yeni tayvan sineması

Transkript

yeni tayvan sineması
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
YENİ TAYVAN SİNEMASI: HÜZÜN ŞEHRİ’NE (BEİ QİNG
CHENG SHİ) GENEL BİR BAKIŞ
Gökhan UĞUR*
ÖZET
Modernleşme kimileri için kolonyalist faaliyetlerin meşrulaştırma yöntemlerinden biridir. Yine de genel
olarak baktığımızda her ulusun kendine has bir modernleşme tecrübesine sahip olduğu görülmektedir.
Batılı kimi değerler benimsenirken, her ülke özgün niteliklerini modernleşme sürecine dâhil etmektedir.
Yüzyıllar boyunca gerek Batılı gerekse Doğulu ülkelerin hakimiyeti altında bulunmuş Tayvan da kendine
has bir modernleşme yolu çizmiştir. Bu özgün modernleşmenin en net yansıması Yeni Tayvan
Sineması’nda görülmektedir. 1980’li yıllardan itibaren ortaya çıkan genç Tayvanlı yönetmenler bu
ülkenin çalkantılı ve sıkıntılı siyasi tarihini mercek altına almış, modernleşmenin doğurduğu kimi
sorunları modern bir anlatım diliyle işlemiştir. Bu yönetmenler içinde en tanınmış olanı ise adını Hüzün
Şehri (Bei Qing Cheng Shi) filmiyle duyurmuş olan Hou Hsiao-Hsien’ dir. Bu filmde yönetmen Tayvan’ın
siyasi tarihinde bir dönüm noktası olan 28 Şubat Vakıası’na değinmiştir. Hüzün Şehri filmi Tayvan’ın
siyasi tarihinden bir kesiti bizlere filmin karakterlerine yüklediği anlamlar üzerinden verir. Film Tayvan
tarihinin en kanlı dönemini şiddet içerikli görüntüleri yansıtmadan ancak daima bu görüntülerin
kıyısında durarak özetler.
Anahtar Kelimeler: Modernleşme, Tayvan, Yeni Tayvan Sineması, Hou Hsiao-Hsien.
NEW TAIWAN CINEMA: AN OVERVIEW ON A CITY OF SADNESS (BEİ
QİNG CHENG SHİ)
ABSTRACT
For some people modernism is a tool for legitimizing colonial activities. Nevertheless it is generally
seemed that every single nation has its own unique modernisation experience. Every single country
incorporates its own unique qualifications into the process of modernisation while accepting some
Western values. Taiwan, which has been under hegemony of both Western and Asian countries,
determined its unique modernisation too. The clearest reflection of this unique modernisation can be seen
in New Taiwan Cinema. Young Taiwanese directors, who started showing up after 1980’s, focused on the
country’s tempestuous and gloomy political history, and they discussed the subject of problems of
modernisation through using modern narrative techniques. The most distinguished one among these
directors is Hou Hsiao-Hsien, who gained his fame after directing A City of Sadness. In that film the
director mentioned 28th February event, which is a turning point in Taiwan political history. A City of
Sadness shows us an episode of Taiwan political history via ascribing meanings to its characters. The
film summarizes the bloodiest period of Taiwan without reflecting violent scenes, but always staying on
the brink of them.
Keywords: Modernisation, Taiwan, New Taiwan Cinema, Hou Hsiao-Hsien.
*
Beykent Üniversitesi, Yard. Doç. Dr.
İletişim 2003/18
210
G. Uğur
Giriş
1980’lerin başından itibaren Tayvanlı yönetmenler daha önceki ürünlerle
karşılaştırıldığında nitelik açısından olgun ürünler vermeye başladılar. Pek çokları
için bu durum Tayvan’daki ekonomik ve siyasal değişikliklerle açıklanabilen bir
durumdur. Ancak böylesine bir yaklaşım yine de bu dönemi tam olarak açıklamaya
yetmemektedir ve bizce bu dönemi anlayabilmek için modernizm kavramının
Tayvan’da aldığı şekli iyice kavramak gerekmektedir. Çünkü 1980’lerden bu yana
Tayvanlı film yönetmenlerinin ürettiği filmler bizim bugün “modern” olarak
nitelediğimiz kalıplar içerisinde yer alırken aynı zamanda Tayvan’a özgü unsurlar da
taşımaktadır. Bu sebeplerden dolayı modern-geleneksel veya modern ürüngeleneksel ürün kavramlarının açıklık kazanması son dönem Tayvan Sineması’nı
kapsamlı bir şekilde anlamamızı da sağlar.
Yukarıda belirttiğimiz sebeplerden dolayı bu çalışmanın ilk bölümünde
modernizm kavramı üzerinde durulup bu kavram yine aynı bölümde Tayvan
bağlamında ele alınacaktır. Aslında Tayvan’ın da edilgen bir şekilde parçası olduğu
sömürgecilik tarihi ile modernizm arasında bazıları tarafından bir bağlantı kurulmak
istenmektedir. Daha çok sömürgecilik faaliyetlerini meşru bir zemine oturtabilmek
için çabalayan bu kesimin iddialarının aksine modernizm dünyada farklı şekiller
almaktadır. Bütün bunları ilk bölümde ele alacağız.
Bu çalışmanın konusu temel olarak Tayvan Sineması olduğundan ikinci
bölümde Tayvan Sineması hakkında genel bilgiler vermeye çalışacağız. Tayvan
sinemanın doğuşundan 1980’lere kadar kendisine ait bir sinema dili geliştiremeyip
daha çok başka ülkelerden beslenmiştir. Bunun için ikinci bölüm içerisinde ilk
dönem Tayvan sineması hakkında kısaca bilgi verip daha sonra Yeni Tayvan
Sineması’nın göze batan eserleri üzerinde duracağız.
İkinci bölümde Tayvan Sinemasının özelliklerini genel olarak ele alırken,
üçüncü bölümde ise daha dar anlamda bu sinemayı Hou Hsiao-Hsien’in Hüzün Şehri
(Bei Qing Cheng Shi) bağlamında değerlendirmeye çalışacağız. Bu yönetmeni ve
filmi seçmek bize kendine has bir doğaya sahip olan Tayvan modernizmini
anlamamamızda kolaylık sağlayacaktır.
I. Modernizm, Türleri ve Tayvan
Julius Pratt’ın Amerika’nın kolonyal deneyimini anlattığı çalışmasında
“Emperyalizm” kelimesinin bazı insanlar tarafından kötü çağrışımlarla algılanmak
istendiğini çünkü bu kavramın “çürümüş kapitalizmin” sonucunda ortaya çıktığını
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
211
belirtir (Pratt, 1951:2). Pratt’a göre ilkel ve aptal (retarted) toplumların insanları,
örneği Filipinlerde görüldüğü gibi, ilk başta gelişmiş ülkelerin varlığını kabul
etmeseler de zaman içerisinde batılı ülkelere boyun eğişin onlara neler
kazandırdığını fark edip bu ülkeler tarafından yönetilmeye razı olmuşlardır.
Böylesine bir yöneten-yönetilen ilişkisi onlara bir yönetim ve korunma imkânı
sağlarken, modern dünyada da kendi ayakları üzerinde kalmayı öğretmiştir (Pratt,
1951:2). Pratt aslında tüm kolonyal ülkelerin kendi eylemlerini meşru kılmak için
öne sürdüğü bu görüşlerin temeli olarak Darwin’in 1859 da yazdığı Türlerin
Kökeni’ni (The Origins of Species) gösterir. Darwin’in biyolojinin sınırları içerisinde
dile getirdiği “en güçlü olanın yaşaması” ve “hayatı devam ettirmek için mücadele”
gibi kavramları sosyolojinin sınırları içinde kullanır. Eğer var olmak için bireyler
arasındaki bu amansız mücadele hayatta kalmakla ve en iyi olanın egemenliği ile
sonuçlanıyorsa, o halde ırklar ve uluslararasındaki mücadele de aynı sonuçları
doğuracaktır. Bu yüzden acımasız uluslararası mücadele “gelişim” adına onaylanmış
olur (Pratt, 1951, syf:23).
Darwin’in kitabını 1859 yılında yazdığı ve hemen ardından da “Sosyal
Darwinizm” akımının ortaya çıktığı göz önüne alınırsa aslında tarih yorumlamasının
zamansal evrim olarak algılanışının oldukça yeni olduğunu ve bunun dünya tarihinin
egemen olan Batılı yorum anlayışının yükselişe geçtiği dönemle çakıştığını
söyleyebiliriz. (Mingalo, 1998:35). Mingalo’ya göre Dawin’in teorisinden önce
insanlar arasındaki farklılıkların insanın bulunduğu her yerde var olduğu kabul
edilmekteydi ve bilinen coğrafi sınırların ötesi ise barbar bölgesiydi (Mingalo,
1998:35). Buna ek olarak Mingalo, Batı’da mekânsal sınırlar tarihsel evrim süreci
içinde algılanmaya başlandığında kültürel farklılıkların da en tepede Batının yer
aldığı kültürel hiyerarşi olarak algılanmaya başlandığını ileri sürmektedir. Böyle bir
dönüşümle birlikte artık asıl soru “ilkel” ve “Doğu” içerisinde olanın insan olup
olmadığı değil, bu insanların şimdiki zamandan ve medeniyetten ne kadar uzakta
olup olmadıklarıdır. Böylece 19. yüzyıldaki Sosyal Darwinizm teorisiyle birlikte
ötekinin algılanışı değişmiş ve “Batılı Olmayanlar” değişmesi mümkün olmayan bir
zamanda geri kalmışlık durumuna indirgenmiştir (Shu-mei Shih, 2004:18). Bütün
bunlardan dolayı Batı kendisinden olmayan topluluklara kendi seviyesine çıkmak
için uğraşması gereken insanlar gözüyle bakarken, modernizmi ve onun sahip
olduğu nitelikleri de bu toplulukların önüne birer hedef olarak koyar. Onların
gözünde batılı olmayan topluluklar zamansal olarak kültürel evrimi
tamamlayamamış topluluklardır ve gerekirse bu topluluklara yol göstermek
amacıyla müdahale edilebilir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
212
G. Uğur
Bütün bunlara rağmen dünyayı yukarıda anlatılan biçimde algılamak bu
dünyaya fazlasıyla batı merkezci bir anlam yüklemek manasına gelmektedir. King’e
göre günümüz modernitesini anlayabilmek için modern olanı küresel manada göz
önünde bulundurmak ve modernizmi sadece endüstrileşmek, şehirleşmek manasında
anlayan Avrupa merkezci algılamalardan kaçınmak zorundayız. Böylelikle
moderniteyi farklı özelliklere sahip ve her coğrafyaya göre değişebilen bir süreç
olarak görmek mümkün olabilir ve dahası eğer modernizm geçmişle bağların
koparılması ise böyle bir süreç ilk olarak batıdan önce doğuda sömürgecilik
faaliyetleriyle gerçekleşmiştir; bunun için kavramı yukarıdaki gibi anlamak pek de
doğru sayılmaz (King, 1995:114). Konuya modernist sanat açısından bakacak
olursak Willians’a göre yabancılaşan bir şehirdeki yalıtılmış ve izole olmuş insan…
vs. gibi konulara geleneksel kültür ürünlerinde de rastlanabildiği için bu konular her
zaman modernist yazının temel öğeleri olarak görülmemelidir. Williams için
sanattaki modernizmi gerçekten ortaya çıkaran şey onun formda yaptığı yeniliklerdir
ve yeni formlara ilgi “insanların görsel ve dilsel yabancılığı sürekli olarak fark ettiği
sosyal ve kültürel alandaki değişikliklerden kaynaklanır” (Williams, 1989:33-46).
Yirminci yüzyıl boyunca insanların yaşadığı ve gelişmiş medya araçlarıyla fitili
ateşlenen sosyal değişiklikler, iki dünya savaşından ve politik değişikliklerden
dolayı katlanılmak zorunda olunan göçler kafa karışıklığını, belirsizliği ve daha
önceden dilsel ve kültürel olarak alışılmış olanın yıkılmasına sebep oldu, ki bütün bu
sonuçlar temsil krizini doğurdu. Bu atmosfer modernist form arayışlarının
gerçekleştiği zemini oluşturmaktadır (Chiu, 2005:57).
Chiu’ya göre eğer modernizm yukarıda özetlemeye çalıştığımız atmosferde
ortaya çıkan bir “değişim girdabı içerisinde yaşamak”, “zaman ve mekan sıkışmasını
tecrübe etmek”, katı olan her şeyin buharlaştığı bir şehirde yaşamak ise bu
moderniteyi Tayvan bağlamında konuşabiliriz. Tayvan 1950’lerin sonu ve
1960’ların başında Batılıların anladığı modernite kavramından çok uzak bir ülkedir
(Chiu, 2005:57). Ama yine de bu ülkeye daha yakından bakarsak sanıldığından çok
daha fazla çeşitliliği ve farklılığı bir arada barındırdığı görülür. 1960’ların Tayvan’ı
Vietnam Savaşı’ndan dönüp tatilini burada geçiren Amerikan askerlerinin, Mandarin
diyalektini konuşan Çinli göçmenlerin, elli yıllık Japon hakimiyetinden dolayı
Japonca konuşan yaşlı kuşağın bulunduğu (Chiang Kai-Shenk hükümetin baskıcı
rejimine rağmen) çok canlı ve etkileyici bir ülkedir (Chiu, 2005:57). Böylelikle
başkent Taipei aynı zamanda çok kültürlülüğün de yaşandığı bir şehirdi. Bu kadar
canlı bir sosyal hayatın olduğu Tayvan’da 60’lar boyunca popüler kültür ürünlerinin
tüketimi de gözle görülür farklılaşmalar göstermeye başladı. 1950’lerde görülmeye
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
213
başlayan Tayvan filmleri, üretim ve gösterim açısından ele alındığında aynen
Tayvan toplumu gibi canlı ve hareketliydi (Chiu, 2005:58). Hong Kong’ta üretilen
veya Çince’nin değişik diyalektlerinden oluşan filmler Tayvan’da ilgiyle
izlenmekteydi. Bütün bunlara ek olarak 1962’de Tayvan’da televizyonun yayın
hayatına girmesi insanların hayatı algılamasını ve dünya ile olan ilişkilerini
değiştirdi (Chiu, 2005:58). Gözle görülen bütün bu değişikliklerle birlikte Tayvan
daha sonradan “Asya mucizesi” olarak adlandırılacak ekonomik büyümeyi de hızla
gerçekleştirmekteydi. Sosyal hayatta meydana gelen tüm bu değişiklikler bireyi
kendine ve içinde yaşadığı topluma yönelik yeni fikirleri ve farklı görüşleri çıkarma
eğilimine itti. Modernizm en yalın ve genel ifadesiyle geçmişin gözden geçirilmesi
ve bireyin/toplumun geleneksel dönemlerde kendini bağlı hissettiği kurumların
sorgulanması ise Tayvan 1960’lardan itibaren önceleri yavaş ve derinden şimdilerde
ise açıktan böyle bir hesaplaşma içerisine girmiştir.
Tayvan’ın ünlü akademisyeni Liao Ping-hui karmaşık Tayvan tarihini
anlamak için dört farklı modernitenin ayırdına varmamız gerektiğini belirtmektedir.
Bu modernite çeşitleri: Tekil modernite, alternatif modernite, çoğulcu modernite ve
baskıcı modernitedir. Tekil modernite modernizmin sadece belli bir türünü onun
meşru tek türü olarak tanımlanırken, çoğulcu modernite farklı kültür akışlarının
birleşmesinden ve baskıcı modernite ise muhalif seslerin bastırılması için otoriter
yönetimler tarafından dayatılmasından doğar. Alternatif modernite ise egemen
modernitenin belli bir ülke içinde yaşanan, o ülkeye özgün yeniden üretimini içerir
(Liao, 1995:29-30). Tayvan için bunun anlamı ise Batı’da ya da Çin’de gerçekleşen
modernizmden ayrılıp özgün bir modernizmin inşası demektir. Tayvan’da da çok
yoğun olarak endüstrileşme, şehirleşme ve yüksek teknolojinin yaygın kullanımı söz
konusuyken Liao’ya göre Batılı modernizm için temel olan bu öğeler Tayvan için
temel değildir. Bunlara ek olarak, Çin İç Savaşı’nda Tayvan’ın istemeden de olsa bir
şekilde bu savaşa taraf olması ve iki milyon Çinlinin adaya gelmesi, Soğuk Savaş
boyunca Tayvan’ın Amerika ile olan ilişkileri ve elli yıllık Japon egemenliğinin
doğurduğu bağ Tayvan modernizmini kendine has bir yola sokmuştur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Tayvan’ın sahip olduğu farklı tarihi süreç ve
dinamikler bu ülkenin modernizm hareketini Batı’dan ve Çin’den farklı bir yere
taşımıştır. Bu farklı istikamete gidiş Tayvan halkında son zamanlarda yoğun olarak
tartışılan köken sorununu da doğurdu. Uzun yıllar boyunca son derece katı bir
şekilde uygulanan örfi idarenin 1987’de kalkmasıyla birlikte Tayvan geçmişle
karşılaştırılamayacak bir şekilde özgür bir tartışma ortamına kavuşmuş oldu. Bu
tartışma ve eleştiri ortamının sanat dünyasındaki en güçlü yansıması ise uzun yıllar
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
214
G. Uğur
Hong Kong’dan ve Çin’den beslenen, genellikle kung-fu ve melodrama dayanan
Tayvan Sineması’nda yaşandı. 1980’lerin başından itibaren Tayvan’da görülen ve
Batılı neo-klasik sinema ekolünün özelliklerini barındırsa da bunu kendine has
kültür öğeleriyle donatarak özgün üslubuna kavuşan bu sinemaya Yeni Tayvan
Sineması denilmektedir (Kellner, 1998:101) . Genel olarak Tayvan Sineması’nın ve
özelde ise Tayvan’a özgü modernizmin sanat alanındaki yansımalarıyla ortaya çıkan
Yeni Tayvan Sineması’nın ayrıntılarına ise bir sonraki bölümde yer vereceğiz.
II. Tayvan Sineması
Hsiung-Ping’e göre Tayvan film endüstrisinin kökleri KMT Ulusalcı
hükümetiyle beraber çalışan belgesel ve belgesel haber film üreticilerine uzanır
(Chiao, 1991:155). İlk başlarda Tayvan’da konulu film endüstrisinden bahsetmek
pek de mümkün değildir. Film üretimi Zirai Eğitim Film Birliği (Agricultural
Education Motion Picture Corporation), Çin Film Stüdyosu, Tayvan Film Stüdyosu
olmak üzere üç ayrı devlet odaklı stüdyo tarafından kontrol edilmekteydi ve her üç
stüdyo da konulu olmayan filmler üzerine yoğunlaşmaktaydı. Üretilen bu filmler
sadece gizli propaganda ve eğitim amaçlıydı. Bu olguyu yıkmak için Tayvan
stüdyoları 1955 yılında kendilerine sağlanmaya başlanan Amerikan mâli yardımını
kullanmaya ve Hong Kong film endüstrisiyle birlikte çalışmaya başladı. Bu
birlikteliğin sonunda ortaya çıkan ürünler ise geleneksel değerlerin taşıyıcısı olarak
ayrı bir önem atfedilen kadının, toplumdaki konumunu vurgulayan Hong Kong aile
melodramlarıyla aynı çizgi üzerinde yer alan filmler olmuştur (Chiao, 1991:155).
1963 yılına gelindiğinde ise Merkezi Film Birliği’nin (Central Motion Picture
Corporation) Mandarin diyalektinde (anakara Çin’den gelen göçmenlerin kullandığı
diyalekt) ürettiği filmleri görmekteyiz. Bu günlük hayatın melodramını yansıtan
filmler geleceğe bakışları açısından iyimser olan ve eğlence ile basit siyasal öğeleri
birleştiren filmlerdi. Sahip oldukları bu özelliklerden dolayı halkın oldukça ilgisini
çekmiş, güneydoğu Asya’da çok büyük bir ihracat başarısı elde etmiş ve 1968
yılında senelik 230 konulu film üretme başarısı elde etmiştir. Denilebilir ki, 60’lar
Tayvan’ın nitelik açısından olmasa da nicelik olarak hayli üretken olduğu bir
dönemdir.
Niteliksel olarak yetkin yapıtların verilmesi için bir yirmi sene beklemek
gerekecektir. 1980’li yıllarda Tayvan’da gerçekleşen ekonomik patlama beraberinde
entelektüel açıdan kültürel bilinçlenmeyi getirmiştir. Bu dönem içerisinde gelir
seviyesinin artmasıyla beraber yurt dışında –özellikle Batı’da- eğitim görmüş otuzlu
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
215
yaşlarındaki genç yönetmenlerin de ortaya çıktığı görülmektedir. Bu genç
yönetmenlerin ilgilendiği asıl konular ise bir dönem önceki Tayvan sinemasıyla
karşılaştırıldığında oldukça farklıdır. Bu yönetmenler izleyiciye günlük sorunlarını
unutturmaya yönelik (escapist) film türlerinden ziyade kırsal alana yoğunlaşan,
günlük yaşamın gerçekliğini vurgulamaya çalışan, dış dünyada gerçekleşen olayları
anlamaya koyulmuş ve en genel çerçevede belli bir ulusal kimlik yaratma gayreti
içerisinde olan filmler sunarlar. Yip’e göre daha sonradan Yeni Tayvan Sineması
olarak adlandırılacak bu sinema akımı 70’lerde ortaya çıkan ve “köklere dönüş”
olarak özetlenen kültürel milliyetçiliğin bir sonucudur (Yip, 2003:809). Adada 70’li
yıllarda başlayan hızlı değişim ve buna ek olarak Chiang Kai-Shek’in 1975 yılında
ölümü üzerine Amerika ve Japonya ile yaşanan siyasi krizlerin doğurduğu
yalıtılmışlık duygusu Tayvan’da yerel ve eski olana tekrardan sarılma ve kökleri
araştırma duygusunu doğurmuştur (Teksoy, 2005:492; Yip, 2003:809). Yeni Tayvan
Sineması olarak adlandırılan yeni sinema hareketi bu köklere dönüş eğiliminin
sinemadaki yansıması olmuştur. Bu dönemin başladığını ve üretken bir döneme
girildiğini -en azından belli bir süre için- müjdeleyen ilk filmler ise 1982 yapımı
Zamanımızda (Guang Yin De Gu Shi) ve 1983 yapımı Sandviç Adam’dır (Er Zi De
La Wan Ou).
Üç kısa filmden oluşan Sandviç Adam 60’lardaki ekonomik gelişim ve bunun
nelere mal olduğunu bizlere göstermeye çalışır (Kellner, 1998:103). Bu film eleştirel
gerçekçiliği modernist estetik teknikleriyle birleştirdiği için kendini farklı bir yere
konumlandırır. Filmin Hou Hsiao-Hsien tarafından yönetilen ve başrolünü yine
Hsiao-Hsien’nin oynadığı ilk bölümü 1962 yılında geçer ve köyden kente göçmüş
fakir insanların hayatını yansıtır. İlk bölümü oluşturan bu filmde geçimini sağlamak
için palyaço kıyafetiyle çalışmak zorunda olan ve sürekli bunun ezikliğini yaşayan
bir babanın kendi ailesiyle ve toplumla olan ilişkisi yalın ve samimi bir dille anlatılır
(Kellner, 1998:104). Bu film Hou Hsiao-Hsien’nin kendi sanatsal duruşunun bütün
özelliklerini barındırmaktadır. Kullandığı sabit kamera ve çevreyi bize mümkün
olduğunca iyi yansıtmak için başvurduğu
genel çekimler Hsiao-Hsien’nin
filmlerinin sahip olduğu tipik özelliklerdir (Kellner, 1998:104). Vikie’nin Şapkası
(Vikie’s Hat) adlı Zeng Zhuan-Xiang tarafından yönetilen bir sonraki bölüm ise
1960’larda Japon ürünleri ve satış teknikleri Tayvan ekonomisini kontrol etmeye
başladığında Tayvan’da yaşanan değişikliklerden bahsetmektedir. Zhuan-Xiang
burada filmin iki kahramanının bir ürünü satabilmek için harcadığı enerjiyi
göstererek Tayvan’da ekonomik büyümenin nasıl sağlandığını ama bunun ayrıca
nelere mal olduğunu vurgular (Kellner, 1998:104). Filmin en tartışmalı bölümü ise
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
216
G. Uğur
üçüncü bölümdür. Wan Jen’in yönettiği Elmanın Tadı (A Taste of Apple) adlı bu
bölüm Amerikan kültürünün özelliklerini Tayvan kültürüyle karşılaştırmalı olarak
verir. Bu bölümde asıl tartışmaya sebep olan kısım ise filmin sonunda yer alır:
Yaralanmış olan adamın ailesi Amerika’dan ithal edilmiş bir elmanın tadını
çıkarmaktadır. Bu sahne daha sonradan artan yoğun eleştirilerden sonra filmden
çıkarılmıştır (Kellner, 1998:103-104).
Üçüncü bölümün yönetmeni Wan Jen’in 1986’da çektiği Süper Yurttaş
(Chao Ji Shi Min) ve 1987’de çektiği Kıyıya Elveda (Xi Bie Hai An) ise başkent
Taipei’nin yer altı dünyasını karamsar bir şekilde yansıtır. Aynen Scorsese’nin Taksi
Şoförü (Taxi Driver) filminde bir taksi şoförünün hayatını anlatırken bizlere New
York’un karanlık yüzünü göstermesinde olduğu gibi, Süper Yurttaş filminde Wan
Jen uzun zamandır kız kardeşinden haber alamayan bir adamın onu arama sürecini
yansıtırken aslında bizlere Taipei’nin farklı bir yüzünü göstermek istemektedir.
Böylelikle izleyici sahte marka saatler satan sokak satıcılarını, hayat kadınlarını ve
Taipei’nin kenar mahallelerini görmüş olur (Kellner, 1998:111). Kıyıya Elveda’da
ise Wan Jen aşık olduğu bir fahişenin sözleşmesini çalıştığı genelevden almaya
uğraşırken hem yeraltı örgütleriyle hem de polisle başı derde giren bir adamın
öyküsünü çok yoğun bir ahlâkî tavır takınarak verir. Filmin sonunda adamın aşık
olduğu kadın yakalandığı kanser hastalığından dolayı bir kumsalda can verirken, Jen
suç dünyasının tehlikeli yüzünün ve adanın her tarafını sarmış olan bu tehlikeli
yapılanmanın altını çizer (Kellner, 1998:112).
Yönetmen Lu Kang-ping’in 1985 yapımı filmi Bir Kentin Efsanesi (Myth of a
City) ise çalıştığı anaokulundaki son gününde hayatın sıradanlığından bunalan bir
servis şoförünün başından geçenleri anlatır. Şoför bir anlık kararla okulun ahçısı,
genç bir öğretmen ve servis görevlisiyle birlikte bir kumsala doğru otobüsü sürmeye
başlar. Filmin kahramanı uzun zamandır aradığı asıl mutluluğu Tayvan’da marjinal
konumuna indirgenmiş kişilerle (asıl yerli halk, bir grup motosikletli grup.. vs)
birlikte olarak bulur (Kellner, 1998:112). Tayvan’daki yerli Tayvan halkının durumu
ile Amerikan yerlileri arasında çok büyük bir benzerlik vardır. Her iki etnik grup da
kendilerine ait olan toprakların egemenliğini dışarıdan gelen, sayıca ve maddi
imkânlar açısından kendilerinden çok daha güçlü olan diğer uluslara kaptırmışlardır.
Bu filmde kahramanın hayatının en mutlu anlarından birini yerli Tayvanlılar ile
birlikte geçirmesi ise Yeni Tayvan Sinemasının temsil ettiği “köklere dönüş” tavrını
nasıl ele aldığını bizlere gösterir. Lu Kang-Ping’in bir sonraki filmi İki Sanatçı’da
(Two Artists) da yine yerli Tayvanlıların toplumdan nasıl dışlandıklarını, marjinal ve
istenmeyen gruplar haline geldiklerini yansıtır (Kellner, 1998:112).
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
217
Hou Hsiao-Hsien ile birlikte sahip oldu üslup açısından en özgün
yönetmenlerden biri de Edward Yang’tır. Yang kırsal alana değil kentsel alana
yoğunlaşmayı tercih etmiş ve yeni gelişmekte olan toplumsal yapının hayatın her
alanına nasıl egemen olduğunu filmlerinde incelemiştir. Teksoy’a göre Yang O Gün
Kumsalda (Haitan de Yitian) adlı filmde Çin anlatım kalıplarını kırmış ve yer yer
Antonioni etkisi taşıyan başarılı bir çalışma yapmıştır (Teksoy, 2005:492). Film sık
sık yapılan geriye dönüşlerle yıllar sonra karşılaşan iki arkadaşın öyküsünü anlatır.
Kullandığı boy planları ve tabiatı öne çıkarması açısından yeni bir anlatım tarzı
sergileyen Yang, Teksoy için tragedyaya yakın bir duruş sergilemektedir. Aynı
yaklaşımını 1985 yapımı Taipei Öyküsü (Qingmei Zhuma) filminde de sürdüren
Yang, bu filminde genç bir çiftin yaşamına eğilerek evlilik ve meslek sorunlarını
işledi. Kellner’in “benim bu güne kadar incelediğim filmler içinde en özgün ve
modernist olanı” dediği (Kellner, 1998:113) Teröristler (Kong Bu Fen Zi) adlı bir
sonraki filmde ise Taipei’de yaşayan ve bir şekilde bir araya gelen üç kişinin hayatı,
kent yaşamının insanı her şeye nasıl yabancılaştırdığı vurgulanarak, anlatılır. Yang
kentleşme ve kuşak çatışması sorunlarını bundan sonraki filmlerinde de işledi. En
son olarak bireyler arası yabancılaşma kavramlarını ele aldığı Bir İki (Yi Yi) (2000)
filmi ise Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştır (Teksoy,
2005:493).
1980’lerden itibaren üretilen kayda değer diğer filmlere ise kısaca değinecek
olursak en önemlileri arasında Chang Yi’nin Çin toplumunda kadının yerini eleştirel
bir biçimde ele aldığı iki filmleri Jade Love (Yu Qing Sao-1984) ve Kueimei-Bir
Kadın (Wo Zhe Yang Guo Le Yi Sheng-1985); Ang Lee’nin melezleşmiş ve
postmodernleşmiş kimlikleri Çinli-Tayvanlı ve diyasporik kimlikler açısından
incelediği filmleri Yaşama Sanatı (Tui Shou-1992), Düğün Ziyafeti (Xi Yan-1993) ve
Tatlı Tuzlu (Yin Shi Nan Nu-1995) gibi filmleri sayabiliriz (Kellner, 1998:112-113).
III. Hou Hsiao-Hsien ve Hüzün Şehri (Bei Qing Chen Shi)
Şu anda Tayvan’ın önde gelen yönetmenlerinden biri sayılan Hou HsiaoHsien 1947 yılında Çin’de doğdu ve Tayvan’da büyüdü. 1949 yılından beri
Tayvan’da yaşaması sebebiyle denilebilir ki, Hsiao-Hsien adanın son elli senede
gerçekleştirdiği hızlı değişime tanık oldu ama O kendi yaşıtları diğer yönetmenler
gibi yurt dışında değil Tayvan’da eğitim gördü. 1973 yılından başlayarak ülkenin o
zaman için ünlü olarak anılan yönetmenlerine çıraklık yaparak meslekî hayatına
başlayan Hsiao-Hsien bu yüzden sinema sanatında daha geleneksel bir yolu takip
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
218
G. Uğur
etti (Yip, 2003:809). İlk üç filmi ticarî kaygılar güden ve pek de önemli olmayan
yönetmenin asıl önemli ilk filmi Sandviç Adam’ın içinde yer alan Çocuğun Büyük
Oyuncağı (Son’s Big Doll) adlı epizot olmuştur. Hou kendisinden önceki kuşağın
aksine oldukça ağır ve dolambaçlı öyküler işledi. Hüzün Şehri filminde çokça
kullanılan ve Hou’nun en belirgin bir diğer özelliği ise O’nun şiddeti hiç bir zaman
doğrudan kameraya yansıtmaması olmuştur. Onun filmlerinde şiddet birden patlak
verir, izleyiciye ne olduğu konusunda düşünme fırsatı verilmez ama kamera şiddetin
daima dışında yer alır, adeta şiddetin içinde değil de çevresinde gibidir. Bütün bu
dolaylı ve dolambaçlı anlatım tercihinden dolayı, Stanbrook için Hou, söyleyeceği
pek çok şeyi olan ama bunları izleyiciye aktarırken hiç de kolaya kaçmayan bir
yönetmendir (Stanbrook, 1990:120). Hüzün Şehri 1989 yılında gösterildikten ve
Venedik Film Festivali’nden en iyi film ödülünü alarak tüm dünyanın ilgisini
çektikten sonra film hakkında çıkan pek çok makalede film içerisindeki karmaşık
aile yapısını açıklayabilmek için Lin ailesinin aile ağacına yer verilmesi bu filmin
kendisini ne denli zor kıldığını belirtmesi açısından önemlidir (Cinemaspace,
Online). Tayvan halkı bütün bunlara rağmen filme büyük ilgi gösterdi ve örfi
idarenin kaldırılmasından sonra 28 Şubat Vakası’na ilk defa değinen bu filmi
Tayvan nüfusunun yarısı izledi.
Hüzün Şehri geniş bir ailenin 1945-1949 yılları arasındaki hayatından bir
kesit sunar. Film çok genel olarak Lin ailesinin dört erkek kardeşini ve babasını
konu alır. En büyük erkek kardeş Japonlar adayı Çinlilere devrettikten sonra
işlettiği Japon tarzı barın adını “Küçük Şanghay” adıyla değiştirerek işletmeye
devam etmektedir. İkinci kardeş ise Tayvan halkının belli bir bölümü Japonya
egemenliği zamanında askere alındığı için II. Dünya Savaşı süresince Filipinlerde
bir harekatta kaybolmuştur ancak karısı bir gün gelecek umuduyla kocasının
kliniğini hâlâ işletmektedir. Üçüncü kardeş ise Şanghay yer altı dünyası ile iç içedir
ve bu suç örgütleri ile uyuşturucu işine girer. Ancak en büyük ağabeyleri bunu
öğrenince bulduğu uyuşturucuları imha eder. Bunun üzerine ise Şanghaylı mafya
üyeleri KMT hükümeti içerisinde yer alan bağlantılarını kullanarak üçüncü kardeşi
tutuklatır. İçeride işkence gören adam artık tamamen aklını kaçırmış ve başkalarının
yardımı olmaksızın yaşayamaz hale gelmiştir. Dördüncü ve filmin ana karakteri olan
Wen-Ching ise küçük yaştan beri sağırdır ve hemen hemen hiç konuşamamakta,
insanlarla yazı yoluyla iletişim kurmaya çalışmaktadır (bu türden bir iletişim
yöntemi filmde çok önemli bir yer tutan dil olgusuna vurgu yapmaktadır). Filmin
açılışında yer alan iyimser bakışa rağmen zamanla ailenin parçalanmasına sebep
olacak 28 Şubat Vakası’nın ardında en küçük kardeş Wen-Ching ve bazı arkadaşları
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
219
tutuklanır. Hapishaneden çıkmasının ardından en iyi arkadaşı Hinoe, KMT
Hükümeti karşıtı cephede yer alır ve dağa çıkarak orada muhalif komün hayatını
tesis eder. İlk başlarda Hinoe’ye katılmayı düşünen Wen-Ching daha sonradan
Hinoe’nin kız kardeşi Hinomi’yi bu kargaşa ortamında korumaya karar verir ve daha
sonra onunla evlenir. Hinoe’nin dağdaki muhalif hayatının peşine düşen KMT
askerleri onu yakalar ve öldürür. Çok geçmeden Wen-Ching de hükümet tarafından
yakalanır. Filmin akıllarda en çok kalan ve en dramatik anlarından biride son
sahnedir. Hou bu son sahnede, kendi meşhur durağan kamerasını bu kez bütün
yıkımlara rağmen hayatlarını olağan akışında devam ettirmeye çalışan Lin Ailesinin
yemek sofrasına çevirir. Sofrada sadece yaşlı baba ve akıl hastası üçüncü kardeş
bulunmaktadır.
Filmde en göze batan bir diğer özellik ise yazıya atfedilen önemdir
(Cinemaspace, Online). Film boyunca gösterilmeyen pek çok olay, gerek WenChing’in zorunlu iletişim yöntemine, gerekse izleyiciyi adeta sessiz sinema
dönemine götüren ara-yazıya (intertitle) dayanarak anlatılır. Aslında burada
Hou’nun yazıya verdiği önemi kavrayabilmek için Tayvan tarihinin ve dil-ideoloji
ikilisinin iyice kavranması gerekmektedir. Price Tayvan’daki kültürler arası iletişimi
araştırdığı çalışmasında Sino-Japon Savaşı’ndan sonra Japonya’ya devredilen
Tayvan’da yapılan ilk değişikliğin Japon değerlerinin iyice yerleşmesi için
başvurulan Japonca’nın toplumun her alanına sokulması olduğunu belirtir (Price,
2004:8). Ayrıca okullarda belli bir süre için Japonca eğitimi müfredatın %70’ ini
kapsamıştır. Zamanla Japonca, yayın hayatına da egemen olmuş ve bankalardan
parklara kadar her yerde varlığını hissettirmiştir (Hsiau, 2000: 34-36). Japonya’nın
adadan çekilmesini coşku ile kutlayan ada halkı, Chiang Kai-Shek hükümetinin
uyguladığı aşırı milliyetçi tavır karşısında bir kez daha baskı altında tutulmuştur
(Price, 2004:8). KMT hükümetinin kendi kültürel değerlerini ada halkına tamamen
yerleştirmek için gerçekleştirdiği ve Beyaz Terör (White Terror) olarak
adlandırılacak 10.000’e yakın Tayvanlı entelektüelin idam edilmesiyle sonuçlanan
olaydan sonra, sağ kalmayı başaran halk bu sefer bildiği tek dil olan Japonca’yı da
konuşamamanın zorluğuyla karşı karşıya kalmış ve adeta bir gün içinde okuma
yazma bilmeyen kitlelere indirgenmiştir (Hsiau, 1997: 305). Denilebilir ki, KMT
hükümeti de aynen Japonlar gibi eğer bir kültür değiştirilmek isteniyorsa işe önce
dilden başlanılması gerektiğini hemen kavramış ve politik birlik sağlamak için dil
birliğini temin etmeye çabalamışlardır. Hou’nun film boyunca tarihi olayları
“yazarak” yansıtmaya çalışması da bu sefer öze dönüş hareketi içindeki Tayvan
halkının Çin ve Japon dönemlerindekinin aksi yönünde bir yazısal ve kültürel birlik
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
220
G. Uğur
eğilimi olarak yorumlanabilir. Bütün bunlara ek olarak, film boyunca kadın
kahraman Hinomi’nin günlüğüne kendi günlük yaşamına ve sosyal olaylara dair
yazdığı yazılar onun dilinden dış-ses olarak verilir. Tarih boyunca değişik ülkelerin
eline geçen, onların istilasına uğrayan ve Portekizliler tarafından Farmosa (güzel)
olarak adlandırılarak kadınsı bir anlam bulan Tayvan imajının zihinlerdeki resmi
zaten son derece feminendir. Bizler tarihi sürece Hinomi’nin kaleminden ve
sesinden tanık olduğumuz için aslında bu yazı ve ses Tayvan’nın kendi öz yazısı ve
sesidir.
Filmde yer alan bir diğer ilgi çekici husus ise ara-yazılara sıklıkla
başvurulması olmaktadır. Filmdeki ilk ara-yazı Wen-Ching’in Hinome ile ilk kez
iletişime geçti zaman gösterilir. Burada Hou, Wen-Ching’in sözlerini altyazı olarak
vermekten ziyade ara-yazıyı kullanmayı tercih etmiştir ve böylelikle izleyiciyi
görmekten ziyade okumaya zorlamaktadır (Cinemaspace, Online). Bu ara-yazıların
film içerisinde sahip olduğu yer açısından en önemli nokta ise hepsinin geçmiş
zamana ait ifadeler olmasıdır. Bu sebepten dolayı Nornes ve Yueh-Yu bu filmi
inceledikleri çalışmalarında (Cinemaspace, Online) bu durumu son derece çarpıcı bir
şekilde yorumlarlar. Onlara göre ara-yazıların geçmiş zaman kipinde kullanılmaları
aslında Hou’nun mit yaratma kaygısından kaynaklanır çünkü mitin yazımı bir
ulusun kendi soyağacını ortaya koymasında hayatî öneme sahiptir ve dahası Hou
film içerisinde sadece Tayvan tarihini inşa etmekle uğraşmamış ayrıca Tayvan’ın
doğal sınırlarına da vurgu yapmıştır. Bu durum ise ulus bilincine kavuşmakta olan
bir ülkenin tarihî bilinçlenmesinden sonra gelmekte olan ikinci önemli noktaya,
coğrafi sınırların tayin edilmesine denk düşmektedir. Kayıp iki kardeşin coğrafi
sınırları Filipinlerden Şanghay’a kadar uzanan bir alanı kapsamaktadır. Lin ailesinin
oğullarının kaybolduğu bölgeler aynı zamanda Tayvan’ın fiziki yerini temsil
etmektedir (Cinemaspace, Online).
Film içerisinde yazı ile birlikte göze çarpan diğer önemli kullanım ise
fotoğraftır. Fotoğraf da aynen yazı gibi geçmişin belgelenmesi ve inşası için önemli
bir araç olarak kullanılmaktadır (Cinemaspace, Online). Böyle bir işlevin en güçlü
şekilde kullanıldığı kısım ise Wenching’in Japon bir öğretmenin adadan ayrılmadan
önce hatıra olarak öğrencileri ile çektirdiği fotoğraf sahnesinde görülür. Hou,
Rayns’a verdiği mülakatta ada halkının Japon hakimiyeti boyunca eğitimde pek çok
alanda cesaretlendirildiğini ama asla politik eğitim verilmediğini belirtmektedir
(Cinemaspace, Online). Ancak Hou tarafından kullanılan kareler bu kez adada
politik eğitimi yasaklayan Japonların adadan ayrılmadan önce çektirdikleri
fotoğrafın resmini bizlere sunarak yıllarca yasaklanan politik tavrı kurar. Yine de
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
221
denilebilir ki, filmde Japonların yansıtılması belli bir olumlu anlam içermektedir.
Filmin en başında Hinome’nin Japon arkadaşının adadan ayrılmadan önce
Hinome’yi ziyaret edip O’na hediyeler vermesi aslında Japonlar ve Tayvanlılar
arasında güçlü bir bağın olduğunu da vurgular. Filmdeki en duygusal anlardan biri
ise Wenching’in kendi ailesinin fotoğrafını çektiği sahnedir. Bu fotoğrafta kendi
kaçınılmaz sonlarının gelmekte olduğunun farkında olan Wenching’in çekirdek
ailesinin varlığını belgelemek için kendi kayboluşundan kısa bir süre önce
resmedilen kaygılı yüzünü görürüz. Wenching ve Hinome’nin kaygılı yüz
ifadelerine karşılık bebeklerinin gülen suratı karenin dramatik etkisini daha da
arttırmaktadır.
Tayvan tarihi boyunca sürekli işgal edilen ve kaynaklarından faydalanılan bir
ülke olmuştur. 1517 yılında Portekizler tarafından keşfedildiğinde farmosa (güzel)
olarak adlandırılan Tayvan 1624 yılında Hollanda, 1683 yılında Çin, 1895 yılında
Japon, 1945 yılından bu yana yine Çin egemenliği altında bulunmaktadır (Teksoy,
2005:491). Ada 1683 yılında Çin egemenliğine geçene kadar Hollandalı
sömürgeciler için hammadde kaynağı olmaktan öteye gidememiş ancak Çin
egemenliği boyunca adaya bu sefer de üç milyona yakın Çinli göç etmiştir. Bu
dönem aynı zamanda Tayvan halkının acı dolu asimilasyon döneminin de
başlangıcını göstermektedir. 1895 yılında Sino-Japon Savaşından sonra Japonya
egemenliğine geçen Tayvan’da, Japonlaştırma politikaları çerçevesinde Japonca
resmi dil olmuştur (Teksoy, 2005:491). Bütün bu tarihi gerçeklerden dolayıdır ki,
Tayvan aslında sürekli şahit olan, etrafında olan olayları gören, izleyen, bunları not
alan ama kesinlikle gidişata yön veremeyen bir ülkedir. Tayvan’ın yüzlerce yıllık
tarih sonucunda istemeden de olsa edindiği bu konum ile filmin ana karakteri
Whenching arasında bir benzerlik vardır. Whenching’te küçük yaştan beri
konuşamadığı için sürekli gören, izleyen, etrafındaki olayları not alan ama edilgen
kişiliğinden dolayı gidişata yön veremeyen bir kişidir. Dolayısıyla Whenching
karakteri Tayvan’ı temsil etmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hinomi’nin
filmde kullanılan dış sesi Tayvan’ın öz sesi iken, buna ek olarak Whenching’in
toplumdaki konumu ve eylemleri Tayvan’ın tarihi süreç içerisindeki konumuna
tekabül etmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
222
G. Uğur
Sonuç
Kimi yorumculara göre Sosyal Darwinizm’in uygulamaya konulmasıyla
ötekinin algılanışı değişmiş ve Batılı olmayanlar değişmesi mümkün olmayan bir
zamanda geri kalmışlığa indirgenmiştir. Bundan dolayı, Batı diğer topluluklara
kendi seviyesine çıkmak için sürekli çabalaması gerektiğini söylerken, modernizmi
de bu toplulukların önüne birer hedef olarak koyar. Onlar için Batılı olmayan
topluluklar kültürel evrimlerini tamamlayamamıştır ve gerekirse bu topluluklara yol
göstermek amacıyla müdahale edilmelidir.
Ancak ne var ki, her bir birey gibi her bir ulus da yürüdüğü yolların
toplamıdır. Dolayısıyla modernleşme sürecini tecrübe etmiş ülkelere baktığımızda
yukarıda tasvir edilen tablodan farklı olarak bambaşka bir durum görmekteyiz. Tek
boyutlu, alternatifi olmayan bir modernleşmeden ziyade her ülkenin sahip olduğu
kendine özgü niteliklerle şekillenen ve kendine has bir boyut kazanan farklı
modernleşmelere tanık olmaktayız. Bunlara ek olarak, modernleşme, en nihayetinde,
bir toplumun kendini değişim girdabına atması, geçmişin gözden geçirilmesi ve
bireyin/toplumun geleneksel dönemlerde kendini bağlı hissettiği kurumların
sorgulanması ise bu değişim sürecinde farklılaşan toplumsal yapının doğurduğu
yeni sorunlar ancak farklı sanatsal formlarla ifade edilebilir.
Tayvan tarihi ve sanatı yukarıda varılan yargıların çok net bir sağlamasını
içermektedir. Tayvan’ın sahip olduğu farklı tarihi süreç ve dinamikler bu ülkenin
modernizm hareketini Batı’dan ve Çin’den farklı bir yere taşımıştır. 1950’li yıllarda
Batılı değerler açsından bakıldığında modern olmaktan çok uzak olan Tayvan
1960’lı yıllardan itibaren hızlı bir toplumsal dönüşüm gerçekleştirmiştir. 1980’li
yıllara gelindiğinde ise Tayvan’da baş gösteren toplumsal sorunların en çok
sinemada tartışıldığı görülmektedir. Ancak ortaya çıkan bu yeni sinema toplumsal
problemleri çok daha gerçekçi bir dil ile sorgulamayı tercih etmiştir. Çalışmamız
boyunca Yeni Tayvan Sineması olarak adlandırılan bu yeni akımın en belirgin
örnekleri genel olarak sunulmuştur. Daha özelde ise Hou Hsiao-Hsien’in Hüzün
Şehri filmi ele alınmıştır. Kullandığı sinema teknikleriyle modern olarak
nitelendirilecek bir üslup bulmayı başaran Hou, Hüzün Şehri adlı filminde daha önce
üzerinde akıl yürütülmesi yasak olan bir konuya, 28 Şubat Vakıası’na değinmiş ve
bu yöntemle de geçmişle hesaplaşma yolunu tercih etmiştir. Hou, bu filminde sahip
olduğu ağır dilden ve ana karakterin son derece edilgen olmasından dolayı kimi
Tayvanlı eleştirmenler tarafından yoğun bir şekilde eleştiriye maruz kalmış olsa da
hâlâ Edward Yang ve Ang Lee ile birlikte Tayvan’ın en tanınmış yönetmenlerinden
birini temsil etmektedir.
Bahar 2010, Sayı:30
Yeni Tayvan Sineması: Hüzün Şehri’ne (Bei Qing Cheng Shi) Genel Bir Bakış
223
KAYNAKÇA
Chiao, H., P., (1991), “The Distinct Taiwanies and Hong Kong Cinemas”, s.155165, içinde Bery, C., 1991, Perspectives on Chinese Cinema, British Film
İnstitute: Londra.
Chiu, K., (Ocak 2005) “Treacherous Translation: Taiwanese Tactics of Intervention
in Transnational Cultural Flows” Concentric Dergisi, c.31, s.47-69.
Hsiau, A-Chin, (2000), “Contemporary Taiwanese Cultural Nationalism”, London:
Routledge, içinde Price, G., (2004), “Crossing and Code-Switching:
Intercultural Communication In Taiwan, Essex Üniversitesi Dil ve
Linguistik Bölümü Master Tezi.
Kellner, D., (Aralık 1998), “New Taiwan Cinema in the 80s”, Jump Cut Dergisi,
c.42, s.101-115.
King, A., D., (1995), “The Times and Spaces of Modernity (Or Who Needs
Postmodernism?)” Global Modernities. Ed. Mike Featherstone, Scott Lash
and Roland Robertson. Londra: Sage,. 108-39, içinde Chiu, K., (Ocak
2005) “Treacherous Translation: Taiwanese Tactics of Intervention in
Transnational Cultural Flows” Concentric Dergisi, c.31, s.47-69.
Liao, Chao-yang, (1995), “Pathos of the Chinese: a response to Chen Zhao-ying
with a note on the constructedness of culture and the problem of national
identity”, Chung Wai Literary Monthly c:23.10, s.102-26, içinde Chiu, K.,
(Ocak 2005) “Treacherous Translation: Taiwanese Tactics of Intervention
in Transnational Cultural Flows” Concentric Dergisi, c.31, s.47-69.
Mignolo, W. D., (1998), “Globalization, Civilization Processes, and the Relocation
of Languages and Cultures” The Cultures of Globalization. (eds) Fredric
Jameson ve Masao Miyoshi, 1998, Durham: Duke UP, s.32-53, içinde
Chiu, K., (Ocak 2005) “Treacherous Translation: Taiwanese Tactics of
Intervention in Transnational Cultural Flows” Concentric Dergisi, c.31,
s.47-69.
Pratt, J.W, (1951), American’s Colonial Experiment: How The United States
Gained, Governed, and In Part Gave Away A Colonial Empire, New York:
Prentice Hall.
Price, G., (2004), “Crossing and Code-Switching: Intercultural Communication In
Taiwan”, Essex Üniversitesi Dil ve Linguistik Bölümü Master Tezi.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
224
G. Uğur
Shih, Shu-mei, (2004), “Global Literature and the Technologies of Recognition”
PMLA c.119.1 s.16-30, içinde Chiu, K., (Ocak 2005) “Treacherous
Translation: Taiwanese Tactics of Intervention in Transnational Cultural
Flows” Concentric Dergisi, c.31, s.47-69,
Stanbrook, A., (Bahar 1990), “The Worlds of Hou Hsiao-Hsien”, Side&Sound
Dergisi, c.59, International Film Quaterly, s.120-126.
Teksoy, R., (2005), “Tayvan Sineması”, s.491-495, içinde Teksoy, R., 2005, Sinema
Tarihi, İstanbul: Oğlak Bilimsel Yayınları.
Williams, Raymond, (1989), The Politics of Modernism: Against the New
Conformists. London: Verso, içinde Chiu, K., (Ocak 2005) “Treacherous
Translation: Taiwanese Tactics of Intervention in Transnational Cultural
Flows” Concentric Dergisi, c.31, s.47-69,
Yip, J., (20039, “Tayvan Yeni Sineması”, s.809-811, içinde Smith, G., N., (2003),
Dünya Sinema Tarihi, Ahmet Fethi (Çev), İstanbul: Kabalcı Yayınları.
On-line Kaynaklar
Norne, A., M., ve Yueh-yu Y., (1998), “Narrating National Sadness: Cinematic
Mapping and Hypertextual Dispersion
http://cinemaspace.berkeley.edu/Papers/CityOfSadness/index.html (Erişim
20 Ocak 2010)
Bahar 2010, Sayı:30

Benzer belgeler