu Kâşgar’ın 45 (veya 48) km. güneybatısındaki Opal köyü diye gösterir. Rivayetlerin belirttiğine göre
Kâşgarlı Mahmud’un annesi, Karahanlılar diyarının önde gelen ulemâsından Hoca Seyfeddin
Büzürgvâr’ın kızı Bûbî Râbia’dır. Bu geniş kültürlü anne onun eğitimi üzerinde çok etkili olmuştur.
Mektebe önce Opal’de başlayıp gençlik yıllarında Kâşgar’da yüksek sınıftan aile çocuklarının devam
ettiği Medrese-i Hamîdiyye ve Medrese-i Sâciyye’de okumuştur. Kendisinden naklettiği Türkler hakkında
bir hadis dolayısıyla Kâşgarlı’nın ismini andığı Şeyh İmâm ez-Zâhid Hüseyin b. Halef el-Kâşgarî (Dîvânü
lugāti’t-Türk, vr. 89a) Medrese-i Sâciyye’de hocasıdır (hakkında bk. Sem‘ânî, Kitâbü’l-Ensâb [nşr.
Margoliouth], Leyden-London 1912, vr. 472a; krş. Hartmann, MTM, nr. 4 [1331], s. 168-169).
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
Medrese yıllarında zamanının klasik ilimleri yanında Arapça ve Farsça öğrenmiştir. 1057’de babası ve
aile fertlerinin saraydaki suikasta kurban gitmelerinin ardından başka ülkelerde geçen uzun gezgincilik
yılları sonunda geldiği Bağdat’ta eserini tamamlayarak Halife Muktedî-Biemrillâh’a sunmuştur. 1080’de
kendi ülkesine dönüp Opal’de kurduğu Medrese-i Mahmûdiyye’de müderrislik yaptıktan sonra 1090
yılında doksan yedi yaşında iken burada vefat etmiştir. Başka bir rivayete göre ise eserini halifeye
sunduktan birkaç yıl sonra seksen dokuz yaşında iken Kâşgar’a dönmüş, medresesinde sekiz yıl
müderrislik yapmış ve doksan yedi yaşında vefat ederek medresesinin yanında yapılmış olan türbeye
gömülmüştür. Rivayetler onun doksan yedi yaşında öldüğü hususunda birleştiği halde 1090’ın yanı sıra
bazısı bu tarihi 1105 (Ulug E‘lim Mehmut Kaşkari ve Unun Heyatı, s. 10), bazısı da 1126 diye gösterir
(Mut‘i - Osmanov, ST, nr. 4 [1987], s. 88).
38
39
40
41
Kâşgarlı Mahmud’un vaktiyle türbesinde bulunup da sonraları birçok el değiştirmiş, telif tarihi 1791 olarak
gösterilen Tezkire-i Hazret-i Molla adlı bir yazmadan evvelce alınan bir nota göre de Kâşgarlı, ülkesine
dönüşte sekiz yıl müderrislik yaptıktan sonra doksan yedi yaşında ve 477 (1084-85) yılında vefat
etmiştir.
42
43
44
45
46
Bu kaydın yanı sıra Opal’deki türbeye vakfedilmiş bir Meŝnevî nüshasının sayfaları arasında yer alan,
Kâşgar Şer‘iyye Mahkemesi kadısının mührüyle mühürlü 10 Receb 1252 (21 Ekim 1836) tarihli vakıf
senedinden, yöre halkınca öteden beri Hazret-i Mollam Şemseddin adı altında ve bir evliya gibi
tanınmakta olan zatın esasında Kâşgarlı Mahmud olduğu anlaşılmış, bir ziyaretgâh sayılan türbede
yatanın da o olduğu meydana çıkmıştır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 128 / 189
1
2
3
4
5
6
7
Şemseddin adının ona, babası Hüseyin b. Muhammed’in idarî makam sahibi olarak Karahanlı
yönetiminde almış olduğu bir unvandan geldiği sanılmaktadır (mahallî araştırmaların getirdiği bütün bu
veriler hakkında toplu bilgi için iki Uygur ilim adamının 1982 ve 1983 tarihli ilmî raporlarında yer alan
araştırma neticelerini bildiren Yeni Uygurca makalelerinin Tarım, nr. 3 [Urumçi 1984], s. 13-15, 20-21]
Rusça tercümesi: Mut‘i - Osmanov, bibl.; Kahar Barat, “Discovery of History: The Burial Site of Kashgarlı
Mahmud”, Aacar Bulletin, II/3, Connecticut 1989, s. 19-22; aynı yazı ayrıca, Central Asia Reader: The
Rediscovery of History, New York-London 1994, s. 77-81’de de yer alır).
8
9
10
11
12
Eserinin ortaya çıkışından bu yana yapılan bunca araştırmaya ve sürdürülen o kadar çalışmaya,
Dîvân’ının tedkikinde ise hayli yol alınmasına rağmen Kâşgarlı Mahmud’un sıhhatli ve güvenilir bir hal
tercümesi için günümüzde söylenebilecek söz onun Barsgan’da doğduğu, 1057’de Bağdat’a gittiği ve
1077 yılında orada eserini meydana getirdiği dışında hiçbir şey bilinmediğinden (James Kelly, “Kashgari,
Mahmud al-”, Encyclopedia of Asian History, New York 1988, II, 277) ibaret kalmaktadır.
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
Bugün Türk dünyasının Doğu Türkistan, Kırgız, Türkmen ve Kazak kollarının aralarında
paylaşamadıkları, her birince kendilerine mal edilmek istenen Kâşgarlı Mahmud’un Orta Asya
Türklüğü’nün hangi soyundan olduğu çok farklı görüşlerin karşılaştığı tartışmalı bir konudur. Radloff’tan
bu yana Uygur Türkü sayılmışken günümüzde ona sahip çıkan Özbek, Kazak, Kırgız ve Türkmen
görüşleri de ön plana geçmiştir. Onun konuştuğu ve eserine de akseden ana dilinin doğup büyüdüğü
Barsgan ve Isık Göl yöresinde yerleşik Tuħsı (Türkeş) ve Yağma Türkleri’nin Türkçe’si olduğu, soy
mensubiyetinin de buraya ait bulunduğu en inandırıcı görüş durumundadır (Musabaev, XXVII/253
[1972], s. 110). Orta Asya Türklüğü’nün kesimlerinden her biri, hatta Tatarlar, eserinde kendilerinden bir
taraf görüp bulduklarından Kâşgarlı Mahmud’u doğrudan doğruya kendilerine mal ederken edebiyat
tarihlerinde de ona kendilerinden biri olarak yer verir (meselâ bk. Uzbek Adabiyäti Tarihi, Toşkent 1977,
I, 88-92; P. Koroglı, Uzbekskaya Litaratura, Moskva 1977, s. 75-86; Patıp Osman, Borıngı Törki Hem
Tatar Edebiyatının Çıganakları, Kazan 1981, s. 16-26; Turgun Almas, Kadımkı Uygur Edebiyatı, Kaşgar
1988, s. 334 vd.).
26
27
28
29
30
… Bunların içinde en önemlisi ve en başta geleni, Kâşgarlı Mahmud’da böyle bir eser yazma
düşüncesinin ne zaman ve hangi muhitte doğduğu, nasıl bir tesirle onu telif etmek ihtiyacını duyduğu
hususudur. Bunu yalnız sözlüğü için değil ana dili için kaleme aldığı gramer kitabı ile birlikte
düşünmelidir. Onu Türk dili üzerinde çalışmaya sevkeden sebep ve ihtiyacı görebilmek şahsiyetini çok
daha aydınlığa çıkaracaktır.
31
32
33
34
35
36
37
38
Anlaşıldığı üzere, geniş çaplı lugatının çalışmalarını sürdürürken önce Türk dilinin prensip ve kurallarını
gösterecek müstakil bir eser ortaya koymayı uygun bulmuştur. Sözlüğünde sırası geldikçe gramerci bir
zihniyetle dil bilgisi konu ve kurallarına da temas etmeyi ihmal etmeyen Kâşgarlı, sadece işaret etmekle
yetinmeyip açıklanmaları hususunda bunlar için kendisine göndermeler yaptığı Kitâbü Cevâhiri’n-nahv fî
lugāti’t-Türk adını taşıyan bu eserinin varlığını haber verir (a.g.e., vr. 9b). Dîvân’da ele aldığı dil kuralları
üzerindeki açıklamaları, başlı başına küçük bir gramer kılavuzu teşkil edebilecek muhtevalarıyla
günümüze ulaşmayan bu eser hakkında az çok bir fikir verebilecek durumdadır. Bu yolda yapılmış çeşitli
çalışmalarda bunlar müteaddit defa topluca bir araya getirilmiş bulunmaktadır.
39
40
41
42
43
44
Esas eserine gelince en başta öne çıkan mesele, onun Bağdat’a gitmesi ve orada Arap kültür dünyasıyla
temasa gelmesi neticesinde yazıldığı hakkındaki çok yaygın kanaat ve bunun ne derece isabetli
olduğudur. İçinde hiç ismi geçmedikten başka orada yazılmış olmasını gösterebilecek ufak bir kayıt, tek
bir iz bulunmadığı halde sadece önsözünde Abbâsî halifesine bir sunuşun yer almasına bakılarak onun
Bağdat’ta meydana getirilmiş olduğuna hükmedilmiş, yazılış sebebi ve gayesi de sırf Araplar’a Türkçe
öğretmek düşüncesine bağlanmıştır.
45
46
47
Bu takdirde, böyle bir lüzumu Bağdat’ta hissederek bu yolda bir eser yazmaya karar verdiğinde bunun
için gerekli olup toplanması uzun yıllar isteyen, Türk ilinin geniş bir coğrafyaya yayılmış boyları ve
toplulukları arasında yerinde yapılma tedkik ve müşahedelere dayanan çok zengin dil ve çok yönlü kültür
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 129 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
malzemesine ne vakit ve nasıl ulaştığı kendiliğinden gündeme gelir. Eser Bağdat’ta doğmuş bir ilhamla
ve yazılışı da orada olmuş kabul edilirse bütün bu malzeme, araştırıp tesbit ettiği ağız ve şive farklarıyla
ilgili yığınla teferruat, bir o kadar fonetik müşahede, yüzlerce manzum metin ve atasözleri hep zihinden
kâğıda dökülmüş demektir. Böyle değil de yıllar boyunca Türk illerinde gezerken topladığı malzemeye ait
not ve kayıtları beraberinde getirmiş idiyse tek başına bu dahi Türkçe’nin bir lugatını hazırlama düşünce
ve kararının onda Bağdat’a gelişinden önce doğmuş bulunduğunu ortaya çıkarır. Ağızlarını, söz
dağarcıklarını ve yaşayışlarını araştırdığı Türk boyları arasındaki çalışmalarla eriştiği malzemeyi
Bağdat’ta elde edebilmesi hiç düşünülemeyeceği ve mümkün olamayacağı için onu bu araştırmalara,
böyle büyük ve ileri çapta bir sözlük yazmaya sevkeden ilham merkezini başka bir tarafta aramak gereği
kolayca belli olur.
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
Kâşgarlı Mahmud’un 1057’de ülkesinden ayrıldıktan sonra Bağdat’a gidinceye kadar on-on beş yıl
sürdüğü hesaplanan devre içinde Türk boylarını bir bir dolaşarak gerekli malzemeyi toplamış olduğuna
dair benimsenmiş görüş de bunu teyit eder. Hem böyle kabul edip öte yandan da eserini hazırlama
ilhamının Bağdat’tan geldiğini ileri sürmek bünyesinde bir çelişkiyi taşır. Başıboş bir hevesle gayesiz
olarak böyle bir işe kalkışılamayacağına göre şuurlu bir şekilde malzeme toplama ve hazırlık faaliyetine
girişmiş olmak için önceden bu istikamette verilmiş bir karar, ortaya konulmuş bir iradenin olması lâzım
gelir. Sadece bu açıdan düşünülecek olursa bu arzu ve kararın Kâşgarlı’da Bağdat’a gelmeden önce
teşekkül etmiş olduğu bir kere daha ortaya çıkar. Bağdat öncesi böyle bir derleme ve ön hazırlık
devresini kabul etmek, kaçınılmaz olarak bu eseri yazma irade ve arzusunun Bağdat’ta Arap kültür
çevresiyle daha temasa gelmeden önce onda mevcut olduğu neticesini de beraberinde getirir. Ayrıca
onun orta yaşlarda başlamak yerine eseri için malzeme derleme faaliyetine girişmesini gençlik yıllarına
götüren yabana atılamayacak bir görüş de vardır (bk. Kafesoğlu, bibl.).
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Eserin hazırlık ve telif kronolojisini söylenenlerden çok başka gösteren bir iddiaya göre ise Kâşgarlı
Mahmud yurdunda gördüğü tahsili ilerletmek için Bağdat’a gitmiş, bir sözlük tertip etmek fikrine orada
sahip olmuş, bundan sonra da Bağdat’tan ayrılarak eserin malzemesini derlemek için Türk ülkelerine
seyahat etmiş ve yeterli malzemeyi topladıktan sonra onu Kâşgar’da yazıp halifeye sunmak üzere tekrar
Bağdat’a dönmüştür (Juze, II, 30-31). Bu görüş bir tarafa bırakılırsa Kâşgarlı’ya eserini ilham eden
merkezi Karahanlı ve Mâverâünnehir ülkelerinde aramak daha isabetli olacaktır. Orta Asya
bozkırlarında, Mâverâünnehir’in türlü yerleşim bölgelerinde Türk boyları arasında yıllarca malzeme
derleme peşinde koşmuş olan Kâşgarlı Mahmud’un şuurlu, planlı ve ileriye dönük hazırlık faaliyeti böyle
bir eser meydana getirme mâzisinin onda gerilere, Bağdat öncesine gidebileceğini gösterdiğine göre ona
bunu ilham eden asıl çevre ve şartların ne olduğu yeniden düşünülmelidir. Eser üzerinde Türkmence
bakımından çalışmış olan Türkmen araştırmacısı S. Ahallı, orada adları geçen bazı coğrafî mevkilere ait
yön tariflerinin Kâşgar’a göre değil Bağdat’a göre olduklarını belirtirse de bu diğer bütün yer adları için
geçerli değildir.
36
37
38
39
40
Önsözünde belirgin şekilde görüleceği üzere Türk dilinin Arapça karşısındaki değer ve durumunu
tayin etme, bir bakıma Arapça karşısında Türkçe’nin savunmasını yapma fikrini de güden
eserinde, Karahanlı ve Mâverâünnehir kültür merkezlerindeki medreselerde Arapça’nın yüksek tedrîs
dili oluşu, devrin ulemâsının eserlerini bu dille meydana getirmesi yönünden doğmuş bir tepkinin
mevcudiyeti hiç hatıra gelmemiştir.
41
42
43
44
45
46
47
48
Arapça’nın bu üstün durumunun Kâşgarlı’da ana dili Türkçe’nin yüceltilmesi duygularını davet etmiş
olması her zaman düşünülebilecek bir ihtimaldir. Ana dilinin yüceliği, onun Arapça ile at başı yarışacak
güçte olduğu inancında kendini hissettiren üstü kapalı reaksiyonun kaynağını bu kültür merkez ve
muhitlerinde müşahede ettiği Arapça’nın hâkimiyetinde aramak, Kâşgarlı’yı ve Dîvânü lugāti’t-Türk’e
vücut veren ilhamı belki daha iyi teşhis etmeyi sağlayacaktır. Amatörce bir merak ve basit bir pratik
maksadın dar çerçevesine sığmayacak çapta olan bu eser, XI. yüzyılda İslâm dünyasının idrak etmekte
olduğu bir Türk çağının getirdiği inanç ve ihtiyacın mahsulü olma hüviyetini taşır. Büyük Selçuklu çağı
Türklüğünün idaresi ve önderliğinde bütün bir müslüman âlemin Türk asrını yaşamakta olduğu psikolojik
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 130 / 189
1
2
3
4
hissî zemin içinde hazırlanması bir ihtiyaç haline gelmiş bir eser olarak ortaya çıkan Dîvânü lugāti’tTürk’ün her yönden dikkat çekici ve bu büyük dilcinin düşünce sisteminin bir aynası olan önsözü,
sahasında asırlarca başka hiçbir telifin yerini alamadığı bu âbidevî çalışmayı doğuran ülküyü devrinin
psikolojisi içinden yansıtır.
5
6
7
8
9
10
Hz. Muhammed’in hadislerine dayanarak Türklüğü yüceltme gayreti içinde olan Kâşgarlı Mahmud,
Türkler’in “nizâm-ı âlem”i sağlamaktaki tarihî misyonunu belirterek “fezâil-i Etrâk” literatürüne yeni bir
boyut katarken İslâm dünyasına Türklük adına bazı mesajlarla birlikte Türk dilini öğrenme yolunda bir
çağrıyı iletir. Türk dilinin dillerin en zengin ve en mazbutu bilinen Arapça ile at başı yürür bir seviye ve
kabiliyette bulunduğu şeklinde o zamana kadar hiçbir dilci ve lugat müellifinin telaffuz edemediği bir
davayı dile getirir.
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
Kâşgarlı Mahmud’u kendi çağı ve onun ötesinden bu yana günümüz için de önemli bir şahsiyet kılan en
mühim taraf, kendisine kadar hiç ele alınmamış ana dilinin söz servetini ve onu yöneten kurallarını
meydana çıkarıp tesbit etmek ihtiyacını çok öncelerden hissederek bu uğurda içine girdiği büyük
çalışmanın yanı sıra Türkçe’nin üstünlüğüne ve İslâm âlemi için üniversalliğine inancını cesaretle ortaya
koymasıdır. Önünde daha önceleri yapılmış bir deneme, hazır bir örnek olmaksızın ana dilinin geniş bir
coğrafî yayılım içindeki kol ve şubelerinden derlediği ve mukayeseli bir şekilde işlediği malzemeyle
yarattığı eseri, Kâşgarlı Mahmud’a Türk dilinin bilinebilen ilk sözlüğünün müellifi ve en eski Türk dili
araştırmacısı pâyesini verir. Gerçekten Kâşgarlı Mahmud hazırlığı çok kuvvetli, metot sahibi, ileri bir
fonetik dikkat ve hassasiyetle ağız farklarını tesbit eden, derlediği malzemeyi değerlendirmesini iyi bilen,
devri için çok erken olan mukayeseli dilciliğin öncüsü olmak gibi meziyetlerle mücehhez bir dil bilginidir.
Onun, “dil sahasında devri için orijinal modern bir filolog zihniyeti ile çalışan ve nisbeten yeni olan
mukayeseli dil tedkiki tarihinde mühim bir yer almaya hak kazanmış olan bir Türk âlimi olduğu” ifadesi
(Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig, I, Metin, İstanbul 1947, Önsöz, s. XX) bu hakikati salâhiyetle yansıtır.
24
25
26
27
28
29
30
Kâşgarlı Mahmud, herhangi bir lugat kitabı gibi içindeki kelimelerin sadece karşılıklarını vererek, arada
bazı gramer kurallarına da işaret etmekle yetinmek suretiyle yabancıların Türk dilini öğrenmeleri yolunda
pratik bir dil kitabı meydana koymak yerine her vesilede Türk kültürü, Türk etnolojisi, Türk etnografyası,
Türk folkloru, Türk mitolojisi, Türk ili coğrafyası, Türk töre ve gelenekleri, Türk şiiri, atasözlerindeki Türk
felsefesi ve dünya görüşü, tıbbî usullerden farmakolojiye, spordan yemek adlarına kadar Türklüğe ait
günlük hayatın akla gelebilecek nesi varsa münasebet düşürerek muhatabını bilgilendirmeyi gaye
edinmek suretiyle eserine bir nevi “Türkiyyât” ansiklopedisi olma hüviyet ve değerini de kazandırmıştır.
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
Kâşgarlı Mahmud’un en fazla üzerinde durulmuş dilci ve lugatçı yönü ile Türkologca çalışması dışında
gereğince değerlendirilmemiş bir vasfı edebiyatçı hüviyeti ve şiire olan ilgisidir. Lugatına aldığı sözlerin
daha iyi anlaşılabilmesi ve bunların kullanışları için, hatta hatırda kolay kalabilmelerini sağlamak
maksadıyla bol bol verdiği manzum metinler onun iyi ve dikkatli bir şiir derleyicisi olduğunu da
göstermektedir. Derledikleri içinde anonim halk edebiyatına ait olanlar öncelikli yer tutmakla beraber
arada aruzla yazılmış şiirlerin de bulunması bunların halk edebiyatından sayılmasını mümkün
kılmamaktadır. Aruzu ve onu kullanmasını bilen münevver kişilerin kaleminden çıkmış olduğunda şüphe
bulunmayan bu şiirler ve hikmetli sözlerle eserine koyduğu diğer manzum parçalar, Kâşgarlı’nın edebî
eserlerle temas ve ilgisi hakkında bir fikir verebilecek mahiyettedir. Bunlar arasında, Büyük Selçuklu
Hükümdarı Sultan Melikşah’ın zevcesi Karahanlılar hânedanından Celâliye Terken Hatun’la (İbnü’l-Esîr,
IX, 301) ilgili bir methiye, Dîvân’daki aruzlu şiirlerin hiç değilse bir kısmının Kâşgarlı’nın kaleminden
çıkmış olması ihtimalini düşündürür (bu parçanın nazım tekniği ve bazı hususiyetleri hakkında bk. Ömer
Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, DİA, IX, 391-392). Üç beyti eserin ayrı ayrı yerlerinden seçilmiş bu
methiye mesnevi nazım şekliyle olduğu halde klasik Şark şiirinin kaside geleneğine zihniyet ve mahiyet
itibariyle çok yakınlık gösterir. Burada muhatabı olan “memdûh”undan, içinde bulunduğu sıkıntılı durum
dolayısıyla kendisine yardım ve lutuf dileyen bir “mâdih-şair” ortaya çıkıyor. Terken Hatun’a verilmiş
manzum bir dilekçe olan bu metin başkasına ait bulunduğu takdirde Kâşgarlı bundan haberdar olabilir,
onu kolayca eline geçirebilir miydi? Bunun Dîvân’da yer alışını tesadüfle açıklamak kolay değildir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 131 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
Sarayın bir köşesinde kalmış, tesadüf eseri eline geçmiş bir kâğıttan nasılsa aktarılmış bir metin olmak
yerine düştüğü sıkıntı esnasında yardım ricasını ileten bu kaside havalı şiirin sahipliğine Kâşgarlı
Mahmud en yakın kimse olmak durumundadır. Zamanının idarî ve siyasî hayatı üzerinde söz sahibi ve
ileride bir ara kayınvâlidesi olacağı halife katında da nüfuz sahibi olan Terken Hatun’a ilticâ ile
müşkülüne yardımcı olma dileğinin Kâşgarlı’ya ait bulunması en tabii ihtimaldir. Terken Hatun’un
Kâşgar’dan beraberinde Bağdat’a getirdiği Türkler arasında bulunduğu tahmin edilen Kâşgarlı
Mahmud’un (Köprülü, Cumhuriyet, 1 Mayıs 1933; aynı yazı, Araştırmalar, s. 41; Togan, nr. 17 [25 Eylül
1932], s. 135) belki orada yaşadığı güç bir durum dolayısıyla bu “koşuk”u ile hâmisi Terken Hatun’a
sığınmış olmaktadır. O zamanın şart ve bağlantıları içinde değerlendirildiğinde Terken Hatun’un Kâşgarlı
Mahmud’un hâmisi olma ihtimali kuvvet kazanır. Bu methiye Dîvân’daki örneklerden herhangi biri
olmaktan öteye, Kâşgarlı’nın naklettiği aruzlu parçaların da bir kısmının onun kalemine ait olabileceğinin
ip uçlarını verecek mahiyettedir. Bu parçaların, Karahanlı Türk edebiyatının Kutadgu Bilig ve Atebetü’lhakāyık gibi eserlerindeki aruz kalıplarından çok başka oluşu, ancak daha sonraki devirlerde yerleşip
benimsenmiş olanlarına nisbetle Türkçe’nin henüz alışık olmadığı kalıplarda yazılmış bulunması,
Kâşgarlı’nın aruzu kendisine mahsus şekilde kullanma alışkanlığını elde etmiş olduğunun da delili
sayılabilir (Dîvân’daki aruz vezinli şiirlerin topluca tedkiki için bk. İ. V. Stebleva, Razvitie Tyurkskiħ
Poetiçeskiħ Form v XI Veke, Moskva 1971; G. Doerfer, Formen der älteren türkischen Lyrik, Szeged
1996, s. 123, 161, 206-211, 303-304, 309-310, 316-317, 329, 341-342). Öte yandan Arap edebiyatından
tercüme veya nazîre oldukları yahut hiç değilse İslâmî edebiyattan gelme bir ilham ve tesir taşıdıkları ileri
sürülen bazı şiirlerin ise (Togan, nr. 17 [25 Eylül 1932], s. 136-137) bizzat Kâşgarlı Mahmud’un
kaleminden çıkmış olması da ihtimallerin en kuvvetlisidir.
22
23
24
25
26
Uzun ömürlü olduğu anlaşılan bu çalışkan insan herhalde bilinenler dışında başka eserler de hazırlamış
olacaktır. Dîvân’da kullandığı halk edebiyatı metinlerinden onun bu sahada etraflı bir derleme yaptığı
belli olmaktadır. Orada yer veremediklerini, elindeki bütün diğer derlenmiş metinlerle birlikte başlı başına
bir şiir mecmuası teşkil edebilecek bu örnekleri Kitâbü’l-Eġānî’yi model alan bir eserde toplamış olması
da düşünülebilecek bir ihtimaldir.
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlamış olabileceği başka eserleri bilinmese de Türk dilinin yazıya, bir kitaba bağlanmamış prensip ve
kurallarını araştırma ve tesbit yolunda ilk hamle olan Kitâbü Cevâhiri’n-nahv fî lugāti’t-Türk’ten mahrum
kalınmış olsa da Kâşgarlı Mahmud tek eseri Dîvânü lugāti’t-Türk’ü ile Batı’da yüzyıllar sonra teşekkül
edecek Türkoloji’nin Orta Asya’da ilk temelini atan âlim dilci olmuştur. Türkistan’da arkası getirilmemiş bir
“erken-Türkoloji” çığırının başlatıcısı olan eseri, yazılışı üzerinden yüzyıllar geçtikten sonra XX. yüzyılda
I. Dünya Savaşı’nın velveleli ortamında ilim âleminin huzuruna çıktığından bu yana Türkoloji tedkikleri
için büyük bir gelecek vaad eden bir hazine, tüketilemez eşsiz bir kaynak olarak karşılanmıştır. Türk
filolojisinin çözüme bağlanamamış meselelerinin çözülmesine kazandırdığı fevkalâde yardım başta
olmak üzere Türk kültür ve medeniyet tarihinin çeşitli konularını “génétique” bir tarzda tedkikine imkânlar
getiren eseri Kâşgarlı Mahmud’a Türkoloji tarihinde müstesna bir yer açmıştır. Türkoloji’de ufuk
genişletici bir rol üstlenen Dîvân’ı onu günümüzde daha da artan bir değer ve itibarın sahibi kılmaktadır
(bk. DÎVÂNÜ LUGĀTİ’t-TÜRK).
39
40
41
42
43
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 132 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
İngilizce’ nin Tarihi
İngiltere’ nin Tarihi
İngiltere'nin bilinen ilk yerlileri Keltler’ dir. Romalılar, Batı Avrupa’ yı istila ederken İngiltere' yi de fethedip
(MS 1. yy) adaya "Britania" adını verdiler. Roma egemenliğinin dört yüzyıl sürmesine karşın ülke bu
durumdan fazla etkilenmedi. 5. yy' dan itibaren Anglus ve Sakson halklarının karışımından oluşmuş
Anglosakson akınları, Keltleri kuzeydeki (İskoçya) ve batıdaki (Galler) dağlık yörelere göç etmek
zorunda bıraktı. Bu göçler sonrasında İngiltere büyük ölçüde Anglosakson kültürü etkisine girdi.
Anglosaksonlar 6 ve 7. yüzyıllarda birbirine rakip küçük krallıklar kurdular. 8. yüzyılda Roma
İmparatorluğu ve İrlanda’nın etkisiyle Hıristiyanlığı kabul ettiler. 795’te başlayan İskandinav istilası 11.
yüzyılın başına kadar birkaç defa tekrarlandı. Danimarkalı Büyük Knud, Büyük Britanya adasını
tamamen fethetti. Anglosakson hanedanından Edward (1042-1066) Ingıltere' nin bağımsızlığını sağladı.
İngilizce
Günümüzde konuşulan İngilizce yani Modern İngilizce, sadece son 200 yıldır kullanılmakta, ancak İngiliz
dilinin bütün tarihi çok daha eski.
Tarihçilerin çoğu İngiliz dilinin ‘Angles’ diye anılan Danimarka’ lı bir Alman halkının 5. yüzyılda İngiliz
adalarını istila edilişi sırasında ortaya çıktığında hemfikirdirler. “England” ve “English” kelimelerinin her
ikisi de ‘Angles’ halkından gelmektedir.
Eski İngilizce
‘Angles’ ler ve diğer Alman halkları İngiliz adalarına gelmeden önce Roma İmparatorluğu ile uzun yıllar
boyu savaşmışlar ve ticaret yapmışlardı. Dolayısıyla bu Alman halkları zaten ‘camp’, ‘cheese’, ‘cook’,
‘street’ ve ‘wall’ gibi birçok Latin sözcüklerini kullanmaktaydılar.
22
23
Ancak bu Eski İngiliz dili bugün konuştuğumuz İngilizce’ den yine de çok farklıydı. İşte ünlü şiir Beowulf’
tan kısa bir örnek:
24
25
“Hwæt! Wē Gār-Dena in geārdagum, þēodcyninga, þrym gefrūnon, hū ðā æþelingas ellen fremedon. Oft
Scyld Scēfing sceaþena þrēatum, monegum migþum, meodosetla oftēah, egsode eorlas.”
26
Bu şiir Modern İngilizce’ ye aşağıdaki gibi çevirilir:
27
28
“Lo, praise of the prowess of people-kings of spear-armed Danes, in days long sped, we have heard,
and what honor the athelings (princes) won!”
29
30
‘Angles’ lerin Alman dili, sadece İrlanda, İskoçya ve Galler gibi yerlerde kullanılan ‘Brythonic’ veya
‘Celtic’ dillerinin neredeyse tamamıyla yerine geçti.
31
32
Eski İngilizce aynı zamanda İngiltere’ nin kuzeydoğusunu istila eden Viking’lerin kullandığı Norveç
dilinden de güçlü bir biçimde etkilenmiştir.
33
34
35
36
37
Orta İngilizce
Eski İngilizce’ den sonra, Orta İngilizce dönemi 1066′ daki Norman istilası ile başladı. Normanlar şimdiki
Fransa’ dan geldiler ve beraberlerinde eski Fransız dilini getirdiler. Bu dönem boyunca bayağı halk
İngilizce’ nin bu daha Alman formunu konuşmaya devam ederken soylular bu Fransızca benzeri dili
konuştular. Ne var ki, zamanla bu iki dil de birbirine karıştı.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 133 / 189
1
2
Ancak Orta İngilizce yine de bugünün İngilizce konuşan halkları tarafından güçlükle anlaşılabilir. İşte
14.yüzyılın ünlü yazarı Geoffrey Chaucer’ dan kısa bir örnek:
3
4
“Whan that Aprill, with his shoures sote The droghte of March hath perced to the roote And bathed every
veyne in swich licour, Of which vertu engendred is the flour;”
5
6
Gördüğünüz üzere bazı kelimeler anlaşılır, ama imla bugün kullandığımız İngilizce’ de olduğundan çok
daha farklı.
7
8
9
10
Modern Öncesi ve Modern İngilizce
Modern öncesi İngilizce 15. yüzyılda aşağı yukarı Shakespeare devrinde başladı. Ve buna rağmen
İngilizce’ nin bu formu bile Modern İngilizce ile aynı değil. Bunu Eski Osmanlı(ca) ile Modern Türkçe
arasındaki farkla karşılaştırabilirsiniz.
11
12
İlk standart İngilizce sözlüğün basımı ve Modern İngilizce’ nin iletişimde kullanılmaya başlanması 18.
yüzyılın ortalarına kadar gerçekleşmedi.
13
14
15
16
Aşağı yukarı aynı zamanda İngiliz İmparatorluğu bütün dünyaya yayılmaya başladı bu da İngilizce’ yi
birçok değişik ülkeye götürdü. Geç 19. ve 20. yüzyıllarda Amerika Birleşik Devletleri de ekonomik ve
askeri gücünü büyük bir hızla arttırdı, böylelikle İngilizce neredeyse her ülkeye yayıldı ve gerçekten
evrensel bir dil olarak yerleşti.
17
18
19
20
21
22
Günümüz İngilizcesi
Bugün, İngilizce ne İngiliz’ lere ne de Amerika’ lılara ait. Aksine, bütün dünyaya ait ve onunla ne
yapacağımıza karar verebiliriz. Benim görüşüm İngilizce artık emperyalizmin dili değil. Internet sayesinde
hemen herkes her yerde İngilizce öğrenebilir. Ve İngilizce sayesinde herkes her yerdeki insanlar ile
iletişim kurabilir. Birçok farklı insanın iletişim ve diyaloğu vasıtasıyla, inanıyorum ki daha büyük bir
anlayış ve hoşgörü eninde sonunda ortaya çıkabilir.
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 134 / 189
1
2
3
4
5
6
Arapça Dili’ nin Tarihi
Arap Abecesi
Arap dili abcsi 28 harften oluşur. Bu harfleri oluşturan temel şekil sayısı ise 17' dir. Arap yazısı sağdan
sola doğru akış sergiler. Harflerin tamamı sessizdir (sâmit). Harflerin seslenmesini sağlayan, ancak dinî
metinler ve şiirler dışında pek kullanılmayan işaretler hareke ismini alır. Arap harflerinin yazılışları,
kelimenin başında, ortasında ve sonunda bulunmalarına göre kısmi değişiklikler gösterir.
7
8
9
10
11
Arap abcsi tarihte ve günümüzde sadece Arapların kullandığı bir abc olmamış özellikle İslam' ın başka
milletler tarafından da kabul edilmesiyle Türkler, İranlılar, Pakistanlılar gibi Asya'daki diğer Arap olmayan
kavimler tarafından da kullanılmıştır. Günümüzde de Arap ülkeleri dışında İran, Pakistan, Afganistan gibi
ülkelerde kullanılmaktadır. Ancak, Arapça dışında kullanıldığı dillerdeki farklı sesler için, abcnin temel
şekilleri üzerinde küçük değişiklikler yapılmıştır.
12
13
Örneğin; Farsça ve Türkçe' deki "ç" sesi Arap abcsinde olmadığı için İranlılar ve Türkler, kendi abclerine,
‫( ج‬cim/c) harfinin nokta sayısını üçe çıkararak ‫( چ‬çîm/ç) şeklini verdikleri harfi eklemişlerdir.
14
15
Arap abcsi, Osmanlı İmparatorluğu dahil, İslam dininin yayıldığı coğrafyada büyük ölçüde benimsenmiş,
Latin abecesinden sonra dünyada yazı dili olarak en çok kullanılan yazı sistemidir.
16
17
18
19
Arap abcsi MS 2-4. yüzyıllar arasında Nebati yazısından gelişmiş olmak ile birlikte günümüze ulaşan en
eski yazı örnekleri MS 6 yüzyıla (Zebed 512, Harran 568) aittir. [kaynak belirtilmeli] Sağdan sola yazılan
Arap abecesinde bulunan 28 ünsüzün, 22 tanesi Sami abecesinden geçerken şekil değişikliğine uğrayan
sesler olup, geri kalan altı ses Arapçaya özgüdür.
20
21
22
23
24
Arapça, Afro-Asyatik (Hamito-Semitik)'dillerin alt grubundaki Semitik dil ailesine mensuptur. Arapça,
Arabistan yarımadası lehçeleri, Irak lehçeleri, Suriye lehçeleri, Mısır lehçeleri ve Kuzey Afrika lehçeleri
gibi beş ana lehçe öbeğine ayrılır. Bu dil Arap Yarımadası'ndan Bereketli Hilal (The Fertile Crescent)
boyunca Atlantik Okyanusu'na kadar ulaşan geniş bir alanda konuşulan dünyanın önemli dillerinden
biridir.
25
26
27
28
29
30
Arapça büyük medeniyetler, kültürler ve imparatorluklar doğuran dillerin başında gelir. Arapça' nın
kullanımı 7. yüzyıla kadar Arap Yarımadası içine sınırlı kalmış, İslamiyetin gelişiyle birlikte Arap
Yarımadası'nın dışında büyük bir hızla yayılarak; Irak, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika'yı kuşatmış, oradaki
dillerin yerini almış ve bir kültür ve medeniyet dili olmuştur. Sonraki asırlarda İslami fetihlerin sürmesiyle
Arapça doğuda Afganistan ve en batıda İspanya'ya kadar uzanan bölgede konuşulan dil haline gelmiştir.
Ayrıca Osmanlı(ca) dilinde büyük bir rol oynar.
31
32
33
34
Arap abcsinin, Nabat dilinden türediği kabul edilmekle birlikte nasıl, ne zaman ve nerede oluştuğu
konusunda kesin bilgiler bulunmamaktadır. İslam'dan önceki Cahiliye olarak adlandırılan dönemde
edebiyat, özellikle şiir çok üst düzeylere çıkmıştı. Ancak yine de yazma konusunda ileri seviyelere
ulaşılmamıştı. Muhammed devrinde iki abc kullanılıyordu:
35
Nesih: Kitap ve yazışmalarda kullanılan, yuvarlak harflerle ve bitişik olarak yazılmış el yazısı şekli,
36
Kufi: Çoğunlukla dekoratif amaçlar için kullanılan keskin köşeli harfleri olan yazı şekli.
37
38
39
40
41
Arap abcsi (elifbe) 28 harften oluşur. 28 harfli şimdiki abc temel olarak harflerin üzerine ya da altına
koyulan işaretlerle (hareke) belirtilen sesli ya da sessiz harflerden oluşur. Bu işaretler genelde
kullanılmamalarına rağmen, ortaokul kitaplarında ve Kuran'ın tüm basımlarında yer alır. Diğer Semitik
diller gibi Arapça da sağdan sola doğru yazılır. Abc Farsça, Urduca, Peştuce ve Sindhi gibi diğer birçok
dilde de kullanılır. Arapçada harfler tek başlarına, sözcük başında, sözcük ortasında ya da sözcük
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 135 / 189
1
2
sonunda olmalarına göre değişik biçimler alırlar. Arapçada üç sözcük türü vardır: fiil, ad, harf ya da edat.
Adların eril ve dişil biçimleri vardır.
3
4
5
6
7
8
9
Konuşulan Arapça doğal olarak ülkeden ülkeye değişir. Fakat klasik Arapça olan Kuran dili, 7. yüzyıldan
beri büyük ölçüde değişmeden kalabilmiştir. Kur'an, dilin standartlaştırılması ve geliştirilmesinde büyük
bir itici güç olarak yer aldı. Farklı ülkelerden gelen eğitimli Araplar buluştuğunda, genellikle klasik Arapça
aracılığıyla iletişim kurarlar. Arap Yarımadası'nın güney kıyısında güney Arapça olarak bilinen birçok
lehçe konuşulur. Fakat bu diller kuzeyin Arapça' sından o kadar farklıdır ki güney Arapça çoğu zaman
ayrı bir dil olarak kabul edilir. Modern Arapça; temel sözcükler, morfoloji ve sözdizimi bütünü bakımından
Kur'an'daki gibidir.
10
11
12
Günümüzde yaygın olan pek çok dil Arapçanın zengin söz varlığından pek çok sözcük almıştır. Türkçe'
de pek çok Arapça kökenli sözcük bulunmaktadır. Ayrıca İngilizceye, birçoğu Arapçanın ön eki "al-" ile
başlayan birçok sözcük katmıştır.
13
Bunlardan bazıları;
14
15
16
algebra, alcohol, alchemy, alkali, alcove ve albatros, mosk, minaret, sultan, elixir, harem, girate, gazelle,
cotton, amber, sofa, mattress, tariff, magazine, arsepial, syrup, sugar, sherbet ve artichoke gibi
sözcüklerdir.
17
18
19
"Coffee" (kahve) de İngilizceye Türkçe ve İtalyanca yoluyla giren Arapça bir sözcüktür. "Assassin"
(suikast) sözcüğü "haşhaş bağımlıları" anlamındaki "haşhaşin" gibi bir Arapça sözcükten gelir. Ayrıca
İspanyolca'da 1600 civarında Arapça kelime olduğu sanılmaktadır.
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 136 / 189
Mektuplar 1
1
Gürkan HACIR’ a
2
TÜRK HARFLERİNİN KABUL VE TATBİKİ HAKKINDA KANUN
3
4
5
6
Kanun Numarası: 1353
Kabul Tarihi: 01.11.1928
Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 03.11.1928
Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 1030
7
8
Madde 1 - Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve
merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.
9
….
10
Sevgili Gürkan Hacır,
11
12
Öncelikli olarak sizi çok sevdiğimi belirteyim ki bu yazıyı bir düşmanınız yazdı diye, okumamazlık
etmeyin.
13
14
Dilin vatan toprağından, bayraktan, ulusal marştan, hatta dinlerden bile daha önemli olduğuna
inanmışımdır.
15
16
Hepsi değişebilir; vatanınız değişebilir, bayrağınız değişebilir, ulusal marşınız değişebilir, dininizi bile
değiştirebilirsiniz; kimliğiniz biraz şekil değiştirir ama yok olmaz.
17
Ama dil ? O değişirse, kimliğiniz yok olur, kanısındayım.
18
19
20
21
22
“ … bir gecede dilsiz kalmış, …”
“ … kültürel zenginliğinden hızla kopmuştu. …”
“ … Osmanlı(ca) tam 80.000 sözcükten oluşuyor …”
“ ... çok büyük bir kültürel mirasımızı da yitirdik. …”
“ … Dilde sadeleşme ve özleşme çalışmaları beraberinde edebi bir tasfiyeyi de getirdi. …”
23
Osmanlı’ nın son dönemi okuma yazma bilen sayısı kaç kişiydi?
24
25
O kültürel zenginliği Osmanlı topraklarında, benim ya da sizin kentinizde – kasabanızda ya da
köyünüzde de demiyorum – kaç kişi paylaşıyordu.
26
Bir Osmanlı(ca) Sözlüğün (Ferit Devellioğlu ) sayfalarını gelişi güzel çevirelim, isterseniz,
Berh
Berhabe
Berhur
Berizen
Cebin
Ceda
Cedvari
Devabb
Devac
Devavin
Deverani
Fecere
Fehham
Hanık
Hane-perdaz
İlhad
İlhah
İstişrab
Kühulet
Latma
Matare
Mehtabi
Nussar
Sabitat
27
28
Daha devam etmemi ister misiniz? Bu gün bu sözcüklerden ne anlayabiliyorsunuz diye sormayacağım.
Büyük olasılıkla siz Osmanlı döneminde de eğitimli olabilirdiniz, anlardınız!
29
30
31
Bu sözcükler 30 Ekim 1928 günü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için, kentliler ve köylüler için hatta
1850 de ya da 1900 de Osmanlı topraklarında yaşayanlar için ne anlam ifade ediyordu? Anlıyorlar
mıydı?
32
Sizin ya da benim büyükannelerim ne anlıyordu?
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 137 / 189
1
2
3
Adı üzerinde Osmanlı’ ca!!! Siz bu dile Türkçe diyebilir misiniz? Dünyanın neresinde görülmüş, bir
hanedan kendi dilini yaratacak? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ nda, İspanya İmparatorluğu’ nda;
Almanya, Fransa ve İngiltere İmparatorlukları’ nda böyle bir şey oldu mu?
4
Yukarıda örneklediğim gibi sözcüklerden 80 bin değil, 800 bin olsa, ne yazar?
5
Pir Sultan, Yunus, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Neşat Ertaş’ ın dedesi o sözcükleri kullandı mı?
6
7
8
Sevgili Gürkan Hacır, kanunla harfleri değiştirebilirsin, dili değiştiremezsin! O yasayla değişen harflerdi,
sözcükler değil, dil hiç değil. Eğer yukarıdaki sözcükler halk arasında yaygın kullanılan sözcükler
olsaydı, bu kadar kolay ve çabuk değişir ve unutulabilir miydi?
9
“… sadeleşme “ diyorsunuz; orada bile doğru olmayan, temeli olmayan sözcükler tuttu mu?
10
11
12
Evet, Osmanlı dönemine ait çok önemli eserler vardır. Devlet, özel kurumlar desteklerler, Osmanlı(ca)
bilmeyi birileri meslek edinir, biz de onların sayesinde o zenginliği yaşamımıza katarız, bundan da onur
duyarız, gurur duyarız. Bu başka bir şey, dilin bir gece de değiştiğini söylemek başka bir şey.
13
14
15
16
O gün, 01.Kasım.1928 de olan abece değişikliği idi, dil değil. Ama şu çok belli idi ki o abeceyle gerçek
Türkçe - Osmanlı(ca) değil – başlayacaktı. Çünkü tarladan, mutfaktan, obadan, dağdan, bayırdan
çıkmayan bir dilin halkın dili olması mümkün değildi; benim yada sizin büyük annelerimizin kullanmadığı
bir dilin halkın dili olması mümkün değildi, mümkün de olmadı zaten.
17
18
19
Saygılarımla,
Cengiz AKYOL, 23.Eylül.2009
Erenköy
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 138 / 189
Mektuplar 2
1
Gürkan HACIR’ a
2
Sevgili Gürkan Hacır,
3
4
5
“ ..Örneğin Ferit Devellioğu’ nun Osmanlı(ca)-Türkçe Sözlük’ ü , 60.000 madde başlığı içermektedir…Ali
Püsküllüoğlu’ nun Öztürkçe Sözlük’ ünün …içerdiği kelime sayısı 4.600’ dür.” Yanlış Cumhuriyet, Sevan
Nİşanyan, Sayfa 171.
6
7
Sevgili Hacır, İngilizce-Türkçe Sözlük, 120.000 madde başlığı, Almanca-Türkçe Sözlük 150.000 madde
başlığı, Fransızca-Türkçe Sözlük, 200.000 madde başlığı içerebilir. ( Sayıları salladım. )
8
Buradaki durum ne ise Osmanlı(ca)-Türkçe Sözlükteki durum da odur.
9
10
Şunu hoşumuza gitse de gitmese de kabul edeceğiz: Osmanlı(ca) bize, İngilizce, Almanca, Fransızca
kadar yabacı bir dildir, daha kötüsü de uydurulmuş, belirli bir azınlık tarafından oluşturulmuş bir dildir.
11
12
Sayın Hacır, diller oluşturulmaz. O bir halkın tarihidir, toplumsalıdır, geleneğidir. Dile bakarak o halkın
kültürünü, folklorunu, inancını vb. görürsünüz.
13
Niye arslan, kaplan, yılan, çıyan, sırtlan, denildiğini merak edersiniz!
14
15
16
Evet, dilimizdeki sözcük sayısı 4.600 diye hile yapıp oradan buradan sözcük devşirerek dil yaratmak iş
değildir. Arapça, Farsça ile niye yetiniyoruz, İngilizce, Almanca, Fransızca dillerini de devşirelim,
250.000 adet sözcük sayısına ulaşalım!
17
18
Sevgili Hacır, sözcük sayısının fazla oluşu bir dil için çeşitliliktir, zaman zaman da zenginliktir ama her
şey demek de değildir.
19
20
21
“ Çıkarmak’ la ilgili örneği de sanırım, Sevgili Sevan Nişanyan’ ın aynı kitabından aldınız! Çıkarmak
sözcüğüne karşı gelen kitapta yazılan sözcüklerin kaçı kimin için, bu günü bırakın 1900 lerde bir şey
ifade ediyordu.
22
23
24
25
Diş çıkarmak,
Hır çıkarmak,
Şapka çıkarmak,
Cıcığını çıkarmak,
26
27
dediğimizde neyi eksik anlıyoruz, Sevgili Hacır? Yukarıdaki gibi yazarsınız bir tane çıkarmak sözcüğüm
var, dersiniz.
28
29
30
31
Dişçıkarmak,
Hırçıkarmak,
Şapkaçıkarmak,
Cıcığınıçıkarmak,
32
33
Diye yazarsınız, 4 tane sözcük yaratmış olursunuz. Sevgili Hacır, hangi dildeki çıkarmak sözcüğü çıkar
sağlamak’ la aynı anlamı sağlar.
34
35
Sevgili Hacır, hoşumuza gitse de gitmese de, 4.600 adet olsa da bu dil bizim dilimiz ve adı Osmanlı(ca)
değil, Türkçe!
36
37
Saygılarımla,
Cengiz Akyol, 23.11.2009
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 139 / 189
Mektuplar 3
1
Gürkan HACIR’ a
2
Sevgili Gürkan Hacır,
3
4
5
Cevap yazarak zamanınızın bir anını da olsa bana ayırmak zorunda kalmanızdan dolayı üzgünüm, özür
dilerim. Beklediğim cevap değildi, sizi değerlendirmek hiç değildi; cevabınız beni çok onurlandırdı, bu
ayrı konu…
6
7
Elli beş yaşındaki bir mühendis olarak çevreme, okuduklarıma karşı duyarlı, tepkili ( olumlu ) olmak
istiyorum. Size yazmam, bu nedenleydi, bağışlayın beni.
8
…
9
“ Cumhuriyetin temel yanlışlarından … geçmişini inkar yoluna gitmesidir. “ diyorsunuz.
10
11
Bir süre için inkar, bir süre için yok saymak, bir süre için görmezlikten gelme ya da hep görmezlikten
gelme, gerçeği saptırma, yönlendirme …
12
Ama ne olur, inkar demeyiniz.
13
Türkçe inkar belki doğru ama Osmanlı(ca) inkar sözcüğü yerine oturmuyor!
14
“ … mirasının baştan yok saymaya çalışmak …”
15
16
Yok saymış görünebilir, birileri gerçekten de öyle düşünmüş olabilir. Ama yok saymak savı çok sınırı
aşan bir sözcük. En azından sizi tanıyorum, çok çabuk kullanılmış bir sözcük, özür dilerim.
17
18
Bir de Cumhuriyetin temel yanlışı derken, sanki bitmiş bir dönemden, bir bölümden söz ediyor, gibiyiz.
Cumhuriyet hala devam ediyor. 1923, 1930, 1940,1950 … neyse doğrularıyla yanlışlarıyla devam ediyor.
19
20
21
Birilerinin neredeyse mağara, köy beylik, ağalıklarını tarih yaptığı yerde kim Osmanlı’ yı yok sayabilir,
inkar edebilir. En azından konunun getirisi - hele de bu günde – inkar etmeyi bırakınız, hakkında
efsaneler yaratmayı gerektirir.
22
23
Çok klasik olacak (68 i lisede 78 i üniversitede yaşamış) hala Sosyalist olarak, Sevan Nişanyan’ ı hiç
değilse ismini görünce hemen düşman saymam mümkün değil, rahat olunuz.
24
Zamanınızı aldığım için tekrar özür dilerim.
25
Bir Pazar günü misafirim olmanız, sizi ağırlama fırsatını bana vermeniz, beni onurlandıracaktır.
26
27
28
Saygılarımla,
Cengiz Akyol, 30.09.2009
29
30
31
32
33
34
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 140 / 189
Mektup 4
1
Gürkan HACIR’ a
2
Sevgili Gürkan Hacır,
3
4
Türkler, tarihin çeşitli dönemlerinde birbirinden farklı 17 abece kullanmak zorunda kalmışlar. Tarihte
Türklerden başka böyle bir yığın abece değiştiren bir ulusa rastlamak mümkün değildir.
5
6
Sanırım burada sorulması gereken soru, bazıların İslami bazılarının da Osmanlıcılık adı altındaki
hezeyanları bir kenara bırakılırsa; Türkler, niye 17. ye kadar olan 16 abece değişikliğini yaptılar? Neden?
7
8
Özdemir İnce’ nin de dediği gibi ya ulus olarak aşağılık bir durumumuz var ya da ulus olarak biz de ciddi
bir şizofrenik bir durum var!
9
10
Haa bir şey daha söyleyeyim, 3. Selim’ in yemek listesini onun annesi de okuyamaz, okusa da
anlayamazdı; siz üzülmeyiniz!
11
12
13
Saygılarımla,
Cengiz Akyol, 19.04.2010
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 141 / 189
Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun
1
Türk
2
3
4
5
Kanun Numarası: 1353
Kabul Tarihi: 01.11.1928
Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 03.11.1928
Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 1030
6
7
Madde 1 - Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve
merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.
8
9
10
Madde 2 - Bu Kanunun neşri tarihinden itibaren Devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bilcümle
şirket, cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye
konulması mecburidir.
11
12
13
14
15
Madde 3 - Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin Devlet muametına tatbiki tarihi 1929
Kanunusanisinin birinci gününü geçemez. Şu kadarki evrakı tahkikiye ve fezlekelerinin ve ilamların ve
matbu muamelat cetvel ve defterlerinin 1929 Haziran iptidasına kadar eski usulde yazılması caizdir.
Verilecek tapu kayıtları ve senetleri ve nüfus ve evlenme cüzdanları ve kayıtları ve askeri hüviyet ve
terhis cüzdanları 1929 Haziranı iptidasından itibaren Türk harfleriyle yazılacaktır.
16
17
18
19
Madde 4 - Halk tarafından vaki müracaatlardan eski Arap harfleriyle yazılı olanlarının kabulü 1929
Haziranının birinci gününe kadar caizdir. 1928 senesi Kanunuevvelinin iptidasından itibaren Türkçe
hususi veya resmi levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe hususi, resmi bilcümle
mevkut, gayrı mevkut gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.
20
21
Madde 5 - 1929 Kanunusanisi iptidasından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması
mecburidir.
22
23
24
25
Madde 6 - Resmi ve hususi bütün zabıtlarda 1930 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harflerinin
stenografi makamında istimali caizdir. Devletin bütün daire müesseselerinde kullanılan kitap, kanun,
talimatname, defter, cetvel kayıt ve sicil gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması
caizdir.
26
27
Madde 7 - Para ve hisse senetleri ve bonolar ve esham ve tahvilat ve pul ve sair kıymetli evrak ile
hukuki mahiyeti haiz bilcümle eski vesikalar değiştirilmedikleri müddetçe muteberdirler.
28
29
30
31
32
33
Madde 8 - Bilümum bankalar, imtiyazlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseselerin bütün Türkçe
muamelatına Türk harflerinin tatbikı 1929 Kanunusanisinin birinci gününü geçemez. Şukadar ki halk
tarafından mezkur müesseselere 1929 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harfleriyle müracaat vakı
olduğu takdirde kabul olunur. Bu müesseselerin ellerinde mevcut eski Arap harfleriyle basılmış defter,
cetvel, kataloğ, nizamname ve talimatname gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması
caizdir.
34
35
Madde 9 - Bütün mekteplerin Türkçe yapılan tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu
kitaplarla tedrisat icrası memnudur.
36
Madde 10 - Bu Kanun neşri tarihinden muteberdir.
37
Madde 11 - Bu Kanunun ahkamını icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
38
Merbut Cetvel
39
Matbaa harfleri Yazı harfleri
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 142 / 189
1
Büyük harfler küçük harfler Büyük harfler Küçük harfler
2
A
a
K
k
B
b
L
l
C
c
M
m
Ç
ç
N
n
D
d
O
o
E
e
Ö
ö
F
f
P
p
G
g
R
r
Ğ
ğ
S
s
H
h
Ş
ş
İ
i
T
t
I
ı
U
u
J
j
Ü
ü
V
v
Y
y
Z
z
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 143 / 189
1
Türk Dil Kurumu
2
3
4
5
6
Kurum "Türk Dili Tetkik Cemiyeti" adı ile 12 Temmuz 1932' de Mustafa Kemal Atatürk' ün talimatıyla, bir
dernek olarak kurulmuştur. Kurumun kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları
olan Samih Rıfat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri' dir. Kurumun ilk başkanı Samih Rıfat Bey'
dir. Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin gereği, "Türk dilinin öz güzelliğini ve varsıllığını ortaya çıkarmak,
onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak belirlenmiştir.
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Atatürk' ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları inceleyerek, dönemindeki
bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan
Göktürk yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940' larda yayın hayatına çıkabilen
Divanü Lügati' t-Türk, Kutadgu Bilig gibi yapıtlar üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya
başlanmıştır. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü' yle ilgili
çalışmalar da Atatürk' ün sağlığında başlamıştır. Tarama Sözlüğü, 13. yüzyılda başlayan Batı Türkçe'
sinin eski eserlerinin taranmasıyla; Derleme Sözlüğü, Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin
derlenmesiyle oluşturulmuş büyük sözlüklerdir. Çağdaş Türkçenin dilbilgisi, sözlüğü, yazımı ve
terimleriyle ilgili çalışmalar da Atatürk tarafından ilgiyle izlenmiştir.
16
17
18
19
20
21
Türk Dil Kurumu'nun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede Atatürk' ün öncülüğünde özleştirme akımı
başlamıştır. Atatürk' ün ölümünden sonra öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir
konu olmuştur. Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmayı 1983'e dek sürdürmüştür. Atatürk,
ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile malvarlığının bir bölümünü Türk Dil Kurumu ile
Türk Tarih Kurumu'na bırakmıştır. Fakat Atatürk'ün vasiyetnamesi 1983' te bu kurumlar devletleştirilerek
çiğnenmiştir.
22
23
24
25
26
27
28
29
Türk Dil Kurumu' nun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır.
Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanı' nın kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951' de
değiştirilmiştir. İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982' de kabul
edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa
kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınarak devletleştirilmiş ve dernek
tüzelkişiliklerine son verilmiştir. Atatürk, 1 Kasım 1936'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 5. dönem 2.
yasama yılının açılış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun geleceği ile ilgili
dileklerini şu sözlerle dile getirmişti:
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
“Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni
gerçek ufuklar açan, ciddî ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun,
tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil
ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim
dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim.
Tarih Kurumunun Alacahöyük' te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddî
Türk tarih belgeleri, dünya kültür kahraman tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini
gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık
sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere
dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak
orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.”
41
42
43
44
45
Bugünkü Türk Dil Kurumu´nun çalışma amacı Türk dilini bağımsız bir hale getirmektir. Atatürk' ün
ifade etmiş olduğu; Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin
gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin.
Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan
kurtarmalıdır, sözü ve düşünce yolu Kurumun ilkesidir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 144 / 189
1
İştikak çının Köşesi
2
3
İştikak sözcüğü iki anlamlı kullanır, etimoloji veya türetilen sözcük olarak kullanılır. Aynı kökten
türeyen sözcükleri bir arada kullanmaya iştikak denir.
4
Bazı teknik terimler:
5
6
çekim eki (yapım eki) kelimenin manasını değiştirmeden sadece cümle içindeki fonksiyonunu belirtmek
için kullanılan ekler, ev+e git-ti+m
7
dar ünlüler
8
dönüşlülük fiilin gösterdiği işin fail yani özne üzerine yöneldiğini bildiren fiil biçimi, yıka-n-, döv-ün-
9
isim tamlaması (belirtisiz, belirtili) ev kapı-sı, evin kapısı
11
ı,i,u,ü Yanlış olarak bunlara “sesli harfler” denir.
10
iyelik eki (mülkiyet eki) baş+ım, baş+ın, baş+ı
11
yapım eki yeni kelime türetmek için kelimelerin sonuna getirilen ekler, göz+lük, ev+li
12
13
Türkçemizde bazı ekler vaktiyle tek başına birer sözcüktü, zamanla ekleştiler. Buna ekleşme diyoruz. Bu
nasıl olur?
14
güzel+dim, güzel+miş, güzel+se, gel-ir+dim,
15
güzel idim, güzel imiş, güzel ise, gelir idim
16
17
18
19
20
21
22
Türkçe’ de Eklerin Kökeni
Şiş-man, koca-man, az-man, sök-men, seğ-men, Köle-men, Türk-men" gibi sözcüklerdeki
man/-men ekinin aslında ayrı bir sözcük olduğu, sonradan ek durumuna geçtiği söylenebilir. Çünkü bu
ek, getirildiği ad ya da eylem soylu her sözcüğe genellikle "adam, insan" kavramı katmaktadır. "Değirmen" sözcüğü bile, başlangıçta daha çok "değirmenci" kavramı vermiş olmalıdır.
Bunlardan başka Prof. Jean Deny' nin dediği gibi, -daş" eki de -da kalma durumu ekiyle eş sözcüğünden
kurulmuş olabilir;
23
24
25
arkadaş=ar-ka-da+eş,
kardaş=kar-da+eş,
yoldaş=yol-da+eş
26
İkinci bir yol olarak, bazı eklerin iki ekin birleşmesiyle doğduğu söylenebilir.
27
28
Kum-sal ve yok-sul sözcüklerindeki -sal ve -sul ekleri, -sı ve -al, -ıl eklerinin birleşmesiyle oluşmuş
görünmektedir.
29
30
31
32
kumsal sözcüğü, kum-su, kum gibi anlamından, -al ekiyle genişletilmiş ve kökanlamdan mensubiyet
yüklenerek, köke bağlı sıfat gibi kullanılmış, sonra da adlaşmıştır. kumsal gibi, yoksul sözcüğü de, aynı
yolla yok-su, yok gibi anlamından yararlanılarak, -ıl ekiyle genişletilmiştir. Anadolu ağızlarında
kullanılan varsıl=varsı-l sözcüğü de aynı kuruluştadır.
33
11 İştikak: Etimoloji, türetme. Aynı kökten türeyen sözcükleri bir arada kullanmaya iştikak denir.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 145 / 189
1
Birleşik Kelimelerin Yazılışı
2
3
4
5
Belirtisiz isim tamlamaları, sıfat tamlamaları, isnat grupları, birleşik fiiller, ikilemeler, kısaltma grupları ve
kalıplaşmış çe­kimli fiillerden oluşan ifadeler, yeni bir kavramı karşıladıklarında birleşik kelime olurlar:
hanımeli, ses bilgisi; açıkgöz, toplu iğne; eli açık, söz etmek, zikretmek, gelebilmek, yazadurmak,
alıvermek; çıtçıt, altüst; başüstüne, günaydın; ateşkes, külbastı.
6
7
8
Bitişik Yazılan Birleşik Kelimeler
1. Ses düşmesine uğrayan birleşik kelimeler bitişik yazılır: kaynana (< kayın ana), kaynata (< kayın ata),
nasıl (< ne asıl), niçin (< ne için), pazartesi (< pazar ertesi), sütlaç (< sütlü aş), birbiri (< biri biri).
9
10
11
2. Et- ve ol- yardımcı fiilleriyle birleşirken ses düşmesine veya ses türemesine uğrayan birleşik kelimeler
bitişik yazılır: emretmek (<emir etmek), kaybolmak (<kayıp olmak); haletmek (<hal’ etmek=tahttan
indirmek), meno­lunmak (<men’ olunmak); affetmek (<af etmek), reddetmek (<ret etmek).
12
13
UYARI: Sadece söyleyişte tonlulaşma biçiminde ses değişmesine uğrayanlar ayrı yazılır: azat etmek,
hamt etmek, izah etmek, iktisap et­mek. Bu örneklerde tonluluk söyleyişte belirtilir.
14
15
3. Kelimelerden her ikisi veya ikincisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine
uğradığında bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır.
16
17
18
19
20
3.1. Bitki adları: aslanağzı, civanperçemi, keçiboynuzu, kuşburnu, turnagagası, açıkağız, akkuyruk (çay),
alabaş, altınbaş (kavun), altıparmak (palamut), beşbıyık (muşmula), acemborusu, çobançantası,
gelinfeneri, karnıkara (börülce), kuşyemi, şeytanarabası, venüsçarığı, yılan­yastığı, akşamsefası,
camgüzeli, çadıru­şağı, gecesefası, ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), havvaanaeli,
meryemanaeldiveni.
21
22
23
24
25
3.2. Hayvan adları: danaburnu (böcek), akbaş (kuş), alabacak (at), bağrıkara (kuş), beş­parmak (deniz
hayvanı), beşpençe (deniz hayvanı), çakırkanat (ördek), elmabaş (tepeli dalgıç), kababurun (balık),
kamçıkuyruk (koyun), kamışkulak (at), karabaş, karagöz (balık), kara­fatma (böcek), kızılkanat (balık),
sarıkuyruk (balık), yeşilbaş (ördek), sazkayası (balık), sırtı­kara (balık), şeytaniğnesi, yalıçapkını (kuş),
bozbakkal (kuş), bozyürük (yılan), karadul (örümcek), sarısabır (bitki).
26
3.3. Hastalık adları: itdirseği (arpacık), delibaş, karabacak, karata­ban.
27
28
29
30
3.4. Alet ve eşya adları: balıkgözü (halka), deveboynu (boru), domuzayağı (çubuk), domuztır­nağı
(kanca), horozayağı (burgu), kargaburnu (alet), keçitırnağı (oyma kalemi), kedigözü (lamba),
leylekgagası (alet), sıçankuyruğu (törpü), baltabaş (gemi) gagaburun (gemi), kancabaş (kayık),
adayavrusu (tekne).
31
32
33
3.5. Biçim adları: ayıbacağı (yelken biçimi), balıksırtı (desen), civankaşı (nakış), eşek­sırtı (çatı biçimi),
kazkanadı (oyun), kırlangıçkuyruğu (işaret), koçboynuzu (işaret), köpekkuyruğu (spor), sıçandişi (dikiş),
balgümeci (dikiş), beşikörtüsü (çatı biçimi), turnageçidi (fırtına).
34
35
36
3.6. Yiyecek adları: dilberdudağı (tatlı), hanımgöbeği (tatlı), hanımparmağı (tatlı), ka­dınbudu (köfte),
kadıngöbeği (tatlı), kargabeyni (yemek), kedidili (bisküvi), tavukgöğsü (tatlı), vezirparmağı (tatlı),
bülbülyuvası (tatlı), kuşlokumu (kurabiye), alinazik (kebap).
37
3.7. Oyun adları: beştaş, dokuztaş, üçtaş.
38
39
40
3.8. Gök cisimlerinin adları: Altıkardeş (yıldız kü­mesi), Arıkovanı (yıldız kümesi), Büyükayı (yıldız
kümesi), Demirkazık (yıldız), Küçükayı (yıldız kü­mesi), Kervankıran (yıldız), Samanyolu (yıldız kümesi),
Yedikardeş (yıldız kümesi).
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 146 / 189
1
2
3.9. Renk adları: baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, gülkurusu, kavuniçi, narçi­çeği,
ördekbaşı, ördekgagası, tavşanağzı, tavşankanı, turnagözü, vapur­dumanı, vişneçürüğü, yavruağzı.
3
4
5
6
4. -a, -e, -ı, -i, -u, -ü zarf-fiil ekleriyle bilmek, vermek, kalmak, durmak, gelmek, görmek ve yazmak
fiilleriyle yapılan tasvirî fiiller bitişik yazılır: alabildiğine, düşünebilmek, yapabil­mek; uyuyakalmak;
gidedurmak, yazadurmak; çıkagelmek, olagelmek, süregelmek; düşeyazmak, öleyazmak; alıvermek,
gelivermek, gülüvermek, uçuvermek; düşmeyegör, ölmeyegör.
7
8
9
5. Bir veya iki ögesi emir kipiyle kurulan kalıplaşmış birleşik keli­meler bitişik yazılır: alaşağı, albeni,
ateşkes, çalçene, çalyaka, dönbaba, gelberi, incitmebeni, rastgele, sallabaş, sallasırt, sıkboğaz,
unutmabeni; çekyat, geçgeç, kaçgöç, kapkaç, örtbas, seçal, veryansın, yapboz, yazboz tahtası.
10
11
6. -an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez ve -mış/-miş sıfat-fiil eklerinin kalıplaşmasıyla oluşan birleşik
kelimeler bitişik yazılır:
12
13
ağaçkakan, alaybozan, cankurtaran, çöpçatan, dalgakıran, demirkapan, etyaran, filizkıran, gökdelen,
oyunbozan, saçkıran, yelkovan, yolgeçen;
14
15
akımtoplar, altıpatlar, barışsever, basınçölçer, betonkarar, bilgisayar, çoksatar, dil­sever, füzeatar,
özezer, pürüzalır, uçaksavar, yurtsever;
16
17
baştanımaz, değerbilmez, etyemez, hacıyatmaz, kadirbilmez, karıncaez-mez, kuşkonmaz, külyutmaz,
tanrıtanımaz, varyemez;
18
çokbilmiş, güngörmüş.
19
20
21
7. İkinci kelimesi -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) kalıplaşmış belirli geçmiş zaman ekleriyle kurulan
birleşik kelimeler bitişik yazılır: albastı, ciğerdeldi, çıtkırıldım, dalbastı, fırdöndü, gecekondu, gündöndü,
hünkârbeğendi, imambayıldı, karyağdı, külbastı, mirasyedi, papazkaçtı, serdengeçti, şıpsevdi, zıpçıktı.
22
23
24
25
8. Her iki kelimesi de -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü) belirli geçmiş zaman veya -r /-ar /-er geniş
zaman eklerini almış ve kalıplaşmış bulunan birleşik kelimeler bitişik yazı­lır: dedikodu, kaptıkaçtı,
oldubitti, uçtuuçtu (oyun); biçerbağlar, biçerdö­ver, göçerkonar, kazaratar, konargöçer, okuryazar,
uyurgezer, yanardö­ner, yüzergezer.
26
Aynı yapıda olan çakaralmaz kelimesi de bitişik yazılır.
27
28
29
9. Somut olarak yer bildirmeyen alt, üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler
bitişik yazılır: ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı (gözetim), şuuraltı; akşamüstü, akşamüzeri, ayaküstü, ayaküzeri,
bayra­müstü, gerçeküstü, ikindiüstü, olağanüstü, öğleüstü, öğleüzeri, suçüstü, yüzüstü.
30
31
32
33
10. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları ve lakaplar bitişik yazılır:
Alper, Aydoğdu, Birol, Gülnihal, Gülseren, Gündoğdu, Şenol, Varol; Abasıyanık, Adıvar, Atatürk, Gökalp,
Güntekin, İnönü, Karaosmanoğlu, Tanpınar, Yurdakul; Boynueğri Mehmet Paşa, Tepedelenli Ali Paşa,
Yirmisekiz Çelebi Mehmet, Yedisekiz Hasan Paşa.
34
35
11. İki veya daha çok kelimeden oluşmuş Türkçe yer adları bitişik yazılır: Çanakkale, Gümüşhane;
Acıpayam, Pınarbaşı, Şebinkarahisar; Beşiktaş, Kabataş.
36
37
38
39
40
Şehir, kent, köy, mahalle, dağ, tepe, deniz, göl, ırmak, su vb. kelime­lerle kurulmuş sıfat tamlaması ve
belirtisiz isim tamlaması kalıbındaki yer adları bitişik yazılır: Akşehir, Eskişehir, Suşehri, Yenişehir;
Atakent, Batıkent, Konutkent, Korukent, Çengelköy, Sarıyer, Yenimahalle; Karabağ, Karadağ, Uludağ;
Kocatepe, Tınaztepe; Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz; Acıgöl; Kızılırmak, Yeşilırmak; İncesu, Karasu,
Sarısu, Akçay.
41
42
43
12. Kişi adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarında unvan
kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır: Abidinpaşa, Bayrampaşa, Davutpaşa,
Ertuğrulgazi, Kemalpaşa (ilçesi); Necatibey (Caddesi), Mustafabey (Caddesi).
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 147 / 189
1
13. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır: güneybatı, güney­doğu, kuzeybatı, kuzeydoğu.
2
3
14. Bunlardan başka dilimizde her iki ögesi de asıl anlamını koru­duğu hâlde yaygın bir biçimde
gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan keli­meler de vardır:
4
5
6
14.1. Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları: başağırlık, başbakan, başçavuş, başeser, başfiyat,
başhekim, başhemşire, başkahraman, başka­rakter, başkent, başkomutan, başköşe, başmüfettiş,
başöğretmen, baş­parmak, başpehlivan, başrol, başsavcı, başşehir, başyazar.
7
8
14.2. Bir topluluğun yöneticisi anlamındaki başı sözüyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları: aşçıbaşı,
binbaşı, çarkçıbaşı, çeribaşı, ele­başı, mehterbaşı, onbaşı, ustabaşı, yüzbaşı.
9
14.3. Oğlu, kızı sözleri: çapanoğlu, eloğlu, hinoğluhin, elkızı.
10
11
14.4. Ağa, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelime­ler: ağababa, ağabey, beyefendi,
efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa, hıyarağalık, kadınnine, paşababa.
12
13
14.5. Biraz, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiç­biri, herhangi belirsizlik sıfat ve zamirleri
de gelenekleşmiş olarak biti­şik yazılır.
14
15
15. Ev kelimesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik ya­zılır: aşevi, bakımevi, basımevi, doğumevi,
gözlemevi, huzurevi, ko­nukevi, orduevi, öğretmenevi, polisevi, yayınevi.
16
17
18
16. Hane, name, zade kelimeleriyle oluşturulan birleşik kelime­ler bitişik yazılır: çayhane, dershane,
kahvehane, yazıhane; beyanname, kanunname, se­yahatname, siyasetname; amcazade, dayızade,
teyzezade.
19
20
UYARI: Eczahane, hastahane, pastahane, postahane sözleri kullanımdaki yaygınlık dolayısıyla eczane,
hastane, pastane, postane biçiminde yazılmaktadır.
21
22
23
17. Farsça kurala göre oluşturulan isim ve sıfat tamlamaları ile ka­lıplaşmış biçimler bitişik yazılır:
cürmümeşhut, darıdünya, ehli­beyit, ehvenişer, erkânıharp, fecrisadık, gayrimenkul, gayrimeşru,
hüsnükuruntu, hüsnüniyet, suikast, hamdüsena, hercümerç.
24
25
26
27
18. Arapça kurala göre oluşturulan tamlamalar ve kalıplaşmış biçimler bitişik yazılır: aliyyülâlâ,
ceffelkalem, darülaceze, darülfünun, daüssıla, fevkalade, fevkalbeşer, hıfzıssıhha, hüvelbaki,
şey­hülislam, tahtelbahir, tahteşşuur; âlemşümul, cihanşümul, aleykümselam, Allahualem, bismillah,
fenafillah, fisebilillah, hafazanallah, inşallah, maşallah, velhasıl, velhasılıkelam.
28
19. Müzik makam adları bitişik yazılır: acembuselik, hisarbuselik, muhayyerkürdi.
29
Bir sıfatla oluşturulan usul adlarında sıfat ayrı yazılır: ağır aksak, yürük aksak, yürük semai.
30
31
20. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilmiş olan kuruluş adları bitişik yazılır: İçişleri,
Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim.
32
33
34
35
36
37
38
Ayrı Yazılan Birleşik Kelimeler
1. Etmek, edilmek, eylemek, kılmak, kılınmak, olmak, olunmak yar­dımcı fiilleriyle kurulan birleşik fiiller
herhangi bir ses düşme­sine veya türemesine uğramazsa ayrı yazılır: alt etmek, arz etmek, azat etmek,
boş olmak, dans etmek, el etmek, göç etmek, ilan etmek, kabul etmek, kul etmek, kul olmak, not etmek,
oyun etmek, sağ olmak, söz etmek, terk etmek, var ol­mak, yok etmek, yok olmak.
2. Birleşme sırasında kelimelerinden hiçbiri veya ikinci kelimesi anlam değişikliğine uğ­ramayan birleşik
kelimeler ayrı yazılır.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 148 / 189
1
2.1. Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
2
3
ada balığı, ateş balığı, dil balığı, fulya balığı, kedi balığı, kılıç balığı, köpek balığı, ton balığı, yılan balığı;
acı balık, bıyıklı balık, dikenli balık.
4
5
ardıç kuşu, arı kuşu, çalı kuşu, deve kuşu, muhabbet kuşu, saka kuşu, tarla kuşu, yağmur kuşu; alıcı
kuş, boğmaklı kuş, makaralı kuş.
6
7
ağustos böceği, ateş böceği, cırcır böceği, hamam böceği, ipek böceği, uçuç böceği, uğur böceği; ağılı
bö­cek, çalgıcı böcek, sümüklü böcek.
8
at sineği, et sineği, meyve sineği, sığır sineği, su sineği, uyuz sineği.
9
10
11
12
deniz yılanı, ok yılanı, su yılanı; Ankara keçisi, dağ keçisi, yaban keçisi; fındık faresi, tarla faresi; dağ
sıçanı, tarla sıçanı; Beç tavuğu, dağ tavuğu; Amerika tavşanı, yaban tav­şanı; kaya örümceği, şeytan
örümceği; bal arısı, yaban arısı; Pekin ördeği, yaban ördeği; Ankara kedisi, Van kedisi; Afrika domuzu,
yaban domuzu.
13
2.2. Bitki türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
14
15
ayrık otu, beşparmak otu, çörek otu, eğrelti otu, güzelavrat otu, kelebek otu, ökse otu, pisipisi otu,
taşkıran otu, yüksük otu; acı ot, sütlü ot.
16
17
ateş çiçeği, çuha çiçeği, güzelhatun çiçeği, ipek çiçeği, küpe çiçeği, lavanta çiçeği, mum çiçeği, yayla
çiçeği, yıldız çiçeği; ölmez çiçek.
18
19
avize ağacı, ban ağacı, dantel ağacı, kâğıt ağacı, mantar ağacı, mercan ağacı, öd ağacı, pelesenk
ağacı, süt ağacı, tespih ağacı; kör ağaç.
20
altın kökü, boya kökü, eğir kökü, helvacı kökü, meyan kökü; ek kök, saçak kök, yumru kök.
21
22
23
24
25
dağ elması, yer elması; çalı dikeni, deve dikeni; köpek üzümü, kuş üzümü; çakal armudu, dağ armudu;
at kestanesi, kuzu kestanesi; can eriği, gövem eriği; kuzu mantarı, yer mantarı; su ka­mışı, şeker kamışı;
dağ nanesi, taş nanesi; ayı gülü, Japon gülü; Antep fıstığı, çam fıstığı; sırık fasulyesi, soya fasulyesi;
Amerika bademi, taş bademi; Afrika menek­şesi, deniz menekşesi; Japon sarma­şığı, kuzu sarmaşığı;
Hint inciri, kavak inciri; armut kurusu, kayısı ku­rusu; su sarımsağı, şeker pancarı.
26
kuru fasulye, kuru incir, kuru soğan, kuru üzüm.
27
28
29
UYARI: Çiçek dışında anlamlar taşıyan baklaçiçeği (renk), narçi­çeği (renk), suçiçeği (hastalık); ot
dışında anlamlar taşıyan ağızotu (barut), sıçanotu (arsenik); ses düşmesine uğramış olan çöreotu ve
yay­gın bir biçimde gelenekleşmiş olan semizotu, dereotu bitişik yazılır.
30
2.3. Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler:
31
32
alçı taşı, bileği taşı, çakmak taşı, damla taşı, Hacıbektaş taşı, ki­reç taşı, lüle taşı, Oltu taşı, sünger taşı,
yılan taşı; buzul taş, damla taş, dikili taş, kayağan taş, yaprak taş.
33
34
35
36
37
arap sabunu, el sabunu; kahve değirmeni, yel değirmeni; kahve dolabı, su dolabı; oturma odası; duvar
saati, kol saati; duvar takvimi, masa takvimi; yemek masası; itfaiye aracı, kurtarma aracı; masa ör­tüsü,
yatak örtüsü; el kitabı, Frenk gömleği, İngiliz anahtarı, İngiliz si­cimi; alt geçit, tüp geçit, üst geçit, çekme
demir, çekme kat, dolma kalem, dönme dolap, kesme kaya, toplu iğne, vurmalı çalgılar, vurmalı sazlar,
yapma çiçek.
38
afyon ruhu, katran ruhu, lokman ruhu, nane ruhu, tuz ruhu.
39
40
2.4. Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler: Arnavut kaldırımı; çevre yolu, deniz yolu, hava yolu, kara
yolu, keçi yolu; köprü yol.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 149 / 189
1
2
3
2.5. Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulan birleşik ke­limeler: açık oturum, açık öğretim,
ana dili, ay tutulması, baş ağrısı, baş belası, baş dönmesi, çıkış yolu, çözüm yolu, dil birliği, din birliği,
güç birliği, iş birliği, iş bölümü, madde başı, ses uyumu, yer çekimi.
4
5
2.6. Bilim ve bilgi sözleriyle kurulan birleşik kelimeler: anlam bilimi, dil bilimi, edebiyat bilimi, gök bilimi,
halk bilimi, ruh bilimi, toplum bilimi, toprak bilimi, yer bilimi; dil bilgisi, halk bilgisi, ses bil­gisi, şekil bilgisi.
6
7
2.7. Yuvar ve küre sözleriyle kurulan birleşik kelimeler: göz yuvarı, hava yuvarı, ısı yuvarı, ışık yuvarı,
renk yuvarı, yer yuvarı; hava küre, ışık küre, su küre, taş küre, yarı küre, yarım küre.
8
9
10
11
12
2.8. Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler: bohça böreği, su böreği, talaş böreği;
ba­dem yağı, çiçek yağı, kuyruk yağı; arpa suyu, maden suyu, meyve suyu; kaşar peyniri, tulum peyniri,
beyaz peynir; Adana kebabı, tas kebabı, Urfa kebabı; İnegöl köftesi, İzmir köftesi; ezogelin çorbası,
mercimek çor­bası, yoğurt çorbası; irmik helvası, kâğıt helvası, koz helva; acı badem kurabiyesi;
Kemalpaşa tatlısı, peynir tatlısı, yoğurt tatlısı; ba­dem şekeri, balık yumurtası.
13
14
burgu makarna, çubuk makarna, yüksük makarna; kakaolu kek, üzümlü kek; çiğ köfte, içli köfte; dolma
biber, kesme şeker, süzme yoğurt, yarma şeftali; kuru yemiş.
15
16
2.9. Gök cisimleri: Çoban Yıldızı, Kervan Yıldızı, Kutup Yıldızı, kuy­ruklu yıldız; gök taşı, hava taşı,
meteor taşı.
17
18
19
20
2.10. Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulan birleşik kelimeler: patlak göz, süzgün göz;
aşık kemiği, bel kemiği, elmacık kemiği; serçe parmak, şehadet par­mağı, yüzük parmağı; azı dişi, köpek
dişi, süt dişi; kuyruk sokumu, safra kesesi; çatma kaş, takma diş, takma kirpik, takma kol; ekşi surat,
kepçe surat; gaga burun (kimse), karga burun, kepçe kulak, ça­kır pençe, demir yumruk, kuru kemik.
21
22
23
2.11. Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hay­van ve nesne adlarıyla kurulan
birleşik kelimeler: çetin ceviz, çöpsüz üzüm; eski kurt, sarı çıyan, sağmal inek; ağır top, eksik etek, eski
toprak, eski tüfek, kara maşa, sapsız balta.
24
2.12. Zamanla ilgili birleşik kelimeler: bağ bozumu, gece yarısı, gün or­tası, hafta başı, hafta sonu.
25
26
27
28
3. -r / -ar / -er, -maz / -mez ve -an / -en sıfat-fiil ekleriyle kurulan sıfat tam­laması yapısındaki birleşik
kelimeler ayrı yazılır: bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner sermaye, güler yüz, koşar adım, yazar kasa,
yeter sayı; çıkmaz sokak, geçmez akçe, görünmez kaza, ölmez çiçek, tükenmez kalem; akan yıldız,
doyuran buhar, uçan daire.
29
30
31
4. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamla­ması yapısındaki renk adları ayrı yazılır:
bal rengi, duman rengi, gümüş rengi, portakal rengi, saman rengi; ateş kırmızısı, boncuk mavisi, çivit
mavisi, gece mavisi, limon sa­rısı, safra yeşili, süt kırı.
32
33
5. Rengin tonunu belirtmek üzere renkten önce kullanılan sıfatlar ayrı yazılır: açık mavi, açık yeşil, kara
sarı, kirli sarı, koyu mavi, koyu yeşil.
34
35
36
37
6. Yer adlarında kullanılan batı, doğu, güney, kuzey, güneybatı, güneydoğu, kuzeybatı, kuzeydoğu,
aşağı, orta, yukarı, iç, yakın, uzak kelimeleri ayrı yazılır: Doğu Anadolu, Batı Trakya, Orta Anadolu,
Kuzey Amerika, Güney Amerika, Orta Asya, Orta Doğu, Yakın Doğu, Uzak Doğu, Güneybatı Anadolu, İç
Asya, İç Anadolu, Aşağı Ayrancı, Yukarı Ayrancı.
38
39
40
41
7. Kişi adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında sondaki
unvanlar hariç, şahıs adları ayrı yazılır: Yunus Emre Mahallesi; Gazi Mustafa Kemal Bulvarı; Ziya Gökalp
Bulvarı; Nene Hatun Caddesi; Fevzi Çakmak Sokağı, Cemal Nadir Sokağı; Koca Mustafapaşa; Kâzım
Karabekir Eğitim Fakültesi, Sultan Ahmet Camii, Sütçü İmam Üniversitesi.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 150 / 189
1
2
3
8. Dış, iç, öte, sıra sözleriyle oluşturulan bir­leşik kelime ve terimler ayrı yazılır: ahlak dışı, çağ dışı, din
dışı, kanun dışı, olağan dışı, yasa dışı; ceviz içi, hafta içi, yurt içi; fizik ötesi, kızıl ötesi, mor ötesi, sınır
ötesi; aklı sıra, ardı sıra, peşi sıra, yanı sıra.
4
5
9. Somut olarak yer belirten alt ve üst sözleriyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: deri
altı, su altı, toprak altı, yer altı (yüzey); arka üstü, baş üstü, böbrek üstü bezi, tepe üstü (trafikte).
6
7
8
9
10
11
10. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift
sözlerinin başa getirilmesiyle oluştu­rulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: alt yazı; üst kat, üst
küme; ana bilim dalı, ana dili; ön söz, ön yargı; art damak, art niyet; arka teker; yan cümle, yan etki; karşı
görüş, karşı oy; iç sa­vaş, iç tüzük; dış borç, dış hat; orta kulak, orta oyunu; büyük anne, büyük baba;
küçük harf, küçük parmak; sağ açık, sağ bek; sol açık, sol bek; peşin fikir, peşin hüküm; bir gözeli, bir
hücreli; iki anlamlı, iki eşeyli; tek eşli, tek hücreli; çok düzlemli, çok hücreli; çift ayaklılar, çift kanatlılar.
12
Türk Lehçelerinin Söyleşme Oranları ve Miktarları
13
14
15
16
17
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 151 / 189
1
Runik Yazı
2
3
Rök taşı, Futhark alfabesiyle yazılmış en uzun metni içeren yazıt, İsveç
4
5
Macar runik yazısı
6
7
8
16 harfe indirgenmiş Futhark alfabesi
9
10
Runik yazı Ön-Türkler, Etrüskler, Macarlar ve vaktiyle Kuzey Avrupa ülkelerinde (İsveç, Norveç,
Finlandiya, Almanya vs.) yaşayanlar tarafından kullanılmış bir yazı sistemidir.
11
12
13
14
15
16
Bu yazı sisteminin, Kuzey Avrupa ülkelerinde kullanılmış alfabesine Runik Alfabe ya da Futhark adı
verilir. Bu alfabeye verilen Futhark adı, alfabedeki ilk 6 harfin kullanılmasıyla oluşturulmuş yapay bir
addır ve İskandinav mitolojisindeki göksel yaşam kavramını ifade eder. Runik adı ise, maji ve kahinlikle
ilgili görülen bu alfabeyi kullanmış eski Cermen dili halklarının (Angıl’lar, Vikingler vs.) Run’lar (runes)
adıyla anılmış olmasıdır. Run (rune) sözcüğünün Hint-Avrupa dillerindeki anlamı sırdır (mister).(Bu
sözcükten türetilmiş raunen sözcüğü « sırdan söz etmek, mırıldanmak » anlamına gelir.)
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 152 / 189
1
2
Orhun ABeCe’ siyle Yazılmış Tonyukuk Dikilitaşı
3
4
5
6
Futhark ABeCe’ si olarak bilinen, Kuzey Avrupa’daki runik alfabe vaktiyle İskandinav ülkelerinde
yaşayanların belirlediği 24 takımyıldıza denk düşecek şekilde 24 harflidir ki, bu halklardan Vikingler bu
24 takımyıldızın oluşturduğu hatta “run (rune) hattı” adını vermişlerdi. 24 harfli olan ilk Futhark
alfabesinin 800 yılları civarında 16 harfe düştüğü sanılmaktadır.
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
Çoğu kaya üzerine yazılmış olan, Avrupa’daki runik yazıtlar 2.yüzyıldan 17.yüzyıla dek tarihlenmekte
olup, sayıları 5.000’ i aşmaktadır. Bunların çoğu İsveç’te,1000 kadarı Norveç’ te ve 700 kadarı
Danimarka’dadır. Grönland, İzlanda, İrlanda ve Britanya Adaları’nda da runik yazı metinlerine
rastlanmıştır. Kuzey Avrupa’da kullanılan runik yazı Töton tarzı, Angıl tarzı ve İskandinav tarzı olmak
üzere üç grupta ele alınır. Bu runik yazıların bazıları kimi Etrüsk ve Ön-Türk metinlerinde de görüldüğü
gibi sağdan sola doğru yazılmıştır ki, Latin alfabesi kullanan Avrupalı dilbilimciler bu yüzden ilk zamanlar
bu yazıları çözmede ve okumada güçlük çekmişlerdir. Avrupa’daki runik yazılar günümüzde
okunabilmekle birlikte anlamları bakımından halen tam olarak çözülememişlerdir. Bu yazıların
çözülmesindeki güçlük, eldeki az veriyle ve belli belirsiz kanıtlara dayanarak tahmin yürütme
anlamındaki “runik yazıyı okuma” deyimini doğurmuştur. Avrupa’daki runik metinlerin çözülmesinde artık
Türk araştırmacıların da katkısı olmaya başlamıştır. Çünkü Türk runik yazısında uzmanlaşmış olanlar
Futhark yazısını da okuyabilmektedirler.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 153 / 189
1
2
Björketorp Taşı
3
4
5
6
Futhark' ın Ortaçağ'da kullanılan hali ve Latin alfabesindeki karşılıkları. Latin alfabesinin Etrüsk
alfabesinden türetilmiş olup, dönüşümler geçirerek son halini aldığı kabul edilmektedir.
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
Futhark alfabesinin kökeni bilinmemekte olup, kökeni hakkında yalnızca varsayımlar ileri
sürülebilmektedir. Bunlardan birine göre runik yazının Avrupa’ya gelişi çok eski zamanlarda OrtaAsya’daki Ön-Türkler’ in bir kısmının Batı’ya göçleri aracılığıyla olmuştur. Runik yazı konusundaki
uzmanlardan biri olan Kazım Mirşan’ın sözünü ettiği, Avrupa’daki yazıtlardan çok daha eski tarihlere
dayanan, Asya’daki, runik yazıların bulunduğu yazıtlarla ilgili yeni arkeolojik keşifler kimilerine göre bu
tezi desteklemektedir. (Ayrıca, Asya’da keşfedilen yeni yazıtlar, Ön-Türkler’in runik yazısının Orhun
alfabesinin harfleri ile sınırlı olmadığını göstermektedir.) Bu görüşte olanların bir kısmına göre,
Batılılar’ca runik yazı olarak adlandırılan yazıya Orhun yazısı ya da Göktürk yazısı demek daha doğru
olacaktır. Çünkü Kuzey Avrupa runik yazısı Asya’daki runik yazının bir versiyonundan başka bir şey
değildir ve hepsinin kökeninde Türk damga (tamga) yazısı bulunmaktadır. (Damga yazısı damga denilen
sembol ve işaretlerden (piktogram, ideogram gibi petroglifler) oluşan çok eski Türk resim yazısıdır ki,
Aristov gibi Rus bilginlerine göre Türk runik yazısı bu eski Türk damgalarından türetilmiştir.) Bir başka
varsayıma göre de, runik yazı, yine Asya’dan veya Anadolu’dan İtalya’ya göç eden Etrüskler’in
aracılığıyla yayılmıştır.Avrupa kavimlerinin birçoğunu Uygur Türkleri' nin torunları olarak kabul eden
James Churchward’ un Mu kıtası varsayımından yola çıkan bazı yazarlar ise, Avrasya’daki runik yazının
kökeninin Orta-Asya olduğunu kabul etmekle birlikte gerek bu yazının gerekse önceki resim yazılarının
kökeninin sembollerden oluşan Mu alfabesi olabileceğini düşünmektedirler. Her ne şekilde olursa olsun
Avrupa’daki ve Asya’daki runik yazıların ortak bir kökeni olduğu fikri giderek kabul görmektedir.
25
26
27
28
29
30
Runik yazıyla ilgili çalışma yapan Türk araştırmacılar arasında Turgay Kürüm, İsmail Doğan ve Kazım
Mirşan’ ın isimleri sayılabilir. Kürüm ve Doğan’ın son çalışmaları "Türk Runik Yazısıyla İlgili Yapılan Son
Çalışmalar” adıyla kısa zaman önce yayımlanmıştır. Runik yazıyla ilgili olarak Türkçe yayımlanan diğer
eserler arasında Kazım Mirşan’ ın bazı eserleri ve Türk Dil Kurumu tarafından 2000 yılında yayımlanan,
İsmail Doğan tarafından hazırlanan “Doğu Avrupa'daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar” adlı eser
sayılabilir.
31
32
33
34
35
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 154 / 189
1
Altın Elbiseli Adam
Esik (Issık) kurganında bulunan Altından işlenmiş
zırh Kazakistan’ da Altın elbiseli adam pulu Altın
elbiseli adam, 1969' da dönemin Kazakistan' nin
Almaata şehrinin 50 km ve Salagar Alüvyonlu
toprağının 20 km doğusunda, garaj yapmak ve
yolu düzlemek için yapılan çalışmalar sırasında
tesadüfen bulundu. Kemal Akişev Başkanlığı’
ndaki Kazakistan Tarih, Etnografya ve Arkeoloji
Enstitüsü'nün arkeolog ekibi tarafından incelenen
Esik Kurganı adlı İskitler veya Sakalara ait
kurgandan çıkarılan binlerce altın parçadan
oluşturulan zırh. MÖ 5. yüzyıla ait olduğu ve Saka
prens veya prensesi olduğu düşünülmektedir
Issık Göl’ e yakın Esik Çayı kıyısında Kazak
arkeologları tarafından yapılan bir kurgan
kazısında, MÖ 4. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen
mezarda; çok kıymetli eserlerle, 15-16 yaşlarında
çok gösterişli kıyafetle gömülü bir genç (Alp)
ortaya çıkarılmıştır. “Alp’in üzerindeki kıyafet,
sağdan sola doğru kapanan ‘V’ yakalı kısa kaftan,
dar süvari pantolonu, diz altında kalan kısa
yumuşak çizmeden oluşmaktadır. Kaftan ve
çizme üçgen biçiminde işlenmiş, küçük altın
levhalar yan yana ve üst üste dikilerek adeta altın
bir zırhla kaplanmıştır. Kıyafette kullanılan ipliğin
altın olduğu ve altının eğrilerek iplik haline
getirildiği anlaşılmaktadır. Belinde 16 büyük altın
levha ile süslü kemeri, kını ve kabzası altın
süslemeli bir kaması vardır. Elbisenin üzerindeki
sayıları 4000’ i bulan bütün diğer altın levhalar; at,
kaplan, geyik, pars, kurt, dağ keçisi, aslan ve
yırtıcı kuş figürleri ile işlenmiş olup, Kuzey ve Orta
Asya maden sanatının gelişmiş bir üslubunu
göstermektedir. Elbisenin yanında yer alan gümüş
tabaklarda ise Göktürk ABeCe’ siyle “Tigin
(Alp) 23’ ünde öldü. Esik (Issık) halkının başı
sağolsun” cümlesi yazılıdır. Diğer yandan bu
yazı, Göktürk ABeCe’ sinin M.Ö. IV. yüzyılda da
kullanıldığının en önemli kanıtıdır.”
2
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 155 / 189
1
2
Altın Elbiseli Adam’ın Yanında Bulunan Tas
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 156 / 189
1
Osmanlı Lisanı Harfleri
Adı
ALA-LC Harf
Çevirisi
Güncel
Türkçesi
elif
a, â
a, e, â
hemze
ˀ
', a, e, i, u, ü
be
b, p
b
pe
p
p
te
t
t
se
s
s
cim
c, ç
c
çim
ç
ç
ha
ḥ
h
hı
ẖ, x
h
—
dal
d
d
—
zel
z
z
—
re
r
r
—
ze
z
z
—
je
j
j
sin
s
s
şın
ş
ş
sad
ṣ
s
dad
ż, ḍ
d, z
tı
ṭ
t
Korunmuş Bitiş Orta Başlangıç
‫ﺍ‬
‫ﺀ‬
‫ﺏ‬
‫ﭖ‬
‫ﺕ‬
‫ﺙ‬
‫ج‬
‫چ‬
‫ﺡ‬
‫ﺥ‬
‫ﺩ‬
‫ﺫ‬
‫ﺭ‬
‫ﺯ‬
‫ﮊ‬
‫ﺱ‬
‫ﺵ‬
‫ﺹ‬
‫ﺽ‬
‫ﻁ‬
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
‫ﺎ‬
—
—
‫ﺐ‬
‫ﭗ‬
‫ﺖ‬
‫ﺚ‬
‫ﺞ‬
‫ﭻ‬
‫ﺢ‬
‫ﺦ‬
‫ﺪ‬
‫ﺬ‬
‫ﺮ‬
‫ﺰ‬
‫ﮋ‬
‫ﺲ‬
‫ﺶ‬
‫ﺺ‬
‫ﺾ‬
‫ﻂ‬
‫ﺒ‬
‫ﭙ‬
‫ﺘ‬
‫ﺜ‬
‫ﺠ‬
‫ﭽ‬
‫ﺤ‬
‫ﺨ‬
‫ﺴ‬
‫ﺸ‬
‫ﺼ‬
‫ﻀ‬
‫ﻄ‬
‫ﺑ‬
‫ﭘ‬
‫ﺗ‬
‫ﺛ‬
‫ﺟ‬
‫ﭼ‬
‫ﺣ‬
‫ﺧ‬
‫ﺳ‬
‫ﺷ‬
‫ﺻ‬
‫ﺿ‬
‫ﻃ‬
Harf devrimi 157 / 189
‫ﻅ‬
‫ﻉ‬
‫ﻍ‬
‫ﻑ‬
‫ﻕ‬
‫ﻙ‬
‫ﮒ‬
‫ﻆ‬
‫ﻊ‬
‫ﻎ‬
‫ﻒ‬
‫ﻖ‬
‫ﻚ‬
‫ﮓ‬
‫ﻈ‬
‫ﻌ‬
‫ﻐ‬
‫ﻔ‬
‫ﻘ‬
‫ﻜ‬
‫ﮕ‬
‫ﻇ‬
‫ﻋ‬
‫ﻏ‬
‫ﻓ‬
‫ﻗ‬
‫ﻛ‬
‫ﮔ‬
‫ﯓ‬
‫ﯖ ﯔ‬
‫ﯕ‬
‫ﻝ‬
‫ﻡ‬
‫ﻥ‬
‫ﻭ‬
‫ﻩ‬
‫ﻻ‬
‫ﻯ‬
‫ﻠ ﻞ‬
‫ﻤ ﻢ‬
‫ﻨ ﻦ‬
‫ﻮ‬
‫ﻬ ﻪ‬
‫ﻼ‬
‫ﻴ ﻰ‬
‫ﻟ‬
‫ﻣ‬
‫ﻧ‬
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
—
‫ﻫ‬
—
‫ﻳ‬
zı
ẓ
z
ayın
ʿ
', h
gayın
ġ
g, ğ
fe
f
f
kaf
ḳ, q
k
kef
k, g, ñ
k, g, ğ, n
gef¹
g
g, ğ
nef, sağır
kef
ñ
n
lam
l
l
mim
m
m
nun
n
n
vav
v, w, o, ô, ö, u, û, ü
v, o, ö, u, ü, û
he
h, e, a
h, e, a
lamelif
lâ
la
ye
y, ı, i, î
y, ı, i, î
Harf devrimi 158 / 189
1
Göktürk Yazısı ve Orhun Türkçesi
2
3
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 159 / 189
1
2
3
4
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 160 / 189
1
KÖL TİGİN Yazıtı-GÜNEY Yüzü (1-5)
2
3
Transkripsiyonlu Metin
4
5
1.tengri teg tengride bolmış türük bilge kagan bu ödke olurtum sabımın tüketi eşidgil ulayu
iniygünüm oglanım biriki uguşum bodunum biriye şadapıt begler yırıya tarkat buyruk begler [...]
6
7
8
2. tokuz oguz begleri bodunı bu sabımin edgüti eşid katıgdı tiñla ilgerü kün togsıkka birigerü kün
ortısıñaru kurıgaru kün batsıkıña yırıgaru tün ortusıñaru anta içreki bodun kop ma[ña körür
anç]a bodun
9
10
11
3. kop itdim ol amtı añıg yok türük kagan ötüken yış olursar ilte buñ yok ilgerü şantuñ yazıka
tegi süledim taluyka kiçig tegmedim birigerü tokuz ersinke tegi süledim tüpütke kiçig tegmedim
kurıgaru yinçü ög[üz]
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 161 / 189
1
2
3
4. keçe temir kapıgka tegi süledim yırıgaru yir bayırku yiriñe tegi süledim bunça yirke tegi
yorıtdım ötüken yışda yig idi yok ermiş il tutsık yir ötüken yış ermiş bu yirde olurup tabgaç bodun
birle
4
5
6
5. tüzültüm altun kümüş işgiti kutay buñsuz ança birür tabgaç bodun sabı süçig agısi yimşak
ermiş süçig sabın yemşak agın arıp ırak bodunug ança yagutir ermiş yagru kontukda kisre añıg
bilig anta öyür ermiş
7
Türkiye Türkçesine Aktarımı
8
9
10
1. (Ben) Tanrı gibi, Tanrıdan olmuş Türk Bilge Kağan (ım). Bu devirde tahta geçtim.
Sözlerimi tamamıyla işitin. Önce, siz erkek kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum, bütün
soyum, sağdaki Şadapıt beyleri, soldaki Tarkanlar ve onlara bağlı beyler, [Otuz Tatar...]
11
12
13
2. Dokuz Oğuz beyleri ve bütün halkı, bu sözlerimi iyice işitin (ve) adamakıllı dinleyin:
İleride gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına
kadar, bu (sınırlar) içindeki halklar hep bana bağlıdır. Bunca halkı
14
15
16
17
3. hep düzene soktum. Onlar şimdi (hiç de) kötü (durumda) değiller. Türk kağanı Ötüken
dağlarında oturursa (ordan buraları yönetirse) memlekette sıkıntı olmaz. Doğuda Şantung
ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı, güneyde Dokuz Ersin'e kadar
ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci (Sır Derya) ırmağını
18
19
20
21
4. geçerek Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku topraklarına kadar
ordu sevk ettim. Bunca diyara kadar (ordularımı) yürüttüm. (Anladım ki) Ötüken
dağlarından daha iyi bir yer asla yokmuş. İl tutacak yer Ötüken dağları imiş. Bu yerde
yerleşip Çin halkı ile
22
23
24
25
26
5. anlaştım. (Çinliler) altını, gümüşü, ipeği ve ipekli kumaşları güçlük çıkarmaksızın
öylece veriyorlar. Çin halkının sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş.Tatlı sözlerle ve
yumuşak ipekli kumaşlarla aldatıp uzaktaki halkları böylece (kendilerine) yaklaştırırlar
imiş. (Bu halklar) yaklaşıp yerleştikten sonra o zaman fesatlıklarını o zaman düşünürler
imiş.
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 162 / 189
1
Dünya Abece’ leri
2
3
Göktürk
4
5
Göktürk
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 163 / 189
1
2
3
4
5
6
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 164 / 189
1
2
Türk Oğuz Boyları
Arap
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 165 / 189
Babil
Ermeni
Göktürk
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 166 / 189
İbrani
Pers
1
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 167 / 189
1
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 168 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 169 / 189
1
Harf
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Karşılık gelen harf
İsim
Transliterasyon
Elif
ʼ
‫א‬
‫ﺍ‬
Bet
b
‫ב‬
Gimel
g
Dalet
ibrani Arap Yunan
Latin
Kiril
Αα
Aa
Аа
‫ﺏ‬
Ββ
Bb
Бб, Вв
‫ג‬
‫ﺝ‬
Γγ
Cc, Gg
Гг
d
‫ד‬
‫ﺩ‬
Δδ
Dd
Дд
He
h
‫ה‬
‫ﮬ‬
Εε
Ee
Ее, Єє
Vav
w
‫ו‬
‫ﻭ‬
Zayin
z
‫ז‬
‫ﺯ‬
Ζζ
Zz
Зз
Het
ḥ
‫ח‬
‫ﺡ‬
Ηη
Hh
Ии
Tet
ṭ
‫ט‬
‫ﻁ‬
Θθ
Yud
y
‫י‬
‫ﻱ‬
Ιι
Ii, Jj
Іі
Kaph
k
‫כ‬
‫ﻙ‬
Κκ
Kk
Кк
Lamed
l
‫ל‬
‫ﻝ‬
Λλ
Ll
Лл
Mem
m
‫מ‬
‫ﻡ‬
Μμ
Mm
Мм
(Ϝϝ), Υυ Ff, Uu, Vv, Ww, Yy
Уу
Фф
Harf devrimi 170 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Nun
n
‫נ‬
‫ﻥ‬
Νν
Nn
Нн
Sameħ
s
‫ס‬
‫س‬
Ξξ, Χχ
Xx
Xx
Ayın
ʿ
‫ע‬
‫ﻉ‬
Οο
Oo
Оо
Pe
p
‫פ‬
‫ﻑ‬
Ππ
Pp
Пп
Tsade
ṣ
‫צ‬
‫ﺹ‬
Ϡϡ
Qaf
q
‫ק‬
‫ﻕ‬
Ϙϙ
Qq
Reş
r
‫ר‬
‫ﺭ‬
Ρρ
Rr
Рр
Şin
š
‫ש‬
‫ش‬
Σσ
Ss
Сс, Шш
Tav
t
‫ת‬
‫ﺕ‬
Ττ
Tt
Тт
Цц, Чч
Harf devrimi 171 / 189
1
2
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 172 / 189
1
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 173 / 189
1
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 174 / 189
1
2
3
4
5
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 175 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 176 / 189
1
GOTHIC Alfabe
2
3
4
5
6
7
Gothic was originally written with a runic alphabet about which little is known. One theory of the origins of
Runes is that they were invented by the Goths, but this is impossible to prove as very few inscriptions of
writing in Gothic runes survive. The Gothic alphabet was invented around middle the 4th century AD by
Bishop Wulfila (311-383 AD), the religious leader of the Visigoths, to provide his people with a written
language and a means of reading his translation of the Bible. It is based on the Greek alphabet, with
some extra letters from the Latin and Runic alphabets.
8
9
10
11
Used to write
12
Gothic alphabet
Gothic, an extinct East Germanic language that was spoken in parts of the Crimea until the 17th century.
The Goths were divided into two main tribes: the Ostrogothi or Greutungi (dune-dwellers) and the
Visigothi or Tervingi (steppe-dwellers). Related tribes included the Burgundians and the Vandals.
13
14
There are no separate numerals, but each letter has a numeric value.
15
Sample text in Gothic (The Lord's Prayer)
16
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 177 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
Transliteration
atta unsar þu in himinan weihnai namo þein
qimai þiudinassus þeins wairþai wilja þeins
swe in himina jah ana airþai
hlaif unsarana þana sinteinan gif uns himma daga
jah weis afletam þai skulam unsaraim
jah ni briggais uns in fraistubnjai
ak lausai uns of þamma ubilin
unte þeina ist þiudangardi
jah mahts jah wulþus in aiwins
amen
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 178 / 189
1
Ankara
Güdül Yazıtları
2
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 179 / 189
1
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 180 / 189
1
2
Fotoğraflar : Servet Somuncuoğlu, Okuma Önerisi : Cengiz Saltaoğlu
3
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 181 / 189
1
2
3
4
5
6
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 182 / 189
1
1. Satır
2
3
4
5
6
7
8
Sağdan sola – Yukarıdan aşağıya:
S2 N1Ŋ
S2 N1Ŋ
äs an(ı)ŋ
Äs An’ıŋ.
9
Av hayvan(lar)ı O’nun(dur).
10
2. Satır
11
12
13
14
15
16
17
Sağdan sola – Aşağıdan yukarıya:
Ŋ Ç Ç D2 A D2
ŊÇ ÇD2A D2
aŋç(ı) äç(ü)dä äd
Aŋçı, Äçü’dä äd.
18
Avcı, Baba’dan(dır) (Tanrı’dandır) iyilik.
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 183 / 189
1
3. Satır
2
3
4
5
6
7
8
Sağdan sola – Aşağıdan yukarıya:
N2 W Ş S2 Ŋ NÇ S2 K2 P WıK
N2 WŞ S2Ŋ NÇ S2K2P WıK
en uş äs(i)ŋ enç äskäp okı
En, uş äsiŋ, enç äskäp okı!
9
(Aşağı) in, işte av hayvanın, rahatça parçalayıp oku (duanı)!
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 184 / 189
1
4. Satır
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Sağdan sola – Aşağıdan yukarıya:
W L1 W L1P
WL1 WL1P
ol ulap
Ol ulap
Onu ulaştırıp
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 185 / 189
1
5. Satır
2
3
4
5
6
7
8
Sağdan sola – Aşağıdan yukarıya:
Y1 iÇ S2 S2
Y1 iÇ S2S2
ay iç säs
ay iç säs!
9
söyle gönül sesini (dileği) (Tanrı’ya)!
10
Cümlenin Tamamı ve Okuma Önerisi
11
12
13
14
15
Äs An’ıŋ.
Aŋçı, Äçü’dä äd.
En, uş äsiŋ, enç äskäp okı!
Ol ulap
ay iç säs!
16
Av hayvan(lar)ı O’nun(dur).
Avcı, Baba’dan(dır) (Tanrı’dandır) iyilik.
(Aşağı) in, işte av hayvanın, rahatça parçalayıp oku (duanı)!
Onu ulaştırıp
söyle gönül sesini (dileği) (Tanrı’ya)!
17
18
19
20
21
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 186 / 189
1
2
3
4
Äs An’ıŋ.
Aŋçı, Äçü’dä äd.
En, uş äsiŋ, enç äskäp okı!
Ol ulap ay iç säs!
5
8
Av hayvan(lar)ı O’nun(dur).
Avcı, Baba’dan(dır) (Tanrı’dandır) iyilik.
(Aşağı) in, işte av hayvanın, rahatça parçalayıp oku (duanı)!
Onu ulaştırıp söyle gönül sesini (dileği) (Tanrı’ya)!
9
Birleşik Yazım
6
7
10
WıK
W ıK
11
Dilbilgisel Çözümleme ve Sözvarlığı
12
äs “av hayvanı”
13
14
Karahanlı Tü. es “Yırtıcı hayvanların avı olan hayvan” (Divânü Lugâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul,
2005, Kâşgarlı Mahmûd, Çeviri, Uyarlama, Düzenleme, Seçkin Erdi, Serap Tuğba Yurteser, sy. 265)
15
äsiŋ “(senin) av hayvanın” < äs + -(i)ŋ “tekil 2. kişi iyelik soneki”
16
anıŋ “onun”
17
18
Eski Uygur Tü. anıng “onun” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu,
sy. 11)
19
20
Eski Uygur Tü. aŋçı “Avcı, hayvan avcısı” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993, Prof. Dr. Ahmet
Caferoğlu, sy. 11)
21
Äçü’dä “Baba’dan (Tanrı’dan)” < äçü + -dä “adın bulunma-çıkma durumu soneki”
22
äçü “ata, dede, baba”
23
24
Orhon Tü. äçü “ata, dede, ecdat” (Orhon Türkçesi Grameri, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 9, İstanbul,
2003, Talat Tekin, sy. 243)
25
26
27
28
Eçü sözcüğü, Karahanlı Türkçesinde “(Tanrıya seslenme olarak) ey baba, peder” (KB)152 anlamında
kullanılmıştır: siziksiz bir ök sen ay meŋü eçü “sen, şüphesiz, birsin, ey sonsuz Tanrı” (KB: 10) (Türk
Dillerinde Akrabalık Adları, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 15, Simurg, İstanbul, 1999, Yong-Sŏng Li, sy.
91)
29
äd “iyiye işaret olan herhangi bir şey, iyilik”
30
31
32
Karahanlı Tü. ēd “İyiye işaret olan herhangi bir şey” (Divânü Lugâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul,
2005, Kâşgarlı Mahmûd, Çeviri, Uyarlama, Düzenleme, Seçkin Erdi, Serap Tuğba Yurteser, sy. 265)
< ēd ay.
33
34
Eski Uygur Tü. äd “madde, mülk, servet” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993, Prof. Dr. Ahmet
Caferoğlu,, sy. 45)
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 187 / 189
1
[Eski Tü. ädgü “iyi, güzel” < äd “iyiye işaret olan herhangi bir şey, iyilik” + -gü “addan ad yapan sonek”]
2
[Krşnz. 160. {+gU}. Nitelik adları türetir:
3
en! “(aşağı) in!” (tekil 2. kişi buyurma kipi)
4
en- “inmek”
5
Orhon Tü. in- “inmek” (OTG, sy. 245)
6
7
Eski Uygur Tü. in- “İnmek” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, sy.
64)
8
Karahanlı Tü. ėn- “inmek” (DLT-Kabalcı, sy. 258)
9
Ana Tü. ė:n- inmek: Orh. in-, MK i:n- iniş, inişli, Türkm. i:n-, Hlç. i:en-der-, Az. ėn- (TDBUÜ, sy. 181)
10
11
Kıpçak Tü. uş “1. İşte” (Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları: 835, Ankara, 2003, Prof.
Dr. Recep Toparlı, Yard. Doç. Dr. Hanifi Vural, Yard. Doç. Dr. Recep Karaatlı, sy. 294)
12
13
Eski Türkiye Tü. uş “1. İşte, şimdi” (Yeni Tarama Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1983, Düzenleyen,
Cem Dilçin, sy. 220)
14
enç “huzur, dinginlik, rahatlık; huzurlu, dingin, rahat, memnun, memnuniyetle, severek”
15
16
Eski Uygur Tü. inç “Rahat, huzur, sâkin, sükûnet, sulh, sakit” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı,
1993, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, sy. 63)
17
18
Karahanlı Tü. ė:nç “Memnun, dingin” (Divânü Lugâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, Kâşgarlı
Mahmûd, Çeviri, Uyarlama, Düzenleme, Seçkin Erdi, Serap Tuğba Yurteser, sy. 258)
19
20
Eski Türkiye Tü. enç “Rahat, huzur, asayiş” (Yeni Tarama Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1983,
Düzenleyen, Cem Dilçin, sy. 83)
21
äskäp “yolup, didip, parçalayıp” < äskä- + -p “ulaç türeten sonek”
22
äskä- “yolmak, ditmek, parçalamak”
23
24
Karahanlı Tü. eske- “ufalamak, ufalayıp savurmak” (Türkçe İlk Kur’an Tercümesi, Türk Dil Kurumu
Yayınları: 854, Ankara, 2004, Prof. Dr. Aysu Ata, sy. 346);
25
26
iske- “yolmak” (Divânü Lugâti’t-Türk, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, Kâşgarlı Mahmûd, Çeviri,
Uyarlama, Düzenleme, Seçkin Erdi, Serap Tuğba Yurteser, sy. 293)
27
28
Eski Uygur Tü. iskän- “ditmek” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu,
sy. 66) < iskä-n- (dönüşlü çatı)
29
okı! “oku! çağır! dua et! (tekil 2. kişi buyurma kipi)
30
okı- “okumak; çağırmak; dua etmek”
31
Orhon Tü. okı- “çağırmak” (OTG, sy. 250)
32
Eski Uygur Tü. okı- “1. Okumak. 2. Çağırmak, davet etmek” (EUTüS, sy. 94)
33
34
35
Karahanlı Tü. okı- “1. okumak, okuyup ders almak. 2. davet etmek, çağırmak, istemek. 3. tapmak, ibadet
etmek. 4. dua etmek, niyaz etmek” (Türkçe İlk Kur’an Tercümesi (Rylands Nüshası), TDK Yayınları: 854,
Ankara, 2004, Prof. Dr. Aysu Ata, sy. 541-542)
36
37
Eski Uygur Tü. ol “Bu, o” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, sy.
94)
38
ulap “ulaştırıp” < ula- + -p “ulaç türeten sonek”
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 188 / 189
1
2
3
Kıpçak Tü. ula- “Bitiştirmek, ulaştırmak” (Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları: 835,
Ankara, 2003, Prof. Dr. Recep Toparlı, Yard. Doç. Dr. Hanifi Vural, Yard. Doç. Dr. Recep Karaatlı, sy.
292)
4
5
Orhon Tü. ay- “söylemek, demek” (Orhon Türkçesi Grameri, Türk Dilleri Araştırma- ları Dizisi: 9, İstanbul,
2003, Talat Tekin, sy. 239)
6
7
Eski Uygur Tü. ay- “söylemek, konuşmak, haber vermek” (Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 3. Baskı, 1993,
Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, sy. 19)
8
iç “iç, gönül”
9
Orhon Tü. iç “iç” (OTG, sy. 244)
10
Eski Uygur Tü. iç “iç, derun, bir şeyin içi” (EUTüS, sy. 58)
11
ses “ses”
12
Kıpçak Tü. ses “Ses” (KıpTüS, sy. 232)
13
Eski Türkiye Tü. ses “ses” (YTS, sy. 184)
14
15
Bu yazıtta geçen RUNİK imler için karşılaştırmalı ses değerleri
çizelgesi:
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL
Harf devrimi 189 / 189
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
Afrodisias Sanat, Dergi
Birinci Dil Kurultayı, Tezler Müzakere Zabıtları
Çağdaşlaşma Sancıları, Doğan KUBAN
Devler Konuşuyor, Türk Edebiyat Vakfı
Dil Bilime Giriş, Prof. Dr. Emel HUBER
Dil Üzerine, Prof. Dr. Necati ÖNER
Dil, Tarih ve İnsan, Prof. Dr. Günay KARAAĞAÇ
Dilde, Fikirde ve İşte Birlik, Kaan TURHAN
Dile Karışılmaz mı? Ali Püsküllüoğlu
Dilin Gücü, Nermi UYGUR
Dilin Tüketimi, Prof. Dr. Feyza HEPÇİLİNGİRLER
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, Jean Jacgues ROUSSEAU
Edebiyat ve Toplum, Kemal H. KARPAT
Elifbe’ den ABC’ ye, Türkiye’de Harf Ev Yazı Meselesi, Rekin ERTEM
Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı, Sevan NİŞANYAN
En Eski Türkçenin İzlerinde, Prof.Dr. Doğan AKSAN
İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi, Michael C. CORBALLIS
İştirakçinin Köşesi, Şinasi TEKİN
Kaşgarlı Mahmud, İSAM Ansiklopedi
Keşkül Dergisi, 25 Kış Sayısı
Köktürk Yazısı ve Orhun Türkçesi, Yavuz TANYERİ
Osmanlı’ nın Dili, Hayati DEVELİ
Osmanlılar Okur Yazar Değil Miydi? Ekrem Buğra EKİNCİ
Tarihi Gerçekleriyle Harf İnkılabı ve Kazanımları, Yard. Doç.Dr. Cengiz DÖNMEZ
Trajik Başarı “Türk Dil Reformu “, Geoffrey LEWIS
Türk Dil Devrimi ve Sonuçları, Tahsin YÜCEL
Türk Dili Ansiklopedisi,
Türk Dili Tarihi, Ahmet CAFEROĞLU
Türk Dili, Kemal ATEŞ
Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Agah Sırrı LEVEND
Türk Filolojisi ve Yazı Tarihi, Altay S. AMINJOLOV
Türk Yazı Devrimi, Bilal N. ŞİMŞİR
Türkçe Üzerine, Yusuf ÇOTUKSÖKEN
Türkçe’ deki Eklerin Kökeni, Prof. Dr. Vecihe HATİBOĞLU
Türkçenim Bağımsızlık Savaşı, Doğan AKSAN
Türkçenin Karanlık Günleri, Necmettin HACIEMİNOĞLU
Türkçenin Müdafaası, Derleme Çalışma
Türkçenin Sadeleşme Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, Yusuf Ziya ÖKSÜZ
Türkiye Türkçesi’ nin Dünü ve Bugünü, György HAZİ
Türkiye’ de Dil Özleşmesi, Agop DİLAÇAR
Türkiye’ de Dil Tartışmaları, Derleme Çalışma
Türkiye’ de Latin Harfleri Meselesi (1908-1928), Selami KILIÇ
Yapısal Dil Bilimi, Süheyla BAYRAV
Yazı Devriminin Öyküsü, Sami N. ÖZERDİM
Yüzyılın Soykırımı, Mehmet DOĞAN
Hazırlayan:
Cengiz AKYOL

Benzer belgeler