Untitled - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Untitled - Kale Tasarım Merkezi
30/08/2009
Barış Çakmakcı
[email protected]
Ambiente
yolu açıldı
Arolat’a ödül
yağmuru
Emre Arolat Architects
başarılarına başarı
eklemeye devam ediyor.
Marka, şimdi de dört
farklı projesiyle dünyanın
en prestijli gayrımenkul
ödüllerinden biri olan
2009 Europe & Africa
Property Awards'a layık
görüldü. Zorlu Konak
Residence projesi “Konut”
kategorisinde ödül
alırken, Lara Kervansaray
Oteli ve Kongre Merkezi
ile Nevzat Sayın ile
birlikte projelendirilen
Santralistanbul Çağdaş
Sanatlar Müzesi ve
Tabanlıoğlu Architects ile
birlikte projelendirilen
Zorlu Center projeleri de
“Ticari” kategorisinde
ödülleri almaya hak
kazandı. 2009 Europe &
Africa Property Awards,
16 Ekim gecesi
Londra'daki Marriott
Hotel'de yapılacak bir
törenle sahiplerine
verilecek.
(www.emrearolat.com)
Kalesinterflex
Lütfi Kırdar’da
Türkiye'nin önde gelen ve
kulvarında tek kongre
merkezi olan İstanbul
Lütfi Kırdar Uluslararası
Kongre ve Sergi Sarayı'nın
yenileme projesinin dış
cephesi için Çanakkale
Seramik & Kalebodur
tercih edildi. IMF ve
Dünya Bankası’nın 2009
Guvernörler Toplantısı’na
ev sahipliği yapacak
“Harbiye Kongre
Vadisi”ndeki binanın, Erol
Kuzubaşıoğlu ve Erkan
Altuğ’un sahibi olduğu
Arima Mimarlık Ofisi
tarafından projelendirilen
dış cephesinde
Kalesinterflex ürünü
porselen seramik levha
kullanılıyor. Gizli klipsli
sistem olarak uygulanan
Kalesinterflex malzemesi,
projeye özel olarak koyu
gri renkte çalışılmış.
Yılın Genç
Tasarım
Girişimcisi
Genç Tasarım Girişimcisi
Yarışması 2009,
geçtiğimiz temmuz ayı
sonunda açıklandı.
İstanbul İngiltere
Başkonsolosluğu'nda
yapılan Türkiye finalinde
yarışmanın birincisi İzmir
kökenli GAEA-Forms’tan
Pınar Yar Gövsa oldu.
Gövsa, İzmir’de
GAEAforms adlı tasarım
şirketini Tuğrul Gövsa ile
birlikte kurdu.
British Council’in dokuz
ülkede düzenlediği
yarışmanın birincileri,
önümüzdeki eylül ayında
İngiltere'de ülkelerini
temsil etme fırsatı
bulacak.
Ödüllerin
Ödülü
Türk markası Mobi’nin
Raşit Karaaslan imzalı
Sini Sehpa’sı, Designpreis
Deutschland 2010’a aday
gösterildi. Almanya’nın
resmi tasarım ödülü
Designpreis Deutschland,
katılım ve seçim
kriterlerindeki titizlik
sebebiyle "ödüllerin
ödülü" olarak biliniyor.
Alman Tasarım Konseyi
tarafından düzenlenen
yarışmada ödül, başvuru
yoluyla değil sadece aday
gösterilen çalışmalara
veriliyor. Adaylar ise,
Alman Federal
Bakanlıkları, senatörler ve
Federal Ekonomi ve
Teknoloji Bakanlığı
tarafından
belirlenebiliyor. Aday
tasarımların kalite,
ergonomi, fonksiyonellik,
kullanım kolaylığı,
çevrecilik, yenilikçilik
gibi alanlarda üstün
başarı göstermiş olmaları
bekleniyor.
(www.mobi.com.tr)
IMMIB ve ETMK
işbirliğiyle gerçekleşen
Endüstriyel Tasarım
Yarışmaları sonuçları belli
oldu. Toplam altı
kategoride yarışan 353
projeden 31'i
ödüllendirildi. Koray
Gelmez, Ahmet Bekteş,
İrem Çelik, Tolga Çağlar,
Hakan Boğazpınar ve
Muzaffer Koçer'in birinci
olarak Tendence
Fuarı'nda sergilenme
hakkı kazanmasının
ardından şimdi de
finalistlerden Semihan
Kan, Tolga Çağlar, Özkan
Koral ve Umut Demirel'e
Ambiente Fuarı'na katılım
imkanı sunuldu.
Bir Kez Daha
Paris
Uluslararası mobilya ve
tasarım fuarı Paris
Maison&Objet Fuarı 4-8
Eylül tarihleri arasında
gerçekleşecek. Ekonomiyi
canlandırmak amacıyla
önce kendimize ışık
tutmamız gerektiğinden
hareketle hazırlanan
2010’a Bakış bölümünün
konusu Yeniden Doğma
(Regeneration). Bedeni,
zihni ve duyuları harekete
geçiren yaşam alanları
için tasarlamanın önemini
bir kez daha vurgulayan
fuarda Türkiye’den ilio
katılacak.
Kağıt
Mücevherler
Dünyanın dört bir yanında
60 tasarımcıyı buluşturan,
şimdiye değin
gerçekleştirilmiş en kapsamlı
kağıt mücevher sergisi 15
Eylül'de Milano'nun göz
bebeği Trienal'de kapılarını
açacak. 25 Ekim 2009'a dek
sürecek sergide 2 Türk
tasarımcı da davetli olarak
yer alacak: Ela Cindoruk ve
Devran Mursalıoğlu. Alba
Cappellieri ve Bianca
Cappello'nun organize ettiği
sergi, kapanışının ardından
uluslararası bir tura çıkacak
ve 2010'da vatanına
dönerek, Fabriano Kağıt
Müzesine yerleşecek.
03
04
30/08/2009
ARTCİTİZENS’ SHOP:
60 GÜNLÜK TASARIM DÜKKÂNI
Grafik tasarım, iç mimari, endüstri ürünleri ve
tasarımı, tekstil ve moda tasarımı, takı tasarımı
gibi farklı disiplinlerden gelen genç
tasarımcıların kişisel tasarım projelerinin
sergilendiği ve sınırlı sayıda üretilen tasarım
nesnelerinin satışa sunulduğu Artcitizens’
Shop, 11 Eylül’de Suma Han’da açılıyor. 11.
Uluslararası İstanbul Bienali süresince 60 gün
boyunca açık kalacak Artcitizens’ Shop’, genç
tasarımcıların, ürünleri aracılığıyla kişisel
önerilerini izleyicilerle paylaşabildikleri, yeni
projeler geliştirebildikleri bir platforma
dönüşmeyi amaçlıyor. Nazar Şigaher, Esra Kuli,
2 Mikrop (Pınar Akkurt, Ulaş Uğur), Umut
Südüak, Emrah Özhan, Kamer Altınova,
01
Chameleon, Yeşim Endes, Müge Alkor,
Santimetre, Erkut Terliksiz’in katıldığı
Artcitizens’ Shop’un diğer amacı ise bienal
kapsamında açılan 60 günlük dükkân
projesinin, sadece İstanbul’da sınırlı
kalmaması.
projeye dönüşecek. Belirli sürelerde açık
kalacak olan bu tasarım dükkanları
tasarımcılar arasında bir networking alanının
oluşabilmesi için aracı olurken aynı zamanda
tasarım disiplini içinde çok yönlü işbirliklerinin
oluşumunu da özellikle teşvik edecek.
Avrupa Kültür Derneği, BM Suma Çağdaş Sanat
Merkezi, Nuova Icona, Gelişim Creative ve
Chameleon tarafından desteklenen Artcitizens’
Shop’, her durağında eklenecek yeni
tasarımcılar ve önerileriyle birlikte, Mayıs
2010’da Amsterdam’da, Ağustos 2010’da
Sinop’ta ve Haziran 2011’de Venedik’te tasarım
dükkanları açacak ve böylece sürdürülebilir bir
Artcitizens’ Shop bir program dahilinde
yapılacak tasarım temelli performanslara da
mekan olurken, günlük kent yaşamı içindeki bir
pratiğin görünür yüzü olarak yeni temsiliyet
alanlarında varlığını sürdürecek.
01 Dükkan, defterden tişörte, tabureden
aydınlatmaya geniş bir yelpazeye sahip.
TKY SÜPRİZİ YOLDA...
Domus Academy işbirliğini 11 senedir sürdüren İstanbul Bilgi Üniversitesi Tasarım
Kültürü ve Yönetimi programı (TKY), yeni dönemine çarpıcı gelişmelerle giriyor. Arik
Levy’nin eğitim kadrosuna katılması beklenen programın destekçileri arasına son
olarak ETMK da katıldı. Programın tanıtım toplantısı 8 Eylül’de...
Tasarımı oluşturan kavramları ortaya koyup,
süreci doğru yer, zaman ve şekillerde
yönlendirilecek geleceğin tasarım
yöneticilerini yetiştirmek üzerine hayata
geçirilen Tasarım Kültürü ve Yönetimi
Programı, multidispliner eğitim anlayışı, 30
haftalık modüler yapısı, sektörün en yetkin
isimlerini buluşturan geniş ve uluslararası
kadrosu ile Türkiye’de bir ilk’ti.
hedefleyen Kale Tasarım Merkezi’nin de
ortaklarından olan ve geçtiğimiz aylarda
düzenlediği Designight partisiyle ilgiyi
üzerine toplayan program, 11.senesine
hazırlandığı şu günlerde dikkat çekici bir
atılım daha yapıyor ve ETMK ile işbirliğini
ilan ediyor. Bu kapsamda, programın
dağıttığı bursların arasına bir ETMK bursu
eklenmesi ise ayrıca dikkate değer.
Ancak bu kadar değil... Geçtiğimiz aylarda
Milano Tasarım Haftası kapsamında
düzenlenen Swarovski sergisiyle ilgiyi
üzerine toplayan Arik Levy de, programın
Yıl boyunca, interaktif biçimde yürütülen
modülleri takip ederek, konsept oluşturma,
organizasyon, ürün geliştirme, promosyon
ve pazarlamaya yönelik projeleri tasarım
perspektifinden irdeleme imkanı sağalayan
program, Defne Koz’dan Ayşe Birsel’e, Emel
Kurhan’dan Koray Özgen’e Türk tasarımını
uluslararası platformda temsil eden pek çok
profesyoneli çatısı altında toplamasının
yanısıra, Nurus, Kale, Mavi Jeans gibi
tasarım odaklı firmalarla yaptığı
işbirlikleriyle de adından söz ettiriyordu.
Erdem Akan, Işık Gencoğlu, Aslı Kıyak gibi
yaptıkları tasarım yönetimi projeleriyle
aşina olduğumuz isimlerin portfolyosunda
yerini aldığı, yalnızca öğrencilerine değil
herkese açık Salı Atölyeleri ile geniş bir
kitleyle temas kurduğu 10 seneyi devirdi.
Türk yaratıcı sektörleri için etkin ve
yenilikçi bir platform oluşturmayı
2009-2010 eğitim kadrosu arasında yerini
almaya hazırlanıyor. Serhan Ada, Fatoş
Ahunbay, Gamze Güven, Ali Bakova, İhsan
Bilgin, Ela Cindoruk, Gökçe Dervişoğlu,
Zeynep Yasa Yaman, Ekmel Ertan, Zeynep
Fadıllıoğlu, Emilio Genovesi, Mehmet
Güleryüz, Mustafa Uyal, Arhan Kayar, Sibel
Asna, Nuray Keskin, Emel Kurhan, Giovanni
Lanzone, Burçak Madran, Claudio
Moderini, Eda Çataklar, Koray Özgen,
Monica Scanu, Özgür Uçkan, Paola Urbano,
Joff White , Renan Gökyay, Eray Makal,
Hakan Gencol, Umut Kart ve Sertaç
Ersayın’ın oluşturduğu güçlü ekibiyle
tasarımdan mimarlığa, reklamdan
promosyona, modadan aksesuara geniş
bir yelpazeyi tarayan program
19 Ekim’de start alıyor.
8 Eylül’de gerçekleşecek tanıtım toplantısı
ile beraber önkayıtları başlayacak programa
katılmak için onlina olarak başvuru yapmak
gerekıyor. Yazılı sınav ve mülakatla seçilen
adaylarda lisans diploması ve İngilizce
bilgisi aranıyor.
Detaylı bilgi ve başvuru için :
www.bilgi-tasarimsertifika.com
01
01 Moleskine myDetour yarışmasında birinci
olan TKY öğrencisi Beste Miray’ın çalışması.
ARKİV
SEÇMEYE
DEVAM
EDİYOR
Arkitera Mimarlık Merkezi tarafından 2008 senesinde hayata
geçirilen ARKİV Seçkileri projesi yoluna devam ediyor. 2009
senesinde ARKİV’in geçici olarak kapatılması sebebiyle
gerçekleştirilemeyen projede 2010 senesinde toplanacak seçici
kurul 2008-2009 seçkisini aynı anda yapacak. Böylelikle projenin
sürekliliği sağlanacak.
ARKİV Seçkileri’nde esas hedef Türkiye’de geçen sene içerisinde
uygulanmış nitelikli binaları ön plana çıkarmak ve onları bir başlık
altında toparlayabilmek. Seçkide yer alabilmek için iki önemli
koşuldan birisi binanın ARKİV’de yer alması, diğeri ise son bir yıl
içinde tamamlanmış olması.
Bundan sonraki aşamada Türk Serbest Mimarlar Derneği, İstanbul
Serbest Mimarlar Derneği, İzmir Serbest Mimarlar Derneği ve
Arkitera Mimarlık Merkezi’nden birer temsilci ile bağımsız bir
mimardan oluşan 5 kişilik seçici kurul oy birliğiyle yer alacak
binalara karar verecek. Böylelikle, ARKİV’deki proje zenginliğinin
arasında kaybolmuş, dikkat çekme şansı bulamamış nitelikli
uygulamalar süzgeçten geçirilerek gözler önüne serilecek.
Bu sene seçkiyi yapacak seçici kurulda: Türk Serbest Mimarlar
Derneği’nden Aytek İtez, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nden
Hasan Çalışlar, İzmir Serbest Mimarlar Derneği’nden Vedat Tokyay,
Arkitera Mimarlık Merkezi’nden Emine Merdim Yılmaz ve Garanti
Galeri’de Pelin Derviş bulunuyor.
2008-2009 şartnamesi ve diğer bilgilere yakın zamanda
www.arkiv.com.tr adresinden ulaşılabilecek. Sonuçlar seçkiler
açıklandıktan sonra www.arkiv.com.tr/2008.php ve
www.arkiv.com.tr/2009.php adreslerinden izlenebilecek.
Arkiv Seçkileri 2007
2007 Seçkisini Türk Serbest Mimarlar Derneği’nden Mürşit
Günday, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nden Haydar Karabey,
İzmir Serbest Mimarlar Derneği’nden Metin Kılıç, Arkitera Mimarlık
Merkezi’nden Ömer Yılmaz ile serbest mimar temsilci olarak Suha
Özkan’dan oluşan seçici kurul gerçekleştirdi. 142 projenin
incelendiği toplantıda değerlendirme sonunda 62 proje ARKİV
Seçkileri 2007’de yer almaya değer görüldü. Projeler başta
İstanbul olmak üzere, 15 farklı kent ve KKTC’ye kadar
uzanıyordu. Projelerin tamamı http://www.arkiv.com.tr/2007.php
adresinde görülebilir.
05
GRAFİK, SÜREKLİ YÜKSELİŞTE
ARKİV’in yeniden yayına açıldığı 11 Haziran 2009’dan
beri izlenme eğrisi yükselen bir grafik çiziyor. Mimarlar,
öğrenciler, sektördeki profesyoneller ve gayrimenkul
yatırımcıları için güvenli bir başvuru kaynağı olan
ARKİV’in günlük tekil sayfa gösterimi 8.000’e
yaklaşıyor. İzleyicilerin büyük kesimi Türkiye’den.
Türkiye’yi Almanya, Amerika Birleşik Devletleri,
İngiltere, Hollanda, Fransa ve Azerbaycan izliyor.
İzlenmede İlk On
Antares Alışveriş, İş ve Yaşam Merkezi (1.648 - Ali
Osman Öztürk, Eser Çengel, Filiz Cingi, Nurten Asil),
Ankara Karayolları Genel Müdürlük Eğitim Tesisleri ve
Misafirhanesi (1.033 - Oral Vural), Harbiye Ordu Evi
(957 - Metin Hepgüler), son günlerde aldığı ödüller ile
adından sıkça söz ettiren Emre Arolat (855), Ankara
Adliye Sarayı (777 - Umut İnan, Yüksel Erdemir, Edip
Önder Us), Türkiye İş Bankası AŞ İstanbul Genel
Müdürlük Binası (766 - Doğan Tekeli, Sami Sisa), Kadir
Has Stadyumu Olimpik Havuzu (729- Bahadır Kul, Alper
Aksoy, Kasım Balcı, Ayşehan Cingöz, Özlem Atak, Duygu
Ovacık), alışveriş merkezi yapılmak üzere yıkılan Tatilya
Eğlence Merkezi (724 - Oktay Nayman), açılışı 15
Ağustos 2009’da yapılan İstanbul’daki alışveriş
zincirinin son halkası 212 Alışveriş Merkezi (721 - Mete
Arat, Bünyamin Derman).
Parantez içindeki sayılar ziyaretçi sayılarını, isimler
proje müelliflerini ifade ediyor.
06
30/08/2009
Banu Alpay
Umut Kart
[email protected]
AFİŞ DEYİP GEÇME, TANI
Bakınca göz yoran hatta çoğunlukla artık
dikkatimizi bile çekemeyen konser, etkinlik
vs. afişleri arasından hem sade hem de bir o
kadar kendinden emin siyah büyük puntolu
harfler ile beyaz fon üzerine yerleştirilmiş
kelimeler çarpıyor göze. “Önce ekmek gelir,
ardından ahlak. Banka kurmanın yanında
banka soymak nedir ki?” 11. Istanbul
Bienal’inin ilham kaynağı Alman yazar
Berthold Brecht’in Elisabeth Hauptmann ve
Kurt Weill ile beraber 1920’lerde yazdığı ‘3
Kuruşluk Opera oyununun kapanış şarkısı
olan ‘İnsan Neyle Yaşar’dan satırlar bunlar.
11. İstanbul Bienali’nin sesi, afişleri ile sokaklarda
yankılanmaya başladı bile. Bosna Hersek doğumlu Dejan Krsic
tarafından tasarlanan görsellerde, grafikte konstrüktvist
dönemi çağrıştıran imgeler arasından Berthold Brecht’in
söylevleri gözümüze çarpıyor.
12 Eylül’de kapılarını açacak olan Bienal,
manifestosundan da anlaşılacağı üzere bu
sene, sanatçılara güncel sorunlara cevap
buldurmaktansa modası geçmiş gibi
algılanabilecek ancak halen geçerliliğini
sürdürmekte olan ‘İnsan Neyle Yaşar’
sorusuna vurgulamalar yapıyor. Günümüz
bienallerinin sanatı ‘havalı, hoş ve eğlenceli
göstermeye çalışan’ mantığından uzak
durmaya çalışan bienal ekibi, bir zamanlar
toplumsal ve siyasi değişimin en önemli
aygıtlarından biri olan tiyatroda devrim
yaratmış Brecht’in yalın ve bir o kadar da
sarsıcı dilinden yola çıkıyorlar.
[email protected]
EN NİHAYET
MAYBE SHOP
Son dönemde, düzenlediği üretim
hataları sergisi Oops ile çok
konuşulan Erdem Akan, şimdi de
Addressistanbul’da açtığı Maybe
Shop ile gündemde. Mekanda,
yalnızca Akan’ın değil, pek çok
Türk tasarımcının ürünü satılıyor.
“ŞİKAYET ETME HAKKIMIZ YOK!”
Kendi adınız yerine Maybe Design olarak imza atıyor
olmanızın nasıl avantajları ve dezavantajları oluyor?
Açıkçası avantaj ve dezavantajları hesaplamadan
çalısıyorum. Maybe'nin parçası olmak benim için yeterli.
Başka firmaların ürünlerine de yer vermek Maybe
Design’ı marka olarak geri plana atmayacak mı?
Biz yıldızdan çok samanyolu gibi yıldız kümesi olmak
istiyoruz. Başka parlak yıldızlarla beraber daha çok
parlarız.
Bu zamana değin yalnızca tasarım değil aynı zamanda
tasarım yönetimi projeleri de yaptınız. Bu ülkede
proje yapmanın zorlukları neler sizce?
Şikayet etme hakkımız olduğuna inanmıyorum. İyi
hizmet verir, işinizi iyi yaparsanız herşey kolay olur.
Türkiye’de pek az tasarım firması kendi mağazasını açmaya
cesaret edebiliyorken sizi böyle bir fikre iten neydi?
İstanbul, son 22 senedir değişik kavramsal
çerçevelerle tanımlanmış sanat bienallerine
ve afişlerine ev sahipliği yapıyor. Peki nedir
Bienal afişlerini önemli ve mecbur kılan?
‘Afiş, görsel dilin başlıca deney alanıdır.
Değişen fikirlerin ve estetiğin, kültürel, sosyal
ve siyasal olayların sahnesidir’ diyor grafik
tasarımcı ve komedyen Pierre Bernard. Görsel
bir dille fikirlerini sahneye koyan bir çok
grafik tasarımcı tıpkı Brecht’in sözleri ile
yarattığı gibi sosyal ve politik devrimler
yaratmayı ve bu devrimleri topluma
kabullendirmeyi başarmışlardır. Tasarım
tarihinde bir dönüm noktası olan ve
günümüzde, hatta 11. Bienal grafiklerimizde
de, rastladığımız konstrüktivist yaklaşım
bunun en kuvvetli örneklerinden.
Avrupa’da 20. Yüzyılın başlarında
yaygınlaşan ve sanatın geometrik nesne ve
şekillerle soyutlandırıldığı kübizm hareketini
benimsemiş Rus sanatçıların, 1917 yılında
gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nin beraberinde
pekiştirdiği bu görsel akımın, siyah, beyaz ve
komünist Rusya’yı temsil eden kırmızının
hakim olduğu grafiklerinde geometrik formlar
ve kalın belirgin yazı kararakteriyle
oluşturulmuş sloganlar görülür. Devrimin
getirdigi hızla tasarım ve sanat ön plana
çıkmış, bunun sonucunda kimi sanatçılar,
görsel ifadenin toplumun ihtiyaçlarından ayrı,
ruhsal bir tecrübe olarak kalmasını savunmuş
kimileri ise sanatı zaman ve boşlukta, dünyayı
algılamada yenilikler sunacak formların
oluşturulması olarak kabul etmiştir.
Tasarımda konstrüktvzmin izleri olan ve
keskin bir anlatım kabiliyetine sahip
07
Türkiye'de tasarım ürünleri satan mağaza çok fazla yok. Hele ki
Türk tasarımcısına yer veren mağaza sayısı daha da az. Birinin bu
konuda öncülük etmesi gerekiyordu.
Maybe Shop ne satar, herşeyi mi?
Herşeyi diyebiliriz. Tasarım değeri taşıyan ev aksesuarları, mobilya
ve aydınlatma, tekstil, kişisel aksesuarla, takı...
Sadece kendi tasarımlarınız mı yer alacak?
01
sanatçılar arasındaki daha popüler konumunu
anlattığı yazısında konstrüktvizmi en cömert
‘-izm’ olarak tanımlıyor.
İstanbul Bienali grafiklerindeki tipografi ve
kırmızı siyah geometrik şekillerin modernize
edilmiş olmalarına rağmen kullanım
tarzlarındaki tanıdıklık kaçınılmaz. Bienal’in
2009 kavramlarını düşündüğümüzde neden
böyle belirgin, yalın bir anlatım şeklinin
seçildiğini anlamak çok zor değil ancak
tasarımcının geçmişine bakıldığında daha da
ilginç örtüşmeler bulmak mümkün.
geometrik illüstrasyonlar, tipografi ve punk
grafiklere de öncülük etmiş kes yapıştır
kolajlar, günümüzde görsel kullanılan yerli
yabancı neredeyse her mecrada karşımıza
çıkıyor. İngiliz gazeteci Hugh AlderseyWilliams, politik amaçlarla çıkmış bu
yaklaşımın politikacılardansa, tasarımcılar ve
1961 doğumlu Dejan Krsic Doğu Avrupa’da bir
çok kişisel ve kolektif sanat sergilerine
katılmış olmanın yanısıra Slovaj Zizek gibi
Yugoslav filozofların tercümelerini de yaptı ve
yayınladı. 90’ların sonuna doğru çıkarttığı ve
editörlüğünü yaptığı punk yayını Arzkin de
tasarımcının kendini özgürce ifade ettiği
yayınlardan biriydi. Krsic’in beraber çalıştığı
politik sanat kolektiflerinden biri olan NSK
(Yeni Slovenya’lı Sanat) organizsyonu
1987’de Yugoslav Gençlik Günü için
tasarladığı posterle ülkede büyük bir
polemiğe yol açtı. Nazi sanatçı Richard
Klein’ın bir resminin üzerinden, Nazi
bayrağını ve kartalını Yugoslav bayrağı ve
güvercini ile değiştirek tasarlanan poster
yarattığı skandal ile ülke dağılmadan önce
gençlik günü kutlamalarının tamamen iptaline
sebep olmuştu.
Bir gerçek var: Bienaller halkın ekonomik ve
kültürel olarak daha üst sınıfına hitap eden
organizasyonlar. Bu sene ki bienalin iddialı
konusunun ve destekleyici grafiklerinin ne
kadar genel bir kitleye çekim alanı yaratacağı
zamanla belli olacak. Klasikler arasına girer
mi? Bunu kestirmek zor ancak şimdiden
üzerlerinin başka ilanlarla kapatılmaya
başlandığı ve ‘beğen al’ sloganı ile şakayla
karışık anti-bienal grafiklerinin ortalarda
dolaşmaya başladığı açık.
01 Krsic imzalı bienal grafiklerine ‘beğen-al’
sloganlı anti-bienal grafikleri eşlik ediyor.
Hayır, başka tasarımcıların ve hatta beğendiğimiz anonim ürünleri
de satacağız. Beğenmemiz, bizi heyecanlandırması ve cok kolay
ulasılır başka bir yerde olmaması bizim icin yeterli.
Tasarımı olan kapınızı çalabilir mi?
Evet , dükkanı gördükten sonra projesinin/ürününün uygun
olduğunu düşünenler bizimle paylaşabilir.
Tasarımcılara üretim desteği vermesi söz konusu mu?
Beğendigimiz projede üretimin geliştirilmesi gerekiyorsa elbette.
Maybe Design’ı son dönemde öne çıkaran neydi dersiniz?
“Total Tasarım”a verdigimiz önem. Bu hem disiplinlerarası
çalısmamız, hem de tasarımın ötesinde, eğitimden, perakende
satışa, sergi organizasyonundan tasarım danışmanlığına kadar
yaptıgımız işlerin çeşitliliği ile ilgili.
Maybe Design’ın klasik bir tasarım dükkanından ayıran ne?
Bu dükkanda tasarımcısı belli olmayan fakat tasarım değeri taşıyan
anonim işlere de yer var. Ya da bir şeyin bu dükkanda olması için,
bir tasarımcısı olması yeterli değil.
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Istanbul Design Week sırasında gerçekleştirdiğiniz
Oops sergisinden çok söz edildi. Devamını getirmeyi
düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Sergilere ve Türk tasarımcılara cok
inanıyoruz. Hem 2009 hem de 2010 için yurtiçi ve
yurtdışında cok keyifli sergi projelerimiz var.
İşbirliği yapabileceğimiz doğru sponsorları arıyoruz.
08
30/08/2009
Şölen Kipöz
09
Gözde Tüfekçi
[email protected]
[email protected]
HİKÂYESİNİ KULLANICI
İLE YAZAN KIYAFETLER
3G SONUNDA GELDİ!
PEKİ YA ŞİMDİ?
Bora Aksu’nun geçtiğimiz ay İstanbul’da tanıttığı akıllı
kıyafetler, tasarımları sayesinde birden fazla kullanım
alternatifi sunuyordu. Ünlü tasarımcının işleri, kullanıcı
deneyimini bir kez daha sorgulamaya davetiye çıkardı.
01
1 .Dünya savaşından önce hizmetçilerinin
yardımı olmaksızın kıyafetlerini kendileri
bile giyemeyen moda kurbanları için önden
bağlanan gömlek bile büyük bir devrim
niteliği taşıyordu. Diğer taraftan
modernitenin temel motiflerinden biri olan
hız olgusu etrafında şekillenen Futurist
manifesto ile kullanıcılar yalnızca kendi
giysilerini giyebilir olmakla kalmadılar,
giydikleri kıyafetlerin alacağı son forma da
müdahale eder hale geldiler. Giacomo
02
Balla’nın 1914 yılında modanın abartılı ve
sıkıntılı formalitelerinden kullanıcıyı
özgürleştiren hareketli ve işlevsel bir dizi
giysi önerisinin ardından 1935te Filippo
Thomasso Marinetti’nin “Akıl için Latin
Keyifler” adlı manifestosuyla gelen seçim
özgürlüğü, günün her saatinde insanın
içinde bulunduğu psikolojiye göre
biçimlendirilen metaforik kıyafetler
sunuyordu. Sanat tarihçisi Radu Stern’e
göre bu başkalaşımlar bir kıyafeti neredeyse
‘açık’ bir sanat yapıtına dönüştürüyordu.
Küresel moda sisteminin formları ve
biçimleri olduğu gibi kabullenmeye ve
tüketmeye yönelik hazırcı tavrına karşı
Issey Miyake’nin 1997-2001 yılları
arasında tasarladığı bir dizi kıyafet ise
kullanıcıya daha büyük bir yaratıcılık alanı
tanıyordu. Bir Parça Giysi-A Piece of Clothtemeline dayanan A-POC koleksiyonu ile
Miyake, sadece kullanıcı deneyimini
değiştirmekle kalmıyor aynı zamanda giysi
yapım tekniğine de yeni bir sistem
getirmeyi amaçlıyordu. Pastal kalıbın tüp
şeklinde uzun bir kumaş parçası üzerinde
işaretlendiği kıyafetler kullanıcıya bu izleri
takip ederek kestiği giysiye kavuşabileceği
sözünü veriyordu, hem de hiçbir dikiş
müdahalesine gerek duymaksızın.
Ancak,bu akıllı tasarımlar, azla değer
üretmeye çalışan duyarlı bir endüstriye ve
akıllı tüketicilere gereksinim
duyduğundan modanın küresel ticari
sisteminde uzun soluklu olamadı. Kullanıcı
deneyimine ve işlevselliğe odaklanan
benzer bir yaklaşım ise Amerikalı bir
tasarımcının elinde tam anlamıyla ticari
bir başarıya dönüştü. Donna Karan yarıfeminist bir yaklaşımla çalışan kadınların
yaşantısını kolaylaştıran, ve bir iş
kıyafetinden kokteyl elbisesine
dönüşebilen, çok da becerikli olması
gerekmeyen kullanıcılara becerikli
kıyafetler öneriyordu. Böylece bir taşta iki
kuş prensibi ile lüks ve şık moda pazarına
ekonomik ve pratik bir açılım getirerek
rakiplerine açık ara fark atıyordu.
Donna Karan’ın modasının çoktan geçtiği,
akıllı kıyafetlerin de bir teknolojik beceri ile
bütünleşmesi gerektiği bir dönemde Bora
Aksu’nun Kokteyl adlı koleksiyonu, kullanıcı
deneyimi ve zevkine yönelik dönüşebilirlik
sözü veren yeni tasarımlarla karşılaşmak
adına umut verici. Geçtiğimiz ay İstanbul’da
koleksiyonun tanıtımını yapan Aksu,
yalnızca kokteyl elbiselerine yönelik akıllı
tasarımları ile bir elbisede kullanıcının üç
farklı kıyafet keşfetmesine izin veren
dekonstrüktif bir yaklaşım benimsiyor.
Günümüzdeki ekonomik çalkalanmalar ile
insanların bir elbiseyi bir kez giyme
lüksünün ortadan kalkması ve artık
tasarlayanlar kadar giyenlerinde yaratıcı
olduğu bir dönemi yaşıyor olmamızdan
hareketle bir elbise tasarımını 3 farklı
elbiseye dönüştürebilme fikrini geliştirmiş
Aksu. Böylece sadece daha uzun ömürlü
giysiler yapmakla kalmıyor, aynı zamanda
giyene de yaratma ve kendi tasarımını
oluşturma şansı tanıyor.Koleksiyonda
değişebilen tasarım serilerine çiçek isimleri
veren Aksu, formların ve kalıpların
oluşmasında çiçeklerin gün içindeki
hareketlerinden etkilenmişe
benziyor.Böylece akışkan kumaşlarla bu
hareketleri çevirerek, katlayarak ve
bağlayarak kullanıcının gerçekleştirmesini
sağlıyor.
“Herkes İçin” Bitti!
Kişisel yolculuğunun hikayelerini
gerçekleştirmek için etrafında iletişime
girdiği pek çok malzemeyi ,objeyi, giysi ve
aksesuar parçasını farklı deneyimlerle yeni
tasarımlara dönüştüren Aksu, Converse ile
yaptığı işbirliği çerçevesinde, 2005 kış
koleksiyonunda Converse ayakkabıları
botlara ve kısa çizmelere dönüştürmesinin
ardından, 2007 yaz koleksiyonunda,
ayakkabıları gerçeküstü bir anlayışla bele
giydirerek dönüştürebilen tasarımın
örneklerini sergilemişti.
Bora Aksu Coctail Line, farklı hikayeleri olan
ve couture tekniklerinin ağırlıkta olduğu
Bora Aksu koleksiyonlarına göre hazır giyim
tüketicisine yakın bir bütçeye hitap ediyor.
Aksu’nun geçtiğimiz son bir kaç yılda Koton
firması ile yaptığı işbirliği süresince şık,
işlevsel ve ekonomik kıyafetlere imza
atabildiğini biliyoruz. Yüksek modayı
sokağa indirebilen , neredeyse “ herkes için
Bora Aksu” alternatifini doğuran bu işbirliği
ne yazık ki bitti. Yerine “ herkes” için
olmasa bile akıllı ve şık giysilerin arayışında
olan moda tüketicileri için geliştirilen
Kokteyl koleksiyonu ise hazır giyim
endüstrisinde yeni bir açılıma neden olacak
gibi gözüküyor.
01-02 Sırasıyla Bora Aksu imzalı “Orchid” ve
“Venus”
Bulunduğunuz cenneti eşe dosta göstermenizi
sağlamak, süpermarket faturanızın
hesabınızdan düşürüvermek, ev monitörünü
cebinizden izletmek şöyle dursun... İşitme
engellileri cep telefonuna kavuşturan da 3G!
Geç olsun, güç olmasın mı demeli?
Merakla beklenen 3G geçen ay itibariyle tüm
ülke genelinde aynı anda hayatımıza girdi.
Aslında birçoklarımızın fazla birşey
değiştirmedi dediği, GSM dünyası için bir
dönüm noktası olan üçüncü jenerasyon iletişim
çağı 3G’ye, standartların belirlendiği tarihten
yaklaşık 10 yıl sonra adım atabildik. Tüketiciler
giderek artarak, “karşılanabilir fonksiyon” adına
çabuk ve ekonomik gönderilebilen multimedya
deneyimleri yaşamayı beklerken, 3G
teknolojisini dünyada 112. sırada kullanıyor
olmamız şaşırtıcı elbette.
Önceleri coğrafi şartları zorlamanın altında
yatan nedenle Norveç ve Finlandiya gibi Kuzey
Avrupa ülkelerinin, sahip oldukları geniş ve
zorlu arazilere kablolu iletişim yerine alternatif
yöntemler aramalarıyla başlayan GSM
yolculuğu, bugün dünyada 4 milyar kişinin
kullandığı bir iletişim aracı. Kablolu iletişimin
yerini GSM’e bırakmasının ardından, WAP
teknolojisine göre daha hızlı ve bol içerikli
bilgiler elde ettik sonraları. Ardından, transfer
hızını arttıran EDGE teknolojisi sayesinde mobil
telefonlardan internete bağlanmak kullanabilir
düzeylere taşındı. Bunları takip eden, mobil
cihazlardan farklı servislere bağlantı, müzik,
oyun, video gibi yan uygulamaların
gelişmesiyle birlikte, kullandığımız mobil
telefonlar da birer iletişim merkezi haline
geldiler. Mobil telefonlarla çektiğimiz
fotoğrafları paylaşıp, kolayca müzik dinler
olduk bu sayede. Ve son olarak, üçüncü nesil
iletişim 3G girdi hayatımıza...
Yan Etkileri Neler?
Bu günlerde adını sıkça duyduğumuz, GSM
teknolojisini bir üst basamağa taşıyan üçüncü
nesil için, International Telecommunication
Union tarafından 1999 yılında belirlenen
standartlarla başlayan yolculuk, 2001 yılında
Japon GSM devi NTT DoCoMo tarafından ilk
ticari 3G hizmetinin tüm dünyaya tanıtılmasıyla
hız kazandı. En basit ifadeyle, üçüncü
jenerasyon iletişim 3G, sahip olduğu altyapıyla
birlikte bağlantı ücretlerini düşürüp veri hızını
arttırarak “sürekli ve ulaşılabilir” bağlantı
sağlarken, kesintisiz olarak veri iletişimi
gerçekleştirebiliyor. Böylece kullanılabilir
01
düzeylere taşınan bağlantı hızıyla internet her
an cebinize taşınıyor. Adında “G” olmasından
mıdır bilinmez, ağırlıklı olarak görüntülü
konuşma olarak anılan 3G teknolojisinde
görüntü paylaşımı, üçüncü nesil bağlantıların
sunacağı ana özellik olmasa da, ürünlerde öne
çıkan en belirgin farklardan biri.
Üçüncü nesil iletişim çağına geçmemizle
birlikte bu anlamda tasarlanan ürünler ve
gelecek iletişim senaryoları bizim de
hayatımıza girmeye başladı. Bunun
örneklerinden LG, elektronik dünyada ilk defa
6D910 Watch Phone modelini , CES 2008
fuarında sergilediği prototipinin ardından,
tamamen dokunmatik ekran gibi yükseltilmiş
özellikleriyle geçtiğimiz aylarda duyurdu. Diğer
kameralı telefonların aksine ön kamerası
bulunan tasarım, görüntülü konuşmaya
odaklanarak çok daha rahat bir deneyim vaat
ediyor.
Tüketicilerce kullanılabilen teknolojilerin
hayata geçmesi, beraberinde diğer başka
yenilikleri de kullanılabilir kılıyor. Nokia
Araştırma Merkezi, Cambridge NanoScience
merkeziyle birlikte, uzun bir süredir üzerinde
çalıştığı “Nokia Morph” konseptini tamamladı.
Mantrasının “farklı düşünmek” üzerine kurulu
olduğu model, düz hatlı taşınabilir TV şeklinden
şık bir telefona dönüşebilirken, elastiki yapısı
sayesinde kola takılabilmesi için şekil
değiştiriyor. Uzun bir süredir ismini
duyduğumuz fakat günlük yaşamımızda pek de
görmeye alışık olmadığımız katlanabilir
ekranlar Nokia’nın “Morph” ismini verdiği yeni
konseptiyle hayat bulacağa benziyor.
3G’nin etkileri yalnızca ürün tasarımını değil
servisleri de etkilerken, operatörlerin altyapıyı
02
kullanıma açmalarıyla birlikte, daha iyi hizmet
sunmak isteyen kurumsal şirketler, 3G
teknolojosini kullanarak, görüntülü çağrı
merkezlerini hizmete açmaya başladılar bile.
Bu sayede telefon hizmetlerini görüntülü olarak
arayan müşteriler, gerekli menüleri cep
telefonu ekranlarında görüntüleyebiliyor ve
bununla birlikte daha kolay işlem
yapabiliyorlar.
İletişimde üçüncü neslin getirdiği bir başka
yenilik ise, işitme engellilere sağladığı
kolaylıklar tarafında. Yüksek veri hızı
sayesinde eş zamanlı görüntülü konuşmanın
mümkün olması, bu yolla işitme engllilere
daha kolay bir iletişim aracının kapılarını
aralayacak. Avrupa Birliği “Çerçeve
Programı” kapsamında engellilerin cep
telefonundan iletişim kurmalarını sağlamak
amacıyla geliştirilen WISDOM projesinin
yanısıra, başta operatörler olmak üzere
birçok şirket ve banka, işitme engelliler için
işaret dili bilen müşteri temsilcileri
sayesinde özel bir video içeriği yaratarak
işitme engellilerin de görüntülü çağrı
merkezlerinden faydalanmalarını sağlayacak.
Her bilginin izini sürmek, depolamak ve
paylaşmak üzerine kurulu gelecek senaryoları
düşünüldüğünde, iletişim araçlarının giderek
aksesuarlaşacağının ve kolay ulaşılabilir
noktalara konumlanacağının kokusunu
alabiliyoruz. Bu anlamda 3G ve ardından 4G ile
birlikte yeni nesil mobil telefon tasarımları,
sadece birer konuşma aracı olmaktan çıkıp
kompakt tasarımlarda sıkıştırılmış bilgi
merkezleri halini alıyor. Bileğimizdeki ürün,
fotoğraf çekip onu anında paylaşmamıza
yararken, aynı zamanda kahvenizi satın
alabileceğimiz bir araca dönüşüyor. Ve bütün
bunlar aslında bizim hayatımıza yeni yeni sızan
3G ile yaşanıyor.
01 LG’nin “Watch Phone” görünülü telefonu
02 Nokia’nın “Morph” konsepti
10
30/08/2009
Gözde Tüfekçi
Pelin Özgen
[email protected]
Bİ’DÜNYA TASARIM
Birinci sezonu geride bırakan Bi’Dünya Tasarım
programı, tasarım ekseninde seçtiği konularla
her hafta TRT Türk ekranlarında izleyici ile
buluşuyor. Mimari tasarımdan, moda
tasarımına, endüstriyel tasarımdan sanatsal
tasarıma uzanan çok geniş bir perspektifte
hazırlanan program, özellikle Türk tasarımı ve
tasarımcılarını ekrana taşımaya özen
gösteriyor. Tasarımcılar, tasarım kültürü ve
yönetimi hocaları, ve tasarım editörlerinden
oluşan bir ekip danışmanlığında sürdürülen
program en son tasarım haber ve
gelişmeleriyle, sadece tasarım dünyasının
değil, program izleyicilerinin de beğenisini
topluyor. Programın yapımcısı Sevinç Baloğlu
merak edilenleri yanıtladı.
TRT Türk’te ikinci sezonuna başlayan, Ece
Sükan’ın sunumuyla ekrana gelen
“Bi’Dünya Tasarım”, küçük bir ekibin büyük
bir özveriyle çalışmasının sonucu.
kurgusu, Burak’ın enerjik asistanlığı, Tuğçe’nin
fotoğrafları, danışmanlarımız görüşleri ve çekim
programlarını oluşturan Selin’in özverili
koşturmalarıyla program da özel bir tasarıma
kavuştu. “Bidünya Tasarım”, aslında bidünya
işin küçük ama özenli bir ekip tarafından
başarıyla yapıldığı bir program.
Programın içindeki bölümlerli hangi
kriterlere göre belirlediniz?
Projenin çıkış sürecinden bahseder misiniz?
Ben sinemacı olarak bir filmin oluşma sürecine
de hep tasarım olarak bakmışımdır. Sadece
mekan ve kostüm tasarımı anlamında değil,
senaryo tasarımından, sahnelerin çekimine;
kurgudan renk ve ses tasarımına uzanan uzun
ve meşakkatli bir yolculuktur sinemada
tasarım. Buradan bakmaya başlayınca,
yaşadığımız mekanların mimari tasarımından;
hayatımızı kolaylaştıran ya da güzelleştiren
objelerin tasarımına, bütün bir hayat içindeki
“tasarımın” önemini fark ediyorsunuz.
Bunu daha geniş kitlelerle paylaşmak istedik ve
çok değerli “danışmanlar ekibi” bize
ülkemizde uluslararası başarılara imza atmış
tasarımcılar ve ürünlerini anlatınca, biz de
Türkiye’nin tasarım kültürünü tanıtmanın
hem eğitici hem de çok renkli bir yanı
olacağına inanarak kolları sıvadık. TRT
Türk projeye çok olumlu yaklaştı. Ve TRTTürk’den Cavidan Önder’in de isim anneliğini
yaptığı, “Bidünya Tasarım” programı
doğmuş oldu.
Türkiye’de çok fazla tasarım programı yok,
neden sizce? Tasarım programı yapmanın
zorluğu ne?
11
Bu noktada danışmanlarımızın görüşleri önemli
oldu. Yapmak istediğimiz genişlikteki bir
tasarım programının hangi alanları kapsaması
gerektiği konusunda bize yol
gösterdiler…”Portreler”, her alandaki tasarımcı
kimliklerini ve tasarım felsefelerini
anlatabilecekleri bir başlık olarak programdaki
yerini buldu. Sanatsal Tasarımların ise baştan
beri programda önemli bir yeri olmasını
istiyorduk. Çünkü “tasarım” aslında farklı
sanatsal disiplinlerden de beslenen bir alan.
Hatta bir ara programın adının “8. Sanat
Tasarım” olmasını düşünmüştük ama
danışmanlarımız bu ismin bir tasarım
programını tam olarak ifade edemeyeceğini
söyledikleri için vazgeçip, bu ismi programın
bölümlerinden birinin başlığı olarak koruduk.
02
Öncelikle bu konuda bir “farkındalık” yaratmak
gerekiyor. Tasarım sanki çok özel bir alanmış
gibi geliyor herkese…Yani geniş bir kitleyi
ilgilendirmiyor gibi düşünülüyor. Oysa “moda
tasarımı” için bu böyle değil. Modaya yönelik
pek çok program yapıldı ve yapılıyor. Çünkü
biliniyor. Oysa tasarım, her yaştan her
ekonomik ve kültür grubundan insanın yaşamını
direk etkileyen bir olgu. Bu “farkındalık”
yaratılırsa tasarım üzerine program talebi de
hem kanallar açısından hem izleyici açısından
artacaktır. Ama tasarım programı yapmanın da
kolay olduğunu söyleyemeyeceğim. Öncelikle
konuya iyi hakim olmak gerekiyor. Bunun
ötesinde, programın, içeriği ve biçimiyle de özel
bir tasarımı olması gerekiyor. Bu da bütçe ve
emek işi… Yönemen Rıza Baloğlu’nun “belgesel
tadındaki” çekim üslubu programa özel bir çizgi
kazandırdı. Hasan Erdem’in özenli çerçeveleri,
Ece Sükan’ın sunumu, Müslüm’ün ışık
performansı, Serkan’ın özgün müzikleri, 1000
Volt’un 3D animasyonları, Zeynel’in titiz
Programınızın sponsoru yok, bu tercih mi?
Hayır. Sadece sponsorluk müessesinin de özel
bir çalışma gerektirdiğini düşünenlerdenim.
Buna galiba ancak zaman bulabileceğiz.
Programın bir sponsoru olmasını özellikle
Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve hatta
yurtdışındaki tasarımcılara ve ürünlerine
[email protected]
Yaşadığınız şehir sizi mutlu ediyor mu?
Oturduğunuz evde kendinizi ne kadar iyi
hissediyorsunuz? Ya ofisiniz, rahat mı?
Okuduğunuz okul sizi mutlu etti mi peki?
Gittiğiniz hastane yapısı iyileşmenize
yardımcı oldu mu? En son gittiğiniz
lokantada huzurlu muydunuz? Bütün bu
soruların yanıtı aynı yerde...
ulaşabilmek açısından isterim.
Sunucunuz biraz şaşırtıcı, neden Ece Sükan?
Ülkemizde “sunuculuk” pek meslek olarak
görülmüyor. Oysa bu gerçekten de üzerinde
durulması gereken bir konu. Sunduğu
programla ilgili, üzerinde çalışan; diksiyonu ve
fiziği güzel, izleyiciyle bir elektrik yakalayabilen
kişilerin yapması gereken bir meslek. Ayrıca
çekim tekniklerini bilmesi, setin koşullarına
dayanıklı olması da önemli. Hangi konuda
program yaparsanız yapın, profesyonel bir
sunucuya ihtiyacı vardır. Bazen bazı meslekler
içinden bu tür insanlar çıkabilir ama bunlar az
bulunur şanslardır. Biz Ece’yi seçerken
mankenliğini ve moda ile olan ilişkisini
düşünmedik. Bir tasarım programı yapıyorduk
ve izleyici ile doğru kontak kurabilecek,
programın yüzü olarak izleyiciyi ekrandan
yakalayabilecek; yazılan metinleri doğru
vurgularla okuyacak bir “sunucu” arayışı
içindeydik. Onun çalışma disiplini; programla
ilgili sunduğu her şeyi araştıran sorgulayan
kimliği, iyi ezberi ve diksiyonu bizim için öne
çıkan özellikleri oldu. Kuşkusuz güzel fiziği ve
de moda ile olan ilgisiyle kostüm seçimlerini de
kendisinin yapması programa artı katkı sağladı.
Programın geleceğine dair planlardan
bahseder misiniz?
Gelecekte programı İstanbul sınırlarının dışına
çıkarmak istiyoruz. İçerik için de özellikle
endüstriyel tasarım ve mimari tasarım
alanlarında daha geniş parantezler
açabileceğimiz özel bölümler yaratmayı
planlıyoruz. Ayrıca, programın biçimsel olarak
da zenginleştirilmesi konusunda sürpriz
düşüncelerimiz var.
01 Bi’Dünya Tasarım programının
sunuculuğunu Ece Sükan yapıyor.
02 Yapımcı Sevinç Baloğlu.
Mimarlık tüm yaşam alanlarınızda,
kalbinize dokunan, iyi hissetmenizi
sağlayan temel öğelerin yer almasına sebep
kavramdır. MÖ 1. yy.'da yaşamış olan
Romalı mimar Vitruvius’un "De
Architectura" adlı kitabında iyi mimarlık
için gerekli olan temel etmenlerin
“kullanışlılık, sağlamlık ve güzellik”
olduğunu dile getirmesi, yüzyıllar
öncesinden bugüne toplumun mekansal
alanlarında bu üç kavramın muhakkak
olmasının işaretidir.
Umudun, hüznün, sevincin evsahipleri
binalar, 22 Ağustos’tan itibaren her
Cumartesi 10:30’da NTV’de “Yaşasın
Mimari” belgeselinde hayat buluyor.
MUTLU EDER Mİ?
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin
yürüttüğü, Avrupa Birliği tarafından
desteklenen FOLIA “Fragments of Living in
Architecture” projesi kapsamındaki
“Yaşasın Mimari” adlı 13 bölümlük
mimarlık belgeseli Ağustos’tan itibaren
NTV’de yayınlanmaya başladı.
Projenin Yöneticisi ve İstanbul Serbest
Mimarlar Derneği (İSMD)’nin Başkan
Yardımcısı Oğuz Öztuzcu’ya projenin
detaylarını sorduk.
“Dünyanın en eski mesleği” olarak
tanımlanan mimarlığın, ülkemizde yeterince
tanınmadığı maalesef bir gerçek.
Mimarinin toplum ve bireyler üzerindeki
yaşam biçimini tayin edici etkilerinin
büyüklüğü düşünüldüğünde toplumda
Mimarlık bilincinin yükseltilmesinin önemi
ortaya çıkar.
Projeye nasıl AB’den destek aldınız?
AB projeleri amacına uygun olarak,
projedeki bir yan hedef de Türkiye ve AB
ülkeleri arasındaki işbirliği ve karşılıklı
tanınmayı artırmaya katkıda bulunmak
olmuştur. Bu kapsamda Alman Mimarlar
Birliği ve Fransa Mimarlar Birliği’yle
işbirliğimiz gerçekleşmiştir.
Mimarlık Hayattır, Mimar ve İşvereni,
Dünyaya Yerleşmek, Dünyada Yer Edinmek,
Yerellik Yenilik Yersizlik, Bir Kentte
Dolaşmak, Kentin İzi-Mimarisi, Mimarlık
Zamanın Barometresi, Mimarlıkta SahtelikSahicilik, Mimarlık Kültürel Yatırım,
Dönüşüm: Canlanma- Başkalaşma, Yeşil
Hayat Mimarisi, Gelecek ve Mimarlık bölüm
başlıklarından oluşan belgeselin her
bölümünün bir mimar danışmanı
bulunuyor.
FOLIA projesi kapsamındaki bu çalışmayı,
Çanakkale Seramik & Kalebodur ve Efektif
Gayrimenkul destekliyor.
Sizce mimarlık gündemi için önemi,
ortaya çıkışında ana hedefi neydi?
Belgesel dizisini iki konferansla
destekleme sebebinizi öğrenebilir miyiz?
Ülkemizde bu amaca yönelik faaliyetler
yok denecek kadar azdır. Televizyon
tarihimizde konuyla ilgili yayınlar birkaç
taneyi aşmaz. İşte biz bu diziyle; bu
hedefe yönelik bir çalışma yaptık. Dizide
herkesin anlayabileceği bir dil kullandık.
Mimarlık kavramlarını olabildiğince
anlaşılır bir biçimde aktarmaya ve
yaşamımızı etkileyen insan yapısı
çevremizdeki iyi ve kötü örneklere,
nedenleriyle birlikte, dikkat çekmeye
çalıştık.
13 hafta boyunca her Cumartesi günü, aynı
saatte yayınlanacak belgesel, seyirciyi
mimarlık konusunda aydınlatmayı
amaçlıyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa,
Bodrum, Antalya ve Kapadokya’nın yanısıra
Roma, Madrid, Barselona, Berlin, Hamburg,
Rotterdam ve Amsterdam’da yapılan
çekimlerde, Türk ve Avrupalı mimarlar, kent
tasarımcıları ve kent yöneticileriyle
röportajlar yapıldı. Belgesel, her gün içinde
yasadığımız evlere, ofislere, girip çıktığımız
lokantalara, alışveriş merkezlerine,
mimarlıkla ilgilenen herkesin yanısıra,
yasadığı yerlere, şehirlere, bu kez
mimarların gözünden bakıyor. Mimarlığın
hayatımızdaki önemini vurguluyor.
'Yaşasın Mimari' belgeselinin NTV'de
gösterilen bölümlerine ve çekim
fotoğraflarına www.folia.org.tr sitesinden
ulaşılabilecek. 13 bölümlük belgesel,
NTV'de yayınlandıktan sonra Türkiye
genelindeki tüm mimarlık fakültelerine,
üniversitelere, yerel yönetimlere
ulaştırılacak.
01
MİMARLIK
Bursa ve Kapadokya’da, yurtdışında ise
Berlin, Hamburg, Roma, Barcelona, Madrid,
Amsterdam ve Rotterdam’da
gerçekleştirilen çekimlerde ayrıca,
konuların uzmanlarıyla röportajlar da
tamamlandı. 22 Ağustos’ta ilk bölüm yayına
girdi. Diğer bölümler 12 hafta boyunca
cumartesi günleri saat 10.30 da
yayınlanacak.
İstanbul’daki toplantıda uluslararası üne
sahip konferansçı Alman mimar kendi
uygulamalarına referansla güncel AB
ülkeleri mimarisini anlatmış diğer
taraftan Paris’teki toplantıda yine
uluslararası üne sahip 2 mimarımız
Türkiye’deki uygulamaları anlatmışlardır.
01
Projeyi genel hatları ile anlatmanız
mümkün mü?
Derneğimiz İSMD (İstanbul Serbest
Mimarlar Derneği)’nin yürüttüğü Avrupa
Birliği tarafından desteklenen FOLİA
projemiz “Yaşasın Mimari” adlı 13
bölümlük bir TV belgeseli ile 2 konferanstan
oluşuyor.
02
Bir danışmanlık şirketinin derneğimizin
böyle bir proje için fon almaya layık
görülebileceğine bizi ikna etmesi
üzerine bu proje için 2007’de
başvuruda bulunduk. 2008 de kabul
edildik. Aynı danışmanlık şirketi
ile işbirliği içinde bu günlere geldik.
Konferanslardan ilki 15 Mayıs 2009’da
Fransız Mimarlar Birliği bünyesinde
Paris’te, diğeri ise 3 Haziran 2009’da
İstanbul’da gerçekleşti.
Son olarak... Mimarinin tanıtılmasına
yapılan katkının toplumun mutluluğuna
yapılan katkı olduğuna inanmış İSMD olarak
bu belgeseli gerçekleştirmekten dolayı
kıvançlıyız.
Yapımcı ve yayıncı kuruluş olarak ihale
sonucu ulusal bir kanal olan NTV seçildi.
Yurtiçinde İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum,
02 Projenin Yöneticisi ve İstanbul Serbest
Mimarlar Derneği (İSMD)’nin Başkan
Yardımcısı Oğuz Öztuzcu
12
30/08/2009
13
Melis Pekand
NURTOPU GİBİ İSTANBUL MODA GÜNLERİ
[email protected]
Modanın moda olduğu şu yıllarda, normal yoldan gebe kalamadığımız moda haftaları için
24 sene bekledik. Sonunda laboratuv ar koşullarında tüp yöntemiyle İstabul Fashion Lab
ve mikroenjeksiyon katkılı İTKİB ile Moda Tasarımcılar Derneği, bizi mutlu sona
kavuşturdular. Artık nurtopu gibi İstanbul Moda Günleri’miz var.
İstanbul’dan moda haftası çıkar mı çıkmaz
mı, kaygısını bir tarafa koyarsak, İstanbul
Fashion Days organizasyonunun modayla
yoğrulmamış kültürden oluşan bir milleti ne
denli biraraya getirdiğine odaklanabiliriz.
Egosu bu kadar yüksek bir sektörün iğne
ipliği bırakıp tek çatı altında birleşmesi, çok
bilinmezli denklemde, her bileşenin payına
düşeni bir şekilde yapıp birleşmesi, “olmak
ya da olmamak işte asıl mesele bu” dedirtti.
Bu aralar medyayı ve seyyahları en
heyecanlandıran şehr-i İstanbul, bir de
moda organizasyonuyla sınandı.
Yurtdışı moda basını ve alıcılarının da
izlediği organizasyonda, Güney
Amerika’dan gelen davetliler her şeyden
önce “birlikteliği” nasıl kotardığımızı
inceledi. Yani bazıları için “örnek olay”
niteliği taşıyan moda etkinliğinde
yeteneklerini dünyaya tanıtan modacılar
elele Taşkışla’dan açıldı.
26-29 Ağustos tarihlerinde gerçekleşen,
uluslararası defile takvimlerinin teamülüne
uyarak gelecek yılın (2010 İlkbahar/Yaz)
anlatıldığı, sürekliliği daim olması gereken
etkinlik, Türk moda sektörüne heyecan
getirdi. Gün birimiyle tanımlanan moda
etkinliğinin önümüzdeki yıllarda ismine
“Hafta”yı eklemesi ümidiyle...
Özgür
Masur
Gamze
Saraçoğlu
Vesaire (vs…) isimli
koleksiyonunu karma defilenin içinde sunan
Özgür Masur, koleksiyonunu şöyle anlatıyor:
“2010 koleksiyonum daha önce
gerçekleştirdiğim koleksiyonlarımın içerisinde
en farklı olanıdır. Bu farklılıkların kadın
bedeninde yine Özgür Masur imzasını da
oldukça belirgin hale getireceğine inanıyorum.
Dolayısı ile İstanbul Fashion Days gibi titizlikle
hazırlanmış ve Türk Modasının ilk defa var olan
gücünün yansıtıldığı böyle büyük bir
organizasyonda yeni koleksiyonumu ve
defilemin heyecanı ve anlamı benim için
oldukça özel.
Damladan okyanusa akış, Gamze
Saraçoğlu’nun koleksiyonunun teması. 60
parçadan oluşan koleksiyonda damlanın
geçtiği tüm evreler, ekru, pudra pembesi,
krem, su yeşili, turkuaz ve petrol mavisi
tonlarında anlatıldı. Teknik açıdan zengin
ve ince işçiliği olan bu koleksiyonda akışı
doğru anlatabilmek ve yansıtabilmek için,
drape teknikleri geliştirilerek, özel punto
dikişler ve farklı detaylar kullanıldı. Hem
gece hem de gündüz giyilebilecek
parçalardan oluşan, doğal kumaşların
kullanıldığı koleksiyondaki kumaşların
büyük kısmı ipekti.
Sahnenin her zaman bir tasarımcı için yaratıcı
gücünü yansıtan en gösterişli yol olduğuna
inandığımdan dolayı defile için hazırlanan
modellerimi, 2010 satış koleksiyonundan
ayırarak iki farklı Özgür Masur’u anlatmayı
istedim. Satış koleksiyonundaki modellerde,
tekrarlardan ibaret bir anlatım ve origamik
katlamalar ön planda olduğundan için kadın
bedeninde hassasiyeti, gösterişi yansıtan ipek
şifonlar, ipek satenler, drapelerle yorumlanmış
tüller, organzeler ve şantuk koleksiyonun ana
hatlarını oluşturdu.”
Bahar Korçan
Moda Tasarımcıları derneği başkanı
Bahar Korçan’ın konsepti “Kabullen ya
da Değiştir”; bireyleri baskı altında bırakan
toplumsal ve dinsel tabuları ve bunlardan
dolayı üstümüze yüklenenlere değindi. Bireyler
bu kısıtlamaları ya olduğu gibi kabul ediyor ya
da kısıtlamaların farkına varıp değiştirme
yoluna gidiyor. Korçan’ a göre uyanma ve
farkındalık vakti geldi. Özellikle kadının
toplumsal dayatmalara karşı yaşadığı içsel
yolculuğun üstünde durulduğu koleksiyonun bir
bölümünde tasarımcının kızı Lâl Korçan’ın
çizdiği desenler Anteks Tekstil’in ürettiği
kumaşlarla kullandı. Defile için Bahar Korçan
tarafından çizilen ayakkabılar İnci Deri
tarafından üretildi. Ayrıca Jasabi tarafından
uygulanan mücevher koleksiyonu
da defilede yer aldı.
Hatice
Gökçe
Mehtap
Elaidi
Hatice Gökçe, Ressam
Taner Ceylan ve Hayko Cepkin’in de katkıda
bulunduğu “Öteki” isimli defile, İstanbul
Moda Günleri’nin tek erkek koleksiyonuydu.
“ÖTEKİ” defilesinde 45 parça vardı. Pamuk,
keten ve ipek karışımı kumaşlardan gömlek
elbiseler, uzun bodyler, dar pantolonlar ile
deri mont ve ceketler tanıtıldı. Beyaz, bej,
gri ve mavinin kullanıldığı koleksiyonda
pötikare ve optik desenli kumaşlardan
oluşan kısa ceket ve deri yelekler göze
çarptı.
Mehtap Elaidi’nin ilk defilesi olan “Yollar”
temalı koleksiyonu, seçtiklerimiz,
seçmediklerimiz, üzerinde yürüdüklerimiz,
ardımızda bıraktıklarımız, geleceğe
ayırdıklarımız ve daha aklımıza gelmeyen
tüm yollar düşünülerek tasarlanmış. Canlı
ve içiçe geçmiş renkler skalasında Elaidi
klasiği olan siyah-beyazlar da kullanılmıştı.
Origamik katlamalar ve kuplar, ters
hacimler, androjen silüetlerde yakalanan
dişilik, koleksiyonun ana hatlarıydı.
Tasarımcının kendi kuplarını yaratmak için
başvurduğu uzun dikdörtgen parçalar
kayde değer deyatlardan biriydi. Deriler
ve trikolar da ilk kez Elaidi parçalarında
gün yüzü gördü.
Özlem Süer
Mitolojideki 3 güzel olan
Athena , Hera ve Afrodit’e
gönderme yaparak güzellik
kavramını sorgulayan
tasarımcının koleksiyonun ismi “Triology”
idi. Asimetrik kesimler, ikinci bir ten gibi
duran deriden tasarımlar, soft tonlardaki
renk skalasına hareket katan el yapımı
aksesuarlarla neo romantik bir şehirli kadın
yaratmıştı Özlem Süer. Tünikler, elbiseler,
taytlar, şifon ipek ve derilerle karıştırılmıştı.
Özlem Süer ayrıca gelecek ay içinde
gerçekleşek Paris Moda Haftası’na da
katılacak.
Hakan
Yıldırım
Kendi adını taşıyan
markası ve Koton için iki
defile yapan tasarımcı, moda
günlerinin en çalışkan tasarımcısıydı.
Özellikle hızlı perakende markası
Koton için avangard bakış açısıyla
hazırlanan koleksiyon, yıllardan beri
özlediğimiz bir birliktelik niteliğindeydi.
40 parçalık koleksiyonun teması yeni
lüks’tü. Lüksün tanımının değiştiğini,
Koton için yeni lüks anlamına gelen
oldukça şık bir koleksiyonla anlattı
Yıldırım. Ancak parçalara ulaşmak için
gelecek yazı beklemek gerekecek.
Simay
Bülbül
Deniz Mercan
Deniz Mercan, küçükken yaptığı kağıt
bebeklerin giysilerinden ve kızı Sofia’nın
çocukluğunda oynadığı oyuncaklardan
ilham alarak “Sofia’nın bebekleri” adlı plaj
kıyafetleri mayo koleksiyonunu sundu.
Mercan, koleksiyonu şöyle anlattı: “24
Nisan sabahı, yeni koleksiyonumu
kızıma hediye olarak vermek fikri ile
uyandım. Ta ki internette 23 Nisan
çocuk kutlamalarında eskilikten
yırtılmış, sarı, plastik çizmeli minik bir
kızın dans eden fotoğrafını görünceye
kadar… Bir yumruk sıkıştı göğsüme.
Ülkeme karşı sorumluluğum ve
borcumu ödeyebilmenin kendimce
bir yolunu bulmaya itti beni.
Bizler; şanslı çocukları olan
bütün anneler, ülkemizin
bilgiden yoksun minik kızları için
büyük bir güç olabiliriz. Bu yüzden
koleksiyondan elde edilecek gelirin
bir bölümünü bağışlayarak küçük
kızların eğitimine destek vermeyi
amaçlıyorum. Bu koleksiyon için
harcadığım tüm enerjiyi, güzel
duyguları kızım Sofia’ya ve ülkemin
erkenden büyümek zorunda kalmış,
hiç oyuncak bebekleri olmamış, minik
kız çocuklarına ithaf ediyorum.”
Türk derisini farklı kumaşlar ile birlikte
kullanarak gelinlikten, gece elbisesine kadar
değişik tasarımlarla modaya yeni bir yorum
getiren Simay Bülbül, DTG (Deri Tanıtım
Grubu) işbirliği ile İstanbul Moda Günleri’nde
10 parçalık koleksiyonunu karma defile
içinde tanıttı. Simay Bülbül koleksiyonunu
şöyle tanımladı: “Türk derisini tasarım ile
buluşturduğumuz bu koleksiyon ile amacım
farklı platformlarda deri modasının iç sesini
kendi yorumumla dışa vurabilmek. Bu
koleksiyonumda bir kadının masalındaki
arayışı ve uyanışını anlatıyorum. Kahramanı
olduğumuz hayat masalımızda aslında
yaşamımız bir makaraya sarılmış ip ile
anlatılıyor. Her an kopabilir, yol alabilir, her
yere gidebilir ve düğüm olabilir.”
14
30/08/2009
15
Gökçe Dervişoğlu
GELECEĞİ
[email protected]
01
Avşar Gürpınar
[email protected]
BİRLİKTEN TASARIM DOĞAR MI?
Kitlesel inovasyon yöntemi “crowdsourcing”, söz kosunu
tasarım olduğunda süreci herkese açık hale getirmeyi tarif
ediyor. İnternet yoluyla paylaşılan fikirlerin, ürüne dönüşme
macerasını yönetmek bir hayli çaba gerektiriyor elbet.
Ürün tasarımında kullanıcının ne kadar
önemli olduğu artık su götürmez bir
gerçek. Özellikle son 30 sene içinde bu
önem sürekli olarak artmaya da devam
etti. Bu durumun farkında olan firmalar ise
ürün tasarımı süreçlerinin belli
noktalarında sıklıkla kullanıcıların
fikirlerine zaten başvuruyordu. Kullanıcı
odaklı tasarım süreçleri, dışarıdan
çalıştırılan tasarımcılar ile de
birleştirilince ortaya bir anda bir çok
insanın dahil olduğu bir durum
çıkmaktaydı. Peki böyle bir durumda
sürece katılan kişi sayısını arttırır ve hatta
geniş kitleleri tasarım ve yaratıcılık
sorunlarının çözümünde kullanırsak ne
olur? İşte buna “crowdsourcing” adı
veriliyor.
Bir tür dış kaynak kullanımı olan
“crowdsourcing”in bize daha tanıdık olan
“outsourcing”den farkı, ikinci durumda bir
firmada yapılacak bir iş, o alanda
profesyonel başka bir şirkete yaptırılırken,
ilk durumda böyle bir gereklilik olmaması.
Bu yöntemde amaç bir tasarım sürecini ya
yapmak ve ardından bunu firmaya
yollayarak içerisinde o tasarım için
gereken parçaların olduğu bir set almak
mümkün.
da sorunu o konu ile ilgisi olan olmayan
herkese açarak yaratıcı fikirlere ya da
çözümlere ulaşmak.
Büyük kitleleri bir araya getirmek için en
uygun ortam tabi ki internet. Bu sebeple
crowdsourcing örneklerinin büyük bir
bölümünü internet siteleri oluşturuyor.
İçeriğini kullanıcıların oluşturduğu
“Wikipedia” ve “Ekşi Sözlük” siteleri
bunun uzun süredir devam eden başarılı
örneklerinden. İşin tasarım tarafına
geçtiğimizde ise kullanıcıların da maddi
kazanç sağlayabildikleri oluşumları
görüyoruz. Fotoğraf, çizim, video ve ses
dosyalarının yüklendiği ve satışından
kullanıcının da para kazandığı
“iStockphoto” ya da kişisel tasarımların
farklı ürünler üzerine basıldığı
“Threadless” ve “Zazzle” gibi projeler de
oldukça popüler hale gelen crowdsourcing
örneklerinden. “Name This”'te ise çeşitli
ürünler için yaratıcı isimler bularak maddi
gelir elde edilebiliyor. Bunların dışında
Lego internet sitesi üzerinden indirdiğiniz
bir programla istediğiniz Lego tasarımını
Crowdsourcing'in ürün tasarımındaki en
başarılı uygulamalarından biri ise
“Quirky”. Burada, bir sorunun çözümü için
geniş bir kitleye açık çağrıda bulunan firma
da ortadan kaldırılarak, fikir, tasarım,
üretim ve satış süreçlerinin hepsi bir
internet sitesi üzerinde birleştirilmiş. İlk
aşamada kullanıcılar hayata geçirmek
istedikleri ürünlerle ilgili fikirlerini yazılar
ve görseller yolu ile diğer kullanıcıların
beğenisine sunuyor. Oylama sonucunda
seçilen ürünün tasarım süreci başlıyor. İlk
önce ürüne bir isim bulunuyor, ardından
ürün araştırması yoluyla ürünün tam
olarak ne gibi özelliklere sahip olacağı
belirleniyor. Bu aşamadan sonra ürünün
şekline, boyutuna, renklerine, hatta
logosuna ve ambalajına da tamamen
kullanıcılar tarafından tasarlanan ve
oylanan seçeneklere bakılarak karar
veriliyor. Tasarım aşaması tamamen
bittiğinde, ürünü anlatacak vurucu bir
cümle ile ürün tasarım süreci
sonlandırılıyor ve ön satış süreci başlıyor.
Üretim maliyetleri açısından uygun bir
sayıya ulaşılana kadar ürün internet
sitesinde ön satışa sunuluyor. Bu sınır
aşıldığında ise üretime geçiliyor. Kardan
kimin ne kadar pay alacağı ise az önce
bahsedilen bütün süreçler sırasında
yapılan teklif, yorum ve oylamalar
hesaplanarak bulunan bir yüzde üzerinden
belirleniyor. Eğer bir kişinin üründe yüzde
kırklık bir etkisi olmuşsa, o ürünün
satışından elde edilen her bir dolarlık karın
kırk sentini alıyor. Böylece bir anlamda
birlikten tasarım doğmuş oluyor.
Geleneksel tasarım süreçleri ile
karşılaştırıldığında yönetimi zor olsa ve
sonuçlar her zaman istendiği gibi olmasa
da crowdsourcing gibi kitlesel innovasyon
yöntemleri ileride daha da popüler hale
gelecek gibi görünüyor. Çünkü bu
yöntemler maddi getirilerinin yanı sıra
insanlarda fikirlerine saygı duyulduğu ve
yaptıkları işlerin izlendiği fikrini
doğuruyor. Bu bağlamda crowdsourcing'in
tek başına olmasa da diğer tasarım
yöntemleri ile birlikte sıkça kullanılacağı
sonucunu çıkartabiliriz.
01 Tasarımda crowdsourcing
uygulamalarından... Sitede ürünün
özelliklerine oylarla karar veriliyor.
TASARLAYABİLİR MİSİN, ABİDİN?
Geleceğin meslekleri arasında "profesyonel velilik", "mahremiyet koruculuğu"
sıralanıyor. Armani'nin bebek tasarlayacağı günler, holografik depolama teknolojileri
konuşuluyor. Fresco Türkiye’yi ziyaret ediyor, Türk öğrenciler Matali Crasset'le
Pompidue’da 2050’yi kurguluyor. Görünen o ki, gelecek buralara da geliyor!
Yönetim kavramının geçtiği her alanda en
önemli unsur belirsiz olan geleceği
şekillendirmeye çalışmaktır. Strateji olarak
telaffuz ettiğimiz yol; o yoldaki taş toprak,
hangi donanımla o yola çıktığımız, yorgun
olup olmadığımız hatta sabah kahvaltısında
yenilen bal bile bu yolculuğu
biçimlendirecek faktörlerdir. Ama hem
yolculuk sürecini hem de yolun sonunu
kestirmek her zaman çok kolay değil.
İnsanoğlunun geleceğe merakı her zaman
onu bir şekilde gelecekle ilgili ipuçları
toplamaya yönlendirmiş, yani günümüzde
baktığımızda kehanetler, fallarla şekillenen
mistik tarafın yanında bu merak kendini
çeşitli yöntemlerle ortaya koyan bilimsel
örnekler de vermiş. Bu örneklerin başında
genelde ekonomik kriz sonrası yaşanan
öğrenme süreçlerinden birinin ürünü
senaryolar geliyor. Gelecek senoryaları özel
sektörde stratejik planlamada önemli bir
araç olarak kullanılıyor ama bu aracın
kullanılması ve çoğu şirketin literatürüne
girmesi “nasihat- müsibet” bağlantısıyla
ancak 1974 Petrol krizi sonrası
gerçekleşiyor. İlk uygulayıcılardan biri de
enerji devi Shell.. Tabii gelecekle ilgili
ipuçlarını toplamak disiplinlerarası bir iş
olduğu ve bir ekip tarafından takip edilmesi
daha anlamlı olacağı için bu ekiplerin içinde
tıp hekiminden antropoloğa, gen
mühendisinden nano teknoloji uzmanına,
performans sanatçısına kadar geniş seçkide
kişiler yer alıyor.
Şimdi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
gelişen tüm bu çabalara baktığımız zaman
makro senaryolardan günümüzdeki trend
araştırmalarına kadar geniş bir alanın ve
çabanın bu alana kanalize olduğunu
görüyoruz. Asıl önemli olan zaman geçtikçe
artan belirsizlik ortamında ve zaman
geçtikçe azalan öngörülebilen verilerin
kesiştiği alanda senaryoları ayağı yere
basan ve güncelliğini yitirmecek şekilde
oluşturmakta yatıyor.
01
Dünyada özellikle 70’lerin ortalarından
itibaren gelişen bu alanda son yıllarda
01
Türkiye’de de girişimlere rastlanmakta. Özel
sektörde son 10 yılda bu alanda alınan
ulusal ve uluslararası danışmanlık
hizmetlerinin yanında daha geniş kitlelere
ulaşan çalışmaların da hayatımıza girdiğini
gözlemliyoruz. Mayıs sonunda “Future
Talks” oturumlarını başlatan Tüm
Fütüristler Derneği Kasım 2008’de de ünlü
fütürist Jacque Fresco’yu Türk izleyicisiyle
buluşturdu.
Fresco’yu zaten 21. yüzyılın Leonardo’su
yapan özellikleri; endüstri mühendisi,
mimari tasarımcı, toplum bilimci ve
disiplinlararası yaklaşıma yakınlığından
kaynaklanıyor. Diğer yandan “Future Talks”
‘un iş dünyasından konukları hem gelecek,
hem teknoloji hem de fırsatlardan gelişecek
girişimcilik özellikleri ve alanları konusunda
görüş aktardılar.
Bu noktada tabii ki içerik ve tasarım ön
plana çıkan öğeler. Tasarımın bir alan değil
bakış açısı olduğunu vurgulayan
uzmanlıklar, tasarımı hayatımızın her
alanına taşıyacak. Hatta genetik ve
bebek tasarımcısı gibi kavramların ortaya
çıktığı, yeni alanların oluştuğu ortamda
sorgulama ve etik birçok tartışmaya yön
verecek. Etik tanım itibariyle gri bir
alan olduğu için yapılan işe, yansımalarına,
geleceğe taşıyacağı değerlerin
netleşmesi ve paylaşılması gerekiyor.
Tasarım Gazetesi’nin daha önceki
sayılarında haber olarak okuduğunuz
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin
Paris Pompidue Sanat ve Kültür
Merkezi’nde tasarımcı Matali Crasset
önderliğinde katıldıkları “2050 Gelecek
Senaryoları” çalışması da bu alanda
değişik kültürlerden katılımcıların
gelecekle ilgili önceliklerini belirleyen bir
çabaydı. İngiltere veya Fransa’dan bir
üniversite öğrencisinin 2050 ile ilgili
önceliği ekolojik veya kaynaklarla ilgili
iken Türk öğrenciler konu olarak “mobilite”
ve vizesiz seyahat gibi önerilerini
paylaşıyorlar.
Bunları yaparken de etik ve kültürel
öncelikler yanımızda yüreyecek.
Kulak ardı ettiğimiz gerçekleri kabul
eder ve değiştirmeye çalışırsak
kültürel kodlarımızda yatan
“kaderciliği” kırmamız ve bugünü
yalnız eleştirerek değil aynı zamanda
değiştirerek devam etmemiz
gerektiğini tekrar hatırlayacağız.
01 Jacque Fresco’nun gelecek projeleri.
16
30/08/2009
Banu Binat
Meltem Cansever
SUÇ VE PEK YARATICI CEZA
1980’li yıllardan bu yana hapishaneler hep gündemimizde. Cezaevi nasıl
tasarlanmalı? Çözüm daha da sıkı gözetim mi, yoksa Leoben Cezaevi gibi “şık” bir
cezaevi mi? Eğitim ve sporu öne alan farklı modeller mi ? San Fransisco'lu bir grup
mimar gibi hapishane tasarımını tümüyle boykot etme seçeneği de yok değil.
“Betonlaşma” kavramı çarpık kentleşmenin
tüm suçunu betona yüklüyor. Bu yüzden
binaların taşıyıcı sistemleri dışında betonu
kullanmak, onu bir tasarım girdisi olarak
değerlendirmek ülkemizde maalesef hala
yaygınlaşamadı. Toplumda beton “soğuk”,
“ağır”, “kaba” olarak algılanan bir malzeme. Bu
algıyı yıkmak ve genç mimar adaylarını
betonun özellikleriyle tanıştırmak için her yıl
düzenlenen Betonart Yazokulu bu yıl “Betonu
Biçimlendirmek” teması ile yürütüldü.
Küratörlüğünü Deniz Güner’in yaptığı 2009
Betonart Yaz Okulu’nda betonun farklı
kullanımları ve biçimlendirme yöntemleri
araştırıldı ve malzeme bilinmeyen özellikleriyle
yeniden yorumlandı. Yazokulu boyunca pek çok
deneysel çalışma aynı anda yürütülürken,
elastiklik, şeffaflık, hafiflik gibi kavramlarla
alışılagelmiş uygulamaların dışına çıkıldı.
Moderatörlüğünü Banu Binat’ın üstlendiği Fulya
Selçuk, Müge Öztürk, Didem Kıncı, İlker Yıldız,
Ali Uysal’dan oluşan grup “beton ve hareket”
kavramına odaklandı ve betonun kütlesel
etkisinin aksine, hareketli ve hafif ürünler
tasarlamaya karar verdi.
01
Çağdaş toplumda cezaevinin amacı,
suçluların yaşama kazandırılmak üzere
insanca koşullarda barındırılması ve
dışarıya çıktıklarında suçtan uzak kalmaları.
Oysa istatistikler, cezasını çeken
mahkûmlarda suç tekrarının çok yüksek
olduğunu ve tecridin ruh sağlığı üzerinde
onulmaz yaralar açtığını gösteriyorlar.
Cezaevlerinin örgütlenmesi doğrudan
mimari tasarıma bağlı olduğu için sorun
mimarlık dünyasının da sıcak gündeminde.
Cezaevi tasarımında başından bu yana
farklı modeller denenmiş. 18. yüzyıl
sonundaki Radyal Tasarım merkez ve onu
izleyen kollardan oluşuyordu. Bunun alt tipi
olan Pennsylvania siteminde yönetim binası
merkezde, New York’taki Auburn sisteminde
02
ise dışarıda yer alıyordu. Pennsylvania’da
mahkûmlara tek hücreli, sessiz bir ortam
sağlanırken Auburn sisteminde bir arada
çalışma, ama yine sessiz kalma
öngörülüyordu. 18. yüzyılda Jeremy
Bentham tarafından ortaya atılan ve 20.
yüzyıl sonunda Michel Foucault tarafından
kıyasıya eleştirilen Panopticon, merkezdeki
bir gözetleme kulesinden çevreye dizilen
bütün hücrelerin gözetlenebildiği dairesel
bir binaya dayanıyordu. Kule karanlıkta
kalırken hücrelerin aydınlatılmış olması,
mahkûmların sürekli gözetim altındaymış
gibi davranmalarını sağlamayı amaçlıyordu.
Bu fikre uygun olarak yapılan Kuzey Londra
Pentonville hala cezaevi olarak hizmet
vermeyi sürdürüyor. Philadelphia'daki
Eastern State Penitentiary ise müze olarak
kullanılıyor.
1870’lerde hücrelerin büyük bir koridora
baktığı Büyük Ev tasarımı gündeme geldi.
1890’da, girişimci Colonel Taggert'in satın
alarak cezaevi kamplarına dönüştürdüğü
Avlulu Tasarım’da mahkûmlar dış mekânda
yol işçisi olarak çalışıyor ve egzersiz
yapıyorlardı. 1945’lerin Kampus
Tasarımı’nda, büyük bir eğitim merkezi
öngörülmüş ve etraf duvarlarla değil,
tellerle sınırlandırılmıştı. 1950’lerde ABD’de
savunulan ve Fransa'daki Fresnes Prison ve
New York'taki Riker's Island cezaevlerinde
uygulanan Telefon Direği tipi cezaevleri
uzun bir koridor etrafına dizilen yaşama ve
çalışma birimlerinden oluşuyor.
1980’lerin Gökdelen veya Metro cezaevleri
03
ABD’de birçok şehirde uygulanmış. Çalışma
odaları yüksek bir binanın katlarında yer
alırken çatı egzersiz alanı olarak ayrılıyor.
1990’ların yeni nesil Modular (veya
Podular) cezaevleri açık bir faaliyet alanı
etrafında yarıçap boyunca sıralanan
hücreler bulunuyor ve merkezdeki
gözetleme noktasında son derece net
görüşe sahip pod’lar kullanılıyor. Her
köşede video kameralar, cam tavan ve
kapılar yer alıyor. Mahkûmların
bireyselliklerini tümüyle yok eden bu
sistem, fiziksel işkence yerine ruhsal
işkenceyi -hem de yasal olarak- getiriyor.
APDSR İnisiyatifi
2005’te, Avusturya’nın Leobon kentinde
inşa edilen cezaevi ise beş yıldızlı otel
standartlarında. 46 milyar dolara mal
olduğu belirtilen yapının bir duvarında,
Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar
Sözleşmesi –Türkiye taraf değil, ama taraf
olan ABD’de de cezaevlerinin koşulları hiç
de parlak değil- İnsan Hakları
Bildirgesi’nin “Özgürlüklerinden yoksun
bırakılan herkes insani bir biçimde ve
insanın doğasında var olan onura uygun
olarak insani muamele görmeli” ibaresi
yazılı. Hapishanenin mimarı Josef
Hohensinn bu tasarımın suç oranlarının
azalmasına yardım edip etmeyeceği
konusunun ikinci planda olduğunu,
aslolanın insana yakışır koşullar yaratmak
olduğunu belirtiyor.
Önerilen model ne olursa olsun,
hapishaneler ne suçlulara tam anlamıyla
insanca bir yaşam sağlayabildi ne de tekrar
suç işlenmesinin önüne geçebildi. San
Fransisco’lu bir grup mimarın 1981’de
kurduğu APDSR (Architects / Designers /
Planners for Social Responsibility – Sosyal
Sorumluluk için Mimar / Tasarımcı /
Planlamacı) adlı inisiyatif, 2004 yılından bu
yana açık olan imza kampanyasıyla sosyal
sorumluluk sahibi tasarımcıları hapishane
tasarımını boykota çağırıyor. Günümüzde
500’ü aşkın mimarın imzaladığı bildiri,
mimarların korku, ırkçılık ve yoksulluk
sömürüsü üzerine kurulduğunu iddia ettiği
Panopticon modeline isyanını dile getiriyor.
Türkiye’nin mimarları, ellerini taşın altına
koyup ülkenin utancı cezaevlerinin nasıl
daha insanca tasarlanabileceği konusundaki
fikirlerini dile getirmeli. Adil bir topluma
günümüz Türkiye’sinin hapishane koşulları
varken ulaşmak mümkün değil.
01-02-03 Sırasıyla Eastern State, Leoben ve
Fresnes Hapisaneleri
YOKSA BETON
BİR GİYSİ Mİ?
[email protected]
[email protected]
Cezaevi tümüyle modern bir kurum ve
Protestan ahlakıyla yakın bağlantıları var.
Suçluların bir yere kapatılarak tecrit
edilmesiyle, manastırlardaki keşişler gibi
tefekküre dalacakları, "tövbe" ederek suçtan
vazgeçecekleri varsayılıyordu. İlk
hapishaneler 16. yüzyılda Hollanda'da
açılmışsa da bu kurumun günümüzdeki
yapısına kavuşarak yaygınlaşması ve
mahkûmların -çalışırlarken bile- birbirinden
ayrı tutulması 18. ve 19. yüzyıllarda
gerçekleştirilecektir. 20. yüzyıl başında,
hücre cezası artık yalnızca bir disiplin
yöntemi olarak kullanılıyordu. Türkiye'de
ise tek kişilik odalardaki mahkûmların
tecridine dayanan F tipi cezaevi modeli
2000'li yılların başından itibaren, ilk kez
olarak uygulamaya koyuldu.
17
Temmuz ayında düzenlenen yaz okulunda gençler klasik kalıp
tekniklerinin ve biçimlendirme yöntemlerinin dışına çıktılar.
Malzemeyi deneyimleyerek tanıyan katılımcılar, betonun moda
tasarımında da kullanılabileceğini gösterdiler.
Betona hareket vermek nasıl mümkün olur?
“Hareketi biçimlendirmek ya da kalıbı harekete
göre şekillendirmek” mi? “Betonda harekete
imkan sağlayan boşluklar yaratmak” mı? Tüm
bunları sorgulamak ilk iki günün tamamını aldı.
Ama süreç içinde dünyada yapılan yüzlerce
ilginç örnek incelendi. Tasarımlar önce
maketler üzerinde çalışıldı, bu noktada farklı
kalıp teknikleri denendi, hatta pek çok deneme
olumsuz sonuçlandı. Karşılaşılan tüm
olumsuzluklar genç mimar adayları üzerinde
malzemeye daha yakın olmalarını, bu
hatalardan doğru sonuçlara varmalarını sağladı.
Denenmemişi denemek ve malzemeyi tanıyarak
imkanları zorlamak hırsı, ikinci günden sonra
tüm grupta hissedilir bir etki bıraktı, amaç
beton ile şaşırtmaktı.
İçinde suyun hareketine imkan sağlayan bir
beton blok uygulamasınadan sonra, betonun
5.duyumuza yani duymaya nasıl etki edeceğini
sorgulandı. Grup betonu tanıdıkça, malzemenin
sınırlarını keşfetmeye başladıkça, amaçladıkları
gibi şaşırtıcı tasarımlar da ortaya çıktı. Boş
Pringels kutularına doldurulan birbirine
çarparak ses çıkartacak çaşitli malzemelerin
bulunmasından sonra, alüminyum boruların
kalıp olarak kulanıldığı, Pringles kutularının ise
donatı görevini üstlendiği beş silindir yapıldı.
Her silindirde farklı renk denemeleri ile
betonun renklendirilmesi üzerine de çalışmış
oldu. Böylece her biri farklı renkte ve farklı ses
çıkartan elinize alıp sallayacağınız kadar hafif
müzik aletleri oldu.
Beton içinde yaşamsal alanlar yaratmak ve
betonun sesini dinlemek... Buradan sonra grup
malzeme ile o kadar yakın oldu ki artık tasarım
yapmaktan korkmamaya, klasik kalıpların
dışına çıkmaya karar verdi. İlk günlerde
sorgulanan beton ve hareket paradoksunu nasıl
bir ürüne çevireceklerini tasarlamaya
başladılar. Hareketli bir varlık olan insan için
hafif esnek bir malzemeye dönüştürülmüş
betonla üretilmiş giysi fikri çalışmanın
devamında odaklanılan konuyu oluşturdu.
01
Beton ile insanın vücundadaki harekete imkan
sağlayacak ve vücudu saran bir şalın, kumaş
olarak vücutta duruş şeklini kalıplayarak bir
giysi üretmek mümkündü. Bu deneysel
çalışmanın düşünme ve tasarım evresi bile
projede çalışan beş mimar adayının betonla
tasarım yaparken malzemenin sınırlarını ve
performansını görmelerini sağladı.
Yumuşak bir malzeme olan tekstili betonla
birleştirmek, istenilen hareketin elde
edilmesinde bir alternatif olarak düşünüldü.
Tekstilin stabilitesinin artırılması için hem
taşıyıcı sistem, hem donatı hem de tekstile
formunu veren malzeme olarak, tekstilin
içinden tel geçirilidi. Böylece malzemenin
esnekliği kolay form verme avantajı sağlamış
oldu. Vurgulanmak istenen “hareketi yaratma”
potansiyeli artırıldı. Alışılmışın dışında bir
yöntemle biçimlendirilen beton, alışılmışın
dışında bir alanda kullanılabilir bir hal aldı.
Bu amaç doğrultusunda, kumaşın hafifliği ve
bedeni sararken oluşturduğu kıvrımlar referans
alınarak "giyilebilir beton" tasarlanmaya
başlandı. Tasarım sırasında dikkat edilecek iki
önemli nokta vardı, birincisi bu şalın
giyilebilecek kadar hafif ve harekete imkan
verecek kadar esnek olması, ikincisi ise
zamanla çatlamaması için hem donatısının
olması hem de beton karışımının doğru bir
oranla elde edilmesi gerçeği.
Kumaşın vücutta durması istenilen biçim
yaratılarak donduruldu. Mankenin omuzlarını
sararken, kıvrımları ve dökümüyle biçim alan
kumaşın üzeri agregası az ve ince kullanılmış
oldukça akışkan hale getirilmiş beton ile
kaplandı. Burada tellerle sekillendirilmiş
kumaşın kendisi aynı zamanda kalıp görevini
de üstlendi. Tüm kıvrımlar sünger yardımıyla
betonla sıvandı. İki gün içinde kuruyan
"beton şal" hafifliği sayesinde rahatlıkla
taşınabildiği gibi, estetik duruşuyla ilgi çekti.
Yaz okulu sonunda proje sunumlarına şalı
giyerek katılan öğrenciler tasarımın her
alanında betonun kullanılabileceği mesajını
da vermiş oldular.
01 2009 Betonart Yaz Okulu’nda yapılan
çalışmalardan.
18
30/08/2009
Filiz Yılmaz Kaşgör
Sibel Baştimur
[email protected]
[email protected]
GÜZELLİĞİN BEŞ PARA ETMEZ,
TASARIMCIDA ŞEVK OLMASA
Platon’dan Umberto Eco’ya kadar birçok
düşünürün üzerine yazdığı, tartıştığı
güzellik ve estetik kavramlarının tasarımla
ilişkisi, Pisagorcu anlayışın kabul ettiği
matematik ve güzellik arasındaki bağ, insan
vücudunda var olan, Da Vinci’nin kusursuz
Rönesans adamı, Antik Yunan Mimarisi’nin
formülü ve I-Pod tasarımında faydalanılan
Altın Oran kavramına, hatta Firavun
mezarlarından çıkartılan kozmetik
ürünlerine, maden devrinde icat edilen
aynalara kadar götürülebilir. Günümüz
kozmetik sektöründe tasarımın varlığını
vurgulamak, belki de bu uzun soluklu
ilişkinin siluetidir.
YAPAY OLMAK
EN “DOĞAL”
HAK MI?
Estetik ve güzellik kavramlarının, tasarımla
ilişkisi nedir? Kozmetik firmasının, tasarım
fuarında yer alması garip midir?
Octave Series
‘Güzelliğin içinde tasarım, tasarımın içinde
güzellik vardır’ dersek pek yanlış olmaz.
İtalyan kozmetiğinde lider bir isim Deborah
Milano markasının tasarıma dair atılımları
bu ilişkiye örnek olabilecek nitelikte. Mimar
ve tasarımcı Mario Trimarchi ve Frida
Doveil tarafından yönetilen mimarlar, grafik
sanatçıları ve tasarımcılardan oluşan
Fragile stüdyosu, 2002 yılında Deborah
Milano’nun tasarımla tanışmasını sağlar.
Marka imajını düzenlemek ile yola koyulan
Trimarchi, yeni grafik tasarımıyla ürünlerin
görsel etkisini değiştirir, sonra ürün
üzerinde araştırma projesi sürdürülür.
Koordine edilmiş imaja bağdaştırarak, geniş
bir kitleyle iletişim kurabilecek belirgin bir
tasarım fikri geliştirilir. Ürünler detayları
içinde “tam ve tanınabilir” olmak amacıyla
tasarlanır. Deborah Milano için tasarım,
kozmetik alanında markanın araştırma ve
yenilikçi içeriğini ifade etme biçimidir.
Firma yılda dört tasarım ürününü, en son
moda trendlerine göre uyarlanan kozmetik
renklerini ve yenilikçi ürünlerini piyasaya
sunar. Bu tasarım sürecinin bir parçası
olarak makyaj için ufak tasarım nesnelerinin
sergisi Anemoni böylece Milano Tasarım
Haftası’nda yer bulur. Beş yıl içinde
Trimarchi tarafından tasarlanan asimetrik
maskaradan kullanışlı ve marifetli ufak
makyaj setine kadar onbeş ürün fuarda
deniz canlılarıyla beraber gösterilir. Sergi
saf güzelliğe, eşşiz güzelliğin kusursuz
detayına ve kendi doğasına uygun olarak
feminen anlayışa odaklanır. Makyajda
kusursuz biçimlendirilmiş ürünlerle İtalyan
anlayışını vurgulayıp tasarım üzerine ilgi
çekerek parlamak amacıyla yola çıkan
Deborah Milano’nun, Tortona Bölgesi’nde
gerçekleştirdiği Anemoni bu yolda çok
başarılı bir adım. Serginin altı günde 17.000
üzerinde ziyaretçinin, moda, tasarım ve
güzelik üzerine uzmanlaşmış 100’ün
üzerinde gazetecinin ilgisini çekmesi, amaca
doğru ilerlemenin de bir göstergesi.
19
04
01
02
Deborah Milano kozmetik alanında
tasarımcının bulaştığı, tasarımla ön plana
çıkan tek örnek değil elbette. Uzun yıllardır
birçok uluslararası moda tasarımcısının
markalaşmış ismini farklı içerik ve orjinal
ambalaj tasarımıyla parfüm şişelerinde
görüyoruz. Tasarımcının itibar ve ününe
katkı sağlayacak, daha geniş kitlelere
ulaşacak ve son derece karlı yegane yöntem
kozmetik ve parfüm... Kozmetik ürünleri
tasarımcı kimliğiyle birlikte daha manidar
olsa da, kozmetiğin moda dünyasındaki
önemi ve katkıları da bilinen bir gerçek.
Farklı fikirleri birleştirme odaklı, konsept
bazlı tasarımlarıyla ünlü Hollandalı iki
tasarımcı Victor&Rolf, erkekler için
‘Antidote’ ve bayanlar için ‘Flowerbomb’
parfüm tasarımıyla, Haute Couture
alanındaki başarılarını kozmetik alanında
da gösterdiler. ‘Gerçeğe karşı tek silahın
hayaller’ olduğuna dair yaşama felsefesini
temsil eden ‘Flowerbomb’ parfümünün,
03
üzerinde markanın logosunun yer aldığı,
çiçek şeklinde tasarlanmış bomba pimi
bulunan kübik elmas cam tasarımıyla
dikkat çekici olduğu ve ambalajın ‘Patlayıcı
bir Demet’ ifadesini desteklediği aşikar.
Ürünün afişinden, web tasarımına kadar,
içerik ve konsept tasarımından ambalaj
tasarımına kadar tüm aşamalarda
tasarımcının elinin değdiği çok belli. Grafik
ve ambalaj tasarımı, moda dünyasında
birçok lider ismin reklam kampanyalarını,
ambalajlarını tasarlayan, Armani, Prada,
Calvin Clein gibi birçok marka ve
tasarımcıyla çalışan, Harper’s Bazaar’ın
yaratıcı direktörü Baron&Baron firmasının
kurucusu Fabien Baron tarafından
tasarlandı. Anemoni gibi tasarım
fuarında sergilenmese de, pembe
mumlar, pembe şampanya ve pembe
çiçeklerle tasarlanmış bir gecede
tanıtılan parfüm, son birkaç yıldır
Türkiye’de. Gönül ister ki, Türkiye’de
de bu tarz örneklerin sayısı artsın.
Gelelim, kozmetik sektörü için devrim
niteliği taşıyan Türk asıllı tasarımcı Feride
Uslu’ya... Feride Uslu, makyaj artisti fakat
hızlı ve pratik olması için defile ve moda
çekimlerindeki talep üzerine Uslu Airlines
markasının yaratmış. Türk asıllı New York’ta
yaşayan makyözün imzasını taşıyan
kozmetik ürünleri, en çok Hollywood
yıldızları tarafından kullanılıyor.
Malzemelerin rahat ve hızlı kullanılmasını
sağlayan ana cihaz “air(o)pak” adlı ürün,
püskürtmeli boyama sistemi. Kompresörüne
konan makyaj malzemeleri cilde
püskürtülerek, homojen ve pürüzsüz bir
görüntü yaratıyor. Değişik başlıklarıyla likit
tarzda kozmetikler, hatta ojeler bile
uygulanabiliyor. Uslu Airlines ürünleri
arasında pudra, kapatıcı, fondöten, ruj, göz
farı, rimel ve makyaj fırçaları mevcut.
Üstelik farklı tasarım markalarına ev
sahipliği yapan Bilstore mağazalarından da
satın alınabiliyor.
Octave Series, Londra'daki Gallery Libby
satıcıları için yaratılan bir takım. Tek bir dal
bağımsız bir raf biriminin direkleri olan
dört parçaya ayrılıyor.
Cow Dung
Mimarisi kerpiç binaları öne çıkaran
kültürlerden esinlenen Karin
Frankenstein, bu yapılar için
kullanılan çok eski teknikleri
dikkatle işlemiş. Patates ununu
kağıt, kireç taşı, kum, kil, inek
gübresi, saman çöpü ve turba ile
kaynatarak güçlü, dayanıklı bir
görünüme sahip betonumsu bir
malzeme üretmiş.
In the Round
Örme tarzı kullanılarak yapılan In the
Round kesintisiz bir dairesel örgü
sırasından (15m'nin üzerinde) yapılan
bir elbise kolunu ön plana çıkarıyor.
Süngerle kaplı boru şeklindeki bir
çelik çerçeve bu "döşemelik kumaşı"
destekliyor. Bu sandalye kaba
işleme direnebilecek kadar güçlü bir
yapıya sahip. www.luflic.com
Tasarımın izlerini sürebileceğimiz en tarihi
alan olan kozmetik sektörü, dünya
genelinde milyar dolarlık cirosuyla
ekonominin gözbebeği olmaya devam
ediyor. Kaçınılmaz başarının ardında
tasarımın pek çok disiplinden profesyonelin
iç içe çalışması yatıyor. Sonuç, yıllar içinde
değişmeyi sürdürüyor. Amaç ise aynı
kalıyor: Güzellik! Kusursuz güzellik...
01 En son tasarım haftasında gerçekleştirilen
Anemoni sergisinde Deborah Milano’nun
ürünleri deniz canlılarıyla sunuldu.
02 Kozmetik sektörünün tasarım
gönüllülerinden Too Faced’in ürünleri.
03 Victor&Rolf’un “Flowerbomb” parfümü.
04 Feride Uslu’nun kurduğu Uslu Airlines’ın
tanıtımında kullanılan grafiklerden örnek.
Mobilya kavramı anlam değiştirmeye pek
müsait; yenilik talebi tuhaflık arzını
beraberinde getiriyor. Durum buyken
firmalar, en doğal olmayan biçimleri, pek
doğal şekilde, doğallığı savunmak için
üretmeye girişiyor.
Sound Chair
Sound Chair ses dalgasının kopyası. Matthew
Plummer Fernandez bu sivri nesneyi hacmi,
zamanı ve ses frekansını işlediği grafikleri
kullanarak polietilen köpükten yapmış.
www.plummerfernandez.com
ConoLounge
Bir zamanlar gazete kâğıdı içeren
Cardboard borular iki eğimli çelik
bağı ile birleştirilmiş. Onceneto
ConoLounge'in üretim için bekleyen
ve gelecek olan ürün grubunun ilki
olan bir prototip olduğunu
belirtiyor. www.onceneto.cl
Hangkast
Dimdik şekilde ayakta duran bir çam
kontrplak gardrop olan Hangkast iki cömert
rafı ön plana çıkarıyor. Tamamen eğri duran
eşya statik bir ürünle hareketli olan canlı
bir varlık hissi yaratmak için tasarlanmış.
Madam Rubens
Bir atık işleme tesisinden kurtarılan ve
sandalye olarak yeniden yaratılan Madam
Rubens döşeklerin uzatılmış ömrü ile
yapılan Frank Willems deneylerinin bir
sonucu. Döşekleri büyük ancak rahat
koltukları oluşturan çeşitli şekillere
sokuyor, onlara poliüretan püskürtüyor,
esnek bir boya kaplaması ekleyip koltukları
ahşap çerçevelere oturtuyorlar.
www.frankwillems.net
20
30/08/2009
Ömer Durmaz
Prof. Dr. Oğuzcan Özcan
[email protected]
[email protected]
LOGOYU
ETKİLEŞİMLİ TASARIM’DA YENİ DÖNEM:
DİRİ DİRİ GÖMMEK!
Philippe Starck, geçtiğimiz yıl Die Zeit
dergisine verdiği röportajda, “Tasarım
öldü!” demiş ve epey bir gürültü patırdı
koparmıştı. Starck’ın savı bir yana, tasarım
ve sanat dünyasında “ölüm” sözcüğü her
zaman fazlasıyla ilgi görmüştür. Starck bu
şifreyi çözmüş olacak ki “tasarım yapmadan
da” adından söz ettirebilmişti.
Bugünlerde, “ölüm” sözcüğünün cazibesini
keşfeden bir diğer isim de geçtiğimiz
aylarda Türkiye’de bir seminer veren ve
Time dergisinin dünyanın en önemli 100
insanı arasına seçtiği pazarlama ve marka
danışmanı Martin Lindstrom. Lindstrom,
yazılarıyla logonun sonunun geldiğini
belirterek reklam ve tasarım dünyasında
yeni bir tartışma başlattı. Ona karşı çıkan
kişi ise pazarlama iletişiminin önde gelen
isimlerinden A. Selim Tuncer. İki marka
profesyoneli arasındaki ortak nokta ise,
düşüncelerini The Brand Age dergisinin
sayfalarında kaleme alıyor olmaları...
Çünkü ikisi de aynı derginin köşe yazarı...
The Brand Age dergisinin iki yazarı... Bir
yanda Martin Lindstrom, diğerinde Selim
Tuncer. Mesele ‘hayati’, soru açık:
Logoyu öldürmek mi gerek? Belediyeler
ardı ardına logo yarışması düzenleyip
“layığını” bulamazken infaz kaçınılmaz
mı? Reklamcılar “işin içindeki kelek”
konusunda haklı mı? Yoksa, içimizdeki
logo aşkı saklı mı?
Lindstrom, “Logonuzu Öldürmenin Zamanı
Geldi” başlığı altında şunları söylüyor:
“Logonuzu kaldırırsanız, geriye ne kalır? Bu
soru çok önemlidir, çünkü bir marka
logosundan kat kat büyüktür. Geri kalan
unsurların size ait olduğu kolayca
anlaşılabiliyor mu? Markanızı parçalama
felsefesi tüketicilerle her olası temas
noktasına, markanın imajını oluşturma ve
koruma mantığıyla yaklaşır. Görüntüler,
sesler, dokunma hissi ve metin gibi
bileşenlerin markalandırma platformunda
tümüyle bütünleşmiş bir hale gelmesi
gerekir. Her unsur logonun kendisi kadar
can alıcı bir işleve sahiptir.”
Tuncer ise özetle şu sözlerle karşılık
veriyor: “Ben bu ‘cinayet’ arzusu içeren
başlığı ilk okuduğumda, Lindstrom’ın,
tezini güçlendirmek için ‘mübalağa
sanatı’na başvurduğunu düşünmüştüm.
Çünkü, her unsur eğer logonun kendisi
kadar can alıcıysa, logonun da en azından
diğer unsurlar kadar can alıcı bir işleve
sahip olduğunu zımnen kabul ediyoruz
demektir. Ancak, Lindstrom, The Brand
Age’teki geçen ayki yazısında, ‘Logoyu
Öldürelim’ başlığı altında ‘Logo henüz
ölmedi, ama günlerinin sayılı olduğunu
söyleyebilirim.’ diye yazınca, bu iddiasının
‘mübalağa’ sınırlarını aştığını ve ‘Her unsur
logonun kendisi kadar can alıcı bir işleve
sahiptir.’ yargısının ‘Logo dışındaki her
unsur can alıcı bir işleve sahiptir, logonun
ise canı cehenneme!’ şekline dönüştüğünü
gördük. Şimdi, bu tehlikeli iddianın
önünde durmazsak, zaten bir sürü abuk
logonun her gün arz-ı endam ettiği
memleketimizde bir sürü yeteneksiz
adamın eline korkunç bir koz vermiş
oluruz: ‘Yahu, logo zaten can çekişiyor, siz
ise işin kılına tüyüne takılıyorsunuz!”
Aslında tartışma, pazarlama iletişimi
dergisi “MediaCat”in, yeni çıkarmaya
başladığı Tasarım ekinde, dosya konusu
olarak markanın seçilmiş olması ile
başlamıştı. Söz konusu ekte reklamcı
Serdar Erener, Lindstrom’un yazdıklarına
methiyeler düzmüş, öğrencilerin bile
bildiği şeyleri sanki ilk kez
keşfedilmişçesine ve referans hataları
yaparak anlatmış, “Ben bu logo işinde bir
kelek olduğunu biliyodum” diyerek “logoyu
öldürmek” üzere yakılan ateşi körüklemişti
(!). Bunun üzerine Tuncer’in bu görüşe
yönelik ilk karşı yazısı kişisel bloğunda yer
almış, Lindstrom, “The Brand Age”teki
köşesinde iddiasını abartarak sürüdünce
de tartışma dergi sayfalarına taşınmıştı.
Meseleye Türkiye’nin grafik tasarım
gerçekleri açısından bakacak olursak:
Türkiye’de grafik tasarım mesleğinin
en zor problemlerinden biri olarak
kabul edilen logo konusunda gerçekten
başarılı kaç tasarımcı olduğunu
söyleyebiliriz? Türkiye özgün logo
tasarımı konusunda bir doyuma mı
ulaşmıştır? Markanın tek bileşeninin
“logo” olduğunu kim söylemiş ki, üstelik
okullarda bile böyle öğretilmiyorken! Yerel
seçimler sonrası değişen belediyelerin,
ardı ardına açtıkları logo yarışmalarında
“ödüle layık eser bulunamadığı” şeklinde
açıklamalar duyulurken, yeni kurulan
üniversitelerin açtıkları logo
yarışmalarının birincilerinin benzerleri
çıkıyorken, bir de logoyu öldürmeye niyetli
“büyük” reklamcılarımız varken, ne diye
tasarım bölümlerinde görsel kimlik ve logo
tasarımı üzerine dersler veriliyor ki?
Baksanıza dünyanın en önemli 100
insanından biri “logoyu öldürün!” diyor,
birileri de ardından gidiyor. Onlardan daha
mı iyi bileceğiz!?
EĞRİSEL EKRANLAR VE
USSAL-BİO ETKİLEŞİM
Teknoloji ve tasarım bütünlüğü, kullanıcı için heyecan verici
bir dönemin geldiğini müjdeliyor. Ekran odaklı yenilikler işin bir
boyutunu oluştururken, uzmanlar parmak etkileşimi, beyin
gücü gibi “mecra”lara odaklanıyor.
iPhone ile çok dokunuşlu ekranların ticari
kullanımına henüz alışmaya başlamışken,
teknoloji geliştiricileri biz tasarımcıları
yeniliklerle şaşırtmaya devam ediyor.
Üstelik Philips gibi firmaların piyasaya
sunmaya hazırlandığı masa ve duvar
boyutunda çok dokunuşlu ekranları henüz
daha denememişken...
Bu konudaki en radikal buluşun nano
teknolojiye dayalı spray ekranlar olduğu
söyleniyor. (Sözkonusu teknoloji bir tüp
içindeki özel karışımın sıkıldığı yüzeyde
irrasyonel formda ekran oluşturmakta.)
Spray ekranlar kablosuz iletişim ve kablosuz
elektrik kullanımıyla akılları zorlayan bir
ekran düzeneği vaat ediyor, ancak henüz
ortada somut kullanılan bir prototip yok
aslında.
Ama Japon bilim insanlarının geliştirdiği
silindir ekranlarla, Microsoft Research Lab.
ile Kanadalı bilim insanlarının geliştirdiği
küresel ekranlar meraklıları tarafından
denendi bile.
Küresel ekranların teknoloji gösterisinden
öte henüz tam olarak neye yarayacağı
interaktif tasarımcıların kafasını kurcalayan
bir soru olarak tartışma listelerinde yer
almaya devam ediyor. Oysa silindir ekranlar
şimdiden tıp görselleştirmesinde yerini
almış durumda: Japon bilim insanları üç
boyutlu beden tomografisini sağa sola elle
çevirerek izlenebilmesini sağlayacak bir
model geliştirmeyi başardılar bile.
Etkileşim tasarımındaki tüm bu gelişmeler
sadece ekrana bağlı değil üstelik. Bilim
Beyin gücüyle etkileşim son yıllarda büyük
mesafeler kattetti. Amerikalı bilim insanları
düşünme gücüyle bir dairenin ekranda
çizdirmeyi başardılar. Her ne kadar bu
denemeler daha çok felçli hastaların
iletişimi için geliştirilse de interaktif
tasarımcıların farklı inovatif tasarımlar
yaratması için önemli bir fırsat
oluşturmakta.
Sözkonusu yolda en önemli diğer gelişme ise
bedensel etkileşim: Bilim insanları, üşüme,
korku, mutluluk gibi duyguların yarattığı
tendeki değişimleri etkileşimli bir iletişime
çevirmeyi başardılar. Bu yolla insan tenine
takılan kılcal sensörlerin, örnegin bedendeki
“tüylerin diken diken olması” korku
durumunu bir başka bireye mesaj olarak
iletmesi sağlandı. Bio-etkileşim olarak da
tanımlanan teknoloji daha çok felçli hastalar
için geliştirmiş olsa da interaktif tasarımda
yeni mekanizmalar arayan tasarımcılar için
önemli bir adım olarak görülebilir.
9 Yaş, Artık Uzman!
Öyle görünüyor ki teknoloji geliştiriciler
önümüzdeki dönemde de tasarımcılara
alışılmadık yeni seçenekler sunmaya devam
edecek. Bizlerin bu yeni teknolojileri
kullanım deneyimimiz ve beğeni düzeyimiz
arttıkça, tasarımcıların daha inovatif fikirler
geliştirmesi kaçınılmaz olacak. Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği’nin yaptığı
araştırmaya göre, 2015’e kadar kullanıcı
deneyimi ve efektif-inovatif tasarım
beklentileri giderek çoğalacak. Sosyoekonomik açıdan bunun önemi ülkeler için
de giderek artacak.
Tüm bu bulgular interaktif tasarımda
önümüzdeki günlerde yeni bir dönemi
müjdeliyor. Bu nedenle interaktif
tasarımcılarının, kullanıcıların beğeni ve
beklentilerini giderek karşılaması daha zor
olacağını söylemek yanlış olamasa gerek.
Cevaplar için:
http://selimtuncer.blogspot.com
01 Oscar Bjornoson tasarımı logolar.
insanları, son olarak, parmak etkileşiminin
yanında beden ve hatta beyin gücüyle
etkileşim üzerine kafa yoruyorlar:
YTU İnteraktif Medya Tasarımı Ana Bilim
Dalı’nda yapılan bir deney bu hipotezi
doğrulamakta: Yapılan denemelerde,
9 yaş çocuklarının arayüz kritiği yapmada
artık uzman kullanıcı olarak
kullanılabileceğini gösteren şaşırtıcı
sonuçlar ortaya çıkıyor. 2000 doğumlu
çocuklarının yetişkin olacağı 2025 yılından
sonra çok farklı bir interaktif medya
deneyimi göreceğimize ve 21. yüzyılın
ikinci çeyreğinde çok ileri bir medya
anlayışı gelişeceğine dair önemli
ipuçlarımız var.
Bakalım Martin Lindstrom, Türkiye’den A.
Selim Tuncer’in seslendirdiği itiraza
Amerika’dan yanıt verecek mi?
01
21
01
01 3 boyutlu beyin tomografisi bilindirik
ekrandan izlenebiliyor.
22
Ayhan Enşici
[email protected]
ÇOCUKLA ÇOCUK OLMAK...
Bu ara... Çocuk kültürü tasarımı üzerine bir yüksek lisans programı kapılarını açıyor,
çocuklar için tasarım konferansları organize ediliyor, pediatri klinikleri için mimarlık
yarışmaları düzenleniyor. Tüm çalışmaların temelinde “çocuk” tanımı sorgulanıyor.
‘Çocuklar için tasarım’ kavramının sınırları
henüz kesinleşmiş olmamakla birlikte,
genel ve ortak kabul gören bir tasarım
yaklaşımını tanımlıyor. Kavram, en geniş
anlamıyla genç kullanıcılar için onların
ihtiyaçlarını ve sınırlamalarını göz önünde
bulundurarak tasarım yapılmasını anlatıyor.
Zaman zaman böyle algılanmasa da,
çocuklar için tasarım duyumsanandan çok
daha karmaşık. Çocukluk insan hayatının
sıfırından başlayarak çok dinamik ve geniş
bir zaman dilimini kapsıyor. İngiltere,
Huddersfield Üniversitesi’nde bulunan Ürün
Tasarımı: Çocuk Ürünleri ve Oyuncakları
lisans programı internet sitesinde ‘çocuklar
için tasarım’ kavramını doğumdan gençliğe
kadar olan dönem içinde insan
gereksinimlerini belirleyerek ürün tasarımı
çalışmaları ve projeleri yapmak olarak
tanımlıyor. Çocuklar için tasarlanacak
ürünler biberondan, eğitim oyuncaklarına,
geniş bir yelpazeyi kapsayabiliyor.
2009 Eylül ayında ilk öğrencilerini kabul
etmeye başlayacak olan ve dünyada tek
olan İsveç Gothenburg Üniversitesi,
Tasarım ve Zanaat Okulu (HDK) Çocuk
Kültürü Tasarımı (Child Culture Design)
master programı çocuk kültürü oluşturmak
amacıyla araştırmalar yaparak ve bilgi
üreterek bunların tasarım projelerinde
kullanılmasının temel hedef olarak
belirlemiş. Bu hedefin sadece sürdürülebilir
toplum yaratmak için değil aynı zamanda
eşitlik, ahlak, adalet ve ekonomi gibi
kavramlarla ilişkili olduğunun altı çiziliyor.
Unicef’in Kasım 1989’da 18 yaş altı gençler
ile çocuklar için yayınladığı çocuk hakları
konvansiyonu ile çocukların korunma,
katılım, eğitim, sağlık, oyun ve ifade
özgürlüğü haklarını tanımlıyor. Oyun,
eğitim, sağlık, güvenlik ve gelişim aynı
zamanda çocuklar için tasarım alanının da
temel konuları. Bu açıdan bakıldığında
çocuklar için sağlanması gereken haklar ve
bu hakların iyileştirilmesinde tasarımın
önemli bir rolü olduğu görülecektir.
Çocuklar için tasarım, ergonomik ya da
sağlık gibi sınırlı açılarından tasarım
01
nedenle çocuklar için tasarım konusu ürün
tasarımı ile birlikte mimarlık, etkileşim
tasarımı ve grafik tasarımı başta olmak
üzere iç mimarlık, kentsel tasarım gibi farklı
tasarım alanlarının da konusu olmakta.
İkinci dünya savaşının ardından modern
tasarımın gelişmesi ile çocuklar için
mobilya ve oyuncak tasarımının çektiği
ilgiyi günümüzde çocuk oyunları ve eğitimi
çözümleri getirmenin ötesinde yapılacak
tasarımlarda pediatrik, eğitimsel ve
gelişimsel kaygıların psikolojik ve
sosyolojik bağlamlarda ele alınması gerekir.
Çocukların kullandıkları ürünler ya da onlar
için kullanılan ürünlerin yanısıra
çevrelerinin de tasarlanması çocuk sağlığı,
eğitimi ve gelişimi konuları ile ilişkili. Bu
konuları devralmış sayılabilir.
Eğitimbilimci Maria Montessori geliştirdiği
eğitim metodunda oynamayı ve öğrenmeyi
bir arada yapılandırdıktan sonra birçok yeni
ürünün tasarlanmasının yolu açıldı.
Ürünlerle birlikte oyun alanları gibi yerlerin
de tasarlanması çocuklar için tasarlamak
alanı içine girmeye başladı. Yakın geçmişte,
sürekli bir ortamda bulunan çocuklara
yönelik yapıların tasarım prensipleri
üzerine bir mimarlık doktora tezi yapıldı.
Diğer yandan bu sene düzenlenen ‘Design
For The Children’ tasarım yarışmasında
mimarlardan Batı Afrika için sürdürülebilir,
kültürel açıdan uyumlu bir pediatrik klinik
tasarlanmasının istenmesi de artık çocuklar
için tasarım konusunda çok daha özelleşmiş
çözümlere ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Günümüzde çocukların yaşamına bilgisayar
teknolojilerinin girmesi ile ‘çocuklar için
etkileşim tasarımı’ bir başka çocuklar için
tasarım alanı olarak ortaya çıktı. Bu alan
çocukların bilişsel becerileri, deneyimleri
öğrenme davranışları ışığında interaktif
ürünlerin tasarımında çocukların fizyolojik,
psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını da
tanımlamakla uğraşıyor. Geçtiğimiz haziran
ayında İtalya Como’da sekizinci ‘Interaction
Design and Children’ konferansı
düzenlendi. 200’den fazla bildirinin
sunulduğu konferansta ayrıca birçok yan
çalışma da yapıldı. Konferansta yer alan
‘engelli çocuklar için oyun’ ve ‘mobil
cihazlarda eğitimsel oyunlar’ gibi konular
bu yeni alanın nerelere kadar
genişleyebileceğini gösteriyor.
‘Çocuklar İçin Tasarım’ın çerçevesini
tanımlamak kolaylıkla mümkün olmamakla
beraber, henüz gelişmekte olan bir alan
olduğunun ve yeni alt disiplinler yaratmaya
devam edeceğinin vurgusu yapıldı. Bu
alandaki çalışmaların temelinde ise,
çocukların “farklı bir insan” mı yoksa
sadece “yetişkinlerin küçük modelleri” mi
olduğu yer alacak gibi görünüyor.
02
01. Knoll’un çocuk mobilyaları
02. Ray ve Charles Eames’in “Fil” taburesi
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan,
Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu,
Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven,
Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer
Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505
74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected],
[email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.

Benzer belgeler