PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Transkript

PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi
Güz 2009, Sayı : 29
Autumn 2009, Number: 29
ĠletiĢim 2003/18
G. Ü. Ġ. F. Adına Sahibi
Sorumlu Yazı ĠĢleri Müdürü
Rıza AYHAN
M. Naci BOSTANCI
Editör
Cengiz ANIK
Editör Yardımcıları
Umur IġIK
AyĢe Gül SONCU
Hasan TOPBAġ
Yayın Kurulu
Zülfikar DAMLAPINAR
Sirel GÖLÖNÜ
Ç. Murat HAZAR
Cem YAġIN
DanıĢma Kurulu
Suat ANAR
Ümit ATABEK
Bilal ARIK
Burhan AYKAÇ
Aysel AZĠZ
Hasan BACANLI
Hamza ÇAKIR
Dilruba ÇATALBAġ
Yusuf DEVRAN
Ġhsan ERDOĞAN
Fatma GEÇĠKLĠ
Suat GEZGĠN
Nilgün GÜRKAN
Metin IġIK
Süleman ĠRVAN
Ahmet KALENDER
KurtuluĢ KAYALI
Ersin ÖZARSLAN
Serdar ULUKAN
Mustafa YAĞBASAN
Yeditepe Üniversitesi
YaĢar Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Arel Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Ġstanbul Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Fırat Üniversitesi
ISSN: 1302-146x
Copyright © Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır
Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir.
Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara
Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832
e-mail: [email protected]
Basım yeri: Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara.
TÜBĠTAK/ULAKBĠM SBVT tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir.
İÇİNDEKİLER
ZÜLFİKAR DAMLAPINAR
İletişim Bilimini Rousseau‟dan Okumak:
„Kötü‟ Yanlarımızın Sonucu mu, „İyi‟ Yanlarımızın Katkısı mı? / 1
Reading Communication Science From Rousseau:
Is it the Result of Our „Bad‟ Sides? or the Contribution of Our „Good‟ Sides?
DİLEK GÜRKAN
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması /
23
Financial problems of newspaper organizations and a financial analysis practice
GÜLCAN IŞIK – ÜLKÜ AYŞE OĞUZHAN BÖREKÇI
Siyasetçi-Medya İlişkileri Bağlamında Bir İnceleme: “Deniz Feneri Örneği” / 53
A Survey in the context of Politicians-Media Relations: The Example of Deniz Feneri
ABDULKADİR GÖLCÜ
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri / 81
Media and Politics Relation in News Discourse: 29 March 2009 Local Elections
MERİH TAŞKAYA
1980‟lerden 2000‟lere Türk Sinemasında Ürün Yerleştirme Uygulamalarında Görülen Nicel Değişim / 103
The Quantitative Changes in Product Placement Practices in Turkish Cinema Since 1980s To 2000s
AYHAN BİBER
Halkla İlişkiler Çalışmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine İlişkin Bir Değerlendirme / 133
An Analysis of Yesterday, Today and Tomorrow of Public Relations Studies
ERDEM TAŞDEMİR
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler / 149
Leaders and Managers in Community Management
UMUR IŞIK – KONUR ALP KOZ
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: İnternet Haberciliği Üzerine Bir İnceleme / 167
“Click commerce” based on sexuality: An Analysis on Internet Journalism
BORA ATAMAN
What is „Empowering‟ and Who The „Users‟ are in The New Media / 189
Yeni Medyada “Kullanıcının Gücü”
FUNDA ŞENOL CANTEK - BETÜL YARAR
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) / 201
Women and Sport in the Journals and Newspapers of the Early Republican Period (1928-1960)
‘S U N U ġ’
KAOSTAN DÜZENLĠLĠĞE BĠLĠMSEL SERÜVEN
VE
ĠLETĠġĠM BĠLĠMĠ
„SunuĢ‟a tahsis edilen bu sayfaların „müzakere‟ amacıyla kullanılabileceği
tasarlandığı için, bilim, bilim insanı ve hususen iletiĢim bilimi gibi konuları gündeme
taĢımaya devam ediyoruz.
Metodolojik bir kalıp içermek zorunda olmadığı için akademik kariyer amacıyla
kullanılmayacaktır ama, umut edilmektedir ki, bu sayfalar, konu duayeni, çok değerli
üsdatlarımızın katkılarıyla, izleyen satırlardaki makaleler kadar önem arz eden bir niteliğe
zaman içinde kavuĢacaktır.
Bir önceki sayıda da kısmen değinildiği gibi; akademik bir metni metodoloji
karakterize etmektedir ama, akademik metni metodoloji değil, kaçınılmaz olarak,
metodolojiyi uygulayan „özne‟ ortaya koymaktadır. Bu da bilim insanının deontolojisini
gündeme getirmektedir. Demek ki, akademik metnin bilimselliğinin ölçütü; bilim insanının
(1) tarafsızlığını, (2) erdemini ve (3) masumiyetini gösteren parametreler olmalıdır. Bununla
birlikte, önce bilimin karakterine bakmak gerekmektedir. Yani, Dergi‟mizin bu sayfalarında
üç konunun sorunsallaĢtırılması amaçlanmaktadır:
Bilimin karakteri, mantığı ve iĢtigal alanı,
Bilim insanının karakteri, mantığı ve iĢtigal alanı,
ĠletiĢim biliminin karakteri, mantığı ve iĢtigal alanı.
Bilimsel Serüven: Kaostan Düzenliliğe
Olup biten hemen her Ģey, eninde sonunda -mutlak ya da mümkün- bir „özne‟nin eseri
olduğuna göre, „özne‟nin serüveni zorunlu olarak, bilimin serüveni ile örtüĢmektedir.
„Özne‟ye iliĢkin en çekici tahkiyeler de hiç kuĢkusuz ki, mitolojik metinlerde dile
getirilmektedir.
Grek mitolojilerinin birinde, kaostan tanrıça Gaia, yeraltını yöneten Tartaros ve eĢsiz
güzellikteki Eros‟un var olduğu öykülenmektedir. Gaia, dağlar ve denizlerle birlikte gökyüzü
tanrısı Uranus‟u yaratmıĢ ve daha sonra onunla evlenmiĢtir. Bu evlilikten devler ve ucube
kykloplarla birlikte diğer pek çok evlat dünyaya gelmiĢtir. Böylece yağmur, bereket,
mevsimler, yıldırımlar, ĢimĢekler, deniz, dağ, ırmak ve doğadaki tüm olaylarla atmosferi
yöneten tanrı ve tanrıçaların yanı sıra; sağaltım iĢi ile yükümlü, savaĢ ya da avdan sorumlu,
sanattan ya da estetikten anlayan, kehanet üstadı, aĢkı, ölümü, doğumu yaratan pek çok
tanrılar ve tanrıçalar var olmuĢtur. KuĢkusuz ki bunlar aynı zamanda, depremleri, volkanları,
tufanları, fırtınaları ve pek çok doğal afet ve felaketleri de yöneten öznelerdir. Demek ki olup
biten her Ģeyden sorumlu bir özne bulunmaktadır ve onların bazıları bir yandan kaosu,
karıĢıklığı, karmaĢayı körüklerken; öte yandan diğer bazıları da düzeni, istikrarı, uyumu,
huzuru, sukuneti tesis etmek için çabalamaktadır. Hatta mutlak bir baĢarı elde edememiĢ olsa
bile ana tanrıça Gaia‟nın varoluĢ gerekçesi bile, içinden doğduğu kaosu, huzur ve esenliğe
dönüĢtürmektir.
Babil mitolojilerinin birinde de, tanrı ve tanrıçaların bulanık su ile sisten doğduğu
belirtilmektedir. Ea bütün tanrı ve tanrıçaların en akıllısı, güçlüsü, anlayıĢlısı ve en iyi sihir
bilenidir. Ea sihir gücü ile diğer tanrı ve tanrıçaları tehdit eden Apsu, Tiamat ve Mumnu‟yu
burnundan iple bağlayarak esir eder. Damkina ile evlenir ve en yetenekli tanrı Marduk‟u
dünyaya getirir. Bu arada esaretten kurtulan Tiamat, tüm evreni tehdit eder. Marduk imdada
yetiĢip onu öldürür; bir yarısından gökyüzünü, diğer yarısından yeryüzünü yaratır,
tükrüğünden bulutları yapar, gözlerinden Dicle ile Fırat‟ı akıtır. Geceyi, gündüzü, mevsimleri,
tufanları, fırtınaları, su taĢkınlarını bir düzene sokar. Her bir tanrıyı belirli bir iĢten sorumlu
tutar. Evrene istikrar ve huzur getirir. Tanrılara isyan edilmesi için herkesi tahrik edip duran
Kingu‟yu öldürür, onun kanından tanrılara hizmet etsinler diye insanları yaratır. Babil kentini
inĢa ederek, tüm insanlara çobanlık eder.
Çin mitolojisine göre, karanlık yumurtanın içindeki evren, baĢlangıçta sadece kaostan
ibarettir. Bu kaostan doğan Pangu, yumurtanın hafif kısmını göklere yükselterek Yang‟ı; ağır
kısmını aĢağılara iterek Ying‟i var etmiĢtir. Bu ikisini birbirinden ayırmak için uğraĢ verirken
yorgun düĢüp ölen Pangu‟nun baĢ, kol ve ayaklarından doğu, batı, güney ve kuzeydeki
dağlar; saçları ve kaĢlarından gezegen ve yıldızlar; sol gözünden güneĢ, sağ gözünden ay;
etinden toprak, kanından okyanus ve ırmaklar; kemiklerinden kayalar ve kıymetli madenler;
nefesinden bulutlar ve rüzgar; sesinden yıldırımlar ve fırtınalar; terinden yağmur ve çiğ;
bedenindeki tüylerden ağaç ve diğer bitkiler; derisindeki asalaklardan hayvan ve balıklar
teĢekkül etmiĢtir. Tanrıça Nugua bütün bu yaratıklardan hoĢlanmayınca ıslak çamurdan
kendine benzeyen varlıklar yapmıĢ ama onlara kendi ejderha kuyruğunu vermemiĢ ve sadece
ayak takmıĢ, kendi nefesini üfleyerek onlara hayat vermiĢ ve onların bir kısmının içini ying
ögeleriyle, bir kısmının içini yang ögeleriyle doldurmuĢtur.
Her toplum hatta topluluğun buna benzer varoluĢ hikayeleri vardır ve hemen hepsinde
kaostan bir çıkıĢ serüveni öykülenmektedir. Kaos, Ģu veya bu biçimde tasavvur edilen bir
özne tarafından belirli bir sisteme, düzenliliğe, istikrara ve iĢlerliğe kavuĢturulmaktadır.
Bu büyülü mitolojik öykülerden bir miktar esinlenmiĢ olsa gerek -nitekim mitoloji,
pek çok teĢhis ve hatta tedavinin isim kaynağıdır-, Freud‟den Lacan‟a pek çok anlatıda,
kaostan düzenliliğe, bu türden yaradılıĢ momentleri vardır. Spermin hareketleri, yumurtayı
bulması, döllemesi, döllenmiĢ yumurtanın rahme asılması tümüyle kaotik, yani hiçbir hesap
ve iĢleme, düzen ve istikrara, usül ve güzergaha uygun olmamakla birlikte; doğum esnasında
bebeğin feryadının, tuvalet alıĢkanlığı edinmesinin ve özellikle memeden ayrılmasının,
mutlaka bir hikmet-i vücudu vardır.
Kısacası, teleolojik bir özne marifetiyle kaosun düzenliliğe dönüĢtürülmesi iĢine bilim
adının verilmesi çok eski olmasa bile, yapılan iĢin geçmiĢi neredeyse yaĢam kadar eskilere
uzanmaktadır. Demek ki günümüzde Ģu veya bu biçimde kimi misyonlar (patolojik olanın
bertaraf edilmesi gibi) yüklenmiĢ olan bilim yapma iĢi, öteden beri, kaotik olanın bir özne
marifetiyle, belirli bir düzene dönüĢtürülmesi iĢleminden ibaret bir çaba olarak anlatılmıĢtır.
Nitekim Heidegger‟e göre, Grekler, logos kavramını tam da, bu anlamda kullanmıĢlardır.
Heidegger, “Grek düĢünme tarzı”nı irdelediği bir yazısında* kaosun düzenliliğe
dönüĢtürülme iĢine bilim denmesini Ģöyle açıklamaktadır.
Ona göre Grekler; söz, söylem, ifade gibi anlamlara geldiği düĢünülen logos tabirini,
bu anlamından ziyade; toparlama, bir araya getirme, ilgili olduğu sanılanları seçip ayırma
anlamıyla, yani okumanın bir çeĢidi olarak kullanıyorlardı. Özellikle Grek matematikçileri
için kavramın anlamı; dağınıklığı, karıĢıklığı, karmaĢayı ortadan kaldırmaktan ibaretti. Çünkü
onlara göre her türlü “düzen”in biricik yolu bir araya getirmekti.
Söz söylemenin yolu da budur: Özne, yüklem, nesne gibi unsurlar uyumlu bir Ģekilde
bir araya getirilip bütünleĢtirilemediği takdirde; söylenen bir sözün “söz” olması, bir anlam
taĢıması mümkün değildir. Etkili bir söz söylemek için de bir sözü oluĢturan unsurların çok
daha uyumlu bir biçimde bir araya getirilmesi gerekmektedir. Zarf, edat, sıfat değil sadece,
çok çeĢitli edebi kullanımların ve söz sanatlarının tümünün meczi ve ahengi; söylenen sözün
etkisini, tutarlılığını, inandırıcılığını doğrudan doğruya belirleyen etkenlerdir.
Heidegger‟e göre, logos‟ta mündemiç bu anlamı kavramak için; sözü, söz haline
getiren ile sözün bizatihi kendisi arasındaki ilintiyi anlamak gerekmektedir: Bunu anlamanın
yolu ise Herakleitos ile Parmenides arasındaki müzakereyi bir kez de bu gözle irdelemektedir.
Varlık ile söz arasındaki ilintiyi sorgulayan bu müzakereyi kısaca Ģöyle
özetleyebiliriz:
Herakleitos bilindiği gibi, her Ģeyin zıddı ile kaim olduğunu, varlık aleminin sürekli
bir değiĢim ve oluĢum geçirdiğini belirtmektedir. GeliĢim ve ilerlemenin yegane motoru bu
devinimdir. Varlıklar sürekli değiĢip yeni „oluĢ‟lar meydana getirdiği için, ona iliĢkin
bilgilerimiz de sürekli yenilenmektedir. Tıpkı birbirinin zıddı varlıkların kamil oluĢlara vesile
olduğu gibi, onlara iliĢkin edindiğimiz bilgiler de bu oluĢa bağlı olarak tekemmül etmektedir.
Dolayısıyla varlıktan (Demokritos ile sınırlandığında maddeden) yansıyan –düĢünülen- bilgi,
varlığın „oluĢ‟ları sayesinde, sürekli oluĢumlar geçirerek, daha geçerli ve doğru bilgiler halini
alabilmektedir.
Parmenides‟e göreyse değiĢim olamaz. Soğuk - sıcak, karanlık - aydınlık gibi zıtlıklar,
bizim duyularımızdan kaynaklanan algılara iliĢkin yakıĢtırmalardır. Yani varlığın kendisinde
bir zıtlık, değiĢim yoktur. Belirli bir zamanda (mekan ve konjonktürde) duyularımızın algıları
bizde belirli bir hisse ve ona uygun bir yakıĢtırmaya neden olurken, aynı varlık, farklı bir
zamanda, farklı algılara neden olmaktadır. Burada değiĢen varlık değil, algılarımız ve ona
uygun yakıĢtırmalarımız, yani bilgilerimizdir. Eğer öyle olmasaydı, varlık sürekli değiĢiyor,
„oluĢ‟uyor olsaydı, ona iliĢkin kesin ve doğru bilgiye asla sahip olamazdık. Hatta bilgi edinme
diye bir edim ortaya koyamazdık. ġayet her varlık, her an yeni bir „oluĢ‟la karĢımıza çıkıyor
*
“Varlık ve Düşünme”, Martin Heidegger, Heidegger. Çeviren ve yayına hazırlayan Ahmet Aydoğan,
Say y., Ġstanbul: 2008, s:241-258
olsaydı, „bir varlık‟a da sahip olamazdık, varlık nosyonuna da. Oysa ki düĢündüğümüz bir
„Ģey‟ hakkında düĢünebildiğimize göre, yakıĢtırmaya yol açan, yakıĢtırmamız dıĢında bir
varlık olmalıdır. Her zaman düĢünebiliyor olduğumuza göre, düĢünülebilen varlığın her
zaman olduğu gibi var oluyor olması gerekir. Demek ki değiĢen varlığın kendisi değil, bizim
ona iliĢkin düĢüncelerimizdir.
Heidegger‟in değerlendirmesine göre; değiĢimin, varlığa iliĢkin düĢüncelerimizin
değiĢmesi ile sınırlı olduğu yönündeki Parmenides‟ci bu görüĢe itiraz eden Herakleitos;
„çünkü‟ demektedir, „değiĢim içindeki varlığa kulakları tıkalı‟. Sözleri iĢittikleri halde logos‟u
kavrayamadıkları için; daha doğrusu, birisi Ģunu, diğeri onu, beriki bunu anladığı; her bir
insanın biliĢi, görüĢü kendine has olduğu için; her bir kiĢi kendince bildiği, anladığı için; yani
tam da bu dağınıklıktan, karmaĢadan, birbiriyle bir araya getirilmemiĢ bir yığın söylenti ve
fehim(doxa)den dolayı; kısacası herkesin kendince benbilirlik taslaması nedeniyle logos
kavranamamaktadır. Bu kuruntu, hayatı sadece hayattan, ölümü ölümden ibaret görmektedir.
Oysa ki karĢıtlar, ileri geri gidip gelirler ve bu Ģekilde bir araya toplanırlar. KarĢıtların
çatıĢması, bu Ģekilde bir araya gelen bir toplanma, tümlenme, bütünlenmedir. Tanımadığına
havlayan ve sadece tanıdık gelene kuyruk sallayan köpekler gibi pek çok kiĢi, karĢıtlıkların
oluĢturduğu düzeni, harmoniyi, ahengi göremediği için, olup bitenleri (ya da varlığın bizatihi
kendisindeki değiĢimi) kavramakta aciz kalırlar. Oysa varlığı iĢitmesini bilen, sözlerini duyan
ve onu anladığı için de ona kayıtsız kalmayan ve varlığın kendisine açılıp saçılmasına izin
vererek, onunla ilgili tüm bu bilgileri derleyip, toparlayıp, düzenleyen ve hizaya sokan
„özne‟ler sadece hakikatin sırrına erecektir ki, bu da bilimi kuran logostur.
O gün bu gündür bilimin mantığı bu espri üzerinde kurgulanmaktadır. Bilim;
dağınıklığı, kaosu ortadan kaldırmak, düzeni ve istikrarı tesis etmek için vardır. Ayrıca bilim,
bu amaca yönelik bilgilerin bilimsel sayılmasını sağlamakla da mükelleftir. Olası ihtilaflar bu
Ģekilde ortadan kaldırılmakta ve doğal, sosyal, bireysel intizam ve insicam bu yolla tesis
edilmektedir.
Bu mantık üzerine konuĢlanan ve böyle bir iĢ ile meĢgul olmayı (bu iĢin zirvesinde
Descartes ve Kant‟ın hususen bulunduğunu vurgulayarak) benimseyen bilim bu iĢi de
„disiplin‟ kavramı ile tanımlamaktadır. Buna göre belirli bir alanın disipline olması demek,
ortalıkta darmadağınık ve muğlak biçimde; söylentiler ve fehimler halinde dolaĢıp duran
fikirlerin, sistematik bir bütünlük arz edecek biçimde derlenip toparlanması; kapsam ve
sınırlarının apaçık hale getirilmesi demektir.
KuĢkusuz ki, tüm bu çabalar, sadece bazı sözlerden ibarettir. Olgusal mütekabiliyeti
ne denli yetkin sayılırsa sayılsın; ne denli güçlü, tutarlı, inandırıcı, sahici argümanlara sahip
olursa olsun, sadece sözden ibarettir ve esasen bilim etiketini taĢıma ayrıcalığı ve hakkını baĢka türlü olsa onun adına ayet derdik- bu vasfından almaktadır; tıpkı iletiĢimin bizatihi
kendisi gibi.
Bilimsel Serüvenin Ġki Güzergahı: Ġcat ve KeĢif
Pek çok yöntem ve epistemoloji kitabında, bilimsel çalıĢmalar; Türkçe karĢılıkları
oldukça tanımlayıcı olan iki kavramla kategorize edilmektedir. Bunlar icat ve keĢiftir.
Ġcat, iki bilinen arasında yeni bir iliĢki kurarak, o güne kadar bilinmeyen bir Ģeyi
üretmek anlamına gelmektedir. Genellikle aksiyomatik disiplinler için kullanılmaktadır ama
artık gündelik hayatımızda kullandığımız pek çok sentetik ürünün yaratılmasında,
kamuoyunun da gündeminde uzunca bir süredir yer eden genetiği değiĢtirilmiĢ organizmalarla
ilgili disiplinlerde olduğu gibi, icat, hemen her alan için geçerli olabilmektedir. Hatta
medyatik dolayımlama ile, var olmayan bir gerçekliğin yaratılmasında ya da boĢ - anlamların
anlamlı, önemli hale getirilmesinde olduğu gibi, belki de en fazla bu tür icatlar, sosyal bilim
alanları için geçerlidir.
Lise mantık kitaplarında yer alan “Ġnsanlar ölür - Sokrat bir insandır - o halde Sokrat
da ölür” önermelerinden oluĢan kıyas; bilimsel icatların mahiyetini anlama açısından çök
büyük bir önem arz etmektedir. Önemlidir, çünkü ölen Sokrat‟tır. Ġnsanların ölümü olağan,
her an gözlemlenen bir gerçektir, tıpkı Sokrat‟ın da olağan bir insan olması gibi. Burada
olağan olmayan, bilinmeyen, inanılması imkansız olan, Sokrat gibi ulu bir „özne‟nin ölümü,
öldürülmesidir. Grek ve Latin menĢeili düĢünme geleneğinde, Sokrat ve Mesih gibi,
Prometheusvari bu tarz “kült ölümler”, tüm hakikatleri (truth) ters yüz eden özel realitelerdir.
Bu yüzden icatlar anlamlıdır. Ġki bilinen değiĢken arasında kurulan iliĢkinin sayesinde ortaya
konulan bu icat, bilinen iki değiĢken arasında kurulabilecek „en son iliĢki‟ (sanki bir daha asla
Sokrat veya Mesih gibi öznelerin ölümü olmayacakmıĢ gibi) sayesinde ortaya konulan bir
yenilikmiĢ gibi kabul gördüğü için, icat, “kült bir yenilik”tir. Oysa ki iliĢkiyi ortaya koyan
sözel yargılar, daha doğrusu mantıksal örgü ne denli tutarlı olursa olsun, icat ile yapılabilecek
en son Ģeyin yapıldığına dair ne denli güçlü bir izlenim bırakılmıĢ olursa olsun, dahası 2+2=4
iliĢkisinde olduğu gibi, hemen her Ģey onun üzerin ne denli bina edilmiĢ olursa olsun; iki
bilinen arasında bilinmeyeni ortaya çıkarmak için kurulacak bir iliĢki, hiçbir zaman,
kurulabilecek son iliĢki olmayacaktır. TüketilmiĢ iliĢki, olsa olsa, bilimsel çabaların
tüketilmesine delil teĢkil edebilir. Oysa ki bilim kendisini, bunun tam tersi ile beslediği için,
sonsuz bir enerji kaynağına sahiptir.
KeĢif, var olan ama o güne kadar fark edilmemiĢ bir varlığın ortaya konulmasını
tanımlamak için kullanılmaktadır. Dipnot gereksiz ama varlık; Amerika kıtası, bir çiçek, bir
böcek olabileceği gibi, ondan daha fazla bir kavram, bir simge de olabilmektedir. Nitekim
özellikle sosyal bilimlerde; bildiğimizi sandığımız pek çok Ģeyi, aslında yeterince
bilmediğimizi anladığımız zaman, bilmemiz gereken ne çok Ģeyin olduğunun farkına
varıyoruz. Zira keĢif, bir olayın ya da var olduğuna inandığımız bir olgusal gerçekliğin
üzerindeki tozu üflemekten ibarettir. Bu gerçeklik; ya bir baĢkasının oraya bıraktığı toz
bulutudur ya da zaman içinde birikmiĢ bir toz bulutu. Her açıklama, yeni bir toz bulutu gibi
olay ya da olgusal gerçekliğin üzerine çökmekte, eskisinden daha az veya daha fazla, yeni bir
giz perdesiyle anlaĢılması gerekeni anlaĢılmaz hale getirmektedir. Dahası Ģayet açıklama, çok
tutarlı ve çok inandırıcı ise, anlaĢılması gerekenin üzerine bu kez bir kabus gibi çökmekte,
olay ya da olgusal gerçeklikten ziyade, dile getirilen bu hakikatlere bilim insanları dikkat
kesilmektedir ki, bilim iĢinin, kanaatimizce, iflas ettiği tuzak bu Ģekilde kurulmaktadır.
ĠletiĢim Bilimi Ġçin Güzergah: Discover ve Revelation
Heidegger‟in zaman ve hakikat betimlemesinden esinlenerek, bu bağlamda iki kavram
önerilmektedir: Türkçesinin, daha büyük bir itina ile daha sonra seçilmesi gerektiğine
inandığımız bu iki kavram, discover ve revelation‟dır.
Popüler sözlüklerde cover örtü, örtme, gizleme; discover bulma, ortaya çıkarma,
keĢfetme, farkına varma, anlama; veil (birĢeyi) örten ya da gizleyen Ģey, maske, paravana,
peçe ile örtme, peçe, yaĢmak, gizleme, saklama; revelation; açığa vurma, ifĢa anlamlarına
gelmektedir. Aslında popüler anlamları bile dikkate alınsa, iki kavram da hemen hemen aynı
anlama gelmektedir. Ġcat ile keĢif arasındaki ince çizgi bu iki kavram arasında daha da
incelmekle birlikte, bizim için, can alıcı bir nüansa da iĢaret etmektedir.
Ne var ki, bize tahsis edilen sayfa sayısını çoktan aĢtık ve bize gösterilen hoĢgörüyü
ziyadesiyle istismar ettik. Önümüzdeki sayılarda kanaatimizce bu konuda söylenecek pek çok
„söz‟ daha olacaktır. Özellikle iletiĢim bilimi söz konusu olduğunda söylenecek sözler daha da
çoğalacaktır. Zira iletiĢim, hem tek bir kiĢinin olabildiğince dağınık ve karmakarıĢık icra ettiği
bir etkinliktir hem de mutlaka en az iki varlığın bir araya gelerek uyum, ahenk kurmak
zorunda olduğu…
ĠletiĢim biliminin diğer hemen her disiplinden daha fazla toparlanmaya ve
tümlenmeye ihtiyacı vardır ama aynı zamanda da derlenip toparlandıkça
karmaĢıklaĢmaktadır. Zira iletĢimsel etkinlik, tüm hesapları allak bullak eden gökyüzüne
yükselen dumandan ya da tüm geometrik ilkelerle dalga geçercesine gökyüzünde gezinen
bulutlardan daha kaotiktir. Bu kaosizm, iletiĢim bilimini hem bir “logos”tan ibaret kılmakta
hem de “logos” kıskacından kendisini ve baĢka pek çok disiplinin sıyrılması fırsatının
yaratılması için umut vaat etmektedir. Belki de sırf bu yüzden iletiĢim fakülteleri bilim ve
teknoloji olarak iki bölüm halinde yeniden kurumlaĢmak zorundadır ve bilimle ilgili bölüm,
muhakkak, iletiĢim ve medya adı altında ayrıĢtırıldıktan sonra, iletiĢim bilimi, kendine özgü
bir bilimsel alan olarak yeniden derlenip toparlanmalı ve düzenlenmelidir.
Nitekim 1986‟da, bizzat UNESCO eliyle sektörün geleneksel ve yeni medya diye
ayrıĢtırılması gibi, bilim alanında da uygulamaya paralel yeniliklerin bir an evvel
kurumlaĢtırılması, iletiĢim disiplini için olduğu kadar, diğer pek çok disiplin açısından da,
kanaatimizce elzem görünmektedir.
Cengiz ANIK
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
İLETİŞİM BİLİMİNİ ROUSSEAU’DAN OKUMAK:
‘Kötü’ Yanlarımızın Sonucu mu, ‘İyi’ Yanlarımızın Katkısı mı?
Zülfikar DAMLAPINAR
“Bilim araştırmalarında ne tehlikeler, ne çıkmaz yollar vardır. Gerçeğe ulaşmak için,
ondan gelecek iyilikten bin kez daha zararlı nice yanlışlıklardan geçmek gerekiyor!”
(Rousseau, 2009a:20)
ÖZET
İletişim biliminin hangi kaynaklardan doğduğu üzerine felsefi ve tarihsel bir yaklaşım denemesi sunmayı amaçlayan bu
çalışma, aynı zamanda iletişim biliminin toplumsal katkısına dair değerlendirmelerde hangi soruların
kullanılabileceğine ilişkin bir analiz niteliği de taşımaktadır. Rousseau’nun bilimler ve sanatlara dair sorgulayıcı
üslubunu temel alan bir yaklaşımla iletişim biliminin, insan ve toplumsal sistemle nasıl bir ilişkisi bulunduğu ve bilim
haline gelişindeki temel etkenler tartışma konusu edilmektedir. İletişimin hakla ilişkiler, reklam, kişilerarası iletişim,
kitle iletişimi gibi araç, süreç ve yöntemler dâhilinde bir bilim alanı haline gelmesinin hangi temel dinamiklerle
ilişkilendirilebileceği ve bu sürecin iyi ya da kötü yanları veya katkıları üzerine temel tartışmalara dikkat çekilmektedir.
Rousseau’nun günümüzde iletişim biliminin bilimsel karakteristiğinde önemli yeri olan kavramlara temel teşkil edecek
hatırı sayılır öngörü ve yaklaşımlara sahip olduğu görülmektedir. Diğer yandan iletişim bilimleri ve toplumsal
katkılarıyla ilgili olarak bazı soruların üzerinde yeniden odaklanmaya ihtiyaç bulunduğu anlaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İletişim, bilim, J. J. Rousseau, İletişim biliminin doğuşu ve katkıları
READING COMMUNICATION SCIENCE FROM ROUSSEAU:
Is it the Result of Our ‘Bad’ Sides? or the Contribution of Our ‘Good’ Sides?
“There are numerous dangers and dead-ends in scientific research. To reach the future, one needs
to pass through many mistakes which are thousands of times more harmful than the goodness that
will come from it!” (Rousseau, 2009a:20)
ABSTRACT
This study aims to present a philosophical and historical approach on the sources of communication sciences, and
analyzes which questions can be used in assessments about the social contributions of communication sciences. With an
approach based on the inquisitive style of Rousseau towards sciences and arts, this study discusses the relationship of
communication sciences with humans and social systems; and the basic factors in the process of communication
becoming a science. The study analyzes the basic dynamics which can be associated with the emergence of
communication as a science, within the scope of tools, processes and methods of public relations, advertising,
interpersonal communication; and mass communication and draws attention to the basic discussions on the positive or
negative sides, or the contributions of this process. It is observed that Rousseau introduced considerable estimations and
approaches, which formed the basis of important concepts in the scientific characteristic of communication sciences.
Conversely, it is understood that some questions about communication sciences and their social contributions should be
re-focused.
Key Words: Communication, science, J. J. Rousseau, the emergence and contributions of communication sciences

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Yrd. Doç. Dr.
İletişim 2003/18
Z. Damlapınar
2
Giriş
Jean-Jacques Rousseau‟yu1, içinde bulunduğumuz şartları ve sorunları
“yalansız, dolansız anlamak isteyen hepimizin yeniden ve yeniden okuması gereken
bir düşünür” diye tanımlayan Oskay (2002:7,9), yeni bir çağın oluşumundan önce
çağımızın birçok sorununu yaşayan ve bunları değerlendirebilen yeni bir insan
tipinin ilk örneği olarak konumlandırmaktadır. Bu bakımdan Oskay (2001:8) bir
iletişim bilimci olarak yazılarında insanı ve çevresiyle ilişkisini anlamaya çalıştığını
belirterek eleştirilerinde Voltaire‟ci bir “tepeden bakma” yerine herkesle birlikte
düşünmeye, hayatı herkesle birlikte ele almaya çalışan Rousseau‟cu bir yaklaşımı
her zaman tercih ettiğini vurgulamıştır. Dolayısıyla, günümüz iletişim bilimlerinin
ana tartışma konularında, temel yaklaşımlarında, araç ya da süreçlerinde
Rousseau‟nun hangi katkıları yapmış olabileceği, günümüzü yorumlamada hangi
yaklaşımlarının değerlendirilebileceği üzerine bir analiz önemli görülmektedir.
Aydınlanma hareketini ve filozoflarını derinden etkilediği kabul edilen
Rousseau, “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş
midir?” sorusuna cevap aradığı, Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev‟inde, öncelikle
bilimlerin çıkış kaynağını tartışarak konuya odaklanır. Ona göre insan bilgileri
sanıldığı üzere iyi bir kaynaktan doğmamıştır. Örneğin, astronomi hurafelerden,
güzel konuşma sanatı yalandan, geometri cimrilikten, fizik insanın kendini
ilgilendirmeyen şeyleri anlama merakından ve hatta ahlâk bile insanın kendini
beğenmişliğinden doğmuştur2 (Rousseau, 2009a: 19).
Bu dizgenin perspektifinden bakarak iletişim bilimi nasıl bir kaynaktan
doğmuştur? ya da iletişim bilimlerindeki gelişmeler toplumsal gelişime katkı
sağlamış mıdır? Sorularını da gündemine alan bu çalışma, Rousseau‟nun günümüz
iletişim bilimleri alanına yaptığı katkı anlamına gelebilecek kavram ve
yaklaşımlarını vurgulamakta, aynı zamanda iletişim biliminin, toplumsal iletişim
alanları ve süreçlerindeki katkısını konu edinmektedir.
1
2
Aydınlanma hareketine, modernlik düşüncesine sert eleştirileriyle tanınan ünlü Fransız düşünür,
1712-1778 yılları arasında yaşamıştır. Özellikle, insan doğasına ilişkin çözümlemeleri ve toplumsal
sözleşme öğretisiyle ün kazanmış, Kant ve romantik düşünürleri çok derinden etkilemiştir.
Rousseau‟nun bütün felsefesi bireycilikle ortaklaşa hayat, atomik ve kişisel benle toplumsal ben
arasındaki gerilimi hafifletmeye, ikisi arasında bir ilişki kurmaya çalışmaktadır (Cevizci, 1999:735736). Rousseau çağdaşı düşünürler bir yana bugün dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan
Tolstoy‟un kendisini onun öğretilisi olarak ilan ettiği (Lecercle, 2002:34-35) kaydedilmektedir.
Benzer şekilde Oskay (1993) önemli bir eğitim görmemiş olmasına karşın (38), Rousseau‟yu
döneminin en gelişmiş düşünürü olarak tanımlamaktadır (49).
Bilimin doğuşu ve gelişimiyle ilgili diğer ayrıntılar ve yakın dönem tartışmaları için bkz.: (Kuhn,
1995:47,57,72 ve 99; Trigg, 1996:113-115, 198-200, 241 ve 269-271; Forti, 1997)
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
3
Rousseau‟nun bilimler ve sanatların kaynağını iyi ve kötü yanlarımızla
ilişkilendirmesine dair yaklaşımının uyarlanabileceği en uygun alanın, iki açıdan,
iletişim bilimleri olduğu kabul edilebilir. Birincisi; iletişim bilimi „hem insanlara
sigara satmak için hem de onları sigara içmemeye ikna etmek için‟
kullanılabilmesidir (Chaffe ve Berger 2005: 43). Yani iletişim bilimleri insanın hem
kötü, hem de iyi yanlarıyla doğrudan ilişkilendirebilecek kullanım biçimlerinin
ayrımı tartışmalı boyutlara sahiptir. İkincisi; iletişim biliminin, bilgi bilimsel
temellerle birlikte sanat ve estetiği içermesi ve aynı zamanda hakikati, doğruyu,
güzeli ve ahlâkı aktarma işlevi (Karagöz, 2006:59) olarak da tanımlanmasıdır.
Rousseau‟nun bilimlerin ve sanatların hangi kaynaktan doğduğuna ilişkin
kestirme cevabı “kötü” yanlarımız (2009a:19), katkısının ne olduğu konusunda ise
ahlâkın bozulması olduğu (2009a:11) konusundaki 3 katı söylemine karşılık, bu
çalışma, alt başlığında da yer alan iletişim biliminin “Kötü yanlarımızın bir sonucu
mu, iyi yanlarımızın katkısı mı? olduğuna ilişkin soruya verilebilecek ütopyan veya
distopyan4 tartışmalı tek bir cevabın izinde değil, aksine yeni soruların üretilmesi
için bir tartışma zemini amaçlamaktadır.
Burada yer alan soru ya da sorunun içerdiği olgular tam da, Moles‟in (2001:
18) belirttiği gibi özü gereği belirsiz olan olgulardır. Daha açık bir ifadeyle, bu
çalışmanın kapsamında yer alan anahtar kavramlar Moles‟in epistemolojik
yaklaşımıyla değerlendirildiğinde şu üç bakımdan belirsiz olgu kategorisinde
tanımlanabilir: Birincisi açık bir şekilde tanımlanıp öngörülemezlik, ikincisi tam
olarak uygun bir ölçme tekniğinin bulunmaması ve üçüncüsü özü itibarıyla belirsiz
3
4
Bu tartışmanın iki asırdan çok öncesine ait olmasına karşın, kendisinden sonraki asırlarda ve
günümüzde de devam ettiği gözden uzak tutulamaz. İnsanlar, bilimi sosyal bağlamdan kopuk, genel
kaygılarla bağlantısı olmayan bir konuma yerleştirmektedir. Dahası, “bilimsel araştırma değerlerinin
insani değerlerle doğrudan çatıştığı”na dair kanaatler, geçen yüzyılın sonunda Amerika Birleşik
Devletleri‟nde yapılan bir araştırmada kendisini göstermektedir. Buna göre, Amerikalıların yüzde
89‟u bilimsel ilerlemeyi daha iyi bir hayat için kaçınılmaz olarak değerlendirirken, yüzde 70‟i bilim
üzerindeki aşırı yoğunlaşmanın insani sorunların çözümünü “ihmal”e yol açacağına inanmaktadır
(Nelkin, 1994:113).
Bilim konusuna ihtiyatlı yaklaşımlar 20. yüzyılın önemli muhalif düşünürlerinden Feyerabend‟de de
kendisini göstermektedir. Ona göre: “Bilim ne yegâne gelenektir, ne de var olanlar içinde en iyisidir;
sadece onun varlığına, fayda ve zararına alışmış olanlar onu böyle görürler” (1999b:295).
Ütopyan bakış açısı bilgi, iletişim, teknoloji sayesinde bütün dünyanın birleşeceğini öne süren olumlu
yaklaşımları ifade etmektedir (Vural ve Sabuncuoğlu, 2008). Distopyan bakış açısı ise insanın
kötülüğüne olabilecek öngörülere ilişkin yaklaşımlara verilen bir ad olarak değerlendirilmektedir.
Ancak, her iki bakış açısı da birbirine karşıt kavram olarak kullanılmamaktadır (Vural ve Bakır,
2007). Oskay‟a göre (2001:228-236) ütopya, yazıldığı çağın yaşanan hayatına karşı eleştirel bir karşı
çıkıştır. Örneğin Rousseau‟unun Emile‟si gibi. Distopya ise “ütopyaların, „iyi günler‟in ve „iyi
insan‟ın geçmişte kaldığını savunanlarına” verilen addır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Z. Damlapınar
4
olmasıdır. Yani, burada tartışma konusu edilen Rousseau‟nun iletişim bilimlerine
temel olan kavram ve yaklaşımları ve dolayısıyla alana katkısı, iletişim biliminin
doğuşu, kaynakları ve katkılarına ilişkin yapılacak değerlendirmeler, net bir şekilde
sınırları belirleyip tanımlama ya da sistematik bir ölçüm tekniğini kullanma şansına
sahip değildir. Dahası, “iyi” ve “kötü” yanlar gibi özü gereği belirsiz olgular da
içermektedir.
Simge, uyaran sistemlerinin üretimini, işleyişini ve etkilerini; bunlarla ilgili
olayları açıklayacak genellemeler içeren, test edilebilir, kuramlar geliştirerek
anlamaya çalışan bir alan olarak tanımlanan İletişim bilimleri (McQuail, 1998:6)
dâhilindeki araştırmalardan elde edilen bilgilerin, epistemolojik açıdan hangisinin
bilimsel olduğu/olmadığı hakkında fikir birliğine varılabilmiş değildir (Yaşın, 2006).
İletişim alanın bilimsel karakteristiği ve Moles‟in yaklaşımı dikkate alındığında,
iletişim bilimcilerin böylesi bir çalışma kapsamında, takip edebileceği en elverişli
yöntem, Chaffe ve Berger‟in önerisinde olduğu gibi (2005:52) 5 konuya ilişkin diğer
„araştırmalara yol gösterecek yeni fikirler‟ aramaktır 6.
1. Rousseau’nun Bilim, Sanat Anlayışı ve Felsefesi
18. yüzyılda bilim kendisinden çok şey beklenen gerçek ilerlemenin yolu
olarak görülüyor hatta doğanın bütün gücünün bu sayede insanlığın emrine
girebileceği, insanın bilimsel ilerlemelerle her türlü mutluluğa ulaşabileceği
düşünülüyordu. Dönemin siyasi sistemi ise ruhani yaptırımdan uzak, ahlâkının
doğmasız kurulması gerekiyordu (Hazard, 1994:15-16). Bu dönem aynı zamanda,
toplumsal yaşamın moral yayanlarına ilişkin değerlendirme yapmanın münhasıran
kiliseye ait bir yetki veya sorumluluk olduğu ve toplumsal kuramın henüz toplumsal
eleştiriler düzeyinde kaldığı bir çağdır (Oskay, 2001:38,49).
Kimilerine göre klasik liberal akımın içinde yer alan, kimilerine göre
kolektivist düşünce sistemi dolayısıyla Marx‟ın öncüsü sayılan Rousseau (Bayka,
2008:13) kendi döneminde, bilimler ve sanatlara bakışını, Dijon Akademisi‟nin
5
6
Chaffe ve Berger, iletişim bilimcilerin bazı fizik kanunları veya evrim gibi büyük kuramların
yokluğundan yakındığını belirterek, Columbia Üniversitesi‟nde Lazarsfeld‟in öncülük ettiği bir
grubun iletişim bilimlerinde büyük kuramlar yerine „orta boy kuramlar‟ geliştirmeyi hedeflemeyi ve
tekrarlanan çalışmalar yoluyla elde edilecek özgül bulguların ampirik genellemeler halinde
biriktirilerek kullanılmasına dair önerisini hatırlatmaktadır.
İletişim bilimlerinde, önceden tanınan ve bilinen olay ya da olguların belli bir çerçevede
düzenlenmesi, sistematikleştirilmesi sürecinin temel amaçlardan biri olması gerektiği de
vurgulanmaktadır (Gökçe, 1993:2).
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
5
1749‟da ortaya attığı “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlâkın düzelmesine
yardım etmiş midir?” ödüllü sorusuna cevap olarak yazdığı ve kendisine birinciliği
kazandıran Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev (1750) adlı eserinde sarsıcı bir
şekilde ortaya koymuştur. Bundan sonraki bütün eserleri bu eserinde ortaya atılan
görüşlerin adeta savunması için yazılmıştır (Rousseau, 2009a:v). Düşünür,
İtiraflar‟ında, eserinin doğuşuna vesile olan bu soruyu okur okumaz, “gözlerimde
bambaşka bir dünya canlandı ve kendim de başka bir insan oldum.” diye yazmıştır
(1991:144). Yine bu eseriyle ilgili olarak “Kalemimden çıkmış olan yazıların
muhakeme bakımından en zayıfı, birlik ve ahenk yönünden de en yoksuludur bu.
Fakat insanın doğuştan ne kadar istidadı olursa olsun yazı yazma sanatı bir çırpıda
öğrenilmiyor” (1991: 146-147) yorumunu yapmıştır.
Rousseau‟ya göre insanın kötü tarafları ile bilimler ve sanatlar7 arasında bir
ilişki vardır. Bu, doğuşlarındaki kötülük amaçları incelendiğinde daha açık bir
şekilde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, haksızlıklar yaşanmasaydı hukuk bir işe
yaramazdı, lüks olmasaydı sanatlar ortaya çıkmazdı, zalim hükümdarlar, savaşlar,
isyanlar olmasaydı tarihten de bahsedilemezdi. Herkes insan olmanın temel hak ve
sorumluluklarını ya da doğal ihtiyaçlarını gözetseydi önemli gibi görünen birçok
düşünce değerini yitirirdi (2009a:19-20)8.
Bilimler ve sanatlara karşı söylemini fayda zarar perspektifinden yapılandıran
Rousseau, erdem, hikmet, iyi niyet gibi değerlerden uzak bir bilim ve sanat
anlayışının yükseldikçe ahlâkın bozulduğunu savunmuştur. “Bütün kötülükler, bilim
ve sanat değerlerinin yükselmesi ve ahlâk değerlerinin alçalmasıyla insan arasına
giren eşitsizlik belâsından değil de neden doğmuştur?” (2009a:28). Dolayısıyla
7
8
Rousseau‟nun yaşadığı 18. Yüzyılda “bilim [science] kelimesi, genellikle, herhangi bir düşünce
alanında, düzenli ya da yöntemli bir gözlemler ya da önermeler denetimi anlatma için” kullanılmıştır.
Bu yüzyılın sonlarında bilim yöntemsel ve kuramsal serimlemeyi ifade ediyordu. Ancak bundan daha
önce, bilim ve sanat kavramları arasında anlamlı, net ve kesin bir ayrım yoktu hatta bu kavramlar
birbirlerinin yerine de kullanılabiliyordu. Ayrıntılı bilgi için bkz. (Williams, 2006:335-337).
Dolayısıyla Rousseau‟nun cevaplamaya çalıştığı ünlü soruda bilimler ve sanatlar kavramın yan yana
kullanılmış olması söz varlığının geçirdiği böyle bir aşamayı da hatırlatmaktadır.
Diğer yandan 19. Yüzyılın sonlarına kadar „bilim‟ ve „teknik‟ arasında bir bağımlılık ilişkisi
kurulmamıştır. Dolayısıyla modern bilim, o zamana kadar teknik gelişmenin hızlanmasına katkı
sağlamamıştır, modernleşmeye dolaylı katkı sağlamıştır (Habermas, 1997a:49).
Aslında bilimlerin çıkış kaynağı günümüze kadar büyüden dine kadar birçok kaynakla
ilişkilendirilmiştir. Bu açıdan, antropologların önemli ilgilerinden biri bilim ve din arasındaki sınırları
belirleme çalışmalarıdır. İlkel bazı kültürlerde büyü, bilim ve din arasında her zaman bir ilişki
aranmıştır (Tambiah, 2002:63-74). Durkheim‟e göre (2009:28) bütün bilimler ve felsefe dinden
doğmuştur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Z. Damlapınar
6
buradaki tartışma insanın doğasında yer alan iletişim içinde bulunma ihtiyacı değil,
iletişim alanın bir bilim haline gelmesiyle ilgili olan süreçtir.
Rousseau, kötülüklerin toplumsal hayata geçiş ve uygarlığın doğuşuyla
birlikte geliştiği düşüncesinden hareketle insanın doğal yaşama dönmesiyle mevcut
sorunların kendiliğinden son bulacağı düşüncesiyle özdeşleştirilse de, artık doğal
yaşama dönmenin mümkün olmadığını, toplumsal yaşamın zorunluluk olduğunu da
görmektedir (Aslan, 1962:22-23). Yani Rousseau‟da “geriye yönelik” bir bakış açısı
söz konusu değildir (Oskay, 1993:43).
Bu açıdan çabası insanı toplumun kötülüklerinden kurtaracak bir sistemler
bütünü kurmaktır. Bir başka deyişle (Cihan, 2007:335), toplumsallaşmayla ortaya
çıkan sorunlar, toplum içinde insanın yeni bir kültür varlığına dönüşmesi ile
çözülebilecektir. Rousseau‟nun bilim ve modernizm değerlendirmelerini erken
eleştiri olarak yorumlayan bir çalışmada (Mollaer, 2005:63) vurgulandığı gibi onun
bilimler ve sanatlara karşı söylemi, bilimin ortaya koyduğu aydınlanma ve ilerleme
mitinin „ideolojik aygıt‟ haline getirilmesine karşı bir duruştur.
Bilimler ve sanatlara karşı muhalif söylemine karşılık, Rousseau‟nun asıl
hedefinde bilim ve sanatlardan çok, üretimini toplumun hizmetine, faydasına
sunamayan bilim adamları ve sanatçılar, bunlara hükmedenler, iktidar aracı olarak
kullananlar veya kendisine mistik bir yer bulmaya çalışanların olduğunu savunmak
daha rasyonel bir değerlendirme olacaktır. Çünkü düşünür birçok yerde gerçek
bilgiden, gerçek bilimden ve gerçek felsefeden bahsetmektedir9. Diğer yandan bilim
ve sanatlarla uğraşacakların sadece “kendilerinde büyük ustaların izinde yürümek ve
onlardan ileri gitmek kudretini bulan sayılı insanlar olması” gerektiğini savunmakta
böylece bilimleri önemli bir yere koymaktadır. Ona göre (2009a:33):
“Krallar gerçek bilginlere saraylarında şerefli mevkiler versinler; insanlara
hikmeti öğretecek olan bu bilginler halkın mutluluğu için çalışmakla layık
oldukları en güzel mükâfatı görmüş olsunlar; işte o zaman erdemin, bilimin ve
iktidarın soylu bir yarışma hırsı ile gayrete gelerek, insanları mutlu etmek
amacıyla birleşip anlaşarak neler yapabileceklerini görürüz. Ama iktidar bir
yanda, bilgi ve hikmet diğer yanda kaldıkça, bilginler büyük şeyleri pek az
düşünecekler, krallar büyük işleri pek az başaracaklar ve halk yoksul,
ahlâksız, mutsuz bir durumda yaşayıp gidecektir”.
9
Hatta Rousseau (2008:33 ) “Gerçeği söyleyeceğim ve gerçeğe uygun bir dille söyleyeceğim” diyerek
gerçeğin ifade edilme tarzının da altını çizmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
7
Sonuç olarak, Rousseau‟ya göre bilimler ve sanatlar; erdem, ahlâk, hikmetle
ortaklaşa hareket etmediğinde bu değerlerin yok olmalarına sebep olmaktadır.
Rousseau bilimler ve uğraştığı alanlarla ilgili olarak, insanı yanlış bilince ya
da sonuca götürme tehlikesi, gerçeğe ulaşmanın zorluğu, gerçeğin doğru yolla
aranması ve elde edilen sonucun iyi niyetle kullanılmasına dikkat çekmektedir
(2009a:20):
“Bilim araştırmalarında ne tehlikeler, ne çıkmaz yollar vardır. Gerçeğe
ulaşmak için, ondan gelecek iyilikten bin kez daha zararlı nice yanlışlıklardan
geçmek gerekiyor! Bu işte zararlı olduğumuz ortada: Çünkü yanlış sonsuz
biçimlere girebilir; doğru ise yalnız bir türlü olur. Zaten gerçeği gerçekten ve
yürekten arayan nerede? En iyi niyetlerle yola çıksak bile, bulduğumuz şeyin
doğru olduğundan nasıl emin olabiliriz? Bütün bu karışık duygularımız
arasında doğruyu kestirecek olan kriteryum ne olacak? İşimiz rast gidip
sonunda gerçeği bulsak bile onu iyiye kullanmasını bilecek miyiz? İşte işin en
güç tarafı budur.”
Bilimlerin toplumsal fayda üzerine hizmet etmesi gerekliliği fikri
Rousseau‟dan bir asır sonra özellikle toplumbilimleri açısından Durkheim (18581917) tarafından da vurgulanmıştır: “Eğer toplumbilim insanların özgürlük, eşitlik
ve gönencine hizmet etmezse, bir dakikalık bir inceleme zahmetine bile değmez;
toplumbilimin
toplum
düzeninin
oluşumuna
yapabileceği
katkılar
engellenmemelidir.” Uygarlığı oluşturan öğeler arasında sadece bilim ahlâki
değerleri ön plana çıkarmaktadır. Bu da bilgiyle aydınlanmış toplumsal bilinç
alanının genişlemesiyle mümkündür. Bilimin toplumsal yaşamdaki önemi de
böylece giderek yükselecektir (2006:17).
Bu açıdan özünde, bilginin değerine inanan, bilgiyi yücelten Rousseau,
özellikle “İnsanların sahip oldukları bilgiler içinde en fazla yararlı ve en az ilerlemiş
olanı, insan hakkındaki bilgi” olduğu düşüncesindedir (2002:75). Ona göre,
“İnsanların eylemlerini doğru biçimde değerlendirmek için onları bütün ilişkileri
içinde ele almak gerekir, bu da bize hiç öğretilmeyen bir şeydir.” (2007:56).
Bilginin de bilimlerde olduğu gibi insan hakkında, insan için bir değer olarak
konumlandırılması gerektiği fikrini “Doğrunun, iyinin ve güzelin ne olduğunu
hiçbirimiz bilmiyoruz: Ne sofistler, ne şairler, ne hatipler, ne sanatçılar, ne de ben”
ifadesiyle savunan Rousseau, bilginin, tartışmasız, şüphesiz veya kesin olamayacağı
inancını vurgulamaktadır. Bu yaklaşım tarzı özellikle eleştirdiği sofistler ve diğerleri
hakkında “Bir şey bilmedikleri halde her şeyi bildiklerini sanıyorlar; bense bir şey
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Z. Damlapınar
8
bilmemekle beraber hiç olmazsa bilmediğimden şüphe etmiyorum” (2009a:15)10
şeklindeki eleştirisi ile Sokrates ve Descartes felsefesini hatırlatmaktadır.
Rousseau bilgi ve ön yargı arasındaki sürece de işaret ederek, var olan ya da
edinilmiş bilgilerin bilim ya da uygarlık adı altında kutsallaştırılarak kesin inanca
dönüştürülmesine karşıdır. Ona göre (2009b:13), “Tüm bilgilerimiz kölece
önyargılara bağlılıktan ibaret; tüm alışkanlıklarımız yalnızca bağımlılık, sıkıntı ve
baskı. Uygar insan kölelik içinde doğar, yaşar ve ölür.”
Bilim ve felsefeyi ayrı ayrı konumlandıran Rousseau, gerçek bilginlerin
ayrımı yapıldığı gibi, gerçek filozofların da ayrımını yapar: “Gerçek felsefe filozof
adını taşıyanların hepsinde bulunsaydı, bizim aramızda yaşamak ne tatlı bir şey
olurdu!” şeklindeki ümitsiz beklentisini (2009a:9) Seneca‟nın, “Aramızda bilginler
yetişmeye başlayalı, iyi insanlar ortadan kayboldu.” (Rousseau, 2009a:16)
yorumuyla desteklemektedir. Bu tartışmaların devamında toplum, felsefe ve bilgi
ilişkisini şöyle özetlemektedir (Rousseau, 2008:73) :
“Toplumun yararı için filozofların çalışmalarının dağılımını iyi yapmaları
gerekir: birçok kitap ve tartışmadan sonra çürütülmüş olmaları gerekir, sanki
bunların hiçbirini yaratmamışlardır, hiç biri olmamıştır. Şunu da kabul etmek
gerekir ki o zaman hiçbir şey bilemezdik; ama, sonuçta iyi niyetle gerçeği
öğrenmiş olurduk ve gerçeğin araştırılması bağlamında hatadan cahilliğe
kadar giderek katedilmesi gereken bütün yolu gerçekten almış olurduk.”
Bu ilkenin aksine bir felsefe Rousseau‟ya göre insanları çevresinden soyutlar,
sosyal gerçekliğe karşı duyarsız hale getirir (2002:113). Bu görüşünü Emile‟de,
“Bilgin olmaksızın insan olabiliriz” (2009b:407) şeklinde açıklayan Rousseau;
filozof, felsefe ve gerçek ilişkisini ve felsefeden elde edilecek faydayı veciz bir
şekilde tanımlamaktadır: “Biz gerçeğin saklandığı kuyunun duvarlarına asılıp ölmek
için mi yaratıldık?” (2009a:20).
2. Rousseau’da İletişim Düşüncesinin Temelleri
Rousseau kendi çağında, günümüz iletişim bilimlerinin temel kavramları
açısından önemli bir temel atmıştır. Bunlar arasında özellikle dil, yazı, konuşma,
kişilerarası iletişim, dönemin kitle iletişim teknolojisi matbaa, kamuoyu, reklam ve
halkla ilişkiler ve daha birçoğu sayılabilir. Düşünürün iletişim bilimlerine katkıları
10
Rousseau belki de bunun için “Çağdaşlarımın rehberi olmaya niyetim yok, yollarından sapanları
gördükçe onları uyarmakla yetiniyorum ve insanları yönlendirmeye çalışanlar olmadıkça ben de
onları kendi düşüncelerimle yormak istemiyorum.” (Rousseau, 2008:73) savunmasını yapmaktadır.
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
9
hiç şüphesiz, söz konusu kavramlar ve yaklaşımlarıyla sınırlandırılamaz. Buradaki
çalışma kapsamında Rousseau‟nun sembolik örnek olarak seçilmiş bazılarına yer
verilmiştir. Elbette iletişim bilimlerine katkılara ilişkin yapılacak özgül bir çalışma
bu konuda daha ayrıntılı verilere ulaşmayı sağlayabilecektir.
İletişim bilimlerinin kaçınılmaz olarak odağında yer alan dil konusunda
Rousseau özellikle Dillerin Kökeni Üstüne Deneme adlı eseriyle önemli bir temel
atmıştır. Rousseau bu eserine, iletişim bilimi üzerine yapılan hemen bütün
tanımlarda
ortaklaşa
kullanılan
“düşüncelerin
paylaşımı”,
konusuna
“düşüncelerimizi iletmenin çeşitli yolları üstüne” başlıklı bölümle tartışmaya başlar.
Ona göre “Bir insan başka biri tarafından hisseden, düşünen ve kendisine benzeyen
bir varlık olarak tanıdığı anda ona kendi hislerini ve düşüncelerini iletme arzusu ya
da gereksinimi, bunun araçlarını aramaya yöneltir” (2007:1).
Yazıyı konuşmadan ayıran Rousseau‟ya göre (2007:20-22) yazı dili
sınırlandıran, değiştiren bir araçtır. Yani yazı, dilin kelimelerini değil, “düşünme
biçimini” değiştirir, böylece anlatımın yerine kesinliği koyar 11. Konuşma
duyguların, yazı ise düşüncelerin anlatım aracıdır. Bu, halen yapısalcı yaklaşımlar
açısından devam eden önemli bir tartışma konusudur.
Rousseau‟da, günümüz kişilerarası iletişim alanının ana tartışmalarından
empati kavramının temellerine de rastlanmaktadır. Düşünürün “Kendimizi acımaya
nasıl yöneltiriz? Kendimizi kendi dışımıza taşıyarak, acı çeken varlıkla kendimizi
özdeşleştirerek. Onun acı çektiğine hükmettiğimiz ölçüde acı çekeriz; kendimizde
değil onda acı çekeriz” şeklindeki analizi (2007:36), empati kavramının gelişimi için
önemli görülmektedir. Rousseau empati kavramını kullanmaksızın, aynı eserinin
ilerleyen bölümlerinde tespitlerini şöyle açıklar: “Kendimizi başkalarının yerine
koyduğumuzda her zaman kendimizi değiştirerek o yere koyarız, onların olması
gerektiği şekilde değil. Onları akılla yargıladığımızı sanarken de onların
önyargılarıyla kendimizinkini karşılaştırmaktan başka bir şey yapmayız” (2007:56).
Matbaanın icadını da değerlendiren Rousseau basım tekniğine karşı
olmamasına karşın hangi eserlerin basıldığı, yani tekniğin hangi amaçla
kullanıldığına ilişkin bir sorgulama yaklaşımına sahiptir. Düşünür, matbaa aracılığı
ile şiddetle karşı çıktığı Hobbes ve Spinoza gibi yazarların tehlikeli düşünce ve
hayallerinin ölümsüzleştirildiği ve bunun insanlığın gelişimi için bir kazanım değil
kayıp olduğu fikrini savunmaktadır (2009a:30-31).
11
Konu hakkında ayrıntılı değerlendirmeler, yaklaşımlar ve karşılaştırmalar için bkz (Ong, 1995)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Z. Damlapınar
10
Rousseau‟ya göre (2009a:8) insani ihtiyaçların krallığını bilimler ve sanatlar
güçlendirmektedir. Bu düşünce günümüz reklam bilimi/sanatı/sektörü açısından esas
tartışma konularından birini özetlemektedir. İnsanın “davranış ve eylemlerini”
kalıba sokan sanata karşı olduğunu vurgulayan Rousseau (2009a:9) iletişim yöntemi
olarak reklam üzerine tartışmalara temel olduğu değerlendirilebilecek yaklaşımını
şöyle özetlemektedir (2008:71):
“Gereksinmelerimiz iki çeşittir: yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli maddi
gereksinmeler ve genellikle lüks alanına girdiği söylenebilecek zevk, gösteriş
ve rahat yaşamla ilgili gereksinmeler. Bu ikinci tür gereksinmeler uzun süren
deneyimler ve alışkanlıklar sonucu bunların keyfini çıkarma alışkanlığına
dönüştüğünde ve yapmamız da bu alışkanlığa göre oluşmaya başladığında
gerçek gereksinmeler olur”
Rousseau modern halkla ilişkiler uygulamacılarının ısrarla üzerinde durduğu
bir iletişim boyutuna da temel olacak yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Düşünüre
göre “halka halkın diliyle” değil de kendi dilleriyle iletişim kuran „bilge kişiler‟
amaçlarına ulaşamayacaktır. Aynı şekilde, kuvvete ya da akla dayanmayan
iktidarların zora başvurmadan halkı yönlendirebilecek, inandırmadan kandırabilecek
başka araçlar bulmak zorunda kalacağını; ancak halka istediğini kabul ettirmek için
bayağı çareler üretilmesinin geçici bağ oluşturacak bir „göz boyama‟ olacağından
güçlü bağların akıl ve bilgelikle oluşturulması gerektiğini ifade etmektedir. Dahası,
düşünür bir mimarın yapacağı büyük bir bina için zemin çalışması yapması gibi,
akla ve bilime dayanan kanun koyucunun da kanunları kaleme almadan önce halk
için uygun olup olmadığının kapsamlı bir şekilde araştırılması gerektiğini
belirtmektedir (1997:56-59). Düşünür Emile‟de (1762), yönetim açısından da
benzer bir yaklaşımla, yönetim yapısının bütün aşamalarıyla halk üzerinde yaptığı
etkiler bakımından incelenmediği takdirde, “yönetim çarkıyla” ve “yöneticilerin
bozuk diliyle” sahte bir hal alacağı görüşünü savunmaktadır (2009b:699).
Rousseau‟nun bu yaklaşımları halkla ilişkiler sürecine doğrudan bir atıf olarak
değerlendirilmektedir.
Devlet-toplum veya yöneten-yönetilen ilişkisi bağlamında dile getirdiği,
“Yönetim sadece halkın yararı için çalışırsa özgürlüğe kesinlikle zarar vermez;
çünkü genel iradeyi uygulamaktan başka bir şey yapmaz ve sadece bu yönetimin
iradesine boyun eğen biri kesinlikle köle olduğunu söyleyemez” şeklindeki
yaklaşımı (Rousseau, 2008:43), günümüz halkla ilişkilerinin temel politikalarından
biri olarak kabul görmektedir. Yönetimin halkın yararına çalışma ilkesi bir yana
Rousseau, halkın nasıl mutlu olacağı sorusundan hareketle önce mutlu olmayanların
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
11
durumunun incelenmesini önerir (Rousseau, 2008:68-69). Düşünür Toplum
Sözleşmesi‟nde (1762)12 yöneten-yönetilen ilişkisi açısından iktidar gücünün „halkın
sevgisi‟nden elde edildiğinde en büyük güç olacağını ancak bunun “kararsız ve şarta
bağlı” olduğunu vurgulamaktadır (1997:99).
İletişim bilimlerinin önemli inceleme konularından biri olan kamuoyu
Rousseau‟nun tanıttığı kavramlardan biridir. Eserlerinde, kamu yararından, genel
iradeye, genel oy, gibi yakın kavramlara da sıklıkla atıf yaptığı görülmektedir. Daha
o dönemde Rousseau genel iradenin her zaman doğru olduğu ve kamu yararına
yöneltildiğini ön görmektedir. Buna karşın düşünür, halkın kararlarının daima
isabetli olduğu sonucunun çıkarılamayacağını, halkın hiçbir zaman bozulamasa da
“aldatılabileceğini” yazmıştır. Düşünürün, genel iradenin ya da oy‟un birey sayısıyla
ölçülemeyeceği, bireylerin birleşmesiyle meydana gelen bütünün dikkate alınması
gerektiğine dair açıklamaları (1997:36-37) kamuoyu süreci açısından
algılanmalıdır13. Gerçekten de, kamuoyu [l’opinion publique] kavramını ilk defa
yazan Rousseau‟dur14.
3. İletişim Biliminin Rousseau’cu Yorumu: Kaynaklar, İyi/Kötü
Katkılar
İletişim alanının bilimsel oluşum sürecine iletişim teknolojilerindeki gelişim
öncülük etmiştir (Aziz, 2006:10). Yani iletişimin bilimsel gelişim süreci toplumsal
uygulama alanlarının genişlemesi, hız kazanması ve alana dair belirli önemli
12
13
14
Rousseau‟nun diğer eserleri bir yana sadece Toplum Sözleşmesi, onun iletişim kavramına bakış
açısını önemli bir şekilde hissettirmektedir. Bu eserinde, insanın varoluş sürecinden başlayıp
toplumla, devletle, iktidarla ve bu unsurların da birbirleriyle olan iletişimi hakkında önemli analiz ve
tespitlerde bulunmuştur. Bu açıdan Toplum Sözleşmesi‟ yerine düşünürün aynı adlı eserine belki
başka bir başlığı “Kamusal İletişim” olarak düşünmek yanlış olmayacaktır.
Rousseau‟nun siyasal süreçte genel iradenin hiçbir zaman temsil olunamayacağı, başkasına devir ya
da teslim edilemeyeceğine dair yaklaşımları da (1997:135) bu paralelde değerlendirilmelidir. Çünkü
bireylerin tartışmalı bir soruna dair ne düşünecekleri, nasıl düşünecekleri ve hangi kanaatlere sahip
olacakları kararının devredilmesi mümkün değildir.
Rousseau‟nun “iç dünyasına yolculuğu”nu anlattığı kabul edilen anı ve roman arasında bir dille
kaleme aldığı Yalnız Gezenin Düşleri adlı eserinde de „genel irade‟, „genel kanı‟ gibi kavramların
çoğunlukla kamuoyu karşılığı ile dilimize tercüme edildiği anlaşılmaktadır (Rousseau, 2005:148,
vd.).
Montaigne‟nin 1588‟de yayınlanan Denemeler‟inde kavramın çoğul kullanıldığı bilinmektedir.
Ancak Rousseau‟nun eserleri üzerine içerik analizi ile yapılan bir araştırmaya göre bu kavramı 16
ayrı yerde kullandığı tespit edilmiştir (Noelle-Neumann, 1998: 293 ve 102-103). Aynı şekilde,
Habermas (1997b:182-200) da kamuoyu kavramının gelişiminde Rousseau‟nun katkıları
vurgulamaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
12
Z. Damlapınar
etkilerin ve en önemlisi belirli sorun ya da problemlerin ortaya çıkması ile
olgunlaşmaya başlamıştır.
Benzer bir yaklaşımla, iletişim biliminde akademik gelişmelerin hız
kazanarak iletişim fakültelerinin yaygınlaşmasını; dergi, kitap gibi yayınlarda
önemli artış görülmesini Mutlu (1995:15-16) dört temel nedene bağlamaktadır:
Birincisi; İletişim teknolojilerindeki köklü yeniliklerin olup bitenler hakkındaki
zihinsel tasavvuru değiştirebilme gücüne sahip olması. İkincisi; yaşadığımız dün ile
bugün arasındaki farklılığın temelinde özellikle televizyon ve buna bağlı
teknolojilerin aranması. Üçüncüsü; iletişim alanının her türlü entelektüel
tartışmacıya açık bir yapısının bulunması. Dördüncüsü; akademik iş hayatında arz
ve talep dengesindeki sorunlu dönüşüm.
Tarihsel süreç açısından emekleme dönemleri ya da ilk adımlarını atmaya
başladığı evreler incelendiğinde iletişim biliminin, insanlığın şimdiye kadar gördüğü
en büyük iki savaşta önemli bir gelişim çizgisi izlediğini ortaya koymaktadır.
Birinci Dünya Savaşı‟nda gazeteciler, yazarlar, halkla ilişkiler ve reklam
alanında çalışanlar, akademisyenler etkin biçimde görev almış ve medya
sosyolojisini savaş sürecinde kullanılan kurumlarda öğrenmişlerdir (Mattelart,
2001:65).
İletişim araştırmalarında en önemli patlamanın yaşandığı dönem İkinci
Dünya Savaşıdır. İletişim alanının iletişim bilimiyle kuşatılması gerektiği görüşünde
birleşen özellikle Hovland, Lazarsfeld, Berelson, Klapper, Katz, Lowenthal, Herzog,
Coleman gibi bilim adamlarının kitle iletişim araçları ve ikna üzerine yaptığı
araştırmalar bu bilimin kök atmaya başladığı dönem olarak gösterilmektedir (Lazar,
2001:22-24).
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren enformasyonun yerini şebekelerin
aldığı iletişim çağı başlamış ve böylece “düşüncenin manipülasyonu”
kurumsallaşmıştır (Barbier ve Lavenir, 2001:385-386; Mattelart ve Mattelart,
1998:11). Bu açıdan, iletişim çalışmaları ve araştırmalarına bilimsel yönelim
özellikle kitle iletişim araçlarının ve dolayısıyla etkilerinin fark edilmeye başlaması;
kitle toplumu, kitle kültürü gibi „sorunlar‟ın kavramsallaştırılması sonucu ortaya
çıkmıştır (Mutlu, 1995:21).
Halkla ilişkilerin kurucusu olarak gösterilen Edward Bernays, ABD
hükümetinin Birinci Dünya savaşı sırasında, „haber savaşını‟ yönetmek kitleleri
yönlendirmek, sansürle birlikte propaganda amacı taşıyan ve Creel adında bir
„gazetecinin‟ başkanlığını yaptığı (bu sebeple Creel Komisyonu diye de anılan)
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
13
Committee on Public Information‟un üyelerinden biridir. Halkla ilişkilerin ilk
adımları burada atılmıştır (Mattelart, 2001:51-52).
Bilinçaltı algılama ve insanların bu yolla yönlendirilmesi ilk kez reklam
alanındaki bilimsel yöntemlerin ilerlemesiyle gündeme gelmiştir. 1957‟de, Amerika
Birleşik Devletleri‟ndeki bir sinema filminin gösterimi esnasında perdeye her beş
saniyede bir, saniyenin 3000‟de 1‟i kadar bir süre ileti gönderen bir araç sayesinde
izleyicilere bilinçaltı algılama uygulanmış, sonuçta yapılan araştırmaya göre reklamı
yapılan iki ürünün satışlarında yüzde 57.5 ve yüzde 18.1‟lik artışların görüldüğü
belirlenmiştir. Bu bilinçaltı reklamcılığının uygulanışı daha sonra, insanlık için
olumsuz sonuçlar doğurabileceği gerekçesiyle yasaklanmıştır (Severin ve Tankard,
1994: 111-113). Dolayısıyla, çoğu iletişim bilimcinin, özellikle iletişimin „yan
etkileri‟ ya da „gizli işlevleri‟ üzerinde yoğunlaşması (Chaffe ve Berger 2005:59)
anlaşılabilir bir gelişme haline gelmiştir.
İletişim biliminde ve teknolojilerindeki değişim paralel bir gelişmeye işaret
etmiştir. Ancak, Barbier ve Lavenir‟in (2001:388) uygarlık sürecinde önce alfabenin
icadı, ardından matbaa sayesinde basılı araçların kullanılması sonucu insanın zaman,
mekân ve dünyayı algılamasının kökten değişmesi gibi; iletişim ağlarının yaygın
kullanımı da bir gün düşün(e)mememize yol açabilir mi? tarzındaki sorusu ve
benzerleri daha çok sorulmaya başlamıştır.
Bu durum ülkemizdeki lisansüstü çalışmalara da yansımıştır. Yüksek Öğretim
Kurulu Ulusal Tez Merkezi‟nin veri tabanında15 yer alan akademik çalışmalar genel
bir gözleme dayalı olarak değerlendirildiğinde, toplumsal iletişim/iletişimsizlik
sorunları, kitle iletişim araçlarında ve diğer iletişim süreçlerinde etik sorunlar,
manipülasyon gibi konulara doğru bir yönelim olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir
açıdan, 1984-2007 döneminde yapılan lisans ve lisansüstü düzeydeki tezlerin halkla
ilişkiler alanına katsının kantitatif olarak incelendiği bir çalışmada (Okay ve Okay:
2008) söz konusu katkının “ihmal edilebilir” olduğu bulgulanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri‟nde önceleri „iletişim sanatları‟ bölüm ve fakülte
adları daha sonra „iletişim bilimleri‟ olarak değiştirilmiştir. Bu süreç aynı zamanda
„güdümlü iletişim bilim araştırmaları‟na doğru da bir yönelim olarak görülmüştür.
Çünkü üniversitelerde yapılan iletişim bilim araştırmaları tüketime yönelik büyük
şirketlerin çıkarları doğrultusunda üstelik objektiflik kisvesi altında yönlendirilmeye
çalışılmıştır (Ergüden, 1988-89:4-5).
15
http://tez2.yok.gov.tr/
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Z. Damlapınar
14
Rousseau‟nun bilim ve sanatları sorgulama tarzı, diğer alanlarda da benzer
biçim ve içerikle kendisinden sonra da devam etmiştir. Örneğin 20. Yüzyılda Leslie
Lipson Uygarlığın Ahlâki Bunalımları [ Manevi Bir Erime mi?, Yoksa İlerleme mi?]
başlıklı çalışmasında uygarlığın geldiği noktayı ahlâki durum bağlamında
inceleyerek olumlu ve olumsuz katkılar açısından incelemektedir (2003:213). İşte bu
perspektiften hareketle iletişim bilimleri, araçları veya süreçlerinde yaşanan
ilerlemeler sonucu şimdiye kadar literatürde ulaşılan bilgi birikimi „sembolik‟ olarak
Tablo 1‟de değerlendirilmektedir.
Tablo 1: İletişim Bilimlerinin Kaynağı Araç veya Süreçlerin Katkı Tipolojisi
İletişim Bilimleri:
Temel kavramlar,
araçlar veya süreçler
ZARARLAR
YARARLAR
Medya
ve/ya
İletişim Teknolojileri
Toplumsallaşma (Aziz, 1982)
Sosyal sistemler (De Fleur ve Ball“Öldüren Eğlence” (Postman,1994)
Rokeach 1977)
Şiddetin yükselişi (Sanders, 1999)
Katılım, Demokrasi
(McQuail, 1998)
“İktidar Seçkinleri” (Mills, 1974)
“İdeolojik Aygıtlar” (Althusser, 1994) Kamu Gözcüsü, dördüncü güç
Kamu yararı (McQuail, 1999)
“Global Köy” (McLuhan, 2001)
Haber
Gerçekliğin inşası (Tuchman, 1980) Bilgilenme, enformasyon toplumu
Propaganda ve Rıza üretimi (Herman (McQuail ve Windahl, 1997)
ve Chomsky, 1988)
“Beyin Yıkama” (Brown, 1994)
Kamuoyu ve Demokrasi
Halkla İlişkiler
“Zihin Yönlendirenler”
(Schiller, 1993)
“İletişim Yönetiminde Mükemmellik”
(Grunig, 2005)
Reklam
“Beyin İğfal Şebekesi” (Mattelart,
1995)
“Sahip Olmak” (Fromm, 1997)
“Tüketim Toplumu” (Baudrillard,
1997)
“Yaratıcı strateji” (Drewniany ve
Jewler, 2008)
Bilgili, özgür, bilinçli alıcı-tüketici
Bütün bu tartışmalara karşın, iletişim bilimleri ve teknolojilerindeki
gelişmeler, dünyayı ve içinde bulunduğumuz toplumu yaşanılabilir kılan uygarlığın
en önemli birikimlerinden biridir. Dünyanın bu nüfus büyüklüğü ve yapısıyla aynı
kaldığını ancak iletişimin bilim ve uygulama alanlarının geçtiğimiz yüzyılın
ortalarındaki gelişmişlik seviyesine döndüğü bir an bile tasavvur edilebilir mi? 16
16
Benzer bir soru ve farklı bir yaklaşım için bkz. Fromm (1996:27)
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
15
Tartışma ve Sonuç: Sorular
Rousseau‟nun iletişim bilimlerinde halen kullanmakta olduğumuz kavram ve
yaklaşımların temellerini atmasından daha önemli katkısı muhalif duruşuyla,
sorgulayıcı anlayışıyla ve aykırı söylemiyle bilimleri ve sanatları bile günün
şartlarında eleştirebilecek cesarette; gerçek bilgiyi, ahlâkı, erdemi, hikmeti, rehber
edinmiş bir düşünür modeli olmasıdır. Benzer çalışmaların değişik açılardan, René
Descares, Francis Bacon, David Hume, Immanuel Kant, John Locke, Voltaire,
Adam Smith, Jeremy Bentham, Arthur Schopenhauer gibi düşünürler bağlamında
yürütülmesi alana katkı sağlayacaktır.
İletişim bilimi ile elde edilen bilgilerin insanı/toplumu belirli amaçlar için
manipüle etmek (psikolojik savaş, kandırmak, yönlendirmek vb) için kullanıldığı
gibi, kimi zaman da ortaya çıkan toplumsal sorunların çözümü için olumlu tutum ya
da kanaat edindirme çalışmaları, toplumsal organizasyon amaçlı kullanılmıştır.
İletişim bilimlerinin ilgili alanlarda bireye, topluma, sektöre, diğer bilim
dallarına en önemli katkısı insanın doğasında bulunan iletişimi bilimsel alana
taşıyarak, uygulama süreciyle birlikte gelişen „yan‟, „olumsuz‟ ya da „kötü‟ etkileri
varsa yine bunları ortadan kaldırabilecek ya da azaltabilecek tek uygarlık ürünü
olmasıdır. Russell‟in (1997:53) da belirttiği gibi: “Bilim birbirimize zarar verme
olanaklarını artırdıkça toplumsal yaşamın sürmesini olanaklı kılan da bu olacaktır”,
ancak aklın eylemlere egemen olması şartıyla.
Feyerabend‟in vurguladığı gibi (1999a:12) bilimsel araştırmalar eğer halkın
yaşamını etkiliyorsa, bilimsel projelerin tartışılması sürecine toplumsal katılım
sağlanması bir zorunluluk olarak görülmelidir. Özellikle iletişim bilimleri için
vazgeçilmez prensiplerden biri olarak değerlendirilmesi gereken „toplumsallaşmada‟
başarıya, ancak bilimin yol gösterici bir yapıya kavuşturulmasıyla ulaşılabilir. Bu
da, Aziz‟in (2007:185) vurguladığı gibi bilimsel çalışmalarla üretilen bilgilerin yol
gösterici ve işe yarar duruma getirilmesi, araştırmacının iyi bir iletişimci olmasıyla
mümkündür.
Bütün bilim dalları için olduğu gibi iletişim bilimlerinin de kendisiyle
ilişkilendirilebilecek her türlü toplumsal ya da doğal sorunu çözmesini beklemek
mümkün değildir. Yani, tıp dünyasından bütün hastalıkları kökten ve tümden
ortadan kaldıracak bir katkı beklenemeyeceği, kendine özgü bilimsel kanunları olan
fizik, kimya ya da biyoloji gibi fen bilimleri sayesinde doğaya her koşulda tamamen
hâkimiyet sağlayamayacağı gibi iletişim bilimlerinden de bireysel ve toplumsal
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
16
Z. Damlapınar
iletişim sorunlarını tamamen çözecek bir katkı beklemek rasyonel bir yaklaşım
kabul edilemez.
Yine de, iletişim bilimleri alanında çalışan bilim insanlarının Rousseau‟cu bir
yaklaşımla, birbirine bağlı şu sorular üzerine yeniden eğilmesine ihtiyaç olduğu
değerlendirilmektedir:
 İletişim bilimlerinin gelişimi bireysel, toplumsal, kamusal, kurumsal ya da
örgütsel iletişim düzeyinin ve kalitesinin yükselmesini, ilerlemesini sağlamış mıdır?
 İletişim bilimi, toplumsal sorunlar belirginleştikçe, bu sorunların peşinden
koşan bir alan olmaktan nasıl çıkarılabilir? İletişim alanında yaşanan sorunlar ortaya
çıkmadan, iletişim biliminin kazanımlarından faydalanmak nasıl mümkün olabilir?
 Şimdiye kadar iletişim bilimlerindeki bilgi birikimiyle ortaya çıkan
kuramlardan bilim insanları mı, “davranışları ve eylemleri” kalıba sokmak isteyen
örgütlü iletişim kaynakları mı yararlanmıştır?
 Ülkemizde iletişim bilimi belirli parametreler dâhilinde önemli bir gelişim
göstermiştir. Bugün yaklaşık devlet ya da vakıf üniversitelerine bağlı lisans eğitimi
veren 40 civarında iletişim fakültesi ve lisansüstü eğitim veren birçok enstitü
bulunmaktadır. İletişim biliminin ve öğretiminin kuramsal ya da uygulama alanına
katkısı nasıl artırılabilir?
 İletişim bilimimin toplumsallaştırılmasında hangi aşamadayız? Toplumun
ve bireyin doğrudan içinde olduğu iletişim bilimleri onlara ne kadar ev sahipliği
yapabilmiştir?
 İletişim bilimindeki önemli ilerlemelere karşın toplumsal, çatışmalar
(kuşak, sınıf, yöneten-yönetilen vb) neden hala yaşan bir sorun olarak gündemdeki
yerini korumaktadır?
 „Mektepliler‟in „alaylılar‟la meslektaş olduğu bir kitle iletişim
ortamında/sektöründe iletişim bilimleri; deontolojik ve etik sorunların artmasına ya
da azalmasına katkı sağlamış mıdır?
 Kitle iletişim kurumlarının hedef kitleleriyle yaşadığı sorunlarda iletişim
bilimleri nasıl bir çözüm sağlayabilir? Okursuz gazeteler, televizyona bağımlı
izleyiciler ve benzeri sorunlar için iletişim bilimleri yeni bir açılım sağlayabilir mi?
 İletişim, araçları, teknolojilerinin olumsuz etkilerini tesirsiz hale getirecek
bir iletişim bilimi geliştirilebilir mi?
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
17
 Okulda, ailede, toplumda, hayatta insanların
sorunlarına iletişim bilimleri katkı sağlayabilmiş midir?
kişilerarası
iletişim
 Bilimsel halkla ilişkiler „olumlu‟ tutum ya da kanaatlerin kazanımı;
bilimsel reklamcılık bilinçli, rasyonel tüketim alışkanlığına dönüştürülebilmiş midir?
 Başka hangi yeni sorular üretilebilir? Bu soruların bir sonu gelir mi?
KAYNAKÇA
Althusser, Louis (1994) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Yusuf Alp ve
Mahmut Özışık (çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Aslan, Necip (1962) Jean-Jacques Rousseau Hayatı Sanatı Eserleri, İstanbul: Varlık
Yayınları.
Aziz, Aysel (1982) Toplumsallaşma ve Kitlesel İletişim, Ankara: AÜ BYYO.
Yayınları.
Aziz, Aysel (2006) “Dünyada ve Türkiye’de İletişim Araştırmaları”, Kültür ve
İletişim, 9 (1), s.9-31.
Aziz, Aysel (2007) Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri, Ankara:
Nobel Yayın Dağıtım.
Barbier, Frédéric ve Catherine Bertho Lavenir (2001) Diderot‟dan İnternete Medya
Tarihi, Kerem Eksen (çev.), İstanbul: Okuyanus Yayın.
Baudrillard Jean (1997) Tüketim Toplumu, Hazal Deliçaylı ve Ferda Keskin (çev),
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bayka, Mustafa Hazım (2008) “Rousseau Üzerine Birkaç Söz”, Rousseau, JeanJacques, Siyasal Fragmanlar, Ekonomi Politik Üzerine Söylev, içinde,
İsmail Yerguz (çev.), İstanbul: Say Yayınları, s.7-14.
Brown, J.A.C (1994) Beyin Yıkama, Behzat Tanç (çev.), İstanbul: Boğaziçi
Yayınları.
Cevizci, Ahmet (1999) Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma.
Chaffe, Steven H. ve Charles R. Berger (2005) “İletişim Bilimci Ne Yapar”, Kitle
İletişim Kuramları, içinde, Erol Mutlu (der. ve çev.), Ankara: Ütopya
Yayınevi, s.42-74.
Cihan, Mustafa (2007) “J. J. Rousseau’nun İnsan Anlayışı: Doğallıktan
Kültürleşmeye”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (38), 7,
s.323-338.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
18
Z. Damlapınar
De Fleur, Melvin L. ve Sandra Ball-Rokeach (1977) Theories of Mass
Communication, New York: Longman.
Drewniany, Bonnie L. ve A. Jerome Jewler (2008) Creative Strategy in Advertising,
Boston: Thomson Wadsworth.
Durkheim, Emile (2006) Toplumsal İşbölümü, Özer Ozankaya (çev.), İstanbul: Cem
Yayınevi.
Durkheim, Emile (2009) Dini Hayatın İlk Şekilleri, İzzet Er (çev.) Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.
Ergüden, Akın (1988-89) “İletişimbilimde Niteliksel-Kural Araştırmaları”, Gazi
Üniversitesi BYYO Dergisi, 10, s.1-15
Feyerabend, Paul (1999a) Özgür Bir Toplumda Bilim, Ahmet Kardam (çev.),
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Feyerabend, Paul (1999b) Yönteme Karşı, Ertuğrul Başer (çev.), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Forti, Augusto (1997) “Modern Bilimin Doğuşu ve Düşünce Özgürlüğü”, Bilim ve
İktidar, içinde, Federico Mayor ve Augusto Forti (der.), Mehmet Küçük
(çev.), Ankara: TÜBİTAK, s. 23-37.
Fromm Erich (1996) Sağlıklı Toplum, Yurdanur Salman ve Zeynep Tanrısever
(çev.), İstanbul: Payel Yayınları.
Fromm, Erich (1997) Sahip Olmak ya da Olmak, Aydın Arıtan (çev.), İstanbul:
Arıtan Yayınevi.
Gökçe, Orhan (1993) İletişim ve Kitle İletişim Bilimine Giriş İnsanlararası
İlişkilerin Sosyolojik Bir Analizi, Konya: Atlas Kitabevi.
Grunig, James E. (2005) Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, Elif
Özsayar (çev.), İstanbul: Rota Yayınları.
Habermas, Jürgen (1997a) “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Mustafa Tüzel (çev.),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Habermas, Jürgen (1997b) Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Tanıl Bora, Mithat
Sancar (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
Hazard, Paul (1994) Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Erol Güngör (çev.),
İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Herman, Edward S. ve Noam Chomsky (1988) Manufacturing Consent The Political
Economy of the Mass Media, New York: Pantheon Books.
http://tez2.yok.gov.tr
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
19
Karagöz, Emel Öztürk (2006) “Bilgi, Bilim ve İletişim”, Kilad Kocaeli Üniversitesi
İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi, 7, s.27-62.
Kuhn, Thomas S. (1995) Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Nilüfer Kuyaş (çev.),
İstanbul: Alan Yayıncılık.
Lazar, Judith (2001) İletişim Bilimi, Cengiz Anık (çev.), Ankara: Vadi Yayınları.
Lecercle, J-L. (2002) “Jean-Jacques Rousseau Hayatı ve Eserleri 1712-1778”,
Rousseau, Jean-Jacques (2002) İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve
Temelleri Üzerine Konuşma, içinde, Rasih Nuri İleri (çev.), İstanbul: Say
Yayınları, s.13-38.
Lipson, Leslie (2003) Uygarlığın Ahlâki Bunalımları, [Manevi Bir Erime mi? Yoksa
İlerleme mi?], Jale Çam Yeşiltaş (çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Mattelart, Armand (1995) Beyin İğfal Şebekesi Uluslararası Reklamcılık, Işın
Gürbüz (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Mattelart, Armand (2001) İletişimin Dünyasallaşması, Halime Yücel (çev.),
İstanbul: İletişim Yayınları.
Mattelart, Armand ve Michèle Mattelart (1998) İletişim Kuramları Tarihi, Merih
Zıllıoğlu (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
McLuhan, Marshall (2001) Global Köy 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve
Medyada Meydana Gelecek Dönüşümler, Bahar Öcal Düzgören (çev.),
İstanbul: Scala Yayıncılık.
McQuail, Denis (1998) Mass Communication Theory An Introduction, London:
Sage Publications.
McQuail, Denis (1999) Media Performance Mass Communication and the Public
Interest, London: Sage Publications.
McQuail, Denis ve Sven Windahl (1997) Kitle İletişim Modelleri, Konca Yumlu
(çev.), Ankara: İmge Kitabevi.
Mills, C. Wright (1974) İktidar Seçkinleri, Ünsal Oskay (çev.), İstanbul: Bilgi
Yayınevi.
Moles, Abraham (2001) Belirsizin Bilimleri İnsan Bilimleri için Yeni bir
Epistemoloji, Nuri Bilgin (çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Mollaer, Fırat (2005) “Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken bir Eleştirisi: J. J.
Rousseau’nun Felsefesi”, Kaygı: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Felsefe Dergisi, (4), s.49-66.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
20
Z. Damlapınar
Mutlu, Erol (1995) İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yayınevi.
Nelkin, Dorothy (1994) Bilim Nasıl Satılır, Murat Çiftkaya (çev.), İstanbul: Şule
Yayınları.
Noelle-Neumann, Elisabeth (1998) Kamuoyu Suskunluk Sarmalının Keşfi, Murat
Özkök (çev.), Ankara: Dost Kitabevi.
Okay, Aydemir ve Ayla Okay (2008) “Undergraduate and Graduate Public
Relations Education in Turkey: A Quantitative Study of Dissertations
Contributions to Public Relations Field (1984-2007), Selçuk İletişim, (5),
2, s.5-14.
Ong, Walter J. (1995) Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi, Sema
Postalcıoğlu Banon (çev.), İstanbul: Metis Yayınları.
Oskay, Ünsal (1993) XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri
Kuramsal Bir Yaklaşım, İstanbul: Der Yayınları.
Oskay, Ünsal (2001) “Yıkanmak İstemeyen Çocuklar” Olalım, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Oskay, Ünsal (2002) “Önsöz” Rousseau, Jean-Jacques (2002). İnsanlar Arasındaki
Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, içinde, Rasih Nuri
İleri (çev.), İstanbul: Say Yayınları.
Postman, Neil (1994) Televizyon: Öldüren Eğlence Gösteri Çağında Kamusal
Söylem, Osman Akınhay (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Rousseau, Jean-Jacques (1991) İtiraflar II, Arif Orbay (çev.), İstanbul: Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
Rousseau, Jean-Jacques (1997) Toplum Anlaşması, Vedat Günyol (çev.), İstanbul:
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Rousseau, Jean-Jacques (2002) İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve
Temelleri Üzerine Konuşma, Rasih Nuri İleri (çev.), İstanbul: Say
Yayınları.
Rousseau, Jean Jacques (2005) Yalnız Gezenin Düşleri, Ester Yanarocak (çev.),
İstanbul: Bordo Siyah Klasik Yayınlar.
Rousseau, Jean-Jacques (2007) Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, Ömer Albayrak
(çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Rousseau, Jean-Jacques (2008) Siyasal Fragmanlar, Ekonomi Politik Üzerine
Söylev, İsmail Yerguz (çev.), İstanbul: Say Yayınları.
Güz 2009, Sayı:29
İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak:
21
Rousseau, Jean-Jacques (2009a) Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, Sabahattin
Eyüboğlu (çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Rousseau, Jean-Jacques (2009b) Emile ya da Eğitim Üzerine, Yaşar Avunç (çev.),
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Russell, Bertrand (1997) Sorgulayan Denemeler, Nermin Arık (çev.), Ankara:
TÜBİTAK.
Sanders, Barry (1999) Öküz‟ün A‟sı Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve
Şiddetin Yükselişi, Şehnaz Tahir (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Schiller, Herbert (1993) Zihin Yönlendirenler, Cevdet Cerit (çev.), İstanbul: Pınar
Yayınları.
Severin, Werner J. ve James W. Tankard, Wr. (1994) İletişim Kuramları: Kökenleri,
Yöntemleri ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Ali Atıf Bir ve
Serdar Sever (çev.), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Kibele Sanat Merkezi.
Tambiah, Stanley Jeyeraja (2002) Büyü, Bilim, Din ve Akılcılığın Kapsamı, Ufuk
Can Akın (çev.), Ankara: Dost Kitabevi.
Trigg, Roger (1996) Akılcılık ve Bilim, Bilim Her Şeyi Açıklayabilir mi?, Kadir
Yerci (çev.), İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Tuchman, Gaye (1980) Making News A Study in the Construction of Reality, New
York: The Free Press.
Vural, Beril Akıncı ve Ayda Sabuncuoğlu (2008). “Bilgi İletişim Teknolojileri ve
Ütopyan Bakış Açısı”, Selçuk İletişim, (5), 3, s.5-19.
Vural, Z. Beril Akıncı ve Uğur Bakır (2007) “Distopyan Perspektiften Bilgi İletişim
Teknolojileri ve İnsanlığın Geleceği”, Selçuk İletişim, (5), 1, s.5-21.
Williams, Raymond (2006) Anahtar Sözcükler Kültür ve Toplumun Sözvarlığı,
Savaş Kılıç, (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
Yaşın, Cem (2006) “İletişim Araştırmalarının Bilgi Bilimsel Temelleri: Bilimsel
Bilginin Bilinebilirliği Üzerine”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, 27, s.137-148.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
BASIN İŞLETMELERİNİN FİNANSMAN SORUNLARI
VE
BİR FİNANSAL ANALİZ UYGULAMASI
Dilek GÜRKAN
ÖZET
Basın işletmelerinin her işletme gibi üretim faktörlerini bir araya getirerek faaliyette
bulunabilmeleri ve üretimlerini belli bir karlılık düzeyinde istikrarlı biçimde sürdürebilmeleri
için finansal kaynaklara ihtiyaçları vardır. İşletmelerin kaynak ihtiyacı, işletme büyüklüğü,
üretim konusu, endüstri koşulları gibi pek çok faktörden etkilenmektedir. Bu yüzden
çalışmada basın işletmelerinin kendine özgü özellikleri, maliyet yapısı, gelir kaynakları ve bu
işletmelerin içinde bulunduğu piyasa yapısı gibi konular ele alınarak, bu işletmelerin finansal
kaynak ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları incelenmektedir. Araştırma kısmında
ise Türk basın işletmelerinde kaynak sorununun belirlenmesine yönelik bir finansal analiz
çalışması yapılmaktadır. Türkiye’de sektörü büyük ölçüde kontrol eden iki basın işletmesinin
finansal tabloları yüzde yöntemi ile analiz ve rasyo analizi tekniklerinden yararlanılarak
analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Basın işletmeleri, finansman, finansal sorunlar, finansal analiz
Financial problems of newspaper organizations and a financial analysis
practice
ABSTRACT
Newspaper organizations, like every organization, require financial funds in order to function
by gathering production factors and maintain the production at a certain profitable level. The
need of organizations for financial funds is affected by many factors ssuch as the size of
organization, the production subject and industrial organizations. For this reason, the
financial fund needs of these organizations and how they provide them are considered by
examing the subjects such as the characteristics peculiar to newspaper organizations, cost
structure, sources of revenue and market structure in which these organizations are involved.
In the research part, a financial analysis is carried out which is aimed at the determination of
the fund problem of the newspaper organizations. The financial statements of the two major
newspaper organizations in Turkey which controls the media sector on a large scale are
analyzed by using the vertical analysis and ratio analysis.
Key Words: Newspaper organizations, finance, financial problems, financial analysis

Araştırma Görevlisi Doktor, G. Ü. İletişim Fakültesi
İletişim 2003/18
D. Gürkan
24
Giriş
İşletmelerin gerek kurulabilmesi, gerekse faaliyetlerini sürdürebilmesi için
parasal kaynaklara ihtiyaç duyulmaktadır. Ülke ekonomisinde faaliyette bulunan
işletmeler, üretken yatırımlara yönelerek girişimlerinin sonucunu almak ve
işletmelerinin sürekliliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Bunun sağlanabilmesi için
işletmelerin, yatırım için gerekli fonu bulması ve bu fonları etkin bir şekilde
kullanması gerekmektedir ki, bu da finansmanın konusunu oluşturur.
Finansman, uygun finansman politikalarını belirlemek, stratejileri saptamak,
planlamak, uygulamak ve uygun bir kontrol mekanizması oluşturarak
denetlemektir(Ergül, 2004:1). Gelişen teknoloji, globalleşme ve artan rekabete
paralel olarak finansman, küçük veya büyük tüm işletmeler için daha fazla öneme
sahip olmaktadır. Haber verme, kamuoyu oluşturma, yönlendirme, eğitme ve
eğlendirme gibi toplumsal işlevleri yerine getiren, bu işlevleri yerine getirirken tüm
ekonomik birimler gibi, üretim faktörlerini bir araya getirerek ürününü meydana
getiren basın işletmeleri için de finansman hayati bir konu olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Günümüzde her işletmede kaynakların tahsisi ve dağıtımı ile ilgili bir takım
finansal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Ticari bir işletme olarak ele alındığında,
kar amacı güden ve yüksek teknolojiyi hedefleyen basın işletmeleri, girdi
fiyatlarındaki artışlar, teknolojik yenilenmeyi gerektiren pahalı yatırımlar, pazarlama
ve dağıtım aşamasında yaşanan zorluklar gibi nedenlerle bazı finansal sorunlarla
karşılaşmaktadır.
Bu çalışmada konu edilen basın işletmeleri, gazete üreten yazılı basın
işletmeleri olup, çalışmada Türkiye’de gazete üreten basın işletmelerinin kaynak
ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları incelenmektedir. İşletmelerin
kaynak ihtiyacı, işletme büyüklüğü, üretim konusu, endüstri koşulları gibi pek çok
faktörden etkilenmektedir. Bu yüzden çalışmada, basın işletmelerinin kendine özgü
özellikleri, maliyet yapısı, gelir kaynakları ve bu işletmelerin içinde bulunduğu
piyasa yapısı gibi konular göz önüne alınarak, bu işletmelerin finansman
sorunlarının tespit edilmesi amaçlanmaktadır.
A. BASIN İŞLETMELERİNDE FİNANSMAN
Basın işletmeleri, bilgi ve haber üretirken aynı zamanda sınai bir üretimin
oluşmasını sağlayan, yarı kamusal mal ve hizmet üreten birer işletme
konumundadırlar(Dai ve Kara, 2002: 21). Basın işletmeleri genellikle diğer endüstri
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
25
işletmeleri ile aynı piyasa koşullarında faaliyet gösterirler. Ancak bu endüstrinin
ürünlerinin kendine özgü yanı, basın sektörüne diğer sektörlerden ayrı bir özellik
kazandırmaktadır. Üretilen ürünün ayırt edici özellikleri, basın işletmelerinin
finansmanı da dahil olmak üzere tüm işletme fonksiyonlarına yansımaktadır.
Basın işletmelerinin finansmanında ürettiği ürününün(gazete) bazı özellikleri
son derece belirleyici olabilmektedir. Gazetenin dayanıksız bir ürün olması ve stok
edilememesi, üretim sürecinin uzman bir emek ve yoğun bir sermaye gerektirmesi,
tek bir ürünün iki farklı mal ve hizmet piyasasına sunulması gibi pek çok özellik
basın işletmelerini diğer endüstri işletmelerinden ayırmaktadır.
Gazeteyi en kısa ömürlü ürün olarak tanımlamak mümkündür. Medyaların
tüm ekonomisini bu kısa yaşam süresi koşullandırmaktadır(Desmoulins, 1993:20).
Haberin üretim, dağıtım ve tüketim aşamalarının çok kısa süre içinde gerçekleşmesi
gazetenin hemen değerini kaybetmesine neden olmaktadır.
Düşünce üreten ve kamu hizmeti gören ekonomik bir birim olarak basın
işletmeleri, tüm ekonomik birimler gibi hammadde, emek, teknoloji ve sermayeyi
bir araya getirerek faaliyet göstermektedir. Basın işletmelerinin üretiminde, ürettiği
ürüne asıl değerini ve önemini kazandıran makale, haber, fotoğraf, karikatür gibi
fikir ürünleri olmaktadır. Dolayısıyla, gazetenin içeriğini oluşturmada eğitimli,
vasıflı bir emeğe ihtiyaç duyulmaktadır. Kullanılan yoğun teknoloji ve nitelikli
emek nedeniyle güçlü bir sermaye yapısı gereksinimi ortaya çıkmaktadır.
Basın işletmeleri genellikle kitle üretimi yapan işletmeler olup, bu üretimin
özelliği üretimin devamlı olması ve aynı üründen çok miktarda üretilmesidir.
Dolayısıyla basın işletmelerinin yapısına uygun olan kitle üretimi sermaye yoğun
üretim teknolojisi ve otomasyon gibi gelişmiş üretim sistemleri kullanarak birbirinin
aynı olan ürünler üretmek biçiminde gerçekleşmektedir (Atılgan, 1999: 93).
Basın işletmelerinin ürettiği ürünün diğer bir özelliği ise, gazetenin okuyucu
ve reklamveren olmak üzere iki ayrı pazara sunulmasıdır. Temel işlevini okuyucu
için gerçekleştirmesine rağmen işletmeye sağladığı gelir açısından reklamverenler
okuyuculardan daha önemli bir konumda bulunmaktadır. Gazetelerin okuyucuya ve
reklamverene ayrı ayrı satışa çıkarılması fiyat politikalarının da basın işletmeleri için
farklı işlemesine neden olmaktadır. Basın işletmesi için fiyatlandırma; işletmenin
kendi maliyet yapısından çok ekonominin durumu, rekabet derecesi, pazar payı gibi
işletme dışı etkenlere bağlı olunması nedeniyle karmaşık bir sorun olarak ortaya
çıkmaktadır (Özkan, 1989: 99). Gazete fiyatlama stratejisi, hem karı maksimuma
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
26
D. Gürkan
çıkarma ya da maksimum satış hacmine ulaşma, hem de pazar payını maksimize
etmelidir (Fink, 1988: 199).
Günlük gazetelerin satış fiyatı genellikle birim maliyetinden daha düşük
düzeyde tespit edilir. Gazetenin maliyet fiyatı ile satış fiyatı arasındaki bu dengesiz
yapı gazetelerin sadece satış gelirleriyle yaşamalarını imkansız hale getirmektedir
(Atılgan, 1993:234). Temelde fikri ürün olan gazete, ekonomik ürün olarak değer
kazanmakta ve fikri olandan çok ekonomik olana yönelerek, zihinsel bir dönüşüme
zemin hazırlamaktadır. Okuyucudan çok reklamverenin sözcülüğünü yapan gazete
böylece kendi ekonomik geleceğini güvence altına almaktadır (Topçuoğlu, 1996:
219).
Basın sektöründe üretilen ürün büyük altyapı yatırımları ve pahalı teknolojiyi
gerektirmekte, dolayısıyla yüksek başlangıç maliyetleri söz konusu olmaktadır.
Basılan kopya sayısı değişse de, basın işletmesi aynı sayıda fikir işçisini
çalıştırmakta, gazetenin haber ve reklam içeriğini oluşturmakta ve gazeteyi baskıya
hazır hale getirmektedir.
Gazetelerin maliyetleri finansal kaynak ihtiyacında etken olmaktadır. Bu
yüzden basın işletmelerinin finansal özelliklerini belirlerken basın işletmelerinin
maliyet yapısı dikkate alınmalıdır. Gazetelerin maliyetleri genel olarak;
hammaddelerin toplanması (bilgi, haber), bunların hazırlanması, yayınlanması ve
dağıtılması aşamalarını kapsayan bir süreç sonunda belirlenir(Söylemez, 1998:46).
Bu süreçte, gazetelerin oldukça yüksek “ilk kopya” maliyetleri ile karşı karşıya
kalınır.
Basın işletmesinin maliyetlerini entelektüel üretim maliyetleri, mal olarak
gazetenin üretim maliyetleri, dağıtım ve satış çabaları maliyetleri olarak
gruplandırmak mümkündür. Gazetenin tasarlanması ve idaresini sağlayan yazıişleri
giderleri ve yönetim giderleri entelektüel üretim giderleri olarak ele alınmaktadır.
Yazıişleri tarafından üretilen hizmetin maddi bir ürün olarak gazeteye
dönüştürülmesi için bina, makine, donanım, hammadde, teknoloji ve insan gücüne
ihtiyaç duyulmakta, bunlar da üretim maliyetlerini oluşturmaktadır. Diğer yandan
gazetenin dağıtımından kaynaklanan maliyetler ve gazete satışını artırma amaçlı
reklam ve promosyon giderleri de diğer maliyet unsurları olarak karşımıza
çıkmaktadır (Gürkan, 2003:31).
Basın işletmelerinin ana girdisini oluşturan kağıdın da gazetenin maliyeti
açısından önemli bir yeri bulunmaktadır. Türkiye’de bir gazete yaklaşık maliyet
harcamalarının %20 kadarını kağıda ayırmaktadır(Dai,2008: 273). Ülkemizde uzun
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
27
yıllar gazete kağıdı yalnız, basın işletmelerinin kağıt ihtiyacını karşılamak amacıyla
kurulmuş olan SEKA tarafından üretilmiştir. Günümüzde basın işletmeleri kağıt
ihtiyaçlarını büyük ölçüde ithal etmektedir.
Basın işletmelerinin ürettiği gazetenin dayanıksız ürün olma özelliğinden
dolayı, okuyucusuna kısa sürede ulaşma gerekliliği, bu işletmelerin dağıtım
organizasyonunu da önemli hale getirmektedir. Dağıtım bir gazetenin ortaya çıkış
sürecinde son derece hassas ve karmaşık bir aşamayı teşkil etmekte; hızlılık,
düzenlilik, yararlılık ve yayının toplu halde sevk ve idaresinin (elde kalanlar için
iade dahil) son derece katı zorunlulukları ve gayet sıkı kontrol edilen maliyet
koşullarındaki her türlü unsuru bağdaştırmak zorundadır (Fillion, 1992: 277).
Dağıtım kanallarını doğru belirleyemeyen ve düzgün çalıştıramayan bir
işletme, tüketiciye zamanında ulaşamayacağı için rekabet avantajı elde etmesi güç
olacaktır (Sayılgan, 2004:66). Sağlam bir alt yapılanmaya sahip dağıtım, aynı
zamanda üretim planlamasına da katkı sağlayacaktır. Çünkü dağıtım neticesinde
aynı zamanda iade oranı ve beraberinde dağıtım ile ilgili masraflar da netlik
kazanacaktır (Dündar, 2006:76).
Basın sektörü kitlesel piyasaya yönelik bir dağıtım stratejisi gerektirdiği için
bir dağıtım organizasyonu kurmak zorundadır. Ancak böyle bir organizasyonun
maliyeti çok yüksektir. Bu nedenle basın sektöründeki işletmeler birlikler
oluşturarak maliyetleri ortak bölüşmeyi ve en az maliyetle bu iş içinden çıkmak
istemektedir (Sayılgan, 2005: 76). Dağıtım şirketlerinin gazete dağıtımlarında
bıraktıkları kar marjı, birim gazetede yüzde 12,5’tur. Karın yüzde 5,5’u tali bayiye,
yüzde 7 civarı başbayiye bırakılır (Dursun, 1999: 213).
Maliyetleri üzerinde durulan basın işletmelerinin başlıca gelir kaynaklarını
ise, ticari gelirler ve devletin basına sağladığı yardımlar olarak ele almak
mümkündür. Ticari gelirler genel olarak gazete satışlarından elde edilen gelir ve
ilan-reklam gelirlerinden oluşmaktadır. Bunların dışında çok büyük bir gelir kaynağı
olmamakla birlikte basın işletmelerinin baskı makinelerinin kiraya verilerek atıl
kapasitenin değerlendirilmesi ve hurda kağıt ve iade gazetelerin satışından elde
edilen gelirler gibi diğer ticari gelirler de söz konusudur. Devletin basına sağladığı
yardımlar ve kolaylıkları ise, sübvansiyonlar, resmi ilan ve reklam yardımı, yatırım
teşvikleri ve diğer kolaylıklar şeklinde sıralayabiliriz.
“Birçok sayıda teşvik verme yöntemi bulunmaktadır. En çok rastlanılan
kaynak kullanımını destekleme primi ve fon kaynaklı kredilerdir. Kaynak
kullanımını destekleme primi hibe şeklindedir ve geri ödemesi yoktur. Fon kaynaklı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
28
D. Gürkan
krediler ise düşük faizlerle verilmektedir. 1985’ten itibaren fon kaynaklı kredilerin
teşvik yöntemleri arasında ağırlıklı olarak kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca vergi
muafiyetleri, vergi indirimleri, gümrük muafiyetleri, ulaştırma-haberleşme tarifeleri,
kağıt tahsisleri-tarifeleri, KDV indirimi, Talih Oyunları Yönetmeliği’nde yapılan
istisnalar, Taksitli Satışlar Yönetmeliği’ndeki istisnalar da diğer teşvik
yöntemleridir”(Sayılgan, 2004b: 35).
Basın işletmeleri, tarihsel süreç içinde önemli gelişmeler göstererek büyük
birer sınai kuruluş haline gelmişlerdir. Günümüz koşullarında sektördeki yoğun
rekabet, ileri ve pahalı teknolojinin kullanımı nedeniyle artan maliyetler, en önemli
hammaddesi olan kağıdın temininde ithalata olan bağımlılık, dönem dönem yaşanan
ekonomik bunalımlar, bu işletmelerin ayakta kalma mücadelesinde güçlü bir
finansal yapıya sahip olmalarını gerekli kılmıştır (Dai, 2008: 1).
Basın sektöründe yoğun teknoloji kullanımın zorunluluğu ve bunun yüksek
maliyetlerle gerçekleştirilebilmesi, başlangıç maliyetlerinin yüksek olması, ölçek
ekonomisinden yararlanılması ve şirketler arası birleşmeler piyasa yapısını
belirlemektedir. Türkiye’de basın sektöründe bugün karşı karşıya bulunduğumuz
durum oligopolleşmenin varlığını göstermektedir. Basın sektörünü oluşturan
oligopolist piyasalarda firmalar genellikle varlıklarını sürdürmek, karlarını artırmak
ve piyasaya girecek olan potansiyel rakiplerini engellemek gibi amaçlara sahiptirler
(Sayılgan, 2005:71). Ancak günümüzde oligopol şartları içinde çalışan firmaların
sayılarının azalarak hacimlerinin çok büyümesi, açık bir tekelleşme eğilimi olarak
kabul edilmektedir (Görgülü, 1991: 11).
Basın sektöründe piyasaya giriş engellerinin yüksek oluşu, yatırımların
sermaye yoğun olması, ölçek ekonomilerinin etkileri ve basın işletmeleri arasında
yaşanan yatay ve dikey birleşmeler sektörün içinde bulunduğu yapıyı
desteklemektedir. Günümüz basın işletmeleri baskı makinelerinin atıl kalmaması
adına birden fazla gazete ve dergi yayınlamakta, spor, magazin, otomotiv gibi farklı
alanlarda ekler çıkartmaktadır. Bu durum ölçek ekonomilerinden yararlanan büyük
işletmelere avantaj sağlarken, piyasaya girmek isteyenlere de bir engel
oluşturmaktadır. Yine gazetelerin gerek basım gerekse dağıtım aşamasının yüksek
sabit maliyetle gerçekleşmesi sektörde dikey birleşmelere zemin hazırlamaktadır. Bu
da dikey birleşmeye giden işletmelere üretim ve dağıtım süreçlerinde rekabet
üstünlüğü sağlamaktadır.
Basın işletmeleri en az maliyetle en fazla kar dengesini kurabildikleri ölçüde
başarı sağlarlar. Basın işletmelerinin finansal yapısı ve gücü rekabet avantajı
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
29
yaratacak birçok temel kriter için kaynak oluşturur. Finansal güç, işletmenin
varlıkları, likiditesi, borçları, borçlarını ödeyebilme gücü, toplam borçlarının
sermayesine oranı gibi daha da çoğaltılabilecek pek çok kriterin genel bir sonucunu
ifade etmektedir (Sayılgan, 2004a: 66).
İşletmelerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri ve gelişebilmeleri finansal
durumlarına bağlı olup, bunu gerçekleştirmek için ise, fon sağlama ve bu fonları
etkili ve verimli bir biçimde kullanım çabası göstermeleri gerekmektedir. Bu çabalar
finansal yönetimin görevidir. İşletmelerde finansal yönetim iki temel sorunla
karşılaşmaktadır: İlki; işletme hangi varlıklara ve ne kadar yatırım yapmalıdır?
İkincisi ise yatırım için gerekli fonlar hangi kaynaklardan sağlanmalıdır? Bu
sorulara yanıt ararken finansal yönetim firmanın pazar değerini maksimum kılacak
yatırım ve finansman kararları almaya çalışır(Berk, 1995: 8). Yatırım kararları ve
finansman kararları ise, işletmenin finansal amaçları ışığında belirlenir.
Yatırım kararları hangi iktisadi varlığa ve ne tutarda yatırım yapılacağı ile
ilgilenirken, finansman kararları bu varlık toplamı ve bileşimini elde etmek için
gerekli fonların hangi kaynaklardan ve hangi süreyle sağlanacağını belirlemeye
yönelik kararları içermektedir.
Finansmanı; bir işletmenin kurulabilmesi, işletilebilmesi ve geliştirilebilmesi
için fon ihtiyacının karşılanması olarak tanımlamak mümkündür. İşletmelerin
varlığını, hemen paraya çevrilebilir ya da çevrilemez olma özelliğiyle dönen ve
duran varlıklar oluşturmaktadır. İşletmenin faaliyet sürecinde paraya çevrilmeyen,
işletmenin üretim gücünü ve büyüklüğünü de bir anlamda belirleyen duran varlıklar
sabit sermaye olarak da adlandırılmakta olup, arazi, bina, makine gibi maddi sabit
varlıkları, marka, patent hakkı gibi maddi olmayan varlıkları, iştirakleri, uzun süreli
alacakları ve fonları kapsamaktadır. Dönen varlıklar ya da diğer bir deyişle işletme
sermayesi ise, nakit veya işletmenin faaliyeti sırasında bir yıl içinde paraya
çevrilebilir ve kullanılabilir varlıkları ifade etmektedir.
Basın işletmelerinde yoğun teknoloji kullanımı sabit varlıklara yatırılan
sermaye miktarını etkilediğinden, sabit varlıklara yatırılan sermayenin fazlalığı
fonların atıl kalmasına neden olabilmektedir. Bu yüzden basın işletmelerinin
sermaye miktarının tespiti önem kazanmaktadır.
İşletmelerin finansal yapısı sahip oldukları sermaye miktarı ve sermayenin
oluşma biçimini ifade etmekte olup, sermaye kaynağına göre öz sermaye ve dış
kaynak sermayesi (borçlar) olarak gruplandırılır. İşletme, sahip ve ortaklarından
(esas sermaye kaynakları), kendi (öz) kaynaklarından (oto finansman) ve üçüncü
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
30
olarak da, dış kaynaklardan (üçüncü şahıslardan) para sağlar. Eğer bu üç kaynaktan,
miktar bakımından bol, maliyet bakımından ucuz, geri ödeme koşulları bakımından
kolay, nihayet güvence bakımından en az masrafla para sağlanabiliyorsa, işletmenin
mali (finansal) gücünün yerinde olduğu söylenebilir (Atılgan, 1992:323-4).
Basın işletmelerinde hızlı ve kaliteli yayınlar yapabilmek için yeni iletişim
teknolojilerinden yararlanmak ve önemli ölçüde büyük sermayenin finans gücüyle
karşılanabilen pahalı teknoloji yatırımlarına mali kaynak sağlarken işletmenin
ihtiyacı olan öz ve yabancı kaynak dengesini en uygun koşullarda oluşturmak
gerekir (Dai,2008:1).
Günümüzde medya alanında çalışan işletmeler, genellikle üretimlerini liberal
piyasa mekanizmasının ilke ve kurallarına bağlı olarak yapmaktadır. İşletme
yönetimi, mevcut rekabete dayanmak ve işletmenin amaçlarına ulaşmak için
işletmenin olanaklarına bağlı olarak değişik yatırım ve finansal kararlar alarak kimi
risklere girebilmektedir. Kar ve risk dengesini optimal düzeyde tutmak için
teknolojik olanaklar ölçüsünde, örgütsel değişiklikler, üretim, dağıtım ve tüketim
süreçlerine ilişkin karar ve stratejiler geliştiren işletme yönetimi; verimlilik, yüksek
kar ve düşük maliyetle rekabet olanaklarını geliştirme arayışına girmektedir (Baytar,
2006:6). Bugünün dünya düzenini yönlendirdiği öngörülen kapitalist sistemin
kurallarının geçerli olduğu bir ortamda, yazılı basın işletmeleri de dahil olmak üzere
bütün ekonomik ünitelerin finans gücü olmaksızın hayatlarını devam ettirmeleri
mümkün değildir(Güneri Fırlar ve Dündar, 2002:52).
B. BASIN İŞLETMELERİNİN FİNANSAL YAPISININ ANALİZİ:
İşletmelerin finansal durumunu görebilmek, bu işletmelerin dönemsel
finansal raporlarını incelemek yoluyla mümkün olmaktadır. Dönemsel finansal
raporlar, işletme dışı çevrelerin işletme hakkında finansal bilgi almasını sağlayan
temel bir araç niteliği taşımaktadır. Bu çalışmada da basın işletmelerinin finansal
durumu onların dönemsel finansal raporlarının analiziyle açıklanmaya
çalışılmaktadır.
Her faaliyet dönemi sonrası işletmelerin yayınladığı faaliyet raporlarında, bu
işletmelerin finansal durumunu gösteren finansal tablolar yer almaktadır. Bu
tablolardan, işletmenin varlıkları ve bunların hangi kaynaklardan sağlandığını, belli
bir dönemde elde ettiği gelirleri ve katlandığı maliyet ve giderleri görmek mümkün
olmaktadır.
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
31
1. Amaç ve Yöntem
Araştırmada Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ile Doğan Gazetecilik
A.Ş.’nin finansal tablolarının analizi yapılarak, bu basın işletmelerinin finansal
yapısı incelenmektedir. Yapılan araştırma ile, seçilen basın işletmelerinin finansal
tabloları aracılığıyla, işletmelere sağlanan fonların kaynaklarına, bu kaynakların
nasıl kullanıldığına ve hangi varlıkların edinildiğine ilişkin bilgilere ulaşılmaktadır.
Finansal analiz tekniklerinden yararlanarak, söz konusu işletmelerin iç ve dış
kaynaklardan sağladığı fonları kullanma alanlarına göre değerlendirmek, yani
finansal durumlarını mevcut şartlar altında incelemek, bu işletmelerin finansal
yapılarının sermaye kaynakları ve bunların aktif varlıklara dağılışı bakımından
yeterli olup olmadığını ve faaliyet sonuçlarının verimliliğini saptamak
amaçlanmaktadır.
Bu amaca ulaşmak için bilanço ve gelir tablolarından
yararlanılmaktadır. Bilanço bir işletmenin belli bir tarihte sahip olduğu varlıklar ile
bu varlıkların sağlandığı kaynakları gösterirken (Usta, 2005: 67), gelir tablosu
işletmenin belli bir dönemde elde ettiği tüm gelirler ile aynı dönemde katlandığı
bütün maliyet ve giderleri ve bunların sonucunda işletmenin elde ettiği dönem net
karını veya dönem net zararını kapsamaktadır(Tokaç, 2005:24).
Araştırmada 2009 ve 2008 yılı finansal tabloları veri olarak alınırken küresel
ekonomik krizin basın işletmelerinin gelir ve gider kalemlerinde ve finansmanında
olumsuz etkileri olabileceği düşünülmüş, ancak 2007 yılı verilerinin de kullanılması
ile krizden önceki durumun tespit edilebileceğine karar verilmiştir.
Araştırmada Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve Doğan Gazetecilik
A.Ş.’nin 2009, 2008 ve 2007 yılına ait bilanço ve gelir tabloları dikey analiz ve
rasyo yöntemi ile analiz edilmiştir. Böylece dikey analizle “bütün” içerisinde bazı
kalemlerin ağırlıkları, rasyo yöntemiyle ise bazı kalemler arasındaki anlamlı ilişki
ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Gerekli yerlerde finansal tablolara ilişkin açıklayıcı
dipnotlardan yararlanılmıştır.
Finansal analiz ya da mali analiz olarak adlandırılan analiz yöntemi, finansal
tablolarda yer alan çeşitli kalemler arasında karşılaştırmalar, yüzdeler ve rasyolar
yoluyla ilişkiler kurmak, bu ilişkilerin ölçülmesini ve yorumlanmasını yapmak
yoluyla gerçekleşmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
32
2. Araştırma Evreni ve Sınırlılıklar
Bu çalışmada Türkiye’de gerek satış gerekse ilan gelirleri açısından pazarı
büyük ölçüde kontrol etmeleri, halka açılmış olmaları ve bu nedenle finansal
tablolarına ulaşılabilmesi nedeniyle Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve
Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin finansal analizinin yapılması uygun görülmüştür.
Araştırmada incelenen basın işletmelerinin holding çatısı altında faaliyet
gösteren, ulusal çapta yayın yapan ve yüksek tirajlı gazeteleri çıkartan işletmeler
olması, dolayısıyla sektördeki küçük ve orta ölçekli işletmelerin finansal yapısını
temsil etmemesi bir sınırlılık olarak görülebilir. Ancak Basın İlan Kurumu’nun
verilerine göre 2008 yılında Türkiye genelinde gazete tiraj ortalaması 5.065.000 adet
olarak açıklanmış, araştırmaya konu olan basın işletmelerinin çıkardığı gazeteler
toplam satışların %36,7’sini oluşturmuştur.
Tablo 1. 2008 Yılı Gazete Satışları
Net Ortalama Günlük Satış Adetleri
Hürriyet
Milliyet
Posta
Radikal
Fanatik
Vatan
TOPLAM
2008
518.000
227.000
632.000
43.000
233.000
207.000
1.860.000
Reklamcılar Derneği tarafından 2008 yılında gazetelere yapılan reklam
yatırımı toplamı ise 952,08 milyon YTL. olarak açıklanmış, 2008 yılı verilerine göre
araştırmaya konu olan basın işletmeleri toplam gazete reklam gelirlerinin yaklaşık
%61’ini elde etmiştir. Bunun yanı sıra, incelenen işletmelerin aktif
büyüklüğüne(varlıklar) ve gelir-gider kalemlerine bakıldığında incelenen basın
işletmelerinin sektörü temsil ettiği söylenebilir.
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
33
Tablo 2. 2008 Yılında Reklam Pastasından Bazı Gazetelerin Aldığı Pay
Gazete
Toplamdan Aldığı
Pay(%)
39,00
16,00
8,50
8,00
5,00
5,00
4,00
1,50
1,20
1,20
1,00
0,90
Reklam Geliri (Milyon
TL)
386
158
84
79
50
49
39
14
12
12
10
9
Hürriyet
Sabah
Milliyet
Posta
Zaman
Akşam
Vatan
Cumhuriyet
Star
Türkiye
Yeni Şafak
Radikal
3. Bulgular ve Yorum
3.1. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 1960 yılında kurulmuş ve
Türkiye’de tescil edilmiştir. Gazetecilik, matbaacılık, reklam, ilancılık ve internet
yayıncılığı alanlarında faaliyet gösteren şirketin İstanbul, Ankara, İzmir, Adana,
Antalya, Trabzon ve Almanya’da olmak üzere 7 merkezde basım tesisi
bulunmaktadır. 31 Aralık 2008 tarihi itibariyle hissedarların yapısı Tablo 3’deki
gibidir.
Tablo 3. Hürriyet Gazetecilik A.Ş. Ortaklık Yapısı
Doğan Yayın
Doğan Holding
Halka arz edilen
(diğer)
TOPLAM
2008
305.624.000
23.920.000
130.456.000
Pay(%)
66,44
5,20
28,36
2007
253.484.100
167.515.900
Pay(%)
60,21
39,79
460.000.000
100
421.000.000
100
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
34
Şirket 29 Mart 2007 tarihinde Bağlı Ortaklıklarından Hollanda’da yerleşik
Hürriyet Invest B.V. vasıtasıyla, Trader Media East Limited (TME) şirketinin
%67.30 hissesini satın almıştır. TME başta emlak, otomotiv ve insan kaynakları
olmak üzere, çıkardığı günlük ve haftalık gazeteler, dergiler ve internet siteleri
vasıtasıyla sektörel seri ilan yayıncılığı yapmakta olup; başta Rusya olmak üzere
Doğu Avrupa ülkelerinde faaliyette bulunmaktadır. Hürriyet’in hisselerini büyük bir
bölümü, Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş.’nin bünyesinde kurulmuş olan Doğan
Yayın Holding A.Ş.’ye (Doğan Yayın) aittir.
Tablo 4. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Bağlı Ortaklıklar
Bağlı ortaklıklar
Ülke
Faaliyet Konusu
Hürriyet Medya Basım
Hizmetleri ve Ticaret
A.Ş.
Doğan Ofset Yayıncılık
ve Matbaacılık A.Ş.
Yenibiriş İnsan
Kaynakları Hizmetleri
Danışmanlık ve
Yayıncılık A.Ş.
Referans Yayın Dağıtım
ve Kurye Hizmetleri
A.Ş.
Doğan Daily News
Gazetecilik ve
Matbaacılık A.Ş.
Emlaksimum
Elektronik Yayıncılık
ve Ticaret A.Ş.
TME Teknoloji Proje
Geliştirme ve Yazılım
A.Ş.
Hürriyet
Zweigniederlassung
GmbH.
Hürriyet Invest B.V.
Trade Media East
Limited
Türkiye
Basım ve İdari
Hizmetler
Türkiye
Dergi ve Kitap
Basım
İnternet
Yayıncılığı
Güz 2009, Sayı:29
Türkiye
Şirket ya da Bağlı
Ortaklıklarının
Oy Hakları(%)
99,99
99,89
100,00
Türkiye
Dağıtım ve
Kurye Hizmetleri
Türkiye
Gazete
Yayıncılığı
94,25
Türkiye
İnternet
Yayıncılığı
98,41
Türkiye
Yazılım
Hizmetleri
100,00
Almanya
Gazete Basım
100,00
Hollanda
Jersey
Yatırım
Yatırım
100,00
67,30
100,00
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
35
Tablo 5. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. İştirakler
İştirakler
Ülke
Faaliyet Konusu
Doğan Media
Yaysat
DYG İlan
Almanya
Türkiye
Türkiye
Yayın ve İlan (Avrupa)
Dağıtım
Reklam
Şirket ya da Bağlı
Ortaklıklarının
Oy Hakları(%)
44,42
25,00
20,00
Şirket Sermaye Piyasası Kurulu’na (SPK) kayıtlı olup 1992 yılından itibaren
şirketin hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) işlem
görmektedir. Şirket sermayesinin %40’ı İMKB’de dolaşımda bulunmaktadır.
TME’nin hisselerinin %25.02’si GDR olarak Londra Borsası’nda işlem görmektedir.
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin bağlı ortaklıkları ve iştirakleri Tablo 4
ve Tablo 5’de verilmektedir.
3.1.1. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin Bilanço ve Gelir
Tablolarının Dikey Analizi
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin bilançoları yüzde yöntemiyle
analiz edildiğinde 2008 ve 2009 yıllarında, aktif yapı içinde dönen varlıkların %31
civarında, duran varlıkların %68-69 payı olduğu görülmektedir. 2007 yılına göre
dönen varlıklarda %7 oranında artış yaşanmıştır.
Tablo 6. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007
Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Aktif ve Pasifler
AKTİF
DÖNEN VAR.
DURAN VAR.
TOPLAM
PASİF
Kısa V. Borç
Uzun V. Borç
ÖZSERMAYE
TOPLAM
30.09.2009
(Bin TL)
2008
(Bin TL)
2007
(Bin TL)
%2009
%2008
%2007
581.241
1.331.643
1.912.884
649.946
1.394.403
2.044.349
441.617
1.380.788
1.822.405
30,4
69,6
100
31,8
68,2
100
24,2
75,8
100
365.808
591.799
955.277
1.912.884
374.320
783.830
886.199
2.044.349
174.541
794.038
853.826
1.822.405
19,12
30,94
49,94
100
18,5
38,7
42,8
100
9,6
43,5
46,9
100
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
36
İşletmenin dönen varlıklarının dağılım yüzdeleri incelendiğinde, şirketin
nakit ve nakit benzerleri ile ticari alacaklar kalemlerinin dönen varlıklar içinde
büyük bir yüzde ile yer aldığı görülmektedir. Nakit ve nakit benzerleri şirketin
eldeki ve banka hesaplarındaki hazır değerleridir. Geçmiş yıla göre nakitin artması,
ticari alacakların azalması işletmenin kredili satışlardan alacaklarını zamanında
tahsil edebildiğini göstermektedir.
Tablo 7. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007
Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Aktifler
30.09.2009
(Bin TL)
AKTİF
DÖNEN VAR.
Nakit ve nakit benzerleri
Finansal yatırımlar
Ticari alacaklar
Diğer alacaklar
Stoklar
Diğer dönen varlıklar
DURAN VAR.
Ticari alacaklar
Diğer alacaklar
Finansal yatırımlar
Özkaynak yönt. değerlenen yat.
Yatırım amaçlı gayrimenkuller
Maddi duran varlıklar
Maddi olmayan duran var.
Şerefiye
Ertelenmiş vergi varlığı
Diğer duran varlıklar
TOPLAM
581.241
333.540
17.747
177.004
2.569
19.980
30.402
1.331.643
0
697
4.813
9.082
20.629
515.576
545.662
227.129
5.874
2.182
1.912.884
2008
(Bin TL)
649.946
370.326
0
186.926
16.693
23.451
52.552
1.394.403
7.348
301
4.995
316
21.977
529.130
581.187
236.450
4.390
8.308
2.044.349
2007
(Bin TL)
441.617
137.939
2.094
222.307
6.232
26.187
46.859
1.380.788
0
124
6.186
4.380
12.692
552.835
558.637
236.129
6.645
3.159
1.822.405
%2009
%2008
%2007
30,4
17,4
0,9
9,3
0,1
1,1
1,6
69,6
0
0,04
0,2
0,4
1,0
26,9
28,5
11,8
0,3
0,1
100
31,8
18,1
0
9,1
0,8
1,2
2,6
68,2
0,4
0,01
0,3
0,01
1,08
25,9
28,4
11,5
0,2
0,4
100
24,2
7,6
0,1
12,2
0,3
1,4
2,6
75,8
0
0,007
0,3
0,2
0,7
30,3
30,6
13,0
0,4
0,2
100
Duran varlıkların dağılım yüzdeleri incelendiğinde maddi duran varlıklar
dikkat çekmektedir. Maddi duran varlıklar arsa, bina, makine gibi fiziki varlık
kalemleri olup, işletmenin faaliyet raporunda 1997-2008 yılları arasında yaptığı
yatırım harcamalarının(404 milyon ABD doları) %63’ü makine, %16’sı arsa, %15’i
bina, %6’sının diğer yatırımlara ait olduğu belirtilmiştir. Şirketin maddi olmayan
duran varlıklarının payı da yüksektir. Bunlar, herhangi bir fiziksel varlığı
bulunmayan ve işletmenin belli bir şekilde yararlandığı yada yararlanmayı beklediği
aktifleştirilen giderler ile belli koşullar altında hukuken himaye gören haklar ve
şerefiyelerin işlendiği hesap grubudur (Tokaç, 2005:256). İmtiyaz, patent, lisans,
ticari marka gibi haklar bu bilanço kalemi içinde yer almaktadır. Ayrıca örneğin
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
37
işletmenin yeni bir şube açması, işlerini genişletmesi ve karşılığında maddi bir değer
elde edilmeyen giderlerinin aktifleştirilmesi bu hesaplarla gösterilmektedir.
Tablo 8. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007
Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Pasifler
PASİF
KISA V.BORÇ
Finansal borçlar
Diğer finansal borçlar
Ticari borçlar
Diğer borçlar
Dönem karı vergi yük.
Borç karşılıkları
Diğer kısa vadeli borçlar
UZUN V.BORÇ
Finansal borçlar
Diğer finansal borçlar
Diğer borçlar
Kıdem tazminatı karşılığı
Ertelenmiş vergi yüküm.
Diğer uzun vadeli borçlar
ÖZSERMAYE
Ana ortaklığa ait
özkaynaklar
Ödenmiş sermaye
Sermaye düzeltmesi farkları
Yabancı para çevrim farkları
Kardan ayrılan kısıt. yedekler
Geçmiş yıllar karları
Net dönem zarar/karı
Azınlık payları
TOPLAM
30.09.2009
(Bin TL)
2008
(Bin TL)
2007
(Bin TL)
%2009
%2008
%2007
365.808
243.767
12.575
41.057
17.261
7.338
24.054
19.757
591.799
438.601
5.292
185
13.210
134.440
71
955.277
374.320
275.661
13.686
45.024
15.568
2.160
6.732
15.489
783.830
627.938
6.043
11.745
137.531
384
886.199
174.541
59.744
0
45.082
21.126
26.864
5.148
16.578
794.038
605.196
17.850
189 146
10.115
159.930
801
853.826
19,1
12,7
0,7
2,1
0,9
0,38
1,2
1,03
30,9
22,9
0,27
0,009
0,7
7,02
0,003
49,9
18,5
13,5
0,7
2,2
0,8
0,1
0,3
0,8
38,7
30,7
0,3
0,009
0,6
6,7
0,01
42,8
9,6
3,3
0
2,4
1,2
1,5
0,3
0,9
43,5
33,2
0,9
0,008
0,6
8,8
0,04
46,9
834.296
552.000
77.199
(18.643)
27.717
191.092
4.931
120.905
1.912.884
753.058
460.000
77.199
(2.950)
27.310
229.592
(38.094)
133.142
2.044.349
743.243
421.000
77.199
(50.858)
22.517
179.198
94.187
110.582
1.822.405
43,6
28,8
4,03
(0,9)
1,4
9,9
0,2
6,3
100
36,8
22,5
3,8
0,1
1,3
11,2
1,9
6,0
100
40,8
23,1
4,2
2,8
1,2
9,8
5,1
6,1
100
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin kullandığı finansal kaynakların
izlendiği pasif kalemleri incelendiğinde ise, özsermayenin %45 civarı olduğu
görülmektedir. Genel standartlar dikkate alındığında öz sermayenin %50’nin
üzerinde olması güçlü bir mali yapıyı göstermektedir.
Dönen varlıklarla kısa vadeli borçlar karşılaştırıldığında dönen varlıkların
aktif içindeki yüzdesinin(%31.8) kısa vadeli borçların pasif içindeki
payından(%18.5) daha fazla olduğu görülmektedir. Bu işletmenin net çalışma
sermayesinin yeterli olduğunu göstermektedir. Net çalışma sermayesinin pozitif
olması işletmenin lehine bir durumdur. Aksi durumda işletme likidite sıkıntısına
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
38
düşerek kısa vadeli borçlarını zamanında ödeyememe riskine girer. İşletmenin kısa
vadeli borçları 2008-2009 itibariyle %8-9 civarında artmıştır. Bunun büyük bölümü
finansal borçlardan kaynaklanmaktadır.
İşletme yabancı kaynaklarla finansmanında daha çok uzun vadeli borçlara yer
vermektedir. Uzun vadeli borçlar içinde de finansal borçlar önemli bir yer
almaktadır. 2008 ve 2009 yılında önceki yıla oranla uzun vadeli borçlarda %5 ve %8
azalma olmuştur.
Satış Gelirleri
Satışların Maliyeti(-)
Brüt Kar/Zarar
Pazarlama, satış, ve dağıtım
giderleri(-)
Genel yönetim giderleri(-)
Diğer faaliyet gelirleri
Diğer faaliyet giderleri(-)
Faaliyet Kârı/Zararı
Özkaynak yönt. değer.
yatırımların kar/zarardaki
paylar
Finansal gelirler
Finansal giderler(-)
Sürdürülen faaliyetler vergi
öncesi kar/zarar
Dönem vergi gideri(-)
Ertelenmiş vergi geliri
Net Kâr/Zarar
2007(%)
2008(%)
2009(%)
2007 (Milyon
TL)
2008
(MilyonTL)
30.09.2009
(MilyonTL)
Tablo 9. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007 Yılları
Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Gelir Tablosu
578.9
(370.8)
208.1
998.4
(595.8)
402.6
897.6
(531.8)
365.8
100
64,1
35,9
100
59,7
40,3
100
59,2
40,8
(54.6)
(109.9)
2.8
(28.0)
18.3
(118.8)
(204.6)
22.7
(24.3)
77.6
(113.2)
(134.9)
8.0
(15.0)
110.6
9,4
18,9
0,4
4,8
3,1
11,9
20,5
2,3
2,4
7,8
12,6
15,0
0,9
1,7
12,3
(7.5)
(8.8)
(20.9)
1,2
0,9
2,3
131.2
(127.8)
106.9
(264.5)
132.8
(69.5)
22,6
22,1
10,7
26,5
14,8
7,7
14.2
(13.9)
(0.3)
(60)
(88.7)
(24.4)
32.6
(21.3)
152.9
(52.0)
4.3
103.5
2,4
2,4
0,1
10,3
8,9
2,4
3,2
2,1
17,0
5,8
0,5
11,5
İşletmenin gelir tablosuna bakıldığında şirketin maliyetleri net satışların
yaklaşık %59’unu oluşturmaktadır. 2009 yılı itibariyle bu oran %64’e kadar
çıkmaktadır. Brüt satış karlılığı ise yaklaşık %40’tır. Yıl sonu net kar durumuna
bakıldığında işletmenin 2008 ve 2009 yılında zarar ettiği görülmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
39
İşletmenin satış gelirleri incelendiğinde, toplam satış gelirlerinin %66’sından
fazlasını reklam gelirlerinin oluşturduğu, tiraj gelirlerinin ise %11-12 civarında payı
olduğu görülmektedir.
Tablo 10. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Satış Gelirleri ve Satış
Maliyetleri(Milyon TL)
Satış gelirleri
Reklam gelirleri
Tiraj gelirleri
Diğer gelirler
Satışların maliyeti
Hammadde maliyetleri
Kağıt
Baskı ve mürekkep
Diğer
Personel giderleri
Amortisman ve itfa payları
Komisyonlar
Nakliye,depolama, seyehat
Ajans haber alma giderleri
Diğer
2008
2007
2008(%)
2007(%)
667.4
109.8
221.2
998.4
594.5
107.7
195.4
897.6
66,8
11,0
22,1
100
66,2
12,0
21,8
100
274.1
176.8
76.3
21.0
177.3
44.5
30.1
9.0
8.4
52.4
595.8
244.8
169.0
55.5
20.3
142.5
42.6
24.8
8.3
8.3
60.5
531.8
46,0
29,7
12,8
3,5
29,8
7,5
5,0
1,5
1,4
8,8
100
46,0
31,8
10,4
3,8
26,8
8,0
4,7
1,6
1,6
11,4
100
Satışların maliyetleri incelendiğinde ise, hammadde maliyetleri toplam
maliyetin %46’sını oluşturmaktadır. Bunun %30 gibi önemli bir bölümü ise kağıt
maliyetidir. Personel giderleri de kağıda yakın bir gider kalemi olarak karşımıza
çıkmaktadır.
3.1.2. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin Rasyo Analizi
Şirketin son üç yıllık mali yapı ve karlılığına ilişkin oranlar Tablo 10’da yer
almaktadır. İşletmenin likidite durumunu ölçen oranlar; cari oran, asit test oranı ve
nakit oranı olmaktadır. Likidite oranları, firmanın kısa süreli borçlarını ödeme
gücünü ölçmek, işletme sermayesinin yeterli olup olmadığını saptayabilmek için
kullanılmaktadır (Akgüç, 1998: 23).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
40
Tablo 11. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Mali Rasyolar ve Kârlılık
Likidite Oranları
Cari oran
Asit test oranı
Nakit oran
Mali Yapı Oranları
Borç/Özsermaye
K.V.Borç/Toplam Borç
Borç/Aktif Toplamı(Kaldıraç oranı)
K.V.Borç/Pasif Toplamı
Kar/Zarar Oranları
Net kar/Net satışlar(Satışların karlılığı)
Net kar/Özsermaye(Özsermaye karlılığı)
Faaliyet Döngü Oranları
Stok devir hızı
Alacak devir hızı
Toplam varlıklar devir hızı
2009
2008
2007
1,59
1,53
0,91
1,74
1,67
0,98
2,53
2,38
0,79
1,00
0,38
0,50
0,19
1,31
0,32
0,56
0.18
1,13
0,18
0,53
0.09
(0,01)
(0,06)
(0,02)
(0,02)
0,11
0,12
18,56
3,27
0,30
25,40
5,34
0,48
20,30
4,03
0,49
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’de 2 olması yeterli görülen cari
oran 2007 yılında 2,53 iken 2008 yılında 1,74, 2009 yılında 1,59 olarak
hesaplanmıştır. Cari oranın tamamlayıcısı niteliğindeki asit test oranının 1 olması
genelde yeterli sayılmakta, nakit oranın ise 0,20’nin altına düşmemesi
beklenmektedir. Bu durumda üç oran beraber değerlendirildiğinde, işletmenin kısa
süreli borçlarını ödeme gücü olduğu ve işletme sermayesinin yeterli olduğu
söylenebilir.
Mali yapı oranları, işletmenin ne ölçüde borçla finanse edildiğini ve borçla
finansmanının işletme için ne kadar yararlı olduğunu ölçmeye yarar (Ceylan, 2003:
48). Genel olarak %50’nin üzerine çıkmaması beklenen kaldıraç oranı işletmede
%50, %56 ve %53 olarak hesaplanmıştır. Kaldıraç oranının %50’ye yakın olması
işletmenin risksiz finanse edildiğini gösterir. Özsermayenin borçları karşılama oranı
beklenenden yüksek çıkmıştır. İşletme varlıklarının %18’lik bölümünün kısa vadeli
borçlarla finanse edilmesi olumlu bir sonuçtur.
Kar/zarar oranları işletmenin karlılığını ve faaliyetlerinin ne kadar verimli
olduğunu ortaya koymaktadır. İşletme için hesaplanan satışların karlılığı ve
özsermayenin karlılığı oranları 2007 yılında % 11-12 civarında olup 2008-2009
yılında zarar çıkmıştır.
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
41
Faaliyet döngü oranları işletmelerde kullanılan varlıkların performansını
analiz eden oranlardır. Bu oranlar, alacakların kalitesi, stokların stoklarda ne kadar
kaldığı, üretimde kullanılan varlıkların, faaliyetlerinin devamı için kapasitenin
yeterli olup olmadığını ifade eder (Ergül, 2004: 45). İşletmenin alacak devir hızı
önceki yıl 4,03’ken 2008 yılında 5,34 olarak hesaplanmıştır. Alacak devir hızındaki
artış, işletmenin alacaklarını tahsil edebildiği konusunda iyi bir gösterge olmaktadır.
Alacakların ortalama tahsilat süresi 89 günden 67 güne düşmüştür. Ancak 2009 yılı
dokuz aylık verilerine göre tekrar bir düşüş söz konusu olmaktadır. Stok devir hızı
stokların bir yıl içinde kaç kez satışlara dönüştüğünü gösterir (Ceylan, 2003: 57).
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’de stok devir hızı 20.3’den 25.4’e
yükselmiştir. Bu artış olumlu olarak değerlendirilmektedir. Bu oran stokların 14
günde bir yenilendiğini göstermektedir. 2009’da yine bir düşüş ortaya çıkmıştır.
Toplam varlıklar devir hızı, işletmenin aktif varlıklarının kaç katı satış yaptığını
göstermektedir. İşletmenin toplam varlıklar devir hızı son iki yıl için 0,5 civarında
hesaplanmıştır. 2009 yılı 9 aylık verilere göre 0,3’e düşmüştür.
3.2. Doğan Gazetecilik A.Ş.
Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin temelleri, gazeteci Ali Naci Karacan tarafından 3
Mayıs 1950 yılında Milliyet gazetesiyle atılmış olup, Karacan ailesi 20 Temmuz
1979’da gazeteyi Aydın Doğan’a devretmiştir. 2003 yılı sonunda Milliyet’in Posta,
Radikal, Fanatik gazetelerini çıkaran Simge Yayıncılık ve Dağıtım A.Ş. ile
birleşmesinin ardından Doğan Gazetecilik A.Ş. kurulmuştur.
Tablo 12. Doğan Gazetecilik A.Ş. Bağlı Ortaklıklar
İştirak ve Bağlı ortaklıklar
Ülke
Kemer Yayıncılık ve Gazetecilik A.Ş.
Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş.
Kemer Yayıncılık Pazarlama San. Ve
Tic.A.Ş.
Milliyet Verlags und Handels GmbH.
DYG İlan ve Reklam Hizmetleri A.Ş.
Milliyet Haber Ajansı (Milha)
Birey Seçme ve Değerlendirme
Danışmanlık Ltd.
Milliyet İnternet Hizmetleri ve Ticaret A.Ş.
Türkiye Yatırım
Türkiye Gazete Yayıncılığı
Türkiye İnternet Yayıncılığı
Almanya
Türkiye
Türkiye
Türkiye
Faaliyet Konusu
Gazete dağıtım
İlan, reklam ve pazarlama
Haber ajansı
İnternet hizmetleri
Türkiye İnternet yayıncılığı
İştirak
payı(%)
99,98
99,99
99,96
17,34
50,02
66,99
50,00
99,83
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
42
Grup, Vatan gazetesinin isim ve imtiyaz hakkına sahip Bağımsız Gazeteciler
Yayıncılık A.Ş.’nin sermayesinin %40.16’sını ve Bağımsız Gazeteciler’in
sermayesinde %59.84 oranında paya sahip Kemer Yayıncılık ve Gazetecilik
A.Ş.’nin sermayesini temsil eden paylarının tamamını satın almıştır.
Tablo 13. Doğan Gazetecilik A.Ş. Ortaklık ve Sermaye Yapısı
Ortağın Adı Soyadı ve Ünvanı
Doğan Yayın Holding A.Ş.
Halka Arz
Diğer
Toplam
Sermaye (YTL)
74.147.743
30.303.629
548.628
105.000.000
İştirak Payı (%)
70,62
28,86
0,52
100,00
Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin temel faaliyet alanı, günlük gazetelerle, haftalık,
aylık ve periyodik olarak yayımlanan dergilerin hazırlanması, basın yayın alanıyla
ilgili reklam işlerinin izlenmesi ve gazete, dergi, kitap gibi yayınların dağıtım ve
satış işleridir. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin bağlı ortaklıkları ve iştirakleri Tablo 12 ve
Tablo 13’de yer almaktadır.
3.2.1. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin Bilanço ve Gelir Tablolarının Dikey
Analizi
Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin bilançoları yüzde yöntemiyle analiz edildiğinde
aktif yapı içinde 2008 yılında dönen varlıkların %31.8 duran varlıkların %68.2
olduğu görülmektedir. Önceki yıla göre dönen varlıkların yüzdelerinde %36’lık
düşüş yaşanmıştır. Bu değişim şirketin kasa ve kasa benzerleri kaleminde de kendini
göstermekte, yani işletmenin para mevcudunda önemli bir azalma izlenmektedir.
2009 yılında da nakit sıkıntısı artarak devam etmiştir. Bu durum firmanın yeni
iktisadi varlıklar elde etmesinin ya da zarar etmesinin sonucu olabilir. Dönen
varlıklar içinde ticari alacaklar da %22-24 civarındaki oranla dikkat çekmektedir.
Duran varlıkların yüzdeleri incelendiğinde maddi olmayan duran varlıklarda %22 ve
şerefiye değerlerinde %13 oranlarında artışlar görülmektedir. Gelir tablosunda ise
zarar edildiği izlenmektedir.
Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin kullandığı finansal kaynakların izlendiği pasif
kalemleri incelendiğinde ise, özsermayenin %70 üzerinde olduğu görülmektedir.
Genel standartlar dikkate alındığında öz sermayenin %50’nin üzerinde olması güçlü
bir mali yapıyı göstermektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
43
Tablo 14. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde
Yöntemiyle Hazırlanmış Aktif ve Pasifler
AKTİF
DÖNEN VAR.
DURAN VAR.
TOPLAM
PASİF
KISA V.BORÇ
UZUN V.BORÇ
ÖZSERMAYE
TOPLAM
2009(BinTL)
(30.09.2009)
2008(Bin
TL)
2007(Bin
TL)
%2009
%2008
%2007
102.564
225.432
327.996
105.088
225.433
330.521
182.796
96.772
279.568
31,3
68,7
100
31,8
68,2
100
65,4
34,6
100
85.389
7.494
235.113
327.996
84.184
5.293
241.044
330.521
34.026
3.698
241.844
279.568
26,0
2,3
71,7
100
25,5
1,6
72,9
100
12,2
1,3
86,5
100
Dönen varlıklarla kısa vadeli borçlar karşılaştırıldığında dönen varlıkların
aktif içindeki yüzdesinin kısa vadeli borçların pasif içindeki payından daha fazla
olduğu görülmektedir. Bu işletmenin net çalışma sermayesinin yeterli olduğunu
göstermektedir. Yani işletmenin hazır değerlerindeki azalmaya rağmen kısa vadeli
borçları ödeme gücü olduğu düşünülebilir.
İşletme yabancı kaynaklarla finansmanında daha çok kısa vadeli borçlara yer
vermektedir. Şirketin kısa vadeli borçları 2008 yılında önceki yıla göre %13’lük bir
artış göstermiştir. Kısa vadeli borçlar içinde en büyük değeri 2008 yılında %21,3 ile
ticari borçlar almaktadır. 2009 yılı 9 aylık verilere göre bu oran %11’e düşmüştür.
Pasif kalemleri içinde uzun vadeli borçların oranı %2’nin altındadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
44
Tablo 15. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde
Yöntemiyle Hazırlanmış Aktifler
30.09.2009
2008
(Bin TL)
(Bin TL)
(Bin TL)
2007 %2009 %2008 %2007
102.564
105.088
182.796
31,3
31,8
65,4
3.820
16.218
106.334
1,3
4,9
38,0
Ticari alacaklar
81.665
71.782
64.907
24,9
21,7
23,2
Diğer alacaklar
84
98
-
0,02
0,03
-
5.379
5.644
4.014
1,6
1,7
1,4
11.616
10.572
7.541
3,5
3,2
2,7
AKTİF
DÖNEN VAR.
Nakit ve nakit benzerleri
Stoklar
Diğer dönen varlıklar
Satış amacıyla elde tutulan duran v.
-
775
-
-
0,2
-
DURAN VAR.
225.432
225.433
96.773
68,7
68,2
34,6
Diğer alacaklar
65
65
59
0,01
0,02
0,02
Finansal yatırımlar
70
70
135
0,02
0,02
0,05
Yatırım amaçlı gayrimenkuller
3.584
1.288
646
1,0
0,4
0,2
Maddi duran varlıklar
29.627
31.569
31.947
9,0
9,6
11,4
Maddi olmayan duran var.
71.979
74.733
895
21,9
22,6
0,3
113.857
113.857
60.429
34,7
34,5
21,6
6.250
3.850
2.661
1,9
1,2
1,0
327.996
330.521
279.568
100
100
100
Şerefiye
Ertelenmiş vergi varlığı
TOPLAM
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
45
Tablo 16. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde
Yöntemiyle Hazırlanmış Pasifler
30.09.2009
2008
2007
(BinTL)
(Bin TL)
(Bin TL)
%2009 %2008 %2007
PASİF
KISA V.BORÇ
85.388
84.183
34.026
26,0
25,5
12,2
Finansal borçlar
31.372
1.061
3.098
9,6
0,3
1,1
Ticari borçlar
36.435
70.307
21.063
11,1
21,3
7,5
Diğer borçlar
5.361
4.267
5.200
1,6
1,3
1,9
Dönem karı vergi yük.
2.470
-
16.456
0,8
-
5,9
Borç karşılıkları
3.311
2.928
1.455
1,0
0,9
0,5
Diğer kısa vadeli borçlar
6.439
5.620
3.194
1,9
1,7
1,1
UZUN V.BORÇ
7.494
5.293
3.698
2,3
1,6
1,3
Çalışanlara sağlanan faydalar
7.494
5.293
3.698
2,3
1,6
1,3
ÖZSERMAYE
235.115
241.045
241.845
71,7
72,9
86,5
Anaortaklığa ait özkaynaklar
234.860
240.793
241.617
71,6
72,8
86,4
Ödenmiş sermaye
105.000
105.000
100.000
32,0
31,8
35,8
Sermaye düzeltme farkları
45.910
45.910
45.910
13,9
13,9
16,4
Hisse senedi ihraç primleri
82.060
82.060
82.060
25,0
24,8
29,4
-
-
70
-
-
0,02
Yabancı para çevrim farkları
Kardan ayrılan kısıt. yedekler
20.120
3.838
3.838
6,1
1,1
1,3
Geçmiş yıllar karları
(12.297)
4.739
906
3,7
1,4
0,3
Net dönem zarar/karı
(5.933)
(753)
8.833
1,8
0,2
3,1
254
252
228
0,07
0,07
0,08
327.996
330.521
279.568
100
100
100
Azınlık payları
TOPLAM
İşletmenin gelir tablosuna bakıldığında şirketin maliyetleri net satışların
yaklaşık %68’sini oluşturmaktadır. 2007 yılı ile karşılaştırıldığında maliyetlerde %6
civarında artış olduğu görülmektedir. Bunun nedeni gazete kağıdına gelen zam veya
gazete sayfasının artması olabilir. Brüt satış karlılığı ise yaklaşık %32’dir. Bir
önceki yıla göre bir azalma söz konusudur. Net satış karına bakıldığında işletmenin
zarar ettiği görülmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
46
Tablo 17. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Yılları Yüzde Yöntemiyle
Hazırlanmış Gelir Tablosu
2009
2008
2007
(Bin TL)
(Bin TL)
2009(%)
(Bin TL)
2008(%)
2007(%)
(30.09.2009)
Satış gelirleri
Satışların maliyeti(-)
Brüt Kar/Zarar
100
259.061
(174.088)
341.353
293.417
(231.755) (182.077)
100
100
67,2
67,9
62,0
84.974
109.599
111.340
32,8
32,1
37,9
Pazarlama, satış ve dağıtım
giderleri(-)
(66.473)
(96.237)
(81.155)
25,6
28,2
27,7
Genel yönetim giderleri(-)
(19.574)
(25.406)
(22.717)
7,5
7,4
7,7
2.748
8.441
3.181
1,0
2,5
1,1
Diğer faaliyet giderleri(-)
(4.483)
(12.628)
(2.594)
1,7
3,7
0,9
Faaliyet Karı/Zararı
(2.809)
(16.231)
8.055
1,08
4,8
2,7
3.780
19.841
10.314
1,4
5,8
3,5
Finansal giderler(-)
(6.757)
(12.815)
(7.249)
2,6
3,8
2,5
Sürdürülen faaliyetler
vergi öncesi kar/zarar
(5.786)
(9.205)
11.120
2,2
2,7
3,8
Dönem vergi gideri(-)
(2.544)
(3.040)
(2.682)
0,9
0,9
0,9
Ertelenmiş vergi geliri
2.399
11.516
398
0,9
3,4
0,1
(5.931)
(729)
8.835
2,2
0,2
3,0
Diğer faaliyet gelirleri
Finansal gelirler
Net Kar/Zarar
İşletmenin satış gelirleri incelendiğinde, toplam satış gelirlerinin %61’ini
reklam gelirlerinin oluşturduğu, tiraj gelirlerinin ise %37 civarında payı olduğu
görülmektedir. Satışların maliyetleri incelendiğinde ise, hammadde maliyetlerinin
toplam maliyetin %53’ünü oluşturduğu dikkat çekmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
47
Tablo 18. Doğan Gazetecilik A.Ş. Satış Gelirleri ve Satış Maliyetleri
2008
Satış gelirleri
Reklam gelirleri
Tiraj gelirleri
Diğer gelirler
Satışların maliyeti
Hammadde maliyetleri
Haber ve fotoğraf hizmetleri
Baskı giderleri
Personel giderleri
Amortisman ve itfa payları
Diğer
2007 2008(%) 2007(%)
209.206.662
126.396.588
5.749.851
341.353.101
178.852.681
107.972.936
6.591.130
293.416.747
61,3
37,0
1,7
100
61,0
36,8
2,2
100
121.590.529
33.250.633
31.521.961
23.751.779
3.941.640
17.697.971
231.754.513
97.866.203
23.370.567
21.521.341
18.992.371
1.236.770
19.089.918
182.077.170
52,5
14,3
13,6
10,3
1,7
7,6
100
53,8
12,8
11,8
10,4
0,7
10,5
100
3.2.2. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin Rasyo Analizi
Şirketin son üç yıllık mali yapı ve karlılığına ilişkin oranlar Tablo 19’da yer
almaktadır. İşletmenin likidite durumunu ölçen cari oran, asit test oranı ve nakit
oranları hesaplandığında aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Tablo 19. Doğan Gazetecilik A.Ş. Mali Rasyolar
Likidite Oranları
Cari oran
Asit test oranı
Nakit oran
Mali Yapı Oranları
Borç/Özsermaye
K.V.Borç/Toplam Borç
Borç/Aktif Toplamı (Kaldıraç oranı)
K.V.Borç/Pasif Toplamı
Kar/Zarar Oranları
Net kar/Net satışlar(Satışların karlılığı)
Net kar/Özsermaye(Özsermaye karlılığı)
Faaliyet Döngü Oranları
Stok devir hızı
Alacak devir hızı
Toplam varlıklar devir hızı
2009
1,20
1,14
0,04
2008
1,25
1,18
0,19
2007
5,37
2,12
3,12
0,39
0,92
0,28
0,26
0,37
0,94
0,27
0,25
0,37
0,94
0,32
0,12
(0,02)
(0,02)
(0,002)
(0,003)
0,03
0,04
32,36
3,17
0,79
47,99
4,99
1,03
38,11
4,99
1,04
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
48
Doğan Gazetecilik A.Ş.’de 2 olması yeterli görülen cari oran 2007 yılında
5,37 iken 2008 ve 2009 yıllarında 1,25 olarak hesaplanmıştır. Cari oranın
tamamlayıcısı niteliğindeki asit test oranı önceki yıl 2,12 iken son dönemde 1,18 ve
1,14 olarak hesaplanmıştır. Nakit oran ise son dönemde 0,20’nin altına düşmüştür.
Bu oranlar bilançoların yüzde yöntemiyle incelenmesi sırasında dikkat çeken likidite
durumundaki düşüşü desteklemektedir.
Mali yapı oranları incelendiğinde, kaldıraç oranının %30 civarında
hesaplanmış olduğu görülmektedir. Özsermayenin borçları karşılama oranı da
%37’dir. İşletmenin varlıklarının %25’lik bölümü kısa vadeli borçlarla finanse
edilmektedir.
İşletme için hesaplanan satışların karlılığı ve özsermayenin karlılığı oranları
2007 yılında % 0,3-0,4 civarında olup 2008-2009 yıllarında zarar çıkmıştır.
İşletmenin alacak devir hızı iki yıl için 4,99 ve 2009 yılı için 3,17 olarak
hesaplanmıştır. Alacakların ortalama tahsilat süresi 72 gündür. Doğan Gazetecilik
A.Ş.’de stok devir hızı 38.11’den 47.99’a yükselmiştir. Bu oran stokların 7 günde
bir yenilendiğini göstermektedir. Ancak 2009 yılı 9 aylık verilere göre bu oran
32,36’a düşmüştür. Toplam varlıklar devir hızı, işletmenin aktif varlıklarının kaç
katı satış yaptığını göstermektedir. İşletmenin toplam varlıklar devir hızı iki yıl için
1,03 civarında, 2009 yılı için 0,79 olarak hesaplanmıştır.
4. Finansal Analiz Sonuçlarının Genel Değerlendirilmesi
Araştırmada Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ile Doğan Gazetecilik
A.Ş.’nin 2007, 2008 ve 2009 (30.09.2009 tarihi itibariyle 9 aylık) yıllarına ait
muhasebe veri ve bilgilerinin özeti olarak ortaya çıkan bilançoları ve gelir tabloları
çeşitli ölçü, karşılaştırma ve oran teknikleri kullanılarak incelenmiştir. Bu inceleme
sonunda araştırılan basın işletmelerinin finansal durumu ve faaliyet sonuçları
hakkında bilgi sahibi olunmuştur.
Araştırmada yer alan işletmeler büyük ölçekli işletmeler olup, birer holding
işletmesi olarak faaliyet göstermektedir. Sektörde toplam gazete satış gelirleri ve
reklam-ilan gelirlerinin önemli bir bölümünü elinde tutan bu işletmelerin medya
sektöründe ve diğer pek çok sektörde faaliyet gösteren işletmelerle ortaklıkları ve
iştirakleri bulunmaktadır.
Araştırmada ele alınan basın işletmeleri tarafından kullanılan finansman
kaynakları incelendiğinde, basın işletmelerinin öncelikle tüm işletmeler gibi sahip ya
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
49
da ortaklar tarafından fon sağladığı(öz sermaye), bunun dışında işletme dışı
kaynaklardan kısa ve uzun vadeli krediler sağlayarak finansal dengelerini kurma
yoluna gittikleri görülmektedir. Her iki basın işletmesi de 2008-2009 yıllarında uzun
vadeli borçlanmadan uzaklaşarak kısa vadeli borçlanmaya yönelmiştir. Bunun
nedeni faizlerin düşeceği yönündeki beklentiler olabilir.
Basın işletmelerinin bilançoları incelendiğinde, kısa vadeli kaynaklar içinde
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin çoğunlukla banka kredisi tercih ettiği,
Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin daha çok ticari kredi kullandığı yani kısa süreli satıcı
kredilerinden yararlandığı ortaya çıkmaktadır. Satıcı kredileri, işletmelerin
hammadde ya da malzeme alışlarını diğer işletmelerden kredili olarak satın aldığını
göstermektedir. Uzun vadeli fon kaynakları incelendiğinde, her iki basın
işletmesinin uzun vadeli banka kredilerine büyük oranda başvurdukları
görülmektedir.
İncelen basın işletmelerinin varlık yapısında duran varlıkların dönen
varlıklara oranla daha fazla yer aldığı görülmüştür. Duran varlıklar içinde en önemli
payı makine, arsa, bina gibi maddi duran varlıklar ve imtiyaz, ticari marka gibi
haklar ile şerefiyeler gibi maddi olmayan duran varlıklar almaktadır.
İşletmelerin likidite durumları incelendiğinde, basın işletmelerinin genel
olarak kısa vadeli yabancı kaynaklarını karşılayabildiği ve çalışma sermayesinin
yeterli olduğu belirlenmiştir. Ancak Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin 2008 ve 2009 yılı
içinde likidite sıkıntısı yaşadığı düşünülmektedir. İşletmenin dönen varlıklarının
önemli bir bölümünü ticari alacaklar oluşturmaktadır. Çalışmaya konu olan basın
işletmelerinin ticari alacakları ticari borçlarından fazladır. İncelenen işletmelerde
alacakların ortalama tahsilat süreleri hesaplanmış, bu işletmelerin kredili satışlardan
olan alacaklarını 2 ile 3 ay içinde tahsil edebildikleri ortaya çıkmıştır. Ticari
alacaklarının tahsil süresinin uzun olması borç ödemede sıkıntı yaratabilir.
Gelir tabloları incelendiğinde, satışların maliyetinin yüksek seviyelerde
seyrettiği ortaya çıkmaktadır. Gerek kağıt, mürekkep gibi hammadde maliyetleri,
gerek personel giderleri, gerekse dağıtım giderleri yüksek maliyet oluşturmaktadır.
Basın işletmelerinin gelirleri incelendiğinde, işletmelerin büyük ölçüde reklam
gelirleriyle ayakta kaldıklarını söylemek mümkün olmaktadır.
Araştırmada basın işletmelerinin karlılık durumları ile ilgili olumsuz sonuçlar
ortaya çıkmıştır. İncelenen işletmelerin 2008 yılını ve 2009 yılının 9 aylık kısmını
zararla kapadıkları görülmektedir. Bu durumda, satışların maliyetlerinde yaşanan
artışların ve ekonomik krizin etkisi olabileceği düşünülmektedir. Nitekim 1994 ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
D. Gürkan
50
2001 kriz dönemlerinde de basın işletmelerinin karlılık durumlarının benzer bir
yapıda olduğu tetkik edilmiştir.
Sonuç
Bu çalışmada Türkiye’deki basın işletmelerinde finansmanın ne şekilde
gerçekleştiğini tespit etmek için, seçilen basın işletmelerinin 2007,2008 ve 2009
yıllarına ait mali tabloları incelenmiştir. Mali tabloları incelenen basın
işletmelerinin, hangi finansal kaynaklardan yararlandığı, varlıkları, borçları, yine o
dönemde yaptıkları işlemler sonucunda elde ettikleri gelir ve giderleri, karlılık
durumları araştırılarak bu işletmelerin faaliyetlerinin finansal bakımdan etkinliği
ölçülmüştür.
Basın işletmeleri kuruluş aşamasında, işletme sahip ya da ortaklarından fon
sağlamakta, bu fonlar öz kaynaklardan sağlanan fonlar olup, işletmenin
özsermayesini oluşturmaktadır. Özsermayenin daha sonra çeşitli nedenlerle
yeterliliğini kaybetmesi ile, işletmenin sahip ya da ortakları yeniden fon
aktarabilmektedir. Anonim şirket olarak kurulan basın işletmeleri özkaynaklardan
sağlanan fonlar yeterli olmadığında yeniden hisse senedi çıkararak da sermayelerini
artırabilmektedir.
Günümüz ekonomik koşullarında basın işletmeleri, işletme dışı kaynaklardan
kısa ve uzun vadeli krediler sağlayarak, zaman zaman otofinansman yoluyla kendi
kendilerini finanse ederek bir finansal denge kurmaya çalışmaktadır.
Basın işletmelerinin kaynak ihtiyacında, ürettikleri ürünün maliyetleri
belirleyici olabilmektedir. Basın işletmeleri maliyetleri fazla olan işletmelerdir.
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin işçilik,
hammadde ve genel üretim giderlerinden oluşan “satışların maliyeti” genellikle bu
işletmelerin net satış gelirlerinin %60’ı civarında hesaplanmıştır.
Basın sektöründe üretilen ürün, büyük altyapı yatırımları ve pahalı
teknolojiyi gerektirmekte, dolayısıyla yüksek başlangıç maliyetleri söz konusu
olmaktadır. İncelenen basın işletmelerinin maddi duran varlıklarının yapısı da bu
durumu açıklamaktadır.
Türkiye’de gazete tirajlarının belli bir seviyenin üzerine çıkmaması ve gazete
satış fiyatlarının genellikle maliyetin altında tutulması nedeniyle basın işletmelerinin
faaliyetlerini sürdürmelerinde reklam ve ilan gelirleri önemli olmaktadır. İncelenen
basın işlemelerinin gelirlerinin %60’dan fazlasını reklam ve ilan gelirleri
oluşturmaktadır. Bu oranlar basın işletmeleri için ilan ve reklamların, finansman
Güz 2009, Sayı:29
Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması
51
açısından önemini ortaya koymaktadır. İncelenen işletmeler için faaliyet dışı gelirler
de önemli bir orana sahip olmaktadır. Bu durum, işletmelerin atıl fonlarını finans
piyasalarında değerlendirdiklerini göstermektedir.
Yapılan araştırmada çıkan önemli bir sonuç da, bu işletmelerin özsermayeleri
ve toplam cirolarına kıyasla karlılık oranlarının çok düşük olduğudur. Basın
işletmeleri finansal açıdan çok karlı olmayan kurumlardır. Ancak kar oranının
düşüklüğüne rağmen girişimcilerin basın işletmelerine yatırım yapmasının altında,
medyanın kamuoyunu etkileme gücü veya girişimcilerin faaliyet gösterdikleri diğer
alanlarda güçlerini arttırabilmeleri gibi bazı nedenler bulunmaktadır.
Basın sektöründe yapılan hizmetin kamusal boyutu, basın işletmelerinin
sosyal işlevlerini tarafsız yerine getirebilmelerini gerektirmekte, bu da işletmelerin
ekonomik bağımsızlığa ve finansal güce sahip olmaları ile mümkün olmaktadır.
Ancak, sektörde faaliyet gösterebilecek finansal güce sahip olan basın işletmesi
sayısının artması gerekmektedir. Finansal kaynak sorunu yüzünden sektörde birkaç
basın grubunun faaliyet gösterebilir duruma gelmesi, tekelleşmeyi ve beraberinde
başka sorunları getirmektedir. Bu yüzden basının mali baskılara karşı korunması için
çeşitli önlemler alınması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Akgüç, Öztin (1998) Finansal Yönetim, İstanbul: Avcıol Basım Yayın.
Atılgan, Semra (1992) Türk Basınında Finans Problemleri, Marmara İletişim
Dergisi, Sayı:1, s.317-346.
Atılgan, Semra (1993) Basın Ekonomisi ve Promosyon, Marmara İletişim Dergisi,
Sayı:3, s.233-237.
Atılgan, Semra (1999) Basın İşletmeciliği, İstanbul: Beta Basım Yayım.
Baytar, Orhan (2006) 1992-2002 Yılları Arasında Türkiye’de Basın İşletmelerinin
Maliyet ve Gelir Yapısının Faaliyet Sonuçları Açısından İncelenmesi,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Berk, Niyazi (1995) Finansal Yönetim, İstanbul: Türkmen Kitabevi.
Ceylan, Ali (2003) İşletmelerde Finansal Yönetim, Bursa: Ekin Kitabevi.
Dai, Uğur (2008) Basın İşletmelerinin Finansal Yapısı, İstanbul: Beta Basım Yayım.
Dai, Uğur ve Kara, Tolga (2002) Basın İşletmelerinde Finansal Yönetimin Önemi,
İ.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, Cilt 1, s.21-25.
Desmoulins, N.T. (1993) Medya Ekonomisi, İstanbul: İletişim Yayınları.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
52
D. Gürkan
Dursun, Çiler (1999) Türk Basınında Dağıtımın Tarihçesi ve Yapısı, Alemdar,
K.(Der.), İstanbul: Afa Yayınları.
Dündar, İ.Pelin (2006) Yazılı Basın İşletmelerinde Kalite, Ankara: Nobel Yayın.
Ergül, Nuray (2004) Herkes İçin Finans, İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Fillion, P. (1992) Dağıtım Sisteminin Seçimi:Basın için Ekonomik ve Stratejik
Hedef, Charon, J.M., Medya Dünyası, O.Tatlıpınar(Çev.), İstanbul: İletişim
Yayınları.
Fink, C. Conrad (1988) Strategic Newspaper Management, Corbondale: Southern
Illinois University Pres.
Görgülü, Güventürk (1991) Basında Ekonomik Bağımlılık, İstanbul:Gazeteciler
Cemiyeti Yayınları.
Güneri Fırlar, Belma ve Dündar, İ.Pelin (2002) Bilgi Çağında Ekonomik
Revizyonların Yazılı Basın İşletmelerine Etkisi ve Reklam, Pazarlama
Dünyası, Sayı:2002-03, s.50-54.
Gürkan, D.A. (2003) Basın İşletmelerinde Kaynak Sorunu, Yayınlanmamış Doktora
Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2008 Yıllık Faaliyet Raporu (2009)
http://www.hurriyetkurumsal.com/tr/download/2008_Faaliyet_Raporu_1004
2009.pdf
Milliyet
Gazetecilik
A.Ş.
2008
Yıllık
Faaliyet
Raporu
(2009)
http://kurumsal.milliyet.com.tr/pdfs/DOGAN-GAZETECILIK_08_4.pdf
Özkan, Işık (1989) Basım ve Basın İşletmeciliği, İzmir: Bilgehan Baımevi.
Sayılgan, Şevket (2004a) İşletmelerde Risk Yönetimi –Örnek Basın İşletmeleriFinans Dünyası, Ekim 2004, s.64-67.
Sayılgan, Şevket (2004b) Tüketim Kültürü Finansmanı ve Yazılı
Basın
İşletmelerinin Değişen Maliyetleri, Finans Dünyası, Kasım 2004, s.32-36.
Sayılgan, Şevket (2005) Basın İşletmelerinin Ekonomisi, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:22, s.67-77.
Söylemez, Alev (1998) Medya Ekonomisi ve Türkiye Örneği, Ankara: Haberal
Eğitim Vakfı.
Tokaç, Ahmet (2005) Finansal Raporları Okuma Metotları, İstanbul: Tunca
Kitabevi.
Topçuoğlu, N. Nur (1996) Basında Reklam ve Tüketim Olgusu, Ankara: Vadi
Yayınları.
Usta, Öcal (2005) İşletme Finansı ve Finansal Yönetim, Ankara: Detay Yayıncılık.
Güz 2009, Sayı:29
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
SĠYASETÇĠ-MEDYA ĠLĠġKĠLERĠ BAĞLAMINDA BĠR
ĠNCELEME: “DENĠZ FENERĠ ÖRNEĞĠ”
Gülcan IġIK
Ülkü AyĢe Oğuzhan BÖREKCĠ
ÖZET
Günümüzde medya, insanlar ve olaylar arasında bilgi alış-verişini sağlayan önemli bir toplumsal güçtür. Öyle ki,
insanlar kendi çevreleri dışında gelişen olaylardan yine medya aracılığıyla haberdar olmaktadır. Buna göre medyaya,
toplumdaki en önemli işlevlerinden birinin “bilgilendirme” olduğu yönünde bir önem atfedilmektedir. Bununla
bağlantılı olarak meydanın kamuoyu oluşumunda da önemli bir rolü bulunmaktadır. Ancak medya, bir yandan
toplumdaki etki merkezlerinden kamuoyuna kanaat için ip uçları iletirlerken; diğer taraftan da sahiplerinin ideolojik
görüşleri ve çıkarları doğrultusunda yayın yapabilmektedir.
Bu bağlamda medya ve siyaset ilişkisine bakılacak olursa, bu iki güç arasında her zaman için bir etkileşimin olduğu
açıkça görülecektir. Bu etkileşim kimi zaman çıkar birliği esasına dayanırken, kimi zaman da çıkar çatışması yönünde
gerçekleşmektedir. Buna göre medya, kimi zaman amaçları doğrultusunda bazı siyasal aktörleri olumlayan ya da
olumsuzlayan yayınlar yapabilirken; siyasal aktörler de kendi hedefleri yönünde medyayı yönlendirici faaliyetlerde
bulunabilmektedirler.
Buradan hareketle tasarlanan çalışmada, medya-siyaset ilişkisinin çoğu zaman ekonomik ve siyasal çıkarlar zemininde
gerçekleştiği ve bunların da haberlere yansıdığı varsayılmıştır. Buna göre çalışmada; Başbakan Recep Tayip Erdoğan
ile Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan arasında “Deniz Feneri” davası üzerinden yaşanan
polemiğin, medya üzerinden nasıl “çatışma” ve “kavga”ya dönüştüğü incelenmiştir. İnceleme Hürriyet-Radikal, ZamanYeni Şafak gazeteleri üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu inceleme sonucunda araştırma varsayımlarının doğrulandığı
görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: “medya”, “siyaset”, “medya ve siyaset ilişkisi”
A Survey in the context of Politicians-Media Relations:
The Example of Deniz Feneri
ABSTRACT
Nowadays, media is an important power that enables the exchange of information between the people and the events.
People can even keep the track of the events that don‟t occur around them via media. Accordingly, an importance is
attributed to the media in that, enlightment is its one of the most important functions. In accordance with this, media has
an important role in forming public opinion. However, while media is sending tips to the public about the opinion from
the effect centres of the society, it can also broadcast about the ideological views and benefits of their owners.
In this sense when looked at the relation between politics and media, it will be clearly seen that there has always been an
interaction between these two powers. This interaction is sometimes based on the common benefits, and it also takes
place as a conflict of interest. According to this, while media can sometimes broadcast things which affirms or negates
some political actors, these political actors can be involved in the activities which direct media according to their own
goals.
In the study which is designed on this point of view, it is assumed that the media-politics relation takes place mostly on
the basis of the economical and political benefits, and these reflect on the news. Hereunder, in the study; how the
argument between Prime Minister Recep Tayip Erdoğan and the president of Doğan Holding Board Aydın Doğan about
„Deniz Feneri‟ case became a„conflict‟ and „fight‟ via media is analyzed. The analysis is realized on the basis of
Hürriyet-Radikal, Zaman-Yeni Şafak papers. At the end of this analysis, it is seen that the assumptions of the research
are testified.
Key Words: „media‟ „politics‟ „media and politics relation‟

Yardımcı Doçent Doktor, G.Ü.İletişim Fakültesi
Araştırma Görevlisi, G.Ü.İletişim Fakültesi

İletişim 2003/18
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
54
GĠRĠġ
Günümüzde medya, hem toplumsal denetimin hem de toplumsal değişmenin
sağlanmasında önemli bir güç ve iktidar kaynağıdır. Bu noktada medyanın üzerinde
durulması gereken en önemli özelliklerinden biri, medyanın kamusal olayların yer
aldığı bir tartışma platformu oluşturmasıdır. Nitekim toplumsal yaşamda gerçekliğin
ne olduğu konusundaki tanımlar, çoğunlukla medya aracılığıyla oluşturulmakta ve
aktarılmaktadır.
Toplumsal hayatta bu denli etkili olan medyanın, siyasal çevrelerle olan
ilişkisi ise ayrı bir önem taşımakta ve söz konusu ilişkinin de birçok boyutu
bulunmaktadır. Bunların başında medyanın ve siyasal çevrelerin birbirlerine bağımlı
olduğu ya da ihtiyaç duyduğu gerçeği gelmektedir. Diğer taraftan günümüz
demokratik sistemlerinde medyadan kamuoyu adına siyasi otoriteleri denetlemesi,
mevcut siyasal sistem ve gelişen olaylar karşısında kamuoyunu bilgilendirmesi,
kamuoyunun beklentilerini ve ihtiyaçlarını gerekli çevrelere iletmesi
beklenmektedir. Bu noktada kamu gündemini belirlemede etkili olan medyanın,
politika gündeminin belirlenmesinde de etkili olduğu bilinen bir gerçektir. Bunun
yanı sıra medya, hem kamu hem de politika gündemini belirlerken, içinde yer aldığı
siyasal sistemden de etkilenmektedir. Nitekim siyasal aktörler hedeflerini ve
faaliyetlerini kamuoyuna iletebilmek için medyaya ihtiyaç duyarken; medya
örgütleri de siyasal aktörlere haber kaynağı olarak sürekli gereksinim
duymaktadırlar. Bu bağlamda medya ve siyasal aktörlerin karşılıklı ilişki kurma
çabasında oldukları gözlenmekte ve ticari birer işletme olan medya kuruluşlarının,
kimi zaman “ekonomik beklentileri” yönünde de siyasal aktörlerle ilişki kurdukları
ve bu yönde yayınlarını oluşturdukları dikkat çekmektedir. Ancak, siyasal aktörlerin
medya kuruluşlarına uygulayabileceği bazı yasal yaptırımlar da olabileceğinden, bu
kuruluşlar siyasal aktörlerle ilişkilerinin iyi olmasına da özen göstermektedirler.
Tüm bunlarla bağlantılı olarak medya kuruluşları, kimi zaman kurumsal çıkarları ve
siyasal yaklaşımları yönünde politika ve kamu gündemini belirleme eğiliminde
olurken; siyasal aktörler de kendi çıkarları doğrultusunda medya ve kamu gündemini
etkilemeyi hedefleyebilmektedirler. Kısacası, bu iki güç arasında her zaman için bir
etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim kimi zaman “çıkar birliği” esasına
dayanırken, kimi zaman da “çıkar çatışması” yönünde gerçekleşmekte ve bu yönde
medya, yayınlarının içeriğini oluşturabilmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
55
Yöntem
Bu çalışmada veri derleme ve işleme tekniği olarak şöyle bir yol izlenmiştir.
Medyanın ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda bazı siyasal aktörleri
olumlayan ya da olumsuzlayan yayınlar yapabildiği; siyasal aktörlerin de kendi
hedefleri yönünde medyayı yönlendirici faaliyetlerde bulunabildiği varsayılmıştır.
Buna göre çalışmada, Almanya‟daki Deniz Feneri Derneği‟nin de adının karıştığı
“Yolsuzluk” davası üzerinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan
arasında yaşanan tartışmalar ele alınmıştır. Bu noktada, her iki tarafın tartışmaya
ilişkin argümanlarının medyaya nasıl yansıdığı ve medyanın da bu tartışmaları ne
şekilde sunduğu incelenecektir.
Söz konusu inceleme için Doğan Medya Grubu‟na bağlı Hürriyet ve Radikal
gazeteleri ile; onlardan farklı bir yayın politikası izleyen Zaman ve Yeni Şafak
gazeteleri ele alınmıştır. Söz konusu inceleme, taraflar arasındaki tartışmanın
başladığı ve karşılıklı suçlamaların en yoğun yöneltildiği 2008 yılının Eylül ayını
kapsamaktadır.
Çalışmanın örnek olay incelemesinin ölçülür hale getirilebilmesi için, söz
konusu tartışmaya ilişkin “Yolsuzluk”, “Ekonomik İlişkiler”, “Medya Eleştirileri”
ve “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” olmak üzere toplam dört ana konu belirlenmiştir.
Söz konusu konular, çalışma kapsamında incelenen haberlerin içeriğinden hareketle
oluşturulmuştur. Buna göre “Yolsuzluk” başlığı altında; Doğan‟ın Deniz Feneri
Derneği davası üzerinden Başbakan Erdoğan‟a yönelttiği suçlamalar ile; Erdoğan‟ın
cevap niteliğindeki açıklamalarıyla Doğan‟a yaptığı suçlamalar ele alınmıştır.
“Ekonomik İlişkiler” başlığı altında; Başbakan‟ın, özellikle “Hilton Oteli” meselesi
ve “CNN Türk‟e karasal yayın hakkı talebi” kapsamında, Doğan‟a yaptığı
suçlamalar ile; Doğan‟ın da bu konuda, Başbakan Erdoğan‟a verdiği cevaplar
aracılığıyla yönelttiği suçlamalar incelenmiştir. “Medya Eleştirileri” başlığı altında
ise; yukarıda belirtilen suçlamalar çerçevesinde, tarafların medyaya ilişkin
değerlendirmeleri ve bu yönde birbirlerine yönelttikleri eleştirileri yer almaktadır.
“Siyasi Çevrelerle İlişkiler” başlığı altında ise; Başbakan‟ın, Doğan‟ı özellikle de
“CHP taraftarı” ve “Deniz Baykal‟la işbirlikçi” olmakla itham ettiği suçlamaları ele
alınmıştır.
Yukarıda belirtilen dört ana konu kapsamında tarafların birbirlerine
yönelttikleri suçlamaların niteliği ve bunların basında nasıl sunulduğu; niceliksel ve
niteliksel içerik analizi yöntemi uygulanarak belirlenmiştir. Buradan hareketle söz
konusu suçlamaların niteliği ise şu şekilde belirlenmiştir: “Yolsuzluk” başlığı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
56
altında; „iftiracı‟, „işbirlikçi‟, „kaçakçı‟, „ahlaksız‟, „sicil amiri‟, „istismarcı‟ ve
„gündemi saptırmak‟. “Ekonomik İlişkiler” başlığı altında; „çıkarcı‟, „şantajcı‟,
„polemikçi‟, „vurguncu‟ ve „seviyesiz/ahlaksız‟. “Medya Eleştirileri” başlığı
altında; „basın özgürlüğünü kötüye kullanma‟, „taraflı yayıncılık‟, „hakim/savcı‟,
„yalan habercilik‟, „iftiracı‟, „otoriter‟, „taraflı‟, „seviyesiz‟, „hoşgörüsüz‟, „çıkarcı‟,
„basın etiği ihlali‟ ve „şantajcı‟. “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” başlığı altında ise;
„işbirlikçi‟ ve „taraflı‟. Bu nitelendirmeler üzerinden yapılan haber
çözümlemelerinde, bir haberin birden fazla konuyu içerdiği durumlarda, aynı haber
her bir konu için ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
1. MEDYA VE SĠYASET ĠLĠġKĠSĠNE DAĠR GENEL BĠR
DEĞERLENDĠRME
Medya ve siyaset arasındaki ilişki, başta sosyal bilimciler olmak üzere hemen
herkesin dikkatini çeken bir konudur. Diğer bir deyişle medya ile onun siyasi ve
toplumsal çevresi arasında, karşılıklı bağımlılık esasına dayanan bir ilişki söz
konusudur. Öyle ki medya, siyasi çevrelere başta ekonomik nedenler olmak üzere
ham madde ihtiyacı gibi nedenlerle bağımlıyken; siyasi çevreler de görüşlerini ve
düşüncelerini geniş halk kitlelerine ulaştırabilmek için medyaya bağımlıdırlar
(Arslan, 2009: 1). Hatta kimi zaman medyanın siyaset üzerindeki bu etkilerinin,
Rubin‟in de vurguladığı gibi (1981: 170-180 aktaran Arslan, 2009: 3) siyasi gücü
yeniden şekillendirme, yeniden organize ve kanalize etme gibi çok ciddi boyutlarda
gerçekleşebileceği konusunda da bir çok sosyal bilimci hem fikirdir. Bu noktada en
önemli görevi, iktidarı denetlemek ve kamuoyunun sesi olmak şeklinde ifade edilen
medyanın, toplumda bir gözlemci olarak hareket etmesi, en azından böyle
davranması beklenmektedir. Olayları açıklayarak ve siyasal kararlar gibi gelişmeleri
kaydederek bu noktada toplumu bilgilendiren medya, siyasetçinin topluma
mesajlarını iletebileceği en önemli araçtır (Sağnak, 1996: 123-125 ).
Günümüz dünyasında medyanın bu denli güçlü olması ve politika alanında
oynadığı böylesi çok önemli roller nedeniyle, politikacılar ve siyasi partiler medya
ile olan ilişkilerine büyük bir önem ve öncelik atfetmektedirler. Medya ve siyaset
ilişkilerinin üç boyutuna dikkat çeken Meyer (2002: 9-10 aktaran Damlapınar, 2008:
189) bu boyutları kamusal iletişimin medya etkisiyle şekillenme biçimi, siyasal
gerçekliğin medya aracılığıyla inşası ve siyasal yönelimler üzerine medya etkilerinin
araştırılması şeklinde özetlemektedir. Diğer taraftan bu konuda yapılan bazı
araştırmalar ise, medya ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerin “ekonomik ilişkiler”
ve “ideolojik ilişkiler” olmak üzere iki ana başlık altında ele alınabileceğini ortaya
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
57
koymaktadır. Medya ile siyaset arasında kurulu olan bu ilişki, özellikle iktidardaki
siyasi elitler ile medya arasındaki ilişkilerde daha açık gözlemlenebilmektedir. En
basit olarak medya, bir siyasi partiye onun basın-yayın organı gibi hizmet
edebilmekte; onun sesini kamuoyuna duyurarak, sıklıkla destek verdikleri siyasi
grubun belirli konulardaki temel görüş ve fikirlerine, partinin ideolojisi ve
politikalarına uygun doğrultuda yayınlar yaparak, o parti lehine kamuoyu
yaratabilmektedirler. Yine aynı tür hedefler doğrultusunda medya, destekledikleri
partinin rakibi siyasi partiye ya da partilere saldırarak, onların aleyhinde yayın yapıp
karşıtı fikirleri destekleyerek de yine yandaşı oldukları partinin kamuoyundaki
popülaritesini ve oy potansiyelini arttırma amacına yönelik hizmetler de yerine
getirebilmektedir (Arslan, 2009: 4).
Nasıl ki medya, siyasi çevreler üzerinde bir etkileme gücüne sahipse, siyasi
çevreler de medya üzerinde belli bir etkileme gücüne sahiptir. Özellikle “iktidar
elitleri” olarak da tanımlanabilecek politik gücü ellerinde bulunduran siyasi elitler,
en azından potansiyel olarak, medya üzerinde büyük bir baskı oluşturabilme ve
medyayı kontrol altında tutabilme gücüne sahiptirler. İktidarın, medya üzerindeki bu
etkileme gücünü, zaman zaman farklı şekillerde kullandıklarına sıkça tanık
olunmaktadır. Hatta yasama gücünü elinde bulunduran bu siyasi elitler, “gizlilik” ya
da “ulusal güvenlikle ilgili” gibi gerekçeleri de kullanarak, isterlerse medyanın haber
alma ve bilgi toplama özgürlüklerine sınırlamalar da getirebilmektedirler (Arslan,
2009: 5).
Buraya kadar bahsedilenlerin ışığında medyayı diğer toplumsal kurumlardan
ayıran en önemli özelliklerden biri, onun aynı zamanda ekonomik bir etkinlik alanı
da oluşturmasıdır. Nitekim medya sektörü, teknik donanımı, alt yapısı, istihdam
potansiyeli, tüm üretim ve tüketim süreçleri ile ekonominin başka sektörlerini
yönlendiren belirli bir mantık ile işlemektedir. Dolayısıyla medya, özünde bir ticarisanayi etkinliğidir.
Medyanın bu özelliğinden bahsederken, Türkiye‟de medya sektöründeki
1980‟li yıllardan itibaren ortaya çıkan bazı önemli değişimlere yer vermek daha
aydınlatıcı olacaktır. Bu gelişmelerin başında, pek çok medya kuruluşunun üretim,
finans, iç ve dış ticaret kademelerini birleştirerek dikey bir bütünleşme içinde
konumlanmaya başladığı gerçeği gelmektedir. Bu dönemdeki bir diğer önemli
gelişme ise, geleneksel medya sahipliğinin yerini, yeni sahiplik yapısına bırakması
olmuştur. Nitekim eskinin “aileden gazeteci patronları”, gazetelerini bu yeni
aktörlere satmışlardır. Yeni kuşak medya sahipleri ise, büyük şirket geçmişlerini ve
işletmecilik yöntemlerini kullanarak tek gazeteden oluşan bir şirketi, çapraz medya
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
58
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
gruplarına dönüştürmeyi başarmışlardır (Adaklı, 2001: 152 – 153, 156). Yaşanan bu
yapısal dönüşüm sürecinde, çok farklı sektörlerde faaliyet yürüten ve asıl faaliyet
alanları gazetecilik olmayan yeni medya sahipleri, kendilerine ait medya
kuruluşlarını büyük ölçüde kapitalist değerler sisteminin yayılmasına, bir tüketim
kültürünün gelişmesine ve kendi iş çıkarlarının gözetilmesine hizmet edecek tarzda
kullanmaya başlamışlardır. Böyle bir ortamda gazeteciler ise, gerek medya sahipleri
gerekse de siyasal ve ekonomik iktidar çevreleriyle daha uzlaşmacı bir tavır içinde
bulunmak durumunda kalmışlardır. Gazetecilik etiğinden çok ait oldukları sınıfın
değerlerini savunan yönetici – elit gazeteciler ise, yönettiği kurumdaki iktidarını
mesleki birikiminden ziyade medya sahibi ile olan ilişkisi üzerinden
meşrulaştırmaya başlamıştır (Tılıç, 2001: 140). Dolayısıyla medya ve siyaset ilişkisi
de yaşanan bu gelişmeler ışığında şekillenerek yeni bir görünüm almıştır.
Gelinen bu noktada Türkiye‟de artık medya grupları iş dünyasına hakim
iktidar grupları ile bütünleşmiş durumda ve sürekli bir işbirliği içinde işler hale
gelmiştir. Buna göre ilk bakışta medya dışında işlerinin olmadığı izlenimini veren
bazı medya holdingleri de, yine iş dünyasıyla bir çok banka, sanayi ve ticari kuruluş
sahibi gruplarla ortaklık içerisindedirler ve medya dışında da yatırım yapmanın
yollarını aramaktadırlar (Seçkin, 1997: 360). Bu noktada medya sahibinin siyasal
çevrelerle olan ilişkisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, siyasal aktörlerin
ellerindeki ekonomik kaynak ve kurumlar; medya sahiplerinin, medya ve medya dışı
yatırımlarındaki mali sıkıntılarını çözmede başvurduğu ve bağımlı olduğu yerlerdir.
Bu şekilde medya sahiplerinin farklı sektörlerdeki yatırım ve hedefleri arttıkça,
siyasal çevrelerle olan ilişkilerinde de beklentileri doğrultusunda “kaygıları”
artmaktadır.
Diğer taraftan, siyasal aktörlerin kariyerlerine ve kararlarına yönelik destek
görme arzularından dolayı, medyanın mali isteklerinin karşılanmasında ve medya
sahiplerinin her alandaki yatırımlarına ilişkin gerekli yasal ve bürokratik işlemlerin
gerçekleştirilmesinde ise kimi zaman da kolaylık sağlanabilmektedir. Bununla
birlikte, iş dünyası ile bütünleşmiş olan medya holdinglerinin, bu yapılanmasını
doğrudan etkileyebilecek pek çok ekonomik kaynak ve karar alma gücü de
hükümetin ve siyasal çevrelerin kontrolü altında bulunmaktadır. Dolayısıyla siyasal
aktörler ve medya holdingleri, bir “iş ilişkisi” mantığıyla siyasal ve ekonomik
amaçlarını gerçekleştirebilmek için kimi zaman ortak hareket edebilmektedirler.
Neticede medya sahipliğindeki söz konusu dönüşüm, medyanın hükümetle olan
ilişkilerinin de değişmesine yol açmıştır. Öyle ki, şirket çıkarlarını “ençoklaştırma”
amacı güden medya sahipleri, kamu adına hükümetleri denetleme işlevinden çok,
kendi çıkarları doğrultusunda hükümetlerle ilişki kurabilmektedirler (Curan, 1997:
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
59
148). Bu bağlamda siyasi çevrelerin de kendi “çıkarları” doğrultusunda medya
kuruluşlarıyla ilişki kurduğu görülmektedir.
Böyle bir medya ortamında, medya patronunun sahip olduğu yayın
organlarında yer alan haberler üzerindeki etkinliği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu
noktada ekonomik çıkar çevreleriyle griftleşen medya patronlarının çıkarlarının
haberler üzerindeki belirleyiciliği ise, kimi zaman oto-sansür, kimi zaman da haberin
hiç yayımlanmaması ya da yayımlama ve yer alma biçimini etkileyecek şekilde
ortaya çıkabilmektedir (Gürkan, 1997: 81). Başka bir ifadeyle kâr kaygısı güden bir
ticari işletme olan medya sahibinin, kendi yayın kuruluşundan da çeşitli beklentileri
bulunmaktadır. Bu beklentilerin başında ise, medya içeriğinin kendi (medya
patronunun) “çıkarları”nı yansıtması gelmektedir.
Medyadan bir takım beklentileri olan siyasal aktörler ise, kendilerine
muhalefet eden medya holdinglerinin çeşitli ekonomik faaliyetlerini, bu noktada
bazı yasal uygulamalarla kısıtlayabilmektedirler. Örneğin hükümetler, kimi zaman
“gerekli gördükçe” ilan ve reklam uygulamalarındaki “yanlı” tutumlarıyla, muhalif
medyayı susturmaya çalışabilmektedirler (İrvan, 1995: 79). Bu nedenle medya
patronları, siyasal çevrelerle olan ilişkilerini çoğu zaman iyi tutmayı tercih
etmektedirler. Ancak, söz konusu ilişkiler istenilen yönde gelişmediğinde, bazı
medya patronları ve siyasal aktörler arasında çeşitli gerilimler/tartışmalar
yaşanabilmektedir. Bu tartışmalar ise medya yayınlarının içeriğini doğrudan
etkileyebilmektedir. Ancak diğer taraftan hükümetler kendi ideolojik yapılarıyla
örtüşen medya kuruluşlarıyla daha olumlu ve yakın ilişkiler geliştirebilmekte ve her
iki tarafın da “çıkarları”na hizmet edecek politikalar izleyebilmektedir. Bu
pozisyondaki medya kuruluşları da hükümet ve siyasal elitin amaçlarına hizmet
edecek bir yayın politikası yürütebilmektedir. Bu nedenle medya holdingleri, yayın
organlarında kimi zaman ticari ilişkilerinin kimi zaman ideolojik eğilimlerinin kimi
zaman da her ikisinin ağır bastığı bir tutum sergileyebilmekte ve siyasal çevrelerle
olan ilişkilerini bu yönde geliştirerek,
yayınlarını da bu doğrultuda
oluşturabilmektedirler.
Bütün bunların yanı sıra medya, ayrıcalıkları belirleme ve bu anlamda siyasal
aktörlerin iletişim sürecine katılımlarını sağlama bakımından da ayrı bir önem
taşımaktadır. Burada ise medyanın kişileri ve olayları sunuş şekli ön plana
çıkmaktadır. Öyle ki medyanın sunduğu kimi konular ve kişiler, kamuoyu tarafından
medyada yer alış şekillerine göre değerlendirebilmektedir. Kısacası siyasal
çevrelerle medya arasındaki ilişkinin genel görünümüne dair böyle bir
değerlendirmenin sonucunda; her iki tarafın da “çıkarları” doğrultusunda kimi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
60
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
zaman “uyuşan” kimi zaman da “çatışan” bir ilişki ağı içerisinde hareket ettikleri
gerçeği ortaya çıkmaktadır.
2. BAġBAKAN RECEP TAYYĠP ERDOĞAN ĠLE DOĞAN MEDYA
GRUBU SAHĠBĠ AYDIN DOĞAN ARASINDA YAġANAN “TARTIġMA”NIN
YAZILI BASINDA SUNUMU
Bu bölümde Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasında Deniz Feneri
Davası üzerinden başlayan tartışmalarda tarafların birbirlerine yönelttikleri
suçlamaların niteliğinin basında nasıl sunulduğu nicel ve nitel içerik analiziyle
incelenmiştir. 1
2.1. Hürriyet Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan
Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi
Hürriyet Gazetesi‟nde çalışma kapsamında incelenen dönemde, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında yaşanan söz konusu tartışmaya
ilişkin toplam 16 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yöneltilen
suçlamaların, tamamıyla Başbakan Erdoğan‟ın kendi ifadeleriyle sunulduğu
saptanmıştır. Buna göre Hürriyet‟te, Doğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin
niceliksel ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk”
konusunda “iftiracı” (6 kez, %46), “işbirlikçi” (1 kez,%8), “kaçakçı” (3 kez, %23),
ve “ahlaksız” (3 kez, %23); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “çıkarcı” (2 kez,
%100); “Medya Eleştirileri” konusunda, “basın özgürlüğünü kötüye kullanma” (2
kez, %18), “taraflı” (3 kez, %28), “hakim/savcı” (3 kez, %27), “yalan habercilik” (2
kez, %18) ve “iftiracı” (1 kez, %9); “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” konusunda ise,
“işbirlikçi” (2 kez, %100). Bu çerçevede haberlerin içeriği incelendiğinde; Başbakan
Erdoğan tarafından, Doğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların “Yolsuzluk” ve
“Medya Eleştirileri” konusunda yapıldığı belirlenmiştir.

1
Bu bölümde italik olarak verilen ifadeler, gazetelerden aynen yapılan alıntılardır.
İçerik çözümlemesi iletişim içeriğinin, genellikle önceden belirlenmiş sınıflamalar (kategoriler)
çerçevesinde sistematik olarak gerçekleştirilmesini sağlayan bir araştırma tekniğidir. İçerik, gazete
haberleri veya yazıları olabileceği gibi televizyon haberleri, filmleri, radyo programları, sinema filmleri
kısacası her türlü içerik olabilir. İçerik çözümlemesi, toplumsal bilim araştırma teknikleri arasında “kitle
iletişim araçlarındaki” içeriğe yönelik kullanılan bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. İçerik
çözümlemeleri nicel ve nitel olmak üzere iki ana kümeye ayrılabilir. Nitel araştırmaların kuramsal, nicel
araştırmaların ise istatistikî olduğu belirtilmektedir. Nicel araştırmalarla nitel araştırmaların mutlaka iki
zıt uca konması gerekmez. Bir araştırmada her iki teknikten de yararlanılabilir (Ayrıntılı bilgi için bkz.
Geray, 2006).
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
61
Tablo-1 (Hürriyet Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların
niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı).
Suçlamaların Niteliği
ANA KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik
ĠliĢkiler
n
%
İftiracı
Toplam
İşbirlikçi
Kaçakçı
Ahlaksız
6
%46
1
%8
3
%23
3
%23
-
Çıkarcı
-
-
-
-
2
-
-
-
-
2
%100
-
-
-
-
%100
Yalan
İftiracı
Habercilik
2
1
%18
%9
11
%100
Basın Özgürlüğünü
Medya EleĢtirileri
Kötüye Kullanma
n
2
%
%18
Siyasal Çevrelerle
İşbirlikçi
ĠliĢkiler
n
2
%
%100
Taraflı Hakim/Savcı
3
%28
3
%27
-
-
-
-
-
-
-
-
13
% 100
2
%100
Buna göre, “Yolsuzluk”2 konusu kapsamında Başbakan Erdoğan tarafından
Doğan‟a yöneltilen suçlamanın en çok “iftiracı” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı
görülmektedir. Öyle ki, Hürriyet‟te “Başbakan‟dan Önemli Açıklamalar” başlığıyla
yer alan haberin “ Kimse AKP‟ye Yolsuzluk Çamuru Atamaz” (6 Eylül 2008) alt
başlığında, “… son zamanlarda AKP‟yi „yaralayamayan‟ ve „kirletemeyenlerin‟
AKP üzerinde „yalan yanlış iftira kampanyalarıyla bir şeyler yapma gayreti içine
girdikleri…” şeklindeki sözleri yer almaktadır. “…Kimse AKP‟ye kalkıp da
yolsuzluk çamurunu atamaz; yolsuzluk çamurunu atanlar kendileri o çamurun
içinde boğulur ve bugüne kadar atanlar aynen bu şekilde boğulmuşlardır” (6 Eylül
2008) şeklinde konuşan Erdoğan‟ın, Almanya‟daki Deniz Feneri Derneği davası ile
alakalı şeylerin içerisine kendi adının konulmasının arkasında, Doğan‟ın “ekonomik
çıkarları”nın olduğunu ifade ettiği de görülmektedir. Nitekim Erdoğan‟ın bu
konudaki şu açıklamaları dikkat çekmektedir: “…Ben şunu çok açık ve net
söylüyorum; AKP, alışılmış siyasi partilerden, bundan önceki siyasi partilerden biri
değil. Şunu da bil; Tayyip Erdoğan da bu alışılmış başbakanlardan biri değil. Onlar
Aydın Doğan ile pazarlığa oturmuş olabilirler ama Tayyip Erdoğan'ı pazarlığa
oturtamadığın için bu çılgınlıkları yapıyorsun ve şu ana kadar olan bütün
2
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Vurdukça Biz Güçleniyoruz” (7 Eylül 2008), “Okul Açılışında
Medyaya Yüklendi” (9 Eylül 2008), “Biz 70 Milyonun İktidarıyız” (13 Eylül 2008), “Başbakan
Erdoğan‟dan Önemli Açıklamalar” (14 Eylül 2008); “Dersimiz İftira Değil Dedi Yine Doğan‟a Çattı”
(15 Eylül 2008).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
62
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
kampanyaların arkasında olan gerçek bu. Açık söylüyorum, şimdi Hilton Oteli'nde
istediği plan tadilatlarını bana ve belediye başkanıma yaptıramadığı için bu
adımları atmaktadır; bu kadar açık söylüyorum. Bizzat bana ve belediye başkanıma
bunu teklif etmiştir ve istediğini alamadığı için de bu kampanyaları sürdürmektedir”
(6 Eylül 2008, Hürriyet).
Başbakan‟ın Doğan‟a yönelttiği “Yolsuzluk” konusundaki suçlamalarından
bir diğeri ise “kağıt kaçakçılığı”dır. Nitekim “SPK‟nın bu iddiaları uzun süredir
incelediklerini doğruladı”ğının da altını çizen Başbakan; “…SPK inceliyoruz diyor
siz ne diyorsunuz? Siz buna uzuca ya da pahalıya gazete kağıdı alımı olarak bakıyor
olabilirsiniz. Bana cevap vermeyi bırakın da SPK‟ya ve küçük ortaklarınıza bunun
doğru olup olmadığını anlatın” şeklindeki sözleriyle Doğan‟a yönelik “kaçakçı”
ithamında bulunmaktadır (“Başbakan Erdoğan‟dan Önemli Açıklamalar” 14 Eylül
2008).
Söz konusu tartışmanın tüm boyutlarında her iki tarafın da üzerinde durduğu,
daha doğrusu birbirlerini “suçladıkları” ve kendilerini “akladıkları” önemli
noktalardan biri de “Medya Eleştirileri”3 konusudur. Bu noktada Başbakan‟ın,
Doğan‟ı “basın özgürlüğünü kötüye kullandığı”, “yanlı yayıncılık yaptığı”, “hakimsavcı rolü”nü üstlendiği ve “etik kuralları ihlal ettiği” yönündeki suçlamaları dikkat
çekicidir. Örneğin; “Başbakan‟dan Önemli Açıklamalar” başlıklı haberin “Basın
Özgürlüğü Yalan Yazma Hakkı Vermez” alt başlığında, Başbakan‟ın kendisine
yapılan suçlamalara ilişkin şu açıklamaları göze çarpmaktadır: “…Recep Tayyip
Erdoğan yanlış yapanın yanında olmamıştır, olmayacak. Yanlış yapan cezasını
çekmeli, yanına kalmamalı. Ama suçlu ile masumun birbirinden ayırt edileceği yer
gazete sayfaları değil, mahkeme. Siz ne hakimsiniz ne savcı…” (7 Eylül 2008). Yine
aynı şekilde söz konusu haberde, Başbakan‟ın bu kez de Doğan Medya Grubu‟na
bağlı gazetecileri ve köşe yazarlarını da “yalan yazmakla” suçladığı ifadeleri dikkat
çekmektedir. Öyle ki Erdoğan‟ın; “…Madem yazacaksın, al sana delil diye dosyaya
eklenen belge. Neden milleti aldatıyorsunuz? Bu mudur ikide bir arkasına
saklandığınız basın özgürlüğü. Köşe yazarları patronlarını savunmakta çok
mahirler. Onlara da diyorum ki, gerçekleri yazın gerçekleri...Her seferinde aynı şey.
Özgür basını susturmak istiyormuşuz. Böyle cevap mı olur? Bu yazdıklarını kimseye
3
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Başbakan Yine Medyayı Suçladı” (8 Eylül 2008), “Okul Açılışında
Medyaya Yüklendi” (9 Eylül 2008), Biz 70 Milyonun İktidarıyız” (13 Eylül 2008), “Başbakan
Erdoğan‟dan Önemli Açıklamalar” (14 Eylül 2008), “Dersimiz İftira Değil Dedi Yine Doğan‟a Çattı”
(15 Eylül 2008),
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
63
yutturamazsın” (7 Eylül 2008) sözleriyle söz konusu suçlamalarını yaptığı
görülmektedir.
Tablo-2 (Hürriyet Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen
suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı)
ANA
KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik
ĠliĢkiler
n
%
Medya
EleĢtirileri
n
%
Suçlamaların Niteliği
Sicil
Amiri
1
%11
İstismarcı
4
%45
Gündemi
Saptırmak
2
%22
Şantajcı
Polemikçi
5
%62
Toplam
İftiracı
2
%22
-
-
-
-
3
%38
-
-
-
Otoriter
Taraflı
Seviyesiz
Hoşgörüsüz
Şantajcı
7
%54
2
%15
1
%8
1
%8
2
%15
9
% 100
8
%100
13
%100
Hürriyet Gazetesi‟nde, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya
ilişkin yayınlanan haberlerde, Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların çoğunlukla
Doğan‟ın ifadelerinden oluştuğu tespit edilmiştir. Ancak, gazetenin gerek haberleri
sunum şekliyle gerekse de konuya ilişkin tarafların açıklamalarından bağımsız
olarak yayınladığı haberlerde, söz konusu suçlamaların pekiştirildiği görülmüştür.
Buna göre Hürriyet‟te, Başbakan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel
ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda
“sicil amiri” (1 kez, %11), “istismarcı” (4 kez, %45), “gündemi saptırmak” (2 kez,
%22), “iftiracı” (2 kez, %22); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “şantajcı”(5 kez,
%62), “polemikçi” (3 kez, %38); “Medya Eleştirileri” konusunda ise; “otoriter” (7
kez, %54), “taraflı” (2 kez, %15), “seviyesiz” (1 kez, %8), “hoşgörüsüz” (1 kez, %8)
ve “şantajcı” (2 kez, %15). Hürriyet‟te“Siyasal Çevrelerle İlişki” konusunda,
Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber bulunmamaktadır.
Tablo-2‟de de görüldüğü gibi Doğan‟ın, Başbakan‟a yönelttiği en önemli
suçlamanın “Medya Eleştirileri”4 konusu kapsamında yapıldığı anlaşılmaktadır.
4
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” (6 Eylül 2008),
“Aydın Doğan: Biat Etmeyiz” (7 Eylül 2008), “8 Yanlışa 8 Cevap” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan
Başbakan‟a Cevap” (13 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (14 Eylül).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
64
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
“Yolsuzluk” ve “Ekonomik İlişkiler” konularında yöneltilen suçlamaların ise eşit
oranda olduğu görülmektedir.
Buna göre “Medya Eleştirileri” konusunda, Başbakan‟ın Doğan Medya
Grubu‟na yönelik “otoriter” bir tutum içerisinde bulunduğuna dikkat çekilmektedir.
Örneğin, “ Demokrasi ve Özgür Basını İçine Sindir” başlığıyla yer alan haberde
Doğan‟ın, “…Eğer bizden biat medyası kültürü bekliyorsanız, bizim medya
grubumuz biat etmez. Bizim grubumuzda yansızlık var, bağımsızlık var, doğrular
var. Yanlış yapmıyor muyuz. Tabii olmuştur. Onları da her zaman düzeltmeye
amadeyiz. Benim yakama niye yapışıyorsun… Senin benim haberlerimi alıp
Türkiye‟de yetkililere talimat verip onlar için tahkikat açtırman lazımken, beni
susturmaya çalışıyorsun. Peki beni susturursan, tek sesli medya bu demokrasi mi
olur… eğer bu ülkede demokrasi varsa, mutlak surette özgür basın olmalı. Ve senin
de özgür basına, o yansız basına saygı duyman lazım. Saygı duymayı bırak, onları
içine sindirmen lazım” (8 Eylül 2008) şeklindeki sözlerine yer verilmektedir.
“Yolsuzluk”5 konusunda ise, Erdoğan‟a yapılan suçlamaların en çok
“istismarcı” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı belirlenmiştir. Örneğin, “Ahlakım
Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” başlığıyla yer alan haberde Doğan‟ın,
“…Çağımızda insani dayanışmayı, yardımlaşmayı sağlayan kuruluşların büyük
sorumlulukları var. İnsanlardaki yardım duygunsu istismar etmek, bana göre
günahların en büyüğüdür…” (6 Eylül 2008) şeklindeki sözleriyle, Başbakan‟ı bir
anlamda “görevini kötüye kullanmak”la itham ettiği de anlaşılmaktadır.
“Ekonomik İlişkiler”6 konusunda ise Doğan‟ın, Başbakan‟a “polemikçi” ve
“şantajcı” nitelendirmeleri üzerinden suçlamalarını yönelttiği belirlenmiştir.
Örneğin, 7 Eylül 2008 tarihli haberde, Doğan‟ın Hilton Oteli meselesi üzerinden
yaptığı açıklamasında şu sözleri dikkat çekmektedir:
“ …Bak kardeşim bu çok ucuz bir polemik. Yani bir ülkenin başbakanının bu
kadar ucuz bir polemiğe girmesi hakikaten beni son derece rahatsız ediyor. Tayyip
Bey'i de tanıyorum ve neden böyle bir ucuz polemiğe girdi tereddüt ediyorum.
Hilton‟la ilgili bir talebim evet var. Ben bu ülkede yaşayan 24 bin adam çalıştıran
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” (6 Eylül 2008),
“Aydın Doğan: Biat Etmeyiz” (7 Eylül 2008), “Demokrasi ve Özgür Basını İçine Sindir” (8 Eylül
2008), “8 Yanlışa 8 Cevap” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (13 Eylül 2008),
“Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (14 Eylül).
6
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” (6 Eylül 2008),
“Aydın Doğan: Biat Etmeyiz” (7 Eylül 2008), “Demokrasi ve Özgür Basını İçine Sindir” (8 Eylül
2008), “8 Yanlışa 8 Cevap” (9 Eylül 2008).
5
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
65
ve bir sürü şirketleri olan bir grup olarak her gün müracaat ettiğimiz devletle
işlerimiz var. Hilton'da eğer ben onlardan yasal olmayan bir şey istediysem zaten
vermemeleri lazım. Ben yasal olmayan birşeyi istemem. Yasal olan birşeyi isteyip
vermiyorlarsa burada da onlar suç işliyorlar. Yani Hilton'da ne varmış ki Başbakan
Erdoğan diyor ki bana geldi. Ben Başbakan Erdoğan'a Hilton için gitmedim.” Söz
konusu haberde yine aynı konuyla ilgili olarak Doğan‟ın, bu kez de Başbakan‟ın
kendisine şantaj yaptığını iddia ettiği yönündeki şu açıklamalarına yer verilmektedir:
“…İstekte bulunmak suç mu? Tabi istekte bulunacağım. İki.... Sayın başbakan sapla
samanı karıştırıyor. Ona kim ne söyledi bilmem… Ne bu şehrin belediye Başbakanı
ne de bu ülkenin başbakanı ucuz şantaj yollarına gitmesin. Ne demek, bu benden bir
şey istedi, vermedim onun için yayın yapıyor. Zaten yasal olmayan bir şeyi vermen
suç. Yasal olan bir şeyi vermemen de suç. Başbakan Erdoğan'ı anlamakta zorluk
çekiyorum. Basit şeylerle uğraşıyor, ucuz siyasi şantaj yapıyorlar. Bunun sonucu
siyasi şantajdır ve polemiktir...” (7 Eylül 2008).
Buraya kadar yapılan incelemelerde, Hürriyet‟te söz konusu tartışmalara
ilişkin yer alan haberlerde dikkat çeken husus, tarafların açıklamalarının çoğunlukla
birinci el kaynaktan aktarıldığıdır. Haberlerde kullanılan başlıklar ise, genellikle
tarafların açıklamalarından oluşturulmuş olsa da, Başbakan‟ın açıklamalarının yer
aldığı kimi haberlerde gazetenin taraflı duruşunu gösteren ifadelerin kullanıldığı
tespit edilmiştir. Örneğin, “Okul açılışında medyaya yüklendi” (9 Eylül 2008),
“Başbakan yine medyayı suçladı” (8 Eylül 2008), “ „Dersimiz iftira değil‟ dedi yine
Doğan‟a çattı” (15 Eylül 2008) gibi.
Hürriyet Gazetesi‟nde tarafların açıklamalarından bağımsız olarak yayınlanan
haberler, sadece “Medya Eleştirileri” konusundadır. Örneğin; “Basın Konseyi‟nden
Başbakan‟a cevap” (8 Eylül 2008), “Gazeteciler Cemiyeti‟nden hükümete tepki” (8
Eylül 2008) ve “Başbakan yine medyayı suçladı” (8 Eylül 2008) başlıklarıyla
verilen haberlerde, Başbakan‟ın Doğan Medya Grubu‟na yönelik “saldırılarına”
ilişkin tepkiler dile getirilmektedir. Gazetede konuya ilişkin dikkat çeken bir diğer
önemli nokta da, haberlerin yer alış şeklidir. Nitekim ilk bakışta haberlerin yer
alışında taraflar “eşit” miş gibi algılansa da, haber başlıklarında ve haberlerin
sunumunda Başbakan‟ın “saldırıda bulunan”, Doğan‟ın ise “cevap veren” ve
“savunan” konumunda olduğu görülmüştür. Örneğin, “8 yanlışa 8 cevap” (9 Eylül
2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a cevap” (13 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan
Başbakan‟a cevap” (14 Eylül 2008), “‟Dersimiz iftira değil‟ dedi yine Doğan‟a
çattı” (15 Eylül 2008) başlıklarıyla yer alan haberlerde olduğu gibi.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
66
2.2. Radikal Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan
Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi
Tablo-3 ( Radikal Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların
niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı.)
Suçlamaların Niteliği
ANA KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik ĠliĢkiler
n
%
Medya EleĢtirileri
n
%
Siyasal Çevrelerle
ĠliĢkiler
n
%
İftiracı
Toplam
Ahlaksız
Kaçakçı
4
%66
Çıkarcı
1
%50
Basın Özgürlüğünü
Kötüye Kullanma
1
%25
1
%17
Vurguncu
1
%50
1
%17
-
Taraflı
İftiracı
2
%50
1
%25
İşbirlikçi
Taraflı
-
1
%50
1
%50
-
6
% 100
2
%100
4
%100
2
%100
Radikal Gazetesi‟nde, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin
toplam 9 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yöneltilen suçlamaların tıpkı
Hürriyet‟te olduğu gibi, tamamıyla Başbakan Erdoğan‟ın kendi ifadelerinden
oluştuğu belirlenmiştir. Buna göre, Doğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin
niceliksel ağırlığı incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk”
konusunda “iftiracı” (4 kez, %66), “ahlaksız” (1 kez, %17) ve “kaçakçı” (1 kez,
%17) ; “Ekonomik İlişkiler” konusunda “vurguncu” (1 kez, %50) ve “çıkarcı” (1
kez, %50); “Medya Eleştirileri” konusunda “basın özgürlüğünü kötüye kullanma”
(1 kez, %25), “iftiracı” (1 kez, %25) ve “taraflı” (2 kez, %50); “Siyasi Çevrelerle
İlişki” konusunda ise “işbirlikçi” (1 kez, %50) ve “taraflı” (1 kez, %50). Buna göre,
Başbakan Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların, tıpkı
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
67
Hürriyet‟te olduğu gibi “Medya Eleştirileri”7 ve “Yolsuzluk”8 konusu bağlamında
yapıldığı belirlenmiştir. Yine aynı şekilde Radikal Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan
tarafından Doğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin de Hürriyet Gazetesi‟yle
büyük ölçüde benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir.
Buna göre, gazetenin söz konusu tartışmayı ağırlıklı olarak tarafların
açıklamalarından bağımsız şekilde kurguladığı haberlerle ele aldığı ve Doğan lehine
bir duruş sergilediği belirlenmiştir. Örneğin; “Başbakan Kavgayı Sürdürdü: Doğan
Grubu Yazdıkça Açıklayacağım” başlıklı haberde, gazetenin konuya ilişkin şu
yorumları dikkat çekmektedir:
“…Deniz Feneri tarafından para gönderildiği iddialarının haber olarak
verilmesine öfkelenen Erdoğan, yine Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın
Doğan‟ı hedef aldı. Bildiği bir şey varsa anlatmak yerine şantajda bulunan Erdoğan
şunları söyledi…Erdoğan, önceki günkü AKP Güngören İlçe Kongresi‟nde ağır bir
dille Aydın Doğan‟ı eleştirmişti. Erdoğan‟a aynı gün bir açıklamayla yanıt veren
Doğan ise Türk basını için çok tehlikeli bir dönemin başladığını belirerek “Şantaj
yapmak başbakanlara yakışmaz demişti. AKP‟nin dünkü Bayrampaşa 3. Olağan
Kongresi‟nde konuşan Erdoğan, Aydın Doğan‟a yanıt verirken öfkeli tavrını
sürdürdü. Erdoğan, şunları söyledi”(8 Eylül 2008).
Radikal‟de Başbakan Erdoğan‟ın “Medya Eleştirileri” konusunda, Doğan‟a
ve sahibi olduğu medya grubuna yönelttiği suçlamalarını ağırlıklı olarak köşe
yazarları üzerinden yaptığı belirlenmiştir. Örneğin; “Başbakan Kavgayı Sürdürdü:
Doğan Grubu Yazdıkça Açıklayacağım” başlıklı haberin, “Köşe yazarlarına da
çattı” (8 Eylül 2008) alt başlığında; Başbakan Erdoğan‟ın “Demokrasilerde
konuşma hakkı eleştirme hakkı sana da, senin gazetelerine de mahsus değildir.
Eleştirmek istiyorsan, eleştirilmeyi de göze alacaksın. Senin maaşlı köşe yazarların,
silahşörlerin var. Benim o kadar köşe yazarım, silahşörüm yok…” sözleri dikkat
çekmektedir. Her ne kadar haberde Başbakan‟ın açıklamaları birinci el kaynaktan
aktarılsa da, başlıkta yer alan ifadelerle gazetenin Başbakan‟ın aleyhine ve dolaylı
olarak da Doğan‟ın lehine bir duruş sergilediği görülmektedir. Örneğin; “Erdoğan
yanlış adrese çattı” (7 Eylül 2008) başlıklı bir diğer haberde, gazetenin Erdoğan‟ın
7
8
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Arınç‟ın Sözleri Erdoğan‟a „Fener‟ Oldu: Suçlu Varsa Cezasını
Çeker” (14 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Yeni Meşgalesi” (15 Eylül 2008), “Erdoğan Dalgalandı da
Duruldu” (21 Eylül 2008).
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Erdoğan Yanlış Adrese Çattı” (7 Eylül 2008), “Arınç‟ın Sözleri
Erdoğan‟a „Fener‟ Oldu: Suçlu Varsa Cezasını Çeker” (14 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Yeni Meşgalesi”
(15 Eylül 2008),
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
68
açıklamalarını verirken olumsuz anlamlar içeren ifadelerle haberi kurguladığı tespit
edilmiştir. Nitekim “Almanya‟daki Deniz Feneri yolsuzluğu iddianamesinde adının
geçtiği haberlerine çok kızan Başbakan Erdoğan, Aydın Doğan‟a yüklendi” şeklinde
kurgulanan haberde, Başbakan Erdoğan‟ın konuya ilişkin açıklamaları “yüklendi”,
“iddia etti”, “fena kızdırdı” gibi doğruluğu kesin olmayan ifadelerle aktarılmaktadır.
Tablo- 4 (Radikal Gazetesi‟nde Başbakan Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen
suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı)
ANA
KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik
ĠliĢkiler
n
%
Medya
EleĢtirileri
n
%
Suçlamaların Niteliği
Toplam
İstismarcı
1
%33
Sicil Amiri
1
%33
İftiracı
Şantajcı
Polemikçi
Seviyesiz/Ahlaksız
5
%72
1
%14
1
%14
Otoriter
Hoşgörüsüz
-
6
1
-
7
%86
%14
-
%100
1
%34
3
% 100
7
%100
Radikal Gazetesi‟nde, Başbakan ile Doğan arasında yaşanan söz konusu
tartışmaya ilişkin, Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların çoğunlukla
Doğan‟ın kendi ifadelerinden oluştuğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte gazetenin
gerek haberleri sunum şekliyle gerekse de konuya ilişkin tarafların açıklamalarından
bağımsız olarak yayınladığı haberlerde, bu suçlamaların Doğan lehine pekiştirildiği
görülmektedir. Buna göre, Erdoğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel
ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda
“istismarcı” (1 kez, %33), “sicil amiri” (1 kez, %33) ve “iftiracı” (1 kez, %34);
“Ekonomik İlişkiler” konusunda “şantajcı” (5 kez, %72), “polemikçi” (1 kez, %14)
ve “seviyesiz/ahlaksız” (1 kez, %14); “Medya Eleştirileri” konusunda “otoriter” (6
kez, %86), ve “hoşgörüsüz” (1 kez, %14). “Siyasal Çevrelerle İlişki” konusunda ise,
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
69
tıpkı Hürriyet‟te olduğu gibi Radikal‟de de Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi
bir suçlama içeren haber bulunmamaktadır. Haberlerin içeriği incelendiğinde ise,
Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların “Ekonomik İlişkiler” ve
“Medya Eleştirileri” konusu bağlamında yöneltildiği görülmektedir.
Örneğin “Erdoğan Yanlış Adrese Çattı” başlıklı haberin “Aydın Doğan: Türk
basını için tehlikeli bir dönem başladı” alt başlığında; Doğan‟ın, “Ekonomik
İlişkiler”9 konusunda Başbakan tarafından kendisine yöneltilen suçlamalar
karşısında şu savunularına vurgu yapılmaktadır: “Başbakan durmadan Hilton
meselesini dile getiriyor… Başbakan, gazetelerde ne zaman hoşuna gitmeyen bir
haber görse hemen Hilton ipine sarılıyor... Kendisine açık açık şunu söylüyorum:
Hilton konusunda yasalara aykırı bir talebim varsa, bunu reddetmek kamu
otoritesinin görevidir. Ama vatandaş olarak haklı bir talepte bulunuyor ve bunu
yerine getirmiyorsa, bu da suçtur. Türk kanunları, başbakanlara suç işleme hakkı
vermiyor.” (7 Eylül 2008). Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Doğan, özellikle de
Hilton meselesiyle ilgili konuda kendisine dolaylı olarak “şantaj” yapıldığını ima
etmekte ve Başbakan‟ı “bir vatandaşın kanuni taleplerini engellemekle”
suçlamaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, Radikal‟de gerek Doğan‟ın açıklamalarında,
gerekse gazetenin tarafların açıklamalarından bağımsız olarak yayınladığı
haberlerinde, “Medya Eleştirileri”10 konusundaki suçlamaların ön plana çıkartıldığı
ifade edilmişti. Örneğin 7 Eylül 2008 tarihli aynı haberin alt başlığında; “Aydın
Doğan: Türk basını için tehlikeli bir dönem başladı” ifadesinin kullanıldığı dikkat
çekmektedir. Söz konusu haberde, Başbakan‟ın Doğan‟a yönelttiği suçlamalar
karşısında –ki bunlar Hilton, CNN-Türk ve kağıt kaçakçılığı meselesidir- Doğan‟ın;
“…benim açımdan bu konuşmanın asıl vahim yanı, basın özgürlüğüne yönelik ağır
tehdidin artık iyice su yüzüne çıkmış olmasıdır. Başbakanımız eleştirilmekten
hoşlanmıyor. Hoşlanmayabilir. Ama elindeki gücü de kullanıp bunu şantaj aracı
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. „Benimle İlgili Ne Varsa Açıklasın Elde Tutması Şantaj” (8 Eylül
2008), “Erdoğan‟ın Bu İlk Şantajı Değil” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Saldırılar Bizi Yıldıramaz”
(14 Eylül 2008), “Erdoğan Dalgalandı da Duruldu” (21 Eylül 2008), “Dokunulmazlık Zırhlarına Karşı
Hakkımızı Arayacağız” (23 Eylül 2008).
10
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. „Benimle İlgili Ne Varsa Açıklasın Elde Tutması Şantaj” (8 Eylül
2008), “Erdoğan‟ın Bu İlk Şantajı Değil” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Saldırılar Bizi Yıldıramaz”
(14 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Yeni Meşgalesi” (15 Eylül 2008), “Dokunulmazlık Zırhlarına Karşı
Hakkımızı Arayacağız” (23 Eylül 2008).
9
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
70
haline getirme hakkı yoktur” şeklinde açıklama yaptığı ve kendisine yöneltilen
suçlamaları “anayasal bir suç” olarak nitelendirdiği görülmektedir. Doğan‟ın devam
eden açıklamasında; “…Anayasamız basın özgürlüğünü teminat altına almıştır.
Dünkü konuşması bana göre Türk basın tarihinde çok tehlikeli bir dönemin
başladığının en somut işaretidir. Şimdiye kadar ellerinden gelen baskıyı
yapıyorlardı. Demek ki baskıları daha da ağırlaşacak…” (7 Eylül 2008) şeklindeki
sözleriyle, meseleyi “basın özgürlüğü ihlali” boyutuna taşımak ve kamuoyuna da
“demokrasi” olgusu üzerinden, yaşananların muhakemesini yaptırmak istediği de
anlaşılmaktadır.
Son olarak Radikal‟de “Erdoğan dalgalandı da duruldu”(21 Eylül 2008)
başlıklı haberle, ikili arasında şimdiye kadar yaşanan olayların Aydın Doğan lehine
hatırlatılmasının yapıldığı dikkat çekmektedir. Söz konusu haberde, Doğan
Grubu‟na bağlı gazeteler için “boykot kampanyası” başlatan Erdoğan‟ın, önceki gün
katıldığı Adalar İlçe Kongresi‟nde de bu çağrıyı sürdürdüğü ve kendisine yöneltilen
eleştirilere cevap verdiği belirtilmektedir. Nitekim “…Erdoğan‟ın gündeminde
„övündüğü‟ duble yol çalışması ve Marmaray Projesi ile Adalar‟daki fayton
nostaljisi vardı…” şeklindeki ifadelerle devam edilen haberde, açıkça Erdoğan‟ın
projelerinin “küçümsendiği” anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra söz konusu haberde,
Başbakan Erdoğan‟ın Almanya‟daki Deniz Feneri yolsuzluğunun basına
yansımasına “hayli öfkelendi”ği de kaydedilerek; “…yolsuzluğu adım adım izleyen
Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazetelerinin sahibi Doğan Grubu‟nu hedef aldı…”
vurgusuyla, haberin Doğan lehine sonuçlandırıldığı da görülmüştür.
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
71
2.3. Zaman Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan
Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi
Tablo-5 ( Zaman Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların
niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı).
Ana
Konular
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik
ĠliĢkiler
n
%
Medya
EleĢtirileri
n
%
Siyasal
Çevrelerle
ĠliĢkiler
n
%
Suçlamaların Niteliği
İftiracı Ahlaksız Kaçakçı
6
1
2
%67
%11
%22
Vurguncu
-
-
Toplam
-
-
-
9
- % 100
-
-
-
-
2
%100
Basın
Basın
Yalan
Özgürlüğünü
Hakim/
Otoriter Çıkarcı Etiği
Haber
Kötüye
Savcı
İhlali
Yayınlama
Kullanma
1
2
1
2
1
1
%7
%14
%7 %14
%7
%7
2
- %100
Taraflı
Yayıncılık
6
14
%44 %100
İşbirlikçi
-
-
-
-
-
-
4
%
100
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
- %100
4
Zaman Gazetesi‟nde, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin
toplam 14 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yöneltilen suçlamaların
tıpkı Hürriyet ve Radikal‟de olduğu gibi ağırlıklı olarak Başbakan‟ın kendi
ifadelerinden oluştuğu tespit edilmekle birlikte, Zaman‟ın bu suçlamaları içeren
haberleri sunum şekliyle Başbakan lehine bir tutum sergilediği görülmüştür. Buna
göre Zaman‟da, Doğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığına
bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:“Yolsuzluk” konusunda “iftiracı” (6
kez, %67), “ahlaksız” (1 kez, %11) ve “kaçakçı” (2 kez, %22); “Ekonomik İlişkiler”
konusunda “vurguncu” (2 kez, %100); “Medya Eleştirileri” konusunda “basın
özgürlüğünü kötüye kullanma” (1 kez, %7), “otoriter” (2 kez, %14), “çıkarcı” (1
kez, %7), “basın etiği ihlali” (2 kez, %14), “hakim/savcı” (1 kez, %7), “yalan haber
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
72
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
yayınlama” (1 kez, %7) ve “taraflı yayıncılık” (6 kez, %44); “Siyasi Çevrelerle
İlişkiler” konusunda “işbirlikçi” (4 kez, %100).
Zaman Gazetesi‟nde söz konusu tartışmalara ilişkin yer alan haberlerin
içeriği incelendiğinde ise, Doğan‟a yapılan suçlamaların tıpkı Hürriyet ve
Radikal‟de olduğu gibi “Yolsuzluk” ve “Medya Eleştirileri” konusunda
yoğunlaştığı görülmektedir. Buna göre, “Yolsuzluk”11 konusu kapsamında Erdoğan
tarafından Doğan‟a yöneltilen suçlamaların en çok “iftiracı” nitelendirmesi
üzerinden yapıldığı tespit edilmiştir. Örneğin “Başbakan‟dan Aydın Doğan‟a Ağır
Suçlamalar” başlıklı haberin içeriğinde; Başbakan‟ın Almanya‟daki Deniz Feneri
Derneği‟yle ilgili “yolsuzluk” davasına adının karıştırılmasından dolayı Doğan‟a ve
sahibi olduğu medya grubuna yönelik ağır suçlamalarda bulunduğu sözlerine vurgu
yapılmaktadır. Bu haberde aynı zamanda Doğan‟ın söz konusu tartışmada “haksız”
ve öne sürdüğü iddialarının da “geçersiz” olduğu gösterilmeye çalışılmıştır.
Nitekim söz konusu haberde Başbakan‟ın konuya ilişkin ifadeleri gazete tarafında şu
şekilde sunulmaktadır: “…AK Parti‟yi geriletemeyenlerin, iftira kampanyaları
açtığını belirten Erdoğan, Doğan Grubu‟nun CHP ile birlikte hareket ettiğini
savundu… Başbakan Erdoğan, Aydın Doğan‟ın barışmak için iyi niyet elçileri
gönderdiğini de açıkladı…Başbakan, bu yayınların bir sebebinin de Hilton Oteli
olduğunu savundu… Doğan Grubu'nun, otel için istediği plan tadilatlarını kendisine
ve belediye başkanına yaptıramadığını dile getirdi… Aydın Doğan'ın bizzat
kendisine ve belediye başkanına teklifte bulunduğunu vurguladı… İstediğini
alamadığı için bu tür kampanyalar yaptığını ileri sürdü… Erdoğan, Deniz Feneri
Derneği'nden kendisine para aktarıldığı yönünde yayın yapan Doğan Grubu'na
meydan okudu…” (7 Eylül 2008).
“Medya Eleştirileri”12 konusunda ise, Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen
suçlamaların en çok “taraflı yayıncılık” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı
görülmektedir. Örneğin 8 Eylül 2008 tarihinde “Aydın Doğan‟a Bir Hafta Süre
Verdi: İftiraların Sebebini Açıklamazsan Ben Açıklarım” başlığıyla yayınlanan
haberde, Başbakan Erdoğan‟ın şu suçlamalarına vurgu yapılmaktadır: “…Bu mudur
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Aydın Doğan‟a Bir Hafta Süre Verdi: İftiraların Sebebini
Açıklamazsan Ben Açıklarım” (8 Eylül 2008), “Artık Kervanınızı İftiralarla Götüremeyeceksiniz” (9
Eylül 2008), “Erdoğan: Türkiye Barış Adası Oldu” (9 Eylül 2008), “Başbakan‟dan Doğan‟a
Mektup…” (13 Eylül 2008), “Başbakan Yine Doğan‟a Yüklendi” (14 Eylül 2008).
12
Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Başbakan‟dan Doğan‟a Mektup…” (13 Eylül 2008), “Doğan‟a,
Yazarları da İnanmadı” (13 Eylül 2008), “Yayıncı Kimliğinle İmtiyaz İsteme, İşadamı Olarak Eşit
Muamele Göreceksin” (14 Eylül 2008), “Başbakan Yine Doğan‟a Yüklendi” (14 Eylül 2008),
“Başbakan, Aydın Doğan ve CHP‟ye Yönelik Eleştirilerine Devam Etti” (15 Eylül 2008).
11
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
73
ikide bir arkasına saklandığınız basın özgürlüğü? Nasıl olsa köşe yazarlarınız bu
konuda gayet iyi avukatlığınızı yapıyorlar. Onlar patronlarını savunmakta bayağı
mahirler. Öyle tek taraflı özgürlük olmaz. Eleştirmek istiyorsan, eleştirilmeyi de
göze alacaksın. Ne kadar tahammüllü olduğunu, cevap hakkına ne kadar saygılı
olduğunu zaten yaptığın açıklamalarla, yaptırdığın yayınlarla ortaya koyuyorsun.
Çünkü senin maaşlı köşe yazarların var, silahşörlerin var. Benim o kadar köşe
yazarım, silahşörüm yok. Senin bu noktada maaşlı, paralı silahşörün bol. Milletim
bunu görüyor…” (8 Eylül 2008). “İşadamlığı ile Yayıncılığı Karıştırma” başlığıyla
yer alan bir başka haberde de Başbakan‟ın, “Aydın Doğan'dan maaş alan
kalemşörlere bir çift sözüm var, bir bölümü hariç; tarafsız ve bağımsız olmak
demek, patronunuzun çıkarlarından da bağımsız olmak demek. Siz bağımsız
olsaydınız patronunuz hakkında yayınlanan kağıt kaçakçılığı olayını da
sorgulamanız gerekmez mi? Yoksa bu iddialar haber değeri taşımıyor mu? Hilton
oteline imar talebi haber değeri taşımıyor mu?" (13 Eylül 2008) şeklindeki
sözlerine yer verilerek, Doğan‟ı “taraflı yayıncılık” yapmakla ve bu anlamda da
“basın özgürlüğünü kötüye kullanmakla” suçladığı görülmektedir.
Tablo-6 (Zaman Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların
niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı)
ANA KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik ĠliĢkiler
n
%
Medya EleĢtirileri
n
%
Suçlamaların Niteliği
İstismarcı
Sicil Amiri
1
1
%33
%33
Şantajcı
Polemikçi
1
1
%50
%50
Otoriter
Hoşgörüsüz
3
1
%75
%25
Toplam
İftiracı
1
%34
-
3
% 100
2
%100
4
%100
Zaman‟da Doğan‟a yöneltilen suçlamalara ilişkin haberlerin içeriği
incelendiğinde dikkat çeken noktalardan biri de, Doğan‟ın “medya patronu”
nitelendirilmesiyle sunulmasıdır. Nitekim patron kelimesinin çağrıştırdığı kimi
olumsuz anlamlar (sömüren, ezen, adaletsiz gibi) hatırlanacak olursa, burada söz
konusu anlamlar aracılığıyla Doğan aleyhine bir duruş sergilendiği ve bu yönde bir
kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığı gözlenmiştir. Bunun yanı sıra söz konusu
nitelendirmeyle, Doğan‟ın sahibi olduğu medya kuruluşlarını kendi „çıkarları‟
yönünde kullandığı imasında da bulunulduğu anlaşılmaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
74
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
Zaman‟da, Aydın Doğan tarafından Başbakan Erdoğan‟a yönelik
suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığı şu şekildedir:“Yolsuzluk” konusunda
“sicil amiri” (1 kez,%33), “istismarcı” (1 kez, %33) ve “iftiracı” (1 kez, %34);
“Ekonomik İlişkiler” konusunda “polemikçi” (1 kez, %50) ve “şantajcı” (1 kez,
%50); “Medya Eleştirileri” konusunda ise, “otoriter” (3 kez, %75) ve “hoşgörüsüz”
(1 kez, %25). Diğer gazetelerde olduğu gibi Zaman‟da da “Siyasal Çevrelerle
İlişki” konusunda, Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber
bulunmamaktadır.
Buna göre haberlerin içeriği incelendiğinde; Doğan tarafından Başbakan
Erdoğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların “Yolsuzluk” ve “Medya Eleştirileri”
konusunda yapıldığı belirlenmiştir. Örneğin, Doğan‟ın “Yolsuzluk”13 konusuyla
ilgili olarak kendisine yöneltilen suçlamalara ilişkin açıklamaları, gazete tarafından
şu şekilde aktarılmaktadır: “…Deniz Feneri ile ilgili haberleri gazete ve
televizyonlardan izlediğini iddia eden Aydın Doğan, olayı Alman polisi ve
mahkemelerin ortaya çıkardığını; gazetelerinin de mahkemenin safahatı hakkında
bilgi verdiğini söyledi… Aydın Doğan, sahibi olduğu gazete ve televizyonların
haberi, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a atfen verdiğine dikkat çekti” (7 Eylül
2008). Hürriyet ve Radikal‟in aksine, Zaman‟da yer alan bu tip haberlerde dikkat
çeken unsur, Doğan‟ın Başbakan‟ın açıklamaları karşısında daha çok “suçlu”
konumunda sunulduğudur.
Diğer taraftan Doğan‟ın “Medya Eleştirileri” konusunda Erdoğan‟a
yönelttiği suçlamaları en çok “otoriter” nitelendirmesi üzerinden yaptığı
görülmüştür. Örneğin, “Velev ki Başbakan‟a Gittim Ama Hilton İçin Değil” (8 Eylül
2008) başlıklı haberin içeriğinde; Doğan‟ın söz konusu suçlamalarına çok kısa yer
verildiği dikkat çekmektedir. Haberlerin bütünlüğü göz önünde bulundurulduğunda,
Doğan‟ın Başbakan‟a yönelik suçlamalarının hem “yersiz” hem de “haksız” olduğu
sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim gazete, Doğan‟ın açıklamalarını “iddia etti” ve
“öne sürdü” gibi doğruluğu kesin olmayan ifadelerle sunarak bu tutumunu ortaya
koymaktadır.
13
“Velev ki Başbakan‟a Gittim Ama Hilton İçin Değil” (8 Eylül 2008), “Siyasetçi Değilim, Canlı
Yayında Tartışalım” (14 Eylül 2008).
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
75
2.4. Yeni ġafak Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan
Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi
Tablo-7 (Yeni Şafak Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların
niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı.
ANA
KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik
ĠliĢkiler
n
%
Medya
EleĢtirileri
n
%
Siyasal
Çevrelerle
ĠliĢkiler
n
%
Suçlamaların Niteliği
Toplam
İftiracı
5
%50
Ahlaksız
2
%20
İşbirlikçi
1
%10
Kaçakçı
2
%20
Çıkarcı
Vurguncu
İftiracı
-
3
%30
Basın
Özgürlüğün
ü Kötüye
Kullanma
2
%22
4
%40
3
%30
-
Otoriter
Hakim/Savcı
Taraflı
Yayıncılık
2
%22
2
%22
3
%34
İşbirlikçi
-
-
-
4
%100
%50
-
-
10
% 100
10
%100
9
%100
4
%100
Yeni Şafak Gazetesi‟nde, Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasında
yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin toplam 14 haber yayınlanmıştır. Bu
haberlerde Doğan‟a yapılan suçlamaların, çoğunlukla gazetenin kendi
yorumlarından oluştuğu görülmüştür. Bunun yanı sıra Başbakan‟ın suçlamalarını
içeren haberlerin sunum şekliyle de, tartışmanın Başbakan lehine sonuçlandırıldığı
belirlenmiştir. Buna göre Yeni Şafak‟ta söz konusu tartışmaya ilişkin suçlamaların
niteliğinin niceliksel ağırlığı incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
“Yolsuzluk” konusunda “ahlaksız” (2 kez, %20), “iftiracı” (5 kez, %50), “işbirlikçi”
(1 kez, %10) ve “kaçakçı” (2 kez, %20); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “iftiracı”
(3 kez, %30), “vurguncu” (4 kez, %40) ve “çıkarcı” (3 kez, %30); “Medya
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
76
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
Eleştirileri” konusunda “basın özgürlüğünü kötüye kullanma” (2 kez, %22),
“otoriter” (2 kez, %22), “hakim/savcı” (2 kez, %22) ve “taraflı yayıncılık” (3 kez,
%34); “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” konusunda ise “işbirlikçi” (4 kez, %100). Tablo7‟den de anlaşılacağı üzere Doğan‟a yöneltilen suçlamaların, “Siyasal Çevrelerle
İlişkiler” konusu haricinde diğer üç konuda eşit ağırlıkta olduğu belirlenmiştir.
Bu çerçevede gazetenin söz konusu tartışmaya ilişkin “taraflı” duruşu, bazı
haberlerin başlıklarında bile açıkça görülmektedir: “Hilton‟da Doğan‟ın Hayal
Kırıklığı” (8 Eylül 2008), “Sadece Bir Günde 279 Milyon YTL‟si Gitti” (9 Eylül
2008), “Doğan‟ın 60 Milyon Dolarlık Kağıt Vurgunu” (10 Eylül 2008), “Petrol
Ofisi‟nde Fatura Kabarık” (10 Eylül 2008), “Doğan‟ın Hedefi Bu Kez Vekiller” (23
Eylül 2008) gibi. Nitekim bu haberlerde Doğan‟ın “ekonomik ilişkileri” ön plana
çıkartılarak, “yolsuzluk” yaptığına ve “haksız kazanç” edindiğine dair suçlamalar
yer almaktadır.
Bunun yanı sıra Yeni Şafak‟ta, Doğan‟ın açıklamalarına yalnızca iki haberde
- “Doğan: Başbakan amirim değil” (6 Eylül 2008) ve “Doğan‟dan Rezidans ve
CNN itirafı” (8 Eylül 2008) - yer verildiği tespit edilmiştir. Bu haberlerde gerek
başlıklarda gerekse haberlerin içeriğinde kullanılan ifadelerle, Doğan‟ın
“olumsuzlandığı”, Başbakan Erdoğan‟ın ise “haklılığı”nın ve “gücü” nün ön plana
çıkartıldığı dikkat çekmektedir. Öyle ki, “Doğan‟dan Rezidans ve CNN itirafı”
başlıklı haberde, Doğan‟ın “kendisine ait” Kanal D televizyonunda yaptığı “özel
söyleşi” de, Başbakan Erdoğan‟ın açıklamalarına cevap verdiği belirtilmektedir.
Aynı haberin devamında, Erdoğan‟ın kendisini “yanlış anladığını ileri süren”
Doğan‟ın, Hilton‟a rezidans için ruhsat istediği iddialarını ve CNN Türk‟e karasal
yayın talebini de “programda doğruladı”ğı kaydedilmektedir. Dolayısıyla önceki üç
gazeteden farklı olarak Yeni Şafak‟ta, Doğan‟ın kendisine yapılan suçlamaları kabul
ettiği yönünde bir sonuca varıldığı da görülmektedir.
Bunun yanı sıra Başbakan Erdoğan‟ın açıklamalarına yer verilen diğer
haberlerde, Başbakan‟ın Doğan‟a yönelttiği suçlamaların oldukça çarpıcı başlıklarla
aktarıldığı görülmektedir: “Ben senin bildiğin başbakanlardan değilim” (6 Eylül
2008), “Çamurun altında Hilton var” (7 Eylül 2008), “Suçlamalarda „iftira at, izi
kalsın‟ mantığı var” (8 Eylül 2008) gibi. Yeni Şafak‟ta söz konusu tartışmanın daha
kısa ve ana hatlarıyla özetlendiği de dikkat çekmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
77
Tablo -8 (Yeni Şafak Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen
suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı)
ANA
KONULAR
Yolsuzluk
n
%
Ekonomik
ĠliĢkiler
n
%
Medya
EleĢtirileri
n
%
Suçlamaların Niteliği
İstismarcı
Toplam
Sicil Amiri
1
%50
1
%50
Şantajcı
-
1
%100
-
Otoriter
-
1
%100
-
2
% 100
1
%100
1
%100
Yeni Şafak‟ta, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin
Başbakan‟a yöneltilen suçlamaların oldukça az sayıda olduğu tespit edilmiştir. Bu
suçlamaların ise Zaman Gazetesi‟nde olduğu gibi tamamıyla Doğan‟ın kendi
ifadelerinden oluştuğu görülmüştür. Buna göre suçlamaların niteliğinin niceliksel
dağılımına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda
“sicil amiri” (1 kez, %50) ve “istismarcı” (1 kez, %50); “Ekonomik İlişkiler”
konusunda “şantajcı” (1 kez, %100); “Medya Eleştirileri” konusunda ise “otoriter”
(1 kez, %100). Diğer gazetelerde olduğu gibi Yeni Şafak‟ta da “Siyasal Çevrelerle
İlişki” konusunda Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber
bulunmamaktadır. Başbakan‟a yöneltilen suçlamalara ilişkin yer alan iki haberin –
“Doğan: Başbakan Amirim Değil” (6 Eylül 2008) ve “Doğan‟dan Rezidans ve CNN
İtirafı” “8 Eylül 2008)- içeriği incelendiğinde ise, Doğan‟ın açıklamalarının
Başbakan‟ın açıklamalarına kıyasla oldukça kısa tutulduğu ve Doğan aleyhine bir
tutum sergilendiği görülmüştür.
SONUÇ
Günümüz toplumsal yapısında siyasal sisteme etki eden faktörlerin başında
gelen medyaya, kamuoyu adına siyasi otoriteleri denetlediği, mevcut siyasal sistem
ve olaylar karşısında kamuoyunu bilgilendirdiği ve bu anlamda da kamuoyunun
beklentilerini yerine getirdiği yönünde bir önem atfedilmektedir. Bu noktada medya,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
78
G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci
siyasal aktörler açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim siyasal aktörler
özellikle de kendilerine muhalefet eden grupları etkilemek ve bunların yaptığı
eleştiriler karşısında kendilerini savunmak için çoğunlukla medyadan
yararlanmaktadırlar.
Çalışmanın ilgili bölümünde de belirtildiği üzere, karşılıklı “çıkar” ve
“beklenti” üzerinden gerçekleştirilen bu ilişkiler, söz konusu iki gücün birbirine
sürekli bağımlı hale geldiğini de göstermektedir. Ancak kimi zaman medya ve
siyaset çevrelerinin “çatışan” çıkarları nedeniyle, bu bağımlılığın olumsuz bir
seyirde geliştiği de gözlenmektedir. Nitekim medya ve siyasi çevreler arasındaki
ilişkilere dair öne sürülen argümanların, bu çalışmanın örnek olayını teşkil eden
konu üzerinden de doğrulandığı görülmüştür. Buna göre ilk olarak, tarafların Deniz
Feneri Davası üzerinden başlayan tartışmalarda, medya üzerinden bir “güç” savaşı
sergiledikleri görülmüştür. Bununla ilişkili olarak ise, karşılıklı suçlamaların
“iftiracı”, “vurguncu”, “ahlaksız”, “çıkarcı”, “şantajcı”, “otoriter” gibi
nitelendirmelerle hakaret boyutuna da taşındığı belirlenmiştir. İkinci olarak, söz
konusu tartışmanın basında nasıl sunulduğuna bakıldığında ise; basın-iktidar ve
basın-mülkiyet ilişkilerinin, “yanlılık” temelinde haber içeriklerini büyük ölçüde
etkilediği dikkat çekmiştir. Buna göre Doğan Medya Grubu‟nda yer alan Hürriyet ve
Radikal gazetelerinin, Aydın Doğan lehine bir duruş sergilediği, dolayısıyla
haberlerin medya patronunun ekonomik ve kişisel çıkarları doğrultusunda
oluşturulduğu tezinin de büyük ölçüde doğrulandığı görülmüştür. Diğer taraftan
Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinin ise, Başbakan lehine bir duruş sergileyerek,
basın-iktidar ilişkilerinde iktidar yanlısı bir yayın politikası izlediği ifade edilebilir.
Neticede çalışmaya örnek teşkil eden konuda, her iki grup gazetenin de “bi taraf”
yayıncılık yaptığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Medya ve siyaset ilişkisine dair yapılan
bu incelemede, medyanın daha çok “ekonomik” beklenti düzeyinde siyasete ve
siyasi konulara müdahil olduğu ve bu yönde gündemi oluşturduğu; siyasi çevrelerin
ve özellikle de iktidarın ise kamuoyunu etkilemek ve dolayısıyla siyasi rantını
artırmak amacıyla medyayı etkileme çabasında olduğu gerçeği büyük ölçüde
doğrulanmış bulunmaktadır.
Güz 2009, Sayı:29
Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında…
79
KAYNAKÇA
Adaklı, G. (2001), Yayıncılık Alanında Mülkiyet Ve Kontrol, Beybin Kejanlıoglu,
Sevilay Çelenk, Gülseren Adaklı (Der.), Medya Politikaları, Ankara: İmge
Kitabevi.
Arslan, A. (2009), Medya – Politik İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme,
Uluslar
arası
İnsan
Bilimleri
Dergisi,
ISSN:
1303-5134,
www.insanbilimleri.com
Curran, J. (1997), Medya Ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme, Süleyman İrvan
(Der.), Medya Kültür Siyaset, Ankara: Bilim Sanat Yayınları.
Damlapınar, Z. (2008), Medya ve Siyasete Güvenilirlik: „Medya ve Siyasetinin
Toplumsal Algılanmasına Bağlı Faktörler, Zülfikar Damlapınar (Der.),
Medya ve Siyaset, Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.
Geray, H. (2006), Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş,
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Gürkan, N. (1997), Türkiye‟de Siyasal Tıkanma Ve Medya, Birikim Dergisi, 104.
İrvan, S. (1994- 1995), Demokratik Sistemde Medyanın Rolü, Birikim Dergisi, 6869,
Sağnak, M. (1996), Medya – Politik (1983- 1993 Yılları Arasında Medya –
Politikacı İlişkileri), İstanbul: Eti Kitapları.
Seçkin, G. (1997), Medya: Ekonomik Ve Politik Elit İktidar Grubu, İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 6.
Tılıç, D. (2001), Medyayı Anlamak, İstanbul: Su Yayınları.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
HABER SÖYLEMİNDE MEDYA- SİYASET İLİŞKİSİ:
29 MART 2009 YEREL SEÇİMLERİ
Abdulkadir GÖLCÜ*
ÖZET
Siyaset kurumunun ve aktörlerinin görüş ve fikirlerini topluma aktarmada medya kuşkusuz en
önemli araçtır. Özellikle seçim dönemlerinde haber medyası siyasetçilerin toplum genelinde
siyasal fikirlerine ve projelerine rıza üretmeleri için ortam sağlamaktadır. Bu çalışmanın
amacı da 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Türk basınının siyasal partilere nasıl
yaklaştığını siyaset kurumu ve medya ilişkisi bağlamında ortaya koymaktır. Çalışma seçim
öncesinde yapılan siyasal haberlerin söylem yapılarını çözümleyerek, siyaset ve medya
ilişkisini ortaya koymaktadır. Bu nedenle seçim öncesinde ulusal basında yayınlanan siyasal
içerikli haberler incelenmektedir. İncelenen haberler iktidar partisi AKP ve ana muhalefet
partisi CHP hakkında çıkan haberler olarak sınırlandırılmıştır. Çalışma kapsamında ulusal
çapta yayın yapan dört günlük gazetede takip edilmiş ve 15-27 Mart tarihleri arasında bu
gazetelerde yayınlanan haberler eleştirel söylem analizi yöntemi kullanılarak çözümlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Medya, Siyaset, Söylem,
Media and Politics Relation in News Discourse: 29 March 2009 Local Elections
ABSTRACT
Media is the most important vehicle for political institute and politicians to transfer their
ideas and opinions to society. Especially, news media provides environment for politicians to
product social consent for their political ideas and projects in election periods. The purpose
of this study is to show how Turkish press approaches political parties in context of
relationship between political institute and media before 29 March 2009 Local Elections. The
study puts forth the relationship between politics and media by analyzing discourse structure
of political news which was published before the election. For this reason political news
which was published in national press before election is analyzed. The News which was
analyzed was limited according to their beings about AKP and CHP. In content of study four
national daily newspapers is kept on and news which was published on these newspapers
between 15-27 marches was analyzed by using critical discourse analyze.
Key Words: Media, Politics, Discourse
*
Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Konya. e-posta: [email protected]
İletişim 2003/18
A. Gölcü
82
GİRİŞ
Medya ve siyaset arasında var olan karşılıklı ilişkiler ağı 21. yüzyılda
üzerinde en çok tartışılan konulardan birisi olmuştur. Gelişen teknoloji ile birlikte
medyanın toplumsal yaşamı etkilemedeki gücünün artması, siyaset ve medya
arasındaki ilişkiler ağının da karmaşık bir yapıya bürünmesine neden olmuştur.
Medyanın kitleye dönük doğası siyaset kurumunun en çok önem verdiği konu
olmuş, medya ve siyaset ilişkisinde siyasal mekanizmaların daha fazla sürece dâhil
olmalarına neden olmuştur. Özellikle toplumsal destek arayışında olan siyasal
örgütlenmeler ve gruplar, medya üzerinden kendi değer yargılarını ve fikirlerini
topluma aktarmak için medyanın olanaklarını kullanmışlardır. Bu süreç medya ve
siyaset ilişkisinde, medya içeriğinin siyasallaşmasına neden olurken; medya
örgütlenmelerinin de siyasal pozisyonlar alarak, belirli siyasal kimliklere
bürünmelerine sebep olmuştur. Medya artık kamuoyunu güdümleyen bir araç olmuş
aynı zamanda medyadan kamuyu edilgin tüketiciler haline getiren bir aygıt olarak
söz edilmeye başlanmıştır (Tokgöz, 2008: 206).
Özellikle haber medyası siyasal aktörler ve medyanın politize edilmesi
sonrasında yapısal dönüşümler yaşamıştır. Bu dönüşümler medya ve siyaset
ilişkisine yeni boyutlar kazandırmıştır. Haber üretiminde kurumsallaşma ve
profesyonel yapıların oluşması, haberin toplumsal yapıda var olan gerçekliği siyaset
mekanizması adına inşa etme çabası olarak değerlendirilmiştir. Tuchman (1978)
haber yapılırken bir takım profesyonel örgütlenmelerin ve habercilerin devreye
girdiğini ve bunun haberin çerçevesini oluşturduğunu söylemiştir. Yine Tuchman
haber yapılırken profesyonellikten kaynaklandığı düşünülen bir takım süreçlerin,
toplumsal yapıdaki iktidar ilişkilerinin etkisi ile oluştuğunu aktarmaktadır. Bu
bağlamda haber medyası ve siyaset arasındaki karşılıklı ilişkide, haberin ne olduğu
ve haber olacak olanın ne içermesi gerektiği siyaset kurumunun beklentileri
doğrultusunda yeniden tanımlanmıştır. Artık haber medyası ve haber olgusunu
siyasal süreçlerden soyutlanarak düşünmek, medya ve siyaset kurumu arasındaki
ilişkiyi çözümlemede eksik yönlerin kalmasına sebep olacaktır.
YÖNTEM
Bu çalışmada siyaset ve medya ilişkisi 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
öncesinde Türk basınında çıkan haberler üzerinden değerlendirilmektedir.
Çalışmada yöntem olarak eleştirel söylem analizi yöntemi kullanılarak, yazılı
basında seçim öncesinde yayınlanan siyasal içerikli haberler çözümlenmektedir.
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
83
Çalışmanın yapılabilmesi için Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet ve Yeni Şafak
gazetelerinde yayınlanan haberler 15–27 Mart tarihleri arasında takip edilerek
örneklem içerisinde incelenmiştir. Yeni Şafak ve Cumhuriyet gazetelerinin
örneklem içerisine alınmasında gazetelerin siyasal iktidar ve muhalefete karşı
tavırları göz önünde bulundurulmuştur. Yeni Şafak gazetesi siyasal iktidarın
işlemlerine olumlu, Cumhuriyet gazetesi ise olumsuz yaklaşan bir yayın politikası
izlediği için örnekleme dâhil edilmiştir. Hürriyet ve Sabah gazeteleri ise merkez
medyayı temsil ettikleri ve tiraj yüksekliği nedeniyle incelenecek gazeteler arasında
yer almıştır.
KURAMSAL ÇERÇEVE
21. yüzyılda siyasal meşruiyetin yapısal dönüşümü meşruluğun kaynağının
çoğulcu demokratik rejimler aracılığıyla halk üzerinden sağlanmasına neden
olurken, medya ve siyaset mekanizmaları arasında karmaşık ilişkiler ağının
kurulmasına da etki etmiştir. Demokrasilere doğrudan katılımın imkânsızlığı medya
ve siyaset arasındaki bu ilişkinin pekişmesini sağlarken; modern demokrasilerde
vatandaşların doğrudan katılabildiği demokratik süreçlerin olmaması, kitle iletişim
araçlarının kamu adına bu görevi üstlenmeleri ile sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda
ana akım iletişim çalışmaları tarafından medyanın siyasal mekanizmaları denetleyen
dördüncü bir güç olarak tanımlanması ve medyanın siyasal süreçlerde şeffaf
oluşumları doğuracağı beklentisi oluşmuştur. Bu gelişmeler ana akım iletişim
çalışmalarının medyayı toplumdaki olay ve oluşumları toplumun birey yurttaşlarına
yansıtan; dış dünyanın olay ve oluşumlarıyla ilgili bilgileri rasyonel davranabilen
bireylere sunarak genel çıkarların oluşmasına çalışan bir örgütlenme olarak
tanımlamasına neden olmuştur (Kaya, 1999: 24). Aynı zamanda ana akım yaklaşım
medyayı vatandaşların ve siyasal aktörlerin siyasal buluşmalarını gerçekleştirdikleri
ve siyasal eylemlerin sorgulandığı tarafsız bir uzam olarak göstermeyi amaçlamıştır.
Medyaya ana akım iletişim çalışmaları tarafından siyasal mekanizmaları
kamu adına gözetleme görevinin verilmesi medyanın oldukça politize ve muhalif bir
örgütlenme yapısına sahip olduğu bir döneme rastlamaktadır. Siyaset ve medya
arasında başlangıçta oluşan kamu adına denetim işlevi ve medyanın siyasal süreçlere
yaptığı öne sürülen pozitif yönlü katkı uzun süreli olmamıştır. Özellikle iletişim
teknolojilerinin büyük ölçüde geliştirilmesiyle birlikte medyanın ideolojik yapısı,
günümüzde bütün toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel demokratik kuruluşların
faaliyetlerini ve iş yapma tarzlarını etkilemiştir (Erdoğan, 1999: 35). Bunun yanı sıra
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
84
A. Gölcü
zaman içerisinde değişen koşullar ve serbest piyasa ekonomisine geçiş, medya
örgütlenmelerinin pazar değerlerini ön plana çıkarmış ve medyaya atfedilen kamu
denetçiliği görevini yerini kar güdüsüne bırakmıştır. Özellikle mülkiyet yapısında
yaşanan hızlı dönüşüm medya örgütlerinin büyük bir kısmının son otuz yıldaki ele
geçirmelerin sonucunda finans ve endüstriyel sermaye alanındaki büyük şirketlere
bağlanmalarıyla sonuçlanmıştır (Curran, 1997: 147).
Dördüncü güç rolünün geçerliliğini yitirmesi sonrasında medya ve siyaset
ilişkisinin yeni temeller üzerinde yeniden oluşturulmaya başlanması, iletişim
çalışmalarında eleştirel görüşlerin önem kazanmaya başlamasına neden olmuştur.
Eleştirel yaklaşımları esas alanlar iletişimin endüstrileşmesi, uluslar arası yönü,
geliştirilen yeni iletişim teknolojilerinin toplum üzerindeki etkileri, iletişimin siyasal
ekonomisi, kültürel incelemeler, iletişim sosyolojisi gibi çeşitli konularda çalışmalar
yapmışlardır (Yaylagül, 2006: 81). Eleştirel yaklaşım içerisinde yer alan ekonomi
politik yaklaşım ve kültürel çalışmalar, medya ve siyaset arasındaki ilişkiyi
tartışmalı sahiplik yapısı ve egemen dünya değerlerinin yeniden üretimi bağlamında
ele alarak eleştirmişlerdir. Özellikle haber değerleri ve haber üretim süreçlerini ele
alan bu yaklaşımlar, toplumsal güç iktidar ilişkilerinin ve sınıf tahakkümünün
medya içeriğinde yeniden üretimi üzerine yoğunlaşmışlardır. Ana akım çalışmalar
tarafından haberin gerçeklik olarak kabul edilmesi sorunsallaştırılmış ve ilk olarak
haber olgusunun sorunlu bir üretim sürecinden geçerek oluşturulduğunu Walter
Lippmann öne sürmüştür. Lippmann‟a (1945: 213-216) göre basının ve bu
araçlarının bir ürünü olan haber olgusu, yaşanan gerçeği farklı bir şekilde kurgulayıp
aktarmaktır. Bu nedenle Lipman haber ile gerçeğin birbirinden ayrılması gerektiğini
öne sürmüştür.
Ekonomi politik yaklaşımda haber; özünde Herman ve Chomsky‟nin
toplumsal yapıdaki egemenlerin söyleminin sıradan yurttaşların neleri görmesini,
duymasını ve düşünmesini etkilediğini ve düzenli propaganda kampanyaları ile
kamuoyunu yönlendirdiklerini öne sürmeleri üzerinden ele alınmıştır (Herman ve
Chomsky: 2006: 75). Ekonomi politikçiler haber medyası ve siyaset ilişkisinde
kamu çıkarları yerine özel çıkarların yerleştirildiğini öne sürmüşlerdir. Bu savı
destekleyen Garnham (1990: 113) enformasyona ve bir tartışma platformu olarak
medyaya erişimin bir tür güç ve mülkiyet yapısı tarafından kontrol edildiğini
söylemiştir. Herman ve Chomsky (2006: 76) ise Rızanın İmalatı isimli yapıtlarında
özel mülkiyet altındaki iletişim araçlarının kapitalistler tarafından sınıf
tahakkümünün araçları olarak kullanıldığını belirtirler. Aynı görüşü destekleyen
Murdock (1982: 107) büyük medyaya sahip olan grupların diğer sermaye grupları
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
85
ile aralarındaki çıkar ilişkisini göz önünde bulundurarak medya ve haber içeriklerini
oluşturduklarını dile getirmektedir. Chomsky‟e (1993: 23) göre medya; haberlerin
ve çözümlemelerin çatısını yerleşik ayrıcalıkları destekleyen bir çerçevede kurarak
ve bu doğrultuda her türlü tartışmayı sınırlayarak, birbirleriyle sıkı sıkıya kaynaşmış
olan devletin ve şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Böylece bu bakış açısına
göre, kitle iletişim araçlarının içerikleriyle mesajlarının taşıdığı anlamlar esas olarak
içinde üretildikleri örgütün ekonomik temeliyle belirlenmektedir (Curran ve ark,
1982: 18-19). Bu bağlamda Herman ve Chomsky‟nin propaganda modelinin haber
metinlerinde incelenmesinde ve haberin üretim sürecinde kullanılan haber
süzgeçlerinin medya metinleri okunurken göz önünde bulundurulması haberlerin
analizinde yararlı olacaktır.
Çok farklı disiplinleri içinde barındıran Kültürel çalışmaların ise Gramsci‟nin
(1986) ortaya attığı Hegomanya kavramına paralel olarak haber metinlerini
incelemesi ve Althusser‟in (2000) Devletin ideolojik Aygıtları çalışmasında
medyanın ideolojik yeniden üretimde kritik bir rol oynadığı savını öne sürmesi,
haber üzerinde yapılan eleştirel çalışmalara yeni bir ivme kazandırmıştır.
Althusser‟in takipçisi olan İngiliz kültürel çalışmalarının önemli ismi Stuart Hall‟de
bu görüşü destekleyen çalışmalar yapmıştır. Hall‟e göre medyanın en önemli işlevi,
anlamın toplumsal inşasında üstlendiği ideolojik işlevdir (İrvan, 1997: 77). Bu
ideolojik işlev medyanın durum tanımı yapma yeteneğine sahip olmasıyla
açıklanmıştır (Shoemaker ve Reese, 1997:103). Siyasal yapıya yönelik rıza ve bu
rızanın oluşum sürecinde, Gramsci‟nin terminolojisi ile yönetenlerin
hegemonyalarını kurma sürecinde, medya metinlerinin ve özellikle haberciliğin
önemi yadsınamaz (İnal, 1996: 93). Medyanın bu işleyiş düzenine göre çağdaş
insanlar kendi doğrudan deneyim alanlarının dışında olan olayları, kendilerine
medyanın yansıttığı biçimle yani medya tarafından yapılan gerçeklik
tanımlamalarıyla kavrarlar ( Kaya, 2009: 26).
Ayrıca medyanın siyasal gündemi de etkilediği ve medyanın kamunun
imgelem gücü olarak siyasal gündemi etkili bir biçimde belirlediği, haberlerde
tekrarlanan temaların ve sorunların izleyicilerin öncelikleri haline geldiği kabul
edilmiştir (Iyengar, 1997: 234). Bu noktada eleştirel çalışmalar ana akım iletişim
çalışmalarının haber metinlerinde olduğunu öne sürdükleri nesnellik ve tarafsızlık
vurgusunu mercek altına alarak, bu değerleri sorunsallaştırırlar. Yanlılık-nesnellik
ikilisine çok farklı eleştiriler yöneltilirken bu eleştirilerin çoğunun yöntembilimsel
ve epistemolojik konular üzerinde odaklandığı görülmüştür (Hackett, 1998: 32).
Schiller (1993: 24) de kitle iletişim araçlarının, haberlerin oluşturulması ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
86
A. Gölcü
yayınlanması aşamasında yansız davranıldığı varsayılmasına rağmen objektif
hareket etmediklerini belirtmektedir. Bu görüşlere paralel olarak süreci dilbilim
yönüyle değerlendiren İnal (1995: 114); içinde yaşadığımız dünya hakkında
söylenen her sözün, her düşüncenin dilin dolayımını gerektirdiğini ve uzlaşımsal bir
gerçeğin, mutlak bir nesnelliğin ve tarafsızlığın olanaksız olduğunu vurgular.
Ana akım yaklaşımın içerik çözümlemesi ile medya metinlerinde ve özellikle
haberde nesnellik olgusunu desteklemek için yaptığı çalışmalar; eleştirel kuramla
gelişen ve medya metinlerinin ve haberin oluşmasında yapısal sorunların varlığını
gösteren çalışmalar sonrasında etkili eleştirilere tutulmuştur. Medya içeriğinin
toplumsal bilinçteki ideolojik yeniden üretimin sağlanmasında bu denli önemli rol
oynaması, genelde medya içeriği özelde ise haber üzerinde farklı yöntemler
kullanılarak çözümleme çalışmalarının yapılmasına neden olmuştur. Sumner (1979:
57) bu bağlamda akademik topluluk tarafından sözel dil içindeki göstergelerin tüm
dil kullanıcıları için ortak anlamları olduğunu, okuyucu ve izleyicilerin aynı
sözcüklerden aynı anlamları çıkardığını kabul ederek uzun yıllar nicel içerik
çözümlemelerinin sorgulanmaksızın benimsediğini söyler. İnal‟a (1996) göre geniş
bir bakış açısı ve farklı disiplinlerden gelen kuramsal ve kavramsal çerçeveler
haberi, pozitivist yöntembilimin nicel içerik çözümlemelerinden ve metni
bağlamından yalıtarak ele alan metin analizlerinden kurtarmıştır.
Haber metinlerinin söylemsel yapıları incelendiğinde bu metinlerin
kendilerine özgü özellikler taşıyan metinler olması ve anlamsal kalıplarının kapalı
metin olma özelliği taşıması bu metinlerin çözümlenmesinde içerik çözümlemesi
yönteminin terk edilmesine neden olmuştur.
Pozitivist yöntembilimin haber
metinlerine uygun olmadığını öne süren eleştirel çalışmalar, haber metinlerini
çözümlemede haberin üretiminde etkin olan iktidar pratiklerini, toplumsal yapıdaki
egemen söylemi ortaya çıkarmak için eleştirel söylem analizi yöntemini
geliştirmişlerdir. Eleştirel söylem çözümlemesinin kullanılma amacı medya
metinlerindeki seçilmiş sözcük ve sözcük öbeklerinin bireylerin yaşamı
algılamalarında, düşüncelerinde ve değerlendirmelerinde söyleme yansıyan
toplumsal ideolojilerini belirlemektir. Bu yöntemle açık dilsel yapılardan örtük
ideolojik yapılara ulaşmak amaçlanır ( İnceoğlu ve Çomak, 2009: 12). Sözen‟e
(1999: 81) göre haberlerin güç-iktidar sahibi yapıların söylemsel kalıplarında
oluşturulması, haber metinleri üzerine yapılan çalışmalarda söylem analizi
yönteminin kullanılmasına neden olmuştur. Ayrıca söylem analizinin içerisinde
sosyolinguistik çalışma, metin analizi, sosyal analiz ve bütün bu analiz türlerini içine
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
87
alan eleştirel bir analiz türü olması da haber metinlerinin çözümlenmesine önemli
katkılar sağlamıştır.
Eleştirel söylem analizi temelinde iki farklı yöntemi içerisinde
barındırmaktadır. Bunlardan birincisi İngiliz Kültürel Çalışmaları‟nın önemli
figürlerinden biri olan Stuart Hall‟ün oluşturduğu toplumsal analizin ortaya getirdiği
söylemsel oluşumlar üzerinde yoğunlaşan sosyoloji ağırlıklı yaklaşımdır. Bu
yaklaşımda temel dayanak noktası, haber üretim sürecinde durum tanımlamalarının
kimler tarafından yapıldığıdır. Gramsci‟nin hegemonya kavramsallaştırması
üzerinden hareket eden Hall (1994) yazdıklarında, özellikle haber metinlerinde
iktidar konumunda olanların durum tanımlarının nasıl yeniden üretildiği ve iktidarın
söyleminin nasıl meşruiyet kazandığının altını çizmiştir. Hall ve arkadaşları
tarafından Birmingham Kültürel Çalışmalar Merkezi tarafından yapılan Krizlerin
Denetimi (Policing The Crises) isimli çalışmada haberin metin analizlerinden
soyutlanarak, toplumsal güç iktidar ilişkileri göz önüne alınarak yapılan analizlere
iyi bir örnek teşkil etmektedir. Haber metinleri üzerinden toplumsal yapıda var olan
güç-iktidar ilişkilerini göstermeyi amaçlayan bu çalışma habere ve haberin anlamsal
çerçevesine etki eden siyasal süreçleri irdelemektedir. Çalışma İngiltere‟de sokak
soygunculuğu (mugging) konusunda basın yoluyla yayılan ahlaki panik, savaş
sonrası konsensüs politikasının çöküşü ve otoriter bir devletin büyümesi arasında
iddialı bir ilişki kurmaya çalışan karmaşık bir çözümlemeyi içermektedir
(Stevenson, 2008: 67). Çalışma sonrasında İngiliz kamuoyunda haber değerlerinin
politik süreçlere göre nasıl değişime uğradığı ve bu değişim sonrasında yaşanan
haberin sosyal hayattaki etkisi ortaya konmuştur
İkincisi ise Hollandalı dilbilimci Van Dijk‟ın haber analizlerinde kullandığı
ve Van Dijk yöntemi olarak adlandırılan dilin gramerine duyarlı olarak haberi makro
ve mikro yapılarında inceleyen yaklaşımdır. Van Dijk‟a (2005: 319) göre söylem
yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir koşulu söylemin denetimi ve
bizzat üretimidir. Bu nedenle Van Dijk oluşturduğu söylem çözümlemesi
yönteminde, söylemin üretilme pratikleri üzerine daha fazla yoğunlaşmaktadır.
Bugün yayınlanan gazetelerin neredeyse hepsinin ilk sayfalarında görsel öğelerin
öne çıktığını ve yazılı dilin kaybolduğunu söyleyen Van Dijk, mikro yapılarda
haberi destekleyen unsurların önemine işaret etmektedir (Van Dijk, 1997: 268).
Ayrıca haber söylemini ele alırken kullandığı makro ve mikro yapılarının sınırlarını
çok geniş tutan Van Dijk, uluslararası haberlerin yapısı üzerine yaptığı bilinen
çalışmasında tüm dünya ülkelerinin haber ajanslarına bağımlılığını ortaya
koymuştur.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
A. Gölcü
88
Hem ekonomi politik açıdan hem de kültürel çalışmalar açısından söz konusu
haber söyleminin kodlanmasında rol oynayan başlıca etmen, hiç kuşkusuz kitle
iletişim araçlarının ardında da yer alan egemen ideoloji ve başat kültürel yapıdır.
Siyaset kurumunun merkezinde işleyen ideolojik mekanizmanın toplumsal yapılara
haber içerikleri ile yayıldığı gerçeği eleştirel haber çalışmaları sonrasında kabul
edilmiştir. Bu nedenle haber metinleri üzerinde söylem analizi uygulanarak yapılan
eleştirel çalışmalar Foucault‟nun (2000) iktidarın söylemsel bağlar içerisinde
kurulduğu ve dolaştığı fikrinden de faydalanarak, haber söylemi içerisinde egemen
iktidar olgusunun nasıl ele alındığını ve işlendiğini göstermeyi amaçlamıştır.
BULGULAR
29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Türk kamuoyu seçim sürecine
yoğun bir politik gündem ile beraber girmiştir. Dış politikada yaşanan bazı
gelişmeler ve özellikle Başbakanın Davos görüşmelerinde yaptığı çıkış seçim
öncesinde ülke gündemini bir hayli meşgul etmiştir. İç politikada ise Ergenekon
Soruşturması ve beraberinde getirdiği önemli gözaltılar, seçim öncesi atmosferde
gergin bir ortam yaratmış ve siyasal tercihler bazında ülke toplumsal yapıda bir
kutuplaşmaya doğru sürüklenmiştir. Ayrıca dünya genelinde etkili olan ekonomik
krizin, seçim öncesinde ülke ekonomisini durgunlaştırması da seçim öncesinde
gerçekleşen ve siyasal aktörlerin seçim sürecinde üzerinde yoğun olarak duracakları
gündem başlıklarından birisini oluşturmuştur. Böyle bir ortamda ülkenin yerel seçim
sürecine girmesi, yerel seçimin bir genel seçim havasıyla yürütülmesine neden
olmuştur. Özellikle siyasal aktörlerin seçim kampanyalarını oluştururken birbirlerine
karşı yıpratıcı ve sert politikalar izlemeleri, seçim sürecinde yapılan haberciliği de
olumsuz yönde etkilemiştir. Bu süreç içerisinde yazılı basında yer alan haberlerin
çoğunluğunda, siyasetçiler arasında yer alan bireysel tartışma ve münakaşalara
büyük yer ayrılmıştır. Yerel bir seçim süreci yaşanması gerekirken, yerel adayların
çalışmaları ve projeleri hakkında bilgilendirme yapmaları beklenirken; daha çok
iktidar ve muhalefet liderleri arasındaki söz düelloları haberleştirilmiştir.
HÜRRİYET GAZETESİ
15 Mart tarihinde “Baykal 3011‟de iktidara gelir” başlıkla yayınlanan haber
için kullanılan fotoğrafta, Başbakanın bir tünel açılışında makam otomobilini kendi
kullanması ve dikiz aynasında saçlarını düzeltmesi, “Dikiz aynasında saç bakımı” alt
başlığıyla haberin içerisinde aktarılmıştır. Haberde siyasal vaatler ve seçim
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
89
çalışmaları hakkında bilgi aktarmak yerine, Başbakanın ana muhalefet lideri Deniz
Baykal‟a yönelik bir sözü uzun uzun işlenmiştir. Aynı tarihte “Hiç vicdanın yok
mu” başlığıyla Deniz Baykal‟ın Mardin mitinginde Başbakanın açıkladığı kriz
paketlerini eleştirmesi haberleştirilmiştir. Bu haberde de başlık Baykal‟ın sözleri
arasından doğrudan alınırken, haberin içeriğinde Baykal‟ın Başbakan‟ı adam gibi
adam olmak gerektiği yönündeki sözleri işlenmiştir. Yayınlanan bu haberde yerel
seçim hakkında herhangi açıklama ya da art alan bilgisi bulmak neredeyse
imkânsızdır.
16 Mart tarihinde Deniz Baykal‟ın Hatay mitinginde söylediği “Adam
olamayan 3011‟de de adam olamaz” sözü haber başlığı olarak doğrudan kullanırken;
yapılan haberin ana konusunu Başbakan ve Baykal arasındaki söz düellosunda bir
gün önce gerçekleşen münakaşa oluşturmuştur. Baykal‟ın “Abbas yolcu”, “Sen
kendine baksana” ve “Yatağa Baykal‟la giriyor” sözleri de haberin ara başlıkları
olarak doğrudan kullanılmıştır. Ayrıca Baykal‟ın Başbakan‟ın çocuğunu Amerika‟da
okuttuğunu ama vatandaşın okutamayacağını hatırlatması da haberde işlenen
çatışma unsurlarından bir başkasıdır. 17 Mart tarihinde “Küfürbaz derler oy
vermezler” başlığıyla yayınlanan haberde kullanılan başlık daha önceki haberlerde
siyasetçiler arasındaki tartışmayı hatırlatan cümlelerden doğrudan alıntılanmıştır.
Haberin içeriğinde Baykal‟ın “ağız tadıyla birbirimize küfür edemiyoruz” sözü
üzerinde fazla durulmamış ve Başbakan‟ının bu söz üzerinden Baykal‟a yüklendiği,
haber söyleminde işlenmiştir. Ayrıca yayınlanan bu haberde kullanılan “Baykal‟a
çattı” bannerı başlığın yanı başında kullanılmış ve haberin söyleminde Deniz
Baykal‟ın tartışmanın masum tarafı olarak aktarılması amaçlanmıştır. Bu haberin
içeriğinde de yerel seçim çalışmaları hakkında detaylı bilgi bulmak imkânsızdır.
Ayrıca kullanılan bannerda kullanılan renklerin Cumhuriyet Halk Partisi‟nin
renkleriyle aynı olması, haber söylemini desteklemek için yapıldığının göstergesidir.
18 Mart tarihinde yayınlanan “Altın palan vursan eşek yine eşektir” başlıklı
haberde, Baykal‟ın Niğde mitinginde Ziya paşadan okuduğu bir şiirle cevap vermesi
haberleştirilmiştir. Haber de kullanılan başlık ve haberin içeriğinde Baykal‟ın
sözlerinin ara başlıklar olarak doğrudan kullanılması ve yine kırmızı-beyaz renkte
bannerlarla haber söyleminin desteklenmesi söz konusudur. 20 Mart tarihinde
yayınlanan bir başka haberde ise kullanılan fotoğraf ve fotoğraf üzerine yerleştirilen
“Klonsuz meydan” yazısı Hürriyet gazetesinin haber söylemlerinde siyasal iktidar
karşıtı bir duruşu benimsediğini göstermektedir. Bu haberin spotunda AKP Manisa
İl Başkanlığı‟nın Manisa mitingini kalabalık göstermek için fotoğraflar üzerinde
oynama yaptığı bilgisi aktarılmıştır. Haberin spotunda bu bilginin verilmesi ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
90
A. Gölcü
fotoğraf üzerinde “klonsuz meydan” yazısının kullanılması, CHP‟nin milletin
desteğini aldığı yönünde haberin söyleminin kurulduğunu göstermektedir. Hürriyet
gazetesi iktidar karşıtı söylemini yayınlanan birçok haberde kullandığı fotoğraflarla
da desteklemek istemiştir. Özellikle CHP mitinglerinde vatandaşlar tarafından
yapılan pankartların fotoğrafları sık sık kullanılarak, toplum genelinde siyasal
iktidara karşı genel bir rahatsızlığın olduğu fikri haber söyleminde ön plana
çıkarılmak istenmiştir. “Tayyip amca bir gemicik de benim oğluma alsana”,
“Takiyeyle bağlan hayata”, “Vatanı satan adam”, “Bilecik çarşı Tayyibe karşı” gibi
pankartların fotoğrafları haber söylemini destekleyen fotoğraflar olarak
kullanılmıştır.
Hürriyet gazetesi iktidar-muhalefet çatışmasına dönük haberlerin yanı sıra
AKP‟nin İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayları hakkında çıkan
yolsuzluk iddialarını da yoğun olarak haberleştirmiştir. Bu haberlerden en dikkat
çekeni 26 Mart tarihinde yayınlanan “250 bin dolar Topbaş‟a verildi işin tamam”
başlığıyla yayınlanan haberdir. Haberin söyleminde taraflara yolsuzluk
suçlamalarıyla yer verilirken, adli herhangi bir süreçten bahsedilmemektedir. Bu
haberde rüşvet vererek çıkar sağlamaya aracılık eden kişinin gönderdiği SMS‟de
haberin konusu olurken, haberde ara başlık olarak “İşte rüşvetin SMS‟i” başlığı
kullanılmıştır. Haberin art alanı ile detaylı bilgi verilmezken, Gazete aynı haberin
yanı başında CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal
Kılıçdaroğlu‟nun bir seçim gezisi haberleştirmiştir. Gazete daha önceki yayınlarında
yaptığı gibi bu haberde kullanılan fotoğrafın üzerine “Yolsuzluğu kurutacak”
sloganını yerleştirmiştir.
Gazete seçim öncesi izlediği yayın politikasında siyasal iktidarın ve
muhalefet partilerinin liderleri arasındaki söz düellosunu haberleştirmeyi
amaçlamıştır. Gazete iki tam sayfayı seçim süresince siyasi parti liderlerinin
görüşleri, kısmen anakent şehirlerinin belediye başkan adayları arasında gerçekleşen
atışmaları yayınlamak için ayırmıştır. Ayrıca siyasal iktidar ve kısmen ana
muhalefet partisi hakkındaki yolsuzluk iddialarını gündemine taşıyan gazete, iktidar
partisi hakkındaki iddialara daha fazla yer ayırmıştır. Haber başlıkları ve spotlarda
yayın politikasına uygun olarak parti liderlerinin alaycı sözlerini haber söylemine
taşıyan gazete; bu sözleri tırnak işareti kullanmadan, içselleştirerek okuyucuya
aktarmıştır. Gazetenin genel yayın politikasının siyasal iktidara karşıt olması, iktidar
ve ana muhalefet liderlerinin yayınlanan haberlerinin haber söylemlerinde açıkça
ortaya çıkmaktadır. Gazete ana muhalefet partisinin haberlerine alan olarak daha
fazla yer ayırmış ve haberde oluşturulan iktidar karşıtı söylemi fotoğraf, banner gibi
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
91
unsurlarla desteklemek istemiştir. Hürriyet gazetesinde bu dönem içerisinde iki
siyasal partinin de siyasal reklamları bulunmamaktadır.
YENİ ŞAFAK GAZETESİ
16 Mart tarihinde “Hizmet sırası İzmir‟de” balığıyla yayınlanan haberin ana
konusu Başbakan‟ın İzmir mitingi olmuştur. Bu başlık ile AKP‟li belediyelerin
hizmet konusunda rahat olduklarını ve vatandaşın da artık ideolojiye oy vermek
yerine hizmeti tercih edeceği haber söylemine yerleştirilmiştir. AKP hükümetinin
milletin hizmetkârı vurgusu haber içerisinde tekrar tekrar verilmiş ve haberin ara
başlıklarında AKP‟nin yaptığı icraatlar haberleştirilmiştir. İzmir‟in içme suyunda
arsenik bulunduğu haberin spotunda ve ara başlığında vurgulanarak, mevcut CHP‟li
İzmir Büyükşehir Belediyesinin vatandaşa hak ettiği hizmeti vermediğine işaret
edilmiştir. 18 Mart tarihinde “CHP‟nin karnesini açıkladı” başlığıyla yayınlanan bir
başka haberde, Başbakan‟ın bir ekmek karnesiyle “dedelerimize karneyle ekmek
dağıttılar” sözü haberin spotunda doğrudan kullanılmıştır. Haberin söyleminde
CHP‟nin tarihinin başarısızlıklarla dolu olduğu yönünde bir görüş, başbakanın
ekmek karnesini halka gösterirken çektirdiği bir fotoğrafla desteklenmiştir. Aynı
sayfada daha küçük bir yerde “CHP‟nin yeni açılımı hadis ve maneviyat” başlığıyla
yayınlanan haberde, CHP Denizli Belediye Başkanı‟nın seçim sloganı olarak bir
hadisi seçmesi haberleştirilirken, aynı haberde “Efendimize Saygısızlık” alt
başlığıyla CHP Denizli İl Başkanı Ali Kavak‟ın “Atatürk gibi lider varken
peygamber gibi lider bekliyorlar” sözü haberleştirilmiştir. Haberde bu iki çelişkili
durum aktarılırken, CHP‟nin açılımlarının gerçekçi olmadığı ve samimiyetten uzak
olduğu haber söyleminin merkezinde yer almıştır.
19 Mart tarihinde “Küfür edeceğinize iş yapsaydınız” başlığıyla yayınlanan
haberde, CHP lideri Deniz Baykal‟ın sözleri haberde ön plana çıkarılmış ve
CHP‟nin millete hizmet etmediği söylemi haberin merkezine yerleştirilmiştir. Yeni
Şafak ayrıca, Çanakkale mitinginde başbakanın yaptığı konuşmaları haberin
spotunda doğrudan kullanarak içselleştirme yapmıştır. Yine haber için kullanılan
fotoğraflarda, AKP‟nin seçim süresince kullandığı “Sen Türkiye‟sin Büyük Düşün”
sözü öne çıkarılarak haber söylemi olumlanmak istenmiştir.
20 Mart tarihinde “Utandıran ziyaret” başlığıyla sürmanşetten verilen bir
başka haberde ise, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu‟nun
Karaman‟da seçim gezisi sırasında CHP seçim bürosunu ziyareti haberin konusu
yapılmıştır. Bakan Nimet Çubukçu‟nun kendisini sokakta görüp yolunu değiştiren
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
92
A. Gölcü
CHP‟lileri seçim bürolarında ziyaret ederek utandırdığı ve kullanılan başlıkla
CHP‟lilerin iktidara karşı söyleyecekleri sözlerinin olmadığı yönünde bir söylem
haberde aktarılmıştır. Çubukçu‟nun “benden korkmanıza gerek yok” sözü haberin
spotuna taşınırken, “hoş geldiniz demenizi beklerdim” ifadesiyle de CHP‟lilerin
nezaketsiz davrandıkları haber söyleminde aktarılmak istenmiştir.
22 Mart tarihinde yayınlanan “CHP‟nin kılıcı örgütlerin hamisi çıktı” başlıklı
haberde ise, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal
Kılıçdaroğlu‟nun SSK Genel Müdürü iken, eski hükümlüleri ve örgüt mensuplarını
işe aldığı haberleştirilmiştir. Haberin ara başlığında “Kuryelikten Müdürlüğü”
başlığıyla bir örgüt kuryesinin Kemal Kılıçdaroğlu tarafından SSK Kayseri Sigorta
Müdürlüğü‟ne atandığı aktarılmıştır. Haberde kullanılan Kılıçdaroğlu‟nun
fotoğrafının altına yerleştirilen “ Eski hükümlüleri atadı” başlığı da büyük puntolarla
verilerek, haberde oluşturulmak istenen söylem yan unsurlarla desteklenmiştir. 23
Mart tarihinde yayınlanan “Baykal adayını konuşturmadı” başlığıyla yayınlanan
haberde, CHP‟nin İstanbul mitinginde Baykal‟nın İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğulu‟na mitingde konuşma hakkı vermediği
haberleştirilmiştir. Yapılan haberde Baykal‟ın Kılıçdaroğlu‟nun parti içindeki
yükselişini engellemek istediği söylemi ele alınmış ve bu görüş Tarhan Erdem‟e
doğrulatarak haber söylemi desteklenmiştir. Haberde kullanılan “Neden
Konuşturulmadı?” ara başlığı ve Baykal ile Kılıçdaroğlu‟nun fotoğraflarının karşı
karşıya konulması, iki siyasetçi arasında bir mücadelenin olduğunu vurgulamak için
yapılmıştır.
25 Mart tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “CHP bunu hep yapıyor”
başlıklı haberde ise, CHP‟nin yaptığı çarşaf açılımının gerçekçi olmadığı “Önce
rozet sonra hakaret” spotuyla haberleştirilmiştir. Yapılan haberde CHP
yöneticilerinden Önder Sav‟ın ve Altan Öymen‟nin bazı seçim gezilerinde dini
konularda yaptıkları tartışmalı konular tekrar edilerek, CHP‟nin din konusunda
yaptığı açılımlarının samimiyetsizliği haber söyleminde aktarılmak istenmiştir. Aynı
haber içerisinde CHP Kırıkkale Milletvekili Halil Tiryaki‟nin üzerinde manzara
resmi bulunan elektrik trafosunu cami sanarak, bu olayı haberleştirmek için
gazetecilerle şehre gelmesine “Trafoyu cami sanmıştı” başlığıyla yer verilmiştir. Bu
sayede CHP‟lilerin toplumun bir gerçeği olan din ve dini ritüellere ne kadar yabancı
oldukları ve halktan kopuk bir yaşam sürdükleri haber söyleminde ön plana
çıkarılmıştır.
Yeni Şafak gazetesi 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde siyasal iktidarla
olan sıkı ilişkileri çerçevesinde genel bir yayın politikası oluşturmuş ve yayınladığı
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
93
haberlerde bu yayın politikasına uygun haber çerçeveleri kullanmıştır. Siyasal
iktidarın seçim çalışmaları, eylemleri ve projeleri yoğun olarak haberleştirilmiş ve
yapılan haberlerde eleştirel değerlendirmeler yapılmaktan özellikle kaçınılmıştır.
Gazete siyasal iktidarın eylemlerini haberleştirdiği sayfalarda siyasal iktidarın
vermiş olduğu siyasal reklamları yayınlamaktan da çekinmemiştir. Ayrıca AKP‟nin
Büyükşehir Belediye Başkan Adayları hakkında yapılan haberlerde bu adayların
çalışmaları olumlanarak aktarılırken; haberlerin yayınlandığı sayfalara başkan
adaylarının siyasal reklamlarının alınması da, haber söyleminin nasıl oluştuğunu
açıklamaktadır. Yeni Şafak‟ta Hürriyet gazetesi gibi yaptığı haberlerde yerel seçim
çalışmaları hakkında detaylı bilgi vermek yerine, seçim haberlerini genel seçim
havasında aktarmayı tercih etmiştir. Neredeyse haberlerin hiçbirinde Başbakan‟ın
seçim gezisi yaptığı bölgelerin yerel adayları ve yerel politikalar hakkında hiçbir
bilgi aktarılmamıştır. Gazetenin siyasal iktidarın eylemlerini olumlayan haberler
yapmasının yanında, ana muhalefet partisi CHP‟nin eylemlerinde eleştirel bir
çerçeve kullandığı gözlemlenmiştir. Genel olarak CHP hakkında yapılan haberlerin
çoğunluğunda olumsuz eylemler ya da CHP‟li belediyeler hakkında çıkan yolsuzluk
iddiaları haber söyleminde ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca gazete CHP‟li adaylar
hakkında öne sürülen yolsuzluk iddiaların gerçekliği yönünde bir sorgulama
yapmaksızın iddiaları haberleştirirken, haberlerde kullanılan ara başlıklar ve
spotlarla da haber söyleminin anlam kapanması sağlanmıştır.
SABAH GAZETESİ
16 Mart tarihinde “ Söyledik Mardin‟e gitti Hakkâri‟ye de uzansın” başlığıyla
yayınlanan haberde, Başbakan‟ın İzmir mitinginde CHP lideri Deniz Baykal‟ı doğu
illerinde de miting yapmaya davet etmesi haberleştirilmiştir. Haberin söylemi
Başbakan‟ın sözleri üzerine kurgulanırken, CHP‟nin ülkenin tamamını temsil
etmediği ve yurdun belirli bölgelerinde taraftarlarının olduğu haber söyleminde
aktarılmıştır. Bu haberde AKP‟nin vatanın her yerinde miting yapabildiği söylemi
aktarılırken, CHP‟yi dar bir zümre partisi olarak kurgulamak haberin çerçevesini
oluşturmuştur. Ayrıca haberde Başbakan‟ın sözleri doğrudan haberin başlığında ve
spotunda kullanılarak içselleştirme yapılmıştır.
18 Mart tarihinde “Ananızı da alın, sandığa gidin” başlığıyla yapılan haberde
ise Deniz Baykal‟ın Niğde mitinginde söylediği söz tırnak işareti içerisinde başlığa
taşınmıştır. Bu haberde Başbakan‟ın bir çiftçiye söylediği sözü hatırlatan Baykal‟ın
konuşması haberin ana konusunu oluştururken, haber için ayrılan yerin çok küçük
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
94
A. Gölcü
olması dikkat çekmektedir. Ayrıca aynı gün gazetede AKP‟nin siyasal reklamlarına
geniş yer ayrılarak, yapılan haberlerde siyasal iktidara daha fazla yer verilmeye
çalışılmıştır. 19 Martta “Erdoğan‟ı, Erbil‟in programına çağırdı” başlığıyla
yayınlanan haberde ise, Deniz Baykal‟ın Başbakan‟ı televizyon programında
tartışmaya çağırması ve program yöneticisi olarak da Mehmet Ali Erbil‟in seçilmesi
önerisi haberleştirilmiştir. Haberin söyleminde Baykal‟ın önerisinin gerçekçi
olmadığı ve ülke gündemindeki önemli bir olayın bir showman‟in programında
tartışılacağı vurgusu kullanılan spotla ön plana çıkarılmıştır. Bu sayede haber
söyleminde CHP liderinin siyasal konularda ciddiyetsiz bir tavır takındığı
vurgulanmak istenmiştir.
21 Mart tarihli Sabah gazetesinde yayınlanan “Televole‟de adamın var,
onunla şov yap” başlıklı haberde, Deniz Baykal‟ın Başbakan‟ı davet ettiği TV
programının içeriği üzerinden, Baykal‟ın ülke sorunlarına verdiği önem
eleştirilmiştir. Bu haberde televole gibi bir magazin programına göndermeler
yaparak ve haberin spotunda da bu konu işlenerek ana muhalefet partisinin şov
yaptığı aktarılmak istenmiştir. Bu bağlamda haberin söyleminde CHP ve lideri
Deniz Baykal‟ın ülke gerçeklerinden uzak ve ciddiyetsiz bir siyaset anlayışına sahip
olduğu kurgulanmıştır. Aynı haberin hemen altında “Malay: Baykal APS ile
gidecek” başlığıyla yayınlanan haberde ise, Aydın Valisinin görevden alınmasını
isteyen Baykal‟ın “Ben o Valileri APS ile göndereceğim” sözü haberleştirilmiştir.
Aydın Valisinin cevabının başlığa taşındığı haberde, Baykal‟ın beklentisinin boşuna
olduğunu ve milletin ve özellikle kendi partisinin Baykal‟ı göndereceği de Valinin
sözleri ile haber söyleminde ön plana çıkarılmıştır. 23 Mart tarihinde manşetten
yayınlanan “Baykal edebi muhalefet” başlıklı bir diğer haberde ise, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan‟ın partisinin İstanbul mitinginde CHP‟nin Baykal liderliğinde edebi
muhalefet olarak kalacağını söylemesi haberin söylem çerçevesini oluşturmuştur.
Haberde CHP‟nin şov peşinde koştuğu ve asıl şovu milletin yapacağı yönünde
Başbakan tarafından söylenen cümleler spot olarak doğrudan kullanılmıştır. Aynı
haberin içerisinde “Baykal pankartı güldürdü” alt başlığıyla verilen haberde,
meydanda bir vatandaşın taşıdığı “Sayın Başbakan‟ım 23 Nisan Çocuk Bayramı‟nda
Deniz Baykal‟ı Bir Günlüğüne Başbakanlık Koltuğuna Oturtun” yazılı pankart
haber söylemini desteklemek için haberleştirilmiş ve başbakanın bu pankarta
güldüğü de haber içerisinde aktarılmıştır.
25 Mart tarihinde “ Canlı yayında reklam arasında skandal” başlığıyla
yayınlanan haberde, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal
Kılıçdaroğlu‟nun katıldığı bir TV programında reklam arasında sunucu Nahit
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
95
Duru‟nun AKP hakkında söylediği sözler haberleştirilmiştir. Haberin söyleminde
reklam arasında konuşulanlar Kılıçdaroğlu üzerinden kurgulanırken, haberin ana
unsuru olan Nihat Duru haberde detay olarak işlenmiştir. Aynı haberde olayın
sorumlusu sunucunun fotoğrafına küçük bir yer ayrılırken, Kılıçdaroğlu için daha
büyük bir fotoğraf kullanılması, haber söylemine Kılıçdaroğlu‟nun alınmak
istendiğini göstermektedir.
Sabah gazetesi seçim öncesi yaptığı haberlerde genel olarak siyasal iktidar
yanlısı bir yayın politikasıyla örtüşen haber söylemleri kullanmıştır. Gazete siyasal
iktidarın eylemleri ve seçim çalışmalarını yoğun olarak haberleştirirken, yerel
seçimler bazında İstanbul ve Ankara gibi anakent adaylarının çalışmaları sadece
iktidar partisi adaları için habere dönüştürülmüştür. Ayrıca CHP‟nin anakent
adayları olumsuz eylemleri ya da haklarında çıkan yolsuzluk iddiaları nedeniyle
haberleştirilmişlerdir. Gazete seçim öncesinde nerdeyse her gün AKP‟nin verdiği
siyasal reklamları yayınlamıştır. Bu da gazetenin haber söyleminin iktidar yanlısı
kalıplara dönüşmesinde önemli etkenlerden birisidir. Ayrıca gazetenin ait olduğu
yayın grubunun siyasal iktidar ile iyi ilişkilerinin olması, yapılan haberlerin
AKP‟nin eylemlerini olumlayan çerçevelerde aktarılmasında önemli bir etken
olmuştur. Bu bağlamda CHP haberleri ise, daha çok olumsuzluk ve ilginçlik
değerleri ile ele alınarak haberleştirilmiştir. Yapılan haberlerin çoğunda CHP lideri
Baykal‟ın ilginç bir sözü ya da CHP‟li yetkililerin topluma yabancı olduklarını
göstermeyi amaçlayan anekdotlar kullanılmıştır. Diğer gazetelerde de yoğun olarak
görülen içselleştirme, art alan bilgisi vermeme gibi eksiklikler Sabah gazetesinin
haber söylemlerinde de sık sık gözlemlenmiştir. Aynı zamanda yayınlanan
haberlerin genel çerçeveleri yerel seçim çalışmaları yerine siyasal iktidar ve ana
muhalefet partisi arasında geçen tartışmalar göre belirlenmiştir.
CUMHURİYET GAZETESİ
15 Mart tarihinde “AKP reklamlarında yasa ihlali” başlığıyla yayınlanan
haberde, Başbakan‟ın seçim afişi olarak kullanılan Türk bayraklı rozetinin seçim
yasasının ihlali olduğu haberleştirilmiştir. Haberde Ankara‟nın işlek caddelerine
konan bu afişlerin, Ankara Büyükşehir Belediyesinin yardımıyla asıldığı da
belirtilmiş ve bu haberin altında “Gökçek‟e metro protestosu” başlığıyla yayınlanan
başka bir haber de Ankaralıların metro vaadini tutmadığını söyledikleri belediye
başkanını protesto ettikleri haberleştirilmiştir. Her iki haberde de haber kaynağı
olarak tek taraflı bir yapı söz konusu olmuş ve haberde kullanılan spotlar ve
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
96
A. Gölcü
başlıklarda yapılan açıklamalar doğrudan kullanılmıştır. 16 Mart tarihine yayınlanan
“Siyah afişlerle karşılandı” başlığıyla yayınlanan haberde, Başbakan Erdoğan‟ın Ege
gezisinin sönük geçtiği ve bazı meydanlarda siyah afişlerle karşılandığı haber
konusu yapılmıştır. Yapılan haberde haber kaynağı açıklanmazken, aktarılan
bilgilerde kesin cümle yapıları tercih edilmiş ve AKP mitinglerine Ege‟nin dört bir
yanından insan taşınmasına rağmen kalabalık olmadığı haberin söylem çerçevesini
oluşturmuştur. Aynı sayfada Türkiye Komünist Partisi Genel Başkanı Erkan Baş‟ın
“Tayyip, Obama‟nın halifesi” açıklamasını haberleştiren ve haberin başlığında
doğrudan aktaran gazete, “Halk seçmeyecek” ara başlığıyla da AKP‟ye karşı
toplumsal bir karşıtlığın olduğu söylemini pekiştirmek istemiştir.
17 Mart tarihinde “AKP‟de hayal kırıklığı” başlığıyla yayınlanan bir başka
haberde ise, Başbakan‟ın Eskişehir mitingi için trenlerle insanların şehre taşınmasına
rağmen, miting meydanının boş kaldığı haberleştirilmiştir. Haberin söyleminde
miting için yakın illerde çalışan devlet dairelerinden isim listesi toparlanarak,
mitinge getirildikleri yönünde iktidar karşı bir duruş aktarılmak istenmiştir. Bu
iddiayı destekleyen bir belge ya da fotoğraf haber söylemini desteklemek için
kullanılmamıştır. 19 Mart tarihinde “Bu bir seçim asfaltıdır” başlığıyla yayınlanan
haberde, AKP‟li Altındağ Belediyesi‟nin kar yağışına rağmen oy almak için asfalt
döktürdüğü gazetenin iktidar karşıtı söylemi çerçevesinde haberleştirilmiştir.
Yapılan haberde, belediye yetkilisi Kadim Doğan‟ın konu hakkında yaptığı açıklama
da yer almamasına rağmen, belediyenin hatasını kabul ettiği atılan ara başlıkla
haberde yer almıştır. Haberin metni ve başlığı arasında bir çelişki bulunmaktadır.
Gazete ayrıca “AKP‟li Belediyelerin Bilançosu” başlığıyla hazırladığı bir yazı
dizisini beş gün boyunca yayınlamış ve AKP‟li anakent belediyelerin
çalışmalarındaki aksaklıklar ve yolsuzluk iddialarını okurlarına aktarmıştır.
20 Mart tarihinde yayınlanan ve “ „Hatırla Ankaram‟ Vizyonda” başlığını
taşıyan haberde ise, Ankara Büyükşehir Belediyesi‟nin 2004‟den beri çözemediği
sorunları konu edinen bir kısa filmin internet üzerinden izlenebildiği
haberleştirilmiş. Yapılan haberde CD olarak da dağıtılan filmin yoğun ilgi gördüğü
aktarılarak
haber
söyleminde
vatandaşlarında
Ankara
belediyesinin
uygulamalarından memnun olmadığı fikri aktarılmak istenmiştir.
22 Mart tarihli “Hızla sivil diktatoryaya gidiyoruz” başlığıyla yayınlanan
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu söyleşisine tam
sayfa yer ayrılmıştır. Bu söyleşide Kılıçdaroğlu‟nun yaptığı açıklamalar ara başlıklar
ve başlıkta tırnak içine alınmadan doğrudan aktarılırken, gazetenin kendi görüşlerine
dönüştürülerek içselleştirilmiştir. Yapılan söyleşide kullanılan “AKP seçmene şantaj
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
97
yapıyor”, “Erdoğan kendi istihbarat örgütünü kurdu” başlıklarıyla gazetenin haber
söylemlerinde kullandığı iktidar karşıtlığını söyleşide de görmem mümkün oluyor.
Aynı tarihli gazete yayınlanan bir başka haberde ise İstanbul Büyükşehir
Belediyesi‟ne eleman alımında yapılan usulsüzlük “Belediyeye ihaleyle memur
almışlar” başlığıyla haberleştirilmiştir. Haber için kullanılan spotlarda
kadrolaşmanın boyutlarının ortaya çıktığı gibi iddialar dile getirilirken, belediye
başkanı Kadir Topbaş‟ın fotoğrafı da eklenerek, haberde oluşturulmak istenen
iktidar karşıtı söylem desteklenmiştir. 23 Mart tarihli yayınlanan “Yolsuzluk çağ
atladı” başlıklı haberde, CHP‟nin İstanbul mitinginde Deniz Baykal‟ın sözleri
haberin genel çerçevesini oluşturmuştur. Baykal‟ın sözleri hem başlıkta hem de
spotlarda ve ara başlıklarda doğrudan aktarılarak içselleştirilmiştir. Haber için
kullanılan fotoğraflar, gazetenin siyasal iktidar karşı söylemini desteklemiştir.
Özellikle miting meydanlarında vatandaşların hazırladıkları pankartların
aktarılmasıyla, AKP‟ye karşı toplumsal bir hoşnutsuzluğun olduğu haberin
söylemini desteklemek için kullanılmıştır. “ Durmak yok soymaya devam”, “Millete
din, iman kendilerine han hamam”, “Kasımpaşa‟nın imamı kaça sattın vatanı” gibi
pankartların yolsuzluk mesajları vermesi, gazetenin AKP hakkındaki yolsuzluk
haberlerini gündeme getirmesiyle örtüşerek, gazetenin iktidar karşıtı genel söylemini
desteklemek için kullanılmıştır.
25 Mart tarihinde yayınlanan “TCDD-AKP işbirliği” başlıklı haberde,
AKP‟nin billboardlara astığı “Büyük Düşündük Hizmeti Seçtik” ilanlarının yanına
TCDD tarafından asılan “Büyük Düşündük Türkiye‟nin Hızına Hız Kattık”
ilanlarının iktidarı seçim öncesinde desteklemek için yapıldığı haberleştirilmiştir.
Türk Hava Yolları‟nın daha önce reklamlarında slogan olarak Başbakan‟ın “Durmak
Yok Yola Devam” sözünü kullandığı hatırlatılarak, kamu kurumlarının seçim
dönemlerinde AKP‟yi desteklemek için kullanıldığı haber söyleminde aktarılmıştır.
Haberde CHP‟li Hakkı Süha Okay‟ın bu olay hakkındaki görüşlerine de yer
verilirken, Okay‟ın “Büyük götürdüler olmalıydı” tırnak işareti kullanılmadan
doğrudan kullanılmıştır. Aynı sayfada yine bir başka yolsuzluk iddiasını içeren
haber “Kepenek herhalde oldu kelebek” başlığıyla yayınlanmıştır. Kemal
Kılıçdaroğlu‟nun iddia ettiği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi‟ni zara uğrattığı öne
sürülen Serdar Kepenek‟in neden ortaya çıkmadığı ve Kadir Topbaş‟ın sorularına
neden cevap vermediği haber söyleminin merkezinde yer almıştır. Bu şekilde
aktarılan haberler arasında bir bütünlük sağlanmış ve siyasal iktidar karşıtı olan
gazete söylemi pekiştirilmiştir. 27 Mart tarihinde yayınlanan bir başka haberde ise
“Vali‟den AKP‟ye kıyak” başlığıyla Konya Valisi‟nin bir milletvekilinin eski
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
A. Gölcü
98
sekreterini özel kalem müdürlüğüne ataması haberleştirilmiştir. Yapılan haberde
AKP‟nin devlet kurumlarında kadrolaşmaya devam ettiği söylemi ön plana
çıkartılırken, haberde CHP Konya Milletvekili Atilla Kart‟ın olayın takipçisi olduğu
da aktarılmıştır. Bu sayede CHP‟nin muhalefet görevini yerine getirdiği ve siyasal
iktidarın eylemlerini takip ederek kamuyu haberdar ettiği söylemi haberde
üretilmiştir.
Cumhuriyet gazetesi seçim öncesi yaptığı haberlerde kullandığı haber
söyleminde siyasal iktidarla iyi ilişkilerinin olmaması ve okur kitlesinin ideolojik
beklentileri bağlamında iktidar karşıtı bir yayın politikası izlemiştir. İktidarla ilgili
yapılan haberlerin çoğunluğu olumsuzluk değeri üzerinden haberleştirilmiştir. Haber
söyleminde kullanılan başlıklar ve spotlarda genel olarak olumsuz cümle yapıları olarak
kurgulanmış ve olumsuz anlamlar taşımaktadır. Gazete AKP ve AKP‟li belediyelerin
yolsuzluk iddialarına ilişkin birçok olayı haberleştirirken, iktidarın devlet kurumlarında
kadrolaştığı söylemini desteklemek içinde haberler yapmıştır. Gazete genel olarak iktidar
karşıtı sert bir duruş sergilerken, kullandığı haber dili ve söylemi de buna göre olmuştur.
Gazetenin Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay‟ın Ergenekon Soruşturması kapsamında
gözaltına alınmasının seçim öncesinde gerçekleşmesi, gazetenin seçim döneminde
yaptığı haberlerin söyleminde sert bir dil kullanmasına etki eden unsurlardan biridir.
CHP hakkında çıkan haberler ise daha sade bir dille kaleme alınırken, CHP‟li
belediyelerin yaptığı ya da yapacağı icraatlar düzenli olarak haberleştirilmiştir. Ayrıca
gazete seçim öncesinde CHP‟nin siyasal reklamlarını sık sık yayınlanmış ve oluşturduğu
haber söylemini desteklemek için kullanmıştır. CHP ve adayları hakkında herhangi
olumsuz bir habere rastlamak söz konusu olmamış ve bu dönem içerisinde CHP‟li bazı
anakent adaylarıyla tam sayfa söyleşiler yayınlanmıştır.
SONUÇ
Bu çalışma Türkiye‟de siyaset kurumu ve medya arasındaki ilişkiler ağının
yazılı basında yayınlanan haberlerin söylemine yansımalarını ortaya koymak için
yapılmıştır. Çalışmanın uygulama kısmında seçim döneminde iktidar partisi ve ana
muhalefet partisi hakkında yapılan haberlerin ele alınması, medya ve siyaset kurumu
arasındaki ilişkilerin daha anlaşılır kılınması içindir. Siyasetin yönetme üzerine inşa
edilmiş yapısı, medya ve siyaset arasındaki ilişkiyi de yönetme, kontrol etme
süreçlerine taşımakta ve siyaset-medya ilişkisini bir mücadele süreci içerisine
çekmektedir. Bu bağlamda medya örgütlenmelerinin, siyasal mekanizmaların ve
ekonomik yapıların da dâhil olduğu karmaşık bir ilişkiler ağı ortaya çıkmaktadır.
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
99
Çalışma sonucunda siyaset kurumu ve medya örgütlenmeleri arasında siyasal
iktidara yakınlık ve uzaklık olarak tanımlayacağımız nedenlerin, medya içeriği ve
özellikle haber söylemi üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Ayrıca haber söyleminin kaygan bir zemin üzerinde bulunması ve haberin durum
tanılaması olarak kavramsallaştırması da gazetelerin aynı haberi farklı söylem
kalıplarında aktarmalarına imkân tanımıştır. İncelenen gazetelerin seçim döneminde
kullandıkları haber söylemleri, gazetenin ait olduğu yayın grubunun siyasal iktidarla
ilişkilerinden, okuyucu kitlesinin dünya görüşüne ve siyasal partilerden alınan
reklamlara kadar çok farklı değişkenlerden etkilenmektedir. Hürriyet gazetesinin
haber söyleminin oluşmasında ait olduğu Doğan Yayın Holding‟in mevcut siyasal
iktidarla iyi ilişkilerinin olmaması belirleyici olmuştur. Hürriyet gibi çok farklı
kesimlerden okur kitlesine sahip bir gazete için okur kitlesinin haber söylemini
etkilemede çok etkili olduğu söylenemez. Ayrıca gazetenin siyasal reklamlara göre
haber söylemini belirlediğini öne sürmek gerçekçi olmayacaktır. Araştırma
kapsamında gazetenin takip edildiği süre içerisinde bu iki parti adına hiçbir siyasal
reklam Hürriyet gazetesinde yayınlanmamıştır. Yeni Şafak gazetesinin haber
söylemini etkileyen faktör ise gazetenin AKP hükümetine yakın bir yayın
politikasına sahip olmasıdır. Ayrıca Yeni Şafak gazetesi bu dört gazete arasında en
çok AKP reklamı yayınlayan gazete olmuştur. Kuşkusuz bu da gazetenin haber
söylemini belirlemede etkili olmuştur.
Sabah gazetesinin haber söyleminin belirlenmesinde gazetenin ait olduğu
medya grubu ve mevcut siyasal iktidarla olan ilişkileri etkili olmuştur. Sabah
gazetesinin yayınlarında kullandığı haber söyleminin belirlenmesinde AKP‟den
aldığı siyasal reklamlar da önemli bir faktördür. Cumhuriyet gazetesi için haber
söyleminin belirlenmesinde üstlendiği misyon ve mevcut siyasal iktidarın
meşruiyetini sorunsallaştıran bir yayın politikasına sahip olması, seçim döneminde
gazetenin haber söyleminin belirlenmesinde etkili olmuştur. Gazetenin CHP‟nin
eylemlerini olumlayan bir haber söylemini tercih etmesinde, CHP‟nin gazeteye
verdiği siyasal reklamların etkili olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yapılan haberlerin
ve Kılıçdaroğlu‟nun siyasal reklamlarının karşılıklı ya da aynı sayfalarda
yayınlanması bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca Kılıçdaroğlu için yapılan
haberlerde dürüstlük imajını destekleyecek unsurlar sık sık kullanılmıştır.
Sonuç olarak çalışma kapsamında incelenen gazetelerin yayın politikalarının
ve mülkiyetlerinin siyaset kurumuyla olan ilişkilerinin, gazetelerin yaptığı haberler
ve seçim döneminde yayın politikalarını belirlemede çok önemli olduğu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
A. Gölcü
100
gözlenmiştir. Ayrıca gazetelerin aldığı siyasal reklamların da haber söylemlerinin
belirlenmesinde etkili bir faktör olduğu ve bu reklamların haberlerin söylemlerini
destekleyecek bir şekilde sayfalara yerleştirildiği ortaya çıkmıştır.
KAYNAKÇA
Althusser, L. (2006) Yeniden Üretim Üzerine, A. Işık Ergüden-Alp Tümertekin
(çev), İstanbul: İthaki Yayınları.
Chomsky, N. (1993) Medya Gerçeği, Abdullah Yılmaz(çev), İstanbul: Tümzamanlar
Yayıncılık.
Curran, J. (1997) “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme” içinde: Medya
Kültür Siyaset, 139-198, Süleyman İrvan (çev. ve der.), Ankara: Ark
Yayınevi.
Erdoğan. İ. (1999) “Dördüncü Gücün İlettiği: Amerikan Örneği” içinde: Medya
Gücü ve Demokratik Kurumlar, 33-42. Korkmaz Alemdar (der:), İstanbul:
Afa Yayınları.
Foucault, M. (2000) Özne ve İktidar/ Seçme Yazılar 2, Osman Akınhay, Işık
Ergüden (çev), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Garnham, N. (1990) Capitalism and Communication, London: Sage Publications
Gramsci, A. (1986) Hapishane Defterleri, Kenan Somer (çev), İstanbul: Onur
Yayınları.
Hackett, R. A. (1997) “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi”, Ayşe İnal (çev.).
içinde: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık, 31-72, 1997-1998.
Hall, S. (1994) “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında
Tutulanın Geri Dönüşü”, içinde: Medya, İktidar, İdeoloji, 73-122. Mehmet
Küçük(çev. ve der.), Ankara: Ark Yayınevi.
Herman, E. ve Chomsky, N. (2006) Rızanın İmalatı, Ender Abadoğlu (çev.),
İstanbul: Aram Yayınevi.
Iyengar, S. (1997) “Siyasette Erişim Yanlılığı” içinde: Medya Kültür Siyaset, 233252. Süleyman İrvan (çev. ve der), Ankara: Ark Yayınevi.
İnal, A. (1996) Haberi Okumak, İstanbul: Temuçin Yayınları.
İnal, A. (1995) Yazılı Basın Haberlerinde “Yapısal” Yanlılık Sorunu, Toplum ve
Bilim, 67, 111–135.
Güz 2009, Sayı 29
Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri
101
İnceoğlu, Y. ve Çomak, N. (2009) Metin Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
İrvan, S. (1997) Medya, Kültür, Siyaset, Ankara: Ark Yayınları
Kaya, R. (2009) İktidar Yumağı, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Kaya, R. (1999) “Medya, Toplum, Siyaset,” içinde: Medya Gücü ve Demokratik
Kurumlar, 23-32. Korkmaz Alemdar(der.), İstanbul: Afa Yayınları.
Lippmann, W. (1945) Public Opinion, New York: The Macmillan Company.
Murdock, G. (1982) “Large Corporations and the Control of the Communication
Industry” edt., M. Gurevitch, T. Bennet, J. Curan and J. Woollacott; Culture,
Society and Media, London: Methuen.
Schiller, H. (1993) Zihin Yönlendirenler, Cevdet Cerit (çev), İstanbul: Pınar
Yayınları.
Shoemaker, P. ve Reese, S. D. (1997) “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerine Etkisi”,
içinde: Medya Kültür Siyaset, 99-136. Süleyman İrvan (çev. ve der), Ankara:
Ark Yayınevi.
Sözen, E. (1999) Söylem, İstanbul: Paradigma Yayınları.
Stevenson, N. (2008) Medya Kültürleri: Sosyal Teori ve Kitle İletişimi, Göze
Orhon- Barış Aksoy (çev.), Ankara: Ütopya Yayınevi.
Sumner, C. (1979) Reading Ideologies. Londnon: Academic Pres.
Tokgöz, O. (2008) Siyasal İletişimi Anlamak, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Tuchman, G. (1978) Making News: A Study in the Construction of Reality, UK:
Free Pres.
Van Dijk, T. A. (1997) Discourse as Structure and Process, London: Sage
Publications.
Van Dijk, T. A. (2005) Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları” içinde: Medya,
İktidar, İdeoloji, 315-376. Mehmet Küçük (çer. ve der.), Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
Yaylagül, L. (2006) Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar,
Ankara:Dipnot.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
1980’LERDEN 2000’LERE TÜRK SĠNEMASINDA ÜRÜN
YERLEġTĠRME UYGULAMALARINDA GÖRÜLEN NĠCEL
DEĞĠġĠM
Merih TAġKAYA
ÖZET
Reklam yayınlarının izlenilirliğinin ve etkinliğinin azalması sonucunda ürün yerleştirme
uygulamalarına yönelen reklamcılar ve reklam verenler için sinema filmleri yeni bir mecra haline
gelmiştir. 1980 sonrasında, Türkiye’de uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarından Türk
sineması da etkilenmiştir. Sinema filmlerinde yapılan ürün yerleştirme uygulamaları, yasal bir
zemine sahip olmadığı halde uygulanmaya devam etmiştir. Yapılan analizler sonucunda son yirmi
yıllık süreç içinde ürün yerleştirme uygulamalarında süre, sahne ve film bazında artış olduğu
bulgulanmıştır. Bu çalışmada, bu artışın değerlendirilmesi için, ürün yerleştirme uygulamalarının
reklam stratejisi haline geldiği neo-liberal sürece odaklanılmıştır. Bu çalışma, Türk Sineması’nda
ürün yerleştirme uygulamalarının yıllara göre gösterdiği nicel değişimi eleştirel ekonomi
politik yaklaşım çerçevesinde incelemektedir. Türk filmlerinde yapılan ürün yerleştirme
uygulamalarında görülen nicel değişimi belirlemek için 1987, 1997, 2007 yıllarında en çok
izlenen 30 film içerik analizi yöntemi kullanılarak incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türk Sineması, Ürün Yerleştirme, Sponsorluk, Neo-liberalizm
The Quantitative Changes in Product Placement Practices in Turkish Cinema Since
1980s To 2000s
ABSTRACT
In Turkey, cinema industry is influenced by the neo-liberal policies. As a result of this, cinema
industry has been forced to be in a more interpreted relation with advertisement industry.
Advertisement industry has been looking for a new media due to the decrease in the effect of ads in
traditional media. This study aims to capture this neo-liberal process by focusing on product
placement strategy since mid-1980. In order to describe quantitative change in product placement in
Turkish movies with box office success are analyzed. This research shows that there is a gradual
increase of product placement in terms of number of movies, scenes and time allocated from 1980’s
to 2000’s.
Key Words: Turkish Cinema, Product Placement, Sponsorship, Neo-liberalism
 Yardımcı Doçent Doktor, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi.
İletişim 2003/18
M. TaĢkaya
104
GiriĢ
Reklam yayınlarının izlenilirliğinin ve etkinliğinin azalması, reklamcıları ve
reklam verenleri yeni mecralar aramaya sevk etmiştir. Ürün yerleştirme uygulamaları,
yerleştirilen ürünlerin markalarının tanınırlığına yaptığı pozitif katkısının fark edildiği
zamanlardan beri, reklam için ayrılmış alan ve kuşakların yayınlandığı mecralara alternatif
mecralar sunmaktadır. Bu mecralar, sinema filmleri, televizyon programları, televizyon
dizileri gibi yapımlardır. Ürün yerleştirme uygulamaları, Hollywood‟da önceleri gerçeklik
algısı yaratmak amacıyla senaryonun gerektirdiği doğrultuda dekorda ve çeşitli sahnelerde
ürünlerin kullanılması ile yapılırken; tüketimi yönlendirici etkisine olan inancın ve
beklentinin artmasıyla giderek ürünlerin reklamlarının yapılmasına hizmet eden
uygulamalara dönüşmüştür.
Reklam yayını için yeni mecralar olarak sinema filmlerinin kullanılması, reklam
verene, yapımcıya ve ürün yerleştirme ajansına ayrı ayrı faydalar sunmaktadır. Film
yapımcısı, bir taraftan ürünün gerekli sahnelerde kullanılmasıyla gerçeklik algısı
yaratabilmekte, diğer taraftan yerleştirilen ürün için aldığı ücret ya da ürün ile yapım
giderlerini kısmen ya da tamamen karşılayabilmektedir. Reklam veren firma, kendi
ürününü bir filmin kurgusal gerçekliğinde bir karakter olarak sunarak ürüne pozitif bir
imaj kazandırabilmektedir. Şirketler her zaman, kendi markalarının bir öykünün parçası
olarak ekranlarda gösterilmesine isteklidirler. Satın alma davranışı üzerindeki etkinliği
kanıtlanmamış olmakla beraber, bir görüşe göre “ikna edici iletişim söz konusu
olduğunda, ürün yerleştirme uygulamaları, reklam kuşağında yer alan reklamlardan daha
fazla ikna edici olabilmektedir; alıcının ikna edici iletişimin kendisine yönelmediğine;
hatta onu tesadüfen duyduğuna inanması, iknanın etkinliğini artırmaktadır” (Yüksel,
1994). Bu görüşe göre, ürün yerleştirme, izleyicide ürünü tesadüfen gördüğü inancını
yaratmakta ve söz konusu ürüne yönelik pozitif algılar geliştirme olasılığını artırmaktadır.
Buna ürünün şöhret sahibi kişilerce filmlerde kullanıldığı durumlar da eklendiğinde,
etkinin daha güçlü olması kaçınılmazdır.
Ürün yerleştirmelerin bilinen en erken uygulaması 1930‟ların sinema filmlerinde
görülmüştür. Otomobil firmalarının gönüllü olarak araç sağlayarak film yapımını
destekledikleri; pırlanta üreticisi DeBeers firmasının Hollywood‟un altın çağında aşk
filmleri için pırlanta takılar tedarik ettiği bilinmektedir. Bu uygulama, ürünlere fayda
sağlamak amacıyla sigara, alkol gibi etik açıdan hassas olan ürün sınıfları için de devam
etmiştir. The African Queen filminde Humphrey Bogart aracılığı ile Gordon‟s Dry Gin;
Mildred Pierce filminde Joan Crawford aracılığı ile Jack Daniels sunulmuştur (Wenner,
2004: 104). 1945 tarihli Mildred Pierce isimli film, bir sinema yıldızının markalı bir ürünü
kullandığı ilk film olarak belgelenmiştir (Galician ve Bourdeau, 2004: 17). Reklam veren
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
105
firmalar, ürün yerleştirme uygulamalarından elde ettikleri kazancı gündeme getirmeyip,
sadece filmin yapımına destek oldukları noktasına vurgu yapmaktadır (Taşkaya, 2009).
Oysa tarih, ürün yerleştirme ile filmlerde kullanılan pek çok ürünün satış başarısı
öyküsüyle doludur. 1982‟de Steven Spielberg‟in E.T. filminde spotların Reese‟s Pieces
isimli şekerin üzerine çevrilmesinden sonra -M&Ms firması para karşılığında ürün
yerleştirme yapılmadığını iddia etmiş olsa da- bu şekerin satışları %66 artmıştır1 (Wenner,
2004; Galician ve Bourdeau, 2004). Ürün yerleştirmeyle ilgili başarı hikayeleri, ürün
yerleştirme uygulamalarında bir artışa neden olmuştur. Tom Cruise‟un rol aldığı Risky
Business adlı filmde kullandığı Ray Ban marka gözlüklerin satışlarının bir anda fırlaması,
yine Tom Cruise‟un oynadığı The Firm isimli filmde gösterilmeden önce çok fazla
tanınmayan Red Stripe isimli biranın pazarının ikiye katlanması gibi örnekler
çoğaltılabilir (Wenner, 2004: 106). Pazarlama stratejilerini geliştirmek üzere yürütülen
pek çok yönetimsel araştırmada, ürün yerleştirme uygulamalarının reklam ve halkla
ilişkiler karması içinde marka bilinirliği yaratmada, oldukça güçlü olduğu ifade
edilmektedir. Bu araştırmalar, yüzdeler ve başarı hikayeleri, reklamverenleri ürün
yerleştirme uygulamaları için cezpetmiştir. Ürün yerleştirme uygulamalarında,
gerçeklik algısı yaratma arzusunun ürünün reklamını yapma niyetine dönüşmesi,
Hollywood ile eş zamanlı olmasa da, benzer nitelikteki bir süreç içinde Türk
sinemasına da yansımıştır. Yapılan ürün yerleştirme uygulamaları sonrasında satışın
arttığına ilişkin ampirik bir bulgu olmasa da ürün yerleştirme uygulamalarının en
azından marka bilinirliğine katkıda bulunduğu kanısı Türkiye‟de de yaygındır.
Reklamcılığın etkililiği konusunda duyulan şüphe sonucunda, reklamcılık
sektörünün umut bağladığı “total iletişim” ve “bütünleşik iletişim” kavramları, bir firma,
örgüt ya da kuruluş içindeki bütün iletişim aktivitelerinin en gözde olanlarının uyumuna
işaret etmekte ve reklam ajansları tarafından bu yollarla “eklemlenmiş sinerjik etkiler”in
açığa çıkacağı vaat edilmektedir2. Diğer türler arasında sponsorluk ve ürün yerleştirme
uygulamalarının bu günkü halleri, bu bağlamda yeni icat edilmiş olarak görülmektedir.
Ürün yerleştirme için „toplam çözüm ajans‟ı adı altında aracı kurum olarak kendilerini
konumlandıran kuruluşlar da bu uygulamaları hayata geçirmek için hazırlıklıdırlar. Bu
ajanslar dışında, son birkaç yılda, klasik radyo ve televizyon reklamlarına benzer bir
şekilde yer ayırtma ve ürün yerleştirme ile bu ürünleri ekranlara taşıyan; tanıtımı yapılan
ürünlerin mümkün olduğunca sinema ve televizyon yapımlarının ihtiyaç duyduğu
1 Daha fazla örnek için bkz. Wenner, 2004: 101-134
2 Mattelart “yeni reklam endüstrisi, yolunu hala „kaliteli kurgu‟da ararken, su içinde başka türlerle
karşılaşan bir balık gibidir” derken, reklamcılık sektörününün kendi içinde matrisler ürettiğini
söylemektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
106
M. TaĢkaya
malzemeler kapsamında, koordineli olarak sunulmasını sağlamak için sponsorları
tarafından düzenli olarak denetlenen, uzmanlaşmış kurumların belirdiği gözlenmektedir
(Baerns: 2003). Ürün yerleştirme ajansları bu noktada yeni bir alt sektör olan ürün
yerleştirme uygulamalarından fayda sağlayan üçüncü taraf olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diğer taraftan, filmlerin tehlikeli bir şekilde ürünler tarafından işgal edildiği
eleştirileri de gündemdedir (Govani, 1999‟dan aktaran Türksoy, 2006: 253). Kitle
iletişim araçları tarafından sunulan tüm mesajların niteliğinin (haber, reklam,
belgesel, yorum vb.) mesajın başında ya da sonunda bildirilmesi zorunluluğu vardır.
Bu noktada ürün yerleştirme uygulamalarında etik olmayan bir durum söz
konusudur. İzleyiciler, reklam kuşağında reklamları izlerken sahip oldukları
kalkanları, ürün yerleştirme uygulamaları karşısında kuşanamamaktadırlar.
Ürünlerin, gerçeklik algısı yaratmak üzere filmlerde uygun sahnelere yerleştirildiği
iddia edilse bile, ürün yerleştirme, tecimsel mesajlar taşıyan ve pek çok noktada
reklamla örtüşen uygulamalara dönüşebilmektedir. Türkiye‟de de ürün yerleştirme
uygulamaları, neo-liberal piyasa kurallarının teşviki ile bu dönüşüme giden bir yol
izlemektedir.
Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarını piyasa sürecine paralel gelişimi
içinde değerlendirmek için serbest pazar uygulamalarının başlatıldığı ve reklamcılık
faaliyetlerinin hız kazandığı 1980 sonrasına yönelmek gerekmektedir. 1980 sonrasında,
Türkiye‟de uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarından ve bu politikaların
sürekliliğine hizmet eden kuralsızlık projelerinden Türk sineması da etkilenmiştir. Türk
sinemasında ürün yerleştirme, kuralsızlık projelerinin uygulanma süreci içinde hiçbir
yasal zemine sahip olmaksızın yapılagelmiş ve bu uygulamanın sınırlarını -ya da sınır
tanımazlığını- piyasa koşulları belirlemiştir (Taşkaya, 2009).
Ürün yerleştirme konusunda son yıllarda Türkiye‟de yapılmış pek çok çalışma
vardır. Bu çalışmalardan bazıları genel olarak ürün yerleştirme stratejilerini belirlemeye
yönelik olarak literatür taraması şeklindedir (bkz. Gürel ve Alem (2004), (2006)) Bazıları
Türkiye‟de ürün yerleştirme stratejileri üzerine vaka analizi olarak değerlendirilebilir
(Bkz. Pekman ve Gül (2008)). Bazıları Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarının nitel
durum tespitine yönelik olarak nicel analizlere yönelmiş ve mevcut durumu ortaya
koymuştur (bkz. Taşkaya, 20093). Ancak bu güne kadar yapılan çalışmalar içinde
3 Bu çalışmada örneklem olarak 1980‟den 2007‟e kadar olan süre içinde yapımı gerçekleştirilmiş ve
izleyici sayısı bir milyonun üzerinde olan 26 film (Eşkıya, Her Şey Çok Güzel Olacak, Kahpe Bizans,
Propaganda, Vizontele, Güle Güle, Komser Şekspir, Deliyürek Bumerang Cehennemi, O Şimdi Asker,
Nerdesin Firuze, Asmalı Konak Hayat, GORA, Hababam Sınıfı Merhaba,Vizontele Tuuba , Hababam
Sınıfı Askerde, Kurtlar Vadisi Irak, Hababam Sınıfı 3,5 Organize İşler, Babam ve Oğlum, Maskeli
Beşler Irak, Son Osmanlı, Sınav, Hokkabaz, Kabadayı, 120 ve Beyaz Melek) alınmıştır
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
107
Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarının tarihsel süreç içindeki gelişimine odaklanan
ampirik bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bu çalışma, Türk sinemasında ürün yerleştirme
uygulamalarında görülen nicel ve nitel değişimleri tarihsel süreç içinde ortaya koymayı ve
bu değişimlerin seyrini uygulanan ekonomi politikaları ile açıklamayı denemektedir.
Amaç ve Kapsam
Bu araştırmanın amacı, neo-liberal süreçte Türk sinemasında ürün yerleştirme
uygulamalarında görülen nitel ve nicel değişikliklerinin değerlendirilmesidir. Bu
değerlendirme, iki on yıllık süre içinde, Türk sinemasında ürün yerleştirme şekilleri,
ürünlerin oyuncular tarafından kullanılma durumları, yerleştirilen ürünlerin sektörel
dağılımları, sahne sayıları ve yerleştirilme süreleri üzerinden, nicel ve nitel analizler ile
yapılmıştır.
Kavramsal Çerçeve
Ürün yerleştirme kavramı, yayıncılık ve reklamcılık jargonunda yer
almaktaysa da Türkiye‟de ilgili mevzuatta ürün yerleştirme uygulamalarına dair
herhangi bir düzenleyici maddeye ya da ayrı bir yönetmelik bulunmamaktadır. Ürün
yerleştirme marka imajına katkıda bulunan bir uygulama olarak kabul edilmektedir.
Gartner‟a göre, imaj “bir dizi bilgilenme sonucunda ulaşılan imge”dir 4 (Gartner,
1986: 635-644).
Gupta ve Gould‟a (1997) göre filmlerdeki ürün yerleştirme, filmde görünen
markanın para ya da başka promosyonel bir nitelikle dönüşümünü ifade etmektedir.
Bu tür ürün yerleştirme, reklam ve tanıtım arasında melez bir nitelik taşımaktadır
(Taşkaya,2009). Gülsoy da ürün yerleştirmeyi, konulu filmlerde markalı bir ürünün otomobil gibi- ya da ürüne ilişkin reklamın -mağaza tabelası gibi- yer alması,
televizyon programlarında sunucunun markalı bir ürün -içecek şişesi gibi- taşıması
gibi yollarla, reklam olduğu belirtilmeden yapılan reklam olarak tanımlamaktadır
(Gülsoy 1999: 411). Bu araştırmada bu tanımlamadan yola çıkılarak sinema filmleri
4 İngilizce vision karşılığı olarak kullandığımız “vizyon” ve image karşılığı olarak kullandığımız “imaj”
sözcükleri, içerdikleri zengin anlamlar nedeniyle çevrilmesi sorunlu sözcüklerdir. Türkçe‟de görü,
görüş, görme, uzak-görüş, düşsel görüntü, görlen vb. sözcüklerle karşılanmaya çalışılan vizion, görme
ediminin düşteki görüntü gibi, hayal gücüyle bazen de mistik görüş gücüyle ilgili olarak kullanılmasını
ifade eder. Görünüş, görüntü, resim, fikir, kavram ve çoğunlukla imge sözcükleriyle karşılanan image,
bir kişi veya nesnenin görüntüsel/resimsel benzeridir; zihinsel, sözel, algısal, optik, grafik imajlardan
söz ederiz (ç.n.) (Robins, 1999: 21). Pratik olarak ise, ticari marka imajı veya bir politikacının kendi
imajı‟na ilişkin kaygısında olduğu üzere, “algılanan ün” anlamına geldiği görülebilir. Bu aslında
reklamcılık ve halkla ilişkiler jargonunun bir terimidir (Williams, 2005:190).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
108
içinde, filmin doğasına uygun ve planlı bir şekilde ve belli bir bedel karşılığında
optik ve/veya akustik olarak, anlaşılır halde ve odaklanılarak sunulan markalar ya da
markayı çağrıştıracak -reklam tanımına girmeyen- görsel ve/veya işitsel söylemler
(bkz. Miller, 1995: 74 ve Wenner, 2004: 104) “ürün yerleştirme5” uygulamaları olarak
değerlendirilmiştir.
Kuralsızlaştırma projesi kapsamında içeriği askıda bırakılan medya
dünyasının pek çok uygulaması arasında ürün yerleştirmeyi de saymak mümkündür.
Neo-liberal ekonomi politikalarının sürdürülebilmesi için gerekli esneklik
“kuralsızlaştırma”6 çabalarından geçmektedir. Bunun için de piyasa aktörleri devlet
müdahalesinin minimuma indirilmesini talep etmektedirler. Ürün yerleştirme
uygulamalarının kurallarının ya da kuralsızlaştırma sürecindeki adımların piyasa
aktörlerinin belirleyiciliğinde atılmasının “ticari ifade özgürlüğü”nün gereği olduğu
yaklaşımı da, köklerini liberalizmden almaktadır. Tarihsel gelişim ve dönüşüm
sürecinde üç tür liberalizmden söz edilmektedir: Klasik Liberalizm, Sosyal/Eşitlikçi
Liberalizm ve Neo-Liberalizm. Her liberalizm türü bir diğerinin eleştirisi olmuş ve
alternatifini sunmuştur (Sallan Gül, 2004: 1). Neo-liberalizm, liberalizmin
1870‟lerden 1970‟lere kadar olan süreç içindeki (özellikle 1930-1970 dönemi
arasında), gelişiminin bir eleştirisini ve kendi alternatiflerini ortaya koymaya çalışan
bir “yeni” biçimi olarak tanımlanabilir. Neo-liberalizm çerçevesinde serbestleştirme,
özelleştirme ve kuralsızlaştırma politikaları 1980‟lerden bu yana uluslararası ve
ulusal ekonomik ve politik belirleyiciler eşliğinde uygulanmaktadır (Başaran, 2000:
39). Dünya konjonktüründeki yansımalarını 1970lerin ortalarından itibaren
Türkiye‟de hissettiren ve 1980lerden günümüze dek süregelen neo-liberal
politikalar, kamu yararını şirket yararından daha gerilerde tutarak, sinema alanında
da etkisini göstermektedir (Taşkaya, 2009).
Kuramsal Çerçeve
Pazar ekonomisi, kapitalizm için yaşamsal önem arz eder. Sistemin
işleyişinin kesintiye uğramaması için talebin sürekli yaratılması ve arttırılması
gerekmektedir. Bu nedenle, tüketim alanında talep belirlemeye yönelik tüm çabalar,
5 Bazı kaynaklarda “ürün yerleştirme” kavramı yerine “marka yerleştirme” kavramı kullanılmaktadır:
Bkz. N. Sarıyer, 2005: 217-237, Tığlı, 2004: )
6 „Kuralsızlaştırma‟ ya da „kurallardan arındırma‟ politikalarıyla ilgili olarak kavramsal tartışmaları
Murdock, Rubsamen, Shackleton, Negrine ve Papathanassopoulos‟un görüşleri ile sunan Köker (1998:
149) devletin düzenleyici kurallarının ve bunları üreten mekanizmaların devre dışı bırakılmasını, bazı
araştırmacıların genel anlamda „özelleştirme‟ kavramıyla karşıladığını, bazılarınınsa „kurallardan
arındırma‟ kavramını tercih ettiğini belirtmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
109
sistemin sürekliliğine ve yeniden inşasına hizmet etmektedir. Bunun için tüketim
kültürünün etki alanını genişletmeye yönelik reklam stratejileri her geçen gün
çeşitlenerek artmaktadır. Ürünlerin markalarına vurgu yapılarak, sinema filmlerine
yerleştirilme stratejisi de bu stratejilerden birisidir. Ürün yerleştirme
uygulamalarının, gerek yapım şirketleri, gerek reklamverenler, gerekse aracı
kurumlar olan ürün yerleştirme ajanslarının Türkiye‟deki yasal zemini
sorgulanmaksızın uygulanmaya devam etmesi, kurallardan arındırma projesinin
yansıması olarak değerlendirilmelidir. Neo-liberal pazar ekonomisinin gereklerinin
yerine getirilmesi için uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olan bu kural
tanımaz çabaların asıl hedefi, satışı ve satışın hızını artırmaktır. Ürün ve marka
çeşitliliğindeki artış göz önünde tutulduğunda, rekabet ortamında tüketim etkinliğini
yönlendirecek „yeni anlamlar yaratma‟ işlevi, ürün yerleştirme uygulamaları ile
yerine getirilmekte, ürün yerleştirme, tüketicilerin tutumları üzerinde gerçekleştirilen
manipülasyonların vazgeçilmez aracı olmaktadır. Ürün yerleştirme ile filmlerde belli
sahnelerde sunulan ürünlerin Bir markayı, sayısız rakip arasında tercih edilme
zaferine ulaştıracak uygulamalar, “marka imajı” ekseninde buluşur. Filmlerde
ürünün oyuncu tarafından kullanılırken gösterilmesinin ürünün marka imajına
olumlu katkısının olduğu kabul edilmektedir. Böylece ürün/marka tarafından vaat
edilen doyumlara ilişkin bilgiler, oyuncunun popülerliği üzerinden izleyiciye
aktarılmaktadır. Serbest piyasa koşullarında, ürün ve hizmetlerin tüketim hızının
artırılmasında -reklamın etkinliğinin azaldığı yönündeki endişeler nedeniyle- ürün
yerleştirme uygulamalarına umut bağlanmıştır. Yasal mevzuatta herhangi bir
düzenlemesi olmayan ürün yerleştirmenin kuralları, yasal zeminden yoksun olarak
tamamen piyasa güçleri tarafından oluşturulmaktadır. Kuralsızlaştırma projelerinin
uygulandığı bir örnek olan bu girişimler, tüm kamusal alanları reklam mecrası haline
dönüştürmek isteyen sermaye sahiplerinin ve sinema filmlerini tecimsel kaygılarla,
gerçek anlamda kültürel ürün olmaktan uzaklaştırılan yapımcıların ortaklaşa çabaları
ile beyaz perdede filmlerin reklam mecrası haline dönüştürülmesine zemin
hazırlamıştır. Bu sonucu ekonomik sistemin dışında bir noktada açıklamak mümkün
değildir. Çünkü kültürel ürünler de kapitalist ekonominin koşullarına bağımlıdır ve
yüksek karlılık hedeflemektedir. Sinema da diğer Kitle İletişim Araçları gibi kültür
endüstrisi içinde düşünülür ve ideoloji ve bilinç inşasında kullanılır (Yaylagül, 2004:
232).
Kuralsızlaşma projeleri Neo-liberal ekonomi politikalarının ürünüdür.
Türkiye‟de neo-liberal politikalar 24 Ocak 1980 istikrar paketi programlarıyla askeri
iktidar tarafından benimsenmiş ve kuralsızlaştırma süreci, Özal hükümeti
döneminde yaygın kabul görerek, yaşanmaya başlanmıştır (bkz. Kazancı, 2006 ve
Sallan Gül, 2004). Ekonominin dışa açılmasıyla serbest piyasa ekonomisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
110
benimsenmiştir. Dışa açılma da piyasa güçlerine dayanılarak gerçekleştirilmiştir
(Başkaya, 1986: 188,189). Bunun sonucunda pek çok alanda devlet müdahalesi
azaltılmıştır. Deregulasyon sürecinde kurallar, serbest girişimciler lehine
esnetilmeye başlamıştır. 1980‟li yılların ortalarından itibaren kısıtlayıcı
düzenlemeler medya alanında da birer birer ortadan kaldırılmaya başlamıştır. Bunun
sonucu olarak, iletişim politikalarının belirleyicileri, kültürel olmaktan çıkıp
ekonomik nitelikli olmuşlardır. Böylece, kamu çıkarı kavramı yerini, şirket
çıkarlarına bırakmıştır” (Çaplı, 2002: 45–47).
Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarının nicel ve nitel
durumundaki değişikliklerin nedensel bağlar içinde açıklanabilmesi için, ekonomik
ve politik ardyöresinin göz önünde tutulması gerekmektedir. Ürün yerleştirme
uygulamalarının, herhangi bir yazılı mevzuatı bulunmadığı halde devam eden
uygulamalar olması, kuralsızlaştırma sürecinin etkinliğine işaret etmektedir. Bu
nedenle, değerlendirmeler şirket karlılığının ilk ve tek hedef olduğu neo-liberal
ekonomi politikaları çerçevesinde (bkz. McChesney, 2003: 7–8) eleştirel ekonomi
politik yaklaşımla yapılmıştır. Çünkü ekonomi politik yaklaşım, iletişim sürecinin
endüstrileşmesi ve bu endüstride üretilen ürünlerin üretim, dağıtım, bölüşüm ve tüketim
süreçlerini incelemektedir. Bu ürünleri incelerken, ürünlerin doğasını ve bu doğayı
belirleyen süreçleri de inceleme kapsamı içinde tutmaktadır. İletişimi, mevcut toplumsal
bağlamında analiz etmek için, bir üretim ve yeniden üretim süreci olan kapitalizmin
evriminin ve bu sistem içinde iletişimin rolünün anlaşılması gerekir.
Enformasyon/iletişim/kültür endüstrileri ile diğer endüstriler arasındaki ilişkilerin, ulusal
ve uluslararası siyasi formasyon, mevcut güç ve iktidar yapıları içerisinde ilişkilendirilerek
analiz edilmesi gerekir (Wasko, 1989: 477‟den aktaran Yaylagül: 2004, ayrıca bkz.
Köker, 1998: 56).
Sayıltılar
S1 : Türk sinemasında 1980li yıllardan 2000li yıllara kadar olan sürede ürün
yerleştirme uygulamalarında, yerleştirilen ürün sayısı, ürün yerleştirme süresi, ürün
yerleştirme yapılan film ve sahne sayılarında artış görülmektedir.
S2 : Türk sinemasında ürün yerleştirme stratejileri içinde en fazla görülen, optik
doğal yerleştirmedir ve 1980li yıllardan 2000li yıllara kadar olan sürede en belirgin artış
bu tür yerleştirmede görülmektedir.
S3 : Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarında ürünün oyuncu
tarafından kullanılma durumunda 1980li yıllardan 2000li yıllara doğru artış vardır.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
111
S4 : Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamaları, genellikle sponsorluk
ilişkileri kapsamında yapılmamaktadır.
Yöntem
Araştırmada, Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarında görülen nicel ve
nitel değişimlerin analizi için 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime giren ve en
fazla seyirci sayısına sahip, her yıl için 10 film olmak üzere toplam 30 Türk filmi,
içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir. Örneklemde yer alan filmlere yönelik
analizlerin yapılabilmesi için bu filmlerdeki ürünlerin yerleştirilme stratejileri ve
yerleştirilen ürünlerin sponsor olma durumları, Ürün yerleştirme uygulamaları için
ayrılan süre, kronometre yardımı ile ölçülmüş; ürün yerleştirme yapılan sahne
sayıları ise film içinde değişen sahnelerin sayılması ile tespit edilmiştir. Ürünün olay
örgüsüne yerleştirilip yerleştirilmediği, oyuncu tarafından kullanılıp kullanılmadığı
gibi bilgilere ulaşabilmek için ise var-yok analizi yapılmıştır.
Filmlerin çeşitli sahnelerinde optik ve/veya akustik olarak gerçekleştirilen
marka sunumlarının ürün yerleştirme kapsamında değerlendirilebilmesi için gerekli
ibare olduğu ileri sürülen “para ya da promosyonel bir nitelikteki dönüşüm”ünü
somut olarak gösteren bir işaretin bulunması oldukça zordur. Bununla beraber, filme
sponsor olan ürünlerin markaları ile film içinde görünür ve/veya duyulur halde
sunulması durumunda para ya da promosyonel bir dönüşümün varlığından
bahsedilebilir. Ancak Türk filmlerinde sponsor ürünler dışında pek çok ürüne
yönelik ürün yerleştirme yapıldığı için söz konusu işaretin elde edilmesi bu
araştırma kapsamında olanaksız hale gelmektedir. Bu nedenle film içinde ürünün
markasının optik ve/veya akustik olarak anlaşılır şekilde sunulduğu sahnelerde ürün
yerleştirme yapıldığı kabul edilmiştir.
Araştırmada örnekleme dahil edilen filmlerin 1980li yıllardan başlatılmasının
nedeni, Neo-liberal ekonomi politikalarının uygulanmaya başlandığı yıllar olmasıdır.
1980li yıllardan, gişe hasılatı/sayısı bilgisine ulaşılabilinen en son yılın 1987 yılı olması,
araştırmanın yıl bazındaki örneklemini bu yıldan başlatmayı zorunlu kılmıştır. 1987 yılına
ait gişe hasılatı bilgisi sadece en çok hasılata sahip 10 film için bulunmuştur. Bu nedenle
1997 ve 2007 yılları için de örnekleme en çok izlenen 10ar film dahil edilmiştir.
Pazarlamacılar için ürün yerleştirmenin temel işlevi, marka bilinirliğini
artırmak olduğu için, filmlerin sponsor desteği alabilmesi, tahmini gişe başarısının
yüksekliği ile ilişkilidir. Bu nedenle 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime girmiş
Türk filmleri olarak belirlenen araştırma evreni içinde her bir yıl için izleyici sayısı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
112
en yüksek olan onar film araştırmanın örneklemi olarak belirlenmiştir. 1987, 1997
ve 2007 yıllarında gösterime giren toplam 30 Türk filmi araştırmanın örneklemini
oluşturmuş ve analizler bu sayı üzerinden tam sayımla gerçekleştirilmiştir.
Bu çalışmada 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime giren ve en her yıl için
en yüksek izleyici sayısına sahip 30 film:
1987: Su da Yanar, Hakkari'de Bir Mevsim, Hayallerim Aşkım ve Sen,
Anayurt Oteli, Allah Allah, Asiye Nasıl Kurtulur, Ayrılamam, Asılacak
Kadın, Sefiller, Merhamet (Özgüç, 1988: 21);
1997: Ağır Roman, Nihavent Mucize, Masumiyet, Bir Erkeğin
Anatomisi, Dırejan, Kuşatma Altında Aşk, Mektup, Hamam, Usta Beni
Öldürsene, Akrebin Yolculuğu (Antrakt Gazetesi 7);
2007: Beyaz Melek, Kabadayı, Son Osmanlı, Çılgın Dershane,
Maskeli Beşler-Irak, Musallat, Kutsal Damacana, Mutluluk, ParsKiraz Operasyonu, Amerikalılar Karadeniz’de II, (Antrakt Gazetesi)
örneklem olarak alınmıştır.
Bulgular
Ürün yerleştirme yapılan Türk filmlerinde, kullanılan ürün yerleştirme
stratejilerinin, ürünün sunulduğu sürenin, sahne sayılarının, ürün yerleştirme ve
sponsorluk ilişkilerinin, yerleştirilen ürünlerin sektörel dağılımlarının 20 yıllık
periyotta gösterdiği değişim bu çalışmanın bulguları ile ortaya konmuştur. Yapılan
içerik analizi sonucunda elde edilen bulgular, araştırmanın sayıtlıları doğrultusunda
üç başlık altında değerlendirilmiştir.
7 http://www.sinematurk.com/gise.php?action=goToBoxOfficePage&type=0&year=&firma=
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
113
Türk Sinemasında Ürün YerleĢtirme Uygulamalarının Ürün Sayısı, Süre
ve Sahne Sayısında 20 yıllık Dönem içinde görülen DeğiĢim
Türk filmlerinde ürün yerleştirme yapılan film sayısına baktığımızda, ürün
yerleştirme uygulamalarının Türk filmleri için de yüksek oranda tercih edilen
uygulamalar olduğu görülebilir.
Tablo 1. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Ürün Yerleştirme Uygulamaları Sıklığında Görülen Değişimin Dağılımı
Filmlerin Gösterim Yılları
Toplam
Filmde Ürün YerleĢtirme Durumu
1987
1997
2007
Ürün Yerleştirme Yapılan Film Sayısı
7
6
9
22
Ürün Yerleştirme Yapılmayan Film
Sayısı
3
4
1
8
Toplam
10
10
10
30
Tablo 1‟e göre ürün yerleştirme yapılan film sayıları yirmi yıllık dönem
içinde anlamlı bir artış sergilemektedir. Ürün yerleştirme yapılmayan 8 film 8 içinde
en yüksek dağılım 1997 yılına aittir. Türk Sineması‟nın Eurimages, ulusal ve
uluslararası film festivallerinin ödülleri ve sponsorluk anlaşmaları gibi yeni finansal
kaynaklarla tanışması, 1990‟lı yıllardan itibaren söz konusu olmaya başlamıştır.
1997 yılında gösterimde olan ve en fazla izleyici sayısına sahip filmlerin çoğunluğu
Euroimages desteği alan filmlerdir9. Bu filmlerden üçü, araştırma örnekleminde
bulunan ve ürün yerleştirme yapılmadığı tespit edilen filmlerdir.
8 Anayurt Oteli (1987), Hakkari‟de Bir Mevsim (1987), Su da Yanar (1987), Akrebin Yolculuğu (1997),
Usta Beni Öldürsene (1997), Kuşatma Altında Aşk (1997), Drejan (1997), Son Osmanlı (2007)
9 Ağır Roman, Nihavent Mucize, Kuşatma Altında Aşk, Mektup, Usta Beni Öldürsene, Akrebin
Yolculuğu Euroimages tarafından desteklenmiştir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
114
Tablo 2. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Ürün Yerleştirme Uygulamalarının Görüldüğü Süre, Sahne ve Sıklık
Ortalamaları
FĠLMLERĠN GÖSTERĠME
GĠRDĠĞĠ YILLAR
1987
1997
2007
ORTALAMA
Her bir film için ortalama film
uzunluğu (dakika)
95
102
111
103
Her bir film içinde ürün yerleştirme
yapılan markaların ortalama görünme
süresi (dakika)
0.7
0.8
1.4
0.99
Her bir film için markaların ortalama
görünme sürelerinin, ortalama film
sürelerine oranı
%007
%008
%012
%009
Her bir film için markaların ortalama
görünme süreleri (“en az ve en çok”
dakika aralıkları)
0.020.85
0.020.86
0.02- 1
0.02- 0.9
Yerleştirilen ürün sayısı
35
58
69
54
Her bir filme yerleştirilen ürün sayısı
ortalaması
4
6
7
6
Ürün yerleştirme yapılan sahne sayısı
52
75
89
72
Tablo 2; 1987 ve 2007 yılları arasında filmlerin ortalama uzunluğunun
arttığını göstermektedir. Her bir film içinde markaların ortalama görünme süresinde
1987 ve 1997 yılları arasında küçük bir artış söz konusu iken 2007 yılına
gelindiğinde örneklemin yıl bazında başlangıcı olan 1987 yılının iki katı bir artış
gösterdiği Tablo 2‟de görülmektedir. Tablo 2‟ye göre, markaların ortalama görünme
sürelerinin ortalama film sürelerine oranları da yirmi yıllık dönem içinde artış
göstermektedir. Aynı tabloda, 1987–2007 yılları arasında Türk sinemasında
yerleştirilen ürün sayısında ve bu yerleştirmelerin yapıldığı sahne sayısında belirgin
bir artış olduğu görülebilmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
115
Tablo 3. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Ürün Yerleştirme Süre Aralığı Dağılımı
Filmlerin Gösterime Girdiği
Ürün YerleĢtirme Yapılan Süre
Aralığı (Sn)
1-5
6-10
11-15
16-20
21-25
26-30
36-40
41-45
46-50
51-55
56-60
Toplam
Yıllar
1987
Toplam
1997
2007
29 Sahne
14 Sahne
3 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
47 Sahne
9 Sahne
14 Sahne
1 Sahne
2 Sahne
1 Sahne
45 Sahne
19 Sahne
11 Sahne
1 Sahne
4 Sahne
4 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
52 Sahne
75 Sahne
2 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
1 Sahne
89 Sahne
121 Sahne
42 Sahne
28 Sahne
3 Sahne
7 Sahne
6 Sahne
1 Sahne
3 Sahne
1 Sahne
3 Sahne
1 Sahne
216 Sahne
Türk filmlerinde yapılan ürün yerleştirme uygulamalarında ürünün
markasıyla birlikte görünür/duyulur kılındığı süre aralığı dağılımına baktığımızda
(Tablo 3), en sık tercih edilen süre aralığının 1 ile 5 saniye arasında olduğunu
görebiliriz. Ürün yerleştirme süre aralıklarında görülen sıklık dağılımı yıllara göre
anlamlı ve sistemli bir artış göstermemekte, ancak ürün yerleştirilen sahne sayısı
yıllara göre artış göstermektedir. Genel olarak ürün yerleştirme yapılan sahnelerin
süre aralığı arttıkça, sıklığı azalmaktadır. Bir önceki tabloda ürün sayısındaki artış
dikkate alınırsa, ürün başına düşen sahne süresinin azalması beklenen bir durumdur.
Bu durumu hem marka sayılarındaki artışa hem de ürün yerleştirme eğilimindeki
artışa birlikte bağlamak yerinde olacaktır. Ancak asıl söz edilmesi gereken nokta
1980li yıllardan itibaren bu artışa zemin hazırlayan neo-liberal ekonomi
politikalarının ürünü olan kuralsızlaştırma projelerinin bu uygulamaların artışına
olan etkisidir. Ürün yerleştirme, yasal olarak düzenlenmediği halde, tüketimi
yönlendiriciliği konusunda reklamdan daha etkili olduğu yönündeki inanç nedeniyle
kolaylıkla sinema filmlerinde uygulanmaktadır. Prodüksiyon şirketlerinin de sinema
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
116
filmlerini kültürel ürün olarak görmek yerine ticari bir ürün olarak görmeleri, piyasa
ve karlılık anlayışının tırmandırıldığı bu ekonomik sistemde sinema filmlerini
markaların kendilerini sunacakları mecralara dönüştürmesine ayrıca ortam
hazırlamaktadır.
Türk Sinemasında Ürün YerleĢtirme Uygulamalarında Kullanılan
Stratejilerin Yirmi Yıllık Periyotta Gösterdiği DeğiĢim
Ürün yerleştirmenin öncelikli üç şekli şu şekilde sıralanmaktadır: Birincisi
ürünün kendisinin arka-planda genellikle oyuncu tarafından kullanılırken
gösterilmesi, ikincisi ürünün markasının, logosunun ya da ürünü tanımlayacak bir
niteliğin sunulması, üçüncüsü ise yayımlanan program veya film içinde bir billboard
ya da televizyon ekranı ya da radyo aracılığı ile aktarılması (Smith 1985‟ten aktaran
Wenner: 2004: 103). Bunların yanında sözel ifadelerle doğrudan marka isminin
anılması da söz konusudur. Ya da markanın adı anılmaksızın bir çağrışım ya da
analoji yoluyla markaya atıfta bulunulması da söz konusu olabilmektedir; örneğin
Forest Gump adlı filmde “bilgisayar” ve “bir meyve” referansı ile izleyiciye Apple
marka bilgisayarın anımsatılması hedeflenmiştir (Miller, 1995: 74 ve Wenner, 2004:
104).
Murdock, ürün yerleştirme uygulamalarını, kurgusal (yaratıcı) ortam ve doğal
ortam ölçütüne bağlı olarak iki grupta incelemiştir (bkz. Sarıyer, 2005). Cristel A.
Russell‟a (1998) göre ise ürün yerleştirme uygulamaları üç farklı biçimde
gerçekleştirilmektedir. Bu noktada ekrana yerleştirme (screen placement), senaryoya
yerleştirme (script placement) ve olay örgüsüne yerleştirme (plot placament) olmak
üzere üç ürün yerleştirme türünün varlığından söz edilmektedir (bkz. Gürel ve Alem,
2006: 22 ve Sarıyer, 2005: 220–223). Russell‟ın sınıflaması aşağıdaki gibidir:
1. Ekrana Yerleştirme (screen placement)
a.
Yaratıcı yerleştirme (creative placement)
b.
Doğal (sette) yerleştirme (on-set placement)
2. Senaryoya Yerleştirme (script placement)
3. Olay Örgüsüne Yerleştirme (plot placement)
Ekrana yerleştirme, ürün yerleştirmenin en saf görsel çeşidini temsil etmektedir.
Yaratıcı ve sette yerleştirme olarak iki şekilde gerçekleştirilebilen ekrana yerleştirme
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
117
stratejisi kapsamında; ürün ya da marka ya bir arka plan görüntüsü olarak, sokaktaki bir
açık hava reklamı gibi ekrana yansıtılmakta ya da mutfak sahnelerinde masa üzerinde
duran markalı bir makarna paketinde olduğu gibi doğal ortamında görüntülenmektedir
(Taşkaya,2009).
Senaryoya yerleştirme markanın işitsel olarak yerleştirilmesi anlamına
gelmektedir. Bu bağlamda ürün yerleştirme uygulaması sözlü olarak
gerçekleştirilmekte ve marka bir diyalog aracılığıyla sunulmaktadır (Taşkaya, 2009).
Russell‟in (1998) bir diğer ürün yerleştirme türü olarak işaret ettiği olay örgüsüne
ürün yerleştirmede ise, ürün ya da marka, filme konu olan olayın bir parçası olarak
konumlanmakta ve öykünün yapısında ya da karakterlerin kişiliğinin inşasında
önemli bir rol üstlenmektedir (Bkz. Gürel ve Alem, 2006: 22). Nihavent Mucize adlı
filmde Beyazıt Öztürk‟ün çapkın ve eğlenceli kişiliği Honda otomobil ve
motosikletle; Türkan Şoray‟ın konformist, zarif, hayat dolu ve incelikli dünyası
Hyatt Regency otelle bütünleştirilmiştir.
Bu araştırmada ürün yerleştirme yöntemleri, Wenner, Russel, Saphiro ve
Murdock tarafından işaret edilen yöntemlerden yola çıkılarak kategorikleştirilmiştir:
Optik Yaratıcı YerleĢtirme : Ürünün ve/veya markasının ürünün kendi
üzerinde değil, billboard, TV reklamı, basılı materyaller, gazete, dergi, vs. aracılığı
ile optik olarak sunulması
Optik Doğal YerleĢtirme: Ürünün ve/veya markasının, kendi ya da ambalajı
üzerinde, ürünün doğal olarak bulunması muhtemel olan filmdeki sahne/lerde görsel
olarak yer alması (mutfak masasının üzerinde mısır gevreğinin, kolanın; garajda
arabanın gösterilmesi gibi)
Akustik Yaratıcı YerleĢtirme: Ürüne ait haberin veya reklamın filmin
içinde iletişim araçları aracılığı ile akustik olarak sunulması (örneğin bir gsm
operatörünün reklamının radyodan duyulması)
Akustik Doğal YerleĢtirme: Ürünün markasının akustik olarak, üründen söz
edilmesi muhtemel olan filmdeki sahne/lerde akustik olarak yer alması (garsonun
restoranda Neskafe ya da Türk kahvesi tercihini sorması gibi )
Optik+Akustik Yaratıcı YerleĢtirme
: Ürünün ve/veya markasının
TV reklamı vb. aracılığı ile optik ve akustik olarak sunulması
Optik+Akustik Doğal YerleĢtirme : Ürünün ve/veya markasının, kendi ya
da ambalajı üzerinde, ürünün doğal olarak bulunması muhtemel olan filmdeki
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
118
sahne/lerde görsel olarak yer alırken aynı zamanda bir diyalog içinde üründen söz
edilmesi (Taşkaya, 2009) olarak belirlenmiştir.
Yukarıdaki kategoriler ışığında analiz edilen filmler içinde ürünün
yerleştirilme şekillerine ilişkin dağılımı gösteren tabloya (Tablo 4) baktığımızda en
sık kullanılan yöntemin optik doğal yerleştirme olduğu görülmektedir; incelenen
filmler içine yerleştirilen ürünler çoğunlukla doğal ortamlarında yer almakta ve
markaları görünür halde sunulmaktadır.
Tablo 4. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Ürün Yerleştirme Stratejilerinin Dağılımı
Filmlerin Gösterime
Ürünün YerleĢtirilme Stratejileri
Girdiği Yıllar
Toplam
1987
1997
2007
Optik Doğal Yerleştirme Yapılan Sahne
Sayısı
40
62
73
175
Optik Yaratıcı Yerleştirme Yapılan
Sahne Sayısı
12
8
9
29
Akustik Doğal Yerleştirme Yapılan
Sahne Sayısı
2
4
6
Optik + Akustik Doğal Yerleştirme
Yapılan Sahne Sayısı
3
2
5
1
1
89
216
Optik + Akustik Yaratıcı Yerleştirme
Yapılan Sahne Sayısı
Toplam
52
75
Görsel yaratıcı yerleştirmede oyuncunun ürünü kullanması değil, ürünün bir
reklam mecrası ile filmin içinde sunumu söz konusudur. Mattelart‟a (2005) göre, ürün
yerleştirme böyle doğallaştıkça, içselleşme kolaylaşmaktadır. Diğer reklamcılık
uygulamalarında olduğu gibi, ürün yerleştirmede de ürüne ilişkin anlamlar
yaratılırken mesajların sıkıştırılması ve yoğunlaştırılması gereksinimi, çok
geçmeden, günlük yaşamın ve popüler kültürün geniş alanlarından alınan klişelere
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
119
ve benzetmelere dayanmayı geliştirmiştir. Bu nedenle ürün yerleştirmede
doğallaştırma (doğal yerleştirme ile) ve film içinde popüler kimliklere ürünün
kullandırılması stratejileri ile etki gücünün artırılmasına çalışılmaktadır.
Sıklık dağılımında ikinci sırada yer alan ürün yerleştirme şekli olan optik
yaratıcı yerleştirme ile sunulan ürün markaları, genellikle televizyon, billboard gibi
mecralarda reklamlarının sunulmasıyla görünür kılınmaktadır. Ayrıca, basılı
materyal olarak değerlendirilen giysi (t-shirt, mont, iş elbisesi vb. gibi) üzerlerinde
görülen basılı markalar da optik yaratıcı yerleştirme örneklerindedir. Ürün
yerleştirme uygulamalarında oyuncunun ürünü kullanması, referans kişinin şöhret
sahibi bir oyuncu olması nedeniyle reklam veren tarafından tercih edilmektedir.
Tablo 6‟ya bakıldığında da ürün yerleştirme yapılan ürünün oyuncu tarafından
kullanıldığı film sayısının örneklemde bulunan tüm filmlerin 2/3‟ünden fazla olduğu
görülmektedir. Bu nedenle optik yaratıcı yerleştirmenin ikinci sırada yer alması
beklenebilir. Ürün yerleştirmenin reklama benzememesi nedeniyle tercih edildiği
bilinmektedir. İzleyici reklam izlediği hissinden uzaklaştırıldığı ölçüde
yakalanmaktadır. Ürün yerleştirme de sınırları ve kuralları belirsiz bir alan olarak bu
nedenle tercih edilmektedir. Sınırların ve kuralların belirsiz kılındığı ve bu
belirsizliğin serbesti yönünde değişmesi ya da sürekli kılınmasına yönelik çabaların
reklamverenler, reklamcılar ve prodüksiyon firmaları tarafından tercih edilmesi
Pazar dinamikleri gereğidir.
Radyo reklamı ya da sadece televizyondan duyulan bir ürün reklamının
filmin içine yerleştirilmesiyle gerçekleştirilen akustik yaratıcı yerleştirme de
oyuncunun ürünü kullanması, hatta ürünün şeklen görülmesi söz konusu değildir.
Dolayısıyla ürünün sunumunda dikkat çekici unsurlar diğer ürün yerleştirme
şekillerinde olduğundan daha azdır. Akustik yaratıcı ürün yerleştirmenin en seyrek
rastlanan ürün yerleştirme şekli oluşu bu nedenler çerçevesinde açıklanabilir.
Ürünlerin filmlerin içine yerleştirilmesi için kullanılan bir diğer strateji olan
olay örgüsüne yerleştirme, bu araştırmada incelenen Türk filmleri içinde sadece 5
sahne için yapılmıştır bkz. Tablo 5). Araştırmada, Türk filmlerinde ürün yerleştirme
uygulamalarında genel eğilimin ürünün olay örgüsüne yerleştirilerek sunumu
olmadığı bulgulanmıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
120
Tablo 5. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Ürünün Olay Örgüsüne Yerleştirilme Durumunun Dağılımı
Ürünün Olay Örgüsüne YerleĢtirilme
Durumu
Ürünün Olay Örgüsüne Yerleştirilmediği Sahne
Sayısı
Filmlerin
Gösterime Girdiği
Yıllar
1987
1997
2007
52
73
86
211
2
3
5
75
89
216
Ürünün Olay Örgüsüne Yerleştirildiği Sahne
Sayısı
Toplam
Toplam
52
Olay örgüsüne yerleştirilen ürün, filme konu olan olayın bir parçası olarak
sunulduğu için ürünün kimliği ile karakterin kimliğini bütünleştirmeye yönelik bir çalışma
yapılması gerekmektedir. Çünkü bu durumda ürün, film içinde oyuncu gibi rol
almaktadır. Böylece ürünün film içindeki varlığı doğallaştırılmış olmaktadır. Miller‟e
(1995) göre olay örgüsüne yerleştirme stratejisiyle uygulanan ürün yerleştirmeler,
pluglar10 olarak değerlendirilebilir. Miller, plugların, sunulanın ürün reklamı değil, film
olarak algılanması yönünde bilinçdışı iknaya yönelik çalışmakta olduğunu, bu yüzden her
bir görüntünün reklam olarak algılanmamak üzere örtüldüğünü belirtmektedir.
Galbraith‟e göre, talebin doğuşunda etkili olan ve onu gerçek ihtiyaçların
karşılanmasından uzaklaştıran, tüketicinin özgür seçimi değil, reklam faaliyetleridir
(Galbraith, 1967). Reklam etkinliği içinde, tüketici kitlenin “başkalarına benzeme
arzusu” tüketimi yönlendirmek amacı ile çeşitli strateji ve taktiklerle, pek çok medya
ürününde olduğu gibi sinema filmlerinde de kullanılmaktadır. Bu araştırmada
yapılan analizler sonucunda Türk filmlerindeki ürün yerleştirme uygulamalarında
oyuncunun yerleştirilen ürünü kullanma sıklığının kullanmadığı durumlardan daha
yüksek olduğu bulgulanmıştır (bkz. Tablo 6).
10 Eğlence endüstirisinde performans ya da sunum boyunca bir ürün üzerinde sıklıkla konuşulması, bir
tür tanıtım.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
121
Tablo 6. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Yerleştirilen Ürünün Aktör Tarafından Kullanılma Durumunun Dağılımı
YerleĢtirilen Ürünün Oyuncu
Tarafından Kullanılma
Filmlerin Gösterime
Toplam
Girdiği Yıllar
Durumu
Oyuncunun Ürünü Kullanırken
Gösterildiği Film Sayısı
1987
1997
2007
7
5
9
Oyuncunun Ürünü Kullanırken
Gösterilmediği Film Sayısı
1
21
1
Ürün Yerleştirme Yok
3
4
1
8
Toplam
10
10
10
30
Tablo 6‟da da görüldüğü gibi, örneklemde bulunan 30 filmden 21inde yerleştirilen
ürün oyuncu tarafından kullanılmaktadır. Kellner‟e (1992) göre tüketim fikirlerin,
televizyon ve reklamlardaki görüntülerin bütünsel olarak tüketilmesi anlamını içerir. Yani
sembolik anlamlar, modern tüketicinin satın alma kararını etkilemektedir. Satın alınanlar
yalnızca basit, doğrudan, faydacı kullanıma yönelik maddi nesneler değil, anlam içeren,
ileten, o sırada tüketicinin kim olmayı amaçladığını sergilemek amacıyla kullanacağı nesnelerdir. Tüketim nesneleri, insanların kimlik duygularını, tüketim kalıpları içindeki
sembollerin kullanımı aracılığıyla oluşturdukları bir yöntemin parçalarıdır.
Ürünlerin oyuncu tarafından kullanıldığı sahne sayılarının sıklığının yer
aldığı Tablo 7‟ye baktığımızda, dağılımın yıllar itibariyle artış gösterdiğini
görebiliriz. Film bazında bakıldığında ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı film
sayısı, kullanmadığı film sayısından fazla olduğu görülürken, sahne bazında ürünün
oyuncu tarafından kullanıldığı sahne sayılarının kullanmadığı sahne sayılarından
daha az olduğunu Tablo 7‟de görmekteyiz. Ürün yerleştirme yapılan ürünlerin sayısı
1987‟den 2007‟ye doğru artış göstermektedir. Ürün sayısı arttıkça oyuncunun
yerleştirilen ürünleri kullanırken gösterildiği sahne sayısının azalması beklenen bir
durumdur. Oyuncunun ürünü kullanırken görüldüğü sahne sayısı da 1987‟den
2007‟ye doğru anlamlı bir artış göstermektedir. 1997 yılında görülen, oyuncunun
ürünü kullanırken gösterilmediği sahne sayısındaki artış, aynı yıl için ürün
yerleştirme yapılan film sayısındaki düşüşe bağlanabilir. Yıl bazında bakıldığında
genel olarak yerleştirilen ürünün oyuncu tarafından kullanılma durumunda bir artış
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
122
gözlenmektedir. Toplam sütununda yer alan dağılımda ürünün oyuncu tarafından
kullanıldığı sahneler ile kullanılmadığı sahneler arasında büyük bir fark olmadığı da
görülebilir.
Tablo 7. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Yerleştirilen Ürünün Oyuncu Tarafından Kullanıldığı Sahne Sayısı Dağılımı
YerleĢtirilen Ürünün Filmde Oyuncu
Tarafından
Filmlerin
Gösterime
Kullanılma Durumu
Girdiği Yıllar
1987
1997
2007
Toplam
Oyuncunun Ürünü Kullanırken Gösterildiği
Sahne Sayısı
30
44
39
113
Oyuncunun Ürünü Kullanırken Gösterilmediği
Sahne Sayısı
22
31
50
103
Toplam
52
75
89
216
İzleyici için, beğenilen bir oyuncunun kullandığı ürünü kullanmak, o oyuncu
ile özdeşlik kurmayı sağlarken, markanın bu süreçte edindiği varsayılan imaj,
izleyicinin sahip olmadığı imaja denk düşmektedir. Bu nedenle yaşanan özenme
duygusunun izleyiciyi tüketime yönlendirecek gücünden yararlanılmak
istenmektedir. Batılı tüketim toplumlarının Veblenci eleştirisinin ana direği gibi görünen
özenmenin yönlendirdiği davranışla ilgili çözümlemeler, Galbraith‟in yaklaşımında yerini
talep yönlendirmesine bırakmaktadır (bkz: Galbraith, 1967). Galbraith‟e göre, talebin
doğuşunda etkili olan ve onu gerçek ihtiyaçların karşılanmasından uzaklaştıran,
tüketicinin özgür seçimi değil, reklam faaliyetleridir. Reklam etkinliği içinde, tüketici
kitlenin “başkalarına benzeme arzusu” medya ürünleri aracılığı ile çeşitli taktiklerle
kullanılmaktadır (Taşkaya, 2009). Talebin yönlendirilmesi, rekabet halinde olan ürünler
için ayrı bir yarıştır. Yarışın arenalarından birisi de sinema filmleridir. Bu arenada, her bir
marka kendi imajını güçlendirecek stratejilerle filmlere yerleştirilerek potansiyel
alıcılarının karşısına çıkarılmaktadır.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
123
Türk Sinemasında Sponsorluk ĠliĢkileri ile Ürün YerleĢtirme
Uygulamaları Arasındaki ĠliĢkinin Yirmi Yıllık Periyotta Gösterdiği DeğiĢim
Doksanlı yıllara doğru reklamverenlerin televizyon programlarının ve
filmlerin sponsorluğuna ve yapımına yönelik ilgilerinin arttığı söylenmektedir
(Mattelart, 1995). Örneklemde bulunan 30 film içinde sponsor desteği almayan 16 film
vardır. İzleyici sayısında görülen artış, sponsorluk uygulamalarında da artışa neden
olmuştur. Türkiye‟de izleyici sayısındaki belirgin artış 1990lı yıllarda başlamıştır. İzleyici
sayısı bir milyon üzerinde olan filmlerin örneklem olarak alındığı bir çalışmada (Taşkaya,
2009), sponsorluk alan film sayısı, almayan filmlere oranla anlamlı bir sıklığa sahiptir.
1980li yıllarda sponsor desteğinin sadece 2 film tarafından alındığı, Tablo 8‟de
görülmektedir. Çünkü sponsorluk uygulamaları 1990lı yıllardan itibaren Türk sinemasının
gündemine girmiştir. 1990 sonrasında Türk sinemasına Eurimages‟ın maddi katkısı
önemlidir. Eurimages 1997–2000 yılları arasında Türk sinemasına 29 milyon 340
bin Fransız Frangı destek sağlamıştır11 Tabloda da görüldüğü üzere en fazla sponsor
desteği alınan yıl 1997‟dir.
Tablo 8. Türkiye‟de 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar
Filmin Sponsor Desteği Alma Durumunun Dağılımı
Filmlerde Sponsor Desteği Dağılımı
Filmlerin Gösterime Girdiği
Yıllar
1987
1997
2007
Toplam
Sponsor Desteği Alan Film Sayısı
2
8
6
16
Sponsor Desteği Almayan Film Sayısı
8
2
4
14
Toplam
10
10
10
30
2007‟ye gelindiğinde Türk filmlerinde sponsor desteğinin azaldığı görülmektedir.
Ürün yerleştirme uygulamalarında beklenen durum, daha çok sponsor ürünlerin
kullanılmasıdır. Tablo 9‟daki dağılım, 2007‟de sponsor desteği azaldığı halde ürün
yerleştirme yapılan sahne sayısında 1997 yılına göre arttığına işaret etmektedir. Ürün
yerleştirme yapılan 216 sahne içinde sadece 10 sahnede sponsor ürünlere yönelik
11 http://www.intersinema.com/sinema-haberleri/haber_98.asp
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
124
yerleştirme yapılmış, ürün yerleştirme yapılan diğer 206 sahnede yerleştirilen ürünlerin
filme sponsor olmadığı bulgulanmıştır (bkz. Tablo 9).
Tablo 9. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Yerleştirilen Ürünün Filme Sponsor Olma Durumu
YerleĢtirilen Ürünün
Sponsor Olma
Durumu
Ürün Sponsor Değil
Filmlerin Gösterime Girdiği
Yıllar
1987
1997
2007
52 Sahne
72 Sahne
82 Sahne
206 Sahne
3 Sahne
7 Sahne
10 Sahne
75 Sahne
89 Sahne
216 Sahne
Ürün Sponsor
Toplam
Toplam
52 Sahne
Buna göre, Türk filmlerinin yapımcılık pratiğinde ürün yerleştirmenin salt
sponsorluk ilişkileri çerçevesinde uygulanmasına yönelik bir ilkenin gelişmediği
söylenebilir. Piyasa ilişkilerinin kar odaklı yaklaşımı çerçevesinde uygulanan ekonomi
politikaları ve kuralsızlaştırma projeleri ile Türk sineması da diğer kültürel alanlarda
olduğu gibi ilkelerin gelişmesine uygun bir alan olmaktan çıkarılmıştır. EPRA
toplantılarında Avrupa‟da ürün yerleştirme uygulamalarının filmlerin sanatsal
bütünlüğüne verdiği zarar tartışılmaktadır. Sponsor ürünün sahnelenmesi sırasında
oyuncu tarafından kullanılması, talep yönlendirici bir uygulama olarak kabul edildiği için,
reklamveren tarafından tercih edilen bir durumdur Tüketici örgütleri de izleyiciyi reklam
izlediği uyarısı yapılmaksızın reklama maruz bırakılması noktasında ürün yerleştirme
uygulamalarını sorgulamaktadır.. Ancak Türkiye‟deki uygulamada giderek sponsor
ürünler dışındaki ürünlerin de film içlerine yerleştirildiği, ürün yerleştirme uygulamaları
yapılan sahne sayısı 216 ve bu sahnelerde yer alma süresi toplam 1823 sn. iken, sponsor
ürünün göründüğü sahne sayısının 10, sürenin ise sadece 63 sn. olması ortaya
koymaktadır (Tablo 10). Sponsor ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı sahne sayısı 8‟dir
ve bu sahnelerde sponsor ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı süre sadece 56 sn.dir.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
125
Tablo 10. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde Yerleştirilen Sponsor Ürünün Göründüğü Film, Sahne ve Süre Dağılımı
Filmlerin Gösterime
Girdiği Yıllar
Sponsor Ürünün Göründüğü Film Sayısı
1987
1997
2007
Toplam
0
1
3
4
0
3
7
10
0
15
48
63
0
3
5
8
0
15
41
56
(Toplam Film Sayısı: 30)
Sponsor Ürünün Göründüğü Sahne Sayısı
(Toplam Sahne Sayısı: 216)
Sponsor Ürünün Göründüğü Süre
(Toplam Ürün Yerleştirme Süresi: 1823 Sn)
Sponsor Ürünün Oyuncu Tarafından
Kullanıldığı
Sahne Sayısı (Sponsor Ürünün Göründüğü
Toplam
Sahne Sayısı: 10)
Sponsor Ürünün Oyuncu Tarafından
Kullanıldığı Süre
(Sponsor Ürünün Göründüğü Toplam Süre:
60 Sn)
Filmlere markalı ürünlerin yerleştirilmesinin Nike, Macintosh, Sony,
Starbucks ve benzerleri gibi büyük şirketler için kaçınılmaz bir pazarlama aracı
olması, filmlerin de giderek „markalanmış medya malları‟ olarak
kavramlaştırılmasına neden olmuştur. “Yeni birleşmiş büyük eğlence şirketleri,
daima birbiriyle ilgisiz holdinglerini karşılıklı promosyon üreten ağlar şeklinde
birleştirebilecekleri araçlar ararlar ve bu genellikle Hollywood‟un etkileyici
kişilikleri tarafından yaratılmış bir ünlü olmaktadır. Filmler, kitaplarda, dergilerde
ve televizyonda karşılıklı promosyon yapabilmek için yıldızlar yaratır ve spor,
televizyon ve müzik yıldızlarının da kendi markalarını „yayacakları‟ temel araçlar
sağlar” (Klein, 2002: 65, 66). Reklamlarda ünlülerin kullanılması, film
kahramanlarının belli ürünleri kullanırken gösterilmeleri, programların
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
126
sunucularının ürün tavsiyeleri bu taktiklerin örnekleridir (bkz. Baudrillard: 1997:
243). Ürün ve hizmetin tüketimi bu taktiklerle teşvik edilmeye çalışılırken, sinema
filmleri de çoğunlukla bu ürünlerce desteklenerek üretildikleri için daha ucuza mal
edilmektedir.
Galician ve Bourdeau‟nun, örneklemde 1977, 1987 ve 1997 yıllarına ait filmler
içinde ürün yerleştirme ile en çok görünen markalar, görünme sayıları ve yerleştirildikleri
film sayıları ile ilgili olarak saptadıkları veriler Tablo 11‟de görülmektedir (Galician ve
Bourdeau, 2004: 22).
Tablo 11. Hollywood‟da 1977, 1987 ve 1997 Yıllarında En Çok İzlenen 15er
Film İçinde En Çok Görülen 10 Markanın Film ve Sahne Bazında Görünme Sıklığı
Dağılımı
Marka
Görünme sayısı
Film sayısı
Cola
44
20
Mercedes
18
9
Miller
17
8
Chevy
15
10
Pepsi-Cola
13
5
Schlitz
12
3
BMW
10
7
Jack Daniels
10
4
Cadillac
9
5
CNN
9
4
Ürün bazında bakılacak olursa; ilk üç sırayı otomobil, cola ve bira paylaşmaktadır
(Galician ve Bourdeau, 2004: 25). Tablo 12‟de görüldüğü gibi, ilk üç marka, sıralaması
farklı olmak üzere, Türkiye için de aynıdır.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
127
Tablo 12. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi
İçinde En Çok Görülen 10 Markanın Film ve Sahne Bazında Görünme Sıklığı
Dağılımı
Görünme sayısı
Film sayısı
Mercedes
18
7
coca-cola
11
8
Efes Pilsen
9
6
JB
7
4
BMW
7
5
Honda
6
2
Marlboro
5
4
Jhony Walker
4
2
Renault
4
3
Philips
4
2
Marka
Türk filmlerindeki marka yoğunlaşmasına baktığımızda en sık kullanılan
markanın Mercedes olduğunu Tablo 12‟de görebiliriz. Coca-cola‟nın ürün
yerleştirmeye konu olma sıklığı Mercedes‟in hemen ardından gelmektedir. Efes
Pilsen için yapılan ürün yerleştirme uygulamaları sıklık sıralamasında üçüncü
konumdadır. Ürün yerleştirme uygulamalarında görünme sıklığı en fazla olan ilk on
marka içinde dört ürün tütün ve alkol; dört ürün otomobil sektörüne aittir.
Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarının sektörlere göre
dağılımında otomobil sektörü birinci sırayı almaktadır. Otomobilin, kiralanması
veya satın alınması, film yapımcılığında yüksek gider kalemlerinden birisidir.
Yapımlarda, otomobil ihtiyacı genellikle sponsorlar aracılığı ile karşılanmaktadır.
Tablodaki dağılımda tütün ve alkol ürünleri ikinci sırada yer almaktadır. Reklam
kısıtı olan bu sektörün yüksek sıklığa sahip olarak bulgulanması, ürün yerleştirme ve
sponsorluklar aracılığı ile tanıtım yoluna gitmekte olduğunu göstermektedir. Aynı
Tabloda Marlboro sigarası da ilk on içinde altıncı sırada yer almaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
128
Wenner, izleyicilerin ticari bir düzeyde reklamın çekiciliğine kapıldıkları
anın bilgisini edinme hakkına sahip olup olmadıkları sorusunun yanıtının,
reklamcılıktaki aldatıcı uygulamaları sınırlayan yasanın mantığına göre, kesin olarak
„evet‟ olması gerektiğini söylemektedir. Tüketiciler için bir yayının kendi başına
reklam olduğunun belirtilmemesi halinde, ürün yerleştirme ya da çapraz promosyon
uygulamalarında olduğu gibi gri bir alan içine düşülebilir. Bu gri alan, reklam kısıtı
olan ürünler için fırsat olarak değerlendirilebilmekte, bu amaçla ürün yerleştirme
uygulamalarından yararlanılmaktadır. Halihazırda devam eden para ödenerek
yapılan ürün yerleştirme uygulamaları, Wenner‟e göre de teknik olarak illegaldir.
Ürün yerleştirme, gerçeklik algısı yaratmak üzere yapıldığına göre, ürün
desteği bağış mantığı ile gerçekleştirilmelidir. Tığlı (2004: 24), sponsorluk ile ürün
yerleştirme uygulamalarını birbirinden ayırırken ürün yerleştirmelerde, sponsorlukta
olduğu gibi bir duyuru/ilan yapma zorunluluğu olmadığını belirtmektedir. Oysa FCC
(Federal Communications Commission), bu uygulamanın bildirilmesini şart
koşmaktadır. FCC‟ye göre, ürün yerleştirme karşılığında programların sonunda
marka isimleri listesine bakılarak „verilen promosyonel bedelin‟ kabul edildiği
görülebilir ve reklam amacı anlaşılabilir. Wenner (2004) ise FCC‟nin bu
uyarısındaki tutarsızlığa işaret etmekte ve bu uygulamanın da kamu yararına bir
sonuç yaratmaktan uzak olduğunu vurgulamaktadır: “FCC‟nin ödeme karşılığı
yerleştirmeyi yasaklaması, bir anlamda çok daha yoğun ürün bütünleştirme
stratejisini teşvik eder, çünkü gelişen bu tarz çapraz pazarlama ortaklıkları ve ürün
programlama radar silahı altına düşer. Film içinde, ürün yerleştirme bildirimi
düzenlenmemiştir ve sonuç olarak tutarsızdır. Ürün yerleştirmesi yapılan markalar,
izleyiciler marka mesajlarını çoktan süzüp aldıktan sonra, filmin sonunda jenerikte
sunulmaktadır” (128). Aslında bu durum Neo-liberal ekonomi politikalarının piyasa
taraftarı kuralsızlaştırma yaklaşımlarının uzantısıdır. Neo-liberal politikalar
kapsamında yapılan düzenlemelerde kamu yararı değil, Pazar dinamiklerinin kar
odaklı seyrinin sürdürülmesi esas alınmaktadır.
Sonuç
Türkiye‟de 1980‟lerden sonra satış artırımına yönelik bir faaliyet niteliğine
bürünen ürün yerleştirme uygulamalarında 2000‟li yıllarda görülen, film, sahne, süre
ve ürün sayısı bazındaki artış, ekonomik ve politik arka planı ile sorgulanmalıdır.
Türkiye‟de 1980lerde uygulanmaya başlayan neo-liberal ekonomi politikaları, kar
odaklı üretim anlayışını kültürel ürünler için de yerleşik hale getirmiştir. Neo-liberal
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
129
ekonomi politikalarının desteklediği serbest pazar girişimleri, kendi kurallarını
piyasa odaklı hareket noktası ile dayatmaya da bu yıllarda yoğun olarak başlamıştır.
Piyasa aktörleri, salt kar hedefine odaklanarak talebin artırılması için gerekli
tüm yolların zorlanması için sürekli girişimlerde bulunmaktadır. Tüketimin
yönlendirilmesine ilişkin girişimler, ürün yerleştirme faaliyetlerini de
kapsamaktadır. Bu noktada pazar liberalleri, piyasa ekonomisine uygun politikaların
oluşturulması için çoğu zaman baskı grubu olarak çalışmaktadırlar. Sinema
filmlerinde ürün yerleştirme uygulamalarının yasal zeminden yoksun ve keyfi
uygulamalar halinde sürdürülmesini de bu politikalar kapsamında değerlendirmek
kaçınılmazdır.
Bu araştırmada incelenen sinema filmlerindeki ürün yerleştirme
uygulamalarında reklam kısıtı olan ürünlerden tütün ve alkol ürünlerinin sektörel
dağılımda ikinci sırada yer aldığı bulgulanmıştır. Bu durum reklam kısıtının aşılması
niyeti ile açıklanabilir. Bu da neo-liberal ekonomi politikalarının, kuralların
esnetilmesi için sunduğu zeminlere örnek olarak verilebilir.
Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarında kullanılan stratejiler, reklam
yapma niyetinin gizlenmesine yönelik olarak seçilmektedir. Bu nedenle en fazla
tercih edilen strateji, optik doğal yerleştirme olarak adlandırılan, ürünün doğal
ortamında sunulduğu stratejidir. Ürünün oyuncu tarafından kullanılırken sunulması
ise beklenen etkiyi güçlendirmeye yöneliktir. Reklamcılık uygulamalarında sıklıkla
başvurulan bir yöntem olan „reklamda ünlü kullanımı‟, tüketicinin talebini
yönlendirici etkiye sahiptir. Ürün yerleştirme uygulamalarındaki „talep yönlendirme
niyeti‟ bu uygulamaların yoğunlaştığı stratejiler üzerinden okunabilmektedir. Bu
araştırmada incelenen filmler içinde ürün yerleştirmeye konu olan ürünlerin film
içinde çoğunlukla oyuncular tarafından kullanılıyorken gösterilmesi, ürün
yerleştirme uygulamalarının, filmi desteklemekten çok reklam amacı taşıdığına
işaret etmektedir.
Piyasa güçlerinin gerek ekonomik gerekse politik arenada yönlendirici güce
sahip olması nedeniyle, sinema filmlerinin markaların geçit töreni yapabileceği
mecralara dönüşme tehlikesi altında olduğuna ilişkin tartışmalar da devam
etmektedir (bkz. Wenner, 2004). Bu durumun Türk sineması için de geçerli olduğu,
ürün yerleştirme uygulamalarındaki artış ve süregiden kuralsızlık göz önüne
alındığında öngörülebilir. Türkiye‟de neo-liberal süreçte reklam ve program arasında
amorf özellikler sergileyen tüm medya içeriklerindeki dönüşüm, sinema filmlerinde
de gözlenmeye başlanmıştır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
130
KAYNAKÇA
Baerns, B. (2003). “Separating Advertising From Programme Content: The Principle
And Its Relevance In Comunications Practise”, Journal of Communication
Management, Henry Stewart Conferences and Publications C.8, S.1;
ABI/INFORM Global, s. 101-112
Başaran, F. (2000). İletişim ve Emperyalizm, Ankara: Ütopya Yayınevi.
Başkaya, F. (1986). Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi: Devletçilikten 24
Ocak Kararlarına, Ankara: Birlik Yayıncılık.
Baudrıllard, J. (1997). Tüketim Toplumu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Çaplı, B. (2002). Medya ve Etik, Ankara : İmge Kitabevi Yayınları.
Galbraıth, J.K.(1967). The New Industrial State, Boston: Houghton Mifflin
Company.
Galıcıan, M.ve Bouedeau P. G. (2004). “ The Evolution of Product Placements in
Hollywood Cinema: Embedding High-Involvement „Herotic‟ Brand Images,
Mary-Lou Gallician, (Der.), Handbook of Product Placement In The Mass
Medıa: New Strategies in Marketing Theory, Practise, Trends and Ethics,
Journal of Promotion Management, C. 10, No: 1/2 içinde, NY: Best Business
Boks, s. 15–36
Gartner, W. (1986). “Temporal Influences on Image Change”, Annals of Tourism
Research, Vol: 13, No: 4, s: 635–644.
Gould, S., J., Gupta, P. B. (1997). “Consumers‟ Perceptions of the Ethics an
Acceptability of Product Placements in Movies” Issue and Research in
Advertising, 14. (Spring) içinde, s.37–50
Govani, S. (1999). “Product Placement in Movies – It is Really So Bad?”,
http://csmweb2.emcweb.com/durable/1999/02/10/p11s1.htm
( Erişim:
10.06.2003)
Gül Sallan, S. (2004). Sosyal Devlet Biti, Yaşasın Piyasa, İstanbul: Etik Yayınları.
Gülsoy, T. (1999). Reklam Terimleri ve Kavramları Sözlüğü, İstanbul: Adam
Yayınları
Gürel, E.ve Alem, J. (2004). “Pazarlama İletişiminde Yeni ve Güncel Bir Uygulama:
Ürün Yerleştirme”, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi
içinde, S. 6, s.7-23.
Güz 2009, Sayı:29
1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında…
131
Gürel, E.ve Alem, J. (2006). “Fütüristik Ürün Yerleştirme”, Pİ (Pazarlama ve
İletişim Kültürü Dergisi) içinde, C.5.S.16, s.20-30, (Nisan, Mayıs, Haziran).
Kazancı, M. (2006). Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler, Ankara: Turhan
Kitabevi.
Kellner, D. (1992). “Popular Culture and the Construction of Postmodern
Identities”, Lash, S. ve Friedman, J. (Der.) Modernity and Identity, Oxford:
Basil Blackwell
Kleın, N. (2002). No Logo, Çev. Nalan Uysal, İstanbul: Bilgi Yayınları.
Köker, E. (1998). Politikanın İletişimi İletişimin Politikası, Ankara: Vadi Yayınları
Mattelart A. (1995). Beyin İğfal Şebekesi, Uluslar arası Reklamcılık, çev: I. Gürbüz,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Mıller, C.,M. (1995). “Hollywood the Ad”, Mass Media 95/96-Annual Editions
içinde Editor: Joan Gorham, Guilford- Connecticut, The Dushkin Publishing
Group, Inc. s: 72-80.
Murdock, G. (1977). “Patterns of Ownership; Question of Control”, Mass Media
Communication an Society (Ders Notları, 10. Bölüm), Open University
McChesney, R.W (2003). “Küresel İletişimin Politik Ekonomisi” Kapitalizm ve
Enformasyon Çağı – Küresel İletişim Devriminin Politik Ekonomisi,
McChesney, R.W., Wood,E.M., Foster J.B. (der.) içinde. Çev. Çınga, S.N.
vd., Ankara: Epos Yayınları, s:7-38.
Özgüç, A. (1988). Türk Filmleri Sözlüğü, C. 6, İstanbul: Sümbül Basımevi
Pekman, C. ve Gül T. S. (2008). “Product Placement in Late Turkish Cinema”, 6th.
International Symposium- Communication in the Millenium, Vol.1: s: 339–
345, İstanbul: Lazer Ofset
Russell, C., A.(1998). “Towards A Framework of Product Placement: Theoretical
Propositons.” Advences In Consumer Research, 1 (25): s.357–362
Sarıyer, N. (2005). “Televizyon Dizilerinde Marka Yerleştirme Stratejileri Üzerine
Bir Araştırma” Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, S.10, s.217–237 Antalya: Akdeniz
Üniversitesi Matbaası
Smith, B. (1985, March). “Casting Product for Special Effect”, Bevarage World,
104, 83-91
Taşkaya, M. (2009). “Türk Sinemasında Ürün Yerleştirme Stratejileri” Akdeniz İletişim
Dergisi, S: 11, Antalya (Yayımlanma Aşamasında)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
M. TaĢkaya
132
Tığlı, M. (2004). Bir Aktör Olarak Markalar: Ürün Yerleştirme, İstanbul: Türkmen
Kitabevi
Türksoy, N. (2006). “Sinema ve Reklamın Gizli Buluşması: Ürün Yerleştirme”,
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler 5, (Ed.: Bayraktar, D. ve Akçalı
E.) içinde, İstanbul: Bağlam Yayınları
Veblen, T. (1934). The Theory of Leisure Class, NewYork: The Modern Library
Wasko, J. (1989). “What‟s So „New‟ About the „New‟ Technologies in Hollywood?
An Example of the Study of Political Economy of Communications”:
Rethinking Communications: Volume 2 Paradigm Exemplars (içinde).
Editors: Brenda Dervin, Lawrance Grossberg, Barbara J. O‟Keefe ve Elen
Wartella. Newbury Park, London ve New Delhi: Sage Publications. s: 474485.
Wenner, A. L. (2004). “On The Ethics of Product Placement in Media
Entertainment”, Mary-Lou Gallician, (Der.), Handbook of Product Placement
In The Mass Medıa: New Strategies in Marketing Theory, Practise, Trends
and Ethics, Journal of Promotion Management, C. 10, No: 1/2 içinde, NY:
Best Business Boks, s. 101-134,
Yaylagül, L. (2004). “1960–1970 Dönemi Türk Sinemasında Düşünce Akımları”,
Sinemada Anlatı ve Türler, Küçükkurt, Dalay, F. ve Gürata, A. (der) içinde.
Ankara: Vadi Yayınları, s: 232.
Yüksel, A. H. (1994). İkna Edici İletişim, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Eğitim,
Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları No:94.
http://www.intersinema.com/sinema-haberleri/haber_98.asp
Mayıs, 2009)
(Erişim:
31
http://www.sinematurk.com/gise.php?action=goToBoxOfficePage&type=0&
year=&firma= (Erişim: 25.08.2008)
Güz 2009, Sayı:29
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
HALKLA ĠLĠġKĠLER ÇALIġMALARININ DÜNÜ, BUGÜNÜ
VE GELECEĞĠNE ĠLĠġKĠN BĠR DEĞERLENDĠRME
Ayhan BĠBER*
ÖZET
Halkla ilişkiler, çoğulculuk anlayışının gelişmiş olduğu demokratik toplumlarda örgütlerin gereksinim
duydukları toplumsal desteği, güveni, rızayı elde etmek için gösterdikleri planlı ve sistemli iletişim
çabalarıdır. Günümüzdeki anlamda halkla ilişkiler çalışmalarının tarihsel arka planı çok eski değildir.
Bununla birlikte, halkla ilişkilere özgü bir nüveyi çok eski çağlardan bu yana süre gelen örgüt-çevre
ilişkilerinin, iktidar mücadelelerinin içerisinde görebilmek mümkündür. Kurumlar, kuruluşlar, yönetme
erkini elinde bulunduranlar etkili olabilmek, yasal meşruiyetin yanı sıra toplumsal meşruiyet de elde
edebilmek adına her zaman için çevrelerinin desteğine gereksinim duymuşlardır. Bu desteğin elde ediliş
yöntemi ise dönemin siyasal, ekonomik, teknolojik koşularına bağlı olarak değişmiş; basit propaganda
tekniklerinden halkla ilişkilere doğru evrilmiştir. Halkla ilişkiler, toplumsal değişimin izlenmesi,
toplumsal taleplerin belirlenmesi, örgütlerin kendilerini ifade edebilmesi gibi açılardan günümüzde
önemli işlevlere sahiptir. Ancak, yakın bir gelecekte bu işlevini, önemini yitireceğine ilişkin önemli
göstergeler vardır. İnsanlar hızlı bir şekilde çevrelerinde olup bitenlere karşı ilgilerini, kendi yaşamlarını
ilgilendiren kararlara katılma iradelerini kaybetmektedirler.
Anahtar Kelimeler: Halkla İlişkiler, Propaganda, Toplumsal Meşruiyet, Bilgi ve İletişim Teknolojileri
An Analysis of Yesterday, Today and Tomorrow of Public Relations Studies
ABSTRACT
Public relations are systematic and planned communication strategies of organizations to obtain social
support, trust, and obedience that they need in democratic societies in which the idea of pluralism has
been rooted. The contemporary public relations studies do not have a long history. However, we can
observe the existence of core of public relations within the relationship between organizations and their
environment, and in power struggles since the old ages. The institutions, organizations, and rulers always
need to have the support of their environments in order to be influential, and to obtain social legitimacy
besides legal legitimacy. The ways of obtaining this support have changed in accordance with the
changing political, economic, and technological conditions of the time period; the simple propaganda
techniques were evolved into public relations. In contemporary age, public relations have important
functions for observing social changes, determining social demands, and for providing opportunities for
organizations to express themselves. Nevertheless, there are some clues to propose that public relations
will not be able to fulfill these functions in the near future since people have been loosing their interests
to their environments, and their will to participate in decision-making process that will affect their life.
Key Words: Public Relations, Propaganda, Social Legitimacy, Knowledge and Communication
Technologies
*
Doçent Doktor, G.Ü.ĠletiĢim Fakültesi
ĠletiĢim 2003/18
A. Biber
134
GiriĢ
Uygarlık tarihinin belli bir döneminde insanların yerleĢik düzene geçip bir
arada yaĢamaya, iliĢki kurmaya, örgütlenmeye, ticaret yapmaya baĢlamalarına koĢut
olarak, yönlendirme, ikna etme, tutum ve davranıĢ değiĢimi meydana getirme, onay
yaratma, rıza elde etme gibi çabaların da ortaya çıktığı görülmektedir. Tarihsel süreç
içerisinde bu çabaların, baskı ve Ģiddetten katı propaganda uygulamalarına, daha
sonra ise halkla iliĢkiler kapsamında değerlendirilen çalıĢmalara doğru evrildiği
anlaĢılmaktadır.
Toplumların sosyal, ekonomik, siyasal açılardan değiĢmesi, demokratik
kazanımların artması, baskı grupları, sivil toplum örgütleri gibi her türlü tahakküme
karĢı direnç oluĢturabilecek dinamiklerin ortaya çıkması; kitlelerin yönlendirilmesi,
tutum ve davranıĢlarının değiĢtirilmesi, sevk ve idare edilmesine iliĢkin
yöntemlerinin de değiĢtirilmesini zorunlu hale getirmiĢtir. Farklı bir ifadeyle, daha
önceki dönemlerde zihinlere çekiç ile çakılmaya çalıĢılan düĢünce, anlayıĢ veya
ideolojiler günümüzde çok ince uçlu kalemlerle hat sanatçılarına özgü bir maharetle
“zarifçe” iĢlenir olmuĢtur.
Hangi yöntem, teknik veya araçla olursa olsun, belli konularda kamuoyu
oluĢturmaya, kamuoyunu Ģekillendirmeye veya onun desteğini elde etmeye yönelik
tüm çabaların içerisinde manipülatif bir yönün mutlak bir Ģekilde bulunduğunu
söylemek mümkündür. Bu bağlamda, ajitasyon, propaganda, halkla iliĢkiler gibi
yöntemler arasındaki farklılık ise manipülasyonunun derecesinden, amacından,
örgütsel çıkarın yanı sıra gözetilen toplumsal faydadan kaynaklanmaktadır. Konu ile
ilgili yapılan akademik çalıĢmalarda uzun zamandır bu farkın altı çizilmekte ve
halkla iliĢkiler propagandadan daha farklı bir yere oturtulmaya çalıĢılmaktadır.
Diğer yandan, her fırsatta propagandanın ne kadar kutuplaĢtırıcı, radikalleĢtirici ve
kıĢkırtıcı bir etkiye sahip olduğu, etik kaygılardan ne kadar uzak olduğu buna
karĢılık halkla iliĢkilerin birleĢtirici, dengeleyici ve uyumlaĢtırıcı yönü
vurgulanmaktadır.
Siyasal, sosyal, ekonomik, teknolojik geliĢmelere bağlı olarak üretim,
tüketim, iktidar iliĢkileri değiĢmiĢ, belli bir iktidar alanını iĢgal edenler, yönetme
erkini elinde bulunduranlar, toplumsal gereksinimleri karĢılamak için oluĢturulmuĢ
toplumsal sistemler daha dünyevi, daha rasyonel meĢruiyet dayanakları bulmak,
duyurmak ve kabul ettirmek zorunda kalmıĢlardır. Halkla iliĢkiler, bu zorunluluğun
var ettiği bir olgu olarak kabul edilmektedir. Çünkü halka iliĢkiler çalıĢmaları
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
135
sayesinde gereksinim duyulan onayın, rızanın, güvenin, daha kapsayıcı bir ifade ile
toplumsal meĢruiyetin sağlanması ve sürdürülmesi mümkün olabilmektedir.
Yukarıdaki tespitlerden hareket edilerek tasarlanan bu çalıĢmada; halkla
iliĢkiler olgusunun ortaya çıkıĢında, geliĢiminde rol oynayan temel dinamiklerin
neler olduğu, günümüzdeki örgütler açısından halkla iliĢkilerin ne ifade ettiği, yakın
gelecekte ne ifade edeceği, halkla iliĢkiler kapsamındaki çalıĢmalarının boyut, hacim
ve nitelik olarak nerelere varabileceği ayrıntılı bir Ģekilde ele alınıp tartıĢılacaktır.
HALKLA ĠLĠġKĠLER OLGUSUNUN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ
Halkla iliĢkiler, demokratik toplumlara özgü bir kamuoyu oluĢturma, güven,
onay, rıza veya saygınlık elde etme yöntemi olarak kabul edilmektedir. Ancak,
halkla iliĢkilere özgü bir nüveyi çok eski çağlardan bu yana süre gelen toplumsal
iliĢkilerin, iktidar mücadelelerinin içerisinde görebilmek mümkündür. Çok güçlü,
çok kudretli hükümdarlar, krallar, hükmetme yetkisini tanrıdan aldıklarını öne süren
padiĢahlar bile belli durumlarda yönetimleri altında olan insanların onayına,
rızasına, desteğine gereksinim duymuĢlar ve bu gereksinimin karĢılanmasına yönelik
olarak çeĢitli yöntemler geliĢtirmiĢlerdir. Büyük Ġskender’in uygulamaları bu
yöntemlere çokça verilen örneklerden birisidir. Ġskender’in iĢgal ettiği bölgelerin
yöresel kıyafetlerini, selamlaĢma biçimlerini tercih ederek kendisine yönelik bir
sempati yaratma yoluna gittiğinden söz edilmektedir. Osmanlı PadiĢahlarının Cuma
namazı öncesi halkla söyleĢtikleri, halkın dertlerini dinledikleri, tebdil-i kıyafetle
halkın arasına karıĢıp onların kendisine yönelik duygu ve düĢüncelerini öğrenmeye
çalıĢtıkları bilinmektedir. Ancak bunlar, toplumsal faydanın, etik kaygıların fazla
gözetilmediği propaganda niteliğinde çalıĢmalardır. Bununla birlikte, bu tür
çalıĢmaların süreç içerisinde halka iliĢkilere doğru evrilmiĢ, bir anlamda halkla
iliĢkilere nüve oluĢturmuĢ çalıĢmalar olduğunu belirtmek gerekir.
Kitleleri etkilemeye, belli bir düĢünce, ideoloji veya inanıĢ etrafında
örgütlemeye yönelik propaganda kapsamındaki uygulamaların kökenleri Atina,
Roma gibi çok eski uygarlıklara dayanmakla birlikte, bilinen planlı, sistemli ilk
propaganda çalıĢması Hıristiyanlığın yayılması ile ilgilidir ve propaganda sözcüğü
de zaten "yayılması gereken" anlamına gelen propagand Latince kökünden
gelmektedir. 30 yıl savaĢlarının devam ettiği 1622 yılında Papa XV Gregory,
Hıristiyanlığın yayılmasını sağlamak amacıyla Ġnancı Yayma Meclisi anlamına
gelen Congregatio de Propaganda Fide adında bir birim oluĢturarak, Hıristiyan
olmayan ülkelere misyonerler göndermiĢtir. Bu misyonerler çeĢitli propaganda
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
136
A. Biber
teknikleri kullanarak değiĢik coğrafyalarda kendi inançlarını yaymaya çalıĢmıĢlardır
(Pflaum ve Pieper, 1993: 407).
18. yüzyılın ikinci yarısında baĢlayan Sanayi Devrimi propaganda çalıĢmaları
açısından önemli bir kırılma noktasıdır. Çünkü Sanayi Devrimi ile ĠletiĢim Devrimi
aynı sürecin parçaları olarak kabul edilmektedir (Briggs ve Burke, 2004: 129). Bu
süreçte propaganda çalıĢmaları boyut ve içerik olarak farklılık göstermeye baĢlamıĢ,
daha geniĢ kitlelere, daha kısa sürede, daha etkili bir Ģekilde ulaĢabilmenin yöntem
ve teknikleri aranmaya baĢlanmıĢtır. Sanayi Devrimi ile kitlesel üretim
gerçekleĢtirildiğinden, tanıtımın da, dağıtımın da tüketimin de kitlesel olması
gerekmiĢtir. Kitlesel üretimin gereği olarak gereksinim duyulan büyük hammadde
kaynaklarının elde edilmesi, bu kaynakları iĢleyerek üretimi gerçekleĢtirecek olan
insan kaynağının yönlendirilmesi, çalıĢma motivasyonunun sağlanması propaganda
çalıĢmalarıyla gerçekleĢtirilmiĢtir.
Siyasi anlamda geniĢ çaplı, planlı, sistematik propaganda çalıĢmaları ise
Fransız Ġhtilali ile baĢlamıĢ, BolĢeviklerin çalıĢmaları ile önemli mesafe almıĢ,
Hitler’le “zirve” noktasına ulaĢmıĢtır. Bu “zirve” noktası aynı zamanda siyasal
propagandanın ölüm noktası anlamına da gelmektedir. Çünkü Hitler ve ekibinin
uyguladığı propaganda çalıĢmaları sayesinde I. Dünya SavaĢı’ndan yenik çıkmıĢ,
gururu incinmiĢ Almanya, Hitler’in peĢine takılarak insanlığın büyük bir trajedi
yaĢamasına, büyük acılar çekmesine, siyasal, ekonomik, sosyal iliĢkilerin
uluslararası boyutta yeniden düzenlenmesine neden olmuĢtur. Tüm bu
yaĢananlardan sonra propaganda sözcüğü insanlara soğuk gelmeye, hoĢ olmayan
Ģeyler çağrıĢtırmaya baĢlamıĢtır. Propagandanın büyüsünün Hitler’le birlikte
bozulmuĢ olmasına rağmen, halka iliĢkilerin kendisini propagandadan farklı bir yere
oturtma çabaları 1900’lü yılların baĢında görülmeye baĢlanmıĢtır.
Günümüzdeki anlamda halkla iliĢkiler çalıĢmalarına temel oluĢturan sektörel
ve akademik altyapı ağırlıklı olarak Amerika BirleĢik Devletleri’nde doğup, geliĢmiĢ
ve 19. yüzyılın sonlarına doğru belirginlik kazanmaya, görünür olmaya baĢlamıĢtır
(Kazancı, 1997: 5). 1787 Anayasasıyla ulusal birliği sağlayan ve federatif bir yapıya
kavuĢan Amerika, iktisadi ve siyasi yönlerden hızlı bir geliĢim göstermiĢtir.
Tocqueville’e (1994) göre, Amerika’daki federal sistem, geniĢ bir siyasal katılıma
ve güçlü bir sivil topluma olanak verecek Ģekilde inĢa edilmiĢtir. Katılıma ve sivil
örgütlenmelere olanak veren bu siyasal yapı, halkla iliĢkiler çalıĢmalarının geliĢip
yaygınlaĢmasına olanak sağlayacak uygun bir zemin yaratmıĢtır.
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
137
Halkla iliĢkiler (Public Relations) kavramı ilk olarak dönemin Amerika
BirleĢik Devletleri BaĢkanı Thomas Jefferson tarafından 1807 yılında 10. Kongre’ye
gönderilen BirleĢik Devletler’in dıĢ iliĢkileriyle ilgili bir mesajda kullanılmıĢtır
(Kunczik, 2002: 18). Daha sonra Dorman Eaton adlı New York’lu bir hukukçu,
1882 yılında Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde mezunlara hitaben yaptığı
“Hukuk Mesleğinin Halkla ĠliĢkileri ve Ödevleri” baĢlığını taĢıyan bir konuĢmayla
dikkatleri bu kavrama çekmiĢtir (Orrick, 1967: 2). Ancak dönemin koĢulları bu
olgunun tam olarak anlaĢılmasına, geliĢip yaygınlaĢmasına çok elveriĢli değildir.
Kitle iletiĢim araçları geliĢip yaygınlaĢmamıĢ, demokratik kazanımlar yeterince
sağlanmamıĢ, çoğulculuk, sosyal sorumluluk anlayıĢı geliĢmemiĢtir. Bu tür
geliĢmeler esas olarak 1900’lü yılların baĢından itibaren ivme kazanmıĢtır ve bu
süreçte, bir gazeteci olan Ivy Lee ile konunun akademik boyutuyla ilgilenen Edward
L. Bernays’ın çalıĢmaları önemli kilometre taĢları olarak kabul edilmektedir
(Faulstich, 2001: 15).
Serbest gazeteci olarak çalıĢan Ivy Lee, 1916 yılında John Rockfeller’ın
danıĢmanlığını yapmaya baĢlamıĢ ve ilk halkla iliĢkiler bürosunu kurmuĢtur. Lee,
basın ile iĢ çevresini birbirine yakınlaĢtırmaya çalıĢmıĢ, bültenler hazırlayarak iĢ
çevrelerinin kamuoyuna seslenebilmesine olanak tanımıĢtır. Yayımladığı bazı
kitapçıklarla halkla iliĢkilerin özel sektördeki ilk örneklerini ve ilkelerini ortaya
koymaya çalıĢan Lee, aynı zamanda halkla iliĢkileri meslek olarak icra eden ilk kiĢi
unvanına da sahiptir. “Prensipler Bildirisi” baĢlığı altında, herhangi bir örgüt ile
kamuları arasındaki iliĢkinin nasıl olması gerektiği konusunda Lee Ģu açıklamaları
yapmıĢtır (Ertekin, 1995: 6):
KiĢi ya da kuruluĢlar, çalıĢmalarını yürütürken kamuoyunun
hassasiyetlerini, gereksinimlerini ve beklentilerini dikkate almalıdırlar.
Toplumu ilgilendiren geliĢmelerden, değiĢikliklerden toplum mutlaka
haberdar edilmeli, bilgi alması sağlanmalıdır. Topluma karĢı yeterince açık olmayan,
çalıĢmalarını gizlilik içinde yürüten örgütler, kapalı kapılar ardında gizli iĢler
çevirenler, kendi çıkarlarını ön planda tutanlar Ģeklinde olumsuz bir imaj
edinmektedirler.
Basınla sağlıklı iliĢkiler kurulmalı, basın aracılığıyla topluma verilecek
bilgilerde doğruluk ve dürüstlük ilkesine kesinlikle uyulmalıdır.
Halkla iliĢkilerin geliĢimine sağladığı önemli katkılar açısından üzerinde
durulması gereken bir diğer kiĢi de, Edward L. Bernays'dır. Kaynaklar, Bernays'ı
alanda akademik çalıĢmalar yapan ilk kiĢi olarak belirtmektedirler (Pflaum - Pieper,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
138
A. Biber
1993: 224). Bernays’ın 1923 yılında yayınladığı “Crystallizing Public Opinion”
(Kamuoyuna Biçim Verme) isimli eseri de bu alanda yayınlanmıĢ ilk eser olma
özelliğini taĢımaktadır (Mıhçıoğlu, 1976: 15). Bir ziraat mühendisi olan ve
rastlantılar sonucu halkla iliĢkiler çalıĢmalarına baĢlayan Bernays, halkla iliĢkiler
konusunda üniversitelerde dersler vermiĢ ve alanın ilk uzmanı olarak kabul
edilmiĢtir (Mardin, 1988: 26).
Ġlk özel bürosunu 1919 yılında New York'ta açan Bernays, yaptığı iĢi
“Tanıtma ĠĢinin Yönetimi” olarak adlandırmıĢtır. Bu Ģekilde adlandırmasının
nedenini ise kullanılmakta olan, “Basın Temsilcisi”, “Kamuyu Aydınlatma” ya da
“Reklam Yönetimi” gibi kavramların kamuoyunda bazı olumsuz çağrıĢımlara neden
olduğu Ģeklinde açıklamıĢtır. Yaptığı iĢe uygun bir isim bulma düĢüncesini her
zaman zihninde canlı tutan Bernays, sonunda yaptığı iĢi en iyi tanımladığına
inandığı “Halkla ĠliĢkiler DanıĢmanlığı” ifadesini kullanmaya baĢlamıĢtır. Daha
sonra yayınlamaya baĢladığı “Contact” isimli dergide de halkla iliĢkiler konusunu
açıklamaya çalıĢmıĢtır (Ertekin, 1995: 8). Renkli bir kiĢiliğe sahip olan Bernays,
salamdan sabuna, mücevherden sigaraya kadar çok değiĢik alanlarda çalıĢmalar
yürüten kuruluĢlarda danıĢmanlık yapmıĢtır (Mardin, 1988: 26).
Bernays, yaptığı teorik çalıĢmalar ve sektörde edindiği deneyimler sonucunda
halkla iliĢkilerle ilgili bugün hala geçerliliğini koruyan Ģu tespitleri ortaya
koymuĢtur (Ertekin, 1995: 11):
Halkı anlayabilmenin ilk Ģartı yüz yüze iliĢki kurmaktır; masa baĢında
oturarak hedef kitleyi oluĢturanları anlayabilmek mümkün değildir.
Hedef kitle çok iyi tespit edilerek, hedef kitleyi meydana getiren kiĢiler
ya da gruplar çok yönlü irdelenmelidir. Bir halkla iliĢkiler uzmanı empati yeteneğine
sahip olmalı, kendisini hedef kitlenin yerine koyarak onları daha iyi anlamaya
çalıĢmalıdır.
Ġnsanların beklentileri çok fazla olduğunda, gerçekler karĢısında çok
çabuk hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Bir halkla iliĢkiler uzmanı, müĢterileri ile
iliĢkilerinde bu gerçeği her zaman göz önünde bulundurmak durumundadır.
Bu alanda görev yapanlar, özellikle kavramların anlamlarını çok iyi
bilmek durumundadırlar. Alıcı konumundaki kiĢi ya da kiĢilerle etkili bir iletiĢim
kurabilmek için iletilen mesajın yanlıĢ anlaĢılmaya olanak vermeyecek Ģekilde,
sözcüklerin yerinde ve doğru kullanılmasına dikkat edilmelidir.
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
139
1929 yılında baĢlayan büyük ekonomik kriz, halkla iliĢkiler açısından bir
kırılma noktası olarak kabul edilmektedir. Kriz nedeniyle halkla iliĢkilere duyulan
gereksinim daha da artmıĢ, özel çıkarlarla kamu yararını ortak zeminde buluĢturmak
anlayıĢı kabul görmeye baĢlamıĢtır (Peltekoğlu, 1998: 59). Çünkü büyük firmalar,
sistemin istikrarına, sağlıklı bir Ģekilde iĢlemesine kendilerinin de katkı yapmaları
gerektiğini; sistemin bir yerinde oluĢan bozulmanın tüm alt sistemleri etkilediğini
yaĢayarak öğrenmiĢlerdir.
Halkla iliĢkilerin 1930–1940 yılları arasında bir meslek olarak
benimsenmeye baĢlamasıyla birlikte uygulamalar daha geniĢ kesimlere yayılmaya
baĢlamıĢ, konuyla ilgili yayınların sayısındaki artıĢ sonucunda ise akademik eğitimin
gerekliliği konusunda görüĢ birliği oluĢmuĢtur. II. Dünya SavaĢı sonrası yönetim
alanında sistem yaklaĢımı, amaçlara göre yönetim, durumsallık yaklaĢımı gibi örgüt
çevresini daha fazla dikkate almayı gerektiren yeni yaklaĢımların ortaya çıkması,
ekonomik yaĢamın canlanması, her türlü tahakküme karĢı direnç oluĢturabilecek
sivil toplum örgütleri gibi yeni güç odaklarının ortaya çıkması ile birlikte, halkla
iliĢkilerin akademik bir çalıĢma alanı olarak geliĢmesine, yaygınlık ve geçerlilik
kazanmasına olanak verecek koĢullar oluĢmuĢtur. Halkla iliĢkiler demokratik
rejimlerde akademik bir çalıĢma alanı olarak geçerlilik ve yaygınlık kazanmaya
baĢlamıĢtır.
Sosyal psikoloji, sosyoloji, yönetim, iletiĢim gibi sosyal bilim dallarına
bağlı olarak geliĢimini sürdüren ve eklektik bir alan görüntüsü veren halkla
iliĢkilerin kendi özgün kuramını oluĢturabildiğini bugün hala söyleyebilmek
mümkün değildir. Bu aĢamada, sistem yaklaĢımının halkla iliĢkileri kuramsal
temellere oturtmak açısından uygun bir zemin sağladığı söylenebilir. Ayrıca bu
yaklaĢım, halkla iliĢkilerin “doğasının açıklanmasında, bir etkileĢim sistemi olarak
sonul amacının belirlenmesinde” (Uysal, 1986: 58) gereksinim duyulan genel
çerçeveyi baĢarılı bir Ģekilde sağlamaktadır.
Örgüt ve çevresi arasındaki iliĢkinin sistem yaklaĢımından hareketle
incelenmesi sonucu; örgütlerin dıĢ çevrelerinden soyutlanamayan, dıĢ çevre ile kesin
sınırlarla ayrılma olanağı bulunmayan ve temel amaçlarını gerçekleĢtirebilmek için
çevreden gelen baskılarla, kendi temel gereksinimlerini bağdaĢtırmak,
uyumlaĢtırmak zorunda olan sosyal sistemler oldukları düĢüncesi geçerlilik
kazanmaya baĢlamıĢtır (Daft, 1983: 42). Böyle bir anlayıĢın geçerlilik kazanmaya
baĢlaması, halkla iliĢkiler olgusunun geliĢip yaygınlaĢmasında pay sahibi olan
önemli etkenlerden birisi olarak kabul edilmektedir (Jarren ve Röttger, 2004: 25–
30).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
A. Biber
140
HALKLA ĠLĠġKĠLERĠN BUGÜNÜ
ModernleĢme olarak adlandırılan süreç, toplumların karmaĢık bir yapıya
bürünmesine neden olmuĢ, ekonomik, politik, toplumsal ve dinsel sınıflamalar açık
ve basitken hesapta olmayan, öngörülmeyen birçok yeni sorun ortaya çıkmıĢtır.
Refah ve eğitim düzeyleri eskiye oranla biraz daha yükselen insanlar örgütlenerek
baskı grupları oluĢturmuĢ, çevresinde üretim yapan örgütlerden uygun fiyat ve
kalitenin yanı sıra, sosyal sorumluluk anlayıĢı kapsamında bazı taleplerde
bulunmaya baĢlamıĢtır. Halkla iliĢkiler özünde halktan gelen bu taleplerin
belirlenmesine, karĢılanmasına veya karĢılanabilmesiyle ilgili olarak yapılan
düzenlemelerin duyurulmasına yönelik çalıĢmalardır. Dolayısıyla halkla iliĢkiler,
modern, demokratik, yönetilenlerin hesap sorabildiği toplumların bir zorunluluğudur
denilebilir (Lesly, 1983: 3). Çünkü toplumsal taleplere kulak tıkayan, bu talepleri
algılayamayan ve gereklerini yerine getirmeyen örgütler, bir süre sonra sosyolojik
anlamda bir meĢruiyet kriziyle karĢı karĢıya kalmakta, varoluĢ gerekçelerini
yitirmektedirler.
Bir anlam arayıĢı olan meĢruiyet, insanın, insan topluluklarının, gücün,
iktidarın ve hareketin olduğu her yerde ve alanda öncelikle cevaplandırılması
gereken bir soru, çözümlenmesi gereken bir problem olarak karĢımıza çıkmaktadır.
MeĢruiyet ilk bakıĢta hukukun alanına giren bir sorun gibi gözükse de, aslında
hukuk alanını aĢan, hukukun ötesinde olan bir sorundur (Kapani, 1998: 81) ve her
sosyal sistem, meĢruiyet sorunuyla bir Ģekilde yüzleĢmek zorundadır. MeĢruiyet,
iktidarın etrafındakilerin bağlılığını hak edip etmediği ya da neden hak ettiğiyle ilgili
bir sorundur (Atiker, 1998: 119) ve çağdaĢ toplumlarda çok daha belirgin ve
yaygındır. Ekonomide ve siyasette liberalizmi benimseyen ülkelerde Yirminci
Yüzyılın ilk yarısında yaĢanan geliĢmeler, hem devletin iĢgal ettiği alanın
geniĢlemesine hem de kamu yönetiminin karmaĢıklaĢmasına neden olmuĢtur. BaĢka
bir ifadeyle, devletin müdahale ettiği alan geniĢlerken, kararlar da daha teknik bir
nitelik kazanmıĢ ve birçok önemli konuda verilen kararlarda bireyin etkisiz kaldığı,
karar mekanizmalarından uzaklaĢtığı gözlenmeye baĢlanmıĢtır (Uysal, 1998: 21).
Yöneten ve yönetilen arasındaki mesafenin açılmasıyla ortaya meĢruiyet sorunu
çıkmaktadır. Çünkü iktidarlar ne tür bir niteliğe sahip olurlarsa olsunlar belli bir halk
desteği olmadan yaĢayamamaktadırlar.
MeĢruiyet kaynakları, toplumların yapılarına ve özelliklerine göre farklılıklar
göstermekte, tarihsel süreç içerisinde değiĢebilmektedir. Ancak, kamu vicdanı, temel
ahlak değerleri, evrensel değerler tüm zamanlar için meĢruiyetin ortak paydası
olarak kabul edilmektedir (CoĢkun, 2009: 43).
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
141
Tarih boyunca meĢruiyetin ilk ve temel kaynaklarından birisi de din
olmuĢtur. Ġktidara meĢruluk kazandırma sürecinde dinler önemli iĢlevler
üstlenmiĢlerdir (ġaylan, 2003: 32). Ancak belirli aĢamalardan geçmiĢ, modern
toplumların geldikleri noktada kabul edilebilir, rasyonel meĢruiyet kaynaklarına
gereksinim duyulmaya baĢlanmıĢtır. Bu bağlamda Weber’in (1995: 311) meĢru
otoritenin dayanaklarına iliĢkin yaptığı sınıflandırma sosyal bilimlerde geniĢ ilgi
uyandırmıĢ, konuyla ilgili çalıĢmalar yapan Gramsci, Habermas gibi teorisyenlere
önemli bir esin kaynağı olmuĢtur. Weber, meĢruluk kavramını dar anlamda, yani
hukuksal geçerlilik anlamında değil, “sosyolojik anlamda otoriteye tabi olanlarca
beslenen inanç karĢılığında kullanmıĢtır” (Kapani, 1998: 89).
Sistemin meĢrulaĢtırılması ve devamının sağlanmasıyla ilgili tezlerine
bakılınca, Gramsci’nin Weber’e yakın bir yerlerde durduğu görülmektedir. Marksist
düĢünceyi benimsemiĢ olmasına rağmen Gramsci, altyapı-üstyapı iliĢkisine
geleneksel Marksist anlayıĢtan farklı yaklaĢmakta, sistemin varlığını devam
ettirmesini sağlayan gücün egemen sınıfların tinsel ve kültürel üstünlüğünden
kaynaklandığını söylemektedir. Gramsci’ye göre, iktidar sahipleri üstyapıya ait
unsurları manipule ederek, kendi söylemlerini toplumun diğer kesimlerine de kabul
ettirmekte, böylece varlıklarını ve uygulamalarını meĢru kılmaktadırlar (Bobbio ve
Texier, 1982: 20).
Örgütler, kendi alanlarında rekabet etmek, belli bir iktidar alanlarını ele
geçirmek, belirledikleri amaçlara ulaĢmak, kendilerini verimli ve etkili kılmak için
çeĢitli plan, politika ve stratejiler benimsemekte ve bunları uygulamaya
geçirmektedirler. Bu uygulamalara bağlı olarak, örgütsel çıkar-toplumsal yarar
dengesi fark edilir Ģekilde örgüt lehine bozulduğu anda meĢruluk krizi gündeme
gelmekte ve örgütün varlık nedeni tartıĢılır olmaktadır. Bu nedenle farklı güç
odaklarının oluĢtuğu, farklı çıkarların temsil edildiği çoğulcu nitelik kazanmıĢ
toplumlarda örgütler, varlıklarına kabul edilebilir gerekçeler bulmak, kendi
çıkarlarının yanı sıra topluma ne sağladıklarını anlatmak durumundadırlar. Belli bir
gücün, örgütün etki alanında kalanlar, o etkileĢimden ne tür bir fayda sağladıklarını
net olarak bilmek istemektedirler. Bu bilgi akıĢı ise ancak örgüt ve çevresi arasında
oluĢturulacak iletiĢim kanallarıyla mümkün olmaktadır. Bu iletiĢim kanallarını
oluĢturma çabaları ise özünde halkla iliĢkilerden çok farklı bir çaba değildir.
Halkla iliĢkiler çalıĢmalarının iĢlevi ilk bakıĢta bir örgütün, malın veya
hizmetin tanıtılmasını sağlamak Ģeklinde algılansa da, bu çalıĢmaların iĢlevi bunlarla
sınırlı değildir. Habermas’a göre (1990: 327) kamu yararı öne sürülerek yürütülen
bu tür çalıĢmaların iĢlevi; bir malın veya hizmetin tanıtılıp satılmasının daha da
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
142
A. Biber
ötesine geçerek, firma veya sektör adına siyasal kredi sağlamakta ve onlara kamusal
otoriteye duyulan türden bir hürmet kazandırmaktadır. Frankfurt Okulu’nun ilk
kuĢak temsilcileri (Horkheimer ve Adorno, 1996: 132) ise halkla iliĢkiler adı altında
yürütülen çalıĢmaları, kapitalizmin toplumu kontrol altında tutabilmek için
gereksinim duyduğu meĢruiyeti, rıza yoluyla elde etme çabası olarak
değerlendirmektedirler. Kapitalizmin geliĢim süreci içerisinde böyle bir çaba
sistemin tıkanıklığını açmak, taraflar arasındaki uzlaĢıyı sağlamak için gereklidir.
Çünkü örgütlerin büyümesine rağmen yetkinin merkezileĢmesi, iĢbölümünün insanı
yeri kolayca doldurulabilir değersiz bir nesne haline getirmesi, farklı uzmanlık
alanlarının kendi dilini yaratması ve kitlelerin bu dili anlayamaması sistem
içerisinde kutuplaĢmaya neden olmaktadır. Habermas (2001: 370) bu kutuplaĢmayı,
“ruhtan yoksun uzmanlık insanları ile gönülden yoksun haz insanlarının” sebebiyet
verdiği kutuplaĢma Ģeklinde ifade etmektedir.
Sosyal sistemler, amaçlarına ulaĢmak, örgütsel etkililiği ve verimliliği
sağlamak adına iĢbölümü ve uzmanlaĢmaya verdikleri önem sonucu toplumdan
uzaklaĢmak, bunun yanı sıra demokratik yönetim gereği olarak toplumdan onay ve
destek elde etmek ikilemi ile karĢı karĢıya kalmıĢlardır. Böyle bir ikilem içerisinde
doğru bir rota belirleyebilmek yaĢamsal önem kazanmaktadır. Halkla iliĢkiler,
çağdaĢ ve demokratik örgütlenmelere temel özelliğini veren bu iki olgunun yarattığı
ikilemden kaynaklanan sıkıntıyı giderecek ve tarafları birbirine yaklaĢtıracak bir
iĢlev üstlenmektedir. Farklı bir ifadeyle halkla iliĢkiler, demokratik ve katılımcı bir
siyasal kültürün yerleĢtiği modern toplumlarda bir sorun çözme ve olası sorunları
önleme yöntemi olarak benimsenmektedir (Uysal, 1998: 37).
Modern toplumların belirgin özelliklerinden birisi de yönetme erkini elinde
bulunduranların toplumsal sorunların çözümüne yönelik uygulamalarıdır. Devlet,
yönetilenler üzerindeki fiziki baskısını görece azaltmıĢ, vatandaĢla olan iliĢkilerini
evrensel hukuk kuralları çerçevesinde yürütmek zorunda kalmıĢtır. Çünkü aksi
uygulamalar iç ve dıĢ tepkilere neden olmaktadır (Kazancı, 1997: 16). Bu
tepkilerden dolayı devletler resmi ideolojilerini çağın koĢullarına uygun yöntem ve
araçlarla benimsetme yoluna gitmektedirler.
Feodal toplumla, kapitalist toplum arasında bir karĢılaĢtırma yapan Althusser
(1994), ideoloji üretme ve yayma araçlarının süreç içerisinde değiĢtiğini ifade
etmektedir. Althusser, devletin ordu, hapishane, polis gibi baskı aygıtlarıyla
ideolojik aygıtlarını birbirinden ayrı tutmakta ve modern kapitalist toplumlardaki
ideolojik aygıtları; dinsel, siyasal, kültürel, sendikal ve iletiĢimsel aygıtlar Ģeklinde
sıralamaktadır. Althusser’e göre hiçbir sınıfın, çoğunlukla ideoloji kullanarak
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
143
iĢleyen, bazı durumlarda da çok hafifletilmiĢ baskıya baĢvurmaktan kaçınmayan bu
aygıtların içinde veya üstünde hegemonyasını uygulamadan yönetme erkini elinde
tutabilmesi ve bunu meĢru kılabilmesi mümkün değildir.
Demokratik kazanımların artması, iletiĢim olanaklarının geliĢmesi ve
çoğulculuk anlayıĢının geçerlilik kazanmasıyla birlikte yönetme erkini elinde
bulunduranların yönetilenler üzerindeki baskısı azalmaya baĢlamıĢ; toplumu
dönüĢtürme, yönlendirme açısından ideolojik aygıtlar daha iĢlevsel hale gelmiĢtir.
Tüm bu geliĢmelere bağlı olarak, farklı etnik ve siyasal gruplar, kendilerini kamusal
alanda daha rahat ifade edebilme olanağı bulmuĢ, kamusal alan farklı ses ve
taleplerin yükseldiği çok sesli bir alana dönüĢmeye baĢlamıĢtır. Ancak, kamusal
alanın renklenmesi, çok sesli bir hale gelmesi, toplumsal yapı içerisinde ayrıĢma,
parçalanma, kutuplaĢma gibi sorunları gündeme getirmiĢtir. Farklı bir ifade ile
modernleĢmenin birleĢtirdiği kadar bölünme ve parçalanmalara da yol açabilecek bir
süreç olduğu anlaĢılmıĢtır (Yılmaz, 1996: 69). Dolayısıyla, toplumun bünyesinde
barındırdığı farklı anlayıĢ, beklenti ve çıkarlara sahip farklı ekonomik, siyasal ve
sosyal oluĢumları bir bütün olarak, uyum içerisinde bir arada tutulabilmek, yani
farklılıkları baĢarılı bir Ģekilde yönetilebilmek için büyük çaba harcamak, yeni
yöntemler, yeni “aygıtlar” geliĢtirmek gerekmektedir.
Yukarıda sözü edilen türden bir gereklilik, halkla iliĢkiler çalıĢmalarının
geliĢip, yaygınlaĢmasına, günümüz toplumlarında etkinlik alanının geniĢlemesine ve
daha farklı iĢlevler edinmesine sebebiyet vermiĢtir. Ancak, halkla iliĢkilerin farklı
örgütsel yapılarda, daha farklı iĢlevler edinmesi beraberinde yeni sorun ve
tartıĢmaları da getirmiĢ, halkla iliĢkilerde var olan kimlik krizi daha da derinleĢmeye
baĢlamıĢtır. Kendisinin propagandadan farklı bir yöntem olduğunu anlatmaya
çalıĢan halkla iliĢkiler, bunun yanı sıra reklamla da kullanılan araç ve bazı teknikler
dıĢında bir bağının olmadığını reklam gibi belli bir ürüne veya hizmete değil, onu
üreten örgütün kendisine yönelik güven, itibar, saygınlık yaratmaya çalıĢtığını,
örgütsel çıkarın yanı sıra toplumsal yararı da gözettiğini sürekli vurgulamak zorunda
kalmıĢtır.
Reklam, Kurumsal Reklam, Halkla ĠliĢkiler, Pazarlama, Sosyal Pazarlama
gibi belli bir ürüne, kuruma, kuruluĢa, düĢünceye veya ideolojiye yönelik tutum ve
davranıĢ değiĢimi yaratma amaçlı çalıĢmaların boyut, nitelik, hacim ve iĢlev
açısından dönüĢüme uğramasıyla birlikte bu çalıĢmaların tanımlanması, belirgin bir
kavramsal çerçevenin çizilebilmesi, hangi kavramın uygulamada tam olarak neye
denk geldiğinin belirlenebilmesi bir hayli zorlaĢmıĢtır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
A. Biber
144
HALKLA ĠLĠġKĠLER NEREYE GĠDĠYOR?
Halkla iliĢkiler kapsamında değerlendirilebilecek uygulamaları var eden ve
çağdaĢ örgütler açısından zorunlu kılan geliĢmelere bakıldığında, bu geliĢmelerin
toplumların bilgi alma, her düzeydeki yönetsel politikalara katılma, iktidarı
sınırlandırma veya tahakküme karĢı direnç oluĢturabilme gibi arzu ve gayretleriyle
koĢut bir Ģekilde ortaya çıktığı ve geliĢtiği görülmektedir. Bu geliĢim çizgisine
bakılarak, halkla iliĢkilerin geleceğine iliĢkin bir perspektif oluĢturulmaya
çalıĢıldığında, genellikle olumlu sözler edilmektedir (Kazancı, 1997: 291). Halkla
iliĢkiler kapsamındaki taleplerin daha çok artacağı, insanların kendi yaĢamlarını
ilgilendiren birçok meseleden daha fazla haberdar olmak isteyeceği ve buna bağlı
olarak halkla iliĢkiler çalıĢmalarının daha da yaygınlaĢıp kapsamının geniĢleyeceği
ileri sürülmektedir (Sriramesh ve White, 2005: 638). Ancak yaĢananlar, ortaya çıkan
geliĢmeler bu olumlu görüĢleri doğrulamamaktadır.
Ġnsanların kendi yaĢamlarını ilgilendiren toplumsal meseleleri anlama, görüĢ
bildirme, o meselelerle ilgili alınan kararlara etki edebilme, siyasal geliĢmelere yön
verebilme konusundaki arzu ve istekleri, 17. yüzyılın sonlarına doğru özellikle
Avrupa’da oluĢmaya baĢlayan kamusal mekanlar sayesinde gerçekleĢmeye
baĢlamıĢtır (Habermes, 1990). Tiyatro, kahvehane, eğlence yerleri, sergi salonları
gibi düĢünen, üreten, eli kalem tutan insanların bir araya gelip müzakere edebilme
olanağı buldukları bu kamusal mekanların siyasal süreçlere etki edebilme açısından
önemli iĢlevler üstlenmiĢ oldukları anlaĢılmaktadır.
Habermas’ın (1990) idealize ettiği burjuva kamusal alanı, süreç içerisinde
kapitalizmin iyice oburlaĢıp, vahĢileĢmesi nedeniyle kamuoyunu aydınlatmak için
serbestçe tartıĢabilen entelektüeller tarafından belirlenen bir alan olmaktan çıkmaya,
hızlı bir Ģekilde daha fazla kazanç elde etmeye çalıĢanlar tarafından yönlendirilen,
kontrol ve talan edilen bir alana dönüĢmeye baĢlamıĢtır. Bu dönüĢüm, Paul
Virilio’nun (2003) sözünü ettiği “Enformasyon Bombası” nın patlamasıyla
“baĢarılı” bir Ģekilde tamamlanmıĢtır.
Bilgi ve iletiĢim teknolojilerinin geliĢip yaygınlaĢmasının bir sonucu olarak
baĢladığı kabul edilen “Bilgi Çağı” da insanlık tarihinin Sanayi Devrimi,
Aydınlanma gibi önemli mitlerinden, dünya üzerindeki geniĢ bir coğrafyayı
etkileyen büyük düĢlerinden birisi olmuĢtur. Diğer düĢler gibi bunun da bir kabusa
dönüĢmeye baĢlaması uzun sürmemiĢ, neler yaĢanabileceğine iliĢkin ipuçları
görülmeye baĢlanmıĢtır. Bilginin üretim, dağıtım, tüketim süreçlerinde yaĢananların
sanayi toplumunda yaĢananlardan daha adil olmadığı, daha radikal bir aydınlanma
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
145
sağlaması beklenen bilginin, insanları avutmak, oyalamak, aldatmak, daha fazla
tükettirmek dıĢında bir iĢlev üstlenmediği anlaĢılmıĢtır (ġahin, 2004: 16–17).
ĠletiĢim ve bilgi teknolojilerinde yaĢanan devasa “geliĢmeler”, beklenenin
aksine bilgi kirliliğine, toplumsal körleĢmeye, sağırlaĢmaya yol açmıĢ, kiĢiler
toplumsal meselelere, olaylara karĢı duyarsızlaĢmaya baĢlamıĢ, daha steril, daha
bireysel, daha keyif verici bir yaĢamı tercih eder olmuĢlardır. Yani, Postman’ın
(2004) belirttiği gibi, Orwell’ın “1984” adlı kitabındaki kehanetten daha çok
Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı kitabındaki baĢka bir korkutucu kehanet
gerçekleĢme yolundadır. Postman’a göre, yaygın olan inancın aksine Huxley ile
Orwell’ın kehanetleri aynı sorunla ilgili değildir. Orwell’ın uyarısı dıĢarıdan gelen
baskıların insanları sindireceği, düĢünemez, tartıĢamaz, hiçbir Ģey talep edemez hale
getireceği yönündedir. Huxley’in çizdiği tabloda ise, insanların düĢünme, talep
etme, tahakküme karĢı direnme beceri ve isteklerini dumura uğratmak için Orwell’ın
sözünü ettiği “Büyük Birader” gibi diktatörlere gerek yoktur. Ġnsanlar süreç
içerisinde üzerlerindeki baskıdan hoĢlanmaya, düĢünme yetilerini kaybettirecek
teknolojileri yüceltmeye baĢlayacaklardır. Postman bu konudaki görüĢlerini Ģöyle
sürdürmektedir:
“Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu
ise kitap yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü kitap okumak isteyecek
kimsenin kalmayacağı Ģeklindeydi. Orwell bizi enformasyonsuz bırakacak
olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon
yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden,
Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell
tutsak bir kültür haline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki
alemleri ve tek baĢına ipe asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi önemsiz Ģeylerle
ömür tüketen bir kültüre dönüĢmemizden korkuyordu…
…Kısacası Orwell bizi nefret ettiğimiz Ģeylerin mahvetmesinden korkarken,
Huxley bizi sevdiğimiz Ģeylerin mahvedeceğinden korkuyordu.
Yakın çevremizde, kendi gündelik yaĢamımızda yapacağımız iĢ, arkadaĢlık,
akrabalık iliĢkilerine dair basit gözlemler bile Postman’ın çarpıcı bir Ģekilde dile
getirdiği kaygıların büyük oranda haklılık payı içerdiğini göstermektedir. Ġnsanlar
yavaĢ yavaĢ kendi yaĢamını ilgilendiren konulara duyarsızlaĢmakta, ilgisini
kaybetmekte, olay ve olgularla derinlemesine bir iliĢki kurmak için gereken sabrı
gösterememektedir. Kendi yaĢamının öznesi olma gayretini göstermekten kaçınan
insanlar, kolaylıkla farklı güç odaklarının nesnesi konumuna gelmekte ve basit
manipülatif tekniklerle kolaylıkla yönlendirilmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
A. Biber
146
Tarihsel geliĢimine bakıldığında halkla iliĢkilerin talep edildikçe var olan,
geliĢen bir olgu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla insanların toplumsal sorunlara
iliĢkin duyarlılıklarını, ilgilerini kaybettikleri yerde geliĢmesi, güç odaklarının,
yönetme erkini elinde bulunduranların vicdanı olabilmesi, onları atacakları olumsuz
adımlardan alıkoyabilmesi mümkün değildir.
SONUÇ OLARAK
Hangi amaçla oluĢturulmuĢ olursa olsun her türlü örgütlenme içinde yer
aldığı toplumsal çevrenin desteğine, ilgisine, teveccühüne gereksinim duyar ve bu
gereksinimi karĢılamaya yönelik çaba gösterir. Bu çaba çerçevesinde, benimsenen
anlayıĢlar, geliĢtirilen yöntemler tarihsel süreç içerisinde farklılıklar göstermiĢ,
dönemin siyasal, ekonomik, teknolojik koĢullarına bağlı olarak değiĢmiĢ,
biçimlenmiĢtir. Basit propaganda teknikleriyle kolaylıkla yönlendirilebilen kitlelerin
zaman içerisinde beklentileri, çevreleriyle olan iliĢkileri, hassasiyetleri değiĢmiĢ,
kendilerine yöneltilen mesajlara daha eleĢtirel bakmaya, bir araya gelerek kendi
yaĢamlarını etkileyen konuları daha fazla, daha kapsamlı bir Ģekilde müzakere
etmeye baĢlamıĢlardır. Buna bağlı olarak, saygınlık, güven, destek elde etmek
isteyen kurum ve kuruluĢlar, varlıklarını meĢru temellere oturtmaya çalıĢan siyasal
oluĢumlar, var olabilmek için her Ģeyin olağan kabul edildiği bir ortamda rekabet
etmeye çalıĢan firmalar halkla iliĢkiler kapsamında değerlendirilen günün
koĢullarına uygun, geçerliliği olan politika ve planlar üretmek, çalıĢmalar yapmak
durumunda kalmıĢlardır.
Toplumların geliĢme, modernleĢme, demokratikleĢme çizgisi düz bir çizgi
değildir ve incelendiğinde çok fazla kırılmaların yaĢandığı görülmektedir.
Dolayısıyla, halkla iliĢkiler çalıĢmalarıyla ilgili geliĢmelerin aynı hızla, aynı
doğrultuda, kırılmaksızın, olumlu bir Ģekilde süreceğini söyleme olanağı yoktur.
Çünkü halkla iliĢkiler çalıĢmaları, demokratikleĢme, demokratik hakların kullanımı,
yönetsel süreçlere etki edebilme gibi faktörlerden ve bunları sağlayan bilgi ve
iletiĢim teknolojilerinden fazlasıyla etkilenmektedir. Bu bağlamda, insanların sayısız
kaynaktan gönderilen mesaj kırıntılarının oluĢturduğu bir nehirde sürüklendiği ve bu
nehir içerisinde kafasını kaldırıp etrafta neler olup bittiğini anlama merakını ve
kendisini ilgilendiren kararlara katılma iradesini kaybetmeye baĢladığı göz önünde
bulundurulduğunda, halkla iliĢkilerin geleceği ile ilgili olumlu Ģeyler söyleyebilme
olanağı kalmamaktadır.
Güz 2009, Sayı:29
Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme
147
KAYNAKÇA
ALTHUSSER, Louis (1994) Devletin Ġdeolojik Aygıtları, Y. Alp ve M. ÖzıĢık
(Çev.), Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
ATĠKER, Erhan (1998) Modernizm ve Kitle Toplumu, Ankara: Vadi Yayınları.
BOBBIO, Norberto ve TEXIER, Jacques (1982) Gramsci ve Sivil Toplum, A. Ġpek
ve K. Somer (çev.), Ankara: Sevinç Matbaası.
BRIGGS, Asa ve BURKE, Peter (2004) Medyanın Toplumsal Tarihi, Ġ. ġener
(Çev.), Ġstanbul: ĠzdüĢüm Yayınları.
COġKUN, Vahap (2009) Ulus-Devletin DönüĢümü ve MeĢruluk Sorunu, Ankara:
Liberte Yayınları.
DAFT, Richard L. (1983) Organization Theory and Design, St. Paul, Minnesota:
West Publishing Co.
ERTEKĠN, Yücel (1995) Halkla ĠliĢkiler, Ankara: TODAĠE Yayınları No: 259.
FAULSTICH, Werner (2001) Grundwissen Öffentlichkeitsarbeit, München:
Wilhelm Fink Werlag.
HABERMAS, Jürgen (1990) Strukturwandel
Suhrkampverlag.
der
Öffentlichkeit, Frankfurt:
HABERMAS, Jürgen (2001) ĠletiĢimsel Eylem Kuramı, M. Tüzel (Çev.), Ġstanbul:
Kabalcı Yayınevi.
HORKHEIMER, Max ve ADORNO, Theodor W. (1996) Aydınlanmanın
Diyalektiği, O. Özügül (Çev.), Ġstanbul: Kabalcı Yayınevi.
JARREN, Otfried ve Röttger Ulrike (2004) “Steuerung, Reflexierung und
Interpenetration: Kernelemente einer Strukturationstheoretisch begründeten
PR-Theorie”, Theorien der Public Relations, Der.Ulrike RÖTTGER,
Wiesbaden: VS Verlag für Sozialwissenschaften.
KAPANĠ, Münci (1998) Politika Bilimine GiriĢ, Ġstanbul: Bilgi Yayınevi.
KAZANCI, Metin (1997) Kamuda ve Özel Sektörde Halkla ĠliĢkiler, Ankara:
Turhan Kitabevi.
KUNCZIK, Michael (2002) Public Relations: Konzepte und Theorien, 4.Auflage,
Köln: Böhlau Verlag.
LESLY, Philip (1983) Lesly’s Public Relations Handbook, New Jersey: PrenticeHall.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
148
A. Biber
MARDĠN, Betül (1988) “Halkla ĠliĢkilerin ABD'de GeliĢimi ve Avrupa'ya GiriĢi”,
Halkla ĠliĢkiler Sempozyumu–1987, Ankara: A.Ü. BYYO Yayınları No:
10.
MIHÇIOĞLU, Cemal (1976) “Kamusal ĠliĢkiler Nedir?”,Kamu KuruluĢlarında
Halkla ĠliĢkiler Sorunları Semineri, Ankara: MPM Yay.
ORRICK, James B. (1967) Halkla ĠliĢkiler Ders Notları, O. Onaran (Çev.),
Ankara: A.Ü. BYYO Yayınları No: 1.
PELTEKOĞLU, Filiz Balta (1998) Halkla ĠliĢkiler Nedir, Ġstanbul: Beta Basım
Yayım.
PFLAUM, Dieter ve PIEPER, Wolfgang (1993) Lexikon der Public Relations,
Regensburg: Moderne Industrie.
POSTMAN, Neil (2004) Televizyon Öldüren Eğlence: Gösteri Çağında Kamusal
Söylem, O. Akınhay (Çev.), Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları.
SRIRAMES, K. ve WHITE, Jon (2005) “ Toplum Kültürü ve Halkla ĠliĢkiler”
Halkla ĠliĢkiler ve ĠletiĢim Yönetiminde Mükemmellik, J. E. Grunig
(Der.), E. Özsayar, (Çev.), Ġstanbul: Rota Yayınları.
ġAHĠN, Haluk (2004) ĠletiĢimde Karavanadan Kafeteryaya, Ġstanbul: Dünya
Yayıncılık.
ġAYLAN, Gencay (2003) DeğiĢim, KüreselleĢme ve Devletin Yeni ĠĢlevi, Ankara:
Ġmge Kitabevi.
TOCQUEVILLE, Alexis de (1994) Amerika’da Demokrasi, Ġ. Sezal ve F. Dilber
(Çev.), Ankara: Yetkin Yayınları.
UYSAL, Birkan (1986) “Halkla ĠliĢkiler: Bir Değerlendirme”, Halkla ĠliĢkiler
(Seçme Yazılar), Fermani MaviĢ (Der.), EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları No: 154.
UYSAL, Birkan (1998) Siyaset Yönetim Halkla ĠliĢkiler, Ankara: TODAĠE
Yayınları No: 287.
WEBER, Max (1995) Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev. Özer
Ozankaya, Ankara: Ġmge Kitapevi.
VIRILIO, Paul (2003) Enformasyon Bombası, K. ġahin (Çev.), Ġstanbul: Metis
Yayınları.
YILMAZ, Aytekin (1996) Modernden Postmoderne Siyasal ArayıĢlar, Ankara:
Vadi Yayınları.
Güz 2009, Sayı:29
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
TOPLUMLARIN İDARESİNDE LİDERLER VE
YÖNETİCİLER
Erdem TAŞDEMİR
ÖZET
Günümüz toplumsal yaşamı içerisinde insanlar sorunların çözümünü
yöneticilerinden istemekte, sevgi ve saygıyla andıkları eski liderlerinin özelliklerini
onlarda da görmek ve yaptıklarını yapmalarını beklemektedir. Ancak günümüzde o
eski liderlere rastlamak pek mümkün görülmemektedir. Çünkü klasik yöneticilik
anlayışının sorunların çözümünde yeterli olacağı düşünülmekte, yöneticilerde
liderlik vasıfları pek aranmamaktadır. Toplumları başarıya götüren unsurların
temelinde liderliğin olduğu unutulmaktadır. Bu çalışmada lider ve liderlik
kavramları açıklanarak, liderlik nitelikleri ve lider etkililiği üzerinde durulacak,
lider tipleri belirtilecektir. Son kısımda ise yönetici ve lider arasındaki farklar
açıklanmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Lider, nitelik ve etkililik, lider tipleri, lider ve yönetici.
Leaders and Managers in Community Management
ABSTRACT
In today’s social living, people want to administrators to solve the problems, they
want to see the specialities which belongs to their old leaders who they respect and
love. But today it is very hard to find that old leaders. Because mentality of classical
administration is taught enough to solve the problems, leader talents are not looked
for. The main subject is forgotten which is leadership, is the way to carry the
societies to success. In this project we will explain leader and leadership, leadership
qualifies and leader efficiency and leader types. In the last part, we will explain the
difference which is between administrator and leader.
Key Words: Leader, qualify and efficency, leader types, leader and administrator.

Yardımcı Doçent Doktor, Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim 2003/18
E. Taşdemir
150
Giriş
İnsanlığın var oluşundan bugüne, insanlar kendilerine liderlik edecek kişiler
aramışlar ve gelecekte de arayacaklardır. Bu durum insanların bir arada
yaşamalarının sonucudur. İnsanlar sadece büyük topluluklar içerisinde değil küçük
gruplar içerisinde de liderlere gereksinim duyarlar. İkiden fazla insanın olduğu her
ortamda insanlar kendilerine bir lider seçme ihtiyacı hissederler ve böylece bazı
insanlar lider olurken diğerleri toplumun üyesi olarak yaşamlarını sürdürürler.
Dini, askeri, siyasal ve sosyal liderler tarih boyunca var olmuş, toplumun
ihtiyaç duyduğu zamanlarda ortaya çıkarak sorun çözücü görevini üstlenmişlerdir.
Liderler bazen yaşadıkları zaman diliminde yaptıkları ile anılır ve yeni bir lider
ortaya çıktığında eski popülerliklerini kaybederler. Bazen de yaptıkları ile sadece
yaşadıkları döneme değil, geleceğe de damga vururlar. Yaptıklarının ve
düşüncelerinin etkisi gelecekte de devam eder. Bu liderler tek bir alanda değil, pek
çok alanda topluma liderlik ederler. Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk bu liderlerden biridir.
Lider olabilmek için pek çok özelliğe sahip olmak gerekir. Bu özelliklerden
en önemlisi ise motivasyondur. Motivasyonu sağlayan ise başarılı olma güdüsüdür.
Başarma arzusu olmayan insanların lider konumuna yükselmeleri mümkün değildir.
Özellikle toplumsal liderlerin başarma arzusundan yoksun olmaları konumlarını
kaybetmelerine neden olur. Toplumların tarihlerine baktığımızda binlerce yıldır pek
çok insan tarafından yönetildiklerini görürüz. Ancak bu insanların çok azı
hatırlanmakta, yaptıklarından ve düşüncelerinden hala faydalanılmaktadır. Bunun
nedeni o insanların sadece yönetici değil aynı zamanda lider olmalarından
kaynaklanmaktadır.
Liderlik bir etkileme sanatıdır. Liderin toplumu etkilemesi ve bu etkinin
devamlılığı toplumun lidere karşı geliştirdiği ruhsal sözleşme ile mümkündür. Lider
toplumun kendisini izlemelerini sağlamak, böylece onlara daha çok söz
geçirebilmek için, kendine karşı geliştirdikleri ruhsal sözleşmeyi güçlendirmeye
çalışır (Başaran, 1992:99). Bu bağı güçlendiren lider, toplumu hedeflenen amaca
doğru ulaşmada, birlikte hareket etmeye sevk ederek amaç birlikteliğini sağlamaya
muvaffak olur.
Liderler içinde bulundukları duruma göre davranışlar gösterir ve bu durum
onların liderlik tarzlarının ortaya çıkmasını sağlar. “Lider olunmaz lider doğulur”
sözü aslında işin özüdür. Çünkü araştırmalar sonucunda lider niteliklerinin çoğunun
doğuştan gelen özellikler olduğu ortaya çıkmıştır.
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
151
Lider kime denir? Liderlik nedir? Liderin nitelikleri nelerdir? Bu çalışmada,
bu soruların yanıtları aranmakta, liderlerin ne tür kavramsal sınıflamalara tabi
tutuldukları incelenmektedir. Bu incelemelerle, liderler ve yöneticilerin farklı
yönlerinin neler olduğu ve toplumların nasıl bir idareci istediğinin belirlenmesi
amaçlanmaktadır. Toplumların idaresine ilişkin liderlik ve yöneticilik anlayışının
incelendiği bu çalışmada, verilecek örneklerle konu açıklanmaya çalışılacaktır.
1. Lider ve Liderlik
Liderlik etmek (lead), liderlik (leadership) ve lider (leader) kelimelerinin
kökü, “yol” ya da “yön” anlamına gelen “lead” dır. “seyahat etmek” veya “gitmek”
anlamına gelen “laeden” fiilinden gelir. Anglo-sakson‟lar, bu kelimenin manasını,
insanların bu yolda ve yönde yaptıkları seyahatler olarak genişletmişlerdir. Pers ve
Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığı tespit edilmiştir. Yunanca‟da karşılığı
“hegemon” olup, Romalıların lider anlamına gelen “dux” kelimesinde olduğu gibi,
“yol” ya da “seyahat” imajına denk düşmektedir. Latince‟de geminin dümencisi
manasına gelen “gubernatör” ya da “governor” da (yönetici) bu anlam netlik
kazanmaktadır (Adair, 2005:66).
Liderlik ve lider ile ilgili pek çok tanım bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçına
yer vermek konumuz itibariyle yeterli olacaktır.
Lider, diğer insanları belirli bir amaç yönünde davranışa geçmeye sevk eden
onları etkileyen kişidir. Ya da bir grup insanın kendi şahsi ve grup amaçlarını
başarmak üzere peşinden gittikleri, emirleri yönünde davranışta bulundukları kişi
liderdir (Koçel, 2001:465).
Liderlik, liderin yapmış olduğu şeylerle ilgili bir süreçtir. Liderse belirli
amaçlar çerçevesinde başka kişileri davranışa yönelten kişidir. Liderliğin temelinde
başka kişileri etkileme olgusu vardır (Efil, 1998:5).
Liderlik olgusunda güce dayanan bir yön bulunduğu akla getirilirse, liderlik,
kişiler arasındaki etkileşimi gerçekleştirmek için sahip olunan gücü kullanma süreci
olarak ve lider de bu beceriye sahip kişi olarak tanımlanabilmektedir (Erdoğan,
1994:330).
Belirli amaç ve hedeflere yönelmiş insan gruplarının oluşturulması ve
harekete geçirilmesi her insanda kolay kolay bulunmayan bir beceri ve ikna etme
yeteneği gerektirmektedir. Liderlik konusunda ortaya atılan tanımlar incelendiği ve
bir sentez oluşturulmaya çalışıldığı takdirde bu kavramı, bir grup insanı, belirli
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
152
amaçlar doğrultusunda bir araya getirme ve bu amaçları gerçekleştirmek için onları
harekete geçirme yetenek ve bilgilerinin toplamı diye tanımlayabiliriz (Eren,
2004:431).
Sonuçta, kişisel, örgütsel ve toplumsal farklılıkların, içinde bulunulan
dönemin, bu dönemde liderlikle ilgili geliştirilen yaklaşımların ve elde edilen
bulguların tanımları farklılaştırdığı söylenebilmekte, bunlara rağmen liderlik
tanımlarının genel olarak, amaçların başarılması, çok yönlü etkileşimlerin varlığı ve
lidere atfedilen bir takım özellikler gibi ortak noktalar içerdiği söylenebilmektedir.
Bununla birlikte liderliği tanımlamanın zorluğu kabul edilerek, bu konuda yapılan
tanımların ayrı ve ortak noktaları doğrultusunda aşağıdaki yargılara
varılabilmektedir (Erçetin, 2000:11-12):
- Liderlik ve yöneticilik birbirinden ayrıdır.
- Liderlik resmi bir konuma bağlı değildir.
- Liderlik politiktir.
- Liderlik kültüreldir.
- Liderlik bazı tinsel vasıfların ön plana çıktığı bir süreçtir.
2. Liderlik Nitelikleri ve Lider Etkililiği
Liderlik eğitim kurslarına katılan kişilere liderlik niteliklerinin tanımı
sorulduğunda, öngörü, empati, açıklık ve zeka terimlerini içeren düzenli listeyi
yapmaktadırlar (Georgiades ve Macdonell, 1998:76). Bununla birlikte, bütün
liderleri içine alan tek bir yetenek ve kişisel nitelik kalıbı mevcut değildir. Liderin
sahip olduğu kişilik nitelikleri önemsiz değildir. Fakat gerekli olan nitelikler duruma
göre büyük oranda değişiklik göstermektedir.
Liderler, kişilerin güdülerini, yeteneklerini ve kişiliklerini tespit ederek
yöneten bir orkestra şefine benzetilmektedir. Bunun yanı sıra liderin öncelikle bir
dünya görüşüne sahip olması, çağın gidişatını adım adım takip edebilmesi, bir
memleket anlayışına sahip olması, dünya ve memleket durumlarıyla ilgili toplumun
gidişatına en doğru biçimde yön verebilmesi gerekmektedir (Aydemir, 1997:102).
Lider içinde bulunduğu toplumu ya da örgütü çok iyi tanımalı ve sahip
olduğu kültürü iyi özümsemelidir. Deal ve Peterson‟un da dediği gibi, kültürü
okumak, izleme, hissetme, dinleme, yorumlama, beş duyuyu kullanma ve hatta
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
153
gerekli olduğunda altıncı ve yedincisini de kullanma gibi çeşitli şekiller almaktadır
(1994:29).
Lider, güç ile otorite arasındaki ayrıma duyarlılık gösteren kişidir. Güç,
kişileri denetim altında tutabilme, onlara istediği bir şeyi yaptırabilme kudretidir.
Kişilerin bu gücü meşru olarak kabul etmesi ise otoritedir. Gerçek liderlik meşru bir
konumda yer almakta yani güç ile otorite arasındaki dengeyi sağlamakta yatmaktadır
(Özel, 1998:60). Ayrıca iyi bir liderin her koşula çabuk ayak uydurabilmesi
gerekmektedir.
Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara bakınca liderlerin kendisini
izleyen kişilere göre üstünlükleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir (Başaran,
1982:61):
- Daha zeki olması.
- İzleyenlerle daha iyi iletişim ve ilişki içerisinde olması.
- Daha yeterli bir durumda olması.
- Ortak amaçlara daha fazla ilgi göstermesi ve motive olması.
- Ortak amaçlar ve izleyenlerin gücü ile ilgili daha iyi bir değerlendirme
yapabilmesi.
Liderin bu beş durumda üstün olması, kendini izleyenler tarafından onun
benimsenmesini sağlamaktadır. Bu üstünlüğü kaybetmesi veya müşterek amaçlar
için kullanmaması ona liderliğini de kaybettirmektedir. Bunun terside doğrudur.
Liderin kendisini izleyenlerce benimsenme derecesi ne kadar yüksek olursa, onun
izleyenler üzerindeki erki o kadar yüksek olmaktadır (Başaran, 1982:62).
Colcaud‟a göre iyi liderin nitelikleri ikiye ayrılabilir. Bunlar; projeksiyon
(dışsal) ve içsel (gizli) nitelliklerdir. Liderin dışsal nitellikleri, güven, uzlaşmacılık,
gündem belirleyicilik, öğrenme yeteneği, nezaket, sadelik ve ciddiyettir. İçsel
nitelikleri ise, kendini bilme, dayanıklılık, eleştiriye açıklık ve kendisiyle barışık
olmasıdır (Colcaud, 1999:69-71).
Bir başka kaynak başarılı örgüt liderinin ortak niteliklerini şu şekilde
sıralamaktadır (Yalçın, 1999:202):
- Zeka: lider diğer üyelerden daha zekidir.
- Sosyal Olgunluk: lider heyecan yönünden olgun, kendine güvenen, asosyal
davranışları az olan, başarıya ve yenilgiye hazırlıklı bir yapı sergilemektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
154
- Kalıtımsal motivasyon: daima bir başarıdan diğerine koşmakta, dış
ödüllerden ziyade bu motivasyonların etkisinde kalarak sürekli yüksek tempoda
çalışmaktadır.
- İnsan ilişkileri: liderler işlerin yürütülmesinde insan faktörünün önemini
kavradıkları için kişilerarası iyi ilişkiler kurulmasına büyük özen göstermekte ve
dolayısıyla gerek yazılı gerekse sözlü iletişim ağları sağlamaktadırlar.
Değişik kaynaklarda liderin değişik nitelikleri üzerinde durulmuş ve buna
göre bir yaklaşım sergilenmiştir. Buna göre bu kaynaklardan yapılacak bir sentezle
liderin nitelikleri şu şekilde sıralanabilmektedir (Şimşek vd., 1998:143; Bingöl,
1997:251-254; Eren, 2001:466):

Üstün bir zekaya sahip olmak.

Düşüncelerini iyi bir şekilde
aktarabilme kabiliyetine sahip olmak.

Tutarlı kararlar alabilmek.

Denetleme yapabilmek.

Üyelerin uyumunu kolaylaştırmak.

Yönetici ve basiret sahibi olmak.

Uygun karar alma titizliğine sahip
olmak.

İçinde bulunulan durumla eldeki
kullanım potansiyeli arasında en doğru
ilişkiyi kurmak.

Rasyonel, esnek, optimal bir
zamana sahip, dengeli ve örgütün gücüne
uygun bir plan yapabilmek.

Kişileri ve olayları tutarlı
değerleyebilme özelliğine yeterli ölçüde
sahip olmak.

İnsiyatif sahibi olmak.

Güzel konuşma yeteneğine sahip
olmak.

Kararlı olmak.

İş başarma yeteneğine sahip olmak.
Güz 2009, Sayı:29
 Analiz ve sentez yapabilme
yeteneğine sahip olmak.
 Amaçlara karşı sebatkâr olmak.
 Motivasyonu sağlamak.
 Üyelerin katılımını sağlamak.
 İçinde bulunulan koşullara uygun
hedefler saptamak.
 İleriyi görebilmek.
 Hayalperest ya da aşırı karamsar
olmamak.
 Açık kabul edilebilir bir amaç
belirlemek.
 Kişilerarası ilişki kurma yeteneğine
sahip olmak.

Açık sözlü olmak.


Başkalarına güven vermek.
Duygusal olgunluk sahibi olmak.

Kendine güven duymak.
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
155
Ancak tek başına bu niteliklere sahip olmak liderin etkililiği için yeterli
olmamaktadır. Liderin sahip olduğu kişisel özelliklerinin yanı sıra ortam, lideri
izleyenlerin özelliği, mevcut kaynaklar, birbiriyle çatışan çıkarlar, grubun karşı
karşıya kaldığı sorunlar, olay ve görevlerin özelliği ve yapısal çerçeve tarafından
belirlenen yapısal etmenlerin kesiştiği noktada liderin etkililiği ortaya çıkar (Yılmaz,
1996:178). Bir liderin etkililiğinin olabilmesi için öncelikle belirtilen niteliklere
sahip bir liderin bulunması gerekir. Ancak etkililiğin en önemli unsuru liderin bu işe
gönüllü olmasıdır. Gönüllü olarak yapılan liderlik kişinin motivasyonunu
artıracaktır.
Yukarıda belirtilen faktörlerin yanı sıra bazı yönetim araştırmacıları liderliğin
etkililiğine tesir eden unsurları şu şekilde sıralamaktadır (Hodgetts, 1997:319):
- Örgüt tarihi.
- Daha önce lider durumunda bulunan kişinin yaşı.
- Liderin yaşı ve tecrübesi.
- Örgütün faaliyette bulunduğu topluluk.
- Grubun belirli iş talepleri.
- Lider olunan grubun psikolojik ortamı.
- Liderin yürüttüğü iş türü.
- Lider olunan grubun büyüklüğü.
- Grup üyelerinin iş birliğinin istendiği seviye.
- Üyelerin kültürel beklentileri.
- Grup üyelerinin kişilikleri.
- Karar alma için gereken ve izin verilen süre.
Liderler insanların sevgi ve saygısına sahip olmalıdır. Korkuya dayalı
yönetimlerde de insanlar liderin peşinden gidilebilmekte ancak bu durum istekli
gerçekleşmediğinden sonuç verimli olmamaktadır (Handy, 1996:8). Liderin topluma
yapacağı etkinin derecesini o toplumun içinde bulunduğu şartlar ve sahip olduğu
karakteristik özellikler belirlemekte (Kalyoncu, 2001:39), bu unsurları dikkate
almayan lider toplumu istediği seviyeye ulaştıramamaktadır.
Bütün bu unsurların dikkate alınması ve öneminin kavranarak bu doğrultuda
hareket edilmesi beraberinde siyasal, ekonomik ve toplumsal bütün liderlere başarı
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
156
sağlayacaktır. Liderin bu faktörlere özen göstermeksizin bazı davranışlarda
bulunması ise konumlarının sarsılmasına ve başarısızlığa sebep olacaktır.
Liderin etkililiğinin olabilmesi için liderin belli bazı niteliklerinin olması
gerektiği belirtilmişti, ancak olması gereken bu niteliklerinin yanında olamaması
gereken bazı özelliklerde bulunmaktadır. Bunları lider hastalığı olarak ta
tanımlayabiliriz.
Bu bağlamda Hun İmparatoru Atilla lider hastalıklarını şu şekilde sıralamıştır
(Robers, 1995: 149-162):
-
Cimrilik humması
-
Cesaret yetersizliği
-
Dikkat nevrozu
-
En büyüklük saplantısı
-
Duygusuzluk kompleksi
-
Verimlilik gösterisi
-
İtaat zorunluluğu
-
Izdırap sendromu
-
İnkar bağımlılığı
-
Popülerlik felci
-
Başarısızlık korkusu
-
Tanınma katılaşması
-
İltihaplı ego
-
Yırtıcılık eğilimi
-
Nedensiz kaygı
-
Kuşku paranoyası
-
Boş boğazlık
-
Düşünce daralması
Bu unsurlara dikkat etmemek, liderin konumunu kaybetmesine, toplumdaki
lider algılamasının dışında kalmasına yol açacaktır. Bu durumda liderin etkililiğinin
azalmasına hatta yok olmasına sebep olacaktır.
3. Lider Tipleri
Tarihsel süreç içerisinde liderliğe yönelik çalışmalar yapılmış ve bu
çalışmalar sonucunda liderliğe yönelik pek çok yaklaşım ortaya çıkmıştır. Ortaya
çıkan bu yaklaşımları dört temel başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar, liderin
özellikleri yaklaşımı, liderin davranışları yaklaşımı, durumsallık yaklaşımı ve daha
sonraki dönemde oluşan çağdaş yaklaşımlardır. Bütün bu yaklaşımlar incelendiğinde
görülmektedir ki hangi açıdan bakılırsa bakılsın sonucu etkileyen en önemli unsur
liderin nasıl bir yönetim tarzı belirlediğidir. Çünkü liderin belirleyeceği yönetim
tarzı onun kişilik özelliklerinden, amaçlarından ve zamandan bağımsız olmayacaktır.
Bunun sonucunda da bir lider davranışı ortaya çıkacaktır. Örgüt üyelerini ya da
izleyenleri etkileyen en önemli husus da liderin davranış tarzı olmaktadır. Davranış
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
157
tarzlarına bakıldığında da dört temel liderlik tipi ortaya çıkmaktadır. Bunlar,
otokratik lider, demokratik ve katılımcı lider, tam serbesti tanıyan lider ve
karizmatik liderdir.
3.1. Otokratik Lider
Otokratik liderlikte zorlama, tehdit ve güç kullanma vardır. Otokratik lider
saldırgan ve baskılı bir kişiliğe sahiptir. Korku ve tehdit unsurunu kullanarak ve
karakteri ile baskıda bulunarak etkin olmaktadır. Bu tip liderler sert mizaçlı ve
baskın tiplerdir.
Otokratik liderler, sahip oldukları otorite ile elde ettikleri kumanda etme,
karar verme ve tebliğ etme haklarını yerleşik teamüllerden almaktadırlar (Peters,
1973:15). Liderin yapması gerekenler gelenekler tarafından tayin edilmekte
yönetimde yer alan kişiler sınırlarını aştıklarında çeşitli engellemelerle yüz yüze
gelmektedir (Ergezer, 1992:69). Öyle ki, bu liderlik tipinde grubun amaçlarının
üyeler tarafından bilinmesi gerekli görülmemekte, hangi amaçla ve sonunda nereye
ulaşılacağını bilmeksizin üyeler sadece verilen işi yapmaktadırlar (Alptekin,
1968:40-41). Grup üyeleri arasındaki ilişkiler en aza indirilerek kişilerin birbirlerini
denetlemeleri sağlanmaktadır.
Adorno, otoriter lider tipi üzerine yaptığı bir araştırmada bu kişilerde
aşağıdaki ortak niteliklerin bulunduğunu saptamıştır (Baymur, 1994:279):
- Topluma uymaya büyük bir önem verme.
- Değişmez bir kişiliğe sahip olma ve değişiklikten hoşlanmama.
- İdare amir-memur ilişkilerine önem verme.
- Gücü elinde tutan kişi ve gruplara dönük olma.
- Etosantrik, yani yabancı ve azınlık gruplarına müsamahasız olma.
- Tutucu ve geleneklerine bağlı görünme.
- Başkalarının cinslik suçlarına aşırı ilgi gösterme.
Otokratik liderliğin ortaya koyduğu yönetim biçiminin yararları ve zararları
üzerinde durmak gerekirse, öncelikle aile ve okul hayatından devlete kadar aşırı
geleneksel yapıda yetişen ve kararı büyükten bekleme alışkanlıklarına sahip olan
toplumlarda insanlar hiç kuşkusuz liderlerinden tam yetkisini kullanmasını
bekleyecek bu davranış biçimiyle liderlerinin bilgili olduğuna ve kendilerine güven
verdiğine ve tatmin sağladıklarına inanacaklardır. Yine otokratik lider, tam yetkili
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
158
olduğu zaman bağımsız hareket edebilme inanç ve güvenine sahip olabilmekte bu da
lideri güdüleyici bir ödül niteliği taşımaktadır. Son olarak, otokratik liderlikte etkin
ve hızlı karar verilerek zaman kayıpları asgari düzeye indirilmektedir. Otokratik
liderliğin bu yararlarının yanında bazı sakıncaları da bulunmaktadır. Bunlardan en
önemlisi, üyelerin inanç ve duygularını hiç dikkate almaması ve bunun sonucunda
tatminsizlik, moral düşüklüğü ve grup içi çatışmaların ortaya çıkmasıdır. Bir diğeri,
grup içerisinde liderden başka hiç kimsenin amaç, plan, program ve iş görme
yöntemleri üzerinde söz sahibi olmaması ve bunun sonucunda yaratıcılığın
azalmasıdır (Eren, 2004: 458). Bu nedenledir ki, otokratik liderlik tipi ile yönetilen
gruplarda yenilik ve ilerleme oldukça yavaş gerçekleşir.
Otokratik lider tipi ile azınlıklara müsamahasız olma ve otoriteye itaat
konusunda Nazi Almanyası‟nda yaşananlar önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Adolf Hitler psikopat bir canavar olabilirdi, ancak bunları tek başına yapmadığı da
bir gerçekti. Savaş sonundaki yargılamalarda pek çok Nazi subayının tamamen
sağlıklı ve kişisel ilişkilerinin normal olduğu, yapılanlara katılmadığı ancak emirleri
uyguladığı ortaya çıkmıştır (Atkinson vd., 1999:659).
3.2. Demokratik ve Katılımcı Lider
Liderin egemenliğinin yasalara dayandığı ve liderin yönetme ve emretme
işlevlerini akılcı kararlarla yaptığı bir liderlik biçimidir. Lider üyeler arasındaki
ilişkileri teşvik etmekte ve desteklemektedir (Ergezer, 1992:73). Bu tip lider
otokratik liderden sahip olunan yetkinin miktarı açısından değil, yetkiyi kullanma ve
grubun yapı ve işleyişindeki şekli açısından farklılık göstermektedir. Demokratik ve
katılımcı liderler grup amaçlarının belirlenmesi ve her üyenin amaç belirlemede ve
amaçların başarılmasında geniş ölçüde yer almasına önem vermektedirler (Alptekin,
1968:42). Bu tip liderler karar verme aşamasında astlarının fikirlerinden
faydalanmakta, astlar kendi aldıkları kararların sorumluluğunu taşımaktadır. Liderler
cezadan çok ödül sistemine ağırlık vermektedir (Şimşek vd., 1998:140). Pek çok
fikrin bir araya gelmesi sonucunda alınan kararlar, örgüt için daha sağlıklı sonuçlar
ortaya çıkarmaktadır.
Demokratik ve katılımcı liderlik davranışının en önemli faydalarından biri,
üyelerinde lider kadar örgütü etkileyen şartlarla ilgilenip amaçlar, kararlar, planlar
ve politikalarla ilgili tavsiyeler bulmaya çalışmalarında görülür ki, bu durum daha
sağlıklı karar almaya imkan tanımaktadır. Diğer bir faydası ise, istek, düşünce ve
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
159
kanaatlerine önem verilen iş görenlerin motivasyonlarının olumlu bir şekilde
etkilenmesi ve bundan psikolojik doyum sağlamalarıdır (Eren, 2001: 489).
Demokratik ve katılımcı liderlik davranışının en önemli sakıncası ise önemli
önemsiz tüm karar verme sürecinin yavaş işlemesi ve bunun sonucunda zaman
kayıplarının yaşanmasıdır. Acil durumlarda karar verme aşamasında bu tip liderlik
tarzı başarı sağlayamamaktadır. Diğer bir sakıncası da bazı yeniliklerin ortaya
çıkması durumunda kararların etkinliğini kaybetmesi hatta grubun karar alamaz hale
gelmesidir (Eren, 2004: 459). Gelişmelere zamanında tepki verilememesi örgütün
sağlıklı işlemesine engel olmakta, örgütün yaşam süresi kısalmaktadır.
3.3. Tam Serbesti Tanıyan Lider
Grup üyelerini tamamen serbest bırakan, güçten uzak duran bir liderlik
tarzıdır. Lider diğer grup üyeleriyle benzer bir rol üstlenmekte, kararın alınması ve
amaçların tespit edilmesini üyeler yapmakta, lider grup dışından bilgi ve kaynak
sağlama doğrultusunda gruba katkıda bulunmaktadır. Tümüyle oto kontrol
sisteminin hakim olduğu ve çok fazla kullanılmayan bir liderlik tipidir (Sabuncuoğlu
ve Tüz, 1998:176). Çünkü liderler genelde yetkiyi tamamen bırakmaya çok fazla
eğilimli değildirler.
Tam serbesti tanıyan liderler genelde yetkilerini grup üyelerine bırakırlar.
Liderin buradaki fonksiyonu yönlendirme ve özendirmedir. Grup üyeleri yetki
alanlarına giren konularda karar almakta ve uygulamakta serbesttir.
Bu liderlik tarzının yararı, üyelerin kararlarını serbestçe alıp uygulamaları
sonucunda kendilerini geliştirip problemlerine en iyi çözümü bulma konusunda
motive olmalarıdır (Eren 2001:489-490).
Bu liderlik tarzının sakıncalarından ilki, üyelerin farklı nitelikte amaçlar
geliştirebilmeleri, hatta bu amaçların birbirlerine karşı olabilmesi ve bunun
sonucunda da özellikle kriz zamanlarında bu durumun grubun dağılmasına neden
olmasıdır (Şimşek vd., 1998:141). İkinci olarak bireysel başarıların ön plana
çıkarılması grup başarılarının önemli ölçüde azalmasıdır. Son olarak tembel olan ve
iş görmekten kaçan grup üyelerinin kaynakları kendileri için kullanmaları ve grubu
parçalamaya yönelik çabalar içine girmeleridir (Eren, 2004:460). Bu durum bu tip
liderliğin uygulandığı gruplarda, grup üyelerinin seçiminin çok önemli olduğu
gerçeğini ortaya koymaktadır.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
160
3.4. Karizmatik Lider
Bu tip lider, liderlik yaptığı grup üyelerini arkasından sürükleyen, kararları
bizzat kendisi alan ve söylemiş olduğu her söz emir olarak algılanan, hemen yerine
getirilen kişidir (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1998:175). Bu tip liderler genelde toplumda
ya da grupta oluşan buhranlı zamanlarda ortaya çıkan, toplumun güvendiği ve kabul
ettiği üstün nitelikli kişiler olarak kabul edilmektedir. Karizmatik liderin insanüstü
bir takım nitelikleri taşıdığına inanılmaktadır. Halk ile liderin inanç, beklenti ve
ümitleri arasında bir paralellik ve benzerlik söz konusudur. Toplum tarafından
kurtarıcı olarak algılanmaktadır (Ergezer, 1992:72). Lidere yüklenilen karizmada
buradan kaynaklanmaktadır.
Daha çok doğuştan gelen ve Allah vergisi kabul edilen bir yetenekle
donatılan karizmatik lider bu nedenle toplum tarafından olağan dışı olarak kabul
edilmektedir. Bu durum grup üyelerinin sadakat ve itaatini sağlamaktadır (Aytürk,
1999:16-17). Bu nedenle karizmatik liderlik, performans ve iş doyumunu artırmada
oldukça etkilidir. Bu tip liderler bireyleri etkileyerek onları bir amaç doğrultusunda
bir araya getirmekte ve ortak amaç için çalışmalarını sağlamakta etkindirler.
Liderin karizması bazen ölmüş olmasına rağmen devam etmekte, insanlar
sıkışınca onun yaptıkları ve söylediklerine bakmaktadırlar. Bu tip liderlerin
yanlışları yoktur ve eğer yanlış olan bir şey varsa bunu çevresindekiler ve emri
uygulayanlar yapmıştır (Ergezer, 1992:72). Bu düşüncenin hakim olmasının nedeni
lidere yüklenen karizmadan kaynaklanmaktadır. Yanlış yapmak bir anlamda
karizmanın yok olmasına ya da zayıflamasına neden olacaktır. Lidere karizmatik
kişiliğini atfeden insanlar bu durumu kabul etmemekte onun yanlış yapabileceğine
kesinlikle inanmamaktadırlar.
Karizmatik liderler ile ilgili yapılan bir çalışmada şu davranış biçimlerini
gösterdikleri ortaya çıkmıştır (Barutçu ve Akatay, 2000: 195-196):
- Statükonun değiştirilmesi yönünde çaba harcamak.
- Günün şartlarından çok farklı olan, gelecekle ilgili hedefleri planlamak.
- Bir dereceye kadar alışılmamış ve mevcut kurallara uymayan biçimlerde
davranışlarda bulunmak.
- Büyük oranda yetkiye ve uzman güce dayanıp güvenmek.
Açıklamaya çalıştığımız bu liderlik tiplerinin uygulanabilirliliği toplumun
veya grubun kültür yapısına, üyelerin kişilik yapılarına, iç ve çevresel şartlara,
zaman ve mekanda oluşacak değişimlere göre farklılık gösterebilir. Lider
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
161
benimsediği tarzın kendisini başarıya götürdüğünü fark ettiğinde bu tarzı devam
ettirir. Ancak bu tarzın başarısız olduğunu ya da etkisini kaybettiğini gördüğünde ise
bunu değiştirebilir.
4. Liderler ve Yöneticilerin Farklı Yönleri
Michigan Üniversitesi‟nden bir bilim adamı toplum için ölümcül bulduğu on
tehlikenin bir listesini yapmış ilk sıraya da nükleer savaş veya kaza tehlikesini
koymuştur İkinci sırada salgın hastalık, açlık ve çöküntü, üçüncü sırada ise,
yönetimde ve kurumlardaki kalitesizlik ile liderlik eksikliği bulunmaktadır (Bennis,
2002:16-17). Liderliğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bu tespit insanların
neden liderlere ihtiyaç duyduğu sorusunu akla getirmektedir.
Milyarlarca insanın yaşadığı, yüzlerce ülkenin olduğu ve farklı yönetim
biçimlerinin bulunduğu bir dünyada, ülke liderlerine, milyonlarca kurum ve
organizasyonun bulunduğu toplumsal yaşamda, kurumsal ve grupsal liderlere ihtiyaç
bulunmaktadır. İnsanoğlu var oluşundan bu yana, birlikte yaşama ihtiyacının
sonucunda, her zaman bir liderliğe ihtiyaç duymuştur. Topluluk halinde yaşayan
insanlar, eğer kendilerine bir lider belirlemezlerse o toplulukta kargaşa hakim olur.
İnsanları yönetenler ya da yönetmeye talip olanların her zaman lider olması
beklenemez. Ancak iyi bir yönetici aynı zamanda iyi bir lider olabilmelidir.
Özellikle günümüz şartlarında görev alan yöneticiler toplum tarafından lider
olarak algılanıyorlar mı? Bu soruyu amerikan toplumu için 1987 yılında “kim iş
başında” diye soran Time dergisi ulusun ihtiyacının olduğu bir anda evde kimsenin
olmadığını söylüyordu. Bennis‟in geçmişteki liderler ile ilgili söyledikleri ise
önemlidir (2002:15-16): “Bütün bir ulusa, korkularını yenebilmeleri için meydan
okuyan FDR (Roosevelt) artık yok. Kan, ter ve gözyaşı isteyen ve istediğini alan
Churchill de gideli çok oluyor. Lambarane Ormanları‟ndan, hayata karşı büyük
saygıyla insanlığa ilham kaynağı olan Schweitzer de artık yok. Bize, sonsuzluktaki
birlik ve kainattaki uyum fikirlerini aşılayan Einstein da artık aramızda değil. Gandi,
Kennedyler, Martin Luther King Jr. gibi liderlerinse, bize şu an olduğumuzdan daha
iyi ve daha mükemmel olabileceğimizi söylemekle ölümcül bir risk aldıklarını
kanıtlarmışçasına hepsi öldürüldüler.” Bennis‟in bahsettiği isimler, yaptıkları ve
söyledikleri ile yaşadıkları döneme damgasını vurmuş liderlerdir. Bu liderleri
çoğaltmak mümkündür.
Liderlik önderlik etmektir. İyi bir önder aynı zamanda iyi bir yönetici
olabilir. Ama her iyi yönetici iyi bir önderdir denemez. Önderliğin temelini
önderliğe ve yönetime ilişkin kavramlar oluşturmaktadır. Bu kavramlar kimi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
162
yönlerden birbirlerinden ayrılırlar. Önderlik ve önder ile yönetim ve yöneticiye
ilişkin ayrılıklar Tablo 1‟de kısaca gösterilmiştir (Filley ve House, 1969; Carroll ve
Tosi, 1977; Hersey ve Blanchard, 1982 „den Akt. Başaran, 1992:97).
ÖNDERLİK VE ÖNDER
Önderlik, toplumun her kesiminde rast
gelindiği için geniş bir kavramdır.
Önderlik, izleyenlerin psikolojik
gerçek sınırlarının ötesinde uyarlığını
(compliance) sağlamaya yöneliktir.
Önderlik, izleyenlerin öndere verdiği
erki, önderin onları etkilemek için
kullanmasıdır.
Önderlik, izleyenlerin gereksinimlerini
karşılamak için yeterliklerini eyleme
dönüştürür.
Önderlik, izleyenlerin olgunluk
düzeylerine ve geliştirdikleri değer ve
düzgülere göre nitelik kazanır.
Önderlik, izleyenlere alışılmışın
ötesine ve üstüne çıkan bir etkiyi içerir.
Önderliğin sürdürülebilmesi için
önderin etkililiği asıldır.
Önder, yönetmen olmayabilir.
Önder kişisel erkini kullanır.
Önder, izleyenlerin toplam etkisinden
daha çoğunu onlara gösterip
uyarlıklarını sağlayarak başa geçmiştir.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
YÖNETİM VE YÖNETİCİ
Yönetim, belli amaçları
gerçekleştiren örgütlere özgü
olduğu için daha dar bir
kavramdır.
Yönetim, iş görenlerin psikolojik
gerçek sınırları içinde uyarlığını
(compliance) sağlamaya
yöneliktir.
Yönetim, makam sahibinin elde
ettiği kayraları ve hakları
kullanmasıdır.
Yönetim, saptanmış amaçları
gerçekleştirmek için iş görenlere
biçimsel görevleri yaptırmaya
çalışır.
Yönetim, üst yöneticinin ve onu
izlemek zorunda olan
yöneticilerin yönetim biçimine
göre nitelik kazanır.
Yönetim, iş görenlere çoğunlukla,
tekdüze alışılmış etkiyi gerektirir.
Yönetimin sürdürülebilmesi için
başarılı olmak yeterlidir.
Yönetici önder olmayabilir.
Yönetici yasal erkini kullanır.
Yönetici anamalcı ya da yönetsel
erkçe atanmıştır.
Tablo 1: Önderlik ve önder ile yönetim ve yöneticiye ilişkin ayrılıklar
Görülmektedir ki, toplumun her zaman iyi yöneticilere ihtiyacı
bulunmaktadır. Ancak günümüz hızlı değişimleri göstermektedir ki, yöneticilerin
aynı zamanda liderlik nitelikleri ile donanmış olmaları gerekmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
163
Sonuç
Yapılan bu çalışmada, liderlik, belirli amaçları gerçekleştirebilmek için
insanları etkileme, bir araya getirme ve yönlendirme sanatı olarak karşımıza
çıkmakta, liderin olmadığı toplum ve organizasyonların sağlıklı bir yapı
oluşturamadıkları ve süreklilik sağlayamadıkları görülmektedir. Bu noktada
liderlerin önemi ortaya çıkmakta, sahip oldukları donanımlarıyla topluma
yapacakları katkı önem kazanmaktadır.
İnsanlık tarihini okuduğumuzda, liderler ve liderliği de okumuş oluruz.
Çünkü tarihin başlangıcı, liderliğin de başlangıcı olmaktadır. Tarih gözden
geçirildiğinde dini, askeri, siyasal ve sosyal liderlerin varlığını görürüz. Bu liderler
kendi zamanlarında ihtiyaç duyulduğu anda ortaya çıkmış ve yaptıkları ile
liderliklerini benimsetmiş, insanlar için kurtarıcı olarak algılanmışlardır. Bu
liderlerin büyük bölümü yaptıkları ile tarihe yön vermiş, öğretileri ile kalıcı
olmuşlardır. Liderler yaşadıkları dönemdeki toplumsal yapıya ve duruma göre
yönetim tarzlarını belirlemişlerdir. Gösterdikleri yönetim biçimine göre de otokratik,
demokratik ve katılımcı, tam serbesti tanıyan ve karizmatik liderlik tarzları
göstermişlerdir.
Günümüz dünya düzeninde pek çok toplum demokratik ve katılımcı yönetim
biçimini benimsemiş olduğundan bu tarz liderlik beklentisi içerisindedir. Ancak
gelişmesini henüz tamamlamamış, dünyanın gelişmiş toplumları arasında olmayan
ülkeler ve insanları demokratik ve katılımcılığın yanında karizmatik lider beklentisi
içerisindedir. Gelişmiş toplumlarda iyi bir yönetici olmak, çarkları düzgün işleyen
sistemlerde yeterli olurken, hala sistemlerini, çarkların düzgün işleyeceği şekilde
kuramayan toplumlarda iyi bir yönetici olmak insanlar tarafından yeterli
görülmemektedir. Bu durum toplumun zaman zaman farklı arayışlar içerisine
girmesine neden olmakta, hatta otoriter davranışlara müsamaha gösterilmektedir.
Çünkü sorunların çözümünün uzaması insanlarda bıkkınlığa sebep olmakta,
sorunların ancak otoriter bir tarzla çözülebileceğine olan inanç güçlenmektedir.
Ancak bu durum fazla uzun sürmemekte, insanlar yönetime katılmak ve görüşlerini
rahatça söylemek istemektedir.
Bu çalışma sonucunda görülmektedir ki, insanlık tarihi boyunca denenen
yönetim biçimleri ve liderlik tarzları içerisinde, özellikle toplumların idaresi
noktasında demokratik ve katılımcı yönetim biçimi, insan ve insana özgü değerlerin
yaşaması için en uygun yönetim tarzıdır. Ancak demokratik şartlarda da insanları
belirli bir amaç etrafında toplamak, harekete geçirmek ve başarıya ulaştırmak için
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
E. Taşdemir
164
iyi bir yönetici olmanın yanı sıra lider olmakta gerekir. Toplumların sıkıntılı
dönemlerinde hala geçmiş dönemlerdeki liderlerine atıfta bulunması yönetici değil
ama lider eksikliğindendir.
KAYNAKÇA
Adair, John (2005). Kışkırtıcı Liderlik – Inspiring Leadership, (Çev. Pelin Ozaner),
Ankara: Alteo Yayıncılık.
Alptekin, Mehmet (1968). Kültür ve Liderlik, Trabzon: K.T.Ü. İnşaat ve Mimarlık
Fakültesi Yayınları.
Atkinson, RL., Atkinson, RC., Smith, EE., Bem, DJ. ve Hoeksema, SN. (1999).
Psikolojiye Giriş, Çev: Yavuz Alogan, Ankara: Arkadaş Yayınevi.
Aydemir, Şevket Süreyya (1997). Lider ve Demegog, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Aytürk, Nihat (1999). Yönetim Sanatı Başarılı Yönetim ve Yöneticilik Teknikleri,
Ankara: Yargı Yayınları.
Barutçu, Esin ve Akatay, Ayten (2000). “Bilgi Toplumu ve Transformasyonel
Liderlik”, Selçuk Üniversitesi SBMYO Dergisi, 4:189-201.
Başaran, İ. Ethem (1982). Örgütsel Davranışın Yönetimi, Ankara: A.Ü. Eğitim
Fakültesi Yayını.
________________(1992). Yönetimde İnsan İlişkileri, Ankara.
Baymur, Feriha (1994). Genel Psikoloji, İstanbul: İnkilap Kitabevi.
Bennis, Warren (2002). Bir Lider Olabilmek, Çev: Utku Teksöz, İstanbul: Sistem
Yayıncılık.
Bingöl, Dursun (1997). Personel Yönetimi, İstanbul: Beta Basım.
Colcaud, Jean-Marc (1999). “Leadership and Effective Communication”,
Leadership and the United Nations, Adel Safty (Eds.), ss. 57-71, Northern
Cyprus: Eastern Mediterranean University Pres.
Deal, Terrence E. and Peterson, Kent D. (1994). The Leadership Paradox: Balancing
Logic and Artistry in Schools, San Francisco: Jossey-Bass A Wiley.
Efil, İsmail (1998). İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon, Bursa: Vipaş İnş. Tur.
Eğt.
Güz 2009, Sayı:29
Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler
165
Erçetin, Ş. Şule (2000) Lider Sarmalında Vizyon, Ankara: Nobel Yayın.
Erdoğan, İlhan (1994). İşletmelerde Davranış, İstanbul: Beta Basım.
Eren, Erol (2001). Yönetim ve Organizasyon Çağdaş ve Küresel Yaklaşımlar,
İstanbul: Beta Basım.
Eren, Erol (2004). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım.
Ergezer, Bahattin (1992). Liderlik ve Özellikleri, Ankara: Ocak Yayınları.
Georgiades, Nick and Macdonell, Richard (1998). Leadership for Competitive
Advantage, Chichester: John Wiley & Sons.
Handy, Charles (1996). “The New Language of Organizing and Its Implications for
Leaders” The Leader of the Future: New Visions, Strategies and Practices
fort he Next Era, Frances Hesselbein, Marshall Goldsmith and Richard
Beckhard (Eds.), ss. 3-9, San Francisco: Jossey-Bass.
Hodgetts, Richard M. (1997). Yönetim: Teori, Süreç ve Uygulama, Çev: Canan
Çetin ve Esin Can Mutlu, İstanbul: Der Yayınevi.
Kalyoncu, Hamdi (2001). Liderlere Tapınma Psikolojisi, İstanbul: Marifet Yayınları.
Koçel,
Tamer
(2001).
İşletme
Yöneticiliği:
Yönetim
ve
Organizasyon
Organizasyonlarda Davranış Klasik-Modern-Çağdaş ve Güncel Yaklaşımlar,
İstanbul: Beta Basım.
Özel, Mustafa (1998). Liderlik Sanatı, İstanbul: İz Yayıncılık.
Peters, Richard (1973). Authority Responsibility and Education, London: George
Allen and Unwin.
Robers, Wess (1995). Hun Atilla‟nın Zafer Sırları, Çev: Mehmet Harmancı,
İstanbul: Say Yayınları.
Sabuncuoglu, Zeyyat ve TÜZ, Melek (1998). Örgütsel Psikoloji, Bursa: Alfa Basım.
Şimşek, M. Şerif, Akgemci, Tahir ve Çelik, Adnan (1998). Davranış Bilimlerine
Giriş ve Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yayın.
Yalçın, A. Selçuk (1999). Personel Yönetimi, İstanbul: Beta Basım.
Yılmaz, Aytekin (1996). “Siyasal Liderlik”, Yeni Türkiye Dergisi Türk Siyaseti
Özel Sayısı, 2(9): 163-182.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
CĠNSELLĠK ÜZERĠNDEN “TIK TĠCARETĠ”:
ĠNTERNET HABERCĠLĠĞĠ ÜZERĠNE BĠR ĠNCELEME
Umur IġIK* & Konur Alp KOZ**
ÖZET
Çağımızın en etkin kitle iletişim ortamlarından biri olan internet, her alanda olduğu gibi
habercilik alanındaki profesyonelleri de büyük bir “rating” yarışına itmiştir. Geleneksel
gazeteciliğin güçlü temsilcileri de bu ortamda kıyasıya bir rekabete tutuşmuşlar ve daha fazla
“tıklanma” kaygısı ile geleneksel anlamdaki gazetecilik anlayış ve uygulamalarının dışında
pratikleri uygulamaya koymuşlardır. Hiçbir haber değeri taşımayan konular –gelenekselde de
temsili olan- gazetelerin internet sayfalarında kolaylıkla yer bulmaktadır. Kadın teşhirine
dayalı fotoğraf galerileri, cinsellikle yoğrulmuş ve erotizm içeren başlıklarla süslenmiş
“hafif” haberler, her yaştan internet kullanıcısına kolayca ulaşabilmenin anahtarı olarak
kullanılmaktadır.
Bu çalışmada; Hürriyet, Milliyet, Zaman ve Radikal’in internet “ana sayfaları” söz konusu
unsurlar açısından, içerik analizi yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Araştırma sonucu
ede edilen bulguların internet gazeteciliğinin profesyonelliğinin sorgulanması, nitelikli bir
habercilik anlayışının yerleştirilmesi açısından değerlendirilebileceği beklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: İnternet, habercilik, haber değeri, kadın teşhiri, tık ticareti
“Click commerce” based on sexuality: An Analysis on Internet Journalism
ABSTRACT
The internet which is the most effective communication media leads the professionals to
compete in the rating. The strong representatives competed in the atmosphere and also put
into practice the practices which are except from the traditional journalism conception and
application with the ticking anxiety. Any subjects which are not newsworthy take part in the
internet pages of newspapers. The photo galeries based on woman exposal, the rubbish news
including sexual and erotizm are used for the internet user of all ages.
In this study, the internet main pages of Hürriyet, Milliyet, Zaman and Radikal are
researched in terms of the aforesaid fact by using the content analysis method. The results of
research are expected to examine the professonalism of the internet journalism and evaluate
to provide the eligible reporting conception.
Key Words: Internet, reporting, news value, The woman exposal, “Click commerce"
*
Yardımcı Doçent Doktor, G.Ü. İletişim Fakültesi
Öğretim Görevlisi, G.Ü. Gazi Meslek Yüksekokulu
**
İletişim 2003/18
U. IĢık – K. A. Koz
168
GiriĢ
Gelişmiş ülkeler dikkate alındığında internetle oldukça geç sayılabilecek bir
zamanda tanışan ancak son yıllardaki -devlet destekli- hamlelerle büyük bir kullanıcı
sayısına ulaşan Türkiye‟de bugün itibarıyla 26.5 milyon insan internet kullanıcısı
durumundadır. Bu rakam ağın içindeki diğer Türkçe konuşan insanlar da dikkate
alındığında daha büyük bir topluluğa işaret etmektedir. Türkiye, internet kullanıcı
istatistiklerinde Avrupa sıralamasında Mart 2009 rakamlarıyla 7. büyük, dünya
sıralamasında ise 14. büyük olarak yerini almıştır ki, Avrupa‟nın ve dünyanın diğer
ülkelerindeki Türkler bu rakama dahil değildir.
Ülke nüfusunun yüzde 35‟i internet kullanıcısı durumundaki Türkiye‟nin
2000 ila 2008 yılları arasındaki kullanıcı sayısı artış oranı ise yüzde 1225 olarak
gerçekleşmiştir (http://www.internetworldstats.com/stats4.htm, Haziran 2009). 26.5
milyon internet kullanıcısı Avrupa nüfusu içerisindeki internet kullanıcılarının yüzde
7‟ye yakınını teşkil etmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu‟nun (TÜİK) yayınladığı
“Hane Halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması”na göre ise (Ocak-Mart
2008) Türkiye‟de hanelerin yüzde 24.47‟si internet erişim imkânına sahiptir. Yine
araştırma sonuçlarına göre nüfusun yüzde 35.8‟i internet kullanmaktadır ve bununla
birlikte “gazete ve dergi okuma (yüzde 76)” internet kullanıcılarının en çok yaptığı
iş olarak (TÜİK, 2008) gözükmektedir.
Bu bağlamda, çağımızın en etkin kitle iletişim ortamlarından internet, her
alanda olduğu gibi habercilik alanındaki profesyoneller açısından da büyük bir
rekabet ortamı yaratmıştır. Geleneksel gazeteciliğin güçlü temsilcileri daha fazla
“tıklanma” kaygısı ile geleneksel anlamdaki gazetecilik anlayış ve uygulamalarının
dışında pratikleri uygulamaya koymaktadırlar. İnternetin anlam üretimine aracı
kıldığı dilin, geleneksel rakipleriyle paralellik gösterdiği unsurlar olduğu gibi
kullandığı içerik ve anlamı bayağılaştırması bakımından farklılaştığı alanlar da söz
konusudur. Hiçbir haber değeri taşımayan konular –gelenekselde de temsili olangazetelerin internet sayfalarında kolaylıkla yer bulmaktadır. Kadın teşhirine dayalı
fotoğraf galerileri, cinsellikle yoğrulmuş ve erotizm içeren başlıklarla süslenmiş
“hafif” haberler, her yaştan internet kullanıcısına kolayca ulaşabilmenin anahtarı
olarak kullanılmaktadır.
Bu çalışmada; Hürriyet, Milliyet, Zaman ve Radikal‟in internet “ana
sayfaları” söz konusu unsurlar açısından, içerik analizi yöntemi kullanılarak
incelenmektedir. Araştırma sonucu ede edilen bulguların internet gazeteciliğinin
profesyonelliğinin sorgulanması, nitelikli bir habercilik anlayışının yerleştirilmesi
açısından değerlendirilebileceği beklenmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
169
1- Türkiye’de Ġnternet Gazeteciliği Üzerine…
İnternetle birlikte ortaya çıkan sanal gazeteler; resim, ses, video, harita vb.
her türden malzemenin sunumunda sağladığı kolaylıklar, merakların ve ilgilerin
paylaşımını esas alan yeni toplumlar ortaya çıkarabildiğinden ve diğer herhangi bir
iletişim aracı içinde imkansız olan bağlam ve yapı derinliği ile zamana bağımlılığı
ortadan kaldırmasından ötürü gazetecilik anlayışında köklü değişikliklere yol
açmıştır. Etkileşim (interactivity), paket anahtarlama (packet-switching), eş
zamanlılık (synchronicity), çokluortam (multimedia) ve bağlantılı metin
(hypertextuality) gibi temel karakteristik özellikler (Newhagen ve Rafaeli, 1996;
Pavlik, 1997: 30; Deuze, 2003: 211-215) internete özgü bir gazetecilik anlayışının
doğmasına imkan tanımıştır.
Başlangıcında yalnızca geleneksel gazetede yer alan kısıtlı unsurlarla (haber,
fotoğraf, bulmaca, fal vb.) sanal ortamda gazetecilik yapılırken, ilerleyen yıllarda
yaşanan teknolojik gelişmeler okuyucunun dikkatini çekebilecek unsurların
(etkileyici görsellik, etkileşim, alan darlığının ortadan kalması ve çok fazla erişime
imkân tanıyan bant genişliğinin sağlanması, artan internet hızı, video ve fotoğraf
gibi web sitesine ağır yük getiren unsurların daha az yük getirir hale getirilmesi)
internet ortamında kullanılabilmesine yol açmıştır.
Türkiye‟de gazetelerin internetle tanıştığı 1995 yılından itibaren, bir yandan
gelenekselde temsili olan gazeteler bir yandan da internetin sunduğu ekonomik
imkânları fırsata dönüştüren çok sayıda internet gazetesi sanal ortamda yayına
başlamıştır. Türkiye‟de bu konudaki ilki Zaman gazetesi gerçekleştirmiş ve 2 Aralık
1995‟te internette yayına başlamıştır. Türk basınında internete ilk giren dergi ise
Temmuz 1995‟te Aktüel, Ekim 1995‟de Leman olmuştur. Ulusal basında, Zaman
gazetesinden sonra Milliyet gazetesi 27 Kasım 1996‟da internette yayımlanmaya
başlamıştır. Hürriyet gazetesi, 1 Ocak 1997‟de internette okuyucularıyla buluşurken,
onu Sabah gazetesi takip etmiştir. 1997 yılıyla birlikte Türk basını tamamıyla
internete adapte olmuş ve yazılı basınımızda yer alan çok sayıda dergi ve gazete
sanal ortamda okuyucularına hitap etmeye başlamıştır (Gürcan, 1999: 45-46).
Başlangıç yıllarında başta büyük gazeteler olmak üzere daha çok
gazetelerinin “basılı nüshalarını” internete aktarmak yoluyla sanal ortama adapte
olmaya çalışan bu yeni ortam aktörleri internete özgü bir yayın ve işletme modeli
geliştirememişlerdir. Sanal ortamda da gelenekselde olduğu gibi abonelik yoluyla
para kazanma girişimleri kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İnternet ve bağlı
teknolojilerde yaşanan hızlı değişim ve gelişimlerle birlikte giderek kabuk değiştiren
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
170
U. IĢık – K. A. Koz
(şekil, içerik, okuyucuya ulaşma mantığında) ve bu ortama adaptasyonunu
tamamlayan gazeteler nihayetinde internette ekonomik gelir elde etmenin temel
unsurunun “tıklanma sayısı” olduğunun farkına varmışlardır.
Tirajdan gelir elde edemeyen internet ortamdaki medya organlarının en
büyük gelir kaynağını ise reklamlar oluşturmaktadır. İnterneti önemli bir mecra
olarak gören reklam verenlerin sayısı giderek artmaktadır ve Türkiye‟de online
reklam harcamalarının 2007 yılı itibarıyla 40 milyon doları bulduğu tahmin
edilmektedir. Bu reklam pastasından pay alabilmek, başka bir deyişle reklamverenin
gözüne girebilmek için bilinirlik, içerik kalitesi, ziyaretçi sayısı ve profili, görsel
kalite gibi unsurlarla ayırt ediciliğin sağlanması gerekmektedir (Danış, 2009).
Kısacası ne kadar çok “tıklanırsa” o kadar çok reklama ve dolayısıyla nakite
kavuşma imkânı söz konusudur.
Bugüne dek bu yeni ortamı teknolojik özellikleri/üstünlükleri ve gazetecilik
temelinde keşfe yönelik olarak yapılan birçok çalışmada (Pavlik, 2000; Deuze,
1999, 2003, 2004; Thurman, 2007; Dimitrova and Neznanski, 2006) internet
ortamının; gazeteciye, okuyucuya ve yayıncıya sunduğu fırsatlar ile internetin
geleneksel anlamdaki gazetecilik uygulama ve pratiklerinden ayrılan yönleri
(Gürcan ve Bekiroğlu, 2007; Aktaş, 2007; Kazaz, 2007) değerlendirilmektedir.
İnternet, gazeteci-haber kaynağı ilişkisinden, haberin sunumuna (görsel-metinsel),
okuyucu-gazeteci iletişimine dek pek çok şeyi değiştirmiştir. Haberin hazırlık
sürecinden sunumuna dek internete özgü biçimler ortaya çıkmış ve bu gazetecilik
anlayışında köklü değişimlere yol açmıştır.
Evrensel bir iletişim aracı olarak denetlenmesi, gözetlenmesi pek mümkün
olmayan internetin zararlı etkileri ve sonuçları karşısında toplumları, bireyleri özellikle de gençleri ve çocukları- koruyabilmek için bazı konular (çocuk
pornografisi, teşhir, terörizm, uluslararası dolandırıcılık, sahtecilik) üzerinde tüm
dünyanın ortak çalışma yürütmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu yönüyle internet bir
yandan sınırsız bir özgürlük ve iletişim alanını bir yandan da kötü niyetlilerin
suiistimaline açık bir ortamı simgelemektedir (Işık, 2007:9).
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
171
2- TartıĢmalar/Sorunlar
“Kadın teşhirinin rekabetini reddediyoruz”
Artık hiçbir haber değeri olmayan çıplak kadın
fotoğraflarından oluşmuş foto-galerileri kaldırıyoruz.1
Yukarıdaki satırlar - yaklaşık iki yıl önce- Hürriyet gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni imzasıyla okuyucuya manşetten duyurulan haber başlığından ve
spotundan oluşmaktadır. Çalışmaya da ışık tutan bu itirafın yanı sıra mevcut internet
haberciliği ortam ve şartlarının, sunulan içeriklerin derinlemesine araştırma ihtiyacı
ortadadır.
Ülkemizde toplumsal, kültürel ve dinsel değerleri koruma çabalarıyla
medyada sunulan içerikler arasında rahatsız edici bir ilişki söz konusudur.
Toplumsal değerlerle çerçevesi çizilen cinsellik olgusu konusunda ne ülke eğitim
kurumları ne medya ne de ebeveynler üzerlerine düşeni gerçekleştirememektedir.
Buna karşın yapılan araştırmalar, arkadaşlar ve medyanın cinsellik konusunda en
önemli bilgi kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır (Ercan, 2005). Yukarıda yer alan
ve bir çeşit “itiraf” olarak kabul edilebilecek açıklamalar göz önüne alındığında
medyanın kimi zaman bu rolüne ilişkin otokontrol ve kendini düzeltme çalışmaları
yaptığı ancak mevcut duruma bakıldığında pek de başarılı olamadığı görülmektedir.
Yine benzer bir otokontrol çabası da Sabah gazetesi tarafından 27 Temmuz
2007‟de başlatılmıştır. İnternette şiddet, kadın fotoğrafları ve zararlı yayınlara karşı
toplumsal bilinç oluşturmak amacıyla başlatılan “Temiz internet” kampanyası, en
azından ev sahibi gazete açısından olumlu sonuçlar vermiş görünmektedir.
Bütün bunlara rağmen bugün Türkiye‟de habercilik adına internet
meydanında boy gösteren gazetelerin sunduğu içerikler tartışma konusudur. Alexa
sıralamasında ilklerden olabilme, Google aramalarında en ön sıralara çıkabilme ve
reklam pastasından daha büyük bir pay kapabilmek telaşı, kimi zaman “teşhire”
kimi zaman da erotizmin sınırlarını zorlayan haber(!) içeriklerine müsaade
edilmesine yol açmaktadır. Bugün itibariyle Türkiye‟de en çok ziyaretçi sayısına
1
Fatih
Çekirge,
Hürriyet.com.tr
Genel
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/6753140.asp.
Yayın
Yönetmeni.
21
Haziran
2007,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
172
ulaşan ilk 30 siteye bakıldığında gelenekselde de temsili olan büyük gazetelerimizin
yer aldığı görülmektedir (http://www.alexa.com/topsites/countries/TR). Ancak her
nedense büyük gazetelerimiz bu amaçlarını gerçekleştirirken kullandıkları yöntemler
konusunda bihaber davranmakta, bazen de “örtbas” haberler yayınlayarak “Türk
okuyucusunun birinci tercihi olmanın haklı gururundan!” bahsetmektedirler.
Buradan hareketle çalışmanın bu bölümünde internet sitelerinin trafik
kaynaklarına bakmak, okuyucuya nasıl ulaşıldığı ve ne tür teknolojik hileler
yapıldığını görmek yerinde olacaktır.
3- Haber Sitelerinin Trafik Kaynakları ve Ġnternete Özgü Haber Tipleri
Online haber yayımcılığı, geleneksel haber dilinden ayrılarak kendine özgün
bir dil oluşturmuştur. Bu yeni dil, daha çok retoriktir ve ikna edici bir kurguya
sahiptir. Temel amaç ise okuyucuyu baştan çıkaran bir söylemle, hedef kitlenin
dikkatini olabildiğince çekerek sayfa ziyaretini artırmaktır.
Geleneksel yayımcılıkta, haberin yer aldığı sayfalar sınırlı sayıdadır. İnternet
sitelerinde ise bu sayı teknik ölçüde “sınırsız” olarak kabul edilebilir. Bu durum her
ne kadar avantaj olarak gözükse de aslında internet haber yayımcılığında
alternatiflerin artması ve rekabetin olabildiğince sertleşmesi nedeniyle zamanla
dezavantaja dönüşmüştür. Kullanıcı, geleneksel yayımcılıkta; vitrin konumundaki
ana sayfanın dışında devam sayfalarını okurken, internet yayımcılığında ana
sayfanın dışındaki bölümleri tercih etmemektedir.
İnternet yayımcılığında, dar alanlara sıkıştırılmış haber başlıkları, karakter
sayılarıyla sınırlıdır. Bu durum, internet editörlerini geleneksel haber dilinden
uzaklaştırmaktadır. Haber başlıkları, dikkat çekici hale getirilirken, tıklanma değeri
yüksek kelimeler tercih edilmektedir. Dil oyunlarıyla örülü bu tercih, haberin ana
kurgusunu örtülü hale getirilebilmektedir. Haber başlıklarındaki “kurgusal oyun”,
benzer kelime tercihleri ve diğer yayıncı kuruluşların “copy pastları”, farklı
içerikteki haberleri bile dublör haline getirmekte, mümasil kılmaktadır.
Kullanıcı sayısını artırmak amacıyla yapılan bu kurgusal oyunlar, sayfa
ziyaret oranlarını da artırmaktadır. Dikkat çekici bir haber başlığıyla sayfayı ziyaret
eden kullanıcı, çoğunlukla yeni sürprizlerle karşılaşır. Milliyet ve Hürriyet gibi
gazetelerimizin başını çektiği bu yeni uygulamada, haber içeriği birden fazla
sayfalara bölünmektedir. Bu sistem yüzünden kullanıcı, tek bir haber için 2 ila 15
arasında sayfa ziyareti gerçekleştirmek zorunda bırakılmaktadır. Haber içeriğine
yerleştirilen cezbedici (!) görsel öğeler, ziyaretleri tetiklemektedir. Bu amaçla;
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
173
haberle ilgili veya ilgisiz aynı içerikle sunulan fotoğraf galerileri ziyaret oranını ve
dolayısıyla da “tıklanma sayısını” çok daha üst seviyelere taşımaktadır. Böylelikle,
tek bir haber için sayfayı ziyaret eden kullanıcı, kendi tercihi dışında adeta sayfa
ziyaret etmeye zorlanmaktadır.
3.1 - Galeri Haber Tipleri
3.1.1 – “Vagon” Haberler
Vagon haberler, tek bir haberin birden fazla bölüme ayrılarak içeriğin ayrı
sayfalara taşınması yöntemidir. Bu şekilde sayfa ziyareti artırılmakta, okuyucunun
sistemde daha fazla sürede kalması sağlanmaktadır. Haberin içerisine eklenen
fotoğraf galerileri, bu oranları daha üst seviyeye taşımaktadır.
26 Haziran 2009- www.milliyet.com.tr2
Bu uygulamanın giderek yaygınlaşması içeriğinde zayıflamasına neden
olmaktadır. Özellikle fotoğraf galerinin tıklanma oranı yüksek olması, haberlerde
kadın teşhirciliğin artmasına neden olmakta, haber siteleri bu tür cinsel öğeler
nedeniyle kimi zaman “filtreleme programları”na takılmaktadır.
2
http://www.milliyet.com.tr/GaleriHaber.aspx?aType=GaleriHaber&ArticleID=1110998&PAGE=
1&Date= 26.06.2009&KategoriID=19
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
174
3.1.2- “MatruĢka” Haberler
Sayfa ziyaretini artırabilmek amacıyla daha çok Milliyet ve Hürriyet‟in
uyguladığı bir diğer yöntem ise “matruşka3” olarak adlandırdığımız haber biçimidir.
Bu yöntemde, tıklanma oranı daha yüksek olan ya da editörün diğer haberlere göre
daha önemli olduğunu düşündüğü haber, okuyucuyu devama yönlendirecek
cezbedici ögelerle (başlık, fotoğraf ya da video) ana sayfaya taşınır. Ziyaretçinin
dikkatini çeken bu haber tıklandığında ayrı bir sayfaya yönlendirilir ve 3 numaralı
bölümde de gözüktüğü gibi günün tüm magazin haberlerinden oluşan bir derlemeyle
karşılaşılır. Ziyaretçi böylelikle önem değeri en yüksek haberden başlayarak
önemine göre sıralanan haber turuna sokulur. Bazen de okuyucu, “okumak istediği”
habere ulaşana dek, diğer haberlere de göz atmak/tıklamak zorunda bırakılır.
27 Haziran 2009- Hürriyet
3.2. Fotoğraf ve Video Galerileri
Görselliğin giderek ön plana çıktığı internet haber yayımcılığı, Alman Bild‟in
önünü çektiği yeni bir ekol peşindedir. Bild‟in, internetteki çok yüksek sayfa
ziyaretleri, birçok ülkedeki haber sitelerinin de aynı yöntemi izlemesine neden
olmuştur. Bu yeni uygulamada, haber içerik olarak zayıf olsa da büyük görsellerle
desteklenmiş, bulvar tipi gazetecilik anlayışının internete de hâkim olmasına neden
olmuştur. Haber içerisine yerleştirilen fotoğraf ve video galerileri, ziyaret oranlarını
(hem sayfada geçirilen süreyi hem de sayfa ziyaretini) çok daha üst seviyelere
taşımaktadır.
3
Matruşka, Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Ahşap el yapımı olan bebekler ortasından açıldığında
başka bir bebek çıkar, onu açtığınızda yine başka bir bebek çıkar. Tek anne figürünün içerisinde iç içe
yerleştirilmiş beş veya yedi bebekten oluşur (http://tr.wikipedia.org).
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
175
Bu konuda 13 Haziran 2009‟da ankarahaber.com adlı haber sitesinin de
desteğiyle yaptığımız bir çalışmada, benzer içerikteki iki magazin haberi
yayınlanmıştır. Bu haberlerin ilki “Ferhunde’nin acı intikamı” diğeri ise “Avrupa
Yakası’nda hüzünlü veda” başlıklarıyla okuyucuya sunulmuştur. İlk haber tek bir
sayfada okuyucuya sunulurken, ikinci haber 3 ayrı sayfaya bölünmüş ve içeriğe 14
fotoğraftan oluşan bir galeri eklenmiştir.
Haber sitesinin ana sayfasında yayınlanan her iki haberin 3 saatlik yayın
döneminin ardından sayfa ziyaretleri incelendiğinde çok farklı oranlarla
karşılaşılmıştır. Aynı süre içerisinde ilk haberin sayfa ziyareti 300, ikinci habere
ilişkin toplam sayfa ziyareti ise 3150 olarak gerçekleşmiştir. İkinci haber,
okuyucunun hem daha fazla “tıklama”sını hem de sitede “daha fazla süre”
geçirmesini sağlamıştır. Buradan da açıkça görüleceği gibi içeriğe eklenen galeriler,
sitedeki ziyaret oranını, fotoğraf sayısı ve sayfa sayısının çarpanı kadar
artırmaktadır.
Fotoğraf ve video galerilerinin bir haber sitesine ne derece katkı sağladığı
aşağıdaki tabloda da görülmektedir. Alexa verileri4 dikkate alınarak çıkarılan
aşağıdaki tabloda haber sitesine ulaşan okuyucunun nerede vakit geçirdiği ya da
hangi amaçla siteye ulaştığı görülmektedir.
Milliyet
Hürriyet
Radikal
Zaman
D O M A İ N (Alan adı)
% 88.5 milliyet.com.tr 38.3% hurriyet.com.tr 100.0% radikal.com.tr 99.0% zaman.com.tr
S U B D O M A İ N (Alt alan adı)
32.8% kelebekgaleri
0.3% arsiv
% 4.1 msnyasam
1.5% editor
1.0% emlak
0.9% sanaleditor
20.0% fotogaleri
5.8% fotoanaliz
0.4% videogaleri
-
0.3% medya
0.2% turkuaz
0.1% arkadasim
Tablo 1:
Haber sitelerinin 19 Haziran 2009 tarihli toplam trafik
kaynaklarının domain üzerindeki paylaşımı
Milliyet Gazetesi internet sitesi bu konuda yaptığı haberlerde5 kendisine
ulaşan okuyucunun yüzde 88.5‟inin ana sayfada sunulan içerikleri izlediğini
belirtirken, rakip site olarak adlandırdığı Hürriyet‟te ise okuyucuların yüzde
4
5
http://www.alexa.com/siteinfo/milliyet.com.tr, zaman.com.tr, hurriyet.com.tr, radikal.com.tr
“İnternette
en
çok
ziyaret
edilenler
listesinde
zirvede
yine
milliyet.com.tr”,
http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayArsiv&KategoriID=3&Artic
leID=1103664
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
176
32.8‟inin gazetenin magazin ekinin galerilerine, yüzde 20‟sinin fotoğraf galerilerine
ve yüzde 5.8‟inin de foto analiz bölümünü takip ettiklerini ve ana sayfayı
izleyenlerin yüzde 38.3 oranında olduğunu belirtmektedir.
Milliyet Gazetesi, Hürriyet konusunda gerçekleri dile getirmesine rağmen
kendi web sitesini ilişkin gerçekleri de göz ardı etmektedir. Zira Milliyet
istatistiklerde belirtilenin aksine, foto/video galeri vb. içerik sunumlarını
subdomain‟de (galeri.milliyet.com.tr gibi) değil, ana domain olan milliyet.com.tr
(milliyet.com.tr/galeri) üzerinde tutmaktadır. Hürriyet‟in dışında Radikal ve Zaman
gazeteleri de foto galeri vb. içerikleri ana domain üzerinden sunmaktadır. Bu da
kısmi de olsa açık kaynak olarak kabul edilen Alexa ölçümlerinde, galeri vb.
içeriklerin toplam kullanıcı üzerinden ziyaret edilme oranını kullanıcı bazında ölçüm
dışında bırakmaktadır.
3.3. Arama Motorları ve “Kelime” Oyunları
İnternet sitelerinin “kullanıcı havuzu” olarak kabul edilebilecek arama
motorlarından kendi sitesine kullanıcı/okuyucu çekebilmesi tesadüflere bırakılan bir
durum değildir. “Adriana Lima” konusunda Google‟da yapılan bir aramada Türk
basınının önde gelen temsilcilerinin ilk sıralarda çıkması da bir tesadüf sonucu
gerçekleşmemektedir.
Kullanıcılar, arama motorlarında istediği veriye, sayfaya kodlanan anahtar
kelimeler veya sistemdeki eşlemeli anahtar kelimeler sayesinde ulaşmaktadırlar. Bu
kodlamalar, arama motorlarının olası algoritmalarına göre düzenlenmektedir. Çünkü
arama motorlarında, aramalarda giderek önemli bir hale gelen “üst sırada çıkma
isteği”nin bir sonucu olarak büyük bir pazar haline gelen optimizasyon hilelerinin
önüne geçilmesi amacıyla algoritmalar sürekli değiştirilmekte ya da daha karmaşık
hale getirilerek birden fazla bileşen kullanılmaktadır.
Haber siteleri de birçok internet sitesi gibi bazı kelime gruplarında rakiplerine
göre daha ön sıralarda çıkabilmek amacıyla bu tür optimizasyonlara başvurmaktadır.
Bu amaçla, habere ilişkin her bir sayfanın başına, sistem tarafından daha önce
yapılan kodlamalarla sistemli biçimde title (site başlığı), keywords (anahtar
kelimeler) ve description (sayfa özeti) bilgilerine yer verilmektedir.
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
177
Hürriyet gazetesinin 27 Haziran tarihli “Çamur bahane festival şahane”
başlıklı
haberinde
(http://kelebekgaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=
20006&rid=2369) ilgili kuruluşun, arama motorlarından “uygun olmayan içerik ve
kelime oyunlarıyla” ziyaretçi çekme çabası açıkça görülmektedir. Haber başlığına
tıklayan ziyaretçi, haberin içeriğinde “Çamur içinde festival” başlıklı haberle
karşılaşırken, zayıf bir içerikle sunumu yapılan haberin sayfa başlığı ise (3) numaralı
alanda görüldüğü gibi “Çamurla sevişenler” şeklinde oluşturulmuştur. (1) ve (2)
numaralı alanlardaki başlıklar okuyucu için (3)‟üncü başlık ise site başlığı olarak
arama motorları için düzenlenmiştir. Sayfanın kaynağında sayfa başlığı (title) olarak
“çamurla sevişenler” kelimeleri kullanıldığı görülmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
178
Aşağıda ankarahaber.com (03-06-2009) adlı haber sitesinin, reyting ölçüm
ortamı olan Google Analytics raporlarında yer alan ziyaretçi kaynaklarının
dağılımına ilişkin istatistiki değerler yer almaktadır. Buradan da görüleceği üzere
ilgili haber sitesinin en büyük trafik kaynağını (% 78,79 ) arama motorları
oluşturmaktadır. Bu durum, çevrimiçi ortamda arama motorlarını önemli hale
getirmektedir.
Aşağıdaki tabloda ise çalışmaya konu edilen dört ayrı haber sitesinin,
Google‟da yer alan toplam indekslerindeki çevrimiçi aykırı kelime unsurları
listelenmiştir. Milliyet‟in ilgili tarihte Google‟de indekslenen toplam 13 milyon
sayfası bulunmaktadır ve bunların içerisinde seks kelimesine ait 55 bin sonuç yer
alırken bu oran Zaman gazetesinde sadece 723‟tür. Bu da ilgili kelime gruplarında
yapılan aramalarda, Milliyet‟in ziyaret edilme olasılığını artırmaktadır.
Milliyet
Hürriyet
Radikal
Zaman
Seks
55.000
21.100
46.500
723
Porno
19.800
17.400
19.100
835
Fantezi
4.090
1.450
971
240
Cinsellik
39.500
6.350
10.100
2.190
Erotizm
4.550
1.260
1.290
53
13.000.000
5.750.000
4.920.000
4.650.000
Anahtar Kelime
Toplam indeks
Tablo 2: 19 Haziran 2009 tarihli Google aramalarında kelime tercihleri
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
179
4. Yöntem
Bu çalışma 1-10 Haziran tarihleri arasında incelemeye konu dört gazetenin
internet sitelerinde ve yalnızca ana sayfada yer almış 6 haberler ve görsel unsurlar
üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Gazetelerin ana sayfalarını, nitel ve nicel olarak değerlendirebilmek için
“içerik analizi” yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi; bir metindeki değişkenleri
ölçmek için yapılan sistematik, tarafsız ve sayısal bir analizdir (Berelson, 1984: 18).
Nicel değerlendirme kapsamında 9 değişkenden oluşan kodlama formu yardımıyla
elde edilen veriler istatistikî olarak değerlendirilecektir.
Nitel değerlendirme kapsamında ise özellikle kullanılan haber başlıkları ve
kullanılan haber fotoğrafları başlık ilişkisi irdelenecektir.
Araştırma kapsamında yanıtı aranan sorular şunlardır:
1. Cinsellik ve “kadın teşhiri” gereğinden fazla olarak okuyucuyu çekmek
ve daha çok sayfa ziyareti sağlamak adına kullanılmakta mıdır?
2. Gelenekselde de temsili olan gazetelerin internet sayfalarında sundukları
içerikte “cinsellik” ve “kadın teşhiri”nin boyutları hangi düzeydedir?
3. Gazetelerin ana sayfalarında sundukları
fotoğrafların ilişkilendirilmesi anlamlı mıdır?
haberlerle
kullandıkları
5. Bulgular
5.1. “Cinsellik” ve “TeĢhir” Ġçeren Haberlerin Gazetelere Göre Dağılımı
ve Toplam Haber Ġçerisindeki Oranları
Çalışma kapsamında yapılan incelemelerde Hürriyet gazetesinin arşive atılan
ana sayfasında 1-10 Haziran tarihleri arasında toplam 525 haber başlığı 7 tespit
edilmiştir. Toplam haberler arasından “teşhir” ve “cinsellik” unsuru taşıdığı tespit
edilen 103 haber içerik analizine tabii tutulmuştur. 10 günlük sürede yer alan 103
haber, ana sayfada yer alan toplam haberlerin yüzde 19.6‟sını teşkil etmektedir.
İnceleme konusu gazetelerden Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazetelerinin ana sayfalarına “Arşiv”den
ulaşılırken, Zaman gazetesi 1-10 Haziran tarihleri arasında ve saat 20.00-21.00 saatleri arasında günlük
olarak takip edilmiştir. Zaman gazetesinde cinsellik ve teşhire dayalı hiçbir bir unsura rastlanmadığı için
haber sayısı bakımından istatistiki bir değerlendirme yapılmamıştır.
7
Arşive atılan ana sayfadaki bütün haberleri kapsamaktadır.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haberler.aspx?id=2065&tarih=2009-06-01 ve takip eden günler.
6
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
180
Tarih
Gazete
Hürriyet
Milliyet
Radikal
2 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
3 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
4 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
5 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
6 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
7 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
8 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
9 Haziran
Hürriyet
Milliyet
Radikal
10 Haziran Hürriyet
Milliyet
Radikal
Hürriyet Toplamı
Milliyet Toplamı
Radikal Toplamı
Genel Toplam
1 Haziran
Ana sayfada yer
alan toplam haber
baĢlığı sayısı
52
62
47
54
62
47
50
66
47
54
64
47
51
63
43
51
58
45
52
60
43
53
66
43
54
65
43
54
62
43
525
627
448
1600
Cinsellik/kadın
teĢhiri içeren haber
sayısı
9
12
3
10
12
1
14
14
1
14
16
3
11
14
4
11
12
1
6
13
3
10
15
9
10
9
14
4
103
133
20
253
Yüzde %
16.9
19.3
6.3
18.5
19.3
2.1
28
21.2
2.1
25.9
25
6.3
20.3
22.2
9.3
20.3
20.6
2.2
11.5
21,6
6.9
18.8
22.7
16.6
16.6
16.6
22.5
9.3
19.6
21.2
4.4
15.8
Tablo 3: Cinsellik ve Teşhir İçeren Haberlerin Ana Sayfada Yer Alan
Haberlere Oranı
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
181
Milliyet gazetesinin ana sayfasında ise 1-10 Haziran tarihlerinde toplam 627
haber başlığı yer almaktadır8. Bunların arasından 133 haber incelememiz açısından
gerekli unsurları taşıdığı gerekçesiyle içerik analizine tabii tutulmuştur ve bu
değerlendirmeye alınan toplam haberin yüzde 21.2‟sine tekabül etmektedir. Çalışma
kapsamında ele alınan Radikal gazetesinin, arşivlerinde yapılan incelemede ise, on
günlük sürede 448 haber unsuru değerlendirmeye alınmıştır. Radikal gazetesinin
“teşhir” ve “cinsellik” içeren haber sayısı ise 19‟dur. Bu ise toplam haberlerin yüzde
4.4‟ünü teşkil etmektedir.
Zaman gazetesi dışında incelemeye konu diğer 3 gazetede toplam 1600 haber
arasından 253‟ünde cinsellik ve teşhir unsuru içeren; başlık, görsel öge ve ifadeye
rastlanmıştır. Bunun toplam habere oranı ise yüzde 15.8 olarak gerçekleşmiştir.
İçerik analizine tabii tutulan toplam 258 haberin gazetelere göre dağılımı ise
aşağıdaki gibidir.
Frekans
Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde
Hürriyet
103
39,9
39,9
39,9
Milliyet
136
52,7
52,7
92,6
Radikal
19
7,4
7,4
100,0
Toplam
258
100,0
100,0
Tablo 4: Cinsellik-Teşhir İçeren Haberlerin Gazetelere Dağılımı
5.2. Kullanılan BaĢlık Grameri
İnceleme konusu üç gazete, cinsellik ve teşhir içerdiği tespit edilen toplam
258 haberde kullandıkları başlık açısından da değerlendirilmiştir.
Haberlerin yüzde 39‟unda eksiltili-devrik cümle kullanılırken, yüzde 53‟e
yakını düz cümle ile başlıklandırılmıştır. Soru ve flaş-şok ifade şeklinde
başlıklandırılan haberler ise (yüzde 8) daha azınlıkta kalmıştır.
8
Arşivde görüntülenen ana sayfada, “Günün Diğer Haberleri”, “Sinema”, “Kültür-Sanat”, “Astroloji”,
“Mizah” “TV Rehberi”, “Renkli Hayatlar”, “Milliyet İnternet TV” gibi bölümler değerlendirmeye
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
182
Frekans
Yüzde
101
39,1
39,1
39,1
Soru cümlesi
8
3,1
3,1
42,2
Flaş-şok ifade
13
5,0
5,0
47,3
100,0
Eksiltili-Devrik
cümle9
Geçerli yüzde Birikimli yüzde
Düz cümle
136
52,7
52,7
Toplam
258
100,0
100,0
Tablo 4: Haberlerde Kullanılan Başlık grameri
5.3. Haberde Cinsellik-TeĢhir Unsurunun Kullanıldığı Yer ve KullanılıĢ Biçimi
Üç gazete özelinde ele alınan 258 haber üzerinde yapılan incelemede
cinsellik ve teşhirin çoğunlukla görsel ögeler kullanılarak gerçekleştirildiği
görülmüştür. 160 haberde görsel unsur yoluyla yapılan teşhirin (yüzde 62) yanı sıra
60 haberde de (yüde 23.3) en az iki alanda (başlık, görsel unsurlar ve metin) söz
konusu unsurlara rastlanmaktadır. Bunun yanı sıra 20 haberde ise sadece başlıkta
(yüzde 7.8), 18 haberde ise sadece metinde (yüzde 7) teşhir-cinsellik unsurları yer
almıştır.
Cinsellik ve teşhir içeren haberlerin büyük çoğunluğunda (yüzde 64: 165
haber) “kadın obje”ye yer verilirken, yalnızca yüzde 5.4‟lük bir dilimde yer alan 14
haberde erkek obje ön plana çıkarılmıştır. Haberler yoluyla cinsellik imasına 10 37
haberde rastlanırken (yüzde 14.39, yalnızca görsel unsur kullanımı 11 yoluyla
cinsellik ve teşhire 13 haberde, erotizm içeren ifade ve unsurların kullanımına ise 29
haberde (yüzde 11) rastlanmıştır.
İnternette tasarım ve mizanpaj açısından yaşanan yer darlığı tam cümle kurmayı güçleştirmektedir. Bu
nedenle tam bir cümle kurulabilmesi için gereken ana unsurları (yüklem) içermeyen cümlelerle, devrik
cümlelerden oluşan başlıklar kullanılmaktadır.
10
Cinsellik iması: Haberde başlık ya da metinler yoluyla cinselliği çağrıştırıcı ifadeler. (“Evlenmeden de
olur” Hürriyet, 8 Haziran)
11
Görsel unsur kullanımı: Haberle ve konusuyla ilgisi olmasa da kullanılan resmin, kadın teşhirine
dayalı olması. (“Öyle bir hastalık ki” Hürriyet, 8 Haziran)
9
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
183
5.4. Haberlerde “En Sık Vurgulanan” ya da “Tekrarlanan Ġfade” 12
Frekans
Cinsel görsellik vurgusu
Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde
167
64,7
64,7
64,7
Cinsel istek uyandıran ifade
40
15,5
15,5
80,2
Cinsel tercih
11
4,3
4,3
84,5
Cinsel suçlar
21
8,1
8,1
92,6
Diğer
19
7,4
7,4
100,0
258
100,0
100,0
Toplam
Tablo 5: En sık kullanılan ya da vurgulanan cinsel ifade
Üç gazete ve 258 haber üzerinde yapılan incelemede, cinsellik-teşhir içeren
haberlerin büyük çoğunluğunun “cinsel görsellik vurgusu” yapan ifadelerle
şekillendirildiği görülmüştür. Haberlerin yüzde 15‟inde “cinsel istek uyandıran
ifade”lere yer verilirken, 21 haber taciz, tecavüz türünden “cinsel suç/adli vaka”
vurgusu yapan metin ve görüntüler içermektedir.
5.5. Haberin Yönlendirildiği Yer ve Ana Sayfadaki Konumu
İncelemede ana sayfada yer alan 258 haberin sitede hangi bölüme
yönlendirildiği de sayısal olarak ortaya konulmuştur. Buna göre haberlerin büyük bir
çoğunluğu (yüzde 52: 134 haber) foto galerilere yönlendirilmiştir. Elde edilen
veriler, foto galerilerinin internet haber siteleri için ne denli bir “rating kaynağı”
olduğunu da ortaya koymaktadır. Bir internet okuyucusunun daha fazla sayıda
“tıklama” gerçekleştirmesi ve daha fazla süre ile sayfa ziyaretinde kalması için
haberciler “foto galerileri”ni etkili bir yöntem olarak kullanılmaktadır.
Cinsel görsellik vurgusu: Habere konu kişi ya da kişilerin fiziki görüntülerinin ön planda tutulduğu
haberler. (Kağıt bebekler ne kadar kazanıyor?, Dünyanın en güçlü kadını 34 yaşında, Milliyet, 8
Haziran)
Cinsel istek uyandıran ifade: Seks, frikik, çıplak, dekolte vb. kelimeler içeren haber başlıkları ile
yapılandırılan haberler. (Frikik var, iç çamaşırı yok!, Milliyet, 6 Haziran; Bir erkeğe dört kız düşüyor,
Hürriyet. 9 Haziran.)
Cinsel tercih: Eşcinsellik, lezbiyenlik vs. konularla, kişilerin cinsel fantezilerini konu alan haberler. (Seks
bağımlısıymış, Milliyet, 8 Haziran; Eşcinseller bilimsel olarak incelenecek!, Radikal, 5 Haziran)
Cinsel suçlar: Tecavüz, taciz türünden konular, cinsel şiddet haberleri. (Prensin „seks kölesi‟ kurtuldu,
Milliyet, 2 Haziran, Küçük kıza otomobilde tecavüz!, Milliyet, 3 Haziran)
12
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
184
Frekans
Yüzde
134
51,9
51,9
51,9
6
2,3
2,3
54,3
25
9,7
9,7
64,0
3
1,2
1,2
65,1
Devam sayfası
69
26,7
26,7
91,9
Vagon/Matruşka haber
21
8,1
8,1
100,0
258
100,0
100,0
Foto galeri
Video
Eklere link
Başka bir siteye link
Toplam
Geçerli yüzde Birikimli yüzde
Tablo 6: Haberin Yönlendirildiği Yer
Son dönemlerde foto galerileri ile benzer bir işlevi yerine getiren “Vagon” ve
“Matruşka” haberler de rating ve sitede geçirilen sürede belirleyici rol oynamaktadır.
İncelememize konu olan 258 haberin yüzde 8‟i (21 haber) bu yöntemlerle dizayn
edilmiştir.
Bunun dışında haberlerin yüzde 26.7‟si devam sayfalara aktarılırken,
yaklaşık yüzde 13‟ü video, eklere ya da başka bir siteye yönlendirme yapmaktadır.
İncelemede 258 haber, ana sayfada yer aldığı konum açısından da
değerlendirilmeye tabii tutulmuştur. Yukarıdaki frekans tablosunda da görüleceği
üzere, haberlerin yüzde11‟den fazlası (29 haber) manşet ve sürmanşet olarak ana
sayfaya girerken, yine yüzde 27‟si (71 haber) manşet bölgesinde vitrine çıkmıştır.
İncelemeye konu 258 haberin büyük bir çoğunluğu ise (yüzde 61.2: 158 haber)
göbek tabir ettiğimiz bölümden ana sayfaya dahil olmuştur.
Frekans
Yüzde
Geçerli yüzde
Birikimli yüzde
25
9,7
9,7
9,7
Sürmanşet
4
1,6
1,6
11,2
Sağ manşet resimli
6
2,3
2,3
13,6
Sağ manşet
21
8,1
8,1
21,7
Manşet altı (resimli)
44
17,1
17,1
38,8
100,0
Manşet
Göbek
158
61,2
61,2
Toplam
258
100,0
100,0
Tablo 7: Haberin sayfadaki konumu
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
185
5.6. Cinsellik-TeĢhir Ġçeren Haberin Türü ve Haber-Resim ĠliĢkisi
Sayısal değerlendirme yapılan 258 haberin yüzde 51.2‟si (132 haber)
magazin konularını kapsarken, yüzde 27‟si dış kaynaklı haberlerden oluşmaktadır.
Haberlerin yüzde 13.6‟sı ülke gündeminden konulara ve yaşam/sağlık içeriğiyle
donatılırken (35 haber), yüzde 8‟i derleme haber 13 şeklinde konumlandırılmıştır.
Magazin
Frekans
Yüzde
Geçerli yüzde Birikimli yüzde
132
51,2
51,2
51,2
Dış haber/dünya
70
27,1
27,1
78,3
Yaşam/sağlık
15
5,8
5,8
84,1
Yurt içi haber/gündem
20
7,8
7,8
91,9
100,0
Derleme haber
Toplam
21
8,1
8,1
258
100,0
100,0
Tablo 8: Cinsellik/teşhir içeren haberin türü
Yine bir başka değerlendirme konusu da kullanılan fotoğraflarla haber ilişkisi
üzerine olmuştur. Milliyet, Hürriyet ve Radikal gazetelerinin ana sayfalarında ve
devama aktarılan sayfalarda kullandığı fotoğraflarla haberin konusu arasındaki
ilişkiye bakıldığında, 151 haberin güncel resimlerle yapılandırılırken, yüzde 36‟sının
arşiv kayıtlarındaki resimlerle sayfaya taşındığı görülmüştür. Haberlerin küçük bir
kısmı ise resim-grafik-clipart ile şekillendirilmiştir.
Güncel
Frekans
Yüzde
Geçerli yüzde
Birikimli yüzde
151
58,5
58,5
58,5
Grafik/clipart
14
5,4
5,4
64,0
Arşiv resim
93
36,0
36,0
100,0
258
100,0
100,0
Toplam
Tablo 9: Haber-resim ilişkisi
13
Derleme Haber: Genelde fotoğraf kullanımı ile belirli bir konuda –güncel olmasa da- yapılan haberler.
Konuyla bağlantılı fotoğrafların bir kısmı alt yazı ve spotlarla okunur kılınırken ardından gelenler
yalnızca görsel unsurlarla donatılıyor. (Makyajsız gezmemesi gereken 50 ünlü isim, Milliyet, 2 Haziran;
Dünya onları bu sahnelerle tanıdı, Milliyet, 7 Haziran; Unutulmuş pop starlar, Hürriyet, 3 Haziran.)
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
186
6. Değerlendirme ve Sonuç
Yapılan incelemede elde edilen nicel veriler, “kadın teşhiri” ve “cinselliği”
ön planda tutan haberlerin birer rating unsuru olarak genel toplam haberler arasında
önemli bir boyutta kullanıldığına işaret etmektedir. Milliyet gazetesinin genel
toplam haberleri arasında bu tür haberlerin oranı yüzde 21‟e ulaşırken, Hürriyet
gazetesi açısından da bu oran yüzde 20‟lere yaklaşmaktadır. Başka bir deyişle 10
haberden 2‟sinde teşhir ve cinsellik unsuru ön planda tutulmaktadır. Bunun yanında;
aile içi şiddet, töre cinayeti, vahşet içeren 3. sayfa haberleri de dikkate alındığında,
internet haber sitelerinin sunduğu içeriğin ne boyutlarda olduğu daha da
anlaşılacaktır. Teşhir ve cinselliğin ön plana alındığı hiçbir haber ve görsel ögenin
gözlemlenmediği Zaman gazetesi ile Radikal gazetesinin Hürriyet ve Milliyet
gazetelerine oranla çok daha masum bir içerik sunduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır. Temel araştırma sorusu açısından ortaya çıkan gerçek ise; “teşhir” ve
“cinselliğin” ön planda tutulduğu -magazin ağırlıklı hafif haberler- incelemeye konu
olan gazetelerden Hürriyet ve Milliyet‟te yoğun olarak kullanılmaktadır.
Bir başka nokta da gazetelerin kullandıkları haber başlıkları ile fotoğrafların
ilişkilendirilmesi açısından göze çarpmaktadır. “Bu küçük kızı tanıdınız mı?”,
“Onları bu sahnelerle tanıdınız?”, “En çok paylaşılan kareler” şeklindeki masumane
başlıklarla yapılan yönlendirmelerin ardında “teşhir” ve “cinsellik” unsurlarının yer
aldığı görsel unsurlar peş peşe sıralanmakta ve bu yöntem daha çok
“tıklanabilmenin” anahtarı olarak kullanılmaktadır. Bazen de tam tersine, çok daha
masum bir içerik taşıyan haber içeriği arşivden ortaya çıkarılmış şuh bir fotoğrafla
süslenmektedir.
Geleneksel basınımızın güçlü temsilcilerinin internet ortamında sundukları
bu içeriklere; genç, çocuk, yaşlı her kesimden insanın rahatça ulaşabildiği
düşünüldüğünde bu içeriklerin daha sağlıklı ve okunabilir hale getirilme zorunluluğu
ortadadır. Nitekim dönemin Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih
Çekirge, “Kadın Teşhirinin Rekabetini Reddediyoruz!” başlıklı yazısında bu konuda
da şöyle bir itirafta bulunmuştu:
“Biliyoruz ki internet sitelerine girebilmek çok kolaydır. Yarı pornografik ve
kadın teşhirine dayanan üstelik hiçbir haber değeri olmayan fotoğraflara ne
yazık ki çocuklarımız da kolayca ulaşabilmektedir... Bunun için de
kaldırıyoruz...”
Çalışma ile ortaya çıkan sonuç ve gözlemlerden elde ettiğimiz önemli
verilerden biri de, internet ortamındaki aşırı rekabet ortamında özellikle çocuk ve
gençlerin ruh sağlığı ve psikolojilerinin gözardı edilmekte olduğudur. İncelemeye
Güz 2009, Sayı:29
Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme
187
aldığımız üç gazetenin geleneksel ortamdaki içerikleriyle internette sundukları
içeriğin farklılığı da ortada iken, internete özgü içerik yaratma girişimlerinin
temelinde daha fazla “tık” alabilmek ve okuyucuyu daha fazla sitede tutabilmek
adına, deyim yerindeyse “bel altı yöntemler” kullanılmaktadır.
“Üstsüz klip çekti!” (8 Haziran, Hürriyet), “Bir erkeğe dört kız düşüyor” (9
Haziran, Hürriyet), “Seks oyuncağı edinin” (10 Haziran, Hürriyet), “Frikik var, iç
çamaşırı yok!”, “Fermuarını açık unutunca” (6 Haziran, Milliyet), “Çamaşır
giymeyi unutunca” (10 Haziran, Milliyet) vb. türünden başlıklar, okuyucuların
hemen her gün görmeye alıştığı ve giderek de yadırgamadığı haberler olarak
karşımıza çıkarken, çok daha masum başlıklarla (“Beyaz giyerken dikkat!”, 5
Haziran Hürriyet; “Konuşan fotoğraflar”, “En çok paylaşılan kareler”, Milliyet)
sunulan haberlerin altına yerleştirilen içerik ve görsel ögeler “teşhir”in boyutlarını
ortaya koymaktadır. Her ne kadar çalışmamız büyük bir resmin küçük bir bölümüne
ışık tutsa da, birazcık “cinsellik” ve “teşhir” koklatılmış haberlerin ulaştığı rating
rakamlarının cazibesinin ve ekonomik getirisinin geleneksel gazetecilik değerlerini
hiçe sayan bir anlayışın zaferine yol açtığı sonucunu doğurmaktadır. Ancak bu
anlayışın karşısında uygulamaların ve teşhirden arındırılmış daha sağlıklı bir
habercilik arayışında olanların varlığı da bilinmektedir.
KAYNAKÇA
Aktaş, C. (2007) İnternet‟in Gazeteciliğe Getirdiği Yenilikler, Selçuk İletişim, 5(1).
Berelson, B. (1984) Content Analysis in Communication Researh, Hafner Press,
New York.
Danış,
S.
(2009)
Türkiye‟de
Online
Reklamcılık
Sunumu,
http://www.zapmedya.com/data/sarperdanis_0802_onlinereklamcilik_public.
pdf. [Erişim: 5 Haziran 2009]
Deuze, M. (1999). Journalism and the web: An analysis of skills and standards in an
online environment. Gazette, 61(5), 373–390.
Deuze, M. (2003) The web and its journalisms: considering the consequences of
different types of newsmedia online, New Media&Society, Vol(5)2, pp.203230.
Deuze, M. (2004) What is Multimedia Journalism?, Journalism Studies, Vol:5,
Number 2, pp.139-152.
Dimitrova, D.V. Neznanski, M. (2006) Online Journalismand the War in
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
U. IĢık – K. A. Koz
188
Cyberspace: A Comparison Between U.S. and International Newspapers,
Journal of Computer-Mediated Communication 12 (2006) 248–263 ª 2006
International Communication Association.
Ercan, H.(2005) Türkiye‟deki Gazetelerde Cinsellik, Türk HIV AIDS Dergisi, 8 (2),
s.61.69.
Gürcan, H.İ.(1999) Sanal Gazetecilik, Anadolu Üniversitesi Yayınları: Eskişehir.
Gürcan, H.İ. ve Bekiroğlu, O. (2007) Türkiye‟de İnternet Gazeteciliği Açısından
Yerel Basının Genel Görünümü ve Bölgeler Arası Bir Değerlendirme, Selçuk
İletişim, 5(1), s.22-29.
Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması Sonuçları (2008), Sayı:138,
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=2055, [Erişim: 26 Mayıs
2009]
http://www.alexa.com/topsites/countries/TR
Internet Usage in Europa (2009) http://www.internetworldstats.com/stats4.htm,
[Erişim: 26 Mayıs 2009]
Işık, Umur (2007) Medya Bağımlılığı Teorisi Doğrultusunda İnternet Kullanımının
Etkileri ve İnternet Bağımlılığı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, S.Ü.Sosyal
Bilimler Enstitüsü: Konya.
Kazaz, M.(2007) Geleneksel Habercilikten İnternet Haberciliğine Geçiş Sürecinde
Spor Basını, Selçuk İletişim, 4(4): 220-229.
Newhagen, J. E., & Rafaeli, S. (1996) Why communication researchers should study
the Internet: A dialogue, Journal of Communication, 46, pp.4-13.
Pavlik, J.V. (1997) The Future of Online Journalism: Bonanza or Black Hole?,
Colombia Journalism Review, Jul/Aug 97, Vol.36, Issue 2, p.30.
Pavlik, J.V. (2000) The Impact of Technology on Journalism, Journalism Studies,
Vol:1, Number 2, pp.229-237.
Thurman, Neil (2007) The globalization of journalism online: A transatlantic study
of news websites and their international readers, Journalism, 8(3), pp.285307
Güz 2009, Sayı:29
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
WHAT IS „EMPOWERING‟ AND WHO THE „USERS‟ ARE IN
THE NEW MEDIA
Bora ATAMAN1
ABSTRACT
The battle on the meaning is inseparable from political ideologies. In this paper, therefore,
the notion of ‘empowering for users’ as a common expression in media studies will be
evaluated by focusing on various examples selected from new media applications on the
scope of the liberal ‘media pluralism’ and the radical ‘media imperialism’ theories. As the
flagship of the new media, the Internet is acknowledged as the perfect ‘marketplace of ideas’
in the liberal model, while critical political economists of communication delve into the
complexity of cultural industries and the valorisation processes of cultural objects in the new
media context. Understanding the use and the role of the media is one of the most complex
issues of our time, as they are inextricably intertwined with our everyday lives. However,
warning against a positivistic techno-global millenarianism in the light of the multidimensionality of our social world is a must.
Key Words: New Media, Empowerment, Media Pluralism, Media Imperialism
Yeni Medyada “Kullanıcının Gücü”
ÖZET
Anlam üzerine mücadele politik ideolojilerden ayrı düşünülemez. Makalemizde, bu sebeple,
medya çalışmalarında yaygın bir ifade haline gelmiş ‘kullanıcının gücü’ nosyonu, liberal
‘çoğulcu medya’ ve radikal ‘medya emperyalizmi’ teorileri kapsamında, yeni medya
uygulamalarından seçilen çeşitli örneklerle değerlendirilecektir. Yeni medyanın amiral
gemisi Internet liberal modelde ‘fikirler pazarı’ olarak kabul edilirken, eleştirel gelenekten
olan iletişimin politik ekonomistleri, yeni medyayı, kültür endüstrilerinin kompleks yapıları ve
kültürel objelerin kapitalist ekonomide değer kazanma süreçleri bağlamlarında incelerler.
Günlük hayatımızı bu derece sarıp sarmalaması, medyanın kullanım biçimleri ve rolünü
kavramayı çağımızın en karmaşık konularından biri haline getirmiştir. Ancak toplumsal
hayatımızın çok boyutluluğu ışığında, pozitivist tekno-küresel bir ‘İdeal Çağ’ beklentisine
karşı uyarıda bulunmak bir gerekliliktir.
Anahtar Kelimeler: Yeni Medya, Yetkilendirme/Güçlendirme, Medya Çoğulculuğu, Medya
Emperyalizmi
1
Yardımcı Doçent Doktor, Doğuş Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İletişim Bilimleri Bölümü
İletişim 2003/18
B. Ataman
190
Introduction
Words find their meanings in the dialogic reality of the language, as Bakhtin
manifested (1981). The mutual understanding of minds within their contradictory
social contexts could only be possible through the changing, transforming and living
language. Therefore, words always have different connotations alongside their given
denotations in the reality of everyday life. And as Freire puts (1996),
conscientização (critical consciousness) is only available to those who have the
capacity to name the world through their own words. By naming the world, and in a
sense decoding it, people might begin to transform their oppressive realities for a
better world. Here, there are at least two concepts that are needed to be emphasised
and decoded by considering Freire’s approach and Bakhtin’s proposal of primacy of
context over text, such as ‘empowering’ and ‘users’. However, it should be
mentioned that decoding processes and resulting outcomes are varying in the
dialogic relations of heteroglossia; conflicts between ‘centripetal’ and ‘centrifugal’,
‘official’ and ‘unofficial’ discourses within the language.
In this essay, the notion of ‘empowering for users’ as a common expression
in media studies will be evaluated by focusing on various examples selected from
new media applications on the scope of the liberal ‘media pluralism’ and the radical
‘media imperialism’ theories. Hetoroglossia, in this regard, brings out not only the
different perspectives, but also the clash of antagonistic social and political forces.
Therefore, the concept of the user is dispersed and stratified across theories, but
nevertheless, it would be virtually impossible to locate any of them in the cyberutopia where they can freely float.
In the case of „empowering for users‟: media pluralism vs. media
imperialism
In media and cultural studies, polemical positions can be defined according to
their ideological/political positionings. Thus, it would not be absurd if one tried to
locate the main bases of the conservatives, liberals and democrats within the
longstanding debates about the direct or indirect effects of information and
communication technologies upon our lives or their roles in it. The battle on the
meaning is therefore inseparable from political ideologies. In regard to media studies
and also media policy, it reflects the particular antagonism between the famous
theories of market oriented ‘media pluralism’ and radical ‘media imperialism’
(McQuail, 1992; Fiske, 1989; Mouffe, 2000; McChesney, 2000; Mattelart, 2003).
Güz 2009, Sayı:29
What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media
191
The resulting academic debate is multi-sided and intertwined, even though the
primary subject is the media’s ‘liberating’ role for the users. For instance, as the
flagship of the new media, the Internet is acknowledged as the perfect ‘marketplace
of ideas’ in the liberal model, while critical political economists of communication
delve into the complexity of cultural industries ‘in order to grasp the growing
process by which cultural activities became objects of valorisation by capital’
(Mattelart and Mattelart, 1999: 91).
A salient part of the so-called pluralist view generally carries the American
label (Hall, 1982). For instance, John Fiske (1988), as one of the prominent
representatives of pluralism in media studies, accepts mainstream media,
specifically television, as a generator of polysemic texts. Therefore, messages can be
interpreted in different ways, since programs provide a plurality of meanings which
may find their actual values in social life. Although he stresses that he does not
support the idea of liberal pluralism, he insists upon the flexibility of text and says
‘To be popular, then, television must be both polysemic and flexible’ (1988: 84). In
this notion of pluralism, texts are ‘open’ and readers, audiences or users are able to
extract the dominant view and transform it into something dissident or simply what
they like. In the example of Dallas, he asserts its openness in comparison to a
restaurant menu that allows people to choose whatever they like according to their
socially situated and differentiated tastes. This approach, he argues, is ‘more
productive than seeing the text as a singular determinate, closing down its meanings
and producing a singular dominant ideology’ (Fiske, 1989:27-30).
Thus, this ‘polysemic potential’ is indeed the keyword for most of media
pluralism theories. At the same time, however, this reflexive keyword is also the
Achilles heel of these theories: essentially, it can be argued that, they are in fact in
agreement with the argument of Ericson et al. (1987) that the media (by implication,
both in news and in entertainment) is open and diverse, and ultimately with the
liberal-pluralist view that all is basically right with the media, and consequently with
democracy. The traditional American pluralism has been transferred to new media
studies, resulting in a sort of cyber-utopianism. Negroponte (1995), who sees
empowered people socialising in decentralised, globalised and harmonised digital
neighbourhoods in the near future, is a good example. But Mattelart (2003: 139)
points out: ‘Whom is Negroponte empowering? The individual as a free-floating
unit, sovereign in a free market’. At the same time, Jenkins and Thorburn (2004)
illustrate the slippery ground of this ‘cyberutopianism’ and how this can peacefully
associate with consumerist values. Therefore, an Apple computer could be a
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
192
B. Ataman
commodity but at the same time ‘a tool of liberation directed against an impersonal
Orwellian bureaucracy’ (11). However, the fact has been controversial.
Boyd-Barrett (1998), by conferring to Newman’s work, explains how
Microsoft -arguably a major controller of the Web- is a menacing indication of the
controls on the standards of the Internet. Allegedly, this giant aims to dominate all
levels of software production, distribution and consumption in close liaison with
hardware companies like Intel, entertainment companies like Disney and other
media delivery systems like WebTV Networks. The Java language, once being an
open standard for running software over the Internet, is one example of a standard
under threat from the increasing centralisation of control online.
In their article, Terry Flew and Stephen McElhinney draw attention to the
kinship between the mainstream economists and liberal communication theorists,
who are keen supporters of the combination of new technologies and markets.
Furthermore, they also believe in media globalisation since it ‘promotes
opportunities for shared information, borderless communication and global
commerce’ (2007: 289). Not surprisingly, the free-market conception of society
moves closely with liberal democratic ideas in which the consumer-individual is
greeted as the author of their own history (Mattelart and Mattelart, 1999: 124-125).
Global media, in this regard, is seen as intrinsically effective in the circulation of
liberal democratic ideas, and empowering for citizens or users against corrupt local
authorities.
In neo-liberal ideology, authorities are mostly conceptualised as corrupt and
oppressive powers against consumer-individuals, especially when they try to
interfere or regulate the so-called free market. For more democracy, more justice
and a more balanced society, the proponents of free markets urge that all
information and communication services should be deregulated, decentralised and
abandoned to commerce. However, as McChesney (2000: 119-185) shows in the
example of the commercialisation of the Internet in the US, the government’s
economic and political power is crucial, and nearly always works in favour of
corporate America, but not for the people. In general, as McChesney shows in detail,
the main aim was eliminating democratic process of policy making, in order to save
the private interests of a few from popular interference. Although they never wanted
any public involvement, they have always been eager for public subsidy. Their
aspiration is for maximum profits, but they are not eager to pay for expenses,
especially when there are government subsidies to be exploited. And McChesney
adds, ‘85 percent of research and development in the U.S. electronics industry was
Güz 2009, Sayı:29
What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media
193
subsidized by federal government’ (142). This could also be the explanation of the
historic $100 billion ‘gift’ to US media companies, which originated from publicly
owned electromagnetic spectrum.
Moreover, a large number of facts have shown that commercialised and
globalised media systems, notwithstanding their age, are not necessarily taking
democratic values into account and do not pay attention to any improvement which
could be empowering for users, if they do not have enough amounts of shares in
media conglomerates. The current infrastructure of the electronic and digital media
has significantly muffled the popular ‘electronic democracy’ idea of the mid-1990s.
Schuler (2000: 69) puts it clearly: ‘A decade ago commercial content was barred
from the Internet; now an estimated 90 percent of all Web pages are for financial
gain’. Their hunger is for cash, not for a sophisticated empowered community of
citizens or netizens who might bother valuable business interests. As Mark Poster
(2007:135) points out, ‘Corporations and entrepreneurs want nothing more than to
glean greater profits’. The example of CNN is noteworthy for understanding the
global media attitude towards democracy. As an effect of its advocacy for the Bush
Administration’s militarist politics, CNN received ‘support from Federal
Communications Commission for the takeover of the largest cable TV network
DirecTV’, in return (Flew and McElhinney:292). Despite the fact that they were
once called as one of the harbingers of global democracy, Murdoch’s CNN has been
illustrating such a lubricious attitude towards many subjects worldwide that it is
rather unlikely to be able to keep on carrying this positive reputation.
Mutual support between governments and news corporations are not limited
to one nation or one network. Since becoming a truly global corporation, satisfying
the needs of other authorities such as the anti-democratic Chinese government, is
Phoenix TV’s main goal (a News Corporation joint-venture in China). Therefore, it
would not be prudent to concur with official opinion in China, for instance,
regarding the dissident ‘Falun Gong’ movement which is seen as ‘a dangerous and
apocalyptical cult’(Flew and McElhinney: 292). China’s expanding market has not
only attracted News Corporation: Yahoo was one of the many pioneers of freemarket liberalism entered to this arena. However, its libertarian background had
apparently vanished, probably due to a sharp decrease in stock market prices on the
eve of the new millennium. After defending even the right to sell Nazi memorabilia
in the name of global democracy, Yahoo decided to take a new step. In 2002, the
company – arguably a sign of the decentralised global democracy – became a censor
on behalf of the Chinese government by agreeing to limit access to online content
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
194
B. Ataman
and even inspect, monitor and inhibit the so-called harmful information. In the
‘Article 10’ which belongs to a document called the Public Pledge on SelfDiscipline for the Chinese Internet Industry, Yahoo accepted these assignments
(Lemon, 2002). But there was one more step; having been a successful censor, the
‘tired democrat’ was to advance its position to an intelligence service supplement. In
2005, Yahoo tracked down a Chinese Journalist at the request of the government,
which put him jail for ten years (Goldsmith and Wu, 2006: 10).
Whatever the consequences of market–oriented new media applications as
shown above, most of the theories rooted in cultural studies reiterate their
determination to find the active users in the cyberspace and defend their abilities to
act (Boyd-Barrett, 1998; Rantanen, 2005; Morley, 2006; Dyer-Witheford, 2007;
Rushkoff, 2003; Poster, 2007). In general, after criticising the liberal media’s
pluralism and the radical media’s imperialism schools as being determinist or
essentialist, the current fashion is subsequently striving to reformulate and develop
new perspectives. These studies are, mainly, inspired by the growing use of the
Internet and digital media, and their fascinating potential for a more democratic
world, which leads them in search of conscious individuals, active audiences,
political activists and so forth, who hopefully would take part in the democratisation
of offline as well as online ‘public spheres’.
It is clear that optimists, who are generally evolutionist rather then
revolutionist, never give up believing in the positive interplay between modern
technologies and the individual in the course of time. Although many of them admit
that technology does not have the power to cause any positive/negative change on
human history by itself, their commemorations of Canadian literature professor
Marshall McLuhan sometimes blur that acknowledgment. The most generative
phrases belong to McLuhan (2001) were ‘the medium is the message’, in which
communication technology is considered as the cause of change: first in minds, and
then in society, and the ‘global village’ in which people begin to live, owing to
television. He also invented new concepts to support his deterministic arguments
such as ‘hot medium’ and ‘cold medium’. In this sense, television is cold and unlike
hot ones, like newspapers or books, enables people to participate much more
consciously to the determining process of meaning, as it is not highly filled with
data. Therefore, audiences/users who consume electronic signals of a TV box are
becoming active in a McLuhanian sense, since they should fill the data which is
missing in a cold medium. To some extent, his deterministic media theory
transferred into new media studies.
Güz 2009, Sayı:29
What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media
195
Poster (2007), for instance, argues that new media which elevates activities
as a space may serve to create new types of subjects. Although he points out that the
market and the state colonise new media, and benefit from its instrumentality to
sustain their pre-practices, he believes that the potential of the new media offers new
spaces for counter-politics. As Poster suggests, new media studies concerning
culture should take into account the role of information machines in the process of
mediating people’s symbolic practices. Presumably, the salient importance of these
machines is the way they change people’s time and space perceptions, which also
‘open the field to new spaces of politics’ (139).
Computer-mediated communication fundamentally shifts the registers of
human experience as we have known them in modern society and even as they
have been known through ages. Time and space, body and mind, subject and
object, human and machine are each drastically transformed by practices
carried out on networked computers (Poster, 2007:136).
In line with Poster, Dahlgren (2007) acknowledges the significance of new
technology and networked communication as he explains the characteristics of the
‘alter-globalization movement’ against the neo-liberal hegemony in the process of
globalisation. For him, the Net is not only a source that explicitly contributes
progressive civic culture but also a milieu of newer forms of civic identities. These
identities are formed around Net-based activist organisations, through sharing
information, knowledge and abilities. Their democratic structures are usually in line
with one-to-one architecture of the Internet. Hence, users are encouraged to be
active participants in debates as well as decisions. Dahlgren, like many proponents
of the networked democracy, believes that such practices and gained skills enhance
one’s awareness about being a citizen, and solidifies loyalty to the democratic
system. Web based organizations such as Indymedia, therefore, strengthen the
political participation which is truly empowering for users. Dahlgren, in general,
greets the potentials and opportunities of the new media even though his focus on
radical democracy determines his framework as well as his instrumental approach.
Rushkoff (2003), however, is more close to Poster than Dahlgren in his
conceptualization of the Internet. He announces the electronic renaissance, ‘to be a
rebirth of old ideas in a new context’ and continues:
Predictably, the financial markets and consumer capitalism, the dominant
narratives of our era, were the first to commandeer successfully the
renaissance. But they squandered their story on a pyramid scheme (indeed, the
accelerating force of computers and networks tends to force any story to its
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
B. Ataman
196
logical conclusion) and now the interactive renaissance is once again up for
grabs (Rushkoff, 2003:38-39).
This interactivity means a lot for him. It reduces our dependence on closed
texts, while assisting to create our own narratives together. Rushkoff dwells on
people’s transformation from readers to writers, which in turn might forge a global
society opposite to the free market model of globalisation. This proposed alternative
global society relies on cooperation and organic interchange, instead of rivalry and
monetary exchange. Enriching his own point by evidence from biology, especially
the coral reef example, Rushkoff asserts that compatible activity of the collective
does not have coercive effects on the behaviour of the individual. In fact, he says,
‘the vast series of interconnections between the creatures allows any single one of
them to serve as a ‘remote high leverage point’ influencing the whole’ (48).
Afterwards, he gives the example of amateur footage appearing on television that
shows the cruelty of white cops against a black man, which in turn leads to a fullscale urban rioting in many cities of the US. He greeted this action as the power of
natural self-organization of community. Since individuals do not need to take orders
from a higher authority to become active, it can be argued that a network-enhanced
democracy is not a futuristic project, but a promise of the day. The open source
movement, in this regard, provides an example to foster his argument. Collaborative
behaviours of the developers of open code software confirm the advantages of
togetherness as well as multiplicity of points of views (56-57). According to
Rushkoff, media technology empowers people, who access and discuss how to
change the status quo.
On the other hand, whatever people do, the government and the market can
easily come together whenever they feel significant risks. There are very important
lessons to take from the story of Niklas Zennstrom and his software Kazaa (once the
flagship of the filesharing movement). After so many legal disputes regarding
copyright laws, Kazaa has lost its user base and withered away. Zennstrom,
however, learned a lot, established Skype, sold it to E-bay and made $2.6 billion
(Goldsmith and Wu, 2006: 105-125).
Conclusion
Overall, new media applications which empower ‘potentials’ for the users are
continuing to be highly controversial, according to diverse media theories as well as
political positionings. Supposedly, the questions will remain: what is ‘empowering’
Güz 2009, Sayı:29
What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media
197
and who the ‘users’ are. Identifying the users and interpreting their practices
regarding their interplay with the new media is not an easy task. Understanding the
use and the role of the media is one of the most complex issues of our time, as they
are inextricably intertwined with our everyday lives. Thus, an answer should
embrace the interconnectedness between economic, political, social and
technological factors. In this essay, this multi-dimensionality has been expressed in
accordance with some different perspectives from various media scholars. But at the
same time, it is clear that the author of this essay is not in favour of empowering the
heads of giant media corporations such as Rupert Murdoch, Jerry Yang and Bill
Gates, who have been exploiting all sorts of media owing to the so-called freemarket, although they might also be identified as users.
In this regard, Mattelart’s (2003) warning against the commonplaces of
techno-global millenarianism becomes vital. However, it should not lead us to
underestimate the genuine dissidence of some net-based movements’ anti-capitalist
and anti-global manners; on the contrary they must be welcomed for their active
participatory efforts in the local, national and global arena. Thus, it would not be
reasonable to disavow the positive effect of some massive demonstrations, like the
one in Seattle against the WTO conference in 1999, which encouraged the
opposition camp to organise world forums. Yet, in order to grasp the meaning of the
empowerment in relation to the user, one has to think over the following paragraph,
carefully.
Informational neo-Darwinism must be countered by a new conception of
technological systems, bringing into play the creative forces of science, the
arts and social innovation. This will require reflection on the myriad
interconnections among the modes of social, cultural and educational
mediation through which the uses of digital technology are formed, and which
are the very sources of democratic life. (Mattelart, 2003: 162).
REFERENCES
Bakhtin, M. M. (1981). ‘Discourse in the Novel,’ in M. Holquist (ed) The dialogic
imagination: four essays. Austin: University of Texas Press, pp. 259-422.
Boyd-Barrett, O. (1998). ‘Media imperialism reformulated,’ in Electronic Empires:
Global Media and Local Resistance. London: Arnold, pp. 157-176.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
198
B. Ataman
Dahlgren, P. (2007). ‘Civic Identity and Net Activism: The Frame of Radical
Democracy,’ in L. Dahlgren and E. Siapera (eds.) Radical Democracy and
the Internet. New York: Palgrave Macmillan, pp. 55-72.
Dyer-Witheford, N. (2007). ‘Hegemony or Multitude? Two Versions of Radical
Democracy for the Net,’ in L. Dahlgren and E. Siapera (eds.) Radical
Democracy and the Internet. New York: Palgrave Macmillan, pp. 191-206.
Ericson, R. et al. (1987). Visualizing Deviance: A Study of News Organization.
Toronto: University of Toronto Press.
Fiske, J. (1988). Television Culture. London: Routledge.
Fiske, J. (1989). ‘Popular Television and Commercial Culture: Beyond Political
Economy,’ in G. Burns and R. Thompson (eds.) Television Studies: Textual
Analysis. New York: Praeger, pp. 27-30.
Flew T. and S. McElhinney (2007). ‘Globalization and the Structure of New Media
Industries,’ in L. A. Lievrouw and S. Livingstone (eds). The Handbook of
New Media. London: Sage, pp. 287-306.
Freire, P. (1996). Pedagogy of the Oppressed. London: Penguin.
Goldsmith, J. and T. Wu (2006). Who Controls the Internet? Illusion of a Borderless
World. New York: Oxford University Press.
Hall, S.(1982). ‘The rediscovery of ideology: return of the repressed in media
studies,’ in M. Gurevitch, et al. (eds.) Culture Society and the media.
London: Methuen, pp. 56-90.
Jenkins, H. And D. Thorburn (2004). ‘Introduction,’ in H. Jenkins and D. Thorburn
(eds.) Democracy and New Media. Massachusetts: MIT Press, pp. 1-17.
Lemon, S. (2002). ‘Yahoo Criticized for Curtailing Freedom Online’ at
http://www.pcworld.com/article/103865/yahoo_criticized_for_curtailing_free
dom_online.html (accessed 10 Jan 09).
Mattelart, A. and M. Mattelart (1999). Theories of Communication. London: Sage.
Mattelart, A. (2003). The Information Society. London: Sage.
McChesney, R.W. (2000). Rich Media, Poor Democracy. New York: New Press.
McLuhan, M. (2001). Understanding Media. London: Routledge.
McQuail, D. (1992), Media Performance. Mass Communication and the Public
Interest, London: Sage.
Güz 2009, Sayı:29
What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media
199
Mouffe, C. (2000), The Democratic Paradox, London: Verso.
Morley, D. (2006). ‘Unanswered Questions in Audience Research’. The
Communication Review, 9:2, 101-121.
Negroponte, N. (1995). Being Digital. New York: Vintage.
Rantanen, T. (2005). The Media and Globalization. London: Sage.
Rushkoff, D. (2003). Open Source Democracy. London: Demos.
Schuler, D. (2000). ‘Reports of the Close Relationship between Democracy and the
Internet May Have Been Exaggerated,’ in H. Jenkins and D. Thorburn (eds.)
Democracy and New Media. Massachusetts: MIT Press, pp. 69-84.
Poster, M. (2007). ‘Culture and New Media: A Historical View,’ in L. A. Lievrouw
and S. Livingstone (eds). The Handbook of New Media. London: Sage, pp.
134-.140
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ DERGİ VE
GAZETELERİNDE SPOR VE KADIN (1928-1960)
Funda ŞENOL CANTEK*-Betül YARAR**
ÖZET
Modern sporlar hem benliğin bedensel olarak algılanışının ve kimliğin inşasında bireyler
üzerindeki etkileri açısından hem de nüfus bilgisi ve düzenlemelerine sunduğu katkı açısından
modern yönetimlerin önemli araçlarından biridir. Türkiye’de de modernleşmenin ilk
yıllarından itibaren, modern sporlar modern yönetim biçiminin ve yeni yaşam tarzlarının
gelişimine paralel olarak yaygınlaşmıştır. Ayrıca, pek çok feminist araştırmacının da işaret
ettiği gibi, spor toplumsal cinsiyet normlarının en katı olduğu ve titizlikle işlediği alanlardan
biridir. Bu çalışma, sporu bütün bu yönleriyle irdelemek amacıyla, Türkiye modernleşme
tarihinde spor ve kadın ilişkisinin Erken Cumhuriyet dönemi (1928-1960) basınında nasıl
kurulduğunu analiz etmektedir. Bu doğrultuda önemli bir günlük gazete olan Hürriyet’in spor
sayfaları dışında, dönemin spor dergileri incelenmiştir. Böylece, Cumhuriyet elitinin beden
politikalarının tek partili rejimden çok partili rejime doğru nasıl dönüştüğü bu yayınlarda
spor ve kadın ilişkisi üzerine olan egemen eril söylemler sorgulanarak ortaya konmaya
çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, spor, modernleşme, basın
Women and Sport in the Journals and Newspapers of the Early Republican
Period (1928-1960)
ABSTRACT
Modern sports are important means of modern governments both for their affects on
individuals in constructing their identities and corporeal sense of the self and for their
contribution to the knowledge of and regulating the population in modern societies. From the
early years of modernisation in Turkey too, moder sports have involved and diffused in
parallel to the development of modern forms of government and new ways of life. Besides
that, as many feminist researchers put it, sport is one of the fields in which gender norms
operate more strictly and are tied. In this work, with the aim of exploring sport from these
perspectives, the question how the relation between sport and women was constructed in the
Journals and Newspapers in the Early Republican Period (1928-1960) in modernisation
history of Turkey is investigated. In line with this, in addition to sport pages of a very
important daily newspaper called Hürriyet, sport journals published in the same period are
analysed. Thus, changes in the body politics and gender regimes of the Republican elite from
the period of the single party regime to that of multi party system are tried to be find out by
questioning dominant masculinist discourses on women and sport.
Key Words: Women, sport, modernisation, press
*
Doçent Doktor, G.Ü. İletişim Fakültesi
Doçent Doktor, G.Ü. İletişim Fakültesi
**
İletişim 2003/18
F. Şenol Cantek – B. Yarar
202
Erken Cumhuriyet Dönemi Basınında Spor ve Kadın: 1928-1960
Spor milli kimliklerin inşa edilmesinde ve ulusların modernleşme
serüvenlerinde önemli bir yer tutar. Dolayısıyla spor tarihlerinin incelenmesi, ulus
devletlerin hangi ilkeler etrafında ve hangi politik argümanlarla inşa edildiklerini,
zaman içinde bunların nasıl dönüşüme uğradığını göstermesi bakımından önemlidir.
Türkiye tarihinde beden politikaları ve sporun yeri, geçirdiği dönüşümler, Türkiye
modernleşmesinin niteliği ve özgünlükleri konusunda ipuçları vermektedir.
Atatürk’ün önderliğinde, kurucu seçkinlerin hem özel, hem de kamusal alanı
düzenleme, denetleme ve yeniden üretmeye yönelik politikaları, halktan “vatandaş”a
dönüştürülmeye çalışılan Türk insanının boş zamanını da kapsar. Sporun elit
düzeyde yapılan bir faaliyet biçimi olarak yine devletin denetiminde örgütlenmesi de
bu politikanın uzantısıdır. Resmi söylem alanında, spor kapsamına giren tüm
modern spor faaliyetlerinin iki temel anlamı bulunmaktadır. Birincisi, elit sporlar ve
sporcular* Türkiye’nin uluslararası platformda temsil edilip tanınır hale gelmesini
sağlayacaktır. İkincisi, boş zaman faaliyeti olarak spor veya kitle sporları, yine resmi
söyleme göre sağlıklı, zinde ve estetik olarak gelişkin bireylerin yetişmesine katkıda
bulunacaktır. Kadın bedeninin temsil ettikleri, barındırdığı işaretler sebebiyle, bir
ideolojinin ne olduğuna, nasıl işlediğine dair ipuçları verir. Kemalizm’in
modernleşme ve batılılaşma hamlesinin de kadınların kılık-kıyafetleri, bedensel
aktivitelere katılma biçimleri takip edilerek analiz edilebileceğini söyleyebiliriz.
Sporcu kadınlar, kamusal alanda bedensel pratikleri ile görünür olan bireyler olarak,
bu analiz için en uygun kategoriyi oluşturmaktadırlar.
Bu çalışma, 2006-2009 yılları arasında TÜBİTAK’ın desteği ile yürütülen ve
Cumhuriyet tarihi boyunca kadınların spor aktivitelerine katılımını, bu alanda var
olma mücadelelerini ve bu mücadelenin kimlik kazanmaları sürecinde nasıl etkili
olduğunu saptamaya yönelik daha geniş kapsamlı bir araştırmanın bir bölümüdür.
Araştırma kapsamında incelenen, 1928-1960 arasında yayınlanmış spor
dergileri/gazeteleri ile döneminin çok satan, popüler bir gazetesi olarak Hürriyet’in
spor sayfalarında kadın sporcuların nasıl temsil edildiği ve kadının sporla ilişkisinin
nasıl manipüle edildiği bu çalışmanın temel sorunsalıdır. Söz konusu yayınlarda
kadın sporcuların nasıl sunulduğu izlenerek, Türkiye’nin modernleşme serüveninde
toplumsal cinsiyete ve beden politikalarına ilişkin değişen değerler ve normlar,
kadınların spora katılımı çerçevesinde irdelenmiştir.
*
Elit Sporcu: Örgütlü spora lisanslı olarak katılan ve üstün başarı gösteren sporculara verilen addır.
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
203
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Beden Terbiyesi ve Sporun Serüveni
Türkiye’de de sportif etkinlikler, birçok ülkede olduğu gibi seçkin sınıfların
himayesi ve katılımıyla başlamış ve gelişmiştir. Modernleşme ve batılılaşma
hareketlerinin kaynağı olan Tanzimat dönemi, modern sporlarla tanışmak için de
vesile olmuştur (Bkz. Atabeyoğlu, 1983; Akın, 2004; Fişek, 1980). Öncüleri
erkekler ve varlıklı sınıflar olan modern sporlar, daha ziyade Levanten nüfus
tarafından ülkeye sokulmuş, zamanla Müslüman ailelerin erkek çocukları arasında
popüler olmuşlardır. Okullar, kulüpler ve lokaller aracılığıyla örgütlü hale gelen en
popüler spor dalları, jimnastik, atletizm ve futboldur. Günümüzde de varlığını ve
başarılarını sürdüren birçok kulüp ve okul takımı, Tanzimat’tan sonra imparatorluk
sınırları dahilinde kurulmuştur. Örneğin Beşiktaş Jimnastik Kulübü (1903),
Galatasaray Kulübü (1905), Fenerbahçe Kulübü (1899) gibi.
Galatasaray Kulübü’nün bünyesinden çıkmış olduğu Mekteb-i Sultani’nin
spor alanına getirdiği yeniliklerden biri de, yıl sonunda okuldaki çeşitli beden
terbiyesi faaliyetlerinin halka açık özel gösterilerle sergilenmesidir. Bu tür
gösteriler, halkın modern sporlarla tanışmasını ve bunlara ilgi göstermesini
sağlaması açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Önceleri gayrimüslim
öğrencilerin ilgi gösterdiği dersler, zamanla Müslüman öğrencilerin de katıldığı
faaliyetler haline gelmiştir. Buna katkısı olan öğretmen Faik Efendi basının yoğun
ilgisine mahzar olmuştur. Basında yer alan haberler ayrıca, bu programların
yaygınlaştırılması için bir talebin ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Zamanla jimnastik
derslerinin diğer okullara da yaygınlaştığını gösteren örneklerden biri,
Darülmuallimat’ın 1900 yılında yayımlanan ders kitabında çocuk oyunları ve beden
hareketlerine yer verilmesidir (Akın, 2004: 51).
İmparatorluğun son yıllarında beden terbiyesine yönelik ilgi çekici bir başka
girişim ise Aşiret Mektepleri’nin eğitim programlarında yer alan “ayak talimi”
dersleridir. Doğu’daki aşiretlerin padişaha bağlılıklarını sağlamak ve sürdürmek
için, aşiret mensuplarının çocuklarını eğitme amacıyla 1892’de açılmıştı bu
mektepler. Buralarda ayak talimi derslerini, bekleneceği üzere Selim Sırrı vermiştir.
Selim Sırrı’ya göre bu mekteplere devam eden çocuklar ayak talimi dersleri
sayesinde, vücut sağlıklarına özen göstermeyi öğrenecek ve disiplin altına
alınacaklardır. Aşiret Mektepleri’ndeki derslerle, 19. yüzyılın sonunda beden
terbiyesi ile ilgili faaliyetler ülkenin Doğu’suna kadar ulaşmış görünmektedir. Aynı
dönemde, beden terbiyesiyle ilgili telif ve tercüme kitaplar yayınlanmaya
başlanmıştır. Bu kitaplarda da, beden terbiyesi jimnastikle sınırlı tutulmuş, jimnastik
ise sağlıklı bir yaşamın temel koşulu olarak gösterilmiştir. Telif kitapların
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
F. Şenol Cantek – B. Yarar
204
yazarlarının devlet kademesinde görevli veya önde gelen mekteplerde hoca
olmalarını göz önünde bulundurarak, devletin bu işe ne kadar önem verdiğini
anlamak mümkündür (a.g.e: 52).
Cumhuriyet Döneminde Spor ve Beden Terbiyesi
Fişek, Cumhuriyet dönemi spor yönetimini dört aşamada ele alır:
1. 1922-36 arası Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı dönemi. Bu dönemin
özelliği, Türkiye’nin ilk kez uluslar arası spor müsabakalarına
katılmasıdır.
2. 1936-38 arası Türkiye Spor Kurumu dönemi. Daha ilk kurultayında
CHP’ye yan-örgüt olarak bağlanmış olan kurum, sporun devlet
denetiminde olduğunun resmen kabul edildiğini göstermektedir.
3. 1939-45 arası Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü dönemi. Bu dönemde
beden terbiyesi mükellefiyeti gibi bir uygulama ile II. Dünya Savaşı’nın
yarattığı gerelim, fiziki kültür politikasına yansımıştır.
4. 1946 sonrası Gençlik ve Spor Bakanlığı dönemi. Kitlesel sporlar ve savaş
sporları alanındaki zorunlu uygulamalara son verilmiştir. Spor yönetimi
bugünkü biçimini almaya başlamıştır. (1983: 2180)
Cumhuriyet döneminde sporun devlet denetimi ve gözetimine girdiğini
söyleyebiliriz. Bunun ilk kurumsal göstergesi 1921’de kurulan İdman İttifakı Heyeti Muvakkatesi’dir (Bkz., Akın 2004, Fişek 1983, Atabeyoğlu 1983). Adından da
anlaşılacağı gibi, beden terbiyesi ve spor alanında geçici bir düzenlemeyi hedefleyen
kuruluş İstanbul’daki spor kulüplerinin temsilcilerinden oluşmaktadır. Kurumun
örgütlenmesinde İsviçre Spor Federasyonu örnek alınmıştır. 1922’de kurulan
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) Kurtuluş Savaşı’nın bitimiyle birlikte tüm
spor işlerini kontrol eden tek yetkili organ haline gelmiştir. Genç Türkiye
Cumhuriyeti ilk uluslar arası spor müsabakasına bu ittifakın faaliyette bulunduğu
(1922-1936) dönemde katılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen davet edildiği
ilk olimpiyat oyunu ise 1924’te Paris’te yapılandır. Yeni devletin temsil edilmesi ve
tanıtılmasında uluslararası spor müsabakalarının önemli rolü olacağı inancı İttifak’ın
saygınlığını da arttırmıştır.
TİCİ’nin faaliyette olduğu dönemde, spor alanında futbolun İmparatorluk
döneminden devralınan üstünlüğü bir ölçüde kırılmış, atletizm, güreş, eskrim,
voleybol, tenis, yelken gibi, bir bölümü Türk kültürüne yabancı olan sporların
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
205
saygınlığı ve onlara yapılan yatırım artmıştır. Futbol, benzer bir batılılaşma ve
modernleşme sürecinden geçen Finlandiya’da olduğu gibi Türkiye’de de kitleleri
uyuşturan, sağduyudan ve zarafetten uzaklaştıran, vandal bir spor dalı olarak
görülmüştür. Finlandiya’nın resmi tarih anlatısında büyük saygı gören fikir adamı
Snelman, Fin halkının medenileşmesi için subayların, halka boş vakitlerini nasıl
değerlendireceklerini öğretmelerini öngörür. Ski, kızak, yüksek atlama, yüzme,
dans, müzik v.b. uğraşların karşısına, “bir topu tekmelemeye dayanan futbol”u koyar
ve bu bağımlılıktan uzaklaşılması gerektiğini savunur (Bkz., Şenol Cantek, 2009:
984). Selim Sırrı Tarcan’ın öncülüğünde gelişen jimnastik çalışmaları, tüm sportif
faaliyetlerin temeli olarak öne çıkmıştır. İmparatorluk döneminin askeri
okullarından yetişen ve Tanzimat’la birlikte beden terbiyesi ve spor konusunda
uzmanlaşan Tarcan, Cumhuriyet döneminde de İsveç’e gönderilerek, İsveç
jimnastiğini Türkiye’de, okullarda ve halk arasında benimsetip yaygınlaştırma
misyonunu üstlenmiştir.
Atatürk’ün “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”, sözünü şiar edinen kurucu
seçkinler, Tarcan’ın öncülüğünde spor aracılığıyla sağlıklı, güzel ve zinde bir nesil
yetiştirilmesi için seferber olmuşlardır. Cumhuriyet’in kurucu seçkinlerinden Falih
Rıfkı Atay, Roman adlı kitabında, Cumhuriyet rejiminin beden terbiyesi ile
medeniyet arasında kurduğu ilişkiyi özetlemekte ve bu seferberliğin zorluklarına
gönderme yapmaktadır. Atay’ın atıfta bulunduğu Avrupa başkentleri,
idealleştirilmiş, kusursuz insanlarıyla, beslenme bozukluğundan mustarip ve vücudu
geliştirecek sporlardan habersiz Türk insanına örnek gösterilmektedir:
Tenasüp davasını sokakta kazanalım. Ecişbücüş bir sürü kadın erkek; bohça
gibi karınlar, yağdanlık gibi gerdanlar, paytak bacaklar, soluk yüzler… Bir de
Paris sokağını, Berlin bulvarını, Stokholm caddesini göz önüne getiriniz.
Selim Sırrı, yirmi senedir cüce uzatmağa, kambur yassılamağa çalışıyor
(1964: s. 63).
Foucault’nun (2003) terimleriyle yorumlayacak olursak, spor cumhuriyetin
kurucu seçkinlerinin moral değerlerinin ve kendilik etiğinin inşası sürecine katkıda
bulunan bir unsurdur. Modern sporların başlangıçta üst sınıfların uhdesinde
olmasının temel gerekçelerinden biri, bedenin fiziksel zorlamalar ve kurallarla
terbiye edilmesi ediminin İslam ve Anadolu kültürüyle beslenen geleneksel ahlaka
ters düşmesi, alışıldık bir şey olmamasıyla açıklanabilir. Bunun yanında, yarı çıplak
vücutların izleyicinin bakışına sunulması, rekabetin öne çıkması yine aynı
nedenlerle yadırgatıcı bulunmuştur. İslam dininde beden, ön planda olmaması,
örtülerin ardına saklanması gereken bir “ten kafesi”dir. Arzulayan/arzulanan,
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
206
F. Şenol Cantek – B. Yarar
donanan, teşhir edilen, güzelleştirilen beden, müminleri bu dünyanın hazlarına
sürükleyebilir. Sporun ilk kez Levantenlerin ilgi alanına girmesinin sebeplerinden
biri İslam dininin bedene yaklaşımı olabilir. Modern sporları yapabilmek için gerekli
temel donanımların, yani araç-gereç, eğitmen, kıyafet, mekan ve benzerinin tedarik
edilmesinin önemli ölçüde harcama yapılmasını gerektirmesi de üst sınıfların ve
Levantenlerin bu işte öncü olmasını beraberinde getirmiştir. Geleneğin ve dinin
baskılarından bir ölçüde de olsa kurtulmak, batıya yaklaşmak isteyen varlıklı
Müslüman kesim de beden terbiyesi ve sporun aracılığından faydalanmıştır.
Erken Cumhuriyet döneminde bazı spor branşları üst sınıftan ve/veya
gayrimüslim kadınların rağbet gösterdikleri veya “seçkin spor dalları” olarak
nitelendiği için alt sınıftan kadınları dışlayan branşlardır. Tenis, yüzme, kürek,
eskrim bunlar arasında sayılabilir. 1948 yılında “ümit vaad eden” tenisçiler arasında
Destina, Lilyan, Vivi gibi gayrimüslim kadınların adı geçmektedir örneğin
(Hürriyet, 21 Haziran 1948). 1926’da Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün
kurulması sağlıklı nesiller yetiştirecek öğretmenlerin eğitilmesi için atılmış en
önemli adımlardan biridir. Cumhuriyet elitlerinin Türklüğe iade-i itibar çabaları
doğrultusunda, Otuzlarda ortaya atılan Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi,
yalnızca sosyal hayata damgasını vurmakla kalmamış, spor alanında Türklerin
yüzyıllara dayanan başarıları ve yeteneklerini öne çıkaran bir söylem ortaya
atılmasına neden olmuştur. Türklerin birçok spor dalının yaratıcısı, isim babası
olduğunun iddia edilmesinin yanında, spor kelimesinin bile ilk kez Türkler
tarafından kullanıldığı savunulmuştur (Bkz. Akın, 2004).
Yine bu yıllarda, II. Dünya Savaşı öncesi yükselen Nazizm’in beden
politikalarının Türkiye’ye uyarlanması kararlaştırılmıştır. Bunun için Almanya’dan
beden terbiyesi sisteminin en önemli isimleri Türkiye’ye davet edilmiştir. Bunlardan
bazıları hazırladıkları raporlarla spor ve beden terbiyesi alanında çeşitli
iyileştirmeler önerirlerken, bazıları da tek bir spor dalının ıslahı ve geliştirilmesi için
bizzat çalışmış ya da okullarda eğitmenlik yapmışlardır. O yıllarda Ankara’daki
Gazi Terbiye Enstitüsü Alman hocaların en fazla mesai yaptıkları kurumdur. Davet
edilen Alman hocalar arasında en önemlilerinden biri Carl Diem’dir. Diem’in
raporunda, çocuklar ve gençlerin bedensel eğitimine ağırlık verilmiştir.
Kadın sporcular açısından en hareketli geçen yıl 1936’dır. Gazi Terbiye
Enstitüsü’nün ilk kız öğrencileri kabul etmesinin yanı sıra, Berlin’de yapılan
olimpiyat oyunlarına iki Türk kadın sporcu katılır. İkisi de eskrimcidir: Halet
Çambel ve Suat Aşeni (Tarı). İki kadın sporcu dereceye girememelerine rağmen,
önemli bir deneyim yaşamışlardır. Her ikisi de üst sınıftan ailelere mensup, eğitimli
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
207
kadınlardır. Suat Aşeni’nin babası Ahmet Fetgeri Aşeni Beşiktaş Kulübü’nün ve
TİCİ’nin kurucularındandır. Çambel ise Almanya’da geçirdiği ilk eğitim döneminin
ardından, Türkiye’ye gelerek yüksek eğitim görmüş ve profesörlüğe yükselmiştir.
Hem Çambel hem de Aşeni, o dönem için erkek sporcuların bile zor elde
edebilecekleri bir fırsattan yararlanmış, Robert Kolej’de eğitmenlik yapan Rus
Nadolsky’den eskrim dersi almışlardır. Bu iki örneğin de gösterdiği gibi,
Cumhuriyet’in ilk yıllarında sportif faaliyetlere etkin olarak katılan kadınların bu
alanda varlık gösterebilmeleri, aileleri ve çevrelerinin Cumhuriyet rejimine yakın,
modernleşme düşüncesine bağlı ve refah seviyeleri yüksek olmalarının eseridir.
Halkevleri örgütlenmesi, Cumhuriyet rejiminin yaygın eğitim amaçlı bir
kurumu olarak, spor alanında da faaliyet göstermiştir. İtalyan ve Alman faşist
ideolojilerinin spor ve sağlam vücut konusunda duyarlık gösterdiği 1930-40’lı
yıllarda halkevlerinde beden, ruh ve kafa gelişmesi bir arada düşünülerek
hazırlanmış programlar uygulamaya konmuştur. Bu programlar, mahalli şartlara
uygun spor, eski sporların ihyası, atlı, yaya, bisikletli geziler, uzun bisiklet turları,
dağcılık, yüzme, garplı sporlardan tenis, eskrim ve benzerlerini içermektedir.
Gençlik ve ulusal eğitimin parçası olarak görülen spor ve beden eğitimine karşı ilgi
uyandırılması amaçlandığından, spor şubeleri halkevlerinin en yaygın
şubelerindendir. CHP Halkevleri Öğreneği’nde, “Yurtdaşlara modern sağlık
anlayışının esası olan ev ve oda jimnastiklerini öğretmek ve bunun günlük yaşayışın
en lüzumlu bir aracı olduğuna herkesi inandırmak şuğbenin önemli ödevidir” ibaresi
bulunmaktadır. Spor şubesinin görevi jimnastik hareketlerini “kütle halinde
taptamak”tır (tatbik etmek). Şube ulusal spor bayramları da düzenler. Yurdu tanımak
için gezi ve kamplar düzenlenir. Spor konferansları verir. Milli sporlar desteklenir.
Gençler bisiklet ve motor kullanmaya, yüzmeye teşvik edilir.(aktaran Yeşilkaya,
1999: s. 98-100)
Millet-i Müselleha Söylemi ve Beden Terbiyesi Mükellefiyeti
İmparatorluk döneminde topyekun savaş fikrinin önde gelen savunucusu
Alman kökenli Colmar von der Goltz’dur. Goltz Paşa olarak anılan subay, yalnızca
askerlik pratiği alanında değil, savunma stratejileri alanında da çalışmaktadır.
Goltz’un yazdığı ve Millet-i Müselleha adıyla çevrilen kitap, savaşsız bir dünyanın
hayal olduğunu, artık savaşların tüm vatandaşların katılımıyla ve ülkelerin
kendilerine özgü stratejileriyle kazanılabileceğini savunmaktadır. Bunun için de her
vatandaşın savaş sanatları konusunda temel eğitim almasını öngörmektedir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
F. Şenol Cantek – B. Yarar
208
Goltz’un fikirleri hem İttihatçılar’a hem de Kemalistler’e ilham vermiştir.
Kısa askerlik süresi içinde, savaş sanatı ile ilgili en gerekli bilgilerin kazandırılması
mümkün görünmemektedir. Üstelik “asker ocağı” sadece erkeklerin bir araya
toplanabildiği bir kurumdur. Böyle olunca, farklı yaş gruplarından kadın ve erkekleri
temel askerlik bilgileri konusunda eğitecek yeni bir yapılanmaya gidilmelidir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, askerlik dersleri, 1926’dan itibaren liseler ve öğretmen
okullarının son iki sınıfında, on beş günde bir saat olarak uygulanmaya başlanmıştır.
Ders bitiminde öğrenciler 15 günlük bir kampa gönderilmişlerdir. Bu kamplar izci
kamplarını andırsalar da, onlardan farklı olarak, silah kullanma gibi, askeri bilgilerin
uygulamaya konmasına da yaramıştır (Akın, 2004: 140-141). 1930’ların ortalarından
itibaren, askerlik dersleri okullarda yaygınlaşmaya başlamış ve örneğin Gazi Terbiye
Enstitüsü ve Orta Muallim Mektebi’nin beden terbiyesi şubelerinin bütün sınıflarına
teorik ve uygulamalı askerlik dersleri konmuştur.
Cumhuriyet döneminin başından beri askeri bir yönelim taşıyan fiziki kültür
faaliyetleri, Kıta Avrupa’sı ülkelerinde olduğu gibi, bütünüyle savaşa hazırlık
çalışmalarına indirgenmiştir. 1938’de kabul edilen Beden Terbiyesi Kanunu da bu
süreçte etkili olmuştur. Böylelikle, “Beden Terbiyesi Mükellefiyeti” adı altında yeni
bir uygulama başlatılmıştır. Bu uygulamayı ülke çapında yönlendirmesi için
Tümgeneral Cemil Tahir Taner görevlendirilmiştir. Mükellefiyetin amacı, önce
gençlere sonra da tüm halka temel askerlik becerilerini kazandırmaktır. Beden
terbiyesi mükelleflerine uygulanan çalışma programı askerliğe hazırlık veya askerlik
taklidi olarak değil, ileride askeri faaliyetlerde lazım olacak esnekliği vererek,
gençleri ülke savunmasına hazırlayan bir uygulama olarak nitelenmektedir.
Basında Kadın Sporcular
Modern kadın imgesi ile spor arasında kurulan ilişki, modern değerlerin
kadın bedeninde maddilik kazanmasıyla kurgulanır. Dönemin spor dergilerinde
modern kadınların spora katılımları, batılı kadın sporcular referans gösterilerek
özendirilir. Bunun yanında, dönemin Hollywood yıldızlarının, spora verdikleri
önemi ve formlarını sporla koruduklarını dile getirdikleri röportajları da bu
dergilerin sayfalarında yer alır. Yeni ve modern Türk kadını, kilolarından kurtulmuş,
sağlıklı, gürbüz, hareketli bir kadındır. Sokağa çıkar, sinemaya gider, spor yapar,
vücut bakımını ihmal etmez. Ancak, bunun yanında evinin, ailesinin bakımından da
sorumludur. Evi ve aileyi ihmal ederek, bireysel hazların peşinde koşan kadın
dönemin yaygın yakıştırmasıyla, “tango” diye çağrılacak, tahkir edilecek,
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
209
eleştirilecektir. Cumhuriyet’in ideal kadını artık Satı Kadın, Kara Fatma gibi,
örtülerin altından dünyayı görmeye çalışan, bedenini gizleyen, benliğini ikinci plana
atan kadın olamaz. Onlar Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanlarıdır. Genç
Cumhuriyet’in ideal kadını ise başı açık, modern giyim-kuşam tarzına sahip, çevik,
sağlıklı ve kamusal alanda görünür olan kadındır. İki kadın tipinin tek benzer yönü
iyi ahlaklı ve gerektiğinde fedakarlık yapabilecek, arka planda kalmayı kabullenecek
olmalarıdır.
Türk Spor Dergisi’nde 1931’de yayınlanan bir yazıda, örtülerini atmış,
modern sportmen kadın tipi şöyle tasvir edilmektedir:
(…) Anlaşılıyor ki yeni kadın spor yapacaktır. İşte size, yeni ideal kadına vasıl
olmak için tabiat ve güneşi bol bol yiyip içmekte olan yeni canlı genç kızlar ki
ilk yapılacak şey olarak derhal soyunuyor ve açık havada hemen bir top
oyununa başlıyorlar. Yeni dünya, yeni sporcu kadınındır! (1 İkinci Kanun
1931, “Yeni Kadını Spor Yaratıyor”, Anonim).
Kadınların spora özendirilmeleri sadece estetik ölçütleri geliştirmek
anlamında önemli görülmemektedir. Aynı zamanda, öjenist politikalar
doğrultusunda, sağlıklı kadınlardan üreyecek sağlıklı ve gürbüz bir neslin önemine
inanılmaktadır. Bu nesil, yeni ve genç Türk ırkının ideal temsilcisi olacaktır.
Dönemin İtalyası ve Almanyası’nda uygulanan beden terbiyesi politikalarından
esinlenen bu yaklaşım esas alınarak, sporcu kadınların birden fazla çocuk sahibi
olmaları teşvik edilmiştir. Üst üste savaşlar yaşamış bir toplumdan, sağlıklı, güzel,
ahlaklı ve disiplinli bir genç nesil yetiştirmenin bir aracı olarak (Gürsoy, 1998: 4151) spor yapmak dönemin basını aracılığıyla da telkin edilmiştir.
Sporcu kadının bedeni dolayımıyla cinsiyetçi toplumsal değerler, milliyetçi
söylemle eklemlenerek ete kemiğe bürünürler. Türk Spor Dergisi’nin 1930
tarihindeki bir sayısında bunun bir örneğini görmek mümkündür:
Memleket kadınlığının vücudunu sporla takviye etmesi, ırkımızın eski kudreti
hayatisini bulması için en kestirme yoldur. Çünkü bütün cihanın tasdik ettiği
en büyük hakikatlerden biri de gürbüz çocuğun kuvvetli ve sağlam anneden
doğduğu keyfiyetidir. Bütün Avrupa, bütün dünya bu hakikatin peşindedir. Ve
milletin vücut kabiliyetini en yüksek hadde çıkarmak için sarf ettiği spor
mesaisinde kadınlara da erkekler derecesinde rol ve mevki veriyor. (…)
Yalnız sırası gelmişken burada bir noktaya işaret edelim: (Cinsi latifliğin)
kuvvetli ve sağlam olayım diye zorlu spor müsabakalarile vücudunun
tenasübünü bozarak vücut teşekkülüne sakillik verilmesi doğru mudur?
Fikrimizce kadın hafif sporlar yapmalıdır. (“Kadınlar ve Spor”, Ahmet, Türk
Spor Dergisi, Birinci Kanun 1930).
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
F. Şenol Cantek – B. Yarar
210
Dönemin spor dergilerine genel bir bakış, kadınların en fazla rağbet ettikleri
sporların, yüzme, tenis, kürek, voleybol, eskrim, bisiklet ve atletizm olduğunu
göstermektedir. Su sporları, büyük şehirlerde, özellikle de İstanbul ve İzmir’de
yaşayan, üst sınıftan Müslüman ve gayrimüslim kadınların favorisidir. 1938’de
açılacak olan, İstanbul’daki Moda Deniz Kulübü, hem spor yapılıp hem de
sosyalleşilebilecek, seçkin bir mekan haline gelecektir. Spor dergilerinde yer alan
mayolu, düzgün vücutlu kadın fotoğrafları, Cumhuriyet’in yeni ve seçkin kadınına
işaret eder. Otuzlu yıllarda sadece deniz kenarına kurulmuş şehirlerde değil,
Ankara’da, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Marmara ve Karadeniz havuzlarında
yüzen, güneşlenen neredeyse tümü yabancı kökenli kadınlar spor dergilerinin yanı
sıra gündelik gazetelerin sayfalarını da işgal eder.
Yüzme ve diğer su sporları, dönemin spor yazarları tarafından kadına en
uygun bulunan sporlardır. Çünkü bunlar aynı zamanda, boş zamanı değerlendirme
ve sosyalleşme etkinlikleridir. Ayrıca, deniz kenarında giyilen kıyafetler en çok
kadına yakıştırılmaktadır. Kadınlara uygun bulunmayan sporlar ise mukavemet
koşuları, atlamalar, boks, güreş, futbol gibi dayanıklılık ve sertlik gerektiren, kasları
geliştiren sporlardır. Türk Spor Dergisi, bir adım daha ileri gidip, kadınlara uygun
bulmadığı spor dallarını onlara yasaklamıştır (“Kadınlara Hangi Sporlar Yasak?”,
Anonim, 10 Haziran 1933). Boks yapan, güreşen, futbol oynayan kadın,
saygıdeğerliğini, zarafetini, güzelliğini kaybedecektir. Erkeksileşecek, sertleşecek
hatta iffetini bile yitirecektir. Dönemin spor dergilerinde erkeklerle güreşen,
dövüşen batılı kadınların yer aldığı fotoğrafların altlarına yazılan yazılarda, cinsel
ilişkiye göndermeler vardır. Bir erkekle, özellikle fiziksel temasın daha yoğun
olduğu dövüş sporlarında, mücadeleye girmek, neredeyse onunla cinsel ilişkiye
girmekle eşdeğer görülmektedir.
Türkiye modernleşmesi, özellikle eğitimli, orta sınıf kadınların kamusal ve
özel alandaki bölünmüşlüğünün ve iki alan arasındaki gerilimlerle baş
etme/edememe serüveninin de hikayesidir aynı zamanda. Bu gerilimleri izi,
dönemin spor basınında da sürülebilir. Kadınlar, spor basını aracılığıyla profesyonel
düzeyde değilse bile, rekreatif amaçla spor yapmaya özendirilirlerken, bir yandan da
kadınlık rollerini unutmadan, görevlerini ihmal etmeden, geleneksel değerlere ve
eşlik/annelik vazifelerine sadık kalmaya yönlendirilmektedirler.
Sporda Kurumsallaşma
1936 yılında Türkiye’deki spor yönetimi açısından önemli değişiklikler
yaşanır. TİCİ kendisini fesheder ve yerine Türk Spor Kurumu (TSK) kurulur.
Böylelikle kurumun CHP’yle ilişkisi organik bir bağa dönüşür. Her alanda olduğu
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
211
gibi spor alanında da icra organı gibi hareket eden parti, TSK’nın kuruluşuyla bu
konuda yetkili tek organ olur. TİCİ’nin yerini TSK’nun alması beden terbiyesi
konusunda daha fazla girişimde bulunulmasını ve verimli çalışmalar yapılmasını
sağlamıştır. Spor programları, organizasyonları ve tesisleri TSK döneminde sayıca
artmıştır. Örneğin, ilk uluslararası standartlara uygun stadyum, 15 Aralık 1936’da
Ankara’da, 19 Mayıs Stadyumu adıyla açılmıştır. Bu stadyum açılmadan önce, ilk
19 Mayıs Şenliği, İstanbul Taksim’de 1928’de yapılmıştır. Otuzlu yılların ikinci
yarısı ve Kırklı yıllarda, 19 Mayıs Stadyumu, 19 Mayıs törenlerinde akrobatik
danslar, çember, kurdela, top v.b. eşliğinde gösteriler sergileyen kız öğrencilerin
popüler basında, fotoğraflar eşliğinde sıklıkla yer aldığı yıllardır. Beyaz, kısa
şortları, kolsuz bluzlarıyla koşan, takla atan, dans figürleri yapan genç kızları
izlemek halk kitlesi için alışıldık bir pratik değildir.
1938’de Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü (BTGD) kurulur. Direktörlüğün
başına Tümgeneral Cemil Tahir Taner getirilir. Danışma kurulu üyeleri arasında
Adnan Menderes ve Burhan Felek de vardır. BTGD’nin kurulmasından hemen sonra
mevcut federasyonlar lağvedilir. Yeni federasyonlar kurulur. Bunlar atletizm, futbol,
güreş (boks ve halter), su sporları, bisiklet (motosiklet), atıcılık, dağcılık ve kış
sporlarıdır. Tenis, hentbol, basketbol, voleybol ve diğer branşlar ise tek bir
federasyon şemsiyesi altında toplanır: Sportif Oyunlar Federasyonu. Bu
federasyonlara 1940’da İzcilik Federasyonu da eklenecektir. Federasyonlara kayıtlı
kadın sporcu ise bulunmamaktadır.
Federasyonların organizasyonundaki özensizlik, savaş yıllarında, sporun
ulusal ve uluslar arası boyutta rekabet, oyun ve eğlence olarak algılanmaması, bu
sebeple de elit sporcular yetiştirmeye ve profesyonelliğe önem verilmemesine
bağlanabilir. Onun yerine, tüm toplumun, özellikle de gençlerin fiziksel güçlerinin
ve yeteneklerinin arttırılmasının üzerinde durulması, zamanla kışlada, okullarda,
derneklerde ve benzeri kurumlarda sporu beden terbiyesi ve askerlik pratikleriyle
birleştiren uygulamaların hayata geçirilmesini beraberinde getirecektir. Sağlıklı
nesiller yetiştirme arzusunun bu uygulamaların hedeflerinden olduğunu eklemek
gerekir. Kurucu seçkinlerin söylemlerinde sıkça yer bulan “gürbüz ve yavuz nesil”
imparatorluktan devralındığı iddia edilen soluk benizli, hareketsiz, ürkek neslin
halefi olacaktır. Türk’ün ana vasıflarından olduğu ve potansiyel olarak her Türk
gencinde bulunduğu savunulan cesaret, kararlılık, fiziksel dayanıklılık, sportif
yetenekler ve fedakarlık, savaş sanatına uyarlanarak ülkenin güvenliği ve bekası için
kullanıma hazır hale getirilecektir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
212
F. Şenol Cantek – B. Yarar
Siyasal alanda ağırlaşan milliyetçi yaklaşımın, spor alanında milliyetçi,
militer, hatta yer yer ırkçı söylemlerin güçlenmesi biçimini aldığını görüyoruz. Bu
dönemde sporun ethosunun dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kadınların mutlaka spor
yapmaları gerektiğine dair söylemlerin etkisini kaybettiği, spor basınındaki bu tarzda
yazıların yerini bir sessizliğe bıraktığını da belirtmeliyiz. Özellikle 1930’ların ikinci
yarısında milliyetçi söylemin Batı’da yükselen otoriter rejimlerin de etkisiyle daha
şoven-militer bir tona bürünmeye başladığı da belirtilmelidir. Milliyetçi yaklaşım
çerçevesinde istenen, bireysel sporların ve özellikle jimnastik ya da atletizm
sporlarının kitlesel olarak yaygınlaşması veya en azından eğitim süreci içinde genç
neslin yetişmesinde etkin bir yöntem olarak yaygın biçimde kullanılmasıdır. Bu
anlamda spor, sadece sağlıklı değil, aynı zamanda makine gibi çalışan, disiplinli,
genç asker-yurttaşların yetiştirilmesi içindir. Makine imgesine dönüşen bedenin,
askeri nizam altında işleyişinin temsil edildiği en önemli yer jimnastik ya da idman
şenlikleridir. Burada fetişleştirilen, idealleştirilen ya da kültleştirilen beden, esas
olarak genç erkek bedenidir ve sadece fiziksel değil, ruhsal bir nesne gibi ele alınır.
Bedensel faaliyet, “doğru ruhsal gelişim”in sağlanması içindir ve beden “doğru
karakter”in temsilcisidir. Her ne kadar esas fetiş nesnesi erkek bedeni ise de bütün
bu milliyetçi söylem için kadın bedeni de önemli bir temsil aracıdır. Bu dönemde
kadınlardan sadece spor yapmaları değil, makyajsız ve sade bir tarza bürünmeleri
talep edilmeye başlanır. Bu biraz da seçkin sınıflar arasında yaygınlaşmış olan
“modern kadın” imgesine karşı geliştirilmiş bir tepki olabilir. Spor Postası’nda
yazan Mübeccel Hüsamettin’e göre, modernliğin yarattığı iki farklı kadınlık hali ve
imgesi arasında (modern ve aktif olan karşı) “inkılap”a uygun olan sade, vefakar,
azimli, fedakar ve sporcu Türk genç kızdır. Spor erkekleri kahvehanelerden, kızları
ise sinemalardan ve komşu evlere kapanmaktan kurtaracaktır. Spor yapmak gençliği
“zehirli eğlencelerden” kurtarmanın en önemli aracı olarak tarif edilmektedir (4
Mayıs 1935).
1930’ların sonları ve 1940’lar döneminde yükselen spor dalı atletizmdir.
Atletizm özellikle devletin teşvik ettiği bir sportif faaliyettir. Spor politikaları
açısından bu, daha önce önem verilen jimnastik sporunun yerini atletizme bırakması
anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak kadınların yaptığı spor dalları arasında ilk
sıralarda yerini alır atletizm. Bunun yanı sıra kız okullarında öncelikle voleybol ve
yer yer basketbolun önem kazanmaya başlaması da söz konusu olmuştur. Aynı
dönemde Halkevlerinin Spor Şubeleri’nin faaliyetleri de önem kazanır.
Halkevlerinde genç kızlar için spor faaliyetleri, kır koşuları düzenlenir. Ayrıca,
1940’larda voleybol dalında okullar arası müsabakaların başlaması söz konusu
olmuştur. Ancak bu dalların palazlanıp örgütlü bir biçim alması özellikle özel
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
213
kulüplerde kadın voleybol ve daha sonra basketbol takımlarının oluşturulması,
liglerin gelişmesi ve uluslararası müsabakaların başlaması sonucunda 1950’lerin
sonu ve 1960’lar dönemine rastlar.
1940’ların sonunda mevcut spor dergilerinin pek çoğu kapanır. Bunları
takiben yayın hayatına giren spor dergilerinin ömürlerinin hep kısa olması da dikkat
çekici bir gelişmedir. Basın sektöründe dönemin önemli olayı, Hürriyet Gazetesi’nin
çıkmaya başlamasıdır. Hürriyet, çok satan, renkli bir gazete olmak iddiasıyla yayın
hayatına girer. Popülerlik ve yüksek tiraj arayışı, gazetenin yayın politikasını
magazin ve spor gibi, kitlelere cazip gelen konular üzerine yoğunlaşmaya yöneltir.
1948’de yapılan Londra Olimpiyat Oyunları’na kalabalık bir muhabir ekibi
gönderen ve müsabakalarda Türkiye’nin aldığı başarılı sonuçları, bol görsel
malzeme eşliğinde günü gününe duyuran gazete, rakipleri arasından sıyrılır. Bu
olimpiyat oyunlarına ilk kez bir Türk kadını, atlet Üner Teoman da katılmıştır. İlk
defa bu dönemde futbol ağırlıklı dergiler çıkar. Hürriyet gibi gazetelerin futbola
verdiği önemle de beslenerek, spor basını, bugünkü halini alır. Yani ağırlığını
futbolun oluşturduğu bir içerikle hazırlanan spor sayfalarına sahip ulusal, popüler
gazeteler. Futbol ağırlıklı spor dergilerinin ilk örnekleri arasında 1948-49 yıllarında
çıkan Gol Spor, 1967 yılında çıkan Fotospor sayılabilir. Bunun dışında 1970’lere
kadar doğrudan futbolu çağrıştırmayan başlıklarla çıkan Türkiye Spor Gazetesi,
Spor Aktüalite, Spor gibi dergiler de bulunmaktadır. Bu yeni eğilim ile kadınlara
dönük spor haberlerinin göreli olarak azalması arasında bir ilişki kurulabilir. Spor
basınının giderek futbola odaklanıyor olması, spor dergilerinin okuyucu kitlesi
olarak erkekleri hedeflemeye başladığı izlenimini yaratmaktadır. Daha geniş bir
çerçeveden yorumlayacak olursak basında giderek Cumhuriyet ideolojisinin ve
modernleşmeci yaklaşımın yerini daha ticari ve eril bir bakış açısına bırakmaya
başladığı yorumu getirilebilir. Buna paralel olarak basında okul sporlarına ve farklı
spor dallarına ayrılan yer de azalır. Dolayısıyla kadınların en fazla faaliyet gösterdiği
okul sporlarına spor basını kapılarını yavaş yavaş kapatmaktadır. Tüm bunlara bağlı
olarak spor yapan kadınlarla ilgili haberlerin de azalması söz konusu olmuştur.
Hürriyet’in spor sayfalarında ise 1949’dan itibaren ilginç bir eğilim ortaya çıkar.
Spor haberleri magazin dedikoduları ve Hollywood film yıldızlarının erotik
sayılabilecek fotoğraflarıyla süslenmeye başlar. Hatta, yerli kadın sporcuların
müsabakalar sırasında çekilmiş fotoğrafları yayınlanarak, bu fotoğraflardaki şortlu,
atletli bedenler sergilenmekte, fotoğraf altı yazılardaki ifadelerle de cinsel arzu
yaratılmaya çalışılmaktadır. Bütün bunlar yukarda ileri sürdüğümüz iddiayı
destekleyen gelişmelerdir.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
F. Şenol Cantek – B. Yarar
214
Tek partinin içinden çıkan yeni iktidar ve sporun “halka inmesi”
Ellili yılların en önemli özelliği 1945’te iktidara gelen Demokrat Parti (DP)
ile birlikte tek parti idaresinden çok partili rejime geçişe sahne olmasıdır. DP’nin
lideri ve Başbakan Adnan Menderes’in popülist siyaseti, “halka inmek”, “halka
itibarını iade etmek” gibi iddialar taşımaktadır. Öte yandan, Menderes, yukarıda
sözü edildiği gibi, 1938’de kurulan BTGD’nin danışma kurulu üyesi olması
sıfatıyla, spor konusunda bilgili ve ilgilidir. Bu sebeplerle DP yönetimi kitleleri
cezbeden sporlara özellikle önem vermiştir. Bunların başında futbol gelir. DP
iktidarı döneminde spor devletten önemli ölçüde yardım almıştır. Spor Toto’nun
kurulması ve futbolda profesyonelliğin kabulü, etkileri sonra da hissedilecek önemli
gelişmelerdir. Spor Toto’dan elde edilen gelir, Türkiye’de spor tesislerinin
kurulması için fırsat yaratmıştır. Ellilerin önemli bir diğer gelişmesi de, BTGM’nin
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasıdır (Atabeyoğlu, 1983: s. 2194-2195).
1950’li yıllarda DP’nin genel liberalleşme eğilimi doğrultusunda, spor
alanında da liberal bir politika ve söyleme geri dönüş yapılmış olsa bile, kadınların
spora katılımı açısından asla 1920’lerde ve 1930’ların ilk döneminde görülen
özendirici ve harekete geçirici yaklaşımdan söz edilemez. Buna karşın, 1950’ler
dönemi kadınların örgütlü spora elit sporcu olarak katılımlarının göreli olarak arttığı
bir dönemdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada kadınların kamusal
alanda (zorunluluktan da olsa) daha fazla görünür olmaları, kadının özgürleşmesi ve
eşitlik talepleri üzerine temellenen kadın hareketinin ivme kazanması, kadının her
alanda olduğu gibi, spor alanında da daha aktif hale gelmesini sağlamıştır. Bu
gelişmeler, az çok Türkiye’de de etkisini göstermiştir. Kadınların spor alanına ve
uluslararası spor müsabakalarına katılımı eskisi kadar kurumsal destek görmemişse
de, kadınlar sporla uğraşmaya devam etmişler ve özellikle kulüplerin desteğiyle
faaliyet alanlarını genişletmişlerdir.
Batıda feminizmin yükselişe geçtiği bu dönemde, aynı zamanda kadının
özgürleşmesinin ve haklarının peşine düşmesinin hakim eril düzeni sarsacağı
endişesi ile kadına “asıl görevleri”ni, geleneğin ve dinin dayattığı ahlaka sahip
çıkılması gerektiğini anımsatan bir söylem de paralel olarak yükselişe geçmiştir.
Türkiye’de de bu gelişmeler karşısında duyulan endişe, popüler basından takip
edilebilir. Yüksek tirajlı, popüler bir gazete olan Hürriyet kadının özgürleşmesi
konusunda erkek egemen toplumun içine düştüğü ikilemi yansıtmaktadır. Batı’da
ortaya atılan ve bilimsel kanıtlara dayandırılmaya çalışılan bir iddiaya göre,
kadınların fizyolojik olarak erkeklerden daha güçlü olduğunu belirten bir yazı
Hürriyet’in sayfalarında yer almıştır örneğin (“Erkekler Niçin Kadınlara Gıpta
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
215
Etmeli? Zayıf Cins Kuvvetli Cins Hangisi?”, Hürriyet, 23 Mayıs 1951). Popüler
gazetelerin bir örneği olarak Hürriyet, tiraj arttırmaya yönelik yayın politikası
gereği, bu tür ajitatif ve magazinel nitelikli haberler aracılığıyla, gerçekliği
sorgulanamaz hale gelmiş önyargıları tersyüz edermiş gibi yaparak, okuyucunun
dikkatini çekmeye çalışmaktadır. Nitekim, birkaç ay sonra aynı konuda tam tersi bir
iddiayla ortaya çıkacaktır. Şevket Dilmaç imzalı bu metinde, “Emenasipasyon, yani
kadınların erkekleşmesi hiçbir zaman ve hiçbir veçhile tabii, saf ve yüksek bir
medeniyetin mahsulü değildir, bu ancak bir dejenerelik olur. İçinde bulunduğumuz
yıllarda kadının bağımsızlığı ileri sürülmektedir. Halbuki bu daha ziyade evlilik ve
aile bağlarından sıyrılmaya çığır açan bir hezeyandır” denmektedir ( Hürriyet, 6
Temmuz 1951). Kadın, bedeni ile ilişkisinde yalnız bırakılmak istenmemektedir. Bu
ilişki, erkekler tarafından sınırları çizilen, amaçları/öncelikleri belirlenen, kuralları
koyulan bir ilişkidir. Spor yapan kadınlar için de aynı denetim ve yönlendirme
mekanizması söz konusudur. Kadın sporcuların hangi branşlarda, ne kadar süreyle
çalışılacakları erkekler tarafından tayin edilmektedir. Branşlar, tenis, yüzme,
atletizm gibi “kadına yakıştığı” düşünülen, vücudu deforme etmeyecek branşlardır.
Sportif faaliyetlerden uzaklaşılması ise nişanlılık/evlilik ve/veya çocuk sahibi
olunması sebebiyle olmaktadır. 1950’li yıllarda kadınların spora katılımları ile ilgili
söylem ve kadınların spor alanındaki faaliyetlerini basına yansıtan görüntüler,
Türkiye’de ve Batı’da kadınların toplumsal hayata katılımı konusunda yaşanan
gelişmeleri hem gıpta ile hem de tedirginlikle karşılayan bir “paranoyak” yaklaşım
temelinde kurgulanmıştır. Bu, kadınların sosyal alanda ve spor yaşamında artan
varlıklarına paralel bir gelişme olmakla birlikte, genel olarak egemen söylemdeki bir
kaymanın da varlığına işaret eder görünmektedir.
Kadınların toplumsal yaşama katılımının hem övgüyle hem de tedirginlikle
karşılanmasına paralel olarak, Batı medeniyetinde kadınların toplumsal hayata ve
spor alanına katılımına yaklaşım da çelişkilidir. Bir yandan bu bakımından
Türkiye’nin hep geride kaldığından şikayet edilirken, diğer yandan Batı’da bu
açıdan yaşanan gelişmelerin tedirginlikle izlendiği anlaşılmaktadır. Batı spor
alanında genel olarak örnek gösterilen ve hep gerisinde kaldığımız bir gelişmişlik
çizgisini temsil etmektedir. Örneğin kadınların Batı’da güreş ve futbol gibi annelik
rollerine ve güzelliklerine zarar verebilecek sporlarla uğraşmaya başlamış olmalarını
tedirginlikle aktaran bir yazıya 1953 yılında yine Hürriyet’te rastlanmaktadır (6
Mart, 1953). Sportif faaliyetlerde başarı gösteren kadınların basına daha sık konu
olması yukarıda da belirttiğimiz gibi bu söylemsel kaymanın bir uzantısı olduğu
kadar, sporun örgütlülüğünün ve kadınların spora katılımlarının artmasıyla da
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
F. Şenol Cantek – B. Yarar
216
ilintilidir. 1950’lerde önem sırasına göre voleybol ve basketbol gibi takım
sporlarının giderek canlandığını görüyoruz. Örneğin 1954’te voleybolda ilk kadın
kulüp takımı Fenerbahçe bünyesinde kurulmuştur. Okullar arası müsabakalarda bu
spor branşları eskiye oranla daha da öne çıkmaktadır.
1950’lerin sonlarında kadınları katıldığı spor dallarında başta atletizm ve
voleybol olmak üzere giderek uluslararasılaşma söz konusudur. Bu, kadın
sporcuların başarı veya başarısızlıklarının bir ulusal simge olarak dillendirilmesine
sebep olan bir gelişmedir. Örneğin bu bağlamda Avrupa basınında Türk sporcu
kadınların yer alması veya başarısından bahsedilmesi gurur vesilesi olmaktadır.
1957 yılında Gül Çıray ve Aycan Önel’in İngiltere Atletizm Federasyonunun
kadınlar arası şampiyonasına katılması ve İngiliz basınında Gül Çıray’a yer
verilmesi önemli bir haber olarak yer almaktadır basında.
Bu dönemde, kadın sporcuların kayda değer başarılarından söz edilemez.
Üner Teoman Uysal’ın 1948’deki deneyiminin ardından, 1952 Helsinki ve 1956
Melburn olimpiyat oyunlarına gönderilecek kadın sporcu bulunamaması ilgi
çekicidir. Bunun sebeplerinden biri, daha önceki başarısız iki denemenin hayal
kırıklığı yaratması olabilir. Erken Cumhuriyet döneminde, modernleşme projesi
kapsamında kadınların toplumsal hayatın her alanına katılmalarını teşvik eden
siyasanın Demokrat Parti döneminde değerini kaybetmesi, partinin sözde
liberalliğine rağmen, toplumun her alanına muhafazakarlığın hakim olması da diğer
bir sebep olarak görülebilir.
Sonuç
Ülkemizde modern sporların ortaya çıkışı, modern yönetim zihniyetinin
gelişimi ve modernleşme süreci ile iç içe geçen bir olgudur. Buna göre, modern
sporların tarihi özellikle devletin toplumla kurduğu ilişkilerde yaşanan dönüşümlerin
de izlerini taşır. Sporda modernleşmenin en önemli göstergesi, sporun halkın ve
bireyin bedensel ve ruhsal eğitiminin bir parçası olarak görülmeye başlamasıdır.
Türkiye tarihi çerçevesinde bakıldığında, modern sporların bu iki boyutuyla ilişkili
iki dinamik temelinde geliştiği söylenebilir. Spor yeni seçkinlerin kendileri ve
bedenleriyle kurdukları yeni etiğin ve yaşam tarzının bir parçasıdır. Öte yandan spor
devlet açısından toplumsal bedeni, yani halkın yeni bir düzenleme ile yönetilmesini
mümkün kılan tekniklerden biridir. Bu anlamda nüfus bilimleri, iktisat, tıp gibi pek
çok alanda üretilen bilgi ve siyasalarla ilişki içinde ele alınır. Örneğin erken
Cumhuriyet döneminde yetersiz sayıda ve nitelikte olan nüfusun hem tıbben hem de
Güz 2009, Sayı:29
Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960)
217
ahlaken daha yüksek seciyede yetiştirilmesinin önemli bir aracı olarak görülür spor.
Bu iki dinamikle ilişkili olarak bakıldığında spor cinsiyetsiz bir alan gibi görülebilir.
Belirli sınıftan kadınların dahil olduğu veya belirli bir vatandaşlık görevi olarak
yapılan bir faaliyet olarak spor, kadınların dahil edildiği ve hatta çağırıldığı bir
alandır. Ancak daha derinlemesine incelendiğinde, tıpkı yine erken dönem milliyetçi
seçkinlerin kadına dair egemen söylemlerinde olduğu gibi, spor alanında da,
geleneksel cinsiyet rollerinden uzaklaşması adına cinsiyetsizleştirme politikalarıyla,
yeniden cinsiyetlendirme girişimleri birlikte işler. Kadınlar spor alanında hem yeni
seçkinler olarak var olurlar, hem de milli vazife olarak bu alanda faaliyet göstermeye
çağırılırlar.
Modernleşmeci erkeklerin bir milli görev olarak kadınlara biçtikleri
toplumsal rol, ulusa sağlıklı evlatlar yetiştirecek sağlıklı anneler olmaktır. Spor,
sağlıklı annelerin yetişmesi için en kestirme yoldur. Kadınların spora teşvik edilmesi
için tek parti döneminde, başka birçok alanda da halka rehberlik etmesi beklenen
gazeteler kullanılmıştır. Otuzların ikinci yarısında, dünya konjonktürünün de
etkisiyle, egemen milliyetçi söylem içinde militer tonun ağırlık kazanması söz
konusu olmuştur. Buna bağlı olarak, spor basınında bu yeni anlayışın izlerini sürmek
mümkündür. Parti ile devletin özdeşleşmiş olduğu bu dönemde, spor örgütlenmesi
de partiye bağlanmış ve her vatandaşın spor yapması, beden terbiyesi politikasının
bir parçası olarak zorunluluğa dönüşmüştür.
Kırkların sonuna kadar süren bu durum, Ellilerle değişmeye başlamıştır.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, devlet idaresinin her alanında
gözlenen liberalleşme eğilimi spor örgütlerinin de liberal ilkelere göre yönetilmesini
beraberinde getirir. Siyasal ve örgütsel yaşamdaki bu dönüşümler spor basınında da
yankı bulur. Yirmiler ve Otuzların modernleşmeci zihniyetinin yerini, ticari
mantığın almaya başladığı, dönemin spor basını takip edilerek görülebilir. Futbol
temalı dergilerin çıkmaya başlaması ve ulusal, yüksek tirajlı gazetelerin spor
sayfalarının futbol ağırlıklı olarak hazırlanması kitle sporları aracılığıyla kitlesel bir
ilgi yakalanmaya çalışıldığının da göstergesidir. Ağırlık futbola verilince, henüz
kadınların futbol alanında bir varlık gösteremediği Türkiye’de, kadın sporculara ve
onların faaliyetlerine verilen yer çok azalır. Kadın sporcular ile ilgili haberler,
magazinel boyutu varsa basında yer alır. Özellikle Hürriyet’in spor sayfaları
incelendiğinde, spor basınında magazinelleşmenin bu dönemde, Hürriyet gazetesi ile
başladığı iddia edilebilir.
Sonuç olarak, 1928-1960 arası spor basını incelendiğinde, kadınların kamusal
alana çıkmalarını sağlayan bir faaliyet olarak spora katılımlarının belirli şartlara
bağlandığı, kadının kendi tercihleri, zevkleri, kişisel gelişimi için spor yapmasına
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
F. Şenol Cantek – B. Yarar
218
ihtiyatla yaklaşıldığı görülmektedir. Bir yandan, batılı kadın gibi zarif, zinde ve
özgüvenli kadın idealinden söz edilmekte, diğer yandan, kadının bireyselliğini öne
çıkaran, annelik ve eşlik vazifelerini aksatacağı düşünülen etkinliklere, özellikle de
sportif etkinliklere katılması yerinde bulunmamaktadır. Bu çelişkiler, yaptığımız
analizin de gösterdiği gibi, özellikle eril modernleşme perspektifinin toplumsal
cinsiyete ilişkin normları nasıl eklemlediğine bağlı olarak değişim arzetmektedir.
KAYNAKÇA
Akın, Yiğit (2004), Gürbüz ve Yağız Evlatlar, Erken Cumhuriyet’te Beden Terbiyesi
ve Spor, İletişim Yayınları, İstanbul.
Atabeyoğlu, Cem (1983), “Türkiye’de Sporun Gelişimi”, Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 8-9, İletişim Yayınları, İstanbul.
Atay, Falih Rıfkı (1964), Roman, Varlık Yayınevi, İstanbul.
Fişek, Kurthan (1980), Spor Yönetimi, A.Ü. SBF Yayını, Ankara.
Fişek,
Kurthan (1983), “Türkiye’de Spor”, Cumhuriyet
Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul.
Dönemi
Türkiye
Foucault, Michel (2003), Cinselliğin Tarihi, Çev. H.Tanrıöver, Ayrıntı, İstanbul.
Gürsoy, N. (1998), “Sağlık, gençlik, güzellik”, Üç Kuşak Cumhuriyet, Ed.
U.Tanyeli, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul.
Şenol Cantek, Funda (2009), “Modernizmin Vaad Edilmiş Cennetinin Kapısında İki
Ülke: Finlandiya ve Türkiye”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Dönemler ve Zihniyetler, Cilt 9, İletişim Yayınları, İstanbul.
Yeşilkaya, N. (1999), Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık, İletişim Yayınları, İstanbul.
Süreli Yayınlar
Spor Alemi, 1929
Türk Spor, 1929-1934
Spor Postası, 1934-1937
Yeni Hayat, 1936
Gol Spor, 1937-1941 ve 1948-1949
Beden Terbiyesi ve Spor, 1942-1945
Havacılık ve Spor, 1945-1947
Hürriyet Gazetesi, 1948-1960
Güz 2009, Sayı:29
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi
Bahar 2009, 7(2), 237-
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya
değerlendirmeye alınmamış olmalıdır.
2. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5
satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır.
Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır.
3. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler
eklenmelidir.
4. Çalışmalarda şu sıranın takip edilmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet,
Anahtar Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Yöntem,
Ana Metin, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça.
5. Gönderilen basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında
yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler
makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Yazılı kopyalar hakeme isimsiz gönderileceği
için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer
almalıdır.
6. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir.
7. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında
olmalıdır.
8. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve
“İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek
Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla
gönderilmelidir.
9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler
yapmaları
istenebilir.
Makalenin
düzeltilmeden
yayınlanmasına
veya
yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına
ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme
gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez.
10. Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
11. Yasal ve etik her türlü sorumluluk makale yazarlarına aittir.
Kaynakların Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve
yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine
göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar
İletişim 2003/18
220
için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan
göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kaynakça ve Alıntı Kuralları
Metin içi kaynak örnekleri:
(Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001)
Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23).
Kaynakça örnekleri:
Tek Yazarlı Dergide Makale
Varis, T (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of
Communication, 34(1), s.143-152.
İki Yazarlı Dergide Makale
McCombs, M E ve Shaw D L (1972) The Agenda-Setting Function of Mass Media,
The Public Opinion Quarterly, 36, (2), s.176-187.
Tek Yazarlı Kitap
McQuail, D (1987) Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills,
CA: Sage Pulication Inc.
İki Yazarlı Kitap
Perelman, C ve Olbrechts-Tyteca, L (1971) The New Rhetoric, Notre Dame:
University of Notre Dame Pres.
İkiden Çok Yazarlı Kitap
Lazarsfeld, P F, Berolson, B ve Gaudet, H (1944) The People Choice, London:
Colombia University Press.
Editörlü Kitapta Bölüm
Schramm, W (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme
Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134.
Çeviri Kitap
Mattelart, A ve Mattelart M (1995) İletişim Kuramları Tarihi, M Zıllıoğlu (Çev.),
İstanbul: İletişim.
İnternet
Elçi, O (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile
database, 2 Mayıs 1999)
Mel, H (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs
2005)
Türkiye İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm.
(Erişim: 1 Mart 2002)
Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2

Benzer belgeler