küreselleşme sürecinde insan hakları ve türkiye

Transkript

küreselleşme sürecinde insan hakları ve türkiye
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE İNSAN HAKLARI VE TÜRKİYE
Konuşmacı: Prof. Dr. Anıl Çeçen
Tarih: 09. 03. 2009
Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu
Prof. Dr. Anıl Çeçen: Şuanda beni dinlerken kafanızın içerisinde bir kimliğiniz var.
Bu kimlik çerçevesinde konuya baktığınızda kimliğiniz bir sübjektivite gösterir. Yani
önce aile bağlantınız, aile bağlantısı çerçevesinde geçmişten gelen kimliğiniz ya
belirli bir sülale, ya belirli bir etnik grup, ya belirli bir dini cemaat, ya belirli bir kültürel
yapı, bu çerçevede bir kimlik taşıyorsanız insan hakları konusuna kendi açınızdan
baktığınızda o kimlik etkin olur, çok net olamaz. Burada ne demek istediğimi
anlamanız için bir örnek vermek istiyorum. Güney Doğu’da biliyorsunuz otuz senedir
terör var. Ankara’dan baktığımız zaman Güney Doğu’da bir bölücü terör var diyoruz.
Ama o bölücü terör örgütü içinde çalışanlar; kendileri açısından görev yapanlar
bölücü terörün parçası olarak Türkiye’de olay yaratanlardır, Türk halkına
saldıranlardır. Otuz senede otuz binden fazla insan kaybettik biliyorsunuz. Bu
çerçevede onun içerisinde yer alanlar ki eğitimden geçiyorlar, kafaları yıkanıyor.
Onları kullanarak bu coğrafyada devlet yapısını değiştirmek isteyenler bu konuyu bir
çerçevede kurtuluş savaşı olarak gösteriyorlar ve insan haklarıymış gibi kamuoyuna
yansıtıyorlar bu konu hem küresel süreç içerisinde dünya basını tarafından burada bir
devlet kurma hakkı olarak gündeme getiriliyor. Avrupa süreci içerisinde konu insan
hakları olarak gündeme getiriliyor ama Türkiye açısından da Türkiye’nin bölünmesi
gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Burada konuya nasıl bakacağız; alt
kimliğimizle mi, üst kimliğimizle mi bakacağız? Bilimsel mi bakacağız, siyasi mi
bakacağız, emperyal mi bakacağız? Etnik kimlikle mi bakacağız, dini kimlikle mi
bakacağız? O bölgede maalesef 15 gün sonra seçim var. Türkiye’nin bütün partileri
tasfiye olmuş vaziyette, iki parti iktidar kavgası veriyor. Bir bölücü parti var bölücü
terör örgütünün uzantısı olarak mecliste; biz bunların üzerinde çalışıyoruz, kafa
yoruyoruz. Eğer yapmasaydık Türkiye olarak bu konuların üzerine böyle gitmeseydik
Türkiye çoktan dağılmıştı, Yugoslavya gibi siz hatırlamazsınız eskiden Yugoslavya
diye bir devlet vardı. İnsan hakları yüzünden bölündü, dağıldı. Bunları söylediğim
zaman bölücü terör örgütü ve çizgidekiler hemen faşistlikle suçluyorlar bizleri bakış
açısı farklılığı burada ortaya çıkıyor. Ya da belirli bir noktada kendilerini koruma
noktasında kendi haklılıklarını ön plana çıkararak Türkiye’nin bölünmesini önlemek
isteyen birbirinin bütünlüğünü koruyan ve savunanlara karşı daha farklı çizgilerdeki
saldırıları gündeme getiriyorlar. Demek ki bu konuda kesinlik yok, bir rölativite
sorunuyla karşı karşıyayız. Burada bakış açısına göre konu değişiyor. Bu konu ciddi
boyutlarda da siyasal amaçlı olarak da kullanılıyor. Türkiye’de küreselleşme süresi
öncesinde konuyu salt hukuk tekniği açısından ele alıp ilk kitabı yayımlayan öğretim
üyesi benim. Benim 20 yıl önce yazılmış insan hakları üzerine, insan haklarının
boyutları üzerine kitaplarım var. 1990 itibariyle 1989’da Sovyetler Birliği dağıldı. 90
itibariyle de Türkiye üniversitelerinde insan haklarını ders olarak okutan ilk hoca da
benim. Ankara Hukuk Fakültesi’nde okuttum. Ama daha sonra Türkiye’de etkin
çalışmalar yapan İnsan Hakları Derneği kurucularından birisi de benim. Ama daha
sonra bir gurup yazarla bilim adamıyla o insan Hakları Derneği’nden istifa etmek
durumunda kaldık, çünkü İnsan Hakları Derneği zaman içerisinde Kürt Hakları
Derneği’ne dönüştü. İnsan kavramı içerisinde bir bölücü alt kimlik siyasi
yapılanmasına dönüştüğü noktada biz insan haklarını sadece belirli bir etnik grup için
değil, bütün insanlık için, bütün ülke için, bütün farklı alt kimlikler için, herkes için
1
geçerli olmasını, insan hakları konusunda tutarlı bir şekilde objektivitenin
yakalanmasını rölativite sorununun aşılarak yani özel kimlik alt kimlikli bakış açısı
ideolojik bakış açısı, siyasal bakış açısı, emperyal bakış açısı devre dışı bırakılarak
konunun daha üst düzeyde ele alınması için çaba sarf ediyoruz. O nedenle bunu
kabul etmemiz mümkün değildir. Dünyanın şuan fiili bir yapısı var. 200’den fazla
devlet var ama bunların ötesinde üstünde de 1800’lü yılların sonuna doğru kurulmuş
olan bir fiili dünya devleti var. Bu dünya devleti Amerika merkezidir biliyorsunuz,
Washington Amerika’nın başkentidir. New York dünya devletinin başkentidir.
Birleşmiş Milletler’in merkezi New York’tur. Bu dünya devletinin temsilcisi olarak
Amerikan politikasında yer alan güzel yüzlü bir hanımefendi dün Ankara’yı ziyaret etti
biliyorsunuz, Amerikan Dış İşleri Bakanı olarak dünya devletinin temsilcisidir. Çünkü
kendisi New York senatörüdür. Hanımefendi dünya devleti denilen bir olgunun
temsilcisi olarak politikada ama biliyorsunuz başkan adayıydı dünya devleti yaptığı
yanlışlar nedeniyle Amerikan halkıyla ters düştü. Çünkü ondan önce Hitler gibi bir
savaş suçlusu bir adam Bush denen bir petrolcü Amerika’yı yönetiyordu. Ona karşı
halkta çok büyük bir tepki vardı. Bütün dünya ayağa kalktı ve dünya ülkeleri, ulusları,
toplumları, halkları Amerikan hegemonyasına emperyalizmine karşı çıktığı noktada
Amerika maske değiştirdi. Beyaz yüzlü bir Amerikalıdan, siyah yüzlü zenci yüzlü bir
Amerikalıyı başkan seçtiler. Dünya dengelerinin oturtturulması için iyi izleyin
Obama’yı dünya dengeleri Bush zamanında çok kötü bozuldu. Hatta biraz daha
gecikseydi III. Dünya Savaşı çıkma noktasına gelmişti. Uçurumun kenarındayız daha
dönmedik. Obama başarılı olursa dönebiliriz. Olamazsa Bush yönetiminin bu
saldırgan terörist yaklaşımı çerçevesinde dünya devletinin de yanlış yaptığını çünkü
savaştan yana olan lobilerin dünya politikasını yönlendirdiğini ve bunu önleyemediği
gördük, önlenebilseydi bu duruma gelmezdi. Şimdi bu dünya devletinden niye söz
ediyorum şunun için: Eski Amerikan Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger ki dünya
devletinin başbakanıdır. Dünya devletinin Cumhurbaşkanı da Amerikalı büyük zengin
bir aileden gelen, Amerika’nın en büyük iş adamlarından biri olan Rockefeller’dır.
Ciddi miktarda mevcut devletlerin ötesinde küresel sermayeyi de dünya devletlerinin
patronlarıyla Avrupa’daki kral sülaleleriyle ortak bir yapılanma kurmuşlardır. Bu
şekilde batı merkezli olarak dünyayı yönetmektedirler. Bu yapının temsilcisi olan
Henry Kissinger 1990’lı yılların ilk yarısında yazmış olduğu bir kitapta aynen şunu
söylüyor diyor ki; dünyanın gelmiş geçmiş olan en büyük imparatorluğu olan
Sovyetler Birliği’ni biz bir tek kurşun atmadan yıktık. Çünkü elimizde atom
bombasından daha güçlü bir silah vardı, o da insan haklarıydı. Bu çok önemli
dünyayı yöneten gücün temsilcisi bir bilim adamı profesör ve Amerika’yı yönetmiş
eski Dış İşleri Bakanı. Dünya 20. yüzyılda doğu batı dengesinde soğuk savaş
kutuplaşması içinde yaşarken dünyanın gerçekten hala haritaya bakın şuan
Sovyetler Birliği dağıldı ama Rusya federasyonu arazi olarak dünyanın altıda birini
işgal etmektedir. Dünyanın en büyük devleti arazi olarak Rusya’dır. Rusya’nın
kontrolündeki bir soğuk savaş dönemi imparatorluğu Sovyetler Birliği, insan hakları ile
yıkıldı. Nasıl yıkıldı? Yıl 1975 Avrupa İşbirliği Antlaşması imzalanacak. Avrupa’nın
kuzeyinde Finlandiya’da Helsinki orada ilk defa 1975’e kadar II. Dünya Savaşı
sonrasında Doğu Batı kutuplaşması içerisinde Amerika, Rusya dengesi
içerisindeyken Amerika batı merkezli bir sistem kuruyor ama Doğu ülkelerini Doğu
bloğunu dışarıda bırakıyordu. Çünkü Doğu bloğu ayrı bir hukuka dayanıyordu. Ayrı
bir insan hakları kavramına dayanıyordu. Batının hukukunu kabul etmiyordu. Çünkü
bir ideolojik yaklaşım vardı. Rusya merkezli Sovyetler Birliğinde eşitlik kavramı esastı.
Devletçilik esastı.
2
Bu noktada kamu çıkarı doğrultusunda otoriter bir devlet düzeni vardı. Amerika
Merkezli batı dünyasında ise II. Dünya Savaşı sonrasında özgürlükçü bir yaklaşım
vardı. Serbest piyasa ekonomisi vardı. Orada da temel kavram özgürlük kavramıydı.
O özgürlük kavramını daha yukarıya yükseltmesi noktasında 1978’de insan hakları
kavramı gündeme geldi. Yıl 75 Avrupa Güvenlik İş Birliği Antlaşması imzalanıyor.
Oraya giden Avrupa’nın önde gelen bütün devletleri ama sadece Batı bloğu değil
Doğu bloğu da geliyor. Sosyalist ülkeler de geliyor, Türkiye de gidiyor. Helsinki 1975
AGiT sözleşmesine imza atanlardan bir tanesi bugün hayatta olanlardan birisi 9.
Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel, 75’te başbakan olarak gidip imzalamış.
Ama Demirel’in yanında birisi var, o oraya gidiyor bir anlaşma imzalıyor o kişi Leonid
Brejnev. Brejnev 75’te Sovyetler Birliği Başkanı olarak Helsinki’ye gidip AGİT
sözleşmesini imzaladığı an o imzayı attı ve Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci
başladı. AGiT sözleşmesine bakarsanız orada Avrupa Güvenlik İş Birliği teşkilatının
kurulmasının hedeflendiğini görürsünüz. Orada Doğu Batı bloğu ortadan kalkmıştır.
Bütün Avrupa ülkeleri bir aradadır Avrupa’nın güvenliği ve iş birliği için ve böyle bir
noktada da AGİT sözleşmesinin on temel maddesi vardır. 1. ve esas anayasa
haklarıdır. İnsan hakları temel ve genel ilke olarak kabul edilmiştir. 1978’e
gelindiğinde o dönemde bir fıstık çiftliği olan bir tüccar Amerika’da başkan oldu.
Jimmy Carter; 78’de Cumhurbaşkanlığına başlarken yemin ettikten sonra basın
toplantısında şunu söyledi; dedi ki artık bundan sonra Amerikan politikası tek
kavrama dayanacak insan hakları bundan sonra insan haklarını biz uluslararası
ilişkilerde tek gerçek olarak genel ilke olarak kabul edeceğiz tanıyacağız. 78’de süreç
başladı. 88 89’a geldi yani 12 yıl süre içerisinde 10 yıllık bir süre geçtikten sonra bir
de baktık ki bir gece ansızın Rusya federasyonunun başkanı Yeltsin ben vazgeçtim
dedi ve Sovyetler Birliği’ni kuran Rusya Federasyonunun Başkanı Sovyetler
Birliği’nden vazgeçti, tasfiye etti. Türkiye ve bütün dünya ülkeleri çok hazırlıksız
yakalandılar buna ama Helsinki sözleşmesi 1975’te başlamasıyla beraber Batı
basınında da sürekli olarak insan hakları çerçevesinde Doğu bloğu Sovyetler birliği
ele alınıp tartışma konusu yapılıyordu. O tartışma konusunda yavaş yavaş alt
kimlikler ortaya çıktı. Yavaş yavaş devletin baskı düzeni ortaya çıktı. Yavaş yavaş
eşitlikçi düzen devre dışı bırakıldı. Özgürlükler arayışı gündeme geldi ve işte batı
basını üzerinden özgürlükler arayışının bütün dünyaya empoze edilmesiyle o
sosyalist blok dağılmaya ve çatırdamaya başladı. Ben 1970 ve 80’lerde bütün
sosyalist ülkelerde bulundum. Size ilginç bir anımı burada anlatmak istiyorum. Bizzat
gözümle gördüm. 1980’de komünizmin en koyusu olan bir ülkeye beni resmen davet
ettiler Arnavutluk. Enver hocamızın diktatörlük yaptığı Arnavutluk 15 gün resmi bir
davetli olarak, Arnavutluk’a kimse giremezdi Türk Arnavutluk çerçeveleri içerisinde ki
benim o dönem başka görevlerim vardı o nedenle resmi bir davetli olarak
Arnavutluk’ta 15 gün bulundum. O sosyalist düzen bir açık hava hapishanesi gibiydi.
Bugün İsrail’de de aynı durum var. Bugün İsrail’de bir açık hava hapishanesidir,
Filistin de öyle. Neyi gördüm biliyor musunuz, herkesin işi var. Herkesin evi var ama
evler dökülüyor son derece geri, otobüsler kırk senelik elli senelik yürümüyor
dökülüyor. Ekonomik canlılık yok. Buna rağmen herkesin evinde televizyon var.
Televizyon da tek televizyon Tiran televizyonu yayın yapıyor başkent ama gece saat
11’den sonra herkes çatıya çıkıyor televizyonunun antenini değiştiriyor. Yönünü
değiştirip İtalya’yı seyretmeye başlıyorlar. İtalyanların Rai televizyonu Arnavutluk’taki
komünist düzenin çökmesine sebep oluyor, çünkü saat 11’e kadar karşınızda devletçi
katı yoksul ve fakirliği yansıtan bir yapı var ama gece 11’den sonra İtalyanların Rai
televizyonuna döndüğünüz zaman o renkli dünyayı görüyorsunuz. Batılılarda çok
uyanık Arnavut asıllı birisinin kızını İtalya’da televizyon artisti yapmışlar.
3
Türkiye’de çok meşhurdu Raffaella Carra. Raffaella Carra bir Arnavutun kızı, babası
Abdullah Carra bir işçi olarak kaçıyor, İtalya’ya gidiyor, İtalya’da Arnavutun kızını film
artisti yapıyorlar, her gece de televizyona çıkarıyorlar. İşte bu İtalyan televizyonunun
show’uyla Arnavutluk’taki komünist düzeni çökerttiler. Yıl 1986 Macaristan’a ilk
gittiğimde daha öncede gitmiştim Macaristan’a biliyorum komünist ülke 86’da gittim
şöyle bir baktım ki bütün Budapeşte dükkanlarında hep televizyonlar, hepsi de
açmışlar Mtv’yi izliyorlar, biliyorsunuz müzik kanalı. O gümbür gümbür kafalara vuran
davulun sesi. Biliyorsunuz rock müzik Amerikan hegemonyasının dünya gençliğini
aptallaştırarak etkileme tekniğinden birisidir. Mtv ile de Macaristan’ı çözdüler, bakın
televizyonun ne kadar etkili olduğunu görüyorsunuz. Teknolojinin ne kadar etkili
olduğunu görüyorsunuz. Böyle bir süreçten geçti dünya. Ben o dönemlerde insan
haklarını ciddi boyutlarda ele alıp çalışmalar yapıyordum. Epey bir yayında bulundum
sonra da kitaplarım çıktı. Ama 90’dan sonra öyle bir rüzgar geldi ki küreselleşme
bizim hukukçu bakış açısıyla ortaya koyduğumuz insan hakları kavramı sanki hiç yok
tamamen farklı bir yaklaşımla insan hakları kavramı gündeme geliyor. Çünkü o süreç
içerisinde Sovyet sistemi, insan hakları kavramı 1975’ten 89’a kadar kullanılıyor, 12
yıl içerisinde önce Sovyet birliği ve ona bağlı olan diğer sosyalist ülkelerdeki rejim
çökertildi. Siyasi amaçlı olarak kullanıldı. Ben söylemiyorum Kissenger söylüyor. Ne
diyor; dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğunu biz atom bombasından
daha güçlü bir silahla yıktık, insan hakları kafaları karıştırdık. O rejimleri kurmuş
olduğu düzeni kamuoyundaki yapıyı yıktık diyor, açıkça söylüyor. 90’a kadar evet
sosyalist rejimi insan hakları kavramıyla Helsinki sözleşmesiyle AGİT sözleşmesiyle
yıktılar. Uluslararası hukuku bu şekilde kullandılar. Sovyetler Birliği 89’da dağılmadı
75’te atılan imzayla dağıldı. O imzayı atıp siz insan haklarını ben Batı standartlarında
tanıyorum yani çağdaş dünya diyorlar dediği zaman Sovyet bloğu artık o farklı
yapıdan çıktı ve dünya tek dünyaya doğru gitmeye başladı. Ama 90’lı yıllara
gelindiğinde bir de baktım ki o eski bildiğimiz insan hakları kavramı gitmiş, yerine
başka bir yaklaşım gelmiş.
Şimdi gazetelerde her gün insan hakları, bugün de açtım baktım Cumhuriyet gazetesi
tam sayfa Sudan Darfur Ömer El Beşir haberi yapmış. Uluslararası boyutta çok ciddi
bir sorun yaratılıyor. Uluslararası ceza mahkemesi Hitler’den daha ağır insanlık suçu
işlemiş olan Amerikan Başkanı Bush’u yargılamıyor bir buçuk milyon insan öldü
Irak’ta, üç yüz bin insanın öldüğü Darfur’daki olaylar nedeniyle Sudan devlet
başkanını gündeme getiriyorlar ve yargılıyorlar. Uluslararası alanda bir hukuk varsa
bu genel olmak durumundadır. Bizi hukuk düzeltir, Müslümanlara çalışır,
Hıristiyanlara çalışmaz yok öyle bir şey bizim kurduğumuz Batının kurduğu dünya
düzeni Batıyı yargılamaz doğuyu yargılar o zaman sen batı emperyalizminin uzantısı
olursun birisinin de çıkıp bunları soruyor mu? Türk basınında geceleri saatlerce
papağan gibi televole iktisatçılarını televole bilim adamlarını izliyorsunuz. Televole
kelimesiyle az çok neyi kastettiğimizi anlıyorsunuz, yani geyik muhabbeti yapıyorlar.
Ciddi bir şey yapmıyorlar geyik muhabbeti eğer hukukçuysa birileri çıkıp da ciddi
boyutlarda ortaya koyması gerek bu çelişkide, uluslararası hukuka evet diyoruz,
yargılamaya evet diyoruz, mahkemeye evet diyoruz. Uluslararası ceza mahkemesi
kuruluyor Amerika’nın karşı oyu var, diyor ki beni beş sene bu işlerden uzak tutun. Ne
demek bu beş sene? Ben bir beş sene dünyayı gezeyim, dolaşayım, Saddam
Hüseyin gibi Irak gibi benim sözüme karşı çıkanlar varsa onları bir dümdüz edeyim;
Irak’tan sonra Suriye’yi İran’ı, Kuzey Kore’yi, şimdi Sudan’ı dünyadaki hangi ülkeler
Amerika’ya hayır diyorsa ben oralara bir gideyim, işgal edeyim terörü kullanayım,
savaşla üzerlerinden geçeyim, Amerika’ya bir beş yıl süre tanıyalım.
4
Amerika dünyayı dümdüz etsin Amerika’nın hegemonyasında biz dünya hukuk
sistemini uluslararası ceza mahkemesi çatısı altında kabul edelim, var mı öyle bir
şey. Buna Birleşmiş Milletler iyi ki II. Dünya Savaşı sonrasında I. Dünya Savaşı
sonrasında milletler cemiyeti kuruldu ama II. Dünya Savaşı önlenemedi. II. Dünya
Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler Cemiyeti kuruldu ama III. Dünya Savaşı hala
önlenemiyor. Çıkarsa altında kalırız. Çıkarsa II. Dünya Savaşı’nın cepe ülkesi
Almanya’ydı şimdi Türkiye olur. Çünkü saflar belli artık Amerika ve İsrail işgal ettiği
Türkiye Batının cepe ülkesi, Rusya, Çin ve Hindistan’ın desteğiyle İran da Doğunun
cephe ülkesi buyurun İran ve Türkiye savaşı. Eğer İsrail bir gece ansızın İran’a
bombayı atarsa III. Dünya Savaşı. İran da cevabını Türkiye’ye atarak vereceğini
söyledi. Tabii İsrail’i de atacaklar. İran’ın atom bombası yapma meselesinin bu kadar
tartışılmasının sebebi, dünyanın jeopolitik merkezinin batı tarafından ele geçirilip
İsrail merkezli olup ele geçirilmesidir. Bunu kabul ettiğiniz zaman Irak durumuna
düşüyorsunuz, ya da Amerika’nın küreselleşme oyunlarına alet olduğunuz zaman
insan hakları adına birbirinizle alt kimlikleriniz adına kavga ediyorsunuz üç ayda
Sırplar Boşnaklar birbirlerini kesiyorlar üçyüz bin tane Boşnak’ı kaldırıp atıyorlar,
öldürüyorlar. Bu sizin doğduğunuz 90’lı yılların başlarında oldu. Avrupa’nın ortasında
üç yüz bin tane Boşnak öldürüldü, kesildi. Bir gecede 10 bin tane müslüman
Boşnak’ı, Sırplar Vatikan’ın, Hollanda’nın ve Yunanistan’ın Almanya’nın desteği ile bir
gecede on bin kişiyi Srebrenitsa’da kestiler. Ondan sonra Amerika müdahale etti.
Hani uygarlığın beşiği Avrupa’ydı. O zaman niye Avrupa buna müdahale etmiyor
neden Vatikan’ı Hristiyanları kontrol ederek onları militanlaştırarak Müslümanları,
Balkanları, Avrupa’nın ortasında boğuyor. İçinizde balkan göçmeni ailelerden
gelenlerin çocukları vardır. Balkan faciasının şöyle bir tarihçesine bir bakın. I. ve II.
Balkan Savaşı sonrasında III. Balkan Savaşı 20.yy. biterken 21.yy.la girerken
çıkartıyorlar ve bu insan hakları kavgasıyla çıkıyor. Yugoslavya’da önce yedi eyalette
önce demokrasi evleri kuruyorlar. Demokrasi evlerinde insan hakları adına alt
kimlikçilik yapılıyor, herkes alt kimliğini etnik kimliğini dini kimliğini ön plana çıkartıyor.
Ondan sonra birbirlerini kesmeye başlıyorlar. Sırbistan bu noktada insan hakları
suçlusu ilan etti biliyorsunuz Milesoviç yargılandı sırf devlet başkanı olarak şimdi
benzeri bir durum Sudan’da var ama Irak atlanarak bir yere gidilemez, Irak meselesi
çözülecek. Irak’ta bir hesaplaşma başladı ama sonuçsuz kaldı. Afganistan’da
biliyorsunuz çok ciddi boyutlarda iç savaş yaşanıyor. Bu iç savaşı Amerika Çin’e karşı
yapıyor. Siz bakmayın Taliban’la savaştığına veya Amerika İslam coğrafyasına
saldırırken El kaideyi hedef aldığını söylemesine çünkü bunların hepsinin arkasında
uluslararası hegemonya kavgası vardır. O hegemonya kavgasında da durduk yerde
bir şey olmaz. Yolda gidene kimse bir şey yapmaz ama yolda bir problem varsa
herkes karışır. O zaman Amerika dünyaya egemen olmak için karışmak için olay
yaratma noktasında ciddi provokasyon yapıyorlar. Görünen her şeye aldanmayın
müdahale etme ortamı yaratmak üzere çok ciddi provokasyon süreçleriyle karşı
karşıyayız emperyal güçleri bütün dünyada örgütledi. Böyle bir noktada insan hakları
kavramını somut bir şekilde ele alınmasından söz edilebilir mi? Mümkün değil.
Gördüğünüz gibi çizdiğim bir tablo çerçevesinde konuya baktığınız zaman gerçekten
son derece karışık hatta kaotik diyebileceğimiz ortama sürüklenmiş durumdayız.
Neden küreselleşme sürecinde insan hakları problemli? Neden küreselleşme insan
haklarını farklı bir boyutta ele aldı? Benim kitabıma bakarsanız küreselleşme öncesi
dönemde insan hakları tamamen hukuki ve dünyadaki siyasal gelişmelere uygun
olarak ele alınması gereken bir teknik konudur ama 90 sonrasında yeni bir dönem
ortaya çıktığında küreselleşmenin insan hakları kavramına çok daha farklı bir boyutta
5
baktığını görüyoruz. Konuşmamın başlarında ne dedim? Küreselleşmeyi hazırlayan
silahlardan birisi olarak insan hakları kullanılmıştır, siyasal olarak. Neden? Sosyalist
sistemin çökertilmesinde ama daha sonra sosyalist sistem çöktükten sonra bütün
dünyada Birleşmiş Milletlere üye olan 200’den fazla şuan 210 yanılmıyorsam devlet
var. Bu devletlerin var olduğu yapı hukuken ulus devlet yapılanmasıdır. Her devlet
kendi ülkesinde yaşayan halkı kendi ulusu olarak kabul eder. O nedenle
federasyonda olsa –bakın Amerika federasyondur ama ulus devlet olarak görünüyor.
İş daha bitmedi devam ediyor nasıl devam ediyor? Küreselleşme öncesinde
küreselleşmeyi hazırlamak için. Ne demek küreselleşme? Tek bir dünya demek.
Bunun için de dünyanın tek bir merkezi olması gerekiyor. Onun için de iki kutuplu
dünyanın ortadan kalkması gerekiyor. İki kutuplu dünyanın ortadan kalkması için
sosyalist sistemin çökmesi gerekiyor. Burada insan hakları kullanıldı. Ama yetmedi
eski dünya düzeninin ortadan kalkması gerekiyordu, insan hakları kavramını
kullanarak bunu kaldırdılar. Ama yetmedi, ulus devletlerle bu iş gitmiyor, bir de
yenidünya düzeni kurulması gerekiyor. Yenidünya düzeninde de insan hakları siyasal
amaçlı olarak kullanılıyor. Kopenhag Kriterleri bir Kopenhag sözleşmesidir, AB süreci
içerisinde imzalanmış olan ve bu sözleşmeye baktığınız zaman burada kültürel
hakların azınlık haklarını kullanıldığını görürsünüz. Kopenhag kriterleri belirli bir
noktada demokrasiyi esas alır. Hukukun üstünlüğünü esas alır. Bunlara karşı
çıkamazsınız son derece kutsaldır, insan haklarını esas alır. Kopenhag Kriterleri
nedir? Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarıdır. Ama insan hakları
yetmiyor, bir de kültürel haklar ve kültürel haklarla birlikte azınlık hakları gündeme
getiriliyor ki burada problem var. Bir hukukçu olarak Kopenhag Kriterlerinin ilk üç
maddesine saygı duyuyorum. Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları
sonuna kadar evet. Ama siz buna kültürel hakları ve azınlık haklarını eklediğiniz
zaman ortada problem var. Küreselleşmenin modeli yenidünya düzeninde iki yüz
devlet değil, iki bin devlet olması isteniyor. İki bin devlet nasıl olacak Kopenhag
Kriterlerini kullanırsanız. Nasıl Sovyetler Birliği dağıldı 15 devlet çıktı ortaya, nasıl
Yugoslavya dağıldı, 7 tane devlet çıktı ortaya? Yavaş yavaş Osmanlı
İmparatorluğunun dağılışında Balkanlarda yaşanan o küçük devlet modelinin
küreselleşme süresi içinde bütün büyük devletlere empoze edildiğini görüyorsunuz ki
işte bununda manipülasyonunda insan haklarının political instrument olarak
kullanıldığını görüyoruz. Siyasal bir koz silah bunu kendileri söylüyorlar, political
instrument. Yani bir enstrüman olarak kullanıyor insan hakları. Nasıl sosyalist sistem
çökertildi, nasıl sosyalist federasyonlar dağıtıldı. Şimdi ulus devletlerin dağıtılmasına
gelindi. Burada insan hakları alt kimlikçi bir şekilde kullanıldığında karşımıza bir süre
çıkıyor, o da nedir? Buna küresel Balkanizasyon diyorlar. Balkanları incelerseniz
görürsünüz Osmanlının ana ülkesi olan Balkanlar bölgesinde küçük küçük
eyaletlerinin yaratıldığını görürsünüz. Büyük devletin topraklarının parçalanarak
küçük devletlerin oluşmasına Balkanizasyon diyorlar. I. Dünya Savaşı öncesinde
Balkanizasyon Balkanlarda yaşandı, Osmanlının büyük topraklarının küçük küçük
devletlere parçalandığını görüyoruz. II. Dünya savaşı sonrasında Amerika’nın Orta
Doğu’ya gelmesi ve İsrail’in kurulmasıyla beraber Lübnan terörün merkezi yapılmıştır.
Lübnan üzerinden örgütlenen terör bütün Ortadoğu ülkelerine taşınarak Sevr
haritasındaki bir Anadolu ve buna paralel bir Ortadoğu yaratılmak istenmiştir. I.
Dünya Savaşı öncesinde Osmanlının balkan topraklarını parçalayan süreç Sevr
haritasıyla Anadolu’ya ve İsrail’in kurulmasından sonra Ortadoğu’ya taşınmak
istenmiştir ki küreselleşmenin planı da budur. Böyle büyük devletler olmayacak, nüfus
giderek artıyor daha küçük devletler daha küçük hedefler hedefleniyor, çünkü büyük
devletler haritaya baktığız zaman koskoca Rusya, koskoca Çin, koskoca Hindistan,
6
koskoca İslam coğrafyası, bunlar büyüdükçe doğa zenginliklerine hakim oldukça
geliştikçe sanayileştikçe Batı’ya bağımlılıkları azalacak ortaya Doğu’nun egemen
olduğu bir dünya yapısı çıkacak. Doğu güçlerinin Doğu’nun büyük devletlerinin ortaya
çıkmasını önlemek için küreselleşme önce Sovyet Sosyalist sistemini yıktığı gibi
şimdide ulus devletleri hedef alarak burada Yugoslavya’nın dağılma süreçlerini adını
da söylüyorum bakın bugün insan hakları political instrument olarak batı
emperyalizmi tarafından ulus devletlerin eyalet devletlere dönüşmesi için
kullanılmaktadır. Yani 21.yy.da devlet modeli ulus devletlerden eyalet devletlere
dönüştürülmek istenmekte bu noktada da balkanizasyon ulus devletlere baskı ile
uygulanmak istenilmektedir. Bugün gazetelerde yine sabah gördüm; Brüksel’de dün
büyük bir miting yapılmış. O mitingin önünde büyük bir afiş var taşıyorlar elde ne
yazıyor biliyor musunuz Katalan devleti istiyoruz Katalanya istiyoruz. Şimdi aynı
durum İngiltere’de var. İskoçya’nın bağımsızlığı, Galler’in bağımsızlığı, aynı durum
İspanya’da Katalanya’nın baskın bağımsızlığı, aynı durum Fransa’da var Korsika’nın,
Oksidanya’nın bağımsızlığı, aynı durum İtalya’da var, Padanya’nın bağımsızlığı, aynı
durum Almanya’da var Bavyera’nın bağımsızlığı. Bu nedenle Kopenhag kriterlerini
anlaşma olarak kabul ediyor Avrupa ülkeleri görünüşte ama uygulayabilmeleri için
meclisten geçirip kanuna dönüştürmeleri gerekir. Hiçbirisi meclisten geçemiyor.
Kendileri meclisten geçiremeyip uygulamadıkları kararı bize zorla uygulatmaya
çalışıyorlar. Yani balkanizasyon süreçlerine Avrupa’nın büyük devletleri direniyorlar
bölünmemek için ama bize zorla Kopenhag kriterleri diye dayatıyorlar. Tıpkı
Yugoslavya’ya yaptıkları gibi ve Türkiye’yi çok büyük bir ülke olarak görüyorlar.
Diyorlar ki Türkiye bu nüfus hızıyla seksen milyona geliyor, yarın yüz milyon olacak.
Yüz milyonluk müslüman ve büyük bir ülke Avrupa’nın dengelerini bozar. O zaman
küçülmüş modeller istiyoruz diyorlar. Bu noktada da Türkiye’nin Güney Doğu’sunu
Türkiye’den kopmaya zorluyorlar. Türkiye’nin Doğu Anadolu’sundaki Ermeni
meselesini karşımıza çıkarıyorlar. Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölümünde Pontus
meselesini karşımıza çıkartıyorlar. Edirne merkezli bir Trakya cemiyeti hazırlıyorlar,
Türkiye’de Trakya topraklarını bizim elimizden alarak Trakya’yı ayrı bir şekilde AB’nin
içine almaya çalışıyorlar. Böylece Türkiye’nin Avrupa ile bağlantısını kesmeye
çalışıyorlar. Bunlar hepsi görünüşte insan hakları mücadelesi ile gerçekleştiriliyor, alt
kimlikçi. Avrupa Birliği fonlarına bakın Türkiye’de, üniversitelerdeki bilimsel araştırma
merkezlerini bunun dışında tutuyorum. Ama sivil toplumculuk görünümünde
Türkiye’de AB tarafından finanse edilen çalışmalara bakın çoğunun alt kimlikçi
çalışmalar olduğunu görürsünüz. Ya yerel kültürdür ya etnik sorundur, ya bölgesel
sorunların geçmişe dönük olarak yeni Bizans projesi olarak ele alınmasıdır ki bunların
tamamı yurtdışından AB tarafından finanse edilmektedir.
İnsan hakları siyasal amaçlı olarak küresel emperyalizm tarafından kullanılıyor ise
insan hakları kavramı kutsal bir kavram emperyal amaçlı olarak Batı emperyalizmi
tarafından bütün dünyaya dayatılıyorsa, biz insan hakları kavramını, insan hakları
kavramına karşımı çıkacağız? Hayır, kesinlikle sonuna kadar insan haklarını
savunacağız ama siyasal amaçlı emperyal amaçlı kullanılmasına da karşı çıkarız.
İnsan hakları çizgisinde sadece azınlık hakları kültürel haklar değil, diğer haklar
özgürlükler belirli kategorilere ayrılırlar. Siyasal haklar, hukuki haklar, ekonomik
haklar, kültürel haklar. Şimdi yeni bir model çıkarttılar; azınlık hakları. AB süreci
içerisinde küreselleşme Avrupa devletlerini de parçalamak için dağılması ve
parçalanması sadece bizim için değil, bütün devletler için geçerli. Fransa, İngiltere,
İspanya direniyor, Belçika iki eyalet Belçika direniyor. Flamanlar ayrı bir devlet
istiyorlar, hepsi istiyorlar Almanya direniyor.
7
Almanya kurulmadan önce Bavyera diye bir devlet var, bugün Almanya’nın içerisinde
Bavyera bunları görelim. Avrupa’nın tarihini bilmeden batıyı anlayamayız Amerika
sonradır. Esas batı tarihi Avrupa’dır. Batı tarihini çok iyi bileceğiz. Amerika tarihi
Avrupa tarihine tepkidir. Bizim yaşadıklarımızda Avrupa tarihinin batı tarihinin bu
bölgeye yansımasıdır. Bunları bilmeden bugünkü gelişmeleri değerlendiremeyiz.
İnsan haklarına karşı çıkmak söz konusu değil. Küreselleşmeyi sizlere öncesi ve
sonrasında anlatırken küreselleşmenin emperyal bir vizyon olduğunu batı merkezli
hegemonya düzeninin bütün dünyaya demokrasi ve insan hakları görünümüyle
dayatıldığını aslında eski bir eski hegemonya düzeninin devam ettirilmesinin
hedeflendiğini ve nasıl dünya sosyalist sistem sonrasında dağıtıldıysa şimdi de ulus
devletlerinin parçalanarak yerine bir dağıtılma operasyonunu batı merkezli küresel
kapitalist merkezli sistem batı merkezli kapitalizminin yürütüldüğünü görüyoruz. Bakın
aradan 20 yıl geçti 2009’dayız Sovyetler Birliği 1989’da dağıldı. 20 yıl sonra
istediklerini yapamadılar. İstediklerini yapamadıkları içindir ki şimdi ellerinde tek koz
kaldı aslında birkaç koz var önce ekonomik kriz deniyorlar. Ekonomik kriz kasıtlı
olarak çıkartılmıştır. 20 yıl sonra istedikleri batı merkezli emperyal düzeni
kuramadıkları içindir ki kendi içinde çıkarttıkları krizi şimdi hızlı bir şekilde bütün
dünyaya yayıyorlar. Düne kadar doları adam yerine koymuyorduk dolar şimdi yakında
2 lira olacak göreceksiniz. Çöküşler iflaslar olağanüstü olacak dışa bağımlılık olacak
ve ondan sonra yine tekerleri kontrolüne alacaklar dünyayı çok ciddi boyutlarda ya
çöküş ya tekelleşme ya kaos ya savaş bekliyor. Ben müneccim değilim, falcı da
değilim ama bu gidişe bir dur denilmezse bir çözüm üretilmezse maalesef gidiş bu
noktadadır. Şimdi gelinen noktada planlanan şuydu hızlı bir şekilde insan hakları
demokrasi kavramı çerçevesinde büyük devletlerin parçalanmasıydı. Avrupa’da
direnç oldu AB birliği gerçekleşemedi. Fransa öncüsü oldu AB’nin anayasasına hayır
dedi. Hollanda’da hayır dedi bitti. AB orada bitti, AB bitince Amerika ve İsrail ikilisi
Sarkozy isimli bir Macar Yahudi’sini Fransa’nın başına devlet başkanı yaptı.
Fransa’nın devlet başkanını Amerika İsrail seçiyor dikkatinizi çekerim. Fransa gibi bir
büyük devleti Fransızlar kendi devletlerinin başına kendi cumhurbaşkanlarını
seçtirtmiyorlar. O noktada da bir Letonya Yahudi’si komünist Rusya’ya yakın bir
kadını Almanya’nın başına getirdiler. AB bitti. Hem birbirlerine karşı oynuyorlar hem
bizi oyalıyorlar, hem de bütün dünyayı oyalıyorlar. Aslında bitmiştir. Gelinen bu
noktada 5 proje iflas etti. O nedenle ayağımıza geliyorlar. Clinton geldi, şimdi 1 ay
içinde Obama gelecek. Türkiye yine kilit ülke konumuna geldi. Türkiye dünyanın
geleceği açısından kilit ülkedir. Dünya tarihinde bu her zaman böyle olmuştur.
Dünyanın herhangi bir kıyısında köşesinde yaşamıyorsunuz dünyanın merkezinde
dünyanın en önemli ülkelerinden birisinde yaşıyorsunuz. Bu ülkenin de başkentinde
okuyorsunuz dikkatinizi çekerim. Gazetelere baktığınız zaman kendinizi böyle kıyıda
köşede kalmış bir üçüncü dünya ülkesinde yaşıyor zannedersiniz ama değil. Dünya
kavgası bu ülkede unutmayın Clinton’un kocası eski Amerikan başkanı, Türkiye’yi on
yıl önce ziyarete geldi ve mecliste yaptığı konuşmada Turkey The Key dedi. Aklınızda
kalsın. Akşam eve gidip cebinizi açıp anahtarı aldığınız zaman Türkiye’yi hatırlayın
Turkey the key ne demek; Türkiye anahtar. Anahtarı kullanan dünyanın kilidini açar
şimdi bu anahtarı kim kullanacak kavga o; Avrupa mı, Amerika mı? Hristiyanlar mı,
Yahudiler mi? Almanya mı İsrail mi? Müslümanlar mı, Doğu mu Batı mı? Yoksa
Atatürk gibi biri çıkacak ya da o çizgide Türkiye toparlanacak biz bu kilidi kimseye
kullandırtmayız, kendimiz kullanırız deyip dünyaya meydan mı okuyacak şimdi bu
noktadayız. Son 20 yıldır biz insan hakları yüzünden hem Avrupa’dan dayak yedik ki
çok çifte standartlı kararlar vardır, hem de birbirimizle kavga etme noktasına geldik
hem de bir gölgemizde isyanın alt yapısı oluşturuldu.
8
Bunlar hep insan hakları kavramı çerçevesinde oluşturuldu. Düne kadar bu
coğrafyada Türklerle Kürtler bin senedir beraber yaşıyorlar, hiçbir zaman birbirleriyle
kavga etmemişler birbirlerini ezmemişler dışa karşı emperyalizme karşı dayanışma
içerisinde, Selçuklu zamanında, Osmanlı zamanında ve Türkiye Cumhuriyeti
zamanında beraber yaşamışlar. Bu coğrafyanın haritasını emperyalistler çizmişler bu
coğrafyayı parçalamışlar, bugün yaşadığımız sorunlar buradan kaynaklanır. Şimdi
gelinen noktada beş projenin iflas ettiğini söylüyorum. Bir küreselleşme durmuştur,
yürümüyor yürüseydi Chavez Amerika’ya bu kadar meydan okumazdı. Brezilya ile
Latin ülkeleri birleşip bir Latin devleti kurmazlardı. Latin ülkeleri bir araya gelip
güneyin bankasını kurup IMF ve Dünya Bankası’na karşı çıkmazlardı, çıktılar.
Amerika İsrail’e kilitlenip Irak’a hapis olduğu noktada Latin Amerika üzerindeki etkisini
kaybetti. Ayrıca Afrika’yı Çin ele geçirdi. O yüzden bugün uluslararası ceza
mahkemesinde yargılanma kararı alan Beşir ne dedi biliyor musunuz bir basın
toplantısı yaptı. Amerika üzerime çok geldi ama ben petrolü Amerika’ya değil, Çin’e
verdim. Sudan petrolünü Çin’e verdiğim için beni mahkemeye verdiler yargılatıyorlar.
Peki, niye Sudan rejimi insan haklarına aykırı diyorlar. Peki, Suudi Arabistan şimdi
insan haklarına uygun mu? Neden Suudi Arabistan şimdi yargılanmıyor. Orada da
insan hakları yok ama petrol Amerikalıların elinde bitti mesele o zaman insan hakları
falan söz konusu değil. Türkiye’yi kullanabilselerdi bize de insan haklarını
dayatmazlardı. 1 Mart teskeresine Türkiye hayır demeseydi kafamıza çuval
geçirmezlerdi, kafamıza çuval geçirdiler. Şimdi İran savaşına hayır dediğimiz için,
İran savaşında Türkiye’yi kullanamadıkları için başımıza bunlar geliyor. Şimdi tabii
oyunlar bozuldu, Türkiye alternatiflere kayma noktasına gelince de ayağımıza
geliyorlar. Tablo budur bu çerçevede küreselleşme süreci durduysa insan haklarının
artık siyasal amaçlı emperyal amaçlı kullanılması duracaktır. Ama şimdiye kadar Batı
hep eleştirerek konuştu, şimdi de Doğu’yu eleştireyim. Taraflılığımızı koruyalım çünkü
dünyanın merkezindeyiz. Burası batı değil, burası doğu da değil. Batı merkezli
bakarsanız burası Ortadoğu diyorlar hayır. Doğu Çin, Hindistan İslam coğrafyası,
haritayı açın bakın burası dünyanın merkezidir. Biz merkez olarak hareket etmek
zorundayız ama bu kimliği bizim gözümüzün ötesine taşımak için Batı merkezli
baktıklarında burayı Ortadoğu ilan ediyorlar. Bununda sebebi kolumuzda taşıdığımız
bu saattir. Bu saat ayarı nereden geçiyor greenwich. Greenwich nerede beş yüz yıl
dünyayı yöneten Londra’nın kenarı, siz Londra’yı dünyanın merkezi olarak koyar saat
ayarını greenwichten geçirir, buraya da Ortadoğu dersiniz. Ama jeopolitik kitaplara,
atlaslara, dünya haritalarına bakarsanız, burası dünyanın merkezidir. Sorun
buradadır. Dünyanın güçleri artık burayı ele geçirmek, dünyayı merkezden yönetmek
istiyorlar ama özellikle İsrail projesi buna yöneliktir yapamadılar. İsrail projesi de iflas
etti. Demin söylediğim gibi beş projeyi sayıyorum. Küreselleşme durdu iflas etti,
Avrupa Birliği durmuştur iflas etti. Büyük Ortadoğu projesi Irak’ta iflas etti, kuma
gömüldü, çıkamıyor, kaçtılar, terk ediyorlar. Tabii büyük Ortadoğu olunca İsrail projesi
de iflas etti bu süreç içerisinde İsrail de ayakta kalamayabilir. En son Avrasya
stratejisinde Amerika’nın Avrasya stratejisi de iflas etti, Afganistan’da savaşı
kaybediyorlar. Yavaş yavaş Çin öne geçiyor. Bugünkü geldiğimiz noktada
Amerika’nın ve Batı’nın çok korktuğu üç tane konu var. Bir; Çin bir gece ansızın
Kazakistan’a girebilir. Çin’in petrolü yok İran’dan alıyordu kesiyorlar. İki; Rusya bir
gece ansızın Gürcistan’a girebilir. Daha geçen sene Osetya ve Abhazya’yı Rusya
Gürcistan’dan kopardı. Bir gece ansızın Gürcistan’a girebilir. Hindistan bir gece
Pakistan’ı işgal edebilir, çünkü Pakistan İngiliz emperyalizmi tarafından koparılmıştır.
Pakistan’da 200 milyon müslüman yaşıyor ama Hindistan’da 300 milyon müslüman
yaşıyor. Dünyanın en büyük müslüman ülkesi Endonezya değil Hindistan’dır.
9
Bir buçuk milyarlık nüfusun içinde hala 300 milyon müslüman yaşıyor. Demek ki, batı
üstünlüğü belirli bir noktada bitebilir. Rusya güneye inerse, Çin batıya kayarsa
Hindistan kuzeye çıkar. Sorun bunun önlenmesidir. Bunu önlemek için Avrasya
stratejisi büyük Ortadoğu ılımlı İslam bunlar hikaye hepsi geride kaldı. Clinton ne
diyor; Türkiye’yi anayasal düzeniyle olduğu gibi kabul ediyoruz. Ilımlı İslam’dan
vazgeçtik diyor. Ama öbür tarafta bir neo tarikatın hocasını da orada ellerinin altında
tutuyorlar. Gelinen noktada bu beş kuruşu iflas ettiği içindir ki bundan sonra da
gerçek insan hakları tartışması, gerçek insan hakları mücadelesi başlayacaktır. O da
kültürel haklar öncelikli değil, siyasal haklar, hukuk hakları ve ekonomik haklar çünkü
kapitalist sistem eşitsizlikcidir. Bütün dünyanın sömürüsüne dayanır. İngiltere
merkezli Batı Amerika merkezli yapıya dönüşünce bütün dünyayı 20.yy da da
sömürmüşlerdir. Şimdi artık bütün dünya ülkeleri uyanmıştır kendi kaynaklarına kendi
geleceklerine sahip çıkmak istiyorlar ve bu noktada da yeni bir insan hakları dönemi
başlıyor. Bu arada insan haklarını sadece kültürel haklar azınlık hakları, bağlamında
değil, gerçek anlamda hukuki, siyasi ve ekonomik dünya haklarını sömürmeyen
dünya ülkelerini sömürge durumuna düşürmeyen, dünya ülkelerinin dünya haklarının
kendi haklarına sahip çıkmasını hepsinin dünya zenginliğinin paylaşmasını
sağlayacak yeni bir mücadele dönemi geliyor. Bu yeni mücadele uluslararası hukuka
uygun bir şekilde demokratik süreçlere uygun olarak dünya hakları tarafından
yapılacak ki bunun da adresi bakın size demin konuşmamın başında dünya
devletinin merkezi olarak New York’u gösterdim, küreselleşmenin merkezi orasıdır
çünkü dünya devleti oradadır. Ama şimdi bir alternatif küreselleşme gündeme geldi
son on senedir. O da biliyorsunuz Brezilya da sahilinde bir küçük kasaba alternatif
küreselleşmenin merkezi seçilmiştir; Porto Alegre. Porto Alegre’de başlayan süreç
alternatif küreselleşmenin merkezidir. Latin Amerika’nın öncülüğünde, Brezilya’nın
öncülüğünde Hindistan’ın ve Çin’in desteklediği bir süreç başlamıştır. New York
merkezli ve her sene kış aylarında şubatta toplanan dünya ekonomik forumunun
alternatifi Brezilya’da Porto Alegre’de dünya sosyal forumu olarak kurulmuştur.
Ekonomiyi esas alan kapitalist sistem ekonomik düzeni esas alıp ona uygun hukuki
ve siyasi düzen kurmak istiyor. Ama ekonomi esas alındığı noktada Batı
emperyalizminin yarattığı haksızlıklar dünya ülkelerinin sömürülmesine neden olduğu
içindir ki dünya ülkeleri ekonomik foruma karşı sosyal forumu, sosyal hak ve
özgürlükleri, ekonomik hak ve özgürlükleri gündeme getiriyorlar bu noktada
küreselleşmenin artık batı merkezli kapitalist emperyalist bir çizgide devam etmesi
söz konusu değil. Ama buna karşın Latin Amerika, Afrika ve Asya ülkeleri 200’e yakın
dünya ülkelerinin bir araya gelerek mevcut ülke ve devlet düzenlerini koruyarak
Birleşmiş Milletler çatısı altında sahip oldukları hak ve özgürlüklerine koruyarak
geleceğe dönük dayanışmacı bir küreselleşme buna solidarist-globalizm diyorlar.
Konuşmamın başında emperyalist küreselleşmenin sloganını size Osmanlının
bugünkü devamıyız ve emperyal saldırı noktasında batı merkezli saldırgan
küreselleşmenin sloganı küresel balkanizasyon ama buna karşın alternatif sosyal
forumun gündeme getirdiği alternatif küreselleşme nedir? Solidarist globalizasyon
yani dayanışmacı, nasıl dayanışmacı? Ülkeler devletler haklarını koruyacaklar
kazanılmış haklarını koruyacaklar devletler yıkılmayacak, parçalanmayacak, etnik
kimlikler ön plana çıkmayacak. Dördüncü grup olan kültürel haklar ön plana
çıkmayacak ama Avrupa birliğinde ulusal azınlıklarını koruma sözleşmesi imzalayıp
Avrupa ülkelerinin parçalanmasını dayattılar işte Avrupa Birliği bu yüzden dağıldı.
Çünkü Fransa AB içerisinde dağılmak istemiyor. Almanya dağılmak istemiyor,
İngiltere hiç istemiyor. Dünyayı beş yüz yıl yönetmiş olan Avrupa’nın büyük ülkeleri
10
AB içerisinde Kopenhag kriterleriyle dağılma noktasına gelince bunu durdurdular.
Kendileri için durdurduklarını bizim için devam ettirmek istiyorlar. O nedenle
üzerimizde baskı var. Bu çerçevede bakın bir hukukçu olarak söylüyorum Avrupa
İnsan Hakları mahkemesi kararlarına bakın maalesef Türkiye ile ilgili kararlarla diğer
ülkelerle ilgili kararları karşılaştırdığınız zaman Avrupa merkezli bakış açısını
Türkiye’ye çifte standart uyguladığını görüyorsunuz. Bunları kabul etmek mümkün
değil. Biz de bir ülkeyiz biz de bir devletiz. Ayrıca bizim arkamızda Selçuklu ve
Osmanlıdan gelen bin yıllık devlet geleneği var. İsrail 60 yıllık devlet Amerika 200
yıllık devlet, onların devlet birikimi yok ama İngiltere bin yıllık devlet şuanda dünyayı
yöneten bilgi yükü Amerika’da değil. Yanılmayın bilgi gücü olarak şuan dünyayı hala
İngiltere yönetiyor, Amerika üzerinden İsrail de Amerika üzerinden dünyanın
geleceğine konmak istiyor, yapamadı. Başta İngiltere ile karşı karşıya geldiler şuan
İngiltere ile iktidar kavgası Amerika İngiltere ve İsrail arasında veriliyor. Türkiye’de de
iktidar kavgası İngiltere ve İsrail arasındadır. Partiler arasında değil, partilerin
arkasına bakın siyasetin arkasına bakın, siyasetin dış boyutuna bakın göreceksiniz
güç kimin elinde güç bilginin elinde, güç paranın elinde, güç teknolojinin elinde.
Hepimizin cebinde telefonlar var değil mi? Bitti teslim oldunuz. E devlet demek ileri
devlet güçlü devlet demek değil. Bir hukukçu olarak söylüyorum esir devlet
teknolojide esire alınmış devlet. Haberleşme özgürlüğü yok, dünya uydudan
yönetiliyor bir dava ile ilgili olarak beş milyon sayfa telefon kaydı var Ahmet şunu
aramış, Mehmet şunu aramış diye çıkmıyor. Bilgisayar programlarından otomatik
olarak ayarlanıyor en üst teknolojide uydular aracılığıyla her şey tespit ediliyor.
Teknoloji olağanüstü, para gücü olağanüstü, tabii hem para hem de teknoloji olduğu
zaman dünyayı yönetenler de dünyanın başına her türlü belayı salıyorlar. Çünkü
azınlıktalar. Artık yedi milyar insanı yönetemiyorlar Batı merkezli olarak. Yirmi yıl
içerisinde Rusya’nın, Çin’in ve Hindistan’ın dağılması gerekiyordu, yapamadılar.
Rusya’yı dağıtamadılar. Sovyetleri dağıttılar Türkiye’yi dağıtması gerekiyordu,
dağıtamadılar. Türkiye ayakta kaldı. Şimdi o zaman parçalayarak, dağıtarak, etnik
kimliklerle insan haklarını siyasi amaçlı kullanılmasıyla parçalanarak bir küreselleşme
değil, artık mevcut devletleri kabul ederek yeni küçük devletler yaratma
senaryolarından vazgeçerek yeni bir küreselleşme süreci gündeme gelecektir.
Konuşmamın başından beri eleştiriyorum, küreselleşmeye karşıyım demedim.
Dikkatinizi çekerim demedim. Amerika’ya düşmanım demedim. Ama Bush insan
hakları suçlusudur, savaş suçlusudur yargılanmalıdır dedim. Bush’un yargılanması
gerekir dediğim noktada Amerikan düşmanlığı değildir bu. Ayıralım, Amerikan
halkıyla, Amerikan devleti ile bir meselemiz yok ama onun başına gelenler yanlış bir
politika uyguluyorlarsa, Türkiye’de nasıl şimdi emekli orgeneraller yargıya çıkıyorsa
bir takım devlet adamları politikacılar bir buçuk milyon insanın haksız yere ölümüne
sebep olanların da yargılanması gerekir. Siz bunları unutturmak üzere Darfur’da,
Sudan’da olayları kışkırtıp dünya kamuoyunda Bush’a yönelik tepkiyi Obama
sonrasında yükselmesini önlemek üzere medyada Sudan’ı öne çıkarıp El Beşir’i
insan hakları suçlusu ilan ederseniz, bu çifte standarttır. Bush’u yargılayamayanlar
Sudan devlet başkanının yargılanmasını ön plana alamazlar, önce kendine
bakacaksın, önce kendini düzelteceksin önce bu standartları çifte konumdan
kurtaracaksın bunu yapmadığın noktada uluslararası noktada hukuku çiğnersin,
dünya vicdanını yaralarsın kanatırsın. Ciddi boyutlarda da karşı tepkileri yaratırsın ki
işte bu karşı tepkilerin çıkmasını önlemek için son on senede biliyorsunuz 11 Eylül
9:11 olayları bu yüzden insan haklarının siyasal haklarının kullanılmasının
kamuoyunda görülmesini yasaklamak üzere yaratılmış, bizzat Amerika tarafından
uygulanmış bir senaryodur. Televizyonlarda konuşan bir profesör var Mahir Kaynak.
11
Aynen katılıyorum şöyle diyor ben şimdiye kadar çok şey söyledim ama burada bir
kaynak vereyim isterseniz Mahir Kaynak diyor ki; el kaide ve Taliban’a mektup
göndermek istiyorsanız CIE’e göndereceksiniz. Kendileri yaratıyorlar, çünkü başkaları
ile mücadele etmek istemeyenler kendi yarattıkları kukla örgütlerle savaşıyorlar ki
PKK’nın dağdaki kamplarına gittiğiniz zaman İngiltere İsrail ve Amerika’dan
gönderilen sandıkları görüyorsunuz; İngiltere, Amerika, İsrail üçlüsü Almanya değil
Avrupa’yı dışlamışlar. Evet, Avrupa ülkeleri de devrededir ama şuan dünya gücü
olarak Atlantik gücü Atlantik emperyalizmi İngiltere’nin hazırladığı, Amerika’nın temsil
ettiği ve İsrail’in bu bölgeye yansıttığı süreç içerisinde bu üçlü dünyaya karşı
kullanmaktadır. Ama ilginçtir iktidar kavgasında Amerika tek merkezli çünkü
Amerikan milleti yok, Amerika diye bir devlet var millet yok. Beş kez bulundum
Amerika’da Amerikalıların hepsinin çift kimliği var. Amerika böyle uğraşırsa kendisi
dağılıyor. Amerikalı zencilerin 50 milyona yakın nüfusu var şimdi Amerika’da güneyde
toplanıyorlar Mississippi Florida arasında New Afrika, Yeni Afrika cephesini kurdular.
Afrikalı zenciler yavaş yavaş bağımsızlığa gidiyorlar bunu önlemek üzere Obama’yı
başkan yaptılar. Amerika’da dağılıyor. Kendisini toparlayamayan kendi arka
bahçesine hakim olamayan 10 bin km ötede İsrail’in çıkarları için Irak’ta istediği
düzeni kuramaz bitmiştir. Dünya bir akıl tutulmasına sürüklendi, medya aracılığıyla
Türkiye’de de medya gruplarını çökerttik medya gruplarını başkalarının eline
veriyorlar ve sürekli olarak kampanyada kullanıyorlar. Ciddi bir beyin yıkama
operasyonu ve bunun sonucunda da bir akıl tutulması yaşattılar dünyaya bu dönem
bitmiştir. Teknolojik olarak aklınıza gelebilecek her türlü komployu düzenleye
biliyorlar, paranın gücüne sahipler siyasi kadrolarla para bağlantılı olarak bunların
elinde kullandılar ama o da bitti. Artık her şeyin bittiği bir noktadayız. Bakın 20 yıl
geçti 20 yılda istedikleri düzeni kuramadılar. Küresel bir imparatorluk kuramadılar.
Amerika merkezli bir dünya devletini gerçekleştiremediler ve bu bölgeyi ele
geçiremediler. Şimdi Turkey the key ama Türkiye’yi kim temsil edecek. Sorun burada
eski politikalar bitti ve bugünkü siyasi yapıların hepsi geride kaldı. Şimdi yeni bir
başlangıç gerekiyor nelerin olmayacağı kesin bitti, ama neyin olacağı belli değil daha.
Türkiye toparlanır bir bölgesel yapılanma gündeme gelirse bir III. Dünya Savaşı
önlenir. Bu yapılamazsa İsrail bir gece ansızın İran’ı bombalayabilir. Sorun burada
fanatik Siyonistler mi, çılgın Siyonistler III. Dünya Savaşı çıkaracaklar mı? Çılgın
Türkler bir çılgınlık yaparak bunu önleyecekler mi? Bir büyük yazarımız boşuna Çılgın
Türkler kitabını yazmaz. Biliyorsunuz I. Dünya Savaşı sonrasında burası yok
ediliyordu. Bir çılgınlık yapıp bir kurtuluş savaşıyla bu devleti kurdu. Şimdi birileri bir
çılgınlık yapıp dünyayı yok etme noktasındaysa bizim yeniden bir çılgınlık yapmamız
gerekiyor, birilerinin dünyayı yok edici bu çılgınlığı önlememiz gerekiyor.
Anlıyorsunuz değil mi, öyle her gece saatlerce televizyonlardakilerin söylediği gibi
değil. O renkli cicili bicili gazetelerle böyle sizi avlamaya çalışanların yazdığı gibi de
değil. Bakın Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde konuşuyoruz ve karşınızda bir
hukukçu konuşuyor ve ne kadar kesin konuşuyor. Evet, tablo budur. İnsan hakları
hukukun bir uzantısıdır, bir parçasıdır. Ama bunun siyasal amaçlı ve emperyal amaçlı
kullanılmasına izin veremeyiz hatta daha da ileri gidelim mevcut hukuk sistemlerinin
yıkılması için insan hakları kavramını kullanarak alternatif hukuk düzenleri yaratmaya
çalışıyorlar, bunu da kabul edemeyiz. Sayıyorum; bir insan hakları, hukuki haklar, iki
siyasal haklar, üç ekonomik haklar; sosyal ve ekonomik haklar, dört kültürel haklar,
beş üçüncü kuşak haklar. Üçüncü kuşak haklar yeni yaşam düzeninin ortaya
çıkardığı haklar. Siz bu beş kategori içerisinde temel hakları bırakacaksınız, küresel
emperyalizmin çıkarları doğrultusunda azınlık haklarını ve kültürel haklarını empoze
edip toplumları birbirine karşı karşıya getireceksiniz.
12
Alt kimlikleri kışkırtıp iç savaşlara dönüştüreceksiniz. Ya da küçük devletleri
oluşturmak üzere Türkiye’nin güneydoğusunda ve kuzey Irak’ta olduğu gibi kukla
devlet yapılarını emperyalizmin iş birlikçisi olarak gündeme getireceksiniz. Yok, öyle
bir şey bakın güneydoğu halkı için aleyhte hiçbir şey söylenemedi bizim
vatandaşlarımız ve insanımızdır. Bu coğrafyada bin senedir beraber yaşıyoruz.
İçinizde akrabası olanlar olabilir. Bir hukukçu olarak konuştuğum noktada her türlü alt
kimlikçiliğe hayır diyoruz. Her türlü ideolojik saplantıya hayır diyoruz. Her türlü
cemaatçi bölünmeye parçalanmaya hayır diyoruz. İnsanlığın ve dünya düzeyinin
ulaşmış olduğu üniversite çatısı altında konuşuyorum burası bir bilim merkezi, parti
okulunda konuşmuyorum, cemaat okulunda konuşmuyorum. Bilim merkezinde
konuşuyorum bilimin getirmiş olduğu bilgi birikiminden yararlanmak zorundayız
üniversiteler üç büyük kentte değil, her kentte bir üniversite var. Türkiye’yi artık
dışarıdan yönetemezler Türkiye’yi artık kendi çıkarlarına empoze edemezler
dayatamazlar. Cemaatçi bir kimlikle Türkiye yönetilemez, Türkiye gerçekleştirmiş
olduğu devrimi bırakamaz. Türkiye bir bilimsel devrim yaşadı. Türkiye imparatorluktan
cumhuriyete geçti. Türkiye laik bir devlet kurdu. Türkiye Batı bilimini Türkiye’ye getirdi
çağdaş bilimi bu bilim yolundan geri dönülemez. Bilimi savunmak demek dine
düşman olmak demek değildir. Dünya tarihi dinle bilimin savaş süreciyle belirlenmiştir
bu noktada bir bilim merkezinde konuşurken bilime sonuna kadar sahip çıkacağız.
Bilimden taviz vermek söz konusu değil. Ama bilimden vazgeçip hocanın tarikatının
arkasından koşma numaralarına da Cumhuriyet Türkiye’si evet diyemez. Dine karşı
değiliz, herkesin din ve vicdan özgürlüğü vardır. Herkes din ve vicdan özgürlüğünü
istediği gibi kullanılır. Bilimi savunmak demek dinsizlik değildir. Ama din adına da
bilim düşmanlığı yapılmasına cemaatlerin üniversitelerde etkin olmasına da evet
dememiz mümkün değildir. Bunun ikisini ayıracağız bakın bir kamu hukukçusu olarak
bunları söylüyorum. Bu çerçevede artık insan haklarının siyasal ve emperyal amaçlı
kullanma dönemi de bitmiştir. Gerçek boyutlarda insan haklarını alternatif bir
küreselleşme sürecinde gündeme gelebilmesi için Türkiye’nin bilgi birikimi yeterlidir.
Türkiye burada Asya ve Afrika ülkelerine III. dünya ülkelerine öncülük etmek
durumundadır. Batının yanı başında Batının sahip olduğu bütün bilgi birikimine sahip
olan bir ülke olarak biz burada öncülük yapmak durumundayız ama bunu yapabilmek
için de önce bizim toparlanmamız gerekiyor.
Soru: Ben mütercim tercümanlık bölümü öğrencisi Emrah. Konuşmanızın da başında
anlatmış olduğunuz Heinrich Kissinger’ın kitabını okudum ve burada Churchil’in
politikasından bahsediyor. Uluslararası hukuk Amerika’ya aittir. Uluslararası hukuka
dünyanın herhangi bir yerinde müdahale edildiğinde Amerika buna müdahale etme
şansına sahip oluyor. Biz kendi açımızdan insan haklarını değerlendirdiğimizde
sürekli negatif olarak ele aldık. Peki, biz bu noktada 30 bin tane insanımızı katletmiş
30 bin tane askerimizi çoluğumuzu çocuğumuzu hatta bebeklerimizi bile öldürmüş bir
terör örgütüne karşı yılardır bir mücadele içindeyiz ve bu bazı söylemlerde 72 saatte
bitiyor, bazı söylemlerde 10 saatte bitiyor. Beş dakikada da bitiren oluyor. Siyasi
irademiz var her şeyimiz var. Askeri gücümüz var. Bunun yanında diğer tarafta
Türkmenler öldürülüyor. Bilinçli bir soykırım yapılıyor. Artık son dönem politikalarında
Avrupa’nın bilinçli olarak Dağlık Karabağ ismini vermiş olduğu Karabağ bölgesi var.
Biz de bunu bir güzel dilimize yerleştirdik Lernayin diye Ermenice haliyle biz de
bunlara katkıda bulunuyoruz. Pekala, biz daha ne bekliyoruz bu doğudaki Pkk
sorununu çözmek için biz de insan haklarını bahane edip ya da dünyanın herhangi
bir yerindeki Türklere, Türk asıllılara, Türkmenlere, Azerilere bir müdahaleyi göz
önünde bulundurup bunlara müdahale edemez miyiz?
13
Prof. Dr. Anıl Çeçen: Türkiye’nin tek başına müdahale etmesi durumu şimdiye kadar
olmadı, çünkü biz soğuk savaş döneminden gelme Sovyetler Birliği’ne karşı ki
biliyorsunuz II. Dünya Savaşı sonrasında Stalin Türkiye’den bazı illeri ve Doğu
Anadolu’dan bazı vilayetleri istedi. Bu çerçeve içerisinde Türkiye kendi güvenliğini
Batı sistemi içerisinde aradı. Soğuk savaş döneminde NATO’ya girdik. NATO dışında
Türkiye’nin hareket etmesine izin vermediler ama NATO giderek Amerika’nın
hegemonya örgütüne dönüştü ve İsrail Amerika’yı yönetmeye başladığı noktada
NATO burada Türkiye’yi tehlikeye sokan İsrail’in güvenlik örgütüne kavuştu ki bu da
kabul edilemez. Çünkü bakın Türkiye’de 30 bin kişi ölüyor. NATO bizi korumuyor
aksine bölücü terör örgütünün arkasında İngiltere; Amerika ve İsrail desteği çıkıyor.
Burada tabii NATO ittifakına karşı bağımsız hareket edemedi. Sovyetler Birliği
dağılınca da tabii Varşova Paktı ortadan kalktı, NATO’nun da görevi bitti. Varşova
Paktı kurulmuş bir savunma örgütüdür ama Varşova Paktı sosyalist sistemi güvenlik
örgütü olarak ortadan kalkmasıyla NATO’nun da ortadan kalması gerekirdi. Ama
NATO kalmadı NATO’yu kullanan Amerika ve İsrail Siyonist lobiler ve dünya devleti
küresel emperyalizm NATO’yu küresel emperyalizmin bekçi örgütü hegemonya
örgütü haline dönüştürdüler ki artık NATO orada savuma örgütü olmaktan çıktı.
Saldırı örgütü haline dönüştü. Bugün NATO üyesi olan ülkeleri korumuyor Amerikan
çıkarlarının bekçisi Afganistan’a gitti. Ortadoğu’ya da gelecekti Avrupa ülkeleri hayır
dediği için Avrupa ile Amerika karşı karşıya geldikleri için NATO Ortadoğu’ya
gelemedi. Sorunun cevabı şu; Türkiye NATO Avrupa İttifakı içerisinde olduğu içindir
ki bağımsız hareket edemedi ama artık Türkiye’nin Avrupa’nın dışında kalması
kesinleşmiştir. Yüzde yüz değil yüzde bin beş yüz. Çünkü Avrupa Birliği diye bir şey
yok, göstermelik. İkincisi Türkiye ile Amerika birbirine ters düşmüştür. Üçüncüsü
Türkiye’yi yok eden sürecin İsrail planı olduğu ortaya çıkmıştır. O küçücük İsrail
Türkiye’yi yok edecek şekilde plan ve programlı çünkü İsrail’in bölgede etkin
olmasının ikinci adımı Kürdistan’ın kurulmasıdır. Kürdistan’ı Kürtler kurmuyor İsrail
kuruyor. Amerika’yı kullanarak bunu görün. Bunları hep yıllarca yazıp çizenleri biz
dışladık hep. Ben üniversiteden iki kez atıldım. Benim gibi bunları söyleyenler
üniversiteden atılmayı bırakın siyaset medya basın her yerden dışlandı. Gerçeklerin
söylenmesi önlendi Türkiye’de baskıyla. Bu kadar baskı Türkiye’nin bağımsız hareket
etmesini de önledi. Çünkü Türkiye’nin şöyle bir etrafına bakması demek eski Osmanlı
Hinterlandını ve eski Selçuklu yapılanmasını görmesi demekti. Siz bakmayın şimdi
yeni Osmanlı vizyonuna televizyonlarda her akşam gerçekler ortaya çıktı, bizi
uyutmak üzere yeni Osmanlı vizyonu televizyonlarda İlber Ortaylı’yı görüyorsunuz
değil mi? İsrail merkezli çalışıyor benim arkadaşımdır. Yeni Osmanlı vizyonu ne
demek biliyor musunuz? Amerika için balkanlara Türkiye’nin müdahale etmesi
demek. Balkanlardaki müslüman toplulukları Türkiye ile Müslümanlarla bağlantı
kurarak Avrupa’nın balkanlardaki etkisini kırmaya çalışıyorlar yeni Osmanlı ile bizi
oyalıyorlar. Başkentin İstanbul’a taşınması demek Ankara’daki devletten rahatsızlar
tasfiye edecekler. Ankara’daki devlet zaten yarı yarıya tasfiye ettiler ve başkenti de
İstanbul’a taşımaya çalışıyorlar. Merkez bankası gittiği gün Ankara’da devlet biter.
Bağımsız para basma yetkisi olmayan hiçbir siyasi güç devlet olarak devam edemez.
Ekonomik merkezmiş ticaretmiş bunlar hep hikaye, palavra kamuoyunu kovalama
taktikleridir. Devlet olmaktan çıkıyorsunuz. Böyle bir aşamada Ankara devletinin
yarısını kaybetmiş AB süreci içerisinde uyum paketleri diyerek bizi tasfiye ediyorlar.
Ulusal program diyerek ulus devleti ortadan kaldırıyorlar. Oyun oynuyorlar bizle ve
işbirlikçi politikalarla da bunu gerçekleştiriyorlar. Türkiye’de bize baskı yapıyorlar.
Bunları artık daha fazla kabul edemeyiz edersek Yugoslavya gibi yok olacağız. Bu
noktada tabii Türkiye kendi iç meselesine devletin gücü devlet küçültülerek serbest
14
piyasa ekonomisi diyerek Türkiye’nin bütün zenginlikleri yabancılara satılarak alt
kimlikler hortlatılarak Türkiye’nin eyaletlere bölünmesi zorlanarak Türkiye kendini
koruma savunma noktasında bırakılmıştır. Kendini koruyamayan bir ülke de
çevresine etrafına bakamamıştır. Ama şimdi bundan sonra hem artık benim gibi
aykırı şeyleri dile getiren hocaların zaman içerisinde haklı olduğu ortaya çıktığı
noktada artık Türk toplumunu bir daha aldatamazsınız. Bakın merkez sağı
kullandılar, merkez sağ çöktü. Merkez solu kullandılar, merkez sol çöktü.
Kullanamadıkları bir dinciler vardı ama o başında da batı emperyalizmine karşı bir
adam vardı, yaşlı bir adam onu attılar ve öğrencilerini getirdiler ve yola devam ettiler.
O da bitti artık kullanacakları alternatif yapı kalmadı. Anlattıklarım siyasi özettir.
Burada Ecevitlerin, Demirellerin, Özalların suçu çok büyüktür. Merkez sağ ciddi
boyutta milli devlete sahip çıksaydı onlar devam ederdi. Ulusal sol Ecevitlerle
Baykallarla ciddi boyutta devam etseydi, onlar devlete sahip çıkarlardı bugünkü
iktidar olmazdı. Onlar batının düven suyuna gidince hakkın tepkisini İslami kesime
yönlendirdiler. Ekonomik çöküşü tırmandırdılar cemaatlere müsait ortam yarattılar.
Yanlış mı? Binnaz Toprak Boğaziçi Üniversitesi’nde ciddi boyutlarda Anadolu’yu
gezip rapor yayınladı, internet sitelerinden girin göreceksiniz. Hepsi açık ortada.
Oyun oynuyorlar o zaman Türkiye’nin merkezi gücünü toparlamasını önlemek,
Türkiye’nin bölgesine bakmasını önlemek bölge ile dayanışma içerisine girmesini
önlemek isteyenler Türkiye’yi sürekli olarak iç meselelere iç kavgalara sürüklüyorlar ki
bunların aşılma noktasına gelindiğinde ekonomiyi çökertiyorlar. Ekonomiyi de ciddi
boyutlarda toparlamamız gerekiyor.
Halil İbrahim Ülker: Dünya düzeni dediğimiz küreselleşme olgusu ne ekonomik
olarak ne de siyasi olarak çokta başarılı olmadı.
Prof. Dr. Anıl Çeçen: İflas etti, çünkü sahte bir cennetti. Ne dediler biliyor musunuz?
Beşte bir toplum. Yani bütün dünyanın beşte biri yüzde yirmisi zengin olacak, yüzde
seksen de orta halli olacak. Sonuç ne oldu yüzde bir aşırı zengin oldu, yüzde doksan
dokuz fakirleşti. Orta tabakalar çöktü. Ekonomik haklar sosyal haklar olmadan
kültürel haklar olamaz.
Halil İbrahim Ülker: Yani vaat ettiği şeyler küresel demokrasi, küresel refah küresel
huzur bütün bunlar olmadı aksine küresel savaşlar krizler gerginlikler de oldu.
Yenidünya düzenindeki başarısızlığı iflası mutlaka jeopolitik yapıya da etki edecek.
Bahsettiniz ben size bir baskı yapmış olmayayım ama biz bir spekülasyon yaparsak
yani yeni aktörler kimler olur. Olası bloklar nasıl gelişir acaba? Geçmişi çok güzel
açıkladınız, çok güzel örtüştü. Gençler için açıklayıcı oldu. Bundan sonraki dönem
için öngörüler neler acaba?
Prof. Dr. Anıl Çeçen: Konumuz küreselleşme ve insan hakları olduğu için ben bu
bazda konuştum ama biliyorsunuz benim uzman olduğum alanlardan birisi jeopolitik
ve stratejidir. Ben Türkiye’de birçok okulda ve askeri okullarda jeopolitik ve strateji
dersleri veren bir hocayım aynı zamanda. Bilmeyenler için tekrar ediyorum; adım Anıl
Çeçen: Ankara Hukuk Fakültesi Öğretim üyesiyim. İnternet sitesinden girerseniz
benim makalelerimi görürsünüz. Benim bu konularda yayınlanmış 25 tane de kitabım
var. Lütfen takip edin. Şimdi sizin sorunuza gelelim. Bizim bu konuda alternatif
projelerimiz var. Gördüğünüz gibi çok net konuşuyoruz ve hazırlıklıyız. Türkiye
hazırlıklıdır.
15
Önümüzdeki dönemlerde Türkiye merkezi konumunu iyi değerlendirebilir. İyi bir çıkışı
örgütleyebilirse kendi içerisinde önümüzdeki dönemde küresel aktörlerden birisi
Türkiye olabilir. Bu şansa sahibiz. Tabii Amerika İsrail’in baskısından kurtulabilirse,
küresel sermaye gerçekleri görebilirse ve III. Dünya Savaşının önlenmesi istenirse,
III. Dünya Savaşı’nı önleyecek tek ülke de Türkiye’dir ve Türk Silahlı Kuvvetleridir. Bu
noktada bizim Amerika ile kavga ve savaş etmememiz lazım, Amerika ile birbirimizi
anlayarak hareket etmemiz lazım. Ağzımdan Amerikan düşmanlığı çıkmıyor. Ama
Türkiye’yi de sonuna kadar savunuyoruz, Amerika’nın emperyal politikalarına da
tamamen karşıyız. Bugün dünya iki kutuptan tek kutuba geçmek için zorlanıyor.
Küreselleşme 20 senedir zorlaştı. İkinci kutup çökünce Amerika merkezli tek kutup
yaratılmak için baskı yapıldı, terör kullanıldı, savaş kullanıldı. Ekonomik kriz şimdi
kullanılıyor. Olmadı. Peki, bugün reel politika vardır, gerçek koşullar ideal politika
vardır. Bakış açınızla idealize ettiğiniz görmek istediğiniz şimdi reel politika zamanı
tek kutuplu dünya olmadı. İki kutuplu dünya bozuldu ama şimdi artık çok kutuplu
dünya var. Rusya kendi başına bir kutuptur. Çin bir kutuptur. Hindistan bir kutuptur.
Brezilya ve Latin Amerika bir kutuptur. Avrupa bir kutuptur. Amerika bir kutuptur.
Şuan altı kutup var dünyada altı kutuplu bir dünyadayız. Tek kutup yok, altı kutup var.
Artık Amerika’nın her dediği olmaz. Bitti o dönem Avrupa’nın dediği de olmaz, çünkü
Avrupa ile Fransa karşı karşıya artık Almanya Rusya ile beraber hareket ediyor,
Amerika’ya karşı. Çünkü Fransa’yı Amerika yönetiyor, Sarkozy ile beraber. Böyle bir
noktada altı kutuplu bir dünya var. Dünyanın merkezinde de boşluk var. Eğer
Amerika çekildikten sonra dünyanın merkezinde bölgesel yapılanma olmazsa İsrail
saldırır. Emperyal güçler provokasyona devam ederler. Ortadoğu’yu bu sefer Rusya,
Çin, Hindistan işgal etmeye kalkar. Ortadoğu’nun Rusya, Çin ve Hindistan tarafından
işgal edilmemesi için Avrupa’nın gücü yok yapamaz. Amerika geri çekildikten sonra
Ortadoğu’da bir bölgesel birlik kurulma zorunluluğu var. Bu Atatürk’ün dış
politikasıdır. II. Dünya Savaşı’na karşı devletimizi kuran Atatürk Sadabat Paktı adı
altında Türkiye’nin komşuları ile bir araya gelerek güvenlik örgütünü Sovyetler Birliği
ve Batılı emperyalistlere karşı kurmak üzere devreye girmiştir. Şimdi aynı noktadayız.
III. Dünya Savaşı’nın çıkmaması için Amerika sonrasında emperyal güçlerin
Ortadoğu’ya girmemesi için Ortadoğu ülkelerinin bir araya gelerek Avrupa ülkeleri gibi
bir bölgesel birlik kurmaları gerekmektedir. Terörü tek başına hiçbir ülke koruyamaz.
Çünkü bakın Pkk terörü dört beş ülkede birden devam etmektedir. O zaman teröre ve
savaşa karşı tıpkı eski Bağdat Paktı gibi eski Cento gibi eski Sadabat Paktı gibi
bölgesel paktın kurulması gerekiyor. Burada Türkiye’nin öne geçmesi gerekiyor.
Türkiye’nin merkez olması gerekiyor. Türkiye jeopolitik olarak bu noktada merkez
ülke olarak hareket ederse, Amerika Türkiye’yi desteklerse o zaman dünyanın
merkezindeki bu boşluk önlenir. İsrail sınırlarına geri çekilirse Ortadoğu’da devlet
olarak kalabilir. Ama İsrail büyümek için sürekli saldırır bir III. Dünya Savaşı yaratmak
isterse o zaman İsrail’in boşaltılması gündeme gelebilir. Dünya tarihinde Yahudi
devleti İsrail Ortadoğu’da üçüncü defa kurulmuştur. İki defa Yahudiler bölgeden
sürülmüşlerdir. Birincisi biliyorsunuz Babil Krallığı dönemi Mezopotamya’ya, ikincisi
de Roma Krallığı dönemi Akdeniz’e dağıtılmışlardır. Şimdi Ortadoğu’da üçüncü defa
kurulan İsrail’in ayakta kalabilmesi için mevcut yapısıyla bölgede bir barış için geri
çekilmek ya da saldırgan politikalardan savaştan vazgeçmek gibi bir durum söz
konusudur. İsrail’in elinde beş yüz atom bombasını İsrail’in keyfi kullanımına
bırakılamaz. Bıraktığınız zaman III. Dünya Savaşı’nı çıkartacak ülke İsrail. O zaman
yeni bir dünya düzenine gerek var. Altı kutbun bir araya gelerek ortak bir yenidünya
düzeni oluşturması gerekir.
16
Altı kutup arasında savaşın çıkmaması için dünyanın merkezinde merkezdeki
ülkelerin bir araya gelerek yedinci bir kutup oluşturmaları gerekiyor. Burada benim
modelim ki ben bunu kitaplarda da yazdım. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de ikinci bir
Bakü kurultayının toplanmasıdır. İkinci Bakü kurultayında Türkiye İran ortaklığı ile
Azerbaycan, Gürcistan, Irak ve Suriye’nin bir araya gelmesi bölgenin Ortadoğu
ülkelerinin bir araya gelmesiyle birlikte bölgesel birliğin altı kutuba karşı bir yedinci
kutup olarak merkezde oluşturulmasıdır. Bu yedinci kutup kurulursa Ortadoğu’da
terör ve savaş önlenir. Üçüncü dünya savaşı önlenir ve çok kutuplu dünyada
Birleşmiş Milletler yeniden düzenlenerek ve güvenlik konseyi üye sayısı artırarak
Birleşmiş Milletler kararları bağlayıcı bir noktaya getirilerek dünya düzeni yeniden
kurulabilir. Dünyada barışın güvence altına alınabilmesi için bütün silah şirketlerinin
ve silah fabrikalarının bulundukları devletler tarafından devletleştirilmesi ve hepsinin
kontrolünün Birleşmiş Milletlere devredilmesi gerekir. Tek kutuplu dünya tek merkezli
dünya ancak bu şekilde olabilir. Bugün altı kutbun üstünde uluslararası güç olarak
Birleşmiş Milletler’i güçlendirerek yeniden kurulması gerekir aksi taktirde Rusya’da,
Çin’de, Hindistan’da, Brezilya’da, Amerika’da kimseyi dinlemez bunlar çok büyük
ülkelerdir, hepsinin nükleer güç vardır. Sadece küçücük İsrail’de yok. Zaten İsrail de
büyümek için atom bombasıyla bütün Ortadoğu’yu kendine bağlayarak dünyanın
merkezinde yedinci büyük güç olarak Amerika’nın yerini almak ve dünyayı
Ortadoğu’dan yönetmek istiyor ama dünyanın gücü yetmez ve bölgede de çok büyük
ülkeler var bu en az on yıl süren savaşa neden olabilir bir üçüncü dünya savaşına
neden olabilir. Nükleer silahların kullanılmaması gerekir. O zaman bütün nükleer
silahların, bütün silah şirketlerinin, bütün silah endüstrisinin Birleşmiş Milletlere
bağlanarak dünya Miletlerinin ortak katıldığı Birleşmiş Milletler genel kurul kararıyla
uygulamaların gelişmelerin denetlenmesi gerekir. Hiçbir ülkenin kendi başına nükleer
silah ve insanlığı yok edecek silahları kullanmaması gerekir. İnsanlığın en başlıca
hakkı yaşama hakkıysa bu dünyada yedi milyar insanın yaşamını güvence altına
almak için üçüncü dünya savaşı riskinin ortadan kalkması gerekir. Dünyada barış
düzeninin güvenceli bir şekilde kullanılması gerekir. Amerika kurucusu olduğu
Birleşmiş Milletler kararını İsrail yüzünden iki yüz defa çiğnemiştir. Biliyorsunuz
İsrail’in kuruluşu meşru değildir. bütün devletler halkın ortak katılımı ile ve bir
referandum sonucunda kurulur. Halk oylamasıyla İsrail’de bu olmadı, çünkü İsrail
kurulduğunda Filistin nüfusu Büyük çoğunlukta Arap’tı. İsrail devleti BM’ler kararı ile
kurulmuştur. İsrail varlığını BM’lere borçludur. Ama en fazla Birleşmiş Milletler
kararını yine çiğneyen İsrail’dir. Kendisiyle ilgili seksenden fazla kararı çiğnemiştir.
Birleşmiş Milletler diye bir kurul var, bütün dünya ülkeleri buna saygı gösteriyor
kararları uyguluyor ama Amerika ve İsrail bunu devamlı çiğniyorlar. Yok, öyle bir şey.
Siz kendi kurduğunuz düzeni ayaklar altına alırsanız kimseye dinletemezsiniz. Bugün
dünya politikasında kaos o yüzdendir. Bakmayın siz Türkiye’deki siyasilerin
konuşmamasına, asker konuşmaz, diplomat konuşmaz, memur konuşmaz. Siyasiler
de dış destekler geldikleri için hiç konuşamazlar. Birilerinin konuşması lazım bu
dünya barışının ayakta kalması için. Bizim gibi birtakım adamlar yasa dışı
konuştuğumuz noktada sizin aldatılmanız, medya küresel sermayenin güdümünde
toplumları akıl tutulmasıyla esir alınması önerilir. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Mesele
sadece görüldüğü gibi hak ve özgürlük değildir. Hepsinin arkasında jeopolitik
gerçekler vardır. Devletlerin çıkarları vardır. Devletlerin düzenleri vardır. Bunları
görmek zorundayız.
– Ergenekon davasını da bu kapsam içinde değerlendirebilir miyiz?
17
Prof. Dr. Anıl Çeçen: Elektronik her şey izleme altındadır. Sizinle ilgili olarak bütün
elektronik haberleşme araçlarınız kontrol altındadır. Kurduğunuz ilişkilerde artık
elektronik ciddi bir güvensizlik yaratmıştır. Ergenekon da bu sürecin uzantısıdır.
Türkiye üzerindeki bu kapışmanın sonucunda saflar karşı karşıya gelmiştir. İzin
verirseniz devam etmekte olan bir dava ile ilgili bir yorum yapmayayım. Çünkü
burada topluma açık konuşuyorum. Özel olarak çıktıktan sonra görüşlerimi size
açıklayabilirim. Şimdi gelelim Latin Amerika’ya eğer bir savaş çıkarsa bir beklenti
şudur Brezilya ve Venezüella önderliğinde Latin Amerika ordusu ABD’ye güneyden
saldırıp da işgal edecektir. Haritaya göre Amerika iki okyanus arasındadır ve
güvenlidir. Amerika’ya dıştan saldırı olamaz derler ki 11 Eylül saldırısı Amerikalıların
bizzat kendi kendilerine yaptıkları bir senaryodur. Çünkü 11 Eylül olmasaydı Irak ve
Afganistan’a saldıramazlardı. Haklı olmak için bu saldırıyı yapıp dünyayı aldattılar.
Bush o yüzden suçludur aynı zamanda. Latin Amerika güneyden bir hareketi çok
ciddi boyutta örgütlemektedir, çünkü en son yapılan Latin Amerika zirvesine 33 ülke
katıldı. Ada ülkelerin hepsi katıldılar. Ve hepsi ortak imza Amerika NATO’yu dünyaya
yönelik saldırı örgütü olarak kullanırsa biz de SATO’yu kurarız dediler. NATO’nun
açılımı North Atlantic Treaty Organization’dir. Brezilya ve Venezüella önderliğinde
kurulan olan Latin Amerika askeri örgütünün adı SATO. South Atlantic Treaty
Organization. Amerika kuzeyde saldırgan örgüte dönüştürürse NATO’yu biz de
güneyde savunma örgütümüzü kurar Amerika’ya karşı saldırıya geçeriz diyorlar ki
Amerika çok ciddi boyutta Meksika ile karşı karşıya kalabilir. Çünkü Meksika da bu
birliğin içerisindedir. Meksika’yı Latin dünyasından koparmak üzere Nafta’nın
içerisine aldı Amerika ama bunu başaramadı. Meksika’yı kontrol edemiyor güney
eyaletleri hızlı bir şekilde Meksika’ya ve Latin işbirliğine kayıyorlar. Çünkü Amerikan
yönetiminin bu saldırgan tavrı ve ciddi boyutlarda Latin ülkeleri rahatsız ediyor. Bu
çerçevede eğer savaş Ortadoğu’da başlarsa tekrar ediyorum SOTO kuruluş süreci
başlamıştır kararı almışlardır. Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı gerçek tehlike
güneyden Latin ordusunun kurularak SATO adı altında Meksika üzerinden ABD’ni
işgal etmesi gündemdedir. Tablo budur demek ki alternatif süreç bir gecede
Kazakistan’a girebilir. Rusya bir gecede Gürcistan’ı işgal edebilir. Hindistan bir
gecede Pakistan’a girebilir, o nedenle Pakistan’ı Amerika karıştırıyor zaten, Hindistan
müdahale etmesin diye o kaostan yararlanarak Hindistan’ı vuruyorlar. Hindistan’ı
vuruyorlar oynamasın diye, çünkü Çin ve Hindistan’ı Amerika karşı karşıya getirip bir
III. Dünya Savaşı’nda bir buçuk milyarlık iki ülkeyi çarpıştırmak istediler yapamadılar.
Buna karşın Çin ve Hindistan bir araya gelerek askeri dayanışma ittifakı kurdu
Amerika’ya karşı. Görüyorsunuz demi artık bitmiştir. Amerika için tek bir yol kaldı
söylüyorum; Türkiye’yi desteklemek. Türkiye merkezli bölge yapılanmasını
oluşturmak İsrail politikalarından uzaklaşmak, İsrail’in bir süre köşede kalmasını
sağlamak, İsrail bir süre köşede kalırsa dünya kamuoyunun İsrail tepkisi ortadan
kalkabilir. Ama İsrail bir süre kendi köşesine çekilecek. İsrail’de son seçimlere bakın
tartışma konusu neydi? İran’a kim atom bombasını daha önce atar. Üç parti bu
konuda yarıştılar. Ve en fanatik adam Benjamin Netanyahu geldi, başbakan oldu. İlk
hedefi İran’a atom bombası atmaktır. O zaman İsrail’deki bu durum önlenemediği
sürece birinci dünya savaşı riski devam ediyor. Amerika çok hızlı hareket etmek
zorunda Türkiye’yi desteklemek zorunda, Türkiye merkezli İran, Irak Suriye,
Azerbaycan ve Gürcistan bir araya gelerek dünyanın merkezinde bir devleti
merkezler birliği kurmak zorunda. Buna bağlı bir askeri ittifakta CENTO adı altında
merkezi örgüt olarak devreye girmek zorunda ancak bu şekilde terör ve savaş
önlenebilir bu şekilde İsrail kontrol edilebilir. Bu şekilde dünyanın merkezine Çin
Hindistan ve Rusya’nın girmesi önlenebilir.
18
Amerika bu gerçeği görerek Türkiye’yi desteklerse Türkiye’nin alternatif plan ve
programları hazırdır. Bu çerçevede konuya baktığımız zaman demek ki alternatifsiz
değiliz, çözümümüz var. Bütün mesele Türkiye’nin toparlanarak bu çözümü savunan
güçlerin ve siyasi iktidarların Türkiye’nin başına göreve gelmesidir.
19