Numune Sağlık Dergisi Sayı 6hot!

Transkript

Numune Sağlık Dergisi Sayı 6hot!
Numune Sağlık
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır
ISSN 1309-9213
MAYIS 2011
GENÇ VE GÜZEL
GÖRÜNME
Uz. Dr. Fikri Ak
‘Yılın Doktoru’ Seçildi
Kozmetik Mevzuatı
Deri Yaşlanması
Selülit Bir Hastalık mıdır?
Yaşlılık ve Endokrin Sistem
Liposuction
Numuneli Ressamlar Paris’te
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
KÜNYE www.numunesaglik.com
Numune Sağlık
MAYIS 2010
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır
Numune Sağlık Dergisi Yıl:02 Sayı:06
ISSN 1309-9213
15 Mayıs 2011
Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Adına
Bilimsel Danışma Kurulu
Yayın Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Nurullah ZENGİN
(Başhekim)
Genel Yayın Yönetmeni
Doç. Dr. Serdar GÜLER
Haber Koordinatörü
Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN
Yayın Kurulu
Doç. Dr. Hürrem BODUR
Prof. Dr. Erol GÖKA
Doç. Dr. Özlem Evren KEMER
Dr. Abdulkadir ÖZBEK
Dr. Adem ÖZKARA
Dr. Ali EDİZER
Ahmet ZENGİN
Dr. Ecz. A. Alper ŞAHİN
İmtiyaz Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam
İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına
Aysun PALALI
Genel Yayın Koordinatörü
Cumali KÖKTAŞ
Hukuk Danışmanı
Av. Çiğdem ALTINIŞIK
Yönetim Merkezi
Mahatma Gandi Caddesi No: 105/3
GOP - Çankaya - ANKARA
Tel: 0312 436 44 00
Fax: 0312 447 54 59
[email protected]
www.numunesaglik.com
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
1.ABAYLI Ekrem
2.AK Fikri
3.ALLI Nuran
4.ALTIPARMAK Emin
5.ATAN Ali
6.AVŞAR Fatih
7.AYDOĞDU Sinan
8.BALABAN Neriman
9.BELEN Ahmet Deniz
10.BİÇİMOĞLU Ali
11.BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice
12.CENGİZ Ömer
13.ÇAKIR Bekir
14.COŞKUN Faruk
15.ÇETİNKAYA Mesut
16.DEDE Doğan
17.DERE Hacı Hüseyin
18.DİKMEN Bayazit
19.DİLBAZ Nesrin
20.DOKUZOĞUZ (KUT) Başak
21.ERDOĞAN Bülent
22.ERYILMAZ Adil
23.ESKİOĞLU Erdal
24.GÖĞÜŞ Nermin
25.GÖKA Erol
26.GÜÇTEKİN Ali
27.GÜL Ülker
28.GÜLER Serdar
29.GÜNEL Uğur
30.GÜVENER Engin
31.HASIRİPİ Hikmet
32.HENGİRMEN Süleyman
33.KAMA Nuri Aydın
34.KARAASLAN Yaşar
35.KARADEMİR Mehmet Alp
36.KOCA Yüksel
37.KOÇ Mahmut
38.KOPARAL Salih Suha
39.KULAÇOĞLU Sezer
40.KURAL Gülcan
41.MEMİŞ Ali
42.ODABAŞ Ali Rıza
43.ÖZBAKIR Şenay
44.ÖZDEM Cafer
45.ÖZET Gülsüm Gülistan
46.ÖZKARA Adem
47.ÖZMEN Mehmet Mahir
48.PEKSOY İrfan
49.SAKINCI Ünal
50.SARAÇOĞLU Ömer Ferit
51.SEÇKİN (ERARSLAN) Selda
52.TABAK Abdullah Yalçın
53.TÜMÖZ Mehmet Ali
54.TÜMÖZ Mübeccel
55.UÇANER Ahmet
56.UĞURLU Mehmet
57.ULUSOY Feridun Vasfi
58.ÜNAL Adnan
59.YILDIRIMKAYA Mustafa Metin
60.YÜKSEL Enis
Ankara Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Tel: 0312 508 40 00
www.anh.gov.tr
Numune Sağlık Dergisi Basın Meslek
ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir.
Yayınlanan yazıların sorumluluğu
yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise
reklam verene aittir. Yayınlanan makale ve
haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı
yapılabilir.
(İsimler soyadlara göre
alfabetik olarak sıralanmıştır.)
Tasarım
AVEC reklam organizasyon
www.avecreklam.com
Baskı: Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı
Meka Plaza No:5/15 Gimat – Yenimahalle / ANKARA Tel: 03123971617
15.05.2011
02
PROF. DR. NURULLAH ZENGİN BAŞYAZI
Memnuniyet Anketinin
Düşündürdükleri
Ülkemizde ve dünyada pek çok şey zaman
içinde değişiyor. Ancak sağlık hizmetlerinin
ülkemizde sunumunda değişimin pek çok
alandan daha hızlı olduğunu söylemek
herhalde abartı olmaz. Sağlık göstergesi
olarak kabul edilen pek çok parametrenin
olumlu yönde geliştiği görülmektedir. Bütün
bu gelişmeler sağlık hizmeti alan
vatandaşlarımız açısından her yıl yapılan
memnuniyet anketlerine yansımaktadır.
Yakın zamanda ilan edilen 2011 yılı
anketinde sağlık hizmetleri alanında
memnuniyetin geçen yıla göre biraz daha
artarak %73 ile tüm alanlar içinde ilk sırada
çıkması dikkat çekicidir. Yaklaşık 10 yıl önce
%30’larda olan memnuniyet oranlarının bu
değerlere gelmesi vatandaşlarımız kadar
sağlık çalışanlarını da memnun etmiştir.
Bu başarıda hiç şüphesiz bir bütün olarak
sağlık hizmeti organizasyonunun rolü ve
çalışanların kişisel özverileri söz konusudur.
Bazen bir başarının veya iyi bir haberin
getirdiği olumlu hava konu ile ilgili sorunları
soğukkanlı bir şekilde değerlendirme için bir
fırsat olabiliyor. Halkımızın sağlık
hizmetlerinden memnuniyet ifadesi de bu
konudaki sorunlarımızı yorumlamamıza ve
ifade etmemize yeni bir zemin hazırlamasını
temenni ediyorum. Hiç şüphesiz konu çok
geniş; ancak ben burada yaşadığımız pek çok
sorunda rolü olduğunu düşündüğüm bir
noktaya, sağlık alanında yetişmiş insan gücü
yetersizliğine işaret etmek istiyorum. Artık
sağlık konusunda dünyada standart kabul
edilen tedavi, tetkik imkanlarına ve teknolojik
gelişmelere sahip olmayı ve bunları halkımızın
hizmetine sunmayı görev kabul ediyor ve daha
azına hiç birimiz razı olmuyoruz. Ancak
bu düzeyde bir sağlık hizmetini kendimizi
kıyasladığımız Batı ülkelerine göre çok daha
az insan gücü ile vermek zorundayız.
03
Öyle ki ülkemizde nüfus başına düşen hekim
sayısı Avrupa ortalamasına göre en az yarı
yarıya daha az. Başta hemşirelik olmak üzere
diğer sağlık personeli açısından ise fark daha
belirgin.
Sağlık çalışanları sayısı yetersizliği bu kadar
ortada iken ve daha iyi hizmet için en büyük
engeli oluştururken hala konunun tıp
camiasında yanlış bir zeminde tartışılmasını
anlamak mümkün değildir. Ülkemizde sağlık
çalışanı sayısını artırma çabalarına karşı
çıkmanın iki temel dayanağı vardır:
“Sağlık çalışanı sayısı yeterlidir, ama
dağılımı bozuktur. Dağılım düzeltilirse sorun
kalmaz” düşüncesi gerçekçi değildir ve
Türkiye-dünya sağlık çalışanları sayıları ve
kıyaslamaları ile açıklanamaz. “Evet, sağlık
çalışanına ihtiyacımız vardır, ama nitelikli
çalışan olmayacaksa olmasın” düşüncesini ise
dikkate almak gerekiyor. Başta hekimler
olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının iyi bir
eğitimden geçmeleri, yeterli bilgi ve beceri ile
donanmalarını sağlayacak tedbirleri almak
hiç şüphesiz yetki sahibi herkesin temel
görevidir.
Konuyu nitelikli sağlık personeli yetişmesi
için ne yapılması gerektiği zemininde ele
almak en doğrusu olacaktır.
Geçen on yıllar boyunca sağlık çalışanları
temsilcilerinin temel sorunlarımıza
ne kadar doğru teşhis koydukları ayrı bir
tartışma konusudur. Artık sağlık çalışanları
olarak temel problemlerimizi daha doğru
tanımladığımızda gelecek günler bu özellikli
hizmeti verenler için de alanlar için de daha
iyi olacaktır.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
İÇİNDEKİLER
KÜNYE ........................................................ 02
BAŞYAZI ..................................................... 03
EDİTÖRDEN ................................................ 07
BU SAYININ EDİTÖRÜ ............................... 08
YAZI İŞLERİ’NDEN ..................................... 09
14 MART TIP BAYRAMI
10
16
18
HASTANEMİZ KLİNİK ŞEFİ UZ. DR. FİKRİ AK
SAĞLIK BAKANLIĞI TARAFINDAN
‘YILIN DOKTORU’ SEÇİLDİ
16
KOZMETİK MEVZUATININ
FELSEFESİ
22
DERİ YAŞLANMASI
18
22
DERİ YAŞLANMASINI ÖNLEME
VE TEDAVİ ETMEDE CERRAHİ
DIŞI UYGULAMALAR
24
YAŞLI YÜZ CERRAHİSİ
28
30
36
DERMATOKOZMETOLOJİK
AÇIDAN
KAMUFLAJ
30
KILLANMA VE TEDAVİSİ
32
ANDROGENETİK ALOPESİ
VE TEDAVİSİ
24
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
04
36
KADINLARDA YAŞLANMA SÜRECİ
MENAPOZLA
BİRLİKTE Mİ BAŞLAR?
38
YAŞLILIK VE ENDOKRİN SİSTEM
40
SELÜLİT BİR HASTALIK MIDIR?
45
LİPOSUCTİON
48
38
GENÇ VE SAĞLIKLI KALMAK
52
GENÇ VE DİNAMİK GÖRÜNMEDE
SPORUN ROLÜ
54
KOZMETİĞİ TÜKENMEDEN
TÜKETİN
54
BURUN ESTETİĞİ
58
NUMUNELİ RESSAMLAR PARİS’TE
62
KOKLEAR İMPLANT
65
56
ÇOCUKLARDA
GÖZ TEMBELLİĞİNE DİKKAT!
68
62
MÜZİK TARİHİ BESTECİSİ
72
CHARLESTON - ABD TARİHİNİN DÖNÜM
NOKTASINDA BİBER ARAYIŞI
76
DOÇ. DR. ŞENAY ÖZBAKIR’IN EMEKLİLİK
79
80
05
TÖRENİNDE DUYGUSAL ANLAR
79
BEYHEKİM (MEVLÂNA’NIN DOKTORU)
80
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
DOÇ. DR. SERDAR GÜLER EDİTÖRDEN
Genç Kalmak
Dergimiz geçen yıl yayına başladığında
Ankara’da sıcak günleri yaşıyorduk. Numune
Sağlık Dergisi olarak 6. sayımızı
çıkardığımız şu günlerde ise, Ankara baharı
doya doya yaşayamadan yaza yelken açmak
için beklemekte. Tabii bu beklemede
kendisine eşlik eden yoğun yağmurları da
anmadan geçmek olmaz. Mayıs ayı tabiat
için gençliğin göstergesi olarak kabul
edilebilecek bir aydır desek yanlış olmaz
kanaatimizce... Bir edebiyatçı edası ile dile
getirecek olursak, baharla yenilenen
sonrasında çocukluk evresine tamamlayan
tabiat Mayıs ayı ile o yılın gençliğine ilk
adımı atmaktadır denilebilir. Tabiatın yeni
genç haline merhaba dediğimiz bu ayda
bizlerde insanların gençlik mücadelelerine
ışık tutan gelişmelere sayfalarımızda yer
verelim istedik.
Hava sıcak da soğuk da olsa hepimiz ‘genç
kalmak’ istiyoruz. Çünkü gençlik zindelik,
sağlamlık, atiklik, hızlılık, güçlülük ve
kuvvetlilik ve hastalık gibi bir mevhumun
olmaması demek. Kim bunları istemez ki?
Evimize, eşyamıza ne kadar iyi bakıyorsak o
kadar temiz, düzenli ve sağlam kaldığını
biliyoruz. Vücudumuz ise sahip olduğumuz
belki de en değerli varlığımız. O halde
vücudumuzun da genç kalması için ona iyi
bakmamız gerekiyor. Peki, iyi bakmayı nasıl
tanımlarız. Bu sorunun cevabını yeni
sayımızın ana konu editörü Doç. Dr. Ülker
Gül ve arkadaşlarının yazılarında
bulacaksınız. Konuyu uzmanlık alanları olan
dermatolojini çok dışına çıkararak
07
yaygınlaştırmayı başarmışlar ve eksiksiz bir
bilgi kaynağı haline getirmişler.
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi çalışanları olarak, sanatla
yoğrulmuş sosyal hayatta da var olmaya,
üretmeye devam etmekteyiz. Hastanemizde
görev yapan doktor, hemşire, teknik görevli
arkadaşlarımızın üretimleri olan yağlıboya
başta olmak üzere değişik teknikteki
resimlerin ünü yurtdışına taşmış durumda.
Şimdiye kadar Ankara’da iki defa açılan ve
büyük beğeni toplayan ‘Numuneli Ressamlar
Resim Sergisi’ Mart ayında Paris’te
sergilendi. Sergi ile ilgili yazı ve fotoğrafları
da yine sayfalarımız arasında bulabilirsiniz.
Bu yağmurlu günlerde de sağlık
çalışanlarının gündemleri de yoğun. Stresi
zaten yoğun bir iş yapılırken rutin işin yanına
bir de hekime ve/veya diğer sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetin eklenmesi,
sağlık çalışanlarının çalışma hevesini ciddi
etkileyebilecek bir sorun oluyor. Son aylarda
daha yoğun yaşanan bu gelişmeler bizleri de
derinden etkilemektedir. Dergimizin gelecek
sayılarında bu konuyu detaylandırmayı
planladık.
Mart ayında kutladığımız ‘Tıp Bayramı’
vesileyle yurdumuzdaki tüm
meslektaşlarımızın ve beraber hizmet
verdiğimiz sağlık çalışanı arkadaşlarımızın
bayramını tekrar kutluyoruz. Nice
bayramlara sağlıklı, mutlu ve huzur
içerisinde ulaşmak dileklerimizle…
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
BU SAYININ EDİTÖRÜ DOÇ. DR. ÜLKER GÜL
Genç ve Güzel Görünme
Yaşlanma doğum ile başlayan kaçınılamaz bir
süreçtir. En erken yaşlanan lens hücreleridir,
2. sırada deri yaşlanması gözlenir. Deri dışındaki
organlarda, yaş ilerledikçe ortaya çıkan fonksiyon
bozuklukları yaşamı önemli derecede
engellemedikçe kişilerin ilgi alanlarında
olmamaktadır. Böylece hem görünür bir organ
olması ve hem de bizi dış çevreye sunan bir organ
olması nedeniyle deride ortaya çıkan değişiklikler
çok önemsenmektedir.
Yaşlanma bulgularının görülmesi ile birlikte
kişilerin ‘genç ve güzel görünme’ arzusu ve buna
paralel olarak da ‘genç ve güzel görünme
yöntemlerine’ olan ilgisi artmaktadır. Bu ilgi sosyal
iletişimde en göz önünde olan alanlara, özellikle de
yüze odaklanmaktadır. Bu nedenle de
uygulamaların çoğu yüze yapılmaktadır.
‘Genç ve güzel görünüm’ denilince akla ilk gelen
kozmetik ürünlerdir. Kozmetik firmalarının
ürünleri, büyülü 'anti-aging' logosu ile reklam
dünyasında ve ekonomide büyük yer almaktadır.
Fakat ne yazık ki yaşlanmayı tamamen önleyen ya
da yok eden bir ürün yoktur. Yaşlanma bulgularını
ve/veya ilerlemesini azaltmakta etkili olan ürünler
kozmesötikler ve güneşten koruyuculardır. Hangi
etken maddeli ürünün kullanılması gerektiği, nasıl
ve ne sıklıkta kullanılacağı kişilerin deri
özelliklerine göre farklılıklar taşır. Ürün kullanımı
öncesi dermatologdan bilgi alınmasında yarar
vardır. Ayrıca kozmetik amaçla kullanılan ürün
çeşitliliği nedeni ile bu konudaki yasal
düzenlemeleri ve ürün almada göz önüne alınacak
faktörleri de bilmemiz gerekmektedir.
Çoğu kez yaşlanma bulguları deriye sürülen
kremler ile engellenemez. Bu nedenle de deride
olduğundan genç görünüm yaratan kimyasal
peeling, botulinum toksin ve dolgu uygulamaları
gibi cerrahi dışı uygulamalar yazılı ve görsel
basının gündeminden hiç düşmemektedir. Yine ileri
yaşlanmış yüz görünümünü daha genç gösteren
cerrahi yöntemler de ilgi uyandırmaktadır.
Vitiligo (ala hastalığı), hemanjiom gibi bazı deri
hastalıkları yüz, eller gibi görünür alanda
bulunduklarında kişilerde psikososyal sorunlara
neden olmaktadır. Bu gibi durumlarda hastalıklı
bölgenin görünmemesi için, çeşitli ‘kamuflaj
uygulamaları’ gündeme gelmektedir.
Genç ve güzel görünmede kişilerdeki kıl
dağılımının rolü de çok önemlidir. Erkeklerde
gözlenen androgenetik alopesi (erkek tipi kellik) ve
kadınlarda ortaya çıkan aşırı kıllanma gibi
sorunlar ile ilgili reklamlar da sıklıkla medyada
yer almaktadır. Yüz ve eller dışında vücudun daha
biçimli ve düzgün görünmesi de ‘genç ve güzel
görünümde’ önemli faktörlerden biridir. Bu durum
genellikle yaz aylarına yaklaşırken gündeme
gelmektedir. Bunun en iyi örneği de selülit için
yapılan ürün ve uygulama reklamlarıdır. Bir diğer
örneği de liposuction’dır.
‘Genç ve güzel görünüme’ sahip olmada en önemli
unsurlardan biri de yaşam tarzımızı düzenlemektir.
Buna en iyi örnek çevresel yaşlandırıcı faktörlerin
başında gelen sigara içmek, aşırı güneşlenme, gün
ışığı altında korumasız gezme, solaryum gibi
alışkanlık ve davranışlarımızdan vazgeçmektir.
Bir diğer açıdan değerlendirildiğinde ‘genç ve
güzel görünmede’ sadece deri üzerine yapılan
uygulamalar yeterli değildir. Beslenme ve spor gibi
faktörlerin de önemli rolleri vardır. Ayrıca
yaşlanma ile ortaya çıkan endokrinolojik
değişiklikleri ve kadınlar için özellikle menopoza
ait değişiklikleri bilmek de çok önemlidir.
Bu özel sayıda yukarıda ana başlıklar halinde
bahsettiğim konular ile ilgili bütün merak
ettiklerinizi bulabileceğinizi umuyorum.
Deneyimlerini bu özel sayımıza yazı hazırlayarak
bizler ile paylaşan değerli meslektaşlarıma ve İlaç
Eczacılık Genel Müdürlüğü yetkililerine teşekkür
ederim. Bu özel sayının ‘genç ve güzel görünme
yöntemleri’ konusunda yararlı bir başvuru kaynağı
olmasını dilerim.
Saygılarımla.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
08
AYSUN PALALI YAZI İŞLERİ’NDEN
Gençlik ve Güzellik
İnsanoğlu yaratılışından itibaren her zaman
ölümsüzlüğü aradı. Ölümsüzlüğün sırrına
erişebilmek için hayatlarını ortaya koyan
düşünürler, alimler çıktı her dönem.
Doktorların alimi olarak kabul edilen
Lokman Hekim gibi gerçek karakterlerden
tutun da Gılgamış gibi yarı insan yarı Tanrı
olan bir çok mitolojik kahramanlar bile
ölümsüzlüğün uğrunda bir ömür
tüketmişlerdir.
Ölümü yenemeyeceğini gören bazı düşünürler,
ölümsüzlüğün anahtarının ölümün kendisinde
gizli olduğunu ifade etmeye başlamış, bazıları
ise ölümsüzlüğü ölmeyecek bir eser ortaya
koyarak o eserin adıyla yaşamakta görmeye
başlamışlardır.
Ölüm, her dönem tüm gerçeklerin üstünde bir
gerçeklik olarak var olmaya, yaşamaya
devam etmiştir. İnsanoğlu, ölümü
yenemeyeceğini görünce ölümsüzlük
mücadelesini her dönem genç kalma
mücadelesine dönüştürmüştür. Bu uğurda
servetler harcamış, yer yer sağlığını bile genç
kalmak için riske atmaktan çekinmemiştir.
Çünkü, artık insanoğlu için gençlik
ölümsüzlüğün yaşanabilecek en gerçek, en
insani hali olmuştur.
Gençlik, insanoğlu için güç demektir.
Gençliğin getirilerinden olan güzellik bile
insanoğlu için gücün bir tezahürüdür.
Günümüzde de hala gençlik kudretini
korumakta, insanoğlu için hedef olmaya
devam etmektedir.
09
Tarihe mal olmuş kişilerin gençlik ve güzellik
adına söylenmiş oldukları bir demet sözü
sizlere aktararak sözlerime son vermek
istiyorum. Saygılarımla..
...
İnsanın ömrü kısa ama yapıtları ölümsüzdür.
William Faulkner
...
Altınla her şeyi satın alabilirsin,
ama gençliği asla !
George Raymond
....
Gençlik, ömrün en güzel dönemidir.
Ne yazık ki, sonu yaşlılıktır.
William Shakespeare
...
Güzellik kutsaldır, tarih boyunca
onu ortadan kaldırmaya çalışsalar bile
mutlaka kalıntıları kalacaktır.
Anatole France
...
Güzel her yerde baştacı edilir.
Johann Goethe
...
Erdemsiz güzellik, kokusuz çiçeğe benzer.
Socrates
....
Akıl olmadıkça güzellik bir işe yaramaz.
Archimedes
...
Gençlikte her şey güzeldir.
Afrika Atasözü
...
Güzel, bakan göze göre değişir.
İngiliz Atasözü
...
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
14 Mart Tıp Bayramının
Tarihçesi
14 Mart 1827 tarihinde, II. Mahmut devrinde, Hekimbaşı
Mustafa Behçet'in önerileriyle ilk cerrahhanenin, Tıphane-i
Amire ve Cerrah hane-i Amire adıyla kurulması, Türkiye'de
modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul ediliyor.
Bundan dolayı okulun kuruluş günü olan 14 Mart, "Tıp
Bayramı" olarak kutlanmaktadır.
Tıp Bayramı kutlamaları, ülkemizde Birinci Dünya Savaşı’nın
son yıllarında işgal altındaki İstanbul’da gerçekleşmişti.
Hikmet Boran adındaki tıp öğrencisinin liderliğinde 19 Mart
1919’da işgali protesto etmek için tıp öğrencileri toplanmış ve
doktorlarda öğrencilere destek vermiştir. Öğrencilerin
düzenlediği bu etkinliğe dönemin ünlü doktorlarından
Dr. Besim Ömer Paşa, Dr. Fevzi Paşa ve Dr. Akil Muhtar
Özden’de destek vermiştir. Böylece Tıp Bayramı doktorların
yurt savunma hareketi olarak başlamıştır.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Hekimlik mesleği önemini hiçbir zaman kaybetmeyen, kutsal
bir meslek olarak tarihinin her döneminde saygınlığını
korumuştur. Doktorluk öğrenimi zor, eğitimi pahalı ve sürekli
değişen bilgilere ulaşılması, zor olan bir meslektir.
Doktorlarımızın mesleklerini daha rahat ve fiziki açıdan yeterli,
güvenli bir şekilde icra etmeleri hastaların yararına olmaktadır.
Ülkemizde Tıp Bayramı 1929 ile 1937 yılları arasında 12
Mayıs tarihinde kutlandı. Tıp Bayramı’nın bu tarihler arasında
12 Mayısta kutlanmasının sebebi ise; Bursa Yıldırım
Darüşşifası’ nda ilk kez tıp derslerinin Türkçe okutulması idi.
Ancak zamanla bu tarihten vazgeçildi ve tekrar Tıp Bayramı
14 Martta kutlanıldı. Günümüzde 14 Mart Tıp Bayramı, 14
Martın içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak
“Sağlık Haftası” olarak kutlanmaktadır.
10
14 Mart Tıp Bayramı
Ankara Numune’de coşkuyla kutlandı
14 Mart Tıp Bayramı Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi içerisinde çeşitli etkinliklerle kutlandı. ANEAH Dr.
Münif İslamoğlu Konferans salonunda yapılan program ilk
olarak saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu.
Daha sonra Fizik Tedavi Kliniği Klinik Şefi Doç. Dr. Hatice
BODUR, “Hekimlik ve Sanat” konulu konuşmasında hekim
kelimesinin anlamı, hekimlik sanatının unsurları, tıp ve edebiyat
ilişkisinin neler olduğu hakkında bir konuşma yaptı.
Hekimliğinin yanı sıra şair ve yazarlığı ile de tanınan Bodur, son
yıllarda ressamlığı ile de kendinden söz ettirmeye başlamıştı.
Bodur, kendisinin de yer aldığı ressamlardan oluşan, Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının Paris’te
açtığı “Anadolu’nun Renkleri” resim sergisi hakkında bilgi
verdi. Doç. Dr. Hatice Bodur konuşmasına kendi yazdığı Çaylı
Şiirler’i okuyarak son verdi.
11
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
modern tıbbın temelleri atıldı.
Zengin: “Milli
Mücadele yıllarında
tıbbiye öğrencileri
insiyatif almıştır”
ANEAH Başhekimi Prof. Dr.
Nurullah ZENGİN yaptığı
konuşmasında tüm tıp
camiasının ve Numunelilerin
Tıp Bayramını kutladığı
konuşmasında şunları
söyledi, “Yoğun bir gün
yaşıyoruz. Öğleden önce
bakanlığımızın düzenlediği
Tıp Bayramı etkinliğine
katıldım. Daha sonra Sayın
Cumhurbaşkanı’nın Tıp
Bayramı nedeniyle verdiği
davete icabet ettim. 14 Mart
Tıp Bayramı bir vesile
oluyor, rutin dışına çıkıp
kendimizi değerlendirme
fırsatını buluyoruz. Tıp
bilimi sağlığı koruyan,
bozulan sağlığı tedavi eden
bir bilim dalıdır. İlk
dönemlerde bitkisel ilaçlarla
hastalıklar tedavi edilmeye
çalışıldı. 18. yüzyılda
denemeye ve gözlemlemeye
dayalı tıp uygulamalarına
geçildi. 20. yüzyıldan
itibaren ise klinik
araştırmalar başladı ve
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
12
14 Mart ilk Tıp Fakültesi’nin açılış
tarihidir. Milli Mücadele yıllarında işgale
karşı tıbbiye öğrencileri bir araya
gelmişler ve bugünü kutlamaya
başlayarak zor bir süreç olan işgal
günlerinde insiyatif kullanmışlardır.
Tıp Bayramları tıp hizmetlerinin ve
sağlık çalışanlarının sorunlarının
tartışıldığı ortamlardır. Öğleden önceki
etkinlikte bu konular tartışıldı. Bazı
temel tespitlerde zorluklar yaşıyoruz.
Basit konularda bile farklı düşünüyoruz.
Sağlık çalışanı sayısının yeterliliği
konusunda bile farklı görüşler var. Batı
ülkelerine göre doktor sayımız 1/3
oranında daha az. Hemşire sayımız ise
1/7 oranında daha az. Pek çok
problemimizde ortak görüşe sahip
olmakla bunları çözmede önemli yol kat
edebiliriz.
Sayın Cumhurbaşkanı ile yapılan
toplantıda da önemli değerlendirmeler
yapıldı. Hekime yönelik şiddet de bu
toplantıda gündeme geldi. Bizlerin de
hastane olarak yaşadığımız bazı olaylar
var ve çok önemli bir problem. En son
Kars’ta bir meslektaşımıza bir saldırı
oldu. Bu doktor arkadaşımızı tedavisi
için Sağlık Bakanlığımız ambulans
uçakla hastanemize getirdi. Biz de
tedavisini üstlendik. Numune Sağlık
Dergisi’nin bir sayısını da bu konuya
ayıracağız. Maalesef bu olaylar
yaşanıyor. Bu tip olaylar hasta-hekim
ilişkilerine çok zarar veriyor. Önümüzdeki
dönemde bu konudaki duyarlılığımızı
ortaya koymamız gerekir. Hepinizin Tıp
Bayramı kutlu olsun.”
ANEAH’ta 19 yeni doçente
plaket verildi
Daha sonra 2010 yılında doçent ünvanı
kazanan hastanemiz uzman doktorların
kutlama törenine geçildi. Doç. Dr. Bülent
C.YÜKSEL, Doç. Dr. Münevver MORAN,
Doç. Dr. Yavuz Fuat YILMAZ, Doç. Dr.
Emine TAMER, Doç. Dr. Fatma Arzu
KILIÇ, Doç. Dr. Müzeyyen ŞANLI
GÖNÜL, Doç. Dr. Seray ÇAKMAK, Doç.
Dr. İhsan Tuncer OKAY, Doç. Dr. Filiz
ACAR SİVAS, Doç. Dr. Gönül
ALTINTAŞ ERDEN, Doç. Dr. Bülent
DAĞLAR, Doç. Dr. Bülent ÖZKURT, Doç.
Dr. Dilek BERKER, Doç. Dr. Gül
DAĞLAR, Doç. Dr. Fatih DEDE, Doç. Dr.
Uğur GÖZALAN, Doç. Dr. Yunus Nadi
YÜKSEK, Doç. Dr. İbrahim ÖZCAN,
Doç. Dr. Mehmet Numan ALP’ e
hocalarımız tarafından plaket verildi.
ANEAH’a bağışta bulunanlara
plaket verildi
Törenin ikinci bölümünde Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’ne bağışta
bulunanlara Başhekimlik
tarafından plaket takdim
edildi. 03 Eylül 2010
tarihinde kaybettiğimiz
hastane çalışanı Dr. Aydın
GÜRSOY’un ablası
Gülümser GÜRSOY’a
Başhekim Prof. Dr.
Nurullah ZENGİN
hastaneye yaptıkları
yardımlardan dolayı
teşekkür ederek plaket
takdim etti. Başhekim
Zengin konuşmasında
şöyle dedi: “Dr. Aydın
GÜRSOY’ un farklı bir
kişiliği vardı. Olaylara hep
olumlu açıdan bakardı.
Tedavisini yapmak için
elimizden geleni yaptık,
ancak maalesef kendisini
kaybettik. Kıymetli ailesi
hatırasını yaşatmak için
hastanemize bağışta
bulundu. Biz de Dr. Aydın
GÜRSOY’un hatırasını
her zaman yaşatacağız.”
Dr. Aydın GÜRSOY’un
ablası Gülümser GÜRSOY
ise yaptığı konuşmada aile
olarak doktor kardeşinin
bu şekilde anılmasından
duyduğu memnuniyeti dile
getirdi, başhekimimize ve
13
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
çekilmesinden sonra Şef Kafeterya’sında
başhekimimizin verdiği kokteyle geçildi.
Tıp Bayramı pastası başhekimimiz Prof.
Dr. Nurullah ZENGİN ve Dr. Aydın
GÜRSOY’ un ablası Gülümser GÜRSOY
tarafından kesildi.
Anadolu’nun Renkleri resim sergisi açıldı
Kokteyl sonrası Ankara Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının
Paris’te açmış oldukları Anadolu’nun
Renkleri resim sergisi Başhekimlik
binasında tekrar ziyarete açıldı. Serginin
açılış kurdelesini ANEAH Başhekimi
Prof. Dr. Nurullah Zengin, Başhekim
Yardımcısı Doç. Dr. Hürrem BODUR ve
sergideki resimleri yapan Numune
çalışanlarının resim hocası Hemşire
Sema EFE birlikte kestiler.
hastanemize teşekkür etti.
ANEAH Plastik Cerrahi Kliniğinde
merhum eşi Özcan DİNLER ve kendi
adına iki odanın yenilenmesini sağlayan
Sayın Nedime DİNLER’e de Başhekim
Zengin tarafından teşekkür plaketi
verildi.
Son olarak hastane başhekimi Zengin,
ANEAH Nöroloji Klinik Şefi Uz. Dr.
Fikri AK’a Sağlık Bakanlığı tarafından,
Ankara ilinde “Yılın Doktoru” seçilmesi
nedeniyle bir plaket verdi. Uzm. Dr. Fikri
Ak’a yılın doktoru ünvanını, ‘intravenöz
ve intraarteriyel trombolitik tedavi,
tanısal ve girişimsel nöro-radyolojik
işlemler’ konularındaki başarılı
çalışmaları nedeniyle verilmişti. Fikri AK
yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“Hepimizin Tıp Bayramı kutlu olsun.
Yılın doktoru ödülü Ankara’da Sağlık
Bakanlığımız tarafından bize verildi. Bu
ödül sadece bana verilmiş değildir. Bu bir
ekip işidir. Bu çalışma ve uygulamayı ilk
başlatan şu anda Paris’te çalışmalarına
devam eden Uz. Dr. Erdem GÜRKAN’dır.
Daha sonra klinikte çalışmaları Uz. Dr.
Gürdal ORHAN yürütmüştür. Bu ödül
tüm klinik ve hastane çalışanlarına aittir.
Bize bu imkanı hastanemiz sağladı. Bu
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
çalışmada emeği geçen tüm klinik doktor,
hemşire ve çalışanlarına teşekkür
ediyorum.”
Başhekim Zengin ise yaptığı konuşmada,
“Her başarı ekip işidir. Zor bir alanda
Fikri AK hocanın hiç eksilmeyen
heyecanı ve ekibini motive etmesi bu işin
temel noktasıdır, kendisini başarısından
dolayı kutluyorum.” dedi.
Tıp Bayramı Kokteyli
Plaket alanların toplu hatıra fotoğrafının
14
Başhekim Zengin yaptığı konuşmada,
serginin ilk defa bir yıl önce hastane
içerisinde, daha sonra Armada Alışveriş
Merkezi’nde açıldığını, son olarak
Paris’te başarılı bir sergi süreci
yaşandığını, bunun yanı sıra ileriki günler
için dört Avrupa kentinden teklif
aldıklarını, bunları duymaktan büyük
mutluluk duyduğunu belirterek,
“sergimiz hayırlı, uğurlu olsun” dedi.
Sergilenen resimler hastane çalışanları
ve ziyaretçiler tarafından beğeni topladı.
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
Yılın Doktoru Ankara Numune’den Fikri Ak:
“Doktorlar sevgi ve sabır
ile mesleklerini icra ediyorlar”
Ankara’da Yılın Hekimi, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Nöroloji Klinik Şefi Uzman Doktor Fikri Ak Oldu.
Dr. Ak’a ödülü Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından verildi.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
16
Sağlık Bakanlığı tarafından 14 Mart
Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında,
Ankara’da yapılan anket sonuçlarına
göre Ankara’da Yılın Doktoru seçilen
Fikri Ak, insan hayatının kutsallığından
ödün vermeksizin, sevgi ve sabır ile
doktorluk mesleğini icra ettiklerini,
halk sağlığı adına gösterilen samimi
gayretlerin devam etmesi gerektiğini
söyledi.
Uzm. Dr. Fikri Ak, sağlık çalışanı
olmanın, hekimliğin büyük ölçüde gönül
insanı olmayı gerektirdiğini belirtti.
Doktorluğun uzun zaman isteyen, bilgi,
maharet ve yüksek analiz kabiliyeti,
gerektirdiğini söyleyen Ak, hekimliğin,
fedakârlık isteyen bir meslek olduğunu,
aldığı ödülde hekimin normal rutin
işlerinden başka; doktorun insana ve
hastaya özverili davranmasının,
Türkiye’de yeni bir buluş, yeni bir tedavi
metodu ve yurtdışındaki tedavi
yöntemlerinin ülkemizde
kullanılmasının önemli olduğunu
kaydetti.
fedakârlıkların yapılmadığının altını
çizdi.
Fikri Ak, son günlerde bir hekim
düşmanlığının toplumda oluştuğunu,
bunların kendilerini çok rahatsız
ettiğini, doktorlara yapılan bu haksız
saldırıların doktorların çalışma
düzenlerini bozduğunu belirtti. Sağlık
çalışanlarına yapılan şiddet olaylarının
hasta – doktor ilişkilerine telafisi güç
zararlar verdiğini ifade eden Ak,
“Sağlık çalışanlarının maruz kaldıkları
bu tür şiddet olayların nedeni ne olursa
olsun kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu tür olaylarda bakanlığımız her
zaman sağlık çalışanlarını
savunacağını, koruyacağını bilmek
bizler için büyük bir moral kaynağıdır”
dedi.
Uzm. Dr. Fikri Ak özgür çalışma
ortamında, doktorların hastalar
üzerinde bazı bilimsel riskler aldığını,
doktorlara baskı yapıldığı zamanlar
doktorların bu riskleri alamadıklarını
bunun da hastalara ve halk sağlığına
zararlı olduğunu söyledi.
Uzm. Dr. Fikri Ak doktorların özlük
haklarının düzeltilmesini, çalışma
şartlarının daha iyi olmasını,
doktorların konsantrasyonun yüksek
olmasının gerekliliğini ifade etti. Fikri
Ak, bütün bu sorunlara rağmen bütün
hekimlerin hastaları için elinden geleni
yaptığını, onlarla üzülüp onlarla
sevindiklerini, akıllarının sürekli
hastalarında olduğunu sonuçta
hekimliğin ayrı bir görev olduğunu
vurguladı. Uzm. Dr. Fikri Ak, yaptığı açıklamada,
doktorların en çok istediğinin
hastalarının iyileşmesi olduğunu,
görevini yerine getiren
doktorların da mutlu
olduklarını ifade etti. Son
dönemlerde doktorların
maddiyata önem
verdikleri, parasız iş
yapmadıkları gibi
düşüncelerin
kamuoyunda yer
aldığını dile
getiren Fikri Ak,
bu düşüncelerin
yanlış olduğunu,
yapılan işin ve
fedakârlıkların
maddiyatla
karşılaştırılmasının
bile yanlış olduğunu,
dünyada hiçbir
meslekte böyle
17
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
UZ. ECZ. ASLI ESMA KARACA, UZ. ECZ. DENİZ ÖZAY, DR HANEFİ ÖZBEK
SB İlaç Eczalık Genel Müdürlüğü
Kozmetik Mevzuatının Felsefesi
Kozmetikler, hemen her yaştan insanın
yaşamında olmazsa olmaz rol üstlenen
tüketici ürünleridir. Kolonyadan parfüme,
makyaj ürünlerinden şampuanlara, tıraş
kremlerinden sabunlara, diş
macunlarından bebek kremlerine, saç
boyalarından güneş ürünlerine kadar
geniş bir yelpazede tüketiciye sunulan
kozmetik pazarı, her yıl kullanılan
teknoloji ve ürün çeşitliliği yönünden
zenginleşerek büyümektedir.
Avrupa Birliği üyesi ülkelerin 1976
yılından bu yana uygulamakta olduğu
76/768 EEC sayılı Kozmetik Direktifinin
temel amaçlarından biri tüketicinin
yüksek düzeyde korunması; diğeri üye
ülkelerde aynı mevzuatın uygulanması
yoluyla Avrupa tek pazarında malların
serbest dolaşımının sağlanmasıdır. Bu
amaçları gerçekleştirmek için Kozmetik
Direktifi net bir kozmetik tanımı vermiş
ve temel ilkeleri belirlemiştir.
Kozmetik ürünlerin topluma etkili ve
güvenli biçimde ulaşmasını temin etmek
için gerekli önlemleri almakla yükümlü
otorite Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık
Genel Müdürlüğüdür. İlaç ve Eczacılık
Genel Müdürlüğü, ülkemizin Avrupa
Birliği adaylık sürecinde
gerçekleştirmekle yükümlü olduğu
mevzuat uyumunu tamamlayarak Avrupa
Birliği Kozmetik Direktifi ile eklerini
ülkemiz mevzuatına aktarmıştır.
Avrupa Birliği Direktifine ve direktifle
tam uyumlu olan ülkemiz Kozmetik
Mevzuatı’na göre bir kozmetik ürün,
“insan vücudunun epiderma, tırnaklar,
kıllar, saçlar, dudaklar ve dış genital
organlar gibi değişik dış kısımlarına,
dişlere ve ağız mukozasına uygulanmak
üzere hazırlanmış, tek veya temel amacı
bu kısımları temizlemek, koku vermek,
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
görünümünü değiştirmek ve/veya vücut
kokularını düzeltmek ve/veya korumak
veya iyi bir durumda tutmak olan bütün
preparatlar veya maddelerdir.”
Tanım dikkate alındığında kozmetik
uygulamanın hedef organ/ organlarının
“insan vücudunun dış bölümleri, dişler,
oral mukoza olduğu”; kozmetik
uygulamanın altı amacının ise
“temizlemek, koku vermek, görünümünü
değiştirmek, vücut kokularını düzeltmek,
korumak, iyi durumda tutmak” olduğu
görülmektedir.
Direktifin ve ülkemiz mevzuatının temel
ilkelerine uygun ve güvenli ürünlerin eşit
koşullarda ve hızlı bir biçimde pazara
sunulmalarını temin etmek için her
aktörün tanımlanmış bir sorumluluğu
vardır.
18
Ürünü
piyasaya arz eden
gerçek veya tüzel kişi,
yetkili otorite olan Sağlık
Bakanlığı’na mevzuatla
belirlenen yeterli bilgiyi
vermek, ürünün mevzuata
uygunluğunu ve güvenliğini
sağlamak zorundadır.
Yetkili otorite olarak
Sağlık Bakanlığı, mevzuata
uyumun sağlanması için
piyasa gözetim ve denetimi
sistemini kurmak
zorundadır.
Avrupa
Birliği
Komisyonu üye ülkelerde
kozmetik direktifinin
uygulanmasını ve
yürütülmesini izlemek ve
gerektiğinde tedbir almak zorundadır.
Yukarıda amaçları ve ilkeleri özetlenen
Avrupa Birliği mevzuatı, ülkemiz
mevzuatına 30 Mart 2005 tarihli 5324
sayılı Kozmetik Kanunu ve 23 Mayıs
2005 tarih ve 25823 sayılı Kozmetik
Yönetmeliği ile aktarılmıştır. Kozmetik
direktifinin teknik eklerinde, Avrupa
Komisyonu’nun ilgili Genel Müdürlüğü
bünyesinde yılda dört kez toplanan üye
ülkelerin kozmetik yetkili otorite
temsilcilerinden oluşan çalışma grupları
toplantıları ile kararlaştırılarak
yürürlüğe konulan ek değişiklikleri
Kozmetik Yönetmeliği’ndeki 12 Ekim
2006 tarih ve 26317 sayılı ve 26 Nisan
2009 tarih ve 27211 sayılı
değişikliklerle adapte edilmiştir. 2009
yılından bu yana yapılan değişikliklerin
adapte edilmesi çalışmaları
sürdürülmektedir.
Avrupa Birliği Müktesebatının
Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal
Programı’nın gerekleri yerine
getirilmeden önce (2005 öncesi)
ülkemizde piyasaya arz öncesi izin
sistemi uygulanmakta ve ürünlerin teknik
dosya incelemesi yapılarak izin belgesi
düzenlenmekte idi. Bu sisteme göre
ürünlerin teknik bilgilerini içeren
dokümanları Sağlık Bakanlığı’na
ulaştıran üretici/ ithalatçılar, ürün
çeşitliliğinden kaynaklanan iş
yoğunluğunda, dosyalarının belge
bazında incelenme ve onaylanma
prosedürünü beklemek zorunda idiler.
Bu sürecin sonunda kozmetik ürün
ambalajlarında “Sağlık
Bakanlığı’ndan izinlidir” ibaresini
kullanmak suretiyle ürünle ilgili
sorumluluğu yetkili otoriteye
aktararak ürünlerini pazara arz
etmekte idiler.
Piyasaya arz öncesi izin sisteminde
kağıt üzerinde yapılan kontrollere
uygunluğun, ürünün güvenliğini
garantilediği varsayımdan hareket
edilmekteydi. Ancak pazardaki
ürünün otoriteye sunulan belgedeki
ürünle aynı olup olmadığı, reel
ürünün pazarda ne şekilde dolaştığı
19
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
iç piyasada kontrol edilmemekteydi. Aynı
zamanda ürünle ilgili sorumluluğunun
düzenlenen izin belgesi ile otoriteye
aktarılması, üretici/ ithalatçının kendi
kendini kontrolüne ve iç denetime ihtiyaç
bırakmamaktaydı.
2005 yılı sonrası, yukarıda bildirilen
gerekçelerle uyumu gerçekleştirilen
Kozmetik Mevzuatı ile ülkemizde 1994
yılından beri uygulanmakta olan piyasaya
arz öncesi izin sistemi kaldırılarak
piyasada kontrol sistemine geçilmiştir.
Piyasa kontrol sistemi üretici/ ithalatçı
beyanına ve yükümlülüğüne dayanır.
Yetkili otorite olan Sağlık Bakanlığı,
ürünleri piyasada kontrol edip uygun
olmayan ürünlerle ve üreticilerle ilgili
gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.
Piyasaya güvenli ürün sunmakla ilgili
tüm sorumluluk, ürünü piyasaya arz eden
gerçek veya tüzel kişiye aittir.
www.iegm.gov.tr adresinden
ulaşılabilecek olan
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Kozmetik Mevzuatı’na göre ürün
piyasaya arz edilmeden önce ilgili kişi
veya firma kendini ve ürününü yetkili
otoriteye tanıtmak, piyasaya sunacağı
ürünün Mevzuata uygun olduğunu beyan
etmek ve sorumluluğunu bildirmek
amacıyla bildirim yapmak zorundadır.
Sağlık Bakanlığı’na ulaşan bildirimler
piyasa gözetim ve denetim faaliyetlerinde
kullanılmak üzere kayıt altına alınır.
Piyasa denetimleri, yetkili otorite
tarafından yıllık olarak değerlendirilen
riskli ürün gruplarında
gerçekleştirilebileceği gibi tüketici/ firma
şikayetlerine istinaden de
gerçekleştirilebilir. Denetimlerde ayrıca
güncel olaylar, medya haberleri, moda
vb. gibi hususlar da göz önünde
bulundurulur.
Kozmetik ürünlerde 2005 yılı itibariyle
uygulanmaya başlanan bildirim esasına
dayanan piyasa gözetim ve denetimi
sisteminde ürün
ambalajlarında
“Sağlık
Bakanlığı’ndan
izinlidir” ibaresi
kullanılamaz. Zira
piyasa gözetim ve
denetiminde “izin”
belgesi düzenlenmesi
söz konusu değildir.
Üretici/
ithalatçı mevzuata uygun ürünü piyasaya
arz etmek; otorite ise bu ürünleri
denetlemek görevini üstlenmiştir.
Avrupa Birliği Kozmetik Mevzuatı ile
Avrupa ülkelerindeki “kural”,
“zorunluluk”, “sorumluluk” ve yaptırım
felsefesini aşağıdaki basit örnekten
izleyebiliriz:
Avrupa ülkelerinin hemen hemen
tamamında toplu taşıma araçlarındaki
bilet sistemine bakıldığında, biletlerin
yolculuktan önce kontrol edilmediği
görülecektir. Yolcu, biletini almakla ve
denetimlerde ibraz etmekle yükümlüdür.
Yolculuk esnasında denetim
yapılmayabilir ama bu, bir sonraki
seferde de denetlenmeyeceği anlamına
gelmez. Denetimlerin sıklığı ve
yaptırımların caydırıcılığı insanları
kontrol edilme ihtimaline karşı tetikte
olmaya zorlar.
Avrupa’nın toplu taşımada uyguladığı
bilet kontrol sistemi, kozmetiklerdeki
piyasa gözetim ve denetimi sistemine
adapte edilebilir bir örnektir.
Tarih boyunca gerek sosyolojik gerek
teknolojik geçiş süreçleri hep sancılı
olagelmiştir. Doğaldır ki Kozmetik
Mevzuatı’nda ön izin sisteminden piyasa
gözetim ve denetimine geçişin
de bir takım sancıları olacaktır.
Sağlık Bakanlığı bu sancılı
süreçte toplum sağlığını korumak
için gerekli tedbirleri almakta ve
uygulamaktadır. Bu noktada
tüketicilere düşen, bilinçli
ve dikkatli olmak,
kozmetik ürünlerle ilgili
yaşanan sorunları
ilgililere ileterek, bir
yanıyla da şikayete
dayanan piyasa gözetim
ve denetiminin
işlemesine katkıda
bulunmaktır. 20
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
DOÇ. DR. ARZU KILIÇ
ANEAH 2. Dermatoloji Kliniği
Deri Yaşlanması
Yaşlılık biyolojik, kronolojik ve sosyal
yönleri ile karmaşık bir olaydır. Gelişmiş
ülkelerde yaşam süresi giderek
uzamaktadır, fakat yaşam süresinin
uzamasına rağmen yaşlılık ile ilgili gizem
halen sürmektedir.
Deri yaşlanması yapısal ve moleküler
bozulma ile beraber derinin fonksiyon ve
görüntüsünü etkileyen progresif seyirli
karmaşık bir süreçtir . Patogenezi tam
olarak anlaşılamamıştır ancak oluşum
mekanizmaları ve klinik farklılıkları göz
önünde bulundurulduğunda deri
yaşlanması 2 türlüdür):
1) Zamana bağlı oluşan ve
engellenemeyen gerçek yaşlanma yani
intrensek (kronolojik, gerçek, spontan,
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
doğal) yaşlanma
2) Ekstrensek yaşlanma
Her ne kadar teorikte deri yaşlanmasını
basitçe ayırabilsek de her iki yaşlanma
da iç içe gelişen ve birbirlerini etkileyen
olaylardır.
İntrensek yaşlanma
İntrensek yaşlanma zamanla ilişkilidir,
gerçek yaşlanmadır, genetik olarak
programlanır ve kişiden kişiye farklılıklar
gösterir. Bu yaşlanma tipi, derinin diğer
iç organlarda da görüldüğü gibi
kaçınılmaz, yavaş ilerleyen, geri
dönüşümsüz bir yaşlanma sürecine
girmesiyle oluşur.
22
İntrensek yaşlanmanın oluşumunun
temelinde genetik faktörler yer
almaktadır, bunun yanı sıra metabolik ve
endokrinolojik faktörlerin etkisi de
bulunmaktadır. İntrensek yaşlanmada,
telomer uzunluğu her hücre siklusunda
kısalmaktadır. Bu azalma belli düzeye
geldiğinde, hücre siklusu kesintiye uğrar
ve apoptoz meydana gelir. Deri
yaşlanması yaşla birlikte giderek azalan
hormon aktivitelerinden de
etkilenmektedir. Yaşla birlikte özellikle
azalma gösteren hormonlar arasında
östrojen, testesteron,
dehidroepiandrosteron gibi seks
steroidleri, melatonin, insülin, kortizol,
tiroksin ve büyüme hormonu yer
almaktadır. Bunun yanı
sıra bazı sitokin ve
kemokin düzeylerinde
ve bunların
reseptörlerinde azalma
çeşitli deri
fonksiyonlarında
bozulmaya yol açar.
Yaşla birlikte oluşan
kaslardaki değişiklikler,
subkutan yağ dokusunun
kaybı, yüzdeki kemik ve
kıkırdakta oluşan
kayıplar ve yerçekimi
faktörü yaşlanmaya
katkıda bulunur.
Klinik olarak intrensek
yaşlanmada deri kuru ve
gevşek özellikte olup ince
çizgilerle karakterizedir.
Deri ince ve atrofiktir ve
benign oluşum sıklığında artış görülür.
Sonuçlarından deri ve beraberinde deri
ekleri, sinirler, deri fonksiyonları da
etkilenir. Ter ve yağ bezlerinin
fonksiyonları azaldığı için deri kuru olma
eğilimindedir.
Ekstrensek yaşlanma
(Fotoyaşlanma)
Ekstrensek yaşlanmada pek çok çevresel
faktörün rolü vardır: İonizan radyasyon,
kronik güneş maruziyeti, sigara, alkol
gibi çeşitli fiziksel faktörlere bağlı
olarak oluşur. Bütün bu çevresel
faktörlerin içinde ektrensek deri
yaşlanmasının %90’ından fazlasında
kronik güneş maruziyeti sorumludur.
Deri yaşlanmasında özellikle de
prematür yaşlanmada kronik güneş
maruziyeti en önemli faktör olarak kabul
edilmektedir. Ekstrensek yaşlanmaya bu
nedenle fotoyaşlanma ya da aktinik
yaşlanma da denilmektedir. Fotonların
hücresel DNA’ya direkt etkisiyle birlikte
ortaya çıkardığı serbest radikaller ve
reaktif oksijen türevlerinin indirekt
etkisi suçlanmaktadır. Çok güçlü
antioksidan savunma mekanizmalarımız
olmasına rağmen, ROT tarafından
oluşturulan hasar hücre membranlarını,
enzimlerini ve DNA’yı etkiler. Kollajen
ve elastinde biyokimyasal değişikliklere
neden olur.
UVB özellikle epidermal düzeyde
değişikliklere neden olur. Keratinosit ve
melanositlerdeki DNA’ya hasar verir,
solubl epidermal faktör ve proteolitik
enzim üretimini indükler. Ayrıca timidin
dimerlerinin oluşumuna neden olur. UVB
maruziyeti sonrasında iki timidin dimeri
arasında oluşan kuvvetli kovalan bağ
yapısı yaşlanmayla birlikte kolaylıkla
çözülemez ve mutasyonların oluşumu
gerçekleşir. Maruziyetten 8-12 saat
sonra hücreler etkilenir, sonraki 12
saatte DNA oluşumunda azalma
görülmeye başlanır.
UVA dermise daha derin penetre
olduğundan hem epidermise hem de
dermise hasar verir. UV radyasyonun
tam olarak nasıl deri yaşlanması
oluşturduğu bilinmese de fotohasarlı
deride dermal konnektif dokunun miktar
ve yapısında değişiklikler oluşturur.
23
Fotohasarlı deride kollajen fibrillerin
düzenleri bozulmuştur, sertleşir, yapıları
değişir ve elastin içeren materyalde
artış olur. Elastik lifler kalınlaşır.
Ekstrensek yaşlanmaya neden olan diğer
bir çevresel faktör sigaradır. Sigara
matriks metalloproteinazları (MMP)
aktive eder, stratum korneum nemini ve
vitamin A düzeylerini azaltır.
Klinik olarak deride kalınlaşma,
kabalaşma, sararma, esneklik kaybı,
derin kırışıklıklar, düzensiz
pigmentasyon, telenjiektaziler, benign,
premalign, malign değişiklikler görülür.
Klinik olarak hafif, orta ve şiddetli
olmak üzere 3’e ayrılır.
Hafif hasarda; kuruluk, kabalık, pigment
bozuklukları (irregüler
hiperpigmentasyon, solar lentigolar,
guttat hiperpigmentasyon) ve ince
kırışıklıklar görülür.
Orta dereceli hasarda; derin kırışıklıklar,
deride sarımsı renk değişikliği, vasküler
lezyonlar, elastisite kaybı, kalınlaşmışkösele gibi deri ile karakterizedir.
Şiddetli hasar; aktinik keratoz ve deri
kanseri ile sonuçlanır. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
DOÇ. DR. ÜLKER GÜL
ANEAH 2. Dermatoloji Klinik Şefi
Deri Yaşlanmasını Önleme ve
Tedavi Etmede Cerrahi Dışı Uygulamalar
Deri vücudumuzun en büyük ve en göz
önünde olan organıdır. Yaş arttıkça diğer
dokularla birlikte deride de dejeneratif
değişiklikler gözlenir. Deri yaşlanmasında
kronolojik (intrensek) ve ekstrensek
olmak üzere iki ana süreç bulunur.
Kronolojik yaşlanma genetik yapıya bağlı
olarak her kişide kendine özel seyreder;
ama kaçınılamaz ve engellenemez.
Ekstrensek yaşlanmada en önemli faktör
güneştir (fotoyaşlanma). Ayrıca sigara,
aşırı alkol kullanımı, iklim (rüzgar, soğuk
gibi), kimyasallar ve diğer çevresel
faktörler de etkilidir. Ekstrensek
yaşlanma, kronolojik yaşlanmadan farklı
olarak, kişisel önlemler ile engellenebilir
ya da yavaşlatılabilir.
Yaşlanma bulgularının fonksiyonel ve
psikolojik etkileri nedeniyle, deri bakımı
ve cerrahi olmayan kozmetik yaklaşımlar
önem taşır.
Bu yöntemler şunlardır:
I. Güneşten korunma ve güneşten
koruyucu ürünün doğru kullanımı
II. Kozmesötikler
III. Kimyasal peeling
IV. Botulinum toksin uygulamaları
V. Dolgu maddeleri kullanımı
I. Güneşten korunma ve güneşten
koruyucu ürünün doğru kullanımı
Güneş en önemli ve en önlenebilecek
çevresel yaşlandırıcı etkendir. Bu nedenle
güneşten korunma, çocukluk yaşından
itibaren alışkanlık edindirilmesi gereken
bir konudur. Güneşten korunma
önerilerine sadece yazın değil, diğer
mevsimlerde özellikle de güneşin
yoğun olduğu saatlerde
uyulmalıdır. Yaşla birlikte
melanositlerin sayısının
azalacağı göz önüne
alındığında yaşlandıkça
korunmanın önemi de
artmaktadır.
Güneşten korunmanın en ideal
yöntemi güneş temasından
korunmadır. Korunmada en
önemli bilinmesi gereken
faktörler şunlardır:
1. En önemli koruma
saat 10.00 ile 16.00
arası güneşe çıkmamaktır
(Bina içinde kalmak en
basit yöntemdir).
2. Gölgede bulunmak
yeterli koruma sağlamaz:
Deniz, kum, kar, beton,
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
24
cam, asfalt gibi yüzeylerde yansıma
oldukça fazladır.
3. Güneşin etkisi bulutlu havalarda ancak
%30-50 oranında azalmaktadır.
4. Giyinmek en ucuz ve yan etkisiz
güneşten korunma yoludur:
a. Gün ışığının yoğun olduğu saatlerde
sık dokunmuş, kol/ etek/ paça boyu uzun
ve yaka açıklığı az olan giysiler
giyilmelidir.
b. Geniş sperli şapkalar kullanılmalıdır;
ancak şapka speri hem çepeçevre
şapkayı çevirmeli ve hem de gün ışığı
geçirmemelidir. Sadece yüz bölümünde
speri bulunan şapkaların kullanımı
sonucunda hem gün ışığının yandan
yüze yansıması engellenemez ve hem de
kulak ve boyun derisi korunamaz.
c. Şemsiye kullanımı: Gün ışığının çok
yoğun olduğu saatlerde bazen siperli
şapka kullanımı da yeterli koruma
sağlayamayabilir. Özellikle bu
saatlerde şemsiye ile korunmak daha
etkili olacaktır.
d. Geniş çerçeveli güneş gözlükleri
kullanılmalıdır.
Güneşten koruyucu ürün seçimi:
Deri yaşlanmasında UVA ve UVB'nin
etkisi vardır. Bu nedenle güneşten
koruyucu ürünler hem UVA ve hem de
UVB'ye karşı koruyucu olmalıdır.
UVB'den korunma, güneşten koruma
faktörü SPF (sun protection factor)
simgesi ile gösterilir. Koyu tenlilerde
düşük, açık tenlilerde yüksek faktörlü
ürün kullanılmalıdır. Deri tipi ne olursa
olsun çocuklarda ve yaşlılarda seçilecek
ürünün SPF'ü en az 25 olmalıdır.
alışkanlık haline getirilmeli ve tekrar
uygulayabilme amacı ile ürün çantada
taşınmalıdır. Güneşten koruyucu ürünler
yeterli miktarda (bol miktarda), güneş
temasından 15-20 dakika önce
sürülmelidir. Eğer güneş ile temas
edilecek ise her 2-3 saatte bir tekrar
sürülmelidir. Ancak yüzme, kurulanma,
aşırı terleme, duş alma ya da kum gibi
maddelere sürtünme varsa, 2-3 saat
geçmesi beklenmeksizin tekrar
sürülmelidir. Bu ürünlerin kontakt
dermatite (temas dermatitine) neden
olduğu unutulmamalıdır.
Güneşten koruyucu ürünün doğru
kullanımı:
II. Kozmesötikler:
Halk arasında en sık yapılan
yanlışlıklardan biri de güneşten koruyucu
ürünü güneşe çıkınca sürmek, bir
diğeride gün içinde sadece bir kez
kullanmaktır. Bu nedenle doğru kullanım
Deri yaşlanmasını önleme ya da
geciktirmede, ya da yaşlanmış deriyi
daha iyi görünüme getirme amacı ile
‘kozmesötikler’ denilen bazı maddeler
kullanılmaktadır. Bu maddeleri daha
25
yakından inceleyecek olursak:
1. Topikal A vitamini: Topikal A vitamini
deri kırışıklıklarını hem önlemede hem de
tedavi etmede kullanılan bir ajandır.
Sıklıkla retinol ve retinil palmitat
kullanılmaktadır. Bu ürünlerin gece
kullanılması gerekir.
2. Topikal C ve E vitamini
3. Nikotinamid
4. Koenzim Q10 (Ubikinon)
5. Bitki özleri ve esansiyel yağlar: Bu
ürünlerin bitkisel kökenli olmaları
kullanıcılarda sempati uyandırmalarına
karşın, kontak dermatit (temas
dermatiti) yapabilecekleri
unutulmamalıdır. Ayrıca bazı ürünler
etken madde belirtilmeksizin sadece
bitkisel diye tanıtılmaktadır. Bu
ürünlerde saflaştırma yapılmadı ise, bitki
içindeki diğer zaralı maddeler deri
üzerinde bir çok istenmeyen yan etkilere
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
neden olabilir. Kozmetik ürünlerde
kullanılan bitki özleri ve esansiyel yağlar
aşağıdadır:
Çay özleri
Gingko biloba
Üzüm çekirdeği ekstresi
Limon yağı
Lavanta yağı
Soya proteinleri: Ek olarak
pigmentasyona etkilidir.
Etkinliği daha az belirgin olan ajanlar:
Aloe vera, buğday proteini, deniz yosunu
özü, nane özü, alg özü, salatalık özü.
6. Fitoöstrojenler: Kuvvetli antioksidan,
böylece de fotoyaşlanmayı
engelleyicidirler. Ayrıca derideki östrojen
reseptörlerine bağlanarak, östrojen
eksikliği ile oluşan deri yaşlılığı
belirtilerini azaltabilir. Özellikle
menapoza girmiş kadınlarda
önerilebilirler.
7. Büyüme faktörleri: Son yıllarda
büyüme faktörleri en umut bağlanan
maddelerin başında yer almaktadır. İnsan
fibroblastlarının 3 boyutlu kültürlerinden
elde edilen, içinde çok sayıda büyüme
faktörü bulunan karışımın kırışıklık
azaltıcı ve derinin nem içerici etkinliğini
arttırıcı etkinliği gözlenmiştir. Yine de
molekül ağırlıkları büyük maddelerin deri
yüzeyinden dermise ulaşamadıklarını da
unutmamak gereklidir.
8. Peptit ve proteinler: Bitkisel ya da
hayvansal kökenli olabildiği gibi
sentetik olarak da üretilebilirler.
Bu ürünlerin büyük çoğunluğu
yüksek molekül ağırlıklı oldukları
için deri yüzeyinden dermise
ulaşamazlar. Sadece düşük
molekül ağırlıklı maddeler dermise
ulaşır. Yüksek molekül ağırlıklı
peptit ve proteinler, deri yüzeyinde
örtücü bir tabaka oluştururlar.
Higroskopik (su tutucu) özellikleri
ile su tutarak ince kırışıklıklar
üzerinde geçici bir hoş görünüm
yaratırlar. En sık kullanılanları
kollajen, elastin ve fibronektindir.
Daha az sıklıkta retikülin, süt
proteinleri, yulaf proteinleri, ipek
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
proteinleri, soya proteinleri, buğday
proteinleri gibi hidrolizatlar kullanılır.
cevaba ve yaşlanma bulgularına göre
işlem tekrarlanır. Genellikle bir sonraki
uygulama için en az 3 hafta geçmelidir.
III. Kimyasal peeling
IV. Botulinum toksin uygulanımı
Derinin kimyasal ajanlar ile kontrollü
hasarı ve yara iyileşmesi sonrasında ki
iyilik halidir. En sık meyve asitleri (alfa
hidroksi asit) olmak üzere trikloroasetik
asit , fenol ya da kombinasyonları
kullanılır. Peeling uygulaması ile derinin
epidermis ve dermis bölümlerinde
yaşlılıkla ortaya çıkan bozuklukların bir
kısmı iyileştirilmiş olur. Kimyasal peeling
yaşlılık bulgularının özelliğine göre
yüzeyel, orta ya da derin olarak
uygulanır. Peeling uygulamasında
kimyasal ajanlar kullanıldığı için
mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır.
İşlem sonrası uygulanan peelingin
derinliğine bağlı olarak, iyileşme
tanmamlana kadar güneşten
korunmalıdır. Hasta uyumuna, alınan
Clostridium botulinum isimli bir
bakteriden elde edilen bir toksindir.
Yıllar boyu yüzümüzde mimiklerimiz ile
hareket eden kaslar sonucunda çeşitli
kırışıklıklar oluşur. Botulinum toksini
özellikle üst yüz bölgesindeki dinamik
kırışıklıklar için kullanılır. Tedavi için en
uygun bölgeler alın , göz çevresi ve
kaşların arasıdır. Sulandırılmış ilacın çok
küçük bir miktarları kaslara enjekte
edilir. Etkisi uygulanır uygulanmaz
ortaya çıkmaz; 10 gün içinde tam olarak
gözlenir. Enjekte edildiği bölgede lokal,
geçici kimyasal denervasyona yol açar.
Hastalarca beğenilen bir etkinliğe
sahiptir. Ancak etkisi yaklaşık 6 ay içinde
kaybolur(. Bu nedenle arzu eden
hastalarda 6 ayda bir tekrarlanır.
V. Dolgu maddeleri kullanımı
Bu uygulamada amaç derin kırışıklıkları
doldurarak 3 boyutlu iyilik hali
yaratmaktır. Kullanılan maddelerin
doldurma özelliklerinin yanı sıra,
genellikle yeni kollajen yapısını uyarıcı
etkileri de vardır. Genellikle yüzün alt
yarısındaki derin kırışıklıklar, dudak
büyütme/ düzeltme ve el sırtı için
kullanılır. Piyasada birçok ticari ürün
vardır. Dolgu maddeleri ya biyolojik
(hastanın kendisi veya başka canlıdan) ya
da sentetik olabilir. Kullanılan ürüne
bağlı olarak iyilik hali çeşitli sürelerde
devam eder. Ancak biyolojik materyel
kullanımında genellikle 6 ay kadar etki
gösterirler. Dolgu maddesinin kimyasal
yapısına bağlı olarak allerji, granülom
gibi yan etkilerin gelişebileceği
unutulmamalıdır. En az yan etki otolog
yağ, otolog dermal dolgu materyelleri ve
hyaluronik asit uygulamalarında
gözlenir. 26
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
DOÇ. DR. BÜLENT ERDOĞAN
ANEAH 1. Plastik Cerrahi Klinik Şefi
Yaşlı Yüz Cerrahisi
Yüzdeki kırışıklıklar, solar hasar,
solaryum (uva), yer çekimi, DNA hasarı
ve metalloproteinazlar, reaktif oksijen
türevleri, diyet ve çevresel faktörler,
genetik hastalıklar, ve yaşlanma gibi çok
nedene bağlı olarak oluşur.
Asıl konumuz olan YAŞLANMA; bir
atrofi sürecidir. Stratum corneum
tabakası incelir. Dermoepidermal
bileşkedeki papillalar silinir. Melanosit
ve langerhans hücre popülasyonu azalır.
Retiküler dermisin büyük kısmı yok olur.
Dermal organizasyon bozulur. Kollajen
miktarı azalır (%20).
Glikozaminoglikanlar (gag) ve elastik
lifler azalır. Tip III kollajen artar, tip I
kollajen azalır (normal deride tip I / tip
III kollajen oranı 6 / 1). Total dermis
kalınlığı her dekad için % 6 oranında
azalır. Sebase glandların boyutları artar.
Paccini ve Meissner korpüskülleri sayıca
azalır.
YÜZDE YAŞLANMAYLA
MEYDANA GELEN
MORFOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER
Alın ve glabellada çizgilenme, kaş
lateralinde pitoz, orbitanın üst kısmının
boşalması, alt göz kapağında laksite,
kırışıklıklar, ve torbalanma, nazojugal
oluğun derinleşmesi, üst göz kapağı
derisinde sarkma, malar pitoz, boynun
belirginliğinde kaybolma ve boyunda yağ
artışı, platismal bantlar, yaygın deri
laksitesi, nazolabial foldun derinleşmesi,
perioral kırışıklıklar, oral komissürün
aşağı dönmesi, labiomental sulkusun
derinleşmesi, Jowls (gıdı) oluşumu.
FACE LIFT (Yüz Germe)
TARİHÇE
HOLLANDER (1901)
LEXER (1906-1921): Subkutan face lift
BETTMAN (1919): Face lift insizyonu
SKOOG (1968):SMAS diseksiyonu ,
Deri-platisma flebi
MİTZ VE PEYRONİ (1976): SMAS’ın
tanımlanması
OWSLEY (1977): SMAS’ın ilk cerrahi
kullanımı
HAMRA (1990): Derin plan face lift
RAMİREZ (1991): Genişletilmiş
(extended) subperiosteal face lift
HAMRA (1992): Composite face lift
BAHMAN (1994): Multiplane face lift
FACE LIFT AMELİYATLARI
Subkütan Face Lift
Geleneksel SMAS Diseksiyonu
Genişletilmiş SMAS Diseksiyonu
Lateral Smasektomi
Subkütan Face Lift
SMAS Plikasyonu
Genişletilmiş (extended) smas
diseksiyonuna göre daha iyi malar
augmentasyon sağlar.
Jowl (gıdı ) üzerinde geleneksel smas
diseksiyonuna göre daha başarılı sonuç
verir.
Undermining yapılmadığı için SMAS
fleplerine kıyasla devaskülarizasyon ve
atrofi riski azdır. Dezavantajı, derin
geçilecek süturlerle facial sinirin bukkal
dalının zarar görebilmesidir.
Derin Plan Face Lift (HAMRA 1990)
Deri, SMAS ve malar pat pad enblok
muskulokutanöz flep şeklinde diseke
edilir ve asılır. Dezavantajları, fasial sinir
hasar riskinin yüksek olması, aşırı ödem,
uzamış iyileşme sürecidir.
Kompozit Face Lift
HAMRA
Derin plan face lift flebine alt
göz kapağındaki orbicularis
oculi kasını da dahil etmiş ve
bu modifiye ettiği tekniğe
composite face lift demiştir.
Subkütan Face Lift
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
28
Subperiosteal Face Lift
(TESSİER ,
PSİLLAKİS,
VASCONEZ VE
RAMİREZ)
Bikoronal ya da alına
uzatılmış temporal
insizyonla alında subgaleal
diseksiyon yapılır. Orbital
rimin 2.5 cm superiorunda subperiosteal
plana geçilir, derin temporal fasyanın
yüzeyel yaprağı insize edilerek aşağı ve
öne doğru zigomatik ark diseke edilir.
Caldwel-Luc benzeri insizyonla ağız
içinden girilerek maksilla, zigomatik ark
ve infraorbital foramenin lateralindeki
zigoma üzerinden periost eleve edilir ve
ağız içi diseksiyon planıyla bağlantı
sağlanır.
Multivektöryel Subperiosteal
Midface Lift (MVSML)
Transkonjonktival yaklaşımla infraorbital
bölgede infraorbital sinir seviyesine kadar
subperiosteal diseksiyon ve ağız içi
insizyonla zigomatik butressler, zigomatik
ark inferioru ve piriform apertura’ya
subperiosteal diseksiyon yapılır. Lateral
kantusa 1 cm insizyon yapılarak kantolizis
ve kantotomi yapılır. Orta yüz yapıları
suborbital yönde ilerletilerek periosta
asılır.
MACS Lift (Minimal Access
Cranial Suspension Lifting)
(TONNARD)
Derin Plan Face Lift (HAMRA 1990)
Transblefaorplasti - Subperiosteal
Mid Face Lift (TSML)
Subcilier insizyonla kas deri flebi eleve
edilir. Alt göz kapağından deri ve kas
eksizyonu yapılır. Subperiosteal
diseksiyonla, periost infraorbital bölgede
inferior, medial ve lateral yönlerde
kesilir.Hareketlenen periost parçası ve
üzerindeki yumuşak dokular, lateral
orbital rim periostuna vertikal olarak
asılır.
Transeyelid-Midface Lift
Temporal bölgede saçlı deri içinden açılan
insizyonla girilerek subperiosteal
diseksiyon yapılır. Alt göz kapağının
medial yarısı korunarak lateral kantusun
5-10 mm lateralinden deri eksizyonu
yapılır. Malar fat pad ve orbicularis oculi
kası derin temporal fasyaya asılır.
Genişletilmiş Santralateral Endoskopik
Face Lift
Lateral subperiosteal diseksiyonla orta
yüze geçilerek soof ve malar fat pad
süspansiyonu yapılır. Süperfisyel Yanak
Lifti
Subcilier insizyon ve suborbikuler
diseksiyonla malar fat pad orbicularis
oculi kası ile birlikte ıntermediate
temporal fasyaya asılır.
Sütür Suspansiyon Teknikleri
FACE LİFT
KOMPLİKASYONLARI
Hematom – en sık
Sinir yaralanması (En sık duyu: great
auriküler sinir, En sık motor: facial
sinirin frontal dalı) Frontal dal paralizisi
Deride zedelenme, nekroz, skar
Saç çizgisi değişiklikleri (alopesi)
Peri kulağı (pixie ear) deformitesi
ALIN GERME VE KAŞ
KALDIRMA ENDİKASYONLARI
Pitotik kaş
Kaş derisinin orbitaya doğru sarkması ve
göz kapağı derisinin fazlalığı şeklinde
görülmesi Transvers alın derisi çizgileri
Vertikal\oblik\transvers glabellar deri
çizgileri Multivektöryel Subperiosteal Midface Lift
Boyun, orta ve alt 1\3
yüze lift, submental
liposuction yapılır.
Preaurikular ve
temporal saç çizgisi
insizyonuyla limitli
subkutan diseksiyonu
izleyerek, güçlü pursestring süturlar ile
SMAS derin temporal
fasyaya asılır.
29
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
ŞÜKRAN TUNALI
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı
Dermatokozmetolojik Açıdan
Kamuflaj
Bazı deri hastalıkları, yüz, el, sırt gibi
görünür bölgelerde yerleşerek dikkat
çekebilir. Bunun dışında yara-yanık
izleri, lekeler (beyaz ve kahverengi)
kişileri tedirgin etmekte ve önemli
psikolojik sorunlara neden olmaktadır.
Bu tür şikayetleri olanlar “kendimi
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
beğenmiyorum ve bu görüntüden
kurtulmak istiyorum” dilekleriyle bizlere
müracaat ederler.
Bu görüntü bozukluklarını gizlemek
amacıyla yapılan kozmetik işlemler
“kamuflaj” (gizlemek) olarak
adlandırılır. Kamuflaj ürünleri
30
özelliklerine göre üç gruba ayrılır:
1. Korrektörler (renk örtücüler):
Çok güçlü renk örtücü özellikleri vardır
a) Yeşil renkli korrektörler kırmızı,
kahverengi ve turuncu renkli lekeleri
örtmek için kullanılır.
b) Sarı renkli korrektörler ise mor, mavi
ve gri renkli lekeleri örtmek için
kullanılır.
c) Bej renkli korrektörler ise yüzün doğal
rengindedir ve yeşil veya sarı renkli
korrektörlerle lekeler örtüldükten sonra
lekelerin ve sağlam derinin üzerine
sürülerek deride düzgün bir görüntü
oluştururlar.
2. Fondötenler:
Düşük oranda renkli maddeler içerirler.
Tek başlarına örtücü özellikleri az olması
nedeniyle öncelikle korrektörlerden sonra
sürülmesi önerilir. Ancak fondötenlerin
seçiminde
3. Pudralar:
Korrektörler ve fondöten uygulandıktan
sonra ince partiküllü toz pudralar yapılan
makyajı sabitleştirmek amacıyla
kullanılır.
İyi bir kamuflaj elde etmek için ürün
seçiminde dikkat edilmesi gerek
özellikler: kolay uygulanmalı, en az
sekiz saat süresince bozulmamalı,
pürüzsüz olmalı, allerji yapmamalı, ter
ve su ile akmamalıdır.
Kamuflaj günlük makyajdan farklı bir
uygulamadır ve bu işi bilen kişiler
tarafından yapılması uygundur.
Kamuflaj ürünleri değişik renk
tonlarında palet şeklinde piyasada
bulunmaktadır. İyi bir kamuflaj
yapabilmek için en azından yeşil, sarı,
bej korrektörler ile fondötenin altı farklı
tonunun bulundurulması uygundur. En
son tabaka olarak kullanılması gereken
fondöten ve pudranın derinin kendi
renginden bir ton koyu olması
gerekmektedir.
Kamuflaj uygulanabilecek deri
hastalıkları:
Kahverengi lekeler, dövmeler ve bener
beyaz renkli korrektörler
Damar benleri, kılcal damarlar, lazer
sonrası gelişen kırmızı renk, rozasea gibi
kırmızı rengin ön planda olduğu
durumlar yeşil renkli korrektörler
Beyaz
lekelerle seyreden hastalıklar ve
özellikle vitiligo kahverengi korrektörler
Göz altı morlukları, mor-mavi renkte
olmaları nedeniyle sarı korrektörler
Aknede kırmızı renkli sivilceler ise
yeşil korrektörlerle kapatılır.
Derideki renk ve şekil bozuklukları
korrektörler ile tek tek örtüldükten sonra
kamuflajda ikinci aşamaya geçilir. Bu
aşamada deri rengi ve yakın bej renkli
korrektörler tüm açık alana sürülür.
Üçüncü aşamada deri yapısına ve rengine
uygun fondöten sürülür. Dördüncü
aşamada ise deri rengine uygun pudra
sürülerek işlem sonladırılır.
Uygulanan kamuflajın yeterli olmadığı
durumlarda aynı işlemler bir kez daha
tekrarlanır. Ancak hiçbir zaman tam bir
kamuflaj sağlanmayabilir. Abartılı
kamuflaj, derideki değişikliklerden çok
daha dikkat çekici olabilir.
Kaş, kirpik ve saç dökülmelerinde
uygulanan kamuflaj yöntemlerine gelince;
hastanın saç rengine uygun kaş kalemi ile
31
çizgiler çizilebilir. Bu tür kamuflajın her
gün yenilenmesi gerektiği için hasta
tarafından pek tercih edilen bir yöntem
olmamakla birlikte komplikasyonu
olmayan, kişi tarafından uygulanabilir,
ucuz bir yöntemdir.
Son zamanlarda birçok kişi dövme
şeklinde uygulanan kalıcı makyajı tercih
etmektedir. Bu yöntem uygulandığında
özellikle kişinin kaş yapısı ve şekli
dikkate alınmalıdır. Örneğin, burun
köküne yakın bir kaş şekli yapıldığında,
çatık kaşlı yüz ifadesi; burun kökünden
çok uzak alanda başlayan bir kaş şekli
ise şaşkın bir yüz ifadesi görünümü
vermektedir.
Özelikle kirpik ve kaşlara yapılan kalıcı
dövmenin çok dikkatli
yapılmasıgerekmektedir. Ancak bu
işlemin birçok yan etkisi vardır. Bunlar;
enfeksiyonlar, kapanmayan ülserler,
çirkin yara izleri şeklinde
sıralanabilirler. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
PROF. DR. YALÇIN TÜZÜN, UZ. DR. ZEKAYİ KUTLUBAY, UZ. DR. BURHAN ENGİN
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı
Kıllanma ve Tedavisi
Kadınlarda, erkeklere has vücut
bölgelerinde terminal kılların varlığı
hirsutizm diye adlandırılmaktadır.
Kadınlardaki önemli sorunlardan
birisidir ve tedavisi, hirsutizme yol
açan nedene bağlıdır. Tedavi
edilmeyen hirsutizm
kadınlarda güven kaybına ve
psikolojik morbiditeye yol
açmaktadır. Hirsutizm için
en önemli tetikleyici etmen
hiperandrogenemidir.
Doğurganlık çağındaki siyah
ya da beyaz kadınların %510’unda hirsutizm olduğu
bildirilmektedir.
Hirsutizmde kıl fazlalığı
androgen bağımlı vücut
bölgelerinde olmakta
iken hipertrikoz,
androgen bağımlı
olmayan bölgelerde,
örneğin ekstremitelerde
artmış terminal kılın
bulunması durumudur
ve endokrin orijinli
değildir. Hipertrikoz
konjenital ya da edinsel
olabilir yani hastanın
etnik kökeni, ailesel ve
genetik özellikleri
hipertrikozu
açıklayabilir.
Virilizm
hirsutizmin daha
ileri şekli olup;
hirsutizmin
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
32
yanında ses kalınlaşması, erkek tipinde
kas yapısı, temporal saç dökülmesi ve
meme atrofisi gibi bulgularla beraber
görülür.
Hirsutizmin değerlendirilmesinde genetik
ve ailesel özellikler önemli
olabileceğinden, öncelikle hastanın
Ferriman-Gallwey sınıflamasına göre
skorunun en az 8 olduğundan emin
olmak gerekir. Bu sınıflamada
androgenlere duyarlı 9 vücut
bölgesindeki kıllanma miktarı 0 ile 4
arasında derecelendirilmektedir. Bu
skorun 8’in altında olması normal, 8-15
arası hafif, 15’in üzerinde olması ise
ciddi hirsutizm olarak değerlendirilir. Bu
sınıflamada değerlendirilen vücut
bölgeleri yüz (dudak üzeri, çene altı),
göğüs ön yüzü, meme areolası, göbek
çizgisi, sırt, sakral bölge, kalça, uyluk iç
yüzleri ve genital bölgedir.
Hirsutizmin en sık nedeni polikistik over
sendromu ve idyopatik hirsutizmdir.
Polikistik over sendromunun (PKOS)
hirsutizmle yakın ilişkisi nedeniyle
hastada anovülasyon ya da menstrüel
düzensizlik, infertilite, santral obezite,
bozuk karbonhidrat ve lipid
metabolizması, akantozis nigrikans ve
ailede tip II diabet varlığı
araştırılmalıdır. İdyopatik hirsutizm
tanımlaması ovulatuvar disfonksiyon,
hiperandrogenemi ve diğer tanımlanmış
androgen artışı bozuklukları
dışlandığında kullanılmaktadır.
Hirsutizm tablosunun ortaya
çıkmasından sorumlu ana neden; artmış
androgen salınımı ve seks hormon
bağlayıcı globulin (SHBG)
konsantrasyonlarının azalması sonucu
serbest androgen seviyelerinin artmasıdır.
En önemli üç androgen; androstenedion,
testosteron ve dihidrotestosteron (DHT)
dur. Dolaşımdaki testosteronun neredeyse
tamamı SHBG ve albumine bağlı olarak
bulunur, serbest testosteron biyolojik
olarak en aktif formdur. SHBG obezite,
hiperinsulinemi, akromegali, hipotiroidi
ve androgen, progesteron, glukokortikoid
ve büyüme hormonu kullanımı gibi pek
çok durumda azalabilir. Böyle
durumlarda total testosteron seviyeleri
normal bile olsa serbest testosteron
seviyeleri artmış izlenecektir. En potent
olan androgen ise dihidrotestosterondur,
ancak androstenedion da deride
doğrudan dihidrotestosterona dönüşebilir.
Testosteron periferik dokularda 5αredüktaz enzimi aracılığı ile
dihidrotestosterona dönüşür.
Hirsutizmi değerlendirmek için istenmesi
gereken ilk test serbest ve total
testosteron
ve dehidroepiandrosteron sülfat (DHEAS)’dır. Bu testler hirsutizmin kökeni ile
ilgili fikir verebilecektir. Testosteron
artışı genellikle over, DHEAS artışı
adrenal kaynaklıdır.
Hirsutizm nedeniyle başvuran kadınların
çoğu, alışılmışın dışındaki kıllanma artışı
sosyal açıdan rahatsız edici bir durum
olduğu için, kozmetik kaygılarla tedavi
istemektedirler.
Cushing sendromu, hiperprolaktinemi,
akromegali, tiroid disfonksiyonu ve
insulin direnci sendromları da androgen
artışına yol açarak hirsutizm nedeni
olabilirler. Cushing sendromu adrenal
hiperplaziye bağlı olup kılların çoğu
vellüs özelliğindedir.
Öyküde hastanın androgenik özelliği olan
ilaçlar, anabolik ve androgenik steroid,
danazol kullanımı sorgulanmalıdır.
Kadınlarda, erkeklerin kendilerine has vücut
bölgelerinde terminal kılların olması
hirsutizm diye adlandırılmaktadır. Kadınlar
için çok önemli sorunlardan birisi olan
hirsutizmin tedavisi, bu soruna yol açan
nedenlere bağlıdır. Tedavi edilmeyen
hirsutizm kadınlarda güven kaybına ve
psikolojik morbiditeye yol açmaktadır.
Hirsutizm için en önemli tetikleyici etmen
hiperandrogenemidir.
Hirsutizm tanısında laboratuvar
testlerinin amacı altta yatan bozukluğun
açığa çıkarılmasıdır, bu nedenle istenecek
tetkiklerin seçimi hastanın kliniğine göre
bireyselleştirilmelidir. Hastaların %95’e
yakınında PKOS veya idyopatik hirsutizm
mevcuttur. Öykü ve fizik muayene ile
altta yatan birçok bozukluk dışlanabilir,
hormonal testlerin tamamı yalnız
hirsutizm belirtileri ani ortaya çıkmış ve
hızlı ilerleyen ya da virilizasyon belirtileri
gösteren hastalarda istenmelidir.
Hastanın seçimine ya da, hirsutizmin
yaygınlığına bağlı olarak farmakoterapi
ya da kıl yok etme yöntemleri
önerilmektedir.
FARMAKOLOJİK TEDAVİ
Genellikle medikal tedavi yeni kıl
gelişimini engeller ancak mevcut kıllar
için fazla etkili değildir.
Oral kontraseptifler, en sık önerilen
preparatlardır. Özellikle son yıllarda
daha yeni progestinler içeren östrogenprogesteron kombine preparatlarının iyi
sonuçlar verdiği bildirilmiştir. Oral
kontraseptifler daha çok normal vücut
kitle indeksine sahip, sigara içmeyen
kadınlarda rahatlıkla önerilmekle
beraber, şişman kadınlarda tromboz
riskinden dolayı antiandrogenler
kullanılabilmektedir. Oral kontraseptifler
LH ve FSH sekresyonunu baskılayarak
33
ovaryen androgen sekresyonunu
azaltırlar. Bu etkisinden yararlanarak
hiperandrogenemik hastalarda hirsutizm
tedavisinde kullanılırlar. Bunlardan en
sık kullanılan siproteron asetat adetin 515.günlerinde günlük 50-100 mg, günlük
20-35 mg etinil östradiol ile kombine
verilmekte, adetin 15-25. günlerinde
etinil östradiole yalnız devam
edilmektedir.
Spironolakton hem aldosteron
antagonisti ve hem de androgen reseptör
antagonistidir. Androgen reseptörlerini
doza bağımlı ve kompetitif inhibe eder.
5α-redüktaz enzim aktivitesini de inhibe
eder. Günlük 100-200 mg iki bölünmüş
dozda önerilmektedir.
Siproteron Asetat progestajenik etkileri
olan bir 17-hidroksiprogesteron asetat
derivesidir. Etki gücü megesterol asetata
benzer. Antiandrogenik etkisini androgen
reseptörlerine
bağlanmada testosteron ve DHT ile
yarışarak gösterir.
Finasterid primer olarak tip 2 5αredüktaz enzimini inhibe ettiğinden bu
ilaçla tedavi edilen idyopatik hirsutizmli
hastalarda tedavi sonrası DHT
konsantrasyonunda azalma ve testosteron
konsantrasyonunda artma görülmektedir.
Günlük 2.5-5 mg dozda
kullanılabilmektedir.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Flutamid androgen resptörüne DHT’un
bağlanmasını inhibe eder. Hirsutizm
tedavisinde spironolaktona göre daha
etkili olduğu bulunmuştur.
Bikatulamid yeni, güçlü ve saf bir
nonsteroid antiandrogen ilaçtır.
Topikal antiandrogenler
önerilmemektedir.
Gonadotropin salgılatıcı hormon
agonistleri ciddi hirsutizmi olan ve oral
kontraseptiflere ve/veya antiandrogenlere
yeterli yanıtı olmayan hastalarda
önerilmektedir.
Tüm farmakolojik tedaviler için en az altı
ay kullanım sonunda hastanın
değerlendirilmesi, gerekirse doz ve ilacın
bu süre sonunda değiştirilmesi
önerilmektedir.
DİREKT YÖNTEMLER
Geçici Olan Yöntemler: Depilasyon da
denilen bu yöntemler tıraş etme, ağda,
koparma ya da cımbız gibi kılı geçici
olarak tahrip eden yöntemlerdir.
Bunların sürekli uygulanımı, folikülit,
hiperpigmentasyon ve sikatris gelişimi
gibi komplikasyonlara yol
açabilmektedir. Kimyasal depilatuar
kremler kıl yapısındaki keratinin disulfit
bağlarını kopararak etki eder ve en sık
kullanılanlar tioglikolat içeren
kremlerdir. Kıl şaftını eritirler
ancak kıl köküne etkisizdirler.
Sarartma, hidrojen peroksit
ve sülfatlarla kılların
görünürlüğünü azaltan bir
yöntem olup, irritasyon,
kaşıntı ve deride
diskolorasyon
yapabilmektedir.
Elektroliz (elektroepilasyon); elektrik
akımı ile kıl kökünün tahrip edilmesidir.
Galvanik elektroliz ve termoliz olarak iki
türü vardır. Galvanik akımda iğneden
direkt olarak elektrik akımı geçmekte ve
dokulardaki serumla etkileşime girerek
sodyum hidroksit oluşumuyla kıl kökünü
ve dermal papillayı tahrip etmektedir.
Termolizde ise alterne akım iğneden kıl
folikülüne geçmekte ve sonuçta oluşan ısı
kıl kökünü yok etmektedir. Her tip deriye
uygulanabilir, eritem, postinflamatuar
pigmentasyon ve sikatris gelişimi olası
yan etkileridir.
Fotoepilasyon; Lazerler ya da lazer
olmayan ışık kaynağı kullanan IPL bu
yöntemler arasındadır. Bu amaçla en sık
kullanılan lazerler alexandrite,
neodymium: yttrium- aluminum-garnet
(Nd:YAG), diod ve ruby lazerlerdir. Bu
tedavide temel prensip, koyu renkli
kılların foliküllerinde direkt hasar
oluşturmaktır. Lazerler en çok deri rengi
açık, kalın ve koyu renkli kıllarda
etkilidir. Sarı renkli ince tüylerin
bulunduğu ya da koyu renkli deri
üzerinde
Kalıcı Yöntemler: Lazer,
IPL (Intense Pulsed Light)
ve elektroliz (iğneli
epilasyon) bu amaçla
kullanılan yöntemlerdir.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
34
bulunan ve genellikle yüz ve kol
bölgesindeki uygulamalar diğerlerinden
daha uzun sürmektedir. Hirsutizmde
lazer tedavisinin uzun süreli etkileri ile
ilgili raporlar azdır. İki yıllık bir
araştırmada tek bir tedavi seansı ile
hastaların %31’inde kalıcı kıl kaybı,
%46’sında ise parsiyel kıl kaybı
gözlenmiştir. IPL ile radyofrekans
kombinasyonlarının özellikle beyaz ya da
açık renk kıllarda daha başarılı ve
güvenli sonuçlar verdiği bildirilmektedir.
Lazer IPL’den, IPL de genellikle
elektrolizden daha pahalı bir yöntemdir
ancak çalışmalarda lazer yönteminin
hem fotoepilasyon hem de elektrolizden
daha az ağrılı ve hızlı olduğu ve
genellikle daha az seansta sonuç verdiği
gösterilmiştir.
Topikal Tedaviler; Kıl gelişimi için gerekli
olan poliamin sentezinin hız kısıtlayıcı
enzimi ornitin dekarboksilazdır. Bu
enzimin geri dönüşümsüz inhibitörü olan
eflornithine, topikal bir krem şeklinde
uygulanabilmektedir. Genellikle yüz
bölgesinde daha etkili olup, kılların
gelişim hızını
yavaşlatmaktadır. En iyi
sonuç, uygulamadan
6-8 hafta sonra
görülmektedir ve
tedavi kesildiğinde
etkinlik de sona
ermektedir. PALALILAR
inşaat&otomotiv
Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta
General Zeki Doğan Mahallesi’nde
OTURMAYA HAZIR
VEYA İNŞA ATTAN
2+1 3+1 4+1 5+1
LÜX DAİRELER
Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan
yatırıma uygun yaşam alanları...
Konutlarımız belirli sayıdadır.
Arayın fiyat avantajlarını konuşalım...
w w w. t a s p a i n s a at.c o m
www.p a l a l i l a r. c o m
Satış O f i s i : Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B
Tel: (0312)
Mamak - ANKARA
365 52 90
www.avecreklam.com
S AT I L I K
PROF. DR. SERVER SERDAROĞLU, UZ. DR. ZEKAYİ KUTLUBAY
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı
Androgenetik Alopesi ve Tedavisi
Androgenetik alopesi (AGA), hiç kuşkusuz
en sık görülen saç dökülmesi şeklidir. Bu
durum yaşla beraber çok sık görülen
fizyolojik bir olay gibi algılanmasına
rağmen yaşam kalitesini bozmakta ve
insanları medikal bir çözüm arayışına
itmektedir. Saç kaybı erken adolesan
dönemden ileri yaşlara kadar herhangi bir
dönemde görülebilir. Androgenetik alopesi
genetik eğilimi olan her iki cinste,
dolaşımdaki androjenlere yanıt olarak,
belirli paternlerde ortaya çıkan saç
kaybıdır. Bu durum erkek tipi saç
dökülmesi, erkek tipi kellik, sıradan kellik
ve androjene bağlı alopesi olarak da
adlandırılır. AGA’nın sıklığı etnik ve
ailesel faktörlere bağlıdır. 30’lu yaşlardaki
erkeklerin yaklaşık %30’unda AGA
mevcutken, bu oran 50’li yaşlarda %50’ye
çıkmaktadır. Daha ileri yaşlarda ise
%70’ini etkilemektedir. Otuz yaşın altı
kadınlarda %5 oranında ve 70 yaşın
üzerinde %30 oranında saptanmıştır.
Etyolojide rol alan üç major faktör;
genetik yatkınlık, yaş ve androjen
düzeyleridir. Ancak halen patogenezi tam
olarak açıklanamamıştır. Günümüzde en
çok kabul edilen teori androgenetik
teoridir. İnsan kıl foliküllerindeki
değişiklikleri düzenleyen temel hormonlar
androjenlerdir. Testesteron, 5-alfa
redüktaz enzimi ile dihidrotestesterona
(DHT) dönüşür. DHT hedef hücredeki
reseptörüne bağlanır ve hormonun çoğu
etkisinden temel olarak sorumlu olan
RNA polimerazı aktifler. Androgenetik
teoriye göre genetik olarak yatkın olan
bireylerde saçlı deride daha fazla androjen
reseptörü bulunmakta ve 5-alfa redüktaz
tip 2 enzimi ile çok miktarda testesteron
dihidrotestesteron hormonuna
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
dönüşmektedir. DHT dermal papillada kıl
folikül minyatürizasyonuna ve temporal
bölge, verteks ve şakak bölgelerindeki
terminal kılların vellüs kıllarına
dönüşümüne neden olur. Androjenlerin
rolü çok iyi anlaşılmıştır ancak bu teori,
neden bu hormonların sadece saçlı derinin
bazı bölgelerinde saç kaybına neden
olduğunu açıklamakta yetersizdir. AGA
oluşumunda stres, anksiyete, iskemi ve
çevresel faktörlerin de rol oynadığı
bildirilmiştir. Örneğin, sigara içmenin
AGA ile belirgin ilişkisi saptanmıştır.
Genetik faktörlerin saç dökülmesinde
etkili olduğu belirtilmiştir. Farklı
çalışmalarda tek gen ve poligenik etki
üzerinde durulmuştur. Kadın tip AGA’da
birinci derece erkek akrabalardaki
androjen tip dökülme bir risk faktörü
olarak belirtilmiştir. Yüksek androjen
seviyeleri hirsutizm veya menstrual
bozukluğa eşlik eden alopesili hastaların
%79’unda ve buna karşılık yalnızca
alopesi şikayeti olan hastaların %16’sında
saptanmıştır. Kadın tipi AGA’sı olan
hastaların birçoğunda dolanan androjen
seviyeleri normaldir fakat saçlı derinin
androjenlere karşı duyarlılığında artış
mevcuttur.
Histopatolojik incelemede; total saç
folikül sayısı değişmezken, saç folikül
boyutlarında çeşitlilik ve vellus kıllarında
artış ile progresif bir minyatürizasyon
vardır. Telojen kılların sayılarının artması,
subkutan yağ dokusunda terminal kıl
folikül sayısının azalması, şaft çapında
değişiklikler olması ve fibröz doku
miktarının artışı diğer bulgulardır.
Klinik olarak tanıyı doğrulamak ve ayırıcı
36
tanı yapmak için bazı testler yapılmalıdır.
Kıl kökünün ve gövdesinin mikroskop
altında incelenmesi için 25-30 adet saç
teli deri yüzeyinden kesilmelidir. Saç
çekme testi için 60 adet saç teli kuvvetlice
çekilmeli ve kökleri incelenmelidir.
AGA, erkeklerde erkek tipi saç dökülmesi,
kadınlarda ise kadın tipi saç kaybı olarak
da bilinir. Erkeklerde tipik olarak
bitemporal çekilme olarak başlayıp,
frontal ve verteks bölgesinde incelme
olarak devam eder; frontal saç çizgisinde
çekilme sıktır. Alopesi ilerler ve
sonrasında vertekste kel bir alan olarak
kalan saçlar kulaklar hizasında ensede taç
şeklini oluşturur. Ayrıca bu bölgedeki
saçlar daha ince ve güçsüzleşir ve daha
yavaş büyümeye başlarlar. Kadınlarda
frontal ve pariyetal bölgedeki saçlarda
ilerleyici incelme şeklinde belirir;
erkekteki dökülmenin aksine frontal saç
çizgisi normaldir. Her iki cinste de
oksipital saç çizgisi korunmuştur.
Erkeklerdeki dökülmenin aksine,
premenopozal kadınlarda etkilenen
bölgelerde tam
kellik nadiren
gelişir. Ancak
post menopozal
kadınlarda
erkeklerdeki
benzeri
dökülmeye daha
sık rastlanır.
Erkeklerde
AGA’ nın
ilerlemesi
HamiltonNorwood
sınıflaması ile
yedi derece
şeklinde sınıflandırılabilir. Kadın tipi
AGA’da klinik değerlendirmede Ludwig I
paterni saptanan hastalarda hafif
derecede, Ludwig II paterni saptanan
hastalarda orta derecede ve Ludwig III
paterni saptanan hastalarda ciddi oranda
saç kaybı mevcuttur.
AGA tedavisi, etyolojide rol alan üç ana
faktör değiştirilemediğinden çok zordur.
Klinikte olduğu gibi tedavide de kadın ve
erkek arasında bazı farklar
bulunmaktadır.
AGA’da tedavinin amacı foliküldeki
androjen aktivitesini azaltmaktır. Bunu 5alfa redüktaz
inhibitörleri ile testosteronun
dihidrotestosterona dönüşümünü bloke
ederek, androjen reseptör proteinlerini
bloke ederek veya androjenden östrojene
dönüşümü arttırarak yaparlar. Amaç
minyatürizasyonu geri çevirmek ve/veya
stabilize etmektir.
TOPİKAL TEDAVİ
Minoksidil: Hipertansiyon tedavisinde düz
kas vazodilatatörü olarak etki eden
potasyum kanal agonistidir. Fakat kıl
büyümesinde de etkili olduğu görülmüştür.
Minoksidil çok miktardaki androjenik
hormonun etkisiyle küçülmeye başlamış
olan kıl foliküllerinin büyümesini ve
kalınlaşmasını uyarır. Anagen fazın
uzamasına öncülük
eden foliküler
keratinositlerin
proliferasyonu ve
farklılaşmasında
minoksidilin direkt
etkisi vardır. AGA’
sı olanlarda uzun
bir süre günde iki
defa topikal olarak
uygulanması
gerekmektedir.
%2’lik veya %5’lik
minoksidil
solüsyonu topikal
tedavi olarak çok sık kullanılmaktadır.
Yaşları 18-45 arasında değişen
androgenetik alopesili 256 kadında
yapılan çalışmada günde iki defa topikal
minoksidil ile hastaların %63’ünde hafif
orta derecede kıl büyümesi gözlenmiştir.
Minoksidilin sistemik yan etkileri
bulunmamaktadır.
Tretinoin: Birçok farmakolojik ve
fizyolojik etkisi olan biyolojik yanıt
düzenleyicisi tretinoin epitelyal hücre
büyümesi ve farklılaşmasını düzenleyen
güçlü bir hücre mitojenidir. Saçların
büyümesini stimüle edici etkisi olduğu ve
minoksidil ile birlikte sinerjik etki
gösterdiği bildirilmiştir.
Fluridil: Yeni topikal antiandrojen bir
ilaçtır. Androjen reseptörlerini
baskılayarak etkisini göstermektedir.
İrritasyon yapmamaktadır.
SİSTEMİK TEDAVİ
Finasterid: 5 alfa redüktaz 2 enzim
inhibitörüdür. Bu enzimin inhibisyonu ile
DHT sentezini azaltır ve kıl folikülündeki
DHT’un yıkıcı etkisini azaltır. Uzun bir
süre (en az 1 yıl) günde 1 mg dozunda
kullanılmalıdır. Yan etki olarak erektil
disfonksiyon, libido azalması, ejekulat
hacminde azalma ve jinekomasti yapabilir.
Ancak tüm bu yan etkiler geçicidir. Aynı
zamanda finasteridin etkisi de geçicidir.
Oral emilimi iyi, biyoyararlanımı %65’tir.
Karaciğerde sitokrom p-450 enzimi ile
metabolize edilir. 1997’de FDA tarafından
AGA tedavisinde 1 mg/gün olarak
kullanımı onaylanmıştır. Hafif-orta AGA’lı
yaşları 18-41 arasında 933 erkekte,
çift-kör, randomize, plasebo kontrollü
çalışmada, 1mg/gün finasterid veya
plasebo tabletler 1 yıl süreyle verilmiş. 1
yıl sonunda %51’inde saç kaybında
stabilizasyon, %48’inde saçta büyüme
bildirilmiştir.
Siproteron asetat: Kimyasal yapısı steroid
olan siproteron asetat, güçlü bir progestin
oldugu gibi güçlü bir androjen reseptör
antagonistidir. Kadınlarda hirsutismus ve
aknede etkilidir. Saç
37
dökülmesini azaltır ancak gözle görülür
artma genellikle olmaz. Kullanımı FDA
tarafından onaylanmamıstır. Siklusun 514 günleri arasında 50-100 mg/gün
önerilen dozdur.
Spironolakton: Potasyum tutucu diüretik
ve antihipertansif ajan olarak kullanılan
bir aldosteron antagonistidir.
Spironolakton ovaryen androjen üretimini
inhibe eder. Sitokrom p-450’yi kullanarak
adrenal glandda androjen biyosentezini
zayıf bir şekilde inhibe eder. En çok
hirsutismusta etkilidir. Androgenetik
alopeside daha az etkili olduğu yapılan
çalışmalarda bildirilmiştir.
Dutasterid: Benign prostat hipertrofisinde
kullanılan tip 1 ve tip 2 5-α redüktaz
inhibitörüdür. Aknede ve AGA’de deneysel
aşamadadır. Serum dihidrotestosteron
oranlarında %94-98 oranında azalma
olduğu bildirilmiştir.
Flutamid: Alopesi ve hiperandrojenizmi
olan kadınlarda etkili olduğu gösterilen
bir nonsteroidal antiandrojendir.
CERRAHİ TEDAVİ
Günümüzde AGA’nin cerrahi tedavisinde
“folliküler ünite nakli” en çok tercih
edilen yöntemdir. Genel olarak bu işlem
saç ekimi olarak adlandırılmaktadır. Bu
yöntem basit anlamda oksipital bölgede
bulunan androjenlere dirençli olan follikül
gruplarının bir miktarının çeşitli
tekniklerle buradan alınarak saç
dökülmesinin olduğu alanlara
nakledilmesidir. Saç ekiminde iki ana
cerrahi teknik kullanılmaktadır:
FUT (Follicular Unit Transfer), oksipital
alanda cerrahi yöntemle uygun ölçülerde
bir saçlı deri flebinin çıkarılmasıyla
başlar.
FUE (Follicular Unit Extraction),
foliküler üniteler tek tek özel
mikropunchlar ile
çıkarılır. Bunun dışında yapılan diğer
işlemler tamamen aynıdır. Her iki
yöntemle elde edilen foliküler üniteler
saçların nakledileceği alıcı alanda açılan
küçük saç kanallarına yerleştirilir. I
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
DOÇ. DR. FERİT SARAÇOĞLU
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği
Kadınlarda Yaşlanma Süreci
Menapozla Birlikte mi Başlar?
Gelişmiş toplumlarda insan yaşamındaki
uzamaya bağlı olarak menapoz yaşındaki
kadın sayısı gittikçe artmaktadır.
Menapozda geçirilen süreç ise toplam
yaşamın yaklaşık 1/3 üne ulaşmaktadır.
Menapoz birlikte getirdiği medikal ,
psikolojik ve kültürel değişimlerle kadın
hayatının çok önemli bir evresini
oluşturmaktadır. Kadının yaşam kalitesi
değişmekte, bu evrede önemli sağlık
sorunlarının gelişmesini önlemek yada
gelişmişse tedavi etmek daha da önem
kazanmaktadır.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Bir kadının adetlerinin kesilmesine
menapoz denilmektedir. Genellikle
aşamalı bir süreç olup yumurtalıklardaki
hormon yapımının azalmasıyla başlayan
premenapozu takiben (menapoz öncesi
dönem) menapoza geçilmektedir.
Ülkemizde menapozun başlama yaşı
ortalama 48 dir.
Ancak kişisel, ailesel yada bölgesel
özelliklere göre menapoz yaşında
farklılıklar görülebilmektedir. Çeşitli
nedenlerle ameliyatlarla yumurtalıkların
alınması da menapoza neden olmaktadır.
38
Menapoz sırasında bazı kadınların
hiçbir sorunu olmazken bazılarının
değişik derecelerde fiziksel yada
psikolojik şikayetleri olabilmektedir.
Şikayetler genellikle 1-5 yıl içerisinde
hafiflemekte yada kaybolmaktadır.
Menapoz öncesi dönemde genellikle
adetler düzensizleşmekte , miktarı
azalmakta , hafif sıcak basmaları ,
çarpıntı ve terlemeler olabilmektedir .
Menapoza geçişle birlikte adetler
tümüyle kesilmekte, sıcak basmaları ve
terlemeler artmakta, genital
organlardaki kuruluk nedeniyle cinsel
ilişkiler zorlaşmakta, cinsel istekler
azalmaktadır. Ciltte kuruluk ve incelme ,
kırışıklıklar başlamakta, saçlardaki
dökülme artmaktadır. Çoğunlukla idrara
çıkma sıklığı artmakta , idrar kaçırma
problemleri başlayabilmektedir. Sıklıkla
yorgunluk, halsizlik, diz ve eklem ağrıları
sorunları ortaya çıkmaktadır. Menapoz
bir kısım psikolojik değişiklere de neden
olmakta, huzursuzluk, alınganlık, çabuk
ağlama , uykusuzluk, dikkatte azalma ve
unutkanlık görülebilmektedir.
Menapozun fark edilebilen değişiklikleri
yanında bir kısım erken dönemde fark
edilemeyen değişiklikleri de söz
konusudur. Örneğin kan yağları
yükselmekte, kalp damar sisteminde
ileride kendisini kalp hastalıkları , yüksek
tansiyon vb sorunlarla gösterebilecek
değişimler başlamakta, kilo alımı
artmakta, kemiklerde kireç kaybı
hızlanmakta ve kemik erimesine
(osteoporoz) kadar gidebilen değişimler
olmakta, şartların uygun olduğu
hastalarda yaşlılığa bağlı şeker gelişimi ,
hafıza bozuklukları ve demans olasılığı
artmaktadır. Vücut savunma sistemleri
zayıflamakta , enfeksiyonlar daha kolay
gelişmekte, kanser gelişme
olasılığı artmaktadır.
Yapılacak kan tahlilleriyle menapoza
girilip girilmediği kesin olarak
saptanabilmektedir. Ayrıca gerekli tıbbi
bilgilerin alınmasını takiben yapılacak
sistemik, meme ve jinekolojik muayene,
tetkikler (smear, kanser erken tanı
testleri, meme tetkikleri , kemik
ölçümleri , ultrasonografi ve röntgen,
kan, idrar tetkikleri ) sonucunda kişinin
durumu değerlendirilerek, gerekli
bilgilendirilmeler yapılmaktadır ( düzenli
fiziksel egzersizler vb yaşam tarzı
değişikleri, kalsiyum alımının artırılması
, sağlıklı beslenme önerileri vd). Bazı
hastalarda çeşitli tıbbi tedaviler de
gerekebilmektedir. Bazı hastalara
estrojenle hormon yerine koyma
tedavileri gerekebilirken diğerlerine
kemik erimesi ilaçları , kan yağlarını
düşüren tedaviler vb gerekebilmektedir.
Başlanacak tüm tedavilerin nedenleri ,
beklenebilecek yararlar ve zararlar
konusunda hastaların bilgilendirilmesi
gerekmektedir. Menapoz hastalarının
düzenli kontrolleri, kendilerine
önerilen değişikliklere ve
tedavilere uymaları büyük önem
taşımaktadır. Çünkü
39
oluşabilecek bazı değişimlerin geri
dönüşümü çok zorlaşmakta bazen de
imkansız hale gelebilmektedir.
Yazının başlığındaki sorunun cevabına
gelince , menapoz her ne kadar
öncesinde premenapozal dönem
dediğimiz bir geçiş süreci varsa da
kadınlarda yaşlanmanın başlangıcı
sayılabilir. Özellikle yukarıda belirtilen
yoğun ve aynı anda, neredeyse tüm
vücutta başlayan değişiklikler
erkeklerdeki yaşlılık sürecinden daha
farklı olarak kadınların klinik olarak ta
olumsuz etkilenmesine neden olmakta,
çoğunlukla yaşam kalitesi
etkilenmektedir. Kadının yaşamının bu
evresine de sağlıklı biçimde devam
edebilmesini sağlamak amacıyla son
yıllarda çok sayıda hastanın katıldığı
önemli araştırmalar yapılmış, menapoz
ve tedavisiyle ilgili pek çok ilerleme
sağlanmıştır. Hastaların sağlıklarına
önem vermeleri ve bu gelişmelerle ilgili
olarak hekimleriyle bağlantıda olmaları
gerekmektedir. Böylece yaşlanma
sürecine daha kontrollü ve
sağlıklı girmek mümkün
olabilecektir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
DOÇ. DR. SERDAR GÜLER, UZM. DR. TÜRKAN METE, UZM. DR. SERHAT IŞIK
ANEAH Endokrin ve Metabolizma Kliniği
Yaşlılık Ve Endokrin Sistem
GİRİŞ:
19.yüzyıldan bu yana yaşlılıkta görülen
değişimleri bir endokrin patoloji ile
ilişkilendirme ve çeşitli endokrin
tedavilerle bu değişimleri tersine çevirme
konusunda girişimler olmuştur.
Hormonal ‘gençlik pınarını” arayış
günümüzde de devam etmektedir. Bu
nedenle, yaşa bağlı olarak büyüme
hormonu ve insülin benzeri büyüme
faktörü (GH/IGF-1) ve testosteronun
azalması ( sırasıyla somatopoz ve
andropoz) karşısında insan GH ve güçlü
androjenik steroidlerin endikasyon dışı
kullanımındaki artış önemli düzeydedir.
YAŞLANMANIN FİZYOLOJİSİ:
Biyolojik yaşlanma hücre ve doku
fonksiyonlarında ilerleyici ve yaygın bir
kayıp, dolayısıyla organizmanın üreme ve
hayatta kalma becerisinin giderek
azalmasıyla karakterizedir. Bu sürecin
hızı türler arasında değişkenlik gösterir,
değişiklikler birçok doku ve organı
etkiler. Fonksiyon kaybı sistemler ve
bireyler arasında değişkenlik gösterir, ilk
olarak rezerv kapasitesinde azalma ve
stres durumunda homeostazın korunması
bozulması izlenirken, ilerleyen dönemde
stres olmaksızın fonksiyon bozukluğu
devam eder.
Yaşlanmanın altında yatan temel
mekanizma bilinmemektedir. En olası
mekanizma, nükleik asit, protein ve lipid
membranların fonksiyonunu bozan
biyokimyasal değişikliklerin birikimidir.
Bu değişiklikler arasında serbest
radikaller tarafından oksidasyon,
nonenzimatik glikolizasyon ve DNA
metilasyonu ve histon asetilasyonu gibi
epigenetik faktörler sayılabilir.
Etkilenen doku veya kök hücre tipine
göre fonksiyon kaybı veya tamir
kapasitesi değişkenlik gösterebilir.
Yaşlanmada iyi tanımlanmış bir fenomen
de, sinyal iletim etkinliğinin yaygın
olarak bozulmasıdır. Yaşlanmayla
östrojen reseptör geninde progresif
metilasyona bağlı olarak gelişen
endotelin östrojene vazodilatör yanıtında
azalma örnek gösterilebilir.
ENDOKRİN DEĞİŞİKLİKLER:
Yaşlı kişilerde endokrin fonksiyonlardaki
değişiklikler değerlendirilirken, endokrin
fizyolojisindeki yaşa bağlı değişiklikler
ile yaşla ilişkili olarak sıklığı artan
hastalıklar arasındaki farkı ayırt etmek
önemlidir. Bu ayırımı yapmak teorik
olarak basit olsa da pratikte zordur.
Pratik yaklaşım olarak,çoğu yaşlı bireyde
görülen endokrin bir değişiklik, özellikle
ciddi kronik hastalığı olmayan hastalarda
tespit edilmişse, büyük olasılıkla
yaşlanmaya bağlıdır. Diğer yandan yaşlı
kişilerin az bir kısmında görüldüğünde,
muhtemelen hastalık ilişkilidir.
Hangi durumun yaşla ilişkili, hangisinin
hastalıkla ilişkili olduğunu ayırt etmek
zordur. Çünkü yaşla ilişkili hastalığı
olmayan çalışma grubunu “normal”
kabul etmek veya kronolojik yaşına
kıyasla biyolojik yaşı genç olan bireylerin
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
10
varlığı, çalışmada yanlılığa neden
olabilir.
Yaşla ilişkili veya hastalıkla ilişkili klinik
durumların ayırt edilmesi, her zaman
tedaviyi yönlenidirici olmayabilir;
örneğin bir hekim menopozdaki
hormonal değişiklikler için tedavi
vermeyi tercih ederken subklinik
hipotiroidizm için tedavi önermeyebilir.
Yaşla ilgili endokrin değişiklikler
hakkında genel olarak kabul gören bazı
görüşler şunlardır:
Yaşa
bağlı iyi tanımlanmış ve universal
olan fonksiyon değişikliği gösterdiği
kanıtlanmış tek endokrin sistem;
kadınlarda hipotalamus- hipofiz- gonad
aksıdır.
Yaşa bağlı olarak çoğu kişide GH IGF-1 sisteminde, erkek
hipotalamus-hipofiz- gonad aksında ve
adrenal korteksin
dehidroepiandrostenodion (DHEA)
sentezleyen kısmında (zona retikülaris)
progresif fonksiyon kaybı olur. Serum
IGF-1, total ve serbest testosteron ve
DHEA-S düzeylerinin normal değer
aralığı yaşla uyumlu olarak
belirlenmelidir ancak bu değerlerin
fizyolojik olark optimal olup olmadığı
bilinmemektedir.
Diğer bazı hormonların sekresyonu da
yaşla birlikte değişir ancak bunlardaki
değişimler daha az öngörülebilir; iyi
tanımlanmış yaşla uyumlu normal
değerleri bilinmemektedir.
Bazı hormonların etkisi yaşla azalır,
artan hormon sekresyonları doku
yanıtındaki bu azalmayı kompanse
edebilir ya da etmeyebilir.
HİPOTALAMUS-HİPOFİZ
FONKSİYONU:
Normal yaşı bireylerde ACTH, TSH ve
GH’un sirkadiyen ritminin sıklığı ve
büyüklüğünde değişiklik olur. Bu
değişikliklerin büyük bir kısmı az
orandadır fakat GH ve muhtemelen
ACTH için değişiklikler klinik olarak
önemli olabilir.
GH’de Değişiklikler: Yaşla birlikte hem
bazal hem de uyarılmış serum GH
sekresyonu ve IGF-1 konsantrasyonu
azalır. GH sekresyonundaki azalma
hipotalamustan GHRH sekresyonunda
azalmaya ve somatotrofların GHRH’a
yanıtının azalmasına bağlıdır.Düşük
fiziksel aktivite ve yağ dokusundaki artış
yaşlı bireylerde GH sekresyonundaki
azalmaya katkıda bulunur. GH
salınımının çoğu yavaş dalga uykusu
esnasında gerçekleştiğinden, GH’un yaşla
birlikte görülen uyku bozuklukları ile
ilişkisi de göz önünde bulundurulmalıdır.
İleri yaştaki bireylerde GH’nun diurnal
salınımı ve nokturnal piklerin amplitüdü
idame ettirilir, ancak gençlere göre daha
düşük amplitüdlüdür. Evre 3 ve 4 yavaş
dalga uykunun farmakolojik olarak
restorasyonu, GH pulsatil
epizodlarını arttırır, bu
durumun yaşlılardaki
klinik önemi açık
değildir.
41
GH Tedavisi: Yaşlı bireyler görülen
azalmış kas kitlesi ve kemik dansitesinin
GH tedavisiyle düzelebildiğini gösteren
bazı gözlemler vardır. 131 yaşlı bireyde
yapılan randomize bir çalışmada
rekombinant hGH tedavisinin kas
kitlesini arttırırken yağ dokusunu
azalttığı, östrojen-progesteron tedavisi ile
birlikte uygulandığında kadınlarda ek
yarar sağlamadığı oysa erkeklerde
testosteron tedavisi ile birlikte
verildiğinde kas kitlesinde daha fazla
artış olduğu görülmüştür. GH tedavisi
alan hastalarda görülen en belirgin
önemli yan etkiler ödem, karpal tünel
sendromu ve atraljiydi. Diyabet ve glukoz
intoleransı erkeklerde daha sık görüldü.
rhGH tedavisinin seks steroidleri ile
kombine uygulanması hem kadın hem
erkeklerde vücut kompozisyonu ve kas
gücünde iyileşme sağlamıştır. Ancak, GH
sekresyonunda azalma veya GH
reseptörlerinde defekt olan farelerin daha
uzun yaşadığının çeşitli çalışmalarla
gösterilmesi, GH’un bir anti-aging
hormonu olduğu fikriyle çelişmektedir.
Yukarda verilen örnekler
ışığında, rhGH tedavisi
sadece, dökümante
edilmiş GH eksikliği
olan hastalar için
saklanmalıdır.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
VAZOPRESSİN VE SU
DENGESİ:
Yaşlı bireylerde gençlere kıyasla
vazopressine renal yanıtın azalmış
olması, bu bireyleri su yoksunluğuna
daha duyarlı hale getirir. Ozmotik
stimulasyona vazopressin yanıtı yaşlı
bireylerde artabilir veya artmayabilir,
bunun yanında baroreseptörlerle
algılanan volüm deplesyonuna
vazopressin yanıtı artmıştır. Ozmotik
stimulasyona yanıt olarak oluşan susama
hissi azalır. Susama hissinde ve
vazopressine renal yanıttaki azalmanın
sonucunda yaşlı hastalar , vazopressin
sekresyonu artsa bile daha kolay
dehidrate kalırlar.
Hiponatremi de yaşlılarda, daha çok
kadınlarda sık görülebilen bir
problemdir. Uygunsuz antidiüretik
hormon salınımını (SIADH) mı yoksa
renal tübüler disfonksiyonu mu yansıttığı
açık değildir, her iki durumda da
görülebilir. Bazı hiponatremik yaşlılarda
rölatif olarak dehidratasyon ve
mineralokortikoid eksikliği görülür. Bu
nedenle, yaşlı bireylerde
mineralokortikoide yanıt veren
hiponatremi ile SIADH iyi ayırt
edilmelidir.
ACTH ile kortizolün birbirinin salınımı
üzerine olan etkisi yaşla birlikte
değişebilir. Bağımsız çalışmalarda
aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir:
Yaşlılarda
serum kortizol
konsantrasyonu 24 saatlik periyod içinde
gençlere göre daha fazla değişkenlik
gösterir.
Yaşlı kadın ve erkeklerde ortalama 24
saatlik serum kortizol konsantrasyonu
%20-50 oranında daha yüksektir.
Yaşlı bireylerde akşam serum kortizol
konsantrasyonundaki değişim daha erken
ve daha yüksek olur.
Deksametazonla ACTH ve kortizol
sekresyonunun inhibisyonunun
sensitivitesi yaşlı ve genç bireylerde
benzerdir.
Yaşlılarda egzojen ACTH
uygulamasına yanıt olarak serum
kortizol konsantrasyonundaki artış daha
fazladır.
Genç ve yaşlı bireylerde açlığa yanıt
olarak serum konsantrasyonundaki artış
benzer orandadır.
Stres altında serum kortizol yanıtı
yaşlılarda uzamıştır.
Normal yaşı bireylerde üç major
adrenokortikal hormonun sekresyonunda
değişiklikler tanımlanmıştır.
Bu değişiklikler, değişken ve sıklıkla
önemsizdir, akut hastalılarla hipofizadrenal yanıtı üzerine etkisi var gibi
görünmemektedir. Bununla beraber,
kronik etkileri klinik olarak önemlidir.
Örneğin akşam kortizol sekresyonundaki
değişikliklerin uyku bozuklukları
ile ilişkili olduğu
düşünülmektedir. Yapılan bir
çalışmada yaşlılarda
görülen yüksek kortizol
sekresyonunun, kadınlarda
daha zayıf hafıza ,
erkeklerde düşük kemik
dansitesi, her iki
cinsiyette artmış
kırık riski ile
ilişkili olduğu
belirlenmiştir.
Kortizol: ACTH ve kortizol salınımı ve
Aldosteron:
PİNEAL FONKSİYON:
Melatonin sekresyonu yaşlı bireylerde
gençlere kıyasla daha düşüktür. Bu
durum çoğu yaşlıda görülen uyku
kalitesinde azalmanın nedeni olabilir,
yaşlı bireylere düşük dozda ( 0.3-2 mg)
melatonin verilmesiyle uyku kalitesinde
iyileşme olması bunu destekleyici bir
bulgudur.
ADRENOKORTİKAL
FONKSİYON:
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
42
Aldosteron salınımı ve serum
konsantrasyonu yaşla birlikte azalır, 70
yaş civarında hemen hemen %50
oranında azalabilir. Bu düşüşün nedeni
muhtemelen renin sekresyonunda
azalmadır. Bu düşüş, hafif renal
yetmezliği olan bireylerde,
hipoaldosteronizm, idrarla sodyum kaybı,
hiponatremi ve hipokalemi ile
sonuçlanabilir.
Atrial natriüretik peptit (ANP) serum
konsantrasyonundaki artış da yaşlı
bireylerdeki sodyum kaybına neden
olabilir. Yaşla birlikte serum aldosteron
konsantrasyonu ve üriner aldosteron
atılımındaki azalma sebebiyle, çoğu
laboratuarda primer
hiperaldosteronizmden şüphelenilen yaşlı
bireylerdeki değerler normal bulunabilir.
Dehidroepiandosteron: DHEA ve sülfatlı
formunun sekresyon ve serum
konsantrasyonu yaşla birlikte belirgin
oranda azalır, böylece 70-80 yaşındaki
bireylerde serum konsantrasyonları 2030 yaşındaki bireylerdeki düzeyin %20’si
kadardır.
DHEA düzeyindeki bu düşüşün klinik
önemi olup olmadı bilinmemektedir.
Yaşla birlikteki bu azalma nedeniyle ,
bazı araştırmacılar yaşla birlikte oluşan
davranış ve vücut kompozisyonu
değişimlerinin DHEA uygulaması ile geri
dönebileceğini öne sürmüştür.Normal
yaşlılarda yapılan plasebo kontrollü
çalışmalarda minimal fayda ve bazı yan
etkiler bildirilmiştir. Bununla beraber
DHEA-S halk arasında öneri yoluyla
besin desteği olarak satılmaya devam
etmektedir.
ADRENOMEDULLER
FONKSİYON:
Serum norepinefrin konsantrasyonu yaşlı
bireylerde gençlere kıyasla daha
yüksekken, epinefrin düzeyi aynı veya bir
miktar düşüktür. Daha yüksek serum
norepinefrin konsantrasyonu adrenal
medulla aktivitesini değil sempatik sinir
sistemi aktivitesini yansıtmaktadır ve
muhtemelen bazı dokuların noepinefrine
yanıtının azalmasına cevap olarak
artmaktadır.
HİPOFİZ-TİROİD FONKSİYONU:
Tiroid bezi hacmi yaşla birlikte bir
miktar artar. Serum total ya da serbest
tiroid hormon konsantrasyonu yaşla
birlikte değişmez. Serum
tiroksin bağlayıcı
globulin
konsantrasyonu hafif azalır, transtiretin
düzeyi artar, toplam tiroksin bağlama
kapasitesinde değişim olmaz.Tiroksin
klirensi yaşla birlikte orta derecede
azalır, TSH sekresyonundaki azalmaya
bağlı olarak tiroksin üretimi de azalır.
Sağlıklı yaşlı bireylerde, serum T3
konsantrasyonunun normal genç bireylere
göre hafifçe daha düşük düzeydedir.
Ayrıca T4’ün T3’e dönüşümünü bozan
bazı tiroid dışı hastalıkları olan
yaşlılarda T3 düşük bulunabilir. Bu
nedenle, yaşlılarda serum T3 ölçümü
hipotiroidiyi belirlemede daha az
faydalıdır.
Yaşla birlikte T4 klirensinin azalması
nedeni ile hipotiroidizm tedavisinde
gerekli tiroid hormon replasman dozu
azalır. Bu yüzden yaşlı bireylerde tiroid
hormon tedavisine başlama dozu daha
düşük olmalıdır (0,05 mg/gün) ve yakın
takiple izlenmelidir.
TSH:
Normal serum T4 düzeyine sahip olan
yaşlılarda serum TSH düzey aralığı,
genç bireylere göre biraz
daha geniştir. Yaşla
birlikte özellikle
postmenopozal
kadınlarda
yüksek serum
TSH düzeyi
sıklığının
artışı, %23
oranında
bildirilen
subklinik
hipotiroidi
insidansındaki
artışa bağlıdır.
Hafif tiroid
fonksiyon bozukluğu bile
yaşlılarda depresyon, hafızada
zayıflama ve kognitif fonksiyon
bozukluğuna yol açabilir. Bu nedenle
yaşlı bireylerin hipotiroidi yönünden
taranması önerilmektedir.
43
HİPOFİZ-GONAD
FONKSİYONU:
Yaşa bağlı fonksiyon kaybı sadece
overlerde değil testislerde de
görülmektedir.
Kadınlarda 6. dekat civarında overlerde
östrojen sekresyonu azalırken, FSH ve
LH sekresyonu artar (menopoz).
Erkeklerin çoğunluğunda da testis
fonksiyonu yaşla birlikte azalma gösterir.
Seksen yaşlarındaki bir erkekte serum
testosteron konsantrasyonu, genç
erkeklere göre yaklaşık 100 ng/dl (34,7
pmol/L) daha düşüktür. Serum seks
hormonu bağlayan globulin düzeyinin
yaşla birlikte artması nedeni ile serum
serbest testosteron konsantrasyonu, total
testeosteron düzeyinden daha fazla
azalır. Hormon düzeylerindeki bu azalma
kimi zaman‘andropoz’ olarak isimlendir.
Ancak kadınlarda östrojen eksikliğine
bağlı gelişen tipik klinik belirtileri olan
menopozdan farklı olarak, yaşa bağlı
erkeklerdeki androjen düzeyinde
azalmanın klinik etkileri belirsizdir.
Puberteden itibaren 70 yaşına kadar
sperm üretimi stabil iken, 90 yaşındaki
bireyde %50 azalmıştır.
KALSİYUM DENGESİNİ
SAĞLAYAN HORMONLAR:
Yaşla birlikte kalsiyum dengesini
sağlayan hormon üretimi ve kalsiyum
dengesi ılımlı ancak belirgin düzeyde
değişir.
Parathormon: Serum PTH düzeyi
yaşlılarda gençlere göre hafifçe daha
yüksektir. Bu durum muhtemelen, hafif D
vitamini eksikliğine ve renal fonksiyonda
azalmaya bağlı fosfat retansiyonu
nedeniyle gelişen serum kalsiyum
düzeyindeki düşüşe bağlıdır.
D vitamini:Yaşlılarda, D vitamini
eksikliği yaygndır. Bunun nedenleri;
diyetle yetersiz D vitamini alımı, azalmış
absorbsiyon, güneş ışığına yeterince
maruz kalmamak ve böbreklerde 25-
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
hidroksivitamin D’nin 1,25dihidroksivitamin D’ye azalmış dönüşümü
olabilir. Yaşlılarda D vitamini eksikliğinin
osteoporoz, düşme ve kırıklara yol
açabileceği düşünülecek olursa, D
vitamini eksikliğinin saptanmasının
önemi anlaşılacaktır. Yetmiş yaş
üzerindeki bireylerin diyetle en az 600
IU D vitamini almaları gereklidir.
Gerekirse D vitamini desteği verilmelidir.
Kalsiyum dengesi: Birçok yaşlı kişide,
diyetle azalmış kalsiyum alımı ve alınan
kalsiyumun azalmış emilimi nedeni ile
negatif kalsiyum dengesi vardır. Bu
nedenle 65 yaş üzeri kişilerin 1500
mg/gün kalsiyum almaları önerilmelidir.
direncini azaltır, ateroskleroz riskinde
azalma ve anti-inflamatuar özellikler ile
ilişklidir. Yüksek adiponektin düzeyi,
diyabet gelişme riskini azaltır.
İnsanların büyük kısmında yaşla birlikte
GH-IGF-1 sisteminde, erkek
hipotalamus-hipofiz-gonad aksında ve
DHEA sentezinde ilerleyici azalma olur.
Bu nedenle bu hormonların yaşa uygun
normal aralığı belirlenmelidir. Özetle; yaşlı bireylerde endokrin
değişiklikleri incelerken, yaşa bağlı
gelişen endokrin sistemdeki fizyolojik
değişimleri, yaşla birlikte sıklığı artan
endokrin hastalıklardan ayırt etmek
gereklidir.
Kadınlarda menopoz, yaşla birlikte
ENERJİ METABOLİZMASI:
Glukoz metabolizması: Yaşlılar,
gençlere göre insüline karşı daha az
duyarlıdır, bu nedenle hiperinsülinemi
ve glukoz intoleransı mevcuttur. İnsülin
direnci kısmen kas hücrelerinde glukoz
taşıyıcı protein olan GLUT 4’ün
azalmasına bağlıdır. İnsüline karşı doku
yanıtının azalması ve insülin
sekresyonunda hafif
düzeyde azalma
olması tip 2 diyabet
sıklığının yaşlılarda
daha fazla olmasıyla
sonuçlanır.
Leptin: Yağ
dokusunda üretilen
ve iştahı baskılayan
bir hormondur.
Serum leptin
konsantrasyonu
yaşla birlikte azalır.
Bu durum da yaşla
birlikte yağ dokusunun
artışına katkıda
bulunabilir.
Adiponektin:
Adipositlerden
salınan bir
hormondur. İnsülin
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
endokrin sistemde (hipotalamus-hipofizgonad aksı) gelişen değişime en iyi
örnektir.
44
DOÇ. DR. ÜLKER GÜL
ANEAH 2. Dermatoloji Klinik Şefi
Selülit Bir Hastalık mıdır?
Selülit, subkutan doku ve dermisin
lokalize bozukluğu ile oluşan kozmetik
bir durumdur. "-it" eki tıbta inflamasyon
veya infeksiyonu gösteren bir ektir, ancak
burada bahsedilen klinik durum
infeksiyon hastalığı değildir. Son yıllarda
postpubertal kadınların normal bir
anatomik yapısı, puberte sonrası
gelişmesi nedeni ile de ‘kadınların
sekonder seksüel karakteri’ olarak
değerlendirmektedir.
gibi andojen yetersizliği veya prostat
kanserinin östrojen tedavisi gibi
durumlarda erkeklerde ortaya çıkabilir.
Etyopatogenezi
Selülit etyopatogenezi tam olarak
bilinememektedir. Predispoze edici
ve/veya tetikleyici faktörlerin etkisi
altında subkutan yağ dokusu ve dermiste
bazı bozuklukların ortaya çıktığına ve
sonucunda da selülit oluştuğuna inanılır.
Görülme sıklığı
Postpubertal beyaz kadınların %8598'inde herhangi bir derecede sellülit
bulunur. Zenci kadınlar ve sağlıklı
erkeklerde gözlenmez. Klinefelter
sendromu, hipogonadizm, postkastrasyon
Predispoze edici ve/veya tetikleyici
faktörler
Bayan
cinsiyet
ırk
Biotip: Latin kadınlarda uyluklarda
Beyaz
45
daha fazla iken, anglo-sakson veya kuzey
ülkelerindeki kadınlarda abdomende
daha fazladır
Aile hikayesi
Yağ doku dağılımı
Etkilenen hücrelerdeki hormon
reseptörlerinin sayısı, yeri ve duyarlılığı
Periferal anjiopati gelişimine
duyarlılık
Sedanter yaşam: Fiziksel egzersiz
insülinin plazma konsantrasyonunu
azaltır, böylece lipogenezi azaltır.
Egzersiz ile kas pompalama
mekanizması artar; sonucunda venöz
dönüş kolaylaşır ve ödem oluşmaz.
Sedanter yaşamda tersine lipogenez
artar. Ayrıca venöz dönüş azalarak ödem
ortaya çıkar. Böylece sedanter yaşam ile
selüliti artar.
Alışkanlıklar: Sigara
mikrosirkülasyonu azaltır ve serbest
radikal oluşumunu artırarak selülit
oluşumunu kolaylaştırır. Alkol lipogenezi
artırır.
Giyim alışkanlığı: Dar kıyafetler,
yüksek topluklu ayakkabılar kaslarda
disfonksiyon yapar ve sonucunda
pompalama mekanizmasında hasara
neden olarak venöz dolaşımı azaltır.
Kemik yapısı ve postural problemler:
Postural ve spinal vertebra değişiklikleri,
ortopedik ayak problemleri veya kötü
ayakkabı.
Pozisyon: Uzun süre aynı pozisyonda
oturma veya ayakta durmak stazı artırır.
Diyet: Yağ ve karbonhidrattan zengin
diyet lipogenezi uyarır. Aşırı tuz alımı
sıvı retansiyonuna neden olur. Az lifli
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
diyet konstipasyona yol açar ve
bacaklardaki venöz rezistansı artırarak
staza ve kapiller permeabilite artışına
neden olur.
Emosyenel durum/ mutsuzluk:
Ketokolaminler yolu ile selüliti artırır.
İlaçlar: Östrojenler, antihistaminikler,
antitiroid ilaçlar, beta blokörler selülit
oluşumunu artırır.
Gebelik: Hem hormonal etki ile
lipogenezin artması ve hem de venöz
dönüşte oluşturduğu mekanik bariyerle
selüliti artırır.
Hormonal faktörler: Selülit çoğunlukla
kadınlarda gözlenir, puberteden sonra
başlar, hamilelik ve menstruasyon ile
şiddetlenir; erkekte de östrojen tedavisi
sırasında gözlenir. Östrojen lipogenezi ve
fibroblast proliferasyonunu
artırır.Takiben interstisyal ödem ve
septalarda fibroskleroz tetiklenir.
Sonucunda mikro ve makronodüller
oluşur. İnsülin lipogenezi stimüle eder,
lipoprotein lipaz aktivasyonu ile lipolizi
inhibe eder.
Obezite: Toplumda selülitin obeziteden
(şişmanlık) kaynaklandığına dair yanlış
bir inanış bulunmaktadır. Obezite ve
selülit farklı durumlardır. Obezitede yağ
dokusunun aşırı birikimi varken, selülit
basit bir yağ birikimi değildir. Ancak
obez kişilerde selülit görünümü daha
belirgin olmaktadır.
Klinik bulgular ve sınıflama
Selülit subkutan yağ dokusu bulunan
herhangi bir vücut bölgesinde ortaya
çıkabilir. En sık uyluk, gluteal bölge
(kalça), meme, alt karın ve kol üst
bölgesinde gözlenir . Etkilenen alanda
portakal kabuğu görünümü ve/veya çeşitli
büyüklüklerde yumru ve çukurcuklar ile
karakterize düzensiz deri görünümü
vardır. Bu bulgular ile selülit görünümü
3 derece altında sınıflandırılır.:
1. Derece: Klinik bulgu ve kozmetik
problem yoktur. İstirahat halinde deri
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Portakal kabuğu görünümü (ikinci derece selülit)
yüzeyi normaldir.
2. Derece: Deri sıkıştırıldığında veya kas
kontraksiyonu sonrası deri yüzeyinde
girintili çıkıntılı portakal kabuğu
görünümü ortaya çıkar.
3. Derece: İstirahat halinde bile deri
yüzeyi pürüzlü ve portakal kabuğu
görünümündedir.
4. Derece: 3. derecedeki görünümden
daha fazla belirgin olan palpabl ve ağrılı
büyük nodüller ve çukurcuklar bulunur..
Bu son safha genellikle kozmetik
tedavilere dirençli irreversible bir klinik
tablo gösterir.
TEDAVİ
Hastalar selüliti tamamen tedavi eden
mucizevi bir tedavi seçeneğinin
bulunmadığı konusunda
aydınlatılmalıdırlar. Hastanın tedaviden
beklentisi öğrenilmelidir. Tedaviden farklı
beklentisi olanlar tedaviye alınmamalıdır.
Tedavi ile ancak daha kabul edilebilir
kozmetik görünüme ulaşacakları
konusunda bilgilendirilmelidirler. Ayrıca
bazı invaziv tedavi yöntemlerinin
kozmetik olmayan kalıcı yan etkileri de
46
anlatılmalıdır.
Tedaviden önce hastanın öyküsü
dikkatlice alınmalı ve fizik muayene
yapılmaldır. Sellülitin lokalizasyonu ve
ciddiyeti belirlenmelidir. Gebe ve emziren
kadınlar, sistemik hormonal bozukluğu
olanlar, diabetes mellitus , lipid
bozukluğu olanlar, sistemik hastalıklar,
viral hepatit, derin venöz tromboz,
arteriel hastalık, konjestif kalp
yetmezliği ve gıda veya ilaç allerjileri
olanlara zarar verici tedavi
uygulamalarından kaçınılmalıdır. Sigara,
alkol kullanımı ve varsa diğer
alışkanlıkları öğrenilmelidir.
Hastalara predispoze edici ve/ veya
tetkleyici faktörler konusunda ayrıntılı
bilgi verilmeli ve onlardan uzak durma
yöntemleri anlatılmalıdır.
Predispoze eden ve /veya
tetikleyen faktörlerin
uzaklaştırılması:
Diyetin düzenlenmesi, kabızlığın
Üçüncü derece selülit
veriler yok denecek kadar
azdır.
Hastalar tedaviden önce bu
durumun bir hastalık
olmadığı, memeler gibi
kadınların ‘sekonder seksuel
karekteri’ olduğu konusunda
tekrar tekrar
bilgilendirilmelidir. Ayrıca,
tedavi uygulansa da selülitin
yok olmayacağı
vurgulanmalıdır.
önlenmesi, düzenli egzersiz, anksiyete ve
stres kontrolü, giyim alışkanlıklarının
düzeltilmesi, sellüliti artıran ilaçlardan
uzaklaşılması selülitli olguların dikkat
etmesi gereken faktörlerdir. Her ne kadar
selülitin obezite (şişmanlık) ile ilişkisi
olmasa da; selülit tedavisinde kilo kaybı
ve egsersiz birçok araştırmacı tarafından
ilk tercih edilen yöntemdir. Hastalar
selüliti obezite ile karıştırarak doktor
bilgisi dışında aşırı kilo verdirici diyetler
uygularlar. Aşırı kilo verme ile dermal,
subkutan yağ ve kas doku yapısında
geriye dönüşsüz olumsuz değişiklikler
meydana getirir, sonucunda selülit daha
da belirginleşebilir. Ancak zayıf
olmayan olgularda ılımlı kilo verdirici
diyetler ile yavaş kilo kaybı
adipozitlerin büyüklüğünü azaltır, böylece
yağ dokusunun dermise herniasyonu da
bir miktar azalmış olur. Egzersiz ise kas
kitlesini artırarak daha güzel bir
kozmetik görünüm yaratır.
Tedavide kullanılan yöntemler
Selüliti ortadan kaldıran bir tedavi ajanı
yoktur. Hastanın klinik özellikleri,
doktorun seçimi ve başvurulan
kurumdaki cihazların çeşitliliği tedaviye
yön verir. Selülit tedavisi için bir çok
tedavi ajanı ve yöntem önerilse de,
aslında etkinlikleri konusunda bilimsel
Tedavide genellikle birden
çok tedavi ajanı birlikte
kullanılır. Bazı tedavi
ajanlarının kalıcı yan etkilere sebep
olabileceği belirtilerek, tedavi
uygulamadan önce hasta onam formları
imzalatılmalıdır.
Tedavi yöntemleri 3 ana başlıkta
incelenir:
I. Fiziksel ve mekanik yöntemler
1. İyontoforez
2. Ultrason
3. Termoterapi
4. Presoterapi
5. Lenfatik drenaj
6. Elektrolipoferez
7- Elektrikli kas stimülatörleri
8- Liposuction
9. Derin eksizyon ( Subcision )
10. Vücut sargılar
11. Radyofrekans, ifrared ışını ve
mekanik stimülasyon
12. Karboksiterapi
13. Endermoloji (LPG, Starvac)
14. Lazer: VelaSmooth system:
ve TriActive
intradermal veya subkutan çeşitli
maddelerin enjeksiyonunu içerir.
Kullanılan maddeler vazodilatatörler ve
antiinflamatuvar ilaçlar, bitkiler,
hormonlar, antibiyotikler, enzimler veya
koenzimlerdir. Bunların birçoğu
ülkemizde ruhsatlı değildir. Genellikle
bu maddelerin birkaçı kombine olarak
kulanılır. Sellülit için standart bir
karışım yoktur. Mezoterapi popüler
olduğu kadar da tartışmalı bir yöntemdir.
Çok sık kullanılmasına rağmen bu
konuda çok az bilimsel yayın vardır.
En sık fosfatidilkolin kullanılır.
Fosfatidilkolin kendini çözünür kılan
deoksikolat ile birlikte uygulanır.
Fosfotidilkolin lokal yağ ablasyonu yapar,
selüliti azaltıcı değildir.
III. Deriye topik olarak
uygulanan farmakolojik ajanlar
Bu ürünlerin selülitin yerleştiği dermise
ve subkutan yağ dokusuna absorbe olup
olmadığı ve olduğunda dokuda ne kadar
bulundukları bilinememektedir. Bu
nedenle kullanıcılar, bu ürünler ile
selülitin tamamen geçeceği hayaline
kapılmamaları yönünden
uyarılmalıdırlar. Ayrıca allerjik veya
irritan kontak dermatit gibi yan
etkilerinin görübileceği de
belirtilmelidir. Dördüncü derece selülit
II. Mezoterapi
Lipoliz, konnektif dokunun
onarılması ve dolaşımın
artırılması amaçları ile lokalize
47
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
DOÇ. DR. BÜLENT ERDOĞAN
ANEAH Plastik Cerrahi Klinik Şefi
Liposuction
(LİPOPLASTY, LİPOSCULPTURE, SUCTİON-ASSİSTED LİPECTOMY)
Kozmetik amaçlı liposuction ilk olarak
20. yy başlarında kullanılmış, ancak
sonuçların olumsuz olması nedeniyle
yıllar boyunca yaygınlaşmamıştır. Teknik
ilerlemeler ve yeni yöntemlerin
uygulanmasıyla birlikte 1970’li
yılllardan itibaren popülarite kazanmaya
başlayan liposuction, günümüzde en
yaygın yapılan estetik cerrahi
girişimlerden biri olmuştur.
LİPOSUCTİON
Liposuction, vakum pompasına
bağlanmış bir kanül yardımıyla vücuttaki
lokalize derialtı yağ dokularının cerrahi
olarak uzaklaştırılması işlemidir.
infiltre etmiş ve takibinde aspire ederek
ıslak ( wet) tekniğin uygulayıcısı
olmuştur.
Lipoplasty, liposculpture ve suctionassisted lipectomy terimleri bu işlemi
tanımlamak amacıyla kullanılan terimler
olmasına rağmen, liposuction terimi
daha yaygın kabul görmüştür.
TARİHÇE
Kozmetik amaçlı kanülle ilk yağ çekme
işlemi Dujarrier tarafından 1921 yılında
tanımlanmıştır.
1977 yılında Fransa da Illouz tarafından
yeni kanüller geliştirildi. Ayrıca Illouz,
hipotonik saline ve hyalorinidaz karışımı
hazırladığı solüsyonu yağ dokusuna
Pierre Fournier aspiratöre bağlı kanül
yerine şırınga kullanarak liposuction
yapma fikrini ortaya atarak daha da
atravmatik bir tekniği kullanıma
sokmuştur.
1980’li yılların ortasında Fodor
tarafından Superwet teknik popularize
edilmiştir.
Modern liposuction’da en önemli gelişme
tumescent anestezinin kullanılmaya
başlanmasıdır. 1987 yılında Jeffery Klein
tumescent tekniği geliştirmiştir.
Laser liposuction, laser enerjisi ile
yağları aspire etmek esasına dayanan
yeni bir tekniktir. 1990 yılında Apfelberg
tarafından kullanılmıştır. Günümüzde çok
fazla kullanılmayan bir yöntemdir.
Rotatif kanülle liposuction, Fransa’da D.
Lecam tarafından geliştirilen bir
yöntemdir.
1990’lı yılların başında M. Zocchi kendi
dizayn ettiği bir makine ile yıllardır
tıbbın başka alanlarında kullanılan
ultrasonik enerji ile liposuction plastik
cerrahi alanına katan kişidir.
Preoperatif Değerlendirme
Liposuction ameliyatında en önemli
yanlış kanı, zayıflama ameliyatı olarak
algılanmasıdır. Bu yanlış kanıyı
gidermek için hastalara, ameliyatın
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
48
içeriği, sonrası hakkında ayrıntılı bilgi
verilmelidir. Asıl olarak liposuction,
primer olarak diet ve egzersize cevap
vermeyen lokalize yağ depozitlerinin
tedavisinde endikedir.
BÖLGELERE GÖRE
ENDİKASYONLAR
1. Kalça ve gluteal bölge kombine
deformiteleri
2. Bacakların arka yüzleri
“Banana” deformitesi”, konveks bir
yapıda infraguluteal çizgiyi takip eder ve
daha aşağıda ikinci bir çizgi oluşturarak
kalçanın düşük görünümüne neden olur.
En iyi tedavi yüzeyel liposuctiondır.
3. Bacakların iç yüzleri
4. Diz
Medial yüzü metabolik olarak dayanıklı
olan yağ dokularının, en sık biriktiği
yerlerden biridir.
5. Patella üzerinde yağ birikimine bağlı
deformite
Quadriceps femoris kasının üzerindeki
yağ dokusunun blok olarak aşağı kayması
ile oluşur.
6. Baldırlar ve ayak bilekleri
Aktif flebit ve ciddi varikositleri olan
hastalarda kesin olarak kontrendikedir.
7. Kolların alt konturları
8. Karın bölgesi
Deride fazlalık varsa liposuction
yapılmaz.
9. Bel altı bölgesi
10. Çene altı bölgesi
11. Sırtta görülen deformiteler
Kabaca latissumus dorsi kasının alt
yapışma hattının yaptığı yay üzerinde
biriken yağ kitleleridir.
12. Diğer kullanım alanları
Primer ve sekonder lenfödem, aksiller
bölgedeki ekrin ter bezlerinin azaltılması,
Jinekomasti.
LİPOSUCTİON TEKNİKLERİ
A-Klasik teknik: Aspiratöre bağlı kanül
vasıtası ile yapılan liposuction’dur.
Kullanılan enerji, aspiratör vasıtası ile
elde edilen vakumdur. Klasik
liposuctionda dry (kuru), wet (ıslak),
superwet ve tumescent teknikler yıllar
içinde gelişme göstermiştir. Aralarındaki
temel fark liposuction öncesi kullanılan
infiltrasyon mayi ve mayinin
içeriğindeki farklılıklardır.
geliştirilmiştir. Daha sonra bu hücre
artıklarını aspirasyonla dışarı almak
gerekmektedir.
Ultrasonik
liposuction
öncesi mutlaka
subkutanöz
1-Kuru ( Dry) teknik:
Lipoaspirasyon öncesi alana
infiltrasyon yapılmaz.
2-Islak (Wet) teknik: Illouz,
hipotonik saline ve hyalorinidaz
karışımı hazırladığı
solüsyonu yağ dokusuna
infiltre etmiş ve takibinde
aspire ederek ıslak ( wet)
tekniğin uygulayıcısı
olmuştur.
3-Superwet teknik: Bu
teknik 1980’lerde Fodor
tarafından popularize
edilmiştir. Bu teknikte,
her 1cc yağ aspirasyonu
için 1 cc infiltrasyon
olacak şekilde, büyük
miktarlarda subkutanöz
infiltrasyon yapılmış ve
çalışmalarda aspirat
volümündeki kan kaybı %1
civarında bulunmuştur.
4-Tumescent teknik: 1987
yılında Klein tarafından,
büyük miktarlarda subkutanöz
infiltrasyonu içeren tumescent
teknik tanımlanmıştır. Bu teknikte
her 1cc yağ aspirasyonu için 3-4cc
infiltrasyon sıvısı, deride belirgin
turgor olacak şekilde, büyük
miktarlarda subkutanöz infiltrasyon
yapılmaktadır. Tumescent teknik
kullanılması ile kan kayıpları çok
azalmış, teknik karşılaştırmalarda kan
kaybı oranı birçok çalışmada %1’in
altında bulunmuştur.
B-Ultrasonik liposuction: Zocchi ve
arkadaşları tarafından, ultrasonik
enerjinin yağ hücrelerinde
kavitasyon, boşalma yaratma
özelliğinden yararlanarak
49
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
geliştirilen, daha güçlü bir ultrason
çihazıdır. Ultrason enerjisi sürekli
kullanılarak yağ dokularının
parçalanması ve sonrasında da
aspirasyonu 1980’lerin sonunda Zocchi
tarafından popularize edilen bir
tekniktir.
AMELİYAT SONRASI BAKIM
Dren
kullanımı önerilmez.
Baskılı bandaj ve korse kullanılmalıdır.
Erken mobilizasyon ilk 6 saatte
önerilir.
Medikal tedavi ağrı kesici dışında
gerekmez.
Fizik tedavi masaj şeklinde
kullanılabilir.
KOMPLİKASYONLAR
Ödem ve Ekimoz, Estetik
komplikasyonlar, Hayatı tehtid eden
komplikasyonlar, Derin ven trombozu ve
pulmoner tromboembolism, Enfeksiyon,
Kanama, Perforasyon, Lidokain toksitesi,
Hematom ve Seroma , Hipoestezi,
Lenfödem, Sinir yaralanmaları,
Amputasyon:
infiltrasyon yapılmalıdır. En sık
komplikasyonu deride yanık
oluşturmasıdır.
C-Şırınga ile liposuction: Fournier
kanüle bir şırınga bağlayarak negatif
basınçla lipoaspirasyonu
gerçekleştirmiştir.
D-Power-assisted liposuction
(Vibroliposuction): 1990’lı yılların
sonunda kullanılmaya başlanan
kompresyonlu hava yardımıyla çalışan bir
sistemin kullanıldığı liposuction işlemidir.
E-Rotatif kanülle liposuction:
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
F-Liposuction ve LASER: 1990’lı
yılların sonunda, bir fiberoptik kablo ile
enerjiyi içeri taşıyabilen bir YAĞ laser
kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
Laser, mekanik yolla, yağ dokusunda
koagulasyon ve buharlaşma oluşturur,
termal etki ile de, yağ dokusu
membranındaki proteinleri denature ve
koagule ederek etki gösterir. Yapılan
çalışmalar sonucunda; yağ dokusunda
yaygın nükleus kaybı ve yağ hücresi lizisi
gözlenmiştir.
G-Liposuction ve VASER: Vaser, yeni
50
Yağ embolisi sendromu: Yağ embolisi
sendromu (YES), yağ partiküllerinin
dolaşım sistemine girmesinin neden
olduğu solunum, hematolojik, nörolojik
ve deri belirtileri ile seyreden klinik bir
bozukluktur. Klasik YES tablosu
genellikle travmadan 24-72 saat sonra
ortaya çıkmaktadır. .
Tedavi
YES tedavisinde destek tedavi çoğu kez
yeterli olmaktadır.
Önlemler
Günümüzde geçerli olan önlemler;
hastanın aspire edilecek yağ miktarına
göre gerekli replasmanın yapılması ve en
önemlisi alınacak yağ dokusu miktarının
olabildiğince korkak davranılarak, alt
seviyelerde tutulmaya çalışılmasıdır. 1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
DYT. BELGİN DEMİRYELLİ
ANEAH 2. Dermatoloji Kliniği
Genç ve Sağlıklı Kalmak
Yaşlanmayı durdurmak ortadan
kaldırmak mümkün değil. Ancak
yaşlanmayı geciktirmek bizim elimizde.
Yaşlanmanın etkilerini geciktirmek için
birçok insan sayısız çeşitli besin desteği
alması gerektiğini düşünür. Ancak iyi bir
beslenme alışkanlığı kazanarak ve
vücutta yıpranmaya, yaşlanmaya sebep
olan yiyeceklerden mümkün olduğu
kadar uzak durarak, hareketimizi
artırarak daha genç daha sağlıklı bir
yaşam sürdürülebilir.
Daha genç olabilmek için;
Uygun vücut ağırlığı korunmalı
Sebze ve meyve tüketimi artırılmalı
Düşük kalorili vitamin, mineral, posa
yönünden zengin olan bu
yiyeceklerden günde
en az beş
porsiyon
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
tüketilmelidir. Mevsimine uygun her
çeşit sebze ve meyve tüketilmeye
çalışılmalı, büyük bir kısmı çiğ
kullanılmalıdır. Kabuklu yenilebilen
meyveler kabukları soyulmadan veya
soyulması gerekiyorsa mümkün
olduğunca ince soyulmalıdır. Besin
içeriği açısından en değerli sebzeler koyu
yeşil ve bol yapraklı olanlardır.
Su tüketimine dikkat edilmeli
Besinlerin emilimi, sindirimi, hücrelere
taşınması, vücutta oluşan toksik
maddelerin atılması,vücut denetimi
görevleri yönünden önemlidir. Günde en
az 1,5-2 lt su tüketilmelidir.
52
Yeme alışkanlıkları düzenlenmeli
Az ve sık aralıklarla yemek yenilmelidir.
Güne kahvaltı ile başlanmalı, öğün
arasındaki süre 2,5-3 saat olarak
ayarlanmalı, mümkün olduğu kadar
yavaş yenilmeli. Öğünlerdeki protein
kaynağı az yağlı olmalı ve dengeli
dağıtılmalı, her öğünde sebze ve salataya
yer verilmelidir. Kalorisi düşük
yiyecekler daha çok tercih edilmelidir.
Yemeklerde sıvı yağ kullanılmalı,
tüketilen tuz ve şeker miktarı
azaltılmalıdır.
Yeterli miktarda protein alınmalı
Protein kaynağı olarak yumurta, yağsız
et, kümes hayvanları, balık, süt ve
ürünleri, kurubaklagiller sayılabilir. Et
olarak kümes hayvanları ve balığa
önem verilmeli etle pişirilen
yemeklere yağ
konulmamalı,haşlamaızgara-fırında pişirme
pirinç yerine bulgur,daha fazla
kurubaklagil her öğünde sebzemeyve kullanılmalıdır.
yöntemleri tercih edilmelidir. Haftada en
az iki kere balık ve kurubaklagil,
günde ortalama iki su bardağı az
yağlı süt veya yoğurt
tüketilmelidir.
Antioksidan içeren
yiyeceklere diyette yer
verilmeli
Antioksidan olarak
adlandırdığımız öğeler hücrelere
serbest radikallerin zarar
vermesini engeller. Vücutta serbest
radikallerin oluşumu ve bunların etkisiz
hale getirilmesi normal bir süreçtir.
Fakat ilerleyen yaş ,yanlış beslenme
tarzı sonucu vücuttaki antioksidanlar
yetersiz kalabilmekte ve bunun
sonucunda hücreler zarar görmektedir.
Vücuttaki antioksidanları artırmanın en
iyi yolu da antioksidan bakımından
zengin yiyecekleri tüketmektir.
Et, balık, yumurta, brokoli, patates,
soya yağı, tam buğday, pirinç,fasülye
gibi Koenzim Q10 kaynakları, süt, koyu
yeşil yapraklı sebzeler, havuç, kayısı gibi
A vitamini kaynakları, yeşil biber,
brokoli, kivi, turunçgiller, karnabahar,
çilek, domates, yeşil yapraklı sebzeler
gibi C vitamini kaynakları, mısır özü
yağı, ayçiçeği ve yağı, ceviz-fındıkbadem gibi yağlı tohumlar, ton balığı
gibi E vitamini kaynakları fındık, ceviz,
deniz, ürünleri, tavuk gibi selenyum
kaynaklarını günlük beslenmemizde
yer vermeliyiz. Bunun dışında
beslenmemizde soğan,
sarımsak, yeşil-siyah çay,
domates, domates suyu,
salça, karpuz, çekirdekli
üzüm,keten tohumu,
zeytinyağ, yabanmersini,
kurubaklagiller gibi
yiyecekleri aşırıya kaçmamak
şartı ile tüketmeliyiz.
Su
tüketimi
artırılmalı
Besinlerin emilimi, sindirimi, hücrelere
taşınması, vücutta oluşan toksik
maddelerin atılması, vücut denetimi
görevleri yönünden önemlidir. Günde en
az 1,5-2ltsu tüketilmelidir.
Alkol ve kafein tüketimi azaltılmalı
Posa içeren yiyecekler artırılmalı
Beyaz un yerine mümkün olduğu kadar
kepekli, çavdar, tam
buğday unu,
53
Vücutta yıpranmaya ve
yaşlanmaya sebep olan
yiyeceklerden uzak
durulmalıdır. Bunlar;
İçeriği bilinmeyen hazır
yiyecekler
İşlenmiş yiyecekler
Katkı maddeleri,
koruyucular, renklendirici
içeren yiyecekler
Kaymak, krema, mayonez gibi
yağlı yiyecekler
Salam, sucuk, sosis gibi yağlı ve
işlenmiş etler
Kızartmalar
Margarin gibi katı yağlar
Kola, gazoz gibi meşrubatlar
Bu şekilde beslenmemize dikkat eder,
düzenli spor yapar, stresle başa çıkmanın
yollarını öğrenirsek hepimiz sağlıklı ve
huzurlu bir yaşlılık dönemi geçiririz ve
yanlış yaşam tarzının
yaşla beraber
getirdiği
olumsuz sağlık
sorunlarından
korunmuş
oluruz. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
OP. DR. AHMET UÇANER, OP. DR. MURAT GÜLÇEK
ANEAH 1. Ortopedi Kl.
Genç ve Dinamik Görünmede
Sporun Rolü
Yaklaşık 2400 önce Hipokrat "...genel
olarak konuşacak olursak, beden ılımlı
miktarlarda kullanılıp ve alışık olduğu
biçimde çalıştırılırca, sağlığa kavuşur,
iyi gelişir ve daha yavaş yaşlanır;
ancak beden kullanılıp, atıl bırakılırsa
hastalanır, büyümesi sorunlu olur ve
daha hızlı yaşlanır..." demiştir. Bu
düşünce günümüzde de değişmemiştir
ve bu bilgeliğin sırrına günümüzde
erişilmeye çalışılmaktadır.
uzamıştır. Sadece geçen yüzyılda
insanın doğuştan itibaren
özellikle yaşam
beklentisi 25 yıldan
daha fazla
uzamıştır. Artık,
azalan doğum
oranları nedeniyle
de 80 yaş
üstündeki
nüfus, nüfus piramidinde gözle görülür
bir artış sergilemiştir.
İnsanların çevre ve sağlık koşulları
düzeltilse de kişinin, yaşam
süresine ilişkin genetik
potansiyelini aşması mümkün
değildir. Ancak uygun diyet ve
egzersiz, yaşam koşulları ve çevre
koşulları kişilerin enerji
kapasitelerinin erkenden
tükenmesini ve biyoenerjetik
zayıflamanın oluşmasını
engelleyecektir.
Sanayileşmiş ülkelerde
insan ömrünün
süresi
Yaşlanma farklı biçimlerde
açıklanmaktadır. Holloszy ve
ark. yaşlanmayı birincil ve
ikincil yaşlanma biçiminde
sınıflamaktadır. Birincil
yaşlanma, içsel (intrensek)
nedenlere bağlı yapı ve
işlevlerde ilerleyen bozulma
olarak ifade edilmektedir
(Örn. Proteinlerin
çaprazlanma (cross-linking)
yapması, postmitotik
hücrelerde kayıp ve somatik
mutasyonlar gibi "normal
yaşlanma" süreci). İkincil
yaşlanma ise hastalık,
yaralanma, çevre ve
yaşam biçimde bağlı
Düzenli sporsal
alıştırmalarda bulunmak,
yaşlılığa bağlı fizyolojik işlev
kaybını azaltmaya ya da
önlemeye yaramaktadır. Bu
etkinliklerin tamamı yaşlı
bireylerin işlevsel
kapasitelerini
geliştirmektedir
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
54
yapısal ve işlevsel hasarların birikimi
olarak tanımlanmaktadır.
İnsanın yaşam süresine ilişkin
potansiyel genetik olarak belirlenmiş
olsa da, çocuk çağında ve genç
erişkinlik çağında hayati organların
(beyin, kas, kemik, damarlar gibi)
uygun biçimde büyüyüp, gelişmeleri;
ilerideki yaşamda destekleyici
reservler yaratacaktır. Böylece çocuk
çağında yapılan bedensel etkinliğin,
uygun yağ asidi tüketimi ya da bilişsel
maruziyetler, kalsiyum alımı vb; ileri
yaşlarda katkısı olacaktır. Diğer
koruyucu önlemler yanı sıra birçok
ülke ve Dünya Sağlık Örgütü ve ilişkin
Amerikan Spor Hekimliği Koleji'nin
(ACSM) , bedensel etkinliğin yaşam
niteliğini artırmada, birincil korumada
yararlan nedeniyle sağlık hedefleri
arasına sokmuşlardır.
Ergenlik çağından itibaren başlayan
yaşlanma, ömür boyu süren bir
süreçtir. Yaşlanma ile birlikte organ
sistemlerinde meydana gelen
değişiklikler, genellikle normal
koşullar altında beden işlevleri üzerine
etkili olmayıp, daha çok sistemlerin
yedek kapasiteleri azaltmaktadır.
Sporun etkili olabileceği yaşlılığa bağlı
değişiklikler ise özellikle kalp damar
sistemi, kas ve kemikler ve psikolojik
duruma ilişkin değişikliklerdir.
Kas ve kemik kütlesinin kaybı
(sarkopeni) yaşla birlikte gerçekleşen
bir süreçtir. Bu değişiklikler özellikle
kadınlarda daha fazla olmaktadır. Kas
liflerinde de sayıca azalma olmaktadır.
Kas kütlesinin azalmasına bağlı yaşla
birlikte kuvvet kaybı olmaktadır.
Yaşlanmayla
beraber yapısal
değişiklikler yanı
sıra işlevsel
değişiklikler de
olmaktadır.
Örneğin,
postural
stabilitede ve
esneklikte
kayıplar
olmaktadır.
Yaşlanmayla
beraber ruhsal
işlevlerde de
değişiklikler
olur. Bu alana
55
ilişkin birçok araştırma yapılmasına
rağmen, temelde spordan yarar gören
üç temel ruhsal işlev üzerinde
durulacaktır: bilişsel işlevler,
depresyon ve denetim ya da kendi
kendine yetme (self-efficacy) algısı.
Bundan öte, tek bir yüklenme seansıyla
bile sporun antidepresan etkisinin
ortaya çıktığını bildiren bir metanaliz
çalışması bulunmaktadır.
Düzenli sporsal alıştırmalarda
bulunmak, yaşlılığa bağlı
fizyolojik işlev kaybını
azaltmaya ya da önlemeye
yaramaktadır. Bu etkinliklerin
tamamı yaşlı bireylerin işlevsel
kapasitelerini geliştirmektedir
ve yaşam kalitesini
artırmaktadır (1).
Dinamik ve aktif bir
görünüm ve yaşam
kalitesinin
artırılması için
yer yaştaki
insanın düzenli
ve bilinçli spor
yapması
gereklidir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
UZ. ECZ. DENİZ ÖZAY, DR. HANEFİ ÖZBEK
SB İlaç Eczalık Genel Müdürlüğü
Kozmetiği Tükenmeden Tüketin
Kozmetik ürünler, hayatımızın
vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Hiç
kozmetik kullanmıyorum diyenler bile
her gün bir veya birkaç tane kozmetik
ürünü kullanmaktadır. Elimizi ve
yüzümüzü yıkadığımız sabunu,
dişlerimizi fırçaladığımız diş macununu,
saçımızı yıkadığımız şampuanı hiç göz
ardı edebilir miyiz?
Ancak tüketici olarak, kozmetik ürünleri
bilinçli ve etkin ne kadar
kullanabilmekteyiz? Kullanırken nelere
dikkat ediyoruz veya nelere
dikkat etmeliyiz? Bu
soruları aslında
tükettiğimiz tüm
ürünler için
soruyor
olmamız
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
ve tükettiğimiz ürünlerin bizleri tüketip
tüketmediği bilincine varmamız gerekir.
Tüketicinin korunması ve
bilgilendirilmesi amacı ile kozmetik
ürünlerin ambalaj bilgilerine dair esaslar
Kozmetik Yönetmeliği’nde ayrıntılı
olarak belirlenmiştir. Kozmetik
üreticileri, Yönetmelikteki bu esasları
ambalajlarında belirtmek ve gerekli
bilgileri tüketiciye ulaştırmak
zorundadır.
Kozmetik ürünlerin ambalajlarlarında
silinemez, kolayca görünebilir ve
okunabilir olarak aşağıdaki bilgiler
bulunmak zorundadır.
56
Ürünü
piyasaya arz eden firmanın adı,
unvanı, açık adresi,
Uğırlık veya hacim olarak
ambalajlama anındaki nominal miktar,
Sinimum dayanma tarihi veya ürün
açıldıktan sonra tüketiciye zarar
vermeden kullanılabileceği süre,
Mullanımda alınması gereken özel
tedbirler,
Üretim kodu veya şarj numarası,
Ürünün fonksiyonu,
Ürünün içerik maddeleri listesi
(formülü)
Bu başlıkları detaylandırırsak; İthal veya
imal eden üreticinin adı ve adresi
mutlaka olmalıdır. Çünkü tüketici
memnuniyetsizliğinin bildirilebilmesi için
bir yazışma adresinin olması gereklidir.
Ambalaj içeriğinin, gram veya ml.
olarak net miktarının belirtilmesi
gerekir. Tüketicilerin merak ettikleri ve
yaygın olarak bilinen “Son kullanma
tarihi” denen kozmetik mevzuatında
“minimum dayanma tarihi” olarak
geçen tarih ambalajların üzerinde aranır.
Ancak kozmetik ürünlerde ürünün
dayanma süresi 30 ayı geçmiyor ise
minimum dayanma tarihini yazmak
mecburiyeti vardır. Örneğin bir kozmetik
ürünün 24 ay minimum
dayanma tarihi var ise
bu tarihi ay ve yıl
olarak ambalajda
belirtmek
zorundadır.
Eğer bu süre
30 ayı
geçiyor ise
bu tarihi
belirtmek
zorunda
değildir.
Tüketici
ambalajda
minimum
dayanma tarihini
görmediği takdirde,
üzerinde kapağı açılmış
kavanoz sembolünü
aramalıdır. Tüketicinin ürünü
kullanmaya başladığı andan itibaren en
fazla kullanabileceği süreyi belirten bu
sembolün kapalı sistem ürünlerde
(örneğin deodorantlar, parfüm, EDT) yer
alması gerekmez.
Bazı ürünlerin içeriğinde yer alan
maddelerden ileri gelen uyarıların
ambalajlarda belirtilmesi gerekir.
Örneğin ter önleyici bir madde olan
alüminyum zirkonyum klorit içeren
ürünün ambalaj bilgisinde, “tahriş olmuş
hasarlı ciltlere uygulamayın” ifadesinin
ambalaj üzerinde bulunması zorunludur.
Bu uyarıların ambalajda yer alması,
tüketicinin ürünü kullanırken
bilgilenmesi açısından önemlidir.
Ürün ambalajının gereken bilgileri
içeremeyecek düzeyde küçük olması
durumunda ambalaj üzerinde “kullanma
talimatına bakınız” sembolünün yer
alması gerekir. Tüketici güvenliği
açısından önemli olan diğer bir ambalaj
bilgisi de seri numarasıdır. Bir üründe
mevzuata
bilgisinde mutlaka ürünün fonksiyonu,
yani ne amaçla ve ne şekilde kullanıldığı
ambalajda belirtilmelidir.
Tüketici kullandığı ürünün içeriğindeki
maddelerin ne olduğunu bilme hakkına
da sahiptir. Bu nedenle ürünün
içeriğindeki maddeler, oranı yüksek
olandan az olana göre ambalaj üzerinde
belirtilmelidir. Tüketicinin ürünün
içeriğinde yer alan parfüm veya
aromanın hangi türden olduğunu
oluşabilecek alerjik reaksiyonlar
nedeniyle bilme hakkına sahiptir. Bu
nedenle ürünün içeriğinde yer alan
parfüm ve aromaların hangi maddeler
olduğunun ambalaj üzerinde
verilmesi gereklidir.
Tüm bu bilgiler
ambalajın küçük
olması, pratik
olarak
bilgilerin
yer
almasının
mümkün
olmadığı
uygunsuzluk tespiti
durumunda ürünün piyasadan geri
çekilmesinde seri numarası bilgisi önem
kazanmaktadır. Ambalajda seri
numarası bulunmuyor ise, ürünün tüm
serileri piyasadan toplatılır. Uygunsuz
olmayan ürünler de bu arada toplatılmış
olur. Bu durum, üretici ve ülke
ekonomisi açısından değerlendirildiğinde
önem kazanmaktadır. Tüketici kullandığı
bir ürünü ne amaçla kullandığını bilmek
zorundadır. Bu nedenle ambalaj
57
durumlarda
ürüne ekli
olarak etiket,
bant veya kartla
verilebilir. Ayrıca
ambalaj bilgilerinde tanıtım, reklamların
da kullanılan metin, isimler, ticari
marka, resim, figüratif desenler veya
şekiller, ürünlerin gerçekte sahip
olmadıkları nitelikler varmış gibi
kullanılamaz ve imada bulunamaz. Bu
türden bilgi veya imaları içeren kozmetik
ürün ambalajları tüketiciyi yanıltacaktır.
Bilinçli bir tüketicinin kozmetik ürünleri
satın alırken yukarıda sayılan hususlara
dikkat etmesi gerekmektedir. Ayrıca
kozmetik ürün kullanırken istenmeyen
bir etki oluştuğunda en yakın sağlık
kuruluşuna gidilmeli ve ürün ile ilgili
şikayetin üretici firmaya ve Sağlık
Bakanlığına bildirilmesi gerekir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
OP. DR. TAHA MEHMETOĞLU
Estetik ve Plastik Cerrahi Doktoru, Nevşehir
Burun Estetiği ve Matematik
Burun estetiğini anlatmadan önce
güzellik kavramından ve bunun
matematiksel anlamlarından bahsetmekte
fayda vardır.
Güzellik göreceli midir? Her zaman
değil! İsviçreli bir doktor onu ölçmenin
çok eski bir prensibini keşfetti. Ve ortaya
şu sonuç çıktı: Güzelliğin asıl önemli
detayı orandır. Burun estetiğindeki
oranları anlatmadan önce doğadaki ve
her zaman karşımıza çıkan örneklerdeki
estetik oranlardan ve bunun tarihçesine
biraz göz atalım.
arasındaki ortak özellik rakamlarda
gizlidir. Bunlar, matematiğin altın oran
olarak adlandırdığı bir oranı gösterir. Bir
başka ünlü matematikçi olan
Fibonacci’nin ortaya koyduğu sayı dizisi,
bir sayının kendinden önce gelen iki
sayının toplamına eşit olduğu sayı dizisini
gösterir. Bu dizi 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21,
34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987,
1597, 2584, 4181, 6765... şeklinde
devam eder. Altın Oran arasında ilginç bir
ilişki vardır. Dizideki ardışık iki
sayının oranı,
Ünlü matematikçimiz
Cahit Arif bir
matematikçiydi ve
evrene
matematiğin
gözüyle bakıyordu.
Sayılar ve bu
sayıların ifade
ettikleri aslında
çevremizi sarmalayan
evrenin temel öğelerini
oluşturuyordu.
Gerçekten de çevremize
baktığımızda doğanın
çevremizdeki tezahürünü
mükemmel bir biçimde
algılayabiliriz.
Altın oranın nasıl hesaplandığının göz
önüne getirmenin en kolay yolu şu: Bu,
bir uzunluğu ikiye böldüğünüzde kısa
parçanın uzun parçayla olan
oranıyla, uzun parçanın bütüne
olan oranın aynı olması durumudur.
Bu bize 1,618 sayısını verir.
Bu oran vücudumuzdaki başka
organlarımız için de geçerli,
vücutta kaşların uzunluğu, yüzün
eni ve uzunluğu, ağız ve burun
genişliği vs gibi. Altın Oran’ın
aritmetik, cebir ve geometri
özellikleri taşımasının yanı
sıra, doğada, müzikte ve
insan vücudunun organları
arasında var olan çeşitli
oranların da yakın ilişkisi
bulunduğu bütün öteki
oranlara üstünlüğünün ise
çeşitlilik içinde birlik
özelliğinden
kaynaklandığı öne
sürülür. Bazı
kaynaklara göre
insanlar, Altın
Oran’a yaklaşan
Bir insan, Mısır'daki
piramitler, Leonardo da
Vinci'nin Mona Lisa adlı
tablosu, ayçiçeği, salyangoz,
çam kozalağı ve parmaklarınız
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
sayılar büyüdükçe Altın Oran'a yaklaşır.
Bu oran 1,618 sayısıdır. İşte
piramitlerde, bir insanın yüzünde,
Leonardo da Vinci'nin tablosunda ve daha
pek çok şeyde var olan bu altın oran,
evrenin bir mimar elinden çıkmışçasına
hesaplanmış geometrik düzeninin temel
sayılarından biridir ve fi (phi) sayısı
olarak ifade edilir.
58
orantıları daha çok beğenmektedir.
Plastik cerrahi, bilimle sanatın
buluşmasıdır. Altın oranın plastik cerrahi
alanında da önemli yeri bulunmaktadır.
Plastik cerrahi sayısız estetik cerrahi
girişimi bünyesinde barındırmaktadır.
Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan
estetik girişimlerde liposuction, meme
büyütme ve göz kapağı ameliyatları ilk üç
sırada yer alırken, Türkiye de burun
ameliyatları ön plana çıkmaktadır. Bunu
ise liposuction olarak da bilinen yağ
çekme ameliyatları takip etmektedir.
1960’lı yıllar estetik plastik cerrahinin
başlangıç yılları olarak bilinmekte. Daha
sonra 1980’lerden sonra estetik plastik
cerrahiye olan talep arttı ve estetik
ameliyatlar çok yaygınlaşmaya başladı.
Şu an estetik plastik cerrahi alanında
Türkiye dünyanın en önde gelen ülkeleri
arasında yer almaktadır. Burun yüzün en
dikkat çeken noktalarından biridir.
Büyük, kemerli ya da deforme olması
çoğu kez kişide psikolojik sıkıntı yaratır.
Burun şekli ırksal ve yöresel özellikler
gösterir. Aşırı büyük ve kemerli bir
burnun dışında burun şeklinin çirkin
olduğunu söyleyebilmek genelde zordur.
Zaman ve moda, toplumun genel estetik
düşünceleri de güzel burun anlayışında
etkilidir.
Estetik cerrahlar için
güzel burun, yüz
oranlarına uyumlu olması
gerektiği gibi; kişinin
sosyal ve kişisel
özelliklerine de uyumlu
olmalıdır. İdeal burun
ameliyatı için kişinin deri
yapısı önemlidir. İnce
derili ve çok büyük
olmayan burunlarda
alınan sonuçlar, kalın,
yağlı derili ve çok büyük
burunlara göre daha
başarılıdır. Nefes alma
problemi olanlarda
deviasyon ameliyatı
muhakkak estetik burun
ameliyatı ile aynı
seansta yapılır.
Burun yüzümüzün
ortasında, uzunluk olarak
yüzün 1/3 orta
bölümünde yerleşen, üzerinden geçen bir
vertikal hayali çizgi ile yüzü sağ ve sol
hisseye bölen bir organımızdır. Hem
fonksiyonel, hem de yüzün estetik
görünümü ile plastik cerrahinin önemli
ameliyatlarındandır. Burundaki
fonksiyonel ve estetik şekil bozukluğu ile
çok sık karşılaşıyoruz. Burun
operasyonuna rutin, klasik bir operasyon
gibi bakmamak lazım. Aynı zamanda
sanatsal bir bakış açısını göz önünde
bulunduran bir operasyondur.
Burun ameliyatlarının temel ilkesi,
ameliyattan önce hastanın problemlerinin
iyice dinlenmesi, psikolojisinin
değerlendirilmesi ve doktorun bunları
birleştirerek sanatsal bir yeteneğinin
ortaya konması ve hedefin de hastanın
mutluluğu yönde olmasıdır. Kısacası
bilimin ışığında hastanın psikolojisi ve
de güzelliktir.
Güzellik gerçek, gerçek do da Vinci
Leonar
59
isteklerini de dikkate alarak sanatsal
yetenekleri de birleştirilmesi gerekir.
Burnumuz sadece yüz estetiğindeki önemi
dışında nefes alma organımızdır.
Operasyondan önce hastanın şikâyetlerini
dinledikten sonra muayene sırasında
burundaki yapılar iyice değerlendirilir ve
burundaki organlarda patoloji varsa
gerek muayene, gerekse de radyolojik
yöntemlerle ortaya konulur. Ameliyatta
temel amaç solunum yolunu geliştirmek
ve buradaki yapılara özenle ve saygı ile
yaklaşarak bu yapıları korumaktır.
Operasyona karar vermeden önce
muayene (elle hissetme, burun içini uygun
gereçlerle görüntüleme, endoskopi ve
s.gibi) radyolojik değerlendirme (düz
röntgen, bilgisayarlı tomografi vs.)
gerekmektedir. Hastanın yaşı,
psikolojisi, beklentisi her zaman
göz önünde bulundurulmalıdır.
Yüz gelişiminin tamamlanması ve
aynı zamanda hastanın ameliyata
kendisinin karar vermiş olması
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
(ailesinin değil) beklentilerini bilmesi bu
ameliyat için çok önemlidir. Ameliyat
hakkında genel bilgi verilir. (Tampon her
zaman gerekmeyebilir, alçı her zaman
gerekmeyebilir.) Ameliyat sonrası
gelişmeler, bakımlar hakkında
bilgilendirilir. Fotoğraflamalar yapılır.
Bütün bunlar yapıldıktan sonra ameliyat
öncesi psikoloji ve laboratuar işlemlerine
başlatırlar. Hospitalizasyondan sonra
ameliyat öncesi rahatlatıcı ilaçlar
verilebilir. Ameliyat süresi yaklaşık 1–2
saat arasında değişmektedir. Burun
şekline göre burundaki probleme göre
ameliyat için çoğunlukla 2 teknik
kullanılmaktadır.
Açık rinoplasti. Burundaki problem
açılarak görülerek ameliyat gerektirecek
bir durum ise bu yöntem tercih edilir
Burun altında 3–4 mm. zaman içinde
gözle görünmez hale gelen bir çizgi kalır.
Kapalı tekniğe göre şişlikler biraz daha
uzun sürer. Kapalı rinoplasti Burundaki
sorunlar fazla değilse, tamamen burun
içinde yapılan burun estetiği işlemidir.
Ameliyat sonrası Tampon konulmuşsa
tampon çıkartılır. Alçı genellikle
burundaki gerçekleştirilmiş şekli
korumak, şişleri azaltmak ve dış
etkenlerden korumak için kullanılır. 7–10
gün sonra alçı çıkartılır.
Ameliyattan sonra baş yüksekte yatırılır
ve burnun darbelerden korunması gerekir,
gerekli rahatlatıcı ilaçlar ve 36 saatlik
zaman zaman buz uygulamaları
yapılabilir,1–2 gün sonra tamponlar
(varsa) çıkartılır. Burun temizliği yapılır.
Ve önerilerde bulunarak, bakımlar tarif
edilir. Burun içi salgı ve küçük pıhtılarla
tıkanabilir. Serum fizyolojik spreyler ile
sürekli nemli tutulur. Kulak temizleme
çöpleri pıhtıları yumuşatır ve kolay
çıkmalarını sağlar
Sıcak yiyecekler ve aşırı çiğneme
gerektiren, hapşırmaya neden olabilecek
baharatlı yiyecekler yenmemesi önerilir.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Alkol ve sigara (kullanıyorsa)
10 gün yasaklanıyor.1 ay spor
yasaklanılabilir. (hatta yüzme
bile)
Bunun dışında diğer sosyal
faaliyetler ve bakımlar
hakkında bilgilendiriliyor ve bu
konudaki tereddütlerinde
doktoruna ulaşması tavsiyesi
edilir. Ameliyat sonrası ilk üç
ay burun ucunda hafif düşme
görülebilir. İlk 3 haftada
yumuşak bir şişlik gözlenir.
Ancak bu giderek sertleşir. İlk
aylardan sonra şişlik çok belli
olmaz. Bu şişliklerin çoğu 6
ay sonra kaybolur. Özellikle
burun ucunda uyuşukluk
vardır. Burna giden üç önemli
duyu sinirinden özellikle burun kemikleri
arasından çıkan dalın zedelenmesi buna
neden olur. Düzelmesi bir yılı geçmez. İlk
1–2 yıl sürecek olgunlaşma ve oturma
dönemidir. Burun estetiğinde en önemli
noktalardan biri de buruna şekil verirken
cinsiyeti de mutlaka göz önünde
bulundurulmalıdır. Burundaki açılar da
bu konuda bizlere çok yardımcı olur.
Erkekte feminal bir burun ameliyattan
sonra oluşan rahatsızlık ve
memnuniyetsizlikler arasındadır. Burun
ameliyatlarından sonra erkeklerin yeni
burunlarına ve yüzlerine alışmaları daha
uzun süreç gerekmektedir. Psikolojik
destek gereksinimleri kadınlara göre
biraz daha fazladır.
Estetik Cerrahi diğer uğraşı alanları
arasında estetik ve fonksiyonel burun
düzeltilmesi (Rinoplasti, septorinoplasti)
dışında, yüz yenileştirme (Yüz germe- göz
kapağı ve ağız çevresi revizyonları,
kırışıklıkların tedavisi), endoskopik yüzalın germe, kaş kaldırılması, göz kapağı
estetiği (Blefaroplasti), kepçe kulak ve
kulak kepçesindeki diğer estetik
problemlerin düzeltilmesi, çene büyütme
ve küçültme operasyonları (Mentoplasti),
deride skar (yara izi) ve düzensizliklerin
60
giderilmesi, saç ekimleri- replasmanları,
lazer uygulamaları (Yüz soyma, lekelerin
ve damar malformasyonlarının
giderilmesi, estetik meme operasyonları:
Büyütme, küçültme ve dikleştirme, aşırı
deri-derialtı yağ dokusunun azaltılmasına
yönelik operasyonlar (liposuctionlipektomi), karın germe
(Abdominoplasti), bacak kontur düzeltme
(yağ alınması, enjeksiyonları veya bacak
implantları ile), implantlarla kontur
düzeltmeleri (Kalça ve uyluk implantları,
erkekte pektoral (göğüs) implantlarbacak implantları gibi), cilt bakımları ve
girişimleri mevcuttur.
Estetik cerrahide yukarıda listelenen
major operasyonlar dışında, lekeler, ince
kırışıklar, akne veya eski yara izleri için
cilt soyma yöntemleri (lazerle, kimyasal
veya mekanik peeling); çukurluk ve
kontur bozuklukları için yağ
enjeksiyonları (lipofilling); deprese
skarlar ve kırışıklıklar için dolgu
maddeleri (kollajen, hyaluronik asit gibi);
alın ve göz kenarı çizgileri için botoks
uygulamaları, dudak kalınlaştırma için
yağ ve çeşitli dolgu maddeleri enjeksiyonu
gibi yardımcı yöntemler de
uygulanmaktadır. 1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
Numuneli Ressamlar
PARİS’te
Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi çalışanlarının
Ressam Sema Efe öncülüğünde
yaptıkları eserlerinden oluşan
Anadolu’nun Renkleri Resim
Sergisi 10-13 Mart 2011
tarihleri arasında Fransa’da
sergilendi. Fransa’nın başkenti
Paris’te açılan sergi,
başkanlığını Türk kardiyolog Dr.
Fıtrat Demir ONGER’in yaptığı
Paris Anadolu Kültür Merkezi’nde
sanatseverlerle buluştu. Sergiye
Türkiye'nin Paris Başkonsolosu Uğur
Arıner başta olmak üzere Paris’te
yaşayan sanatseverler büyük ilgi
gösterdiler.
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
62
Sergide ANEAH Başhekim Yardımcısı
Doç. Dr. Hürrem Bodur ve sergide
eserleri yer alan ressamlarımız da hazır
bulundular.
Onger: “Bu güzel eserlerin burada
sergilenmesinden büyük mutluluk
duyuyorum.”
Serginin açılışında bir konuşma yapan
Paris Anadolu Kültür Merkezi Başkanı
Dr. Fıtrat Demir Onger, “Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nde çalışan değerli
meslektaşlarımızın mesai dışında
yaptıkları çalışmalar sonucu ortaya
çıkan bu güzel eserleri bugün burada
sergilemekten büyük mutluluk
PARİS ANADOLU KÜLTÜR MERKEZİ
LE CENTRE CULTUREL ANATOLIE DE PARIS
Présente
Les Couleurs d’Anatolie
ANADOLU’NUN RENKLERİ
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi çalışanlarının eserlerinden oluşan
10 Mart 2011 Perşembe
11 Mart 2011Cuma
12 Mart 2011Cumartesi
Saat 17:00 – 21:00
Saat 13:00 – 19:00
Saat 10:00 - 14:00
PARİS ANADOLU KÜLTÜR MERKEZİ
• Web :
www.cca-anatolie.com
T.C. Sağlık Bakanlığı’nın desteğiyle...
www.anh.gov.tr
T.C. Kültür Bakanlığı’na katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
Serginin Tarihçesi:
Serginin ilk adımları Hemşire Selma
Efe’nin mesai saatleri sonrası Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nde verdiği resim dersleri ile
başladı. Yoğun katılımın olduğu resim
derslerinin ardından sergide
sergilenecek resimler oluşmaya
başladı. 2010 Yılı Haziran ayında
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Başhekimlik binasında
açılan sergi, yine 2010 yılı Aralık
ayında Ankara Armada AVM’de
sergilendi. Sergi 10-13 Mart 2011tarihleri arasında Paris-Fransa’da
ve sonrasında 14 Marttan itibaren tekrar Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Başhekimlik binasında ziyarete açıldı.
duyuyoruz. Doktor ve sağlıkçılar yalnız
hastalarının sıhhatiyle değil, aynı
zamanda fırsat buldukları zaman, kültür
ve sanat ile de ilgileniyorlar. Bu ilgi
alanları resim oluyor, müzik ve yazı
oluyor. İşte bu sergide gördüğünüz
eserler bu ilgi sonucu ortaya çıkan
güzellikler "dedi.
Bodur: “Bu resim sergisini Paris’te
açtığımızdan dolayı mutluyum.”
Dr. Onger'den sonra söz alan, Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Hürrem
Bodur ise yaptığı konuşmada,
hastanemiz çalışanlarının eserlerinin
sergilendiği böyle güzide bir serginin
63
açılışında bulunmaktan son derece
memnun olduğunu ifade etti. Bodur,
serginin 2010 yılı içerisinde Ankara’da
iki defa açıldığını ve büyük beğeni
topladığını belirterek, 14 Mart Tıp
Bayramı dolayısıyla birkaç gün sonra
tekrar Ankara’da açılacaktır dedi.
Efe: “Paris’te resim sergisi açmak
yıllardır hayalimdi”
Ressam hemşire Sema Efe ise yaptığı
konuşmada, dünya sanat başkenti Paris'te
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
436 44 00
Adres: 77 rue La Fayette 75009 PARİS - FRANSA
Tel: 01 42 80 04 74
• Fax: 01 42 80 61 12
Metro: Cadet
• Otobüs: 26, 32, 42, 43, 48, 85
E-mail: [email protected]
reklam organizasyon
•
•
•
•
0312
10-13 Mart 2011 tarihlerinde FRANSA’da
Paris Anadolu Kültür Merkezi’nde sergilenecektir.
SERGİ ZİYARET SAATLERİ
AVEC
ANADOLU’NUN RENKLERİ RESİM SERGİSİ
resim sergisi açmayı yıllardır hep hayal
ettiğini ve bugün bunun gerçekleşmiş
olmasından dolayı büyük sevinç
duyduğunu, Paris Anadolu Kültür
Merkezi'nin Başkanı Dr. Onger'in
kendilerine böyle güzel bir fırsat
sunmasından ötürü çok sevinçli olduğunu
ifade etti. Sema Efe, Sergilenen eserlerde
genel olarak Türkiye'nin özel yerlerini,
doğal güzelliklerini ve kültürel yapısını
tuvale aktardıklarını belirtti.
Arıner: “Bu resimler keyifle yapılmış”
Serginin açılış konuşmalarında son sözü
Türkiye’nin Başkonsolosu Uğur Arıner
yaptı. Başkonsolos Arıner, “Böyle bir
güzel serginin açılışına davet edilmek
güzel bir şey, ama ortaya konulan eserler
bence daha da güzel. Bu serginin
açılmasına öncülük eden ve mesai dışında
yorgun-argın bir halde yapılan bu eserler
bana göre hiç de yorgun bir halde
yapıldığını sanmıyorum. Zira bu resimler
keyifle yapılmış ve bu kadar güzel eserler
yaratılmış. Sanatçıları kutluyorum.
Burada bu serginin açılmasına katkı
sağlayan, Paris'teki Türk toplumunun
yakinen tanıdığı ve Türk kültürüne yaptığı
katkılarla her zaman gurur duyduğumuz
Dr. Demir Onger'e sizlerin huzurunda
teşekkür ediyorum" dedi.
Zengin: “Bu serginin Türk ve Fransız
halkları arasındaki işbirliğinin
pekişmesine katkı sağlamasını dilerim.”
Ankara’daki yoğun programından dolayı
Paris’teki sergiye katılamayan Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başhekimi Prof. Dr. Nurullah Zengin’in
sergiye katılanlara hitaben gönderdiği
mesajda şöyle dedi: “Binlerce yıllık
geçmişi ile Anadolu’nun mirası olan
renkleri tuvale taşıyan, kendileri ile aynı
hastanede birlikte çalışmaktan mutlu
olduğum, onur duyduğum mesai
arkadaşlarımın Paris Anadolu Kültür
Merkezi’nde açmış bulundukları
Anadolu’nun Renkleri Resim Sergisi’nde
sizlerle birlikte olamamanın hüznünü
yaşıyorum. Yüzlerce yıllık tarihi
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
geçmişimiz olan Fransız halkı ile
aramızda ki işbirliğinin daha da
pekişmesine katkı sağlayacağını
düşündüğüm bu serginin hayırlı
olmasını dilerim. Bu vesile ile eserleri
sergilenen ressamlarımıza, serginin
Paris’te açılmasında katkı sağlayanlara,
özellikle Büyükelçilik yetkililerimize,
Paris Anadolu Kültür Merkezi
Yöneticilerine teşekkür ederim.”
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Sağlık
Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Dış İşleri Bakanlığı, Devlet
Bakanlıklarımız adına gönderilen
mesajların okunmasından sonra serginin
açılış kurdelesi kesildi. Daha sonra
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi adına Paris Başkonsolosu
Arıner’e ve Anadolu Kültür Merkezi
Başkanı Onger’e günün önemini ve
hatırası olarak birer plaket takdim
edildi. Eserleri Paris’te sergilenen ressamlarımız:
Alp Karademir, Aysel Ç. Hamamcı, Aysel Bilgiç, Ayfer Salman, Aysun Eraslan,
Bahadır Külah, Dilek Öztaş, Feriha Karadeniz, Filiz Akyazı, Gül R. Yılmaz,
Gülşen Kadıoğlu, Hatice Bodur, Hatice Dirkeç, Işıl Koparal, Kiraz Küçük,
Mehmet Acılar, Mine Serpin, Muhterem Erdoğdu, Nalan Akgül, Nevin Türk,
Nuran Allı, Saliha Yücel, Serap Şahin, S. Emine Gökçe, Sema Efe,
Serpil Duran, Serpil Berktaş, Sevinç Dural, Şengül Can, Yusuf Duran.
64
DOÇ. DR. ALİ TİTİZ
ANEAH 1.KBB Kliniği
Koklear İmplant
İşitme kaybına bağlı olarak gelişen
sorunların çözümü, bireyin toplumsal
yaşama güçlü bir şekilde katılımını
sağlamakta ve yaşam kalitesini
arttırmaktadır. Bu sorunun çözümünde,
bireyin sahip olduğu işitme kaybı
düzeyine bağlı olarak çeşitli seçenekler
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde, bu
seçenekler arasında en dikkat çekici
uygulamalardan biri de koklear implant
ile işitmenin sağlanabilmesidir.
Koklear İmplant, işitme cihazlarından az
veya hiç yarar sağlayamayan ileri ve çok
ileri derecede sensörinöral (sinirsel)
işitme kaybı olanlara yardımcı olmak için
tasarlanmış elektronik bir aygıttır. Bir
Koklear İmplant sistemi iki kısımdan
meydana gelir. Bunlar; ameliyat ile
yerleştirilen implant parçasının
oluşturduğu iç kısım ile konuşma
işlemcisi, kontrol ünitesi (mikrofon,
hassasiyet ve ses ayar kontrolü), pil
yuvası ve aktarıcı mıknatısı içeren dış
kısımdır (kulak arkasına takılır).
Koklear İmplantın çalışma şekline
baktığımızda; sesler, dış parçadaki
mikrofon tarafından alınır ve elektriksel
sinyallere dönüştürülür. Dış seslerin
oluşturduğu sinyaller konuşma
işlemcisine ulaşır ve burada kodlanır
(özel biçimde şifrelenmiş elektriksel
uyarımlar). Uyarımlar aktarıcıya yollanır
ve buradan radyo dalgaları vasıtasıyla
deriden geçip implant'a ulaşır. İmplantın,
koklea'da bulunan elektrotlarına bir dizi
elektriksel uyarım kurgusu yollanır.
Elektriksel olarak direkt uyarılan işitme
siniri uyarımları alır ve beyindeki üst
merkezlere yollar. Beyin bu sinyalleri ses
olarak algılar.
Doğuştan veya sonradan sensörinöral
(sinirsel) işitme kaybına uğrayan
çocuklar veya yetişkinler, Koklear
İmplant’ tan her iki kulak içinde etkin bir
biçimde yarar sağlayabilir. Tabii ki bu
sistemin uygulanmasından ne kadar
yarar sağlanacağını kesin tahmin etmek
mümkün olmamakla birlikte çeşitli
değerlendirmeler uygulamanın başarısı
için gereklidir. Bu değerlendirmeler özel
implant merkezi olan kurumlarda, pek
çok aşamayı içerecek şekilde
multidisipliner bir ekip tarafından
gerçekleştirilir.
65
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Bu ekip içerisinde aşağıdaki branşlar yer
almaktadır;
yapılamayacağı tıbbi sorunların
olmaması,
1. Otolog (Kulak Burun Boğaz Uzmanı);
Medikal değerlendirme (işitme kaybı
sebeplerinin araştırılması ve genel sağlık
durumunun değerlendirilmesi) ve koklear
implant cerrahisinin uygulayıcısı,
2. Odyolog; İşitmenin değerlendirilmesi,
konuşma işlemcisinin programlanması ve
takip,
3. Eğitim odyoloğu; Ameliyat öncesi ve
sonrası konuşma ile lisan
değerlendirilmesi ve ameliyat sonrası
konuşma eğitiminin düzenlenmesi,
4. Psikolog; Psikolojik değerlendirme ve
aile desteği,
5. Radyolog; Ameliyat öncesi, bilgisayarlı
tomografi ve manyetik rezonans ile
radyolojik değerlendirme,
6. Nörolog, Göz Hastalıkları Uzmanı ve
Psikiatri Uzmanı; İmplant adaylarında
karşılaşılan özel durumlarda destek için
ekibe dahil olan uzmanlık dalları
(burada adı geçmeyen diğer uzmanlık
dalları ile de her zaman irtibat
kurulabilir).
Genel olarak bu koşulları sağlayan
adaylarda, 5 yaşından önce tercihen 3
yaştan önce Koklear İmplant uygulaması
yapılırsa çalışmalar implant başarısının
en yüksek olduğunu göstermektedir. Ne
kadar uzun süre ileri derecede işitme
kaybı ile yaşanmışsa, implant'tan yarar
elde etme de o kadar azalacaktır.
Koklear İmplant’ ın kimlere
uygulanabileceği konusundaki genel
kriterlere bakacak olursak;
1. Çocuklar için;
a. Bilateral ileri veya çok ileri derecede
sensörinöral işitme kaybı,
b. Hastanın işitme cihazı ile ses
deneyiminin olması,
c. İşitme cihazından çok az veya hiç
yararlanmaması (hasta en az 3 ila 6 ay
izlenmeli),
d. Alilenin iyi motive ve beklentilerinin
gerçekçi olması,
e. Ailenin ameliyat öncesi ve sonrası
eğitim programlarını takip edebilecek
karalılıkta olması,
f. İşitme cihazı ile yapılan uygun
konuşma testlerinde ve rehabilitasyon
programında yeterli performansı
göstermesi
g. Uygulamanın kesin olarak
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
2. Erişkinler için;
a. Bilateral çok ileri derecede
sensörinöral işitme kaybı ( Saf ses hava
yolu ve kemik yolu işitme eşikleri; 1000,
2000, 3000 ve 4000 Hz’ lerdeki
ortalama eşiklerin 90 dB’den daha kötü
olması ve işitme cihazı ile konuşmayı
ayırt etme skorunun %30’un altında
olması ),
b. Çocuklar için olan genel kriterler
erişkinler içinde geçerlidir,
Çocuklarda olduğu gibi lisan yaşı ile
kronolojik yaş arasındaki fark 3-4 yaş
üzerinde ve işitme cihazı deneyimi
olmamış ise implant uygulaması başarısı
büyük ölçüde azalmaktadır.
Uygun hastaların belirlenmesinde
yukarıdaki kriterlerin içinde niçin
Koklear İmplant’ ın uygun olmayacağının
cevabının da verilmesi gereklidir.
66
Koklear İmplant sistemleri dünyanın her
yerinde binlerce insan tarafından
başarıyla kullanılmasına rağmen bazı
özel durumlar Koklear İmplant'ı birey
için uygun kılmayabilir. Bu özel
durumların bazıları şunlardır:
1. İşitme "çok iyidir"; İyi ayarlanmış bir
işitme cihazı bir kişiye yeterli konuşma
ve anlama kapasitesi sağlıyorsa (dudak
okuma yardımı ile bile olsa) bu seçenek
Koklear İmplant'tan daha iyidir,
2. Çok uzun süre ileri derecede işitme
kaybı; Eğer işitsel sinir hiç veya çok uzun
zamandır uyarılmadıysa, ses bilgilerinin
beyine yeterli biçimde iletilmesi mümkün
olmayabilir,
3. İşitme kaybının ana nedeni koklea
değildir; İşitme kaybının nedeni iç kulak
ile ilgili değilse Koklear İmplant yarar
sağlayamaz,
4. Ameliyatın başarısız olma olasılığı;
Eğer Koklea, elektrotları alamayacak
kadar kötü durumda veya işitsel sinir
hasarlı veya mevcut değilse standart
Koklear İmplant'ın yarar sağlaması
olanaksızdır,
5. Tıbbi olarak uygunsuzluk; Hasta
anestezi ve ameliyata dayanabilecek
kadar sağlıklı olmalıdır. Ayrıca hasta
ameliyat sonrası programlara uyacak ve
cihazın dış parçalarını takacak
koşullarda olmalıdır.
6. Uygun olmayan beklentiler; Hastalar
ve ailelerinin Koklear İmplant
sistemlerinin sağlayacağı yararlar
konusunda gerçekci beklentiler içinde
olmaları çok önemlidir.
7. Aile veya eğiticilerin yetersiz desteği;
Koklear İmplant sistemin başarılı olması
için ailenin veya hastaya bakanların
desteği çok önemli bir faktördür.
Özellikle çocuklarda bu tür destek
yaşamsal önem taşır.
Koklear İmplant için uygun adayın
belirlenmesi ile implanttan nasıl yarar
sağlanacağını şu şekilde özetlenebilir;
1. Günlük sesleri işitme; neredeyse tüm
kullanıcılar, çevresel sesleri duyma
yeteneğine sahip olurlar ki, bu şekilde
trafik, alarım veya siren gibi sesleri
duyacaklarından daha güvenli
olacaklardır,
2. Konuşmayı anlama; özellikle
çocuklarda bu algılama zaman
almaktadır. Bu şekilde bireyin günlük
iletişimi kolaylaşmakta ve dudak
okumaya gereksinim azalmakta hatta
bazılarında ortadan kalkmaktadır,
3. Konuşma becerisi; kullanıcı kendi
konuşmalarını ve başkalarının
konuşmalarını işiterek kendi konuşmasını
düzeltebilir. Bu şekilde müzik
faaliyetlerini de içerebilen sosyal ve
eğitsel faliyetlerde başarı şansını
yakalayabilirler,
4. Telefon kullanımı; Dudak okuma
olmaksızın konuşmayı anlamaya
başlayan kullanıcılar telefonla konuşma
yeteneğinide kazanabilirler.
Her açıdan ameliyat için hazır olan aday
için Koklear İmplant operasyonu genel
anestezi altında yaklaşık 2-4 saat sürer.
Koklear İmplant operasyonu riski diğer
kulak operasyonları ile eş değerdedir.
Kulak arkasındaki operasyon bölgesinde
saç traş edilir. Kulak arkası kemikte
implant için yer açılır. İç kulağa küçük
delik açılır. Elektrot taşıyıcısı kokleaya
(iç kulağa) sokulur. Elektrot taşıyıcısı ve
implant paketi sabitlenir. Yara
kapatılmadan önce elektrot fonksiyonu
test edilir. Genellikle hastalar ayıldığında
rahatsızlık duymaz. Ameliyat sonrası
infeksiyon riski açısından koruyucu
antibiyotik tedavisi verilir. Hastanın
ihtiyacı olursa ağrı kesici verilebilir.
Hastalar genellikle aynı gün içinde ayağa
kalkarlar. Hastanede kalış süresi
genellikle 3 ila 5 gün kadardır.
Konuşma işlemcisi
operasyondan 3-6 hafta
sonra takılır. Bu işlem
odyolog tarafından yapılır.
Her kullanıcı için özel olarak
ayarlanır. Konuşma
işlemcisinin programı sesin
tınısı, gürlüğü ve zamanlama
ayarlarını içermektedir.
Bu ayarlama sırasında konuşma işlemcisi
bilgisayara bağlanır. Bilgisayar, kontrol
edilmiş seviyelerde sinyaller üretir.
Kullanıcı için duyabileceği en az ses
seviyesi (eşik seviyesi) ve en yüksek fakat
rahatsız etmeyen ses seviyesi (en rahat
seviyesi) belirlenir Kokleanın içindeki
tüm elektrotlar için bu iki seviye ayrı ayrı
saptanır. Bu bilgi kullanılarak bir
program yaratılır. Bu program, sesleri bu
iki seviyenin arasında yerleştirir. Böylece
sesler duyulur, fakat hastayı rahatsız
etmez. Takip eden seanslarda bu program
tekrar ayarlanır. Takip sürecinde,
kullanıcı ve ailesi koklear implant ekibi
tarafından en büyük yararı sağlamak için
düzenlenmiş takip programına mutlaka
uymalıdır. Takip programı, kliniklere
bağlı olmakla birlikte aşağıdakileri
aşamaları kapsayabilir;
1. Yardım, tavsiye ve destek; yardım
sadece teknik sorunlar için değil, genel
sorunlar içinde sağlanmalıdır. Ekip
koklear implant kullanıcıları ve aileleri
için destek grupları hakkında bilgi verir.
Koklear İmplant sistemlerin kullanımı
genellikle kolay olmasına karşın, bazı
67
önlemler alınmalıdır;
a. Cihazın dış parçası daima kuru olmalı,
b. Radyo dalgaları bazı kullanıcılar için
geçici olarak sesin bozulmasına neden
olabilir,
c. Başa ciddi darbe etkisi yapabilecek
boks ve benzeri sporlardan kaçınılmalı,
d. Cihazın bozulması riski; herhangi
teknik bir cihazda olduğu gibi, İmplant'ın
da küçük bir bozulma riski vardır. Çok
ender olarak görülmesine rağmen, böyle
bir durumda, yeni bir cihaz ile değişim
yapılmalı,
2. Düzenli tıbbi muayeneler; ameliyat
sahası ve bireyin genel sağlık durumu
düzenli olarak doktor tarafından kontrol
edilir,
3. Konuşma işlemcisinin düzenli olarak
tekrar programlanması; kullanıcılar
işlemcinin yeniden programlanması için
düzenli olarak takibe gelmelidir. Bu
sayede odyolog implantın fonksiyonlarını
kontrol edebilir. Odyolog küçük
değişiklikler, iyileştirmeler yapabilir,
böylece kullanıcı sistemden en büyük
yararı sağlamaya devam eder,
4. Konuşma ve dil terapisi; özellikle
çocuklar için düzenli konuşma ve dil
terapisi eğitim odyoloğu tarafından
düzenlenir,
5. Çocuklar için eğitsel tavsiye ve destek;
çocuklar, işitme engelliler ile çalışmaya
yetkili eğitimci uzman ile düzenli bir
bağlantı kurarlar. Bu şekilde çocuğun
gelişimi kayıt altına alınmış olur.
Sonuç olarak, ilk tek kanallı implantın
takıldığı 1961’den bugüne koklear
implant uygulanan hastalarda dikkat
çekici sonuçlar alınacağını kimse tahmin
edemezdi. Ülkemizde de 1987 yılında
Eskişehir’ de Dr. Bekir Altay tarafından
başlatılan ve 2005 yılından beri Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Kulak Burun Boğaz Kliniklerinde de
yoğun bir şekilde başarı ile yapılan
Koklear İmplant uygulamalarında ki
gelişmelerin gelecek yıllarda artarak
devam edeceği açıkça görülmektedir. Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
OP. DR. SEDEF KUTLUK
ANEAH 1. Göz Kl. Başasistanı
Çocuklarda
Göz Tembelliğine Dikkat!
Göz tembelliği (ambliyopi), çocukluk
döneminde normal görmenin
gelişmediği, yapısı normal görünse de
gözlük veya kontakt lens düzeltmesi ile
görme azlığı sorununun devam ettiği bir
durumdur. Genellikle tek gözde görülür
ama her iki gözde de görme azlığı
gelişebilir. Erken çocukluk döneminde
sağlıklı görmenin sağlanamasıyla oluşan
göz tembelliği, toplumda %3 oranında
görülür.
Çocukların meslek seçimi ve
yaşam kalitesini etkileyecek
kalıcı görme azlığı
gelişmemesi için, bu
çocukların erken
bebeklik-çocukluk
yıllarında tedavi
edilmesi gerekir.
Eğer bir göz tüm
düzeltmelere rağmen
tam kapasiteli
göremiyorsa, bu durum
kişinin hayatında olumsuz
bazı etkilere de yol açacak
ve bazı meslekleri
seçmesi sorun
olacaktır. Ayrıca,
gözlerden
birinin kaza
sonucu
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
68
kaybedildiği bir durumda diğer gözün
durumu kişinin hayatını sürdürebilmesi
için önem kazanacaktır. Bu nedenle, göz
tembelliği tanısı erken yaşlarda konmalı
ve tedavi edilmelidir.
Normal görme nasıl gelişir?
Bebekler doğduklarında belirli oranlarda
görebilirler, gözlerini kullandıkça görme
potansiyelleri artar. Üç boyutlu görme
ilk 6 ay içinde gelişmeye başlar ve
elastik bir yapıya sahip olan görme
sistemi, ilk 9 yaş içinde gelişimini
tamamlar, daha sonra belirgin bir
değişiklik olmaz. Bu süreçte, bir veya
her iki gözden gelen görüntünün beyne
gitmesini engelleyen bir göz patolojisi
olursa görme gelişimi ve üç boyutlu
görme yavaş yavaş bozulur. Normal
görsel gelişim için, her iki gözde
görmeler eşit ve net olmalı ve gözlerde
kayma olmamalıdır. Gözlerden biri,
değişik nedenlerle, yeterince
kullanılmazsa görme gelişemez, hatta
azalabilir. İlk 9 yaş içinde, görme
gelişimi gözdeki patolojilerden
etkilenebileceği gibi, gelişebilecek görme
azlığının tedavisine yanıtlar da en iyi bu
dönemde alınmaktadır. Kalıcı görme
azlığını önlemenin tek yolu, çocukların
bu süreçte muayenesi ile tanı konması ve
tedavi başlanmasıdır.
Çocuklarda göz muayenesi ne
zaman yapılmalıdır?
Herhangi bir sorunu olmasa da tüm
çocukların 3 yaşına kadar bir göz
doktoru tarafından muayene edilmesi
gerekir. Gerekli hallerde, ailede benzer
bir hastalık varsa veya aile bireyleri veya
çocuk doktoru tarafından bir göz
problemi tespit edilmişse, çok erken
dönemlerde de göz muayenesi yapılabilir.
Bebeklik ve çocukluk döneminde
göz muayenelerinin sıklığı ne
olmalıdır?
Göz hastalıklarının tarama ve muayene
yöntemleri çocuğun yaş grubuna göre
farklılık gösterir, gözle ilgili şikayeti
veya hastalık belirtisi olmayan sağlıklı
çocukların göz muayenelerinin aşağıda
belirtilen aralıklarla yapılması
önerilmektedir: - Bebek doğduğunda,
doğum travması hasarının, doğuştan
katarakt veya diğer göz anomalilerinin
tespiti için, - Erken çocukluk (2-3
yaşları) döneminde, gözlerdeki kırılma
kusurlarının veya şaşılığın tespiti ve göz
tembelliğinin ortaya çıkarılması için göz
doktoru tarafından görülmesi gereklidir.
– Çocukluk döneminde; okul öncesi ve
okul çağında kırılma kusurlarının ve göz
tembelliğinin tespiti, tedavisi ve takibi
için, -18-20 yaş döneminde; kırılma
kusurlarındaki ilerlemenin durduğunun
tespiti ve uygun tedavinin önerilmesi
açısından göz muayenelerinin yapılması
önerilmektedir.
Göz tembelliği nasıl teşhis edilir?
Göz tembelliğinin aileler tarafından fark
edilmesi zordur; çocuk tek gözünün az
gördüğünün farkında değildir veya iki
gözü de az gören çocuk herkesin öyle
gördüğünü zannederek şikayet etmez.
Bu nedenle, şikayeti olmasa da her
çocuğun 3 yaşına kadar bir göz doktoru
tarafından görülmesi gerekir.
Çocuklarda görme muayeneleri, 3,5-4
yaş öncesinde oldukça zordur. Büyük
çocuklarda göz tembelliği tanısı, iki göz
arasında görme farkının bulunmasıyla
konur. Daha küçük çocuklarda ve
bebeklerde görme keskinliğinin tespiti
zor olduğu için, sağlam gözün doktor
tarafından kapatılmasına bebeğin verdiği
tepki değerlendirilerek göz tembelliği
olan göz tespit edilmeye çalışılır. Dört
yaş öncesi çocukların muayenesinde,
gözlerde herhangi bir kayma olup
olmadığı, gözün saydam ortamlarında
herhangi bir bulanıklık olup olmadığı
değerlendirilir ve göz bebeği bir damla
ile genişletilerek gözlerin refraksiyon
değerleri (kırma kusuru) ölçülür.
Muayenede, her iki gözde veya gözlerden
birinde diğerine göre yüksek kırma
kusuru tespit edilmesi göz tembelliği
gelişimi açısından risk oluşturacağından,
tedavi başlanması gerekir. Kırma kusuru
muayenesi dışında, göz dibi muayenesi
ile retina (görme zarı) ve optik sinir
(görme siniri) değerlendirilmesi de
yapılarak çocukların muayenesi
tamamlanır.
69
Neler göz tembelliğine yol
açabilir?
Göz tembelliği, erken bebeklik ve
çocukluk döneminde gözlerin normal
kullanımını engelleyen her türlü
durumda ortaya çıkabilir. Göz
tembelliğine yol açan durumlar çoğu kez
kalıtsaldır, bu nedenle ailesinde göz
tembelliği olan çocuklar erken yaşlarda
mutlaka bir göz doktoru tarafından
muayene edilmelidir. Göz tembelliğinin 3
temel nedeni vardır;
I Şaşılık;
şaşılığa bağlı her iki gözde de
görme azlığı oluşabileceği gibi, özellikle
tek gözde kayma olan çocuklarda kayan
gözde genellikle tembellik gelişmektedir.
Aileler çoğu kez, çocuklarının
gözlerindeki kaymayı erken yaşta fark
ederek doktora getirdikleri için bu tip
göz tembelliğinin tespiti ve tedavinin
başlanması daha erken yaşlarda
olmaktadır.
I Kırma
kusurları; mevcut yüksek kırma
kusuru nedeni ile bir göz diğerine göre
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
çok bulanık görmekte ise bu göz görsel
gelişimini tamamlayamayarak tembel
hale gelmektedir. Dış görünüşte gözlerde
herhangi bir problem olmadığı için,
tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği
tipi budur. Aileler çocuklarının gözünde
görme azlığını fark edemedikleri için bu
çocukların göz muayenesi okul dönemine
kadar gecikmekte ve bu durumda da
çoğu kez geç kalınmış olmaktadır. Bu
nedenle 3 yaş öncesinde tüm çocukların,
şikayet olsun olmasın, mutlak surette
göz muayenesi olmaları gerekmektedir.
I Saydam
olması gereken göz
dokularında bulanıklık olması; en sık
nedeni katarakt varlığıdır. Özellikle
doğuştan katarakt varlığına bağlı göz
tembelliği en erken gelişen ve en ciddi
göz tembelliğidir. Bu nedenle, her yeni
doğanın çocuk doktoru tarafından bu
açıdan değerlendirilmesi ve uygulanması
kolay bir test olan “kırmızı yansıma
test”ine tabi tutularak bir anormallik
tespiti halinde acilen göz doktoruna
yönlendirilmesi gerekir. Doğumsal
katarakt mümkün olan en kısa zamanda
cerrahi olarak tedavi edilmeli ve göz
tembelliğini önleyici tedavi
başlanmalıdır. Katarakt dışında, göz içi
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
tümörleri de göz dokularında bulanıklık
yaratarak gözde görme azlığı ve
kaymaya neden olmaktadır. Özellikle bu
çocuklarda, erken yaştaki göz
muayeneleri ile erken tanı ve tedavinin
bu çocuklar için hayati önem taşıdığı
aşikardır.
geçilir. Tedavinin başında, çocuk ve
ailesine tedavinin önemi ve tedavi
süresince yapılacaklar anlatılır, tedavi
uzun süreli ve işbirliği gerektiren bir
tedavi olduğu için tedavinin çocuğun
kendi ve geleceği için önemi
vurgulanmalıdır.
Göz tembelliği nasıl tedavi edilir?
Göz tembelliği tedavisinin esası, az
gören gözün kullandırılmasına dayanır;
bu durum sağlam gözü bandajla
kapatarak veya damla ile sağlam gözün
görmesini bulanıklaştırarak sağlanır, bu
sırada çocuğun az gören gözünü,
özellikle yakın işler sırasında,
kullanması istenir. Tedavi genellikle,
sağlam gözün özel bir bandajla aylar
bazen yıllar boyunca kapatılması ile
yapılır. Tedavinin süresi; göz
tembelliğinin hangi yaşta tespit
edildiğine, çocuğun yaşına, görme
azlığının düzeyine (göz tembelliğinin
ciddiyetine) göre ayarlanır, bu kriterler
tedavinin başarısını da etkileyen
kriterlerdir. Az gören gözleri ile
sevdikleri işleri yapmaya zorlanan
çocuklar genellikle bu tedaviden hiç
hoşlanmazlar ve çoğu kez yapmayı
reddederler. Yaşamları boyunca göz
tembelliği nedeniyle yaşayacakları
Göz tembelliği tedavisi, çocuğun ve
ailenin doktorla işbirliği içinde olmasını
gerektiren, sabır isteyen, uzun süreli bir
tedavidir. Az görmenin teşhis ve
tedavisinin, ilk 9 yaş içinde, tercihen
erken çocukluk yıllarında yapılması
gerekir. Doğuştan katarakt gibi derin
görme bozukluğu yapan göz
problemlerinde ilk bir-üç ay içinde
katarakt alınarak tedavinin başlaması
gerekir.
Göz tembelliği tedavisi, ne kadar erken
yaşta başlarsa o kadar başarılı ve görme
artışı o kadar kalıcı olacaktır. Göz
tembelliği tedavisinde öncelikle, göz
doktoru tarafından tespit edilen kırma
kusuru reçete edilerek çocuğun bu
gözlükleri kullanması önerilir. Bir kaç ay
sonra yapılan muayenesinde, az görme
devam ediyorsa göz tembelliği tedavisine
70
sıkıntıları anlamış ve idrak etmiş aile
bireylerinin çocuklarına sabırla
yaklaşarak onların bu tedavi sürecine
katılımlarını sağlamak tedavinin esasını
oluşturmaktadır.
Şaşılığı olan ve buna bağlı göz
tembelliği olan çocuklarda da, genellikle
ameliyat öncesi belli bir dönem kapama
tedavisi yapılarak göz tembelliği
giderilmeye çalışılır, bu tedavi aynı
zamanda cerrahi tedavinin başarısını da
etkileyecektir. Aileler, kayma ameliyatı
sonrası her şeyin yoluna girdiğini
düşünerek kapama tedavisini
bırakabilirler, kapama tedavisinin şaşılık
ameliyatı sonrası da gerekirse devam
edebileceği ailelere anlatılmalıdır.
Katarakt gibi görmeyi engelleyen göz
problemlerinde de cerrahi ile katarakt
alındıktan sonra görme azlığının tedavisi
gerekir. Tek başına cerrahi müdahale,
oluşmuş olan göz tembelliğini gidermez!
Cerrahi tedavi, göz tembelliği nedenini
ortadan kaldırır, ancak az görmenin
kapama tedavisi yapılarak arttırılması
gerekir.
Unutulmamalıdır ki, ambliyopi, az gören
gözde görme azlığına yol açan nedenin
ortadan kaldırılmasıyla tedavi edilmez.
Az görme nedeninin ortadan kaldırılması
tedavinin bir bölümüdür, ama tedavinin
esas önemli ve uzun süren bölümü az
gören gözün uygun yaşta verilecek uygun
bir tedavi ile kuvvetlendirilmesidir. Göz
tembelliği tedavisinin başarısı, görme
azlığının ciddiyetine ve tedavinin ne
kadar erken yaşta başladığına bağlıdır.
Göz tembelliği tedavi edilmezse
ne olur?
Az gören gözde ciddi bir görme azlığı
oluşabilir. Göz tembelliği, çocukluk
döneminde çocukların öğrenmesini ve
okul başarısını olumsuz etkileyeceği gibi,
sonraki yaşlarda da bu çocukların bazı
meslek gruplarına girmesine engel teşkil
edecektir. Birçok meslek için (pilotluk,
polislik, askerlik gibi) her iki gözde tam
görme şart tutulmaktadır, göz tembelliği
olanların bu meslekleri seçmesi imkansız
olacaktır.
Az gören gözde ilerde, görmemeye bağlı
kayma gelişebilir, bu durum az görme
yanında onlar için estetik bir problem
oluşturacak ve sosyal bir kaygı
yaratabilecektir. İki gözle derinlik hissi
kaybedilebilir. Bu durum çocukların,
derinlik hissinin önemli olduğu pilotluk,
cerrahlık gibi bazı meslek gruplarına
girmesine engel teşkil edeceği gibi, masa
tenisi, tenis gibi spor dallarında
başarısız olmalarına neden olacaktır.
İyi gören göz kaza ile yaralanırsa veya
az görme gelişirse, gözlerde hayat boyu
ciddi bir görme azlığı oluşacaktır.
9 yaş sonrasında yapılacak tedavilerde
başarı şansı çok azalmakta ve görme
artışı kalıcı olmamaktadır. Çocukluk yaş
grubunda, özellikle katarakt gibi
sebeplerle ortaya çıkan göz
tembelliklerinin tanı ve tedavisinde çok
hızlı davranmak gerekir, özellikle erken
bebeklik döneminde yapılacak uygun
cerrahiyi takiben göz tembelliğini
önleyici tedaviler önünde uzun bir ömür
olan çocukların geleceği açısından
oldukça önemlidir.
Tekrar vurgulamak gerekirse; göz
tembelliği önlenebilir bir göz
problemidir! Önlerinde uzun bir yaşam
olan çocuklarımızın mesleki
tercihlerinde ve hayat başarısı ve yaşam
kalitesinde oldukça önemli olan
görmenin, erken değerlendirilmesi, göz
problemleri ve/veya göz tembelliğinin
erken tespiti ve tedavisi için, tüm
çocukların-şikâyet olsun olmasın- 3
yaşına kadar mutlaka göz muayenesi
olmaları gerekmektedir. I
Geçtiğimiz sayıda yazının yazarı
sehven yanlış yazılmıştır.
Yazarımızdan özür diler, düzeltiriz.
Göz tembelliği önlenebilir bir
problemdir!
Göz tembelliği tedavisinin başarısında en
önemli nokta, göz tembelliğinin teşhis
zamanıdır. Erken teşhis ve hemen
başlanacak uygun tedavi ile çoğu kez
normal görme seviyesine
ulaşılabilmektedir. Dokuz yaşına kadar
yapılan tedavilerde
başarı şansı
daha
yüksek
iken,
71
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Murat YAKIN
Müzik Tarihi ve
Zoraki Besteci
Bir besteci oturup günlerce, aylarca bir
beste üzerine düşünüp sonunda
çalışmasını tamamlar. Bu
gerçekleştiğinde besteci büyük bir haz
duyar. Bir bestecinin işini buraya kadar,
bu çok özet hali ile, önceki yazımızda ele
almıştık. O yazının sonunda bestenin
seslendirilmesi aşamasının ayrı bir
hikaye olduğundan bahsetmiştik. Aslında
demek istediğimiz şey şuydu: Bir bestenin
bitmiş olması iyi bir şey midir, kötü bir
şey mi? Önceki yazıyı okumuş olanların
soru dolu bakışlarını görür gibiyim. Ama
bu soruyu çok ciddi olarak soruyorum.
Şöyle ki: Bazen bir besteci projesini,
daha önce bahsettiğimiz üzere, ortaya
konulmuş estetik problemler ve onlara
getirilen çözümler ile birlikte, son derece
başarılı bir şekilde bitirmiş olsa ve büyük
bir haz yaşasa bile acı çekmeye devam
eder. Nasıl mı? Bunu açıklamak için
ufacık bir felsefe hamlesi yapalım:
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
72
Ortaya konulmuş ve çözüme ulaştırılmış
estetik problemler duyulup, görülüp,
anlaşılmayı bekler. Bu bilinmek isteme
eğilimidir. Bilinmek isteme eğilimi,
genellikle bestecinin şahsına atfedilen bir
şeydir, fakat çoğu durumda aslında
bestecinin egosu değildir; aslında bu
bilinmek isteme eğilimi dediğimiz şey,
çözümlenmiş bir problemin doğal
isteğidir. Çünkü bu duygu diğer
disiplinlerde de mevcuttur. Newton
fiziğinin açıklayamadığı bazı gezegen
hareketlerini gayet başarılı bir şekilde
açıklayabilen Einstein’ın Görelilik
Kuramı, eğer öylece sayfalarda kalsaydı
ve Einstein’dan başkası tarafından
bilinmeseydi insanlık adına ne kadar
büyük bir “yazık” olmuş olacağını bir
düşünün!
Felsefik önermeyi biraz daha
açıklayalım: Problemleri görmek, teşhis
etmek, ortaya atmak ve çözümlemek
insan beyninin üretim sürecidir. Bu
yetisini kullanarak alet yapan ve evrim
sürecinde yeryüzündeki yırtıcı
canlılardan üstün konuma geçen biz
insanların bu gezegende varoluş şekli de,
zaten, budur.
Dahası, biz bir problemi teşhis edip onu
çözdüğümüzde çözümün başkalarınca da
tekrarlanabilir olması şartını arayan ve
böyle bir çözümü yakaladığımızda da o
çözüme yegane eserimiz gözüyle bakan
bir ırkın bireyleriyiz. Bu yüzden
çözdüğümüz problemler bizden bağımsız
olarak var olup diğer zeki canlılar
tarafından da uygulanabilirler. Bizim
böyle yaşamamızı sağlayan şey bizim
beynimiz, ve bugün dünyadaki evrimin en
üst basamağında durmamızı sağlayan şey
de beynimizin bu şekildeki aktivitesi.
Kısacası, insan ırkının varoluşu budur.
Onun için, insan, başka zeki canlılar
tarafından da
uygulanabilecek bir
çözümleme yaptığında
kendini tamamlanmış
hisseder.
Bir besteci için eserinde çözümlediği ya
da ortaya attığı estetik problemlerin
başkalarınca duyulması, anlaşılması
ile bir fizikçi için bulduğu bir
fizik kuramının
başka akıllı
canlılar
tarafından da
bilinmesi ve
anlaşılması
aynı şeydir.
Besteci eserinde
problem ortaya
atma ve/veya
çözümleme güdüsünü eğer samimi bir
şekilde yönlendirmiş ve bir sonuca
ulaşmışsa, o eser artık bestecinin kendi
parçası olmaktan çıkmış, kendi başına
var olabilen, başkalarınca da
anlaşılabilecek bir bütün halini almıştır.
Bu anlamda, bestecinin eseri artık kendi
kendine bilinmek istemektedir; nasıl ki
Einstein’ın Görelilik Kuramını
bilmeseydik o kurama yazık olurdu,
bahsettiğimiz şekilde yazılmış bir eserin
de bilinmemesi aynı derecede yazık
olurdu. Bu tür kuramların ya da eserlerin
yaratıcıları, çalışma tamamlandıktan
sonra, sadece onların başkalarınca
tanınması için çalışmanın sözcüsü
olabilirler.
eseri) tanıtan
kişi olmak yerine, onu
gözden kaçıran ilk kişi olurlar. Şişmiş
egolarıyla küçük dağları ben yarattım,
derler.
Çok basit gibi görünen bu durum,
özellikle de bizimki gibi çağdaş müziğe
sırtını dönmüş ülkelerde ya da şehirlerde
çok karmaşık bir hal alır. Eserinizi
çaldırmak için enstrumancılara ihtiyaç
duyarsınız. Ama eğer enstrumancılar,
ülkemizde olduğu gibi, çağdaş
repertuvardan bihaber yetişmeyi tercih
etmiş ya da o şekilde yetiştirilmişlerse,
sizin yazdığınız gıcırtı sesinin varoluşunu
anlamaya çalışmazlar. Siz de böyle bir
insana, kesinlikle ve kesinlikle bu konuda
hiç bir şey anlatamazsınız. Aksine, o
enstrumancı size “Mozart gibi güzel bir
melodi yazsaydın ya, niye gıcırtı
yazıyorsun”, der. Öyle der, çünkü
Mozartın yaklaşık 200 - 250 yıl önce
yaşadığını ona okuduğu okullarda
hissettirmezler; belki Mozart’ın doğum
ve ölüm tarihlerini bilir, fakat
“hissetmek” dediğimiz şey bundan çok
farklı bir şeydir. Bunun için
Mozart’ın zamanının
müziğinin daha
sonraki
kuşaklarda ne
şekilde devam
ettirildiğini ta
günümüze
varıncaya değin
izlemek gerekir. Biz
bu işi müzik okullarında
“Müzik Tarihi” adındaki
derslerle yapmaya çalışırız, ama ne
var ki ülkemizde ancak bir elin
parmaklarıyla sayılabilecek sayıda bu
dersleri hakkıyla verebilen kurum
mevcuttur.
Yazık! İşiniz sadece eseri tamamlayarak
bitse iyiydi, ama sonrasında da onu
tanıtmak için dengeli bir ruh halinde
olmak gerekiyor. Dengede kalmak, içsel
bir disiplini gerektirir. O da, takdir
edersiniz ki, mesaisi olan bir uğraş
değildir. Fakat bu içsel bir süreç. Fiziksel
dünyada başka zorluklar da besteciyi
bekler: Eser bitti, peki, şimdi ne yapmak
lazım? Onu çaldırmak lazım. Hadi
bakalım!..
Ülke içindeki entellektüel düzeyi görece
çok da ileri olmayan diğer ülkelerdeki
şehirlerde de durum, zaman zaman,
benzer olabilir, fakat en azından müzik
tarihini düzgün öğrendikleri için işlerini
daha ciddiye alarak yaparlar. Bir de,
oralarda çağdaş müziği icra ettikleri oda
müziği çalışmalarını konu alan, yeni
besteciler tarafından yazılmış parçaların
seslendirilmesinin çalışıldığı dersler olur.
Çoğu zaman isteyen o dersi tercih eder.
Bu kısa felsefik açıklamadan sonra
konumuza geri dönelim: Bir besteci,
sancılı yaratı sürecini geride bırakıp
eserini tamamladıktan sonra bir başka
sancılı süreç işlemeye başlar, demiştik.
İşte, yukarıda bahsettiğimiz çalışmanın /
eserin başkalarınca tanınması için sözcü
olma noktasında, bazen, besteciler
kendileriyle beraber anılan “ego”
kavramının
kurbanı
olurlar ve
kendi
başına
duran
bütünü
(bitmiş bir
73
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
Buna karşın, bizim
kurumlarımızda, genellikle, bu
tür dersler müfredata
konulmaz. Hal böyle olunca,
bizim kurumlarımızda
“dimağları sansürlenmiş”
müzisyenler yetişir ve o
sansürlenmiş alan tam
da sizin işinizi
yaptığınız alandır.
Bu profilde bir
enstrumancıya,
herkesin eksiği
kendinedir, deyip, eserinizi çalması için
teklif dahi götürmezsiniz.
Neyse ki, ülkemizde bu konuda istisna
olanlar da var. Bu ikinci gruptakiler
okullarının eksikliğini bir şekilde fark
ederek, ya da kendi düşünsel süreçleri
sırasında bazı şeyleri sorgulayıp merak
ederek, araştırma yapmaya ve
sansürlenen alan hakkında bir şeyler
öğrenmeye yönelirler. İşte bu gruptakiler
sizin beraber çalışabileceğiniz
enstrumancılardır.
Şimdi bu kısa tanıtımdan sonra
matematiksel hesaba başlayalım:
Eserinizde 3 tane enstruman varsa ve son
bahsettiğimiz profilde 3 tane
enstrumancı bulabiliyorsanız çok
şanslısınız demektir. Eserinizde 3 tane
enstruman varsa ve son bahsettiğimiz
profilde 2 tane enstrumancı
bulabiliyorsanız, öbür enstrumancıyı ilk
bahsettiğimiz profile sahip gruptan
yalvar yakar bulabilirsiniz. Bu tür
durumlarda, eserin seslendirilmesi ile
ilgili verimin genellikle düştüğünü
deneyimlediğimi söyleyebilirim. Şöyle ki,
bu ilk bahsettiğimiz profildeki
enstrumancı, genellikle, çalışmayı
ve/veya eseri yeterince ciddiye almaz, işi
“bitse de gitsek” tarzında yapar ve siz,
ya zaten gıcırtı yazmış bir sabıkalı olarak
rica minnet gelmiş bu kişiyi zorlayıp
ölüm fermanınızı imzalamaya
başlarsınız, ya da yukarıda işinizin
doğasını açıklığıyla anlatan satırlara
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
yüzde yüz katılıyor olmanıza rağmen, bu
nazlı şahsa müdahale etmekten vazgeçip
eserinizin başka bir eser olarak ama en
azından sizin yazmış olduğunuz esere
daha yakın bir eser olarak duyulmasına
razı olur ve bunun için çabalarsınız. Eğer
eserinizde 3 tane enstruman varsa ve ilk
bahsettiğimiz profilden 2, ikinci profilden
1 adet enstrumancı ile çalışıyorsanız,
eserinizin yazmış olduğunuz esere
mümkün olduğunca yakın duyulması için
kaygılanmanıza gerek de olmayabilir.
Elbette ki bunları ilk profildeki
enstrumancıları kötülemek için
söylemiyoruz, ama genel olarak tecrübe
edilen durumlar da bu şekilde tezahür
etmekte. Bu konuda genel besteci
tecrübesi aşağı yukarı bu şekildedir.
Şimdi, lütfen, ikinci paragrafı bir daha
okuyup, oradaki anlamın ciddiyetini ve
ağırlığını hatırlayınız; sonra, eserin
performansında gelinen aşamadaki
durumlarla kıyaslayınız: İlk
bahsettiğimiz profilden enstrumancılarla
çalışmakta olan bir besteci acılar içinde
kıvranmaktadır! İkinci paragrafın
anlamsal ağırlığının etkisi ile eserinizi
çalanların her notasını doğru ifadeyle
çalmasını istemeli, bunun üzerinde
durmalısınız; bu konularda talepkar
olmalısınız. Bu işlerin normali budur.
Ama bunları kaldıramayacak
müzisyenlerle çalışmak sizin adınızı
kötülemekten başka bir işe yaramaz.
Çünkü provalar sırasında iş öyle bir
raddeye gelir ki karşınızdaki insanla
palazlanırsınız, sinirleri bu şekilde
bozulmuş bir insanın da karşısındaki
74
hakkında olumlu düşünmesi genellikle
pek mümkün olmaz. Amerika’da
insanların böyle durumları daha rahat
atlattıklarına şahit oldumsa da, şahsım
adına, bir Akdeniz ülkesi olan ülkemden
bu konuda çekinirim.
Şimdi, size soralım: Bir eserin
tamamlanmış olması, ilk yazımızda
anlattığımız onca kaygıyı dindirip
tamamen bir rahatlama mı getiriyor,
yoksa rahatlama beklerken yeni
problemleri beraberinde mi getiriyor?
Çoğu zaman, enstrumancıların yeni
yazılmış bir eserin icrası konusuna bakış
açılarını haklı göstermek için
kullandıkları argümanlar vardır.
Bunların başında yazılan eserin
enstrumanın yazı stiline uygun olmadığı
argümanı gelir. Eğer besteci çok büyük
bir hata yapmadıysa, bu önerme
sansürlenmiş müzik tarihi parçasına ait
bilgiden ve görgüden yoksun olarak
yapılmış bir önermedir.
Fakat sinir bozucu
tartışmalara yol açar.
Bir besteci
arkadaşım, bir
saksofoncu için,
saksofoncunun
siparişi üzerine bir
eser yazmıştı.
Saksofoncu
siparişi verirken
arkadaşım
“eserin
zorluk
derecesi nasıl olsun”, dediğinde “sky is
the limit”, yani Türkçesi, istediğin kadar
zor olsun, cevabını almıştı. Parça bitip de
provalarına başlandığında bu kişi (bir
kaç ay yatıp konsere 1 ay kala parçayı
çalışmaya başlamanın verdiği stres
altında) yazılan parçayı zor buldu ve hep
tartışma çıkardı.
Olumsuz enerji bir toplulukta çabuk
yayılır; bu müzik grubunda da aynısı oldu
ve arkadaşıma “zoraki besteci” gözüyle
bakılmaya başlandı. Arkadaşım, en
sonunda youtube’dan kullandığı
tekniklerden daha zor tekniklerle
yazılmış parçaları dinletti onlara ve grup
o videoları ağızları bir karış açık dinledi.
Sonra “sky is the limit” sözünü
hatırlattı, sonra da buyrun der gibi bir el
hareketi yaparak önce videoları izlettiği
bilgisayarını, sonra yazmış olduğu görece
çok daha basit eserinin partisyonunu
işaret etti ve böylece kendini aklayabildi.
Arkadaşım için çok yıpratıcı bir süreçti.
Burada ve bu gibi örneklerde besteci
olarak bizlerin aklına gelen soru şu:
Enstrumancılar çaldıkları enstrumanın
teknik kapasitesine ne kadar hakimler?
Örneğin, bir flütçü sadece Mozart
çalmakla yetinerek ve enstrumanı için
1950’lerden sonra araştırılıp keşfedilen
ileri çalma tekniklerinin kıyısına bile
yanaşmayarak profesyonel müzisyen
sıfatını taşımalı mı?
bahsettiğimiz profildeki enstrumancılarla
ilgili bestecilerin yaşadıkları sorunlardan
bazıları böyle. Bu tür senaryolar
genellikle herkesin mutsuzluğu ile son
buluyor. Bazen bir müzisyenin hangi
profilden olduğunu çok iyi ayırt
edemiyorsunuz ve süreç istemeseniz de
mutsuzlukla sonuçlanıyor. Buna bazen
enstrumancı da katkı yapıyor: Sizinle
diyaloğunun başında kendini size başka
biri olarak, çağdaş müzik çalabilen (bazı
enstrumancılar bunu pozitif anlamda bir
prestij meselesi olarak görüyorlar) bir
müzisyen olarak tanıtıyor, fakat süreç
ilerledikçe maske düşüyor ve arkasından
hırçınlık hali ortaya çıkıyor. Arkadaşımın
başına gelen, kanımca, böyle bir şeydi.
Haliyle siz besteci olarak o an “ben güzel
bir şeyden bahsediyorum (eserde), oysa
şimdi eserin doğru çalınmasını geçtim,
neyle uğraşmaktayım!”, diyorsunuz.
Fakat olumsuzlukları çok da
abartmayalım; bazen de çok şanslı
olabiliyorsunuz: İleri çalma teknikleri
içeren bir parça yazmıştım. Konsere 3
gün kalana kadar 3 flütçü parçayı geri
çevirmişti ve ben konserden çekilmek
üzereydim. Bir arkadaşım bana başka bir
flütçünün numarasını verdi. Onunla
buluştuk. Parçayı ilk provada, tam da
istediğim gibi çaldı. Buyrun!
İşte o an sizden
daha
mutlu bir insan olmuyor.
İşte, önceki yazımızda anlattıklarımızdan
dolayı bir eserin yazılması ayrı bir
macera, yukarıda anlattıklarımızdan
dolayı bitmiş bir eserin seslendirilmesi de
ayrı bir macera. Bir besteciyi bütünleyen,
enstrumancılarla ortaklaşa yaşanan bu
ikinci süreci bir besteci gözüyle,
bestecilerin yaşadıkları problemleri
gözlemleyebildiğim kadarıyla burada
özetlemeye çalıştım. Fakat
söylediklerimin subjektif olması, gözlem
ve tecrübelerden kaynaklanması
itibarıyla, kaçınılmazdır. Hal böyle
olunca, madalyonun diğer tarafında da
tecrübeler ve gözlemler vardır, diye
düşünerek, bu noktada, mikrofonu biraz
da çağdaş müzik de çalan bir
enstrumancıya
bırakmak
istiyorum. İşte
madalyonun
öbür yüzü:
Bir sonraki
yazıda!..
İşte ilk
75
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
ERDEM SEVGİ
www.erdemsevgi.com
Charleston
ABD tarihinin dönüm noktasında biber arayışı
Türkiye'de tükettiğimiz Charleston
biberinin peşine düşüp Amerika'nın
güneyine kadar geliyoruz ve South
Carolina eyaletine ulaşıyoruz. Yolumuz
bir hayli uzun... Sonunda Atlantik
Okyanusu'nun kıyısındaki
Charleston'dayız. Akşam saatlerinde
varıyoruz kente... Biber tarlalarını
aramak için bir sonraki günü beklemek
durumundayız. Sabırsızlanıyoruz...
Ertesi gün erkenden yola çıkıp biberlerin
peşine düşüyoruz. Kent merkezinde
insanlara Charleston biberini
sorduğumuzda yanıt alamıyoruz.
Southernlerin genişliğine verip kent
dışına açılıyoruz. Tarım üreticileri bize
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
yardımcı olabilir. Fakat onlardan da
umut yok. Charleston'ın çiftçisi,
Charleston biberini bilmiyor. Şaşkınlıkla
karışık Türkiye'deki Charleston biberini
anlatıyoruz ve yetiştirmeyi düşünüp,
düşünmediklerini soruyoruz. Aldığımız
yanıt çok çarpıcı: “Böylesine sıcak bir
iklim bölgesinde neden toprakları biber
ekerek meşgul edelim?” Özetle yıllar
boyu kandırıldığımızı anlıyoruz. Ve
bundan sonra da hiçbir zaman gerçek
Charleston biberi yiyemeyeceğimiz
gerçeğiyle yüzleşip kent merkezine
dönüyoruz. Uğradığımız hüsranı
dağıtmak için kent merkezine
odaklanıyoruz. İşin şakası bir yana ABD
76
tarihinin kritik dönemlerine sahne olan
Charleston'dayız. Okyanusun nemli havası
burnumuzda, yakıcı güneş tepemizde...
Anlayacağınız yalnız değiliz ve turumuz
başlıyor.
Dört yüzyıllık geçmiş...
Genç Amerika Birleşik Devletleri'ne zor
yıllar yaşatan iç savaşta ilk bombanın
atıldığı kent Charleston. Koloniyal
dönem, iç savaş derken yaşamlarını
düzene sokabilmek Charlestonlular'ın
yüzyıllarına mal olmuş. 1600'lerde
İngilizlerce keşfedilen bölgede dört yüzyıl
sonra her şey yoluna girmişken 1989'da
Hugo kasırgası vurmuş. Gördükleri zarar
sonrası pes etmemişler. Kentlerini onarıp
ülkenin en önemli turizm merkezlerinden
biri haline getirmişler. Bugün yerli
yabancı binlerce turist Charleston'ı
ziyaret ediyor.
İç Savaş'ın ilk top atışı
Charleston'ı dolaşmaya limandan
başlıyoruz. White Point Parkı'ndayız.
Atlantik okyanusuna uzanan iki nehrin
arasında kalan kentin en uç noktası
burası. Batarya olarak da anılıyor. Zira
federal eyaletlere karşı birleşen güney
eyaletleri, 12 Nisan 1861 tarihinde bu
noktadan beş kilometre açıktaki Sullivan
Adası'nda bulunan Fort Sumter'ı top
ateşine tutuyor. İşte bu Amerika'daki iç
savaşın ilk kıvılcımı. Fort Sumter 34 saat
içinde düşüyor ve güney eyaletlerinin
eline geçiyor. Federal güçlerin adayı geri
alabilmeleri dört yıl sürüyor. Ulusal park
olarak kullanılan Forth Summer'a
feribotla ulaşıp ziyaret edebilirsiniz. Bu
yönüyle Charleston, Amerikan İç
Savaşı'na ışık tutan bir açık hava müzesi.
Faytonlu kent turu
Sokaklarda dolaşırken bir film
setindeymişsiniz gibi hissettiren en
önemli unsur mimari. Dört yüzyıldır
kendini yenileyen Charleston'da Roma,
Gotik ve Rönesans gibi üç mimari
anlayışı bir arada görebiliyorsunuz. Daha
fazlası da var. “Demir işçiliğinin
şaheserleri” olarak anılan büyük bahçe
kapıları, üretildikleri soğuk metale inat
sizi sıcak bir “merhaba” ile karşılıyor.
Kentin içine saklanan bu hazineleri
görmek istiyorsanız fayton turuna
çıkmanız gerekiyor. İstanbul Adalar'daki
gibi faytona binip kentte nostaljik bir tur
atabilirsiniz. Bu arada Charleston'daki
fayton turları, diğerlerinden biraz farklı.
Tura başlamadan önce sadece faytonu ve
atları idare edeceğini sandığınız kişi,
profesyonel bir turist rehberi çıkıyor ve
güzergahınız üzerinizdeki tüm detayları
anlatıyor. Böylece fayton turunuz,
eğlenceli bir hal alıyor.
Haydi alışverişe!
Kent turunun ardından Charleston'da
alışverişe çıkıyoruz. Market Caddesi
üzerindeki kapalı çarşıyı baştan sona
gezmelisiniz. Önceleri köle pazarı olan bu
mekanda ilginç şeyler bulacağınıza emin
olun. Çarşı gezinizin ardından burnunuza
gelen o muhteşem kokuyu takip
edebilirsiniz. Sizi Charleston Tatlı
Mutfağı'na (Charleston's Candy Kitchen)
götürecektir. Praline adı verilen, ceviz ve
şeker şurubundan yapılan müthiş tatlıyı
muhakkak deneyin. Keza siz içeri girer
girmez taze praline ikramınızı tadıyor
olacaksınız. Mutfaktan çıkmakta güçlük
çekebilirsiniz çünkü burada türlü türlü el
yapımı şekerlemeler, tatlılar, çikolatalar
var. Hepsini almak isteyeceksiniz.
Kendinizi tatlılardan
uzaklaştırabilirseniz, çarşı etrafındaki
diğer mağazalara da uğramayı
unutmayın.
Ananas'ın anlamı ne?
Okyanusa açılan nehir kolu üzerinde
yürürken sizi üzerinden sular fışkıran
büyük bir ananas heykeli karşılayacak.
Ananas, Güney Amerikalıların
misafirperverliğini simgeliyor. Bu
nedenle şehrin en güzel yerine bir ananas
heykeli yerleştirilmiş. Bu güzergahta
yürürken dikkatinizi çekecek bir diğer
unsur da büyük köprü olacaktır.
Charlestonluların, kendi içlerinden çıkan
kongre üyesi Arthur Ravenel'in adını
77
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
verdikleri köprü özellikle gece
aydınlatması ile kente ayrı bir hava
katıyor. Köprünün yakınında gözünüze
takılan savaş gemisi ise ABD Deniz
Kuvvetleri'ne ait 724 - USS Laffey.
İkinci Dünya Savaşı'nda 22
kamikazenin saldırısına uğrayan ve
ardından “Batmayan gemi” ünvanını
alan Laffey, emekliye ayrılmasının
ardından Charleston'daki Maritime
Müzesi'nin limanına demirlemiş ve
ziyarete açılmış. Pearl Harbor'dan
batmadan kurtulmayı başaran savaş
gemisi görülmeye değer.
Hollywood starları ile aynı
restoranda...
Charleston'dan ayrılmadan önce
uğramanız gereken yerlerden biri de
Rainbow Row. Rengarenk boyanmış
binaların arasında dolaşıp,
pencerelerinden sarkan çiçekleri
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
koklayabilirsiniz. South Carolina
mutfağından lezzetleri denemek için
S.N.O.B. Restoran'daki menüye göz
atabilirsiniz. Okyanus kıyısına kadar
gelmişken taze deniz ürünlerini tatmak
isterseniz, en ünlü adres Meeting Caddesi
üzerindeki Hyman adlı restoran. Hafta
sonları burada yemek için dışarıdaki
uzun sırada beklemeniz gerekiyor. Ayrıca
fayton turlarının başlama noktasındaki
Anson Restoran'da Charleston'u ziyaret
eden ünlülerin uğrak noktası. Anson'da
yemeğinizi yerken bir Hollywood starı ile
karşılaşabilirsiniz.
Okyanus'ta yüzelim mi?
Charleston turunuzu eksiksiz
sonlandırmak istiyorsanız muhakkak
Atlantik'in serin suları ile buluşmalısınız.
Kent merkezi ve yakın çevresi yük
gemilerinin yanaştığı limanlarla dolu,
yüzmek için biraz uzaklaşıp adalara
gitmeniz gerekiyor.
“Adalar” deyince
aklınıza feribot
yolculuğu gelmesin.
Charleston
civarındaki adalar
CHARLESTON’DAN KISA KISA...
kıyıya paralel
konumlanmış ve
Charleston'ı tamamen gezmek isterseniz, bunu
ana karadan sadece
yapmanız üç gün sürecektir.
birkaç kilometre
Kent ismini Kral Charleston'dan almış.
uzak. İnşa edilen
Charleston önceleri tehlikeli bir kentken daha
büyük köprülerle bu
sonra tüm dinlere özgürlük tanınmış ve çok
sorun da çözülmüş.
sayıda insan din özgürlüğü olduğu için buraya
Okyanusta yüzmeye
göç etmiş.
karar verdiğinizde
Kent merkezi 1861'de çıkan yangında
adalara karayoluyla
tamamen yok olmuş ve sonra yeniden inşa
ulaşabilirsiniz.
edilmiş. Daha sonra kaza ile yeniden yanmış ve
Kuzeyde Isle of
iç savaş esnasında bombardımana maruz kalmış.
Palms ve Sullivan's
Charleston'da dolaşırken yolun ortasından
Island, Güneyde ise
üzerine kırmızı bayrak dikilmiş bir limon
Folly Beach, Kiawah
görürseniz sakın dokunmayın! Fayton sürücüleri
Island, Seabrook
atların pislediği yerlere bunları işaret olarak
Island ve Edisto
bırakıyor. Hem insanlar üzerine basmasın hem de
Island var. temizlik ekipleri farkına varıp o alanı temizlesin
diye.
Kentteki binalar yeniden boyanabiliyor ama
renklerinin değiştirilmesi kesinlikle yasak.
Charleston, iç savaşta nüfusunun yüzde beşini,
parasının yüzde 75'ini yitirmiş.
78
Doç. Dr.
Şenay Özbakır’ın
Emeklilik Töreninde
Duygusal Anlar
Yaşandı
Hastanemiz 1. Nöroloji Kliniği Şefi Uzm. Dr. Şenay Özbakır hocamız
ANEAH Dr. Münif İslamoğlu Konferans Salonu’nda yapılan bir törenle
emekli oldu. Yüzlerce Numunelinin katılımıyla gerçekleştirilen törende
duygusal anlar yaşandı. Törende Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Sezer Ş. Komşuoğlu başta olmak üzere birçok katılımcı konuşma yaptılar.
Uzm. Dr. Fikri Ak:
“Özbakır hekim olduğu kadar iyi bir aydındır”
ANEAH Nöroloji Klinikleri adına törende konuşma yapan 2. Nöroloji Klinik
Şefi Uzm. Dr. Fikri Ak, Şenay Özbakır’ın çevresinde olup biten her şeye
duyarlı olduğunu belirtti. Şenay Hoca’nın hayatının her döneminde gördüğü
aksaklıkları, yanlışları yer, zaman, kişi fark etmeden düzeltmeye çalıştığını
ifade eden Dr. Ak, bir aydın olarak bizlerin yapması gereken görevleri
Şenay Özbakır’ın eksiksiz yerine getirdiğini vurguladı. Fikri Ak, “Şenay
Hoca bizim iyi bir nöroloji uzmanı olmamızın yanında, yaşadığımız çevrede
birer aydın olarak yapmamız gerekenleri de öğretmesinden dolayı ona
huzurlarınızda sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.” dedi.
Doç. Dr. Şenay Özbakır:
“Numune Ruhu; Sevgi, Saygı ve Güvendir”
Törende konuşan Şenay Özbakır ANEAH’a ilk geldiği zamanlar hemen
gitmeyi düşündüğünü ancak zamanla hastaneye alıştığını ve emekliliğine
kadar da burada çalıştığı için çok mutlu olduğunu söyledi. Ankara Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde zaman içinde Numuneli Ruhunu
anladığını kaydeden Özbakır, Numune Ruhunu güven, sevgi, saygı ve
birbirini gözetmek olarak anladığını söyledi. Şenay Özbakır, “Sevgili
dostlarım şairin dediği gibi artık demir alma vakti geldi. Yaşananlar
kliniğimde, sağlık kurulunda, bu hastanenin merdivenlerinde, koridorlarında
birer hoş seda olarak kalacaktır. Bende yaşadığım sürece hastanemi ve
sizleri hep özlemle anacağım. Sizlerle vedalaşmamı sağlayan ve böyle bir
törenin yapılmasını sağlayan hastanemiz başhekimi sayın Prof. Dr. Nurullah
Zengin’e teşekkürlerimi sunuyorum. Buradan herkese gönül dolusu sevgiler
ve saygılar hoşcakalın.” dedi.
Prof. Dr. Nurullah Zengin:
“Şenay Hocamız iş disiplini ile örnek olmuştur”
Törende konuşan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Başhekimi Prof. Dr. Nurullah Zengin emeklilik törenlerinin insan hayatında
ayrı bir yeri olduğunu ifade ederek, Şenay Hoca’nın yıllarını ANEAH’a
verdiğini bu yüzden kendisine teşekkürü borç bildiğini söyledi. Şenay
Özbakır’ın iş disiplinin çok özverili olduğuna dikkat çeken Prof. Dr.
Nurullah Zengin hastaneye en erken Şenay Hoca’nın geldiğini söyledi.
Başhekim Zengin, Numune Ruhu’nun kullanmaktan zevk aldıkları bir terim
olduğunu dile getirerek, amaçlarının Numunenin geçmişinde güzel olan ne
varsa almak olduğunu, geçmişte alınan referans hastane rolünü günümüzde
de oynamanın herkesin görevi olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Nurullah Zengin
hastanemizde pek çok noktada, çok değerli hizmetleri bulunan Şenay
Özbakır’a emeklilik hayatında mutluluklar dileyerek plaketini takdim etti.
Törende ANEAH Nöroloji Klinikleri adına Fikri Ak, Hastanemiz adına
Başhekimimiz Prof. Dr. Nurullah Zengin ve diğer misafirler kurumları
adına Doç. Dr. Şenay Özbakır’a plaketlerini takdim ettiler. I
79
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
YASİN YARDIMCI
Mevlâna’nın Doktoru
Doğum ve ölüm yılı bilinmeyen bu büyük
hekimin esas ismi EKMELÜDDİN
MÜEYYED EL NAHCUVANİ'DIR.
Kendisi "Tabipler Sultanı" ve "Tabipler
Maliki" olarak anılmaktadır. Hz.
Mevlâna’nın müridi olan Beyhekim’in Hz.
Mevlâna ve onun oğlu Sultan Veled’e
doktorluk yaptığı kayıtlarda geçmektedir.
Selçuklular döneminde yetişen tabiplerin
en değerlisi, belki de birincisi
BEYHEKİM'dir. Kendisi bir süre
Kayseri’de bulunan Gevher Nesibe Tıp
Fakültesi’nde başhekimlik yapmıştır.
Dünyanın ilk tıp fakültesi olan Kayseri
Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’nde okuyan
tıp öğrencileri mezun oldukları zaman
mezuniyet tezi hazırlarlardı. Tezi başarılı
bulunan kişiye BEYHEKİM tarafından
Selçuklu topraklarında doktorluk
yapabileceğine dair belge verilirdi.
Bu dönemin hükümdarı tıp alanına büyük
önem vermişti. Kayseri Gevher Nesibe Tıp
Fakülltesi’nde bir başhekim (BEYHEKİM)
2 başhekim yardımcısı ve 1 eczacı da
görev yapmaktaydı. Bu dönemde yapılan
çalışmalar Avrupa’dan önde olup hatta
Avrupa’dan bazı öğrencilerin bu fakültede
ders aldığı da bilinmektedir.
Bugün Konya'da Mevlâna'nın doktoru
olarak bilinen BEYHEKİM onu çeşitli
hastalıklarında tedavi etmiş, ölümünde de
yanında bulunmuştur. Dönemin önde gelen
hekimi özellikle bitkilerin hangi hastalığa
iyi geldiğini çok iyi bildiğini bu konuda çok
yönlü araştırma yaptığını insanın üstün
varlık olduğunu ve dünyada olan tüm
bitkilerin onun şifası için var olduğunu
kasidelerde belirtilmektedir. BEYHEKİM
tıp ve tasavvuf alanındaki yaptığı
Numune Sağlık Dergisi MAYIS 2011
BEYHEKİM
hizmetlerde hoşgörüyü ön planda
tutmuştur. Özellikle eğitimlerde tıp
öğrencilerine tıbbın yanında tasavvuf
konularını da öğrettiği “İnsanoğlunun
yaratılış amacının, iyinin güzelin ve halka
hizmetin önemini” dile getirmiştir.
BEYHEKİM’in o dönemdeki yaptığı
çalışmaları öğrencilerine birebir öğrettiği
bu sebeple yazılmış eserlerin günümüze
ulaşmadığını ancak çeşitli kasidelerle
yaptıkları yazılmaktadır.
Hz. Mevlâna'nın ve ailesinin doktoru olan
BEYHEKİM " Mektubat-ı Mevlana
Celaleddin-i Rumi" de büyük bir saygı ile
anılmıştır. Hz. Mevlana ona bir
mektubunda :
"HEKİMLERİN BÜYÜĞÜ, HAYAT
CEVHERİNİN EN ARINMIŞI,
BELALARIN VE ZEHİRLERİN
PANZEHİRİ, AKIL AĞAÇLARININ
MEYVESİ, HOYRAT KİŞİLERİN
MEYDANA GETİRMEK İSTEDİKLERİ
KÖTÜLÜKLERİN SÖKÜP ATICISI,
MARİFET DERYASININ CEVHERİ"
olan diye takdirkâr ifade kullanmıştır. Yine
bir diğer mektubunda: "HÜNERLER
SAHİBİ, GÜZEL İNANÇLI, ÖZÜ
DOĞRU OĞLUMUZ, HEKİMLERİN
İFTİHAR ETTİĞİ, DİNİN VE
DEVLETİN EKMEL'İ" ifadesi vardır.
Bahaeddin Veled' in de
BEYHEKİM' e çok hürmetkârane
yazılmış bir mektubu vardır. Kırk
bir beyitlik bir kaside ile
BEYHEKİM' i övmektedir, üstelik bu
kasidenin ilk harfleri okunduğunda
EKMELÜDDİN MÜEYYED EL
NAHCUVANI adının çıktığı dikkati
çekmektedir.
Konya'ya Camii ve Darüşşifa yaptırmış
80
olan BEYHEKİM' in şifahanesi maalesef
günümüzde mevcut değildir. Fatih Sultan
Mehmet Han adına Konya vakıflarını
tespit eden bir heyet bugünkü mescidinin
bulunduğu yeri şöyle kaydetmektedir:
VAKF-I MESCİD-İ BEYHEKİM DER
MAHALLE-İ DEVLAT HAN
Beyhekim Mescidi
Selçuklu Sarayının başhekimi olan
Ekmelüddin tarafından yaptırılmıştır.
Mevlana ve ailesinin de saygı duyduğu
doktorları olan Beyhekim’in türbesi,
mescidinin girişinde sağ taraftadır.
Mescidi tuğla örtülü bir kubbe örter.
Mescidin içi, kubbesi, türbe kısmındaki
kapılar çini kaplı iken dökülmüştür.
“Selçuklu Çini Mihrapları grubunun son
şaheseri” olan çini mihrabı ise Almanlar
tarafından alınmış ve Berlin’de
sergilenmektedir.
Bu güzel mescidin Türk ağaç işçiliği ve
oymacılığının mükemmel örnekleri olarak
bazı parçaları Konya Müzesi’ne
kaldırılmıştır. Mescidin orijinal mihrap,
pencere ve kapıları bulunmamakla birlikte
ibadete açıktır.
1
Numune Sağlık Dergisi MART-NİSAN 2012
PALALILAR
inşaat&otomotiv
Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta
General Zeki Doğan Mahallesi’nde
OTURMAYA HAZIR
VEYA İNŞA ATTAN
2+1 3+1 4+1 5+1
LÜX DAİRELER
Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan
yatırıma uygun yaşam alanları...
Konutlarımız belirli sayıdadır.
Arayın fiyat avantajlarını konuşalım...
w w w. t a s p a i n s a at.c o m
www.p a l a l i l a r. c o m
Satış O f i s i : Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B
Tel: (0312)
Mamak - ANKARA
365 52 90
www.avecreklam.com
S AT I L I K

Benzer belgeler