PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Transkript
PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi Güz 2009, Sayı : 29 Autumn 2009, Number: 29 ĠletiĢim 2003/18 G. Ü. Ġ. F. Adına Sahibi Sorumlu Yazı ĠĢleri Müdürü Rıza AYHAN M. Naci BOSTANCI Editör Cengiz ANIK Editör Yardımcıları Umur IġIK AyĢe Gül SONCU Hasan TOPBAġ Yayın Kurulu Zülfikar DAMLAPINAR Sirel GÖLÖNÜ Ç. Murat HAZAR Cem YAġIN DanıĢma Kurulu Suat ANAR Ümit ATABEK Bilal ARIK Burhan AYKAÇ Aysel AZĠZ Hasan BACANLI Hamza ÇAKIR Dilruba ÇATALBAġ Yusuf DEVRAN Ġhsan ERDOĞAN Fatma GEÇĠKLĠ Suat GEZGĠN Nilgün GÜRKAN Metin IġIK Süleman ĠRVAN Ahmet KALENDER KurtuluĢ KAYALI Ersin ÖZARSLAN Serdar ULUKAN Mustafa YAĞBASAN Yeditepe Üniversitesi YaĢar Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Gazi Üniversitesi Arel Üniversitesi Gazi Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi Gazi Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Ġstanbul Üniversitesi Gazi Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Ankara Üniversitesi Gazi Üniversitesi Gazi Üniversitesi Fırat Üniversitesi ISSN: 1302-146x Copyright © Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır Yayın ve Türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir. Yönetim Merkezi ve Adresi: Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832 e-mail: [email protected] Basım yeri: Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara. TÜBĠTAK/ULAKBĠM SBVT tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir. İÇİNDEKİLER ZÜLFİKAR DAMLAPINAR İletişim Bilimini Rousseau‟dan Okumak: „Kötü‟ Yanlarımızın Sonucu mu, „İyi‟ Yanlarımızın Katkısı mı? / 1 Reading Communication Science From Rousseau: Is it the Result of Our „Bad‟ Sides? or the Contribution of Our „Good‟ Sides? DİLEK GÜRKAN Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması / 23 Financial problems of newspaper organizations and a financial analysis practice GÜLCAN IŞIK – ÜLKÜ AYŞE OĞUZHAN BÖREKÇI Siyasetçi-Medya İlişkileri Bağlamında Bir İnceleme: “Deniz Feneri Örneği” / 53 A Survey in the context of Politicians-Media Relations: The Example of Deniz Feneri ABDULKADİR GÖLCÜ Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri / 81 Media and Politics Relation in News Discourse: 29 March 2009 Local Elections MERİH TAŞKAYA 1980‟lerden 2000‟lere Türk Sinemasında Ürün Yerleştirme Uygulamalarında Görülen Nicel Değişim / 103 The Quantitative Changes in Product Placement Practices in Turkish Cinema Since 1980s To 2000s AYHAN BİBER Halkla İlişkiler Çalışmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine İlişkin Bir Değerlendirme / 133 An Analysis of Yesterday, Today and Tomorrow of Public Relations Studies ERDEM TAŞDEMİR Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler / 149 Leaders and Managers in Community Management UMUR IŞIK – KONUR ALP KOZ Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: İnternet Haberciliği Üzerine Bir İnceleme / 167 “Click commerce” based on sexuality: An Analysis on Internet Journalism BORA ATAMAN What is „Empowering‟ and Who The „Users‟ are in The New Media / 189 Yeni Medyada “Kullanıcının Gücü” FUNDA ŞENOL CANTEK - BETÜL YARAR Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) / 201 Women and Sport in the Journals and Newspapers of the Early Republican Period (1928-1960) ‘S U N U ġ’ KAOSTAN DÜZENLĠLĠĞE BĠLĠMSEL SERÜVEN VE ĠLETĠġĠM BĠLĠMĠ „SunuĢ‟a tahsis edilen bu sayfaların „müzakere‟ amacıyla kullanılabileceği tasarlandığı için, bilim, bilim insanı ve hususen iletiĢim bilimi gibi konuları gündeme taĢımaya devam ediyoruz. Metodolojik bir kalıp içermek zorunda olmadığı için akademik kariyer amacıyla kullanılmayacaktır ama, umut edilmektedir ki, bu sayfalar, konu duayeni, çok değerli üsdatlarımızın katkılarıyla, izleyen satırlardaki makaleler kadar önem arz eden bir niteliğe zaman içinde kavuĢacaktır. Bir önceki sayıda da kısmen değinildiği gibi; akademik bir metni metodoloji karakterize etmektedir ama, akademik metni metodoloji değil, kaçınılmaz olarak, metodolojiyi uygulayan „özne‟ ortaya koymaktadır. Bu da bilim insanının deontolojisini gündeme getirmektedir. Demek ki, akademik metnin bilimselliğinin ölçütü; bilim insanının (1) tarafsızlığını, (2) erdemini ve (3) masumiyetini gösteren parametreler olmalıdır. Bununla birlikte, önce bilimin karakterine bakmak gerekmektedir. Yani, Dergi‟mizin bu sayfalarında üç konunun sorunsallaĢtırılması amaçlanmaktadır: Bilimin karakteri, mantığı ve iĢtigal alanı, Bilim insanının karakteri, mantığı ve iĢtigal alanı, ĠletiĢim biliminin karakteri, mantığı ve iĢtigal alanı. Bilimsel Serüven: Kaostan Düzenliliğe Olup biten hemen her Ģey, eninde sonunda -mutlak ya da mümkün- bir „özne‟nin eseri olduğuna göre, „özne‟nin serüveni zorunlu olarak, bilimin serüveni ile örtüĢmektedir. „Özne‟ye iliĢkin en çekici tahkiyeler de hiç kuĢkusuz ki, mitolojik metinlerde dile getirilmektedir. Grek mitolojilerinin birinde, kaostan tanrıça Gaia, yeraltını yöneten Tartaros ve eĢsiz güzellikteki Eros‟un var olduğu öykülenmektedir. Gaia, dağlar ve denizlerle birlikte gökyüzü tanrısı Uranus‟u yaratmıĢ ve daha sonra onunla evlenmiĢtir. Bu evlilikten devler ve ucube kykloplarla birlikte diğer pek çok evlat dünyaya gelmiĢtir. Böylece yağmur, bereket, mevsimler, yıldırımlar, ĢimĢekler, deniz, dağ, ırmak ve doğadaki tüm olaylarla atmosferi yöneten tanrı ve tanrıçaların yanı sıra; sağaltım iĢi ile yükümlü, savaĢ ya da avdan sorumlu, sanattan ya da estetikten anlayan, kehanet üstadı, aĢkı, ölümü, doğumu yaratan pek çok tanrılar ve tanrıçalar var olmuĢtur. KuĢkusuz ki bunlar aynı zamanda, depremleri, volkanları, tufanları, fırtınaları ve pek çok doğal afet ve felaketleri de yöneten öznelerdir. Demek ki olup biten her Ģeyden sorumlu bir özne bulunmaktadır ve onların bazıları bir yandan kaosu, karıĢıklığı, karmaĢayı körüklerken; öte yandan diğer bazıları da düzeni, istikrarı, uyumu, huzuru, sukuneti tesis etmek için çabalamaktadır. Hatta mutlak bir baĢarı elde edememiĢ olsa bile ana tanrıça Gaia‟nın varoluĢ gerekçesi bile, içinden doğduğu kaosu, huzur ve esenliğe dönüĢtürmektir. Babil mitolojilerinin birinde de, tanrı ve tanrıçaların bulanık su ile sisten doğduğu belirtilmektedir. Ea bütün tanrı ve tanrıçaların en akıllısı, güçlüsü, anlayıĢlısı ve en iyi sihir bilenidir. Ea sihir gücü ile diğer tanrı ve tanrıçaları tehdit eden Apsu, Tiamat ve Mumnu‟yu burnundan iple bağlayarak esir eder. Damkina ile evlenir ve en yetenekli tanrı Marduk‟u dünyaya getirir. Bu arada esaretten kurtulan Tiamat, tüm evreni tehdit eder. Marduk imdada yetiĢip onu öldürür; bir yarısından gökyüzünü, diğer yarısından yeryüzünü yaratır, tükrüğünden bulutları yapar, gözlerinden Dicle ile Fırat‟ı akıtır. Geceyi, gündüzü, mevsimleri, tufanları, fırtınaları, su taĢkınlarını bir düzene sokar. Her bir tanrıyı belirli bir iĢten sorumlu tutar. Evrene istikrar ve huzur getirir. Tanrılara isyan edilmesi için herkesi tahrik edip duran Kingu‟yu öldürür, onun kanından tanrılara hizmet etsinler diye insanları yaratır. Babil kentini inĢa ederek, tüm insanlara çobanlık eder. Çin mitolojisine göre, karanlık yumurtanın içindeki evren, baĢlangıçta sadece kaostan ibarettir. Bu kaostan doğan Pangu, yumurtanın hafif kısmını göklere yükselterek Yang‟ı; ağır kısmını aĢağılara iterek Ying‟i var etmiĢtir. Bu ikisini birbirinden ayırmak için uğraĢ verirken yorgun düĢüp ölen Pangu‟nun baĢ, kol ve ayaklarından doğu, batı, güney ve kuzeydeki dağlar; saçları ve kaĢlarından gezegen ve yıldızlar; sol gözünden güneĢ, sağ gözünden ay; etinden toprak, kanından okyanus ve ırmaklar; kemiklerinden kayalar ve kıymetli madenler; nefesinden bulutlar ve rüzgar; sesinden yıldırımlar ve fırtınalar; terinden yağmur ve çiğ; bedenindeki tüylerden ağaç ve diğer bitkiler; derisindeki asalaklardan hayvan ve balıklar teĢekkül etmiĢtir. Tanrıça Nugua bütün bu yaratıklardan hoĢlanmayınca ıslak çamurdan kendine benzeyen varlıklar yapmıĢ ama onlara kendi ejderha kuyruğunu vermemiĢ ve sadece ayak takmıĢ, kendi nefesini üfleyerek onlara hayat vermiĢ ve onların bir kısmının içini ying ögeleriyle, bir kısmının içini yang ögeleriyle doldurmuĢtur. Her toplum hatta topluluğun buna benzer varoluĢ hikayeleri vardır ve hemen hepsinde kaostan bir çıkıĢ serüveni öykülenmektedir. Kaos, Ģu veya bu biçimde tasavvur edilen bir özne tarafından belirli bir sisteme, düzenliliğe, istikrara ve iĢlerliğe kavuĢturulmaktadır. Bu büyülü mitolojik öykülerden bir miktar esinlenmiĢ olsa gerek -nitekim mitoloji, pek çok teĢhis ve hatta tedavinin isim kaynağıdır-, Freud‟den Lacan‟a pek çok anlatıda, kaostan düzenliliğe, bu türden yaradılıĢ momentleri vardır. Spermin hareketleri, yumurtayı bulması, döllemesi, döllenmiĢ yumurtanın rahme asılması tümüyle kaotik, yani hiçbir hesap ve iĢleme, düzen ve istikrara, usül ve güzergaha uygun olmamakla birlikte; doğum esnasında bebeğin feryadının, tuvalet alıĢkanlığı edinmesinin ve özellikle memeden ayrılmasının, mutlaka bir hikmet-i vücudu vardır. Kısacası, teleolojik bir özne marifetiyle kaosun düzenliliğe dönüĢtürülmesi iĢine bilim adının verilmesi çok eski olmasa bile, yapılan iĢin geçmiĢi neredeyse yaĢam kadar eskilere uzanmaktadır. Demek ki günümüzde Ģu veya bu biçimde kimi misyonlar (patolojik olanın bertaraf edilmesi gibi) yüklenmiĢ olan bilim yapma iĢi, öteden beri, kaotik olanın bir özne marifetiyle, belirli bir düzene dönüĢtürülmesi iĢleminden ibaret bir çaba olarak anlatılmıĢtır. Nitekim Heidegger‟e göre, Grekler, logos kavramını tam da, bu anlamda kullanmıĢlardır. Heidegger, “Grek düĢünme tarzı”nı irdelediği bir yazısında* kaosun düzenliliğe dönüĢtürülme iĢine bilim denmesini Ģöyle açıklamaktadır. Ona göre Grekler; söz, söylem, ifade gibi anlamlara geldiği düĢünülen logos tabirini, bu anlamından ziyade; toparlama, bir araya getirme, ilgili olduğu sanılanları seçip ayırma anlamıyla, yani okumanın bir çeĢidi olarak kullanıyorlardı. Özellikle Grek matematikçileri için kavramın anlamı; dağınıklığı, karıĢıklığı, karmaĢayı ortadan kaldırmaktan ibaretti. Çünkü onlara göre her türlü “düzen”in biricik yolu bir araya getirmekti. Söz söylemenin yolu da budur: Özne, yüklem, nesne gibi unsurlar uyumlu bir Ģekilde bir araya getirilip bütünleĢtirilemediği takdirde; söylenen bir sözün “söz” olması, bir anlam taĢıması mümkün değildir. Etkili bir söz söylemek için de bir sözü oluĢturan unsurların çok daha uyumlu bir biçimde bir araya getirilmesi gerekmektedir. Zarf, edat, sıfat değil sadece, çok çeĢitli edebi kullanımların ve söz sanatlarının tümünün meczi ve ahengi; söylenen sözün etkisini, tutarlılığını, inandırıcılığını doğrudan doğruya belirleyen etkenlerdir. Heidegger‟e göre, logos‟ta mündemiç bu anlamı kavramak için; sözü, söz haline getiren ile sözün bizatihi kendisi arasındaki ilintiyi anlamak gerekmektedir: Bunu anlamanın yolu ise Herakleitos ile Parmenides arasındaki müzakereyi bir kez de bu gözle irdelemektedir. Varlık ile söz arasındaki ilintiyi sorgulayan bu müzakereyi kısaca Ģöyle özetleyebiliriz: Herakleitos bilindiği gibi, her Ģeyin zıddı ile kaim olduğunu, varlık aleminin sürekli bir değiĢim ve oluĢum geçirdiğini belirtmektedir. GeliĢim ve ilerlemenin yegane motoru bu devinimdir. Varlıklar sürekli değiĢip yeni „oluĢ‟lar meydana getirdiği için, ona iliĢkin bilgilerimiz de sürekli yenilenmektedir. Tıpkı birbirinin zıddı varlıkların kamil oluĢlara vesile olduğu gibi, onlara iliĢkin edindiğimiz bilgiler de bu oluĢa bağlı olarak tekemmül etmektedir. Dolayısıyla varlıktan (Demokritos ile sınırlandığında maddeden) yansıyan –düĢünülen- bilgi, varlığın „oluĢ‟ları sayesinde, sürekli oluĢumlar geçirerek, daha geçerli ve doğru bilgiler halini alabilmektedir. Parmenides‟e göreyse değiĢim olamaz. Soğuk - sıcak, karanlık - aydınlık gibi zıtlıklar, bizim duyularımızdan kaynaklanan algılara iliĢkin yakıĢtırmalardır. Yani varlığın kendisinde bir zıtlık, değiĢim yoktur. Belirli bir zamanda (mekan ve konjonktürde) duyularımızın algıları bizde belirli bir hisse ve ona uygun bir yakıĢtırmaya neden olurken, aynı varlık, farklı bir zamanda, farklı algılara neden olmaktadır. Burada değiĢen varlık değil, algılarımız ve ona uygun yakıĢtırmalarımız, yani bilgilerimizdir. Eğer öyle olmasaydı, varlık sürekli değiĢiyor, „oluĢ‟uyor olsaydı, ona iliĢkin kesin ve doğru bilgiye asla sahip olamazdık. Hatta bilgi edinme diye bir edim ortaya koyamazdık. ġayet her varlık, her an yeni bir „oluĢ‟la karĢımıza çıkıyor * “Varlık ve Düşünme”, Martin Heidegger, Heidegger. Çeviren ve yayına hazırlayan Ahmet Aydoğan, Say y., Ġstanbul: 2008, s:241-258 olsaydı, „bir varlık‟a da sahip olamazdık, varlık nosyonuna da. Oysa ki düĢündüğümüz bir „Ģey‟ hakkında düĢünebildiğimize göre, yakıĢtırmaya yol açan, yakıĢtırmamız dıĢında bir varlık olmalıdır. Her zaman düĢünebiliyor olduğumuza göre, düĢünülebilen varlığın her zaman olduğu gibi var oluyor olması gerekir. Demek ki değiĢen varlığın kendisi değil, bizim ona iliĢkin düĢüncelerimizdir. Heidegger‟in değerlendirmesine göre; değiĢimin, varlığa iliĢkin düĢüncelerimizin değiĢmesi ile sınırlı olduğu yönündeki Parmenides‟ci bu görüĢe itiraz eden Herakleitos; „çünkü‟ demektedir, „değiĢim içindeki varlığa kulakları tıkalı‟. Sözleri iĢittikleri halde logos‟u kavrayamadıkları için; daha doğrusu, birisi Ģunu, diğeri onu, beriki bunu anladığı; her bir insanın biliĢi, görüĢü kendine has olduğu için; her bir kiĢi kendince bildiği, anladığı için; yani tam da bu dağınıklıktan, karmaĢadan, birbiriyle bir araya getirilmemiĢ bir yığın söylenti ve fehim(doxa)den dolayı; kısacası herkesin kendince benbilirlik taslaması nedeniyle logos kavranamamaktadır. Bu kuruntu, hayatı sadece hayattan, ölümü ölümden ibaret görmektedir. Oysa ki karĢıtlar, ileri geri gidip gelirler ve bu Ģekilde bir araya toplanırlar. KarĢıtların çatıĢması, bu Ģekilde bir araya gelen bir toplanma, tümlenme, bütünlenmedir. Tanımadığına havlayan ve sadece tanıdık gelene kuyruk sallayan köpekler gibi pek çok kiĢi, karĢıtlıkların oluĢturduğu düzeni, harmoniyi, ahengi göremediği için, olup bitenleri (ya da varlığın bizatihi kendisindeki değiĢimi) kavramakta aciz kalırlar. Oysa varlığı iĢitmesini bilen, sözlerini duyan ve onu anladığı için de ona kayıtsız kalmayan ve varlığın kendisine açılıp saçılmasına izin vererek, onunla ilgili tüm bu bilgileri derleyip, toparlayıp, düzenleyen ve hizaya sokan „özne‟ler sadece hakikatin sırrına erecektir ki, bu da bilimi kuran logostur. O gün bu gündür bilimin mantığı bu espri üzerinde kurgulanmaktadır. Bilim; dağınıklığı, kaosu ortadan kaldırmak, düzeni ve istikrarı tesis etmek için vardır. Ayrıca bilim, bu amaca yönelik bilgilerin bilimsel sayılmasını sağlamakla da mükelleftir. Olası ihtilaflar bu Ģekilde ortadan kaldırılmakta ve doğal, sosyal, bireysel intizam ve insicam bu yolla tesis edilmektedir. Bu mantık üzerine konuĢlanan ve böyle bir iĢ ile meĢgul olmayı (bu iĢin zirvesinde Descartes ve Kant‟ın hususen bulunduğunu vurgulayarak) benimseyen bilim bu iĢi de „disiplin‟ kavramı ile tanımlamaktadır. Buna göre belirli bir alanın disipline olması demek, ortalıkta darmadağınık ve muğlak biçimde; söylentiler ve fehimler halinde dolaĢıp duran fikirlerin, sistematik bir bütünlük arz edecek biçimde derlenip toparlanması; kapsam ve sınırlarının apaçık hale getirilmesi demektir. KuĢkusuz ki, tüm bu çabalar, sadece bazı sözlerden ibarettir. Olgusal mütekabiliyeti ne denli yetkin sayılırsa sayılsın; ne denli güçlü, tutarlı, inandırıcı, sahici argümanlara sahip olursa olsun, sadece sözden ibarettir ve esasen bilim etiketini taĢıma ayrıcalığı ve hakkını baĢka türlü olsa onun adına ayet derdik- bu vasfından almaktadır; tıpkı iletiĢimin bizatihi kendisi gibi. Bilimsel Serüvenin Ġki Güzergahı: Ġcat ve KeĢif Pek çok yöntem ve epistemoloji kitabında, bilimsel çalıĢmalar; Türkçe karĢılıkları oldukça tanımlayıcı olan iki kavramla kategorize edilmektedir. Bunlar icat ve keĢiftir. Ġcat, iki bilinen arasında yeni bir iliĢki kurarak, o güne kadar bilinmeyen bir Ģeyi üretmek anlamına gelmektedir. Genellikle aksiyomatik disiplinler için kullanılmaktadır ama artık gündelik hayatımızda kullandığımız pek çok sentetik ürünün yaratılmasında, kamuoyunun da gündeminde uzunca bir süredir yer eden genetiği değiĢtirilmiĢ organizmalarla ilgili disiplinlerde olduğu gibi, icat, hemen her alan için geçerli olabilmektedir. Hatta medyatik dolayımlama ile, var olmayan bir gerçekliğin yaratılmasında ya da boĢ - anlamların anlamlı, önemli hale getirilmesinde olduğu gibi, belki de en fazla bu tür icatlar, sosyal bilim alanları için geçerlidir. Lise mantık kitaplarında yer alan “Ġnsanlar ölür - Sokrat bir insandır - o halde Sokrat da ölür” önermelerinden oluĢan kıyas; bilimsel icatların mahiyetini anlama açısından çök büyük bir önem arz etmektedir. Önemlidir, çünkü ölen Sokrat‟tır. Ġnsanların ölümü olağan, her an gözlemlenen bir gerçektir, tıpkı Sokrat‟ın da olağan bir insan olması gibi. Burada olağan olmayan, bilinmeyen, inanılması imkansız olan, Sokrat gibi ulu bir „özne‟nin ölümü, öldürülmesidir. Grek ve Latin menĢeili düĢünme geleneğinde, Sokrat ve Mesih gibi, Prometheusvari bu tarz “kült ölümler”, tüm hakikatleri (truth) ters yüz eden özel realitelerdir. Bu yüzden icatlar anlamlıdır. Ġki bilinen değiĢken arasında kurulan iliĢkinin sayesinde ortaya konulan bu icat, bilinen iki değiĢken arasında kurulabilecek „en son iliĢki‟ (sanki bir daha asla Sokrat veya Mesih gibi öznelerin ölümü olmayacakmıĢ gibi) sayesinde ortaya konulan bir yenilikmiĢ gibi kabul gördüğü için, icat, “kült bir yenilik”tir. Oysa ki iliĢkiyi ortaya koyan sözel yargılar, daha doğrusu mantıksal örgü ne denli tutarlı olursa olsun, icat ile yapılabilecek en son Ģeyin yapıldığına dair ne denli güçlü bir izlenim bırakılmıĢ olursa olsun, dahası 2+2=4 iliĢkisinde olduğu gibi, hemen her Ģey onun üzerin ne denli bina edilmiĢ olursa olsun; iki bilinen arasında bilinmeyeni ortaya çıkarmak için kurulacak bir iliĢki, hiçbir zaman, kurulabilecek son iliĢki olmayacaktır. TüketilmiĢ iliĢki, olsa olsa, bilimsel çabaların tüketilmesine delil teĢkil edebilir. Oysa ki bilim kendisini, bunun tam tersi ile beslediği için, sonsuz bir enerji kaynağına sahiptir. KeĢif, var olan ama o güne kadar fark edilmemiĢ bir varlığın ortaya konulmasını tanımlamak için kullanılmaktadır. Dipnot gereksiz ama varlık; Amerika kıtası, bir çiçek, bir böcek olabileceği gibi, ondan daha fazla bir kavram, bir simge de olabilmektedir. Nitekim özellikle sosyal bilimlerde; bildiğimizi sandığımız pek çok Ģeyi, aslında yeterince bilmediğimizi anladığımız zaman, bilmemiz gereken ne çok Ģeyin olduğunun farkına varıyoruz. Zira keĢif, bir olayın ya da var olduğuna inandığımız bir olgusal gerçekliğin üzerindeki tozu üflemekten ibarettir. Bu gerçeklik; ya bir baĢkasının oraya bıraktığı toz bulutudur ya da zaman içinde birikmiĢ bir toz bulutu. Her açıklama, yeni bir toz bulutu gibi olay ya da olgusal gerçekliğin üzerine çökmekte, eskisinden daha az veya daha fazla, yeni bir giz perdesiyle anlaĢılması gerekeni anlaĢılmaz hale getirmektedir. Dahası Ģayet açıklama, çok tutarlı ve çok inandırıcı ise, anlaĢılması gerekenin üzerine bu kez bir kabus gibi çökmekte, olay ya da olgusal gerçeklikten ziyade, dile getirilen bu hakikatlere bilim insanları dikkat kesilmektedir ki, bilim iĢinin, kanaatimizce, iflas ettiği tuzak bu Ģekilde kurulmaktadır. ĠletiĢim Bilimi Ġçin Güzergah: Discover ve Revelation Heidegger‟in zaman ve hakikat betimlemesinden esinlenerek, bu bağlamda iki kavram önerilmektedir: Türkçesinin, daha büyük bir itina ile daha sonra seçilmesi gerektiğine inandığımız bu iki kavram, discover ve revelation‟dır. Popüler sözlüklerde cover örtü, örtme, gizleme; discover bulma, ortaya çıkarma, keĢfetme, farkına varma, anlama; veil (birĢeyi) örten ya da gizleyen Ģey, maske, paravana, peçe ile örtme, peçe, yaĢmak, gizleme, saklama; revelation; açığa vurma, ifĢa anlamlarına gelmektedir. Aslında popüler anlamları bile dikkate alınsa, iki kavram da hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Ġcat ile keĢif arasındaki ince çizgi bu iki kavram arasında daha da incelmekle birlikte, bizim için, can alıcı bir nüansa da iĢaret etmektedir. Ne var ki, bize tahsis edilen sayfa sayısını çoktan aĢtık ve bize gösterilen hoĢgörüyü ziyadesiyle istismar ettik. Önümüzdeki sayılarda kanaatimizce bu konuda söylenecek pek çok „söz‟ daha olacaktır. Özellikle iletiĢim bilimi söz konusu olduğunda söylenecek sözler daha da çoğalacaktır. Zira iletiĢim, hem tek bir kiĢinin olabildiğince dağınık ve karmakarıĢık icra ettiği bir etkinliktir hem de mutlaka en az iki varlığın bir araya gelerek uyum, ahenk kurmak zorunda olduğu… ĠletiĢim biliminin diğer hemen her disiplinden daha fazla toparlanmaya ve tümlenmeye ihtiyacı vardır ama aynı zamanda da derlenip toparlandıkça karmaĢıklaĢmaktadır. Zira iletĢimsel etkinlik, tüm hesapları allak bullak eden gökyüzüne yükselen dumandan ya da tüm geometrik ilkelerle dalga geçercesine gökyüzünde gezinen bulutlardan daha kaotiktir. Bu kaosizm, iletiĢim bilimini hem bir “logos”tan ibaret kılmakta hem de “logos” kıskacından kendisini ve baĢka pek çok disiplinin sıyrılması fırsatının yaratılması için umut vaat etmektedir. Belki de sırf bu yüzden iletiĢim fakülteleri bilim ve teknoloji olarak iki bölüm halinde yeniden kurumlaĢmak zorundadır ve bilimle ilgili bölüm, muhakkak, iletiĢim ve medya adı altında ayrıĢtırıldıktan sonra, iletiĢim bilimi, kendine özgü bir bilimsel alan olarak yeniden derlenip toparlanmalı ve düzenlenmelidir. Nitekim 1986‟da, bizzat UNESCO eliyle sektörün geleneksel ve yeni medya diye ayrıĢtırılması gibi, bilim alanında da uygulamaya paralel yeniliklerin bir an evvel kurumlaĢtırılması, iletiĢim disiplini için olduğu kadar, diğer pek çok disiplin açısından da, kanaatimizce elzem görünmektedir. Cengiz ANIK Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- İLETİŞİM BİLİMİNİ ROUSSEAU’DAN OKUMAK: ‘Kötü’ Yanlarımızın Sonucu mu, ‘İyi’ Yanlarımızın Katkısı mı? Zülfikar DAMLAPINAR “Bilim araştırmalarında ne tehlikeler, ne çıkmaz yollar vardır. Gerçeğe ulaşmak için, ondan gelecek iyilikten bin kez daha zararlı nice yanlışlıklardan geçmek gerekiyor!” (Rousseau, 2009a:20) ÖZET İletişim biliminin hangi kaynaklardan doğduğu üzerine felsefi ve tarihsel bir yaklaşım denemesi sunmayı amaçlayan bu çalışma, aynı zamanda iletişim biliminin toplumsal katkısına dair değerlendirmelerde hangi soruların kullanılabileceğine ilişkin bir analiz niteliği de taşımaktadır. Rousseau’nun bilimler ve sanatlara dair sorgulayıcı üslubunu temel alan bir yaklaşımla iletişim biliminin, insan ve toplumsal sistemle nasıl bir ilişkisi bulunduğu ve bilim haline gelişindeki temel etkenler tartışma konusu edilmektedir. İletişimin hakla ilişkiler, reklam, kişilerarası iletişim, kitle iletişimi gibi araç, süreç ve yöntemler dâhilinde bir bilim alanı haline gelmesinin hangi temel dinamiklerle ilişkilendirilebileceği ve bu sürecin iyi ya da kötü yanları veya katkıları üzerine temel tartışmalara dikkat çekilmektedir. Rousseau’nun günümüzde iletişim biliminin bilimsel karakteristiğinde önemli yeri olan kavramlara temel teşkil edecek hatırı sayılır öngörü ve yaklaşımlara sahip olduğu görülmektedir. Diğer yandan iletişim bilimleri ve toplumsal katkılarıyla ilgili olarak bazı soruların üzerinde yeniden odaklanmaya ihtiyaç bulunduğu anlaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: İletişim, bilim, J. J. Rousseau, İletişim biliminin doğuşu ve katkıları READING COMMUNICATION SCIENCE FROM ROUSSEAU: Is it the Result of Our ‘Bad’ Sides? or the Contribution of Our ‘Good’ Sides? “There are numerous dangers and dead-ends in scientific research. To reach the future, one needs to pass through many mistakes which are thousands of times more harmful than the goodness that will come from it!” (Rousseau, 2009a:20) ABSTRACT This study aims to present a philosophical and historical approach on the sources of communication sciences, and analyzes which questions can be used in assessments about the social contributions of communication sciences. With an approach based on the inquisitive style of Rousseau towards sciences and arts, this study discusses the relationship of communication sciences with humans and social systems; and the basic factors in the process of communication becoming a science. The study analyzes the basic dynamics which can be associated with the emergence of communication as a science, within the scope of tools, processes and methods of public relations, advertising, interpersonal communication; and mass communication and draws attention to the basic discussions on the positive or negative sides, or the contributions of this process. It is observed that Rousseau introduced considerable estimations and approaches, which formed the basis of important concepts in the scientific characteristic of communication sciences. Conversely, it is understood that some questions about communication sciences and their social contributions should be re-focused. Key Words: Communication, science, J. J. Rousseau, the emergence and contributions of communication sciences Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Yrd. Doç. Dr. İletişim 2003/18 Z. Damlapınar 2 Giriş Jean-Jacques Rousseau‟yu1, içinde bulunduğumuz şartları ve sorunları “yalansız, dolansız anlamak isteyen hepimizin yeniden ve yeniden okuması gereken bir düşünür” diye tanımlayan Oskay (2002:7,9), yeni bir çağın oluşumundan önce çağımızın birçok sorununu yaşayan ve bunları değerlendirebilen yeni bir insan tipinin ilk örneği olarak konumlandırmaktadır. Bu bakımdan Oskay (2001:8) bir iletişim bilimci olarak yazılarında insanı ve çevresiyle ilişkisini anlamaya çalıştığını belirterek eleştirilerinde Voltaire‟ci bir “tepeden bakma” yerine herkesle birlikte düşünmeye, hayatı herkesle birlikte ele almaya çalışan Rousseau‟cu bir yaklaşımı her zaman tercih ettiğini vurgulamıştır. Dolayısıyla, günümüz iletişim bilimlerinin ana tartışma konularında, temel yaklaşımlarında, araç ya da süreçlerinde Rousseau‟nun hangi katkıları yapmış olabileceği, günümüzü yorumlamada hangi yaklaşımlarının değerlendirilebileceği üzerine bir analiz önemli görülmektedir. Aydınlanma hareketini ve filozoflarını derinden etkilediği kabul edilen Rousseau, “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş midir?” sorusuna cevap aradığı, Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev‟inde, öncelikle bilimlerin çıkış kaynağını tartışarak konuya odaklanır. Ona göre insan bilgileri sanıldığı üzere iyi bir kaynaktan doğmamıştır. Örneğin, astronomi hurafelerden, güzel konuşma sanatı yalandan, geometri cimrilikten, fizik insanın kendini ilgilendirmeyen şeyleri anlama merakından ve hatta ahlâk bile insanın kendini beğenmişliğinden doğmuştur2 (Rousseau, 2009a: 19). Bu dizgenin perspektifinden bakarak iletişim bilimi nasıl bir kaynaktan doğmuştur? ya da iletişim bilimlerindeki gelişmeler toplumsal gelişime katkı sağlamış mıdır? Sorularını da gündemine alan bu çalışma, Rousseau‟nun günümüz iletişim bilimleri alanına yaptığı katkı anlamına gelebilecek kavram ve yaklaşımlarını vurgulamakta, aynı zamanda iletişim biliminin, toplumsal iletişim alanları ve süreçlerindeki katkısını konu edinmektedir. 1 2 Aydınlanma hareketine, modernlik düşüncesine sert eleştirileriyle tanınan ünlü Fransız düşünür, 1712-1778 yılları arasında yaşamıştır. Özellikle, insan doğasına ilişkin çözümlemeleri ve toplumsal sözleşme öğretisiyle ün kazanmış, Kant ve romantik düşünürleri çok derinden etkilemiştir. Rousseau‟nun bütün felsefesi bireycilikle ortaklaşa hayat, atomik ve kişisel benle toplumsal ben arasındaki gerilimi hafifletmeye, ikisi arasında bir ilişki kurmaya çalışmaktadır (Cevizci, 1999:735736). Rousseau çağdaşı düşünürler bir yana bugün dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan Tolstoy‟un kendisini onun öğretilisi olarak ilan ettiği (Lecercle, 2002:34-35) kaydedilmektedir. Benzer şekilde Oskay (1993) önemli bir eğitim görmemiş olmasına karşın (38), Rousseau‟yu döneminin en gelişmiş düşünürü olarak tanımlamaktadır (49). Bilimin doğuşu ve gelişimiyle ilgili diğer ayrıntılar ve yakın dönem tartışmaları için bkz.: (Kuhn, 1995:47,57,72 ve 99; Trigg, 1996:113-115, 198-200, 241 ve 269-271; Forti, 1997) Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 3 Rousseau‟nun bilimler ve sanatların kaynağını iyi ve kötü yanlarımızla ilişkilendirmesine dair yaklaşımının uyarlanabileceği en uygun alanın, iki açıdan, iletişim bilimleri olduğu kabul edilebilir. Birincisi; iletişim bilimi „hem insanlara sigara satmak için hem de onları sigara içmemeye ikna etmek için‟ kullanılabilmesidir (Chaffe ve Berger 2005: 43). Yani iletişim bilimleri insanın hem kötü, hem de iyi yanlarıyla doğrudan ilişkilendirebilecek kullanım biçimlerinin ayrımı tartışmalı boyutlara sahiptir. İkincisi; iletişim biliminin, bilgi bilimsel temellerle birlikte sanat ve estetiği içermesi ve aynı zamanda hakikati, doğruyu, güzeli ve ahlâkı aktarma işlevi (Karagöz, 2006:59) olarak da tanımlanmasıdır. Rousseau‟nun bilimlerin ve sanatların hangi kaynaktan doğduğuna ilişkin kestirme cevabı “kötü” yanlarımız (2009a:19), katkısının ne olduğu konusunda ise ahlâkın bozulması olduğu (2009a:11) konusundaki 3 katı söylemine karşılık, bu çalışma, alt başlığında da yer alan iletişim biliminin “Kötü yanlarımızın bir sonucu mu, iyi yanlarımızın katkısı mı? olduğuna ilişkin soruya verilebilecek ütopyan veya distopyan4 tartışmalı tek bir cevabın izinde değil, aksine yeni soruların üretilmesi için bir tartışma zemini amaçlamaktadır. Burada yer alan soru ya da sorunun içerdiği olgular tam da, Moles‟in (2001: 18) belirttiği gibi özü gereği belirsiz olan olgulardır. Daha açık bir ifadeyle, bu çalışmanın kapsamında yer alan anahtar kavramlar Moles‟in epistemolojik yaklaşımıyla değerlendirildiğinde şu üç bakımdan belirsiz olgu kategorisinde tanımlanabilir: Birincisi açık bir şekilde tanımlanıp öngörülemezlik, ikincisi tam olarak uygun bir ölçme tekniğinin bulunmaması ve üçüncüsü özü itibarıyla belirsiz 3 4 Bu tartışmanın iki asırdan çok öncesine ait olmasına karşın, kendisinden sonraki asırlarda ve günümüzde de devam ettiği gözden uzak tutulamaz. İnsanlar, bilimi sosyal bağlamdan kopuk, genel kaygılarla bağlantısı olmayan bir konuma yerleştirmektedir. Dahası, “bilimsel araştırma değerlerinin insani değerlerle doğrudan çatıştığı”na dair kanaatler, geçen yüzyılın sonunda Amerika Birleşik Devletleri‟nde yapılan bir araştırmada kendisini göstermektedir. Buna göre, Amerikalıların yüzde 89‟u bilimsel ilerlemeyi daha iyi bir hayat için kaçınılmaz olarak değerlendirirken, yüzde 70‟i bilim üzerindeki aşırı yoğunlaşmanın insani sorunların çözümünü “ihmal”e yol açacağına inanmaktadır (Nelkin, 1994:113). Bilim konusuna ihtiyatlı yaklaşımlar 20. yüzyılın önemli muhalif düşünürlerinden Feyerabend‟de de kendisini göstermektedir. Ona göre: “Bilim ne yegâne gelenektir, ne de var olanlar içinde en iyisidir; sadece onun varlığına, fayda ve zararına alışmış olanlar onu böyle görürler” (1999b:295). Ütopyan bakış açısı bilgi, iletişim, teknoloji sayesinde bütün dünyanın birleşeceğini öne süren olumlu yaklaşımları ifade etmektedir (Vural ve Sabuncuoğlu, 2008). Distopyan bakış açısı ise insanın kötülüğüne olabilecek öngörülere ilişkin yaklaşımlara verilen bir ad olarak değerlendirilmektedir. Ancak, her iki bakış açısı da birbirine karşıt kavram olarak kullanılmamaktadır (Vural ve Bakır, 2007). Oskay‟a göre (2001:228-236) ütopya, yazıldığı çağın yaşanan hayatına karşı eleştirel bir karşı çıkıştır. Örneğin Rousseau‟unun Emile‟si gibi. Distopya ise “ütopyaların, „iyi günler‟in ve „iyi insan‟ın geçmişte kaldığını savunanlarına” verilen addır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Z. Damlapınar 4 olmasıdır. Yani, burada tartışma konusu edilen Rousseau‟nun iletişim bilimlerine temel olan kavram ve yaklaşımları ve dolayısıyla alana katkısı, iletişim biliminin doğuşu, kaynakları ve katkılarına ilişkin yapılacak değerlendirmeler, net bir şekilde sınırları belirleyip tanımlama ya da sistematik bir ölçüm tekniğini kullanma şansına sahip değildir. Dahası, “iyi” ve “kötü” yanlar gibi özü gereği belirsiz olgular da içermektedir. Simge, uyaran sistemlerinin üretimini, işleyişini ve etkilerini; bunlarla ilgili olayları açıklayacak genellemeler içeren, test edilebilir, kuramlar geliştirerek anlamaya çalışan bir alan olarak tanımlanan İletişim bilimleri (McQuail, 1998:6) dâhilindeki araştırmalardan elde edilen bilgilerin, epistemolojik açıdan hangisinin bilimsel olduğu/olmadığı hakkında fikir birliğine varılabilmiş değildir (Yaşın, 2006). İletişim alanın bilimsel karakteristiği ve Moles‟in yaklaşımı dikkate alındığında, iletişim bilimcilerin böylesi bir çalışma kapsamında, takip edebileceği en elverişli yöntem, Chaffe ve Berger‟in önerisinde olduğu gibi (2005:52) 5 konuya ilişkin diğer „araştırmalara yol gösterecek yeni fikirler‟ aramaktır 6. 1. Rousseau’nun Bilim, Sanat Anlayışı ve Felsefesi 18. yüzyılda bilim kendisinden çok şey beklenen gerçek ilerlemenin yolu olarak görülüyor hatta doğanın bütün gücünün bu sayede insanlığın emrine girebileceği, insanın bilimsel ilerlemelerle her türlü mutluluğa ulaşabileceği düşünülüyordu. Dönemin siyasi sistemi ise ruhani yaptırımdan uzak, ahlâkının doğmasız kurulması gerekiyordu (Hazard, 1994:15-16). Bu dönem aynı zamanda, toplumsal yaşamın moral yayanlarına ilişkin değerlendirme yapmanın münhasıran kiliseye ait bir yetki veya sorumluluk olduğu ve toplumsal kuramın henüz toplumsal eleştiriler düzeyinde kaldığı bir çağdır (Oskay, 2001:38,49). Kimilerine göre klasik liberal akımın içinde yer alan, kimilerine göre kolektivist düşünce sistemi dolayısıyla Marx‟ın öncüsü sayılan Rousseau (Bayka, 2008:13) kendi döneminde, bilimler ve sanatlara bakışını, Dijon Akademisi‟nin 5 6 Chaffe ve Berger, iletişim bilimcilerin bazı fizik kanunları veya evrim gibi büyük kuramların yokluğundan yakındığını belirterek, Columbia Üniversitesi‟nde Lazarsfeld‟in öncülük ettiği bir grubun iletişim bilimlerinde büyük kuramlar yerine „orta boy kuramlar‟ geliştirmeyi hedeflemeyi ve tekrarlanan çalışmalar yoluyla elde edilecek özgül bulguların ampirik genellemeler halinde biriktirilerek kullanılmasına dair önerisini hatırlatmaktadır. İletişim bilimlerinde, önceden tanınan ve bilinen olay ya da olguların belli bir çerçevede düzenlenmesi, sistematikleştirilmesi sürecinin temel amaçlardan biri olması gerektiği de vurgulanmaktadır (Gökçe, 1993:2). Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 5 1749‟da ortaya attığı “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlâkın düzelmesine yardım etmiş midir?” ödüllü sorusuna cevap olarak yazdığı ve kendisine birinciliği kazandıran Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev (1750) adlı eserinde sarsıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Bundan sonraki bütün eserleri bu eserinde ortaya atılan görüşlerin adeta savunması için yazılmıştır (Rousseau, 2009a:v). Düşünür, İtiraflar‟ında, eserinin doğuşuna vesile olan bu soruyu okur okumaz, “gözlerimde bambaşka bir dünya canlandı ve kendim de başka bir insan oldum.” diye yazmıştır (1991:144). Yine bu eseriyle ilgili olarak “Kalemimden çıkmış olan yazıların muhakeme bakımından en zayıfı, birlik ve ahenk yönünden de en yoksuludur bu. Fakat insanın doğuştan ne kadar istidadı olursa olsun yazı yazma sanatı bir çırpıda öğrenilmiyor” (1991: 146-147) yorumunu yapmıştır. Rousseau‟ya göre insanın kötü tarafları ile bilimler ve sanatlar7 arasında bir ilişki vardır. Bu, doğuşlarındaki kötülük amaçları incelendiğinde daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, haksızlıklar yaşanmasaydı hukuk bir işe yaramazdı, lüks olmasaydı sanatlar ortaya çıkmazdı, zalim hükümdarlar, savaşlar, isyanlar olmasaydı tarihten de bahsedilemezdi. Herkes insan olmanın temel hak ve sorumluluklarını ya da doğal ihtiyaçlarını gözetseydi önemli gibi görünen birçok düşünce değerini yitirirdi (2009a:19-20)8. Bilimler ve sanatlara karşı söylemini fayda zarar perspektifinden yapılandıran Rousseau, erdem, hikmet, iyi niyet gibi değerlerden uzak bir bilim ve sanat anlayışının yükseldikçe ahlâkın bozulduğunu savunmuştur. “Bütün kötülükler, bilim ve sanat değerlerinin yükselmesi ve ahlâk değerlerinin alçalmasıyla insan arasına giren eşitsizlik belâsından değil de neden doğmuştur?” (2009a:28). Dolayısıyla 7 8 Rousseau‟nun yaşadığı 18. Yüzyılda “bilim [science] kelimesi, genellikle, herhangi bir düşünce alanında, düzenli ya da yöntemli bir gözlemler ya da önermeler denetimi anlatma için” kullanılmıştır. Bu yüzyılın sonlarında bilim yöntemsel ve kuramsal serimlemeyi ifade ediyordu. Ancak bundan daha önce, bilim ve sanat kavramları arasında anlamlı, net ve kesin bir ayrım yoktu hatta bu kavramlar birbirlerinin yerine de kullanılabiliyordu. Ayrıntılı bilgi için bkz. (Williams, 2006:335-337). Dolayısıyla Rousseau‟nun cevaplamaya çalıştığı ünlü soruda bilimler ve sanatlar kavramın yan yana kullanılmış olması söz varlığının geçirdiği böyle bir aşamayı da hatırlatmaktadır. Diğer yandan 19. Yüzyılın sonlarına kadar „bilim‟ ve „teknik‟ arasında bir bağımlılık ilişkisi kurulmamıştır. Dolayısıyla modern bilim, o zamana kadar teknik gelişmenin hızlanmasına katkı sağlamamıştır, modernleşmeye dolaylı katkı sağlamıştır (Habermas, 1997a:49). Aslında bilimlerin çıkış kaynağı günümüze kadar büyüden dine kadar birçok kaynakla ilişkilendirilmiştir. Bu açıdan, antropologların önemli ilgilerinden biri bilim ve din arasındaki sınırları belirleme çalışmalarıdır. İlkel bazı kültürlerde büyü, bilim ve din arasında her zaman bir ilişki aranmıştır (Tambiah, 2002:63-74). Durkheim‟e göre (2009:28) bütün bilimler ve felsefe dinden doğmuştur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Z. Damlapınar 6 buradaki tartışma insanın doğasında yer alan iletişim içinde bulunma ihtiyacı değil, iletişim alanın bir bilim haline gelmesiyle ilgili olan süreçtir. Rousseau, kötülüklerin toplumsal hayata geçiş ve uygarlığın doğuşuyla birlikte geliştiği düşüncesinden hareketle insanın doğal yaşama dönmesiyle mevcut sorunların kendiliğinden son bulacağı düşüncesiyle özdeşleştirilse de, artık doğal yaşama dönmenin mümkün olmadığını, toplumsal yaşamın zorunluluk olduğunu da görmektedir (Aslan, 1962:22-23). Yani Rousseau‟da “geriye yönelik” bir bakış açısı söz konusu değildir (Oskay, 1993:43). Bu açıdan çabası insanı toplumun kötülüklerinden kurtaracak bir sistemler bütünü kurmaktır. Bir başka deyişle (Cihan, 2007:335), toplumsallaşmayla ortaya çıkan sorunlar, toplum içinde insanın yeni bir kültür varlığına dönüşmesi ile çözülebilecektir. Rousseau‟nun bilim ve modernizm değerlendirmelerini erken eleştiri olarak yorumlayan bir çalışmada (Mollaer, 2005:63) vurgulandığı gibi onun bilimler ve sanatlara karşı söylemi, bilimin ortaya koyduğu aydınlanma ve ilerleme mitinin „ideolojik aygıt‟ haline getirilmesine karşı bir duruştur. Bilimler ve sanatlara karşı muhalif söylemine karşılık, Rousseau‟nun asıl hedefinde bilim ve sanatlardan çok, üretimini toplumun hizmetine, faydasına sunamayan bilim adamları ve sanatçılar, bunlara hükmedenler, iktidar aracı olarak kullananlar veya kendisine mistik bir yer bulmaya çalışanların olduğunu savunmak daha rasyonel bir değerlendirme olacaktır. Çünkü düşünür birçok yerde gerçek bilgiden, gerçek bilimden ve gerçek felsefeden bahsetmektedir9. Diğer yandan bilim ve sanatlarla uğraşacakların sadece “kendilerinde büyük ustaların izinde yürümek ve onlardan ileri gitmek kudretini bulan sayılı insanlar olması” gerektiğini savunmakta böylece bilimleri önemli bir yere koymaktadır. Ona göre (2009a:33): “Krallar gerçek bilginlere saraylarında şerefli mevkiler versinler; insanlara hikmeti öğretecek olan bu bilginler halkın mutluluğu için çalışmakla layık oldukları en güzel mükâfatı görmüş olsunlar; işte o zaman erdemin, bilimin ve iktidarın soylu bir yarışma hırsı ile gayrete gelerek, insanları mutlu etmek amacıyla birleşip anlaşarak neler yapabileceklerini görürüz. Ama iktidar bir yanda, bilgi ve hikmet diğer yanda kaldıkça, bilginler büyük şeyleri pek az düşünecekler, krallar büyük işleri pek az başaracaklar ve halk yoksul, ahlâksız, mutsuz bir durumda yaşayıp gidecektir”. 9 Hatta Rousseau (2008:33 ) “Gerçeği söyleyeceğim ve gerçeğe uygun bir dille söyleyeceğim” diyerek gerçeğin ifade edilme tarzının da altını çizmektedir. Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 7 Sonuç olarak, Rousseau‟ya göre bilimler ve sanatlar; erdem, ahlâk, hikmetle ortaklaşa hareket etmediğinde bu değerlerin yok olmalarına sebep olmaktadır. Rousseau bilimler ve uğraştığı alanlarla ilgili olarak, insanı yanlış bilince ya da sonuca götürme tehlikesi, gerçeğe ulaşmanın zorluğu, gerçeğin doğru yolla aranması ve elde edilen sonucun iyi niyetle kullanılmasına dikkat çekmektedir (2009a:20): “Bilim araştırmalarında ne tehlikeler, ne çıkmaz yollar vardır. Gerçeğe ulaşmak için, ondan gelecek iyilikten bin kez daha zararlı nice yanlışlıklardan geçmek gerekiyor! Bu işte zararlı olduğumuz ortada: Çünkü yanlış sonsuz biçimlere girebilir; doğru ise yalnız bir türlü olur. Zaten gerçeği gerçekten ve yürekten arayan nerede? En iyi niyetlerle yola çıksak bile, bulduğumuz şeyin doğru olduğundan nasıl emin olabiliriz? Bütün bu karışık duygularımız arasında doğruyu kestirecek olan kriteryum ne olacak? İşimiz rast gidip sonunda gerçeği bulsak bile onu iyiye kullanmasını bilecek miyiz? İşte işin en güç tarafı budur.” Bilimlerin toplumsal fayda üzerine hizmet etmesi gerekliliği fikri Rousseau‟dan bir asır sonra özellikle toplumbilimleri açısından Durkheim (18581917) tarafından da vurgulanmıştır: “Eğer toplumbilim insanların özgürlük, eşitlik ve gönencine hizmet etmezse, bir dakikalık bir inceleme zahmetine bile değmez; toplumbilimin toplum düzeninin oluşumuna yapabileceği katkılar engellenmemelidir.” Uygarlığı oluşturan öğeler arasında sadece bilim ahlâki değerleri ön plana çıkarmaktadır. Bu da bilgiyle aydınlanmış toplumsal bilinç alanının genişlemesiyle mümkündür. Bilimin toplumsal yaşamdaki önemi de böylece giderek yükselecektir (2006:17). Bu açıdan özünde, bilginin değerine inanan, bilgiyi yücelten Rousseau, özellikle “İnsanların sahip oldukları bilgiler içinde en fazla yararlı ve en az ilerlemiş olanı, insan hakkındaki bilgi” olduğu düşüncesindedir (2002:75). Ona göre, “İnsanların eylemlerini doğru biçimde değerlendirmek için onları bütün ilişkileri içinde ele almak gerekir, bu da bize hiç öğretilmeyen bir şeydir.” (2007:56). Bilginin de bilimlerde olduğu gibi insan hakkında, insan için bir değer olarak konumlandırılması gerektiği fikrini “Doğrunun, iyinin ve güzelin ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz: Ne sofistler, ne şairler, ne hatipler, ne sanatçılar, ne de ben” ifadesiyle savunan Rousseau, bilginin, tartışmasız, şüphesiz veya kesin olamayacağı inancını vurgulamaktadır. Bu yaklaşım tarzı özellikle eleştirdiği sofistler ve diğerleri hakkında “Bir şey bilmedikleri halde her şeyi bildiklerini sanıyorlar; bense bir şey İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Z. Damlapınar 8 bilmemekle beraber hiç olmazsa bilmediğimden şüphe etmiyorum” (2009a:15)10 şeklindeki eleştirisi ile Sokrates ve Descartes felsefesini hatırlatmaktadır. Rousseau bilgi ve ön yargı arasındaki sürece de işaret ederek, var olan ya da edinilmiş bilgilerin bilim ya da uygarlık adı altında kutsallaştırılarak kesin inanca dönüştürülmesine karşıdır. Ona göre (2009b:13), “Tüm bilgilerimiz kölece önyargılara bağlılıktan ibaret; tüm alışkanlıklarımız yalnızca bağımlılık, sıkıntı ve baskı. Uygar insan kölelik içinde doğar, yaşar ve ölür.” Bilim ve felsefeyi ayrı ayrı konumlandıran Rousseau, gerçek bilginlerin ayrımı yapıldığı gibi, gerçek filozofların da ayrımını yapar: “Gerçek felsefe filozof adını taşıyanların hepsinde bulunsaydı, bizim aramızda yaşamak ne tatlı bir şey olurdu!” şeklindeki ümitsiz beklentisini (2009a:9) Seneca‟nın, “Aramızda bilginler yetişmeye başlayalı, iyi insanlar ortadan kayboldu.” (Rousseau, 2009a:16) yorumuyla desteklemektedir. Bu tartışmaların devamında toplum, felsefe ve bilgi ilişkisini şöyle özetlemektedir (Rousseau, 2008:73) : “Toplumun yararı için filozofların çalışmalarının dağılımını iyi yapmaları gerekir: birçok kitap ve tartışmadan sonra çürütülmüş olmaları gerekir, sanki bunların hiçbirini yaratmamışlardır, hiç biri olmamıştır. Şunu da kabul etmek gerekir ki o zaman hiçbir şey bilemezdik; ama, sonuçta iyi niyetle gerçeği öğrenmiş olurduk ve gerçeğin araştırılması bağlamında hatadan cahilliğe kadar giderek katedilmesi gereken bütün yolu gerçekten almış olurduk.” Bu ilkenin aksine bir felsefe Rousseau‟ya göre insanları çevresinden soyutlar, sosyal gerçekliğe karşı duyarsız hale getirir (2002:113). Bu görüşünü Emile‟de, “Bilgin olmaksızın insan olabiliriz” (2009b:407) şeklinde açıklayan Rousseau; filozof, felsefe ve gerçek ilişkisini ve felsefeden elde edilecek faydayı veciz bir şekilde tanımlamaktadır: “Biz gerçeğin saklandığı kuyunun duvarlarına asılıp ölmek için mi yaratıldık?” (2009a:20). 2. Rousseau’da İletişim Düşüncesinin Temelleri Rousseau kendi çağında, günümüz iletişim bilimlerinin temel kavramları açısından önemli bir temel atmıştır. Bunlar arasında özellikle dil, yazı, konuşma, kişilerarası iletişim, dönemin kitle iletişim teknolojisi matbaa, kamuoyu, reklam ve halkla ilişkiler ve daha birçoğu sayılabilir. Düşünürün iletişim bilimlerine katkıları 10 Rousseau belki de bunun için “Çağdaşlarımın rehberi olmaya niyetim yok, yollarından sapanları gördükçe onları uyarmakla yetiniyorum ve insanları yönlendirmeye çalışanlar olmadıkça ben de onları kendi düşüncelerimle yormak istemiyorum.” (Rousseau, 2008:73) savunmasını yapmaktadır. Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 9 hiç şüphesiz, söz konusu kavramlar ve yaklaşımlarıyla sınırlandırılamaz. Buradaki çalışma kapsamında Rousseau‟nun sembolik örnek olarak seçilmiş bazılarına yer verilmiştir. Elbette iletişim bilimlerine katkılara ilişkin yapılacak özgül bir çalışma bu konuda daha ayrıntılı verilere ulaşmayı sağlayabilecektir. İletişim bilimlerinin kaçınılmaz olarak odağında yer alan dil konusunda Rousseau özellikle Dillerin Kökeni Üstüne Deneme adlı eseriyle önemli bir temel atmıştır. Rousseau bu eserine, iletişim bilimi üzerine yapılan hemen bütün tanımlarda ortaklaşa kullanılan “düşüncelerin paylaşımı”, konusuna “düşüncelerimizi iletmenin çeşitli yolları üstüne” başlıklı bölümle tartışmaya başlar. Ona göre “Bir insan başka biri tarafından hisseden, düşünen ve kendisine benzeyen bir varlık olarak tanıdığı anda ona kendi hislerini ve düşüncelerini iletme arzusu ya da gereksinimi, bunun araçlarını aramaya yöneltir” (2007:1). Yazıyı konuşmadan ayıran Rousseau‟ya göre (2007:20-22) yazı dili sınırlandıran, değiştiren bir araçtır. Yani yazı, dilin kelimelerini değil, “düşünme biçimini” değiştirir, böylece anlatımın yerine kesinliği koyar 11. Konuşma duyguların, yazı ise düşüncelerin anlatım aracıdır. Bu, halen yapısalcı yaklaşımlar açısından devam eden önemli bir tartışma konusudur. Rousseau‟da, günümüz kişilerarası iletişim alanının ana tartışmalarından empati kavramının temellerine de rastlanmaktadır. Düşünürün “Kendimizi acımaya nasıl yöneltiriz? Kendimizi kendi dışımıza taşıyarak, acı çeken varlıkla kendimizi özdeşleştirerek. Onun acı çektiğine hükmettiğimiz ölçüde acı çekeriz; kendimizde değil onda acı çekeriz” şeklindeki analizi (2007:36), empati kavramının gelişimi için önemli görülmektedir. Rousseau empati kavramını kullanmaksızın, aynı eserinin ilerleyen bölümlerinde tespitlerini şöyle açıklar: “Kendimizi başkalarının yerine koyduğumuzda her zaman kendimizi değiştirerek o yere koyarız, onların olması gerektiği şekilde değil. Onları akılla yargıladığımızı sanarken de onların önyargılarıyla kendimizinkini karşılaştırmaktan başka bir şey yapmayız” (2007:56). Matbaanın icadını da değerlendiren Rousseau basım tekniğine karşı olmamasına karşın hangi eserlerin basıldığı, yani tekniğin hangi amaçla kullanıldığına ilişkin bir sorgulama yaklaşımına sahiptir. Düşünür, matbaa aracılığı ile şiddetle karşı çıktığı Hobbes ve Spinoza gibi yazarların tehlikeli düşünce ve hayallerinin ölümsüzleştirildiği ve bunun insanlığın gelişimi için bir kazanım değil kayıp olduğu fikrini savunmaktadır (2009a:30-31). 11 Konu hakkında ayrıntılı değerlendirmeler, yaklaşımlar ve karşılaştırmalar için bkz (Ong, 1995) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Z. Damlapınar 10 Rousseau‟ya göre (2009a:8) insani ihtiyaçların krallığını bilimler ve sanatlar güçlendirmektedir. Bu düşünce günümüz reklam bilimi/sanatı/sektörü açısından esas tartışma konularından birini özetlemektedir. İnsanın “davranış ve eylemlerini” kalıba sokan sanata karşı olduğunu vurgulayan Rousseau (2009a:9) iletişim yöntemi olarak reklam üzerine tartışmalara temel olduğu değerlendirilebilecek yaklaşımını şöyle özetlemektedir (2008:71): “Gereksinmelerimiz iki çeşittir: yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli maddi gereksinmeler ve genellikle lüks alanına girdiği söylenebilecek zevk, gösteriş ve rahat yaşamla ilgili gereksinmeler. Bu ikinci tür gereksinmeler uzun süren deneyimler ve alışkanlıklar sonucu bunların keyfini çıkarma alışkanlığına dönüştüğünde ve yapmamız da bu alışkanlığa göre oluşmaya başladığında gerçek gereksinmeler olur” Rousseau modern halkla ilişkiler uygulamacılarının ısrarla üzerinde durduğu bir iletişim boyutuna da temel olacak yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Düşünüre göre “halka halkın diliyle” değil de kendi dilleriyle iletişim kuran „bilge kişiler‟ amaçlarına ulaşamayacaktır. Aynı şekilde, kuvvete ya da akla dayanmayan iktidarların zora başvurmadan halkı yönlendirebilecek, inandırmadan kandırabilecek başka araçlar bulmak zorunda kalacağını; ancak halka istediğini kabul ettirmek için bayağı çareler üretilmesinin geçici bağ oluşturacak bir „göz boyama‟ olacağından güçlü bağların akıl ve bilgelikle oluşturulması gerektiğini ifade etmektedir. Dahası, düşünür bir mimarın yapacağı büyük bir bina için zemin çalışması yapması gibi, akla ve bilime dayanan kanun koyucunun da kanunları kaleme almadan önce halk için uygun olup olmadığının kapsamlı bir şekilde araştırılması gerektiğini belirtmektedir (1997:56-59). Düşünür Emile‟de (1762), yönetim açısından da benzer bir yaklaşımla, yönetim yapısının bütün aşamalarıyla halk üzerinde yaptığı etkiler bakımından incelenmediği takdirde, “yönetim çarkıyla” ve “yöneticilerin bozuk diliyle” sahte bir hal alacağı görüşünü savunmaktadır (2009b:699). Rousseau‟nun bu yaklaşımları halkla ilişkiler sürecine doğrudan bir atıf olarak değerlendirilmektedir. Devlet-toplum veya yöneten-yönetilen ilişkisi bağlamında dile getirdiği, “Yönetim sadece halkın yararı için çalışırsa özgürlüğe kesinlikle zarar vermez; çünkü genel iradeyi uygulamaktan başka bir şey yapmaz ve sadece bu yönetimin iradesine boyun eğen biri kesinlikle köle olduğunu söyleyemez” şeklindeki yaklaşımı (Rousseau, 2008:43), günümüz halkla ilişkilerinin temel politikalarından biri olarak kabul görmektedir. Yönetimin halkın yararına çalışma ilkesi bir yana Rousseau, halkın nasıl mutlu olacağı sorusundan hareketle önce mutlu olmayanların Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 11 durumunun incelenmesini önerir (Rousseau, 2008:68-69). Düşünür Toplum Sözleşmesi‟nde (1762)12 yöneten-yönetilen ilişkisi açısından iktidar gücünün „halkın sevgisi‟nden elde edildiğinde en büyük güç olacağını ancak bunun “kararsız ve şarta bağlı” olduğunu vurgulamaktadır (1997:99). İletişim bilimlerinin önemli inceleme konularından biri olan kamuoyu Rousseau‟nun tanıttığı kavramlardan biridir. Eserlerinde, kamu yararından, genel iradeye, genel oy, gibi yakın kavramlara da sıklıkla atıf yaptığı görülmektedir. Daha o dönemde Rousseau genel iradenin her zaman doğru olduğu ve kamu yararına yöneltildiğini ön görmektedir. Buna karşın düşünür, halkın kararlarının daima isabetli olduğu sonucunun çıkarılamayacağını, halkın hiçbir zaman bozulamasa da “aldatılabileceğini” yazmıştır. Düşünürün, genel iradenin ya da oy‟un birey sayısıyla ölçülemeyeceği, bireylerin birleşmesiyle meydana gelen bütünün dikkate alınması gerektiğine dair açıklamaları (1997:36-37) kamuoyu süreci açısından algılanmalıdır13. Gerçekten de, kamuoyu [l’opinion publique] kavramını ilk defa yazan Rousseau‟dur14. 3. İletişim Biliminin Rousseau’cu Yorumu: Kaynaklar, İyi/Kötü Katkılar İletişim alanının bilimsel oluşum sürecine iletişim teknolojilerindeki gelişim öncülük etmiştir (Aziz, 2006:10). Yani iletişimin bilimsel gelişim süreci toplumsal uygulama alanlarının genişlemesi, hız kazanması ve alana dair belirli önemli 12 13 14 Rousseau‟nun diğer eserleri bir yana sadece Toplum Sözleşmesi, onun iletişim kavramına bakış açısını önemli bir şekilde hissettirmektedir. Bu eserinde, insanın varoluş sürecinden başlayıp toplumla, devletle, iktidarla ve bu unsurların da birbirleriyle olan iletişimi hakkında önemli analiz ve tespitlerde bulunmuştur. Bu açıdan Toplum Sözleşmesi‟ yerine düşünürün aynı adlı eserine belki başka bir başlığı “Kamusal İletişim” olarak düşünmek yanlış olmayacaktır. Rousseau‟nun siyasal süreçte genel iradenin hiçbir zaman temsil olunamayacağı, başkasına devir ya da teslim edilemeyeceğine dair yaklaşımları da (1997:135) bu paralelde değerlendirilmelidir. Çünkü bireylerin tartışmalı bir soruna dair ne düşünecekleri, nasıl düşünecekleri ve hangi kanaatlere sahip olacakları kararının devredilmesi mümkün değildir. Rousseau‟nun “iç dünyasına yolculuğu”nu anlattığı kabul edilen anı ve roman arasında bir dille kaleme aldığı Yalnız Gezenin Düşleri adlı eserinde de „genel irade‟, „genel kanı‟ gibi kavramların çoğunlukla kamuoyu karşılığı ile dilimize tercüme edildiği anlaşılmaktadır (Rousseau, 2005:148, vd.). Montaigne‟nin 1588‟de yayınlanan Denemeler‟inde kavramın çoğul kullanıldığı bilinmektedir. Ancak Rousseau‟nun eserleri üzerine içerik analizi ile yapılan bir araştırmaya göre bu kavramı 16 ayrı yerde kullandığı tespit edilmiştir (Noelle-Neumann, 1998: 293 ve 102-103). Aynı şekilde, Habermas (1997b:182-200) da kamuoyu kavramının gelişiminde Rousseau‟nun katkıları vurgulamaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 12 Z. Damlapınar etkilerin ve en önemlisi belirli sorun ya da problemlerin ortaya çıkması ile olgunlaşmaya başlamıştır. Benzer bir yaklaşımla, iletişim biliminde akademik gelişmelerin hız kazanarak iletişim fakültelerinin yaygınlaşmasını; dergi, kitap gibi yayınlarda önemli artış görülmesini Mutlu (1995:15-16) dört temel nedene bağlamaktadır: Birincisi; İletişim teknolojilerindeki köklü yeniliklerin olup bitenler hakkındaki zihinsel tasavvuru değiştirebilme gücüne sahip olması. İkincisi; yaşadığımız dün ile bugün arasındaki farklılığın temelinde özellikle televizyon ve buna bağlı teknolojilerin aranması. Üçüncüsü; iletişim alanının her türlü entelektüel tartışmacıya açık bir yapısının bulunması. Dördüncüsü; akademik iş hayatında arz ve talep dengesindeki sorunlu dönüşüm. Tarihsel süreç açısından emekleme dönemleri ya da ilk adımlarını atmaya başladığı evreler incelendiğinde iletişim biliminin, insanlığın şimdiye kadar gördüğü en büyük iki savaşta önemli bir gelişim çizgisi izlediğini ortaya koymaktadır. Birinci Dünya Savaşı‟nda gazeteciler, yazarlar, halkla ilişkiler ve reklam alanında çalışanlar, akademisyenler etkin biçimde görev almış ve medya sosyolojisini savaş sürecinde kullanılan kurumlarda öğrenmişlerdir (Mattelart, 2001:65). İletişim araştırmalarında en önemli patlamanın yaşandığı dönem İkinci Dünya Savaşıdır. İletişim alanının iletişim bilimiyle kuşatılması gerektiği görüşünde birleşen özellikle Hovland, Lazarsfeld, Berelson, Klapper, Katz, Lowenthal, Herzog, Coleman gibi bilim adamlarının kitle iletişim araçları ve ikna üzerine yaptığı araştırmalar bu bilimin kök atmaya başladığı dönem olarak gösterilmektedir (Lazar, 2001:22-24). 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren enformasyonun yerini şebekelerin aldığı iletişim çağı başlamış ve böylece “düşüncenin manipülasyonu” kurumsallaşmıştır (Barbier ve Lavenir, 2001:385-386; Mattelart ve Mattelart, 1998:11). Bu açıdan, iletişim çalışmaları ve araştırmalarına bilimsel yönelim özellikle kitle iletişim araçlarının ve dolayısıyla etkilerinin fark edilmeye başlaması; kitle toplumu, kitle kültürü gibi „sorunlar‟ın kavramsallaştırılması sonucu ortaya çıkmıştır (Mutlu, 1995:21). Halkla ilişkilerin kurucusu olarak gösterilen Edward Bernays, ABD hükümetinin Birinci Dünya savaşı sırasında, „haber savaşını‟ yönetmek kitleleri yönlendirmek, sansürle birlikte propaganda amacı taşıyan ve Creel adında bir „gazetecinin‟ başkanlığını yaptığı (bu sebeple Creel Komisyonu diye de anılan) Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 13 Committee on Public Information‟un üyelerinden biridir. Halkla ilişkilerin ilk adımları burada atılmıştır (Mattelart, 2001:51-52). Bilinçaltı algılama ve insanların bu yolla yönlendirilmesi ilk kez reklam alanındaki bilimsel yöntemlerin ilerlemesiyle gündeme gelmiştir. 1957‟de, Amerika Birleşik Devletleri‟ndeki bir sinema filminin gösterimi esnasında perdeye her beş saniyede bir, saniyenin 3000‟de 1‟i kadar bir süre ileti gönderen bir araç sayesinde izleyicilere bilinçaltı algılama uygulanmış, sonuçta yapılan araştırmaya göre reklamı yapılan iki ürünün satışlarında yüzde 57.5 ve yüzde 18.1‟lik artışların görüldüğü belirlenmiştir. Bu bilinçaltı reklamcılığının uygulanışı daha sonra, insanlık için olumsuz sonuçlar doğurabileceği gerekçesiyle yasaklanmıştır (Severin ve Tankard, 1994: 111-113). Dolayısıyla, çoğu iletişim bilimcinin, özellikle iletişimin „yan etkileri‟ ya da „gizli işlevleri‟ üzerinde yoğunlaşması (Chaffe ve Berger 2005:59) anlaşılabilir bir gelişme haline gelmiştir. İletişim biliminde ve teknolojilerindeki değişim paralel bir gelişmeye işaret etmiştir. Ancak, Barbier ve Lavenir‟in (2001:388) uygarlık sürecinde önce alfabenin icadı, ardından matbaa sayesinde basılı araçların kullanılması sonucu insanın zaman, mekân ve dünyayı algılamasının kökten değişmesi gibi; iletişim ağlarının yaygın kullanımı da bir gün düşün(e)mememize yol açabilir mi? tarzındaki sorusu ve benzerleri daha çok sorulmaya başlamıştır. Bu durum ülkemizdeki lisansüstü çalışmalara da yansımıştır. Yüksek Öğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi‟nin veri tabanında15 yer alan akademik çalışmalar genel bir gözleme dayalı olarak değerlendirildiğinde, toplumsal iletişim/iletişimsizlik sorunları, kitle iletişim araçlarında ve diğer iletişim süreçlerinde etik sorunlar, manipülasyon gibi konulara doğru bir yönelim olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir açıdan, 1984-2007 döneminde yapılan lisans ve lisansüstü düzeydeki tezlerin halkla ilişkiler alanına katsının kantitatif olarak incelendiği bir çalışmada (Okay ve Okay: 2008) söz konusu katkının “ihmal edilebilir” olduğu bulgulanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri‟nde önceleri „iletişim sanatları‟ bölüm ve fakülte adları daha sonra „iletişim bilimleri‟ olarak değiştirilmiştir. Bu süreç aynı zamanda „güdümlü iletişim bilim araştırmaları‟na doğru da bir yönelim olarak görülmüştür. Çünkü üniversitelerde yapılan iletişim bilim araştırmaları tüketime yönelik büyük şirketlerin çıkarları doğrultusunda üstelik objektiflik kisvesi altında yönlendirilmeye çalışılmıştır (Ergüden, 1988-89:4-5). 15 http://tez2.yok.gov.tr/ İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Z. Damlapınar 14 Rousseau‟nun bilim ve sanatları sorgulama tarzı, diğer alanlarda da benzer biçim ve içerikle kendisinden sonra da devam etmiştir. Örneğin 20. Yüzyılda Leslie Lipson Uygarlığın Ahlâki Bunalımları [ Manevi Bir Erime mi?, Yoksa İlerleme mi?] başlıklı çalışmasında uygarlığın geldiği noktayı ahlâki durum bağlamında inceleyerek olumlu ve olumsuz katkılar açısından incelemektedir (2003:213). İşte bu perspektiften hareketle iletişim bilimleri, araçları veya süreçlerinde yaşanan ilerlemeler sonucu şimdiye kadar literatürde ulaşılan bilgi birikimi „sembolik‟ olarak Tablo 1‟de değerlendirilmektedir. Tablo 1: İletişim Bilimlerinin Kaynağı Araç veya Süreçlerin Katkı Tipolojisi İletişim Bilimleri: Temel kavramlar, araçlar veya süreçler ZARARLAR YARARLAR Medya ve/ya İletişim Teknolojileri Toplumsallaşma (Aziz, 1982) Sosyal sistemler (De Fleur ve Ball“Öldüren Eğlence” (Postman,1994) Rokeach 1977) Şiddetin yükselişi (Sanders, 1999) Katılım, Demokrasi (McQuail, 1998) “İktidar Seçkinleri” (Mills, 1974) “İdeolojik Aygıtlar” (Althusser, 1994) Kamu Gözcüsü, dördüncü güç Kamu yararı (McQuail, 1999) “Global Köy” (McLuhan, 2001) Haber Gerçekliğin inşası (Tuchman, 1980) Bilgilenme, enformasyon toplumu Propaganda ve Rıza üretimi (Herman (McQuail ve Windahl, 1997) ve Chomsky, 1988) “Beyin Yıkama” (Brown, 1994) Kamuoyu ve Demokrasi Halkla İlişkiler “Zihin Yönlendirenler” (Schiller, 1993) “İletişim Yönetiminde Mükemmellik” (Grunig, 2005) Reklam “Beyin İğfal Şebekesi” (Mattelart, 1995) “Sahip Olmak” (Fromm, 1997) “Tüketim Toplumu” (Baudrillard, 1997) “Yaratıcı strateji” (Drewniany ve Jewler, 2008) Bilgili, özgür, bilinçli alıcı-tüketici Bütün bu tartışmalara karşın, iletişim bilimleri ve teknolojilerindeki gelişmeler, dünyayı ve içinde bulunduğumuz toplumu yaşanılabilir kılan uygarlığın en önemli birikimlerinden biridir. Dünyanın bu nüfus büyüklüğü ve yapısıyla aynı kaldığını ancak iletişimin bilim ve uygulama alanlarının geçtiğimiz yüzyılın ortalarındaki gelişmişlik seviyesine döndüğü bir an bile tasavvur edilebilir mi? 16 16 Benzer bir soru ve farklı bir yaklaşım için bkz. Fromm (1996:27) Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 15 Tartışma ve Sonuç: Sorular Rousseau‟nun iletişim bilimlerinde halen kullanmakta olduğumuz kavram ve yaklaşımların temellerini atmasından daha önemli katkısı muhalif duruşuyla, sorgulayıcı anlayışıyla ve aykırı söylemiyle bilimleri ve sanatları bile günün şartlarında eleştirebilecek cesarette; gerçek bilgiyi, ahlâkı, erdemi, hikmeti, rehber edinmiş bir düşünür modeli olmasıdır. Benzer çalışmaların değişik açılardan, René Descares, Francis Bacon, David Hume, Immanuel Kant, John Locke, Voltaire, Adam Smith, Jeremy Bentham, Arthur Schopenhauer gibi düşünürler bağlamında yürütülmesi alana katkı sağlayacaktır. İletişim bilimi ile elde edilen bilgilerin insanı/toplumu belirli amaçlar için manipüle etmek (psikolojik savaş, kandırmak, yönlendirmek vb) için kullanıldığı gibi, kimi zaman da ortaya çıkan toplumsal sorunların çözümü için olumlu tutum ya da kanaat edindirme çalışmaları, toplumsal organizasyon amaçlı kullanılmıştır. İletişim bilimlerinin ilgili alanlarda bireye, topluma, sektöre, diğer bilim dallarına en önemli katkısı insanın doğasında bulunan iletişimi bilimsel alana taşıyarak, uygulama süreciyle birlikte gelişen „yan‟, „olumsuz‟ ya da „kötü‟ etkileri varsa yine bunları ortadan kaldırabilecek ya da azaltabilecek tek uygarlık ürünü olmasıdır. Russell‟in (1997:53) da belirttiği gibi: “Bilim birbirimize zarar verme olanaklarını artırdıkça toplumsal yaşamın sürmesini olanaklı kılan da bu olacaktır”, ancak aklın eylemlere egemen olması şartıyla. Feyerabend‟in vurguladığı gibi (1999a:12) bilimsel araştırmalar eğer halkın yaşamını etkiliyorsa, bilimsel projelerin tartışılması sürecine toplumsal katılım sağlanması bir zorunluluk olarak görülmelidir. Özellikle iletişim bilimleri için vazgeçilmez prensiplerden biri olarak değerlendirilmesi gereken „toplumsallaşmada‟ başarıya, ancak bilimin yol gösterici bir yapıya kavuşturulmasıyla ulaşılabilir. Bu da, Aziz‟in (2007:185) vurguladığı gibi bilimsel çalışmalarla üretilen bilgilerin yol gösterici ve işe yarar duruma getirilmesi, araştırmacının iyi bir iletişimci olmasıyla mümkündür. Bütün bilim dalları için olduğu gibi iletişim bilimlerinin de kendisiyle ilişkilendirilebilecek her türlü toplumsal ya da doğal sorunu çözmesini beklemek mümkün değildir. Yani, tıp dünyasından bütün hastalıkları kökten ve tümden ortadan kaldıracak bir katkı beklenemeyeceği, kendine özgü bilimsel kanunları olan fizik, kimya ya da biyoloji gibi fen bilimleri sayesinde doğaya her koşulda tamamen hâkimiyet sağlayamayacağı gibi iletişim bilimlerinden de bireysel ve toplumsal İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 16 Z. Damlapınar iletişim sorunlarını tamamen çözecek bir katkı beklemek rasyonel bir yaklaşım kabul edilemez. Yine de, iletişim bilimleri alanında çalışan bilim insanlarının Rousseau‟cu bir yaklaşımla, birbirine bağlı şu sorular üzerine yeniden eğilmesine ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir: İletişim bilimlerinin gelişimi bireysel, toplumsal, kamusal, kurumsal ya da örgütsel iletişim düzeyinin ve kalitesinin yükselmesini, ilerlemesini sağlamış mıdır? İletişim bilimi, toplumsal sorunlar belirginleştikçe, bu sorunların peşinden koşan bir alan olmaktan nasıl çıkarılabilir? İletişim alanında yaşanan sorunlar ortaya çıkmadan, iletişim biliminin kazanımlarından faydalanmak nasıl mümkün olabilir? Şimdiye kadar iletişim bilimlerindeki bilgi birikimiyle ortaya çıkan kuramlardan bilim insanları mı, “davranışları ve eylemleri” kalıba sokmak isteyen örgütlü iletişim kaynakları mı yararlanmıştır? Ülkemizde iletişim bilimi belirli parametreler dâhilinde önemli bir gelişim göstermiştir. Bugün yaklaşık devlet ya da vakıf üniversitelerine bağlı lisans eğitimi veren 40 civarında iletişim fakültesi ve lisansüstü eğitim veren birçok enstitü bulunmaktadır. İletişim biliminin ve öğretiminin kuramsal ya da uygulama alanına katkısı nasıl artırılabilir? İletişim bilimimin toplumsallaştırılmasında hangi aşamadayız? Toplumun ve bireyin doğrudan içinde olduğu iletişim bilimleri onlara ne kadar ev sahipliği yapabilmiştir? İletişim bilimindeki önemli ilerlemelere karşın toplumsal, çatışmalar (kuşak, sınıf, yöneten-yönetilen vb) neden hala yaşan bir sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır? „Mektepliler‟in „alaylılar‟la meslektaş olduğu bir kitle iletişim ortamında/sektöründe iletişim bilimleri; deontolojik ve etik sorunların artmasına ya da azalmasına katkı sağlamış mıdır? Kitle iletişim kurumlarının hedef kitleleriyle yaşadığı sorunlarda iletişim bilimleri nasıl bir çözüm sağlayabilir? Okursuz gazeteler, televizyona bağımlı izleyiciler ve benzeri sorunlar için iletişim bilimleri yeni bir açılım sağlayabilir mi? İletişim, araçları, teknolojilerinin olumsuz etkilerini tesirsiz hale getirecek bir iletişim bilimi geliştirilebilir mi? Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 17 Okulda, ailede, toplumda, hayatta insanların sorunlarına iletişim bilimleri katkı sağlayabilmiş midir? kişilerarası iletişim Bilimsel halkla ilişkiler „olumlu‟ tutum ya da kanaatlerin kazanımı; bilimsel reklamcılık bilinçli, rasyonel tüketim alışkanlığına dönüştürülebilmiş midir? Başka hangi yeni sorular üretilebilir? Bu soruların bir sonu gelir mi? KAYNAKÇA Althusser, Louis (1994) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Yusuf Alp ve Mahmut Özışık (çev.) İstanbul: İletişim Yayınları. Aslan, Necip (1962) Jean-Jacques Rousseau Hayatı Sanatı Eserleri, İstanbul: Varlık Yayınları. Aziz, Aysel (1982) Toplumsallaşma ve Kitlesel İletişim, Ankara: AÜ BYYO. Yayınları. Aziz, Aysel (2006) “Dünyada ve Türkiye’de İletişim Araştırmaları”, Kültür ve İletişim, 9 (1), s.9-31. Aziz, Aysel (2007) Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Barbier, Frédéric ve Catherine Bertho Lavenir (2001) Diderot‟dan İnternete Medya Tarihi, Kerem Eksen (çev.), İstanbul: Okuyanus Yayın. Baudrillard Jean (1997) Tüketim Toplumu, Hazal Deliçaylı ve Ferda Keskin (çev), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bayka, Mustafa Hazım (2008) “Rousseau Üzerine Birkaç Söz”, Rousseau, JeanJacques, Siyasal Fragmanlar, Ekonomi Politik Üzerine Söylev, içinde, İsmail Yerguz (çev.), İstanbul: Say Yayınları, s.7-14. Brown, J.A.C (1994) Beyin Yıkama, Behzat Tanç (çev.), İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Cevizci, Ahmet (1999) Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma. Chaffe, Steven H. ve Charles R. Berger (2005) “İletişim Bilimci Ne Yapar”, Kitle İletişim Kuramları, içinde, Erol Mutlu (der. ve çev.), Ankara: Ütopya Yayınevi, s.42-74. Cihan, Mustafa (2007) “J. J. Rousseau’nun İnsan Anlayışı: Doğallıktan Kültürleşmeye”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (38), 7, s.323-338. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 18 Z. Damlapınar De Fleur, Melvin L. ve Sandra Ball-Rokeach (1977) Theories of Mass Communication, New York: Longman. Drewniany, Bonnie L. ve A. Jerome Jewler (2008) Creative Strategy in Advertising, Boston: Thomson Wadsworth. Durkheim, Emile (2006) Toplumsal İşbölümü, Özer Ozankaya (çev.), İstanbul: Cem Yayınevi. Durkheim, Emile (2009) Dini Hayatın İlk Şekilleri, İzzet Er (çev.) Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Ergüden, Akın (1988-89) “İletişimbilimde Niteliksel-Kural Araştırmaları”, Gazi Üniversitesi BYYO Dergisi, 10, s.1-15 Feyerabend, Paul (1999a) Özgür Bir Toplumda Bilim, Ahmet Kardam (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Feyerabend, Paul (1999b) Yönteme Karşı, Ertuğrul Başer (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Forti, Augusto (1997) “Modern Bilimin Doğuşu ve Düşünce Özgürlüğü”, Bilim ve İktidar, içinde, Federico Mayor ve Augusto Forti (der.), Mehmet Küçük (çev.), Ankara: TÜBİTAK, s. 23-37. Fromm Erich (1996) Sağlıklı Toplum, Yurdanur Salman ve Zeynep Tanrısever (çev.), İstanbul: Payel Yayınları. Fromm, Erich (1997) Sahip Olmak ya da Olmak, Aydın Arıtan (çev.), İstanbul: Arıtan Yayınevi. Gökçe, Orhan (1993) İletişim ve Kitle İletişim Bilimine Giriş İnsanlararası İlişkilerin Sosyolojik Bir Analizi, Konya: Atlas Kitabevi. Grunig, James E. (2005) Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, Elif Özsayar (çev.), İstanbul: Rota Yayınları. Habermas, Jürgen (1997a) “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Mustafa Tüzel (çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Habermas, Jürgen (1997b) Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Tanıl Bora, Mithat Sancar (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Hazard, Paul (1994) Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Erol Güngör (çev.), İstanbul: Ötüken Neşriyat. Herman, Edward S. ve Noam Chomsky (1988) Manufacturing Consent The Political Economy of the Mass Media, New York: Pantheon Books. http://tez2.yok.gov.tr Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 19 Karagöz, Emel Öztürk (2006) “Bilgi, Bilim ve İletişim”, Kilad Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi, 7, s.27-62. Kuhn, Thomas S. (1995) Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Nilüfer Kuyaş (çev.), İstanbul: Alan Yayıncılık. Lazar, Judith (2001) İletişim Bilimi, Cengiz Anık (çev.), Ankara: Vadi Yayınları. Lecercle, J-L. (2002) “Jean-Jacques Rousseau Hayatı ve Eserleri 1712-1778”, Rousseau, Jean-Jacques (2002) İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, içinde, Rasih Nuri İleri (çev.), İstanbul: Say Yayınları, s.13-38. Lipson, Leslie (2003) Uygarlığın Ahlâki Bunalımları, [Manevi Bir Erime mi? Yoksa İlerleme mi?], Jale Çam Yeşiltaş (çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Mattelart, Armand (1995) Beyin İğfal Şebekesi Uluslararası Reklamcılık, Işın Gürbüz (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Mattelart, Armand (2001) İletişimin Dünyasallaşması, Halime Yücel (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Mattelart, Armand ve Michèle Mattelart (1998) İletişim Kuramları Tarihi, Merih Zıllıoğlu (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. McLuhan, Marshall (2001) Global Köy 21. Yüzyılda Yeryüzü Yaşamında ve Medyada Meydana Gelecek Dönüşümler, Bahar Öcal Düzgören (çev.), İstanbul: Scala Yayıncılık. McQuail, Denis (1998) Mass Communication Theory An Introduction, London: Sage Publications. McQuail, Denis (1999) Media Performance Mass Communication and the Public Interest, London: Sage Publications. McQuail, Denis ve Sven Windahl (1997) Kitle İletişim Modelleri, Konca Yumlu (çev.), Ankara: İmge Kitabevi. Mills, C. Wright (1974) İktidar Seçkinleri, Ünsal Oskay (çev.), İstanbul: Bilgi Yayınevi. Moles, Abraham (2001) Belirsizin Bilimleri İnsan Bilimleri için Yeni bir Epistemoloji, Nuri Bilgin (çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Mollaer, Fırat (2005) “Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken bir Eleştirisi: J. J. Rousseau’nun Felsefesi”, Kaygı: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (4), s.49-66. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 20 Z. Damlapınar Mutlu, Erol (1995) İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yayınevi. Nelkin, Dorothy (1994) Bilim Nasıl Satılır, Murat Çiftkaya (çev.), İstanbul: Şule Yayınları. Noelle-Neumann, Elisabeth (1998) Kamuoyu Suskunluk Sarmalının Keşfi, Murat Özkök (çev.), Ankara: Dost Kitabevi. Okay, Aydemir ve Ayla Okay (2008) “Undergraduate and Graduate Public Relations Education in Turkey: A Quantitative Study of Dissertations Contributions to Public Relations Field (1984-2007), Selçuk İletişim, (5), 2, s.5-14. Ong, Walter J. (1995) Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi, Sema Postalcıoğlu Banon (çev.), İstanbul: Metis Yayınları. Oskay, Ünsal (1993) XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri Kuramsal Bir Yaklaşım, İstanbul: Der Yayınları. Oskay, Ünsal (2001) “Yıkanmak İstemeyen Çocuklar” Olalım, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Oskay, Ünsal (2002) “Önsöz” Rousseau, Jean-Jacques (2002). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, içinde, Rasih Nuri İleri (çev.), İstanbul: Say Yayınları. Postman, Neil (1994) Televizyon: Öldüren Eğlence Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Osman Akınhay (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Rousseau, Jean-Jacques (1991) İtiraflar II, Arif Orbay (çev.), İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Rousseau, Jean-Jacques (1997) Toplum Anlaşması, Vedat Günyol (çev.), İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Rousseau, Jean-Jacques (2002) İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, Rasih Nuri İleri (çev.), İstanbul: Say Yayınları. Rousseau, Jean Jacques (2005) Yalnız Gezenin Düşleri, Ester Yanarocak (çev.), İstanbul: Bordo Siyah Klasik Yayınlar. Rousseau, Jean-Jacques (2007) Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, Ömer Albayrak (çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Rousseau, Jean-Jacques (2008) Siyasal Fragmanlar, Ekonomi Politik Üzerine Söylev, İsmail Yerguz (çev.), İstanbul: Say Yayınları. Güz 2009, Sayı:29 İletişim Bilimini Rousseau’dan Okumak: 21 Rousseau, Jean-Jacques (2009a) Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, Sabahattin Eyüboğlu (çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Rousseau, Jean-Jacques (2009b) Emile ya da Eğitim Üzerine, Yaşar Avunç (çev.), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Russell, Bertrand (1997) Sorgulayan Denemeler, Nermin Arık (çev.), Ankara: TÜBİTAK. Sanders, Barry (1999) Öküz‟ün A‟sı Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, Şehnaz Tahir (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Schiller, Herbert (1993) Zihin Yönlendirenler, Cevdet Cerit (çev.), İstanbul: Pınar Yayınları. Severin, Werner J. ve James W. Tankard, Wr. (1994) İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Ali Atıf Bir ve Serdar Sever (çev.), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Kibele Sanat Merkezi. Tambiah, Stanley Jeyeraja (2002) Büyü, Bilim, Din ve Akılcılığın Kapsamı, Ufuk Can Akın (çev.), Ankara: Dost Kitabevi. Trigg, Roger (1996) Akılcılık ve Bilim, Bilim Her Şeyi Açıklayabilir mi?, Kadir Yerci (çev.), İstanbul: Sarmal Yayınevi. Tuchman, Gaye (1980) Making News A Study in the Construction of Reality, New York: The Free Press. Vural, Beril Akıncı ve Ayda Sabuncuoğlu (2008). “Bilgi İletişim Teknolojileri ve Ütopyan Bakış Açısı”, Selçuk İletişim, (5), 3, s.5-19. Vural, Z. Beril Akıncı ve Uğur Bakır (2007) “Distopyan Perspektiften Bilgi İletişim Teknolojileri ve İnsanlığın Geleceği”, Selçuk İletişim, (5), 1, s.5-21. Williams, Raymond (2006) Anahtar Sözcükler Kültür ve Toplumun Sözvarlığı, Savaş Kılıç, (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Yaşın, Cem (2006) “İletişim Araştırmalarının Bilgi Bilimsel Temelleri: Bilimsel Bilginin Bilinebilirliği Üzerine”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 27, s.137-148. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- BASIN İŞLETMELERİNİN FİNANSMAN SORUNLARI VE BİR FİNANSAL ANALİZ UYGULAMASI Dilek GÜRKAN ÖZET Basın işletmelerinin her işletme gibi üretim faktörlerini bir araya getirerek faaliyette bulunabilmeleri ve üretimlerini belli bir karlılık düzeyinde istikrarlı biçimde sürdürebilmeleri için finansal kaynaklara ihtiyaçları vardır. İşletmelerin kaynak ihtiyacı, işletme büyüklüğü, üretim konusu, endüstri koşulları gibi pek çok faktörden etkilenmektedir. Bu yüzden çalışmada basın işletmelerinin kendine özgü özellikleri, maliyet yapısı, gelir kaynakları ve bu işletmelerin içinde bulunduğu piyasa yapısı gibi konular ele alınarak, bu işletmelerin finansal kaynak ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları incelenmektedir. Araştırma kısmında ise Türk basın işletmelerinde kaynak sorununun belirlenmesine yönelik bir finansal analiz çalışması yapılmaktadır. Türkiye’de sektörü büyük ölçüde kontrol eden iki basın işletmesinin finansal tabloları yüzde yöntemi ile analiz ve rasyo analizi tekniklerinden yararlanılarak analiz edilmektedir. Anahtar Kelimeler: Basın işletmeleri, finansman, finansal sorunlar, finansal analiz Financial problems of newspaper organizations and a financial analysis practice ABSTRACT Newspaper organizations, like every organization, require financial funds in order to function by gathering production factors and maintain the production at a certain profitable level. The need of organizations for financial funds is affected by many factors ssuch as the size of organization, the production subject and industrial organizations. For this reason, the financial fund needs of these organizations and how they provide them are considered by examing the subjects such as the characteristics peculiar to newspaper organizations, cost structure, sources of revenue and market structure in which these organizations are involved. In the research part, a financial analysis is carried out which is aimed at the determination of the fund problem of the newspaper organizations. The financial statements of the two major newspaper organizations in Turkey which controls the media sector on a large scale are analyzed by using the vertical analysis and ratio analysis. Key Words: Newspaper organizations, finance, financial problems, financial analysis Araştırma Görevlisi Doktor, G. Ü. İletişim Fakültesi İletişim 2003/18 D. Gürkan 24 Giriş İşletmelerin gerek kurulabilmesi, gerekse faaliyetlerini sürdürebilmesi için parasal kaynaklara ihtiyaç duyulmaktadır. Ülke ekonomisinde faaliyette bulunan işletmeler, üretken yatırımlara yönelerek girişimlerinin sonucunu almak ve işletmelerinin sürekliliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Bunun sağlanabilmesi için işletmelerin, yatırım için gerekli fonu bulması ve bu fonları etkin bir şekilde kullanması gerekmektedir ki, bu da finansmanın konusunu oluşturur. Finansman, uygun finansman politikalarını belirlemek, stratejileri saptamak, planlamak, uygulamak ve uygun bir kontrol mekanizması oluşturarak denetlemektir(Ergül, 2004:1). Gelişen teknoloji, globalleşme ve artan rekabete paralel olarak finansman, küçük veya büyük tüm işletmeler için daha fazla öneme sahip olmaktadır. Haber verme, kamuoyu oluşturma, yönlendirme, eğitme ve eğlendirme gibi toplumsal işlevleri yerine getiren, bu işlevleri yerine getirirken tüm ekonomik birimler gibi, üretim faktörlerini bir araya getirerek ürününü meydana getiren basın işletmeleri için de finansman hayati bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde her işletmede kaynakların tahsisi ve dağıtımı ile ilgili bir takım finansal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Ticari bir işletme olarak ele alındığında, kar amacı güden ve yüksek teknolojiyi hedefleyen basın işletmeleri, girdi fiyatlarındaki artışlar, teknolojik yenilenmeyi gerektiren pahalı yatırımlar, pazarlama ve dağıtım aşamasında yaşanan zorluklar gibi nedenlerle bazı finansal sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu çalışmada konu edilen basın işletmeleri, gazete üreten yazılı basın işletmeleri olup, çalışmada Türkiye’de gazete üreten basın işletmelerinin kaynak ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları incelenmektedir. İşletmelerin kaynak ihtiyacı, işletme büyüklüğü, üretim konusu, endüstri koşulları gibi pek çok faktörden etkilenmektedir. Bu yüzden çalışmada, basın işletmelerinin kendine özgü özellikleri, maliyet yapısı, gelir kaynakları ve bu işletmelerin içinde bulunduğu piyasa yapısı gibi konular göz önüne alınarak, bu işletmelerin finansman sorunlarının tespit edilmesi amaçlanmaktadır. A. BASIN İŞLETMELERİNDE FİNANSMAN Basın işletmeleri, bilgi ve haber üretirken aynı zamanda sınai bir üretimin oluşmasını sağlayan, yarı kamusal mal ve hizmet üreten birer işletme konumundadırlar(Dai ve Kara, 2002: 21). Basın işletmeleri genellikle diğer endüstri Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 25 işletmeleri ile aynı piyasa koşullarında faaliyet gösterirler. Ancak bu endüstrinin ürünlerinin kendine özgü yanı, basın sektörüne diğer sektörlerden ayrı bir özellik kazandırmaktadır. Üretilen ürünün ayırt edici özellikleri, basın işletmelerinin finansmanı da dahil olmak üzere tüm işletme fonksiyonlarına yansımaktadır. Basın işletmelerinin finansmanında ürettiği ürününün(gazete) bazı özellikleri son derece belirleyici olabilmektedir. Gazetenin dayanıksız bir ürün olması ve stok edilememesi, üretim sürecinin uzman bir emek ve yoğun bir sermaye gerektirmesi, tek bir ürünün iki farklı mal ve hizmet piyasasına sunulması gibi pek çok özellik basın işletmelerini diğer endüstri işletmelerinden ayırmaktadır. Gazeteyi en kısa ömürlü ürün olarak tanımlamak mümkündür. Medyaların tüm ekonomisini bu kısa yaşam süresi koşullandırmaktadır(Desmoulins, 1993:20). Haberin üretim, dağıtım ve tüketim aşamalarının çok kısa süre içinde gerçekleşmesi gazetenin hemen değerini kaybetmesine neden olmaktadır. Düşünce üreten ve kamu hizmeti gören ekonomik bir birim olarak basın işletmeleri, tüm ekonomik birimler gibi hammadde, emek, teknoloji ve sermayeyi bir araya getirerek faaliyet göstermektedir. Basın işletmelerinin üretiminde, ürettiği ürüne asıl değerini ve önemini kazandıran makale, haber, fotoğraf, karikatür gibi fikir ürünleri olmaktadır. Dolayısıyla, gazetenin içeriğini oluşturmada eğitimli, vasıflı bir emeğe ihtiyaç duyulmaktadır. Kullanılan yoğun teknoloji ve nitelikli emek nedeniyle güçlü bir sermaye yapısı gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Basın işletmeleri genellikle kitle üretimi yapan işletmeler olup, bu üretimin özelliği üretimin devamlı olması ve aynı üründen çok miktarda üretilmesidir. Dolayısıyla basın işletmelerinin yapısına uygun olan kitle üretimi sermaye yoğun üretim teknolojisi ve otomasyon gibi gelişmiş üretim sistemleri kullanarak birbirinin aynı olan ürünler üretmek biçiminde gerçekleşmektedir (Atılgan, 1999: 93). Basın işletmelerinin ürettiği ürünün diğer bir özelliği ise, gazetenin okuyucu ve reklamveren olmak üzere iki ayrı pazara sunulmasıdır. Temel işlevini okuyucu için gerçekleştirmesine rağmen işletmeye sağladığı gelir açısından reklamverenler okuyuculardan daha önemli bir konumda bulunmaktadır. Gazetelerin okuyucuya ve reklamverene ayrı ayrı satışa çıkarılması fiyat politikalarının da basın işletmeleri için farklı işlemesine neden olmaktadır. Basın işletmesi için fiyatlandırma; işletmenin kendi maliyet yapısından çok ekonominin durumu, rekabet derecesi, pazar payı gibi işletme dışı etkenlere bağlı olunması nedeniyle karmaşık bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır (Özkan, 1989: 99). Gazete fiyatlama stratejisi, hem karı maksimuma İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 26 D. Gürkan çıkarma ya da maksimum satış hacmine ulaşma, hem de pazar payını maksimize etmelidir (Fink, 1988: 199). Günlük gazetelerin satış fiyatı genellikle birim maliyetinden daha düşük düzeyde tespit edilir. Gazetenin maliyet fiyatı ile satış fiyatı arasındaki bu dengesiz yapı gazetelerin sadece satış gelirleriyle yaşamalarını imkansız hale getirmektedir (Atılgan, 1993:234). Temelde fikri ürün olan gazete, ekonomik ürün olarak değer kazanmakta ve fikri olandan çok ekonomik olana yönelerek, zihinsel bir dönüşüme zemin hazırlamaktadır. Okuyucudan çok reklamverenin sözcülüğünü yapan gazete böylece kendi ekonomik geleceğini güvence altına almaktadır (Topçuoğlu, 1996: 219). Basın sektöründe üretilen ürün büyük altyapı yatırımları ve pahalı teknolojiyi gerektirmekte, dolayısıyla yüksek başlangıç maliyetleri söz konusu olmaktadır. Basılan kopya sayısı değişse de, basın işletmesi aynı sayıda fikir işçisini çalıştırmakta, gazetenin haber ve reklam içeriğini oluşturmakta ve gazeteyi baskıya hazır hale getirmektedir. Gazetelerin maliyetleri finansal kaynak ihtiyacında etken olmaktadır. Bu yüzden basın işletmelerinin finansal özelliklerini belirlerken basın işletmelerinin maliyet yapısı dikkate alınmalıdır. Gazetelerin maliyetleri genel olarak; hammaddelerin toplanması (bilgi, haber), bunların hazırlanması, yayınlanması ve dağıtılması aşamalarını kapsayan bir süreç sonunda belirlenir(Söylemez, 1998:46). Bu süreçte, gazetelerin oldukça yüksek “ilk kopya” maliyetleri ile karşı karşıya kalınır. Basın işletmesinin maliyetlerini entelektüel üretim maliyetleri, mal olarak gazetenin üretim maliyetleri, dağıtım ve satış çabaları maliyetleri olarak gruplandırmak mümkündür. Gazetenin tasarlanması ve idaresini sağlayan yazıişleri giderleri ve yönetim giderleri entelektüel üretim giderleri olarak ele alınmaktadır. Yazıişleri tarafından üretilen hizmetin maddi bir ürün olarak gazeteye dönüştürülmesi için bina, makine, donanım, hammadde, teknoloji ve insan gücüne ihtiyaç duyulmakta, bunlar da üretim maliyetlerini oluşturmaktadır. Diğer yandan gazetenin dağıtımından kaynaklanan maliyetler ve gazete satışını artırma amaçlı reklam ve promosyon giderleri de diğer maliyet unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır (Gürkan, 2003:31). Basın işletmelerinin ana girdisini oluşturan kağıdın da gazetenin maliyeti açısından önemli bir yeri bulunmaktadır. Türkiye’de bir gazete yaklaşık maliyet harcamalarının %20 kadarını kağıda ayırmaktadır(Dai,2008: 273). Ülkemizde uzun Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 27 yıllar gazete kağıdı yalnız, basın işletmelerinin kağıt ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş olan SEKA tarafından üretilmiştir. Günümüzde basın işletmeleri kağıt ihtiyaçlarını büyük ölçüde ithal etmektedir. Basın işletmelerinin ürettiği gazetenin dayanıksız ürün olma özelliğinden dolayı, okuyucusuna kısa sürede ulaşma gerekliliği, bu işletmelerin dağıtım organizasyonunu da önemli hale getirmektedir. Dağıtım bir gazetenin ortaya çıkış sürecinde son derece hassas ve karmaşık bir aşamayı teşkil etmekte; hızlılık, düzenlilik, yararlılık ve yayının toplu halde sevk ve idaresinin (elde kalanlar için iade dahil) son derece katı zorunlulukları ve gayet sıkı kontrol edilen maliyet koşullarındaki her türlü unsuru bağdaştırmak zorundadır (Fillion, 1992: 277). Dağıtım kanallarını doğru belirleyemeyen ve düzgün çalıştıramayan bir işletme, tüketiciye zamanında ulaşamayacağı için rekabet avantajı elde etmesi güç olacaktır (Sayılgan, 2004:66). Sağlam bir alt yapılanmaya sahip dağıtım, aynı zamanda üretim planlamasına da katkı sağlayacaktır. Çünkü dağıtım neticesinde aynı zamanda iade oranı ve beraberinde dağıtım ile ilgili masraflar da netlik kazanacaktır (Dündar, 2006:76). Basın sektörü kitlesel piyasaya yönelik bir dağıtım stratejisi gerektirdiği için bir dağıtım organizasyonu kurmak zorundadır. Ancak böyle bir organizasyonun maliyeti çok yüksektir. Bu nedenle basın sektöründeki işletmeler birlikler oluşturarak maliyetleri ortak bölüşmeyi ve en az maliyetle bu iş içinden çıkmak istemektedir (Sayılgan, 2005: 76). Dağıtım şirketlerinin gazete dağıtımlarında bıraktıkları kar marjı, birim gazetede yüzde 12,5’tur. Karın yüzde 5,5’u tali bayiye, yüzde 7 civarı başbayiye bırakılır (Dursun, 1999: 213). Maliyetleri üzerinde durulan basın işletmelerinin başlıca gelir kaynaklarını ise, ticari gelirler ve devletin basına sağladığı yardımlar olarak ele almak mümkündür. Ticari gelirler genel olarak gazete satışlarından elde edilen gelir ve ilan-reklam gelirlerinden oluşmaktadır. Bunların dışında çok büyük bir gelir kaynağı olmamakla birlikte basın işletmelerinin baskı makinelerinin kiraya verilerek atıl kapasitenin değerlendirilmesi ve hurda kağıt ve iade gazetelerin satışından elde edilen gelirler gibi diğer ticari gelirler de söz konusudur. Devletin basına sağladığı yardımlar ve kolaylıkları ise, sübvansiyonlar, resmi ilan ve reklam yardımı, yatırım teşvikleri ve diğer kolaylıklar şeklinde sıralayabiliriz. “Birçok sayıda teşvik verme yöntemi bulunmaktadır. En çok rastlanılan kaynak kullanımını destekleme primi ve fon kaynaklı kredilerdir. Kaynak kullanımını destekleme primi hibe şeklindedir ve geri ödemesi yoktur. Fon kaynaklı İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 28 D. Gürkan krediler ise düşük faizlerle verilmektedir. 1985’ten itibaren fon kaynaklı kredilerin teşvik yöntemleri arasında ağırlıklı olarak kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca vergi muafiyetleri, vergi indirimleri, gümrük muafiyetleri, ulaştırma-haberleşme tarifeleri, kağıt tahsisleri-tarifeleri, KDV indirimi, Talih Oyunları Yönetmeliği’nde yapılan istisnalar, Taksitli Satışlar Yönetmeliği’ndeki istisnalar da diğer teşvik yöntemleridir”(Sayılgan, 2004b: 35). Basın işletmeleri, tarihsel süreç içinde önemli gelişmeler göstererek büyük birer sınai kuruluş haline gelmişlerdir. Günümüz koşullarında sektördeki yoğun rekabet, ileri ve pahalı teknolojinin kullanımı nedeniyle artan maliyetler, en önemli hammaddesi olan kağıdın temininde ithalata olan bağımlılık, dönem dönem yaşanan ekonomik bunalımlar, bu işletmelerin ayakta kalma mücadelesinde güçlü bir finansal yapıya sahip olmalarını gerekli kılmıştır (Dai, 2008: 1). Basın sektöründe yoğun teknoloji kullanımın zorunluluğu ve bunun yüksek maliyetlerle gerçekleştirilebilmesi, başlangıç maliyetlerinin yüksek olması, ölçek ekonomisinden yararlanılması ve şirketler arası birleşmeler piyasa yapısını belirlemektedir. Türkiye’de basın sektöründe bugün karşı karşıya bulunduğumuz durum oligopolleşmenin varlığını göstermektedir. Basın sektörünü oluşturan oligopolist piyasalarda firmalar genellikle varlıklarını sürdürmek, karlarını artırmak ve piyasaya girecek olan potansiyel rakiplerini engellemek gibi amaçlara sahiptirler (Sayılgan, 2005:71). Ancak günümüzde oligopol şartları içinde çalışan firmaların sayılarının azalarak hacimlerinin çok büyümesi, açık bir tekelleşme eğilimi olarak kabul edilmektedir (Görgülü, 1991: 11). Basın sektöründe piyasaya giriş engellerinin yüksek oluşu, yatırımların sermaye yoğun olması, ölçek ekonomilerinin etkileri ve basın işletmeleri arasında yaşanan yatay ve dikey birleşmeler sektörün içinde bulunduğu yapıyı desteklemektedir. Günümüz basın işletmeleri baskı makinelerinin atıl kalmaması adına birden fazla gazete ve dergi yayınlamakta, spor, magazin, otomotiv gibi farklı alanlarda ekler çıkartmaktadır. Bu durum ölçek ekonomilerinden yararlanan büyük işletmelere avantaj sağlarken, piyasaya girmek isteyenlere de bir engel oluşturmaktadır. Yine gazetelerin gerek basım gerekse dağıtım aşamasının yüksek sabit maliyetle gerçekleşmesi sektörde dikey birleşmelere zemin hazırlamaktadır. Bu da dikey birleşmeye giden işletmelere üretim ve dağıtım süreçlerinde rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Basın işletmeleri en az maliyetle en fazla kar dengesini kurabildikleri ölçüde başarı sağlarlar. Basın işletmelerinin finansal yapısı ve gücü rekabet avantajı Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 29 yaratacak birçok temel kriter için kaynak oluşturur. Finansal güç, işletmenin varlıkları, likiditesi, borçları, borçlarını ödeyebilme gücü, toplam borçlarının sermayesine oranı gibi daha da çoğaltılabilecek pek çok kriterin genel bir sonucunu ifade etmektedir (Sayılgan, 2004a: 66). İşletmelerin faaliyetlerini sürdürebilmeleri ve gelişebilmeleri finansal durumlarına bağlı olup, bunu gerçekleştirmek için ise, fon sağlama ve bu fonları etkili ve verimli bir biçimde kullanım çabası göstermeleri gerekmektedir. Bu çabalar finansal yönetimin görevidir. İşletmelerde finansal yönetim iki temel sorunla karşılaşmaktadır: İlki; işletme hangi varlıklara ve ne kadar yatırım yapmalıdır? İkincisi ise yatırım için gerekli fonlar hangi kaynaklardan sağlanmalıdır? Bu sorulara yanıt ararken finansal yönetim firmanın pazar değerini maksimum kılacak yatırım ve finansman kararları almaya çalışır(Berk, 1995: 8). Yatırım kararları ve finansman kararları ise, işletmenin finansal amaçları ışığında belirlenir. Yatırım kararları hangi iktisadi varlığa ve ne tutarda yatırım yapılacağı ile ilgilenirken, finansman kararları bu varlık toplamı ve bileşimini elde etmek için gerekli fonların hangi kaynaklardan ve hangi süreyle sağlanacağını belirlemeye yönelik kararları içermektedir. Finansmanı; bir işletmenin kurulabilmesi, işletilebilmesi ve geliştirilebilmesi için fon ihtiyacının karşılanması olarak tanımlamak mümkündür. İşletmelerin varlığını, hemen paraya çevrilebilir ya da çevrilemez olma özelliğiyle dönen ve duran varlıklar oluşturmaktadır. İşletmenin faaliyet sürecinde paraya çevrilmeyen, işletmenin üretim gücünü ve büyüklüğünü de bir anlamda belirleyen duran varlıklar sabit sermaye olarak da adlandırılmakta olup, arazi, bina, makine gibi maddi sabit varlıkları, marka, patent hakkı gibi maddi olmayan varlıkları, iştirakleri, uzun süreli alacakları ve fonları kapsamaktadır. Dönen varlıklar ya da diğer bir deyişle işletme sermayesi ise, nakit veya işletmenin faaliyeti sırasında bir yıl içinde paraya çevrilebilir ve kullanılabilir varlıkları ifade etmektedir. Basın işletmelerinde yoğun teknoloji kullanımı sabit varlıklara yatırılan sermaye miktarını etkilediğinden, sabit varlıklara yatırılan sermayenin fazlalığı fonların atıl kalmasına neden olabilmektedir. Bu yüzden basın işletmelerinin sermaye miktarının tespiti önem kazanmaktadır. İşletmelerin finansal yapısı sahip oldukları sermaye miktarı ve sermayenin oluşma biçimini ifade etmekte olup, sermaye kaynağına göre öz sermaye ve dış kaynak sermayesi (borçlar) olarak gruplandırılır. İşletme, sahip ve ortaklarından (esas sermaye kaynakları), kendi (öz) kaynaklarından (oto finansman) ve üçüncü İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 30 olarak da, dış kaynaklardan (üçüncü şahıslardan) para sağlar. Eğer bu üç kaynaktan, miktar bakımından bol, maliyet bakımından ucuz, geri ödeme koşulları bakımından kolay, nihayet güvence bakımından en az masrafla para sağlanabiliyorsa, işletmenin mali (finansal) gücünün yerinde olduğu söylenebilir (Atılgan, 1992:323-4). Basın işletmelerinde hızlı ve kaliteli yayınlar yapabilmek için yeni iletişim teknolojilerinden yararlanmak ve önemli ölçüde büyük sermayenin finans gücüyle karşılanabilen pahalı teknoloji yatırımlarına mali kaynak sağlarken işletmenin ihtiyacı olan öz ve yabancı kaynak dengesini en uygun koşullarda oluşturmak gerekir (Dai,2008:1). Günümüzde medya alanında çalışan işletmeler, genellikle üretimlerini liberal piyasa mekanizmasının ilke ve kurallarına bağlı olarak yapmaktadır. İşletme yönetimi, mevcut rekabete dayanmak ve işletmenin amaçlarına ulaşmak için işletmenin olanaklarına bağlı olarak değişik yatırım ve finansal kararlar alarak kimi risklere girebilmektedir. Kar ve risk dengesini optimal düzeyde tutmak için teknolojik olanaklar ölçüsünde, örgütsel değişiklikler, üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerine ilişkin karar ve stratejiler geliştiren işletme yönetimi; verimlilik, yüksek kar ve düşük maliyetle rekabet olanaklarını geliştirme arayışına girmektedir (Baytar, 2006:6). Bugünün dünya düzenini yönlendirdiği öngörülen kapitalist sistemin kurallarının geçerli olduğu bir ortamda, yazılı basın işletmeleri de dahil olmak üzere bütün ekonomik ünitelerin finans gücü olmaksızın hayatlarını devam ettirmeleri mümkün değildir(Güneri Fırlar ve Dündar, 2002:52). B. BASIN İŞLETMELERİNİN FİNANSAL YAPISININ ANALİZİ: İşletmelerin finansal durumunu görebilmek, bu işletmelerin dönemsel finansal raporlarını incelemek yoluyla mümkün olmaktadır. Dönemsel finansal raporlar, işletme dışı çevrelerin işletme hakkında finansal bilgi almasını sağlayan temel bir araç niteliği taşımaktadır. Bu çalışmada da basın işletmelerinin finansal durumu onların dönemsel finansal raporlarının analiziyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Her faaliyet dönemi sonrası işletmelerin yayınladığı faaliyet raporlarında, bu işletmelerin finansal durumunu gösteren finansal tablolar yer almaktadır. Bu tablolardan, işletmenin varlıkları ve bunların hangi kaynaklardan sağlandığını, belli bir dönemde elde ettiği gelirleri ve katlandığı maliyet ve giderleri görmek mümkün olmaktadır. Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 31 1. Amaç ve Yöntem Araştırmada Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ile Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin finansal tablolarının analizi yapılarak, bu basın işletmelerinin finansal yapısı incelenmektedir. Yapılan araştırma ile, seçilen basın işletmelerinin finansal tabloları aracılığıyla, işletmelere sağlanan fonların kaynaklarına, bu kaynakların nasıl kullanıldığına ve hangi varlıkların edinildiğine ilişkin bilgilere ulaşılmaktadır. Finansal analiz tekniklerinden yararlanarak, söz konusu işletmelerin iç ve dış kaynaklardan sağladığı fonları kullanma alanlarına göre değerlendirmek, yani finansal durumlarını mevcut şartlar altında incelemek, bu işletmelerin finansal yapılarının sermaye kaynakları ve bunların aktif varlıklara dağılışı bakımından yeterli olup olmadığını ve faaliyet sonuçlarının verimliliğini saptamak amaçlanmaktadır. Bu amaca ulaşmak için bilanço ve gelir tablolarından yararlanılmaktadır. Bilanço bir işletmenin belli bir tarihte sahip olduğu varlıklar ile bu varlıkların sağlandığı kaynakları gösterirken (Usta, 2005: 67), gelir tablosu işletmenin belli bir dönemde elde ettiği tüm gelirler ile aynı dönemde katlandığı bütün maliyet ve giderleri ve bunların sonucunda işletmenin elde ettiği dönem net karını veya dönem net zararını kapsamaktadır(Tokaç, 2005:24). Araştırmada 2009 ve 2008 yılı finansal tabloları veri olarak alınırken küresel ekonomik krizin basın işletmelerinin gelir ve gider kalemlerinde ve finansmanında olumsuz etkileri olabileceği düşünülmüş, ancak 2007 yılı verilerinin de kullanılması ile krizden önceki durumun tespit edilebileceğine karar verilmiştir. Araştırmada Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin 2009, 2008 ve 2007 yılına ait bilanço ve gelir tabloları dikey analiz ve rasyo yöntemi ile analiz edilmiştir. Böylece dikey analizle “bütün” içerisinde bazı kalemlerin ağırlıkları, rasyo yöntemiyle ise bazı kalemler arasındaki anlamlı ilişki ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Gerekli yerlerde finansal tablolara ilişkin açıklayıcı dipnotlardan yararlanılmıştır. Finansal analiz ya da mali analiz olarak adlandırılan analiz yöntemi, finansal tablolarda yer alan çeşitli kalemler arasında karşılaştırmalar, yüzdeler ve rasyolar yoluyla ilişkiler kurmak, bu ilişkilerin ölçülmesini ve yorumlanmasını yapmak yoluyla gerçekleşmektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 32 2. Araştırma Evreni ve Sınırlılıklar Bu çalışmada Türkiye’de gerek satış gerekse ilan gelirleri açısından pazarı büyük ölçüde kontrol etmeleri, halka açılmış olmaları ve bu nedenle finansal tablolarına ulaşılabilmesi nedeniyle Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin finansal analizinin yapılması uygun görülmüştür. Araştırmada incelenen basın işletmelerinin holding çatısı altında faaliyet gösteren, ulusal çapta yayın yapan ve yüksek tirajlı gazeteleri çıkartan işletmeler olması, dolayısıyla sektördeki küçük ve orta ölçekli işletmelerin finansal yapısını temsil etmemesi bir sınırlılık olarak görülebilir. Ancak Basın İlan Kurumu’nun verilerine göre 2008 yılında Türkiye genelinde gazete tiraj ortalaması 5.065.000 adet olarak açıklanmış, araştırmaya konu olan basın işletmelerinin çıkardığı gazeteler toplam satışların %36,7’sini oluşturmuştur. Tablo 1. 2008 Yılı Gazete Satışları Net Ortalama Günlük Satış Adetleri Hürriyet Milliyet Posta Radikal Fanatik Vatan TOPLAM 2008 518.000 227.000 632.000 43.000 233.000 207.000 1.860.000 Reklamcılar Derneği tarafından 2008 yılında gazetelere yapılan reklam yatırımı toplamı ise 952,08 milyon YTL. olarak açıklanmış, 2008 yılı verilerine göre araştırmaya konu olan basın işletmeleri toplam gazete reklam gelirlerinin yaklaşık %61’ini elde etmiştir. Bunun yanı sıra, incelenen işletmelerin aktif büyüklüğüne(varlıklar) ve gelir-gider kalemlerine bakıldığında incelenen basın işletmelerinin sektörü temsil ettiği söylenebilir. Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 33 Tablo 2. 2008 Yılında Reklam Pastasından Bazı Gazetelerin Aldığı Pay Gazete Toplamdan Aldığı Pay(%) 39,00 16,00 8,50 8,00 5,00 5,00 4,00 1,50 1,20 1,20 1,00 0,90 Reklam Geliri (Milyon TL) 386 158 84 79 50 49 39 14 12 12 10 9 Hürriyet Sabah Milliyet Posta Zaman Akşam Vatan Cumhuriyet Star Türkiye Yeni Şafak Radikal 3. Bulgular ve Yorum 3.1. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 1960 yılında kurulmuş ve Türkiye’de tescil edilmiştir. Gazetecilik, matbaacılık, reklam, ilancılık ve internet yayıncılığı alanlarında faaliyet gösteren şirketin İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Trabzon ve Almanya’da olmak üzere 7 merkezde basım tesisi bulunmaktadır. 31 Aralık 2008 tarihi itibariyle hissedarların yapısı Tablo 3’deki gibidir. Tablo 3. Hürriyet Gazetecilik A.Ş. Ortaklık Yapısı Doğan Yayın Doğan Holding Halka arz edilen (diğer) TOPLAM 2008 305.624.000 23.920.000 130.456.000 Pay(%) 66,44 5,20 28,36 2007 253.484.100 167.515.900 Pay(%) 60,21 39,79 460.000.000 100 421.000.000 100 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 34 Şirket 29 Mart 2007 tarihinde Bağlı Ortaklıklarından Hollanda’da yerleşik Hürriyet Invest B.V. vasıtasıyla, Trader Media East Limited (TME) şirketinin %67.30 hissesini satın almıştır. TME başta emlak, otomotiv ve insan kaynakları olmak üzere, çıkardığı günlük ve haftalık gazeteler, dergiler ve internet siteleri vasıtasıyla sektörel seri ilan yayıncılığı yapmakta olup; başta Rusya olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinde faaliyette bulunmaktadır. Hürriyet’in hisselerini büyük bir bölümü, Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş.’nin bünyesinde kurulmuş olan Doğan Yayın Holding A.Ş.’ye (Doğan Yayın) aittir. Tablo 4. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Bağlı Ortaklıklar Bağlı ortaklıklar Ülke Faaliyet Konusu Hürriyet Medya Basım Hizmetleri ve Ticaret A.Ş. Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık A.Ş. Yenibiriş İnsan Kaynakları Hizmetleri Danışmanlık ve Yayıncılık A.Ş. Referans Yayın Dağıtım ve Kurye Hizmetleri A.Ş. Doğan Daily News Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Emlaksimum Elektronik Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. TME Teknoloji Proje Geliştirme ve Yazılım A.Ş. Hürriyet Zweigniederlassung GmbH. Hürriyet Invest B.V. Trade Media East Limited Türkiye Basım ve İdari Hizmetler Türkiye Dergi ve Kitap Basım İnternet Yayıncılığı Güz 2009, Sayı:29 Türkiye Şirket ya da Bağlı Ortaklıklarının Oy Hakları(%) 99,99 99,89 100,00 Türkiye Dağıtım ve Kurye Hizmetleri Türkiye Gazete Yayıncılığı 94,25 Türkiye İnternet Yayıncılığı 98,41 Türkiye Yazılım Hizmetleri 100,00 Almanya Gazete Basım 100,00 Hollanda Jersey Yatırım Yatırım 100,00 67,30 100,00 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 35 Tablo 5. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. İştirakler İştirakler Ülke Faaliyet Konusu Doğan Media Yaysat DYG İlan Almanya Türkiye Türkiye Yayın ve İlan (Avrupa) Dağıtım Reklam Şirket ya da Bağlı Ortaklıklarının Oy Hakları(%) 44,42 25,00 20,00 Şirket Sermaye Piyasası Kurulu’na (SPK) kayıtlı olup 1992 yılından itibaren şirketin hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) işlem görmektedir. Şirket sermayesinin %40’ı İMKB’de dolaşımda bulunmaktadır. TME’nin hisselerinin %25.02’si GDR olarak Londra Borsası’nda işlem görmektedir. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin bağlı ortaklıkları ve iştirakleri Tablo 4 ve Tablo 5’de verilmektedir. 3.1.1. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin Bilanço ve Gelir Tablolarının Dikey Analizi Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin bilançoları yüzde yöntemiyle analiz edildiğinde 2008 ve 2009 yıllarında, aktif yapı içinde dönen varlıkların %31 civarında, duran varlıkların %68-69 payı olduğu görülmektedir. 2007 yılına göre dönen varlıklarda %7 oranında artış yaşanmıştır. Tablo 6. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Aktif ve Pasifler AKTİF DÖNEN VAR. DURAN VAR. TOPLAM PASİF Kısa V. Borç Uzun V. Borç ÖZSERMAYE TOPLAM 30.09.2009 (Bin TL) 2008 (Bin TL) 2007 (Bin TL) %2009 %2008 %2007 581.241 1.331.643 1.912.884 649.946 1.394.403 2.044.349 441.617 1.380.788 1.822.405 30,4 69,6 100 31,8 68,2 100 24,2 75,8 100 365.808 591.799 955.277 1.912.884 374.320 783.830 886.199 2.044.349 174.541 794.038 853.826 1.822.405 19,12 30,94 49,94 100 18,5 38,7 42,8 100 9,6 43,5 46,9 100 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 36 İşletmenin dönen varlıklarının dağılım yüzdeleri incelendiğinde, şirketin nakit ve nakit benzerleri ile ticari alacaklar kalemlerinin dönen varlıklar içinde büyük bir yüzde ile yer aldığı görülmektedir. Nakit ve nakit benzerleri şirketin eldeki ve banka hesaplarındaki hazır değerleridir. Geçmiş yıla göre nakitin artması, ticari alacakların azalması işletmenin kredili satışlardan alacaklarını zamanında tahsil edebildiğini göstermektedir. Tablo 7. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Aktifler 30.09.2009 (Bin TL) AKTİF DÖNEN VAR. Nakit ve nakit benzerleri Finansal yatırımlar Ticari alacaklar Diğer alacaklar Stoklar Diğer dönen varlıklar DURAN VAR. Ticari alacaklar Diğer alacaklar Finansal yatırımlar Özkaynak yönt. değerlenen yat. Yatırım amaçlı gayrimenkuller Maddi duran varlıklar Maddi olmayan duran var. Şerefiye Ertelenmiş vergi varlığı Diğer duran varlıklar TOPLAM 581.241 333.540 17.747 177.004 2.569 19.980 30.402 1.331.643 0 697 4.813 9.082 20.629 515.576 545.662 227.129 5.874 2.182 1.912.884 2008 (Bin TL) 649.946 370.326 0 186.926 16.693 23.451 52.552 1.394.403 7.348 301 4.995 316 21.977 529.130 581.187 236.450 4.390 8.308 2.044.349 2007 (Bin TL) 441.617 137.939 2.094 222.307 6.232 26.187 46.859 1.380.788 0 124 6.186 4.380 12.692 552.835 558.637 236.129 6.645 3.159 1.822.405 %2009 %2008 %2007 30,4 17,4 0,9 9,3 0,1 1,1 1,6 69,6 0 0,04 0,2 0,4 1,0 26,9 28,5 11,8 0,3 0,1 100 31,8 18,1 0 9,1 0,8 1,2 2,6 68,2 0,4 0,01 0,3 0,01 1,08 25,9 28,4 11,5 0,2 0,4 100 24,2 7,6 0,1 12,2 0,3 1,4 2,6 75,8 0 0,007 0,3 0,2 0,7 30,3 30,6 13,0 0,4 0,2 100 Duran varlıkların dağılım yüzdeleri incelendiğinde maddi duran varlıklar dikkat çekmektedir. Maddi duran varlıklar arsa, bina, makine gibi fiziki varlık kalemleri olup, işletmenin faaliyet raporunda 1997-2008 yılları arasında yaptığı yatırım harcamalarının(404 milyon ABD doları) %63’ü makine, %16’sı arsa, %15’i bina, %6’sının diğer yatırımlara ait olduğu belirtilmiştir. Şirketin maddi olmayan duran varlıklarının payı da yüksektir. Bunlar, herhangi bir fiziksel varlığı bulunmayan ve işletmenin belli bir şekilde yararlandığı yada yararlanmayı beklediği aktifleştirilen giderler ile belli koşullar altında hukuken himaye gören haklar ve şerefiyelerin işlendiği hesap grubudur (Tokaç, 2005:256). İmtiyaz, patent, lisans, ticari marka gibi haklar bu bilanço kalemi içinde yer almaktadır. Ayrıca örneğin Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 37 işletmenin yeni bir şube açması, işlerini genişletmesi ve karşılığında maddi bir değer elde edilmeyen giderlerinin aktifleştirilmesi bu hesaplarla gösterilmektedir. Tablo 8. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Pasifler PASİF KISA V.BORÇ Finansal borçlar Diğer finansal borçlar Ticari borçlar Diğer borçlar Dönem karı vergi yük. Borç karşılıkları Diğer kısa vadeli borçlar UZUN V.BORÇ Finansal borçlar Diğer finansal borçlar Diğer borçlar Kıdem tazminatı karşılığı Ertelenmiş vergi yüküm. Diğer uzun vadeli borçlar ÖZSERMAYE Ana ortaklığa ait özkaynaklar Ödenmiş sermaye Sermaye düzeltmesi farkları Yabancı para çevrim farkları Kardan ayrılan kısıt. yedekler Geçmiş yıllar karları Net dönem zarar/karı Azınlık payları TOPLAM 30.09.2009 (Bin TL) 2008 (Bin TL) 2007 (Bin TL) %2009 %2008 %2007 365.808 243.767 12.575 41.057 17.261 7.338 24.054 19.757 591.799 438.601 5.292 185 13.210 134.440 71 955.277 374.320 275.661 13.686 45.024 15.568 2.160 6.732 15.489 783.830 627.938 6.043 11.745 137.531 384 886.199 174.541 59.744 0 45.082 21.126 26.864 5.148 16.578 794.038 605.196 17.850 189 146 10.115 159.930 801 853.826 19,1 12,7 0,7 2,1 0,9 0,38 1,2 1,03 30,9 22,9 0,27 0,009 0,7 7,02 0,003 49,9 18,5 13,5 0,7 2,2 0,8 0,1 0,3 0,8 38,7 30,7 0,3 0,009 0,6 6,7 0,01 42,8 9,6 3,3 0 2,4 1,2 1,5 0,3 0,9 43,5 33,2 0,9 0,008 0,6 8,8 0,04 46,9 834.296 552.000 77.199 (18.643) 27.717 191.092 4.931 120.905 1.912.884 753.058 460.000 77.199 (2.950) 27.310 229.592 (38.094) 133.142 2.044.349 743.243 421.000 77.199 (50.858) 22.517 179.198 94.187 110.582 1.822.405 43,6 28,8 4,03 (0,9) 1,4 9,9 0,2 6,3 100 36,8 22,5 3,8 0,1 1,3 11,2 1,9 6,0 100 40,8 23,1 4,2 2,8 1,2 9,8 5,1 6,1 100 Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin kullandığı finansal kaynakların izlendiği pasif kalemleri incelendiğinde ise, özsermayenin %45 civarı olduğu görülmektedir. Genel standartlar dikkate alındığında öz sermayenin %50’nin üzerinde olması güçlü bir mali yapıyı göstermektedir. Dönen varlıklarla kısa vadeli borçlar karşılaştırıldığında dönen varlıkların aktif içindeki yüzdesinin(%31.8) kısa vadeli borçların pasif içindeki payından(%18.5) daha fazla olduğu görülmektedir. Bu işletmenin net çalışma sermayesinin yeterli olduğunu göstermektedir. Net çalışma sermayesinin pozitif olması işletmenin lehine bir durumdur. Aksi durumda işletme likidite sıkıntısına İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 38 düşerek kısa vadeli borçlarını zamanında ödeyememe riskine girer. İşletmenin kısa vadeli borçları 2008-2009 itibariyle %8-9 civarında artmıştır. Bunun büyük bölümü finansal borçlardan kaynaklanmaktadır. İşletme yabancı kaynaklarla finansmanında daha çok uzun vadeli borçlara yer vermektedir. Uzun vadeli borçlar içinde de finansal borçlar önemli bir yer almaktadır. 2008 ve 2009 yılında önceki yıla oranla uzun vadeli borçlarda %5 ve %8 azalma olmuştur. Satış Gelirleri Satışların Maliyeti(-) Brüt Kar/Zarar Pazarlama, satış, ve dağıtım giderleri(-) Genel yönetim giderleri(-) Diğer faaliyet gelirleri Diğer faaliyet giderleri(-) Faaliyet Kârı/Zararı Özkaynak yönt. değer. yatırımların kar/zarardaki paylar Finansal gelirler Finansal giderler(-) Sürdürülen faaliyetler vergi öncesi kar/zarar Dönem vergi gideri(-) Ertelenmiş vergi geliri Net Kâr/Zarar 2007(%) 2008(%) 2009(%) 2007 (Milyon TL) 2008 (MilyonTL) 30.09.2009 (MilyonTL) Tablo 9. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2009-2008-2007 Yılları Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Gelir Tablosu 578.9 (370.8) 208.1 998.4 (595.8) 402.6 897.6 (531.8) 365.8 100 64,1 35,9 100 59,7 40,3 100 59,2 40,8 (54.6) (109.9) 2.8 (28.0) 18.3 (118.8) (204.6) 22.7 (24.3) 77.6 (113.2) (134.9) 8.0 (15.0) 110.6 9,4 18,9 0,4 4,8 3,1 11,9 20,5 2,3 2,4 7,8 12,6 15,0 0,9 1,7 12,3 (7.5) (8.8) (20.9) 1,2 0,9 2,3 131.2 (127.8) 106.9 (264.5) 132.8 (69.5) 22,6 22,1 10,7 26,5 14,8 7,7 14.2 (13.9) (0.3) (60) (88.7) (24.4) 32.6 (21.3) 152.9 (52.0) 4.3 103.5 2,4 2,4 0,1 10,3 8,9 2,4 3,2 2,1 17,0 5,8 0,5 11,5 İşletmenin gelir tablosuna bakıldığında şirketin maliyetleri net satışların yaklaşık %59’unu oluşturmaktadır. 2009 yılı itibariyle bu oran %64’e kadar çıkmaktadır. Brüt satış karlılığı ise yaklaşık %40’tır. Yıl sonu net kar durumuna bakıldığında işletmenin 2008 ve 2009 yılında zarar ettiği görülmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 39 İşletmenin satış gelirleri incelendiğinde, toplam satış gelirlerinin %66’sından fazlasını reklam gelirlerinin oluşturduğu, tiraj gelirlerinin ise %11-12 civarında payı olduğu görülmektedir. Tablo 10. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Satış Gelirleri ve Satış Maliyetleri(Milyon TL) Satış gelirleri Reklam gelirleri Tiraj gelirleri Diğer gelirler Satışların maliyeti Hammadde maliyetleri Kağıt Baskı ve mürekkep Diğer Personel giderleri Amortisman ve itfa payları Komisyonlar Nakliye,depolama, seyehat Ajans haber alma giderleri Diğer 2008 2007 2008(%) 2007(%) 667.4 109.8 221.2 998.4 594.5 107.7 195.4 897.6 66,8 11,0 22,1 100 66,2 12,0 21,8 100 274.1 176.8 76.3 21.0 177.3 44.5 30.1 9.0 8.4 52.4 595.8 244.8 169.0 55.5 20.3 142.5 42.6 24.8 8.3 8.3 60.5 531.8 46,0 29,7 12,8 3,5 29,8 7,5 5,0 1,5 1,4 8,8 100 46,0 31,8 10,4 3,8 26,8 8,0 4,7 1,6 1,6 11,4 100 Satışların maliyetleri incelendiğinde ise, hammadde maliyetleri toplam maliyetin %46’sını oluşturmaktadır. Bunun %30 gibi önemli bir bölümü ise kağıt maliyetidir. Personel giderleri de kağıda yakın bir gider kalemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 3.1.2. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin Rasyo Analizi Şirketin son üç yıllık mali yapı ve karlılığına ilişkin oranlar Tablo 10’da yer almaktadır. İşletmenin likidite durumunu ölçen oranlar; cari oran, asit test oranı ve nakit oranı olmaktadır. Likidite oranları, firmanın kısa süreli borçlarını ödeme gücünü ölçmek, işletme sermayesinin yeterli olup olmadığını saptayabilmek için kullanılmaktadır (Akgüç, 1998: 23). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 40 Tablo 11. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. Mali Rasyolar ve Kârlılık Likidite Oranları Cari oran Asit test oranı Nakit oran Mali Yapı Oranları Borç/Özsermaye K.V.Borç/Toplam Borç Borç/Aktif Toplamı(Kaldıraç oranı) K.V.Borç/Pasif Toplamı Kar/Zarar Oranları Net kar/Net satışlar(Satışların karlılığı) Net kar/Özsermaye(Özsermaye karlılığı) Faaliyet Döngü Oranları Stok devir hızı Alacak devir hızı Toplam varlıklar devir hızı 2009 2008 2007 1,59 1,53 0,91 1,74 1,67 0,98 2,53 2,38 0,79 1,00 0,38 0,50 0,19 1,31 0,32 0,56 0.18 1,13 0,18 0,53 0.09 (0,01) (0,06) (0,02) (0,02) 0,11 0,12 18,56 3,27 0,30 25,40 5,34 0,48 20,30 4,03 0,49 Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’de 2 olması yeterli görülen cari oran 2007 yılında 2,53 iken 2008 yılında 1,74, 2009 yılında 1,59 olarak hesaplanmıştır. Cari oranın tamamlayıcısı niteliğindeki asit test oranının 1 olması genelde yeterli sayılmakta, nakit oranın ise 0,20’nin altına düşmemesi beklenmektedir. Bu durumda üç oran beraber değerlendirildiğinde, işletmenin kısa süreli borçlarını ödeme gücü olduğu ve işletme sermayesinin yeterli olduğu söylenebilir. Mali yapı oranları, işletmenin ne ölçüde borçla finanse edildiğini ve borçla finansmanının işletme için ne kadar yararlı olduğunu ölçmeye yarar (Ceylan, 2003: 48). Genel olarak %50’nin üzerine çıkmaması beklenen kaldıraç oranı işletmede %50, %56 ve %53 olarak hesaplanmıştır. Kaldıraç oranının %50’ye yakın olması işletmenin risksiz finanse edildiğini gösterir. Özsermayenin borçları karşılama oranı beklenenden yüksek çıkmıştır. İşletme varlıklarının %18’lik bölümünün kısa vadeli borçlarla finanse edilmesi olumlu bir sonuçtur. Kar/zarar oranları işletmenin karlılığını ve faaliyetlerinin ne kadar verimli olduğunu ortaya koymaktadır. İşletme için hesaplanan satışların karlılığı ve özsermayenin karlılığı oranları 2007 yılında % 11-12 civarında olup 2008-2009 yılında zarar çıkmıştır. Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 41 Faaliyet döngü oranları işletmelerde kullanılan varlıkların performansını analiz eden oranlardır. Bu oranlar, alacakların kalitesi, stokların stoklarda ne kadar kaldığı, üretimde kullanılan varlıkların, faaliyetlerinin devamı için kapasitenin yeterli olup olmadığını ifade eder (Ergül, 2004: 45). İşletmenin alacak devir hızı önceki yıl 4,03’ken 2008 yılında 5,34 olarak hesaplanmıştır. Alacak devir hızındaki artış, işletmenin alacaklarını tahsil edebildiği konusunda iyi bir gösterge olmaktadır. Alacakların ortalama tahsilat süresi 89 günden 67 güne düşmüştür. Ancak 2009 yılı dokuz aylık verilerine göre tekrar bir düşüş söz konusu olmaktadır. Stok devir hızı stokların bir yıl içinde kaç kez satışlara dönüştüğünü gösterir (Ceylan, 2003: 57). Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’de stok devir hızı 20.3’den 25.4’e yükselmiştir. Bu artış olumlu olarak değerlendirilmektedir. Bu oran stokların 14 günde bir yenilendiğini göstermektedir. 2009’da yine bir düşüş ortaya çıkmıştır. Toplam varlıklar devir hızı, işletmenin aktif varlıklarının kaç katı satış yaptığını göstermektedir. İşletmenin toplam varlıklar devir hızı son iki yıl için 0,5 civarında hesaplanmıştır. 2009 yılı 9 aylık verilere göre 0,3’e düşmüştür. 3.2. Doğan Gazetecilik A.Ş. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin temelleri, gazeteci Ali Naci Karacan tarafından 3 Mayıs 1950 yılında Milliyet gazetesiyle atılmış olup, Karacan ailesi 20 Temmuz 1979’da gazeteyi Aydın Doğan’a devretmiştir. 2003 yılı sonunda Milliyet’in Posta, Radikal, Fanatik gazetelerini çıkaran Simge Yayıncılık ve Dağıtım A.Ş. ile birleşmesinin ardından Doğan Gazetecilik A.Ş. kurulmuştur. Tablo 12. Doğan Gazetecilik A.Ş. Bağlı Ortaklıklar İştirak ve Bağlı ortaklıklar Ülke Kemer Yayıncılık ve Gazetecilik A.Ş. Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş. Kemer Yayıncılık Pazarlama San. Ve Tic.A.Ş. Milliyet Verlags und Handels GmbH. DYG İlan ve Reklam Hizmetleri A.Ş. Milliyet Haber Ajansı (Milha) Birey Seçme ve Değerlendirme Danışmanlık Ltd. Milliyet İnternet Hizmetleri ve Ticaret A.Ş. Türkiye Yatırım Türkiye Gazete Yayıncılığı Türkiye İnternet Yayıncılığı Almanya Türkiye Türkiye Türkiye Faaliyet Konusu Gazete dağıtım İlan, reklam ve pazarlama Haber ajansı İnternet hizmetleri Türkiye İnternet yayıncılığı İştirak payı(%) 99,98 99,99 99,96 17,34 50,02 66,99 50,00 99,83 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 42 Grup, Vatan gazetesinin isim ve imtiyaz hakkına sahip Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş.’nin sermayesinin %40.16’sını ve Bağımsız Gazeteciler’in sermayesinde %59.84 oranında paya sahip Kemer Yayıncılık ve Gazetecilik A.Ş.’nin sermayesini temsil eden paylarının tamamını satın almıştır. Tablo 13. Doğan Gazetecilik A.Ş. Ortaklık ve Sermaye Yapısı Ortağın Adı Soyadı ve Ünvanı Doğan Yayın Holding A.Ş. Halka Arz Diğer Toplam Sermaye (YTL) 74.147.743 30.303.629 548.628 105.000.000 İştirak Payı (%) 70,62 28,86 0,52 100,00 Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin temel faaliyet alanı, günlük gazetelerle, haftalık, aylık ve periyodik olarak yayımlanan dergilerin hazırlanması, basın yayın alanıyla ilgili reklam işlerinin izlenmesi ve gazete, dergi, kitap gibi yayınların dağıtım ve satış işleridir. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin bağlı ortaklıkları ve iştirakleri Tablo 12 ve Tablo 13’de yer almaktadır. 3.2.1. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin Bilanço ve Gelir Tablolarının Dikey Analizi Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin bilançoları yüzde yöntemiyle analiz edildiğinde aktif yapı içinde 2008 yılında dönen varlıkların %31.8 duran varlıkların %68.2 olduğu görülmektedir. Önceki yıla göre dönen varlıkların yüzdelerinde %36’lık düşüş yaşanmıştır. Bu değişim şirketin kasa ve kasa benzerleri kaleminde de kendini göstermekte, yani işletmenin para mevcudunda önemli bir azalma izlenmektedir. 2009 yılında da nakit sıkıntısı artarak devam etmiştir. Bu durum firmanın yeni iktisadi varlıklar elde etmesinin ya da zarar etmesinin sonucu olabilir. Dönen varlıklar içinde ticari alacaklar da %22-24 civarındaki oranla dikkat çekmektedir. Duran varlıkların yüzdeleri incelendiğinde maddi olmayan duran varlıklarda %22 ve şerefiye değerlerinde %13 oranlarında artışlar görülmektedir. Gelir tablosunda ise zarar edildiği izlenmektedir. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin kullandığı finansal kaynakların izlendiği pasif kalemleri incelendiğinde ise, özsermayenin %70 üzerinde olduğu görülmektedir. Genel standartlar dikkate alındığında öz sermayenin %50’nin üzerinde olması güçlü bir mali yapıyı göstermektedir. Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 43 Tablo 14. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Aktif ve Pasifler AKTİF DÖNEN VAR. DURAN VAR. TOPLAM PASİF KISA V.BORÇ UZUN V.BORÇ ÖZSERMAYE TOPLAM 2009(BinTL) (30.09.2009) 2008(Bin TL) 2007(Bin TL) %2009 %2008 %2007 102.564 225.432 327.996 105.088 225.433 330.521 182.796 96.772 279.568 31,3 68,7 100 31,8 68,2 100 65,4 34,6 100 85.389 7.494 235.113 327.996 84.184 5.293 241.044 330.521 34.026 3.698 241.844 279.568 26,0 2,3 71,7 100 25,5 1,6 72,9 100 12,2 1,3 86,5 100 Dönen varlıklarla kısa vadeli borçlar karşılaştırıldığında dönen varlıkların aktif içindeki yüzdesinin kısa vadeli borçların pasif içindeki payından daha fazla olduğu görülmektedir. Bu işletmenin net çalışma sermayesinin yeterli olduğunu göstermektedir. Yani işletmenin hazır değerlerindeki azalmaya rağmen kısa vadeli borçları ödeme gücü olduğu düşünülebilir. İşletme yabancı kaynaklarla finansmanında daha çok kısa vadeli borçlara yer vermektedir. Şirketin kısa vadeli borçları 2008 yılında önceki yıla göre %13’lük bir artış göstermiştir. Kısa vadeli borçlar içinde en büyük değeri 2008 yılında %21,3 ile ticari borçlar almaktadır. 2009 yılı 9 aylık verilere göre bu oran %11’e düşmüştür. Pasif kalemleri içinde uzun vadeli borçların oranı %2’nin altındadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 44 Tablo 15. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Aktifler 30.09.2009 2008 (Bin TL) (Bin TL) (Bin TL) 2007 %2009 %2008 %2007 102.564 105.088 182.796 31,3 31,8 65,4 3.820 16.218 106.334 1,3 4,9 38,0 Ticari alacaklar 81.665 71.782 64.907 24,9 21,7 23,2 Diğer alacaklar 84 98 - 0,02 0,03 - 5.379 5.644 4.014 1,6 1,7 1,4 11.616 10.572 7.541 3,5 3,2 2,7 AKTİF DÖNEN VAR. Nakit ve nakit benzerleri Stoklar Diğer dönen varlıklar Satış amacıyla elde tutulan duran v. - 775 - - 0,2 - DURAN VAR. 225.432 225.433 96.773 68,7 68,2 34,6 Diğer alacaklar 65 65 59 0,01 0,02 0,02 Finansal yatırımlar 70 70 135 0,02 0,02 0,05 Yatırım amaçlı gayrimenkuller 3.584 1.288 646 1,0 0,4 0,2 Maddi duran varlıklar 29.627 31.569 31.947 9,0 9,6 11,4 Maddi olmayan duran var. 71.979 74.733 895 21,9 22,6 0,3 113.857 113.857 60.429 34,7 34,5 21,6 6.250 3.850 2.661 1,9 1,2 1,0 327.996 330.521 279.568 100 100 100 Şerefiye Ertelenmiş vergi varlığı TOPLAM Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 45 Tablo 16. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Bilançolarında Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Pasifler 30.09.2009 2008 2007 (BinTL) (Bin TL) (Bin TL) %2009 %2008 %2007 PASİF KISA V.BORÇ 85.388 84.183 34.026 26,0 25,5 12,2 Finansal borçlar 31.372 1.061 3.098 9,6 0,3 1,1 Ticari borçlar 36.435 70.307 21.063 11,1 21,3 7,5 Diğer borçlar 5.361 4.267 5.200 1,6 1,3 1,9 Dönem karı vergi yük. 2.470 - 16.456 0,8 - 5,9 Borç karşılıkları 3.311 2.928 1.455 1,0 0,9 0,5 Diğer kısa vadeli borçlar 6.439 5.620 3.194 1,9 1,7 1,1 UZUN V.BORÇ 7.494 5.293 3.698 2,3 1,6 1,3 Çalışanlara sağlanan faydalar 7.494 5.293 3.698 2,3 1,6 1,3 ÖZSERMAYE 235.115 241.045 241.845 71,7 72,9 86,5 Anaortaklığa ait özkaynaklar 234.860 240.793 241.617 71,6 72,8 86,4 Ödenmiş sermaye 105.000 105.000 100.000 32,0 31,8 35,8 Sermaye düzeltme farkları 45.910 45.910 45.910 13,9 13,9 16,4 Hisse senedi ihraç primleri 82.060 82.060 82.060 25,0 24,8 29,4 - - 70 - - 0,02 Yabancı para çevrim farkları Kardan ayrılan kısıt. yedekler 20.120 3.838 3.838 6,1 1,1 1,3 Geçmiş yıllar karları (12.297) 4.739 906 3,7 1,4 0,3 Net dönem zarar/karı (5.933) (753) 8.833 1,8 0,2 3,1 254 252 228 0,07 0,07 0,08 327.996 330.521 279.568 100 100 100 Azınlık payları TOPLAM İşletmenin gelir tablosuna bakıldığında şirketin maliyetleri net satışların yaklaşık %68’sini oluşturmaktadır. 2007 yılı ile karşılaştırıldığında maliyetlerde %6 civarında artış olduğu görülmektedir. Bunun nedeni gazete kağıdına gelen zam veya gazete sayfasının artması olabilir. Brüt satış karlılığı ise yaklaşık %32’dir. Bir önceki yıla göre bir azalma söz konusudur. Net satış karına bakıldığında işletmenin zarar ettiği görülmektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 46 Tablo 17. Doğan Gazetecilik A.Ş. 2009-2008-2007 Yılları Yüzde Yöntemiyle Hazırlanmış Gelir Tablosu 2009 2008 2007 (Bin TL) (Bin TL) 2009(%) (Bin TL) 2008(%) 2007(%) (30.09.2009) Satış gelirleri Satışların maliyeti(-) Brüt Kar/Zarar 100 259.061 (174.088) 341.353 293.417 (231.755) (182.077) 100 100 67,2 67,9 62,0 84.974 109.599 111.340 32,8 32,1 37,9 Pazarlama, satış ve dağıtım giderleri(-) (66.473) (96.237) (81.155) 25,6 28,2 27,7 Genel yönetim giderleri(-) (19.574) (25.406) (22.717) 7,5 7,4 7,7 2.748 8.441 3.181 1,0 2,5 1,1 Diğer faaliyet giderleri(-) (4.483) (12.628) (2.594) 1,7 3,7 0,9 Faaliyet Karı/Zararı (2.809) (16.231) 8.055 1,08 4,8 2,7 3.780 19.841 10.314 1,4 5,8 3,5 Finansal giderler(-) (6.757) (12.815) (7.249) 2,6 3,8 2,5 Sürdürülen faaliyetler vergi öncesi kar/zarar (5.786) (9.205) 11.120 2,2 2,7 3,8 Dönem vergi gideri(-) (2.544) (3.040) (2.682) 0,9 0,9 0,9 Ertelenmiş vergi geliri 2.399 11.516 398 0,9 3,4 0,1 (5.931) (729) 8.835 2,2 0,2 3,0 Diğer faaliyet gelirleri Finansal gelirler Net Kar/Zarar İşletmenin satış gelirleri incelendiğinde, toplam satış gelirlerinin %61’ini reklam gelirlerinin oluşturduğu, tiraj gelirlerinin ise %37 civarında payı olduğu görülmektedir. Satışların maliyetleri incelendiğinde ise, hammadde maliyetlerinin toplam maliyetin %53’ünü oluşturduğu dikkat çekmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 47 Tablo 18. Doğan Gazetecilik A.Ş. Satış Gelirleri ve Satış Maliyetleri 2008 Satış gelirleri Reklam gelirleri Tiraj gelirleri Diğer gelirler Satışların maliyeti Hammadde maliyetleri Haber ve fotoğraf hizmetleri Baskı giderleri Personel giderleri Amortisman ve itfa payları Diğer 2007 2008(%) 2007(%) 209.206.662 126.396.588 5.749.851 341.353.101 178.852.681 107.972.936 6.591.130 293.416.747 61,3 37,0 1,7 100 61,0 36,8 2,2 100 121.590.529 33.250.633 31.521.961 23.751.779 3.941.640 17.697.971 231.754.513 97.866.203 23.370.567 21.521.341 18.992.371 1.236.770 19.089.918 182.077.170 52,5 14,3 13,6 10,3 1,7 7,6 100 53,8 12,8 11,8 10,4 0,7 10,5 100 3.2.2. Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin Rasyo Analizi Şirketin son üç yıllık mali yapı ve karlılığına ilişkin oranlar Tablo 19’da yer almaktadır. İşletmenin likidite durumunu ölçen cari oran, asit test oranı ve nakit oranları hesaplandığında aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmıştır. Tablo 19. Doğan Gazetecilik A.Ş. Mali Rasyolar Likidite Oranları Cari oran Asit test oranı Nakit oran Mali Yapı Oranları Borç/Özsermaye K.V.Borç/Toplam Borç Borç/Aktif Toplamı (Kaldıraç oranı) K.V.Borç/Pasif Toplamı Kar/Zarar Oranları Net kar/Net satışlar(Satışların karlılığı) Net kar/Özsermaye(Özsermaye karlılığı) Faaliyet Döngü Oranları Stok devir hızı Alacak devir hızı Toplam varlıklar devir hızı 2009 1,20 1,14 0,04 2008 1,25 1,18 0,19 2007 5,37 2,12 3,12 0,39 0,92 0,28 0,26 0,37 0,94 0,27 0,25 0,37 0,94 0,32 0,12 (0,02) (0,02) (0,002) (0,003) 0,03 0,04 32,36 3,17 0,79 47,99 4,99 1,03 38,11 4,99 1,04 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 48 Doğan Gazetecilik A.Ş.’de 2 olması yeterli görülen cari oran 2007 yılında 5,37 iken 2008 ve 2009 yıllarında 1,25 olarak hesaplanmıştır. Cari oranın tamamlayıcısı niteliğindeki asit test oranı önceki yıl 2,12 iken son dönemde 1,18 ve 1,14 olarak hesaplanmıştır. Nakit oran ise son dönemde 0,20’nin altına düşmüştür. Bu oranlar bilançoların yüzde yöntemiyle incelenmesi sırasında dikkat çeken likidite durumundaki düşüşü desteklemektedir. Mali yapı oranları incelendiğinde, kaldıraç oranının %30 civarında hesaplanmış olduğu görülmektedir. Özsermayenin borçları karşılama oranı da %37’dir. İşletmenin varlıklarının %25’lik bölümü kısa vadeli borçlarla finanse edilmektedir. İşletme için hesaplanan satışların karlılığı ve özsermayenin karlılığı oranları 2007 yılında % 0,3-0,4 civarında olup 2008-2009 yıllarında zarar çıkmıştır. İşletmenin alacak devir hızı iki yıl için 4,99 ve 2009 yılı için 3,17 olarak hesaplanmıştır. Alacakların ortalama tahsilat süresi 72 gündür. Doğan Gazetecilik A.Ş.’de stok devir hızı 38.11’den 47.99’a yükselmiştir. Bu oran stokların 7 günde bir yenilendiğini göstermektedir. Ancak 2009 yılı 9 aylık verilere göre bu oran 32,36’a düşmüştür. Toplam varlıklar devir hızı, işletmenin aktif varlıklarının kaç katı satış yaptığını göstermektedir. İşletmenin toplam varlıklar devir hızı iki yıl için 1,03 civarında, 2009 yılı için 0,79 olarak hesaplanmıştır. 4. Finansal Analiz Sonuçlarının Genel Değerlendirilmesi Araştırmada Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ile Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin 2007, 2008 ve 2009 (30.09.2009 tarihi itibariyle 9 aylık) yıllarına ait muhasebe veri ve bilgilerinin özeti olarak ortaya çıkan bilançoları ve gelir tabloları çeşitli ölçü, karşılaştırma ve oran teknikleri kullanılarak incelenmiştir. Bu inceleme sonunda araştırılan basın işletmelerinin finansal durumu ve faaliyet sonuçları hakkında bilgi sahibi olunmuştur. Araştırmada yer alan işletmeler büyük ölçekli işletmeler olup, birer holding işletmesi olarak faaliyet göstermektedir. Sektörde toplam gazete satış gelirleri ve reklam-ilan gelirlerinin önemli bir bölümünü elinde tutan bu işletmelerin medya sektöründe ve diğer pek çok sektörde faaliyet gösteren işletmelerle ortaklıkları ve iştirakleri bulunmaktadır. Araştırmada ele alınan basın işletmeleri tarafından kullanılan finansman kaynakları incelendiğinde, basın işletmelerinin öncelikle tüm işletmeler gibi sahip ya Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 49 da ortaklar tarafından fon sağladığı(öz sermaye), bunun dışında işletme dışı kaynaklardan kısa ve uzun vadeli krediler sağlayarak finansal dengelerini kurma yoluna gittikleri görülmektedir. Her iki basın işletmesi de 2008-2009 yıllarında uzun vadeli borçlanmadan uzaklaşarak kısa vadeli borçlanmaya yönelmiştir. Bunun nedeni faizlerin düşeceği yönündeki beklentiler olabilir. Basın işletmelerinin bilançoları incelendiğinde, kısa vadeli kaynaklar içinde Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin çoğunlukla banka kredisi tercih ettiği, Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin daha çok ticari kredi kullandığı yani kısa süreli satıcı kredilerinden yararlandığı ortaya çıkmaktadır. Satıcı kredileri, işletmelerin hammadde ya da malzeme alışlarını diğer işletmelerden kredili olarak satın aldığını göstermektedir. Uzun vadeli fon kaynakları incelendiğinde, her iki basın işletmesinin uzun vadeli banka kredilerine büyük oranda başvurdukları görülmektedir. İncelen basın işletmelerinin varlık yapısında duran varlıkların dönen varlıklara oranla daha fazla yer aldığı görülmüştür. Duran varlıklar içinde en önemli payı makine, arsa, bina gibi maddi duran varlıklar ve imtiyaz, ticari marka gibi haklar ile şerefiyeler gibi maddi olmayan duran varlıklar almaktadır. İşletmelerin likidite durumları incelendiğinde, basın işletmelerinin genel olarak kısa vadeli yabancı kaynaklarını karşılayabildiği ve çalışma sermayesinin yeterli olduğu belirlenmiştir. Ancak Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin 2008 ve 2009 yılı içinde likidite sıkıntısı yaşadığı düşünülmektedir. İşletmenin dönen varlıklarının önemli bir bölümünü ticari alacaklar oluşturmaktadır. Çalışmaya konu olan basın işletmelerinin ticari alacakları ticari borçlarından fazladır. İncelenen işletmelerde alacakların ortalama tahsilat süreleri hesaplanmış, bu işletmelerin kredili satışlardan olan alacaklarını 2 ile 3 ay içinde tahsil edebildikleri ortaya çıkmıştır. Ticari alacaklarının tahsil süresinin uzun olması borç ödemede sıkıntı yaratabilir. Gelir tabloları incelendiğinde, satışların maliyetinin yüksek seviyelerde seyrettiği ortaya çıkmaktadır. Gerek kağıt, mürekkep gibi hammadde maliyetleri, gerek personel giderleri, gerekse dağıtım giderleri yüksek maliyet oluşturmaktadır. Basın işletmelerinin gelirleri incelendiğinde, işletmelerin büyük ölçüde reklam gelirleriyle ayakta kaldıklarını söylemek mümkün olmaktadır. Araştırmada basın işletmelerinin karlılık durumları ile ilgili olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır. İncelenen işletmelerin 2008 yılını ve 2009 yılının 9 aylık kısmını zararla kapadıkları görülmektedir. Bu durumda, satışların maliyetlerinde yaşanan artışların ve ekonomik krizin etkisi olabileceği düşünülmektedir. Nitekim 1994 ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi D. Gürkan 50 2001 kriz dönemlerinde de basın işletmelerinin karlılık durumlarının benzer bir yapıda olduğu tetkik edilmiştir. Sonuç Bu çalışmada Türkiye’deki basın işletmelerinde finansmanın ne şekilde gerçekleştiğini tespit etmek için, seçilen basın işletmelerinin 2007,2008 ve 2009 yıllarına ait mali tabloları incelenmiştir. Mali tabloları incelenen basın işletmelerinin, hangi finansal kaynaklardan yararlandığı, varlıkları, borçları, yine o dönemde yaptıkları işlemler sonucunda elde ettikleri gelir ve giderleri, karlılık durumları araştırılarak bu işletmelerin faaliyetlerinin finansal bakımdan etkinliği ölçülmüştür. Basın işletmeleri kuruluş aşamasında, işletme sahip ya da ortaklarından fon sağlamakta, bu fonlar öz kaynaklardan sağlanan fonlar olup, işletmenin özsermayesini oluşturmaktadır. Özsermayenin daha sonra çeşitli nedenlerle yeterliliğini kaybetmesi ile, işletmenin sahip ya da ortakları yeniden fon aktarabilmektedir. Anonim şirket olarak kurulan basın işletmeleri özkaynaklardan sağlanan fonlar yeterli olmadığında yeniden hisse senedi çıkararak da sermayelerini artırabilmektedir. Günümüz ekonomik koşullarında basın işletmeleri, işletme dışı kaynaklardan kısa ve uzun vadeli krediler sağlayarak, zaman zaman otofinansman yoluyla kendi kendilerini finanse ederek bir finansal denge kurmaya çalışmaktadır. Basın işletmelerinin kaynak ihtiyacında, ürettikleri ürünün maliyetleri belirleyici olabilmektedir. Basın işletmeleri maliyetleri fazla olan işletmelerdir. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. ve Doğan Gazetecilik A.Ş.’nin işçilik, hammadde ve genel üretim giderlerinden oluşan “satışların maliyeti” genellikle bu işletmelerin net satış gelirlerinin %60’ı civarında hesaplanmıştır. Basın sektöründe üretilen ürün, büyük altyapı yatırımları ve pahalı teknolojiyi gerektirmekte, dolayısıyla yüksek başlangıç maliyetleri söz konusu olmaktadır. İncelenen basın işletmelerinin maddi duran varlıklarının yapısı da bu durumu açıklamaktadır. Türkiye’de gazete tirajlarının belli bir seviyenin üzerine çıkmaması ve gazete satış fiyatlarının genellikle maliyetin altında tutulması nedeniyle basın işletmelerinin faaliyetlerini sürdürmelerinde reklam ve ilan gelirleri önemli olmaktadır. İncelenen basın işlemelerinin gelirlerinin %60’dan fazlasını reklam ve ilan gelirleri oluşturmaktadır. Bu oranlar basın işletmeleri için ilan ve reklamların, finansman Güz 2009, Sayı:29 Basın İşletmelerinin Finansman Sorunları ve Bir Finansal Analiz Uygulaması 51 açısından önemini ortaya koymaktadır. İncelenen işletmeler için faaliyet dışı gelirler de önemli bir orana sahip olmaktadır. Bu durum, işletmelerin atıl fonlarını finans piyasalarında değerlendirdiklerini göstermektedir. Yapılan araştırmada çıkan önemli bir sonuç da, bu işletmelerin özsermayeleri ve toplam cirolarına kıyasla karlılık oranlarının çok düşük olduğudur. Basın işletmeleri finansal açıdan çok karlı olmayan kurumlardır. Ancak kar oranının düşüklüğüne rağmen girişimcilerin basın işletmelerine yatırım yapmasının altında, medyanın kamuoyunu etkileme gücü veya girişimcilerin faaliyet gösterdikleri diğer alanlarda güçlerini arttırabilmeleri gibi bazı nedenler bulunmaktadır. Basın sektöründe yapılan hizmetin kamusal boyutu, basın işletmelerinin sosyal işlevlerini tarafsız yerine getirebilmelerini gerektirmekte, bu da işletmelerin ekonomik bağımsızlığa ve finansal güce sahip olmaları ile mümkün olmaktadır. Ancak, sektörde faaliyet gösterebilecek finansal güce sahip olan basın işletmesi sayısının artması gerekmektedir. Finansal kaynak sorunu yüzünden sektörde birkaç basın grubunun faaliyet gösterebilir duruma gelmesi, tekelleşmeyi ve beraberinde başka sorunları getirmektedir. Bu yüzden basının mali baskılara karşı korunması için çeşitli önlemler alınması gerekmektedir. KAYNAKÇA Akgüç, Öztin (1998) Finansal Yönetim, İstanbul: Avcıol Basım Yayın. Atılgan, Semra (1992) Türk Basınında Finans Problemleri, Marmara İletişim Dergisi, Sayı:1, s.317-346. Atılgan, Semra (1993) Basın Ekonomisi ve Promosyon, Marmara İletişim Dergisi, Sayı:3, s.233-237. Atılgan, Semra (1999) Basın İşletmeciliği, İstanbul: Beta Basım Yayım. Baytar, Orhan (2006) 1992-2002 Yılları Arasında Türkiye’de Basın İşletmelerinin Maliyet ve Gelir Yapısının Faaliyet Sonuçları Açısından İncelenmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Berk, Niyazi (1995) Finansal Yönetim, İstanbul: Türkmen Kitabevi. Ceylan, Ali (2003) İşletmelerde Finansal Yönetim, Bursa: Ekin Kitabevi. Dai, Uğur (2008) Basın İşletmelerinin Finansal Yapısı, İstanbul: Beta Basım Yayım. Dai, Uğur ve Kara, Tolga (2002) Basın İşletmelerinde Finansal Yönetimin Önemi, İ.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, Cilt 1, s.21-25. Desmoulins, N.T. (1993) Medya Ekonomisi, İstanbul: İletişim Yayınları. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 52 D. Gürkan Dursun, Çiler (1999) Türk Basınında Dağıtımın Tarihçesi ve Yapısı, Alemdar, K.(Der.), İstanbul: Afa Yayınları. Dündar, İ.Pelin (2006) Yazılı Basın İşletmelerinde Kalite, Ankara: Nobel Yayın. Ergül, Nuray (2004) Herkes İçin Finans, İstanbul: Literatür Yayıncılık. Fillion, P. (1992) Dağıtım Sisteminin Seçimi:Basın için Ekonomik ve Stratejik Hedef, Charon, J.M., Medya Dünyası, O.Tatlıpınar(Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. Fink, C. Conrad (1988) Strategic Newspaper Management, Corbondale: Southern Illinois University Pres. Görgülü, Güventürk (1991) Basında Ekonomik Bağımlılık, İstanbul:Gazeteciler Cemiyeti Yayınları. Güneri Fırlar, Belma ve Dündar, İ.Pelin (2002) Bilgi Çağında Ekonomik Revizyonların Yazılı Basın İşletmelerine Etkisi ve Reklam, Pazarlama Dünyası, Sayı:2002-03, s.50-54. Gürkan, D.A. (2003) Basın İşletmelerinde Kaynak Sorunu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş. 2008 Yıllık Faaliyet Raporu (2009) http://www.hurriyetkurumsal.com/tr/download/2008_Faaliyet_Raporu_1004 2009.pdf Milliyet Gazetecilik A.Ş. 2008 Yıllık Faaliyet Raporu (2009) http://kurumsal.milliyet.com.tr/pdfs/DOGAN-GAZETECILIK_08_4.pdf Özkan, Işık (1989) Basım ve Basın İşletmeciliği, İzmir: Bilgehan Baımevi. Sayılgan, Şevket (2004a) İşletmelerde Risk Yönetimi –Örnek Basın İşletmeleriFinans Dünyası, Ekim 2004, s.64-67. Sayılgan, Şevket (2004b) Tüketim Kültürü Finansmanı ve Yazılı Basın İşletmelerinin Değişen Maliyetleri, Finans Dünyası, Kasım 2004, s.32-36. Sayılgan, Şevket (2005) Basın İşletmelerinin Ekonomisi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:22, s.67-77. Söylemez, Alev (1998) Medya Ekonomisi ve Türkiye Örneği, Ankara: Haberal Eğitim Vakfı. Tokaç, Ahmet (2005) Finansal Raporları Okuma Metotları, İstanbul: Tunca Kitabevi. Topçuoğlu, N. Nur (1996) Basında Reklam ve Tüketim Olgusu, Ankara: Vadi Yayınları. Usta, Öcal (2005) İşletme Finansı ve Finansal Yönetim, Ankara: Detay Yayıncılık. Güz 2009, Sayı:29 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- SĠYASETÇĠ-MEDYA ĠLĠġKĠLERĠ BAĞLAMINDA BĠR ĠNCELEME: “DENĠZ FENERĠ ÖRNEĞĠ” Gülcan IġIK Ülkü AyĢe Oğuzhan BÖREKCĠ ÖZET Günümüzde medya, insanlar ve olaylar arasında bilgi alış-verişini sağlayan önemli bir toplumsal güçtür. Öyle ki, insanlar kendi çevreleri dışında gelişen olaylardan yine medya aracılığıyla haberdar olmaktadır. Buna göre medyaya, toplumdaki en önemli işlevlerinden birinin “bilgilendirme” olduğu yönünde bir önem atfedilmektedir. Bununla bağlantılı olarak meydanın kamuoyu oluşumunda da önemli bir rolü bulunmaktadır. Ancak medya, bir yandan toplumdaki etki merkezlerinden kamuoyuna kanaat için ip uçları iletirlerken; diğer taraftan da sahiplerinin ideolojik görüşleri ve çıkarları doğrultusunda yayın yapabilmektedir. Bu bağlamda medya ve siyaset ilişkisine bakılacak olursa, bu iki güç arasında her zaman için bir etkileşimin olduğu açıkça görülecektir. Bu etkileşim kimi zaman çıkar birliği esasına dayanırken, kimi zaman da çıkar çatışması yönünde gerçekleşmektedir. Buna göre medya, kimi zaman amaçları doğrultusunda bazı siyasal aktörleri olumlayan ya da olumsuzlayan yayınlar yapabilirken; siyasal aktörler de kendi hedefleri yönünde medyayı yönlendirici faaliyetlerde bulunabilmektedirler. Buradan hareketle tasarlanan çalışmada, medya-siyaset ilişkisinin çoğu zaman ekonomik ve siyasal çıkarlar zemininde gerçekleştiği ve bunların da haberlere yansıdığı varsayılmıştır. Buna göre çalışmada; Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan arasında “Deniz Feneri” davası üzerinden yaşanan polemiğin, medya üzerinden nasıl “çatışma” ve “kavga”ya dönüştüğü incelenmiştir. İnceleme Hürriyet-Radikal, ZamanYeni Şafak gazeteleri üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu inceleme sonucunda araştırma varsayımlarının doğrulandığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: “medya”, “siyaset”, “medya ve siyaset ilişkisi” A Survey in the context of Politicians-Media Relations: The Example of Deniz Feneri ABSTRACT Nowadays, media is an important power that enables the exchange of information between the people and the events. People can even keep the track of the events that don‟t occur around them via media. Accordingly, an importance is attributed to the media in that, enlightment is its one of the most important functions. In accordance with this, media has an important role in forming public opinion. However, while media is sending tips to the public about the opinion from the effect centres of the society, it can also broadcast about the ideological views and benefits of their owners. In this sense when looked at the relation between politics and media, it will be clearly seen that there has always been an interaction between these two powers. This interaction is sometimes based on the common benefits, and it also takes place as a conflict of interest. According to this, while media can sometimes broadcast things which affirms or negates some political actors, these political actors can be involved in the activities which direct media according to their own goals. In the study which is designed on this point of view, it is assumed that the media-politics relation takes place mostly on the basis of the economical and political benefits, and these reflect on the news. Hereunder, in the study; how the argument between Prime Minister Recep Tayip Erdoğan and the president of Doğan Holding Board Aydın Doğan about „Deniz Feneri‟ case became a„conflict‟ and „fight‟ via media is analyzed. The analysis is realized on the basis of Hürriyet-Radikal, Zaman-Yeni Şafak papers. At the end of this analysis, it is seen that the assumptions of the research are testified. Key Words: „media‟ „politics‟ „media and politics relation‟ Yardımcı Doçent Doktor, G.Ü.İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi, G.Ü.İletişim Fakültesi İletişim 2003/18 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci 54 GĠRĠġ Günümüzde medya, hem toplumsal denetimin hem de toplumsal değişmenin sağlanmasında önemli bir güç ve iktidar kaynağıdır. Bu noktada medyanın üzerinde durulması gereken en önemli özelliklerinden biri, medyanın kamusal olayların yer aldığı bir tartışma platformu oluşturmasıdır. Nitekim toplumsal yaşamda gerçekliğin ne olduğu konusundaki tanımlar, çoğunlukla medya aracılığıyla oluşturulmakta ve aktarılmaktadır. Toplumsal hayatta bu denli etkili olan medyanın, siyasal çevrelerle olan ilişkisi ise ayrı bir önem taşımakta ve söz konusu ilişkinin de birçok boyutu bulunmaktadır. Bunların başında medyanın ve siyasal çevrelerin birbirlerine bağımlı olduğu ya da ihtiyaç duyduğu gerçeği gelmektedir. Diğer taraftan günümüz demokratik sistemlerinde medyadan kamuoyu adına siyasi otoriteleri denetlemesi, mevcut siyasal sistem ve gelişen olaylar karşısında kamuoyunu bilgilendirmesi, kamuoyunun beklentilerini ve ihtiyaçlarını gerekli çevrelere iletmesi beklenmektedir. Bu noktada kamu gündemini belirlemede etkili olan medyanın, politika gündeminin belirlenmesinde de etkili olduğu bilinen bir gerçektir. Bunun yanı sıra medya, hem kamu hem de politika gündemini belirlerken, içinde yer aldığı siyasal sistemden de etkilenmektedir. Nitekim siyasal aktörler hedeflerini ve faaliyetlerini kamuoyuna iletebilmek için medyaya ihtiyaç duyarken; medya örgütleri de siyasal aktörlere haber kaynağı olarak sürekli gereksinim duymaktadırlar. Bu bağlamda medya ve siyasal aktörlerin karşılıklı ilişki kurma çabasında oldukları gözlenmekte ve ticari birer işletme olan medya kuruluşlarının, kimi zaman “ekonomik beklentileri” yönünde de siyasal aktörlerle ilişki kurdukları ve bu yönde yayınlarını oluşturdukları dikkat çekmektedir. Ancak, siyasal aktörlerin medya kuruluşlarına uygulayabileceği bazı yasal yaptırımlar da olabileceğinden, bu kuruluşlar siyasal aktörlerle ilişkilerinin iyi olmasına da özen göstermektedirler. Tüm bunlarla bağlantılı olarak medya kuruluşları, kimi zaman kurumsal çıkarları ve siyasal yaklaşımları yönünde politika ve kamu gündemini belirleme eğiliminde olurken; siyasal aktörler de kendi çıkarları doğrultusunda medya ve kamu gündemini etkilemeyi hedefleyebilmektedirler. Kısacası, bu iki güç arasında her zaman için bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim kimi zaman “çıkar birliği” esasına dayanırken, kimi zaman da “çıkar çatışması” yönünde gerçekleşmekte ve bu yönde medya, yayınlarının içeriğini oluşturabilmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 55 Yöntem Bu çalışmada veri derleme ve işleme tekniği olarak şöyle bir yol izlenmiştir. Medyanın ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda bazı siyasal aktörleri olumlayan ya da olumsuzlayan yayınlar yapabildiği; siyasal aktörlerin de kendi hedefleri yönünde medyayı yönlendirici faaliyetlerde bulunabildiği varsayılmıştır. Buna göre çalışmada, Almanya‟daki Deniz Feneri Derneği‟nin de adının karıştığı “Yolsuzluk” davası üzerinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında yaşanan tartışmalar ele alınmıştır. Bu noktada, her iki tarafın tartışmaya ilişkin argümanlarının medyaya nasıl yansıdığı ve medyanın da bu tartışmaları ne şekilde sunduğu incelenecektir. Söz konusu inceleme için Doğan Medya Grubu‟na bağlı Hürriyet ve Radikal gazeteleri ile; onlardan farklı bir yayın politikası izleyen Zaman ve Yeni Şafak gazeteleri ele alınmıştır. Söz konusu inceleme, taraflar arasındaki tartışmanın başladığı ve karşılıklı suçlamaların en yoğun yöneltildiği 2008 yılının Eylül ayını kapsamaktadır. Çalışmanın örnek olay incelemesinin ölçülür hale getirilebilmesi için, söz konusu tartışmaya ilişkin “Yolsuzluk”, “Ekonomik İlişkiler”, “Medya Eleştirileri” ve “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” olmak üzere toplam dört ana konu belirlenmiştir. Söz konusu konular, çalışma kapsamında incelenen haberlerin içeriğinden hareketle oluşturulmuştur. Buna göre “Yolsuzluk” başlığı altında; Doğan‟ın Deniz Feneri Derneği davası üzerinden Başbakan Erdoğan‟a yönelttiği suçlamalar ile; Erdoğan‟ın cevap niteliğindeki açıklamalarıyla Doğan‟a yaptığı suçlamalar ele alınmıştır. “Ekonomik İlişkiler” başlığı altında; Başbakan‟ın, özellikle “Hilton Oteli” meselesi ve “CNN Türk‟e karasal yayın hakkı talebi” kapsamında, Doğan‟a yaptığı suçlamalar ile; Doğan‟ın da bu konuda, Başbakan Erdoğan‟a verdiği cevaplar aracılığıyla yönelttiği suçlamalar incelenmiştir. “Medya Eleştirileri” başlığı altında ise; yukarıda belirtilen suçlamalar çerçevesinde, tarafların medyaya ilişkin değerlendirmeleri ve bu yönde birbirlerine yönelttikleri eleştirileri yer almaktadır. “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” başlığı altında ise; Başbakan‟ın, Doğan‟ı özellikle de “CHP taraftarı” ve “Deniz Baykal‟la işbirlikçi” olmakla itham ettiği suçlamaları ele alınmıştır. Yukarıda belirtilen dört ana konu kapsamında tarafların birbirlerine yönelttikleri suçlamaların niteliği ve bunların basında nasıl sunulduğu; niceliksel ve niteliksel içerik analizi yöntemi uygulanarak belirlenmiştir. Buradan hareketle söz konusu suçlamaların niteliği ise şu şekilde belirlenmiştir: “Yolsuzluk” başlığı İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci 56 altında; „iftiracı‟, „işbirlikçi‟, „kaçakçı‟, „ahlaksız‟, „sicil amiri‟, „istismarcı‟ ve „gündemi saptırmak‟. “Ekonomik İlişkiler” başlığı altında; „çıkarcı‟, „şantajcı‟, „polemikçi‟, „vurguncu‟ ve „seviyesiz/ahlaksız‟. “Medya Eleştirileri” başlığı altında; „basın özgürlüğünü kötüye kullanma‟, „taraflı yayıncılık‟, „hakim/savcı‟, „yalan habercilik‟, „iftiracı‟, „otoriter‟, „taraflı‟, „seviyesiz‟, „hoşgörüsüz‟, „çıkarcı‟, „basın etiği ihlali‟ ve „şantajcı‟. “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” başlığı altında ise; „işbirlikçi‟ ve „taraflı‟. Bu nitelendirmeler üzerinden yapılan haber çözümlemelerinde, bir haberin birden fazla konuyu içerdiği durumlarda, aynı haber her bir konu için ayrı ayrı değerlendirilmiştir. 1. MEDYA VE SĠYASET ĠLĠġKĠSĠNE DAĠR GENEL BĠR DEĞERLENDĠRME Medya ve siyaset arasındaki ilişki, başta sosyal bilimciler olmak üzere hemen herkesin dikkatini çeken bir konudur. Diğer bir deyişle medya ile onun siyasi ve toplumsal çevresi arasında, karşılıklı bağımlılık esasına dayanan bir ilişki söz konusudur. Öyle ki medya, siyasi çevrelere başta ekonomik nedenler olmak üzere ham madde ihtiyacı gibi nedenlerle bağımlıyken; siyasi çevreler de görüşlerini ve düşüncelerini geniş halk kitlelerine ulaştırabilmek için medyaya bağımlıdırlar (Arslan, 2009: 1). Hatta kimi zaman medyanın siyaset üzerindeki bu etkilerinin, Rubin‟in de vurguladığı gibi (1981: 170-180 aktaran Arslan, 2009: 3) siyasi gücü yeniden şekillendirme, yeniden organize ve kanalize etme gibi çok ciddi boyutlarda gerçekleşebileceği konusunda da bir çok sosyal bilimci hem fikirdir. Bu noktada en önemli görevi, iktidarı denetlemek ve kamuoyunun sesi olmak şeklinde ifade edilen medyanın, toplumda bir gözlemci olarak hareket etmesi, en azından böyle davranması beklenmektedir. Olayları açıklayarak ve siyasal kararlar gibi gelişmeleri kaydederek bu noktada toplumu bilgilendiren medya, siyasetçinin topluma mesajlarını iletebileceği en önemli araçtır (Sağnak, 1996: 123-125 ). Günümüz dünyasında medyanın bu denli güçlü olması ve politika alanında oynadığı böylesi çok önemli roller nedeniyle, politikacılar ve siyasi partiler medya ile olan ilişkilerine büyük bir önem ve öncelik atfetmektedirler. Medya ve siyaset ilişkilerinin üç boyutuna dikkat çeken Meyer (2002: 9-10 aktaran Damlapınar, 2008: 189) bu boyutları kamusal iletişimin medya etkisiyle şekillenme biçimi, siyasal gerçekliğin medya aracılığıyla inşası ve siyasal yönelimler üzerine medya etkilerinin araştırılması şeklinde özetlemektedir. Diğer taraftan bu konuda yapılan bazı araştırmalar ise, medya ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerin “ekonomik ilişkiler” ve “ideolojik ilişkiler” olmak üzere iki ana başlık altında ele alınabileceğini ortaya Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 57 koymaktadır. Medya ile siyaset arasında kurulu olan bu ilişki, özellikle iktidardaki siyasi elitler ile medya arasındaki ilişkilerde daha açık gözlemlenebilmektedir. En basit olarak medya, bir siyasi partiye onun basın-yayın organı gibi hizmet edebilmekte; onun sesini kamuoyuna duyurarak, sıklıkla destek verdikleri siyasi grubun belirli konulardaki temel görüş ve fikirlerine, partinin ideolojisi ve politikalarına uygun doğrultuda yayınlar yaparak, o parti lehine kamuoyu yaratabilmektedirler. Yine aynı tür hedefler doğrultusunda medya, destekledikleri partinin rakibi siyasi partiye ya da partilere saldırarak, onların aleyhinde yayın yapıp karşıtı fikirleri destekleyerek de yine yandaşı oldukları partinin kamuoyundaki popülaritesini ve oy potansiyelini arttırma amacına yönelik hizmetler de yerine getirebilmektedir (Arslan, 2009: 4). Nasıl ki medya, siyasi çevreler üzerinde bir etkileme gücüne sahipse, siyasi çevreler de medya üzerinde belli bir etkileme gücüne sahiptir. Özellikle “iktidar elitleri” olarak da tanımlanabilecek politik gücü ellerinde bulunduran siyasi elitler, en azından potansiyel olarak, medya üzerinde büyük bir baskı oluşturabilme ve medyayı kontrol altında tutabilme gücüne sahiptirler. İktidarın, medya üzerindeki bu etkileme gücünü, zaman zaman farklı şekillerde kullandıklarına sıkça tanık olunmaktadır. Hatta yasama gücünü elinde bulunduran bu siyasi elitler, “gizlilik” ya da “ulusal güvenlikle ilgili” gibi gerekçeleri de kullanarak, isterlerse medyanın haber alma ve bilgi toplama özgürlüklerine sınırlamalar da getirebilmektedirler (Arslan, 2009: 5). Buraya kadar bahsedilenlerin ışığında medyayı diğer toplumsal kurumlardan ayıran en önemli özelliklerden biri, onun aynı zamanda ekonomik bir etkinlik alanı da oluşturmasıdır. Nitekim medya sektörü, teknik donanımı, alt yapısı, istihdam potansiyeli, tüm üretim ve tüketim süreçleri ile ekonominin başka sektörlerini yönlendiren belirli bir mantık ile işlemektedir. Dolayısıyla medya, özünde bir ticarisanayi etkinliğidir. Medyanın bu özelliğinden bahsederken, Türkiye‟de medya sektöründeki 1980‟li yıllardan itibaren ortaya çıkan bazı önemli değişimlere yer vermek daha aydınlatıcı olacaktır. Bu gelişmelerin başında, pek çok medya kuruluşunun üretim, finans, iç ve dış ticaret kademelerini birleştirerek dikey bir bütünleşme içinde konumlanmaya başladığı gerçeği gelmektedir. Bu dönemdeki bir diğer önemli gelişme ise, geleneksel medya sahipliğinin yerini, yeni sahiplik yapısına bırakması olmuştur. Nitekim eskinin “aileden gazeteci patronları”, gazetelerini bu yeni aktörlere satmışlardır. Yeni kuşak medya sahipleri ise, büyük şirket geçmişlerini ve işletmecilik yöntemlerini kullanarak tek gazeteden oluşan bir şirketi, çapraz medya İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 58 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci gruplarına dönüştürmeyi başarmışlardır (Adaklı, 2001: 152 – 153, 156). Yaşanan bu yapısal dönüşüm sürecinde, çok farklı sektörlerde faaliyet yürüten ve asıl faaliyet alanları gazetecilik olmayan yeni medya sahipleri, kendilerine ait medya kuruluşlarını büyük ölçüde kapitalist değerler sisteminin yayılmasına, bir tüketim kültürünün gelişmesine ve kendi iş çıkarlarının gözetilmesine hizmet edecek tarzda kullanmaya başlamışlardır. Böyle bir ortamda gazeteciler ise, gerek medya sahipleri gerekse de siyasal ve ekonomik iktidar çevreleriyle daha uzlaşmacı bir tavır içinde bulunmak durumunda kalmışlardır. Gazetecilik etiğinden çok ait oldukları sınıfın değerlerini savunan yönetici – elit gazeteciler ise, yönettiği kurumdaki iktidarını mesleki birikiminden ziyade medya sahibi ile olan ilişkisi üzerinden meşrulaştırmaya başlamıştır (Tılıç, 2001: 140). Dolayısıyla medya ve siyaset ilişkisi de yaşanan bu gelişmeler ışığında şekillenerek yeni bir görünüm almıştır. Gelinen bu noktada Türkiye‟de artık medya grupları iş dünyasına hakim iktidar grupları ile bütünleşmiş durumda ve sürekli bir işbirliği içinde işler hale gelmiştir. Buna göre ilk bakışta medya dışında işlerinin olmadığı izlenimini veren bazı medya holdingleri de, yine iş dünyasıyla bir çok banka, sanayi ve ticari kuruluş sahibi gruplarla ortaklık içerisindedirler ve medya dışında da yatırım yapmanın yollarını aramaktadırlar (Seçkin, 1997: 360). Bu noktada medya sahibinin siyasal çevrelerle olan ilişkisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, siyasal aktörlerin ellerindeki ekonomik kaynak ve kurumlar; medya sahiplerinin, medya ve medya dışı yatırımlarındaki mali sıkıntılarını çözmede başvurduğu ve bağımlı olduğu yerlerdir. Bu şekilde medya sahiplerinin farklı sektörlerdeki yatırım ve hedefleri arttıkça, siyasal çevrelerle olan ilişkilerinde de beklentileri doğrultusunda “kaygıları” artmaktadır. Diğer taraftan, siyasal aktörlerin kariyerlerine ve kararlarına yönelik destek görme arzularından dolayı, medyanın mali isteklerinin karşılanmasında ve medya sahiplerinin her alandaki yatırımlarına ilişkin gerekli yasal ve bürokratik işlemlerin gerçekleştirilmesinde ise kimi zaman da kolaylık sağlanabilmektedir. Bununla birlikte, iş dünyası ile bütünleşmiş olan medya holdinglerinin, bu yapılanmasını doğrudan etkileyebilecek pek çok ekonomik kaynak ve karar alma gücü de hükümetin ve siyasal çevrelerin kontrolü altında bulunmaktadır. Dolayısıyla siyasal aktörler ve medya holdingleri, bir “iş ilişkisi” mantığıyla siyasal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirebilmek için kimi zaman ortak hareket edebilmektedirler. Neticede medya sahipliğindeki söz konusu dönüşüm, medyanın hükümetle olan ilişkilerinin de değişmesine yol açmıştır. Öyle ki, şirket çıkarlarını “ençoklaştırma” amacı güden medya sahipleri, kamu adına hükümetleri denetleme işlevinden çok, kendi çıkarları doğrultusunda hükümetlerle ilişki kurabilmektedirler (Curan, 1997: Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 59 148). Bu bağlamda siyasi çevrelerin de kendi “çıkarları” doğrultusunda medya kuruluşlarıyla ilişki kurduğu görülmektedir. Böyle bir medya ortamında, medya patronunun sahip olduğu yayın organlarında yer alan haberler üzerindeki etkinliği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada ekonomik çıkar çevreleriyle griftleşen medya patronlarının çıkarlarının haberler üzerindeki belirleyiciliği ise, kimi zaman oto-sansür, kimi zaman da haberin hiç yayımlanmaması ya da yayımlama ve yer alma biçimini etkileyecek şekilde ortaya çıkabilmektedir (Gürkan, 1997: 81). Başka bir ifadeyle kâr kaygısı güden bir ticari işletme olan medya sahibinin, kendi yayın kuruluşundan da çeşitli beklentileri bulunmaktadır. Bu beklentilerin başında ise, medya içeriğinin kendi (medya patronunun) “çıkarları”nı yansıtması gelmektedir. Medyadan bir takım beklentileri olan siyasal aktörler ise, kendilerine muhalefet eden medya holdinglerinin çeşitli ekonomik faaliyetlerini, bu noktada bazı yasal uygulamalarla kısıtlayabilmektedirler. Örneğin hükümetler, kimi zaman “gerekli gördükçe” ilan ve reklam uygulamalarındaki “yanlı” tutumlarıyla, muhalif medyayı susturmaya çalışabilmektedirler (İrvan, 1995: 79). Bu nedenle medya patronları, siyasal çevrelerle olan ilişkilerini çoğu zaman iyi tutmayı tercih etmektedirler. Ancak, söz konusu ilişkiler istenilen yönde gelişmediğinde, bazı medya patronları ve siyasal aktörler arasında çeşitli gerilimler/tartışmalar yaşanabilmektedir. Bu tartışmalar ise medya yayınlarının içeriğini doğrudan etkileyebilmektedir. Ancak diğer taraftan hükümetler kendi ideolojik yapılarıyla örtüşen medya kuruluşlarıyla daha olumlu ve yakın ilişkiler geliştirebilmekte ve her iki tarafın da “çıkarları”na hizmet edecek politikalar izleyebilmektedir. Bu pozisyondaki medya kuruluşları da hükümet ve siyasal elitin amaçlarına hizmet edecek bir yayın politikası yürütebilmektedir. Bu nedenle medya holdingleri, yayın organlarında kimi zaman ticari ilişkilerinin kimi zaman ideolojik eğilimlerinin kimi zaman da her ikisinin ağır bastığı bir tutum sergileyebilmekte ve siyasal çevrelerle olan ilişkilerini bu yönde geliştirerek, yayınlarını da bu doğrultuda oluşturabilmektedirler. Bütün bunların yanı sıra medya, ayrıcalıkları belirleme ve bu anlamda siyasal aktörlerin iletişim sürecine katılımlarını sağlama bakımından da ayrı bir önem taşımaktadır. Burada ise medyanın kişileri ve olayları sunuş şekli ön plana çıkmaktadır. Öyle ki medyanın sunduğu kimi konular ve kişiler, kamuoyu tarafından medyada yer alış şekillerine göre değerlendirebilmektedir. Kısacası siyasal çevrelerle medya arasındaki ilişkinin genel görünümüne dair böyle bir değerlendirmenin sonucunda; her iki tarafın da “çıkarları” doğrultusunda kimi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 60 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci zaman “uyuşan” kimi zaman da “çatışan” bir ilişki ağı içerisinde hareket ettikleri gerçeği ortaya çıkmaktadır. 2. BAġBAKAN RECEP TAYYĠP ERDOĞAN ĠLE DOĞAN MEDYA GRUBU SAHĠBĠ AYDIN DOĞAN ARASINDA YAġANAN “TARTIġMA”NIN YAZILI BASINDA SUNUMU Bu bölümde Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasında Deniz Feneri Davası üzerinden başlayan tartışmalarda tarafların birbirlerine yönelttikleri suçlamaların niteliğinin basında nasıl sunulduğu nicel ve nitel içerik analiziyle incelenmiştir. 1 2.1. Hürriyet Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi Hürriyet Gazetesi‟nde çalışma kapsamında incelenen dönemde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin toplam 16 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yöneltilen suçlamaların, tamamıyla Başbakan Erdoğan‟ın kendi ifadeleriyle sunulduğu saptanmıştır. Buna göre Hürriyet‟te, Doğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda “iftiracı” (6 kez, %46), “işbirlikçi” (1 kez,%8), “kaçakçı” (3 kez, %23), ve “ahlaksız” (3 kez, %23); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “çıkarcı” (2 kez, %100); “Medya Eleştirileri” konusunda, “basın özgürlüğünü kötüye kullanma” (2 kez, %18), “taraflı” (3 kez, %28), “hakim/savcı” (3 kez, %27), “yalan habercilik” (2 kez, %18) ve “iftiracı” (1 kez, %9); “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” konusunda ise, “işbirlikçi” (2 kez, %100). Bu çerçevede haberlerin içeriği incelendiğinde; Başbakan Erdoğan tarafından, Doğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların “Yolsuzluk” ve “Medya Eleştirileri” konusunda yapıldığı belirlenmiştir. 1 Bu bölümde italik olarak verilen ifadeler, gazetelerden aynen yapılan alıntılardır. İçerik çözümlemesi iletişim içeriğinin, genellikle önceden belirlenmiş sınıflamalar (kategoriler) çerçevesinde sistematik olarak gerçekleştirilmesini sağlayan bir araştırma tekniğidir. İçerik, gazete haberleri veya yazıları olabileceği gibi televizyon haberleri, filmleri, radyo programları, sinema filmleri kısacası her türlü içerik olabilir. İçerik çözümlemesi, toplumsal bilim araştırma teknikleri arasında “kitle iletişim araçlarındaki” içeriğe yönelik kullanılan bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. İçerik çözümlemeleri nicel ve nitel olmak üzere iki ana kümeye ayrılabilir. Nitel araştırmaların kuramsal, nicel araştırmaların ise istatistikî olduğu belirtilmektedir. Nicel araştırmalarla nitel araştırmaların mutlaka iki zıt uca konması gerekmez. Bir araştırmada her iki teknikten de yararlanılabilir (Ayrıntılı bilgi için bkz. Geray, 2006). Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 61 Tablo-1 (Hürriyet Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı). Suçlamaların Niteliği ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % İftiracı Toplam İşbirlikçi Kaçakçı Ahlaksız 6 %46 1 %8 3 %23 3 %23 - Çıkarcı - - - - 2 - - - - 2 %100 - - - - %100 Yalan İftiracı Habercilik 2 1 %18 %9 11 %100 Basın Özgürlüğünü Medya EleĢtirileri Kötüye Kullanma n 2 % %18 Siyasal Çevrelerle İşbirlikçi ĠliĢkiler n 2 % %100 Taraflı Hakim/Savcı 3 %28 3 %27 - - - - - - - - 13 % 100 2 %100 Buna göre, “Yolsuzluk”2 konusu kapsamında Başbakan Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen suçlamanın en çok “iftiracı” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı görülmektedir. Öyle ki, Hürriyet‟te “Başbakan‟dan Önemli Açıklamalar” başlığıyla yer alan haberin “ Kimse AKP‟ye Yolsuzluk Çamuru Atamaz” (6 Eylül 2008) alt başlığında, “… son zamanlarda AKP‟yi „yaralayamayan‟ ve „kirletemeyenlerin‟ AKP üzerinde „yalan yanlış iftira kampanyalarıyla bir şeyler yapma gayreti içine girdikleri…” şeklindeki sözleri yer almaktadır. “…Kimse AKP‟ye kalkıp da yolsuzluk çamurunu atamaz; yolsuzluk çamurunu atanlar kendileri o çamurun içinde boğulur ve bugüne kadar atanlar aynen bu şekilde boğulmuşlardır” (6 Eylül 2008) şeklinde konuşan Erdoğan‟ın, Almanya‟daki Deniz Feneri Derneği davası ile alakalı şeylerin içerisine kendi adının konulmasının arkasında, Doğan‟ın “ekonomik çıkarları”nın olduğunu ifade ettiği de görülmektedir. Nitekim Erdoğan‟ın bu konudaki şu açıklamaları dikkat çekmektedir: “…Ben şunu çok açık ve net söylüyorum; AKP, alışılmış siyasi partilerden, bundan önceki siyasi partilerden biri değil. Şunu da bil; Tayyip Erdoğan da bu alışılmış başbakanlardan biri değil. Onlar Aydın Doğan ile pazarlığa oturmuş olabilirler ama Tayyip Erdoğan'ı pazarlığa oturtamadığın için bu çılgınlıkları yapıyorsun ve şu ana kadar olan bütün 2 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Vurdukça Biz Güçleniyoruz” (7 Eylül 2008), “Okul Açılışında Medyaya Yüklendi” (9 Eylül 2008), “Biz 70 Milyonun İktidarıyız” (13 Eylül 2008), “Başbakan Erdoğan‟dan Önemli Açıklamalar” (14 Eylül 2008); “Dersimiz İftira Değil Dedi Yine Doğan‟a Çattı” (15 Eylül 2008). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 62 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci kampanyaların arkasında olan gerçek bu. Açık söylüyorum, şimdi Hilton Oteli'nde istediği plan tadilatlarını bana ve belediye başkanıma yaptıramadığı için bu adımları atmaktadır; bu kadar açık söylüyorum. Bizzat bana ve belediye başkanıma bunu teklif etmiştir ve istediğini alamadığı için de bu kampanyaları sürdürmektedir” (6 Eylül 2008, Hürriyet). Başbakan‟ın Doğan‟a yönelttiği “Yolsuzluk” konusundaki suçlamalarından bir diğeri ise “kağıt kaçakçılığı”dır. Nitekim “SPK‟nın bu iddiaları uzun süredir incelediklerini doğruladı”ğının da altını çizen Başbakan; “…SPK inceliyoruz diyor siz ne diyorsunuz? Siz buna uzuca ya da pahalıya gazete kağıdı alımı olarak bakıyor olabilirsiniz. Bana cevap vermeyi bırakın da SPK‟ya ve küçük ortaklarınıza bunun doğru olup olmadığını anlatın” şeklindeki sözleriyle Doğan‟a yönelik “kaçakçı” ithamında bulunmaktadır (“Başbakan Erdoğan‟dan Önemli Açıklamalar” 14 Eylül 2008). Söz konusu tartışmanın tüm boyutlarında her iki tarafın da üzerinde durduğu, daha doğrusu birbirlerini “suçladıkları” ve kendilerini “akladıkları” önemli noktalardan biri de “Medya Eleştirileri”3 konusudur. Bu noktada Başbakan‟ın, Doğan‟ı “basın özgürlüğünü kötüye kullandığı”, “yanlı yayıncılık yaptığı”, “hakimsavcı rolü”nü üstlendiği ve “etik kuralları ihlal ettiği” yönündeki suçlamaları dikkat çekicidir. Örneğin; “Başbakan‟dan Önemli Açıklamalar” başlıklı haberin “Basın Özgürlüğü Yalan Yazma Hakkı Vermez” alt başlığında, Başbakan‟ın kendisine yapılan suçlamalara ilişkin şu açıklamaları göze çarpmaktadır: “…Recep Tayyip Erdoğan yanlış yapanın yanında olmamıştır, olmayacak. Yanlış yapan cezasını çekmeli, yanına kalmamalı. Ama suçlu ile masumun birbirinden ayırt edileceği yer gazete sayfaları değil, mahkeme. Siz ne hakimsiniz ne savcı…” (7 Eylül 2008). Yine aynı şekilde söz konusu haberde, Başbakan‟ın bu kez de Doğan Medya Grubu‟na bağlı gazetecileri ve köşe yazarlarını da “yalan yazmakla” suçladığı ifadeleri dikkat çekmektedir. Öyle ki Erdoğan‟ın; “…Madem yazacaksın, al sana delil diye dosyaya eklenen belge. Neden milleti aldatıyorsunuz? Bu mudur ikide bir arkasına saklandığınız basın özgürlüğü. Köşe yazarları patronlarını savunmakta çok mahirler. Onlara da diyorum ki, gerçekleri yazın gerçekleri...Her seferinde aynı şey. Özgür basını susturmak istiyormuşuz. Böyle cevap mı olur? Bu yazdıklarını kimseye 3 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Başbakan Yine Medyayı Suçladı” (8 Eylül 2008), “Okul Açılışında Medyaya Yüklendi” (9 Eylül 2008), Biz 70 Milyonun İktidarıyız” (13 Eylül 2008), “Başbakan Erdoğan‟dan Önemli Açıklamalar” (14 Eylül 2008), “Dersimiz İftira Değil Dedi Yine Doğan‟a Çattı” (15 Eylül 2008), Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 63 yutturamazsın” (7 Eylül 2008) sözleriyle söz konusu suçlamalarını yaptığı görülmektedir. Tablo-2 (Hürriyet Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı) ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Suçlamaların Niteliği Sicil Amiri 1 %11 İstismarcı 4 %45 Gündemi Saptırmak 2 %22 Şantajcı Polemikçi 5 %62 Toplam İftiracı 2 %22 - - - - 3 %38 - - - Otoriter Taraflı Seviyesiz Hoşgörüsüz Şantajcı 7 %54 2 %15 1 %8 1 %8 2 %15 9 % 100 8 %100 13 %100 Hürriyet Gazetesi‟nde, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin yayınlanan haberlerde, Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların çoğunlukla Doğan‟ın ifadelerinden oluştuğu tespit edilmiştir. Ancak, gazetenin gerek haberleri sunum şekliyle gerekse de konuya ilişkin tarafların açıklamalarından bağımsız olarak yayınladığı haberlerde, söz konusu suçlamaların pekiştirildiği görülmüştür. Buna göre Hürriyet‟te, Başbakan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda “sicil amiri” (1 kez, %11), “istismarcı” (4 kez, %45), “gündemi saptırmak” (2 kez, %22), “iftiracı” (2 kez, %22); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “şantajcı”(5 kez, %62), “polemikçi” (3 kez, %38); “Medya Eleştirileri” konusunda ise; “otoriter” (7 kez, %54), “taraflı” (2 kez, %15), “seviyesiz” (1 kez, %8), “hoşgörüsüz” (1 kez, %8) ve “şantajcı” (2 kez, %15). Hürriyet‟te“Siyasal Çevrelerle İlişki” konusunda, Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber bulunmamaktadır. Tablo-2‟de de görüldüğü gibi Doğan‟ın, Başbakan‟a yönelttiği en önemli suçlamanın “Medya Eleştirileri”4 konusu kapsamında yapıldığı anlaşılmaktadır. 4 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” (6 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Biat Etmeyiz” (7 Eylül 2008), “8 Yanlışa 8 Cevap” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (13 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (14 Eylül). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 64 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci “Yolsuzluk” ve “Ekonomik İlişkiler” konularında yöneltilen suçlamaların ise eşit oranda olduğu görülmektedir. Buna göre “Medya Eleştirileri” konusunda, Başbakan‟ın Doğan Medya Grubu‟na yönelik “otoriter” bir tutum içerisinde bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Örneğin, “ Demokrasi ve Özgür Basını İçine Sindir” başlığıyla yer alan haberde Doğan‟ın, “…Eğer bizden biat medyası kültürü bekliyorsanız, bizim medya grubumuz biat etmez. Bizim grubumuzda yansızlık var, bağımsızlık var, doğrular var. Yanlış yapmıyor muyuz. Tabii olmuştur. Onları da her zaman düzeltmeye amadeyiz. Benim yakama niye yapışıyorsun… Senin benim haberlerimi alıp Türkiye‟de yetkililere talimat verip onlar için tahkikat açtırman lazımken, beni susturmaya çalışıyorsun. Peki beni susturursan, tek sesli medya bu demokrasi mi olur… eğer bu ülkede demokrasi varsa, mutlak surette özgür basın olmalı. Ve senin de özgür basına, o yansız basına saygı duyman lazım. Saygı duymayı bırak, onları içine sindirmen lazım” (8 Eylül 2008) şeklindeki sözlerine yer verilmektedir. “Yolsuzluk”5 konusunda ise, Erdoğan‟a yapılan suçlamaların en çok “istismarcı” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı belirlenmiştir. Örneğin, “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” başlığıyla yer alan haberde Doğan‟ın, “…Çağımızda insani dayanışmayı, yardımlaşmayı sağlayan kuruluşların büyük sorumlulukları var. İnsanlardaki yardım duygunsu istismar etmek, bana göre günahların en büyüğüdür…” (6 Eylül 2008) şeklindeki sözleriyle, Başbakan‟ı bir anlamda “görevini kötüye kullanmak”la itham ettiği de anlaşılmaktadır. “Ekonomik İlişkiler”6 konusunda ise Doğan‟ın, Başbakan‟a “polemikçi” ve “şantajcı” nitelendirmeleri üzerinden suçlamalarını yönelttiği belirlenmiştir. Örneğin, 7 Eylül 2008 tarihli haberde, Doğan‟ın Hilton Oteli meselesi üzerinden yaptığı açıklamasında şu sözleri dikkat çekmektedir: “ …Bak kardeşim bu çok ucuz bir polemik. Yani bir ülkenin başbakanının bu kadar ucuz bir polemiğe girmesi hakikaten beni son derece rahatsız ediyor. Tayyip Bey'i de tanıyorum ve neden böyle bir ucuz polemiğe girdi tereddüt ediyorum. Hilton‟la ilgili bir talebim evet var. Ben bu ülkede yaşayan 24 bin adam çalıştıran Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” (6 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Biat Etmeyiz” (7 Eylül 2008), “Demokrasi ve Özgür Basını İçine Sindir” (8 Eylül 2008), “8 Yanlışa 8 Cevap” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (13 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a Cevap” (14 Eylül). 6 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Ahlakım Konusunda Başbakan Sicil Amirim Değil” (6 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Biat Etmeyiz” (7 Eylül 2008), “Demokrasi ve Özgür Basını İçine Sindir” (8 Eylül 2008), “8 Yanlışa 8 Cevap” (9 Eylül 2008). 5 Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 65 ve bir sürü şirketleri olan bir grup olarak her gün müracaat ettiğimiz devletle işlerimiz var. Hilton'da eğer ben onlardan yasal olmayan bir şey istediysem zaten vermemeleri lazım. Ben yasal olmayan birşeyi istemem. Yasal olan birşeyi isteyip vermiyorlarsa burada da onlar suç işliyorlar. Yani Hilton'da ne varmış ki Başbakan Erdoğan diyor ki bana geldi. Ben Başbakan Erdoğan'a Hilton için gitmedim.” Söz konusu haberde yine aynı konuyla ilgili olarak Doğan‟ın, bu kez de Başbakan‟ın kendisine şantaj yaptığını iddia ettiği yönündeki şu açıklamalarına yer verilmektedir: “…İstekte bulunmak suç mu? Tabi istekte bulunacağım. İki.... Sayın başbakan sapla samanı karıştırıyor. Ona kim ne söyledi bilmem… Ne bu şehrin belediye Başbakanı ne de bu ülkenin başbakanı ucuz şantaj yollarına gitmesin. Ne demek, bu benden bir şey istedi, vermedim onun için yayın yapıyor. Zaten yasal olmayan bir şeyi vermen suç. Yasal olan bir şeyi vermemen de suç. Başbakan Erdoğan'ı anlamakta zorluk çekiyorum. Basit şeylerle uğraşıyor, ucuz siyasi şantaj yapıyorlar. Bunun sonucu siyasi şantajdır ve polemiktir...” (7 Eylül 2008). Buraya kadar yapılan incelemelerde, Hürriyet‟te söz konusu tartışmalara ilişkin yer alan haberlerde dikkat çeken husus, tarafların açıklamalarının çoğunlukla birinci el kaynaktan aktarıldığıdır. Haberlerde kullanılan başlıklar ise, genellikle tarafların açıklamalarından oluşturulmuş olsa da, Başbakan‟ın açıklamalarının yer aldığı kimi haberlerde gazetenin taraflı duruşunu gösteren ifadelerin kullanıldığı tespit edilmiştir. Örneğin, “Okul açılışında medyaya yüklendi” (9 Eylül 2008), “Başbakan yine medyayı suçladı” (8 Eylül 2008), “ „Dersimiz iftira değil‟ dedi yine Doğan‟a çattı” (15 Eylül 2008) gibi. Hürriyet Gazetesi‟nde tarafların açıklamalarından bağımsız olarak yayınlanan haberler, sadece “Medya Eleştirileri” konusundadır. Örneğin; “Basın Konseyi‟nden Başbakan‟a cevap” (8 Eylül 2008), “Gazeteciler Cemiyeti‟nden hükümete tepki” (8 Eylül 2008) ve “Başbakan yine medyayı suçladı” (8 Eylül 2008) başlıklarıyla verilen haberlerde, Başbakan‟ın Doğan Medya Grubu‟na yönelik “saldırılarına” ilişkin tepkiler dile getirilmektedir. Gazetede konuya ilişkin dikkat çeken bir diğer önemli nokta da, haberlerin yer alış şeklidir. Nitekim ilk bakışta haberlerin yer alışında taraflar “eşit” miş gibi algılansa da, haber başlıklarında ve haberlerin sunumunda Başbakan‟ın “saldırıda bulunan”, Doğan‟ın ise “cevap veren” ve “savunan” konumunda olduğu görülmüştür. Örneğin, “8 yanlışa 8 cevap” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a cevap” (13 Eylül 2008), “Aydın Doğan‟dan Başbakan‟a cevap” (14 Eylül 2008), “‟Dersimiz iftira değil‟ dedi yine Doğan‟a çattı” (15 Eylül 2008) başlıklarıyla yer alan haberlerde olduğu gibi. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci 66 2.2. Radikal Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi Tablo-3 ( Radikal Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı.) Suçlamaların Niteliği ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Siyasal Çevrelerle ĠliĢkiler n % İftiracı Toplam Ahlaksız Kaçakçı 4 %66 Çıkarcı 1 %50 Basın Özgürlüğünü Kötüye Kullanma 1 %25 1 %17 Vurguncu 1 %50 1 %17 - Taraflı İftiracı 2 %50 1 %25 İşbirlikçi Taraflı - 1 %50 1 %50 - 6 % 100 2 %100 4 %100 2 %100 Radikal Gazetesi‟nde, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin toplam 9 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yöneltilen suçlamaların tıpkı Hürriyet‟te olduğu gibi, tamamıyla Başbakan Erdoğan‟ın kendi ifadelerinden oluştuğu belirlenmiştir. Buna göre, Doğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığı incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda “iftiracı” (4 kez, %66), “ahlaksız” (1 kez, %17) ve “kaçakçı” (1 kez, %17) ; “Ekonomik İlişkiler” konusunda “vurguncu” (1 kez, %50) ve “çıkarcı” (1 kez, %50); “Medya Eleştirileri” konusunda “basın özgürlüğünü kötüye kullanma” (1 kez, %25), “iftiracı” (1 kez, %25) ve “taraflı” (2 kez, %50); “Siyasi Çevrelerle İlişki” konusunda ise “işbirlikçi” (1 kez, %50) ve “taraflı” (1 kez, %50). Buna göre, Başbakan Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların, tıpkı Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 67 Hürriyet‟te olduğu gibi “Medya Eleştirileri”7 ve “Yolsuzluk”8 konusu bağlamında yapıldığı belirlenmiştir. Yine aynı şekilde Radikal Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin de Hürriyet Gazetesi‟yle büyük ölçüde benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir. Buna göre, gazetenin söz konusu tartışmayı ağırlıklı olarak tarafların açıklamalarından bağımsız şekilde kurguladığı haberlerle ele aldığı ve Doğan lehine bir duruş sergilediği belirlenmiştir. Örneğin; “Başbakan Kavgayı Sürdürdü: Doğan Grubu Yazdıkça Açıklayacağım” başlıklı haberde, gazetenin konuya ilişkin şu yorumları dikkat çekmektedir: “…Deniz Feneri tarafından para gönderildiği iddialarının haber olarak verilmesine öfkelenen Erdoğan, yine Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan‟ı hedef aldı. Bildiği bir şey varsa anlatmak yerine şantajda bulunan Erdoğan şunları söyledi…Erdoğan, önceki günkü AKP Güngören İlçe Kongresi‟nde ağır bir dille Aydın Doğan‟ı eleştirmişti. Erdoğan‟a aynı gün bir açıklamayla yanıt veren Doğan ise Türk basını için çok tehlikeli bir dönemin başladığını belirerek “Şantaj yapmak başbakanlara yakışmaz demişti. AKP‟nin dünkü Bayrampaşa 3. Olağan Kongresi‟nde konuşan Erdoğan, Aydın Doğan‟a yanıt verirken öfkeli tavrını sürdürdü. Erdoğan, şunları söyledi”(8 Eylül 2008). Radikal‟de Başbakan Erdoğan‟ın “Medya Eleştirileri” konusunda, Doğan‟a ve sahibi olduğu medya grubuna yönelttiği suçlamalarını ağırlıklı olarak köşe yazarları üzerinden yaptığı belirlenmiştir. Örneğin; “Başbakan Kavgayı Sürdürdü: Doğan Grubu Yazdıkça Açıklayacağım” başlıklı haberin, “Köşe yazarlarına da çattı” (8 Eylül 2008) alt başlığında; Başbakan Erdoğan‟ın “Demokrasilerde konuşma hakkı eleştirme hakkı sana da, senin gazetelerine de mahsus değildir. Eleştirmek istiyorsan, eleştirilmeyi de göze alacaksın. Senin maaşlı köşe yazarların, silahşörlerin var. Benim o kadar köşe yazarım, silahşörüm yok…” sözleri dikkat çekmektedir. Her ne kadar haberde Başbakan‟ın açıklamaları birinci el kaynaktan aktarılsa da, başlıkta yer alan ifadelerle gazetenin Başbakan‟ın aleyhine ve dolaylı olarak da Doğan‟ın lehine bir duruş sergilediği görülmektedir. Örneğin; “Erdoğan yanlış adrese çattı” (7 Eylül 2008) başlıklı bir diğer haberde, gazetenin Erdoğan‟ın 7 8 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Arınç‟ın Sözleri Erdoğan‟a „Fener‟ Oldu: Suçlu Varsa Cezasını Çeker” (14 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Yeni Meşgalesi” (15 Eylül 2008), “Erdoğan Dalgalandı da Duruldu” (21 Eylül 2008). Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Erdoğan Yanlış Adrese Çattı” (7 Eylül 2008), “Arınç‟ın Sözleri Erdoğan‟a „Fener‟ Oldu: Suçlu Varsa Cezasını Çeker” (14 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Yeni Meşgalesi” (15 Eylül 2008), İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci 68 açıklamalarını verirken olumsuz anlamlar içeren ifadelerle haberi kurguladığı tespit edilmiştir. Nitekim “Almanya‟daki Deniz Feneri yolsuzluğu iddianamesinde adının geçtiği haberlerine çok kızan Başbakan Erdoğan, Aydın Doğan‟a yüklendi” şeklinde kurgulanan haberde, Başbakan Erdoğan‟ın konuya ilişkin açıklamaları “yüklendi”, “iddia etti”, “fena kızdırdı” gibi doğruluğu kesin olmayan ifadelerle aktarılmaktadır. Tablo- 4 (Radikal Gazetesi‟nde Başbakan Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı) ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Suçlamaların Niteliği Toplam İstismarcı 1 %33 Sicil Amiri 1 %33 İftiracı Şantajcı Polemikçi Seviyesiz/Ahlaksız 5 %72 1 %14 1 %14 Otoriter Hoşgörüsüz - 6 1 - 7 %86 %14 - %100 1 %34 3 % 100 7 %100 Radikal Gazetesi‟nde, Başbakan ile Doğan arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin, Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların çoğunlukla Doğan‟ın kendi ifadelerinden oluştuğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte gazetenin gerek haberleri sunum şekliyle gerekse de konuya ilişkin tarafların açıklamalarından bağımsız olarak yayınladığı haberlerde, bu suçlamaların Doğan lehine pekiştirildiği görülmektedir. Buna göre, Erdoğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda “istismarcı” (1 kez, %33), “sicil amiri” (1 kez, %33) ve “iftiracı” (1 kez, %34); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “şantajcı” (5 kez, %72), “polemikçi” (1 kez, %14) ve “seviyesiz/ahlaksız” (1 kez, %14); “Medya Eleştirileri” konusunda “otoriter” (6 kez, %86), ve “hoşgörüsüz” (1 kez, %14). “Siyasal Çevrelerle İlişki” konusunda ise, Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 69 tıpkı Hürriyet‟te olduğu gibi Radikal‟de de Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber bulunmamaktadır. Haberlerin içeriği incelendiğinde ise, Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların “Ekonomik İlişkiler” ve “Medya Eleştirileri” konusu bağlamında yöneltildiği görülmektedir. Örneğin “Erdoğan Yanlış Adrese Çattı” başlıklı haberin “Aydın Doğan: Türk basını için tehlikeli bir dönem başladı” alt başlığında; Doğan‟ın, “Ekonomik İlişkiler”9 konusunda Başbakan tarafından kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında şu savunularına vurgu yapılmaktadır: “Başbakan durmadan Hilton meselesini dile getiriyor… Başbakan, gazetelerde ne zaman hoşuna gitmeyen bir haber görse hemen Hilton ipine sarılıyor... Kendisine açık açık şunu söylüyorum: Hilton konusunda yasalara aykırı bir talebim varsa, bunu reddetmek kamu otoritesinin görevidir. Ama vatandaş olarak haklı bir talepte bulunuyor ve bunu yerine getirmiyorsa, bu da suçtur. Türk kanunları, başbakanlara suç işleme hakkı vermiyor.” (7 Eylül 2008). Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Doğan, özellikle de Hilton meselesiyle ilgili konuda kendisine dolaylı olarak “şantaj” yapıldığını ima etmekte ve Başbakan‟ı “bir vatandaşın kanuni taleplerini engellemekle” suçlamaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, Radikal‟de gerek Doğan‟ın açıklamalarında, gerekse gazetenin tarafların açıklamalarından bağımsız olarak yayınladığı haberlerinde, “Medya Eleştirileri”10 konusundaki suçlamaların ön plana çıkartıldığı ifade edilmişti. Örneğin 7 Eylül 2008 tarihli aynı haberin alt başlığında; “Aydın Doğan: Türk basını için tehlikeli bir dönem başladı” ifadesinin kullanıldığı dikkat çekmektedir. Söz konusu haberde, Başbakan‟ın Doğan‟a yönelttiği suçlamalar karşısında –ki bunlar Hilton, CNN-Türk ve kağıt kaçakçılığı meselesidir- Doğan‟ın; “…benim açımdan bu konuşmanın asıl vahim yanı, basın özgürlüğüne yönelik ağır tehdidin artık iyice su yüzüne çıkmış olmasıdır. Başbakanımız eleştirilmekten hoşlanmıyor. Hoşlanmayabilir. Ama elindeki gücü de kullanıp bunu şantaj aracı Bu konuyla ilgili haberler için bkz. „Benimle İlgili Ne Varsa Açıklasın Elde Tutması Şantaj” (8 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Bu İlk Şantajı Değil” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Saldırılar Bizi Yıldıramaz” (14 Eylül 2008), “Erdoğan Dalgalandı da Duruldu” (21 Eylül 2008), “Dokunulmazlık Zırhlarına Karşı Hakkımızı Arayacağız” (23 Eylül 2008). 10 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. „Benimle İlgili Ne Varsa Açıklasın Elde Tutması Şantaj” (8 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Bu İlk Şantajı Değil” (9 Eylül 2008), “Aydın Doğan: Saldırılar Bizi Yıldıramaz” (14 Eylül 2008), “Erdoğan‟ın Yeni Meşgalesi” (15 Eylül 2008), “Dokunulmazlık Zırhlarına Karşı Hakkımızı Arayacağız” (23 Eylül 2008). 9 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci 70 haline getirme hakkı yoktur” şeklinde açıklama yaptığı ve kendisine yöneltilen suçlamaları “anayasal bir suç” olarak nitelendirdiği görülmektedir. Doğan‟ın devam eden açıklamasında; “…Anayasamız basın özgürlüğünü teminat altına almıştır. Dünkü konuşması bana göre Türk basın tarihinde çok tehlikeli bir dönemin başladığının en somut işaretidir. Şimdiye kadar ellerinden gelen baskıyı yapıyorlardı. Demek ki baskıları daha da ağırlaşacak…” (7 Eylül 2008) şeklindeki sözleriyle, meseleyi “basın özgürlüğü ihlali” boyutuna taşımak ve kamuoyuna da “demokrasi” olgusu üzerinden, yaşananların muhakemesini yaptırmak istediği de anlaşılmaktadır. Son olarak Radikal‟de “Erdoğan dalgalandı da duruldu”(21 Eylül 2008) başlıklı haberle, ikili arasında şimdiye kadar yaşanan olayların Aydın Doğan lehine hatırlatılmasının yapıldığı dikkat çekmektedir. Söz konusu haberde, Doğan Grubu‟na bağlı gazeteler için “boykot kampanyası” başlatan Erdoğan‟ın, önceki gün katıldığı Adalar İlçe Kongresi‟nde de bu çağrıyı sürdürdüğü ve kendisine yöneltilen eleştirilere cevap verdiği belirtilmektedir. Nitekim “…Erdoğan‟ın gündeminde „övündüğü‟ duble yol çalışması ve Marmaray Projesi ile Adalar‟daki fayton nostaljisi vardı…” şeklindeki ifadelerle devam edilen haberde, açıkça Erdoğan‟ın projelerinin “küçümsendiği” anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra söz konusu haberde, Başbakan Erdoğan‟ın Almanya‟daki Deniz Feneri yolsuzluğunun basına yansımasına “hayli öfkelendi”ği de kaydedilerek; “…yolsuzluğu adım adım izleyen Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazetelerinin sahibi Doğan Grubu‟nu hedef aldı…” vurgusuyla, haberin Doğan lehine sonuçlandırıldığı da görülmüştür. Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 71 2.3. Zaman Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi Tablo-5 ( Zaman Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı). Ana Konular Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Siyasal Çevrelerle ĠliĢkiler n % Suçlamaların Niteliği İftiracı Ahlaksız Kaçakçı 6 1 2 %67 %11 %22 Vurguncu - - Toplam - - - 9 - % 100 - - - - 2 %100 Basın Basın Yalan Özgürlüğünü Hakim/ Otoriter Çıkarcı Etiği Haber Kötüye Savcı İhlali Yayınlama Kullanma 1 2 1 2 1 1 %7 %14 %7 %14 %7 %7 2 - %100 Taraflı Yayıncılık 6 14 %44 %100 İşbirlikçi - - - - - - 4 % 100 - - - - - - - - - - - - %100 4 Zaman Gazetesi‟nde, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin toplam 14 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yöneltilen suçlamaların tıpkı Hürriyet ve Radikal‟de olduğu gibi ağırlıklı olarak Başbakan‟ın kendi ifadelerinden oluştuğu tespit edilmekle birlikte, Zaman‟ın bu suçlamaları içeren haberleri sunum şekliyle Başbakan lehine bir tutum sergilediği görülmüştür. Buna göre Zaman‟da, Doğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:“Yolsuzluk” konusunda “iftiracı” (6 kez, %67), “ahlaksız” (1 kez, %11) ve “kaçakçı” (2 kez, %22); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “vurguncu” (2 kez, %100); “Medya Eleştirileri” konusunda “basın özgürlüğünü kötüye kullanma” (1 kez, %7), “otoriter” (2 kez, %14), “çıkarcı” (1 kez, %7), “basın etiği ihlali” (2 kez, %14), “hakim/savcı” (1 kez, %7), “yalan haber İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 72 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci yayınlama” (1 kez, %7) ve “taraflı yayıncılık” (6 kez, %44); “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” konusunda “işbirlikçi” (4 kez, %100). Zaman Gazetesi‟nde söz konusu tartışmalara ilişkin yer alan haberlerin içeriği incelendiğinde ise, Doğan‟a yapılan suçlamaların tıpkı Hürriyet ve Radikal‟de olduğu gibi “Yolsuzluk” ve “Medya Eleştirileri” konusunda yoğunlaştığı görülmektedir. Buna göre, “Yolsuzluk”11 konusu kapsamında Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen suçlamaların en çok “iftiracı” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı tespit edilmiştir. Örneğin “Başbakan‟dan Aydın Doğan‟a Ağır Suçlamalar” başlıklı haberin içeriğinde; Başbakan‟ın Almanya‟daki Deniz Feneri Derneği‟yle ilgili “yolsuzluk” davasına adının karıştırılmasından dolayı Doğan‟a ve sahibi olduğu medya grubuna yönelik ağır suçlamalarda bulunduğu sözlerine vurgu yapılmaktadır. Bu haberde aynı zamanda Doğan‟ın söz konusu tartışmada “haksız” ve öne sürdüğü iddialarının da “geçersiz” olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Nitekim söz konusu haberde Başbakan‟ın konuya ilişkin ifadeleri gazete tarafında şu şekilde sunulmaktadır: “…AK Parti‟yi geriletemeyenlerin, iftira kampanyaları açtığını belirten Erdoğan, Doğan Grubu‟nun CHP ile birlikte hareket ettiğini savundu… Başbakan Erdoğan, Aydın Doğan‟ın barışmak için iyi niyet elçileri gönderdiğini de açıkladı…Başbakan, bu yayınların bir sebebinin de Hilton Oteli olduğunu savundu… Doğan Grubu'nun, otel için istediği plan tadilatlarını kendisine ve belediye başkanına yaptıramadığını dile getirdi… Aydın Doğan'ın bizzat kendisine ve belediye başkanına teklifte bulunduğunu vurguladı… İstediğini alamadığı için bu tür kampanyalar yaptığını ileri sürdü… Erdoğan, Deniz Feneri Derneği'nden kendisine para aktarıldığı yönünde yayın yapan Doğan Grubu'na meydan okudu…” (7 Eylül 2008). “Medya Eleştirileri”12 konusunda ise, Erdoğan tarafından Doğan‟a yöneltilen suçlamaların en çok “taraflı yayıncılık” nitelendirmesi üzerinden yapıldığı görülmektedir. Örneğin 8 Eylül 2008 tarihinde “Aydın Doğan‟a Bir Hafta Süre Verdi: İftiraların Sebebini Açıklamazsan Ben Açıklarım” başlığıyla yayınlanan haberde, Başbakan Erdoğan‟ın şu suçlamalarına vurgu yapılmaktadır: “…Bu mudur Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Aydın Doğan‟a Bir Hafta Süre Verdi: İftiraların Sebebini Açıklamazsan Ben Açıklarım” (8 Eylül 2008), “Artık Kervanınızı İftiralarla Götüremeyeceksiniz” (9 Eylül 2008), “Erdoğan: Türkiye Barış Adası Oldu” (9 Eylül 2008), “Başbakan‟dan Doğan‟a Mektup…” (13 Eylül 2008), “Başbakan Yine Doğan‟a Yüklendi” (14 Eylül 2008). 12 Bu konuyla ilgili haberler için bkz. “Başbakan‟dan Doğan‟a Mektup…” (13 Eylül 2008), “Doğan‟a, Yazarları da İnanmadı” (13 Eylül 2008), “Yayıncı Kimliğinle İmtiyaz İsteme, İşadamı Olarak Eşit Muamele Göreceksin” (14 Eylül 2008), “Başbakan Yine Doğan‟a Yüklendi” (14 Eylül 2008), “Başbakan, Aydın Doğan ve CHP‟ye Yönelik Eleştirilerine Devam Etti” (15 Eylül 2008). 11 Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 73 ikide bir arkasına saklandığınız basın özgürlüğü? Nasıl olsa köşe yazarlarınız bu konuda gayet iyi avukatlığınızı yapıyorlar. Onlar patronlarını savunmakta bayağı mahirler. Öyle tek taraflı özgürlük olmaz. Eleştirmek istiyorsan, eleştirilmeyi de göze alacaksın. Ne kadar tahammüllü olduğunu, cevap hakkına ne kadar saygılı olduğunu zaten yaptığın açıklamalarla, yaptırdığın yayınlarla ortaya koyuyorsun. Çünkü senin maaşlı köşe yazarların var, silahşörlerin var. Benim o kadar köşe yazarım, silahşörüm yok. Senin bu noktada maaşlı, paralı silahşörün bol. Milletim bunu görüyor…” (8 Eylül 2008). “İşadamlığı ile Yayıncılığı Karıştırma” başlığıyla yer alan bir başka haberde de Başbakan‟ın, “Aydın Doğan'dan maaş alan kalemşörlere bir çift sözüm var, bir bölümü hariç; tarafsız ve bağımsız olmak demek, patronunuzun çıkarlarından da bağımsız olmak demek. Siz bağımsız olsaydınız patronunuz hakkında yayınlanan kağıt kaçakçılığı olayını da sorgulamanız gerekmez mi? Yoksa bu iddialar haber değeri taşımıyor mu? Hilton oteline imar talebi haber değeri taşımıyor mu?" (13 Eylül 2008) şeklindeki sözlerine yer verilerek, Doğan‟ı “taraflı yayıncılık” yapmakla ve bu anlamda da “basın özgürlüğünü kötüye kullanmakla” suçladığı görülmektedir. Tablo-6 (Zaman Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı) ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Suçlamaların Niteliği İstismarcı Sicil Amiri 1 1 %33 %33 Şantajcı Polemikçi 1 1 %50 %50 Otoriter Hoşgörüsüz 3 1 %75 %25 Toplam İftiracı 1 %34 - 3 % 100 2 %100 4 %100 Zaman‟da Doğan‟a yöneltilen suçlamalara ilişkin haberlerin içeriği incelendiğinde dikkat çeken noktalardan biri de, Doğan‟ın “medya patronu” nitelendirilmesiyle sunulmasıdır. Nitekim patron kelimesinin çağrıştırdığı kimi olumsuz anlamlar (sömüren, ezen, adaletsiz gibi) hatırlanacak olursa, burada söz konusu anlamlar aracılığıyla Doğan aleyhine bir duruş sergilendiği ve bu yönde bir kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığı gözlenmiştir. Bunun yanı sıra söz konusu nitelendirmeyle, Doğan‟ın sahibi olduğu medya kuruluşlarını kendi „çıkarları‟ yönünde kullandığı imasında da bulunulduğu anlaşılmaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 74 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci Zaman‟da, Aydın Doğan tarafından Başbakan Erdoğan‟a yönelik suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığı şu şekildedir:“Yolsuzluk” konusunda “sicil amiri” (1 kez,%33), “istismarcı” (1 kez, %33) ve “iftiracı” (1 kez, %34); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “polemikçi” (1 kez, %50) ve “şantajcı” (1 kez, %50); “Medya Eleştirileri” konusunda ise, “otoriter” (3 kez, %75) ve “hoşgörüsüz” (1 kez, %25). Diğer gazetelerde olduğu gibi Zaman‟da da “Siyasal Çevrelerle İlişki” konusunda, Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber bulunmamaktadır. Buna göre haberlerin içeriği incelendiğinde; Doğan tarafından Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen en önemli suçlamaların “Yolsuzluk” ve “Medya Eleştirileri” konusunda yapıldığı belirlenmiştir. Örneğin, Doğan‟ın “Yolsuzluk”13 konusuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen suçlamalara ilişkin açıklamaları, gazete tarafından şu şekilde aktarılmaktadır: “…Deniz Feneri ile ilgili haberleri gazete ve televizyonlardan izlediğini iddia eden Aydın Doğan, olayı Alman polisi ve mahkemelerin ortaya çıkardığını; gazetelerinin de mahkemenin safahatı hakkında bilgi verdiğini söyledi… Aydın Doğan, sahibi olduğu gazete ve televizyonların haberi, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a atfen verdiğine dikkat çekti” (7 Eylül 2008). Hürriyet ve Radikal‟in aksine, Zaman‟da yer alan bu tip haberlerde dikkat çeken unsur, Doğan‟ın Başbakan‟ın açıklamaları karşısında daha çok “suçlu” konumunda sunulduğudur. Diğer taraftan Doğan‟ın “Medya Eleştirileri” konusunda Erdoğan‟a yönelttiği suçlamaları en çok “otoriter” nitelendirmesi üzerinden yaptığı görülmüştür. Örneğin, “Velev ki Başbakan‟a Gittim Ama Hilton İçin Değil” (8 Eylül 2008) başlıklı haberin içeriğinde; Doğan‟ın söz konusu suçlamalarına çok kısa yer verildiği dikkat çekmektedir. Haberlerin bütünlüğü göz önünde bulundurulduğunda, Doğan‟ın Başbakan‟a yönelik suçlamalarının hem “yersiz” hem de “haksız” olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim gazete, Doğan‟ın açıklamalarını “iddia etti” ve “öne sürdü” gibi doğruluğu kesin olmayan ifadelerle sunarak bu tutumunu ortaya koymaktadır. 13 “Velev ki Başbakan‟a Gittim Ama Hilton İçin Değil” (8 Eylül 2008), “Siyasetçi Değilim, Canlı Yayında Tartışalım” (14 Eylül 2008). Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 75 2.4. Yeni ġafak Gazetesi’nde BaĢbakan Erdoğan Ġle Aydın Doğan Arasındaki TartıĢmanın Haberler Üzerinden Analizi Tablo-7 (Yeni Şafak Gazetesi‟nde Aydın Doğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı. ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Siyasal Çevrelerle ĠliĢkiler n % Suçlamaların Niteliği Toplam İftiracı 5 %50 Ahlaksız 2 %20 İşbirlikçi 1 %10 Kaçakçı 2 %20 Çıkarcı Vurguncu İftiracı - 3 %30 Basın Özgürlüğün ü Kötüye Kullanma 2 %22 4 %40 3 %30 - Otoriter Hakim/Savcı Taraflı Yayıncılık 2 %22 2 %22 3 %34 İşbirlikçi - - - 4 %100 %50 - - 10 % 100 10 %100 9 %100 4 %100 Yeni Şafak Gazetesi‟nde, Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin toplam 14 haber yayınlanmıştır. Bu haberlerde Doğan‟a yapılan suçlamaların, çoğunlukla gazetenin kendi yorumlarından oluştuğu görülmüştür. Bunun yanı sıra Başbakan‟ın suçlamalarını içeren haberlerin sunum şekliyle de, tartışmanın Başbakan lehine sonuçlandırıldığı belirlenmiştir. Buna göre Yeni Şafak‟ta söz konusu tartışmaya ilişkin suçlamaların niteliğinin niceliksel ağırlığı incelendiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda “ahlaksız” (2 kez, %20), “iftiracı” (5 kez, %50), “işbirlikçi” (1 kez, %10) ve “kaçakçı” (2 kez, %20); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “iftiracı” (3 kez, %30), “vurguncu” (4 kez, %40) ve “çıkarcı” (3 kez, %30); “Medya İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 76 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci Eleştirileri” konusunda “basın özgürlüğünü kötüye kullanma” (2 kez, %22), “otoriter” (2 kez, %22), “hakim/savcı” (2 kez, %22) ve “taraflı yayıncılık” (3 kez, %34); “Siyasi Çevrelerle İlişkiler” konusunda ise “işbirlikçi” (4 kez, %100). Tablo7‟den de anlaşılacağı üzere Doğan‟a yöneltilen suçlamaların, “Siyasal Çevrelerle İlişkiler” konusu haricinde diğer üç konuda eşit ağırlıkta olduğu belirlenmiştir. Bu çerçevede gazetenin söz konusu tartışmaya ilişkin “taraflı” duruşu, bazı haberlerin başlıklarında bile açıkça görülmektedir: “Hilton‟da Doğan‟ın Hayal Kırıklığı” (8 Eylül 2008), “Sadece Bir Günde 279 Milyon YTL‟si Gitti” (9 Eylül 2008), “Doğan‟ın 60 Milyon Dolarlık Kağıt Vurgunu” (10 Eylül 2008), “Petrol Ofisi‟nde Fatura Kabarık” (10 Eylül 2008), “Doğan‟ın Hedefi Bu Kez Vekiller” (23 Eylül 2008) gibi. Nitekim bu haberlerde Doğan‟ın “ekonomik ilişkileri” ön plana çıkartılarak, “yolsuzluk” yaptığına ve “haksız kazanç” edindiğine dair suçlamalar yer almaktadır. Bunun yanı sıra Yeni Şafak‟ta, Doğan‟ın açıklamalarına yalnızca iki haberde - “Doğan: Başbakan amirim değil” (6 Eylül 2008) ve “Doğan‟dan Rezidans ve CNN itirafı” (8 Eylül 2008) - yer verildiği tespit edilmiştir. Bu haberlerde gerek başlıklarda gerekse haberlerin içeriğinde kullanılan ifadelerle, Doğan‟ın “olumsuzlandığı”, Başbakan Erdoğan‟ın ise “haklılığı”nın ve “gücü” nün ön plana çıkartıldığı dikkat çekmektedir. Öyle ki, “Doğan‟dan Rezidans ve CNN itirafı” başlıklı haberde, Doğan‟ın “kendisine ait” Kanal D televizyonunda yaptığı “özel söyleşi” de, Başbakan Erdoğan‟ın açıklamalarına cevap verdiği belirtilmektedir. Aynı haberin devamında, Erdoğan‟ın kendisini “yanlış anladığını ileri süren” Doğan‟ın, Hilton‟a rezidans için ruhsat istediği iddialarını ve CNN Türk‟e karasal yayın talebini de “programda doğruladı”ğı kaydedilmektedir. Dolayısıyla önceki üç gazeteden farklı olarak Yeni Şafak‟ta, Doğan‟ın kendisine yapılan suçlamaları kabul ettiği yönünde bir sonuca varıldığı da görülmektedir. Bunun yanı sıra Başbakan Erdoğan‟ın açıklamalarına yer verilen diğer haberlerde, Başbakan‟ın Doğan‟a yönelttiği suçlamaların oldukça çarpıcı başlıklarla aktarıldığı görülmektedir: “Ben senin bildiğin başbakanlardan değilim” (6 Eylül 2008), “Çamurun altında Hilton var” (7 Eylül 2008), “Suçlamalarda „iftira at, izi kalsın‟ mantığı var” (8 Eylül 2008) gibi. Yeni Şafak‟ta söz konusu tartışmanın daha kısa ve ana hatlarıyla özetlendiği de dikkat çekmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 77 Tablo -8 (Yeni Şafak Gazetesi‟nde Başbakan Erdoğan‟a yöneltilen suçlamaların niteliğinin sayısal değerlerinin haber konularına göre dağılımı) ANA KONULAR Yolsuzluk n % Ekonomik ĠliĢkiler n % Medya EleĢtirileri n % Suçlamaların Niteliği İstismarcı Toplam Sicil Amiri 1 %50 1 %50 Şantajcı - 1 %100 - Otoriter - 1 %100 - 2 % 100 1 %100 1 %100 Yeni Şafak‟ta, taraflar arasında yaşanan söz konusu tartışmaya ilişkin Başbakan‟a yöneltilen suçlamaların oldukça az sayıda olduğu tespit edilmiştir. Bu suçlamaların ise Zaman Gazetesi‟nde olduğu gibi tamamıyla Doğan‟ın kendi ifadelerinden oluştuğu görülmüştür. Buna göre suçlamaların niteliğinin niceliksel dağılımına bakıldığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: “Yolsuzluk” konusunda “sicil amiri” (1 kez, %50) ve “istismarcı” (1 kez, %50); “Ekonomik İlişkiler” konusunda “şantajcı” (1 kez, %100); “Medya Eleştirileri” konusunda ise “otoriter” (1 kez, %100). Diğer gazetelerde olduğu gibi Yeni Şafak‟ta da “Siyasal Çevrelerle İlişki” konusunda Başbakan Erdoğan‟a yönelik herhangi bir suçlama içeren haber bulunmamaktadır. Başbakan‟a yöneltilen suçlamalara ilişkin yer alan iki haberin – “Doğan: Başbakan Amirim Değil” (6 Eylül 2008) ve “Doğan‟dan Rezidans ve CNN İtirafı” “8 Eylül 2008)- içeriği incelendiğinde ise, Doğan‟ın açıklamalarının Başbakan‟ın açıklamalarına kıyasla oldukça kısa tutulduğu ve Doğan aleyhine bir tutum sergilendiği görülmüştür. SONUÇ Günümüz toplumsal yapısında siyasal sisteme etki eden faktörlerin başında gelen medyaya, kamuoyu adına siyasi otoriteleri denetlediği, mevcut siyasal sistem ve olaylar karşısında kamuoyunu bilgilendirdiği ve bu anlamda da kamuoyunun beklentilerini yerine getirdiği yönünde bir önem atfedilmektedir. Bu noktada medya, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 78 G. IĢık – Ü. A. Oğuzhan Börekci siyasal aktörler açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. Nitekim siyasal aktörler özellikle de kendilerine muhalefet eden grupları etkilemek ve bunların yaptığı eleştiriler karşısında kendilerini savunmak için çoğunlukla medyadan yararlanmaktadırlar. Çalışmanın ilgili bölümünde de belirtildiği üzere, karşılıklı “çıkar” ve “beklenti” üzerinden gerçekleştirilen bu ilişkiler, söz konusu iki gücün birbirine sürekli bağımlı hale geldiğini de göstermektedir. Ancak kimi zaman medya ve siyaset çevrelerinin “çatışan” çıkarları nedeniyle, bu bağımlılığın olumsuz bir seyirde geliştiği de gözlenmektedir. Nitekim medya ve siyasi çevreler arasındaki ilişkilere dair öne sürülen argümanların, bu çalışmanın örnek olayını teşkil eden konu üzerinden de doğrulandığı görülmüştür. Buna göre ilk olarak, tarafların Deniz Feneri Davası üzerinden başlayan tartışmalarda, medya üzerinden bir “güç” savaşı sergiledikleri görülmüştür. Bununla ilişkili olarak ise, karşılıklı suçlamaların “iftiracı”, “vurguncu”, “ahlaksız”, “çıkarcı”, “şantajcı”, “otoriter” gibi nitelendirmelerle hakaret boyutuna da taşındığı belirlenmiştir. İkinci olarak, söz konusu tartışmanın basında nasıl sunulduğuna bakıldığında ise; basın-iktidar ve basın-mülkiyet ilişkilerinin, “yanlılık” temelinde haber içeriklerini büyük ölçüde etkilediği dikkat çekmiştir. Buna göre Doğan Medya Grubu‟nda yer alan Hürriyet ve Radikal gazetelerinin, Aydın Doğan lehine bir duruş sergilediği, dolayısıyla haberlerin medya patronunun ekonomik ve kişisel çıkarları doğrultusunda oluşturulduğu tezinin de büyük ölçüde doğrulandığı görülmüştür. Diğer taraftan Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinin ise, Başbakan lehine bir duruş sergileyerek, basın-iktidar ilişkilerinde iktidar yanlısı bir yayın politikası izlediği ifade edilebilir. Neticede çalışmaya örnek teşkil eden konuda, her iki grup gazetenin de “bi taraf” yayıncılık yaptığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Medya ve siyaset ilişkisine dair yapılan bu incelemede, medyanın daha çok “ekonomik” beklenti düzeyinde siyasete ve siyasi konulara müdahil olduğu ve bu yönde gündemi oluşturduğu; siyasi çevrelerin ve özellikle de iktidarın ise kamuoyunu etkilemek ve dolayısıyla siyasi rantını artırmak amacıyla medyayı etkileme çabasında olduğu gerçeği büyük ölçüde doğrulanmış bulunmaktadır. Güz 2009, Sayı:29 Siyasetçi Medya ĠliĢkileri Bağlamında… 79 KAYNAKÇA Adaklı, G. (2001), Yayıncılık Alanında Mülkiyet Ve Kontrol, Beybin Kejanlıoglu, Sevilay Çelenk, Gülseren Adaklı (Der.), Medya Politikaları, Ankara: İmge Kitabevi. Arslan, A. (2009), Medya – Politik İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme, Uluslar arası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN: 1303-5134, www.insanbilimleri.com Curran, J. (1997), Medya Ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme, Süleyman İrvan (Der.), Medya Kültür Siyaset, Ankara: Bilim Sanat Yayınları. Damlapınar, Z. (2008), Medya ve Siyasete Güvenilirlik: „Medya ve Siyasetinin Toplumsal Algılanmasına Bağlı Faktörler, Zülfikar Damlapınar (Der.), Medya ve Siyaset, Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları. Geray, H. (2006), Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş, Ankara: Siyasal Kitabevi. Gürkan, N. (1997), Türkiye‟de Siyasal Tıkanma Ve Medya, Birikim Dergisi, 104. İrvan, S. (1994- 1995), Demokratik Sistemde Medyanın Rolü, Birikim Dergisi, 6869, Sağnak, M. (1996), Medya – Politik (1983- 1993 Yılları Arasında Medya – Politikacı İlişkileri), İstanbul: Eti Kitapları. Seçkin, G. (1997), Medya: Ekonomik Ve Politik Elit İktidar Grubu, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 6. Tılıç, D. (2001), Medyayı Anlamak, İstanbul: Su Yayınları. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- HABER SÖYLEMİNDE MEDYA- SİYASET İLİŞKİSİ: 29 MART 2009 YEREL SEÇİMLERİ Abdulkadir GÖLCÜ* ÖZET Siyaset kurumunun ve aktörlerinin görüş ve fikirlerini topluma aktarmada medya kuşkusuz en önemli araçtır. Özellikle seçim dönemlerinde haber medyası siyasetçilerin toplum genelinde siyasal fikirlerine ve projelerine rıza üretmeleri için ortam sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı da 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Türk basınının siyasal partilere nasıl yaklaştığını siyaset kurumu ve medya ilişkisi bağlamında ortaya koymaktır. Çalışma seçim öncesinde yapılan siyasal haberlerin söylem yapılarını çözümleyerek, siyaset ve medya ilişkisini ortaya koymaktadır. Bu nedenle seçim öncesinde ulusal basında yayınlanan siyasal içerikli haberler incelenmektedir. İncelenen haberler iktidar partisi AKP ve ana muhalefet partisi CHP hakkında çıkan haberler olarak sınırlandırılmıştır. Çalışma kapsamında ulusal çapta yayın yapan dört günlük gazetede takip edilmiş ve 15-27 Mart tarihleri arasında bu gazetelerde yayınlanan haberler eleştirel söylem analizi yöntemi kullanılarak çözümlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Medya, Siyaset, Söylem, Media and Politics Relation in News Discourse: 29 March 2009 Local Elections ABSTRACT Media is the most important vehicle for political institute and politicians to transfer their ideas and opinions to society. Especially, news media provides environment for politicians to product social consent for their political ideas and projects in election periods. The purpose of this study is to show how Turkish press approaches political parties in context of relationship between political institute and media before 29 March 2009 Local Elections. The study puts forth the relationship between politics and media by analyzing discourse structure of political news which was published before the election. For this reason political news which was published in national press before election is analyzed. The News which was analyzed was limited according to their beings about AKP and CHP. In content of study four national daily newspapers is kept on and news which was published on these newspapers between 15-27 marches was analyzed by using critical discourse analyze. Key Words: Media, Politics, Discourse * Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Konya. e-posta: [email protected] İletişim 2003/18 A. Gölcü 82 GİRİŞ Medya ve siyaset arasında var olan karşılıklı ilişkiler ağı 21. yüzyılda üzerinde en çok tartışılan konulardan birisi olmuştur. Gelişen teknoloji ile birlikte medyanın toplumsal yaşamı etkilemedeki gücünün artması, siyaset ve medya arasındaki ilişkiler ağının da karmaşık bir yapıya bürünmesine neden olmuştur. Medyanın kitleye dönük doğası siyaset kurumunun en çok önem verdiği konu olmuş, medya ve siyaset ilişkisinde siyasal mekanizmaların daha fazla sürece dâhil olmalarına neden olmuştur. Özellikle toplumsal destek arayışında olan siyasal örgütlenmeler ve gruplar, medya üzerinden kendi değer yargılarını ve fikirlerini topluma aktarmak için medyanın olanaklarını kullanmışlardır. Bu süreç medya ve siyaset ilişkisinde, medya içeriğinin siyasallaşmasına neden olurken; medya örgütlenmelerinin de siyasal pozisyonlar alarak, belirli siyasal kimliklere bürünmelerine sebep olmuştur. Medya artık kamuoyunu güdümleyen bir araç olmuş aynı zamanda medyadan kamuyu edilgin tüketiciler haline getiren bir aygıt olarak söz edilmeye başlanmıştır (Tokgöz, 2008: 206). Özellikle haber medyası siyasal aktörler ve medyanın politize edilmesi sonrasında yapısal dönüşümler yaşamıştır. Bu dönüşümler medya ve siyaset ilişkisine yeni boyutlar kazandırmıştır. Haber üretiminde kurumsallaşma ve profesyonel yapıların oluşması, haberin toplumsal yapıda var olan gerçekliği siyaset mekanizması adına inşa etme çabası olarak değerlendirilmiştir. Tuchman (1978) haber yapılırken bir takım profesyonel örgütlenmelerin ve habercilerin devreye girdiğini ve bunun haberin çerçevesini oluşturduğunu söylemiştir. Yine Tuchman haber yapılırken profesyonellikten kaynaklandığı düşünülen bir takım süreçlerin, toplumsal yapıdaki iktidar ilişkilerinin etkisi ile oluştuğunu aktarmaktadır. Bu bağlamda haber medyası ve siyaset arasındaki karşılıklı ilişkide, haberin ne olduğu ve haber olacak olanın ne içermesi gerektiği siyaset kurumunun beklentileri doğrultusunda yeniden tanımlanmıştır. Artık haber medyası ve haber olgusunu siyasal süreçlerden soyutlanarak düşünmek, medya ve siyaset kurumu arasındaki ilişkiyi çözümlemede eksik yönlerin kalmasına sebep olacaktır. YÖNTEM Bu çalışmada siyaset ve medya ilişkisi 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Türk basınında çıkan haberler üzerinden değerlendirilmektedir. Çalışmada yöntem olarak eleştirel söylem analizi yöntemi kullanılarak, yazılı basında seçim öncesinde yayınlanan siyasal içerikli haberler çözümlenmektedir. Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 83 Çalışmanın yapılabilmesi için Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet ve Yeni Şafak gazetelerinde yayınlanan haberler 15–27 Mart tarihleri arasında takip edilerek örneklem içerisinde incelenmiştir. Yeni Şafak ve Cumhuriyet gazetelerinin örneklem içerisine alınmasında gazetelerin siyasal iktidar ve muhalefete karşı tavırları göz önünde bulundurulmuştur. Yeni Şafak gazetesi siyasal iktidarın işlemlerine olumlu, Cumhuriyet gazetesi ise olumsuz yaklaşan bir yayın politikası izlediği için örnekleme dâhil edilmiştir. Hürriyet ve Sabah gazeteleri ise merkez medyayı temsil ettikleri ve tiraj yüksekliği nedeniyle incelenecek gazeteler arasında yer almıştır. KURAMSAL ÇERÇEVE 21. yüzyılda siyasal meşruiyetin yapısal dönüşümü meşruluğun kaynağının çoğulcu demokratik rejimler aracılığıyla halk üzerinden sağlanmasına neden olurken, medya ve siyaset mekanizmaları arasında karmaşık ilişkiler ağının kurulmasına da etki etmiştir. Demokrasilere doğrudan katılımın imkânsızlığı medya ve siyaset arasındaki bu ilişkinin pekişmesini sağlarken; modern demokrasilerde vatandaşların doğrudan katılabildiği demokratik süreçlerin olmaması, kitle iletişim araçlarının kamu adına bu görevi üstlenmeleri ile sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda ana akım iletişim çalışmaları tarafından medyanın siyasal mekanizmaları denetleyen dördüncü bir güç olarak tanımlanması ve medyanın siyasal süreçlerde şeffaf oluşumları doğuracağı beklentisi oluşmuştur. Bu gelişmeler ana akım iletişim çalışmalarının medyayı toplumdaki olay ve oluşumları toplumun birey yurttaşlarına yansıtan; dış dünyanın olay ve oluşumlarıyla ilgili bilgileri rasyonel davranabilen bireylere sunarak genel çıkarların oluşmasına çalışan bir örgütlenme olarak tanımlamasına neden olmuştur (Kaya, 1999: 24). Aynı zamanda ana akım yaklaşım medyayı vatandaşların ve siyasal aktörlerin siyasal buluşmalarını gerçekleştirdikleri ve siyasal eylemlerin sorgulandığı tarafsız bir uzam olarak göstermeyi amaçlamıştır. Medyaya ana akım iletişim çalışmaları tarafından siyasal mekanizmaları kamu adına gözetleme görevinin verilmesi medyanın oldukça politize ve muhalif bir örgütlenme yapısına sahip olduğu bir döneme rastlamaktadır. Siyaset ve medya arasında başlangıçta oluşan kamu adına denetim işlevi ve medyanın siyasal süreçlere yaptığı öne sürülen pozitif yönlü katkı uzun süreli olmamıştır. Özellikle iletişim teknolojilerinin büyük ölçüde geliştirilmesiyle birlikte medyanın ideolojik yapısı, günümüzde bütün toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel demokratik kuruluşların faaliyetlerini ve iş yapma tarzlarını etkilemiştir (Erdoğan, 1999: 35). Bunun yanı sıra İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 84 A. Gölcü zaman içerisinde değişen koşullar ve serbest piyasa ekonomisine geçiş, medya örgütlenmelerinin pazar değerlerini ön plana çıkarmış ve medyaya atfedilen kamu denetçiliği görevini yerini kar güdüsüne bırakmıştır. Özellikle mülkiyet yapısında yaşanan hızlı dönüşüm medya örgütlerinin büyük bir kısmının son otuz yıldaki ele geçirmelerin sonucunda finans ve endüstriyel sermaye alanındaki büyük şirketlere bağlanmalarıyla sonuçlanmıştır (Curran, 1997: 147). Dördüncü güç rolünün geçerliliğini yitirmesi sonrasında medya ve siyaset ilişkisinin yeni temeller üzerinde yeniden oluşturulmaya başlanması, iletişim çalışmalarında eleştirel görüşlerin önem kazanmaya başlamasına neden olmuştur. Eleştirel yaklaşımları esas alanlar iletişimin endüstrileşmesi, uluslar arası yönü, geliştirilen yeni iletişim teknolojilerinin toplum üzerindeki etkileri, iletişimin siyasal ekonomisi, kültürel incelemeler, iletişim sosyolojisi gibi çeşitli konularda çalışmalar yapmışlardır (Yaylagül, 2006: 81). Eleştirel yaklaşım içerisinde yer alan ekonomi politik yaklaşım ve kültürel çalışmalar, medya ve siyaset arasındaki ilişkiyi tartışmalı sahiplik yapısı ve egemen dünya değerlerinin yeniden üretimi bağlamında ele alarak eleştirmişlerdir. Özellikle haber değerleri ve haber üretim süreçlerini ele alan bu yaklaşımlar, toplumsal güç iktidar ilişkilerinin ve sınıf tahakkümünün medya içeriğinde yeniden üretimi üzerine yoğunlaşmışlardır. Ana akım çalışmalar tarafından haberin gerçeklik olarak kabul edilmesi sorunsallaştırılmış ve ilk olarak haber olgusunun sorunlu bir üretim sürecinden geçerek oluşturulduğunu Walter Lippmann öne sürmüştür. Lippmann‟a (1945: 213-216) göre basının ve bu araçlarının bir ürünü olan haber olgusu, yaşanan gerçeği farklı bir şekilde kurgulayıp aktarmaktır. Bu nedenle Lipman haber ile gerçeğin birbirinden ayrılması gerektiğini öne sürmüştür. Ekonomi politik yaklaşımda haber; özünde Herman ve Chomsky‟nin toplumsal yapıdaki egemenlerin söyleminin sıradan yurttaşların neleri görmesini, duymasını ve düşünmesini etkilediğini ve düzenli propaganda kampanyaları ile kamuoyunu yönlendirdiklerini öne sürmeleri üzerinden ele alınmıştır (Herman ve Chomsky: 2006: 75). Ekonomi politikçiler haber medyası ve siyaset ilişkisinde kamu çıkarları yerine özel çıkarların yerleştirildiğini öne sürmüşlerdir. Bu savı destekleyen Garnham (1990: 113) enformasyona ve bir tartışma platformu olarak medyaya erişimin bir tür güç ve mülkiyet yapısı tarafından kontrol edildiğini söylemiştir. Herman ve Chomsky (2006: 76) ise Rızanın İmalatı isimli yapıtlarında özel mülkiyet altındaki iletişim araçlarının kapitalistler tarafından sınıf tahakkümünün araçları olarak kullanıldığını belirtirler. Aynı görüşü destekleyen Murdock (1982: 107) büyük medyaya sahip olan grupların diğer sermaye grupları Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 85 ile aralarındaki çıkar ilişkisini göz önünde bulundurarak medya ve haber içeriklerini oluşturduklarını dile getirmektedir. Chomsky‟e (1993: 23) göre medya; haberlerin ve çözümlemelerin çatısını yerleşik ayrıcalıkları destekleyen bir çerçevede kurarak ve bu doğrultuda her türlü tartışmayı sınırlayarak, birbirleriyle sıkı sıkıya kaynaşmış olan devletin ve şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Böylece bu bakış açısına göre, kitle iletişim araçlarının içerikleriyle mesajlarının taşıdığı anlamlar esas olarak içinde üretildikleri örgütün ekonomik temeliyle belirlenmektedir (Curran ve ark, 1982: 18-19). Bu bağlamda Herman ve Chomsky‟nin propaganda modelinin haber metinlerinde incelenmesinde ve haberin üretim sürecinde kullanılan haber süzgeçlerinin medya metinleri okunurken göz önünde bulundurulması haberlerin analizinde yararlı olacaktır. Çok farklı disiplinleri içinde barındıran Kültürel çalışmaların ise Gramsci‟nin (1986) ortaya attığı Hegomanya kavramına paralel olarak haber metinlerini incelemesi ve Althusser‟in (2000) Devletin ideolojik Aygıtları çalışmasında medyanın ideolojik yeniden üretimde kritik bir rol oynadığı savını öne sürmesi, haber üzerinde yapılan eleştirel çalışmalara yeni bir ivme kazandırmıştır. Althusser‟in takipçisi olan İngiliz kültürel çalışmalarının önemli ismi Stuart Hall‟de bu görüşü destekleyen çalışmalar yapmıştır. Hall‟e göre medyanın en önemli işlevi, anlamın toplumsal inşasında üstlendiği ideolojik işlevdir (İrvan, 1997: 77). Bu ideolojik işlev medyanın durum tanımı yapma yeteneğine sahip olmasıyla açıklanmıştır (Shoemaker ve Reese, 1997:103). Siyasal yapıya yönelik rıza ve bu rızanın oluşum sürecinde, Gramsci‟nin terminolojisi ile yönetenlerin hegemonyalarını kurma sürecinde, medya metinlerinin ve özellikle haberciliğin önemi yadsınamaz (İnal, 1996: 93). Medyanın bu işleyiş düzenine göre çağdaş insanlar kendi doğrudan deneyim alanlarının dışında olan olayları, kendilerine medyanın yansıttığı biçimle yani medya tarafından yapılan gerçeklik tanımlamalarıyla kavrarlar ( Kaya, 2009: 26). Ayrıca medyanın siyasal gündemi de etkilediği ve medyanın kamunun imgelem gücü olarak siyasal gündemi etkili bir biçimde belirlediği, haberlerde tekrarlanan temaların ve sorunların izleyicilerin öncelikleri haline geldiği kabul edilmiştir (Iyengar, 1997: 234). Bu noktada eleştirel çalışmalar ana akım iletişim çalışmalarının haber metinlerinde olduğunu öne sürdükleri nesnellik ve tarafsızlık vurgusunu mercek altına alarak, bu değerleri sorunsallaştırırlar. Yanlılık-nesnellik ikilisine çok farklı eleştiriler yöneltilirken bu eleştirilerin çoğunun yöntembilimsel ve epistemolojik konular üzerinde odaklandığı görülmüştür (Hackett, 1998: 32). Schiller (1993: 24) de kitle iletişim araçlarının, haberlerin oluşturulması ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 86 A. Gölcü yayınlanması aşamasında yansız davranıldığı varsayılmasına rağmen objektif hareket etmediklerini belirtmektedir. Bu görüşlere paralel olarak süreci dilbilim yönüyle değerlendiren İnal (1995: 114); içinde yaşadığımız dünya hakkında söylenen her sözün, her düşüncenin dilin dolayımını gerektirdiğini ve uzlaşımsal bir gerçeğin, mutlak bir nesnelliğin ve tarafsızlığın olanaksız olduğunu vurgular. Ana akım yaklaşımın içerik çözümlemesi ile medya metinlerinde ve özellikle haberde nesnellik olgusunu desteklemek için yaptığı çalışmalar; eleştirel kuramla gelişen ve medya metinlerinin ve haberin oluşmasında yapısal sorunların varlığını gösteren çalışmalar sonrasında etkili eleştirilere tutulmuştur. Medya içeriğinin toplumsal bilinçteki ideolojik yeniden üretimin sağlanmasında bu denli önemli rol oynaması, genelde medya içeriği özelde ise haber üzerinde farklı yöntemler kullanılarak çözümleme çalışmalarının yapılmasına neden olmuştur. Sumner (1979: 57) bu bağlamda akademik topluluk tarafından sözel dil içindeki göstergelerin tüm dil kullanıcıları için ortak anlamları olduğunu, okuyucu ve izleyicilerin aynı sözcüklerden aynı anlamları çıkardığını kabul ederek uzun yıllar nicel içerik çözümlemelerinin sorgulanmaksızın benimsediğini söyler. İnal‟a (1996) göre geniş bir bakış açısı ve farklı disiplinlerden gelen kuramsal ve kavramsal çerçeveler haberi, pozitivist yöntembilimin nicel içerik çözümlemelerinden ve metni bağlamından yalıtarak ele alan metin analizlerinden kurtarmıştır. Haber metinlerinin söylemsel yapıları incelendiğinde bu metinlerin kendilerine özgü özellikler taşıyan metinler olması ve anlamsal kalıplarının kapalı metin olma özelliği taşıması bu metinlerin çözümlenmesinde içerik çözümlemesi yönteminin terk edilmesine neden olmuştur. Pozitivist yöntembilimin haber metinlerine uygun olmadığını öne süren eleştirel çalışmalar, haber metinlerini çözümlemede haberin üretiminde etkin olan iktidar pratiklerini, toplumsal yapıdaki egemen söylemi ortaya çıkarmak için eleştirel söylem analizi yöntemini geliştirmişlerdir. Eleştirel söylem çözümlemesinin kullanılma amacı medya metinlerindeki seçilmiş sözcük ve sözcük öbeklerinin bireylerin yaşamı algılamalarında, düşüncelerinde ve değerlendirmelerinde söyleme yansıyan toplumsal ideolojilerini belirlemektir. Bu yöntemle açık dilsel yapılardan örtük ideolojik yapılara ulaşmak amaçlanır ( İnceoğlu ve Çomak, 2009: 12). Sözen‟e (1999: 81) göre haberlerin güç-iktidar sahibi yapıların söylemsel kalıplarında oluşturulması, haber metinleri üzerine yapılan çalışmalarda söylem analizi yönteminin kullanılmasına neden olmuştur. Ayrıca söylem analizinin içerisinde sosyolinguistik çalışma, metin analizi, sosyal analiz ve bütün bu analiz türlerini içine Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 87 alan eleştirel bir analiz türü olması da haber metinlerinin çözümlenmesine önemli katkılar sağlamıştır. Eleştirel söylem analizi temelinde iki farklı yöntemi içerisinde barındırmaktadır. Bunlardan birincisi İngiliz Kültürel Çalışmaları‟nın önemli figürlerinden biri olan Stuart Hall‟ün oluşturduğu toplumsal analizin ortaya getirdiği söylemsel oluşumlar üzerinde yoğunlaşan sosyoloji ağırlıklı yaklaşımdır. Bu yaklaşımda temel dayanak noktası, haber üretim sürecinde durum tanımlamalarının kimler tarafından yapıldığıdır. Gramsci‟nin hegemonya kavramsallaştırması üzerinden hareket eden Hall (1994) yazdıklarında, özellikle haber metinlerinde iktidar konumunda olanların durum tanımlarının nasıl yeniden üretildiği ve iktidarın söyleminin nasıl meşruiyet kazandığının altını çizmiştir. Hall ve arkadaşları tarafından Birmingham Kültürel Çalışmalar Merkezi tarafından yapılan Krizlerin Denetimi (Policing The Crises) isimli çalışmada haberin metin analizlerinden soyutlanarak, toplumsal güç iktidar ilişkileri göz önüne alınarak yapılan analizlere iyi bir örnek teşkil etmektedir. Haber metinleri üzerinden toplumsal yapıda var olan güç-iktidar ilişkilerini göstermeyi amaçlayan bu çalışma habere ve haberin anlamsal çerçevesine etki eden siyasal süreçleri irdelemektedir. Çalışma İngiltere‟de sokak soygunculuğu (mugging) konusunda basın yoluyla yayılan ahlaki panik, savaş sonrası konsensüs politikasının çöküşü ve otoriter bir devletin büyümesi arasında iddialı bir ilişki kurmaya çalışan karmaşık bir çözümlemeyi içermektedir (Stevenson, 2008: 67). Çalışma sonrasında İngiliz kamuoyunda haber değerlerinin politik süreçlere göre nasıl değişime uğradığı ve bu değişim sonrasında yaşanan haberin sosyal hayattaki etkisi ortaya konmuştur İkincisi ise Hollandalı dilbilimci Van Dijk‟ın haber analizlerinde kullandığı ve Van Dijk yöntemi olarak adlandırılan dilin gramerine duyarlı olarak haberi makro ve mikro yapılarında inceleyen yaklaşımdır. Van Dijk‟a (2005: 319) göre söylem yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir koşulu söylemin denetimi ve bizzat üretimidir. Bu nedenle Van Dijk oluşturduğu söylem çözümlemesi yönteminde, söylemin üretilme pratikleri üzerine daha fazla yoğunlaşmaktadır. Bugün yayınlanan gazetelerin neredeyse hepsinin ilk sayfalarında görsel öğelerin öne çıktığını ve yazılı dilin kaybolduğunu söyleyen Van Dijk, mikro yapılarda haberi destekleyen unsurların önemine işaret etmektedir (Van Dijk, 1997: 268). Ayrıca haber söylemini ele alırken kullandığı makro ve mikro yapılarının sınırlarını çok geniş tutan Van Dijk, uluslararası haberlerin yapısı üzerine yaptığı bilinen çalışmasında tüm dünya ülkelerinin haber ajanslarına bağımlılığını ortaya koymuştur. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi A. Gölcü 88 Hem ekonomi politik açıdan hem de kültürel çalışmalar açısından söz konusu haber söyleminin kodlanmasında rol oynayan başlıca etmen, hiç kuşkusuz kitle iletişim araçlarının ardında da yer alan egemen ideoloji ve başat kültürel yapıdır. Siyaset kurumunun merkezinde işleyen ideolojik mekanizmanın toplumsal yapılara haber içerikleri ile yayıldığı gerçeği eleştirel haber çalışmaları sonrasında kabul edilmiştir. Bu nedenle haber metinleri üzerinde söylem analizi uygulanarak yapılan eleştirel çalışmalar Foucault‟nun (2000) iktidarın söylemsel bağlar içerisinde kurulduğu ve dolaştığı fikrinden de faydalanarak, haber söylemi içerisinde egemen iktidar olgusunun nasıl ele alındığını ve işlendiğini göstermeyi amaçlamıştır. BULGULAR 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde Türk kamuoyu seçim sürecine yoğun bir politik gündem ile beraber girmiştir. Dış politikada yaşanan bazı gelişmeler ve özellikle Başbakanın Davos görüşmelerinde yaptığı çıkış seçim öncesinde ülke gündemini bir hayli meşgul etmiştir. İç politikada ise Ergenekon Soruşturması ve beraberinde getirdiği önemli gözaltılar, seçim öncesi atmosferde gergin bir ortam yaratmış ve siyasal tercihler bazında ülke toplumsal yapıda bir kutuplaşmaya doğru sürüklenmiştir. Ayrıca dünya genelinde etkili olan ekonomik krizin, seçim öncesinde ülke ekonomisini durgunlaştırması da seçim öncesinde gerçekleşen ve siyasal aktörlerin seçim sürecinde üzerinde yoğun olarak duracakları gündem başlıklarından birisini oluşturmuştur. Böyle bir ortamda ülkenin yerel seçim sürecine girmesi, yerel seçimin bir genel seçim havasıyla yürütülmesine neden olmuştur. Özellikle siyasal aktörlerin seçim kampanyalarını oluştururken birbirlerine karşı yıpratıcı ve sert politikalar izlemeleri, seçim sürecinde yapılan haberciliği de olumsuz yönde etkilemiştir. Bu süreç içerisinde yazılı basında yer alan haberlerin çoğunluğunda, siyasetçiler arasında yer alan bireysel tartışma ve münakaşalara büyük yer ayrılmıştır. Yerel bir seçim süreci yaşanması gerekirken, yerel adayların çalışmaları ve projeleri hakkında bilgilendirme yapmaları beklenirken; daha çok iktidar ve muhalefet liderleri arasındaki söz düelloları haberleştirilmiştir. HÜRRİYET GAZETESİ 15 Mart tarihinde “Baykal 3011‟de iktidara gelir” başlıkla yayınlanan haber için kullanılan fotoğrafta, Başbakanın bir tünel açılışında makam otomobilini kendi kullanması ve dikiz aynasında saçlarını düzeltmesi, “Dikiz aynasında saç bakımı” alt başlığıyla haberin içerisinde aktarılmıştır. Haberde siyasal vaatler ve seçim Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 89 çalışmaları hakkında bilgi aktarmak yerine, Başbakanın ana muhalefet lideri Deniz Baykal‟a yönelik bir sözü uzun uzun işlenmiştir. Aynı tarihte “Hiç vicdanın yok mu” başlığıyla Deniz Baykal‟ın Mardin mitinginde Başbakanın açıkladığı kriz paketlerini eleştirmesi haberleştirilmiştir. Bu haberde de başlık Baykal‟ın sözleri arasından doğrudan alınırken, haberin içeriğinde Baykal‟ın Başbakan‟ı adam gibi adam olmak gerektiği yönündeki sözleri işlenmiştir. Yayınlanan bu haberde yerel seçim hakkında herhangi açıklama ya da art alan bilgisi bulmak neredeyse imkânsızdır. 16 Mart tarihinde Deniz Baykal‟ın Hatay mitinginde söylediği “Adam olamayan 3011‟de de adam olamaz” sözü haber başlığı olarak doğrudan kullanırken; yapılan haberin ana konusunu Başbakan ve Baykal arasındaki söz düellosunda bir gün önce gerçekleşen münakaşa oluşturmuştur. Baykal‟ın “Abbas yolcu”, “Sen kendine baksana” ve “Yatağa Baykal‟la giriyor” sözleri de haberin ara başlıkları olarak doğrudan kullanılmıştır. Ayrıca Baykal‟ın Başbakan‟ın çocuğunu Amerika‟da okuttuğunu ama vatandaşın okutamayacağını hatırlatması da haberde işlenen çatışma unsurlarından bir başkasıdır. 17 Mart tarihinde “Küfürbaz derler oy vermezler” başlığıyla yayınlanan haberde kullanılan başlık daha önceki haberlerde siyasetçiler arasındaki tartışmayı hatırlatan cümlelerden doğrudan alıntılanmıştır. Haberin içeriğinde Baykal‟ın “ağız tadıyla birbirimize küfür edemiyoruz” sözü üzerinde fazla durulmamış ve Başbakan‟ının bu söz üzerinden Baykal‟a yüklendiği, haber söyleminde işlenmiştir. Ayrıca yayınlanan bu haberde kullanılan “Baykal‟a çattı” bannerı başlığın yanı başında kullanılmış ve haberin söyleminde Deniz Baykal‟ın tartışmanın masum tarafı olarak aktarılması amaçlanmıştır. Bu haberin içeriğinde de yerel seçim çalışmaları hakkında detaylı bilgi bulmak imkânsızdır. Ayrıca kullanılan bannerda kullanılan renklerin Cumhuriyet Halk Partisi‟nin renkleriyle aynı olması, haber söylemini desteklemek için yapıldığının göstergesidir. 18 Mart tarihinde yayınlanan “Altın palan vursan eşek yine eşektir” başlıklı haberde, Baykal‟ın Niğde mitinginde Ziya paşadan okuduğu bir şiirle cevap vermesi haberleştirilmiştir. Haber de kullanılan başlık ve haberin içeriğinde Baykal‟ın sözlerinin ara başlıklar olarak doğrudan kullanılması ve yine kırmızı-beyaz renkte bannerlarla haber söyleminin desteklenmesi söz konusudur. 20 Mart tarihinde yayınlanan bir başka haberde ise kullanılan fotoğraf ve fotoğraf üzerine yerleştirilen “Klonsuz meydan” yazısı Hürriyet gazetesinin haber söylemlerinde siyasal iktidar karşıtı bir duruşu benimsediğini göstermektedir. Bu haberin spotunda AKP Manisa İl Başkanlığı‟nın Manisa mitingini kalabalık göstermek için fotoğraflar üzerinde oynama yaptığı bilgisi aktarılmıştır. Haberin spotunda bu bilginin verilmesi ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 90 A. Gölcü fotoğraf üzerinde “klonsuz meydan” yazısının kullanılması, CHP‟nin milletin desteğini aldığı yönünde haberin söyleminin kurulduğunu göstermektedir. Hürriyet gazetesi iktidar karşıtı söylemini yayınlanan birçok haberde kullandığı fotoğraflarla da desteklemek istemiştir. Özellikle CHP mitinglerinde vatandaşlar tarafından yapılan pankartların fotoğrafları sık sık kullanılarak, toplum genelinde siyasal iktidara karşı genel bir rahatsızlığın olduğu fikri haber söyleminde ön plana çıkarılmak istenmiştir. “Tayyip amca bir gemicik de benim oğluma alsana”, “Takiyeyle bağlan hayata”, “Vatanı satan adam”, “Bilecik çarşı Tayyibe karşı” gibi pankartların fotoğrafları haber söylemini destekleyen fotoğraflar olarak kullanılmıştır. Hürriyet gazetesi iktidar-muhalefet çatışmasına dönük haberlerin yanı sıra AKP‟nin İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayları hakkında çıkan yolsuzluk iddialarını da yoğun olarak haberleştirmiştir. Bu haberlerden en dikkat çekeni 26 Mart tarihinde yayınlanan “250 bin dolar Topbaş‟a verildi işin tamam” başlığıyla yayınlanan haberdir. Haberin söyleminde taraflara yolsuzluk suçlamalarıyla yer verilirken, adli herhangi bir süreçten bahsedilmemektedir. Bu haberde rüşvet vererek çıkar sağlamaya aracılık eden kişinin gönderdiği SMS‟de haberin konusu olurken, haberde ara başlık olarak “İşte rüşvetin SMS‟i” başlığı kullanılmıştır. Haberin art alanı ile detaylı bilgi verilmezken, Gazete aynı haberin yanı başında CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu‟nun bir seçim gezisi haberleştirmiştir. Gazete daha önceki yayınlarında yaptığı gibi bu haberde kullanılan fotoğrafın üzerine “Yolsuzluğu kurutacak” sloganını yerleştirmiştir. Gazete seçim öncesi izlediği yayın politikasında siyasal iktidarın ve muhalefet partilerinin liderleri arasındaki söz düellosunu haberleştirmeyi amaçlamıştır. Gazete iki tam sayfayı seçim süresince siyasi parti liderlerinin görüşleri, kısmen anakent şehirlerinin belediye başkan adayları arasında gerçekleşen atışmaları yayınlamak için ayırmıştır. Ayrıca siyasal iktidar ve kısmen ana muhalefet partisi hakkındaki yolsuzluk iddialarını gündemine taşıyan gazete, iktidar partisi hakkındaki iddialara daha fazla yer ayırmıştır. Haber başlıkları ve spotlarda yayın politikasına uygun olarak parti liderlerinin alaycı sözlerini haber söylemine taşıyan gazete; bu sözleri tırnak işareti kullanmadan, içselleştirerek okuyucuya aktarmıştır. Gazetenin genel yayın politikasının siyasal iktidara karşıt olması, iktidar ve ana muhalefet liderlerinin yayınlanan haberlerinin haber söylemlerinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Gazete ana muhalefet partisinin haberlerine alan olarak daha fazla yer ayırmış ve haberde oluşturulan iktidar karşıtı söylemi fotoğraf, banner gibi Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 91 unsurlarla desteklemek istemiştir. Hürriyet gazetesinde bu dönem içerisinde iki siyasal partinin de siyasal reklamları bulunmamaktadır. YENİ ŞAFAK GAZETESİ 16 Mart tarihinde “Hizmet sırası İzmir‟de” balığıyla yayınlanan haberin ana konusu Başbakan‟ın İzmir mitingi olmuştur. Bu başlık ile AKP‟li belediyelerin hizmet konusunda rahat olduklarını ve vatandaşın da artık ideolojiye oy vermek yerine hizmeti tercih edeceği haber söylemine yerleştirilmiştir. AKP hükümetinin milletin hizmetkârı vurgusu haber içerisinde tekrar tekrar verilmiş ve haberin ara başlıklarında AKP‟nin yaptığı icraatlar haberleştirilmiştir. İzmir‟in içme suyunda arsenik bulunduğu haberin spotunda ve ara başlığında vurgulanarak, mevcut CHP‟li İzmir Büyükşehir Belediyesinin vatandaşa hak ettiği hizmeti vermediğine işaret edilmiştir. 18 Mart tarihinde “CHP‟nin karnesini açıkladı” başlığıyla yayınlanan bir başka haberde, Başbakan‟ın bir ekmek karnesiyle “dedelerimize karneyle ekmek dağıttılar” sözü haberin spotunda doğrudan kullanılmıştır. Haberin söyleminde CHP‟nin tarihinin başarısızlıklarla dolu olduğu yönünde bir görüş, başbakanın ekmek karnesini halka gösterirken çektirdiği bir fotoğrafla desteklenmiştir. Aynı sayfada daha küçük bir yerde “CHP‟nin yeni açılımı hadis ve maneviyat” başlığıyla yayınlanan haberde, CHP Denizli Belediye Başkanı‟nın seçim sloganı olarak bir hadisi seçmesi haberleştirilirken, aynı haberde “Efendimize Saygısızlık” alt başlığıyla CHP Denizli İl Başkanı Ali Kavak‟ın “Atatürk gibi lider varken peygamber gibi lider bekliyorlar” sözü haberleştirilmiştir. Haberde bu iki çelişkili durum aktarılırken, CHP‟nin açılımlarının gerçekçi olmadığı ve samimiyetten uzak olduğu haber söyleminin merkezinde yer almıştır. 19 Mart tarihinde “Küfür edeceğinize iş yapsaydınız” başlığıyla yayınlanan haberde, CHP lideri Deniz Baykal‟ın sözleri haberde ön plana çıkarılmış ve CHP‟nin millete hizmet etmediği söylemi haberin merkezine yerleştirilmiştir. Yeni Şafak ayrıca, Çanakkale mitinginde başbakanın yaptığı konuşmaları haberin spotunda doğrudan kullanarak içselleştirme yapmıştır. Yine haber için kullanılan fotoğraflarda, AKP‟nin seçim süresince kullandığı “Sen Türkiye‟sin Büyük Düşün” sözü öne çıkarılarak haber söylemi olumlanmak istenmiştir. 20 Mart tarihinde “Utandıran ziyaret” başlığıyla sürmanşetten verilen bir başka haberde ise, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu‟nun Karaman‟da seçim gezisi sırasında CHP seçim bürosunu ziyareti haberin konusu yapılmıştır. Bakan Nimet Çubukçu‟nun kendisini sokakta görüp yolunu değiştiren İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 92 A. Gölcü CHP‟lileri seçim bürolarında ziyaret ederek utandırdığı ve kullanılan başlıkla CHP‟lilerin iktidara karşı söyleyecekleri sözlerinin olmadığı yönünde bir söylem haberde aktarılmıştır. Çubukçu‟nun “benden korkmanıza gerek yok” sözü haberin spotuna taşınırken, “hoş geldiniz demenizi beklerdim” ifadesiyle de CHP‟lilerin nezaketsiz davrandıkları haber söyleminde aktarılmak istenmiştir. 22 Mart tarihinde yayınlanan “CHP‟nin kılıcı örgütlerin hamisi çıktı” başlıklı haberde ise, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu‟nun SSK Genel Müdürü iken, eski hükümlüleri ve örgüt mensuplarını işe aldığı haberleştirilmiştir. Haberin ara başlığında “Kuryelikten Müdürlüğü” başlığıyla bir örgüt kuryesinin Kemal Kılıçdaroğlu tarafından SSK Kayseri Sigorta Müdürlüğü‟ne atandığı aktarılmıştır. Haberde kullanılan Kılıçdaroğlu‟nun fotoğrafının altına yerleştirilen “ Eski hükümlüleri atadı” başlığı da büyük puntolarla verilerek, haberde oluşturulmak istenen söylem yan unsurlarla desteklenmiştir. 23 Mart tarihinde yayınlanan “Baykal adayını konuşturmadı” başlığıyla yayınlanan haberde, CHP‟nin İstanbul mitinginde Baykal‟nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğulu‟na mitingde konuşma hakkı vermediği haberleştirilmiştir. Yapılan haberde Baykal‟ın Kılıçdaroğlu‟nun parti içindeki yükselişini engellemek istediği söylemi ele alınmış ve bu görüş Tarhan Erdem‟e doğrulatarak haber söylemi desteklenmiştir. Haberde kullanılan “Neden Konuşturulmadı?” ara başlığı ve Baykal ile Kılıçdaroğlu‟nun fotoğraflarının karşı karşıya konulması, iki siyasetçi arasında bir mücadelenin olduğunu vurgulamak için yapılmıştır. 25 Mart tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “CHP bunu hep yapıyor” başlıklı haberde ise, CHP‟nin yaptığı çarşaf açılımının gerçekçi olmadığı “Önce rozet sonra hakaret” spotuyla haberleştirilmiştir. Yapılan haberde CHP yöneticilerinden Önder Sav‟ın ve Altan Öymen‟nin bazı seçim gezilerinde dini konularda yaptıkları tartışmalı konular tekrar edilerek, CHP‟nin din konusunda yaptığı açılımlarının samimiyetsizliği haber söyleminde aktarılmak istenmiştir. Aynı haber içerisinde CHP Kırıkkale Milletvekili Halil Tiryaki‟nin üzerinde manzara resmi bulunan elektrik trafosunu cami sanarak, bu olayı haberleştirmek için gazetecilerle şehre gelmesine “Trafoyu cami sanmıştı” başlığıyla yer verilmiştir. Bu sayede CHP‟lilerin toplumun bir gerçeği olan din ve dini ritüellere ne kadar yabancı oldukları ve halktan kopuk bir yaşam sürdükleri haber söyleminde ön plana çıkarılmıştır. Yeni Şafak gazetesi 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri öncesinde siyasal iktidarla olan sıkı ilişkileri çerçevesinde genel bir yayın politikası oluşturmuş ve yayınladığı Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 93 haberlerde bu yayın politikasına uygun haber çerçeveleri kullanmıştır. Siyasal iktidarın seçim çalışmaları, eylemleri ve projeleri yoğun olarak haberleştirilmiş ve yapılan haberlerde eleştirel değerlendirmeler yapılmaktan özellikle kaçınılmıştır. Gazete siyasal iktidarın eylemlerini haberleştirdiği sayfalarda siyasal iktidarın vermiş olduğu siyasal reklamları yayınlamaktan da çekinmemiştir. Ayrıca AKP‟nin Büyükşehir Belediye Başkan Adayları hakkında yapılan haberlerde bu adayların çalışmaları olumlanarak aktarılırken; haberlerin yayınlandığı sayfalara başkan adaylarının siyasal reklamlarının alınması da, haber söyleminin nasıl oluştuğunu açıklamaktadır. Yeni Şafak‟ta Hürriyet gazetesi gibi yaptığı haberlerde yerel seçim çalışmaları hakkında detaylı bilgi vermek yerine, seçim haberlerini genel seçim havasında aktarmayı tercih etmiştir. Neredeyse haberlerin hiçbirinde Başbakan‟ın seçim gezisi yaptığı bölgelerin yerel adayları ve yerel politikalar hakkında hiçbir bilgi aktarılmamıştır. Gazetenin siyasal iktidarın eylemlerini olumlayan haberler yapmasının yanında, ana muhalefet partisi CHP‟nin eylemlerinde eleştirel bir çerçeve kullandığı gözlemlenmiştir. Genel olarak CHP hakkında yapılan haberlerin çoğunluğunda olumsuz eylemler ya da CHP‟li belediyeler hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları haber söyleminde ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca gazete CHP‟li adaylar hakkında öne sürülen yolsuzluk iddiaların gerçekliği yönünde bir sorgulama yapmaksızın iddiaları haberleştirirken, haberlerde kullanılan ara başlıklar ve spotlarla da haber söyleminin anlam kapanması sağlanmıştır. SABAH GAZETESİ 16 Mart tarihinde “ Söyledik Mardin‟e gitti Hakkâri‟ye de uzansın” başlığıyla yayınlanan haberde, Başbakan‟ın İzmir mitinginde CHP lideri Deniz Baykal‟ı doğu illerinde de miting yapmaya davet etmesi haberleştirilmiştir. Haberin söylemi Başbakan‟ın sözleri üzerine kurgulanırken, CHP‟nin ülkenin tamamını temsil etmediği ve yurdun belirli bölgelerinde taraftarlarının olduğu haber söyleminde aktarılmıştır. Bu haberde AKP‟nin vatanın her yerinde miting yapabildiği söylemi aktarılırken, CHP‟yi dar bir zümre partisi olarak kurgulamak haberin çerçevesini oluşturmuştur. Ayrıca haberde Başbakan‟ın sözleri doğrudan haberin başlığında ve spotunda kullanılarak içselleştirme yapılmıştır. 18 Mart tarihinde “Ananızı da alın, sandığa gidin” başlığıyla yapılan haberde ise Deniz Baykal‟ın Niğde mitinginde söylediği söz tırnak işareti içerisinde başlığa taşınmıştır. Bu haberde Başbakan‟ın bir çiftçiye söylediği sözü hatırlatan Baykal‟ın konuşması haberin ana konusunu oluştururken, haber için ayrılan yerin çok küçük İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 94 A. Gölcü olması dikkat çekmektedir. Ayrıca aynı gün gazetede AKP‟nin siyasal reklamlarına geniş yer ayrılarak, yapılan haberlerde siyasal iktidara daha fazla yer verilmeye çalışılmıştır. 19 Martta “Erdoğan‟ı, Erbil‟in programına çağırdı” başlığıyla yayınlanan haberde ise, Deniz Baykal‟ın Başbakan‟ı televizyon programında tartışmaya çağırması ve program yöneticisi olarak da Mehmet Ali Erbil‟in seçilmesi önerisi haberleştirilmiştir. Haberin söyleminde Baykal‟ın önerisinin gerçekçi olmadığı ve ülke gündemindeki önemli bir olayın bir showman‟in programında tartışılacağı vurgusu kullanılan spotla ön plana çıkarılmıştır. Bu sayede haber söyleminde CHP liderinin siyasal konularda ciddiyetsiz bir tavır takındığı vurgulanmak istenmiştir. 21 Mart tarihli Sabah gazetesinde yayınlanan “Televole‟de adamın var, onunla şov yap” başlıklı haberde, Deniz Baykal‟ın Başbakan‟ı davet ettiği TV programının içeriği üzerinden, Baykal‟ın ülke sorunlarına verdiği önem eleştirilmiştir. Bu haberde televole gibi bir magazin programına göndermeler yaparak ve haberin spotunda da bu konu işlenerek ana muhalefet partisinin şov yaptığı aktarılmak istenmiştir. Bu bağlamda haberin söyleminde CHP ve lideri Deniz Baykal‟ın ülke gerçeklerinden uzak ve ciddiyetsiz bir siyaset anlayışına sahip olduğu kurgulanmıştır. Aynı haberin hemen altında “Malay: Baykal APS ile gidecek” başlığıyla yayınlanan haberde ise, Aydın Valisinin görevden alınmasını isteyen Baykal‟ın “Ben o Valileri APS ile göndereceğim” sözü haberleştirilmiştir. Aydın Valisinin cevabının başlığa taşındığı haberde, Baykal‟ın beklentisinin boşuna olduğunu ve milletin ve özellikle kendi partisinin Baykal‟ı göndereceği de Valinin sözleri ile haber söyleminde ön plana çıkarılmıştır. 23 Mart tarihinde manşetten yayınlanan “Baykal edebi muhalefet” başlıklı bir diğer haberde ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‟ın partisinin İstanbul mitinginde CHP‟nin Baykal liderliğinde edebi muhalefet olarak kalacağını söylemesi haberin söylem çerçevesini oluşturmuştur. Haberde CHP‟nin şov peşinde koştuğu ve asıl şovu milletin yapacağı yönünde Başbakan tarafından söylenen cümleler spot olarak doğrudan kullanılmıştır. Aynı haberin içerisinde “Baykal pankartı güldürdü” alt başlığıyla verilen haberde, meydanda bir vatandaşın taşıdığı “Sayın Başbakan‟ım 23 Nisan Çocuk Bayramı‟nda Deniz Baykal‟ı Bir Günlüğüne Başbakanlık Koltuğuna Oturtun” yazılı pankart haber söylemini desteklemek için haberleştirilmiş ve başbakanın bu pankarta güldüğü de haber içerisinde aktarılmıştır. 25 Mart tarihinde “ Canlı yayında reklam arasında skandal” başlığıyla yayınlanan haberde, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu‟nun katıldığı bir TV programında reklam arasında sunucu Nahit Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 95 Duru‟nun AKP hakkında söylediği sözler haberleştirilmiştir. Haberin söyleminde reklam arasında konuşulanlar Kılıçdaroğlu üzerinden kurgulanırken, haberin ana unsuru olan Nihat Duru haberde detay olarak işlenmiştir. Aynı haberde olayın sorumlusu sunucunun fotoğrafına küçük bir yer ayrılırken, Kılıçdaroğlu için daha büyük bir fotoğraf kullanılması, haber söylemine Kılıçdaroğlu‟nun alınmak istendiğini göstermektedir. Sabah gazetesi seçim öncesi yaptığı haberlerde genel olarak siyasal iktidar yanlısı bir yayın politikasıyla örtüşen haber söylemleri kullanmıştır. Gazete siyasal iktidarın eylemleri ve seçim çalışmalarını yoğun olarak haberleştirirken, yerel seçimler bazında İstanbul ve Ankara gibi anakent adaylarının çalışmaları sadece iktidar partisi adaları için habere dönüştürülmüştür. Ayrıca CHP‟nin anakent adayları olumsuz eylemleri ya da haklarında çıkan yolsuzluk iddiaları nedeniyle haberleştirilmişlerdir. Gazete seçim öncesinde nerdeyse her gün AKP‟nin verdiği siyasal reklamları yayınlamıştır. Bu da gazetenin haber söyleminin iktidar yanlısı kalıplara dönüşmesinde önemli etkenlerden birisidir. Ayrıca gazetenin ait olduğu yayın grubunun siyasal iktidar ile iyi ilişkilerinin olması, yapılan haberlerin AKP‟nin eylemlerini olumlayan çerçevelerde aktarılmasında önemli bir etken olmuştur. Bu bağlamda CHP haberleri ise, daha çok olumsuzluk ve ilginçlik değerleri ile ele alınarak haberleştirilmiştir. Yapılan haberlerin çoğunda CHP lideri Baykal‟ın ilginç bir sözü ya da CHP‟li yetkililerin topluma yabancı olduklarını göstermeyi amaçlayan anekdotlar kullanılmıştır. Diğer gazetelerde de yoğun olarak görülen içselleştirme, art alan bilgisi vermeme gibi eksiklikler Sabah gazetesinin haber söylemlerinde de sık sık gözlemlenmiştir. Aynı zamanda yayınlanan haberlerin genel çerçeveleri yerel seçim çalışmaları yerine siyasal iktidar ve ana muhalefet partisi arasında geçen tartışmalar göre belirlenmiştir. CUMHURİYET GAZETESİ 15 Mart tarihinde “AKP reklamlarında yasa ihlali” başlığıyla yayınlanan haberde, Başbakan‟ın seçim afişi olarak kullanılan Türk bayraklı rozetinin seçim yasasının ihlali olduğu haberleştirilmiştir. Haberde Ankara‟nın işlek caddelerine konan bu afişlerin, Ankara Büyükşehir Belediyesinin yardımıyla asıldığı da belirtilmiş ve bu haberin altında “Gökçek‟e metro protestosu” başlığıyla yayınlanan başka bir haber de Ankaralıların metro vaadini tutmadığını söyledikleri belediye başkanını protesto ettikleri haberleştirilmiştir. Her iki haberde de haber kaynağı olarak tek taraflı bir yapı söz konusu olmuş ve haberde kullanılan spotlar ve İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 96 A. Gölcü başlıklarda yapılan açıklamalar doğrudan kullanılmıştır. 16 Mart tarihine yayınlanan “Siyah afişlerle karşılandı” başlığıyla yayınlanan haberde, Başbakan Erdoğan‟ın Ege gezisinin sönük geçtiği ve bazı meydanlarda siyah afişlerle karşılandığı haber konusu yapılmıştır. Yapılan haberde haber kaynağı açıklanmazken, aktarılan bilgilerde kesin cümle yapıları tercih edilmiş ve AKP mitinglerine Ege‟nin dört bir yanından insan taşınmasına rağmen kalabalık olmadığı haberin söylem çerçevesini oluşturmuştur. Aynı sayfada Türkiye Komünist Partisi Genel Başkanı Erkan Baş‟ın “Tayyip, Obama‟nın halifesi” açıklamasını haberleştiren ve haberin başlığında doğrudan aktaran gazete, “Halk seçmeyecek” ara başlığıyla da AKP‟ye karşı toplumsal bir karşıtlığın olduğu söylemini pekiştirmek istemiştir. 17 Mart tarihinde “AKP‟de hayal kırıklığı” başlığıyla yayınlanan bir başka haberde ise, Başbakan‟ın Eskişehir mitingi için trenlerle insanların şehre taşınmasına rağmen, miting meydanının boş kaldığı haberleştirilmiştir. Haberin söyleminde miting için yakın illerde çalışan devlet dairelerinden isim listesi toparlanarak, mitinge getirildikleri yönünde iktidar karşı bir duruş aktarılmak istenmiştir. Bu iddiayı destekleyen bir belge ya da fotoğraf haber söylemini desteklemek için kullanılmamıştır. 19 Mart tarihinde “Bu bir seçim asfaltıdır” başlığıyla yayınlanan haberde, AKP‟li Altındağ Belediyesi‟nin kar yağışına rağmen oy almak için asfalt döktürdüğü gazetenin iktidar karşıtı söylemi çerçevesinde haberleştirilmiştir. Yapılan haberde, belediye yetkilisi Kadim Doğan‟ın konu hakkında yaptığı açıklama da yer almamasına rağmen, belediyenin hatasını kabul ettiği atılan ara başlıkla haberde yer almıştır. Haberin metni ve başlığı arasında bir çelişki bulunmaktadır. Gazete ayrıca “AKP‟li Belediyelerin Bilançosu” başlığıyla hazırladığı bir yazı dizisini beş gün boyunca yayınlamış ve AKP‟li anakent belediyelerin çalışmalarındaki aksaklıklar ve yolsuzluk iddialarını okurlarına aktarmıştır. 20 Mart tarihinde yayınlanan ve “ „Hatırla Ankaram‟ Vizyonda” başlığını taşıyan haberde ise, Ankara Büyükşehir Belediyesi‟nin 2004‟den beri çözemediği sorunları konu edinen bir kısa filmin internet üzerinden izlenebildiği haberleştirilmiş. Yapılan haberde CD olarak da dağıtılan filmin yoğun ilgi gördüğü aktarılarak haber söyleminde vatandaşlarında Ankara belediyesinin uygulamalarından memnun olmadığı fikri aktarılmak istenmiştir. 22 Mart tarihli “Hızla sivil diktatoryaya gidiyoruz” başlığıyla yayınlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu söyleşisine tam sayfa yer ayrılmıştır. Bu söyleşide Kılıçdaroğlu‟nun yaptığı açıklamalar ara başlıklar ve başlıkta tırnak içine alınmadan doğrudan aktarılırken, gazetenin kendi görüşlerine dönüştürülerek içselleştirilmiştir. Yapılan söyleşide kullanılan “AKP seçmene şantaj Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 97 yapıyor”, “Erdoğan kendi istihbarat örgütünü kurdu” başlıklarıyla gazetenin haber söylemlerinde kullandığı iktidar karşıtlığını söyleşide de görmem mümkün oluyor. Aynı tarihli gazete yayınlanan bir başka haberde ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi‟ne eleman alımında yapılan usulsüzlük “Belediyeye ihaleyle memur almışlar” başlığıyla haberleştirilmiştir. Haber için kullanılan spotlarda kadrolaşmanın boyutlarının ortaya çıktığı gibi iddialar dile getirilirken, belediye başkanı Kadir Topbaş‟ın fotoğrafı da eklenerek, haberde oluşturulmak istenen iktidar karşıtı söylem desteklenmiştir. 23 Mart tarihli yayınlanan “Yolsuzluk çağ atladı” başlıklı haberde, CHP‟nin İstanbul mitinginde Deniz Baykal‟ın sözleri haberin genel çerçevesini oluşturmuştur. Baykal‟ın sözleri hem başlıkta hem de spotlarda ve ara başlıklarda doğrudan aktarılarak içselleştirilmiştir. Haber için kullanılan fotoğraflar, gazetenin siyasal iktidar karşı söylemini desteklemiştir. Özellikle miting meydanlarında vatandaşların hazırladıkları pankartların aktarılmasıyla, AKP‟ye karşı toplumsal bir hoşnutsuzluğun olduğu haberin söylemini desteklemek için kullanılmıştır. “ Durmak yok soymaya devam”, “Millete din, iman kendilerine han hamam”, “Kasımpaşa‟nın imamı kaça sattın vatanı” gibi pankartların yolsuzluk mesajları vermesi, gazetenin AKP hakkındaki yolsuzluk haberlerini gündeme getirmesiyle örtüşerek, gazetenin iktidar karşıtı genel söylemini desteklemek için kullanılmıştır. 25 Mart tarihinde yayınlanan “TCDD-AKP işbirliği” başlıklı haberde, AKP‟nin billboardlara astığı “Büyük Düşündük Hizmeti Seçtik” ilanlarının yanına TCDD tarafından asılan “Büyük Düşündük Türkiye‟nin Hızına Hız Kattık” ilanlarının iktidarı seçim öncesinde desteklemek için yapıldığı haberleştirilmiştir. Türk Hava Yolları‟nın daha önce reklamlarında slogan olarak Başbakan‟ın “Durmak Yok Yola Devam” sözünü kullandığı hatırlatılarak, kamu kurumlarının seçim dönemlerinde AKP‟yi desteklemek için kullanıldığı haber söyleminde aktarılmıştır. Haberde CHP‟li Hakkı Süha Okay‟ın bu olay hakkındaki görüşlerine de yer verilirken, Okay‟ın “Büyük götürdüler olmalıydı” tırnak işareti kullanılmadan doğrudan kullanılmıştır. Aynı sayfada yine bir başka yolsuzluk iddiasını içeren haber “Kepenek herhalde oldu kelebek” başlığıyla yayınlanmıştır. Kemal Kılıçdaroğlu‟nun iddia ettiği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi‟ni zara uğrattığı öne sürülen Serdar Kepenek‟in neden ortaya çıkmadığı ve Kadir Topbaş‟ın sorularına neden cevap vermediği haber söyleminin merkezinde yer almıştır. Bu şekilde aktarılan haberler arasında bir bütünlük sağlanmış ve siyasal iktidar karşıtı olan gazete söylemi pekiştirilmiştir. 27 Mart tarihinde yayınlanan bir başka haberde ise “Vali‟den AKP‟ye kıyak” başlığıyla Konya Valisi‟nin bir milletvekilinin eski İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi A. Gölcü 98 sekreterini özel kalem müdürlüğüne ataması haberleştirilmiştir. Yapılan haberde AKP‟nin devlet kurumlarında kadrolaşmaya devam ettiği söylemi ön plana çıkartılırken, haberde CHP Konya Milletvekili Atilla Kart‟ın olayın takipçisi olduğu da aktarılmıştır. Bu sayede CHP‟nin muhalefet görevini yerine getirdiği ve siyasal iktidarın eylemlerini takip ederek kamuyu haberdar ettiği söylemi haberde üretilmiştir. Cumhuriyet gazetesi seçim öncesi yaptığı haberlerde kullandığı haber söyleminde siyasal iktidarla iyi ilişkilerinin olmaması ve okur kitlesinin ideolojik beklentileri bağlamında iktidar karşıtı bir yayın politikası izlemiştir. İktidarla ilgili yapılan haberlerin çoğunluğu olumsuzluk değeri üzerinden haberleştirilmiştir. Haber söyleminde kullanılan başlıklar ve spotlarda genel olarak olumsuz cümle yapıları olarak kurgulanmış ve olumsuz anlamlar taşımaktadır. Gazete AKP ve AKP‟li belediyelerin yolsuzluk iddialarına ilişkin birçok olayı haberleştirirken, iktidarın devlet kurumlarında kadrolaştığı söylemini desteklemek içinde haberler yapmıştır. Gazete genel olarak iktidar karşıtı sert bir duruş sergilerken, kullandığı haber dili ve söylemi de buna göre olmuştur. Gazetenin Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay‟ın Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alınmasının seçim öncesinde gerçekleşmesi, gazetenin seçim döneminde yaptığı haberlerin söyleminde sert bir dil kullanmasına etki eden unsurlardan biridir. CHP hakkında çıkan haberler ise daha sade bir dille kaleme alınırken, CHP‟li belediyelerin yaptığı ya da yapacağı icraatlar düzenli olarak haberleştirilmiştir. Ayrıca gazete seçim öncesinde CHP‟nin siyasal reklamlarını sık sık yayınlanmış ve oluşturduğu haber söylemini desteklemek için kullanmıştır. CHP ve adayları hakkında herhangi olumsuz bir habere rastlamak söz konusu olmamış ve bu dönem içerisinde CHP‟li bazı anakent adaylarıyla tam sayfa söyleşiler yayınlanmıştır. SONUÇ Bu çalışma Türkiye‟de siyaset kurumu ve medya arasındaki ilişkiler ağının yazılı basında yayınlanan haberlerin söylemine yansımalarını ortaya koymak için yapılmıştır. Çalışmanın uygulama kısmında seçim döneminde iktidar partisi ve ana muhalefet partisi hakkında yapılan haberlerin ele alınması, medya ve siyaset kurumu arasındaki ilişkilerin daha anlaşılır kılınması içindir. Siyasetin yönetme üzerine inşa edilmiş yapısı, medya ve siyaset arasındaki ilişkiyi de yönetme, kontrol etme süreçlerine taşımakta ve siyaset-medya ilişkisini bir mücadele süreci içerisine çekmektedir. Bu bağlamda medya örgütlenmelerinin, siyasal mekanizmaların ve ekonomik yapıların da dâhil olduğu karmaşık bir ilişkiler ağı ortaya çıkmaktadır. Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 99 Çalışma sonucunda siyaset kurumu ve medya örgütlenmeleri arasında siyasal iktidara yakınlık ve uzaklık olarak tanımlayacağımız nedenlerin, medya içeriği ve özellikle haber söylemi üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca haber söyleminin kaygan bir zemin üzerinde bulunması ve haberin durum tanılaması olarak kavramsallaştırması da gazetelerin aynı haberi farklı söylem kalıplarında aktarmalarına imkân tanımıştır. İncelenen gazetelerin seçim döneminde kullandıkları haber söylemleri, gazetenin ait olduğu yayın grubunun siyasal iktidarla ilişkilerinden, okuyucu kitlesinin dünya görüşüne ve siyasal partilerden alınan reklamlara kadar çok farklı değişkenlerden etkilenmektedir. Hürriyet gazetesinin haber söyleminin oluşmasında ait olduğu Doğan Yayın Holding‟in mevcut siyasal iktidarla iyi ilişkilerinin olmaması belirleyici olmuştur. Hürriyet gibi çok farklı kesimlerden okur kitlesine sahip bir gazete için okur kitlesinin haber söylemini etkilemede çok etkili olduğu söylenemez. Ayrıca gazetenin siyasal reklamlara göre haber söylemini belirlediğini öne sürmek gerçekçi olmayacaktır. Araştırma kapsamında gazetenin takip edildiği süre içerisinde bu iki parti adına hiçbir siyasal reklam Hürriyet gazetesinde yayınlanmamıştır. Yeni Şafak gazetesinin haber söylemini etkileyen faktör ise gazetenin AKP hükümetine yakın bir yayın politikasına sahip olmasıdır. Ayrıca Yeni Şafak gazetesi bu dört gazete arasında en çok AKP reklamı yayınlayan gazete olmuştur. Kuşkusuz bu da gazetenin haber söylemini belirlemede etkili olmuştur. Sabah gazetesinin haber söyleminin belirlenmesinde gazetenin ait olduğu medya grubu ve mevcut siyasal iktidarla olan ilişkileri etkili olmuştur. Sabah gazetesinin yayınlarında kullandığı haber söyleminin belirlenmesinde AKP‟den aldığı siyasal reklamlar da önemli bir faktördür. Cumhuriyet gazetesi için haber söyleminin belirlenmesinde üstlendiği misyon ve mevcut siyasal iktidarın meşruiyetini sorunsallaştıran bir yayın politikasına sahip olması, seçim döneminde gazetenin haber söyleminin belirlenmesinde etkili olmuştur. Gazetenin CHP‟nin eylemlerini olumlayan bir haber söylemini tercih etmesinde, CHP‟nin gazeteye verdiği siyasal reklamların etkili olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında yapılan haberlerin ve Kılıçdaroğlu‟nun siyasal reklamlarının karşılıklı ya da aynı sayfalarda yayınlanması bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca Kılıçdaroğlu için yapılan haberlerde dürüstlük imajını destekleyecek unsurlar sık sık kullanılmıştır. Sonuç olarak çalışma kapsamında incelenen gazetelerin yayın politikalarının ve mülkiyetlerinin siyaset kurumuyla olan ilişkilerinin, gazetelerin yaptığı haberler ve seçim döneminde yayın politikalarını belirlemede çok önemli olduğu İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi A. Gölcü 100 gözlenmiştir. Ayrıca gazetelerin aldığı siyasal reklamların da haber söylemlerinin belirlenmesinde etkili bir faktör olduğu ve bu reklamların haberlerin söylemlerini destekleyecek bir şekilde sayfalara yerleştirildiği ortaya çıkmıştır. KAYNAKÇA Althusser, L. (2006) Yeniden Üretim Üzerine, A. Işık Ergüden-Alp Tümertekin (çev), İstanbul: İthaki Yayınları. Chomsky, N. (1993) Medya Gerçeği, Abdullah Yılmaz(çev), İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık. Curran, J. (1997) “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme” içinde: Medya Kültür Siyaset, 139-198, Süleyman İrvan (çev. ve der.), Ankara: Ark Yayınevi. Erdoğan. İ. (1999) “Dördüncü Gücün İlettiği: Amerikan Örneği” içinde: Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, 33-42. Korkmaz Alemdar (der:), İstanbul: Afa Yayınları. Foucault, M. (2000) Özne ve İktidar/ Seçme Yazılar 2, Osman Akınhay, Işık Ergüden (çev), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Garnham, N. (1990) Capitalism and Communication, London: Sage Publications Gramsci, A. (1986) Hapishane Defterleri, Kenan Somer (çev), İstanbul: Onur Yayınları. Hackett, R. A. (1997) “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi”, Ayşe İnal (çev.). içinde: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık, 31-72, 1997-1998. Hall, S. (1994) “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, içinde: Medya, İktidar, İdeoloji, 73-122. Mehmet Küçük(çev. ve der.), Ankara: Ark Yayınevi. Herman, E. ve Chomsky, N. (2006) Rızanın İmalatı, Ender Abadoğlu (çev.), İstanbul: Aram Yayınevi. Iyengar, S. (1997) “Siyasette Erişim Yanlılığı” içinde: Medya Kültür Siyaset, 233252. Süleyman İrvan (çev. ve der), Ankara: Ark Yayınevi. İnal, A. (1996) Haberi Okumak, İstanbul: Temuçin Yayınları. İnal, A. (1995) Yazılı Basın Haberlerinde “Yapısal” Yanlılık Sorunu, Toplum ve Bilim, 67, 111–135. Güz 2009, Sayı 29 Haber Söyleminde Medya- Siyaset İlişkisi: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri 101 İnceoğlu, Y. ve Çomak, N. (2009) Metin Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. İrvan, S. (1997) Medya, Kültür, Siyaset, Ankara: Ark Yayınları Kaya, R. (2009) İktidar Yumağı, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. Kaya, R. (1999) “Medya, Toplum, Siyaset,” içinde: Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, 23-32. Korkmaz Alemdar(der.), İstanbul: Afa Yayınları. Lippmann, W. (1945) Public Opinion, New York: The Macmillan Company. Murdock, G. (1982) “Large Corporations and the Control of the Communication Industry” edt., M. Gurevitch, T. Bennet, J. Curan and J. Woollacott; Culture, Society and Media, London: Methuen. Schiller, H. (1993) Zihin Yönlendirenler, Cevdet Cerit (çev), İstanbul: Pınar Yayınları. Shoemaker, P. ve Reese, S. D. (1997) “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerine Etkisi”, içinde: Medya Kültür Siyaset, 99-136. Süleyman İrvan (çev. ve der), Ankara: Ark Yayınevi. Sözen, E. (1999) Söylem, İstanbul: Paradigma Yayınları. Stevenson, N. (2008) Medya Kültürleri: Sosyal Teori ve Kitle İletişimi, Göze Orhon- Barış Aksoy (çev.), Ankara: Ütopya Yayınevi. Sumner, C. (1979) Reading Ideologies. Londnon: Academic Pres. Tokgöz, O. (2008) Siyasal İletişimi Anlamak, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. Tuchman, G. (1978) Making News: A Study in the Construction of Reality, UK: Free Pres. Van Dijk, T. A. (1997) Discourse as Structure and Process, London: Sage Publications. Van Dijk, T. A. (2005) Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları” içinde: Medya, İktidar, İdeoloji, 315-376. Mehmet Küçük (çer. ve der.), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Yaylagül, L. (2006) Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Ankara:Dipnot. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- 1980’LERDEN 2000’LERE TÜRK SĠNEMASINDA ÜRÜN YERLEġTĠRME UYGULAMALARINDA GÖRÜLEN NĠCEL DEĞĠġĠM Merih TAġKAYA ÖZET Reklam yayınlarının izlenilirliğinin ve etkinliğinin azalması sonucunda ürün yerleştirme uygulamalarına yönelen reklamcılar ve reklam verenler için sinema filmleri yeni bir mecra haline gelmiştir. 1980 sonrasında, Türkiye’de uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarından Türk sineması da etkilenmiştir. Sinema filmlerinde yapılan ürün yerleştirme uygulamaları, yasal bir zemine sahip olmadığı halde uygulanmaya devam etmiştir. Yapılan analizler sonucunda son yirmi yıllık süreç içinde ürün yerleştirme uygulamalarında süre, sahne ve film bazında artış olduğu bulgulanmıştır. Bu çalışmada, bu artışın değerlendirilmesi için, ürün yerleştirme uygulamalarının reklam stratejisi haline geldiği neo-liberal sürece odaklanılmıştır. Bu çalışma, Türk Sineması’nda ürün yerleştirme uygulamalarının yıllara göre gösterdiği nicel değişimi eleştirel ekonomi politik yaklaşım çerçevesinde incelemektedir. Türk filmlerinde yapılan ürün yerleştirme uygulamalarında görülen nicel değişimi belirlemek için 1987, 1997, 2007 yıllarında en çok izlenen 30 film içerik analizi yöntemi kullanılarak incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Türk Sineması, Ürün Yerleştirme, Sponsorluk, Neo-liberalizm The Quantitative Changes in Product Placement Practices in Turkish Cinema Since 1980s To 2000s ABSTRACT In Turkey, cinema industry is influenced by the neo-liberal policies. As a result of this, cinema industry has been forced to be in a more interpreted relation with advertisement industry. Advertisement industry has been looking for a new media due to the decrease in the effect of ads in traditional media. This study aims to capture this neo-liberal process by focusing on product placement strategy since mid-1980. In order to describe quantitative change in product placement in Turkish movies with box office success are analyzed. This research shows that there is a gradual increase of product placement in terms of number of movies, scenes and time allocated from 1980’s to 2000’s. Key Words: Turkish Cinema, Product Placement, Sponsorship, Neo-liberalism Yardımcı Doçent Doktor, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi. İletişim 2003/18 M. TaĢkaya 104 GiriĢ Reklam yayınlarının izlenilirliğinin ve etkinliğinin azalması, reklamcıları ve reklam verenleri yeni mecralar aramaya sevk etmiştir. Ürün yerleştirme uygulamaları, yerleştirilen ürünlerin markalarının tanınırlığına yaptığı pozitif katkısının fark edildiği zamanlardan beri, reklam için ayrılmış alan ve kuşakların yayınlandığı mecralara alternatif mecralar sunmaktadır. Bu mecralar, sinema filmleri, televizyon programları, televizyon dizileri gibi yapımlardır. Ürün yerleştirme uygulamaları, Hollywood‟da önceleri gerçeklik algısı yaratmak amacıyla senaryonun gerektirdiği doğrultuda dekorda ve çeşitli sahnelerde ürünlerin kullanılması ile yapılırken; tüketimi yönlendirici etkisine olan inancın ve beklentinin artmasıyla giderek ürünlerin reklamlarının yapılmasına hizmet eden uygulamalara dönüşmüştür. Reklam yayını için yeni mecralar olarak sinema filmlerinin kullanılması, reklam verene, yapımcıya ve ürün yerleştirme ajansına ayrı ayrı faydalar sunmaktadır. Film yapımcısı, bir taraftan ürünün gerekli sahnelerde kullanılmasıyla gerçeklik algısı yaratabilmekte, diğer taraftan yerleştirilen ürün için aldığı ücret ya da ürün ile yapım giderlerini kısmen ya da tamamen karşılayabilmektedir. Reklam veren firma, kendi ürününü bir filmin kurgusal gerçekliğinde bir karakter olarak sunarak ürüne pozitif bir imaj kazandırabilmektedir. Şirketler her zaman, kendi markalarının bir öykünün parçası olarak ekranlarda gösterilmesine isteklidirler. Satın alma davranışı üzerindeki etkinliği kanıtlanmamış olmakla beraber, bir görüşe göre “ikna edici iletişim söz konusu olduğunda, ürün yerleştirme uygulamaları, reklam kuşağında yer alan reklamlardan daha fazla ikna edici olabilmektedir; alıcının ikna edici iletişimin kendisine yönelmediğine; hatta onu tesadüfen duyduğuna inanması, iknanın etkinliğini artırmaktadır” (Yüksel, 1994). Bu görüşe göre, ürün yerleştirme, izleyicide ürünü tesadüfen gördüğü inancını yaratmakta ve söz konusu ürüne yönelik pozitif algılar geliştirme olasılığını artırmaktadır. Buna ürünün şöhret sahibi kişilerce filmlerde kullanıldığı durumlar da eklendiğinde, etkinin daha güçlü olması kaçınılmazdır. Ürün yerleştirmelerin bilinen en erken uygulaması 1930‟ların sinema filmlerinde görülmüştür. Otomobil firmalarının gönüllü olarak araç sağlayarak film yapımını destekledikleri; pırlanta üreticisi DeBeers firmasının Hollywood‟un altın çağında aşk filmleri için pırlanta takılar tedarik ettiği bilinmektedir. Bu uygulama, ürünlere fayda sağlamak amacıyla sigara, alkol gibi etik açıdan hassas olan ürün sınıfları için de devam etmiştir. The African Queen filminde Humphrey Bogart aracılığı ile Gordon‟s Dry Gin; Mildred Pierce filminde Joan Crawford aracılığı ile Jack Daniels sunulmuştur (Wenner, 2004: 104). 1945 tarihli Mildred Pierce isimli film, bir sinema yıldızının markalı bir ürünü kullandığı ilk film olarak belgelenmiştir (Galician ve Bourdeau, 2004: 17). Reklam veren Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 105 firmalar, ürün yerleştirme uygulamalarından elde ettikleri kazancı gündeme getirmeyip, sadece filmin yapımına destek oldukları noktasına vurgu yapmaktadır (Taşkaya, 2009). Oysa tarih, ürün yerleştirme ile filmlerde kullanılan pek çok ürünün satış başarısı öyküsüyle doludur. 1982‟de Steven Spielberg‟in E.T. filminde spotların Reese‟s Pieces isimli şekerin üzerine çevrilmesinden sonra -M&Ms firması para karşılığında ürün yerleştirme yapılmadığını iddia etmiş olsa da- bu şekerin satışları %66 artmıştır1 (Wenner, 2004; Galician ve Bourdeau, 2004). Ürün yerleştirmeyle ilgili başarı hikayeleri, ürün yerleştirme uygulamalarında bir artışa neden olmuştur. Tom Cruise‟un rol aldığı Risky Business adlı filmde kullandığı Ray Ban marka gözlüklerin satışlarının bir anda fırlaması, yine Tom Cruise‟un oynadığı The Firm isimli filmde gösterilmeden önce çok fazla tanınmayan Red Stripe isimli biranın pazarının ikiye katlanması gibi örnekler çoğaltılabilir (Wenner, 2004: 106). Pazarlama stratejilerini geliştirmek üzere yürütülen pek çok yönetimsel araştırmada, ürün yerleştirme uygulamalarının reklam ve halkla ilişkiler karması içinde marka bilinirliği yaratmada, oldukça güçlü olduğu ifade edilmektedir. Bu araştırmalar, yüzdeler ve başarı hikayeleri, reklamverenleri ürün yerleştirme uygulamaları için cezpetmiştir. Ürün yerleştirme uygulamalarında, gerçeklik algısı yaratma arzusunun ürünün reklamını yapma niyetine dönüşmesi, Hollywood ile eş zamanlı olmasa da, benzer nitelikteki bir süreç içinde Türk sinemasına da yansımıştır. Yapılan ürün yerleştirme uygulamaları sonrasında satışın arttığına ilişkin ampirik bir bulgu olmasa da ürün yerleştirme uygulamalarının en azından marka bilinirliğine katkıda bulunduğu kanısı Türkiye‟de de yaygındır. Reklamcılığın etkililiği konusunda duyulan şüphe sonucunda, reklamcılık sektörünün umut bağladığı “total iletişim” ve “bütünleşik iletişim” kavramları, bir firma, örgüt ya da kuruluş içindeki bütün iletişim aktivitelerinin en gözde olanlarının uyumuna işaret etmekte ve reklam ajansları tarafından bu yollarla “eklemlenmiş sinerjik etkiler”in açığa çıkacağı vaat edilmektedir2. Diğer türler arasında sponsorluk ve ürün yerleştirme uygulamalarının bu günkü halleri, bu bağlamda yeni icat edilmiş olarak görülmektedir. Ürün yerleştirme için „toplam çözüm ajans‟ı adı altında aracı kurum olarak kendilerini konumlandıran kuruluşlar da bu uygulamaları hayata geçirmek için hazırlıklıdırlar. Bu ajanslar dışında, son birkaç yılda, klasik radyo ve televizyon reklamlarına benzer bir şekilde yer ayırtma ve ürün yerleştirme ile bu ürünleri ekranlara taşıyan; tanıtımı yapılan ürünlerin mümkün olduğunca sinema ve televizyon yapımlarının ihtiyaç duyduğu 1 Daha fazla örnek için bkz. Wenner, 2004: 101-134 2 Mattelart “yeni reklam endüstrisi, yolunu hala „kaliteli kurgu‟da ararken, su içinde başka türlerle karşılaşan bir balık gibidir” derken, reklamcılık sektörününün kendi içinde matrisler ürettiğini söylemektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 106 M. TaĢkaya malzemeler kapsamında, koordineli olarak sunulmasını sağlamak için sponsorları tarafından düzenli olarak denetlenen, uzmanlaşmış kurumların belirdiği gözlenmektedir (Baerns: 2003). Ürün yerleştirme ajansları bu noktada yeni bir alt sektör olan ürün yerleştirme uygulamalarından fayda sağlayan üçüncü taraf olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan, filmlerin tehlikeli bir şekilde ürünler tarafından işgal edildiği eleştirileri de gündemdedir (Govani, 1999‟dan aktaran Türksoy, 2006: 253). Kitle iletişim araçları tarafından sunulan tüm mesajların niteliğinin (haber, reklam, belgesel, yorum vb.) mesajın başında ya da sonunda bildirilmesi zorunluluğu vardır. Bu noktada ürün yerleştirme uygulamalarında etik olmayan bir durum söz konusudur. İzleyiciler, reklam kuşağında reklamları izlerken sahip oldukları kalkanları, ürün yerleştirme uygulamaları karşısında kuşanamamaktadırlar. Ürünlerin, gerçeklik algısı yaratmak üzere filmlerde uygun sahnelere yerleştirildiği iddia edilse bile, ürün yerleştirme, tecimsel mesajlar taşıyan ve pek çok noktada reklamla örtüşen uygulamalara dönüşebilmektedir. Türkiye‟de de ürün yerleştirme uygulamaları, neo-liberal piyasa kurallarının teşviki ile bu dönüşüme giden bir yol izlemektedir. Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarını piyasa sürecine paralel gelişimi içinde değerlendirmek için serbest pazar uygulamalarının başlatıldığı ve reklamcılık faaliyetlerinin hız kazandığı 1980 sonrasına yönelmek gerekmektedir. 1980 sonrasında, Türkiye‟de uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarından ve bu politikaların sürekliliğine hizmet eden kuralsızlık projelerinden Türk sineması da etkilenmiştir. Türk sinemasında ürün yerleştirme, kuralsızlık projelerinin uygulanma süreci içinde hiçbir yasal zemine sahip olmaksızın yapılagelmiş ve bu uygulamanın sınırlarını -ya da sınır tanımazlığını- piyasa koşulları belirlemiştir (Taşkaya, 2009). Ürün yerleştirme konusunda son yıllarda Türkiye‟de yapılmış pek çok çalışma vardır. Bu çalışmalardan bazıları genel olarak ürün yerleştirme stratejilerini belirlemeye yönelik olarak literatür taraması şeklindedir (bkz. Gürel ve Alem (2004), (2006)) Bazıları Türkiye‟de ürün yerleştirme stratejileri üzerine vaka analizi olarak değerlendirilebilir (Bkz. Pekman ve Gül (2008)). Bazıları Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarının nitel durum tespitine yönelik olarak nicel analizlere yönelmiş ve mevcut durumu ortaya koymuştur (bkz. Taşkaya, 20093). Ancak bu güne kadar yapılan çalışmalar içinde 3 Bu çalışmada örneklem olarak 1980‟den 2007‟e kadar olan süre içinde yapımı gerçekleştirilmiş ve izleyici sayısı bir milyonun üzerinde olan 26 film (Eşkıya, Her Şey Çok Güzel Olacak, Kahpe Bizans, Propaganda, Vizontele, Güle Güle, Komser Şekspir, Deliyürek Bumerang Cehennemi, O Şimdi Asker, Nerdesin Firuze, Asmalı Konak Hayat, GORA, Hababam Sınıfı Merhaba,Vizontele Tuuba , Hababam Sınıfı Askerde, Kurtlar Vadisi Irak, Hababam Sınıfı 3,5 Organize İşler, Babam ve Oğlum, Maskeli Beşler Irak, Son Osmanlı, Sınav, Hokkabaz, Kabadayı, 120 ve Beyaz Melek) alınmıştır Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 107 Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarının tarihsel süreç içindeki gelişimine odaklanan ampirik bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bu çalışma, Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarında görülen nicel ve nitel değişimleri tarihsel süreç içinde ortaya koymayı ve bu değişimlerin seyrini uygulanan ekonomi politikaları ile açıklamayı denemektedir. Amaç ve Kapsam Bu araştırmanın amacı, neo-liberal süreçte Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarında görülen nitel ve nicel değişikliklerinin değerlendirilmesidir. Bu değerlendirme, iki on yıllık süre içinde, Türk sinemasında ürün yerleştirme şekilleri, ürünlerin oyuncular tarafından kullanılma durumları, yerleştirilen ürünlerin sektörel dağılımları, sahne sayıları ve yerleştirilme süreleri üzerinden, nicel ve nitel analizler ile yapılmıştır. Kavramsal Çerçeve Ürün yerleştirme kavramı, yayıncılık ve reklamcılık jargonunda yer almaktaysa da Türkiye‟de ilgili mevzuatta ürün yerleştirme uygulamalarına dair herhangi bir düzenleyici maddeye ya da ayrı bir yönetmelik bulunmamaktadır. Ürün yerleştirme marka imajına katkıda bulunan bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Gartner‟a göre, imaj “bir dizi bilgilenme sonucunda ulaşılan imge”dir 4 (Gartner, 1986: 635-644). Gupta ve Gould‟a (1997) göre filmlerdeki ürün yerleştirme, filmde görünen markanın para ya da başka promosyonel bir nitelikle dönüşümünü ifade etmektedir. Bu tür ürün yerleştirme, reklam ve tanıtım arasında melez bir nitelik taşımaktadır (Taşkaya,2009). Gülsoy da ürün yerleştirmeyi, konulu filmlerde markalı bir ürünün otomobil gibi- ya da ürüne ilişkin reklamın -mağaza tabelası gibi- yer alması, televizyon programlarında sunucunun markalı bir ürün -içecek şişesi gibi- taşıması gibi yollarla, reklam olduğu belirtilmeden yapılan reklam olarak tanımlamaktadır (Gülsoy 1999: 411). Bu araştırmada bu tanımlamadan yola çıkılarak sinema filmleri 4 İngilizce vision karşılığı olarak kullandığımız “vizyon” ve image karşılığı olarak kullandığımız “imaj” sözcükleri, içerdikleri zengin anlamlar nedeniyle çevrilmesi sorunlu sözcüklerdir. Türkçe‟de görü, görüş, görme, uzak-görüş, düşsel görüntü, görlen vb. sözcüklerle karşılanmaya çalışılan vizion, görme ediminin düşteki görüntü gibi, hayal gücüyle bazen de mistik görüş gücüyle ilgili olarak kullanılmasını ifade eder. Görünüş, görüntü, resim, fikir, kavram ve çoğunlukla imge sözcükleriyle karşılanan image, bir kişi veya nesnenin görüntüsel/resimsel benzeridir; zihinsel, sözel, algısal, optik, grafik imajlardan söz ederiz (ç.n.) (Robins, 1999: 21). Pratik olarak ise, ticari marka imajı veya bir politikacının kendi imajı‟na ilişkin kaygısında olduğu üzere, “algılanan ün” anlamına geldiği görülebilir. Bu aslında reklamcılık ve halkla ilişkiler jargonunun bir terimidir (Williams, 2005:190). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 108 içinde, filmin doğasına uygun ve planlı bir şekilde ve belli bir bedel karşılığında optik ve/veya akustik olarak, anlaşılır halde ve odaklanılarak sunulan markalar ya da markayı çağrıştıracak -reklam tanımına girmeyen- görsel ve/veya işitsel söylemler (bkz. Miller, 1995: 74 ve Wenner, 2004: 104) “ürün yerleştirme5” uygulamaları olarak değerlendirilmiştir. Kuralsızlaştırma projesi kapsamında içeriği askıda bırakılan medya dünyasının pek çok uygulaması arasında ürün yerleştirmeyi de saymak mümkündür. Neo-liberal ekonomi politikalarının sürdürülebilmesi için gerekli esneklik “kuralsızlaştırma”6 çabalarından geçmektedir. Bunun için de piyasa aktörleri devlet müdahalesinin minimuma indirilmesini talep etmektedirler. Ürün yerleştirme uygulamalarının kurallarının ya da kuralsızlaştırma sürecindeki adımların piyasa aktörlerinin belirleyiciliğinde atılmasının “ticari ifade özgürlüğü”nün gereği olduğu yaklaşımı da, köklerini liberalizmden almaktadır. Tarihsel gelişim ve dönüşüm sürecinde üç tür liberalizmden söz edilmektedir: Klasik Liberalizm, Sosyal/Eşitlikçi Liberalizm ve Neo-Liberalizm. Her liberalizm türü bir diğerinin eleştirisi olmuş ve alternatifini sunmuştur (Sallan Gül, 2004: 1). Neo-liberalizm, liberalizmin 1870‟lerden 1970‟lere kadar olan süreç içindeki (özellikle 1930-1970 dönemi arasında), gelişiminin bir eleştirisini ve kendi alternatiflerini ortaya koymaya çalışan bir “yeni” biçimi olarak tanımlanabilir. Neo-liberalizm çerçevesinde serbestleştirme, özelleştirme ve kuralsızlaştırma politikaları 1980‟lerden bu yana uluslararası ve ulusal ekonomik ve politik belirleyiciler eşliğinde uygulanmaktadır (Başaran, 2000: 39). Dünya konjonktüründeki yansımalarını 1970lerin ortalarından itibaren Türkiye‟de hissettiren ve 1980lerden günümüze dek süregelen neo-liberal politikalar, kamu yararını şirket yararından daha gerilerde tutarak, sinema alanında da etkisini göstermektedir (Taşkaya, 2009). Kuramsal Çerçeve Pazar ekonomisi, kapitalizm için yaşamsal önem arz eder. Sistemin işleyişinin kesintiye uğramaması için talebin sürekli yaratılması ve arttırılması gerekmektedir. Bu nedenle, tüketim alanında talep belirlemeye yönelik tüm çabalar, 5 Bazı kaynaklarda “ürün yerleştirme” kavramı yerine “marka yerleştirme” kavramı kullanılmaktadır: Bkz. N. Sarıyer, 2005: 217-237, Tığlı, 2004: ) 6 „Kuralsızlaştırma‟ ya da „kurallardan arındırma‟ politikalarıyla ilgili olarak kavramsal tartışmaları Murdock, Rubsamen, Shackleton, Negrine ve Papathanassopoulos‟un görüşleri ile sunan Köker (1998: 149) devletin düzenleyici kurallarının ve bunları üreten mekanizmaların devre dışı bırakılmasını, bazı araştırmacıların genel anlamda „özelleştirme‟ kavramıyla karşıladığını, bazılarınınsa „kurallardan arındırma‟ kavramını tercih ettiğini belirtmektedir. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 109 sistemin sürekliliğine ve yeniden inşasına hizmet etmektedir. Bunun için tüketim kültürünün etki alanını genişletmeye yönelik reklam stratejileri her geçen gün çeşitlenerek artmaktadır. Ürünlerin markalarına vurgu yapılarak, sinema filmlerine yerleştirilme stratejisi de bu stratejilerden birisidir. Ürün yerleştirme uygulamalarının, gerek yapım şirketleri, gerek reklamverenler, gerekse aracı kurumlar olan ürün yerleştirme ajanslarının Türkiye‟deki yasal zemini sorgulanmaksızın uygulanmaya devam etmesi, kurallardan arındırma projesinin yansıması olarak değerlendirilmelidir. Neo-liberal pazar ekonomisinin gereklerinin yerine getirilmesi için uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olan bu kural tanımaz çabaların asıl hedefi, satışı ve satışın hızını artırmaktır. Ürün ve marka çeşitliliğindeki artış göz önünde tutulduğunda, rekabet ortamında tüketim etkinliğini yönlendirecek „yeni anlamlar yaratma‟ işlevi, ürün yerleştirme uygulamaları ile yerine getirilmekte, ürün yerleştirme, tüketicilerin tutumları üzerinde gerçekleştirilen manipülasyonların vazgeçilmez aracı olmaktadır. Ürün yerleştirme ile filmlerde belli sahnelerde sunulan ürünlerin Bir markayı, sayısız rakip arasında tercih edilme zaferine ulaştıracak uygulamalar, “marka imajı” ekseninde buluşur. Filmlerde ürünün oyuncu tarafından kullanılırken gösterilmesinin ürünün marka imajına olumlu katkısının olduğu kabul edilmektedir. Böylece ürün/marka tarafından vaat edilen doyumlara ilişkin bilgiler, oyuncunun popülerliği üzerinden izleyiciye aktarılmaktadır. Serbest piyasa koşullarında, ürün ve hizmetlerin tüketim hızının artırılmasında -reklamın etkinliğinin azaldığı yönündeki endişeler nedeniyle- ürün yerleştirme uygulamalarına umut bağlanmıştır. Yasal mevzuatta herhangi bir düzenlemesi olmayan ürün yerleştirmenin kuralları, yasal zeminden yoksun olarak tamamen piyasa güçleri tarafından oluşturulmaktadır. Kuralsızlaştırma projelerinin uygulandığı bir örnek olan bu girişimler, tüm kamusal alanları reklam mecrası haline dönüştürmek isteyen sermaye sahiplerinin ve sinema filmlerini tecimsel kaygılarla, gerçek anlamda kültürel ürün olmaktan uzaklaştırılan yapımcıların ortaklaşa çabaları ile beyaz perdede filmlerin reklam mecrası haline dönüştürülmesine zemin hazırlamıştır. Bu sonucu ekonomik sistemin dışında bir noktada açıklamak mümkün değildir. Çünkü kültürel ürünler de kapitalist ekonominin koşullarına bağımlıdır ve yüksek karlılık hedeflemektedir. Sinema da diğer Kitle İletişim Araçları gibi kültür endüstrisi içinde düşünülür ve ideoloji ve bilinç inşasında kullanılır (Yaylagül, 2004: 232). Kuralsızlaşma projeleri Neo-liberal ekonomi politikalarının ürünüdür. Türkiye‟de neo-liberal politikalar 24 Ocak 1980 istikrar paketi programlarıyla askeri iktidar tarafından benimsenmiş ve kuralsızlaştırma süreci, Özal hükümeti döneminde yaygın kabul görerek, yaşanmaya başlanmıştır (bkz. Kazancı, 2006 ve Sallan Gül, 2004). Ekonominin dışa açılmasıyla serbest piyasa ekonomisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 110 benimsenmiştir. Dışa açılma da piyasa güçlerine dayanılarak gerçekleştirilmiştir (Başkaya, 1986: 188,189). Bunun sonucunda pek çok alanda devlet müdahalesi azaltılmıştır. Deregulasyon sürecinde kurallar, serbest girişimciler lehine esnetilmeye başlamıştır. 1980‟li yılların ortalarından itibaren kısıtlayıcı düzenlemeler medya alanında da birer birer ortadan kaldırılmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak, iletişim politikalarının belirleyicileri, kültürel olmaktan çıkıp ekonomik nitelikli olmuşlardır. Böylece, kamu çıkarı kavramı yerini, şirket çıkarlarına bırakmıştır” (Çaplı, 2002: 45–47). Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarının nicel ve nitel durumundaki değişikliklerin nedensel bağlar içinde açıklanabilmesi için, ekonomik ve politik ardyöresinin göz önünde tutulması gerekmektedir. Ürün yerleştirme uygulamalarının, herhangi bir yazılı mevzuatı bulunmadığı halde devam eden uygulamalar olması, kuralsızlaştırma sürecinin etkinliğine işaret etmektedir. Bu nedenle, değerlendirmeler şirket karlılığının ilk ve tek hedef olduğu neo-liberal ekonomi politikaları çerçevesinde (bkz. McChesney, 2003: 7–8) eleştirel ekonomi politik yaklaşımla yapılmıştır. Çünkü ekonomi politik yaklaşım, iletişim sürecinin endüstrileşmesi ve bu endüstride üretilen ürünlerin üretim, dağıtım, bölüşüm ve tüketim süreçlerini incelemektedir. Bu ürünleri incelerken, ürünlerin doğasını ve bu doğayı belirleyen süreçleri de inceleme kapsamı içinde tutmaktadır. İletişimi, mevcut toplumsal bağlamında analiz etmek için, bir üretim ve yeniden üretim süreci olan kapitalizmin evriminin ve bu sistem içinde iletişimin rolünün anlaşılması gerekir. Enformasyon/iletişim/kültür endüstrileri ile diğer endüstriler arasındaki ilişkilerin, ulusal ve uluslararası siyasi formasyon, mevcut güç ve iktidar yapıları içerisinde ilişkilendirilerek analiz edilmesi gerekir (Wasko, 1989: 477‟den aktaran Yaylagül: 2004, ayrıca bkz. Köker, 1998: 56). Sayıltılar S1 : Türk sinemasında 1980li yıllardan 2000li yıllara kadar olan sürede ürün yerleştirme uygulamalarında, yerleştirilen ürün sayısı, ürün yerleştirme süresi, ürün yerleştirme yapılan film ve sahne sayılarında artış görülmektedir. S2 : Türk sinemasında ürün yerleştirme stratejileri içinde en fazla görülen, optik doğal yerleştirmedir ve 1980li yıllardan 2000li yıllara kadar olan sürede en belirgin artış bu tür yerleştirmede görülmektedir. S3 : Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarında ürünün oyuncu tarafından kullanılma durumunda 1980li yıllardan 2000li yıllara doğru artış vardır. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 111 S4 : Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamaları, genellikle sponsorluk ilişkileri kapsamında yapılmamaktadır. Yöntem Araştırmada, Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarında görülen nicel ve nitel değişimlerin analizi için 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime giren ve en fazla seyirci sayısına sahip, her yıl için 10 film olmak üzere toplam 30 Türk filmi, içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir. Örneklemde yer alan filmlere yönelik analizlerin yapılabilmesi için bu filmlerdeki ürünlerin yerleştirilme stratejileri ve yerleştirilen ürünlerin sponsor olma durumları, Ürün yerleştirme uygulamaları için ayrılan süre, kronometre yardımı ile ölçülmüş; ürün yerleştirme yapılan sahne sayıları ise film içinde değişen sahnelerin sayılması ile tespit edilmiştir. Ürünün olay örgüsüne yerleştirilip yerleştirilmediği, oyuncu tarafından kullanılıp kullanılmadığı gibi bilgilere ulaşabilmek için ise var-yok analizi yapılmıştır. Filmlerin çeşitli sahnelerinde optik ve/veya akustik olarak gerçekleştirilen marka sunumlarının ürün yerleştirme kapsamında değerlendirilebilmesi için gerekli ibare olduğu ileri sürülen “para ya da promosyonel bir nitelikteki dönüşüm”ünü somut olarak gösteren bir işaretin bulunması oldukça zordur. Bununla beraber, filme sponsor olan ürünlerin markaları ile film içinde görünür ve/veya duyulur halde sunulması durumunda para ya da promosyonel bir dönüşümün varlığından bahsedilebilir. Ancak Türk filmlerinde sponsor ürünler dışında pek çok ürüne yönelik ürün yerleştirme yapıldığı için söz konusu işaretin elde edilmesi bu araştırma kapsamında olanaksız hale gelmektedir. Bu nedenle film içinde ürünün markasının optik ve/veya akustik olarak anlaşılır şekilde sunulduğu sahnelerde ürün yerleştirme yapıldığı kabul edilmiştir. Araştırmada örnekleme dahil edilen filmlerin 1980li yıllardan başlatılmasının nedeni, Neo-liberal ekonomi politikalarının uygulanmaya başlandığı yıllar olmasıdır. 1980li yıllardan, gişe hasılatı/sayısı bilgisine ulaşılabilinen en son yılın 1987 yılı olması, araştırmanın yıl bazındaki örneklemini bu yıldan başlatmayı zorunlu kılmıştır. 1987 yılına ait gişe hasılatı bilgisi sadece en çok hasılata sahip 10 film için bulunmuştur. Bu nedenle 1997 ve 2007 yılları için de örnekleme en çok izlenen 10ar film dahil edilmiştir. Pazarlamacılar için ürün yerleştirmenin temel işlevi, marka bilinirliğini artırmak olduğu için, filmlerin sponsor desteği alabilmesi, tahmini gişe başarısının yüksekliği ile ilişkilidir. Bu nedenle 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime girmiş Türk filmleri olarak belirlenen araştırma evreni içinde her bir yıl için izleyici sayısı İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 112 en yüksek olan onar film araştırmanın örneklemi olarak belirlenmiştir. 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime giren toplam 30 Türk filmi araştırmanın örneklemini oluşturmuş ve analizler bu sayı üzerinden tam sayımla gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada 1987, 1997 ve 2007 yıllarında gösterime giren ve en her yıl için en yüksek izleyici sayısına sahip 30 film: 1987: Su da Yanar, Hakkari'de Bir Mevsim, Hayallerim Aşkım ve Sen, Anayurt Oteli, Allah Allah, Asiye Nasıl Kurtulur, Ayrılamam, Asılacak Kadın, Sefiller, Merhamet (Özgüç, 1988: 21); 1997: Ağır Roman, Nihavent Mucize, Masumiyet, Bir Erkeğin Anatomisi, Dırejan, Kuşatma Altında Aşk, Mektup, Hamam, Usta Beni Öldürsene, Akrebin Yolculuğu (Antrakt Gazetesi 7); 2007: Beyaz Melek, Kabadayı, Son Osmanlı, Çılgın Dershane, Maskeli Beşler-Irak, Musallat, Kutsal Damacana, Mutluluk, ParsKiraz Operasyonu, Amerikalılar Karadeniz’de II, (Antrakt Gazetesi) örneklem olarak alınmıştır. Bulgular Ürün yerleştirme yapılan Türk filmlerinde, kullanılan ürün yerleştirme stratejilerinin, ürünün sunulduğu sürenin, sahne sayılarının, ürün yerleştirme ve sponsorluk ilişkilerinin, yerleştirilen ürünlerin sektörel dağılımlarının 20 yıllık periyotta gösterdiği değişim bu çalışmanın bulguları ile ortaya konmuştur. Yapılan içerik analizi sonucunda elde edilen bulgular, araştırmanın sayıtlıları doğrultusunda üç başlık altında değerlendirilmiştir. 7 http://www.sinematurk.com/gise.php?action=goToBoxOfficePage&type=0&year=&firma= Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 113 Türk Sinemasında Ürün YerleĢtirme Uygulamalarının Ürün Sayısı, Süre ve Sahne Sayısında 20 yıllık Dönem içinde görülen DeğiĢim Türk filmlerinde ürün yerleştirme yapılan film sayısına baktığımızda, ürün yerleştirme uygulamalarının Türk filmleri için de yüksek oranda tercih edilen uygulamalar olduğu görülebilir. Tablo 1. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Ürün Yerleştirme Uygulamaları Sıklığında Görülen Değişimin Dağılımı Filmlerin Gösterim Yılları Toplam Filmde Ürün YerleĢtirme Durumu 1987 1997 2007 Ürün Yerleştirme Yapılan Film Sayısı 7 6 9 22 Ürün Yerleştirme Yapılmayan Film Sayısı 3 4 1 8 Toplam 10 10 10 30 Tablo 1‟e göre ürün yerleştirme yapılan film sayıları yirmi yıllık dönem içinde anlamlı bir artış sergilemektedir. Ürün yerleştirme yapılmayan 8 film 8 içinde en yüksek dağılım 1997 yılına aittir. Türk Sineması‟nın Eurimages, ulusal ve uluslararası film festivallerinin ödülleri ve sponsorluk anlaşmaları gibi yeni finansal kaynaklarla tanışması, 1990‟lı yıllardan itibaren söz konusu olmaya başlamıştır. 1997 yılında gösterimde olan ve en fazla izleyici sayısına sahip filmlerin çoğunluğu Euroimages desteği alan filmlerdir9. Bu filmlerden üçü, araştırma örnekleminde bulunan ve ürün yerleştirme yapılmadığı tespit edilen filmlerdir. 8 Anayurt Oteli (1987), Hakkari‟de Bir Mevsim (1987), Su da Yanar (1987), Akrebin Yolculuğu (1997), Usta Beni Öldürsene (1997), Kuşatma Altında Aşk (1997), Drejan (1997), Son Osmanlı (2007) 9 Ağır Roman, Nihavent Mucize, Kuşatma Altında Aşk, Mektup, Usta Beni Öldürsene, Akrebin Yolculuğu Euroimages tarafından desteklenmiştir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 114 Tablo 2. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Ürün Yerleştirme Uygulamalarının Görüldüğü Süre, Sahne ve Sıklık Ortalamaları FĠLMLERĠN GÖSTERĠME GĠRDĠĞĠ YILLAR 1987 1997 2007 ORTALAMA Her bir film için ortalama film uzunluğu (dakika) 95 102 111 103 Her bir film içinde ürün yerleştirme yapılan markaların ortalama görünme süresi (dakika) 0.7 0.8 1.4 0.99 Her bir film için markaların ortalama görünme sürelerinin, ortalama film sürelerine oranı %007 %008 %012 %009 Her bir film için markaların ortalama görünme süreleri (“en az ve en çok” dakika aralıkları) 0.020.85 0.020.86 0.02- 1 0.02- 0.9 Yerleştirilen ürün sayısı 35 58 69 54 Her bir filme yerleştirilen ürün sayısı ortalaması 4 6 7 6 Ürün yerleştirme yapılan sahne sayısı 52 75 89 72 Tablo 2; 1987 ve 2007 yılları arasında filmlerin ortalama uzunluğunun arttığını göstermektedir. Her bir film içinde markaların ortalama görünme süresinde 1987 ve 1997 yılları arasında küçük bir artış söz konusu iken 2007 yılına gelindiğinde örneklemin yıl bazında başlangıcı olan 1987 yılının iki katı bir artış gösterdiği Tablo 2‟de görülmektedir. Tablo 2‟ye göre, markaların ortalama görünme sürelerinin ortalama film sürelerine oranları da yirmi yıllık dönem içinde artış göstermektedir. Aynı tabloda, 1987–2007 yılları arasında Türk sinemasında yerleştirilen ürün sayısında ve bu yerleştirmelerin yapıldığı sahne sayısında belirgin bir artış olduğu görülebilmektedir. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 115 Tablo 3. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Ürün Yerleştirme Süre Aralığı Dağılımı Filmlerin Gösterime Girdiği Ürün YerleĢtirme Yapılan Süre Aralığı (Sn) 1-5 6-10 11-15 16-20 21-25 26-30 36-40 41-45 46-50 51-55 56-60 Toplam Yıllar 1987 Toplam 1997 2007 29 Sahne 14 Sahne 3 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 47 Sahne 9 Sahne 14 Sahne 1 Sahne 2 Sahne 1 Sahne 45 Sahne 19 Sahne 11 Sahne 1 Sahne 4 Sahne 4 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 52 Sahne 75 Sahne 2 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 1 Sahne 89 Sahne 121 Sahne 42 Sahne 28 Sahne 3 Sahne 7 Sahne 6 Sahne 1 Sahne 3 Sahne 1 Sahne 3 Sahne 1 Sahne 216 Sahne Türk filmlerinde yapılan ürün yerleştirme uygulamalarında ürünün markasıyla birlikte görünür/duyulur kılındığı süre aralığı dağılımına baktığımızda (Tablo 3), en sık tercih edilen süre aralığının 1 ile 5 saniye arasında olduğunu görebiliriz. Ürün yerleştirme süre aralıklarında görülen sıklık dağılımı yıllara göre anlamlı ve sistemli bir artış göstermemekte, ancak ürün yerleştirilen sahne sayısı yıllara göre artış göstermektedir. Genel olarak ürün yerleştirme yapılan sahnelerin süre aralığı arttıkça, sıklığı azalmaktadır. Bir önceki tabloda ürün sayısındaki artış dikkate alınırsa, ürün başına düşen sahne süresinin azalması beklenen bir durumdur. Bu durumu hem marka sayılarındaki artışa hem de ürün yerleştirme eğilimindeki artışa birlikte bağlamak yerinde olacaktır. Ancak asıl söz edilmesi gereken nokta 1980li yıllardan itibaren bu artışa zemin hazırlayan neo-liberal ekonomi politikalarının ürünü olan kuralsızlaştırma projelerinin bu uygulamaların artışına olan etkisidir. Ürün yerleştirme, yasal olarak düzenlenmediği halde, tüketimi yönlendiriciliği konusunda reklamdan daha etkili olduğu yönündeki inanç nedeniyle kolaylıkla sinema filmlerinde uygulanmaktadır. Prodüksiyon şirketlerinin de sinema İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 116 filmlerini kültürel ürün olarak görmek yerine ticari bir ürün olarak görmeleri, piyasa ve karlılık anlayışının tırmandırıldığı bu ekonomik sistemde sinema filmlerini markaların kendilerini sunacakları mecralara dönüştürmesine ayrıca ortam hazırlamaktadır. Türk Sinemasında Ürün YerleĢtirme Uygulamalarında Kullanılan Stratejilerin Yirmi Yıllık Periyotta Gösterdiği DeğiĢim Ürün yerleştirmenin öncelikli üç şekli şu şekilde sıralanmaktadır: Birincisi ürünün kendisinin arka-planda genellikle oyuncu tarafından kullanılırken gösterilmesi, ikincisi ürünün markasının, logosunun ya da ürünü tanımlayacak bir niteliğin sunulması, üçüncüsü ise yayımlanan program veya film içinde bir billboard ya da televizyon ekranı ya da radyo aracılığı ile aktarılması (Smith 1985‟ten aktaran Wenner: 2004: 103). Bunların yanında sözel ifadelerle doğrudan marka isminin anılması da söz konusudur. Ya da markanın adı anılmaksızın bir çağrışım ya da analoji yoluyla markaya atıfta bulunulması da söz konusu olabilmektedir; örneğin Forest Gump adlı filmde “bilgisayar” ve “bir meyve” referansı ile izleyiciye Apple marka bilgisayarın anımsatılması hedeflenmiştir (Miller, 1995: 74 ve Wenner, 2004: 104). Murdock, ürün yerleştirme uygulamalarını, kurgusal (yaratıcı) ortam ve doğal ortam ölçütüne bağlı olarak iki grupta incelemiştir (bkz. Sarıyer, 2005). Cristel A. Russell‟a (1998) göre ise ürün yerleştirme uygulamaları üç farklı biçimde gerçekleştirilmektedir. Bu noktada ekrana yerleştirme (screen placement), senaryoya yerleştirme (script placement) ve olay örgüsüne yerleştirme (plot placament) olmak üzere üç ürün yerleştirme türünün varlığından söz edilmektedir (bkz. Gürel ve Alem, 2006: 22 ve Sarıyer, 2005: 220–223). Russell‟ın sınıflaması aşağıdaki gibidir: 1. Ekrana Yerleştirme (screen placement) a. Yaratıcı yerleştirme (creative placement) b. Doğal (sette) yerleştirme (on-set placement) 2. Senaryoya Yerleştirme (script placement) 3. Olay Örgüsüne Yerleştirme (plot placement) Ekrana yerleştirme, ürün yerleştirmenin en saf görsel çeşidini temsil etmektedir. Yaratıcı ve sette yerleştirme olarak iki şekilde gerçekleştirilebilen ekrana yerleştirme Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 117 stratejisi kapsamında; ürün ya da marka ya bir arka plan görüntüsü olarak, sokaktaki bir açık hava reklamı gibi ekrana yansıtılmakta ya da mutfak sahnelerinde masa üzerinde duran markalı bir makarna paketinde olduğu gibi doğal ortamında görüntülenmektedir (Taşkaya,2009). Senaryoya yerleştirme markanın işitsel olarak yerleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda ürün yerleştirme uygulaması sözlü olarak gerçekleştirilmekte ve marka bir diyalog aracılığıyla sunulmaktadır (Taşkaya, 2009). Russell‟in (1998) bir diğer ürün yerleştirme türü olarak işaret ettiği olay örgüsüne ürün yerleştirmede ise, ürün ya da marka, filme konu olan olayın bir parçası olarak konumlanmakta ve öykünün yapısında ya da karakterlerin kişiliğinin inşasında önemli bir rol üstlenmektedir (Bkz. Gürel ve Alem, 2006: 22). Nihavent Mucize adlı filmde Beyazıt Öztürk‟ün çapkın ve eğlenceli kişiliği Honda otomobil ve motosikletle; Türkan Şoray‟ın konformist, zarif, hayat dolu ve incelikli dünyası Hyatt Regency otelle bütünleştirilmiştir. Bu araştırmada ürün yerleştirme yöntemleri, Wenner, Russel, Saphiro ve Murdock tarafından işaret edilen yöntemlerden yola çıkılarak kategorikleştirilmiştir: Optik Yaratıcı YerleĢtirme : Ürünün ve/veya markasının ürünün kendi üzerinde değil, billboard, TV reklamı, basılı materyaller, gazete, dergi, vs. aracılığı ile optik olarak sunulması Optik Doğal YerleĢtirme: Ürünün ve/veya markasının, kendi ya da ambalajı üzerinde, ürünün doğal olarak bulunması muhtemel olan filmdeki sahne/lerde görsel olarak yer alması (mutfak masasının üzerinde mısır gevreğinin, kolanın; garajda arabanın gösterilmesi gibi) Akustik Yaratıcı YerleĢtirme: Ürüne ait haberin veya reklamın filmin içinde iletişim araçları aracılığı ile akustik olarak sunulması (örneğin bir gsm operatörünün reklamının radyodan duyulması) Akustik Doğal YerleĢtirme: Ürünün markasının akustik olarak, üründen söz edilmesi muhtemel olan filmdeki sahne/lerde akustik olarak yer alması (garsonun restoranda Neskafe ya da Türk kahvesi tercihini sorması gibi ) Optik+Akustik Yaratıcı YerleĢtirme : Ürünün ve/veya markasının TV reklamı vb. aracılığı ile optik ve akustik olarak sunulması Optik+Akustik Doğal YerleĢtirme : Ürünün ve/veya markasının, kendi ya da ambalajı üzerinde, ürünün doğal olarak bulunması muhtemel olan filmdeki İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 118 sahne/lerde görsel olarak yer alırken aynı zamanda bir diyalog içinde üründen söz edilmesi (Taşkaya, 2009) olarak belirlenmiştir. Yukarıdaki kategoriler ışığında analiz edilen filmler içinde ürünün yerleştirilme şekillerine ilişkin dağılımı gösteren tabloya (Tablo 4) baktığımızda en sık kullanılan yöntemin optik doğal yerleştirme olduğu görülmektedir; incelenen filmler içine yerleştirilen ürünler çoğunlukla doğal ortamlarında yer almakta ve markaları görünür halde sunulmaktadır. Tablo 4. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Ürün Yerleştirme Stratejilerinin Dağılımı Filmlerin Gösterime Ürünün YerleĢtirilme Stratejileri Girdiği Yıllar Toplam 1987 1997 2007 Optik Doğal Yerleştirme Yapılan Sahne Sayısı 40 62 73 175 Optik Yaratıcı Yerleştirme Yapılan Sahne Sayısı 12 8 9 29 Akustik Doğal Yerleştirme Yapılan Sahne Sayısı 2 4 6 Optik + Akustik Doğal Yerleştirme Yapılan Sahne Sayısı 3 2 5 1 1 89 216 Optik + Akustik Yaratıcı Yerleştirme Yapılan Sahne Sayısı Toplam 52 75 Görsel yaratıcı yerleştirmede oyuncunun ürünü kullanması değil, ürünün bir reklam mecrası ile filmin içinde sunumu söz konusudur. Mattelart‟a (2005) göre, ürün yerleştirme böyle doğallaştıkça, içselleşme kolaylaşmaktadır. Diğer reklamcılık uygulamalarında olduğu gibi, ürün yerleştirmede de ürüne ilişkin anlamlar yaratılırken mesajların sıkıştırılması ve yoğunlaştırılması gereksinimi, çok geçmeden, günlük yaşamın ve popüler kültürün geniş alanlarından alınan klişelere Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 119 ve benzetmelere dayanmayı geliştirmiştir. Bu nedenle ürün yerleştirmede doğallaştırma (doğal yerleştirme ile) ve film içinde popüler kimliklere ürünün kullandırılması stratejileri ile etki gücünün artırılmasına çalışılmaktadır. Sıklık dağılımında ikinci sırada yer alan ürün yerleştirme şekli olan optik yaratıcı yerleştirme ile sunulan ürün markaları, genellikle televizyon, billboard gibi mecralarda reklamlarının sunulmasıyla görünür kılınmaktadır. Ayrıca, basılı materyal olarak değerlendirilen giysi (t-shirt, mont, iş elbisesi vb. gibi) üzerlerinde görülen basılı markalar da optik yaratıcı yerleştirme örneklerindedir. Ürün yerleştirme uygulamalarında oyuncunun ürünü kullanması, referans kişinin şöhret sahibi bir oyuncu olması nedeniyle reklam veren tarafından tercih edilmektedir. Tablo 6‟ya bakıldığında da ürün yerleştirme yapılan ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı film sayısının örneklemde bulunan tüm filmlerin 2/3‟ünden fazla olduğu görülmektedir. Bu nedenle optik yaratıcı yerleştirmenin ikinci sırada yer alması beklenebilir. Ürün yerleştirmenin reklama benzememesi nedeniyle tercih edildiği bilinmektedir. İzleyici reklam izlediği hissinden uzaklaştırıldığı ölçüde yakalanmaktadır. Ürün yerleştirme de sınırları ve kuralları belirsiz bir alan olarak bu nedenle tercih edilmektedir. Sınırların ve kuralların belirsiz kılındığı ve bu belirsizliğin serbesti yönünde değişmesi ya da sürekli kılınmasına yönelik çabaların reklamverenler, reklamcılar ve prodüksiyon firmaları tarafından tercih edilmesi Pazar dinamikleri gereğidir. Radyo reklamı ya da sadece televizyondan duyulan bir ürün reklamının filmin içine yerleştirilmesiyle gerçekleştirilen akustik yaratıcı yerleştirme de oyuncunun ürünü kullanması, hatta ürünün şeklen görülmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla ürünün sunumunda dikkat çekici unsurlar diğer ürün yerleştirme şekillerinde olduğundan daha azdır. Akustik yaratıcı ürün yerleştirmenin en seyrek rastlanan ürün yerleştirme şekli oluşu bu nedenler çerçevesinde açıklanabilir. Ürünlerin filmlerin içine yerleştirilmesi için kullanılan bir diğer strateji olan olay örgüsüne yerleştirme, bu araştırmada incelenen Türk filmleri içinde sadece 5 sahne için yapılmıştır bkz. Tablo 5). Araştırmada, Türk filmlerinde ürün yerleştirme uygulamalarında genel eğilimin ürünün olay örgüsüne yerleştirilerek sunumu olmadığı bulgulanmıştır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 120 Tablo 5. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Ürünün Olay Örgüsüne Yerleştirilme Durumunun Dağılımı Ürünün Olay Örgüsüne YerleĢtirilme Durumu Ürünün Olay Örgüsüne Yerleştirilmediği Sahne Sayısı Filmlerin Gösterime Girdiği Yıllar 1987 1997 2007 52 73 86 211 2 3 5 75 89 216 Ürünün Olay Örgüsüne Yerleştirildiği Sahne Sayısı Toplam Toplam 52 Olay örgüsüne yerleştirilen ürün, filme konu olan olayın bir parçası olarak sunulduğu için ürünün kimliği ile karakterin kimliğini bütünleştirmeye yönelik bir çalışma yapılması gerekmektedir. Çünkü bu durumda ürün, film içinde oyuncu gibi rol almaktadır. Böylece ürünün film içindeki varlığı doğallaştırılmış olmaktadır. Miller‟e (1995) göre olay örgüsüne yerleştirme stratejisiyle uygulanan ürün yerleştirmeler, pluglar10 olarak değerlendirilebilir. Miller, plugların, sunulanın ürün reklamı değil, film olarak algılanması yönünde bilinçdışı iknaya yönelik çalışmakta olduğunu, bu yüzden her bir görüntünün reklam olarak algılanmamak üzere örtüldüğünü belirtmektedir. Galbraith‟e göre, talebin doğuşunda etkili olan ve onu gerçek ihtiyaçların karşılanmasından uzaklaştıran, tüketicinin özgür seçimi değil, reklam faaliyetleridir (Galbraith, 1967). Reklam etkinliği içinde, tüketici kitlenin “başkalarına benzeme arzusu” tüketimi yönlendirmek amacı ile çeşitli strateji ve taktiklerle, pek çok medya ürününde olduğu gibi sinema filmlerinde de kullanılmaktadır. Bu araştırmada yapılan analizler sonucunda Türk filmlerindeki ürün yerleştirme uygulamalarında oyuncunun yerleştirilen ürünü kullanma sıklığının kullanmadığı durumlardan daha yüksek olduğu bulgulanmıştır (bkz. Tablo 6). 10 Eğlence endüstirisinde performans ya da sunum boyunca bir ürün üzerinde sıklıkla konuşulması, bir tür tanıtım. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 121 Tablo 6. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Yerleştirilen Ürünün Aktör Tarafından Kullanılma Durumunun Dağılımı YerleĢtirilen Ürünün Oyuncu Tarafından Kullanılma Filmlerin Gösterime Toplam Girdiği Yıllar Durumu Oyuncunun Ürünü Kullanırken Gösterildiği Film Sayısı 1987 1997 2007 7 5 9 Oyuncunun Ürünü Kullanırken Gösterilmediği Film Sayısı 1 21 1 Ürün Yerleştirme Yok 3 4 1 8 Toplam 10 10 10 30 Tablo 6‟da da görüldüğü gibi, örneklemde bulunan 30 filmden 21inde yerleştirilen ürün oyuncu tarafından kullanılmaktadır. Kellner‟e (1992) göre tüketim fikirlerin, televizyon ve reklamlardaki görüntülerin bütünsel olarak tüketilmesi anlamını içerir. Yani sembolik anlamlar, modern tüketicinin satın alma kararını etkilemektedir. Satın alınanlar yalnızca basit, doğrudan, faydacı kullanıma yönelik maddi nesneler değil, anlam içeren, ileten, o sırada tüketicinin kim olmayı amaçladığını sergilemek amacıyla kullanacağı nesnelerdir. Tüketim nesneleri, insanların kimlik duygularını, tüketim kalıpları içindeki sembollerin kullanımı aracılığıyla oluşturdukları bir yöntemin parçalarıdır. Ürünlerin oyuncu tarafından kullanıldığı sahne sayılarının sıklığının yer aldığı Tablo 7‟ye baktığımızda, dağılımın yıllar itibariyle artış gösterdiğini görebiliriz. Film bazında bakıldığında ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı film sayısı, kullanmadığı film sayısından fazla olduğu görülürken, sahne bazında ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı sahne sayılarının kullanmadığı sahne sayılarından daha az olduğunu Tablo 7‟de görmekteyiz. Ürün yerleştirme yapılan ürünlerin sayısı 1987‟den 2007‟ye doğru artış göstermektedir. Ürün sayısı arttıkça oyuncunun yerleştirilen ürünleri kullanırken gösterildiği sahne sayısının azalması beklenen bir durumdur. Oyuncunun ürünü kullanırken görüldüğü sahne sayısı da 1987‟den 2007‟ye doğru anlamlı bir artış göstermektedir. 1997 yılında görülen, oyuncunun ürünü kullanırken gösterilmediği sahne sayısındaki artış, aynı yıl için ürün yerleştirme yapılan film sayısındaki düşüşe bağlanabilir. Yıl bazında bakıldığında genel olarak yerleştirilen ürünün oyuncu tarafından kullanılma durumunda bir artış İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 122 gözlenmektedir. Toplam sütununda yer alan dağılımda ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı sahneler ile kullanılmadığı sahneler arasında büyük bir fark olmadığı da görülebilir. Tablo 7. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Yerleştirilen Ürünün Oyuncu Tarafından Kullanıldığı Sahne Sayısı Dağılımı YerleĢtirilen Ürünün Filmde Oyuncu Tarafından Filmlerin Gösterime Kullanılma Durumu Girdiği Yıllar 1987 1997 2007 Toplam Oyuncunun Ürünü Kullanırken Gösterildiği Sahne Sayısı 30 44 39 113 Oyuncunun Ürünü Kullanırken Gösterilmediği Sahne Sayısı 22 31 50 103 Toplam 52 75 89 216 İzleyici için, beğenilen bir oyuncunun kullandığı ürünü kullanmak, o oyuncu ile özdeşlik kurmayı sağlarken, markanın bu süreçte edindiği varsayılan imaj, izleyicinin sahip olmadığı imaja denk düşmektedir. Bu nedenle yaşanan özenme duygusunun izleyiciyi tüketime yönlendirecek gücünden yararlanılmak istenmektedir. Batılı tüketim toplumlarının Veblenci eleştirisinin ana direği gibi görünen özenmenin yönlendirdiği davranışla ilgili çözümlemeler, Galbraith‟in yaklaşımında yerini talep yönlendirmesine bırakmaktadır (bkz: Galbraith, 1967). Galbraith‟e göre, talebin doğuşunda etkili olan ve onu gerçek ihtiyaçların karşılanmasından uzaklaştıran, tüketicinin özgür seçimi değil, reklam faaliyetleridir. Reklam etkinliği içinde, tüketici kitlenin “başkalarına benzeme arzusu” medya ürünleri aracılığı ile çeşitli taktiklerle kullanılmaktadır (Taşkaya, 2009). Talebin yönlendirilmesi, rekabet halinde olan ürünler için ayrı bir yarıştır. Yarışın arenalarından birisi de sinema filmleridir. Bu arenada, her bir marka kendi imajını güçlendirecek stratejilerle filmlere yerleştirilerek potansiyel alıcılarının karşısına çıkarılmaktadır. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 123 Türk Sinemasında Sponsorluk ĠliĢkileri ile Ürün YerleĢtirme Uygulamaları Arasındaki ĠliĢkinin Yirmi Yıllık Periyotta Gösterdiği DeğiĢim Doksanlı yıllara doğru reklamverenlerin televizyon programlarının ve filmlerin sponsorluğuna ve yapımına yönelik ilgilerinin arttığı söylenmektedir (Mattelart, 1995). Örneklemde bulunan 30 film içinde sponsor desteği almayan 16 film vardır. İzleyici sayısında görülen artış, sponsorluk uygulamalarında da artışa neden olmuştur. Türkiye‟de izleyici sayısındaki belirgin artış 1990lı yıllarda başlamıştır. İzleyici sayısı bir milyon üzerinde olan filmlerin örneklem olarak alındığı bir çalışmada (Taşkaya, 2009), sponsorluk alan film sayısı, almayan filmlere oranla anlamlı bir sıklığa sahiptir. 1980li yıllarda sponsor desteğinin sadece 2 film tarafından alındığı, Tablo 8‟de görülmektedir. Çünkü sponsorluk uygulamaları 1990lı yıllardan itibaren Türk sinemasının gündemine girmiştir. 1990 sonrasında Türk sinemasına Eurimages‟ın maddi katkısı önemlidir. Eurimages 1997–2000 yılları arasında Türk sinemasına 29 milyon 340 bin Fransız Frangı destek sağlamıştır11 Tabloda da görüldüğü üzere en fazla sponsor desteği alınan yıl 1997‟dir. Tablo 8. Türkiye‟de 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Filmin Sponsor Desteği Alma Durumunun Dağılımı Filmlerde Sponsor Desteği Dağılımı Filmlerin Gösterime Girdiği Yıllar 1987 1997 2007 Toplam Sponsor Desteği Alan Film Sayısı 2 8 6 16 Sponsor Desteği Almayan Film Sayısı 8 2 4 14 Toplam 10 10 10 30 2007‟ye gelindiğinde Türk filmlerinde sponsor desteğinin azaldığı görülmektedir. Ürün yerleştirme uygulamalarında beklenen durum, daha çok sponsor ürünlerin kullanılmasıdır. Tablo 9‟daki dağılım, 2007‟de sponsor desteği azaldığı halde ürün yerleştirme yapılan sahne sayısında 1997 yılına göre arttığına işaret etmektedir. Ürün yerleştirme yapılan 216 sahne içinde sadece 10 sahnede sponsor ürünlere yönelik 11 http://www.intersinema.com/sinema-haberleri/haber_98.asp İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 124 yerleştirme yapılmış, ürün yerleştirme yapılan diğer 206 sahnede yerleştirilen ürünlerin filme sponsor olmadığı bulgulanmıştır (bkz. Tablo 9). Tablo 9. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Yerleştirilen Ürünün Filme Sponsor Olma Durumu YerleĢtirilen Ürünün Sponsor Olma Durumu Ürün Sponsor Değil Filmlerin Gösterime Girdiği Yıllar 1987 1997 2007 52 Sahne 72 Sahne 82 Sahne 206 Sahne 3 Sahne 7 Sahne 10 Sahne 75 Sahne 89 Sahne 216 Sahne Ürün Sponsor Toplam Toplam 52 Sahne Buna göre, Türk filmlerinin yapımcılık pratiğinde ürün yerleştirmenin salt sponsorluk ilişkileri çerçevesinde uygulanmasına yönelik bir ilkenin gelişmediği söylenebilir. Piyasa ilişkilerinin kar odaklı yaklaşımı çerçevesinde uygulanan ekonomi politikaları ve kuralsızlaştırma projeleri ile Türk sineması da diğer kültürel alanlarda olduğu gibi ilkelerin gelişmesine uygun bir alan olmaktan çıkarılmıştır. EPRA toplantılarında Avrupa‟da ürün yerleştirme uygulamalarının filmlerin sanatsal bütünlüğüne verdiği zarar tartışılmaktadır. Sponsor ürünün sahnelenmesi sırasında oyuncu tarafından kullanılması, talep yönlendirici bir uygulama olarak kabul edildiği için, reklamveren tarafından tercih edilen bir durumdur Tüketici örgütleri de izleyiciyi reklam izlediği uyarısı yapılmaksızın reklama maruz bırakılması noktasında ürün yerleştirme uygulamalarını sorgulamaktadır.. Ancak Türkiye‟deki uygulamada giderek sponsor ürünler dışındaki ürünlerin de film içlerine yerleştirildiği, ürün yerleştirme uygulamaları yapılan sahne sayısı 216 ve bu sahnelerde yer alma süresi toplam 1823 sn. iken, sponsor ürünün göründüğü sahne sayısının 10, sürenin ise sadece 63 sn. olması ortaya koymaktadır (Tablo 10). Sponsor ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı sahne sayısı 8‟dir ve bu sahnelerde sponsor ürünün oyuncu tarafından kullanıldığı süre sadece 56 sn.dir. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 125 Tablo 10. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde Yerleştirilen Sponsor Ürünün Göründüğü Film, Sahne ve Süre Dağılımı Filmlerin Gösterime Girdiği Yıllar Sponsor Ürünün Göründüğü Film Sayısı 1987 1997 2007 Toplam 0 1 3 4 0 3 7 10 0 15 48 63 0 3 5 8 0 15 41 56 (Toplam Film Sayısı: 30) Sponsor Ürünün Göründüğü Sahne Sayısı (Toplam Sahne Sayısı: 216) Sponsor Ürünün Göründüğü Süre (Toplam Ürün Yerleştirme Süresi: 1823 Sn) Sponsor Ürünün Oyuncu Tarafından Kullanıldığı Sahne Sayısı (Sponsor Ürünün Göründüğü Toplam Sahne Sayısı: 10) Sponsor Ürünün Oyuncu Tarafından Kullanıldığı Süre (Sponsor Ürünün Göründüğü Toplam Süre: 60 Sn) Filmlere markalı ürünlerin yerleştirilmesinin Nike, Macintosh, Sony, Starbucks ve benzerleri gibi büyük şirketler için kaçınılmaz bir pazarlama aracı olması, filmlerin de giderek „markalanmış medya malları‟ olarak kavramlaştırılmasına neden olmuştur. “Yeni birleşmiş büyük eğlence şirketleri, daima birbiriyle ilgisiz holdinglerini karşılıklı promosyon üreten ağlar şeklinde birleştirebilecekleri araçlar ararlar ve bu genellikle Hollywood‟un etkileyici kişilikleri tarafından yaratılmış bir ünlü olmaktadır. Filmler, kitaplarda, dergilerde ve televizyonda karşılıklı promosyon yapabilmek için yıldızlar yaratır ve spor, televizyon ve müzik yıldızlarının da kendi markalarını „yayacakları‟ temel araçlar sağlar” (Klein, 2002: 65, 66). Reklamlarda ünlülerin kullanılması, film kahramanlarının belli ürünleri kullanırken gösterilmeleri, programların İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 126 sunucularının ürün tavsiyeleri bu taktiklerin örnekleridir (bkz. Baudrillard: 1997: 243). Ürün ve hizmetin tüketimi bu taktiklerle teşvik edilmeye çalışılırken, sinema filmleri de çoğunlukla bu ürünlerce desteklenerek üretildikleri için daha ucuza mal edilmektedir. Galician ve Bourdeau‟nun, örneklemde 1977, 1987 ve 1997 yıllarına ait filmler içinde ürün yerleştirme ile en çok görünen markalar, görünme sayıları ve yerleştirildikleri film sayıları ile ilgili olarak saptadıkları veriler Tablo 11‟de görülmektedir (Galician ve Bourdeau, 2004: 22). Tablo 11. Hollywood‟da 1977, 1987 ve 1997 Yıllarında En Çok İzlenen 15er Film İçinde En Çok Görülen 10 Markanın Film ve Sahne Bazında Görünme Sıklığı Dağılımı Marka Görünme sayısı Film sayısı Cola 44 20 Mercedes 18 9 Miller 17 8 Chevy 15 10 Pepsi-Cola 13 5 Schlitz 12 3 BMW 10 7 Jack Daniels 10 4 Cadillac 9 5 CNN 9 4 Ürün bazında bakılacak olursa; ilk üç sırayı otomobil, cola ve bira paylaşmaktadır (Galician ve Bourdeau, 2004: 25). Tablo 12‟de görüldüğü gibi, ilk üç marka, sıralaması farklı olmak üzere, Türkiye için de aynıdır. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 127 Tablo 12. 1987, 1997 ve 2007 Yıllarında En Çok İzlenen 10ar Türk Filmi İçinde En Çok Görülen 10 Markanın Film ve Sahne Bazında Görünme Sıklığı Dağılımı Görünme sayısı Film sayısı Mercedes 18 7 coca-cola 11 8 Efes Pilsen 9 6 JB 7 4 BMW 7 5 Honda 6 2 Marlboro 5 4 Jhony Walker 4 2 Renault 4 3 Philips 4 2 Marka Türk filmlerindeki marka yoğunlaşmasına baktığımızda en sık kullanılan markanın Mercedes olduğunu Tablo 12‟de görebiliriz. Coca-cola‟nın ürün yerleştirmeye konu olma sıklığı Mercedes‟in hemen ardından gelmektedir. Efes Pilsen için yapılan ürün yerleştirme uygulamaları sıklık sıralamasında üçüncü konumdadır. Ürün yerleştirme uygulamalarında görünme sıklığı en fazla olan ilk on marka içinde dört ürün tütün ve alkol; dört ürün otomobil sektörüne aittir. Türk sinemasında ürün yerleştirme uygulamalarının sektörlere göre dağılımında otomobil sektörü birinci sırayı almaktadır. Otomobilin, kiralanması veya satın alınması, film yapımcılığında yüksek gider kalemlerinden birisidir. Yapımlarda, otomobil ihtiyacı genellikle sponsorlar aracılığı ile karşılanmaktadır. Tablodaki dağılımda tütün ve alkol ürünleri ikinci sırada yer almaktadır. Reklam kısıtı olan bu sektörün yüksek sıklığa sahip olarak bulgulanması, ürün yerleştirme ve sponsorluklar aracılığı ile tanıtım yoluna gitmekte olduğunu göstermektedir. Aynı Tabloda Marlboro sigarası da ilk on içinde altıncı sırada yer almaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 128 Wenner, izleyicilerin ticari bir düzeyde reklamın çekiciliğine kapıldıkları anın bilgisini edinme hakkına sahip olup olmadıkları sorusunun yanıtının, reklamcılıktaki aldatıcı uygulamaları sınırlayan yasanın mantığına göre, kesin olarak „evet‟ olması gerektiğini söylemektedir. Tüketiciler için bir yayının kendi başına reklam olduğunun belirtilmemesi halinde, ürün yerleştirme ya da çapraz promosyon uygulamalarında olduğu gibi gri bir alan içine düşülebilir. Bu gri alan, reklam kısıtı olan ürünler için fırsat olarak değerlendirilebilmekte, bu amaçla ürün yerleştirme uygulamalarından yararlanılmaktadır. Halihazırda devam eden para ödenerek yapılan ürün yerleştirme uygulamaları, Wenner‟e göre de teknik olarak illegaldir. Ürün yerleştirme, gerçeklik algısı yaratmak üzere yapıldığına göre, ürün desteği bağış mantığı ile gerçekleştirilmelidir. Tığlı (2004: 24), sponsorluk ile ürün yerleştirme uygulamalarını birbirinden ayırırken ürün yerleştirmelerde, sponsorlukta olduğu gibi bir duyuru/ilan yapma zorunluluğu olmadığını belirtmektedir. Oysa FCC (Federal Communications Commission), bu uygulamanın bildirilmesini şart koşmaktadır. FCC‟ye göre, ürün yerleştirme karşılığında programların sonunda marka isimleri listesine bakılarak „verilen promosyonel bedelin‟ kabul edildiği görülebilir ve reklam amacı anlaşılabilir. Wenner (2004) ise FCC‟nin bu uyarısındaki tutarsızlığa işaret etmekte ve bu uygulamanın da kamu yararına bir sonuç yaratmaktan uzak olduğunu vurgulamaktadır: “FCC‟nin ödeme karşılığı yerleştirmeyi yasaklaması, bir anlamda çok daha yoğun ürün bütünleştirme stratejisini teşvik eder, çünkü gelişen bu tarz çapraz pazarlama ortaklıkları ve ürün programlama radar silahı altına düşer. Film içinde, ürün yerleştirme bildirimi düzenlenmemiştir ve sonuç olarak tutarsızdır. Ürün yerleştirmesi yapılan markalar, izleyiciler marka mesajlarını çoktan süzüp aldıktan sonra, filmin sonunda jenerikte sunulmaktadır” (128). Aslında bu durum Neo-liberal ekonomi politikalarının piyasa taraftarı kuralsızlaştırma yaklaşımlarının uzantısıdır. Neo-liberal politikalar kapsamında yapılan düzenlemelerde kamu yararı değil, Pazar dinamiklerinin kar odaklı seyrinin sürdürülmesi esas alınmaktadır. Sonuç Türkiye‟de 1980‟lerden sonra satış artırımına yönelik bir faaliyet niteliğine bürünen ürün yerleştirme uygulamalarında 2000‟li yıllarda görülen, film, sahne, süre ve ürün sayısı bazındaki artış, ekonomik ve politik arka planı ile sorgulanmalıdır. Türkiye‟de 1980lerde uygulanmaya başlayan neo-liberal ekonomi politikaları, kar odaklı üretim anlayışını kültürel ürünler için de yerleşik hale getirmiştir. Neo-liberal Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 129 ekonomi politikalarının desteklediği serbest pazar girişimleri, kendi kurallarını piyasa odaklı hareket noktası ile dayatmaya da bu yıllarda yoğun olarak başlamıştır. Piyasa aktörleri, salt kar hedefine odaklanarak talebin artırılması için gerekli tüm yolların zorlanması için sürekli girişimlerde bulunmaktadır. Tüketimin yönlendirilmesine ilişkin girişimler, ürün yerleştirme faaliyetlerini de kapsamaktadır. Bu noktada pazar liberalleri, piyasa ekonomisine uygun politikaların oluşturulması için çoğu zaman baskı grubu olarak çalışmaktadırlar. Sinema filmlerinde ürün yerleştirme uygulamalarının yasal zeminden yoksun ve keyfi uygulamalar halinde sürdürülmesini de bu politikalar kapsamında değerlendirmek kaçınılmazdır. Bu araştırmada incelenen sinema filmlerindeki ürün yerleştirme uygulamalarında reklam kısıtı olan ürünlerden tütün ve alkol ürünlerinin sektörel dağılımda ikinci sırada yer aldığı bulgulanmıştır. Bu durum reklam kısıtının aşılması niyeti ile açıklanabilir. Bu da neo-liberal ekonomi politikalarının, kuralların esnetilmesi için sunduğu zeminlere örnek olarak verilebilir. Türkiye‟de ürün yerleştirme uygulamalarında kullanılan stratejiler, reklam yapma niyetinin gizlenmesine yönelik olarak seçilmektedir. Bu nedenle en fazla tercih edilen strateji, optik doğal yerleştirme olarak adlandırılan, ürünün doğal ortamında sunulduğu stratejidir. Ürünün oyuncu tarafından kullanılırken sunulması ise beklenen etkiyi güçlendirmeye yöneliktir. Reklamcılık uygulamalarında sıklıkla başvurulan bir yöntem olan „reklamda ünlü kullanımı‟, tüketicinin talebini yönlendirici etkiye sahiptir. Ürün yerleştirme uygulamalarındaki „talep yönlendirme niyeti‟ bu uygulamaların yoğunlaştığı stratejiler üzerinden okunabilmektedir. Bu araştırmada incelenen filmler içinde ürün yerleştirmeye konu olan ürünlerin film içinde çoğunlukla oyuncular tarafından kullanılıyorken gösterilmesi, ürün yerleştirme uygulamalarının, filmi desteklemekten çok reklam amacı taşıdığına işaret etmektedir. Piyasa güçlerinin gerek ekonomik gerekse politik arenada yönlendirici güce sahip olması nedeniyle, sinema filmlerinin markaların geçit töreni yapabileceği mecralara dönüşme tehlikesi altında olduğuna ilişkin tartışmalar da devam etmektedir (bkz. Wenner, 2004). Bu durumun Türk sineması için de geçerli olduğu, ürün yerleştirme uygulamalarındaki artış ve süregiden kuralsızlık göz önüne alındığında öngörülebilir. Türkiye‟de neo-liberal süreçte reklam ve program arasında amorf özellikler sergileyen tüm medya içeriklerindeki dönüşüm, sinema filmlerinde de gözlenmeye başlanmıştır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 130 KAYNAKÇA Baerns, B. (2003). “Separating Advertising From Programme Content: The Principle And Its Relevance In Comunications Practise”, Journal of Communication Management, Henry Stewart Conferences and Publications C.8, S.1; ABI/INFORM Global, s. 101-112 Başaran, F. (2000). İletişim ve Emperyalizm, Ankara: Ütopya Yayınevi. Başkaya, F. (1986). Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi: Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Ankara: Birlik Yayıncılık. Baudrıllard, J. (1997). Tüketim Toplumu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Çaplı, B. (2002). Medya ve Etik, Ankara : İmge Kitabevi Yayınları. Galbraıth, J.K.(1967). The New Industrial State, Boston: Houghton Mifflin Company. Galıcıan, M.ve Bouedeau P. G. (2004). “ The Evolution of Product Placements in Hollywood Cinema: Embedding High-Involvement „Herotic‟ Brand Images, Mary-Lou Gallician, (Der.), Handbook of Product Placement In The Mass Medıa: New Strategies in Marketing Theory, Practise, Trends and Ethics, Journal of Promotion Management, C. 10, No: 1/2 içinde, NY: Best Business Boks, s. 15–36 Gartner, W. (1986). “Temporal Influences on Image Change”, Annals of Tourism Research, Vol: 13, No: 4, s: 635–644. Gould, S., J., Gupta, P. B. (1997). “Consumers‟ Perceptions of the Ethics an Acceptability of Product Placements in Movies” Issue and Research in Advertising, 14. (Spring) içinde, s.37–50 Govani, S. (1999). “Product Placement in Movies – It is Really So Bad?”, http://csmweb2.emcweb.com/durable/1999/02/10/p11s1.htm ( Erişim: 10.06.2003) Gül Sallan, S. (2004). Sosyal Devlet Biti, Yaşasın Piyasa, İstanbul: Etik Yayınları. Gülsoy, T. (1999). Reklam Terimleri ve Kavramları Sözlüğü, İstanbul: Adam Yayınları Gürel, E.ve Alem, J. (2004). “Pazarlama İletişiminde Yeni ve Güncel Bir Uygulama: Ürün Yerleştirme”, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi içinde, S. 6, s.7-23. Güz 2009, Sayı:29 1980’lerden 2000’lere Türk Sinemasında… 131 Gürel, E.ve Alem, J. (2006). “Fütüristik Ürün Yerleştirme”, Pİ (Pazarlama ve İletişim Kültürü Dergisi) içinde, C.5.S.16, s.20-30, (Nisan, Mayıs, Haziran). Kazancı, M. (2006). Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler, Ankara: Turhan Kitabevi. Kellner, D. (1992). “Popular Culture and the Construction of Postmodern Identities”, Lash, S. ve Friedman, J. (Der.) Modernity and Identity, Oxford: Basil Blackwell Kleın, N. (2002). No Logo, Çev. Nalan Uysal, İstanbul: Bilgi Yayınları. Köker, E. (1998). Politikanın İletişimi İletişimin Politikası, Ankara: Vadi Yayınları Mattelart A. (1995). Beyin İğfal Şebekesi, Uluslar arası Reklamcılık, çev: I. Gürbüz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Mıller, C.,M. (1995). “Hollywood the Ad”, Mass Media 95/96-Annual Editions içinde Editor: Joan Gorham, Guilford- Connecticut, The Dushkin Publishing Group, Inc. s: 72-80. Murdock, G. (1977). “Patterns of Ownership; Question of Control”, Mass Media Communication an Society (Ders Notları, 10. Bölüm), Open University McChesney, R.W (2003). “Küresel İletişimin Politik Ekonomisi” Kapitalizm ve Enformasyon Çağı – Küresel İletişim Devriminin Politik Ekonomisi, McChesney, R.W., Wood,E.M., Foster J.B. (der.) içinde. Çev. Çınga, S.N. vd., Ankara: Epos Yayınları, s:7-38. Özgüç, A. (1988). Türk Filmleri Sözlüğü, C. 6, İstanbul: Sümbül Basımevi Pekman, C. ve Gül T. S. (2008). “Product Placement in Late Turkish Cinema”, 6th. International Symposium- Communication in the Millenium, Vol.1: s: 339– 345, İstanbul: Lazer Ofset Russell, C., A.(1998). “Towards A Framework of Product Placement: Theoretical Propositons.” Advences In Consumer Research, 1 (25): s.357–362 Sarıyer, N. (2005). “Televizyon Dizilerinde Marka Yerleştirme Stratejileri Üzerine Bir Araştırma” Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, S.10, s.217–237 Antalya: Akdeniz Üniversitesi Matbaası Smith, B. (1985, March). “Casting Product for Special Effect”, Bevarage World, 104, 83-91 Taşkaya, M. (2009). “Türk Sinemasında Ürün Yerleştirme Stratejileri” Akdeniz İletişim Dergisi, S: 11, Antalya (Yayımlanma Aşamasında) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi M. TaĢkaya 132 Tığlı, M. (2004). Bir Aktör Olarak Markalar: Ürün Yerleştirme, İstanbul: Türkmen Kitabevi Türksoy, N. (2006). “Sinema ve Reklamın Gizli Buluşması: Ürün Yerleştirme”, Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler 5, (Ed.: Bayraktar, D. ve Akçalı E.) içinde, İstanbul: Bağlam Yayınları Veblen, T. (1934). The Theory of Leisure Class, NewYork: The Modern Library Wasko, J. (1989). “What‟s So „New‟ About the „New‟ Technologies in Hollywood? An Example of the Study of Political Economy of Communications”: Rethinking Communications: Volume 2 Paradigm Exemplars (içinde). Editors: Brenda Dervin, Lawrance Grossberg, Barbara J. O‟Keefe ve Elen Wartella. Newbury Park, London ve New Delhi: Sage Publications. s: 474485. Wenner, A. L. (2004). “On The Ethics of Product Placement in Media Entertainment”, Mary-Lou Gallician, (Der.), Handbook of Product Placement In The Mass Medıa: New Strategies in Marketing Theory, Practise, Trends and Ethics, Journal of Promotion Management, C. 10, No: 1/2 içinde, NY: Best Business Boks, s. 101-134, Yaylagül, L. (2004). “1960–1970 Dönemi Türk Sinemasında Düşünce Akımları”, Sinemada Anlatı ve Türler, Küçükkurt, Dalay, F. ve Gürata, A. (der) içinde. Ankara: Vadi Yayınları, s: 232. Yüksel, A. H. (1994). İkna Edici İletişim, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları No:94. http://www.intersinema.com/sinema-haberleri/haber_98.asp Mayıs, 2009) (Erişim: 31 http://www.sinematurk.com/gise.php?action=goToBoxOfficePage&type=0& year=&firma= (Erişim: 25.08.2008) Güz 2009, Sayı:29 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- HALKLA ĠLĠġKĠLER ÇALIġMALARININ DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞĠNE ĠLĠġKĠN BĠR DEĞERLENDĠRME Ayhan BĠBER* ÖZET Halkla ilişkiler, çoğulculuk anlayışının gelişmiş olduğu demokratik toplumlarda örgütlerin gereksinim duydukları toplumsal desteği, güveni, rızayı elde etmek için gösterdikleri planlı ve sistemli iletişim çabalarıdır. Günümüzdeki anlamda halkla ilişkiler çalışmalarının tarihsel arka planı çok eski değildir. Bununla birlikte, halkla ilişkilere özgü bir nüveyi çok eski çağlardan bu yana süre gelen örgüt-çevre ilişkilerinin, iktidar mücadelelerinin içerisinde görebilmek mümkündür. Kurumlar, kuruluşlar, yönetme erkini elinde bulunduranlar etkili olabilmek, yasal meşruiyetin yanı sıra toplumsal meşruiyet de elde edebilmek adına her zaman için çevrelerinin desteğine gereksinim duymuşlardır. Bu desteğin elde ediliş yöntemi ise dönemin siyasal, ekonomik, teknolojik koşularına bağlı olarak değişmiş; basit propaganda tekniklerinden halkla ilişkilere doğru evrilmiştir. Halkla ilişkiler, toplumsal değişimin izlenmesi, toplumsal taleplerin belirlenmesi, örgütlerin kendilerini ifade edebilmesi gibi açılardan günümüzde önemli işlevlere sahiptir. Ancak, yakın bir gelecekte bu işlevini, önemini yitireceğine ilişkin önemli göstergeler vardır. İnsanlar hızlı bir şekilde çevrelerinde olup bitenlere karşı ilgilerini, kendi yaşamlarını ilgilendiren kararlara katılma iradelerini kaybetmektedirler. Anahtar Kelimeler: Halkla İlişkiler, Propaganda, Toplumsal Meşruiyet, Bilgi ve İletişim Teknolojileri An Analysis of Yesterday, Today and Tomorrow of Public Relations Studies ABSTRACT Public relations are systematic and planned communication strategies of organizations to obtain social support, trust, and obedience that they need in democratic societies in which the idea of pluralism has been rooted. The contemporary public relations studies do not have a long history. However, we can observe the existence of core of public relations within the relationship between organizations and their environment, and in power struggles since the old ages. The institutions, organizations, and rulers always need to have the support of their environments in order to be influential, and to obtain social legitimacy besides legal legitimacy. The ways of obtaining this support have changed in accordance with the changing political, economic, and technological conditions of the time period; the simple propaganda techniques were evolved into public relations. In contemporary age, public relations have important functions for observing social changes, determining social demands, and for providing opportunities for organizations to express themselves. Nevertheless, there are some clues to propose that public relations will not be able to fulfill these functions in the near future since people have been loosing their interests to their environments, and their will to participate in decision-making process that will affect their life. Key Words: Public Relations, Propaganda, Social Legitimacy, Knowledge and Communication Technologies * Doçent Doktor, G.Ü.ĠletiĢim Fakültesi ĠletiĢim 2003/18 A. Biber 134 GiriĢ Uygarlık tarihinin belli bir döneminde insanların yerleĢik düzene geçip bir arada yaĢamaya, iliĢki kurmaya, örgütlenmeye, ticaret yapmaya baĢlamalarına koĢut olarak, yönlendirme, ikna etme, tutum ve davranıĢ değiĢimi meydana getirme, onay yaratma, rıza elde etme gibi çabaların da ortaya çıktığı görülmektedir. Tarihsel süreç içerisinde bu çabaların, baskı ve Ģiddetten katı propaganda uygulamalarına, daha sonra ise halkla iliĢkiler kapsamında değerlendirilen çalıĢmalara doğru evrildiği anlaĢılmaktadır. Toplumların sosyal, ekonomik, siyasal açılardan değiĢmesi, demokratik kazanımların artması, baskı grupları, sivil toplum örgütleri gibi her türlü tahakküme karĢı direnç oluĢturabilecek dinamiklerin ortaya çıkması; kitlelerin yönlendirilmesi, tutum ve davranıĢlarının değiĢtirilmesi, sevk ve idare edilmesine iliĢkin yöntemlerinin de değiĢtirilmesini zorunlu hale getirmiĢtir. Farklı bir ifadeyle, daha önceki dönemlerde zihinlere çekiç ile çakılmaya çalıĢılan düĢünce, anlayıĢ veya ideolojiler günümüzde çok ince uçlu kalemlerle hat sanatçılarına özgü bir maharetle “zarifçe” iĢlenir olmuĢtur. Hangi yöntem, teknik veya araçla olursa olsun, belli konularda kamuoyu oluĢturmaya, kamuoyunu Ģekillendirmeye veya onun desteğini elde etmeye yönelik tüm çabaların içerisinde manipülatif bir yönün mutlak bir Ģekilde bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda, ajitasyon, propaganda, halkla iliĢkiler gibi yöntemler arasındaki farklılık ise manipülasyonunun derecesinden, amacından, örgütsel çıkarın yanı sıra gözetilen toplumsal faydadan kaynaklanmaktadır. Konu ile ilgili yapılan akademik çalıĢmalarda uzun zamandır bu farkın altı çizilmekte ve halkla iliĢkiler propagandadan daha farklı bir yere oturtulmaya çalıĢılmaktadır. Diğer yandan, her fırsatta propagandanın ne kadar kutuplaĢtırıcı, radikalleĢtirici ve kıĢkırtıcı bir etkiye sahip olduğu, etik kaygılardan ne kadar uzak olduğu buna karĢılık halkla iliĢkilerin birleĢtirici, dengeleyici ve uyumlaĢtırıcı yönü vurgulanmaktadır. Siyasal, sosyal, ekonomik, teknolojik geliĢmelere bağlı olarak üretim, tüketim, iktidar iliĢkileri değiĢmiĢ, belli bir iktidar alanını iĢgal edenler, yönetme erkini elinde bulunduranlar, toplumsal gereksinimleri karĢılamak için oluĢturulmuĢ toplumsal sistemler daha dünyevi, daha rasyonel meĢruiyet dayanakları bulmak, duyurmak ve kabul ettirmek zorunda kalmıĢlardır. Halkla iliĢkiler, bu zorunluluğun var ettiği bir olgu olarak kabul edilmektedir. Çünkü halka iliĢkiler çalıĢmaları Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 135 sayesinde gereksinim duyulan onayın, rızanın, güvenin, daha kapsayıcı bir ifade ile toplumsal meĢruiyetin sağlanması ve sürdürülmesi mümkün olabilmektedir. Yukarıdaki tespitlerden hareket edilerek tasarlanan bu çalıĢmada; halkla iliĢkiler olgusunun ortaya çıkıĢında, geliĢiminde rol oynayan temel dinamiklerin neler olduğu, günümüzdeki örgütler açısından halkla iliĢkilerin ne ifade ettiği, yakın gelecekte ne ifade edeceği, halkla iliĢkiler kapsamındaki çalıĢmalarının boyut, hacim ve nitelik olarak nerelere varabileceği ayrıntılı bir Ģekilde ele alınıp tartıĢılacaktır. HALKLA ĠLĠġKĠLER OLGUSUNUN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ Halkla iliĢkiler, demokratik toplumlara özgü bir kamuoyu oluĢturma, güven, onay, rıza veya saygınlık elde etme yöntemi olarak kabul edilmektedir. Ancak, halkla iliĢkilere özgü bir nüveyi çok eski çağlardan bu yana süre gelen toplumsal iliĢkilerin, iktidar mücadelelerinin içerisinde görebilmek mümkündür. Çok güçlü, çok kudretli hükümdarlar, krallar, hükmetme yetkisini tanrıdan aldıklarını öne süren padiĢahlar bile belli durumlarda yönetimleri altında olan insanların onayına, rızasına, desteğine gereksinim duymuĢlar ve bu gereksinimin karĢılanmasına yönelik olarak çeĢitli yöntemler geliĢtirmiĢlerdir. Büyük Ġskender’in uygulamaları bu yöntemlere çokça verilen örneklerden birisidir. Ġskender’in iĢgal ettiği bölgelerin yöresel kıyafetlerini, selamlaĢma biçimlerini tercih ederek kendisine yönelik bir sempati yaratma yoluna gittiğinden söz edilmektedir. Osmanlı PadiĢahlarının Cuma namazı öncesi halkla söyleĢtikleri, halkın dertlerini dinledikleri, tebdil-i kıyafetle halkın arasına karıĢıp onların kendisine yönelik duygu ve düĢüncelerini öğrenmeye çalıĢtıkları bilinmektedir. Ancak bunlar, toplumsal faydanın, etik kaygıların fazla gözetilmediği propaganda niteliğinde çalıĢmalardır. Bununla birlikte, bu tür çalıĢmaların süreç içerisinde halka iliĢkilere doğru evrilmiĢ, bir anlamda halkla iliĢkilere nüve oluĢturmuĢ çalıĢmalar olduğunu belirtmek gerekir. Kitleleri etkilemeye, belli bir düĢünce, ideoloji veya inanıĢ etrafında örgütlemeye yönelik propaganda kapsamındaki uygulamaların kökenleri Atina, Roma gibi çok eski uygarlıklara dayanmakla birlikte, bilinen planlı, sistemli ilk propaganda çalıĢması Hıristiyanlığın yayılması ile ilgilidir ve propaganda sözcüğü de zaten "yayılması gereken" anlamına gelen propagand Latince kökünden gelmektedir. 30 yıl savaĢlarının devam ettiği 1622 yılında Papa XV Gregory, Hıristiyanlığın yayılmasını sağlamak amacıyla Ġnancı Yayma Meclisi anlamına gelen Congregatio de Propaganda Fide adında bir birim oluĢturarak, Hıristiyan olmayan ülkelere misyonerler göndermiĢtir. Bu misyonerler çeĢitli propaganda İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 136 A. Biber teknikleri kullanarak değiĢik coğrafyalarda kendi inançlarını yaymaya çalıĢmıĢlardır (Pflaum ve Pieper, 1993: 407). 18. yüzyılın ikinci yarısında baĢlayan Sanayi Devrimi propaganda çalıĢmaları açısından önemli bir kırılma noktasıdır. Çünkü Sanayi Devrimi ile ĠletiĢim Devrimi aynı sürecin parçaları olarak kabul edilmektedir (Briggs ve Burke, 2004: 129). Bu süreçte propaganda çalıĢmaları boyut ve içerik olarak farklılık göstermeye baĢlamıĢ, daha geniĢ kitlelere, daha kısa sürede, daha etkili bir Ģekilde ulaĢabilmenin yöntem ve teknikleri aranmaya baĢlanmıĢtır. Sanayi Devrimi ile kitlesel üretim gerçekleĢtirildiğinden, tanıtımın da, dağıtımın da tüketimin de kitlesel olması gerekmiĢtir. Kitlesel üretimin gereği olarak gereksinim duyulan büyük hammadde kaynaklarının elde edilmesi, bu kaynakları iĢleyerek üretimi gerçekleĢtirecek olan insan kaynağının yönlendirilmesi, çalıĢma motivasyonunun sağlanması propaganda çalıĢmalarıyla gerçekleĢtirilmiĢtir. Siyasi anlamda geniĢ çaplı, planlı, sistematik propaganda çalıĢmaları ise Fransız Ġhtilali ile baĢlamıĢ, BolĢeviklerin çalıĢmaları ile önemli mesafe almıĢ, Hitler’le “zirve” noktasına ulaĢmıĢtır. Bu “zirve” noktası aynı zamanda siyasal propagandanın ölüm noktası anlamına da gelmektedir. Çünkü Hitler ve ekibinin uyguladığı propaganda çalıĢmaları sayesinde I. Dünya SavaĢı’ndan yenik çıkmıĢ, gururu incinmiĢ Almanya, Hitler’in peĢine takılarak insanlığın büyük bir trajedi yaĢamasına, büyük acılar çekmesine, siyasal, ekonomik, sosyal iliĢkilerin uluslararası boyutta yeniden düzenlenmesine neden olmuĢtur. Tüm bu yaĢananlardan sonra propaganda sözcüğü insanlara soğuk gelmeye, hoĢ olmayan Ģeyler çağrıĢtırmaya baĢlamıĢtır. Propagandanın büyüsünün Hitler’le birlikte bozulmuĢ olmasına rağmen, halka iliĢkilerin kendisini propagandadan farklı bir yere oturtma çabaları 1900’lü yılların baĢında görülmeye baĢlanmıĢtır. Günümüzdeki anlamda halkla iliĢkiler çalıĢmalarına temel oluĢturan sektörel ve akademik altyapı ağırlıklı olarak Amerika BirleĢik Devletleri’nde doğup, geliĢmiĢ ve 19. yüzyılın sonlarına doğru belirginlik kazanmaya, görünür olmaya baĢlamıĢtır (Kazancı, 1997: 5). 1787 Anayasasıyla ulusal birliği sağlayan ve federatif bir yapıya kavuĢan Amerika, iktisadi ve siyasi yönlerden hızlı bir geliĢim göstermiĢtir. Tocqueville’e (1994) göre, Amerika’daki federal sistem, geniĢ bir siyasal katılıma ve güçlü bir sivil topluma olanak verecek Ģekilde inĢa edilmiĢtir. Katılıma ve sivil örgütlenmelere olanak veren bu siyasal yapı, halkla iliĢkiler çalıĢmalarının geliĢip yaygınlaĢmasına olanak sağlayacak uygun bir zemin yaratmıĢtır. Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 137 Halkla iliĢkiler (Public Relations) kavramı ilk olarak dönemin Amerika BirleĢik Devletleri BaĢkanı Thomas Jefferson tarafından 1807 yılında 10. Kongre’ye gönderilen BirleĢik Devletler’in dıĢ iliĢkileriyle ilgili bir mesajda kullanılmıĢtır (Kunczik, 2002: 18). Daha sonra Dorman Eaton adlı New York’lu bir hukukçu, 1882 yılında Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde mezunlara hitaben yaptığı “Hukuk Mesleğinin Halkla ĠliĢkileri ve Ödevleri” baĢlığını taĢıyan bir konuĢmayla dikkatleri bu kavrama çekmiĢtir (Orrick, 1967: 2). Ancak dönemin koĢulları bu olgunun tam olarak anlaĢılmasına, geliĢip yaygınlaĢmasına çok elveriĢli değildir. Kitle iletiĢim araçları geliĢip yaygınlaĢmamıĢ, demokratik kazanımlar yeterince sağlanmamıĢ, çoğulculuk, sosyal sorumluluk anlayıĢı geliĢmemiĢtir. Bu tür geliĢmeler esas olarak 1900’lü yılların baĢından itibaren ivme kazanmıĢtır ve bu süreçte, bir gazeteci olan Ivy Lee ile konunun akademik boyutuyla ilgilenen Edward L. Bernays’ın çalıĢmaları önemli kilometre taĢları olarak kabul edilmektedir (Faulstich, 2001: 15). Serbest gazeteci olarak çalıĢan Ivy Lee, 1916 yılında John Rockfeller’ın danıĢmanlığını yapmaya baĢlamıĢ ve ilk halkla iliĢkiler bürosunu kurmuĢtur. Lee, basın ile iĢ çevresini birbirine yakınlaĢtırmaya çalıĢmıĢ, bültenler hazırlayarak iĢ çevrelerinin kamuoyuna seslenebilmesine olanak tanımıĢtır. Yayımladığı bazı kitapçıklarla halkla iliĢkilerin özel sektördeki ilk örneklerini ve ilkelerini ortaya koymaya çalıĢan Lee, aynı zamanda halkla iliĢkileri meslek olarak icra eden ilk kiĢi unvanına da sahiptir. “Prensipler Bildirisi” baĢlığı altında, herhangi bir örgüt ile kamuları arasındaki iliĢkinin nasıl olması gerektiği konusunda Lee Ģu açıklamaları yapmıĢtır (Ertekin, 1995: 6): KiĢi ya da kuruluĢlar, çalıĢmalarını yürütürken kamuoyunun hassasiyetlerini, gereksinimlerini ve beklentilerini dikkate almalıdırlar. Toplumu ilgilendiren geliĢmelerden, değiĢikliklerden toplum mutlaka haberdar edilmeli, bilgi alması sağlanmalıdır. Topluma karĢı yeterince açık olmayan, çalıĢmalarını gizlilik içinde yürüten örgütler, kapalı kapılar ardında gizli iĢler çevirenler, kendi çıkarlarını ön planda tutanlar Ģeklinde olumsuz bir imaj edinmektedirler. Basınla sağlıklı iliĢkiler kurulmalı, basın aracılığıyla topluma verilecek bilgilerde doğruluk ve dürüstlük ilkesine kesinlikle uyulmalıdır. Halkla iliĢkilerin geliĢimine sağladığı önemli katkılar açısından üzerinde durulması gereken bir diğer kiĢi de, Edward L. Bernays'dır. Kaynaklar, Bernays'ı alanda akademik çalıĢmalar yapan ilk kiĢi olarak belirtmektedirler (Pflaum - Pieper, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 138 A. Biber 1993: 224). Bernays’ın 1923 yılında yayınladığı “Crystallizing Public Opinion” (Kamuoyuna Biçim Verme) isimli eseri de bu alanda yayınlanmıĢ ilk eser olma özelliğini taĢımaktadır (Mıhçıoğlu, 1976: 15). Bir ziraat mühendisi olan ve rastlantılar sonucu halkla iliĢkiler çalıĢmalarına baĢlayan Bernays, halkla iliĢkiler konusunda üniversitelerde dersler vermiĢ ve alanın ilk uzmanı olarak kabul edilmiĢtir (Mardin, 1988: 26). Ġlk özel bürosunu 1919 yılında New York'ta açan Bernays, yaptığı iĢi “Tanıtma ĠĢinin Yönetimi” olarak adlandırmıĢtır. Bu Ģekilde adlandırmasının nedenini ise kullanılmakta olan, “Basın Temsilcisi”, “Kamuyu Aydınlatma” ya da “Reklam Yönetimi” gibi kavramların kamuoyunda bazı olumsuz çağrıĢımlara neden olduğu Ģeklinde açıklamıĢtır. Yaptığı iĢe uygun bir isim bulma düĢüncesini her zaman zihninde canlı tutan Bernays, sonunda yaptığı iĢi en iyi tanımladığına inandığı “Halkla ĠliĢkiler DanıĢmanlığı” ifadesini kullanmaya baĢlamıĢtır. Daha sonra yayınlamaya baĢladığı “Contact” isimli dergide de halkla iliĢkiler konusunu açıklamaya çalıĢmıĢtır (Ertekin, 1995: 8). Renkli bir kiĢiliğe sahip olan Bernays, salamdan sabuna, mücevherden sigaraya kadar çok değiĢik alanlarda çalıĢmalar yürüten kuruluĢlarda danıĢmanlık yapmıĢtır (Mardin, 1988: 26). Bernays, yaptığı teorik çalıĢmalar ve sektörde edindiği deneyimler sonucunda halkla iliĢkilerle ilgili bugün hala geçerliliğini koruyan Ģu tespitleri ortaya koymuĢtur (Ertekin, 1995: 11): Halkı anlayabilmenin ilk Ģartı yüz yüze iliĢki kurmaktır; masa baĢında oturarak hedef kitleyi oluĢturanları anlayabilmek mümkün değildir. Hedef kitle çok iyi tespit edilerek, hedef kitleyi meydana getiren kiĢiler ya da gruplar çok yönlü irdelenmelidir. Bir halkla iliĢkiler uzmanı empati yeteneğine sahip olmalı, kendisini hedef kitlenin yerine koyarak onları daha iyi anlamaya çalıĢmalıdır. Ġnsanların beklentileri çok fazla olduğunda, gerçekler karĢısında çok çabuk hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Bir halkla iliĢkiler uzmanı, müĢterileri ile iliĢkilerinde bu gerçeği her zaman göz önünde bulundurmak durumundadır. Bu alanda görev yapanlar, özellikle kavramların anlamlarını çok iyi bilmek durumundadırlar. Alıcı konumundaki kiĢi ya da kiĢilerle etkili bir iletiĢim kurabilmek için iletilen mesajın yanlıĢ anlaĢılmaya olanak vermeyecek Ģekilde, sözcüklerin yerinde ve doğru kullanılmasına dikkat edilmelidir. Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 139 1929 yılında baĢlayan büyük ekonomik kriz, halkla iliĢkiler açısından bir kırılma noktası olarak kabul edilmektedir. Kriz nedeniyle halkla iliĢkilere duyulan gereksinim daha da artmıĢ, özel çıkarlarla kamu yararını ortak zeminde buluĢturmak anlayıĢı kabul görmeye baĢlamıĢtır (Peltekoğlu, 1998: 59). Çünkü büyük firmalar, sistemin istikrarına, sağlıklı bir Ģekilde iĢlemesine kendilerinin de katkı yapmaları gerektiğini; sistemin bir yerinde oluĢan bozulmanın tüm alt sistemleri etkilediğini yaĢayarak öğrenmiĢlerdir. Halkla iliĢkilerin 1930–1940 yılları arasında bir meslek olarak benimsenmeye baĢlamasıyla birlikte uygulamalar daha geniĢ kesimlere yayılmaya baĢlamıĢ, konuyla ilgili yayınların sayısındaki artıĢ sonucunda ise akademik eğitimin gerekliliği konusunda görüĢ birliği oluĢmuĢtur. II. Dünya SavaĢı sonrası yönetim alanında sistem yaklaĢımı, amaçlara göre yönetim, durumsallık yaklaĢımı gibi örgüt çevresini daha fazla dikkate almayı gerektiren yeni yaklaĢımların ortaya çıkması, ekonomik yaĢamın canlanması, her türlü tahakküme karĢı direnç oluĢturabilecek sivil toplum örgütleri gibi yeni güç odaklarının ortaya çıkması ile birlikte, halkla iliĢkilerin akademik bir çalıĢma alanı olarak geliĢmesine, yaygınlık ve geçerlilik kazanmasına olanak verecek koĢullar oluĢmuĢtur. Halkla iliĢkiler demokratik rejimlerde akademik bir çalıĢma alanı olarak geçerlilik ve yaygınlık kazanmaya baĢlamıĢtır. Sosyal psikoloji, sosyoloji, yönetim, iletiĢim gibi sosyal bilim dallarına bağlı olarak geliĢimini sürdüren ve eklektik bir alan görüntüsü veren halkla iliĢkilerin kendi özgün kuramını oluĢturabildiğini bugün hala söyleyebilmek mümkün değildir. Bu aĢamada, sistem yaklaĢımının halkla iliĢkileri kuramsal temellere oturtmak açısından uygun bir zemin sağladığı söylenebilir. Ayrıca bu yaklaĢım, halkla iliĢkilerin “doğasının açıklanmasında, bir etkileĢim sistemi olarak sonul amacının belirlenmesinde” (Uysal, 1986: 58) gereksinim duyulan genel çerçeveyi baĢarılı bir Ģekilde sağlamaktadır. Örgüt ve çevresi arasındaki iliĢkinin sistem yaklaĢımından hareketle incelenmesi sonucu; örgütlerin dıĢ çevrelerinden soyutlanamayan, dıĢ çevre ile kesin sınırlarla ayrılma olanağı bulunmayan ve temel amaçlarını gerçekleĢtirebilmek için çevreden gelen baskılarla, kendi temel gereksinimlerini bağdaĢtırmak, uyumlaĢtırmak zorunda olan sosyal sistemler oldukları düĢüncesi geçerlilik kazanmaya baĢlamıĢtır (Daft, 1983: 42). Böyle bir anlayıĢın geçerlilik kazanmaya baĢlaması, halkla iliĢkiler olgusunun geliĢip yaygınlaĢmasında pay sahibi olan önemli etkenlerden birisi olarak kabul edilmektedir (Jarren ve Röttger, 2004: 25– 30). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi A. Biber 140 HALKLA ĠLĠġKĠLERĠN BUGÜNÜ ModernleĢme olarak adlandırılan süreç, toplumların karmaĢık bir yapıya bürünmesine neden olmuĢ, ekonomik, politik, toplumsal ve dinsel sınıflamalar açık ve basitken hesapta olmayan, öngörülmeyen birçok yeni sorun ortaya çıkmıĢtır. Refah ve eğitim düzeyleri eskiye oranla biraz daha yükselen insanlar örgütlenerek baskı grupları oluĢturmuĢ, çevresinde üretim yapan örgütlerden uygun fiyat ve kalitenin yanı sıra, sosyal sorumluluk anlayıĢı kapsamında bazı taleplerde bulunmaya baĢlamıĢtır. Halkla iliĢkiler özünde halktan gelen bu taleplerin belirlenmesine, karĢılanmasına veya karĢılanabilmesiyle ilgili olarak yapılan düzenlemelerin duyurulmasına yönelik çalıĢmalardır. Dolayısıyla halkla iliĢkiler, modern, demokratik, yönetilenlerin hesap sorabildiği toplumların bir zorunluluğudur denilebilir (Lesly, 1983: 3). Çünkü toplumsal taleplere kulak tıkayan, bu talepleri algılayamayan ve gereklerini yerine getirmeyen örgütler, bir süre sonra sosyolojik anlamda bir meĢruiyet kriziyle karĢı karĢıya kalmakta, varoluĢ gerekçelerini yitirmektedirler. Bir anlam arayıĢı olan meĢruiyet, insanın, insan topluluklarının, gücün, iktidarın ve hareketin olduğu her yerde ve alanda öncelikle cevaplandırılması gereken bir soru, çözümlenmesi gereken bir problem olarak karĢımıza çıkmaktadır. MeĢruiyet ilk bakıĢta hukukun alanına giren bir sorun gibi gözükse de, aslında hukuk alanını aĢan, hukukun ötesinde olan bir sorundur (Kapani, 1998: 81) ve her sosyal sistem, meĢruiyet sorunuyla bir Ģekilde yüzleĢmek zorundadır. MeĢruiyet, iktidarın etrafındakilerin bağlılığını hak edip etmediği ya da neden hak ettiğiyle ilgili bir sorundur (Atiker, 1998: 119) ve çağdaĢ toplumlarda çok daha belirgin ve yaygındır. Ekonomide ve siyasette liberalizmi benimseyen ülkelerde Yirminci Yüzyılın ilk yarısında yaĢanan geliĢmeler, hem devletin iĢgal ettiği alanın geniĢlemesine hem de kamu yönetiminin karmaĢıklaĢmasına neden olmuĢtur. BaĢka bir ifadeyle, devletin müdahale ettiği alan geniĢlerken, kararlar da daha teknik bir nitelik kazanmıĢ ve birçok önemli konuda verilen kararlarda bireyin etkisiz kaldığı, karar mekanizmalarından uzaklaĢtığı gözlenmeye baĢlanmıĢtır (Uysal, 1998: 21). Yöneten ve yönetilen arasındaki mesafenin açılmasıyla ortaya meĢruiyet sorunu çıkmaktadır. Çünkü iktidarlar ne tür bir niteliğe sahip olurlarsa olsunlar belli bir halk desteği olmadan yaĢayamamaktadırlar. MeĢruiyet kaynakları, toplumların yapılarına ve özelliklerine göre farklılıklar göstermekte, tarihsel süreç içerisinde değiĢebilmektedir. Ancak, kamu vicdanı, temel ahlak değerleri, evrensel değerler tüm zamanlar için meĢruiyetin ortak paydası olarak kabul edilmektedir (CoĢkun, 2009: 43). Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 141 Tarih boyunca meĢruiyetin ilk ve temel kaynaklarından birisi de din olmuĢtur. Ġktidara meĢruluk kazandırma sürecinde dinler önemli iĢlevler üstlenmiĢlerdir (ġaylan, 2003: 32). Ancak belirli aĢamalardan geçmiĢ, modern toplumların geldikleri noktada kabul edilebilir, rasyonel meĢruiyet kaynaklarına gereksinim duyulmaya baĢlanmıĢtır. Bu bağlamda Weber’in (1995: 311) meĢru otoritenin dayanaklarına iliĢkin yaptığı sınıflandırma sosyal bilimlerde geniĢ ilgi uyandırmıĢ, konuyla ilgili çalıĢmalar yapan Gramsci, Habermas gibi teorisyenlere önemli bir esin kaynağı olmuĢtur. Weber, meĢruluk kavramını dar anlamda, yani hukuksal geçerlilik anlamında değil, “sosyolojik anlamda otoriteye tabi olanlarca beslenen inanç karĢılığında kullanmıĢtır” (Kapani, 1998: 89). Sistemin meĢrulaĢtırılması ve devamının sağlanmasıyla ilgili tezlerine bakılınca, Gramsci’nin Weber’e yakın bir yerlerde durduğu görülmektedir. Marksist düĢünceyi benimsemiĢ olmasına rağmen Gramsci, altyapı-üstyapı iliĢkisine geleneksel Marksist anlayıĢtan farklı yaklaĢmakta, sistemin varlığını devam ettirmesini sağlayan gücün egemen sınıfların tinsel ve kültürel üstünlüğünden kaynaklandığını söylemektedir. Gramsci’ye göre, iktidar sahipleri üstyapıya ait unsurları manipule ederek, kendi söylemlerini toplumun diğer kesimlerine de kabul ettirmekte, böylece varlıklarını ve uygulamalarını meĢru kılmaktadırlar (Bobbio ve Texier, 1982: 20). Örgütler, kendi alanlarında rekabet etmek, belli bir iktidar alanlarını ele geçirmek, belirledikleri amaçlara ulaĢmak, kendilerini verimli ve etkili kılmak için çeĢitli plan, politika ve stratejiler benimsemekte ve bunları uygulamaya geçirmektedirler. Bu uygulamalara bağlı olarak, örgütsel çıkar-toplumsal yarar dengesi fark edilir Ģekilde örgüt lehine bozulduğu anda meĢruluk krizi gündeme gelmekte ve örgütün varlık nedeni tartıĢılır olmaktadır. Bu nedenle farklı güç odaklarının oluĢtuğu, farklı çıkarların temsil edildiği çoğulcu nitelik kazanmıĢ toplumlarda örgütler, varlıklarına kabul edilebilir gerekçeler bulmak, kendi çıkarlarının yanı sıra topluma ne sağladıklarını anlatmak durumundadırlar. Belli bir gücün, örgütün etki alanında kalanlar, o etkileĢimden ne tür bir fayda sağladıklarını net olarak bilmek istemektedirler. Bu bilgi akıĢı ise ancak örgüt ve çevresi arasında oluĢturulacak iletiĢim kanallarıyla mümkün olmaktadır. Bu iletiĢim kanallarını oluĢturma çabaları ise özünde halkla iliĢkilerden çok farklı bir çaba değildir. Halkla iliĢkiler çalıĢmalarının iĢlevi ilk bakıĢta bir örgütün, malın veya hizmetin tanıtılmasını sağlamak Ģeklinde algılansa da, bu çalıĢmaların iĢlevi bunlarla sınırlı değildir. Habermas’a göre (1990: 327) kamu yararı öne sürülerek yürütülen bu tür çalıĢmaların iĢlevi; bir malın veya hizmetin tanıtılıp satılmasının daha da İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 142 A. Biber ötesine geçerek, firma veya sektör adına siyasal kredi sağlamakta ve onlara kamusal otoriteye duyulan türden bir hürmet kazandırmaktadır. Frankfurt Okulu’nun ilk kuĢak temsilcileri (Horkheimer ve Adorno, 1996: 132) ise halkla iliĢkiler adı altında yürütülen çalıĢmaları, kapitalizmin toplumu kontrol altında tutabilmek için gereksinim duyduğu meĢruiyeti, rıza yoluyla elde etme çabası olarak değerlendirmektedirler. Kapitalizmin geliĢim süreci içerisinde böyle bir çaba sistemin tıkanıklığını açmak, taraflar arasındaki uzlaĢıyı sağlamak için gereklidir. Çünkü örgütlerin büyümesine rağmen yetkinin merkezileĢmesi, iĢbölümünün insanı yeri kolayca doldurulabilir değersiz bir nesne haline getirmesi, farklı uzmanlık alanlarının kendi dilini yaratması ve kitlelerin bu dili anlayamaması sistem içerisinde kutuplaĢmaya neden olmaktadır. Habermas (2001: 370) bu kutuplaĢmayı, “ruhtan yoksun uzmanlık insanları ile gönülden yoksun haz insanlarının” sebebiyet verdiği kutuplaĢma Ģeklinde ifade etmektedir. Sosyal sistemler, amaçlarına ulaĢmak, örgütsel etkililiği ve verimliliği sağlamak adına iĢbölümü ve uzmanlaĢmaya verdikleri önem sonucu toplumdan uzaklaĢmak, bunun yanı sıra demokratik yönetim gereği olarak toplumdan onay ve destek elde etmek ikilemi ile karĢı karĢıya kalmıĢlardır. Böyle bir ikilem içerisinde doğru bir rota belirleyebilmek yaĢamsal önem kazanmaktadır. Halkla iliĢkiler, çağdaĢ ve demokratik örgütlenmelere temel özelliğini veren bu iki olgunun yarattığı ikilemden kaynaklanan sıkıntıyı giderecek ve tarafları birbirine yaklaĢtıracak bir iĢlev üstlenmektedir. Farklı bir ifadeyle halkla iliĢkiler, demokratik ve katılımcı bir siyasal kültürün yerleĢtiği modern toplumlarda bir sorun çözme ve olası sorunları önleme yöntemi olarak benimsenmektedir (Uysal, 1998: 37). Modern toplumların belirgin özelliklerinden birisi de yönetme erkini elinde bulunduranların toplumsal sorunların çözümüne yönelik uygulamalarıdır. Devlet, yönetilenler üzerindeki fiziki baskısını görece azaltmıĢ, vatandaĢla olan iliĢkilerini evrensel hukuk kuralları çerçevesinde yürütmek zorunda kalmıĢtır. Çünkü aksi uygulamalar iç ve dıĢ tepkilere neden olmaktadır (Kazancı, 1997: 16). Bu tepkilerden dolayı devletler resmi ideolojilerini çağın koĢullarına uygun yöntem ve araçlarla benimsetme yoluna gitmektedirler. Feodal toplumla, kapitalist toplum arasında bir karĢılaĢtırma yapan Althusser (1994), ideoloji üretme ve yayma araçlarının süreç içerisinde değiĢtiğini ifade etmektedir. Althusser, devletin ordu, hapishane, polis gibi baskı aygıtlarıyla ideolojik aygıtlarını birbirinden ayrı tutmakta ve modern kapitalist toplumlardaki ideolojik aygıtları; dinsel, siyasal, kültürel, sendikal ve iletiĢimsel aygıtlar Ģeklinde sıralamaktadır. Althusser’e göre hiçbir sınıfın, çoğunlukla ideoloji kullanarak Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 143 iĢleyen, bazı durumlarda da çok hafifletilmiĢ baskıya baĢvurmaktan kaçınmayan bu aygıtların içinde veya üstünde hegemonyasını uygulamadan yönetme erkini elinde tutabilmesi ve bunu meĢru kılabilmesi mümkün değildir. Demokratik kazanımların artması, iletiĢim olanaklarının geliĢmesi ve çoğulculuk anlayıĢının geçerlilik kazanmasıyla birlikte yönetme erkini elinde bulunduranların yönetilenler üzerindeki baskısı azalmaya baĢlamıĢ; toplumu dönüĢtürme, yönlendirme açısından ideolojik aygıtlar daha iĢlevsel hale gelmiĢtir. Tüm bu geliĢmelere bağlı olarak, farklı etnik ve siyasal gruplar, kendilerini kamusal alanda daha rahat ifade edebilme olanağı bulmuĢ, kamusal alan farklı ses ve taleplerin yükseldiği çok sesli bir alana dönüĢmeye baĢlamıĢtır. Ancak, kamusal alanın renklenmesi, çok sesli bir hale gelmesi, toplumsal yapı içerisinde ayrıĢma, parçalanma, kutuplaĢma gibi sorunları gündeme getirmiĢtir. Farklı bir ifade ile modernleĢmenin birleĢtirdiği kadar bölünme ve parçalanmalara da yol açabilecek bir süreç olduğu anlaĢılmıĢtır (Yılmaz, 1996: 69). Dolayısıyla, toplumun bünyesinde barındırdığı farklı anlayıĢ, beklenti ve çıkarlara sahip farklı ekonomik, siyasal ve sosyal oluĢumları bir bütün olarak, uyum içerisinde bir arada tutulabilmek, yani farklılıkları baĢarılı bir Ģekilde yönetilebilmek için büyük çaba harcamak, yeni yöntemler, yeni “aygıtlar” geliĢtirmek gerekmektedir. Yukarıda sözü edilen türden bir gereklilik, halkla iliĢkiler çalıĢmalarının geliĢip, yaygınlaĢmasına, günümüz toplumlarında etkinlik alanının geniĢlemesine ve daha farklı iĢlevler edinmesine sebebiyet vermiĢtir. Ancak, halkla iliĢkilerin farklı örgütsel yapılarda, daha farklı iĢlevler edinmesi beraberinde yeni sorun ve tartıĢmaları da getirmiĢ, halkla iliĢkilerde var olan kimlik krizi daha da derinleĢmeye baĢlamıĢtır. Kendisinin propagandadan farklı bir yöntem olduğunu anlatmaya çalıĢan halkla iliĢkiler, bunun yanı sıra reklamla da kullanılan araç ve bazı teknikler dıĢında bir bağının olmadığını reklam gibi belli bir ürüne veya hizmete değil, onu üreten örgütün kendisine yönelik güven, itibar, saygınlık yaratmaya çalıĢtığını, örgütsel çıkarın yanı sıra toplumsal yararı da gözettiğini sürekli vurgulamak zorunda kalmıĢtır. Reklam, Kurumsal Reklam, Halkla ĠliĢkiler, Pazarlama, Sosyal Pazarlama gibi belli bir ürüne, kuruma, kuruluĢa, düĢünceye veya ideolojiye yönelik tutum ve davranıĢ değiĢimi yaratma amaçlı çalıĢmaların boyut, nitelik, hacim ve iĢlev açısından dönüĢüme uğramasıyla birlikte bu çalıĢmaların tanımlanması, belirgin bir kavramsal çerçevenin çizilebilmesi, hangi kavramın uygulamada tam olarak neye denk geldiğinin belirlenebilmesi bir hayli zorlaĢmıĢtır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi A. Biber 144 HALKLA ĠLĠġKĠLER NEREYE GĠDĠYOR? Halkla iliĢkiler kapsamında değerlendirilebilecek uygulamaları var eden ve çağdaĢ örgütler açısından zorunlu kılan geliĢmelere bakıldığında, bu geliĢmelerin toplumların bilgi alma, her düzeydeki yönetsel politikalara katılma, iktidarı sınırlandırma veya tahakküme karĢı direnç oluĢturabilme gibi arzu ve gayretleriyle koĢut bir Ģekilde ortaya çıktığı ve geliĢtiği görülmektedir. Bu geliĢim çizgisine bakılarak, halkla iliĢkilerin geleceğine iliĢkin bir perspektif oluĢturulmaya çalıĢıldığında, genellikle olumlu sözler edilmektedir (Kazancı, 1997: 291). Halkla iliĢkiler kapsamındaki taleplerin daha çok artacağı, insanların kendi yaĢamlarını ilgilendiren birçok meseleden daha fazla haberdar olmak isteyeceği ve buna bağlı olarak halkla iliĢkiler çalıĢmalarının daha da yaygınlaĢıp kapsamının geniĢleyeceği ileri sürülmektedir (Sriramesh ve White, 2005: 638). Ancak yaĢananlar, ortaya çıkan geliĢmeler bu olumlu görüĢleri doğrulamamaktadır. Ġnsanların kendi yaĢamlarını ilgilendiren toplumsal meseleleri anlama, görüĢ bildirme, o meselelerle ilgili alınan kararlara etki edebilme, siyasal geliĢmelere yön verebilme konusundaki arzu ve istekleri, 17. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Avrupa’da oluĢmaya baĢlayan kamusal mekanlar sayesinde gerçekleĢmeye baĢlamıĢtır (Habermes, 1990). Tiyatro, kahvehane, eğlence yerleri, sergi salonları gibi düĢünen, üreten, eli kalem tutan insanların bir araya gelip müzakere edebilme olanağı buldukları bu kamusal mekanların siyasal süreçlere etki edebilme açısından önemli iĢlevler üstlenmiĢ oldukları anlaĢılmaktadır. Habermas’ın (1990) idealize ettiği burjuva kamusal alanı, süreç içerisinde kapitalizmin iyice oburlaĢıp, vahĢileĢmesi nedeniyle kamuoyunu aydınlatmak için serbestçe tartıĢabilen entelektüeller tarafından belirlenen bir alan olmaktan çıkmaya, hızlı bir Ģekilde daha fazla kazanç elde etmeye çalıĢanlar tarafından yönlendirilen, kontrol ve talan edilen bir alana dönüĢmeye baĢlamıĢtır. Bu dönüĢüm, Paul Virilio’nun (2003) sözünü ettiği “Enformasyon Bombası” nın patlamasıyla “baĢarılı” bir Ģekilde tamamlanmıĢtır. Bilgi ve iletiĢim teknolojilerinin geliĢip yaygınlaĢmasının bir sonucu olarak baĢladığı kabul edilen “Bilgi Çağı” da insanlık tarihinin Sanayi Devrimi, Aydınlanma gibi önemli mitlerinden, dünya üzerindeki geniĢ bir coğrafyayı etkileyen büyük düĢlerinden birisi olmuĢtur. Diğer düĢler gibi bunun da bir kabusa dönüĢmeye baĢlaması uzun sürmemiĢ, neler yaĢanabileceğine iliĢkin ipuçları görülmeye baĢlanmıĢtır. Bilginin üretim, dağıtım, tüketim süreçlerinde yaĢananların sanayi toplumunda yaĢananlardan daha adil olmadığı, daha radikal bir aydınlanma Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 145 sağlaması beklenen bilginin, insanları avutmak, oyalamak, aldatmak, daha fazla tükettirmek dıĢında bir iĢlev üstlenmediği anlaĢılmıĢtır (ġahin, 2004: 16–17). ĠletiĢim ve bilgi teknolojilerinde yaĢanan devasa “geliĢmeler”, beklenenin aksine bilgi kirliliğine, toplumsal körleĢmeye, sağırlaĢmaya yol açmıĢ, kiĢiler toplumsal meselelere, olaylara karĢı duyarsızlaĢmaya baĢlamıĢ, daha steril, daha bireysel, daha keyif verici bir yaĢamı tercih eder olmuĢlardır. Yani, Postman’ın (2004) belirttiği gibi, Orwell’ın “1984” adlı kitabındaki kehanetten daha çok Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı kitabındaki baĢka bir korkutucu kehanet gerçekleĢme yolundadır. Postman’a göre, yaygın olan inancın aksine Huxley ile Orwell’ın kehanetleri aynı sorunla ilgili değildir. Orwell’ın uyarısı dıĢarıdan gelen baskıların insanları sindireceği, düĢünemez, tartıĢamaz, hiçbir Ģey talep edemez hale getireceği yönündedir. Huxley’in çizdiği tabloda ise, insanların düĢünme, talep etme, tahakküme karĢı direnme beceri ve isteklerini dumura uğratmak için Orwell’ın sözünü ettiği “Büyük Birader” gibi diktatörlere gerek yoktur. Ġnsanlar süreç içerisinde üzerlerindeki baskıdan hoĢlanmaya, düĢünme yetilerini kaybettirecek teknolojileri yüceltmeye baĢlayacaklardır. Postman bu konudaki görüĢlerini Ģöyle sürdürmektedir: “Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitap yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağı Ģeklindeydi. Orwell bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültür haline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki alemleri ve tek baĢına ipe asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi önemsiz Ģeylerle ömür tüketen bir kültüre dönüĢmemizden korkuyordu… …Kısacası Orwell bizi nefret ettiğimiz Ģeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz Ģeylerin mahvedeceğinden korkuyordu. Yakın çevremizde, kendi gündelik yaĢamımızda yapacağımız iĢ, arkadaĢlık, akrabalık iliĢkilerine dair basit gözlemler bile Postman’ın çarpıcı bir Ģekilde dile getirdiği kaygıların büyük oranda haklılık payı içerdiğini göstermektedir. Ġnsanlar yavaĢ yavaĢ kendi yaĢamını ilgilendiren konulara duyarsızlaĢmakta, ilgisini kaybetmekte, olay ve olgularla derinlemesine bir iliĢki kurmak için gereken sabrı gösterememektedir. Kendi yaĢamının öznesi olma gayretini göstermekten kaçınan insanlar, kolaylıkla farklı güç odaklarının nesnesi konumuna gelmekte ve basit manipülatif tekniklerle kolaylıkla yönlendirilmektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi A. Biber 146 Tarihsel geliĢimine bakıldığında halkla iliĢkilerin talep edildikçe var olan, geliĢen bir olgu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla insanların toplumsal sorunlara iliĢkin duyarlılıklarını, ilgilerini kaybettikleri yerde geliĢmesi, güç odaklarının, yönetme erkini elinde bulunduranların vicdanı olabilmesi, onları atacakları olumsuz adımlardan alıkoyabilmesi mümkün değildir. SONUÇ OLARAK Hangi amaçla oluĢturulmuĢ olursa olsun her türlü örgütlenme içinde yer aldığı toplumsal çevrenin desteğine, ilgisine, teveccühüne gereksinim duyar ve bu gereksinimi karĢılamaya yönelik çaba gösterir. Bu çaba çerçevesinde, benimsenen anlayıĢlar, geliĢtirilen yöntemler tarihsel süreç içerisinde farklılıklar göstermiĢ, dönemin siyasal, ekonomik, teknolojik koĢullarına bağlı olarak değiĢmiĢ, biçimlenmiĢtir. Basit propaganda teknikleriyle kolaylıkla yönlendirilebilen kitlelerin zaman içerisinde beklentileri, çevreleriyle olan iliĢkileri, hassasiyetleri değiĢmiĢ, kendilerine yöneltilen mesajlara daha eleĢtirel bakmaya, bir araya gelerek kendi yaĢamlarını etkileyen konuları daha fazla, daha kapsamlı bir Ģekilde müzakere etmeye baĢlamıĢlardır. Buna bağlı olarak, saygınlık, güven, destek elde etmek isteyen kurum ve kuruluĢlar, varlıklarını meĢru temellere oturtmaya çalıĢan siyasal oluĢumlar, var olabilmek için her Ģeyin olağan kabul edildiği bir ortamda rekabet etmeye çalıĢan firmalar halkla iliĢkiler kapsamında değerlendirilen günün koĢullarına uygun, geçerliliği olan politika ve planlar üretmek, çalıĢmalar yapmak durumunda kalmıĢlardır. Toplumların geliĢme, modernleĢme, demokratikleĢme çizgisi düz bir çizgi değildir ve incelendiğinde çok fazla kırılmaların yaĢandığı görülmektedir. Dolayısıyla, halkla iliĢkiler çalıĢmalarıyla ilgili geliĢmelerin aynı hızla, aynı doğrultuda, kırılmaksızın, olumlu bir Ģekilde süreceğini söyleme olanağı yoktur. Çünkü halkla iliĢkiler çalıĢmaları, demokratikleĢme, demokratik hakların kullanımı, yönetsel süreçlere etki edebilme gibi faktörlerden ve bunları sağlayan bilgi ve iletiĢim teknolojilerinden fazlasıyla etkilenmektedir. Bu bağlamda, insanların sayısız kaynaktan gönderilen mesaj kırıntılarının oluĢturduğu bir nehirde sürüklendiği ve bu nehir içerisinde kafasını kaldırıp etrafta neler olup bittiğini anlama merakını ve kendisini ilgilendiren kararlara katılma iradesini kaybetmeye baĢladığı göz önünde bulundurulduğunda, halkla iliĢkilerin geleceği ile ilgili olumlu Ģeyler söyleyebilme olanağı kalmamaktadır. Güz 2009, Sayı:29 Halkla ĠliĢkiler ÇalıĢmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine ĠliĢkin Bir Değerlendirme 147 KAYNAKÇA ALTHUSSER, Louis (1994) Devletin Ġdeolojik Aygıtları, Y. Alp ve M. ÖzıĢık (Çev.), Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. ATĠKER, Erhan (1998) Modernizm ve Kitle Toplumu, Ankara: Vadi Yayınları. BOBBIO, Norberto ve TEXIER, Jacques (1982) Gramsci ve Sivil Toplum, A. Ġpek ve K. Somer (çev.), Ankara: Sevinç Matbaası. BRIGGS, Asa ve BURKE, Peter (2004) Medyanın Toplumsal Tarihi, Ġ. ġener (Çev.), Ġstanbul: ĠzdüĢüm Yayınları. COġKUN, Vahap (2009) Ulus-Devletin DönüĢümü ve MeĢruluk Sorunu, Ankara: Liberte Yayınları. DAFT, Richard L. (1983) Organization Theory and Design, St. Paul, Minnesota: West Publishing Co. ERTEKĠN, Yücel (1995) Halkla ĠliĢkiler, Ankara: TODAĠE Yayınları No: 259. FAULSTICH, Werner (2001) Grundwissen Öffentlichkeitsarbeit, München: Wilhelm Fink Werlag. HABERMAS, Jürgen (1990) Strukturwandel Suhrkampverlag. der Öffentlichkeit, Frankfurt: HABERMAS, Jürgen (2001) ĠletiĢimsel Eylem Kuramı, M. Tüzel (Çev.), Ġstanbul: Kabalcı Yayınevi. HORKHEIMER, Max ve ADORNO, Theodor W. (1996) Aydınlanmanın Diyalektiği, O. Özügül (Çev.), Ġstanbul: Kabalcı Yayınevi. JARREN, Otfried ve Röttger Ulrike (2004) “Steuerung, Reflexierung und Interpenetration: Kernelemente einer Strukturationstheoretisch begründeten PR-Theorie”, Theorien der Public Relations, Der.Ulrike RÖTTGER, Wiesbaden: VS Verlag für Sozialwissenschaften. KAPANĠ, Münci (1998) Politika Bilimine GiriĢ, Ġstanbul: Bilgi Yayınevi. KAZANCI, Metin (1997) Kamuda ve Özel Sektörde Halkla ĠliĢkiler, Ankara: Turhan Kitabevi. KUNCZIK, Michael (2002) Public Relations: Konzepte und Theorien, 4.Auflage, Köln: Böhlau Verlag. LESLY, Philip (1983) Lesly’s Public Relations Handbook, New Jersey: PrenticeHall. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 148 A. Biber MARDĠN, Betül (1988) “Halkla ĠliĢkilerin ABD'de GeliĢimi ve Avrupa'ya GiriĢi”, Halkla ĠliĢkiler Sempozyumu–1987, Ankara: A.Ü. BYYO Yayınları No: 10. MIHÇIOĞLU, Cemal (1976) “Kamusal ĠliĢkiler Nedir?”,Kamu KuruluĢlarında Halkla ĠliĢkiler Sorunları Semineri, Ankara: MPM Yay. ORRICK, James B. (1967) Halkla ĠliĢkiler Ders Notları, O. Onaran (Çev.), Ankara: A.Ü. BYYO Yayınları No: 1. PELTEKOĞLU, Filiz Balta (1998) Halkla ĠliĢkiler Nedir, Ġstanbul: Beta Basım Yayım. PFLAUM, Dieter ve PIEPER, Wolfgang (1993) Lexikon der Public Relations, Regensburg: Moderne Industrie. POSTMAN, Neil (2004) Televizyon Öldüren Eğlence: Gösteri Çağında Kamusal Söylem, O. Akınhay (Çev.), Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları. SRIRAMES, K. ve WHITE, Jon (2005) “ Toplum Kültürü ve Halkla ĠliĢkiler” Halkla ĠliĢkiler ve ĠletiĢim Yönetiminde Mükemmellik, J. E. Grunig (Der.), E. Özsayar, (Çev.), Ġstanbul: Rota Yayınları. ġAHĠN, Haluk (2004) ĠletiĢimde Karavanadan Kafeteryaya, Ġstanbul: Dünya Yayıncılık. ġAYLAN, Gencay (2003) DeğiĢim, KüreselleĢme ve Devletin Yeni ĠĢlevi, Ankara: Ġmge Kitabevi. TOCQUEVILLE, Alexis de (1994) Amerika’da Demokrasi, Ġ. Sezal ve F. Dilber (Çev.), Ankara: Yetkin Yayınları. UYSAL, Birkan (1986) “Halkla ĠliĢkiler: Bir Değerlendirme”, Halkla ĠliĢkiler (Seçme Yazılar), Fermani MaviĢ (Der.), EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 154. UYSAL, Birkan (1998) Siyaset Yönetim Halkla ĠliĢkiler, Ankara: TODAĠE Yayınları No: 287. WEBER, Max (1995) Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev. Özer Ozankaya, Ankara: Ġmge Kitapevi. VIRILIO, Paul (2003) Enformasyon Bombası, K. ġahin (Çev.), Ġstanbul: Metis Yayınları. YILMAZ, Aytekin (1996) Modernden Postmoderne Siyasal ArayıĢlar, Ankara: Vadi Yayınları. Güz 2009, Sayı:29 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- TOPLUMLARIN İDARESİNDE LİDERLER VE YÖNETİCİLER Erdem TAŞDEMİR ÖZET Günümüz toplumsal yaşamı içerisinde insanlar sorunların çözümünü yöneticilerinden istemekte, sevgi ve saygıyla andıkları eski liderlerinin özelliklerini onlarda da görmek ve yaptıklarını yapmalarını beklemektedir. Ancak günümüzde o eski liderlere rastlamak pek mümkün görülmemektedir. Çünkü klasik yöneticilik anlayışının sorunların çözümünde yeterli olacağı düşünülmekte, yöneticilerde liderlik vasıfları pek aranmamaktadır. Toplumları başarıya götüren unsurların temelinde liderliğin olduğu unutulmaktadır. Bu çalışmada lider ve liderlik kavramları açıklanarak, liderlik nitelikleri ve lider etkililiği üzerinde durulacak, lider tipleri belirtilecektir. Son kısımda ise yönetici ve lider arasındaki farklar açıklanmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Lider, nitelik ve etkililik, lider tipleri, lider ve yönetici. Leaders and Managers in Community Management ABSTRACT In today’s social living, people want to administrators to solve the problems, they want to see the specialities which belongs to their old leaders who they respect and love. But today it is very hard to find that old leaders. Because mentality of classical administration is taught enough to solve the problems, leader talents are not looked for. The main subject is forgotten which is leadership, is the way to carry the societies to success. In this project we will explain leader and leadership, leadership qualifies and leader efficiency and leader types. In the last part, we will explain the difference which is between administrator and leader. Key Words: Leader, qualify and efficency, leader types, leader and administrator. Yardımcı Doçent Doktor, Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim 2003/18 E. Taşdemir 150 Giriş İnsanlığın var oluşundan bugüne, insanlar kendilerine liderlik edecek kişiler aramışlar ve gelecekte de arayacaklardır. Bu durum insanların bir arada yaşamalarının sonucudur. İnsanlar sadece büyük topluluklar içerisinde değil küçük gruplar içerisinde de liderlere gereksinim duyarlar. İkiden fazla insanın olduğu her ortamda insanlar kendilerine bir lider seçme ihtiyacı hissederler ve böylece bazı insanlar lider olurken diğerleri toplumun üyesi olarak yaşamlarını sürdürürler. Dini, askeri, siyasal ve sosyal liderler tarih boyunca var olmuş, toplumun ihtiyaç duyduğu zamanlarda ortaya çıkarak sorun çözücü görevini üstlenmişlerdir. Liderler bazen yaşadıkları zaman diliminde yaptıkları ile anılır ve yeni bir lider ortaya çıktığında eski popülerliklerini kaybederler. Bazen de yaptıkları ile sadece yaşadıkları döneme değil, geleceğe de damga vururlar. Yaptıklarının ve düşüncelerinin etkisi gelecekte de devam eder. Bu liderler tek bir alanda değil, pek çok alanda topluma liderlik ederler. Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bu liderlerden biridir. Lider olabilmek için pek çok özelliğe sahip olmak gerekir. Bu özelliklerden en önemlisi ise motivasyondur. Motivasyonu sağlayan ise başarılı olma güdüsüdür. Başarma arzusu olmayan insanların lider konumuna yükselmeleri mümkün değildir. Özellikle toplumsal liderlerin başarma arzusundan yoksun olmaları konumlarını kaybetmelerine neden olur. Toplumların tarihlerine baktığımızda binlerce yıldır pek çok insan tarafından yönetildiklerini görürüz. Ancak bu insanların çok azı hatırlanmakta, yaptıklarından ve düşüncelerinden hala faydalanılmaktadır. Bunun nedeni o insanların sadece yönetici değil aynı zamanda lider olmalarından kaynaklanmaktadır. Liderlik bir etkileme sanatıdır. Liderin toplumu etkilemesi ve bu etkinin devamlılığı toplumun lidere karşı geliştirdiği ruhsal sözleşme ile mümkündür. Lider toplumun kendisini izlemelerini sağlamak, böylece onlara daha çok söz geçirebilmek için, kendine karşı geliştirdikleri ruhsal sözleşmeyi güçlendirmeye çalışır (Başaran, 1992:99). Bu bağı güçlendiren lider, toplumu hedeflenen amaca doğru ulaşmada, birlikte hareket etmeye sevk ederek amaç birlikteliğini sağlamaya muvaffak olur. Liderler içinde bulundukları duruma göre davranışlar gösterir ve bu durum onların liderlik tarzlarının ortaya çıkmasını sağlar. “Lider olunmaz lider doğulur” sözü aslında işin özüdür. Çünkü araştırmalar sonucunda lider niteliklerinin çoğunun doğuştan gelen özellikler olduğu ortaya çıkmıştır. Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 151 Lider kime denir? Liderlik nedir? Liderin nitelikleri nelerdir? Bu çalışmada, bu soruların yanıtları aranmakta, liderlerin ne tür kavramsal sınıflamalara tabi tutuldukları incelenmektedir. Bu incelemelerle, liderler ve yöneticilerin farklı yönlerinin neler olduğu ve toplumların nasıl bir idareci istediğinin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Toplumların idaresine ilişkin liderlik ve yöneticilik anlayışının incelendiği bu çalışmada, verilecek örneklerle konu açıklanmaya çalışılacaktır. 1. Lider ve Liderlik Liderlik etmek (lead), liderlik (leadership) ve lider (leader) kelimelerinin kökü, “yol” ya da “yön” anlamına gelen “lead” dır. “seyahat etmek” veya “gitmek” anlamına gelen “laeden” fiilinden gelir. Anglo-sakson‟lar, bu kelimenin manasını, insanların bu yolda ve yönde yaptıkları seyahatler olarak genişletmişlerdir. Pers ve Mısır dillerinde de aynı anlamda kullanıldığı tespit edilmiştir. Yunanca‟da karşılığı “hegemon” olup, Romalıların lider anlamına gelen “dux” kelimesinde olduğu gibi, “yol” ya da “seyahat” imajına denk düşmektedir. Latince‟de geminin dümencisi manasına gelen “gubernatör” ya da “governor” da (yönetici) bu anlam netlik kazanmaktadır (Adair, 2005:66). Liderlik ve lider ile ilgili pek çok tanım bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçına yer vermek konumuz itibariyle yeterli olacaktır. Lider, diğer insanları belirli bir amaç yönünde davranışa geçmeye sevk eden onları etkileyen kişidir. Ya da bir grup insanın kendi şahsi ve grup amaçlarını başarmak üzere peşinden gittikleri, emirleri yönünde davranışta bulundukları kişi liderdir (Koçel, 2001:465). Liderlik, liderin yapmış olduğu şeylerle ilgili bir süreçtir. Liderse belirli amaçlar çerçevesinde başka kişileri davranışa yönelten kişidir. Liderliğin temelinde başka kişileri etkileme olgusu vardır (Efil, 1998:5). Liderlik olgusunda güce dayanan bir yön bulunduğu akla getirilirse, liderlik, kişiler arasındaki etkileşimi gerçekleştirmek için sahip olunan gücü kullanma süreci olarak ve lider de bu beceriye sahip kişi olarak tanımlanabilmektedir (Erdoğan, 1994:330). Belirli amaç ve hedeflere yönelmiş insan gruplarının oluşturulması ve harekete geçirilmesi her insanda kolay kolay bulunmayan bir beceri ve ikna etme yeteneği gerektirmektedir. Liderlik konusunda ortaya atılan tanımlar incelendiği ve bir sentez oluşturulmaya çalışıldığı takdirde bu kavramı, bir grup insanı, belirli İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 152 amaçlar doğrultusunda bir araya getirme ve bu amaçları gerçekleştirmek için onları harekete geçirme yetenek ve bilgilerinin toplamı diye tanımlayabiliriz (Eren, 2004:431). Sonuçta, kişisel, örgütsel ve toplumsal farklılıkların, içinde bulunulan dönemin, bu dönemde liderlikle ilgili geliştirilen yaklaşımların ve elde edilen bulguların tanımları farklılaştırdığı söylenebilmekte, bunlara rağmen liderlik tanımlarının genel olarak, amaçların başarılması, çok yönlü etkileşimlerin varlığı ve lidere atfedilen bir takım özellikler gibi ortak noktalar içerdiği söylenebilmektedir. Bununla birlikte liderliği tanımlamanın zorluğu kabul edilerek, bu konuda yapılan tanımların ayrı ve ortak noktaları doğrultusunda aşağıdaki yargılara varılabilmektedir (Erçetin, 2000:11-12): - Liderlik ve yöneticilik birbirinden ayrıdır. - Liderlik resmi bir konuma bağlı değildir. - Liderlik politiktir. - Liderlik kültüreldir. - Liderlik bazı tinsel vasıfların ön plana çıktığı bir süreçtir. 2. Liderlik Nitelikleri ve Lider Etkililiği Liderlik eğitim kurslarına katılan kişilere liderlik niteliklerinin tanımı sorulduğunda, öngörü, empati, açıklık ve zeka terimlerini içeren düzenli listeyi yapmaktadırlar (Georgiades ve Macdonell, 1998:76). Bununla birlikte, bütün liderleri içine alan tek bir yetenek ve kişisel nitelik kalıbı mevcut değildir. Liderin sahip olduğu kişilik nitelikleri önemsiz değildir. Fakat gerekli olan nitelikler duruma göre büyük oranda değişiklik göstermektedir. Liderler, kişilerin güdülerini, yeteneklerini ve kişiliklerini tespit ederek yöneten bir orkestra şefine benzetilmektedir. Bunun yanı sıra liderin öncelikle bir dünya görüşüne sahip olması, çağın gidişatını adım adım takip edebilmesi, bir memleket anlayışına sahip olması, dünya ve memleket durumlarıyla ilgili toplumun gidişatına en doğru biçimde yön verebilmesi gerekmektedir (Aydemir, 1997:102). Lider içinde bulunduğu toplumu ya da örgütü çok iyi tanımalı ve sahip olduğu kültürü iyi özümsemelidir. Deal ve Peterson‟un da dediği gibi, kültürü okumak, izleme, hissetme, dinleme, yorumlama, beş duyuyu kullanma ve hatta Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 153 gerekli olduğunda altıncı ve yedincisini de kullanma gibi çeşitli şekiller almaktadır (1994:29). Lider, güç ile otorite arasındaki ayrıma duyarlılık gösteren kişidir. Güç, kişileri denetim altında tutabilme, onlara istediği bir şeyi yaptırabilme kudretidir. Kişilerin bu gücü meşru olarak kabul etmesi ise otoritedir. Gerçek liderlik meşru bir konumda yer almakta yani güç ile otorite arasındaki dengeyi sağlamakta yatmaktadır (Özel, 1998:60). Ayrıca iyi bir liderin her koşula çabuk ayak uydurabilmesi gerekmektedir. Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlara bakınca liderlerin kendisini izleyen kişilere göre üstünlükleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir (Başaran, 1982:61): - Daha zeki olması. - İzleyenlerle daha iyi iletişim ve ilişki içerisinde olması. - Daha yeterli bir durumda olması. - Ortak amaçlara daha fazla ilgi göstermesi ve motive olması. - Ortak amaçlar ve izleyenlerin gücü ile ilgili daha iyi bir değerlendirme yapabilmesi. Liderin bu beş durumda üstün olması, kendini izleyenler tarafından onun benimsenmesini sağlamaktadır. Bu üstünlüğü kaybetmesi veya müşterek amaçlar için kullanmaması ona liderliğini de kaybettirmektedir. Bunun terside doğrudur. Liderin kendisini izleyenlerce benimsenme derecesi ne kadar yüksek olursa, onun izleyenler üzerindeki erki o kadar yüksek olmaktadır (Başaran, 1982:62). Colcaud‟a göre iyi liderin nitelikleri ikiye ayrılabilir. Bunlar; projeksiyon (dışsal) ve içsel (gizli) nitelliklerdir. Liderin dışsal nitellikleri, güven, uzlaşmacılık, gündem belirleyicilik, öğrenme yeteneği, nezaket, sadelik ve ciddiyettir. İçsel nitelikleri ise, kendini bilme, dayanıklılık, eleştiriye açıklık ve kendisiyle barışık olmasıdır (Colcaud, 1999:69-71). Bir başka kaynak başarılı örgüt liderinin ortak niteliklerini şu şekilde sıralamaktadır (Yalçın, 1999:202): - Zeka: lider diğer üyelerden daha zekidir. - Sosyal Olgunluk: lider heyecan yönünden olgun, kendine güvenen, asosyal davranışları az olan, başarıya ve yenilgiye hazırlıklı bir yapı sergilemektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 154 - Kalıtımsal motivasyon: daima bir başarıdan diğerine koşmakta, dış ödüllerden ziyade bu motivasyonların etkisinde kalarak sürekli yüksek tempoda çalışmaktadır. - İnsan ilişkileri: liderler işlerin yürütülmesinde insan faktörünün önemini kavradıkları için kişilerarası iyi ilişkiler kurulmasına büyük özen göstermekte ve dolayısıyla gerek yazılı gerekse sözlü iletişim ağları sağlamaktadırlar. Değişik kaynaklarda liderin değişik nitelikleri üzerinde durulmuş ve buna göre bir yaklaşım sergilenmiştir. Buna göre bu kaynaklardan yapılacak bir sentezle liderin nitelikleri şu şekilde sıralanabilmektedir (Şimşek vd., 1998:143; Bingöl, 1997:251-254; Eren, 2001:466): Üstün bir zekaya sahip olmak. Düşüncelerini iyi bir şekilde aktarabilme kabiliyetine sahip olmak. Tutarlı kararlar alabilmek. Denetleme yapabilmek. Üyelerin uyumunu kolaylaştırmak. Yönetici ve basiret sahibi olmak. Uygun karar alma titizliğine sahip olmak. İçinde bulunulan durumla eldeki kullanım potansiyeli arasında en doğru ilişkiyi kurmak. Rasyonel, esnek, optimal bir zamana sahip, dengeli ve örgütün gücüne uygun bir plan yapabilmek. Kişileri ve olayları tutarlı değerleyebilme özelliğine yeterli ölçüde sahip olmak. İnsiyatif sahibi olmak. Güzel konuşma yeteneğine sahip olmak. Kararlı olmak. İş başarma yeteneğine sahip olmak. Güz 2009, Sayı:29 Analiz ve sentez yapabilme yeteneğine sahip olmak. Amaçlara karşı sebatkâr olmak. Motivasyonu sağlamak. Üyelerin katılımını sağlamak. İçinde bulunulan koşullara uygun hedefler saptamak. İleriyi görebilmek. Hayalperest ya da aşırı karamsar olmamak. Açık kabul edilebilir bir amaç belirlemek. Kişilerarası ilişki kurma yeteneğine sahip olmak. Açık sözlü olmak. Başkalarına güven vermek. Duygusal olgunluk sahibi olmak. Kendine güven duymak. Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 155 Ancak tek başına bu niteliklere sahip olmak liderin etkililiği için yeterli olmamaktadır. Liderin sahip olduğu kişisel özelliklerinin yanı sıra ortam, lideri izleyenlerin özelliği, mevcut kaynaklar, birbiriyle çatışan çıkarlar, grubun karşı karşıya kaldığı sorunlar, olay ve görevlerin özelliği ve yapısal çerçeve tarafından belirlenen yapısal etmenlerin kesiştiği noktada liderin etkililiği ortaya çıkar (Yılmaz, 1996:178). Bir liderin etkililiğinin olabilmesi için öncelikle belirtilen niteliklere sahip bir liderin bulunması gerekir. Ancak etkililiğin en önemli unsuru liderin bu işe gönüllü olmasıdır. Gönüllü olarak yapılan liderlik kişinin motivasyonunu artıracaktır. Yukarıda belirtilen faktörlerin yanı sıra bazı yönetim araştırmacıları liderliğin etkililiğine tesir eden unsurları şu şekilde sıralamaktadır (Hodgetts, 1997:319): - Örgüt tarihi. - Daha önce lider durumunda bulunan kişinin yaşı. - Liderin yaşı ve tecrübesi. - Örgütün faaliyette bulunduğu topluluk. - Grubun belirli iş talepleri. - Lider olunan grubun psikolojik ortamı. - Liderin yürüttüğü iş türü. - Lider olunan grubun büyüklüğü. - Grup üyelerinin iş birliğinin istendiği seviye. - Üyelerin kültürel beklentileri. - Grup üyelerinin kişilikleri. - Karar alma için gereken ve izin verilen süre. Liderler insanların sevgi ve saygısına sahip olmalıdır. Korkuya dayalı yönetimlerde de insanlar liderin peşinden gidilebilmekte ancak bu durum istekli gerçekleşmediğinden sonuç verimli olmamaktadır (Handy, 1996:8). Liderin topluma yapacağı etkinin derecesini o toplumun içinde bulunduğu şartlar ve sahip olduğu karakteristik özellikler belirlemekte (Kalyoncu, 2001:39), bu unsurları dikkate almayan lider toplumu istediği seviyeye ulaştıramamaktadır. Bütün bu unsurların dikkate alınması ve öneminin kavranarak bu doğrultuda hareket edilmesi beraberinde siyasal, ekonomik ve toplumsal bütün liderlere başarı İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 156 sağlayacaktır. Liderin bu faktörlere özen göstermeksizin bazı davranışlarda bulunması ise konumlarının sarsılmasına ve başarısızlığa sebep olacaktır. Liderin etkililiğinin olabilmesi için liderin belli bazı niteliklerinin olması gerektiği belirtilmişti, ancak olması gereken bu niteliklerinin yanında olamaması gereken bazı özelliklerde bulunmaktadır. Bunları lider hastalığı olarak ta tanımlayabiliriz. Bu bağlamda Hun İmparatoru Atilla lider hastalıklarını şu şekilde sıralamıştır (Robers, 1995: 149-162): - Cimrilik humması - Cesaret yetersizliği - Dikkat nevrozu - En büyüklük saplantısı - Duygusuzluk kompleksi - Verimlilik gösterisi - İtaat zorunluluğu - Izdırap sendromu - İnkar bağımlılığı - Popülerlik felci - Başarısızlık korkusu - Tanınma katılaşması - İltihaplı ego - Yırtıcılık eğilimi - Nedensiz kaygı - Kuşku paranoyası - Boş boğazlık - Düşünce daralması Bu unsurlara dikkat etmemek, liderin konumunu kaybetmesine, toplumdaki lider algılamasının dışında kalmasına yol açacaktır. Bu durumda liderin etkililiğinin azalmasına hatta yok olmasına sebep olacaktır. 3. Lider Tipleri Tarihsel süreç içerisinde liderliğe yönelik çalışmalar yapılmış ve bu çalışmalar sonucunda liderliğe yönelik pek çok yaklaşım ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu yaklaşımları dört temel başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar, liderin özellikleri yaklaşımı, liderin davranışları yaklaşımı, durumsallık yaklaşımı ve daha sonraki dönemde oluşan çağdaş yaklaşımlardır. Bütün bu yaklaşımlar incelendiğinde görülmektedir ki hangi açıdan bakılırsa bakılsın sonucu etkileyen en önemli unsur liderin nasıl bir yönetim tarzı belirlediğidir. Çünkü liderin belirleyeceği yönetim tarzı onun kişilik özelliklerinden, amaçlarından ve zamandan bağımsız olmayacaktır. Bunun sonucunda da bir lider davranışı ortaya çıkacaktır. Örgüt üyelerini ya da izleyenleri etkileyen en önemli husus da liderin davranış tarzı olmaktadır. Davranış Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 157 tarzlarına bakıldığında da dört temel liderlik tipi ortaya çıkmaktadır. Bunlar, otokratik lider, demokratik ve katılımcı lider, tam serbesti tanıyan lider ve karizmatik liderdir. 3.1. Otokratik Lider Otokratik liderlikte zorlama, tehdit ve güç kullanma vardır. Otokratik lider saldırgan ve baskılı bir kişiliğe sahiptir. Korku ve tehdit unsurunu kullanarak ve karakteri ile baskıda bulunarak etkin olmaktadır. Bu tip liderler sert mizaçlı ve baskın tiplerdir. Otokratik liderler, sahip oldukları otorite ile elde ettikleri kumanda etme, karar verme ve tebliğ etme haklarını yerleşik teamüllerden almaktadırlar (Peters, 1973:15). Liderin yapması gerekenler gelenekler tarafından tayin edilmekte yönetimde yer alan kişiler sınırlarını aştıklarında çeşitli engellemelerle yüz yüze gelmektedir (Ergezer, 1992:69). Öyle ki, bu liderlik tipinde grubun amaçlarının üyeler tarafından bilinmesi gerekli görülmemekte, hangi amaçla ve sonunda nereye ulaşılacağını bilmeksizin üyeler sadece verilen işi yapmaktadırlar (Alptekin, 1968:40-41). Grup üyeleri arasındaki ilişkiler en aza indirilerek kişilerin birbirlerini denetlemeleri sağlanmaktadır. Adorno, otoriter lider tipi üzerine yaptığı bir araştırmada bu kişilerde aşağıdaki ortak niteliklerin bulunduğunu saptamıştır (Baymur, 1994:279): - Topluma uymaya büyük bir önem verme. - Değişmez bir kişiliğe sahip olma ve değişiklikten hoşlanmama. - İdare amir-memur ilişkilerine önem verme. - Gücü elinde tutan kişi ve gruplara dönük olma. - Etosantrik, yani yabancı ve azınlık gruplarına müsamahasız olma. - Tutucu ve geleneklerine bağlı görünme. - Başkalarının cinslik suçlarına aşırı ilgi gösterme. Otokratik liderliğin ortaya koyduğu yönetim biçiminin yararları ve zararları üzerinde durmak gerekirse, öncelikle aile ve okul hayatından devlete kadar aşırı geleneksel yapıda yetişen ve kararı büyükten bekleme alışkanlıklarına sahip olan toplumlarda insanlar hiç kuşkusuz liderlerinden tam yetkisini kullanmasını bekleyecek bu davranış biçimiyle liderlerinin bilgili olduğuna ve kendilerine güven verdiğine ve tatmin sağladıklarına inanacaklardır. Yine otokratik lider, tam yetkili İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 158 olduğu zaman bağımsız hareket edebilme inanç ve güvenine sahip olabilmekte bu da lideri güdüleyici bir ödül niteliği taşımaktadır. Son olarak, otokratik liderlikte etkin ve hızlı karar verilerek zaman kayıpları asgari düzeye indirilmektedir. Otokratik liderliğin bu yararlarının yanında bazı sakıncaları da bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, üyelerin inanç ve duygularını hiç dikkate almaması ve bunun sonucunda tatminsizlik, moral düşüklüğü ve grup içi çatışmaların ortaya çıkmasıdır. Bir diğeri, grup içerisinde liderden başka hiç kimsenin amaç, plan, program ve iş görme yöntemleri üzerinde söz sahibi olmaması ve bunun sonucunda yaratıcılığın azalmasıdır (Eren, 2004: 458). Bu nedenledir ki, otokratik liderlik tipi ile yönetilen gruplarda yenilik ve ilerleme oldukça yavaş gerçekleşir. Otokratik lider tipi ile azınlıklara müsamahasız olma ve otoriteye itaat konusunda Nazi Almanyası‟nda yaşananlar önemli bir örnek teşkil etmektedir. Adolf Hitler psikopat bir canavar olabilirdi, ancak bunları tek başına yapmadığı da bir gerçekti. Savaş sonundaki yargılamalarda pek çok Nazi subayının tamamen sağlıklı ve kişisel ilişkilerinin normal olduğu, yapılanlara katılmadığı ancak emirleri uyguladığı ortaya çıkmıştır (Atkinson vd., 1999:659). 3.2. Demokratik ve Katılımcı Lider Liderin egemenliğinin yasalara dayandığı ve liderin yönetme ve emretme işlevlerini akılcı kararlarla yaptığı bir liderlik biçimidir. Lider üyeler arasındaki ilişkileri teşvik etmekte ve desteklemektedir (Ergezer, 1992:73). Bu tip lider otokratik liderden sahip olunan yetkinin miktarı açısından değil, yetkiyi kullanma ve grubun yapı ve işleyişindeki şekli açısından farklılık göstermektedir. Demokratik ve katılımcı liderler grup amaçlarının belirlenmesi ve her üyenin amaç belirlemede ve amaçların başarılmasında geniş ölçüde yer almasına önem vermektedirler (Alptekin, 1968:42). Bu tip liderler karar verme aşamasında astlarının fikirlerinden faydalanmakta, astlar kendi aldıkları kararların sorumluluğunu taşımaktadır. Liderler cezadan çok ödül sistemine ağırlık vermektedir (Şimşek vd., 1998:140). Pek çok fikrin bir araya gelmesi sonucunda alınan kararlar, örgüt için daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Demokratik ve katılımcı liderlik davranışının en önemli faydalarından biri, üyelerinde lider kadar örgütü etkileyen şartlarla ilgilenip amaçlar, kararlar, planlar ve politikalarla ilgili tavsiyeler bulmaya çalışmalarında görülür ki, bu durum daha sağlıklı karar almaya imkan tanımaktadır. Diğer bir faydası ise, istek, düşünce ve Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 159 kanaatlerine önem verilen iş görenlerin motivasyonlarının olumlu bir şekilde etkilenmesi ve bundan psikolojik doyum sağlamalarıdır (Eren, 2001: 489). Demokratik ve katılımcı liderlik davranışının en önemli sakıncası ise önemli önemsiz tüm karar verme sürecinin yavaş işlemesi ve bunun sonucunda zaman kayıplarının yaşanmasıdır. Acil durumlarda karar verme aşamasında bu tip liderlik tarzı başarı sağlayamamaktadır. Diğer bir sakıncası da bazı yeniliklerin ortaya çıkması durumunda kararların etkinliğini kaybetmesi hatta grubun karar alamaz hale gelmesidir (Eren, 2004: 459). Gelişmelere zamanında tepki verilememesi örgütün sağlıklı işlemesine engel olmakta, örgütün yaşam süresi kısalmaktadır. 3.3. Tam Serbesti Tanıyan Lider Grup üyelerini tamamen serbest bırakan, güçten uzak duran bir liderlik tarzıdır. Lider diğer grup üyeleriyle benzer bir rol üstlenmekte, kararın alınması ve amaçların tespit edilmesini üyeler yapmakta, lider grup dışından bilgi ve kaynak sağlama doğrultusunda gruba katkıda bulunmaktadır. Tümüyle oto kontrol sisteminin hakim olduğu ve çok fazla kullanılmayan bir liderlik tipidir (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1998:176). Çünkü liderler genelde yetkiyi tamamen bırakmaya çok fazla eğilimli değildirler. Tam serbesti tanıyan liderler genelde yetkilerini grup üyelerine bırakırlar. Liderin buradaki fonksiyonu yönlendirme ve özendirmedir. Grup üyeleri yetki alanlarına giren konularda karar almakta ve uygulamakta serbesttir. Bu liderlik tarzının yararı, üyelerin kararlarını serbestçe alıp uygulamaları sonucunda kendilerini geliştirip problemlerine en iyi çözümü bulma konusunda motive olmalarıdır (Eren 2001:489-490). Bu liderlik tarzının sakıncalarından ilki, üyelerin farklı nitelikte amaçlar geliştirebilmeleri, hatta bu amaçların birbirlerine karşı olabilmesi ve bunun sonucunda da özellikle kriz zamanlarında bu durumun grubun dağılmasına neden olmasıdır (Şimşek vd., 1998:141). İkinci olarak bireysel başarıların ön plana çıkarılması grup başarılarının önemli ölçüde azalmasıdır. Son olarak tembel olan ve iş görmekten kaçan grup üyelerinin kaynakları kendileri için kullanmaları ve grubu parçalamaya yönelik çabalar içine girmeleridir (Eren, 2004:460). Bu durum bu tip liderliğin uygulandığı gruplarda, grup üyelerinin seçiminin çok önemli olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 160 3.4. Karizmatik Lider Bu tip lider, liderlik yaptığı grup üyelerini arkasından sürükleyen, kararları bizzat kendisi alan ve söylemiş olduğu her söz emir olarak algılanan, hemen yerine getirilen kişidir (Sabuncuoğlu ve Tüz, 1998:175). Bu tip liderler genelde toplumda ya da grupta oluşan buhranlı zamanlarda ortaya çıkan, toplumun güvendiği ve kabul ettiği üstün nitelikli kişiler olarak kabul edilmektedir. Karizmatik liderin insanüstü bir takım nitelikleri taşıdığına inanılmaktadır. Halk ile liderin inanç, beklenti ve ümitleri arasında bir paralellik ve benzerlik söz konusudur. Toplum tarafından kurtarıcı olarak algılanmaktadır (Ergezer, 1992:72). Lidere yüklenilen karizmada buradan kaynaklanmaktadır. Daha çok doğuştan gelen ve Allah vergisi kabul edilen bir yetenekle donatılan karizmatik lider bu nedenle toplum tarafından olağan dışı olarak kabul edilmektedir. Bu durum grup üyelerinin sadakat ve itaatini sağlamaktadır (Aytürk, 1999:16-17). Bu nedenle karizmatik liderlik, performans ve iş doyumunu artırmada oldukça etkilidir. Bu tip liderler bireyleri etkileyerek onları bir amaç doğrultusunda bir araya getirmekte ve ortak amaç için çalışmalarını sağlamakta etkindirler. Liderin karizması bazen ölmüş olmasına rağmen devam etmekte, insanlar sıkışınca onun yaptıkları ve söylediklerine bakmaktadırlar. Bu tip liderlerin yanlışları yoktur ve eğer yanlış olan bir şey varsa bunu çevresindekiler ve emri uygulayanlar yapmıştır (Ergezer, 1992:72). Bu düşüncenin hakim olmasının nedeni lidere yüklenen karizmadan kaynaklanmaktadır. Yanlış yapmak bir anlamda karizmanın yok olmasına ya da zayıflamasına neden olacaktır. Lidere karizmatik kişiliğini atfeden insanlar bu durumu kabul etmemekte onun yanlış yapabileceğine kesinlikle inanmamaktadırlar. Karizmatik liderler ile ilgili yapılan bir çalışmada şu davranış biçimlerini gösterdikleri ortaya çıkmıştır (Barutçu ve Akatay, 2000: 195-196): - Statükonun değiştirilmesi yönünde çaba harcamak. - Günün şartlarından çok farklı olan, gelecekle ilgili hedefleri planlamak. - Bir dereceye kadar alışılmamış ve mevcut kurallara uymayan biçimlerde davranışlarda bulunmak. - Büyük oranda yetkiye ve uzman güce dayanıp güvenmek. Açıklamaya çalıştığımız bu liderlik tiplerinin uygulanabilirliliği toplumun veya grubun kültür yapısına, üyelerin kişilik yapılarına, iç ve çevresel şartlara, zaman ve mekanda oluşacak değişimlere göre farklılık gösterebilir. Lider Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 161 benimsediği tarzın kendisini başarıya götürdüğünü fark ettiğinde bu tarzı devam ettirir. Ancak bu tarzın başarısız olduğunu ya da etkisini kaybettiğini gördüğünde ise bunu değiştirebilir. 4. Liderler ve Yöneticilerin Farklı Yönleri Michigan Üniversitesi‟nden bir bilim adamı toplum için ölümcül bulduğu on tehlikenin bir listesini yapmış ilk sıraya da nükleer savaş veya kaza tehlikesini koymuştur İkinci sırada salgın hastalık, açlık ve çöküntü, üçüncü sırada ise, yönetimde ve kurumlardaki kalitesizlik ile liderlik eksikliği bulunmaktadır (Bennis, 2002:16-17). Liderliğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bu tespit insanların neden liderlere ihtiyaç duyduğu sorusunu akla getirmektedir. Milyarlarca insanın yaşadığı, yüzlerce ülkenin olduğu ve farklı yönetim biçimlerinin bulunduğu bir dünyada, ülke liderlerine, milyonlarca kurum ve organizasyonun bulunduğu toplumsal yaşamda, kurumsal ve grupsal liderlere ihtiyaç bulunmaktadır. İnsanoğlu var oluşundan bu yana, birlikte yaşama ihtiyacının sonucunda, her zaman bir liderliğe ihtiyaç duymuştur. Topluluk halinde yaşayan insanlar, eğer kendilerine bir lider belirlemezlerse o toplulukta kargaşa hakim olur. İnsanları yönetenler ya da yönetmeye talip olanların her zaman lider olması beklenemez. Ancak iyi bir yönetici aynı zamanda iyi bir lider olabilmelidir. Özellikle günümüz şartlarında görev alan yöneticiler toplum tarafından lider olarak algılanıyorlar mı? Bu soruyu amerikan toplumu için 1987 yılında “kim iş başında” diye soran Time dergisi ulusun ihtiyacının olduğu bir anda evde kimsenin olmadığını söylüyordu. Bennis‟in geçmişteki liderler ile ilgili söyledikleri ise önemlidir (2002:15-16): “Bütün bir ulusa, korkularını yenebilmeleri için meydan okuyan FDR (Roosevelt) artık yok. Kan, ter ve gözyaşı isteyen ve istediğini alan Churchill de gideli çok oluyor. Lambarane Ormanları‟ndan, hayata karşı büyük saygıyla insanlığa ilham kaynağı olan Schweitzer de artık yok. Bize, sonsuzluktaki birlik ve kainattaki uyum fikirlerini aşılayan Einstein da artık aramızda değil. Gandi, Kennedyler, Martin Luther King Jr. gibi liderlerinse, bize şu an olduğumuzdan daha iyi ve daha mükemmel olabileceğimizi söylemekle ölümcül bir risk aldıklarını kanıtlarmışçasına hepsi öldürüldüler.” Bennis‟in bahsettiği isimler, yaptıkları ve söyledikleri ile yaşadıkları döneme damgasını vurmuş liderlerdir. Bu liderleri çoğaltmak mümkündür. Liderlik önderlik etmektir. İyi bir önder aynı zamanda iyi bir yönetici olabilir. Ama her iyi yönetici iyi bir önderdir denemez. Önderliğin temelini önderliğe ve yönetime ilişkin kavramlar oluşturmaktadır. Bu kavramlar kimi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 162 yönlerden birbirlerinden ayrılırlar. Önderlik ve önder ile yönetim ve yöneticiye ilişkin ayrılıklar Tablo 1‟de kısaca gösterilmiştir (Filley ve House, 1969; Carroll ve Tosi, 1977; Hersey ve Blanchard, 1982 „den Akt. Başaran, 1992:97). ÖNDERLİK VE ÖNDER Önderlik, toplumun her kesiminde rast gelindiği için geniş bir kavramdır. Önderlik, izleyenlerin psikolojik gerçek sınırlarının ötesinde uyarlığını (compliance) sağlamaya yöneliktir. Önderlik, izleyenlerin öndere verdiği erki, önderin onları etkilemek için kullanmasıdır. Önderlik, izleyenlerin gereksinimlerini karşılamak için yeterliklerini eyleme dönüştürür. Önderlik, izleyenlerin olgunluk düzeylerine ve geliştirdikleri değer ve düzgülere göre nitelik kazanır. Önderlik, izleyenlere alışılmışın ötesine ve üstüne çıkan bir etkiyi içerir. Önderliğin sürdürülebilmesi için önderin etkililiği asıldır. Önder, yönetmen olmayabilir. Önder kişisel erkini kullanır. Önder, izleyenlerin toplam etkisinden daha çoğunu onlara gösterip uyarlıklarını sağlayarak başa geçmiştir. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 YÖNETİM VE YÖNETİCİ Yönetim, belli amaçları gerçekleştiren örgütlere özgü olduğu için daha dar bir kavramdır. Yönetim, iş görenlerin psikolojik gerçek sınırları içinde uyarlığını (compliance) sağlamaya yöneliktir. Yönetim, makam sahibinin elde ettiği kayraları ve hakları kullanmasıdır. Yönetim, saptanmış amaçları gerçekleştirmek için iş görenlere biçimsel görevleri yaptırmaya çalışır. Yönetim, üst yöneticinin ve onu izlemek zorunda olan yöneticilerin yönetim biçimine göre nitelik kazanır. Yönetim, iş görenlere çoğunlukla, tekdüze alışılmış etkiyi gerektirir. Yönetimin sürdürülebilmesi için başarılı olmak yeterlidir. Yönetici önder olmayabilir. Yönetici yasal erkini kullanır. Yönetici anamalcı ya da yönetsel erkçe atanmıştır. Tablo 1: Önderlik ve önder ile yönetim ve yöneticiye ilişkin ayrılıklar Görülmektedir ki, toplumun her zaman iyi yöneticilere ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak günümüz hızlı değişimleri göstermektedir ki, yöneticilerin aynı zamanda liderlik nitelikleri ile donanmış olmaları gerekmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 163 Sonuç Yapılan bu çalışmada, liderlik, belirli amaçları gerçekleştirebilmek için insanları etkileme, bir araya getirme ve yönlendirme sanatı olarak karşımıza çıkmakta, liderin olmadığı toplum ve organizasyonların sağlıklı bir yapı oluşturamadıkları ve süreklilik sağlayamadıkları görülmektedir. Bu noktada liderlerin önemi ortaya çıkmakta, sahip oldukları donanımlarıyla topluma yapacakları katkı önem kazanmaktadır. İnsanlık tarihini okuduğumuzda, liderler ve liderliği de okumuş oluruz. Çünkü tarihin başlangıcı, liderliğin de başlangıcı olmaktadır. Tarih gözden geçirildiğinde dini, askeri, siyasal ve sosyal liderlerin varlığını görürüz. Bu liderler kendi zamanlarında ihtiyaç duyulduğu anda ortaya çıkmış ve yaptıkları ile liderliklerini benimsetmiş, insanlar için kurtarıcı olarak algılanmışlardır. Bu liderlerin büyük bölümü yaptıkları ile tarihe yön vermiş, öğretileri ile kalıcı olmuşlardır. Liderler yaşadıkları dönemdeki toplumsal yapıya ve duruma göre yönetim tarzlarını belirlemişlerdir. Gösterdikleri yönetim biçimine göre de otokratik, demokratik ve katılımcı, tam serbesti tanıyan ve karizmatik liderlik tarzları göstermişlerdir. Günümüz dünya düzeninde pek çok toplum demokratik ve katılımcı yönetim biçimini benimsemiş olduğundan bu tarz liderlik beklentisi içerisindedir. Ancak gelişmesini henüz tamamlamamış, dünyanın gelişmiş toplumları arasında olmayan ülkeler ve insanları demokratik ve katılımcılığın yanında karizmatik lider beklentisi içerisindedir. Gelişmiş toplumlarda iyi bir yönetici olmak, çarkları düzgün işleyen sistemlerde yeterli olurken, hala sistemlerini, çarkların düzgün işleyeceği şekilde kuramayan toplumlarda iyi bir yönetici olmak insanlar tarafından yeterli görülmemektedir. Bu durum toplumun zaman zaman farklı arayışlar içerisine girmesine neden olmakta, hatta otoriter davranışlara müsamaha gösterilmektedir. Çünkü sorunların çözümünün uzaması insanlarda bıkkınlığa sebep olmakta, sorunların ancak otoriter bir tarzla çözülebileceğine olan inanç güçlenmektedir. Ancak bu durum fazla uzun sürmemekte, insanlar yönetime katılmak ve görüşlerini rahatça söylemek istemektedir. Bu çalışma sonucunda görülmektedir ki, insanlık tarihi boyunca denenen yönetim biçimleri ve liderlik tarzları içerisinde, özellikle toplumların idaresi noktasında demokratik ve katılımcı yönetim biçimi, insan ve insana özgü değerlerin yaşaması için en uygun yönetim tarzıdır. Ancak demokratik şartlarda da insanları belirli bir amaç etrafında toplamak, harekete geçirmek ve başarıya ulaştırmak için İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi E. Taşdemir 164 iyi bir yönetici olmanın yanı sıra lider olmakta gerekir. Toplumların sıkıntılı dönemlerinde hala geçmiş dönemlerdeki liderlerine atıfta bulunması yönetici değil ama lider eksikliğindendir. KAYNAKÇA Adair, John (2005). Kışkırtıcı Liderlik – Inspiring Leadership, (Çev. Pelin Ozaner), Ankara: Alteo Yayıncılık. Alptekin, Mehmet (1968). Kültür ve Liderlik, Trabzon: K.T.Ü. İnşaat ve Mimarlık Fakültesi Yayınları. Atkinson, RL., Atkinson, RC., Smith, EE., Bem, DJ. ve Hoeksema, SN. (1999). Psikolojiye Giriş, Çev: Yavuz Alogan, Ankara: Arkadaş Yayınevi. Aydemir, Şevket Süreyya (1997). Lider ve Demegog, İstanbul: Remzi Kitabevi. Aytürk, Nihat (1999). Yönetim Sanatı Başarılı Yönetim ve Yöneticilik Teknikleri, Ankara: Yargı Yayınları. Barutçu, Esin ve Akatay, Ayten (2000). “Bilgi Toplumu ve Transformasyonel Liderlik”, Selçuk Üniversitesi SBMYO Dergisi, 4:189-201. Başaran, İ. Ethem (1982). Örgütsel Davranışın Yönetimi, Ankara: A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayını. ________________(1992). Yönetimde İnsan İlişkileri, Ankara. Baymur, Feriha (1994). Genel Psikoloji, İstanbul: İnkilap Kitabevi. Bennis, Warren (2002). Bir Lider Olabilmek, Çev: Utku Teksöz, İstanbul: Sistem Yayıncılık. Bingöl, Dursun (1997). Personel Yönetimi, İstanbul: Beta Basım. Colcaud, Jean-Marc (1999). “Leadership and Effective Communication”, Leadership and the United Nations, Adel Safty (Eds.), ss. 57-71, Northern Cyprus: Eastern Mediterranean University Pres. Deal, Terrence E. and Peterson, Kent D. (1994). The Leadership Paradox: Balancing Logic and Artistry in Schools, San Francisco: Jossey-Bass A Wiley. Efil, İsmail (1998). İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon, Bursa: Vipaş İnş. Tur. Eğt. Güz 2009, Sayı:29 Toplumların İdaresinde Liderler ve Yöneticiler 165 Erçetin, Ş. Şule (2000) Lider Sarmalında Vizyon, Ankara: Nobel Yayın. Erdoğan, İlhan (1994). İşletmelerde Davranış, İstanbul: Beta Basım. Eren, Erol (2001). Yönetim ve Organizasyon Çağdaş ve Küresel Yaklaşımlar, İstanbul: Beta Basım. Eren, Erol (2004). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Basım. Ergezer, Bahattin (1992). Liderlik ve Özellikleri, Ankara: Ocak Yayınları. Georgiades, Nick and Macdonell, Richard (1998). Leadership for Competitive Advantage, Chichester: John Wiley & Sons. Handy, Charles (1996). “The New Language of Organizing and Its Implications for Leaders” The Leader of the Future: New Visions, Strategies and Practices fort he Next Era, Frances Hesselbein, Marshall Goldsmith and Richard Beckhard (Eds.), ss. 3-9, San Francisco: Jossey-Bass. Hodgetts, Richard M. (1997). Yönetim: Teori, Süreç ve Uygulama, Çev: Canan Çetin ve Esin Can Mutlu, İstanbul: Der Yayınevi. Kalyoncu, Hamdi (2001). Liderlere Tapınma Psikolojisi, İstanbul: Marifet Yayınları. Koçel, Tamer (2001). İşletme Yöneticiliği: Yönetim ve Organizasyon Organizasyonlarda Davranış Klasik-Modern-Çağdaş ve Güncel Yaklaşımlar, İstanbul: Beta Basım. Özel, Mustafa (1998). Liderlik Sanatı, İstanbul: İz Yayıncılık. Peters, Richard (1973). Authority Responsibility and Education, London: George Allen and Unwin. Robers, Wess (1995). Hun Atilla‟nın Zafer Sırları, Çev: Mehmet Harmancı, İstanbul: Say Yayınları. Sabuncuoglu, Zeyyat ve TÜZ, Melek (1998). Örgütsel Psikoloji, Bursa: Alfa Basım. Şimşek, M. Şerif, Akgemci, Tahir ve Çelik, Adnan (1998). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde Davranış, Ankara: Nobel Yayın. Yalçın, A. Selçuk (1999). Personel Yönetimi, İstanbul: Beta Basım. Yılmaz, Aytekin (1996). “Siyasal Liderlik”, Yeni Türkiye Dergisi Türk Siyaseti Özel Sayısı, 2(9): 163-182. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- CĠNSELLĠK ÜZERĠNDEN “TIK TĠCARETĠ”: ĠNTERNET HABERCĠLĠĞĠ ÜZERĠNE BĠR ĠNCELEME Umur IġIK* & Konur Alp KOZ** ÖZET Çağımızın en etkin kitle iletişim ortamlarından biri olan internet, her alanda olduğu gibi habercilik alanındaki profesyonelleri de büyük bir “rating” yarışına itmiştir. Geleneksel gazeteciliğin güçlü temsilcileri de bu ortamda kıyasıya bir rekabete tutuşmuşlar ve daha fazla “tıklanma” kaygısı ile geleneksel anlamdaki gazetecilik anlayış ve uygulamalarının dışında pratikleri uygulamaya koymuşlardır. Hiçbir haber değeri taşımayan konular –gelenekselde de temsili olan- gazetelerin internet sayfalarında kolaylıkla yer bulmaktadır. Kadın teşhirine dayalı fotoğraf galerileri, cinsellikle yoğrulmuş ve erotizm içeren başlıklarla süslenmiş “hafif” haberler, her yaştan internet kullanıcısına kolayca ulaşabilmenin anahtarı olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada; Hürriyet, Milliyet, Zaman ve Radikal’in internet “ana sayfaları” söz konusu unsurlar açısından, içerik analizi yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Araştırma sonucu ede edilen bulguların internet gazeteciliğinin profesyonelliğinin sorgulanması, nitelikli bir habercilik anlayışının yerleştirilmesi açısından değerlendirilebileceği beklenmektedir. Anahtar Kelimeler: İnternet, habercilik, haber değeri, kadın teşhiri, tık ticareti “Click commerce” based on sexuality: An Analysis on Internet Journalism ABSTRACT The internet which is the most effective communication media leads the professionals to compete in the rating. The strong representatives competed in the atmosphere and also put into practice the practices which are except from the traditional journalism conception and application with the ticking anxiety. Any subjects which are not newsworthy take part in the internet pages of newspapers. The photo galeries based on woman exposal, the rubbish news including sexual and erotizm are used for the internet user of all ages. In this study, the internet main pages of Hürriyet, Milliyet, Zaman and Radikal are researched in terms of the aforesaid fact by using the content analysis method. The results of research are expected to examine the professonalism of the internet journalism and evaluate to provide the eligible reporting conception. Key Words: Internet, reporting, news value, The woman exposal, “Click commerce" * Yardımcı Doçent Doktor, G.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi, G.Ü. Gazi Meslek Yüksekokulu ** İletişim 2003/18 U. IĢık – K. A. Koz 168 GiriĢ Gelişmiş ülkeler dikkate alındığında internetle oldukça geç sayılabilecek bir zamanda tanışan ancak son yıllardaki -devlet destekli- hamlelerle büyük bir kullanıcı sayısına ulaşan Türkiye‟de bugün itibarıyla 26.5 milyon insan internet kullanıcısı durumundadır. Bu rakam ağın içindeki diğer Türkçe konuşan insanlar da dikkate alındığında daha büyük bir topluluğa işaret etmektedir. Türkiye, internet kullanıcı istatistiklerinde Avrupa sıralamasında Mart 2009 rakamlarıyla 7. büyük, dünya sıralamasında ise 14. büyük olarak yerini almıştır ki, Avrupa‟nın ve dünyanın diğer ülkelerindeki Türkler bu rakama dahil değildir. Ülke nüfusunun yüzde 35‟i internet kullanıcısı durumundaki Türkiye‟nin 2000 ila 2008 yılları arasındaki kullanıcı sayısı artış oranı ise yüzde 1225 olarak gerçekleşmiştir (http://www.internetworldstats.com/stats4.htm, Haziran 2009). 26.5 milyon internet kullanıcısı Avrupa nüfusu içerisindeki internet kullanıcılarının yüzde 7‟ye yakınını teşkil etmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu‟nun (TÜİK) yayınladığı “Hane Halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması”na göre ise (Ocak-Mart 2008) Türkiye‟de hanelerin yüzde 24.47‟si internet erişim imkânına sahiptir. Yine araştırma sonuçlarına göre nüfusun yüzde 35.8‟i internet kullanmaktadır ve bununla birlikte “gazete ve dergi okuma (yüzde 76)” internet kullanıcılarının en çok yaptığı iş olarak (TÜİK, 2008) gözükmektedir. Bu bağlamda, çağımızın en etkin kitle iletişim ortamlarından internet, her alanda olduğu gibi habercilik alanındaki profesyoneller açısından da büyük bir rekabet ortamı yaratmıştır. Geleneksel gazeteciliğin güçlü temsilcileri daha fazla “tıklanma” kaygısı ile geleneksel anlamdaki gazetecilik anlayış ve uygulamalarının dışında pratikleri uygulamaya koymaktadırlar. İnternetin anlam üretimine aracı kıldığı dilin, geleneksel rakipleriyle paralellik gösterdiği unsurlar olduğu gibi kullandığı içerik ve anlamı bayağılaştırması bakımından farklılaştığı alanlar da söz konusudur. Hiçbir haber değeri taşımayan konular –gelenekselde de temsili olangazetelerin internet sayfalarında kolaylıkla yer bulmaktadır. Kadın teşhirine dayalı fotoğraf galerileri, cinsellikle yoğrulmuş ve erotizm içeren başlıklarla süslenmiş “hafif” haberler, her yaştan internet kullanıcısına kolayca ulaşabilmenin anahtarı olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada; Hürriyet, Milliyet, Zaman ve Radikal‟in internet “ana sayfaları” söz konusu unsurlar açısından, içerik analizi yöntemi kullanılarak incelenmektedir. Araştırma sonucu ede edilen bulguların internet gazeteciliğinin profesyonelliğinin sorgulanması, nitelikli bir habercilik anlayışının yerleştirilmesi açısından değerlendirilebileceği beklenmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 169 1- Türkiye’de Ġnternet Gazeteciliği Üzerine… İnternetle birlikte ortaya çıkan sanal gazeteler; resim, ses, video, harita vb. her türden malzemenin sunumunda sağladığı kolaylıklar, merakların ve ilgilerin paylaşımını esas alan yeni toplumlar ortaya çıkarabildiğinden ve diğer herhangi bir iletişim aracı içinde imkansız olan bağlam ve yapı derinliği ile zamana bağımlılığı ortadan kaldırmasından ötürü gazetecilik anlayışında köklü değişikliklere yol açmıştır. Etkileşim (interactivity), paket anahtarlama (packet-switching), eş zamanlılık (synchronicity), çokluortam (multimedia) ve bağlantılı metin (hypertextuality) gibi temel karakteristik özellikler (Newhagen ve Rafaeli, 1996; Pavlik, 1997: 30; Deuze, 2003: 211-215) internete özgü bir gazetecilik anlayışının doğmasına imkan tanımıştır. Başlangıcında yalnızca geleneksel gazetede yer alan kısıtlı unsurlarla (haber, fotoğraf, bulmaca, fal vb.) sanal ortamda gazetecilik yapılırken, ilerleyen yıllarda yaşanan teknolojik gelişmeler okuyucunun dikkatini çekebilecek unsurların (etkileyici görsellik, etkileşim, alan darlığının ortadan kalması ve çok fazla erişime imkân tanıyan bant genişliğinin sağlanması, artan internet hızı, video ve fotoğraf gibi web sitesine ağır yük getiren unsurların daha az yük getirir hale getirilmesi) internet ortamında kullanılabilmesine yol açmıştır. Türkiye‟de gazetelerin internetle tanıştığı 1995 yılından itibaren, bir yandan gelenekselde temsili olan gazeteler bir yandan da internetin sunduğu ekonomik imkânları fırsata dönüştüren çok sayıda internet gazetesi sanal ortamda yayına başlamıştır. Türkiye‟de bu konudaki ilki Zaman gazetesi gerçekleştirmiş ve 2 Aralık 1995‟te internette yayına başlamıştır. Türk basınında internete ilk giren dergi ise Temmuz 1995‟te Aktüel, Ekim 1995‟de Leman olmuştur. Ulusal basında, Zaman gazetesinden sonra Milliyet gazetesi 27 Kasım 1996‟da internette yayımlanmaya başlamıştır. Hürriyet gazetesi, 1 Ocak 1997‟de internette okuyucularıyla buluşurken, onu Sabah gazetesi takip etmiştir. 1997 yılıyla birlikte Türk basını tamamıyla internete adapte olmuş ve yazılı basınımızda yer alan çok sayıda dergi ve gazete sanal ortamda okuyucularına hitap etmeye başlamıştır (Gürcan, 1999: 45-46). Başlangıç yıllarında başta büyük gazeteler olmak üzere daha çok gazetelerinin “basılı nüshalarını” internete aktarmak yoluyla sanal ortama adapte olmaya çalışan bu yeni ortam aktörleri internete özgü bir yayın ve işletme modeli geliştirememişlerdir. Sanal ortamda da gelenekselde olduğu gibi abonelik yoluyla para kazanma girişimleri kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İnternet ve bağlı teknolojilerde yaşanan hızlı değişim ve gelişimlerle birlikte giderek kabuk değiştiren İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 170 U. IĢık – K. A. Koz (şekil, içerik, okuyucuya ulaşma mantığında) ve bu ortama adaptasyonunu tamamlayan gazeteler nihayetinde internette ekonomik gelir elde etmenin temel unsurunun “tıklanma sayısı” olduğunun farkına varmışlardır. Tirajdan gelir elde edemeyen internet ortamdaki medya organlarının en büyük gelir kaynağını ise reklamlar oluşturmaktadır. İnterneti önemli bir mecra olarak gören reklam verenlerin sayısı giderek artmaktadır ve Türkiye‟de online reklam harcamalarının 2007 yılı itibarıyla 40 milyon doları bulduğu tahmin edilmektedir. Bu reklam pastasından pay alabilmek, başka bir deyişle reklamverenin gözüne girebilmek için bilinirlik, içerik kalitesi, ziyaretçi sayısı ve profili, görsel kalite gibi unsurlarla ayırt ediciliğin sağlanması gerekmektedir (Danış, 2009). Kısacası ne kadar çok “tıklanırsa” o kadar çok reklama ve dolayısıyla nakite kavuşma imkânı söz konusudur. Bugüne dek bu yeni ortamı teknolojik özellikleri/üstünlükleri ve gazetecilik temelinde keşfe yönelik olarak yapılan birçok çalışmada (Pavlik, 2000; Deuze, 1999, 2003, 2004; Thurman, 2007; Dimitrova and Neznanski, 2006) internet ortamının; gazeteciye, okuyucuya ve yayıncıya sunduğu fırsatlar ile internetin geleneksel anlamdaki gazetecilik uygulama ve pratiklerinden ayrılan yönleri (Gürcan ve Bekiroğlu, 2007; Aktaş, 2007; Kazaz, 2007) değerlendirilmektedir. İnternet, gazeteci-haber kaynağı ilişkisinden, haberin sunumuna (görsel-metinsel), okuyucu-gazeteci iletişimine dek pek çok şeyi değiştirmiştir. Haberin hazırlık sürecinden sunumuna dek internete özgü biçimler ortaya çıkmış ve bu gazetecilik anlayışında köklü değişimlere yol açmıştır. Evrensel bir iletişim aracı olarak denetlenmesi, gözetlenmesi pek mümkün olmayan internetin zararlı etkileri ve sonuçları karşısında toplumları, bireyleri özellikle de gençleri ve çocukları- koruyabilmek için bazı konular (çocuk pornografisi, teşhir, terörizm, uluslararası dolandırıcılık, sahtecilik) üzerinde tüm dünyanın ortak çalışma yürütmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu yönüyle internet bir yandan sınırsız bir özgürlük ve iletişim alanını bir yandan da kötü niyetlilerin suiistimaline açık bir ortamı simgelemektedir (Işık, 2007:9). Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 171 2- TartıĢmalar/Sorunlar “Kadın teşhirinin rekabetini reddediyoruz” Artık hiçbir haber değeri olmayan çıplak kadın fotoğraflarından oluşmuş foto-galerileri kaldırıyoruz.1 Yukarıdaki satırlar - yaklaşık iki yıl önce- Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni imzasıyla okuyucuya manşetten duyurulan haber başlığından ve spotundan oluşmaktadır. Çalışmaya da ışık tutan bu itirafın yanı sıra mevcut internet haberciliği ortam ve şartlarının, sunulan içeriklerin derinlemesine araştırma ihtiyacı ortadadır. Ülkemizde toplumsal, kültürel ve dinsel değerleri koruma çabalarıyla medyada sunulan içerikler arasında rahatsız edici bir ilişki söz konusudur. Toplumsal değerlerle çerçevesi çizilen cinsellik olgusu konusunda ne ülke eğitim kurumları ne medya ne de ebeveynler üzerlerine düşeni gerçekleştirememektedir. Buna karşın yapılan araştırmalar, arkadaşlar ve medyanın cinsellik konusunda en önemli bilgi kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır (Ercan, 2005). Yukarıda yer alan ve bir çeşit “itiraf” olarak kabul edilebilecek açıklamalar göz önüne alındığında medyanın kimi zaman bu rolüne ilişkin otokontrol ve kendini düzeltme çalışmaları yaptığı ancak mevcut duruma bakıldığında pek de başarılı olamadığı görülmektedir. Yine benzer bir otokontrol çabası da Sabah gazetesi tarafından 27 Temmuz 2007‟de başlatılmıştır. İnternette şiddet, kadın fotoğrafları ve zararlı yayınlara karşı toplumsal bilinç oluşturmak amacıyla başlatılan “Temiz internet” kampanyası, en azından ev sahibi gazete açısından olumlu sonuçlar vermiş görünmektedir. Bütün bunlara rağmen bugün Türkiye‟de habercilik adına internet meydanında boy gösteren gazetelerin sunduğu içerikler tartışma konusudur. Alexa sıralamasında ilklerden olabilme, Google aramalarında en ön sıralara çıkabilme ve reklam pastasından daha büyük bir pay kapabilmek telaşı, kimi zaman “teşhire” kimi zaman da erotizmin sınırlarını zorlayan haber(!) içeriklerine müsaade edilmesine yol açmaktadır. Bugün itibariyle Türkiye‟de en çok ziyaretçi sayısına 1 Fatih Çekirge, Hürriyet.com.tr Genel http://www.hurriyet.com.tr/gundem/6753140.asp. Yayın Yönetmeni. 21 Haziran 2007, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 172 ulaşan ilk 30 siteye bakıldığında gelenekselde de temsili olan büyük gazetelerimizin yer aldığı görülmektedir (http://www.alexa.com/topsites/countries/TR). Ancak her nedense büyük gazetelerimiz bu amaçlarını gerçekleştirirken kullandıkları yöntemler konusunda bihaber davranmakta, bazen de “örtbas” haberler yayınlayarak “Türk okuyucusunun birinci tercihi olmanın haklı gururundan!” bahsetmektedirler. Buradan hareketle çalışmanın bu bölümünde internet sitelerinin trafik kaynaklarına bakmak, okuyucuya nasıl ulaşıldığı ve ne tür teknolojik hileler yapıldığını görmek yerinde olacaktır. 3- Haber Sitelerinin Trafik Kaynakları ve Ġnternete Özgü Haber Tipleri Online haber yayımcılığı, geleneksel haber dilinden ayrılarak kendine özgün bir dil oluşturmuştur. Bu yeni dil, daha çok retoriktir ve ikna edici bir kurguya sahiptir. Temel amaç ise okuyucuyu baştan çıkaran bir söylemle, hedef kitlenin dikkatini olabildiğince çekerek sayfa ziyaretini artırmaktır. Geleneksel yayımcılıkta, haberin yer aldığı sayfalar sınırlı sayıdadır. İnternet sitelerinde ise bu sayı teknik ölçüde “sınırsız” olarak kabul edilebilir. Bu durum her ne kadar avantaj olarak gözükse de aslında internet haber yayımcılığında alternatiflerin artması ve rekabetin olabildiğince sertleşmesi nedeniyle zamanla dezavantaja dönüşmüştür. Kullanıcı, geleneksel yayımcılıkta; vitrin konumundaki ana sayfanın dışında devam sayfalarını okurken, internet yayımcılığında ana sayfanın dışındaki bölümleri tercih etmemektedir. İnternet yayımcılığında, dar alanlara sıkıştırılmış haber başlıkları, karakter sayılarıyla sınırlıdır. Bu durum, internet editörlerini geleneksel haber dilinden uzaklaştırmaktadır. Haber başlıkları, dikkat çekici hale getirilirken, tıklanma değeri yüksek kelimeler tercih edilmektedir. Dil oyunlarıyla örülü bu tercih, haberin ana kurgusunu örtülü hale getirilebilmektedir. Haber başlıklarındaki “kurgusal oyun”, benzer kelime tercihleri ve diğer yayıncı kuruluşların “copy pastları”, farklı içerikteki haberleri bile dublör haline getirmekte, mümasil kılmaktadır. Kullanıcı sayısını artırmak amacıyla yapılan bu kurgusal oyunlar, sayfa ziyaret oranlarını da artırmaktadır. Dikkat çekici bir haber başlığıyla sayfayı ziyaret eden kullanıcı, çoğunlukla yeni sürprizlerle karşılaşır. Milliyet ve Hürriyet gibi gazetelerimizin başını çektiği bu yeni uygulamada, haber içeriği birden fazla sayfalara bölünmektedir. Bu sistem yüzünden kullanıcı, tek bir haber için 2 ila 15 arasında sayfa ziyareti gerçekleştirmek zorunda bırakılmaktadır. Haber içeriğine yerleştirilen cezbedici (!) görsel öğeler, ziyaretleri tetiklemektedir. Bu amaçla; Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 173 haberle ilgili veya ilgisiz aynı içerikle sunulan fotoğraf galerileri ziyaret oranını ve dolayısıyla da “tıklanma sayısını” çok daha üst seviyelere taşımaktadır. Böylelikle, tek bir haber için sayfayı ziyaret eden kullanıcı, kendi tercihi dışında adeta sayfa ziyaret etmeye zorlanmaktadır. 3.1 - Galeri Haber Tipleri 3.1.1 – “Vagon” Haberler Vagon haberler, tek bir haberin birden fazla bölüme ayrılarak içeriğin ayrı sayfalara taşınması yöntemidir. Bu şekilde sayfa ziyareti artırılmakta, okuyucunun sistemde daha fazla sürede kalması sağlanmaktadır. Haberin içerisine eklenen fotoğraf galerileri, bu oranları daha üst seviyeye taşımaktadır. 26 Haziran 2009- www.milliyet.com.tr2 Bu uygulamanın giderek yaygınlaşması içeriğinde zayıflamasına neden olmaktadır. Özellikle fotoğraf galerinin tıklanma oranı yüksek olması, haberlerde kadın teşhirciliğin artmasına neden olmakta, haber siteleri bu tür cinsel öğeler nedeniyle kimi zaman “filtreleme programları”na takılmaktadır. 2 http://www.milliyet.com.tr/GaleriHaber.aspx?aType=GaleriHaber&ArticleID=1110998&PAGE= 1&Date= 26.06.2009&KategoriID=19 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 174 3.1.2- “MatruĢka” Haberler Sayfa ziyaretini artırabilmek amacıyla daha çok Milliyet ve Hürriyet‟in uyguladığı bir diğer yöntem ise “matruşka3” olarak adlandırdığımız haber biçimidir. Bu yöntemde, tıklanma oranı daha yüksek olan ya da editörün diğer haberlere göre daha önemli olduğunu düşündüğü haber, okuyucuyu devama yönlendirecek cezbedici ögelerle (başlık, fotoğraf ya da video) ana sayfaya taşınır. Ziyaretçinin dikkatini çeken bu haber tıklandığında ayrı bir sayfaya yönlendirilir ve 3 numaralı bölümde de gözüktüğü gibi günün tüm magazin haberlerinden oluşan bir derlemeyle karşılaşılır. Ziyaretçi böylelikle önem değeri en yüksek haberden başlayarak önemine göre sıralanan haber turuna sokulur. Bazen de okuyucu, “okumak istediği” habere ulaşana dek, diğer haberlere de göz atmak/tıklamak zorunda bırakılır. 27 Haziran 2009- Hürriyet 3.2. Fotoğraf ve Video Galerileri Görselliğin giderek ön plana çıktığı internet haber yayımcılığı, Alman Bild‟in önünü çektiği yeni bir ekol peşindedir. Bild‟in, internetteki çok yüksek sayfa ziyaretleri, birçok ülkedeki haber sitelerinin de aynı yöntemi izlemesine neden olmuştur. Bu yeni uygulamada, haber içerik olarak zayıf olsa da büyük görsellerle desteklenmiş, bulvar tipi gazetecilik anlayışının internete de hâkim olmasına neden olmuştur. Haber içerisine yerleştirilen fotoğraf ve video galerileri, ziyaret oranlarını (hem sayfada geçirilen süreyi hem de sayfa ziyaretini) çok daha üst seviyelere taşımaktadır. 3 Matruşka, Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Ahşap el yapımı olan bebekler ortasından açıldığında başka bir bebek çıkar, onu açtığınızda yine başka bir bebek çıkar. Tek anne figürünün içerisinde iç içe yerleştirilmiş beş veya yedi bebekten oluşur (http://tr.wikipedia.org). Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 175 Bu konuda 13 Haziran 2009‟da ankarahaber.com adlı haber sitesinin de desteğiyle yaptığımız bir çalışmada, benzer içerikteki iki magazin haberi yayınlanmıştır. Bu haberlerin ilki “Ferhunde’nin acı intikamı” diğeri ise “Avrupa Yakası’nda hüzünlü veda” başlıklarıyla okuyucuya sunulmuştur. İlk haber tek bir sayfada okuyucuya sunulurken, ikinci haber 3 ayrı sayfaya bölünmüş ve içeriğe 14 fotoğraftan oluşan bir galeri eklenmiştir. Haber sitesinin ana sayfasında yayınlanan her iki haberin 3 saatlik yayın döneminin ardından sayfa ziyaretleri incelendiğinde çok farklı oranlarla karşılaşılmıştır. Aynı süre içerisinde ilk haberin sayfa ziyareti 300, ikinci habere ilişkin toplam sayfa ziyareti ise 3150 olarak gerçekleşmiştir. İkinci haber, okuyucunun hem daha fazla “tıklama”sını hem de sitede “daha fazla süre” geçirmesini sağlamıştır. Buradan da açıkça görüleceği gibi içeriğe eklenen galeriler, sitedeki ziyaret oranını, fotoğraf sayısı ve sayfa sayısının çarpanı kadar artırmaktadır. Fotoğraf ve video galerilerinin bir haber sitesine ne derece katkı sağladığı aşağıdaki tabloda da görülmektedir. Alexa verileri4 dikkate alınarak çıkarılan aşağıdaki tabloda haber sitesine ulaşan okuyucunun nerede vakit geçirdiği ya da hangi amaçla siteye ulaştığı görülmektedir. Milliyet Hürriyet Radikal Zaman D O M A İ N (Alan adı) % 88.5 milliyet.com.tr 38.3% hurriyet.com.tr 100.0% radikal.com.tr 99.0% zaman.com.tr S U B D O M A İ N (Alt alan adı) 32.8% kelebekgaleri 0.3% arsiv % 4.1 msnyasam 1.5% editor 1.0% emlak 0.9% sanaleditor 20.0% fotogaleri 5.8% fotoanaliz 0.4% videogaleri - 0.3% medya 0.2% turkuaz 0.1% arkadasim Tablo 1: Haber sitelerinin 19 Haziran 2009 tarihli toplam trafik kaynaklarının domain üzerindeki paylaşımı Milliyet Gazetesi internet sitesi bu konuda yaptığı haberlerde5 kendisine ulaşan okuyucunun yüzde 88.5‟inin ana sayfada sunulan içerikleri izlediğini belirtirken, rakip site olarak adlandırdığı Hürriyet‟te ise okuyucuların yüzde 4 5 http://www.alexa.com/siteinfo/milliyet.com.tr, zaman.com.tr, hurriyet.com.tr, radikal.com.tr “İnternette en çok ziyaret edilenler listesinde zirvede yine milliyet.com.tr”, http://www.milliyet.com.tr/Ekonomi/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetayArsiv&KategoriID=3&Artic leID=1103664 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 176 32.8‟inin gazetenin magazin ekinin galerilerine, yüzde 20‟sinin fotoğraf galerilerine ve yüzde 5.8‟inin de foto analiz bölümünü takip ettiklerini ve ana sayfayı izleyenlerin yüzde 38.3 oranında olduğunu belirtmektedir. Milliyet Gazetesi, Hürriyet konusunda gerçekleri dile getirmesine rağmen kendi web sitesini ilişkin gerçekleri de göz ardı etmektedir. Zira Milliyet istatistiklerde belirtilenin aksine, foto/video galeri vb. içerik sunumlarını subdomain‟de (galeri.milliyet.com.tr gibi) değil, ana domain olan milliyet.com.tr (milliyet.com.tr/galeri) üzerinde tutmaktadır. Hürriyet‟in dışında Radikal ve Zaman gazeteleri de foto galeri vb. içerikleri ana domain üzerinden sunmaktadır. Bu da kısmi de olsa açık kaynak olarak kabul edilen Alexa ölçümlerinde, galeri vb. içeriklerin toplam kullanıcı üzerinden ziyaret edilme oranını kullanıcı bazında ölçüm dışında bırakmaktadır. 3.3. Arama Motorları ve “Kelime” Oyunları İnternet sitelerinin “kullanıcı havuzu” olarak kabul edilebilecek arama motorlarından kendi sitesine kullanıcı/okuyucu çekebilmesi tesadüflere bırakılan bir durum değildir. “Adriana Lima” konusunda Google‟da yapılan bir aramada Türk basınının önde gelen temsilcilerinin ilk sıralarda çıkması da bir tesadüf sonucu gerçekleşmemektedir. Kullanıcılar, arama motorlarında istediği veriye, sayfaya kodlanan anahtar kelimeler veya sistemdeki eşlemeli anahtar kelimeler sayesinde ulaşmaktadırlar. Bu kodlamalar, arama motorlarının olası algoritmalarına göre düzenlenmektedir. Çünkü arama motorlarında, aramalarda giderek önemli bir hale gelen “üst sırada çıkma isteği”nin bir sonucu olarak büyük bir pazar haline gelen optimizasyon hilelerinin önüne geçilmesi amacıyla algoritmalar sürekli değiştirilmekte ya da daha karmaşık hale getirilerek birden fazla bileşen kullanılmaktadır. Haber siteleri de birçok internet sitesi gibi bazı kelime gruplarında rakiplerine göre daha ön sıralarda çıkabilmek amacıyla bu tür optimizasyonlara başvurmaktadır. Bu amaçla, habere ilişkin her bir sayfanın başına, sistem tarafından daha önce yapılan kodlamalarla sistemli biçimde title (site başlığı), keywords (anahtar kelimeler) ve description (sayfa özeti) bilgilerine yer verilmektedir. Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 177 Hürriyet gazetesinin 27 Haziran tarihli “Çamur bahane festival şahane” başlıklı haberinde (http://kelebekgaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid= 20006&rid=2369) ilgili kuruluşun, arama motorlarından “uygun olmayan içerik ve kelime oyunlarıyla” ziyaretçi çekme çabası açıkça görülmektedir. Haber başlığına tıklayan ziyaretçi, haberin içeriğinde “Çamur içinde festival” başlıklı haberle karşılaşırken, zayıf bir içerikle sunumu yapılan haberin sayfa başlığı ise (3) numaralı alanda görüldüğü gibi “Çamurla sevişenler” şeklinde oluşturulmuştur. (1) ve (2) numaralı alanlardaki başlıklar okuyucu için (3)‟üncü başlık ise site başlığı olarak arama motorları için düzenlenmiştir. Sayfanın kaynağında sayfa başlığı (title) olarak “çamurla sevişenler” kelimeleri kullanıldığı görülmektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 178 Aşağıda ankarahaber.com (03-06-2009) adlı haber sitesinin, reyting ölçüm ortamı olan Google Analytics raporlarında yer alan ziyaretçi kaynaklarının dağılımına ilişkin istatistiki değerler yer almaktadır. Buradan da görüleceği üzere ilgili haber sitesinin en büyük trafik kaynağını (% 78,79 ) arama motorları oluşturmaktadır. Bu durum, çevrimiçi ortamda arama motorlarını önemli hale getirmektedir. Aşağıdaki tabloda ise çalışmaya konu edilen dört ayrı haber sitesinin, Google‟da yer alan toplam indekslerindeki çevrimiçi aykırı kelime unsurları listelenmiştir. Milliyet‟in ilgili tarihte Google‟de indekslenen toplam 13 milyon sayfası bulunmaktadır ve bunların içerisinde seks kelimesine ait 55 bin sonuç yer alırken bu oran Zaman gazetesinde sadece 723‟tür. Bu da ilgili kelime gruplarında yapılan aramalarda, Milliyet‟in ziyaret edilme olasılığını artırmaktadır. Milliyet Hürriyet Radikal Zaman Seks 55.000 21.100 46.500 723 Porno 19.800 17.400 19.100 835 Fantezi 4.090 1.450 971 240 Cinsellik 39.500 6.350 10.100 2.190 Erotizm 4.550 1.260 1.290 53 13.000.000 5.750.000 4.920.000 4.650.000 Anahtar Kelime Toplam indeks Tablo 2: 19 Haziran 2009 tarihli Google aramalarında kelime tercihleri Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 179 4. Yöntem Bu çalışma 1-10 Haziran tarihleri arasında incelemeye konu dört gazetenin internet sitelerinde ve yalnızca ana sayfada yer almış 6 haberler ve görsel unsurlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Gazetelerin ana sayfalarını, nitel ve nicel olarak değerlendirebilmek için “içerik analizi” yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi; bir metindeki değişkenleri ölçmek için yapılan sistematik, tarafsız ve sayısal bir analizdir (Berelson, 1984: 18). Nicel değerlendirme kapsamında 9 değişkenden oluşan kodlama formu yardımıyla elde edilen veriler istatistikî olarak değerlendirilecektir. Nitel değerlendirme kapsamında ise özellikle kullanılan haber başlıkları ve kullanılan haber fotoğrafları başlık ilişkisi irdelenecektir. Araştırma kapsamında yanıtı aranan sorular şunlardır: 1. Cinsellik ve “kadın teşhiri” gereğinden fazla olarak okuyucuyu çekmek ve daha çok sayfa ziyareti sağlamak adına kullanılmakta mıdır? 2. Gelenekselde de temsili olan gazetelerin internet sayfalarında sundukları içerikte “cinsellik” ve “kadın teşhiri”nin boyutları hangi düzeydedir? 3. Gazetelerin ana sayfalarında sundukları fotoğrafların ilişkilendirilmesi anlamlı mıdır? haberlerle kullandıkları 5. Bulgular 5.1. “Cinsellik” ve “TeĢhir” Ġçeren Haberlerin Gazetelere Göre Dağılımı ve Toplam Haber Ġçerisindeki Oranları Çalışma kapsamında yapılan incelemelerde Hürriyet gazetesinin arşive atılan ana sayfasında 1-10 Haziran tarihleri arasında toplam 525 haber başlığı 7 tespit edilmiştir. Toplam haberler arasından “teşhir” ve “cinsellik” unsuru taşıdığı tespit edilen 103 haber içerik analizine tabii tutulmuştur. 10 günlük sürede yer alan 103 haber, ana sayfada yer alan toplam haberlerin yüzde 19.6‟sını teşkil etmektedir. İnceleme konusu gazetelerden Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazetelerinin ana sayfalarına “Arşiv”den ulaşılırken, Zaman gazetesi 1-10 Haziran tarihleri arasında ve saat 20.00-21.00 saatleri arasında günlük olarak takip edilmiştir. Zaman gazetesinde cinsellik ve teşhire dayalı hiçbir bir unsura rastlanmadığı için haber sayısı bakımından istatistiki bir değerlendirme yapılmamıştır. 7 Arşive atılan ana sayfadaki bütün haberleri kapsamaktadır. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haberler.aspx?id=2065&tarih=2009-06-01 ve takip eden günler. 6 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 180 Tarih Gazete Hürriyet Milliyet Radikal 2 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 3 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 4 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 5 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 6 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 7 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 8 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 9 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal 10 Haziran Hürriyet Milliyet Radikal Hürriyet Toplamı Milliyet Toplamı Radikal Toplamı Genel Toplam 1 Haziran Ana sayfada yer alan toplam haber baĢlığı sayısı 52 62 47 54 62 47 50 66 47 54 64 47 51 63 43 51 58 45 52 60 43 53 66 43 54 65 43 54 62 43 525 627 448 1600 Cinsellik/kadın teĢhiri içeren haber sayısı 9 12 3 10 12 1 14 14 1 14 16 3 11 14 4 11 12 1 6 13 3 10 15 9 10 9 14 4 103 133 20 253 Yüzde % 16.9 19.3 6.3 18.5 19.3 2.1 28 21.2 2.1 25.9 25 6.3 20.3 22.2 9.3 20.3 20.6 2.2 11.5 21,6 6.9 18.8 22.7 16.6 16.6 16.6 22.5 9.3 19.6 21.2 4.4 15.8 Tablo 3: Cinsellik ve Teşhir İçeren Haberlerin Ana Sayfada Yer Alan Haberlere Oranı Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 181 Milliyet gazetesinin ana sayfasında ise 1-10 Haziran tarihlerinde toplam 627 haber başlığı yer almaktadır8. Bunların arasından 133 haber incelememiz açısından gerekli unsurları taşıdığı gerekçesiyle içerik analizine tabii tutulmuştur ve bu değerlendirmeye alınan toplam haberin yüzde 21.2‟sine tekabül etmektedir. Çalışma kapsamında ele alınan Radikal gazetesinin, arşivlerinde yapılan incelemede ise, on günlük sürede 448 haber unsuru değerlendirmeye alınmıştır. Radikal gazetesinin “teşhir” ve “cinsellik” içeren haber sayısı ise 19‟dur. Bu ise toplam haberlerin yüzde 4.4‟ünü teşkil etmektedir. Zaman gazetesi dışında incelemeye konu diğer 3 gazetede toplam 1600 haber arasından 253‟ünde cinsellik ve teşhir unsuru içeren; başlık, görsel öge ve ifadeye rastlanmıştır. Bunun toplam habere oranı ise yüzde 15.8 olarak gerçekleşmiştir. İçerik analizine tabii tutulan toplam 258 haberin gazetelere göre dağılımı ise aşağıdaki gibidir. Frekans Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde Hürriyet 103 39,9 39,9 39,9 Milliyet 136 52,7 52,7 92,6 Radikal 19 7,4 7,4 100,0 Toplam 258 100,0 100,0 Tablo 4: Cinsellik-Teşhir İçeren Haberlerin Gazetelere Dağılımı 5.2. Kullanılan BaĢlık Grameri İnceleme konusu üç gazete, cinsellik ve teşhir içerdiği tespit edilen toplam 258 haberde kullandıkları başlık açısından da değerlendirilmiştir. Haberlerin yüzde 39‟unda eksiltili-devrik cümle kullanılırken, yüzde 53‟e yakını düz cümle ile başlıklandırılmıştır. Soru ve flaş-şok ifade şeklinde başlıklandırılan haberler ise (yüzde 8) daha azınlıkta kalmıştır. 8 Arşivde görüntülenen ana sayfada, “Günün Diğer Haberleri”, “Sinema”, “Kültür-Sanat”, “Astroloji”, “Mizah” “TV Rehberi”, “Renkli Hayatlar”, “Milliyet İnternet TV” gibi bölümler değerlendirmeye İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 182 Frekans Yüzde 101 39,1 39,1 39,1 Soru cümlesi 8 3,1 3,1 42,2 Flaş-şok ifade 13 5,0 5,0 47,3 100,0 Eksiltili-Devrik cümle9 Geçerli yüzde Birikimli yüzde Düz cümle 136 52,7 52,7 Toplam 258 100,0 100,0 Tablo 4: Haberlerde Kullanılan Başlık grameri 5.3. Haberde Cinsellik-TeĢhir Unsurunun Kullanıldığı Yer ve KullanılıĢ Biçimi Üç gazete özelinde ele alınan 258 haber üzerinde yapılan incelemede cinsellik ve teşhirin çoğunlukla görsel ögeler kullanılarak gerçekleştirildiği görülmüştür. 160 haberde görsel unsur yoluyla yapılan teşhirin (yüzde 62) yanı sıra 60 haberde de (yüde 23.3) en az iki alanda (başlık, görsel unsurlar ve metin) söz konusu unsurlara rastlanmaktadır. Bunun yanı sıra 20 haberde ise sadece başlıkta (yüzde 7.8), 18 haberde ise sadece metinde (yüzde 7) teşhir-cinsellik unsurları yer almıştır. Cinsellik ve teşhir içeren haberlerin büyük çoğunluğunda (yüzde 64: 165 haber) “kadın obje”ye yer verilirken, yalnızca yüzde 5.4‟lük bir dilimde yer alan 14 haberde erkek obje ön plana çıkarılmıştır. Haberler yoluyla cinsellik imasına 10 37 haberde rastlanırken (yüzde 14.39, yalnızca görsel unsur kullanımı 11 yoluyla cinsellik ve teşhire 13 haberde, erotizm içeren ifade ve unsurların kullanımına ise 29 haberde (yüzde 11) rastlanmıştır. İnternette tasarım ve mizanpaj açısından yaşanan yer darlığı tam cümle kurmayı güçleştirmektedir. Bu nedenle tam bir cümle kurulabilmesi için gereken ana unsurları (yüklem) içermeyen cümlelerle, devrik cümlelerden oluşan başlıklar kullanılmaktadır. 10 Cinsellik iması: Haberde başlık ya da metinler yoluyla cinselliği çağrıştırıcı ifadeler. (“Evlenmeden de olur” Hürriyet, 8 Haziran) 11 Görsel unsur kullanımı: Haberle ve konusuyla ilgisi olmasa da kullanılan resmin, kadın teşhirine dayalı olması. (“Öyle bir hastalık ki” Hürriyet, 8 Haziran) 9 Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 183 5.4. Haberlerde “En Sık Vurgulanan” ya da “Tekrarlanan Ġfade” 12 Frekans Cinsel görsellik vurgusu Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde 167 64,7 64,7 64,7 Cinsel istek uyandıran ifade 40 15,5 15,5 80,2 Cinsel tercih 11 4,3 4,3 84,5 Cinsel suçlar 21 8,1 8,1 92,6 Diğer 19 7,4 7,4 100,0 258 100,0 100,0 Toplam Tablo 5: En sık kullanılan ya da vurgulanan cinsel ifade Üç gazete ve 258 haber üzerinde yapılan incelemede, cinsellik-teşhir içeren haberlerin büyük çoğunluğunun “cinsel görsellik vurgusu” yapan ifadelerle şekillendirildiği görülmüştür. Haberlerin yüzde 15‟inde “cinsel istek uyandıran ifade”lere yer verilirken, 21 haber taciz, tecavüz türünden “cinsel suç/adli vaka” vurgusu yapan metin ve görüntüler içermektedir. 5.5. Haberin Yönlendirildiği Yer ve Ana Sayfadaki Konumu İncelemede ana sayfada yer alan 258 haberin sitede hangi bölüme yönlendirildiği de sayısal olarak ortaya konulmuştur. Buna göre haberlerin büyük bir çoğunluğu (yüzde 52: 134 haber) foto galerilere yönlendirilmiştir. Elde edilen veriler, foto galerilerinin internet haber siteleri için ne denli bir “rating kaynağı” olduğunu da ortaya koymaktadır. Bir internet okuyucusunun daha fazla sayıda “tıklama” gerçekleştirmesi ve daha fazla süre ile sayfa ziyaretinde kalması için haberciler “foto galerileri”ni etkili bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Cinsel görsellik vurgusu: Habere konu kişi ya da kişilerin fiziki görüntülerinin ön planda tutulduğu haberler. (Kağıt bebekler ne kadar kazanıyor?, Dünyanın en güçlü kadını 34 yaşında, Milliyet, 8 Haziran) Cinsel istek uyandıran ifade: Seks, frikik, çıplak, dekolte vb. kelimeler içeren haber başlıkları ile yapılandırılan haberler. (Frikik var, iç çamaşırı yok!, Milliyet, 6 Haziran; Bir erkeğe dört kız düşüyor, Hürriyet. 9 Haziran.) Cinsel tercih: Eşcinsellik, lezbiyenlik vs. konularla, kişilerin cinsel fantezilerini konu alan haberler. (Seks bağımlısıymış, Milliyet, 8 Haziran; Eşcinseller bilimsel olarak incelenecek!, Radikal, 5 Haziran) Cinsel suçlar: Tecavüz, taciz türünden konular, cinsel şiddet haberleri. (Prensin „seks kölesi‟ kurtuldu, Milliyet, 2 Haziran, Küçük kıza otomobilde tecavüz!, Milliyet, 3 Haziran) 12 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 184 Frekans Yüzde 134 51,9 51,9 51,9 6 2,3 2,3 54,3 25 9,7 9,7 64,0 3 1,2 1,2 65,1 Devam sayfası 69 26,7 26,7 91,9 Vagon/Matruşka haber 21 8,1 8,1 100,0 258 100,0 100,0 Foto galeri Video Eklere link Başka bir siteye link Toplam Geçerli yüzde Birikimli yüzde Tablo 6: Haberin Yönlendirildiği Yer Son dönemlerde foto galerileri ile benzer bir işlevi yerine getiren “Vagon” ve “Matruşka” haberler de rating ve sitede geçirilen sürede belirleyici rol oynamaktadır. İncelememize konu olan 258 haberin yüzde 8‟i (21 haber) bu yöntemlerle dizayn edilmiştir. Bunun dışında haberlerin yüzde 26.7‟si devam sayfalara aktarılırken, yaklaşık yüzde 13‟ü video, eklere ya da başka bir siteye yönlendirme yapmaktadır. İncelemede 258 haber, ana sayfada yer aldığı konum açısından da değerlendirilmeye tabii tutulmuştur. Yukarıdaki frekans tablosunda da görüleceği üzere, haberlerin yüzde11‟den fazlası (29 haber) manşet ve sürmanşet olarak ana sayfaya girerken, yine yüzde 27‟si (71 haber) manşet bölgesinde vitrine çıkmıştır. İncelemeye konu 258 haberin büyük bir çoğunluğu ise (yüzde 61.2: 158 haber) göbek tabir ettiğimiz bölümden ana sayfaya dahil olmuştur. Frekans Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde 25 9,7 9,7 9,7 Sürmanşet 4 1,6 1,6 11,2 Sağ manşet resimli 6 2,3 2,3 13,6 Sağ manşet 21 8,1 8,1 21,7 Manşet altı (resimli) 44 17,1 17,1 38,8 100,0 Manşet Göbek 158 61,2 61,2 Toplam 258 100,0 100,0 Tablo 7: Haberin sayfadaki konumu Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 185 5.6. Cinsellik-TeĢhir Ġçeren Haberin Türü ve Haber-Resim ĠliĢkisi Sayısal değerlendirme yapılan 258 haberin yüzde 51.2‟si (132 haber) magazin konularını kapsarken, yüzde 27‟si dış kaynaklı haberlerden oluşmaktadır. Haberlerin yüzde 13.6‟sı ülke gündeminden konulara ve yaşam/sağlık içeriğiyle donatılırken (35 haber), yüzde 8‟i derleme haber 13 şeklinde konumlandırılmıştır. Magazin Frekans Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde 132 51,2 51,2 51,2 Dış haber/dünya 70 27,1 27,1 78,3 Yaşam/sağlık 15 5,8 5,8 84,1 Yurt içi haber/gündem 20 7,8 7,8 91,9 100,0 Derleme haber Toplam 21 8,1 8,1 258 100,0 100,0 Tablo 8: Cinsellik/teşhir içeren haberin türü Yine bir başka değerlendirme konusu da kullanılan fotoğraflarla haber ilişkisi üzerine olmuştur. Milliyet, Hürriyet ve Radikal gazetelerinin ana sayfalarında ve devama aktarılan sayfalarda kullandığı fotoğraflarla haberin konusu arasındaki ilişkiye bakıldığında, 151 haberin güncel resimlerle yapılandırılırken, yüzde 36‟sının arşiv kayıtlarındaki resimlerle sayfaya taşındığı görülmüştür. Haberlerin küçük bir kısmı ise resim-grafik-clipart ile şekillendirilmiştir. Güncel Frekans Yüzde Geçerli yüzde Birikimli yüzde 151 58,5 58,5 58,5 Grafik/clipart 14 5,4 5,4 64,0 Arşiv resim 93 36,0 36,0 100,0 258 100,0 100,0 Toplam Tablo 9: Haber-resim ilişkisi 13 Derleme Haber: Genelde fotoğraf kullanımı ile belirli bir konuda –güncel olmasa da- yapılan haberler. Konuyla bağlantılı fotoğrafların bir kısmı alt yazı ve spotlarla okunur kılınırken ardından gelenler yalnızca görsel unsurlarla donatılıyor. (Makyajsız gezmemesi gereken 50 ünlü isim, Milliyet, 2 Haziran; Dünya onları bu sahnelerle tanıdı, Milliyet, 7 Haziran; Unutulmuş pop starlar, Hürriyet, 3 Haziran.) İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 186 6. Değerlendirme ve Sonuç Yapılan incelemede elde edilen nicel veriler, “kadın teşhiri” ve “cinselliği” ön planda tutan haberlerin birer rating unsuru olarak genel toplam haberler arasında önemli bir boyutta kullanıldığına işaret etmektedir. Milliyet gazetesinin genel toplam haberleri arasında bu tür haberlerin oranı yüzde 21‟e ulaşırken, Hürriyet gazetesi açısından da bu oran yüzde 20‟lere yaklaşmaktadır. Başka bir deyişle 10 haberden 2‟sinde teşhir ve cinsellik unsuru ön planda tutulmaktadır. Bunun yanında; aile içi şiddet, töre cinayeti, vahşet içeren 3. sayfa haberleri de dikkate alındığında, internet haber sitelerinin sunduğu içeriğin ne boyutlarda olduğu daha da anlaşılacaktır. Teşhir ve cinselliğin ön plana alındığı hiçbir haber ve görsel ögenin gözlemlenmediği Zaman gazetesi ile Radikal gazetesinin Hürriyet ve Milliyet gazetelerine oranla çok daha masum bir içerik sunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Temel araştırma sorusu açısından ortaya çıkan gerçek ise; “teşhir” ve “cinselliğin” ön planda tutulduğu -magazin ağırlıklı hafif haberler- incelemeye konu olan gazetelerden Hürriyet ve Milliyet‟te yoğun olarak kullanılmaktadır. Bir başka nokta da gazetelerin kullandıkları haber başlıkları ile fotoğrafların ilişkilendirilmesi açısından göze çarpmaktadır. “Bu küçük kızı tanıdınız mı?”, “Onları bu sahnelerle tanıdınız?”, “En çok paylaşılan kareler” şeklindeki masumane başlıklarla yapılan yönlendirmelerin ardında “teşhir” ve “cinsellik” unsurlarının yer aldığı görsel unsurlar peş peşe sıralanmakta ve bu yöntem daha çok “tıklanabilmenin” anahtarı olarak kullanılmaktadır. Bazen de tam tersine, çok daha masum bir içerik taşıyan haber içeriği arşivden ortaya çıkarılmış şuh bir fotoğrafla süslenmektedir. Geleneksel basınımızın güçlü temsilcilerinin internet ortamında sundukları bu içeriklere; genç, çocuk, yaşlı her kesimden insanın rahatça ulaşabildiği düşünüldüğünde bu içeriklerin daha sağlıklı ve okunabilir hale getirilme zorunluluğu ortadadır. Nitekim dönemin Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Çekirge, “Kadın Teşhirinin Rekabetini Reddediyoruz!” başlıklı yazısında bu konuda da şöyle bir itirafta bulunmuştu: “Biliyoruz ki internet sitelerine girebilmek çok kolaydır. Yarı pornografik ve kadın teşhirine dayanan üstelik hiçbir haber değeri olmayan fotoğraflara ne yazık ki çocuklarımız da kolayca ulaşabilmektedir... Bunun için de kaldırıyoruz...” Çalışma ile ortaya çıkan sonuç ve gözlemlerden elde ettiğimiz önemli verilerden biri de, internet ortamındaki aşırı rekabet ortamında özellikle çocuk ve gençlerin ruh sağlığı ve psikolojilerinin gözardı edilmekte olduğudur. İncelemeye Güz 2009, Sayı:29 Cinsellik Üzerinden “Tık Ticareti”: Ġnternet Haberciliği Üzerine Bir Ġnceleme 187 aldığımız üç gazetenin geleneksel ortamdaki içerikleriyle internette sundukları içeriğin farklılığı da ortada iken, internete özgü içerik yaratma girişimlerinin temelinde daha fazla “tık” alabilmek ve okuyucuyu daha fazla sitede tutabilmek adına, deyim yerindeyse “bel altı yöntemler” kullanılmaktadır. “Üstsüz klip çekti!” (8 Haziran, Hürriyet), “Bir erkeğe dört kız düşüyor” (9 Haziran, Hürriyet), “Seks oyuncağı edinin” (10 Haziran, Hürriyet), “Frikik var, iç çamaşırı yok!”, “Fermuarını açık unutunca” (6 Haziran, Milliyet), “Çamaşır giymeyi unutunca” (10 Haziran, Milliyet) vb. türünden başlıklar, okuyucuların hemen her gün görmeye alıştığı ve giderek de yadırgamadığı haberler olarak karşımıza çıkarken, çok daha masum başlıklarla (“Beyaz giyerken dikkat!”, 5 Haziran Hürriyet; “Konuşan fotoğraflar”, “En çok paylaşılan kareler”, Milliyet) sunulan haberlerin altına yerleştirilen içerik ve görsel ögeler “teşhir”in boyutlarını ortaya koymaktadır. Her ne kadar çalışmamız büyük bir resmin küçük bir bölümüne ışık tutsa da, birazcık “cinsellik” ve “teşhir” koklatılmış haberlerin ulaştığı rating rakamlarının cazibesinin ve ekonomik getirisinin geleneksel gazetecilik değerlerini hiçe sayan bir anlayışın zaferine yol açtığı sonucunu doğurmaktadır. Ancak bu anlayışın karşısında uygulamaların ve teşhirden arındırılmış daha sağlıklı bir habercilik arayışında olanların varlığı da bilinmektedir. KAYNAKÇA Aktaş, C. (2007) İnternet‟in Gazeteciliğe Getirdiği Yenilikler, Selçuk İletişim, 5(1). Berelson, B. (1984) Content Analysis in Communication Researh, Hafner Press, New York. Danış, S. (2009) Türkiye‟de Online Reklamcılık Sunumu, http://www.zapmedya.com/data/sarperdanis_0802_onlinereklamcilik_public. pdf. [Erişim: 5 Haziran 2009] Deuze, M. (1999). Journalism and the web: An analysis of skills and standards in an online environment. Gazette, 61(5), 373–390. Deuze, M. (2003) The web and its journalisms: considering the consequences of different types of newsmedia online, New Media&Society, Vol(5)2, pp.203230. Deuze, M. (2004) What is Multimedia Journalism?, Journalism Studies, Vol:5, Number 2, pp.139-152. Dimitrova, D.V. Neznanski, M. (2006) Online Journalismand the War in İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi U. IĢık – K. A. Koz 188 Cyberspace: A Comparison Between U.S. and International Newspapers, Journal of Computer-Mediated Communication 12 (2006) 248–263 ª 2006 International Communication Association. Ercan, H.(2005) Türkiye‟deki Gazetelerde Cinsellik, Türk HIV AIDS Dergisi, 8 (2), s.61.69. Gürcan, H.İ.(1999) Sanal Gazetecilik, Anadolu Üniversitesi Yayınları: Eskişehir. Gürcan, H.İ. ve Bekiroğlu, O. (2007) Türkiye‟de İnternet Gazeteciliği Açısından Yerel Basının Genel Görünümü ve Bölgeler Arası Bir Değerlendirme, Selçuk İletişim, 5(1), s.22-29. Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması Sonuçları (2008), Sayı:138, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=2055, [Erişim: 26 Mayıs 2009] http://www.alexa.com/topsites/countries/TR Internet Usage in Europa (2009) http://www.internetworldstats.com/stats4.htm, [Erişim: 26 Mayıs 2009] Işık, Umur (2007) Medya Bağımlılığı Teorisi Doğrultusunda İnternet Kullanımının Etkileri ve İnternet Bağımlılığı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, S.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü: Konya. Kazaz, M.(2007) Geleneksel Habercilikten İnternet Haberciliğine Geçiş Sürecinde Spor Basını, Selçuk İletişim, 4(4): 220-229. Newhagen, J. E., & Rafaeli, S. (1996) Why communication researchers should study the Internet: A dialogue, Journal of Communication, 46, pp.4-13. Pavlik, J.V. (1997) The Future of Online Journalism: Bonanza or Black Hole?, Colombia Journalism Review, Jul/Aug 97, Vol.36, Issue 2, p.30. Pavlik, J.V. (2000) The Impact of Technology on Journalism, Journalism Studies, Vol:1, Number 2, pp.229-237. Thurman, Neil (2007) The globalization of journalism online: A transatlantic study of news websites and their international readers, Journalism, 8(3), pp.285307 Güz 2009, Sayı:29 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- WHAT IS „EMPOWERING‟ AND WHO THE „USERS‟ ARE IN THE NEW MEDIA Bora ATAMAN1 ABSTRACT The battle on the meaning is inseparable from political ideologies. In this paper, therefore, the notion of ‘empowering for users’ as a common expression in media studies will be evaluated by focusing on various examples selected from new media applications on the scope of the liberal ‘media pluralism’ and the radical ‘media imperialism’ theories. As the flagship of the new media, the Internet is acknowledged as the perfect ‘marketplace of ideas’ in the liberal model, while critical political economists of communication delve into the complexity of cultural industries and the valorisation processes of cultural objects in the new media context. Understanding the use and the role of the media is one of the most complex issues of our time, as they are inextricably intertwined with our everyday lives. However, warning against a positivistic techno-global millenarianism in the light of the multidimensionality of our social world is a must. Key Words: New Media, Empowerment, Media Pluralism, Media Imperialism Yeni Medyada “Kullanıcının Gücü” ÖZET Anlam üzerine mücadele politik ideolojilerden ayrı düşünülemez. Makalemizde, bu sebeple, medya çalışmalarında yaygın bir ifade haline gelmiş ‘kullanıcının gücü’ nosyonu, liberal ‘çoğulcu medya’ ve radikal ‘medya emperyalizmi’ teorileri kapsamında, yeni medya uygulamalarından seçilen çeşitli örneklerle değerlendirilecektir. Yeni medyanın amiral gemisi Internet liberal modelde ‘fikirler pazarı’ olarak kabul edilirken, eleştirel gelenekten olan iletişimin politik ekonomistleri, yeni medyayı, kültür endüstrilerinin kompleks yapıları ve kültürel objelerin kapitalist ekonomide değer kazanma süreçleri bağlamlarında incelerler. Günlük hayatımızı bu derece sarıp sarmalaması, medyanın kullanım biçimleri ve rolünü kavramayı çağımızın en karmaşık konularından biri haline getirmiştir. Ancak toplumsal hayatımızın çok boyutluluğu ışığında, pozitivist tekno-küresel bir ‘İdeal Çağ’ beklentisine karşı uyarıda bulunmak bir gerekliliktir. Anahtar Kelimeler: Yeni Medya, Yetkilendirme/Güçlendirme, Medya Çoğulculuğu, Medya Emperyalizmi 1 Yardımcı Doçent Doktor, Doğuş Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İletişim Bilimleri Bölümü İletişim 2003/18 B. Ataman 190 Introduction Words find their meanings in the dialogic reality of the language, as Bakhtin manifested (1981). The mutual understanding of minds within their contradictory social contexts could only be possible through the changing, transforming and living language. Therefore, words always have different connotations alongside their given denotations in the reality of everyday life. And as Freire puts (1996), conscientização (critical consciousness) is only available to those who have the capacity to name the world through their own words. By naming the world, and in a sense decoding it, people might begin to transform their oppressive realities for a better world. Here, there are at least two concepts that are needed to be emphasised and decoded by considering Freire’s approach and Bakhtin’s proposal of primacy of context over text, such as ‘empowering’ and ‘users’. However, it should be mentioned that decoding processes and resulting outcomes are varying in the dialogic relations of heteroglossia; conflicts between ‘centripetal’ and ‘centrifugal’, ‘official’ and ‘unofficial’ discourses within the language. In this essay, the notion of ‘empowering for users’ as a common expression in media studies will be evaluated by focusing on various examples selected from new media applications on the scope of the liberal ‘media pluralism’ and the radical ‘media imperialism’ theories. Hetoroglossia, in this regard, brings out not only the different perspectives, but also the clash of antagonistic social and political forces. Therefore, the concept of the user is dispersed and stratified across theories, but nevertheless, it would be virtually impossible to locate any of them in the cyberutopia where they can freely float. In the case of „empowering for users‟: media pluralism vs. media imperialism In media and cultural studies, polemical positions can be defined according to their ideological/political positionings. Thus, it would not be absurd if one tried to locate the main bases of the conservatives, liberals and democrats within the longstanding debates about the direct or indirect effects of information and communication technologies upon our lives or their roles in it. The battle on the meaning is therefore inseparable from political ideologies. In regard to media studies and also media policy, it reflects the particular antagonism between the famous theories of market oriented ‘media pluralism’ and radical ‘media imperialism’ (McQuail, 1992; Fiske, 1989; Mouffe, 2000; McChesney, 2000; Mattelart, 2003). Güz 2009, Sayı:29 What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media 191 The resulting academic debate is multi-sided and intertwined, even though the primary subject is the media’s ‘liberating’ role for the users. For instance, as the flagship of the new media, the Internet is acknowledged as the perfect ‘marketplace of ideas’ in the liberal model, while critical political economists of communication delve into the complexity of cultural industries ‘in order to grasp the growing process by which cultural activities became objects of valorisation by capital’ (Mattelart and Mattelart, 1999: 91). A salient part of the so-called pluralist view generally carries the American label (Hall, 1982). For instance, John Fiske (1988), as one of the prominent representatives of pluralism in media studies, accepts mainstream media, specifically television, as a generator of polysemic texts. Therefore, messages can be interpreted in different ways, since programs provide a plurality of meanings which may find their actual values in social life. Although he stresses that he does not support the idea of liberal pluralism, he insists upon the flexibility of text and says ‘To be popular, then, television must be both polysemic and flexible’ (1988: 84). In this notion of pluralism, texts are ‘open’ and readers, audiences or users are able to extract the dominant view and transform it into something dissident or simply what they like. In the example of Dallas, he asserts its openness in comparison to a restaurant menu that allows people to choose whatever they like according to their socially situated and differentiated tastes. This approach, he argues, is ‘more productive than seeing the text as a singular determinate, closing down its meanings and producing a singular dominant ideology’ (Fiske, 1989:27-30). Thus, this ‘polysemic potential’ is indeed the keyword for most of media pluralism theories. At the same time, however, this reflexive keyword is also the Achilles heel of these theories: essentially, it can be argued that, they are in fact in agreement with the argument of Ericson et al. (1987) that the media (by implication, both in news and in entertainment) is open and diverse, and ultimately with the liberal-pluralist view that all is basically right with the media, and consequently with democracy. The traditional American pluralism has been transferred to new media studies, resulting in a sort of cyber-utopianism. Negroponte (1995), who sees empowered people socialising in decentralised, globalised and harmonised digital neighbourhoods in the near future, is a good example. But Mattelart (2003: 139) points out: ‘Whom is Negroponte empowering? The individual as a free-floating unit, sovereign in a free market’. At the same time, Jenkins and Thorburn (2004) illustrate the slippery ground of this ‘cyberutopianism’ and how this can peacefully associate with consumerist values. Therefore, an Apple computer could be a İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 192 B. Ataman commodity but at the same time ‘a tool of liberation directed against an impersonal Orwellian bureaucracy’ (11). However, the fact has been controversial. Boyd-Barrett (1998), by conferring to Newman’s work, explains how Microsoft -arguably a major controller of the Web- is a menacing indication of the controls on the standards of the Internet. Allegedly, this giant aims to dominate all levels of software production, distribution and consumption in close liaison with hardware companies like Intel, entertainment companies like Disney and other media delivery systems like WebTV Networks. The Java language, once being an open standard for running software over the Internet, is one example of a standard under threat from the increasing centralisation of control online. In their article, Terry Flew and Stephen McElhinney draw attention to the kinship between the mainstream economists and liberal communication theorists, who are keen supporters of the combination of new technologies and markets. Furthermore, they also believe in media globalisation since it ‘promotes opportunities for shared information, borderless communication and global commerce’ (2007: 289). Not surprisingly, the free-market conception of society moves closely with liberal democratic ideas in which the consumer-individual is greeted as the author of their own history (Mattelart and Mattelart, 1999: 124-125). Global media, in this regard, is seen as intrinsically effective in the circulation of liberal democratic ideas, and empowering for citizens or users against corrupt local authorities. In neo-liberal ideology, authorities are mostly conceptualised as corrupt and oppressive powers against consumer-individuals, especially when they try to interfere or regulate the so-called free market. For more democracy, more justice and a more balanced society, the proponents of free markets urge that all information and communication services should be deregulated, decentralised and abandoned to commerce. However, as McChesney (2000: 119-185) shows in the example of the commercialisation of the Internet in the US, the government’s economic and political power is crucial, and nearly always works in favour of corporate America, but not for the people. In general, as McChesney shows in detail, the main aim was eliminating democratic process of policy making, in order to save the private interests of a few from popular interference. Although they never wanted any public involvement, they have always been eager for public subsidy. Their aspiration is for maximum profits, but they are not eager to pay for expenses, especially when there are government subsidies to be exploited. And McChesney adds, ‘85 percent of research and development in the U.S. electronics industry was Güz 2009, Sayı:29 What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media 193 subsidized by federal government’ (142). This could also be the explanation of the historic $100 billion ‘gift’ to US media companies, which originated from publicly owned electromagnetic spectrum. Moreover, a large number of facts have shown that commercialised and globalised media systems, notwithstanding their age, are not necessarily taking democratic values into account and do not pay attention to any improvement which could be empowering for users, if they do not have enough amounts of shares in media conglomerates. The current infrastructure of the electronic and digital media has significantly muffled the popular ‘electronic democracy’ idea of the mid-1990s. Schuler (2000: 69) puts it clearly: ‘A decade ago commercial content was barred from the Internet; now an estimated 90 percent of all Web pages are for financial gain’. Their hunger is for cash, not for a sophisticated empowered community of citizens or netizens who might bother valuable business interests. As Mark Poster (2007:135) points out, ‘Corporations and entrepreneurs want nothing more than to glean greater profits’. The example of CNN is noteworthy for understanding the global media attitude towards democracy. As an effect of its advocacy for the Bush Administration’s militarist politics, CNN received ‘support from Federal Communications Commission for the takeover of the largest cable TV network DirecTV’, in return (Flew and McElhinney:292). Despite the fact that they were once called as one of the harbingers of global democracy, Murdoch’s CNN has been illustrating such a lubricious attitude towards many subjects worldwide that it is rather unlikely to be able to keep on carrying this positive reputation. Mutual support between governments and news corporations are not limited to one nation or one network. Since becoming a truly global corporation, satisfying the needs of other authorities such as the anti-democratic Chinese government, is Phoenix TV’s main goal (a News Corporation joint-venture in China). Therefore, it would not be prudent to concur with official opinion in China, for instance, regarding the dissident ‘Falun Gong’ movement which is seen as ‘a dangerous and apocalyptical cult’(Flew and McElhinney: 292). China’s expanding market has not only attracted News Corporation: Yahoo was one of the many pioneers of freemarket liberalism entered to this arena. However, its libertarian background had apparently vanished, probably due to a sharp decrease in stock market prices on the eve of the new millennium. After defending even the right to sell Nazi memorabilia in the name of global democracy, Yahoo decided to take a new step. In 2002, the company – arguably a sign of the decentralised global democracy – became a censor on behalf of the Chinese government by agreeing to limit access to online content İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 194 B. Ataman and even inspect, monitor and inhibit the so-called harmful information. In the ‘Article 10’ which belongs to a document called the Public Pledge on SelfDiscipline for the Chinese Internet Industry, Yahoo accepted these assignments (Lemon, 2002). But there was one more step; having been a successful censor, the ‘tired democrat’ was to advance its position to an intelligence service supplement. In 2005, Yahoo tracked down a Chinese Journalist at the request of the government, which put him jail for ten years (Goldsmith and Wu, 2006: 10). Whatever the consequences of market–oriented new media applications as shown above, most of the theories rooted in cultural studies reiterate their determination to find the active users in the cyberspace and defend their abilities to act (Boyd-Barrett, 1998; Rantanen, 2005; Morley, 2006; Dyer-Witheford, 2007; Rushkoff, 2003; Poster, 2007). In general, after criticising the liberal media’s pluralism and the radical media’s imperialism schools as being determinist or essentialist, the current fashion is subsequently striving to reformulate and develop new perspectives. These studies are, mainly, inspired by the growing use of the Internet and digital media, and their fascinating potential for a more democratic world, which leads them in search of conscious individuals, active audiences, political activists and so forth, who hopefully would take part in the democratisation of offline as well as online ‘public spheres’. It is clear that optimists, who are generally evolutionist rather then revolutionist, never give up believing in the positive interplay between modern technologies and the individual in the course of time. Although many of them admit that technology does not have the power to cause any positive/negative change on human history by itself, their commemorations of Canadian literature professor Marshall McLuhan sometimes blur that acknowledgment. The most generative phrases belong to McLuhan (2001) were ‘the medium is the message’, in which communication technology is considered as the cause of change: first in minds, and then in society, and the ‘global village’ in which people begin to live, owing to television. He also invented new concepts to support his deterministic arguments such as ‘hot medium’ and ‘cold medium’. In this sense, television is cold and unlike hot ones, like newspapers or books, enables people to participate much more consciously to the determining process of meaning, as it is not highly filled with data. Therefore, audiences/users who consume electronic signals of a TV box are becoming active in a McLuhanian sense, since they should fill the data which is missing in a cold medium. To some extent, his deterministic media theory transferred into new media studies. Güz 2009, Sayı:29 What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media 195 Poster (2007), for instance, argues that new media which elevates activities as a space may serve to create new types of subjects. Although he points out that the market and the state colonise new media, and benefit from its instrumentality to sustain their pre-practices, he believes that the potential of the new media offers new spaces for counter-politics. As Poster suggests, new media studies concerning culture should take into account the role of information machines in the process of mediating people’s symbolic practices. Presumably, the salient importance of these machines is the way they change people’s time and space perceptions, which also ‘open the field to new spaces of politics’ (139). Computer-mediated communication fundamentally shifts the registers of human experience as we have known them in modern society and even as they have been known through ages. Time and space, body and mind, subject and object, human and machine are each drastically transformed by practices carried out on networked computers (Poster, 2007:136). In line with Poster, Dahlgren (2007) acknowledges the significance of new technology and networked communication as he explains the characteristics of the ‘alter-globalization movement’ against the neo-liberal hegemony in the process of globalisation. For him, the Net is not only a source that explicitly contributes progressive civic culture but also a milieu of newer forms of civic identities. These identities are formed around Net-based activist organisations, through sharing information, knowledge and abilities. Their democratic structures are usually in line with one-to-one architecture of the Internet. Hence, users are encouraged to be active participants in debates as well as decisions. Dahlgren, like many proponents of the networked democracy, believes that such practices and gained skills enhance one’s awareness about being a citizen, and solidifies loyalty to the democratic system. Web based organizations such as Indymedia, therefore, strengthen the political participation which is truly empowering for users. Dahlgren, in general, greets the potentials and opportunities of the new media even though his focus on radical democracy determines his framework as well as his instrumental approach. Rushkoff (2003), however, is more close to Poster than Dahlgren in his conceptualization of the Internet. He announces the electronic renaissance, ‘to be a rebirth of old ideas in a new context’ and continues: Predictably, the financial markets and consumer capitalism, the dominant narratives of our era, were the first to commandeer successfully the renaissance. But they squandered their story on a pyramid scheme (indeed, the accelerating force of computers and networks tends to force any story to its İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi B. Ataman 196 logical conclusion) and now the interactive renaissance is once again up for grabs (Rushkoff, 2003:38-39). This interactivity means a lot for him. It reduces our dependence on closed texts, while assisting to create our own narratives together. Rushkoff dwells on people’s transformation from readers to writers, which in turn might forge a global society opposite to the free market model of globalisation. This proposed alternative global society relies on cooperation and organic interchange, instead of rivalry and monetary exchange. Enriching his own point by evidence from biology, especially the coral reef example, Rushkoff asserts that compatible activity of the collective does not have coercive effects on the behaviour of the individual. In fact, he says, ‘the vast series of interconnections between the creatures allows any single one of them to serve as a ‘remote high leverage point’ influencing the whole’ (48). Afterwards, he gives the example of amateur footage appearing on television that shows the cruelty of white cops against a black man, which in turn leads to a fullscale urban rioting in many cities of the US. He greeted this action as the power of natural self-organization of community. Since individuals do not need to take orders from a higher authority to become active, it can be argued that a network-enhanced democracy is not a futuristic project, but a promise of the day. The open source movement, in this regard, provides an example to foster his argument. Collaborative behaviours of the developers of open code software confirm the advantages of togetherness as well as multiplicity of points of views (56-57). According to Rushkoff, media technology empowers people, who access and discuss how to change the status quo. On the other hand, whatever people do, the government and the market can easily come together whenever they feel significant risks. There are very important lessons to take from the story of Niklas Zennstrom and his software Kazaa (once the flagship of the filesharing movement). After so many legal disputes regarding copyright laws, Kazaa has lost its user base and withered away. Zennstrom, however, learned a lot, established Skype, sold it to E-bay and made $2.6 billion (Goldsmith and Wu, 2006: 105-125). Conclusion Overall, new media applications which empower ‘potentials’ for the users are continuing to be highly controversial, according to diverse media theories as well as political positionings. Supposedly, the questions will remain: what is ‘empowering’ Güz 2009, Sayı:29 What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media 197 and who the ‘users’ are. Identifying the users and interpreting their practices regarding their interplay with the new media is not an easy task. Understanding the use and the role of the media is one of the most complex issues of our time, as they are inextricably intertwined with our everyday lives. Thus, an answer should embrace the interconnectedness between economic, political, social and technological factors. In this essay, this multi-dimensionality has been expressed in accordance with some different perspectives from various media scholars. But at the same time, it is clear that the author of this essay is not in favour of empowering the heads of giant media corporations such as Rupert Murdoch, Jerry Yang and Bill Gates, who have been exploiting all sorts of media owing to the so-called freemarket, although they might also be identified as users. In this regard, Mattelart’s (2003) warning against the commonplaces of techno-global millenarianism becomes vital. However, it should not lead us to underestimate the genuine dissidence of some net-based movements’ anti-capitalist and anti-global manners; on the contrary they must be welcomed for their active participatory efforts in the local, national and global arena. Thus, it would not be reasonable to disavow the positive effect of some massive demonstrations, like the one in Seattle against the WTO conference in 1999, which encouraged the opposition camp to organise world forums. Yet, in order to grasp the meaning of the empowerment in relation to the user, one has to think over the following paragraph, carefully. Informational neo-Darwinism must be countered by a new conception of technological systems, bringing into play the creative forces of science, the arts and social innovation. This will require reflection on the myriad interconnections among the modes of social, cultural and educational mediation through which the uses of digital technology are formed, and which are the very sources of democratic life. (Mattelart, 2003: 162). REFERENCES Bakhtin, M. M. (1981). ‘Discourse in the Novel,’ in M. Holquist (ed) The dialogic imagination: four essays. Austin: University of Texas Press, pp. 259-422. Boyd-Barrett, O. (1998). ‘Media imperialism reformulated,’ in Electronic Empires: Global Media and Local Resistance. London: Arnold, pp. 157-176. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 198 B. Ataman Dahlgren, P. (2007). ‘Civic Identity and Net Activism: The Frame of Radical Democracy,’ in L. Dahlgren and E. Siapera (eds.) Radical Democracy and the Internet. New York: Palgrave Macmillan, pp. 55-72. Dyer-Witheford, N. (2007). ‘Hegemony or Multitude? Two Versions of Radical Democracy for the Net,’ in L. Dahlgren and E. Siapera (eds.) Radical Democracy and the Internet. New York: Palgrave Macmillan, pp. 191-206. Ericson, R. et al. (1987). Visualizing Deviance: A Study of News Organization. Toronto: University of Toronto Press. Fiske, J. (1988). Television Culture. London: Routledge. Fiske, J. (1989). ‘Popular Television and Commercial Culture: Beyond Political Economy,’ in G. Burns and R. Thompson (eds.) Television Studies: Textual Analysis. New York: Praeger, pp. 27-30. Flew T. and S. McElhinney (2007). ‘Globalization and the Structure of New Media Industries,’ in L. A. Lievrouw and S. Livingstone (eds). The Handbook of New Media. London: Sage, pp. 287-306. Freire, P. (1996). Pedagogy of the Oppressed. London: Penguin. Goldsmith, J. and T. Wu (2006). Who Controls the Internet? Illusion of a Borderless World. New York: Oxford University Press. Hall, S.(1982). ‘The rediscovery of ideology: return of the repressed in media studies,’ in M. Gurevitch, et al. (eds.) Culture Society and the media. London: Methuen, pp. 56-90. Jenkins, H. And D. Thorburn (2004). ‘Introduction,’ in H. Jenkins and D. Thorburn (eds.) Democracy and New Media. Massachusetts: MIT Press, pp. 1-17. Lemon, S. (2002). ‘Yahoo Criticized for Curtailing Freedom Online’ at http://www.pcworld.com/article/103865/yahoo_criticized_for_curtailing_free dom_online.html (accessed 10 Jan 09). Mattelart, A. and M. Mattelart (1999). Theories of Communication. London: Sage. Mattelart, A. (2003). The Information Society. London: Sage. McChesney, R.W. (2000). Rich Media, Poor Democracy. New York: New Press. McLuhan, M. (2001). Understanding Media. London: Routledge. McQuail, D. (1992), Media Performance. Mass Communication and the Public Interest, London: Sage. Güz 2009, Sayı:29 What is „empowering‟ and who the „users‟ are in the new media 199 Mouffe, C. (2000), The Democratic Paradox, London: Verso. Morley, D. (2006). ‘Unanswered Questions in Audience Research’. The Communication Review, 9:2, 101-121. Negroponte, N. (1995). Being Digital. New York: Vintage. Rantanen, T. (2005). The Media and Globalization. London: Sage. Rushkoff, D. (2003). Open Source Democracy. London: Demos. Schuler, D. (2000). ‘Reports of the Close Relationship between Democracy and the Internet May Have Been Exaggerated,’ in H. Jenkins and D. Thorburn (eds.) Democracy and New Media. Massachusetts: MIT Press, pp. 69-84. Poster, M. (2007). ‘Culture and New Media: A Historical View,’ in L. A. Lievrouw and S. Livingstone (eds). The Handbook of New Media. London: Sage, pp. 134-.140 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ DERGİ VE GAZETELERİNDE SPOR VE KADIN (1928-1960) Funda ŞENOL CANTEK*-Betül YARAR** ÖZET Modern sporlar hem benliğin bedensel olarak algılanışının ve kimliğin inşasında bireyler üzerindeki etkileri açısından hem de nüfus bilgisi ve düzenlemelerine sunduğu katkı açısından modern yönetimlerin önemli araçlarından biridir. Türkiye’de de modernleşmenin ilk yıllarından itibaren, modern sporlar modern yönetim biçiminin ve yeni yaşam tarzlarının gelişimine paralel olarak yaygınlaşmıştır. Ayrıca, pek çok feminist araştırmacının da işaret ettiği gibi, spor toplumsal cinsiyet normlarının en katı olduğu ve titizlikle işlediği alanlardan biridir. Bu çalışma, sporu bütün bu yönleriyle irdelemek amacıyla, Türkiye modernleşme tarihinde spor ve kadın ilişkisinin Erken Cumhuriyet dönemi (1928-1960) basınında nasıl kurulduğunu analiz etmektedir. Bu doğrultuda önemli bir günlük gazete olan Hürriyet’in spor sayfaları dışında, dönemin spor dergileri incelenmiştir. Böylece, Cumhuriyet elitinin beden politikalarının tek partili rejimden çok partili rejime doğru nasıl dönüştüğü bu yayınlarda spor ve kadın ilişkisi üzerine olan egemen eril söylemler sorgulanarak ortaya konmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kadın, spor, modernleşme, basın Women and Sport in the Journals and Newspapers of the Early Republican Period (1928-1960) ABSTRACT Modern sports are important means of modern governments both for their affects on individuals in constructing their identities and corporeal sense of the self and for their contribution to the knowledge of and regulating the population in modern societies. From the early years of modernisation in Turkey too, moder sports have involved and diffused in parallel to the development of modern forms of government and new ways of life. Besides that, as many feminist researchers put it, sport is one of the fields in which gender norms operate more strictly and are tied. In this work, with the aim of exploring sport from these perspectives, the question how the relation between sport and women was constructed in the Journals and Newspapers in the Early Republican Period (1928-1960) in modernisation history of Turkey is investigated. In line with this, in addition to sport pages of a very important daily newspaper called Hürriyet, sport journals published in the same period are analysed. Thus, changes in the body politics and gender regimes of the Republican elite from the period of the single party regime to that of multi party system are tried to be find out by questioning dominant masculinist discourses on women and sport. Key Words: Women, sport, modernisation, press * Doçent Doktor, G.Ü. İletişim Fakültesi Doçent Doktor, G.Ü. İletişim Fakültesi ** İletişim 2003/18 F. Şenol Cantek – B. Yarar 202 Erken Cumhuriyet Dönemi Basınında Spor ve Kadın: 1928-1960 Spor milli kimliklerin inşa edilmesinde ve ulusların modernleşme serüvenlerinde önemli bir yer tutar. Dolayısıyla spor tarihlerinin incelenmesi, ulus devletlerin hangi ilkeler etrafında ve hangi politik argümanlarla inşa edildiklerini, zaman içinde bunların nasıl dönüşüme uğradığını göstermesi bakımından önemlidir. Türkiye tarihinde beden politikaları ve sporun yeri, geçirdiği dönüşümler, Türkiye modernleşmesinin niteliği ve özgünlükleri konusunda ipuçları vermektedir. Atatürk’ün önderliğinde, kurucu seçkinlerin hem özel, hem de kamusal alanı düzenleme, denetleme ve yeniden üretmeye yönelik politikaları, halktan “vatandaş”a dönüştürülmeye çalışılan Türk insanının boş zamanını da kapsar. Sporun elit düzeyde yapılan bir faaliyet biçimi olarak yine devletin denetiminde örgütlenmesi de bu politikanın uzantısıdır. Resmi söylem alanında, spor kapsamına giren tüm modern spor faaliyetlerinin iki temel anlamı bulunmaktadır. Birincisi, elit sporlar ve sporcular* Türkiye’nin uluslararası platformda temsil edilip tanınır hale gelmesini sağlayacaktır. İkincisi, boş zaman faaliyeti olarak spor veya kitle sporları, yine resmi söyleme göre sağlıklı, zinde ve estetik olarak gelişkin bireylerin yetişmesine katkıda bulunacaktır. Kadın bedeninin temsil ettikleri, barındırdığı işaretler sebebiyle, bir ideolojinin ne olduğuna, nasıl işlediğine dair ipuçları verir. Kemalizm’in modernleşme ve batılılaşma hamlesinin de kadınların kılık-kıyafetleri, bedensel aktivitelere katılma biçimleri takip edilerek analiz edilebileceğini söyleyebiliriz. Sporcu kadınlar, kamusal alanda bedensel pratikleri ile görünür olan bireyler olarak, bu analiz için en uygun kategoriyi oluşturmaktadırlar. Bu çalışma, 2006-2009 yılları arasında TÜBİTAK’ın desteği ile yürütülen ve Cumhuriyet tarihi boyunca kadınların spor aktivitelerine katılımını, bu alanda var olma mücadelelerini ve bu mücadelenin kimlik kazanmaları sürecinde nasıl etkili olduğunu saptamaya yönelik daha geniş kapsamlı bir araştırmanın bir bölümüdür. Araştırma kapsamında incelenen, 1928-1960 arasında yayınlanmış spor dergileri/gazeteleri ile döneminin çok satan, popüler bir gazetesi olarak Hürriyet’in spor sayfalarında kadın sporcuların nasıl temsil edildiği ve kadının sporla ilişkisinin nasıl manipüle edildiği bu çalışmanın temel sorunsalıdır. Söz konusu yayınlarda kadın sporcuların nasıl sunulduğu izlenerek, Türkiye’nin modernleşme serüveninde toplumsal cinsiyete ve beden politikalarına ilişkin değişen değerler ve normlar, kadınların spora katılımı çerçevesinde irdelenmiştir. * Elit Sporcu: Örgütlü spora lisanslı olarak katılan ve üstün başarı gösteren sporculara verilen addır. Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 203 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Beden Terbiyesi ve Sporun Serüveni Türkiye’de de sportif etkinlikler, birçok ülkede olduğu gibi seçkin sınıfların himayesi ve katılımıyla başlamış ve gelişmiştir. Modernleşme ve batılılaşma hareketlerinin kaynağı olan Tanzimat dönemi, modern sporlarla tanışmak için de vesile olmuştur (Bkz. Atabeyoğlu, 1983; Akın, 2004; Fişek, 1980). Öncüleri erkekler ve varlıklı sınıflar olan modern sporlar, daha ziyade Levanten nüfus tarafından ülkeye sokulmuş, zamanla Müslüman ailelerin erkek çocukları arasında popüler olmuşlardır. Okullar, kulüpler ve lokaller aracılığıyla örgütlü hale gelen en popüler spor dalları, jimnastik, atletizm ve futboldur. Günümüzde de varlığını ve başarılarını sürdüren birçok kulüp ve okul takımı, Tanzimat’tan sonra imparatorluk sınırları dahilinde kurulmuştur. Örneğin Beşiktaş Jimnastik Kulübü (1903), Galatasaray Kulübü (1905), Fenerbahçe Kulübü (1899) gibi. Galatasaray Kulübü’nün bünyesinden çıkmış olduğu Mekteb-i Sultani’nin spor alanına getirdiği yeniliklerden biri de, yıl sonunda okuldaki çeşitli beden terbiyesi faaliyetlerinin halka açık özel gösterilerle sergilenmesidir. Bu tür gösteriler, halkın modern sporlarla tanışmasını ve bunlara ilgi göstermesini sağlaması açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Önceleri gayrimüslim öğrencilerin ilgi gösterdiği dersler, zamanla Müslüman öğrencilerin de katıldığı faaliyetler haline gelmiştir. Buna katkısı olan öğretmen Faik Efendi basının yoğun ilgisine mahzar olmuştur. Basında yer alan haberler ayrıca, bu programların yaygınlaştırılması için bir talebin ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Zamanla jimnastik derslerinin diğer okullara da yaygınlaştığını gösteren örneklerden biri, Darülmuallimat’ın 1900 yılında yayımlanan ders kitabında çocuk oyunları ve beden hareketlerine yer verilmesidir (Akın, 2004: 51). İmparatorluğun son yıllarında beden terbiyesine yönelik ilgi çekici bir başka girişim ise Aşiret Mektepleri’nin eğitim programlarında yer alan “ayak talimi” dersleridir. Doğu’daki aşiretlerin padişaha bağlılıklarını sağlamak ve sürdürmek için, aşiret mensuplarının çocuklarını eğitme amacıyla 1892’de açılmıştı bu mektepler. Buralarda ayak talimi derslerini, bekleneceği üzere Selim Sırrı vermiştir. Selim Sırrı’ya göre bu mekteplere devam eden çocuklar ayak talimi dersleri sayesinde, vücut sağlıklarına özen göstermeyi öğrenecek ve disiplin altına alınacaklardır. Aşiret Mektepleri’ndeki derslerle, 19. yüzyılın sonunda beden terbiyesi ile ilgili faaliyetler ülkenin Doğu’suna kadar ulaşmış görünmektedir. Aynı dönemde, beden terbiyesiyle ilgili telif ve tercüme kitaplar yayınlanmaya başlanmıştır. Bu kitaplarda da, beden terbiyesi jimnastikle sınırlı tutulmuş, jimnastik ise sağlıklı bir yaşamın temel koşulu olarak gösterilmiştir. Telif kitapların İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi F. Şenol Cantek – B. Yarar 204 yazarlarının devlet kademesinde görevli veya önde gelen mekteplerde hoca olmalarını göz önünde bulundurarak, devletin bu işe ne kadar önem verdiğini anlamak mümkündür (a.g.e: 52). Cumhuriyet Döneminde Spor ve Beden Terbiyesi Fişek, Cumhuriyet dönemi spor yönetimini dört aşamada ele alır: 1. 1922-36 arası Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı dönemi. Bu dönemin özelliği, Türkiye’nin ilk kez uluslar arası spor müsabakalarına katılmasıdır. 2. 1936-38 arası Türkiye Spor Kurumu dönemi. Daha ilk kurultayında CHP’ye yan-örgüt olarak bağlanmış olan kurum, sporun devlet denetiminde olduğunun resmen kabul edildiğini göstermektedir. 3. 1939-45 arası Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü dönemi. Bu dönemde beden terbiyesi mükellefiyeti gibi bir uygulama ile II. Dünya Savaşı’nın yarattığı gerelim, fiziki kültür politikasına yansımıştır. 4. 1946 sonrası Gençlik ve Spor Bakanlığı dönemi. Kitlesel sporlar ve savaş sporları alanındaki zorunlu uygulamalara son verilmiştir. Spor yönetimi bugünkü biçimini almaya başlamıştır. (1983: 2180) Cumhuriyet döneminde sporun devlet denetimi ve gözetimine girdiğini söyleyebiliriz. Bunun ilk kurumsal göstergesi 1921’de kurulan İdman İttifakı Heyeti Muvakkatesi’dir (Bkz., Akın 2004, Fişek 1983, Atabeyoğlu 1983). Adından da anlaşılacağı gibi, beden terbiyesi ve spor alanında geçici bir düzenlemeyi hedefleyen kuruluş İstanbul’daki spor kulüplerinin temsilcilerinden oluşmaktadır. Kurumun örgütlenmesinde İsviçre Spor Federasyonu örnek alınmıştır. 1922’de kurulan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) Kurtuluş Savaşı’nın bitimiyle birlikte tüm spor işlerini kontrol eden tek yetkili organ haline gelmiştir. Genç Türkiye Cumhuriyeti ilk uluslar arası spor müsabakasına bu ittifakın faaliyette bulunduğu (1922-1936) dönemde katılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen davet edildiği ilk olimpiyat oyunu ise 1924’te Paris’te yapılandır. Yeni devletin temsil edilmesi ve tanıtılmasında uluslararası spor müsabakalarının önemli rolü olacağı inancı İttifak’ın saygınlığını da arttırmıştır. TİCİ’nin faaliyette olduğu dönemde, spor alanında futbolun İmparatorluk döneminden devralınan üstünlüğü bir ölçüde kırılmış, atletizm, güreş, eskrim, voleybol, tenis, yelken gibi, bir bölümü Türk kültürüne yabancı olan sporların Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 205 saygınlığı ve onlara yapılan yatırım artmıştır. Futbol, benzer bir batılılaşma ve modernleşme sürecinden geçen Finlandiya’da olduğu gibi Türkiye’de de kitleleri uyuşturan, sağduyudan ve zarafetten uzaklaştıran, vandal bir spor dalı olarak görülmüştür. Finlandiya’nın resmi tarih anlatısında büyük saygı gören fikir adamı Snelman, Fin halkının medenileşmesi için subayların, halka boş vakitlerini nasıl değerlendireceklerini öğretmelerini öngörür. Ski, kızak, yüksek atlama, yüzme, dans, müzik v.b. uğraşların karşısına, “bir topu tekmelemeye dayanan futbol”u koyar ve bu bağımlılıktan uzaklaşılması gerektiğini savunur (Bkz., Şenol Cantek, 2009: 984). Selim Sırrı Tarcan’ın öncülüğünde gelişen jimnastik çalışmaları, tüm sportif faaliyetlerin temeli olarak öne çıkmıştır. İmparatorluk döneminin askeri okullarından yetişen ve Tanzimat’la birlikte beden terbiyesi ve spor konusunda uzmanlaşan Tarcan, Cumhuriyet döneminde de İsveç’e gönderilerek, İsveç jimnastiğini Türkiye’de, okullarda ve halk arasında benimsetip yaygınlaştırma misyonunu üstlenmiştir. Atatürk’ün “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”, sözünü şiar edinen kurucu seçkinler, Tarcan’ın öncülüğünde spor aracılığıyla sağlıklı, güzel ve zinde bir nesil yetiştirilmesi için seferber olmuşlardır. Cumhuriyet’in kurucu seçkinlerinden Falih Rıfkı Atay, Roman adlı kitabında, Cumhuriyet rejiminin beden terbiyesi ile medeniyet arasında kurduğu ilişkiyi özetlemekte ve bu seferberliğin zorluklarına gönderme yapmaktadır. Atay’ın atıfta bulunduğu Avrupa başkentleri, idealleştirilmiş, kusursuz insanlarıyla, beslenme bozukluğundan mustarip ve vücudu geliştirecek sporlardan habersiz Türk insanına örnek gösterilmektedir: Tenasüp davasını sokakta kazanalım. Ecişbücüş bir sürü kadın erkek; bohça gibi karınlar, yağdanlık gibi gerdanlar, paytak bacaklar, soluk yüzler… Bir de Paris sokağını, Berlin bulvarını, Stokholm caddesini göz önüne getiriniz. Selim Sırrı, yirmi senedir cüce uzatmağa, kambur yassılamağa çalışıyor (1964: s. 63). Foucault’nun (2003) terimleriyle yorumlayacak olursak, spor cumhuriyetin kurucu seçkinlerinin moral değerlerinin ve kendilik etiğinin inşası sürecine katkıda bulunan bir unsurdur. Modern sporların başlangıçta üst sınıfların uhdesinde olmasının temel gerekçelerinden biri, bedenin fiziksel zorlamalar ve kurallarla terbiye edilmesi ediminin İslam ve Anadolu kültürüyle beslenen geleneksel ahlaka ters düşmesi, alışıldık bir şey olmamasıyla açıklanabilir. Bunun yanında, yarı çıplak vücutların izleyicinin bakışına sunulması, rekabetin öne çıkması yine aynı nedenlerle yadırgatıcı bulunmuştur. İslam dininde beden, ön planda olmaması, örtülerin ardına saklanması gereken bir “ten kafesi”dir. Arzulayan/arzulanan, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 206 F. Şenol Cantek – B. Yarar donanan, teşhir edilen, güzelleştirilen beden, müminleri bu dünyanın hazlarına sürükleyebilir. Sporun ilk kez Levantenlerin ilgi alanına girmesinin sebeplerinden biri İslam dininin bedene yaklaşımı olabilir. Modern sporları yapabilmek için gerekli temel donanımların, yani araç-gereç, eğitmen, kıyafet, mekan ve benzerinin tedarik edilmesinin önemli ölçüde harcama yapılmasını gerektirmesi de üst sınıfların ve Levantenlerin bu işte öncü olmasını beraberinde getirmiştir. Geleneğin ve dinin baskılarından bir ölçüde de olsa kurtulmak, batıya yaklaşmak isteyen varlıklı Müslüman kesim de beden terbiyesi ve sporun aracılığından faydalanmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde bazı spor branşları üst sınıftan ve/veya gayrimüslim kadınların rağbet gösterdikleri veya “seçkin spor dalları” olarak nitelendiği için alt sınıftan kadınları dışlayan branşlardır. Tenis, yüzme, kürek, eskrim bunlar arasında sayılabilir. 1948 yılında “ümit vaad eden” tenisçiler arasında Destina, Lilyan, Vivi gibi gayrimüslim kadınların adı geçmektedir örneğin (Hürriyet, 21 Haziran 1948). 1926’da Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kurulması sağlıklı nesiller yetiştirecek öğretmenlerin eğitilmesi için atılmış en önemli adımlardan biridir. Cumhuriyet elitlerinin Türklüğe iade-i itibar çabaları doğrultusunda, Otuzlarda ortaya atılan Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi, yalnızca sosyal hayata damgasını vurmakla kalmamış, spor alanında Türklerin yüzyıllara dayanan başarıları ve yeteneklerini öne çıkaran bir söylem ortaya atılmasına neden olmuştur. Türklerin birçok spor dalının yaratıcısı, isim babası olduğunun iddia edilmesinin yanında, spor kelimesinin bile ilk kez Türkler tarafından kullanıldığı savunulmuştur (Bkz. Akın, 2004). Yine bu yıllarda, II. Dünya Savaşı öncesi yükselen Nazizm’in beden politikalarının Türkiye’ye uyarlanması kararlaştırılmıştır. Bunun için Almanya’dan beden terbiyesi sisteminin en önemli isimleri Türkiye’ye davet edilmiştir. Bunlardan bazıları hazırladıkları raporlarla spor ve beden terbiyesi alanında çeşitli iyileştirmeler önerirlerken, bazıları da tek bir spor dalının ıslahı ve geliştirilmesi için bizzat çalışmış ya da okullarda eğitmenlik yapmışlardır. O yıllarda Ankara’daki Gazi Terbiye Enstitüsü Alman hocaların en fazla mesai yaptıkları kurumdur. Davet edilen Alman hocalar arasında en önemlilerinden biri Carl Diem’dir. Diem’in raporunda, çocuklar ve gençlerin bedensel eğitimine ağırlık verilmiştir. Kadın sporcular açısından en hareketli geçen yıl 1936’dır. Gazi Terbiye Enstitüsü’nün ilk kız öğrencileri kabul etmesinin yanı sıra, Berlin’de yapılan olimpiyat oyunlarına iki Türk kadın sporcu katılır. İkisi de eskrimcidir: Halet Çambel ve Suat Aşeni (Tarı). İki kadın sporcu dereceye girememelerine rağmen, önemli bir deneyim yaşamışlardır. Her ikisi de üst sınıftan ailelere mensup, eğitimli Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 207 kadınlardır. Suat Aşeni’nin babası Ahmet Fetgeri Aşeni Beşiktaş Kulübü’nün ve TİCİ’nin kurucularındandır. Çambel ise Almanya’da geçirdiği ilk eğitim döneminin ardından, Türkiye’ye gelerek yüksek eğitim görmüş ve profesörlüğe yükselmiştir. Hem Çambel hem de Aşeni, o dönem için erkek sporcuların bile zor elde edebilecekleri bir fırsattan yararlanmış, Robert Kolej’de eğitmenlik yapan Rus Nadolsky’den eskrim dersi almışlardır. Bu iki örneğin de gösterdiği gibi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında sportif faaliyetlere etkin olarak katılan kadınların bu alanda varlık gösterebilmeleri, aileleri ve çevrelerinin Cumhuriyet rejimine yakın, modernleşme düşüncesine bağlı ve refah seviyeleri yüksek olmalarının eseridir. Halkevleri örgütlenmesi, Cumhuriyet rejiminin yaygın eğitim amaçlı bir kurumu olarak, spor alanında da faaliyet göstermiştir. İtalyan ve Alman faşist ideolojilerinin spor ve sağlam vücut konusunda duyarlık gösterdiği 1930-40’lı yıllarda halkevlerinde beden, ruh ve kafa gelişmesi bir arada düşünülerek hazırlanmış programlar uygulamaya konmuştur. Bu programlar, mahalli şartlara uygun spor, eski sporların ihyası, atlı, yaya, bisikletli geziler, uzun bisiklet turları, dağcılık, yüzme, garplı sporlardan tenis, eskrim ve benzerlerini içermektedir. Gençlik ve ulusal eğitimin parçası olarak görülen spor ve beden eğitimine karşı ilgi uyandırılması amaçlandığından, spor şubeleri halkevlerinin en yaygın şubelerindendir. CHP Halkevleri Öğreneği’nde, “Yurtdaşlara modern sağlık anlayışının esası olan ev ve oda jimnastiklerini öğretmek ve bunun günlük yaşayışın en lüzumlu bir aracı olduğuna herkesi inandırmak şuğbenin önemli ödevidir” ibaresi bulunmaktadır. Spor şubesinin görevi jimnastik hareketlerini “kütle halinde taptamak”tır (tatbik etmek). Şube ulusal spor bayramları da düzenler. Yurdu tanımak için gezi ve kamplar düzenlenir. Spor konferansları verir. Milli sporlar desteklenir. Gençler bisiklet ve motor kullanmaya, yüzmeye teşvik edilir.(aktaran Yeşilkaya, 1999: s. 98-100) Millet-i Müselleha Söylemi ve Beden Terbiyesi Mükellefiyeti İmparatorluk döneminde topyekun savaş fikrinin önde gelen savunucusu Alman kökenli Colmar von der Goltz’dur. Goltz Paşa olarak anılan subay, yalnızca askerlik pratiği alanında değil, savunma stratejileri alanında da çalışmaktadır. Goltz’un yazdığı ve Millet-i Müselleha adıyla çevrilen kitap, savaşsız bir dünyanın hayal olduğunu, artık savaşların tüm vatandaşların katılımıyla ve ülkelerin kendilerine özgü stratejileriyle kazanılabileceğini savunmaktadır. Bunun için de her vatandaşın savaş sanatları konusunda temel eğitim almasını öngörmektedir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi F. Şenol Cantek – B. Yarar 208 Goltz’un fikirleri hem İttihatçılar’a hem de Kemalistler’e ilham vermiştir. Kısa askerlik süresi içinde, savaş sanatı ile ilgili en gerekli bilgilerin kazandırılması mümkün görünmemektedir. Üstelik “asker ocağı” sadece erkeklerin bir araya toplanabildiği bir kurumdur. Böyle olunca, farklı yaş gruplarından kadın ve erkekleri temel askerlik bilgileri konusunda eğitecek yeni bir yapılanmaya gidilmelidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, askerlik dersleri, 1926’dan itibaren liseler ve öğretmen okullarının son iki sınıfında, on beş günde bir saat olarak uygulanmaya başlanmıştır. Ders bitiminde öğrenciler 15 günlük bir kampa gönderilmişlerdir. Bu kamplar izci kamplarını andırsalar da, onlardan farklı olarak, silah kullanma gibi, askeri bilgilerin uygulamaya konmasına da yaramıştır (Akın, 2004: 140-141). 1930’ların ortalarından itibaren, askerlik dersleri okullarda yaygınlaşmaya başlamış ve örneğin Gazi Terbiye Enstitüsü ve Orta Muallim Mektebi’nin beden terbiyesi şubelerinin bütün sınıflarına teorik ve uygulamalı askerlik dersleri konmuştur. Cumhuriyet döneminin başından beri askeri bir yönelim taşıyan fiziki kültür faaliyetleri, Kıta Avrupa’sı ülkelerinde olduğu gibi, bütünüyle savaşa hazırlık çalışmalarına indirgenmiştir. 1938’de kabul edilen Beden Terbiyesi Kanunu da bu süreçte etkili olmuştur. Böylelikle, “Beden Terbiyesi Mükellefiyeti” adı altında yeni bir uygulama başlatılmıştır. Bu uygulamayı ülke çapında yönlendirmesi için Tümgeneral Cemil Tahir Taner görevlendirilmiştir. Mükellefiyetin amacı, önce gençlere sonra da tüm halka temel askerlik becerilerini kazandırmaktır. Beden terbiyesi mükelleflerine uygulanan çalışma programı askerliğe hazırlık veya askerlik taklidi olarak değil, ileride askeri faaliyetlerde lazım olacak esnekliği vererek, gençleri ülke savunmasına hazırlayan bir uygulama olarak nitelenmektedir. Basında Kadın Sporcular Modern kadın imgesi ile spor arasında kurulan ilişki, modern değerlerin kadın bedeninde maddilik kazanmasıyla kurgulanır. Dönemin spor dergilerinde modern kadınların spora katılımları, batılı kadın sporcular referans gösterilerek özendirilir. Bunun yanında, dönemin Hollywood yıldızlarının, spora verdikleri önemi ve formlarını sporla koruduklarını dile getirdikleri röportajları da bu dergilerin sayfalarında yer alır. Yeni ve modern Türk kadını, kilolarından kurtulmuş, sağlıklı, gürbüz, hareketli bir kadındır. Sokağa çıkar, sinemaya gider, spor yapar, vücut bakımını ihmal etmez. Ancak, bunun yanında evinin, ailesinin bakımından da sorumludur. Evi ve aileyi ihmal ederek, bireysel hazların peşinde koşan kadın dönemin yaygın yakıştırmasıyla, “tango” diye çağrılacak, tahkir edilecek, Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 209 eleştirilecektir. Cumhuriyet’in ideal kadını artık Satı Kadın, Kara Fatma gibi, örtülerin altından dünyayı görmeye çalışan, bedenini gizleyen, benliğini ikinci plana atan kadın olamaz. Onlar Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanlarıdır. Genç Cumhuriyet’in ideal kadını ise başı açık, modern giyim-kuşam tarzına sahip, çevik, sağlıklı ve kamusal alanda görünür olan kadındır. İki kadın tipinin tek benzer yönü iyi ahlaklı ve gerektiğinde fedakarlık yapabilecek, arka planda kalmayı kabullenecek olmalarıdır. Türk Spor Dergisi’nde 1931’de yayınlanan bir yazıda, örtülerini atmış, modern sportmen kadın tipi şöyle tasvir edilmektedir: (…) Anlaşılıyor ki yeni kadın spor yapacaktır. İşte size, yeni ideal kadına vasıl olmak için tabiat ve güneşi bol bol yiyip içmekte olan yeni canlı genç kızlar ki ilk yapılacak şey olarak derhal soyunuyor ve açık havada hemen bir top oyununa başlıyorlar. Yeni dünya, yeni sporcu kadınındır! (1 İkinci Kanun 1931, “Yeni Kadını Spor Yaratıyor”, Anonim). Kadınların spora özendirilmeleri sadece estetik ölçütleri geliştirmek anlamında önemli görülmemektedir. Aynı zamanda, öjenist politikalar doğrultusunda, sağlıklı kadınlardan üreyecek sağlıklı ve gürbüz bir neslin önemine inanılmaktadır. Bu nesil, yeni ve genç Türk ırkının ideal temsilcisi olacaktır. Dönemin İtalyası ve Almanyası’nda uygulanan beden terbiyesi politikalarından esinlenen bu yaklaşım esas alınarak, sporcu kadınların birden fazla çocuk sahibi olmaları teşvik edilmiştir. Üst üste savaşlar yaşamış bir toplumdan, sağlıklı, güzel, ahlaklı ve disiplinli bir genç nesil yetiştirmenin bir aracı olarak (Gürsoy, 1998: 4151) spor yapmak dönemin basını aracılığıyla da telkin edilmiştir. Sporcu kadının bedeni dolayımıyla cinsiyetçi toplumsal değerler, milliyetçi söylemle eklemlenerek ete kemiğe bürünürler. Türk Spor Dergisi’nin 1930 tarihindeki bir sayısında bunun bir örneğini görmek mümkündür: Memleket kadınlığının vücudunu sporla takviye etmesi, ırkımızın eski kudreti hayatisini bulması için en kestirme yoldur. Çünkü bütün cihanın tasdik ettiği en büyük hakikatlerden biri de gürbüz çocuğun kuvvetli ve sağlam anneden doğduğu keyfiyetidir. Bütün Avrupa, bütün dünya bu hakikatin peşindedir. Ve milletin vücut kabiliyetini en yüksek hadde çıkarmak için sarf ettiği spor mesaisinde kadınlara da erkekler derecesinde rol ve mevki veriyor. (…) Yalnız sırası gelmişken burada bir noktaya işaret edelim: (Cinsi latifliğin) kuvvetli ve sağlam olayım diye zorlu spor müsabakalarile vücudunun tenasübünü bozarak vücut teşekkülüne sakillik verilmesi doğru mudur? Fikrimizce kadın hafif sporlar yapmalıdır. (“Kadınlar ve Spor”, Ahmet, Türk Spor Dergisi, Birinci Kanun 1930). İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi F. Şenol Cantek – B. Yarar 210 Dönemin spor dergilerine genel bir bakış, kadınların en fazla rağbet ettikleri sporların, yüzme, tenis, kürek, voleybol, eskrim, bisiklet ve atletizm olduğunu göstermektedir. Su sporları, büyük şehirlerde, özellikle de İstanbul ve İzmir’de yaşayan, üst sınıftan Müslüman ve gayrimüslim kadınların favorisidir. 1938’de açılacak olan, İstanbul’daki Moda Deniz Kulübü, hem spor yapılıp hem de sosyalleşilebilecek, seçkin bir mekan haline gelecektir. Spor dergilerinde yer alan mayolu, düzgün vücutlu kadın fotoğrafları, Cumhuriyet’in yeni ve seçkin kadınına işaret eder. Otuzlu yıllarda sadece deniz kenarına kurulmuş şehirlerde değil, Ankara’da, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Marmara ve Karadeniz havuzlarında yüzen, güneşlenen neredeyse tümü yabancı kökenli kadınlar spor dergilerinin yanı sıra gündelik gazetelerin sayfalarını da işgal eder. Yüzme ve diğer su sporları, dönemin spor yazarları tarafından kadına en uygun bulunan sporlardır. Çünkü bunlar aynı zamanda, boş zamanı değerlendirme ve sosyalleşme etkinlikleridir. Ayrıca, deniz kenarında giyilen kıyafetler en çok kadına yakıştırılmaktadır. Kadınlara uygun bulunmayan sporlar ise mukavemet koşuları, atlamalar, boks, güreş, futbol gibi dayanıklılık ve sertlik gerektiren, kasları geliştiren sporlardır. Türk Spor Dergisi, bir adım daha ileri gidip, kadınlara uygun bulmadığı spor dallarını onlara yasaklamıştır (“Kadınlara Hangi Sporlar Yasak?”, Anonim, 10 Haziran 1933). Boks yapan, güreşen, futbol oynayan kadın, saygıdeğerliğini, zarafetini, güzelliğini kaybedecektir. Erkeksileşecek, sertleşecek hatta iffetini bile yitirecektir. Dönemin spor dergilerinde erkeklerle güreşen, dövüşen batılı kadınların yer aldığı fotoğrafların altlarına yazılan yazılarda, cinsel ilişkiye göndermeler vardır. Bir erkekle, özellikle fiziksel temasın daha yoğun olduğu dövüş sporlarında, mücadeleye girmek, neredeyse onunla cinsel ilişkiye girmekle eşdeğer görülmektedir. Türkiye modernleşmesi, özellikle eğitimli, orta sınıf kadınların kamusal ve özel alandaki bölünmüşlüğünün ve iki alan arasındaki gerilimlerle baş etme/edememe serüveninin de hikayesidir aynı zamanda. Bu gerilimleri izi, dönemin spor basınında da sürülebilir. Kadınlar, spor basını aracılığıyla profesyonel düzeyde değilse bile, rekreatif amaçla spor yapmaya özendirilirlerken, bir yandan da kadınlık rollerini unutmadan, görevlerini ihmal etmeden, geleneksel değerlere ve eşlik/annelik vazifelerine sadık kalmaya yönlendirilmektedirler. Sporda Kurumsallaşma 1936 yılında Türkiye’deki spor yönetimi açısından önemli değişiklikler yaşanır. TİCİ kendisini fesheder ve yerine Türk Spor Kurumu (TSK) kurulur. Böylelikle kurumun CHP’yle ilişkisi organik bir bağa dönüşür. Her alanda olduğu Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 211 gibi spor alanında da icra organı gibi hareket eden parti, TSK’nın kuruluşuyla bu konuda yetkili tek organ olur. TİCİ’nin yerini TSK’nun alması beden terbiyesi konusunda daha fazla girişimde bulunulmasını ve verimli çalışmalar yapılmasını sağlamıştır. Spor programları, organizasyonları ve tesisleri TSK döneminde sayıca artmıştır. Örneğin, ilk uluslararası standartlara uygun stadyum, 15 Aralık 1936’da Ankara’da, 19 Mayıs Stadyumu adıyla açılmıştır. Bu stadyum açılmadan önce, ilk 19 Mayıs Şenliği, İstanbul Taksim’de 1928’de yapılmıştır. Otuzlu yılların ikinci yarısı ve Kırklı yıllarda, 19 Mayıs Stadyumu, 19 Mayıs törenlerinde akrobatik danslar, çember, kurdela, top v.b. eşliğinde gösteriler sergileyen kız öğrencilerin popüler basında, fotoğraflar eşliğinde sıklıkla yer aldığı yıllardır. Beyaz, kısa şortları, kolsuz bluzlarıyla koşan, takla atan, dans figürleri yapan genç kızları izlemek halk kitlesi için alışıldık bir pratik değildir. 1938’de Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü (BTGD) kurulur. Direktörlüğün başına Tümgeneral Cemil Tahir Taner getirilir. Danışma kurulu üyeleri arasında Adnan Menderes ve Burhan Felek de vardır. BTGD’nin kurulmasından hemen sonra mevcut federasyonlar lağvedilir. Yeni federasyonlar kurulur. Bunlar atletizm, futbol, güreş (boks ve halter), su sporları, bisiklet (motosiklet), atıcılık, dağcılık ve kış sporlarıdır. Tenis, hentbol, basketbol, voleybol ve diğer branşlar ise tek bir federasyon şemsiyesi altında toplanır: Sportif Oyunlar Federasyonu. Bu federasyonlara 1940’da İzcilik Federasyonu da eklenecektir. Federasyonlara kayıtlı kadın sporcu ise bulunmamaktadır. Federasyonların organizasyonundaki özensizlik, savaş yıllarında, sporun ulusal ve uluslar arası boyutta rekabet, oyun ve eğlence olarak algılanmaması, bu sebeple de elit sporcular yetiştirmeye ve profesyonelliğe önem verilmemesine bağlanabilir. Onun yerine, tüm toplumun, özellikle de gençlerin fiziksel güçlerinin ve yeteneklerinin arttırılmasının üzerinde durulması, zamanla kışlada, okullarda, derneklerde ve benzeri kurumlarda sporu beden terbiyesi ve askerlik pratikleriyle birleştiren uygulamaların hayata geçirilmesini beraberinde getirecektir. Sağlıklı nesiller yetiştirme arzusunun bu uygulamaların hedeflerinden olduğunu eklemek gerekir. Kurucu seçkinlerin söylemlerinde sıkça yer bulan “gürbüz ve yavuz nesil” imparatorluktan devralındığı iddia edilen soluk benizli, hareketsiz, ürkek neslin halefi olacaktır. Türk’ün ana vasıflarından olduğu ve potansiyel olarak her Türk gencinde bulunduğu savunulan cesaret, kararlılık, fiziksel dayanıklılık, sportif yetenekler ve fedakarlık, savaş sanatına uyarlanarak ülkenin güvenliği ve bekası için kullanıma hazır hale getirilecektir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 212 F. Şenol Cantek – B. Yarar Siyasal alanda ağırlaşan milliyetçi yaklaşımın, spor alanında milliyetçi, militer, hatta yer yer ırkçı söylemlerin güçlenmesi biçimini aldığını görüyoruz. Bu dönemde sporun ethosunun dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kadınların mutlaka spor yapmaları gerektiğine dair söylemlerin etkisini kaybettiği, spor basınındaki bu tarzda yazıların yerini bir sessizliğe bıraktığını da belirtmeliyiz. Özellikle 1930’ların ikinci yarısında milliyetçi söylemin Batı’da yükselen otoriter rejimlerin de etkisiyle daha şoven-militer bir tona bürünmeye başladığı da belirtilmelidir. Milliyetçi yaklaşım çerçevesinde istenen, bireysel sporların ve özellikle jimnastik ya da atletizm sporlarının kitlesel olarak yaygınlaşması veya en azından eğitim süreci içinde genç neslin yetişmesinde etkin bir yöntem olarak yaygın biçimde kullanılmasıdır. Bu anlamda spor, sadece sağlıklı değil, aynı zamanda makine gibi çalışan, disiplinli, genç asker-yurttaşların yetiştirilmesi içindir. Makine imgesine dönüşen bedenin, askeri nizam altında işleyişinin temsil edildiği en önemli yer jimnastik ya da idman şenlikleridir. Burada fetişleştirilen, idealleştirilen ya da kültleştirilen beden, esas olarak genç erkek bedenidir ve sadece fiziksel değil, ruhsal bir nesne gibi ele alınır. Bedensel faaliyet, “doğru ruhsal gelişim”in sağlanması içindir ve beden “doğru karakter”in temsilcisidir. Her ne kadar esas fetiş nesnesi erkek bedeni ise de bütün bu milliyetçi söylem için kadın bedeni de önemli bir temsil aracıdır. Bu dönemde kadınlardan sadece spor yapmaları değil, makyajsız ve sade bir tarza bürünmeleri talep edilmeye başlanır. Bu biraz da seçkin sınıflar arasında yaygınlaşmış olan “modern kadın” imgesine karşı geliştirilmiş bir tepki olabilir. Spor Postası’nda yazan Mübeccel Hüsamettin’e göre, modernliğin yarattığı iki farklı kadınlık hali ve imgesi arasında (modern ve aktif olan karşı) “inkılap”a uygun olan sade, vefakar, azimli, fedakar ve sporcu Türk genç kızdır. Spor erkekleri kahvehanelerden, kızları ise sinemalardan ve komşu evlere kapanmaktan kurtaracaktır. Spor yapmak gençliği “zehirli eğlencelerden” kurtarmanın en önemli aracı olarak tarif edilmektedir (4 Mayıs 1935). 1930’ların sonları ve 1940’lar döneminde yükselen spor dalı atletizmdir. Atletizm özellikle devletin teşvik ettiği bir sportif faaliyettir. Spor politikaları açısından bu, daha önce önem verilen jimnastik sporunun yerini atletizme bırakması anlamına gelmektedir. Buna bağlı olarak kadınların yaptığı spor dalları arasında ilk sıralarda yerini alır atletizm. Bunun yanı sıra kız okullarında öncelikle voleybol ve yer yer basketbolun önem kazanmaya başlaması da söz konusu olmuştur. Aynı dönemde Halkevlerinin Spor Şubeleri’nin faaliyetleri de önem kazanır. Halkevlerinde genç kızlar için spor faaliyetleri, kır koşuları düzenlenir. Ayrıca, 1940’larda voleybol dalında okullar arası müsabakaların başlaması söz konusu olmuştur. Ancak bu dalların palazlanıp örgütlü bir biçim alması özellikle özel Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 213 kulüplerde kadın voleybol ve daha sonra basketbol takımlarının oluşturulması, liglerin gelişmesi ve uluslararası müsabakaların başlaması sonucunda 1950’lerin sonu ve 1960’lar dönemine rastlar. 1940’ların sonunda mevcut spor dergilerinin pek çoğu kapanır. Bunları takiben yayın hayatına giren spor dergilerinin ömürlerinin hep kısa olması da dikkat çekici bir gelişmedir. Basın sektöründe dönemin önemli olayı, Hürriyet Gazetesi’nin çıkmaya başlamasıdır. Hürriyet, çok satan, renkli bir gazete olmak iddiasıyla yayın hayatına girer. Popülerlik ve yüksek tiraj arayışı, gazetenin yayın politikasını magazin ve spor gibi, kitlelere cazip gelen konular üzerine yoğunlaşmaya yöneltir. 1948’de yapılan Londra Olimpiyat Oyunları’na kalabalık bir muhabir ekibi gönderen ve müsabakalarda Türkiye’nin aldığı başarılı sonuçları, bol görsel malzeme eşliğinde günü gününe duyuran gazete, rakipleri arasından sıyrılır. Bu olimpiyat oyunlarına ilk kez bir Türk kadını, atlet Üner Teoman da katılmıştır. İlk defa bu dönemde futbol ağırlıklı dergiler çıkar. Hürriyet gibi gazetelerin futbola verdiği önemle de beslenerek, spor basını, bugünkü halini alır. Yani ağırlığını futbolun oluşturduğu bir içerikle hazırlanan spor sayfalarına sahip ulusal, popüler gazeteler. Futbol ağırlıklı spor dergilerinin ilk örnekleri arasında 1948-49 yıllarında çıkan Gol Spor, 1967 yılında çıkan Fotospor sayılabilir. Bunun dışında 1970’lere kadar doğrudan futbolu çağrıştırmayan başlıklarla çıkan Türkiye Spor Gazetesi, Spor Aktüalite, Spor gibi dergiler de bulunmaktadır. Bu yeni eğilim ile kadınlara dönük spor haberlerinin göreli olarak azalması arasında bir ilişki kurulabilir. Spor basınının giderek futbola odaklanıyor olması, spor dergilerinin okuyucu kitlesi olarak erkekleri hedeflemeye başladığı izlenimini yaratmaktadır. Daha geniş bir çerçeveden yorumlayacak olursak basında giderek Cumhuriyet ideolojisinin ve modernleşmeci yaklaşımın yerini daha ticari ve eril bir bakış açısına bırakmaya başladığı yorumu getirilebilir. Buna paralel olarak basında okul sporlarına ve farklı spor dallarına ayrılan yer de azalır. Dolayısıyla kadınların en fazla faaliyet gösterdiği okul sporlarına spor basını kapılarını yavaş yavaş kapatmaktadır. Tüm bunlara bağlı olarak spor yapan kadınlarla ilgili haberlerin de azalması söz konusu olmuştur. Hürriyet’in spor sayfalarında ise 1949’dan itibaren ilginç bir eğilim ortaya çıkar. Spor haberleri magazin dedikoduları ve Hollywood film yıldızlarının erotik sayılabilecek fotoğraflarıyla süslenmeye başlar. Hatta, yerli kadın sporcuların müsabakalar sırasında çekilmiş fotoğrafları yayınlanarak, bu fotoğraflardaki şortlu, atletli bedenler sergilenmekte, fotoğraf altı yazılardaki ifadelerle de cinsel arzu yaratılmaya çalışılmaktadır. Bütün bunlar yukarda ileri sürdüğümüz iddiayı destekleyen gelişmelerdir. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi F. Şenol Cantek – B. Yarar 214 Tek partinin içinden çıkan yeni iktidar ve sporun “halka inmesi” Ellili yılların en önemli özelliği 1945’te iktidara gelen Demokrat Parti (DP) ile birlikte tek parti idaresinden çok partili rejime geçişe sahne olmasıdır. DP’nin lideri ve Başbakan Adnan Menderes’in popülist siyaseti, “halka inmek”, “halka itibarını iade etmek” gibi iddialar taşımaktadır. Öte yandan, Menderes, yukarıda sözü edildiği gibi, 1938’de kurulan BTGD’nin danışma kurulu üyesi olması sıfatıyla, spor konusunda bilgili ve ilgilidir. Bu sebeplerle DP yönetimi kitleleri cezbeden sporlara özellikle önem vermiştir. Bunların başında futbol gelir. DP iktidarı döneminde spor devletten önemli ölçüde yardım almıştır. Spor Toto’nun kurulması ve futbolda profesyonelliğin kabulü, etkileri sonra da hissedilecek önemli gelişmelerdir. Spor Toto’dan elde edilen gelir, Türkiye’de spor tesislerinin kurulması için fırsat yaratmıştır. Ellilerin önemli bir diğer gelişmesi de, BTGM’nin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasıdır (Atabeyoğlu, 1983: s. 2194-2195). 1950’li yıllarda DP’nin genel liberalleşme eğilimi doğrultusunda, spor alanında da liberal bir politika ve söyleme geri dönüş yapılmış olsa bile, kadınların spora katılımı açısından asla 1920’lerde ve 1930’ların ilk döneminde görülen özendirici ve harekete geçirici yaklaşımdan söz edilemez. Buna karşın, 1950’ler dönemi kadınların örgütlü spora elit sporcu olarak katılımlarının göreli olarak arttığı bir dönemdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada kadınların kamusal alanda (zorunluluktan da olsa) daha fazla görünür olmaları, kadının özgürleşmesi ve eşitlik talepleri üzerine temellenen kadın hareketinin ivme kazanması, kadının her alanda olduğu gibi, spor alanında da daha aktif hale gelmesini sağlamıştır. Bu gelişmeler, az çok Türkiye’de de etkisini göstermiştir. Kadınların spor alanına ve uluslararası spor müsabakalarına katılımı eskisi kadar kurumsal destek görmemişse de, kadınlar sporla uğraşmaya devam etmişler ve özellikle kulüplerin desteğiyle faaliyet alanlarını genişletmişlerdir. Batıda feminizmin yükselişe geçtiği bu dönemde, aynı zamanda kadının özgürleşmesinin ve haklarının peşine düşmesinin hakim eril düzeni sarsacağı endişesi ile kadına “asıl görevleri”ni, geleneğin ve dinin dayattığı ahlaka sahip çıkılması gerektiğini anımsatan bir söylem de paralel olarak yükselişe geçmiştir. Türkiye’de de bu gelişmeler karşısında duyulan endişe, popüler basından takip edilebilir. Yüksek tirajlı, popüler bir gazete olan Hürriyet kadının özgürleşmesi konusunda erkek egemen toplumun içine düştüğü ikilemi yansıtmaktadır. Batı’da ortaya atılan ve bilimsel kanıtlara dayandırılmaya çalışılan bir iddiaya göre, kadınların fizyolojik olarak erkeklerden daha güçlü olduğunu belirten bir yazı Hürriyet’in sayfalarında yer almıştır örneğin (“Erkekler Niçin Kadınlara Gıpta Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 215 Etmeli? Zayıf Cins Kuvvetli Cins Hangisi?”, Hürriyet, 23 Mayıs 1951). Popüler gazetelerin bir örneği olarak Hürriyet, tiraj arttırmaya yönelik yayın politikası gereği, bu tür ajitatif ve magazinel nitelikli haberler aracılığıyla, gerçekliği sorgulanamaz hale gelmiş önyargıları tersyüz edermiş gibi yaparak, okuyucunun dikkatini çekmeye çalışmaktadır. Nitekim, birkaç ay sonra aynı konuda tam tersi bir iddiayla ortaya çıkacaktır. Şevket Dilmaç imzalı bu metinde, “Emenasipasyon, yani kadınların erkekleşmesi hiçbir zaman ve hiçbir veçhile tabii, saf ve yüksek bir medeniyetin mahsulü değildir, bu ancak bir dejenerelik olur. İçinde bulunduğumuz yıllarda kadının bağımsızlığı ileri sürülmektedir. Halbuki bu daha ziyade evlilik ve aile bağlarından sıyrılmaya çığır açan bir hezeyandır” denmektedir ( Hürriyet, 6 Temmuz 1951). Kadın, bedeni ile ilişkisinde yalnız bırakılmak istenmemektedir. Bu ilişki, erkekler tarafından sınırları çizilen, amaçları/öncelikleri belirlenen, kuralları koyulan bir ilişkidir. Spor yapan kadınlar için de aynı denetim ve yönlendirme mekanizması söz konusudur. Kadın sporcuların hangi branşlarda, ne kadar süreyle çalışılacakları erkekler tarafından tayin edilmektedir. Branşlar, tenis, yüzme, atletizm gibi “kadına yakıştığı” düşünülen, vücudu deforme etmeyecek branşlardır. Sportif faaliyetlerden uzaklaşılması ise nişanlılık/evlilik ve/veya çocuk sahibi olunması sebebiyle olmaktadır. 1950’li yıllarda kadınların spora katılımları ile ilgili söylem ve kadınların spor alanındaki faaliyetlerini basına yansıtan görüntüler, Türkiye’de ve Batı’da kadınların toplumsal hayata katılımı konusunda yaşanan gelişmeleri hem gıpta ile hem de tedirginlikle karşılayan bir “paranoyak” yaklaşım temelinde kurgulanmıştır. Bu, kadınların sosyal alanda ve spor yaşamında artan varlıklarına paralel bir gelişme olmakla birlikte, genel olarak egemen söylemdeki bir kaymanın da varlığına işaret eder görünmektedir. Kadınların toplumsal yaşama katılımının hem övgüyle hem de tedirginlikle karşılanmasına paralel olarak, Batı medeniyetinde kadınların toplumsal hayata ve spor alanına katılımına yaklaşım da çelişkilidir. Bir yandan bu bakımından Türkiye’nin hep geride kaldığından şikayet edilirken, diğer yandan Batı’da bu açıdan yaşanan gelişmelerin tedirginlikle izlendiği anlaşılmaktadır. Batı spor alanında genel olarak örnek gösterilen ve hep gerisinde kaldığımız bir gelişmişlik çizgisini temsil etmektedir. Örneğin kadınların Batı’da güreş ve futbol gibi annelik rollerine ve güzelliklerine zarar verebilecek sporlarla uğraşmaya başlamış olmalarını tedirginlikle aktaran bir yazıya 1953 yılında yine Hürriyet’te rastlanmaktadır (6 Mart, 1953). Sportif faaliyetlerde başarı gösteren kadınların basına daha sık konu olması yukarıda da belirttiğimiz gibi bu söylemsel kaymanın bir uzantısı olduğu kadar, sporun örgütlülüğünün ve kadınların spora katılımlarının artmasıyla da İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi F. Şenol Cantek – B. Yarar 216 ilintilidir. 1950’lerde önem sırasına göre voleybol ve basketbol gibi takım sporlarının giderek canlandığını görüyoruz. Örneğin 1954’te voleybolda ilk kadın kulüp takımı Fenerbahçe bünyesinde kurulmuştur. Okullar arası müsabakalarda bu spor branşları eskiye oranla daha da öne çıkmaktadır. 1950’lerin sonlarında kadınları katıldığı spor dallarında başta atletizm ve voleybol olmak üzere giderek uluslararasılaşma söz konusudur. Bu, kadın sporcuların başarı veya başarısızlıklarının bir ulusal simge olarak dillendirilmesine sebep olan bir gelişmedir. Örneğin bu bağlamda Avrupa basınında Türk sporcu kadınların yer alması veya başarısından bahsedilmesi gurur vesilesi olmaktadır. 1957 yılında Gül Çıray ve Aycan Önel’in İngiltere Atletizm Federasyonunun kadınlar arası şampiyonasına katılması ve İngiliz basınında Gül Çıray’a yer verilmesi önemli bir haber olarak yer almaktadır basında. Bu dönemde, kadın sporcuların kayda değer başarılarından söz edilemez. Üner Teoman Uysal’ın 1948’deki deneyiminin ardından, 1952 Helsinki ve 1956 Melburn olimpiyat oyunlarına gönderilecek kadın sporcu bulunamaması ilgi çekicidir. Bunun sebeplerinden biri, daha önceki başarısız iki denemenin hayal kırıklığı yaratması olabilir. Erken Cumhuriyet döneminde, modernleşme projesi kapsamında kadınların toplumsal hayatın her alanına katılmalarını teşvik eden siyasanın Demokrat Parti döneminde değerini kaybetmesi, partinin sözde liberalliğine rağmen, toplumun her alanına muhafazakarlığın hakim olması da diğer bir sebep olarak görülebilir. Sonuç Ülkemizde modern sporların ortaya çıkışı, modern yönetim zihniyetinin gelişimi ve modernleşme süreci ile iç içe geçen bir olgudur. Buna göre, modern sporların tarihi özellikle devletin toplumla kurduğu ilişkilerde yaşanan dönüşümlerin de izlerini taşır. Sporda modernleşmenin en önemli göstergesi, sporun halkın ve bireyin bedensel ve ruhsal eğitiminin bir parçası olarak görülmeye başlamasıdır. Türkiye tarihi çerçevesinde bakıldığında, modern sporların bu iki boyutuyla ilişkili iki dinamik temelinde geliştiği söylenebilir. Spor yeni seçkinlerin kendileri ve bedenleriyle kurdukları yeni etiğin ve yaşam tarzının bir parçasıdır. Öte yandan spor devlet açısından toplumsal bedeni, yani halkın yeni bir düzenleme ile yönetilmesini mümkün kılan tekniklerden biridir. Bu anlamda nüfus bilimleri, iktisat, tıp gibi pek çok alanda üretilen bilgi ve siyasalarla ilişki içinde ele alınır. Örneğin erken Cumhuriyet döneminde yetersiz sayıda ve nitelikte olan nüfusun hem tıbben hem de Güz 2009, Sayı:29 Erken Cumhuriyet Dönemi Dergi ve Gazetelerinde Spor ve Kadın (1928-1960) 217 ahlaken daha yüksek seciyede yetiştirilmesinin önemli bir aracı olarak görülür spor. Bu iki dinamikle ilişkili olarak bakıldığında spor cinsiyetsiz bir alan gibi görülebilir. Belirli sınıftan kadınların dahil olduğu veya belirli bir vatandaşlık görevi olarak yapılan bir faaliyet olarak spor, kadınların dahil edildiği ve hatta çağırıldığı bir alandır. Ancak daha derinlemesine incelendiğinde, tıpkı yine erken dönem milliyetçi seçkinlerin kadına dair egemen söylemlerinde olduğu gibi, spor alanında da, geleneksel cinsiyet rollerinden uzaklaşması adına cinsiyetsizleştirme politikalarıyla, yeniden cinsiyetlendirme girişimleri birlikte işler. Kadınlar spor alanında hem yeni seçkinler olarak var olurlar, hem de milli vazife olarak bu alanda faaliyet göstermeye çağırılırlar. Modernleşmeci erkeklerin bir milli görev olarak kadınlara biçtikleri toplumsal rol, ulusa sağlıklı evlatlar yetiştirecek sağlıklı anneler olmaktır. Spor, sağlıklı annelerin yetişmesi için en kestirme yoldur. Kadınların spora teşvik edilmesi için tek parti döneminde, başka birçok alanda da halka rehberlik etmesi beklenen gazeteler kullanılmıştır. Otuzların ikinci yarısında, dünya konjonktürünün de etkisiyle, egemen milliyetçi söylem içinde militer tonun ağırlık kazanması söz konusu olmuştur. Buna bağlı olarak, spor basınında bu yeni anlayışın izlerini sürmek mümkündür. Parti ile devletin özdeşleşmiş olduğu bu dönemde, spor örgütlenmesi de partiye bağlanmış ve her vatandaşın spor yapması, beden terbiyesi politikasının bir parçası olarak zorunluluğa dönüşmüştür. Kırkların sonuna kadar süren bu durum, Ellilerle değişmeye başlamıştır. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra, devlet idaresinin her alanında gözlenen liberalleşme eğilimi spor örgütlerinin de liberal ilkelere göre yönetilmesini beraberinde getirir. Siyasal ve örgütsel yaşamdaki bu dönüşümler spor basınında da yankı bulur. Yirmiler ve Otuzların modernleşmeci zihniyetinin yerini, ticari mantığın almaya başladığı, dönemin spor basını takip edilerek görülebilir. Futbol temalı dergilerin çıkmaya başlaması ve ulusal, yüksek tirajlı gazetelerin spor sayfalarının futbol ağırlıklı olarak hazırlanması kitle sporları aracılığıyla kitlesel bir ilgi yakalanmaya çalışıldığının da göstergesidir. Ağırlık futbola verilince, henüz kadınların futbol alanında bir varlık gösteremediği Türkiye’de, kadın sporculara ve onların faaliyetlerine verilen yer çok azalır. Kadın sporcular ile ilgili haberler, magazinel boyutu varsa basında yer alır. Özellikle Hürriyet’in spor sayfaları incelendiğinde, spor basınında magazinelleşmenin bu dönemde, Hürriyet gazetesi ile başladığı iddia edilebilir. Sonuç olarak, 1928-1960 arası spor basını incelendiğinde, kadınların kamusal alana çıkmalarını sağlayan bir faaliyet olarak spora katılımlarının belirli şartlara bağlandığı, kadının kendi tercihleri, zevkleri, kişisel gelişimi için spor yapmasına İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi F. Şenol Cantek – B. Yarar 218 ihtiyatla yaklaşıldığı görülmektedir. Bir yandan, batılı kadın gibi zarif, zinde ve özgüvenli kadın idealinden söz edilmekte, diğer yandan, kadının bireyselliğini öne çıkaran, annelik ve eşlik vazifelerini aksatacağı düşünülen etkinliklere, özellikle de sportif etkinliklere katılması yerinde bulunmamaktadır. Bu çelişkiler, yaptığımız analizin de gösterdiği gibi, özellikle eril modernleşme perspektifinin toplumsal cinsiyete ilişkin normları nasıl eklemlediğine bağlı olarak değişim arzetmektedir. KAYNAKÇA Akın, Yiğit (2004), Gürbüz ve Yağız Evlatlar, Erken Cumhuriyet’te Beden Terbiyesi ve Spor, İletişim Yayınları, İstanbul. Atabeyoğlu, Cem (1983), “Türkiye’de Sporun Gelişimi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 8-9, İletişim Yayınları, İstanbul. Atay, Falih Rıfkı (1964), Roman, Varlık Yayınevi, İstanbul. Fişek, Kurthan (1980), Spor Yönetimi, A.Ü. SBF Yayını, Ankara. Fişek, Kurthan (1983), “Türkiye’de Spor”, Cumhuriyet Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul. Dönemi Türkiye Foucault, Michel (2003), Cinselliğin Tarihi, Çev. H.Tanrıöver, Ayrıntı, İstanbul. Gürsoy, N. (1998), “Sağlık, gençlik, güzellik”, Üç Kuşak Cumhuriyet, Ed. U.Tanyeli, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul. Şenol Cantek, Funda (2009), “Modernizmin Vaad Edilmiş Cennetinin Kapısında İki Ülke: Finlandiya ve Türkiye”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler, Cilt 9, İletişim Yayınları, İstanbul. Yeşilkaya, N. (1999), Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık, İletişim Yayınları, İstanbul. Süreli Yayınlar Spor Alemi, 1929 Türk Spor, 1929-1934 Spor Postası, 1934-1937 Yeni Hayat, 1936 Gol Spor, 1937-1941 ve 1948-1949 Beden Terbiyesi ve Spor, 1942-1945 Havacılık ve Spor, 1945-1947 Hürriyet Gazetesi, 1948-1960 Güz 2009, Sayı:29 Türk Eğitim Bilimleri Dergisi Bahar 2009, 7(2), 237- Yazı Teslim Kuralları 1. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya değerlendirmeye alınmamış olmalıdır. 2. Makalelerde yazı tipi “Times New Roman 12 punto” ve satır aralığı “1.5 satır” olmalıdır. Sayfa yapısı soldan 4, diğer taraflardan 3 cm boşluk bırakılmalıdır. Renkli grafik, şekil ve tablo kullanılmamalıdır. 3. Makalelerin 150-200 sözcük civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özetlere Türkçe ve İngilizce anahtar kelimeler eklenmelidir. 4. Çalışmalarda şu sıranın takip edilmesi uygun olacaktır: Başlık, Özet, Anahtar Sözcükler, Yabancı Dildeki Başlık, Abstract, Key Words, Giriş, Yöntem, Ana Metin, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Kaynakça. 5. Gönderilen basılı kopyalarda kapak sayfası olmalı, kapak sayfasında yazar ismi ya da isimleri, adresler, e-mail ve telefonları bulunmalıdır. Bu bilgiler makaleye ait kapakta bulunmamalıdır. Yazılı kopyalar hakeme isimsiz gönderileceği için makalenin iç sayfalarında değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. 6. Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tavsiye edilir. 7. Basılı kopyalar A4 boyutunda dijital kopyalar “Word” formatında olmalıdır. 8. Dergiye gönderilen makaleler 2 basılı ve 1 dijital kopya olmalı ve “İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Bişkek Caddesi 81.Sokak No:9 06510 Emek/Ankara” adresine posta yoluyla gönderilmelidir. 9. Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir. Makalenin düzeltilmeden yayınlanmasına veya yayınlanmamasına karar verilebilir. Makaleyi Hakemlerden birisi yayınlanmasına ikincisi yayınlanmamasına karar verdiği takdirde makale üçüncü bir hakeme gönderilir. Makaleye ilişkin raporlar ve makale metni makale yazarına iade edilmez. 10. Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir. 11. Yasal ve etik her türlü sorumluluk makale yazarlarına aittir. Kaynakların Düzenlenmesi 1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir. 2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda yapılan çalışmalar İletişim 2003/18 220 için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır. Kaynakça ve Alıntı Kuralları Metin içi kaynak örnekleri: (Duran, 2003), (Tas, 2005: 16), (Hemdi, 2004; Kimy, 2001) Günay’a göre (2005), (Vert ve Hale, 2005: 71), (Lazersfeld vd., 1944: 23). Kaynakça örnekleri: Tek Yazarlı Dergide Makale Varis, T (1984) International Flow of TV Programmes, Journal of Communication, 34(1), s.143-152. İki Yazarlı Dergide Makale McCombs, M E ve Shaw D L (1972) The Agenda-Setting Function of Mass Media, The Public Opinion Quarterly, 36, (2), s.176-187. Tek Yazarlı Kitap McQuail, D (1987) Mass Communication Theory: An Introduction, Beverly Hills, CA: Sage Pulication Inc. İki Yazarlı Kitap Perelman, C ve Olbrechts-Tyteca, L (1971) The New Rhetoric, Notre Dame: University of Notre Dame Pres. İkiden Çok Yazarlı Kitap Lazarsfeld, P F, Berolson, B ve Gaudet, H (1944) The People Choice, London: Colombia University Press. Editörlü Kitapta Bölüm Schramm, W (1992) Haberleşme Nasıl İşler, Ünsal Oskay (Der.), Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, İstanbul: Derya Yayınları, s.95-134. Çeviri Kitap Mattelart, A ve Mattelart M (1995) İletişim Kuramları Tarihi, M Zıllıoğlu (Çev.), İstanbul: İletişim. İnternet Elçi, O (1991) Futbol, Business Journal, s.11-12. (Erişim: EBSCO Masterfile database, 2 Mayıs 1999) Mel, H (2005) Vücudun dili olmaz, http://www.dnr.org/hra.htm. (Erişim: 12 Mayıs 2005) Türkiye İstatistik Kurumu (2001) Zenginlik indeksleri. http://www.trkist..tr/hra.htm. (Erişim: 1 Mart 2002) Bahar 2009, Cilt 7, Sayı 2