Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
25/07/2010 03 Şanel Şan [email protected] HÜSEYİN ÇAĞLAYAN: 1994-2010 Daha önce Londra Tasarım Müzesi ve Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi’nde sergilenen, küratörlüğünü Donna Loveday’in üstlendiği Hüseyin Çağlayan sergisi en nihayet İstanbul’da. Çağlayan’ın konferansıyla açılan sergi, Ekim ayına kadar görülebilir. Çağdaş sanatın ve modanın önde gelen temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan’ın Türkiye’deki en kapsamlı sergisi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında İstanbul Modern’de açıldı. Tasarımcının son 16 yılda ürettiği çalışmalarının bir seçkisi niteliğini taşıyan “Hüseyin Çağlayan: 19942010” başlıklı sergi, 15 Temmuz-24 Ekim tarihleri arasında İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri’nin (İTKİB) organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla, İstanbul Fashion Week 2010, İstanbul Moda Akademisi (IMA), İstanbul Modern ile Londra Tasarım Müzesi işbirliğiyle gerçekleşiyor. Düşüncelerini beden üzerinden ifade eden, tüm eylemlerimizin merkezinin beden olduğunu belirten ve bunu, ‘bedenin dışsallaştırılması’ olarak tanımlayan tasarımcı, bedenin fiziksel olduğu kadar siyasi bir izdüşüm olduğunu göstermeye çalışıyor. Çağlayan, mimarinin, binaları yaratma ve araçları üretme biçimimizin aslında bedene benzediği görüşüyle bedenden çoğalanları tekrar bedene yerleştiriyor, böylece bedenle bir mikrocoğrafya yaratıyor. Çalışmalarında irdelediği temaların büyük bölümü, kişisel tarihi ve kültürel kimliğiyle Londra’da yaşamak ve çalışmakla ilgili deneyimlerinden oluşuyor. İlk gençlik yıllarının Kıbrıs ve Birleşik Krallık gibi iki farklı kültür arasında geçmesi nedeniyle kültürel kimlik, ulus-devletler, yer değiştirme, yerinden olma ve bedensizleşme kavramlarıyla ilgileniyor. Daha önce Londra Tasarım Müzesi ve Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi’nde sergilenen, küratörlüğünü Donna Loveday’in yaptığı sergide, Hüseyin Çağlayan’ın 1994 ile 2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmleri bir araya geliyor. Sergi, mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen Hüseyin Çağlayan’ın genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor. Hüseyin Çağlayan Sözlerden Sonra’da “Yaşamlarımızın sürekli hareket halinde olmasının belleği ve eve ait objelere olan bağlılığımızı nasıl etkilediğini” sorguluyor. Bu çalışmasında savaş zamanı evini aniden terk etmek zorunda kalanlardan, 1974’te Kıbrıs’ta yaşananlardan esinlenerek, insanların böyle bir acıyla karşı karşıya geldiklerinde sahip oldukları şeyleri saklamak veya yanlarında götürmek istemeleri düşüncesinden yola çıkıyor. Böylece, koltukların çantalara, masanın eteğe dönüştüğü, “giyilebilir, taşınabilir mimari” kavramını yaratıyor. Çağlayan giyimi, konseptleri ifade etmek ve daha geniş izleyici kitlesinin erişimine açmak için bir keşif alanı olarak kullanıyor. Yeni malzeme ve tekniklerle deneylere girişiyor, tasarladığı giysiler, ardında yatan düşünce süreçlerini yansıtıyor. Modayı bir keşif alanı ve kavramların ifade bulduğu bir yer olarak sunan Hüseyin Çağlayan, giyimin ne anlama geldiğine dair önkabullere meydan okuyor. Modayla doğrudan doğruya ilişki kurulması güç disiplinlerden ilham alan Hüseyin Çağlayan, günümüz dünyasının politik, ekonomik ve sosyal gerçeklerinden yola çıkarak, felsefi bir konumlandırmayla, kavramsal fikirler sunan tasarımlar gerçekleştiriyor. Hüseyin Çağlayan sergiyle ilgili olarak, “Türkiye’de böyle bir sergi açmanın benim için en heyecan verici tarafı, genç kuşakla diyalog kurup, onları etkileyebilecek ve aynı zamanda bir çok farklı disiplinden, farklı dünyalardan gelebilecek insanların ilgisini çekebilecek olması.” diyor. Disiplinler Karması Hikâyelerin Dili Serginin küratörü Donna Loveday, Çağlayan’ın günümüzde moda alanında çalışan vizyon sahibi tasarımcıların başında geldiğini belirterek, “Malzemeleri yenilikçi yollarla kullanışı ve yeni teknolojiye yönelik ilerici tavrıyla tanınıyor. Çalışmalarının ardında yatan fikirler ilk bakışta modayla ilişkilendirilemeyen antropoloji, bilim, felsefe ve teknoloji gibi disiplinler arasında geçişler yapıyor. Çağlayan’ın çalışmalarına güncel politikalar ve kendisini kişisel olarak rahatsız eden kavramlar yön veriyor, büyük beğeni toplayan defileleri performans işlevi görüyor” görüşünü dile getiriyor. Bir “hikaye anlatıcısı” olarak Çağlayan, hikayesini çeşitli temalar etrafında giysiler ve defilelerle anlatıyor. Defilelerini izleyiciler için bir kültürel deneyim olarak tasarlıyor. Toplumsal ve kültürel kalıpları kırmaya çalışan çalışmaları güncel politikalar ve kendisini kişisel olarak rahatsız eden kavramlardan beslenirken, defileleri birer performans işlevi görüyor. Moda koleksiyonlarının yanı sıra enstalasyonlar yapıyor, kısa filmler yönetiyor ve sahne performansları için kostümler tasarlıyor. Sergide ayrıca 2008 yılında Londra Tasarım Müzesi tarafından verilen “Brit Insurance Designs of the Year” ödülünü alan, en yeni LED teknolojisini moda tasarımına taşıyan, göz kamaştırıcı kristaller ve 15 binden fazla parıldayan LED ışığından oluşan görkemli Video Elbise de sergileniyor. Sergi, bu giysinin bir parçası olduğu ve iklimleri metafor olarak kullanarak yaşamın hayat ve ölüm arasındaki sürekli devinimini gösteren Havadan başlıklı çalışmayı da içeriyor. İki yüzden fazla hareketli lazerle bezeli Okumalar başlıklı çalışma ise güneşe tapma kültünün modern versiyonu simgeleyen şöhret kültürü saplantısından yola çıkıyor. 04 25/07/2010 05 Patrick Revuis Çeviri: Esra Gülmen HALİÇ TERSANESİ’NDE LABO DENEYSEL BİR KENT ETKİNLİĞİ İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın Pécs ve Ruhr kentleriyle işbirliği sürdürdüğü “Geçici Kentler/Temporary Cities” projesi kapsamında üretilen işler, 30 Haziran günü Haliç Tersanesi’nde sunuldu. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın, İstanbul gibi 2010 yılının Avrupa Kültür Başkentleri seçilen Pécs ve Ruhr kentleriyle işbirliği içinde 2008 yılından bu yana sürdürdüğü “Geçici Kentler/Temporary Cities” projesi Avrupa Kültür Başkentlerinde yaşayan öğrencilerin, o kentlere ait kamusal alanlarda gerçekleştirdiği “yeniden keşfetme” konseptiyle düzenlenen atölye çalışmalarından oluşuyor. İstanbul, Pécs ve Ruhr kentlerinde, Avrupa’nın yedi üniversitesinden öğrenciler, öğretim üyeleriyle birlikte kentlere geçici dokunuşlar yapıyorlar. Böylece mekanların potansiyelleri, imkanları kalıcı uygulamalara sahne olmadan deneysel mimari çalışmalarla keşfedilmeye çalışılıyor. Mimarlığın yalnızca bir inşaat uygulaması olmadığı, kentlerin “muhakeme” yeteneğini geliştirme meselesi olduğu daha yakından gözlemleniyor. Proje kapsamında, Dortmund Teknik, RWTH Aachen ve Siegen Üniversiteleri (Almanya); Pécs Üniversitesi (Macaristan), İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşen etkinlikler, seminerler ve atölye çalışmaları katılımcılara 2010 Avrupa Kültür Başkentlerinde seçilen alanlarla ilgili düşünme ve müdahale etme olanağı tanıyor. “Geçici Kentler” projesi kapsamında iki yıla yakın süredir devam eden atölye çalışmaları İstanbul’da son buldu. İstanbul’daki projenin ana teması kapsamında, Haliç tersanesinin kuru havuzlarından biri içinde yüzer bir platform yer alıyor. Böylece kısa sürede pompalarla suyu dolan ve boşalan bir mekanın nasıl bir gemi gibi yüzer platform ile geçici bir sanat etkinliğine, bir konser platformuna dönüşebileceği gösterilmiş oluyor. Atölye çalışmaları sonucunda ortaya çıkan işler, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kentsel Projeler Direktörlüğü ev sahipliğinde 30 Haziran Çarşamba günü saat 19.00’da Haliç Tersanesi’nde düzenlenen etkinliklerle İstanbullularla buluştu. İstanbul’un Mekanı: Haliç Tersanesi Projenin İstanbul ayağı kapsamında gerçekleşen atölye için kent içinde stratejik öneme sahip olan Haliç Tersanesi seçildi. Farklı okullardan gelen öğrenciler ortaklaşa çalışmalarla bölgeyi analiz ederek, bölgenin içinde taşıdığı potansiyelleri ortaya çıkaran ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'a geri kazandırılmasını hedefleyen projeler ürettiler. Haliç Tersanesi'nin içinde oluşturulan ve kente geçici ve yeni bir kamusal alan kazandıran proje kapsamında tersane havuzlarından birine “yüzer bir sahne” yerleştirildi ve tersane için tasarlanan projeler için oluşturulan sergi alanında proje kapsamında üretilen işler izleyicilerin ilgisine sunuldu. “Haliç Tersanesi Sakinleri” Sergisi Tersanede var olan bir diğer sergi ise fotoğraf sanatçısı Nihal Gündüz'ün fotoğraflarından oluşan ve 70.000 m2’ye yayılan “Haliç Tersanesi Sakinleri” isimli sergi. Kent tarihinde önemli bir yere sahip olan Haliç Tersanesi, geçmişi, içinde barındırdığı katmanları ve potansiyelleri ile katımcılara zengin bir deneyim imkânı sundu. LABO, 1987 yılında Belçika`nın Hasselt şehrindeki PHL University College İçmimarlık Bölümü öğrencileri tarafından kuruldu. Bu öğrenciler, tasarımlarını okul dışında sergileyebilmek için öncelikli olarak bir takım oluşturdular ve ilk sergilerini Hasselt`te terkedilmiş bir fabrikanın laboratuarında açtılar. 1988`den bu yana çeşitli disiplinlerdeki tasarımcı ve sanatçı arkadaşlarıyla yaptıkları tematik sergiler LABO`nun ana çıkış noktası oldu. LABO, tasarım ve sanat meraklısı gençler tarafından kurulmuş, kar amacı gütmeyen küçük bir grup olarak varlığını hala sürdürmekte. İSTANBUL'DA “LET'S STICK TOGETHER” Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi Galerise, Lets Stick Together sergisine ev sahipliği yapıyor. Serginin öncesinde yapılan workshop işlerinin arasında Aziz Sarıyer, Meltem Eti Proto, Jülide Aslan gibi isimler yer alıyor. DESIGN FLANDERS Design Flanders ise, Flaman ve Brükselli tasarımcıları destekleyen bir devlet kuruluşu. DF, çeşitli iletişim ağlarının sağlanabilmesi amacıyla Flaman şirketleri ve tasarımcıları birlikte çalışmaları için teşvik eder. DF, Brüksel`in göbeğinde, tasarım ve el sanatları sergilerine ev sahipliği yapan büyük bir galeriye sahip. Bu kuruluş, Flaman tasarımcılarını her yıl meşhur Henry van de Velde Ödülleri`yle onurlandırır. birçok disiplinle beraber LABO geleneğini oluşturmuş oldu. Belçikalı antika baston koleksiyoncusu Frans De Bondt`un değerli bastonlarının da katılımıyla LET`S STICK TOGETHER doğdu. ardında, farklı dil ve disiplinlerin diyaloğundan oluşan bir sanat buluşması söz konusu. Ayrıca bu sergiyi görenler için baston artık o alışkın oldukları baston olmayacak. “Let`s Stick Together”, sözlük anlamının dışında disiplinlerarasıuluslararası ve çok kültürlü bir anlayış ve saygı anlamına da geliyor. Bu sergide sekiz ülke yer alıyor. Türkiye de bunlardan birisi. Bence sergi, ölçü çeşitliliği ve ortamı yönünden ilgi çekici oldu. Bu sergide sadece bastonları görmüyoruz; bastonların LABO, Ocak-Mart 2010 tarihleri arasında Design Flanders ortaklığıyla “Let`s Stick Together” adlı sergiyi gerçekleştirdi. Bu sergi, daha önce LABO`nun diğer işleri olan “Ladders Zat”(2002) ve “One Minute”(2005) gibi sergilere de ev sahipliği yapan DF Galeri`de yer aldı. LET'S STICK TOGETHER İSTANBUL SERGİSİ Brüksel`den sonra, zengin bir koleksiyona sahip “Let`s Stick Together” sergisine Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi Galerisi ev sahipliği yapıyor. Bu sergide ocak ayında yapılan workshop işlerinin yanında Türkiye’den Aziz Sarıyer, Derin Sarıyer, Luca Proto, Meltem Eti Proto, İnci Deniz Ilgın ve Jülide Arslan gibi tasarımcıların işleri de yer alıyor. Sanatçılar, tasarımcılar ve bastonlar! Haydi hep birlikte düşleyip üretelim! 01 İnci Deniz Ilgın’ın projesi “Yoğurtçuuuu”. 02 Marmara Üniversitesi’nde yapılan workshop’un sonuçları. 01 Anarşist Akşam Eğlencesi Konseri Proje kapsamında bugüne kadar üretilen işlerin ödüllendirildiği gece, Haliç Tersanesi’nde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Müzik Yönetmenliği’nin işbirliğiyle gerçekleştirilen ve çok sayıda İstanbullunun ilgi gösterdiği DAAU (Die Anarchistische AbendunterhaltungAnarşist Akşam Eğlencesi) konserde renkli dakikalar yaşandı. 2010 Ocak ayının ilk haftası Nienke Van Der Reijden ve Patrick Reuvis, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İçmimarlık Bölümü öğrencileriyle üç günlük bir workshop çalışması gerçekleştirdiler. Patrick Reuvis ve Nienke Van Der Reijden, öğrencilerden çizginin dışında düşünmelerini ve bastona yeni bir boyut ve fonksiyon kazandırmalarını istediler. Öğrenciler üç gün içinde fikir geliştirerek uygulama yaptılar. Bu işlerden bazıları “Let`s Stick Together in İstanbul” adlı sergide yer alıyor. Türk tasarımcılarla bağlantı içinde olmaktan ve bu projeye olan yaklaşımlarını gözlemlemekten çok memnunum. Evet, aramızda bazı farklılıklar var; ama sonuçta sanatçı ve tasarımcılar aynı evrensel dili kullanıyor. Acaba sergiyi görmeye gelen herhangi bir ziyaretçi, isimleri okumadan hangi işi hangi ulustan tasarımcının yaptığını anlayabilir mi? Hiç sanmam. LET 'S STICK TOGETHER 2009 baharında, LABO ve DF büyük bir iletişim ağıyla yüzden fazla tasarımcıya ulaşıp, “walking stick” (baston) projesine katılmaları için onları davet etti. Sonbaharla beraber, yaratıcı yaklaşımlardan oluşan bu ilginç koleksiyon; endüstriyel-geleneksel, kavramsal-fonksiyonel, ciddi-güldürücü WORKSHOP MARMARA 02 06 25/07/2010 07 Ceren Erdem [email protected] APPLE ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU Real Racing Firemint imzası taşıyan Real Racing ile sürücü koltuğuna oturuyor ve ormanların içinden, sahil şeritlerinden, cayır cayır yanan çöllerin ortasından geçiyorsunuz. 3D ses efektleri kadar konsoluyla da keyif veren uygulama, oldukça iddialı bir yarış deneyimi vaat ediyor. iPad versiyonu da bulunan uygulamada kullanılan otomobillerin tasarımına özel olarak dikkat etmekte fayda var. iPad Uygulamaları iPhone ve iPad için tasarlanan uygulamalar birbiriyle yarıştı. Geçtiğimiz ay sahiplerini bulan ödüller, uygulamaların mevcut Financial Times iPad popüleritesini arttıracak gibi duruyor. Animasyonları, gölgeleri, kağıt rengi, tipografisi, arama özellikleri derken, Financial Times iPad edisyonuna Apple ödülünü kazandıran pek çok konuda başarı söz konusu. Jürinin kararı fotoğraf ve videonun yazılı bölümlerle uyumunun takdire şayan olduğu yönünde. CoreText, MySQL, CoreData, Cocoa Touch, NSURL, UIwebview, ve AV frameworks kullanılan uygulamanın iPhone versiyonu da mevcut iPhone’un ne büyük bir devrim yarattığını söylemeye bile gerek yok! Başarısı yalnızca cihazın tasarımından kaynaklanmıyor şüphesiz. Kullanıcısının kendi deneyimini tasarlamasına imkan vermesi işin en “esaslı” kısmı. Zira, tüketici sayesinde ürün sürekli değişiyor, gelişiyor. Bu gelişimi desteklemek adına Apple motivasyonu eksik etmiyor. iPhone ve iPad için tasarlanmış uygulamalar her sene yarışıyor. İşte, teknik anlamda kusursuzluk, yenilikçilik, üstün teknoloji, yüksek performans ve tasarım kriterlerini ön plana çıkaran "Apple Tasarım Ödülleri"nin 2010 faslı geçtiğimiz ay sonuçlandı. iphone ve ipad için iki ayrı kategoride değerlendirilen tasarımlar, birbirlerinden oldukça farklı kitlelere hitap ediyordu. 20 Minute Meals Ünlü şef Jamie Oliver'ın yüksek çözünürlüklü fotoğrafları ile dikkat çeken yemek uygulamasında, HTTP streaming kullanılıyor. Ölçü birimlerini çevirme yöntemlerinden, alışveriş listesi hazırlama detayına, yemek hazırlama sırasında verilen sesli destekten servis yapılacak insan sayısına özel ayarlamalara, "20 Minute Meals" kazananların arasında en çok dikkat çekenlerden biriydi. 20 dakikalık yemekler sunabilmek üzere tasarlanan uygulama açıkken cep telefonunuzu elinize alıp salladığınızda rastgele bir tarif karşınıza çıkıyor ve sizi "ne pişirsem" derdinden kurtarıyor. HYPERLINK "http://www.jamieoliver.com/"www.jamieol iver.com Articles Sophiestication grubunun tasarımı olan Articles adlı uygulamanın başardığı, "sakin bir araştırma yapma deneyimini sağlamak”. Wikipedia makalelerini kendine has bir üslupta takip edebildiğiniz uygulama için Foundation, UIKit, NSURLConnection, libxml2, UIWebView, HTML5, CSS3, Javascript, Core Data, ve Map Kit Flight Control HD kullanılıyor. Okumak istediklerinizi İngilizce, Flemenkçe, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Japonca ve İspanyolca olarak hazır ediyor. Brushes Oldukça güçlü olduğu söylenebilecek serbest el çizim uygulaması olan Brushes(Fırçalar) iphone kullanıcılarını şaşırtan bir yapıda. Bir galeri, dengeli çizim gereçleri, renk seçici, layer’lar (katman), kısacası Photoshop programında karşımıza çıkan pek çok aleti sunan Brushes, kullanıcı arayüzüyle rakipleri arasında sıyrılıyor. Altyapı için Core Graphics ve Core Animation kullanılmış. Ve 6 dilde hizmet veriyor: İngilizce, Çince, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca. Doodle Jump Bu zamana kadar yazılmıs iPhone uygulamaları arasında en çok “saplantya dönüşme” potansiyeli olan oyunlar arasında gösterilen Doodle Jump'ı değerlendiren 55000 kişinin ortalama görüşü "4.5 yıldız"a tekabül ediyor. Görsel efektlerinden Facebook, Twitter gibi sosyal ağlara entegrasyonuna incelikle çalışılmış bir sürecin ürünü. Lima Sky'ın tasarladığı ve temaları ile imkanlarını sürekli geliştiren Doodlw Jump, başka uygulamalarla bütünleşik promosyon çalışmaları sürdürüyor. iPhone'daki oyun döneminin yeni bir aşamaya geldiğini müjdelemiş olan Flight Control HD'nin i PAd versiyonu karşınızda! Üstelik bu kez daha fazla tasarım girdisi, çoklu oynama opsiyonu gibi avantajlarla! iPAd'in -kıyasla- geniş ekranına geçmenin verdiği ferahlama da aşikar. Firemint tasarımı olan ve Multi-Touch özelliğini taşıyan yenilikçi oyunda detaylar dilden düşmüyor. Pinball HD OpenGL ES 2.0 kullanılan ve oldukça başarılı 3D grafiklere imza atılmış olan tilt oyunu Pinball HD, özgün ses efektleriyle de öne çıkıyor. Çoklu kamera görüntüsü, gerçek zaman kullanımı gibi avantajları sayesinde oyundan alınan zevki arttırıyor. Star Walk - Interaktif Astronomi Rehberi OpenGL ES 2.0 sayesinde 9000 yıldız, gezegen, yıldız kümesini görmenizi mümkün kılan uygulama 3d grafikleri sayesinde adından söz ettiriyor. Bulunduğunuz yerden gökyüzünü ekrana koyabilen uygulama uluslararası bir kitlenin ilgisini cezbetmiş. Boş yere değil, Rusça'dan Almanca'ya, Çince'den İtalyanca'ya türlü çeşitli versiyonları var. TabToolkit Agile Partners'ın tasarladığı Tab Toolkit, başarılı bir nota uygulaması. Sayesinde, müziği kontrol altına alabiliyorsunuz. En sevdiğiniz şarkıyı gitarda, klavyede dile getirmenin yolunu öğreniyorsunuz. DÜNYANIN TÜM UÇAKLARI LONDRA’DAN GEÇİYOR! Birçok ülkenin ekonomisinde büyümeye yol açan yaratıcı sektörlerin gelişmesini sağlamak için bu alanda Türkiye’de aktif olarak iki senedir çalışmalarına devam eden British Council, bugüne kadar tasarım, moda, yayıncılık ve interaktif medya olmak üzere 4 alanda toplam 5 Genç Yaratıcı Girişimci yarışması düzenledi. Yarışmaların finalistleri, İngiltere’ye giderek geniş kapsamlı sektör turlarına katılarak İngiltere pazarını yakından tanıma, uluslararası fuarlara katılma ve kendi alanlarının önde gelen sektör liderleriyle ve firmalarla tanışma ve işbirliği yapma fırsatını yakaladılar. Bu süreçte, yarışmaların Türkiye’deki finallerine katılan pek çok farklı disiplinde başarılı iş sahibi olan genç girişimcilerin birbirleriyle tanışıp yeni işbirliklerine imza atabilmelerini sağlamak amacıyla British Council, Genç Yaratıcı Girişimciler Kulübü’nü (Young Creative Entrepreneurs Club) Türkiye’de kurmaya karar verdi. 23 Haziran’da gerçekleştirilen ilk toplantıda İngiltere’nin başarılı tasarım girişimcilerinden Paul Priestman girişimci olma ve başlangıçtan bugüne Priestmangoode hakkında konuştu. Paul Priestman konuşmasına küçük bir prizmayı duvara koyup düğmesine basarak oluşturduğu sanal klavyeyi kullanarak başladı. Yatırımı Hong Kong’da yapılmış, tasarım ve mühendislik süreci Londra’da Priestmangoode tarafından yürütülmüş olan ve Kuzey Amerika pazarı için geliştirilen bu ürün Çin’de üretilmiş. Günümüzün modern ürün tasarımı hikâyelerine ve büyük tasarım ofislerinin çalışma biçimlerine bir örnek bu klavyenin hayata geçmesi. Benzeri pek çok günlük hayata pratik çözümler sunan ürünlerin yanı sıra, Priestmangoode’un asıl uzmanlık alanı bugünün teknolojiye meydan okuyan ulaşım araçlarını tasarlamak. Bunların arasında süper hızlı trenler, gemiler ve Airbus ve Boeing gibi uçak üreticileri için geliştirdikleri konseptler ve dünyanın dört bir yanında havayollarına yaptıkları tasarımlar yer alıyor. Ulaşım sektöründe çalışmaya başlamaları, İngiltere’de Virgin’in kendileri için bir tren tasarlamalarını istemeleri ile başlamış. İnsanları arabalarından ve uçaklardan indirip trenin konforlu yolculuğuna davet etmeleri istenmiş kendilerinden. Böylece 10 yıl önce, tüm tasarım süreci yaklaşık 5–6 yıl süren proje tamamlanmış. Bu projede önemli olan trenin baştan ayağa tasarlanmasının yanı sıra markanın ve markanın çevresinin de yeniden tasarlanmış olması. Aslında artık tasarımcılar ürünlerin çevrelerini de markaya göre düzenliyorlar ve kullanıcılar o markaya dair Haziran ayında British Council’ın davetlisi olarak İstanbul’a gelen Paul Priestman, Genç Yaratıcı Girişimciler Kulübü’nün ilk buluşmasında kendi başarı öyküsünü genç girişimcilerle paylaştı. 01 kişisel dokunuşları daha çok görüyor, hissediyor. Bu projede de trenin içindeki yolcu bilgilendirme kartlarından trende satılacak yemek seçeneklerine ve onların ambalajlarına kadar her şey markaya göre tasarlanıp kontrollü bir çevre oluşturulmuş. Bunu takiben Priestmangoode’un Airbus A380’in iç tasarımı için yaptığı projeden Lufthansa, Malezya ve Katar Havayolları gibi şirketlerle yürüttükleri çalışmalarda da Priestmangoode, uçakların içlerindeki en ince detaylardan, havayolları şirketlerinin kullandıkları özel yolcu salonlarına, üretilecek basılı veya dijital tüm mecralara kadar markanın kullanımını da yeniden oluşturuyor. Priestmangoode’un en yeni müşterilerinden biri de Türk Hava Yolları. Bir araştırma ekibi Türkiye’ye ziyaretler düzenleyip pek çok alanda araştırma yapmaya başlamışlar bile. Paul Priestman’ın verdiği ipuçlarına göre birkaç yıl içinde Türkiye’de günlük hayatımız içinde fazlasıyla alışık olduğumuz desenlerden, sık kullanılan renklerden yola çıkacak yeni bir Türk Hava Yolları markası ile karşılaşacağız. Priestman, teknolojiyi tasarımcıların en büyük silahı olarak görüyor. Uçakların ve trenlerin birebir ölçekte modelini yapıp bunları müşteriye sunmanın, yeni malzemeler geliştirebilmenin tasarımcı için büyük bir özgürlük alanı yarattığı görüşünde. Pek çok özel jet de tasarlayan firmaya son zamanlarda otel tasarımları için de talepler gelmeye başlamış. Onlar da iç mekân tasarımı yapmaktaki deneyimlerini ve uçak tasarımından öğrendiklerini, her ürünün aynı anda 3 şeyi sağlaması gerektiği bilgisini; ağırlıktan tasarruf etme, maliyetten tasarruf etme ve dayanıklı olma; otel ve cruise gemisi tasarımlarına yansıtıyorlar. Geçtiğimiz günlerde New York’ta suya inen, 19 güvertesiyle dünyanın en büyük yolcu gemilerinden birinin kabinlerini, tamamen gençleri gemiyle çıkılacak uzun seyahatlere çekebilmek üzere tasarlamışlar. Londra Heathrow Havaalanının 5 numaralı yeni terminali de bu başarılı ofisin çalışmalarından biri. Paul Priestman, tüm bu çalışmaların sadece markaların kendi değerlerini değil, ülkelerinin önemli birer sembolü olan bu markaların geliştirilmesiyle aslında ülkelerin marka değerlerini de yükselttiği görüşünde. Priestmangoode’un iş modelinde ilgi çeken bir nokta da 26 kişilik ekipte 24 kişinin tasarımcı olması. Ekip oluşturulurken tasarımcıların müşterilerle doğrudan ilişki halinde olması gerektiğine ve kendi müşteri hesaplarını yürütebileceğine inandıkları için müşteri ilişkileri ve proje takibi için ayrı ekipler kurmayı düşünmemişler. 01 Paul Priestman ve tasarım projeleri 08 25/07/2010 09 Sibel Baştimur [email protected] SODAMORE YAZ 2010 IŞIĞA ADANMIŞ BİR GÜN... Aydınlatma tasarımı konusunda uluslararası başarılara imza atmış isimler, ALD İstanbul (Architectural Lighting Day) için İstanbul’a geliyor. PLD Türkiye (Professional Lighting Design Türkiye) dergisi tarafından ilki 25 Ekim 2010’da Harbiye Askeri Müzesi’nde gerçekleşecek olan ALD İstanbul (Architectural Lighting Day İstanbul) uluslararası alanda ışık konusunda başarılı çalışmaları ile dikkat çeken dünyanın dört bir tarafından mimar ve aydınlatma tasarımcılarını İstanbul’da buluşturuyor. ALD İstanbul (Architectural Lighting Day İstanbul) yapı sektöründeki ışık ve aydınlatma ile ilgili sürecin sağlıklı yürütülebilmesi için mimari aydınlatma profesyonellerini (mimar, iç Her yıl Viyana´da AIDS’le mücade adına düzenlenen ve binlerce insanın katıldığı dev partinin 18.si Temmuz ayında gerçekleştirildi. Basının da ilgisini toplayan gece, 1993 yılından bu yana aralıksız olarak gerçekleştiriliyor. Mini sponsorluğunda gerçkleşecen Life Ball 2010’da Calvin Klein defilesi kadar Diana Von Frusten Berg'in nefes kesen moda gösterisi, konserler ve dans gosterileri ile canlı performanslar da etkileyiciydi. Şimdiye kadar AIDS’le savasmak adına yapılan en büyük etkinlik olan gece için yıllar içinde “bir varmış, bir yokmuşmasallar diyarı”, “suyun büyüsü”, “gezegene iniş” gibi birbirinden eglenceli ve farkli temalar belirlenmişti. Bu seneki konsept ise life ball stil polisleri tarafından “toprak” olarak belirlendi. Belediye binasının önüne kurulan dev sahne, karşıdaki Burgtheater'a kadar uzanan kırmızı halı ile göz kamaştırıcı bir festival havası estiriyordu. Hem dışarıda halk için düzenlenen şovlar hem de binanın içinde biletli konukların seyircisi olduğu etkinlikler büyük ses getirdi. Yaratıcılığın ve özgünlüğün esas alındığı gecede kostümlü konuklar kortej halinde kırmızı halıdan yürüyerek içeri girdiler. Dünya çapında neredeyse hiçbir karnavalda veya kostüm balosunda karşılaşılmayacak, hayal bile edilmeyecak tarzda fantastik kıyafetler giyen ve çok sayıda homoseksüel, lezbiyenlerden oluşan konuklar arasında ünlü isimler hayli fazlaydı. Bu ses getiren görsel şölenin sahne tasarımını üstlenen kişiler her yıl değişiyor. Sahne tasarımcılarının yanı sıra mimarlar, modacılar gibi meslek gruplarının çalıştığı etkinlikte tüm detaylar en ince ayrıntısına kadar tasarlanıyor. mimar, elektrik mühendisi, işveren, kamu yetkilisi vb.) bir araya getiriyor. Ancak daha da önemlisi, bu fırsatı sağlarken konunun önemli uzmanlarını Türkiye’ye getirerek yeni trend ve teknolojilerinin de takip edilmesine katkı sağlıyor. Kadro Çok Geniş Konferansa, uluslararası alanda başarılı çalışmaları ile dikkatleri çeken dünyanın dört bir yanından on üç mimar ve aydınlatma tasarımcısı katılıyor. Kuapat Yantrasat ve Simone Giostra’nın anahtar konuşmacılar arasında olduğu ALD İstanbul’da, Douglas James, Emrah Baki Ulaş, Francesco Iannonne, Giovanni Traverso, Glenn Shrum, Kai Piippo, Paul Traynor, Sharon Stammers, Martin Lupton, Tai-Wei Lin, Keith Bradshaw ilginç sunumlarıyla katılımcılarla buluşacaklar. ‘Işığa adanmış bir gün-ALD İstanbul’ sunumlar dışında da zengin bir içerik sunuyor. İç ve dış aydınlatma konulu iki paralel oturum ile aydınlatma tasarımı ve algılanmasındaki kültür farklılıklarından yola çıkarak ışığın kullanımını konu alan ‘Aydınlatma Tasarımı SODA, bu yaz çağdaş mücevher sanatının 10 önemli ismini bir araya getiriyor. 16 Temmuz’da başlayan sergi Ağustos sonuna kadar devam ediyor. ve Kültür’ konulu ‘ Pecha Kucha Gecesi’nde yer alıyor. Bu gecede farklı kıta ve kültürlerden gelen aydınlatma tasarımcıları tecrübelerini 20 saniye- 20 slayt ile katılımcılarla paylaşacak. Kokteyl eşliğinde gerçekleşecek bu interaktif geceyi, Türk aydınlatma tasarımcıları tarafından tasarlanacak olan ‘Oyun alanı’ konseptli dış aydınlatma enstalasyonu takip edecek. Detaylı bilgi için http://aldistanbul.com adresi ziyaret edilebilir. Gizem Önürmen [email protected] AIDS’E KARŞI LIFE BALL Yaratıcı dünyayı AIDS’e karşı açılan savaşa davet eden Life Ball, Mini sponsorluğunda gerçekleşti. Gecenin bu seneki küratörü Roberto Cavalli’ydi. İki yıl önce Avusturyalı mimar Thomas Herzig tarafından tasarlanan sahne ve VIP konukların ağırlandığı belediye binasinin iç avlusu “pnuematic” olarak adlandırılan mimari yöntemle dekore edildi. Eski Yunan dilinde rüzgar ya da nefes anlamına gelen "pneuma" kelimesinden türeyen pnuematic, basınçlı hava ile alışan mekanik sistemlerin hareketini inceleyen bir dal. Farklı geometrik şekillerdeki naylon yüzeylerin birleştirilip şişirilmesiyle elde edilen objeler, çocuklar için tasarlanan dev şişme oyun alanları buna örnek olarak gösterilebilir. Life Ball'in bu seneki yaratıcısı ise İtalyan star tasarımcı Roberto Cavalli idi. Siyah, beyaz, pembe ve kırmızı renklerin ağırlıkla kullanıldığı sahnedeki AIDS’le savaşı sembolize eden kurdele zengin ve gösterişli 01 olduğu kadar zarif de bir görüntü sergiledi. Her sene tasarlandığı kişi tarafından farklı şekillerde yorumlanarak dekora dahil edilen kurdele, kimi zaman uzatılıp kırmızı halının bir parçasını oluşturuyor kimi zaman ise ışıkla donatılıp bir aydınlatma elemanı olarak kullanılıyor. 01 Roberto Cavalli imzalı geceden bir ‘su şovu’ Alışılagelmiş mücevherlerin dışında bir koleksiyonun sunulduğu SODAmore Yaz 2010: Çağdaş Mücevher Sanatı Sergisi’nde, cam, metal, silikon, pleksiglas, ahşap, kağıt, akrilik, plastik ve seramik gibi malzemelerden yapılmış yaklaşık 60 eser yer alıyor. Sergide, seramikten dişlerin dizildiği kalın bilekliklerden, damarları andıran silikon kolyelere ya da akrilik içinde dondurulmuş sinek ve elmasın şaşırtıcı birlikteliğinin oluşturduğu kolye uçlarına kadar hayal gücünün sınırlarını zorlayan birçok mücevher İstanbul’da ilk kez bir araya geliyor. Dünyada yükselen bir akım olan çağdaş mücevher sanatını kapsamlı bir seçkiyle sunacak olan bu çarpıcı sergide, sanatın sırf duvarlarda asılı kalmadığını, aynı zamanda giyilebilir olduğunu da göreceksiniz. Nevin Arığ Nevin Arığ, 1983’te İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Grafik Tasarım bölümünden mezun oldu. Brüksel’de Institut des Arts et Métiera’da mücevher eğitimi aldı. En son 2009 yılında “Shoonhaven Silver Award” ödülüne layık görüldü. Jahyun Rita Baek Jahyun Rita Baek, Londra’da yaşayan Koreli bir tasarımcı. Rhode Island School of Design ( A.B.D.)’dan mezun olduktan sonra yüksek lisansını Londra’da Royal College of Art’ta tamamladı. 2008 yılında “Craftmanship and Design Award” Altın ödülünü kazandı. Ela Bauer Çağdaş mücevher tasarımcısı Ela Bauer, İsrail’de önce edebiyat sonra mücevher tasarımı eğitimi aldıktan sonra 1995 yılında Amsterdam’daki Rietveld Akademisi’nde mücevher eğitimine devam etti. Museum of Art & Design MAD (New York), Pinakothek der Moderne, Danner Koleksiyonu (München), Grassi Müzesi (Leipzig), Textile Müzesi (Tilburg) ve Hiko Mizuno Koleksiyonu’nda (Tokyo) çalışmaları bulunuyor. Ela Cindoruk 1984’te Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden mezun oldu. 1988’de New York Parsons School of Design’da metal biçimlendirme ve takı tasarımı eğitimini tamamladı. 1993’te Nazan Pak ile birlikte İstanbul’da ‘elacindoruknazanpak’ takı atölyesi ve galerisini kurdu. Sina Emrich 2001’de School for Goldsmiths and Watchmakers, Pforzheim okulundan mezun oldu. 2008 yılından bu yana “Schmucknomadin weltlernen / Jewellery Nomad worldlearning” adlı proje üzerinde çalışıyor. “6. Chenongşu, International Craft” yarışmasında onur ödülü ve “Ambertrip Art Jewellery Contest”te birincilik kazandı. Doerthe Fuchs 1986’da Resim Akademisi’nde okudu ve kuyumculuk üzerine uzmanlaştı. Münih’de 1993 yılına kadar sanat eğitimine devam etti. Daha sonra 2002 ve 2004 yılları arasında iki yıl Sanat Terapisi eğitimi aldı. Çalışmaları Museum of Ceramic Art Het Princessehof (Leeuwarden) ve Museum of Modern Art (Amhem) koleksiyonlarında yer alıyor. Peter Hoogeboom Hollandalı tasarımcı Peter Hoogeboom, 1992 yılında Gerrit Rietveld Academisi’nden mezun oldu. Hoogeboom’un tasarımları Hollanda’daki Museum of Ceramic Art Het Princesshof ve Museum of Modern Art müzelerinde yer aldı. Ted Noten 1990’da Amsterdam Rietveld Akademisi’nden mezun olduktan sonra çağdaş mücevher alanındaki ilk eserlerini üretmeye başlayan Noten’ın, Tokyo’da Museum of Contemporary Art, Londra’da Collect Art Fair’de grup sergileri dışında Amsterdam’da Stedelijk Museum’da ve 2006’da dünyanın en önemli tasarım fuarlarından biri olan SOFA New York’ta kişisel sergileri açıldı. Anat Sapir 1961 doğumlu Anat Sapir, 1988 yılında Kudüs’teki Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi’nden mezun oldu. Sapir, iki yıl boyunca Shalamit Miller ile çömlekçilik çalışmaları yaptı. 2005’te cam boncuk üzerine Wertzberger Sanat Okulu’nda uzmanlaştı. Barbara Stutman Barbara Stutman, Monreal Güzel Sanatlar Müzesi, Saidye Bronfman Merkezi ve Concordia Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar ve Sanat Tarihi okudu. Musée national des beaux-arts du Québec, Montreal Museum of Fine Arts , Koch Ring Collection ve Museum of Arts and Design’ın New York City koleksiyonlarında çalışmaları yer alıyor. 10 25/07/2010 11 Gözde Tüfekçi [email protected] KALE TASARIM MERKEZİ’NDEN ŞEFFAF SERGİ Bu sene ilki gerçekleştirilen Uluslararası Çanakkale Troia Şeffaf Beygir Film Şenliği ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilen “Şeffaflık” Tasarım Sergisi, 19-24 tarihleri arasında ilk durağı olan Çanakkale Kent Müzesi’ndeydi. Bölgenin “Truva” destanıyla olan ilişkisine eleştirisel bir yaklaşım getiren projeye 13 tasarımcı hayat verdi. “Şeffaf Küp?” Şeffaf Şamdan Tasarım: Orhan Irmak Orhan Irmak, şeffaflığı anlatmak için belki de en sıradışı malzemeyi kullanıyor: Metal! “Şeffaflık geçirgenlik, saydamlık demekse, üzerine delikler açılmış herhangi bir malzeme de arkasını gösterdiği oranda Tasarım: Aslı Kıyak İngin Şeffaflık her ne kadar bilginin açıklığına, ulaşılabilirliğine işaret eden bir kavram olsa da, kişilere, araçlara, verildiği ortama ve veriliş şekline bağlı olarak farklılaşan bir gerçekliğe karşılık gelir. Şeffaflığın algısı üzerine yoğunlaşan tasarımcı; şeffaflığın kendisini sorguladığı aydınlatma elemanı ile malzeme ve şeffaflık derecelerine dair sorular yöneltiyor; Şeffaflık ölçülebilir mi? Malzemenin şeffaf, yarı şeffaf, opak halleri gibi şeffaflık da derecelere sahip midir? Şeffaf ve açık olarak kabul ettiğimiz gerçeklikler bir yanılsamadan ibaret olabilir mi?... Bu soruların yarattığı düşünceden yola çıkan tasarımda, 30cm’lik akrilik bir küp grid sistemi dahilinde delinerek içinden geçen renkli iplerle çeşitli geometriler oluşturulurken, LED aydınlatma tekniği sayesinde karşı tarafta yarattığı algıysa sürekli farklı bir forma karşılık geliyor. Böylece; tasarımla birlikte kavram sorgulanırken, tam şeffaf bir nesne kullanılmış olmasına rağmen içindeki nesne, ışık kaynağı ile farklılaşan değişen bir görüntü olarak algılanmaktadır. www.celikdizayn.com şeffaf demektir. İçindekinin, dışarıdan görünmesine izin veren delikler, malzemeye de şeffaflık katıyor demektir. Deliklerle şeffaf bir yüzeye dönüşen dikdörtgen levhalar, daha sonra bükülerek içinden geçen mumlar için bir taşıyıcıya dönüşüyor. Bir ve üç mum için tasarlanan bu seri, delikleri ile sadece metale ironik bir şeffaflık katmakla kalmıyor, aynı zamanda yumuşak kıvrımı ile de metalin sert algısını zorluyor. www.orhanirmak.com “Ne Kadar Şeffaf” “Şık... Şeffaf...” Tasarım: Erdem Akan Sergide, “İçimizdeki şeffaflığa” dokunan bir ayna koleksiyonuyla yer alan Erdem Akan, birbirinin aynı formunda kesilmiş 3 cam üzerine, ayna kaplı yüzeylerin oranlarıyla oynadığı bir ayna koleksiyonuyla çıkıyor karşımıza. Eşit cam alanlarının üzerine, farklı ebatlardaki ayna alanlarının oluşturduğu tasarımın felsefesi ise şöyle oluyor: “Ne kadar şeffaf olmak istediğimiz Tasarım: Mehtap Elaidi Vücudun örtünme güdüsünden yola çıkan moda bugün vücuttan çok kimliğin örtünme ihtiyacına doğru yol alırken bir kalkan görevini üstleniyor. Organzeden tasarlanan bu yağmurluğun bu noktadan hareketle oluşturduğu mottosu da, işlevsellikten uzak kimlik yüklemeye dair bir duygu sunarken, kişiye dair küçük ipuçlarını barındırmak amacıyla saydamlığa sığınması olarak açıklanıyor. www.elaidi.net kendimizden ne kadar vazgeçtiğimiz ile ilgili”. Şeffaflığı çarpıcı bir biçimde dile getiren takım, kavramdan önce kendimizi sorgulamamıza ayna tutuyor adeta. www.erdemakan.com Şeffaf Strateji Tasarım: Aysun Altındağ, Meltem Maralcan Destanla ilişkilendirilen ürün, Truva’dan bu yana akan zamanın intikamı olarak açıklanıyor: “Satranç’ta tüm oyuncular şeffafken, sadece “atlar” kendilerini ortaya koyuyor. Satranç tahtası kullanılmadığında, tüm satranç taşlarını yüzeyinde saklayarak düz bir yüzey haline getiriyor. Satranç tahtasının tüm taşlarını/oyuncularını kendi malzemesinden ürettiği noktada, yalnızca atlar bu şeffaflığa katılmıyor. www.omletistanbul.com Ana tema “şeffaflık”, Truva destanındaki yanılsama ve opaklığa alternatif bir duruş olarak seçilmiş. Film festivaliyle paralel proje olarak hayata geçirilen “Şeffaflık Tasarım Sergisi” ise kentte 12 ay boyunca yapılan kültür sanat ekinliklerine farklı bir pencereden bakmayı amaçlıyor. Proje, kentte yapılan ilk tasarım projesi olma özelliğiyle de önem taşıyor. Poster Tasarımı: Tamer Köşeli Şeffaf Mavi “Big Secret” Tasarım: Tamer Nakışçı Big Secret isimli transparan perde, tasarımcının ürünün önüne geçmesine izin verdiği tek bir cümleye bağlı kalıyordu: “Şeffaf bir malzeme, şeffaflığın önüne geçebilir mi?” Soruya cevap niteliğindeki enstalasyon, merceklerle kırılmalar elde ederken, yüzeyi bir paravana dönüştürüyor. Arkasına geçildiğinde dahi özelliğinden ödün vermemesi, şeffaflığın yine şeffaf bir malzemeyle örtülüyor olmasına işaret ediyordu. www.tamernakisci.com Rakı, Altın ve Şeffaflık Tasarım: Gamze Güven Rakının cam şişede satılmasının nedeni, ambalajının içindekini saklamak yerine, duruluğunu göstermesine hizmet etmesinden geliyor. Güven’in bu noktadan hareketle yarattığı tasarım, rakı dolumunun yıllarca Beykoz-Çubuklu Tekel fabrikasında yapılıyor olması ve Beykoz işi cam dekorları ile şişeyi buluşturma fikrinin bir ürünü. Bu fikrin, Beykoz işi geleneksel el sanatçısı Fahriye Özbey’in el boyalamarıyla birleşmesinden oluşan ve İstanbul 2010 şerefine hayata geçirilen ambalaj tasarımıyla sergiye katılan tasarımcının bir dileği de; kaybolmaya yüz tutan el sanatlarımızı endüstriyel üretimle buluşturmak ve yeniden yorumlaması yönünde olmuş.www.tasarimussu.com.tr Tasarım: Demir Obuz - Sema Obuz Mehtap Obuz - Nil Deniz - Funda Mehter Cam servis tabağı, bölgenin maviliğine olan hayranlığı tasarım aracılığyla dile getiriyor. Ürünün kopup geldiği atmosfer ve dinginlik ise şu sözlerle açıklanıyor: “Suyun dalgaları gibi, su gibi şeffaf… Boğazın akıntısına kapılmış biraz mavi bir suyun sessiz yol alışı sanki. Karşı kıyıya geçen feribotun arkasında bıraktığı izler gibi şeffaf mavi. Cam ustasının her seferinde oluşturduğu yeni ve her biri birbirinden farklı dalgalar kadar özgün ve değişken çizgiler ile biçimlenmiş bir tasarım. Çanakkale’nin yenilenme hikayesi gibi, aslında suyun hareketleri ile yaptığı devinimde kendini yenilemesini anlatan tasarımın hikayesi... www.demirden.com 12 Bu sene 17 farklı Avrupa ülkesinden 40 gelecek vaadeden genç mimara verilen "2010 Europe 40 Under 40" ödüllerini Türkiye'den almaya hak kazanan iki isim EAA Mimarlık ofisinin ortakları Gonca Paşolar ve Kerem Piker oldu. Son yıllarda Türk mimarlığının uluslararası alanlarda çokça konuşuluyor olması, tasarımların önemli ödüllerle pekiştirilmesi, dünya mimarisinin geleceğine ışık tutacak genç mimarlarımızın olduğunu işaret etmeye başladı. EAA’nın uluslararası ödüllerine eklenen bu son halkalar, yalnız Türk mimarlığı için değil, dünya çapındaki gurur kaynakları olmakla kalmıyor, ofisin başarılarının farklı kuşaklardaki devamlılığını göstermesi nedeniyle de özel bir anlam taşıyor. Bazı değerler ve başarılar paylaştıkça çoğalır. Hayatın bu paylaşımın gücü ile anlam kazandığına inanan ve Türkiye’deki mimarlık kültürünün gelişimi için büyük destek veren Mimar Emre Arolat’ın, mimarlık hayatına birlikte devam etmeye karar verdiği genç ortakları Gonca Paşolar ve Kerem Piker’e kariyerleri için önem arz eden bu ödülü ve EAA’yı sorduk. "Europe 40 Under 40" Ödülü’nden söz eder misiniz? Siz hangi projelerinizle bu ödülü almaya hak kazandınız? Gonca Paşolar - Avrupa’nın genç mimarlarını işaret eden ve uluslararası mimarlık ve tasarım müzelerinden Chicago Atheneum’un desteğiyle Avrupa Mimarlık Merkezi tarafından gerçekleştirilen “Europe 40 under 40” ödülü, Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren 40 yaş altı mimarların gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmemiş projelerinin arasından yapılan bir değerlendirme ile her yıl 40 farklı mimara sunuluyor. Uluslararası jüri alışılagelmiş mimari çözümlerin ötesinde kente ve fiziksel çevreye duyarlı, ekolojik yönelimleri takip eden, teknolojik inovasyonlara açık mimari projeler üreten mimarlar ve mimari ekipler arasından Avrupa birliğinin ötesinde Avrupanın coğrafi sınırları içerisinde de faaliyet gösteren 40 genç mimarı desteklemek amacını güdüyor. Ben Sabiha Gökçen Havalimanı, Siemens Park davetli yarışmaları ve İzmir Narlıdere 25/07/2010 Pelin Özgen Filiz Yılmaz Kaşgör [email protected] filizy@bilgi,edu.tr TEK ÇATIDA İKİ ÖDÜL 17 farklı Avrupa ülkesinden katılımcıların olduğu “Europe 40 Under 40” yarışmasında EAA Mimarlık Ofisi’nden Gonca Paşolar ve Kerem Piker de ödüle layık görüldü. Folkart projeleriyle ödüle layık görüldüm. Ortağım Kerem Piker ise Maslak'ta yüksek yapı, Kağıthane Ofisleri ve Bodrum'da Büyük Kulüp binası ile ödül almaya hak kazandı. Dereceye giren 17 ülkeden 40 mimarın projeleri ilk olarak Ekim ayında Madrid, İspanya’da yapılacak olan “The City and the World” sempozyumu sırasında sergilenecek. Avrupa'nın farklı şehirlerinde dolaşacak olan gezici serginin son durağı ise ABD’deki dünyaca ünlü Chicago Athenaeum Mimarlık ve Tasarım Müzesi olacak. EAA Mimarlık’ı tanıyabilir miyiz? Kerem Piker - Bu yıl ülkemizde ilk kez aynı ofisten iki tasarımcı, ben ve ortağım Gonca Paşolar farklı projelerle iki ayrı ödüle layık görüldük. Ortaklarım Gonca Paşolar ve Emre Arolat tarafından bundan 6 yıl önce kurulan EAA-Emre Arolat Architects, o günlerde içlerinde benim de yer aldığım 15 kişilik bir çekirdek ekipten oluşuyordu. Şu anda Şaziment-Neşet Arolat, Sezer Bahtiyar ve benim de ortakları arasında bulunduğum yaklaşık 100 kişilik bir kadroyla farklı alanlarda mimarlık macerasını sürdürmeye devam ediyor. Bizler genellikle olması gerekenin hep yarısı kadar zamanda tasarlayıp, üçte biri kadar zamanda inşa eden bir toplumuz. Öte yandan belki de bu sayede bu kadar genç ve yaratıcı bir ekibin bunca işin altından kalkması mümkün olabildi. Bizler EAA adını verdiğimiz bu yapı içerisinde, öncesinde Arolat Mimarlık’tan devralmış olduğumuz mimari pratiğin ve bir tür özgüvenin de etkisiyle Avrupa’da ya da merkez ülkelerde çok daha kalabalık kadrolarla yürütülen, yürütülmesi beklenen farklı büyüklüklerdeki projelerin gerçekleşmesine çalıştık. Ofiste o yıllarda aynı anda yürütülen Dalaman Uluslararası Havalimanı, santralistanbul Çağdaş Sanat Merkezi, İpekyol Fabrikası, Evidea, Kemerlife, Arketip konutları bunlardan sadece bir kaçı. 1000 metrekare'lik projeler çizen 15 kişilik bir ofisten şu an 98 kişiye büyüyüp 750.000 metrekare'lik projelerle uğraşan bir ofis haline gelmekten mutluluk duyuyoruz. 13 UZAY ÇAĞININ EV ALETLERİ Finali 23 Eylül’de gerçekleştirilecek ve bu yıl sekizinci kez düzenlenen Electrolux Design Lab’in finalistleri açıklandı. Küçük ev aletleriyle 2050 yılına ışık tutan yarışmayı takip etmekte fayda var. Artık ileride nasıl alletler kullanacağımızı düşünmemize gerek yok, bizim yerimize tüm bunları düşünen ve hayata geçiren tasarımcılar var… Geleceğin tasarımcıları, gelecek yaşam için birbirinden yaratıcı çözümlere imza attı. Şimdi sıra en iyisini bulmakta!!! Bu yıl 8. si düzenlenen Design Lab Tasarım Yarışması, dünyanın dört bir yanından lisans ve lisansüstü binlerce endüstriyel tasarım bölümü öğrencisinin katılımıyla ev aletleri dünyasına tasarıma dair önemli katkılarda bulunan bir yarışma. Konusu “2’nci Uzay Çağı” olarak belirlenen yarışmaya, 17 ülkeden yaklaşık olarak 1300 civarında başvurudan en iyi 25 proje değerlendirilerek 8 finalist 14 Temmuz da açıklandı. Desing Lab 2010 Yarışması’nın finali ise 23 Eylül 2010’da Londra’da yapılacak. Yarışmanın birincisi 5000 Euro para ödülü ve Electrolux Global Tasarım Merkezi’nde 6 aylık ücretli staj yapma hakkı kazanacak. İkinciye 3000, üçüncüye ise 2000 Euro para ödülü verilecek olan Design Lab 2010’da finale kalan bütün projeler final etkinlikleri süresince sergileniyor. 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 74’ünün kentlerde yaşayacağı ve buna bağlı olarak evlerin ve ev eşyalarının da daha küçük olacağını öngören Design Lab, genç endüstriyel tasarımcıları ev aleti tasarımlarıyla bu çağa ışık tutmaya davet etti ve birbirinden eşsiz projeler gerçekleştirildi. 2’nci Uzay Çağı’nda insanların yiyeceklerini nasıl hazırlayıp saklayacaklarına, elbiselerini ve bulaşıklarını nasıl yıkayacaklarına ya da kurutacaklarına dair zamana, mekana uygun, yenilikçi, kullanışlı, yaratıcı ve çevre dostu çözüm önerileri beklenen yarışmada finale kalan 8 proje, anlaşılan tüm bu kriterleri başarıyla gerçekleştirmiş. Aralarından seçim yapmak oldukça zor olsa gerek!... Bulduğu çözümlerle günümüz şehir yaşamını kolaylaştıran bu finalist projeler, ‘ah keşke şimdi olsaydı’ dedirten türden. Mesela, Geleneksel bir buzdolabından farklı olan Bio Robot; raflar yerine, etrafında yapışkan, kokusuz jel morphs askıya ayrı bir pod oluşturarak ürünlere kolay erişim sağlayan öğeler içeren bir buzdolabı. Kapısı olmayan bu buzdolabında, tüm yiyecek ve içecekler optimum sıcaklıkta tutuluyor. Yatay ya da dikey olarak tavana asılabilen buzdolabı yer tasarrufu sağlayan, pratik, şık ve kullanılan jel malzemeleri sayesinde çevreci bir proje. Böyle bir buzdolabını kim istemez ki? Diğer yaratıcı yaşam çözümlerinden biri ise Elements Modular Kitchen; duvara monte cihaz, pişirme, soğutma, havalandırma, aydınlatma, ve çevre tasarım yaparken yer tasarrufu ile esnek modlar sunuyor. Cihaz kablosuz ve güneş enerjisi ile çalışıyor. Kullanıcının isteğiyle birden fazla birim wireless aracılığıyla yüklenebilir. Son derece uzay çağına uygun, hayatı Clean Closet sadece giyim temizleyen bir dolap fakat çamaşır kurutma makinesi, çamaşır makinesi, kirli sepeti gibi hayatımızdaki bir çok unsuru ortadan kaldırıyor. Kıyafetler kirlilik için taranır ve buna uygun moleküler ve kir ve kokuları giderir teknolojisi ile temizlenir. The Kitchen Hideaway son derece ilginç ve hayal gücünü zorlayan projelerden bir diğeri. Kullanıcının düşünceleri robot tarafından kaydediliyor ve hayata geçiriliyor. Ortak bina kullanımlarında yer tasarrufu sağlanması açısından oldukça değişik ve yaratıcı. Şimdi bunların hepsi olsaydı güzel olmaz mıydı? Bunlar gibi insana dudak ısırtacak daha bir çok proje var, tasarımcılar sayesinde insana iç çektirecek daha nice projeler olacak anlaşılan. Artan şehir nüfusunun ihtiyaçlarına uygun ev aletleri tasarlayan genç kuşak tasarımcılar, görünen o ki şimdiden uzay çağını yakalamış. Sezgisel tasarımı, yeniliği ve tüketici iç görüsünü değerlendirerek karar verecek jürinin işi epey bir zor olacak anlaşılan. Birbirinden başarılı bu projeleri kullanacak nesil de çok şanslı. İyi ki varsın Design Lab… 14 25/07/2010 15 Banu Pekol Can Yılmaz 2004 Olimpiyatları’nın yaklaşık 15 milyar dolarlık maliyetinin Yunanistan ekonomisinin bugün borç batağında olmasına yaptığı katkı tartışıladursun, dünyanın dört bir yanında çeşitli oyunlara ev sahipliği yapacak ülkeler, biraz da ulusal gururu kaşıyarak, önemli harcamalara devam etmekteler. Bu harcamaların büyük bölümünü görünürlüğü yüksek olan stadyumların yapımı oluşturuyor. Fakat bu çoğu devasa büyüklükteki stadyumların organizasyon sonrası atıl kalması ve yüksek bakım masrafları mimarları yeni yaklaşımlar geliştirmeye zorlamış görünüyor. Mesela 2012 Yaz Olimpiyatları’na ev sahipliği yapacak olan Londra’da 80,000 kişilik Londra Olimpik Stadyumu’nun mimarı olan Populus şirketi (2000 Sydney Oyunlari’nin Olimpik Stadyumu’nun da mimarları) bir ilke imza atarak bu stadın 55,000’in koltuğunu ve bu bölümü ayakta tutan yapıyı sökülebilir olarak tasarladılar. Bu sayede organizasyon sonrası stadyum kapasitesi 25,000 kişiye indirilerek farklı spor dallarına ev sahipliği yapması planlanıyor. STADYUMUN TANIMI DEĞİŞTİ Dünyanın dört bir yanında stadyumlara yapılan yatırımların ardı arkası kesilmiyor. Uluslararası organizasyonlar dışında atıl kalmaya mahkum bu devasa yapılar, bir müze gibi turist çekerken, stadyum kavramını yeniden tanımlamaya davetiye çıkarıyor. 500,000 kişinin gelmesi beklenen 2014 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan Brezilya’da da irili ufaklı stadyumların inşaati sürmekte. Bunlardan bir tanesi 42,500 kisilik Cuiabá Arena. GCP Arquitetos ve Stadia Group tarafından tasarlanan bu stadyumun estetiğinden çok işlevselliği ön plana çıkarılmış. 40 dereceye varan Cuiabá yazları göz önünde bulundurularak stadın havalandırması mimarların önceliği olmuş ve hava akımının sürekliliği için stadın kenarları tamamen boş bırakılmış. Londra Olimpiyat Stadı’na benzer şekilde bu stadyum da 4 bağımsız modülden oluşmakta. Bu sayede 42,500 koltuğun %30’unun Dünya Kupası’ndan sonra bakım maliyetlerini düşürmek amacıyla kaldırılması planlanıyor. 2008 yılında Alman erkek iç çamaşırı markası ‘Balls’, Berlin’den Glow isimli reklam firmasıyla bir reklam dizisi için anlaşır. Glow, konu mankeni olarak parlak, kaslı vücutlu mankenler yerine, kimi zaman bodur, kimi zaman cılız vücutları ve güneş görmemiş bacaklarıyla George Washington, Kral 14. Louis, Napolyon, Kristof Kolomb ve Otto von Bismarck’ı kullanır. Bunlardan George Washington’un kullanıldığı reklam, 19. yüzyılın başında Amerikalı ressam John Trumbull’un Washington’ı ordunun başkomutanlığından istifa ederken gösteren yağlıboya tablosunun, iki fark dışında aynısıdır. İlk fark, Washington’un yüzünün, yağlıboya tablodan neredeyse 30 yıl önce Gilbert Stuart tarafından çizilmiş olan ve daha ziyade 1 dolar banknotlarından aşina olduğumuz portresi ile değiştirilmiş olmasıdır. Bu değişikliğin, Washington’un reklamda daha tanınabilir olmasını sağlamak için yapıldığı açık. İkinci değişiklik ise daha radikal: Washington’un üniformasının pantolonu eksik; altında yalnızca boxer donu ve uzun çizmeleri bulunuyor. Bu reklam serisi, hem tarihi tabloların hem de ana karakterlerin cazibesini beklenmedik, çarpıcı ve fark edilir bir etkiyle kullanıyor. (Bu reklamın ‘Türk Büyükleri’ versiyonunu ülkemizde görmek, muhtemelen bir hayal!) TARİHİ GERÇEKLİKTE TÜKETİM ÖZLÜ KIRILMALAR Mona Lisa’dan George Washington’a, Mısır Piramitleri’nden Sultanahmet Camii’ne... Tarih, reklamcıların kurtarıcısı! Peki ama tüm bu iç-boşaltıcı reklamlar satıcının mesajını verebiliyor mu? Absolut Votka 1985 yılında Andy Warhol’dan içkilerinin reklamı için bir resim yapmasını istemişti. Bu resmin başarışı, Absolut’u bir sanat ikonuna dönüştürdü ve reklam dünyasının üst saflarına yerleşti. Ancak, Warhol’un bir reklam sanatçısı olarak var olması burada bitmeyecekti; Çek Cumhuriyeti’nden Mark/DDBO reklam ajansının tasarladığı Orbit çiklet reklamında Warhol’un muz çizimi, meşhur dört-renkli kompozisyonlarından biri içerisinde karşımıza çıktı. Polonya ve Ukrayna’nın beraber evsahipliği yapacağı EURO 2012 için her iki ülkenin de hazırlıkları sürmekte. Varşova’da yapımı devam eden 55,000 kişilik Stadion Narodowy JSK Architekten ve GMP International tarafından tasarlanmış. Tavanı hareketli olacak bu stadın dış cephesi için Polonya’nın tanınmış hasır sepetlerinden esinlenilmiş ve mimarisi bir tacı andırıyor. Ulusal gururu okşamak amacıyla stadın dış renkleri Polonya bayrağını temsilen kırmızı ve beyaz olacak. Futbol dışındaki spor faaliyetleri için futbol sahasının zemini yükseltilerek merkez tribün hizasına getirilebilecek. Güney Afrika Dünya Kupası’nda HollandaUruguay yarı final maçına da ev sahipliği yapan 64,100 kişilik Green Point Stadyumu, okyanusa hakim konumuyla ve “doughnut” şeklindeki mimarisiyle ön plana çıktı. Alman GMP Architects ve iki yerli şirket, Louis Karol and Associates ve Point Architects, tarafından tasarlanan bu stad yarı saydam, Teflon kaplamalı fiberglas ile çevrelenmiş. Bu sayede gün içinde değişen havaya bağlı olarak stadın işlemeli derisi öğlen mavi, öğleden sonra [email protected] tarafından tasarlandı. UEFA’nin yeni belirlediği stadın her koltuğundan en az 9 cm’lik görüş açısı kriterine uymadığı icin tartışma yaratan stadın en önemli özelliklerinden biri, düzlüklere kurulan çoğu stadın aksine, bir tepe üzerine kurulmuş olması. Dev seffaf çatısı açılır-kapanır olacak olan stadın çatı kenarları biraz daha zengin bir görünüm sağlamak amacıyla stadın dışına taşırılmış. Yine diğer stadyumların aksine stad dışından içerisindeki detayların (servis girişleri, restoranlar gibi) görünmesi amaçlanmış. gülpembe, ve gün batımında kırmızı görünüyor. Bu stadın diğer bir özelliği ise parabolik yerleştirilmiş koltuklarının ve 9000 cam panelden oluşan ve en yoğun gün ışığını filtreleyen tavanının seyircilere müthiş bir görüş açısı ve güzelliği sağlaması. Uluslararası organizasyonlar içen yapılan stadlara ayırdığımız bu yazıda Türk Telekom Arena’ya bir ayrıcalık yapmak gerekecek. Kayseri’deki Kadir Has Stadıyla birlikte Türkiye’nin en yeni stadlarından olacak 52,000 kapasiteli Türk Telekom Arena, dünyaca ünlü mimar Mete Arat Büyük maliyetli bu stadyumlar eskiden beri gereksiz, atıl yatırımlar olarak eleştirilegelmiştir. Bu endişeleri bir parça da olsa gidermek amacıyla mimarlar bu görkemli eserlerini, onların kalıcı kullanımını hesaba katarak tasarlamaya baslamış gibi görünüyorlar. İslev ile estetiği biraraya getirebilen bu eserler, şehirlerin turist çeken yapıları arasında yerlerini birer birer alıyorlar. 03 söylenebilir. İronik bir şekilde, Hilton Oteli, rejisi Halit Refiğ’e ait olan 1964 yapımı, ‘Gurbet Kuşları’ filminde, ana karakterlerin Amerika’ya gitmeyi konuştukları bir sahnede arka planda tam ortalarında gözükerek, modernizmin simgesi olarak sunulur. Avustralya’dan Grey reklam ajansının tasarladığı ve Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sının daha gür saçlı bir versiyonunu gördüğümüz, ‘zamanla yıpranmış’ saçlara özel Pantene şampuan reklamı size ilk bakışta çekici görünebilir. Ancak Mona Lisa tablosunun bunun yanında Audi, Bic, Louvre Müzesi ve hatta Head&Shoulders şampuanları için de kullanıldığı düşünüldüğünde bu tarihi objenin etkisini kullanmak ne derece özgün sayılabilir? Reklamlarda sanat tarihinin önemli tablolarını kullanmak, Türkiye’de olmasa da, Batı’da sıkça görülen bir durum. Ancak bunlar sadece tablolarla sınırlı değil; tarihi olaylar ve hatta yapılar da aynı şekilde reklamlara konu olabiliyor. Dubai’li Memac Ogilvy reklam ajansı tarafından hazırlanan ve DHL’in battal boyutta teslimat da yaptığını aktaran reklamda kullanılan Truva Atı, aslen hilekârlık ve vahşet içeren bir hikâyeyi tamamen göz ardı ederek sadece olay konusu objenin biçimsel özelliklerini önemsiyor. Mısır piramitleri, klasik Camel sigara paketlerinin yanı sıra, 1980’lerdeki Camel 02 Mimarlık’ın İstanbul’daki markası olan Hilton’un böyle bir ihtiyacı olmadığı iddia edilebilirse de, diğer yandan günümüzde Küçükçekmece’de inşaatı devam eden ve minyatür bir Boğaz hayatını tamamen şekilsel olarak sunan ‘Bosphorus City’ toplu konutlarına ne demeliyiz? Boğaz’ın yıllar içindeki oluşumunu ve otantikliğini göz ardı ederek, kopyaya dayalı bir etki yaratmaya dayanan bu yapılar, geçmişi kullanmanın günümüzde geldiği en uç noktadır. 01 Lights reklam posterlerinde de önemli bir yer kaplıyordu ve sigara ile piramitler arasında bir bağlantı olmamasına rağmen bu imaj sorgulanmaksızın tüketiciye sunuluyordu. Benzer bir yaklaşım, İstanbul Hilton Oteli’nin ilk açıldığı yıllardaki bir reklamında, otelin Sultanahmet Camii’nin yanına yerleştirilmesinde de göze çarpar. Piramitler ve Sultanahmet Camii’nin kalıcılığı, eskiliği, asaleti, egzotikliği gibi özelliklerin reklamdaki markaların imajlarını güçlendirmek için kullandıkları Tarihten alınan içi boş referansların günümüzde reklamlarda, içinde yaşadığımız binalarda ve müzelerin ana binalarından uzak yerlerde açılan müze dükkânlarında baş göstermesi ve tarihsel motiflerin tarihi değerlerinden sıyrılarak, sadece etkileyici olmak adına metalaştırılarak kullanılması, bu tür yorumları yaratıcılıktan oldukça uzak bir noktaya taşıyor. 01-03 Pantene şampuan, Orbit sakız ve Balls erkek çamaşırı reklamları. 16 25/07/2010 Burçin Ünaldı Bikem İbrahimoğlu [email protected] [email protected] ASYA KAPLANLARI PODYUMDA Wu, Chai, Wang… Hayır size Çin alfabesi pratiği değil bu, bu sadece modanın yeni alfabesine kısa bir giriş! Bu soyadların sahipleri CFDA/Vogue Fashion Fund’ın yani Amerikan Moda Tasarımcıları Konseyi’nin Vogue işbirliği ile verdiği bol sıfırlı bir ödülün bu yılki sahipleri. Modada uzakdoğu rüzgarı artık son şiddette esiyor. 17 SADECE YVES SAINT LAURENT Yves Saint Laurent genç tasarımcılar için “anlaşılması gereken bir mesele”. 40 yıl içinde 15000 çalışmaya imza atması kadar fiyasko olarak değerlendirilen 1971 koleksiyonuyla da... Peki ama neden? 40 yıl içinde 15.000 elbiseye imza atacak, kısa hafızalı moda dünyasına bir o kadar da uzun soluklu kariyeriyle kocaman bir damga vuracak moda imparatoru Yves Saint Laurent’in başarısının ardındaki sır neydi? Herhalde öncelikle moda dünyasına bir bomba gibi düşüp, şimşek hızında ilerleyip bir yıldız gibi ardı ardına patlaması. Okul hayatı Christian Dior tarafindan keşfedilip yanına asistan olarak alınana kadar 3 ay, Dior’un ölümü üzerine 21 yaşında tarihin en genç moda prensi ünvanını alması için geçen süre 2 yıl, Dior’dan atılıp Pierre Bergé ile tanışarak kendi moda evini kurması klinik depresyonlar da dahil 4 yıl. Siz hâlâ Donna, Ralph ya da Marc Jacobs’da mısınız? Sanıyorum devasa yeniliklerin minik adımlarla geldiği bir devrimin farkında değilsiniz! Uzakdoğunun genç tasarımcıları high-end fashion dediğimiz “üst sınıf moda”yı değiştirmeye başladı bile, üstelik devrime sokağı da kattılar, yani şu an üzerinizde olan herşeyi… Onlara hem sokak, hem St. Tropez’deki yat, hem sahnedeki popstar bayılıyor. Modada ilk uzakdoğu istilası 1980lerde Yohji Yamamoto, Comme des Garcons kurucusu Rei Kawakubo ve Issey Miyake ile Paris’te başlamıştı. Sınırlarından kurtulmuş, endüstriyel tasarımı kostümün içinde kullanan, epik ama sert, cesur, uçuk, akla hayale sığmaz kıyafetler podyuma çıktı, hani şu “iyi de bunları kim nerede giysin” tabir edilen giysiler: “Avant-Garde” yeniden icad olmuştu! O kadar yeni, o kadar farklıydılarki daha da fazlası için moda dünyası herhalde hazır değildi, onlara duyulan hayranlık kalplere gömüldü, bir süreliğine yeniden sürüye geri dönüldü. Ta ki 1999’da Hong Kong kökenli Peter Som’un geleneksel uzakdoğu ile moderni birleştirip Sex and The City’yi tam kalbinden vurmasıyla… Asya etkisi Karate Kid’deki Miyagi ustanın da dediği gibi cilala-parlat dönemine bir kez daha girdi. 1958’deki ilk bombası Dior için hazırladığı “Trapez”koleksiyonunun, üçgen elbise ve sokak modasını ilk kez Haute Couture’e taşıyan siyah deri ceketleri sayesinde elde ettiği büyük başarı. Diğerleriyse ardı ardına patlayan 1965 Mondrian koleksiyonu, 1966 ilk smokin, 1967 ilk safari gömlek ve 1968 deki ilk jumpsuit. 2001’de Doo-Ri’nin drape tekniği konuşuluyor, 2003’de Derek Lam isminde sofistike bir yıldız doğuyordu. Koskoca Louis Vuitton gelen devrimi en baba haliyle korkusuzca kucakladı: Japon pop-art sanatçısı Takashi Murakami artık Louis Vuitton için çiziyordu, LV monogramı bir gecede Japon çizgi karakterlerine dönüştü… Bir klasik, pop oluvermişti! 2004’de Jeffrey Chow, Vera Wang ve yetenek kumkuması Thakoon sahnedeydi. Ne derler bilir misiniz, Vera Wang gelinliksiz bir düğün gerçek bir düğün değildir, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin sizin nikah memurunuza verdiği yetkiye rağmen… Genç Asyalı modacılar hem yeniydi hem de 80’lerdeki Asya kuşağı tasarımcılardan farklı olarak “giyilebilirdi”. Ne “diğerleri” kadar farklı ne de “herkes” gibi aynıydılar. O hepimizin bildiği küçük siyah elbise aynen duruyor ama bildiğimiz fermuar fırfır yerine kullanılıyordu, kış boyu giydiğimiz botlar aynen kalıyor, ama ucundan parmaklar görünüyordu. Bu harman tutmuştu. Kuzeyin kötü cadısı Anna Wintour’u Vogue dergisinin o ünlü Eylül sayısını hazırlarken gösteren belgesel film “The Septembe Issue”da Tayland kökenli tasarımcı Thakoon film boyunca en az Wintour kadar çok görülüyordu. 2005 İlkbahar New York Moda Haftası sonrasında TIME dergisinin bu 4 isim yıldızlaştı diyerek işaret ettiği Asyalı tasarımcıların sayısı 2009’daki New York Moda Haftası’na gelindiğinde 25’e yükselmişti. Son başkanlık seçimleri galibi, herkesin sevgilisi Barrack Obama’nın First Lady’si açılış balosunda ışıldamak için Amerika denilince ilk akla gelen bir isimdense Tayvan kökenli bir modacıyı, Jason Wu’yu tercih etmiş, o muhteşem tuvaletle ilk dansın esas oğlanı Obama değil Wu olmuştu. GAP gibi küresel bir dev koleksiyonları için Doo.Ri, Philip Lim ve Alexander Wang’i tercih etmişti. Kırmızı halı Prabal Gurung ismiyle tanıştı. Amerikan Rüyası uzakdoğulular için moda dünyasında hayat buldu. Nasıl bulmasın ki? Uzakdoğu’da “Brother Sharp” tabir edilen ve çöplerden giyinen Çinli evsiz adamın birinin bile moda ikonu olabildiği bir moda duygusu var, ya havasından ya suyundan! Takip eden bomba kariyerinin en başarısız ve tek fiyasko ama moda tarihinin mihenk taşlarından, basının deyişiyle “zevksizlik abidesi” 1971 ilkbahar yaz, “retro” koleksiyonu. 40’lardan esinlenen yeşile boyalı tilki kürkler, kamuflaj desenli, basenden büzmeli elbiseler ve örgü gece kıyafetlerinden oluşan bu koleksiyon, kendinden sonraki kuşaklara da örnek olacak şekilde YSL’ın aslında çağdaş kadını, ona seksi olma hakkı ve baştan çıkarma özgürlüğünü vererek nasıl değiştirdiğinin göstergesi. Ayrıca koleksiyonun ticari başarısızlığı pret à porter‘ye Rive Gauche markasıyla geçişinin başlangıcı ve bu sektörün gerçek doğuşunun müjdecisi. Haute Couture bitti mi diyecekiniz. Cevabı aslında can çekişirken YSL “Opera ve Rus Balesi” koleksiyonuyla esaslı bir bombayı da bu alanda patlattığından biraz toparlandı şeklinde. Belki en başarılı değil ama en güzel koleksiyonum dediği, Marakeş’te hummalı bir çalışmayla en ufak detaylarına kadar çizip renklendirdiği, kendinden o derece vermiş ki Paris’e döner dönmez hastaneye kaldırıldığı, herkesin hayranlık içinde egzotik, folklorik, barok diye 01 betimlerken ben aslında sadece biye tekniğini kavradım diye açıkladığı, günün zevkine yeniden ihtişamı, işlemeleri, payetleri, zengin detayları ve gösterişli kumaşları taşıyan şu meşhur koleksiyon. İlk defa podyum kullanarak mankenleri star, müşterileri de seyirci konumuna getiren, gösterişli showlarla haute couture’un artık bir eğlence haline geldiğini dünyaya duyurarak ona sadece bir imaj yaratma misyonu yükleyen, bu teoriyi ertesi gün Rive Gauche mağazasında rekor satışlarla kanıtlayan şu ünlü defile. Ancak her dönem var olmasının esas sebebi, onu manevi varisi gören Coco Chanel gibi modayı sevmeyip stile inanması. Gece kıyafeti ya da siyah küçük elbiseye alternatif geliştirdiği ve 236 koleksiyonunda bermuda, uzun elbise, jumpsuit, spencer , bolero, trenç, ceketli, ceketsiz; gömlekli, gömleksiz, robe de chambre ya da türbanlı ancak sadece mendili, çiçeği, kolyesi, kurdelesi, röveri ya da bluzunun beyaz olmasına izin verecek kadar bir başka versiyonunu bıkmadan çalıştığı smokinin stilistik temellerini moda geçici stil kalıcıdır diyerek hayatı boyunca araştırmaya devam etmesi. Maddi başarısı? 1997’de 1 milyar Euro cirolu 20.000 kişilik bir imparatorluğun sonunda yılan hikayesine dönen sahibiydi. Sonra Gucci ‘nin parçası olmuş, zavallı seviyesine koyduğu Tom Ford’la “ne yapsın elinden geleni yapıyor “ demekle yetindiği nefretli bir 4 yıl geçirmişti. Amfetamin, kokain ve alkol bağimlılığının birçok kez hastanelere sürüklediği bir aşırı, yapayalnız bir çilekeş, 50 yaşına gelmeden tükenmiş benmerkezci bir depresif ama bir o kadar da geçmiş yüzyılın lüksünü Proustvari bir duyarlılıkta yaşayan ince zevkli bir kibar, kaybolan cennetin nostaljisini derinliklerinde duyan modern bir romantik, 1971de “ Homme “ parfümünün reklamı için Isa’vari uzun saçları ve kalın çerçeveli siyah gözlükleriyle çıplak poz vererek skandal çıkartacak kadar gününün insanıydı. 2002’de moda dünyasına veda ederken kendini çağdaş kadının gardrobunun yaratıcısı olarak konumlandırsa da aslında hiçbir disiplinden gelmeyen, tek patronu sadece 2 yıl Christian Dior olmuş fakat sonuçta 20. yüzyılın ikinci yarısının bu en büyük modacısını tam bir yere oturtmak mümkün değil. Işte bu da en önemli sırrı: Sadece Yves Saint Laurent olmak. 01 Yves Saint Laurent imzalı ceketler. 18 25/07/2010 19 Emine Merdim Yılmaz [email protected] SUDAN SEBEPLE DÖNÜŞENLER Türk Pavyonu Revaçta Fabrika binalarının dönüşerek, kent yaşamına yeniden kazandırılmasını örnekleriyle geçtiğimiz aylarda konu olarak almıştık. Bu sefer de konu dönüşüm fakat dönüşen bir fabrika değil su kuleleri. Kentlerin su ihtiyaçlarını karşılamak için endüstri devrimi sırasında yığma ya da betonarme olarak inşa edilen su kuleleri görüntüleri ile birer çekim noktası. Su kuleleri manzaraya hakim konumları ve yükseklikleri ile kente kuşbakışı bakmayı sevenler için inşa edilmişler. Hal böyle olunca da zaman içinde işlevini kaybeden bazı su kulelerinin meraklıları oluyor. Hem Avrupa'dan hem de Amerika'dan buna örnek birkaç dönüşüm projesi. Pisa Sürahi Fransa Yolcusu Arkitekter ApS kazanmıştı. Haziran 2006'da tamamlanan 10 katlı bu merkezin son beş katı konaklama amaçlı kullanılıyor. Kulenin çekirdeği etrafında hekzagonal (7 köşeli) ve dodekagonal (12 köşeli) formda 40 daire bulunuyor. Essen'deki Çok Amaçlı Bina Essen Almanya'daki tarihi su deposu madako Group tarafından yenilenerek çalışma ve yaşam alanına dönüştürüldü. Koruma altındaki kuleye 2002 yılına kadar dokunulmadı. Bu tarihten sonra dışına yapılan merdiven eklemesiyle 8 katlı çok amaçlı bir binaya dönüştürüldü. Kulede zemin katta ofis, üst katlarda 3 adet dubleks konut ve en üst katta konferans alanı olarak kullanılan loft daire bulunuyor. Bulutlardaki Ev İngiltere Suffolk Thropeness'teki su kulesi 1923 yılında inşa edildi. Ağaçların arkasında kulesi görünmediği, tepesindeki ev göründüğü için uçuyor izlenimi veriyor. İkinci Dünya Savaşı'nda açılan ateş sonucu hasar gören kule, 1977 yılında emekliye ayrıldı ve daha sonra ek bir yaşama alanı daha eklendi. 1979 yılında ise esas su tankı konuta dönüştürüldü. Şu an konutta, 5 yatak odası, 3 banyo bulunuyor. 68 basamakla yukarı çıkılıyor. Pasadena'daki Konut Su kulesi 1891 yılında yanındaki konuta su sağlamak için inşa edildi. Su kulesi Frederick L. Roehrig tarafından 1924 yılında 3 katlı bir konuta dönüştürüldü. Kopenhag'taki Öğrenci Evi Danimarka'da eski bir kuleyi yenileyerek gençlerin konaklayacağı bir merkeze dönüştürmek için açılan yarışmayı Tom Dixon Evi Tom Dixon, memleketi olan Ladbroke Grove'daki 1920'lerden kalma betonarme su kulesini 5 sene önce satın aldı. Brütalist 02 Design Turkey Zamanı 01 mimarinin hayranı olan Dixon için kule biçilmiş kaftandı. Mevcut olan yüksekliğin üzerine 4 yeni kat daha ilave edilerek 9 kata çıkarıldı. Evde 4 yatak ve 1 çalışma odası. değiştirdi. Ev sahibi kuleyi 138.000 Pound'a satın aldıktan sonra 8 senelik zorlu maddi ve inşaat koşullarının ardından 2004 senesinde konuta dönüştü. 510 metrekarelik 5 katlı evde 5 yatak odası bulunuyor. Çevreye Duyarlı Ev Waukesh Wisconsin'deki su kulesi mahalle sakinleri tarafından yıkılmak üzereyken Judy Fuller tarafından satın alınarak çevreye duyarlı bir konut haline getirildi. Yıkılması 100.000 Dolar'a mal olacak kuleyi Fuller 1.000 Dolar'a satın aldı. 3 sene süren yenileme çalışmalarının ardından 3 katlı toplam 6.000 metrekarelik bir eve dönüştü. Şimdiki değeri 1,3 milyon Dolar. Brežice Su Kulesi Slovenya Brežice'deki su deposu 1914 yılında inşa edildi. 46 metrelik yüksekliği ile kentin en ilgi çekici yapısı olan kule şimdi pub olarak hizmet veriyor. 01. Bulutlardaki Ev Cheshire'daki Minimalist Ev Cheshire İngiltere'deki 130 senelik eski su kulesi, 30 sene boş kalmasının ardından el 02 Brežice Su Kulesi 03. Tom Dixon’ın Evi 03 Ali Bakova’nın Şişecam bünyesindeki "Denizli Handmade" için tasarladığı "Pisa Sürahi" ve bardak seti Fransa'da düzenlenen “Label de l'Observeur du design 1111. Uluslararası Yılın Tasarımları Sergisi”ne seçildi. Kasım 2010-Mart 2011 tarihleri arasında düzenlenen sergi Paris'teki Bilim Müzesinde ziyaret edilebilecek. Pisa sürahi ve bardak seti ayrıca; "Observeur Stars-Yılın Yıldız Ürünü" ödülüne de kategorisinde aday seçildi, 8 Kasım'da serginin açılışı ile birlikte açıklanacak.Pisa sürahi ve bardak seti Ali Bakova imzası ile değişik renk seçenekleriyle Paşabahçe mağazalarında satışta. Frigerio İstanbul’da Yapı tasarım firması Sodizayn, Türkiye’ye getirdiği ünlü iç ve dış mekan mobilya markalarına Frigerio’yu da ekledi. Modern-lüks tasarımıyla evlere doğadan ilham aldığı özgür çizgilerini taşıyan İtalyan tasarım serisinde oturma grupları, sehpalar ve sandalyeler yer alıyor. Deriyi, kumaş ve gerçek ahşap kaplamalarla mükemmel zarafette kombine eden Frigerio serisinde oturma gruplarında bej, füme, kahverengi ve kırmızının soft tonları öne çıkıyor. www.sodizayn.com.tr Orhan Irmak’ın Sütaş’ı Şanghay EXPO 2010'u ziyaret edenlerin sayısı 30 milyona yaklaşırken, Türkiye Pavyonu ise yüzde 10'luk hedefinin de üzerine çıkarak, 3 milyonu aşkın ziyaretçiyi ağırladı. Türkiye Pavyonu, "Yüzyılın tanıtım fırsatı" olarak adlandırılan Şanghay EXPO 2010 Dünya fuarına birçok yönüyle damgasını vurarak ön plana çıktı. Türkiye Pavyonu, çok sayıda özelliğiyle dikkat çektiği fuarın 187'si ülke olmak üzere 246 katılımcısı arasında öne çıkarak, en çok ilgi çeken ve ziyaret edilen cazibe merkezleri arasında yer alıyor. Ambalaj tasarımı alanında uluslararası birçok proje gerçekleştiren Orhan Irmak Tasarım, Sütaş Ayran'ın yeni logo ve ambalaj tasarımlarını hazırladı. Türkiye için vazgeçilmez bir içecek olan Ayran, Sütaş'ın sürdürdüğü uzun soluklu iletişim kampanyası sayesinde artık geleneksel olmasının ötesinde, gençler için de keyifli bir içecek alternatifi.Bu yeni perspektif, Sütaş Ayran için hazırlanan logo ve ambalaj tasarımlarının da çıkış noktası. Mekanın Ruhu Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğrencileri Yaz Uygulama Atölyesi 2010 yılı çalışmaları Yalvaç Çınarlatı'nda "Mekanın Ruhu ve Somut - Soyut Miras Birlikteliği" temasıyla gerçekleştiriliyor. 2006 yılında Kütahya Eskigediz'de bir okulun inşa edilmesiyle başlayan Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğrencileri Yaz Uygulama Atölyesi, Antalya Mimarlar Odası ve Yalvaç Belediyesi tarafından destekleniyor. 16 Temmuz - 12 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan atölye, genç mimar adaylarının, derslerde edindikleri teorik bilgileri öğretim üyeleri ve yerel ustalarla birlikte uygulayarak öğrenmelerini sağlama amacı taşıyor Casa Dell’Arte Tekneleri Erkan Çoruh’a Ödül Vogue İtalya'nın desteğiyle düzenlenen uluslararası moda yarışması "Who Is On Next?"'in hazır giyim kategorisinin bu seneki birincisi Türk tasarımcı Erkan Çoruh oldu. 1976 İstanbul doğumlu Çoruh, öğrenim gördüğü İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nin ardından 2004 yılında da yılın genç tasarımcısı ödülüne layık görülerek master eğitimini tamamlamak üzere İtalya’ya giderek Domus Academy'de eğitimine devam etmiş. The Men and Women of Allah isimli koleksiyonuyla modern dünyada İslami yaşam olgusunu yansıtan tasarımcı, radikal ve klasiğin farklılıklarından esinlenmiş. Türkiye’nin ilk yüzen sanat oteli Casa Dell’Arte’nin yaratıcısı Büyükkuşoğlu Ailesi’nin son projesi Casa Dell’Arte tekneleri. Casa Dell’Arte tasarımındaki lüks ayrıntılar ve özel sanat koleksiyonu ile konuklarına konforlu, rahat, ferah, bir ortam yaşatıyor. Üç “double” ve iki adet de “twin yataklı” olmak üzere, toplamda 10 misafirlik, 5 kabinin bulunduğu teknede, kamaraların her biri otel odası konforunda ve büyüklüğünde. Tüm kamaralarda, duşa kabinli banyolar, geniş dolaplar, görsel eğlence sistemleri ve I-pod port bulunuyor. Klasik stilin, modern çizgiler ve ayrıcalıklı konforla buluştuğu Casa Dell’Arte I teknesinin hızı, yelkenle seyirde 7,5 knota iken, motorlu seyirde 11 knota ulaşıyor. İlki 2008’de gerçekleştirilen, Türkiye’nin en kapsamlı ve prestijli tasarım ödülleri projesi olan Design Turkey Endüstriyel Tasarım Ödüllerinin ikincisi için başvurular 20 Temmuz 2010 tarihinde başlandı. TURQUALITY® Programı dahilinde, Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM), Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ve Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) işbirliğiyle düzenlenen bir tasarım değerlendirme sistemi olan Design Turkey Endüstriyel Tasarım Ödüllerine bu yıl 13 ürün sınıfı kategorisinde başvuru yapılabilecek. Program çerçevesinde Kavramsal Tasarım Ödüllerinin teması “Topluma Faydalı Tasarım” olarak belirlendi. Başvurular 30 Eylül 2010 tarihine kadar sürecek. NoAE 2010 Başlıyor Bundan 8 sene önce Avrupa Komisyonu işbirliğiyle kurulan Network of Automotive Excellence (NoAE)’ın 2010 Yenilik Yarışması başlıyor. Otomotiv ve yan sanayi için özgür ve açık fikirler yaratan bir girişim olan NoAE, yarışma vasıtasıyla, fikirler, yenilikler ve cözümlerin kadar otomobil üretimi icin süreç iyileştirmeleri ve teknolojiler arıyor. 30 Eylül 2010’a kadar basvurulabilen yarışmanın en iyi 30 önerisi Wurzburg Otomobil Zirvesi 2010 kapsamında açılacak sergide yer alacak.Başvuru formu icin http://www.noae.com/tr/noae -yenilik-yarismasi Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected], [email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.