to the PDF file. - TurkMSIC

Transkript

to the PDF file. - TurkMSIC
İçindekiler
Türk Tıp Öğrencileri Birliği
Türk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC), 1952 yılında kurulmuş;
bağımsız, siyasi olmayan ve kar amacı gütmeyen Türkiye’deki tıp öğrencileri arasında oluşturulmuş en köklü kuruluştur. Ülke çapında 58 tıp
fakültesinde üye yerel temsilcileri mevcut ve bu sayı artmaktadır.
Üye tıp fakülteleri ile Türkiye’deki 30.000’den fazla tıp fakültesi öğrencisinden oluşan bir ağa sahip olmakla birlikte, uluslararası çapta ise
kurulduğu yıldan beri üyesi olduğu IFMSA (Uluslararası Tıp Öğrencileri
Birlikleri Federasyonu) dahilinde 116 ülkede bulunan 123 Ulusal Üye Kuruluşu arasında Türkiye’yi temsil etmektedir.
Birlik; Türkiye’deki tıp fakültesi öğrencileri için ve tıp fakültesi öğrencileri tarafından yürütülen, tamamen gönüllülük esas alınarak çalışan
bir organizasyondur. Birleşmiş Milletler ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü)
tarafından resmi olarak tanınan IFMSA’in Türkiye’deki temsilcisi konumundadır
Yayın Editörü
Özgür Ercan Eray
Yayın Koordinatörü
Burak Duymaz
Birlik, faaliyetlerini 6 çalışma kolunda yürüttüğü projeler ve çeşitli
organizasyonlarla yürütmektedir. Bunlar; tıp eğitimi, halk sağlığı, insan
hakları ve barış, üreme sağlığı, staj ve araştırma değişimi çalışma kollarıdır. Bunların yanında kendi eğitmenlerini yetiştirerek kişisel gelişim
eğitimleriyle tıp öğrencilerine farklı platformlar yaratmaktadır.
İçerik Takımı
Ahmet Peçen
Aylin Gareayaghi
Barçın Barı
Berfin Şenol
Deniz Demir
Elif Rabia İçöz
Süleyman Doğan Polat
Yayın Sahibi
Türk Tıp Öğrencileri Birliği
(TurkMSIC)
Sağlık Mah. Aksu Sok. Park
Apt. Kat:4 Çankaya Ankara
www.turkmsic.net
[email protected]
1
© TurkMSIC Dergi - Tüm hakları saklıdır.
Bu dergide bulunan yazılar, dergi sahibinden izin alınmaksızın hiçbir yayın organında yayınlanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak gösterilerek paylaşılabilir.
Yazılarda dile getirilen düşüncelerden ve kaynakların doğruluğundan yazarlar sorumludur. Türk Tıp öğrencileri Biwrliği (TurkMSIC) bu dergide yer alan yazılarda sorumluluk sahibi değildir.
5
Türk Tıp Öğrencileri Birliği Çalışma Kolları
11
Türk Tıp Öğrencileri Birliği Desteklenmiş Projeler
12
IFMSA ve TurkMSIC
13
Tıp Dünyasının İlkleri
17
Robotik Cerrahi
18
Diziler ve Tıp
20
Hekim ve Hasta Hakları
22
Hayatımızdaki Kanserojenler
23
Fitoterapi ve Kanser
25
3D Yazıcılar ve Tıp
26
Sık Görülen Hastalıklar
29
Hastane İnfeksiyonlarına Bakış
30
Mecburi Hizmet le İlgili Soru-Cevap
32
Koruyucu Tıp
33
Kronik Hasta Eğitimi
35
Küresel Isınma
36
Hekimlerle Röportajlar
39
En Tartışmalı Tıp ve Fizyoloji Nobeli
40
Tıp Tarihi ve Etik
43
İbn-i Sina’ya Bakış
45
4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Yılın Enleri
46
4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Röportajlar
49
March Meeting 2015 - Turkey
51
Türk Tıp Öğrencileri Birliği - Hikaye Yarışması
58
Bulmacalar
2
Genel Başkandan...
Editörden...
Türk Tıp Öğrencileri Birliği 2015 Dergisi’nin Değerli Okuru , Türk Tıp Öğrencileri Birliği(TurkMSIC), 1952 yılında kurulmuş; bağımsız,
siyasi olmayan ve kar amacı gütmeyen ülkemizin en köklü ve en yüksek
öğrenci temsiliyetine sahip öğrenci yapılanmasıdır. Birliğimiz aramıza yeni
katılan fakültelerle birlikte 2015 Mayıs Genel Kurulu itibariyle 71 tıp fakültesinde aktif olarak temsiliyete ulaşmıştır. Birlik olarak ülkemizde tıp öğrencilerini temsil etme vizyonuyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Uluslararası Tıp
Öğrencileri Birlikleri Federasyonu(IFMSA) nezdinde ülkemiz tıp öğrencilerini
temsil etmekte ve 60’tan fazla ülkeyle değişim hareketliliği organize etmekteyiz.
Türk Tıp Öğrencileri Birliği
Genel Başkanı
Birliğimiz gönüllüleri sağlık alanında bilimsel gelişmeleri takip etmek ve
geleceğin hekimleri olarak bilimde söz sahibi olmak vizyonuyla çalışmaktadır. Bu manada etkinliklerin, organizasyonların ötesinde yazılı yayınlar büyük
önem arz etmektedir. Vizyonu ve misyonu hem ulusal hem de uluslararası
alanda kendisini geliştiren nihayetinde ‘bir tıp öğrencisinden daha fazlası’
olabilen tıp öğrencilerini gerçekleştirmek olan birliğimizin en yeni çalışması
dergimizdir. Dergimizde birliğimizin 2015 ilk yarıyılında gerçekleşen büyük
etkinlerinden bilgilendirmelere, söyleşilere ve bilimsel alanda ilgi çekici yazıları bulabilirsiniz. Sene boyunca çalıştaylardan, sempozyumlara ve panellere çeşitli alanlarda etkinlikleri başarıyla gerçekleştiğimiz bir dönemi geride bırakıyoruz. Yerel birliklerimizin yıl içerisinde etkin çalışmaları birliğimizin
gösterdiği başarının en önemli faktörüdür. Ümidimiz tüm tıp fakültelerine
yayılmış, politika üreten ancak siyasi olmayan ve tüm tıp fakültesi öğrencilerine katkı sağlayan bir yapıya ulaşabilmektir. Ulusal ve uluslararası alanlarda
büyük bir atılım döneminden geçiyoruz. Birlik olarak ülkemizde özellikle tıp
eğitimi, bilimsel araştırma ve sağlık politikalarında aktifliğimizi gün geçtikçe
arttırıyoruz. Uluslararası alanda IFMSA(Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri
Federasyonu) nezdinde çalışmalarımız bu yıl itibariyle doruk noktasına ulaşmıştır. Uluslararası alanda en büyük tıp öğrencisi buluşması olan IFMSA
Mart Genel Kurulu’nu ülkemizde gerçekleştirmemiz tüm ülkemiz tıp öğrencilerine önemli bir gözlem imkanı tanımıştır. Daha detaylı olarak dergimizde IFMSA Mart Genel Kurulu bölümünden bilgi edinebilirsiniz. Tüm bu
imkanlarla birlikte yeni çağı takip eden gençler olarak daha fazla söz söylemeli ve bilimsel alanda ülkemiz adına söz sahibi yarınların bilim insanları
olabilmeliyiz. Bu yönde gelişimler adına birliğimiz imkanları tıp öğrencileriyle
buluşturmaya devam etmeye kararlıdı.
Değerli Türk Tıp Öğrencileri Birliği Derigisi Okurları,
2014- 2015 dönemi Yayın Destek Birimi olarak temellerini attığımız,
Dergi Takımı ile bütünleştirdiğimiz bu yayının, aylarca süren çalışmaları
sonuçlandı. Sizlere ilk Türk Tıp Öğrencileri Birliği Dergisi’ni sunmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
İlkler daima sancılı olur. Temelinde tecrübesizlik yatar. Biz de bu yola
tecrübesizce, ama ne istediğimizii bilerek çıktık. Takımı oluşturduk; yazıları
belirledik; topladık; tasarımı yaptık... Yavaş yavaş beliren dergimizi gördükçe daha da heyecanlandık. Sonucunda elimizde 60 sayfalık, bilimsel
konulardan kültür sanata, birliğimizden haberlere kadar geniş bir yelpazede bir dergi oluştu. Ne istediğini bilmenin verdiği güven, ilk defa çıkarılan bir derginin verdiği heyecanla birleşti. Sonucunda ise hepimiz ortaya
çıkan dergiden memnun olarak kapatıyoruz bu süreci.
Bu uzun süreçte yanımda olan başta Yayın Koordinatörü Burak Duymaz olmak üzere, İçerik Takımından Deniz Demir, Elif Rabia İçöz, Barçın
Barı, Kaan Durmuş, Berfin Şenol, Süleyman Doğan Polat, Aylin Gareayaghi, Ahmet Peçen’e, bütün süreç boyunca yanımızda olup, desteklerini
esirgemeyen değerli Yönetim Kurulu’muza, yazılarıyla dergimiz canlandıran Yürütme Kurulu’muza kişisel olarak sürekli yanımda olup dergi hazırlanmasının her safhasında yardımıma koşan Gizem Akın’a, tasarım sürecinde fikirleriyle dergiye neşe katan Çağrı Kutlugün Emral’a, dergi tasarım
süreci boyunca Yayın Destek Birmi’nin bütün işlerini yapan asistanım Efe
Deniz’e ve desteklerini esirgemeyen başta Ahmet Melih Erdoğan olmak
üzere bütün Türk Tıp Öğrencileri Birliği ailesine sonsuz teşekkürlerimi
sunarım.
Türk Tıp Öğrencileri Birliği
Yayın Direktörü
ve
Dergi Genel Editörü
Bir tıp öğrencisinden daha fazlası olmak dileğiyle...
Özgür Ercan Eray
Derginin hayata geçmesinde büyük emeği geçen Yayın Direktörümüz
Özgür Ercan Eray ve tüm ekibini tebrik ederim. Umarım dergi bir başlangıç
olur ve periyodik olarak birliğimizin sürekli yayını haline gelir. Elbette tamamen bilimselliğe yönelmiş öğrencilerin çalışmalarına yer veren bir bilimsel
dergi en son aşamada ulaşılması gereken bir hedef olmalıdır. Sosyal içeriği,
eğlenceli konularıyla, bulmacalarıyla ve bizden haberler içeren Türk Tıp Öğrencileri Birliği Dergisi’yle sizi baş başa bırakıyorum. Siz değerli okuyucumuza keyifli okumalar diliyorum.
Murat AKSOY
3
4
Araştırma Değişimi Çalışma Kolu
SCORE, IFMSA (International Federation of
Medical Students’Associations) ve TurkMSIC’te 1991
yılında eş zamanlı olarak değişimlerin bilimsel zeminini
güçlendirmek ve tıp öğrencilerine öğrencilik yıllarında
bilimle ve bilimsel araştırmalarla tanıştırmak, katılımlarını sağlamak amacıyla kurulmuştur.SCORE yani
‘Araştırma Değişimi Çalışma Kolu’ olarak tıp fakültesi
öğrencilerinin, tıp hayatı boyunca belki de hiç dahil olamayacakları bir araştırma programına, daha öğrenci
iken katılmaları imkanını sunuyoruz. Preklinik ve klinik
alanlarında dünyanın dört bir yanındaki birçok kaliteli
üniversitede araştırmalarınızı yaparken aynı zamanda
o ülkenin kültürel zenginliklerini tanıyacak ve
unutulmaz bir 4 hafta geçireceksiniz.
SCORE olarak amacımız;
•Tıp öğrencilerinin eğitimini
bir bilimsel araştırma deneyimi
ile zenginleştirmek ve onların
bilimsel araştırmanın temel
prensiplerini öğrenmelerini
sağlamak,
•Öğrencilerin; tıbbi araştırmalara, tıp eğitimine ve sağlık
sistemine karşı mevcut farklı
yaklaşımları yerinde görüp tecrübe etmelerini sağlayarak ufuklarını genişletmek,
•Kültürlerarası iletişim ve küresel arkadaşlık ruhunu
destekleyerek bir uluslararası tıp öğrencileri ağı yaratmaktır.
‘Bir Süreç Olarak SCORE’ dönem başında
düzenlediğimiz SCORE Kongre ile başlar. Öğrenci
SCORE Kongre’deki değişime gidip gelen insanların
tecrübelerini dinledikçe, sorularını sordukça, yani mini
bir prova yaptıktan sonra her sene SCOPE ile ortak
olarak düzenlediğimiz TurkMSIC Değişim Sınavı’na
katılır. Sınavda SCORE ile değişime gitme hakkı kazandıktan sonra süreç hızlanmaya ve daha da heyecanlı
bir hale gelmeye başlar. Artık değişime gidecek kişinin
hayatındaki en harika deneyimlerden birini yaşamadan
önceki tek ihtiyacı biraz daha bilgilenmek ve değişime
tüm soru işaretlerini cevaplandırmış olarak gitmektir.
Bu noktada sürecimiz PET ( Pre Exchange Training)
ile devam eder. PET, SCORE ile değişime gitme hakkı kazananlar için bir ön hazırlık niteliğindedir. Kişinin
hoca sunumları ile ve laboratuvarlarda aktif gözlemler
yaparak akademik açıdan kendini dolu hissetmesini,
5
çeşitli aktivitelerle takım ruhunu güçlendirmesini ayrıca aklına takılan her şeyi değişime daha önce gitmiş
kişilere yüzyüze sorma imkanını sağlar. Artık SCORE
ile değişime gitme yani;
- Bir ay boyunca dünyanın dört bir yanında en
donanımlı laboratuvarlarda aktif olarak çalışma,
- Alanlarında başarılı işlere imza atmış olan hocalarla birlikte akademik olarak tecrübe kazanma,
- Dilini geliştirme,
- Binbir çeşit kültür tanıma ve kendi kültürünü
tanıtma,
- Onlarca ülkeden onlarca insan tanıma ve
harika dosluklar kazanma, harika anılar
biriktirme zamanı !
Ayrıca SCORE ile sadece
yurtdışı değil ‘Yurtiçi Değişim’
ile de bambaşka deneyimler
kazanabilirsiniz. ‘Akademik
Kalite’ isimi küçük çalışma grubumuzun düzelediği
‘SCORE Bilim Günleri SCORE Research Days’
ile kendi projelerinizi, sunumlarınızı hem İngilizce hem
Türkçe anlatabilirsiniz. ‘Neglected Tour’ ile Türkiye’deki endemik hastalıklar hakkında yapılan
ve primer olarak yurtdışından ülkemizde değişim yapacak öğrenciler için düzenlenen programda önce laboratuvar çalışmalarına sonra da saha çalışmalarına katılabilirsiniz. Eğer SCORE
ile değişime gittiyseniz ‘SCOREview’ adlı dergimizde
siz de deneyimlerinizi değişime gitme planları yapan
kişiler ile paylaşabilirsiniz.
Peki ya siz bu eşsiz deneyimleri SCORE ile
yaşamak istemez misiniz ?
Halk Sağlığı Çalışma Kolu
Daha sağlıklı bir dünya oluşturmak için halk sağlığını
geliştirmek; sağlık politikaları üreterek, toplum sağlığına sahip çıkan hekimler yetiştirilmesine katkıda bulunmak amaçlarını güden Halk Sağlığı Çalışma Kolu bu
doğrultuda çalışmalarına birikimli bir şekilde devam
etmektedir.
Çok geniş bir kapsamı olan Halk Sağlığı’nın elimizden geldiğince her konusuna dokunmaya çalışarak
bu dönem Akılcı İlaç Kullanımı, İş Sağlığı ve Çevre
Sağlığı konularını da çalışmalarımıza katmayı ve Yerel Halk Sağlığı Direktörlerimizden gönüllülerle bilimsel
çalışmalar yapmayı hedefledik. Başarıya ulaşan birçok
çalışmamızın yanında bazı çalışmalarımız da
sağlam temellerle başlamış olup, üzerine
eklenerek devam edildiği takdirde ileriki dönemler için yol gösterici niteliklere ulaşmıştır.
29-30 Kasım’da Dokuz
Eylül Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen Halk
Sağlığı Kampı’nın ardından
SCOPH, donanım kazanmış
Yerel Halk Sağlığı Direktörleri
ve Ulusal Takımıyla farkındalık
çalışmalarına sahalarda, bilimsel çalışmalarına da arka planda devam etmektedir. SCOPH’da
; TurkMSIC Tüzüğü ve SCOPH iç
tüzüğüne uymak koşuluyla her aktivite
gerçekleştirilebildiği için kısıtlamalara girilmeden kendi projelerini ve çalışma alanlarını üretebilecek kapasitede gönüllüler yetiştirmeye çalışarak
yürütülen bir dönemin; saha çalışmalarıyla meyvelerini topladık ve dönem sonuna kadar da toplamaya
devam edeceğiz. Bu bağlamda yaptığı etkinliklerle
çalışmalarımıza destek olan bütün Yerel Halk Sağlığı
Direktörlerine teşekkürü borç biliriz.
KEEP SCORE HIGH!!!
Zülal Yılmaz
Ceren Bilgün
Araştırma Değişimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi
National Officer on Research Exchange
(NORE)
Halk Sağlığı Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi
National Public Health Officer
(NPO)
6
İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu
İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu (SCORP),
Uluslararası Tıp Öğrencileri Birliği Federasyonu’nun
(IFMSA - International Federation of Medical Students’ Associations) altı çalışma kolundan biridir.
SCORP’un temelleri 1983 yılında kurulan Mülteciler Komitesi (SCOR - The Standing Commitee on
Refugees) ile atılmıştır ve bu komite savaş veya diğer
sebeplerle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış insanların problemlerine dikkat çekmeyi amaçlamıştır.
Bu konularda sürdürülebilir çözümün “çatışmaların”
ve “insan hakları ihlallerinin” önlenmesi olduğu anlaşılmış ve sonuçta 1994’te alınan karar doğrultusunda komitenin adı İnsan Hakları ve Barış
(SCORP) olarak değiştirilmiş ve insan
hakları savunucuları ise “SCORPion”
adıyla anılmaya başlamıştır.
Şimdilerde SCORP’un
ilgilendiği konulardan bazıları:
• İnsan Hakları
• Kadın Hakları
• Engelli Hakları
• Çocuk Hakları
• Hekim Hak ve Sorumlulukları
• Hasta Hak ve Sorumlulukları
• Hasta-Hekim İlişkileri
• Mülteci Hakları ve Sağlığı
• LGBTİ
• Savaş Ortamında Hekimlik
Tüm bunlar her türlü siyasi otorite ve rejimden
bağımsız ele alınması gereken konulardır. İnsanlığın ve
insan olmanın getirdiği haklar ve özgürlükler ve bunları
kısıtlayacak herhangi bir durum SCORP’un ilgi alanına
girmektedir.
SCORP, geleceğin sağlık çalışanları olacak tıp
fakültesi öğrencilerinin, küresel bir bakış açısıyla,
sağlıkta eşitlik; insan hakları ihlallerinin ve çatışmaların
önlenmesi için bilgi, beceri ve tutum sahibi olmalarını
sağlayarak, yoksullar, göçmenler, mülteciler ve insan
hakları konusunda savunmasız kimseler gibi sağlık
hakkı ihlallerine uğrayan insanların sağlık durumlarının
düzeltilmesi ve güçlendirilmesi için çalışılabilmesine
imkân sunar.
Oldukça geniş bir konu yelpazesine sahip olması
SCORP’a diğer birçok alt komite ile birlikte ortak projeler hazırlama ve çalışmalar yürütebilme avantajı sunmaktadır. SCORP çalışmalarında, Birleşmiş Milletler
ve onun organlarının yanında, Avrupa Birliği ve pek
7
çok Sivil Toplum Örgütüyle ortak çalışmalar yürütmeyi
amaçlamakta, projelerine gönüllü olarak katılmakta ve
yaygınlaştırılması için çaba sarf etmektedir. Ulusal ve
uluslararası toplantılara katılarak da bu alanda güçlenmeyi hedeflemektedir.
SCORP Takvimi
• 21 Eylül Dünya Barış Günü
• 26 Ekim Hasta Hakları Günü
• 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü
• 3 Aralık Dünya Engelliler Günü
• 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü
•
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
Her yıl rutin olarak takvimimizde yer alan günlerde SCORP
gönüllülerinin birlikte oluşturduğu etkinlik planları doğrultusunda birçok organizasyon
hazırlanmaktadır. Atölye ve
saha çalışmaları yapılmakta
ve standlar açılmakta, broşür
ve el ilanı dağıtılmakta, film
gösterimleri yapılmakta ve
söyleşiler düzenlenmektedir.
SCORP Eğitim Kampı ve
Hekim Hukuk Platformu gibi ulusal
çapta düzenlediğimiz organizasyonlarımız sayesinde öncelikle LORP’larımız
olmak üzere tüm katılımcılarımızı, SCORP’un
kapsamına giren konularda bilgilendirmeyi hedeflemekteyiz.
Cansel Çetin
İnsan Hakları ve Barış Çalışma Kolu Yöneticisi
National Officer on Human Rights and Peace
(NORP)
Staj Değişimi Çalışma Kolu
SCOPE Tarihi ve Genel Bilgilendirme
‘Staj Değişimi Alt Komitesi’; başta tıp fakültesi öğrencileri olmak üzere, dünyada sağlık sektöründe çalışan
tüm bireyler arasında, işbirliği sağlama, kültürel anlayış
geliştirme ve farklı kültürlere toleransın arttırılmasını
kendisine misyon olarak belirlemiştir.
IFMSA (International Federation of Medical Students’
Associations) tarihinde kurulmuş olan ilk Daimi Komite
(Alt Komite) olmasının yanı sıra kurulduğu ilk günden bu
yana da IFMSA’e en fazla öğrenci değişim olanağını sunmaktadır.
Bu değişim programı öğrencilere sunduğu eşsiz eğitici ve kültürel deneyimin yanı sıra, mesleki özgeçmişleri
için de benzersiz bir sayfa ekler. Farklı ülkeler ve sosyal
koşullarda uygulanan tıbbi yaklaşımlarla tanışmak; tıp fakültesi öğrencilerinin, hekimlik
mesleğine dair ufuklarını genişleterek
onlara empati becerilerini geliştirme
şansı tanır. İsmimizde bulunan
‘professional’; yurtdışındaki bir
hastanede yapılan tıbbi çalışmayı
belirtir. Tamamen eğitim amaçlı
olan bu staj, öğrenciye bir maaş
sunmaz.
Türkiye’de SCOPE
Türkiye’de SCOPE çalışmaları,
TurkMSIC’a bağlı olan tıp fakültelerinde bulunan LEO’lar (Local Exchange Officer – Yerel Staj Değişimi Direktörü) ve TurkMSIC’ı, başta IFMSA olmak üzere
diğer uluslararası ve ulusal platformlarda temsil eden bir
NEO (National Exchange Officer – Ulusal Staj Değişimi
Direktörü) aracılığıyla devam etmektedir.
TurkMSIC (Turkish Medical Students’ International
Committee) 1962 senesinden beri IFMSA ile iş birliği
içinde olup tüm bu olanaklardan Türk tıp öğrencilerinin
de yararlanmasına önderlik etmiştir. Günümüzde ise bu
değişim programından yararlanabilen, 5 farklı kıtada 102
ülkede 1000’i aşkın tıp fakültesinde 12000’den fazla
tıp öğrencisi mevcut. Bu tıp öğrencileri hem tıp bilgilerini tazeleyip pratik yapma şansını elde ediyor hem de
dünyanın dört bir yanından gelen tıp öğrencileriyle bir
ay boyunca vakit geçirerek vizyonlarını genişletip ‘bir tıp
öğrencisinden daha fazlası…’ olma yolunda belki de ilk
adımlarını atıyorlar.
SCOPE ile yurtdışında staj şansını yakalayan tıp
fakültesi öğrencileri, her yıl düzenli olarak yapılan bir
sınav ile seçilir. SCOPE’de aktif olan TurkMSIC Yerel
Kurulları (be sene bu sayı 39 tıp fakültesidir), LEO’ları
aracılığı ile fakültelerinde afişler, standlar ve sunumlar
ile bu sınavı tanıtır, öğrencileri bilgilendirir ve sınav kayıtlarını yapar. Yapılan sınav sonucunda kazananlar NEO ve
LEO’lar tarafından bilgilendirilir ve staj işlemleri başlatılır.
Staj yapmaya hak kazanan öğrencilere, değişime git-
meden önce LEO’lar tarafından eğitim verilir. Bu eğitimlerin amacı: dört haftalık stajın nasıl daha verimli geçirebilecekleri, farklı kültürlere nasıl yaklaşmalarının gerektiği
anlatılır; değişim süresince hastanede yaptıklarının nasıl
değerlendirileceği hakkında bilgiler verilip öğrencilerin
kafalarındaki soru işaretleri giderilmeye çalışılır.
Mart ayında yapılan IFMSA Genel Kurul Toplantısı’nda
diğer ülke NEO’ları ile dokümantasyon değişimini yapan
NEO, ülkesine geri döndüğünde; Türkiye’de staj yapmaya hak kazanan öğrencilerin, başvuru formlarında
doldurduğu fakülte tercih sıralamasına bakarak, öğrencilerin staj yapacağı fakülteleri ilan eder ve bu fakülte
SCOPE sorumlularına (LEO), bu belgeleri yollayarak
ülkemizde staj yapacak öğrencilerin de staj işlemlerini
başlatmış olur.
Bu sene 450’nin üzerinde öğrenciye
yurtdışında staj imkanı sağlamış olan
TurkMSIC, yine aynı sayıda yabancı
öğrenciye de TurkMSIC bünyesinde çalışmalarına devam eden
üniversitelerde staj yapma olanağı
sunmuştur. Yıl boyunca yapılan
değişimleri değerlendirmek ve
yeni kontratlar imzalamak üzere
ülke NEO’ları IFMSA Ağustos
Genel Kurulu’nda, SCOPE ayrılmış
oturumlarında etraflıca sorunları
çözmeye çalışırlar ve kontratlar için
ayrılmış olan günde ise ülke NEO’ları
değişim yapılacak öğrenci sayısını ve şartlarını
belirleyerek, sonraki yıl için geçerli olacak yeni kontratları
imzalarlar.
Staj Olanakları Nelerdir?
Yurtdışındaki bir fakültede staj yapma hakkı kazanan
öğrenci, ülkeye adım attığı anda havaalanında, staj yapacağı fakültenin İrtibat Sorumlusu (Contact Person)
tarafından karşılanıp; daha önceden ayarlanmış olan
konaklama yerine yerleştirilir; bir ay boyunca staj yapacağı hastane kendisine tanıtılır ve staj yapacağı departmandaki sorumlu öğretim üyesi ile tanıştırılıp kendisine
yapacağı staj ile ilgili genel bilgi verilir.
Gelen öğrenci dört haftalık stajının sonunda da Ana
Bilim Dalı Başkanı ve Fakülte Sekreterliği’nin resmi kaşelerinin bulunduğu SCOPE sertifikası almaya hak kazanır.
Öğrenciler, hastanede geçirdikleri staj vakitleri dışında kalan zamanda LEO ve irtibat sorumlularının daha
önceden hazırladığı sosyal programlar sayesinde aynı
zamanda o ülkeye staj amacıyla gelmiş diğer onlarca
öğrenciyle, hem ev sahibi ülkenin hem de diğer katılımcı
ülkelerin kültürlerini daha yakından tanıma şansını yakalarlar.
Özgür Deniz Akıncı
Staj Değişimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi
National Officer on Professional Exchange
(NEO)
8
Tıp Eğitimi Çalışma Kolu
Biz Kimiz? Ne Yapıyoruz?
• Tıp eğitimi, IFMSA’in ‘dünya genelinde ideal öğrenmeyi’ keşfetmeyi sağlayan ve uygulanmasını amaç
edinen çalışma koludur. Bizlere tıp eğitimi konusunda
endişe duygusu kazandırarak içinde bulunduğumuz tıp
dünyasını tanıtan, gördüğümüz eksikliklere karşı farkındalık aşılayan bu çalışma kolu ile sesimizi daha bilinçli
yükseltmeye başlayabilmenin haklı gururunu yaşıyoruz.
• Fakülte eğitim programının hazırlanmasında yaşanan sıkıntılar, fakülte yönetiminde yaşanan sıkıntılar,
altyapı problemleri, hastane yetersizliği, kontenjan sıkıntıları ve daha niceleri.. Bu sorunlardan en az biriyle
yüzleşmemiş bir tıp öğrencisinin olmadığını düşünerek baz aldığımız belli sorunlar, çözüme ulaştırmaya çalıştıklarımız ve üzerine
konuştuklarımızla geniş bir kitleye hitap etmekteyiz.
• Bir tıp eğitimi gönüllüsünün önünde ne uzun bir yol olduğunu ve bireysel araştırma süreçlerinin daimi olacağını hatırlamalıyız
çünkü yeni adımlar atmaya, takım
ruhunu paylaşmaya, bilgisini aktarmaya ve en önemlisi öğrenmeye hazır
bir tıp eğitimi gönüllüsü eğitimin şakaya
gelmeyeceğini bilir, konu eğitimse kriz yönetimi için en usta rolünü oynar. Ve eğitimimize
gerekli değerin verilmesine inanarak aldığımız sorumluluklarla bizler emin olun gerektiğinde pek çok kriz anını
yönettik ve takım çalışmaları ile düzenlenen toplantılar,
çoğulculuğumuzun desteklediği beyin fırtınalarımız en
büyük desteğimizdi.
• Evet bizler bu sene şu toplantılarda bir araya
geldik;
—Tematik Tıp Eğitimi Toplantıları:
-1.Tematik Tıp Eğitimi Toplantısı-İSTANBUL
Değerlendirme(Sınav) Sistemleri
-2.Tematik Tıp Eğitimi Toplantısı-AYDIN
Tıp Fakültelerinde Yeterlilik
—7. Tıp Eğitimi Çalıştayı (Tıp Eğitiminde İletişim
Becerilerinin Yeri ve Önemi)-ESKİŞEHİR
—Tıp Eğitimi Yarıyıl Buluşması-ANKARA
• Ve şu başlıklarda Küçük Çalışma Grupları (KÇG)
kurduk;
—Biz ne yapıyoruz ?
Amacı SCOME bilinirliğini, tanınırlığını arttırmak- yeni
gelen tıp eğitimi direktörlerine kolaylık sağlamak olan ça-
9
lışa grubu bu doğrultuda sözlükler, etkinlik rehberleri ve
pek çok tanıtım konusunu çalışmaktadır. Kısacası SCOME’yi kendi içinde anlamlandırmaktadır.
—Tıp ve hukuk
Tıp ve Hukuk Çalışma Grubunun amacı hekimlerin ve
hastaların haklarını ne kadar bildiklerini ölçmek, değerlendirmek ve sunmaktır. Bu amaçla Tıp ve Hukuk Çalışma grubu ilk önce bilinmeyen hakların farkına varacak ve
ardından bu bilinmeyenleri öğretecektir
—Nithekim
Temellendirmesini nitelikli bir akademisyenin sahip
olması gereken yetileri araştırıp bu alanda biz geleceğin akademisyenlerine yönelik verilebilecek eğitimlerden
alan çalışma grubunun hedefleri arasında hasta-hekim
ve hekim-hekim ilişkileri de yer almaktadır
—Altyapı hayat kurtarır
Çalışma grubu sorun temelli çalışmakta ve her fakültenin altyapı yeterliliğini araştırmaktadır. Hazırlanan detaylı anket ve formlarla geniş çaplı
bir araştırma yapan grubun asıl
amacı her fakültenin benzer-eşit
şartlarda eğitim vermesine katkıda bulunmaktır.
—Hekimlik sanatı
Bu çalışma grubunum amacı tıp
öğrencisine mesleklerinin inceliklerini
fark ettirmek, günümüzde hekime duyulan saygı ve güvenin azalmasındaki nedenleri araştırmak, değerlendirmek ve hekimlik- mesleğini, tıp öğrencisini hak ettiği yerlere taşıyacak
yol haritalarını bulmaktır. Hekimliği sadece meslek olarak
görmeyen bunun bir sanat olduğuna inanan çalışma
grubunun esas amacı bu sanatın püf noktalarını ortaya
çıkarmaktır.
—Kongre ve konferanslar
Amacı kongre ve konferanslar için yardımcı rehberler
hazırlamak, gerekli broşür ve kitapçıkları oluşturmak ve
etkili katılım için yapılması gerekenleri vurgulamak olan
KÇG kongre ve konferanslardan alınan verimi maksimuma çıkarmayı hedeflemektedir.
—Tıp ve psikoloji
Tıbbın da en önemli branşlarından birisi olan psikolojiyi tıp eğitim hayatına entegre etmek amacıyla kurulan bu
grupta sevgiden nefrete aşktan kaygıya temel duyguları
keşfetmek, tıp öğrencisinin sosyal ve psikolojik yanlarını
ele alabilmek amaçlandı. Alanında uzman eğitmenlerle
tıp fakültesi öğrencilerine bilgilendirmeler hedeflenmektedir.
Enes Akdan
Tıp Eğitimi Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi
National Officer on Medical Education
(NOME)
Üreme Sağlığı Çalışma Kolu
2014’ten 2015’e ÜREME SAĞLIĞI ÇALIŞMA KOLU nde çalışmalarımızhem düzenlü hem de daha sonraki
11-13 Ekim tarihleri arasında düzenlenen 63.Ekim çalışmalara ışık tutacak nitelik kazanacaktır.
Genel Kurulu’nun bitmesi ile başlayan yeni döneme
SCORA nın kabul edilen vizyon ve yenilik çalışmalabelirlediğimiz hedefler uğruna çalışma arzusuyla başla- rına uygun olarak bilimsel anlamda çalışmalar yapmak
dık. Bunca zamandan sonra ilk gün olduğu gibi çalışma için I.Üreme Sağlığı Sempozyumunu hazırladık. 4-5
arzusuyla dönüp geçen zaman dilimine baktığımızda Nisan tarihlerinde gerçekleşecek olan sempozyumun
emek vermenin tatlı yorgunluğunu tatmaktayız
teması nı ise ‘Cinsel saldırı ve kürtaj’ olarak belirledik.
Bütün bu süre zarfında bizler, Dünya AIDS Günü ha- Böylece Genel kurulda kabul edilen bilimsel bir SCORA
zırlıklarına başlarken kimi yerellerimiz Transgender Day anlayışı için önemli bir adım atmış olduk.Sempozyumda
of Remembrance(TDoR) etkinliklerini yaptılar. Aynı za- ‘Cinsel saldırı ve kürtaj’ konusunda hem tıp hem hukuk
manda 20 Kasım Dünya Çocuk hakları günü kapsamın- alanında uzman hocalar ,bu konuda çalışmalar yürütda Ensest-Çocuk İstismarı etkinlikleri yapan yerellerimiz müş gazeteci,yönetmen ,yazar konuklarımız konuşmacı
oldu.
olarak bizlere katkılarını sunacaklardır.
Bizler için çok geç olan bir genel kurul tarihinden
Ekim ayı süresinden başlayıp bugüne kadkadar
sonra yaklaşan 1 Aralık Dünya AIDS Günü(DAG)
geçen süre içinde, bir takım yerellerimiz kenetkinlikleri için hızlı bir materyal çalışmasına
dilerine uygun gördükleri programlar içingirişildi. Mevcut olan DAG Materyalleri
de Ensest-Çocuk İstismarı etkinlikleri
incelendi, gereken ufak güncellemedüzenlediler. Aynı zamanda 8 Mart
ler yapıldı. Genel Kurul öncesinde
Dünya Kadınlar Günü dolayısı ile
görüştüğümüz Eczacıbaşı O.K firher sene yaptığımız kadın hakları
ması ile yeniden anlaşmamız ile
etkinliklerinin içine bu sene kadın
kendilerinden 45.000 broşür ve
sağlığı konusunun da eklenmesini
12.000 afiş 3.000 rozet temin etistedik.
tik. Bu materyallerin içinden 9.500
SCORA’nın uluslararası alanda
kondom ve yaklaşık 30.000 broşür
yapmş olduğu kaynaştırıcı unsurlave de 1.400 afişin ve 3.000 rozerından biri olan SCORA X-CHANGE
tin zamanında talep eden 51 birliğe
bu sene de biriken deneyim ve enerjigönderimini sağladık. Aynı zamanda
siyle gerçekleştirilecektir.Bu süreçte de
10.000 afiş ve 10.000 broşürü de Toplum
İstanbul Üniversitesi ‘de gerçekleşecek bir
Gönüllüleri Vakfı(TOG)’na ulaştırdık. Öte yandan
programın yanında Anadolu turu kapsamında
kendileri ile yaptığımız konuşmalar sonrası bizlere belirli Başkent,Uludağ,Isparta ve Muğla da bulunmaktadır.
bir miktar materyal yollamayı kabul ettiler. Kendileri kayıt
Eczacıbaşı ve O.K ile yapılan görüşmeler 2015-2016
altına almasa da en son yapılan görüşmemiz ve bizlere Dünya AIDS Günü çalışmalarına yazın başlanması kararı
gelen sayıların da uyuşması dahilinde 12.000 kondom alınmıştır.Ve gelecek yılda yapılan çalışmalarda material
yardımında bulunduklarını rahatça söyleyebiliriz.Bütün kolaylığı ve temini sözü alınmıştır.
bu materyallerin kullanımından sonra DAG etkinliğini geGelecekteki hedeflerimiz ve ulaşmak için emek vereciktiren birliklere ise elimizde kalan materyaller iletilmiştir. ceklerimiz:
Yani elimize ortalama;
• SCORA sempozyumunu her gelecek yıl farklı
• 12.000 kondom
SCORA konularını tema belirleyerek daha bilimsel hale
• 45,500 broşür
getirilmesi
• 2000 afiş
• Dış kuruluşlarla bağlantılı oalrakAkran eğitmen eği• 3.000 rozet elimize geçmiş ve yerellerimizin bunları timinin gerçekleştirip,eğitmenlerin tüm yerellerde eğitim
kullanması sağlanmıştır.
vermesinin sağlanması
Aynı zamanda Hepatit , Doğum kontrol Yöntemleri,
•Temin edilen broşürlerle SCORA nın üreme sağlığı
Sifiliz, Adet Düzensizliği, Meme Kanseri ve HPV ile il- konusundaki saha çalışmalarında daha verimli hale gegili herbirinden 15.000 broşür temin ettik. 15.000 tane tirilmesi
Prostat kanseri broşürünü de gelecek sene kullanılmak
•Üreme sağlığının her alanında daha aktif olunması
üzere hazır hale getirdik ve aynı zamanda Erkek Cinsel
Savunuculuk çalışmalarınn hızlanması
Fonksiyon Bozuklukları ile ilgili 10.000 broşür aldık. Bü• Birlik Genel Kurulu onaylı SCORA Vizyon ve Yenilik
tün bu süre esnasında da bir yandan İç Tüzük’te güncel- Bildirisi doğrultusunda çalışmalara devam edilmesi
lemeleri kararlaştırdık.
Amacımız hem sponsorluk çalışmaları öncesinde
Ahmet Melih Erdoğan
Üreme
Sağlığı
Çalışma Kolu Ulusal Yöneticisi
hem de sonrasında raporlamaların çalışmalarımızı active
National
Officer
on
Sexual
and Reproductive Health incl. AIDS
edici yönünü kullanmaktı.Yenilikler ve eklemeler sayes(NORA)
10
Türk Tıp Öğrencileri Birliği Desteklenmiş Projeler
IFMSA ve TurkMSIC
Türk Tıp Öğrencileri Birliği 6 çalışma kolu dışında desteklenmiş projelerle de
çalışmaktadır. Şu an aktif olan projeler şu şekildedir:
• Çocukluk Çağı Obezitesi ve Aile Farkındalığının Arttırılması:
Obezite riski taşıyan çocuklara
sağlıklı beslenmenin ne olduğu, hangi yiyeceklerden ne ölçüde yemeleri
gerektiği, sporun sağlık için öneminin
anlatılması, çocuklar üzerinde kalıcı
davranış değişikliği hedefinin sağlanması içinde ailelere de aynı eğitimlerin verilerek şişman çocuk sağlıklıdır algısının yıkılması ve evin beslenme düzeninin
değiştirilmesi amaçlanmaktadır. İşleyişte ise yerel birliklerimizin bulundukları şehirlerdeki bir ilkokul sınıfını
müdahale grubu olarak belirlemesi, öğrencilerin BKİ
(Beden Kitle İndeksi) ölçümünün yapılması, devamında müdahale grubunun aileleri ve öğretmenleri de
dahil olmak üzere dengeli ve düzenli beslenme, besin
değerleri ve sporun önemi hakkında bilgilendirilmesi
ve verilen eğitimler sonunda yeniden bki ölçümü yapılarak davranış değişikliği gözlenmesi.
•
•
Sağlık Turnesi:
Yaşama hakkının en büyük sağlayıcısı olan sağlık
hakkından, her yönüyle eşit olarak doğdukları kabul
edilen insanların eşit olarak faydalanabilmeleri beklenir.
Sağlık Turnesi Projesi ülkemizin temel sağlık hizmetleri yönünden dezavantajlı bölgelerini tespit ederek,
tespit edilen yerlerde halkın temel sağlık taramalarını
yapmayı öngören, halka sağlık eğitimi vermeyi amaçlayan, yaptığı tarama ve verdiği eğitimlerin ardından bölgede yapılan gözlem
sonucu yazılacak bildiriyi yetkili makamlarla paylaşarak dezavantajlı bölgelerin temel sağlık hizmetlerinden faydalanmasına katkıda bulunan, tamamen
gönüllü tıp öğrencileri tarafından hiçbir maddi karşılık
beklenmeksizin gerçekleştirilen bir projedir.
Barçın Barı
İçerik Takımı
IFMSA, yani Uluslararası Tıp Öğrencileri Birlikleri Federasyonu, “2. Dünya Savaşı” bitiminden hemen sonras
kurulan sayısız uluslararası öğrenci organizasyonundan
biridir. Federasyonun kuruluşunun gerçekleştiği ilk toplantı 1951 yılında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da
yapıldı. Bu yeni kurumun ilk üyeleri İngiltere, Avusturya,
Batı Almanya, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka,
Hollanda ve İsviçre olmuştur. İlk genel kurul ise 1952
Temmuz ayında Londra’da 10 ülkeden 30 katılımcı ile
gerçekleştirilmiştir. Geçen 64 yılda Avrupa’da kurulan
bir organizasyonun 100’den fazla ülkede temsil edilecek
şekilde büyümesi gerçekten göz doldurmaktadır.
IFMSA öğrenci değişimlerinin yanı sıra daima konferans ve çalıştaylara da önem vermiştir. İlk konferanslar
1950lerde çok başarılı olan “Uluslararası Öğrenci Klinik
Konferansları”dır. 1963’te Danimarka, İngiltere ve İskandinavya’da başlayan “Yaz Okulları” yıllar boyunca devam
etmiştir, hala da etmektedir. 1960lardaki diğer konferanslar ise “Tıp Eğitimi”, “Madde Kullanımı” ve “HIV ve
AIDS” hakkında düzenlenmiştir. Bu yıllarda konferanslar
ve yaz okullarının yanı sıra, ekonomik düzeyi düşük tıp
öğrencilerine kitap yardımları ve zengin ülkelerden ihtiyaç sahibi ülkelere tıbbi araç-gereç yardımları bulunması
ve bunların yerlerine ulaştırılması için projeler gerçekleştirilmiştir.
İki Elin Sesi:
Ülkemizde 3 milyon işitme engelli
vatandaşımız bulunmakta. Ne yazık ki sağlık
kurumlarında işitme engelli hastalarla
iletişim sorunları sıkça görülmektedir.
İşitme engelli hasta sağlık kuruluşuna
adım attığı andan itibaren, giriş işlemleri, anamnez, tedavi süreci ve diğer bir
çok konuda iletişim sorunları yaşamaktadır. Tüm bunların yanı sıra bu sıkıntının farkında olan
sağlık çalışanları ve tıp fakültesi öğrencileri kendi çabaları ile işaret dili öğrenmek istese dahi, yer(ulaşım),
zaman(uygun olmayan ders saatleri) ve maddi sıkıntılar yaşamakta, işaret dili eğitimini alamamaktadır. Tüm
bu sebeplerle “İki Elin Sesi” projesi hayata geçirildi,
böylece tıp öğrencileri olarak meslek hayatına adım
attığımızda karşılaştığımız işitme engelli hastalarla
düzgün iletişim kurabileceğiz. Uzun vadede, Türkiye’nin çeşitli illerinde meslek hayatına başladığımızda
çalıştığımız kurumun geneline işaret dili tercümanlığı
yapabileceğiz.
Ülkemizde ise 1952 yılında kurulan TurkMSIC, bağımsız, siyasi olmayan, din-dil-ırk ayrımı yapmayan ve
kar amacı gütmeyen Türkiye’nin en büyük ve en köklü
tıp öğrencileri organizasyonudur.
Kurulduğu yıllarda IFMSA gibi değişimlere odaklanan
TurkMSIC, 80’li yıllara geldiğinde büyük şehirlerin dışındaki tıp fakültelerine de yayılmaya ve kurumsallaşmaya
başlamıştır. IFMSA’de de uzun yıllar boyunca etkin bir
şekilde çalışan TurkMSIC, bugün IFMSA’in 6 çalışma
kolundan biri olan “Bilimsel Araştırma Değişimi” çalışma
kolunun kurulmasını sağlamıştır. Uluslararası ortamda
temsiliyetimizi sağlarken bir yandan da IFMSA yöneticileri çıkaran Türkiye’nin IFMSA’de 2 ömür boyu onur üyesi bulunmaktadır.
1980 öncesi bir dönemde Türk Tabipler Birliği altına
girmiş fakat sonrasında bu kurumdan ayrılarak devam
edilmiştir. Bu yıllardaki büyüme ile değişim sınavı yapılmaya karar verilmiş ve el emeği ile o yıllardaki yöneticilerin kendileri bu sınavları hazırlamış ve uygulamıştır.
IFMSA’deki yaz okularının benzeri ülkemizde de gerçekleştirilmiş olup o dönemde büyük beğeni toplamıştır.
2000li yıllarda büyümesi ivmelenerek devam eden
TurkMSIC önceleri “Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Komitesi” adını kullanırken, günümüzde “Türk Tıp Öğrencileri Birliği” adını almıştır. 58 üye tıp fakültesinde temsil
edilen birliğimiz Tıp Eğitimi, Bilimsel Araştırma Değişimi,
Staj Değişimi, Üreme Sağlığı, İnsan Hakları ve Halk Sağlığı olarak 6 temel alanda çalışmalarını yürütmektedir.
1970ler federasyon için genişleme zamanının geldiği yıllar olarak görülmüş ve ilk olarak Afrika ve Asya’da
bölge organizasyonları kurulması sağlanmıştır. Diğer ülkelere de yayılım arttığı için 6 bölge belirlenmiş ve koordinatörler atanmıştır.
Erken 1980li yıllarda IFMSA, tıp eğitiminden nükleer
silah kullanımının yasaklanmasına ve temel sağlık hizmetlerinin sağlanmasına kadar geniş bir yelpazede bildiriler yayınlamıştır. 80’lerin sonlarına gelindiğinde yerel
projelerin geliştirilmesi için büyük bir hareket başladı.
Aynı zamanda 1986’da Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte
“Liderlik Eğitim Programları” gerçekleştirildi. Bu eğitim
programları günümüzde de aktif olarak yürütülmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü ile resmi ilişkiler 1969 yılında
başladı. Bu ilişkinin ilk ürünü ortaklaşa gerçekleştirilen
11
“Tıp Eğitiminde Programlanmış Öğrenme” konulu sempozyum olmuş, immünoloji ve tropikal tıp programları ile
devam etmiştir. İlerleyen yıllarda IFMSA ve DSÖ ortaklaşa
çeşitli çalıştay ve eğitimler düzenlemişlerdir. IFMSA 1971
yılından beri UNESCO ile de ortaktır. IFMSA 2007’den
itibaren de HIFA2015’in (Healthcare Information For All
by 2015) resmi destekçisidir.
Sahip olduğu vizyon ve misyon ile giderek kurumsallaşan birliğimiz ulusal ve uluslararası alandaki ortaklarını
ve bağlantılarını arttırmış olup dekanlıklar ve bazı bakanlıkların düzenledikleri toplantılara davet edilir duruma gelmiştir.
Geçmişe oranla çok daha organize ve profesyonelce
çalışan Türk Tıp Öğrencileri Birliği, amatör ruhundan hiç
bir şey kaybetmeyen dinamik üye yapısıyla ülkemizdeki tıp öğrencilerinin mesleksel ve sosyal gelişimine katkı
sağlamakta, halka sunulan hizmetlerin gelişmesine yardımcı olmakta ve toplumu her konuda bilinçlendirmeye
çalışmaktadır. Bu sebeple “Bir Tıp Öğrencisinden Daha
Fazlası” sloganını benimsemiş daima insanlığın yanında,
bağımsız, öncü, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı bir kuruluş olmuştur.
Barçın Barı
İçerik Takımı
12
Tıp Dünyasından İlkler
Tıp Dünyasında da her şeyin bir ilki vardır. Günümüz
şartları ve imkanlarına göre çok basit olan bu ilkler; kendi
dönemlerinde büyük yankılar uyandırmıştır.Kimi zaman
hayatlara malolmuş, kimi zaman hayatlar kurtarmış, kimi
zaman mucidine ihanet etmiş çok sonra değeri anlaşılmıştır. Ancak ne olursa olsun hepsinin ; Tıbbın günümüz
seviyesine gelmesinde ; “Tıbbın İnşası”nda büyük önemleri vardır.
İşte günümüze kadar katedilen aşamalar:
•İlk Defibrilatör Cihazı
İlk defibrilasyon 1947’de denendi. 20.yy başından
beri köpek üzerindeki deneyler kalbe elektroşok uygulamanın faydalı olabileceğini gösterdi. Dr.Claude Beck bu
uygulamayı destekledi. İlk kez 14 yaşında bir erkek çocuğuna uyguladı. İlk olarak 45 dakika el ile kalp masajı
yapıp şok uygulandı ve kalbin normal ritmine dönmesi
sağlandı.
Ayrıca bu dergi ilk
ingilizce tıp dergisidir.
Kulak Ağrısı tedavisi
için ve tavşan bitinden
kaynaklı ölümlere ilişkin
bilgiler de içermiştir.
•İlk Aşılama Programı
1840’ta Birleşik Krallık, yoksulların aşılanmasını sağlayan bir program uyguladı.1853’e kadar aşılama, tüm yenidoğanlar
ve 3 aylıktan küçüklere
zorunlu kılındı.1867’de
14 yaş altı herkes çiçek
hastalığına karşı aşılanmak zorundaydı ve bu
sayede çiçek hastalığından korunmada çok büyük yol kat edildi.
•İlk Toz Bazlı Haplar
•İlk Klinik Araştırma ve Tedavi
19.yy başlarında kimyasal temelli haplar üretimi denendi ama birçok problem ile karşılaşıldı. 1843’te İngiliz
bir usta olan William Brockedon, grafit tozunu basınçla
sert yığınlara dönüştüren bir makine icat etti. Ve bir ilaç
üreticisi bu makineyi ilaç üretiminde kullanabileceğini düşündü ve toz bazlı tablet üretimine uyguladı ve başarılı
oldu.
•İlk İntravenöz İğne
Kolera, 19.yy Avrupası’nda en çok korkulan hastalıktı. Bu korkulan olay tıbbi tedavi araştırmalarını tetikledi.
Koleranın tedavisi için bir yol bulmak 100 yıldan fazla bir
zaman aldı. 1800’lerin ortalarında tedavi sadece semptomları biraz olsun azaltmak,dindirmek yönündeydi. Bir
fizikçi olan Thomas Latta bu hastalığın takipçisi oldu. Dr.
W.B. O’Shoughnessy, damar içi enjeksiyon fikrini ortaya
attı ama pratikte hiç denemedi. Ama Latta bu yöntemin
nolursa olsun denenmesinde kararlıydı. Thomas, bunu
kolera hastası yaşlı bir bayana uyguladı ama ne yazık ki
birkaç saat içinde öldü. Her şeye rağmen bu yöntem
birçok doktor tarafından örnek alındı ve döneminde çok
ön plana çıktı. damar içine madde enjekte etmenin ne
kadar önemli olduğu 19.yy sonlarına kadar anlaşılamadı. Günümüzde enjektörler geleneksel bir tıbbi malzeme
oldu ve ciddi hastaları bile hayatta tutmaya çok katkısı
oldu.
•İlk Tıbbi Dergi
En eski ve hala yayımlanan tıp dergisi “New England
Journal Of Medicine” dır. Ve 1812’de yayımlanmıştır.
13
İlk klinik araştırma bir gemide gerçekleştirildi. Skorbüt
hastası 12 denizci 2’şer kişilik 6 gruba ayrıldı. Her grup
farklı tedaviye maruz bırakıldı. Sirke, deniz suyu
v.s denendi. Bir gruba
limon ve portakal verildiğinde buluş gerçekleşti!
6 gün boyunca bu besinlere maruz bırakılan
denizciler tedavi sonunda neredeyse iyileştiler.
Bu klinik araştırmanın mimarı ise Dr.James Lind.
•İlk Röntgen
X-ışınları Wilhelm Konrad von Röntgen tarafından
1895 yılında keşfedildi. Röntgen opak şeyler arkasında
gizlenmiş nesneleri fotoğraflamasını sağlayan radyasyonun bu yeni formunu açıkladı. Hatta kendi iskeletin bir
kısmını fotoğrafladı. X-ışınları tıpta önemli bir tanı aracı
olarak kullanılmıştır. Röntgen bu ışın dalgaları hakkında
bilinen çok çok az şey olduğu için “X-ışını” olarak adlandırdı.
•İlk Soluk Borusu Ameliyatı
Dünyadaki ilk soluk borusu ameliyatı İngiltere ‘de 10
yaşında bir çocuğa yapılmıştır. Çocuğun kemik iliğinden
çıkarılan kök hücreler çocuğun boğazına yerleştirilmiş ve
ameliyat sonrası çocuğun kendi başına nefes aldığı ve
konuştuğu belirtilmiştir.
İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberinde, ölen
bir kişinin soluk borusuna, çocuğun boğazına yerleştirilmeden önce çocuktan alınan kök hücrelerin enjekte
edildiği, böylece organ nakli ameliyatlarında karşılaşılan
bir sorun olan, nakledilen organın vücut tarafından kabul
edilmemesi olasılığının sıfıra indirildiği bildirilmiş.
•İlk Lokal Anestezi
Dünyadaki ilk lokal anestezi uygulaması Viyana ‘da
Alman Hastanesi doktorlarından Karl Koller tarafından
bulunmuş ve bir göz hastasının ameliyatında kullanılmıştır. Dünyadaki ilk anestezi ise ABD ‘de Dr. Crwford Long
tarafından bir öğrenciye uygulanmıştır. Ancak diğer yandan M.Ö. 2250 yıllarına ait olan çamur tabletlerden diş
ağrısı tedavisinde “banotu” ile hazırlanan ilaçtan yararlanıldığı anlaşılmaktadır. Lokal anestezide ilk olarak kabul
edilebilir.
•İlk Tansiyon Ölçme Aygıtı
Dünyadaki ilk tansiyon aleti 1896 yılında İtalya ‘da
Dr. Scipione Riva-Rochi tarafından icat edilmiş
ve sphygmomanometre adıyla
kullanılmıştır. Bu
aygıtta, ana atardamarlardan birinin üzerine bir
bant içinde hava
basıncı uygulanır.
Bu basıncın, kan basıncının altına düşürülmesiyle, atış
sesleri kulaktan duyulur ve bu arada aygıtın basınçölçerindeki rakam okunur.
•İlk Sezeryan
Dünyadaki ilk sezeryan doğum 1500 yılında İsviçre ‘de Jacob Nufer isimli doktorun eşine uyguladığı ve
başarılı olduğu ameliyattır. Hem anne hem de bebek
sağ olarak kurtarılmıştır Jacob Nufer, büyük bir cesaret
göstererek sezeryan ameliyatı tek başına gerçekleştirdi.
Araç olarak ise, yalnız domuzları hadım etmekte kullandığı malzemelerden yararlandı.
İlk modern sezaryen ise 1881 yılında Alman jinekolog
Ferdinand Adolf Kehrer tarafından gerçekleştirilmiştir.
Dünyadaki ilk ötenazi kliniği Hollanda ‘da 2012 yılında
açılmıştır. Klinikte ilk etapta 70 kişinin ölüm isteği gerçekleştirilecek ve ötenazi isteği doktorları tarafından kabul
edilmeyen hastalar için hizmet verecekti.
Doktorlar, tıbbi yoldan tedavisi yapılamayan 18 yaş
üzeri ve yaşlıların özel başvurusu dikkate alınarak ve ilk
olarak kendi doktoru, tedavi gördüğü hastanesi ve varsa
psikiyatristi ile ilk görüşmelerinin ardından ölüm işlemini
gerçekleştirildiği kaydettiler. Açılan özel klinik ile, hastalara yasal olarak ötenazi hakkı tanıyan ilk ülke Hollanda
olmuş oldu.
•İlk Kan Bankası
Gerektiğinde hastalara aktarmak için sağlam kimselerden alınan kanların saklandığı yere kan bankası denir.
Bugün bilinen anlamıyla ilk kan bankası, 1931 yılında
Moskova Acil Yardım Hastanesi’nde, Profesör Sergey
Yudin tarafından kuruldu. “Kan Bankası” deyimi ise,
1937 yılında Chicago’daki Cook County Hastanesi Kan
Merkezi ‘ni kuran Bernard Fantus tarafından kullanıldı ve
daha sonra deyim, dünya çapında yerleşti.
•İlk Kan Nakli
Dünyadaki ilk kan nakli 12 Haziran 1667 tarihinde
Profesör Jean Baptiste Denys tarafından 15 yaşındaki
bir hastaya bir kuzudan alınan 250 gr. kan nakli ile gerçekleşmiştir. Bu, o
güne göre çok tehlikeli bir denemeydi
ve hasta çok geçmeden
sağlığına
kavuştu. Ne var ki
sonraki denemelerde aynı sevindirici
sonucu vermedi.
Bir insandan bir
başka insana ilk kan naklini düşünen ve bunu başaran
kişi, 28 yaşındaki Thomas Blundell’dir. Kendi buluşu
olan ince bir şırınga aracılığıyla değişik kişilerden aldığı
taze kanı, ölmek üzere olan bir hastasına aktardı fakat
başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak 10 yıl sonra Doktor
Blundell, başka bir insanı yaşatmayı başardı ve bu konuda tıp biliminde çığır açarak kendisinden sonra gelecek
meslektaşlarına öncülük etti.
•İlk Doğum Kontrol Hapı
•İlk Ötenazi Kliniği
Ötenazi; bir kişinin veya bir hayvanın yaşamını, yaşamlarının dayanılamayacak durumda olarak algılanması sebebiyle, acısız veya çok az acıtan bir ölümcül enjeksiyon yaparak, yüksek dozda ilaç vererek veya kişiyi
yaşam destek ünitesinden ayırarak sonlandırmak anlamına gelmektedir.
Dünyadaki ilk doğum kontrol hapı ABD ‘de 1954 yılında yapılan deney sonucunda ilk defa Dr. Pincus tarafından geliştirilmiştir. 1960 yılından itibaren de eczanelerde dağıtılmaya başlanmıştır. Serbest piyasada satılan ilk
doğum kontrol hapı ise, Enovid 10’dur.
14
•İlk Yapay Döllenme
Dünyadaki ilk yapay döllenme, Abbe Lazare Spallanzani tarafından yapıldı. Başarıyla sonuçlanan bu deneyinde Spallanzani, İspanyol türü bir erkek köpekten aldığı
dölü, dişi bir av köpeğinin üreme organına yerleştirdi ve
ardından üç yavru
köpek dünyaya geldi. Bunlar, ispanyol
av köpeği türünün
melezleriydi. Böylece ilk yapay döllenme başarılı olarak
gerçekleştirildi.
İnsan üzerinde
ilk yapay döllenmeyi, 1785 yılında Paris Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Dekanı
Thouret gerçekleştirdi. Bay Thouret, kendisinden elde ettiği dölleri, ince bir
şırınga ile kendi karısının rahmine yerleştirdi. Bu deneme
sonucunda sağlıklı bir bebek dünyaya geldi.
Kocanın dışında, bir başka erkekten alınan dölle yapılan ilk yapay döllenme ise, Philadelphia’da Prof. Pancoast tarafından 1884 yılında kloroformla bayıltılmış bir
kadın üzerinde, kadının bilgisi dışında denendi. Bu deneme, kadının kısır olan kocasının isteği üzerine yapılmıştır.
•İlk Katarakt Ameliyatı
Dünyadaki ilk katarakt ameliyatı kısaca Ammâr olarak
tanınan Müslüman tıp âlimi Ebu’l-Kasım Ammâr b. Ali
el-Mevsılî tarafından kendisinin tasarladığı enjektör biçimindeki özel bir iğne ile yapılmıştır.Göz ilmi yani Oftalmoloji ilminin babası sayılır
•İlk Yüz Nakli
Dünyadaki ilk tam yüz nakli, 20 Mart 2010 tarihinde
Barcelona’da 31 yaşındaki Oscar isimli hastaya gerçekleştirilmiştir. Yani bu vaka, Ahmet Kaya’dan Uğur Acar’a
yapılan operasyonun ilk örneğidir.
•İlk Kök Hücre Nakli Yapılan Hasta
Dünyadaki ilk kök hücre nakli Uzm. Dr. Selçuk Kılınç
tarafından İzmir ‘de yaşayan Gizem Kılıç ‘a yapılmıştır.
Bu sayede tıp dünyasında binlerce hastaya da umut ışığı
olmuştur. Bu operasyonda İnce Bağırsak Nakliyle Birlikte Kök Hücre Nakli Yapılmıştır.
ayağından ibarettir. Genelde de tarihte korsanlarda rastlanmıştır.
•İlk Bebek Kuvözü
İlk bebek kuvözü 1891 yılında Fransa ‘nın Nice şehrinde Dr. Alexandre Lion tarafından yapılmış ve bu kuvözün havası bir vantilatör yardımıyla sürekli
temizleniyor, ısısı da bir
termostat aracılığıyla
sürekli denetim altında tutuluyordu. Dr.
Lion, çalışmalarının ilk
üç yılında prematüre
185 çocuktan 137’sini
kurtarmak gibi hiç de küçümsenemeyecek bir başarıya
imzasını attı.
Dünyadaki ilk antiseptik kullanımı 1865 yılında Glaskow şehrinde Joseph Lister isimli cerrah tarafından geliştirilmiş ve ameliyatta ilk kez kullanılmaya başlanmıştır.
6 Aralık 1922’de İnsülin ilk kez Kanada’da bir hastanede hastalar üzerinde denendi. Ayrıca insülin Pankreasın hormonal salgı birimleri olan Langerhans adacıklarından salgılanan insülinin adı da Latince’de “ada”
anlamına gelen “insula” sözcüğünden türetilmiştir.
•İlk HIV Virüsü
Bilinen ilk AIDS vakaları 1981’de ABD’nin New York
ve Kaliforniya eyaletlerinde rapor edildi.AIDS teşhisi
konulan ilk şahısların çoğu hastalığı cinsel yolla kapan
eşcinsel erkekler ve şırıngaları ortak kullanan damardan
alınan uyuşturucu bağımlılarıydı. 1983 yılında Amerikalı
ve Fransız araştırmacılar hastalığın nedeninin HIV olduğunu buldular.
•İlk Eczaneler
Dünyadaki ilk eczaneler 1140 da Napoli ve 1180 de
Paris’te var olduğu bilinir.
•İlk Robotlu Obezite Ameliyatı
•İlk Ambulans
Dünyadaki ilk ambulans 1792 yılında savaşta yaralananları daha az kayıpla
kurtarmayı
amaçlayarak, Napolyon ‘un
özel cerrahı Baron Dominique Jean Larrey
tarafından yapılmıştır.
Larrey’in ambulansı,
savaş alanında yaralanan kişileri, daha fazla
kayba yol açmadan
bölgeden
uzaklaştırmayı
amaçlıyordu.
Bunlar, ilk kez Napolyon’un İtalya’ya karşı
açtığı 1796-1797 savaşında görev aldılar.
•İlk Aspirin
Dünyadaki ilk aspirin Mayıs 1899 yılında, Alman Bayer AG firması tarafından piyasaya sürülmüştür ve ilk kez
1853 yılında Alsaslı kimyacı Karl Gerhard tarafından sentetik olarak elde edilmişti.
•İlk Apandist Ameliyatı
15
Dünyadaki ilk antibiyotik 1928 yılında St. Mary Hastanesi ‘nden Prof. Alexander Fleming tarafından “penisilin” adı ile bulunmuştur. Devrim niteliğindedir. Bir rastlantı
sonucu bulmuş olan ve penisilin adı verilen antibiyotik,
mikrop öldürücü
özellikteydi, ancak
birkaç gün içinde
bu özellikleri kayboluyordu. 1940
yılında
Oxford
Üniversitesi öğretim üyelerinden
Howard
Florey
ve Ernst Chain,
yapmış oldukları çalışmalar ile antibiyotiğin özelliklerinin
uzun süre korunmasını sağlamışlardır
•İnsülinin İlk Kullanımı
•İlk Genel Anestezi
•İlk Antiseptik
•İlk Protez
Dünyadaki ilk protez uygulamasına milattan önce 5.
Yüzyılda Heredot ‘un kitaplarında bahsedilmiştir ve bu
takma uzuvlar el yerine takılan kanca veya kedi, köpek
•İlk Antibiyotik
Dünyadaki ilk apandist ameliyatı 4 Ocak 1885 tarihinde, ABD ‘nin Iowa eyaleti Davenport kentinde, 22 yaşındaki Mary Gartside’e Dr. William West Grant tarafından
yapılmıştır. Bu ameliyat tam bir başarıyla sonuçlandı.
Dünyada ilk kez obezite ameliyatını robot kullanarak
tek delikten yapan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.
Dr. Umut Barbaros ve ekibidir. Ekip, dünyada ilk kez
göbekten tek delikten girerek robotik cerrahi ile obezite
ameliyatı yaptılar.
•Dünyadaki İlk Tüp Bebek
Dünyadaki ilk tüp bebeğinin adı Louise Brown 25
temmuz 1978 de doğmuştur. Louise Brown laboratuvar
ortamında ortamında döllenmiş ilk bebektir. Ebeveynlernini Cambridge
Üniversitesi’nde
fizyolog Robert
Edwards ve jinekolog Patrick Steptoe’nun
araştırmasını
duymaları
çift
için dönüm noktası oldu ve doğurganlık tedavisi tüp bebek için iki bilim adamıyla anlaşma imzaladılar.
Anestezi ciddi olarak ilk defa 19. yüzyıl ortalarında
kullanılmaya başlamıştır. 16 Ekim 1846’da Boston’daki
Massachusetts General Hospital’da dişhekimi William
Thomas Green Morton, 52 yasinda bir erkek hastanın boyun bölgesindeki bir tümörün cerrah Dr. Warren
tarafından çıkarılması sırasında “dietil eter” kullanarak
başarılı bir genel anestezi uyguladı.Bu uygulama ile
anestezi tarihine
“eterin babası”
olarak geçmiştir.
1844 yılında
Bostonlu diş hekimi Wells hastasına solunum
yoluyla
diazot
monoksit (N2O)
vererek
ağrısız dişçekmiştir. 1846 yılında
Amerika’da yine
diş hekimi olan
Jackson ilk olarak eterile anestezi uygulamıştır. 1847
yılında da İngiltere’de jinekolog olan Simpson anestetik olarak ilk kez kloroformu (CHCl3) kullanmıştır.
*bu bölümün hazırlanmasında kaynak tarama ve kaynak dilinden dilimize çevirmede yardımcı olan Kemal mahsereci’ye emekleri için teşekkür
ederim.
Deniz Demir
İçerik Takımı
16
Robotik Cerrahi
Robotik cerrahi; NASA Araştırma Merkezi’nde çalışan araştırmacılar, sanal gerçeklik sistemini inceleyen
mekanik mühendisler ve ABD Kaliforniya’daki Stanford
Üniversitesi Araştırma Merkezi’nde çalışan robot teknolojisi uzmanları tarafından geliştirildi. Prototipi 1997 yılında ortaya çıkarılan da Vinci sistemi, ilk olarak robotik
kolesisektomi (safra kesesi ameliyatı) ile denendi. 2000
yılında Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayıyla ilk
olarak kardiyovasküler cerrahide, sonra da yaygın olarak
üroloji, genel cerrahi ve jinekolojide kullanılmaya başlandı. Türkiye’de ise 2004 yılından beri kullanılmakta olan
teknik sayesinde 180’den fazla olguya cerrahi müdahale
yapılabilmektedir.
Diziler ve Tıp
kemoterapi veya radyoterapi gereken hastalarda tedaviye daha erken başlama imkanı sağlıyor. Ayrıca morbid
obez hastalarda bile pek çok operasyonun yapılmasına
olanak sağlanıyor.
Cihazın kollarının ucundaki aletler insan bileğine benzer şekilde her yöne 180 derece dönebiliyor. Ayrıca bu
aletler 7 kademeli serbest hareket etme özelliğine sahip
olan küçük aletler olarak tanımlanabilir. Bu aletlerin uçları
‘endowrist’ adı verilen sistem sayesinde kendi eksenleri
etrafında 540 derece dönebiliyor. Bu sayede vücudun
birçok noktasına (özellikle dar ve küçük alanlarda) ulaşıp
kritik cerrahi müdahalelerde kesme, tutma, dikiş atma
Tıp dünyasından ekrana aktarılan cok sayıda film ve
dizi var. Bunların büyük kısmı yabancı kaynaklı olsa da
birçoğumuz yakından takip ediyoruz.Bir tıp öğrencisi
olarak bu dizileri takip ediyor olmak ise ekstra bir katkı
sağlıyor belki de bizlere..
Şimdi bunlara kısa bir göz atalım.Sizlere bir seçki hazırladım. Tıp dünyasından ekrana aktarılanlar ve hayatımıza etkileri :
House MD
Medikal dram tarzı dizi yapımlarının belki de en ünlüsüdür. 2004’ten 2012 yılına kadar 8 sezon yayınlanmıştır. Dizinin ana karakteri olan Dr.House (Hugh Laurie)
diğer doktorların tanı koyamadığı hastalara tanı koymakla ilgilenen Princeton-Plainsboro Eğitim Hastanesi’nde
–kurgusal bir hastane- bir ekibin başında bulunmaktadır.
Her bölümde ayrı bir vakanın irdelendiği dizide bölüm
körlük, sağırlık, genişlemiş lenf bezleri gibi çok sayıda
kafa karıştırıcı belirtinin bir arada görüldüğü 55 yaşındaki hasta, “House M.D.” hayranı bir doktor tarafından
kurtarıldı.
Hastasının, dizinin bir bölümünde konu edilen
hastayla aynı belirtileri gösterdiğini anlayan doktor,
dizinin baş karakteri Dr. Gregory House’un koyduğu
“kobalt zehirlenmesi” teşhisini koyarak hastayı tedavi
etti.
Tıp öğrencilerine ders verirken düzenli olarak bu
diziden yararlandığını anlatan, Frankfurt’un kuzeyindeki Marburg’da bulunan Tanı Konulamayan Hastalıklar
Merkezi’nden Dr. Jürgen Schaefer, Mayıs 2012’de
kalp yetmezliği sorunu olan hastayı gördükten 5 dakika sonra neyin yanlış olduğunu anladığını söyledi”
http://www.hurriyet.com.tr/saglik-yasam/25756934.asp)
Ben de dizinin hayranlarından biriyim ve henüz izlemeyenlere şiddetle öneriyorum. Unutmadan ; Hugh Laurie bu dizideki Dr. Gregory House rolüyle 2006 ve 2007
yılında iki kez Altın Küre ödülü kazanmıştır.
Grey’s Anatomy
Robotik cerrahide ameliyatlar, tıpkı laparoskopik cerrahide olduğu gibi, ‘port’ adı verilen küçük borucuklar
yoluyla yapılıyor. Robotun kollarından biri kamerayı, diğer kollar cerrahi aletleri tutuyor. Ameliyat sırasında hasta başında duran bir cerrah konsoldaki cerraha yardım
ediyor. Robotik cerrahi sistemi ile elde edilen net görüntüler ilgili bölgeye yapılacak müdahalenin etkin bir şekilde
gerçekleştirilmesine olanak tanıyor. Üç boyutlu görüntü
imkânıyla yapılan müdahalede doktor derinlik hissi ile
çalışıyor. Kamera cerrahın kontrolünde olduğu için derin ve dar bölgelerdeki anatomik yapılara dair büyültülmüş, net görüntüler elde edilebiliyor. Bu sayede ameliyat
esnasında oluşabilecek yaralanmalar aza indirilebiliyor.
Sistemde yapılan kesilerin küçük olması ve en ufak damarın bile 3 boyutlu görüntü ile büyütülmesi sayesinde
kan kaybı büyük ölçüde azalıyor. Bazı operasyonlarda
kan nakline ihtiyaç duyulmadığı da olabiliyor. Küçük kesiler sayesinde ameliyat sonrası yaşanabilecek ağrılar
azalıyor, hastaların hastanede kalma ve günlük hayata
geçiş süreleri kısalıyor. Bu sayede ameliyat sonrasında
17
gibi önemli kolaylıklar sağlıyor. Sistem “tremor scaling”
özelliği ile cerrahın operasyon anındaki olası el titremesini hiçbir şekilde aletlere iletmiyor. Ayrıca bu aletler cerrahın kontrolü dışında çalışmıyor. Bu sayede riskli bölgelerde yapılacak müdahalelerde insan eline bağlı hatalar da
büyük ölçüde azaltılabiliyor.
Tüm bu avantajların yanı sıra bir de dezavantaj bulunmakta. Bu da cihazın 3 milyon Amerikan Doları olan maliyeti. Hali hazırda pek çok özel hastanede bulunan da
Vinci Robotik Cerrahi sistemi pahalı fiyatına rağmen pek
çok üniversite ve devlet hastanesinin demirbaş listelerine girmeye başladı. Avantajlarının haricinde, Türkiye’nin
bölgedeki sağlık turizmi politikası ve cihazın sayılı eğitim
merkezlerinden biri olmayı istemesi sebebiyle bütçelerde
cihaz için kalemler ayrılmaktadır.
Barçın Barı
İçerik Takımı
sonunda genelde vaka çözülüyor ve tüm bu aşamalarda
vaka üzerinde çalışan doktorlar arasındaki ilişkide dizide
cok güzel işlenmiş.
House inatçı, narsist, kendi dışında kimseyi düşünmeyen oldukça kaba biri. Takımındaki doktorlara çoğu
zaman kötü davranıyor diyebiliriz. Ancak diğer doktorlar
da dizinin olmazsa olmazı bence.Çoğu zaman house ve
ekibi arasında geçen diyaloglar vakadan daha etkileyici
olabiliyor.
Dizide house;un arkadaşı diyebileceğimiz tek isim
Dr.Wilson.House’a katlanabilen ve gerçekten seven iyi
kalpli bir doktor.
Dizi tıp dünyasında çok derin olarak görülen vakalarla
ilgilendiği ve bunları da gerçekten bilimsel olarak çözümlediği için tıp dünyasından büyük bir hayran kitlesine sahip.Hatta sizinle okuduğum çok ilginç bir gazete haberini
paylaşmak istiyorum.İşte House’un gerçek hayatta bir
hastayı iyileştirme hikayesi:
“Aylarca teşhis konulamayan hastanın rahatsızlığının ne olduğunu, “House M.D.” dizisinin hayranı doktor çözdü.
Almanya’da ciddi kalp yetmezliğinin yanı sıra, ateş,
Yine bir ABD yapımı ; hastane yaşantısını anlatan dizi.
House’dan farklı olarak her bölümde birkaç vaka bulunmakta ve doktorların özel hayatını biraz daha ön planda
ele almaktadır.
Dizi tıp dünyasından bir çok insanın antipati duyduğu
bir yapım olarak konuşuluyor.Çünkü dizide hastane ortamındaki doktorların rahat davranışları ve farklı boyuttaki
ilişkileri , mesleğini özenle
yapan,hastalarıyla ilgilenmekten çoğu
zaman kendini ihmal eden
doktorların
tepkisini çekiyor.Bu konuda tartışmalar
devam etse
de dizinin hayran kitlesi oldukça geniş.Sanırım insanlar kadın ve erkek ilişkisini hangi ortamda olursa olsun izlemekten zevk
alıyor  Ayrıca dizinin Emmy ve Altın Küre ödüllerininin
olduğunu da belirtelim.
ER (Emergency Room)
ER yani Acil servis en eski tıp dizilerinden biridir.15
sezon süren bu uzun dönemli yapımın son bölümü 2009
yılında yayınlandı.
Acil servisteki heyecanlı vakaları ele alan dizi acil
18
servis ekibinin de hayatına
dahil olmamıza imkan tanıyor.
Dizinin ilginç yönleri var.
Öncelikle dizinin yapımcısı
gerçek bir tıbbıyeli. Michael Crichton, öğrenciliği
sırasında
Massachusetts
Hastanesi’nde çalışmış bir
Harvard Tıp Fakültesi mezunuymuş.Ayrıca ER ’ın
dördüncü sezonunda Ambush isimli bölüm ‘canlı’
olarak yayınlanmış hem de
bir doğu ve bir de batı kıyısı
için olmak üzere iki kez.Belgesel havasında çekilen bu
bölüm için oyuncular 8 kez prova almış.
Scrubs
Yine bir ABD yapımı
medical dizi.Scrubs oldukça eğlenceli 9 sezonluk bir yapım.
Kurgusal “sacred heart” hastanesinde geçen
dizide Dr.John Dorian
‘J.D.’ nin iç sesleri ve
hayalleriyle gelişen bir
olay örgüsüne şahit oluyoruz. Tıp fakültesinden
yeni mezun olan J.D. ve
üniversiteye
başladığı
günden beri en iyi arkadaşı olan Turk, Sacred Heart hastanesinde stajyer olarak çalışmaya başlarlar.Genç doktorların kız arkadaş edinme çabaları da dizide yer almaktadır.Ayrıca dizide genç doktorlara yol gösterecek olan
akıl hocaları ve doktorların hocalarıyla ilişkileri de komik
olaylarla ele alınmıştır.
Dizi için bir çok internet sitesinde ‘sadık bir izleyici
kitlesine sahip’ bir yapım ifadesi kullanılıyor.
The Knick
The Knick yepyeni bir dizi.1900lerde geçen dizinin
başrolü ise ünlü isim Clive Owen…
İlk sezonu 10.bölümde final yapan dizi tam da tıbbın
gelişimini kısmen görebileceğimiz tıpta ilklere şahit olacağımız bir yapım.Bu yüzden de cok heyecanla 2. Sezonu bekliyoruz.
Dizi ilginç vakalarla desteklense de asıl olarak bizleri;
antibiyotiğin bulunması,x-ray’in bulunması gibi mucizevi
anlarla ekrana bağlıyor.
The Knick bir çok kişiye göre ‘ House ile yarışabilecek
en büyük rakip.’
A Young Doctor’s Notebook
Mikhail Bulgakov’un eserlerinden uyarlanan bir İngiliz
kara komedi televizyon dizisidir. Baş rollerini Jon Hamm
ve birçoğumuzun Harry Potter olarak tanıdığı Daniel
Radcliffe oynamaktadır.
Aslında geçmişiyle şimdiki zamanının karşılaştırıldığı tek bir doktorun
hayatını izliyoruz bu iki
karakterde. Dizi, 1917
yılında tıp fakültesinden
yeni mezun olan bir doktorun başından geçen
olayları morfin bağımlısı
olan şimdiki halinin geçmişiyle muhasebesi üzerinden ele alıyor.
Tıp öğrencisinin biraz
da kendini bulduğu bir
dizidir.Çünkü 6 yıllık fakülte hayatımızda şaşkın
anlarımızı ekrada görmenin hissettirdikleri birçoğumuzu eğlendirir.
Nip Tuck
İki plastik cerrah ; Christian Troy ve Sean Mcnamara’nın başından geçen olayları anlatan dizi.
Nip/Tuck’ta birçok cinsel,
kişisel ve toplumsal sorunlar, hastalıklar, uç noktalarda
olanlar dâhil birçok konu sert
bir şekilde işlenmiş.Oldukça
cesur sahnelenmiş bir senaryo.Bu yüzden çokça da
eleştirilmektedir. Dizinin sevilmesinin en önemli nedeni
belki de ; tartışma yaratacak
konulara yaklaşımında sınır koymaması olarak görülebilir.
Deniz Demir
İçerik Takımı
19
Hekim ve Hasta Hakları
Hekim Hakları
•Hekimin Hastanın Tedavisini Üstlenmeme Hakkı
Tıbbı Deontoloji Nizamnamesi’nin 18. maddesinde
“Tabip ve diş tabibi, acil yardım, resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere, mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir” denmekle
hekimlere acil durumlar ya da resmi bir görevin yerine
getirilmesi halleri dışında kendilerine başvuran hastaların
tedavilerini gerek şahsi gerekse mesleki nedenlerle üstlenmeme hakkı tanınmıştır. Kamu hastanelerinde çalışan hekimler bakımından ise “resmi bir görevin ifası” söz
konusu olduğundan, hastanın tedavisini üstlenmeme
hakkının kullanılabilmesi söz konusu değildir.
•Hekimin Hastasının Tedavisini Yarıda Bırakma
Hakkı
Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 19.maddesine
göre “Hekimler mesleki veya şahsi sebeplerle tedaviyi bitirmeden hastasını bırakabilir”. Aynı maddenin devamında ise hekimin tedaviyi tamamlamadan hastasını
bırakmasına ilişkin şartlar düzenlenmiştir; “Ancak bu
gibi hallerde, (hekimin) diğer bir meslektaşın tedavi veya
müdahalesine imkan verecek zamanı evvelden hesaplayarak hastayı vaktinde haberdar etmesi şarttır. Hastanın bırakılması halinde hayatının tehlikeye düşmesi veya
sıhhatinin zarara uğraması muhtemel ise, diğer bir meslektaş temin edilmedikçe, hastayı terk edemez.” Yine
belirtmek gerekir ki, hastanın tedavisini yarıda bırakma
hakkı, yukarıda açıkladığımız sebeplerle kamu hastanelerinde çalışan hekimler bakımından söz konusu değildir.
Ancak, hasta ya da yakınlarının hekime hakaret etmesi,
fiziksel şiddet uygulaması veya hekime güvenmediklerini netlikle dile getirmeleri ve benzeri hallerde, kamu
hastanelerinde görevlerini ifa eden hekimlere , üstlerine
bildirmek ve onay almak koşulu ile, hastanın tedavisini
üstlenmeme ya da yarıda bırakma hakları tanınmalıdır.
Medimagazin
•Hekimin Mesleğini Özgürce Uygulama Hakkı
Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 6.maddesinde de
belirlendiği üzere “Hekim sanat ve mesleğini icra eder-
ken, hiçbir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve
mesleki kanaatine göre hareket eder.” Hekim mesleğini
ifa ederken hasta, hasta yakınları ya da sair üçüncü kişi
veya kurumların baskı, etki ve emri altında değil özgür
ve bağımsız olarak çalışmalıdır. Söz konusu bağımsızlık
elbette hastanın teşhisi de kapsayan tedavisi ile, yani hekimin mesleki faaliyeti ile sınırlıdır. Hekim, ister kamu hastanesi ister özel hastane olsun, görevine ve çalıştığı kuruma ilişkin mevzuata uygun davranmakla yükümlüdür.
Diğer taraftan hekimi istihdam eden ya da kamu hizmeti
gördüren sağlık kurumu da hekimin faaliyetlerine müdahalesini “hekimin mesleğini özgürce uygulama hakkı” nı
ihlal etmeyecek şekilde sınırlamalıdır.
•Hekimin Uygulayacağı Tedaviyi Seçme Hakkı
Hekim – hasta ilişkisinin hukuk düzenindeki sözleşmesel yansıması da bizlere bu bağımsızlığı işaret etmektedir. Nitekim; vekalet sözleşmesinin tanımından “vekilin
(hekimin) tedaviyi nispeten bağımsız olarak yürüteceği”
anlaşılmaktadır. Eser sözleşmesinin söz konusu olduğu
hekim- hasta ilişkilerinde ise her ne kadar bir “sonuç”un
ortaya çıkarılmasından bahsedilse de, hekim kullanacağı teşhis ve tedavi yöntemlerini belirlemekte hastasını
hukuka uygun şekilde aydınlatmak ve onamını almak
koşulu ile serbesttir. Diğer taraftan Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 6. maddesinin 2. fıkrasında da hekimin
uygulayacağı tedaviyi belirlemekte özgür olduğu ifade
edilmiştir.
•Hekimin Danışma Hakkı
Hekim, mesleki faaliyeti kapsamında hastalarına ilişkin olarak kendisi ile aynı ya da farklı branşta uzman bulunan diğer hekimlere danışabilir (konsültasyon). Hekimin danışma hakkını kullanması hem danışan, hem de
danışılan hekimin tıbbi bilgi ve becerilerini geliştireceği
gibi, hastanın da sağlık hizmetlerinden daha etkin şekilde faydalanmasını sağlayacaktır.
•Hastayı İyileştirme Garantisi Vermeme Hakkı
Hasta ve hekim arasındaki hukuki ilişkinin vekalet
sözleşmesi olarak kabul edildiği durumlarda vekalet
sözleşmesinin niteliği gereği hekim, hastasını iyileştirmek
için tüm tıbbi bilgi ve becerisini kullanarak sadakat ve
özen borcu çerçevesinde çalışmakla
yükümlü olup başarılı sonuç elde edilememesinden sorumlu değildir. Aynı
husus Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 13.maddesi ile de hüküm altına
alınmıştır.
20
•Hekimin Ücret İsteme Hakkı
Hekim hastasına verdiği sağlık hizmeti karşılığı olarak
ücret isteyebilir. Gerek kendi muayenehanesinde gerekse de kamu ve özel hastanelerde çalışan hekimlerin
tümü ücret isteme hakkına sahiptir.
•Hekimin Temiz ve Çağdaş Sağlık Kurum ve Kuruluşlarında Çalışma Hakkı
Hangi meslek kolundan olursa olsun, her birey temiz
ve sağlıklı koşullar altında çalışmayı, çalıştığı ortamın minimum hijyen kurallarına uygun olmasını arzular. Sağlık
faaliyetleri söz konusu olduğunda ise en modern koşullarda temizlik ve hijyen vazgeçilmezdir. Hekimin temiz
ve çağdaş sağlık kurum ve kuruluşunda çalışma hakkı
kendi sağlığı kadar hastalarının da sağlığını korumaya
yöneliktir.
•Hekimin Saygılı Davranılma ve Güvenilme Hakkı
Hekimin, kendisine saygılı davranılmasını ve güvenilmeyi hastalarından olduğu gibi meslektaşlarından da
beklemesi, mesleğini en iyi şekilde ifa edebilmesi için
vazgeçilmez bir haktır. Nitekim, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 37 ve devamı maddelerine göre “Hekimler
birbirlerine mesleki konularda yardım etmeli, birbirlerini
küçük düşürücü tavır ve hareketlerden kaçınmalı; üçüncü kişilerin onur kırıcı davranışlarına karşı meslektaşlarını
korumalıdırlar.” Diğer taraftan, hekimin tedavi etmek için
uğraş verdiği bir hasta tarafından onur kırıcı hakaretlere
ya da fiziksel şiddete maruz kalması, olayın Ceza Hukuku sorumluluğu bir kenara, hekim hakları bakımından
kabul edilmez niteliktedir.
•Hekimin Hastasına Gerekli Zamanı Ayırma Hakkı
Hekimler, hastalarının şikayetlerini dikkatlice tetkik
edip değerlendirerek doğru tanıyı koymakla yükümlüdürler. Bu hayati yükümlülüğün yerine getirebilmesi için
hekimin yukarıda bahsettiğimiz uygun koşul ve teknik
imkanlara sahip olmasının yanında hem hastanın muayenesi hem de muayene sonuçlarının değerlendirilebilmesi için yeterli zamanı da olmalıdır. Özellikle kamu
hastanelerinde yaşanan yoğun hasta trafiği, hekimlerin
hastalarına karşı yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri
için zaman bakımından ciddi bir engel oluşturmaktadır.
Her meslekte olduğu gibi hekimlik mesleği bakımından
da günlük çalışmanın belli bir yoğunluğun üzerinde olmaması gereği hekimlerin kişisel sağlıklarının korunması
için zaruridir.
Hasta Hakları
•Hizmetten genel olarak faydalanma:
Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yaşamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyu-
21
cu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,
•Eşitlik içinde hizmete ulaşma:
Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almaya,
•Bilgilendirme:
Her türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu öğrenmeye,
•Kuruluşu seçme ve değiştirme:
Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği
sağlık kuruluşunda verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,
•Personeli tanıma, seçme ve değiştirme:
Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve
diğer personelin kimliklerini, görev ve ünvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye,
•Bilgi İsteme:
Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı
olarak istemeye,
•Mahremiyet:
Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hizmetini almaya,
•Rıza ve İzin:
Tıbbi müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya,
•Reddetme ve durdurma:
Tedaviyi reddetmeye ve durdurulmasını istemeye,
•Güvenlik:
Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya,
•Dini vecibelerini yerine getirebilme:
Kuruluşun imkanları ölçüsünde ve idarece alınan
tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirmeye,
•Saygınlık görme:
Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güleryüzlü, nazik,
şefkatli sağlık hizmeti almaya,
•Rahatlık:
Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık
hizmeti almaya,
•Ziyaret:
Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usül ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul etmeye,
•Refakatçi bulundurma:
Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkanları
ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refakatçi bulundurmayı istemeye,
•Müracaat, şikayet ve dava hakkı:
Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her
türlü başvuru, şikayet ve dava hakkını kullanmaya,
•Sürekli hizmet:
Gerektiği sürece. sağlık hizmetlerinden yararlanmaya
hakkı vardır.
Berfin Şenol
İçerik Takımı
Hayatımızdaki Kanserojenler
Hızla artan endüstrileşme, değişen yaşam koşulları
ve yeniçağın tüketim anlayışı; gıdadan kozmetiğe, ev eşyalarından teknolojik aletlere kadar her türlü ürüne ulaşmamızı kolaylaştırdı. Toplum bir yandan tüketime teşvik
edilirken, kara yönelik üretim anlayışıyla ürünlere yapılan
kimyasal müdahaleler de artıyor. Yediğimiz ve kullandığımız her şeyde sentetik maddelere, kimyasallara ve
radyasyona maruz kalıyoruz ve bu durum sağlığımızı etkiliyor. Hayatımıza giren kimyasalların çokluğunu karşın,
bu konuda yapılan denetimler
de bir o kadar az ve yetersiz.
Sonuç olarak sağlığımızı korumak ve sağlığı tehdit eden
maddelerden
olabildiğince
uzak durmak konusunda bilinçli olmak yine biz tüketicilere kalıyor. Peki biz bu tehdidin
ne kadar farkındayız ve hayatımızın her alanını işgal eden
bu maddeler hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz?
Gıda sektörü kimyasal
madde kullanımında başı çekiyor. Her gün yediğimiz yiyeceklerle; raf ömrünü uzatma, kıvam ayarlama, renk/
koku verme ya da tatlandırma amaçlı kullanılan yüzlerce
kimyasal maddeyi vücudumuza alıyoruz. Bu maddeleri
daha yakından tanımak, kullanıldıkları gıdalar ve sağlığa olumsuz etkileri konusunda bilgi sahibi olmak için
EWG’nin gıdalardaki katkı maddeleri ile ilgili hazırladığı
listenin bir özetine göz atalım:
• Nitritler ve Nitratlar: Salam, sucuk, sosis gibi
et ürünlerinde koruyucu olarak kullanılıyor. Mide ve esofagus kanseriyle ilişkili olduğu konusunda araştırmalar
bulunuyor. Ayrıca beyin ve tiroid kanseriyle nitrit/nitratlar
arasında bir ilişkiden şüphe ediliyor.
• Potasyum bromat: Ekmek ve krakerlerde kabartıcı olarak kullanılan madde, Uluslararası Kanser
Ajansı tarafından kanserojen madde olarak kabule diliyor. Böbrek toksini olduğu, hayvanlarda çeşitli bölgelerde tümör oluşumuna yol açtığı ve DNA’ya zarar verdiğini
gösteren çalışmalar bulunuyor.
• Propyl Paraben: Özellikle gıda boyalarında kullanılıyor. Genelde sağlıklı olarak bilinen bir madde olsa
da, endokrin etkilerini olduğu biliniyor. Paraben ile göğüz
kanseri arasında olası bir ilişkiden şüphe ediliyor.
• Bütile hidroksi-anisol: Cipslerin içeriğinde bulunuyor. Çeşitli kanser organizasyonlarınca olası bir insan kanserojeni olarak sınıflandırılıyor.
• Bütile hidroksi-toulen: Endokrin etkileri ve farelerde tümöre yol açtığı biliniyor. Ancak kanser ve sağlık
organizasyonlarınca yine de kanserojen olarak sınıflandırılmıyor.
• Theobromin: Kahve, kafeinli ürünler ve mısır
gevreklerinde güvenli limitin üstünde miktarlarda kullanılabiliyor.
• Doğal tatlandırıcı: Bu isim altında paketli yiyeceklerdeki pek çok kanserojen ve toksik madde gizleniyor.
• Yapay
renklendiriciler: Sağlık üzerine etkileri
kesin olarak bilinmiyor ancak
daha çok çocukların tükettiği
gıdalarda bulunması açsısından riskli.
• Diasetil: Patlamış mısır
üreten iş yeri çalışanlarında
akciğer hastalıklarına yol açıyor.
•Fosfatlar: Fast-foodlarda ve işlenmiş gıdalarda
yüksek miktarda bulunuyor.
Böbrek ve kalp hastalıklarına
yol açıyor.
• Alüminyum: Vücutta birikiyor ve sinir hücrelerine toksik etkisi biliniyor.
Kullandığımız kozmetikler, kişisel bakım ürünleri ve
temizlik malzemeleri de güvenli değil. Bu ürünlerin içindeki toksik ya da kanserojen maddelere özellikle bebeklik, çocukluk, ergenlik ve hamilelik dönemlerinde maruz
kalmak, sağlık üzerindeki negatif etkilerini daha da artırıyor. EWG; paraben, triclosan, kurşun, dietil fitalat, retinol
acid türevleri, alfa/beta hidroksil asit, bakır, hidrokuinon,
BHA, formaldehit, oksi-benzen, vitamin A türevleri içerikli kozmetik ürünlerinden uzak durulmasını öneriyor. Bu
içeriklerin çoğu FDA tarafından da kullanımı kısıtlandırılmış ya da yasaklanmış maddeler. Bu maddeler ciltten
emilerek kan dolaşımına ya da dokulara ulaşabiliyor;
kimilerinin endokrin ya da toksik etkileri, kimilerinin ise
çeşitli kanser tipleriyle ilişkili olduğu biliniyor.
Peki kullandığımız ya da yediğimiz ürünler nasıl ve
hangi kurum ve kuruluşlar tarafından kontrol ediliyor.
Amerika’da gıda ve ilaç denetimi konusundaki kuruluşların başında FDA geliyor. FDA, yaptığı düzenlemeler ve
yasalarla çeşitli maddelerin gıda ya da kozmetik ürünlerinde kullanımını kısıtlayabiliyor ya da yasaklayabiliyor.
Ancak FDA’nın üreticileri ürünlerini test ettirmeye zorlama ya da satılan her türlü denetleme konusunda yaptırımı bulunmuyor. Üretici firmaların ürettikleri ürünlerin
zararlı etkileri sonucu yapılan tüketici şikâyetlerini rapor
etme zorunluluğu da bulunmuyor. Bu durum, tüketicile-
22
Fitoterapi ve Kanser
rin aldıkları ürünler konusunda daha dikkatli olmalarını ve
denetimlere güvenmeyerek kendi kontrol mekanizmalarını oluşturmalarını gerektiriyor. Avrupa Birliği, kimyasal
madde kullanımı kısıtlanması ve denetleme konusunda
daha katı bir politika izliyor. Kullanımı yasaklanan maddelerin sayısı Avrupa’da 1000’in üzerindeyken, FDA tarafından yapılan kısıtlamaların sayısı çok daha az.
Ülkemizde ise bu denetim Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ya da belediyeler tarafından yetkilendirilmiş laboratuvarlar, TUBITAK, TSE ve gümrüklerde
kurulmuş laboratuvarlar tarafından yapılmaktadır. Fakat
denetimlerin nicelik ve nitelik olarak yeterliliği tartışma
konusudur. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının verilerine göre Türkiye’deki kayıtlı yaklaşık 640.000 gıda
işletmesinden, 2010 yılında sadece 376.700’ü, 2011
yılında 400.00’i denetlenmiştir. Onaylanan işletme sayısı is 5.600’dür. Rakamlar Türkiye’de gıda denetimlerinin
yetersizliğini gözler önüne sermektedir.
Denetimlerin yetersizliği, tüketicilerin bu konu hakkında bilinçlenmelerini ve kendi koruyucu önlemlerini
almalarını gerektirmektedir. Tüketiciler; gıda ürünlerinde
işlenmiş ve paketlenmiş gıdaları olabildiğince az tercih
ederek, taze ve evde hazırlanmış gıdalara yönelmelidir.
Hem gıda hem kozmetik ürünlerinin güvenilir yerlerden
alınmasına önem verilmeli, içerikleri dikkatle incelenmeli
ve araştırılmalıdır. Devletlerin de tüketici haklarını ve sağlığını koruyacak bir politika uygulamaları ve ürün denetimlerine önem vermeleri, toplum sağlığı açısından önem
taşımaktadır.
Süleyman Doğan Polat
İçerik Takımı
KAYNAKLAR
1) EWG’s Dirt Dozen Guide to Food Additives. Enviromental working group. November, 2014. http://www.ewg.org/research/
ewg-s-dirty-dozen-guide-food-additives
2)
Tips for Safer Products. Enviromental Working Group. http://
www.ewg.org/skindeep/top-tips-for-safer-products/
3)
Myths on Cosmetic Safety. Envirmental Working Group. http://
www.ewg.org/skindeep/myths-on-cosmetics-safety/
4)
State Logo California Safe Cosmetics Program Product Database. California Department of Public Health. https://safecosmetics.
cdph.ca.gov/search/faq-toxicology-primer.aspx#4
5)
Laws and Regulations: Prohibited and Restricted Ingredients.
US. Food and Drug Administration(FDA). http://www.fda.gov/Cosmetics/
GuidanceRegulation/LawsRegulations/ucm127406.htm
6)
Chemicals in Household Products. Breast Cancer Fund. http://
www.breastcancerfund.org/clear-science/environmental-breast-cancer-links/household-products/
7)
Türkiye ve Dünya’da Gıda Denetimi ve Laboratuvarları. Gıda
Mühendisliği Dergisi. http://www.gidamo.org.tr/resimler/ekler/7f7fb873eaf2952_ek.pdf?dergi=19
8) 2010-2011 Yılı Gıda İşletmeleri Denetim Değerlendirme Raporu. TC Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. http://www.tarim.gov.tr/
GKGM/Belgeler/G%C4%B1da%20ve%20Yem%20Hizmetleri/gida_denetim_sayilari-27%2002%202013.pdf
9)
TC Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Onay ve Kayıt Kapsamındaki
Gıda İşletmeleri Sayısı. http://www.tarim.gov.tr/Konu/1047/Onay-ve-Kayit-Kapsamindaki-%C4%B0sletme-Sayilari
23
Fitoterapi, kelime anlamıyla bitkilerle tedavi anlamına
gelmektedir. Yazılı kaynaklara göre M.Ö. 3000li yıllara
kadar giden bir tarihi vardır. Günümüzde de hala aktarlarda satılan otlar tedavi için kullanılmaktadır. Peki bu ne
kadar doğru? İşe yarıyor mu? İşe yarıyorsa dozajı nasıl
olmalı? Peki bitkiler bizi günümüzün hastalığı kansere
karşı koruyabilir mi?
D vitamini, hormon olarak da görev yaparak vücudu
kanserden bir çok farklı mekanizma ile koruyor. D vitamini, kontrolsüz çoğalan hücrelerden oluşan kanserin karşısında hücre siklusunu düzenleyerek duruyor. Bunun
yanında ölmesi gereken hücrelerin apopitoza gitmelerini
kolaylaştırarak kistik bir yapı oluşturmalarına engel oluyor. D vitamini ile ilgili son zamanlarda yapılan çalışmaların birkaç çıktısı şu şekilde:
KAYNAKLAR
1
Majdalawieh AF., Hmadian R., Carr RI.; Nigella sative modulates
splenocyte proliferation, Th1/Th2 cytokine profile, macrophage function
and NK anti-tumor activity. J Ethnopharmacol., 15;131(2):268-75, 2010.
2
Sethi G., Ahn KS., Aggarwal BB.; Targeting nuclear factor-kappa
B activation pathway by thymoquinone role in suppression of antiapoptotic gene products and enhancement of apoptosis. Mol Cancer Res.,
6(6):1059-70, 2008.
3
Majdalawieh AF., Carr RI.; In vitro investigation of the potential immunomodulatory and anti-cancer activities of black pepper (piper nigrum)
and cardamon (elettaria cardamomum). J Med Food. Apr;13(2):371-81,
2010.
Kansere baktığımız zaman genlerdeki bir takım mutasyonlar veya delesyonlar sebebiyle kontrolsüz çoğalma görüyoruz. Bu kontrolsüz çoğalma sonucu oluşan
iyi huylu veya köyü huylu kitleler, organlarımıza bası veya
metastaz yaparak hayatımızı tehdit ediyorlar. Peki bu genetik kontrolsüz çoğalma, kansere gitmeden önlenebilir
mi?
•
Doğal güneş ışığının en az alındığı ülkelerde bağırsak kanseri en çok tespit edilmiş
• Kandaki D vitamini yüksek kişilerde böbrek kanserine daha az rastlanmış
5
Tomoda M., Gonda R., Shimizu N.et.al.; A reticuloendothelial system
activating glycan from the rhizomes of Curcumalonga. Phytochemistry, 29
(4):1083-1086, 1990.
Cevap: evet! Bazı besin takviyeleriyle bir takım hücresel mekanizmaları aktive etmek ve kanserleşmeden
ortadan kaldırmak mümkün. Bunlardan bir tanesi de çörekotu. Çörekotunun içerisindeki timokinon isimli madde kendi başına bağışıklık üzerine çok etkili. Timokinon
bağışıklık sisteminin tümör hücrelerine karşı verdiği ilk
cevabı oluşturan interlökin ve interferonların sayılarını
arttırıyor. Aynı zamanda doğal öldürücü(NK) hücrelerin
de sayıca ve fonksiyonca artmasını sağlıyor. Çörekotu aynı zamanda ölmesi gereken hücreleri de apopitoza
götürmede çok yardımcı. Çörekotunun en iyi tüketim
şekli tohumları ağza alıp çiğnemektir.
• Kandaki D vitamini ile prostat kanseri ilişkisi ters
orantılı olarak saptanmış
6
Grace GL., Yuea, Ben CL., Po-Mona C. et.al; Immunostimulatory
activities of polysaccharide extract isolated from Curcumalonga. International Journal of Biological Macromolecules, 47(3):342-347, 2010.
• Meme kanserinin dokuda invazyon ve metastazını kolaylaştıran dört genin (Plau, Hbegf, Postn, Has2) D
vitamini tarafından baskılandığı saptanmış
7
Perdigon G., Alvarez S., Rachid M. et.al.; Immune system stimulation by probiotics. J Dairy Sci., 78(7):1597-606, 1995.
Kakule tüketmek de vücudu kansere karşı bağışık
hale getiriyor. Kakule vücuttaki T hücrelerinin üretimini
arttırmakla kalmayıp NK hücrelerinin de öldürme yeteneğini arttırıyor. Vücutta kontrolden çıkmış, yok edilmesi
gereken bir hücre grubu görüldüğü zaman NK hücreleri
hemen işe koyuluyor. Kakule içerisindeki aromatik yağ
hem sizi mest edecek cinsten, hem de çok faydalı. Bilimsel çalışmalarda farelerdeki deri kanserini gerilettiği
tespit edilmiş. Tüketmek için kaynamış suda 10 dakika
kadar demlenerek çayı içilebilinir. Kakule kaynatıldığı zaman pek bir faydası kalmadığından kaynatmak önerilmiyor.
Zerdeçal vücuttaki zararlı maddeleri yakalayıp bir
öğütücü gibi çalışan retiküloendotelyal sistemi (RES)
güçlendiriyor. Sitokin üretimini de arttırıyor. Sitokinler
ise vücudumuzdaki T hücresi ve makrofajlar gibi bağışıklık sistemi hücrelerinin enflamasyon yerine gitmelerini
sağlıyor. Zerdeçal her türlü yemeğe, çorbaya ve salataya
eklenebilir. Yemeğe sarımtırak bir renk ve hoş bir tat kazandırır.
Yoğurt sadece bağışıklık için değil, probiyotik olarak
da her gün tüketilmesi gereken bir besin. İçeriğindeki
laktik asit bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Vücuttaki sitokinleri ve IgA salgısını da arttırıyor. Tüketim şekli olarak
en güvenliği evde yapılmış yoğurt fakat bu imkan yoksa
marketlerden en güvendiğimiz markayı tercih edebiliriz.
• İleri evre pankreas kanseri vakalarında kandaki D
vitamini çok düşük olarak ölçülmüş
Özetle, D vitamini kanser hücrelerinin üremelerini yavaşlatıyor, apopitoza gitmelerini kolaylaştırıyor, damarlanmalarını ve beslenmelerini engelliyor. Tüm bunların
yanı sıra klasik kanser tedavilerinin de etkilerini arttırıyor.
D vitamininden en zengin kaynak güneş ışığıdır. Doğal
güneş ışığının zararlarının faydalarından çok daha fazla
olduğunu ve eczanelerden D vitamini edinmenin daha
faydalı olduğunu söyleyen çalışmalar da mevcut. Şunu
eklemek gerekli ki, SPF içeren güneş koruyucuları cilde
D vitamini nüfuzunu engelliyor. Bitkisel güneş koruyucuları ile güneş ışığının zararlı etkilerini dışlayıp, faydalarını
almak mümkün.
Yeşilçay da antikanser bitkilerden birisi. İçeriğindeki
epigallocatechin-3-gallatea adlı madde ölmesi gereken
hücrelerin polarizasyonlarını değiştirerek onları ölüme
gönderiyor. Aynı zamanda interlökinleri de kamçılayarak DNA tamirini sağlıyor. Araştırmalara göre yeşilçay cilt
kanseri riskini de ortadan kaldırıyor. Çok çay içen bir
millet olarak günde sadece bir fincan çayımızı bile yeşilçaya çevirirsek belki de düşündüğümüzden daha çok
korunmuş oluruz, ne dersiniz?
4
Qiblawi S., Al-Hazimi A., Al-Mogbel M. et.al.; Chemopreventive effects of cardamom (elettaria cardamomum L.) on checmically induced
skin carcinogenesis in Swiss albino mice. J Med Food., Jun;15(6):57680, 2012.
8
Van Look K., Owzar K., Jiang C. et.al, 25-Hydroxyvitamin D Levelsand Survival in Advanced Pancreatic Cancer: Findings From CALGB
80303 (Alliance). J Natl Cancer Inst., Aug 6;106(8), 2014.
9
Joh HK., Giovanucci EL., Bertrand KA. et.al, Predictedplasma
25-hydroxyvitamin D and risk of renalcell cancer. J Natl Cancr Inst., May
15;105(10):726-32, 2013.
10
Schwartz GG., Vitamin D in blood and risk of prostate cancer: lessons from the Selenium and vitamin E cancer prevention trial and the
prostate cancer preventioan trial. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev,
Aug;23(8):1447-9, 2014.
11
Laporta El., Welsh J., Modeling vitamin D actions in triplenegative/
basal-like breast cancer. J Steroid Biochem Mol Biol., Nov 14,2013
12
Gilchrest BA.; Sun exposure and vitamin D sufficiency. Am J ClinNutr., Aug;88(2):570S-577S, 2008.
13
Matsuoka LY, Ide L., Wortsman J. et al, sunscreens suppres scutaneous vitamin D3 synthesis., J Clin Endocrinol Metab. Jun;64(6):1165-8,
1987.
14
Qanungo S., Das M., Haldar S. et al.; Epigallocatechin-3-gallate
induces mitochondrial membrane depolarization and caspase-dependent apoptosis in pancreatic cancer cells. Carcinogenesis, 26(5):958-67,
2005.
15
Katiyar S., Elmets CA., Katiyar SK.; Green tea and skin cancer:
photoimmunology, angiogenesis and DNA repair. J Nutr Biochem.,
May18(5):287-96, 2007.
16
Afaq F., Zaid MA., Khan N et.al.; Protective effect of pomegranate-derived products on UVB-mediated damage in human reconstituted
skin. Exp Dermatol., Jun;18(6):533-61, 2009.
Nar bir çok bilimsel araştırmaya konu olan bir meyve. Ciltte oluşan ultraviyole ışınların hasarlarını tamir ettiği söyleniyor. Yapılan bir deneyde bir grup hücreye nar
özütü verilip diğer gruba verilmeden UV-B isin uygulaması yapılmış. UV-B maruziyetinden önce nar özütü ile
muamele edilen hücrelerde oluşan hasar diğer gruba
göre çok az olarak saptanmış. Narin içeriğindeki aktif
maddelerin sağlıklı hücrelerin DNAlarını koruyup, kanserli hücrelerin DNA’larının onarımını engellediği biliniyor.
Üstelik nar yaşlanmayı da geciktiriyor!
Aylin Gareayaghi
İçerik Takımı
24
3D Yazıcılar ve Tıp
Teknoloji çağında yaşamanın güzel yanlarından biri
de “Üç Boyutlu Yazıcılar”. Bu yazıcılar sanal ortamda
tasarlanmış herhangi şekildeki bir üç boyutlu nesnenin katı formunu basabiliyor. İnorganik veya organik
pek çok hammadde kullanılarak istediğiniz her şey bir
tık uzağınızda oluyor. İlk üç boyutlu yazıcı 1984 yılında
üretilmiş olup, günümüzde pek çok firma tarafından
üretimi yapılmaktadır. 2012 yılı itibari ile üç boyutlu
yazıcıların market hacmi 2.2 milyar dolara erişmiştir.
Endüstri ürünlerini üretilmesinin ve kişisel kullanımlarının yanı sıra üç boyutlu yazıcılar, kişiye uygun
protez ve kırıklar için alçılarla tıp dünyasına adım attı.
Kalça protezleri, çene eklemi protezleri, işitme cihaz-
Sık Görülen Hastalıklar
üretimine geçti.
2013 yılında Çin 10 adet ulusal araştırma enstitüsü için 500 milyon amerikan doları yatırım yaptı ve
özel üç boyutlu bioyazıcılar ile canlı dokudan organ
üretmeyi başardılar. Bu organlara örnek olarak kulak,
karaciğer ve böbrek gösterilebilir. Bu sayede ilerleyen
yıllarda tam anlamıyla fonksiyonel organların üretimi
için büyük bir gelişme kaydedilmiş oldu.
2015 yılında Londra’da bir hastanede üç boyutlu
tarama yapan bir MR görüntüleme sistemi kuruldu ve
üç boyutlu yazıcı sistemiyle birleştirildi. Bu sistem ilk
olarak 2 yaşında bir kız çocuğunun kalbindeki kompleks bir deliğin kapatılması operasyonu sırasında kul-
Halk Sağlığı Kurumu’nun en güncel verilerini sizler
için taradık:
Dolaşım Sistemi Hastalıkları
Dolaşım sistemi hastalıkları ülkemizde ölüm nedenlerinin en başında hastaneye yatış sıralamasında ise ilk
sıralarda gelmektedir. Kalp ve damar hastalıkları ; temelinde aterosklerozun olduğu kalp ve damar sistemini etkileyen hastalıklardır.Koroner arter hastalıkları, kalp
kapak hastalıkları, kardiyomyopatiler, perikarditler, hipertansiyon ve bir çoğunun sonucu olarak kalp yetersizliğinin bu mortalite oranında büyük rolü vardır.
Koroner kalp hastalığı (KKH), ateroskleroz nedeniyle
kalbi besleyen damarların daralmasıyla ortaya çıkan anjina pektoris, akut myokard infarktüsü ve ani ölüm gibi bir
grup klinik sendromu kapsar. KKH sonucu ortaya çıkan
kalp yetmezliği de bu grupta ele alınır.
Türkiye’de 20 yaş üzeri popülasyonda 1990’da yapılan bir çalışmada beyan ve fizik muayene
değerlendirmesine dayalı olarak KKH sıklığı erkeklerde yüzde 4,1 kadınlarda yüzde 3,5 olarak
bildirilmiştir. TÜİK 2010 Sağlık Araştırmasında beyana dayalı anjina/göğüs ağrısı sıklığı 15 yaş üzeri her iki
cinsiyette de yüzde 4,2 olarak saptanmıştır. Geçirilmiş
myokard infarktüsü sıklığı ise erkeklerde yüzde 2,1 kadınlarda yüzde 0,7’dir. Serebrovasküler hastalıklar kalp
ve damar hastalıkları içinde ikinci grubu oluşturmaktadır.
KKH Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasının sonuçlarına göre
Türkiye’de toplam hastalık yükünün yüzde 8’i KKH’ya,
yüzde 5’i ise SVH’ye bağlıdır.
ları ve dental protezler ilk başarılı uygulamalar içinde
yer almaktadır. İlerleyen zamanlarda bu işlemleri el ve
ayak protezleri takip etmiştir. İnsanlarda olduğu kadar
hayvanların da tedavisinde kullanılmaktadır.
Üç boyutlu yazıcı ile doku üretilmesi ilk defa 2009
yılında gerçekleşti. 2012 yılına gelindiğinde bioteknoloji dalındaki pek çok firma ve araştırma merkezi doku
mühendisliği ile ilgili “inkjet” tekniği ile organ ve doku
25
lanıldı.
Günümüzde pek çok ülkede bulunan üç boyutlu
yazıcı teknolojisi, ülkemizde de bulunuyor. Canlı hücreli dokular ile organ hasarları tamir ediliyor ve protezler yapılabiliyor.
KKH ve inme ortak risk faktörleri olan kronik hastalıklardır. Hastalıkların risk faktörleri tıbbi tedavi ve sağlıklı
yaşam biçimi değişiklikleriyle ortadan kaldırılırsa hastalıkların gelişimi büyük ölçüde önlenebilmektedir. Birincil
koruma adı verilen bu yaklaşımın etkinliği pek çok çalışma ve ülke uygulamasında gösterilmiştir. Kalp ve damar
hastalıklarının kontrolünde birincil koruma ve hastaların
uygun şekilde tanı, tedavi ve izlemlerini kapsayan ikincil
koruma önlemleri birlikte kullanılmalıdır. KKH’nin tedavisinin temel amacı ise yeni akut koroner olayların gelişmesinin önlenmesi, iskeminin kontrol altına alınması,
yaşam kalitesi ve yaşam süresinin artırılmasıdır. KKH
olduğu bilinen başka bir söyleyişle miyokart infarktüsü
geçirmiş ya da koroner darlık saptanmış kişilerde yeni bir
koroner olayın olmasını ya da ölümü önlemek amacıyla
yapılan tedavilere ikincil koruma adı verilmektedir. İkincil
korumada uygun diyet, fizik aktivite ve sigaranın bırakılması ile birlikte uygun ilaç tedavisinin yapılması
Barçın Barı
önemlidir. Yapılan çalışmalarda KKH olan kişilerde
kan basıncı beta bloker, ACE inhibitörleri, lipid düşürücü
statinler gibi ilaçlarla pıhtılaşmayı önleyen aspirin gibi ilaçların hastalarda sağ kalımı artırdığı saptanmıştır.
İçerik Takımı
Hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları risk faktörleri
26
arasında en önde gelen ve en yaygın olanıdır.Kıtalar ve
bölgeler arasında farklar olmak üzere -2000 yılı itibariyle- dünya genelinde 20 yaş üzerindeki erişkin nüfusun
yüzde 26.4’ünün hipertansiyonu vardır.
Hipertansiyonu olan bireylerin çoğu, ekonomik olarak
gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Bu ülkelerde hipertansiyonun bu denli sık olması ve giderek artması,
“epidemiyolojik geçiş” sürecine bağlanmaktadır. Avrupa’da altı ülkede yapılan benzer bir çalışmada, 35 yaş
üzerindeki nüfusun yüzde 44’ünde hipertansiyon olduğu
saptanmıştır.
Daha önce hipertansiyon tanısı almamış kişiler, ortalama SKB ≥ 140 mmHg veya ortalama DKB ≥ 90 mmHg
üzerinde ise “hipertansiyonu var” olarak tanımlanmıştır.
Daha önce hipertansiyon tanısı alan ve antihipertansif
ilaç kullananlar, kan basıncı ölçümleri ne olursa olsun
“hipertansiyonu var” olarak kabul edilmişlerdir. Daha
önce hipertansiyon tanısı alan ve ilaç kullanmayanlar ise
ortalama SKB ≥ 140 mmHg veya ortalama DKB ≥ 90
mmHg olduğunda “hipertansiyonu var” olarak tanımlanmıştır. İzole sistolik hipertansiyon ortalama SKB ≥ 140
mmHg ve ortalama DKB <90 mmHg olarak, izole diastolik hipertansiyon ise ortalama SKB < 140 mmHg ve
ortalama DKB ≥ 90 mmHg olarak tanımlanmıştır.
Hipertansif olarak sınıflandırılan kişilerin ancak yüzde
30’unun kan basıncı kontrol altındadır. Hastaların yüzde
42’si kan basıncı ölçümüne göre hipertansif bulunduğu
halde bir ilaç kullanmamaktadır; yani tedavisizdir.Hipertansiyon yüzde 24’lük bir prevalans ile ülkemiz için halen
önemli bir kronik sağlık sorunu ve bir risk faktörü olarak
görünmektedir. Hipertansiyon yaşla birlikte artmaktadır,
kırsal bölgede yaşayanlarda ve kadınlarda daha yüksektir.Hastalığın farkında olma oranında önceki yıllara
göre bir artış olmakla birlikte, farkında olmama halen
yüksektir. Hipertansiyonu olan gruptaki kişilerin yaklaşık
üçte
birinin tansiyonu kontrol altında değildir. Kadınlarda kontrolde olmama, erkeklerde ise farkında olmama
önemli bir sorun olarak görülmektedir.
Kan basıncını veya kalp-damar hastalık riskini düşüreceği yaygın kabul gören ve tüm hastalarda düşünülmesi gereken yaşam tarzı önlemleri şunlardır:
•
•
ması
Tuz kısıtlaması
Obezitenin önlenmesi ve ideal kilonun sağlan-
• Meyve ve sebze tüketiminin arttırılması ve doymuş yağ alımının azaltılması
27
•
Fiziksel aktivitenin arttırılması
•
Sigara alışkanlığının bırakılması
•
Alkol tüketiminin makul ölçülere indirilmesi
Solunum Sistemi Hastalıkları
Kronik hava yolu hastalıkları (KHH-astım ve KOAH)
gerek dünyada ve gerekse ülkemizde hastalık yükünde
önemli bir paya sahip olmaları, ekonomik ve sosyal sonuçları nedeniyle önemli halk sağlığı sorunlarıdır. Dünya
Sağlık Örgütü verilerine göre KOAH, 2004 yılı ölümlerinde yüzde 5,1’lik payı ile dördüncü sırada yer almakta,
2030 yılında ise yüzde 8,6’lık payla üçüncü sırada yer
alması beklenmektedir. Ülkemizde 2000 yılında yürütülmüş olan Ulusal Hastalık Yükü Çalışmasında hastalık
yükü sıralamasında KOAH’ın yüzde 2,8 ile sekizinci sırada yer aldığı; astımın ise yüzde 1,3 ile kentsel alanda
14’üncü sırada, kırda yüzde 1,1 ile dokuzuncu sırada
yer aldığı saptanmıştır.
KOAH -Kronik Obstüktif Akciğer Hastalığı- ilerleyici
ve tam olarak geri dönüşümlü olmayan,havayollarını daraltıcı, solunumu güçleştirici; buna karşılık önlenebilir ve
tedavi edilebilir bir akciğer hastalığıdır.
WHO verilerine göre, KOAH yılda 2,9 milyon ölüme
neden olmaktadır. Günümüzde dünyada tüm ölümlerde 4. ölüm nedeni, bulaşıcı olmayan hastalıklar içinde
3. ölüm nedeni haline gelen KOAH, tüm ölümlerin de
%5,5’inden sorumludur. Türkiye’de solunum sistemi
hastalıkları tüm ölümler içerisinde en sık görülen 4. ölüm
nedenidir ve bu ölümlerin % 61,5’i KOAH nedeniyle olmaktadır. Toplumun KOAH konusunda yeterli bilgiye sahip olmaması, hastalığın erken tanısını ve etkin tedavisini
güçleştirmektedir.
KOAH gelişimi için tüm dünyada en yaygın görülen
risk faktörü, sigara dumanıdır. Sigara dışındaki tütün
ürünleri de aynı şekilde KOAH gelişimini tetikler. Tütün
dumanı ile nefes borularına ve hava keseciklerine zararlı
gazlar ve maddeler dolar. Yıllar geçtikçe bu zararlı gazlar
ve maddeler bronşların ve hava keseciklerinin yapısını
bozmaya başlamakta bunun sonucunda bronşların hastalanmasıyla “tıkayıcı bronşit” , hava keseciklerinin harabiyeti ve parçalanması ile “amfizem” ortaya çıkar. Bu iki
hastalık bize KOAH tablosunu doğurur.
Son yıllarda ; fiziksel aktivitede azalma ve hareketsizliğin KOAH oluşumunu tetiklediği üzerine de araştırmalar
yapılmış ve bu etki doğrulanmıştır.
KOAH’da en sık görülen yakınmalar nefes darlığı,
öksürük ve balgam çıkarmadır. Nefes darlığı hastalığın
erken dönemlerinde koşma, hızlı yürüme veya merdiven
çıkma gibi eforlarda ortaya çıkarken, hastalığın ilerlemesi
ile istirahatte dahi nefes darlığı oluşur.
KOAH risk faktörlerine maruz kalan kişilerde hastalıktan şüphelenilmelidir. Ancak asıl tanı solunum fonksiyon
testleriyle doğrulanmalıdır. Bu testler, hastalığın şiddetinin belirlenmesi ve hastalığın seyrinin takibinde de kullanılmaktadır. KOAH’ın erken tanısı, hastalığa bağlı sakatlık ve ölüm oranlarını azaltacaktır. Bu nedenle, 40 yaş
üstü, sigara içmiş ya da içmekte olan veya meslek icabı
ya da çevresel ortam gereği tozlu ortamlarda bulunan
kişilerde kronik seyirli öksürük, balgam ve nefes darlığı
yakınmalarından en az birinin bulunması halinde kişinin
bir göğüs hastalıkları hekimi tarafından görülüp ”nefes
ölçüm testini” yaptırması gerekir.
KOAH ilerleyici bir hastalık olmasına karşı önlenebilir
ve tedavi edilebilir bir hastalıktır:
KOAH tedavisinin temelini “sigaranın terk edilmesi”
oluşturur. Çok ağır KOAH’lı hastalar sürekli olarak günde
en az 15 saat oksijen kullanmak zorundadırlar. Kanda
oksijen seviyesi tehlike sınırının altına inmiş olan hastaların uzun süreli oksijen tedavileri hem şikayetlerini azaltacaktır hem de yaşam kalitelerini artıracaktır. Zararlı toz
ve dumandan uzak durulması, grip ve zatürre aşılarının
yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavisinin yanı sıra
“fiziksel aktivitenin önerilmesi ve uygulanmasının” sağlanması; hem hastalık gelişiminin, hem hastalığın ilerlemesinin ve kötü sonuçlarının önlenmesinde önemli bir
adımdır.
Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen
tıkanmaları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Hastalar
ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Astımda hava
yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır. Bu nedenle
hava yolu duvarı şiş ve ödemlidir. Bu durum akciğerlerin
uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Toz, duman
koku gibi uyaranlar ile hemen öksürük, nefes darlığı ve
göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde
hava yollarını saran kaslar (adeleler) kasılır, ödem ve şişlik
artar, ilerleyen iltihapla birlikte hava yolu duvarı kalınlaşır. Hava yollarındaki salgı bezlerinden kıvamlı bir müküs
(ifrazat-balgam) salınır. Tüm bunlar hava yollarını önemli
ölçüde daraltır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum kendini artan öksürük, nefes darlığı,
hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Astım her yaştan bireyi
etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında günlük
aktiviteleri ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir
hastalıktır.
Astım belirtilerini tetikleyen risk faktörleri bireylere
özgü olarak tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kalmaktan kaçınarak ya da en azından maruziyeti azaltarak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye
yönelik önlemler mümkün olduğunca her yerde yaşama
geçirilmelidir. Hastanın eğer varsa allerjisi olduğu şeylere
maruziyetten kaçınılmalıdır. Astımlı hasta sigara içmemeli
veya maruziyetinden kaçınılmalıdır.
Astımlı hastaların en çok dikkat etmesi gereken konu
ilaçlarını düzenli kullanmaları ve doktorları önermediği sürece kesmemeleridir. Hastalıkları ve tedavi ile ilgili
kendilerini endişenlendiren herşeyi doktorlarına sormaları tedaviye uyum göstermeleri açısından önemlidir. Ayrıca astımlarını kötüleştiren etkenlerden kaçınmaları da
önemlidir.
Neoplazi
Kanser, Türkiye’de 1982 yılında 1593 sayılı Umumi
Hıfzısıhha
Kanunu’nun 57. Maddesi gereğince “bildirimi zorunlu
hastalıklar listesi”ne alınmıştır.
Her yıl dünya çapında 14 milyon kişiye kanser tanısı koyulmaktadır.her yıl kanser nedeniyle ölenlerin sayısı
8.2 milyondur.2030’da bu sayının ikiye katlanması beklenmektedir.
Kanser riskini arttıran faktörler:
Dünya çapında her 5 kanserden birinin sebebi tütündür. Tütün akciğer ,karaciğer ,böbrek kanserleri ve
lösemi dahil birçok kanser türünün 15 kanser türünün
nedenidir. Akciğer kanserlerinin %85 ila %90 nedeni tütündür.Ağız kanserlerinin %85 inin nedeni tütündür.Larenks kanserleri riski sigara içenlerde içmeyenlere oranla
20-30 kat daha fazladır.Mesane kanseri riski ise tütün
kullananlarda kullanmayanlara göre 6 kat daha fazladır.
Tütün içmeye devam eden hastalar kanserden ölüm
risklerini yüksek derecede arttırmaktadırlar.
Taramanın Sağkalıma Etkisi
%30 Meme kanserinde tarama hayat kurtarır. 50 yaş
üstü kadınlarda yapılan tarama, gelecek 20 yıl içinde
meme kanserinden ölme riskini yaklaşık %30 oranında
azaltmaktadır.
18.800 Kolon kanseri taraması, kullanılan yöntemden
bağımsız olarak maliyet-etkindir.50 yaş üstünde yapılan
rutin taramanın, Amerika’da yılda 18.800 hayat kurtarabileceği tahmin edilmektedir.
%80 servikal kanser yüksek oranda önlenebilir bir
kanserdir.Düzenli aralıklarla yapılan Pap testi, servikal
kanser insidans ve mortalitesini %80 oranında azaltmaktadır.
Deniz Demir
KAYNAKLAR
İçerik Takımı
Sağlık araştırmaları genel müdürlüğü
Türkiye kanser istatistikleri
Türkiye kanserle savaş vakfı
Türk kanser araştırma ve savaş kurumu derneği
Türkiye halk sağlığı kurumu
Tablolar halk sağlığı kurumunun 2013 yılı sağlık istatistikleri yıllığından alınmıştır.
Sağlık bakanlığı -Türkiye kanser istatistikleri
Türk kanser araştırma ve savaş kurumu derneği- kanserde bilgi ve davranış
28
Hastane İnfeksiyonlarına Bakış
Hastaneler pek çok hasta insanın bir arada bulunduğu mekanlar olarak enfeksiyonların oluşması ve
yayılması için oldukça ideal ortamlardır. Risk altında
olan kitlenin zaten sağlık durumu elverişli olmayan kişiler olması hastane enfeksiyonlarını daha da tehlikeli
kılmaktadır. Enfeksiyonlar hastalarda pek çok komplikasyona sebep olmakta, tedavini süresini uzatmakta
ve tedavi masraflarını artırmaktadır.
Alınan önlemlerle birlikte hastane enfeksiyonları
vakaları azalmış olsa da halen bu risk halen ortadan
kaldırılamamıştır. CDC’nin 2011 verilerine göre Amerika’da rastlanan hastane enfeksiyonu vakası sayısı
yılda yaklaşık 720.000’i bulmaktadır. Hastaneye gelen her 25 hastadan 1’inin hastane enfeksiyonuna
yakalandığı rapor edilmiştir. En sık rastlanan enfeksiyon tipi zaatüre olup, onu gastrointestinal ve idrar
yolu enfeksiyonları izlemektedir. Enfeksiyonlar bakteri
ya da virüs kaynaklı olabilmektedir. En sık rastlanan
bakteriyel ajanlar E.coli, S.aerus, Clostridium difficile,
Pseudomonas spp., Proteus, Enterobacter ve Klebsiella olarak sıralanabilir. Rotavirus, RSV ve enterovirüs en sık rastlanan viral ajanlardır. Parasit ve mantar
enfeksiyonları da hastane ortamında yaygın olarak
görülmektedir. Hastaneye yatırılmış çocuklarda en sık
görülen enfeksiyon ise gastroenterittir.
Hastane enfeksiyonları dokunma ve soluma yoluyla geçebileceği, çeşitli cerrahi operasyonlarda hijyene
ve aletlerin sterilliğine dikkat edilmemesi ile de oluşabilir. Santral yol açılmış ve sonda takılmış hastalarda
ya da ameliyatlı hastalarda ameliyat yarası bölgesinde
bu tip enfeksiyonlara sıklıkla rastlanır. Bunları önlemek
için cerrahi operasyonlarda kullanılacak aletler 121 C
derecede ısıtılarak; etilen oksit, formaldehit gibi gaz
sterilatörler ya da aldehit, hidrojen peroksit, parasetil asit gibi kimyasallar kullanılarak sterile edilir. Ayrıca havalandırma ya da ısıtma sistemlerinde mikrobik
ajanların üremesiyle oluşan ve yayılan enfeksiyonlar
da sıklıkla görülmektedir.
Mecburi Hizmetle İlgili Soru Cevap
Özellikle organ nakli geçirmiş hastalar, yaşlılar, çocuklar, ameliyat geçirmiş hastalar ve AIDS hastaları
enfeksiyonlardan en kötü etkilenen gruptur. Hastanın
zaten var olan sağlık problemlerinin yanı sıra enfeksiyonun komplikasyonlarının da eklenmesi ve hastaların
antibiyotik kullanmak zorunda kalması, klinik tablolarını kötü etkilemektedir. Bu hastalarda hem yapılmakta
olan ilaç tedavisini etkilemeyecek ve buna karşılık söz
konusu mikro-organizmaya karşı etkili bir antibiyotik
seçmek son derece zordur. Görüldüğü üzere hastane
enfeksiyonları hem hastalar hem de sağlık personeli
için çözülmesi zor bir problemdir.
Hastane enfeksiyonlarından korunmada en önemli
faktör, hastane personelinin, hastaların ve hekimlerin bu konuda bilinçlenmesidir. Dünya Sağlık Örgütü,
hastane enfeksiyonlarını engellemek için her hastanede bir “Enfeksiyon Kontrol Komitesi” kurulmasını ve
bu komitenin konuyla ilgili bir manuel yayınlamasını
önermiştir. Oluşturulan bu manuelde hastanede hijyen konusunda uyulması gereken kurallar belirtilmeli
ve hastane personelinin buna uyması titizlikle denetlenmelidir. Ayrıca her hekim, hemşire ya da hastabakıcı, kısacası hastalarla teması olan herkes ellerini sıklıkla yıkama, eldiven değiştirme, sağlık aletlerini doğru
yöntemlerle sterilize ederek bu konuda kendi kontrol
mekanizmasını oluşturmalıdır. Hastanelerde temizlik
profesyonel ekiplerce yapılmalı, ısıtma ve havalandırma sistemlerinin düzenli olarak temizlenmesine de
dikkat edilmelidir.
Süleyman Doğan Polat
İçerik Takımı
Referanslar:
1) Prevention of hospital-acquired infections,
A practical guide, 2nd edition. WHO/CDS/CSR/
EPH/2002.12.
http://www.who.int/csr/resources/
publications/drugresist/en/whocdscsreph200212.
pdf?ua=1
2) Health-Care Associated Infections. CDC.
http://www.cdc.gov/hai/
3) Hospital-Acqired Infections. Medscape Reference.
http://emedicine.medscape.com/article/967022-overview
29
Mecburi hizmet yükümlülüğü nedir?
Mecburi hizmet (Yasal ifadesiyle Devlet hizmeti yükümlülüğü), 5371 sayılı Kanun ile Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen hükümler uyarınca, 05.07.2005
tarihinden sonra mezun olan, uzmanlığını tamamlayan
ya da yan dal uzmanlığını tamamlayan tabiplerin, Sağlık
Bakanlığı tarafından atandıkları yere göre değişen 300 ila
600 gün süreyle görev yapması zorunluluğudur.
Yeni tıp fakültesini bitirenler için süreç nasıl işleyecek?
Tıp fakültesini bitiren tabiplerin diplomaları ilgili fakülte
dekanlıkları tarafından 15 gün içinde Sağlık Bakanlığı’na
gönderilir. Sağlık Bakanlığı diplomaların kendisine gelmesinden sonra iki ay içinde tabibin atamasını yapmak
zorundadır. Pratikte olayın işleyiş süreci genellikle şöyledir:
tecek ve alacağı çıktıyı posta ya da kargo yoluyla Sağlık
Bakanlığına ulaştıracaktır. Yerleştirme noter huzurunda
kur’a çekimi suretiyle yapılmaktadır. Öncelikle tercih belirtenler için kur’a çekimi yapılmakta, ardından tercihlerine yerleştirilmeyenler ile hiç tercih yapmamış olanlar için
genel bir kura çekimi yapılmaktadır.
Gıyabımda kura çekilmesi ne demek?
Mecburi hizmet, yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk olarak ortaya konulmuş olmakla kişinin görev
için müracaatı olması dahi atamasının yapılması öngörülmüştür. Gıyapta (yokluğunda) kur’a çekilmesi de kişinin herhangi bir başvurusu olmamasına karşın mecburi
hizmet yapacağı yerin belirlenmesi için kur’a çekiminin
yokluğunda yapılmasını ifade etmektedir.
Çektiğim ya da gıyabımda çekilen yere ne kadar
sürede gitmem gerekir? Gitmezsem ne olur?
Tıp fakülteleri mezunlarını,15 gün içinde bir yazıyla
Sağlık Bakanlığı’na bildirmekle yükümlüdürler. Bazen de
postadaki ya da iç yazışmalardaki gecikmeler de süreci
uzatmaktadır. İsimler bakanlığa en erken 15 temmuzda
gelmektedir. Gelen isimler bir sicil defterine kaydedilmekte ve bir sicil numarası verilip ilan için biriktirilmektedir.
Mecburi hizmet yapılması gereken yerin belirlenmesinden sonra bu listeler Sağlık Bakanlığı internet
sayfasında ilan edilmektedir. Anılan ilan tebligat yerine
geçmektedir. Fakat pratik uygulamada bakanlık tabibin
ikametgâhının bulunduğu yer il sağlık müdürlüğüne de
ilgilisine tebliğ edilmek üzere atama evrakı göndermektedir.
- Sağlık Bakanlığı bazen her ay sonu, bazen de 2
ayda bir tescil edilen ve biriken isimleri internet yoluyla
duyurmaktadır.
Mecburi hizmet yükümlüsü tabibin atama emrinin
tebliğinden (internette tebliğ mahiyetinde yazının yayınlanmasından) itibaren en geç yirmi gün içinde atandığı
yerde göreve başlaması gereklidir. Atandığı yere gitmeyen tabip istifa etmiş (müstafi) sayılır. Ancak, mecburi
hizmete ek bir ceza süresi eklenmez.
- Şu ana kadarki uygulamalar isim listesinin duyurularının yapılmasından yaklaşık 1 ay sonra kuraların çekildiğini göstermektedir. Yani, isminiz Temmuz sonundaki listede varsa kuranız Ağustos sonunda çekilecektir.
- Mecburi hizmet yapılması gereken yerin belirlenmesinden sonra bu listeler Sağlık Bakanlığı internet sayfasında ilan edilmektedir. Bu listelerin ilanından yaklaşık
7-8 gün sonra yine internet sitesinde yapılan ilan tebligat
yerine geçmektedir. Yani Ağustos sonunda çekilen kuranın tebliğ yazısı yaklaşık 10 eylülde yayınlanacak ve 20
günlük süreniz başlayacaktır ve 30 eylüle kadar başlamanız gerekecektir
Mecburi hizmet tercihleri nasıl yapılacak? Tercih
yapmazsam ne olur?
Mecburi hizmete tâbi olanların atamaları mevcut kadrolar arasında kendilerine tercih yapma hakkı tanınarak
uygulanmaktadır. Ancak kişilerin tercih yapmış olmaları
bu tercihlerine mutlak surette uyulacağı garantisini vermemektedir. Tabip tarafından tercih yapılabilmesi için
öncelikle Sağlık Bakanlığı internet sayfasında yayımlanan kuraya dahil edilecek kişiler arasında isminin yayımlanmış olması gereklidir. Listede ismi olan tabip yine
internet üzerindeki programı kullanarak tercihlerini belir-
Mecburi hizmet sürem dolmadan istifa ya da görevimi terk edersem ne olur?
Mecburi hizmet süresini tamamlamadan görevden
istifa edenler ya da istifa etmiş (müstafi) sayılanlar belirli süreyle yeniden memuriyete alınmazlar. Bu süre istifa
edenler için 6 ay, müstafi sayılanlar için ise 1 yıldır.
Mecburi hizmet yükümlülüğü bitmeden istifa eden
ya da müstafi sayılanlar anılan yükümlülüğü yerine getirmedikçe zorunlu hizmete tâbi mesleklerini icra edemezler.
Müstafi sayılmak ne demek?
Devlet memurlarının görevlerinden ayrılmalarında
belirli usullere uyulmaması sebebiyle kişinin istifa etmiş
sayılmasına müstafi sayılmak denir. Devlet Memurları
Yasasının 94. maddesinin ikinci fıkrasına göre çekilmek
isteyen memur yerine atanan kimsenin gelmesine veya
çekilme isteğinin kabulüne kadar görevine devam eder.
Memurun görevden ayrılma isteğinin kabulünü ya da yerine gelecek kimsenin gelmesine kadar beklemesi gereken bir aylık süreyi beklemeksizin ayrılması durumunda
30
müstafi sayılır.
İstifa ya da müstafilikten sonra cezalı sürem bitince ismim tekrar zorunlu hizmet kurasında yer alır
mı?
Kişi zaten zorunlu hizmetten kendi isteğiyle istifa ettiği
için kendisi tekrar kuraya katılmak için yazılı müracaatta
bulunmadıkça ismi herhangi bir zorunlu hizmet listesinde yer almaz.
Mecburi hizmeti yerine getirmeden, istifa ederek ya da müstafi sayıldıktan sonra girdiğim TUS’da
Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim hastanelerine ait bir
kadronun sınavını kazanırsam ne olur?
2006 TUS Kılavuzunun 2.1.1 maddesine göre de
“e) 657 sayılı Devlet Memuru Kanunu hükümlerine tabi
olanlar için, istifa veya müstafi sayılan asistanlardan yeniden kamu görevine girebilmek için belirlenen yasal ceza
süresini asistanlık giriş sınavı günüden itibaren üç ay
içinde bitirecek olanlar.” sınava başvurabilirler. Bu çerçevede, istifa sebebiyle memuriyete girilemeyen altı aylık
sürenin, ya da müstafi sayılma halinde bir yıllık sürenin
son üç ayı veya sonrasına denk gelen dönemde TUS
sınavına girilmesi halinde kazanılan kadroya atama yapılacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus
da şudur: İstifa dilekçesinin verilmesi o gün istifanın geçerli olduğu anlamına gelmiyor.
Ayrıca; hekimlerimiz ne zaman istifa ettiğine ya da
mustafi sayıldığına (zorunlu hizmete başlasın ya da başlamasın) bakılmaksızın her TUS’da istediği Üniversite
kadrosunu yazabilirler ve sorunsuz başlayabilirler.
Mecburi hizmeti yerine getirmeden, istifa ederek
ya da müstafi sayıldıktan sonra vakıf ya da resmi
üniversitelerin uzmanlık kadrolarını tercih edip kazanırsam ne olur?
Üniversitelerin tıpta uzmanlık kadrolarına Yükseköğretim Kanununun 50.maddesi uyarınca araştırma görevlisi olarak atama yapılmaktadırlar. Araştırma Görevlileri
YÖK Personel Kanunu uyarınca, 657 Sayılı Yasa kapsamında devlet memuru değildirler. Bu nedenle 657 sayılı
yasa kapsamında istifa edenler veya müstafi sayılanlar
için yeniden kamu görevine girebilmek için belirlenen sürelerin araştırma görevliliği kadroları için uygulanmaması
gerekir.
Bu çerçevede, istifa sebebiyle memuriyete girilemeyen süre içinde TUS sonucuna göre üniversitelerin tıpta
uzmanlık kadrolarından birinin kazanılması durumunda
araştırma görevlisi olarak atamalarının yapılması gerekir.
Mecburi hizmet TUS’a girmeme engel mi?
Mecburi hizmet yapılırken TUS’a girilmesinin önünde bir engel bulunmadığı gibi aksine yasal düzenleme-
31
de bunun mümkün olduğuna ilişkin hükümler mevcuttur.
Ancak uzmanlar için durum farklıdır: Halen uzman
olanların ikinci bir uzmanlık eğitimi yapmak istemeleri durumunda önce mecburi hizmeti bitirmeleri koşul olarak
getirilmiştir.
Sağlık raporu almam mecburi hizmet kurasına
girmemi engeller mi?
Sağlık mazereti mecburi hizmet yapmayı engelleyen
bir mazeret olmayıp hastalığın niteliğine göre atama yapılacak yerin belirlenmesinde önem taşıyabilir. Sağlık
mazereti bulunanlar kura öncesinde durumu Sağlık Bakanlığı’na belgesi ile birlikte ilettiklerinde bu durum atama kurasında değerlendirmeye alınır.
Ayrıca kurası çekilip ataması yapılanların hastalanmaları halinde atandıkları yere gitmemelerinin gerekçesi
olarak hakem hastanelerden alınan sağlık raporunu gösterebilmeleri koşuluyla ilgili yerde göreve başlamak rapor
süresinin sonuna kadar ertelenir. Bir başka ifadeyle, ataması yapılan bir mecburi hizmet yükümlüsü atama kararının kendisine tebliğinden önce hastalanması ve istirahat rapor verilmesi halinde atama kararının tebliği rapor
sonrasına ertelenebileceği gibi bu arada tebliğ edilmiş
olsa da hükmünü rapor süresinin bitiminden doğurmaya
başlar. Ancak önemle belirtmek gerekir ki, atama öncesi
ya da atandıktan sonra raporlu olarak geçirilen süreler
mecburi hizmet sürelerinin hesabında dikkate alınmayacaktır.
Uzman hekim olduktan sonra mecburi hizmet yükümlüğüm olacak mı?
Mecburi hizmet tabiplere, uzman tabiplere ve yan dal
uzmanı tabiplere getirilmiş bir yükümlülüktür. Her statü
için ayrı ayrı zorunlu hizmet getirilmiştir. Uzman hekimler de 05.07.2005 tarihinden sonra uzman olmuşlar ise
mecburi hizmet yükümlüsüdürler.
Yan dal yapmak istiyorum, mecburi hizmeti nasıl
erteleyebilirim?
Yan dal uzmanlığı yapılmak istenmesi durumunda,
daha önce yan dal uzmanlığı öğrenimi yapmamış olmak
koşuluyla, ilgili sınava katılmak mümkündür. Anılan sınav
sonucunda başarılı olunması durumunda ilgili alanda
yan dal öğreniminin sürdürülmesinde mecburi hizmet bir
engel değildir.
***Askerlik,mecburi hizmetten sayılmamaktadır.
Berfin Şenol
İçerik Takımı
Koruyucu Tıp
Dünyada en sık mortalite ve morbidite nedenleri arasında başı çeken kalp ve damar hastalıkları, kanser ve
diyabet gibi hastalıkların yaşam tarzına ve çevresel faktörlere bağlı olarak geliştiği bilinmektedir. Çağımızın en
önemli hastalıklarının yaşam tarzı değişiklikleri ve aktif
tarama programlarıyla önlenebiliyor ya da görülme sıklıklarının azaltılabiliyor olması, koruyucu tıp uygulamalarının önemine dikkat çekmektedir. Koruyucu tıp, hem
bu hastalıkların toplumda azaltılması ve toplumun genel
sağlık düzeyinin artırılması, hem de sağlık hizmetleri ve
giderlerinden tasarruf edilmesini sağlaması açısından
önem taşımaktadır. Toplumun bilinçlendirilmesi ve koruyucu önlemlerin ulusal düzeyde etkili şekilde uygulanması, hem bireylere hem de devletlere önemli avantajlar
sağlamaktadır.
Amerika’da ölümlerin yaklaşık yarısı önlenebilir nedenlere dayanmaktadır1. 2000’li yılların başında yapılan
kapsamlı bir çalışmaya göre; sigara ölüme sebep olan
önlenebilir risk faktörleri arasında ilk sırada gelmektedir1.
Bunu kötü beslenme alışkanlıkları, yetersiz fiziksel aktivite, kontrolsüz alkol tüketimi, mikrobik enfeksiyonlar,
kazalar, cinsel davranışlar ve reçetesiz ilaç kullanımı takip etmektedir1. Başka bir çalışmaya göre, Amerika’da
en yaygın 4 önlenebilir risk faktörü, beklenen yaşam
süresini kadınlarda 4,1, erkeklerde 4,9 yıl azaltmaktadır2. Türkiye’de en sık rastlanan ölüm nedenleri kalp ve
damar hastalıkları(40%), kanser(%21), solunum sistemi
hastalıkları(%9), iş ve trafik kazaları(%6) ve metabolizma
hastalıkları(2%) şeklinde sıralanmaktadır3, ve bu hastalıkların pek çoğunun da yukarıda bahsi geçen hareketsiz
yaşam tarzı, yanlış beslenme alışkanlıkları, sigara ve alkol tüketimi gibi önlenebilir/değiştirilebilir faktörlere bağlı
geliştiği bilinen bir gerçektir. Sağlık Bakanlığı’nca desteklenen araştırmalar, önlenebilir risk faktörlerinin Türkiye’de
oldukça yaygın olduğunu göstermiştir. Araştırmalar Türkiye’de erkeklerin %43’ünün, kadınların ise %17sinin sigara içtiğini, %7’sini günde 5 kereden fazla alkol tükettiğini göstermiştir3. Toplumun %24’ü hipertansif, %16’sı
diyabetik, %12,5’i hiperlipidemiktir3. Obezite oranının
erkeklerde %15, kadınlarda 29% olduğu, buna karşılık
esmer ekmek tüketiminin yaklaşık %10-15’lerde olduğu
ve her 5 kişiden 1’inin tadına bile bakmadan yemeğe
tuz attığı saptanmıştır3. Halkımızın %55’inin günlük fiziksel aktivitesi yetersizdir3. Bu rakamlar, önlenebilir risk
faktörlerinin toplumda oldukça yaygın olduğunu gözler
önüne sermekte ve koruyucu tıp uygulamalarının yaygınlaştırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.
Toplumdaki risk faktörlerinin azaltılması, hastalıkların
önlenmesi ve görülme sıklıklarının azaltılması bakımından
büyük önem taşımaktadır. Halk arasında koruyucu yöntemlere ilişkin bilinç düzeyinin artırılması, aşı kampanyalarının yaygınlaştırılması, hijyen eğitiminin küçük yaşlardan itibaren etkili olarak verilmesi bulaşıcı hastalıklara
yakalanma oranını önemli ölçüde azaltacaktır. Sigara ve
alkol bırakma konusunda bireylere destek olma amaçlı
çağrı hatlarının, kliniklerin, danışmalıkların yaygınlaştırılması ve sigorta kapsamına alınması gerekmektedir. Bu
şekilde çok sayıda kanserin, kalp ve damar hastalıklarının, çeşitli karaciğer ve akciğer rahatsızlıklarının önüne
geçilmiş olacaktır. Kolonoskopi, servika smear testi, mamografi gibi kanser tarama uygulamalarının ulusal düzeyde bir devlet politikası olarak etkili ve düzenli şekilde
uygulanması; bu kanserlerin erken dönemde yakalanarak tedavi edilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Özellikle ailelerinde kanser vakası bulunan ya da çeşitli
hastalıklara genetik yatkınlığı olduğu tespit edilen kişilerin
tarama testlerine düzenli katılımı sağlanmalı; gerektiğinde koruyucu cerrahi operasyonlar gerçekleştirilmelidir.
Fiziksel aktiviteyi teşvik edici kampanyalar düzenlenmeli,
spor ve egzersiz küçük yaşlardan itibaren özendirilmeli,
diyet ve egzersiz konusunda bireylere ihtiyaç duydukları
desteği sağlayacak hizmetler verilmelidir. Cilt kanserine
yönelik koruyucu olarak, güneşten korunma bilinci oluşturulmalı, özellikle çocukların öğle saatlerinde güneşe
maruz bırakılmaması gerektiği ve koruyucu giysiler kullanılmasının gerekliliği anlatılmalıdır. Ülkemizde koruyucu
tıp uygulamaları modern tıbbın gelişmesiyle birlikte ivme
kazanmasına karşın halen yeterli düzeyde olmadığı, risk
faktörlerinin toplumdaki yaygınlığını gösteren rakamlardan anlaşılmaktadır. Yine sağlık bakanlığı verilerine göre
toplumun yalnızca %6-9’u grip aşısı, %5’i pnömokok
aşısı yaptırmaktadır3. Gaitada gizli kan testi yaptırma
oranı %5; 40 yaş üstü kadınlarda servikal smear yaptırma oranı %23, mamografi çektirme oranı %24’tür3.
Sağlıklı beslenme, kilo verme ve fiziksel aktivite ile alakalı
doktorlarından öneri almış olanların 40%’tır3. Bu oranların artırılması ve koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasının; kronik ve ölümcül hastalıkların önlenmesine
önemli etkide bulunacağı öngörülmektedir.
Hastalıkların ortaya çıkmasının engellenmesi ya da
erken dönemde tanı ve tedavisinin yapılması bireylerin
sağlığı, mutluluğu ve yaşam kaliteleri açısından olduğu
32
Kronik Hasta Eğitimi
kadar, devletlerin sağlık gideri tasarrufları açısından da
önemlidir. Koruyucu tıp uygulamaları kişiyi hastalıkların
ya da tedavilerin getirdiği mortal ve morbid durumlardan korurken; aynı zamanda bu hastalıkların teşhis ve
tedavisinde yapılan harcamaları da ortadan kaldırmaktadır. Koruyucu sağlık hizmetleri için yapılan harcamalar düşünüldüğünde, bunun ekonomik açıdan avantajlı
olup olmadığı tartışmalıdır, ancak pozitif yöndeki ekonomik etkilerini gösteren pek çok çalışma da yapılmıştır4.
Ancak hasta bireyler için yapılan sağlık harcamalarının
yanında, bu bireylerin çalışma hayatından uzak kaldıkları
ve ülke ekonomisine katkıda bulunamadıklarından dolayı ülkedeki toplam verimin düştüğünü de göz önünde
bulundurmak gerekir4. Amerika’daki saygın sağlık kuruluşlarından CDC’ye göre, yılda 69 milyon çalışan hastalık
durumları nedeniyle belli süre çalışma hayatından uzakta
kalmakta, bu da ülkeye 260 milyar dolarlık bir ekonomik
kayba neden olmaktadır.
Süleyman Doğan Polat
İçerik Takımı
REFERANSLAR
1)
Mokdad, A. H., Marks, J. S., Stroup, D. F., & Gerberding, J. L.
(2004). Actual Causes of Death in the United States, 2000. Journal of the
American Medical Association,291(10), 1238-1245
2)
Danaei G, Rimm EB, Oza S, Kulkarni SC, Murray CJL, et al.
(2010) The Promise of Prevention: The Effects of Four Preventable Risk
Factors on National Life Expectancy and Life Expectancy Disparities
by Race and County in the United States. PLoS Med 7(3): e1000248.
doi:10.1371/journal.pmed.1000248
3)
Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörleri Sıklığı Araştırması.
TC Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu. Ankara, 2013.
4)
y Michael V. Maciosek, Ashley B. Coffield, Thomas J. Flottemesch, Nichol M. Edwards, and Leif I. Solberg. Greater Use Of Preventive
Services In U.S. Health Care Could Save Lives At Little Or No Cost. HEALTH AFFAIRS 29, NO. 9 (2010): 1656–1660. 2010 Project HOPE— The
People-to-People Health Foundation, Inc.
5) Preventive Health Care. CDC Website. http://www.cdc.gov/
healthcommunication/toolstemplates/entertainmented/tips/preventivehealth.html
33
Hastalara hastalıklarıyla başa çıkmayı öğretmek;
özellikle astım, diyabet, tansiyon, arterit çölyak gibi kronik ve kontrol edilebilir hastalıklarda; tıbbın önemli görev
tanımlarından biridir. Bu tip hastalıklarda hastanın yaşam
kalitesini sağlamak, hastanın hastalığı hakkında eğitilmesine ve yaşam tarzında yapılacak köklü değişikliklere
bağlıdır. Hastanın uyumlu ve kontrollü olması, hekimin
yol gösterici ve eğitici olması, hasta yakınlarının ise destekleri; hastanın hastalığına uyum sağlayarak ve yaşam
kalitesini düşürmeden hastalığıyla yaşamayı öğrenmesi
açısından son derece önemlidir.
Hastaların hastalıkları hakkında uzmanlardan bilgi
alması, birbirleriyle deneyimlerini ve tavsiyelerini paylaşması amacıyla pek çok hastanede, aile sağlığı ve eğitim
merkezlerinde başlatılan hasta eğitim programlarının,
hastaların yaşam kaliteleri ve hastalığa uyum süreçleri
üzerinde olumlu etkileri araştırmalarla doğrulanmıştır. Bu
programlar hastaları yemek ve yaşam tarzıyla, oluşabilecek acil durumlarla ve bu durumlarda neler yapılması
gerektiğiyle, ilaç kullanımı ve tansiyon ya da şeker ölçen
aletlerin kullanımıyla ilgili bilgilendirmek ve aynı zamanda
psikolojik destek vermek amacını taşımaktadır. Bilgilendirmenin yanı sıra, çeşitli sosyal aktiviteler ve kamplarla
zenginleştirilmiş programların hastalar açısından daha
iyi sonuç verdiği düşünülmektedir. Hastaların bu aktivitelere ve danışmanlıklara yakınlarıyla birlikte katılması,
hastalığa uyum sürecinde gerekli ortamın hazırlanması
ve hastaya gerekli desteğin verilmesi açısından oldukça
önemlidir.
Hayatımızın her alanına giren teknoloji, kronik hastalıkların yönetiminde de önemli bir araç olarak karşımıza
çıkmakta. Hastalara almaları gereken ilaçları, yapmaları gereken egzersizleri, diyetlerini ve doktor kontrollerini
hatırlatan mobil uygulamalar son zamanlarda hastanın
oto-yönetiminin sağlanması açısından sıkça kullanılıyor
ve araştırmalar bu tip uygulamaların yararlı olabileceğini
gösteriyor.
Bu hastalıkların toplumsal olarak da kabul edilmesi
ve bunların gerektirdiği yaşam biçimlerine uygun hizmetler ya da ürünler sunulması da hastaların uyum sürecini kolaylaştırıyor ve yaşadıkları problemleri azaltıyor.
Restoranlarda diyabetik hastaların diyetine uygun menü
seçenekleri sunulması, marketlerde çölyak hastaları
için glütensiz ürünlerin satıldığı reyonlar oluşturulması, egzersiz için parkların, yürüyüş ve bisiklet yollarının
artırılması hastaların yaşamını kolaylaştırıyor ve yaşam
kalitelerini artırıyor. Bu konunun devlet yetkilileri tarafından hassasiyetle ele alınarak, verimli devlet politikalarının oluşturulması gerekiyor. Ayrıca kronik hastalıklar için
devlet tarafından yapılan maddi yardımın artırılması ve
hastanın hayat kalitesini artıracak uygulamaların sigorta
kapsamında değerlendirilmesi de önemli noktalar arasında yer alıyor.
Bu tip hastalıklarda hekimin en önemli görevi hastaya yol gösterici olması, tedaviyi ve hastanın yaşamında gerçekleştirecek değişiklikleri hastanın ihtiyaçlarına,
mesleğine, yaşam koşullarına, yaşına ve cinsiyetine, yeteneklerine uygun olarak planlamasıdır. Kronik hastalıklarda sürecin hastaya uygun şekilde kişiselleştirilmesinin
hastalığa uyum sürecine olumlu etki yaptığı bilinmektedir. Hekimler, hastalarının bu süreçte karşılaşabilecekleri
güçlükleri bilmeli, hastalarına aktarabilmeli ve hastalarını
bu güçlükleri aşma konusunda motive etmelidir.
Diyabet hastalarında hastanın düşük karbonhidratlı diyete uyması, düzenli egzersiz ve insülin ilacı kullanımı ve doktor kontrollerinin aksatılmaması kan glikoz
seviyesinin kontrol altında tutulması açısından oldukça
önemlidir. Diyabet hastaları ayrıca egzersiz sonrasında
ve insülin kullanımının bir komplikasyonu olarak oluşabilecek hipoglisemik krizler, ayak bakımı, şeker seviyesi
ölçen aletlerin kullanımı ve hangi durumlarda hastaneye
başvurmaları gerektiği konularında bilinçlendirilmelidir.
Hastalar gerektiğinde psikososyal destek alabilecekleri
merkezlere yönlendirilmeli ve hasta yakınlarının işbirliği
sağlanmalıdır.
4) Mobile phone messaging for facilitating self-management of
long-term illnesses. Thyra de Jongh, Ipek Gurol-Urganci, Vlasta Vodopivec-Jamsek, Josip Car,Rifat Atun. The Cochrane Library. Published Online: 12 DEC 2012
5) Diyabetes Mellitusta Hasta Eğitimi ve İzlemi. Dr. Füsun Ersoy, Dr.
Murat Yılmaz, Dr. Tamer Edirne. Kırıkkale Üniversitesi. Sürekli Tıp Eğitimi
Dergisi. Mart 2001
6) http://celiac.org/about-cdf/strategicplan/
7) National Standards for Diabetes Self-Management Education and
Support. Linda Haas, PHC, RN, CDE, (Chair)1, Melinda Maryniuk, MEd,
RD, CDE, (Chair)2, Joni Beck, PharmD, CDE, BC-ADM3, Carla E. Cox,
PhD, RD, CDE, CSSD4, Paulina Duker, MPH, RN, BC-ADM, CDE5, Laura Edwards, RN, MPA6, Edwin B. Fisher, PhD7, Lenita Hanson, MD,
CDE, FACE, FACP8,Daniel Kent, PharmD, BS, CDE9, Leslie Kolb, RN,
BSN, MBA10,Sue McLaughlin, BS, RD, CDE, CPT11, Eric Orzeck, MD,
FACE, CDE12,John D. Piette, PhD13, Andrew S. Rhinehart, MD, FACP,
CDE14,Russell Rothman, MD, MPP15, Sara Sklaroff16, Donna Tomky,
MSN, RN, C-NP, CDE, FAADE17 and Gretchen Youssef, MS, RD, CDE18
on behalf of the 2012 Standards Revision Task Force. American Diabetes
Association. June 2007
8) http://www.celiaccentral.org/education/
Çeşitli genetik enzim eksikliği hastalıkları çocukluk
çağından itibaren başladığından hem aileleri hem de çocukların psikolojilerini ciddi ölçüde etkilemektedir. Aileler,
çocuklarının hastalığı ve diyeti hakkında bilinçlendirilmeli,
çocuğa da bu eğitim küçük yaşlardan itibaren verilmelidir. Bu durumda çocukların toplumsal hayattan dışlanmış hissetmeleri nedeniyle oluşabilecek psikolojik problemlerin çözümünde ailelerin desteği ve çocuğun alacağı
psikolojik yardımın yararı büyük olacaktır. Bu hastaların
diyetlerine uygun yiyecek seçenekleri sunulması konusunda üreticiler hassas olmalıdır.
Süleyman Doğan Polat
İçerik Takımı
REFERANSLAR
1)Stanford Patient Education Center, Chronic Disease Self Management Program. http://patienteducation.stanford.edu/programs/cdsmp.
html
2)Supporting Self-management in Patients with Chronic Illness.
MARY THOESEN COLEMAN, M.D., PH.D., and KAREN S. NEWTON,
M.P.H., University of Louisville School of Medicine, Louisville, Kentucky.
Oct 15, 2015. http://www.aafp.org/afp/2005/1015/p1503.html
3) Patient Self-management of Chronic Disease in Primary Care.
Thomas Bodenheimer, MD; Kate Lorig, RN, DrPH; Halsted Holman, MD;
Kevin Grumbach, MD. JAMA. 2002;288(19):2469-2475. doi:10.1001/
jama.288.19.2469.
34
Küresel Isınma
“Küresel ısınma” terimine senelerdir televizyon ve gazetelerden aşinayız. Dünya için zararlı bir şey olduğunu,
yaşam kalitemizi etkilediğini, buzullardaki hayvanların
ölümle yüz yüze olduğunu bir çok kez duyduk. Fakat
küresel ısınmanın aslında ne kadar ciddi bir sorun olduğunun farkında mıyız? İnsan sağlığına vereceği zararın
boyutlarını biliyor muyuz? Peki nasıl önüne geçeceğimizi
öğrenmek istiyor muyuz?
Küresel ısınma, dünyaya salınan gazların sera etkisi
ile dünya üzerindeki sıcaklığı arttırmasına deniyor. Güneş ışınları dünyaya vurduğu zaman, hali hazırda dünyada artarak bulunan karbondioksit, metan gazı ve su
buharının etkisiyle atmosferden çıkamıyor. Atmosferden
çıkamayan bu sıcaklık dünyada hapis kalarak dünyamızı
daha çok ısıtıyor ve buna küresel ısınma deniyor. Tüm
bu terminoloji karmaşası içerisinde elimizdeki somut bilgi
dünyanın sıcaklığının 1860-1900 seneleri arasında 0.6 C
yükseldiği yönünde. Buna ek olarak 1976’dan bu yana
da dünya ısısında 0.76 C oranında bir yükselme gözlendi. Tüm bu geçen yazlar-kışlar arasında bu bir-iki derecenin önemi ne? Gelin bir de buna göz atalım.
Hekimlerle Röportajlar
sularda yaşayamayacak deniz canlıları da mevcut. Bunun yanında sıcak sularda yaşayabilen deniz canlıları da
diğer alanlarda artan sıcaklığa bağlı olarak göç edip tatlı
ve tuzlu suların ekolojik dengeleriyle oynuyorlar.
Karaya bakacak olursak, kara canlıları da artan sıcaklığa adaptasyon göstermek amacıyla daha yüksek
rakımlara çıkıyorlar. Bazı şanssız canlıların ne yazık ki
daha fazla çıkabilecek yeri kalmadığından nesilleri tükeniyor. Buzullardaki kutup ayıları ve penguenlerin eriyen
buzullardan dolayı hareket alanları kısıtlanıyor ve adaptasyon gösteremezlerse nesilleri tükenmeye mahkum
bırakılıyor.
Peki bu felaketlerin başımıza gelmemesi için, küresel
ısınmayı durdurmak adına ne yapılabilir?
Mesela kendi enerjimizi üretmeyi deneyebiliriz. Çiftliklerde yel değirmenleriyle enerji üretimi yapılarak havaya
karbon salınımı kısıtlanabilir. Ulaşım sistemleri de küresel
ısınmaya katkı sağlayan pastadan büyük bir dilim alıyor.
Kişisel olarak bisiklet kullanımı, araç şartsa da karbon
yönünden fakir yakıtların kullanımı küresel ısınmayı kısıtlayabilir. Fosil yakıtları küresel ısınmanın artışından epeyce sorumlu ve yeşil enerji kolayca bunun yerini alabilir.
Bunlar daha toplu hareketler gerektirebilir fakat bireysel
olarak, yarından itibaren yapmamız gereken en önemli
şey: GERİ DÖNÜŞÜM! Geri dönüşüm ile doğal kaynakları koruyabilir, karbon üretimini azaltabilir, doğaya karışan çöpü azaltabiliriz.
Küresel ısınmaya karşı hep beraber, yeşil olalım..
Dr. Berke Özüçer, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi mezunu, Bezmialem Vakıf Üniversitesi
Kulak-Burun-Boğaz (KBB) bölümünde asistan doktor.
•Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir?
Ben bir kere cerrahiden çok hoşlanıyorum, biraz matematiksel işleyen bir kafam var. Cerrahi mi dahiliye mi
kararsızlığını hepiniz yaşayacaksınız zamanı gelince.
Benim için cerrahi daha ağır bastı, bu birinci adım. Sırf
işten ibaret değil hayat, dolayısıyla insanî yaşamaya müsade eden bir branş olsun istedim, dolayısıyla bir sürü
branş eledim. Örneğin plastik cerrahi, ortopedi vesaire
gibi branşlar eleniyor. Dolayısıyla son zamanlarda yükselen bir trend olan ufak cerrahilerle ilgilenen üroloji, KBB
ve göz üçlüsüne kaldım. Çok sistematik ilerledi. KBB
de çok geniş, yani kulakta hem mikrocerrahi yapabiliyorsun, büyük cerrahiler yapmak istersen baş-boyun
cerrahileri var, estetikle uğraşmak istiyorsan ortoplasti,
rinoplasti, çene yapabiliyorsun. Çocuklarla uğraşmak
istersen pediatrik otolaringoloji de var. Dolayısıyla çok
geniş bir skala var. Eğer cerrahi ile çok mutlu olmazsan
ileri hayatında poliklinik yaparak da mesleğini idame ettirebiliyorsun. Masif cerrahiden oluşan branşlarda bu çok
mümkün değil; cerrahi yapmayı kestiğin anda mesleğin
de kesiliyor. Tüm bu faktörleri değerlendirdim ve KBB
ağır bastı, çok mutluyum.
•Pişmanlık yok o zaman?
Pişmanlık yok ya, iyiyim, keyfim yerinde.
Aylin Gareayaghi
İçerik Takımı
Küresel ısınma tarım faaliyetlerini olumsuz yönde
etkiliyor. Kuraklıktan ve artan sıcaklıklardan etkilenen
topraklar ne tarıma uygun işlev görebiliyorlar ne de hayvanlara gerekli besini sağlayabiliyorlar. Kuraklığın bir sonucu olarak tarım topraklarını yağmur suyu yerine insan
çabasıyla sulamak da zaten azalmakta olan kaynakların
tükenmesine katkıda bulunuyor. Haşereler de kısalan kış
mevsimi ve azalan soğuk havadan dolayı tarım topraklarına her zamankinden çok hasar veriyor.
Isınan havalardan buzullar da nasibini alıyor. Eriyen
buzullara bakarak bilim adamları önümüzdeki 50 yılda
deniz seviyelerinin 88 santimetre kadar artabileceğini
söylüyorlar. Bunda genleşen okyanus sularının daha fazla yer kaplaması da pay sahibi. Bu durum tabi ki kıyı şehirlerini ve adaları kötü yönde etkiliyor. Deniz transportu
daha pahalı hale geliyor ve denizlerde oluşan fırtınalar
kıyıları daha sert etkiliyor. Aynı zamanda sıcaklığı artan
35
•Çalışma saatleriniz nasıl? Yorgunluk derecesi ne?
Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Sabah 7.30’da vizitimiz başlıyor. Salı ve Çarşamba günleri yine sabah 7.00’da toplantımız var. Dolayısıyla 7.15
gibi ortalama hastanede olmam gereken bir branş. Vizitlerden sonra saat 8.00’de poliklinik ya da ameliyatlar başlıyor, akşam 5.30-6.00’ya kadar sürüyor. Tuttuğun nöbet sıklığına göre de 36 saati görebiliyorsun ama
bizim nöbetlerimiz daha konforlu çünkü yukarıdayız,
aşağıda acilde değiliz. Dolayısıyla mesai saati olarak
inanılmaz tempolu olmasa da ben çok yoğun KBB ile
uğraşıyorum; okuyorum, yazıyorum, çiziyorum, düşünüyorum, işler ayarlıyorum, kurslara gidiyorum, eğitimlere
katılıyorum ve kendimi yoğunlaştırıyorum. Fakat hal itibariyle Bezmialem’deki süreç beeni çok yormuyor, hasta yoğunluğumuz çok ama çalışma saatlerimiz iyi. KBB
konforlu bir bölüm herkese tavsiye ederim. (Arada hasta
giriyor...)
Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber
ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu?
Ben zaten en başta söylediğim gibi sosyal hayatıma izin
versin diye seçtiğim bir branştı. Şimdi altı aydır evlendim, eşim de çocuk psikiyatristi, onu da çok tavsiye ediyorum. Valla normal sosyal hayatıma arkadaş-eş-dost
toplantılarının hepsine katılıyorum aşağı yukarı, her haftasonu ormanda koşumu sporumu yapıyorum, ailemi
görüyorum. Geçen bir hafta önce yurtdışına kayağa
gittim, Paris’e gittim. İyi yani, ben hayatımı güzel yaşıyorum, mutluyum. Hiç depresif bir ropörtaj olmadı, çok
güzel bir ropörtaj yapıyoruz.
•Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler?
KBB isterdim! İki branşta yoğunlaşmak isterdim: birincisi
plastik cerrahi isterdim. Eğer şu anki gibi insanî dışı olan
temposu ve diyabet vesaire gibi angarya iş yapmıyor olsalar plastik ilgimi çekiyor. Ben de onun yüzdeki kısmıyla
ilgileniyorum gerçi. Bir de çocuk psikiyatrisi çok ilgimi
çekiyor, eşim girdikten sonra ilgim iyice arttı. Bütün kadın
doktorlara tavsiye ederim çünkü çok konforlu ve ilginç.
Her gün dinlediğim hikayeler çok heyecanlandırıyor beni.
Eşim de bana diyor ki sen cerrahsın, biz de ruh cerrahisi
yapıyoruz diyor. Herkese tavsiye ederim. Ben de yapmak isterdim neden zamanında hiç aklıma gelmemiş..
Eşime ben seçtidim çocuk psikiyatrisini, çok güzel bir
branş. Erişkin psikiyatrisinden daha keyifli.
Tıp öğrencilerine iletmek istediğiniz bir şey var
mı?
“Sanat uzun, hayat kısa” öyle diyorlar: “vita bravis, ars
longa”. Çok çalışın çok eğlenin!
Dr. Hakan Kaçar, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Göz Hastalıkları bölümünde asistan doktor.
•Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir? Seçiminizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı?
Benim küçümlüğümden beri göz doktoru olma hayalim
vardı. Üniversiteye başlayıp kliniği ziyaret etmeye gittiğimde de göz hastalıkları çok hoşuma gitti. Benim için
herhangi bir negatif yönü olmadığı için seçmeyi düşündüm. Şu an seçimimden dolayı mutluyum. Hiç bir sıkıntı
yok.
•Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne?
Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Çalışma saatlerimiz bayağı yoğun. Şu an servisteki asistan sayımız üç, bu nedenle ben de en çömez olduğum
için 12 nöbetim var, nöbet ertesi de akşam 17.00’a kadar mesai. Yani yaklaşık 36 saat çalışma saatim oluyor.
36
Ayda 12 nöbet, gün aşırı neredeyse çalışıyorum. Bayağı
yoğun, ama beni henüz çok rahatsız etmiyor. İnşallah
ileride de rahatsız etmez.
•Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu?
Bu nöbet yoğunluğu zamanla azalacak ama şu anda elbette yeterince vakit ayıramıyorum. Kısa zaman sonra
inşallah nöbet yoğunluğum azalıp daha fazla zaman ayıracağımı düşünüyorum. Sıkıntı olmayacak bence.
•Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri nelerdir?
Dünyaya üç kere daha gelsem üç kere daha göz uzmanlığını seçerdim. Nedenleri de..bilmiyorum seviyorum
bu bölümü. Tıptan daha ayrı bir branş gibi geliyor bana,
daha spesifik daha özel. O yüzden çok memnunum.
(Telefon geliyor ve doktorumuz hastaya gitmek için kalkıyor.)
Doç. Dr. Şahabettin Selek, Cumhuriyet Üniversitesi
Tıp Fakültesi mezunu, Bezmialem Vakıf Üniversitesi’nde Biyokimya Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi.
•Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir? Seçiminizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı?
Mezun olduktan sonra birkaç yıl pratisyen hekimlik yaptım ama içimde hep bir şeyler araştırmak, bulmak, yakalamak laboratuarda bir şeyler katıp karıştırmak isteği
vardı. Onun için girdiğim TUS sınavında da tüm tercihlerim biyokimyaydı ve üçüncü tercihim Harran Üniversitesi geldi. Hiç pişmanlık duymadım, şimdi girsem yine
biyokimyayı seçerim. Genelde temel bilimlerin asistanlığı
biraz daha rahat olur diyorlar fakat ben çok yoğun bir
araştırma-geliştirme (ARGE)’nin içerisine girdim. Hatta bizde mesai ikiye ayrılırdı: dörde kadar rutin işimiz
vardı, dörtten sonra da biz ARGEye başlardık. Dörtten
gece 11-12’ye kadar devam ederdik. Bu kadar yoğun
bir araştırmanın içerisine giriyorduk ama çok da mutluyduk çünkü moleküllerle uğraşmak daha güzel geliyordu
bana. Tabi ki yapılan her iş kutsaldır ama devamlı hasta
bakmak, ömrümün sonuna kadar hastalarla ilgilenmek
bana çok cazip gelmedi çünkü içimde hep bir şeyler eksik hissediyordum. Temel nedeni de ARGE idi. O yüzden
tüm tercihlerim biyokimyaydı, şimdi girsem yine biyokimya isterim. Hekimlerin şöyle bir şansı var: bir sınavla
seçim yapıyorsunuz. İstediğiniz yer gelene kadar sınava
girebilirsiniz.
•Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne?
Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Genel olarak aslında hekimlerin çalışma saatleri yoktur.
37
Burayı değerlendirirsem burada günde en az 11 saat
Bezmialem’deyim. Sabah 7.00, akşam 6.15 buradayım. Şikayetçi değilim. Evet, yoğun bir çalışma saatimiz
var fakat bu meslek açısından bakarsan akademisyen
olmak, başarılı olmak, daha daha iyi olmak istiyorsanız
fazla çalışmanız gerekiyor. İlgi ve sevgi isteyen bir bölümdür. TUS’ta ilk 10’lardadır şimdi, bazı yerlerde ilk
3’lerde. İki nedeni var bunun, sadece biyokimya değil
temel bilimler için söylüyorum: birincisi rahatına düşkündür insanlar, uzmanlığı rahattır. İkincisi de çok çalışmak
isterseniz buna da çok uygundur. Bir şeyler araştırayım,
bulayım derseniz temel bilimlerde araştırılacak o kadar
çok şey var ki. İki ucu da çok açık, bence insanlar bu iki
sebepten dolayı seçiyorlar. Son dönemde bayanlar çok
tercih ediyor çünkü anne olacaklar, ailelerine vakit ayıracaklar. Uzmanlığı rahattır temel bilimlerin, çalışma saatleri onlara uygundur. Zevkli de bir bölümdür, cihazların
başında sabahlayabileceğiniz bir alan.
•Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu?
Asosyal bir kişi olduğumu söylerler. Mesleğe asistanlıkla
beraber girdiğim andan itibaren gece geç saatlere kadar hep çalıştım. Çalışmanın sonucunda iki patent aldım, bir takım hedeflerime de ulaştım, başarılı olduğum
yerler oldu. Fakat hep şunu görürsünüz: ailenizi ihmal
etmeden, asosyal olmadan bu işlerde başarılı olmak çok
zor. İçimi acıtan tarafı olduğunu da söyleyebilirim; ailemle
yeterince ilgilenemiyorum, vakit ayıramıyorum. Çok enteresan bir anım var: kızım şimdi dokuz yaşlarında, beş
yaşlarındayken hafta sonu bir arkadaşın evine gidiyoruz.
Orada soruyorlar kızıma ‘Şeyda sen büyüyünce ne olacaksın?’ diye, ‘doktor olacağım’ diyor. ‘Neden doktor olmak istiyorsun?’ diyorlar, ‘babamın hastanesinde çalışıp
onu görmek için’ diyor. Böyle anılarım da vardır benim,
kızımın, çocuklarımın beni yeterince görememesi, onlara
yeterince vakit ayıramamam. Hala bile sağlık problemleri
oluyor ve hakikaten ilgilenemiyorum, vakit ayıramıyorum.
Eşim de artık alıştı bu duruma, benim bu eksiğimi kapatmaya çalışıyor. Kapatamamış olsa çok zor olurdu zaten.
O noktada evet, asosyal bir duruma geldik; aileyi de,
herkesi de ihmal ettik. Bu mesleğe girdiğiniz andan itibaren toplumdan daha farklı bir kişiye bürünüyorsunuz.
En basitinden gecenin geç saatlerine kapım çok çalındı
‘doktor bey koşun babama bir şeyler oldu’ diye, çıkıp
bakıyorum ki babası vefat etmiş. Bunları hep yaşadım.
Oturduğunuz yerde, kaldığınız mahallede, ailenizde artık
kendinizden vazgeçiyorsunuz. Bir nevi toplumun malı olmuş oluyorsunuz. Ne kendinize ne ailenize çok vaktiniz
olmuyor.
•Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler?
Bir seçim şansını daha düşünmüyorum. Dünyaya yeniden gelsem yine Şahabettin olmak isterdim, yine biyo-
kimyayı seçmek isterdim işin doğrusu. İkinci bir tercih
belki şöyle olabilir: biyokimyanın kendi içinde bir takım
alanlarda özelleşip o noktada tamamen gitmek isterdim.
•Tıp öğrencilerine iletmek istediğiniz bir şey var
mı?
Çalışınca başarı kendiliğinden gelir, bu bir gerçek. Bu
çalışma ile ilgili 2010larda televizyonda bir röportaj gözüme çarptı, çok da hoşuma gitti. Birisi KPSS sınavına
giriyor, yüksek de bir puan alıyor ve istediği bölüme giriyor. Röportajda soruyorlar bu işi nasıl becerdin diye.
Cevap şuydu: beyin bedava! Kaydet, sınava gir, ver, çık.
Hiç üzülmesinler tıp öğrencileri başarabilirler her şeyi.
Onların bu şevkini görünce ülkemiz adına da çok seviniyorum.
Prof. Dr. Nahid Motavalli, İstanbul Üniversitesi Çapa
Tıp Fakültesi mezunu, kendi kliniğinde Çocuk Psikiyatrisi alanında çalışıyor.
•Bu bölümü seçmenizdeki nedenler nelerdir? Seçimizden dolayı hiç pişmanlık yaşadınız mı?
Psikiyatr olmak için analitik düşünce, empati becerisi
ve iyi sözel beceri gerekir. Bu bölümü seçme nedenim
kişisel yeteneklerimin bu yönde olması. Hiç pişman olmadım.
•Çalışma saatleriniz nasıl? Yoğunluk derecesi ne?
Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Hem üniversite hem muayenehanede çalıştığım zaman
günde 12 saat durmadan çalışırdım. Şimdi günde 7-8
saat çalışıyorum. Eskiden daha çok yorulurdum fakat şimdi de ağır hastalar takip ettiğim için yoruluyorum.
•Aile, arkadaş, sosyal hayatınız mesleğinizle beraber ne derece yürüyor? Yakınlarınız hiç vakit ayıramamanızdan şikayet ediyor mu?
Üniversite ve muayenehanede çalıştığım zamanlarda yakınlarımı daha az görürdüm fakat şimdi daha fazla görüşebiliyorum.
•Bir seçim şansınız daha olsaydı hangi alanda uzmanlaşmak isterdiniz? Nedenleri neler?
Eğer bu bölüm olmasaydı klinik genetik seçerdim. Orada dismorfi ve anomalilerle uğraşmayı puzzle çözmek
gibi yaşıyorum.
Aylin Gareayaghi
İçerik Takımı
38
En Tartışmalı Tıp ve Fizyoloji Nobeli
Bu yazımda literatüre kazandırdığı lobotomi tekniğiyle
1949 yılı Tıp ve Fizyoloji Nobeli’ni kazanan, bazı kesimlerce tarihin en tartışmalı Nobel sahibi olarak nitelendirilen
nörolog Egas Moniz’i ele aldım. Egas Moniz ilk Portekizli
Nobel Ödülü sahibi olmasının yanı sıra serebral anjiografiyi geliştiren kişidir. Ayrıca birçok diplomatik mevkide
bulunmuştur. Onun hafızalarda yer etmesini sağlayan
çalısması üzerinden yarım asırdan fazla geçmiş olmasına
rağmen günümüzde dahi etik açıdan tartışmalara sebep
olan lobotomidir.
Egas Moniz 1935 yılında Londra’da katıldığı bir konferansta Dr.
Fulton’ın iki şempanze üzerinde
yaptığı deneyden çok etkilenir. Bu
deneyde Fulton iki şempanzenin
frontal loblarındaki bağlantıları haraplamış ve sonrasındaki hareketlerini gözlemlemiştir. Öncesinde
çok saldırgan hareketler sergileyen
şempanzelerin bu girişimsel müdaheleden sonra durgun hale geldiklerini gören Egas Moniz bundan esinlenerek 1936 yılında
‘’prefrontal lökotomi’’ tekniğini tanıtır. Çalışmalarına ağır
psikotik atakları olan bir hayat kadınının frontal lobunu
saf alkol enjeksiyonuyla sklerotik bir dokuya dönüştürerek başlar. Sonrasında bu girişimlerine, sinir bağlantılarını
kopartmak için ‘‘lökotom’’ adlı aleti geliştirir ve çalışmalarını manik depresif psikoz atakları gösteren hastalarda
ve şizofreni hastalarında sürdürür. Egas Moniz’in bu çalışmalarını benimseyen ve kendi kliniğinde uygulayanların
başında Amerikalı Dr. Freeman gelir. Freeman ‘‘prefrontal
lökotomi’’ tekniği üzerinde küçük değişiklikler yaparak
tekniği yaygın şekilde kullanılan standart formuna kavuşturur ve teknik ‘’prefrontal lobotomi’’ adını alır.
Egas
Moniz’in
bu
çalışmasında
en çok tepki toplayan nokta lobotomi
sonrası hastalardaki
değişimler ve hastalarda gözlenen yan
etkilerdir. Hastaların
çoğundaki
semptomlar lobotomi sonrası ortadan kaybolmuştur fakat bu
sefer hastalar çevrelerindeki olaylara tepkisiz hale gelmiş, ‘‘ruhsuzlaşmıştır’’ . Lobotomi ameliyatı olan bir kızın
annesi bu durum için: ‘‘Vücüdu burada bizimle ama ruhu
sanki bir yerlerde kaybolmuş gibi’’ ifadelerini kullanmıştır.
Peki, bu kadar kötü yan etkilere sahip bir yöntem
1940’larda nasıl bu kadar popüler oldu ve Egas Moniz’e
nobel getirecek kadar kabul gördü? Bunu 4 maddede
özetleyebiliriz: Birincisi Egas Moniz lobotomi araştırma-
39
Tıp Tarihi ve Etik
sından önce yaptığı serebral anjiyografi icadıyla büyük
prestij sahibi olmuştur. İkinci olarak o sırada lobotomiye alternatif bir tedavi yöntemi olmaması gösterilebilir.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası post travmatik stres
sonucu meydane gelen vakaların, hastanelerin yataklı
servislerinin karşılayamayacağı kadar artması üçüncü
sebep olarak gösterilebilir. Son olarak manik depresyon
gibi hastalıklara sahip kişilerin çok uzun süre boyunca
hastanede yatırılmalarıyla birlikte bu hastaların hastane
enfeksiyonları kaynaklı mortalitelesinin Amerika Birleşik
Devletleri’nde %18 gibi çok yüksek rakamlara ulaşmasından bahsedebiliriz.
Tarihçesinden, yan etkilerinden, uygulanış şeklinden
bahsettiğimiz bu yöntem ne kadar işe yaradı? Bu soruyu
cevaplamak için İngiltere’de 1942-1954 yılları arasındaki
vakaları inceleyen Dr. Tooth ve arkadaşlarının çalışmasını
inceleyebiliriz. Bu çalışmada 10.365 lobotomi cerrahisi
mercek altına alınmıştır. Sonuçlara göre hastaların %41’i
tamamen iyileşmiş ya da yüksek derecede ilerleme kaydetmiştir. %28’i çok az bir gelişme göstermiş , %25’inde
ise hiçbir değişiklik gözlenmemiştir. Hastaların %2’si cerrahiden sonra daha kötü olmuş ve %4’ü hayatını kaybetmiştir. Bu veriler de bu tartışmalı yöntemin işlevselliği
hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamıştır.
1940’lı yıllarda çok popüler olan bu yöntem 1952’de
şizofreni hastaları için geliştirilen klorpromazin adlı nöroleptik ilacın geliştirilmesiyle doktorların çok büyük bir kısmı tarafından terkedilmiştir. Günümüzde ise bazı merkezlerde lobotominin daha az radikal versiyonları nadir
de olsa uygulanmaktadır.
Süleyman Doğan Polat
İçerik Takımı
KAYNAKLAR
1-MLA style: “Controversial Psychosurgery Resulted in a
Nobel Prize”. Nobelprize.org.
Nobel Media AB 2014. Web
2- “Watts, James: Oral
History, January 25, 1979,” interview by Thomas M. Peery and Oral History Committee George Washington University Medical Center, The GW
and Foggy Bottom Historical Encyclopedia, 2010, 29, accessed October
20, 2013,
3-MLA style: “Controversial Psychosurgery Resulted in a Nobel Prize”. Nobelprize.org. Nobel Media AB 2014. Web. http://www.nobelprize.
org/nobel_prizes/medicine/laureates/1949/moniz-article.html
4-Swayze II, VW: Frontal leukotomy and related psychosurgical procedures in the era before antipsychotics (1935-1954): A historical overview. Am. J. Psychiatry 1995, 152 (4):505-515.
Tarihteki ilk doktor kimdi? Etik kavramı ne zaman ve
nasıl ortaya çıktı ? Aydınlatılmış onam nedir? tıp etiğinin
babası gerçekten Hipokrat mı? İlk anemnezi hangi Mısırlı
aldı? Çinliler böyle akupunktur yapmayı nereden öğrendi? İkinci Dünya Savaşı tıp etiğinde neleri etkiledi? Sizlerle tarihte keyifli bir keşfe çıkacağız sevgili okur.
Tıp, evrendeki en eski disiplindir ve yeryüzündeki ilk
insan da ilk doktor. Dünya tarihi boyunca tüm sosyal ve
politik olaylardan etkilenmiş olan tıp disiplininin bugünkü
halini alışını görmek için önce biraz tarih öncesi zamanlarda dolaşalım. Tarih öncesi zamanları üçe ayırırsak;
paleolitik çağ ilk insanların alet yapmaya başladıkları,
mezolitik çağ insanların toplu yaşamanın önemini anlayıp mağaraları boyamaya başladıkları, neolitik çağ ise
tarımla tanışıldığı dönemdir. Tarihöncesi zamanlardaki
tıpla ilgili geliştirilmiş farklı teoriler var.
İçgüdüsel tıp teoremine göre paleolitik çağ insanlarında yalnızca yalamak, emmek ve üflemek gibi öğrenilmemiş, içgüdüsel tıbbi müdahaleler görülüyordu. Bir
diğer teori deneysel tıp. İnsanların deneyimlerinden ders
çıkardığı ve üzerine bir de deneme-yanılmalar yaşadığına dair görüş. İnsanların mevsim, doğa şekilleri gibi
faktörlerin etkilerini anlamaya başladığını söyler ve sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Bir de sihre dayalı tıp teorisi var. Buna göre insanlar yağmur, yıldızlar, güneş gibi
faktörleri tanımaya başladı ve onları doğaüstü olarak
nitelendirdi. Sonra da sağlıklı ya da sağlıksız olma durumuna bu doğaüstü güçler tarafından karar verildiğine
inandılar. Yine mezolitik ve neolitik çağda karşılaşılan bu
teoriye göre doktor, bu doğaüstü güçleri ikna etme kabiliyeti olan kişi idi. Tarihöncesi çağlara ait bir diğer teori de
rahip tıbbı teorisi. İnsanların tanrı figürleri şekillendirmeye başlaması ile birlikte ortaya rahipler çıktı. Tapınaklar
inşa edildi. Liderlik, rahiplik ve doktorluk sıfatları bir tek
kişide toplandı. Bu “lider-doktor-rahip” tapınakta yaşadığından tarihin ilk hastaneleri de tapınaklar oldu. bu
dönem doktorları hastalarını iyileştirmek için bitkileri kullandı ve tanrılarına kendilerine iyileştirme gücü vermeleri,
ceza olduğuna inandıkları hastalığı uzaklaştırmaları için
dua ettiler. Onlara göre hastalık, insanın cezalandırılması
için içine yollanmış kötü bir ruhtu.
Tüm bu tarih öncesi zaman boyunca uygulanan
yalnızca tek bir cerrahi müdahale vardı: Trepanasyon.
“Doktor-rahip-lider” hastalığın inatçı olduğuna ve iyileşmeyeceğine karar verdiğinde trepanasyon yapardı.
Hastanın kafatasında taştan aletlerle bir delik açarlar ve
içeride sıkışıp kalmış kötü ruhun bu delikten çıkacağını
ümit ederlerdi. Trepanasyon yapılan hastalar genelde
kaybedilir, yaşamayı başarsa bile felç, epilepsi gibi ciddi
komplikasyonlara maruz kalırdı. Eğer bir kişi trepanasyonun ardından hayatta kalmayı başarırsa kutsal kişi
olarak kabul edilir ve toplumun tüm kesimindeki üyeler
tarafından saygı görerek tapınakta bakılırdı.
Tarih sayfalarında dolaştığımız bu ufak gezintiden
sonra sizleri bir dünya turuna davet etmeme izin verin
sevgili okur. Sular sıçratarak Nil nehri kenarında koşmaya, akupunktur iğneleri ile isminizin baş harfini yazmaya,
tapınakların tepesinden yıldızları gözlemlemeye, sevimli
koyunların karaciğer falına bakmaya, Ying ile Yang’ı iç
içe geçirmeye, Hipokrat’ın tüylü kalemini aşırıp kaçmaya
hazırsanız buyurun başlayalım.
Asur-Babil Medeniyetinde Tıp
Asurlular milattan önce 5000li yıllarda Basra Körfezi’nde yaşadılar. “Krallık” olgusu Asur kültürü ile başladı.
Şehirleri ve farklı amaçlara hizmet eden binaları ilk onlar
inşa ettiler. Alfabe oluşturdu ve tabletlere yazdılar. Köleliğin ilk izlerini de yine onlarda gördük. Asurlulara göre
güneş en büyük güçtü ve doğurganlığın temeliydi. Kanı
hayati element kabul ettiler ve karaciğerin de merkez organ olduğu kanaatindeydiler. Asurlular insanlık tarihine,
tıp anlayışını etkileyen altı konsept kazandırdı.
İlki metamorfoz: İnsan, hayvan ve bitki, tüm evrenin
bir bütün olduğuna ve asla engellenemez bir etkileşim
içinde olduklarına dair görüş. İnsanların hayvanlardan
hastalık kapabileceğinin, bitkilerden zehirlenebileceğinin
farkına vardılar.
İkincisi reenkarnasyon: Aynı ruhun farklı bedenlerle
tekrar tekrar dünyaya geldiği inanışı. Bu inanışa göre
tüm hayatlar boyu ruhun temel hissi mutluluk olmalıdır
ve sağlıklı olmak mutlu olmak için çok önemli bir faktördür. Durum böyle olunca koruyucu tıbbın öncüsü olmuş,
düzenli yıkanmayı ve çöplerin evden uzaklaştırılmasını
adet edinmişlerdir.
Üçüncü konseptleri astroloji: Yıldızlardan edindikleri bilgileri hayatlarındaki önemli olayları düzenlemek
için kullandılar. Kahinler önemli hastalara teşhis koydular.
Dördüncü konseptleri sınavdı: Doğuştan rahatsızlığı olan bir çocuk dünyaya geldiğinde eğer kastın üst
basamağındaki bir aile söz konusu ise bunun bir sınav
olduğuna, tanrının ebeveynlerin sabrını ölçtüğüne inandılar.
Beşinci ve en ilginç konseptleri karaciğer falı: Yalnızca kritik derecedeki hasta çocuklar için gerçekleştirilen
bir ritüel bu. Hasta çocuğa koyunun burnundan nefes
aldırılıyor ve yine burnuna verdiriliyor. Sonrasında koyunun karaciğeri çıkarılıyor ve rahip tarafından, astrologun
da yardımıyla bir teşhis konmaya çalışılıyor.
Altıncısı ise biraz endişe verici: Yazılı kuralların atası
Hammurabi doktorları da unutmamış ve yanlış tedavi
40
uygulayan doktorlar için de ağır cezalar getirmiştir.
Mısırlılarda Tıp
Mısırlılar milattan önce 5000 yılında Nil kenarına taşındı ve milattan önce 3500 yılında da ilk barajı kralları
Menes öncülüğünde Nil üzerine inşa ettiler. Kralı ve ailesini korumanın ve yaşamlarını güzelleştirmenin kutsal
olduğuna ve ölümden sonraki hayatta mutluluğu yakalamanın yolunun dünya hayatındaki fiziki yönleri korumaktan, sağlıklı olmaktan geçtiğini düşündüler.
Mısırlılar iyileştirme sanatını icra ettiğine inandıkları
sağlık tanrısı Tot’a tapındılar. Mumyalamayı geliştirdiler.
Reçetelerdeki Rx’e dikkat ettiniz mi hiç? Kimi doktorlar
el alışkanlığı olarak ilaçları yazmaya başlamadan önce
reçetenin kenarına “Rx” yazarlar. İsmi İnsignia olan bu
işaret tanrısal koruma anlamına geliyor.
Bu noktada ciddi bir soruyu hatırlatmak istiyorum.
Tıp etiğinin babası Hipokrat mı? Bu sorunun cevabının
Hipokrat değil Imhotep olduğuna dair tartışmalar günümüzde halen devam etmekte. Hipokratın milattan
önce 500lerde yaşadığı bilgisini, İmotep’in milattan önce
2700lerde yaşadığı bilgisinin yanına getirince bu son
derece akla yatkın bir soru haline geliyor. Biz de cevabın peşinden koşalım, İmotep’i biraz yakından inceleyelim.
Kral Zoser zamanında yaşayan İmotep hem mimar,
hem doktor, hem de astrologdu. Dönemin kraldan sonraki en önemli adamıydı. Mısır’da tıp eğitimi tam anlamı
ile İmotep döneminde başladı. İmotep’in tıp eğitimi hakkında dönemin çok ilerisinde fikirleri vardı. Imhotep’ten
önce tıp eğitimi yalnızca soylulara açıktı. İmotep doktor
olmanın soyluluk değil bazı kişilik karakterleri gerektirdiğini düşünüyordu ki bunlar çalışkanlık, açıkgörüşlülük,
güvenilirlik, dürüstlük, sevgi ve ilgi göstermek. İmotep ilk
herkese açık tıp okulunu açtı ve haftanın belirli günleri öğrencilerine dersler verdi.Ama hala köleler bu “herkes”in
dışında kalıyordu. İmotep anemnez almaya ve hastaların
durumlarını, semptomlarını, teşhislerini, tedavilerini papirüslere yazmaya başladı ki bu da tıp literatürünün ve
hastalıkların klasifikiye edilmesinin ilk örnekleridir.
1895 yılında bulunan Edwim Smith ve Ebers Papirüslerinde İmotep’in muayene yöntemlerine dair bilgilere rastlıyoruz. Kulakla dinleme, palpe etme, gözlemleme
yöntemlerini kullandığını da bu papirüslerden biliyoruz.
Mısır kültüründe yılan figürünün de yeri büyük. Mısırlılar yılan zehrinin bağışıklık sistemini aktive ettiğinin
farkındaydılar ve yılanları bu amaçla kullandılar. Isıtılmış
metalleri kanamayı durdurmada, cerrahi enstürmanları
müdahalelerde kullanıyorlardı ve kalbin ve damarların
kanı pompaladığını biliyorlardı. Mumyalama teknikleri
sayesinde de çok ileri seviyede anatomi biliyorlardı. Kalbin merkez organ olduğunu ve ruhani konsepte göre so-
41
lunumun hayati eylem olduğunu düşünüyorlardı. Koruyucu tıp Mısırlılarda pek çok alanda kendini göstermiştir.
Mesela; düğün yapıp yapmadıklarını bilmiyoruz ama
sünnet oluyor, evin içinde hayvan beslemiyor, ölülerini
sağlıklı biçimde gömüyorlardı.
Çin Medeniyetinde Tıp
Fu-Shi doğa ve tıpta Ying ve Yang prensiplerinin yaratıcısı olan Çin hükümdarı. Milattan önce 2000li yıllarda hüküm sürdüğünü biliyoruz. Bu felsefeye göre Yang
erkeklik ve olumlu olan tüm özelikler olarak kabul edilir.
Cennet, güneş, güç, sertlik, yürek, kuruluk, gözler,vücudun sol tarafı Yang’ın içerisindedir. Öte yandan Ying
kadınlık ve negatif tüm özellikler olarak kabul edilir ve
yeryüzü, ay, karanlık, zayıflık, nem, soğuk, kulaklar ve
vücudun sağ tarafı Ying’in içindedir. Bu birbirinden ayrılmış özelliklerin uyum içerisinde olması da Çin kültüründe sağlık olarak tanımlanır. Hastalığın Yang’ın Ying’i bastıramamasından kaynaklandığı düşüncesi ile tedavilerini
Yang’ı güçlendirmek üzere yaparlar.
Shen-Nung da yine Çin topraklarında bir İmparator
ve diyor ki evren ve insanları meydana getiren beş element vardır. Bunlar: ateş, toprak, metal, su ve tahta. Bu
görüşe göre evrenin makro kozmosu ve insanın da kendi içinde bir mikro kozmosu var ve bu mikro kozmosda
her beş elementin ayrı ayrı anlamları var.
Huang-Ti , bir diğer çin imparatoru. Kendileri tıp için
bitkilerin kullanılması konusunda çok hevesliydiler. Lakin
vücudun diseksiyonunun büyük günah olduğunu düşündüklerinden anatomi bilimi bu beyefendi zamanında
gerileme göstermiştir. Akupunktur Huang-Ti tarafından
geliştirilmiş bir yöntemdir. 12 hayali enerji kanalı olduğuna inanan Çinliler bu kanallara minik iğneler batırarak
Yang’ı uyarmaya çalışırlar. Nabız ölçmeye büyük önem
veren Çinli doktorlar, 250 farklı nabız tanımlamış ve bunları hastalıklarla eşleştirmiştir.
Hint Medeniyetinde Tıp
Milattan önce 560 yılında siddhertha Budda’nın Budizmi getirmesi ile birlikte, Hint insanı hayat bilgisi anlamına gelen Ayuverda’yı benimsemiştir.Dini ibadetlerini
yoga yaparak gerçekleştiren Budistler için mutluluğun
sırrı şükretmek ve başkalarını mutlu etmekte idi çünkü
Ayüverda mutlu olmak istiyorsan mutlu et der ki bu anlayışın adı da alturizm.
Hintliler üç element teorisini geliştirdi. Hazırsanız sayıyorum, bu üç element: kan, balgam ve safra. Sağlığı
bu üç elementin dengesi ve hastalığı da bu dengenin
bozulması olarak tanımladılar.
Krala karşı gelme, hırsızlık yapma gibi ağır suçlar işleyenlerin kulakları veya burnu kökünden kesme gibi cezalara çarptırılıyor olması Hint kültüründe plastik cerrahinin
gelişmesini sağladı. Doktorlar bu cezalandırılmış insanlar için vücudun diğer kesimlerinden parçalar kullanarak
yeni organlar yapmaya çalıştılar. Susruta Koleksiyonu
adı verilen 250 parça cerrahi araç geliştirdiler.
Hintlilerde diyabet çok yaygındı ve bu hastalığı üç
semptomla tanımladılar: Çok tuvalete gitmek, çok su
içmek ve çok yemek yemek. Buna üç p kuralı dediler.
Sırası ile polyuri, polydipsi, polyhaji. Ggod Shiva hintlilerde en büyük tanrıydı ve bir budistin ateşi çıktığında
bunu God shiva’yı kızdıırmış olmasına bağladılar.
Yunan Medeniyetinde Tıp
Yunanlılarda filozofların tıp disiplinine doğrudan etkisi
olmuştur. Misal Thales. Tamam kaçmayın geometriden
bahsetmeyeceğim. Thales’e göre su herşeyin sebebidir.
Sonra Anaximener tüüm dünyanın tek bir elementten,
havadan oluştuğunu söyler. Pythagoras’ın bir Harmoni
Teorisi var. Özel günlerin, homeostazın, doğanın iyileştirici gücünün ve krizin uyumu. Alcmeeeon der ki beyin
duyunun ve duyguların merkezidir. Hipokrat’a ilham veren Empedokles evrendek her şeyin ve insanların dört
elementten oluştuğu kanısında: ateş, su, hava ve toprak.
Yunanlıların sağlık tanrısının ismi Apollo ve iyileştirici
tanrı da Aesqulapius. Hygeia. Apollo’nun kızı ve hastalığın tahmininden sorumlu. Bu sağlık tanrıları için büyük
tapınaklar inşa etti ve adına da AESCULAPIONS dediler. Burada rahipler, hemşireler, doktorlar vardı. Hastane
olarak kullanılan bu tapınaklarda ilginç yöntemler kullanılıyordu. Eve doktorun gelmesi ile iyileştirilemeyen hastalar buraya getirilir. İlk iki gece hasta dışarıda kalmak
zorundadır. Kusturucu, ishal edici ilaçlar, uygun diyet ve
egzersizle hasta bir tür detox sürecinden geçirilir. İkinci
adımda hasta tapınağa alınır, verilen bitkisel ilaçlarla büyük Aesculapiu heykelinin altında uyur. Hasta uyurken
iyileştirici yılanlar hastayı sokması için salınır ve böylece
bağışıklık sistemi devreye sokulur. Uykudan sonra hasta
doktor ile görüşür ve Aesculapius tarafından kendisine
kutsal iyileştirici bir rüya gönderildiyse anlatır, oktordan
tavsiyelerini alır, tapınağın dışındaki havuzlara para bırakır ve gider.
Hipokrat
Milattan sonra 460 yılında Cosina adasında doğan
hipokrat ilk eğitimini babasından almıştır. Llaik tıbbın
babasıdır ve trepanasyondan sonra epileptik semptomlar gösteren insanların kutsal değil yalnızca geçirdikleri
operasyon sonucu sakat kalmış hastalar olduğunu söylemiştir. Bütün hastalıkların ruhani değil doğal sebeplere
dayandığı fikrini savunur. İmotep gibi o da tıp eğitiminin
yalnızca soylulardan olanlara verilmesine karşı çıkmıştır.
Hipokrat Empadoples’in dört element kuramından yola
çıkarak humeral teoriyi geliştirmiştir. Bu teoride Hipokrat
ateşin yanına kalp ve kanı, suyun yanına dalak, mide,
sırt ve safrayı, havanın yanına beyin ve balgamı, toprağın
yanına da karaciğeri ve safrayı koymuştur.
Yunan kültürünün yetiştirdiği bir diğer önemli doktor
Galen. Pergamum’da doğan ve 130-200 yılları arasında yaşayan ünlü düşünür-doktor tam 83 kitap yazmıştır. Galen kalbin kanın hareketinden sorumlu olduğunu,
beynin duyu ve hareketi yönettiğini, karaciğerinse beslenme ve metabolizma merkezi olduğunu keşfetmişti.
Ona göre soluduğumuz hava beynimizde hayvan ruhuna dönüşür ve sinirlerle dağıtılır, kalbimizde yaşamsal
ruha dönüşür ve arteriolerle dağıtılır, karaciğerimizde de
doğal ruha dönüşür ve damarlarla dağıtılırdı.
Bambaşka coğrafyalarda dolaştıktan, tahmin ediyorum epeyce şaşırdıktan sonra sevgili okur, yeterince
dinlendiyseniz son bir kaç sorum var size. Tarihte böyle
yollardan geçmiş, böyle maceralar yaşamış, türlü türlü
inanışlara kendini adamış insanoğlu bugün tıp etiği hakkında neler tartışıyor? Hangi konularda hemfikir ? Etik
tam olarak nedir? Etik denen şey iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı sorgulayan ama asla kesin bir kanıya varmayan disiplindir. Etiğin bilimsel bir disiplin olduğunu kanıtlayan üç nokta var. Birincisi etik daima sorulara açıktır.
İkincisi temel gereci mantık ve münazaradır. Üçüncü
olarak ise tüm sosyal disiplinlerin gelişme yolu etikten
geçer. 1950lerde organ nakli yapılabilecek blgi ve araç
gerece sahipken ilk organ naklinin 1967’de yapılmış olması, bugün insan klonlamak mümkünken henüz hiç bir
insanın klonlanmamış olması etik tartışmaların getirdiği
bir durumdur. Biz, insanoğlu 1950 yılına dek paternal
anlayışı benimsedik. Bu anlayışa göre doktor her şeyin
en iyisini bilen ve hasta için en iyi kararı verecek olandı.
Lakin ikinci dünya savaşında insanlık tıp biliminin insana
zarar da vereceğini görünce bu anlayış terk edildi. 1948
yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi yayınlandı ve 1949 yılında Nrünberg’de insanlık tıp etiğini
baştan düzenledi. Hiç bir insanoğluna kendi iradesi dışında müdahale edilemeyeceği ilan edildi. Aydınlatılmış
onam kavramı da böyle doğdu. Günümüzde her doktor, 14 yaşından büyük ve akıl sağlığı yerinde olan her
hastadan eğer bilinci yerindeyse tedaviye/müdahaleye
başlamadan önce onay almak zorundadır.
Severek okuduğunuzu, kapağını tatmin olmuşlukla
kapatacağınızı ümit ettiğim bu yazı benim Etik Tanrıçam,
saygıdeğer Doçent Doktor Elif Vatanoğlu Hoca’mın ders
notlarından düzenlenmiştir. Beni yazıyı yazarken destekleyip notlarını kullanmama müsaade eden hocama hepinizin huzurunda teşekkürü bir borç bilirim.
Elif Rabia İçöz
İçerik Takımı
42
İbn-i Sina’ya Bakış
İBN-İ SİNA VE TIP
Yaşadığı dönemden günümüze kadar ilmi bilgisiyle
toplumları etkileyen ve felsefesiyle her asırda canlılığını
koruyan İbn-i Sina, çağına ve çağlar ötesine damgasını vurmuştur. Batılıların “Avicenna” adıyla tanıdığı İbn-i
Sinâ, her ne kadar hekim olarak şöhret yapmışsa da
matematik, astronomi, fizik, kimya, jeoloji, felsefe, teoloji, şiir ve müzik alanındaki çalışmalarıyla da ender görülür
bir simadır.
İbn-i Sina (9801037) bugünkü İran
sınırları içinde kalan
Belh şehrinden; Abdullah’ın
oğludur.
Sonra Buhara kentine göç eden babası,
burada devlet işinde
memuriyete devam
etmekteyken bir süre
sonra Buhara yakınlarındaki
Harmaysan’a atanır, buraya
yakın Afşana nahiyesinde evlenir. İbn-i Sina; tam adıyla Ebu Ali Hüseyin bin
Abdullah İbn-i Sina 980 tarihinde burada dünyaya gelir.
(980)
İbn-i sina’yı dönemindeki bilim insanlarından ayıran
bazı özellikler vardır. O kendini tamamen İslam ve bilime adamasının yanı sıra sahip olduğu zeka ve yetenek
sayesinde din ve bilim dünyasında “ender” olarak nitelendirilir. İbn-i Sina’nın öğrencisi Curcani’nin direkt İbni
Sina’nın ağzından yazdığı nottan da anladığımız gibi… :
“Ben beş altı yaşında iken, babam tekrar Buhara’ya
döndü, bizi de birlikte götürdü. Buhara’da ilk tahsilimi
gördüm on yaşına geldiğim zaman Kur’an’ı ezberlemiş
ve birçok bilgi edinmiştim. Birkaç sene sonra aynı hocalardan hesap, fıkıh ve kelam okudum; bu sırada Buhara’ya Abdullah Natili adında bir alim gelmişti. Babam bu
zatı evimize davet etti; ondan mantık ve felsefe öğrendim. O sırada, tıp da tahsil ediyor, nazari bilgimi hastalar
üzerinde müşahedelerle tamamlıyordum. Kitap okumaktan ziyade, doğrudan doğruya tecrübe ve müşahedelerden faydalandım. On sekizime kadar bu şekilde fasılasız
çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla veya yazmakla meşgul olur, uyku bastıracak olsa, bir bardak bir
şey içerek açılır, yeniden çalışmaya koyulurdum. Uykuda
bile zihnim okuduğum şeyler ile meşgul oluyordu. ekseri
uyandığım zaman, evvelce halledemediğim bazı şeyleri,
uyku sırasında halletmiş olduğumu görürdüm…”
Tıp alanındaki bilgi ve yetenekleri, hayatının çeşitli dönemlerinde ona kimi zaman özgürlük kimi zaman rütbe
sağlamış ve tüm bunlar da sonraki araştırmaları için İbn-i
Sina’ya imkan sağlamıştır.
Birgün Buhara Sultanı Nuh İbn Mansur hastalanır.
43
Tedavisi için İbn Sina istenir. İbn Sina titiz bir tedavi uygular ve sultanı iyileştirir. Bu vesile ile İbn-i Sina, sultanın
kütüphanesine girme imkanı bulur. İlgisini çeken ve işe
yarar kitaplar ile meşgul olmaya başlar. Sultanın kütüphanesi, içeriğiyle kendi zamanı için eşsizdir. İbn-i Sina
ilminin büyük bir kısmını burada yaptığı çalışmalar neticesinde elde eder.
İbn-i Sina 20’li yaşlarında çok zor bir dönem geçirir.
Siyasi karışıklardan etkilenir. Bazı kesimler onunla uğraşmaya başlar. Çeşitli iftiralara maruz kalır. Evi, varı-yoğu
ne varsa yağma edilir. Daha sonra hapse atılır. Bunca
sıkıntılara tahammul edemeyen İbn-i Sina kurtuluş yolları
arar. Bu arada hükümdar ailesi olan Büveyhilere mensup, Mecdûddevle’nin hastalığını Rey şehrinde tedavi
eder. Bu vesile ile hanedan ile iyi ilişkilere girer. Kısa bir
sürede vezir olur ve savaşlara katılır.Yani İbn-i Sina’nın en
büyük kurtarıcısı hekimlik özelliğidir.
Sadık talebesi Curcani tutsak zamanlarında da yine
onun yanındadır. Yine onun kaleminden İbn-i Sina’ya bir
bakış:
“Ben (Curcani) İbn Sina’ya yirmi beş sene öğrencilik yaptım ve onun hizmetinde bulundum. Onun acayip
yönlerinden birisi de eline yeni bir kitap aldığı zaman
onu baştan sona okuduğunu hiç görmemiş olmamdır.
O sadece kitabın en güç yerleri ve lüzumlu meselelerini
gözden geçirirdi. Kitabın yazarının o konuda ne dediğine bakardı. Böylece kitabın ve yazarının ilmilik derecesini
anlardı.”
İbn-i Sina bir Hamedan seferi sırasında şiddetli bir
kolik atağına yakalanır.Güçlükle ayakta durmaktadır.
İbn-i Sina her ne kadar klasik tıp bilgisine sahipse
de, bu bilgileri kendi deney ve gözlemlerine dayanarak
tartıştığını, zaman zaman yeni görüş ve bilgiler ileri sürdüğünü görürüz. İbn-i Sina’nın tıp çalışmalarını, kaleme
aldığı çeşitli eserlerinden öğreniyoruz. En tanınmış iki
eseri: Kalp İlaçları Risalesi ve Tıp Kanunu’dur.
Kalp ilaçları resilesi; kalp ilaçları konusunda yazılmış
eczacılık ile ilgili bir monografik eserdir. Bu eserinde önce
kalp hakkındaki teorileri ve genel olarak ilaçların özelliklerini ele almış, sonrasında kalp ilaçlarını ele alıp, alfabetik
sırayla onların özelliklerini ve hangi kalp rahatsızlığına iyi
geldiğini belirtmiştir.
pedik bir eserdir. Beş kitaptan oluşan bu eserde tıp bilimi ile ilgili hemen her konuda bilgi bulmak mümkündür.
Batıda XVI. yüzyıl sonuna kadar defalarca baskısı yapılmıştır. Doğuda XIX. yüzyıla kadar tıp okullarında el kitabı
olarak kullanılmıştır.
İbn-i Sina aynı zamanda bir ruh hekimi olarak da şöhret yapmıştır. O zamana kadar tedavinin psikolojik yönü,
hekimlerden çok din adamları tarafından yürütülmekteyken İbn-i Sina’ya göre ruh ve beden olarak iki kaynak
vardır ve bu ikisinin de kendine göre hastalıkları vardır.
İbn-i Sina; çok çalışması ve tecrübeye önem vermesi
bu sayede yeni yeni tedavi şekilleri ortaya koyması sayesinde uzun asırlar Batı’da ve Doğu’da emsalsiz bir hekim
olarak hüküm sürmüştür.
Deniz Demir
İçerik Takımı
El Kanun Fi’t-Tıbb’ın (Tıp Kanunu) ayrıcalıklı bir yeri
vardır. İbn-i Sina’nın Kanunu yaklaşık bir milyon kelimeden oluşur, o güne kadar yazılmış en etkileyici kitaptır. 6
yüzyıla yakın Asya ve Avrupa’daki tıp okullarında okutulan hakim kitap olmuştur. İlk defa XIII. yüzyılda Cremonalı
Gerard tarafından Latince’ye çevrilmiştir. Her sayfasında
hem şaşırılacak ve hayran olunacak, hem de kullanılamaz diye hüküm verilecek bir şeyler bulunur.
Kaynakça:
Adnan Adıvar, “İbn Sina” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, c: 5-11, Kültür
Bakanlığı Yay.
Altıntaş H. İbn-i Sina’da Metafizik, İbn-i Sina Metafiziği, T. C. Kültür
Bakanlığı.
Vikipedi Özgür ansiklopedi
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü DergisiYıl:
2012/1, Sayı:15
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MECMUASI Cilt 55, Sayı 2,
2002
Hilmi Ziya Ülken- Türk Tefekkür Tarihi İbn-i Sina maddesi
Farmakoloji hakkında engin bir bilgi vardır, ilaçların
kokusu, tadı ve renginden onların terapötik etkileri için
mantıklı bir sonuç çıkarma çabası da vardır. Semptomlar
hakkında çalışmalar içermekte ve ağrıyı bölümlere ayırmaktadır.
Hamedan’a vardığında önerilen tedavileri uygulamaz ve
kendisini kadere teslim eder. 1037 Haziranında 57 yaşında ölür,kabri Hamedan’dadır.
Gonore’yi tedavi ederken İbn-i Sina çeşitli hayvan derilerinden yapılan
kateterleri kullanan ilk kişidir ve gümüş şırınga ile
intravezikal injeksiyondan
bahseder. Diğer taraftan
idrar
retansiyonundan
muzdarip kişinin meatusuna bir bit yerleştirmeyi
önermiştir.
Tıp Kanunu ansiklo-
44
4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Yılın Enleri
Her yıl düzenlenen Tıp Öğrencileri Sempozyumu bu
sene 7-8 Şubat 2015 tarihlerinde Maltepe Üniversite-
si Marmara Eğitim Köyü Dr. Reşit Galip Konferans
Salonunda gerçekleştirildi. Gerçekleşen oturumlarda dünyaca ünlü birçok isim ağırlandı. Oturum konuları ve konuşmacıları ise:
•Yale University’den Dr. Kaya BILGUVAR’ın Genom Dizileme Teknolojileri,
•ACU CASE’den Dr. Emin AKSOY’un Tıbbi Simülasyon
Teknolojileri,
•Liv Hospital’dan Dr. Erdal KARAGÖZ’ün Laboratuvardan
Kliniğe Hücre ve Gen,
•Bilgi Üniversitesi’nden Dr. Ata AKIN’ın Biyomedikal Mühendisliğinin Dünü Bugünü ve Yarını,
•ASG’den Dr. Mehmet HACIHANEFİOĞLU’nun Nöroteknolojiler
•Maltepe Üniversitesi’nden Dr. Ranan GÜLHAN AKTAŞ’ın
Yapay Organ Çalışmalarında Hücresel Teknolojiler
•Maltepe Üniversitesi’nden Dr. Hakan ERDOĞAN’ın Beyin
Cerrahisi Teknolojileri ve Minimal İnvaziv Teknikler
•Gazi Üniversitesi’nden Dr. Lütfi TUNÇ’un Laparoskopik ve
Robotik Cerrahi Teknolojileri, Tunç Tekniği
•Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Rıfat RASLER’in Lazer Teknolojileri
•Sabancı Üniversitesi’nden Dr. Özge AKBULUT’un Cerrahi
Simülasyon Amaçlı Sentetik Doku ve Organ Modellerinin
Üretimi
•ACU’dan Sinan FINDIK’ın Tıbbi Bilişim Teknolojileri
•Marmara Üniversitesi’nden Dr. Can ERZİK’in Teknolojinin
Gelişimi ve Tıp Etiği şeklinde idi.
Türk Tıp Öğrencileri Birliği’nin çalışma kolları ve projelerinin stantlarının yer aldığı sempozyumda, katılımcılar
stantlardan yararlanırken TurkMSIC Marketten de çeşitli
ürünler ve Birlik Kartlarını alabildiler. Türkiye’nin dört bir
yanından gelen tıp öğrencilerinin, bilimi merdivenin ilk basamağına koyarak yeni proje ve fikirleri ortaya çıkardığı bu
sempozyumun teması ise “Tıp ve Teknoloji” idi. İlk gün
gerçekleştirilen en’ler ödül gecesinde ise tıp öğrencileri tarafından seçilen birçok isme ödül verildi.
Türk Tıp Öğrencilerinin oylarıyla belirlenen “Yılın Enleri”:
•Yaralı, Kahraman Tazeoğlu > “Yılın En İyi Kitabı”
•National Geographic > “Yılın En İyi Dergisi”
•Kardeş Payı > “Yılın En İyi Dizisi”
•Erdil Yaşaroğlu > “Yılın En İyi Karikatüristi”
•Onedio.com > “Yılın En Sevilen İnternet Sitesi”
•Serdar Yayında, Serdar Gökalp > “Yılın En İyi Radyo Programı”
•Günaydın, İrfan DEĞIRMENCİ > “Yılın En İyi Sabah Haberi
Programı”
•Fatih Portakal ile FOX Ana Haber > “Yılın En İyi Ana Haber
Programı”
•CNNTurk.com > “Yılın En İyi Haber Sitesi”
•Doktorlarsitesi.net > “Yılın En İyi Sağlık Sitesi”
45
•Kim Milyoner Olmak İster? > “Yılın En İyi TV Yarışma Programı”
•Güldür Güldür Show, Show TV > “Yılın En İyi TV Eğlence
Programı”
•Beyaz Show, Beyazıt ÖZTÜRK > “Yılın En İyi Talk Show
Programı”
•Yeni Ay, Sıla > “Yılın En İyi Müzik Albümü”
•Atalay Demirci > “Yılın En Sevilen Komedyeni”
•Vedat Milor ile Tadı Damağımda > “Yılın En İyi TV Kültür
Sanat Programı”
İ•ki Kitap Bir Heves, Sunay AKIN > “Yılın En İyi Tiyatro Oyunu”
•Çocuklar Gülsün Diye > “Yılın En İyi Sosyal Sorumluluk
Projesi”
•Best FM > “Yılın En İyi Radyo Kanalı”
•Unutursam Fısılda > “Yılın En İyi Filmi”
•Farah Zeynep Abdullah > “Yılın En İyi Kadın Oyuncusu”
•Ahmet Kural > “Yılın En İyi Erkek Oyuncusu”
•Nuri Bilge Ceylan > “Yılın Yönetmeni”
•THY > “Yılın En Başarılı Markası”
•Anadolujet > “Tarihe Saygı Özel Ödülü” sahibi olarak
•“Hoşuna Mı Gidiyor?”, Ece SEÇKİN ve Ozan DOĞULU >
“Yılın En Sevilen Şarkısı”
•Hadise AÇIKGÖZ > “Yılın En İyi Kadın Sanatçısı”
•Mehmet ERDEM > “Yılın En İyi Erkek Sanatçısı”
•Ceyhun Yılmaz > “Yılın En İyi Bireysel Sosyal Medya Kullanıcısı”
İ•BB Beyaz Masa > “Yılın En İyi Kurumsal Sosyal Medya
Kullanıcısı”
•T.C. Sağlık Bakanlığı > Sosyal medyayı etkin kullanarak
topluma fayda sağladığı için “ÖZEL ÖDÜL”
•Fazıl Say > “Yılın Müzisyeni”
•Hayat Felsefesi > “Yılın Sosyal Medya Fenomeni”
•SosyalBen > “Yılın En İyi Farkındalık Çalışması”
•Medcezir, Toygar Işıklı > “Yılın En İyi Dizi Müziği”
•Ayşe Arman > “Yılın En İyi Köşe Yazarı”
•MIT Igem yarışmasında Altın Madalya alan “kanseri önceden fark eden hücre geliştirme” konulu çalışma > “Yılın En
Önemli Bilimsel Çalışması”
•Dr. Haluk Uygur > “Yılın Fotoğrafçısı”
•Simge SAĞIN > “Yılın En İyi Çıkışı”
•Gripin > “Yılın En İyi Müzik Grubu”
•TRT Spor > “Yılın En İyi Spor Kanalı”
•Yüzyüze, Yalçın Çetin - Ömer Üründül, TRT Spor > “Yılın
En İyi Spor Programı”
•Sinan Vardar > “Yılın En İyi Spor Adamı”
•Erdem ERKUL > “Teknoloji Özel Ödülü”
•Hakan TÜMER > Tıp öğrencilerine verdiği destekten ötürü
“Özel Ödül”
•Yalın > Tıp öğrencilerinin çalışmalarına verdiği destekten
ötürü> “Özel Ödül”
•Taylan AYAZ > 2014 yılında yaptığı çalışmalar ile tıp öğrencileri tarafından “Özel Ödül”
•2014 yılında tıp öğrencileri tarafından örnek kişiliği ve çalışmaları ile tıp öğrencilerine rol model olduğu için “Özel
Ödül” alan isimler ise > Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL, Prof. Dr.
İskender SAYEK, Prof. Dr. Murat AKSOY, Prof. Dr. Mehmet
MUTAF, Prof. Dr. Dilek ÖZCENGİZ.
4. Tıp Öğrencileri Sempozyumu - Röportajlar
(Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL)
“Beynin Piri Reis’i”, “Hocaların Hocası”, “Yüzyılın Cerrahı” Prof. Dr. Gazi YAŞARGİL’i anlatmaya yetmeyen
ünvanlardan birkaçı sadece. Örnek kişiliği ve çalışmaları
ile tıp öğrencilerine rol model olduğu için “Özel Ödül”e
layık görünen hocamızı birçoğumuz aslında tanıyoruz.
Kısaca başarılarından bahsedecek olursak: Mikro cerrahinin Nöroşirürji alanında kullanılabilirliğini keşfetti ve
bu alanda en büyük gelişmelere imzasını attı. Epilepsi ve
beyin tümörlerinin tedavisindeki bulduğu yeni yöntemler
dışında anevrizma’ya karşı ilk müdahale tekniğini geliştiren ilk isim olarak tıp tarihine geçti. Sayısız ödüle sahip
hümanist hocamız 70 yıl yurt dışında yaşadıktan sonra
2 yıl önce Türkiye’ye döndü, biz de iyi ki dönmüş diyerek
söyleşimize başlıyoruz…
Normal bir gününüzü nasıl geçiyorsunuz?
HAYATIM BOYUNCA HİÇBİR EĞLENCEYE KATILMADIM!
İnanın bana 70 senedir her sabah 6 da kalkarım.
Geceleri 11-12 en geç 1 de yatarım. Bazı geceleri de
hiç uyumam. Hiçbir eğlenceye katılmadım. Hiçbir cemiyet hayatına katılmadım. Fazla bir spor da yapamadım.
Hep meslekte devam ettim, akşamları da oturur, okurum.
Şuan bilhassa 70 senedir hastanedeyim, hayatımız
üniversite hastanelerinde geçti. Sabahtan akşama kadar hastanede yoğun çalışmak lazım, genç arkadaşımız
Prof. Atalay Bey de aynı durumda.
Tümör, damar yumakları, anevrizmalarının teşhisinde
büyük ilerlemeler oldu. Eskiden zordu. Şimdi bilgisayara
koyuyorsunuz yahut MR’a sokuyorsunuz tertemiz görüyoruz. Teşhiste çok ilerledik. Alet edevatlar çok ilerledi.
Ameliyatlarda büyük gelişmeler var. Hastalıklar beynin
belli yerlerinde oluyor. Tümörlerin belli yerini, damarını
bilirsek toptan alabiliyoruz ama onun için mikrocerrahi,
beynin yapısını öğrenmek gerekiyor. Ama henüz her şeyin başlangıcındayız. Beyin diğer organlar gibi değil çok
karışık. Her tarafı bambaşka, tek doku, yapı değil, muazzam bir şey.
Peki sizce Türkiyede’ki teknik imkanlar diğer ülkelere göre nasıl?
Her yer de aynı gibi, diğer memleketlerle karşılaştırdığımızda bir fark yok.
Bir rol model ve örnek kişilik olarak biz genç hekim adaylarına ne önerirsiniz?
Disiplinli çalışın. Focus olacaksınız (odaklanacaksınız)
bir şeye, disiplinli çalışacaksınız. Düşünün, sizin içinizde
dilerim tanrının sesi var bunu ne felsefeci, ne dinci, izah
edebiliyor. Bilim de izah edemiyor, o ses, o göz sizi dinliyor gözlüyor. Unutmayın!
-----------(Erdil Yaşaroğlu)
Karikatürün Konusu Her Şey…
Bir sempozyum daha, 2 yıldır “en iyi karikatürist”
kategorisinde ödülü alan Erdil Yaşaroğlu ile birlikteyiz.
Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak bizi kırmayıp 2 yıldır yılın enleri ödül törenine geliyor. Esprileriyle bizi güldüren
çok içten ve Türk karikatürünün en önemli isimlerinden
biri kendisi. Şimdiye kadar 50’ye yakın birçok televizyon
programında görev aldı, Komikaze ve Penguenin kurucularından. 2012 yılında dünyanın en büyük karikatürünü çizerek Guinness rekorunu kırdı. Sözü daha uzatmadan gerçekleştirdiğimiz mizah tadındaki röportajımıza iyi
okumalar…
Karikatürist olmaya nasıl karar verdiniz? Küçük
yaşlarda da çizimler yapar mıydınız?
Yeni çalışmalarınız var mı? Hala ameliyat yapıyor
musunuz?
Artık ameliyat yapmıyorum, kitap yazmakla meşgulüm.
Yapılan araştırmalarla Beyin ve Sinir Cerrahisi
hakkında ne kadar bilgiye sahibiz?
Her şey İzmir’de başladı. Resim çiziyordum ama
karikatür nedir bilmiyordum, hiçbir fikrim yoktu. 8-9
yaşlarında ailemle birlikte İzmir’e gittim. Kuzenim Varol
karikatür çiziyordu ama ben sadece resim çiziyordum.
Sonra “Ne çiziyorsun?” diye sorunca karikatür dedi. Bakınca benim çizdiğim gibi şeylerdi ama daha komiklerdi.
Komik suratlar yapıyor, balonlarla konuşturuyordu. Okuyunca gülüyordun. “Çok komik bu” dedim, “ evet çok
komik” dedi. “Bunu yapınca insanlar seni seviyor mu?
“ diye sordum. “ Çok seviyorlar” dedi. “Tamam, ben de
bunu yapacağım bundan sonra” dedim ve öyle başladım.
46
Çalışmalarınızda size ilham veren şeyler neler?
Her şey… Karikatürün konusu her şey çünkü. Uzay,
mekan, dünyada var olan olmayan uzaydaki evrendeki
her şey.
Çalışmalarınızı yaparken önünüze resim mi, yoksa yazılar mı ilk geliyor? Yoksa her ikisi de mi?
Önce fikri buluyorsun. Örneğin penguenle ilgili bir şey
çizeceğim diyorsun sonra onu çeşitliyorsun, her boyuta
götürüyorsun pengueni. Karikatür olduğu için milattan
önceye de götürebilirsin, uzaya da taşıyabilirsin, astronot kıyafeti de içinde de çizebilirsin veya bir tane kangurunun kesesinde de çizebilirsin, çöle de götürüp bedevi
kıyafetleri de giydirebilirsin, her şey olabiliyor. Çeşitlemeye başlıyorsun, komik anları durumları yakalamaya çalışıyorsun. 4 boyutlu düşünmen gerekiyor. Zaman mekan
her şeyi karıştırarak her türlü olasılık bir araya geldiğin
de ne elde edebilirsin diye çalışarak başlıyorsun.
Sizin de beğendiğiniz 3 karikatürist desek kimleri
söylersiniz?
3 mü! çok var…
Onları şimdi ben söyleyemem, çünkü ayrım gayrım olur. Ayrım
gayrım ne demek sorma, uydurdum (gülüyoruz)
Sosyal medya da
inançlardan mizah
olmaz çok tartışıldı.
Böyle bir şey söylemediğinizi biliyoruz
peki sizce neden bu
kadar bu olay tartışıldı? Neden bu kadar çarpıtıldı?
YANLIŞ ANLAŞILMAYA KURBAN GİTTİM!
Çünkü bir şekilde seni sevenler kadar sevmeyenler
de var herhalde, yanlış anlamak isteyenler var veya yanlış anlayanlar var. İlk çıkışı şöyle bir şeydi. Canlı yayında
kanaldaki editörün benim konuştuğum şeyi yanlış algılamasıyla böyle bir alt başlık yazmış, caps koymuş yayında. Buda canlı yayın olduğu için biz görmüyoruz tabi
ben de fark etmedim. İzlemedim de sonra programı.
Charlie Hebdo olayında ekran görüntüsü alıp yayınladıkları zaman böyle bir şey mi olmuş oldum ama öyle bir
şey söylememiştim. Üstelik eski yayınlanmış bir röportajdı. Başka bir konuydu başka bir konu konuşuluyordu.
O kadar ama düzelttim sonuçta.
47
Peki sizin bu yaşadığınızdan sonda diğer karikatüristlerin özellikle siyasi mizahı daha az kullanacaklarını düşünüyor musunuz?
Hayır öyle bir şey olmaz. Biz bunları o kadar çok yaşıyoruz ki sorun değil.
Geçen sene de size ödül vermiştik, sağ olun hep
geliyorsunuz. Bu ödüller size ne ifade ediyorlar? Bir
sanatçının motivasyonunu arttıran şeyler mi?
BİZİM YAPTIĞIMIZ MESLEK SAHNE İNSANLARINA
BENZEMİYOR
Arttırmaz mı, tabi ki arttırıyor! Özellikle bizim yaptığımız meslek diğer sanatçılara çok benzemiyor. Bizi bu
şekilde alkışlayan çok insan yok. Evinde ya da dergide
karikatür çiziyorsun yayınlanıyor, gidiyor. Sonra ne oluyor hiçbir haberin yok. En fazla şimdi yeni yeni sosyal
medya çıktı. Böyle etki tepki görebiliyorsun. Bizi böyle
seviyorlar galiba dediğimiz, gaza geldiğimiz, mutlu olduğumuz, sevindiğimiz yerler buraları: söyleşiler, imza
günleri. O yüzden çok değerli tabi ki.
Ben şunu kabul etmiyorum “Para bulamadık proje yapmadık. “ Evet biz de zorlanıyoruz, hadi gelin size
sponsor olalım diyen hiç kimse yok. Biz kendi ürünlerimizi yaptık. İşte şemsiyemiz var kendi defterimiz var.
Bunları satıyoruz, hatta her sattığımız kişi ile resim çektiriyoruz. Ünlüler de var, başarılı iş adamları da var, iş
kadınları da, gönüllülerimiz de var. Aslında burada göstermek istediğimiz mesaj şu: “İlla tek bir şemsiye altında
toplanmak için yağmuru beklemeye gerek yok! “.
Afrika’dan Van’a, Giresun’dan Makedonya’ya kadar bir sürü yerde çalışmalar yapmışsınız. Bu tür
farklı yerlerde çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?
Sizce hedeflerinize tam anlamıyla ulaşabildiniz
mi? Yoksa önünüzde hala çok yol var mı? Veya bundan sonra ne gibi hedefleriniz var?
------(Sosyal Ben)
İlla tek bir şemsiye altında toplanmak için yağmuru
beklemeye gerek yok!
Daha önceden bilmeyenler için kısaca kendinizi
ve projenizi anlatabilir misiniz?
Ece ÇİFTÇİ, Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji mezunuyum. 14 yaşımdan beri sosyal sorumluluk projesi
yapıyorum. SosyalBen de 14 yaşında başlattığım ufacık bir projeydi. Şimdi 4 yıldır dernek. 1 kişi başladığımız
projede şu an 220 gönüllü aktif olarak çalışıyoruz. Sadece İstanbul’da değil 5 bölgede Edirne’de, Trabzon’da,
İzmir’de Karabük’te, Diyarbakır’da temsilciliklerimiz var.
Aslında amacımız ilköğretim çağındaki öğrencilerin sosyal becerilerini geliştirmek ve keşfetmelerini sağlamak.
Yani mesela çocuk müzik yapabildiğini keşfederse, farkına varırsa konservatuara da gidebileceğini göstermek.
Yani tek sistemli bir yol değil de bu yolun çeşitlenmesinin kendisini keşfetmesi ile başlayacağını göstermek
istiyoruz ve aslında bu sürecin adına SosyalBen diyoruz.
Gittiğimiz şehirlerde 1 hafta boyunca 36 saat boyunca
gönüllü üniversite öğrencileri eğitim veriyor. 10 farklı atölye çalışması oluyor.1 haftanın sonunda bir gösteri yapıyoruz. Çocuğun kendini keşfetme süreci olan 1 haftadan sonrada takip ve destek süreci başlıyor. Türkiye’de
26 şehirde çalıştık aynı zamanda Makedonya, Gambiya
Kamboçya’da da uluslararası saha çalışmaları yapıyoruz. Çocuk her yerde çocuktur. Elimizden geldiğince her
yere yetişmeye çalışıyoruz. “Dünya’nın her yerindeki çocuklar” diye sloganımız var zaten.
Çoğu sosyal farkındalık çalışmalarındaki gibi sizde sponsor yardımıyla çalışıyorsunuz. Peki bu konuda zorlandığınız oluyor mu?
2 tür akran eğitimimiz var. Bir tanesi liselere verdiğimiz. Liselere gittiğimiz zaman şunu soruyoruz “Sen
ne yapıyorsun? “ ya da “Bu süreç için neden bir şey
yapmıyorsun? “, “Senin aklındaki sosyal sorumluluk ne?
“, “Senin aklındaki topluma yardım etme süreci ne? “2.
adımı üniversitelerde oluyor. Konuşmacı olarak gidiyoruz. En son Adnan Menderes ve İstanbul Üniversitesi’ndeydik. Orada konuştuğumuz şey şu: Üniversiteye git
de yaparsın, üniversiteye git de halledersin. Üniversiteye
geldik 1. sınıftayız ama bizden en sosyal kişi olmamız
bekleniyor. Hem ders çalışırken hem bir elimizle resim
yapmamız hem ayağımızla keman çalmamız bekleniyor.
Ama bize böyle öğretmediniz bir dk! Biz şimdi alt döneme bunu nasıl öğretebiliriz onu konuşuyoruz. Ya da
kaçıncı sınıfsınız, hala geç değil. Hadi şimdiden başlayın. SosyalBen’in amacı bu, kan görünce bayılan doktor
halen gündemdedir dimi Türkiye’nin bir gerçeğidir. İşte
böyle olmasın, kanı görünce bayılıyorsa lütfen doktor olmasın belki müzisyen olacaktır.
Nasıl bir alt yapıya sahipsiniz? Bu yerlerle bağlantılarınızı nasıl kuruyorsunuz?
Tabi ki sahaya gitmeden önce bir Ar-Ge çalışması oluyor. Yani Giresun’a gidiyorsak hangi bölgenin bu
sürece ihtiyacı var. Bu noktada İl, İlçe Milli Eğitim Bakanlığı’yla aynı zaman da belediyelerle çalışıyoruz. Gideceğimiz yerin önce bir listesini istiyoruz veya orda
temsilciliğimiz varsa o bize bu süreçte yardımcı oluyor.
Zaten artık okullardan da mail geldiği için ona göre bir
değerlendirme sistemimiz oluyor.
Bildiğim kadarıyla şuan bir SosyalBen Junior
diye bir projeniz varmış, bundan bahsedebilir misiniz?
SosyalBen Junior’da aslında küçüklere şunu göstermeye, aşılamaya çalışıyoruz. Sosyal sorumluluk dedim
ya ömür boyu yapılması gereken bir sorumluluk. Küçük
çocuklara diyoruz ki “Sosyal sorumluluk nedir?”, “Ne
yapmak istersiniz? “ daha sonra onları doğrudan sahaya bırakıyoruz yani siz kendi projeniz olsa çevrede neyi
görüyorsunuz? Sizce soruna yol açan ne? Kendi projelerini üretiyorlar. En büyük amacımız Junior’la başlayan
birinin, dernekte üniversite yaşamında gönüllü olarak
devam etmesi.
Akran eğitmen eğitimi de veriyorsunuz. Bu eğitimlerde önem verdiğiniz noktalar var mı? Özellikle
eğitmenlerin kalitesinde veya gönüllülerde nelere
dikkat ediyorsunuz?
Bunun daha çok başındayız. Ben 14 yaşımdan beri, 7
yıldır bu işi yapıyorum ama 7 yıl yetmez. Çünkü devamlı
değişen gelenek görenekler, töreler olmasına karşın çocuklarda sürekli değişiyor, dönemde sürekli değişiyor.
70 yaşımda da olsam şunu diyeceğimi sanmıyorum:
“Evet hedeflerimize ulaştım! Beklediğimiz noktadayız.”
Hedeflerimizde kesinlikle bu algının oturması lazım.
Bunlardan bir tanesi sosyal becerilerin, resim yapmanın, keman çalmanın, top oynamanın boş iş olmadığı.
Önümüzde çok büyük bir süreç var. Bu noktada şu andaki en büyük hedefimiz mart ayında mülteci öğrenciler
ile birlikte Gaziantep’te çalışacağız. Ondan sonraki en
büyük hedefimiz Türkiye’nin yanında Orta Doğu’da çalışmak.
Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak bizim de yaptığımız bazı çalışmalar oluyor. İleride ortak çalışmalar
veya projeler gerçekleşebilir mi?
Kesinlikle gerçekleşmeli zaten, çünkü bizim tıpçılara
çok ihtiyacımız var. Yani ilk defa çikolata yiyen bir çocuk
karşınızda alerji olduğu zaman ona ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Kızamık, su çiçeği olmuş çocuğu eve göndermek dışında biz bir şey yapamıyoruz. Bu noktada
biz defalarca söyledik hala söylüyoruz. Lütfen bizimle
gelin. En azından dış fırçalamayı öğretelim. İlk defa diş
macunu ile tanışan bir çocuk şeker ile aynı tadı alıyor.
Gelin bunun doğrusunu gösterelim, çocuk gülümsediği
zaman içine sinerek gülümsesin. Çok istiyoruz, umarım
olur. Tıpçıların programları çok yoğun ama en azından
yaz sahalarına gelseler bizim için yeter.
Kaan Durmuş
İçerik Takımı
48
March Meeting 2015 - Turkey
IFMSA üyesi ülkeler için bir genel kurul toplantısına ev
sahibi olabilmek adeta bir rüya gibidir. Onlarca ülkeden
yüzlerce kişiyi ağırlamak hiç kolay olmamakla birlikte, ev
sahibi ülkenin de prestijini arttırır.
Türkiye’de daha önce 2005 yılında Antalya’da düzenlenen genel kurul toplantısını yeniden burada gerçekleştirme
hayalleri son yıllarda gündeme geliyordu ve 1.5 yıl önce bu
hayali gerçeğe dönüştürmek için ilk adım atıldı. 1 yıl öncesinde de Tunus’un ev sahibi olduğu genel kurulda adaylığımızı sunduk ve ev sahibi olmaya hak kazandık. Nihayetinde
“Uluslararası Tıp Öğrenci Birlikleri Federasyonu (IFMSA) 64.
Mart Genel Kurulu Toplantısı” yani diğer bir ismiyle “MM
2015 Turkey”, 2-8 Mart tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi.
yorlardı. Sosyal program ekibi gündüzleri de unutmayarak
“IFMSA Olympics” adı altında çeşitli yarışmalar ve oyunlar
düzenlemenin yanı sıra, Türkiye’yi anlatan geleneksel el sanatları ustalarının da stantlar kurmasını sağlayarak kültürümüzü misafirlerimize tanıtmamıza yardımcı oldular.
Her toplantımızda yeni fikirler ortaya atılıyor, yapmak
istediğimiz şeyler artıyordu. Fakat bir sonraki toplantıda
olması mümkün görünmeyen isteklerimizi eleme yoluna
gidiyorduk. Bizimle çalışacak organizasyon firması ve toplantının yapılacağı otel de kesinleştikten sonra artık daha
realistik olmak zorundaydık. Bu sebeple geçtiğimiz eylül
ayında otelimize bir ziyarette bulunduk. Bu ziyarette odaları,
salonları ve otelin teknik imkanlarını görme imkanı bulduk.
Aynı anda gerçekleşecek 8 ayrılmış oturum, genel oturum,
açılış ve kapanış töreni, tema oturumları ve bölge oturumları için hangi salonların uygun olduğu ne düzende olacağı,
misafirlerimizin otelin hangi bölümlerinde kalacağı, kayıtların
nerede alınacağı, yönlendirmelerin nasıl yapılacağı ve daha
sayısız konuyu ilk defa yüz yüze görüşme fırsatımız oldu.
arayışları, maliyet hesapları, kayıt işlemleri, ulaşım için araç
temin edilmesi, konuk davetleri, misafirlerin odalarının belirlenmesi, promosyon materyallerinin üretimi ve tanıtımlarımızın yapılması gibi pek çok alanda çalışarak en sonunda
26 şubat gününe geldik.
Emeklerimizin karşılığını nihayet alma zamanımız gelip
çatmıştı. Uykusuz geceler, yüzlerce kilometre yol ve binlerce dakika süren telefon konuşmalarının sonunda 26 Şubat
günü “Pre-GA” denilen genel kurul toplantısı öncesi çalıştayları ile organizasyonumuz başladı.
Çalışma kolları oturumları, bölge oturumları ve genel
oturumlar haricinde bir önemli oturum da “Tema Oturumları”ydı. “İnsancıl Eylem” teması çerçevesinde çağırılan yerli
ve yabancı alanlarında önemli konumlarda bulunan konuşmacılarımız vardı. Önemli insanlık suçlarının yaşandığı bu
son zamanlarda böylesine bir tema ile en kalabalık tema
oturumlarını gerçekleştirmenin gururunu yaşadık.
8 Mart akşamı geldiğinde artık kapanış zamanı gelmişti.
Kapanış seremonisi Dünya Kadınlar Günü hakkındaki bir
konuşma, folklor ekibi ve perküsyon ekibi gösterileriyle son
buldu. IFMSA tarihinin en çok katılımlı ve en güzel genel
kurul toplantısını gerçekleştirmiş olmanın sevincine, 2 tane
Türk Tıp Öğrencileri Birliği üyesinin de IFMSA Yönetim Kurulu üyeliklerine seçilmesi de eklenince tüm yorgunluklarımıza değdiğini anladık.
Tunus’ta adaylık sürecini bitirmiştik ve artık kolları sıvamanın vakti gelmişti. Önümüzde koskoca “1” yıl vardı, fakat
1 yıl 1000 kişilik uluslararası bir organizasyonun hazırlanabilmesi için ucu ucuna yetecekti.
Maceramız 5 kişilik bir merkezi komitenin çalışmasıyla
başladı. Bu ekip ev sahipliğini aldıktan sonra 8 kişi daha
alarak 13 kişi oldu. Bu sayede “Central OC” diye tabir edilen “Çekirdek Organizasyon Komitesi” oluştu. Çekirdek
ekip her pazartesi akşamı saatler süren toplantılar yaptı. Bu
toplantılarda organizasyonumuz için gerekli olan ve yapılması gereken şeyler planlandı, her kişi bir konu üzerine yoğunlaştı. Böylece kayıt, kaynak bulma, konaklama, ulaşım,
promosyon vb. ekiplerin liderleri olmuş olduk. Ekip liderleri olarak her birimizin bir görev tanımı ve çalışma takvimi
vardı. Görevlerimiz ve çalışma takvimlerimiz doğrultusunda
herkes 1 yıl boyunca elinden geleni yaptı.
49
Gün geçtikçe işler çoğalıyor, gidilecek yerler artıyor ve
çevirimiçi toplantılarımız uzuyordu. Biz de bu süreç boyunca 2 kere ekiplerimizi genişletme yoluna gittik. Genişleyen
ekiplerimizdekiler de bizler gibi Türkiye’nin dört bir yanındaki tıp fakültelerindeki arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Ekiplerimizin motivasyonunu yüksek tutmak ve koordinasyonunu sağlamak zorundaydık. Her toplu organizasyon öncesi
olduğu gibi bizim de yaşayacağımız aksaklıklar, gerginlikler
ve moral bozuklukları olacaktı. Öncelikle kendimize bunu
kabul ettirdik ve bu sayede zorlukların üstesinden gelebildik.
Türk Tıp Öğrencileri Birliği olarak hem yönetim kurulumuz hem de organizasyon komitesi üyeleri bu toplantıya odaklanmış, büyük emek ve vakit harcamıştır. Sponsor
İstanbul’da gerçekleşen ve 2 Mart günü son bulan genel kurul öncesi çalıştayları sonrasında, Pre-GA’den de
gelen 200 ve ülkelerinden gelen diğer 750’den fazla katılımcımızı Antalya’da çok sistemli bir şekilde karşıladık ve
odalarına yerleştirdik. Tüm bu yorucu işler tam gün devam
etti ve açılış seremonisine sıra gelmişti.
Açılışta hazırlığı için haftalarca çalışılmış olan organizasyon komitesi üyeleri dans gösterisi ve senfoni orkestrası ile
müzik dinletisi vardı. Bu güzel açılış ile bu toplantının gidişatı
artık belli olmuştu. “This Must Be It!” sloganıyla yola çıkmış,
“Here I Am!” sloganıyla toplantımızı düzenlemiştik ve geriye
insanların “This Was It!” diyebilmelerini sağlamak kalmıştı.
Böylesine büyük ve prestijli bir toplantıyı gerçekleştirebilmiş olan Türk Tıp Öğrencileri Birliği üyelerine tüm emekleri için teşekkürü bir borç biliyor, yeni dönem IFMSA Yönetim Kurulu’nda görev yapacak arkadaşlarımıza da başarılar
diliyoruz.
Barçın Barı
İçerik Takımı
Çok güzel geçen kayıtlar ve açılış ardından oturumlar
başlamış, kargolar gelip gidiyor, malzemeler tükeniyor yerlerine yenileri alınıyor ve basım işlerinin sonu gelmiyordu.
Kapanış gününe kadar bir orada bir burada olan organizasyon komitesi üyeleri, geceleri de sosyal program ekibinin planladığı eğlencelerle misafirlerimize katılıp stres atı-
50
Türk TIp Öğrencileri Birliği - Hikaye Yarışması
TurkMSIC Dergi tarafından düzenlenen serbest konulu
hikaye yarışmamız 20 Mart gecesine dek tam 34 hikaye
başvurusu aldı. Türkiye’nin çok farklı illerinden eserlerini yarışmaya yollayan tüm tıp fakültesi öğrencilerini tebrik ederiz.
Gelen 34 hikaye 6 gün süresince jüri üyelerimiz tarafından
değerlendirilmiş ve 26 Mart Perşembe günü Jüri üyeleri Ayşegül Tunca, Ömer Faruk Gürses ve Sevil Orhan; yaptıkları
son toplantı ile birinciliği hak eden hikayeyi ortak kararları ile
belirlemişlerdir. Yarışmaya “Kan Gölü Balesi” isimli hikaye
ile katılan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem
2 öğrencisi sayın Mehmet Ali ŞAHİN birinciliğe layık
görülmüştür.
Kan Gölü Balesi
Gözlerimin içi…nasıl da karanlığa açılıyor sessizce. Bir adım daha atıyorum aynaya doğru. Yüzümdeki
çizgiler, alnımdaki vadiyi andıran yarılmalar, beyazla
henüz tanışmış saçlarım…Bunlar değil de gözlerim
ürkütüyordu beni daha çok. Yaşadıklarımın yegane
şahidi olduğundandır diye düşündüm. Asansörün
olabildiğince çirkin zil sesiyle benliğime geri döndüm.
Otelden çıkmadan önce paltomun düğmelerini sıkıca
ilikleyip atkımın nazikçe boynuma sarılmasına izin verdim.
Berlin’de kışlar insanın zihnini dahi uyuşturacak
cinstendir. Gençliğin verdiği muazzam enerjiyle bu
lanet soğuğa aldırmadan yürüyen, incecik giyinmiş
sevgililere biraz gülümseyerek biraz da imrenerek bakıyordum. Benim gibi kırklı yaşlarının sonlarına gelmiş
insanları incelediğimde çoğunun yaşlarıyla ilgili derin
bir korkuya sahip olduklarını gördüm. Bana sorarsanız
yaşlanmaktan korkmak yaşamanın kendisinden korkmakla aynı şeydir. Sonuçta hepimiz, çığlıklar içerisinde ilk nefeslerimizi aldığımız andan itibaren yani yaşamaya başlar başlamaz aynı zamanda yaşlanmaya da
başlamıyor muyduk. Önümdeki genç aşıklar sokağa
kahkaha yankılarını bırakıp sokağın köşesindeki bara
girdi. Her geçen saniyede gözlüğümün camında karınca gibi çoğalan su damlaları, kar yağışının hızlandığının habercisi gibiydi; usulca adımlarımı hızlandırdım.
Senfoni binasına girdiğimde konserin başlamasına
beş dakika kalmıştı. Koltuğuma geçerken; bir senfoni
konserine göre oldukça şık giyinmiş, orta yaşlı, sarışın bir kadının ayağına basmıştım. O kadar mahcup
olmuştum ki eminim o an fotoğrafım çekilse gelincik
çiçekleri kırmızılığıma gıpta ederdi. Almanca özür dilememe rağmen tek elini açarak iki yana sallayıp yüzüne
hafif bir gülümseme koydu ve ‘’sorun değil’’ anlamına
gelen bir hareket yaptı. İçimden yabancı biriydi herhalde diye söylenerek koltuğuma iyice yerleşmiştim.
51
Bu konserlere gelmeyi öyle alışkanlık haline getirmiştim ki bazen programlarına bile bakmadan kendimi
burada buluyordum. Salona kış aylarında gecenin
birden çökmesine benzer şekilde aniden bir karanlık
çökmüştü. Orkestra, salonun her köşesinden yankılanan alkışların eşliğinde yerini alıyordu. Başkemancının
orkestranın akordu için ‘’la’’ sesini verirken arşeyi nasıl
tuttuğunu inceliyordum. Ne çok sıkı tutuyordu ne de
çok gevşek çünkü sıkı tutsa seslerin estetiği bozulacak gevşek tutsa ses cansız bir hal alacaktı. Hayat da
böyleydi galiba ne fazla sıkı tutmak gerekiyordu ne de
çok gevşek bırakmak.
Başkemandaki kadının makyajının altına saklanmış
bulutlu havayı sezebiliyordum. Sessizce, bir sır gibi
içinde tuttuğu gerginlik bütün yüz hatlarına yansıyor
gibiydi. Maestro bütün endamıyla salona giriyor, hafifçe eğilerek olağanca yapmacık bir gülümsemeyle
seyircileri selamlıyordu. Şef, yüzüne kondurduğu suni
gülümsemeyi yavaşça bırakıp yüzünü orkestraya döndü. Elini hafifçe yukarı kaldırmasıyla içimdeki heyecan
daha da arttı; bugün kimin zihnindeki sesleri tarihten
çekip bu salonda yankılatacaklardı acaba. Bach, Mozart, Beethoven, Wagner, Haydn belki Brahams,Mandelsshon,Handel…Müziğin başlamasıyla dünyanın
bütün ağırlığıyla içime çöktüğünü hissedebiliyordum.
Bir an koltuktan kalkıp koşarak salondan kaçasım
geldi, ancak böyle saygın bir orkestranın ön sıralarından kalkıp salondan kaçmak büyük bir saygısızlık
olacaktı. Direnmeyi bırakıp müziği dinliyor, düşüncelerimin zihnimi paramparça etmesine izin veriyordum.
Göz yaşlarımı diğer insanların görmemesi için elimi
hafifçe eğerek alnım ve yanaklarımın etrafında tutuyordum. Bu lanet güzel ve acı verici müzik: Tchaikovsky’den Kuğu Gölü Bale Suiti. Nasıl da diğer insanlara
bu derece huzur verirken bana cehennemin seslerini
dinliyormuşum hissini veriyordu. Bir anda beni daha
fazla yaralayan beklenmedik bir şey oldu. Başkemancı arşesini elinden kaydırıp yere düşürdü, arşeyi almak
isterken önündeki nota sehpasını da devirdi. Orkestra derin bir sessizliğe bürünmüştü .Şef ve diğer orkestra üyeleri ağır bir şaşkınlık içerisinde yere öylece
serpilmiş olan kadına bakıyordu. İşte o an, o birkaç
saniyedeki bakışlar… ’’Ne yaptın sen ?’’ anlamındaki
bakışlar, ‘’zavallı’’ anlamındaki bakışlar, ‘’şimdi ne olacak ? ‘’ anlamındaki bakışlar, ‘’ bunu nasıl yapabildin
‘’ anlamındaki bakışlar ve daha nice manalı bakışlar…
Bu bakışları ne kadar iyi tanıdığımı fark edince kendimi bir an başkemancının yerinde hissetmiştim. İşte,
geçmişimin bütün acıları bu birkaç saniyede gözlerimin önünde bana yeniden yaşatılıyordu. Hıçkırıklarımı
tutamayıp bir çocuk gibi ağlıyordum. Dingin bir göl
olmuş gözlerimden, damlaların tıpkı bir kuğu gibi sü-
zülmesine izin veriyordum. Damlalar sessizce tam da
benim hikayemin başladığı yere doğru süzülüyordu.
Ellerim…
Annemin kış günlerinde beni okula bırakırken bir anlığına ellerimi ellerinin arasına alıp şefkatle ısıtışı aklıma
geliyor. Annemin ellerinin benimkilere olan muntazam
benzerliği beni büyülüyordu. İnce, uzun ve olabildiğince estetik duran; beyaz, hünerli parmaklar…Babam,
anneme benzediğim için çok şanslı olduğumu, ileride
yakışıklı bir erkek olup kızları peşimden koşturacağımı
söyler hatta bazen bana‘’ erkek güzeli’’ dediği olurdu.
Aslında çocukluğum çok sallantılı geçti. Babam ateşe
olduğu için o ülkeden diğer ülkeye atlarken sürekli kültür şokları, dil şokları geçirdiğimden pek de özenilecek
yanı olmayan bir çocukluk geçirdim. Babamı aylarca
görmediğim oluyordu. Annem arkeolog olduğundan
farklı ülkelerde çeşitli kazılara katılıyor, çoğu zaman
beni de yanında götürüyordu. Toprak yorganını üzerine çekmiş olan tarihi, tatlı uykusundan uyandıran
bu esrarengiz insanları seyrettikçe en az onlar kadar
heyecanlanıyordum. Ufak bir sikke bile bulduklarında
bağrışarak heyecan içinde birbirlerine koştuklarını hatırlıyorum. Bazen bir kenarda oturur, kullandıkları aletleri inceler, elime alır ve ne işe yaradıklarını kestirmeye
çalışırdım.
Çocukluğumun büyük bir kısmı Hamburg’da geçti. Okula başladığım dönemden liseyi bitirene kadar
Almanya’da bulundum. Annemin büyük destekleriyle
piyano ve el becerisi geliştirme kurslarına gittim. Ellerimi o kadar çok koruyordum ki neredeyse ilkbahara
kadar deriden eldivenlerle geziyor, yanımda çeşit çeşit
el kremleri taşıyordum. Okuldaki erkekler elime krem
sürdüğümü görünce alay eder bazense muzır kahkahalarını savururlardı yüzüme.
Babamın eve çok yorgun gelmesine alışıktım, ancak bir akşam her zamankinden daha bitkin ve daha
sinirli halleriyle evin içinde oradan oraya bir poyraz
gibi esmişti. Annemle uzun uzun tartışmalarını hatırlıyorum. Onları kükrercesine yüksek seslerle tartışırken gördüğüm çok nadirdi. Babam, iş dolayısıyla
Türkiye’ye kesin dönüş yapmasının istendiği bir posta
almıştı. Annem benim eğitimime Almanya’da devam
etmemi istiyor, babam ise Türkiye’de de kaliteli eğitim veren kurumların olduğu konusunda annemi ikna
etmeye çalışıyordu. Liseyi bitirdiğim yılın yazında İstanbul’a taşındık. İşin tuhaf kısmı köklerimin uzandığı bu esrarlı ülkeye o kadar uzaktım ki doğru dürüst
Türkçe bile konuşamıyordum. Yazın geri kalan kısmını
Türkiye’yi keşfetmeye, anlamaya çalışarak ve Türkçe
romanlar okuyarak geçirdim. Kendimi ne zaman tıp
fakültesinde buldum bilmiyorum. Aile sohbetleri yapılırken İstanbul’da hangi tıp fakültesinin daha iyi eğitim
verdiğinin konuşulduğunu duyuyordum. Doktorluğa,
özellikle de cerrahlığa sıcak baktığım söylenebilirdi;
cerrahların sahip olduğu mükemmel refleksler, el becerileri ve soğukkanlılıkları beni her zaman büyülemişti. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi tarafından kabul edildiğimi duyunca annem sevinç göz yaşlarını sakınmamıştı,
babam gözleri buğulanmış bir şekilde sağlamca sarılıp ‘’yolun açık olsun oğlum’’ diyordu, gür sesiyle.
Tıp fakültesine girdiğimde diğer insanlardan çok
daha fazla zorlanıyordum. Zayıf Türkçe bilgim ve Almanya-Türkiye arasındaki eğitim farklılığı beni uzun
bir süre geride bırakacaktı. Bunu da yenecektim, tıbbı sevecektim; hele bu kadar farklılığı bu kadar güzel
harmanlayan Türkiye’yi, yönetenlerine ve politik çirkinliklerine aldırmadan içten sevecektim. İnsan bir şeyini
kaybettiğinde akıllara gelmeyecek yerlere bile bakınır
ancak aradığı şeyi cebinde buluverir, işte aynı bu şekilde kendimi bulmuştum bu ülkede.
Tıp fakültesinde yıllar beklediğimden çok daha hızlı
geçiyordu. Çok güzel dostluklar kurdum diyebilirim;
üniversite boyunca çokça sevgilim de oldu, ancak
‘’aşk’’ denilen şeyi yaşayıp yaşamadığımı bilemiyorum
çünkü ne olduğunu bilmeyince tecrübe edip etmediğinizi de bilemiyorsunuz galiba. Sahiden ‘’aşk nedir
? ‘’ diye sorardım kendime; okuduğum romanlardaki, filmlerdeki, şiirlerdeki aşk ise benim yaşadıklarım
neydi ?.Özellikle Türk Edebiyatı’nda anlatılan bu muazzam aşklara, aşıklara ve bu aşıkların yaşadıklarına,
sevgilerine, sevişmelerine özenirdim; onları kendi yaşadıklarımla karşılaştırırdım. Kiminle beraber olduysam ilişkileri bir bardak su gibi tüketmiş ve sonunda
ayrılmak durumunda kalmıştım. Kendimi hiçbir zaman
birine aitmiş gibi hissedemediğimden ve bağlanamadığımdan içi boş yaşıyordum ilişkileri. Yaşadıklarımın
kitaplarda yazanlara benzemediği şüphe götürmez
bir gerçekti. İşte bu özenerek okuduğum Türk Edebiyatı’nı babam da çok sevmiş olacak ki Nazım Hikmet’ten çok etkilenip adımı ‘’ Nazım’’ koymuş. Türkiye’ye geldiğimde en çok hoşuma giden şeylerden biri
de bu olmuştu galiba, insanlar ismimi doğru telaffuz
edebiliyordu.
Tıp fakültesi de bütün doluluğuyla, stresiyle, kahkahaları ve üzüntüleriyle bitmişti. İnsan onca yıl hayalini kurduğu şeyi birden elde edince büyük bir boşluğa
düşüyor. İnsanlar hedefler koyar, onlara ulaşabilmek
için kendini yer bitirir, onlara ulaşınca da ‘’Ne oldu be
şimdi ?‘’ diyebilir. Bunun için sürekli bir hedef koyma
hali olmalıdır. Tıp fakültesini bitirdiğimde benim hedefim oldukça belirgin görünüyordu. Tabi ki de yıllardır
hayalini kurduğum gibi el becerilerimi kullanacağım
52
genel cerrahi alanında ihtisasımı yapacaktım. Asistanlığım boyunca hangi ülkede kendimi geliştirebileceğim
kurs, kongre, proje çalışması varsa katıldım diyebilirim. Hatta daha asistanken karaciğer tümörlerine yaklaşımla ilgili yaptığımız çalışmalar hem ulusal hem de
uluslararası alanda bize tanınırlık sağlamıştı. Yorucu
yıllar bitmiş yerini daha yorucu yıllara bırakmıştı. Asistanlığımı bitirmiş, ülke çapında tanınır bir genel cerrah
olmuştum. Uzmanlığım süresince de tıp literatürüne girmeye değer çalışmalar yaptığım söylenebilirdi.
O kadar mutluydum ki , istediğim hayatı yaşadığımı
düşünüyordum. Sabah kalkıp kahvaltı yapıyor, spor
arabamla hastaneye gidiyor; ameliyat listeme bakıyor,
ameliyathaneye dalıyordum. Anestezist meslektaşıma, asistanlarıma ve hemşirelerime içtenlikle gülümseyip selam veriyor; hallerini sorduktan sonra hemşirelerimden birine istediğim müziği açmasını söylüyor,
diğerinin eldivenlerimi giymemde yardım etmesini istiyordum. Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapıyor ve müzik başlar başlamaz insanların sahip olduğu en müthiş
organik makine parçalarına dokunuyor, onları tamir
ediyor, hatta bazen onları değiştiriyordum. Sonunda
yaptığım işe uzunca bakıp gülümsüyor, asistanlarıma teşekkür edip yapmaları gereken işleri söylüyor
ve ameliyathaneden çıkıyordum. İçinde bol yeşilin ve
kırmızının olduğu bu muazzam hayatımda buruk hissettiğim dönemler de oluyordu. Bazen o kadar yalnız
hissediyordum ki boğulasım geliyordu.
Hastanede sıradan sayılabilecek bir günde acile
ağır bir vaka gelmişti ve hemen ameliyata alınması
gerekiyordu. Onlu yaşlarda bir kız çocuğu ağır bir trafik kazası geçirmiş ve iç organlarından ciddi hasar almıştı. Çocuk cerrahisinden herhangi birini bekleyecek
zaman olmadığından aceleyle ameliyata başlamıştım.
Ameliyathanenin kapısından içeri süzülen bir silüet
belirdi, ancak kafamı kaldıramadığımdan kim olduğunu anlamadım. Karaciğerindeki kanamayı durdurup
başımı hafifçe kaldırmamla gözlerime yıldırım düştü sandım. Göğüs duvarımı zorlayan kalbime anlam
veremeyip gözlerimi yeniden hastaya çevirdim. ‘’Siz
Nazım Bey olmalısınız ‘’ dedi. Hafifçe başımı sallayarak onayladım. Ameliyatın gidişatını dikkatle inceliyor
aynı zamanda hemşireye eldivenlerini giydiriyordu.
‘’Ben İpek, daha birkaç gün önce çocuk cerrahı olarak hastaneye atandım ‘’ dedi. Tanıştığıma memnun
olduğumu söylerken sesimin titreyişlerinden utanıyordum. İyi iş çıkarmışa benziyorsunuz, dedi. ‘’Ancak
bundan sonrası benim alanım, geri kalan kısımda ufak
yardımlarda bulunmanız yeterli ‘’dedi. ’’Elbette’’ diyerek başımı salladım. Ameliyat boyunca ara ara gözlerine bakıp, İpek baktığımı fark eder etmez gözlerimi
bir serçenin ürkekliğiyle kaçırıyordum. Onlarca kadınla
birlikte olmuştum ama İpek’e karşı o an hissettiğim
53
şeyi daha önce hissetmediğime yemin edebilirdim.
Daha yüzünün tamamını görmemiştim bile, üstelik
bir kadın cerrahın ameliyathanede görebileceğiniz tek
yeri gözleridir. Hayatımda ilk defa bir kadının yüzüne,
gülümsemesine, dudaklarına, vücut ölçülerine bakmadan ansızın gözlerinden vurgun yemiştim. Gözleri
gibi yaptığı iş de güzel görünüyordu. ‘’Elinize sağlık,
ince iş çıkardınız ‘’ dedim. Gülümsediği gözlerinin
kenarlarındaki hafif çizgilenmelerden kendini belli ediyordu. ‘’ Teşekkür ederim Nazım Bey, iyi başlayan işi
bitirmek her zaman daha kolaydır ‘’ dedi. ‘’Yeniden
görüşürüz umarım ’’dedim. ‘’Görüşmek üzere ‘’ deyip
ameliyathaneden sessizce ayrıldı. İçimde beni yıllardır
esir almış ağlamaklı ve kasvetli hava, bir bahar havasına dönüşmüş gibi hissediyordum.
Akşam hastaneden çıkarken otoparkta kırmızı
şapka takmış narin bir kadın görmüştüm. İpek olabilir diye düşündüm bir anlık heyecanla. Kendime inanamıyordum. Nasıl da bir anda mantıksal yeteneğimi
kaybediyordum!. Onu nereden tanıyacaktım ki daha
yüzünü bile tamamen görmemiştim. Herhangi bir kadını herhangi bir belirti bile olmadan İpek’e benzetiyor
olmam, duyguların beni nasıl aklını yitiren bir insana
çevirdiğini kanıtlıyor gibiydi.
Spor arabama atlayıp motoru bütün gürültüsüyle
çalıştırarak eve doğru yola koyuldum. Ertesi gün hiçbir ameliyatım yoktu, klinikteydim. Sabah hastanede odama doğru ilerlerken koridorun diğer ucundan
bana doğru gelen, gülümseyen ve gülümsemesinde
yapaylıktan tek bir kırıntı bile barındırmayan bir güzellik görüyordum. Dalgalı kumral saçları, kendiliğinden
uzun kirpikleri, bal rengine yakın gözleri ve kıvrımları
kemanı andıran enfes vücuduyla karşımdaydı.
‘’Merhaba İpek, sizi yeşillerin içinde görmeyince
neredeyse tanıyamayacaktım.’’
Dudaklarının köşelerinden çenesine doğru dalga
gibi ilerleyen gülümsemesiyle ‘’Sizi tanımak kolay ama
‘’ dedi. Neden öyle olduğunu sorduğumda ‘’siz ünlü
bir doktorsunuz ‘’ dedi. Sizin yaptığınız çalışmaları da
okudum, siz de az tanınan bir doktor değilmişsiniz,
dedim yumuşak bir tebessümle.
‘’Demek hakkımda araştırma yaptınız ‘’ dedi. Bir
an öyle utandım ki eminim ince olan cildimin altındaki kılcal damarlar beni çoktan ele vermişti. Hafifçe
öksürerek ‘’Evet ‘’ diyebildim. Yumuşak bir ifadeyle
gülümsedi ve gitmesi gerektiğini söyledi. Telaşla onu
durdurup hastaneden sonra akşam işi olup olmadığını sordum. ‘’Aslında bakarsanız mühim bir işim yok’’
dedi. İsterseniz sizi çok sevdiğim bir restorana götürebilirim, dedim. Telefon numarasını alıp çocuklar gibi
hareketli tavrımla odama geçtim. Bugün de kliniğe
ne kadar çok hasta gelmişti; ya da her zamankinden
fazla değildi; belki de akşamı sabırsızlıkla beklediğim
için bana öyle geliyordu. Akşam olup mesai saati bittiğinde önlüğümü askıya asıp paltomu giydim. İpek’in
kapısının önünde bir süre bekledikten sonra içeriden
kırmızı elbisesi ve elinde kırmızı bir şapkayla tüm güzelliğini getirmiş karşımda duruyordu. O gün otoparkta gördüğüm kadının gerçekten İpek olduğunu fark
edince epey şaşırmıştım. ‘’Hadi gidelim’’ dedim. Bir
şey demeden süzülerek önümde yürüyordu. Hayatımda daha güzel yürüyen bir kadın görmediğime
emindim.
Balık sevip sevmediğini sordum. O cennetten
düşme gülümsemesini yüzüne takınarak ‘’bayılırım’’
dedi. Ortaköy’de boğaz kenarına oturmuş lüferlerimizi yiyorduk. Sağlık sisteminden, doktorluğun bize
getirdiği yükten yani daha çok mesleki konulardan
konuşup bir yandan da şaraplarımızı yudumluyorduk.
Elleri dikkatimi çekmişti, annemin ellerine ne kadar da
çok benziyordu. Elleriniz ne güzelmiş, dedim. Hafifçe
başını sallayıp mütevazi tavrıyla teşekkür etti. Bazen
sessizce oturuyor boğazı seyrediyorduk. Gözleri boğazda birilerini arıyormuş gibi bakıyordu; sanki Ay’ın
ışığı denize düşmüş, denizdeki ışık da bu muazzam
kadının gözlerine düşmüştü; kirpikleri rüzgarla titriyor,
söylediği her kelimede dudakları dünyanın en estetik
varlıklarına dönüşüyordu. Elleriyle kadehi okşarcasına
nazik kavrıyor, oturuşu Rönesans dönemi tablolarındaki kadınları kıskandırıyordu. İpek’i bıraktıktan sonra
evde yatmadan önce uzun uzun düşündüm. Hayatımda daha önce hiç kimseye karşı böyle içi dolu hisler beslememiştim.
Sabah dinç olarak kalkmıştım; sporumu yapmış,
biraz piyano çalmış, birkaç tıbbi dergiyi incelemiş ve
yeni çıkan bir romana başlamıştım. Ne yaparsam yapayım İpek aklımın köşelerinde bir yerlerdeydi. Sonunda dayanamayıp ‘’Selam İpek, eğer işin yoksa
çok sevdiğim bir jazz-bar var, akşam seni oraya götürebilirim’’ diye mesaj yolladım. ‘’ Olur Nazım, adresimi
yazıyorum beni evimden alırsın ‘’ yazdı.
Üzerime şık bir şeyler giyip İpek’e doğru arabamı
sürdüm. Evine geldiğimde o da çoktan hazırlanmıştı.
Başında farklı tarzda ama yine kırmızı renkte bir şapka
vardı, üzerinde tüm vücut hatlarını özellikle de kalçalarını belirginleştiren zarif bir elbise vardı. İçkilerimizi
söyledikten sonra vokaldeki yumuşak sesli kadının etkisiyle içi huzurla dolmuş olan jazz müziği dinliyor, oluşan bu sıcak ortamda muhabbet ediyorduk. Birbirimizin çocukluğundan bahsettik. Birçok ülkede yaşamış
olmam onun dikkatini çekiyordu; şehirler, kültürel farklılıklar biraz da politika hakkında konuşuyorduk. Ben
ellerim hakkında ne kadar takıntılı olduğumu anlattım
ve ellerimi masanın üstüne hafifçe koydum. ‘’ Ellerin
ne kadar da güzelmiş ‘’ dedi gözlerini büyülterek. ‘’
İyi bir cerrah olmana şaşmamak gerek, bunun için
doğmuşsun ‘’ dedi. ‘’ Gerçekten öyle, bazen dünyada cerrahlıktan başka yapılacak meslek yokmuş gibi
hissediyorum’’ dedim. Piyano çaldığımdan ve klasik
müziğe olan tutkumdan bahsettim biraz. O da ayrıntıya girmeden fakir bir ailenin çocuğu olarak doğduğunu, annesinin onu doğururken öldüğünü, pek sağlam
bir çocukluk geçirmediğini, büyük zorluklarla okuyup
kendi ayakları üstünde durduğunu anlattı. Ne yalan
söyleyeyim biraz hüzünlenmiştim; anlattıklarını dinleyince ve karşımdakinin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu görünce derinden saygı duymuştum. Saat ilerleyince onu evine kadar bırakıp kendi evime geçtim.
Sabah uzun zamandır olmadığı kadar enerjik uyandım
; güzel bir kahvaltı yapıp evden çıktım, arabayı çalıştırıp hareketli bir müzik açtım. Ameliyathaneye hiç olmadığım kadar mutlu girmiştim o sabah. Hemşirem
Neriman’dan müzik çalara ‘’ Michael Nyman’’ CD’sini
takmasını ve on ikinci sıradaki parçayı açmasını söyledim; müzik hafifçe yürürlüğe giriyordu. Gözlerimi kapayıp müziğin sesini biraz daha açmasını istedim. ‘’
İşte bu ! ‘’ diyordum içimden. ‘’ Lady in Red Hat’’ yani
kırmızı şapkalı kadın… Bu müzik kesinlikle gözümün
önüne İpek’i getiriyordu.
Ameliyattan sonra, iki ay sonra yurt dışındaki bir
bale yarışmasına katılmak isteyen ancak tiroid kanseri
epey ilerlemiş olan genç bir kadın hasta geldi. Yarışmaya yetiştirmek için elimizden geleni yapacağımızı,
ameliyat programlarının çok yoğun olmasına rağmen
en uygun zamana kadının ameliyatının gerçekleştirilmesi için asistanlarıma haber vereceğimi söyledim.
Son dönemde kendimde inanılmaz bir enerji hissediyordum. Ameliyatlarım ve üzerinde çalıştığımız
projeler son derece harika gidiyordu. Bazı akşamlar
İpek’le dışarı çıkar; birbirimize hayattan istediklerimizi,
gelecek planlarımızı anlatır; birbirimize içimizde paslanmış anılarımızı, düşüncelerimizi anlatırdık. İşin acı
kısmı ben ne zaman ilişkiler konusunda konuşmaya
başlasam İpek hemen konuyu değiştiriyor ve kelimeleri boğazıma tıkıyordu. Hayatımda hiçbir insana karşı
içimi bu kadar açmadığımı fark etmiştim; hiç kimseye
bu kadar kendimden bahsetmemiş, kimseye hayata
bakışım hakkındaki fikirleri bütün çıplaklığıyla sunmamıştım. Onu kendime o kadar yakın hissetmeye başlamıştım ki yıllardır ne olduğunu merak ettiğim bu ‘’
aşk ‘’ denilen esrarın ne olduğunu öğrendiğimi düşünüyordum. Hangi şair söylemişti hatırlayamıyorum ‘’
İnsan yalnız bir kere aşık olur, gerisi teferruattır’’ diye.
Galiba benimki de İpek’ti işte. Bundan önce yaşadıklarım sevgiydi belki ama aşk değildi. Aşk da belki sev-
54
ginin bir çeşidiydi ancak sevgi zamanla oluyordu aşk
ise aniden oluyor ve içi zamanla sevgiyle dolduruluyordu. Hafta içi bir akşam, önceden gittiğimiz jazz-bara yeniden gitmeyi teklif ettim İpek’e. Çok yoğun bir
gün geçirdiğini, bana söyleyeceği çok önemli şeylerin
olduğunu, iyi bir fikir olabileceğini söyleyip telefonu
kapattı. Bu akşam ona tamamen açılmayı planlıyordum. Tüm hislerimi sakınmadan cesurca sunacaktım
önüne. Bana karşı çoğu zaman bir dost gibi davranmasına ve ilişki konularını hiç açmamasına rağmen
yapacaktım bunu çünkü ‘’ keşke ‘’ demeyecektim.
Akşam İpek’i evinden aldıktan sonra yola çıktık, yolda
neredeyse hiç konuşmamıştık. Yine barın her zamanki gibi en sessiz köşelerinden birine geçtik birbirimizi
duyabilmek için. İçkilerimizi yudumlayıp yine her zamanki konuşmalarımızı yapıyorduk. Bu kadın her gün
daha da güzelleşiyor gibiydi gözlerimin içinde. Bazen
anlattıklarını umursamayıp sadece başımı salladığım
oluyor; yüzündeki mimikleri, tebessümleri ve bal rengi
gözlerini izliyordum. Yüzü sanki mevsimleri yaşıyordu konuşurken, hani derler ya her mevsimin kendine
göre güzelliği vardır diye işte her duygu farklı güzellikte bir hareket yaratıyordu yüzünde. ‘’ Anlatacakların
vardı sanırım İpek ‘’ dedim gülümseyerek. Yüzündeki
neşe birden uçup gitmişti. ‘’ Senin de söyleyeceklerin
vardı Nazım, istersen sen başla’’ dedi. Heyecandan
kalbim, doğadan alınıp kafese yeni atılmış bir kuş gibi
çırpınıyordu. Alkolün de etkisiyle daha da yaklaşıp dudaklarımı dudaklarına değdirivermiştim. Dudaklarımda hoş kokulu çiçekleri, ihtişamlı şelaleleri, işlenmemiş saf pamuğu hisseder gibi oldum. Beni hafifçe ileri
itmese o an cennette olduğumu düşünebilirdim. ‘’Ne
yapıyorsun Nazım ? ‘’ dedi titreyen sesiyle. Artık daha
fazla dayanamayacaktım.
‘’Geçirdiğimiz günleri, paylaştığımız düşüncelerimizi düşünüyorum da… Çok sevdim seni İpek, dünyada
kendime daha yakın bulduğum başka bir insan yok,
belki senden sonra da olmayacak. Sen benim içimdeki ‘’ben’’ i bulup çıkarmamı sağladın, bambaşka bir
insan yaptın beni… ben… ben sana aşık oldum ‘’. Yüzüme umutsuzca bakıyor bir yandan da gözlerinden
süzülen yaşları silmeye çabalıyordu.
‘’ Ben de sana yakın buldum kendimi, ben de kendimi buldum seninleyken ‘’
‘’ O zaman neden kaçıyorsun benden ? ‘’
‘’ Hiçbir şeyi bilmiyorsun Nazım ‘’
‘’ Anlat o zaman İpek bilmek istiyorum ‘’ dedim
ağlamaklı sesimle.
Derince yutkundu ve yüzü şimdiye kadar gördüğüm en kasvetli hali aldı birden.
55
‘’ Ben önceden de anlattığım gibi rahatlık içinde
büyümedim Nazım. Hayat bana çok erken başladı
kötü davranmaya. Daha on yaşımdaydım. İstanbul’un
gecekondu mahallelerinden birinde yaşıyorduk. Annemi zaten önceden kaybettiğimi söylemiştim sana.
Babam da porselen fabrikasına gider çoğu zaman
akşama kadar eve gelmezdi. Evi ben temizler akşam babamla yemeği beraber hazırlar, sofrayı yine
ben toplardım. Akşam geri kalan vakitte kitap okur,
okuldaki ödevlerimi yapmaya çalışırdım. Bir gün babam her zaman olduğu gibi evden çıktı, ben de akşam yemek için ekmek ve biraz sebze almaya gittim.
Bakkal önce istediklerimi verdi ve güler yüzle ailem
hakkında sorular sormaya başladı. Bu mahalleye yeni
taşındığımızı, annemin çoktan öldüğünü, babamın
işte olduğunu söyledim. Üzülüyormuş gibi bir ifadeye
bürünüp bugün para ödemeden gidebileceğimi söyledi. Akşam babam gelmişti; dünyanın en mükemmel
insanı, benim kahramanım gibiydi. O gün bana gofret
veya şeker alabilmem için biraz para vermişti. Babam
genelde fabrikadan aldığı üç kuruş maaşla temel ihtiyaçlarımızı anca karşılar başka şeyler için para yetiremezdi. O kadar mutlu olmuştum ki bir an önce sabah olsun diye erkenden yatmıştım. Sabah olur olmaz
bakkalın yolunu tuttum. İstediğim tüm şekerlerden
alabileceğimi söylüyordu, bir yandan da kapıya doğru
yöneldiğini gördüm. Adam kapıyı kilitledi ve ‘’ kapalı ‘’
yazan kartonu cama bakacak şekilde değiştirdi. Sonrasında hissettiğim tek şey ağzımı kapatmış kocaman
eller ve derin bir acı… ‘’
Göz yaşları, karanlık gökyüzünden yağmurların
acıyla inmesini andırıyordu. Hayatımda hiç bu kadar
ağladığımı hatırlamıyorum. Bir süre karşılıklı olarak ağladık. Sonra kendini zorlayarak hırıltıyla derin bir nefes
aldı ve sözlerine devam etmeye çalıştı.
‘’ Tam iki yıl sürdü bu eziyet. Eğer babama tek kelime bile söylersem önce beni sonra babamı öldüreceğini söylüyordu. Beni öldürmesi hiçbir şeyi değiştirmiyordu ama babam...Bu dünyadaki en iyi insan,
kahramanım…Kendimden daha çok seviyordum
onu. Yine ben bir sabah, önceki sabahlar olduğu gibi
bakkala ölmeye gidiyordum. Aslında her sabah ölüyordum yavaş yavaş ama babamın ölmesini istemiyordum. İşte o sabah artık gerçekten ölmek istedim,
bayılana kadar bağırdım. Bağırdığım için mi bayılmıştım yoksa bakkal bana vurmuş muydu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım şey yüzü kanlar içerisinde kalmış
kırmızı şapkalı bir kadının beni kollarına alıp sokaktan
aşağıya doğru koşturduğu. Kırmızı şapkasını benim
korkmamam için yüzüme kapamıştı. Kadın beni önce
hastaneye götürmüş, ardından polisleri de çağırıp
bana her şeyi anlatmamı ve iyileşeceğimi söylemişti.
Yaşadıklarımı tek tek anlattım, babam kahrından kendini duvarlara vurdu.
İşte bu kırmızı şapkalı kadın yaşadığı sürece yıllardır
eksikliğini hissettiğim annem gibi olmuştu. Sık sık evimizi ziyaret eder bir ihtiyacımızın olup olmadığını sorar
ve ayrılırdı. Ölmeden önce mirasından benim tüm eğitim ve tedavi masraflarımın karşılanacağına dair pay
ayırtmış. Onun sayesinde önce tıbbı kazandım; sonra
da benim çürüyüp giden çocukluğuma inat çocuklara
yardım edebilmek için çocuk cerrahı oldum ve hayatımı buna adadım. Uzun bir süre babam haricindeki
bütün erkeklerden nefret ettim. Psikiyatrik tedavi gördüm uzunca bir süre, bu tedaviler ancak benim intihar
düşüncelerimi baskılayabildi. Sonraları çok iyi erkek
dostlarım da oldu. ‘’
Gözlerindeki makyaj yanaklarından süzülüp dudağının kenarından çenesine doğru akıyordu, eline bir
peçete alıp yüzünü iyice sildi.
‘’ Tıpkı senin gibi ‘’ dedi.
‘’ Ama’’ dedi ‘’ Ama erkeklere karşı en ufak bir istek duymuyorum Nazım ‘’ ve son bir kez acıyla yutkundu.
‘’ Ben eşcinselim ‘’
‘’ Sana da Pittsburgh Üniversitesi’nden kabul aldığımı söyleyecektim, yarından sonra Amerika’ya uçağım var, kariyerime orada devam edeceğim ‘’
O kadar darmadağın olmuştum ki değil tek bir kelime tek bir harf bile çıkaramamıştım. Uzunca bir süre
kendimi toplamaya çalıştım. İpek’in çantasını alıp paltosunu giydiğini fark ettim. Masanın kenarında duran
kırmızı şapkasını da bir eline aldı. Ayağa kalktım ve
uzun süre sıkıca sarıldık. Hoşça kal, diyebildim sadece hoşça kal…Hafifçe şapkasını giydi, kapıdan dışarıya doğru yürüyordu. Ruhumdan kopan parçaları da
sürüklüyordu. Attığı her adımda eksiliyordum, küçülüyordum, tükeniyordum… Gidiyor işte sevdiğin kadın diyordum içimden, kimseyi sevemeyeceksin belki
böyle, sonraları sevemedim de zaten.
O gece ne kadar çok içtiğimi, kaçta uyuduğumu
ya da eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım asistanımın telefonumu ısrarla aramasıydı. Salonda uyuduğumdan sehpaya zar zor uzanabildim,
telefonu açtım.
‘’ Nazım hocam, hatırlarsanız bu sabah ameliyat
olacak balerin bir kız vardı, tiroid kanseri olan. Biz
ameliyathaneyi hazırladık sizi bekliyoruz ‘’
İsteksizce ve özensizce üstümü giyinip evden
çıktım, arabama atlayıp son sürat hastaneye doğru
ilerliyordum. Yolda gelirken ve arabayı park ederken
gürültülü sesler duymuştum. Arabadan inip baktığımda spor arabamın sağlam olan tek bir yerinin kalmadığını fark ettim. Umrumda da değildi zaten, anahtarları
arabanın üstünde bırakıp hastaneye doğru koşmaya
başladım. Koşarken birkaç kere düşmüşüm çünkü
hala başım çok dönüyordu, üstelik en son ne zaman
yemek yediğimi hatırlamıyordum. Ameliyathaneye girdiğimde içeriye derin bir sessizlik hakimdi. En basit
ameliyatlara bile vaktinden sonra geldiğim görülmemişti. ‘’ Hadi başlayalım ‘’ dedim boğuk sesimle. Balerin kız, Neriman’dan ameliyat boyunca ‘’Kuğu Gölü
Bale Suiti’’ nin çalınmasını istemiş. Başımla hafifçe
onayladım.
Ameliyata başlıyorduk, asistanlarıma onların başlayabileceğine dair komut verdim. Tümör tüm tiroid
bezine yayılmıştı, hafif ama ürkek dokunuşlarla tiroid
bezini tümörle beraber çıkarabilmiştim. Şimdi daha
önce ameliyatlarımda yüzlerce kez yaptığım gibi etrafındaki lenf düğümlerini de alacaktım. Bir an dünyanın, ameliyathane zemininin döndüğünü fark ettim.
Ameliyat masasına tutunup geçmesini bekledim. ‘’ İyi
misiniz hocam ? ‘’ diyordu asistanlarımdan bir tanesi.
‘’ İyiyim, iyiyim hadi bitirelim şunu ‘’ dedim. Yavaşça
nodüllerin olduğu bölüme neşterimi götürdüm, bir an
bütün sesler kesilmişti. Geriye doğru düşüyormuş gibi
hissettim, Neriman hemen beni öne itti, yeniden ayakta durmaya çalıştım. Asistanlarım ,anestezist ve tüm
hemşireler bana öyle bir baktılar ki… o birkaç saniye
içerisinde ‘’ Ne yaptın sen ?’’, ‘’ Bunu nasıl yapabildin
? ‘’, ‘’ Şimdi ne olacak ? ‘’, ‘’ Zavallı ‘’ anlamındaki
manalı ve bir o kadar da haklı bakışlar. Tıpkı başkemancı kadına senfonide yöneltilen bakışlar gibiydi,
hatta aynısıydı. Bu saniyelik bakışlardan sonra manzara cehennemden farksızdı. Kızın karotid arterini( şah
damarı) kesmiştim. İşte bütün kariyerim, hayallerim,
hayatım, gelmişim ve geleceğim fışkırarak akıyordu
zemine. Asistanlarım damarı onarmak için ellerinden
ne geliyorsa yapmaya çalışıyorlardı, benim yıllardır tek
bir titreme görmemiş ellerim öyle titriyordu ki toprağa
sürsem deprem olur sanırdınız. Hasta eks olmuştu,
kanlar içinde kalp masajı yapmaya çalışıyordum. Asistanlarım umutsuz gözlerle bana bakıyordu.
‘’ Öldü hocam ‘’ dedi biri ürkek bir sesle. Ellerimi
hastanın göğsünden kaldırıp yüzüme çevirdim. Ameliyathane kan gölünü andırıyordu. Arkadan ‘’ Kuğu
Gölü Bale Suiti’’ çalıyordu, balerin çoktan ölmüştü.
Hastanenin acil servisinde uyandığımı hatırlıyorum.
O an gerçekten ölmeyi diledim hatta hemşirenin getirdiği sakinleştirici iğneyi kalbimin tam ortasına saplayıp
kendimi öldürmek istedim. Denedim, başaramadım,
ellerimi yatağa bağladılar…
Her gece kanlar içinde dans eden balerin kız rüya-
56
ma giriyor ve hıçkırıklar içerisinde uyanmama sebep
oluyordu. Yavaş yavaş iyileştim uzun bir süre davalarla ve bana verilen cezalarla uğraştım. Mahkemelerde
avukatımın tüm ısrarlarına rağmen tek bir kelime etmedim. Suçluydum zaten, en ağır cezayı almalıydım.
Aradan yaklaşık iki yıl geçti, yeni açılan özel bir hastanede çalışmak için başvurdum. Daha ilk ameliyattan
sonra istifa etmek zorunda kaldım. Fokal el distonisi
denilen bir hastalığa tutuldum. Elime neşter ve diğer
kesici ameliyat aletlerini alamıyor, ameliyatı yapmaya cesaret edemiyordum. Tam başlayacağım sırada
elime derin bir titreme giriyor, parmaklarım kasılıyor
ve ameliyathaneden çıkana kadar devam ediyordu.
Nörolog arkadaşlarımdan yardım istedim ancak tedavi başarılı olamadı. Psikoterapi de hiçbir işe yaramamıştı. Hayatımda daha işe yaramaz hissettiğim hiçbir
dönem olmamıştı.
ro başlama işaretini yeniden veriyordu. ‘’Kuğu Gölü
Bale Suiti’’nin bendeki kötü anısına rağmen uzun zamandır ilk defa gülümsüyordum.
Bulmacalar
Türk Tıp Öğrencileri Birliği Bulmacası
Mehmet Ali Şahin
Sonunda hastalığı yenemeyeceğimi anlayıp emekleyerek, tırnaklarımla kazıyarak zorla elde ettiğim genel cerrahi kariyerimi sonlandırdım. Heidelberg Tıp
Fakültesi dahiliye programına başvurdum, önceki tecrübe ve çalışmalarımı da göz önünde bulundurup beni
kabul ettiler. Dahiliye uzmanı olup Almanya’da uzun
süre çalıştım. Geçen ay İpek’in ağır bir trafik kazası
sonucu öldüğü haberini aldım. Oturup uzun uzun düşündüm, kafamın içerisinde bir yerlerde intihar etmeye
yönelik önlenemez bir arzu dolaşıyordu. İpek’le olan
konuşmalarımızı hatırlayıp bu korkunç arzudan kendimi arındırdım. İpek’in bıraktığı yerden devam edecektim. Hastaneden bir hafta önce istifa edip bütün mal
varlığımı satışa çıkardım. İpek’in ölmeden önce üye
olduğu Dünya genelinde özellikle çocuklar için gönüllü
sağlık turneleri düzenleyen bir kuruluşta işe başlayacağım. İpek’in dokunamadığı çocuklara dokunup onları tedavi edeceğim, belki yeteneklerimi zamanla geri
kazanıp onun yaptığı gibi ameliyat edeceğim. Eminim
İpek de böyle isterdi ‘’
Elimden süzülen damla birkaç saniyede bütün hikayemi anlatmış, parmak ucumdan konser salonunun
zeminine damlamıştı. Orkestra üyeleri manalı bakışları
bırakıp ‘’ konzertmeister, konzertmeister ! ‘’ diye bağırıyorlardı. Kadının bir an tıbbi bir problemi olabileceğini düşünerek koltuğumdan kalkmak istedim, fakat
hafifçe doğrulmaya başladığını görünce vazgeçtim.
‘’ Hadi başarabilirsin, güçlü ol ‘’ diyordum içimden.
‘’ Ben başaramadım, sen başarmalısın, onlara yapabileceğini göster, ellerin titremesin ! ‘’ bir an Türkçe
olarak mırıldandığımı fark ettim, yanımdaki sarışın kadının bana tuhaf bir şekilde baktığını görünce kendimi
durdurdum.
Başkemancı sandalyesine oturdu, birinci kemandaki naif adam kadının nota sehpasını düzeltti. Maest-
57
58
Ulusal Yöneticiler 2014- 2015
Tıp Bulmacası
59