Beykent Üniversitesi

Transkript

Beykent Üniversitesi
BEYKENT ÜNİVERSİTESİ
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR
DERGİSİ
SAHİBİ / PROPRIETOR:
Prof. Dr. Ahmet YÜKSEL
(Beykent Üniversitesi adına/ On The
Behalf of Beykent University)
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
EDITOR -IN-CHIEF:
Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ
YAYIN SEKRETERİ
PUBLISHING SECRETARY
Songül OYANIK
BEYKENT UNIVERSITY
JOURNAL OF
STRATEGIC STUDIES
YAYIN KURULU
PUBLISHING BOARD:
Prof. Dr. Erol EREN
Prof. Dr. Mithat BAYDUR
Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK
Prof. Dr. Mümin ERTÜRK
Prof. Dr. Ahmet Güner SAYAR
Prof. Dr. Abdulhaluk Mehmet ÇAY
Yrd.Doç.Dr. Sait YILMAZ
Yrd.Doç.Dr. Muzaffer ÜREKLİ
E.Tümg. Armağan KULOĞLU
DANIŞMA KURULU
ADVISOR COMITTEE:
Prof. Dr. Tuncer ÇELİK
E.Org. Yaşar BÜYÜKANIT
Prof. Dr. Hasan KÖNİ
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Prof. Dr. Selahattin SARI
Prof. Dr. Muhittin KARABULUT
Prof. Dr. İ. Yaşar HACISALİHOĞLU
Doç. Dr. Veysel KILIÇ
Her hakkı saklıdır. Stratejik Araştırmalar Dergisi yılda iki kez yayımlanan, bilimsel hakem
kurulu olan bir yayındır. Stratejik Araştırmalar Dergisinde yayımlanan makalelerdeki görüş ve
düşünceler yazarların kişisel görüşleri olup, hiçbir şekilde Stratejik Araştırmalar Dergisinin veya
Beykent Üniversitesi’nin görüşlerini ifade etmez. Stratejik Araştırmalar Dergisine gönderilen
makaleler iade edilmez.
ISSN: 1307- 6108
Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sıraselviler Cad. No: 65 PK:34437 Taksim/ İSTANBUL
Tel: 0212 444 1997 Faks: 0212 867 55 77
www.beykent.edu.tr
ISSN: 1307- 6108
BEYKENT ÜNİVERSİTESİ
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ
BEYKENT UNIVERSITY
JOURNAL OF STRATEGIC STUDIES
Sertifika No: 11374
Beykent Üniversitesi Yayınları, No.71
Cilt Volume: 2
Numara Number: 2
Yıl Year: 2009 Güz Fall
Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) tarafından yılda iki kez
yayınlanmakta olan Stratejik Araştırmalar Dergisi 4. Sayısı ile sizlere ulaşmaktadır.
BÜSAM olarak gördüğümüz ilgi ve bize ulaşan övgülerden memnunuz. Dergimiz siz
akademisyenlerin katkıları ile şimdiden akademik yayın hayatımızda önemli bir yer
edinmiştir. Şimdi bu sayıdaki makaleleri gözden geçirelim.
E.Org.Yaşar Büyükanıt’a göre ülke güvenlikleri çok boyut değiştirmiştir. Boyut
değiştirmeye ek olarak, tehdit ve güvenlik boyutları geniş bir yelpazeye yayılmıştır.
Gelinen noktada “Güvenlik her yerde ya da hiçbir yerde” diyen bir tabir ortaya
çıkmıştır. Günümüzde asimetrik tehditler ve karanlık savaşlar öne çıkmıştır. Prof. Asım
Şen, Atatürk’ün başarılı liderlik uygulamalarında kilit rol oynayan liderlik ana
stratejilerini inceleyerek, insan yaşamını tehdit eden ulusal ve uluslararası birçok ortak
sorunlara çözüm arayan lider ve yöneticiler için liderlik stratejileri geliştirmeyi
amaçlamaktadır.
Osman, Z. Orhan, Cemal Cehir ve Ümit Hacıoğlu, çatışma riskinin ekonomik
nedenlerini Collier ve Starr ekonometrik modelleri üzerinden incelemektedir. Çatışma
sonrası bölgelerde, istihdam, etkin mali disiplin ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin
çatışma riskini azalttığı ortaya konulmuştur. Sait Yılmaz, ülkelerin, pandemi influenza
gibi salgın hastalıklar da dâhil devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları
yakından takip etmek, bunun içinde uygun bir kriz yönetim anlayışı içinde etkin bire
acil durum planlama ve yönetim sistemi geliştirmesi gerektiğini söylemektedir.
İnci Sökmen, küreselleşmeyle ortaya çıkan ağ tabanlı terörist örgütlerin özelliklerini
incelemekte ve küresel terörist organizasyon El Kaide’yi bir devlet-altı aktör olarak
örneklemektir. Osman Akagündüz’e göre; Afganistan’da giderek kötüleşen mevcut
durum, NATO ve ABD kuvvetlerinin yeni bir strateji geliştirip 2010 yılından itibaren
bunu uygulamak için hazırlıklar yapmasına neden olmuştur. Afganistan’dan bir an önce
çekilmeyi arzu eden ABD, bu strateji için NATO ülkelerinden daha fazla kuvvet talep
etmektedir.
Aygül Muran ve Ahmet Gürkan Atay, Humeyni ve Ahmedinejad dönemi İran dış
politikasında yaşanan değişimi ve muhtemel sonuçlarını analiz etmektedir. ABD-İsrail
karşıtı açıklamaların sürekliliği ve nükleer diplomaside gösterilen kararlılık,
Ahmedinejad İran’ının en belirgin özelliğidir. Erkin Özlen Türkiye, İspanya ve
İngiltere’nin terörizm ile mücadele stratejilerini açıklamaktadır. Bu bağlamda, güvenlik
güçlerinin güncel görevleri, yasama organlarının görevleri, toplum desteğinin gücü ve
uzun yıllardır sürmekte olan terörizm sorunu karşısındaki stratejilerin dönüşümü gibi
konular birincil derecede önem taşıdığını söylemektedir.
Yeni sayı için makaleleriniz bekliyoruz.
Yrd.Doç.Dr.Sait Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni
II
BU SAYININ HAKEMLERİ (REFREES OF THIS ISSUE)
,
Prof. Dr. Selahattin SARI…………… Beykent Üniv. IIBF (İşletme)
Prof. Dr. Erol EREN ............................Beykent Üniv. IIBF (İşletme)
Prof. Dr. Erol EREN ............................Beykent Üniv. IIBF (İşletme)
Prof. Dr. Abdulhaluk M. ÇAY ……… Beykent Üniv. (Tarih)
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU................Galatasaray Üniv. (Uluslararası İlişk.)
Prof. Dr. Hasan KÖNİ………………. Bahçeşehir Üniversitesi (Hukuk)
Prof. Dr. Muhittin KARABULUT .......Beykent Üniv. IIBF (İşletme)
Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK ................Gazi Üniv. (Uluslararası İlişk.)
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ .......................Gazi Üniv. (Uluslararası İlişk.)
Prof. Dr. Mithat BAYDUR………….. Beykent Üniv. (Uluslararası İlişkiler)
Prof.Dr. M. Emin KARAÖRS ……… Beykent Üniv. (Edebiyat)
Prof.Dr. Adil DAĞISTAN … ……… Beykent Üniv. (Tarih)
Prof. Dr. Ahmet Güner SAYAR……...Beykent Üniv. IIBF (Ekonomi)
Prof. Dr. Sudi APAK……………….. Beykent Üniv. İİBF (Ekonomi)
Doç. Dr. Veysel KILIÇ ........................Beykent Üniv. (İngiliz Dili Edebiyatı)
Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ................Beykent Üniv. (Uluslararası İlişkiler)
Yrd. Doç. Dr. Muzaffer ÜREKLİ ........Beykent Üniv. (Tarih)
Yrd. Doç.Dr. Engin YÖRÜK……….. Beykent Üniv. (Sosyal Bilimler)
IV
İÇİNDEKİLER/ CONTENTS
Sayfa No
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
Yaşar BÜYÜKANIT.…..………………………………………………………......1 - 27
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
Asım ŞEN………...……………………………………………………………...…28-49
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
Osman Z. ORHAN, Cemal CEHİR, Ümit HACIOĞLU…………….…..…...........50-68
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması “H1N1 (Domuz Gribi) Örneği”
Sait YILMAZ..……………………………..……………………….………..…...69-106
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
İnci SÖKMEN...……………………………………………………...……..…...107-137
NATO ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
Osman AKAGÜNDÜZ…………………….………………..…………………..138-154
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
Aygül MURAN – Ahmet Gürkan ATAY………...…………………....………..155-168
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
Erkin ÖZLEN……...………………………………………………………….....169-196
V
KAPSAM/ SUBJECTS
Uluslararası İlişkiler/International Relations
● Ulusal Güvenlik / National Security
● Uluslararası Güvenlik / International Security
● Güvenlik Bilimleri / Security Sciencies
● Terör / Terror
● İstihbarat / Intelligence
● Uluslararası Kuruluşlar / International Institutions
● Teknoloji / Technology
● Uluslararası İlişkiler Teorileri / Int. Relations Theories
● Orta Doğu / Middle East
● A.B.D. / U.S.A.
● AB ve Avrupa / EU and Europe
● Afrika / Africa
● Avrasya / Euroasia
- Kafkasya / Caucasus
- Orta Asya / Central Asia
- Rusya / Russia
● Asya- Pasifik / Asia-Pasific
● Latin Amerika / Latin America
● Kıbrıs / Cyprus
● Diaspora / Diaspora
● Teoloji ve Sosyo-Kültürel Konular / Teology and Socio-Cultural Issues
● Lojistik / Logistics
Ekonomi Politik/Political Economy
● Ekonomi Politik /Political Economy
● Küreselleşme / Globalization
● Lojistik / Logistics
● Enerji ve Su Konuları / Energy and Water matters
● Kurumlar ve Bölgesel Çalışmalar / Instutions and Regional Studies
Uluslararası Hukuk/International Law
● Uluslararası Çatışma Konuları / Int. Conflict Issues
● Uluslararası Adalet / International Justice
● Uluslararası Sorun Çözme / Int. Dispute Settlement
Uygulamalı Araştırmalar/Applied Research
● Strateji ve Karar Vermede Matematiksel Yaklaşım
/ Math Approach to Staretgy and Decision Making
● Uluslararası Sorunların Analizi / Analysis of International Affairs
● Harekat Araştırması / Operational Resarch
Vak’a Analizleri/Case Analysis
VI
The Journal of Strategic Research, published by BUSRC twice in a year, is now in your
hands with the fourth volume. We are very glad to have your interest and praise. Our
journal has gained great poisition in academic literature with your contributions. Now
let’s examine the essays in that issue.
According to Yaşar Büyükanıt, 25 th Chief of TGS and (R) Maj.Gen., national security
has faced many dimensional changes. Additionally, scope of threat and security
expanded in many ways. At that point, a new idiom; “Security is at everywhere or now
where.” has been raised. At the present time, asymmetric threats and dark wars are at
the front side. Prof. Asım Şen investigates the core strategies of Atatürk’s leadership
that played the key role in his successful leadership practices and aims to develop the
leadership strategies for those leaders and managers who are seeking solutions for many
common national and global problems that became a threat to human life.
Osman, Z. Orhan, Cemal Cehir, and Ümit Hacıoğlu study the economic dimensions of
the conflict have been analyzed using the econometric models of Collier and Starr. It
has been also examined that employment, effective monetary discipline and sustainable
growth are able to reduce the risk of conflict in post conflict areas. Sait Yılmaz
advocates that the nations have to monitor closely those ongoing and potential
pandemics and to develop effective emergency planning and execution system in
accordance with a proper crisis management understanding.
İnci Sökmen questions globalization and emerging network-based terrorist
organizations to examine the characteristics and different organizational structures
showing al Qaeda as global terrorist organization. Osman Akagünduz says that
deteriorating situation in Afghanistan caused to develop a new strategy and
preparations for the NATO and US Forces to launch in 2010. The US, willing to
terminate Afghan mission immediately, demands much forces from NATO countries
for that strategy.
Aygül Muran and Ahmet Gürkan Atay analyze Iran's foreign policy at the Homeyni and
Ahmadinejad periods detecting the changes and possible consequences. The most
prominent characteristic to Ahmedinejad’s Iran is the continuity on the anti-USA and
anti-Israeli policies and determination on the nuclear diplomacy. Erkin Özlen explains
Turkey, Spain and the UK’s strategies for tackling terrorism. He emphasizes that the
recent role of security forces, the role of legislative power, usage of public support as
an implicit power and transformation of counter strategies against these pro-longed
conflicts these various understandings could be deemed as fundamental.
We look forward to receiving further studies from esteemed researchers for the
upcoming issues
Asst. Prof. Sait Yılmaz
Editor in Chief
III
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
YENİ GÜVENLİK ANLAYIŞLARI VE
ORDULARIN DÖNÜŞÜMLERİ
E.Org.Yaşar Büyükanıt∗
ÖZET
Güvenlik yapılanmalarının arkasındaki mantık tehdit algılaması ile doğrudan ilişkilidir.
Soğuk Savaş döneminde tehdit algılaması son derece sade idi. Bir tarafta NATO, diğer
tarafta ise VARŞOVA Paktı vardı. Varşova Paktı ve Sovyetlerin dağılmasından sonra
güvenlik kavramındaki değişikliğin makas aralıkları daralmaya başlamıştır. Ülke
güvenlikleri çok boyut değiştirmiştir. Boyut değiştirmeye ek olarak, tehdit ve güvenlik
boyutları geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Gelinen noktada “Güvenlik her yerde ya da
hiçbir yerde” diyen bir tabir ortaya çıkmıştır. Günümüzde asimetrik tehditler ve
karanlık savaşlar öne çıkmıştır. Ülkeler ulusal güvenliklerini kendi çıkarları açısından
değerlendirmek zorundadır. İthal malı tehdit algılamaları ile ulusal güvenlik
düzenlemeleri yapılamaz. Bugün toprak kazanmaktan önce “Ulusal Çıkarlar” güvenlik
anlayışının da ön plana çıkmıştır.
NATO’nun Afganistan’da sorumluluk almasından sonra ortaya çıkan kuvvet zafiyeti,
NATO’nun en önemli gündemini oluşturmuştur. NATO, aynı zamanda AB üyesi olan
ülkelerine etkisi ile iki başlı hale gelmiştir. NATO’nun Afganistan’da görev alması
kurulduğu günden beri NATO’nun aldığı en hatalı karardır. Bölgedeki gelişmeler böyle
devam ederse Pakistan’da tamamen kökten dincilerin kontrolüne girebilir. Balkanlardan
Ortadoğu’ya, oradan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya Türkiye’nin ve bir
anlamda TSK’nin ilgi alanı içerisine girmiştir. Her iki Körfez Savaşı’ndan da Türkiye
en fazla zarar gören ülke olarak çıkmıştır. Yunanistan ile sorunlar konusunda
kamuoyunu aydınlatmalıyız. Bu coğrafyada güçlü olmanın ön şartı, caydırıcı bir silahlı
kuvvetlere sahip olmanızdır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu yönde planlı ve organize
olarak ilerliyor. Bu gerekli ve sağlıklı bir yaklaşımdır.
Anahtar Kelimeler: Güvenlik, Türkiye, NATO, Türk Silahlı Kuvvetleri.
ABSTRACT
The logic behind the security compositions are very directly related to the threat
perception. It was ratherly simple at the Cold War period. There were NATO at one
side, and WARSAW Pact on the other side. Stairs of various security understandings
have been shrinked with the dissolution of Warsaw Pact and Soviet Union. National
security has faced many dimensional changes. Additionally, scope of threat and
∗
Emekli Orgeneral, 25. Genel Kurmay Başkanı, Beykent Üniversitesi Danışmanı.
Yaşar Büyükanıt
security expanded in many ways. At that point, a new idiom; “Security is at everywhere
or now where.” has been rised. At the present time, asymmetric threats and dark wars
are at the front side. Nations essentially have to assess their security in terms of their
own interests. It is a fact that a nation can not make own security arrangements based
on the imported threat perceptions. National interests have been foremost in the security
approachs in stead of occupying any ground.
Afterward involvement for Afghan operations, the force caveats make great agenda in
NATO. NATO has also been a double-headed organization with effects of EU countries
inside. Afghan mission for NATO has been the most vital error since it established. If
the events in the region go on so, even Pakistan may become under the control of
fundamentalists. A great geography from Balkans to Middle East and Afghanistan has
been the interest of Turkey and, in a sense, Turkish Armed Forces. In recent decades,
Turkey suffered many vital harms from both of the Gulf Operations. We have to better
inform the public opinion about the problems between Turkey and Greece. Precondition
of being powerful in that geography is to have a strong armed forces. Turkish Armed
Forces is on that way as being planned and organized. This is an essential and healthy
approach.
Key Words: Security, Turkey, NATO, Turkish Armed Forces.
GİRİŞ
Mağara devrinden günümüze insan topluluklarında güvenlik konusu hep
gündemde olmuştur. Şüphesiz güvenlik anlayışları ve uygulamaları her
devirde; coğrafi faktörlere, toplulukların ilgi ve çıkarları ile teknolojik
gelişmelere göre sürekli değişimlere uğramıştır. İlk çağlarda küresel ilklim
değişiklikleri her halde insan topluluklarını hiçbir şekilde ilgilendirmiyordu.
Güvenlik anlayışının geçmişine bakıldığında sıcak savaşlardan soğuk
savaşlara, asimetrik tehditlerden teröre ve günümüzde giderek önem kazanan
Siber savaşa kadar geniş bir yelpazede güvenlik endişeleri ülke ve ülke
gruplarını yakından ilgilendirmiştir. Bu makalenin amacı; tüm bu gelişmelerin,
anlayış ve yaklaşımların kırılma noktalarını analiz etmek ve geleceğe yönelik
bazı öngörülerde bulunmaktır. Bu öngörülerde bulunurken geçmişe bakıp,
onun sonuçlarıyla güvenliğe yönelik ön yargılara saplanmamak gereği göz ardı
edilmemelidir.
Tarihten ders almak doğaldır ki gereklidir. Ancak, tarih bilinci örnekleri ile bir
gerçeği ortaya koymaktadır. Bu gerçek şudur; tarih hiçbir zaman kendini aynen
2
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
tekrar etmemektedir. Tarihten ders alırken geçmişle bugünü farklı kılan
hususları çok iyi analiz edilmesi yaşamsal bir önem taşımaktadır. Tarihsel bir
örnek vererek asıl konumuza geri dönebiliriz. Fransa, II. Dünya Savaşı’na, I.
Dünya Savaşı’ndan çıkardığı derslerle hazırlanarak, akıl almaz koruganlar
hazırlayarak, olası bir Alman saldırısına karşı mevzi savaşı esaslarına dayanan
bir savunma düzeni kurdu. Ancak, Almanların geliştirdiği zırhlı birlik
konsepti, Fransa’nın bu mevzilerini kısa sürede darmadağın ederek Manş’a
ulaştı. Bu kısa girişten sonra asıl konumuza “yeni güvenlik anlayışları ve
orduların
dönüşümü”
konusuna
girebiliriz.
Bu
konu
üç
bölümde
incelenecektir. Birinci bölümde güvenlik anlayışındaki tarihi gelişim, ikinci
bölümde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleceğe bakışı ve üçüncü bölümde ise,
yazarın güvenlik bağlamında geleceğe bakışı ortaya konmaya çalışılacaktır.
Doğaldır ki bu değerlendirmeler kapsamında bir yandan küresel anlamda
güvenlik mülahazaları irdelenirken, diğer yandan bu yaklaşımların Türkiye ye
etkileri de dikkate alınacaktır.
II.
DÜNYA
SAVAŞI
SONRASI
GÜVENLİK
ANLAYIŞINDAKİ
DEĞİŞİM VE TÜRKİYE
II. Dünya Savaşı sonunun yakın tarihin en önemli kırılma noktası olduğu
söylenebilir. II. Dünya Savaşı esnasında müttefik olarak savaşan iki ülke olan
Rusya ve ABD, savaştan sonra karşı karşıya gelerek, dünya da iki kutuplu bir
düzenin oluşumuna yol açtılar. Almanya’nın ikiye bölünmesi ve Rusya’nın,
Sovyet Rusya olarak ve ortaya çıkması karşısında NATO’nun örgütlenmesi,
iki kutuplu bir dünyayı 1990’lı yıllar başına kadar taşıyan Soğuk Savaş
döneminin başlangıcı oldu. Bu oluşum aynı zamanda çok önemli bir güvenlik
anlayışının da doğumuna neden oldu. Olaya Türkiye açısından bakıldığında,
Kore Savaşı’ndan sonra NATO’ya üye olması ile birlikte Türkiye’nin güvenlik
anlayışında köklü değişiklikler meydana geldi. Bu hususa tekrar değinilecektir.
Çünkü ülkeler uzaydaki yıldızlar gibi tek başına var olmuyorlar, onlarda bir
büyük sistemin parçalarıdır. Ülkeler küresel bağlamda bir bütünün parçalarıdır.
3
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
Soğuk Savaş dönemi “dehşet dengesinin” oluştuğu bir dönemdir. Buna
değinmek gerekir. Soğuk Savaş dönemi öncesi, ABD’nin gecikmeyle de olsa
II. Dünya Savaşı’na girmesi ve o devirde sadece ABD’nin sahip olduğu
nükleer silahların Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine karşı
kullanılması, II. Dünya Savaşı’nın Uzakdoğu da sona ermesi sonucunu
doğurdu. Nükleer silah geliştirilmesi ABD’de Nazi baskısından kaçan Alman
kökenli nükleer fizikçilerden oluşan ve Manhattan Projesi olarak isimlendirilen
bir çalışma kapsamında geliştirildi. Bu projede yaklaşık 130.000 uzman görev
almıştır. Gurubun başında ”Atom bombasının babası” olarak bilinen Robert
Oppenheimer yer almıştır. Bu kapsamda üretilen ilk bomba “Little Boy” 6
Ağustos 1945’de Hiroşima’ya, “Fat Man” adı verilen diğer bomba 9 Ağustos
1945’de Nagazaki’ye atıldı. Bu iki bomba, Japonya’nın teslim olmasını
sağlamıştır. Bu bombalar nükleer çağında başlangıcını oluşturmuşlardır.
Rus’ların 1949’da ilk Atom bombasını başarılı bir şekilde denemesiyle Dünya
yeni bir döneme girmiştir. Bu yarış sonraki yıllarda devam etmiş ve dünya
“dehşet dengesi” olarak isimlendirilen bir güvenlik ortamına sürüklenmiştir.
Bu gelişmelerle birlikte, gerek ABD, gerek Sovyetler hidrojen bombasını
geliştirmişlerdir. Ancak bu ürkütücü silahlar her iki tarafta da esnek ve
sınırlandırılmaya dayanan politikalarının oluşmasını sağlamıştır. Bu noktada
bir hususun altının çizilmesi gerekmektedir. Ülkeler grubu şeklinde bir araya
gelen NATO gibi güvenlik yapılanmalarının arkasındaki mantık tehdit
algılaması ile doğrudan ilişkilidir. Soğuk Savaş döneminde tehdit algılaması
son derece sade idi. Bir tarafta NATO, diğer tarafta ise VARŞOVA paktı
vardı. Tehdit algılamasına göre VARŞOVA Paktı saldıracak, NATO bu
saldırıya karşı koyacaktır. Bu anlayışa göre VARŞOVA Parktı saldıran, NATO
ise savunan taraf olacaktır. Tüm güvenlik planlaması da bu temel esasa
dayanıyordu.
Unutulmaması gereken bir husus ise istihbaratın zaman zaman politik amaçlar
için kullanılmasıdır. NATO”da yönlendirici güç olan (başta ABD) ülkeler
4
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
abartılı yaklaşımlarla ile tehdidi olduğundan fazlada göstermeye çalışmışlardır.
Bu amaçla yazılan kitaplar olmuştur. Bu kitaplara göre VARŞOVA Paktı ve
Sovyet güçlerinin saldırısının bir hafta içinde Baltık denizine ineceği
işlenmiştir. Oysa 1970’lerin sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin askeri etkinliği
giderek azalmaya başlamıştır. Ancak bu husus özenle NATO dokümanlarına
yansıtılmamıştır. Bu yaklaşımın temel amacı NATO’yu bir arada tutma
yaklaşımlarının bir sonucudur.
1990’da, VARŞOVA Paktı’nın ve Sovyetlerin dağılması sonrası NATO büyük
bir şok yaşamış, NATO’nun var olmasını sağlayan tehdidin ortadan
kalkmasından sonra NATO’nun varlığı tartışılacak hale gelmiştir. Bu kırılma
noktasından sonra -bunu yaşayanlar bilir- NATO iki yaklaşım göstermiştir.
Birinci yaklaşım, NATO karargâhlarında görevli personelde %20 indirim
kararı alınmış, ikinci yaklaşımda ise, Kuzey Afrika’daki köklen dinci
hareketler tehdit algılaması içine dahil edilmiştir. Bu yaklaşımlar güçlü
ülkelerin kullandıkları tipik yaklaşımlardır. Nitekim ünlü tarihçi Toybe’nin
ortaya koyduğu (Challenge and Response) tezi (meydan okuma ve karşılık
verme) bu düşüncenin bir ürünüdür. Bu düşünceyi Huntington da benimsemiş
ve “Medeniyetler Çatışması” kitabına dayanak olarak kullanmıştır. Burada
vurgulanmaya çalışılan husus şudur; ülkeler ulusal güvenliklerini kendi
çıkarları acısından değerlendirmek zorundadır. İthal malı tehdit algılamaları ile
ulusal güvenlik düzenlemeleri yapılamaz (Büyükanıt, 2003: 37). Her ülke,
kendine yönelik tehdit algılamalarını kendisinin yapması gerekir.
Nitekim ABD’nin iki kez IRAK’a müdahale etmesinin temelinde Irak’ın sahip
olduğu kitlesel imha silahları gerekçe gösterilmiş, ancak zamanın ABD
Dışişleri Bakanının da itiraf ettiği gibi bunun gerçek olmadığı ortaya çıkmıştır.
Şimdi biraz kendimize dönelim. Güvenlik kavramı çok şekil değiştirdi. Eski
çağlardaki gibi toprak kazanmak tarihe karıştı. Yasadığımız günlerde ABD,
Irak’tan ve Afganistan’dan çekilme hesapları yapıyor. Gelinen nokta da, bugün
toprak kazanmaktan önce “Ulusal Çıkarlar” güvenlik anlayışının da önüne
5
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
çıkmıştır. Bu husus en büyük değişimdir. Atatürk, son dönemlerinde Hatay’ın
ana vatana kavuşturulmasını söyle ifade ediyor: “Ben toprak büyütme
meraklısı değilim. Barışı bozma alışkanlığım yoktur. Ancak antlaşmalara
dayanan hakkımın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Ben Meclisin
kürsüsünde söz verdim, Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır.
Sözümü yerine getiremezsem O’nun huzuruna çıkamam yerimde kalamam
(Gökçen, 1982: 343).” Burada çıkarılacak ders şudur; Sırf toprak kazanmak
için savaşılmaz ancak ulusal çıkarlar söz konusu ise her şey göze alınır.
SOĞUK SAVAŞ’IN
SONA ERMESİNDEN SONRA GÜVENLİK
ANLAYIŞLARINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan en büyük değişim
şüphesiz dünyanın tek kutuplu hale gelmesidir. Tek kutuplu hale gelen
dünyada önde gelen ABD, güvenlik anlayışını nasıl bir eksene oturtacaktır? Bu
husus küresel anlamda önem taşıyordu. Bu dönemde ABD içinde partiler
üstünde komisyon oluşturuldu. Bu komisyon 12 Temmuz 2000 bir rapor
yayınladı. Bu raporda ABD’nin ulusal çıkarları dört kategoriye ayrılıyordu
(Öymen, 2005: 209-218): Hayati çıkarlar, çok önemli çıkarlar, önemli çıkarlar
ve ikinci derecede önemli çıkarlar. Bu kapsamda, hayati ulusal çıkarlar olarak
5 hedef saptanmıştır;
- ABD‘ye veya ABD kuvvetlerine karşı nükleer, biyolojik ve
kimyasal saldırıları önlemek,
-
Müttefik ülkelerin varlığını korumak,
-
ABD’nin sınırlarında güçlü hasım ülkelerin veya çökmekte olan
devletlerin ortaya çıkmasını engellemek,
-
Uluslararası siyaset, mali piyasalar ve çevresel konularda dünya
çapındaki sistemlerin varlığını ve istikrarını korumak,
6
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
-
ABD’nin stratejik hasmı olması muhtemel ÇİN ve RUSYA gibi
ülkelerle ABD‘nin ulusal çıkarlarına uygun biçimde verimli işbirliği sağlamak.
Bu 5 maddeye ilave olarak “Çok Önemli” veya “Önemli” çıkarlar da tespit
edilmişti. Bu kategoriye kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi,
uluslararası hukuka saygı gösterilmesinin sağlanması, ihtilafların barışçı
yollardan çözümü ve soykırımın önlenmesi giriyordu. 2000 yılında hazırlanan
bu raporun eleştirisinin yapılması gerekiyor.
- Listeye bakıldığında, bu rapordan kısa süre sonra icra ettiği Irak
harekâtının gerekçesi olarak kitle imha silahlarının yayılmasını göstermesi,
ancak bu hususun (hayati çıkarları) içinde yer almaması, diğeri ABD’nin enerji
ihtiyacının göz ardı edilmesi,
- Terör konusuna hiç değinmemesi dikkat çekmektedir. (Bu rapordan
1 yıl sonra 11 Eylül saldırısı vuku buldu.)
Bu husus, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan tek kutuplu dünyanın ABD’de
yarattığı aşırı güvenin yanılgısını göstermektedir. Güvenlik çalışmaları aşırı
güven ve kibrin her zaman yanlış değerlendirmelere yol açabileceğini geçmiş
örneklerle ortaya koymuştur.
Bu makalenin yazarı, Humeyni öncesi İran olayları sırasında Belçika‘da
NATO karargâhında görevli bir subaydı. İran’daki gelişmeler hakkında her
sabah NATO Başkomutanı Org. Alexandre Haig’e brifing veriliyordu. Her
brifing sonunda “İran ordusu Şah’a bağlı, bir şey olmaz “ deniyordu. Bir gün
şah kaçtı, Humeyni Irana döndü. Ertesi sabah, başkomutan bilgilendirme
öncesi SACEUR1 brifing subayına “-Binbaşı sen bana bu konuda doğru
değerlendirme yapmadın.“ dedi. Brifing subayı “-Efendim, benim size
verdiğim bilgiler tamamen ABD istihbaratının bize aktardığı bilgilere
1
SACEUR: NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı. (Supreme Allied Commander in
Europe).
7
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
dayanıyordu. Bu soruyu her halde onlara sormanız gerekiyor.” diye cevap
verdi.
Güvenlik değerlendirmelerinde ne kadar güçlü olursanız olun mutlaka
zaaflarınızda vardır. Bu hususu göz ardı etmemeniz gerekir. Soğuk Savaş
sonrası güvenlik bağlamında değinilmesi gereken bir husus daha vardır. Bu,
Soğuk Savaş sonrası Avrupa ülkelerinde –NATO ülkeleri dâhil – askeri güce
bakış açıları ile ilgilidir. Soğuk Savaşın sona ermesi, VARŞOVA Paktı ve
Sovyetlerin dağılması, Avrupa’ya tehdit ortamının ortadan kalkması sonucu,
ülkeler silahlı kuvvetlerinde önemli indirimler gerçekleştirmişlerdir. İlk bakışta
bu yaklaşım makul görülebilir. Ancak, önce ABD’nin, daha sonra NATO’nun
AFGANİSTAN’da sorumluluk almasından sonra ortaya çıkan kuvvet zafiyeti,
NATO’nun en önemli gündemini oluşturmuştur. NATO Askeri Komitesi’nin
üç yıldır devam eden süreçte en önemli gündem maddesini, Afganistan’a daha
çok kuvvet gerekliliği oluşturmuştur. Bu husus Türkiye’yi yakından
ilgilendirmektedir. O zaman 11 Eylül olayına ve sonrasına bakmamızın zamanı
gelmiştir.
11 EYLÜL SONRASI GÜVENLİK KAVRAMI VE GELİŞMELER
Bir gün geldi, 11 Eylül 2001’de ABD kendi ana kıtasında vuruldu Böyle bir
şey hiç beklenmiyordu. ABD ve ordusu çok güçlüydü, yenilmezdi, böyle bir
şey olamazdı. ABD güçlüydü, o zaman doğaldır ki haklıydı. Saldırılar sonrası
ABD Başkanı George W.Bush mademki onlar bizi yaşadığımız yerde vurdular,
bizde onları, yaşadıkları yerde vururuz dedi. Bu yaklaşım, güvenlik kavramını
tümüyle değiştirdi. 11 Eylül 2001 saldırısından sonra NATO tarihte ilk defa,
NATO Antlaşmasının 5. Maddesini yürürlüğe koydu. Bu maddeye göre üye
ülkelerinden herhangi birisine yapılan saldırı tüm ülkelere yapılmış
sayılıyordu. Bu kararla ABD, Afganistan’a müdahale etti. Amaç El Kaide’yi
tesirsiz kılmaktı. Ancak bu karar ve uygulamanın kısa sürede sonuç
vermeyeceği anlaşıldı. Arkasından ABD’nin NATO üzerindeki baskısı sonuç
8
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
verdi ve NATO, Afganistan’daki sorumluluğu üstlendi. Bu karar, kurulduğu
günden beri NATO’nun en hatalı kararlarından en başta geleniydi. Gelinen
nokta bu iddianın kanıtıdır.
Birçok ülke Afganistan’da görev aldı. Ancak, Afganistan’da görev alan
ülkelerin gönderdikleri askerler ihtiyacı karşılamıyor, bu ülkeler gönderdikleri
kuvvet için “Caveat” denilen sınırlandırmalar koyuyorlardı. Kısa sürede ortaya
çıkan diğer bir husus ise gönderilen kuvvetlerle, Afganistan’da ki terörün
bertaraf edilemeyeceğini gerçeği ile yüz yüze gelinmesi oldu. Yapılacak şey
daha fazla asker gönderilmesi haline dönüştü. Bu konuda en fazla baskı, Türk
Silahlı Kuvvetleri’ne döndü. Onlara göre Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bir
insan deposuydu. Ancak bir şeyi unutuyorlardı. TSK, 1984 yılından beri
terörle mücadele ediyordu. Bu mücadelede 5000’nin üzerinde kayıp vermişti
ve bunu tek başına yapıyordu. Türk milleti terörde şehit olanlar için “Vatan
Sağ olsun” diyebiliyordu. Afganistan’dan şehitler gelmeye başladığında bu
husus halka nasıl anlatılacaktı? Bu nedenle Türkiye terörle mücadele
kapsamında Afganistan’a asker göndermeme kararı aldı. Umarız bu kararlılık
değişmez.
Öte yandan Türkiye, en başından itibaren Afganistan’a en fazla yardım eden
ülkelerden biriydi. Bu gelişmelere bakılmasında yarar vardır. İlk başta
uluslararası güvenlik yardım kuvveti denilen bir güç oluşturulmasına karar
verildi. Bu gücü İngilizce kelimelerin baş harfleri ile “ISAF2” adı verildi. Bu
kuvvetin esas görevi Kabil bölgesi olarak belirlendi ve görevleri içinde
konsepti gereği terörle mücadele yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri, ISAF- II ve
ISAF-VII dönemlerinde bu gücün liderliğini başarıyla üslendi. Bu hususun
vurgulanmasında yarar var. Türkiye bu iki dönemde liderliği hiçbir ülkeden
yardım almadan üstlendi ve çok başarılı oldu.
2
ISAF: International Security Assistance Forces.
9
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
ISAF dışında TSK bir önemli görev daha üstlendi. Bu görev Kabil
havaalanının çalıştırılması idi. Bu havaalanı, Afganistan’ı Dünyaya bağlayan
tek hava alanıdır. Alan konum olarak, bir tarafı Himalaya, diğer tarafı
Hindikuş Dağları ile çevrili adeta bir çukur içinde idi ve tüm tesisleri tahrip
edilmiş, çevresi mayınlarla çevrili bir durumda idi. Türk Hava Kuvvetleri,
Kabil Havalanını ISAF-II ve ISAF-VII dönemlerinde iki kez başarı ile yönetti.
Kabil ve çevresinde görev yapan ülkelerden yaya devriyeye çıkan Türk
askerinden başka hiçbir ülkenin askeri yoktu. Neden? Bu hususun açıklanması
gerekir. Çünkü Türkiye ile Afganistan’ın tarihsel gerçeklere dayanan bir iş
birliği vardı. Bu temel 1922’de daha Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmadan
Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından atılmıştı.
Savaştan çıkan, kendisi yoksulluklarda uğraşan Türkiye’nin lideri yalnız günü
düşünen değil, geleceği görebilen sezgi gücü ile olağanüstü bir insandı. İlk
kararı iki ülkeye arasında köprü kurabilecek resmi büyükelçiler atamaktı. Bu
iki ülkeden biri Azerbaycan, diğeri ise Afganistan’dı. Afganistan’a gönderilen
büyükelçi3 Atatürk’ün en yakınlarından birisiydi. Ayrıca bu ülkelere
gönderilecek iki grup oluşturuldu. Birinci grup sağlık ekibi, ikinci grup ise
güvenlik ve askeri eğitim grubu idi. Bu girişimler Afgan halkında Türkiye’ye
karşı olağan üstü bir sıcaklık yarattı. O günkü imkânlar ile oraya gidenler
hayatlarını Afgan halkına verdiler ve hayatları orada sona erdi. Bir kısmının
mezarları onarılmış ve bakımlı bir şekilde Kabil’de bulunmaktadır. Bir diğer
çarpıcı örnek bugün yalnız Kabil’in değil Afganistan’ın en büyük hastanesinin
ismi hala “GÜLHANE”dir. Bunların yazılmasının nedeni, bir gerçeği
vurgulamaktır. Bu gerçek şudur; Devlet adamları üst düzey kişiler arasında
dostluklar kolay kurulur. Ancak ulusal çıkarlar çakıştığı takdirde çok kolay
yok olur.
3
Henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış idi ancak şimdi deyimiyle büyükelçi diyebiliriz.
10
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
Dostluklar halk arasında yapıldığında kalıcı olur. Bugün, Afgan halkına,
Pakistan halkına, Azerbaycan halkına ve hatta Kore halkına bakıldığı zaman
bu gerçek açık olarak görülebilir. Amaç sadece geçmişi hatırlamak değil
bugüne de bir bakış açısı getirmektir. Bu husus aynı zamanda güvenlik
politikaları ile de yakından ilgilidir. Son bir örnekle bu değerlendirmeye son
verip, Afganistan ve Irak ile devam edelim. Ancak bu örnek çok çarpıcıdır. Bir
gün Ankara’ya Afganistan’dan zarf içinde bir rapor geldi. Hazırlayanlar
Afganistan’da görev yapan Türk birliğinden idi ve içinde çarpıcı resimler
vardı. Zarfın özeti şu: Terörün en fazla olduğu Güney Afganistan bölgesinde
terörle mücadele eden bazı ülkeler kendilerini güvende hissetmek amacı ile sol
kol omuz başlarına küçük bir Türk bayrağı takıyorlardı. Herhalde bu gerçeğin
başka bir yoruma ihtiyacı yoktur.
IRAK VE AFGANİSTAN İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER VE
TÜRKİYE
Bu makalede, bir yaklaşıma özen gösterilmiştir, tarihsel süreçte, güvenlik
anlayışında ki değişimler ancak bir kitap kapsamı içinde açıklanabilir, bu tür
bir kitap için çok sayıda kitap ve yayınları alınır, dipnotlar konulur. Sonunda
çok geniş bir referans listesi yer alır, yayınlar, konuşma kaynakları yer alır.
Tabii ki, ortaya çıkan eser 500–600 sayfayı bulur. Bunu bir örnekte
vurgulayalım; Biri yakın dostuna bir mektup yazmış, sonunu şöyle bitirmiş;
“Değerli dostum, vaktim çok azdı, uzun yazmak zorunda kaldım”. Beşinci
bölümde iki konuya verilecek bu bölüm AFGANİSTAN – TÜRKİYE ile
IRAK – TÜRKİYE’ye ait değerlendirilmelerden oluşturulacaktır. Bölümün
sonunda YUNANİSTAN – TÜRKİYE ilişkilerine değinilecektir.
Afganistan–Türkiye İlişkileri ve Türkiye’yi Güvenlik Bağlamında
Etkileyecek Hususlar
Ortaya çıkan gerçek şudur; Afganistan olaylarının Türkiye’yi doğrudan
etkileyecek bir yönü yoktur. Ancak, küresel aktörlerin politika ve stratejileri
11
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
uygulanırken başta NATO ve ABD’nin istekleri bu aktörlerin beklentileri
Türkiye’nin çıkarları ile çelişebilir ve hatta çatışabilir. Önce konuya ABD
penceresinden bakalım. 11 Eylül sonrası, kamuoyuna yansıyan yönü ile olaya
ABD tarafından terör ve teröre karşı koyma şeklinde yaklaşılmış ve
kamuoyunda büyük bir destek bulmuştur. Eski ABD Başkanı Bush’un “Terör
bizi evimizde vuruyorsa, bizde onları yaşadıkları yerde vururuz.” sözleri
bunun kanıtıdır. Bu husus ilk bakışta anlamlı sözler gibi görülebilir. Körfez
Savaşı’nda da ABD’nin müdahalesi: “Kuveyt’e Özgürlük” sloganı ile
başlamıştır. Ancak sonuçta; “El Sabah’a özgürlük ve ABD çıkarlarının
savunulması” şekline dönüşmüştür. Afganistan’a ilk müdahale (Sürekli
Özgürlük) sloganı ile ABD tarafından başlatılmıştır. Ancak başlangıçta ifade
edilenler ile sonuçlar hiçte istedikleri gibi olmamıştır. ABD’nin ikinci adımı
ise NATO’ya doğrudan ve tüm sorumluluğu vermek ve koalisyon ülkelerin
sayısını mümkün olduğu kadar çoğaltmak olmuştur. Bu tarihten sonra
NATO’nun ilk görevi Afganistan olmuş ve tüm gayretini üye ülkelerin
Afganistan’daki asker sayısının arttırılmasına yöneltmiştir. Ancak bunda çok
başarılı olamayınca, bu kez başka olanaklar bulmaya çalışmışlardır.
Bu amaçla NATO Mukabele Kuvveti’nin terörle mücadele kapsamında
kullanılma gayreti içine girilmiştir. NATO Mukabele Kuvveti (NRF: NATO
Response Force) üye ülkelerinin oluşturduğu bir kuvvet havuzudur. Üyeler
güçlerine göre bu havuza kuvvet tahsis ederler. Bu kuvvetler normal
zamanlarda bir yere gitmez, ülkelerinde (in Place Forces) beklerler.
NATO’nun bir krize müdahalesi söz konusu olduğunda, esas kuvvetler
hazırlanana kadar bu kuvvetler ilk müdahaleyi yapmakla görevlidir. Esas
kuvvetler gelince hemen harekat alanından çıkarlar. Tanıma göre kriz
bölgesine ilk giden ve ilk çıkan kuvvetlerdir. NATO Başkomutanı’nın
(SACEUR) bunların kullanması ile ilgili bir yetkisi yoktur. Yetki, NATO
Askeri Komitesi ve en üst karar organı NATO Konseyi’dir. Bu iki organda da
Türkiye eşit haklara sahip bir ülkedir ve kararları oy birliği ile verilir.
12
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
Bu noktada Türkiye’yi bekleyen tehlike şudur. 2007 yılında SACEUR bir
teklif
ile
gelmiştir.
Teklif
NATO
Mukabele
Kuvveti
konseptinin
değiştirilmesidir. Yapılan teklif ile NRF’in ilk giren ve ilk çıkan kuvvet olması
esasının kaldırılması yanında bu kuvvetin SACEUR’ün stratejik ihtiyatı haline
getirilmesidir. Böyle bir durumda, Türkiye’nin eşit haklarında yer aldığı
Askeri Komite ve NATO Konseyi’nde karşı koyma konumu ortadan
kalkacaktır. Pratikte NATO Komutanı şüphesiz bu kuvveti istediği yerde
kullanıyor. Bu yer Afganistan idi. Ancak yeni durumda Türkiye kendi arzusu
hilafına Afganistan’daki teröre bulaştırılabilir. Türkiye’nin itirazı sonucu bu
teklif kabul edilmedi. Bu satırların yazılmasının nedeni, bu tehlikenin şu veya
bu şekilde tekrar gündeme gelme ihtimalidir ve çok dikkatli olunmalıdır.
NATO’daki sıkıntı verici husus şudur; AB üyesi ülkelerin çoğunluğu aynı
zamanda NATO üyesidir ve NATO bir şekilde iki başlı hale gelmiştir. Artık
NATO’nun monolotik bir yapısı yoktur. Bu husus, Türkiye AB üyesi olmadığı
sürece Türkiye’ye sıkıntı yaratacaktır.
Afganistan’ın Geleceği
Afganistan hakkında gerekli değerlendirme yapmak için önce Afganistan’a
gidip gerçekleri görmek gerekir. Görmeden kitaplar ve makaleler okumak
gerçeği görmeye yetmez. Afganistan şu anda insanlığın yüz karası durumunda
olan dramatik bir ülkedir ve insanların yaşam biçimleri ve koşulları yüz
kızartıcıdır. Gece yüksek bir binadan Kabil’le baktığımızda cılız birkaç ışık
hariç sadece karanlığı görürsünüz. Kanalizasyonlar dışarıdan akar, size okul
diye gösterdikleri kapkaranlık kerpiç binalar içindeki minik çocuklardır.
Olaylardan sonra dünyada birçok konferanslar yapıldı. Ancak bunların hiçbiri
Afgan halkına yansımadı. Özet olarak bir mucize olmazsa Afganistan yüz
senede kendine gelemez. Uçağınız Kabil havaalanından kalkıp, aşağıya
baktığınızda içinize sadece ve sadece hüzün dolar. Yürütülen operasyonlarda
pek çok sayıda sivil zayiat verilmekte
ve bu zayiat El-Kaide’yi
güçlendirmektedir. Bir örnek verelim; bu sayfaların yazarı bir Afganistan
13
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
ziyaretinde günlerden Cuma idi. Cuma namazı için gidilen Kabil’in en büyük
cami’si hava saldırısına uğradı ve yüzlerce kişi hayatını kaybetti. İçlerinde biri
de Kabil Emniyet Müdürü idi. El-Kaide’nin bundan daha etkin propagandası
herhalde yapılamazdı.
Terörün etkisiz kılınamamasında, Pakistan’ın kuzeyinde ortaya çıkan durumun
da rolü önemlidir. Çünkü bu bölge fiilen Pakistan yönetiminin kontrolü dışına
çıkmıştır. Bölge kökten dinci aşiretlerin elindedir. Bölgenin Himalaya Dağları
eteklerinde olması ve çok çetin arazi koşullarına sahip olması nedeniyle; bu
bölgeden Afganistan’a sızmak çok kolaydır. Diğer sorunlu bölge ise
Pakistan’ın Belücistan bölgesidir. Bu bölge adeta İran’ın eyaleti haline
dönüşmüştür. Bu eyaletin, Afganistan ile ilgili hududu Pakistan ile Afganistan
arasında büyük bir anlaşmazlık konusu olmuştur. Geçmişe baktığımızda bu
hududun Pakistan kurulurken İngilizler tarafından çizildiği görülmektedir.
Tabii ki hafızalarımız silinmediyse Orta Doğu’da da aynı şeylerin yapıldığını
ve bugün Orta Doğu’da sorunların kaynağını oluşturduğunu görmek
mümkündür.
Bugün Afganistan halkının tek gelir kaynağı uyuşturucudur. Başka bir gelir
kaynakları yoktur. NATO ve ABD’nin bu konudaki yaklaşımı ise uyuşturucu
üretimini durdurmaktır. Bu nasıl sağlanacaktır? Askeri tedbirler ile. Bir yanlış
ta budur. Afganistan halkının yaşam standardının ekonomik ve sosyal
tedbirlerle yükseltilememesi ve istihdam alanlarının yaratılmaması halinde bu
tedbirler; Taliban
(El-Kaide’nin) tarlalarına onları güçlendirecek tohumlar
olarak serpmekten başka bir işe yaramaz. Bu karanlık tabloyu çizdikten sonra
şu soru sorulabilir: Ne yapmak gerekir? Bu konuyu çok kısa başlıklar ile
açıklayalım;
-
Afganları, Pakistan ile beraber görmek zorunludur.
-
Bu ülkedeki istikrarlılıklar yalnız iki ülkeyi değil tüm bölgeyi
ilgilendiren bir kapsamdadır.
14
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
-
Burada anahtar ülke Pakistan’dır.
Bölgedeki gelişmeler, çözülmeden böyle devam ederse, Pakistan; Taliban / El
Kaide tamamen diğer kökten dincilerin kontrolüne girebilir. Tabii ki bu
ürkütücü bir tablodur. Neden ürkütücüdür? Böyle bir gelişme tüm dünyanın
önüne dehşet verici bir tablo koyacaktır. Bu dehşet tablosu tarihte ilk kez
nükleer silahlara sahip görülmemiş bir terör örgütü tablosudur. Böyle bir tablo
istikrarsızlık boyutunu Hindistan’a da taşıyacaktır. Böyle şey olmaz demek
tarihi hiç bilmemektir.
- NATO ve ABD’nin bölgeye ilişkin terörle mücadele konseptlerini
tümüyle değiştirmesi gerekmektedir.
- Teröristle halk birbirinden ayrılmalıdır. Bu konuda ki en iyi örnek
olarak Türkiye’nin terörle mücadele konusunda ki uygulamasını örnek
almalıdırlar. Bu husus İsrail için de bir örnektir.
-
Afganistan’ın ekonomik ve sosyal kalkınması için göstermelik
değil, çok ciddi adımlar atılmalıdır. Bugüne kadar bu yapılamamıştır.
-
Pakistan’ın istikrarlı bir ortama kavuşturulması konusunda
uluslararası destek en üst düzeyde verilmelidir. Pakistan merkezi yönetimini
devre dışı kalması kıyamet senaryosunun başlangıcıdır.
Liderlerin söyledikleri “Terörle mücadele küresel boyutta yapılmalıdır.“
sözleri ayakları havada kalmış bir sözdür. Birleşmiş Milletlerde yüzlerce
sözleşme vardır. Oysa BM daha terörün tanımını dahi yapamamıştır. Bu
yaklaşım tüm bölgelerde “iyi teröristler”, “kötü teröristler” ikilemini ortaya
koymuştur.
Bu
noktada
bir
soru
sormak
kaçınılmazdır.
Tanımını
yapamadığımız bir tehditle nasıl mücadele edeceksiniz? Cevabı da biz verelim;
tabii ki yapamayacaksınız. ABD yaşadığımız günlerde Irak’tan asker çekmeyi
planlarken, Afganistan’a asker göndermeye çalışıyor. Bu husus başarısızlığının
göstergesidir.
15
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
Afganistan’la ilgili değerlendirmemizi geçmişle ilgili iki örnek vererek
tamamlayacağız. Bu iki örnek liderlerin geleceğe bakışı ile ilgilidir ve
çarpıcıdır. I. Dünya Savaşı’ndan 11 yıl sonra CHURCHIL Kanada’da yaptığı
bir konuşmada (Parker, 2000: 14); “-Önümüzdeki 50 yıl içinde barış umudu hiç
bu kadar güçlü olmamıştır.”, diyordu, oysa bu tarihten 10 yıl sonra yeni bir
dünya savaşı çıktı ve insanlık tarihi bir felakete sürüklendi.
İkinci örnek ATATÜRK’ten. Biraz önce belirtilen İngiltere’nin aşırı
iyimserliğine karşı ATATÜRK İngiltere’nin Ankara’daki büyükelçisi Perey
LOAİKE‘i çağırarak şu değerlendirmeyi yapıyor (Erkin, 1983: 81-83); “Sayın
büyükelçi, İngiliz yetkililerinin açıklamalarından üzüntü duydum, tehlike var
ve büyümektedir. Avrupa semaları üzerinde kara bulutlar her gün daha çok
yoğunlaşmaktadır. Benim değerlendirmelerime göre 4–5 seneye varmaz, İtalya
ile Almanya birleşerek ve başımıza II. Dünya Harbi’ni çıkaracaktır.” Bu
görüşmenin olduğu tarih Temmuz 1936’dır. Yukarıdaki değerlendirme bir
kehanetten daha ötedir. ATATÜRK daha 1932 yılında HİTLER’in iktidara
geçmesinden 1 yıl sonra, CHAMBERLAIN ve HİTLER’in anlaşmasından da 6
yıl önce General Mc ARTHUR ile konuşmasında çok daha çarpıcı bir
konuşma yapıyor konuşma şöyle (Akil, 1991: 198); “Almanya kısa süre içinde
İngiltere ve Rusya hariç bütün Avrupa’yı işgal edebilecek ordu kurma
yeteneğine sahiptir.”
Savaş 1940 – 1945 tarihleri arasında çıkacaktır. Geçen savaşta olduğu gibi,
Amerika bu defa tarafsız kalmayacaktır ve Amerika’nın müdahalelerinin
sonunda Almanya savaşı kaybedecektir. Meydana gelen savaşların galibi ne
İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya olacaktır. Savaştan en büyük kazancı
Bolşevizm sağlayacaktır. Rusya’nın komşusu olan ve Rusya ile en çok
savaşmış bir devlet olmak bu ülkedeki gelişmeleri herkesten daha iyi izleyecek
durumdayız ve tehlikeyi bütün çıplaklığı ile görüyoruz (Öymen, 2002: 23).
16
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
Yukarıda belirtilen iki örnek bir amaçla verilmiştir. Ülke güvenlikleri çok
boyut değiştirmiştir. Boyut değiştirmeye ek olarak, tehdit ve güvenlik boyutları
geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Gelinen noktada “Güvenlik her yerde ya da
hiçbir yerde” diyen bir tabir ortaya çıkmıştır. Ki bu tabir doğrudur, güvenlikle
ilgili makamların işi geçmişi oranla daha zordur. Çünkü sadece güvenlik
güçlerinin ilgi alanlarından olmaktan öte bir anlam kazanmıştır. Kurumların bu
konuda çeşitli değerlendirmeleri yapan organları vardır. Sonunda kararı veren
üst düzey kişiler vardır. Ancak, ATATÜRK’ün II. Dünya Savaşı’nı bu kadar
açık şekilde ön görmesi hatta savaşın sonuçlarını bu kadar sağlıklı ve doğru ön
görmesinin arkasında başka güç var mıdır? Düşüncemiz, evet vardır. Bu sezgi
gücüdür.
Bir karar verici, hiçbir zaman kararına tesir edebilecek tüm verilere sahip
olamaz. Önüne konulan resimde mutlaka boşluklar vardır. O boşlukları ancak
liderler doldurur. Onu dolduran güç ise sezgi gücüdür. Bugün çağdaş yönetim
konusunda bu husus bilimsel olarak kabul görmektedir. Sezgi gücü nedir? diye
sorduğumuzda bunun cevabını “Süratle idrak etme” yeteneği olarak görüyoruz.
Ancak burada bu gücün bir ön şartı bulunmaktadır. Bu şart ise sezgi gücünü
kullanacak kişi, kişilerin ve grupların ne derece kendilerini ya da kurumlarını
şarj etmiş olduklarıdır. Yeteri düzeyde şarj olmayan kişilerden bunu beklemek
doğru olmaz. Oysa ATATÜRK’ün nasıl şarj olduğu bilinen bir gerçektir.
KÖRFEZ SAVAŞLARI, IRAK, TÜRKİYE
Makaleye bu bölümü koyma zorunluluğu ortaya çıktı ancak bu konuya
ayrıntılı olarak bu makale içinde yer verme olasılığı yoktur. Belki ayrıntılı bir
makale veya inceleme içinde ayrıca ele alınabilir. Doğaldır ki bu konuyu Orta
Doğu’dan soyutlayarak incelemek de kaçınılmazdır. Bu makale kapsamında
iki körfez savaşı sonrasının Türkiye’ye etkilerine ilişkin özet bir yaklaşıma
değineceğiz. Irak yaklaşık 10 yıllık bir süreç içinde (1991 – 2003) iki kez
ABD’nin müdahalesine maruz kalmıştır. I. Körfez Savaşı’nın amacı; Kuveyt’i
17
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
kurtarmak, II. Körfez Savaşı’nın ise Irak’taki kitle imha silahlarını temizlemek
ve Saddam’ı ortadan kaldırmaktır. Sonuçları göstermiştir ki her iki gerekçenin
de ABD’nin gerçek nedenleri olmadığıdır. Bu husus ayrı bir inceleme
konusudur. Ancak TÜRKİYE açısından bir gerçek vardır; her iki müdahalede
de Türkiye en fazla zarar gören ülke olarak çıkmıştır. Bu bir gerçektir ve bu
değerlendirmenin devamında bu hususun detayları verilecektir.
I. Körfez Savaşı, biraz önce ifade edildiği gibi Kuveyt’i kurtarmaya yönelikti.
Savaş sonrası Kuveyt özgürlüğe kavuşturulmuş Kuveyt yöneticileri ülkelerine
dönmüşlerdir. Ancak ABD Bağdat’a yönelmemiş, bir anlamda Irak’tan
çekilmiştir. Türkiye’yi ilgilendiren bölüm, bundan sonra başlamıştır. ABD
savaş sonrası Irak’a konan Ambargo dışında, Irak’ın güneyinde 33. paralelden,
kuzeyde 36. paralelinden bir hat çekmiştir. Uçuşa yasak bölge kapsamında,
Irak’ı güneyde Basra körfezinden kuzeyde Musul’a yakın bir hattan izole
etmiştir. Türkiye’yi ilgilendiren bölge 36. paraleldir. Bu uygulama ile
Kuzeydeki Kürt grupların bulunduğu bölgeyi Saddam’ın tesirinden kurtararak
koruma altına almıştır.
Türkiye, TBMM’de aldığı karar ile uygulamayı kabul etmiş ve TBMM
tarafından uygulama sürekli uzatılmıştır. Böylece Pirinçlik’te konuşlandırılan
ABD ve İngiliz uçaklarının kuzey bölgede denetim uçuşları yapabilme imkânı
sağlanmıştır. Bu uygulama ile Irak’ın kuzeyinde bir tür güvenli bölge (SAFE
HEAVEN) ortaya çıkmıştır. Olayın vahim tarafı 1990 yılında da bitme
noktasına gelen PKK için de Türkiye hududunun güneyinde bir güvenli
bölgenin ortaya çıkmasıdır. Durma noktasına gelen PKK, o tarihten itibaren bu
bölgelere yerleşerek terörü tırmandırmaya başlamış ve terörist faaliyetleri
arttırarak terörün en kanlı, en fazla şehit verilen (1992 – 1997) dönemi
yaşanmıştır. Bu nedenle diyoruz ki I. Körfez Savaşı’ndan en fazla zarar gören
ülke Türkiye olmuştur. 2. Körfez Savaşı’nda da Türkiye aynı duruma
düşmüştür.
18
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
1 Mart teskeresinin Meclis’te kabul edilmemesi sonucu Türkiye’den Irak’a
girme imkânı kalmayan ABD, doğal müttefik olarak bu Kürt grupları
seçmiştir. Savaş sırasında. ABD Hava İndirme birlikleri bu bölgelere
inmişlerdir. Diğer taraftan Irak’ın işgalinin tamamlanması ile birlikte Irak
silahlı kuvvetlerinin silah ve mühimmat depolarını yağmalanmış, Irak,
kontrolsüz bir silah mezarlığına dönüşmüştür. PKK açısından durum daha
elverişli hale gelmiştir. Irak’ı işgal eden ABD ile Türkiye adeta komşu
olmuştur. Bu tarihten itibaren PKK Irak’tan her türlü silah, mühimmat,
patlayıcı temini imkânı bulmuştur. Sonuçta, 2000 yılından itibaren tekrar
durma noktasına gelen PKK, 2004’ten itibaren terör eylemlerini artırmıştır.
Kuzeydeki Kürt gruplar (KDP–KYB) PKK’nın kuzeydeki bu yapılanmasına
hiç müdahale etmemişler ve PKK’yı her türlü imkânla desteklemişlerdir.
Deyim yerinde ise Irak’ın kuzeyinde yerleşik düzene geçmişlerdir. Diğer
yandan Türkiye hudutlarına hapsedilmiştir. Ancak TBMM’nin hudut ötesi
operasyon izni vermesi ile 2007’den itibaren icra edilen operasyonlarla
PKK’ya büyük zayiatlar verilmiştir. Görüldüğü gibi her iki körfez harekâtı da
Türkiye’yi ulusal çıkarlar açısından önemli zararları veren sonuçlar ortaya
çıkarmıştır.
GÜVENLİKLE İLGİLİ YENİ BOYUTLAR VE TÜRKİYE
Bu bölüm, makalenin en önemli boyutunu oluşturmaktadır, çünkü bugün
kamuoyunda “güvenlik” denilince akla önce güvenlik güçlerini oluşturan asker
(jandarma dâhil), polis, korucular hepsi akla gelebilir ve normaldir. Ancak
bütün bunların dışında ulusal çıkarlarını etkileyen öylesine çok etkin aktörler
ortaya çıkmıştır ki, bunların kategorize edilmesi zorunluluk hale gelmiştir.
Bazı yazı ve kitaplarda bu tür yeni aktörler ve bunların oluşturduğu tehditler
bir bütün olarak değil parça parça verilmeye çalışılmıştır. Ancak, olaya
bütünsellik içinde bakmak büyük resmin oluşmasına katkıda bulunacaktır.
Şüphesiz gerçekler bir bütün olarak eksiksiz ve hatta yanlışsız verilemez.
Ancak her yaklaşım bir farklılaşma ortamını ortaya koyan etkileşimlerle daha
19
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
doğrusunun bulunmasına yardımcı olur. Bu konuda taslak bir şema Tablo’da
sunulmuştur.
Tablo: Güvenlik, Tehdit ve Yeni Uygulamalar
Sıcak Savaşlar
Silahlı K.ler
Soğuk Savaşlar
Askeri-Politik
Asimetrik Tehdit
İdeolojik Ayrışmalar
Terör
Siber Savaş
Sağ
Küresel
Ekonomik Baskılar
Sol
Yerel
Politik Baskılar
Aşırı Gruplar
Ulusla.Yaptırımlar
Mafya Türü Oluşumlar
İkili Yaptırımlar
Uyuşturucu Trafiği
Psikolojik Harekat
İnsan Kaçakçılığı
Devlet Grubu
Dayatmaları
Amaçlı STÖ
Dayatmaları
Sosyal Farklılıkların
İstismarı
İstikrarı Bozan
Girişimler
Etnik, Dini, Sosyal
Yapıya Kışkırtmalar
Tablo’ya bakıldığında, anlaşılması en kolay bölüm, ilk iki sırada yer alan sıcak
ve soğuk savaş bölümleridir. Günümüzde (Körfez savaşları gibi) sıcak savaşlar
istisnai durumlar halinde gündeme gelmektedir. Soğuk savaşlar ise küresel
boyutunu büyük ölçüde yitirmiştir. Ancak yerel boyutta ikili –üçlü ülkeler
arasında bu tür gerginlikler var olabilmektedir. Vurgulanması gereken ikinci
husus şemanın ortasında yer alan “ASİMETRİK TEHDİTLER” bölümüdür.
Burada belirtilen tehditler birçok ülkeyi şu veya bu boyutta tehdit etmektedir.
Bu kapsamda, 12 adet olarak saptanan asimetrik tehditlerin hangi ülkeleri
hedef aldıkları açıklamaları mümkün değildir. Bazı varsayımlar öne
sürülebilir. Bu makalenin yazarı çeşitli konuşmalarda bu tür tehditleri ve
uygulamaları ilk defa “KARANLIK SAVAŞLAR” şeklinde nitelendirdi.
Çünkü bütün faaliyetlerin hemen tamamı örtülü hareketlerdir. Örneğin 2008
yılında Estonya’ya yöneltilen Siber saldırı, ağ tabanlı iletişim kullanan
20
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
Estonya’yı çökertti. Estonya’nın bankacılık sistemi dâhil günlük yaşamını
durdurdu. Yapılan tahminlere göre ağ tabanlı iletişimi bütünüyle çöktü.
Estonya Avrupa’da ağ tabanlı yaşam en fazla kullanan bir ülkedir. Sonuç
olarak siber savaş geleceğin en önemli savaş yöntemidir.
Şimdi Asimetrik tehdit tablosuna bir bakalım. Acaba Türkiye’nin hangi
tanımlarda ki tehditlerle karşı karşıyadır? Tabii ki 12 adet tehditten
hangilerinin hedefi olduğunu net olarak söylemek olanaklı değildir. Ancak bu
ülkede yaşayan insanlar olanlara dikkatli bir gözlükle bakarsa, bazı gerçekleri
göreceklerdir. Sadece şu örnek verilebilir; 2000 – 2001 yılında yaşanan ve
Türk ekonomisini çökerten neydi? Bir gecede milyarlarca dolar Türkiye’yi
nasıl terk etti? Bu nasıl oldu? Teknik detayını biz bilemeyiz, ancak sorunun
sorulması gerekmez mi? Bu yazarın deyimi ile “Bir tür karanlık savaş” değil
midir?
YUNANİSTAN VE TÜRKİYE
Türkiye’nin güvenliği açısından bakıldığında şüphesiz Türkiye-Yunanistan
ilişkileri de ön plana çıkmaktadır. Bu konuda, önce Yunanistan ne
istemektedir, buna bakmamız gerekir. Yunanistan Güney Kıbrıs yönetimi ile
birlikte Avrupa Birliğine girmekle, tarihinin en avantajlı konumunu
sağlamıştır. Avrupa Birliği, yalnız Yunanistan’ı değil, Annan Planı’nı kabul
etmeyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de AB’ye kabul ederek Türkiye’ye
karşı tutumunu da ortaya koymuştur. Bu yaklaşımın kabul edilebilir
gerekçesini izah etmek mümkün değildir. AB raporlarında Türkiye’ye yönelik
olarak “Komşuları ile hudut sorunlarını çözmesi” öngörülürken (-ki
Türkiye’nin hiçbir komşusu ile hudut sorunu yoktur-), Kıbrıs’taki sorunun göz
ardı edilmesi, AB’nin Kıbrıs konusunda ilginç bir yaklaşımı olarak tarihe
geçmiş durumdadır.
Gelelim Yunan isteklerine. Ne istiyorlar? İlk istekleri, kara sularının 12 mile
çıkartılması. Bunun anlamı, Ege Denizi’ni bir Yunan denizine dönüştürmektir.
21
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
Türkiye’nin böyle bir girişimi “Savaş nedeni olarak görme kararı” bu
isteklerinin dondurulmasını neden olmuştur. Ancak gariptir ki Türkiye içinden
dahi, bu kararın kaldırılmasını isteyen çevreler çıkmaktadır. Yunanlıların diğer
iddiası “Türk Savaş uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal ettiğidir” ki bu
yaklaşımın hiçbir uluslararası belgede dayanağı yoktur. Türk savaş uçakları
Ege’ye uluslararası hava sahasına eğitim amaçla girmektedir ve Yunan
iddialarına göre FIR hattına geçerek uçaklarımızın, Yunan hava sahasını ihlal
ettiğini gerekçe gösterilmektedir. FIR hattı, Türkçesi ile uçuş malumat
bölgesidir ve Yunanistan’ın egemenlik hakkı değildir. Bu sınır değildir. Ayrıca
devlet uçaklarının bir bildirme zorunluluğu da yoktur. Yunanistan’ın, FIR
hattını ulusal sema olarak görmesi her türlü hukuki dayanaktan yoksundur.
Diğer bir husus ise adaların hava sahası ile ilgilidir uluslararası kurallara göre
adaların hava sahası, kara sularının hudutları ile sınırlanmıştır. Adaların kara
suları altı mil olarak sınırlandığına göre adaların hava sahaları da altı mil
üzerindeki hava sahalarıdır. Durum böyle iken Yunanistan, “Evet adaların
kara suları altı mil’dir. Ancak adaların hava sahası on mildir.” gibi bir iddia
öne sürmektedir ki, bu girişimin de hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Yukarıda
açıklanan üç temel soruna ilave olarak, Ekonomik Münhasır Bölge iddiası yer
almaktadır. Rodos adası ile bir tür kaya parçası olan Meis adası bir hat ile
birleştirilerek ve o hat Akdeniz ortasına kadar uzatılarak “Bu bölge benim
ekonomik hattımdır” denilmektedir. Akdeniz’de en uzun sahil hattına sahip
Türkiye; Antalya körfezine mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde güzel sözler söylemek normaldir. Ancak yukarıda
açıklanan istekleri kabul etmek mümkün mü? Peki, bu söylemlere karşı,
Türkiye’nin net söylemleri nelerdir? Karasuları konusu hariç Türk kamuoyunu
aydınlatan bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi durumda Yunan
iddialarının peşinden koşan ülke durumuna geleceğiz. Bu satırların yazarı
Yunanistan’ı en fazla ziyaret eden Asker kişidir. Amacı onları daha iyi
tanımaktı ve tanıdı da. Edinilen izlenim şudur: Yunan gençleri, Türk insanına
22
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
düşman olarak yetiştiriliyor. Esas sorun budur. Yunanistan ile dost iki ülke
olunmak isteniyorsa iki ülkenin gençleri arasında bu dostluk duygusunun
geliştirilmesi ilk yapılacak iştir. Türkiye’de böylesine bir olumsuz duygu
yoktur. Ancak Yunanistan’da özellikle politikacıların yaklaşımları nedeni ile
halka pompalanan bu yaklaşım fazlası ile var. Bu ortamda iki halk arasında
dostluk ve barışın filizlenmesi mümkün görülmemektedir.
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ
Sonuçtan önce TSK hakkında da bir şeyler söylememiz gerekiyor. Söylenecek
sözlerin hiçbir gizlilik yönü yoktur çünkü hepsi zamanında kamuoyuna
açıklanan konulardır. Türkiye belalı bir coğrafyada yaşıyor ve bu coğrafyada
ancak güçlü olanlar var olmaya devam etmişlerdir. Bu coğrafyada güçlü
olmanın ön şartı, caydırıcı bir silahlı kuvvetlere sahip olmanızdır. Türk Silahlı
Kuvvetleri, bu yönde planlı ve organize olarak ilerliyor. Bu gerekli ve sağlıklı
bir yaklaşımdır. Son yıllarda gerçekleştirilen ve gerçekleşme yoluna giren
projelere bakıldığında bu husus görülecektir. Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetlerine bakıldığında Silahlı Kuvvetlerin geleceğe nasıl hazırlandığı
görülecektir.
TSK,
Türkiye’nin
bekası
açısından
geleceğe
azimle
hazırlanmaktadır. Bu bağlamda geleceğe ilişkin bazı öngörülerde bulunulabilir.
Şüphesiz bu öngörüler, yazarın kişisel görüşleri olup TSK’ni bağlayıcı hiçbir
yönü bulunmamaktadır.
Yaşanan ortamda yalnız TSK’nin değil, modern silahlı kuvvetlerin tamamının
iki nedenle geleceğe bakışlarında önemli değişiklikler olmuştur. Bu
nedenlerden ilki; güvenlik ve buna bağlı olarak ilgi alanlarının anormal
derecede genişlemesidir. Türkiye’ye baktığımızda bugün, Balkanlardan
Ortadoğu’ya, oradan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya Türkiye’nin ve
bir anlamda TSK’nin ilgi alanı içerisine girmiştir. Doğaldır ki geleceğe ilişkin
öngörülerde bulunurken bu hususun dikkat alınması kaçınılmaz bir gerçektir.
İkinci önemli değişiklik ise Silahlı Kuvvetlerin Konsept, Doktrin ve yeniden
23
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
yapılanmalarına tesir eden tehdit, risk ve ulusal çıkar alanlarının çok
çeşitlenmesidir. Soğuk Savaş döneminde daha önce belirtildiği gibi son derece
sade alan savunma ve güvenlik planlaması, Soğuk Savaş ve özellikle 11 Eylül
sonrası çok karmaşık hale gelmiştir. Bu hususa teknolojideki gelişmeler de
dâhil edildiğinde, olay daha karmaşık hale gelmektedir.
Bu genel saptamaları yaptıktan sonra; çağdaş bir Silahlı Kuvvetler nasıl
olmalıdır? şeklindeki soruya kısa madde başlıkları ile değinmeye çalışalım.
a. Başarılı bir güvenlik planlaması sağlıklı öngörülere dayanır. Bu
öngörülerin içinde şüphesiz belirlenen tehdit ve risklerin önyargılardan ve eski
modası geçmiş yaklaşımlardan soyutlanmış olması gerekir. Bu hususun pek
kolay olmadığı da bir gerçektir. Çarpıcı örnek ise bu makalenin başında yer
alan ABD’de yayınlanan rapordur. 2000 yılında yayınlanan bu raporda ABD;
terörün, ulusal çıkarlara tehdit olabileceğini dahi öngörememişti. Oysa bu
rapor ve yayınlanmasından bir yıl sonra 11 Eylül 2001 saldırısı vuku buldu
(Öymen, 2005: 209-218).
b. Modern bir ordunun donatımını sağlayacak savunma sanayi’ne yüzde yüz
sahip,
Dünya
üzerinde
tek
devlet
yoktur.
Ancak
savunma
sanayi
teknolojilerine ne düzeyde sahiplenmiş olursa dışa bağımlılık ne kadar az
olursa o derece güçlü olunabilir. Bu hususta Türkiye’nin son yıllarda epeyce
yol alınmasına karşılık yeterli olduğu söylenemez. Bunun temelinde yatan,
ARGE konusundaki yanlış anlayışlardır. Bir silah sistemi, tek başına bir
teknoloji değildir. O silah sistemini oluşturan alt teknolojiler vardır. Bir ülkede
ARGE faaliyetleri ve bu amaçla ayrılan kaynaklar bu alt teknolojileri temine
yönelik olmalıdır. Aksi durumda bir sisteme ihtiyaç duyulduğunda bu sistemin
ARGE ile sağlayalım demek en az on senesi gözden çıkarmak demektir. Oysa
alt teknoloji havuzu oluşturulduğu takdirde, ihtiyacın büyük kısmı oradan
temin edilir. Eksik olanlar satın alınarak veya ortak üretime gidilebilir (Joint
Venture). Savunma sanayi için bu anlayışın yerleşmesi gereklidir. ARGE
24
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
konusunda bir örnek verelim. Güney Kore’de, Savunma Bakanlığı bünyesinde
görev yapan ARGE teşkilatında 5.000 mühendis görev yapmaktadır. Ve her
türlü sistemi kendileri üretebilmektedirler. Bu teşkilatın iyi incelenmesi
gerekir.
c. Kamuoyunda da sık sık tartışılmaktadır. Neden yüzde yüz profesyonel bir
Ordu kurulmuyor? Silahlı Kuvvetlerin bu günkü mevcudu ile yüzde yüz
profesyonel personelden oluşması için bugünkü Milli Savunma Bütçesini iki
misline çıkarmak gerekir ki bugünkü bütçe koşullarında bu mümkün değildir.
Bu gerçeği bilmeyenlerin iki de bir gündeme getirmesi ne kadar makuldür,
bunu sormak gerekir. Ancak özellik isteyen görev yerlerinde, uzman personel
istihdam etme konusunda büyük gayret sarf edilmektedir. Teknolojik silah
sistemleri devreye girmesi ile makul ölçüde sayısal azalma mümkün olabilir.
Bu yaklaşıma “Küçülerek Etkinleşme” denilebilir.
d. Bir deyim vardır; “Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır.” denir.
Silahlı Kuvvetler de bir sistemdir. Bu sistemi oluşturan tüm alt unsurlar benzer
yeteneklere sahip olmalıdır. Silahlı Kuvvetlerin bu bütünsel yapısı göz ardı
edilmemelidir. Ne kadar teknolojiye sahip olunur ise olunsun, bu teknolojiyi
kullanacak olan insandır. Bir Ordunun generali, amirali, subayı, astsubayı,
uzmanı, askeri, sivil memuru, işçisi bir bütünü oluşturan büyük bir sistemin
parçalarıdır. Bu insanları, bir yetenek havuzunda birleştiren husus eğitim
sistemidir. Modern bir Silahlı Kuvvetleri’nin eğitim sistemi, çok güçlü
olmalıdır. Son yıllarda herhalde en çok hamle yapılan alan eğitim alanıdır.
SONUÇ
Bu makalenin bilimsel bir iddiası yoktur. Yazılanlar 53 yıllık devlet
hizmetinde gözlenen, yaşananlar, bilgi birikiminin mütevazı bir yansıması
olarak kabul edilebilir. Makale konusu, başlangıç bölümünde de belirtildiği
gibi, geniş kapsamlı kitap olabilecek içeriktedir. Bu nedenle, güvenlik
25
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Yaşar Büyükanıt
kavramındaki kırılma noktalarına II. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan
Soğuk Savaş dönemi ile başlanmıştır. Çünkü 20. yüzyıldaki güvenlik
kavramındaki en büyük değişim Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkmıştır. Ve
Dünya kırk yılı aşkın bir dehşet dengesi olan iki kutuplu bir dönemi
yaşamıştır. Varşova Paktı ve Sovyetlerin dağılmasından sonra güvenlik
kavramındaki değişikliğin makas aralıkları daralmaya başlamıştır. Soğuk
Savaş’tan çok kısa süre sonra, I. Körfez Savaşı başlamış, ondan 10 yıldan az
bir süre sonra,11 Eylül saldırıları yeni bir Dünya düzeni veya düzensizliği
gündeme gelmiştir. Bu olayları Afganistan ve II. Körfez Savaşı takip etmiştir.
Bu gelişmelerin bize öğrettiği bir husus var. İnsanoğlu, eski çağlardan beri,
hep uçmayı hayal etti. Uçmak için 19. yüzyıla kadar hayal kurdu ve 1900’lü
yılların başında uçtu. Bundan 50 sene sonra Ay’a ayakbastı. Yalnız bilim ve
teknolojide basamaklar küçülmüyor Güvenlik kavramında da basamaklar
küçülüyor. Bu bir gerçek ise, şunu vurgulayalım. İnsanlar zevkle yüksek
dağlara bakarken, yürüdükleri yola dikkat etmeleri gerekiyor. Yürünen yollar
bugündür. Bizi yarınlara götüren de bugünlerdir. O halde, yarınlara bakmadan
bugünleri iyi görmeliyiz. Makale boyunca, gelecek ile ilgili yarınlara bakmaya
çalıştık. Tarih, yalnız yarınlara yanlış bakanları değil bugünleri de
göremeyenleri affetmiyor.
26
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27
Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri
KAYNAKÇA
AKİL Aksan: Quatations from ATATÜRK, Çev.Yılmaz Öz, Ministiry of
Foreign Affairs, 1991.
BÜYÜKANIT Yaşar: Genkur.Bşk.lığı Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik
Sempozyumu Açılış Konuşması, Ankara, (30 Mayıs 2003).
ERKİN, Feridun Cemal: Dış İşlerinde 34 Yıl, Türk Tarih Kurumu Basım Evi,
(Ankara, 1983).
GÖKÇEN Sabiha: Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Türk Hava
Kurumu Yayınları (Ankara, 1982).
ÖYMEN Onur: Ulusal Çıkarlar Küreselleşme Çağında Ulus Devleti Korumak,
Remzi Kitapevi, (İstanbul, 2005).
PARKER Rac: Churcill and Appe Assessment, Paper Mac, (London, 2000).
ÖYMEN Onur: Silahsız Savaş, Remzi Kitap Evi, (İstanbul, 2002).
27
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
ATATÜRK’ÜN LİDERLİK STRATEJİLERİNDEN
DERSLER
Asım Şen∗
ÖZET
Bu makale, Atatürk’ün başarılı liderlik uygulamalarında kilit rol oynayan liderlik ana
stratejilerini inceleyerek, insan yaşamını tehdit eden ulusal ve uluslararası bir çok ortak
sorunlara çözüm arayan lider ve yöneticiler için liderlik stratejileri geliştirmeyi
amaçlar. Çalışma, insanların bireysel ve ulusal özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, refah ve
sosyal birliğini ortak vizyon olarak oluşturan ve bunu gerçekleştirmek ve sürekli olarak
geliştirmek için gerekli demokratikleşme, bağımsız ekonomi, sanayileşme, askeri güç,
çevreyi koruma, adil küreselleşme, lider ve topluma çağdaş bilgi sağlayan liderlik
stratejilerini kapsar. Bu stratejiler, günümüzün lider ve yöneticileri için bazı yararlı
dersler sunar.
Anahtar kelimeler: Atatürk, Liderlik, Strateji, Özgürlük, Bağımsızlık.
ABSTRACT
The objective of this study is to investigate the leadership core strategies of Atatürk that
played the key role in his successful leadership practices for developing the leadership
strategies for those leaders and managers who are seeking solutions for many common
national and global problems that became a threat to human life. The study covers the
leadership strategies for developing individual and national freedom, independence,
equal opportunities, prosperity and social unity as a shared vision and the necassary
strategies of democratization, independent economy, industrialization, military power,
enviormental protection, fair globalization and contemporary knowledge for leaders and
people for its successful development and continuous improvement. These strategies
provide some valuable lessons for contemporary leaders and managers.
Keywords: Atatürk, Leadership, Strategy, Freedom, Independence.
GİRİŞ
Yirminci yüzyıl, özgürlük ve bağımsızlık, açlık, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik,
fırsat eşitsizliği, terörizm, savaş, çevre kirliliği ve tahribatı, küresel ısınma gibi,
Prof.Dr., Beykent Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Endüstri Mühendisliği Bölümü,
[email protected]
∗
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
birçok ortak ulusal ve uluslararası sorunların çoğaldığı bir devir olmuştur.
Günümüzde, bu sorunlar insanların güncel yaşamlarını ve yarınlarını tehdit
eden boyutlara ulaşmıştır (Sachs, 2008). Geçmişte birçok devletlerin, bu ve
buna benzer problemler yüzünden bölündükleri ve yıkıldıkları, kaygılarımızı
doğrular niteliktedir (Kennedy, 1989 ve Braudel, 1994). Ulusal ve uluslararası
barışa zarar vermeye ve uygarlığımız için büyük bir tehdit oluşturmaya devam
eden bu sorunları çözmek, her örgüt ve ulusal lider için kaçınılmaz bir görev
durumuna gelmiştir.
Bu sorunlar, Atatürk’ün liderliği zamanındaki sorunlara ve koşullara, büyük
benzerlik göstermektedir. Atatürk, bu sorunları liderlik ana stratejilerini
(leadership and core strategies) uygulayarak başarıyla çözmüştür. Bu
çalışmanın ana amacı, başarıları dünyaca kabul edilen, Atatürk’ün liderlik
uygulamalarında büyük rol oynayan Liderlik Ana Stratejileri’ni inceleyerek,
günümüzün ulusal ve uluslararası sorunlarını çözmek isteyen liderlere,
yardımcı olabilecek dersler çıkarmaktır. İnceleme, stratejik yönetim süreci
(stratejik management process) çerçevesi içinde, strateji oluşturma ve
uygulama işlevlerine odaklanarak yapıldı (Thompson, Strickland ve Gamble,
2008).
GÜNÜMÜZÜN
LİDERLİK
UYGULAMALARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Birçok akademisyenler ve liderlik uzmanları, geleneksel ve güncel liderlik
uygulamalarının, ortak ulusal ve uluslararası sorunları çözemeyecekleri
kanaatindedirler. Bunun başlıca nedeni, birçok ulusal liderlerin, eskimiş, katı
ve otoriter stratejileri uygulamalarıdır. Bu stratejiler, çoğunlukla, kişisel ve
mensupları bulundukları ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarını kollamaya yönelik
olup, memurlar, işçiler ve genel olarak halkı ihmal etmiş ve mevcut sorunları
daha da artırmıştır (Kloby, 1990; Batra, 1996; Derber, 1998; Estes, 1996;
Reich, 1992 ve Şen, May 2009).
29
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
Bu konuda çalışan birçok akademisyen ve liderlik uzmanları, ortak ulusal ve
uluslararası sorunların çözümü için, daha bilimsel, esnek, paylaşımcı ve global
liderlik uygulamalarını önermektedirler (Slater ve Bennis, 1992; Ackoff, 1994;
Halal, 1996; Renesh, 1992; Şen, 2003 ve Hamel, 2007).
Liderlik konusundaki bu teorik ve bilimsel çalışmalar açıkça gösteriyor ki,
değişen yerel ve küresel koşullar, oluşan bilgi toplumunun istek ve
ihtiyaçlarını karşılamak; günümüzün ve geleceğimizin ortak ulusal ve global
sorunlarını çözebilmek için, daha demokratik ve global içerikli liderlik
uygulamalarına büyük gereksinim vardır.
Demokratik-Global Liderliğin Tanımı
Demokratik-global liderlik, çoğunlukla demokratik değer ve prensipleri
kullanarak, halkın halk tarafından kendisi için yönlendirilmesi olarak
tanımlanmıştır (Fallet, 1984; Likert, 1967; Slater ve Bennis, 1992 ve Şen,
2003). Ancak, bu tanım, demokratikleşmek için bir hedef olmuş; fakat, pratik
uygulamada, henüz böyle bir gerçek demokrasiye ulaşılamamıştır. Bu
çalışmada, demokratik-global liderlik, bir toplum için ortak vizyonu
oluşturmak ve bunu başarı ile geçekleştirmek için, ilgili ulusal ve uluslararası
etkenlerin analizini gerçekçilikle ve eleştirisel olarak yapmak; en etken
stratejileri tasarlamak ve bunları etkin olarak uygulamak; ortak ulusal ve
global sorunları, işbirliğiyle ve uluslararası hukuk prensipleri içinde, başarı ile
çözmek olarak tanımlanmıştır (Şen, 2009).
Ortak vizyon, her bireyin, örgütün ve ulusun tam bir özgürlük, bağımsızlık ve
fırsat eşitliği, refah ve barış içinde yaşamasını sağlamak; çağdaş uygarlığı
yakalayarak onun üstüne çıkmak ve toplumun bu yönde sürekli olarak
gelişmesini sağlamaktır (Şen, 2007).
Demokratik-global lider’in en önemli görevi, arkadaşlarını (stakeholders)
yönlendirerek örgüt ve ulusu için, ortak vizyonu oluşturmak ve bunu başarı ile
gerçekleştirmek olmalıdır.
30
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
Atatürk, halkı için, böyle bir ortak vizyonu oluşturmuş ve bunu, liderlik ana
stratejilerini uygulayarak başarı ile gerçekleştirmiştir (Şen, 2009). Bu
çalışmada, bu stratejilerin nitelikleri, nicelikleri ve uygulamaları inceleyerek,
günümüzün
ulusal
ve
uluslararası
sorunların
çözümü
için,
liderlik
uygulamalarının gelişmesine yardımcı olabilecek bazı dersler oluşturuldu.
ATATÜRK’ÜN LİDERLİK ANA STRATEJİLERİNDEN DERSLER
Yirminci yüzyılın en başarılı liderlik uygulamaları arasında, Atatürk’ün
liderlik uygulamaları, belki de en mükemmelidir (Aydemir, 2006; Demirkan,
1972; Erendil, 1986; Kinross, 1994; Erickson, 2001; Mango, 2000; Ozankaya,
2000; Baykal, 2000; Dural, 2004; Özdemir, 2006; Bahar, 2006; Baykızı, 2006;
Kili, 2006-2007 ve Şen, 2009).
Atatürk’ün liderlik uygulamaları, halkın tam özgürlük ve bağımsızlığını
kazanıp, işgal kuvvetleri altında çöken Osmanlı İmparatorluğu’ndan, çağdaş
demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş; politik, ekonomik, sosyal,
eğitim ve askeri alanlarda köklü reformlar yaparak, ulusuna çağdaş uygarlık
yolunda büyük değişim ve gelişimler sağlamıştır. Atatürk, bu eşşiz başarıyı,
liderlik ana stratejilerini uygulayarak gerçekleştirmiştir. Bu stratejileri, kısıtlı
ekonomik ve zayıf teknolojik koşullarda, güçlü iç ve dış düşmanlara karşı
başarı ile gerçekleştirmiş olduğu dikkate alındığında, O’nun liderliğinin
büyüklüğü ve bunu sağlayan liderlik ana stratejilerinin değeri daha iyi anlaşılır.
Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve bu Cumhuriyet’in
özgürlük, bağımsızlık, refah, eşitlik ve birlik içinde yaşayabilirliğini ve
gelişimini sağlayan başarıların özünü, Atatürk’ün liderlik ana stratejileri
oluşturmuştur. Bu stratejiler, aşağıda “10 Ders” olarak özetlenmiştir.
Ders 1: Ortak Bir Vizyon Oluşturma Stratejisi
Birçok global sorunların çözümü, global bir vizyon birliğini gerektirmektedir.
Tarih ve çağımız göstermektedir ki, en güçlü uluslar dahi, global sorunları tek
31
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
başlarına çözememektedirler. Tüm ülkelerin liderleri, ulusal vizyonlarını
oluştururken yalnızca kendi uluslarının çıkarlarını değil, diğer ulusların da
çıkarlarını düşünmelidirler. Zira uluslararası ortak sorunlar, ortak çözümlerle
mümkündür.
Atatürk, uluslararası işbirliğinin ve vizyon ortaklığının önemini şu sözlerle
belirtmiştir:
Her millet, diğer milletlerin yaşam hakkına, bağımsızlığına, özgürlüğüne,
eşitliğine, barış ve refahına saygı göstermelidir. Yurtta ve dünyada barışı
sağlamak için, başkalarının haklarına ve kültürlerine ve uluslararası
hukuka saygılı davranmak gereklidir... Halklar, başka halkların bağımsızlık,
refah ve mutluluklarını da, kendi bağımsızlık, refah ve mutlulukları kadar
düşünmelidirler (Köklügiller, 2007: 93-95 ve Aydemir, 2006: 398).
Atatürk’ün bu ortak global vizyon anlayışı, günümüzün global sorunlarını
çözmekte yararlı olabilir. Global anlamda, bir vizyon birliği geliştirmek, bu
sürecin adil olması ve global sorunların çözülebilmesi için zorunludur. Global
anlamda işbirliği, karşılıklı anlayış, saygı ve uluslararası haklara özen,
bugünün sorunlarının çözümü için gereklidir.
Ders 2: Özgürlük ve Bağımsızlığı Kazanma ve Koruma Stratejisi
Tarih boyunca, özgürlük ve bağımsızlık, insanların en büyük değerlerinden biri
olmuştur. Günümüzün, ulusal ve uluslararası sorunlarının çoğu, birçok insanın,
bu değerlere sahip olamamalarından kaynaklanmaktadır.
Atatürk, özgürlük, bağımsızlık, barış ve refahın her millet için önemli
olduğuna inanıyordu. O’na göre, bağımsız olmayan halk, bir ulus olamazdı.
Esasen, Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir (Köklügiller, 2007: 9,
41) diyerek, bunu ne kadar önemsediğini açık olarak belirtmişti. Atatürk ve
arkadaşları, özgürlük ve bağımsızlığın değerini iyi anlamışlar ve yaşamlarını,
özgürlük ve bağımsızlığa adamışlardı.
32
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
Atatürk, ulusal özgürlük ve bağımsızlığı kazanmaya öncelik vermiş ve bunu
gerçekleştirmeye hayatını adamıştır. Bu konuda, sivil halk ve Türk Silahlı
Kuvvetleri, özgürlük ve bağımsızlık hakkını edinme, koruma ve savunmada
yaşamsal roller üstlenmişlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri olmasaydı, Türk Ulusu
varlığını yıllar önce yitirmiş olurdu. Nitekim, Atatürk de, bu konuda, Ya
istiklal ya ölüm diyerek, özgürlük ve bağımsızlığın önemini vurgulamış ve
bunun korunmasını sağlamıştır (Uzel, 2008: 128-129).
Atatürk’ün bu konudaki önerileri, unutulmamalıdır:
Özgürlük ve bağımsızlık, sizin varlığınızın ve geleceğinizin tek temelidir.
Birinci göreviniz, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve onun bağımsızlığını sonsuza
değin savunmak ve korumaktır... Bu, sizin en değerli hazinenizdir. Eğer,
Cumhuriyeti ve bağımsızlığınızı savunmak zorunda kalırsanız, bunu, içinde
bulunduğunuz koşulları düşünmeden yapmalısınız... Bunun için, muhtaç
olduğunuz güç, damarlarınızdaki soylu kanda vardır (Nutuk, 2004: 665).
Atatürk’ün yıllarca önce söylediği bu sözler, günümüzde, hala geçerliliğini
devam ettirmektedir. Liderlerin en önemli görevi, uluslarının özgürlük ve
bağımsızlıklarını titizlikle korumaları olmalıdır. Seçmenler de, liderleri
seçerken, toplum bireylerinin ve örgütlerin, kişisel ve örgüt çıkarlarından
ziyade, ulusal özgürlük ve bağısızlıklarını koruyan liderleri seçmelidirler.
Ders 3: Özgürlük ve Bağımsızlık için Demokratikleşme Stratejisi
Demokratikleşme
stratejisi,
özgürlük
ve
bağımsızlığın
kalıcılığı
için
zorunludur. Ancak, gerçek bir demokratikleşme için, demokrasi, özgürlük ve
bağımsızlık kavramları halk tarafından iyi anlaşılmış, özümsenmiş ve
sindirilmiş olmalıdır. Toplumun bu konularda bilinçlenmesi, öğretim ve
eğitimin gelişmesi demokratikleşmeyi kolaylaştırır ve hızlandırır. Eğitim ve
öğrenim düzeyi yüksek olan toplumlarda demokratikleşme hızlı, eğitim ve
öğrenim düzeyi az olan toplumlarda demokratikleşme yavaş ve bazen de
33
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
problemli olmuştur ( Haggard ve Web, 1994; Haggard ve Kaufman, 1995;
Huntington, 1991 ve Dankwart, 1990).
Atatürk, özgürlük ve bağımsızlığın halk tarafından, halk için elde edilmesi
gerektiğine inanıyordu. Nitekim Kurtuluş Savaşı sonrasında, padişahın
otokratik yönetimini ve halifeliği kaldırmış, Egemenlik, bağsız, koşulsuz
ulusundur (Köklügiller, 2007: 42) diyerek, halk demokrasisinin temellerini
atmıştır. Bu temelleri koruyacak, bir anayasa oluşturmuş ve çok partili
demokrasiye geçişi başlatmıştır. Fakat, halkın demokrasi bilincinin az, öğretim
ve eğitim düzeyinin çok düşük oluşu, demokratikleşmeyi bir müddet aksatmış
ve yavaşlatmıştır.
Atatürk’ün sağ kolu İsmet İnönü, çok partili demokrasiye geçişi sağlayarak
demokratikleşme sürecini tekrar başlattı. Birçok problemlere rağmen, bu süreç
hala devam etmektedir. Türkiye’de demokrasi tohumlarının atılmasını ve
demokratikleşmeyi, Atatürk’ün demokratikleşme stratejisi sağlamıştır. Ayrıca,
Türk
Silahlı
Kuvvetleri
de,
demokratikleşmenin
koruyucusu
rolünü
benimsemiş ve bu görevini kararlılıkla yapmaktadır.
Özgürlük ve bağımsızlığın kalıcılığını en iyi sağlayan süreç demokrasidir.
Böyle bir süreç ise ancak, batıl inançlarla değil, bilimle mümkündür.
Demokrasi ırk, renk, din ve diğer farklılıkları gözetmeksizin, herkes için var
olmalıdır. Demokrasi, fırsat eşitliğini sağlamalı ve bir sınıf veya grup için
değil, tüm bireylerin hizmetinde olmalıdır. Bunu da sağlayan, laiklik ilkesidir.
Laiklik olmazsa, demokrasi, halkı aldatmak ve kandırmak için, bir araç haline
getirilebilir. Dolayısıyla, laiklik ilkesini korumak, gerçek bir demokrasinin
gelişmesi ve sürekliliği için şarttır.
Atatürk, gerçek bir demokrasiyi geliştirmek ve bunun laiklik ve hukukla
korunması için büyük duyarlılık göstermiştir. Demokrasinin bir aldatmaca
aracı olmaması için, halkını uyarmış ve gerekli çağdaş yolu laiklikle
belirlemiştir. Günümüz liderlerinin, Atatürk’ün özgürlük ve demokratikleşme
34
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
stratejisini iyi incelemeleri; sağlıklı ve hızlı bir demokratikleştirmeyi
geliştirmek için toplumlarını bilinçlendirmeleri, kendilerinin, kurumlarının ve
uluslarının demokratikleşmeleri için büyük yararlar sağlayabilir.
Ders 4: Bağımsız Ekonomik Kalkınma Stratejisi
Bağımsız ekonomik kalkınma stratejisi, bireysel özgürlük ve ulusal
bağımsızlık için esastır. Bir, ülkenin teknolojik gelişmesi, silahlı kuvvetlerinin
etkinliği ve bağımsızlığı için zorunludur. Ekonomik kalkınma, halkın istek ve
ihtiyaçları için, gerekli olan mal ve kaynakların sağlanabilmesi için temel
etkendir.
Pek çok ülke, ekonomik kalkınmalarını hızlandırmak amacıyla, diğer
ülkelerden sermaye, teknoloji ve diğer kaynakları temin ederek borçlanırlar.
Bu tür ekonomik kalkınma stratejileri, yalnız ekonomide değil, aynı zamanda
siyasette ve askeri alanlarda da bağımlılık sorunları yaratır (Prebisch, 1950).
Bu nedenledir ki, bağımsız bir ekonomik kalkınma stratejisi, halkın ve ülkenin
özgürlük ve bağımsızlığı açısından kesin bir gerekliliktir. Atatürk bu
gereksinimi şu sözleriyle belirtmişti: Ulusal egemenlik, ekonomik egemenlikle
sağlanır (Karaduman, 2006: 6159.
Atatürk, ekonomik bağımsızlığa ilişkin bu sorunu, diğer ülkelerden yüklü
borçlar almak yerine, daha çok yerli kaynaklardan yararlanarak çözdü.
Ekonomik koşulların kötülüğü ve kaynakların azlığını, “devletçilik” ilkesini
devreye sokarak gidermeye çalıştı. Bağımsız bir ekonomik kalkınma için, ilk
önce tarımı geliştirmeye odaklandı. Bu çerçevede, topraksız köylüye toprak
dağıtarak, ulusal kaynakları kullanmada fırsat eşitliğini ve verimliliği artırdı.
Ulusal kaynakların verimli olarak kullanımı da, yatırımlar için gerekli olan
sermaye birikimini sağladı.
Atatürk, gelişmekte olan bir milletin kendi kaynaklarına güvenerek ve
bağımsızlığını koruyarak etkileyici bir ekonomik büyüme örneği göstermiştir.
O’nun ekonomik kalkınma stratejileri, ne sosyalizme ne de kapitalizme dayalı
35
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
olup, mevcut ekonomik koşulları ve ulusal kaynakları en verimli bir şekilde
kullanmayı ve bağımsız kalmayı temel almıştır.
Ağır dış borçlar altında ezilen pek çok gelişmekte olan ülkeler, Atatürk’ün
bağımsız ekonomik kalkınma stratejisini örnek almalıdırlar. Japonya, bu
stratejiyi
uygulayarak,
dünyanın
en
gelişmiş
ekonomilerinden
birini
oluşturmuştur (Şen, 1982). Türkiye ve diğer kalkınmakta olan ulusların
liderleri, Atatürk’ün bağımsız ekonomik kalkınma stratejisini uygulayarak,
ekonomik ve ilgili birçok alanlarda, bağımlılıklarını azaltabilirler.
Günümüzün liderleri, güncel ulusal ve uluslararası ekonomik krizi çözmek için
yeni stratejiler aramaktadırlar; Atatürk’ün ekonomik stratejileri, onlar için çok
yararlı bir seçenek olabilir.
Ders 5: Yerli Sanayileşme/Yerli Teknoloji Geliştirme Stratejisi
Bağımsız bir ekonomik kalkınma ve bağımsız bir askeri güç oluşturmak için,
ulusal bir sanayinin geliştirilmesi zorunludur. Bağımsız bir ekonomi ile
bağımsız bir sanayi, bağımsız bir silahlı kuvvetlere sahip olmanın temel
koşuludur.
Atatürk, yerel sanayileri geliştirmenin önemini kavramıştı. Onları geliştirmek
için, ulusal kaynakları kullandı. Önce emek yoğun (labor intensive) tekstil,
küçük ölçekli makineler ve ekipman teknolojilerini, daha sonra da, kapital
yoğun teknolojileri (capital intensive technologies) geliştirmeye çalıştı.
Teknolojik gelişmeyi sağlamak için, “devletçilik” ilkesi ile girişimcileri teşvik
etti, yönlendirdi ve sanayi alanında istihdam etmek üzere eleman eğitip
yetiştirdi. Atatürk, Gelecek göklerdedir sözleriyle, yıllarca önce havacılığın
önemini anlamış ve havacılık teknolojisini geliştirip, uçak üretimine dahi
girişmişti (Karaduman, 2006: 753-754). Bu onun, emek yoğun teknolojilere
öncelik verip, kapital yoğun teknolojilerin geliştirmesini göstermektedir.
36
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
Günümüzde, gelişmekte olan pek çok ülkeler, teknolojik gelişmeleri açısından,
gelişmiş uluslara bağımlı durumdadırlar. Atatürk’ün yerli sanayi stratejisi
uygulamaları, bir ulusun özgürlük ve bağımsızlık içinde kalkınması için, yerli
teknolojinin (indigeneous) gelişme stratejisine sahip olması gerektiğini açık
olarak göstermiştir. Büyük ölçüde, yerli kaynak kullanmış bulunan
Japonya’nın sanayi kalkınmasının başarısı, Atatürk’ün bağımsız teknolojik
gelişme
stratejisi’nin
geçerliliğini
destekler
niteliktedir
(Şen,
1982).
Japonya’da başarı ile uygulanan bu strateji, gelişmekte olan ülkeler için yararlı
olabilir.
Ders 6: Sosyal Birlik, Eşitlik ve Hukuk Oluşturma Stratejisi
Bir ulusun, birlik ve beraberliğini koruyabilmesi ve devam ettirebilmesi,
toplumun etnik grupları arasında sosyal birliği oluşturmasıyla mümkündür.
Geçmiş ve günümüzde, sosyal birliği oluşturamayan bazı toplumların, ulusal
birliklerini devam ettirmelerinin çok zor olduğunu ve bazılarının da, bu yüzden
bölündüklerini görmekteyiz. Dolayısıyla, sosyal birliği sağlamak, ulusal birlik
için zorunludur.
Toplumsal ve sosyal birliği sağlamanın en iyi yolu, bir ulusun üniter yapısını
ve ulusal birliğini bozmadan, farklı sosyal değer ve faaliyetlere, saygı
göstermekten geçer. Çeşitlilik (diversity), bir topluma bilgi, beceri ve sanatta
bolluk ve seçim fırsatları sağlayarak birçok avantajlar yaratır. Fakat bu
çeşitliliği, bir ulusal kimlik ve bütünlük içinde birleştirmek gerekir; aksi halde
çeşitlilik ayrışmaya, ulusal ve sosyal birliği bozmaya dönüşebilir.
Atatürk, değişik etnik grupları Türk Ulusu için, bir avantaj olarak görmüş ve
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir
(Köklügiller, 2007: 155) ve Ne mutlu Türk’üm diyene (İnan, 2007: 224)
sözleriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal birliğinin önemini vurgulamıştır.
Atatürk, üniter bir ulus için, her etnik grubun önemli olduğunu belirtmiş, fakat
ayırımcılığa asla fırsat vermemiştir.
37
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
Atatürk, gerekli sosyal ve hukuksal reformları yaparak, kadınlara, erkeklerle
eşit haklar sağlayan, yasal bir düzenleme getirdi. Sosyal reformlarla, kadınlara
modern giyinme, çalışma, okuma, seçme ve seçilme olanağı; inanç ve ibadet
özgürlüğü sağladı. Müzik, sanat, alfabe ve dil alanlarında modernleşmeye
giderek, sosyal yaşamı çağdaşlaştırdı. Laikliği, dinsel dogmalar yerine, bilim
ve akıl üzerine oturmuş yasalarla yönlendirici bir ilke olarak benimsedi.
Modern yasalarla her vatandaşın politik, sosyal, ekonomik ve eğitim
faaliyetlerinde fırsat eşitliğini sağladı.
Günümüzde, eşitsizlik problemleri birçok örgüt ve ulusların önemli
sorunlarından biridir. Liderler, her düzeyde, bu sorunları çözmek için,
Atatürk’ün sosyal birlik ve eşitlik stratejisini aynı kararlılık ve istekle
uygularlarsa, birçok sosyal ve toplumsal problemleri çözebilirler.
Ders 7: Silahlı Kuvvetlerin Bağımsızlığını Sürdürme Stratejisi
Güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olma stratejisi, ülkenin özgürlük ve
bağımsızlığı için temel etkendir. Geçmiş ve güncel olaylar göstermiştir ki,
yurttaşların desteğini sağlamış güçlü bir silahlı kuvvetler, bir ulusun varlığını
ve güvenliğini sağlamanın ön koşuludur.
Günümüzde, silahlı kuvvetleri güçlü olan bazı ulusların, kendi kişisel ve ulusal
çıkarları için, güçsüz olan ulusların özgürlük ve bağımsızlıklarını nasıl ihlal
ettiklerini, açık olarak görüyoruz. Diğer bazı ulusların da, bu haksız ve
adaletsiz saldırılara seyirci kaldıkları yine günümüzün sık sık görülen olayları
arasındadır. Dolayısıyla, bir ulusun özgürlük ve bağımsızlığı, başka bir ulusun
korumasına bırakılmamalıdır. Bunu da gerçekleştirebilecek güç, bir ulusun
kendi silahlı kuvvetleridir. Her ulusun, özgürlük ve bağımsızlığını koruması,
kollaması ve devam ettirebilmesi için, bağımsız ve güçlü bir silahlı
kuvvetlerine ihtiyacı vardır.
Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sayesinde, özgürlük ve bağımsızlığı
sağlamış, sonra da, TSK sayesinde, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni
38
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
kurmuştur. Bu Cumhuriyet’in güvenliğini ve devamlılığını TSK sağlamıştır.
Dolayısıyla, TSK’nin, Türkiye Cumhuriyeti Ulusu içinde, özel bir yeri vardır.
TSK, Kurtuluş Savaşı süresince birçok şehitler vermiş, Türk Ulusu’nun
özgürlük ve bağımsızlığının sürdürülebilirliğinin kilit kurumu olmuştur. TSK,
Türk Ulusu’nun, geleceğe güvenle bakışının garantisidir.
Günümüzün, uluslararası politik olayları açıkça gösteriyor ki, bağımsız ve
güçlü bir silahlı kuvvetler, bir ulusun özgürlük ve bağımsızlığı için, temel bir
ihtiyaçtır. Liderler, bağımsız bir ulus için, güçlü bir silahlı kuvvetlerin
oluşmasını sağlamalıdırlar. Ancak, bir ulusun silahlı kuvvetleri, savunma
amaçlı olup, diğer ulusların özgürlük ve bağımsızlıklarını ihlal etmemelidirler;
ulusal ve uluslararası hak ve sosyal hukuk gereklerine karşı, saygılı ve özenli
davranmalıdırlar.
Ders 8: Adil ve Ortak Küreselleşme Stratejisi
Günümüzde, küreselleşme pek çok ülke için, yaşamın bir tür gerçeği
durumuna gelmiştir. Ancak, bu olgudan daha çok, gelişmiş ülkeler
yararlanmaktadırlar (Stiglitz ve Charlton, 2005). Gelişmekte olan ülkeler,
bundan büyük zararlar görmektedirler (Marber, 2009 ve Isaak, 2005).
Atatürk, küreselleşmenin önemini kavramış ve diğer uluslarla iyi ilişkiler
kurmuştu. O’nun işbirliği anlayışı, eşitlik, uluslararası hukuk, başkalarının
özgürlük ve bağımsızlığına saygı üzerine dayalıydı. Gerçekten de, Kurtuluş
Savaşı sırasında, düşmanın bizim özgürlük ve bağımsızlığımızı kabul etmesi
halinde savaşın derhal sona erebileceğini söylemişti. Zorunlu olmadığı
takdirde, çözümü asla askeri yollarda aramazdı.
Atatürk, uluslararası ilişkilerin önemini aşağıdaki sözleriyle vurgulamıştır:
En kudretli millet bile, küresel barış ve refah sağlanmadan, kendi ülkesinde
tek başına barış ve refaha ulaşamaz. Dünyanın bütününü, tek bir vücut ve
milletleri de onun parçaları gibi düşünmeliyiz. Dünyanın bir yerinde bir
39
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
sorun varsa, onu umursamazlık edemeyiz. Böyle bir sorun olduğu takdirde,
onu kendi sorunumuz gibi düşünmeliyiz (Köklügiller, 2007: 94-95) ve
Aydemir, 2006: 398).
Atatürk, Türk Ulusu’nun bağımsızlığını koruyarak, diğer uluslarla iyi ilişkiler
kurmuştu. Ulusal ve uluslararası karşılıklı saygı ve uluslararası hukuk, O’nun,
uluslararası ilişkilerinin temelini oluşturuyordu (Karal, 1966). O, diğer
uluslarla iyi ilişkiler kurmanın, ortak yararlar sağlayacağına inanıyor ve bu tür
ilişkilerin geliştirilmesi için çalışıyordu. Atatürk, Yurtta barış, dünyada barış
(Köklügiller, 2007: 95) diyerek, küreselleşme için, doğru yolu göstermiştir.
Günümüzün liderleri, küreselleşmenin hakça paylaşılmasını sağlamak için,
Birleşmiş Milletler aracılığıyla tüm ulusları kapsayan adil antlaşmalarla
işbirliği sağlamalı ve ortak dayanışmalar düzenlemelidirler.
Ders 9: Çevreyi Koruma ve Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi
Çevreyi koruma stratejisi, insan ve tüm canlıların dünya üzerinde yaşamlarını
sürdürebilmeleri için zorunludur. Çevre, tüm yaşayan varlıkların temel
gereksinimlerini karşılar. Yaşamın tüm kaynakları ondadır. Çevreye özen
göstermeden özgürlük, bağımsızlık ve refaha ulaşmak olanaksızdır. Çevre
kirlenmesi, erozyon, nüfus patlaması, açlık, bazı önemli kaynakların ve canlı
türlerinin yok olması, iklim değişikliği gibi problemler, ciddi ekolojik
dengesizliklere yol açmaktadır. Bu problemler, yalnızca bizim özgürlük,
bağımsızlık ve refahımızı değil, aynı zamanda insan yaşamını da tehdit eden,
büyük riskler oluşturmaktadır (Sachs, 2008).
Atatürk, çevre konusuna çok önem veriyor ve çevreye özen gösteriyordu.
Doğayı seviyor ve koruyordu. Kesilmiş bir ağaç için, gözyaşı döktüğü
söylenir. Bir keresinde, bir ağacın kesilmesini önlemek için, inşa durumunda
olan evini başka bir yere kaldırdığı belirtilir. O, hiç ayırmaksızın tüm
hayvanların yaşamına saygı gösterirdi. Çevreye gösterdiği özeni, pek çok kez,
“Ağaç, çiçek ve yeşillik uygarlık demektir, Ormansız ve ağaçsız toprak vatan
40
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
değildir” sözleriyle açıklamıştı (Kökligiller, 2007: 16 ve İnan, 2007: 234236).
Çevreyi koruma, ulusların birlikte, adaletli ve sürdürülebilir bir üretim ve
tüketim oluşturmaları ve ekolojik dengeyi kalıcı kılmalarıyla, mümkün
olabilir. Kısa vadeli kişisel ve ulusal çıkarlara dayalı stratejiler, uzun vadede,
herkes için, tehlike yaratan sorunlara yol açabilir. Liderler, ulusal ve küresel
stratejilerini, sadece kısa devreli değil, uzun dönemleri de kapsayan istikrarlı
enerji sistemleri ve kontrol edilebilir kaynak kullanımı ve nüfus artışları
çerçevesinde oluşturmalıdır.
Küresel üretim ve tüketimin, hakça paylaşımı da, ülkeler arasında çevreyi
korumak için önemlidir. Bu da, ulusal ve uluslararası örgüt liderlerinin, ortak
antlaşmalara ve uluslararası hukuka saygı göstermek; iyi niyet, güven ve
işbirliğini oluşturmalarıyla mümkün olabilir. Günümüzün liderleri, Atatürk’ün
çevre için gösterdiği duyarlılığı gösterebilirlerse, birçok çevre problemlerini
çözmüş ve doğal felaketleri önlemiş olurlar.
Ders 10: Liderleri ve Toplumu Öğreterek ve Eğiterek Bilgi Oluşturma
Stratejisi
Bilgi ve bilinç edinme stratejisi, diğer Liderlik Ana Stratejileri’nin temelidir.
Diğer stratejilerle birlikte, bilgi her türlü gelişmenin ve ilerlemenin özüdür.
Tüm başarılı örgüt ve uluslar, başarılarını bilgiyle donanmış liderler ve
arkadaşlarıyla sağlamışlardır. Bilgi, liderlerin en değerli güç kaynağı ve
başarıya giden stratejilerin saptanmasında ve uygulanmasında esas etkendir
(Ryan ve Karen, 1999; Quin, 1992 ve Stewart, 1997).
Atatürk’ün başarılı liderliğinde de, bilgi, beceri ve değerlerin çok büyük rolü
olmuştur (Şen, 2009). Atatürk, iyi bir liderin öncelikle iyi bir insan olması
gerektiğini belirtmişti. O’na göre, çağdaş bilgi, beceri ve değerlere sahip ve
bunları toplumun yararı doğrultusunda optimal biçimde kullanan kişi, iyi bir
liderdir.
41
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
İyi bir lideri yetiştirmenin yolu, iyi bir liderlik öğretimi ve eğitiminden geçer.
Pek çok farklı alanlarda, kuşkusuz ki, çok sayıda iyi liderler vardır;
mühendislik, hukuk, siyaset bilimi, tarih, tıp, ilahiyat, sanat ve diğer alanlar
gibi. Ancak, liderliğe ilişkin incelemelerin çoğu, her meslek gibi, iyi bir liderin
de, iyi bir liderlik öğretim ve eğitimi ile gerçekleşebileceğini göstermektedir
(Weiner ve Mahoney, 1981; Burke, Richley ve De Angelis, 1985; Kotter, 1996
ve Burns, 1978).
Atatürk’ün resmi liderlik eğitimi, Manastır’daki Askeri Ortaokul ve Lise’de
başlamış, İstanbul’daki Harp Okulu ve Harp Akademileri’nde sürmüştür.
Askeri okulların ortam ve programları, O’na, liderlik için gerekli bilgi, beceri
ve değerlerle donanma fırsatı vermişti. Atatürk, temel, genel, liderlik bilgileri,
becerileri ve evrensel değerleri, askeri okullarda öğrendi. Atatürk, aynı
zamanda, devamlı okuyarak, öğrenerek, uygulayarak ve araştırarak liderlik
bilgilerini geliştirdi.
Atatürk’ün dört bin civarında kitap okuduğu düşünülürse, O’nun bilime ne
kadar önem verdiği kolayca anlaşılır. Bunu, O’nun, Hayatta, en gerçek yol
gösterici bilimdir sözü, açıkça belirtmektedir (İnan, 2007:137, 388). Atatürk,
gerçekten de öğrenmeyi, araştırmayı ve öğretmeyi özümsemiş ve her
stratejinin tasarım ve uygulamasını, bilim ve mantıkla oluşturmuştur.
Atatürk, Türk Ulusu’nun çağdaş uygarlığı yakalamasının, bilgili vatandaşlarla
mümkün olabileceğine inanmış ve bunun için, halkını süratle bilinçlendirmeye
çalışmıştır. Bir ulusun, her alanda gelişmesi için, halkın öğrenim ve eğitimi de,
liderlerin öğrenim ve eğitimleri kadar önemlidir. Liderler, bu konuda, öğrenim
ve eğitim stratejilerini uygulayarak ve buna öncelik vererek halklarının
bilinçlenmelerini sağlamalıdırlar. Özellikle, Türkiye ve diğer gelişmekte olan
ulusların liderleri, Atatürk’ün öğretim ve eğitim stratejilerini kararlı ve sürekli
uygulayarak, tüm vatandaşlarının çağdaş bilgi, beceri ve değerleri hızla
öğrenmelerini sağlamalıdır.
42
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
SONUÇ
Atatürk, çağının sadece eşsiz bir lideri değil aynı zamanda çok yönlü bir
bilginiydi. O’nun Liderlik Ana Stratejileri’nin tasarımı ve uygulamaları için
gösterdiği bilgi, beceri ve değerler, bugün ve yarınlar için de büyük değerler
arz etmektedir. O’nun liderlik başarılarını, birçok dünya liderleri ve liderlik
uzmanları mucizevî bir olay olarak görmüş ve O’nu, yirminci yüzyılın en
büyük lideri ve Tek Adam olarak tanımlamışlardır (Ozankaya, 2000 ve
Aydemir, 2006). Atatürk gibi düşünmek ve onun gibi olmak deyimi, yalnız
Türkiye’de değil, başka birçok ülkelerde de, yönlendirici bir slogan olmuştur
(Kalıpçı, 2006).
Kendisine bu başarıları nasıl kazandığı sorulduğunda, şu yanıtı vermişti:
Sizi konuşturdum, sizi koşturdum ve yaptım.
Bu deyimi biraz açmak, Atatürk’ün liderliği konusunda, özet bir bilgi verebilir.
Sizi konuşturdum: Atatürk’ün arkadaşları ve halkı ile olan açık iletişim ve
yakın ilişkileri, O’nun liderlik başarılarının temelini oluşturmaktadır. Atatürk,
ortak vizyonu oluşturmak; arkadaş, ekip ve vatandaşlarının desteklerini almak
için, onlarla içten bir ilgiyle sık sık konuşmuş ve onlara ortak vizyonun
önemini çok iyi anlatmıştı. Onlara önem vermiş, onları sevmiş ve onlara saygı
göstermiştir. O, çoğu zamanını, arkadaşları ve halkla beraber geçirerek, onları
tanıma fırsatı buldu ve onlarla bir aile gibi bütünleşti. Atatürk’ün halkla olan
bu yakın ve içten ilişkilerinde, halk arasında yaptığı gezilerin, toplantıların,
konuşmaların ve Türk halkının kültürel değerlerinin (Kinkead, 1959) büyük
rolü olmuştur. Atatürk’ün ekibi ile bir “baba-evlat” ilişkileri oluşturması,
O’nun liderlik başarılarında, çok büyük rol oynamış ve bu yüzden, halkı O’na,
Atatürk ismini vermiştir. O, ortak vizyonu gerçekleştirmek için, kendini feda
etmiş, halkı da onun için, canını vermiştir.
43
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
Günümüz liderlerinin, en büyük görevleri, ekibiyle sürekli, açık bir iletişim ve
yakın ilişki kurmaları olmalıdır. Bu tür açık iletişim liderlere, taraftarlarının
istek, ihtiyaç ve düşünceleri hakkında doğru ve yeni bilgiler vererek ortak
vizyonun oluşturulmasını ve desteklenmesini sağlar. Liderlerin taraftarlarıyla
yakın ilişkileri, taraftarlara moral verir ve onları, ortak vizyonun gerçekleşmesi
için motive eder; kurum ve ulus içinde, birlik ve beraberliği sağlar. Her lider,
lideri oldukları bireylerin sadece yönlendiricisi değil, onların en güvenilir
arkadaşı ve hatta hizmetkârı (servant leader) olmalıdır.
Sizi koşturdum: Atatürk, ortak vizyonu desteklemek ve gerçekleştirmek için,
ekibini ve halkı, Bir Türk dünyaya bedeldir (Aydemir, 2006: 477. cilt III) ve
Ne mutlu Türk’üm diyene (İnan, 2007: 224) sloganlarıyla, teşvik ediyor ve
onlara moral veriyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında, çok güçlü düşmanları
yenmek için, onlardan daha cesur olunması gerektiğini biliyordu. Düşmanlar
için, Geldikleri gibi giderler (Aydemir, 2006: 309, cilt I) ve başarı için,
Muhtaç olduğunuz güç sizsiniz (Atatürk Araştırma Merkezi, 1997: 319)
sözleriyle, halkı sürekli teşvik etmiş ve onlara olan güvenini göstermiştir.
Karşılıklı güven ve motivasyon güçlü iç ve dış düşmanlara karşı, laik ve
demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve özgürlük ve bağımsızlığın
kazanılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra ülkesinin ekonomik, sosyal, teknolojik
ve eğitim koşullarının çağdaş ülkelerin çok gerisinde olduğunu görüyordu. Bu
durumu değiştirmek ve çağdaş uygarlığı yakalamak için, halkının çok
çalışması ve bu yolda hızla ilerlemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden,
Atatürk, çok çalışıyor ve halkı da, Türk! Öğün, Çalış, Güven! diyerek, motive
ediyordu (İnan, 2007: 438 ve Atatürk Araştırma Merkezi, 1997: 319). Çağdaş
uygarlığı yakalamak için, politik, ekonomik, sosyal, teknolojik ve eğitim
alanlarında gerekli değişiklikleri cesaretle ve hızla yapıyordu. O, halkına
güveniyor, onlarla gururlanıyor ve sık sık Bu halkla ne yapılmaz ki (Aydemir,
2006: 90, cilt I) ve Bir Türk dünyaya bedeldir (Aydemir, 2006: 477, cilt III)
44
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
diyerek, halkına güvenini belirtiyordu. Halkı da, O’na inanıyor ve O’nu
güvenle destekliyordu. Bu, karşılıklı güven, sevgi ve inançla ve çok çalışarak,
Avrupa’nın iki yüzyılda yaptığı Endüstri Devrimi ve Rönesans’ı, Atatürk 20
yıl gibi çok kısa bir zamanda gerçekleştirdi. O, halkını uygarlık yolunda,
sadece koşturmadı; fakat uçurdu diyebiliriz.
Bugünün rekabet ortamında, günümüzün ve geleceğin liderleri de, ulusal ve
global kalkınmalarını hızla geliştirmelidirler; halklarını Atatürk gibi motive
ederek, hızla koşturmalıdırlar.
Ve Yaptım: Atatürk, Liderlik Ana Stratejileri’ni müstesna bir ileriyi görüş
(visionary leader), yaratılıcık (innovative leader), bilim ve akılla (knowledge
leader) tasarladı ve uyguladı; sürekli ve çok çalışarak ortak ulusal vizyonu
başarı ile gerçekleştirdi. Atatürk, büyük bir yaratıcılık ve yetenekle, yenileme
(reengineering), yeniden yapılanma (restructuring), dönüşüm (transformation
and change), zamanında ve yerinde yapma (just in time), en iyiyi kullanma
(benchmarking), sürekli geliştirme (continuous improvement), merkeziyetçilik
(centrelization) ve bireyselleştirme (decentrelization) gibi, birçok teknikleri ilk
kez keşfetti ve uyguladı. Bu tekniklerin, kendi zamanından 60-70 yıl sonra,
Toplam Kalite Yönetimi (Total Quality Management) olarak, yeniden
keşfedilmesi, O’nun yaratıcılığının ve ileriyi görüşünün en belirgin bir
göstergesidir.
Liderlerin, bugünkü ulusal ve küresel rekabet ortamında, başarılı olmaları için,
sürekli ve çabuk öğrenmeleri, yaratıcı olmaları, hızlı değişime ayak
uydurmaları ve ekibini motive ederek ileriye yönlendirmeleri gerekmektedir.
Atatürk, bilimi öğrenme, araştırma, öğretme ve uygulamaya âşıktı. Bunu,
Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Benden sonra beni benimsemek
isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul
ederlerse, benim mirasçılarım olurlar diyerek, belirtmişti (Kocatürk,
2007:400). Bu mirası, iyi değerlendirmek ve Atatürk’ün Ana Stratejileri’ni
45
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
büyük bir istek ve kararlılkıla uygulamak, liderlere ve herkese, günümüzün
sorunlarını çözmek, ulusal ve uluslararası barış ve refahı sağlamak için, büyük
yararlar sağlayabilir.
Öneri: Atatürk, liderlik ana stratejileri’nin, kendisinden sonra da, ülkesinde
uygulanacağını düşlemişti. Ancak, bu stratejiler, sonradan, O’nun gösterdiği
sebat ve sadakatle uygulanmadı. Umarım, siz, O’nun stratejilerini, kendiniz,
aileniz, kurumunuz ve ülkeniz için uygularsınız.
Unutmayınız, Atatürk, Yorulduğunuz zaman dahi, beni takip ediniz diyordu
(İnan, 2007: 239). Sizler, Atatürk’ü yorulmadan okuyunuz, öğreniniz ve
öğretiniz. O’nu okudukça, daha iyi anlayacak ve anladıkça daha çok
seveceksiniz. O’nu takip ederseniz, başarırsınız, yücelirsiniz ve yüceltirsiniz.
KAYNAKÇA
ACKOFF, R. L.. The Democratic Corporation. Oxford University Press, (New
York, 1994).
AYDEMİR, Ş. S. Tek Adam. Cilt: I-III, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2006).
Atatürk Araştırma Merkezi. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara, 1997).
ATATÜRK, M. K.. Nutuk. Say Yayınları, (İstanbul, 2004).
BAHAR, İ.. Atatürk ve Liderlik Sırları. Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2006).
BATRA, R.. The Great American Deception. John Wiley, (New York, 1996).
BAYKAL, A. N.. Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları. Sistem
Yayınları, (İstanbul, Kasım, 2000).
BAYKIZI, M.. Atatürk’ün Liderlik Sırları. Kar Yayınları: (İstanbul, 2006).
BRAUDEL, F.. A history of Civilization. (Translated by Richard Mayne). The
Penguin Press, (New York, 1994).
BURKE, W. Richley, E. A. and De Angelis, L.. “Changing Leadership and
Planning Process at the Lewis Research Center, NASA”. Human resource
Management, 24(1), (1985). pp. 81-90.
BURNS, J. M.. Leadership. New York: Harper & Row, (New York, 1978).
46
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
DANKWARD, R. A.. (Fall 1990). “Democracy: A Global Revolution”
Foreign Affairs, 69, No. 4. (Fall 1990), pp. 75-90.
DEMİRKAN, S.. Bir Milletin Yarattığı Lider: Mustafa Kemal Atatürk. Belge
Yayınları, (İstanbul, 1972).
DERBER, C.. Corporation State. St. Martin’s Press, (New York, 1998).
DURAL, B.. Atatürk’ün Liderlik Sırları. Okumuş Adam Yayınları, (İstanbul,
2004).
ERENDİL, M.. Çok Yönlü Lider Atatürk. Genelkurmay Yayınları, (Ankara,
1986).
ERİCKSON, J. E.. Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First
World War. Greenwood Press, (Westport, 2001).
ESTES, R.. Tyranny of the Bottom Line. Berrett-Koehler Publisher, (San
Francisco, 1996).
FALLET, M. P.. Freedom and Coordination. Management Publication Trust,
(London, 1984).
HAGGARD, S. & Kaufman, R. R.. The Political Economy of Democratic
Transitions. Princeton University Press, (Princeton, 1995).
HAGGARD, S. & Steven W. B.. Voting for Reform: Democracy, Political
Liberalization and Economic Adjustment. Oxford University Press, (New
York, 1994).
HALAL, W. E.. The New Management: Democracy and Enterprise Are
Transforming Organizations. Berrett- Koehler Publisher, (San Francisco,
1996)
HAMEL, G. & Bill L. B.. The Future of Management. Harvard Business
School Publishing, (Boston, 2007).
HUNTİNGTON, S. P.. Democratization in the Late Twentieth Century.
University Oklahoma Press, (Norman, 1991).
ISAAK, R. A. . The Globalization Gap. Prentice Hall, (New York, 2005).
İNAN, A.. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, (İstanbul, 2007).
KALIPÇI, G. İ.. Anmaktan Anlamaya Doğru Atatürk. Epsilon Yayıncılık
Hizmetleri, (İstanbul, 2006).
KARAL. E.. Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri. (Ankara, 1966).
KENNEDY, P.. The Rise and Fall of the Great Powers. New York: Vintage
Book, (New York, 1989).
47
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Asım Şen
KİLİ, S.. Türk Devrim Tarihi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (İstanbul,
2006).
KİLİ, S.. The Atatürk Revolution: A Paradigm of Modernization. Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, (İstanbul, 2007).
KİNKEAD, E.. In Every War But One. W. W. Norton and Company Inc.,
(New York, 1959).
KİNROSS, P.. Atatürk. (Translated by Necdet Sander). Altın Kitap, (İstanbul,
1994).
KLOBY, J.. Inequality, Power and Development. Humanity Books, (New
York, 1990).
KOCATÜRK, U.. Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. Atatürk Araştırma
Merkezi, (Ankara, 1999).
KOTTER, J. P.. Leading Change. Harvard Business School Press, (Boston,
1996).
KÖKLİGİLLER, A.. Atatürk’ten Düşünceler ve Özdeyişler. Uğur Eğitim
Hizmetleri ve Yayımcılık A.Ş., (İstanbul, 2007).
LİKERT, R.. The Human Organization. McGraw Hill, (New York, 1967).
MANGO, A.. Atatürk: The Biography of the Founder of Modern Turkey. The
Overlook Press, (New York, 2000).
MARBER, P.. Seeing The Elephant. J. Wiley & Sons, Inc., (New York, 2009).
OZANKAYA, Ö.. Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti. İş
Bankası Yayınları, (İstanbul, 2000).
ÖZDEMİR, H.. Atatürk’ün Liderlik Sırları. Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2006).
PREBİSCH, R.. The Economic Development of Latin America and Its
Principal Problems. United Nations, (New York, 1950).
REİCH, R.B.. The Work of Nations. Vintage Books, (New York, 1992).
QUİN, J. B.. Intelligent Enterprise: A Knowledge and Service Based Paradigm
for Industry. The Free Press, (New York, 1992).
RENESH, J.. New Traditions in Business: Spirit and Leadership in 21st
Century. Berrett-Koehler Publisher, (San Fransisco, 1992).
RYAN, K. & Karen E. B.. Building Character in Schools. Jossey-Bass
Publishers, (San Francisco, 1999).
ŞEN, A.. “Leadership, Inequality and Economic Crises”. Presented at Global
Awareness Society International Conference. (Washington, May, 2009).
48
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49
Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler
ŞEN, A.. Leadership for the Twenty-First Century: Lessons From Atatürk’s
Leadership. Booksurge Publishing, (Charleston, S.C. 2009).
ŞEN, A.. ”Leadership with a Shared Vision in the Twenty-First Century”.
Journal of Global Strategic Management. Volume: 1, No.: 2, (October, 2007).
ŞEN, A.. Democratic Management: The Path to Total Quality with Total
Liberty and Equality. University Press of America, Inc, (New York, 2003).
ŞEN, A.. Science, Technology and Development: Lessons from Japan. METU
Faculty of Administrative Sciences, (Ankara, 1982).
SACHS, J. D.. Common Wealth: Economics for a Crowded Planet. Oxford
University Press, (New York, 2008).
SLATER, P. & Bennis, W. B.. ”Democracy On-Line: Tomorrow Electric
Electorate.” In E. Cornish (edited). Exploring Your Future. World Future
Society, (Betesta, 1992).
STEWART, T. A.. Intellectual Capital: The New Wealth of Organizations.
Doubleday, (New York, 1997).
STİGLİTZ, E. J. & Andrew C.. Fair Trade for All. How Trade Promote
Development. Oxford University Press, (New York, 2005).
THOMPSON Jr. A. A., A J. Strickland III & J. E. G.. Crafting and Executing
Strategy. McGrew-Hill, (New York, 2008).
UZEL, N.. Atatürk’e Nasıl Vize Verdim. Şehir Kitapları, (İstanbul, 2008).
WEİNER, N., and Mahoney, T.A.. “A Model of Corporate Performance as a
Function of Environment, Organization, and Leadership Influences”. Academy
of Management Journal. 24, (1981).
49
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
ÇATIŞMA RİSKİNİN EKONOMİK ANALİZİ
Osman Z. ORHAN∗, Cemal CEHİR∗
Ümit HACIOĞLU∗
ÖZET
Literatürde çatışmanın doğasını anlamaya yönelik yapılan çalışmalar temelde
çatışmanın siyasi, etnik, dini ve kültürel boyutuna odaklanmıştır. Ancak, çatışmanın
ekonomik boyutu yeterince analiz edilmemiştir. Bu çalışmada, çatışma riskinin
ekonomik nedenleri Collier ve Starr ekonometrik modelleri üzerinden incelenmiştir.
Çatışma sonrası bölgelerde, istihdam, etkin mali disiplin ve sürdürülebilir ekonomik
büyümenin çatışma riskini azalttığı ortaya konulmuştur. İklim değişikliği, gıda krizi ve
2008 Küresel Ekonomik Krizin çatışma sonrası bölgelerde çatışma riskini yeniden
alevlendirdiği savunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çatışma, Çatışma Sonrası Bölgeler, Ekonomi, İstihdam,
Ekonomik Kriz
ABSTRACT
The studies, in literature, trying to understand the nature of conflict did primarily focus
on politic, ethnic, religious and cultural dimensions of conflict. However, economic
dimension of conflict has not been sufficiently analyzed. In this study, the economic
dimensions of the conflict have been analyzed using the econometric models of Collier
and Starr. It has been also examined that employment, effective monetary discipline
and sustainable growth are able to reduce the risk of conflict in post conflict areas.
Moreover, it is advocated that the effect of climate change, food crisis and the 2008
Global Economic Crisis has sparked the risk of conflict in post conflict areas.
Key Words: Conflict, Post-Conflict Areas, Economics, Employment, Economic Crisis
GİRİŞ
İktisat biliminde insanoğlu homoeconomicus bir varlık olarak tanımlanırken,
uluslararası ve bölgesel çatışmaların temelinde çıkar çatışması yer almaktadır.
Dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın etkisinde, alternatif enerji kaynaklarının
Prof.Dr., Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi, [email protected]
Doç.Dr., Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi, [email protected]
*
Dr., Beykent Üniversitesi,Öğretim Görevlisi, [email protected]
∗
*
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
yükselen enerji talebini karşılayamaması küresel iktisadi sorunları beraberinde
getirmektedir. Uluslararası arenada, ekonomik ve politik faaliyetlere yön
verebilme yeteneğine haiz gelişmiş Kuzey ülkelerinin küresel ısınma
karşısındaki duyarsızlığı günümüz çatışmaların daha karmaşık hale gelmesine
neden olmaktadır.
KYOTO Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda ortak
mücadele sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve anlaşmasıdır. Bu
anlaşmayla, karbon dioksit salınımının azaltılması ve sera etkisinin ortadan
kaldırılması amaçlanmaktadır. Küresel ekonominin lokomotifi durumundaki
Amerika’nın bu protokolü imzalamasına rağmen uygulamayı kabul etmemesi
düşündürücüdür. Karbon dioksit salınımını azaltacak önlemlerin diğer gelişmiş
Kuzey ülkelerince de yeteri kadar alınmadığı konunun uzmanları tarafından
dile getirilmektedir (UNCCT, Barcelona, 2009).
Gelişmiş Kuzey ülkelerinin kayıtsız tutumunun ardında başlıca jeostratejik ve
ekonomik nedenler incelenmelidir. Kanada, Rusya, ABD ve Danimarka
kullanmadıkları ve buzul altında kalan bir kaç milyon kilometre karelik alanı
kullanıma açmayı planlamaktadır. BM raporlarına göre; altın, gümüş, petrol,
doğal gaz, kurşun, elmas, çinko kaynayan bu bölgenin yeraltı zenginlikleri,
Kuzey Kutbu’na kıyısı olan ülkeler için gelecekte son derecede önemli bir
gelir kaynağı teşkil edecektir (Bailey, 2007; USGS, 2008). Birçok maden için
dünya rezervlerinin üçte birinin bu bölgede bulunduğunu ifade edilmektedir.
Meselâ Rusya’nın Sibirya’daki kömür, petrol ve doğal gaz yatakları enerji
karşılığı olarak dünya rezervlerinin %30’unu teşkil etmektedir (The Guardian,
2007).
Küresel ısınmayla birlikte, 2008 yılında yaşanan gıda krizi ve küresel
ekonomik kriz, homoeconomicus varlık olan insanda güvenlik kaygısı
yaratmıştır. Bu güvenlik kaygısı, özellikle çatışma sonrası bölgelerde(post
conflict areas), çatışma riskini artırmaktadır (Zehir ve Hacıoğlu, 2009).
Önümüzdeki yarım asırda bu riski tetikleyecek bir diğer önemli unsur da enerji
51
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
kaynaklarının tükenmesidir. Dünya Bankası Küresel Isınma Raporuna göre;
kısıtlı enerji kaynakları üzerinde yaşanabilecek küresel rekabet, toplu göçlere
ve sonucunda çatışma riskinin artmasına neden olacaktır (BMKIR-BM Küresel
Isınma Raporu, 2008).
BM raporlarına göre; dünya çapında, yaklaşık 163 milyon insan günümüzde
zor kullanılarak mülteci konumuna düşürülürken bu rakamın küresel ısınmanın
da etkisi ile 2050 yılında bir milyar kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. 2080
yılında ise yaklaşık 3.2 Milyar insanın su sıkıntısı çekeceği tahmin
edilmektedir. Söz konusu raporlar, günümüzde yaklaşık 200 Milyon insanın
çölleşmenin doğurduğu sonuçlara doğrudan maruz kaldığına işaret etmektedir
(Wolf, 2007: 2).
Önümüzdeki yarım asırda, küresel ısınmanın ekolojik denge üzerinde
doğuracağı sonuçların başlı başına çatışma kaynağı olacağı anlaşılmaktadır.
Günümüzde ise, 2008 yılının son çeyreğinde derinleşen küresel ekonomik kriz,
çatışma sonrası bölgelerde yaşanan hızlı ekonomik büyümeye ve altyapı
çalışmalarına büyük zarar vermiştir. Bu zarar, çatışma sonrası bölgelerde siyasi
istikrarı etkileyebilecek sonuçlar doğurmuştur.
GÜVENLİK SORUNU OLARAK ÇATIŞMA OLGUSU VE EKONOMİK
BOYUTU
Dünya Bankası istatistiklerine göre; dünyanın en yoksul 20 ülkesinin %80’i
son 15 yılda ağır silahlı çatışmalar ve iç karışıklıklar yaşamıştır. Çatışma
sonrası sağlanan barış ortamında ise ilk 5 yıl %44’lük bir büyüme elde
edilmiştir. Çatışma ile yoksulluk, bu riskin azalması ile ekonomik büyüme
arasındaki etkileşim incelenmesi gereken bir paradoksa işaret etmektedir.
Çatışma Kavramı ve Ekonomik Boyutu
Bernard Mayer çatışmayı bilişsel, duygusal ve davranışsal farklılıkların neden
olduğu uzlaşmazlık olarak tanımlarken, Kenneth E. Boulding’e göre çatışma,
ekonomik alanda ekonomik örgütler arasında, politika alanında devletler
52
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
arasında, örgütlerde bölümler arasında ve antropolojide kültürler arasında,
kısaca insanın olduğu her yerde ortaya çıkan bir olgudur (Mayer, 2000:1;
Boulding, 1963:1).
Dougherty ve Pfaltzgraff çatışmayı; kabilesel, etnik, dilsel, kültürel, dinsel,
sosyo ekonomik, siyasal vb., gibi tanımlanabilir bir insan grubunun bir veya
daha çok tanımlanabilir insan grubuna, birbiri ile uyuşmaz amaçlar yüzünden
bilinçli olarak karşı koyması
şeklinde tanımlamaktadır (Dougherty ve
Pfaltzgraff, 1990: 187).
Çatışmanın tanımından da anlaşılacağı üzere çatışmanın farklı boyutları
bulunmaktadır: siyasi, kültürel, etnik, dini ve ekonomik. Günümüzde çatışma
ile ilgili literatürde yapılan çalışmalara bakıldığında ise çatışmanın etnik ve
kültürel boyutu üzerinde yoğun şekilde durulduğu gözlemlenebilmektedir.
Ancak ekonomik boyutu yeterince irdelenmemiştir. Önümüzdeki yarım asırda,
küresel ısınmanın beraberinde getireceği iktisadi sorunlar çatışmanın
ekonomik temellerini ön plana taşıyacaktır. Özellikle gıda, enerji, su
havzalarına erişim çabaları ve yaşanabilir alan arayışları gelecekteki
çatışmaların temel ekonomik nedenleri olarak karşımıza çıkacaktır.
Gıda ve Enerji Fiyatlarındaki Spekülatif Artış
2008 yılının nisan ayında gıda ve enerji fiyatlarındaki spekülatif artış
beraberinde sosyal nitelikli bunalımları getirmiştir. Nisan ayının ilk
haftalarında dünya genelinde gıda fiyatları dramatik bir şekilde artmıştır. Son 3
yılda ikiye katlanan gıda fiyatlarının yarattığı kriz, Mısır ve Filipinler gibi
ülkelerde peş peşe ayaklanmalara yol açmıştır (www.npr.org: 11 Nisan 2008).
Gıda fiyatlarındaki spekülatif artış gelişmekte olan ekonomilerde enflasyonda
artışa neden olurken, gelişmemiş ekonomilerde açlık riskinin doğmasına neden
olmuştur (http://news.bbc.co.uk: 14 Nisan 2008).
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, dünyadaki gıda krizinin acil boyutlara
ulaştığını ve dünya genelinde yoksullukla mücadelede son dönemde kat edilen
mesafeyi tehdit ettiğini belirtmiştir. IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn ise,
53
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
dünyada yükselen gıda fiyatlarının, hükümetlerin yıkılması ve hatta savaşların
patlak vermesi gibi korkunç sonuçları olabileceği uyarısında bulunmuştur(IMF
Survey Magazine; Bloomberg, 14 Nisan 2008).
Küresel ısınmanın hasat verimini etkilemesi ile birlikte, bioyakıt talebindeki
artış ve arbitraj kazancı için spekülatörlerin gıda stoku üzerindeki faaliyetleri
dünyada gıda fiyatlarının aşırı yükselmesine neden olmuştur.
Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick gıda fiyatlarındaki artıştaki
anormaliteyi iki temel noktada özetlemiştir: Bioyakıt arzının ihtiyaç duyduğu
bitkisel girdilere duyulan talep artışı ve finansal piyasalardaki spekülatörlerin
bakliyat
fiyatları
üzerinden
elde
ettiği
spekülatif
kazançlar
sorunu
(www.npr.org: 11 Nisan, 2008). BM ve Dünya Bankası, alınacak ciddi
tedbirlerle yoksullukla mücadelede daha kararlı olduğunu göstermelidir.
Ayrıca,
spekülatif
fiyat
artışlarını
önleyecek
yapısal
düzenlemelerin
uygulanması konusunda uluslararası kamuoyu daha duyarlı olmalıdır.
Güvenlik Harcamalarındaki Artışın Yarattığı Dışlanma Etkisi ve Milli
Gelire Etkisi
Çatışma riski, silahlanma ve güvenlik harcamalarını artırırken hükümet
harcamalarının artmasından dolayı ortaya çıkan borçlanma gereği, finansal
piyasalarda yatırım tasarruf dengesini bozmaktadır. Artan faiz oranları ile
birlikte özel kesim için Dışlanma etkisi ekonomik performansı etkilemektedir
(Orhan ve Erdoğan, 2008: 241-247). Yüksek faiz ve düşük kur ortamında
dışlanma etkisi, ihracatçı ve yerli müteşebbisleri olumsuz etkilemektedir.
Ayrıca, ödemeler bilançosunda cari işlemler açığında gözlenen artış ve çatışma
riskinden dolayı sermaye yatırımlarının ülkeden çıkması resmi rezervlerin
tükenmesine, likidite sorunu yaşanmasına ve ulusal paranın değerinin
azalmasına neden olmaktadır. Alım gücünün azalması tüketim harcamalarını
etkilemekte ve milli gelirin daralmasına neden olmaktadır. Bu nedenle
gelişmekte olan ekonomilerin, gelişmiş ekonomilere oranla çatışma riskinden
daha fazla etkilendikleri görülmektedir (Hacıoğlu, 2009:167-175).
54
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
Küresel Ekonomik Kriz ve Çatışma Sonrası Bölgeler
Küreselleşen dünya için günümüzdeki en önemli güvenlik kaygılarının
başında, çatışma sonrası bölgelerde çatışmaların tekrarlama riskinin artması
gelmektedir.
2008 yılında küresel ısınmanın bir sonucu olarak ortaya çıktığı tahmin edilen
gıda krizi ve küresel ekonomik kriz, çatışma sonrası bölgelerde yeniden
yapılanma ve istikrar sağlama programlarını olumsuz etkilemiştir. Özellikle
Dünya Bankası destekli yatırım kredilerine ayrılabilecek fonların bir kısmı
yoksullukla mücadele çerçevesinde değerlendirilmiştir. Ancak, mali krizde 20
Trilyon $’ın üzerinde kurtarma paketlerinin açıklandığı bir ortamda, BM
bütçesinden gelişmemiş ülkelere gıda krizi için 150 Milyon $ ayrılması
oldukça manidardır.
2008 yılının son çeyreğinde derinleşen küresel ekonomik kriz gelişmiş
ekonomiler ile küresel sermaye ve ticaret akımlarını olumsuz etkilemiştir.
Küresel ekonomide yaşanan durgunluk, işsizlik oranlarında artışa ve makro
ekonomik dengenin bozulmasına neden olmuştur. Küresel mali piyasalarda
yaşanan likidite sıkıntısı, tutsat krizinden kurtulamayan büyük ölçekli
bankaların sermaye yapısını bozmuştur. Sonucunda, büyük yatırım bankaları
ile kredi kuruluşları iflas etmiş, reel ekonominin lokomotifi sayılan büyük
otomotiv devleri iflasın eşiğine gelmiştir.
Grafik 1. Büyüme Oranları: Yükselen, Gelişmiş Ekonomiler ve Küresel
Ekonomi (Kaynak: IMF IMF: World Economic Outlook 2009.)
55
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
Mali piyasalarda artan belirsizlik ve risklere paralel, reel kesime yansıyan bu
kriz dünya ticaret hacminin daralmasına neden olmuştur. Gelişmiş ülkelerin
finansal yapısında başlayan bozulma, reel ekonomileri etkilemiş ve dünya
ekonomisi durgunluğa girmiştir.
Küresel ekonomik kriz, özellikle çatışmaya duyarlı bölgelerde yatırım iklimini
olumsuz etkilemiştir. 1990’ların başında Balkanlarda başlayan çatışmaların
son bulmasıyla Hırvatistan, Sırbistan, Bosna Hersek ve Karadağ gibi ülkelerde
hızlı büyüme oranları ve belirgin istihdam artışı sağlanırken ekonomideki
gelişim siyasal istikrara katkı sağlamıştır. 2008 Küresel ekonomik krizi bu
ülkelerin milli gelirinde dramatik düşüşlere neden olurken, talep daralması
ekonomileri olumsuz etkilemiştir. Balkanlar’da Reel Milli Gelir 2009 yılında
%- 7,5 düzeyinde daralmıştır (IMF: WEO, 2009:76.).
Tablo 1: Balkan Ülkeleri 2009 Ekonomik Görünüm-Reel Hasıla ve
Enflasyon
Reel
Enflasyon
Hasıla(%)
(%)
2009
2010
Bosna Hersek
-3,0
0,9
Sırbistan
-4,0
9,8
Hırvatistan
-5,2
2,8
Slovenya
-4,7
0,5
Makedonya
-2,5
0,5
Karadağ
-4,0
3,4
Kaynak: IMF: World Economic Outlook 2009.)
Yaşanan kriz ile birlikte çatışma sonrası ülkelere sermaye girişi azalmış,
kapasite kullanım oranları düşmüş, uluslararası kredi kaynaklarının azalması
sonucu işletmeler alacaklarını tahsil etmekte güçlük yaşamış ve kısa vadeli
borçlarını ödeyemez konuma gelmişlerdir. Bunun sonucunda artan işsizlik
rakamları toplumsal sorunları yeniden tetiklemeye başlamıştır (Setimes, 2010).
56
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
Rasyonel Teori Çerçevesinde Çatışmanın Ekonomik Temelleri
Çatışma riski ve beraberinde getirdiği belirsizlikler, günümüzde yatırım
kararlarını etkileyen önemli faktörler arasına girmiştir. Bu risk özellikle
çatışma sonrası bölgelerde ekonomik büyüme ve finansal istikrar önünde
önemli bir engel konumuna gelmiştir. Sürdürülebilir ekonomik büyüme ile
politik istikrar arasındaki rasyonel bağlantı politik ekonomi ve rasyonel teori
çerçevesinde tartışılmaktadır (Whitehead, 1991: 53-57).
Yapılan saygın çalışmalar, siyasi, etnik ve dini faktörlerden ziyade ekonomik
faktörlerin çatışma riski üzerinde birincil düzeyde etkileyici olduğunu
göstermektedir (Starr, 2004; Collier, 1999: Collier and Hoeffler, 2004).
Çatışmanın ekonomik temellerinin birincil düzeyde öneme sahip olması
çatışma riskinin rasyonel teori içinde ele alınmasını gerektirmektedir.
Rasyonel teoride nedensellik üzerinde durulurken, ekonomik aktivite içinde
birey ve toplum ilişkilendirilmektedir. Bireyin ekonomik çıkarlarını maksimize
etme çabası, ekonominin bütününde performans artışı sağlarken simetrik bir
bağlantı ortaya çıkmaktadır (Whitehead, 1991: 68).
Bu bağlantıda, ekonominin bütünündeki performans sorunu ve ekonomik
kurumların
işlevsellik
sorunu
bireyi
etkileyecektir.
Rasyonel
teori
çerçevesinde, kötüleşen ekonomi içindeki işsizlik toplumsal problemlere neden
olmakta ve çatışmanın ekonomik temelini oluşturmaktadır.
Çatışmanın Ekonomi Üzerindeki Etkileri
Faiz Artırıcı Etki
Makro açıdan çatışmanın ekonomik parametreler ve piyasalar üzerindeki etkisi
dikkate alındığında; yabancı sermaye çıkışları, ihracatta azalış, faiz oranlarında
artış, yatırım ikliminde bozulma, döviz kuru değişmelerinde belirsizlik, ithal
girdi maliyetlerinde artış vb. faktörler firma kârlılığını etkilemektedir. Kâr payı
beklentisi azalan yatırımcıların risk iştahındaki daralma sermaye piyasasında
çatışmanın etkilerine bağlı olarak oynaklığa neden olmaktadır. Sığlaşan
57
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
finansal piyasalardan çıkan fonlar faizlerin yükselmesine ve enflasyon
artışlarına neden olacaktır.
Enerji Fiyatları ve Kredi Maliyetlerini Artırıcı Etkisi
Çatışmanın uluslararası platformda enerji fiyatları üzerinde yaratacağı baskı,
bu yükü enerji ithalatına bağımlı gelişmekte olan ekonomiler üzerine
bırakacaktır. Özellikle kredi derecelendirme kuruluşlarının çatışmadan dolayı
artan ülke riskine paralel, kredi notlarını düşürmesi, ülkedeki bankaların ve
özel kuruluşların yurt dışından sağlayacağı kaynak maliyetlerini artmasına
neden olacaktır. Kredi mekanizmasının o ülke için etkinliği zayıflayacaktır.
Sistemik Riski Tetikleyici Etki
Politik risk mali piyasalar üzerinde belirgin etkiye sahiptir. Ancak, ölçek ve
etki bakımından derinleşen politik riskin bir çatışmayı veya savaşı beraberinde
getirmesi, uluslararası mali piyasaları olumsuz etkileyecektir. Artan enerji
fiyatları, bozulan parasal disiplin ve yüksek faiz, kredi mekanizmasının
etkinliğini olumsuz etkileyecektir. Çatışmanın boyutuna göre bu risk, sistemik
riske dönüşebilecektir (Bossane, 1998:3-7; Campbell, et al., 2009).
Hükümetlerin olası politik açılımlarının neden olduğu belirsizlikler ve
ekonomik problemler çatışma riskini artırıcı etki doğurmaktadır.
Yatırım İklimini Bozucu Etki
Türkiye gibi cari açık veren ülkeler bu açığı yabancı sermaye girişi ile
gidermeye çalışırken, yatırım güvenliğini etkileyebilecek çatışma riskleri
yatırım iklimini bozmakta ve yurt dışına fon çıkışına neden olmaktadır.
Güvenlik sorununun yol açacağı savunma harcamalarının maliyeti değerlenen
döviz karşısında artacak ve bütçe üzerindeki yük katlanarak büyüyecektir.
Devlet bu açığı borçlanma yolu ile kapatmaya çalışacaktır. Özellikle nitelikli
işgücünün polis gücüne dâhil edilmesi, güvensizlik ortamı, altyapının
bozulması, kaynak sıkıntısı, finansal piyasaların sığlaşması gibi sorunlar dış
yatırımlar için caydırıcı etki yaratmaktadır.
58
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
Çatışmanın ekonomi ve yatırım iklimi üzerindeki etkileri güvenlik sorununu
daha da artırmaktadır. Bu nedenle dış yatırımlar çatışma riskinin arttığı
bölgelerden uzak durmaktadır. Çatışma riskinin ölçülmesi sadece güvenlik
önlemlerinin artırılmasında değil, çatışma sonrası ortamda yatırım kararlarının
etkinliği açısından da etkili olacaktır.
COLLIER VE STARR MODELLERİ İLE ÇATIŞMA RİSKİNİN
EKONOMİK ANALİZİ
Starr ve Collier modelleri çatışmanın ekonomik boyutu üzerinde dururken;
mali disiplinin sağlanamaması, işsizlik, dış ticaretin gelişmemesi, ekonomik
durgunluk gibi faktörlerin çatışmayı artırıcı etkisi olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu modeller yardımı ile çatışma riskinin çatışma sonrası
bölgelerde ilk on yıl için yüksek olduğu, gelir düzeyinin risk üzerindeki
etkisinin ise %40 olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Çatışma riskinin analizi ve ekonomik nedenleri konusunda Collier ve çalışma
arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmalar literatürde önemli bir yere sahiptir
(Collier, 1999; Collier, Hoeffler ve Rohner, 2006; Collier, Hoeffler ve
Soderbom, 2007; Collier ve Hoeffler, 2004(a); Collier ve Hoeffler, 2004(b)).
Bu çalışmalarda, çatışmanın gelişiminde zannedildiği gibi etnik faktörlerin
birincil rol oynamadığı, aslında ekonomik faktörlerin daha belirleyici olduğu
savunulmuştur (Collier, Hoeffler, Rohner, 2006: 3-17).
Collier ve arkadaşlarının geliştirmiş oldukları modelde kullanmış olduğu
bilimsel yöntem önemli bazı eleştirileri beraberinde getirmiştir. Özellikle
Collier’in ampirik çalışmalarında Dünya Bankası imkanları çerçevesinde,
kullanmış olduğu veri havuzunun diğer akademisyenlere açık olmaması ağır
eleştirilerin odak noktasını oluşturmaktadır ( Suhrke, Villanger ve Woodward,
2005: 329-331).
59
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
Collier Modelinde Ekonomik Faktörler ve Çatışma Riskinin Analizi
Collier, Hoeffler ve Soderbom, risk analiz modelinde, çatışma riskini etkileyen
faktörleri incelerken, ekonomik etkilerin çatışma riski üzerinde önemli bir
etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur (Collier, Hoeffler ve Soderbom,
2007:7-9).
Ekonomik Kaygılar
Collier ve arkadaşları, bireyin ekonomik kaygılarının çatışmaların temelinde
birincil faktör olduğunu savunmaktadır. Bu çalışmalardan çıkan sonuca göre,
iç çatışmaların temelindeki faktörlerin daha esnek bir duruma gelmelerindeki
temel unsur, etnisiteden ve sosyal marjinalleşmeden ziyade çatışan tarafların
ekonomik faktörlerle motive olması gerçeğidir. Bu ekole göre, ekonomik
faktörler çatışmanın başlamasını kolaylaştıran birincil kaynak konumundadır
(Collier ve Hoeffler, 2004, s. 3-17; Collier, Hoeffler ve Rohner, 2006: 1-10).
Diğer faktörler arasında coğrafi koşullar, dışarıdan sağlanan güvenliğe
bağımlılık, ekonomik durgunluk, düşük gelir düzeyi, doğal kaynakların ihraç
edilmesidir.
Açgözlülük, Mağduriyet ve Kaynak Dağılımında Adaletsizlik
Collier’e göre çatışmaların ekonomik temelleri açgözlülük ve bunun neden
olduğu mağduriyete dayanmaktadır. Bu mağduriyet sonucu, etnik-gruplar
arasındaki (interethnic) çatışmanın ilk aşamasını ayaklanmalar ve isyanlar
oluşturmaktadır ( Paul Collier, 1999:13).
Collier ve arkadaşları, çatışma yaşamış toplumlarda, çatışma sonrası ekonomik
faktörler ile ortaya çıkan isyan ve ayaklanmaları belirli bir model içinde
ilişkilendirmektedir. Collier ve ekolü bu ayaklanmalarda temel itici faktörün
kaynak dağılımındaki problemler ve yasal olmayan yöntemlerin uygulanmasını
göstermektedir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, federasyonu oluşturan
devletlerin refah düzeyleri arasında farklılıklar bulunmakta ve merkezi bütçe
sistemi federasyonun zengin ülkeleri için büyük sorunları beraberinde
getirmekteydi. Gelişmiş Slovenya ve Hırvatistan, federasyon içinde bütçeye
60
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
daha fazla katkıda bulunmak istememiştir (John Baffin, 1996: 101). Bu ülkeler
federe sistem içinde ekonomik açıdan mağduriyet hissetmiş ve bağımsızlığa
adım atmışlardır.
Modelin Bileşenleri
Modelde 68 çatışma sonrası ortam ele alınırken, bunlardan 31’i savaşa
dönüşmüştür. Ülkelerin ekonomik durumları, ayaklanmalar ve sosyal
marjinalleşme ölçeklendirilerek modele dahil edilmiştir. Yapılan çalışmada,
çatışma sonrası ortamda çatışma riskinin tekrarlama ihtimali aşağıdaki modelle
açıklanmıştır (Collier, Hoeffler ve Soderbom, 2007: 10):
h( xt , β ; t ) = exp( xt β )h B (t ) ,
t ; çatışma sonrası barış ortamı, xt ; t takvim zamanında sistem dışı,
ekzogenyus değişkenlerin vektörü,
dayanağı, β
β;
bilinmeyen parametreler,
h B ; risk
> 0 ; X tj açıklayıcı parametrelerdeki artış savaş tehlikesine yol
açmakta, barış sürecinin kısalmasına neden olmaktadır.
β < 0; X tj açıklayıcı
parametrelerdeki azalma savaş tehlikesinin azalmasına neden olmakta, barış
sürecinin uzamasına yardımcı olmaktadır. Collier’in modelinde risk dayanağı
h B (t ) için, oldukça esnek katsal model uygulanmıştır. Collier’in modelinde
zaman ekseninin, W aralıklarına,
c1 , c2 , c3 ,......., cW ile bölünmesi ile
başlangıç noktası oluşmaktadır ve bu sayede tutarlı risk dayanağı oranı her
aralıkta tahmin edilmektedir.
Modelin Sonuçları
Collier, Hoeffler ve Soderbom’un risk analiz modeline göre; (i) ekonomik
gelişmişlik düzeyi düşük ülkelerin karşılaştıkları çatışma riski gelişmiş
ülkelere nazaran çok yüksektir, (ii) ekonomik büyümenin hızlandığı ve buna
paralel gelir düzeyinin arttığı bir dönemde çatışma riski azalmaktadır, (iii)
61
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
çatışma sonrası ilk 10 yılda çatışmanın tekrarlama riski yüksektir; çatışma
sonrası ilk 4 yıl çatışmanın tekrarlama riski %24 ve sonraki 6 yılda ise bu oran
%17’dir, (iv) çatışmanın tekrarlama riski %46’dır, (v)
ilk 10 yıl savaşan
ülkelerin çatışma sonrasında başarısız olma ihtimali %40’dır (Collier, Hoeffler
ve Soderbom, 2007:16).
Starr Modelinde Ekonomik Faktörler ve Çatışma Riskinin Analizi
Starr’ın ekonometrik modellemesi ile çatışma zamanı ve sonrası uygulanan
mali politikaların enflasyon ve büyüme üzerindeki etkisi analiz edilmektedir.
Starr’ın Ekonometrik Modellemesine göre; t zamanda i ülkesindeki enflasyon
ve büyüme oranı modele dahil edilmektedir(Starr, 2004: 18):
X it = pX it −1 + α i + δ t + V1CONFLICT + V2 POSTUNRE it + V3 POSTRE it + ε it
Modelin Bileşenleri
xit : t-1 ve t yılı arasında tüketici fiyat endeksi veya GSYİH üzerindeki
değişimi; X it −1 :değişkenin tutarlılık için gecikmeli değeri; α i : ülkeye has
durağan etki;
δ t : zaman-belirli etki; CONFLICTit Değişkeni: eğer i ülkesi t
zamanda çatışma halinde ise 1 değerini almaktadır( aksi durumda 0 değeri);
POSTUNRE it Değişkeni: eğer i ülkesi t zamanda çatışmadan yeni çıkmış ve
belirli
bir
mali
disiplin
reformu
takip
etmiyorsa,
1
değerini
almaktadır. POSTRE it Değişkeni: i ülkesi t zamanda çatışmadan yeni çıkmış
ve belirli bir mali disiplin takip etmekte ise, 1 değerini almaktadır. Katsayı
V1 :
çatışan ülkelerdeki enflasyon veya büyümedeki değişimleri, çatışmayan
ülkelerinkinden farkını, Katsayı
V2veV3 : çatışma sonrası çatışan ülkelerdeki
enflasyon veya büyümedeki farkı, mali disiplin reformu uygulanışı ve
uygulanmayışı ile diğer ülkelerinki ile farkını; ( V2
− V1 ) : inandırıcı mali
disiplin olmaksızın çatışma ortamından çatışma sonrası (post conflict) ortama
geçen ülkelerdeki enflasyon veya büyüme oranı değişimini göstermektedir.
62
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
(V3 − V1 ) : inandırıcı mali disiplin ile birlikte çatışma ortamından çatışma
sonrası (post conflict) ortama geçen ülkelerdeki enflasyon veya büyüme oranı
değişimini göstermektedir.
Modelin Sonuçları
Starr’ın Çatışma Riski Analizine göre; (i) çatışma sürecinde ve sonrasında,
mali disiplin programını uygulayan ve uygulamayan devletler farklı çatışma
risklerine maruz kalmaktadır, (ii) çatışma ile hiper-enflasyon arasında
paralellik bulunmaktadır, (iii) çatışmadan yeni çıkan ve etkin parasal disiplin
uygulamayan ülkeler diğer ülkelere göre çatışma sonrası hiper-enflasyon
sorunu yaşamaktadır, (iv) Etkin para politikaları milli geliri etkilemektedir.
Etkin parasal politikaların uygulandığı dönemlerde enflasyonda azalış ve
istihdamda artış çatışma riskini azaltmaktadır, (v) çatışma sonrası dış alemle
daha entegre olan ekonomiler uluslararası ticaret ve sermaye akımlarından
olumlu etkilenmektedir. Büyüyen ekonomi çatışma ihtimalini daha da
azaltmaktadır (Starr, 2004: 18; Hacıoğlu, 2009:39).
Starr’ın ekonometrik analizi sonucunda 5 temel varsayım desteklenmektedir:
(i) Çatışma sonrası ekonomilerde etkin mali disiplin barışı sağlamaktadır, (ii)
Yerel hükümetin çatışma sonrası mali sembollerle oynaması ve beklentiler
oluşturması büyümeyi sağlamamaktadır, (iii) Çatışmaya paralel mali disiplin
programı yerine çapalı bir program izlenmelidir, (iv) Çatışma ortamında mali
disiplin, milli güvenlik ve federe devlet yönetimi paralel seyretmektedir, (v)
Çatışma sonrası ortaya çıkan mini devlette Euro gibi uluslararası bir para
biriminin adapte edilmesi işletmeler için daha uygun bir yatırım ortamı
yaratmaktadır (Hacıoğlu, 2009:37-39).
ÇATIŞMA RİSKİNİN YATIRIM İKLİMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Günümüzde, küresel ekonomik bütünleşmenin getirdiği yatırım fırsatları bir
anda tehdide dönüşebilmekte ve ulusal ekonomilerin temel yapılarını
sarsabilmektedir. Gerek portföy yatırımları gerekse finansman stratejileri
açısından, çatışma riskinin iyi analiz edilmesi ve rasyonel karar verme sürecine
63
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
dahil edilmesi gerekmektedir. Böylece mevcut yatırım riskleri daha etkin
fiyatlandırılabilecektir. Collier ve Starr modellerinde, ekonomik durgunluk,
enflasyon ve mali disiplin kaybı ile çatışma riski işsizlik arasında bir
korelasyon olduğu ispatlanmıştır. Kısacası ekonomik parametrelerdeki
bozulma çatışma riskini artırırken, tersi yöndeki bir iyileşme bu riski
azaltmaktadır.
Çatışma Sonrası Bölgelerde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımların
Önemi
Yabancı Sermaye Yatırımları’ndan beklenen en önemli etki ekonomik
büyümeyi hızlandırmasıdır. Güven’e göre, ekonomik büyüme beraberinde
ikincil yararları başka bir ifadeyle dışsallıkları da getirecektir. Büyüyen bir
ekonomide issizlik azalacak, vergi gelirleri artacak, büyük olasılıkla ihracat
artacaktır (Güven, 2007: 64). Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının
sağladığı sermaye, bilgi, tecrübe ve teknoloji transferi milli gelirde artış
sağlayacaktır.
Yabancı sermaye girişlerinin önemi çatışmadan yeni çıkmış ekonomiler için
hayati niteliktedir. Bu ülkelerin ekonomik kalkınma çabalarında karşı karşıya
oldukları önemli engellerden birisi; bu ülkelerde sermaye faktörünün az
bulunmasıdır. Düşük gelire bağlı olarak ortaya çıkan düşük tasarruf ve düşük
yatırım kısır döngüsü, azgelişmiş ülkeleri dış tasarruflara yönlendirmektedir
(Kula, 2003:141). Karluk’a göre; ekonomik sorunların başında “kaynak
yetersizliği” gelmektedir. Çünkü ekonomik kalkınma için yatırım yapılması bir
zorunluluktur. Yatırım olmadan gelişme sağlanamaz, üretim artmaz. Bu
sebeple yatırımlar ekonominin kalkınma sürecinde büyük bir öneme sahiptir
(Karluk, 1999: 98).
Çatışma Riskinin Yatırım İklimi Üzerinde Etkisi
Rob Mills ve Qimiao Fan’ın Dünya Bankası desteği ile yapmış olduğu
çalışmaya göre Çatışma Riski yatırım iklimi üzerinde 8 temel etkiye sahiptir:
(i) Fiziki güvenliğin ortadan kalkması, (ii) makroekonomik istikrarın
64
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
bozulması, (iii)sözleşme bağlayıcılığının ve mülkiyet güvenliğinin ortadan
kalkması, (iv) finansman sorunu ve altyapının tahrip olması, (v) işgücü kaybı
ve işgücü piyasasının ortadan kalkması, (vi) düzenleyici çerçevenin eksikliği
ve aşırı vergilendirme, (vii) parasal politika eksikliği, (viii) dış çevrenin etkisiz
hale gelmesi (Mills ve Fan, 2006: 5-17)
Tablo 2: Yatırım İkliminin Temelleri
Yatırım İkliminin Temelleri
Güvenlik ve İstikrar
Fiziki Güvenlik
Makro Ekonomik
İstikrar
Sözleşme Bağlayıcılığı
Mülkiyet Hakkı
Finans ve Altyapı
Kredi ve finansal
Hizmetlere Ulaşma
imkanı
Enerjiye Ulaşma
İmkanı
Altyapı
İşgücü Piyasası
Düzenleyici
Çerçeve ve
Vergilendirme
Nitelikli İşgücü Arzı İzinler, Lisanslar,
işe alma/çıkarma
Kayıtlar
kolaylığı
Gümrükler
Vergi Politika ve
Oranları
Vergi Yönetimi
(-)
← Etkin Çevre →
(+)
Kurumlar, Hükümet, Ekonomi Politika, Kapasite, Sosyal Kapasite
Kaynak: Rob Mills ve Qimiao Fan, The Investment Climate in Post-Conflict
Environement, The World Bank Institute, , Washington (2006)
Merkez Bankası 2008 Ekonomik İstikrar Raporuna göre, 2008 yılında yaşanan
küresel krizle birlikte, uluslararası sermaye akımları yön değiştirmiştir.
Özellikle bu kriz döneminde küresel ekonominin yavaşlaması ve etkilerinin
gelişmekte olan ekonomiler üzerinde daha belirgin hale gelmesi yatırımcıların
yatırım şevkini kırmıştır. Raporda, 2008 yılının ikinci yarısından itibaren
Türkiye’nin de dâhil olduğu gelişmekte olan ülkeler yatırımcıların risk
iştahındaki azalma sonucu sermaye çıkışına maruz kalmıştır. Para birimlerinde
ve yatırım araçlarında önemli değer kayıpları yaşanmıştır. Yabancı Sermaye
yatırımlarındaki
azalmanın
çatışma
sonrası
bölgelerdeki
etkileri
65
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
düşünüldüğünde, istihdamda ortaya çıkacak problemler beraberinde çatışma
riskinin artma ihtimalini de getirmektedir.
SONUÇ
2008 yılında yaşanan gıda krizi ve ekonomik kriz, çatışma sonrası bölgelerde
güvenlik kaygısını artırmıştır. Artan güvenlik kaygısı çatışma riskini
tetiklemektedir. Özellikle 2008 yılının nisan ayında gıda ve enerji
fiyatlarındaki spekülatif artışın beraberinde sosyal nitelikli bunalımları
getirdiği görülmüştür. Küresel ısınmanın enerji kaynakları ve yaşanabilir
alanlar üzerindeki etkileri gelecek yarım asırda toplu göçlere ve çatışmalar
neden olacağı öngörülmektedir.
Çatışmanın ekonomik boyutu, çatışma riski üzerinde birincil derecede öneme
sahiptir. Doğal kaynak dağılımındaki eşitsizlik, işsizlik ve ekonomik
durgunluk gibi ekonomik faktörler çatışma riski üzerinde önemli bir etkiye
sahiptir. Collier modeline göre, çatışma sonrası ortamda, çatışma riski devam
etmektedir. Düşük gelir ve ekonomik durgunluk bu riski artırmaktadır. Starr
modeline göre etkin mali disiplin uygulayan çatışma sonrası ekonomiler,
uygulamayanlara göre daha düşük riskle karşılaşmaktadır. Çatışma riski ile
enflasyon ve işsizlik arasında ilişki bulunmaktadır. Çatışma riski uygun
yatırım iklimini bozmaktadır. Bu nedenle, savaştan yeni çıkmış ekonomiler dış
kaynak ihtiyacını karşılayamaz durumdadır.
2008’de derinleşen küresel mali kriz çatışma sonrası bölgelere olan sermaye
yatırımlarını olumsuz etkilemiş, artan işsizliğe paralel bu bölgelerde güvenlik
kaygıları yeniden artmıştır.
KAYNAKÇA
BAFFIN, John: The Destruction of Yugoslavia: A Teste for Killing, The
World in Conflict War Annual 7, Herndon, (1996).
BAILEY, Alan: USGS: 25% Arctic Oil, Gas Estimate A Reporter’s Mistake,
Petroleum News, Vol. 12, No. 42. 2007. Retrieved 2008-07-24.
66
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi
http://www.petroleumnews.com/pntruncate/347702651.shtml.
BM Küresel Isınma Raporu (2008).
BOSSANO, Biagio: Circuit Theory of Finance and the Role of Incentives in
Financial Sector Reform”, Policy Research Paper, World Bank, N.2026, 1998.
BOULDING, Kenneth E.: Conflict and Defence: A General Theory, Michigan,
1963.
CAMPBELL, John, CHRISTOPER Polk, TUAMO Vuoltheenaho: Growth or
Glomour? Fundamentals and Systemic Risks in Stock Returns, The Review
ofFinancial Studies, April 2009.
COLLIER, Paul: On the Economic Consequences of Civil War, Oxford
Economic Papers, Vol. 51(1), 1999.
COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler, DOMINIC Rohner: Beyond Greed and
Grievance: Feasibility and Civil War, Center for the Study of African
Economics, Working Paper 10, 2006.
COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler: Greed and Grievance in Civil War, Oxford
Economic Papers ,56, (2004(b).
COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler: Aid, Policy and Growth in Post-Conflict
Societies, European Economic Review, vol. 48(5). (2004(a).
COLLIER, Paul: Doing Well out of War, Conference on Economic Agendas in
Civil Wars, London, April 1999.
COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler, HANS Soderbom: Post-Conflict Risks,
Center for the Study of American economics, Oxford OKI 3UQ, UK, (2007).
DOUGHERTY, James E., ROBERT L. Pfaltzgraff: Contending Theories of
International Relations: A Comprehensive Survey, Third Edition, HarperRow,
Publishers, Inc., New York, 1990.
GÜVEN, Yılmaz: Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Gelişme Yolunda
Ülke Ekonomileri Üzerine Etkileri: Türkiye İçin Ampirik Bulgular ve
Değerlendirilmesi”, Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi, SBE, 2007.
HACIOĞLU, Ümit: Çatışma Riskinin Hisse Senedi Performansı Üzerine
Etkisi”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kadir Has Üniv., İstanbul, 2009.
IMF: World Economic Outlook 2009.
KARLUK, Rıdvan: Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik
Büyüme’ye Katkısı”, Ekonomik İstikrar Büyüme ve Yabancı Sermaye,
Merkez Bankası, 1999.
67
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68
Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu
KULA, Ferit: Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkinliği: Türkiye Üzerine
Gözlemler”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, (2003).
MAYER, Bernard: The Dynamics of Conflict Resolution: A practioner’s
Guide, California: Jossey-Bass Inc., 2000.
MILLS, Rob, QIMIAO Fan: The Investment Climate in Post-Conflict
Environement, The World Bank Institute, Washington, ( 2006).
ORHAN, Osman Z., SEYFETTİN Erdoğan: İktisada Giriş, Palme Yay., 2008
SUHRKE, Astri, ESPEN Villenger, SUSAN L. Woodward: Economic Aid to
Post-conflict Countries: a Methodological Critique of Collier and Hoeffler,
Conflict, Security & Development, 5:3, (2005).
STARR, Martha: Monetary Policy in Post-Conflict Countries: Restoring
Credibility, Working Paper Series, American Univ., Washington, No.7, 2004.
WHITEHEAD, Jaan W.: The Forgotten Limits: Reason and Regulation in
Economic Theory”, (in) K. R. Monroe, The Economic Approach to Politics: A
Critical Reassessment of the Theory of Rational Action, HarperCollins, 1991
WOLF, S. Rowan: Shifting Tides: Migration in the Era of Globalization,
Global
Conflict,
and
Environmental
Collapse,
2007:
(http://www.forumonpublicpolicy.com/archivesum07/wolf.pdf),
YILMAZ, Sait: National Security Report for Turkey, Beykent University,
İstanbul BUSAM, (Ekim 2007).
Zehir CEMAL, HACIOĞLU Ümit: Challenging Issue of Sustainable
Interethnic Peace and Security: Which Strategy Secures Best in the Balkans?
2nd International Strategy and Security Studies Symposium, BUSRC, İstanbul
2009.
İnternet Kaynakları
http://news.bbc.co.uk/2/hi/7344892.stm
http://siteresources.worldbank.org/NEWS/Resources/risingfoodprices_backgro
undnote_apr08.pdf
http://unfccc.int/meetings/intersessional/barcelona_09/items/5024.php
http://www.guardian.co.uk/world/2007/jun/28/russia.oil
http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2008/new041008a.htm
http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=89545855
http://www.setimes.com
68
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
© BEYKENT ÜNĐVERSĐTESĐ/ BEYKENT UNIVERSITY
KAMU GÜVENLĐĞĐ VE ACĐL DURUM PLANLAMASI
“H1N1 (DOMUZ GRĐBĐ) ÖRNEĞĐ”
Sait Yılmaz∗
ÖZET
Ulusal güvenliğe yönelik tehditler artık doğal felaketler veya salgın hastalıklar gibi
daha çok askeri nitelikte olmayan sorunlardan kaynaklanmaktadır. Ülkeler, pandemi
influenza gibi salgın hastalıklar da dâhil devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni
oluşumları yakından takip etmek, bunun içinde uygun bir kriz yönetim anlayışı içinde
etkin bir acil durum planlama ve yönetim sistemi geliştirmelidir. Türkiye’de H1N1 krizi
ile ilgili çeşitli tedbirler alınmış olmasına rağmen bu tedbirler pandemi konusunda
ulusal bir kamu sağlığı güvenlik politikası olmadığı için polisiye tedbirleri
geçememiştir. Türkiye'de H1N1 virüsü vakalarının artmasına paralel olarak hastanelere
başvuran insan sayısında artış yaşandı. Özellikle virüse karşı aşı konusunda
spekülasyonlar gündeme daha çok gelirken ülkemizin sağlık sisteminin yeniden gözden
geçirilmesi için daha fazla akademik çalışma yapılma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu
çalışmada yeni bir güvenlik anlayışı kapsamında; daha etkin bir acil durum yönetimi
için gerekli yasal ve mali düzenlemeler yanında ülkenin sağlık politikasının yeniden
gözden geçirilmesi ihtiyacı üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Salgın Grip, H1N1, Sağlık, Güvenlik.
ABSTRACT
Nowadays, threats to national security are sourced mostly by the non-military
challenges like natural disasters and pandemics. The nations have to monitor closely
those ongoing and potential pandemics and to develop effective emergency planning
and execution system in accordance with a proper crisis manegement understanding.
Despite the Turkey took many precautions to react to the H1N1 (Swan Influenza), they
were limited to the detective dimension due to the lack of public health policy at the
national level. Applications to hospitals in Turkey increased tremendously in parallel to
escalation in H1N1 cases. As the Turkey faces many speculations particularly on the
vaccaniation campaign against H1N1 virus, it is acknowledged that new academic
studies should be encouraged in order to develop proper national health system. In this
study, we mainly focused on the needs of the reconsiderataion of national public health
policy in the context of a new security concept in addition to legal and financial
arrangements.
Key Words: Turkey, Pandemic Influenza, H1N1, Health, Security.
∗
Yrd.Doç.Dr., Beykent Üniversitesi BÜSAM Müdürü, [email protected].
Sait Yılmaz
GĐRĐŞ
Ulusal güvenlik; asayiş hizmetinin de ötesinde, güvenliğin en üst yapısı ve
toplam güvenliğin bir şemsiyesi konumundadır. Ulusal güvenlik kavramının,
devletin sınırları içerisinde kalan bireyleri kapsayacak şekilde iç güvenliği,
diğer yandan devlete karşı dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönelik dış
güvenliği kapsadığı genel kabul görmektedir. Ancak ekonomik, politik,
psikolojik ve sosyolojik yönleriyle güvenlik bir bütündür. 21. yüzyılın değişen
güvenlik kapsamı; güvenliğin askeri olmayan boyutlarındaki tehlikelere de
hazırlıklı olmayı gerektirmektedir. Son dönemde yaşanan ulus aşan nitelikteki
Tsunami benzeri doğal felaketler yanında Domuz Gribi (H1N1) gibi bulaşıcı
hastalıkların toplum sağlığını tehdit etmesi; uluslararası işbirliği yanında kamu
güvenliğini ön plana çıkarmıştır. Dünyadaki ölümlerin çoğunluğu sanıldığı
gibi doğal felaketler ya da savaşlardan değil, kamu sağlığını ilgilendiren daha
çok hastalıklar ve kazalardan kaynaklanmaktadır.
Bulaşıcı hastalıklar kişiden kişiye bulaşabilme, geniş kitlelere yayılma ve
büyük toplulukları etkileme yeteneğine sahip hastalıklardır. Bireysel sonuçları
ağır olabilmekle birlikte, bulaşıcı hastalıkların büyük kitleleri etkileme gücü
olduğundan, toplumsal sonuçları da büyük olmaktadır. Bu çalışmanın amacı;
ulusal güvenlik kapsamında, H1N1 krizi ile ilgili Türkiye’nin kriz yönetimi ve
acil durum planlaması performansını ve bu yönde yolunda gitmeyen konuları
ve alınabilecek tedbirleri sorgulamaktır. Makalenin birinci bölümünde ulusal
güvenlik, kriz yönetimi ve acil durum planlamasının kavramsal temellerine yer
verilmiş, ikinci bölümde ise Türkiye’de kriz ve acil durum yönetim sistemi
açıklanmıştır. Üçüncü bölümde H1N1 krizi ve kamu güvenliğine etkileri
açıklandıktan sonra Türkiye’de pandemik influenza acil durum planlaması,
H1N1’in Türkiye’de gelişimi, acil durum uygulaması ve nihayet alınması
gereken tedbirler üzerinde durulmuştur. Söz konusu çalışma için geniş bir
alanda yerli ve yabancı literatür taraması yapılmış, konu ile ilgili gelişmeler
70
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
medya kanalı ile yakından takip edilerek bilgilerin güncel olmasına dikkat
edilmiştir.
1. ULUSAL GÜVENLĐK, KRĐZ YÖNETĐMĐ VE ACĐL DURUM
PLANLAMASI
Ulusal Güvenlik Kavramı ve Yeni Tehditler
Türk Dil Kurumu sözlüğünde "Güvenlik; toplum yaşamında kanuni düzenin
aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet"
şeklinde açıklanmıştır (TDK, 1965: 221). Korunma isteğiyle ortaya çıkan ve
koruma dürtüsüyle kurumsallaşma eğilimine giren güvenlik, fonksiyonel
olarak; personel güvenliği, sektör güvenliği, kamu güvenliği ve ulusal güvenlik
gibi çeşitli alanları ihtiva etmektedir. Dünyanın büyük bölümünde güvenlik
tehditleri artık askerlerden değil; ekonomik çöküş, siyasi baskı, kıtlık, aşırı
nüfus artışı, etnik ayrılıklar, çevre tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi
diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır (Booth, 2003: 59). 21. yüzyılın değişen
güvenlik kapsamı güvenliğin askeri olmayan boyutlarındaki tehlikelere de
hazırlıklı olmayı gerektirmektedir.
Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı, uluslararası sistemin bütünü veya
bütününe yakınının güvenliği (evrensel boyut), coğrafi ya da fonksiyonel altsistemlerin güvenliği (bölgesel güvenlik), devlet güvenliği, kamu güvenliği,
toplumsal alt-grupların güvenliği, bireylerin güvenliği gibi farklı düzlemlerde
ele alınabilir (Dedeoğlu, 2003: 12). Ancak, günümüzde uluslararası ilişkilerin
küresel ve bölgesel yönlerinin öne çıkmasıyla; ulus aşan nitelikteki Domuz
Gribi (H1N1) gibi bulaşıcı hastalıkların toplum sağılığını tehdit etmesi;
uluslararası işbirliği yanında kamu güvenliğini ön plana çıkarmıştır. Kamu
güvenliği; en basit anlamı ile devletin zabıta hizmetleriyle halka sağladığı can
ve mal güvenliği olarak tanımlanmaktadır. Kamu sağlığı iie bir toplumda
büyük hak kitlelerinin sağlık koşulları açısından içinde bulunduğu durum
anlaşılmaktadır (turkcebilgi.com). Tablo 1’den de anlaşılacağı gibi dünyadaki
71
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
ölümlerin çoğunluğu sanıldığı gibi doğal felaketler ya da savaşlardan değil,
kamu
sağlığını
ilgilendiren
daha
çok
hastalıklar
ve
kazalardan
kaynaklanmaktadır.
Tablo 1: 2001 Yılında Dünyadaki Ölümlerin Nedenleri
Sıra
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Neden
Hastalıklar
Çeşitli Kazalar
Yol Kazaları
Đntihar
Cinayet
Toplu Saldırılar
Doğal Felaketler
Yüzde (%)
91
4.1
2.1
1.5
0.9
0.4
0.05
Kaynak: Peter Hough: Understanding Global Security, London, 2005, p.16,
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2002 Yayınına atfen.
Đçinde bulunduğumuz teknoloji çağında yeni ve çok kapsamlı tehditlerin ulus
aşan yapılar içinde sınırları geçirgen hale getirmesi ve ulusal güvenliği
sağlamada devletlerin tek başına yetersiz kalması; ulusal güvenliğe yardımcı
olmak ve tamamlamak üzere uluslararası güvenlik arayışlarını ön plana
çıkarmaktadır. Artık eksiksiz bir ulusal güvenlik ve savunma fikri efsanedir.
Gerçek güvenlik sorunu, giderek etkileşimli ve birbirine bağımlı hale gelen bir
dünyada çıkarlarını korurken güvensizlik ortamına ne kadar tahammül
edilebileceğine karar vermektir. Güvensizlik, rahatsız edici de olsa birçok
ulusun asırlardır kaderidir ve en azından siyasi olarak idare edilebilir olmalıdır.
Öte yandan pandemikler gibi yeni tip tehditler başta biyoteknoloji olmak üzere
sağlık alanında yeni teknoloji ve buluşların önemini artırmaktadır. Söz konusu
yeniliklerin tedavici edici yönü kadar silah olarak kullanılma riski de vardır.
Gelişen genom teknolojisi ve biyoenformatik araçlar, uzun zamandır insanlara
büyük yararlar sağlayan biyoteknoloji uygulamalarını bilimde, teknolojide ve
küresel ekonomilerde devrim yaratacak duruma getirmiştir (Dindar, 2004:
142).
Đçinde
bulunduğumuz
yüzyılın
biyoloji
yüzyılı
olacağı
değerlendirilmektedir. Tıp alanında genel aşı üretimi, gen terapisi ve ilaç
72
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
üretimi gibi geniş bir spektrumda uygulamaları bulunan biyoteknolojinin
önemi giderek artmaktadır. Geleneksel yöntemlerle hazırlanan aşılarda
zayıflatılmış veya öldürülmüş mikroorganizmalar kullanılmakta ve bu aşılar
bazı durumlarda tehlike arz edebilmektedir. Biyoteknolojinin kötü maksatlı
kullanımı pek çok hastalıkların ulus aşan nitelikte kamu sağlığını tehdit etme
olasılığı bulunmaktadır.
Kriz Yönetimi
‘Kriz’ terimi, genel olarak, güvenliği tehdit eden, hızla karşılık verilmesi
gereken ve buna bağlı olarak da karar vericilerin dikkatlerini en yüksek
seviyede tutmaları gereken durumu ifade etmek için kullanılır (Pfallzgraff,
1997: 185-188). Ülkeler, devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları
yakından takip ederek, her seviyede güvenliğe gelecek tehdit ve riskleri
önceden değerlendirmek, gerekli önlemleri önceden almak ve mevcut
imkânları dâhilinde krizden en az zarar ile çıkacak politikaları izlemek
zorundadır. Kriz yönetiminde başarının faktörlerini şunlar oluşturur (Yılmaz,
2008); (1) Krizi önceden sezmek. (2) Önleyici tedbirler konusunda süratle
karar alarak yürürlüğe koymak. (3) Krizi büyümeden önlemek veya (4) Krizi
kabul edilebilir bir risk seviyesinde tutmak veya tehdidi tamamen yok etmek.
Kriz yönetimi kurgusu şu unsurlardan oluşur Yılmaz, 2001): (1) Fiziki tesisler
ve kadrolar. (2) Önceden belirlenmiş düzenlemeler ve süreçler. (3) Krizi
önlemek ve karşılık vermek için önceden belirlenmiş tedbirler.
Tablo 2: Bir Güvenlik Modeli
Tehditler
Patlayıcılar, kimyasalbiyolojik-radyolojik-nükleer,
hastalıklar, konvansiyonel
silahlar, fiziki objeler, insan,
afetler
Hedefler
Tedbirler
Kaynaklar (su vb.), altyapı
(binalar vb.), ağlar (IT vb.),
ulaştırma, kamu sağlığı,
sanayi üsleri, hükümet, halk
Değerlendirme, koruma,
tespit etme, tanımlama,
karşılık verme, hafifletme,
restore etme, yönetme
Kaynak: Seber, Alois J.: Emerging Technologies in the Context of “Security,
Institute for the Protection and Security of the Citizen, Quarterly Journal. (Fall
2006), s.122.
73
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
Söz konusu tesisler içinde Kriz Yönetim Merkezleri; politik, ekonomik ve
askeri istihbarat ve bilginin alınması, değişimi ve dağıtımı yanında brifingler
ve personelin çalışması için gerekli alt yapıyı sağlar. Öncen belirlenmiş
süreçler ve düzenlemeler içinde şu hususlar sağlanır; krizin tanımlanması ve
izlenmesi, istihbarat ve bilginin paylaşımı, değerlendirilmelerin üretim ve
dağıtımı, medya ve kamuoyunun bilgilendirilmesi, sivil acil durum konuları.
Tablo 2’de kriz yönetim anlayışı içinde bir güvenlik modeli görülmektedir.
Kriz Yönetimi Türkiye’de çok az bilinen bir çalışma alanıdır. Son yıllarda
başta doğal afetler olmak üzere ülkenin karşı karşıya krizler bu alanda
akademik çalışmaları zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, etkin bir kriz
yönetiminin nasıl olması gerektiği özellikle üniversiteler ve araştırma
merkezlerinin önemli bir çalışma alanı haline gelmelidir. Kriz yönetimi başta
istihbarat fonksiyonları, güvenlik politikası oluşturma, karar verme, güç
kullanımı olmak üzere pek çok süreci bir araya getirmeyi ve koordineli bir
şekilde çalışmayı gerektirmektedir. Devletin güç ve kaynakları ulusal çıkarlar
doğrultusunda kullanılırken iyi düşünülmüş, hazırlıklı, tüm aktörler ve
vasıtaları entegre eden bir kriz yönetim sistemine ihtiyaç bulunmaktadır.
Acil Durum Yönetimi
Acil durum yönetimi; doğal veya insanların neden olduğu felaketler oluşmadan
hazırlanma, felakete reaksiyon gösterme (acil tahliye, karantina, kitle
dekontaminasyonu vb.), yardım ve toplumu yeniden inşa etme faaliyetlerini
kapsayan bir disiplindir (Haddow, 2004: 12). Etkili acil durum yönetimi;
hükümet ve hükümet dışı her düzeyde acil durum planlarının ayrıntılı
entegrasyonunu, kurum ve kuruluşların etkin işbirliğini gerektirir (Wisner:
2004: 23). Bu etkinlik her düzeyde sivil savunma ve acil hizmetler ile ilgili
kurumların acil durum yönetimi kapsamında öncülüğünü gerektirir. Askeri
saldırılara karşı sivilleri korumak olarak için oluşturulan Sivil Savunma
hizmetlerinin yerini Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte büyük ölçüde Acil
74
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Durum Yönetimi almıştır. Acil durum yönetimi süreci dört aşamadan
oluşmaktadır (Şekil 1); hafifletme, hazırlık, reaksiyon ve kurtarma.
Şekil 1: Acil Durum Yönetiminin Safhaları
Hafifletme; meydana gelen veya gelişmekte olan afetlerin etkilerini azaltmak
ve ortaya çıkan tehlikeleri önlemek için alınan tedbirlerdir. Uzun vadeli
önlemler ile riski ortadan kaldırmaya veya azaltmaya odaklanır (Lindell,
2006). Felaket olduktan sonra uygulanan zararı azaltma gayretleri de bu
sürecin bir parçası olarak kabul edilebilir. Hafifletme faaliyetlerine tehdit
değerlendirmesi ve bu kapsamda fiziksel risklerin tespiti ile başlanır. Söz
konusu risk ölçümü için geliştirilen formüle göre; tehlikeye özgü risk (Rh)
belirli bir tehlikenin etkisinin muhtemel seviyesini temsil etmekte olup, nüfus
(H) ile nüfustaki güvenlik açığının (Vh) çarpımına eşittir. Güvenlik açığı riski
örneğin bir deprem için şehirde ve çölde farklı olacaktır. Hafifletme
çalışmaları güvenlik açıklarını azaltmayı hedeflemektedir.
Hazırlık safhasında acil durum yöneticileri afet halinde uygulanacak planlarını
hazırlar. Ortak hazırlıklar şu tedbirleri içerir (fema.gov.); (1) Haberleşme planı.
(2) Acil Reaksiyon Timleri gibi insan kaynaklarının planlanması. (3) Acil
durum ikaz yöntemleri, sığınaklar ve tahliye planlarının geliştirilmesi ve
uygulamasının yapılması. (4) Acil durum destek malzemesi ve teçhizatının
stok ve muhafazası. (5) Siviller arasında gönüllülerin eğitimi için teşkilatlanma
75
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
yapılması. Hazırlık, felaketin oluşmasını önlemeyi, felaket oluştuğunda ise
gerekli teçhizat ve süreçler ile kişisel hazırlığı sağlamayı amaç edinir.
Reaksiyon safhası; gerekli acil durum hizmetlerinin ve felaket bölgesinde ilk
müdahaleyi yapacakların harekete geçirilmesini içerir. Bu safhada itfaiye, polis
ve ambulans ekipleri gibi çekirdek acil hizmetlerin ilk dalgası harekete geçer.
Reaksiyon safhası arama ve kurtarma ile başlayabilir ve hemen mağdurların
ihtiyaçlarının karşılandığı insani yardım faaliyetlerini de içine alabilir.
Genellikle yerel acil durum yönetim teşkilatı yetersiz kalacağından, bu
yardımlar ulusal ve uluslararası düzeyde kuruluş ve örgütler tarafından
sağlanabilir. Söz konusu yardımlar sığınaklara ya da evlerinde mahsur kalmış
insanlara götürülebilir ve tahliyeyi gerektirebilir. Bölgedeki hava koşulları ve
su kaynaklarına göre felaket mağdurlarının çoğu felaket meydana geldikten
sonra 72 saat içinde ölebilir (Jaffin: 2008). Kurtarma safhası için hazırlanan
kurtarma planlarının amacı mağdurları önceki hallerine getirecek restorasyon
faaliyetlerini yerine getirmektir. Reaksiyon safhasından farklı olarak kurtarma
safhasında mağdurların hayatını sürdürmesi için belirlenen ilk ihtiyaçları
karşılanmaya başlanır. Kurtarma gayretleri hasar gören binaların yeniden
inşası, yeniden iş imkânı yaratma, alt yapının tamiri gibi hususları içerir. Bu
faaliyetler aynı zamanda hafifletme çalışmalarının da bir parçasıdır (Buchanan,
2009).
Acil Durum Planlaması
Genel bir tanımla acil durum planları, bir yerleşme biriminin (köy, ilçe veya il)
karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri, bu tehlikelerin meydana gelmesi halinde
uğranacak, kayıp ve zararları gerçekçi bir biçimde ortaya koyan ve bu kayıp ve
zararların en düşük düzeyde tutulabilmesi için, kimlerin, ne zaman, hangi
görev ve yetkiyle, hangi kaynaklar kullanılarak görev üstleneceklerini açıkça
tanımlayan bir belgelerdir. Bu özellikleriyle de acil durum planları, değişen
şartlar, yeni ortaya çıkan tehlike ve riskler, görev, yetki ve sorumluluklardaki
76
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
değişmeler ve gelişmeleri sürekli olarak güncel tutan, planlarda kendilerine
görev verilen personeli eğiten, büro veya arazi çalışmaları ile test eden ve
sürekli geliştirilen çalışmalara ihtiyaç duymaktadır. Acil durum planları
uygulamada çok sık görüldüğü şekilde bir kez hazırlanıp daha sonra unutulan
belgeler değillerdir. Acil durum planlaması; gerçek olaylardan elde edilen
dersler, eğitim ve tatbikatlar sırasında görülen eksiklikler dikkate alınarak,
sürekli güncelleştirilmesi ve geliştirilmesi gereken bir süreçtir.
Acil durum planlamaları Tablo 3’de örneği verildiği gibi çok çeşitli senaryolar
dâhilinde değişik seviyelerde olağan dışı durumlara cevap verecek şekilde
kategorik yaklaşım sergilemelidir. Acil durumu doğuran olayların değişik
sonuçlar doğurması, doğal olarak acil durum planlamasının da esnek olması
sonucunu doğurmaktadır. Acil durum planlaması süreci, bir yerleşme
birimindeki en üst düzey kamu yöneticisinin kararıyla başlar veya geliştirilir.
Planlama süreci, bu planı hazırlayacak bir grup veya komitenin kurulması ve
bir koordinatörün atanması ile başlar. Geçmişte sevk ve idare hazırlığı ve hazır
insan gücü nedeni ile bu tür faaliyetler genellikle askerlere bırakılmıştır.
Ancak, şehirlerin çok gelişmiş olması ve acil durum yönetiminin çok değişik
alanlarda uzmanlar (iletişim, kültürel mirası koruma, özel sağlık yönetimi vb.)
gerektirmesi nedeni ile artık bu durum yerel ve ulusal düzeyde ilgili kamu ve
özel kurumların ortak işi haline gelmektedir.
Tablo 3: Yaralı Sayısına Göre Olağan Dışı Durumların Sınıflandırılması
Basit-hafif olağan
dışı durumlar
10-99 yaralının olduğu veya 10-49 kişinin hastaneye yatırılarak tedavi
edildiği olağan dışı durumlardır.
Orta derece olağan
dışı durumlar
100-999 yaralının olduğu veya 50-249 kişinin hastaneye yatırılarak
tedavi edildiği olağan dışı durumlardır.
Büyük olağan dışı
durumlar
1000 ve üzeri yaralının olduğu veya 250 kişinin hastaneye yatırılarak
tedavi edildiği olağan dışı durumlardır.
Kaynak: Demirhan N.: Türkiye’de 112 Đlk ve Acil yardım Hizmetleri ve
Afetlerdeki Rolü, Đstanbul, 2003, s.31.
77
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
Acil durum yöneticileri pek çok disiplin dâhilinde özel olarak yetiştirilmiş
olmalıdır. Örneğin ABD’de acil durum yönetimi ile ilgili sekiz üniversitede
doktora programı uygulanmakta ve sertifika programları düzenlenmektedir.
Profesyonel acil durum yöneticileri resmi ve özel kuruluşların planlama ve
operasyonel gayretlerinin farkında olacak ve koordine edecek bir yeterliliğe
sahip olmalıdır. Bu eğitim yerel, devlet veya özel kuruluşlar tarafından basın
ve halkla ilişkilerden üst düzey sevk ve idare yeteneklerinin geliştirilmesine
kadar pek çok hususu içerecektir. Yönetici bir terörist saldırısı ya da bir
bulaşıcı hastalığın ortaya çıkması halinde durumdan duruma değişen
koşullarda nasıl davranacağı ve elindeki imkânları her düzeyde nasıl
kullanacağına dair bilgili ve hazır olmalıdır.
Acil durum halinde çok geniş bir alanda pek çok kurum ve kuruluşun
faaliyetlerini kontrol ve yönetme gayreti özel bir haberleşme sisteminin
kurulmasını gerekli kılmaktadır. Acil Durum Yönetim Bilgi Sistemi, acil
durum sisteminde yer alan kamu ve özel tüm unsurların arasında her safhada
kesintisiz ve birlikte kullanabilecekleri bir haberleşme ve bilgi aktarma imkânı
sağlamaktadır. Bu sisteme; saha sağlık ekipleri, kamu ve özel hastaneler ile
bunların uzantıları da dâhil edilmektedir. Söz konusu planlamalar için önceki
felaketler ile ilgili kayıtların sağılıklı bir şekilde tutulması kadar, isabetli bir
risk değerlendirmesinin yapılması da önemlidir. Türkiye’de de özellikle 1999
yılındaki Gölcük depreminden yana doğal afet planlaması konusunda
duyarlılığın arttığı ancak yeterli düzeye gelmediği bilinmektedir.
Geliştirilen bilgi sistemleri, ekipler ve diğer vasıtaların gerektiğinde ülke
içinde diğer bölgelerde ve bazen de yurt dışında yardım amacı ile de
kullanılabileceği unutulmamalıdır. Söz konusu vasıtaların geliştirilmesinde her
kurum ve kuruluş yapılan risk değerlendirmesi ve acil durum planlanması
çerçevesinde öncelikle kendi ihtiyaçlarını belirlemeli, bu ihtiyaçlar ulusal
düzeyde bir süreç tarafından gözden geçirilerek temin edilmesi ile ilgili
78
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
kriterler oluşturulmalıdır. 2009 yılında ABD’de bu amaçla USAID1 doğal
afetlerden etkilenecek bölgeler için gerekli vasıtaları öngören bir web sayfası
(FEWS NET) hazırlamıştır. Söz konusu programda dünyanın herhangi bir
yerinde bir km. içinde yaşayan nüfus ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır.
Geliştirilen projelere Dünya Bankası gibi kuruluşların destek sağladığı
unutulmamalıdır2.
2. TÜRKĐYE’DE KRĐZ VE ACĐL DURUM YÖNETĐMĐ
Türkiye’de Kriz Yönetimi ve Doğal Afet Koordinasyon Kurulu
Türkiye’de kriz yönetimine geçilmesi halinde Başbakan’ın başkanlığında Kriz
Koordinasyon Kurulu oluşturulmaktadır. Bu kurulda ilgili bakanların yanında
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri de bulunmaktadır. 1996 yılında
yürürlüğe konulan “Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği”
merkezdeki örgütlenme şeklini tamamen değiştirmiş, il ve ilçelerdeki Đl
Kurtarma ve Yardım Komiteleri “Kriz Yönetim Merkezleri” adını almıştır.
Türkiye, doğal fertlere çok sık maruz kalan ve Tablo 4’de görüldüğü çok
çeşitli afetlerin can ve mal kaybına neden olduğu bir ülkedir.
Tablo 4: Türkiye’de Doğal Afet Sonucu Ölüm Yüzdeleri
Doğal Afetler
Ölüm Oranı (%)
Depremler
% 65
Heyelanlar
% 15
Su Baskınları
% 14
Kaya Düşmeleri
%7
Yangınlar
%4
Çığ, Fırtına, Aşırı Yağış
%1
Kaynak: Akdur R.: Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi, Sağlık Bakanlığı
Sağlık Projesi Genel Müdürlüğü, Takav Matbaacılık, Ankara, 2001.
1
USAID: US Agency for International Development.
Dünya Bankası Doğal Afet Risk Yönetimi Projeleri (World Bank Disaster Risk Management
Projects).
2
79
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
Ülkemizde afet planlaması ve afete müdahale açısından 7269 sayılı Afetler
Kanunu’nun ön gördüğü örgütlenme ile müdahale edilmektedir. Merkezde
kurulacak “Afetler Merkez Koordinasyon Kurulu” Bayındırlık ve Đskan
Bakanlığı
Müsteşarının
Başkanlığı’nda
belirlenmiş
bakanlıkların
müsteşarlıklarından oluşturulmuştur. Genelkurmay başkanlığının görev ve
sorumlulukları ile ilgili konularda bu kurula Genelkurmay Başkanlığı
temsilcisi de katılmaktadır.
Türkiye’de il veya ilçe düzeyinde acil durum planlarının hazırlanması,
geliştirilmesi, güncelleştirilmesi, güncelliklerinin korunması ve bu planlarda
kendilerine özel görevler verilen kişi veya kuruluşların eğitim veya
tatbikatlarla sürekli geliştirilmesi, 7269 sayılı afetler kanunu gereğince,
zorunlu bir görevdir. Đllerde kurulacak Afet Merkez Koordinasyon Kurulu
teşkilatı ise Şekil 2’de görülmektedir.
….. ĐLĐ AFETLER MERKEZ
KOORDĐNASYON KURULU BAŞKANLIĞI
VALĐLĐK
ĐL KURTARMA VE YARDIM KOMĐTESĐ
Vali Yard. (Başkan)
Garnizon Komutanı
Emniyet Müdürü
Sağlık Müdürü
Tarım Đl Müdürü
Haberleşme
Hizm.Gr.Bşk.
Kurt.ve Yık.Kal.
Hizm.Gr.Bşk.
Ulaştırma
Hizm.Gr.Bşk.
Belediye Başkanı
Jandarma Komutanı
Đl Savunma Müdürü
Bay. ve Đskan Md.
Kızılay Başkanı
Ön Has. Tes. Geç.
Đsk. Hizm.Gr.Bşk.
Bay. ve Sağ.
Hizm.Gr.Bşk.
Sat.Al.Klr.El.Kol.ve
Dağ. Hizm.Gr.Bşk.
Güvenlik
Hizm.Gr.Bşk.
Elk.Su Kan.
Hizm.Gr.Bşk.
Tarım Hizm.
Gr.Bşk.
Şekil 2: Đl Afet Merkez Koordinasyon Kurulu (Ergünay, 2002: 34)
80
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Đl ve Đlçe düzeyindeki örgütlenme “Afetlere Đlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve
Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik” ile düzenlenmiştir. Bu yönetmelik il ve
ilçelerde “Đl veya Đlçe Kurtarma ve Yardım Komitesi” şeklinde örgütlemeyi
öngörmüştür. Đl ve Đlçeler, karşı karşıya bulundukları afet tehlikesi ve riski,
planlama çalışmalarına esas olacak afet senaryolarında belirlenen sorunlar ve
acil yardım hizmetlerinin daha hızlı ve etkili yürütülebilmesi için ihtiyaç
duyacakları diğer hizmet gruplarını da kurabilmekte ve özellikle de özel sektör
ve halkın arama –kurtarma ve ilk yardım faaliyetlerini de planlarına dâhil
edebilmektedir.
Türkiye’de Acil Durum Planlaması Kapsamında Sorumluluklar
Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatı içinde; Türkiye’de pandemi planlamasında
ve pandemi durumunda ana sorumlu kuruluş Sağlık Bakanlığı’na bağlı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün (TSHGM)’dir. Diğer kurumların
çalışmalarında koordinatör olarak görev almaktadır. Refik Saydam Hıfzıssıhha
Merkezi Başkanlığı; laboratuar hizmetlerinin planlanması, merkez ve il
düzeyinde laboratuarların kapasitelerinin geliştirilmesi, uluslararası referans
laboratuarlarla iletişimin sağlanması, laboratuar rehberlerinin hazırlanması,
bilimsel araştırmalara destek sağlanması ve TSHGM tarafından düzenlenecek
saha çalışmalarına katkı sağlanması ile görevlidir. Diğer kurumlar arasında;
- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü; sınır kapılarında gerekli
sağlık önlemlerinin alınması, uluslararası Sağlık Tüzüğü gereği diğer
ülkelerdeki kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılması, bilimsel çalışmalara
destek sağlanması, sınır kapılarında giriş ve çıkış yapan insanlar için, pandemi
konusunda broşür hazırlanması ile görevlendirilmiştir.
- Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü ise; hastane hazırlıklarının
TSHGM ile işbirliği içinde tamamlanması, seyyar hastane ve kamu binalarının
lojistik ihtiyaçlarının belirlenmesi, yoğun bakım ünitelerinin hazırlıklı hale
getirilmesi, tatbikatlar için TSHGM ile işbirliği yapılması bulunmaktadır.
81
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
- Đlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü; pandemide kullanılacak ilaç ve
tıbbi malzemenin ülkeye getirilmesi ve piyasadan temini için gerekli
düzenlemelerin yapılması, uluslararası ilaç sektörünün takip edilmesi ve
bilimsel çalışmalara destek verilmesinden sorumludur.
Sağlık Bakanlığı taşra teşkilatı içinde Valilikler; Đl Kriz Merkezinin
oluşturulması, Đl Hıfzıssıhha Kurulunun kararlarının uygulanması, karantina,
izolasyon, okul ve işyeri kapatma, tatil edilme gibi uygulamaların
gerçekleştirilmesi ve toplum düzeninin sağlanması, sağlık kuruluşlarında
gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasından sorumludur. Đl Pandemi Planı’nı
hazırlayan Đl Sağlık Müdürlüğü, hastane organizasyonu ile birlikte hastanelerin
kullanılma kriterlerinden de sorumludur (Sağlık Bakanlığı, 2006: 43). Birinci
basamak sağlık kurumları (sağlık ocakları, AÇSAP merkezleri, dispanserler,
evde bakım hizmetleri vb.) kurumsal sağlık hizmetlerinin sunulması, sevk
zinciri ve triaj uygulaması, salgın kontrol önlemlerinin uygulanması, verilerin
toplanması ve bilimsel çalışmalara destek verilmesi ile görevlendirilmişlerdir.
Genel anlamı ile hastaneler diyebileceğimiz Đkinci Basamak Sağlık Kurumları
ise yataklı tedavi hizmetlerinin planlanması ve uygulanmasından sorumludur.
Eğitim ve Araştırma Hastaneleri Pandemi ile ilgili bilimsel kurullara destek
sağlanmaktadır. Üniversitelerden pandemi acil planlaması kapsamında; eğitim
çalışmalarına destek verilmesi beklenmektedir.
3. H1N1 KRĐZĐ VE KAMU GÜVENLĐĞĐNE ETKĐLERĐ
Salgın Grip (Đnfluenza Pandemi)
Tarihte influenzaya benzer ilk pandemi 1580 yılında yaşanmış ve o tarihten
bugüne 31 muhtemel influenza pandemisi tespit edilmiştir. 20. yüzyılda, 19181919 influenza pandemisi (H1N1) 20 milyon insanın ölümüne neden olmuş,
bunu dünya çapında 40-50 milyon ölüme sebep olduğu tahmin edilen, 1957 –
1958 (H2N2) ve 1968 – 1969 (H3N2) salgınları izlemiştir (Pratt, 2001: 39-46).
20. yüzyılda ortaya çıkan önemli pandemilerin özellikleri Tablo 5’te
82
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
görülmektedir. Ülkemizde 1969 yılı başında Hong Kong virüsle meydana
gelen salgınlar sınırlı kalmış, ancak 1970 yılı başında aynı virüs suşu ile geniş
bir epidemi ortaya çıkmıştır. 1969–70 mevsiminde gribal vakalar Aralık ayının
ortalarından itibaren artmaya başlamış, 1970 Ocak ayına kadar şiddetli ve
geniş bir epidemi halini almıştır. Türkiye’de, influenza üzerindeki çalışmalara
Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’nde, 1948–49 yıllarında görülen
influenza salgını sırasında başlanmıştır. Hasta boğaz çalkantılarından izole
edilen virüsler, Dünya Grip Merkezi’nde (WIC) A1 tipi influenza virüsü olarak
identifiye edilmiştir. 1958 salgınında A/Turkey 1/57 izole edilmiştir. Bu ağır
salgın sırasında birçok virüs izole edilmiş ve bunlar Dünya Grip Merkezi
tarafından Asya gribi virüsüne identik bulunarak A2 olarak adlandırılmıştır.
Tablo 5: 20. Yüzyıldaki Pandemilerin Genel Özellikleri
Pandemi
Ölüm
Özellikler
Virüs tipi
1918–1919
Đspanyol
gribi
20.000.000
A (H1N1)
1957–1958
Asya gribi
~40.000.000
1968–1969
Hong Kong
~40.000.000
1977
Rus gribi
25.000
En yüksek mortalite 15–35 yaş
grubunda tespit edilmiştir.
Hızla solunum yetmezliği ve
ölüme götüren ağır bir seyir
göstermiştir.
Mortalite daha çok çocuk ve
yaşlılarda görülmüştür.(ılımlı
seyirli virüs)
Bu salgına ait özellikler Asya
gribine
benzemektedir.
Ölenlerin yaklaşık %25’i
yaşlılardır. Bu salgına ait
özellikler 1918-1919
yıllarındaki pandemiye
benzemektedir.
A (H2N2)
A (H3N2)
A (H3
N2) ve
(H1 N1)
Kaynak: Pratt, R.J., Pellowe, C., Loveday, H: The Epic Project. Developing
National Evidence-Based Guidelines For Preventing Healthcare-Associated
Đnfections. Journal of Hospital Infection, (Supplement), 2001, p.39-46.
www.dh.gov.uk/PublicationsAndStatistics/ . (Giriş Tarihi: 12 Ocak 2010).
Grip hastalığı virüsünün (influenza virus) A, B ve C olmak üzere üç tipi vardır.
Đnfluenza A ve B virüsü insanlarda salgınlar yapan grip virüsüdür. Đnfluenza A
ve B virüsleri antijenlerine göre alt gruplara ayrılırlar (Alan, 2009). A
virüsünün 15 farklı H, 9 farklı N antijeni vardır. Bazı influenza virüsleri
83
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
insanlarda, bazıları domuzlarda, bazıları ise kuşlarda infeksiyona yol açar.
Domuzlar hem insan hem kuş influenza virüslerine hassas olabilir. Domuz
gribi daha önce de zaman zaman insanlarda hastalığa neden olmuştur. Son
salgında domuz gribi olarak adı geçen grip virüsünün adı, yeni influenza A
H1N1 (H1N1) virüsü olarak kullanılmaktadır. Pandemik Đnfluenza H1N1
enfeksiyonu, 1-3 günlük kuluçka süresinden sonra başlamakta ve hastalık 3-7
gün sürmektedir. Đnsandan insana hapşırma ve öksürme ile saçılan damlacıklar
yoluyla yayılır. Belirtileri mevsimsel gribe benzer, ateş, öksürük, boğaz ağrısı,
yaygın vücut ağrıları, baş ağrısı, titreme ve yorgunluk ön plandadır. Bazı
kişilerde ishal ve kusma görülür. Zatürreye bağlı ciddi hastalıklar ve ölümler
olabilir (klimik.org). Mevsimsel influenza aşısına ek olarak influenza H1N1
aşıları uygulanmaktadır. Aşılar, eczanelerde satılmamakta, Sağlık Bakanlığı
tarafından uygulanmaktadır.
21. yüzyılda; 2003-2004’de A/H7N7 insan vakaları (Hollanda, Đngiliz
Kolombiyası), 2002-2003 SARS salgını (respiratuvar bir virüsün global ve
hızlı yayılımı), 2003-2005 A/H5N1 (Kuş Gribi) vakaları (Kore, Vietnam,
Tayland) ve son olarak H1N1 Krizi ile virüs değişimi devam etmektedir.
Virüsün değişim göstermesi onun diğer ülkelere de yayılmasının, böylece
dünya nüfusunu tehdit etmesinin önünü açmaktadır. Virüslerin bulaşıcı olması
ölüm ve hastalık miktarında ani artış potansiyeli oluşturmaktadır. Son yıllarda
ortaya çıkan H5N1, H7N7, H9N2 ve H1N1 gibi bulaşıcı yeni virüs tiplerine
karşı insanların bağışıklığı bulunmamaktaydı. Bunlar içinde en tehlikeli
boyutlarda olan ve 2004 yılında Kamboçya, Endonezya ve Tayland’ta ortaya
çıkan H5N1 (Kuş Gribi) insandan insana geçmekte ve seyrekte olsa hala
görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre grip virüsünün kuluçka süresi
ortalama 7 gündür ve ölümler daha çok yaşlılar arasında yaygındır. Virüsün
açık ortamda yaşaması ısı ve nem faktörlerine bağlı olmakla birlikte genel
olarak gözenekli olmayan ortamlara 24-48 saat, elbise ve kağıtta 8-12 saat,
84
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
ellerde ise 5 dk.dır. Soğuk ve kuru hava koşullarında virüsün yaşam süresi
artmaktadır.
H1N1’in Krizi’nin Kamu Sağlığına Etkileri
Gelişen ve ilerleyen teknoloji hayatımızı kolaylaştırırken, dünyayı da
küçültmüş ve bütünleştirmiştir. Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan
yeni veya değişip güçlenerek geri gelen eski bir bulaşıcı hastalık, artık
dünyadaki çok uzak yerlere dahi kolay ve hızlı bir şekilde ulaşabilmekte ve
dünya çapında salgınlara yol açabilmektedir. Bu nedenle bulaşıcı hastalıkları
hassas bir şekilde ve yakından takip etmek gerekmektedir. Dünya Sağlık
Örgütü tarafından, kendini değiştirerek tamamen farklı bir virüs olarak yeniden
ortaya çıkma yeteneği olan influenza etkeninin, yakın bir gelecekte dünya
çapında
bir
influenza
salgınına
(pandemi)
yol
açabileceği
uyarısı
yapılmaktadır. Muhtemel bir influenza pandemisinin, geçmiş salgınlarla
kıyaslandığında daha büyük bir paniğe yol açacağı ve ağır kayıplarla
sonuçlanabileceği tahmin edilmektedir.
Virüsün yaklaşık 20–30 sene gibi aralıklarla oluşturduğu ve normal seyrine
göre yakın bir gelecekte ortaya çıkması beklenen bir influenza pandemisi
çeşidi belki de tahminlerden çok daha hızlı gelişecektir. Hiç kimsenin bağışık
olmadığı yeni bir influenza alt tipi ortaya çıktığında, influenza pandemisi
görülür. Çünkü bu virüs artık tamamen yeni bir virüstür. Bu virüsün kişiler
arasında bulaşma kapasitesi varsa, pandemi gelişebilir demektir (UK, 2005).
Yeni bir influenza pandemisinin bir yıldan az bir sürede tüm dünyaya
yayılması ve dünya nüfusunun yaklaşık %25’inin salgından etkilenmesi
beklenmektedir. Muhtemel bir pandemi için iyimser senaryolara göre, dünya
çapında 233 milyon poliklinik muayenesi, 5.2 milyon hasta yatışı ve 7.4
milyon ölüm tahmini yapılmaktadır. Genel olarak yetersiz sağlık ve beslenme
şartlarından dolayı gelişmekte olan ülkelerde salgının etkisi muhtemelen çok
daha büyük olacaktır. Yeni bir pandemiye yol açacak virüsün enfektivitesi,
85
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
farklı yaş gruplarındaki atak hızı ve hastalığın şiddetini önceden kestirmek
zordur.
Pandeminin bir toplumdaki etkilerini tahmin etmek için teorik matematiksel
modeller ortaya konmuştur. Kontrol önlemleri (aşılama, ilaçlar) alınmadığı
takdirde orta düzey bir pandemide ABD’de 89.000–207.000 bin ölüm,
314.000–734.000 hastaneye yatış, 18–42 milyon ayaktan muayene ve 20–47
milyon ek hastanın ortaya çıkacağı tahmin edilmektedir. Dünyanın her yerinin
birbiriyle yakın temas ve iletişim içinde olması ve çeşitli alanlardaki
bağımlılıklar sebebiyle insan kaybının yanı sıra, epidemilerde çok büyük
olumsuz sosyal ve ekonomik sonuçlar beklenir. Örneğin 2003 yılında SARS,
etkilenen ülkelerin dışında da hastalanan ve ölen hasta sayısı ile orantısız
şekilde çok büyük ekonomik kayıplara ve sosyal sıkıntılara neden olmuştur.
Bir influenza salgınının SARS’dan çok daha fazla olumsuz etkisinin
olabileceği kabul edilmekle birlikte, bu örnekten yola çıkarak bir pandeminin
sosyal ve ekonomik olarak ne kadar etkili olabileceğini tahmin etmek
mümkündür (Cooper, 2004).
Küresel Đnfluenza Sürveyansı ve H1N1 Krizi’nin Bugün Geldiği Boyutlar
Đnfluenza kontrolünün etkili olmasında ana elemanlardan biri de sürveyanstır.
Đnterpandemik dönemlerde hastalığın insidansını ve önemini gösteren
sürveyans, salgınların erkenden anlaşılmasını sağlar. Pandemi dönemlerinde
yeni virüs zincirlerinin ve kontrol önlemlerinin etkinliğinin gösterilmesinde ve
kaynakların uygun kullanımının sağlanmasında sürveyans çok önemlidir
(Salgado, 2002: 45-55). Günümüzde 85 ülkede bulunan 114 Ulusal Đnfluenza
Merkezi, Dünya Sağlık Örgütü ile işbirliği yaparak, Global Đnfluenza
Programını yürütmektedir.
Bunlardan Atlanta-A.B.D., Londra-Đngiltere,
Melbourne-Avustralya, ve Tokyo-Japonya’da bulunan 4 laboratuar, Đnfluenza
Referans Laboratuarı olarak görev yapmaktadır. Bu laboratuarlar FLUNET
isimli bir internet ağıyla birbirlerine bağlıdır.
86
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Tüm verilerin toplandığı DSÖ, yeni bir pandeminin fark edilmesinde ve uluslar
arası kontrol çalışmalarının koordinasyonunda anahtar rol oynamaktadır.
Global sürveyansın yanısıra, Avrupa Bölgesi için Avrupa Birliği kapsamında
European Đnfluenza Surveillance Scheme (EISS) oluşturulmuştur. Bu
çerçevede 23 ülkedeki 31 referans laboratuardan ve 12.000 seçilmiş hekimden
toplam 453 milyon kişiyi temsilen veri akışı sağlanmaktadır. www.eiss.org
sayfasında bu gruba ilişkin veriler ve bu verilere yönelik değerlendirme ve
öneriler yer almaktadır. Ülkemizde Ulusal Đnfluenza Referans Laboratuarları,
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Viroloji Laboratuarı Bölümü ve
Đstanbul Üniversitesi Đstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Viroloji Laboratuarı’dır. Bu laboratuarlar uluslararası bilgi ağlarına üyedir.
Tablo 6: Dünya Sağlık Örgütü Bölge Ofislerine Bildirilen Pandemik
(H1N1) Ölüm Sayısı, 20 Aralık 2009.
Bölgeler
WHO Afrika Bölge Ofisi (AFRO)
WHO Amerika Bölge Ofisi (AMRO)
WHO Doğu Akdeniz Bölge Ofisi (EMRO)
WHO Avrupa Bölge Ofisi (EURO)
WHO Güneydoğu Asya Bölge Ofisi (SEARO)
WHO Batı Pasifik Bölge Ofisi (WPRO)
GENEL TOPLAM
Toplam Ölüm
109
En az 6670
663
En az 2045
990
1039
En az 11156
Kaynak: MedPedia Web Sitesi: 2009 Flu Influenza Pandemic, (09 Jan, 2010).
http://www.flutrackers.com/forum/showthread.php?p=334221
Pandemik influenza H1N1 salgını 2009 yılı Nisan ayının sonlarında başladı ve
6 ay içinde 400 000’e yakın olgu ve 12.000’e yakın ölüm saptandı. Türkiye’de
saptanan olgu sayısı 20 Ocak 2010 itibarı ile 627’dir (Tablo 6). Dünya Sağlık
Örgütü, bu hızlı yayılma nedeniyle, pandemi düzeyini 6’çıkardı. Kuş gribi
salgınında pandemi düzeyi 4’te kalmıştı. Pandeminin 6 olması, artık her ülkede
salgının başlayabileceği anlamına gelmektedir. Olguların dışarıdan geleceğini
düşünmek yanıltıcı olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Pandemik
Đnfluenza H1N1 salgını son 50 yılın en önemli salgınıdır. Salgının yaygın
olması, ölüm oranının yüksek olduğu anlamına gelmemektedir. Ölüm oranı %
87
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
1.2 kadardır. Özellikle gebeler ve aşırı kilolu olanlarda ölüm oranının daha
yüksek olduğu bildirilmiştir. Ölümler, kronik hastalığı olanlarda daha
yüksektir (klimik.org). Pandemik Đnfluenza H1N1 salgını son 50 yılın en
önemli salgınıdır ve grip pandemisi tüm dünyayı etkilemeye devam etmekte
olmakla birlikte domuz gribi Aralık 2009 itibarı ile düşüşe geçmiştir. Aralık
2009 itibarı ile 100 milyon civarında aşı yapıldı. Halen, H1N1’in mutasyonları
DSÖ
laboratuarlarında
izlenmekte
ve
korkulacak
bir
değişim
görülmemektedir.
H1N1 Bir Komplo mu?
Dünya genelinde paniğe sebep olan domuz gribinden en belirgin faydayı ilaç
şirketleri almaktadır. H1N1 çıkar çıkmaz, küresel sermayenin elinde olan ve
dünyada birçok devletin bütçesinden daha fazla sermayeye sahip olan Đsviçreli
ilaç firması Novartis, A tipi H1N1 virüsüne karşı kullanılacak aşının ilk
üretiminin gerçekleştirildiğini bildirerek, harekete geçmekte gecikmedi. Aşının
ilk serisinin ön klinik deneyler ve değerlendirmeler için kullanılacağını
açıklayan şirket yetkilileri, aşı üretiminin Almanya'nın Marburg kentindeki
tesislerinde üretmeye başladı. Diğer küresel ilaç şirketleri de pazara katılmakta
gecikmediler. Sanofi Pasteur şirketi, grip aşısı üretimini Swiftwater,
Pennsylvania ve Fransa Val de Reuil'daki tesislerinde gerçekleştirdiğini
duyurdu. Dünyanın önde gelen en büyük ilaç üreticileri de sırayla -Glaxo
Smith Kline, Novartis ve Sanofi Pasteur isimli ilaç firmaları- domuz aşısını
üretmeye başladıklarını açıkladı. Gelinen noktanın parasal ifadesi; 600 milyon
doz aşı üreten dünya ilaç şirketlerinin domuz gribinden 48 milyar dolar
kazanması beklenmektedir (euroactiv.com).
Bu veriler ışığında bakıldığında; dünyada her yıl yeni bir virüsün ortaya
çıkması ve ardından da aşılarının bulunması kafaları iyice karıştırmaktadır.
Avrupa Konseyi Sağlık Birimi Başkanı Wolfgang Wodarg, domuz gribi
salgınının dünya çapındaki panikten faydalanmak isteyen ilaç firmalarının
88
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
başlattığı “sahte bir salgın” olduğunu savundu. Đngiliz Daily Mail Gazetesi’nde
yer alan haberde, domuz gribini “yüzyılın en büyük tıp skandallarından biri”
olarak nitelendiren Wodarg, “Đlaç firmaları, domuz gribine karşı geliştirdikleri
patentli ilaçlarını satmak için, bilim adamlarına ve halk sağlığından sorumlu
resmi kurumlara telkinlerde bulunarak, dünya çapında hükümetlerin alarm
durumuna geçmesini sağladılar” dedi. H1N1 virüsünün aslında abartıldığı
kadar ölümcül, salgının da şiddetli olmadığı; grip konusunda dünyanın bir
numaralı otoritesi olan bir profesör ile 3 arkadaşının, danışmanlık yaptıkları
ilaç şirketlerine para kazandırmak için panik yarattığı iddia edildi. Rotterdam
Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Albert Osterhaus, dünyada grip konu
olduğunda akla gelen tek isim. Hatta bu nedenle kendisine bilim dünyasında
takılan ad: Doktor Grip’tir. SARS ve kuş gribi paniklerinde hep Dünya Sağlık
Örgütü'nün krizi önlemek için başvurduğu ilk isim o olmuştur (odatv.com).
Ama daha vahim olan ise Danimarka'nın "Information" ve Đsveç'in "SVG"
gazetelerinde çıkan iddialardır. Bu da SAGE'deki 8 kişilik heyette yer alan
Osterhaus ve 3 arkadaşının "danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerinin baskısıyla
DSÖ'yü yönlendirerek aslında var olmayan bir paniği tüm dünyaya
yutturduğu" iddiasıdır. Bu konudaki en önemli kanıtlardan biri "Der Spiegel"
dergisine konuşan ve grip konusundaki araştırmaları değerlendiren Cochrane
Teşkilatı'nın başkanı Epidemolog Tom Jefferson'un altını çizdiği gerçektir.
Buna göre DSÖ, Nisan 2009'da yine bu bilim adamlarının tavsiyesiyle tüm
dünyada hükümetlerin referans aldığı "pandemi"(salgın) tanımını değiştirdi.
Eski tanımda WHO'nun bir hastalığı pandemi olarak ilan edebilmesi için yeni
bir virüsün ortaya çıkması, hızla yayılması, insanların bu hastalığa
bağışıklığının bulunmaması, yüksek ölüm oranına sahip olması ve bulaşma
oranının yüksek olması gerekiyordu. Ancak Nisan ayında alınan kararla WHO,
bu son iki şarttan vazgeçti ve ölüm oranı yüksek olmayan domuz gribi
hastalığı bir anda pandemi tanımının içinde kendine yer bulmuş oldu.
89
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
Stern dergisinin verdiği bilgiye göre bu firmalar, milyarlarca Euro
kazanacakları bu iş için büyük yatırımlarda bulundu. Oluşan korku dalgası
öylesine etkili oldu ki ciddi bir durum karşısında hazırlıksız yakalanmamak
için bütün hükümetler ilaç firmalarının öngördüğü bütün tıbbi önlemleri göz
önünde bulundurarak kitlesel siparişe yöneldi. Grip maskeleri stoklandı, ilaçlar
depolandı, aşılar ısmarlandı. Đki ayrı örnek aşı geliştiren ilaç devi GlaxoSmith-Kline'ninsiparişleri yetiştiremediği bildirildi. Sadece Alman hükümeti
50 milyon kutu "Pandemrix" ısmarladı. 50'den fazla ülkenin ısmarladığı miktar
ise 291 milyon kutuyu buluyor. Dünyanın her yerinde kullanılacak standart bir
ilacın kullanılması suretiyle ilaç firmalarının korkudan kâr etme faaliyetlerinin
önüne geçilebileceğini söylüyor. Đlaç firmalarını oluşan korkuyu arkalarına alıp
her yıl farklı ilacı piyasaya sürmesini haksız bulan Max Planck Enstitüsü
uzmanları da standart aşı ile problemin çözülebileceğinin bilindiğini
kaydediyor (dw-world.de).
4.
TÜRKĐYE’DE
PANDEMĐK
ĐNFLUENZA
ACĐL
DURUM
PLANLAMASI
Ulusal Đnfluenza Sürveyans Đzleme Sistemi
T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün
(TSHGM) 24.02.04 tarih ve 1534 sayılı yönergesi ile ülkemizdeki bulaşıcı
hastalıkların sürveyans sistemi yeniden düzenlenmiştir. Buna göre hastalıklar
A, B, C ve D sınıflarına ayrılmıştır. Đnfluenza hastalığı C sınıfına alınmıştır
(Sağlık Bakanlığı, 2006: 19). Ulusal Đnfluenza Sürveyans Đzleme Komitesi
hem sürveyansı (veri akışını) hem de elde edilen verileri epidemiyolojik olarak
düzenli aralıklarla (Đnfluenza sezonunda haftalık/iki haftalık periyotta, diğer
dönemlerde aylık/üç aylık periyotta) değerlendirecektir. Đnfluenza bildirimi 14
ilden (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Đstanbul,
Đzmir, Konya, Malatya, Samsun, Trabzon ve Van) yapılacaktır.
90
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Sürveyansın yürütüldüğü 14 ilde, aynı hafta içinde tüm okul nüfusunun
%10’undan fazla öğrencinin influenza benzeri hastalık nedeniyle okula
devamsız olduğu bildirilmişse, bu durum ‘salgın’ olarak ele alınacak ve
olguların hepsinin bildirimi yapılacaktır. Bu olgulardan en az iki muhtemel
vakadan virolojik inceleme yapılmak üzere klinik örnek alınacak ve uygun
şartlarda ilgili laboratuara gönderilecektir. Diğer iller ise, aynı durumla
karşılaştığında ‘salgın’ olarak değerlendirecek ve laboratuara en az iki
muhtemel vakadan örnek yollayacak ve salgın raporu hazırlayacaktır. Diğer
ülkelerde influenza pandemisi ortaya çıktığında verilmesi gerekli ilk cevap,
pandemiye neden olan virüs subtipinin spesifik özellikleri dikkate alınarak,
mevcut ulusal pandemi planının gözden geçirilmesi olacaktır. Daha sonra,
ülkemizde muhtemel salgını en erken aşamada saptamak için, sürveyans
aktiviteleri artırılacaktır.
Tablo 7: Çeşitli Atak Hızlarına Göre Sağlık Kurumlarında Đnfluenza
Nedeniyle Oluşabilecek Hastalık Yükü, Hastaneye Yatış Ve Ölümler3
Kümülatif
Atak Hızı
Đnfluenza Olan
Kişi Sayısı
Sağlık Kurumuna
Başvuran (%50)
Hastaneye
Yatan Kişi
Ölüm Vaka
Sayısı
0,25
18.000.000
9.000.000
495.000
666.000
0.20
14.400.000
7.200.000
396.000
532.800
0,15
10.800.000
5.400.000
297.000
399.000
0,10
7.200.000
3.600.000
198.000
266.400
0,05
3.600.000
1.800.000
99.000
133.200
Kaynak: T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü:
Pandemik Đnfluenza Ulusal Faaliyet Planı, Ankara, Nisan 2006, s.30.
Pandemi durumunda vaka ve ölüm sayısının beklenenin çok üzerinde olacağı
göz önünde bulundurularak, bütün sağlık hizmetlerinin kurumsal bir
koordinasyon içinde verilmesi gerekmektedir. Bu koordinasyon “Ulusal
Otorite” konumunda olan Sağlık Bakanlığının önderliğinde sağlanacaktır.
Sağlık Bakanlığı,
3
kendine
bağlı kurumlar, Türk Silahlı Kuvvetleri,
Ülkemiz Nüfusu 72.000.000 Olarak Alınmıştır.
91
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
üniversiteler ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının sağlık hizmeti sunan
birimlerinde verilecek hizmetlerin nitelikleri ve hizmet sistemini belirlemekle
yükümlüdür. Genel hazırlık, merkez ve taşra düzeyinde olmak üzere iki
aşamalı olarak gerçekleştirilecektir. Tablo 7’de çeşitli atak hızlarına göre
oluşabilecek vakaların sonuçları ile ilgili bir çalışma görülmektedir.
Türkiye’de Pandemi Đnfluenza Acil Durum Planlaması
Ulusal Düzeyde acil durum yönetimi için ana sorumluluk Başbakanlık Acil
Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü’ne aittir. Bu müdürlük kurumlar arası
koordinasyonunun sağlanmasından sorumludur. Sağlık Bakanlığı; pandemi
durumunda ülke çapında organizasyon ve koordinasyondan sorumlu temel
kuruluştur. Pandemi, bir kriz olarak algılanarak ulusal kriz yönetim sistemi
kapsamında; Başbakanlık Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü
(TAY) başkanlığında Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi (BKYM) aracılığıyla
gerekli koordinasyon sağlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği
alarmlar, küresel düzeyde belirlenmiştir. Alarm düzeyi Sağlık Bakanlığı
tarafından
Tarım
ve
Köy
Đşleri
Bakanlığı
ile
koordineli
olarak
belirlenmektedir. Alarm Düzeyi 2 A ve 2B (Enfekte bölgeyle olan ilişkiler ve
turizm amaçlı olarak sağlık önlemlerinin alınması) durumunda Sağlık
Bakanlığı; kurumların görev planlamasını yapmakta, sınır kapılarında gerekli
sağlık önlemlerinin alınmakta, il düzeyindeki hazırlıkların yapılması ve Đl
Hıfzıssıhha Kurulunun kararlarının uygulanması başlamaktadır (Sağlık
Bakanlığı, 2006: 15-16).
Alarm düzeylerinin anlamı aşağıda özetlenmiştir;
Alarm Düzeyi 1: Ülkemizde hayvan vakası yok ama yakın sosyal ve ticari
ilişkide olduğumuz ülkelerde hayvan vakası var.
Alarm Düzeyi 2: Ülkemizde hayvan vakası var.
Alarm Düzeyi 3: Ülkemizde insan vakası var.
92
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Alarm Düzeyi 4: Ulusal düzeyde sürveyans programı ve koruyucu önlemlerin
yaşama geçirilmesi.
Alarm Düzeyi 5: Vakalar birden fazla coğrafik bölgede görülmesi, salgın
yayılma önlemlerinin yaşama geçirilmesi
Alarm Düzeyi 6: Pandemik bulaşma artmış ve toplumda süreklilik
göstermektedir.
Alarm Seviyesi 3 (Seçilmiş gruplarda sürveyans programının uygulamaya
girmesi) halinde; Sağlık Bakanlığı ve Taşra Teşkilatı tarafından hastane
hazırlıkları TSHGM ile işbirliği içinde tamamlanmaktadır. Alarm Düzeyi 5’de
Sağlık Bakanlığı bir operasyon merkezi hazırlamakta, operasyonel iletişim bu
merkezden yürütülmektedir. Pandemi Đzleme Kurulu mesleki bilgilendirme ve
danışmanlık konusunda destek sağlamaktadır. Pandemi influenza vakaları ile
ilgili olarak Tarım ve Köy işleri Bakanlığı ile ortak hareket edilmektedir.
Ulusal kriz yönetim sisteminin bir parçası olarak ‘Valilik Kriz Merkezleri’
devreye girmiştir. Hasta nakli, koordinasyon ve ulaştırma, çağrı sistemi ve
ambulans sistemi için Sağlık Bakanlığı’na bağlı ‘112 ambulans sistemi’
öncelikle kullanılmaktadır. Đl Pandemi Planlama Komitesi, influenza pandemi
hazırlık planını çerçevesinde sorumlu kişim veya kuruluşları organize eder.
Pandemi öncesi dönemde hasta nakli için kullanılacak medikal ve paramedikal
personelin sayısı ve ilaç-aşı gereksinimi Đl Sağlık Müdürlükleri tarafından
belirlenmektedir. Đl Sağlık Müdürlükleri tarafından belirlenen referans
hastanelere hasta akımı sağlanmaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2006: 38).
5. H1N1 KRĐZĐ VE TÜRKĐYE’DE ACĐL DURUM UYGULAMASI
H1N1’in Türkiye’de Gelişimi, Tanı ve Test Faaliyetleri
Nisan ayında Meksika’da ortaya çıkan H1N1 ile ilgili ülkemizde ilk vaka 15
Mayıs 2009’da ABD’den gelen bir kişide havaalanında termal kamerayla tespit
edilmiştir. Ülkemiz coğrafi uzaklık nedeniyle aşı ile korunma dönemi
93
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
başlayıncaya kadar hazırlık için zaman kazanmış, bu krizde sosyal hayatımız
mümkün olduğunca az etkilenmiştir. Ülkemiz halen hastalıktan az etkilenen
ülkeler kategorisindedir. Coğrafi olarak Kuzey Yarımkürede bulunan TürkiyeĐstanbul’da sonbahar mevsiminin başlaması nedeniyle 2009 Eylül ayı
başlangıcından itibaren sporadik olarak A H1N1 salgını beklenmeye başladı.
Şekil 3: Türkiye’de Pandemik Gribe Bağlı Ölümlerin Đllere Göre Dağılımı
(Milyonda), 19 Ekim - 7 Aralık 2009 (haberdata.com)
Dünya Sağlık Örgütü, 74 ülkeye yayılan domuz gribi için alarm seviyesini
altıya çıkardı. Tüm uluslararası havaalanları yolcu giriş koridorlarında termal
kamera ile ateşli yolcu tespiti ve takibi yapmak ve tespit edilen kişileri gözlem
ve tedavi altına alarak yayılımı engellemek için önlemler alınmıştır. Kurban
Bayramı'yla birlikte salgın riskinin artacağı uyarıları, Sağlık Bakanlığı'nın yurt
çapında aldığı önlemleri artırırken firmaları da kırmızı alarma geçirdi. Başta
bankalar ve okullar olmak üzere pek çok kurum, olası bir grip salgını için
domuz gribini tespit eden termal kamera almaya başladı. Buna şehirlerarası
otobüs firmaları, özel hastaneler hatta eğlence mekânları eklendi (Öztürk,
2009). Pandemik gribe bağlı ölümlerin illere göre dağılımı Şekil 3’de
görülmektedir.
94
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Bu dönemde; domuz gribine karşı devletin yetki verdiği 3 hastane bulunmakta
idi. Ancak, test yapma ve aşı gibi hizmetler için bazı kamu hastaneleri özel
hastanelerden daha iyi donanıma sahip olmasına rağmen halkın genellikle daha
dostça ve kişisel ilgisinden dolayı özel hastaneleri tercih ettiği görüldü
(Alvares, 2010). A gribi salgınının ardından pek çok kişi tedavi gördüğü özel
hastanelerde test yaptırdı. Ancak A gribi olup olmadığının belirlenmesi için
yapılan bu testleri özel sağlık sigortaları karşılamamaktadır. Hastanelerde
farklı fiyata yapılan testlerin sonucunda hastalara "negatif" ya da "pozitif" yani
"virüsü taşıyorsunuz" şeklinde sonuçlar verilmektedir. Sağlık Bakanlığı bu
konuda yasaklama kararı alırken, uzmanlar da "o testler doğru sonuç
vermiyor" yorumunu yaptı. Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Komitesi
üyelerinden, Prof. Dr. Mehmet Ceyhan özel hastanedeki testlerle ilgili şu
açıklamayı yaptı (nethaber): “Hiç bilmiyoruz ve önermiyoruz. Đstanbul
Üniversitesi ve Hıfzıssıhha merkezlerinde yapılan testler standardize edilmiştir
ve gerekli görüldüğü zaman ücretsiz yapılır. Özel hastanelerde ciddi paralar
alınıyor. Metotları belli değil. Gereksiz vakalara yapılıyor. Sağlık Bakanlığı
uyarı yazısını yaptı, 'yapılmamalı' dedi ama kontrol edemiyoruz. Gideri 40-50
lira olan testleri 580 liraya yapıyorlar.”
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seracettin Çom,
Türkiye'de sadece Ankara ve Đstanbul'daki iki merkezde A/H1N1 tanısı
konulabildiğini vurguladı (Zaman, 2009). Özel sağlık kuruluşları ya da
laboratuarlarda yapılan testlerle domuz gribinin tespit edilemeyeceğini belirten
Çom; "Bu testlerle ancak bir grip virüsü olup olmadığı belirlenebilir.
Mevsimsel grip virüsü müdür, yoksa pandemik influenza mıdır bilinemez.
Bunun doğruluk oranı da yüzde 30'dur. Vatandaşlar paralarını boşa
harcamasın." uyarısında bulundu. Bu arada Sağlık Bakanlığı, domuz gribi
salgını hızla yayıldığı için virüs doğrulama testlerini sınırlandırdı. Hastalardan
durumu
kötü
olmadığı
sürece
örnek
alınıp,
referans
laboratuarlara
gönderilmedi. Kısaca; Sağlık Bakanlığı geç de olsa devreye girdi ve özel
95
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
hastanelerde uygulanan hızlı A gribi testini yasakladı. Kararın sebebi özel
hastanelerde yapılan hızlı A gribi (domuz gribi) testlerinin 'pahalı ve hata payı
yüksek' olması olarak açıklandı. Bu testlerden alınacak sonuçların ne teşhisi ne
de tedaviyi değiştirmesi söz konusu değildi (Küçükusta, 2009).
Aşı ve Đlaç Fiyaskosu
Aşı konusu Türkiye’de gündeminde uzun süre bir iç siyasi polemik meselesi
haline geldi. Yurt dışından ithal edilen ve H1N1’e karşı yeni geliştirilen aşı;
Sağlık Bakanlığı’nca belirli bir sıra dâhilinde uygulamaya konulurken, yetkili
konumdaki bazı siyasilerin “-Ben aşı olmayacağım” şeklindeki açıklamaları
medyada geniş yankı yaptı. Bu durum gribe karşı önlem almak isteyen
vatandaşların aşı olmak konusunda endişeye sevk ederken, söz konusu aşı ile
ilgili pek çok spekülasyonun ortaya çıkmasına neden oldu. Yüz milyonlarca
insana H1N1 (Domuz Gribi) aşısı olmasını öneren Dünya Sağlık Örgütü
Başkanı Margaret Chan de, Cenevre’de kendisine aşı olup olmadığını soran
Đsviçreli gazetecilere “Hayır henüz olmadım” açıklaması (h1n1.gen.tr) ile
spekülasyonlara katkı sağladı. Bu spekülasyonlar ithal edilerek pek çok masraf
yapılan söz konusu aşının pek çok durumda kullanımını engelledi. Ayrıca,
öngörülen şiddette bir salgın yaşanmaması, vatandaşların domuz gribi aşısına
fazla ilgi göstermemelerinde önemli bir rol oynadı.
“Tıp ahlaktan soyulduğunda, yeryüzünün en soysuz ticari vasıtalarından biri
olmaya adaydır” diyen Prof. Dr. Kemal Sayar’a göre; domuz gribi salgını da
aklını kullananlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Nitekim H1N1 virüsünün
biyolojik bir silah olup olmadığını bilinmemekle birlikte 'etki gücü çok yüksek
ekonomik bir silah' olarak kullanıldığına ilişkin kuvvetli şüpheler var. Bu işten
en karlı çıkanların başında aşı üreten firmalar geliyor. Sağlık Bakanlığı'nın
açıklamalarına göre 43 milyon doz ısmarladığımız domuz gribi aşısının tek
dozunun fiyatı 5.2 Euro. Türkiye önce Glaxo Smith Kline'dan 25 milyon doz,
Novartis'ten 15 milyon doz, Sanofi Pasteur'den 3 milyon doz aşı siparişi verdi.
96
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
Sipariş edilen aşıları Glaxo Smith Kline, Novartis ve Sanofi Pasteur isimli ilaç
firmaları üretiyor. Bu durumda sadece Türkiye için salgının toplam
maliyetinin 640 milyon TL.dır. Bu miktar herhangi bir aracı olmadan
doğrudan üreticiye ödenecek olan paradır (Küçükusta, 2009). Aşının fiyatının
en fazla 1 veya 0.5 Euro olması lazım gerekirken aradaki fark en az 4 Euro'dur.
Yani aşı üreticileri aşı başına ekstradan 4 Euro kar etmişlerdir.
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ise, ''Đlerleyen
yıllarda mevsimsel grip aşılarının içeriğinde H1N1 de olacak'' dedi. Mustafa
Kemal Atatürk'ün de Đspanyol gribine yakalandığını ifade eden Mehmet
Ceyhan, salgının Mart ayındaki ilk dalgasında küçük çocuklar ile yaşlıların
etkilendiğini ve ölüm oranının yüksek olmadığını, ancak Eylül’deki ikinci
dalgayla birlikte ölüm oranlarının arttığını bildirdi. Ceyhan, adjuvansız
aşılarda antijen oranının daha fazla olduğunu, adjuvanlı aşılarda ise bu oran az
olduğu için aşının etkinliğini artırmak için katkı maddelerinin konulduğunu
anlatarak, tartışmalara yol açan katkı maddeleri ''adjuvan'', ''skuaren'' ve
''civa''nın aşılarda bulunmasına bağlı ciddi bir yan etki kaydedilmediğini
bildirdi. Aşılarda asıl yan etkiyi antijenin oluşturduğunu ifade eden Ceyhan,
''H1N1'e bağlı ölüm riski şu an için binde 1'dir. Tartışılan skuarene bağlı yan
etki olasılığı ise yüz binde 0,3'tür'' diye konuştu.
Aşı üreticilerinden sonra sırayı ilaç endüstrisi alıyor; başta antiviral ilaçlar
(Tamiflu ve Relenza) olmak üzere her türlü antibiyotik, öksürük-grip ilaçları,
vitaminler, bağışıklığı kuvvetlendirici ilaçlar yok sattı. Bu 'bağışıklığı
kuvvetlendirdiği iddia edilen ilaçların' etkinliğini gösteren kesin bir kanıt da
yoktur. Hatta bunlara verilen parayı tabii yiyecek ve içeceklere ayırmak çok
daha doğrudur. Tıbbi maske ve özellikle de dezenfektan ve el temizlik ürünleri
üreten firmalar da H1N1 virüsü sayesinde hayal bile edemeyecekleri satış
rakamlarına ulaştılar.
97
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
Tedavi Hizmetleri
Türkiye'de her geçen gün yaygınlaşan domuz gribi nedeni ile okulların
çoğunda ciddi devamsızlıklar oldu (Siirt Güney, 2009). Gribin faturası sosyal
güvencesi olmayan bazı vatandaşları zor durumda bıraktı. Örneğin, Ankara
Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde domuz gribi tedavisi gören ve 6 gün
hastanede kalan Nuriye Sarı hastalığı yendi. Ancak işsiz ve sigortasız kocası
hastaneye, 572 TL.lik faturaya karşılık senet verdi (Takvim, 2009). Sağlık-Sen
yetkilileri domuz gribinin salgın olduğunu belirterek fatura kesilmemesi
gerektiğini söyledi. Tedavilerin ücretsiz olmasını öneren yetkililer ise,
"Bakanlık bu konuda bir çalışma yapmalı" dedi.
Türkiye'de H1N1 virüsü (domuz gribi) vakalarının artmasına paralel olarak
hastanelere başvuran insan sayısında da artış yaşandı. Grip salgını nedeniyle
Siirt’teki tüm hastaneler dolup taştı. Devlet ve özel hastanelerin acil poliklinik
servisleri hasta yoğunluğuyla karşılaştı. Bu durum devlet hastanesinde Acil
Grip Polikliniği açılması ihtiyacını ortaya çıkardı. Bu anlamda grip sebebiyle
acile başvuran hastaların uzman bir hekim tarafından muayene edilmeleri ve
diğer hastaların risk altında kalmaması amacıyla yeni bir uygulama
başlatılması ihtiyacı olduğu değerlendirilmektedir. Acil servis yakınlarında
kurulması önerilen acil grip polikliniğine grip sebebiyle başvuranlar, burada
yapılan muayenenin ardından gerekli bölümlere sevk edilmesi istenmektedir.
H1N1’in Ekonomi Ve Piyasaya Etkileri
Ülkemizde domuz gribine yönelik tedbirler seferberlik halinde devam ederken,
hastalıkla mücadele çabası adeta ‘dev bir ekonomi’ yarattı. Alınan bireysel
önlemlerin yanı sıra kurumlar da ciddi kaygıya yol açan domuz gribi salgınına
karşı önlemlerini hızlandırdı. O dönemde yayınlanan haberlerle alakalı bir
çalışma yapıldığında hangi sektörlerde ne gibi bir değişiklik ve hareketlilik
olduğu gözlemlenmektedir. Bu değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir;
98
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
-
Piyasada ambalaj ve alkol bazlı dezenfektanların satışı arttı;
özellikle jel formundaki alkol bazlı el dezenfektanı satışının yoğun oldu,
domuz gribi nedeniyle bireysel kullanıcılarda da artış gözlendi, kapasite doldu,
alkol kalmadı, fiyatların arttı, farklı alkoller kullanılmaya başlandı.
- Maske talebi arttı; domuz gribi dolayısıyla maske satışlarında yüzde
200-300 artış yaşandı, maske talebi karşılanamadı.
- Asansör kapasitesi azaltıldı; bazı kuruluşlar öpüşme-el sıkma gibi
fiziksel temasların engellenmesi için binalarda çeşitli noktalara dezenfektan
spreyler yerleştirdi. Hastalığa özel ek tedbir olarak, solunumla yayılıma karşı
asansörlerin kapasitesi azaltıldı. Binalara taze hava üfleyen mekanik sistemler
yeniden ayarlanarak, taze hava miktarı artırılıp, bina içi havanın daha sık
dolaşımı sağlandı.
- AVM’ler temizliği artırdı; çok sayıda insanın ziyaret ettiği alışveriş
merkezleri de domuz gribine karşı önlemlerini artırdı. Gribin bulaşma riskini
azaltmak için sensörlü kağıt havlu, sensörlü musluk, sensörlü sifon kullanıldı.
- Đlaç borsasına etkileri; borsalar domuz gribi endişeleri ile sarsılırken,
kazanan ilaç şirketleri oldu. Turizm, ulaştırma, hammadde hisselerinde salgın
endişesi ile sert satışlar yaşanırken sağlık sektörü hisseleri kazandırdı.
- Islak mendil satışı arttı; suya ve sabuna kolay ulaşma imkanı
olmayan durumlarda kullanılan antibakteriyel jellerin satışlarında, H1N1 riski
yüzünden ciddi oranda artış oldu. El yıkama jelleri ve ıslak mendillerin
satışları neredeyse üç katına çıkarken sabuna olan talep yüzde 20, gripten
korunmaya yönelik vitaminlere olan talep ise yüzde 50 arttı.
-
Vitamin satışları da arttı; H1N1’den sonra vitamin satışlarında
yüzde 50 civarında artış yaşandı. Özellikle C vitaminleri, ekinezya ve doğum
yapmış ineğin ilk sütü olarak bilinen colostrum’un en çok satılan ürünler oldu.
99
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
6.
H1N1
ÖRNEĞĐNE
GÖRE
TÜRKĐYE’DE
ACĐL
DURUM
PLANLAMASINDA ALINMASI GEREKEN TEDBĐRLER
Planlama ve Yasal Alanda Alınabilecek Tedbirler
ABD’de 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası kurulan Anavatan Güvenliği
Başkanlığı’nda anavatan güvenliği ile ilgili dört halka halinde bir sistem
öngörüldüğü halde Türkiye’de ulusal düzeyde böyle bir sistemin varlığından
söz etmek mümkün değildir. Her ne kadar ülke düzeyinde sorumluluklar
belirlenmiş ve kuruluşlar arasında bir organizasyona gidilmiş olmakla beraber,
ülke güvenliği ile ilgili öngörülmüş bir çerçeve güvenlik sistemi söz konusu
değildir. Türk ulusal sistemi durumdan duruma kısa dönemli ilave tedbirlerle
değişen, sistemsiz ve kopuk bir acil durum yönetimine sahiptir. Örneğin ülke
güvenliği ile sistemin çatı kurumu Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği
olması gerekirken, Pandemik Đnfluenza ile ilgili acil durum yönetimi pratik bir
çözüm ile tamamen Sağlık Bakanlığı içinde bir kurumun (Temel Sağlık
Hizmetleri Genel Müdürlüğü) sorumluluğuna verilmiştir. Böylece icracı
kurumlar arası bir kolaylık sağlanmaya çalışılırken ülke güvenliği ile ilgili asıl
kurumlar sistem dışına itilmiştir. Nitekim bu durum planlama çalışmaları
yanında kapsamlı bir güvenlik anlayışının geliştirilmemesine neden olmuş,
günlük ve palyatif tedbirlerle influenza krizine yaklaşılmıştır.
Türk ulusal güvenlik sistemi içerisinde tehditler ortaya çıkmadan (kriz öncesi),
kriz esnası ve sonrasında tüm kuruluş ve kurulumları kategorik olarak sistemin
içine koyacak, anlaşılır bir güvenlik konsepti çerçevesinde sınırların ötesinden
tüm Türkiye’yi kapsayacak bir güvenlik yapılanmasının gerçekleştirilmesi
(sadece pandemi sorunu ile sınırlı olmayan) ülkemizin devam eden en önemli
sorunlarından biridir. Oluşturulacak sistem dâhilinde acil durum yönetimi en
dıştan içe halkalar halinde gerekli ve koordine edilmiş acil durum hazırlığı ve
müdahale sistemini öngörülmelidir. Söz konusu sistem içinde merkezi
100
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
planlama yanında adem-i merkezi uygulama esas olmalı; iller, yerel yönetimler
ve yerel diğer kuruluşlar mümkün olduğu kadar çok rol almalıdır.
Alınması gereken diğer bir tedbir ise ABD’de örneği görüldüğü gibi bir Ulusal
Müdahale Planı çerçevesinde bölge halkının da acil durum planlaması içine
sokulmasıdır. Bu kapsamda vatandaşlardan (ABD’deki Vatandaş Kolordusu
gibi) teşkil edilecek birliklerin Savunma Müdürlükleri ya da belirlenecek diğer
bir yerel sistem içerisinde kullanılması düşünülmelidir. Ulusal bir sistem
dâhilinde koordine edilecek ve gönüllü hizmet programı teşkilatı haline
getirilecek böyle bir kuruluşta yer almak, tüm yayın organlarınca teşvik
edilmeli, ünlü kişilerin de katılımı sağlanarak eğitim kurumlarına (üniversite
gençliği) kadar yayılmalıdır. Keza, afet iyileştirme ve acil müdahale
konularında halkın eğitimine gayret edilmelidir. Oluşturulacak sistem
dâhilinde yerel müdahale yetenekleri ile ilgili hazırlıklar tatbikatlar ile
pekiştirilmelidir. Bu alanda sivil toplum örgütü yapılanmaları ve projeleri
teşvik edilmelidir.
Đnfluenza ile ilgili gerektiği takdirde başvurulacak kamu mevzuatının en yenisi
1987 tarihli Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu olup, konunun yeni bir sağlık
politikası çerçevesi içerisinde yasal olarak ele alınma ihtiyacı ortadadır.
Pandemi ve benzeri krizlerin ortaya çıkması halinde yapılacak yasal
düzenlemeler ile krize getirilecek tedbirler ile ilgili bütçeden kaynak tahsisi
yanında, yeni duruma uygun bir “Hazırlık ve Reaksiyon Ulusal Çerçevesi”
dokümanı ortaya konmalı, bu doküman acil durum çerçeve dokümanında yer
alan kamu, özel ve yerel tüm birimlere rehber teşkil etmelidir. Bu kapsamda;
“Pandemi Görev Kuvveti”, mobil sağlık timleri, acil müdahale timleri
oluşturularak; ilk anda müdahale edecek unsurlar yanında, (tehdidin henüz
yayılmadığı
safhada)
gerekli
ön
bilgi
birikimi
merkezden
kontrol
edilebilmelidir. Nitekim söz konusu görev kuvveti ABD’de H1N1 stratejik
program faaliyetlerini koordine etmiş ve uygun politikaların geliştirilmesine
101
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
odak teşkil etmiştir. Kriz için ayrılacak bütçede yerel yönetimler, hastaneler ve
diğer sağlık birimleri için uygun ve yeterli bir tahsis sağlanmalıdır.
Uluslararası Đşbirliği ve Sürveyans
H1N1 virüsü ile ilgili olarak DSÖ Genel Direktörü Dr. Margaret Chan Haziran
ayında “Virüsün artık durdurulmadığını” açıklamıştı. ABD, hemen domuz
gribi virüsünün daha çabuk belirlenebilmesi ve hastalığın daha iyi incelenmesi
amacıyla Meksika'da bir laboratuar kurdu. Türkiye’de de hastalığın takibi ile
ilgili tedbirler alınmış olmasına rağmen bu tedbirler pandemi konusunda ulusal
bir kamu sağlığı güvenlik politikası olmadığı için polisiye tedbirleri geçemedi.
Kısaca, hastalığın özellikleri ve alınacak tedbirler konusunda başından beri dış
haberlere bağımlı ve sınırlı bir araştırma kabiliyetinin ötesine geçilemedi. Bu
kapsamda uluslararası ve (Avrupa, Orta Doğu vb.) bölgesel düzeyde işbirliği
yapılacak örgütlenmelere ve bir network’e ihtiyaç olduğu da açıktır. Bu
örgütlenmeler sadece hastalığın takibi için değil, alınacak tedbirler, aşı ve
tedavi usulleri hakkında araştırma ve geliştirme yapacak kurumsal işbirliğini
de sağlamalıdır. Bu kapsamda ülkemizde de “Hastalık Kontrolü ve Önleme
Merkezi” oluşturularak potansiyel vakaları gerçekten teyit edebilecek, bu
vakalardan hareketle risk faktörünü değerlendirip, tedaviye geçebilecek
kabiliyetleri geliştirilmelidir.
H1N1 krizi esnasında pek çok ülke belirsizlikler nedeni ile sağlıklı politikalar
geliştiremedi ve bu durum tehdidin gereğinden fazla abartılarak iş gücü israfı
yanında özellikle ithal edilen aşı konusunda sonradan ihtiyaç fazlası olduğu
anlaşılan masraflara yol açtı. Bu krizin Türkiye’den çok uzakta başlamış
olması ülkemize daha ihtiyatlı olma fırsatı vermiş olmakla birlikte, ülkemizin
bu alanda kurumsal ve teknolojik eksikleri göz önüne alınarak daha geniş ve
bulaşıcı bir hastalığa karşı hazırlıklı olmak için uluslararası işbirliğine olan
ihtiyaç ortadadır. Bu kapsamda özellikle BM, DSÖ ve AB içinde yapılacak
işbirliği çalışmaları önem kazanmaktadır. Muhtemel hastalıklara karşı etkin bir
102
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
aşı ve tedavi hizmeti geliştirecek nitelikte araştırma
merkezlerimiz
bulunmamaktadır. Türkiye’deki hekimlerin de ABD, Rus veya Đtalya’daki
meslektaşları gibi yeni aşı ve tedavi yöntemleri ile ortaya çıkacağı bir bilimsel
alt yapı hazırlanmalıdır. Bu kamu güvenliği bakımından dışarıya bağımlılığın
önüne geçilmesi ve finansal kolaylıklar yanında ülke prestiji açısından da
önemli bir konudur.
SONUÇ
Ülkeler, pandemi influenza gibi salgın hastalıklar da dâhil devam eden ve
muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip ederek, her seviyede
güvenliğe gelecek tehdit ve riskleri önceden değerlendirmek, gerekli önlemleri
önceden almak ve mevcut imkânları dâhilinde krizden en az zarar ile çıkacak
politikaları izlemek zorundadır. Türkiye’de her ne kadar ülke düzeyinde
sorumluluklar belirlenmiş ve kuruluşlar arasında bir organizasyona gidilmiş
olmakla beraber, ülke güvenliği ile ilgili öngörülmüş bir çerçeve güvenlik
sisteminden söz etmek mümkün değildir. Türk ulusal güvenlik sistemi;
durumdan duruma kısa dönemli ilave tedbirlerle değişen, sistemsiz ve kopuk
bir acil durum yönetimine sahiptir. Türkiye’de H1N1 virüsünün takibi ile ilgili
tedbirler alınmış olmasına rağmen bu tedbirler pandemi konusunda ulusal bir
kamu sağlığı güvenlik politikası olmadığı için polisiye tedbirleri geçemedi.
Gelecekte çok önemli ölüm miktarlarına yol açabilecek bu tür tehditlere karşı
dışa oldukça bağımlı ve sınırlı bir araştırma kabiliyetimiz bulunmaktadır.
Đnfluenza ile ilgili gerektiği takdirde başvurulacak kamu mevzuatının en yenisi
1987 tarihli Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu olup, konunun yeni bir sağlık
politikası çerçevesi içerisinde yasal olarak ele alınma ihtiyacı ortadadır.
Ülkemizde de “Hastalık Kontrolü ve Önleme Merkezi” oluşturularak
potansiyel vakaları gerçekten teyit edebilecek, bu vakalardan hareketle risk
faktörünü değerlendirip, tedaviye geçebilecek kabiliyetleri geliştirilmelidir.
Acil durum hasta takibi için sağlık altyapısı yeni teknolojiler ile modernize
103
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
edilmelidir. Öte yandan Türkiye’de sağlık sektörünün ilgili bütün kesimlerin
memnuniyetsizliğine neden olan kronik bir problemin içinde olması, özellikle
ücret politikaları nedeni ile etkin bir acil durum yönetimini olumsuz
etkileyebilir. Nitekim Türkiye'de her geçen gün yaygınlaşan domuz gribinin
faturası sosyal güvencesi olmayan bazı vatandaşları zor durumda bırakmıştır.
KAYNAKÇA
AKDUR R.: Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi, Sağlık Bakanlığı Sağlık
Projesi Genel Müdürlüğü, Takav Matbaacılık, Ankara, 2001.
ALAN, Servet: Grip ve H1N1 Gribi Brifingi, Memorial Hastanesi, (12 Mayıs
2009).
BOOTH, Ken: Güvenlik ve Özgürleş(tir)me, Avrasya Dosyası, Güvenlik
Bilimleri Özel, Cilt: 9, Sayı: 2, Ankara, Yaz 2003.
BUCHANAN, Sally: Emergency Preparedness, Preservation Issues and
Planning, American Library Association, Chicago, 2000.
COOPER B.S., TROTTER C.L., PITMAN R.J.: Modelling The Đnternational
Spread Of Pandemic Influenza: How Much Time Can Interventions Buy?
Influenza Vaccines for the World, 24 th -26 th May 2004, Lisbon.
DEDEOĞLU, Beril: Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınları,
Đstanbul, 2003.
DEMĐRHAN N.: Türkiye’de 112 Đlk ve Acil Yardım Hizmetleri ve Afetlerdeki
Rolü, Đstanbul, 2003.
ERGÜNAY, Oktay: Afete Hazırlık ve Afet Yönetimi, Türkiye Kızılay Genel
Müdürlüğü Afet Operasyon Merkezi (AFOM), Ankara, 2002.
HADDOW George D.: Butterworth-Heinemann: Introduction to Emergency
Management, Amsterdam, 2004.
KÜÇÜKUSTA, Ahmet Rasim: H1N1 Virüsünden Allah Razı Olsun, Güneş,
(22 Aralık 200).
ÖZTÜRK, Özgül: Domuz Gribi Şirketleri Alarma Geçirdi, Referans Gazetesi,
(26 Kasım 2009).
104
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması
PFALLZGRAFF, Robert L.: Future Use of Military Power, Security Studies
for t he 21 st Century, (Ed. Richard H. Shultz, Roy Godson, Geırge H.
Quester), Brasney’s Inc., Virginia, 1997.
SALGADO C.D., FARR B.M., HALL K.K., HAYDEN F.G.: Influenza in the
Acute Hospital Setting. Lancet Infect Dis, 2002.
SEBER, Alois J.: Emerging Technologies in the Context of “Security, Institute
for the Protection and Security of the Citizen, Quarterly Journal. (Fall 2006).
Siirt Güney Gazetesi: Hastaneler Dolup Taştı Acil Grip Polikliniği
Kurulmalıdır, (17 Kasım, 2009).
T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü: Pandemik
Đnfluenza Ulusal Faaliyet Planı, Ankara, Nisan 2006.
Takvim: H1N1'i Atlattı Ama Faturaya Takıldı, (02 Aralık 2009).
Türk Dil Kurumu: Türk Dil Kurumu Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara, 1965.
UK Cabinet Office: Capaility Review of the Foreign and Commonwealth
Office, London, March 2007.
Vatan Gazetesi: Aşıda Şok, (05 Aralık 2010).
YILMAZ, Sait: Kriz Yönetimi ve Đstihbarat, Bahçeşehir Üniversitesi Kriz
Yönetimi ve Psikopolitik Sertifika Programı Konferans Notları, 02 Şubat
2008, Đstanbul.
YILMAZ, Sait: Crisis Management in NATO, NATO School CM Course
Lecture, Oberammergau-Germany, 2001.
WISNER, Ben; P. Blaikie, T. Cannon, and I. Davis: At Risk - Natural Hazards,
People's Vulnerability And Disasters, Routledge, Wiltshire, 2004.
Zaman Gazetesi: Özel Hastaneler Test Yapamaz, Paranızı Boşa Harcamayın,
(06 Kasım 2009).
ĐNTERNET KAYNAKLARI
ALVAREZ, Gloria: H1N1 Puts Hospitals on Defense, egpnews.com, (02 Jan
2010).
FEMA Web Sitesi, www.fema.gov Federal Emergency Management Agency
Website (Access: Jan 05, 2010).
Haber Data, Pandemi Son Gelişmeler, (Giriş: 19 Ocak 2010).
http://www.haberdata.com/haber/10002/pandemi-son-gelismeler-haberi.html
JAFFIN, Bob: Emergency Management Training: How to Find the Right
Program, Emergency Management Magazine, (September 17, 2008).
http://www.govtech.com/em/articles/400741 . (Access: 25 Dec, 2009).
105
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106
Sait Yılmaz
LINDELL, M.; Prater, C.; Perry, R: Fundamentals of Emergency
Management,
2006.
(Retrieved
January
9,
2009)
at:
http://training.fema.gov/EMIWeb/edu/fem.asp .
MedPedia Web Sitesi: 2009 Flu Influenza Pandemic, (09 Jan, 2010).
http://www.flutrackers.com/forum/showthread.php?p=334221
Net Haber, Özel Hastaneler Domuz Gribi Testleri Yapmaya Başladı, 26 Kasım
2009. (Giriş: 10 Ocak 2010).
PRATT, R.J., PELLOWE, C., LOVEDAY, H: The Epic project. Developing
National Evidence-Based Guidelines For Preventing Healthcare-Associated
Đnfections. Journal of Hospital Infection, (Supplement), 2001, p.39-46.
www.dh.gov.uk/PublicationsAndStatistics/ . (Giriş Tarihi: 12 Ocak 2010).
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Đnfeksiyon Hastalıkları Derneği: Pandemik
H1N1 Gribi Toplantılarından Çıkan Sonuçlar, 21 Ekim 2009,
http://www.klimik.org.tr/News.aspx?newsId=254 (Giriş: 14 Ocak 2010).
UK, Department Of Health: Influenza Pandemic Contingency Planning.
Operational Guidance For Health Service Planners in England. London, 2005.
http://www.dh.gov.uk/assetRoot/04/11/10/82/04111082.pdf (Giriş: 13 Ocak
2010).
www.h1n1.gen.tr/portal/genel-haberler/dso-baskani-margaret-chan-asiolmadigini-soyledi (Giriş: 04 Ocak 2010).
http://www.turkcebilgi.com/kamu_sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1/s
ozluk (Giriş: 01 Şubat 2010).
http://www.euractiv.com.tr, (Giriş: 21 Şubat 2010).
http://www.odatv.com, (Giriş: 25 Şubat 2010).
http://www.dw-world.de, (Giriş: 22 Şubat 2010).
106
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,107-137
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
AĞ TABANLI TERÖRİST ORGANİZASYONLAR
EL KAİDE TERÖRİST ÖRGÜTÜ
İnci Sökmen∗
ÖZET
Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde, ABD deki 11 Eylül 2001 saldırısı,
Soğuk Savaş Sonrası ABD hâkimiyetine dayalı tek kutuplu sistemde, yeni bir
dönemin başlangıcı oldu. Saldırı ile ortaya çıkan küreselleşme karşıtı küresel
terörizmin simgesi, İslam dinini referans alan Sünni El Kaide terörist örgütü
bir devlet-altı aktör olarak önem kazandı. Dünya çapında bir ağ şeklinde
örgütlenerek, “Küreselleşen Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılmış dönemi
“Düzensizlik ve Kaos” olarak dönüştürdü. Yeni dönemde uluslar arası aktörler
olarak terörist gruplar ve organize suç örgütleri güvenlik unsurunu tehdit eden
aktörler olarak önem kazandılar. Örgüt yapıları da; küreselleşmeye paralel ağ
tabanlı bir network üzerinden hem eylemlerin hem de tüm operasyon için
gerekli finansal alt yapılar üzerinden herhangi bir yerde ve zamanda
gerçekleştirildiği, emir komuta zincirinin merkeziyetçi bir yapı olmayan
biçimde değişime uğradı. Tüm şebeke yapılar, bilgi çağının getirmiş olduğu
organizasyon, doktrin, strateji ve teknolojiyi benimseyerek ortaya çıktılar. Bu
çalışmada küreselleşmeyle ortaya çıkan ağ tabanlı terörist örgütlerin
özelliklerini incelemek ve farklı organizasyon yapısı ve yeni teknikleri
kullanmasıyla gerek terörizm literatüründe gerekse uluslararası ilişkilerde yeni
bir dönemin başlamasına neden olan, küresel terörist organizasyon El Kaide’yi
bir devlet-altı aktör olarak örneklemektir. Bu ağ tabanlı organizasyonların
ortaya koymuş olduğu Ağ savaş özeliklerini belirterek, gelecekte ağ tabanlı
terörist örgütlerin, var olan mevcut koşulları dikkate alarak nasıl şekilleneceği
üzerinde bir öngörüde bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Terör örgütleri, El Kaide, Şebeke (network)
yapılar.
ABSTRACT
Within the discipline of International Relations, September 11, 2001 attacks in the
United States, based on the Post-Cold War US-dominated unipolar system, was the
∗
KHO Doktora Öğrencisi, BÜSAM Terör Masası Uzmanı, [email protected]
İnci Sökmen
beginning of a new era. Emerging anti-globalization attack a symbol of global
terrorism, with reference to Islam, a Sunni al-Qaida terrorist organization has become
more important as non- state actors. A worldwide network in the form of organizing,
"Global New World Order" has been called the period "Disorder and Chaos" as
converted. The new era of international actors as organized crime and terrorist groups
that threaten the security aspect of its importance as actors have won. Organizational
structure also, parallel to globalization over the network and network-based actions
required for all operations and financial infrastructure through any place and time was
carried out, the chain of command structure of the non-centralized manner has changed.
All network structures of the information age has brought the organization, doctrine,
strategy and technology by adopting emerged. In this study, globalization and emerging
network-based terrorist organizations to examine the characteristics and different
organizational structures and new techniques need's implementation in the literature as
well as terrorism in international relations of a new era began causing global terrorist
organization al Qaeda the non- state actors, as is sampling. This network-based
organizations have been put forth by specifying the Net wars features in the future
network-based terrorist organizations, are taking into account the current conditions on
how to shape is to a prediction.
Key Words: Globalization, Terrorist organizations, Al-Qaida, Network Management
Structures.
GİRİŞ
Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde, ABD deki 11 Eylül 2001 saldırısı,
Soğuk Savaş Sonrası ABD hâkimiyetine dayalı tek kutuplu sistemde, yeni bir
dönemin başlangıcı oldu. Saldırı ile ortaya çıkan küreselleşme karşıtı küresel
terörizmin simgesi, İslam dinini referans alan Sünni El Kaide terörist örgütü,
tüm dünya gündeminin odak noktası yaptı. Dünya Mcluhan’in 1960’da
belirttiği gibi dünyanın Global Köy haline geldiği bir yapıyı amaçlamaktadır.
(McLuhan ve Povers, 2001) Bu fikrin temelinde dünyanın tek bir ulus olması
ve 20.yy da evrensel bir batı kültürü yaratma isteği vardı. Öngörülen yapı
oluşmasa da Bilgi çağının ulusal ve uluslar arası güvenlik sorunları, geleneksel
güvenlik sorunlarından daha dağınık, çok boyutlu ve belirsiz nitelik
kazanmıştır.
İlaveten
küreselleşme
ulus-devletlerin
zayıflamasına
yol
açtığı
gibi
farklılıkların birbirini beslediği, etnik, dini, milliyetçi terörünün gelişimine de
katkıda bulunmuştur. Ulus-devletin zayıflaması “çökmüş devlet” olarak da
adlandırılarak, ülke içinde yaratılmış otorite boşluğunun illegal yapılar
108
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
tarafından doldurulduğu devlet şekli olarak küresel terörizmi besleyen bir
neden olarak gösterilmiştir.
Geçmişte terörizm, kolayca tarif edilebilen ve belirli bir komuta –kontrol
mekanizmasına sahip, ideolojik bir amaç ya da ulusal kurtuluş mücadelesi
olarak tanımlanırdı. Günümüzde Küresel terör, sınırları ve kimliği nerede
olabileceği tam belli olmayan yapısıyla geçmişe nazaran daha tehlikeli ve
öldürücü niteliktedir. Ağ tabanlı organizasyon yapısı ve gevşek bağları
nedeniyle çözülmeleri de oldukça zordur. Dünya üzerindeki hiçbir devlet bu
tehditten muaf değildir. Terörizmin değişen yüzünde,1990 sonrası dönemde
değişim geçirmeye başlayan uluslararası sistemin yapısından kaynaklanan,
iletişim ve ulaşım teknolojilerinde görülen gelişmelerin de önemli bir katkısı
vardır.
Diğer bir önemli nokta, küreselleşme öncesi ülkeler arasındaki rekabet de bir
araç olarak kullanılan terörist grupların, Yeni Düzen ‘de kendini yaratanlara
karşı eyleme girmiş olmalarıdır. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm olarak
adlandırılan bu faaliyetler, ABD’de Reagan Doktrini çerçevesinde aktif bir dış
politika aracı olarak görülüyordu. Afganistan’ın 1979’da SSCB tarafından
işgal edilmesiyle, El Kaide Rus güçlerine karşı ABD tarafından yaratılmış ve
kullanılmış bir örgüttü. 11 Eylül 2001 saldırısı ile bir bakıma kendini yaratmış
olan güce karşı bir tepki verme özelliği vardı.
Terör grupları, bir devlet altı aktör olarak dünya sistemi üzerinde etkili
sonuçlar doğurmaya başlamıştır. El Kaide terör örgütü de yukarıda sayılan
nitelikleri gösteren bir örnektir. El Kaide saldırılarıyla adlandırılan Küresel
terör bu tepkinin ve çökmüş devlet yapısının yarattığı ortamda ortaya çıkmış
ve küreselleşmenin sembolü sayılan hedeflere yaptığı saldırılar ile bu tepkisini
dünya kamuoyunun gündemine taşımıştır.
Bu çalışmada amaç, küreselleşmeyle ortaya çıkan ağ tabanlı terörist örgütlerin
özelliklerini belirterek; farklı organizasyon yapısı ve yeni teknikleri
109
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
kullanmasıyla gerek terörizm literatüründe gerekse uluslararası ilişkilerde yeni
bir dönemin başlamasına neden olan, küresel terörist organizasyon El Kaide’yi
bu
yapıya
uygun
bir
örnek
olarak
incelemektir.
Bu
ağ
tabanlı
organizasyonların ortaya koymuş olduğu yeni çatışma biçimi Netwars (Ağ
Savaşları) özellikleri toplumların içine girebilecekleri çatışmalar ve bu
çatışmalara güvenlik güçlerinin nasıl hazırlanması ve cevap vermesi gerektiği
açıdan önem taşımaktadır. Gelecekte ağ tabanlı terörist örgütlerin, var olan
mevcut koşulları dikkate alarak Terörizmin Geleceği nasıl şekilleneceği
üzerinde bir öngörüde bulunmaktır.
KÜRESELLEŞME
Küreselleşme teriminin isim babası Ronald Robertsin, bu kelimeyi “dünyanın
tek bir mekan olarak belirginleşmesi ve bir bütün olduğu bilincinin artması”
şeklinde tanımlar.(King, 1998: 11) Son yıllarda üzerinde en çok tartışılan, çok
farklı anlam ve değerler yüklenen kavramlardan biridir. Geçerli sayılabilecek
tanımlar; “ dünyanın tek bir mekan olarak algılanabilecek ölçüde sıkışıp
küçülmesi anlamına gelen bir süreç “(Tutar, 2000:18); “ Ekonomik, siyasal,
sosyal ve kültürel değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin
ulusal sınırlar dışına taşarak dünya genelinde yayılması” (Erbay, 2000: 170);
“Dünya çapında giderek daha yaygın ilişkiler,artan karşılıklı bağımlılık ve
herkes için daha fazla olanak ve hassasiyetler doğuracak şekilde yoğunlaşan
uluslar arası faaliyetler “(Aydın, 2005: 1) süreci şeklinde belirtilebilir.
Küreselleşme; siyasal, ekonomik, kurumsal, kültürel olmak üzere dört boyutlu
bir kavramdır. Kimilerine göre ekonomik bütünlük, bazılarına göre kitle
iletişim araçlarının etkisiyle ortak kültüre yönelik bir süreç, bazılarına göre ise
emperyalizmin yeni adı olarak değerlendirilmektedir. Tek boyutlu değil,
birbirine bağlı olan ve birbirini destekleyen ilişkiler içerisindeki olgular
bütünüdür.Bir değişim rüzgarı olarak nitelendirilebilecek olan bu kavram,
teknoloji devriminin meydana getirdiği haberleşmede yaşanan hızlanma ve
110
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
ulaşılabilen alanların genişlemesiyle bir çok alanda sayısız değişimlere yol
açmıştır. (Kazgan, 2000: 21)
Soğuk
Savaş
sonrası,
1990-2000
dönemi
bir
yandan
her
alanda
küreselleşmenin yaşandığı, diğer yandan küreselleşmenin merkezi ABD'nin
savunduğu ekonomik ve siyasal modellerle bunların sosyal uzantılarının tüm
dünyada etkili olmaya başladığı topyekun bir geçiş dönemi olmuştur.
Uluslararası sistemin yapısını temelinden sarsabilecek yeni olgu ve eğilimler
ortaya çıkmıştır; İletişim teknolojisinin ulaştığı boyut devlet sınırlarını
aşındırmış devlet’in birçok konuda yetkileri tartışılır hale gelmiştir. Bireyler,
Sivil toplum kuruluşları, medya, uluslar ötesi şirketler ve diğer ekonomik
aktörler alternatif bir güç potansiyeli oluşturmuşlardır. Hükümetlerin denetimi
dışında kalan çok uluslu kuruluşların servetleri bazı ülkelerin ulusal
bütçelerinden fazla gözükmektedir. Küreselleşme sonucunda yeni endüstri
alanları ve e-ticaret gibi iş yapma şekilleri ortaya çıkmıştır. Yönetim
kavramları olarak Ağ tabanlı (şebeke) organizasyonlar, stratejik birliktelikler,
sanal yönetim ve organizasyonlar önem kazanmıştır.
Finansal alanda birçok kontrol edilemeyen finansal araç veya düzenin
oluşmasına yol açmıştır. Devletlerin bu finansal yapıları kontrol etme gayreti,
gerek bu yapıların büyüklüğü gerekse devamlı işler halinde bulunmaları
nedeniyle yetersiz kalmaktadır. Giderek fazlalaşan ve karmaşıklaşan
haberleşme ağları sayesinde para elektronik sinyaller haline gelmiş ve
devletlerce takibi daha da zorlaşmıştır. Bunu bilen terör ve organize suç
grupları devletlerce takibi zor finansal ağları kullanarak devamlılıklarını ve
etkinliklerini sürdürebilir hale gelmişlerdir.
KÜRESELLEŞME VE TERÖRİZM
Küreselleşme, baskıcı devletlerdeki yeni liberalleşme hareketleri, devletlerin
işlevlerinin özelleşmesi ve bilgi teknolojilerindeki artış dünyanın güvenlik
ajandasını, tehditleri ve aktörleri etkilemiştir. Güvenlik sorunu günümüzde
111
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
küresel bir hal almıştır. Devlet merkezli ve bölgesel sorunlar hala önemli
güvenlik sorunları olarak kabul edilirken, terörizm ve örgütlü suçlar başta
olmak üzere devlet dışı birimlerce yürütülen ve kimi zaman bazı devletlerin
çıkarları doğrultusunda destek verdikleri faaliyetler, küreselleşme döneminin
uluslararası güvenlik sisteminin öncelikli sorunları haline gelmiştir. (Tuathail,
2003: 162)
1990'lara
kadar
sınırlı
bölgelerde
faaliyet
gösteren
terör
örgütleri
küreselleşmenin getirdiği ortamlardan yararlanarak ve yine küreselleşmeden
kaynaklanan olumsuzlukları taraftar toplama ve meşrulaştırma unsuru olarak
kullanarak, küresel ölçekte faaliyet göstermeye başlamışlardır.. Batılılaşma,
demokratikleşme, tüketicilik, piyasa kapitalizminin artışı şeklinde ortaya çıkan
küreselleşme, hem yarattığı küresel değişiklikler hem de elde edilen faydanın
eşit dağılmaması sonucu tutucu bir kültürle yetişmiş belirli ayrıcalıkları
olmayan insanlarda bir karşı duruş yaratmıştır. Günümüz küresel terör olarak
adlandırılan olaylar, merkez/yerel, büyük/küçük veya modern/geleneksel güç
mücadelesinin devamı niteliğindedir. Terörizm, zayıfın silahıdır. Gücü açık
biçimde üstün olan karşı tarafa karşı yenmek için en iyi araç asimetrik biçimde
saldırmaktır. İslam’ı referans alan terör gruplarının etkin olduğu yerlere
bakıldığında kapalı, dinin hâkim olduğu, mevcut yönetimler için demokrasinin
tehdit olduğu ülkeler göze çarpmaktadır. Güçsüz kesim olarak algılanan bu
ülkeler terörizmi bir araç olarak kullanarak hem amaçlarını dünyaya belirtmek
hem de direnç noktası olarak kullanmaktadırlar.
Terörist gruplar gelişen bilgi teknolojileri ve bunun diğer imkânlarından
yararlanmakta ve bunu kendi lehine yarayacak şekilde kullanmayı öğrenmeye
devam edip bu yolla yeni strateji ve yöntemler üretmektedir. Bu yüzden bilgi
teknolojileri terörizmin değişiminde hem niteliksel hem de örgütsel bakımdan
etkili olmuştur. Organizasyon yapılarında değişiklikler meydana gelmiş,
yapılan eylemlerin nitelikleri değişmiştir. Kitle imha silahlarını elde
edebilmekte, medya ile dünyaya ulaşabilmektedirler. Karmaşık haberleşme
112
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
ağları sayesinde elektronik sinyaller şeklindeki paralar, devletlerce takibi zor
olduğundan terör ve organize suç grupları bu finansal ağlara yoğun ilgi
göstererek devamlılıklarını ve etkinliklerini sürdürebilir hale gelmişlerdir.
(Cronin, 2004 :42)
BİLGİ TEKNOLOJİLERİ VE TERÖRİZM
Bilgi Toplumu; toplumsal yaşamda temel kaynağın bilgi olduğu, toplumda
hareketliliğin bilgiye dayandığı, bilginin kolayca elde edilebildiği ve
dağıtılabildiği, disiplinler arası yatay ilişkilerin önem kazandığı bir toplum
olarak tarif edilmektedir. (Koçel,2005: 23) Soğuk Savaşın tanımlayıcı ölçütü
ağırlık, özellikle de füzelerin taşıdığı savaş başlıklarının ağırlığı iken,
küreselleşme sisteminin tanımlayıcı ölçütü ticarette, ulaşımda, iletişimde ve
buluşçulukta hızdır. Küreselleşmenin Geleceği: Lexus ve Zeytin Ağacı
kitabının yazarı Thomas Friedman
“Soğuk Savaş Einstein’in kütle-enerji
denklemi e=mc2 ile ilgiliydi. Küreselleşme Moore Yasasıyla ilgilidir: Silikon
çiplerinin işlem gücünün her on sekiz ila yirmi dört ayda iki katına çıkacağını
söyler: Soğuk Savaş sırasında en sık sorulan soru şuyd : Füzenizin büyüklüğü
ne kadar ? Küreselleşme çağında ise en sık sorulan soru: Modeminizin hızı ne
kadar?. diyerek hız kavramının bilgi toplumundaki önemine vurgu
yapmaktadır. (Friedman, 1999: 32)
Bilgi elde edinimi devletler için önemli bir stratejik üstünlük sağlamaktadır.
Bilginin sağladığı bu güç, istihbarat toplama, terörizm, stratejik savaşlar,
saldırılar, ekonomik savaşlar, savaş dışı faaliyetler, lojistik destek sağlamak
gibi birçok faaliyette kullanılabilmektedir. Bu güce erişim için gereken
ücretlerin düşük olması sebebiyle devletlerin yanında terörist örgütler de etkin
bir biçimde bu güçten faydalanmaktadırlar. (Lonsdale, 2003: 197)
Bilgi çağının terörizm bağlamında ele alınan yönü, büyük ölçüde artan
teknolojik imkânların teröristlerin de kullanımına açık araçlar haline gelmiş
olmalarıdır. Bilgi çağına uyum sağlamış yeni bir terörizmin oluşumu,
113
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
doktrinsel, stratejik, teknolojik ve örgütsel anlamda toplu bir değişimin
sonucunda gerçekleşmiştir. (Arquilla ve Ronfeld, 1999: 40)
Bilgi devrimi doktrin ve strateji bağlamında bazı terörist gruplar geleneksel
olarak benimsemiş oldukları baskı ve zorlamaya dayalı paradigmalarını terk
ederek, daha çok bir savaşın (asimetrik savaş) özellikleri çerçevesinde eylem
yapmaktadırlar. ABD hedeflerine karşı gerçekleştirilen saldırılar bu paradigma
ekseninde gerçekleştirilmiştir. Teknolojik olarak düşmanın bilgi alt yapılarını
yok etme stratejisi, fiziksel saldırının yanında önem kazanmıştır. Terörist
örgütlerin, bilgi sistemlerine saldırmak yoluyla çok az risk alarak ve gözle
görünür faydalar sağlayabilme potansiyelleri vardır. Ayrıca yüksek ölüm ve
zarara yol açan eş zamanlı saldırılar ve kitle imha silahların üretilmesine ilişkin
bilgilerde bilgi teknolojileri kullanarak sağlanabilmektedir.
Bilgi çağında internet, faaliyet sahasını genişleten terörizmin en önde gelen
araçlarından biri olmuş ve terörizm tarafından kendisine yararlı olacak her
şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Tim Thomas internetin terörist amaçlara
ulaşmak için kullanılmasını “Bilgi Terörizmi“ olarak nitelendirmektedir.
(O’Brien, 2002: 86) Terörist örgütler açık veya gizli şekilde bağış paralarının
toplanması, örgüt elemanlarıyla şifreli mesajlar, operasyonların kontrol
edilmesi, örgüte eleman kazandırma, örgüt içindeki iletişimin sağlanması ve
sempatizan kitlelerin oluşturulması gibi amaçlarda kullanılmaktadır.
Terörist grupların etkinliğini artıran bilgi teknolojileri aynı zamanda örgütlerin
yapısal biçimlerinde ağ tabanlı (network) örgüt yapısının benimsenmesini
sağlamıştır.
AĞ (NETWORK ) TABANLI TERÖRİST ORGANİZASYONLAR
Bilgi devriminin en önemli sonuçlarından biri, şebeke (network) biçimindeki
örgüt yapılarının ulusal ve uluslar arası tüm sosyal alanlarda yükselişe geçişi
olmuştur. Organizasyonların çevredeki değişimlere hemen cevap verebilecek
114
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
bir yapıya kavuşması, etkinliğinin arttırılması ve organizasyonun uzman
olduğu asıl işini yapması, diğerlerini de başka organizasyonlara devretmesi
sonucunda şebeke (network) organizasyonlar ortaya çıkmıştır. Yönetim ve
organizasyon alanında Şebeke (Network); “ Bir mal veya hizmeti üretebilmek
için yapılması gereken faaliyetlerin ve gerekli olan kaynakların tek bir elde
toplanması yerine farklı organizasyonlara dağıtılmış olması” şeklinde
tanımlanmaktadır. (Koçel, 1998: 283) Ağ yapılı örgütlenmeler alışılan
hiyerarşik yapılı örgütlerden daha avantajlı konum sağlamaktadır.
Washington Uzlaşısı ilkeleriyle 1980’li yıllardan itibaren yaygınlaşan neoliberal politikalarla sermayenin uluslararasılaşması hız kazanmış ve şirketlerin
şebeke
sistemlerinin
işleyişi
ulusal
politikaların
küreselleşmeye
uyumlaştırılmasıyla güçlü kurumlar olarak dünya sisteminde yer almaya
başlamışlardır. Neo-liberalizm çok uluslu şirketlerinin uluslararası işbölümü
vasıtasıyla şebeke sistemi kurmalarının itici gücü olmuş, şirket birleşmeleri
veya satın almaları sonucunda sermaye yoğunlaşması paralelinde oligarşik
yapılanma oluşmuştur. Devletlerin milli gelirinden daha üstün dev şirketler
olduğundan bu şirketlerin gücü ticari kârlarının artması ötesinde siyasi olarak
da kendini göstermiştir.
Ekonomik olarak devletlerden daha güçlü çok uluslu bir şirketin devletin karar
mekanizmasında de facto yer alması, uluslararası kurumların toplantı
gündemini oluşturması, gittikleri ülkelerdeki ulusal mali ve siyasi politikaları
kendi
yapılarına
uyumlu
hale
getirmeleri
günümüzde
yaygın
olan
uygulamalardır. Şebeke şirketi olgusu, denizaşırı ortaklıkları olan çok
uluslulardan daha karmaşıktır çünkü bu şebekeler, ulusal sınırların ötesinde,
firmalar arası teknoloji, üretim, finansman ve pazarlama becerileri ittifaklarına
dayanır. Son zamanlarda sadece bir ülkenin uluslararası rekabetçiliğinden çok
küresel ya da birçok yerli firmaya dayanan daha ileri düzeydeki bir teknolojik
115
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
uluslararasılaşma eğilimini ifade etmek üzere Tekno küreselleşme terimi de
kullanılmaya başlamıştır. (Freeman ve Soete, 2003 )
İyi yapılanmış bir şebeke organizasyonun, haberleşme, güven ve güç olarak üç
önemli unsuru vardır. Şebeke organizasyonlar, faaliyet gösterdikleri çevrede
stratejik ve taktik planları oluşturabilmeyi haberleşme kanalları sayesinde
gerçekleştirirler. Doğru ve hızlı bilgi akışı (hem yatay hem de dikey) başarı
için belirleyici bir faktördür. Daha fazla güven duyan organizasyonlar arasında
kurulur. Bir işbirliğinde organizasyonlar kendi personellerini, teknolojilerini ve
bilgilerini ortakları ile paylaşırlar. Güven olmadan her şeyin paylaşımı çok güç
olacaktır. Yine organizasyonların sahip oldukları geçmişleri, etnik yapıları,
bölgesel ve ideolojik yapıları veya profesyonellikleri bu işbirliğini daha da
kolaylaştırmaktadır. Şebeke sisteminin çalışması benzer görüş ve değerlere
sahip kurumlar arasında daha da kolaylaşmaktadır. Güç ise karşılıklı
dayanışmadan doğar. Şebekedeki her organizasyonun farklı kapasiteye sahip
olmasının sonucu (ekonomik, teknolojik, uzmanlık) karşılıklı dayanışma
gerçekleşmektedir. (Dinçer, 1991: 334-335)
Ağ tabanlı organizasyonların temel özellikleri, organizasyon içindeki iletişim
ve koordinasyonun dikey veya yatay resmi bir rapor verme şeklinde olmayıp,
mevcut görevin niteliğine göre şekil alan bir yapılanma biçiminde olması, ağın
iç yapısındaki çeşitli bağlantılar organizasyon dışında ulus sınırları boyunca
dağılmış bireylerle oluşturulan ilişkilerle tamamlanması, örgüt içi ve dışındaki
bağların bürokratik emirlerle değil karşılıklı güvene dayanan, ortak paylaşılan
kural ve değerler yoluyla güçlü tutulması sayılabilir. (Zanini ve Edwars, 2001:
32-33)
Yeni tür ağ tabanlı örgütlenmeler ana olarak üç biçimde şekillenmektedir. Bu
örgütlenme biçimleri Zincir, Yıldız (Tekerlek Göbeği) ve Çok Bağlı Ağ
yapılarıdır. Bu ağ tabanlı örgütlenme biçimleri kısaca şunlardır (Arquilla ve
Ronfeldt, 2001: 7-8);
116
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
1.Zincir Ağ (Chain Network): Bu ağ yapısında bir kaçakçılık güzergahındaki
gibi insanlara, mallar ve bilgi birbirinden ayrı temas noktaları boyunca bir
çizgi üzerinde hareket etmektedir. Bu örgütlenme de iletilen bir mesajın bir
uçtan diğer bir uca ara noktalar üzerinden geçmesi gerekmektedir.
Şekil -1 : Zincir Ağ Yapısı (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 8)
2. Yıldız (Tekerlek Göbeği) Ağ (Hub and Spoke Network) : Bu tür ağ
yapılanmaları bir kartel yapılanması veya bir şirkete bağlı bayiliklerde görülen
yapıya benzemektedir. Bu örgütlenme biçiminde her aktör veya grup merkezde
ki bir noktaya bağlanmaktadır. Bu organizasyon yapısında örgüt içi iletişim ve
koordinasyon,
merkezde
bulunan
noktadan
geçerek
diğer
noktalara
iletilmektedir. Şekil -2 itibariyle yıldız veya tekerlek göbeğini andırmaktadır.
Şekil -2: Yıldız Ağ Yapısı (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 8)
117
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
3.Çok Bağlı Ağ Yapısı (All Channel Network): Ağ yapısında bulunan herkes
birbiriyle ve diğer herkesle bir bağlantıya sahiptir. Şekil-3 de görüldüğü gibi
her bağlantı noktası bir bireyi ,bir grubu, organizasyonu veya bunların bir
bölümünü nitelediği gibi bir devleti de temsil edebilir.Bu ağ modelinde bağlar
küçük veya geniş olabileceği gibi sıkı veya gevşek bir şekilde de bağlanmış
olabilir. Ağ içerisindeki bu bölünmeler bir konuda uzmanlaşan kısımlar
olabileceği gibi aynı konuda görevler yapan noktaları da temsil edebilirler. Ağ
yapısının mevcut sınırları dış ortamla girilen ilişkiye göre ya çok belirli ya da
belirsiz bir şekil almaktadır.
Ortaya konulacak bu üç ana ağ organizasyon modeli kullanılacakları yere ve
amaca uygun olacak şekilde seçilmektedir. Örneğin zincir ağ modeli
kaçakçılık eylemlerinde kullanılabilirken, yıldız modeli bir terörist örgütün
lider kadrosunun yapılanmasında kullanılabilmektedir. Genelde çok bağlı ağ
yapısını dağınık hareket eden, iletişim imkânı yüksek merkez yapısı olmayan
militan gruplarında görebilmekteyiz. İlaveten bu ağ yapıları beraber
kullanılarak melez ağ yapıları (hibrid) oluşturabilmekte hatta hiyerarşik
yapılarla birlikte bu organizasyonlarda yer almaktadır. ( Jackson, 2006: 255)
Şekil -3: Çok Bağlı Ağ Yapısı (Arquilla ve Ronfeldt, 2001 : 8)
Ancak bu üç ağ modeli içerisinde organizasyon ve sürdürülebilirlik
bakımından oluşturulması en zor olanı, çok yoğun bilgi akışı nedeniyle çok
118
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
bağlı ağ yapısıdır. Yatay organizasyon şekli bulunan ağ yapısında terörist grup
olarak bakarsak hedef alınarak yok edilebilecek belirli bir lider, karargâh veya
komutan bulunmamaktadır. Ağ içerisinde hiyerarşik yapı en az seviyededir
fakat birden fazla lider yönlendirmede rol almaktadır. Karar alma ve
eylemlerde merkezi olmayan bir yaklaşım bulunmakta, yerel inisiyatife ve
otonomiye izin verilmektedir. Baş olmayan bir grup olarak hareket
edilebilirken başka zamanlarda çok başlı hareket edebilme kabiliyetine sahip
bir yapılanma biçimi ortaya çıkmaktadır. (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 2)
Ağ tabanlı örgütlenmelerin sayısı artıkça yaptırım gücü devlet dışı aktörlere
geçmesi ve onlar tarafından kullanılmaya başlaması uluslar arası sistem için en
önemli sonuçlardan biridir. Aktif olarak bu tip örgütlenmeler; terörist gruplar,
organize suç örgütleri ve hükümet dışı örgütlerce (NG0)
benimsenmiştir.
Geniş bir alana yayılarak ve çoklu örgütlenme yapılarıyla devlet kaynaklı
aktörlerden daha hazırlıklı ve yeterli olarak karar alıp hareket edebilir hale
gelmişlerdir. (Arquilla ve Ronfeldt , 1999: 45-46)
Örgütsel anlamda terörist gruplarda da, özel şirketler gibi geleneksel hiyerarşik
gruplardan daha esnek şebeke biçiminde örgütlere doğru bir dönüşüm
gerçekleştirmişlerdir. (Hoffman, 1998-1999: 19) Hiyerarşik yapılanmanın terk
edilmeye başlanması terörist grupların karar alma mekanizmalarında tek adam
liderliğinin yerini daha düz merkez niteliğinde olmayan örgüt tasarımlarına
bırakarak terörizmin ulus aşan/uluslararası nitelik kazanmasına neden
olmuştur.
Bilgi çağı koşullarına uyarlanmış terörizmde, müttefikler bulmak insan
topluluklarını etkilemek ve komuta ve kontrolü sağlayabilmek yoğun bir
karşılıklı
iletişimi
gerektirdiğinden
şebeke
yapılar
bilgi
teknolojileri
kullanarak, terörist örgüt içerisinde birden fazla liderin farklı ülkelerde
birbirine paralel faaliyet göstermelerine olanak sağlamıştır. Ayrıca bu ortam
içerisinde teröristler parasal kaynak sağlanması, istihbarat paylaşımı, eğitim,
119
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
lojistik, planlama, saldırıların icrası konusunda beraber çalışmaktadırlar. Bu
bağlantılar sayesinde eylem yapacak olan gruplar farklı coğrafyada ki diğer
gruplardan ihtiyaç duydukları güç ve desteği rahatça sağlayabilmektedirler.
Gerek siber alanda gerekse fiziksel olarak coğrafi alanda yayılmışlık teröristler
için eylemlerinin maliyetini azaltarak devamlılıkları içinde güvenli ortamlar
oluşturmaktadır. .
Günümüz tehlikeli terör grupları çoklu ağ yapılanmasını kullanarak hareket
etmekte ve bilgi teknolojilerinin yardımı ile yakalanmadan, etkili ve eş zamanlı
eylemler yaparak hiyerarşik yapılı devlet örgütlenmelerine karşı bir üstünlük
sağlamaktadırlar. Terörizm tehdidi bugün, esnek ve uluslar ötesi erişime sahip
ağ tabanlı bir örgütlenme biçimindedir. (National Strategy for Combating
Terrorism [web], 2003: 8) Gerilla tarzı vur-kaç yöntemi düzenli birliklere karşı
terör örgütlerinin geçmişte sonuç elde edebildiği bir savaşma şekline ilaveten
bu tip çoklu ağ yapısı da aynı açıdan militan gruplara üstünlük sağlayan bir
unsur olmuştur. Ağ yapısını bir silah olarak kullanarak, eylemlerinin hem
şiddet miktarını hem de yaratacağı etkiyi çoğaltmak için eşgüdümlü planlama
yaparak farklı noktalarda eylem gerçekleştirebilmektedirler. Militan grubu
genç insanlardan oluşan terör grupları, bilgi teknolojilerini yakından bilen bu
gençleri örgüt içerisine alarak kendilerine de yüksek seviyede ağ tabanlı ve
bilgisayar kullanan yapılar haline dönüşmelerine olanak sağlamaktadır.
Terörizm tehdidi bu ağ yapısı sayesinde daha yaygın, güçlü ve korkutucu bir
hale gelmiştir.
İlaveten elinde ciddi maddi gelir bulunan organize suç örgütlerinin kimi
yerlerde terör örgütleriyle iç içe geçmekte ya da ortaklıklar kurarak melez bir
yapıda finansal network ağı içinde çalışmaktadırlar. Farklı ideolojik amaç
(radikal veya etnik ) ve farklı coğrafyalarda eylem yapan terör grupları aynı
finansal network havuzundan beslenebilmekte, amacını yitirmiş terör grupları
organize
suç
gruplarına
dönüşerek
sisteme
katkılarını
devam
ettirebilmektedirler. İllegal yollardan elde edilen gelirlerin sisteme girişi
120
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
aklanarak yani kara paranın aklanması şeklinde olmakta ve ortaya çok ciddi bir
terörizm ekonomisi yaratılmış olmaktadır. Resmi olmayan bankacılık
sistemleri
bu
tip
örgütler
tarafından
rahatlıkla
kullanılmaktadır.
Küreselleşmeyle birlikte özelleştirme, kuralsızlaştırma, açıklık, emek ve
sermayenin serbest dolaşımı, teknolojik ilerleme gibi gelişmeler terör
ekonomisi tarafından da benimsenmiş ve kapsamlı işletme teknikleri ve
finansman araçları kullanarak kendilerini finanse edebilen organizasyonlara
dönüşmüşlerdir.(Napoleoni, 2004: 14-15)
AĞ SAVAŞLARI (NETWARS)
Ağ tabanlı yapılar yoluyla terör örgütlerinin yürüttüğü bu mücadele Ağ
Savaşları (Netwars) terimiyle de kullanılmaktadır. Ağ Savaşları genel bir
ifadeyle terörist gruplar gibi devlet dışı aktörlerin bilgi çağı ile uyumlu şebeke
tipi örgüt yapılarını, doktrin, strateji ve teknolojileri kullandıkları, yeni
oluşmakta olan bir çatışma şeklidir. Bu yeni çatışma biçimi küçük gruplardan
oluşan ve dağınık bir biçimde yerleşmiş, eylemlerini oluşturdukları ağ yapısı
üzerinden planlayıp icra eden ağ tabanlı örgütlenmeler yer almaktadır.
Geleneksel savaşın sahip olmadığı özellikleri içeren bir çatışma ve suç şeklidir.
(Arguilla ve Ronfeldt, 2005: 15)
Siber savaş ise internet ortamında karşı tarafın bilgilerine ulaşabilme, stratejik
noktaları çökertme şeklinde gerçekleşen savaştır. Gerek siber savaş ve Ağ
Savaşı geleneksel olarak tanımlandığı şekliyle gerçek savaşlar değildir. Her
ikisi de bilgi hakkında, kimin neyi, ne zaman, nerede ve niçin bildiği ve bir
toplum ya da bir ordunun, kendisi ve düşmanları ile ilgili bilgisine bağlı olarak
ne kadar güvende olduğu hakkında bir savaş biçimidir. Siber boşluktaki tüm
silahlar Ağ Savaşı’nda, propaganda faaliyetleri ve veri tabanlarına, bilgi
sistemlerine müdahale bulunma amaçları için kullanılabilmektedir.
Ağ savaşının uygulayıcıları, mutlak bir merkezi komuta sistemi olmayan,
karşılıklı olarak birbirine bağlanmış biçimde, mesafe gözetmeksizin iletişim ve
121
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
koordinasyon gerçekleştirip, kampanyalarını bu şekilde sürdürebilen küçük
ölçekli, coğrafi anlamda yayılmış küçük gruplardan oluşmaktadır. Toplumsal
düzeyde çatışmalar ve eylemler asimetrik olarak planlanıp, tüm bilgi toplumu
teknolojisini ve bağlantılı hücreleri kullanarak gerçekleştirilmektedir. Hücreler
merkezi otoriteden bağımsız hareket etmektedir. Eylem yapılacak ülkede
yetkili bir kişi ya da o ülkeye gelen örgüt temsilcisi 5 kişilik bir grup (hücre)
oluşturarak eylem yapmakta, eylem sonrası grup dağılmaktadır.
11 Eylül 2001 Saldırısı Ağ savaşı biçimindeki çatışmanın örneklerinden
sayılabilir. El Kaide terörist örgütünün gevşek, çok ağ tabanlı yapısı bilgi
teknolojilerini kullanarak eylemi gerçekleştirecek militanlarını eğitmiş,
haberleşmelerini sağlamış, eylem için militanlar farklı ülkelerden bir araya
gelerek operasyonu gerçekleştirmişlerdir. Küresel alanda yaşanan gelişmeler
Ağ Savaşı’nın gelip geçici bir güvenlik sorunu olmayacağını göstermektedir.
Bilgi devrimi dünya çapında genişlemeye ve derinleşmeye devam ettiği sürece
Ağ Savaşı’nın daha da sıklıkla uygulanması beklenebilir. Ağ Savaşı örnekleri
çoğaldıkça farklı terörist grupların sahip oldukları tekniklerin ve kapasitelerin
seviyesinin de arttığının bir göstergesi olmaktadır. Ağ Savaşı uygulamaları
şebeke tipi örgüt yapısına önemli ölçüde bağımlı olduğundan dolayı son
yıllarda uluslararası karşılıklı bağımlılığın artması Ağ savaşının uygulanmasını
kolaylaştırıcı bir etki yapmıştır.
AĞ TABANLI (NETWORK) TERÖRİST ÖRGÜT: EL KAİDE
TERÖRİST ÖRGÜTÜ
11 Eylül 2001 de dört yolcu uçağı füze şeklinde kullanılarak, ABD Dünya
Ticaret Merkezi ile Pentagon olarak bilinen Amerikan Savunma Bakanlığı’na
çarptırılmıştır. Bu eylemin sorumlusu merkezi Afganistan’da bulunan ve
dünyanın altmış dan fazla ülkesinde şubesi olduğu söylenen İslam dinini
referans alan Sünni El Kaide örgütü olarak belirtilmiştir. El Kaide 11 Eylül
2001 saldırısının sorumlusu olarak geçen altı yılda dünyanın değişik
122
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
bölgelerinde, büyük çaplı silahlı saldırı eylemleri gerçekleştirmiş, birbirinden
bağımsız, farklı ülkelerde bulunan, adem-i merkeziyetçi örgüt yapısına sahip
Sünni radikal dinci terörist örgüt organizasyonun adıdır. Liderliğini Yemen
doğumlu zengin bir Suudi aileden gelen Usame bin Ladin’ in yürüttüğü
düşünülen bu örgüt dünyanın birçok ülkelerine yayılmış çok sayıda
hücrelerden oluşmaktadır. Usame bin Ladin ve El Kaide isimleri birbirleriyle
özdeş hale gelmiş olsalar bile, örgüt sadece Ladin tarafından tek başına
yönetilmemektedir.
1988 yılında Usame Bin ladin tarafından Sovyet birlikleri ile savaşmak için
Afganistan’da kurulmuş örgüt, Soğuk Savaş sonrasında yüksek gücüyle
denetimsiz kalmıştır. Siyasi ajanda olarak Müslüman ülkelerde halifelik adı
altında büyük bir devlet hedefini belirlemiştir.
DÜNYA
TİCARET
MERKEZİ
ABD SAVUNMA
BAKANLIĞI
PENTAGON
Uluslar arası sermayenin ekonomik egemenliğinin,
emperyalizmin ve kapitalizmin sembolü olarak
algılanmış ve vurularak ABD ekonomik alandaki
hegemonyasını yok etme anlamı yüklemiştir.
Pentagon, dünyadaki ABD askeri gücünün varlığının
merkezi olarak algılanmış ve sembol olan Pentagon’u
vurarak dünyadaki ABD askeri gücünü vurma anlamı
yüklenmiştir.
Şekil -4: 11 Eylül 2001 Saldırı Hedefleri
Terör uzmanı Thornton’ın terörizmi tanımlarken “ şiddet kullanmaya ya da
şiddet tehdidi içeren normal dışı yollarla siyasal davranışları etkilemek üzere
dizayn edilmiş sembolik bir fiildir “ diyerek sembolik yanını vurgulamaktadır
(Thornton, 1964: 77) Terörizmde eylem semboliktir. El Kaide örgütü 11
Eylül saldırılarında seçmiş olduğu hedefleri, amacına uygun olarak
belirlemiştir. Hedeflerin bu yönü ile simgesel özellikleri iyi vurgulanmıştır.
Küreselleşme sürecine ve bu sürecin lideri olan ABD ye karşıdır.
123
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
ABD tarafından küreselleşme karşıtı hedefi ile bu terör Küresel Terör olarak
adlandırılmıştır. Bu saldırı ile birlikte terörizm dünya barışını ve güvenliği
tehdit eden küresel bir sorun olarak kabul edilmiştir. Dünya güvenliğinde bu
tip terörist örgütlerin Kitle İmha Silahlarına sahip olabileceği de ihtimal
dâhilinde tutularak 21.yy.da yükselen yeni küresel tehditler olarak
tanımlanmıştır.
Her yeni terör örgütü bir öncekinden daha fazla yaratıcı, daha kuralsız ve
acımasız savaşmanın yollarını bulmakta ve geliştirmektedir. 19.yy. da basit
silahlar ile mücadele eden teröristler 20.yy. da bir yolcu uçağını füze olarak
kullanarak
veya
biyolojik
ve
kimyasal
silahlar
ile
eylemlerini
gerçekleştirebilmektedirler. David Rapoport’a göre Terörizm tarihinde
dördüncü dalganın bir ürünü olan dini motifli küresel terör, terör gruplarının
hem eylem hem de kullandıkları taktikler açısından yeni teknolojik
gelişmeleri kullanarak ne kadar profesyonelleştiklerini göstermektedir.
Yaşanan saldırıların boyutu, etkisi, yöntemi ve sonuçları daha önceki terörist
eylemlerden bazı yönlerden farklı olarak terörizm literatüründe yer almıştır.
Bu özellikleri nedeniyle küresel terör, terörizmin yeni miladı olarak da
adlandırılmaktadır.
El Kaide terörist örgütü gevşek bağlarla birbirine bağlanmış ağ örgütlenmesi
yapılanmasına sahiptir. Küresel terör ve El Kaide’nin korkutucu yanlarından
biri dünyada farklı yerlerde bağlantıları olan bir terörist şebekesi (Ağ Yapısı)
olmasıdır. Bu tip şebeke terör örgütü biçimi modern tarihte tek ve yeni
değildir. Terörizmin üçüncü dalgası 1960 ve 1970’lı yıllarda, sol ideolojili
terörist örgütleri şebeke örgüt yapılarını kullanmaktaydı. Marksist gruplar
endüstriyel açıdan gelişmiş ülkelerde özellikle öğrenci grupları arasında
sempatizan kazanarak küçük grupların örgütlenmesine neden olmuşlardı.
Kentli şiddet hareketlerini gerçekleştiren terör örgütleri arasında Baader –
Meinhof, Kızıl Tugaylar ve Japon Kızıl Ordusu gibi örgütler bu şekilde
ortaya çıkmış ve kendi aralarında bağlar kurarak ve birbirlerinden çok şeyler
124
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
öğrenerek evrensel bir iletişim ağı şeklinde hareket etmişlerdir. Filistin
Kurtuluş Örgütü de (FKÖ) İsrail güvenlik güçlerine göre 1981 de 22 tane alt
grubu olan yarı network bir terör örgütüydü. (Mcallister, 2004: 304) El Kaide
örgütü de değişik alt kültürlerden gelen ve üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan
Müslümanların mağduriyet, mazlum duygularını, kurban psikolojisini
kullanarak eleman toplamaktadır. Terörist ağı ile radikal İslam düşüncesini
Cihat adı altında tüm dünyaya yaymayı hedeflemektedir.
Oliver Roy’un Afgan Matrisi diye tanımladığı göçebe cihatçılardan oluşan El
Kaide, birçok ülkedeki radikal İslamcı örgütlerin bir araya gelmesiyle ilan
edilmiş bir cihat”ın yönlendiricisidir. Örgütü oluşturan temel mantık ise, tek
başına hareket ederek başarılı olamayacak örgütlerin amaçlarına bir arada
ulaşmasıdır. Nihai amaç dünyadaki bütün Müslümanları tek bir hilafet
yönetimi altında toplamaktır.(Roy, 2003: 172)
Siyasal İslam’ın Sünni terörizm kolu Usame Bin Ladin İslam adına yaptığı
savaşı cihatçılık ideolojisini yeniden yorumlayarak yaymaya çalışmaktadır. Bu
yeni cihat ideolojisi; cihatçıları gerçek inanlar, onların dışında kalanları kafir
yapmaktadır. Dar-ül Harbte bulunan kâfirler dine zarar verdikleri için
öldürülmeleri gerekir. Bu savaşın sonunda kalıcı olan bir İslami dünyaya yani
tüm dünyanın Dar-ül İslam olmasıdır. İslamın küresel olarak egemen olması
ile dünya barışı sağlanacaktır. Ladin’in Benim Cihadım kitabını temel eğitim
kitabı olarak kullanarak, terörizmi dini söylemler ile meşrulaştırmaktadır.
Terörist eylemini terör olarak görmemekte, Allah yolunda cihat yaptığını
düşünmektedir.
Maaş verilen teröristlerin dünyanın her yerindeki varlığının sağlanması,
istihbarat elde edilmesi, finansal kaynakların dolaşımı, insan kaynaklarının
elde edilmesi, eğitim kamplarının mevcudiyetinin sürdürülmesi ve birçok
saldırının planlaması, örgüt lider Usame Bin Ladin’in çok uluslu yapılanmış
terör örgütü (network) aracılığıyla kendisine bağlı veya beraber hareket eden
125
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
gruplar arasında kurduğu ağ yoluyla gerçekleştirmektedir. Örgütün bilinen
lideri Ladin olmasına karşın, Irak’ta şimdi hayatta olmayan Ebu Musab El
Zarkavi gibi örgütün bağlantıda bulunduğu topraklarda liderler farklıdır.
(Jenkins, 2001: 11-12)
Terörist organizasyonlar zayıf yapılar oldukları için gizli hareket etmek ve
korunaklı alan bulmak zorundadırlar. Küresel terör’ün hücre tipi yapılanması
güvenlik güçleri ve istihbarat servislerinin süreklilik arz eden yöntemlerini
terör örgütlerini izlemede başarısız kılmaktadır. Seçilmiş hedef ülkede El
Kaide örgütünün yetkili kişisi taşeronlar kullanmak suretiyle eylem
yapabilmektedir. 11 Eylül ve Londra patlamalarında Amerikan Gizli Sevisi
CIA ve İngiliz Gizli sevisi M16 bu yapıyı gerekçe göstererek eylemi önceden
engellemeyi başaramadıklarını bildirmişlerdir. Çökmüş devlet yapıları ve
istikrarsız bölgeler örgüt için korunaklı alan imkânı sağlamaktadır.
El Kaide örgütü bugüne kadar bilinen terör örgütlerinin hiyerarşik dikey
yapılanmasından çok farklı; yatay, gevşek ve dünyanın dört bir yanında
birbirinden bağımsız ağ tabanlı yapıyı 3 şekilde biçimlendirmiştir:
1.Hücreler Hücreler yarı bağımsız ve yalnızca kendilerine verilen görevleri
yerine getirmektedirler. Her grup dört veya beş kişiden oluşan hücre sistemini
kullanırlar. Her hücreden yalnız bir kişinin diğer hücreler ile veya daha yüksek
liderlik sorumlularıyla teması vardır. Böylece birimlerden biri yakalanacak
olursa diğerlerini ele veremez. Her hücre bağımsız eylem yapmakta ve diğer
hücrelerde faaliyet gösteren örgüt üyelerinin kimliğini bilememektedir. Kendi
teröristlerinin bile birbirini tanımadığı bu örgüte Ladin’in Gizli Ordusu demek
daha uygun olur. Gizli polis ve istihbarat ajanlarının sızmasına karşı çok geniş
ve
dağınık
olarak
büyürler.
Kolluk
kuvvetlerinin
örgüte
yönelik
operasyonlarında yerel hücrelerden üst düzey kadrolara ulaşmak mümkün
değildir.
126
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
ABD olaydan sonra Afganistan’a yaptığı saldırı ve bombalama sonucu, örgüt
zarara uğrasa da ve Usame Bin Ladin ölse de sistem bir şekilde kendini devam
ettirecek şekilde oluşturulmuştur. Hücrelerin liderleri gizli ve özel eğitim almış
kişilerden oluşur. Operasyon esnasında kimlerin yer alacağı yapılmasına çok
kısa bir süre önce belirlenir. Şebeke elemanları sadece internet ya da video
kasetleri üzerinden mesajları almaktadır. El-Kaide liderinin hiç tanımadığı ya
da hiçbir şekilde bir araya gelemeyeceği dünyanın çeşitli yerlerinde
destekçileri böylece ortaya çıkmaktadır. Yerel yerlerde taşeron kullanmak
suretiyle örgüte üye olmadan bağımsız kişiler de kullanılabilmektedir.
TERÖRİST ÖRGÜTSEL KUMANDA
Liderin kimliği gizli
Sadece operasyon zamanı tim bir araya gelecek
Yönetim elemanı
DESTEK
İSTİHBARAT
TAKTİK
Her birimin 2-3 hücresi ve her hücrenin 2-5 elemanı vardır.
KUMANDA
Yönetim Elemanı
ALT-KUMANDA
ALT-YÖNETİM
BİRİM
Hedef hakkında
bilgi toplama
ALT-KUMANDA
ALT-YÖNETİM
BİRİM
İstihbarat
kısmı
Destek
kısmı
Taktik
kısmı
ALT-KUMANDA
ALT-YÖNETİM
BİRİM
Bir kişi daha
görevliyle kontak
kuracak
Şekil-5: Hücre Tipi (Brown,2004:45)
2.Mücahit Gruplar: Bir kısmını 1980’ler de Afganistan’daki savaş için başta
ABD, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan’da bulunan yaklaşık 50 ülkedeki
temsilcilikler aracılığıyla toplamış olduğu gönüllüler, diğer bir kısmını Bosna,
Çeçenistan, Somali, Kosova, Irak, Lübnan ve Filistin gibi dünyanın birçok
127
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
bölgesinde yaşanan çatışmalara cihat yapmak amacıyla katılan kişilerden
meydana gelmektedir. El Kaide gerek Cihat Bölgeleri olarak adlandırılan
ülkelere savaşmak için gelen mücahitlerin eğitimi, gerekse de özel bazı
hücrelerin eğitimi için Afganistan, Sudan, Yemen, Pakistan gibi ülkelerde
eğitim kampları ve barınak sağlamaktadır.
3.Yerel Örgütlenmeler El-Kaide organizasyonu altında faaliyet gösteren, bir
kısmı doğrudan veya dolaylı irtibat halinde bulunan değişik İslam
ülkelerindeki radikal İslamcı gruplardan oluşan örgütlenmelerdir. El-Kaide, bir
yönüyle radikal İslamcı grupların toplanma noktası ya da Cemaat-i İslamiye,
Özbekistan İslam Hareketi ve Hareket-ül Mücahidin gibi dünya çapında
faaliyet gösteren radikal İslamcı örgütlerin içinde yer aldığı geniş bir yelpaze
olarak nitelendirilebilecek yapıya sahip bir örgüttür. El Kaidenin merkezi ile
bu örgütler arasındaki ilişki hiyerarşik değil gevşektir. Bilgi teknolojilerini
kullanarak ağ merkezli yapıyı yaratmıştır. Bu ağ 60 ülke üzerinde faaliyet
göstermektedir. (wikipedia,[web],2008)
Bilinen
bağlantısı olan gruplar; Esbat el Ensar (Lübnan), Hareket ül
Ensar/Mücahitler (Pakistan),El Badar (Pakistan), Silahlı İslami Grup/GIA
(Cezayir), Saafi Grup (Cezayir), Taha el Fetih (Fetihin Öncüleri), Grup
Roubaix (Kanada/Fransa), Hareket ül Cihat (Pakistan), Şah Muhammed
(Pakistan), Cemaat Ulema-e İslam (Pakistan), Hizb-ul Mücahitler (Pakistan),
El Gama’a İslamiya (Mısır), Beytül İmam (Ürdün), İslami Cihat (Filistinli
yetkililer), Özbekistan İslamı Hareketi, El Cihat (Mısır), El –Cihat (Yemen),
Laskar-e Tuba (Pakistan), Libya İslami Grubu, Moro İslami Özgürlük Cephesi
(Filipinler), Partizanlar Hareketi (Keşmir), Ebu Seyf (Filipinler), El İttihat
(Somali), Tevhid ve Cihat (Irak) sayılabilir. (Swetnam ve Alexandar, 2001: 5253)
128
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
Usame Bin Ladin’in liderliğinin altında eylemlere ve faaliyetlere onay veren
Danışma Meclisi altında örgütün üst yönetimi ve yapılanması içinde 4 ayrı
komite bulunmaktadır;
1.Askeri Komite: Askeri konular ile ilgili komite, eleman toplama, eğitim,
silah tedariki,
2. Finans Komite: Örgütün finansal kaynaklarını organize eden komite. İslami
vakıflardan gelen paraları kontrol etmektedir.
3.Dini Komite (fetva komitesi): Dini propagandanın hazırlandığı komite.
4. Medya Komitesi: Basın ve yayınla ilgili komite.
Usame Bin Ladin
⇓
Danışma Meclisi
⇓
Asıl Komiteler
Dini Politika Belirleme
Askeri
Finans
Medya
Bütün dünyadaki hücreler ve ilişkide bulunan örgütler
Şekil-6: Örgüt Organizasyon Yapısı
Bu şekli ile çok uluslu bir şirketin örgütlenme modeline benzemektedir.
Danışma Meclisi -Yönetim Kurulu, Mali komite- Finansman Müdürlüğü, Dini
Komite–Stratejik Planlama,
Askeri Komite- Eğitim
ve
Satın
Alma
Departmanı, Medya Komitesi- Basın ve Halkla İlişkiler Departmanı, diğer
farklı ülkelerdeki örgütler ise şirketin şubeleridir. Çok uluslu şirketin örgüt
yapısından esinlenmiş küresel bir terör şebekesi görünümündedir. Usame Bin
Ladin iş adamı kimliği altında, ortak olduğu telekomünikasyon, inşaat, emlak
129
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
alanlarında faaliyet de bulunan Bin Ladin Şirketler grubundan örgüt
modelinden esinlenmiştir.
Ağ tabanlı (şebeke) terör örgütlerinin işleyişinin sağlıklı olması için temel
unsur karşılıklı güvendi. El Kaide terör örgütünün yerel örgütlenmeleri sahip
oldukları geçmişleri, etnik yapıları, bölgesel ve ideolojik yapılarındaki
homojenlik ile amaçlarda ortaklığı hedeflemiş çok uluslu bir yapı niteliğini
ortaya koymaktadır. Şebeke sisteminin çalışması benzer görüş ve değerlere
sahip kurumlar arasında daha da kolay olduğundan El Kaide terör örgütünün
etrafında birleştirdiği ortak değer ya da başka bir deyişle ideoloji; Cihat’tır.
Uzun vadeli hedefi Müslüman topraklardan batılıları çıkararak, sınırları
kaldırılmış din temeline dayalı tek bir hilafet devleti kurmaktır. Buna Grand
strateji denmektir. Bu hedefe ulaşmak için sürekli ABD ve müttefiklerini
rahatsız ederek onların İslam devletlerine yönelik politikalarını değiştirmektir.
Kısa vadeli hedef öncelikle batılı güçlerin Müslüman topraklarından çıkması,
ülke rejimlerinin Ladin görüş açısını benimseyen rejimlere dönüşmesidir.
Devrimci bir amaçla yeniden İslam coğrafyasının şekillenmesidir. Bu cihat
sonunda belirtilmiş topraklarda bir halifelik kurulacak, İslami esaslara uygun
yaşam sürdürülecektir.
Örgüt yapısında küresel bir yaklaşım olmasına rağmen, ilişkili bulunan
örgütler kendi geleneklerini ve düşünce biçimlerini danışma kurulunun
dikkatine taşımışlardır. Örneğin, Filistin meselesi El Kaide’nin gündemine asıl
olarak Usame Bin Ladin ile Ayman El Zevahiri’nin örgütlerini birleştirmesiyle
girmiştir. O zamandan beri, örgütte Mısır’daki İslamcı hareketlerden gelenlerin
ağırlığı bulunmaktadır. Örgütün iç güvenlik teşkilatında sorumlu ve birçok
eylemin asıl ismi olarak görülen kişiler, iki kuşaktan beri Mısırlıdır.
Fiziksel birlikteliği olmayan değişik bir örgütlenme tarzına sahip, El Kaide
örgütünün bu yapısını eleştirenler onu daha çok sanal bir örgüt yapısı içinde
farklı coğrafya da eylem yapan hayalet savaşçılarına benzetmektir. Bileşim
130
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
terminolojisinde kullanılan Sanal kelimesi hem Ladin’in 1988 de dünyanın
çeşitli yerlerinden topladığı mücahitlerin bilgisini içeren bir veri tabanı
oluşturmasından hem de açılmış farklı Arapça dini siteler ile kendi
görüşlerinin propagandasını yapmasından almaktadır. Bu siteler bir bakıma
Ladin’in hücre üyelerini etkilediği sanal ümmet şeklindedir. (Roy, 2003: 158163)
El Kaide terör örgütü bileşim teknolojisini azami şekilde kullanmaktadır.
Enformasyon teknolojisine çok sıkı bir şekilde entegre olmuştur. Kayıt edilmiş
lider ve yardımcılarının konuşmaları VCD şeklinde dağıtılarak ve internet
ortamında El Kaide web sitelerinde herkesin ulaşabileceği şekilde yer
almaktadır. Bu sitelerde El Kaide ideolojisi ve amaçları detaylı şekilde yer
alarak yeni militan kazanımı hedeflenmektedir. Lider fetvaları bilgisayar
ortamının dışında el ilanı ve cep telefonlarına gelen mesajlar şeklinde de
militanlarına ulaştırılmaktadır.
Global Terör –Finansal Sistem
Havale
Yasal
Ekonomik
Aktiviteler
Terör
Aktiviteleri
Global terör
Yardım
Vakıfları
İslam
ülkelerinden
gelen bağışlar
Bireyler ve
Özel
firmalardan
gelen bağışlar
Şekil-6 El Kaide Finans Ağı (Basile, 2004: 170)
131
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
El Kaide terör örgütünün finans kaynakları da dünya geneline yayılmış bir ağ
üzerinden çeşitli kaynaklardan toplanmaktadır. Suudi Arabistan, Taliban ve
Pakistan’daki sponsorlara çok ciddi mali yardımlarda bulunmuşlardır. İslam
dünyasında yapılan para transferleri çoğu gizli Havale sistemiyle elden
yapıldığı için izlenmesi zordur. Afganistan’da yaygın olarak kullanılan fakat
yasal olmayan Havale sistemini uyuşturucu kaçakçıları, kara para aklayıcıları
kullanmaktadır. Güven anlamındaki Havale sisteminde dünyanın herhangi bir
yerine para göndermek isteyen kişi parayı nakit olarak simsara teslim etmekte
verilen kod ve faksla öbür taraftaki simsara kod söylenerek parasını
almaktadır. (Napoleoni, 2003: 12) Başta lider Bin laden şahsi serveti, medrese
ve camilerden gelen bağışlar, terör aktiviteleri, havale sisteminden toplanan
paralarla Şekil-6 da görüldüğü gibi bir ağ tabanlı yapı üzerinden örgüte ciddi
paralar aktarılmaktadır.
SONUÇ
Küreselleşme ile iletişim, bilgi teknolojilerinde görülen gelişmeler bundan
istifade eden terör gruplarını yeni dönemin özelliklerine adapte olmalarını
sağlamıştır. Terörist gruplar dünya sisteminde önümüzdeki dönemde de kıt
kaynakların olduğu bölgelerde devletlerin bir aracı, kimi nokta da onlarla
rekabet eden bir güç olarak aktör rolünü devam ettireceklerdir. Geleceğin
savaşı, bir milletin ya da devletler grubunun ordularının birbirleriyle savaş
meydanındaki mücadelesi olarak düşünülmemelidir. Savaş kavramı da,
teknolojideki gelişmelere paralel olarak, askeri gücün kullanımından ibaret
olmaktan çıkmış, terörist organizasyonlardan, uyuşturucu kaçakçılığına,
psikolojik harekâttan sistematik ve bilinçli bilgisayar saldırılarına kadar geniş
bir boyuta yayılmıştır.
Ağ tabanlı örgütsel modeli benimsemiş El Kaide terör örgütü şebeke
sisteminin tüm özelliklerini taşımaktadır;
132
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
- Dağınık ve ağ yapılı bir organizasyon yapısı, çağdaş ordulara göre
daha ademi merkeziyetçi.
-
Ulus içi ve uluslar arası örgütlenmesi bir arada.
-
Uluslararası sistemdeki boşluklardan faydalanmakta (finansal ve siber
alem) ve küresel biçimde ülkeler içinde var olmakta.
-
Bireysel
hücre
yapılanmaları
ve
işlevsel
alanlar
(planlama,
operasyonlar, destek, istihbarat, medya) birbirinden izole edilmiş
-
Kaynaklara, eylemcilere ve genel konulara ilişkin talimatlar
merkezden verilse dahi inisiyatif daha çok merkez dışında bulunanlarca
kullanılmakta.
-
Bilgi teknolojilerinden en üst düzeyde faydalanma.
-
Ağlar sayesinde birden fazla eylem çok farklı coğrafyalarda eş
zamanlı eylem yapabilme.
Küresel alanda yaşanan gelişmeler Ağ Savaşı’nın gelip geçici bir güvenlik
sorunu
olmayacağını
göstermektedir.
Bilgi
devrimi
dünya
çapında
genişlemeye ve derinleşmeye devam ettiği sürece Ağ Savaşı’nın daha da
sıklıkla uygulanması beklenebilir. Temelde terörist organizasyonlar Darvinci
bir yaklaşımla kendinden öncekilerden çok şey öğrenme eğilimindedirler. Bu
yüzden de mevcut uluslararası sistemdeki yeni değişikliklere adapte olmak için
yenilikçi tarzlar geliştirmek eğilimindedirler. Ağ savaşı uygulamalarının
sayısal olarak artması, farklı terörist grupların sahip oldukları tekniklerin ve
kapasitelerin seviyesinin de arttığının bir göstergesi olacaktır.
Conor Cruise O’Brien Küresel terörizmin devamına neden olan faktörleri şöyle
sıralamaktadır; (Arıboğan,2001:250)
-
Dünyadaki siyasi bölünmeler, istikrarsız rejimler, çökmüş devletler
terörist taktiklere başvurmayı teşvik etmektedir.
133
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
-
Dünyada daha küçük, hafif, taşınabilir, eksiksiz ve daha ucuz
silahlara doğru bir eğilim vardır.
- Modern endüstriyel toplum çok karmaşık ve bütünleşmiş durumda
olduğu gibi, hassas teknolojisi de çökmelere başarısızlıklara karşı çok
duyarlıdır.
- Terörizm özgür toplumlara karşı sürdürülmesi göreceli olarak çok
daha kolay olduğu için totaliter toplumlarda fazlaca karşılaşılmaması şaşırtıcı
olmamalıdır.
-
Devlet destekli terörizm zayıf devletlere bundan sonra da fazla
kullanılır hale gelecek, düzenli ordular karşısında amaca ulaşmada tek yol
durumuna gelecektir.
- Teröristler açısından da terörizmin devamında birtakım çıkarlar söz
konusudur.
Teröriste
bu
yöntem
statü,prestij,
örgütlenme
ve
para
sağlamaktadır.
Benzer bir şekilde Ocak 2005’te CIA tarafından yayınlanan Mapping the
Global Future raporunda, terörizm geleceği konusunda şu fikirler ileri
sürülmüştür ;( CIA Map,[web], 2005 ) ABD’nin başlattığı küresel terörle
mücadelenin ardından yeni bir militan sınıfı ortaya çıkacaktır. El Kaide’nin
yerini aşırı dinci, merkezi olmayan küçük örgütler alacaktır. Tespit edilmesi ve
yakalanması
daha
zor
olan
bu
örgütler
güvenlik
güçlerinin
işini
zorlaştıracaktır. Önümüzdeki 15 yılda, uluslararası terör örgütleri radikal İslam
kimliği ile tanımlanmaya devam edecek, Ortadoğu, Batı Avrupa, Güneydoğu
Asya, Orta Asya gibi bölgelerde radikal İslam ideolojisi yayılacaktır.
Mensuplarının sayısı azalsa da terör örgütlerinin tehdidi devam edecektir
Tabanlı terörist örgütler ile mücadele de güce dayalı askeri çözümlü politikalar
sonuçları itibariyle bekleneni ortaya koyamayacak aksine var olan nefreti daha
da körükleyerek eylemlerin sürekliliğini sağlayacaktır. Bu nedenle küresel
134
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
terörün nedenlerine inerek, ekonomik sosyal,psikolojik ve siyasi çok yönlü
politikalar ortaya konarak ağ yapılarının beslendiği damarları ortadan
kaldırmak gerekir. Özellikle dünyadaki artan insan nüfusu karşısında mevcut
kıt kaynakların dağılımına yönelik uzun vadeli uluslararası işbirliği ve
planlama olmazsa bu kaynakların bulunduğu bölgelerde terör gruplarından
kaynaklanan istikrarsızlıkların olması kaçınılmazdır.
Kısaca B.M.Jenkins’e göre terörizmin geleceği; (Pırtaş, 2002: 94)
“Teröristler, dünyanın herhangi bir yerinde ki hedefi vurabilecek nitelik de,
akışkan olarak kalacaklardır. Aralarındaki bağlar ise, giderek güçleneceğe ve
karmaşık bir hal alacağa benzemektedir. Kendi hesabına çalışan (freelance)
teröristler
çıkabilir.
Bazı
ülkeler
terörist
grupları
kendi
çıkarları
doğrultusunda çalıştırabilir.” şeklinde özetlemiştir.
Terörü tam anlamıyla yok edilmese de kontrol altına alınabilecek seviyeye
getirmek önemlidir. 2001 yılından itibaren yapılan tüm uluslar arası işbirliği ve
güçlü istihbarat terör gruplarının var oldukları alanları daraltacaktır.
KAYNAKLAR
ARIBOĞAN, Deniz Ülke: Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, Der Yay.,
İstanbul, 2001.
ARQUİLLA, John and RONFELDT, David: Netwar Revitised: The Fight for
the Future Continues”, R.Bunker(ed), Networks Terrorism and Global
Insurgency, Routledge Group, New York, 2005.
ARQUİLLA, John and RONFELDT, David: The Advent of Netwar, A. John
and R. David (ed) Networks and Netwars :The Future of Terror, Crime and
Militancy , Rand Copr. Santa Monica, 2001.
ARQUİLLA, John and RONFELDT, David: Networks, Netwar and the
Information Age Terrorism, I.O.Lesser (ed) Countering the New Terrorism,
Rand Copr. Santa Monica, 2001.
AYDIN, Mustafa: Küreselleşme Karşısında Ulus Devlet-Ulusal Ekonomi ve
Güvenlik, Panorama Dergisi, Sayı 12, İstanbul, 2005.
135
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
İnci Sökmen
BASİLE, Mark: Going to The Source Why Al Queda’s Financial Network is
Likely to Withstand The Current War on Terrorist Financing, Studies in
Conflict & Terrorism, 2004.
BROWN, Doug: Terörizm ve Terör ile Mücadele Eğitim Kitabı (ACT-TM-1)
(çev.) Lütfi Tamer, 2004.
CRONİN, A.Kurt: Behind the Curve : Globalization and International
Terrorism, M.E.Brown ,O.R. Cote ,S.M. Lynn-Jones, S.E. Miller (ed) New
Global Dangers Changing Dimensions of International Security, MIT Press,
Cambridge, 2004.
DİNÇER, Ömer: Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Beta Yay., İstanbul,
1991.
ERBAY, Y.: Kavram olarak Küreselleşme, Yeni Türkiye Dergisi, 21.Yüzyıl
Özel Sayısı 1, Ankara, 2000.
FREEMAN, Chris & SOETE, Luc: Yenilik İktisadı, TÜBİTAK Yay., Ankara,
2003.
FRİEDMAN, Thomas: Lexux ve Zeytin Ağacı. Küreselleşmenin Geleceği,
Boyner Yay., İstanbul, 1999.
Global Map Report <www.dni.gov/nic/NIC_2020_project.htm>
HOFFMAN, Bruce: Terrorism Evolves Toward Netwar, RAND Review ,Vol
22, No2. Winter1998 -1999.
JACKSON, Brian: Groups, Networks, or Movements: A Command-andControl-Driven Approach to Classifying Terrorist Organizations and Its
Application to Al-Qaeda, Studies in Conflict & Terrorism, Routledge Taylor &
Francis Group, 2006.
JENKİNS, Brian: The Organization Men: Anatomy of a Terrorist Attack,
J.F.Hoge, J.R. ve G.Rose (ed), How Did This Happen :Terrorism and The New
War, Public Affairs, New York , 2001.
KAZGAN, Gülten: Küreselleşme ve Ulus Devlet: Yeni Ekonomik Düzen,
Bilgi Üniversitesi Yay., 1.Basım, İstanbul, 2000.
King, A.D.: Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi, (Çev.G.Seçkin, Ü.Hüsrev
Yolsal), 2.Baskı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1998.
KOÇEL, Tamer: Bilgi Çağı, Yönetim Düşüncesi ve Uygulamaları,
Uluslararası Yönetim ve Askerlik Sempozyum Bildirisi, Kara Harp Okulu, 2627 Mayıs 2005, Ankara, 2005.
KOÇEL, Tamer: İşletme Yöneticiliği, Beta Yay., İstanbul, 1998.
136
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137
Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü
LONSDALE, David: Enformasyon Gücü: Strateji, Jeopolitik ve Beşinci
Boyut, C.S.Gray, G.Sloan (ed): Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. (Çev
T.Karabacak), Asam Yay., Ankara, 2005.
NAPOLEONİ, Loretta: Modern Cihat, Neşenur Domaniç ve Nusrey Ayhan
(çev) , Bulut Yayınları, İstanbul, 2003.
McALLİSTER. Brad: Al Qaeda and The Innovative Firm :Demythologizing
the Network”, Studies in Conflict & Terrorism, 2004.
MARSHALL, McLuhan, BRUCE R. Povers: Global Köy, Scala Yayıncılık,
İstanbul, 2001.
O’BRİEN, Kevin: Networks, Netwar and Information – Age Terrorism,
A.Tan, K.Ramakishna (ed).The New Terrorism Anatomy, Trends and Counter
Eastern Universities Press, Strategies, Singapore, 2002.
PURTAŞ, Fırat: Yeni Boyutlarıyla Terörizm ve Dış Politika, Uluslararası
Terörizm ve Dış Politika, Prof.Dr.Osman Metin Öztürk (der.) Biltek Yay.,
Ankara, 2002.
ROY, Oliver: Küreselleşen İslam, Metis Yay., İstanbul, 2003.
THORNTON Perry, Thomas: Terror as a Weapon of Political Agitation, in
Internal War: Problems and Approaches, ed. Harry Eckstein Free Press of
Glencoe New York, 1964.
SWETNAM, Michel ve YONAH, Alexander: Bir Terörist Ağının Profili;
Usame Bin Laden, Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2001.
TUATHAİL, Gearoid.O.: Eleştirel Jeopolitiği Anlamak :Jeopolitik ve Risk
Toplumu, C.S.Gray, G.Sloan (ed) Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya .(çev
T.Karabacak), Asam Yay., Ankara, 2003.
TUTAR, H.: Küreselleşme Sürecinde İşletme Yönetimi, Hayat Yayıncılık,
İstanbul: 2000.
<http://en.wikipedia.org/wiki/Al_Quaeda>
WHELAN, Richard: El-Kaidecilik. İslam’a Tehdit, Dünya’ya Tehdit, Platin
Yayınları, Ankara, 2006.
White House: National Strategy for Combating Terrorism, Şubat 2003. The
White House Web sitesi, 1 Aralık
2005.<www.Whitehouse.gov/news/releases/2003/02/counterterrorism/countert
errorismstrategy.pdf>
ZANİNİ M. ve EDWARDS S.J.A.: The Networking of Terror in The
Information Age , J.Arquilla ve D.Ronfeldt (ed) Networks and Netwars: The
Future of Terror, Crime and Militancy, Rand Corp., Santa Monica, 2001.
137
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,138-154
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
NATO VE ABD’NİN AFGANİSTAN STRATEJİSİ,
YENİ STRATEJİNİN TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ
Osman Akagündüz∗
ÖZET
Güvenlik yapılanmalarının arkasındaki mantık tehdit algılaması ile doğrudan ilişkilidir.
Afganistan operasyonu için 2001 yılında kabul edilen stratejiye göre NATO ve ABD
kuvvetleri, Taliban ve El-Kaide ile ilişkili olan teröristlerin yakalanmasını veya ortadan
kaldırılmasını öngören “Karşı-Terörizm” stratejisini benimsemişti. Başlangıçta
Afganistan halkının geniş kesiminin de desteğini alan ISAF kuvvetleri, daha sonraki
dönemlerde uygulanan sert ve ölçüsüz kuvvet kullanımı metotları nedeniyle önemli
ölçüde halkın desteğini yitirmiştir. Giderek kötüleşen mevcut durum, NATO ve ABD
kuvvetlerinin yeni bir strateji geliştirip 2010 yılından itibaren bunu uygulamak için
hazırlıklar yapmasına neden olmuştur. Afganistan’dan bir an önce çekilmeyi arzu eden
ABD, bu strateji için NATO ülkelerinden daha fazla kuvvet talep etmektedir. ABD bir
yandan 34.000 kişilik ilave bir kuvvet gönderme kararı almıştır. Türkiye gibi halkının
büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin askerlerinin, Afganistan’da doğrudan
muharip bir görevde kullanılması uygun değildir.
Anahtar Kelimeler: Afganistan, ABD, NATO, Türkiye, Strateji.
ABSTRACT
Afghan strategy approved in 2001 for NATO and USA envisaged a counter-terrorism
strategy in order to capture or eradicate the terrorists of Taliban and El Qaeda.
Although the ISAF Forces had a great support of the Afghan people at the beginning,
they gradually losted that support aftermath of the operations due to the rough and
careless force implementations. Deteriorating situation caused to develop a new
strategy and preparations for the NATO and US Forces to launch in 2010. The US,
willing to terminate Afghan mission immediately, demands much forces from NATO
countries for that strategy. On the other hand USA has decided to send a troop with
34,000 people to Afghanistan. In reaction force demands, it is foreseen that Turkish
involvement to combat missions is not appropriate due to her Muslim character.
Key Words: Afghanistan, USA, NATO, Turkey, Strategy.
∗
Araştırmacı Yazar, (Habertürk Televizyonu), [email protected]
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
GİRİŞ
Türkiye Başbakanının 6-8 Aralık 2009 tarihlerindeki ABD ziyareti öncesinde,
ABD’nin karşılıklı görüşmeler sırasında iki ülkenin birbirinden muhtemel
talepleri medyada geniş yer buldu. ABD’nin bu ziyaret sırasında Türkiye’den
bir NATO ülkesi olarak Afganistan’a muharip güç, yani bizzat çatışmalara
girecek ve teröristlerle çarpışacak asker gönderilmesini isteyeceği hakkındaki
iddialar bu muhtemel taleplerden birisi olarak gösterildi. Bununla beraber,
çeşitli Türk yetkili kaynaklar, hatta ABD’ye hareketinden önce bizzat
Başbakan tarafından; Türkiye’nin harekâtın başarısı için mutlaka gerekli olan
“halkın kazanılması” faaliyetlerinde din faktörü nedeniyle etkin bir rol
oynayabileceği
ifade
edilerek
“eğitime
destek
verilebileceği”
ancak
NATO’nun Afganistan’daki hedeflerine ulaşabilmesi için Türkiye gibi
halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin askerlerinin, yine
Müslüman olan terörist veya ayaklanmacılarla karşı karşıya getirilmesinin,
Türk askerinin doğrudan muharip bir görevde kullanılmasının uygun
olmayacağı ifade edildi.
Bu makalede, gelinen aşamada Afganistan’da yapılan hatalar nedeniyle
giderek etkinliği azalmakta olan NATO kuvvetlerinin yeni yılda uygulayacağı
strateji ve ayaklanmaya doğru giden faaliyetlere karşı uygulayacağı yeni
harekât konsepti hakkında bilgi vermek amaçlanmaktadır. Çünkü ülkemizde de
terör faaliyetlerini ayaklanma noktalarına kadar getirip, bağımsız bir Kürt
devleti
kurmayı
amaçlayan
ve
bunu
siyasal
uzantısı
partilerle
de
gerçekleştirmeye çalışan PKK denilen bir terör örgütü mevcut ve
Afganistan’da bu yıl uygulanacak bu yeni harekat konseptinin, uzak bir ihtimal
de olsa ve hiç arzu edilmemekle birlikte, böyle bir kalkışmaya karşı ülkemizde
de benzer biçimde uygulanması, uzak bir ihtimal de olsa mümkündür. Bu
nedenle konu ülkemiz açısından da büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle
öncelikle NATO’nun ve ABD’nin Afganistan’da bulunma sebebi, bugüne
139
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
kadar uygulanan NATO ve ABD stratejisinin sonuçları, ABD’nin yeni bir
strateji ve harekât konsepti uygulamak istemesinin nedenleri ve bu yeni strateji
ile ilgili bilgilere yer verilecektir.
NATO VE ABD NEDEN AFGANİSTAN’DA BULUNUYOR?
11 Eylül 2001 tarihinde, El-Kaide terör örgütünün ABD’de New York,
Washington D.C. ve Pennsylvania’da yaptığı terör saldırılarını birçoğumuz
hatırlayacaktır. İkiz kuleler adı verilen New York’taki ticaret merkezine yolcu
uçakları ile yapılan saldırılar sonucu binlerce insan ölmüş ve bu binalar saldırı
sonucu yıkılmış, ele geçirilen bu yolcu uçakları ile ABD Silahlı Kuvvetlerinin
genel karargâhı olan Washington’daki Pentagon’a bile saldırılar yapılarak,
büyük hasar ve zayiat verdirilmişti. Gerçekten eşi görülmemiş ve hiç
beklenmeyen bu terör saldırılarının sonucunda; ABD, NATO Daimi
Konseyi’ni acilen toplantıya çağırmış, bu toplantıda “NATO üyelerinden
birine yapılan saldırının tüm üyelere yapılmış sayılacağına” ilişkin NATO
anlaşmasının 5. Maddesi1 işleme koyulmuş, tüm NATO ülkelerince kabul
edilerek ilan edilmiştir. Ayrıca Birleşmiş Milletler
(BM) 12 Eylül 2001
tarihinde bu saldırıları lanetlemiş, tüm ülkeleri gerekli adımları atmak ve
terörizme karşı koymak üzere koordineye ve işbirliğine çağırmıştır2.
ABD’ye karşı uygulanan bu terör saldırılarının planlayıcısı olan El-Kaide terör
örgütünün elebaşısı Bin Ladin ve yardımcılarının o tarihlerde Afganistan’da
bulunduğu ve burada yönetime hakim olan ve Taliban adı verilen dinci gruplar
tarafından da desteklenip himaye edildiği belirlendiğinden, BM tarafından
ISAF adı verilen “Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti”nin BM çatısı
altında görevlendirmesi kararı alınmıştır3. Almanya-Bonn’da 5 Aralık 2001
tarihinde yapılan Afganistan konferansı ve arkasından imzalanan anlaşmaya
göre teşkili BM tarafından da uygun görülen ISAF kuvvetinin, Afganistan’daki
1
Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO), 04 Nisan 1949, Washington D.C. Madde 5.
BM Güvenlik Konseyinin, 1368 sayılı kararı.
3
BM Güvenlik Konseyinin, 1373 sayılı kararı.
2
140
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
geçici hükümeti desteklemesi, ülkeye hakim Taliban yönetimini devirerek ElKaide terör örgütünü ortadan kaldırması ve Afganistan’da istikrarı ve düzeni
sağlaması amacıyla başlangıçta Kabil ve çevresinin emniyetini sağlamak üzere
konuşlanmasına karar verilmiştir. 5000 kişilik ISAF kuvvetinin Aralık 2001
ayından itibaren konuşlanması başlamıştır4. ISAF kuvvetinin 11 Ağustos 2003
tarihinden itibaren NATO harekat komutasına devredilmesine karar verilmiş,
arkasından Ekim 2003 ayında BM tarafından bu kuvvetin tüm Afganistan’ı
kontrol etmesine yönelik karar da alınarak yaklaşık 30.000 kişilik bir kuvvet
seviyesine de ulaşılması hedeflenmiştir5.
BUGÜNE
KADAR
UYGULANAN
STRATEJİ
VE
YAPILAN
HATALAR
Afganistan’da NATO ve ABD kuvvetlerinin 2001 yılından itibaren bugüne
kadar sürdürdüğü strateji;
- Taliban yönetimi devrildikten sonra seçilen Afganistan hükümetinin
ülkede etkinliği sağlaması için ekonomik yardım, güvenlik, yeniden teşkiline
başlanan Afganistan ordusunun eğitimi, teçhizat ve silah desteği ile ülke
istikrarına destek, uyuşturucu üretimini ve kaçakçılığını önlemek faaliyetlerini
sürdürürken,
- Direnişe başlayan Taliban ve El-Kaide teröristlerine karşı-terörizm
operasyonları yürütme stratejisi olarak özetlenebilir.
Bu stratejiye göre NATO ve ABD kuvvetleri, Taliban ve El-Kaide ile ilişkili
olan teröristlerin yakalanmasını veya ortadan kaldırılmasını öngören “KarşıTerörizm” stratejisi; teröristlerin ve onlara destek verenlerin yerlerinin tespiti,
yakalanmalarını veya ortadan kaldırılmasını hedefleyen hava harekâtı dâhil
tüm operasyonlar, emniyet ve güvenlik gereken bölge ve yerlerde polis görevi
niteliğindeki görevler, yeniden teşkiline başlanan Afganistan ordusunun ve
4
5
BM Güvenlik Konseyinin, 1378 sayılı kararı.
BM Güvenlik Konseyinin, 1383 sayılı kararı.
141
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
güvenlik güçlerinin eğitimi şeklinde sürdürülmüştür. Görevlendirilen tüm
kuvvetler genelde özel harekât yürütebilecek nitelikteki, üst düzey eğitim
almış, özel harp kuvvetleri şeklindedir. Bu arada Taliban’ın tasfiyesi ile
kurulan yeni hükümetin de işlerliğinin artırılması maksadıyla, BM veya
ABD’den görevlendirilen sivil örgütler ve personel ile de, sivil-asker işbirliği
ve sivil alanda gerekli olan tedbirler ve yeniden imar faaliyetleri de
uygulanmaya başlamıştır.
Başlangıçta Afganistan halkının geniş kesiminin de desteğini alan ISAF
kuvvetleri, daha sonraki dönemlerde uygulanan sert ve ölçüsüz kuvvet
kullanımı metotları ve özellikle hava taarruzları ve insansız hava araçları
kullanımları nedeniyle, sivil halk ile terörist ayırımını tam olarak yapamamış,
sivil ve masum halkın ağır kayıplar vermesine neden olmuştur. Bunun
neticesinde de halkın ISAF kuvvetlerine olan inancında ve desteğinde çok
ciddi azalmalar meydana gelmiştir.
Özellikle son yıllarda, yukarıda açıklanan nedenlerle Afganistan halkının
desteği giderek azalmış, halktan elde edilen istihbarat bilgilerinin akışında
önemli azalmalar gözlenmiştir. Bazı Taliban ve El-Kaide terör örgütü lideri
Bin Ladin’in ve diğer üyelerinin henüz yakalanamayışı, Pakistan sınırının
kontrolünde meydana gelen zafiyetlerin artması, Pakistan topraklarındaki
oldukça sarp olan güvenli bölgelerin verdiği saklanma ve barınma imkânları,
dini propagandaların halk üzerindeki giderek artan etkileri, Taliban’a ve ElKaide’ye ilave olarak bunlarla işbirliğine giden yeni örgütlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Tüm bunların neticesinde ISAF kuvvetlerinin
etkinliğinde ve karşı-terörizm faaliyetlerinin sonuçlarında ve başarısında
oldukça fazla gerileme görülmüştür.
Yukarıda sayılan hatalar, 2009 yılında Taliban ve diğer terör örgütlerinin
terörizm faaliyetlerini artırmalarına ve ISAF’tan zarar gören halkı da yanlarına
çekmelerinde oldukça olumsuz etki eden önemli etkenler olmuşlardır. Giderek
142
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
kötüleşen mevcut durum, bir an önce Afganistan’dan kurtulmak isteyen
ABD’nin ve dolayısıyla NATO’nun burada uygulanan mevcut stratejiyi terk
edip içinde bulunduğumuz 2010 yılından başlayarak yeni bir strateji uygulama
kararı almasında önemli rol oynamıştır.
ISAF’IN MÜCADELE EDECEĞİ TEHDİDİN BUGÜNKÜ DURUMU:
Afganistan’da ISAF kuvvetlerinin bugüne kadar uyguladığı hatalı stratejinin
de etkisiyle giderek artan tehdit bugün aşağıdaki boyutlara ulaşmış, basit bir
terör örgütünün çok ötesinde, El-Kaide ile koordineli ve müşterek faaliyette
bulunan
çeşitli
fraksiyonlarca
ortaklaşa
sürdürülen
bir
ayaklanmaya
6
dönüşmüştür. Bu fraksiyonlar ve örgütler şunlardır ;
- Quetta Taliban Şurası; Lideri Molla Ömer’dir. Afganistan’da Şeriat
kuralları uygulamak üzere mücadele etmektedir. Pakistan’da saklanmaktadır.
“Afganistan İslami Emirliği” adında alternatif bir hükümet kurmuş, birçok
vilayette de gölge valiler tayin etmiştir. Özellikle Kandahar bölgesinde çok
etkilidir. Halktan zorla vergi toplamakta, halkı zorla işçi olarak kullanmakta,
örgütüne savaşçı teminini zorla ve tehditle yapabilecek güçtedir. Halkı,
yabancı kuvvetlere karşı Afganistan halkını korumak ve Müslümanlara karşı
yürütülen harekâta karşı savaştığı şeklindeki propagandalarla motive
edebilmektedir. Tüm ülkede uyuşturucu kaçakçılığını kontrol etmeye
çalışmaktadır.
-
Hakkani Örgütü; Güneydoğu Afganistan’da çok etkilidir. İnsan
gücünü ve finansmanını Körfez’deki Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan temin
etmektedir. El-Kaide ile çok yakın ilişki içinde hareket etmekte, bu örgütün
lideri Bin Ladin’i de Pakistan’da sakladığı söylenmektedir. Pakistan’da
konuşlu diğer örgütlerle işbirliği içinde faaliyette bulunmakta, Afganistan
topraklarının
yabancı
güçlerden
temizlenmesi
için
mücadele
ettiğini
açıklamaktadır. Aşırı dinci elemanlarını da, yaptıkları propagandalarla bütün
6
NATO istihbarat raporları, 2008-2009, Brüksel-Belçika.
143
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
Müslüman ülkelerden sağlayabilmektedir. Uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı
ile de mali yönden kendine destek sağlamaktadır.
-
Hizbe-İslami Gulbiddin; Pakistan ve 3 değişik Afganistan
vilayetinde konuşlu ve etkindir. Eski mücahit komutan Gulbiddin Hekmatyar
tarafından yönetilmektedir. Talibanı desteklediğini ifade etmekte, ilerde
kurulması amaçlanan Taliban hükümetinde aktif ve belirleyici bir rol almak
istemektedir. Bu örgüt, Doğu Afganistan’daki uyuşturucu üretimi ve
kaçakçılığını kontrol etmekte, ayrıca maden yollarını ve kaynaklarını da
kontrol etmeye çalışarak, ekonomik açıdan da önemli zararlar vermektedir.
Tüm bu gruplar ve örgütler, ISAF kuvvetleri ile etkisi her gün giderek artan
biçimde sürekli olarak mücadele etmektedir. Etkin oldukları ve kontrol
ettikleri bölgelerdeki Afganistan halkını da kışkırtıp tahrik ederek, kendilerine
zorla destek verilmesini ve eleman teminini de sağlayıp şu anda mevcut
ayaklanmayı daha geniş bir boyuta çıkartmak ve genişletmek gayreti
içindedirler.
TÜRKİYE’NİN AFGANİSTAN’A YÖNELİK FAALİYETLERİ
Bir NATO ülkesi olan Türkiye, 11 Eylül 2001 tarihindeki ABD’ne yönelik
terör saldırılarını müteakip, NATO anlaşmasının 5. Maddesinin işleme
konulması neticesinde, ABD’ne yapılan saldırının tüm NATO ülkelerine
yapıldığının kabul edilmesi ve bunun BM tarafından da kabul edilmesi ve
desteklenmesi ile başlayan NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşların
faaliyetlerine “Barışı Destekleme Harekâtı” kapsamı içinde destek vermiştir.
Türkiye, TBMM’nde 5 Ekim 2001 tarihinde alınan kararla, BM ve NATO’da
alınan tüm bu kararları onayladığını açıklamış, 10 Ekim 2001 tarihinde ise
yine TBMM’nde alınan 722 sayılı karar ile de, Hükümete “Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerinin
Türkiye’de bulundurulması konusunda sınırsız ve süresiz yetki” verilmiştir. Bu
karar ve yetki neticesinde de Türkiye, İngiltere liderliğindeki ilk dönem ISAF
144
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
yapısına 267 kişilik bir askeri birlik ile katılmıştır. Bu kuvvet ile Türkiye daha
çok Kabil merkezindeki eğitim ve karargah faaliyetlerinde görev almıştır. 20
Haziran 2002 tarihinde başlayan ikinci dönem ISAF liderliğini Türkiye
üstlenmiş ve bu dönemde Kabil havaalanı sorumluluğunu da almıştır. 2005
yılında Türkiye’nin toplam askeri personel katkısı 1450 kişiye ulaşmıştır. Şu
anda 2008 yılındaki toplam personel miktarı olan 780 askeri personel ile
ISAF’a katkısı sürmektedir.
Yeni NATO/ABD stratejisi kapsamında, 4 Ekim 2009 tarihinde sona eren
NATO zirvesi toplantısında NATO’daki çeşitli üye devletler (25 üye devlet)
ilave olarak 7000 asker daha gönderme kararı almışlardır. Bu kapsamda,
Türkiye’nin Kasım 2009 ayı içinde ISAF Komutanlığını devralacağı, 1000
kişilik ilave bir güç daha göndererek toplam mevcudunu 1780 kişilik bir askeri
güce çıkaracağı da açıklanmış, daha sonra Türkiye ISAF Komutanlığı görevini
Kasım 2009 ayı içinde, 3. kez ve çok kritik bir dönemde devralmıştır7. NATO
ülkelerinin göndereceği 7000 kişilik toplam ilave güce, yeni strateji
kapsamında ABD’nin göndereceğini açıkladığı yaklaşık 34.000 kişilik ilave
askeri güç dâhil değildir.
Bugüne kadar Afganistan’daki Türk askerleri genel olarak, Kabil şehri
bölgesinde güvenlik ve emniyet görevlerini yürütmüştür. Ayrıca çeşitli alt yapı
hizmetlerinin sorumluluğunu da alarak hastane, okul, revir, su depolama ve su
şebekesi hatları inşası, insani yardımlarda bulunmuştur. Afganistan’da ve
Türkiye’de yeni kurulan Afgan ordusuna askeri eğitim desteği verilmesi,
askeri silah ve mühimmat desteği kapsamında hibeler, meslek eğitim kursları,
güvenlik eğitimi kursları, üniversitelere destek faaliyetleri gibi sivil-asker
işbirliği kapsamındaki faaliyetlere destek vermiştir8. Bu bölgedeki sivil halkın
güvenini ve desteğini kazanmıştır.
7
8
Genelkurmay Başkanlığı Web Sayfası. (Giriş: 10 Aralık 2009).
Genelkurmay Başkanlığı Web Sayfası. (Giriş: 10 Aralık 2009).
145
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
Afganistan’da özellikle Kabil şehri bölgesindeki halkın saygı ve güven
duyduğu
Türkiye’nin,
yeni
strateji
kapsamında
muharip
görevlerde
kullanılmasının, yani teröristlerle mücadele görevleri almasının, NATO ve
ABD’nin “halkın güveninin kazanılması kapsamındaki sivil-asker işbirliği”
faaliyetlerine zarar vereceği açıktır. Türk askerlerinin güvenlik, emniyet ve
sivil-asker işbirliği görevlerine devam etmesinin önemli bir katkı olacağı,
yabancı uzmanlar tarafından bile ifade edilmektedir. Türkiye’deki ilgililerin de
yaptıkları açıklamalarda, Türk askerlerine değişik bölgelerde karşı-terörizm ile
ilgili muharip görevi verilmemesi, yapılandırılan Afganistan silahlı kuvvetleri
ile polis gücüne eğitim vermelerinin ülkenin geleceği açısından çok önemli bir
hizmet olacağı konusunda kararlı ve ısrarlı olduğu gözlenmektedir. Başbakan
da ABD ziyaretinin dönüşünde benzer açıklamalar yapmıştır9.
NATO VE ABD’NİN YENİ STRATEJİSİ
NATO ve ABD kuvvetlerince bugüne kadar sürdürülen karşı-terörizm
harekâtında, sivil halk ile teröristlerin birbirlerinden ayrılamaması, sivil halkın
ağır kayıplar vermesine neden olmuştur. Ağır hava bombardımanları
uygulaması ile suçsuz ve masum hedeflerin de vurulması sonucunda;
başlangıçta desteği alınan Afganistan halkının istihbarat bilgileri dâhil
desteğinin azalmasına ve hatta çoğunlukla Taliban, El-Kaide ve diğer örgütleri
desteklemeye başlamasına neden olmuştur. Yapılan dini propagandalar, cihat
ilanı, komşu Pakistan topraklarının da geniş biçimde kullanılmaya başlaması
ve desteğin artması neticesinde bazı bölgelerde ayaklanmalar başlamış, terör
daha da genişlemiştir. Bu durum, sivil halk desteğinden yoksun bir yabancı
gücün başarı şansının bulunmadığı konusunda bir başka önemli örnek olarak
ortaya çıkmıştır. Kısaca, mevcut durum ABD kuvvetlerinin, Vietnam ve
Irak’tan ders ve örnek almadıklarını ispatlayan ve bunu yeniden anlamalarına
sebep olan, önemli bir gelişme olmuştur.
9
Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde ve dönüşünde yaptığı basın açıklamaları.
146
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
Giderek kötüleşen mevcut durum, NATO ve ABD kuvvetlerinin yeni bir
strateji geliştirip 2010 yılından itibaren bunu uygulamak için hazırlıklar
yapmasına neden olmuştur. Afganistan’dan bir an önce çekilmeyi arzu eden
ABD, bu strateji için NATO ülkelerinden daha fazla kuvvet talep etmektedir.
ABD bir yandan 34.000 kişilik ilave bir kuvvet gönderme kararı almıştır.
ABD, Afganistan’da bir an önce sonuç almaya yönelik arayışlar içindedir. Bu
arada Afganistan’daki ABD kuvvetlerinin komutanlığına gönderilen General
Stanley McChrystal, bu hazırlıklarla birlikte halkın yeniden kazanılması
maksadıyla, ABD hava taarruzlarını derhal durdurmuş ve psikolojik harekatla
koordineli olarak sivil-asker işbirliğine ağırlık vermeye başlamıştır.
ABD’li General Stanley McChrystal tarafından hazırlanan ve ilave olarak
yaklaşık 40.000 askeri öngören (34.000 ABD, 7000 NATO) “yeni stratejik
harekat konsepti”, Başkan Obama tarafından da onaylanmış, ancak harekatın
bitirilmesi için 2010 yılından başlayarak 2011 yılının Haziran ayına kadar
sürecek bir sınırlama da getirmiştir. Başkan Obama, 10 Aralık 2009 günü
Nobel Barış ödülü (!) aldığı Oslo’da da bu savaşın öneminden bahsederek
enteresan bir açıklama da yapmıştır. Obama, savaşın bazen gerekli olduğunu,
2011 yılının Haziran ayından başlayarak ABD ve NATO kuvvetlerinin
Afganistan’dan çekilmeye başlayacaklarını ve sorumluluğun da Afganistan
silahlı kuvvetleri ile polis gücüne devredilmesinin planlandığını ifade
etmiştir10. Başkan Obama’nın NATO’dan ilave kuvvet talebinin ve ilave
34.000 kişilik ABD kuvveti göndermesinin nedenlerinden birisi de budur.
YENİ STRATEJİNİN UYGULAMA ESASLARI
Yeni strateji, NATO kuvvetleri ve mevcut hükümet ile müştereken ve koordine
içinde uygulanacak Sivil ve Askeri Strateji Uygulamaları olmak üzere 2
bölümlü olarak planlanmıştır.
Sivil strateji uygulamaları aşağıdaki hususları içermektedir;
10
Başkan Obama’nın, 10 Aralık 2009 tarihinde, Oslo-Norveç’te Nobel Barış Ödülü .
147
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
- Afganistan hükümetinin halkın güven duyduğu ve desteklediği bir
hükümet haline getirilmesini sağlamak amacıyla BM ile müştereken her türlü
sivil tedbirlerin alınması, planlamalar yapılması.
-
Mevcut Afganistan silahlı kuvvetlerinin ve polis gücünün, sayısal
açıdan tüm etnik yapıları kapsayacak şekilde oluşturulması, eğitim ve teçhizat
yönünden geliştirilmesi için her türlü desteğin sağlanması ve tüm halkı ve
bölgeleri koruyabilecek, terörle mücadele edebilecek imkân ve kabiliyete
kavuşturulması.
- Bu tedbirler kapsamında ülkede demokrasi, insan hakları ve hukuk
sisteminin geliştirilmesi, uyuşturucu kaçakçılığının ve üretiminin önlenmesi
faaliyetleri.
-
Ekonomik yapının geliştirilip kuvvetlendirilerek halkın refah
seviyesinin artırılmasına yönelik yatırımlara ağırlık verilmesi, alt yapı
yatırımlarının, insanca yaşama imkânlarının artırılması.
-
Halkın Taliban ve El-Kaide ile diğer örgütlere olan desteğinin
azaltılıp, ortadan kaldırılması ve Afgan güvenlik kuvvetlerine ve hükümete
duyduğu güvenin artırılması için psikolojik harekat tedbirlerinin yukarıdaki
faaliyetler ile müşterek uygulanması.
- Komşu Pakistan halkının ve hükümetinin Afganistan’da yapılacak
harekata destek olacak ve zaman zaman Pakistan topraklarında (Swat ve
Güney Veziristan) yapılabilecek harekata destek olmasını sağlayıcı psikolojik
harekat ve sivil tedbirlerin uygulanması.
-
İran hükümetinin ve halkının din faktörü nedeniyle, yapılacak
harekâta zararlı etkisi olabilecek destek faaliyetlerinin askeri ve sivil
tedbirlerle önlenmesi, en azından İran’a giriş ve çıkışların önlenebilmesini
temin edecek şekilde uluslararası kuruluşlarca caydırıcı tedbirler alınmasının
sağlanması.
148
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
Askeri strateji uygulamaları ise şunları kapsamaktadır;
- Mevcut Afganistan ve NATO kuvvetlerine karşı çeşitli örgütlerin
sürdürdüğü direnişin ve terör eylemlerinin bundan böyle; “Meşru hükümete ve
otoriteye karşı yapılan bir ayaklanma” olarak kabul edilerek, yapılacak karşı
harekâtın da “Ayaklanmaya Karşı Harekât (Counter insurgency)” kapsamında
sürdürülecek şekilde değiştirilip planlanması ve buna göre icra edilmesi.
- Ayaklanmaya karşı harekât kapsamında uygulanacak askeri ve sivil
faaliyetlerin aşağıda sunulan safhaları kapsayacak şekilde uygulanması, gerekli
bölgelerde bizdeki olağanüstü hal veya sıkı yönetim tarzı kısıtlama tedbirleri
alınması ve bu tedbirlerin ilanı;
* Birinci safha; Taarruzi Askeri harekat uygulanarak örgütlerin,
teröristlerin ve ayaklanmacıların güçlü olduğu ve ele geçirdiği hedef
bölgelerinin (yerleşim yerleri veya arazi bölgesi) ele geçirilmesi, örgüt
liderlerinin ele geçirilmesine yönelik özel harekat ve imhaları için karşı
terörizm faaliyetlerinin aralıksız icrası.
*
İkinci safha; Ele geçirilen bölgeleri tam olarak işgal edip,
direnişçilerin istihbarat tedbirlerinden de istifade edilerek saf dışı bırakılıp
temizlenmesi, buralarda askeri birlik konuşlandırılmak suretiyle bölgenin
sürekli emniyet ve kontrol altına alınması, otoritenin tam olarak tesisi.
* Üçüncü safha; Bölgede bulunan sivil halkın kontrol altına
alınması ve sürdürülecek sivil-asker işbirliği faaliyetleri ile desteğinin
sağlanması, hükümete desteklerinin sağlanması maksadıyla da buradaki kanaat
önderlerinden, halkın saygı duyduğu liderlerden işbirliği yapmalarını temin
etmek üzere bazı faaliyetler icra edilmesi, direnişe katılan ve ayaklananlarla,
bunlara destek veren sivillerin açığa çıkarılıp tespit edilerek cezalandırılmaları,
zor ve şiddet yoluyla ayaklanmaya katılmaya ve destek vermeye zorlananların
tespit edilerek ayıklanması, bölgede tahrip olan ve zarar gören tesislerin ve alt
yapıların onarılmaya başlanması, halkın ihtiyaçlarının tespit edilerek
149
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
karşılanmasına yönelik faaliyetler icra edilmesi, halkın düşünce ve
algılamasının olumlu tedbir ve faaliyetlerle hükümet lehine değişiminin temini,
-
Bu faaliyetlerin her birinin psikolojik harekât ve propaganda
faaliyetleri ile desteklenmesi, halkın doğru bilgilerle sürekli aydınlatılması.
- Bütün bölgelerde mevcut direnişçilere, teröristlere ve ayaklananlara
karşı da yukarıdaki safhaların aynı anda başlatılarak aralıksız sürdürülmesi.
- Böylece tüm bölgelerin ayaklananlar ve teröristlerden temizlenip
kontrol altına alınmasının sağlanması, sınırların tam olarak kontrolü, yabancı
devletlerdeki sığınma yerlerinin tespiti ve imhasının temini, buralardaki halkın
meşru hükümete duyduğu güvenin ve desteğin yeniden sağlanması, halkın
teröristlerle irtibatının tamamen ortadan kaldırılması, halk desteğinin yeniden
temini için halkın daha önce tepki duyduğu faaliyetlerin yapılmaması ve
düzeltilmesine yönelik sivil faaliyetler icrası, bu arada kaçan teröristlerin ve
ayaklanmacıların da yakalanıp saf dışı bırakılmasıdır.
Tüm bu askeri safhalarla birlikte yukarıda açıklanan sivil strateji faaliyetleri
müştereken ve koordineli biçimde uygulanacak, bu arada eğitilmiş Afgan
silahlı kuvvetlerinin ve polis gücünün de harekâtta görev almaları, kontrol
altına alınmış bölgeleri devralmaları temin edilecektir. Açıklanan sivil ve
askeri strateji faaliyetlerinin neticesinde; tüm halkın hükümete ve güvenlik
güçlerine duyduğu güvenin yeniden tesis edileceği, Taliban ve El-Kaide
örgütleriyle diğer örgütlerde zorla tutulan elemanlardan büyük çözülmeler
görüleceği, halkın bu örgütlere desteğinin azalacağı,
kontrol altına alınan
bölgelerin eğitilmiş Afgan kuvvetlerine devrinin sağlanarak yabancı silahlı
kuvvetlere olacak muhtemel tepkinin de ortadan kaldırılacağı, böylece
örgütlerin halkın üzerindeki kontrol ve etkisinin de ortadan kaldırılarak tüm
bölgenin tamamen kontrol altına alınıp, hükümet otoritesinin yeniden tesis
edilmesi planlanmış durumdadır.
150
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
Bu planlamanın uygulaması, 2010 yılı başında ilave askerlerin bölgeye sevkini
müteakip başlatılacak, süratli ve etkin bir harekât ile sonuç alınmasına
çalışılacaktır. Bu nedenle önümüzdeki 2010 yılı ve 2011 yılında Afganistan’ın
içinde ve Pakistan’ın sınır bölgelerinde oldukça fazla yoğunlukta askeri
faaliyetler izleneceği, Dünyanın dikkatinin oldukça karışacak bu bölgelere
daha fazla odaklanacağı açıkça belli olmuştur.
TÜRKİYE AÇISINDAN SORGULANMASI GEREKLİ HUSUSLAR
Türkiye’nin, kendi ülkesindeki PKK terörünün istenmeyen noktalara gelmesi
ve iyice tırmanıp belli bölge ve yerlerde provaları yapıldığı gözlenen
ayaklanmalara dönüşmesi halinde uygulayacakları da benzer tedbirler
olabilecektir. Bundan da özellikle terörün bu noktalara geldiği belirli
bölgelerdeki ve yerlerdeki kışkırtılan vatandaşlarımız büyük zararlar
görecektir. Bu nedenle son Tokat olayı sonrası gelişmelerde görüldüğü gibi
vatandaşlarımızın çok dikkatli ve sağduyulu hareket etmeleri, bölücülüğü
kışkırtma ve tahrik etme yerine sorunları demokratik kurallar içinde akıl ve
mantık yoluyla çözmek için gayret göstermeleri hususu önem kazanmıştır.
Çünkü son gelişen olaylar, ülkemizin bazı bölgelerindeki vatandaşlarımızın
PKK terör örgütünce yapılan tahrikler ve kışkırtmalar sonucunda büyük
zararlar görebilecekleri ihtimalini de artırmaktadır. Zaten PKK terör örgütünün
istediği ve hedeflediği ortam da budur.
Türkiye, bir NATO ülkesi olarak NATO’da ve BM’de alınan kararlar gereği,
Afganistan’a kuvvet göndererek, Atatürk’ümüzün “Yurtta sulh, Cihanda sulh”
vecizesi ışığında uyguladığı politika gereği üzerine düşen “Dünya Barışına
Katkı Sağlama” misyonunu yerine getirmiştir. Ancak, Türkiye, tıpkı ABD gibi
bir NATO ülkesi olduğu halde diğer NATO ülkelerinden beklediği desteği
görmemiştir. PKK terör örgütü yüzünden yaklaşık 30 yıldır insanlarını
kaybeden ve bu nedenle de büyük ekonomik kayıplara uğrayan Türkiye, ABD
için çalıştırılan 5. Madde kapsamında NATO’dan ciddi olarak destekleme
151
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
kararı almamıştır. NATO, kuvvet ile olmasa da, politik ve psikolojik açıdan
etkili ve kararlı bir destek vermemiştir.
NATO’nun 1991 yılında kabul edilen ve tüm üye ülkelerce de onaylanan yeni
stratejik konseptine göre, daha önce “tehdit” olarak kabul edilen kavramlar
kaldırılmış ve yerine “riskler” kavramı kabul edilmiştir. “Terörizm” bu
risklerden birisi olarak kabul edilmiş ve üye ülkelerin beraberce mücadele
edip, karşı koyacağını belirlediği risklerden birisidir. Bu konseptin
hazırlanması ve oluşturulması esnasında NATO’nun Brüksel’deki Uluslararası
Askeri Karargahında görevli olan (1991-1994) ve bizzat katkı sağlayanlardan
birisi olarak aynı ittifaka üye olan ABD ve Türkiye’ye neden ayrı muamele
yapıldığını sorgulamaktayım. İttifakın 5. Maddesinin çalıştırılması bir yana,
birçok NATO ülkesinde PKK’ya göstermelik yasaklar uygulanmakta, bazı
ülkelerce gizli destekler verilebilmektedir. Terörist başı, bir NATO ülkesinin
Kenya’daki
büyükelçiliğinden
(Yunanistan
Büyükelçiliği)
çıkışında
yakalanmıştır. Kuzey Avrupalı birçok NATO ülkesinde kırmızı bültenle
aranan bazı PKK terör örgütü liderleri ve mensupları elini kolunu sallayarak
dolaşmaktadır. İadeleri talep edildiği halde iade edilmemeleri için bazı
ülkelerce korunup, teslimleri dışında her şey yapılmaktadır. Bu ülkelerdeki
terör örgütünün propaganda ve psikolojik harekât silahı olan MED ve ROJ
televizyonlarından ülkemize yönelik bölücü yayınlara günümüzde bile göz
yumulmaktadır. Bu nedenle NATO Genel Sekreterinin (Danimarka’lı
Rasmussen) seçiminde problemler çıkmıştır. ABD ve İtalya araya girerek bu
yanlışlıkların düzeleceği yönde kesin sözler verdikleri halde günümüzde bile,
bu bölücü yayınlar devam etmektedir.
Şu anda PKK terör örgütünün büyük çoğunluğu ile konuşlandığı Kuzey
Irak’taki Kandil Dağı, Afganistan’da kendi ülkesine karşı terör uygulayan ElKaide terör örgütüne karşı tüm NATO ülkelerinden kuvvet ve yardım talep
eden ABD’nin kontrolündedir. ABD gerçekten istese bundan büyük zararlar
gören Türkiye ile müştereken yürüteceği bir harekat ile bu örgütün tüm
152
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri
mensuplarının Kandil ve Kuzey Irak’taki etkinliğini ortadan kaldırabilir. Bunu
kendisi yapmak istemiyorsa bile, devletimizin BM Anlaşmasının 51. Maddesi
gereği Kuzey Irak’a, meşru müdafaa hakkı gereği yapabileceği kara harekatına
bile, IRAK’taki kendi menfaatlerini gözeterek teşkil etmeye çalıştığı Federe
veya Bağımsız Kürt devleti nedeniyle ABD engel olmaktadır.
Fransa gibi güya müttefik bir NATO ülkesi yerli halkının en az % 20’sinin
değişik etnik kökenlerden geldiği (Almanlar, Flamanlar, Brötanlar, Basklılar,
Katalonlar,
Korsikalılar,
Yahudiler,
Ermeniler,
İtalyanlar,
Çingeneler,
Cezayirliler, Portekizliler, İspanyollar, Polonyalılar, Faslılar, Tunuslular olmak
üzere yaklaşık 18 milyonluk bir etnik yapı11), anayasasında Fransız milletinin
bölünmez bütünlüğünü kabul ettiği, ülkesinde milli bir azınlık ve azınlık
hakkını kabul etmediği, resmi dilinin Fransızca olduğunu kabul ettiği ve kendi
dilini konuşamayan bir yabancının Fransız mahkemelerinde bile başka bir dille
savunma yapmasına müsaade etmediği halde, ülkesinde PKK terör örgütü
mensuplarının barınması ve teşkilatlanmasına göz yummaktadır. Kürtlerle ve
Ermenilerle ilgili her konuyu sürekli kaşımakta, desteklemekte ve hatta bunları
AB toplantılarında ve AB ilerleme raporlarında bile Türkiye aleyhine gündeme
getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür.
SONUÇ; TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye Cumhuriyeti’nin görevdeki ilgili sorumluları ve etnik kökeni ne olursa
olsun tüm vatandaşları, artık tüm bu gerçekleri ve aynı amaçlarla üye olduğu
NATO’daki ortaklarınca da uygulanan ikiyüzlü uygulamaları ve politikaları
görmeli, anlamalı ve bunun neden böyle olduğunu da mutlaka sorgulamalıdır.
Dış ülkelerce tarihimizde sık sık rastladığımız ve her seferinde üstesinden
geldiğimiz, gizli veya açık tahrik ve kışkırtmaların, ihanetlerin ve bazı
ayaklanmaların nedenlerini sorguladığınızda istediğiniz doğru cevapları da
bulacaksınız. Kısa cevabı da şu; giderek güçlenen Türkiye, etnik ve dini
11
Abdülhaluk M. ÇAY: Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara 1993, s.516-518.
153
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154
Osman Akagündüz
ayrılıklar kaşınarak iç harbe sürükletilmeli ve dikkatini sadece içine
yöneltmeli, vatandaşları birbirine kırdırılmalı, bunun için de evrensel değerler
ileri sürülerek ve bunlar kışkırtılarak olaylar sürekli hale getirilmelidir. Bugün
müttefik dediğimiz benzer kaynaklardan sürdürülen kışkırtmalara, buralardan
açık veya gizli destek gören terörizm faaliyetlerine, her zaman ve her dönemde
şahidi olduğumuz ihanetlere ve maksatlı kalemlere gösterilecek reaksiyon için,
Türkiye Cumhuriyeti’nin çok şükür gücü, cesareti ve inancı mevcuttur. Asla
unutmayalım; “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda
mevcuttur”. Bu kan, kendini bu ülkenin vatandaşı olarak hissedip öyle gören,
etnik kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın asil kanıdır.
KAYNAKÇA
Başbakan ERDOĞAN’ın ABD Ziyaretinde ve Dönüşünde Yaptığı Basın
Açıklamaları.
Başkan OBAMA’nın, 10 Aralık 2009 Tarihinde, Oslo-Norveç’te Nobel Barış
Ödülü Takdim Edilmesi Sırasında Yaptığı Açıklama.
BM Güvenlik Konseyinin, 1368 Sayılı Kararı.
BM Güvenlik Konseyinin, 1373 Sayılı Kararı.
BM Güvenlik Konseyinin, 1378 Sayılı Kararı.
BM Güvenlik Konseyinin, 1383 Sayılı Kararı.
ÇAY ABDÜLHALUK M.: Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara 1993.
Genelkurmay Başkanlığı Web Sayfası (10 Aralık 2009).
Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO), 04 Nisan 1949, Washington D.C.
NATO İstihbarat Raporları, 2008-2009, Brüksel-Belçika.
154
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,155-168
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
HUMEYNİ ve AHMEDİNEJAD DÖNEMİ İRAN DIŞ
POLİTİKASININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay∗
ÖZET
Devrim sonrasında gerek siyasi yapısı gerekse uluslararası platformdaki deneyimlerinin
getirdiği savunma mekanizması, önyargı ve şüpheciliği nedeniyle İran zor bir ülkedir.
ABD-İsrail karşıtı açıklamaların sürekliliği ve nükleer diplomaside gösterilen kararlılık,
Ahmedinejad İran’ının en belirgin özelliğidir. Gelinen son noktada İran dış politikasını
yeniden değerlendirme zorunluluğunu doğmaktadır. Makalenin amacı Humeyni ve
Ahmedinejad dönemi İran dış politikasında yaşanan değişimi ve muhtemel sonuçlarını
analiz etmektir.
Anahtar Kelimeler: İran, Dış politika, Devrim
ABSTRACT
Aftermath the revolution, Iran has been a difficult country due to the defense
mechanism experienced either in its political structure or international platform in
addition to prejudice and skepticism on way. The most prominent characteristic to
Ahmedinejad’s Iran is the continuity on the anti-USA and anti-Israeli policies and
determination on the nuclear diplomacy. It is acknowledged that we have to reevaluate
Iranian foreign policy at the present stage. The purpose of this article is to analysis
Iran's foreign policy at the Homeyni and Ahmadinejad periods detecting the changes
and possible consequences.
Key Words: Iran, Foreign policy, Revolution
GİRİŞ
İran’ın güvenliği ve dış politikası ülke içindeki bilişsel ve ideolojik
faktörlerden derin olarak etkilenmektedir. Ülke içinde köklü ekonomik ve
kültürel değişimler yaşanmakta fakat uluslar arası topluluk çoğu zaman
bunlardan
haberdar
olmamaktadır.
Başka
ülkelerin
çok
BÜSAM Orta Doğu ve Kıbrıs Masası Uzmanları, [email protected],
[email protected]
∗
daha
rahat
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
gözlemleyebildiği ve onlar için önemli olan dış politika ve güvenlik
konularında ise hem tarz hem de içerik olarak yapılan değişiklikler çok daha
yavaş gerçekleşmektedir.
20. yüzyılın en kilit noktasından biri olmuştur İran İslam Devrimi. Devrim
hem İran toplumunu hem radikal grupların kol gezdiği Ortadoğu’daki Arap
ülkelerini hem de Türkiye’yi derinlemesine etkilemiştir. “İslam Devrimi” zaten
bölgesinde yalnız olan İran’ı tam bir yalnızlık içersine itmiş ve kendisinin
diğerleri tarafından “öteki” olarak algılanmasına sebep olmuştur. Zaten dini
(Şii)ve etnik yönden (Farsi) ayırt edici kimliğine bir de “devrimci” faktörü
etkilenince bölgede tek başına ayakta durmaya çalışan ülke görünümüne
bürünmüştür. Gerek bölgesel ve gerekse küresel düzeyde bir dışlanma ile karşı
karşıya kalmıştır.
İran sadece kendi adına değil, genel olarak İslam dünyası adına egemenlik
kavramı ile ilgilenmektedir. Egemenlik kavramı devrimin ideolojik mirasıdır
ve İslami vurgu taşımaktadır. İran, İslam dünyasının ciddi bir büyüme ve
gelişme kapasitesine sahip olmasına rağmen uzun süredir Batı’nın tahakkümü
altında yaşadığına inanmaktadır. Düşmanca ilişkilerin ağır bastığı bir güvenlik
ortamında İran, bazı ikilemlerle karşı karşıya kalmıştır. İran; ideolojik bir
siyasa olarak İran, ulusal çıkarlarına duyarlı bir İran yada İslami değerlerin
savunucusu İran ve ekonomik kalkınmayı ön planda tutan bir devlet olarak
İran seçenekleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalmıştır.
HUMEYNİ VE İRAN DEVRİMİ İLE AHMEDİNEJAD DÖNEMLERİ
Ahmedinejad İran’ının dış politikası birkaç fark hariç devrim sonrası Humeyni
dönemini hatırlatmaktadır. Bu birkaç farklılık arasında en dikkati çeken şey ise
hiç kuşkusuz Arap ülkeleriyle olan ilişkilerdir. Humeyni dönemi İran’ında
birçok İslam ülkesinin rejimi meşru olarak görülmemekte ve bu ülkelere
devrim
ihraç
edilmesi
düşünülmekteydi.
Ahmedinejad
yönetimi
ise
Humeyni’den farklı olarak, Batı karşısında daha iyi direnebilmek için şimdilik
156
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
İslam ülkeleri ile iyi ve yakın ilişki kurma eğilimi içinde gözükmektedir.
Başka bir ifade ile yeni İran yönetiminin radikalleşme gündeminde ABD, AB
ve İsrail öncelikli bir konuma sahiptir.
Devrim lideri Humeyni, temel amacının “İslami Dünya düzeninin kurulmasına
çalışmak” olduğunu ilan etmiştir. Yaşanan devrimle beraber, bu devrimin
ihracı politikası, İran’ın yeni dış politikasının temelini oluşturmaktadır.
1979’dan bu yana da İran, ülkesindeki rejimi Türkiye’ye ihraç etme çabalarını
sürdürmektedir. yetullah Humeyni, imam adına siyasi otoritenin de üstlenildiği
ve adil bir fakihin devlet başkanı olduğu Velayeti Fakih1 teorisini
savunuyordu. Bu teoriyi açıklayan ve destekleyen en önemli çalışma Irak’taki
Şiilerin lideri Muhammed Bakır el-Sadr tarafından yapıldı.1979’da ‘Lemha
Temhidiyye an Meşrui’d Desturi’l Cumhuriyyeti’l İslammiyye’ adlı bir risale
yazan Sadr, dini ve siyasi liderliğin birliğini ortaya koymuştu.
İran İslam Cumhuriyeti’nin yeni anayasasına göre Humeyni hem iç politikada
hem de dış politikada en önemli karar verici haline gelmiştir ve kendisini
Veliyi Fakih olarak nitelemiştir. Yani tüm güç Humeyni’nin ellerinde
toplanmıştır. Humeyni başat güç olmanın avantajını da kullanarak yeni İran dış
politikasını kolayca şekillendirmiştir. Genel itibariyle Humeyni dönemi dış
politikasını özetlemek gerekirse, bu dönem dış politikada “siyah” ve “beyaz”
alanların hâkim olduğu bir dönemdir. Humeyni’nin 1989 yılında ölmesiyle,
muhafazakâr ve imamlar cephesinde önemli bir kan kaybı yaşanmıştır.
Humeyni döneminin dış politikasında ülkenin üstlendiği en önemli misyon
rejimin ihracı ve sömürülen ülkelerin destekçisi, korumalığıdır. Bu politikayı
sağlayacak hakim duruş Şii İslam felsefesidir.
İran İslam Cumhuriyeti daha en başından kendi dışındaki rejimleri
reddettiğinden uluslararası nitelikte siyasal ilişkiler kurma konusunda daha en
1
Velayet-i fakih:İmamiye Şia’sında masum imamlardan sonra adil fakihlerin yönetim ve yargı
yetkilerini ellerinde tuıtmasıdır.
157
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
başından kendisini ve hareket alanını sınırlandırmış durumdadır. Humeyni bu
dönemde diğer bütün rejimlerin ezenler ve sömürenler tarafından kurulduğunu
söylemekteydi. Dolayısıyla bununla herhangi bir uzlaşma ezilenlere karşı en
büyük ihanet olacaktı. 1971 yılından sonra giderek kötüleşen İran ekonomisi,
Şah’ın dış ülkelere (özellikle ABD’ye karşı) pasif rolü ve halkın giderek
yoksullaşması, Şah’a karşı direnişin hareketlerinin başlamasının temellerini
oluşturmuştu. İşte böyle bir ortamda Humeyni halka kurtuluş sözü verdi: İslam
Cumhuriyeti.
Kendisine ve ülkenin durumuna karşı ayaklanan halka en ağır cezaları
uygulatan Şah, ülke içinde bütün itibarını yitirmiş ve kitleleri peşinde
sürükleyen karşıt grupların doğmasına sebep olmuştu. Artık Şah iktidarını
yavaş yavaş yitirmeye başlamış ve psikolojik olarak çökmüştü.16 Ocak
1979’da Şah, ailesi ile İran’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine
halkın dinmeyen öfkesini çok iyi değerlendiren mollalar kendi lehlerinde
mitingler düzenlemeye başladı. Humeyni sürgün edildiği Paris’ten 1 Şubat
1979’da döndü ve artık Humeyni’nin önderliğinde ve mollaların elinde
bulunan İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştu.
1979 Mart’ında yapılan referandum sonucunda %99 gibi ezici bir çoğunlukla
İran İslam Cumhuriyeti kabul edilmiştir. Devrim hem halk hareketi olması
hem de İslam ve Cumhuriyet kelimelerini yan yana getirmesi açısından
oldukça önemlidir. Devrimden sonra İran ve Ortadoğu da dengeler ve saflar
değişmiştir. İran, Batı’nın “sadık kölesi” olmayı bırakıp, artık kendi
“kendisinin efendisi” olmaya karar vermiştir. Devrimin ilk günlerinde
İran’daki
İsrail
büyükelçiliği
kapatılarak
Filistin
Büyükelçiliğine
dönüştürülmüştür. Ahmedinejad, İran-Irak savaşında Devrim Muhafızları’na
bağlı olarak istihbarat ve güvenlik birimlerinde çalışmıştır. Savaş sonrası bir
süre Devrim Muhafızları içerisinde görev alan Ahmedinejad, daha sonra çeşitli
yerleşim yerlerinde belediye başkanlıkları yapmıştır. Ahmedinejad İslamcı ve
popülist görüşleri savunan bir dini muhafazakardır.
158
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
İRAN DIŞ POLİTİKASININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
İran yönetimi içinde reformcular, hararetle demokrasi ve batıyla uyumlu olma
politikasını savunurken, Radikal muhafazakarlara göre Batı karşısında uyum
adı altında verilecek tavizlerle rejiminin kalıcılığını sağlamak mümkün
değildir. Ahmedinejad’ın, politikada pragmatist konseptin iflasına inanan bir
düşünceye sahip olduğu dile getirilmektedir. Bu nedenle Ahmedinejad,
Rafsancani ve Hatemi dönemlerindeki batıyla uyum geleneğinden kopmuştur.
Dış politikada çıkış yolunun uyum yerine güç ve kuvvet gösterişi olduğuna
inanmaktadır.
İran’ın İsrail’e farklı bir bakış açısı olmasına rağmen, günümüze kadar etkin
olan politika Humeyni tarafından kuramsallaştırılmış ve 1979’dan bu yana
yürütülmüştür. Bu görüşe göre, İsrail ile barış yapmak için ortaya konacak her
türlü çaba İslâm dünyasına ve Filistin’e ihanettir. İsrail’in varlığı gayrî
meşrudur ve yok edilmelidir. İran bu bağlamda Hamas, İslamî Cihat ve
İntifada’yı desteklemiştir. İsrail’in varlığını “gayrı meşru” bulduğunu resmi
makamlar tarafından dinlendirmemeye gayret gösteren İran’ın bu söylemi,
1989’den
sonra
ilk
defa
Ahmedinejad
tarafından
dile
getirilmiştir.
Ahmedinejad, ABD’nin Afganistan, Irak operasyonları ile beraber İslam
dünyasında oluşan ABD karşıtlığını güçlendirmeye ve kendi sorununa
ideolojik bir temel kazandırmaya çalışmaktadır. Ahmedinejad yönetiminin batı
karşıtı açıklamaları Arap kamuoyunda olumlu yankı bulmaktadır. Özellikle
ABD’nin
Afganistan
ve
Irak
operasyonları
ile
İsrail’in
bölgedeki
faaliyetlerinden rahatsız olan kesimler tarafından destek bulmaktadır.
Ahmedinejad’ın göreve gelmesi ile reformcular iktidardan dışlanmıştır.
Ahmedinejad Hükümetinin önemli bir kısmı asker kökenlidir.
Bu ekip,
diplomasiden çok askeri gücün caydırıcılığına inanmaktadır. İran; ABD’nin
Irak ve Afganistan’daki sorunlu durumu nedeniyle, kendisini hem bir tehdit
159
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
altında görmekte hem de Düşman olarak tanımladığı ABD’nin bölgedeki zor
durumunu lehine kullanmaktan geri durmamaktadır. ABD ve İsrail’i en büyük
tehdit gören İran, dış politikasını bir “kriz yönetimi” hâline getirmektedir. Bu
kriz yönetiminde ise sert söylemlerle krizi tırmandırma, ana diplomatik strateji
olarak göze çarpmaktadır. Kendilerini Batıyla bir savaş halinde gören
Muhafazakarlara
göre,
rejimin
bekâsının
sırrı
güç
sahibi
olmaktan
geçmektedir. Gücün caydırıcılığı daha güvenilirdir. İran’ın dış politikasını;
güce sahip ol, saldırgan ol ve krizi yeni bir kriz yaratarak çöz ilkeleri
çerçevesinde temellendirebiliriz.
Ahmedinejad İran’ının dış politikası devrim sonrası Humeyni dönemini
hatırlatmaktadır. Ancak, temel bir farklılık söz konusudur. Ahmedinejad
yönetimi Humeyni’den farklı olarak, Batı karşısında İslam ülkeleri ile yakın
ilişki kurmaktadır. Devrim sonrası İran dış politikasını iki faktörü
“Batı
karşıtlığı” ve “İslam kimliği” oluşturmuştur. Devrim sonrasında Amerika
(Büyük Şeytan), Sovyetler Birliği (Küçük Şeytan) ve İsrail (Siyonist Rejim)
üzerine özel bir vurgu yapılmıştır. Bu nitelemeler ve oluşumlar aslında Dini
Lider Humeyni’nin fikirlerini yansıtmaktadır. Devrimden sonra İran, ABD’nin
bölgede kurduğu ittifak sisteminden kendini çıkarttı ve iki büyük uluslar arası
çatışmaya katıldı. On beş ay süren Amerikan rehineleri krizi ve Irak ile
başlayan savaş.
İran Anayasası dış politikasında ABD olmak üzere sömürgeci olarak
tanımladığı süper güçlerle her türlü ilişkide bulunmayı reddetmektedir.
Humeyni’nin izinde yürüyen öğrenciler Amerikan Büyükelçiliğini basarak
planlarını ve casusluk dosyalarını gözler önüne sermişlerdir. Böylelikle
ABD’nin İran’ı kullanma süreci sona ermişti.
ABD, İran’ın etki alanını yıkma ve kendine bağımlı yönetim kurma arayışı
içinde fırsat kollamaktadır. ABD, İran içinde rejim karşıtı halk ayaklanması
yaratmada kısmen başarılı olsa da, küresel sistemde devletleri İran aleyhinde
160
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
seferber edebilecek ölçekte bir güce sahip bulunmamaktadır. ABD, Irak savaşı
boyunca dünya kamuoyunda ciddi bir imaj kaybına uğramıştır. Bu imaj kaybı
sonucu, dünya kamuoyunu İran karşıtı bir seferberliğe ikna etme güç ve
yetisini yitirmiştir. Ahmedinejad yönetiminin iç ve dış politikada kullandığı
söylemler, ABD’ye İran karşıtı çalışmalarında önemli kozlar sağlamaktadır.
Ahmedinejad’ın radikal söylemleri, bölgesel ve küresel güç odaklarını tedirgin
etmektedir. ABD, aleyhine olan demeçleri fırsat olarak değerlendirmekte, bu
fırsatı kaçırmak istememektedir. Bu fırsatlardan biri Arap Devletleri açısından
Ahmedinejad yönetiminin nükleer silahlanma çabaları tedirginlik yaratmasıdır.
Bunu kullanmak isteyen ABD, İran’ı bölgeye ve komşularına bir tehdit olarak
takdim ederek yalnızlaşmasını sağlarken, diğer yandan da müttefik etki alanını
genişletmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, İran’daki müttefiki şahı devirip iktidara gelen
İslami rejimden hiçbir zaman hoşnut olmamıştı. Bu sebeple 1967 yılında
diplomatik ilişkileri kestiği Irak ile tekrar yakınlaşmaya çalıştı. Irak’ın
biyolojik ve kimyasal silah üretmesine yardımcı oldu. Hatta ABD ve İngiltere
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha
silahları kullanmasını eleştiren kararlar almasına karşı oy kullanarak engelledi.
Ahmedinejad’la beraber İran-AB ilişkileri sarsılmış ve AB’nin İran politikaları
ABD’ye yakınlaştırmıştır. AB ve ABD’nin İran’dan iç ve dış politikada
talepleri aynı doğrultudadır. AB’ye göre İran ile öncelikli olarak diyalog ve
ilişki kurulmaya çalışılmalıdır. AB, nükleer güç olacak radikal bir İran yerine
ABD’nin baskı, tecrit ve güç kullanımı gibi politikalarına destek vermeyi
tercih edecektir. AB radikalleşmiş bir İran’ı kabul etmeyecektir.
Ayetullah Humeyni, devrim ihracının bir zorunluluk olduğunu şöyle ifade
eder: ‘İhraç etmediğimiz devrim fikrini bir kenara bırakmalıyız. Çünkü
İslamiyet çeşitli Arap ülkelerini farklı düşünmez. İslamiyet, tüm ezilmiş dünya
halklarının destekleyicisidir. Humeyni,1989’da SSCB lideri Gorbaçov’a
161
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
gönderdiği mektupla Rus halkını İslam’a davet ederken, Ortadoğu halklarını
ise Hizbullah’ın Lübnan’da yaptığı eylemlerle etkilemeye çalışmıştır.
Humeyni döneminde, ülkenin askeri açıdan yeniden yapılandırılmasına yatırım
yapılması, ABD’nin etkisine direnebilmek için Sovyetler Birliği’nden silah
satın alınarak ülkenin askeri olanakları ve silah kapasitesinin artırılması İranlı
yetkililerce benimsenen en önemli güvenlik politikaları olmuştur.
İran-Rusya ilişkisi bölgesel açıdan ortak çıkar alanlarına, küresel sistem
konusunda da ortak bakış açısına sahiptir. Ayrıca her iki ülkenin bölgedeki
çıkar tanımlamaları birbirine yakındır. Her iki ülke tek kutuplu dünya
düzeninden ve ABD'nin hegemonya arayışından ciddi şekilde rahatsızdır.
Rusya, İran’ın nükleer ve askeri çalışmalarından önemli ekonomik fayda
sağlamaktadır. Rusya, İran ile ilişkilerini korumayı arzu etmekle beraber Batı
dünyasıyla olan ilişkisini zedelemek de istememektedir.
İran, İslam Devleti siyaseti çerçevesinde kapılarını İslami örgüt ve partilere,
bağımsızlığı önemseyen yapı ve devletlere açmıştı. İslam Birliği ve Filistin ile
ilgili sayısız konferanslar düzenlendi ve Filistin davası desteklenip maddi
yardımlarda bulunuldu. Lübnanlı İslami gruplarda yeni kurulan İslam devletini
bir ümit olarak gördüler. Hizbullah beklenti ve hedeflerine ulaşma sürecinde
İran İslam Cumhuriyetinin defalarca ifade ettiği yardım ve desteği
alabileceğini düşündü. Nitekim İsrail’in Lübnan’a yönelik işgalinin hemen
ardından Devrim Muhafızlarından bir grup Lübnan’a gelerek İsrail ordusuyla
savaşmak isteyen gençlerin eğitimine başladı. Böylece devrimin temel
ilkelerinden olan rejimin ihracı süreci İslami örgütlere yapılan destekler ile
başlamış oldu.
Devrim sonrası Ortadoğu’da, diğer devletlerin de İran’a karşı olan bakış açıları
ve İran algılamaları da tabii olarak değişmiştir. Devrimin kendi ülkelerine
ihraç edilme tehlikesi bölgedeki diğer yönetimleri oldukça rahatsız etmiştir.
Türkiye’de aynı rahatsızlık ve tedirginliği yaşayan ülkeler arasında yerini
162
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
almıştır. Çünkü Türkiye’nin hem müslüman hem de modern görünüme sahip
olmasıyla beraber Batı ile olan iyi ilişkileri İran için bir tehdit hissi yaratmakta
ve ne olursa olsun rejim ihracının gerçekleşmesi gerekmekteydi. İran devrimi
uluslararası bir gelişmeydi. Irak’ın ve Arap yarımadasının yöneticilerine
meydan okur gözüktü, Lübnan’daki Şiileri hareketlendirdi ve 1978’de
yönetimi ele geçiren devrimci Afgan hükümetiyle ile savaşan İslami güçleri
cesaretlendirdi.
1980 tarihinde Irak Silahlı Kuvvetlerinin ortak sınır boyunca İran’ın batı
kesimini işgal etmesiyle İran-Irak savaşı başlamıştı. Tam sekiz yıl süren savaş
iki ülkeyi zayıflatmış ve yıllarca sürecek anlaşmazlıklara temel olmuştu. Savaş
İran’da milliyetçiliği alevlendirmiş ve kitleler Humeyni’ye olan bağlılıklarını
pekiştirmişlerdi. Türkiye bu savaşın bir an önce bitmesi isteğindeydi. Çünkü
savaşın uzaması dengelerin değişmesine ve Sovyetler Birliği’nin bu iki ülkeye
nüfus etmesine kolaylık sağlayacaktı. Bu durumda Türkiye kuzeyden
gelebilecek tehdit algılamasına daha açık olacaktı. İran-Irak savaşının başından
beri Türkiye tarafsızlık politikası izledi. Savaş sırasında her iki ülkeye eşit
mesafede durarak ekonomik çıkarlarını ön planda tuttu.
İran’ın Devrimle birlikte bölge ülkeleriyle gerginleşen ilişkilerinde olumlu
anlamda somut bir gelişme olmamakla birlikte bu konuda Humeyni sonrasında
Rafsancani ve Hatemi döneminde ciddi adımlar atılmıştır. Ancak bu adımların
tam anlamıyla yeterli olduğu söylenemez. Türkiye 1979 İran İslam Devrimini
önce İran’ın iç sorunu olarak gördü ve İran’ın içişlerine müdahale etmekten
çekinip en yakın zamanda ülkeyi tanıdı. Türkiye’nin bu tutumu Sovyet
tehdidine
karşı
yeni
kurulan
rejimin
komünizm
karşıtı
olmasından
kaynaklanıyordu. Türkiye ile İran arasında olan ekonomik ilişkilerin varlığı
Türkiye’nin yeni rejimi vakit kaybetmeden tanımasıyla sonuçlandı.
Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çeşitli özel birimler oluşturan İran, pek çok
ülkede olduğu gibi Türkiye’deki İslamcı harekete verdiği desteği büyükelçilik
163
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
ve konsolosluklar eliyle organize etmiştir. Tahran’ın gerek yurtdışındaki
İslamcı örgütlerle bilgi alışverişi, gerekse eylemler bazında somutlaşan
faaliyetleri yürüten birimler arasında Türkiye üçüncü sırada bulunuyordu.
Ahmedinejad'ın radikal tutumu, İran-Türkiye ilişkilerinde sorun yaratmanın
yanı sıra Türkiye-ABD ilişkilerinde de yeni bir kriz alanı oluşması anlamına
gelmektedir. Türkiye; İran’ın kitle imha silahı geliştirme, terörizmi
destekleme, siyasal İslam olgusunu yayma, Orta Doğu Barış Süreci’ne engel
olma ve ülke içindeki totaliter şeriat rejimi modeli konularından endişe
duymaktadır. Türkiye, Batı’nın İran'da köklü rejim değişikliğine dönük sert ve
radikal politikalarından yana olmamıştır. ABD-İran arasındaki gerginlik
Türkiye için çok çeşitli sorun ve krizlerin ortaya çıkması anlamına
gelmektedir.
EKONOMİ
1980-1988 döneminde, Humeyni yönetiminin aşırı devletçi icraatları ve Irak
ile sekiz yıllık büyük tahribat getiren savaş süreci söz konusuydu. Bu dönemde
İran uluslararası izolasyona da tabi oluyordu. Petrol üretimi, dönem sonundaki
1988 yılında, 1976 düzeyinin yüzde 36 altına kadar inmiştir. Kral'ın kaçtığı
1978-1979 yıllarından başlayarak gerçekleşen Humeyni devrimi sonrasında,
Saddam Hüseyin yönetimindeki ABD destekli Irak ile uzun savaşta, İran
ekonomisi çok zayıflamıştır. İran bu süreçte, iyice kendi içine kapanan ve
teokratik yönetimin, söz verdiği ekonomik ve sosyal atılımları büyük vatandaş
desteğine rağmen yapamadığı, reel büyümenin durduğu ama fakir halkın siyasi
desteğinin gene de büyük ölçüde devam ettiği molla yönetimine dayanılan bir
reaksiyon dönemi yaşadı. Bu dönemde Şiiliğin dini ilkelerine dayanan tutucu,
içe dönük, milliyetçi ve Sünni-Şii kavgasının ortasında kalan bir İran vardı.
İran yeni dönemde varlığı kabul edilmediği takdirde uyumlu olmayacağını
bildirmektedir. Ahmedinejad’ın İsrail, ABD ve AB karşıtı açıklamaları bunun
açık göstergesidir.
164
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
Bu politikaların sonucu olarak İran, önemli sorunlar yaşamaya başlamıştır.
İran’ın tehlikeli olduğu konusunda uluslararası toplumda fikir birliği oluşmaya
başlamıştır. Nitekim uluslararası kuruluşlarda İran aleyhinde kararlar
alınabilmektedir. Nükleer çalışmaları bağlamında Atom Enerji Ajansı ile
ilişkileri gerginleşmiştir. Ayrıca, İsrail ve insan hakları konusunda BM’de İran
aleyhinde
kararlar
çıkmıştır.
Bölge
devletlerinin
İran’ın
nükleer
çalışmalarından duydukları tedirginlik artmaktadır. Bu fırsattan mutlaka
yararlanmak isteyen ABD ve İsrail, İran karşıtı propaganda çalışmalarına hız
vermiştir. ABD ve İsrail içinde İran’a askeri müdahalede bulunulmasını
isteyen grupların var olduğu bir dönemde, İran’ın radikalleşmesi askeri
müdahale için meşru bir zemin oluşturabilir.
İran’ın nükleer faaliyetlerinin sonucunda kendi nükleer silahlarını üretmesi
durumunda ise Türkiye’nin önünde kendi nükleer caydırıcılığını sağlamak
adına iki seçenek bulunacaktır. Birincisi Türkiye’nin kendi nükleer programını
başlatarak kendi nükleer silahını geliştirmeye çalışmasıdır. Fakat bu seçenek
Nükleer Silahlanmanın Önlenmesi Antlaşması’nın yeni bir ihlali olacağı için
A.B.D. , Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler Örgütü’nden çok ciddi tepkileri
ve yaptırımları da beraberinde getirecek, Türkiye’nin komşuları ile olan
ilişkilerini de bozacak ve onları da aynı arayışa itecektir. Dolayısıyla, bu
seçeneğin tercih edilmesi yakın dönem itibarıyla mümkün görünmemektedir.
İkinci seçenek ise, Türkiye’nin, NATO’nun ve dolayısıyla A.B.D.’nin nükleer
caydırıcılığını İran’a karşı vurgulaması ve bu konuda İttifak’tan yeni
güvenceler almasıdır. Bu durumda, öncelikli olarak mevcut rejimin devamını
ve güvenliği düşünen bir İran, kendi nükleer silahını geliştirmesi durumunda
bile, hâlihazırda bölgesinde büyük bir konvansiyonel güç olan ve içinde
bulunduğu NATO ittifakı dolayısıyla nükleer caydırıcılığı pekişen bir
Türkiye’yi karşısına almak istemeyecektir.
Bütün uluslar arası krizlerde ve sorunlarda olduğu gibi her ülke kendi uzun ve
kıssa vadeli çıkarları çerçevesinde konuya yaklaşmakta ve ilgili uluslar arası
165
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
kuruluşları kendi düşünceleri doğrultusunda tavır almaya ve siyaset
belirlemeye zorlamaktadır. Batılı güçler, İran’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri
sırası ve sonrasında meydana gelen olumsuz gelişmeleri de fırsat bilerek
istediklerini
bu
ülkeye
dikte
ettirmeye
ve
baskılarını
sürdürmeye
çalışmaktadırlar.
İsrail, en büyük düşmanı olarak algıladığı bu ülkeyi köşeye sıkıştırma peşinde
olup her türlü kışkırtma ve provokasyonu yapmaktan çekinmemektedir. Bunun
son örneği Rusya’dan İran’a mal taşıyan bir yük gemisinin İsrail ajan
korsanları tarafından açık denizlerde kaçırılması ve yüküne el konulmasıdır.
Başta ABD olmak üzere Batılı devletler, nükleer İran’ı bahane ederek bölgeyi
askeri olarak işgal etmekte ve komşu devletleri silahlandırarak silah satışından
milyarlar doları ülkesine transfer etmektedirler. İran, demokratikleşme
hareketlerini ve yasal muhalefeti susturma yöntemini sorunların çözümünde
yaygın bir yöntem olarak algılamaktadır. Oysaki içte zaafı olan bir yönetimin
dışarıdaki krizlerde güçlü bir konuma sahip olamayacağını bilmeleri gerekiyor.
SONUÇ
İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasının içerisinde İslami esaslar ile
ideolojik yaklaşımlar bulunmakta, bunlar dış politikanın belirlenmesinde etkili
olmaktadır. Humeyni’nin kurmuş olduğu İran İslam Cumhuriyeti bir önceki
dönemin tüm siyasi ve sosyal sistemini reddetmiştir. Bu döneme ait bütün
kurumlar ortadan kaldırılmış yerine İslami kurallara uygun kurumlar inşa
edilmişti. Bu kurumlar aynı zamanda ülkenin iç ve dış siyasetini
belirlemektedir. Uzun bir zaman Pehlevi hanedanlığı tarafından bastırılan
“İslam” kimliği de baskın bir faktör haline gelerek gerek sosyal hayatta
gerekse siyasi hayatta etkisini hissettirmeye başlamıştır. Devrimle beraber
gelen değişim rüzgârı İran’ı genel anlamda “Batı”, özel anlamda ise “ABD” ve
İsrail düşmanı haline getirmiştir.
166
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi
İran Batıya, kendisine yapılacak bir saldırı karşısında Irak ve Afganistan gibi
olmayacağını ve bu eylemin faturasının Batı için çok ağır olabileceğini
hissettirmektedir. Batı dünyası, radikal İslam çevrelerinde nüfuza sahip olan
bir İran’ın nükleerleşmesini istememektedir. Bu açıdan bakıldığında Batılılar
için nükleerleşmiş bir İran büyük bir tehdittir. İran’ın radikalleşmesi Batının
da sertleşmesine yol açmaktadır. Bölge yavaş yavaş istenilmeyen bir mecraya
sürüklenmektedir. Türkiye, yumuşak güç politikasıyla Ortadoğu bölgesinde
model bir ülke olmasının temelini güçlendirmekte, stratejik konumunu ulusal
çıkarlarına hizmet eden diplomatik adımlarla güçlendirirken uluslararası
kamuoyunun dikkatlerini üzerinde toplamaktadır.
Son gelişmeler ışığında Ahmedinejad’ın dört yıl daha kullanacağı başkanlık
makamında; gerek reform yanlılarının gerçekleştirdiği eylemlere yönelik sert
tedbirler ve müdahalelerde bulunması, gerekse dış politikadaki sert demeçleri
Pasdaran’ın politik yaşamdaki etkisini arttıracağı olasılığını güçlendirmektedir.
Türkiye ve İran’ın, tarihi geçmişleri ve sahip oldukları kültürel zenginlik, her
iki devlete işbirliği imkânı ve ihtiyacı sunmaktadır. İran, Türkiye için Orta
Asya’ya açılan bir kapı iken, Türkiye ise İran için Avrupa’ya açılan bir
kapıdır. İran’ın, Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına açılma şansı varken,
Türkiye de İran üzerinden Orta Asya, Kafkasya ve Hazar Havzası ile çeşitli
ekonomik ilişkiler kurma potansiyeline sahiptir. İki ülkenin jeopolitik
konumları her ülkeye farklı stratejik, jeopolitik ve ekonomik değerler
sunmakta ve çeşitli alanlarda ortak çalışma zorunluluğu doğurmaktadır.
KAYNAKÇA
BAYIR Emre, “Reform Yapamayan Reformcuların Anatomisi”, Stratejik
Analiz, Ocak 2003, Sayı 33.
BORAN Yıldırım, Lübnan’daki İran Hizbullah, Siyah Beyaz Yay., 2007,
İstanbul.
EKİNCİ Arzu Celalifer, Son Ziyaretler Kapsamında Türkiye-İran İlişkileri,
Kasım 2009, USAK Web Adresi.
167
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168
Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay
ERDİN Murat, Hizbullah ve Hamas, Kastaş Yay., 2002, İstanbul.
GÖRÇÜN Ö.Faruk, 1979 İran İslam Devrimi Sonrası Türkiye-İran İlişkileri,
Beta Yay., İst., 2008.
HALLIDAY Fred, İslam ve Çatışma Miti, Çev.:Umut Özkırımlı, Gülberk Koç,
Sarmal Yay., 1998, İstanbul.
KARAAĞAÇLI Abbas, Nükleer İran, Bilgesam Web Adresi ( 10-12.2009).
KESKİN Arif, İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler, Tartışmalar ve Sonuçlar,
Stratejik Analiz, Mart, 2005 Sayı 59.
KESKİN, A., Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikası: Saldırganlığın
Rasyonelleşmesi, Stratejik Analiz, (6.6.2006).
ARSLAN
Ozan,
Nükleer
Güç
Olma
http://www.upsam.org.tr/r8.html (10.12.2009)
Arayışı
ve
İran,
ÖZCAN Ali Nihat VE BAYIR Emre, Orta Doğu Barış Süreci, Oyuncuları ve
İran, Stratejik Analiz, Cilt 3, Sayı 22, Şubat 2002.
YENİ YÖNELİMLER, Der.:Augustus Richard Norton, Büke Yay., İstanbul.
QASSAM Naem, Hizbullah, Çev.:Muharrem Tan,, Karma Kitaplar, 2007.
http://www.aksam.com.tr/2009/03/12/yazar/7545/aksam/yazi.html
http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=
69&Itemid=41
http://www.turksam.org/tr/a653.html
http://www.azsam.org/modules.php?name=News&file=print&sid=121
http://www.hsstrateji.com/iran.asp
168
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,169-196
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
COMPARATIVE EXPERIENCES OF THREE
COUNTRIES AGAINST SEPARATIST TERRORISM:
TURKEY, SPAIN, THE UK
Erkin Özlen∗
ÖZET
Türkiye, İspanya ve İngiltere, bu üç ülke, terörizm ile mücadele stratejilerinin
anlaşılması açısından büyük önem arz etmektedir. Aynı zamanda bu üç ülke, ayrılıkçı
terör ile uzun yıllar mücadele eden, Avrupa kıtasında toprağı bulunan NATO üyesi
ülkelerdir. Bu bağlamda, güvenlik güçlerinin güncel görevleri, yasama organlarının
görevleri, toplum desteğinin gücü ve uzun yıllardır sürmekte olan terörizm sorunu
karşısındaki stratejilerin dönüşümü gibi konular birincil derecede önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: PKK, ETA, IRA, Türkiye, İspanya, İngiltere, Ayrılıkçı Terörle
Mücadele Yöntemleri, Bu Yöntemlerdeki Dönüşüm
ABSTRACT
Three countries Turkey, Spain and the UK have a primary meaning with the intention
of understanding the strategies for tackling terrorism. These three countries are the
only countries in NATO and have territories in the continent of Europe which have
been combating with separatist terrorism for many years. Significantly, the recent role
of security forces, the role of legislative power, usage of public support as an implicit
power and transformation of counter strategies against these pro-longed conflicts these
various understandings could be deemed as fundamental.
Keywords: PKK, ETA, IRA, Turkey, Spain, The UK, Strategies of Combating with
Separatist Terrorism, Transformation in these Strategies
INTRODUCTION
The focus of this paper is comparative experience of these three countries
against terrorism.
The unique experience of these three countries has a
significant meaning for understanding the recent progresses and strategies
against terrorism. Therefore, this study will compare and contrast the problems
of Turkey, Spain and the UK with regards to separatist terrorism. Afterwards,
∗
Oxford Üniversitesi Y.Lisans Öğrencisi, [email protected]
Erkin özlen
through structure of a basic compilation of knowledge of these experiences it
will intend to evaluate the successes and deficiencies in order to analyse the
consequences of these three countries’ experience.
Basically, these three NATO countries long standing experiences about
separatist terrorism and their counter terrorism strategies against PKK, ETA
and the IRA will be explained in deep firstly. All these diverse features of
these countries make the borders of this argument more expanded therefore to
analyse the research question better, similarities and distinctions, successes and
failures will be sought objectively. It is for this reason that theoretical structure
of this argument based on realism. Additionally, due to natural character of the
topic and also due to the difficulties of recognizing one definition about
terrorism, while the argument will be analysed: critical realism will also be
used as well as the empirical realism for discovering the dilemmas of the
argument objectively.
Therefore, it is not unreasonable to suggest that, the methodology of this study
is classified as a case study. “The basic case study entails the detailed and
intensive analysis of a single case” (Bryman, 2004: 48). Hence, especially
while investigating the cases in a detailed and also objective way, mostly
media sources like reports and then academic articles will be used. Although
research question of our argument consist of numerous cases, for analysing
them in a wide range it is essential to unify them. Therefore, case study
methodology will be used one by one while analysing the three countries and
their experiences as well. It is noteworthy to mention that, sharing the similar
experiences of different countries lead more enhanced strategies besides will
also lead being understood internationally. Owing to the complicated
description of terror, sharing would lead more empathy and a rational point of
view.
170
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
1. TURKEY AND PKK TERROR ORGANIZATION
PKK terrorist organization can be defined as a separatist terror organization
which carries out separatist activities in Turkey. PKK is not only considered as
a terror organization by Turkey but also by numerous institutions and states
including the UN, the EU, NATO and the US. PKK has been carrying out
these activities for a substantial amount of time pending 2009 and had cost the
Turkish state more than 30,000 lives by 1999, the year that the PKK leader
was captured (Somer, 2002: 74-93). Briefly, PKK might be defined as a
separatist terror organization that has been representing the Kurdish separatist
movements in Turkey since the 1970’s.
Originally, it was founded by some Kurdish students who were representing
the communist ideologies in 1974, led by Abdullah Öcalan, who was also
studying political science at Ankara University (Mumcu, 1993). Next, this
movement, referred to as the ‘Apo movement’, sought to found a socialist
Turkish state instead of the democratic Turkish state (Özcan, 1999). Even
though there were many socialist terror organizations that had been struggling
to found a socialist Turkish state, the ‘Apo movement’ did not find satisfactory
support as a result of this its extremely nationalist identity (ibid). Besides, the
‘Apo movement’ might be perceived as separated from other socialist
movements not only in terms of its nationalist identity but also in its extremely
violent and aggressive policies, even against opposing Kurdish groups
(Bruinessen, 1998: 40-50). Accordingly, the ‘Apo movement’ first tried to
collapse the other Kurdish groups and socialist movements, possibly as a result
of Abdullah Öcalan’s accusations against other Kurdish movements for
confusing the Kurdish population on the way to unity (Criss, 1995: 17-37). In
brief, Abdullah Öcalan and his supporters founded PKK on 27th of November
1978 which could be depicted as a hidden way but also assumed as an official
date of foundation for the terror organization (blegenet.com). Finally, since
171
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
1982 and especially with the first terrorist attack towards Eruh gendarme
station and Şemdinli gendarme station on 15th of August 1984 and the first
martyr against this organization, the PKK terror has been on the agenda of the
Turkish state (Hürriyet, 1999). Following this brief background and history;
Turkey’s strategies against separatist terrorism will be explored in to the next
section of this chapter.
Strategy of Turkey
Armies of the last century were mostly equipped and trained against high
intensity and the strategies of these armies were certainly described as
conventional against single type of enemies. Thus, these conventional armies
have a great lock against a new type of strategy that has occurred since the end
of the Cold War and could be classified as ‘Guerrilla War’ or ‘Low Intensity
Conflict’. Moreover, this new type would also be considered as the new way of
war for the last decades. It is essential, therefore, that the Turkish Armed
Forces (TAF) and its strategies against this new tactic also be evaluated as
conventional. Nevertheless, the TAF’s war against PKK and this new strategy
could be assumed as one of the longest conflicts which noticeably could be
referred to as a low intensity conflict. It is not unreasonable to suggest that,
new strategies that had been used by PKK got it roots from some former ones.
Specifically it was based on Mao’s strategy as it is stated in ‘On Protracted
War’ by Mao Tse-tung and this new strategy consists of three phases such as
strategic defence, strategic stabilization and strategic attack (turksiyer.com).
Regarding these phases specially the first phase which includes the late 80s
and beginning of 90s, the Turkish state’s responses through the TAF can not
be evaluated as successful. It is clear that these responses did not encompass
the new tactics of that era and the ones PKK had been using. Indeed, the
Turkish state had been using the same military forces in all parts of the country
since 1930’s. This unit is the Turkish Gendarme Forces for certain, which is
172
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
usually responsible for the public security in the countryside, particularly in
peace conditions.
Consequently, they did not have any specialization for asymmetric warfare or
counter terrorism (Kışlalı, 2000). On the contrary, this situation had proven the
Turkish state’s and the TAF’s inappropriate strategies against new form of war
on that territory. Due to that reason, especially at the beginning of 90s but
definitely in 1992, the Turkish Land Forces were taken their position instead of
abandoning the gendarme forces on the field and also while they were taking
their position they got the support of the Turkish Air Forces for the first time
(Kundakçı, 2004). Moreover, the TAF realized significantly the importance of
public support and especially the importance of citizens of that region as a
consequence of the violent terror attacks towards innocent civilians and local
villagers in that territory who did not support PKK.
Afterwards, the TAF has started to give psychological support to the
victimized local citizens in that area for preventing the potential joining or
support to the terrorists as a consequence of fear which PKK had been trying
to set up. Seriously, PKK made its first violent attack towards the local
innocents in 1985, they killed nine citizens including five babies, they killed
ten citizens including seven babies brutally again in 1985 in the second attack
(ibid). These two attacks were considered the first ones towards local villages
in that territory and it is not surprising then, that the main aim of these attacks
is taken as creating fear among citizens as a result of an approach of guerrilla
war (Özdağ, 1999). The reaction of the TAF and the Turkish state to these
violent attacks of terror organization might be evaluated as the first distinctive
ones.
Although the changes have already started, the TAF had some deficiencies too.
For instance, insufficiency of intelligence is assumed as one of the significant
ones. Because the TAF still did not have enough intelligence about the main
173
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
routes of PKK or hidden civilian supporters in the local population (ibid).
Moreover, the Turkish state did not have adequate intelligence about the
financing sources of PKK either. As it was stated in a report by Imset, the PKK
was earning 56 Million Deutsch Mark per year in the beginning of the 90s
(İmset, 1992). As a consequence of these facts the Turkish state made some
crucial improvements in terms of sharing international intelligence which will
be substantial concerning our analysis.
Regarding the major points of the argument which should be stated here as the
new strategies of Turkey against this new way of threat and terrorist strategy.
In the first place, as a result of the lack of domestic intelligence and the
importance of communication with public and obviously due to the inadequate
number of platoons on that territory the Turkish state reactivated the law of
‘Temporary Rural Guard System’ in 1985 (mevzuat.adalet.gov.tr). In point of
fact, this system was being used in the 1920s for protecting villagers from the
gangs and band of thugs. Additionally, Turkey has declared the ‘State of
Emergency Region’ on that territory which consisted of ten cities in those
territories: Hakkari; Van; Mardin; Diyarbakır; Adıyaman; Bitlis; Siirt; Bingöl;
Muş and Tunceli in 1987 (ibid). The law of ‘State of Emergency Region’ was
declared as a consequence of some essentials and in order to change some
regional dynamics. For instance, civilian society was assisted by state and
military forces which might conceive self confidence in local populations.
Hence, this law might be taken to be significant in regards to the way state
power interacts with the local community.
Briefly, the concept of emergency region consists of some military and public
elements. In the second place, on account of this law, an army corps
headquarters established in Diyarbakır which was commanded by a lieutenant
general then as a result of the requisite of harmony among the governors of
these ten cities and the synchronization with military, one specific governor
was assigned in the title of governor of the ‘State of Emergency Region’
174
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
(Özdağ, 1999). In the third place, ‘Internal Security Brigades’ were deployed
in 1991 that was a sign that the TAF had been working on a new strategy
which could be described as targeting the domination of specific areas by
using the quantitative power of the TAF moreover by new trained armed
forces that consist of professionally specialized units as counter terrorist troops
(Kundakçı, 2004).
Subsequently, the situation had been starting to change in advantage of the
Turkish state and the further years of this conflict could be evaluated as
another argument but especially on 20th of March 1993, almost one and a half
years after these new strategies of the Turkish state PKK had to make an
armistice (Özdağ, 1999). Although the Turkish state did not consider the
armistice request as a sincere one it tended to act peacefully unless PKK would
acted oppositely. Indeed, PKK did one of the most brutal attacks towards the
TAF on 24th of May 1993 and murdered 33 disarmed soldiers during the
armistice era who were informally clothed civilians (Hürriyet, 2008). This
would be deemed as a milestone and the further years of the war on the PKK
terror.
Subsequently strategies of the Turkish state were converted into a
psychological warfare and total war. Accordingly, the Turkish state realized
the major effects of the media and some non governmental institutions as well.
First, Turkish politicians invited the media to support them on this
psychological
warfare
and
then
they
requested
TÜSİAD
(Turkish
Industrialists’ And Businessmen’s Association) to support them too.
Consequently, the media, governmental and non governmental organizations,
and also associations announced their support against the PKK terror
(Kundakçı, 2004). It is important to recognize that these strategies could be
assumed as determination of the Turkish state against terrorism not only in a
military way but also using the public support. Moreover regarding the
175
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
military strategies, these new strategies might be considered as a new
perception of threats too.
Therefore, it is not surprising to find that, the goal of destroying the PKK
terror has been changed by the TAF’s perception of threat from the Aegean
Coast to the South East of Turkey. Until these years the Turkish Armed Forces
were considering major threat from the west coasts but with the new concept
of total war of the TAF against PKK, the TAF has been beginning to improve
the second Army Corps on the South East part of Turkey (Özdağ, 1999).
Simultaneously, the TAF has changed their trainings and knowledge first time
for tackling with low intensity conflict in these years. Thus, the war against
PKK may be recognized as a psychological warfare since 1994 which could be
considered as a milestone in terms of getting a military victory (ibid).
Indeed, due to the decrease in conflicts, economical movements began and
consequently the number of incidents related to PKK dropped. There are three
main factors which could be evaluated as victorious steps which brought the
outcome. Firstly, the TAF realized the fact of communication with the public
and local population; therefore they were trying to get the control of whole
territory for supporting the civilian local population and securing them from
PKK threats. Secondly, Turkish diplomacy made great efforts to prevent
supports towards PKK not only from Western countries but also from the
neighbours of the Turkish Republic in that region. Thirdly, as has mentioned
above, the Turkish state realized the primary power of public support and
politics in this war and Turkish politicians were doing their best performance
against the politic movements of PKK terror organization.
In brief, regarding the low intensity conflict and the counter strategies of the
TAF the transformation of the perception of threat could be taken as vital on
the road as this conclusion. Meanwhile, the developments and the capability
augmentation in the Land Air Forces especially for the hard territory
176
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
conditions could also be crucial. Lastly, the security personnel includes
military officers, military sergeants and even special police forces staff have
been adapted to the circumstances of low intensity conflict subsequently the
acquaintance with war on terror has been increased by the experiences.
2. SPAIN AND ETA
Another Mediterranean country has been anguished by separatist terror which
has existed since late 60s. Spain is a NATO country as well as Turkey in
addition to being a member of the EU. Hence, Spain and separatist terror
organization ETA will be clarified in this part of paper. Briefly the historical
background and the dynamics of these conflicts will be discussed and also the
strategies of Spain against this prolonged conflict will be explained in this
section of paper. Although sources about this argument show that ETA and the
Basque nationalism have a long history, the intention of this section is to
explain the problem after 60s.
Briefly, “ETA (Euskadi ta Askatasuna or Basque Homeland and Freedom) is a
terrorist organization formed during the late sixties, in the context of a
dictatorial regime, namely Francoism” (Reinares, 2004: 455-6). In order to
understand the mentality of separatist thoughts in Spain it is noteworthy to
point out that; as a consequence of the suppressed policy of Franco and its
regime towards the population of the Basque region, Catalan region and
Canary Islands, nationalist and separatist movements gathered strength
(Sullivan, 1998). However, in comparison to responses of these regions the
Basque region has distinguished features. These could be classified as; first,
the own characteristic of Basque Nationalism, second, totalitarian and common
responses against the nationalist problems during the years between 1939 –
1977; third during these terms the limited and weak central nationalist power
also made these totalitarian common responses possible (Hunter vd., 1998:
119-145).
177
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
Regarding these points it is anticipated that there are similarities between the
foundation of PKK organization in Turkey, for the reason that ETA and PKK
both distinguished themselves from others. Back to the brief information about
ETA terror organization, the first armed attack occurred in 1968 and the
further ones are enough to identify them as one of the most terrifying separatist
group, as CNN has already stated. According to CNN World; “The Basque
separatist group ETA has been fighting for an independent Basque state in
northern Spain since 1968 (cnn.com). Moreover, it is significantly stated that,
“During that period, ETA has been blamed for killing more than 800 people,
kidnapping 70 others and wounding thousands, making it one of the most
feared organisations of its kind in Europe” (cnn.com). This definition would be
substantial to our argument in order to understand the influences of terrorism
on the public and the necessity of this fear for persuasion.
Thus, ETA was involved in numerous kidnapping cases for increasing the
control of persuasion. Certainly, ETA was involved in 77 kidnapping cases not
only for the fear effect but also the financial sources that it is gaining by
ransoms (Clutterbuck, 1990). Gradually, ETA planned one of the most brutal
terror attacks in the summer of 1987 and as a consequence 21 people were
killed and 45 people wounded (ibid). Although these cruel attacks lead to
reactions from the Spanish state, especially since the late 80s, ETA terrorists
have been supported in terms of education and shelter primarily from the IRA
and some other terror organizations from Latin America. Subsequently, until
the Spanish state changed its domestic and international policies, this situation
was stable. Hence, the next part of this section will concentrate on the policies
of the Spanish state.
The Spanish state reactions and policies against ETA could be classified as
democratic however one of the major things worth noting is that the policies of
state in the period of Franco and his dictatorship and democratic
administrations after him are different. Although the intention of this section is
178
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
not the policies of Franco, it is noteworthy to mention briefly here to explain
the cause effect relation of terrorism and policies. Therefore, the crucial point
we need to remember here is that the policies of Franco against ETA turned
out to be more beneficial for the terrorist organization than the Spanish state
(Clutterbuck, 1990). Owing to the nature of terrorism, the reaction of the state
was created more conflicts as a consequence of the violence of their reactions,
thus they were all grounded more violent terror attacks too. On the contrary,
the democratic elections in Spain after Franco’s death changed the policies and
strategies of state entirely. The policies of this new period could be evaluated
in some cases in regards to precautions specially taken among the institutions
and the terrorist organization.
Strategy of Spain
The first change the new democratic administration has made might be
perceived as the improvements of the counter terror units of the police
organization. In fact, as it is anticipated above, Franco’s death led to many
changes in the country concerning to be a democratic country. Thus, the
improvements in police organizations are going to be stated below. As it was
expressed above, approximately two years after the death of Franco, autonomy
was given to the Basque region as a consequence of the elections. Moreover,
they were also given the right to establish their own television channels and
police organization as well (Khatami, 1991: 161-181). Besides, these would be
evaluated as evidence that the Basque region gained more opportunities than
the other autonym regions (Soria, 2003: 517-556). Nevertheless, these
democratic improvements which occurred after decades of dictatorship could
not be enough to resolve these conflicts, furthermore, it is not unreasonable to
suggest that these improvements might be defined as a having catalyst effect
on increasing violence. In addition to this point back to our initial argument the
Spanish state has improved many policies initially starting with civilizing the
179
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
police organization in 1978 by the new constitutional law (Çökmez, 2008:
355-371).
It is essential therefore that the Franco era could be evaluated as military
reactions against terrorism, thus the new constitutional law has a great
meaning regarding the response to terror in a civilized and democratic way. On
the other hand, while civilizing the police organization they also established
‘Special Operations Task Force’ which was going to lead a sizeable decline in
the kidnapping events which could be estimated as the main finance source for
the terror organization. Furthermore, Gonzales who was the winner in the 1982
national elections has also established a task force which could be defined as
‘Civilian Guards’ (ibid). These forces could also be correlated with the Turkish
‘Rural Guard System’ which has also been mentioned above. Meanwhile, the
importance of international relations and cooperative precautions and
strategies became vital in this era.
Therefore, significantly in 1984, Spanish and French governments made a
special treaty which would obligate Basque population that was living in
French territory to return back to Spain (Waldman, 1991: 1-32). This vital
development causes; wide range of favourable consequences; shortly it might
be described as a collaboration of two formerly socialist neighbour states and
administrations. Indeed, the Gonzales government in Spain and the Mitterrand
government in France set unforgettable milestones in terms of proving the
importance of collaboration in their war on separatist terror. As a consequence
of this improvement it is not unreasonable to suggest that ETA would be
defeated not only in a military way but also psychologically. It is also worth
noting that these consequences could have occurred as a result of a special
cause which is the GAL (Antiterrorist Liberation Group) which will be
discussed further parts of this paper.
180
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
Back to our initial argument, further substantial improvements which occurred
in the democratic era of Spain in the struggle against ETA could be deemed
crucial in terms of improvements in legacy and law enforcement. Therefore,
the necessity of reinforcing these improvements by law enforcement and
special recruitments executed to law system which were specialized for
counter terrorism was understandable. One of the vital enforcements was
increasing the detention times which were defined as ‘incommunicado
detention’ to ten days between the 1984 – 1987 period and then it decreased
three days in normal conditions and five days regarding special cases
(Weschler, 1993). Equally importantly, another improvement that led to
psychological victory against ETA terror could be classified as some
agreements which have signed regionally. Hence, after the new law and legal
regulations since 1987 some agreements have been signed gradually (Soria,
2003). These agreements were aimed to reduce the power of ETA on the
population and also to achieve an increase in support from the public towards
the state.
Consequently, these agreements were evaluated as psychological warfare
against terrorism and considered as successful significantly for decreasing the
importance of terror, especially on the public. Regarding our argument, this
would be a milestone for proving the importance of psychological responses
against terrorism. Indeed, the actions of Spain and Turkey in opposition to
their common problem of separatist terrorism emphasised the gaining of public
support which was concerned to get a psychological victory against terror (Bal,
2000). In closing, another strategy that is also assessed as common especially
against separatist terror would be ‘Reinserción’ which could be defined as a
strategy that would intend to get support from the public, not only from the
regional population but also from the terrorists who decided to leave terror
attacks in order to give them a chance of amnesty (Özçer, 2006).
181
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
Therefore, the Spanish Penal Code at Article 579 additionally included this
topic as a result of these improvements (ohchr.org). Besides, for strengthening
the psychological victory and also preventing the captured leaders of terror
organizations who could still guide terrorists from prison, new regulations
about jails has made the prisons more isolated (Bal, 2000). As a consequence
of these new regulations, leaders of ETA could not act together in the prison
conditions and also could not find ways to communicate with the terrorists. In
brief, all these enhancements could be considered as significant but regards to
our argument and the importance of psychological war and substantial
meaning of psychological victory new regulations could be taken as major
changes. Especially in terms of leaders of ETA have lost their power on their
organizations subsequently, ETA has lost its power towards the public and the
way which brought success to the Spanish state became clear.
3. THE UNITED KINGDOM AND THE IRA
One of the other considerable conflict which could be evaluated as the longlasting one in comparison with Turkey and PKK, and Spain and ETA is the
United Kingdom and the IRA. In this section of the chapter the brief history
especially after the 80s will be mentioned then the policies of the United
Kingdom, changes in these policies and strategies through the changes on
policies of the IRA and international terrorism will be mentioned as well.
Despite the fact that the IRA has a long history, especially during the World
War Two and the further decades after the World War Two, it was hard to
found out an important act in the sense of war again separatist terror.
Nevertheless, since the late 60s and especially 70s and 80s, the separatist terror
acts have raised gradually owing to the necessity for some acts that have
emerged.
The UK met terrorism much earlier than many other countries as a
consequence of the prolonged Ireland conflict. Therefore, it is understandable
182
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
that acts of the state would be evaluated as mostly centred against the Ireland
conflict. Besides, the UK had never focused counter terror acts against global
terrorism. This point will be discussed in the further sections of this paper but
regarding our argument in this section, it is noteworthy to state that the UK has
acknowledged experiences against terrorism but chiefly against separatist
terrorism. Thus, it is not unreasonable to suggest that the first regulations or
strategic acts opposing terrorism have been made against the Northern Ireland
conflict. Additionally, these regulations have also been modified owing to the
necessities which have been changing by circumstances during the different
eras. Until the year 2000 through to the ‘Terrorism Act 2000’ it is easy to
mention one counter terror act which could be examined in 5 different
regulations in order to various necessities of different periods. Thereby these
different regulations will be explained briefly in this section.
Prevention of Terrorism Acts
To begin with, the first regulation or act stated on 29th of November 1974 also
would be defined as ‘Temporary Provisions Act 1974’ that is legitimately
stated as ‘Prevention of Terrorism Act 1974’ – The PTA (cain.ulst.ac.uk).
Although it was prepared as a temporary act, it has converted into a permanent
one. Basically, the PTA has lifted up the limits of power of the armed forces or
in other words generally security forces. Thus, the police forces and the home
office of the UK have been affected, subsequently the duration of detention has
increased and the limit of searching has risen as well. Nevertheless, the first
form of this act had some weak points too. In spite of the fact that this form
could be considered as a strict one, it could only cause much more detention or
investigation towards suspects rather than finding the real guilty ones
(usakgundem.com). Therefore, it is not unreasonable to suggest that this first
form of the PTA might be criticised as instead of punishing the guilty ones it
was more focusing on improving the intelligence abilities and also a kind of
183
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
suppression policy which could be evaluated as a psychological war as well
(Greaghty, 2000).
Indeed, most of the detentions were concluded without any action being taken
against them. As it is stated, “6932 people had been detained regards to
Northern Ireland issues during the period of 1974 – 1990 and virtually 6000 of
them released without any legal actions against them” (radstats.com).
According to this information it is also noteworthy to summarize that, there
were some changes and regulations during this period especially between the
years 1974 and 1984, but it is hard to consider them as a new intention.
However, the regulation in 1984 could be claimed as a sign for new intention
in order to prevent terrorism. Because the perception changed and the new
perception of threat was not only related to the Northern Ireland conflict but
also the suspects who were connected with the international terrorism. In that
sense, it was one of the initial steps which tried to change the perception and
extended the authority against international terrorism (Ulusoy, 1994: 80-81).
Although it could be evaluated as one of the first steps for transforming the
perception of threat from a regional to an international level, the UK’s security
forces did not use this new authority so often.
On the other hand, the
regulation of 1989 would be accounted as more rational than the former
regulations (egm.gov.tr).
Apparently, the Prevention of Terrorism Act 1989 was also evaluated as a
temporary act but also was the first one which had new powers arranged in 7
sections
(opsi.gov.uk).
These
are
stated
as
follows 1.
Proscribed
Organisations, 2. Exclusion Orders, 3. Financial Assistance for Terrorism, 4.
Arrest, Detention and Control of Entry, 5. Information, Proceedings and
Interpretation, 6. Further Provisions for Northern Ireland, 7. Supplementary
(opsi.gov.uk). Regarding our argument, the major points of these seven
sections could be defined in few words as, supporting financially or displaying
184
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
signs of public support or any kind of support for listed illegal organizations
might lead to an arrestable offence and also time periods of detentions are
designated as 48 hours but could be extended by five additional days by the
permission of the Home Secretary (absoluteastronomy.com).
The next regulation is the 1996 Act and one of the points that is crucial
regarding our argument is that additional powers added an important power for
the security forces which was stated as ‘Power to stop and search pedestrians’
in 1996 act (opsi.gov.uk). One other point would be that, security forces have
gained power for searching any suspicious civilian moreover, even if they
couldn’t find any connection with terrorist organization, security forces have a
right which allows 12 hours detention without any clues by the provided power
of 1996 Act.
It would seem clear that the United Kingdom has various acts which would
have been trying to prevent terrorism in their land thus; the further section of
this chapter will briefly mention the transformation of the perception of terror
as a threat in their own land or in the manner of an international threat. It is
also noteworthy in a few words that the predecessor of these acts could be
regarded as the ‘Prevention of Violence Act 1939’ (Temporary Provisions)
which was carried into law in response to the IRA (Ulusoy, 1994: 80-81).
Furthermore, the Prevention of Violence Act was allowed to expire in 1953
and was abolished in 1973 to be reintroduced under the Prevention of
Terrorism (Temporary Provisions) Act (ibid). In 2000 the acts were replaced
with the more permanent ones, especially by the Terrorism Act 2000. On the
Terrorism Act 2000 and the further years the acts were formed favourable for
the threat of international terrorism which is going to be discussed in depth
below.
Briefly, since the end of the 90s it is not surprising to find that the acts and
regulations were mostly focused on the Northern Ireland conflict and they
185
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
would not be evaluated as acts that challenges against international terrorism.
Regarding our argument this has a specific meaning in order to understand the
importance of taking precautions towards international terror organizations in
the United Kingdom. Due to the fact that, many regional terror organizations
for instance it is possible to link by PKK concerning with the topic, was
sponsored and supported in the UK during this time period however there were
strict precautions against terrorism (Laçiner, 2001).
As it has mentioned, the precautions were not against international terrorism,
they were only against the IRA terror. This specific point will also be
mentioned in more detailed way in the subsequent parts of this study.
Nonetheless, in order to comprehend the main cause of necessity of a new and
wide ranging act, this point is vital. Especially after 1999 perceptions of threat
have been changing crucially and the perception of radical religious
organizations as a threat has become a considerable approach. According to
this approach, it is noteworthy to recognize some roots for these changes in
perceptions. Such roots as the similar perceptions of the United States might
have influenced the newly forming acts of the United Kingdom. This could be
considered as one of the first reasons for realizing the absence of a beneficial
act against international terrorism and gradually religious terrorism.
Another probable reason might be related with the lack of precautions and acts
against international and religious terror organizations that could prevent them
from organising and being networked in the UK. Hence, a substantial amount
of supporters, member or even the leaders of many international terror
organizations, could survive and hide in the UK during this era. All of these
circumstances led to some problems for the state and also caused some
international crises with some other countries due to the fact that terrorists
could survive as a result of a lack of essential acts and laws in the UK in that
sense (Ulusoy, 1994: 80-81).
186
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
Eventually, as a consequence of challenging discussions and procedures on
19th February 2001, the Terrorism Act 2001 has come into effect and replaced
the Prevention of Terrorism Act 1974 that had been in effect since 1974 and
could be evaluated as temporary provisions (libertas.bham.ac.uk). Regarding
the argument specifically in this part of the paper, the Terrorism Act 2001 has
a major meaning. As it has mentioned above it could be considered as a
transformation of a regional and temporary provision act into an international
and permanent act attempting to cope with international terrorism.
Furthermore, the definition of terrorism in the Terrorism Act 2001 is important
in order to transform the perception of a regional problem into an international
one as well. This is a vital point for understanding the perceptions and also the
steps towards cooperation against terrorism.
4.
SIMILARITIES
AND
DIFFERENCES
OF
THESE
THREE
COUNTRIES’ STRATEGIES
Last part of this study will intend to analyse briefly the similarities and
differences of these three countries while encountering their separatist terror
problem. First of all PKK, ETA and the IRA are both evaluated as separatist
terror organizations however they all have some unique characteristics which
may breed some similarities and differences. It is essential to do the first
concise comparison with PKK and ETA in order to conceive the discrete
experience of the UK and the IRA which will be mentioned further of this
section. PKK and ETA both have common features and similar historical
developments. In a few words, these two terror organizations both were
founded aiming to become separated from the states which they were involved.
These reasons could be defined as their different ethnicities and necessities for
creating new identities for them. Furthermore, this case might include the IRA
as well, they all tried to find financial funds in the territories where the ethnic
populations (for the IRA the religions of populations), whom supports them for
187
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
surviving. The ways of finding financial funds are also similar, kidnapping for
ransom, drug trafficking, human smuggling and arms trafficking. Although
they both have been supported by some other countries and also could have
been hiding and funding from other countries, apparently PKK has been
influenced much more than the international developments not only from
neighbours of that region or territory but mostly from the European countries.
Actually, it is essential to say that PKK has been supported by European
countries much more than ETA and the IRA (isref.org).
At the same time, in the case of ETA there was another issue which is essential
to mention. As a result of the geographical features of the Basque region which
is between the borders of Spain and France it could be evaluated as a special
case. Since that region is related with two countries, they were deciding to
work on that issue cooperatively; however, they both had some crises during
these collaborations (ibid). Nonetheless, for this case ETA would be assessed
differently as a consequence of using international cooperation as a tool on
account of the unique features of that case. Another point of view should be
mentioned here is either the size of leader team and also the number of
terrorists, PKK is noticeably larger than ETA and the IRA. Consequently, this
would make possible to conceive the important necessity of a huge amount of
support towards PKK which have been supplied from European countries for
many years (Özdağ, 1999).
Another point we need to state about ETA and PKK before than to mention the
IRA and the UK’s distinction is some counter guerrilla organizations which
both Spain and Turkey were using against their separatist terrorism many
years. In addition to that, for Spain and their war against terror, it is possible to
talk about an organization which would have been considered as a hidden
power which might has been used towards France during this era. GAL (Anti
Terrorist Liberation Group) is the name of this organization which is also
pointed out in Çökmez as a part of a counter terror plan which was using by
188
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
Spain against ETA (Çökmez, 2008: 355-371). In the same manner, it is also
possible to mention a similar organization for Turkey and its war against PKK.
Especially during the early 1990s the Turkish state was using JİTEM
(Gendarmerie Intelligence and Counterterrorism Centre) against separatist
terror organization PKK, especially for supplementing various sources of
intelligence (ansiklopedi.turkcebilgi.com). This point might be vital for
proving that the TAF had already been understood the importance of any kind
of intelligence in order to tackle with this pro-longed low intensity conflict.
On the contrary, the UK and its war against the IRA would be separable in this
sense. As it has been discussed above in the related part it is not surprising to
suggest that, the war against the IRA and the war against ETA and PKK were
different in such cases. The UK has been trying to tackle with its separatist
terrorism mostly by using the power of law in comparison with the war of
Turkey against PKK and war of Spain against ETA. This would have been
linked with some reasons like different conjuncture of the conflict,
geographical features, historical background but most probably existence of a
third party in the whole situation. By the same token in the war against ETA
and PKK, either the Turkish state or the Spanish state they have chosen to use
security forces instead of using the power of law like the UK has done
especially after 1980s. It is assumed that linking a third party in to a conflict
like a separatist terror conflict might be distinguished from the other separatist
terror conflicts. Hence, The Good Friday Agreement which was signed by the
British and the Irish governments and also supported by Northern Ireland and
its political parties on 10th of April 1998 was admired as a milestone
(foreignaffairs.gov). As Martin stated it could be conceived as a vital point for
the unification of the island:
…the peace process in Northern Ireland enjoyed a significant turning point in May 1998 when the
so called Good Friday Agreement of April 10, 1998 (also known as the Belfast Agreement), was
overwhelmingly approved by voters in the Irish Republic and Northern Ireland in May 1998. It
189
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
signalled the mutual acceptance of a Northern Ireland assembly and the disarmament, or
‘decommissioning’ of all paramilitaries.
(Martin, 2009: 489-490)
It is also a necessity to convey a brief comparison of PKK and the IRA terror
organizations in order to evaluate the long standing experiences of Turkey and
the UK. Therefore, it is important to recognize that in terms of understanding
international support en route for these organizations; as a consequence it is
not unreasonable to suggest that the IRA has been supported mostly by the US
(news.bbbc.co.uk). Additionally, also some Middle East countries like Libya
could be taken as a hidden supporter of the IRA as well nevertheless, in
comparison with the supports toward PKK from some European countries and
also some Middle East countries like Iran and Syria the support from Libya to
the IRA would be evaluated as insignificant (Laçiner, 2001).
Into the bargain, as it has mentioned above in the comparison of ETA and
PKK, the size of the IRA could be considered as notably small than the size of
ETA and PKK. Last but not the least, in the connection with revealing the
differences of the way of acts of the IRA and PKK, one crucial point in
comparison with PKK would be, the IRA was trying to warn security forces to
evacuate the target area from civilians (Laçiner, 2001). Hence, this attitude
might have been assumed as one of the major reasons for gaining public
support of the IRA. Besides, this might also be deemed as one of the reasons of
British state’s struggling to act more in legal ways especially after 1980s. In
addition to these brief comparisons and the explanations of long standing
experiences of separatist terror of these three countries, last section of this
chapter will shortly express the developments in Turkey concerning its role on
preventing terrorism as the long term experienced with low intensity conflict
due to PKK terror and also because of being first victim of religious terror in
the European continent.
190
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
Hence, it is noteworthy to begin with some reforms from the Turkish state.
First of all one of the recent debate is about the constitution and law on
political parties which could be resembled with the role of Ireland and
Northern Ireland parties against to the IRA terror. For that matter, initially the
EU and some other NGOs struggle to solve the problem in terms of some
regulations or in other words some reforms on constitution and law on political
parties. Accordingly, the Venice Commission of the European Council has
stated some vital points on its 78th Plenary Session on 13-14 March 2009
concerning this approach. Some of the most significant statements of this
session pointed out some differences of Turkey in that sense. For instance as it
has claimed in the report:
2. The procedure for initiating decisions on party prohibition or dissolution makes this initiative
more arbitrary and less subject to democratic control, than in other European countries.
3. The tradition of regularly applying the rules on party closure to an extent that has no parallel in
any other European country demonstrates that this is not in effect regarded as an extraordinary
measure, but as a structural and operative part of the constitution.(abhaber.com)
These critics would have changed the case of DTP (Democratic Society Party)
positively. Moreover, these efforts could also be appraised as a sign from the
Turkish government, which points out the perception of willing an absolute
solution to the problem not only from security forces perspective.
In addition to these efforts of the Turkish state and Turkish democracy that can
be considered as a part of a whole reform in the counter terrorist strategy in
Turkey which needs to be complemented with some conversions on the
perspectives of the Turkish Armed Forces (TAF). For this reason it is essential
to note that, the speech of 26th Commander of the Turkish Armed Forces - The
chief of general staff İlker Başbuğ - towards the Turkish War Colleges
Command on 14th April 2009 is critical to figure out the recent perspective of
the TAF. He emphasized some crucial points concerning to our argument;
191
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
First, he said the counter terrorist strategy should be people oriented and must
be conceived by the hearts and the brains of people; second, there should be a
close relationship between the public and the government agencies for that
reason, the state should understand the culture and the attitudes of regional folk
or communal sincerely last; it wouldn’t be forgotten that terrorists are people
too, hence the root causes of accessions to terror organization should be
analyzed seriously and in multidimensional way in order to prevent more
accessions and consequently for collapsing the terror organization (tsk.tr). To
put it briefly, these three points can be taken as one of the most efficient
approach concerning to set up sufficient counter terrorist strategies of the states
which have suffered from terrorism.
CONLUSION
To conclude, as the Commander of the Turkish Armed Forces - The chief of
general staff İlker Başbuğ emphasised the importance of people oriented
strategies, significance of sharing knowledge, experience and the lessons
learned by these experience are indisputable. In terms of finding out how to
tackle with a problem, how to struggle with an enemy or how to resolve a
conflict, clarifying these common experiences of different countries is vital.
Therefore, the similarities of these three countries were clarified above and
also in wide range of dimensions. Their strategies against separatist terror, the
historical backgrounds of these terror organizations and their strategies were
also analysed separately. Eventually, the consequences of their strategies were
evaluated objectively; even the failures or successes were tried to be discussed
in detail.
Owing to the topic contains more than a single case and a perspective besides a
connection, it could not easy to discuss entirely and linked each other.
However, on account of the case study structure also, the similarities between
the experiences and strategies; it was not so hard to find connections which
192
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
could be deemed as one of the main points of our argument. Therefore, as it
has mentioned all in these three cases, the experiences of Turkey, Spain and
the UK are crucial to enhance more efficient strategies. As these countries all
have been trying to fight against terrorism, it would seems clear that the
primary strategy should be considering the definition of terrorism and never
become an instrument for its purpose which is using violent terror acts for
achieving political goals.
BIBLIOGRAPHY
Books:
BRYMAN, A: Social Reseach Methods, Oxford Univ. Press, 2004, New York.
CLUTTERBUCK, R.: Terrorism, Drugs and Crime in Europe after 1992,
Routledge, 1990, New York.
GREAGHTY, T.: The Irish War, The Military History of a Domestic Conflict,
HarperCollins Publisher, 2000, London.
HUNTER, G. & POLLACK, B.: ‘Dictatorship, Democracy and Terrorism in
Spain’ In Lodge, J. The Threat of Terrorism, Westview Press, Boulder, 1998.
KIŞLALI, M. A.:Güneydoğu Düşük Yoğunlukta Çatışma, Ümit Yayıncılık,
2000, Ankara.
KUNDAKÇI, H.: Güneydoğu’da Unutulmayanlar, Alfa Yay., 2004, Istanbul.
LAÇİNER, S.: ABD – İngiltere: Özel Bir İlişki, ASAM, 2001, Ankara.
LAÇİNER, S.: İngiltere, Terör Kuzey İrlanda Sorunu ve İnsan Hakları, Asam
Yayınları - Ankara Çalışmaları Dizisi, No.6, ASAM, 2001, Ankara.
MARTİN, G.: Understanding Terrorism: Challenges, perspectives, and issues,
Sage Publications, 2009, California.
MUMCU, U.: Kürt Dosyası, Tekin Yayıncılık, 1993, Ankara.
ÖZCAN, N.A.: PKK: Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, ASAM Yayınları, 1999,
Ankara.
ÖZDAĞ, Ü.: Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayrinizami Savaşın
Anatomisi, ASAM Yayınları, 1999, Ankara.
ÖZÇER, A.: Çoğul İspanya, İmge Kitabevi Yayıncılık, 2006, Ankara.
SULLIVAN, J.: ETA and Basque Nationalism, Routledge, 1998, London.
193
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
WALDMAN, P.: From The Vindication Of Honour To Blackmail: The İmpact
Of The Changing Role Of ETA On Society And Politics İn The Basque
Region Of Spain’ In Gal-Or, N. Tolerating Terrorism in the West: An
International Survey, Routledge, 1991, London.
WHITTAKER, D. J.: The Terrorism Reader, Routledge, 2007, New York.
Reports:
Arrangements of the Prevention of Terrorismt Act 1989, “Chapter 4”.
Article 579, “Legislative framework for counter-terrorism measures in Spain”.
BAL, İ.: Terörle Pro-Aktif Mücadele ve Hizbullah Örneği, Polis Bilimleri
Dergisi, 2 ,No.5-6, Polis Akademisi Yayınları, 2000, Ankara.
İMSET, İ.: The PKK: A Report on Seperatist Violence, Turkish Daily News
Publications, 1992, Ankara.
Köy Kanunu, (Turkish Legal Code regarding villages), “No. 442”.
OHAL, “OHAL Bölge Valiliği ihdası hakkında kanun hükmünde kararname”.
PKK fundings, “PKK ile Mücadelede İspanya’nın ETA ile Mücadele Örneği”.
Available at: (http://www.isref.org/index.php?pid=43&page=view&id=738)
Prevention of Terrorism (Additional Powers) Act 1996 – Power to stop and
search pedestrians, “1996 Chapter 7”.
Prevention of Terrorism Act 2005.
Prevention of Terrorism Act, from Statewatch, No 2, May/June 1991.
Prevention of Terrorism (Temporary Provisions), “Act 1974”.
Report of the Official Account of the Bombings in London on 7th of July 2005.
TAF Commander İlker Başbuğ’s speech towards the Turkish War Colleges
Command on 14th April 2009.
WESCHLER, J.: The Human Rights Watch Global Report on Prisons, Human
Rights Watch, 1993, New York.
Articles:
BRUINESSEN, M.V.: Between Guerrilla War and Political Murder: The
Workers’ Party of Kurdistan, Middle East Report, No. 153, July-August, 1998.
CRISS, N. B.: The Nature of PKK Terrorism in Turkey, Studies in Conflict
and Terrorism, 18, No. 1, 1995
194
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism:
Turkey, Spain, The UK
ÇÖKMEZ, F. G.: The Basque Country: A Historical Case of Ethnical
Nationalism and Impact of State Policies in Spain. Ege Academic Review, 8,
No.1, 1998.
KHATAMI, S.: Decentralization: A comparative study of France and Spain
since the 1970s, Regional federal studies, 1, No.2, 1991.
KOÇÖZ, R.: İnsanlık, Savaş ve Terör, EGM Polis Dergisi,47, 2006.
REİNARES, F.: Who are the Terrorists? Analyzing Changes in Sociological
Profile among Members of ETA, Studies in Conlflict & Terrorism, 27, No.6,
2004.
SOMER, M.: Ethnic Kurds, Endogenous Identities, and Integration with
Europe, The Global Review of Ethnopolitics, 1, No. 4, June, 2002.
SORİA, J.M.: Country Report on Spain, In Walter, C. et al. Terrorism as a
Challenge for National and International Law: Security versus Liberty?,
Springer, Munich, 2003.
ULUSOY, H.: Ingiltere’de Terörizm, Terörizme karşı alınan önlemler ve
Sonuçlar, T.İ.D, 11, No 66, 1994.
Newspapers:
Hürriyet, 19.2.1999 “Başladığı yere döndü”.
Hürriyet, 24.5.2008 “Şehitlikte büyük buluşma”.
Online Sources:
AB Haber, Venice Commission, “European Commission for Democracy
through Law”. Available at: (http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=2819
[Last accessed: July 2009])
BBC News: Rich Friends in New York, http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/
americas/ 1563119.stm [Last accessed: August 2009])
CNN World, ETA: Feared Separatist Group, (http://edition.cnn.com/ m2002
/WORLD/europe/05/21/basque.background/[Last accessed: August 2009])
Good Friday Agreement. Available at: http://www.foreignaffairs.gov.ie/home/
index.aspx?id=335 [Last accessed: July 2009])
JİTEM, JİTEM Hakkında Bilgi. http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Jitem [Last
accessed: August 2009])
Öcalan Davası, II, Bölüm PKK Terör Örgütünün Kuruluşu, Amacı, Programı,
Stratejisi, Yapılanması Ve Faaliyetleri. www.belgenet.com/dava/dava03.html
[Last accessed: June 2009])
195
Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196
Erkin özlen
Powers contained in the Acts - PTA 1989 Acts, “Arrest, Detention and Control
of Entry”. www.absoluteastronomy.com/topics/Prevention_of_Terrorism_Act
_%28Northern_Ireland%29#encyclopedia [Access: Augst 2009)
PTA 1989, “11 Eylül Sonrası Terörle Mücadelede İngiltere Örneği “.Available
at:http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/36/web/kriminoloji/ars_gor_bil
al_sinik.htm [Last accessed: August 2009])
PTA Detentions, PKK Sorunu: Türkiye İçin Büyük Fırsatlar ve İngiltere’den
Alınacak Dersler. http://www.usakgundem.com/yazar/289/pkk-sorunu-türkiyeiçin-büyük-firsatlar-ve-ingiltere’den-alinacak-dersler.html [Access: Aug 2009]
Strategies of PKK: Teröristlerin Başvurduğu Stretejiler. Available at:
http://turksiyer.com/pkk/teroristlerin-basvurdugu-stratejiler.html August 2009)
The centre for US foreign policy, “The British War on Terror Timeline”.
Available at: (www.libertas.bham.ac.uk [Last accessed: July 2009])
196
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196
YAYIN KURALLARI:
1. Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, yılda iki kez
yayınlanan hakemli bir dergidir. Dergi; uluslararası ilişkiler, dış politika, ulusal
ve uluslararası güvenlik alanında özgün çalışmaları amaçlayan bir dergidir.
Aynı zamanda disiplinler arası çalışmalara yer vermektedir.
2. Hazırlanan makaleler; “Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi,
Sıraselviler Cad. No.65, 34437, Taksim, İstanbul” adresine gönderilmelidir.
Tel: 0090 212 444 19 97 (dah. 5571 veya 5582). Faks: 0090 212 867 55 77.
Elektronik başvurular Microsoft Word dosyası şeklinde aşağıdaki elektronik
posta
adreslerine
gönderilebilir:
[email protected]
[email protected]
3. Dergiye gönderilen makaleler orijinal olmalı, aynı anda başka bir yayında
yayımlanmak için gönderilmemiş olmalıdır. Eğer gönderilen makalenin bir
kopyası diğer bir yayın kuruluşuna gönderilmiş veya burada
yayınlanmış/yayınlanacaksa bu durum yazar tarafından başvuru esnasında
açıkça ifade edilmelidir.
4. Yayın için gönderilen makaleler hakem değerlendirmesine tabidir. Editör ve
redaksiyon kurulu tarafından gözden geçirilen makaleler bilimsel yazım
kuralları açısından gözden geçirilir. Uygun görülen makaleler daha sonra ilgili
alanlardaki üç hakeme akademik inceleme için gönderilir. Editör ve hakemler
gönderilen makaleleri üç aşamalı bir metot ile inceleyecekledir: a) Edebi
niteliği: yazım tarzı, dil kullanımı, metnin organizasyonu. b) Referans
kullanımı: referans yazım uygunluğu, kaynaklar, dipnotların metinle ilişkisi. c)
Bilimsel kalitesi: Araştırmanın derinliği, niteliği, bilime katkısı, orijinalliği ve
bilimsel inandırıcılığı. Hakemlerin kararına göre, makaleler dergide
yayımlanacak veya yayını uygun görülmeyecektir. Hakem raporları gizli
tutulacak ve beş yıl süre ile arşiv olarak muhafaza edilecektir.
5. Metinler bir buçuk veya çift aralıklı olarak A4 boyutlu kağıdın bir yüzüne
yazılacaktır. Sayfalar sırasına uygun olarak numaralandırılacaktır. Gönderilen
metinler geri verilmeyeceğinden, yazar bir nüshasını muhafaza etmelidir.
Editörler, metinlerin kaybolması veya hasar görmesinden sorumlu değildir.
6. Metinler aşağıdaki sıraya göre düzenlenmelidir: İlk sayfada; başlık, (varsa)
alt başlık, yazar isimi (leri), bağlantılı olduğu kuruluş, tam posta adresi, telefon
ve faks numarası. Devam eden sayfalarda; metinin ana bölümü, referans listesi
ve dipnotlar, ekler, tablolar.
7. Kural olarak makaleler, dip notlar hariç, 10.000 kelimeyi geçmemelidir.
Kitap incelemeleri 2.500 kelime civarında olmalıdır.
8. Yazarlar bu dergi için öngörülen yazım tarzına uygun olarak makalelerini
hazırlamaktan sorumludur.
197
9. Makale başlıkları 12 punto, kalın ve büyük harfle yazılmalıdır.
10. Her makalede metnin ana tartışma konularını ve sonuçlarını özetleyen bir
özet (abstract) ile altıdan fazla olmayan anahtar kelime bulunmalıdır.
11. Dipnotlar makale içinde sırası ile yükseltilmiş numara ile
numaralandırılmalı ve makale sonunda listelenen dipnotlara atıf yapılmalıdır.
Dipnotlar asgari düzeyde tutulmalıdır. Kitap referansları: yazarın soy ismi,
isminin ilk harfi(leri), italik olarak kitabın başlığı, yayıncı kuruluş, parantez
içinde basım yeri ve yılı, sayfa no.(ları) şeklinde olmalıdır. Makale referansları
yazarın ismi ve soy ismi, aktarma işareti içinde makalenin başlığı, altı çizgili
olarak yayının adı, Cilt no., parantez içinde yayın yılı ve sayfa no.(ları)
şeklinde olacaktır. Aynı referansa müteakip atıflar sadece yazarın ismi, yayın
yılı ve sayfa no.(ları) şeklinde olabilir.
12. Tablolar ve Şekiller metin içine konulmalıdır. Üstünde kısa bir tanımlayıcı
başlık, altında ise açıklamaları ve dipnota atıf yer almalıdır. Şekiller gerekli
kısaltmayı sağlayacak şekilde isimlendirilmelidir.
13. Telif hakları: Yazarlar makalelerinin ve özetlerinin her türlü telif ve izin
verme hakkını Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne ait
olduğunu kabul ederler. Yazarlar, makalelerinin yayınından sonra Beykent
Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin iznine tabi olarak makalelerini
başka yayınlarda kullanabilirler.
TELİF TRANSFERİ:
Yayını halinde……………………………………… başlıklı makalenin
yazar/ları olarak, tüm telif haklarını Beykent Üniversitesi’ne devrediyorum/z.
Yazar/lar: Ad/Soyad:
İmza:
Kurumu:
Adres:
İLETİŞİM:
Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Sıra Selviler Cad. No.65,
34437 Taksim İstanbul. Tel: 0212 444 19 97 (dah. 5571 veya 5582)
Faks: 0212 867 55 77, www.beykent.edu.tr
198
PUBLICATION REGULATIONS:
1. Beykent University, Journal of Strategic Studies is a refereed journal and
published twice a year. The Journal (JSS) focuses on international relations,
foreign policy, and national and international security studies. The journal also
encourages interdisciplinary studies.
2. Manuscripts should be sent to Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar
Merkezi, Sıraselviler Cad. No.65, 34437, Taksim, Istanbul. Phone: 0090 212
444 19 97 (ext. 5571 - 5582). Fax: 0090 212 867 55 77.
Electronic submissions as a Microsft world attachment file are also welcome at
[email protected] or [email protected]
3. Articles submitted to JSS should be original contributions and should not be
under consideration for any other publication at the same time. If another
version of the article is under consideration by another publication or has been
or will be published elsewhere authors should clearly indicate this at the time
of submission.
4. Articles submitted for consideration of publication are subject to peer
review. The editorial board and editors previously takes consideration whether
submitted manuscript follows the rules of scientific writing. The appropriate
articles are then sent to three referees known for their academic reputation in
that respective areas. The Editors and referees use three-step guidelines in
assessing submissions: a) Literary quality: writing style, usage of the language,
organization of the text, b) Use of references: referencing, sources,
relationships of the footnotes to the text, and c) Scholarship quality: depth of
the research, quality, contribution originality, and plausibility of the argument.
Upon the referees’ decision, the articles will be published in the journal, or
rejected for publication. The referee reports are kept confidential and stored in
the archives for five years.
5. Manuscripts should be one-and-half or double spaced throughout and typed
in English on single sides of A4 paper. Pages should be numbered
consecutively. The author should retain a copy, as submitted manuscripts
cannot be returned. The Editorial Board cannot accept responsibility for loss
of, or damage to, the manuscripts.
6. Manuscripts should be arranged in the following order of presentation: First
sheet: title, subtitle (if any), author(s), name(s), affiliation, full postal address,
telephone and fax numbers. Subsequent sheets: main body of text, list of
references and footnotes, appendices, tables.
7. Articles as a rule should not exceed 10.000 words, not including footnotes.
Book reviews should be about 2.500 word- length.
199
8. Authors are responsible for ensuring that their manuscripts conform to the
JSS style. Editors will not undertake retyping of manuscripts before
publication.
9. Titles in the article should be 12 punt, bold and in uppercase form.
10. Each manuscripts should be summarized in an abstract, which should
describe the main arguments and conclusions of the manuscripts and up to six
keywords.
11. Notes should be numbered consecutively throughout the article and
indicated in the text by a raised numeral, referring to the list of notes, which
should be placed at the end of the article. Notes should be kept to a minimum.
References to books should give the author’s surname preceded by the initial
letters of his/her forename, The title of the book should be in italics, and the
place, publisher and year of publication should follow in brackets. References
to articles should give the author’s forename and surname, the title of the
article in single quotation marks, the name of publication underlined the
number of volume in Arabic numerals, the year of publication in brackets and
the page numbers. Subsequent references to a book or article may be made
only the author’s name.
12. Tables and figures should be embedded in the text. A short descriptive title
should appear above each table with a clear legend and any footnotes suitably
identified below. All units must be included. Figures should be completely
labeled, taking into account necessary reduction.
13. Copyright. It is a condition of publication that authors vest or license
copyright in their articles, including abstracts, in Beykent University Center
for Strategic Studies. The author may use the material elsewhere after
publication providing prior permission from the Center for Strategic Studies.
TRANSFER OF COPYRIGHT:
In the event of its publication we, as the writer(s) of the article titled …………
transfer all of its copyrights to Beykent University.
Writer(s): Name/Surname
Signature:
Institution: Address:
CONTACT INFORMATION:
Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Merkezi (Beykent University,
Strategic Research Center), Sıra Selviler Cad. No.65, 34437 Taksim, Istanbul.
Telephone: 0212 444 19 97 (ext. 5571 - 5582),
Fax: 0212 867 55 77, www.beykent.edu.tr
200
BEYKENT ÜNİVERSİTESİ
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ
MAKALE – YAYIN İNCELEME FORMU
MAKALE YAZARI VE MAKALE ADI
Makalenin Yazarı
Makalenin Adı
İNCELEYENİN
Unvanı, Adı ve Soyadı, İmzası
Adresi (Kurumu)
Telefon Numarası
İnceleme Tarihi
İNCELEME ESASLARI
Çok Uygun - Hiç Uygun Değil
5
4
3
2
1
Genel Değerlendirme
Makale başlığı içeriğe uygun mudur?
Özet uygun mudur?
Yazının dili anlaşılabilir midir?
Makale ilgili bilim dalına veya uygulamaya katkı
yapabilecek nitelikte midir?
Yazıda kullanılan araştırma yöntemi amaca uygun
mudur?
Sonuçlar objektif bir biçimde elde edilmiş midir?
Konuyla ilgili kaynaklar yeterli midir?
Sonuç bölümünde bulgular irdelenmiş midir?
Tablolar uygun ve anlaşılabilir midir?
Şekiller uygun ve anlaşılabilir midir?
* 1’den 5’e kadar puan veriniz. (5: Çok Uygun, 4: Uygun, 3: Küçük Düzeltmeler
Gerekli, 2: Önemli Değişiklikler Gerekli, 1: Hiç Uygun Değil)
İMZA
201
SONUÇ
DEĞERLENDİRME SONUCU
Tarih:
( ) Olduğu gibi yayınlanabilir.
İmza
…………………….
…………………….
( ) Küçük düzeltmelerle yayınlanabilir.
( ) Önemli değişikliklerin yapılması zorunludur.
e-posta:
( ) Kesinlikle yayınlanamaz.
* Başka görüşleriniz varsa lütfen aşağıya yazınız. Yazacaklarınız uzun ise ek sayfa(lar)
kullanabilirsiniz.
.
202
İLETİŞİM BİLGİLERİ:
CORRESPONDENCE ADDRESES:
Editör:
Editor:
Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ
Beykent Üniversitesi
Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sıraselviler Cad. No:65 Taksim,
İstanbul
Tel: 212 444 19 97 (dah. 5571)
e-mail: [email protected]
Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ
Beykent University
Strategıc Research Center
Sıraselviler Cad. No:65 Taksim,
İstanbul
Tel: 212 444 19 97 (ext. 5571)
e-mail: [email protected]
203

Benzer belgeler