Amerıka`da Asi bir Alim Ubeydullah
Transkript
Amerıka`da Asi bir Alim Ubeydullah
Amerika'da asi bir âlim: Ubeydullah Emrah Şahin © Canada Türk, Aralık 2010 Son nesil Osmanlı öğrencileri dersten ziyade siyasetle uğraştı. Siyasi gündemle tahrik olan meraklı zihinleri “sadâkat” teskin etmiyordu. İzmir’de siyasetle ilgilenen, sadâkatı sorgulayan bir grup öğrenci, Dinler Tarihi dersini beklemektedir. Yumurta sarısı bir gömleği, mavi tüvit kumaştan cübbesi, mat kahverengi şalvarı andıran pantalonu, bastonu, ve uzun sakallarıyla garip bir hoca sınıfa girer. Dersleri isyan doludur: Aptallar! Buradaysanız sistemin bir parçasısınız. Demek ki zalim sultanın aptalca icraatlarını kabulleniyorsunuz. Sultanın deliliğine ve zulmüne çanak tutuyorsunuz. Peki hocam sen? diye sorarlarsa, bu onları alakadar etmez. Bu muhtemel senaryonun âsi hocası Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu (1858-1937). Onun tavırları ve Amerika seyahati (1893-1895), Osmanlı entelektüelleri ve dönemin Amerika’sına farklı bir bakış sağlıyor. Ubeydullah, Amerika’ya Chicago’daki Dünya Fuarı için gelmişti. İstanbul ve New York arasında Marsilya’da bir ayet mırıldanır: “Korkma, artık o zalim kavimden kurtuldun” (Kasas 25). Ayet, Osmanlı hanedanlığından (daha doğrusu) II. Abdülhamit’in boyunduruğundan kaçışı müjdeler ona. Ancak Abdülhamit tahttan indirilince vatana kesin dönüş yapacaktı. Tarihçiler ve muhalifleri, Ubeydullah’ı ters, maceracı, kökten dinci ve herşey hakkında ileri geri konuşan, dengesiz bir aydın olarak niteler. Amerika hatıralarına göre, yaygın anlayışın ötesinde Ubeydullah, Osmanlı aydınlarının en âsi aynı zamanda okumuş ve görmüş olanlarından biriydi. Dostlarının ısrarıyla tecrübelerini ve Amerika seyahatini Geçirdiğim Günlerin Hesabına Ait Dağınık Yapraklar adıyla kitaplaştırdı Ubeydullah. Yeni Dünya’yı görmek geçmişiyle yüzleştirdi, felsefesini değiştirdi. Dünya eksenimde dönüyor derdim, bu yüzden Amerika’ya geldim. En yüce bir insan en yüce memlekete! Ayrıca, Chicago’da büyüklük arıyordum. Şayet orada satılık bulursam alacaktım. Büyüklük gibi paha biçilemeyen bir metayı alabilecek kadar param var mıydı, o kadar zengin miydim? diye sordu kendine. Hazreti Yusuf’un kıssasını hatırladı. İki büklüm olmuş acayip bir kocakarı (biz nine diyelim), Yusuf Peygamber’in en çok parayı verene köle olarak satılacağı pazara gelir. Çünkü der, bugün köle satılacak Yusuf’u almak istiyorum. Paran var mı? On liram var. Ne diyorsun yahu, burada Yusuf’u isteyenler içinde on bin lira sermaye ile gelenler var. Sen on lira ile nasıl olacak da Yusuf gibi bir cevher-i hüsn-i kemâli satın alacaksın? Ubeydullah için yanıt derindir. Alamasam da satın almak isteyenler arasında bulunuyorum ya! İşte ben büyüklük alabilecek misin sorusunu soranlara bu derin cevabı vermeliyim. Ubeydullah kendince 1890’ların Amerika’sını resmederek devam eder. New York-Chicago treni Erie Gölü’nü bir botun üzerinde geçmiştir. Ey Âlemlerin Rabbi, Amerikalıya okyanus gibi nehirleri aracından inmeden geçmeyi nasip edip bizi Abdülhamit nâmı kaçık sultanın ellerinde ufacık Kağıthane nehrinde boğulmaya terkediyorsun! Tabi etme-bulma dünyası. Osmanlı Kağıthane’de boğulurken, Ubeydullah modern Amerika ile gerici imparatorluğu karşılaştırır. Bütün insanlığa sunulan iki değerli kitaptan birisi Kurân-ı Kerîm ve diğeri Kâinât. Bu halde, her iki kitaba sahip bizler neden Amerikalıların gerisinde kaldık? Cevabı ikinci kitaptadır. Amerikalılar doğa kanunlarından istifade için her şeyi kullanmaktır, bu modernleşmeyi beraberinde getirir. Tavsiyesi ve Müslümanların en büyük ibadeti, doğa kanunlarının gerektirdiği ve imkan verdiği şekilde davranmaktır. Biz laf dedikodu peşindeyiz, Amerikalılar aksiyon peşinde, bilim neredeyse ve kimdeyse alıyorlar. Bu nedenle onlar dağları gölleri aşarlarken biz düz ovada yolumuzu şaşırıyoruz. Dinler tarihi hocası Ubeydullah Amerika’daki dinî oluşumlara meraklıdır. Avrupalı ve Amerikalı sapkın ve yanlış inanışlara sahiptir. Yobazlık hat safhadadır, bazen din kisvesi altında cereyan eder. Avrupa ve Amerika’daki dinî yozlaşma bir tarafa, Amerika’ya has bir vaziyet vardır. Yeni Dünya’da sayısız cemaat ve tarikat kurulabilmiştir, çünkü Protestan milleti mülayim, medenî ve müsamahalıdır. Prostetanların öncülüğünde kurulan çok dinli Amerikan toplumu, aralarında dinî konuları utanmadan, saygıda kusur etmeden tartışabilmektedir. Ubeydullah’a cazip gelen ve Osmanlı’da var olmayan bir ortam. Chicago’nun yeri ayrı. Dünya Fuarı’nın burada yapılması yerindedir çünkü burası dünyanın cennetidir. Chicago’yu cennet yapan sadece fuar değil, Marsilya’dan Amerika’ya yolculuğunda ona yârenlik eden Bayan Mason’dur. Gerçek acı yüzünü fuar bitip Mason Chicago’dan ayrılınca gösterir. Ey Chicago, fuar bitti Mason gitti. Şimdi cehennemden ne farkın var? Cehennemden kaçmak gerek. New York ve Washington’da ticaret yapar. Amerika ve Osmanlı ticaret adabının farklı olduğunu görür. Her şeyden önce Amerikan pazarı büyük kazanç vadetmektedir. Tatlı ve şeker fuarlarına coşku ve heyecanla katılır. “Seni Seviyorum” haricinde İngilizce tek kelime bilmeden (o da Ms. Mason sayesinde!), ilk defa ticaret yapar, yeteri kadar para, devasa tecrübe kazanır. Osmanlı âlimleri bilmezken o, kapitalist sistemin temel kuralını tecrübeyle sabit açıklar. Toptan yahut perakende işinde (özellikle yemek sektöründe) faaliyet gösterip kâr marjını yükseltmek isteyen, modern pazarlama ve numûne teknikleri uygulamalı, müşterinin malı test etmesine memnuniyetle izin vermelidir. Numûne yoksa, âb-ı hayatın bile alıcısı çıkmaz. Maalesef, Osmanlı tüccarı bunları bilmiyor, aksine malının her parçasından para kazanmak istiyor. Pazarlamadan (marketing) anlıyorsan ve parlak bir fikrin varsa, Amerika’ya gel diyor, tıpkı bir çok Osmanlı Yahudi ve Ermeni işadamının yaptığı gibi. Tanzimatçı zihniyete ölüm! Ubeydullah hatıralarında Osmanlı aydınlarının bayıldığı Fransızca ve Fransız kültürünü eleştirdi (Ancak iyi derecede de Fransızca biliyordu ve Fransız kültüründen haberdardı; Ms. Mason ve çok insanla bu sayede tanıştı ve kaynaştı). Aksine, Osmanlı ulemâsı Fransızca bilirsen bütün dünyayla iletişim kurabilir zannediyor, alâkası yok! Fransızca sadece Fransa’da, Québec’te, biraz da Belçika ve İsviçre’de konuşuluyor. İngilizce ise artık, bir çok yerde (Louisiana gibi eski Fransız kolonilerinde bile) konuşulan ana dil olmuştur. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde, evrensel olacak bir dil varsa bu, İngilizce’dir. Ubeydullah à la franga meraklısı âlim dostlarına köpürüyor, kızıyordu, özellikle dinî mevzularda uzman meslektaşlarına. Lâf u guzâfı bırakıp, öbür dünyada ne olacağım yerine burada ne yapacağım diye düşünmeli, aksiyona geçmeli. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, çok yaşayan ve çok gezen âsi bir alimdi Ubeydullah Hatipoğlu. Olaylı geçmişi ve farklı karakteri, Amerika gezisinden kalan hâtırâtın tavrını belirledi. Zamanın sorunlarını irdeledi, sorun çıkaranlarını sert ve cesurca eleştirdi. Karakterinden Amerika’da da taviz vermedi... Bir gün... Ubeydullah: One day, an irresistibly attractive girl drops by at my store. Girl: Excuse me, Mister. I heard a Turk being around selling silk candies. I would owe you dearly if you told me where to find him. Ubeydullah: What would you need him for? Girl: (She exhaled) Dear sir, you have no idea how much enthused I am to see a Turk. I wonder if God would let me one day. Ubeydullah: (I introduced myself) She boggled. Learning that I was Muslim gave her another surprise. Girl: How come a Turk can be Muslim? Ubeydullah: Yes, pretty girl. I am Turk and not a Christian. And this Turk standing here talking to you believes Jesus is neither God nor his son.