Untitled - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Untitled - Kale Tasarım Merkezi
25/07/2010
03
Şanel Şan
[email protected]
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN:
1994-2010
Daha önce Londra Tasarım Müzesi ve Tokyo Çağdaş Sanat Müzesi’nde sergilenen,
küratörlüğünü Donna Loveday’in üstlendiği Hüseyin Çağlayan sergisi en nihayet
İstanbul’da. Çağlayan’ın konferansıyla açılan sergi, Ekim ayına kadar görülebilir.
Çağdaş sanatın ve modanın önde gelen
temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan’ın
Türkiye’deki en kapsamlı sergisi İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında
İstanbul Modern’de açıldı. Tasarımcının son
16 yılda ürettiği çalışmalarının bir seçkisi
niteliğini taşıyan “Hüseyin Çağlayan: 19942010” başlıklı sergi, 15 Temmuz-24 Ekim
tarihleri arasında İstanbul Tekstil ve
Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri’nin (İTKİB)
organizasyonu ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla, İstanbul
Fashion Week 2010, İstanbul Moda Akademisi
(IMA), İstanbul Modern ile Londra Tasarım
Müzesi işbirliğiyle gerçekleşiyor.
Düşüncelerini beden üzerinden ifade eden,
tüm eylemlerimizin merkezinin beden
olduğunu belirten ve bunu, ‘bedenin
dışsallaştırılması’ olarak tanımlayan
tasarımcı, bedenin fiziksel olduğu kadar
siyasi bir izdüşüm olduğunu göstermeye
çalışıyor. Çağlayan, mimarinin, binaları
yaratma ve araçları üretme biçimimizin
aslında bedene benzediği görüşüyle
bedenden çoğalanları tekrar bedene
yerleştiriyor, böylece bedenle bir mikrocoğrafya yaratıyor. Çalışmalarında
irdelediği temaların büyük bölümü, kişisel
tarihi ve kültürel kimliğiyle Londra’da
yaşamak ve çalışmakla ilgili
deneyimlerinden oluşuyor. İlk gençlik
yıllarının Kıbrıs ve Birleşik Krallık gibi iki
farklı kültür arasında geçmesi nedeniyle
kültürel kimlik, ulus-devletler, yer
değiştirme, yerinden olma ve
bedensizleşme kavramlarıyla ilgileniyor.
Daha önce Londra Tasarım Müzesi ve Tokyo
Çağdaş Sanat Müzesi’nde sergilenen,
küratörlüğünü Donna Loveday’in yaptığı
sergide, Hüseyin Çağlayan’ın 1994 ile 2010
yılları arasında ürettiği moda koleksiyonları,
enstalasyonları ve filmleri bir araya geliyor.
Sergi, mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji,
biyoloji ve teknolojiden esinlenen Hüseyin
Çağlayan’ın genetik, teknolojik ilerleme, yer
değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi
çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor.
Hüseyin Çağlayan Sözlerden Sonra’da
“Yaşamlarımızın sürekli hareket halinde
olmasının belleği ve eve ait objelere olan
bağlılığımızı nasıl etkilediğini” sorguluyor.
Bu çalışmasında savaş zamanı evini aniden
terk etmek zorunda kalanlardan, 1974’te
Kıbrıs’ta yaşananlardan esinlenerek,
insanların böyle bir acıyla karşı karşıya
geldiklerinde sahip oldukları şeyleri
saklamak veya yanlarında götürmek
istemeleri düşüncesinden yola çıkıyor.
Böylece, koltukların çantalara, masanın
eteğe dönüştüğü, “giyilebilir, taşınabilir
mimari” kavramını yaratıyor.
Çağlayan giyimi, konseptleri ifade etmek ve
daha geniş izleyici kitlesinin erişimine açmak
için bir keşif alanı olarak kullanıyor. Yeni
malzeme ve tekniklerle deneylere girişiyor,
tasarladığı giysiler, ardında yatan düşünce
süreçlerini yansıtıyor.
Modayı bir keşif alanı ve kavramların ifade
bulduğu bir yer olarak sunan Hüseyin
Çağlayan, giyimin ne anlama geldiğine dair
önkabullere meydan okuyor. Modayla
doğrudan doğruya ilişki kurulması güç
disiplinlerden ilham alan Hüseyin Çağlayan,
günümüz dünyasının politik, ekonomik ve
sosyal gerçeklerinden yola çıkarak, felsefi bir
konumlandırmayla, kavramsal fikirler sunan
tasarımlar gerçekleştiriyor.
Hüseyin Çağlayan sergiyle ilgili olarak,
“Türkiye’de böyle bir sergi açmanın benim için
en heyecan verici tarafı, genç kuşakla diyalog
kurup, onları etkileyebilecek ve aynı zamanda
bir çok farklı disiplinden, farklı dünyalardan
gelebilecek insanların ilgisini çekebilecek
olması.” diyor.
Disiplinler Karması
Hikâyelerin Dili
Serginin küratörü Donna Loveday, Çağlayan’ın
günümüzde moda alanında çalışan vizyon sahibi
tasarımcıların başında geldiğini belirterek,
“Malzemeleri yenilikçi yollarla kullanışı ve yeni
teknolojiye yönelik ilerici tavrıyla tanınıyor.
Çalışmalarının ardında yatan fikirler ilk bakışta
modayla ilişkilendirilemeyen antropoloji, bilim,
felsefe ve teknoloji gibi disiplinler arasında
geçişler yapıyor. Çağlayan’ın çalışmalarına
güncel politikalar ve kendisini kişisel olarak
rahatsız eden kavramlar yön veriyor, büyük
beğeni toplayan defileleri performans işlevi
görüyor” görüşünü dile getiriyor.
Bir “hikaye anlatıcısı” olarak Çağlayan,
hikayesini çeşitli temalar etrafında giysiler
ve defilelerle anlatıyor. Defilelerini izleyiciler
için bir kültürel deneyim olarak tasarlıyor.
Toplumsal ve kültürel kalıpları kırmaya
çalışan çalışmaları güncel politikalar
ve kendisini kişisel olarak rahatsız
eden kavramlardan beslenirken,
defileleri birer performans işlevi
görüyor. Moda koleksiyonlarının yanı
sıra enstalasyonlar yapıyor, kısa filmler
yönetiyor ve sahne performansları için
kostümler tasarlıyor.
Sergide ayrıca 2008 yılında Londra
Tasarım Müzesi tarafından verilen “Brit
Insurance Designs of the Year” ödülünü
alan, en yeni LED teknolojisini moda
tasarımına taşıyan, göz kamaştırıcı
kristaller ve 15 binden fazla parıldayan LED
ışığından oluşan görkemli Video Elbise de
sergileniyor. Sergi, bu giysinin bir parçası
olduğu ve iklimleri metafor olarak
kullanarak yaşamın hayat ve ölüm
arasındaki sürekli devinimini gösteren
Havadan başlıklı çalışmayı da içeriyor. İki
yüzden fazla hareketli lazerle bezeli
Okumalar başlıklı çalışma ise güneşe tapma
kültünün modern versiyonu simgeleyen
şöhret kültürü saplantısından yola çıkıyor.
04
25/07/2010
05
Patrick Revuis
Çeviri: Esra Gülmen
HALİÇ TERSANESİ’NDE
LABO
DENEYSEL BİR KENT ETKİNLİĞİ
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın Pécs ve Ruhr kentleriyle işbirliği
sürdürdüğü “Geçici Kentler/Temporary Cities” projesi kapsamında üretilen işler, 30
Haziran günü Haliç Tersanesi’nde sunuldu.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı’nın, İstanbul gibi 2010 yılının
Avrupa Kültür Başkentleri seçilen Pécs ve
Ruhr kentleriyle işbirliği içinde 2008
yılından bu yana sürdürdüğü “Geçici
Kentler/Temporary Cities” projesi Avrupa
Kültür Başkentlerinde yaşayan
öğrencilerin, o kentlere ait kamusal
alanlarda gerçekleştirdiği “yeniden
keşfetme” konseptiyle düzenlenen atölye
çalışmalarından oluşuyor.
İstanbul, Pécs ve Ruhr kentlerinde,
Avrupa’nın yedi üniversitesinden
öğrenciler, öğretim üyeleriyle birlikte
kentlere geçici dokunuşlar yapıyorlar.
Böylece mekanların potansiyelleri,
imkanları kalıcı uygulamalara sahne
olmadan deneysel mimari çalışmalarla
keşfedilmeye çalışılıyor. Mimarlığın
yalnızca bir inşaat uygulaması olmadığı,
kentlerin “muhakeme” yeteneğini
geliştirme meselesi olduğu daha yakından
gözlemleniyor.
Proje kapsamında, Dortmund Teknik,
RWTH Aachen ve Siegen Üniversiteleri
(Almanya); Pécs Üniversitesi (Macaristan),
İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Yıldız Teknik
Üniversitesi mimarlık öğrencilerinin
katılımıyla gerçekleşen etkinlikler,
seminerler ve atölye çalışmaları
katılımcılara 2010 Avrupa Kültür
Başkentlerinde seçilen alanlarla ilgili
düşünme ve müdahale etme olanağı
tanıyor.
“Geçici Kentler” projesi kapsamında iki
yıla yakın süredir devam eden atölye
çalışmaları İstanbul’da son buldu.
İstanbul’daki projenin ana teması
kapsamında, Haliç tersanesinin kuru
havuzlarından biri içinde yüzer bir
platform yer alıyor. Böylece kısa sürede
pompalarla suyu dolan ve boşalan bir
mekanın nasıl bir gemi gibi yüzer platform
ile geçici bir sanat etkinliğine, bir konser
platformuna dönüşebileceği gösterilmiş
oluyor.
Atölye çalışmaları sonucunda ortaya çıkan
işler, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Kentsel Projeler Direktörlüğü ev
sahipliğinde 30 Haziran Çarşamba günü
saat 19.00’da Haliç Tersanesi’nde
düzenlenen etkinliklerle İstanbullularla
buluştu.
İstanbul’un Mekanı:
Haliç Tersanesi
Projenin İstanbul ayağı kapsamında
gerçekleşen atölye için kent içinde
stratejik öneme sahip olan Haliç Tersanesi
seçildi. Farklı okullardan gelen öğrenciler
ortaklaşa çalışmalarla bölgeyi analiz
ederek, bölgenin içinde taşıdığı
potansiyelleri ortaya çıkaran ve 2010
Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'a geri
kazandırılmasını hedefleyen projeler
ürettiler.
Haliç Tersanesi'nin içinde oluşturulan
ve kente geçici ve yeni bir kamusal
alan kazandıran proje kapsamında
tersane havuzlarından birine “yüzer
bir sahne” yerleştirildi ve tersane
için tasarlanan projeler için
oluşturulan sergi alanında proje
kapsamında üretilen işler izleyicilerin
ilgisine sunuldu.
“Haliç Tersanesi
Sakinleri” Sergisi
Tersanede var olan bir diğer sergi
ise fotoğraf sanatçısı Nihal
Gündüz'ün fotoğraflarından oluşan ve
70.000 m2’ye yayılan “Haliç Tersanesi
Sakinleri” isimli sergi. Kent tarihinde
önemli bir yere sahip olan Haliç
Tersanesi, geçmişi, içinde barındırdığı
katmanları ve potansiyelleri ile
katımcılara zengin bir deneyim
imkânı sundu.
LABO, 1987 yılında Belçika`nın Hasselt
şehrindeki PHL University College
İçmimarlık Bölümü öğrencileri tarafından
kuruldu. Bu öğrenciler, tasarımlarını okul
dışında sergileyebilmek için öncelikli olarak
bir takım oluşturdular ve ilk sergilerini
Hasselt`te terkedilmiş bir fabrikanın
laboratuarında açtılar. 1988`den bu yana
çeşitli disiplinlerdeki tasarımcı ve sanatçı
arkadaşlarıyla yaptıkları tematik sergiler
LABO`nun ana çıkış noktası oldu. LABO,
tasarım ve sanat meraklısı gençler
tarafından kurulmuş, kar amacı gütmeyen
küçük bir grup olarak varlığını hala
sürdürmekte.
İSTANBUL'DA
“LET'S STICK TOGETHER”
Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi
Galerise, Lets Stick Together sergisine
ev sahipliği yapıyor. Serginin öncesinde
yapılan workshop işlerinin arasında Aziz
Sarıyer, Meltem Eti Proto, Jülide Aslan
gibi isimler yer alıyor.
DESIGN FLANDERS
Design Flanders ise, Flaman ve Brükselli
tasarımcıları destekleyen bir devlet
kuruluşu. DF, çeşitli iletişim ağlarının
sağlanabilmesi amacıyla Flaman şirketleri
ve tasarımcıları birlikte çalışmaları için
teşvik eder. DF, Brüksel`in göbeğinde,
tasarım ve el sanatları sergilerine ev
sahipliği yapan büyük bir galeriye sahip. Bu
kuruluş, Flaman tasarımcılarını her yıl
meşhur Henry van de Velde Ödülleri`yle
onurlandırır.
birçok disiplinle beraber LABO geleneğini
oluşturmuş oldu. Belçikalı antika baston
koleksiyoncusu Frans De Bondt`un değerli
bastonlarının da katılımıyla LET`S STICK
TOGETHER doğdu.
ardında, farklı dil ve disiplinlerin
diyaloğundan oluşan bir sanat buluşması
söz konusu. Ayrıca bu sergiyi görenler için
baston artık o alışkın oldukları baston
olmayacak. “Let`s Stick Together”, sözlük
anlamının dışında disiplinlerarasıuluslararası ve çok kültürlü bir anlayış ve
saygı anlamına da geliyor. Bu sergide sekiz
ülke yer alıyor. Türkiye de bunlardan birisi.
Bence sergi, ölçü çeşitliliği ve ortamı
yönünden ilgi çekici oldu. Bu sergide
sadece bastonları görmüyoruz; bastonların
LABO, Ocak-Mart 2010 tarihleri arasında
Design Flanders ortaklığıyla “Let`s Stick
Together” adlı sergiyi gerçekleştirdi. Bu
sergi, daha önce LABO`nun diğer işleri olan
“Ladders Zat”(2002) ve “One
Minute”(2005) gibi sergilere de ev sahipliği
yapan DF Galeri`de yer aldı.
LET'S STICK TOGETHER
İSTANBUL SERGİSİ
Brüksel`den sonra, zengin bir koleksiyona
sahip “Let`s Stick Together” sergisine
Marmara Üniversitesi Cumhuriyet
Müzesi Galerisi ev sahipliği yapıyor.
Bu sergide ocak ayında yapılan
workshop işlerinin yanında Türkiye’den
Aziz Sarıyer, Derin Sarıyer, Luca Proto,
Meltem Eti Proto, İnci Deniz Ilgın ve
Jülide Arslan gibi tasarımcıların işleri
de yer alıyor.
Sanatçılar, tasarımcılar ve bastonlar! Haydi
hep birlikte düşleyip üretelim!
01 İnci Deniz Ilgın’ın projesi “Yoğurtçuuuu”.
02 Marmara Üniversitesi’nde yapılan
workshop’un sonuçları.
01
Anarşist Akşam
Eğlencesi Konseri
Proje kapsamında bugüne kadar
üretilen işlerin ödüllendirildiği gece,
Haliç Tersanesi’nde İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Müzik
Yönetmenliği’nin işbirliğiyle
gerçekleştirilen ve çok sayıda
İstanbullunun ilgi gösterdiği DAAU
(Die Anarchistische AbendunterhaltungAnarşist Akşam Eğlencesi) konserde
renkli dakikalar yaşandı.
2010 Ocak ayının ilk haftası Nienke
Van Der Reijden ve Patrick Reuvis,
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi İçmimarlık Bölümü
öğrencileriyle üç günlük bir workshop
çalışması gerçekleştirdiler. Patrick
Reuvis ve Nienke Van Der Reijden,
öğrencilerden çizginin dışında
düşünmelerini ve bastona yeni bir
boyut ve fonksiyon kazandırmalarını
istediler. Öğrenciler üç gün içinde
fikir geliştirerek uygulama yaptılar.
Bu işlerden bazıları “Let`s Stick
Together in İstanbul” adlı sergide
yer alıyor.
Türk tasarımcılarla bağlantı içinde
olmaktan ve bu projeye olan yaklaşımlarını
gözlemlemekten çok memnunum. Evet,
aramızda bazı farklılıklar var; ama
sonuçta sanatçı ve tasarımcılar aynı
evrensel dili kullanıyor. Acaba sergiyi
görmeye gelen herhangi bir ziyaretçi,
isimleri okumadan hangi işi hangi
ulustan tasarımcının yaptığını anlayabilir
mi? Hiç sanmam.
LET 'S STICK TOGETHER
2009 baharında, LABO ve DF büyük bir
iletişim ağıyla yüzden fazla tasarımcıya
ulaşıp, “walking stick” (baston) projesine
katılmaları için onları davet etti. Sonbaharla
beraber, yaratıcı yaklaşımlardan oluşan bu
ilginç koleksiyon; endüstriyel-geleneksel,
kavramsal-fonksiyonel, ciddi-güldürücü
WORKSHOP MARMARA
02
06
25/07/2010
07
Ceren Erdem
[email protected]
APPLE ÖDÜLLERİ
SAHİPLERİNİ BULDU
Real Racing
Firemint imzası taşıyan Real Racing ile
sürücü koltuğuna oturuyor ve ormanların
içinden, sahil şeritlerinden, cayır cayır
yanan çöllerin ortasından geçiyorsunuz. 3D
ses efektleri kadar konsoluyla da keyif
veren uygulama, oldukça iddialı bir yarış
deneyimi vaat ediyor. iPad versiyonu da
bulunan uygulamada kullanılan
otomobillerin tasarımına özel olarak dikkat
etmekte fayda var.
iPad Uygulamaları
iPhone ve iPad için tasarlanan uygulamalar birbiriyle yarıştı.
Geçtiğimiz ay sahiplerini bulan ödüller, uygulamaların mevcut
Financial Times iPad
popüleritesini arttıracak gibi duruyor.
Animasyonları, gölgeleri, kağıt rengi,
tipografisi, arama özellikleri derken,
Financial Times iPad edisyonuna Apple
ödülünü kazandıran pek çok konuda başarı
söz konusu. Jürinin kararı fotoğraf ve
videonun yazılı bölümlerle uyumunun
takdire şayan olduğu yönünde. CoreText,
MySQL, CoreData, Cocoa Touch, NSURL,
UIwebview, ve AV frameworks kullanılan
uygulamanın iPhone versiyonu da mevcut
iPhone’un ne büyük bir devrim yarattığını
söylemeye bile gerek yok! Başarısı yalnızca
cihazın tasarımından kaynaklanmıyor
şüphesiz. Kullanıcısının kendi deneyimini
tasarlamasına imkan vermesi işin en
“esaslı” kısmı. Zira, tüketici sayesinde ürün
sürekli değişiyor, gelişiyor. Bu gelişimi
desteklemek adına Apple motivasyonu eksik
etmiyor. iPhone ve iPad için tasarlanmış
uygulamalar her sene yarışıyor.
İşte, teknik anlamda kusursuzluk,
yenilikçilik, üstün teknoloji, yüksek
performans ve tasarım kriterlerini ön plana
çıkaran "Apple Tasarım Ödülleri"nin 2010
faslı geçtiğimiz ay sonuçlandı. iphone ve
ipad için iki ayrı kategoride değerlendirilen
tasarımlar, birbirlerinden oldukça farklı
kitlelere hitap ediyordu.
20 Minute Meals
Ünlü şef Jamie Oliver'ın yüksek
çözünürlüklü fotoğrafları ile dikkat çeken
yemek uygulamasında, HTTP streaming
kullanılıyor. Ölçü birimlerini çevirme
yöntemlerinden, alışveriş listesi hazırlama
detayına, yemek hazırlama sırasında verilen
sesli destekten servis yapılacak insan
sayısına özel ayarlamalara, "20 Minute
Meals" kazananların arasında en çok dikkat
çekenlerden biriydi. 20 dakikalık yemekler
sunabilmek üzere tasarlanan uygulama
açıkken cep telefonunuzu elinize alıp
salladığınızda rastgele bir tarif karşınıza
çıkıyor ve sizi "ne pişirsem" derdinden
kurtarıyor. HYPERLINK
"http://www.jamieoliver.com/"www.jamieol
iver.com
Articles
Sophiestication grubunun tasarımı olan
Articles adlı uygulamanın başardığı, "sakin
bir araştırma yapma deneyimini sağlamak”.
Wikipedia makalelerini kendine has bir
üslupta takip edebildiğiniz uygulama için
Foundation, UIKit, NSURLConnection,
libxml2, UIWebView, HTML5, CSS3,
Javascript, Core Data, ve Map Kit
Flight Control HD
kullanılıyor. Okumak istediklerinizi
İngilizce, Flemenkçe, Fransızca, Almanca,
İtalyanca, Japonca ve İspanyolca olarak
hazır ediyor.
Brushes
Oldukça güçlü olduğu söylenebilecek
serbest el çizim uygulaması olan
Brushes(Fırçalar) iphone kullanıcılarını
şaşırtan bir yapıda. Bir galeri, dengeli çizim
gereçleri, renk seçici, layer’lar (katman),
kısacası Photoshop programında karşımıza
çıkan pek çok aleti sunan Brushes, kullanıcı
arayüzüyle rakipleri arasında sıyrılıyor.
Altyapı için Core Graphics ve Core
Animation kullanılmış. Ve 6 dilde hizmet
veriyor: İngilizce, Çince, Fransızca,
Almanca, İtalyanca, İspanyolca.
Doodle Jump
Bu zamana kadar yazılmıs iPhone
uygulamaları arasında en çok
“saplantya dönüşme” potansiyeli
olan oyunlar arasında gösterilen
Doodle Jump'ı değerlendiren 55000
kişinin ortalama görüşü "4.5 yıldız"a
tekabül ediyor. Görsel efektlerinden
Facebook, Twitter gibi sosyal ağlara
entegrasyonuna incelikle çalışılmış
bir sürecin ürünü. Lima Sky'ın
tasarladığı ve temaları ile imkanlarını
sürekli geliştiren Doodlw Jump, başka
uygulamalarla bütünleşik promosyon
çalışmaları sürdürüyor.
iPhone'daki oyun döneminin yeni bir
aşamaya geldiğini müjdelemiş olan Flight
Control HD'nin i PAd versiyonu karşınızda!
Üstelik bu kez daha fazla tasarım girdisi,
çoklu oynama opsiyonu gibi avantajlarla!
iPAd'in -kıyasla- geniş ekranına geçmenin
verdiği ferahlama da aşikar. Firemint
tasarımı olan ve Multi-Touch özelliğini
taşıyan yenilikçi oyunda detaylar dilden
düşmüyor.
Pinball HD
OpenGL ES 2.0 kullanılan ve oldukça
başarılı 3D grafiklere imza atılmış olan tilt
oyunu Pinball HD, özgün ses efektleriyle de
öne çıkıyor. Çoklu kamera görüntüsü,
gerçek zaman kullanımı gibi avantajları
sayesinde oyundan alınan zevki arttırıyor.
Star Walk - Interaktif Astronomi Rehberi
OpenGL ES 2.0 sayesinde 9000 yıldız,
gezegen, yıldız kümesini görmenizi
mümkün kılan uygulama 3d grafikleri
sayesinde adından söz ettiriyor.
Bulunduğunuz yerden gökyüzünü ekrana
koyabilen uygulama uluslararası bir kitlenin
ilgisini cezbetmiş. Boş yere değil, Rusça'dan
Almanca'ya, Çince'den İtalyanca'ya türlü
çeşitli versiyonları var.
TabToolkit
Agile Partners'ın tasarladığı Tab Toolkit,
başarılı bir nota uygulaması. Sayesinde,
müziği kontrol altına alabiliyorsunuz. En
sevdiğiniz şarkıyı gitarda, klavyede dile
getirmenin yolunu öğreniyorsunuz.
DÜNYANIN TÜM UÇAKLARI
LONDRA’DAN GEÇİYOR!
Birçok ülkenin ekonomisinde büyümeye yol
açan yaratıcı sektörlerin gelişmesini sağlamak
için bu alanda Türkiye’de aktif olarak iki
senedir çalışmalarına devam eden British
Council, bugüne kadar tasarım, moda,
yayıncılık ve interaktif medya olmak üzere 4
alanda toplam 5 Genç Yaratıcı Girişimci
yarışması düzenledi. Yarışmaların finalistleri,
İngiltere’ye giderek geniş kapsamlı sektör
turlarına katılarak İngiltere pazarını yakından
tanıma, uluslararası fuarlara katılma ve kendi
alanlarının önde gelen sektör liderleriyle ve
firmalarla tanışma ve işbirliği yapma fırsatını
yakaladılar. Bu süreçte, yarışmaların
Türkiye’deki finallerine katılan pek çok farklı
disiplinde başarılı iş sahibi olan genç
girişimcilerin birbirleriyle tanışıp yeni
işbirliklerine imza atabilmelerini sağlamak
amacıyla British Council, Genç Yaratıcı
Girişimciler Kulübü’nü (Young Creative
Entrepreneurs Club) Türkiye’de kurmaya karar
verdi. 23 Haziran’da gerçekleştirilen ilk
toplantıda İngiltere’nin başarılı tasarım
girişimcilerinden Paul Priestman girişimci
olma ve başlangıçtan bugüne Priestmangoode
hakkında konuştu.
Paul Priestman konuşmasına küçük bir
prizmayı duvara koyup düğmesine basarak
oluşturduğu sanal klavyeyi kullanarak başladı.
Yatırımı Hong Kong’da yapılmış, tasarım ve
mühendislik süreci Londra’da Priestmangoode
tarafından yürütülmüş olan ve Kuzey Amerika
pazarı için geliştirilen bu ürün Çin’de
üretilmiş. Günümüzün modern ürün tasarımı
hikâyelerine ve büyük tasarım ofislerinin
çalışma biçimlerine bir örnek bu klavyenin
hayata geçmesi. Benzeri pek çok günlük
hayata pratik çözümler sunan ürünlerin yanı
sıra, Priestmangoode’un asıl uzmanlık alanı
bugünün teknolojiye meydan okuyan ulaşım
araçlarını tasarlamak. Bunların arasında süper
hızlı trenler, gemiler ve Airbus ve Boeing gibi
uçak üreticileri için geliştirdikleri konseptler
ve dünyanın dört bir yanında havayollarına
yaptıkları tasarımlar yer alıyor.
Ulaşım sektöründe çalışmaya başlamaları,
İngiltere’de Virgin’in kendileri için bir tren
tasarlamalarını istemeleri ile başlamış.
İnsanları arabalarından ve uçaklardan indirip
trenin konforlu yolculuğuna davet etmeleri
istenmiş kendilerinden. Böylece 10 yıl önce,
tüm tasarım süreci yaklaşık 5–6 yıl süren proje
tamamlanmış. Bu projede önemli olan trenin
baştan ayağa tasarlanmasının yanı sıra
markanın ve markanın çevresinin de yeniden
tasarlanmış olması. Aslında artık tasarımcılar
ürünlerin çevrelerini de markaya göre
düzenliyorlar ve kullanıcılar o markaya dair
Haziran ayında British Council’ın davetlisi
olarak İstanbul’a gelen Paul Priestman,
Genç Yaratıcı Girişimciler Kulübü’nün ilk
buluşmasında kendi başarı öyküsünü
genç girişimcilerle paylaştı.
01
kişisel dokunuşları daha çok görüyor,
hissediyor. Bu projede de trenin içindeki yolcu
bilgilendirme kartlarından trende satılacak
yemek seçeneklerine ve onların ambalajlarına
kadar her şey markaya göre tasarlanıp
kontrollü bir çevre oluşturulmuş. Bunu takiben
Priestmangoode’un Airbus A380’in iç tasarımı
için yaptığı projeden Lufthansa, Malezya ve
Katar Havayolları gibi şirketlerle yürüttükleri
çalışmalarda da Priestmangoode, uçakların
içlerindeki en ince detaylardan, havayolları
şirketlerinin kullandıkları özel yolcu
salonlarına, üretilecek basılı veya dijital tüm
mecralara kadar markanın kullanımını da
yeniden oluşturuyor. Priestmangoode’un en
yeni müşterilerinden biri de Türk Hava Yolları.
Bir araştırma ekibi Türkiye’ye ziyaretler
düzenleyip pek çok alanda araştırma yapmaya
başlamışlar bile. Paul Priestman’ın verdiği
ipuçlarına göre birkaç yıl içinde Türkiye’de
günlük hayatımız içinde fazlasıyla alışık
olduğumuz desenlerden, sık kullanılan
renklerden yola çıkacak yeni bir Türk Hava
Yolları markası ile karşılaşacağız.
Priestman, teknolojiyi tasarımcıların en büyük
silahı olarak görüyor. Uçakların ve trenlerin
birebir ölçekte modelini yapıp bunları
müşteriye sunmanın, yeni malzemeler
geliştirebilmenin tasarımcı için büyük bir
özgürlük alanı yarattığı görüşünde.
Pek çok özel jet de tasarlayan firmaya son
zamanlarda otel tasarımları için de talepler
gelmeye başlamış. Onlar da iç mekân tasarımı
yapmaktaki deneyimlerini ve uçak
tasarımından öğrendiklerini, her ürünün aynı
anda 3 şeyi sağlaması gerektiği bilgisini;
ağırlıktan tasarruf etme, maliyetten tasarruf
etme ve dayanıklı olma; otel ve cruise gemisi
tasarımlarına yansıtıyorlar. Geçtiğimiz
günlerde New York’ta suya inen, 19
güvertesiyle dünyanın en büyük yolcu
gemilerinden birinin kabinlerini, tamamen
gençleri gemiyle çıkılacak uzun seyahatlere
çekebilmek üzere tasarlamışlar. Londra
Heathrow Havaalanının 5 numaralı yeni
terminali de bu başarılı ofisin çalışmalarından
biri. Paul Priestman, tüm bu çalışmaların
sadece markaların kendi değerlerini
değil, ülkelerinin önemli birer sembolü
olan bu markaların geliştirilmesiyle
aslında ülkelerin marka değerlerini de
yükselttiği görüşünde. Priestmangoode’un iş
modelinde ilgi çeken bir nokta da
26 kişilik ekipte 24 kişinin tasarımcı
olması. Ekip oluşturulurken tasarımcıların
müşterilerle doğrudan ilişki halinde olması
gerektiğine ve kendi müşteri hesaplarını
yürütebileceğine inandıkları için müşteri
ilişkileri ve proje takibi için ayrı ekipler
kurmayı düşünmemişler.
01 Paul Priestman ve tasarım projeleri
08
25/07/2010
09
Sibel Baştimur
[email protected]
SODAMORE YAZ 2010
IŞIĞA ADANMIŞ BİR GÜN...
Aydınlatma tasarımı konusunda uluslararası başarılara imza
atmış isimler, ALD İstanbul (Architectural Lighting Day) için
İstanbul’a geliyor.
PLD Türkiye (Professional Lighting Design
Türkiye) dergisi tarafından ilki 25 Ekim
2010’da Harbiye Askeri Müzesi’nde
gerçekleşecek olan ALD İstanbul (Architectural
Lighting Day İstanbul) uluslararası alanda ışık
konusunda başarılı çalışmaları ile dikkat çeken
dünyanın dört bir tarafından mimar ve
aydınlatma tasarımcılarını İstanbul’da
buluşturuyor.
ALD İstanbul (Architectural Lighting Day
İstanbul) yapı sektöründeki ışık ve aydınlatma
ile ilgili sürecin sağlıklı yürütülebilmesi için
mimari aydınlatma profesyonellerini (mimar, iç
Her yıl Viyana´da AIDS’le mücade adına
düzenlenen ve binlerce insanın katıldığı dev
partinin 18.si Temmuz ayında
gerçekleştirildi. Basının da ilgisini toplayan
gece, 1993 yılından bu yana aralıksız olarak
gerçekleştiriliyor.
Mini sponsorluğunda gerçkleşecen Life Ball
2010’da Calvin Klein defilesi kadar Diana
Von Frusten Berg'in nefes kesen moda
gösterisi, konserler ve dans gosterileri ile
canlı performanslar da etkileyiciydi.
Şimdiye kadar AIDS’le savasmak adına
yapılan en büyük etkinlik olan gece için
yıllar içinde “bir varmış, bir yokmuşmasallar diyarı”, “suyun büyüsü”,
“gezegene iniş” gibi birbirinden eglenceli ve
farkli temalar belirlenmişti. Bu seneki
konsept ise life ball stil polisleri tarafından
“toprak” olarak belirlendi.
Belediye binasının önüne kurulan dev
sahne, karşıdaki Burgtheater'a kadar
uzanan kırmızı halı ile göz kamaştırıcı bir
festival havası estiriyordu. Hem dışarıda
halk için düzenlenen şovlar hem de
binanın içinde biletli konukların seyircisi
olduğu etkinlikler büyük ses getirdi.
Yaratıcılığın ve özgünlüğün esas alındığı
gecede kostümlü konuklar kortej halinde
kırmızı halıdan yürüyerek içeri girdiler.
Dünya çapında neredeyse hiçbir
karnavalda veya kostüm balosunda
karşılaşılmayacak, hayal bile edilmeyecak
tarzda fantastik kıyafetler giyen ve çok
sayıda homoseksüel, lezbiyenlerden oluşan
konuklar arasında ünlü isimler hayli
fazlaydı.
Bu ses getiren görsel şölenin sahne
tasarımını üstlenen kişiler her yıl değişiyor.
Sahne tasarımcılarının yanı sıra mimarlar,
modacılar gibi meslek gruplarının çalıştığı
etkinlikte tüm detaylar en ince ayrıntısına
kadar tasarlanıyor.
mimar, elektrik mühendisi, işveren, kamu
yetkilisi vb.) bir araya getiriyor. Ancak daha da
önemlisi, bu fırsatı sağlarken konunun önemli
uzmanlarını Türkiye’ye getirerek yeni trend ve
teknolojilerinin de takip edilmesine katkı
sağlıyor.
Kadro Çok Geniş
Konferansa, uluslararası alanda başarılı
çalışmaları ile dikkatleri çeken dünyanın dört
bir yanından on üç mimar ve aydınlatma
tasarımcısı katılıyor. Kuapat Yantrasat ve
Simone Giostra’nın anahtar konuşmacılar
arasında olduğu ALD İstanbul’da, Douglas
James, Emrah Baki Ulaş, Francesco Iannonne,
Giovanni Traverso, Glenn Shrum, Kai Piippo,
Paul Traynor, Sharon Stammers, Martin
Lupton, Tai-Wei Lin, Keith Bradshaw ilginç
sunumlarıyla katılımcılarla buluşacaklar.
‘Işığa adanmış bir gün-ALD İstanbul’ sunumlar
dışında da zengin bir içerik sunuyor. İç ve dış
aydınlatma konulu iki paralel oturum ile
aydınlatma tasarımı ve algılanmasındaki
kültür farklılıklarından yola çıkarak ışığın
kullanımını konu alan ‘Aydınlatma Tasarımı
SODA, bu yaz çağdaş mücevher sanatının 10 önemli ismini bir araya getiriyor.
16 Temmuz’da başlayan sergi Ağustos sonuna kadar devam ediyor.
ve Kültür’ konulu ‘ Pecha Kucha Gecesi’nde
yer alıyor. Bu gecede farklı kıta ve
kültürlerden gelen aydınlatma tasarımcıları
tecrübelerini 20 saniye- 20 slayt ile
katılımcılarla paylaşacak. Kokteyl eşliğinde
gerçekleşecek bu interaktif geceyi, Türk
aydınlatma tasarımcıları tarafından
tasarlanacak olan ‘Oyun alanı’ konseptli dış
aydınlatma enstalasyonu takip edecek.
Detaylı bilgi için http://aldistanbul.com adresi
ziyaret edilebilir.
Gizem Önürmen
[email protected]
AIDS’E KARŞI LIFE BALL
Yaratıcı dünyayı AIDS’e karşı açılan savaşa davet eden Life
Ball, Mini sponsorluğunda gerçekleşti. Gecenin bu seneki
küratörü Roberto Cavalli’ydi.
İki yıl önce Avusturyalı mimar Thomas
Herzig tarafından tasarlanan sahne ve VIP
konukların ağırlandığı belediye binasinin iç
avlusu “pnuematic” olarak adlandırılan
mimari yöntemle dekore edildi. Eski Yunan
dilinde rüzgar ya da nefes anlamına gelen
"pneuma" kelimesinden türeyen pnuematic,
basınçlı hava ile alışan mekanik sistemlerin
hareketini inceleyen bir dal. Farklı
geometrik şekillerdeki naylon
yüzeylerin birleştirilip şişirilmesiyle elde
edilen objeler, çocuklar için tasarlanan dev
şişme oyun alanları buna örnek olarak
gösterilebilir.
Life Ball'in bu seneki yaratıcısı ise İtalyan
star tasarımcı Roberto Cavalli idi. Siyah,
beyaz, pembe ve kırmızı renklerin ağırlıkla
kullanıldığı sahnedeki AIDS’le savaşı
sembolize eden kurdele zengin ve gösterişli
01
olduğu kadar zarif de bir görüntü
sergiledi. Her sene tasarlandığı kişi
tarafından farklı şekillerde yorumlanarak
dekora dahil edilen kurdele, kimi zaman
uzatılıp kırmızı halının bir parçasını
oluşturuyor kimi zaman ise ışıkla donatılıp
bir aydınlatma elemanı olarak kullanılıyor.
01 Roberto Cavalli imzalı geceden bir ‘su
şovu’
Alışılagelmiş mücevherlerin dışında bir
koleksiyonun sunulduğu SODAmore Yaz
2010: Çağdaş Mücevher Sanatı Sergisi’nde,
cam, metal, silikon, pleksiglas, ahşap, kağıt,
akrilik, plastik ve seramik gibi
malzemelerden yapılmış yaklaşık 60 eser
yer alıyor.
Sergide, seramikten dişlerin dizildiği kalın
bilekliklerden, damarları andıran silikon
kolyelere ya da akrilik içinde dondurulmuş
sinek ve elmasın şaşırtıcı birlikteliğinin
oluşturduğu kolye uçlarına kadar hayal
gücünün sınırlarını zorlayan birçok
mücevher İstanbul’da ilk kez bir araya
geliyor. Dünyada yükselen bir akım olan
çağdaş mücevher sanatını kapsamlı bir
seçkiyle sunacak olan bu çarpıcı sergide,
sanatın sırf duvarlarda asılı kalmadığını,
aynı zamanda giyilebilir olduğunu da
göreceksiniz.
Nevin Arığ
Nevin Arığ, 1983’te İstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi, Grafik Tasarım bölümünden
mezun oldu. Brüksel’de Institut des Arts et
Métiera’da mücevher eğitimi aldı. En son
2009 yılında “Shoonhaven Silver Award”
ödülüne layık görüldü.
Jahyun Rita Baek
Jahyun Rita Baek, Londra’da yaşayan Koreli
bir tasarımcı. Rhode Island School of
Design ( A.B.D.)’dan mezun olduktan sonra
yüksek lisansını Londra’da Royal College of
Art’ta tamamladı. 2008 yılında
“Craftmanship and Design Award” Altın
ödülünü kazandı.
Ela Bauer
Çağdaş mücevher tasarımcısı Ela Bauer,
İsrail’de önce edebiyat sonra mücevher
tasarımı eğitimi aldıktan sonra 1995 yılında
Amsterdam’daki Rietveld Akademisi’nde
mücevher eğitimine devam etti. Museum of
Art & Design MAD (New York), Pinakothek
der Moderne, Danner Koleksiyonu
(München), Grassi Müzesi (Leipzig), Textile
Müzesi (Tilburg) ve Hiko Mizuno
Koleksiyonu’nda (Tokyo) çalışmaları
bulunuyor.
Ela Cindoruk
1984’te Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden
mezun oldu. 1988’de New York Parsons
School of Design’da metal biçimlendirme ve
takı tasarımı eğitimini tamamladı.
1993’te Nazan Pak ile birlikte İstanbul’da
‘elacindoruknazanpak’ takı atölyesi ve
galerisini kurdu.
Sina Emrich
2001’de School for Goldsmiths and
Watchmakers, Pforzheim okulundan mezun
oldu. 2008 yılından bu yana
“Schmucknomadin weltlernen / Jewellery
Nomad worldlearning” adlı proje üzerinde
çalışıyor. “6. Chenongşu, International
Craft” yarışmasında onur ödülü ve
“Ambertrip Art Jewellery Contest”te
birincilik kazandı.
Doerthe Fuchs
1986’da Resim Akademisi’nde okudu ve
kuyumculuk üzerine uzmanlaştı. Münih’de
1993 yılına kadar sanat eğitimine devam
etti. Daha sonra 2002 ve 2004 yılları
arasında iki yıl Sanat Terapisi eğitimi aldı.
Çalışmaları Museum of Ceramic Art Het
Princessehof (Leeuwarden) ve Museum of
Modern Art (Amhem) koleksiyonlarında yer
alıyor.
Peter Hoogeboom
Hollandalı tasarımcı Peter Hoogeboom,
1992 yılında Gerrit Rietveld
Academisi’nden mezun oldu.
Hoogeboom’un tasarımları Hollanda’daki
Museum of Ceramic Art Het Princesshof ve
Museum of Modern Art müzelerinde yer
aldı.
Ted Noten
1990’da Amsterdam Rietveld
Akademisi’nden mezun olduktan sonra
çağdaş mücevher alanındaki ilk eserlerini
üretmeye başlayan Noten’ın, Tokyo’da
Museum of Contemporary Art, Londra’da
Collect Art Fair’de grup sergileri dışında
Amsterdam’da Stedelijk Museum’da ve
2006’da dünyanın en önemli tasarım
fuarlarından biri olan SOFA New York’ta
kişisel sergileri açıldı.
Anat Sapir
1961 doğumlu Anat Sapir, 1988 yılında
Kudüs’teki Bezalel Sanat ve Tasarım
Akademisi’nden mezun oldu. Sapir, iki yıl
boyunca Shalamit Miller ile çömlekçilik
çalışmaları yaptı. 2005’te cam boncuk
üzerine Wertzberger Sanat Okulu’nda
uzmanlaştı.
Barbara Stutman
Barbara Stutman, Monreal Güzel Sanatlar
Müzesi, Saidye Bronfman Merkezi ve
Concordia Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar
ve Sanat Tarihi okudu. Musée national des
beaux-arts du Québec, Montreal Museum of
Fine Arts , Koch Ring Collection ve Museum
of Arts and Design’ın New York City
koleksiyonlarında çalışmaları yer alıyor.
10
25/07/2010
11
Gözde Tüfekçi
[email protected]
KALE TASARIM MERKEZİ’NDEN ŞEFFAF SERGİ
Bu sene ilki gerçekleştirilen Uluslararası Çanakkale Troia Şeffaf Beygir Film Şenliği ile eş
zamanlı olarak gerçekleştirilen “Şeffaflık” Tasarım Sergisi, 19-24 tarihleri arasında ilk
durağı olan Çanakkale Kent Müzesi’ndeydi. Bölgenin “Truva” destanıyla olan ilişkisine
eleştirisel bir yaklaşım getiren projeye 13 tasarımcı hayat verdi.
“Şeffaf Küp?”
Şeffaf
Şamdan
Tasarım: Orhan Irmak
Orhan Irmak, şeffaflığı anlatmak için belki
de en sıradışı malzemeyi kullanıyor: Metal!
“Şeffaflık geçirgenlik, saydamlık demekse,
üzerine delikler açılmış herhangi bir
malzeme de arkasını gösterdiği oranda
Tasarım: Aslı Kıyak İngin
Şeffaflık her ne kadar bilginin açıklığına,
ulaşılabilirliğine işaret eden bir kavram olsa
da, kişilere, araçlara, verildiği ortama ve
veriliş şekline bağlı olarak farklılaşan bir
gerçekliğe karşılık gelir. Şeffaflığın algısı
üzerine yoğunlaşan tasarımcı; şeffaflığın
kendisini sorguladığı aydınlatma elemanı
ile malzeme ve şeffaflık derecelerine dair
sorular yöneltiyor; Şeffaflık ölçülebilir mi?
Malzemenin şeffaf, yarı şeffaf, opak halleri
gibi şeffaflık da derecelere sahip midir?
Şeffaf ve açık olarak kabul ettiğimiz
gerçeklikler bir yanılsamadan ibaret olabilir
mi?... Bu soruların yarattığı düşünceden
yola çıkan tasarımda, 30cm’lik akrilik bir
küp grid sistemi dahilinde delinerek içinden
geçen renkli iplerle çeşitli geometriler
oluşturulurken, LED aydınlatma tekniği
sayesinde karşı tarafta yarattığı algıysa
sürekli farklı bir forma karşılık
geliyor. Böylece; tasarımla birlikte
kavram sorgulanırken, tam şeffaf
bir nesne kullanılmış olmasına
rağmen içindeki nesne, ışık kaynağı
ile farklılaşan değişen bir
görüntü olarak
algılanmaktadır.
www.celikdizayn.com
şeffaf demektir. İçindekinin, dışarıdan
görünmesine izin veren delikler, malzemeye
de şeffaflık katıyor demektir. Deliklerle
şeffaf bir yüzeye dönüşen dikdörtgen
levhalar, daha sonra bükülerek içinden
geçen mumlar için bir taşıyıcıya dönüşüyor.
Bir ve üç mum için tasarlanan bu seri,
delikleri ile sadece metale ironik bir
şeffaflık katmakla kalmıyor, aynı zamanda
yumuşak kıvrımı ile de metalin sert algısını
zorluyor. www.orhanirmak.com
“Ne Kadar
Şeffaf”
“Şık...
Şeffaf...”
Tasarım: Erdem Akan
Sergide, “İçimizdeki
şeffaflığa” dokunan bir ayna
koleksiyonuyla yer alan Erdem Akan,
birbirinin aynı formunda kesilmiş 3 cam
üzerine, ayna kaplı yüzeylerin oranlarıyla
oynadığı bir ayna koleksiyonuyla çıkıyor
karşımıza. Eşit cam alanlarının üzerine,
farklı ebatlardaki ayna alanlarının
oluşturduğu tasarımın felsefesi ise şöyle
oluyor: “Ne kadar şeffaf olmak istediğimiz
Tasarım: Mehtap Elaidi
Vücudun örtünme güdüsünden yola çıkan
moda bugün vücuttan çok kimliğin örtünme
ihtiyacına doğru yol alırken bir kalkan
görevini üstleniyor. Organzeden tasarlanan
bu yağmurluğun bu noktadan hareketle
oluşturduğu mottosu da, işlevsellikten uzak
kimlik yüklemeye dair bir duygu sunarken,
kişiye dair küçük ipuçlarını barındırmak
amacıyla saydamlığa sığınması olarak
açıklanıyor. www.elaidi.net
kendimizden ne kadar vazgeçtiğimiz ile
ilgili”. Şeffaflığı çarpıcı bir biçimde dile
getiren takım, kavramdan önce kendimizi
sorgulamamıza ayna tutuyor adeta.
www.erdemakan.com
Şeffaf Strateji
Tasarım: Aysun Altındağ, Meltem Maralcan
Destanla ilişkilendirilen ürün, Truva’dan bu
yana akan zamanın intikamı olarak
açıklanıyor: “Satranç’ta tüm oyuncular
şeffafken, sadece “atlar” kendilerini ortaya
koyuyor. Satranç tahtası kullanılmadığında,
tüm satranç taşlarını yüzeyinde saklayarak
düz bir yüzey haline getiriyor. Satranç
tahtasının tüm taşlarını/oyuncularını kendi
malzemesinden ürettiği noktada, yalnızca
atlar bu şeffaflığa katılmıyor.
www.omletistanbul.com
Ana tema “şeffaflık”, Truva destanındaki yanılsama ve opaklığa alternatif bir duruş olarak
seçilmiş. Film festivaliyle paralel proje olarak hayata geçirilen “Şeffaflık Tasarım Sergisi”
ise kentte 12 ay boyunca yapılan kültür sanat ekinliklerine farklı bir pencereden bakmayı
amaçlıyor. Proje, kentte yapılan ilk tasarım projesi olma özelliğiyle de önem taşıyor.
Poster Tasarımı: Tamer Köşeli
Şeffaf
Mavi
“Big
Secret”
Tasarım: Tamer Nakışçı
Big Secret isimli transparan perde,
tasarımcının ürünün önüne geçmesine izin
verdiği tek bir cümleye bağlı kalıyordu:
“Şeffaf bir malzeme, şeffaflığın önüne
geçebilir mi?” Soruya cevap niteliğindeki
enstalasyon, merceklerle kırılmalar elde
ederken, yüzeyi bir paravana dönüştürüyor.
Arkasına geçildiğinde dahi özelliğinden
ödün vermemesi, şeffaflığın yine şeffaf bir
malzemeyle örtülüyor olmasına işaret
ediyordu. www.tamernakisci.com
Rakı, Altın ve
Şeffaflık
Tasarım: Gamze Güven
Rakının cam şişede satılmasının nedeni,
ambalajının içindekini saklamak yerine,
duruluğunu göstermesine hizmet
etmesinden geliyor. Güven’in bu noktadan
hareketle yarattığı tasarım, rakı dolumunun
yıllarca Beykoz-Çubuklu Tekel fabrikasında
yapılıyor olması ve Beykoz işi cam dekorları
ile şişeyi buluşturma fikrinin bir ürünü. Bu
fikrin, Beykoz işi geleneksel el sanatçısı
Fahriye Özbey’in el boyalamarıyla
birleşmesinden oluşan ve İstanbul 2010
şerefine hayata geçirilen ambalaj
tasarımıyla sergiye katılan tasarımcının bir
dileği de; kaybolmaya yüz tutan el
sanatlarımızı endüstriyel üretimle
buluşturmak ve yeniden yorumlaması
yönünde olmuş.www.tasarimussu.com.tr
Tasarım: Demir Obuz - Sema Obuz Mehtap Obuz - Nil Deniz - Funda Mehter
Cam servis tabağı, bölgenin maviliğine olan
hayranlığı tasarım aracılığyla dile getiriyor.
Ürünün kopup geldiği atmosfer ve dinginlik
ise şu sözlerle açıklanıyor: “Suyun dalgaları
gibi, su gibi şeffaf… Boğazın akıntısına
kapılmış biraz mavi bir suyun sessiz yol
alışı sanki. Karşı kıyıya geçen feribotun
arkasında bıraktığı izler gibi şeffaf mavi.
Cam ustasının her seferinde oluşturduğu
yeni ve her biri birbirinden farklı dalgalar
kadar özgün ve değişken çizgiler ile
biçimlenmiş bir tasarım. Çanakkale’nin
yenilenme hikayesi gibi, aslında suyun
hareketleri ile yaptığı devinimde kendini
yenilemesini anlatan tasarımın hikayesi...
www.demirden.com
12
Bu sene 17 farklı Avrupa ülkesinden 40
gelecek vaadeden genç mimara verilen
"2010 Europe 40 Under 40" ödüllerini
Türkiye'den almaya hak kazanan iki isim
EAA Mimarlık ofisinin ortakları Gonca
Paşolar ve Kerem Piker oldu. Son yıllarda
Türk mimarlığının uluslararası alanlarda
çokça konuşuluyor olması, tasarımların
önemli ödüllerle pekiştirilmesi, dünya
mimarisinin geleceğine ışık tutacak genç
mimarlarımızın olduğunu işaret etmeye
başladı.
EAA’nın uluslararası ödüllerine eklenen bu
son halkalar, yalnız Türk mimarlığı için
değil, dünya çapındaki gurur kaynakları
olmakla kalmıyor, ofisin başarılarının farklı
kuşaklardaki devamlılığını göstermesi
nedeniyle de özel bir anlam taşıyor. Bazı
değerler ve başarılar paylaştıkça çoğalır.
Hayatın bu paylaşımın gücü ile anlam
kazandığına inanan ve Türkiye’deki
mimarlık kültürünün gelişimi için büyük
destek veren Mimar Emre Arolat’ın,
mimarlık hayatına birlikte devam etmeye
karar verdiği genç ortakları Gonca Paşolar
ve Kerem Piker’e kariyerleri için önem arz
eden bu ödülü ve EAA’yı sorduk.
"Europe 40 Under 40" Ödülü’nden söz
eder misiniz? Siz hangi projelerinizle bu
ödülü almaya hak kazandınız?
Gonca Paşolar - Avrupa’nın genç
mimarlarını işaret eden ve uluslararası
mimarlık ve tasarım müzelerinden Chicago
Atheneum’un desteğiyle Avrupa Mimarlık
Merkezi tarafından gerçekleştirilen “Europe
40 under 40” ödülü, Avrupa ülkelerinde
faaliyet gösteren 40 yaş altı mimarların
gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmemiş
projelerinin arasından yapılan bir
değerlendirme ile her yıl 40 farklı mimara
sunuluyor. Uluslararası jüri alışılagelmiş
mimari çözümlerin ötesinde kente ve
fiziksel çevreye duyarlı, ekolojik yönelimleri
takip eden, teknolojik inovasyonlara açık
mimari projeler üreten mimarlar ve mimari
ekipler arasından Avrupa birliğinin ötesinde
Avrupanın coğrafi sınırları içerisinde de
faaliyet gösteren 40 genç mimarı
desteklemek amacını güdüyor.
Ben Sabiha Gökçen Havalimanı, Siemens
Park davetli yarışmaları ve İzmir Narlıdere
25/07/2010
Pelin Özgen
Filiz Yılmaz Kaşgör
[email protected]
filizy@bilgi,edu.tr
TEK ÇATIDA
İKİ ÖDÜL
17 farklı Avrupa ülkesinden katılımcıların
olduğu “Europe 40 Under 40” yarışmasında
EAA Mimarlık Ofisi’nden Gonca Paşolar ve
Kerem Piker de ödüle layık görüldü.
Folkart projeleriyle ödüle layık görüldüm.
Ortağım Kerem Piker ise Maslak'ta yüksek
yapı, Kağıthane Ofisleri ve Bodrum'da
Büyük Kulüp binası ile ödül almaya hak
kazandı.
Dereceye giren 17 ülkeden 40 mimarın
projeleri ilk olarak Ekim ayında Madrid,
İspanya’da yapılacak olan “The City and the
World” sempozyumu sırasında sergilenecek.
Avrupa'nın farklı şehirlerinde dolaşacak
olan gezici serginin son durağı ise ABD’deki
dünyaca ünlü Chicago Athenaeum Mimarlık
ve Tasarım Müzesi olacak.
EAA Mimarlık’ı tanıyabilir miyiz?
Kerem Piker - Bu yıl ülkemizde ilk kez aynı
ofisten iki tasarımcı, ben ve ortağım Gonca
Paşolar farklı projelerle iki ayrı ödüle layık
görüldük. Ortaklarım Gonca Paşolar ve Emre
Arolat tarafından bundan 6 yıl önce kurulan
EAA-Emre Arolat Architects, o günlerde
içlerinde benim de yer aldığım 15 kişilik bir
çekirdek ekipten oluşuyordu. Şu anda
Şaziment-Neşet Arolat, Sezer Bahtiyar ve
benim de ortakları arasında bulunduğum
yaklaşık 100 kişilik bir kadroyla farklı
alanlarda mimarlık macerasını sürdürmeye
devam ediyor.
Bizler genellikle olması gerekenin hep yarısı
kadar zamanda tasarlayıp, üçte biri kadar
zamanda inşa eden bir toplumuz. Öte
yandan belki de bu sayede bu kadar genç ve
yaratıcı bir ekibin bunca işin altından
kalkması mümkün olabildi.
Bizler EAA adını verdiğimiz bu yapı
içerisinde, öncesinde Arolat Mimarlık’tan
devralmış olduğumuz mimari pratiğin ve bir
tür özgüvenin de etkisiyle Avrupa’da ya da
merkez ülkelerde çok daha kalabalık
kadrolarla yürütülen, yürütülmesi beklenen
farklı büyüklüklerdeki projelerin
gerçekleşmesine çalıştık. Ofiste o yıllarda
aynı anda yürütülen Dalaman Uluslararası
Havalimanı, santralistanbul Çağdaş Sanat
Merkezi, İpekyol Fabrikası, Evidea,
Kemerlife, Arketip konutları bunlardan
sadece bir kaçı. 1000 metrekare'lik projeler
çizen 15 kişilik bir ofisten şu an 98 kişiye
büyüyüp 750.000 metrekare'lik projelerle
uğraşan bir ofis haline gelmekten mutluluk
duyuyoruz.
13
UZAY ÇAĞININ EV ALETLERİ
Finali 23 Eylül’de gerçekleştirilecek ve bu
yıl sekizinci kez düzenlenen Electrolux
Design Lab’in finalistleri açıklandı. Küçük
ev aletleriyle 2050 yılına ışık tutan
yarışmayı takip etmekte fayda var.
Artık ileride nasıl alletler kullanacağımızı
düşünmemize gerek yok, bizim yerimize
tüm bunları düşünen ve hayata geçiren
tasarımcılar var… Geleceğin tasarımcıları,
gelecek yaşam için birbirinden yaratıcı
çözümlere imza attı. Şimdi sıra en iyisini
bulmakta!!! Bu yıl 8. si düzenlenen Design
Lab Tasarım Yarışması, dünyanın dört bir
yanından lisans ve lisansüstü binlerce
endüstriyel tasarım bölümü öğrencisinin
katılımıyla ev aletleri dünyasına tasarıma
dair önemli katkılarda bulunan bir yarışma.
Konusu “2’nci Uzay Çağı” olarak belirlenen
yarışmaya, 17 ülkeden yaklaşık olarak 1300
civarında başvurudan en iyi 25 proje
değerlendirilerek 8 finalist 14 Temmuz da
açıklandı.
Desing Lab 2010 Yarışması’nın finali ise 23
Eylül 2010’da Londra’da yapılacak.
Yarışmanın birincisi 5000 Euro para ödülü
ve Electrolux Global Tasarım Merkezi’nde 6
aylık ücretli staj yapma hakkı kazanacak.
İkinciye 3000, üçüncüye ise 2000 Euro
para ödülü verilecek olan Design Lab
2010’da finale kalan bütün projeler final
etkinlikleri süresince sergileniyor.
2050 yılında dünya nüfusunun yüzde
74’ünün kentlerde yaşayacağı ve buna bağlı
olarak evlerin ve ev eşyalarının da daha
küçük olacağını öngören Design Lab, genç
endüstriyel tasarımcıları ev aleti
tasarımlarıyla bu çağa ışık tutmaya davet
etti ve birbirinden eşsiz projeler
gerçekleştirildi. 2’nci Uzay Çağı’nda
insanların yiyeceklerini nasıl hazırlayıp
saklayacaklarına, elbiselerini ve
bulaşıklarını nasıl yıkayacaklarına ya da
kurutacaklarına dair zamana, mekana
uygun, yenilikçi, kullanışlı, yaratıcı ve çevre
dostu çözüm önerileri beklenen yarışmada
finale kalan 8 proje, anlaşılan tüm bu
kriterleri başarıyla gerçekleştirmiş.
Aralarından seçim yapmak oldukça zor olsa
gerek!... Bulduğu çözümlerle günümüz şehir
yaşamını kolaylaştıran bu finalist projeler,
‘ah keşke şimdi olsaydı’ dedirten türden.
Mesela, Geleneksel bir buzdolabından farklı
olan Bio Robot; raflar yerine, etrafında
yapışkan, kokusuz jel morphs askıya ayrı
bir pod oluşturarak ürünlere kolay erişim
sağlayan öğeler içeren bir buzdolabı. Kapısı
olmayan bu buzdolabında, tüm yiyecek ve
içecekler optimum sıcaklıkta tutuluyor.
Yatay ya da dikey olarak tavana asılabilen
buzdolabı yer tasarrufu sağlayan, pratik,
şık ve kullanılan jel malzemeleri sayesinde
çevreci bir proje. Böyle bir buzdolabını kim
istemez ki?
Diğer yaratıcı yaşam çözümlerinden biri ise
Elements Modular Kitchen; duvara monte
cihaz, pişirme, soğutma, havalandırma,
aydınlatma, ve çevre tasarım yaparken yer
tasarrufu ile esnek modlar sunuyor. Cihaz
kablosuz ve güneş enerjisi ile çalışıyor.
Kullanıcının isteğiyle birden fazla birim
wireless aracılığıyla yüklenebilir. Son
derece uzay çağına uygun, hayatı Clean
Closet sadece giyim temizleyen bir dolap
fakat çamaşır kurutma makinesi, çamaşır
makinesi, kirli sepeti gibi hayatımızdaki bir
çok unsuru ortadan kaldırıyor. Kıyafetler
kirlilik için taranır ve buna uygun
moleküler ve kir ve kokuları giderir
teknolojisi ile temizlenir.
The Kitchen Hideaway son derece ilginç ve
hayal gücünü zorlayan projelerden bir
diğeri. Kullanıcının düşünceleri robot
tarafından kaydediliyor ve hayata
geçiriliyor. Ortak bina kullanımlarında yer
tasarrufu sağlanması açısından oldukça
değişik ve yaratıcı. Şimdi bunların hepsi
olsaydı güzel olmaz mıydı? Bunlar gibi
insana dudak ısırtacak daha bir çok proje
var, tasarımcılar sayesinde insana iç
çektirecek daha nice projeler olacak
anlaşılan.
Artan şehir nüfusunun ihtiyaçlarına uygun
ev aletleri tasarlayan genç kuşak
tasarımcılar, görünen o ki şimdiden uzay
çağını yakalamış. Sezgisel tasarımı, yeniliği
ve tüketici iç görüsünü değerlendirerek
karar verecek jürinin işi epey bir zor olacak
anlaşılan. Birbirinden başarılı bu projeleri
kullanacak nesil de çok şanslı. İyi ki varsın
Design Lab…
14
25/07/2010
15
Banu Pekol
Can Yılmaz
2004 Olimpiyatları’nın yaklaşık 15 milyar
dolarlık maliyetinin Yunanistan
ekonomisinin bugün borç batağında
olmasına yaptığı katkı tartışıladursun,
dünyanın dört bir yanında çeşitli oyunlara
ev sahipliği yapacak ülkeler, biraz da ulusal
gururu kaşıyarak, önemli harcamalara
devam etmekteler. Bu harcamaların büyük
bölümünü görünürlüğü yüksek olan
stadyumların yapımı oluşturuyor. Fakat bu
çoğu devasa büyüklükteki stadyumların
organizasyon sonrası atıl kalması ve yüksek
bakım masrafları mimarları yeni yaklaşımlar
geliştirmeye zorlamış görünüyor. Mesela
2012 Yaz Olimpiyatları’na ev sahipliği
yapacak olan Londra’da 80,000 kişilik
Londra Olimpik Stadyumu’nun mimarı olan
Populus şirketi (2000 Sydney Oyunlari’nin
Olimpik Stadyumu’nun da mimarları) bir
ilke imza atarak bu stadın 55,000’in
koltuğunu ve bu bölümü ayakta tutan yapıyı
sökülebilir olarak tasarladılar. Bu sayede
organizasyon sonrası stadyum kapasitesi
25,000 kişiye indirilerek farklı spor
dallarına ev sahipliği yapması planlanıyor.
STADYUMUN
TANIMI DEĞİŞTİ
Dünyanın dört bir yanında stadyumlara yapılan yatırımların ardı
arkası kesilmiyor. Uluslararası organizasyonlar dışında atıl
kalmaya mahkum bu devasa yapılar, bir müze gibi turist çekerken,
stadyum kavramını yeniden tanımlamaya davetiye çıkarıyor.
500,000 kişinin gelmesi beklenen 2014
Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan
Brezilya’da da irili ufaklı stadyumların
inşaati sürmekte. Bunlardan bir tanesi
42,500 kisilik Cuiabá Arena. GCP
Arquitetos ve Stadia Group tarafından
tasarlanan bu stadyumun estetiğinden çok
işlevselliği ön plana çıkarılmış. 40 dereceye
varan Cuiabá yazları göz önünde
bulundurularak stadın havalandırması
mimarların önceliği olmuş ve hava akımının
sürekliliği için stadın kenarları tamamen
boş bırakılmış. Londra Olimpiyat Stadı’na
benzer şekilde bu stadyum da 4 bağımsız
modülden oluşmakta. Bu sayede 42,500
koltuğun %30’unun Dünya Kupası’ndan
sonra bakım maliyetlerini düşürmek
amacıyla kaldırılması planlanıyor.
2008 yılında Alman erkek iç çamaşırı
markası ‘Balls’, Berlin’den Glow isimli
reklam firmasıyla bir reklam dizisi için
anlaşır. Glow, konu mankeni olarak parlak,
kaslı vücutlu mankenler yerine, kimi zaman
bodur, kimi zaman cılız vücutları ve güneş
görmemiş bacaklarıyla George Washington,
Kral 14. Louis, Napolyon, Kristof Kolomb ve
Otto von Bismarck’ı kullanır. Bunlardan
George Washington’un kullanıldığı reklam,
19. yüzyılın başında Amerikalı ressam John
Trumbull’un Washington’ı ordunun
başkomutanlığından istifa ederken gösteren
yağlıboya tablosunun, iki fark dışında
aynısıdır. İlk fark, Washington’un yüzünün,
yağlıboya tablodan neredeyse 30 yıl önce
Gilbert Stuart tarafından çizilmiş olan ve
daha ziyade 1 dolar banknotlarından aşina
olduğumuz portresi ile değiştirilmiş
olmasıdır. Bu değişikliğin, Washington’un
reklamda daha tanınabilir olmasını
sağlamak için yapıldığı açık. İkinci
değişiklik ise daha radikal: Washington’un
üniformasının pantolonu eksik; altında
yalnızca boxer donu ve uzun çizmeleri
bulunuyor. Bu reklam serisi, hem tarihi
tabloların hem de ana karakterlerin
cazibesini beklenmedik, çarpıcı ve fark
edilir bir etkiyle kullanıyor. (Bu reklamın
‘Türk Büyükleri’ versiyonunu ülkemizde
görmek, muhtemelen bir hayal!)
TARİHİ GERÇEKLİKTE
TÜKETİM ÖZLÜ
KIRILMALAR
Mona Lisa’dan George Washington’a,
Mısır Piramitleri’nden Sultanahmet
Camii’ne... Tarih, reklamcıların kurtarıcısı!
Peki ama tüm bu iç-boşaltıcı reklamlar
satıcının mesajını verebiliyor mu?
Absolut Votka 1985 yılında Andy
Warhol’dan içkilerinin reklamı için bir resim
yapmasını istemişti. Bu resmin başarışı,
Absolut’u bir sanat ikonuna dönüştürdü ve
reklam dünyasının üst saflarına yerleşti.
Ancak, Warhol’un bir reklam sanatçısı
olarak var olması burada bitmeyecekti; Çek
Cumhuriyeti’nden Mark/DDBO reklam
ajansının tasarladığı Orbit çiklet reklamında
Warhol’un muz çizimi, meşhur dört-renkli
kompozisyonlarından biri içerisinde
karşımıza çıktı.
Polonya ve Ukrayna’nın beraber evsahipliği
yapacağı EURO 2012 için her iki ülkenin de
hazırlıkları sürmekte. Varşova’da yapımı
devam eden 55,000 kişilik Stadion
Narodowy JSK Architekten ve GMP
International tarafından tasarlanmış. Tavanı
hareketli olacak bu stadın dış cephesi için
Polonya’nın tanınmış hasır sepetlerinden
esinlenilmiş ve mimarisi bir tacı andırıyor.
Ulusal gururu okşamak amacıyla stadın dış
renkleri Polonya bayrağını temsilen kırmızı
ve beyaz olacak. Futbol dışındaki spor
faaliyetleri için futbol sahasının zemini
yükseltilerek merkez tribün hizasına
getirilebilecek.
Güney Afrika Dünya Kupası’nda HollandaUruguay yarı final maçına da ev sahipliği
yapan 64,100 kişilik Green Point
Stadyumu, okyanusa hakim konumuyla ve
“doughnut” şeklindeki mimarisiyle ön
plana çıktı. Alman GMP Architects ve iki
yerli şirket, Louis Karol and Associates ve
Point Architects, tarafından tasarlanan bu
stad yarı saydam, Teflon kaplamalı
fiberglas ile çevrelenmiş. Bu sayede gün
içinde değişen havaya bağlı olarak stadın
işlemeli derisi öğlen mavi, öğleden sonra
[email protected]
tarafından tasarlandı. UEFA’nin yeni
belirlediği stadın her koltuğundan en az 9
cm’lik görüş açısı kriterine uymadığı icin
tartışma yaratan stadın en önemli
özelliklerinden biri, düzlüklere kurulan çoğu
stadın aksine, bir tepe üzerine kurulmuş
olması. Dev seffaf çatısı açılır-kapanır
olacak olan stadın çatı kenarları biraz daha
zengin bir görünüm sağlamak amacıyla
stadın dışına taşırılmış. Yine diğer
stadyumların aksine stad dışından
içerisindeki detayların (servis girişleri,
restoranlar gibi) görünmesi amaçlanmış.
gülpembe, ve gün batımında kırmızı
görünüyor. Bu stadın diğer bir
özelliği ise parabolik yerleştirilmiş
koltuklarının ve 9000 cam panelden
oluşan ve en yoğun gün ışığını
filtreleyen tavanının seyircilere
müthiş bir görüş açısı ve güzelliği
sağlaması.
Uluslararası organizasyonlar içen yapılan
stadlara ayırdığımız bu yazıda Türk
Telekom Arena’ya bir ayrıcalık yapmak
gerekecek. Kayseri’deki Kadir Has Stadıyla
birlikte Türkiye’nin en yeni stadlarından
olacak 52,000 kapasiteli Türk Telekom
Arena, dünyaca ünlü mimar Mete Arat
Büyük maliyetli bu stadyumlar eskiden beri
gereksiz, atıl yatırımlar olarak
eleştirilegelmiştir. Bu endişeleri bir parça
da olsa gidermek amacıyla mimarlar bu
görkemli eserlerini, onların kalıcı
kullanımını hesaba katarak tasarlamaya
baslamış gibi görünüyorlar. İslev ile estetiği
biraraya getirebilen bu eserler, şehirlerin
turist çeken yapıları arasında yerlerini birer
birer alıyorlar.
03
söylenebilir. İronik bir şekilde, Hilton Oteli,
rejisi Halit Refiğ’e ait olan 1964 yapımı,
‘Gurbet Kuşları’ filminde, ana karakterlerin
Amerika’ya gitmeyi konuştukları bir
sahnede arka planda tam ortalarında
gözükerek, modernizmin simgesi olarak
sunulur.
Avustralya’dan Grey reklam ajansının
tasarladığı ve Leonardo da Vinci’nin Mona
Lisa’sının daha gür saçlı bir versiyonunu
gördüğümüz, ‘zamanla yıpranmış’ saçlara
özel Pantene şampuan reklamı size ilk
bakışta çekici görünebilir. Ancak Mona Lisa
tablosunun bunun yanında Audi, Bic, Louvre
Müzesi ve hatta Head&Shoulders
şampuanları için de kullanıldığı
düşünüldüğünde bu tarihi objenin etkisini
kullanmak ne derece özgün sayılabilir?
Reklamlarda sanat tarihinin önemli
tablolarını kullanmak, Türkiye’de olmasa
da, Batı’da sıkça görülen bir durum. Ancak
bunlar sadece tablolarla sınırlı değil; tarihi
olaylar ve hatta yapılar da aynı şekilde
reklamlara konu olabiliyor. Dubai’li Memac
Ogilvy reklam ajansı tarafından hazırlanan
ve DHL’in battal boyutta teslimat da
yaptığını aktaran reklamda kullanılan Truva
Atı, aslen hilekârlık ve vahşet içeren bir
hikâyeyi tamamen göz ardı ederek sadece
olay konusu objenin biçimsel özelliklerini
önemsiyor.
Mısır piramitleri, klasik Camel sigara
paketlerinin yanı sıra, 1980’lerdeki Camel
02
Mimarlık’ın İstanbul’daki markası olan
Hilton’un böyle bir ihtiyacı olmadığı iddia
edilebilirse de, diğer yandan günümüzde
Küçükçekmece’de inşaatı devam eden ve
minyatür bir Boğaz hayatını tamamen
şekilsel olarak sunan ‘Bosphorus City’ toplu
konutlarına ne demeliyiz? Boğaz’ın yıllar
içindeki oluşumunu ve otantikliğini göz ardı
ederek, kopyaya dayalı bir etki yaratmaya
dayanan bu yapılar, geçmişi kullanmanın
günümüzde geldiği en uç noktadır.
01
Lights reklam posterlerinde de önemli bir
yer kaplıyordu ve sigara ile piramitler
arasında bir bağlantı olmamasına rağmen
bu imaj sorgulanmaksızın tüketiciye
sunuluyordu. Benzer bir yaklaşım, İstanbul
Hilton Oteli’nin ilk açıldığı yıllardaki bir
reklamında, otelin Sultanahmet Camii’nin
yanına yerleştirilmesinde de göze çarpar.
Piramitler ve Sultanahmet Camii’nin
kalıcılığı, eskiliği, asaleti, egzotikliği gibi
özelliklerin reklamdaki markaların
imajlarını güçlendirmek için kullandıkları
Tarihten alınan içi boş referansların
günümüzde reklamlarda, içinde yaşadığımız
binalarda ve müzelerin ana binalarından
uzak yerlerde açılan müze dükkânlarında
baş göstermesi ve tarihsel motiflerin tarihi
değerlerinden sıyrılarak, sadece etkileyici
olmak adına metalaştırılarak kullanılması,
bu tür yorumları yaratıcılıktan oldukça uzak
bir noktaya taşıyor.
01-03 Pantene şampuan, Orbit sakız ve Balls
erkek çamaşırı reklamları.
16
25/07/2010
Burçin Ünaldı
Bikem İbrahimoğlu
[email protected]
[email protected]
ASYA KAPLANLARI PODYUMDA
Wu, Chai, Wang… Hayır size Çin alfabesi pratiği değil bu, bu sadece modanın yeni
alfabesine kısa bir giriş! Bu soyadların sahipleri CFDA/Vogue Fashion Fund’ın yani
Amerikan Moda Tasarımcıları Konseyi’nin Vogue işbirliği ile verdiği bol sıfırlı bir
ödülün bu yılki sahipleri. Modada uzakdoğu rüzgarı artık son şiddette esiyor.
17
SADECE
YVES SAINT LAURENT
Yves Saint Laurent genç tasarımcılar için “anlaşılması gereken bir mesele”. 40 yıl
içinde 15000 çalışmaya imza atması kadar fiyasko olarak değerlendirilen 1971
koleksiyonuyla da... Peki ama neden?
40 yıl içinde 15.000 elbiseye imza atacak,
kısa hafızalı moda dünyasına bir o kadar da
uzun soluklu kariyeriyle kocaman bir
damga vuracak moda imparatoru Yves Saint
Laurent’in başarısının ardındaki sır neydi?
Herhalde öncelikle moda dünyasına bir
bomba gibi düşüp, şimşek hızında ilerleyip
bir yıldız gibi ardı ardına patlaması.
Okul hayatı Christian Dior tarafindan
keşfedilip yanına asistan olarak alınana
kadar 3 ay, Dior’un ölümü üzerine 21
yaşında tarihin en genç moda prensi
ünvanını alması için geçen süre 2 yıl,
Dior’dan atılıp Pierre Bergé ile tanışarak
kendi moda evini kurması klinik
depresyonlar da dahil 4 yıl.
Siz hâlâ Donna, Ralph ya da Marc Jacobs’da
mısınız? Sanıyorum devasa yeniliklerin
minik adımlarla geldiği bir devrimin
farkında değilsiniz! Uzakdoğunun genç
tasarımcıları high-end fashion dediğimiz
“üst sınıf moda”yı değiştirmeye başladı
bile, üstelik devrime sokağı da kattılar, yani
şu an üzerinizde olan herşeyi… Onlara hem
sokak, hem St. Tropez’deki yat, hem
sahnedeki popstar bayılıyor.
Modada ilk uzakdoğu istilası 1980lerde
Yohji Yamamoto, Comme des Garcons
kurucusu Rei Kawakubo ve Issey Miyake ile
Paris’te başlamıştı. Sınırlarından kurtulmuş,
endüstriyel tasarımı kostümün içinde
kullanan, epik ama sert, cesur, uçuk, akla
hayale sığmaz kıyafetler podyuma çıktı,
hani şu “iyi de bunları kim nerede giysin”
tabir edilen giysiler: “Avant-Garde” yeniden
icad olmuştu!
O kadar yeni, o kadar farklıydılarki daha da
fazlası için moda dünyası herhalde hazır
değildi, onlara duyulan hayranlık kalplere
gömüldü, bir süreliğine yeniden sürüye
geri dönüldü. Ta ki 1999’da Hong Kong
kökenli Peter Som’un geleneksel uzakdoğu
ile moderni birleştirip Sex and The City’yi
tam kalbinden vurmasıyla… Asya etkisi
Karate Kid’deki Miyagi ustanın da dediği
gibi cilala-parlat dönemine bir kez daha
girdi.
1958’deki ilk bombası Dior için hazırladığı
“Trapez”koleksiyonunun, üçgen elbise ve
sokak modasını ilk kez Haute Couture’e
taşıyan siyah deri ceketleri sayesinde elde
ettiği büyük başarı. Diğerleriyse ardı ardına
patlayan 1965 Mondrian koleksiyonu, 1966
ilk smokin, 1967 ilk safari gömlek ve 1968
deki ilk jumpsuit.
2001’de Doo-Ri’nin drape tekniği
konuşuluyor, 2003’de Derek Lam isminde
sofistike bir yıldız doğuyordu. Koskoca
Louis Vuitton gelen devrimi en baba haliyle
korkusuzca kucakladı: Japon pop-art
sanatçısı Takashi Murakami artık Louis
Vuitton için çiziyordu, LV monogramı bir
gecede Japon çizgi karakterlerine dönüştü…
Bir klasik, pop oluvermişti!
2004’de Jeffrey Chow, Vera Wang ve
yetenek kumkuması Thakoon sahnedeydi.
Ne derler bilir misiniz, Vera Wang
gelinliksiz bir düğün gerçek bir düğün
değildir, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin
sizin nikah memurunuza verdiği yetkiye
rağmen…
Genç Asyalı modacılar hem yeniydi hem de
80’lerdeki Asya kuşağı tasarımcılardan
farklı olarak “giyilebilirdi”. Ne “diğerleri”
kadar farklı ne de “herkes” gibi aynıydılar.
O hepimizin bildiği küçük siyah elbise
aynen duruyor ama bildiğimiz fermuar fırfır
yerine kullanılıyordu, kış boyu giydiğimiz
botlar aynen kalıyor, ama ucundan
parmaklar görünüyordu. Bu harman
tutmuştu.
Kuzeyin kötü cadısı Anna Wintour’u Vogue
dergisinin o ünlü Eylül sayısını hazırlarken
gösteren belgesel film “The Septembe
Issue”da Tayland kökenli tasarımcı
Thakoon film boyunca en az Wintour kadar
çok görülüyordu. 2005 İlkbahar New York
Moda Haftası sonrasında TIME dergisinin bu
4 isim yıldızlaştı diyerek işaret ettiği Asyalı
tasarımcıların sayısı 2009’daki New York
Moda Haftası’na gelindiğinde 25’e
yükselmişti. Son başkanlık seçimleri galibi,
herkesin sevgilisi Barrack Obama’nın
First Lady’si açılış balosunda ışıldamak
için Amerika denilince ilk akla gelen bir
isimdense Tayvan kökenli bir modacıyı,
Jason Wu’yu tercih etmiş, o muhteşem
tuvaletle ilk dansın esas oğlanı Obama
değil Wu olmuştu. GAP gibi küresel bir
dev koleksiyonları için Doo.Ri, Philip
Lim ve Alexander Wang’i tercih etmişti.
Kırmızı halı Prabal Gurung ismiyle
tanıştı.
Amerikan Rüyası uzakdoğulular için moda
dünyasında hayat buldu. Nasıl bulmasın ki?
Uzakdoğu’da “Brother Sharp” tabir edilen
ve çöplerden giyinen Çinli evsiz adamın
birinin bile moda ikonu olabildiği bir moda
duygusu var, ya havasından ya suyundan!
Takip eden bomba kariyerinin en başarısız
ve tek fiyasko ama moda tarihinin mihenk
taşlarından, basının deyişiyle “zevksizlik
abidesi” 1971 ilkbahar yaz, “retro”
koleksiyonu. 40’lardan esinlenen yeşile
boyalı tilki kürkler, kamuflaj desenli,
basenden büzmeli elbiseler ve örgü gece
kıyafetlerinden oluşan bu koleksiyon,
kendinden sonraki kuşaklara da örnek
olacak şekilde YSL’ın aslında çağdaş
kadını, ona seksi olma hakkı ve baştan
çıkarma özgürlüğünü vererek nasıl
değiştirdiğinin göstergesi. Ayrıca
koleksiyonun ticari başarısızlığı pret à
porter‘ye Rive Gauche markasıyla geçişinin
başlangıcı ve bu sektörün gerçek doğuşunun
müjdecisi.
Haute Couture bitti mi diyecekiniz. Cevabı
aslında can çekişirken YSL “Opera ve Rus
Balesi” koleksiyonuyla esaslı bir bombayı
da bu alanda patlattığından biraz toparlandı
şeklinde. Belki en başarılı değil ama en
güzel koleksiyonum dediği, Marakeş’te
hummalı bir çalışmayla en ufak detaylarına
kadar çizip renklendirdiği, kendinden o
derece vermiş ki Paris’e döner dönmez
hastaneye kaldırıldığı, herkesin hayranlık
içinde egzotik, folklorik, barok diye
01
betimlerken ben aslında sadece biye
tekniğini kavradım diye açıkladığı, günün
zevkine yeniden ihtişamı, işlemeleri,
payetleri, zengin detayları ve gösterişli
kumaşları taşıyan şu meşhur koleksiyon. İlk
defa podyum kullanarak mankenleri star,
müşterileri de seyirci konumuna getiren,
gösterişli showlarla haute couture’un artık
bir eğlence haline geldiğini dünyaya
duyurarak ona sadece bir imaj yaratma
misyonu yükleyen, bu teoriyi ertesi gün
Rive Gauche mağazasında rekor satışlarla
kanıtlayan şu ünlü defile.
Ancak her dönem var olmasının esas sebebi,
onu manevi varisi gören Coco Chanel gibi
modayı sevmeyip stile inanması. Gece
kıyafeti ya da siyah küçük elbiseye
alternatif geliştirdiği ve 236 koleksiyonunda
bermuda, uzun elbise, jumpsuit, spencer ,
bolero, trenç, ceketli, ceketsiz; gömlekli,
gömleksiz, robe de chambre ya da türbanlı
ancak sadece mendili, çiçeği, kolyesi,
kurdelesi, röveri ya da bluzunun beyaz
olmasına izin verecek kadar bir başka
versiyonunu bıkmadan çalıştığı smokinin
stilistik temellerini moda geçici stil kalıcıdır
diyerek hayatı boyunca araştırmaya devam
etmesi.
Maddi başarısı? 1997’de 1 milyar Euro
cirolu 20.000 kişilik bir imparatorluğun
sonunda yılan hikayesine dönen sahibiydi.
Sonra Gucci ‘nin parçası olmuş, zavallı
seviyesine koyduğu Tom Ford’la “ne yapsın
elinden geleni yapıyor “ demekle yetindiği
nefretli bir 4 yıl geçirmişti.
Amfetamin, kokain ve alkol bağimlılığının
birçok kez hastanelere sürüklediği bir aşırı,
yapayalnız bir çilekeş, 50 yaşına gelmeden
tükenmiş benmerkezci bir depresif ama bir
o kadar da geçmiş yüzyılın lüksünü
Proustvari bir duyarlılıkta yaşayan ince
zevkli bir kibar, kaybolan cennetin
nostaljisini derinliklerinde duyan modern
bir romantik, 1971de “ Homme “
parfümünün reklamı için Isa’vari uzun
saçları ve kalın çerçeveli siyah gözlükleriyle
çıplak poz vererek skandal çıkartacak kadar
gününün insanıydı.
2002’de moda dünyasına veda ederken
kendini çağdaş kadının gardrobunun
yaratıcısı olarak konumlandırsa da aslında
hiçbir disiplinden gelmeyen, tek patronu
sadece 2 yıl Christian Dior olmuş fakat
sonuçta 20. yüzyılın ikinci yarısının bu en
büyük modacısını tam bir yere oturtmak
mümkün değil. Işte bu da en önemli sırrı:
Sadece Yves Saint Laurent olmak.
01 Yves Saint Laurent imzalı ceketler.
18
25/07/2010
19
Emine Merdim Yılmaz
[email protected]
SUDAN SEBEPLE
DÖNÜŞENLER
Türk Pavyonu
Revaçta
Fabrika binalarının dönüşerek, kent yaşamına
yeniden kazandırılmasını örnekleriyle
geçtiğimiz aylarda konu olarak almıştık. Bu
sefer de konu dönüşüm fakat dönüşen bir
fabrika değil su kuleleri.
Kentlerin su ihtiyaçlarını karşılamak için
endüstri devrimi sırasında yığma ya da
betonarme olarak inşa edilen su kuleleri
görüntüleri ile birer çekim noktası. Su
kuleleri manzaraya hakim konumları ve
yükseklikleri ile kente kuşbakışı bakmayı
sevenler için inşa edilmişler. Hal böyle
olunca da zaman içinde işlevini kaybeden
bazı su kulelerinin meraklıları oluyor.
Hem Avrupa'dan hem de Amerika'dan buna
örnek birkaç dönüşüm projesi.
Pisa Sürahi
Fransa Yolcusu
Arkitekter ApS kazanmıştı.
Haziran 2006'da tamamlanan 10 katlı bu
merkezin son beş katı konaklama amaçlı
kullanılıyor. Kulenin çekirdeği etrafında
hekzagonal (7 köşeli) ve dodekagonal (12
köşeli) formda 40 daire bulunuyor.
Essen'deki Çok Amaçlı Bina
Essen Almanya'daki tarihi su deposu
madako Group tarafından yenilenerek
çalışma ve yaşam alanına dönüştürüldü.
Koruma altındaki kuleye 2002 yılına kadar
dokunulmadı. Bu tarihten sonra dışına
yapılan merdiven eklemesiyle 8 katlı çok
amaçlı bir binaya dönüştürüldü. Kulede
zemin katta ofis, üst katlarda 3 adet dubleks
konut ve en üst katta konferans alanı olarak
kullanılan loft daire bulunuyor.
Bulutlardaki Ev
İngiltere Suffolk Thropeness'teki su kulesi
1923 yılında inşa edildi. Ağaçların
arkasında kulesi görünmediği, tepesindeki
ev göründüğü için uçuyor izlenimi veriyor.
İkinci Dünya Savaşı'nda açılan ateş sonucu
hasar gören kule, 1977 yılında emekliye
ayrıldı ve daha sonra ek bir yaşama alanı
daha eklendi. 1979 yılında ise esas su tankı
konuta dönüştürüldü. Şu an konutta, 5 yatak
odası, 3 banyo bulunuyor. 68 basamakla
yukarı çıkılıyor.
Pasadena'daki Konut
Su kulesi 1891 yılında yanındaki konuta su
sağlamak için inşa edildi. Su kulesi
Frederick L. Roehrig tarafından 1924 yılında
3 katlı bir konuta dönüştürüldü.
Kopenhag'taki Öğrenci Evi
Danimarka'da eski bir kuleyi yenileyerek
gençlerin konaklayacağı bir merkeze
dönüştürmek için açılan yarışmayı
Tom Dixon Evi
Tom Dixon, memleketi olan Ladbroke
Grove'daki 1920'lerden kalma betonarme su
kulesini 5 sene önce satın aldı. Brütalist
02
Design Turkey
Zamanı
01
mimarinin hayranı olan Dixon için kule
biçilmiş kaftandı. Mevcut olan yüksekliğin
üzerine 4 yeni kat daha ilave edilerek 9 kata
çıkarıldı. Evde 4 yatak ve 1 çalışma odası.
değiştirdi. Ev sahibi kuleyi 138.000
Pound'a satın aldıktan sonra 8 senelik
zorlu maddi ve inşaat koşullarının
ardından 2004 senesinde konuta
dönüştü. 510 metrekarelik 5 katlı
evde 5 yatak odası bulunuyor.
Çevreye Duyarlı Ev
Waukesh Wisconsin'deki su kulesi mahalle
sakinleri tarafından yıkılmak üzereyken
Judy Fuller tarafından satın alınarak çevreye
duyarlı bir konut haline getirildi. Yıkılması
100.000 Dolar'a mal olacak kuleyi Fuller
1.000 Dolar'a satın aldı. 3 sene süren
yenileme çalışmalarının ardından 3 katlı
toplam 6.000 metrekarelik bir eve dönüştü.
Şimdiki değeri 1,3 milyon Dolar.
Brežice Su Kulesi
Slovenya Brežice'deki su deposu
1914 yılında inşa edildi. 46 metrelik
yüksekliği ile kentin en ilgi çekici
yapısı olan kule şimdi pub olarak
hizmet veriyor.
01. Bulutlardaki Ev
Cheshire'daki Minimalist Ev
Cheshire İngiltere'deki 130 senelik eski su
kulesi, 30 sene boş kalmasının ardından el
02 Brežice Su Kulesi
03. Tom Dixon’ın Evi
03
Ali Bakova’nın Şişecam
bünyesindeki "Denizli
Handmade" için tasarladığı
"Pisa Sürahi" ve bardak seti
Fransa'da düzenlenen “Label
de l'Observeur du design 1111. Uluslararası Yılın
Tasarımları Sergisi”ne seçildi.
Kasım 2010-Mart 2011
tarihleri arasında düzenlenen
sergi Paris'teki Bilim
Müzesinde ziyaret
edilebilecek. Pisa sürahi ve
bardak seti ayrıca;
"Observeur Stars-Yılın Yıldız
Ürünü" ödülüne de
kategorisinde aday seçildi, 8
Kasım'da serginin açılışı ile
birlikte açıklanacak.Pisa
sürahi ve bardak seti Ali
Bakova imzası ile değişik renk
seçenekleriyle Paşabahçe
mağazalarında satışta.
Frigerio
İstanbul’da
Yapı tasarım firması
Sodizayn, Türkiye’ye getirdiği
ünlü iç ve dış mekan mobilya
markalarına Frigerio’yu da
ekledi. Modern-lüks
tasarımıyla evlere doğadan
ilham aldığı özgür çizgilerini
taşıyan İtalyan tasarım
serisinde oturma grupları,
sehpalar ve sandalyeler yer
alıyor. Deriyi, kumaş ve
gerçek ahşap kaplamalarla
mükemmel zarafette kombine
eden Frigerio serisinde
oturma gruplarında bej, füme,
kahverengi ve kırmızının soft
tonları öne çıkıyor.
www.sodizayn.com.tr
Orhan Irmak’ın
Sütaş’ı
Şanghay EXPO 2010'u ziyaret
edenlerin sayısı 30 milyona
yaklaşırken, Türkiye Pavyonu
ise yüzde 10'luk hedefinin de
üzerine çıkarak, 3 milyonu
aşkın ziyaretçiyi ağırladı.
Türkiye Pavyonu, "Yüzyılın
tanıtım fırsatı" olarak
adlandırılan Şanghay EXPO
2010 Dünya fuarına birçok
yönüyle damgasını vurarak ön
plana çıktı. Türkiye Pavyonu,
çok sayıda özelliğiyle dikkat
çektiği fuarın 187'si ülke
olmak üzere 246 katılımcısı
arasında öne çıkarak, en çok
ilgi çeken ve ziyaret edilen
cazibe merkezleri arasında
yer alıyor.
Ambalaj tasarımı alanında
uluslararası birçok proje
gerçekleştiren Orhan Irmak
Tasarım, Sütaş Ayran'ın yeni
logo ve ambalaj tasarımlarını
hazırladı. Türkiye için
vazgeçilmez bir içecek olan
Ayran, Sütaş'ın sürdürdüğü
uzun soluklu iletişim
kampanyası sayesinde artık
geleneksel olmasının
ötesinde, gençler için de
keyifli bir içecek alternatifi.Bu
yeni perspektif, Sütaş Ayran
için hazırlanan logo ve
ambalaj tasarımlarının da
çıkış noktası.
Mekanın Ruhu
Yıldız Teknik Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
Öğrencileri Yaz Uygulama
Atölyesi 2010 yılı
çalışmaları Yalvaç
Çınarlatı'nda "Mekanın
Ruhu ve Somut - Soyut
Miras Birlikteliği"
temasıyla
gerçekleştiriliyor. 2006
yılında Kütahya
Eskigediz'de bir okulun
inşa edilmesiyle başlayan
Yıldız Teknik Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi
Öğrencileri Yaz Uygulama
Atölyesi, Antalya Mimarlar
Odası ve Yalvaç Belediyesi
tarafından destekleniyor.
16 Temmuz - 12 Ağustos
tarihleri arasında
gerçekleştirilecek olan
atölye, genç mimar
adaylarının, derslerde
edindikleri teorik bilgileri
öğretim üyeleri ve yerel
ustalarla birlikte
uygulayarak öğrenmelerini
sağlama amacı taşıyor
Casa Dell’Arte
Tekneleri
Erkan Çoruh’a
Ödül
Vogue İtalya'nın desteğiyle
düzenlenen uluslararası moda
yarışması "Who Is On
Next?"'in hazır giyim
kategorisinin bu seneki
birincisi Türk tasarımcı Erkan
Çoruh oldu. 1976 İstanbul
doğumlu Çoruh, öğrenim
gördüğü İstanbul Güzel
Sanatlar Akademisi'nin
ardından 2004 yılında da
yılın genç tasarımcısı ödülüne
layık görülerek master
eğitimini tamamlamak üzere
İtalya’ya giderek Domus
Academy'de eğitimine devam
etmiş. The Men and Women of
Allah isimli koleksiyonuyla
modern dünyada İslami
yaşam olgusunu yansıtan
tasarımcı, radikal ve klasiğin
farklılıklarından esinlenmiş.
Türkiye’nin ilk yüzen sanat
oteli Casa Dell’Arte’nin
yaratıcısı Büyükkuşoğlu
Ailesi’nin son projesi Casa
Dell’Arte tekneleri.
Casa Dell’Arte tasarımındaki
lüks ayrıntılar ve özel sanat
koleksiyonu ile konuklarına
konforlu, rahat, ferah, bir
ortam yaşatıyor. Üç “double”
ve iki adet de “twin yataklı”
olmak üzere, toplamda 10
misafirlik, 5 kabinin
bulunduğu teknede,
kamaraların her biri otel odası
konforunda ve büyüklüğünde.
Tüm kamaralarda, duşa
kabinli banyolar, geniş
dolaplar, görsel eğlence
sistemleri ve I-pod port
bulunuyor. Klasik stilin,
modern çizgiler ve ayrıcalıklı
konforla buluştuğu Casa
Dell’Arte I teknesinin hızı,
yelkenle seyirde 7,5 knota
iken, motorlu seyirde 11 knota
ulaşıyor.
İlki 2008’de gerçekleştirilen,
Türkiye’nin en kapsamlı ve
prestijli tasarım ödülleri
projesi olan Design Turkey
Endüstriyel Tasarım
Ödüllerinin ikincisi için
başvurular 20 Temmuz 2010
tarihinde başlandı.
TURQUALITY® Programı
dahilinde, Dış Ticaret
Müsteşarlığı (DTM), Türkiye
İhracatçılar Meclisi (TİM) ve
Endüstriyel Tasarımcılar
Meslek Kuruluşu (ETMK)
işbirliğiyle düzenlenen bir
tasarım değerlendirme
sistemi olan Design Turkey
Endüstriyel Tasarım
Ödüllerine bu yıl 13 ürün
sınıfı kategorisinde başvuru
yapılabilecek. Program
çerçevesinde Kavramsal
Tasarım Ödüllerinin teması
“Topluma Faydalı Tasarım”
olarak belirlendi. Başvurular
30 Eylül 2010 tarihine kadar
sürecek.
NoAE 2010
Başlıyor
Bundan 8 sene önce Avrupa
Komisyonu işbirliğiyle
kurulan Network of
Automotive Excellence
(NoAE)’ın 2010 Yenilik
Yarışması başlıyor. Otomotiv
ve yan sanayi için özgür ve
açık fikirler yaratan bir
girişim olan NoAE, yarışma
vasıtasıyla, fikirler, yenilikler
ve cözümlerin kadar otomobil
üretimi icin süreç
iyileştirmeleri ve teknolojiler
arıyor. 30 Eylül 2010’a kadar
basvurulabilen yarışmanın en
iyi 30 önerisi Wurzburg
Otomobil Zirvesi 2010
kapsamında açılacak sergide
yer alacak.Başvuru formu icin
http://www.noae.com/tr/noae
-yenilik-yarismasi
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan,
Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu,
Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven,
Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer
Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505
74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected],
[email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.

Benzer belgeler