İndir - Diyarbakır Kitapları

Transkript

İndir - Diyarbakır Kitapları
Gül Şehri
SEMPOZYUMU
Diyarbakır
EDİTÖRLER
PROF.DR. KENAN HASPOLAT
ARŞ. GRV. MEHMET YANMIŞ
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM TARİHTE GÜL VE TEDAVİ
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ Tıbbi Bitki
Araştırmalarında “Eski Tıp” ve “Kokulu Gül”
Örneği
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
Osmanlı Tıbbında Gülle Tedavi
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
Gül İle Evde Hazırlayabileceğiniz Formüller
İKİNCİ BÖLÜM
DİYARBAKIR VE GÜL
Öğr. Gör. Aysel ALYAMAÇ YILMAZ
Diyar-ı Gül
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
Tarihte Diyarbakır ve Gül
Nuri PAMUKÇU
Diyarbakırlı Gülcü Ferit Pamukçu
Yrd. Doç. Dr. Alaaddin DİKMEN
Diyarbakır’ın Gül İle Randevusu
Arş. Gör. Mehmet YANMIŞ Modernleşme ve
Küreselleşme Sürecinde Değişen Kentler ve
Kimlikler: Diyarbakır Gül Şehri Örneği
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DİYARBAKIR
FOLKLORU VE GÜL Prof. Dr. Kenan
HASPOLAT Diyarbakır Türküleri ve
Gül
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT Günümüz
Şiirlerinde Diyarbakır ve Gül
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
Diyarbakırlı Osmanlı Dönemi Şairlerinde Gül
Teması
Arş. Yazar Vedat GÜLDOĞAN
Diyarbakır Musiki Folklorunda Gül ve Çiçek
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KÜLTÜRLERDE VE DİNDE GÜL
Yrd. Doç. Dr. Muharrem YILDIZ
Farklı Kültürlerde Gül Sembolü
Yrd. Doç. Dr. Orhan ATEŞ
Türk İslam Kültüründe Gül Algısı
Arş. Yazar. Mehmet Ali ABAKAY
Kültürümüzde Gül
Yrd. Doç. Dr. Murat ÖZAYDIN Tasavvuf
Kültüründe Gül Metaforu
Arş. Yazar Mevlüt MERGEN
Gül’ün Gelenekteki Yeri
BEŞİNCİ BÖLÜM
GÜL VE GÜZEL KOKU
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
Kokulu Gülün Tarih İçindeki Serüveni
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
Diyarbakır’da Gülcülük ve Kokulu Gülle Neler
Yapılabilir
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ Tarih
İçinde Gülün Damıtılması
ALTINCI BÖLÜM
GÜL VE GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ
İl Çevre Ve Orman Md. Murat HASPOLATLI
Gül
Doç. Dr. Yeşim Yalçın MENDİ
Diyarbakır İlinin Gül Yetiştiriciliği Potansiyeli
Ziraat Yüksek Müh. Asuman OKTAY
Diyarbakır’da Gül Yetiştiriciliği
Ziraat Müh. Murat TOMAR
Gül(Rosa) Hastalıkları ve Zararlıları
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
Türkiye Genelinde Son Duru
ÖNSÖZ
Dicle Üniversitesi olarak, Diyarbakır Valiliği ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve ev sahipliğini yaptığımız “Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu” 24 Mayıs 2011 tarihinde, üniversitemiz kongre
merkezinde; gül şarkıları, gül şiirleri, gül kokuları ve rengarenk güllerle dolu bir atmosferde
gerçekleşti. Bu güzel ve anlamlı sempozyumun gerçekleşmesine katkıda bulunanlara sonsuz
teşekkürler.
Diyarbakır; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer yönleriyle yalnızca
ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip, nadide bir şehir. Ancak bu
güzelliklerin tam anlamıyla bilindiğini ve tanıtımının yapıldığını söylemek ne yazık ki, mümkün
değil.
Biz, Dicle Üniversitesi olarak; şehrimizin var olan değerlerine sahip çıktığımız gibi, kaybolmaya
veya unutulmaya yüz tutmuş değerlerini de gün yüzüne çıkarmayı; insanımızı, aydınlık geçmişiyle buluşturmayı hedefiyoruz. Göreve geldiğimiz günden bugüne; Diyarbakır’ın asli çehresine
ve konumuna kavuşması, özünde saklı güzelliklerin ortaya çıkarılıp, herkesçe bilinir hale gelmesi amacıyla yazılı ve görsel medyada çeşitli tanıtım çalışmaları yaptığımız gibi; sivil ve resmi
kuruluşlarla beraber birçok kongre, sempozyum, toplantı, proje ve etkinlik gerçekleştirdik. Bu
çerçevede son 2 yıl içerisinde Diyarbakır Valiliği ile birlikte Diyarbakır’ımızın kültür, tarih ve
turizm potansiyelini, “inanç ve kültür merkezi” olma özelliğini bilimsel olarak inceleyerek, şehrimizin “Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti” olduğu gerçeğini uluslararası sempozyumlarla kamuoyunun bilgisine sunduk.
“Gül Şehri Diyarbakır” tanımı; şehrimizin sahip olduğu geçmişine ve inşaAllah geleceğine vurgu
yapmakta. Diyarbakır’ı marka yapacak pek çok değerin var olduğu bir gerçek. Bunlardan biri
de gül ve gülcülük. Bu değerin farkında olan üniversitemiz, Diyarbakır’ı markalaştırma adına 2
yıldan beri attığı adımlara bir yenisini daha ekliyor ve geçmişinde var olan bir değeri yeniden
canlandırmak istiyor. Gerçekleşen bu etkinliğin, bu yolda atılmış önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.
Sempozyum süresince bizi sarıp sarmalayan gül kokularının, şehrimizden ve yüreklerimizden
hiç eksik olmamasını diliyor, sempozyumun ve sempozyum kitabının hazırlanmasında emeği
geçen herkese en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Prof. Dr. Ayşegül Jale SARAÇ
Dicle Üniversitesi Rektörü
Bölüm 1
TARİHTE GÜL VE TEDAVİ
TIBBİ BİTKİ ARAŞTIRMALARINDA
“ESKİ TIP” VE “KOKULU GÜL” ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı
Eski Tıptan Bugüne
Eski Tıp dediğimiz zaman insanlığın ilk çağlarından beri büyük bir zaman diliminde her
coğrafyada hastalıklar için verilen mücadele
akla gelmelidir. Tıbbın tarihi bu büyük tıbbı ve
aşamalarını bir bütün olarak ele alır. Tıbbın
geçirdiği devirler ve bu devirlerde kullanılan
tedaviler hakkında çok şey biliyoruz. Binlerce
yıl önce kullanılan tıp kitaplarını bugünkü dilde okuyabiliyor daha sonra bu bilgilere neler
eklendi veya tedavide ne gibi değişiklikler oldu
rahatlıkla izleyebiliyoruz. Bu büyük serüvenin
bugün neresindeyiz. Tıp eğitiminde tıp tarihi
dersleri bugünkü tıbbı anlamak için verilir.
Amaç bugünkü tıbbı daha iyi anlayarak yarınki
tıbbı şekillendirmektir.
Bugünkü tıbba her şeyi çözen yegâne tıp diye
bakan bir hekim on yıl sonra komik duruma
düşer. Tıp çok dinamik, her gün yenilenen bir
bilimdir ve bu sebepten çözemediği sorunlar
için yeni çözümler arar. Son yıllarda kimyasal
tıbbın çıkmazı ile gene doğaya dönüldü ve
ilaç firmaları büyük projelerle bitkiler ve hayvanlar üzerinde araştırmalar yapıyorlar. Bu
araştırmalarda özellikle ilkel olarak yaşayan
ve bozulmamış halkların kullandıkları bitkisel
ilaçları araştırıp onları bugünkü tıbba katmaya çalışıyorlar. Nedense herkesin göz ardı ettiği bir büyük hazine var; Eski Tıp.
Bugünkü tıp bundan 150 yıl öncesinden başlayarak kimya, fizik ve matematiği ön plana alan
ve matematiksel ölçmeyi kullanan bir ekolün
devamıdır. Göremediği, tanıyamadığı ve ölçemediği bilgiyi dikkate almayan bir tıp olarak
öne geçti. Etkili ilaçların kimyasını (en basit
şekliyle) keşfetti ve onu kimyasal olarak üretti.
Bu büyük başarı onu sadece bu ilacı etken olarak kabul etmeye götürdü. Bugün bu ölçme ve
sentezini yapmada çok mesafe kat ettik ama
tedavide gene de istenilen yere gelemedik. O
yüzden araştırmalar hızla devam ediyor.
Eski Tıp, binlerce yıl insanların büyük çabalarıyla oluşmuş ve etkili olduğu için yüzlerce yıl
kullanılmış ilaçları ve tedavileri yazılı kaynaklarla insanlık hizmetine sunan tıptır. Osmanlı
Tıbbı da bu bilgileri tecrübelerle en iyi şekilde
kullanmış ve katkıda bulunmuştur. Bu büyük
bilgi birikimi tıp araştırıcılarının dikkatini çekmeyi bekliyor. Bu konuda iki büyük sorun var.
Birincisi o dönem tıp kitabının bugünkü dile
çevrilmesi. İkincisi o dönem terminolojisini,
kavramlarının anlaşılması ve aktarılması. Bu
iki sorun çözülürse ve araştırıcılar bu bilgi birikimiyle ilgilenmeye başlarlarsa tıbbın çok şey
kazanacağından eminim. Yazdığım iki sorun
da bu ilgi ile çözülecektir. O kitapların dilini bilen çok değerli dilciler var. O çevrilen kitapta
yazılanları açıklayabilecek kavranmasına yardımcı olacak tıp tarihçileri de var.
Kokulu Gül Örneği
21. Yüzyıl eski tıbbın kullandığı birçok bitkiyi
“Sağlıklı Yaşam” paketi içinde tanımaya baş-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
11
►
Gül Şehri DİYARBAKIR
ladı. Destekleyici Tıp birçok bitkiyi çay olarak
kullanılıyor. Ben de bu bitkileri Osmanlı Tıbbında tanımaya çalışırken bildiğim ve önem
verdiğim tıbbi bitkilerin yanında kokulu gülü
de gördüğümde hiç önem
vermemiştim. Zamanla
kokulu gülü daha sık fark
eder oldum ve bu bilgileri
topladım. O zaman anladım
ki “Kokulu Gül” ciddi bir ilaç.
Gülle ilgili ilk çalışmalarım
aslında ilk asistanlığım döneminde başlamıştı. İlk araştırmam 1988 yılında önemli
bir tıp ekolü olan “Gülhane”
ile başlamıştı.1 Bu askeri tıp
okulunu incelerken neden
Gülhane denildiğini çok araştırmış ama kelimenin tam
karşılığını öğrenememiştim.
Gülhane’nin güllerin damıtılıp gülsuyu ve yağı elde
edilen yere dendiğini ve askeri tıp okulunun
kurulduğu yerin Topkapı Sarayı’nın Gülhanesi
olduğunu çok sonraları öğrendim. Çalışmalarım beni birçok yönden Gül’e götürüyordu.
Bulduğum belgelerle Edirne’ deki gülcülüğü
1 Altıntaş Ayten, "İstanbul Gülhane Askeri Tababet
Tatbikat Mektebi Binasının Bugünkü Durumu," I.Türk
Tıp Tarihi Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1992, s. 179–181.
4
12
öğrenmiş onu Edirneli dostlarımla paylaşmıştım.2 Zamanla tıbbi bitkilere ait yazdığım makalelerde gül de yer almaya başladı ve ayrı bir
makale olarak “Osmanlı Tıb-bında Gül” 2006
yılında ya-yınlandı.3 Bu yazı
Isparta’da
gül
üreticisi
Gülbirlik’in dikkatini çekti ve
bu bilgileri bir kitap haline
getirmem
istendi.
“Gül,
Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve
Gelenekteki Yeri” başlıklı
kitap 2007 de yayın-landı.4
Gül’ün Eski Tıp’ta ilaç olarak
yeri
ve
bugünkü
tıp
araştırmalarına göre etkisi
konusundaki çalışmalar böylece başladı.
Gül İlaçtı
Gül’ün ilaç olarak etkisini incelediğimizde çok geniş bir
yelpazeye sahip olduğunu
görüyoruz. Fakat en önemli
etkilerini üç noktada toplayabiliriz; Gül
kokusunun
ferahlattığı
ve
hafızayı
kuvvetlendirdiği, gül macununun mide ve ka2 Altıntaş Ayten, “Edirne’de Gülcülük ve Edirne Gülü,”
Yöre, Sayı 34, Ocak 2003.
3 Altıntaş Ayten, “Osmanlı Tıbbında Gül”, Osmanlılarda Sağlık, Ed. Dr. Coşkun Yılmaz, Dr. Necdet Yılmaz, Biofarma, İstanbul 2006.
4 Altıntaş Ayten, Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri, İstanbul, Mayıs 2007. (Gülbirlik’in desteğiyle)
raciğere iyi geldiği, gül yağının deri hastalıklarında yararlı olduğu. Bu çok önemli etkileri
elde etmek için sadece senede iki ay açan gülün işlenmesi gerekiyordu. Eski Tıpta hekimler
bunu üç ayrı şekilde işleyerek başardılar. Taze
güllerin damıtılması ile elde ettikleri gülsuyu
veya gülyağı şeklinde. Taze güllerin şeker
veya balla muamelesiyle üretilen gül macunları şeklinde. Bir de taze güllerin zeytinyağı ve
susamyağı içinde bekletilmesi ile hazırlanan
gül iksiri de denen yağlar şeklindedir.
kibinde kullanır. 9. yüzyılda yaşamış olan bir
diğer hekim Dînaverî’dir. “Gül bütün ağaçların nurudur, bütün çiçeklerin şahıdır” diye başladığı bölümünde kırmızı, beyaz gülleri tanıtır,
Arabistan’da bahçelerde ve dağlarda güle sık
rastlandığını yazar. Tedavide de gülsuyunun
ferahlatıcı etkisini kullanır, serinletici niteliğinden dolayı ateşlenmelerde gül suyunu,
baştaki hastalıklarda gül yağının başa sürülmesini tavsiye eder; “Bunlar başın ateşini alır
teskin eder” der.7
Bilgilerin Toplanması
Gülün tedavideki yerini incelemeye MS. I. yüzyılda yaşamış olan Dioscorides’in “Materia
Medica” sından başlayabiliriz.5 Bu tıp kitabında; Gülü zeytinyağı ve şarap içinde bekleterek
ilaç hazırlıyor veya kurutulmuş güllerden kokulu toplar yaparak güzel kokusundan faydalanıyordu. 9. Yüzyılda yaşayan büyük hekim
Al-Kindî’nin Akrabadin kitabında6 yer alan
tedavide kullanılan formüllerin içinde gül de
vardır. Burada gül özellikle; Mide ağrıları, ülserler, karaciğer hastalıkları, ağrıyan boğaz
ve ağız hastalıklarında hazırlanan ilaçların en
önemli maddesidir. Ayrıca gül yağını yanıklar,
ülser yaraları ve hemoroit merhemlerinin ter-
İbni-Sînâ, 11. yüzyılda yaşamış ve yazdığı
kitaplarla Doğuda ve Batıdaki tıbbı yüzlerce
yıl etkilemiş olan İbni Sina öncelikle gülsuyu
ve gülyağının kokusunun etkisini yazar; “Hoş
kokusundan dolayı ruha hitap eder” diye yazar
“Onun rahatlatma etkisi vardır, bayılmalarda ve
hızlı atan kalplerde çok yararlıdır “ der. Gülsuyunun hem ruha hem de akla olan etkisini vurgularken beynin çalışma ve algılama gücüne
faydalı olduğunu da belirtir.8
5 Gunther, Robert T, “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES”. Illustrated By A Byzantıne A.D. 512. Englıshed By
John Goodyer A.D. 1655.Edıted and Fırst Prınted A.D.
1933. Hafner Publıshıng Co. 1959.
6 Martın Levey, The Medical Formulary or Aqrabadhın
of Al-Kındı, (Translated with a Study of İt’s Materia Medica) London 1966.
İbnül- Baytar’ın “ el-Müfredât” kitabı,9 Şir-7
Dînaverî (ölm. 895) Ebû Hanîfe Dînaverî. 9.yy da yaşamış botanikçi. “Kitâbü’n-Nebât” tıbbi bitkiler ve botanik hakkında yazdığı Ansiklopedik eseridir.
8 İbni Sina , “el-Kanun” Türkçe çevirisi Hüseyin elTokadi, “Tehbizu’l-Mathun. Ragıp Paşa nr.1335 ElKanun Fi’t-Tıbb, İbn-i Sina, İkinci Kitap, Türkçeye Çev.
Prof.Dr. Esin Kahya, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı
Yay. Birinci Baskı Ankara 2003.
9 İbni Baytar, Ebn Baithar, Arapçadan Almanca tercümesi; 1.Kitap,Joseph v. Sontheimer; Große Zusammenstellung über die Kräfe der bekannten einfachen
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
13
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
vanlı Mahmud’un “ Kemâliye” si,10 Geredeli
İshak b. Murat’ın “Edviye-yi Müfrede”si,11
Salih bin Nasrullah’ın “Gayet-ül Beyan Fi
Tedbir-i Beden-il İnsan” ı,12 Celâlüddin Hızır
(Hacı Paşa) “Müntahab-ı Şifâ”sı,13 Tabîb İbn-i
Şerîf’in “Yâdigâr “ı,14 Abdülvehhâb bin Yûsuf
ibn-i Ahmed el-Mârdânî’nin “ Kitâbu ’lMüntehab
fî’t-Tıb”,15
Muhammed
bin
Mahmûd-ı Şirvânî’nin “Mürşid”,16 Eşref Bin
Heil- und Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah Ben Ahmed aus Malaga bekannt unter den Namen Ebn Baithar, I.Band Stuttgart 1840.2.Kitap 1842,
Hallberger’sche Verlagshandlung.
10 Şirvanlı Mahmud, Kemâliye.( 1430) (Giriş-İnceleme-Cümle Bilgisi-Metin-Sözlük) İ.Ü. Edebiyat Fakültesi
Yay. No. 3255. Haz. Muhammet Yelten. İstanbul, 1993.
11 Geredeli İshak b. Murat, Edviyei Müfrede, Fatih Millet Kütp. no 109.
12 Salih bin Nasrullah, Gayet-ül Beyan Fi Tedbir-i
Beden-il İnsan. Çev. Abdi Özkök . “İnsan Sağlığı ve Sağ
lığı Koruma Yöntemleri” 1. Kitap. Ve-Ga Yay. Ankara,
1991
13 Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ, Giriş
Metin, Zafer Önler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay. 559, Ankara, 1990.
14 Tabîb İbn-i Şerîf “Yâdigâr” 15. yüzyıl Türkçe Tıp kitabı Yâdigâr-ı İbn-i Şerîf, Ed. Orhan Şahin, Yerküre Yay..
Cilt 1 ,İstanbul, 2003; Tabîb İbn-i Şerîf, Yâdigâr, 15. yüzyıl Türkçe Tıp kitabı Yâdigâr-ı İbn-i Şerîf, Proje Danışmanı
A. Altıntaş, Haz. Y. Okutan, D. Koçer, M. Yıldız. Yerküre
Yay. Cilt 2, İstanbul, 2004.
15 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî.
Kitâbu’l-Müntehab fî’t-Tıb.(823/1420). Haz. Ali Haydar
Bayat, İstanbul, 2005.
16 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî, Mürşid (Göz
Hastalıkları). Haz. Ali Haydar Bayat, Necdet Okumuş.
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara, 2004,
4
14
Muhammed’in “ Hazâ’inü’s-Saâ’dât”17 adlı tıp
kitapları incelendiğinde gülün ilaç olarak kullanımına geniş yer veririler. Bu tıp kitaplarında yer alan etkileri şöylece özetleyebiliriz.
Etkisi
Gül macunu, şerbeti gibi şekerli ilaçlar mide
ve karaciğeri koruyucu olarak tavsiye edilir.
Hazımsızlıklarda, sindirimi kolaylaştırmak
amacıyla özellikle ziyafetlerden sonra gül macunu yenilmesini şiddetle tavsiye ederler. Karaciğer hastalıklarında gül şurubu içirilerek
tedavi edilmesinde hekimler hemfikirdirler.
Hamile ve loğusa hanımlar için de gece yatarken bir kaşık gül macunu özellikle tavsiye
edilir. Hafif müshil etkili olup, bulantılarda rahatlatır.
Gülyağı, gül iksiri dediğimiz, gülün zeytinyağında bekletilmesi ile hazırlanan ilaçlar deri
hastalıkları için kullanılıyordu. Derideki kaşıntılarda, çıban, kabarcık, hatta uyuz gibi
hastalıklarda bu yağın sürülmesinin çok etkili
olduğu, vücuttaki ağrı, sızı şişlikler, kabarcıklar ve sivilceler üzerine sürülmesinin de
bu hastalıkları def ettiği yazılır.
Gülsuyunun ele dökülüp koklanması ile ferahlatıcı, rahatlatıcı ve serinletici etkisi hemen
fark edilirdi. Osmanlı hekimlerine göre gülsuS. 342
17 Eşref bin Muhammed, “Hazainüs Saadat”
1460(H.864), Haz. Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tarih
Kurumu Yay. IX. Seri- Sayı 9, Ankara, 1961.
yu; Ruhsal ve duygusal yapıları kuvvetlendirir,
beyni ve aklı güçlendirir, Beden ve yaşam kuvvetini arttırır, heyecandan oluşan kalp atışlarını düzenlerdi.
Ayrıca baş ağrısını geçirir, iğrenme, öğürmeyi ve kusmayı dindirir, Göz kanlanmalarını ve ağrılarını geçirir, dişetlerini güçlendirir,
sarhoşluğu ve onun verdiği baş ağrısına çaredir. Bu sebeple hekimler
gülsuyunu
reçetelerinde
çok kullanırlar.
Bilimsel Araştırmalar Gülün
Eski Tıpta etkili bir ilaç
olması sebebiyle, bugünkü
tıp
araştırmaları içinde
acaba gül ilaç olarak
araştırıldı mı diye baktığımızda bu konuda yazılan
birkaç makaleye dikkat
çekmek isteriz; 2005 yılında
Kanada’da yayınlanan bir
araştırma
dergisindeki
çalışma (Biochem, Cell
Biol, 83: 78–85, 2005) Gül çiçeği çözeltisi ile
fareler üzerinde yapılmıştı. Bu çözeltinin antioksidan aktivitesini arttırdığı, lipid peroksidasyonunu düzenlediği ve bu sayede farelerin
yaşama süresinin uzadığını gösterilmişti.
2007 yılının ilk aylarında Science dergisinde
yayınlanan bir diğer araştırma da, Lübeck
Üniversitesi araştırmacısı Björn Rasch’ın çalışmasıydı. İnsanlar üzerinde gül kokusunun
belleğe etkisi konusunda Rasch ve ekibinin
yaptığı çalışmada; gül kokusu yardımıyla
beyindeki süreçler daha yakından incelenmiş ve hatırlamaya olan etkisi gösterilmiştir; Manyetik rezonans görüntülerinde de gül
kokulu odada uyuyan deneklerin hipokampüs
bölgesinde daha yüksek etkinlik saptanmış olduğu yazılıyordu. Hafızaya
etkisi bir başka araştırıcı
tarafından da tespit edildi;
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim
Dalında çalışan bir gurup
araştırmacı, 2007 yılında
yaptıkları bir deneysel çalışmayla, gül yağı aromasının sıçanların öğrenme
davranışları üzerine etkisini araştırmışlar ve
sonuçta kokulu Isparta gül
yağının öğrenme ve hafıza
üzerine faydalı etkisini
tespit etmişlerdi.
Diğerleri
2007 yılında “Pharmaceutical Biology” dergisinde yayınlanmış olan bir araştırmada
Hindistan’da Amala Nagar Kanser Araştırma
Merkezi’nde Rosa Damascena’nın antioksidan
etkisi ve karaciğerdeki etkileriyle kanserde
yardımcı olabileceği konusu “Antioksidan, He-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
15
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
patoprotective efects of Rosa damescena” başlığıyla yer almıştır.
Bizim Araştırmalarımız 2007 yılının Mayıs
ayında “Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve
Gelenekteki Yeri” adlı kitabım çıktı ve
Haziran 2007 tarihinde Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Tıbbi Biyoloji (Genetik Bilim Dalı) bir
proje başlattı. Projenin çıkış noktası: Gül’ün
tarihte çok eski dönemlerden beri kadınlar tarafından kırışık giderici olarak kullanılması idi.
Projeye kaynaklık eden bilgi kitabımdaki senelerce kullanım alanı idi. Projenin hareket noktası: 2005 yılında yayınlanan (Biochem.Cell
Biol. 83;78-85) adlı bilimsel dergide yayınlanan makale; “Rosa rugosa’nın çiçek ektrelerinin
antioksidan enzim aktivitesini artırdığı, lipid peroksidasyonunu düzeltici etkisi” başlıklı araştırma idi. Kanada’da yayınlanan bu araştırmada
rosa rugosa kullanılıyordu. Cerrahpaşa gurubu
bu metodu Rosa Damescena’ya uyguladılar.
Kan hücreleri ile çalışıldı ve “Evaluation Of
In Vitro Antioxidant Activity And Cytotoxicity Of Rosa Damascena Extract Using By
Peripheral Blood Lymphocytes As Model
System” başlığı ile bu çalışma Barselona’da
sunuldu.18 Bildiride kullanılan metot göste-18
“Evaluation Of In Vitro Antioxidant Activity And
Cytotoxicity Of Rosa Damascena Extract Using By Peripheral Blood Lymphocytes As Model System,” Gönül
Kanigur-Sultuybek, Gülçin Tezcan1, Çiğdem Bayram
Gürel1, İlhan Onaran1 (Istanbul University, Cerrahpaşa
Medical Faculty Department of Medical Biology1); Ayten Altıntaş2 (Istanbul University, Cerrahpaşa Medi-
4
16
rildi.19 Güllerin kan hücrelerinde bozulan dokuları düzelttiği ve gençleştirici etkisi olduğu
gösterildi.
DNA Hasarlarını Tedavi
Cerahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Genetik Bilim Dalından Prof. Dr.
Gönül Kanıgür ve Doç. Dr. İlhan Onaran başkanlığındaki çalışma gurubunun yaptığı çalışma ile “Oksidatif Stresin İndüklediği
Sitoksite ve DNA hasarları üzerine Rose
Damascena’nın Etkisi” gösterilmişti. Bu etki
kısaca şöyle özetleniyordu; Hücre metabolizmasının ve çevresel faktörlerin etkisi altında
hücre ve dokular yoğun oksidatif stres altında
kalmaktadır. Organizma bu strese karşı çok
çeşitli antioksidan sistemleri ile karşı koymaktadır. Antioksidan savunma mekanizmalarının
yetersiz kaldığı durumlarda hücrenin çok çeşitli komponentleri hasarlanabilmekte, bunun
sonucunda bazı patolojiler ortaya çıkabilmektedir. Antioksidan savunma mekanizmalarının ilerleyen yaşla birlikte zayıfadığı ve buna
bağlı oksidatif stresin arttığı gösterilmiştir.
cal Faculty, History of Medicine Department2), Kerim
Alpınar3 (BIOTA Herbal Cosmetic Laboratories Ltd.
Co.3), Electronic fle number : A1340367_Kanigür.pdf
19 Preparation of rose-fower extract Dried rose fow-ers
from mainland Turkiye (Denizli-Başmakçı province,
Başmakcı rosa cooperative) collected in June 2007
were masserated in distilled water for 24 h and then
boiled under refux for 4 h. Afer cooling, the extract was
fltered using flter paper, and the fltrate was lyophilized. The resulting powder was used in the study.
Gül yapraklarının ekstresi bu hasarı tedavide
etkili idi.20
Deri Üzerine Etkisi
Cerrahpaşa gurubu Gül ekstresinin kan hücreleri üzerine etkisini 2008 yılında gösterdiler. Bu çalışmanın arkasından 2009 yılında bu
ekstrenin deri hücrelerine etkisi araştırılmaya
başlandı. Oksidatif stresin etkilerinin görüldüğü organlardan biri de deri idi ve günümüzde
çok çeşitli kozmetik ürünlerde değişik antioksidan bileşikler kullanılarak yaşlanma etkisi
ile oluşan derideki oksidatif hasarların önüne
geçilmeye çalışılmaktaydı.. Fibroblast (deri)
hücreleri üzerine etkisi çalışmalarına Haziran
2009 Sebat Gül den alınan numunelerle başlandı. Ocak 2010 da etkisi bilimsel olarak anlamlı olduğu tespit edildi.
Diğer Bilimsel Araştırmalar
Süleyman Demirel Üniversitesi’nde kurulan
“GÜLAR”da, gül araştırmaları konusunda yapılan araştırmalarda gül çiçeklerinden elde
edilen ekstrenin antioksidan ve anti-bakteriyel etkisi Mikrobiyolojik olarak gösterilmiştir.
20 In conclusion, our results suggest that the aqueous
extract of Rosa damascena fower in concentrations of
about 20 mg/ml has antioxidant properties against CumOOH-induced oxidative stress and cytotoxicity under
the experimental conditions tested. It is concluded that
these results support the associated health promoting
potential of Rosa damascena fower and in particular
against oxidative stress.
Sonuç
Bugünkü bilimsel araştırmalarda “Eski Tıp”
kaynak olabilir mi diye düşündüğümüzde, bunun pek ala mümkün olabileceği hatta çok
faydalı olabileceğini düşünüyorum. Yüzlerce
yılın tecrübesiyle şekillenmiş ve denenmiş bu
bilgiler yeni araştırmalara yön çizebilir. Eski
Tıptan yararlanmak isteyen araştırıcı nereden
ve nasıl bu bilgilere ulaşacak. Burada çok
önemli ve üzerinde durulması gereken noktalar var. Birincisi bu metinlerin okunmasıdır. Bu
çok önemli metinlerin okunmasını bu dili çok
iyi bilen uzmanlar yapmalıdır. Yoksa inanılmaz
hatalı ve yanlış bilgilere gidilir. İkinci nokta bu
Eski Tıbbın hangi kitapları kullanılmalıdır. Bu
da çok önemle üzerinde durulması gereken
noktadır. Klasik ve önemli hekimlerin yazdığı
tıp kitaplarının yanı sıra bu kitaplardan kopya
edilmiş ve iyi anlaşılmadığı için anlamlarını
çok yitirmiş eski metinler de mevcut. Üçüncü
ve çok önemli bir nokta da bugünkü dille okuduğumuz metinlerden ne anladığımızdır. Eski
Tıp metinlerinin anlaşılması için mutlaka ve
mutlaka o ilmin kavramlarının ve terminolojisinin bilinmesi gerekir. Aksi takdirde yanlış
anlaşılabilir ve araştırıcıyı yanlış yönlendirir.
Bütün bu sorunları çözecek ve araştırıcıya
yardımcı olacak olanlar bu konuda ihtisaslaşmış tıp tarihçileridir. Tıp tarihi ile uğraşanlar
özellikle tedavi alanında kullanılan bu ilmi bilirler. Eski Tıbbı kullanırken; nasıl okuyacağız,
nasıl ayıklayacağız ve nasıl anlayacağız bunla-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
17
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
rın bilinmesi lazım. Bunun için de iletişim şart.
Araştırıcı, tıp tarihçisi, dilci bir arada olursa ve
bu iletişim araştırma boyunca devam ederse
çok yararlı olacağına inanıyorum. Hepsinden
önemlisi Eski Tıbbın önemini fark etmek ve
bunu kullanmaya niyetlenmektir. Arkası gelir.
Büyük şair Fuzûlî’nin dediği gibi; Bütün dertlerine şifa arıyorsan gül bahçesine git. Gül
bahçesinde her derde deva vardır. Çünkü gül
goncası sanki şifa sunan gül şerbetinin içinde
bulunduğu kap gibidir. Bulunur her derde
İstersen
gülistanda
devâ
Hokkasında
goncenün san kim şifa cüllâbı var Fuzûlî
4
18
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
19
fr
OSMANLI TIBBINDA GÜLLE TEDAVİ
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı
Giriş
Tıp ilmini ve tedavi sanatını İslam Medeniyetinden alan Osmanlı hekimleri yazdıkları tıp
kitaplarının çoğunda gül ve gülden yapılan
ilaçlardan bahsederler. Bu tedaviler o günkü
tıp kuralları içinde yapılır.
nin bu çok geniş döneminde ve böylesine geniş bir coğrafyadaki tıp kitaplarında yer alan
gülün tedavideki yerini ancak özetleyerek anlatabiliriz. Burada benim katkım ancak daha
iyi bildiğim Osmanlı tıp kitaplarındaki gülle
tedavi olacaktır.
Tıbbın tarihi bir yerde tedavi sanatının tarihidir. İnsanlığın ilk dönemlerinden itibaren hekimin ilk görevi hastalığı teşhis etmek ve ikinci
görevi onu tedavi etmekti. Hastalıkları tedavi
etme sanatı insanlığın ortak bilgi birikimidir.
Çünkü tarihin her döneminde farklı bir medeniyet tıp meşalesini önde götürmüştü. Diğer
medeniyetler de bu bilgileri aldılar kullandılar
ve ilaveler yaptılar. Antik dönemlerde Çin,
Hint, Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinde
tıp ileri gitmişti ve birbirleriyle iletişim içindeydiler. Antik dönem İyonya ve Yunan medeniyeti bu bilgilerin üzerine pek çok ilaveler
yaptı. Ortaçağ’da bu meşaleyi İslam medeniyeti aldı. Diğer bilimlerde olduğu gibi tıpta da
bilgileri toplayıcı ve yenilerini ilave edici rolünü yerine getirdi. Bu bilgilerin Avrupa kıtasına
geçmesinden sonra diğer bilimlerde ve tıpta
yenilenmeler, reformlar yapıldı. Tıptaki bulunduğumuz yer bu yenilenmelerin devamıdır.
Tedavi sanatında gül de bu gelişmelerin içinde
aynı serüveni takip etmiştir. Osmanlı hekimleri için de gül vazgeçilemeyen bir ilaçtı.
Tıp kitapları dikkatle incelenirse, gülün pek
çok değişik hazırlanma teknikleri ve farklı ilaç
şekillerinin olduğunu görürüz. Buradaki
konumuz gülsuyu olduğu için bu çeşitlerden
yalnızca üç gurubu ele alabiliriz; “Gülsuyu, Gül
macunu, Gül yağı” Gül macunu; en önemli şekillerinin gülsuyu ile hazırlandığından, gülyağı
ise gül kokusunun korunması esası ile hazırlandığından bu konuda yer almışlardır.
Gülün tedavi kitaplarında yer almasını ilk kitaplarından itibaren izleyebiliyoruz. Tıp tarihi-
Tedavide Gül Üçlemesi; Gül Suyu, Gül Macunu,
Gül Yağı
Gül suyu, gül çiçeklerinin damıtılmasıyla, gül
macunu; Güllerin şeker ya da balla reçelden
daha koyu kıvamda hazırlanmasıyla, Gül yağı
ise güllerin susam yağı veya zeytin yağında
güneşte bırakılarak içindeki faydalı maddelerinin yağa geçmesiyle elde edilirdi. Bu üç hazırlama tekniği hekimlerin bilgilerine ve kendi
uygulamalarına göre farklılıklar göstermektedir. Teknikler farklılık gösterse de etkileri ve
bu etkilerinin teorik içeriği aynıdır, değişmemiştir. Ta ki tıbbın temellerinin değişmesine
kadar. 18. yüzyıldan sonra iyice belirginleşen
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
21
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
“Yeni Tıp” ta bitkilerin tıptaki yeri azalır, 19.
yüzyıldan sonra sahneye kimya fabrikalarında
elde edilen etkili maddeler çıkar. Gül de geleneksel tıp uygulayanların kitaplarında bir
müddet daha boy gösterecek ve zaman içinde
unutulacaktır.
Tıp Kitaplarında Gül Suyu
Gül suyunun tedavideki yeri tıp kitaplarını
veya ilaç bilgisini(farmakoloji) veren kitapları
inceleyerek öğrenebiliriz.
Tıp tarihinde tedavi kitabı(farmakoloji, ilaç
bilgisi kitabı) denince akla Dioscorides’in kitabı gelir. MS 1. yüzyılda Adana yakınlarındaki
Anabarza’da doğup büyüyen bu hekim aynı zamanda Roma ordusunda cerrah olarak görev
yapmıştı. Dioscorides tıbbın tedavi sanatına
ve ilaçlar bilgisine çok meraklı idi. Tıbbi bitkiler konusunda çok önemli bir kitap yazmıştı21.
Tıp tarihinde “Materia Medica” diye tanınan
bu kitapta gül de yer alır.22 Dioskorides damıtılarak elde edilen gülsuyundan bahsetmez.
Fakat gülün vazgeçilemez kokusu için o sıralar
çok kullanılan ve kadınlar arasında moda olan
bir çeşit gül preparatından bahseder. “Rhodi21 Pedanios, Dioscorides, MS 64-70 yıllarında yunanca yazdığı kitap Perihyles İatrikes, Latinceye, Materia
Medica, Arapça’ya da, Kitâbü’l-Haşâyiş, olarak çevrilmişti.
22 Gunther, Robert T., “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES”. Illustrated By A Byzantıne A.D. 512. Englıshed
By John Goodyer A.D. 1655.Edıted and Fırst Prınted
A.D. 1933. Hafner Publıshıng Co. 1959.
4
22
des” (Pomanders of Roses) isimli bu preparat
taze güllerden yapılıyordu. 40 dragms kuru
gül, 5 dragms Hint sümbülü,(İndian Nard) ve
6 dragms mür(myrrh ağacı) hepsi birlikte iyice ezilir ve 3 metelik (Oboli) toplar pastiller
şeklinde yapılır, gölgede kurutulur ve ağzı iyice kapatılan bir kapta saklanırdı. Kadınlar hoş
kokulu bu pastilleri boyunlarına kolye yerine
asıyorlar böylece güzel kokusu her zaman burunlarına geliyordu. Gerektiğinde bu pastilleri
öğüterek banyodan sonra pudra gibi kullanıyorlardı.23
Dioskorides gülün güzel kokusunu yağlar içine alarak kullanılmasını da yazmakta. Yağlı
merhemler (Oıntments) bölümünde Gülyağını
hazırlanmasından bahseder. Gül yapraklarının
suda maserasyonu ve zeytinyağında kaynatılması ile elde ediliyordu.24
9. Yüzyılda yaşayan büyük hekim Al-Kindi’nin
Akrabadin kitabında yer alan tedavide kullanılan formüllerin içinde gül de yer alır. Kindî’nin
Akrabadin’inde gül özellikle; Mide ağrıları,
ülserler, karaciğer hastalıları, ağrıyan boğaz
ve ağız hastalıklarında hazırlanan ilaçların en
23 “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES” . S. 69; sayı
130 RHODON Rosa lutea, rodon (of the Latin Rosa).
sayı 131 Rhodıdes Pomanders of Roses; Pomanders of
Roses, which they call Rhodides, are made afer this
fashion. Of fresh Roses.
24 “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES .S. 31; Oıntments, RHODINON. Preparation of Rosaceum ; rosaceum oleum .
önemli maddesidir. Ayrıca gül yağını yanıklar,
ülser yaraları ve hemoroid merhemlerinin
terkibinde kullanır25.
Gülün önemine inanan 9. yüzyılda yaşamış
hekim ve botanikçi olan Dînaverî’dir26 . “Gül
bütün ağaçların nurudur. Bütün çiçeklerin şahıdır” diye başladığı bölümünde kırmızı, beyaz gülleri tanıtır, Arabistan’da bahçelerde ve
dağlarda güle sık rastlandığını yazar. Tedavide de gülsuyunun ferahlatıcı etkisini kullanır,
serinletici niteliğinden dolayı ateşlenmelerde
gül suyunu tavsiye eder. Baştaki hastalıklarda gül yağının başa sürülmesini tavsiye eder.
Bunlar başın ateşini alır teskin eder der. Kitabında ayrıca gül macunundan, gülden hazırlanan değişik ilaçlar kitabında yer alır.27
yunu ve gülyağının kokusunun etkisini yazar
“Hoş kokusundan dolayı ruha hitap eder” der
“Onun rahatlatma etkisi vardır, bayılmalarda ve
hızlı atan kalplerde çok yararlıdır “. Gülsuyunun
hem ruha hem de akla olan etkisini vurgular
ve beynin çalışma ve algılama gücüne faydalı
olduğunu yazar; “anlayış gücünü arttırıp, belleği güçlendirir”.der. İbn-Sînâ gül suyunun ve
gül yağının serinletici etkisinden dolayı sıcak
ve ateşli vücutları tedavi ettiğini yazar. Baştaki hastalıklarda ve beynin çeşitli nedenlerden
doğan ateşli hastalıklarında “onun başlangıcı
ve sonrasında çok etkili” olduğunu yazar. Gülyağını müshil olarak da kullanılmasını tavsiye
eder; içilince boşaltılması gereken maddeleri
boşaltır.28
Gülün tıptaki yerini çok iyi tarif eden bir başka otorite de “tıbbın prensi” diye adlandırılan
“İbn-Sînâ”dır 11. yüzyılda yaşamış ve yazdığı
kitaplarla Doğuda ve Batıdaki tıbbı yüzlerce
yıl etkilemişti. Onun kitaplarında tedavide gül
ve gülsuyu yer alır. İbn-Sînâ öncelikle gülsu-
Dioscorides’in Materia Medica’sın dan sonra
tartışılmaz en büyük farmakoloji eseri yazan
İbnül- Baytâr’dır. 2500 ilaç maddesini yazdığı
önemli eseri “el-Müfredât” bu konuda yazılan
en geniş bitkilerle ilgili kitaptır; Bu kitapta gül
den elde edilen ilaçlar geniş yer alır.29 13.
yüzyılda yaşayan İbnül-Baytâr eserinde
25 Martın Levey, The Medical Formulary or Aqrabadhın
of Al-Kındı, (Translated with a Study of İt’s Materia Medica), London, 1966.
26 Dînaverî (ölm. 895) Ebû Hanîfe Dînaverî. 9.yy da
yaşamış botanikçi. “Kitâbü’n-Nebât” tıbbi bitkiler ve
botanik hakkında yazdığı Ansiklopedik eseridir. Bilgi
için Muhammed Hamidullah‘ın yazdığı makale; Diyanet
İşleri İslam Ansiklopedisi. Cilt 2, İstanbul.
27 Dînaverî (ölm. 895) “Kitâbü’n-Nebât” adlı eserinden aktaran hekim İbnül- Baytâr’dır .
28 İbn-Sînâ, El-Kanun Fi’t-Tıbb, İbn-i Sina, İkinci Kitap,
Türkçe’ye Çev. Esin Kahya, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Birinci Baskı Ankara 2003. s. 205.
29 İbnül- Baytâr’dır, el-Müfredât, kitabının Almanca
çevirisi; Joseph v. Sontheimer; Große Zusammenstellung über die Kräfe der bekannten einfachen Heil- und
Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah Ben
Ahmed aus Malaga bekannt unter den Namen Ebn
Baithar, II.Band Stuttgart 1842, Hallberger’sche Verlagshandlung S. Cilt 2 s. 582-585 Ward. Ahmet Ataman
tarafından tercüme edildi.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
23
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
gülsuyunu yeri geldikçe bir çok bölümde anlatır. İbnül-Baytâr Endülüslü olduğu halde tıbbi
bitkileri araştırmak için uzun yıllar Orta Doğu,
Yunanistan ve Anadolu’da dolaşmıştı. Kendisi
en güzel ve keskin kokulu güllerin Nisibis (Nusaybin) de yetişenler olduğunu yazar. Gülsuyu, içine gül atılıp, hafif ateşte ısıtılıp kokuları
suya karışan boynuzlu imbikte hazırlanır der.
Gül suyunu koklamanın, ferahlatıcı etkisi üzerinde durur mide bulantısına faydalıdır. Kokusu
iğrenme, öğürmeyi ve kusmayı dindirir, mideyi
güçlendirir, koklayınca baş ağrısını geçirir der.
İbn-Sînâ gibi gülsuyunun beyne etkisinden
İbnül-Baytâr da bahseder; Gülsuyu aklı, beyni
kuvvetlendirir ve duyuları keskinleştirir, yaşam
kuvvetini arttırır, heyecandan dolayı aşırı kalp
atışında faydalıdır, güzel kokulu kuvvetiyle bedeni güçlendirir der. Gülsuyunun içilmesiyle
de faydalı neticeler alınacağını yazar; Gülsuyu
içilirse mide bulantısına faydalıdır. Mideyi güçlendirir, kan tükürmeye karşı faydalı hizmetleri
bulunur, şurubu da yapılabilir. İbnül-Baytâr
gülsuyunun kaynatılarak, buharına başı tutmanın da tedavi edici etkilerini yazar. Bu uygulamanın yeni başlayan göz hastalıklarını
tedavi ettiği ve hastalığın ilerlemesini önlediğini yazar. Ayrıca bu uygulamanın fazla içki
içenler için de faydalı olduğunu yazar; Kafaya
gülsuyu buharı uygulanırsa sarhoşluğu ortadan
kaldırıp, baş ağrısını hafifetir. Bu etkiyi 9. yy
da yaşayan büyük hekim Ebû Bekir Er-Râzi de
“Kitâbü’l-Hâvi” de; Gül sarhoşluğu hafifetir di-
4
24
yerek belirtir30.
Osmanlı Hekimlerine Göre Gülsuyu
Tıp ilmini ve tedavi sanatını İslam Medeniyetinden alan Osmanlı hekimleri yazdıkları pek
tıp kitaplarının çoğunda gül ve gülden yapılan
diğer ilaçlardan bahsederler. Bu tedaviler o
günkü tıp kuralları içinde yapılır. Osmanlı tıbbında yer alan gülün tedavideki yerini ve hangi mekanizma ile etkili olduğunu anlayabilmek
için o zamanki tıp anlayışına biraz değinmek
gerekir.
Osmanlı Tıbbında insan bedeni ve onun hastalıklarını anlatırken insanın içinde olduğu dünya
ve onun da içinde bulunduğu evren ile birlikte
düşünülür. Evrenin bir parçası olan içinde yaşadığımız dünyada var olan her şey dört “Temel element” den (temel unsur) meydana gelmiştir. Bunlar; Toprak, Ateş, Hava, Su’ dur. Bu
dört değişmez ve vazgeçilemez elementin belli
oranlarda karışıp birleşmesiyle bu âlemdeki
her şey meydana gelmiştir. İnsan da bu dört
temel elementin belli oranlarda karışıp birleşmesiyle oluşmuştur ve bedendeki dört vazgeçilemez sıvıyı da meydana getirmişlerdir.
Osmanlı hekimlerine göre bedendeki “Dört
Sıvı”(hılt, humor) bedenin sağlıklı olabilmesi
için dengeli bir şekilde çalışmalıdırlar. Bu dört
hılt; “Kan, Safra, Sevda ve Balgam” diye adlandırılan özel sıvılardı. Osmanlı tıbbına göre insanlar bu dört sıvının bedendeki etkisine göre
30 İbnül- Baytâr’ın, age. s. 482.
dört ayrı mizaca sahiptiler. “Demevi, safravi,
sevdavi ve balgami” mizaç olarak adlandırılan
bu özellikler hekimin hastayı tanıması ve onu
tedavi etmesinde önemli idi. Eski tıpta hekimin teşhis ve tedavide kullandığı bir başka
ölçek de organların, hastalıkların ve ilaçların
“nitelikleri” idi. “Dört temel nitelik”(sıfat, özellik, tabiat) hekim için çok önemli idi. Bunlar
“sıcaklık, soğukluk, nemlilik ve kuruluk” tur.
Osmanlı tıbbında hekimlerin hastalık teşhis ve
tedavisi için bilmeleri gereken o hastanın ve o
hastalığın tabiatı ve mizacı idi. O teşhise göre
bedeni sağlıklı kılabilmek için dengeyi bozan
özellikler zıtlarıyla dengeye getirilir ve tedavi
edilirdi. Bu bilgi o devirde evrensel tıbbın bir
parçası olup zamanla gelişmiş, Osmanlı hekimleri de bunu en iyi şekilde kullanmak üzere
geliştirmişlerdi.
Tenin Kokusunu Güzel Eyler
Gül suyunun güzel kokmak maksadıyla
kullanılması tıp kitaplarının konusu dışındadır. Fakat gene de gül kokusunun
tedavideki yerinden bahsedilirken bu konuya değinilir. Gül suyu ve gül çiçeğinin
kurutulmuşu da bu amaçla kullanılmıştır.
15. yüzyılda yazılmış önemli bir tıp kitabı
olan “Kemâliye” de “Teninun kokusı
dayim gül kokusı gibi olması için” bir çeşit pudra hazırlanmasını anlatır. Burada
kuru gül yaprakları alınır, havanda dövüp
toz haline getirilir. Hamamdan çıkılınca
daha beden terli iken boynuna ve göğsüne ve koltuklarına sürülür. Öylece güzel
gül kokusu gül rayihası tekrar yıkanıncaya kadar vücuttan çıkmaz. Burada bu
formülün verilme sebebi “ruhun tedavisi”
içindir. “Kemâliye” in yazarı bu koku ruhaniyeti kuvvetlendirir ve kalbi pek safi eyler
der ve “gül kokusunun meleklerin sevdiği
koku “ olduğunu yazar31.
14. yüzyılda yazılan önemli bir tıp kitabı
“Edviye-yi Müfrede” de; Hamamda sürülen bu
gül pudrasından bahsediyor “ter kokusunu güzelleştirir” derken, hamam sıcağından oluşan
“baş ağrısını” geçirdiğinden iki tarafı faydasını
belirtir32.
17. yüzyılda Salih bin Nasrullah’ın “Gayetül
Beyan” adlı kitabında da gülsuyu için “bedene sürülürse güzel koku verir ve başa sürülürse
hararetten olan baş ağrısını geçirir” der33 . 18.
yüzyılda Erzurumlu İbrahim Hakkı tarafından
yazılan “Mârifetnâme” de gülsuyunu “tenin
31 Şirvanlı Mahmud, Kemâliye( 1430) (Giriş-İnceleme-Cümle Bilgisi-Metin-Sözlük) İ.Ü. Edebiyat Fakültesi
Yay. No. 3255. Haz. Muhammet Yelten. İstanbul 1993.
s. 126 8a-1
32 Geredeli İshak b. Murat, Edviye-yi Müfrede, 1390
(H.792) Haz. Hamza Tekin, Adapazarı, 1995. s. 92.
33 Salih bin Nasrullah, “Gayet-ül Beyan Fi Tedbir-i
Beden-il İnsan”, Çev. Abdi Özkök. İnsan Sağlığı ve Sağlığı Koruma Yöntemleri, 1. Kitap . Ve-Ga Yay. Ankara,
1991.s. 115.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
25
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
kokusunu güzel eder, ateşli baş ağrısını geçirir,
baygınlığa faydası vardır” diye tanıtır34.
15. yüzyılda yazılmış iki önemli tıp kitabı
“Müntahab-ı Şifâ” ve “Yâdigâr” da hastalıktan
yeni kalkmışların ve loğusaların “hoş kokulu
nesneler koklamaları” tavsiye edilir ki bu ko
kular içinde gül ön sıralardadır.35
Bayılmalarda Ferahlatıcı Etkisi
Gülsuyunun eskiden çok kullanılan bir şekli
bayılmalarda kullanılmasıdır. Bayılanlara hemen bir gülsuyu şişesi getirip yüzünü başını
ovmak Osmanlı adetlerinde çok uygulanıyordu. Bu usul kaynağını hekimlerin tavsiyesinden alıyordu; Salih bin Nasrullah “Gayetül
Beyan” adlı tıp kitabında “ gülsuyu bayılmayı
giderir, hararetten olan yürek kabarmasına karşı
çok yararlıdır” der. Tıp kitaplarındaki bilgilerin
önemli kısımlarını “Mârifetnâme” sine alan İbrahim Hakkı “Gülsuyu baygınlığa faydalı, ateşli
baş ağrısını geçiricidir” der. Mevlânâ Mesnevisinde “ bayılan bir deri tabaklayıcısının hikayesi” de “….adamın başı döndü , olduğu yere
düşüp yığıldı. Birisi, elini kalbine götürüyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu.” diyerek bu tıp
34 Erzurumlu İbrahim Hakkı. Mârifetnâme .Tercüme
eden Faruk Meyan. Bedir Yay.. İstanbul 1999.s.435.
35 Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ, Giriş
Metin, Zafer Önler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay.: 559, Ankara 1990. s.
16. Tabîb İbn-i Şerîf , Yâdigâr ; 15. yüzyıl Türkçe Tıp kitabı
Yâdigâr-ı İbn-i Şerîf, Ed. Orhan Şahin, Yerküre Yay.. Cilt
1,İstanbul 2003. s. 89.
4
26
uygulamasını yazıyordu36 . Gülsuyunun
beyne kuvvet verici ve zekâyı açıcı etkisi İbnSînâ ve İbnül-Baytâr tarafından belirtilmişti.
Osmanlı hekimlerinden Geredeli İshak b.
Murat37 ve Salih bin Nasrullah38 da kitaplarında
bu etkiyi bildirirler.
Baş Ağrısına İlaç
Osmanlı hekimlerinin kullandıkları tıp kuralları içinde sıcak nitelikli baş ağrılarında, ateşli
hastalıklarda veya sıcak nitelikteki hastalıkların sebep oldukları baş ağrılarında gülsuyu
vazgeçilmez bir ilaçtı. Çünkü serinletici ferahlatıcı etkisiyle hastalığı geçirirdi.
15. yüzyılda yaşamış önemli hekimlerden
Mârdâni “Müntehab” adlı eserinin baş hastalıklarını anlatan kısmında “(…)eğer sayrunun
başı ağrıdığı halde gönlü döner ise gülsuyunu
başına sürmek ve gülü , menekşeyi koklamak
gerek..” der. Ayrıca çok içki içmekten hasıl olan
baş ağrısı ve sıcak basmasında tedavi olarak
başı gülsuyuyla ovmak gerektiğini bildirir39 .
Aynı yüzyılda yazılan “Kitâbü’l Mühimmât” da;
36 Mevlana Celalettin Rumi, Mesnevi, Tercemesi ve
Şerhi. Terceme ve şerheden Abdülbaki Gölpınarlı. II.
Baskı, Inkılap ve Aka Basımevi. İstanbul, 1983. Cilt IV.
S. 370.
37 Geredeli İshak b. Murat, age. s. 92.
38 Salih bin Nasrullah, age. s. 115.
39 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî.
Kitâbu’l-Müntehab fî’t-Tıb.(823/1420). Haz. Ali Haydar
Bayat. İstanbul 2005. s. 99. Altıncı Makale başta olan
illetleri bildirir. S. 100.
hastanın “sıcak” nitelikteki baş ağrısında gülsuyu ve gül yağıyla başı ovmanın, “kuru” nitelikteki baş ağrısında gülsuyu ile hazırlanan
şuruplardan içmesinin tedavi edici olduğunu
yazar40 . Bu özellikler gülün ve gülsuyunun
“soğuk ve nemli” niteliğinden dolayıdır.
Ağız, Boğaz ve Kulak Ağrılarını Giderir
14. yüzyılda yazılan tıp kitabı “Edviye-yi Müfrede” de ağız ağrılarını ve acılarını gidermek için
gülsuyu ile ağzı çalkalamak,41 “Gayetül Beyan”
da ağız ağrısına gülsuyu sürmek42 tavsiye edilir. “Kitâbu’l-Müntehab” da ise “…kulak ağrısı
kandan ve şişten olsa. …badam yağını gülsuyuyla ve sirke ile bişürüb kulağa tamzurmak..”
gerekmekteydi. Burunun şişip kabarmasında
da “(…) nar şarabın gülsuyuyla virmek gerek ve
sandalı gülsuyuyla ezmek gerek ve kar üstüne
savudup bağıra yakmak gerek ve gülsuyun kar
üstüne savudup başa dökmek gerek..” diyerek
gülsuyunun vazgeçilmez etkisinden yararlanır.
Ayrıca zatürree hastalığında da ateşi hafifetmek için esas tedavinin yanında “..döğülmüş
gülü ve kafuru, gülsuyu ile ezeler ve göğüse sürteler..” demektedir .43
Kemaliye’de Gülsuyunun sumak ile pişirilme40 “Kitâbü’l Mühimmât” Haz. Sadettin Özçelik. XV.
Yüzyılda Yazılmış Bir Tıp eseri, Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yay., Ankara 2001. 157 s.. s. 34.
41 Geredeli İshak b. Murat, age. s. 92.
42 Salih bin Nasrullah, age. s. 115-116.
43 Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mârdânî,
age. s. 114,115,118.
siyle elde edilen suyun göze sürülmesiyle kanlanan kızaran göz ağrısını, göz kanlanmasına
ilaç olduğu bildirilir.44
Şirvânî’nin “Mürşid” adlı tıp kitabında gülün
birinci derecede soğuk ve üçüncü derecede
kuru olduğunu gülsuyunun göz ilacı olarak
kullanılmasında “ göze istenmeyen maddeleri
indirmez” olduğu belirtilir.45
Cilt Hastalıklarında Gülsuyu
Dînaverî “Kitâbü’n-Nebât” adlı kitabında gülün
etkisini; Gülü kurutup uylukta ve kasıkta olan
çıbana koysalar fayda eder, eğer yenmiş derin
çıbanlara vursalar et bitirir diyerek deri hastalıklarındaki etkisinden bahsetmişti 46.
“Edviye-yi Müfrede” de “(…)kurutulmuş gül
uyuz olmuş vücutlara faydalıdır. İnsanın vücudunda olan sivilcelere sürseler giderir..”47 der.
44 Şirvanlı Mahmud( 1430), age.. s. 124 6a-7. göz
marazların devaların bildirir 126 8a-1.
45 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî. Mürşid (Göz
Hastalıkları). Haz. Ali Haydar Bayat, Necdet Okumuş.
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay.. Ankara 2004 S.
342.
46 İbnül- Baytâr’dan naklen. “ el-Müfredât” kitabının
Almanca çevirisinden çalışılmıştır. Joseph v. Sontheimer; Große Zusammenstellung über die Kräfe der bekannten einfachen Heil- und Nahrungsmittel von Abu
Mohammed Abdallah Ben Ahmed aus Malaga bekannt
unter den Namen Ebn Baithar, II.Band Stuttgart 1842,
Hallberger’sche Verlagshandlung cilt 2 s. 482 Mâ el
ward, aqua rosarum, Ahmet Ataman tarafından tercüme edildi.
47 Geredeli İshak b. Murat, age. s. 92-93.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
27
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Salih bin Nasrullah’ın “Gayetül Beyan”da “(…)
gülü kurutup dövüp ağız ağrısına sürseler iyi gelir, çiçek ve kızamık çıkan yerlere dövüp ekseler
çok yararlıdır. 48 der. Aynı hastalıkları gülsuyu
ile de tedavi ediyorlardı.
Bebekler İçin Mama
15. yüzyılda hekim Eşref bin Muhammed tarafından yazılmış önemli bir tıp kitabı olan
“Hazâ’inü’s-Saâ’dât” ta çocukların sağlığını
korumak için yapılması gerekenlerin yazıldığı
bölümde; bebeğin beslenmesi için en uygun
mamayı gülsuyu ile hazırlanmasını tavsiye
eder. “Ufak bebeklerin bakıcılarının uymaları
gereken kurallar” başlığı altında, bebeğin bünyesi için uygun olan gıdalardan birisinin de bal
ile gülsuyunun pişirilmesi ve bu suya batırılan
ekmek ile bebeğin beslenebileceğidir ; “…Ak
bal kim kefi (köpük) alınmış gülâbla kaynamış,
kıvama gelmiş ola. Erte öğününe nâzik pişmiş
ekmek içile şerbet eyliyeler, yedireler…” 49
Tedavide Gül Macunları
Osmanlı tıp kitaplarında tedavi amacıyla gül
ile hazırlanan ayrı bir gurup gül mâcunu. Bu
başlık altında toplanabilen gurup içinde gül
mâcunu, gül şerbeti, gül şurubu, cüllâb, gülbeşeker, gülengübin isimleriyle hazırlanma
tekniği ve içeriği farklı olan ilaçlar yer alır. Gü48 Salih bin Nasrullah, age. s. 115 49 Eşref Bin
Muhammed, Hazâ’inü’s-Saâ’dât, 1460(H.864), Haz.
Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tarih Kurumu Yay. IX.
Seri-Sayı 9. Ankara 1961. s. 59-60.
4
28
lün etkili maddelerinin şeker veya bal içinde
muhafazası ile hazırlanan bu ilaçlar Ortaçağda İslam medeniyeti döneminden itibaren tıp
kitaplarına girmişti. Şeker imalinin geliştirilmesiyle bol miktarda elde edilen şeker, tıpta
çok kullanılan bir konservan madde olmuştu.
Daha önceleri bitkilerin etkili maddeleri şarapla muamele edilerek şaraba geçiriliyor ve
böyle kullanılıyordu. Dioscorides’in kitabında
anlatılan “gül şarabı” buna güzel bir misaldir;
Kırmızı kurutulmuş ve dövülmüş gül alınıp, bir
bez ile bağlanıp üzüm suyu içine atılır. Kabın
ağzı kapatılıp 6 ay beklenir. Sonra süzülür ve
kaba boşaltılıp saklanır. Bu ilacın etkisi kitapta
şöyle özetlenir; yemeği hazım ettirir, mide ağrısına iyi gelir, ishale faydalıdır50. Şeker, üretim
tekniğinin gelişmesiyle kolay bulunan bir
madde haline gelince ilaçların ham maddesi
olmaya başlamıştı. Gül den elde edilen ilaçlar
da çoğunlukla şekerle hazırlanıyordu.
Osmanlı hekimlerinin çok kullandıkları ve
şurupların çoğunun ana maddesi olan “cüllâb”
da gülsuyundan şekerle elde ediliyordu.
Gülsuyundan Hazırlanan Cüllâb
Ateşlenmeler dolayısıyla meydana gelen harareti susuzluğu azaltan, dindiren, mide hazımsızlığını ve mide hararetini yok eden, kandan
safradan olan ateşli titremeler için çok faydalı
bir şurup olan “cüllâb” ın hazırlanma tekniği
hakkında tıp kitaplarında bilgi verilir. Hekim
bu ilaçların hazırlanmasını hastalıklar içinde
50 Gunther, age. 1959. s. 69; madde 130.
yeri geldikçe tekrar eder. Bu bilgilere göre
cüllâb’ın hazırlanma tekniğinin en çok kullanılanı şöyledir; Önce iyi kaliteli ve güzel kokulu
gülsuyu ve şeker almalıdır Bunu İbn Şerif 15.
yüzyılın güzel Türkçesi ile şöyle ifade eder; “…
eyü ve gökçek râyihalu güllâb üç yüz dirhem, ak
sâfî mükerrer şeker yüz dirhem alub..” Bir ölçü
şekere üç ölçü gülsuyu katıp kalaylı bir tencerede kaynatılır. Ateş çok şiddetli olmamalı ve
bu sırada karıştırılmalıdır. Şurubun üstündeki
kefi alınır ve şurup kıvamına getirilir. Hekimler
cüllâbda kullanılacak şekerin yeterince temiz
olmaması halinde önce şekeri az su ile hafifçe
kaynatıp yumurta akıyla saf hale getirilmesini
bu arada kefinin alınmasını tavsiye ederler;
“az az kaynadalar tamâm şekerin kefi cemî‘ ola
kefgirle sâf ideler..” Böylece cüllabın kaliteli
olacağı belirtilir.51
Cüllâbın hazırlanışı Kemaliye’de biraz daha
farklıdır; Kalaylı bir tencereye yeterince şeker konulup şekerin üstüne çıkacak kadar su
konur ve ezilir ve kor ateşte kaynatılır; “…şol
kadar kaynaya. hatta kıvama gelmege yakın
ola, andan sonra üç şeker kadar gül suyun katalar, kaynadalar defi indüreler, turınc kab üzerine dökeler sovuyınca tura..”. Bu uygulamayı
birkaç kere yaparlar ve her kaynatma sonunda turunç kaba dökülüp süzülür, soğutulur. Bu
işlem şurup kıvamına gelinceye kadar devam
edilir.52
51 Tabîb İbn-i Şerîf , age. s. 240-241.
52 Şirvanlı Mahmud, age. s. 147 27b-9.
Bu şekilde hazırlanan cüllâb hekimin uygun
gördüğü reçetelerin ana maddesidir. Buna
tarçın, kakule, zencefil gibi sıcak etkili maddeler ilave ederek “efâviyyelü cüllâb” , nilüfer,
menekşe gibi tedavide kullanılan çiçeklerle
kaynatarak nilüfer şurubu, menekşe şurubu
hazırlanır53. Cülâba “…Aynı mikdarda sığırdili
otu ve kâsni yaprağı ayrı ayrı döğülüp katılırsa
Kalbe kuvvet veren, yüreğin oynamasını giderip ferahlatan bir ilaç olur.54
Sade hazırlanan cüllâb; Birden bire çıkan ateşe, ateşlenmelerle çıkan hastalıklarda içildiğinde ciğere fayda eder, süddeleri açar.55
Celâlüddin Hızır’ın Müntahab-ı Şifâ adlı eserinde; Ateşli hastalıklar için hazırlanacak şerbetlerde cüllâbı kullanır; ekser mizaca yarar ve
ıssı mizâclu kişilerim sıhhatin saklar dahi maddeyi latif kılur ve ciğeri şovudur ve idrâr-ı bevl
eder dahi safradan olan hastalıklara nâfı dür
öksürügi olmasa56.
Cüllabı şeker yerine bal ile hazırlanırsa o zaman özelliği değişir. Serinletici değil ısıtıcı
etkisi ön plana çıkar. Bu özelliği Celâlüddin
Hızır yemekleri sindirici özelliğini belirtirken
yazmıştır ;bal cüllâbın ziflü ya sakızlu küpe ko53 Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt1. s. 240-241.
54 Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt.2 s. 51.
55 İbnül- Baytâr. el-Müfredât, cilt 2 s. 482 Mâ el ward,
aqua rosarum.
56 Celâlüddin Hızır, age. s. 198.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
29
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
yıcak ki bir kaç gün tura hamir gibi olur tacâmı
sinirür diyerek Bir başka önemli formülünde
balla hazırlanan cüllâbı; iki çölmek bal cüllâbın
bir buçuk çölmek şireye katsa ve iki bellüt ağacı yüstin katsa tamâm olıcak çıkarsa bıraksa ve
ol cüllâbdan iç se uyku getüre57 diyerek faydalı
olduğu konuda bir başka formül vermiştir.
Cüllâbın tedavideki yerini 11. yüzyılda Türk
Dünyası da biliyordu. Yusuf Has Hacib’in yazdığı “Kutadgu Bilig” adlı eserde ziyafetlerde
cüllâb ikram edildiğini belirtiyor58.
Güneşe Arz Edilen Macunlar
Gülle hazırlanan mâcunların başında gelen
“gül-be-şeker” ve “gülengübin” in ortak özellikleri mide için faydalı, sindirimi kolaylaştıran
ve karaciğere kuvvet veren ilaçlardır.
Gülbeşeker’e gül murabbası da denir, yapılışı kısaca şöyledir; taze gül yaprakları alınır,
geniş gözenekli kalburdan geçirilir tohumları
ayrılır. Bir ölçü gül yapraklarına üç ölçü dövülmüş şeker ilave edilir ve el ile iyice ovulur.
Hepsi içi sırçalı kaba konulur ve güneşe bırakılır. Kabın üstüne kıl bir elek kapatılır ki güneş
ilacı bozmasın. Her gün elle ovulur ve mâcun
haline getirilirken otuz gün güneşte bırakılır.
Bu şekilde hazırlanan gülbeşekerin faydası
özellikle;“…midedeki balgamları azaldur, mideye, cigere kuvvet virür, ta’amı hazm itmege yar57 Celâlüddin Hızır, age. s.205. 58 Yusuf Has Hacib.
Kutadgu Bilig. Çev. Reşid Rahmeti Arat. Türk Tarih
Kurumu Yay. Ankara 1988, 66. Bölüm. “Öğdülmiş
Odgurmış’a Ziyafete Davet Usulünü Söyler”. Mısra
4656.
4
30
dım olur..” diye belirtilmektedir59. Gülbeşeker
hamileler ve loğusalar için de tavsiye edilen
bir ilaçtı. Hacı Paşa “Yüklü avratlar ve lohusalar tedbirin bildürür” başlıklı bölümünde; “…
gece yatacak vakt gülbeşeker yedüreler..” demektedir.60
Gül murabbasına 2 vakiyye bal daha katarak
sırlı kaplara konur. Gülencübin gülbeşeker den
daha sıcak özelliğe sahiptir. Bu sebeple Eşref
bin Muhammed kusan hastalara gülencübin
den yemelerini tavsiye eder. O dönemlerde
kusmak da vücudun sağlıklı kalması için tavsiye edilen eylemlerdendi. Bu sebepten herkes
evinde gülencübini bulundurmalıydı. Eşref bin
Muhammed yaşlılıkta yenilmesi tavsiye ettiği
gıdaların başında gülencübin gelir. Bunu yaşlıların hafada bir iki gün açken damla sakızı
ile beraber yemelerinin çok faydalı olduğunu
yazar. Kitâbü’l Mühimmât da cilt hastalıklarında gülencübin’den şurup yapılarak içilmesi
tavsiye edilir.
Gülencübin hazırlanmasında şeker yerine bal
konularak yapılır; 1 ölçü bal eritilir, kefi alınır
ona 10 ölçü gül konulup karıştırılır ve güneşe
bırakılır. Üç günde bir karıştırarak elli gün güneşte bırakılır. Sonra 1 ölçü daha bal katılıp
kavanozlara yerleştirilir61. Etkisi “.. sıcak karakterde olup, mide ve karaciğere kuvvet verir,
59 Şirvanlı Mahmud, age. s. 144 22b.
60 Celâlüddin Hızır, age. s. 16 -17.
61 Celâlüddin Hızır, age. s. 184.
sindirimi kolaylaştırır.”62
Gül şurubu, Gül Şerbeti
Osmanlı tıbbında gülden hazırlanıp tedavide
kullanılan bir başka gurup; gül şurubu veya
gül şerbetidir. Hazırlanışının macunlardan farkı gülü önce su ile kaynatıp bu suyun şekerle
muamelesi ile hazırlanmasıdır. Gül şurubunu
kapsamlı olarak İbni Şerif anlatıyor; “…alalar
tâze kızıl gül yaprağın yüz direm kaynadalar
ziyâde kaynamayup şöyle kim sehelce kaynadalar benefşe gibi bir âşe kaynaya gülün kızıl
rengi suya çıka gül yaprağı ağarmaya henüz kızıllıcak yaprakda kala eğer ziyâde kaynayacak
olursa acı olur ve kuvveti gider benefşe ve gül ve
nîlûfer ziyâde kaynamamak gerek nâzikdür kuvveti gider hem ta‘âmı acı olur bezden süzeler iki
yüz direm şeker katup kıvâma getüreler içeler
nâfi‘ ola…” Bu şurubun daha kuvvetli olması
istenirse yüz dirhem gül ve yüz dirhem şeker
daha katılır. Hatta çok kuvvetli istenirse bu şekilde yedi defa tekrarlanabilir.63
Gül şurubunu Hacı paşa su yerine süt kullanarak, Kemaliyede ise gül üzerine dökülen sıcak
su ile hazırlanır. Hekimler gül şurubunun “…
ıssı marazlar şerbetin şeker ile bişüreler sovuk marazlar şerbetin balıla bişüreler..” diyerek şeker ve balın etkilerinin farklı olduğunu belirtirler64.
62 Erzurumlu İbrahim Hakkı, age.s.435.
63 Tabîb İbn-i Şerîf, age. s. 239,240,241.
64 Celâlüddin Hızır, age. s. 139.
Şerbetin hazırlanması için önemli olan hususta; kışın pişen şerbetlenin kıvamının çok
koyu olmaması, yazın pişen şerbetlerin ekşimemesi için kıvamının katı gerektiği belirtilir.65
Gül şurupları ve gül şerbetleri pek çok hastalıkta başköşede bulundurulacak ilaçlardandır.
İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” adlı önemli eserinde faydalarını şöyle yazar; “..midede olan
balgamı cila eder, yemeği hazm ettirir,mide
ağrısına ve ishale ve bağırsak çıbanlarına
fayda eder,eğer bu şuruptan epey bir süre
içseler içteki azaları güçlendirir,gülü bal ile
pişirip gargara etseler boğaz ağrısına
iyi gelir..”66
Kemaliye’de gül şurubunun harareti giderdiği,
susuzluğu sakin eylediği, mide yanmalarına
iyi geldiğini ve tabiatı yumuşattığı, yüreğe ve
gönle ferahlık verdiği yazılır67.
Yadigârda gül şurubunu; mideye, karaciğere
ve yüreğe kuvvet verdiğini, safrayı arttırarak
vücuttan zararlı nesneleri attığını yazar.68
Kitab-ül mühimmat’ta boğaz ağrılarında ve
bademcik hastalığında gül şerbetiyle gargara
65 Celâlüddin Hızır, age. s. 198.
66 İbnül- Baytâr, el-Müfredât, cilt 2 s. 482 Mâ el ward,
aqua rosarum
67 Şirvanlı Mahmud, age. s. 139, 19a-2.
68 Tabîb İbn-i Şerîf, age. s. 239-240.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
31
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
etmeyi, 69
Mârifetnâme’ de, iç organları kuvvetlendirir.
Mürabbası sıcak olup mide ve karaciğere kuvvet verir, sindirimi kolaylaştırır.70
Ateşli hastalıklarda bu şerbetleri soğuk suyla
karıştırıp içilmesi öneriliyor. şerbetlerin içilme
miktarı en az on iki dirhemden en fazla yirmi
beş dirheme kadardır.
İksir Gibi Etkili Gülyağı
Osmanlı hekimlerinin kullandığı gülyağı, bugün kullanılan gül esansı değildir. Güllerin damıtılması ile elde edilen gül esansı, tamamen
aromatik bir yağdır. Eski tıpta kullanılan gülyağı ise güllerin uygun bir sıvı yağ içinde bırakılarak içindeki maddelerin bu yağa çıkması ile
yapılır. Çiçeklerden, meyveler, kabuklar, kökler
gibi yararlı olduğu düşünülen her bitkiden bu
şekilde yağ çıkarılır. Gülden hazırlanan yağ ise
özel bir yere sahiptir. Osmanlı hekimlerinin
“Mübarek yağ” “iksir gibi faydalı yağ” olarak
tanımladığı bu yağ bazen susam yağı, badem
yağı bazen de zeytinyağı ile hazırlanır.
Müntehabı şifa da “yağlar çıkarmak tarikasın
bildirir” bölümünde gül yağı için birkaç formül
verilir. Bunlardan biri; 100 dirhem susam yağı
veya 100 dirhem tatlı badem yağına Kırk dir69 “Kitâbü’l Mühimmât” Haz. Sadettin Özçelik. XV.
Yüzyılda Yazılmış Bir Tıp eseri, Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yay. Ankara 2001. 157 s.. 52-53. 70
Erzurumlu İbrahim Hakkı. age. s. 435.
4
32
hem gül yaprakları konulur bir sırçalı kapta
yirmi gün güneşe bırakılır. Çiçekler perverde
olunca süzülüp yağı ayrılır ve kullanılır71. Aynı
hekim buna benzer şu formülü de verir; Dört
ölçü susam yağına bir ölçü gül yaprağını şişe
içine koyarlar yirmi gün güneşte bırakırlar
sonra süzülüp kullanırlar. Bir başka teknikte;
dört ölçü kabuğu çıkmış dövülmüş badem veya
susam alınır, bir ölçü gül diplerinden temizlenir ve susama ilave edilir katılır güneşte iki ay
durur sonra bu karışımı dövüp yağı çıkarılır.72
İbni Şerif Yadigârda; 40 dirhem gül 100 dirhem susam yağı(şirugan) yağına veya tatlı badem yağına veya zeytinyağına karıştırılıp 20
gün çiçekler tamamen perverde oluncaya dek
güneşte bekletilir. Sonra yağını süzüp posasını
atıp yağını saklamak gerek Amma çiçekler koyulmazdan evvel bu yağları kaynatmak iyidir.73
Osmanlı hekimlerinin 15. yüzyılda kullandıkları
bu teknikler zamanla biraz daha değişime
uğramıştı. Bu yağın çok aranan ve faydalı bir
yağ olması sebebiyle 1852 yılında basılan bir
halk tıbbı kitabında gül yağına geniş yer ayrılmıştır. Ebubekir Nusret Efendi’nin bu kitabında kendisi hazırlama tekniğini geniş olarak
yazmıştı. Nusret Efendi usulü şöyledir; Dört
yüz dirhem zeytin yağını bir tencereye koyup
üzerine yüz dirhem taze gül yaprağı döküp
hafif ateşle kaynatılır, gül pişinceye kadar ondan sonra çıkarıp bir temiz bezden iyice sıkılır.
71 Celâlüddin Hızır, age. s. 192.
72 Celâlüddin Hızır, age. s. 193
73 Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt2 s. 208-209.
Sonra bu yağa gene yüz dirhem gül konup aynı
şekilde kaynatılır. Dört defa daha bu şekilde
yapılır. Sonunda bir şişeye koyup ağzı iyice
kapatılır. Bir hafa sonra üstteki gül yağı iyi
kapalı bir şişeye nakledilir. Özellikle altta kalan gül usaresini bu yağa geçirmemeğe dikkat
edilir. Nusret Efendi “ şişelere koyup güneşe asmak bir köhne adettir öyle etseler de olur lakin
yazdığımız başka surettir..” diyerek eski tekniklerden farklı olduğunu belirtir.74
Nusret Efendinin tekniği hâlâ geçerlidir. Bugünlerde yazılan alternatif tedavi kitaplarından İksir-i Şifa’da 150 sene önceki bu teknik
verilmektedir; Kırmızı (kokulu olursa daha iyidir) gülün taç yapraklarından 1 kilo toplanır. Bir
tencereye halis zeytinyağı konur, içine 250 gram
gül konur kaynatılır, gül yaprakları ağda erir gibi
olunca indirip süzmeli, sıkmalı, posasını atmalı,
aynı yağ içine tekrar 250 gram gül konur, aynı
şekilde kaynatılıp süzülür. Bu tertiple devam edilip 1 kilo tamamlanır. Buna tıbbi gül yağı denir.
Bir şişeye konup muhafaza edilir. Şişenin dibine
tortu yapınca, başka bir şişeye süzmelidir. Bu
şekilde sık sık kontrol etmeli, tortuyu süzmelidir,
tortu yağı bozar şifalı hassası kalmaz.75
Yukarıdaki şekillerde hazırlanan gül yağının
kullanıldığı yerler ve etkilerine gelince İlk
74 Hoca Nusret Efendi, Ebubekir Nusret, Risalei Nusret Efendi, Baskı 1268(1852) İstanbul 1302 baskı s.
50–51. Tabîb İbn-i Şerîf, age. cilt 2 s. 208–209.
75 Özgülen, Halit, İksir-i Şifa. Timaş Yay. , İstanbul
1998, s. 226.
önce İbni Sina yı yazmamız lazım. İkinci kitabının Duhn(Yağlar) bölümünde; Gülyağı beynin
iltihaplanmasına başlangıcında ve sonrasında
etkilidir, beynin gücünü çoğaltır ve anlayış gücünü arttırır, belleği güçlendirir. Onun rahatlatma
etkisi vardır bundan dolayı Galenos a göre gülyağı çok soğuk vücutları ısıtır ve sıcak vücutları
soğutur, normale döndürür. Bize göre sıcak bedenleri soğutma kabiliyeti daha fazladır der.76
Müntehabı şifada; dımağ(beyin) hararetine
faydalıdır, beyinde yeni ortaya çıkmış sıcak
tabiatlı hastalıklarda çok faydalıdır, Sıcaktan
olan baş ağrısını geçirir. Baş ağrılarına gülyağını soğuk su ve sirke ile karıştırıp sürmeyi
tavsiye eder. Ayrıca deri hastalıklarında özellikle kaşıntıyı geçirir sakin eder, uyuz gibi deri
hastalıklarında faydalıdır der77. Kemaliye’de
de bu yağın sürülmesiyle makat kaşıntılarında
ve basurda faydalı olduğunu yazar.78
Nusret Efendi ise; “…bu yağ iksire müşabih bir
yağdır her kanda bir çıban veya bir kabarcık ya
bir leke ya bir verem zuhur eder ise ibtidasında
bu yağdan tılâ etmek sihir gibi te’sir edip def’
eder” diyerek cilt hastalıklarının başlangıcında
tedavide kullanılmasını ve çok etkili olduğunu
belirti79. Halit Özgüven’e göre de; Bu yağ, vücuttaki ağrı, sızı şişlikler, kabarcıklar ve sivilce76
77
78
79
İbn-Sînâ, age. s. 204-205
Celâlüddin Hızır, age. s. 193.
Şirvanlı Mahmud, age. s. 136-137.
Hoca Nusret Efendi, Ebubekir Nusret; age. s. 51.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
33
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
ler üzerine sürülürse şifa verir.80
Gözlere Şifa Ruhlara Gıda
Eski Tıpta, tedavide kullanılan kitapları taradığımızda gülsuyunun faydalarını yukarıda gördük. Bu bilgiler ışığında gülsuyunun yararlarını
“on altın fayda” da özetleyebiliriz. On faydanın
dokuzu gülsuyunun ele dökülüp koklanması
ile elde ediliyor, onunca fayda ise gülsuyunun
veya gülsuyu ile hazırlanan şerbetin içilmesi
ile. Gülsuyunu yani gülün kokusunun içinde
saklandığı damıtılmış suyu koklamak; Ruhsal
ve duygusal yapıları kuvvetlendirir, beyni ve aklı
güçlendirir, beden ve yaşam kuvvetini arttırır,
heyecandan oluşan kalp atışlarını düzenler, baş
ağrısını geçirir, iğrenme, öğürmeyi ve kusmayı
dindirir, göz kanlanmalarını ve ağrılarını geçirir.
Dişetlerini güçlendirir, sarhoşluğu ve onun verdiği baş ağrısını geçirir. Gülsuyu şerbeti ise; Mideyi güçlendirir, mide bulantısına ve hazımsızlığa
çaredir.
Gülsuyunun faydaları sadece hekimler tarafından bilinmiyordu. Bunu kullanan herkes
tedavideki etkisini öğrendi ve kullandı. Bu
kullanım günlük hayatın her safhasına girdi.
Gülsuyunun “gözlere şifa” etkisi; göz ağrılarına faydası, göz kızarıklıklarını geçirici etkisi
çok bilinen ve kullanılan bir tedavi usulüydü.
13. yüzyılın çok önemli hekimi İbnül-Baytâr
gülsuyunun kaynatılarak, buharına başı tutmanın; “göz kızarıklarında, göz ağrılarında fay80 Özgülen, age. s. 226.
4
34
dalı olduğu ve yeni başlayan göz hastalıklarını
tedavi ettiği, hastalığın ilerlemesini önlediğini”
yazar. Aynı kitapta Huneyn bin İshak’ın da gülsuyunun gözlere faydalı olduğunu bildirdiği
kaydedilmiştir.81 15. yüzyılın önemli tıp kitabı
Kemâliye’de; Gülsuyunun sumak ile pişirilmesiyle elde edilen suyun göze sürülmesiyle kanlanan kızaran göz ağrısını, göz kanlanmasına
ilaç olduğu bildirilir.82 Şirvânî’nin “Mürşid” adlı
tıp kitabında gülün birinci derecede soğuk ve
üçüncü derecede kuru olduğunu gülsuyunun
göz ilacı olarak kullanılmasında “ göze istenmeyen maddeleri indirmez” olduğu belirtilir83
Gülün güzel kokusunun gözlere ve ruhlara
şifa olduğunu anlatan bir hikaye Mevlânâ’ya
aittir. Efakî Dede’nin yazdığı bir menkıbeye
göre ; Mevlânâ Şems’le koyu bir can sohbetine dalmışken duvar açılır ve altı heybetli
adam Mevlânâ’nın önüne bir demet gül bırakıp, hiç konuşmadan geldikleri gibi çıkıp giderler. Mevlânâ bu olaya şahit olan eşi Kira
Hatun’a “O gül demetini başkasına gösterme.
Çünkü Hindistan’ın kutupları ve Kutsal İrem bağının bahçıvanları onu can dimağını ve gözünü
kuvvetlendirsin diye göndermişler” diye tembih eder. Efâki Dede’nin anlattığına göre Kira
Hatun bu gülleri son nefesine kadar saklamış,
“kimin gözü ağrısa bu gül yapraklarını sürünce o
81 İbnül- Baytâr, age.
82 Şirvanlı Mahmud, age. 126 8a-1.
83 Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî. age. s. 342.
anda iyileşirmiş.”84 Gülsuyu çok uzun zamanlar
göz damlalarının kolirlerin içinde yer almıştı.
Gülsuyunun faydalarından üzerinde durulması gereken bir diğeri “ruhlara gıda” olmasıdır.
Gülsuyunun psikolojiye etkisi ve ruhlara şifalı
olduğu sadece hekimler tarafından değil tedavideki etkisini bilen herkes tarafından kullanıldı. Bu kullanım günlük hayatın her safhasına
girdi. Şairler bu çok iyi bildikleri faydaları şiirlerine de naklettiler. İmam Suyuti’nin mısralarında , “ Güzel kokulu nebâtatın padişahı
olan gülüm, Canlara sefâ, ruhlara gıdâyım”
denilerek bu fayda çok güzel özetlenmişti.85
Fuzuli bir kasidesinde; Yine dîvane-i aşk eyledi
dârüşşifâ meyli. Yine gülzâre çıktı kûşe-i mihnet
girifârı” mısralarında86 aşkından deli divane
olan aşık tedavi olmak için darüşşifaya değil
gül bahçesine yönelmişti.
Gülsuyunun ruhlara etkisini Şeyh Hakim Muinüddin “Sûfî Tıbbı” kitabında; “Gül bitki alemindeki tüm çiçeklerin en üstünüdür. Gül fiziksel, duygusal ve ruhsal yapıların tümü üzerinde
aynı anda iş görür ve her üçünü de safaştırıp
yüceltir” diyerek özetler.87
84 Ayvazoğlu, Beşir, “Ariferin Menkibeleri‘nde Efâki
Dede,” Güller Kitabı, İstanbul, 1996, s. 97.
85 Türk Çiçek ve Ziraat Kültürü Ürünü Üzerine, Cevat Rüştü’den Bir Güldeste. Haz. Nazım Hikmet Polat.
s. 249.
86 Ayvazoğlu, age. s. 96-97.
87 Şeyh Hakim Muinüddin Çişti, Sûfî Tıbbı. İnsan Yay.
İstanbul 2001. s. 134.
Gülsuyuna geçirilen gülün güzel kokusunun insan psikolojisine faydalı etkisi çok bilinen bir
etki idi. Eski Tıbbın prensi İbn-Sînâ bu etkiyi;
“Hoş kokusundan dolayı ruha hitap eder, onun
rahatlatma etkisi vardır, bayılmalarda ve hızlı
atan kalplerde çok yararlıdır “ “anlayış gücünü
arttırıp, belleği güçlendirir” diyerek belirtir.88
İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” adlı tıbbi bitkilerin
etkilerini anlattığı kitabında; “Gülsuyu aklı,
beyni kuvvetlendirir ve duyuları keskinleştirir,
yaşam kuvvetini arttırır, heyecandan dolayı aşırı
kalp atışında faydalıdır, güzel kokulu kuvvetiyle
bedeni güçlendirir” der.89 15. yüzyılda yazılmış
önemli tıp kitabı “Kemâliye” de gülün o güzel
kokusunu; “Bu koku ruhaniyeti kuvvetlendirir ve
kalbi pek safi eyler der ve “gül kokusunun meleklerin sevdiği koku “ olduğunu yazar.90
Gülsuyunun psikolojiye etkisini anlatırken
“güllâbici” yi unutmamız gerekiyor. Osmanlı
tıbbında önemli yeri olan gülâbiciler; Akıl
hastalarının bakıcılarına verilen ad idi. Tımarhanelerde veya daha eski haliyle akıl hastalarının bakıldığı darüşşifalarda görevli olan
bu şahıslar hastalara gülsuyu yani “gülâb”
dökmekle görevliydiler. Ahmet Vefik Paşa,
“Lehçe-i Osmânî” adlı sözlüğünde; Güllâbi;
kullabi, tımarhaneci olarak belirtir.91 Midhat
88 İbn-Sînâ, age. s. 205.
89 İbnül- Baytâr, age. s. 482.
90 Şirvanlı Mahmud, age. s. 126 8a-1.
91 Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmânî, GÜL mad. (İstanbul 1306). Haz. Recep Toparlı. Türk Dil Kurumu. Ankara 2000, s. 167.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
35
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Sertoğlu “ Osmanlı Tarih Lûgatı” nda Güllâbici
“Eski tımarhanelerde delileri zapt etmeye ve
uslandırmaya memur kimse” olarak açıklar.92
Önceleri sadece gülsuyu dökenler ve zamanla
akıl hastalarına bakan bu güllâbiciler Osmanlı
tıbbında çok uzun zaman hizmet vermişlerdi.
Güllâbiciler Cumhuriyetin ilk yıllarında değişti
ve hastabakıcı olarak adlandırıldılar. Osmanlı
döneminden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar
akıl hastalarına hizmet eden Mahzar Osman
Uzman bu konuda çok önemli yenilikler yapmıştı. Onun zamanına kadar güllâbiciler görevli idi. Mahzar Osman Uzman “Tababeti
Ruhiye” adlı kitabında 1919 da Toptaşı Akıl
Hastanesinde yaptığı düzenlemeleri anlatırken “Güllâbiciler hastabakıcı kıyafetine sokuldu” diyerek o tarihe kadar devam eden geleneği kaydeder.93
92 Sertoğlu, Midhat. Osmanlı Tarih Lûgatı. Güllabici
Mad. Enderun Kitabevi, İstanbul, 1986. s. 127.
93 Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye, “Türklerde
Tababeti Ruhiye,” İstanbul Üniversitesi Yay. Kader Matbaası, İstanbul, S. 140, 1941. s. 65.
4
36
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
37
fr
GÜL İLE EVDE HAZIRLAYABİLECEĞİNİZ
FORMÜLLER
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı
Gül Çayı
Bahçenizde veya balkonunuzda kokulu Isparta
gülü yetiştirmişseniz baharda taze gül yapraklarından hazırlanan gül çayını sakın ihmal
etmeyin. Bu zevki son yudumuna kadar tadın.
Bir tarafan da bu gülleri kurutun ve karanlık
kış sabahları için ayırın.
Taze Güllerden Çay
Çay yapacağınız kokulu Isparta gülüne hiçbir
kimyasal madde değmemiş, toprağına da o
zehirlerden bulaşmamış olmalıdır. Şehir kirliliğinden ve ekzos artıklarından uzak olmalıdır.
Şehirlerde bu şartları bulamayanlar, Isparta’da
bu şartlarda yetiştirilmiş organik, ekolojik güllerden getirtebilirler. Isparta bölgesinde özel
ekolojik sertifikaya sahip güller yetiştiriliyor.
Bu taze güller bozulmadan bir hafa size “taze
gül çayı” zevkini tattıracaktır.
Isparta gülü, gülcülerin çok iyi bildikleri gibi
goncalar tam açmamışken sabahın çok erken saatinde toplanır. Bu hem içindeki faydalı
maddelerin en yüksek miktarının, hem de
güzel kokusunun doruk noktasının zamanıdır.
Bu çiçekler asla yıkanmaz. Yaprakları ayrılır,
içindeki tohumlar ve ziyaretçi böcekçiklerden
temizlenir. Çok miktarda kullanacaksanız, bir
elek ile eleyerek sadece yaprakların kalmasını
sağlayabilirsiniz. Sabahleyin ilk olarak bu çayı
için. Yanında başka şey içmeyin ve yemeyin,
sadece gül çayına odaklanın tadını ve kokusunu daha iyi anlarsınız. Porselen bir fincan-
da hazırlamanızı ve mümkünse gül motifi bir
porselen fincanı seçmenizi tavsiye ederim.
Fincanın dibine bir tutam gül yaprağı koyun.
Başlangıçta büyük bir tutam olmalı. Tadına
alıştıkça daha azaltabilirsiniz. Zamanla az bir
miktarda gülle de aynı tadı hissedeceksiniz.
Üstüne kaynamakta olan kaliteli kaynak suyundan dökün, fincanın bir parmak altına kadar doldurun. Yavaşça karıştırın. Metalik kaşıkla karıştırmayın, zarif ince tahta kaşık veya
mümkünse gümüş çay kaşığı ile karıştırmalısınız. Gümüş kaşık gülün kokusunu daha belirgin yapıyor. Tahta kaşık ise nötrdür. Metalik
kaşık kokuyu örter. Gül yapraklarının alta çökmesini bekleyin. Artık karıştırmayın. Fincanın
soğuyan üst tabakasından içmeye başlayın.
Karıştırmazsanız her yudumda aynı sıcaklığı
ve tadı alacaksınız.
Gül çayını şekerle tatlandırabilirsiniz, kokuyu
belirginleştirir fakat tadı örter. Balla da içebilirsiniz fakat çok az koymalısınız, kokuyu ve
tadı örter. Çok şekerliye alışkın iseniz Gülbeşeker bölümünde anlatılan tatlıdan bir kaşık
koyabilirsiniz. Çayı yudumladıktan sonra çayın
dibinde kalan gülü de yemenizi tavsiye ederim, ziyan etmeyin. Gül çayı sadece sabahları
veya akşam yatarken içilmeli. Rahatlatıcı, ferahlatıcı, mutluluk verici etkisini hemen hissedeceksiniz.
Kurutulmuş güllerden çay
Gül mevsiminde gülleri kurutun kış için saklayın.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
39
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Nasıl kurutulduğunu ve saklandığını bilmediğiniz kuru gülleri satın almayın. Mümkünse
siz hazırlayın. Hatta kendiniz için mutlaka siz
kendiniz hazırlayın. Gül bu ihtimamı hep ister.
Gülleri kurutmak hem çok kolay hem de zor
bir sanattır. Dikkat edin. Kokulu güller Mayıs
ve Haziran ayında açtığı için iç mekânda kurutmanızı tavsiye ederim. Zamanınız varsa
günün sıcak saatinde dışarıya çıkarıp, güneş
çekilirken hemen içeriye alın. Zamanınız yoksa gülleri evin sıcak ve temiz bir köşesinde
kurutun. Kendiniz için özel olduğu için bir kilo
gül size yeterlidir. Daha çok gül kurutursanız
tüketemezsiniz ve yazık olur. Kullanacağınız
güller yukarda yazdığım gibi ekolojik ve emin
bir yerden satın alınmalı veya kendi bahçenizden özenle toplanmalıdır.
Bir kilo gül yapraklarını temiz bir mutfak bezi
üzerine serin ve temizleyin. İsterseniz parça
parça elekten eleyerek eleğin üzerinde sadece
yaprakların kalmasını sağlayabilirsiniz. Bence
temiz beyaz bir mutfak bezinin üzerinde sadece güzel yaprakları elinizle toplamalı geri
kalan her şeyi atmalısınız. Büyük geniş tahta
bir tepsiye beyaz temiz bir mutfak bezi serin.
Mümkünse ham keten bez olmalı. Ayıklayıp
ayırdığınız gülleri bu bezin üzerine serpin.
Seyrek olmasına dikkat edin. Bu tepsiyi evin
temiz ve sıcak köşesine bırakın. Eğer mevsim
soğuk geçiyorsa tepsiyi uzaktan güneş gören
bir masanın üzerine bırakabilirsiniz. Gülleri
temiz bir tahta spatüla ile karıştırıp havalan-
4
40
dırabilirsiniz. Nazik güller kısa bir sürede kuruyacaktır. İyice kuruduğundan emin olmadan
torbaya kaldırmayın. Kuruduğundan emin olduğunuzda temiz keten bir torbaya koyup evin
kuru ve kuytu bir dolabında saklayın. Mutfak
dolaplarını tavsiye etmem. Yatak odanızdaki
dolaplar daha uygun olur. Kuru güllerden çay
hazırlanması da yukarıdaki gibi olmalıdır.
Karanlık ve soğuk kış sabahları güne mutlaka
gül çayı ile başlayın. Neşeniz yerine
gelecektir. Sevdiklerinize ve güzelim bebeklerinize de bu çaydan ikram edin, sevginizi
paylaşın.
Evde Gülsuyu Hazırlamak
Gülsuyunun faydalarını, özellikle güzelliği arttırıcı etkisini öğrendikten sonra iyi bir gülsuyu
arama maceram başladı. Bütün marketlerde
sözleşişmiş gibi “Güllü su” dan başka bir şey
yoktu. Güllü su, bildiğimiz suyun içine gül
esanssının konulması ile hazırlanıyordu ve bu
etikette de bildiriliyordu. Suyun içindeki gülyağı da sentetik bir uçucu yağdı.
Mısır çarşısına gittim kapağında hakiki gülsuyu
yazan her markayı aldım, kullanmaya başladım.
Bir yandan da test ediyor aralarındaki farkı anlamaya çalışıyordum. Daha sonra Isparta’ya birçok kere gittim ve bu markaların imalini görme
fırsatını buldum. Sonuç bir hayal kırıklığı idi. Yüzlerce senelik gülsuyu geleneği hiç kalmamıştı ve
ticarette gülyağı ön plana geçtiğinden gülsuları
artık “suyunun suyu” idi.
Evde gülsuyu hazırlama hayalleri kuruyordum
ki arkadaşım Armağan İmamoğlu imdadıma
yetişti. Annesi evde, mutfakta gülsuyu hazırlıyordu ve bu tekniği bana öğretti. Zamanın
çok hızla akıp geçtiği bugünlerde evde gülsuyu hazırlamaya girişirmiydiniz? Bilmiyorum
ama değer. Eğer bunu deneyemeyecekseniz,
araştırın ve gene Isparta yöresinde sertifikalı
ve taze gülsuyu bulma şansınız var.
Evde gülsuyu yapmak isterseniz ihtiyacınız
özel bir tencere. Bir zamanlar evlerde büyük
ziyafetler için her zaman bir kenarda bulunan
büyük kapaklı ve yuvarlak aşçı tencerelerinden. Özellikle bakır ve kalaylı tencerelerdenÇelikten bu şekilde tencere var mı bilmiyorum- Tencerenin önemli özelliği kapağının
tutacak yerinin aynı metalden olması ve dışarıya doğru çıkıntı yapması. Tencerenin dibine
1 santim kadar temiz deniz kumu döşeyeceksiniz. Tencerenin ortasına gene bakırdan bir tas
yerleştireceksiniz. Bu tas da sıcaklığa dayanıklı bakır veya çelikten olabilir. Bu tasın etrafı
yani tencerenin içi güllerle doldurulur. Sıkı sıkı
gülle doldurmalısınız. Bu güller içerdeki tasın
yerinden oynamasına da mani olur. encerenin
kapağı ters çevrilir ve tencerenin üzerine güzelce kapatılır. Sıkıca örtülür ve tencerenin havasının kaçmaması için hamur ile kapak sıkıca
sıvanır. Tencere hafif bir ateşin üzerine konur.
Bu arada tencerenin kapağının içi soğuk su ile
doldurulur ve bu su ısındıkça soğutmak için bir
uygun maşrapa ve bir kova soğuk su da hazır
bulundurulur. Buradaki teknik; Gül yapraklarının içinde bulunan ve su ile uçabilen maddelerinin ve özellikle uçucu yağının (gül yağı,
gül kokusu) ayrıştırılmasıdır. Sıcaklıkla gül
yapraklarının içindeki suda çözünen maddeler
buharlaşıyor ve yukarıya doğru uçuyor. Orada tencerenin kapağı ile karşılaşıyor, kapağın
bombesinde toplanıyor, orayı dışardan soğuk
su ile soğuttuğumuz için buharlaşan maddeler
soğuyor ve damlalar halinde tasa akıyor. Bu
damıtma kısık ateşte sabahtan akşama kadar
devam eder. Bu arada kapaktaki su devamlı
soğutulur. Bunun için evde yalnız olmasanız
daha iyi olur. Yardımcı arkadaşlara ihtiyaç var.
Akşam olunca tencereyi ateşten alıp soğumaya bırakacaksınız. Tencere soğuyunca hemen
kapağın hamurlarını kırıp, şahane gülsuyunu
kurtarın. Bu mükemmel gülsuyu sizi tencerenin içinde sessizce bekliyor olacak. Hemen en
kıymetli temiz şişelere koyup, ağzını sıkıca kapatıp buzdolabına kaldırın. Size özel ve hiçbir
yerde bulamayacağınız hakiki gülsuyu budur.
Bunu çok özel bir yerlerde kullanabilirsiniz.
Size özel tatlılarda (Herkesle paylaştıklarınıza
harcamaya gerek yok sanırım) ve güzelliğiniz
için. Bir de bebeğinizin cildi için kullanmalısınız.
Gülsuyunun içinde 83 tane faydalı madde
var. Bir de muhteşem kokusu. Moraliniz bozulduğunda sıkıntılarınızı bu şişedeki kokuyla
paylaşın çok faydalanacaksınız. Gülsuyunun
kırışıkları ve ciltteki lekeleri giderici etkisi, si-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
41
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
vilcelere faydalı olduğu ve içinde mikroplarla
savaşan maddelerin (antiseptik) bulunduğunu
da unutmayın.
Gülbeşeker
Çocukluğumuzda aklımızda kalan hoş bir sözcüktü gülbeşeker. Gül ve şekerle ilgisi vardı
ama tam olarak ne idi bilmiyordum. Tıp kitaplarındaki tedavi edici formülleri okuduğum zaman gülbeşekerin ne olduğunu öğrendim; “İki
kere şekere bulanmış gül”
İki kere şekere bulanmış gül de bana fazla bir
şey ifade etmiyordu. Ancak hazırlanmasını öğrendiğinizde bu muhteşem tatlıyı, daha doğrusu ilacı kavrayabiliyorsunuz. Önce organik
ve temiz, kokulu güllere ihtiyacınız var. Güvendiğiniz yerde yetiştirilen bu güller, goncaları
biraz açtığında ve sabahın erken saatlerinde
toplanır. Bir kavanoz gülbeşeker için yarım
kilo gül almanız yeterli. Bu güller temiz bir bez
üzerinde açılır ve sadece düzgün pembe yaprakları seçilir alınır. Diğer kısımlar atılır. Güller
asla yıkanmaz.cGüller geniş cam bir kâsenin
içinde 1 ölçüye 2 ölçü şeker konularak güzelce
ovulur. Bu cam kasenin üzeri temiz bir bezle
örtülür ve kase güneş gören bir yerde bırakılır.
Örtülen bez koyu renkli olmalıdır. 20 gün bu
şekilde kalır. Sonra cam kase alınır ve karışım
tekrar güzelce ovulur. Üzerine 1 ölçü şeker
daha konulur ve tekrar ovulur. Kasenin ağzı
bir koyu renk bezle kapatılır ve tekrar aynı
yere güneşe bırakılır. Bu sefer 10 gün durma-
4
42
lı. Süre dolunca kap alınır tekrar güzelce ovulur. Gülbeşekeriniz hazırdır. Bunları cam bir
kavanoza veya daha iyisi ağzı iyi kapanan ve
üstünde gül resimleri olan porselen bir kaba
boşaltılır. Gülbeşekerde gülün kokusu ve lezzeti aynen korunur.
Dikkat edilmesi gereken önemli husus, kullandığınız şekerin güvenilir bir şeker fabrikasında
ve yalnızca şeker pancarından imal edilmiş olması gerektiğidir. Bu bilgileri şeker paketlerinin üzerini okuyarak öğrenebilirsiniz.
Gülbeşeker her evde bulunması gereken
önemli bir ilaçtır. Öncelikle yemekleri hazmetmeye yardımcıdır. Mideye ve karaciğere çok
faydalıdır. Ağır yemeklerden ve ziyafetlerden
sonra eve gelince bir dolu mama kaşığı yemelidir. Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var.
Osmanlılarda mama kaşığının adı “gülbeşeker
kaşığı” dır. Doktorlar ilaç alımını tarif ederken
“gülbeşeker kaşığı” ölçüsünü kullanırlar.
Gülbeşeker hamileler ve loğusalar için de çok
güzel bir ilaçtır. Akşamları yatarken bir kaşık
gülbeşeker yemeleri Osmanlı hekimleri tarafından fevkalade tavsiye edilmiştir. Mide bulantılarını önler, rahatlatır.
Kolay Gül Reçeli
Gülle hazırlanan ve Osmanlı tıbbında yer alan
pek çok gül macunu var. Bugünkü gül reçellerinin daha kıvamlısı olan bu macunların ha-
zırlanma tekniği ve kullanılan malzemeleri
çok çeşit gösteriyor. Bu çok doğal çünkü hepsi
ayrı bir ilaç ve burada kullanılan malzemelerin özellikleri var. Burada sizlere yemesi daha
kolay olan macundan daha yumuşak ve alıştığımız bir kıvamdaki gül reçelinin pratik bir
tarifini vereceğim. Çok kolay ve çok faydalı bir
reçeldir.
Siz siz olun çarşıdan “İsmen gül reçeli !” almayın. Hazır gül reçellerinin içindekiler kısmına
bakınca ne dediğimi anlarsınız.
Bütün turistik otellerin açık büfe kahvaltılarında ilk önce baktığım şey gül reçeli olup
olmadığı oluyor. Gül reçeli olduğunu görünce
seviniyorum, bize has bir tadı yabancılar da
tadacaklar diye. Fakat her seferinde bir hayal
kırıklığı ile karşılaşıyorum. Gül reçellerinin
hepsi “İsman gül reçeli”, ne gül kokuyor, ne de
gül tadı var. İçine konan tatlandırıcıdan mıdır,
özensiz ve bilmeyenler tarafından hazırlanmasından mıdır, bu kahve rengi bal kıvamındaki glikoz çorbası beni hep üzer.
Halbuki annelerimizin hazırladıkları pespembe, mis gibi gül kokulu reçeller, sadece gül ve
şekerden yapılırdı. Sonradan içine renk maddesi, koku maddesi, tat maddesi karıştırılmazdı. Buna ihtiyaç yoktu ki. Çok şükür şimdi de o
mis gibi kokulu gül reçelleri yapanlar var, çalışan bizler bile bunu yapma şansına sahibiz.
Kendinizi bu zevkten mahrum etmeyin.
Öncelikle organik ve usulüne göre toplanmış
güllerden alın. İhtiyacınız olan reçele göre
miktarı seçin. 1 kilo gül ufak aileler için yeter
de artar bile. Güller temizlenip istenmeyen kısımlar atılınca zaten azalıyor. Gül reçeli yapan
annelerimiz pembe güllerin dibinde kalan beyaz kısımlarını keserler, o kısmın reçele acılık
verdiğini söylerlerdi. Ne kadar doğru bilmiyorum ama ben de öyle yapıyorum. Bunun pratik bir çözümü de var. Tam açılmamış goncalar
toplandığı için öncelikle gülleri bozmadan bütün halinde tutuyorum ve bir mutfak makası
ile tamamının dip kısımlarını kesiyorum. Çok
kolaylıkla beyaz kısımlardan toptan kurtuluyorum. Daha sonra bu yaprakları açıp temizliyorum. Sadece temiz gül yaprakları kalıyor.
Bu gülden 2 su bardağı dolusu alın ve geniş,
fazla derin olmayan bir karnıyarık tenceresine
koyun. Kalaylı bakır tencereniz varsa çok iyi
olur, yoksa çelik tencere kullanın. Asla tefon
tencereleri kullanmayın. Faydalı olacağız derken sizi zehirlemeyelim! 2 su bardağı su ilave
edilir ve kapağı kapatılır hafif ateşte pişirilir. 5
-7 dakikada gül yaprakları yumuşar, pişer.
Buna 2 bardak dolusu şeker (şeker pancarı şekeri) ilave edilir, 1 çay kaşığı limon tuzu veya
yarım limon suyu katılır ve hafif ateşte kapağı
açık olarak kaynatılır. Limon suyu veya limon
tuzunun fazla olması sizi korkutmamalı. Hafif
ekşimsi gül reçeli şimdilerde daha makbul oluyor. Aynı zamanda pembe rengi sabitliyorlar.
Kaynayan gül reçeli yavaşça tahta kaşıkla karıştırılır, reçel kıvamına gelince ateşten alınır.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
43
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Sıcakken ufak cam kavanozlara boşaltılır. Bu
cam kavanozlar, ailenin 1 hafada yiyeceği kadar reçel alacak büyüklükte olmalı. Reçel bu
kavanozlarda ağzı kapatılmadan soğuması
beklenmelidir. Soğuduktan sonra kavanozların kapağını kapatır, bu kapağa ufak pembe
peçete kağıtlarını geçirerek ambalaj lastiği ile
tutturursanız çok kıymetli bir reçele gereken
değeri biraz olsun vermiş olursunuz.
Bu reçel aslında çok faydalı bir ilaçtır. Mideyi
rahatlatır, hazmı kolaylaştırır, Özellikle yaşlıların mide hazımsızlıklarında kullanılırdı. Bağırsakları yumuşatıcı etkisinden dolayı yaşlıların
yatarken bir kaşık almalarının faydalı olduğu
bilinir. Çocuklarda da aynı etkiyi verir. Gül reçeli muntazam yendiğinde iç organları tedavi
eder ve gençleştirir.
Yeni yapılan bilimsel araştırmalarda gülün
antioksidan ve gençleştirici etkisi ispat edildi
haberiniz olsun.
Gül Şerbeti
Osmanlı tıbbında çok kullanılan bir başka ilaç gurubu da gül şerbeti veya gül şurubudur. Hastalığa
veya kullanma yerine göre çok farklı formüller tarif edilmiştir. Gül ve bal’la hazırlanan şuruplar, gül
ve şeker ile gülsuyu ve şeker ile gülsuyu ve bal ile
hazırlanan şuruplar en çok kullanılanlar idi. Gülencübin, cüllâb, gülbalı, gül şerbeti, gül şurubu gibi
birçok özel ismi de vardı. Bizim için bugün böylesine detaylara ihtiyacımız yok.
4
44
Güzel bir gül şerbeti için içimi, görünüşü, tadının güzel olması ve kolay hazırlanması esas
olmalı diye düşündüm. Gülden hazırlandığı
için de faydalı etkisi zaten en önemli unsurdu. Gül şerbetini ben gül reçeli gibi hazırlıyorum, gerektiği zaman süzerek ve sulandırarak gül şerbeti hazırlanabiliyor. Eğer hemen
tüketilmeyecekse gül şerbeti çabuk bozulur.
Güllerin açtığı mevsimde havalar çok sıcak olmadığından buz gibi bir gül şerbetine ihtiyaç
yoktur(Nişan törenleri hariç). Gül şerbeti nişan
törenlerinin vazgeçilemez güzelliklerindendir.
Gül şerbetinin içildiği ideal mevsim sıcak yaz
günleridir. Bu sebepten ilkbaharda gül şerbeti
macunu hazırlamalı, istendiği zaman kullanılmalıdır. Organik ve sertifikalı güllerden 1 kilo
alınır, önce goncaların diplerindeki beyaz kısımlar mutfak makası ile kesilir sonra temiz
yaprakları seçilerek ayıklanır. Güllerin hepsi
bir ölçek ile ölçülür ve kalaylı bakır ve fazla derin olmayan bir tencereye konur. Gülü ölçtüğünüz kap kadar suyu güllerin üzerine dökün ve
hafif bir ateşte pişirmeye başlayın. Tencerenin
kapağı kapalı olsun. 10 dakika hafif hafif tıkırdasın ve güller pişsin. Buna o ölçtüğünüz ölçek
ile iki ölçek şeker ilave edin ve 1 limon suyunu üzerine dökün. Hafif ateşte kaynatmaya
devam edin fakat bu sefer tencerenin kapağı
açık olsun. Kaynayan bu gül bulamacını yavaşça tahta kaşıkla karıştırın, reçel kıvamından
daha koyu bir kıvama gelince pişirmeyi durdurun. Hazırlanan bu şerbet macununu sıcakken
uygun bir cam kavanoza aktarın, soğumasını
bekleyin. Soğuduktan sonra kavanozu kapatın
ve buzdolabına kaldırın.
Şerbetin hazırlanması
Gül şerbetinin özelliği serinletici olmasıdır. Sıcak yaz günleri veya eski tıpta tavsiye edildiği
gibi ateşlenildiği zaman hazırlanmalıdır.
Hazırlanan macundan ihtiyaç olduğu kadar
cam bir kaseye alınır, birkaç adet buz ve biraz
soğuk su ilave edilir, tahta kaşıkla karıştırılır.
İstenilen seyreltmeye ulaşılınca tel bir süzgeçten süzülür, gül yaprakları ayrılır, şerbet kullanıma hazırdır. Özellikle ufak tuzlu kurabiyelerin yanında çok güzel gider.
İlaç olarak içecekseniz çok soğuk olmamalı ve
daha koyu kıvamda olmalıdır. Ateşli hastalıklarda ve hastalıktan yeni kalkmışlara nekahet
devresinde gül şerbeti tavsiye edilir. Mide ve
bağırsaktaki hastalıklara da gül şerbeti verilir. Özellikle içki sofralarından yeni kalkmış ve
sarhoşluk belirtileri gösterenlere bir gül şerbeti verilerek ferahlatılırdı. Bu şerbet sarhoşluğu da açar, daha rahat ettirirdi. Denemesi
çok kolay!
Güllü Tart
Gülün güzel kokusunu bir tartta tatmak isterseniz, kolayca hazırlayacağınız bir tart tarif edebilirim. Bu tartta kullanacağınız güller,
daha önce hazırladığınız gül reçelinden alınacaktır. Dolayısıyla gül reçeliniz varsa her mev-
simde güllü tart yapabilirsiniz.
Tartın harcını hazırlamak
3 adet mayhoş elma rendelenecek, kendi suyu
ile hafifçe pişirilecek. İçine 3 yemek kaşığı gül
reçeli konacak ve karıştırılacak. Harcımız hazır.
Hamuru
1 çay bardağı naturel zeytinyağı.
Yarım çay bardağı toz şeker
Bir tutam tuz.
2 yumurta
Yarım çay bardağı süt 1
büyük kaşık sirke. Alabildiği
kadar organik un.
Hamur kulak memesi yumuşaklığında yapılır,
yoğrulur. Hazırladığınız hamurun yarısını kullandığınız tart kabının altına döşeyin, ellerinizle düzgünleştirin. Hamurun üstüne hazırladığınız harcı sıvayın. Kalan hamuru merdane ile
açın ve tırtıllı kesecek ile ince uzun şeritler kesin. Bu şeritleri harcın üzerine sepet şeklinde
sıralayın. Hazırladığınız tartı 170 derecedeki
fırına koyun ve üzeri kızarana kadar pişirin.
Güzel bir kahvenin yanında ince bir dilim olarak servis yapın. Sağlıklı ve lezzetlidir.
Gül Sirkesi
Eski tıpta gül sirkesi özellikle mide ve karaciğer rahatsızlıklarında tavsiye edilir, fakat yapımı hakkında bilgi verilmez. Gene bir tıp ki-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
45
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
tabında gül sirkesi değil “güllü sirke” yapımı
anlatılır. Bu yapım şöyleydi; İyi kaliteli üzüm
sirkesinin içine bir çıkın içinde kurutulmuş güller konuyor ve sirke küpünün ağzı kapatılıyordu. Gül çıkını sirkenin içinde bir kaç ay bekletildikten sonra çıkarılıyordu. Bu sirke bir ilaçtı
ve öyle kullanılıyordu.
Benim hazırladığım sirke ise gülün fermantasyonuyla hazırlanıyor. Güllerin açtığı mevsim
organik sertifikalı güllerden alınır. Yarım kilo
gül temizlenir, ayıklanır. Büyük bir cam kavanoza konulur. İçine fermantasyon yapması için
2 büyük kaşık bal veya şeker konulur. Güllerin
üstünü örtecek kadar sıcak su konur. Hepsinin üzerine maya olarak 3 kaşık hakiki naturel elma sirkesi konur karıştırılır. Kavanozun
kapağı kapatılır ve mutfağın ılık bir yerinde
bekletilir. Bir ay sonra tadına bakılır, istenilen
kıvama gelmemişse tekrar bekletilir. Sirkenin
istenilen keskinliği sağlanmışsa süzülür ve
cam bir şişeye alınır. Buzdolabına konulur.
Hazmettirici özelliği çok belirgin olan bu sirkeyi et yemeklerinin yanında hazırladığınız ot
salatalarında bolca kullanabilirsiniz.
Güzellik Reçetelerinde Gül
Gül Maskesi
Tarihin her döneminde kokulu gülün güzellik
malzemesi olarak kullanılması boşuna değilmiş. Yeni yapılan bilimsel araştırmalar gülün
gençleştirici, kırışıkları giderici ve onarıcı etkisini ispat ettiler. Bu etki gülün kendisinde, haş-
4
46
lamış gülde, gülsuyunda, gül yağında da var,
belki daha ispat edilmeyen başka etkileri de.
Bu sebepten güzelleşme çabalarında gülün en
önde gitmesi lazım gelecek.
Gülü kullanmada en basit ve etkili usul onu
maske olarak kullanmaktır. Taze gülleriniz
varsa onları parmaklarınızla ezip göz kenarlarına veya yüzünüze sürebilirsiniz. Taze gülleriniz yeteri kadar varsa ve tam bir maske
uygulamak istiyorsanız o zaman ufak bir blendere ihtiyacınız olacak. Bir avuç ayıklanmış
gülü blendere koyun ve içine bir yemek kaşığı
gülsuyu ilave edin ve parçalayın. Gülsuyu ilave
etmezseniz macun haline getiremezsiniz. Bu
macunu hemen yüzünüze sürün ve bırakın kurusun. Ne kadar kalsa o kadar iyidir. Bu maskeyi elleriniz için de uygulayabilirsiniz.
Gülleriniz kurutulmuş gül ise, bir gece önce
yeteri kadar gülsuyu ile ıslatın. Ertesi sabah
(Çalışan kadınlar için akşam olabilir) blenderde parçalayın ve maskeyi uygulayın. Gülleriniz
macun haline gelmiyorsa, kuru gülleri gülsuyunun içinde hafifçe pişirin. Bu sefer gülsuyunu biraz daha fazla koyup, küçük bir tencerede ve kapağı kapalı bir şekilde pişireceksiniz.
Pişirme süresi 5 dakikayı geçmemeli. Sonra
hemen blendere aktarıp parçalayın ve ılık ılık
yüzünüze uygulayın.
Gül maskesinin en faydalı olduğu bir başka
yer de “göz çevresindeki” şişlerin, şişlik, kı-
zarıklık ve onlara bağlı ağrıların geçmesi için
bulunmaz bir ilaç olduğudur. Eğer yorgun savaşçı iseniz; yani çok çalışan, gece hayatı olan,
uyumaya ve dinlenmeye vakti olmayanlardan
iseniz, sabah kalktığınızda gözlerinizi kanlı,
yüzünüzü ve özellikle göz çevrenizi şiş buluyorsanız gülden vazgeçmeyin.
Böyle durumlarda yeteri kadar kuru gülleri bir
gün önceden gülsuyunda ıslatın ve mutfağın
sakin bir köşesinde sizi beklesin. Sabah kalkınca bu karışımı hemen blendere nakledin ve
parçalayın. Gözlerinizin etrafına ve yüzünüze
sürün ve tekrar yatağa uzanın.Bir tarafan o
gün yapacağınız işleri düşünürken güller de
görevini yapmaya başlayacaktır. Zamanınız
yoksa kalkın ve evden çıkana kadar yüzünüzdeki maskeyle diğer işlerinizi yapın. En sonunda yüzünüzü gül suyuyla silin, öylece bırakın.
Osmanlı hekimleri de kitaplarında gül pansumanının, göz etrafındaki şişlerin, kızarmaların
ve göz ağrılarının biricik ilacı olduğunu yazmışlardı.
Eğer gülleriniz ve vaktiniz yeteri kadar varsa
güzel bir “gül banyosu” yapabilirsiniz. Romalı
soylu ve güzel hanımların yaptıkları gibi. Küveti yeteri kadar sıcak suyla doldurun, taze
veya kurutulmuş gülleri içine atın. Gül miktarı
sizin güller için ödediğiniz ücretle ters orantılı
olacaktır. Su yeterince ılıklaştığında içine girin. Gül yapraklarının bir torbaya konup banyo
suyuna atılmasına karşıyım. Gül yapraklarının
o zarif dokunuşlarını teninizde hissetmenizi
isterim.
Temizleyici Olarak Gülsuyu
Kaliteli bir gülsuyu hiçbir kozmetik malzeme
ile kıyas edilemez. Kaliteli bir gülsuyu için
üreticilerimiz el birliği ile çalışmalılar. Gülyağı yani gül esansı kazanç kapısı olduğundan
onun yanında elde edilen gülsuyu üvey evlat
vazifesi görüyor. Halbuki esas önemli olan gülsuyudur, bir bilselerdi!.
Zamanımızda makyaj yapmadan evden çıkmak mümkün değil. Hep güzel olmalısınız,
güzel görünmelisiniz, değer bu. Güzel görünmeyenlerin bu modern “vahşi orman”da işi
zordur. Bu sebeple makyaj yapıyoruz, daha
canlı, daha parlak ve daha sağlıklı görünüyoruz. Fakat gün sona erip istirahata çekileceğimizde yüzümüzdeki bu şehir maskesini
çıkarmamız lazım. Bunun için en doğal, en zararsız, üstelik en faydalı ürün “gülsuyu” dur.
Hafif makyaj yapan iş kadınları için bu yeterlidir, idealdir. Bir parça pamuğu gülsuyunuzla
ıslatın ve yüzünüzü, gözlerinizi bununla silin.
Yüzünüzdeki makyaj yoğun ise kolay bir yolu
var. Gülsuyunu gliserin ile takviye edeceksiniz.
Gliserinin yüzey aktif etkisi sabun gibi tesir
edecek ve boyaları yüzünüzden uzaklaştıracak. Gliserin doğal bir madde bitkisel yağların
parçalanması ile elde ediliyor, beyaz, şefaf, kıvamlı, suda ve gülsuyunda kolayca çözülen bir
sıvı. Eczanelerden bulabilirsiniz. Fakat sadece
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
47
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
kulağa damlatılma şekli için hazırlandığından,
hem çok ufak ambalajda hem de pahalı. Siz en
iyisi kimya malzemeleri satan bir yere uğrayın
ve 1 kiloluk kaliteli gliserini hem de ucuz fiyata
alın, her zaman ihtiyacınız olacak.
Formül şu; 100 ml, gülsuyu alın. Bu ölçü yarım su bardağı veya sabahları içtiğiniz büyük
boy kahve fincanının yarısı kadardır. Buna 5
ml yani bir büyük bir yemek kaşığı gliserin
ilave edin, çalkalayın. Mükemmel yüz temizleyiciniz hazır. Cildinize dost, üstelik onarıcı ve
gençleştiricidir.
Renk için: Kendi hazırladığınız kozmetiklerden hoşlanıyorsanız ve bunda çeşitler arıyorsanız şunları da yapabilirsiniz; Renk vermek
için; Bu şefaf, renksiz temizleyiciye pembe bir
renk vermek isterseniz elinizde birçok doğal
seçenek var. Öncelikle hibiscus’u tavsiye ederim. Hibiscus kuşburnu çaylarına renk vermek
için konulan bir bitki. Sıcak ülkelerde yetişiyor,
bir çeşit bamya çiçeği. Faydalı bir bitki çayı da
olduğundan aktarlarda satılıyor. Bundan çok
az alın, çünkü az miktarı bile çok renk veriyor.
Bu kuru kırmızı yapraklardan bir iki tanesi bile
size yeterli.
Ufak bir fincana hibiscus koyun ve üzerine 1
kaşık su ilave edin bırakın rengini versin. Yarım saatte koyu kırmızı bir sıvı elde edeceksiniz. Hazırladığınız temizleyici losyona bu sıvıdan birkaç damla damlatın, dikkat edin fazla
4
48
kaçmasın. Çalkalayın ve o seçkin gülün tatlı
pembesinin zevkini yaşayın.
Bir başka renk veren doğal boya “kırmızı şeker
pancarı”. Turşusunu veya salatasını yapmak
için aldığınızda taze suyunu (Rendelediğinizde
hemen çıkar) ayırın ve temizleyici losyonunuza birkaç damla damlatın. Sonuç gene muhteşem olacak.
Bir başka doğal renk verici de nar suyu. Taze
sıkılmış nar suyundan özenle hazırladığınız
temizleyicinize yeterince damlatın. Bu miktar
narın kırmızı rengi ile orantılı olarak değişir.
Gül rengine yaklaştığınız zaman durun ve
mutluluk veren pembe rengin keyfini çıkarın.
Doğal bir temizleyiciye renk vermek için koyduğunuz maddelere dikkat ettiniz mi. Hepsi de
sağlıklı yaşam iksiri, insana yakın, cilde dost.
Kokusu; Temizleme losyonunuzun daha belirgin gül kokmasını isterseniz o takviyeyi de yapabilirsiniz. Gülsuları elde edilirken gülyağını
o kadar ayırıyorlar ki gülün o güzel kokusunu
alamıyorsunuz. Buram buram gül kokan bir
temizleyici losyona sahip olmak istiyorsanız
içine birkaç damla “gülyağı” ilave edebilirsiniz. Fakat burada bilmeniz gereken noktalar
var;
Birincisi; Sentetik gülyağını asla evinize sokmayın. Başta alerji olmak üzere birçok kötü
etkisi var, doğal olmadığı için beynimiz tanımıyor ve istediğimiz mutluluğu vermiyor.
İkincisi; gülyağı dediğimiz gülün uçucu yağı
zor bulunan ve çok pahalı bir madde. Bunu
losyonunuzda kullanmanız yazık olur.
Üçüncüsü: Kendinize özel bir jest yapıp hakiki
gülyağını bulduğunuzu varsaysak, bunun miktarını ayarlamanız çok zor. Çok konsantre bir
madde olduğundan az koyarsanız kokuyu fark
edemezsiniz, fazla koyarsanız istenilmeyecek
ağırlıkta bir koku ile karşılaşırsınız.
Sonuç olarak; Temizleme losyonunuzun daha
belirgin gül kokmasını istiyorsanız “Itır yağı”
kullanmanızı tavsiye ederim. Itır, güle en yakın ve en sevdiğim kokulardan. Türkiye’de çok
tanıdığımız, bahçelerimizde, saksılarımızda
yetiştirdiğimiz yeşil yapraklı o mütevazı bitki.
Yapraklarını parmaklarınız arasına aldığınızda
size o güzel kokuyu veren, hatta saksısını suladığınız zaman bile muhteşem kokusunu sizlerle paylaşan dost.
Bu yaprakların damıtılması ile elde edilen
uçucu yağı, aromaterapi yağları satan güvenilir yerlerden alın. Evinizde bulunsun. Temizleyici losyonunuza birkaç damla damlatın. Losyonunuz cildinizi temizleyecek, güzel koku ise
zihninizi.
Tonik Olarak Gülsuyu
Kozmetik ürünler içinde tonik, yüz temizliği
yapıldıktan sonra cildin kendini toparlaması
için kullanılır. Çok gerekli olup olmadığı tar-
tışılır. Eğer siz tonik kullanmaya alışık iseniz
“güllü tonik”i tercih edin. Bu tonik sadece gül
suyu olabilir. Çünkü gülsuyunun içindeki maddeler cildi toparlar, gerginleştirir, temizleyici
ve antiseptiktir.
Tonik olarak kullandığınız gülsuyu organik, temiz ve taze olmalıdır. O yıla ait olan gülsuyu
tazedir, baharda güller açtığı ve yeni damıtmalar başladığı zaman artık o yılın ürünü ile
değiştirmelidir. O senenin gülsuyunu serin bir
yerde mümkünse buzdolabında saklarsanız
gönül rahatlığı ile bütün yıl kullanabilirsiniz.
Gülsuyunun tonikliği size yeterli gelmiyorsa
kolayca hazırlanan bir başka tonik yapabilirsiniz. Bunun için yeşil çayı kullanmamız gerekir.
Büzücü etkisi, antioksidan ve faydalı maddeler
taşıması sebebiyle bunu seçtim. Esas maddemiz gülsuyu. İçinde gülsuyu olmayan tonik
bence yetersiz bir toniktir. Kullanacağımız yeşil çayı hazırlamak için önce “yeşil çay”ı seçmeniz gerekli. Bunun için yurt dışından gelen,
hafif kavrulmuş ve kıvrılmış yeşil çaylara yüz
vermeyin. Kendi ülkemizde yetiştirilip, hiçbir
işlem yapılmadan kurutulmuş, ufak teneke kutulardaki yeşil çayı seçin. Bu çaydan 1 yemek
kaşığı dolusu alın 1 çay bardağı su ile hafifçe
haşlayın. Yeşil rengi bozulmadan ateşi kapatın ve bırakın demlensin. Soğuyunca süzün. Bu
yeşil çaydan 1 kahve fincanı(Türk kahvesi) alın.
Üzerine 1 çay bardağı dolusu kaliteli gülsuyu
koyun çalkalayın. Eğer toniğinizde hafif serin-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
49
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
lik seviyorsanız buna 1 mama kaşığı alkol ilave
edebilirsiniz. Sakın daha fazla değil.
Hazırladığınız toniği büyük bir şişeye alıp buzdolabına koyun. Bu şişeden hafalık kullanacağınız kadar başka ufak bir şişeye aktarma
yapın. Mümkünse püskürtücü mekanizması
olan bir şişe olsun. Yüz temizliğinizden sonra
yüzünüzün her yerine bu toniği püskürtün ve
emin ellerde olduğunuzu düşünün.
Güzellik İksiri “Gülyağı”
Cildinizin bakım yağlarına her zaman ihtiyacı
var. Günlük koşturmalar içinde hırpalanan cildimizin bakımı her şeyden önemli. Bunun için
“gülyağı” hazırlamalısınız.
Gülyağı diyince aklınıza sakın gül esansı, gülün uçucu yağı gelmesin. Güllerin damıtılması
sonucunda elde edilen ve sadece koku veren
uçucu yağları ihtiva eden “gülyağı”ndan bahsetmiyorum. Benim yazacağım gülyağı Osmanlı tıp reçetelerinden alınmış ve hazır olarak hiçbir zaman bulamayacağınız “gül iksiri”
olan gülyağı.
Gül iksirini mutlaka güllerin açtığı mevsimde
hazırlamalısınız. Sertifikalı organik güllerden
ve sabahın erken saatinde toplananlardan
olacak. Güllerin sadece yapraklarını ayıklayın
geri kalanları atın. 1 kilo gül, 2 kiloluk cam bir
kavanoza sıkıca doldurulur. Güllerin üzerine
zeytinyağı dökülür. Bu zeytinyağı tahmin ede-
4
50
ceğiniz gibi özenle seçilmiş, naturel sızma ve
güvendiğiniz bir marka olmalı. Güllere layık bir
zeytinyağı. Güllerin üzerini tamamen örtecek
şekilde zeytinyağı doldurulur. Yağın her daim
güllerin üzerinde olması için üzerine temiz bir
taş koymalısınız. Kavanozun kapağını kapatın
ve dış mekanda güneş görecek bir yere bırakın. 20 gün müddetle yerinden oynatmayın.
Gündüzleri güneş, geceleri ay ve yıldızlarla
arkadaş olmalı. Onların etkilerini içine almalı.
20 gün sonra bu kavanozdakileri süzgeçten
süzün, yağı ve gülleri ayırın. Güllerin üzerine
tahta kaşıkla bastırarak bütün yağın iyice alta
geçtiğinden emin olun. Bu süzülen yağları temiz bir cam kavanoza dökün. Mümkünse kavanoz ince uzun olsun. Bu yağı bir hafa boyunca
hiç yerinden oynatmayın. Yağın dibine sulu
kıvamlı maddeler birikecek. Bu kısmı yağdan
ayırmak lazım. Burası çok önemlidir. Bir hafa
sonra üstteki temiz berrak yağı dikkatlice bir
başka kaba aktarın. Dikkat edin alttaki kısım
yağa geçmesin. Siz en iyisi hiç tehlikeye girmeden alttaki sulu birikintinin üzerindeki yağ
bir parmak yüksekliğinde kaldığında dökmeyi
durdurun. Altta kalan kısımdaki yağları mümkün olduğunca alabilmek için bu sefer damlalık kullanın. Büyükçe bir damlalıkla üstteki
yağı dikkatlice sulu tabakaya değdirmeden
alın ve yağınıza ilave edin. Gene de sulu kısma yakın yağları bırakmanızı tavsiye ederim.
Gül iksirine hiç sulu kısım geçmemelidir. Sulu
kısım kısa zamanda bozulur, o da yağın bozulmasına sebep olur. O riske hiç girmeyin. Ben
bu arkada kalan sulu ve yağlı kısmı ziyan etmiyorum. Ayrı bir krem kavanozuna koyup önce
onu tüketiyorum. Yağlı gül iksirini çok uzun
süre saklayabilirsiniz. Bozulmaz.
yağa emanet edin. İnce bir tabaka halinde sürün. Hiç korkmayın, cildiniz bu ziyafeti hemen
kabul edecek ve emecek, dışarıda hiç yağ bırakmayacak.
Kavanozdaki yağdan kullanmak için ufak, şık
bir krem kavanozuna ayırın. Bu banyonuzda
bitene kadar kalabilir, bir şey olmaz. Esas yağ
kavanozunu da buzdolabının emin bir köşesine
gerektiğinde almak üzere yerleştirin. Bu yağın
içinde gülde bulunan yüzlerce etkin madde
(275 maddeden bahsediliyor) var. Gülün içinde bulunan etkin maddelerden yağa geçenler ve yağın içine aldığı güneş ve yıldızların
etkisi(Eski tıpta bu ışınlar da çok önemlidir)
size bulunmaz bir “bakım yağı” yaratmıştır.
Bu yağın faydalarını Osmanlı hekimleri şöyle
özetliyor; Başta uyuz olmak üzere, ciltteki hastalıklara, yaralara, yanıklara, sivilcelere, lekelere, ağrı, sızı ve şişlere yararlıdır. Bütün deri
hastalıklarında ve özellikle basurda faydasını
tekrar ederler. Baş ağrılarında sirke ile karıştırarak başa sürülmesini, beyin gücünü arttırmak için başın tepesine sürülmesini tavsiye
ederler. Bu etkilerini denemedim.
Güllü Bakım Kremi
Cilt dokusunun vazgeçilmez unsurlarından biri
de yağ tabakasıdır. Cildin yapısında olan yağ
bezecikleri devamlı cilde yağ verir ve böylece
cildi dış etkenlerin zararlarından korur. Bizler
günlük yaşamımızda temizlik sırasında sabun
veya temizlik ürünlerindeki deterjanlar ile bu
yağ tabakasını cildimizden uzaklaştırıyoruz.
Böylece cildin dış etkenlere karşı savunma
mekanizmasını da yok etmiş oluyoruz. Bu sebeple hem yüz hem de vücut derimizin uygun
yağlara çok ihtiyacı var. Her günün sonunda;
Güzel bir şekilde temizlediğimiz yüzümüz ve
gün boyunca defalarca yıkadığımız elimizin
dokusunu korumak için bakım yağlarını kullanmamızda çok fayda var. Bu amaçla kullanılacak en ideal yağ yukarıda anlattığım güzellik
iksirlerinden olan “gül yağı” dır.
Eski tıpta ve özellikle folklorumuzda kadınların
bu yağı güzelleşmek amacıyla kullandıklarını
biliyorum. Hanımların yüzlerindeki kırışıkları
gidericiliği ve cildi parlattığı bilgisi çok bilinen
etkilerindendir. Hafada bir kere olsun (Daha
fazla da uygulayabilirsiniz) evde olduğunuzda
sabahtan akşama kadar temiz yüzünüzü bu
Yukarıdaki şekilde hazırlanan gülyağı bakım
yağı olarak idealdir ve yeterlidir. Fakat çok
uzun bir zamandan beri, 1900 yıldır hanımlar
bu amaçla beyaz krema kıvamında hoş
kokulu kremleri tanıyor ve kullanıyorlar. Güzellik kremlerini M.S. 1.yüzyılda yaşayan ünlü
hekim Galenos Roma sarayının asil ve güzel
hanımları için hazırlamış. Güzel kavanozlarda
gül kokulu, beyaz renkli ve deriyi yumuşatan
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
51
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
kremleri tanıyan hanımlar bir daha bundan
vazgeçememişler. Galen başlatmış, daha sonra hekimler güzel ve zengin hanımlar için bu
hünerlerini geliştirmişler, daha sonra da kozmetik sanatı bu işe el atmış ve vazgeçemediğimiz bir ürün olarak bugüne gelmiş. Bugün yüzümüz ve ellerimizin ihtiyacı olan yağı “krem”
şeklinde olan güzellik ürünlerinden sağlıyoruz.
Fakat cildimizin ihtiyacı olan yağlar krem haline gelirken bir yığın zararlı ve yan etkili maddelerden faydalanılarak hazırlandığını hatırlatmakta fayda var.
Siz gene de krem kıvamında ürünle “yağlanmak” isterseniz size yapımı kolay, içerdiği
maddeleri doğal olan iki güllü krem tarifi vermek isterim. Önümüzde sıcak yaz günleri bizi
beklediği için biraz katı kıvamda olan Güllü
krem I ve kışa girince daha rahat kullanabileceğiniz yumuşak kıvamlı Güllü krem II kolayca
hazırlayabilirsiniz.
Güllü Krem-1
1 çay kaşığı kadar rendelenmiş balmumu
2 mama kaşığı kadar “gülyağı” Bu formülü
hazırlamak için önce bal arılarının doğal
olarak hazırladığı balmumunu satın alın. Az
miktarda kullanacağınız için 50 gram bile
yeterli olacaktır. Bu balmumunu bir rende ile
rendeleyin krem için kullanacağınız miktar 1
çay kaşığı dolusu. Bir tarafa da yukarıda anlattığım, gül ve zeytinyağı ile hazırlanan iksiriniz “Gül yağı”nız hazır olsun.
4
52
Krem için “Su banyosuna” ihtiyacınız olacak.
Az bir miktar ile çalışacağımız için ağzı geniş
bir cezve size yeterli olacak. O cezvenin ağzına
yerleşecek içine düşmeyecek bir kap bulun. Bu
ısıya dayanıklı, yuvarlak tabanlı ufak bir cam
kase olabilir. Krem yaparken size mutlaka bir
porselen havaneli lazım. Mutfakta güzellik
malzemeleri yaratacaksanız, mutlaka bir porselen havanınız olsun. Bunları edinmek çok
kolay. Kimya malzemeleri satan dükkânlarda
istediğiniz boyda hem de ucuza havanlar bulabilirsiniz. Siz ufağa yakın boylardan bir porselen havan alın ve havanelini bu kremde
kullanın. Doğal kremler küçük miktarlarda hazırlanır ve hemen tüketilir, bu sebepten ufak
boy havan size yeterli olacak.
Cezvenizin içine iki parmak kadar musluk suyu
koyun. Üstüne tam ağzını örtecek cam kasenizi yerleştirin ve cezveyi ufak ocaklardan birine
yerleştirin. Su kaynayınca kasenizin içine bir
çay kaşığı dolusu rendelenmiş balmumunu koyun. Bırakın erisin. Eriyince cezvenizi hemen
ocaktan alın ve balmumuna 2 mama kaşığı
gülyağını ilave edin havaneli ile hızla karıştırın. Yeterince karıştırdığınızdan emin olunca
hemen dibi yuvarlak ufak bir cam kaseye
dökün ve orada karıştırmaya devam edin. Bu
karışımı kaseyle hemen buz dolabına koyun.
O soğuyup krem kıvamını alırken siz de renk
ve kokunuzu hazırlayın. Renk olarak “Temizleyici olarak gülsuyu” formülünde verdiğim
““kırmızı şeker pancarı”nı tavsiye ederim. Ben
kırmızı pancar suyunu ufak şişelere koyup saklıyorum. Hemen kullanacağımı buzdolabında,
daha sonra kullanacağımı derin dondurucuda
bekletiyorum. Kreminiz için bundan bir damla
yeterli oluyor. Buzdolabınızdaki kreminiz birkaç dakika içinde soğumuş ve kıvamına kavuşmuş olacak. Dikkat edeceğiniz; tam donmadan
macun kıvamında iken almanız ve renk maddesini damlatmanız. Buzdolabından aldığınız
kreminizi havan eli ile karıştırın ve macun kıvamını alsın. Buna hemen bir damla kırmızı
pancar suyunu damlatın ve hızla karıştırmaya
devam edin. Kreminiz pespembe olacak. Buna
hemen “ıtır yağı”nı ilave edin. Bence iki damla
gül kokusu veren, doğal yollarla elde edilmiş
ıtır yağı yeterli olacak. Hızla karıştırıp krem
kavanozunuza nakledin, kalanları bir mama
kaşığı ile sıyırıp kreminize ilave edin. Bir damlasını bile ziyan etmeyin.
Güllü Krem-2
2 mama kaşığı Katı Hindistan cevizi yağı 2
mama kaşığı “gülyağı” Bu hazırlayacağınız
krem daha yumuşak kıvamda olacaktır.
Hindistan cevizi yağı Osmanlı hekimlerinin
“gizli silahı” dır. O tarihlerde zor bulunan bu
tropik meyvenin sütü ve yağını çok önemli ve
faydalı bulurlardı. Bence de güzellik kremlerinde kullanılabilecek en önemli yağlardan
biridir. Bunun gülyağı gibi bir iksirle beraberliğini siz tasavvur edin. Katı Hindistan cevizi
yağını, aromaterapi yağları satan seçkin ma-
ğazalarda bulabilirsiniz. Ben Dünyaya aromatik yağlar ve sabit yağlar satan bir Alman
firmasının yağını tercih ediyorum.. Etiketinde
nereden, ne zaman ve nasıl elde edildiği yazılıdır. İçinde 50 ml bu yağı ihtiva eden cam
kavanoz size yeterli olacak. Bu kremin de hazırlanışı da çok kolay. Yukarıda anlattığım su
banyosunu alın. Ocağa koyun alttaki su kaynayınca, cam kavanozun içine 2 kaşık Hindistan
cevizi yağı koyup erimesini bekleyin. Eriyince
hemen ocaktan uzaklaştırın ve içine 2 mama
kaşığı daha önce hazırladığınız gül yağını ilave
edin. Havan eliyle karıştırın, bir başka cam kaseye nakledin, karıştırın, buzdolabına koyun.
Kreminiz macun kıvamını alınca çıkarın havan
eli ile karıştırırken bir damla kırmızı pancar
suyunu ilave edin, sonra da ıtır yağını. Karıştırıp özenle seçtiğiniz kavanozunuza nakledin
ağzını kapatın. Artık bu muhteşem krem hizmetinize hazırdır.
Havası kuru beldelerde yaşayan hanımlar
veya güneşli beldelerde yaşayan deniz, kum
deryasına dalan hanımlar için idealdir. Ekzos
gazlarıyla dolu modern bir şehirde Dünyayı
kurtaran! İş kadınları için ise vazgeçilemez.
Sabahları klorlu musluk sularıyla yıkadığınız
yüzünüze ince bir tabaka sürün ve makyaj hünerinizi onun üzerinde gösterin.
Güllü Nemlendirici
Güzellik malzemesi olarak nemlendirici kullanmaya alışık iseniz, yüzünüzü ve ellerinizi
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
53
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
sadece nem veren bir ürünle yumuşatmayı
seviyorsanız bu sefer de “güllü nemlendirici”
yi deneyin. Nemlendiricilerde esas, cilt için uygun bir su ile kolay emilecek az miktarda yağın kompozisyonu olmalarıdır. Burada önemli
olan bu su-yağ karışımını bir arada tutacak
ve kıvam verecek emülgatör maddesine ihtiyacımız var. Kimyasal güzellik ürünleri için bu
seçenek sonsuz, bu görevi görecek yüzlerce
kimyasal madde var. Aynı işi yapacak doğal
madde az ve onlarla çalışmak zor olmasına
rağmen ben burada sizler için çok özel maddeler seçtim. Tamamen doğal ve cildin dostu
“güllü nemlendirici” leri hazırlamak ta çok kolay.
Güllü Nemlendirici-1
50 ml gülsuyu 5 ml
“gülyağı” 1 parça
“kitre zamkı”
Kitre Zamkı (Tragacantha, Tragacanth
gum); Bazı Astragalus (Leguminosae) Geven türlerinin gövdesinde meydana gelen bir
zamktır. Halen bilhassa Türkiye, İran Kafkasya
ve Afganistan’da elde edilmektedir. Türkiye’de
380 kadar Astragalus türü bulunmaktadır.
Mayıs ayı sonunda gevenin etrafındaki toprak
açılarak hazırlanır. Temmuz ortalarından sonra geven gövdesi özel bir bıçak ile yaralanır.
Yaralanmadan 10 gün sonra toplama işlemi
başlar. İlki beyaz renklive yarı şefaf ikinci ürün
sarımsı ve kalındır.
4
54
Nemlendiricimizin esas maddesi gülsuyudur.
Cilde nem ve güzellik katacak olan gülsuyu
olup buna ilave edeceğimiz gül iksirimiz “gülyağı” bu nemlendiricinin olmazsa olmazı. Bu
iki karışımı bir araya getirecek olan sihirli bitkimiz de kitre zamkı. Kitre zamkının içindeki
faydalı maddeler bu nemlendiricinin önemini
daha da arttırıyor. Hem size istediğiniz kıvamı veriyor hem de cildinizin istediği pek çok
maddeyi.
Aktarlardan kolaylıkla bulacağınız kitre zamkı; Beyaz ufak yaprakçıklar şeklinde ve kuru
bir reçine. Su ile şişiyor ve şefaf kıvama geliyor. Çok az bir miktarı bile bu kıvamı vermeye
yeterli. Kitre zamkından ufak bir yaprak alın,
orta boy cam kaseye koyun üzerine 100 ml
kadar (Yarım su bardağı ) organik, sertifikalı
gülsuyunu dökün, serin bir yerde 1 gece kalsın. Ertesi sabah güzelce karıştırın ve bu şefaf
kıvamlı suyu bir süzgeçten süzün. Yumuşamamış kısımları ayırmış olacağız. Bu kısımları
tekrar gülsuyuna koyarak başka yerlerde kullanabilirsiniz. Bu süzdüğünüzden 50 ml kadar
ayırın ve ufak altı yuvarlak cam kaseye veya
havanınıza aktarın. Havan eliniz ile önce iyi bir
karıştırın ve içine 1 mama kaşığı dolusu gülyağınızdan koyup, karıştırmaya devam edin.
Pembeden vazgeçmem derseniz içine gene
1 damla “kırmızı pancar suyu” veya 2 damla
kırmızı nar suyundan ilave edebilirsiniz. Gülsuyunun kokusu size yeterli gelmiyorsa birkaç
damla da ıtır yağı ilave edebilirsiniz. Güzelce
karıştırın. Bu kıvam nemlendirici için yeterli
ama zamkınız size kalın bir kıvam vermişse
kendi alışkanlığınıza göre biraz daha gülsuyu ilave edebilirsiniz. Bu pembe şefafı beyaz
cam şişenize aktarın ve tuvalet masanızdaki
en ön sıradaki yerine yerleştirin. Güllü
Nemlendirici II 50 ml gülsuyu 5 ml gliserin 5
gram keten tohumu
Keten tohumu,Semen Lini. Keten bitkisi Linum usitatissimum L. (Linaceae) türünün olgun meyveleridir. Bileşimi; Müsilaj%10 ve sabit yağ %27-41 ve bir glikozit olan linamarin
taşımaktadır. Dahilen müshil olarak, sindirim
sistemi iltihapları, tahrişlerine karşı koruyucu
olarak kullanılır. Haricen cildi yumuşatıcı, tedavi edici ve ağrı azaltıcı olarak kullanılır. Çok
faydalı ve güzel bir kıvama sahip bir başka
güllü nemlendirici için keten tohumuna ihtiyacımız var. Allah’tan şimdilerde çok moda da
her aktarda rahatlıkla buluyorsunuz. 5 gram
keten tohumunu uygun bir cezveye koyun, üstüne 100 ml ( yarım su bardağı) gülsuyu koyun
bir gece bekletin. Keten tohumu parçalanmamış ve taze olmalıdır. Bu zaman zarfında fırsat buldukça tahta bir kaşıkla karıştırın, keten
tohumu müsilajını gülsuyuna aktaracaktır. Sabah kalkınca bu cezvedeki karışımı ateşe koyun ve sadece bir taşım kaynatın hemen altını
kapatın. Bırakın o ısı ile kalan müsilajını da
versin. Öğlene doğru bu karışımı tel süzgeçten cam bir şişeye süzün. Bu solüsyona 5 ml
(1 mama kaşığı dolusu) gliserin ilave edin ve
şişeyi çalkalayın. Gliserin daha önce de yazdığım gibi doğal yağların parçalanması sonucu
elde edilen faydalı bir madde, nemlendirici
özelliği çok. Bu karışıma şimdi zevkinize göre
kırmızı boya (kırmızı pancar, hibiskus, nar
suyu) ve gül kokusu (damıtma ile elde edilen
ıtır yağı) ilave edin.
Bu şefaf nemlendirici hem gül suyu, hem gliserin ihtiva ederek nemlendirme görevini en
iyi şekilde yerine getirir. Yağsızdır bu sebeple gündüzleri, özellikle yaz mevsiminde tercih
edeceğiniz bir ürün olacak. Ayrıca keten tohumu ve gül suyunun ferahlatıcı, yaraları tedavi
edici ve antiseptik koruyucu özelliği ile cilde
faydasını düşünürseniz ne kadar isabetli hareket ettiğinizi anlayacaksınız.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
55
fr
Bölüm 2
DİYARBAKIR VE GÜL
Gül Şehri DİYARBAKIR
DİYAR-I GÜL
Öğr. Grv. Aysel ALYAMAÇ YILMAZ
Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Giriş
“Aylardan Mayıs. Diyarbakır’da Şeyh Muhammed Düzlüğü’ndeki verimli Dicle toprağının
altında da, üstünde de ayrı bir heyecan, ayrı
bir coşku yaşanmakta. Kışın derin uykusundan
baharla birlikte uyanan, her bir ayrı bir tat,
renk ve güzellikteki yüzlerce çiçeğin, binlerce
bitkinin tek arzusu, bir an önce, bereketli yağmur sonrası gülümseyen güneşe kavuşmakta.
Bunlardan biri de Muhammedi Gülüdür. Aylardır toprağın altına doğru uzattığı kökleriyle,
sapasağlam tutunmuştur doğaya. İncecik dalları yeşermiş, misler kokan nazenin yaprakları
sağlı, sollu gövdesini kuşatmış ve ilk tomurcuklarını salmıştır bile… Her bir goncasında
sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiş rengârenk bir
hazine yatmakta. Günlerdir süren bekleyişin
sonu geliyor gibi. Biten her gün, başlayan her
gece ve gün doğmadan efil efil esen saba rüzgarı, beklenen mutlu sonu yavaş yavaş müjdelemekte. Binlerce yıldır olduğu gibi, tıpkı bir
doğum sancısı gibi sürüyor her şey. İşte gün
o gün, heyecan yine dorukta. Dış yapraklar,
saba rüzgârının okşayışı andıran o doyumsuz
temasıyla an be an gevşiyor gibi. İşte, evet
işte ilk ışık huzmeleri giriveriyor içeri. Açılıyor
sırlı kapılar birbiri ardınca. Ey güneş, ey
sevgili, sıcak yüzüne hasreti bitiyor bu mübarek gülün işte. Bülbüle de haber sal, gelsin bu
gece. Al kanıyla boyasın taç yapraklarımı yine.
Leyla’nın Mecnun’a Ferhat’ın Şirin’e kavuşması neyse, gülün bülbüle, bülbülün de güle kavuşması böyledir işte.”
Evet, dile kolay, tam 4 bin 600 yıldır yaşana
geliyor bu öykü Diyarbakır’da. Sonu gelmeden, bitip tükenmeden, her gül mevsiminde ve
bu kadim şehirde. Bülbül güle âşık ama gülün
gönlü sanki Diyar-ı Bekir’de. Öyle olmasa, sürer miydi asırlardır bu sevda masalı. Boşuna
mı demiş şair;
“Gel gül, dedi, bülbül güle; gül, gülmedi gitti
Gül, bülbüle; bülbül güle yar olmadı gitti”
diye.
Biliniyor ki, İslam halk inanışına göre, gül,
Nebiler Nebisi Hazret-i Peygamber Efendimizin simgesidir. Mirac gecesi, Yüce Yaradan’la
görüşmek için yaşanan zorlu yolculukta, yorgunluktan akan mübarek teri, gökyüzüne düştüğünde sadece gülü sulamıştır. Bu nedenle
de, gül, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam
gibi kokmaktadır. Diyarbakır’a özgü yetişen
ve bu büyük Nebi’nin ismini alan Muhammedi
Gülü işte bu güldür. O gün bu gündür, sadece
Diyar-ı Bekir’de yetişip cümle âleme buradan
yayılmaktadır.
Bunun bilincinde olan Diyarbakırlı, Âlemin
Sultanı’na olan saygısından olsa gerek bu
güzide çiçeğe ayrı bir değer vermiş, koruyup
kollamış, bugünlere kadar getirmiştir. Ovada,
dağda, bayırda kendi kendine yetişmesiyle yetinmemiş, almış evine taşımış bu misk-ü amber kokan gülleri. Kâh evinin bahçesinde, kâh
merdiven kenarlarında, çoğunlukla da sak-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
59
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
sılara ekerek pencere kenarlarında gözünün
önünde tutmuş, baş tacı etmiştir. Sabahları
onun kokusuyla uyanmış, toprağını havalandırıp kuruyan yapraklarını temizlemiş. İncitmeden her koklayıp Peygamber Efendimiz’e
salâvat getirmiş. Çünkü o aldığı nefesin, O
Yüce Sultan’ın mübarek kokusu olduğuna
inanmış. Onu da, cennet kokusuyla eşdeğer
bilmiş.
Diyarbakırlı bununla da yetinmemiş, gülü,
gündelik yaşamının taa içine, hayatının merkezine taşımış. Neler mi yapmış. Gülü koparmaya kıyamadığı için kurutmuş, evine süs
etmiş. Taç yapraklarını toplayıp reçel, şerbet
yapmış. Hastalıklara şifa olsun diye gül suyu
hazırlayıp bayramlarda, kandillerde, mevlitlerde gelen misafirlerine ikram etmiş. Bu
şehre özgü güllaç tatlısına katarak konu–komşusuyla paylaşmış. Doğum sonrası loğusa kadına içirterek güç kazanmasını sağlamış. En
mutlu günleri sayılan sünnet, kına, nişan ve
düğünlerde Zerde’ye katarak sonsuz saadete
kavuşmayı dilemiş.
Daha ne yapmış derseniz, en güzeli çocuklarına gül kaynaklı isimler vermiş. Kızlara; Gülcan,
Güler, Gülseren, Gülseven, Gülnaz, Gülbahar,
Gülbeyaz, Gülenay, Gülsen, Gülşen, Gülben,
Gülşah, Gülistan, Gülfidan, Gülcihan, Güldane,
Güldeste, Gülhayat, Gülizar, Gülgonca, Aygül,
Badegül, Birgül, Esengül, GoncagülNurgül,
Songül ve Ayşegül gibi.
4
60
Yalnız kızlarımız mı nasiplenmiş bu güzel gül
kökenli isimlerden, elbette ki hayır. Erkek adlarında da gül kaynaklı isimlere rastlamak
mümkün. Örneğin; Ergül, Erengül, Gülali, Gülbey, Gülcelal, Gülcemal, Gülağa, Gültekin, Gülcihan bunlardan sadece birkaçı.
Daha neler var diye irdelediğimizde günlük
yaşamda da gülün varlığını bu şehrin insanının her an yanıbaşında hissettiğini görüyoruz.
Mesela, yeni doğan bebeğe yaptırılan tahta
beşikteki kenar işlemelerinde marangoz ustası mahir elleriyle gül goncasını öylesine güzel
nakşetmiş ki hayran olmamak mümkün değil.
Böylece hem doğan bebeği yeni açan bir gül
goncasına benzetmiş hem de, el bebek gül
bebeği gülün nazardan koruyucu sırlı gücüne
emanet etmiş. Sonraki yıllarda demir profillerden yapılan beşikler de demirci ustalarının
aynı sanatı yaşattıklarına şahit oluyoruz.
Yine Diyarbakır’a özgü doğum geleneklerimiz
içinde, bebeğe yapılan yastık, yorgan, battaniye, mama önlüğü ve benzeri el emeği ürünlerde gül motifinin en özenli şekilde anneler,
teyzeler, halalar, nineler ve konu-komşu marifetiyle rengârenk işlendiğini rahatlıkla görebiliyoruz.
Annelerin annelik duygusuyla bebeklerine seslenirken, “gül yüzlüm, gül kokulum, gül cemallim, güler yüzlüm, gül çeşnilim, gül goncam ve
benzeri gül kaynaklı benzetmeler kullandığını
çoğumuz duymuşuzdur. Bebeğin asıl ismi ne
olursa olsun, böylesi benzetmelerle seslenmenin ve sevmenin tek nedeni, güle olan sevgi, özlem ve can paresini gülle eşdeğer tutmak
olsa gerek.
Şark Bülbülü lakaplı ünlü sanatçımız Celal
Güzelses’in derlediği ve şehrimizin en çok sevilen türkülerinden birinde, gül mevsiminde
şöyle betimler sevdiği güzeli.
Esti baharın nesimi ne hoş edalı kesimi
Aldım o yarin sesini hay hay Aldım o yarin
sesini Bak ay göründü meşeden avcılar
bekler köşeden Kokusunu gülden almış
Anam Yanakları menevşeden
Bu türkü sözlerinde de görüldüğü üzere, yârin
kokusu gül kokusuna, yanakları menevşeye
benzetiliyor. Yine anlatılan bir rivayete göre,
Celal Bey, Gazi köşkünde türkü söylerken, bülbüller gelip gül fidanlarına konar, o söylerken
susar, o susarken kendileri şakımaya başlarmış.
Baharda esen Saba yeli, günün ilk ışıklarıyla
birlikte gol goncalarını okşarcasına bir bir
açtırıp kokularını dört bir yana saçar
Diyarbakır’da. Eskilerin anlattığına göre, bir
zamanlar Dicle kıyılarında da öbek öbek gül fideleri varmış. Çünkü gül, özellikle Muhammedi Gülü sulak alanları daha çok sever, en kokulu yapraklarını burada açarmış. Gül, bülbül
ve Dicle. Ne muhteşem bir üçlü! Birinin sesi,
birinin nefesi, birinin de doyumsuz kokusu.
Bir insan dinlenmek için daha ne ister. Bahar,
yani gül mevsimi geldi mi, gencisi yaşlısı bütün Diyarbakır Dicle kıyısına “Çıkharı”ya, yani
pikniğe çıkardı ikindi vakitlerinde. Akşam gün
kararıp dolunayın aksi Dicle’nin nazlı sularında
yakamozlar oluşturunca, bülbülle gülün ve onlara bir keman zarafetiyle eşlik eden Dicle’nin
doyumsuz senfonisi başlarmış. Diyarbakırlı
özellikle gecenin bu ilerleyen saatlerini tercih
eder, pür dikkat kesilir, gözlerini kapayıp bu
güzelliği ruhuyla dinlermiş. Zaman burada
farkında olmadan geçer, günün yorgunluğundan eser kalmazmış.
6 Mayıs olup da Hıdrellez günü geldiğinde, o
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
61
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
günün gecesinde özellikle genç kızlar sabahın
erken saatlerinde kalkıp mutlaka bir gül ağacı
ararmış. Bulduğunda da dileği neyse bir kağıda yazar ve o ağacın dibine gömermiş. Öylesine İnanır, öylesine güvenirmiş ki gülün gücüne
o dileği bir dahaki Hıdrelleze değin gerçeğe
dönermiş.
Yıllar boyu Diyarbekir’de kardeşçe yaşadığımız, kız alıp verdiğimiz başta Süryaniler, Ermeniler ve diğer gayri Müslimler içinde özellikle
gümüş ve altın işleme sanatkârları çokmuş. O
el emeği göz nuru ürünlere baktığımızda göze
çarpan önemli figürlerin başında yine gülün ve
güllü işlemelerin geldiğini görüyoruz.
Yurdumuzun en büyük gül üreticilerinden
Isparta’daki Gül Birlik’in Danışmanı Prof.
Dr.Ayten Altıntaş, bir makalesinde gül kokusunun beyin ve bellek gücünü arttırarak insan
ömrünü uzattığını belirtmekte ve şöyle devam
etmektedir. “Gülün sağlıktaki rolü çok büyüktür. Cildi temizlediği gibi, gül kokusu da beyin
ve bellek gücünü arttırmaktadır. Gül kokla ki
ömrün uzasın. Gül ayrıca tüm ateşli hastalıklar,
mide ve barsak rahatsızlıklarında da kullanılabilen bir bitkidir. Orta Asya’dan beri atalarımız
gülü çeşitli amaçlarla ve şifa sağlayıcı olarak
kullanıyorlarmış” diyor.
Bir başka gül dostu Prof. Dr. Turhan Baytop,
“Türkiye’de Eski bahçe Gülleri” adlı eserinin
bir bölümünde: “Sevdiğimize gülüm deriz. Ars-
4
62
lan gibi delikanlılarımızı gül gibi kızlarımızla
everir, gül gibi geçinmelerini dileriz. Yağını eller
sürünse bile, bülbülün güle olan sevgisi eksilmek
nedir bilmez. Nice şarkımız, şiirimiz, türkümüz
burcu burcu gül kokar. Yeri gelir gülü gül ile tartar, yeri gelir mendilimizi gül dalında kuruturuz.
Gül mevsimi deriz, gül devri deriz. Gül kokusunu
Peygamber teri biliriz. Bazı yanaklarda güller
açar. Bunlarla da yetinmez gül ile başlayan – biten yüzlerce kadın, kız adı yaparız. Gün gelir gül
Baba olur. Gün gelir gül, Ana olur. Fatih’in gül
koklayan minyatürünü görmeyenimiz yoktur.”
diyor.
Yeniden Diyar-ı Gül’e dönecek olursak, gelin
kısa bir süreliğine 40–50 yıl öncesine ve Deva
Hamamı’na dönelim birlikte. Askerden dönen
oğluna gelinlik kız bakınan hanım ile komşusunun muhabbetine ortak olalım sizlerle.
“Ayten Hanım, Ayten Hanım huu..
Efendim, Gülperi Abla…
Muştumu isterem, şincikten söyliyem
de unutmayasan.
Heyirdir Abla ne muştusundan söz edisen.
Oğulan için ele bir kız bulmuşam ki, Allah nazardan esirgeye.
De vallah.
Hemi vallah, hemi billah.
Eee anlat hele Abla, nasıl biri kemin
nesi.
Sen tanımazsan, ama bir görsen ba-
yılırsan. Tıpkım ayın ondördü gibi. Yüzi beyaz,
saçi komür karasi, simsiyah. Gözleri iri, kirpikleri ok misali, sankim dersin bir peri..
Eee daha başka Abla hayran.
Daha ne diyem kız Ayten. Boyu desen
fidan gibim uzun ve ince. Eminim oğlun vurulacak görünce. Dişleri inci misali tas tamam.
Ağzı var, dili yok el aman…
Ayy abla, ağzından bal damli valla.
Daha başka, daha başka.
Daha ne diyem sahan bilmem ki. Ha,
en önemlisini ez daha unutturidin bahan.
Dee hele Abla, neymiş unutacağın söyle.
Bir güzel kokuyor ki, gül gibim. Bir teni
var ki, gül yaprağı gibim. Bir görünişi var ki,
gül goncası gibim. Daha ne diyem kız. Gül gibi
diyem, gül gibi. Var mı daha ötesi viş kele, al
elen hamam tasini, şincikten göbek at oyna
hele”
İşte böyle, gelinlik kızın en hası, en güzeli, en
kıymetlisi gül gibi olanıymış, güle benzetileniymiş eski Diyar-ı Bekir’de. Analar oğullarına,
“sana bir kız buldum, tıpkı bir gül gibi” diyerek
muştu verdiler mi, gerisi tamammış.
Gelinlik kıza çeyiz hazırlama işi biliyorsunuz
eskiden beri Diyarbakır’da önem verilen bir
konudur. Kız ailesi kızına hazırladığı çeyizle
öğünür, elinden geleni esirgemez. Her şeyden
neredeyse deste deste hazırlanır, ta doğacak
bebek bile düşünülerek hareket edilir. İşte bu
çeyizde yer alan yatak, masa, sehpa örtüleri,
minder, yastık kılıfarı, özellikle mutfak perdeleri, hamam takımları, divan başları, karyola
etekleri, gelin duvağı ve çeyiz bohçaları mutlaka gül motiferiyle işlenir, süslenir. Bunun,
yeni kurulacak yuvaya, huzur, mutluluk, bolluk
ve bereket getireceğine inanılır. Kına gecelerinde bile, gelin başı gül motifi kırmızı örtüyle
örtülür. Evliliği boyunca hep gülsün, üzülmesin
diye dualar edilirmiş.
Söz düğün–dernekten açılmışken, yine Diyarbakır yöresinde anlatılan kısa bir öyküyü paylaşmak isterim sizlerle. Zamanın birinde, bu
kadim şehrin zengin ağalarından birinin güzeller güzeli bir kızı varmış. Ağanın oturduğu
bey konağının bahçesi tamamen gül ekiliymiş.
Bahar geldiğinde o konağın bahçesi allı-beyazlı, turunç-sarılı güllerle bezenir, kokusu metrelerce öteden alınırmış. Bu güzel kızın o kadar
çok isteyeni varmış ki, görücünün biri gider,
biri gelirmiş. Ağa da bu tek evladının üzerine
titrermiş. Gönlü olmadığı sürece kimseye vermemiş gül kızını. Bizim buralarda yaşı geçince,
ağa kızı da olsa artık kısmeti kapanır, isteyeni
çıkmaz olur bir süre sonra. Güzeller güzeli kıza
zamanında talip olup da olumsuz cevap alanlardan biri 15-20 yıl sonra yeniden yolu buralara düşünce merak eder ve o güzel ağa kızını
soruşturur. Evlendiğini öğrenir. Acaba nasıl
biriyle evlendi diye meraklanır ve gizliden gizliye konağı gözler bir süre. Bir sabah bakar ki
konaktan orta yaşlı, kilolu ve saçı dökük biri
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
63
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
çıkar. Kadın da onu kapıdan uğurlamaktadır.
Gördüklerine şaşırıp kalan eski talipli, bu işin
aslını merak eder. Konağa varıp kapıyı çalar.
Az sonra kapı açılır. Karşısındaki kadın, bunca yıllık araya rağmen hala çok alımlı ve çok
güzeldir. Kendisini de hatırlar. “Bacım, kusura
bakma ama yıllar sonra yolum düştü, seni hatırladım ve sordum, evlendiğini söylediler. Az
önce kapıdan beyini uğurlarken gördüm seni.
Merak ettim, nasıl böyle biriyle evlendin” diye
sorar. Kadın onu içeriye davet eder. Bahçesi
hala birbirinden güzel güllerle doludur. “Sorunun cevabını almak mı istiyorsun” der. Adam
da, “Evet, onun için buradayım” deyince, “o
halde, şu bahçeye gir ve bana gördüğün en
güzel gülü koparıp getir. Yalnız bir şartım var,
önündeki gülü koparabilirsin, geride bıraktığına bir daha dönüp bakmayacaksın” der. Adam,
bundan kolay ne var deyip gül bahçesine dalar. Bir sağına, bir soluna, bir önüne bakarak
ilerlemeye başlar. Tam en güzeli bu gül deyip
koparmak için eğildiğinde biraz ilerde daha
güzeli gözüne çarpar. Ona vardığında, ileride
daha alımlısını görür. Öyle böyle yürüye yürüye farkında olmadan bahçenin sonuna gelir ve
önünde sadece tek bir gülün kaldığını görür. O
da hafifen hafife kurumaya yüz tutmuş, yaprakları pörsümüş bir güldür. Geriye dönüp bakamadığı için mecburen onu koparıp mahcup
bir şekilde kadına götürür. O da sanki olacakları önceden biliyormuş gibi; “bak gördün mü,
onca güzel içinde kala kala elindeki gülle geldin bana. İşte benim de kısmetim böyle yazıl-
4
64
mıştı. Onca zengin, yakışıklı, varlıklı, asil, soylu
taliplim çıktı. Ama ben, hep daha iyisi çıkar
diye bekledim. Sonunda da, kala kala az önce
gördüğüne kaldım. Şu güller benim hayatımın
özeti gibi. Güzelliğimin yegâne sebebi. Onlar
da olmasa ne yapardım bilemem” der. Adam,
utancından gül kadının yüzüne bile bakamaz,
gerisin geri konaktan çıkar gider.
Gül alımlıdır, gül çiçeklerin sultanıdır. Gül nazenindir, nazlıdır. Gül şefkat ister, özen ister.
Gül kendisini seveni tanır, tek kusuru dikenleri.
Varsın o kadarcık kusuru olsun. Hem, “Gülü
seven dikenine katlanır” özlü sözünü boşuna
dememiş atalar. Gül duygusaldır da aynı zamanda. Sözden, bakıştan, temastan anlar. Gül,
doğada sanki bir canlı gibi yaşar.
Yaş kemale erip hac farzı yerine getirildiğinde,
mutlaka gül motifi işlemeli gülabdanlar bulundurulur Diyarbekir’de ki hacı evlerinde. Gelen
misafirlere gül suyu bunlarla sunulur. Gül şerbeti yapılıp ikram edilir. Güllaç açılıp konukomşuya dağıtılır. Mekke Medine’den mutlaka
gül işlemeli seccadeler, takkeler, tespihler getirilir, hatıra olarak saklanır. Yaş ilerleyip bel
büküldüğünde, ayaklar artık bedeni taşımaz
olduğunda, alınan bastonlarda da gül kabartmalarına sıklıkla rastlanır.
Diyarbakırlı, ebediyete uğurladığı sevdiklerini
de gülle yolcular öte âleme. Kadim şehrin en
eski mezarlığı olan Mardin Kapı’ya gitti-
ğinizde, binlerce mezarın yanı başında, hatta
üzerinde gül fideleri görürsünüz. Çeşit çeşit
güller, hele bu mevsimde zambaklarla birlikte
açtığında orası adeta bir cennet bahçesine
dönüşür. Gül, dinsel yönüyle değerlendirildiğinde, Yüce Peygamberimizin sembolü olması
nedeniyle, altında yatan kişiye şefaatçi olacağına inanılır. Mezarlıklarda gözlenen bir başka
unsur da, bazı kabir taşlarına işlenen gül motiferi ve kabartmalarıdır. Maharetli taş ustaları, sanatlarının inceliklerini, sabırla taşa bile
gülü işleyerek göstermişler bu diyarlarda.
Sözün özü, bu bilgiler ışığında da görüldüğü
üzere, doğumdan ölüme yaşamın her anında
gülle birliktedir Diyarbakır insanı ve bu kadim
şehrin her bir yanı. En eski tarihi eserlerden
tutun da günümüzde yapılanlara varıncaya
değin, işleme, süsleme ve kabartmalarda gül
eksik olmamış, unutulmamıştır. Camilerde,
çeşmelerde, hanlar ve kervansaraylarda devasa duvarlara gül işlenmiş, gül resmedilmiştir.
Yıllar yıllar önce bir adam tanımıştım, Diyarbekirli. Adı, Seydoş Ektirici. Evine gittiğimizde orası sanki ev değil bir gül bahçesi gibiydi. Evin içi, pencere önleri, balkonların her bir
yeri ve arkada yer alan küçük bahçesi tamamen gül fideleriyle doluydu. Her biri ayrı bir
renk taşıyor, ayrı bir koku yayıyordu. Yaşlı karısı söylenip dursa da, aslında o da seviyordu
gülleri. “Ama kızım, gülleri görmekten beni
görmez oldu bu adam” deyişini hiç unutmuyorum. Bir eş duygusallığıyla belki siteminde
haklıydı ama o gülleri görüp sevmemek, onlara sıkı sıkıya bağlanmamak olamazdı elbette.
Seydoş Ektirici’nin en büyük hayali o hep methini duyduğu “Siyah Gülü” yetiştirebilmekti.
Atalarından duymuştu. Bir zamanlar varmış
bu gül Diyarbekir’de. Öyleyse ne yapıp edip o
da bulmalıydı siyah gül goncasını. “Her mevsim sabırla çalışıyorum kızım, gül kalemlerini
birbirine aşılıyorum. Mevlam kısmet eder, ömür
verirse bulacağım inşallah” demişti. Ne yazık
ki ömrü vefa etmedi Seydoş Ektirici’nin siyah
gülü görmeye. Bir sabah gül bahçesinde buldular cansız bedenini. Sevgilileriyle sarmaş
dolaş bir şekilde, bir cennet bahçesindeymiş
gibi gülümseyerek yatıyordu. Mekanı cennet
olsun.
Bir gül; size özel bir sevgiyi, iki gül; karşılıklı
derin aşkı, üç gül; seni seviyor umu 365 gül,
seni her gün düşünüyor umu, 1001 gül, ebedi
aşkı simgelermiş. Varın gerisini düşünün artık. Sevgiliye gülle sunulan daha nice ne aşklar
varmış diye.
Duyan, düşünen, hatırlayan bir çiçek… Başka
bir benzeri var mı dünyada, üzerine bu denli
çok ve manası güçlü sıfatlar ekleyecek? Bahçemizdeki bütün çiçeklerin sertacı o…Bahara
bile o kadar hükmetmiş ki adını “gül mevsimi” yapmış koca ilkbaharın. Gönüllerdeki geniş saltanatın sahibidir, bize gülmeyi öğreten.
O yüzden adının yanına gülen’i, handan’ı hiç
çekinmeden ekleyen. Bu bahar bir başka ba-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
65
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
kalım güle, bir başka koklayalım, bilerek-hissederek. Sözlerimi bitirirken diyorum ki: gül
yüzünüz hiç solmasın, gül hayatınızdan hiç
eksik olmasın. Kucak dolusu güller eşliğinde
sevgi ve saygılarımla…
4
66
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
67
fr
TARİHTE DİYARBAKIR VE GÜL
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Giriş
Milattan Önce 7250 yıllarına kadar giden,
dünyadaki ilk yerleşimlerden biri olan
Çayönü,’Ergani’ye yakın bir yerleşim yeridir.
Çayönü dünyada ilk tarımın yapıldığı bir
mekândır.94 9000 yıl önce gülgillerin
Diyarbakır’da Çayönünde yetiştiğini George
Wıllcox’dan öğreniyoruz.95
Günümüzde pek bilinmiyor olsa da,
Diyarbakır’da gül yetiştiriciliğinin geçmişi
Asur dönemine kadar uzanır. İngiliz Arkeolog
Sir Leonard Wooley’in bilim dünyasına tanıttığı Mezopotamya kil tabletlerinde yazıldığına göre MÖ 2684–2630 yılları arasında Asur
kralı I. Sargon gülfidanlarını kendi ülkesine
Diyarbakır civarından götürmüş. Bu belgede
Kral I.Sargon’un Dicle nehrinin üst kısımlarına
askeri keşif gezisi yaptığını bu geziden “Asma,
incir ve gülfidanları” ile geri döndüğü yazılıyor.96
94 Güneli, Zülküf, “Diyarbakır Kent Kimliği İçin Önemli
Bir Öğe Suriçi Dokusu Diyarbakır Kale-Kent,” 1.Uluslararası Nebiler Sahabeler Krallar Kenti Sempozyumu, Di
yarbakır, 2009.
95 George Wıllcox. Manon Savard, “Güneydoğu
Anadolu’da Tarımın Benimsenmesine İlişkin Veriler,”
Mehmet Özdoğan, Nezih Başgelen, Ed. Türkiye’de Ne
olitik Dönem, Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 2007, s. 427–
440.
96 Ludvık Vecera, Classıc Roses, Published Great Britain, 1989, s. 7–11; Eıgıl Kıaer, Methuen Handbook of
Roses, Ancıent Tımes, London, 1965, s. 10; Altıntaş,
Ayten, “İslam Tasavvufunda Gül, Peygamberimiz ve
Diyarbakır”. 2. Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti
Diyarbakır Sempozyumu, 2010.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
69
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
tığı toprakların iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel
kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vilayet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in Dicle
fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir’ der.99
97
Kral Sargon
98
Arkeolog Wooley’in bulduğu stel
Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde Diyarbakır güllerinden söz ederken: ‘Büyük nehrin ak97
http://www.turkopedi.com/sargon-ve-sumerler.
html
98 www.wardom.com.tr
4
70
99 Korkusuz, Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbakır, İst.
Kent Yay. 2006.
Evliya Çelebi der ki: Dünyayı dolaştım şehr-i
Amid kadar güzel bir şehir yeryüzünde görmedim. İnsanları kadar da nezih, mert ve misafirperver görmedim Zümrüt gibi bir şehir, her
tarafı gül bahçesi der.100
medilen bir minyatürde şehrin surlarının dışında büyük gül bahçeleri resmedilir.102
Ortaçağ'da özellikle Abbasiler döneminde El
cezire'de(Kuzey Mezopotamya) bol miktarda
gül yetiştiriliyordu ve çok sayıda gül suyu imalathanesi vardı.101
Gülün onlarca çeşidinin yetiştirildiği kent Osmanlı döneminde gülistanlıklar kurulan, yetiştirilen güllerden gülyağı ve gülsuyu elde edilen önemli bir merkezdi. Matrakçı Nasuh’un
16.yüzyılda meydana getirdiği ‘Beyan-ı
Menazir-i Sefer-i Irakeyn’ adlı eserinde res100 Diken, Şeyhmuz, Diyarbekir Diyarım, Yitirmişem
Yanarım, İst. 2003.
101 Altıntaş, Ayten, Gül-Gülsuyu, Portakal Basım. İst.
2009.
Matrakçı Nasuh(1564), Diyarbakır gül bahçeleri, altta
meyve bahçeleri.
1691 yılında Diyarbakır’da meslekler zikredilirken 1 Gullabi’nin varlığından bahsedilir.
Gullabi: akıl hastanesinde gülsuyuyla bakıcı102 Kaya, Hasan Mert, Sevgi Kenti Diyarbakır, SkyLife,
Eylül 2010.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
71
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
lık yapan kimse demektir. Bu açıdan 1691’de
Diyarbakır’da zihinsel engellilere bir yaklaşım
olduğu anlaşılıyor. Bu durum büyük bir ekonomik refahın sonucudur. Zira 1568 tarihli Tahrir deferine göre Diyarbakır’da 186 meslek
bulunmaktadır. Bursa’da tespit edilen meslek
sayısı 50, Kayseri’de XVI. yüzyılda 18, XVIII.
yüzyılda 23,Kastamonu’da 34’dür.103
Fis Kayası Lalelik ve Gül
Evliya Çelebi seyahanamesinde Fisk kayası
adı ile meşhur yüksek bir tepe üzerine siyah
taş ile yapılmış,yüksek ve gayet kuvvetli bir
kaledir…o yüksek dağın tepesi geniş ve laleliktir….Fis kayası mağaraları bu yüksek kalenin
altındadır. Yunus Aleyhisselamın makamı
da buradadır… Büyük nehir aktığından iki tarafı da gül bahçeleri, güzel kokulu bostan ve
reyhan bahçeleridir… Her yıl vilayet halkının
altı ay Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları
mesire yerleridir.
Şemseddin Sami Kamus-u Alam.’da Diyarbakır ilinin
104
gülleriyle diğer çiçekleri çoktur demektedir.
Dicle Kenarında Reyhan Bağları(Fesleğen
Bahçeleri)
E.Çelebi Dicle kenarındaki fesleğen bahçelerini şu şekilde tanımlar; Aşağıda akmakta olan
büyük nehrin iki yanı güllük, gülistanlık, bağ,
bostan ve reyhanlıktır. Reyhanların hepsinin
kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları
yeşil olmakta ve yerden sürekli nem alarak da
büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından
görünme imkanı yoktur. Bunlar,o derece sık
reyhanlı,reyhandan kulübeler olup gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların genizlerine reyhanların ve gül,sümbül ve erguvan gibi
diğer çiçeklerin kokuları dolar.105
1700 yıllarında paşaların ev eşyaları içinde
103 Erpolat, Mehmet Salih, “Osmanlı Döneminde Diyarbakır’daki Esnaf Grupları ve Meslekler”, Osmanlı’dan
Cumhuriyete Diyarbakır, Ed. Yediyıldız B. Tomenendal.
C. 2, Ank. 2008, s. 316.
^. * J 72
104 Şemseddin Sami, Kamus-u Alam, c.3, 1889, s.
2203.
105 Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten,
Evliya Çelebi Diyarbekir’de, İst. 1997. s. 364.279.253.
gülabdanların varlığı o zaman gülsuyunun
önemini yansıtmaktadır. 1784-86’da Diyarbakırda valilik yapan Diyarbakırlı Kiki Abdi
Paşa’nın mirasında yani terekesinde 3 adet
gülabdan’ın varlığını öğreniyoruz.106
tanlar Tesis Ve Teksir Edilmiştir’ yazılıdır.
Resmi devlet belgesi olan tarihi Diyarbakır
salnamelerinde; Dicle nehrinin sağa ve sola
temayül ede ede cereyan-ı tabiisinin teşkil
etmekte olduğu cetveller o manzaraya başka
letafetler vermekte ve bahçelerin bazısında
huda-yi nabit menekşe çiçeği, yetiştirilen gül
fidanları adeda birer gülzar-ı nükhet-i nisar-ı
letafet teşkil edip bülbüllerin, tuyurun enva-ı
nağamat-ı ferah efzası da da teşnif-i sevami
eyler. Mevsim-i Rebinin bidayetinde menekşe
ve nihayetinde gülistan mesireleri olur.(5/84)
denir).108
Dr.Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır: Dicle kıyısı boyunca uzayan
bahçeler, çeşitli nehir kollarının akmasıyla da,
Diyarbekir'in güneyinde ve doğusunda verimli
alanlar oluşturuyor. Bu verimli alan ilkbaharın
gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle
kenarında Urfa kapı ile Dağkapı arasında bahçeler çok ünlüdür.107
19.Yüzyıl Diyarbakır Salnamelerinde ‘Gülis106 Yılmazçelik, İbrahim, “Kiki Abdi Paşanın Muhallefatı,” 1.Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu, 2000.
s. 279,313. 107 Korkusuz, age.
108 Diyarbakır Salnameleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Acar Matb. 1999.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
73
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
1869–1905 yılı Diyarbakır salnamelerinde Diyarbakır gülleri şu şekilde anlatılır; Bahçelerde menekşe ve güllükler vardır ki ilkbaharın
bidayetinde menekşe ve nihayetinde gülistan
seyirleri olur (salname 3/314).
Diyarbakır
Salnameleri
. MU.M i nülTim-MN' KUPL'U.-VL-MtJ^ IH
VJLJAJÜSINA
■UMiai
1881 yılı Diyarbakırlı bahçıvanlar.109
Erzincani İzzet Paşa Diyarbekir valisi iken Ben
u Sen ve gülleri hakkında söylediği manzume;
Manzume-i Ben u Sen
Bir aceb sefa Gülşen-i rana Ben u Sen
109 Bulduk, Üçler, “Hülasa-i Ahvali’l-Buldan’a Göre
19.Yüzyılda Diyarbakır Şehiri.”Osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır, Ed.Yediyıldız B,Tomenendal. c.1, Ank.
2008. s. 196.
4
74
Görse ger Sa’di Gülistan’a yazardı vasfın
Çün viri revnak-ı gülgeşt-i musalla Ben u Sen
Olmaya kimse bu gülzarda illa Ben u Sen110
Ben u Sen’den bir görünüm.
Sultan Abdülmecid döneminde, Abdülmecid’e ithafen Fevzi Efendi tarafından yazılan Ahval-ü Buldan
isimli eserde “Mardin Kapısı haricinde Dicle’nin kenarında çok sayıda gül bahçesinin olduğu, bunların
etrafında duvar bulunduğu ve bunun içinde ve dışında çok sayıda köşk olduğu ifade edilir.”111
110 Korkusuz, age.
111 Bulduk, agb. s. 196.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
75
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Sultan Abdülhamid Döneminde
Diyarbakır’da Gülcülüğün Teşviki
Osmanlı Devleti Ziraat Nezareti 1880’li yıllardan itibaren Osmanlı Memleketinin her yerinde “Gülistanlıklar” tesis edilmesi için çalışmalar başlatmıştı. Bu program içinde Diyarbakır
Sancağının da önemli bir yeri vardır.
Uzun yıllardır güllerin yetiştirildiği ve geniş gül
bahçelerinin olduğu rapor edilen Diyarbakır’a
da 1895 yılından itibaren gülistanlıklar tesisi
kararı alınmıştı. Gül yağı, gülsuyu imali için gül
bahçeleri kurulması için harekete geçilmiş,
kısa sürede 250 dönüm toprağa gül ekilmesi
planlanmıştı. Diyarbakır’a gülfidanları, gülyağı
çıkarmak için imbikler ve eğitim verecek bir
ziraatçı gönderilmişti. 1899 yılında 130 dönüm gül bahçeleri tesis olmuş ve Diyarbakır
Valisi Mehmed Halîd Bey bu güllerden elde
edilen gülyağlarından 4 şişe Padişaha göndermişti. Diyarbakır Valisi Mehmed Halid Bey 28
Haziran 1899 tarihinde “Mabeyn-i Hümâyun
Cenâb-ı Mülükhâne Başkitabet-i Celilesine” bir
mektup yazmıştı. Padişaha hitaben yazılmış
olan bu mektup, Padişaha uzun bir övgü ile
başlamaktadır. Padişahın isteği ve iradesi ile
Diyarbakır’a bir “gül memuru” gönderildiğini
ve bu memurun çalışmaları ile vilayet
dâhilinde bir sene zarfında 130 dönüm gülistan yetiştirildiği belirtilmektedir. Gül memurunun güller yetiştikten sonra gülyağı çıkarmak
usulünü halka öğretmiş ve kaliteli gülyağı elde
4
76
edilmiştir. Bu çıkarılan ilk üründen ilk defa
olarak Padişaha gönderildiği; “…ibtida nefs-i
nefîs-i hazret-i velinimet bi-minnet-i a’zami
içün taraf-ı çakeranemden…” denilerek belirtilmektedir. Bu gülyağı dört şişeye konmuş,
bu şişeler birer muhafaza, onların da üzerleri
sarılarak postaya teslim edildiği belirtilmiştir.
Mektubun sonunda bu gülyağı şişelerinin
“..mübarek ve mes’ud hâk-pây-ı şevkat-ihtivâ-yı
cenâb-ı zillullahiye arz ve takdime müsaade-i
aliye-i asafhanelerinin şâyan buyurulması” istenmektedir.
Gül memurunun çalışmaların takip edebileceğimiz bir yazışma da 1900 senesine ait.
“Orman ve Maâdin ve Ziraat Nezaretinin Şûrâyi Devlete havale buyurulan tezkiresi”nde.
İstanbul’dan Diyarbakır’a iki seneliğine gönderilen gül uzmanı Mustafa Efendinin süresinin
uzatılmasına aittir. “Diyarbakır vilayetinde gülistanlar tesisi ve gülyağı sanatının ahaliye fiilen irae ve talimi zımnında ba-irade-i seniyye-i
Cenab-ı Padişahî “ olarak gönderilen Mustafa
Efendi ‘nin süresinin 25 Mayıs 1900 tarihinde
dolacağından o tarihten itibaren iki sene daha
uzatılması talep edilmektedir. Böylece ödenmesi gereken maaş hesap edilerek o miktarın
ödenmesi talep edilmektedir.112
Diyarbakır vilayetinde gül bahçeleri tesis et112 Altıntaş, Ayten, ”Diyarbakır’da Gülistanlıklar Tesisi,” .Diyarbakır’da Tarım Doğa Çevre Sempozyumu.
2010.
mek ve gülyağı imali sanatı hususunda ahaliyi
bilgilendirmek üzere memur tayin edilen Mustafa Efendinin başarılı çalışması hakkında.113
dağıtıldığını ve bunlardan birinin Diyarbakır
olduğu ifade edilir.114
1937 yıllarına ait bir kitapta; Diyabekirliler gül
ve çiçek yetiştirmeğe çok önem vermektedirler. Şehrin heman bütün evlerinde avlular, havuz başları muhtelif çiçeklerle süslüdür.
Halkevinin her ilkbahar açdığı çiçek sergileri
büyük bir ilgi ile karşılanmaktadır. Şehirde 25
türlü gül yetiştirilir. Şehrin dışındaki bahçelerde geniş menekşe tarlaları vardır. Mevsiminde
kilolarla menekşe kurusu satılır. Çiçek ve menekşe şurupları, çayları ve bilhassa harır adı
verilen şurup yalnız Diyarbakır’a mahsustur.
Bin bir renkli bir şark halısı gibi Dicle kıyısına
uzanan gül ve menekşe bahçelerinde meyvanın türlüsü yetişir.115
Osmanlıda Diyarbakır’da Gülcülüğün Tarihi
1936 yılında H.Basri Konyar’ın kaleme aldığı
Diyarbakır yıllığında Gülcülüğün tarihine temas eder.
27 Haziran 1900
1899 basımlı La culture de roses en Turquie
isimli eserde Osmanlı topraklarında gül üretimini ve gülyağı elde edilişini teşvik amacıyla
Ziraat Nezaretinin Anadolu’da 100.000 fidan
113 Ekici C Ed. “Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.”
Devlet Arşivleri Genel Md. 2. Uluslarası Diyarbakır
Sempozyumu, Ank. 2006.
Fatih Paşa camile karakolunun iç duvarlarında
müşahede edilen çinilerde mevcut nakışlardan
ve hususile gül, karanfil, sünbül vs. çiçek resimlerinden bahçıvanlığın tezyinat şubesini teşkil
eden bu bedii sanatların eskiden beri bu havalide malum olduğu istidlal olunmaktadır.116
114 Baytop, Asuman, Türkiye’de Botanik Tarihi Araştırmaları, TÜBİTAK. Ank. 2004. s. 505.508.512.
115 Eti, Umsan, Diyarbekir, Diyarbekir, Matb. 1937, s.
5.27.54.
116 Konyar, H.Basri, Diyarbekir Yıllığı, Ulus Basımevi.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
77
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Takriben 37 yıl önce (1900 yılı) Diyarbekir’in
gül ve gülyağcılığına olan istidat ve kabiliyetini nazarı itibare alan Osmanlı hükümeti bu
havalide Mustafa Efendi adında mütehassıs
bir memur göndermiş ve bu gayretli memurun teşvik ve himmeti sayesinde Diyarbakır
kasabasile etrafındaki köylerde oldukça geniş
ve muntazam gülistanlar tesis edilmişti.117
nümlük birçok gülistanlar vücuda getirilmiştir.
Eskiden önemli bir piknik yeri Mardin Kapı’daki gülistanlardı; Gazi Köşkü bahçeleri, tam Ahmet Haşim’in bahçesidir. Eteklerinde güneş
rengi bir yığın yaprakla bu bahçedeki güller ki
kamıştan daha nalândır. Parlak iri güller, set
set yükselen bahçelerin temposuna uymuşlar,
ufaktan büyüklere doğru, garip bir sıralanışları vardır.119
Gazi köşkü tamamen güldü
1936’da Diyarbakır’da Gülistanlar
Diyarbekir’118de gülcülük merakı gerçi vardı
ve bu merakın yaygın bir ifadesi olmak üzere
kasabanın dört tarafında yani Mardin ve Urfa
Kapıları ile Dağ Kapı ve Yeni Kapı semtlerinde
Esfel bahçelerinde ve Mardin Kapısının haricindeki umum köşklerde ikişer ve üçer dö-c.
3, 1936. s. 147.
117 Konyar, age, s. 147, 148.
118 Konyar, age, s. 147, 148.
4
78
Gazi köşkü
Vaktiyle bahçelerinin inkişaf ettiği mayıs
119 Korkusuz, Şefik, Eski Diyarbakir’de Gündelik Hayat,
Kent Yay. İst. 2007, s. 64,69.
ayında birçok kibar aileler, Gülistanların latif
manzaralarını temaşa eylemek üzere şehir
etrafındaki bahçelere gidip eğlenirlerdi. Bir
tarafan gül kokulu saf ve temiz havayı süzüp
ciğerlerine çekerler, diğer tarafan da bedii
zevklerini bi hakkın temin ederlerdi. Muntazam güllüklere malik bahçe sahiplerinin bu
kibar ailelere hediye namıyla takdim eyledikleri gül buketlerine karşılık olarak aileler tarafından bahçivanlara bahşiş suretiyle para
vermek cari idi.120
Şemseddin Koçak isimli eski ilköğretim müfettişi 40 yıl önceki Diyarbakır anılarını anlatıyor; Kırk yıl sonra Diyarbakır, "Diyarbakır, gül
şehri, karpuz şehri.124 Mardin Kapı eşrafından
76 yaşındaki Musa Tutka anlatıyor; Mardin
Kkapı’dan inmeye başlayınca gül kokusu başlardı, Hevsel bahçelerinde Muhammediye gülleri vardı, gülyağı çıkarılırdı. Mardin Kapı’da,
Gazi Köşkü’nde ve Kavs Köşkü’nde siyah güller
yetişirdi.
İbrahim Tokay 30–11–1937 tarihli ülke dergisinde; Diyarbakır halkı zevk-i selim sahibi
ve ehli tabiat olduklarından herkesin evinde
ufak veya büyük çiçek bahçesiymiş gibi gülleri,
baygın menekşesi vardır. Evlerde saksılara da
yetişen güller, sur dışına çıkıldığında Gülistana
dönüşürdü.121
1936’da İlçe ve Köylerde Gülcülük
Çanakçı, Şehkent, Şilbe, Fabrika, Çöllü, Zoğa,
Zoravan, Bacavan, Haskavar gibi bir çok köylerde dahi muntazam ve geniş güllükler meydana getirilmiş ve bu ara gülyağcılığına da
başlanmıştır. Hani ve Lice havalisinde ehemmiyetle yetiştirilen güller ticaret maksadı ile
vilayet merkezine sevk olunuyordu.122 1933’de
Silvan’da bir gülistan tesis edildi.123
120
121
106.
122
123
Konyar, age, s. 148.
Göral, M.Kadri. Cevahir Çıkını, Ankara, 2009, s.
Konyar, age, s. 147, 148.
15. Yılında Diyarbakır, s. 50.
Hevsel Bahçeleri
124 Koçak, Şemseddin, Eski İlköğretim Müfettişi.
www.hangisinegitsek.com.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
79
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Muhammedi gülü: Çok kokulu, pembe ve yarım katmerlidir. Yılda iki kez çiçek açar. Gül
yağı, reçel, gül suyu ve şurubu yapılır.125
Kavs Köşkü ve siyah gül
4
80
125 Özhal, Kenan, “Diyarbakır’da Gül Çeşitleri,”
Diyarbakır’da Tarım Doğa Çevre Sempozyumu, 2010.
Gülsuyu
Bütün düğünlerde, mevlitlerde ve hatta berber
dükkânlarında gül suyu rağbetle kullanılmakta
idi. Bunun için evlerde atarlar tarafından hususi surette kullanılan imbikler gül mevsiminin devam ettiği müddetçe faal bulunuyordu.
Gerek erkek ve gerek kadın cemiyetlerinde
senede tahminen beş altı bin kiloluk gülsuyu
sarf edilmekte olduğu rivayet edilirdi. Gülyağı
üretimi de önemlidir. Yakın zamanlara kadar
Diyarbekir vilayetinde Gülyağcılık dahi memnuniyeti mucip bir dereceyi bulmuştu.126
Deliller Hanı
Diyarbekir güllük gülistanlıktı, her tarafı gül
bahçeleriyle doluydu. Şimdi o güller yok. O
güllerin yağları işte o imbiklerde çıkarılırdı.
Şimdiki Kervansaray oteli o zamanlar Deliller
hanıydı.
Hacca giden deliller (rehberler) kendi grup126 Konyar, age, s. 147, 148.
larını alıp hacca götürürken armağan olarak
işte o gül yağlarını götürürlerdi. Diyarbekir’in
menekşe yağı ve gül yağı Diyarbekirli hacılarla
beraber giderdi. İşte o Diyarbekir imalatı imbiklerde kaynatılarak yağı çıkarılırdı.127
Diyarbakır’da Gül Mutfağı
Gülşerbeti
Eskiden çok güzel güllerimiz vardı. Gülbaran'da
gül açtığında, etrafa kokular saçılırdı. Gül çiçeğinin yaprakları su dolu şişelere konulur, içerisine de azıcık limon tuzu atılarak şişelerin ağzı
kapatıldıktan sonra güneşe bırakılırdı. Şişeler
15–20 gün güneşte kalınca, gül rengini şişe
içersindeki suya verir, rengi kırmızılaşır veya
pembeleşirdi.
Sonra bu gül suyu bir tülbent yardımıyla süzülüp içersine bir miktar şeker atılarak Gül
Şerbeti yapılırdı. Şerbetin içine buz veya kar
atılarak sıcak yaz günlerinde içildiğinde yürek
ferahlatırdı, en kıymetli misafirlere ikram edilirdi.
Bu güzel alışkanlık, tüketim toplumu olmanın
sonucu tümden unutuldu. Oysa hem gül yapraklarıyla dolu renkli şişelerin görünümü ve
hem de gül şerbetinin içimi güzeldi.128
127 Diken, age, 2003.
128 Üzülmez, Müslüm, Makam, Makam Çiçeği ve Bülbül, İst. 2010. s. 294.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
81
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Her türlü peynir çeşitleri, kaymak, çakıl-mas,
tereyağı, bal ve şarabi Harir satılan bu
dükkânlardan en ünlüsü, Ulu Cami karşısındaki dar sokakta bulunan HALİS ve MUHLİS isimli
iki kardeşe ait dükkândı.
Bu arada ŞARABİ HARİR'in nasıl yapıldığını anlatalım. Su, şeker, kabuklu tarçın, karanfil, şerbet boyası bir arada kaynatılır ve Reçel Suyu
kıvamına getirilir. Biraz sulandırılır ve içersine
bir kaç damla gül suyu damlatılır.
Şarabi Harir daha çok kaymağın üzerine dökülerek değişik bir damak tadı oluştururdu.129
Ayrıca Zerde ve loğusa şerbetinde de gül suyu
kullanılmaktadır.
Gül Reçeli
Şarabi Harir ve Gül Suyu
Özellikle Buğday Pazarı, Sipahi Pazarı ve Çarşiye Şevuti diye bilinen şimdiki Kavafar çarşısı içersinde, esnafın yararlandığı kahvaltı
dükkânları mevcuttu.
Gül suyu ve Aşure
129 Ötük, Halit, Şehir Mektupları 14 - Diyarbakır Lokantaları, http://www.hancepek.com/
ui 182
nebatat-ı itriyenin uzul-i ziraatı ve iadareleriyle ve bunlardan yağ çıkarma isimli eserinde
Malatya ve Diyarbakır illerinde gülcülük yapılması isteniyorsa da, bu sanayinin merkezlerde
değil de merkez dışı yörelerde yapılması uygundur. Çünkü bu iş bir insanı sadece bir iki ay
işgal ettiği gibi, merkez dışı yörelerde arazi,
işçilik, odun ucuzdur ve gül yağı hacmen hafif olduğundan nakliye masrafı düşüktür denmektedir.130
Gül Sergileri
1932 yılında Çiçekçilik, gülcülük ve gülyağcılık için halkevinde sergiler açıldı, kazananlara
nakdi ödül verildi. Bu sergide 18 nevi gül teşhir edildi.131
Güllaç ve gül suyu
Eski Ziraat Kitaplarında Diyarbakır’da
Gülcülük
Agop Zakaryan’ın 1895 basımlı Ziraat-ı Ameliye kitabında Osmanlı devletinin gülyağcılığını teşvik ettiğini Diyarbakır ve bazı yerlerde
yağ takdiri sanatının kurulmasına çalıştığını
ifade eder.
Ahmet Tevfik 1921 tarihli Gül ve en meşhur
1932-Vali Faiz Ergun gül sergisinde
130 Baytop, age.
131 Konyar, age, s. 147, 148.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
83
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
1932’de bir sergi
Tarihi resimlerde gül fgürü
1932 Vali ve Kumandan gül sergisinde
1937 yılına ait bir kitapta Hemen her evin avlusunda çok temiz ve çok saf bir su olan Hamravat suyu akar. Bu avlular geniş havuzlar ve
türlü çiçeklerle süslüdür’ denmektedir.132
1932’de bir sergi
Eyvan da güller vardı, avluda havuz.
Anam tulumbayı çektiği gibi,
Bütün avlu, bal dök yala.
Havuza attım mı kavunla karpuzları,
132 Korkusuz, age, 2007.
4
84
Doyamazsın görüntüsüne onların artık.
(Zeynep Doğulu)
Hamravat suyunun her eve gelmesi havuz yapma geleneğini başlatmış, su bollaşınca çiçeğe
ilgi artmıştır. Diyarbakır’ın iri, aromalı, renk
renk gülleri konakların övüncü olmuştur.133
133 Güney, Emrullah, Diyarbakır ve Yöresinde DoğaKültür Turizmi, Diyarbakır, 1991. s.64.
Abdüssettar Hayati Avşar, yatsı namazından
sonra konaklardaki musiki gecelerini şöyle anlatır; Muhammedi güllerinin, top reyhanların,
ıtırların, katmer kadifelerin, menekşelerin, lalelerin, zambakların, şebboyların, kılıfarının,
nergislerin, sümbüllerin, yaseminlerin, zer
leylakların ve diğer birçok çiçeklerin birbirine
karışmış kokularını almak için havayı koklar,
tenefüs eder, fıskiyelerden dökülen suların
şırıltılarını dinler ve kandillerin, avizelerin, fanusların etrafında daireler çizerek dönen çeşitli şekiller meydana getiren, aleve atılıp yanan pervaneleri seyrederdik. Şair, bestekar ve
icra karlar havuz başındaki tahtalara, sazendelenlerle yanlarındaki kanepe ve koltuklara
eyvana karşı oturup yerlerini alıp eğlenceyi
başlatırlardı.134
134 Cengiz, Tuba, “Diyarbakır Eski Suriçi ve Surdışı
Evlerinde Çevresel Etmenler”, D.Ü.Mimarlık AD. Diyarbakır.1993. s.1.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
85
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Diyarbakır’da Ki Gül Çeşitlerini Özet
Olarak Vereceğim.
1.Yediveren gülü,2.Muhammedi gülü,3.Yüz
yaprak gülü 4.Nesrin gülü,5.Sarmaşık gülü,
6.Sultan gülü. 7.Yabani beyaz gülü 8.Çeper
gülü 9.Asma gülü 10.Viktorya gülü 11.Pembe esans gülü 12.Dantel amor gülü 13.Cevat
paşa gülü. 14.Hacı İbrahim gülü,15.Rumkale
gülü,16.Arif Bey gülü 17.Mikado gülü 18.Üç
renk aşılı gül 19.Malatya gülü 20.Fes kırmızısı gülü 21.Açık sarı gül 22.Koyu sarı gül
23.Krem gül 24.Beyaz
gül.135
Mevlüt Mergen eskilerde
Diyarbakır gülcülünü şöyle
anlatır; Gül sadece evlerde
yetiştirilmezdi. Başta Gazi
Köşkü olmak üzere, Cumhuriyet parkında ve diğer
bahçelerde de yetiştirilirdi.
Nereye
baksanız
her
mevsim her tarafa gülü
görebilirdiniz.
Şimdilerde Diyarbekir’de öteden beri yetiştirilen Nergis çiçeğinin ticari amaçla yetiştirildiğini ve çeşitli semtlerde satıldığını görüyoruz.
Eskiden “mor menekşe” de nergizin arkadaşı
olarak satışa sunulurdu. Şimdilerde “mor menekşeyi” göremiyoruz dedikten sonra gülleri
anlatalım ki, bu sayacağımız güllerin tamamı
135 Diken, age, 2003.
4
86
Diyarbakır’da yetiştirilen güllerdir.
Gerçi gülün bir “yedi veren”i vardır, bu hemen
her mevsimde görülür ve Şeyhzade Osman
bey tarafından iki asır önce Diyarbekir’e getirildiği söylenen bu gülü katmerli ve az kokulu
olarak tarif eder bahçevanlar.
Diyarbekirlilerin en çok sevdikleri gül “Muhammedi” güldür. Bu gül o kadar güzeldir ki,
hem kokusu, hem görüntüsü fevkalade
güzeldir.
Hazret-i
Peygamberi
anımsattığı
için de ayrıca kıymetlidir
bu gül. Derler ki, bu gülden
gül yağı çıkarılır, reçeli
yapılır, gül suyu ve şurubu
elde edilirken meraklıları
rakısını bile yaparlarmış.
Hacı İbrahim Gülü diye ünlenen bir gülü daha vardır
Diyarbakır’ın..
Yüksek,
yüksek dalları bol dikenlidir.. Pembe ve ebru
renklerini taşır.. Yılda yedi kere gül yüzünü
insanlara gösterirmiş bu Hacı İbrahim gülü...
Dedik ya Diyarbekir’liler gül severdirler diye.
Sevgilerini meraklarıyla birleştirince ta uzaklarda duysalar bir gülün varlığını gidip onu oradan getirirlermiş. Mesela “Rum kale gülü” bu
gülün medhini işiten Fevzi Efendi. bu zat eski
bir tapu memurudur 1926 senesinde bu gülü
Diyarbekir’e getirir. Ki, bu gül, Rumkale’den
Urfa’ya, Urfa’dan da Diyarbekir’e kadar bir
yolculuk yapar. Rumkale gülünün rengi pembedir. Kokuludur. Katmerli olup büyükçe bir
gül türüdür. Yetiştirenlerin ifadelerine bakılırsa yılda dört kez gül yüzünü açarmış sevdalılarına.
Sürekli açan bir gül türü de vardır ki adına
“Dantel Amor gülü” diyorlar. Az dikenli olan
bu
gül
kokulu
ve
katmerlidir. Renkleri koyu
kırmızı ve erguvanidir.
Hayvanların yabanisi olur
da gülün yabanisi olmaz
mı? Bu gül tek, tek yapraklıdır. Beyaz renklidir ve
“çeper gülü” olarak da
bilinir.
Asma gül. Bu gül öylesine
güzel bir güldür ki, hem
renkleri kırmızıdır. Hem de çok büyük değildir.
Yanına bir sırık dikseniz ona sarılır ve uzanır
yukarılara doğru çıkar.
Bir de süslemelerde kullanılan bir gül çeşidi
vardır Diyarbakır’ın. Adına “Sultan gülü” de
denir. Renklidir ama kokusuzdur. Böyle olduğu
içinde süslemelerde kullanılan bir güldür.
Nasıl ki Hacı İbrahim Urfa’dan getirdiği güle
kendini adını vermişse, aynen onun gibi Cevat
paşa El Cezire kumandanı iken oradan getirtilen güle “Cevat Paşa Gülü” denmiştir. “Sarmaşık gülü” de vardır Diyarbekir’in. İsminden
de anlaşılacağı gibi sarmaşık çiçeği gibidir ve
demir parmaklıklara ve çardaklara sarılıp güzelliğini sergileyen bir gül çeşididir.
Esans yapımında kullanılan güle ise Diyarbakır’lılar “pembe esans gülü” derler. Katmerlidir. Sürekli çiçek açan bir gül türüdür.
Gülleri saydık çünkü özellikle bahar mevsimleri ve
yaz ayları ki bu günler.. Gül
günleridir ve Diyarbakır’ın
en güzel günleridir. Bu
mevsimler piknik yerleri
insanlarla dolup taştığından ve insanlar buralarda
gülü görmek istediklerinden güle önem vermişlerdir.
Şimdilerde ancak bazı evlerin balkonlarındaki
saksılarda ve özellikle toplu konutlardaki evlerin bahçelerinde görebiliyoruz gülleri. Diliyoruz ki, Diyarbakır’ımız yine geçmişteki gibi
güllerle donansın, parklarında, meydanlarında, evlerinin balkonlarında. Hemen her yerde
gül olsun. Gül olsun ve Diyarbakır’lının yüzü
gülsün.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
87
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Çünkü Diyarbekir “Viktorya gülü” gibidir. Neden bu gül gibidir derseniz bilesiniz ki bu gül
sadece Diyarbekir’de yetişirdi.
kenli olsun. “Gül dikensiz olmaz” sözü ne için
söylenmiş peki? Gerçi dikensiz olan güllerde
vardır ama bu söz bir darb-ı mesel olarak literatürümüzdeki yerini her zaman koruya gelmiştir.
Birinci cihan savaşından önce Behram Paşa
tarafından oğlu “Arif Bey” adına getirilen güle
de “Arif Bey Gülü” denir. Bu gülü Diyarbakır’lılar çok sever çünkü hem kokulu, hem katmerli
hem de sürekli çiçek açan bir özelliği vardır
Arif bey gülünün.
Bilmem ismini hiç işittiniz mi “Kaysı gülünün”
Ufak dallı, dikenli, katmerli kokusuzdur ama
güldür.. Görüntüsü bile insanın gönlünü şenlendirmeye yeter bu güllerin.
“Mikado gülü” 1928 yılında Levazım eski reisi Kenan bey tarafından İstanbul’dan getirilen
bir güldür.
Diyarbakır’ın bir de üç renk aşılı bir gülü vardır
ki, aynı isimle yâd edilir. Tevfik efendi zade Bekir Sıtkı bey tarafından üretilmiş, fes kırmızısı
renginde olan bu güle “Arif bey” gülü denir,
aşılandığı için üç renkli bir gül elde edilmiştir.
Az kıvırcık, yediveren türde bir gül daha var ki
buna “Malatya gülü” denirmiş. Hoş kokulu ve
katmerli bir güldür “Malatya gülü”.
“Yedi veren” dedik ya sohbetimizin başında..
bu gülü “Fes kırmızısı gül” diye tanımlar Diyarbakır’lılar..Az dikenli dalları, katmerli ve
hoş kokulu bir güldür.
Sarı gül. Türkülere bile adını söylettiren güllerdendir. Diyarbakır’ın sarı gülü..O da yedi
verendir..Varsın kokusu az olsun, dalları di-
4
88
Diyarbakır’lılar vilayet bahçesine “Müfettişlik”
derlerdi. Buradaki güllerin haşmetli görüntüsünü anlatmak başka şey, görmek başka şeydi. İlla ki görmek lazımdır. Biz bu güllerin bazı
gördüğümüzü söylerken bazılarını görmediğimize yanarız. İşte burada bir gül daha vardı ki
adına ”Beyaz gül” denirdi. Mersin’den getirilmiş. Aşı kalemiyle çoğaltılmış diye bir bilgiye
ulaşıyoruz bu gülü araştırırken... bu gülün bir
özelliği de “dikensiz” oluşu imiş.
Sevenlerin birbirlerine en güzel hediyesi nedir
diye sorarsanız “Gül” dür derim. Nitekim bu
gün bu güzelliğin yaygınlaştığını görüyoruz.
Gül’ün yanı sıra diğer çiçeklerde bu hediyeleşmede görülüyorlar ama en çok gül kendini
benimsetiyor insanlara. Ama günümüz insanı
gülü, dalından koparılmış olduğu halde alıp
sevdiğine hediye ederken, o gülü erken solduruyor.
Oysa dünün Diyarbakır’ında da insanlar bir-
birlerine gül hediye etmişler ama, gül neslini
kurutmak için değil, yaşatmak için.Misal mi?
“Krem gül” ü gösterelim.. İş bu krem gül
Merhum Evkaf Müdürü Mustafa Akif Bey tarafından oğlu Hasan Efendi talebesi Müfüzade
Bekir Şeref’e Urfa’dan gönderilmiş ve ıslah
edilmiş bir güldür.
de yer var bu diyarlarda, güle de!136
Gül şehri Diyarbakır’da güllerin ilk mekânı ve
Diyarbakır’ın gülfidan ihtiyacı Mardin Kapı’daki Gül parkından karşılanıyordu. Bu mekân şu
anki Sur belediye fidanlığıdır. 1970’lere kadar
buraya gül parkı denirdi.
Diyarbekir’e geliş tarihi 1928 olan bu gülün de
dalları dikensizdir..Orta büyüklükte yapraklı,
katmerli ve az kokuludur..ama olsun çünkü en
iyi Pazar bulan bir gül çeşidi diye anılır.
Bilmiyorum şimdilerde de var mıdır? Gazi köşküne gittiğimizde yerlere dikilmiş bazı levhalar görürdük ve üzerinde şöyle yazardı; “Dokunmayın çiçeklere, yazık olur emeklere”
Çünkü çiçekler yani güller insanlar gibi canlıdırlar. Onları kendi ecelleri gelmeden çekip
koparmak hiç de şık olmayan bir iştir.
Şehmuz Diken Diyarbakır baharını anlatıyor;
Karacadağ dedik de, bir başka olur
Karacadağ'da bahar. 250 rakamıyla ifade edilen ve 40 ayrı familyaya mensubiyeti bilinen
bitki türlerinin ve de 'nin vatanıdır Karacadağ.
Bahar en çok bu bitkilerin doğayla kucaklaşmasına yakışır.
Bahar gelende bizim buralara; Gülün telaşı lalenin yabani olarak bitmesinden kaynaklı kendi kıymetinin bilinmemesinedir. Yoksa laleye
136 http://www.bianet.org/biamag/kultur/129131daglara-bahar-gelende
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
89
»
Gül Şehri DİYARBAKIR
Seyran tepe güzel gül bahçeleri ile dolu imiş
Rüzgâr estiğinde buradaki güllerin kokusu şehir merkezine yayılırmış.
Seyrantepe
Seyrantepe’yle ilgili hoyrat;
Gül eser
Rüzgar vurur gül eser
Serme toprak üstüne
Yar yatağın güle ser
Yaşamda Gül
Hop hop olsun yavrum Gül topun olsun yavrum
Gül ağacı dibinde Hoş toyun olsun yavrum137
137 Beysanoğlu, Şevket, Diyarbakır Folkloru, Diyarbakır Mat. 1943. s. 155.
4
90
Mezar Taşlarımız da Gülden
L. CANIN
CANIMIN YARİSİ
tENİHH
GÜLDERENİM
SENİ ÇOK SEVİYOR ÖZLÜYORUM
HANİ SENSİZ BİR VERE GİTMEZDİN
SEN BENİM CANINDIN.
AÇILMAYAN GONCA BİR GÜLDÜN
HANİ HİC SÛLMAYACAKTIN
Hz. Süleyman Camii Lahit
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
91
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Nakiboğlu Camii mezar taşı
El Sanatlarında Gül Motif
Ülkede çinicilik denince akla İznik ve Kütahya
gelir.
Ulu Camii tavanı
Hâlbuki Diyarbakır ülkede değil dünyada öncülük eden bir şehirdir. İznik atölyesi ile birlikte önemli bir çini merkezi olan Kütahya'da
sürdürülmüş, günümüze kadar gelen Kütahya çiniciliği, başarı düzeyi zaman zaman değişen örnekler vermiştir. Bunların yanında
Diyarbakır'ı da bir çini merkezi olarak saymak
gerekir.138
Ali Paşa çinileri klasik Osmanlı çinilerinin dışında
bölgesel bir karekter gösterir. Diyarbakır’da yapıldığı düşünülmektedir. İlk Osmanlı Camisi olan
Ali Paşa’da bölgesel özellikler olması, Osmanlıların yerli atölyeleri desteklediğini gösterir.139
Ulu camii avizede gül motifi(fotoğrafar. Zülfikar
Halifeoğlu)
4
92
138
http://members.fortunecity.de/sanat/cinikera/
cini.htm. http://www.minyatursanati. com/?p=
139 Sözen, Metin, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İst.
Diyarbakır’da Artuklular döneminde de çiniyi
görüyoruz. Akkoyunlular döneminde çini camilerin süslemesinde etkin olmuştur. Bu çiniler Osmanlı çinilerinden farklı olup, Doğu ve
Güney etkili motifer taşımaktadır. Safa caminin içini tabandan başlayıp yerden bir metre
yüksekliğe kadar devam eden çiniler boydan
boya çevrelemektedir. Osmanlı dönemi çinilerinden farklı bir karekter gösteren bu çinileri
Akkoyunlular döneminde Diyarbakır’da üretildiği düşünülmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar Diyarbakır’da çini üretildiğini gösteren bulguların varlığına işaret eder.
zambak, narçiçeği, erik çiçeği, asma, servilerle çok zengin dekorları sonsuz bir bahar havası verir.141 17 yüzyıl yapısı olan Melek Ahmet
Paşa camiinde ise gül goncaları ve soyut çiçekler farklı kullanım alanlarında görülmüştür. Renkler firuze, açık mavi, beyaz ve laciverttir.142
Çini ve Seramikte Gül
Safa camii çinileri altıgen formda ve değişik
motiferdir. Dikkati çeken birinci motif, iç içe
giren dairelerden oluşmuştur. Renk olarak
koyu sarı, mavi, beyaz, koyu mavi kullanılmıştır. Bordürle ise firuze ve siyah renktedir. Bu
çinilerin Diyarbakır’daki atölyelerde üretilmiş
oldukları düşünülmektedir. Diğer duvardaki
altıgen çiniler ise çiçek motifidir. Renk diğer
motiferle aynıdır. Bordür yine çiçek motifidir.140
Diyarbakır Çini ve Seramik Sanatında Gül
Osmanlı çini eserleri İstanbul, Edirne, Bursa,
İznik ve Diyarbakır gibi şehirlerde yoğunlaşır.
Karanfil, lale, papatya, sümbül, gül, menekşe,
1971. s. 50,69; Gürsoy, Suna, “Diyarbakır Eski Mimarisinde Çini Süsleme,” Mimarlık AD. Yüksek Lisans Tezi,
Diyarbakır, 1993. s.38.49.56.80. 140 Sözen, age. s.
50,69; Gürsoy, agtz. s.38.49.56.80.
141
http://ismek.ibb.gov.tr/portal/bransicerik.
asp?icerikID=96&BransCode=4
142 Aykal, F. Demet, Diyarbakır Camilerinde Süsleme
(Çini), 1.Uluslararası Nebiler Sahabiler, Azizler Krallar
Kenti Sempozyumu, Diyarbakır, 2009.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
93
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Şahmeran ve Gül
Mekânlarda Gül
Diyarbakır evlerinde bazalt taşın soğukluğunu
örtmek üzere cıs denilen süslemeler vardır.
Bu süslemelerde gül motiferine rastlayabiliyoruz.
Lala Bey Camii Mihrabı
Mukarnaslan takiben düz yüzeyli ve geometrik
bezemeli iki bordur, ters "U" şeklinde üç yönlü
olarak mihrabı dolanmaktadır. Geniş olan ana
bordur, kapalı ve açık geometrik geçme kompozisyonu ile teşkil edilmiştir. Kapalı büyük sekizgenlerin birbiri ile irtibatlı yarım sekizgenlerle kesişmesi ile yarım ve tam sekiz köşeli
yıldız motiferi elde edilmiş ve bunların içleri
birer gülbezekle doldurulmuştur.143
143 Top, Mehmet, Diyarbakır’daki Akkoyunlu Dönemi
Mihrapları. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır, 2004. s.
325.
JM 194
Gülbezek: Kursların, yüzeyleri oyma gülbezek
ve kabartmalı yapraklarla stilize edilmiş bir
gülü andıranlarına verilen ad, gülce (Fr. rosace
karşılığı). Bunlar çoğunlukla İslâm gözpencere ve gotik yapılarında görülürler. Yazıtlıkların
gülpencere ve çeşitli yüzeylerin ortasına yerleştirilerek o yüzeyleri süslerler.
larına iğne ile güllü mücevher takardı, mücevherin ortasında yakut vardı demiştir.
Tarihi Gümüş İşlemeciliğinde Gül Motifine
Rastlıyoruz.
Gümüş Kemer ve gül motifi; Gül, menekşe,
lale, yonca yaprağı gibi motiferi bulunan gümüşten imal edilip ve bele takılan bir süs eşyasıdır. Gümüş kemer savatlı ve telkari diye iki
ayrı işlemecilik sanatı ile yapılır. Savatlı, boraks ile birlikte toz kaynağının ateşle kaynatılması suretiyle savat oluşmaktadır. Ayrıca bez
üzerinde savat ve kabartma işlemeciliği ile de
kemer yapılır.
Telkari ile yapılmış kemer parçalarında değişik motifer bulunur. Motiferden bazıları gül,
menekşe, yaprak, yonca yaprağı ve laledir. Bu
kemer tek veya çif katlı yapılmaktadır. Ana
parçalar halkalarla birbirine kaynatılarak kemer şekline getirilir.144
Diyarbakırın eski kuyumcularından Celil Şengül eskiden altınlarda ve gümüşte kabartma
şeklinde gül motifi vardı. Eski kadınlar yaka144 Şengül, Celil, “Diyarbakır El Sanatları,” Petek Life.
2.21, 2011.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
95
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Ev eşyalarında gül motifi
Çeyizlerde gülabdan
4
96
Söz kesiminden sonra önemli çeyiz eşyasından sayılan gümüş takımların teminine çalışılırdı. Bunların başlıcalar şunlardı; Gümüş çekmece, gümüş kupa, rafdanlık, gülabdan, dış
yüz ve etrafı gümüş işlemeli el aynası, gümüş
nalın(takonya), hamam tası idi.
Altın takılarda gül motif
Altın gül küpesi
Oyalarda gül
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
97
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Meryemana Kilisesi
Bakır İşlemeciliğinde Gül
Ahşap İşlemelerde Gül Motif
Ahşap ve gül(M. Erim Evi)
4
98
Diyarbakır yöresi bakır işlerinde en sık görülen motifer ise bitkisel bezeme; yaprak, dal,
lale, gonca, gül, çiçek, çam ağacı ve soğan motifidir.
Diyarbakır Sümer Halı Motiferinde Gül
Osmanlı Dönemi Diyarbakır Şairleri Ve
Gül
|B
33a
/* Sn-tf i r «r
i **%L\
Ummk
fi f 5
3]MS
ö
îdF
\ îosr "'
.V
rfjflpt4"
I
^*^ ___
4 /SftJ
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011
99 ^^,
Gül Şehri DİYARBAKIR
Türkülerde Gül
DİYAflMinHU Uftİt
nmu HN ma* EMrfen *
Dr Jdris KADIOĞLU
DİYARBAKIRLI 88 şairden 82’si gül
konusunu işlemiştir.
4
100
Yemenim Turalıdır (Gülizar)" Türkü Sözü
Ağzın Dilleri (Kırılır Kalemler)" Türkü Sözü
Bahçada Yeşil Çınar" Türkü Sözü
Esti Baharın Nesimi" Türkü Sözü
Dağlara Lale Düştü" Türkü Sözü
"Düş Müdür Hayal Mıdır" Türkü Sözü
Eyvanda Yatan Oğlan" Türkü Sözü
Karşıda Görünürsün" Türkü Sözü
Bahar Olur Yeşillenir Bu Bağlar
Gel Efendim" Türkü Sözü
Olsun Mu Gönül" Türkü Sözü
Yalana Döndü" Türkü Sözü
Ağzın Dilleri
Hangi Bağın Bağbanısan" Türkü Sözü
Karpuz Kestim Yiyeyim" Türkü Sözü
Makaram Sarı Bağlar" Türkü Sözü
Mavi Bağlar Başına" Türkü Sözü
Mevlam Bir Adama Çocuk Verince" Türkü
Sözü
"Yayık Yaydım Kolum Şişti" Türkü Sözü
"Yazsam Üstadımın Mezar Taşını" Türkü
Sözü
Muradı Böyle" Türkü Sözü
Çay İçinde Döğme Taş" Türkü Sözü
Yalana Döndü" Türkü Sözü
Arkadaşlar Benim Derdim Yegindir
Biner Paytona
Dağlara Lale Düştü
Eyvanda Yatan Oğlan
Fincanın Etrafı Oy
Nedem Nedem Oy
Milliye Milliye Suya
Gider
Vardım Yârin Bahçesine
Diyarbakır Berber Türküsü
Aşk Kalbimde Yar Almış
Yola Çıkmış Bir Güzel
Erganinin Taşları Dağlara
Lale Düştü Eyvanda Yatan
Oğlan Fincanın Etrafı Oy
Nedem Nedem Oy Milliye
Milliye Suya Gider
Vardım Yarin Bahçesine
Diyarbakır Berber Türküsü
Aşk Kalbimde Yar Almış
Yola Çıkmış Bir Güzel
Erganinin Taşları Mavi
Bağlar Başına Elinde
Maşrabası Şu Giden
Nerelidir Güle Çıkmış
Eyvana Evleri Kayalıkta
Gülüm Gider Bostana
Dama Çıkmış Bir Güzel
Gül Ektim Evlek Evlek
Diyarbakırlı Hattat Hamit Aytaç Hattında
Gül Süsleme
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 101 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Günlük Yaşamımızda Gül
Gül her zaman bizi derinden etkileyen bir fenomen olmuştur. Güzele ve sevgiliye her daim
gül ile bezenmiş nice anlamlı tanımlamalarda
bulunmuşuzdur. "Gülü tarife ne hacet", nasıl
güzel olduğunu ancak biz biliriz. Bizim
I *^
için sevgilinin gezdiği bahçe gülistan; gül toplayan gülçin; masal kadını gülşah; gül vücutlu
gülten; gül fidanı gibi ince, nazik, hoş endamlı
olan gülendam; nar çiçeği dalı gibi ince boylu
olan gülnar; fidan boylu gülnihal; gülden
gömleği olan gülpirehen; gül örtülü olan gülpus; gül benzeri gülce; güzelliğiyle gül saçana
gülefşan; gül tatlısı gibi güzel olan gülşeker;
gül güzelliğinde olan gülcemal; gül yanaklı
olan gülizar veya gülruhsar; pembe yüzlü olan
gülnikap; gül goncası gibi güzel olan gülgonca; gül renkli olan gülgün; narin ve nazlı olan
gülnaz; gül ağızlı olan güldehan veya gülfem;
öpüşü gül duygusu veren ise gülbuse dir.
Gül muhafızları güldan; Mevlit gibi dinsel törenlerde ya da günlük yaşamda gül suyunu
serpmek amacıyla kullanılan armut gibi gövdesi, ince uzun boynu olan özel kaplar gülabdan dır. Şeyh Sadî Şirazî'nin en güzel eserlerinden biri olan Gülistan ile İtalyalı ünlü yazar
Umberto Eco'nun Gülün Adı isimli romanı birer
dünya klasiğidir. Divan şairlerinde bülbül her
daim güle aşıktır. Gül şiirlerin süsü, bestelerin
esin kaynağıdır. Gül inançların dokusuna bile
nüfuz etmiştir. Müslümanlara göre gül, Hz.
Muhammed'in remzidir. Bektâşîler, Hz. Ali'nin
öleceği zaman bile eline bir deste gül aldığını
söylerler ve bu deste güle, güldeste derler.
Topluca okunan dua ve yapılan yeminlere gülbank, Ezan'a da Gülbanki Muhammedî denilir.
Halvetîlik ve Mevlevîliğin birleşimi olan ve XVI.
Yüzyılda Diyarbakırlı İbrahim Gülşenî tarafından kurulan tarikata da Gülşeniyye denilmek-
tedir. Ayrıca bu bayramda, gelin, "Gül Ötesi"nin
şairi, değerli hemşehrimiz Sezai Karakoç'un
"Gül Muştusu" şiirini birlikte okuyalım diyorum:
Dicleyle fırat arasında Bir eski şehir cennet
titremesi Sarı güller çevirmiş dört yanını
Yabancı bir şehir gibi Kırmızı güller yerli
Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce Bahar yağmurları böyle güllere
gebe İner gökyüzünden bahçelere
Nişanlarda gül şerbeti içilir Hastalara gül
şurubundan ilâç Gül yeni bir yıl gibi Yetişir
evlere muştu gibi ... Batısına fıratı alıp
Doğusuna dicleyi Bir diriliş sûru gibi
saklayarak geleceklere Kurumuş bir su
yatağı gibi kaynayan Üzeyr deresini … Bir
kutlu yaprak gibi Doğuda sallayarak
…
Zülküfül tepesini
Göğsünü vakte geren yoksul ülke
Zenginliği baharda çobanların kavallarında
çocukların türkülerinde İğde
kokularında üzüm asmalarında güllerde
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 103
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Zengindir gülleriyle bu ülke her şeyden önce
Kırk yıl öteye gitseler de
Bu yerliler
Gül açar gül kapanır boyuna gönüllerinde
Yaşlısıyla genciyle Gül taşırlar
dünyanın bütün ülkelerin145
Gül İsimleri
• GÜL: Gülgillerin örneği olan bitki ve bunun
çiçeğine verilen ad; Gülmek eyleminden gül
GÜLAL: Gülün kırmızısı gibi güzel.
• GÜLAY: Gül gibi güzel, ay gibi aydınlık olan.
• GÜLBAHAR: Ebru yapmakta kullanılan
koyu kırmızı toprak rengi
• GÜLBEN: Gül yüzlü,gül gibi beni olan.
• GÜLBİN: Gül fidanı, gül yetişen yer.
• GÜLCAN: Gül gibi güzel kişi.
• GÜLCE: Gül gibi.
• GÜLÇİÇEK: Her yönüyle güzel olan.
• GÜLÇİN: Gül toplayan, gül seven.
• GÜLDEN: Güle ilişkin, gülden yapılmış. Gül
soluklu
• GÜLEDA: Gül gibi güzel ve nazlı.
• GÜLEN: Güleç yüzlü, mutlu anlamında
• GÜLENAY: Güleç ay, gülümseyen ay; Ay
gibi gülümseyen güzel
• GÜLFEM: Ağzı gül gibi olan
• GÜLFER: Zarifiği ve güzelliğiyle göz kamaştıran.
• GÜLGEN: Güler yüzlü
• GÜLGÜN: Gül renkli; Gülen, gülümseyen
•
GÜLHAN: Gül kadar çok sevilen, han, ha-
145 Üzülmez, age.
4
104
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
kan
GÜLİN: Güzel,zarif.
GÜLİNAZ: Nazlı,güzel.
GÜLİSTAN: Gül bahçesi
GÜLİZ: Gül yetiştiren
GÜLİZAR: Al yanaklı, gül yanaklı; Alaturka
müzikte bir bileşik bir makam
GÜLNİHAL: Gül fidanı.
GÜLNİSA: Gül gibi kadınlar anlamında
GÜLNUR: Işık saçan güzellik.
GÜLPERİ: Gizemli gül, saklı gül.
GÜLRİZ: Gül saçan
GÜLRU: Gül yüzlü, gül yanaklı
GÜLSANEM: Çok güzel kadın.
GÜLSELİ(N): Coşkulu bir güzelliğe sahip
olan.
GÜLSU: Gül ve su gibi güzel
GÜLSÜN: Yaşam boyu yüzü gülsün anlamında
GÜLŞAH: Gül dalı; Güzelliğiyle ün salmış
olan
GÜLŞEN: Gül bahçesi
GÜLTEN: Gül tenli, vücudu gül gibi
GÜLÜM: Bana ait olan gül. Canım.146
Kürtçe Gül İsimleri
Gulav(gülsuyu)
Gulavî-Gulavi(gülsuyundan olan)
Gulbanû-Gulbanu (hanım gül)
Gulbaran(gül yağmuru)
Gulbejn(çiçek endamlı bedenli)
Gulberoj(her günü çiçek gibi olan)
146
http://www.adaminsitesi.com/kiz_isimlerinin_
anlamlari.htm
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Gulbîn-Gulbin(çiçek koklayan)
Guldan(gül barınağı)
Guldar(güllü)
Gulazêr-Gulazer(sarı gül)
Gulbarîn-Gulbarin(gül yağmuru)
Gelavêj-Gelavej(ağustos ayında doğan)
Guhar(küpe)
Gulçîn-Gulçin(gül eken, çiçek ekicisi)
Gulda(gülden olma)
Gulê-Guli(gül kız)
Gulîn-Gulin(gullü, güllü olan)
Gulfiroş(çiçek satıcısı)
Gulîşa-Gulişa(gül gibi mutlu ol)
Gulistan(gül diyarı)
Gulîzer-Gulizer(sarı gül)
Gulnav(gül isimli)
Gulnîşan-Gulnişan(gül gösteren, gül benli,
gül adresi)
Gulperî-Gulperi(peri ve gülden olan)
Gulreng
Gulroj
Gulşîn-Gulşin(yeşermiş gül)
Gulzerin(sarımsı gül)
Gulşirîn-Gulşirin(tatlı çiçek),
Pergul(gül yaprağı)
Rojgûl-Rojgul(güneş gülü)
Sorgul(kırmızı gül)
Şagul(mutlu gül)
Yargul(sevgili gül)
Yardil(âşık gül)147
Diyarbakır Avlusu Ve Gül
147
http://www.frmartuklu.net/isimlersozlugu/11748-kurtce-kiz-cocuk-isimleri-veanlamlari.html
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 105 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Rektörlük ve Gül
Valilik ve Gül
Jt+-*c
r-
4
106
•
Bizim evin gülleri
*^
*V"
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 107
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Campüs cafe
Çaybahçelerinde gül
4
108
Cahit Sıtkı evi ve gül
Devlet Hastanesi ve Gül
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 109
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kuşdili Köşkü ve Gül
Gazi Köşkü ve Gül
4
110
Milli Eğitim Ve Gül (Öğrenci Sergilerinde
Gül)
Hz Ömer Camii ve Gül
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 111
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
YİĞİT ÇAVUŞ İÖO.
4
112
Şehitlik Semti Mezarlığı
Mezarı tamamen kapatan güller de var
En önemli gülümüz Muhammedi güller
Muhammedin(SAV) arkadaşlarının yanına yakışır. Diyarbekir’lilerin en çok sevdikleri gül
“Muhammedi” güldür. Bu gül o kadar güzeldir
ki, hem kokusu, hem görüntüsü fevkalade gü-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 113
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
zeldir. Hazret-i Peygamberi anımsattığı için de
ayrıca kıymetlidir bu gül.
Sevgili Diyarbekir'e
Ey Ömer in, Anadolu bağından derdiği gül.
Ey Halid'in uğruna oğlunu verdiği gül. Ey
ipekyol boynunda inci ve mercan şehir, Seni
gören gözlerin, sevinciydin can şehir.
Y. Emre Gördük
27 sahabenin medfun olduğu Hz Süleyman Camii.
4
114
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 115
fr
DİYARBAKIR’LI GÜLCÜ FERİT PAMUKÇU
Nuri PAMUKÇU
Gulizar-I Muhammed
Öncelikle, o çok sevdiği ve uğruna ömür harcadığı Muhammediye Gülleri’ni yaşatmakta
verdiği mücadelinin bir benzerini bugünlerde
kendisi için veren muhterem pederim adına
bu satırları kaleme almaktan duyduğum mutluluğu tarif edemem.
Diyarbakır’da çok eski ve köklü bir tarihe
sahip olan gül bahçelerinin, tekrardan
oluşumunu ve yaygınlaşmasını sağlayan ’’
Diyarbekir’in Gülü’’ lakaplı, değerli pederim
Ferit PAMUKÇU’nun 1998 yılında başlattığı girişimler sonucu çifliğimizdeki on altı dönüm
bahçeyi gülistana çevirmesi başta ben olmak
üzere gören herkeste hayranlık uyandırmıştı.
Altmış yaşında bir insanın hem kendi dünyasını güllere adaması hem de yaşadığı kentin
kaybolmuş bir kültürünü yeniden canlandırması gerçekten takdire şayan bir davranış olsa
gerek. Hayatı gibi rengârenk güller içerisinde,
başta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan
Muhammediye güllerin açtığını ve çoğaldığını
görmek hem kendisini hem de görenleri büyülüyordu zira muhterem pederim Muhammediye Gülleri’nin kokusunu Hz.Muhammed
Mustafa (SAV) Efendimizden aldığını düşünür
ve buna inanırdı.
gülizara dönmüş olduğunu görmekti ki bunu
kısmen de olsa içindeki gül aşkıyla ve azmiyle
başardı. Başta Büyükşehir Belediyesi olmak
üzere Valilik, Tarım İl Müdürlüğü, Dicle Üniversitesi ve birçok kurum ve kuruluşlara hem
köklü hem de kalem birçok çeşit gül bağışladı.
Bugün birçok kurumun ve şahsın bahçelerinde
yetişen güllerin babamın sayesinde tekrar açtığını görmenin mutluluğunu yaşıyor ve kendisiyle gurur duyuyorum.
Basında Ferit Pamukçu
Sabahın erken saatlerinde seraya gidip cümbüş çalarak bülbül şakımaları arasında güllere şarkı söyleyip onları açtırdığına defalarca
şahit olmuşumdur. Tek isteği Diyarbakır’ın-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 117
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
fiülleri müzikle büyütüy
0±
,_■.-^-/^n» .,...'
o^
flD SL_-^:--„- 3=K~TK
MBBjgggl
Günaydın Gazetesi.18–6–2003
4
118
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 119
fr
DİYARBAKIR’IN GÜL İLE RANDEVUSU
Yrd. Doç. Dr. Alaattin DİKMEN
Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi İlahiyat Fak. Din Sosyolojisi Anabilim Dalı
Divan şairleri, bülbülün gecelerini beste yapmakla geçirdiğini söyler. Seherin en güzel
vaktini bekleyen gülün açılışındaki hikemi ve
mucizevî anı yakalayabilmek ve yaptığı beste
ile o ana eşlik etmek için sabaha kadar uykuya
direnirmiş bülbül. Ne var ki gün ışığı bülbüllere
feryâd u figân vakti oluvermiştir birden; gece
boyu uykusuzluğa diretmiş ama o mucizevî
anın son kertesi olan uyanış vaktinin en
müstesna anını, gülün açılma
anını,
kaçırmıştır
bülbül
yorgunluktan bitap…
söz konusu hayattan uzaklaşmanın yıllar öncesinin gül kokan, güllerle bezeli Diyarbakır’ın
bağlarından, bahçelerinden ve şiirlerinden,
türkülerinden kısacası edebiyatından ve estetik dünyasından olması Diyarbakır için tarihinin önemli kırılma noktalarından birisi olmalıdır. Çünkü yeryüzünün en eski gül yetiştiriciliği
bu topraklarda yapılmış. Dahası Diyarbakır
çevresinde 24 çeşit gül yetiştirildiği ve en
kayda
değer
olanın
da
Muhammedî
Gül
olduğu
bilinmektedir.
Gül’ün duygu ve inanç dünyasında yoğun sembollerle kullanıldığı yegâne insanî coğrafya
Osmanlı coğrafyası olmuştur.
Özellikle edebiyat ve inanç alanında gül nesnel olarak başka
çiçek türlerine göre hatırı sayılır bir değer bulmuştur. Doğrudan gül üzerine ya da gül ile
birlikte
başka
nesnelerin
ilişkilendirilmesi üzerine sembollerle ifade edilen güzellemeler yapılmıştır. Bu ilişkilen-dirmenin en
yoğun işlendiği iki konu daha bir ön plana
çıkmıştır. Gül ile bülbül ve Gül ile Hz.
Muhammed.
Gülün Diyarbakır’dan Gidişi
Kendisi de bir Doğulu yani
Şarklı olan Edward W. Said,
Şarkiyatçılık adını verdiğini çalışmasında Chateaubriand’ın
Şarka yaptığı seyahatlerini
yazdığı eserindeki bir cümleye
alarak
bir
yorum getirir.
Chateaubriand’a göre Şark Batılılar tarafından yenilenmeyi
bekleyen yıpranmış bir tabloydu. Şark’da yine de umut vardı.
Çünkü Şarklılar ne de olsa “yaban haline geri
dönmüş uygar insandı.”148 Şarklıların yani
Batılıların kastı ile Müslümanların medenî
olduğu yönündeki görüş doğrudur. Çünkü
dünyanın
sürekliliği
tartışmasız
olan
medeniyet havzası Müslüman ve çevre
Edebiyat ve inanç dünyamızda derin bir karşılığı olan gül çiçeğinin reel/ekonomik hayatımızdan unutulmuşçasına uzaklaşmış olması,
148 Edward W. Said, Şarkiyatçılık, Çev.Berna Ülner,
Metis Yay. Beşinci bas. 2010, s.183.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 121
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
coğrafyalar olmuştur. İnsanlığın biriktirip geldiği bütün insani değerler bu coğrafyalarda
üretile geldiğinden dolayı Müslümanlar ya
insani geleneğin ürettiği değerlerin bizzat
taşıyıcısı ya da bizzat üreticisi olmuştur. Her
iki durumda da Müslümanların kendilerinden
sonra kurulan her medeniyette dolaylı ya da
dolaysız tesirleri vardır. Ne var ki bu durum
kırılmalara ve savrulmalara kapalı bir yapı
olmamıştır. Yine insanlığa ait
büyük
dramlar,
büyük
buhranlar da bu bölgelerde
yaşanmıştır. “Moğol istilası,
Haçlı saldırıları ve Endülüs
Medeniyeti’nin
çökmesinden
sonra
yaşadığımız
birinci
medeniyet buhranı, temelde
siyasi bir buhrandı, bir fetret
dönemine dönüşmemişti. Bu
buhranı,
insanlık
tarihinin,
Asya, Afrika ve Avrupa’dan
oluşan merkezi coğrafyasındaki bütün medeniyet geleneklerinin üzerine oturarak, hem
bunlardan yararlanan, hem de
akîdevî,
fikrî
ve
siyasî
bütünleşme
gerçekleştiren Osmanlı tecrübesiyle ürettiğimiz çok yönlü cevapla aştık.”149 Bu cevap
bütün İslam beldelerinde üretilirken Diyarbakır da nasibine düşeni almış ve Hz. Ömer döneminden itibaren kazandığı Müslüman kimli149 Whitehead, Alfred North, Düşüncenin Serüvenleri,
Çev, Yusuf Kaplan, Külliyat Yay., İst. 2008, s.4-5.
4
122
ği ile bir tarafan geçmiş mirasa sahip çıkmış
bir tarafan da Osmanlı döneminde zirve yapan imar, iskân, ilim, tefekkür ve sanat hayatını geliştirerek sürdürmüştür. Dahası Diyarbakır tarihteki önemli şehirlerden birisi olma
hüviyetini Osmanlı döneminde de geliştirmiştir. Çünkü Osmanlı, altı asrı aşan bir sürede üç
kıta arasındaki temel dinamikleri güçlü bağlarla kurduğu sisteme entegre etmesini
bilmişti ve böylece ekonomik
ve politik yönden çok güçlü bir
imparatorluk
kurmuştu.
Özellikle
Anadolu’da
güçlendikleri zaman farklı dinler, etnik gruplar ve farklı diller
mevcuttu. Durmadan değişik
kültürler bünyesine katılıyordu.
Kurulan sistem çeşitli gelenekleri uyum içinde birleştirerek, sanatlara ve sanatlı bir
hayata dair orijinal Osmanlı
üslup ve temaları ortaya koydu.150 İmparatorluğun en zayıf
olduğu son dönemlerde bile II.
Abdülhamit Han’ın gayretleriyle
tarihinde var olan gül yetiştiriciliğini geliştirme
ve güçlendirmeye dair hamleler yapmıştır.
Yani gül ve Diyarbakır birlikteliği zor günlerde
de devam ermiştir. Çünkü gülün özellikle
Osmanlı coğrafyasında bir
150 Geniş yorumlar için bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu
(Editör), Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Feza Gazetecilik
Yay. İst, 1999, s.447.
çiçek olmaktan öte çok güçlü ekonomik, edebî,
beslenme ve inanç boyutu olagelmiştir.
Tabiatın ve insanlığın bin yıllardır süren tabii
düzeninin ve üreticiliğinin geri gelmemek
üzere coğrafyasını terk edişi Rönesans ve
Reformasyon’la başlayan modern/Seküler
Batı Uygarlığı’nın geliştirdiği meydan okuma
ile olmuştur. Bu meydan okuma dünyada bütün medeniyetlere karşı yıkıcı bir saldırı üretmiş, Toynbee’nin deyişiyle, üç asır içinde, mevcut 26 medeniyetten 16’sını yok etmiş, 9’unu
ise fosilleştirmişti…
İslam medeniyeti, Toynbee’nin ye
rinde
tanımlamasıyla,“Osmanlı’nın
durdurulması”yla birlikte, tarihin yapılmasın
da özne rolü oynama konumunu yitirdi; ilimi
fikir ve sanat geleneklerini yeniden ürete
mez ve geliştiremez hâle geldi”151 Ne yazıktır
ki bu yeniden üretemeyiş, toprağı yeterince
kullanarak ondan faydalanma konusunda da
kendini gösterdi. Gül, ekonomik girdisi, kül
tür, edebiyat, sanat, duygu ve his dünyamıza
kattıklarını da alarak kokusuyla birlikte kadim
coğrafyasını terk etti. Artık gül elli yıl öncesini
bilen Diyarbakırlıların hafızasını süsleyen bir
yâd-ı cemil şimdi.
“Gül” İle Birlikte “Güzel” De Gitti mi?
Gül kendisine yüklenen anlam gereği çiçekli
bir bitki olmaktan öte bazı çağrışımlar ve
151 Whitehead, age, s.5
semboller içerir. Neredeyse geleneksel İslam
sanatları ve İslami Türk edebiyatının bütün
türlerinde gül belli anlam dili oluşturularak
gelmiş sevilen bir bitkidir. Gül deyince İslam
coğrafyalarında herkesin aklına farklı çağrışımlar gelmektedir. Artık gül için, sanat dilinin
en karakteristik kelimesi ya da dili diyebiliriz.
Gül nerede ise orada bir sanatlılıktan bahsedilebilir.
Sanat ise, görünüşün gerçeklik’e amaçlı bir
şekilde adapte edilmesidir. Burada amaç Güzellik ve Hakikat olarak ikiye ayrılır. Hakikat
olmadığında güzellik, bir yığınlık arzeden özelliği ile daha düşük düzeydedir. Güzellik olmadığında Hakikat, gelişigüzelliğe yuvarlanır. Güzellik nedeniyle Hakikat önem arzeder.152 İşte
gül güzeldir ve güzel olduğu için de kendinden
öte Hakikat’in cisimleşmiş hallerinden yani sıfatlardan (Esma-i Hüsna’dan) birini veya birçoklarını insanlara fısıldar. Diğer tarafan “Güzellik” bizatihi Yaratıcıdan dolayı güzeldir. Yani
yaratılışın ve “var olmanın” kendisi güzeldir.
İnsanın ya da insanlığın insan olma duygusunu
güzeli görme, güzeli düşünme besler, geliştirir ve pekiştirir. “İnsanda bir duygu sıçraması
gerçekleştirir.”153
Duygu sıçramalarından ya da o sıçramaların
müsebbiplerinden yoksunluk, güzelliğin ve hakikatin el ele vererek bu toprakları terk edişi
152 Whitehead, age, s.299.
153 Age., s.303
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 123
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
sevgisiz, mutsuz ve huzursuz, hatta daha hırçın toplumların oluşumuna sebep olmuş gibidir. Giderek toplum geliştirdiği bütün ilişki türlerinde sevgi içerikli sözcükleri, çiçekler, güzel
kokular üzerinden ürettiği muhabbet içerikli
değerleri günlük hayatında çok az kullanır
hale gelmiştir.
“Sevgi” doğulu toplumlarda ‘ölesiye’ diyecek
kadar güçlü ya da ‘ya benimsin ya kara toprağın’ diyecek kadar anlamsızlaşan derinliklerde yaşanan bir değerdir. Ne yazık ki bu güçlü
duygu ailede, okullarda, kişiler arasında çok
açık edilmez, kullanılmaz ya da söylenmez.
Sanskritçe’de sevgiyi, aşkı, muhabbeti tanımlayan doksan altı kelimenin varlığından154
bahsedilirken bizde bu birkaç kelimeyi geçmemektedir. Oysa aşk ve sevgi kâinatın yaratılışındaki Yaratıcıya ait güzellik gücünün tecellisidir. Bu gücün tecellilerinden olan güller
diyarımızdan gidince “Güzel” de gitmiş oldu
denilebilir. Yani gülün coğrafyamızdan gidişi
sadece bir tür çiçeğin gidişi anlamına gelmemektedir. “Gül”ün gidişi “Güzel”in de gidişidir.
Gül Geri Döner mi?
Gül’ün geri dönmesi, Diyarbakır’daki toplum
katmanlarının zihniyetindeki değişim, gelişme
ve bir değerler sistemi üretme isteğine bağlı
bir durumdur. Eğitim kurumlarından başlayarak bütün sivil ve resmi toplum kuruluşları
154 Lıewellyn Vaughan-Lee, Çağrı ve Yankı, çev. Enise
Ergün, İnsan Yay., İst, 2002, s.113.
4
124
Diyarbakır’ın gül ile tekrar buluşmasının gerçekleşebileceği inancını taşımaları gerekiyor.
Yani, gül’ün, kültür, inanç, sanat ve ekonomi
alanlarında fertlerden başlayarak toplum hayatında değişme ve değer yüklü gelişmelere
sebep olabileceği düşüncesi oluşmalıdır.
Bu düşüncenin oluşması ve gülün geri dönmesi için;
Öncelikle diğer üretici aktörlerle rekabete girecek bir yatırım ve kapasite hedefenmelidir.
Milli ve kültürel sınırlar kalktıkça, tüketim birçok ülke ve insanlarca aynileştirildikçe dünya
düzeninde çok çeşitli ülkelerin markaları birbirleri ile rekabet ederken bu rekabet şehirler
için de geçerli bir eğilim olmuştur.155 Unutulmamalıdır ki, günümüzde rekabet yalnızca
ürünler veya firmalar arasında değil ülkeler ve
kentler arasında da yaşanmaktadır. Diyarbakır
bir yüzyıl öncesinden bu yana gül yetiştiriciliğinden git gide uzaklaşırken başta Isparta
olmak üzere bazı Ege ve Akdeniz şehirleri bu
alanda önemli birer aktör haline gelmişlerdir.
Dolayısıyla gül yetiştiriciliği konusunda avantajlarını konumunun diğerlerine göre neler
155 Ayrıntılı bilgi için; Kurtuluş, Sema Dündar, “Ülkelerin Marka Kişiliği Üzerine Bir Araştırma”, İst Ü.İktisadi
ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 22 Temmuz 2008 Sayı: 2,
s. 286; Giritlioğlu, İbrahim, Cevdet Avcıkurt, “Şehirlerin
Turistik Bir Ürün Olarak Pazarlanması, Örnek Şehirler
Ve Türkiye’deki Şehirler Üzerine Öneriler” (Derlemeden Oluşmuş Bir Uygulama) Adıyaman Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl, Sayı, 4 Haziran
2010. s,114.
olduğunu belirleyerek rekabete girmeyi göze
alabilmelidir.
İkinci olarak, rekabetin asıl hedefi dünya çapında markalar oluşturmak olmalıdır. Arz ve
tüketim “marka” ile anılmaya başlanmıştır ve
bu nedenle de herkes, her ülke ve hatta her
şehir bir marka oluşturma gayretine düşmüştür. Çünkü bölgelerin veya şehirlerin tanıtımı
belli semboller kullanılarak yapılmakta ve bu
semboller etrafında ayırt edici bir marka değeri oluşturulmaya çalışılmaktadır. Örneğin;
Güney’de “Mavi yolculuk”, Karadeniz’de “Yeşil
yolculuk”, Edirne için “Ata sporu yağlı güreşe
yolculuk”, Güneydoğu’da “Medeniyetlerin kesiştiği yer, Mardin”e tarih yolculuğu, “Alışverişin cenneti Kapalıçarşı”ya alışveriş yolculuğu,
“Şifa kaynağı Sivas balıklı göl”e sağlık yolculuğu gibi değişik sloganlarla dikkatler istenilen
alana çekilmektedir.156
Bu çerçeveden baktığımızda rekabette avantaj
elde etmek isteyen kentler bir marka olmalarını sağlayacak özelliklerini belirleyip bunlardan faydalanma yoluna gitmeleri gerekmektedir. Aslında her kent bir markadır. Çünkü her
kent bir diğerinden ayırt edici özelliklere ve
farklılıklara sahiptir.157 Söz konusu Diyarbakır
olunca Diyarbakır’ın tarihi ve kültürel zengin156 Aykut Bedük – Muammer Zerenler – Abdullah
Soysal, “Değişen Dünya’da Yeni Yönetim Modelleri’nin
Turizm
Sektörü’nde
Kullanılması
ve
Tanıtım
Stratejileri’nin Belirlenmesi”, (ww.sosyalbil.selcuk.edu.
tr) 157 Giritlioğlu, Avcıkurt, agb, s.114.
liği olan emsalsiz surları, Sahabe ve Peygamber kabirleri ve uzun tarihlerden bu yana ünü
bütün ülkeye yayılmış olan Diyarbakır Karpuzu ve bakır işlerindeki alt yapısı ile birlikte gül
ve gül mamullerini de katacağı bir konsepte
uluslararası marka değeri üretebilmenin yanı
sıra bir “gül şehri” unvanını da almış olacaktır.
Şehirlerin “marka olma” çabaları öncelikle
ekonomik nedenlere dayandığından gül yetiştiriciliğinin de öncelikli hedefi ekonomik nedenlere dayandırılmalıdır. Şehir ekonomilerini
refaha ve zenginliğe ulaşmasını sağlayacak
sihirli formüller elbette yoktur. Ancak hedefe
yönelik çalışmaların sistematik, bilinçli ve kurumsal yöntemlerle yapılmasına ihtiyaç vardır. Söz konusu yöntemler, bir şehrin var olan
şartlarını, taşıdığı belli başlı fırsatları, güçlü ve
zayıf olduğu yanlarını yeterince analiz etmenin
yanında, ekonomik gelişme veya canlanma sürecinde, mevcut yollar arasında başarı potansiyeli en yüksek olan yolu seçme mekanizmasını içermelidir.158
Yukarıda da belirtildiği gibi, iletişimin anlık
olduğu günümüzde insanlar için birbirlerinden ve değişik coğrafyalardan haberdarlık
çok kolaylaşmıştır. Artık kişi ve kişiler, çeşitli
ekonomik, kültürel ve dini gruplar, yaşanılacak, gezilecek veya yatırım yapılacak yerleri
değerlendirmeye alırken en basit klişelerin
bile önemli etkileri olmaktadır. Paris moda,
İsviçre kış turizmi, sağlık ve saat sektörü, Rio
de Janerio karnavallar, Rusya eğlence, kumar,
Japonya teknoloji, Afrika ülkelerinin pek çoğu
158 Agb, s.115.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 125
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
yoksulluk, savaş, suç ve kıtlığı, Mısır turizmi,
Kudüs inanç turizmini çağrıştırmaktadır. Pek
çoğumuz bu çağrışımların gerçeklerle ne ölçüde bağdaştığının farkında değilizdir. Ancak
bu klişeler ister doğru olsun ister yanlış veya
ister olumlu olsun ister olumsuz buralara yönelik davranışlarımızı etkiler.159
Gül’ün Diyarbakır randevusuna gelmesi için
Diyarbakır’ın Türk ve Dünya
kamuoyunda oluşmuş veya
oluşabilecek çağrışımlarının,
imajının, klişelerinin, kısacası
‘Diyarbakır algısının’ en
müspet şekline dönmesi ve
bunun görünürlük ve bilinirlik
oranının en üst düzeye
çıkarılması gerekir.
Diyarbakır tarihinin ürettiği
kültürel birikim, bin yıllık geçmişte yaşanmış ve günümüzde
hâlâ var olan inanç, dil ve etnik
farklılıklarına rağmen birlikte
‘olabilme’, birlikte ‘yaşayabilme’
tecrübesi, çeşitli sosyal
topluluklar arası ilişkilerin devamındaki
istikrar, klişe ve imaj meselesinde
Diyarbakır’ın avantajları olarak değerlendirilebilir niteliktedir. Tarihinin kendisine kattığı
değerleri bilen, üzerinde yükseleceği kültür ve
inanç zeminin asırların imbiğinden süzülerek
gelen zengin bir inançlar, diller mozaiğinde
159 Giritlioğlu-Avcıkurt, agm. s.116.
4
126
kemal noktasına ulaştığını gören ve bu değerin farkında fertler gülle randevuyu da gerçekleştirebilirler. Kısacası; düşünen, çalışan
ve üreten insanların varlığı veya yokluğudur
gülün geri dönüşünü belirleyecek olan.
Diğer tarafan maddi/manevi bir değer/ ürün
üretme ve pazarlamasında “köken ülke
etkisi”nden bahsedilir. Bu ‘ülke
markası’ konusuna göre daha
eskidir ve daha çok araştırılan
bir konudur. Tüketicilerin ürünü
kökeni ile algılamalarıyla yani
nerede üretildiği, tasarlandığı,
hammadde ve katkılarının nereden temin edildiği, üretim
yerinin ve merkezinin nerede
olduğu gibi faktörlerle ilişkilidir.160 Daha geleneksel diye
tanımlanabilecek köken ülke
etkisi ile nispeten yeni bir alan
olan ülke markası arasında bir
kesişme söz konusudur. Her
ikisi de aslında ülke imajının;
ülkenin kendisi ve ürünlerinin (ürettikleri veya
ülkeyle ilişkilendirilen) pazar-lanmasında
nasıl kullanılabileceği ile ilişkilidir. Örneğin
Fransız parfümü, Belçika çikolatası, Rus
havyarı, Kolombiya kahvesi gibi.161
160 Kurtuluş, agm, s.287.
161 Papadopoulos, N, “Place Branding: Evaluation,
Meaning and Implications”, Place Branding, Vol:1, No:1,
2004, p. 36–49.’den nakille, Kurtuluş, agm. s.287.
Son on yılda bütün dünya ülkeleri Çin malı/
mallarının hızla yaygınlaşması tecrübesini
yaşamıştır. Günümüzde de bu tecrübe ediş
devam etmektedir. ‘Köken ülke’ ve ‘ülke markası’ meselesinde bir çikolatanın Belçika’da
üretilmiş Belçika markası olması ile Çin’de
üretilmiş ve Çin markası olması arasındaki
imaj ve çağrışımlar silsilesi kıyaslanabilir. İlkinde imajla birlikte ortaya çıkan güven, kabul
düşüncesi ikincisinde imaj bozukluğunun tetiklediği şüphe ve tereddütler, güvensizlik ve
ret düşüncesi ana belirleyiciler olarak bizde
bir tavır gelişimine sebebiyet vermektedir.
Diyarbakır, son onlu yıllarda ortaya çıkan
‘karmaşa’ üreten toplum imajından kurtulma
imkân ve potansiyelini yeteri kadar taşımaktadır. Çünkü Türkiye herhangi bir ürüne marka olma ve köken ülke olma konusunda dünya
ülkeleri arasında olumlu bir imaja sahiptir.
Malları çevre ülkeler ile özellikle İslam ülkeleri
ve Türk Dünyasında tercih edilir bir konuma
gelmiştir.
Diyarbakır’ın asırlar öncesine ait gül yetiştiriciliği deneyimi, 24 ayrı gül çeşidinin bu topraklarda isimleriyle bilinir olması, özellikle
ekonomik değer açısından en kıymetli gül türü
olan ‘Muhammedî Gül’ün Diyarbakır’a has
edebiyat, sanat ve inanç dünyasında çok özel bir
literatürünün olması gülün Diyarbakır’a dönüşünü kolaylaştıracaktır. Bu aynı zamanda gül’ün
memleketine dönüşü anlamına da gelecektir.
Diyarbakır’ın Gülle Buluşması O’na Ne
Kazandırır?
Diyarbakır hem bölgesinde hem de dünyada
kadim kültürleri ve tarihi mirası bünyesinde
barındırması nedeniyle dünya şehirlerinden
birisi olma yönünde çok büyük avantajları
olan bir şehir özelliği taşımaktadır. Lakin bu
emsalsiz özelliğini bir türlü geçerliliği olan bir
değere dönüştürememiştir. Öyle ki Mardin ve
Urfa turizm hareketliliği ve marka şehir olma
yönüyle Diyarbakır kadar potansiyele sahip
olmamasına rağmen Diyarbakır’dan çok daha
üst ve tanınır bir konuma yükselmişlerdir.
Özellikle Mardin iyi bir Dünya şehri olma yolunda çok hızlı mesafeler almaktadır. Diyarbakır ise, imajı günden güne bozulan, sürekli karmaşa, terör ve şiddet üreten, git gide dünyaya
kapanan, taşıdığı tarihi ve kültürel değerleri
bir türlü kıymete dönüştüremeyen, günümüz
şehirciliğinden çok nasibini alamamış bir görünüm arz etmektedir.
Eğer Diyarbakır’ın gül ile buluşması ve gerçekten bir sektör haline gelmesi sağlanabilirse özelde Diyarbakır genelde bu coğrafyaların
kültürel, ekonomik ve istikrara ait kaderi umulanın üzerinde değişebilir. Disiplinli, metodolojik bir çalışma ve kurumlar arası işbirliğine
gidilerek Diyarbakır gül şehri olma özelliği kazanabilirse bunun muhtemel sonuçları şöyle
sıralanabilir:
•
Diyarbakır var olan tarihi ve kültürel de-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 127
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
ğerlerinin yanına ‘gül şehri’ olma gibi bir
değeri de eklemiş olacaktır. Böylece öncelikle terör ve karmaşa ile anılan şehir olmaktan çıkacak, ürettiği değerlerle anılan
bir şehir haline gelebilecektir. Gül’ün
Ortadoğu coğrafyalarındaki çağrışımları
sanat, edebiyat, estetik, inanç ve
muhabbet eksenlidir. Dolayısıyla gül insanların dünyasına sadece ekonomik bir
girdi olarak değil çok yönlü olarak girecektir. Gül birçok ürün, hediyelik eşya ve
süsleme sanatlarında desen, figür, motif
olarak karşımıza çıkacaktır. Unutulmamalıdır ki güller üzerinde yapılan melezleme
çalışmaları, yüzlerce yeni kültür formunun
meydana gelmesini sağlamıştır ve sağlayacaktır. Şiir ve edebiyatımız için de gülün
dönüşü hisli, duygulu ve sanatlı nice edebiyat eserinin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Sadece “Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu” için düzenlenen şiir yarışması
için yapılan çalışmalar bile gül’ün adının
geçmesiyle sihirli bir dokunuş gibi duygu
ve düşünceleri nasıl dönüştürdüğünün güzel bir örneği olarak düşünülebilir. Buna
bağlı olarak, gül, insanların sanat,
edebiyat ve inanç hayatlarında yoğun bir
şekilde işlenen bir figür, bir tema haline
gelecektir.
Sürekli gül ve gül sektörü ile uğraşan insanların fıtratları yumuşayacak, gül kokusu ve sembolize ettiği sevgi değerleri ile
bu coğrafyaların sert karakterli olan in-
4
128
sanlarını daha duygulu ve merhametli bir
karaktere doğru değişmeye, düşünme ve
davranmışlar sergilemelerine sebebiyet
verecektir.
Bu düşünce ve davranış şekli Diyarbakır’ı
yüzyıllar öncesinden beri taşıya geldiği
geniş hoşgörü, birlikte yaşama, inançlara
saygı değerleriyle tekrar karşılaştıracak
ve buluşturacaktır.
Diyarbakır’ın ekonomik hayatı üretim, girdiler, yan sanayi, istihdam gibi alanlarda
tam bir gelişim ve değişime uğrayacaktır.
Yetiştirilen sadece gül bitkisi değildir çünkü. Gülün yetiştirilmesi ve pazarlanması
birçok yan iş kolunu da destekler özelliktedir.
Gül yetiştiriciliği geliştirilebilinirse bu çiçekçilik sektörünün mümkün olan bütün
tür ve alanlarında da gelişme demektir.
Diyarbakır çiçekçilik ve kesme çiçekçilik
sektöründe ciddi bir aktör haline gelebilir.
Çünkü iklim, sulama imkânları ve toprak
türü itibariyle şartlar uygundur. Altyapı ve
zihni süreçlerin hazırlanması yeterli olacaktır.
Gül üretimi geliştirildiğinde sektörel anlamdaki muhtemel neticeler, günümüzün
en yetkin gül yetiştiriciliğinin yapıldığı Isparta ilimiz örneklem olarak alındığında
söyle olacaktır;
Isparta yağ gülü (rose damascena) üretimi
1888 yılında, gülyağı üretimi de 1892 yılında gerçekleştirilmiştir. İmbik adı verilen
kolay anlaşılır bir işleyiş mantığına sahip
gülyağı üretimi 1935 yılında gülyağı fabrikası kurulmasıyla daha seri üretime yani
sanayi tipi üretime geçmiştir. Kurulmasıyla birçok üreticiyi ilgilendiren ve “Gülbirlik”
adıyla faaliyete geçen firma 1958 yılında
bir, 1976 yılında da bir diğer gülyağı tesislerini faaliyete geçirerek gül ve gülyağı
yetiştiriciliğinin mantalitesini değiştirmiş
ve üretime ciddi bir ivme kazandırmıştır.
Günümüze gelindiğinde eski usullerle
yapılan gülyağı üretimi, yerini tamamen
sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmıştır.
Ciddi gayretler neticesinde Isparta ili,
Türkiye’de gül, gül yağı ve gülden mamul
ürünler konusunda önemli bir merkez haline gelmiştir. Yaklaşık 10 bin kadar aile
gül sektöründe çalışmaktadır.
• Yörede gül mamullerini üreten birçok yerli
ve yabancı işletme bulunmaktadır. Gülbirlik ve özel kuruluşlara ait gül yağı fabrika
sı, 5’i büyük olmak üzere toplam 15 âdete
ulaşmıştır.162
• Gülbirlik, 1954 yılında 9 kurucu birim koo
peratifinin oluşturduğu Kooperatifer Bir
liği olarak kurulmuştur. Gülbirlik’in halen
6 birim kooperatifi, 8000 üretici ortağı, 5
ayrı yerde kurulu 7 ünite gülyağı tesisi ile
1 ünite gül konkreti tesisi mevcuttur. Gülbirlik mevcut tesislerinde günlük 360 ton
gül çiçeği işleyerek, Türk ve Dünya stan162 www.isparta.gov.tr., www.cizgidiyari.com, erişim,
20 06 2011
•
•
•
dartlarına uygun gülyağı ve gül konkreti
üretimini gerçekleştiren, Türkiye’nin ve
dünyanın bu alanda en büyük üretici ve ihracatçı kuruluşudur. Halen dünya parfüm
ve kozmetik sanayinin önde gelen kuruluşlarının gülyağı ve gül konkreti ihtiyaçlarını
karşılayan Gülbirlik, 1998 yılı başında kozmetik üretimine de başlamıştır.
Isparta ilinde kurulu firmalar ihracatın
önemli kısmını AB ülkeleri, ABD, İsviçre,
Bahreyn, Kuveyt, Japonya, BAE, Avust
ralya, Azerbaycan, Türkmenistan, Irak ve
KKTC’ye yapmaktadır. 2009 yılı ihracat ve
rilerine göre toplam gülyağı ihracatı içe
risinde Fransa’nın payı %62, Almanya’nın
payı %13, ABD’nin payı %10 ve İsviçre’nin
payı ise %9 olmuştur.163
Isparta ili için geçerli olan bu ekonomik
girdi ve tabloların Diyarbakır için de önemli
bir çıkış kapısı olabileceği muhakkaktır.
Fabrikalar, işletmeler, ticarethaneler zincirleme olarak şehrin ekonomik hayatını
değiştirecektir. Burada asıl unutulmaması
gereken Diyarbakır’ın gül yetiştiriciliğinde,
her ne kadar alt yapısını tamamen yitirse
de, uzun asırlara dayalı bir şuuraltı kazanımlarının olduğu hususudur.
Gül yetiştiriciliği ekonomik olarak sadece
bir çiçek yetiştirmenin ötesinde anlamlar
içermektedir. Gül kesme çiçek olarak değerlendirilebileceği gibi geniş bir mamuller yelpazesinde hammadde/anamadde
163 A.g.siteler
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 129
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
olarak da kullanılmaktadır. Başlıcaları
şunlardır:
Gülyağı: Gül bitkisinin asıl yetiştirilme amacı
onun kokusundan faydalanma amacıyladır.
Parfüm ve kozmetik sanayinin en önemli ve
pahalı hammaddelerinden olan gülyağı pembe yağ güllerinin buharlı distilasyon yöntemiyle kaynatılmasıyla üretilir. Dünyada asıl talep
bu ürünedir. Üreticiler için bu mamulün girdisi
esastır.
Gül Konkreti: Fermantasyona uğramamış,
rengini ve kendine has yapısını bozmamış son
derece taze pembe güllerden üretilir. Parfüm
ve kozmetik sanayinin hammaddelerinden biri
olan absolüt üretiminde kullanılır.
Kozmetikler: Ülkedeki en iyi kaliteli ürünlere
eş değer formülasyonlarla el ve cilt kremi, el
ve vücut losyonu, değişik saç tiplerine yönelik
şampuanlar üretilmektedir. 164
Diyarbakır ilinde bu sektörlerle ilgili istihdam
imkânları, ihracat ve sektöre yönelik Ar-ge,
eğitim, tanıtım ve satış faaliyetleri düşünüldüğünde gül ile Diyarbakır’ın buluşması neredeyse yeni bir medeniyet projesi anlamına
gelmektedir.
•
•
Gülsuyu: Gülyağı üretimi esnasında elde edilen yağlı suyun (mayanın) bire bir oranında
damıtılmış, saf temiz ve sıcak su ile karıştırılması sonucunda elde edilen gül kokulu natürel sudur. Gülsularının natürel olması, zararlı
madde içermemesi nedeniyle bazı yiyecek
maddeleri ve tatlılarda aroma olarak, cildi
besleyici ve dokuları gerginleştirici özelliği nedeniyle vücut ve makyaj temizliğinde kullanılmaktadır. Ayrıca her yıl Haç mevsiminde Kabe
ve içinde bulunduğu Mescid-i Haram denilen
geniş ibadet mekanları senede bir kez mutlaka bu gül suyu ile yıkanmaktadır. Bu gül suyu
Isparta’dan tedarik edilmektedir.
4
130
Diyarbakır gül ile anılmaya başlayınca diğer potansiyelleriyle birlikte uluslar arası
bir marka şehir olacaktır ki bu, bütün ülke
ve şehirlerin istediği, uğraştığı bir trenddir.
Bazı ürünler veya turizme ait kabuller
şehirlerin ekonomik ve kültürel hayatını
tamamen değiştirmekte ve dönüştürmektedir. Mesela turizmin dönüştürdüğü ve
geliştirdiği şehre Mardin, ekonomik girdisi
olan bir ürünün dönüştürdüğü ve geliştirdiği şehirlere de Isparta ve Rize örnek
olarak verilebilir. Dolayısıyla gül ekonomi,
sanat ve estetik alanlarında oluşturacağı
katma değerlerle bir Rize ve Isparta örneklerinde olduğu gibi bir dönem sonra
Diyarbakır’da da sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümler yaşanacaktır.
164 Konunun ayrıntıları için ilgili int. sitelerine ve bağlı
linkler ile kaynaklara bakılabilir.
Sonuç
Diyarbakır ve gül. Birbirine çok yabancı olmayan
ama birbirinden alabilesiye uzaklara savrulmuş
kadim medeniyetlerin iki şahidi. Birliktelikleri insanlığın asırlar süren, inançlara, dinlere ve dillere
saygı üzerine kurulu güzel bir insanlık deneyiminin
inşasına yaramış.
Şehirdeki hayat ibadet endeksli ve şehir ibadethane merkezli kurulmuş. Sanatta, büyüklenme, gurur ya da Yaratıcıya ait küçücük bir yaratma duygusu uyanıverir diye insan figürünü gerekmedikçe
kullanmamış165 bunun yerine daha çok duygu zenginliği veren bitkileri, özellikle gülün yüzlerce kültür ve sanat formunu kullanmış, bizzat gülün 24
çeşidini yetiştirmiş ve gül gibi güzelleşmiş insanlar
ve şehirleri söz konusu olan. Her ne sebeple olursa olsun bozulmamış, bir takım ön kabullere esir
edilmemiş insan fıtratı dünyanın neresinde olursa
olsun, bir sanat eserindeki güzelliği keşfe muktedirdir.166 İnsanı erensel kılan, evrensel değerlerin
inşasında katkı sahibi yapan onun bu muktedir
olma yönüdür. Medine/şehir de, medeni olarak hayatını sürdürmesi gereken insanın kendi varlığını
gerçekleştirdiği alandır. Medine’ye bağlı bir şekilde
hayatını idame ettirmeyen kişiye İbni Haldun’un
ifadesiyle bedevi denir.167Oysa İslam insanını hemen medenileştirir. Öyle ki Bağdat deneyimi vardır mesela İslam tarihinin. İslam medeniyetinin
165 Yılmaz Can-Recep Gün, İslam Sanatın Giriş, Dem
Yay. İst. 2009, s.29.
166 Age. s.21
167 Söylemez, M. Mahfuz, İslam Şehirleri Üzerine Makaleler, Çorum Belediyesi Yay. 2010, s.28.
merkezi olmuş, Beytü’l Hikme’yi kurmuş. Asırlarca
araştırmalar yapılmış, telif eserler yazılmış, büyük
tıp bilginleri, astronomlar, kimyacılar, fizikçiler,
felsefeciler yetiştirmiş bu şehir.168 İslam coğrafyasının bütün kadim şehirleri ve kişileri aynı ton ve
renkleri yansıtan simalar olarak karşımıza çıkarlar
hep. Meyyâfârikin (Silvan) sonra Bekîrîlerce Diyar-ı
Bekir kurulmuş benzer donanım ve değerlerle.
Yani bir medeniyet yüklenicisi ve inşacısı şehirler
olarak.169 Bu şehirler köklüdür ve geleneği olan şehirlerdir. Gülle buluşması asaletinin gereği olarak
mayasında olmalı.
Diğer tarafan medeniyet değerler sistemi üzerine
oturur. Yani değerler olmaz ise medeniyetler de
olmaz.170 İslam medeniyeti de Kur’an ve Sünnet
kaynaklı değerler sistemi kurmuş bu değerlerin
ışığında ilimler, sanatlar, kurumlar olarak tarihi bir
birikim ortaya koymuştur. Bu yüksek kültür ve medeniyet tecrübesi Müslümanlar için olduğu kadar
bütün insanlık için de kalıcı sonuçlar doğurmuştur.
Müslümanlar zaman zaman ihlaller ve ihmaller
yaşasalar da sosyal, kültürel ve sanat hayatlarını
İslam’ın asli kaynaklarından aldıkları değerlerle
tekrardan ve yeniden insanlık adına inşa edecek
dinamiklere sahiptir. Hele söz konusu olan yüce
Peygamberlerinin yegâne remzi olan gül ise.
168 Altan, Mehmet, Kent Dindarlığı, Timaş Yay. İst.
2010, 3. Bas., s. 50.
169 Söylemez, age. s.102.
170 İbrahim Sarıçam-Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ank. 2006, s.
53–56.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 131
fr
MODERNLEŞME VE KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE
DEĞİŞEN KENTLER VE KİMLİKLER: DİYARBAKIR
GÜL ŞEHRİ ÖRNEĞİ
Arş. Gör. Mehmet YANMIŞ
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
Giriş
Şehirler sadece taş yapıları, içerlerinden geçen nehirler, eteklerine kuruldukları dağlar ile
bilinmezler. Tarih boyu şairler, seyyahlar, şehir
sakinleri gezdikleri yaşadıkları şehirleri farklı
özelliklerini öne çıkararak tanımlamışlardır.
Bazen şehirler, kenarındaki kale ile anılmış bazen misafirperverliği ile bazen soğuk havaları
ile bazen orada yetişmiş meşhur kişilikleri ile
tanınmıştır.
Antropologlar insanlık tarihini anlatırken genel olarak onun yaptığı üç büyük göçe vurgu
yapmaktadırlar. Avcılık ve toplayıcılık evresinden sonra insanlığın yavaş yavaş yerleşik
hayata geçtiği bilinir. İkinci olarak köylerden
daha büyük şehirlere, son safhada da şehirlerin kenarlarından “merkezine” doğru bir hareketin olduğu kabul edilmektedir. Hususiyle de
son 150 yılda insanlığın kitleler halinde kırsaldan şehirlere akın ettiği görülmektedir. Daha
yakın tarihlerde ise şehirlerin varoşlarından
merkezine yapılan yolculuk modernleşmenin
adeta tipik özelliklerinden birisi olmuştur. İnsanoğlunun bu yolculuğu kültürleri ve medeniyetleri büyük ölçüde etkilemiştir. Birçok aile,
şehir, millet ve devletin de bu göçlerle kaderi
değişmiştir. Göçler bireylere olduğu gibi şehirlere ve hatta milletlere de yeni kimlikler
kazandırmıştır. Bunun yanında tarihin doğal
akışı içerisinde yaşanan sosyal değişmeler de
kültür ve medeniyetlerin değişmelerini tetiklemiştir. Diyarbakır’ın da hem kırsaldan aldığı
kitlesel göçlerle hem de dışarıya verdiği göçlerle büyük ölçüde kültür değişmeleri yaşadığı
ve yeni bir kimlik kazandığı görülmektedir.
İnsanlık tarihi içerisinde belki de en hızlı değişmelerin son 150 yılda yaşandığını söylemek abartı sayılmamalıdır. Ulaşım vasıtalarının gelişmesine paralel ticari, siyasi, sosyal
ilişkilerin hızlandığı bir vakıadır. İletişim teknolojilerinin sağladığı imkânları çok iyi kullanan Batı Medeniyeti hemen her alanda kendi
varlığını göstermektedir. İnsan ve Toplum
Bilimlerinde küreselleşme denilen bu durum
ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinde çok farklı
sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan birisi de
hiç şüphesiz küreselleşme ile beraber yerel
olanın, farklılıkların hızla kaybolması, buna
paralel şekilde batı kültürünün tek tipleştirici
yönünün ortaya çıkmasıdır. Marksist ve postmodernist düşünürlerin ısrarla üzerinde durduğu bu tek tipleştirme bireysel etkilerinin
yanında toplumsal sonuçlar da doğurmuştur.
Kentleşmenin modernleşme ile olan ilişkileri
düşünüldüğünde geleneksel kentlerin de modernleşmeden çokça etkilendiği bir gerçektir.
Artık doğudan batıya kuzeyden güneye gidildikçe dünya ve ülkemiz şehirlerinin birbirlerine daha çok benzediğine, aynı marketler, fastfoodcular, arabalar, kıyafetler, müzikler, boş
zaman kültürleri ile farklılıklarının azaldığına
şahitlik etmekteyiz. Küreselleşmenin kentleri
bir parça kimliksizleştirdiği söylenebilir.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 133
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Toplumların bireyleri belirli bir oranda şekillendirdiği sosyolojinin en temel kurallarındandır. Yine bireysel kimliğin oluşmasında toplumsal etkinin yanında bireysel farklılıkların
varlığı da insan ve toplum bilimlerince bilinen
bir durumdur. Bireysel özelliklerimiz, aile, okul
ve toplum bizleri belirli oranlarda şekillendirir
ve bireysel kimliklerimiz ortaya çıkar. Kentler
de adeta bir birey gibi belirli etkilerin altında
kendi kimliklerini oluştururlar. Şehirler, bulundukları coğrafi konum, içlerinde barındırdıkları din, dil, sanat, edebi ve bedii güzellikler ile
kendi kimliklerini oluştururlar. Nasıl ki bireyler
kişisel özelliklerini öne çıkarabildikleri oranda
toplumda fark edilebiliyorlarsa şehirler de
postmodern çağa uygun şekilde kendi özgün
özelliklerini iyi sunabildikleri takdirde daha
çok turist, yatırım ve nitelikli insan çekme şansına sahip olabilirler.
Diyarbakır ve birçok şehrimizin küreselleşme
öncesi dönemde sahip oldukları özelliklerini,
bir bütün olarak kimliklerini, son 70–80 yılda
kaybettiği
görülmektedir.
1800-1900’lü
yıllarda Diyarbakır’ın Isparta’nın adı güllerle
anılırken bir dönem güle hasret kalmışlar,
yine bir zamanlar erguvan şenliklerinin yapıldığı Bursa’da şehrin sakinleri erguvanı tanımaz olmuştur. Bir kahramanlık destanının
yazıldığı Çanakkale de beklediği ilgiyi ancak
son yıllarda bulabilmiştir. Yarenlik, Çankırı’da
unutulmaya yüz tutmuş, Kırşehir’de Ahi Evran
bilinmez olmuştur. Sümela Manastırı çobanla-
4
134
rın sürülerine en güvenilir ahır olmuş, Ani Harabeleri, İhsak Paşa Sarayı, Divriği Ulu Cami,
Nemrut Dağı kaderlerine terk edilmiştir. Lalenin yurdu İstanbul, çöplerin şehri olmuştur…
Şehirlerimizin kimlikleri ya da kimliklerinin bir
parçası olan bu güzelliklerinin unutulmasının
hem yerel hem küresel sebepleri olmuştur. Artık kentlerimizin farklılıklarını sergileme, daha
güzel bir kimlik kazanma, daha çok turist çekme kaygılarıyla kendi değerlerine sahip çıktıklarını görmekteyiz. Bu bağlamda Diyarbakır
da başka değerleri yanında gül şehri olma
özelliğini de öne çıkarmak durumundadır.
Modernleşme ve Küreselleşme
Bağlamında Kent
Modernleşme insan ve toplum bilimlerinin
bekli de en tartışmalı kavramlarından birisidir.
Ne olduğu gibi nerede, ne zaman, hangi etkilerle başladığı da tartışılmaktadır. Yine modernleşmenin özellikleri ve geleceği de farklı
fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Felsefe ve Sosyoloji modernleşmeye farklı
pencerelerden bakma eğilimindedir. Felsefeciler özelde Batı’nın genelde de bütün insanlığın yaşadığı bu süreci tanımlarken daha çok
filozofar ve fikir akımları üzerinde durmaktadır. Oysa sosyologlar kendilerinden beklendiği
gibi hem dönemin etkin düşünürlerini ihmal
etmemiş hem de bu süreci ortaya çıkaran sosyal hadiseleri irdelemişlerdir.
Modernleşme, İslam Dünyası karşısında uzun
dönem geri kalmış Avrupa toplumunun Haçlı
Seferleri, Coğrafi Keşifer, Endülüs-Latin Birikiminin aktarımı, Rönesans ve Reform çalışmaları gibi geniş kitleleri etkileyen hadiselerle yeni bir medeniyet meydana getirmesini
anlatır. Bu teknik ve toplumsal gelişmelerin
arkasında ve yanında More, Campanella, Machiavelli, Bruno, Erasmus, Copernicus, Galileo,
Kepler, Bacon, Newton, Calvin, Luther,
Hobbes, Descartes, Spinoza,
Locke, Hume, Kant, Hegel gibi
sayısız bilim ve din adamının
çok ciddi etkileri ol-muştur.171
Orta çağın kilise temelli bilim,
siyaset, ekonomi, sanat vb.
anlayışına
karşın
aydınlanmacılar ve genel olarak
modernistler daha seküler kurumlar kurmaya çalışmışlardır.
Luther ve Calvin geliştirdikleri
yeni din, kilise, Tanrı anlayışları ile adeta kapitalizmin ruhunu yaratmışlardır.172 Benzer
şekilde özellikle astronomideki
buluşlar yeni batı medeniyetinin şekillenmesinde çok önemli bir yere
sahiptir. Copernicus, Galileo ve Kepler’in
tespitleri Tanrı-Dünya merkezli (te-leolojik)
düşünmenin terkine yol açmıştır. Bu
171 Bkz. Küçükalp, Kasım- Cevizci, Ahmet, Batı Düşüncesi- Felsefi Temeller, İsam Yay. İst. 2009.
172 Weber, Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin
Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, Hil Yay, İst. 1985.
düşünürlerin gayretleri evrende her şeyin ilahi
hikmetle değil de bir matematik-fizik hesapla
hareket ettiği fikrini yaygınlaştırmıştır. 1400
ve 1500’lü yıllardaki bu buluş ve fikirler sanattan hukuka, eğitimden dine, üretim alışkanlıklarından yaşam tarzlarına kadar insani olan
her kurumu kökten etkilemeye başlamıştır.
Ulaşım teknolojileri, misyonerlik, sömürge faaliyetleri
ve
1920’lerden
sonra
sömürgeleştirilen topraklarda
kurulan yeni devletlerin yaptığı
metazori
modernleştirme
faaliyetleri dünyaya yeni seküler medeniyetin tohumlarını
saçmıştır.
Modernleşme-kent bağlamında
dikkatten kaçmaması gereken
diğer bir kavram da küreselleşmedir.
Küreselleşme
uluslararası spor müsabakalarından, AİDS hastalığına, kıtalar arası savaşlardan, McDonald’slaşmaya birçok alandaki
etkileşimi anlatmak için kullanılan bir kavramdır.173 Fernand Braudel’in
deyimiyle Dünya Sistemi de174 denilebilecek
olan bu yapı gün geçtikçe ulusların
farklılıklarını yok etmektedir. Teknoloji, ileti173 Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman
Akınhay- Derya Kömürcü, Bilim ve sanat Yay. Ank.
1999, s. 449.
174 Kottak, Conrad Phillip, Antropoloji, Çev. Serpil N.
Altuntek ve Ark. Ütopya Yay. Ank. 2002, s. 344.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 135
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
şim, sanayi, medya gücüne sahip batılı ülkeler
kendi kültürel değerlerini dünya milletlerine,
hususiyle de okumuş, kentleşmiş gençlere
empoze etmede oldukça başarılı görülmektedirler. Öyle ki batının hegomonik özelliğini
protesto eden Müslüman, Hindu, Sosyalist kişilerin de çoğu zaman bu kültürün etkisinde
kaldıklarını görmek insanları artık şaşırtmamaktadır.
Kentleşme de bu bölümde
açıklanması gereken başka
bir kavramdır. Sosyolojik açıdan bakıldığında kentleşmenin
her çağa ve kültüre uyacak
evrensel bir tanımlamasının
yapılamayacağı görülmektedir. İnsanların ilk kurdukları
şehirler ile ilk çağlardaki Yunan
şehirlerinin, Orta çağdaki
feodal şehirler ile Asya şehirlerinin ortak noktaları çoksa da
aynı oldukları söylenemez.
Zamanımızdan yaklaşık 100 yıl
önce yaşamış, sosyolojinin kurucu babalarından Max Weber “Şehir” isimli
çalışmasında, kendi zamanına uygun şekilde
yaptığı ayrım ve tanımlamalar bu cümlenin
haklılığını göstermektedir. Bahsi geçen
eserde Weber, şehirleri, Antik Şehir, Ortaçağ
Aristokratik Şehri, Plepler Şehri, Avrupa Şehri
gibi sınıfara ayırmakta ve bunların Avrupa’da
görüldüğünü, Asya’da birkaç istis-
4
136
na haricinde gerçek manada şehirlerin hiçbir
zaman olmadığını söylemektedir.175 Yine aynı
eserde bir şehir tasviri de yapmaktadır.
Weber’e göre şehir şu beş özelliğe sahip olmalıdır; 1- bir kale, 2- bir Pazar, 3- kendine ait bir
mahkeme ve hiç değilse özerk bir hukuk, 4- ilgili
bir birlik biçimi, 5- en azından kısmi bir özerklik ve sonuçta seçilmelerinde şehir sakinlerinin
katılımının
gerçekleştiği
yetkililerce
yönetilme.176 Dikkat edileceği
gibi böyle bir şehir tasviri artık
bir geçerlilik taşımamaktadır.
Çünkü
Weber’in
yaşadığı
1900’lerde Dünya’da 1 milyon
nüfusunu aşan 16 kent bulunmakta iken 1990’da ise bu sayı
276’ya çıkmıştır.177 Fakat yukarıdaki tasvir kendi dönemi
için bazı açıklama ve anlama
kolaylıkları sağlamıştır. Daha
modern şehir tanımlamalarına
bakacak olursak kent şu şekilde tanımlanmaktadır; “Tarımsal
özellikleri taşımayan, üretimin
en üst düzeyde olduğu ve
denetlendiği,
teknolojinin
kullanıldığı,
demografik açıdan belirli yoğunluk ve
büyüklüğe sahip bütünleşme ve çeşitliliğin olduğu yerleşim yeri olarak tanımlanabilir.”178
175 Weber, Max, Şehir- Modern Kentin Oluşumu, Çev.
Musa Ceylan, Bakış Yay, İst. 2003, s. 106, 130 vd.
176 Weber, age, 2003, s. 105.
177 Kottak, age, s. 544.
178 Eroğlu, E. Sursan, “Kent, Kentleşme ve Kent So-
Modernleşme bazı temel özelliklere sahiptir.
Sekülerleşme, ilerlemecilik(lineer anlayış ve
evrim), şehirleşme-sanayileşme, pozitivizmbilimcilik, hümanizm, yabancılaşma-bilimcilik,
feminizm, bürokrasi, demokrasi, düalizm ve
rasyonel ahlak bu özelliklerden en önemlileridir. Şehirleşmenin birçok noktada modernleşme ile ilişkisi vardır. Bunu Z. Bauman’ın çok
bilinen sözü ile ifade etmek gerekirse; “Bütün
kent yaşamı modern değildir fakat bütün modern yaşam kent yaşamıdır. Çünkü yaşamın modernleşmesi demek kent yaşamına daha fazla
benzemek demektir.”179 Şehirleşme birçok noktada modernleşmeye ya sebeptir ya da bunun sonucudur. Yabancılaşma, sekülerleşme,
bürokrasi, demokrasi ve sanayileşme büyük
oranda şehirleşme ile bağlantılıdır. Kırsalda
yaşayan insanlar ile şehirli halkların farklı
toplumsal sistemleri temsil ettiği tartışmasız
bir durumdur.180 Kırsalda ki insanların manevi
değerlere yatkınlığı ile şehirlilerin ilgisinin
aynı olması beklenmemelidir. Benzer şekilde
bürokrasinin bir kentleşme olgusu olduğu, sanayinin şehirlerde gerekli insan kaynaklarına
ulaştığı bilinen şeylerdir. Sekülerleşmeye bağlı
olarak rasyonel bir ahlakın oluşması, hümanizmanın ve feminizmin güçlenmesi daha çok
şehirlerde ortaya çıkmaktadır.
Modernleşme, küreselleşme ve kent kavramları beraber ele alınacak olursa bunların bir
birlerini tamamladığı görülür. Nasıl ki modernleşmenin şartlarından ve sonuçlarından
birisi kentleşme ise küreselleşmenin de sebep-sonuçlarından bir tanesi kentleşmedir. 18
ve 19.yy’da ki sömürge faaliyetleri, makineleşme ve üretimin artması kır-köy dengesini
bozmaya başlamıştır. Kırsalın az üretip az tüketen kültürü yerine kapitalizm çok üretip çok
tüketen yeni bir model koymuştur. Yeni sistem
ise şehirlerde fabrika kurmayı, buralarda üretimin bir parçası olmayı gerektiriyordu. Bu
dönemde başlayan hızlı şehirleşme sanayinin
yaygınlaşması ile 2. ve 3. dünya ülkelerine de
yayılmıştır. 1990 yılında %37 olan dünya kent
nüfusu oranının 2025 yılında %60 olması beklenmektedir.181 Doğal olarak da hızlı kentleşmenin getirdiği sorunlar kentleri, hükümetleri
fazlasıyla uğraştırmaktadır. Sorun geçmişte
olduğu gibi sadece bir şehrin-ülkenin değil
artık küreselleşeme ile bütün gelişen-gelişmekte olan şehir ve ülkelerin problemi haline
gelmiştir. Diyarbakır şehri de yakın tarihinde
iki ayrı dönemde bu hızlı kentleşme olgusunu
yaşamıştır. Bunların tamamen küreselleşme
ve modernleşme ile bağlı olduğu söylenemese
de konuyla ilgisiz olduğu da söylenemez.
runları”, Sosyoloji, Ed. Feridun Merter- Mustafa Talas,
Lisans Yay. İst. 2010, s. 444.
179 Bauman, Zygmund, Parçalanmış Hayat, Çev. İsmail Türkmen, Ayrıntı Yay. İst. 2001, s. 170.
180 Kottak, age, s. 545.
Küreselleşeme-modernleşme-kentleşme bağlamında konumuzla ilgili önemli görülen nokta iki başlıkla özetlenebilir; 1- Hızlı kentleşme
181 Kottak, age, s. 544.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 137
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
ve göçlere bağlı olarak kent kimliğinin kaybı,
2- Küreselleşme ile bağlı olarak yerel kültürün
zayıfaması. Hızlı kentleşme ile şehirlerin eski
sakinleri etkisizleşmekte ve geleneksel kültürü zayıfamaktadır. Özellikle Diyarbakır gibi
kısa sürede aşırı göç alan şehirlerin bu sorunu
yaşadığını görmekteyiz. 1960’larda Türkiye
ve dünyada yaşanan yoğun kırsaldan şehre
göçler ve 1990’larda yaşanan köy boşaltmalar şehrin nüfus yapısını büyük ölçüde değiştirdiği görülmektedir. Bunun yanında şehrin
özellikle yerli, kültürlü, ekonomik durumu iyi
ailelerinin de büyük şehirlere göç etmesi şehri
her açıdan etkilemiş görülmektedir. 1990’lara
kadar büyük oranda Türkçe’nin hâkim olduğu,
Hanefilerin ağırlıkta olduğu şehir bu yıllarda
aldığı kitlesel köy göçleriyle büyük oranda
Kürtçe konuşulan, Şafii mezhebinin çoğunlukta olduğu bir şehir olmuştur.182 Tarihte kültür,
bilim ve edebiyat dünyasına yüzlerce dehayı
kazandıran Diyarbakır, bu göçlerle beraber
hiç hak etmediği halde cehalet, fakirlik, terör
ve gözyaşıyla anılmaya başlanmıştır. Doğal
olarak tarihi kimliğinin birer parçası olan peygamberler, sahabeler, şairler, surlar, gül, karpuz
gibi birçok maddi-manevi öğe unutulmaya yüz
tutmuştur.
İkinci önemli konu ise Türkiye ve dünyada hemen her şehrin yaşadığı kültürel değişmelerdir. Bu sadece Diyarbakır’ın yaşadığı bir sorun
182 Tan, Altan, Kürt Sorunu, Timaş Yay. İst. 2009, s.
201,522.
4
138
değildir. Küreselleşen dünyada uluslararası
şirketler, reklâm sektörü, moda, tv, internet,
dolaşım ağının genişlemesi, ülkelerin liberal
ekonomi anlayışları gibi sebeplerle dünya
küçük bir köy olmuştur. Sonuçta modernizmin sıklıkla eleştirildiği şey kaçınılmaz hale
gelmektedir. Bu, modernleşmenin yukarıdaki
sebeplerle yerel kültürleri hızla yok etmesine,
dillerin, kıyafetlerin ve hatta dinlerin bile unutulmasına neden olmaktır. Alan araştırmaları
sürecinde birçok kişinin Diyarbakır’ın geleneksel Kürt kimliğini hızla kaybettiğini söyledikleri gözlenmiştir. Çoğu, genç veya şehirde
doğmamış olan bu insanlar Diyarbakır’ın eskiden tamamen bir Kürt şehri olduğunu, her
kesin Kürtçe konuştuğunu ve Şafii mezhebine
bağlı olduğunu söylemekteydiler. Bugün başka dillerde işyerlerinin, farklı kültürlerin giyim,
müzik tarzları, eğlence alışkanlıklarının yaygın
olması bu insanları rahatsız etmektedir. Bu
durumun tek sorumlusu olarak devletin baskı
politikalarını görmeleri ise üzerinde durulması gereken bir konudur. Yapılan bu toplantı
ile bağlantılı olarak iki konu dikkat çekicidir.
Öncelikle Diyarbakır’ın bahsedildiği şekilde
bir kimliği hiçbir zaman olamamıştır.183 Fakat
yaşadıkları kente son 20- 30 yılda geldiği düşünülen bu insanlar kafalarında tarihi değilse
de ideolojik bir Diyarbakır kimliği kurmuşa
benziyorlar. Bunun araştırılması ayrı bir çalışmanın konusudur. İkinci nokta ise şehrin kültüründeki bozulmanın sadece devletin uygu183 Tan, age, a.y.
lamalarına bağlanması fakat modernleşme ve
küreselleşmenin dikkate alınmamasıdır. Aslında aynı şekilde Aydın, Trabzon, Erzurum da bir
değişim yaşamakta, şivelerinden kıyafetlerine
yaşamın hemen her alanında geleneğin yerini
modern-batılı olan değerler almaktadır. Gençlerin İngilizce merakı, bluejean sevgisi, fastfood alışkanlığı, manevi değerlere ilgisizliği
sadece Diyarbakır’ın problemi değildir.
Sonuç olarak Diyarbakır kent
kimliği
modernleşme,
küreselleşme, göçler ve yanlış
devlet politikaları ile tarihi kent
kimliğinden
uzaklaşmış
görülmektedir.
Kent Kimliğinin Oluşumu ve
Bazı Örnekler
Kimlik, toplumsal bir varlık
olarak insana özgü olan belirti,
nitelik ve özelliklerle, birinin
belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü, kişinin
türlü bağlılıklarını açıklayan,
tanınmasını sağlayan özellikleridir.184 Ancak kimlik sadece kişiye ait
öznel, sosyal ve kültürel bir durumu ifade
etmez. Aynı zamanda ortama ve nesneye ait
yapısal bir nitelik de taşır ve yaşanılan
kentsel çevrenin kimliği olarak da yansır.185
184
185
Türk Dil Kurumu, http://www.tdkterim.gov.tr/ bts/
Kaypak, Şafak, “Küreselleşme Sürecinde Kültü-
Kent kimliği ise, kente ait olan, o kenti diğerlerinden farklı kılan ve o kente değer katan, o
kente özgü tarihi-modern, doğal-suni, kültürel-mimari unsurların oluşturduğu bir bütündür.
Küreselleşmenin gözlemlenen sonuçlarından
birisi çok kültürlülüğün fark edilmesi ve yerel
farklılıkların
korunmasına
yönelik
çalışmaların
ivme
kazanmasıdır. Hızla yok olan
yerel kültürler sivil veya resmi
kurumlarca
yeni
nesillere
aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu
bağlamda şehirler de kendi
kültürel özelliklerini korumayaşatma adına yeniden kent
kimliklerini ele almak durumunda kalmıştır. Bunda yeni
kentli nüfusların daha sağlıklı,
modern ve çevreci şehirlerde
yaşama isteği etkili olmuştur.
Gelişmekte olan şehirlerin göçler ve ciddi alt yapı problemleri
dolayısıyla çok eğilemediği bu
kimlik sorunu modern şehirler için artık
öncelikli konulardan birisi haline gelmiştir.
Kent kimliğinin oluşmasında bazı temel un-rel
Kimlik Açılımları Ve Kentsel Çevreye Yansıması”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/demokrasi/demokrasi40.pdf
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 139
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
surlar dikkat çekicidir. Kent kimliği her şeyden önce toplumsal uzlaşı ile ortaya çıkar.
Tekeli’ye göre, kent kimliği toplum tarafından
üretilir.186
İster tarihten gelsin isterse modern zamanlarda oluşturulmak istensin bir kentin kimliği
ancak insanların bu kimlik üzerindeki ittifakına
bağlıdır.
Bir
şehrin
sakinleri
benimsemediği sürece herhangi bir yapıt
veya unsur şehrin kimliğinin bir parçası
olamaz. Orada yaşayan insanlar için bir
şeyler ifade eden, bir anlamı
olan şeyler kimliğin parçası
olabilir. Kent kimliğinin oluşumunda önemli unsurlardan birisi de tarihtir.
Kent kimliğinin oluşumu için bir süreç
gerekir. Tekeli, kent kimliğinin oluşumunu
tarihsel bir olgu olarak görmekte ve kent
kimliğinin zaman içinde farklı katmanların
uyumlu ve anlamlı bir bütün oluşturmasıyla
gerçekleştiğini
belirtmektedir.187 Bu nedenle
kente yeni bir kimlik kazandırmak yerine önce
onun var olan özgün kimliğini kuran değerlerin keşfedilmesi, bu değerlerin güncel ko-
şullar ve gerekliliklerle bütünleştirilmesi
ve böylece kent kimliğinin sürekliliğinin
sağlanması daha uygun bir tutum olacaktır.
Çünkü kimliğin oluşumu sürekliliğe dayanır ve
kendisinden önceki gelişmelerden bağımsız
olarak düşünülemez. Bu nedenle bir kentte
kimliğin amaçlı olarak üretilmesi, çeşitli nedenlerle erozyona uğramış olan kimliğin yerine yeni bir kimliğin konumlandırılması
güçtür.188 Kent kimliği ile ilgili bir diğer husus
da
kimliklerin
zaman
içerisinde
değişebileceği gerçeğidir. Nasıl ki şehirlerin
isimleri
tarihi
süreçte
değişebiliyorsa kimlikleri de
değişime uğramaktadır. Bu
durum kendi başına olumlu veya olumsuz
şeklinde tanımlanamaz. Elbette tarihte gül
şehri olarak bilinen bir şehrin çöpleri ile
anılmasına olumlu bir değişim denilemeyeceği gibi fakirlik ve cehalet ile maruf bir
şehrinde kültür-sanat ile anılmasına olumsuz
bir değişim denilemez. Bu değişime de
kimliğin
dönüşümü
denilebilir.
Kimlik
dönüşümü tarihi kimlikle bağlantılı olduğu
ölçüde daha gerçekçi ve kalıcı olabilir. Kimlikteki süreklilik değerlerin aktarımında da
186 Tekeli, İlhan, “Bir Kentin Kimliği Üzerine Düşünceler”, Kent Planlaması Konuşmaları, TMMOB Mimarlar
Odası Yay. Ank. 1991, s. 79–89. 187 Tekeli, agm.
188 Birol, Gaye, “Bir Kentin Kimliği Ve Kervansaray
Oteli Üzerine Bir Değerlendirme”, Http://W3.Balikesir.
Edu.Tr/ ~Birol/Kervansaray.Pdf
w
4
140
r
kolaylıklar sağlamaktadır. Kent kimliğinin oluşumu ile ilgili bir diğer konu da kimliğin daha
çok bir idea olarak kurulmasıdır. Yine Tekeli’ye
dönecek olursak; “Bir kentin kimliğinden söz
edildiğinde, kentte yasayanların onda buldukları bir değerler kümesinden, kente yüklenen bir
idealleştirmeden söz etmiş oluruz.”189 Şehrin
kimliğinin başka şeyler yanında idea etrafında
kurulması beklenen bir durumdur. Tarih boyu
fatihler fethettikleri şehirleri kendi idealarına
göre yeniden şekillendirmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’ya minare yapması,
Diyarbakır’ı fethedenlerin en büyük kiliseyi
camiye çevirmeleri, Endülüslülerin bıraktığı
muhteşem cami ve sarayların İspanyollarca
kiliseye çevrilmesi, Şah İsmail’in Tebriz’i Sünni
âlim ve sultanların türbesini yıkarak Şiileştirmesi bu kent kimliği-idealleştirme bağlamında ele alınabilir.
Kent kimliğinin oluşumuna dair bazı örnekler
vermek konumuzun şekillenmesinde kolaylık
sağlayacaktır. Yarenlik kültürünün yaygın
olduğu Çankırı’da uzun dönem bu kültür yok
olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Oysa
şehrin en önemli değerlerinden olan bu kültürün hem yeni kuşaklara aktarılıp onların
ahlaki şekillenmesine katkı sağladığı hem de
şehrin kimliğinin tanınmasına ciddi katkı
sağladığı söylenebilir. Son yıllarda çeşitli kurum ve kişilerin çalışmalarının Çankırı’yı ülke
kamuoyunda Yaren Kimliği ile tanıtma ko-189
Tekeli, agm, s. 81,82.
nusunda ciddi yankı uyandırdığı söylenebilir.
Ayrıca daha önceleri tuz sadece Tuz gölü ile
anılmakta iken bugün Çankırı’nın Tuz Mağarası da şehrin kimliğinin bir parçası olmuştur.
Kurtuluş Savaşının kahramanlık destanının
yazıldığı Çanakkale ili de son on yıllara kadar
daha çok Truva Atı ile bilinmekte iken özellikle 2000’lerden sonra ziyaret edilme rekorları
kırmış ve bu durum kentin kimliğini etkilemiştir. Yine Mardin ilinin son yıllarda sıklıkla Süryani Kenti şeklinde lanse edilmesi de değişen
kimlikler bağlamında dikkat çekicidir. Şehir
halkının bu söylemi benimsediği söylenemese de özellikle ulusal basında sıklıkla dillendirilmesi kent kimliği-idea ilişkisi açısından
önemlidir. Kar ve uzun süreli kış denildiğinde
Erzurum akla gelmekte fakat kayak merkezi
denildiğinde ise Bursa öne çıkmaktadır. Değişen kimlikler bağlamında Erzurum’un da küresel bir organizasyon(2011 UNİVERSİADE) ile
kış sporlarını kimliğinin bir parçası yapmaya
çalışması sevindirici bir durumdur. Bursa’nın
da daha çok Yeşil Türbesi, tekstili, Uludağ’ı,
araba sektörü, yeşili ile tanındığını bilmekteyiz. Fakat şehrin akil adamları kent kimliği açısından bunları yeterli bulmadı ve şehri bilişim,
teknoloji, turizm, üniversite, deniz açısından
da bilinir, marka bir şehir yapma konusunda
harekete geçmiş görülmektedirler. Konya’nın
Mevlana etkinlilerini uluslararası düzeyde düzenlemesi şehrin kimliğini Dünya’ya tanıtma
girişimi açısından oldukça güzel bir projedir.
Doğu illerinin terör ile anıldığı 90’lı yıllarda
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 141 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Vali Recep Yazıcıoğlu’nun Erzincan’ı rafing
sporu ile tanıtması da başarılı kimlik dönüşüm
örneklerinden birisidir. Yakın tarihlere kadar
hamamları, yemekleri ve Gazi’liğiyle bilinen
Antep kentinin şimdilerde büyük parkları, sanayisi, üniversiteleri ile yeni bir kimliğe kavuştuğu da herkesin malumudur.
Kentler insan gibi kimliklere sahiptir. Hem
kentin eski sahipleri hem de yeniler kente bir
kimlik kazandırırlar. Süreç içerisinde değişebilen bu kimliklerin, şehrin halkını psiko-sosyal
açıdan etkileyebilme gücüne sahip oldukları
düşünülebilir. Modernleşen Türkiye’de kentlerin idareci ve akil adamları yaşadıkları kentlerin alt-üst yapı sorunları ile ilgilendikleri gibi
kimlik sorunları üzerine de kafa yormak
zorundadır.
Diyarbakır Kent Kimliğinde Gülün Yeri ve Bazı
Öneriler
Kent kimliğinin oluşmasında hem tarih hem
de günümüz algıları önemlidir. İnsanların bozuk imajlarının değişmesi gibi şehirlerin imajları da tarihi süreçte değişebilmektedir. Fakat
unutmamak gerekir ki tarihi kentsel öğelerin
tekrar canlandırılması yeni kimlik oluşturmaktan daha kolay ve anlamlıdır.
Diyarbakır insanlık tarihinin eski kentlerinden
birisidir. Bu uzun tarihi içerisinde farklı isimler
ve doğal olarak farklı kimliklere bürünmüştür.
Gül şehri olma özelliği de tarihi kimliği-
4
142
nin parçalarından birisidir.190 Tarihi kaynaklar
M.Ö. ki dönemlerde bile şehirde gülgillerin
olduğu bilgisini vermektedir. Ortaçağ'da özellikle Abbasiler döneminde, El Cezire denilen
Cizre, Mardin ve Diyarbakır çevrelerinde bol
miktarda gül yetiştiriliyordu ve çok sayıda gül
suyu imalathanesi vardı.191 Osmanlı dönemi
kayıtları şehrin gülle ilişkisini açıkça ortaya
koyacak netliktedir. Evliya Çelebi de
Seyahatnamesi’nde Diyarbakır gül bahçelerinden övgüyle bahseder; ‘Büyük nehrin aktığı toprakların iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel
kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar
vilayet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in
Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir.’192
Seyahatnamenin başka bir bölümünde ise Çelebi; “Dünyayı dolaştım şehr-i Amid kadar güzel
bir şehir yeryüzünde görmedim. İnsanları kadar
da nezih, mert ve misafirperver görmedim Zümrüt gibi bir şehir, her tarafı gül bahçesi”193 diyerek Diyarbakır ve gül bahçelerini anlatmıştır.
Benzer şekilde Osmanlı dönemi matematik,
tarih âlimlerinden, minyatür ustası Matrakçı
Nasuh da(1564) Diyarbakır’ı gül bahçeleri ile
190 George Wıllcox, Manon Savard, “Güneydoğu
Anadolu’da Tarımın Benimsenmesine İlişkin Veriler,”
Türkiye’de Neolitik Dönem, Ed. Mehmet Özdoğan-Nezih
Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 2007, s. 427–440.
191 Altıntaş,Ayten, Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve
Gelenekteki Yeri Portakal Basım, İst. 2009.
192 Korkusuz, Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbakır,
Kent Yay. İst. 2006.
193 Diken, Şeyhmuz, Diyarbekir Diyarım Yitirmişem
Yanarım, İletişim Yay, İst. 2003.
tasvir etmiştir.194 Daha yakın dönemlerde ise
Şemseddin Sami ilk Türkçe ansiklopedi olan
Kamus-u Alam’da(1889) Diyarbakır, güllerinin çokluğu ile övülmektedir.195 Daha erken
ya da geç döneme ait birçok belgede de GülDiyarbakır ilişkisinin tarihinin çok eski ve köklü olduğu görülmektedir.196
Tarihi kimliğinde Diyarbakır’ın gül şehri
olduğu açıkça görülmesine
karşın günümüzde bu özelliğini
büyük
ölçüde
kaybetmiş
görülmektedir. Hem şehre
dışarıdan gelenler hem de orta
yaş ve altındaki insanların şehrin güllerinden bihaber olduğu
gözlenmektedir. Yaşlı ve yerli
insanların ise eski gül bahçeli
evleri esefe anlattığı görülmüştür. Bu noktada Diyarbakır
gül kimliğinin yeni Diyarbakırlılara anlatılması zaruret arz
etmektedir. Sözlü tarih çalışmaları şehrin geçmiş ve bugününün buluşturulmasına katkı
sağlayabilir. Bu konuda farklı çalışmaları
olan Erhan Metin; “Günümüzde birçok
Anadolu şehri tarihi ve kültürel değerleri ile göz
kamaştıran bir zenginliğe sahiptir. Her
194 Kaya, Hasan Mert, “Sevgi Kenti Diyarbakır”,
SkyLife, Eylül 2010.
195 www.bilinmeyendiyarbekir.com/gul_sehri.html
196 Geniş bilgi ve kaynak için Bkz. www.bilinmeyendiyarbekir.com/gul_sehri.html
yörenin ayrı bir kültürel dokusu ve kendine özgü
bir tarihi vardır. Fakat ne büyük bir talihsizliktir ki bu zenginliklerin gün yüzüne çıkarılması
ve muhafaza edilerek insanlığın hizmetine sunulması gerekirken, bu değerler her geçen gün
unutulmakta ve silinmeye yüz tutmaktadır(…)
Şehir kültürünü ve Anadolu’nun yüzlerce yıllık
tarihinden güç alarak ortaya çıkmış kültürel
kimliğini korumak ve yaşatmak amacı ile
yapılacak çalışmalardan bir
tanesi
sözlü
tarih
çalışmalarıdır,”197
şeklindeki
ifadesiyle sözlü tarih çalışmalarının kent kimliğinin korunmasındaki önemini belirtmektedir. Bu nedenle, Diyarbakır
kent kimliğinde gülü tekrar bilinir kılmak için özellikle okullarda sözlü tarih çalışmaları
yaptırılıp şehrin eski sahipleri
ile yeni sakinlerinin buluşması
sağlanabilir. Yaşlı kimselere
eski gül bahçeleri, Diyarbakır’a
has Muhammedi gül ve diğer
güllerin anlattırılması gerekmektedir. Yerel yönetimlerin ve kamu
kuruluşlarının çevre düzenlemesinde güle
öncelikli yer vermeleri de sözlü tarih çalışmaları ile beraber müspet netice verebilir.
Ayrıca gülle sembolleşen Hz. Peygamber’e(AS)
197 Metin, Erhan, “Kültürel Kimliğin Korunmasında
Sözlü Tarih Çalışmaları: Çankırı Örneği”, Çankırı Araştırmaları Dergisi, Y. 4, S. 4, Kasım 2009, Ankara, s. 78.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 143 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
olan sevgi gül kültürünün yaygınlaşmasını kolaylaştıracak, kısa sürede şehrin ülke içindeki
imajına olumlu katkı sağlayacaktır.
Modern kent kimliği kulağa hoş gelmekle beraber bazı problemleri de peşi sıra getirmektedir. Yeşil alanların azalması modern insanın
topraktan uzaklaşıp hızla betonlaşan bir çevre
ile karşı karşıya gelmesine neden olmuştur.
Doğadan uzaklaşan nesiller ise imaj çağına
uygun tarzda daha çok görme ve duyma duyularını kullanmaya başlamıştır. Oysaki normal
bir insanın, pozitivist bir anlayışla bile, beş
duyu organı, gayba iman edenler açısından ise
yüzlerce duyu organı vardır. Tabiattan uzaklaşan insanın kendi tabiatından da uzaklaştığı
söylenebilir. Tarihte yüzlerce şair ve edip yetiştiren Diyarbakır gül ve çiçek bahçelerine sahip olmasaydı anneler çocuklarını hangi güzel
duygularla yetiştirebilir, bu çocuklar nasıl şair,
edip ruhlu olabilirlerdi.198
Sonuç
Modernleşme, küreselleşme ve Diyarbakır
özelinde de bunlara ilave olarak yoğun göç hareketleri tarihi kentlerin kimliklerini değiştirmektedir. Yüzlerce yıllık kent imajları, insanlığın her şeyi hızlı yaşadığı modern dönemde
hızla değişime uğramıştır. Dolayısıyla da yaşadığımız çağın mühim bir özelliği olan imaj ve
198 Mekân-Psikoloji ilişkisi konusunda geniş bilgi için
Bkz. Göregenli, Melek, Çevre Psikolojisi-İnsan Mekân İlişkileri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. İst. 2010.
4
144
reklâm şehirlerin kimliklerini ciddi şekilde ele
almayı gerektirmektedir. Kent kimliklerinin
oluşmasında tarihi süreç etkin bir rol
oynamaktadır. Fakat tarihten alınacak güç ile
şehre tarihi kimliğinin kazandırılması yeni bir
imaj yaratmaktan daha kolay ve anlamlı
olacaktır. Hususiyle de tarihteki güzel ve
şanlı günlerini arayan Diyarbakır gibi şehirlerin tarihi ve kültürel mirasını titizlikle araştırması, oradan bulacağı güzellikleri yeniden
kimliğinin bir parçası haline getirmesi önem
arz etmektedir. Her şeyin imaj ve reklâm
odaklı olmaya başladığı küçük dünyamızda taş
atan çocuklar, terör olayları, şiddet eylemleri
bu köklü şehrin imajı açısından tehlikeli bir
durumdur. Dünyada dolaşan sermaye, yatırım,
nitelikli insan, öğrenci ve turist payından daha
fazla pay almak isteyen şehirlerin alt-üst yapı
yeterliliklerinin yanında iyi bir imaja ve kimliğe sahip olması gerekmektedir. Diyarbakır
tarihte sahip olduğu gül şehri imajını ve
kimliğini tekrar kazanarak hem ülke
içerisindeki imajını pozitif yönde güçlendirmiş
olacak hem de daha fazla yatırım çekme şansına sahip olacaktır.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 145
^m*
Bölüm 3
DİYARBAKIR FOLKLORU VE GÜL
DİYARBAKIR TÜRKÜLERİ VE GÜL
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Yemenim Turalıdır (Gülizar)" Türkü Sözü
İzzet ALTINMEŞE
Ağzın Dilleri (Kırılır Kalemler) Türkü Sözü
Kadir TANRIKULU
Yemenim turalıdır
Vay sinem ölem
Sevdiğim buralıdır
Vay gül vay gül vay Gülizar
Derdim birken oldu sed hezar
Ben bu canımdan olmuşam bezar
Bağlar talan olmuş bülbül görünmez
Dil dara çekilmiş sual sorulmaz
Ben neyim sen nesin gayrı bilinmez
Ağlayarak gelir firdevs gülleri
Yarımı eller almış
Vay sinem ölem
Ciğerim yaralıdır
Vay gül vay gül vay Gülizar
Derdim birken oldu sed hezar
Ben bu canımdan olmuşam bezar
Yemenimin yeşili
Vay sinem ölem
Ben kaybettim eşimi
Vay gül vay gül vay Gülizar
Derdim birken oldu sed hezar
Ben bu canımdan olmuşam bezar
Yas tutaram ağlaram
Vay sinem ölem
Ağardaram ben başımı
Vay gül vay gül vay Gülizar
Derdim birken oldu sed hezar
Ben bu canımdan olmuşam bezar
Bahçada Yeşil Çınar" Türkü Sözü
C.GÜZELSES
Bahçada yeşil çınar
Boyun boyuma uyar
Ben seni gizli sevdim
Bilmedim alem duyar
Aman gülüm nananay
Top kaküllüm nananay
Nanay kibar yarim
Nay nanay ay nay
Bahçalarda gül varı
Var git ellerin yari
Sen bana yar olmazsın
Yüzüme gülme bari
Aman gülüm nananay
Top kaküllüm nananay
Nanay kibar yarim
Nay nanay ay nay
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 149 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Dağlar Dağımdır Benim" Türkü Sözü C.
GÜZELSES
Bu dağlar olmasaydı
Gül benzi solmasaydı
Ölüm Allah'm emri
Ayrılık olmasaydı
Dağlara Lale Düştü" Türkü Sözü
C. GÜZELSESDağlara lale düştü
Güle velvele düştü
Yanarım ona gelin
Yar elden ele düştü
"Düş Müdür Hayal Mıdır" Türkü Sözü C.
GÜZELSES
Düş müdür hayal midir bilmedim (Yar yar)
Gözüm yaşı akıp gitti silmedim (Gülüm aman)
Ben vaatliyim ben de sensiz gülmedim (Yar
yar)
İster dünyam felek felek bahçe bağ olsa
İster dünyanın felek ey bahçe bağ olsa
Esti Baharın Nesimi" Türkü Sözü C.
GÜZELSES
Esti baharın nesimi
Ne hoş edalı kesimi
Aldım o yarin sesini
Hay hay Aldım o
yarin sesini
4
150
Bak ay göründü meşeden
Avcılar bekler köşeden
Kokusunu gülden almış
Anam Yanakları
menevşeden
Eyvanda Yatan Oğlan" Türkü Sözü
C. GÜZELSES
Dama çıkmış bir güzel
Damın etrafın gezer
Elinde bir deste gül
Kendi gülünden güzel
Karşıda Görünürsün" Türkü Sözü
C. GÜZELSES
Karpuzun al dilimi
Nettin benim gülümü
Gülümü koklayanlar
Göze alsın ölümü
Bahar Olur Yeşillenir Bu Bağlar
C. GÜZELSES
Hanki bağın bağbanısan gülüsen
Aldın aklım beni ettin deli sen
Kırk yıl kalsa gine kendi malımsan
İsterem ki bir gün evvel gelesen ey ey
Bağban oldum bir gül ektim gülşene
Gün vuranda gül damlası döşene
Güzellikte üç şey vardır nişane
Biri işve biri cilve biri naz ey ey
Ağlayarak gelir firdevs gülleri
Gel Efendim" Türkü Sözü
Kadir TANRIKULU
Hangi Bağın Bağbanısan" Türkü Sözü
Ramazan ŞENSES 1928 Çermik
doğumludur.
Padişahlar astı gonca gülümü
Kesip şu dilimi kırıp kolumu
Bunca dertten görmez oldum yolumu
Şarap ol kabımdan taş gel efendim
Olsun Mu Gönül" Türkü Sözü
Kadir TANRIKULU
Yar Yüzü Görmeden Gördüm Ölümü
Kanlı Cellat Geldi Derdi Gülümü
Nice Haram Kıldın Kestin Yolumu
Didarın Çehresi Solsun Mu Gönül
Kadir-İ Sarılmış Yaslı Karaya
Son Gülün Dikeni Girdi Yaraya
Hekimler Aşk Demiş En Son Çareye
Esmer Güzel Yarim Olsun Mu Gönül
Yalana Döndü" Türkü Sözü
Kadir TANRIKULU
Bülbül figan etti gül yaralandı
Nara düştüğümden ten karalandı
Padişah başında taht parelendi
Kim kamil kim cahil dolana döndü
Ağzın Dilleri
Bağlar talan olmuş bülbül görünmez
Dil dara çekilmiş sual sorulmaz
Ben neyim sen nesin gayrı bilinmez
Hangi bağın bağbanısan gülüsen
Aldın aklım ettin beni deli sen amman
Kırk yıl kalsa gene kendi malımsan
İsterem ki bir gün evvel gelesen Amman
Karpuz Kestim Yiyeyim" Türkü Sözü
Ramazan ŞENSES
Karpuzun al dilimi
N'ettin benim gülümü
Gülümü koklayanlar
Göze alsın ölümü
Makaram Sarı Bağlar" Türkü Sözü
Sebahaddin MAZLUMOĞLU
Sarı gülü derende lo
İnsaf senin nerende
Kabahat sende değil lo
Sana gönül verende
Mavi Bağlar Başına" Türkü Sözü
Cemil DEĞER
Mavi bağlar başına
Gül koyar o zülfüne
Seni sevdim seveli
Düştüm aşkın peşine
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 151
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Mevlam Bir Adama Çocuk Verince" Türkü
Sözü - Aşık HASAN
On yaşında konca güldür açılır
Onbirinde ab-ı hayat içilir
Onikide boyu beli seçilir
Önüçünde gözler mestane benzer
"Yayık Yaydım Kolum Şişti" Türkü Sözü
Bedri AYSELİ
Yayık yaydım kolum şişti
Kolumdan kol bağım düştü
Benim gönlüm sana düştü
Sen allar giy ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gül topla ben nergisi
Evlerinin önü nane
Ben kül oldum yane yane
Bulamadım derde çare
Sen allar giy ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına
Sen gül topla ben nergisi
"Yazsam Üstadımın Mezar Taşını" Türkü
Sözü - Yusuf TAPAN
Başına takmıştık bir demet gülü
Elimizden uçtu şarkın bülbülü
4
152
Tarih elli dokuz bir şubat günü
Bağrımızı yaktın Celal Güzelses
Muradı Böyle" Türkü Sözü Ahmet
CANKAT
Ah Gül idim Kardaş Fidan Oldum
El Kahrını Kardaş
Gene Bögün Yudan Oldum
Gündüzler Hayalımda Geceler
Şirin Uykumdan Oldum
Çay İçinde Döğme Taş" Türkü Sözü
Tarık ÇIKINTAŞ
Çay içinde döğme taş vay vay
Gönlüm huni gözüm yaş vay gülüm vay
Aklımı baştan aldı vay vay
Orta boylu kalem kaş vay gülüm vayOy niye
niye niye vay vay
Öldüm yar diye diye vay gülüm vay
Bu küçe uzun küçe vay vay
Küçeye serdim keçe vay gülüm vay
Hak yoluna üç kurban vay gülüm vay
Yar gele burdan geçe
Oy niye niye niye vay vay Öldüm
yar diye diye vay gülüm vay
Bu küçe başaşağı vay vay Belinde
şal kuşağı vay gülüm vay Hergün gel
burdan savuş vay vay
Çatlasın el uşağı vay vay
Şarkı sözü
Diyarbakır
Ferhat Tunç
Oy niye niye niye vay vay
Öldüm yar diye diye vay gülüm vay
Çay önünde camhana
İçinde gülaphana
Gülap(Gülsuyu) suyum dökmeyin
Belki yarım yıhana
diyarbakir duze dogru
yar salinir bize dogru
bu hasretlik diner bir gun
dert dolanir saza dogru
Çay ögünde çağlaram,
Desteyle gül bağlaram
Deseler yarin geli
Çife kurban bağlaram
diyarbakir onu surlar
icinde bir sevdigim var
ana bugun dugun olsun
guller acsin gulsun daglar
Yalana Döndü" Türkü Sözü
Bülbül figan etti gül yaralandı
Nara düştüğümden ten karalandı
Padişah başında taht parelendi
Kim kamil kim cahil dolana döndü
FUAD EDİP BAKSI
Bestelenmiş güfeleri vardır.1912’de doğdu,
1974’de öldü
Yayık Yaydım Kolum Şişti" Türkü Sözü
Yayık yaydım kolum şişti
Kolumdan kol bağım düştü
Benim gönlüm sana düştü
Sen allar giy ben kırmızı
Çıkalım dağlar başına Sen
gül topla ben nergisi
Güle Çıkmış Eyvana
Recep Kaymak'ın icrasından Salih Turhan
notaya almıştır.
Uzun Yıllar
Uzun yıllar ötesinden
Hatırını sorayım mı
Sana gönül bahçesinden
Bir demet gül vereyim mi
TAŞ PLAKLARDA ŞARK BÜLBÜLÜ
CELAL GÜZELSES
Hayri Yoldaş. Diyarbakır 2005
Arkadaşlar Benim Derdim Yegindir
Bülbül gibi ahü zarı çekerem
Gözyaşımı gül başına dökerem
Oy dökerem oy oy, ,
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 153
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Biner Paytona
Karşıdaki dağlar duman değil meşedir
Yarin yoluna gül menekşeler döşenir
Yarimin kalbi pırlanta elmas şişedir.
Dağlara Lale Düştü
Dağlara lale düştü
Güle velvele düştü
Yazığım ona geli
Yarim ellere düştü
Eyvanda Yatan Oğlan
Dama çıkmış bir güzel
Damın etrafı gezer
Elinde bir deste gül
Gendi gülünden güzel
4
Vardım Yarin Bahçesine
Vardım yarin bahçesine
Gülleri Fincen gibi
Yanağında çife ben var
Tanesi mercan gibi
Diyarbakır Berber Türküsü
Amanda berber yanağıda terLer
Miski anber yar yar yar yar
Ben bir hal oldum
Bahçendeki gül gibi
Sarardım soldum
Fincanın Etrafı Fincanın
etrafı sarı aman aman
Elimden aldılar gül yüzlü yari
Ağlarım ben zarı zarı aman aman
Yeşil Yaprak Arasında Kırmızı Gül Goncası
Yeşil yaprak arasında
Kırmızı gül goncası
Nerelerde mesken tutmuş
Gönlümün eğlencesi
Oy Nedem Nedem
Bu dağlar olmasaydı
Gül benzim olmasaydı
Ölüm Allahın emri Ayrılık olmasaydı
Yeşil yaprak arasında
Kırmızı gül ali var
Gidin deyin nazlı yare
Benden başka kimi var
Oy Milliye Milliye
Oy Milliye Milliye
Bakın sürme saçlıya
Yanakları güllüye
DİYARBAKIR MUSİKİ FOLKLORU
Suya Gider Suya gider
su testisi doldurur
154
Sudan gelir gül benzini soldurur.
Aşk Kalbimde Yar Almış
Bahçede güller açmış
Gidek havuz başına
İnsaf merhamet eyle
Bak gözümün yaşına
Yola Çıkmış Bir Güzel
Yola çıkmış bir güzel
Yolun üstünü gezer, öldürür sevdan beni
Elinde bir deste gül
Kendi gülünden güzel, öldürür sevdan beni
Erganinin Taşları
Gül baranda gül açar
Etrafa koku saçar
O yarın bakışları
Sinemde yara açar
Mavi Bağlar Başına
Mavi bağlar başına
Gül koyar o zülfüne
Seni sevdim seveli
Düştüm aşkın peşine
Çıkmış sedir divane vay limin
Cigerim ateş oldu vay limin
Kahve koyar fincana vay limin
Evleri Kayalıkta
Evinizde bir gülüm l ele l ele le Ayşem
Yarım çimen ben gülüm yandım yandın le
Ayşem
Gülüm Gider Bostana
Gülüm gider bostana
Gül doldurur fistana
Korkharam yağmur yağa
Mantin çarşaf ıslana
Aman gülüm yar gülüm
Ben sana hayran gülüm
Olayım kurban gülüm
Elinde Maşrabası Bahar
gelir gül işler Elde gergef
gül işler İnsanı deli eder
vay Yar sendeki gülüşler
Gülüm gider bahçaya
Gül dolduru bohçaya
Hek gülümü sorarsan
Benzer ondörtlük aya
Şu Giden Nerelidir Gidene
bak gidene Gül sarılmış
dikene Mevlam sabırlar
vere Gizli sevda çekene
Aman gülüm yar gülüm
Ben sana hayran gülüm
Olayım kurban gülüm
Güle Çıkmış Eyvana Güle
çıkmış eyvana vay limin
Dama Çıkmış Bir Güzel
Dama çıkmış bir güzel
Damın etrafın gezer
Elinde bir deste gül
Kendi gülünden güzel
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 155
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Loy loy loy loy
Loy loy loy loy
O şebnemdir seher berk-i gül-i handane düşmüştür Diyarbakır İl Yıllığı-1967.s.., 269,
Gidersen uğu ola
Gül bahçe yolun ola
Benden başka seversen
İki gözün kör ola
Seyyid Nuh Diyarb
akırlı bestekardır.1714'de
Diyarbakır'da öldü
Şehnaz makamında bestelediği
Bezm-i meyde sakıya devr eylesün mül gül
gibi
Bülbül etsün sad hezeran nağmesin gül-gül
gibi
Bertaraf kıl ruhlerinden turre-i müşkini
Gülistanda olmaya rağbette sümbül gül gibi
Loy loy loy loy
Loy loy loy loy
Gül Ektim Evlek Evlek
Gül ektim evlek evlek
Dadandı kara leylek
Yazı beraber ettik
Kışa ayırdı felek199
OSMANLI DİYARBAKIR BESTEKÂRLARI Yahya
Çelebi XVII. yüzyılın sonlarında XVIII. yüzyıl
başlarında yaşamış Diyarbakır’da doğup ve
buraya yerleşen bestekârın 15 kadar bestesi
vardır.
Kürdi ve Aşiran makamlarından olna murabbalarından ikişer mısraları şunlardır:
‘Murg-i dilimin karını hep naleler etti
Bana o gül-i bağ-ı Melahat neler etti
ve Yaşım ki gözde aksi
arız-ı canana düşmüştür
199 Ş.Beysanoğlu, K.Dökmetaş, S.Turhan, Diyarbakır
Musiki Folkloru, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi,
Yay.1996.
4
156
Tahir makamında
Ne çemen, ne saye-i gül, ne seba, ne bu-yi
sünbül
Diyarbakır İl Yıllığı-1967.s.., 269
Ahmed Verdi Çelebi III.Sultan Ahmed
dönemi Diyarbakırlı beste-karıdır.10 bestesi
vardır Aşiaran makamında
Alıp gene eline cam-ı zeringarın gül
Sefa ile geçirir mevsim-i beharın gül
Hezar-ı zar, zar okur, guş-i gül alışmıştır
Zaman olur işitir nalesin hezarın gül200
200 Diyarbakır İl Yıllığı, 1967. s, 269.
Diyarbakır Manileri ve Gül
Lal olsun benim dilim
Diyarbakır sarayım
Seni kimden sorayım
Mektuban hayran oldum
Gül cemalin göreyim
Gül demedi
Elinde gül demedi
Ya ben nasıl güleyim
Yar bana gül demedi
Gülmenem
Bülbül menem gülmenem
Gönlü şad olan gülsün
Ber dertliyim gülmenem
Senin yeren
Gül sevdim senin yeren
Sen ölme canan yazık
Ben ölem senin yeren
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Girdim dost bahçesine
Ağlayan çok gülen az.
Bahçalarda gül açar
Etrafa koku saçar
Yara nerde rastlasam
Kaş çatıp benden kaçar
Bahçeye gelde görim
El uzat bir gül verim
Aramız dağlar aldı
Portakal leymun topla
Gül destesi ayıhla
Sen benim olacahsan
Gece gündüz sayıhla
Eyvana serdim kilim
Gel otur benim gülüm
Niye benden darıldın
Dicle kimi ah güzel
Gül menevşe tah güzel
Ben küçeden geçerken
Pencereden bah güzel
Dağlar siz ne dağlarsız
Kardan kemer bağlarsız
Gül sizde lale sizde
Derdiz nedir ağlarsız
Açılsın dilin bülbül
Şakısın dilin bülbül
Gül yanına çağırsa
Yetişmez elin bülbül
HOYRATLAR
Bağda dara
Zülfünü bağda dara
Nazlımı bir gül için
Çektiler bağda dara
Böle bağlar
Yar başın böyle bağlar
Gül açmaz bülbil ötmez
Yıhılsın böle bağlar
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 157
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Başta yazma yemeni
Ucunda gül dügimi
Ah felek çok gördin zar
Bir kırtik güldigımı
Gülmenem
Bülbül menem gül menem
Gönli şad olan gülsin Ben
dertliyem gülmenem
Güle ser
Bülbıl eser gül eser
Bağbanci heyranınam
yar yatağın güle ser
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Girdim dost bahçasına
Ağlayan çoh gülen az
Gül bağlar
Gül bağında gül bağlar
Gül oturmuş gül bağlar
Elinde bir deste gül
Gülü gene gül bağlar
MAYALAR
Ben dervişem var elimde teberim
Hayli demdir yoh gülimden haberim
Gece gündiz ismi olmiş ezberim
Cani nedım cananımdan olmişam
Benim nazlım kemer bağlı beline
Mailem ben şeker kimi diline
4
158
Bin naz ile bir gül verdim eline
Candan oldım ta elimden alınca
Bir gül için bülbıl geymiş karalar
Bu dert beni ifah etmez paralar
Göz göz olmiş sinemdeki yaralar
Neşter urıp deldiren yoh sinemi
Dost bağında ne bülbılım ne gülım
Felek konmaz ne şad olım ne gülım
Alem bilir öz halimde değilim
Urulmişam bir esmere ağlaram
Diyarbakır Mayası"
Kaynağı Bilinmiyor
Kısmet kalktı ben bu yerden gidersem
Namert olayım ikrarımdan dönersem
Son akibet bu hasretle ölürsem
Şehit yazın beni kabir taşıma
Bağban oldum bir gül diktim gülşene
Gün devranda gül damlası düşene
Güzellikte üç şey vardır nişana
Biri işve biri cilve biri naz
Bir kara kaş bir kara göz kimde var
Bir tükenmez deli gönül bende var
Yedi yıl derdime derman aradım
Hiç demiysen derde derman bende var
Dost bağında ne bülbülem ne gülem
Komaz felek ne şad olam ne gülem
Alem bilir ben özümde değilem
Bir esmere vurulmuşam ağlarım
Karşı dağlar duman değil meşedir
Yar yoluna menevşe gül döşedir
Yarin gönlü elmastan bir şişedir
Kırılırsa yapılması güç olur
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 159
fr
GÜNÜMÜZ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
MEVLÜD MERGEN ŞİİRLERİNDE GÜL VE
DİYARBAKIR
MEHMET ALİ ABAKAY ŞİİRİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Mesire şehriydi Diyarbekirim
‘Osman ağa’ dahi bir ünlü bahçe
Dalında bülbül var, konamaz serçe
Elvan elvan güller, kim neyi seçe
Mesire şehriydi Diyarbekirim.
Diyarbakir
İnsanı gül yüzlüydü, güller şehrinin
Konağı, köşkü, evi gülsüz karşılamazdı
misafiri
Cümle kapısından geçerken içeri
Kuyu kenarında, havuz başında
Muhammedî pembe, Yedi veren kan kırmızı
gülleri
Her gül denilişinde Salavat-ı Şerif
Elleri yüzlerinde yaşlıların ki o yaşlılar bilir
Ey Şehr-i Amid!...
Gönüllerin gül şehri
Ey Şehr-i Dilrûba
Ey Şehr-i Selam
Gül ikliminden yüreğime gir içeri
Dicle üstüne
Dicle’nin kenarı bağ ile bostan
Suyundan içerdi, tarla gülistan
Masmavi tül gibi her baharistan
çevre nakışından bahseden yoktur
Celal Güzelses’e
Seven gönül bağının, bağbanıydın, gülüydün
Yalnız Amid’in değil, tüm şarkın bülbülüydün
Tarık’la celal’i unuturmuyuz
Sevgi bahçesinin solmaz gülleri
Onlardı şehrimin şen bülbülleri
Bahar Gelince
Manada zenginlik, maddede fakir
Ruhumuz temizdi, daha ne denir
Gülün vatanıydı şu Diyarbekir Gül
koklar, gülerdik bahar gelince
Küçe Türküsü
Çok hoş olur, has bahçesi, gülşeni201
201 Mergen, Mevlüd, Sende Arıyorum Diyarbakır’ı. Kilim Mat. Diyarbakır. 2006. s. 39.60.61.73.119.122.
Şehr-i Amid'e uğrarken her kimse gelen
Yirmiyi aşkın çeşidiyle gülün kokusu
Merhaba denmek için karşılar adeta kendisini
Esfel Bahçaları'nda Şeyh Muhammed
Düzlüğü'nde
Bir şehr-i gül şehrayini başlar kendiliğinden
Birer maket gül bahçesidir her avlu
Dur ve şehri dinle
Istırabı güllerden uzak düşmek olmasın sakın
Gül mevsiminden dol yüreğimin içine
...
Ey Şehr-i Amid, gönül ikliminin usaresi güldür
Her mevsimde yetişen güldür
Gül yüzlü insanların hatırına
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 161
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Çekilen sıkıntıları dindir
Bilmez misin tek beklentimiz güldür
Gül sağnağından sor gönlümüzü o güldür
İBRAHİM YAVUZ ŞİİRLERİNDE GÜL VE
DİYARBAKIR
Garsonum felek
Avluda Muhammedi güller yangın yangın
Bülbül konmaz dalına dikenden korkar
Diken kıskanır gülü, yanar gizliden Ebedi
bir sevdadır, bitmeyi bilmez Aşk
yarasıyla yürek kanar gizliden
Gülde bülbülü sever, sessizce ağlar
Yüreğini rüzgara bağlar içinden
Gelmeyince sevgili boynu bükülür Çağırır
lisan-ı hal, ağlar içinden
İbrahim Yavuz. Şehir Çocuği.İst.2010.s.34
Geribler kenti adlı şiirden..
Anlatsam geçmişi, zaman yetmiyor,
Gülistan kalmamış, bülbül ötmüyor,
Hiçbir belde senin yerin tutmuyor,
Bu şehir saniyam, Diyarbekir’dir.
ABDÜLKADİR NUR GÖRDÜK ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Benim İki Gözümsen
Avludaki akasyam
Bahçemde nergizimsen
Gül kokan Diyarbekir
Benim iki gözümsen
Gülün sevdası
4
162
Segah kaside adlı şiirden….
Geçmişe takılı düşünceleri, Alnı kırışık,
yüzü gergin, yorgun elleri. Ne hatırında
Cinali’deki akasyalar, Ne de Gazi
köşkünün gül bahçeleri. Kırklardağı’ nda
aranan huzur, Son demde, Dicle’ nin
kıyısında.
Başım üstüne adlı şiirden……
Bahçemde,
goncası
açılan
gülün,
Dikeni,
dalıyla
kucaklaşırken,
Bir
ömür,
beraber
gidilen
yolun,
Bilsin kıymetini, başım üstüne.202
202 Nur, Abdülkadir, Gördük.Benim İki Gözümsen, Ürün
Yay. Ank. 2010. s.7, 56.
İRFAN YAZICIOĞLU ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Kimse Yok mu
Hani benim gül kokan larım
Yetişin lar
O im Diyarbakır larına
Ve birde sabah namazına koşan insanlar
Şehrim pırıl pırıl
Berrak
Mis gibi kokuyor çam ağaçları
Tanyeri ağarıyor yavaş yavaş
Cıvıl cıvıl Diyarbakır ları
Her ki gibi…203
İstemiyorum
Bülbüle ihanet eden
Dikenden şikayet eden
S.evene eziyet eden Gül
olmak istemiyorum
İnsana dair
İnsanın her biri kokar ayrı ayrı
Kimi gül, kimi amber, kimi reyhan özüdür204
MUHARREM GÜLER ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Fesat Gülleri
Diyarbekirlinin buymuş kaderi Ölene dek
sürer, bitmez kederi Boy vermiş, renk
vermiş fesat gülleri Benim cahillere
gücüm yetmiyor.
İnsanlığın matemi
Gül bülbülün Çiçekler
arıların Bal insanların
olacaktı Ne yazık
yüreğimde Ahların
yankıları Dilimde, hasret
şarkıları
203
http://www.edebiyatdeferi.com/siir/428094/
kimse-yok-mu.html
KADRİ GÖRAL ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR
VE GÜL
Görümce
Şefik askerden dönmüş küçük bir dükkan açmıştı
Cebi para görünce evlenmeye kalkmıştı Maniler okuyarak bir şeyler çıtlatmıştı
204 Güler, Muharrem, Adım Adım Diyarbakır, Fon Ofset, Diyarbakır. 2008. s. 24, 34, 63, 74.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 163
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Dağlarda meşelerde
Gülsuyu şişelerde
Herkes yarini akmış
Ben kaldım köşelerde
Ana kurban olaydi
Oğlunu veren Allah’a
Yarın hemen çıhaydi
Oğluna kız bahmağa
Gül koyam gül tasına
Dizeyim ortasına Gülü
merhem edeyim
Oğlumun yarasına
Oğlunun tercihine kulak kabartmamıştı
Oğlu son bir ümitle bir mani daha yaktı
Gülem gülü neylerem
Güle hizmet eylerem
Beni gülüm dururken
El gülünü neylerem
Bahtı Kara
Hey gidi karalar içinde
Taşı kara
Bahtı kara Diyarbakırlım Renklerin en
güzelini senin tabiatında Kokuların en
güzelini Hevsel bahçesinde kok-ladık
Allı morlu güllerden205
205 Göral, Kadri, Küçe Kapısı, Gökçe Mat. Ank. 2000.
s. 44, 60.
4
164
BEJAN MATUR ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR
VE GÜL
Tell Kapısı, Muhammedi Güller
Tell kapısından döndüğünde, bir avluda Muhammedi gülleri göreceksin Açacaklar
Ruhlarıdır açılmış olan katmer katmer
Muhammedi bir gül, şehirde bir çocuğun pembe rüyasını başlarır
Sonsuzluğa akan nehir
Dileğini Dicle’nin sularına açamayacak kadar
mahcup olan genç kızlar ve kadınlar Akşam
olduğunda aynı dilekleri evlerinin gül ve
leylak ağaçlarına bağlarlar
Kervansaray
Güllerin açılmasından, gökyüzüne uzanan servilere.. Deliller hanı doğunun durağıdır
Siyah Güller, Ak güller
Diyarbakır şair ruhunun sığınağıdır.. O
şölende Diclede yıkanmış olmak, çölün bahşettikleriyle birleştiğinde ortaya Mona roza çıkar. Siyah güller, ak güller çıkar206
SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR
VE GÜL
Mona roza(Tek gül)
Mona roza siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak mona roza
Siyah güller, ak güller
aklına ilk olarak “Mona Rosa siyah güller ak
güller” dizeleriyle başlayan, aslında 4 parçadan müteşekkil şiirin birinci kısmını oluşturan
“Aşk ve Çileler” gelir. Bu kısımda şairin dilinden, “Mona Rosa” adını verdiği sevgilisine duyduğu aşkı, bu aşkın yüceliğini ve bir anlamda
bu dünya ötesi niteliğini dinleriz. Üstelik sevgilinin adının saklı olduğu kısımdır bu. İlk harflerle yapılan akrostişte “Mona Rosa”nın gerçek adı, “Muazzez Akkaya” gizlidir. Şairin daha
sonra anlattıklarından öğrendiğimiz kadarıyla
Muazzez Akkaya, lise yıllarında aşık olduğu,
kimi zaman sırasının üstüne, kimi zaman paltosunun cebine, kimi zaman geçeceği yerlere
gizli gizli şiirler bırakıp bir türlü açılamadığı belki de açılmadığı- (Mona Rosa’yı bu kavramlara sığdırmaktan üzgün olsam da tabiri
caizse) “platonik” aşkıdır. Ancak Karakoç’un
da sık sık belirttiği gibi, Mona Rosa şiiri, modern bir “Leyla ve Mecnun” denemesidir. Onu
yalnızca “lise aşkına yazılmış” bir şiir olarak
görmek, böylesi eşsiz bir esere haksızlık olacaktır.207
Gül muştusu ve Sezai Karakoç
GÜL MUŞTUSU (V.Bölüm)
Sezai Karakoç’un “Mona Rosa”sı hepimizin bildiği, sevdiği, hayatının bir döneminde “yaşamışçasına” tadına vardığı nadide şiirlerdendir.
Elbette Mona Rosa dediğimizde çoğumuzun
Dicleyle Fırat arasında Bir eski
şehir cennet titremesi Sarı
güller çevirmiş dört yanını
Yabancı bir şehir gibi
206 Matur, Bejan, Doğunun Kapısı Diyarbakır, DKSV
Yay. İst. 2009. s. 80, 102, 164, 224.
207 mona rosa – ı. aşk ve çileler.İstisna Dergisi. Kış
2011.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 165
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kırmızı güller yerli
Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce
Dicleyle Fırat arasında İpekten
sedirlerinde kur’an okunan Açık
pencerelerinden gül dolan Güneşin
beyaz köpüklerinde yanmış Bir şehir
bir eski kanatlar ülkesi
Batısına fıratı alıp
Doğusuna dicleyi
Bir diriliş sûru gibi saklayarak geleceklere
Kurumuş bir su yatağı gibi kaynayan
Üzeyr deresini
Bir kutlu yaprak gibi
Doğuda sallayarak
Zülküfül Tepesini
Göğsünü vakte geren yoksul ülke
Zenginliği baharda çobanların kavallarında
çocukların türkülerinde
İğde kokularında üzüm asmalarında güllerde
Zengindir gülleriyle bu ülke her şeyden önce
Kırk yıl öteye gitseler de
Bu yerliler
Gül açar gül kapanır boyuna gönüllerinde
Yaşlısıyla genciyle
Gül taşırlar dünyanın bütün ülkelerine
Bir tek denizle avunurum o ülkesiz
Deniz ki gelip çarpınca karaya
Sanki bembeyaz güller açar dudaklarında
Güneş ki doğuda ay ki gökyüzünde
4
166
Bir işarettir bana Unutmamak
için o ülkeyi Develer çölde
neyse geceleri
Bir kere daha doğsam orda doğarım elbet
Batsam orda batmak isterim Bir güneş
gibi
Sezai KARAKOÇ
Gül nezaketin, zarafetin, aşkın ve sevginin
simgesidir.
Vahdetin
remzi,
Hazreti
Muhammed'in teridir. Gül ile gönül arasında
ulvi bir aşkın, erişilmez bir hazzın onurlu
ilişkisi vardır. Gülün açması sevindirici, iyi bir
haber demek olan muştudur. Gülün kendisi
de muştudur. Bu muştu tabiatın diriliş günü
olan bahardır. Baharın şiiri de güldür. İyiliğin
artması, sevginin çoğalması için bir uyanış
işaretidir. “Gül Muştusu” şiiriyle Gönüllere
ilham doğmuş, düşüncelere gül hakim
olmuştur. Bahar yüzlü bir süreç başlamıştır.
Gül aydınlıktır. Gül aydınlığı “erdemli toplu-
mun, ideal insan”ın durduğu yeri, huzur ve
mutluluk atmosferini ifade eder. Gül düşüncesi estetik duygusunu, güzelliğe yönelme arzusunu uyandırmıştır. Çağımızı sevgi ve saygı
dünyasına, geçmişin görkemli karelerini alarak taşıma vakti gelmiştir. Kara Fazlî'nin “Gül
ü Bülbül” ünü, Şeyh Galip'in Hüsn-ü Aşkı'nı,
Baki'nin Bahariyesini okuma mevsimine girilmiştir. Görmeyen gözlere, işitmeyen kulaklara
sürmek için gül merhemi yapmanın zamanı
gelmiştir.
İşte “Hıdrellez Rüzgârları'nın kapı aralayışı”
ndan “Yedinci Sağnak”la 1969 yılında ebadı
küçük, kendisi büyük bir kitapla, tek şiirden
ibaret “GÜL MUŞTUSU” adlı bir kitapla;
Evet, “Dicle'yle Fırat arasında, ipekte sedirlerinde Kur'an okunan, açık pencerelerinden
gül dolan” Zülküfül Nebi diyarı Osmanlı'nın
Osmaniye'si, Cumhuriyet döneminin Ergani'si
Mısralarının öncesinde ve sonrasında yer yer
Ergani'den alınan motifer çocukluk günlerinin, ilk gençlik yıllarının kuvvetli kanıtları, şiirimsi fotoğrafarıdır.
İkinci Yeni Hareketin önde gelen şairlerinden
biri sayılırsa da Sezai Karakoç farklı bir
öncüdür. Geçmişten gelen bir geleceğin sesidir. Güçlü bir hayal ve hafıza gücünü, yüksek bir imânı, yalnız eserlerinde değil, İslâm
Toplumu'na adanmış hayatında da görüyoruz.. Asırlar geçse de hep güncel kalacak şiirler yazmıştır. 36 Yaşında yazdığı bu şiir, 36
yıl aradan sonra bugün aynı derecede aktüel,
taze ve yenidir.
Şair “Gül Muştusu” şiirinde dünyanın bütün
ülkelerine gül taşısa da hayallerine acı veren
cehalet sahneleri, şiddetli kan davaları da anlatılmaktadır. Fakat umut ışığını hep toplumun
önüne kor. Diriliş Muştusu'nu vermekten, güneşin doğuşunu beklemekten asla vaz geçmez. İki cihan sultanı, medeniyet güneşi Hz.
Peygamber O'nun önünde, Kur'an ışığı gönlünde soylu direniş ve yürüyüşüne hep devam
eder.208
Köşe
İçinden geçilen küçük aynalar
Ve gülden rengarenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak209
VEYSEL ÖZKIRTAY ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Katsal
Kastal’dan sular akar
Karşıdan yarim bakar
Öyle bir yar sevdimki
Başıma güller takar210
208 Gümüş, Naci, “Gül Muştusu ve Sezai Karakoç” .Ay
Vakti, Sayı.80.
209 Beysanoğlu, Şevket, Diyarbakırlı Fikir ve Sanat
Adamları, San Mat. Ankara.1997 c.3.
210 Katsal Dergisi. Ocak Şubat 2011. Sayı.1, s. 42.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 167
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Gençlik böyledir işte
Ah o kadrini bilmediğim günler,
Koklamadan attığım gül demeti
Suyunu sebil ettiğim o çeşme
Bu sabah hava berrak
Ben gülüm, ben karanfil, ben de yasemin diyor
Renk renk kokularda çiçekler Sahiplerinden
memnun evlerin bahçelerinde
AHMET ARİF ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE
GÜL
Bir Mavi gül
Bir mavi gül bahçesi yorganım
Uyku saçlarımın mechul şarkısı
Uy havar
Yediveren
gül
kardeşi Oy bir
sevmişem ben seni..
arzu
CAHİT SITKI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE
GÜL
Serenad
Ancak sen tazelikte gül yaraşır pencereme
Uykusuz gecelerimde kokusunu duyduğum
Hatıralar
Sanmayın güller açar
Bülbül değildir öten Bu
rüzgar başka rüzgar
4
168
Bugün
Gülden laleden farksız
Faniliğinde ömrün
Herkes gibi dertli
Ümitli herkes kadar
İlk aşk
Ah o yaz gecesi, o mehtap
Balkonundan gül atan cömert sevgili
Aşkınla deli divane olduğumuz
Sarmaşığa tırmandığımızdan belli
Peyzaj
Karanlıkta söylediğin müddetçe
Sesinden semaya akseden bahçe
Sakin güllerini açtıkça bir bir
Bunalmış ruhların tesellisidir.
Misafr adam
Bir gül açabilir her nefesinde
İstersen tenefüs etmekle mest ol
Hele sevgi hele iyilik bahsinde
Baharda tabiat gibi cömert ol
Davet
Duymak istemezmisin daha derin
Gül bahçesinde bülbül sesini Ebedi
kılmak vuslat gecesini Saymak
saçlarını tel tel o yarin
Ferman sendedir
Nedim’in gözünden ırak o dilber O
dilbersin ki hüsnüan sendedir
Rüyada görülen bahara benzer
Bülbülleri mest gülistan sendedir.211
İlkbaharda yaprak döken
Dallara lanet olsun
Kerem değilim Mecnun
olmadım ben Yunus Emre
gibi Güllere hasretim ben212
MEHMET HELVACI ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Sevdanın sesi
Dicle kıyısında dile sıra hülleler Gözüne
sürmeler çekmiş saçta lüleler Demet
demet sevgi dolu hep gönüllerde
Benimkinde köz köz ateş top top gülleler
İşve gülde, hoyrat dildedir le le
Halay çeker mendil eldedir le le
KADİR SIRRI ÖZTÜRK ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
ŞEYHMUS DEMİR ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Koklayamadan gülümü
Gam aldı gönlümü
Bahar
Gök alemi sevinir bulutlar üzülürken Bütün
güller açılır, bülbüller ötüşürken Göçmen
kuşlar neşeli mevsime sürülürken Bie renkli
saadet var, pembe bahar yelinde
Leylakları boyun büken Gül
içinde olur diken
211 Tarancı, Cahit Sıtkı, Otuzbeş Yaş, Varlık Yay.
14.Baskı.
212 Demir, Şeyhmus, Ne Haldesen Diyarbekir, Diyarbakır, 2008, s. 43, 78, 90.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 169
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
VECDİ SUBAŞI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR
VE GÜL
Sıla özlemi
Gezerken arılar çiçeği gülü Neyleyim
saksıda lale sümbülü Makamın
dağında kaya bülbülü Dinleyip
kendimden geçmek isterim213
Diyarbekir-şaraban
Nazlı gülüm
Gözlerinde gülümser gibi ölüm
Bereketli yağmurlar gibi iner tarlaya
Bir gül tutar, bir kan tutar elleri
YAŞAR HEKİMOĞLU ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
Anı
Gelri bir gün biter baharım
Solar güllerim
FIRAT MEHMET EROĞLU ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE GÜL Kuruyan dere
Kendi tarihinin daracık arkını kaz yeni baştan
Nasılsa su akar, gül olur, yıl uçar yel olur214
ŞEVKET BEYSANOĞLU
MİRAÇ AKTUĞ ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR
VE GÜL
Toprak beni Çek
Güneş sönsün artık güller kararsın
Dikenler bürüsün bütün dalları
Bulutlar gökleri kaplasın sarsın
Izdırapla dolu hayat yolları
İHSAN FİKRET BİÇİCİ ŞİİRLERİNDE
DİYARBAKIR VE GÜL
213 Beysanoğlu, age.
4
170
HASRET
Gurbette gözümde tüten hasretin
Eritir mum gibi beni ey Diyar,
Dolaşsam gezsem de bütün cihanı,
Bulamam kendime yakın sen kadar
Gül gibi açsam da çabuk solarım Sensiz
her şey kara, her işim yarım Ey, bence
Cennet güzel Diyarım Bahtiyar olsam da
sensiz, ne çıkar. Dr. Şevket
BEYSANOĞLU(Ankara: 1938)
214 Beysanoğlu, age. c.3.
YUNUS EMRE GÖRDÜK
Sevgili Diyarbekir'e
Ey Ömer in, Anadolu bağından derdiği gül.
Ey Halid'in uğruna oğlunu verdiği gül. Ey
ipekyol boynunda inci ve mercan şehir, Seni
gören gözlerin, sevinciydin can şehir.
maktadırlar. Güllerin
ahengi umutlandırıyor desek yeridir; güllerin
ahengini görüp çoşmamak uzak ihtimaldir.
Güllerin güzelliğini sunan Rabbim'e
hamdolsun ki böyle eşsiz güzelliklerin içinde
bize yaşamı bağışlamış.
MEHMET ÇOBANOĞLU
Yüreğimde Kopan Çığlık
Diyarbakır kalesinin meşalesi
Mezopotamya’ya ekilen al güllerim
Bahar içinde zemheridir gelen Toprak
buz bağladı, yüreğimi sancı Bağda,
cıvıldaşmıyor bülbüllerim Filizkıran
fırtınası bir derin acı Menekşelerim
filizdi, güllerim tomurcuk
FATMA ÖZTÜRK’ÜN ÇALIŞMASI
Bütün güller yaşamın tarifidir. Güller, hayatın, sevincin anlamıdır, betimlemesidir.
Dalları, yemyeşil yaprakları arasında rengarenk olan
güller; kırmızı, sarı, efatun...Tıpkı insanlar gibi
farklı
farklıdırlar. İnsanlar arasındaki farklılıklar, nasıl mozaik ve
renklilikse güllerin renkliliği de aynı ahengi taşımaktadır. İnsanlar
nasıl doğuyor, büyüyor ve ölüyor ve ardından
hüzün bırakıyorsa; güller de yeşerdikten
sonra solması aynı hüznü taşı-
GÜLLER
Bir gül gördüm Kırmızıydı
Ağacına baktım dalları
yapraksızdı. Dallarını
tuttum Baktım ki ellerim
ıslanmış Islak avuçlarıma
baktım Gözyaşlarını
gördüm. Koklayayım
Kokladığım an Hasretin
kokusunu aldım
dedim
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 171 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
iniltinin kokosunu aldım Gülü
elimden düşürdüğümde
Yitirdiğim her şey gibi O'da
hayal oldu
DİYARBAKIR VE GÜL YARIŞMASINDA
DERECEYE GİREN ÖĞRENCİ ŞİİRLERİ
GÖNÜLLER GÜLE HASRET
Tayfun Arslan
Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi
Fizik Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi
Bülbül güle sevdalı, ağlar durur, Dicle
aşkından her an çağlar durur, Nerede
cemâlin ey kadim diyâr? Firâkın
yürekleri dağlar durur.
Tarihin sözcüsüdür surlar bize,
Vasfın anlatır, gerek kalmaz söze,
Şânı büyük şehirdir Diyârbekir,
Sahiplenirsen döner elbet öze.
Gül kokusuna hasrettir sokaklar,
Sevgiye muhtaç kaldı bu topraklar,
Yazıktır ayrı düşmek, tek kardeşiz,
Ortak dünden güne acı ve tatlar.
Hazan yağmurunun son demi şu an,
Aydınlatır karanlıkları zamân, Türküler
söyleyecek cümle yarân,
^. \M 172
Bülbül güle, diken bülbüle hayrân.
Güllerle bezenir bir gün bu diyâr,
Kokusuyla mest olur ol vakit yâr,
Umutsuzluğa kapılmak ne diye?
Sanma ki Diyârbekir bize ağyâr.
Nisan katreleri sardı cihânı,
Bugün gülleri derleme zamânı,
Gül ol bekle bülbülünü ey diyâr!
Mevsim-i vuslattır bul yarânı.
Kadim tarihin başa belâ,
Güzelliğine ki herkes aşinâ, Adını
koymuşlar Bekrin diyârı, İkilik
isteyeni yaksın Hudâ.
Peygamber kokusunu taşırmış gül,
Ona aşık gedâ-yı halktır bülbül,
Sahabeler getirmiş Nebî vasfın, Her
vakit hürmet bekler bu şehr-i gül.
Güzelliğin gözümü nem-nâk eyler,
Bülbül senden uzak gönlün çâk eyler,
Sanma niteliğin halk idrâk eyler,
Düşüp yoluna özünü hâk eyler.
Aşk içre gönle her şey nigâr olur, Bu
yolda can vermek tek karâr olur. Ey
şehr-i Diyârbekir hüznü bırak,
Sevince cümle âlem bahâr olur.
Rengarenk büyülersin, deli divane
Süslerim seni her hecemde Sultan
gülümsün, yar; Sultan gülümsün,
Diyar-ı Bekir içinde.
Deliyem ben deli, Kervansaray
delisiyem, Kimi bekçi der, kimi
nöbetçi Ben bilmem, deliyem
ben deli.
SULTAN GÜLÜM
Gulan Kalçık
Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri Ve Edebiyatları Bölümü
Sevdalıyam Diyarbekir’e Gönlümde
alevlenir bir gül Uslanmaz kanar
yaram Her mevsim kendinden boy
verir Sevdam yediveren gül gibi
Uzanır, engel bilmez gönlüm, Asma
güllere özenir.
Diyarbekir derim, başka bilmem,
Viktorya gülü müyem bilmem,
Memleket rüzgârıdır eğer boynumu,
Güneşidir yakar bağrımı,
Varsın yanam kavrulam
İçinde olam yeter Diyar-ı Bekir’in
Sultanısın yar kalbimin
Kokunu saklarsın kendine
Delirten bir sevdadır içimdeki, Ey
kervansaray gülleri… Anlatıram
gece gündüz, Bir siz anlayın
derdimi.
Koca koca güller yetiştirirem,
Goncasını gözyaşıyla sularam
Hikâyem anlatıram, gülerem
Bilmezler ben bu gülün delisiyem.
Mor menevşe de bilirem Güneş
ilk ona açar gözüni, Muhammedi
gül ağlar bana Rüzgâr ilk ona
açar gönlüni…
Diyarbekir, Diyarbekir… İçim
yara, gönlüm şen, Güller derim
günlerdir, Bilmezler ben bu gülün
delisiyem
BU ŞEHRİ ANNELER DOĞURDU
Feyzi BARAN Dicle
Üniversitesi
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 173 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Atatürk Sağlık Yüksek Okulu Hemşirelik Bölümü
yaşamayı bilseydim
adı diyarbakır olurdu
yada ondan biraz eksik
bir güle muştu
doğunun kulağındaki sır
uçsuz bucaksız bir gök
güllerden tuvaller düşer üstüne
sur dibinde
ikindi selamında güneş
biraz kırmızı, biraz beyaz
etrafı surlarla çevrili bir yalnızlık
duadan yeni çıkmış
tanrının elleri kalbinde peygamberin
boncuk boncuk ter
gibi dua, gibi diyarbakır, gibi gül
hasret kılçıl nöbetlerle armağan
sallanıp durur esmer delikanlının
elinde kehribar bir tespih
öğlen otuz üçlük bir devinimdir
imamesini aya kaptırmış
diyarbakır güneşin önünde kavruk bir şiir
dilinde karpuz çekirdeği
tuzlu
tuz en iyi acıyı bilendir
ve tuz en iyi acıya en çok iyi gelendir
bu şehri anneler doğurdu
sevgisiz konuşmayın
4
174
güller uyanır
bir şiir, bir kentte böyle boğulur
intihar düşerler kaydına güller
bu sokakları iyi tanır
BİR ACI HİKÂYE
Rozelin Yalçınkaya Bağlar
Namık Kemal Lisesi
ÖNCE
Açtın gözlerini, filizlendin,
Tomurcuk oldun.
Peygamber duasıyla büyüyen,
Yediverenler, Muhammediler, Rum Kaleler
iken,
Gülistan oldun.
Ab-ı hayat ile beslendin,
Ölümsüz oldun.
SONRA
Denizler kabardı, fırtınalar koptu.
Son limandaki son yolcusuyken Nuh’un gemi-
sinin
Unutuldun, kayboldun hatıralarda. Bıkmadım
durmadım, yorulmadım Beklemeden suların
çekilmesini Aradım dört bir tarafında Amedin
Surların gölgesinde, Hevselde, Diclenin iki
yakasında, Seyahatnamelerde, şiirlerde,
Sevgiliye işlenen el işi, yar kokan mendillerde.
ŞİMDİ
Mükemmel bir ziyafetten arta kalan, Sonunu
kestiremediğim bir hikâyesin artık. Sarmaşık
güllerinin saramadığı çıplak bir beden,
Kalkan balığının çevirdiği bir taş yığınısın artık.
SOLMA AMEDİM
Şuheda Nur Temel
Leyla Hanım Anadolu Lisesi
Tanıdık bir rüzgârdı esen Solmayan
gülleri yüreklere serpen Anamın tandır
ekmeğinin kokusu gibi Yârim bildim bu
gülleri Memleketim bildim.
Amedim!
Türkülerimin bağrına bastığın gibi beni
Acı çığlıklarıma umutlar biriktirdiğin gibi
Açmamış bir gül bildiğim gibi kalbini
Ben seni solmaz bildim
Değişmez bildim
Şimdi kulak ver bana
Solma Amedim, sen solma!
Aldanmış yürekler gibi İnanmadılar
bağlanmışlara Oysa kardeşlikti
Amed; umuttu Gülünün dikenlerini
sağlam bildim Koparamazlar dedim
Solma Amedim sen solma!
Amedim!
Cebimdeki unutulmaz kırıntılar gibi
Senide bitmez bildim
Masum bildim kırık gülleri
Bilmedim işte bilemedim
Ama sen yine de duy beni
Solma Amedim, Bir sen solma!
BAB-I GÜLSÜN SEN
Selenay ARTEMEL
Diyarbakır İMKB Anadolu Lisesi
Kaç medeniyete körpe beşiklik etmiştin Sen
bir merkez bir eşik olmuştun Anadolu’ya Her
bir metre karen esenlikle doludur Bundandır
ki bu yere bab-ı hayat demiştik
Yürürken tarih kokan kadim sokaklarında
Hissetmemek görmemek ne mümkün hasretini
Sarıverir her yanı rengarenk bir cümbüşle
Saçılıverir etrafa taze bir gül kokusu
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 175 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Yanıyor şehri ortasında binlerce kibrit Az gelir
belki şehre sağladığı aydınlık Işığı bilmez kişi
ne anlar ki güneşi Güllerdir benzer ancak ayın
14 üne
Karşıda ufak bir kız çocuğu Kimi zaman
hırçın kimi zaman asi Kimi zaman erişilmez
yükseklerde bir nevi Can damarıdır bu haylaz
Diyarbekir’in
Gülerler haline Dicle’nin
Güller kokusunu yayıyor o an susturmak için
Astırır kalbi tüyden bir iple semaya
Fark etmeden huzur dolu verir insanın ruhuna
Çekerken o huzuru içine derin derin
Bir pervane üfenir ruhun özüne
Sağımda solumda her bir yanımda
Sevincimde hüznümde huzurumda
Ve sabah, - güllerle açan güzel bir gül olur.
Binlerce gönül ehli birbirine dolanır,
Bir kördüğüm olur geçmiş ve gelecek,
Surlar dirilir, yaşamlara adanır,
Ve hayat, güller gibi kokan güzel bir gül olur.
Yıkanır Dicle’de nice buruk sevgiler, Raks
eder hisler sabahın sonsuzluğunda, Silinir
pası su ile, eskimiş arzuların, Ve aşk, gül gibi
saran güzel bir gül olur
Bekleşir kapılarda gemlenmiş azgın atlar,
Yeleleri savrulur dalga, dalga Dicle’ye, Taşlar
ki açılır; çıkar binler sokağa, Ve şehir güllerle
yaşayan, bir gül olur.
Ah Diyarbekir ah!
Ne gülen bir şehirsin sen
Biryanın gül bahçesi bir yanın medeniyet
Yaşatmak seni güllerle ilelebet
DİCLE’ DE SABAH
Sevginur CEVİZ
Leyla Hanım Lisesi Sınıf: 9
Doğarken değişir güneşin rengi,
Tutuşur saçları Aslı gibi Dicle’nin
Alev yüklü bir gün başlar bu şehirde,
4
176
ESMER KENTİN GÜL SEVDASI
Gurbet BOZACAK
Bağlar Namık Kemal Lisesi
Çeviriyorum kadim Amida’nın gül yapraklı tarihini
Dicle nehrine kurup otağımı
Yapraklar çevrildikçe
Önce
Esmer kentin gül rengi
Doğruluyor, selam duruyor Muhammedi güle
Kutlu kokusu yarenlik peşinde
Sonra
Viktorya gülü kokuyor âşıklar tepesi
El sallıyor Fiskaya’da gönül yarası olana
Sevilene verilir gül ve gülen sevilir
İskenderpaşa’da
Sonra Cevat Paşa gülü, en mağrur duruşuyla
Asaletini toplar dikenlerinde Diyarbekir’in
Suriçi’ni sever Rumkale gülü
Hacı İbrahim gülü okşar yanaklarını
Yalınayak Alipaşalı Çocukların
Çıkıp Dağkapı’dan Arif Bey gülü
Yapraklara sarar, dağıtır heybetini cömertçe
Avlulu evler ne de sever sarmaşık gülünü
Yüzyaprak gülüne umutlanır karasevdalı Hançepekli genç
Bilir, yapraklardan biri mutlaka ikna eder fidan
boylu yârini
Ve bilir, Sultan gülü rengindedir yârinin yüreği
Gazi Köşkü’nden yükselir Mikado gülünün rayihası
Gül gül olur bulutlar, gül suyu akıtır gül şehrine
Nesrin gülü
Gül annelerin gül kokulu ellerinde gül biçimini
alır hamur
Gül dallarıyla harlanan tandıra vurulur, gül sevenlere Tandır ekmeğinin buğusuna karışır
beyaz gül
Gül desenli kitaba gömülmüş gül şehrin gül
tarihi
Şimdi olunmuş bir gül misali Diyarbakır
Beton ve metal, önce nefesini kesmiş gülün
Sonra kökünü
Sarktı vermiş onu parkların kuytularına
Saksılar bile güle hasret bestelerinde
Minyatürde mi donacaktı Matrakçı Nasuh’un
gül-i nesrin’i
Yoksa Evliya Çelebi mi tutacaktı göçen güllerin
yasını
Ey kadim yalnızlıkların diyarı Unutulanların
hükmünü vermedi mi yeniler Biz değil miydik
gül ağacından beşiklerde Gül gibi avunan Gül
yazmalı anaların salladığı
Şu sahabeler şehrini neden sis bastı ki, renksiz
Âşıklar! Muhammedi gülün aşkına kalkın
Kalkın ve Muhammed’in kavline gül taşıyın
Gül dikin elinizin değdiği yere Hatta güller
yontun bazalt taşlarına
Aşkla emzirin gülleri, kanla dolsun yapraklar
Orta refüjler, alt geçitler, üst geçitler
Seyrantepe’ye uzanır da salmaz mı kendini
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 177
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Eriyiversin gül kokularıyla
Belki
Gülümseriz bir daha bir birimize
Gül yanaklı oldur yine
Aziz Diyarbakır’ın asil çocukları
Ve ben şimdi güllerimle özlemimle,
Yedi gül elimde, Yedi Kardeşler’in gölgesinde…
YEDİKARDEŞLER GÜLÜ
Havva Nur Getiren
Vali Aydın Arslan Fen Lisesi
Kuru bir gül tutuşturmuşum elime,
Yine sana sığınıyorum Diyarbakır!
Unutmuşum efkârımı, tasamı,
Yaslamışım şefkatli kollarına başımı.
Özledim ben renkleri Diyarbakır.
Kara toprağındaki renkleri özledim.
Kırklar Dağında koşuştururken,
Anneme gül toplamayı özledim.
Ay ışığı vuruyor On Gözlü’ye, Bense
umarsızca çökmüşüm dibine. Dicle bile
yorulmuş, usul usul akıyor. Serin bir mayıs
rüzgârı kokusuyla çarpıyor.
Gül kokusu bu, uzun süredir unuttuğum;
Senelerdir kitapların arasında soldurduğum,
Zaman zaman toprağında aradığım,
Diyarbakır’ımda açan güllerin kokusu.
Yedi mayıs geçti üstünden güllerimle özlemimin. Yedi güneş eskittim Diyarbakır’ımın
üstünde.
4
178
GÜL KOKULU MÜJDELER KENTİNDE BİR
GECE
Bilal Yavuz
seher yeli
öğütünce anlam yüklü buğdayı
ah
sevgili ruhum
kanatlansak seninle bir gece
ve yaşasak bu şehrin bütün burçlarını
ısınsa kar tutmuş elleriye Güneydoğu
seher bir yeldi
esip geçti mezar taşlarının arasından
sur kapılarının kilit aralığından
derin bir uğultuyla
Dicle güllerinin sur yapılı sırlarından
ki bir gül gibi akardı Dicle
ölümün verimli sularından
vakitlerden bir Nisan seheriydi
bu şehir, damarlarına kadar kış
buz tutan sayıklamalar
bir çığlığın vebaliydi
çığlık
bir çığ gibi kopardı gül bahçelerinden
karpuz koparırdı şair
mâzinin miras deferinden
seher bir ölüm vakti
kuşlarda hafif bir titreme hâli
bir gül
son nefesini verirdi belki
köklerinin kucağında emri beklerdi
avlular
buram buram gül kokardı ter ü tâze gül suyu
yağardı gök kapaklarından bir gülün içinde
doğardı çocuklar rahimler gülle donanırdı her
kelime saklanacak bir gül arardı kazanlarda
gül eriyişleriyle büyürdü münaca-atlar
naatlar bir gülün hâsretine gebeydi müjdeler
kentinde bir gece
gül şarabıyla kendinden geçerdi seyyahlar
tencerelerde gül reçeliyle büyünürdü
bahçeler ki o gülden hâtıra
Ulu Camii’de gül merasimi
musalla taşında bir tabut gül ağacından destekli
yine bir Şeb-i Arûz gecesi
öyle evliyalar saklıdır ki
kerpiçten odalarda
hissedemez ulusal uyduların reaktörleri şiir
bir his gibi doğar kalemde kâğıda bürünür
gül renginde kelamlar dizeler dökülür gül
bulutlarından sıkılma ve ışır müjdeler kenti
bir gece gül tohumundan
ışır gecenin gülde eridiği namazlarla
Kur’an yüreklere asılır
bir Kadir gecesinde
tanıktım
peygamber kabirlerinin aydınlığına
gökte tavaf eden yıldızlara yıldızlar
ki kaybolmaz orada işlek
caddelerde kayboluşlar gibi yıldızlar
ki barışıktır kutlu toprağa
ziyaretçisidir sahabe kabirlerinin
şahadet solmayan bir gül idi
gönül bu gülden nevşünema idi
bir tohum içimize kadar serildi
ey hilâl
yoksa bu yeni bir dirilişin habercisi mi
şiir bile şimdi
gülden bir soru işareti
ey şehir sende gül
ben yine güller atacağım
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 179 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
kalbimin Güneydoğu’suna gül ağacından
oyma sapanıma gereceğim acılarımı
çarmıha gerer gibi değil
çarmıhı gererek hakikat
ışığıyla
gömeceğim toprağa fesad yangınlarını
toprak ki kibirsiz secdededir Tanrı’ya
belki bu yüzden insana toprak olmak bir
gün
bir gül eksinler toprağıma belki güller
yeşerir küllerimden bir halka olur zikir
devranına tefekkür iliklerime kadar ısıtır
ruhumu aşkın ateşten ırm/ağıyla
gül yetiştirir her mevsim Hızır bir
gül ki bütün güllere nâzır
gül yaprakları
dikeninden doğarak
bir yola dönüşür
çocuklar
kasırgalarla büyür
tarlalarda buğday gibi
doğunca sevda yine bir
seher gülü Allah’a
döğru yürür
yanyana dizilir gül kokulu
tuğlalar içteniçe gül
akıtırlar buralarda her gün
bir duvar örülür gül desenli
bin duvar yıkılır ey ruhum
gül renginde bir şiir olur
insanlığa mektubum bu
kaçıncı sunum
bilemiyorum
güller
kırmızı mavi beyaz ihtiyar genç
çocuk Diyarbekir bir müjdeye
gebe bir davaya mecnun
DİYARBAKIR GÜL ŞEHRİ OLSUN
Hatice Berşan GÜLEÇ Özel
Nil İlköğretim Okulu
Dünyaya gül medeniyeti sunardın
İnsanlara neşe saçardın Yolda
kalmış yolcuyu Allah misafiri
sayardın
4
180
Rabbimin Gülleri, Hz Elyasa, Hz Zülkif burada
Binlerce yıl ayakta duran surlarım burada
Asahabdan Halid Bin Velidin oğlu burada
Karpuzumun yanında güllerim olsun burada
Ilıman iklimin var Dicle kenarında gül için
Rabbim her şey vermiş gülü sevenler için
Gülerin Sultanı güllerini göndermiş
Ülkemizin diyarı, Diyarbakırımıza
Lalelerin yanına gülleri de ekelim
Şehrimiz de eskiden gül bahçeleri vardı
Eski insanlar gibi bizde ekelim gülü
Hatırlamış olalım Hz Peygamberi
Rüyamız gerçek olsun İnsanımız mutlu
olsun
Oluk oluk akar Dicle Nehri Leylekleri
sular Dicle Nehri Sular ekilen gülleri
Dicle Nehri Ulular diyarına kuralım gül
bahçesi Neslimiz korusun onu bir ömür
boyu
GÜL ŞEHRİ DİYARBAKIR
İrem Ece GÖREN
FİNAL OKULLARI
Yemyeşil çayırlarda açan Eşi
benzeri bulunmayan Kokusuyla
içimizi ferahlatan Rengârenk
güller vardı burada
Ay ışığında olunduğunda
Elmas gibi parlayan İçine
baktığında Gözleri kamaşan
Ama şimdi yok hiçbiri
Soldu geçti her biri
Olsa keşke yine Eski
yerlerinde
Suları boydan boya
Sorsan yine Kelebekler
her yerde Uçsa çiçekten
çiçeğe
Surlar kadar eski olun
Bu meşhur güller Niye
yine açmıyor Sormayın
sakın bize
Elimde olsa o eski güller
Rengârenk yapmaz mıyım ben Diyarbakır’ı
Ama elimde değil
Eskiyi geri getirmek
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 181
fr
DİYARBAKIRLI OSMANLI DÖNEMİ ŞAİRLERİNDE
GÜL TEMASI
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
İBRAHİM GÜLŞENİ VE ŞİİRİNDE GÜL
1422 Diyarbakır doğumludur
Bir gülistan-ı müferrihdir dil-i pür feyzi kim
Ana ruh-i Gülşenidir bağbanı manevi215
HELET-İ GÜLŞENİ VE ŞİİRİNDE GÜL
1553 tarihinde doğdu.1581'de(H.989) öldü.
Vefatı için şair Uyuni 989 tarihini düşürür
Çünki bağ-ı Gülşeninin goncesi Buldu
gülzar-i İrem'de rifati216
Halet-i Gülşeni, Ahmed hayalinin torunudur.
Asıl adı Muhammed’dir.
Gazel
Gülden ne biter gülşen-i âlemde habibüm217
DİYARBEKİRLİ ŞAİR SIRRI HANIM’IN
DİVANI VE GÜL
Müseddes
Baharın ruz-ı nevruzun duyup şad olsa hep
güller
Derip giysulerin tebrike gelse bağa sünbüller
Bu demler her tarafan nağma –saz oldukça
bülbüller
Dil-i pür derdimi guş itse bülbül ney gibi inler
Benim gönlüm kızıl gül goncesi ve dopdolu
kandır
Açılmak ihtiyar etmez eger yüz bin bahar
olsa220
ZA'Fİ-İ GÜLŞENİ
Asıl adı Muhammed’tir. İbrahim Gülşeni'nin
oğludur.1544'de vefat etti
Gazel tahmisi
Melahat gülşeninde ‘anber-i nadidedir zülfün
Serilmiş güller üzre sünbül-i julidedir zülfün
Der-ağuş eyledikçe şaneden rencidedir zülfün
Gazel
Ey gül-i hamra neden soldu gülistanun senin218
Harim-i Gülşen içre bülbül-i guya-sıfat görsen
Göz açıp Kaf-i dilde saki-i Anka-sıfat görsen
HAYAL-İ GÜLŞENİ
İbrahim gülşeninin oğludur
Gazel
Bülbüllere söyleden terane
Gülşende nevay-i Gülşenidir219
Dökülmüş gerdene ol zülf-i ‘anber-bu-ların
sünbül,
Tayansunmi bu etvare gül-endamım bu ab u
gül
Gelip dergahına leyl u Nehar efğan ider bülbül
Cihanın gülşenine gelmemiş hüsnün gibi bir
gül
215 Diyarbakır İl Yıllığı–1967. s. 263.
216 Diyarbakır İl Yıllığı–1967. s. 265.
217 Beysanoğlu, Şevket, Diyarbakırlı Fikir ve Sanat
Adamları, San Mat. Ankara.1966, c.1.
218 Beysanoğlu, age.
219 Beysanoğlu, age. c. 1.
220 Korkusuz, Şefik, Diyarbekirli Şair Sırrı Hanım’ın Divanı, Kent Yay. İst. 2005.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 183
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Dil-girife gül ruhubda hal-i anber famına
Leşker-i zülfün dağıtmış şaneler ağlar bana
Gazel
Serv-i kaddin ham kılıp gülşende güller har
olup
Gonceler yıldız gibi hak üzre baran oldu hep
Müstezad
Gülşen içine misk saçup düşdi gazale
Ey sünbül-i pür-khem
Ol nev’ile her gülsen ara dağıla lale
Ey serv bolur hem
Gülzar içinde gonca ara düştü dü jale
Ey şehd ü şeker-fem223
Harf-i Ra
Gül yüzü güzel çok beni hayran etdi amma
Bir gevher-i yekta ki güzeller güzelidir
ŞAHİ
16. yüzyıl ilk yarısında yaşamış Diyarbakırlı
saz şairdrir
Harf-i Şad
Ey bülbül-i şeyda hazer et cay-ı hatardan
Bu nağme o şahın gül-i gülzarına mahsus.221
Goncayı gül bülbülün kasdına peykan eylemiş
Gonca açılgan gülü yüzüne kalkan eylemiş
Murabba
Eğlenürken daima dil sen yüzü gülzar ile
Bülbül asa ruz ü şeb hasrette kaldım yar ile222
CEMİLİ
Ölümü 1543 yılı
Cemili
1465 yılında Diyarbakır'da doğdu
Gazel
4
184
Goncanın peykanını tiz etmek için şah-ı gül
Cismini baştan aşağı şekl-i sühan eylemiş
Gül arusun subh-dem bülbül nikah etmiş meger Kim özün yeşil duvak altında pinhan
eylemiş224
MESİHİ
Amidde doğdu.1562 ölümlüdür. Ermenidir
Bülbülün şur ü figaanın görüben eylediler
Gonçe-i taze tebessüm gül-i ahmer hande
Çemende gül yüzünğ gördü kızardı
Gül yüzünğ hecrinde gönğlüm içre her kharı
ki bar
Yine dil bülbülünün gulgülü var
Galiba taze açılgan gülü var
221 Ekmekçi, Güneş, XVI. Yüzyıl Diyarbakır Şairleri.
Diyarbakır Valiliği Hizmet Vakfı. İst. 2009.
222 Beysanoğlu, age. c. 1.
223 Beysanoğlu, age. c. 1; Ekmekçi, age.
224 Ekmekçi, age.
HALİFE
HalifeXVI.asrın şairlerindendir.Diyarbakırlıdır.
Yasdanur hub yüzlerinde taze berk-i gülleri
Ruhlarına dağıdup anber-feşan sünbülleri
Suret-i hüsnün görüp didi musavvir pirler
Dağıdup gül arızında sünbül-i dil-girler
Açup leb söylese ol gül çeminde gonca femlerle
Acemi goncanın hasretten ağzı dolsa demlerle
Gazel
Kulağuna rakibün söyledükce ol gül-i handan225
HUMARİ
1523
Diyarbakır
doğumludur1591de
Diyarbakır’da vefat etti
Gazel
Ruh-i gül-narı oldukda fürüzan ateş-i meyden
Şol kadar methi cemalin eyledüm gülşende
kim
Bülbül-i şah üzre aldı bu hayretle hab
Zannetme tutmuş elde o gül ruh mil sifit
Şah-ı letafet üzere açıldı gül-sifit226
HALİLİ
1407 yılında Diyarbakır'da doğdu.
Muhammes
225 Beysanoğlu, age. c. 1; Ekmekçi, age.
226 Beysanoğlu, age. c. 1; Ekmekçi, age.
Ey güneş tal'at kamer-behcet habibi gül'izar
Gazel
Lutf ile şol karşudan gül yüzlü yarumdur gelen
Gönlümün şehrinde şah-i şehriyarumdur gelen
AL BARDAKLI ŞEYH AHMED
1446 yılında Diyarbakırda doğdu.
Misal-i bi-ş-Şi'r
Yüzün güldür, saçun sünbül, düşün dür
Ve lakin aşık öldürmek işündür
ŞERİFİ
16.asrın ilk yarısında yaşamış Diyarbakırlı şairdir Gazel
Ta seher vaktin girersin vuslat-i gülzarına
Dide-imakhul ile sen ol gül-i ra'naya bak.
YESRİ
Diyarbakırlıdır.1659'de vefat etti.
Gazel
Yazıkdur kalmasun ol gonçe-i ziba dikenlikde
ÖMRİ
Asıl adı Ömer'dir1661'de vefat etti.
Bahariyye
Bağ-ı hüsnünde açılmış ya gül-i ziba mıdur
RESMİ
17.yüzyıl Amidli Nekşibendi şeyhidir
Gazel
Hem-zeban-i bülbül olmaz gülşen-i âlemde
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 185
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
AHMED PAŞA
XVI. yüzyıl şairlerindir. İskender Paşa'nın büyük oğludur. Şiir Dürr-i yekta-yi hilafet gonce-i
gülzarı can227
Dem-i kiştinde ateşzar eder ruy-i gülistanı
Gazel
Geldi bahar ü mevsim-i gül seyr-i cu gerek
Gülzar-ı hüsne buncileyin reng ü bu gerek
ÜMNİ
XVII.asrın son yarısında şöhret buldu.1640 Diyarbakır doğumludur Tahmis Güldü gül ey
gül-i gülzar-ı cihanın deyerek
Dil aks-i ruhun dide-i hunabda saklar Ol
taze gülü şişe-i pür abda saklar
Bu gülşen içre bir gül-i handana kani ol
ŞURİ
XVII.asırda
yetişmiş
Diyarbakırlı
şairlerdendir.1694'de vefat etti. Nesim-i
ahdan gül-berk-i hatır olup efserde Gül ağlar,
lale ağlar, bülbül ağlar, bağban ağlar
SİRUNİ
XVII yüzyıl Diyarbakırlı Ermeni şairlerdendir.
Türkçe şiir yazmıştır
Salında bağçaya girdi
Çiçekler selama durdi
Mor menevşe boynun eğdi
Gül kızardı hicabından
EMİRİ
1625 Diyarbakır doğumludur. Asıl adı Mehmeddir. Na't
227 Beysanoğlu, age. c. 1.
4
186
VALİ
1688 Diyarbakır doğumludur. Müterrep divanı
vardır
Gazel
Bir taze gül kasidesin ezber idüp gezer
Gördüm hezarı mest ü gazel-han dem-i seher
Tebaiyyet-i hezar iderek fart-ı zevk ile
Güllerde itdi çak-i giriban dem-i seher
Rübai
Kendin gibi bir şuh ki zar itdi seni
ÇAKERİ
1669 Diyarbakır doğumludur.1747'de vefat
etti
Muaşşer
Gül-i dağınla bulur gülşen-i dil zib ü feri
Tir-i müjganının ey meh dil ü candır siperi
HAMİ
1679 Diyarbakır doğumludur. Adı Ahmeddir.
Gazel
Gül hasret-i ruhsarın ile ruy-i pür ateş
Hak-i kademin şevkına ber-bal karanfil
ŞEHİD
Gazel
Şevk-i gül böylemidir sen öte dur ey andelib
KAMİ
1766'da vefat etti
Naat
Nabud buy-i gül gibi sen aşikarsın228
KAMİ
Muhammed Şaban Kami.1805’te Diyarbakır’da
doğdu.1884’te vefat etti Gazel
Sanma şebnem güller’e tab-u taravet bahseder
Besler acka gülşeni, eski, revani bülbülün
Gülistan şerhindedir hep, dasitan’ı bülbülün
Gonca ağzında dururken, çeşm-i kani bülbülün
Şule-i ahım düşünce, Kami, Şahi, güllere Serte-ser ateşle doldu, aşiyan-ı bülbülün229
LEBİB
XVIII asır Diyarbakır ilim adamı ve sanatkarıdır. Müfüdür.1768'de Urfakapıda kabristana
gömüldü. Kaside İdüp Harezmşah şakh-i gül
miadını nevruz
Oldu sahn-i gülşene piraye gül
hacegan-ı işrete sermaye gül
228 Beysanoğlu, age. c. 1.
229 Korkusuz, M.Şefik, Tezkire-i Meşayih-i Amid, Kent
Yay. İst. 2004.
Gonçelerdür bağa tıf-i nazenin
Mehd gül-bün şir şebnem daye gül
Hükm-i şah-ı aşkla me'murdur
İlticaya bülbül istiğnaya güğl Bak
meh-i gerduna ayb-i amhvine Ey
meh-i burc-i nezaket aya gül
Bulmağa reng-i ruh-i yari LEBİB
Bağdan açıldı istikraya gül230
Behiştün gülşeninde her seher kabilmidür olmak Menar-gül-bün üzre’andelibü-ş-şala-h‘anı
Dağdan gül ahdan sünbül bitirdüm tende ben
Gül-ruhlarında buy-ı gadab var nedür sebeb
Sünbül dirmese zülfüne tevbe hatasına
Gül-ab alude perçem gösterür zann itme dildaru Çıkardı- kuşe-i desterdan bir deste ter
sünbül
Varma bağa maksadun gül seyridür mir’ata
bak
Korkaram güller açıldıkça ruhun rencür olur231
VAFİ
1766'da vefat etti
GazelŞehlevendümgaalibagül-geşt-isahradangelür232
230 Beysanoğlu, age. c. 1.
231 Kadıoğlu, İdris, Diyarbakırlı Lebib, Malatya. 2005.
s. 464, 491, 508, 512, 562, 591.
232 Beysanoğlu, age. c. 1.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 187
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
FARIK
1785 vefat tarihi olan nüktedan bir Diyarbakırlı şairdir Gazel.
Ruhların güldür desem afv eyle gül ey gonçafem
Bu sözüm gark-ı gül-ab-ı infial eyler
Göreydim Yusuf-i gül-pirehen sinemde ram
olmuş
Ruh-i gül-rengi eylerken temaşa kaldı hattında
Gonçe dehanı, haddi gül ve murg-i dil hezar
ŞERMİ ÇELEBİ
XVIII asır şairidir.Hasan Efendinin oğludur
Bahariye
Gül-ivala çemende kurdu zerrin haymeler
güya
Gül-i şadaba cana bid ü ‘ar’ar sayedar oldu
Gazel
Gül-i ruhsarun üzre kakülün her tarumar oldu
CAMİ
1713’de Diyarbakır’da doğdu.Hami ve Lebib’in
öğrencisidir.
Gazel
Hiç bakmadı yüzüme o gül kılmadı ferah
O gonca fem açmadı dil kılmadı ferah
REFİ
1756’da doğdu.Şair seyid Lebib Amidinin torunudur. Dua Kasidesi
Güller gibi handan ola mihman-i Refia
Canü Canan Mukaddime Gülzar-i maarif
içre bir gül Kasideyçe
Cihan reşk aver oldu şevk ile gülzar-i Rıdvana
Hiram-i naz ile harf-atdı kaddi gül izarana
Gazel Gül yüzün tutdu anın sarkup o kara
kaşı
İBRAHİM HAFİD PAŞA
Şeyh Yusuf veli hafididir.1746’da Diyarbakır’da
doğdu
Gazel
Alınurken gül ruhundan sevdiğim buy-u edeb
Dahi renginde giymiş gölgeli şalı o gül-çehre
4
188
Ruhu gül, kakülü sünbül, kadi bir serv-i sehi.
Derdin ol gonçe hezar gülzara söyler söylese
YUSUF ZİYA
1815’de öen Diyarbakırlı bir şair Cezb eder
ruhsar-i verdin reng-i gülden rengini Arturur
dil bülbülü her dem bana ahengini
RAGIB
1824’de öldü.Müderris ve şairdir
Şitaiye
Gülşen-i marifeti basdı zimistan-ı melal
Ateşinden düşdü gül gülşende dest u palara
HALİL HAMİD
1771’de doğdu.Divan katipiydi Gazel
Hak-i nazeninden halkeylemiş Mevla seni Her
gül-i ranadan itmiş ey gül-i rana seni Dil
açılmaz yarsız bağ-ı gülistan olsa da Dilde
nakşolmuş hayalin ey gül-i rana senin
AZMİ
Asıl adı Ahmettir1831’de vefat etti.Mürettep
divanı vardır Gazel
Gülistanda nevasından bulur rağbet hezar elbet
Güle hem-ser olan bülbül gerekdir nişhar elbet
Maarif gülşeninden bir gül-i ter
Pesend eyler gören her bir hünerver
Bu gülşende gül-i taze direnler
SÜLEYMAN NAZİF
1787’de şehrimizde doğduMahkeme başkatibi
oldu
Gazel
Gülnihalin tazesin bir bağban lazım sana
Goncasın açılmağa hayli zeman lazım sana
Dün gece gülzarda guş eyledim ta subhe dek
Ariz-i alın sena eylerdi bülbül bülbüle
Hasıl oldu saha-i gülzarda bir gulgule
ŞİRİN
Diyarbakırlı Ermeni halk şairidir.1834’de öldü
Koşma
Bir oku gör ağ mı yoksa kara mı
Vusul bulup gül ellere vara mı
MUALLİM HAMDİ
1834 yılında öldü Helva sohbetlerine katılırdı
Mevsim-i sayfin egerci Gülşen ü sahrası var
MUHİB
Asıl adı Mustafadır.1812’de şehrimizde
doğdu.1842’de öldü Gazel
Bir lebi lal’ü gül-ruhsara ben kıldım heves
Bülbül-i şeyda olup gülzara ben kıldım heves
Geldi senden güllere ser tabe pa buy-i gülab
Gülruhundan galiba almış heva buy-i gülab
Gonce-i gülde henüz oldu seza buy-i gülab
SARRACZADE RASİM
1771’de doğdu.Diyarbakir eyalet meclis azasıdır Gazel Bülbül-i şuride –veş ey gonça-i
rana dihen
NAZMİ
1884’de vefat etti.Asıl adı Salihtir.
Gazel
Böyle gülzar-i letafet görmemiş çeşmi cihan
Ruhları gül, kaküli sünbül benefce destedi.
Başalınmaz ask elinden eylerem feryad dad
Gülşen-i hüsnün hezar-ı, nağmeden güller küşad Buyu gül, ruhlar kızıl, hal-i Hindu hoş
Nigar
LÜTFİ
Diyarbekir müfisi Ali efendinin oğludur1847’de
vefat etti,
Gazel
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 189
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Bülbül-i hasret-keşim bilmem gül-i amali ben
SAFVET
Asıl adı Mustafadır.1846’da vefat etti
Gazel
Melahat gülşeninde misli yok bir dane yazmışlar
FAİK
Şeyh Mustafa Safi’nin oğludur.1825’de doğdu.
Gazel
Ey gönül cam-i safadan bade-i gülgun içün
ALİ RIZA
1762 doğumludur.Şeyh Ahmed Ağanın oğludur. Gazel
Revnak-i Gülşen-i elfaz-i safadır mana
Açmağa, gonçe-i irfanı sabadır mana
RAŞİD
1785 doğumludur.Esad Muhlis paşanın
katibidir.1856’da öldü. Gazel İhtizaz ü naz ile
gülşende ettikçe hiram
OSMAN NURİ PAŞA
Mahlası Nuri’dir1803 doğumludur.1856’da
vefat etti.
Gazel
Nihal-i gonçe güle söz atar öter ötüşür
Dümu-i çeşmine bak berk-i gülde lale gibi
Bülbül-i gülzar-i harim-i edeb
Gonçe-i mestur-i hayadır gönül
Nekhet-i gülden zebana ver bu şeb bir cam su
Enkem olsam nola ol gonçe-lebin vasfında
Lal eder bülbülü gülzar-i bahar ayrılığı
Müstezad
Sahbay-i lebin seyredeli ey gül-i rana
Ey lal-i lebi mül ruhu gül serv-i dil-ara
NİGAHİ BABA
1860’da vefat etti.
Terci bend
Aşık-ı sadık menem, aşk içre men merdaneyem
Maksadım Gülşen değil bir şem içün pervaneyem
İSMAİL
Halk şairidir.
Koşma
Ak sinede sık sıyırmış kar gibi
Yapraklar içinde gonca gül gibi
MUSTAFA TALİB
1810 doğumludur.Kadı Mehmet şerif’in oğludur Kaside
Ruyün ki gül- Gülşen-i firdevse bedeldir
Manendi gül-i Gülşen-i ikbal Kamantu
Olsaydı mukarin gül-i ahlakına şebbu
Açmaz güli Hulki gibi gül, bin sene verse
Gülzare felek çeşme-i çeşminden eğer su
Gül-i bahar-ı maarif (said) efendi kim
4
190
Odur sefine-i derya-yı fenn-i şire reis
O gül guş eyleyüb zar-ı figanım bağ-ı hüsnünde
AŞIK MELUL
Asıl adı Levon’dur.Taşnak ve Hınçak komitelerini tenkid ettiği için Ermenilerce öldürüldü
Maya
Ben maişlem yanağında gülüne
Söyleşende bal dökülen diline
KUL MAHMUD
Bismil ilçesi Darlo köyünden saz şairidir.
Koşma
Benden selam olsun gül yüzlü yara
Azıcık yanıma gelsin de gitsin
MEHMET ŞABAN KAMİ
Hoca Ahmed’in oğludur.1805’de doğdu.Ulu
cami bitişiğindeki Sarı Abdurrahman paşa kütüphanesinde okudu. Gazel
Sanma şebnem güllere tab u teravet bahşeder
Gonca ağzında dururken çeşm-i kanı bülbülün
Şule-i ahım düşünce KAMİ şah-i güllere Sertes-ser ateşle doldu aşiyani bülbülün
NAİM
Baba adı Ahmeddir.1842’de doğdu
Gazel
Döndürdü gülşeni yine matemseralara
Gülbank iyesi zemzeme bünyadı andeli
Mecburdur ziyarete gülzarı her bahar
Yek nevki hare bir gül için aferin kim
Birer güldestei gülzarı me’vayi mahabbettir
RAİF
1832’de doğdu.1891’de vefat etti.
Gazel
Kimse inkar edemez bülbüle sorsan dahi der
0 gülün handesi yüz gonca-i handana değer
Tahmis
Böyledi bağ-ı Melahat gül biter şebbu gelür
Nale-i dil nağme-i bülbül gibi matbu olur
01 zaman kim Gülşen-i efkare ol gül-eu gelir
ABDİ
Son asır şairidir. Asıl adı Abdülkerimdir.rağıbiye medresesinde okudu. Gazel
Henüz bir gonce-i neşküfedir bağ-ı ümidimde
Hele seyr et açılsun o gül-i rana-yi istiğna
MAHİR
Son asır halk şairidir.1898’de vefat etti
Maya
Tadadı yok gül yüzünde halın yar
Allar giyin gel karşımda salın yar233
İZZET PAŞA
İzzet Paşa Diyarbekir valisi iken bu mesire
hakkında söylediği manzume-i Dilara aşağıya
yazılmıştır: Manzume-i Ben u Sen
233 Beysanoğlu, age. c. 1.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 191 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Bir aceb sefa Gülşen-i rana Ben u Sen Görse
ger Sa’di Gülistan’a yazardı vasfın Çün viri
revnak-ı gülgeşt-i musalla Ben u Sen
Mevki’inde varanın feyz-i meserretden eser
Gerçi bir vadi-i pür sahra ve saha Ben u Sen
Gösteririm sana sinemde olan yareleri
Olmaya kimse bu gülzarda illa ben u Sen
Gerçi ki her tarafı Amid’in ‘adn-asadır Nice
mümkün idelim vasfına aya ben u Sen234
HAYALİ
Son asır şairidir.Asıl adı Ahmeddir.Mehmet Şaban kami'nin oğludur1850'de doğdu, 1887'de
vefat etti Gazel
Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın senin
Terk-i gülşen etti hasretle hezaran reşkten
Gördüler nadide rengin hüsn ü etvarın senin
YUSUF RAİF
19.asır ikinci yarısında meşhur şairlerdendir.
İskenderpaşa torunudur. Hâkimdir. iskenderpaşa cami yanında medfundur.1888'de vefat
etti. Gazel
Cüda düştüm o dem ki nev-nihal-i gülzarımdan Cihan doldu seda-yi nale-i feryad ü
zarımdan
LÜZUMİ
Son asır şairleindendir.
234 Korkusuz, Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbekir,
Kent Yay. İst. 2003. s. 143.
4
192
Asıl adı Ahmeddir. Kafanağasızadedir.1843'de
doğdu, 1893'te vefat etti.
Gazel
Gül-çin-i kam olamadık bir cihetle ah
Ol gonçaya benzer ki ser-i hara dayanmış
MAHİR
Son asır şairlerindendir. Asıl adı Mahirdir.Şaban Kami'den ders aldı Gazel
Aceb gülden mi yoksa hardan mı dadın ey bülbül
Pesendide ederlerse dahi gül nağmeni asla
Bu gülşende açılmaz hiç dil-i naşadın ey bülbül
Tutup zağı ne gun gülzardan bahs-i kafes kaldın
FEYZİ
Asıl adı Fethullahtır.Mürettep divanı vardır
gazel
Elim yetmez güle pader-kef-i har olduğum
kaldı
Bu gülşende heman bülbül gibi zar olduğum
kaldı
VEHBİ
Asıl adı Abdülvahabdır.1870–1880 arası tapu
kitabetinde bulunmuştur
Gazel
Bir taraf gül yasemen ruy-i ziba bir taraf
Durmuş a'la bir taraf gülşende edna bir taraf
HAYRİ
Üryanizade ailesindendir.Asıl adı Mehmet
hayrullah'tır.1875'te müfettişlikten emekli
oldu
Gazel
Şemşir açamaz ağzını ol gonçe-i tengin
FAZIL
Asıl adı Muhammeddir.Müfü Abdülgani efendinin oğludur.1897'de vefat etti Gazel
Rişte-i canım sana bağlanmaz ol güldeste kim
Bülbül-i şaridenin medd-i nigahı olmasan
Gül gonce-i bağ-ı irem ruhsara-i şuh-i cihan
Gül bend-i nazik kamete şermendelik iras
eder.
REFET
1834 Lice doğumludur.1903'de vefat etti
Gazel
Bülbül-i şaride-i-veş ey gonca-i rana dehen
MEHMED TEVFİK
Kaymakam Rüstem efendinin oğludur.1865’de
doğdu. İstinaf mahkemesinde çalıştı.1905’te
vefat etti Gazerl
Bir gül getirdi sanki cinandan saba bize
Tahmis
Ol sebebden neşreder gül-buy-i cennet kametin
BAKİ
Son asır şairlerindendir. Mehmet Ali isimli bir
zatın oğludur.1866’da doğdu, 1912’de vefat
etti.
Tahmis
Güllü diba giydin amma korkarım azar eder,
Rünumadır gülde enva-i hafaya-ı sefa
Bir elinde gül, bir elde cam geldin sakiya
ALİ EMİRİ EFENDİ
1857 doğumlu çok ünlü bilim adamımızdır
Sultan Abdülhamid hanın haline tarih düşürmüştür
Bülbülün susdu bu gün zemzeme zağa düştü
Eyledi gonca-i maksudunu millet zayi Gazel
Gel gülşene azm eyleyelim ey gül-i ziba Haydi
edelim bülbül-i şeydayı temaşa Gülzara gidüb
zevk edelim gel gece gündüz Gül ü nesrin mi
olur ademe ihsan-ı kaza Gülgonca-i
maksudum handan ola mı ya Rab Tahmis
Bu gün gülzara geldi bir melek sima-yi istiğna
Elinde gül gibi bir sagarı mina-yi istiğna
MİKTAD SEZAİ
Yusuf Raif beyin torunudur1906’da doğdu,
1927’de vefat etti
Göründü
Sandım ki serapa bir gül-i al göründü
Bu sefer hoş hal ve hatır meyyal göründü
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 193
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
HACI ABDÜLHAMİD NİYAZİ ÇIKINTAŞ
Medine kadısı Mehmet Feyzi beyin
oğludur.1856’da doğdu, 1934’de vefat etti.
Beyit
Gül sad-berk-i kudret biçmek ister
ABDÜLAZİZ HALİS ÇIKINTAŞ
Niyazi Çıkıntaşın kardeşidir1867’de doğdu,
1935’de vefat etti
Gazel
Saye salmış arıza geysuy-i anber-buları
Al al açmış Gülşen-i hüsnün gül-i hod-ruları
BEKİR SITKI
Hacı Mesut beyin oğludur.1866’da doğdu,
1936’da vefat etti.Kıymetli bir hattatdır
Tahmis
Anadelib asa gül-iziba diye gam çekmeyiz Biz
ne rengin laleler, güller, çemenler görmüşüz
Reng-i gülden came buyi, yasemen pireheni
Gülşen-i hatırda asar-ı taravet kalmamış
Güllerin badı bela dökmüş letafet kalmamış
MUNİS FAİK OZANSOY
Ünlüşair ve devlet adamıdır. Faik Ali Ozansoyun oğludur Gazel
Gözün üzüm, yanağın gül, kaşın keman diyerek
Bütün bir ömrü tükettik de intizarında
OSMAN OCAK NAKİBOĞLU
1901’de doğdu, Diyarbakır milletvekilliği yaptı
Gazel
Nazar kıldıkta açmış gül gibi ruhani ezhare
KAZIM VEHBİ ORAL
1894’de doğdu, Türkçe öğretmenliği yaptı,
1985’de öldü
İkinci dünya harbine kaside Bu yıl hun-i
beşerden kıpkızıl bir nevbahar olmuş
Gülistanlar bozulmuş, aşiyanlar tar ü mar olmuş235
SÜLEYMAN SAVCI
1861’de doğdu. Silvan tarihi adlı eseri
vardır1945’de vefat etti
Gazel
Ağuşu gülün nühhet-işuh ile perişan
Vusletzede bülbül gene bir hare dolaştı
ABDÜLGANİ FAHRİ BULDUK
1864’de Çermikte doğduSavcı yardımcısı
olmuştur1951’de vefat etti
Tahmis
4
194
235 Baysanoğlu, age, c. 2.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 195
^m*
DİYARBAKIR MUSİKİ FOLKLORUNDA
GÜL VE ÇİÇEK
Arş. Yazar Vedat GÜLDOĞAN
Gülcülüğün Diyarbakır’da ne zaman başladığı
kesin olarak belli olmamakla birlikte Osmanlı
İmparatorluğu döneminde Diyarbakır önemli
bir “Gül Merkezi” konumumdaydı ve 25 gül
türü yetiştirilmekteydi. Osmanlı imparatorluğu dönemindeki belgelerden anlaşıldığına
göre Diyarbakır’da önemli gülcülük araştırmaları yapıldığı anlaşılmaktadır.
27 Haziran 1900 tarihinde Diyarbakır halkını gül bahçeleri
tesisi ve gül yağı imalatı hakkında bilgilendiren Mustafa
Efendiye ödül verilmiştir. Bas-ri
Konyar 1936 yılında yazdığı
Diyarbakır Yıllığı (cilt:3) isimli
eserinde şu bilgileri vermektedir: “Fatih Paşa Camii ve karakolunun iç duvarlarında bulunan çinilerdeki nakışlardan,
gül, karanfil, sümbül ve saire
gibi muhtelif çiçek resimlerinden bahçıvanlığın tezyinat
şubesini teşkil eden bu bedii
sanatların eskiden beri bu havalide malûm olduğu istidlâl olunmaktadır.”
1932 senesi mayıs ayının ortasına doğru
Vilâyet Halkevi’nde ilk defa olarak açılan gül
ve çiçek sergisine halkın büyük bir alaka ile
iştiraki, bediiyatta olan bu merak ve
mefuniyetin yüksek bir delilidir. Bu sergide
18 nevi gül ile birçok tenevvüleri havi 20 cins
çiçek ve 13 cins nebati tezyinîye teşhir
edilmiştir. Yakın zamanlara kadar Diyarbekir
vilâyetinde gül yağcılık dahi memnuniyeti mucip bir dereceyi bulmuşken maalesef umumi
harbin ilca at ile bu sanat yavaş, yavaş sönmeğe mahkum olmuş ve bu gün bu işle iştigal
eden kimse kalmamıştır. Takriben 37 yıl
önce Diyarbekir’in gül ve gül yağcılığa olan
istidat ve kabiliyetini nazarı itibara alan
Osmanlı hükümeti bu havalide Mustafa
Efendi adında mütehassıs bir
memur göndermiş ve bu
gayretli memurun teşvik ve
himmeti sayesinde Diyarbekir
kasabası
ile
etrafındaki
köylerde oldukça geniş ve
muntazam gülistanlar tesis
edilmişti.
Bu memurun buraya izamından evvelde Diyarbekir’de gülcülük merakı gerçi vardı ve bu
merakın yayığın bir ifadesi olmak üzere Diyarbekir’in dört
tarafında yani Mardin ve Urfa
Kapılar ile Dağ Kapı ve Yeni
Kapı semtlerinde, Esfel bahçelerinde ve
Mardin Kapı’sının haricindeki umum köşklerde
birer ve ikişer ve bazen üçer dönümlük
birçok gülistanlar vücuda getirilmişti. Ancak
memurun teşviki üzerine gülcülüğe daha
fazla ehemmiyet verildiğinden Çanakçı,
Şehkent, Şilbe, Fabrika, Çöllü, Zoğa, Zoravan,
Bacavan, Hashavar gibi birçok köylerde dahi
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 197
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
muntazam ve geniş güllükler meydana getirilmiş ve bu ara gül yağcılığına da başlanmış idi.
Vaktile köklü fidan tarzından başka gül yetiştirmek usulüne vakıf olmayan halk memurun
tarif ve tavsiyesi üzerine gül çeliklerini otuz
kırk santim derinliğinde ihzar edilen hendeklere ufki olarak yatırılmak suretile de güllükler
tesis edilmiştir. Toprak seviyesinden itibaren
15-20 santim derinliğinde
hendeklere yatırılan gül
çiçekleri üzerine 4-5 santim
toprak ve bunun üzerine o
kadar da gübre koymak usulü
teammün etmiş idi. Bununla
beraber fidanlar yükseldikçe
üzerine toprak ve gübre ilave
etmek itiyadı da mevcut idi.
Az çok fenni bir usul ile gülcülüğü muvafakiyetle tatbik
eden, maddi faidelerini gören
halk bir tarafan mevcut güllüklerin tevsi ve ıslahına, diğer
tarafan da gül yağcılığına müteallik ufak tefek alât ve edevatı sipariş etmiş
ve Diyarbekir muhitinde bu sanatın ilerlemesine sebep olmuştur.
Vaktile gül bahçelerinin inkişaf ettiği mayıs
ayında birçok kibar aileler, gülistanların latif
manzaralarını temaşa eylemek üzere şehir
4
198
etrafındaki bahçelere gidip eğlenirlerdi. Bir
tarafan gül kokulu saf ve temiz havayı süzüp
ciğerlerine çekerler, diğer tarafan da bedii
zevklerini bihakkın tatmin ederlerdi. Muntazam güllüklere malik bahçe sahiplerinin bu
kibar ailelere hediye namile takdim eyledikleri
gül buketlerine karşı mezkûr aileler tarafından bahçıvanlara bahşiş sureti ile para vermek
âdeti cari idi. Gül mevsiminde her gün
müteaddit ziyaretlerden alınan
bu
bahşişlerden
maada
attarlara peştamallar dolusu
gül mahsulü satılmakta idi.
Eskiden bu havalide elyevm
istimal edilen muhtelif kolonyalarla diğer ıtri maddeler
mebzulen mevcut ve ucuz olmadığından bütün düğünlerde,
mevlitlerde ve hatta berber
dükkânlarında gül suyu rağbetle kullanılmakta idi. Bunun
için evlerde attarlar tarafından
hususi surette kurulan imbikler
gül mevsiminin devam ettiği
müddetçe faal bulunuyordu. Bundan başka
güllerden geniş mikyasta şurup, reçel ve
gayet nefis rakı yapılmakta olduğundan halk
büyük bir ihtimam ve hevesle gül
yetiştirmekte idi. O tarihlerde Hani ve Lice
havalisinde ehemmiyetle yetiştirilen güller
ticaret maksadı ile vilayet merkezine kadar
sevk olunuyordu.
1315 tarihinden itibaren vilayette gül istihsalatı fevkalade çoğaldığından 400 dirhemden
ibaret olan beher okkası şimdiki para ile beş
kuruşa (yıl olarak 1936 yılı kastediliyor) satılmakta idi. Vaktile her evde lakaal birer kilo
gül suyu bulunduğundan ihtihsalatı fazla idi.
Gülsuyu maimukattar olmak itibarile önceleri
göz ve vücut iltihaplarına karşı deva olarak ta
kullanılırdı. Düğün ve mevlitlerde gümüşten
mamûl Gülabdanlıklarla halk üzerine gül suyu
serpmek adet idi. Gerek erkek ve gerek kadın
cemiyetlerinde senede tahminen beş altı bin
kiloluk gülsuyu sarf edilmekte olduğu rivayet
edilirdi”
Diyarbakır’da Yakın Zamana Kadar
Yetiştirilen Gül ve Çiçek Çeşitleri
Beyaz gül, Krem gül, Mikado gül, Arif Bey
gülü, Rumkale gülü, Hacı İbrahim gülü, Koyu
sarı gül, Açık sarı gül, Fes kırmızısı gül, Malaya
gülü, Üç renkli aşılı gül, Cevat Paşa gülü, Malta gülü, Dantilamur gülü, Pembe esans gülü,
Viktorya gülü, Asma gülü, Çeper gülü, Sultan
gülü, Yediveren gülü, Yüz yaprak gülü, Nesrin
gülü, Yabani beyaz gül, sarmaşık gülü.
Güllerin yanı sıra sardunya, hüsnü yusuf, karanfil, aslanağzı, hercai menekşe, ful, nişan
çiçeği, brağonya, küpe, gilye, ortanca, zambak, Telgraf, ıtır, şebboy, kamelya, fördamur,
düğme, mercan, pırpır (gündüz safa) çiçekleri.
Şehirdeki hemen, hemen bütün evlerde bu çiçeklerden bir kaçı bulunur idi.
Köşklerin bahçeleri, mesire yerleri adeta bir
gülistanı andır idi. Ayrıca her evin avlusunda
bu güllerden ve çiçeklerden bazıları yetiştirilmekte idi. Bu güllerin yapraklarından yapılan
gül şurubu, çiçek ve menekşe şurupları, çayları ve bilhassa harir (Şarab-ı Harir) adı verilen
şurubu misafirlere ikram edilen en güzel içecek idi.
Diyarbakır Salnamelerinde Gül ve
Menekşeler İle İlgili Bilgiler
“Dicle nehrinin sağa ve sola temayül ede ede
cereyan-ı tabiisinin teşkil etmekte olduğu cetveller
o manzaraya başka letafetler vermekte ve bahçelerin bazısında huda-yi nabit menekşe çiçeği, yetiştirilen gülfidanları adeda birer gülzar-ı nükhet-i
nisar-ı letafet teşkil edip bülbüllerin, tuyugun
enva-ı nağamat-ı ferah efzası da da teşnif-i sevami
eyler.Mevsim-i Rebinin bidayetinde menekşe ve
nihayetinde gülistan mesireleri olur” Diyarbakır
güllerinden çok güzel rakı, menekşelerinden
ise likör yapılırdı. Gül rakısı ile ilgili Av. İhsan
Biçici bir sohbetimizde bana şu bilgileri
aktarmıştır: “Naim Efendi çok güzel gül rakısı
ve menekşe likörü yapardı. 1953 yılında Ziya
Gökalp Lisesi talebeleri olarak hocalarımızla
beraber Kavs (Çarbağ) köşküne gittik.
Burada Gevranizadelerden Feyzi Bey, pantolonunun arka cebinden gül rakısı çıkarıp Sedat
Güney Beye, Ziya Beye ve bana ikram etti.”
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 199 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
vefat etmiştir. Gazellerinde biri şöyledir:
Hazım Özbay ile babasının üzerine yakılan
“Yanarım Ben Yanarım“ türküsünün sözlerini, müziğini ve hikâyesini derlemek, ayrıca
köşkleri hakkında bilgi almak için yaptığımız
bir sohbette gül rakısı ile ilgili de şu bilgileri
aktarmıştır. 1937 yılında Atatürk Diyarbakır’a
geldiğinde 1917 yılında ikametgâh olarak kullandığı Semanoğulları Köşkünü (Gazi Köşkü)
gezer ve biraz dinlenir. Bu köşke komşu olan
köşkün sahibi babam Hacı Mustafa’yı (Hacı
Paşa) çağırtır ve beraberce eski günleri anarlar. Atatürk Ankara’ya dönünce Hacı Mustafa
Özbay’a telgraf çekerek gül rakısı ve menekşe
likörü ister. Hacı Mustafa Özbay hemen rakıları ve likörü hazırlatır ve bunları oğlu Hazım
Özbay posta ile Atatürk’e gönderir
Diyarbakır’da yetiştirilen güllerinin Diyarbakırlı şairlerin, halk ozanlarının, güfe karların dizilerinde ayrı bir yeri olduğu gibi, Diyarbakır’ın
Şarkı ve türkülerinde, Mani, Hoyrat ve mayalarında da sıkça yer almıştır.
Osmanlı Döneminde Diyarbakırlı Şairlerin
Şiirlerinde Gül ve Çiçek
HELET-İ GÜLŞENİ
Ahmed Hayali’nin torunu, Ali Safveti’nin oğlu
olan Halet-i Gülşeni H.960 (M.1552/53)
tarihinde Diyarbakır’da doğdu. Asıl ismi
Muhammed’tir. Haleti mahlasıyla yazdığı manzumeler vardır. (Millet Kütüphanesi Manzum
Eserler, Nr.97) Genç yaşında H.989 (M.1581)
4
200
Cân vermiyecek derile cânan ele girmez
Müşkil bu durur ol ol dahi âsân ele girmez
Gülden ne biter gülşen-i âlemde habîbüm
Âşıklara hüsnün gibi seyrân ele girmez
Münkirlerin inkârına gam çekme ki zîrâ
Küfr olmayacak arada îman ele girmez
Sür devrünü ihvân-i safâyile cihânda
Kim buncılayan bir dahi devrân ele girmez
Ey HÂLETİ sür yüzünü dergâhına anın
Âlemde Hâyalî gibi sultan ele girmez
Şair Uyûnî vefatı için şu tarihi düşmüştür:
Çünki bağ-ı Gülşeni’nün goncesi
Buldu gülzâr-i İrem'de rif’ati
Rûh-i pâki Arşa pervâz eyleyüp
İdicek mülk-i bakaya rihleti
Didi târîhin Uyûnî ağlayup
İrdi bu dem Hakka Sultan Hâleti Sene: 989
MESİHİ
Diyarbakırlı Ermeni şairlerden olan Mesihi XVI.
Asırda yaşamıştır. Devrin tanınmış hattatlarından olan Mesihi bir zaman sonra Venedik’e
yerleşmiş ve 970 (M. 1562)yılında burada ölmüştür. Şiirlerinden bazıları şunlardır:
Bülbülün şûr ü figaanın görüben eylediler
Gonçe-i tâze tebessüm gül-i ahmer hande
Her kişinin ki geçer yâri ile hoş vakti
Tâli’ ü bahtı irür ol kişinin ferhunde
Eyl hoş ol vakit MESİHİ ki senin cânuna
Yavuz dîde bakup eyliye şeker hande
Yine dil bülbülünün gül gülü var
Galiba tâze açılgan gülü var
Zahide Kâ’be, manğa meyhâne
Lâcerem her kişinin bir yolu var.
ŞÖHRETİ
Asıl adı haydar olan Şöhreti xVI. Asır şairlerindendir. 1005 tarihinde vefat eden şairimizin
yazmış olduğu şiirlerinden birin beyit’i şöyledir:
Çemende ben geçerken mübtelâ ol serv-i
âzâde
Revâ mı lâle vü sümbül çıka bir yerden üfâde
ŞAİR SIRRI HANIM
Asıl adı Rahile olan Sırrı Hanım H.1230
(m.1814) tarihinde Diyarbakır’da dünyaya gelmiş, Diyarbakır hanedanından Ahmet Beyin kızıdır. Çok kültürlü olan Sırrı Hanım Arapça ve
Farsçayı iyi öğrenmiş olup Tahirağazâde Bekir
Beyle evlenmiş bu zattan Mehmet Emin ve Rıfat adlı iki erkek çocuğu ve Nihal adlı bir kız
çocuğu olmuştur.
Kadiri tarikatına mensup olan Sırrı Hanım
H.1287 (M. 1870) yılında oğlu Mehmed Emin
ile beraber Bağdat’a giderek orada bulunan
evliyaları ziyaret ettikten sonra 1873 yılında
Diyarbakır’a döner. Burada bir müddet kaldıktan sonra İstanbul’a giderek Yusuf Kamil
Paşa’nın konağına misafir olur. Bu konakta zamanın ileri gelen şairleri ile tanışır.
Çok sevdiği kızı Nihal’ın genç yaşta ölümü
kendisini büyük üzüntüye sokmuş ve aşağıdaki
mersiyesini bunun için yazmıştır. Sırrı Hanımın
yazmış olduğu bir Divanı “Millet Kütüphanesi
manzum eserler No: 202” de mevcuttur. H.
1294 (M.1877) yılında İstanbul’da vefat eden
Sırrı Hanımın mezarı Edirne Kapı dışındaki Ortakçılar semtindeki Kadiri dergâhındadır. Vefatı üzerine Şeyh Mustafa Cami adında bir zat
şunu yazmıştır:
Eyledi müddeti tarihi vücudun itmam Vah ki
şaire Sırrı Bacı sırroldu bugün Sırrı Hanımın
bazı şiirlerini Ziya Paşa, Harabat isimli
eserinde toplamıştır. Bu mersiye de buradan
alınmıştır.
Mersiye
Ferâgat gelmişem fâni cihândan hasm-i cânândır
Ne bilsün mihribânlık resmin ol kim ehl-i nâdândır
Felek dil-hâhım üze dönmedi bergeşte devrândır
Nihâl-i nâzenimden cüdâ hâlim perişândır
Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Bu bağın serv-kad bir lâle-i zârımdan ayrıldım
Dıraht-i ömrümün şirin sühanbârımdan ayrıldım
Melâmet eylemem Allah içün yârımdan ayrıldım
Hakikât râhının Mansûr’iyam dârımdan ayrıldım
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 201 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Firak-i düd-i hasrettir çıkan kandili cânımdan
Semâda kat-be-kat ebri bahar olmuş dehanımdan
Göreydi hüznümü Ya’kuub firâr eylerdi yanımdan
Dem-â-dem burümûz eyler sadâ hep üstühvânımdan
Bahârın Rûz-i Nevrûzun duyup şâd olsa hep güller
Derüp giysûların tebrîke gelse bağa sünbüller Bu
esna her tarafan nağmesaz olsa şirin diller Dil-i
pür-derdimi gûş etse bülbül ney gibi inler
Benim gönlü kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Benim gönlüm kızıl gül goncesi ve dopdolu kandır
Açılmak ihtiyar etmez eğer yüz bin bahar olsa
Nihâni şem’-i aşka yanmağa pervâneyim şimdi İçi
dildâr ile memlû dışı bigâneyim şimdi
Bırakmak âh u zârı hasrete gamhâneyim şimdi
Felek câmında sem nûş etmişem mestâneyim şimdi
Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Kazâ peykânına nâgâh ciğerpârem siper oldu
Nişane uğradı takdir-i Rabbâni yerin buldu
Açup Per murg-ı ruhu Bâğ-i Firdevs’e revân oldu
Terehhüm etmedi bu nâtüvânı yakdı yandırdı
Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Salâdır ehl-i aşka cem olup divânı görsünler
Saray-ı halvete hükmeyleyen sultanı görsünler
Melâmet hırkasında gizlenen uryânı görsünler
Hele vaktim yok imdi SIRRI-i sûzânı görsünler
Benim gönlüm kızıl gül gonçesi veş dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüz bin bahâr olsa
Ferâgat gelmişem fânî cihândan hasm-i cânândır
Ne bilsin Mihribanlık resmin ol kim ehli nâdândır
Felek dil-hânım üzre dönmedi bergeşte devrândır
Nihâl-i nazenîmimdencüdâ hâlim perîşândır
4
202
CEMİLİ
XV. asır şairlerinden olan, tahminen 1465 yı
lında Diyarbakır’da doğan Cemili’nin (Topkapı
sarayı Revan Kütüphanesi No: 755 ). 1543 yı
lında vefat eden şairinizin bir divanı vardır. Bu
divanında bulunan gazellerden birinin ilk dört
lüğü şöyledir:
Gözümge düşeli yüzünğ hayâli
Revân oldu dem-a –dem eşk-i âli
Çemende gül yüzünğ gördü kızardı
Meğer ki tapdı ey meh infi’âli
ŞAHİ
XVI. yüzyılda yaşamış Diyarbakırlı saz şairle
rindendir. Şah İsmail’e karşı büyük bir saygı
ve sevgi beslediği için Şahi mahlasını ulanan
şairimizin birçok eseri vardır. Eserlerinden bi
rinin sözleri şöyledir:
Goncayı gül bülbülün kasdına peykan eylemiş
Gonca açılgan gülü yüzüne kalkan eylemiş
Goncanın peykanını tiz etmek için şah-ı gül
Cismini baştan aşağı şekl-i sühan eylemiş
ÜMNİ
1640 yılında Diyarbakır’da doğan şairimiz
XVII. asrın son yarısında şöhret kazanmıştır.
Umni’nin şiirlerinden birinin iki satırı:
Güldü gül ey gül-i gülzar-ı cihanın deyerek
Bu gülşen içre bir gül-i handana kani ol
SİRUNİ
XVII yüzyıl Diyarbakırlı Ermeni şairlerdendir.
Türkçe şiirler yazmıştır. Bilhassa koşmalar,
gazeller destanlar ve kırk beyitlik “Fare Des
tanı” vardır. Yazdığı koşmalardan biri şöyledir:
Salındı bağçaya girdi
Çiçekler selama durdi
Mor menevşe boynun eğdi
Gül kızardı hicabından
LEBİB
XVIII asır Diyarbakır’ın ilim ve sanat adamla
rından olup, aynı zamanda şehrimizde. Müf
tülük görevinde bulunmuştur. 1768'de vefat
etmiştir. Mezarı Urfa kapı’da kabristanındır.
Dört eser bırakmıştır. Bunlardan Divanının bir
nüshası İstanbul’da Ali Emiri Kütüphanesinde
manzum eserler Nr. 381 dedir Gazellerinden
biri şöyledir.
Oldu sahn-i gülşene pîrâye gül
Hâcegân-ı işrete sermâye gül
Gonçelerdür bağa tıf-i nâzenîn
Mehd gül-bün şîr şebnem dâye gül
Hükm-i şah-ı aşkla me'murdur
İlticâya bülbül istiğnâya gül
Bak meh-i gerduna ayb-i amhvine
Ey meh-i burc-i nezâket aya gül
Bulmağa reng-i ruh-i yâri LEBİB
Bağdan açıldı istikraya gül
SÜLEYMAN NAZİF
1780 yılında Diyarbakır’da doğan Süleyman
Nazif tarihçi Said Paşa’nın oğludur. Servet-i
Fünun dönemi şairi, yazarı ve Devlet adamıdır. Arapça, Farsça, İngilizce bilen Süleyman
Nazif ikinci Meşrutiyetten sonra Basra (1909),
Kastamonu (1911), Trabzon (1911), v1913’te
Musul, 1914’de Bağdat valiliklerinde bulundu.
1915 yılında devlet memurluğundan kendi isteğiyle ayrıldı. 1918’de Cenap Şahabettin ile
birlikte Hadisat Gazetesi’ni çıkardı. 1927 yılında vefat eden bu değerli devlet adamı ve
şairimizin bir gazeli şöyledir:
Gülnihalin tazesin bir bağban lazım sana
Goncasın açılmağa hayli zeman lazım sana
Dün gece gülzarda guş eyledim ta subhe dek
Ariz-i alın sena eylerdi bülbül bülbüle
Hasıl oldu saha-i gülzarda bir gulgule
ŞİRİN
Ne zaman doğduğu bilinmeyen Diyarbakırlı
Ermeni halk şairidir.1834’de vefat eden
Şirin’in bir koşmasının iki satırı şöyledir:
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 203
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Bir oku gör, ağ mı yoksa kara mı?
Vusul bulup gül ellere vara mı?
MUHİB
Asıl adı Mustafa’dır. 1812’de Diyarbakır’da doğan Mustafa “Muhib” mahlasıyla şiirler, gazeller yazmıştır.1842’de ölen şairimizin bir gazelinin sözleri şöyledir:
Bir lebi lal’ü gül-ruhsara ben kıldım heves
Bülbül-i şeyda olup gülzara ben kıldım heves
Geldi senden güllere ser tabe pa buy-i gülab
Gül ruhundan galiba almış heva buy-i gülab
Gonce-i gülde henüz oldu seza buy-i gülab
MEHMET ŞABAN KAMİ
Hoca Ahmed Efendi’nin oğludur.1805’de doğdu. Ulu Cami bitişiğindeki Sarı Abdurrahman
paşa kütüphanesinde okudu. Ali Emiri‘nin hocalarından olan Şaban Kami şairliğinin yanında âlim ve mutasavvuf bir kişiliğe sahipti. Bir
Mevlid-i Şerif’i bulunmaktadır. 1844 yılında
vefat eden Şaban Kami’nin bir gazeli şöyledir:
Sanma şebnem güllere tab u teravet bahşeder
Gonca ağzında dururken çeşm-i kanı bülbülün
Şule-i ahım düşünce KAMİ şah-i güllere
Ser-tes-ser ateşle doldu aşiyani bülbülün
HAYALİ
Son asır şairidir. Asıl adı Ahmed olup Mehmet Şaban Kami'nin oğludur. 1850'de doğdu,
1887'de vefat eden Hayali’nin eserlerinden
4
204
bir gazeli şöyledir:
Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın senin
Terk-i gülşen etti hasretle hezaran reşkten
Gördüler nadide rengin hüsn ü etvarın senin
FEYZİ
Asıl adı Fethullah olan şairimiz “Feyzi” mahlasıyla gazeller yazmış olup Mürettep bir divanı vardır. Gazellerinden birinin ilk iki satırı
şöyledir:
Elim yetmez güle pader-kef-i har olduğum kaldı Bu
gülşende heman bülbül gibi zar olduğum kaldı
FAZIL
Diyarbakır Müfülerinden Abdülgani Efendi’nin
oğlu olup asıl adı Muhammed’dir. “Fazıl” mahlasını kullanmıştır. 1897'de vefat eden şairimizin iki gazelinin sözlerinden ikişer satırı
şöyledir:
Rişte-i canım sana bağlanmaz ol güldeste kim
Bülbül-i şaridenin medd-i nigahı olmasan
Gül gonce-i bağ-ı irem ruhsara-i şuh-i cihan
Gül bend-i nazik kamete şermendelik iras eder.
ALİ EMİRİ EFENDİ
Tezkire yazarı ve araştırmacı olan Ali Emiri
Efendi 1857 yılında Diyarbakır’da doğdu. 30
yıl devlet memurluğu yaptıktan sonra 1908 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra geri
kalan hayatını İstanbul’da gündüzleri kitapları
arasında, akşamları da Divanyolu’nda bulunan
Diyarbakır Kıraathanesinde dost ve arkadaşlarıyla sohbet ederek geçirdi. Diyarbakır’ın canlı
kütüphanesi olan Ali Emiri Efendi 23 Ocak 1924
yılında vefat etti. Kitap kurdu şairimizin bir
gazelinin sözleri şöyledir:
Gel gülşene azm eyleyelim ey gül-i ziba
Haydi, edelim bülbül-i şeydayı temaşa
Gülzara gidüb zevk edelim gel gece gündüz
Gül ü nesrin mi olur âdeme ihsan-ı kaza Gül
gonca-i maksudum handan ola mı ya Rab
Tahmis
Bu gün gülzara geldi bir melek sima-yi istiğna
Elinde gül gibi bir sagarı mina-yi istiğna
Gül sad-berk-i kudret biçmek ister
MUNİS FAİK OZANSOY
Diyarbakırlı Devlet Adamı, şair Faik Ali
Ozansoy’un oğlu olup 22 Mart 1911 tarihinde
doğmuştur. Basın Yayın Genel müdürlüğü,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlık Müsteşarlığı görevlerinde bulunan Mü-nis
Faik Ozansoy 1975 yılında vefat etmiştir. Bir
gazelinin sözlerinden iki satırı şöyledir:
Gözün üzüm, yanağın gül,
kaşın keman diyerek
Bütün bir ömrü tükettik de intizarında
CAHİT SITKI ŞİİRLERİNDE DİYARBAKIR VE
GÜL
2 Ekim 1910 tarihinde Diyarbakır’da doğan
şairimizin babası Bekir Sıtkı, annesi Arife
Hanım’dır. İsmi yaş otuz beş şiiriyle özdeşleşen
şairimiz 1953 yılında genç ağır bir hastalığa
yakalandı. 1956 yılında tedavi için Avru-pa2ya
götürüldü. Aynı yıl Viyana’da vefat eden
şairimizin şiirlerinden bazı bölümlerin sözleri
şöyledir:
Serenad Ancak sen tazelikte
gül yaraşır pencereme Uykusuz gecelerimde
kokusunu duyduğum
Hatıralar
Sanmayın güller açar
Bülbül değildir öten
Bu rüzgâr başka rüzgâr
Gençlik böyledir işte
Ah o kadrini bilmediğim günler,
Koklamadan attığım gül demeti
Suyunu sebil ettiğim o çeşme
Bu sabah hava berrak Ben gülüm,
ben karanfil, ben de yasemin diyor
Renk, renk kokularda çiçekler
Sahiplerinden memnun evlerin bahçelerinde
Bugün
Gülden laleden farksız
Faniliğinde ömrün
Herkes gibi dertli
Ümitli herkes kadar
İlk aşk Ah o yaz
gecesi, o mehtap
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 205
^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Balkonundan gül atan cömert sevgili
Aşkınla deli divane olduğumuz
Sarmaşığa tırmandığımızdan belli
Peyzaj
Karanlıkta söylediğin müddetçe
Sesinden semaya akseden bahçe
Sakin güllerini açtıkça bir bir
Bunalmış ruhların tesellisidir.
Misafir adam
Bir gül açabilir her nefesinde
İstersen tenefüs etmekle mest ol
Hele sevgi hele iyilik bahsinde
Baharda tabiat gibi cömert ol
Davet
Duymak istemez misin daha derin
Gül bahçesinde bülbül sesini
Ebedi kılmak vuslat gecesini
Saymak saçlarını tel tel o yârin
Ferman sendedir
Nedim’in gözünden ırak o dilber
O dilbersin ki hüsnüan sendedir
Rüyada görülen bahara benzer
Bülbülleri mest gülistan sendedir.
VALİ
XVIII. yüzyıl Eski Türk Edebiyatı şairlerinden olup
Vali mahlasını kullanan Divan şairimizin asıl adı
Hasan Ağa olup 1688 tarihinde Diyarbakır’da
doğmuştur. Mürettip divanı vardır. Divanının iki
nüshası Milli Kütüphanededir. 1728 yılında vefat
eden Vali’nin divanındaki
4
206
gazellerden biri şöyledir:
Bir taze gül kasidesin ezber idüp gezer
Gördüm hezarı mest ü gazel-han dem-i seher
Tebaiyyet-i hezar iderek fart-ı zevk ile
Güllerde itdi çak-i giriban dem-i seher
AHMET VERDİ ÇELEBİ
III. Sultan Ahmed (1703–1730) devrinin önemli
bestekârlarındandır. 1717 yılında vefat etmiştir.
10 tane eser bestelemiştir. Bunlardan bir tanesi
şöyledir:
Aşıran makamında:
Alıp gene eline cam-ı zernigârın gül Sefa ile
geçirir mevsim-ibehârın gül
Hezâr-ı zâr, zâr okur, puş-i gül alışmıştır
Zeman olur işitir nalesin hezârın gül
SEYİT NUH
Klasik Türk musikisinde mümtaz bir yeri olan
Seyid Nuh’un doğum tarihi bilinmemektedir ancak
1714 yılında öldüğü bilinmektedir. Şey-hul İslam
Esad Efendi Seyid Nuh’un otuz kadar kıymetli
bestesi olduğunu kaydetmektedir.
IV. Mehmet devrinde (1648–1687) şöhret yapmıştır. Enderun-ı Hümâyun’da başhanende olmuştur. Sonra kendisine Diyarbakır’da tımar
verilerek emekliye ayrılmıştır. Şeyhülislâm Es’ad
Efendi 30’dan fazla beste semâî ve şar-
kı bestelediğini yazıyorsa da, bu sayı Es’ad
Efendi’nin bizzat bildiği veya dinlediği eserlerin
sayısıdır. Eski güfe mecmualarında yüzden fazla
eserinin güfesi yazılı olup bunlardan, Millet
Kütüphanesi Ali Emiri Manzum Eserler, Nu: 732
ve ayrıca Nu: 736’da kayıtlı bulunan XVIII yüzyıla
ait Hasan Gülşenî’nin güfe mecmuasında 11
eseri mevcuttur. Seyid Nuh Efendi’nin günümüze
kadar gelen eserlerinden tespit ettiklerim
şunlardır:
1. Neva Peşrevi “Dil-güşay” (HamparsumMardoli, 224)
2. Saz semaisi (Hamp., 225)
3. Seng-Endaz Peşrevi (Hamp., 571)
4. Saz Semaâîsi (Hamp., 571)
5. Tahir Ağır Remel I. Beste (Meyl-etdi gönül bir
meh-i hurşîd-tırâze)
6. Tahir Çember II. Beste (Nesîm-î bül-heves,
gîsûy-i cânânımdan el-çeksin)
7. Tâhir Aksak Semâî (Hevây-i aşka uyup, kûy-i
yâre-dek gideriz)
8. Tâhir Yörük Semâî (Ne hevây-î bâğ-ı ruh-sar,
nê esîr-î zülf-i yârim)
9. Hümâyûn Hafîf Beste (Ol kaaşı kemânımla
hemen bâyıla kaldım)
10. Hümâyûn Nakış Sengîn Semâî (Şeb-cûnûn-‘ı
dil, dîmâğımrâ perîşan kerde)
11. Hümâyûn Nakış Yürûk Semâî (Kâmîlu’lmâ’nâ vasla nasıybî, Arapça)
12. Şehnâz Ağır Çenber Beste (Bezm-i meyde
sâkıyâ, devr-eylesîn mül, gül gibi)
13. Şehnâz Evsat Dâğî Şarkı (Nice sevmiyeyim
dostlar, bîr acâib dili var)
14. Nühüf Darb-ı Fetih Beste (Tâ kim hatın-ey
mah-cebîmin yüze çıkdı)
15. Arazbâr-Buselik Muhammes Peşrev
Seyid Nuh’un ölümüne şöyle tarih düşülmüştür;
“Bir yıl da olsa ömrü kişinin ne kârı var?
Nuh’un da bir müsâ-de-î rüzgârı var”
Notalarına ulaştığım Seyit Nuh’un eserlerinden
Şehnaz makamındaki eserinin sözleri şöyledir:
Bezm-i meyde sakıyâ devr eylesûn mül gül gibi
Bülbül etsin sad hezârân nağmesin gül gül gibi
Bertaraf kıl ruhlerinden turre-i müşkinini
Gülistanda olmaya rağbette sümbül gül gibi
Diyarbakır Şarkı ve Türkü ve Uzun
Havalarında Gül ve Çiçek
AÇILDI GÜLÜN BÜLBÜL
Açıldı gülün bülbül di gel bülbül gel bülbül
Şakısın dilin bülbül di gel bülbül gel bülbül
Gül yanına çağırsa di gel bülbül gel bülbül
Yetişmez elin bülbül di gel bülbül gel bülbül
Bülbülüm figan etme
Nolur beni terk etme
Beni sen yetim koyup
Gülistanı terk etme
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 207
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Gonca gül açtı bugün di gel bülbül gel bülbül
Kokusun saçtı buğun di gel bülbül gel bülbül
Her gün bize gelen yar di gel bülbül gel bülbül
Kapıdan kaçtı bugün di gel bülbül gel bülbül
Ne desen ben ağlarım
Gece gündüz yanarım
Kaybettim her şeyimi
İçer, içer ağlarım
Ah bu çile(4)
Çekerim(3) bile, bile
ALTIN KASTAL ŞEYHMATAR
Altın kastal şeyh matar aman yar
Gördükçe derdim artar leylim yar (2)
Kim yârimi sorarsa aman yar
Kasaplarda et satar leylim yar(2)
Leylim, leylim leylolsun aman yar
Her akşam hayır olsun canım yar
Altın kastal şeyh matar aman yar
Yârim hüllede yatar leylim yar(2)
Kim yârimi sorarsa aman yar
Bahçelerde gül toplar leylim yar(2)
Leylim leylim leylolsun aman yar
Her akşam hayır olsun canım yar
AH BU ÇİLE
Bir gün olsun gülmedim
Gül yüzünü görmedim
Bırakmaz zalim felek
Bir gün olsun güleyim
Ah bu çile(4)
Çekerim(3) bile, bile
4
208
AŞK KALBİMDE YER ALMIŞ
Aşk kalbimde yer almış
Atma bana bu taşı
Siyah zülfün tel- tel olmuş
Dökme rüzgâra karşı
Di gel ağam di gel paşam
Yeter ağlatma beni
Di gel malım di gel canım
Yeter yaktın sinemi
Bahça da güller açmış
Gidah havuz başına
İnsaf merhamet eyle
Bak gözümün yaşına
Di gel ağam di gel paşam
Yeter ağlatma beni Di
gel malım di gel canım
Yeter yaktın sinemi
AYRILDIM GÜLÜM SENDEN
Yar... Ayrıldım anam gülüm senden
Yar... Saçı sümbülüm senden
Ağamın elinden, elinden
Yârimin derdinden, derdinden nasıl edim
Yar... Araya dağlar düştü
Oğul... Kesildi yolum senden
Valla(h)... Kesildi yolum senden, zalım senden
Yar... Ben senden ayrılamam
Valla(h)... Sen nasıl geçtin benden
Ağamın elinden. elinden nasıl edim
BAHÇELERDE GÜL OLUR
Bahçelerde gül olur gel bana gel bana
Dalında bülbül olur hayranım ben sana
Bir gün yâri görmezsem gel bana gel bana
Yanar yanar kül olur hayranım ben sana
Bahçelerde laleyim gel bana gel bana
Yel vurur pervaneyim hayranım ben sana
Bir gün yâri görmezsem gel bana gel bana
Deliyim divaneyim hayranım ben sana
BAHAR GELMİŞ DAĞLARA
Bahar gelmiş dağlara
Mor sümbüllü bağlara
Gönül kavuşmak ister
Vefasız nazlı yara
Gel gülüm gel bana gel
Öldürdün beni güzel
Bahar geldi neşeli
Yârin gözü sürmeli
Yana, yana kül oldum
Yar aşkına düşeli
Gel gülüm gel bana gel
Öldürdün beni güzel
Bahçelerde gül biter
Çıkmış bülbüller öter
Gül menekşe istemem
Yârin kokusu yeter
Gel gülüm gel bana gel
Öldürdün beni güzel
BAHAR OLUR YEŞİLLENİR BU BAĞLAR
Bahar olur yeşillenir bu bağlar
Bu çemenler bu çiçekler bu dağlar
Gidin sorun dünya âlem ne ağlar
Ben ağlarım nazlı yardan ayrıldım ey...ey...
Hangi bağın bağbanısan gülüsen
Aldın aklım beni ettin deli sen
Kırk yıl kalsan yine kendi malımsan
İsterem ki bir gün evvel gelesen ey...ey...
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 209 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Bağban oldum bir gül ektim gülşene
Gün vuranda gül damlası döşene
Güzellikte üç şey vardır nişane
Biri işve, biri cilve, biri naz ey... ey...
BAHÇEDE YEŞİL HİYAR
Bahçede yeşil hıyar
Boyun boyuma uyar
Ben seni gizli sevdim
Bilmedim âlem duyar
Nanay, nanay esmer yârim nanay
Nanay, nanay top kâküllüm nanay
Bahçelerde gül bahri
Var git ellerin yâri
Sen bana yar olmazsın
Yüzüme gülme bari
Nanay, nanay esmer yârim nanay
Nanay, nanay top kâküllüm nanay
BAHAR GELDİ BAR KAPLADI DAĞLARI
Bahar geldi bar kapladı (dağları)3
Ayaz vurdu gül açılmış (bağları)3
Yar beklerim kervan geçmez yolları
Ben ağlarım yara küskün kalmışam
Bahar gitti ömrün yazı bitmekte
Son bahar da ağaç gazel dökmekte
Anladım ki yolun sonu gelmekte
Ben ağlarım yardan ayrı kalmışam
BAHÇELER BARSIZ GÜLLER
Bahçeler barsız güller
4
210
Ayvalar narsız güller
Gülümü eller almış
Arsız vefasız güller
Bahçelerde barım yok
Genç yiğidim yârim yok
Yârimi eller almış
Ben garip haberim yok
Ben gittim sen kalasın
Meylim bana salasın
Hatırından atarsan
Düz ovada kalasın
BERBER DÜKKÂNINA VARSAM
(Üç Perdelik Türkülü Operet)
Berber dükkânına varsam(2)
Ağzındaki inci gibi dişlerin olsam(2)
Kerem gibi aman Allah bir aşkla yansam(2)
Aman da berber
Yanakları terler
Misk ile amber yar, yar, yar, yar
Ben bir hal oldum
Bahçendeki güller gibi
Sarardım soldum
BERBER
(Havuz Başının Gülleri)
Berber... Havuz başının gülleri
Şak şak öter bülbülleri
O gülümün dudu dudu dilleri vay sinem of
Gül kokuyor yanakları
CİN ALİ BAHÇASINDA
Cin ali bahçasında ay le le le vay vay
Gül dolu bohçasında ay le le le vay vay
Bugün ben yâri gördüm ay le le le vay vay
Ben var kaş arasında ay le le le vay vay
yeteriz Yar yoluna nice
kanlar dökeriz dökeriz çavuş
dökeriz
Yandım çavuş yandım senin elinden elinden
çavuş elinden
Çok sallama kasaturan düşer belinden
belinden çavuş belinden
ÇAY İÇİNDE KALMIŞAM
Çay içinde kalmışam
Deste gül bağlamışam
Git yâre selam söyle
Minnetten kurtulmuşam
ÇAVUŞ TÜRKÜSÜ
Diyarbakır ile bağlar arası arası çavuş arası
Yaktı beni kaşlarının karası karası çavuş
karası
Sende kurşun bende piçah yarası yarası çavuş
yarası
Yandım çavuş yandım senin elinden elinden
çavuş elinden
Çok sallanma kasatura düşer belinden
belinden çavuş belinden<
Diyarbakır’ın dört tarafı gül nergiz gül nergiz
çavuş gül nergiz Biz üç kardaş
bir orduya yeteriz yeteriz çavuş
ÇİFTE BÜLBÜL ŞİVAN EDRE BİR GÜLE
Ayağın toprağıyam
Belinin kuşağıyam
Göksünde güller açmış
Ben onun yaprağıyam
Çife bülbül şivan eder bir güle aman, aman
Layık mıdır ben ağlayam el güle aman, aman
(2)
DAĞLARA LALE DÜŞTÜ
Dağlara lale düştü
Güle velvele düştü
Yazığım ona gelin
Yar elden ele düştü
DAMA ÇIKMA DAM TİTRER
Dama çıkma dam titrer
Koynunda memen titrer
Ele bir ah çekerem
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 211
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kendinden gelen titrer
Hop hop yârim nanay
Hoş bakışlım nanay
Sırma saçlım nanay
Nanay yarınam ben
Dama çıkmış bir güzel
Damın etrafın gezer
Elinde bir deste gül
Kendi gülünden güzel
Sevdiğim buralıdır vay gül vay gül vay güllizar
Derdim bir ken oldu set hazar
Ben bu canımdan olmuşam bezar
Yârimi eller almış oy sinem ölem
Yüreğim yaralıdır vay gül vay gül vay güllizar
Derdim bir ken oldu set hazar
Ben bu canımdan olmuşam bezar
DİKENSİZ BAĞA BAKIN
Ah. Bir dalda iki payam
Her gelen gidenden seni soram yar
Gelen giden kalmadı zalım yar
Seni kimden soram yar
Ah. Dikensiz bağa bakın
Bülbülsüz güle bakın
Yar koynunda vefa yok
Vallah yavrum pişman olana bakın
DERBEDER BİR AŞIĞIM BEN
Şeyda bülbül gülşene gel Gül
mevsimin kokusu var Böyle
dertli örtme bülbül Şu
gönlümün yarası var Şu
derdimin dermanı ol Böyle
garip ötme bülbül
DERDİM BİRKEN OLDU SETHAZAR
Yemenim turalıdır oy sinem ölem
4
212
DİYARBAKIR YOLLARINDA
Diyarbakır yollarında vay vay
Gül açar bağlarında severim seni
Ben yârimi görmüşem vay vay
Çermiğin yollarında sevmişem seni
DOST BAĞINDA NE BÜLBÜLEM NE GÜLEM
Of amman amman. dost bağında ne bülbülem ne gülem vay. ne gülem Felek koymaz
ne ağlıyam ne gülem Felek koymaz gülüm
nenni nenni nenni vay Ne ağlıyam ne
gülem
ELA GÖZLERİNİ SEVDİĞİM DİLBER
On gözlü köprüyü geçtim bu yana
O yar bana küsmüş bakmaz bu yana
Ela gözlerini sevdiğim dilber
Can gerek ki bu dertlere dayana
GARİP KALDIM BU YERLERDE
Garip kaldım bu yelerde
Gözyaşımı silenim yok
Arif dili anlayan yok
Gönül halinden bilen yok
Esfel’de içenlerin derdi çok olur
Diyarbakır kızları edalı nazlı olur
Ela gözlerini sevdiğim dilber
Güzelin koynunda sabah tez olur
Salandı girdi bahçeye
Çiçekler selama durdu
Mor menekşe boyun eğdi
Gül kızardı hicabından
Gazi köşkünde mum yanar gördüm
Elini uzattı gonca gül verdim Ela
gözlerini sevdiğim dilber
Gurbete yolladım gelme mi dedim
GAZİ KÖŞKÜNÜ AÇMIŞ GÜLLERİ
Gazi köşkünün açmış gülleri
Yar geyinmiş geziyor beyaz tülleri
Başıma açtı türlü halleri
Atma bu taşları güzel ben yaralıyam
El âlem al geyinmiş ben karalıyam
ELİNDE MAŞRABASI
(Kibarım)
Elinde maşrapası
Terlemiş kaş arası
Göz gördü gönül sevdi vay
Sızlar bağrım yarası
Gel kibarım kibarım
Saçları kehribarım
Uğruna talan olsun vay
Servetim külli varım
Bahar gelir gül işler
Elde gergef gül işler
İnsanı deli eder vay
Yar sendeki gülüşler
GÜL DİKENİ
Ah... Gül dikeni gül dikeni
Bahçede gül dikeni
Vallah. Herkes gülünü almış
Ben oldum gül dikeni
Ah.
Gülkurusu gülkurusu
Şuruptur gülkurusu
Vallah. Konma bülbül gülüme
Vaktidir gülkurusu
GÜLE NAZ
Yar of. Güle naz Bülbül
eyler ey...ey... güle naz
Di gel beşirim aman ey...
Yar...(4).. Gir dünya bahçesine
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 213
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Valla(h). Ağlayan çok gülen az
Aman, aman, aman, aman(2)
Di gel bu dertlerim aman Di
gel şekerim aman hey, hey
GÜL EKTİM EVLEK EVLEK
Oğul... Gül ektim evlek evlek
Ah oğul... Dadandı karaleylek
Yazı beraber ettik
Kışın ayıracak felek
Aman garibem, aman garibem (aman)6
Oğul... Gül ektim gül bittimi
Ah oğul... Yâre haber gitti mi?
Duydum ki yar evlenmiş
Başı göğe yetti mi?
Aman garibem aman garibem (aman)6
ÜL ÇUBUĞU
Bu dere baştanbaşa gül çubuğu
Dökülmüş yaprakları kalmış gülü
Ne yaman öğretmişler şu bülbülü
Her seher kapar kaçar gonca gülü
Daldım ben daldım ellere bak
Ellerin yâri güzel bizlere bak
GÜLÜM GİDER BOSTANA
(Bostan Türküsü)
Gülüm gider bostana
Gül doldurur fistana
Korkaram yağmur yağa
4
214
Mantin çarşaf ıslana
Aman gülüm yar gülüm
Ben sana hayran gülüm
Olayım kurban gülüm
Gülüm gider bahçaya
Gül doldurur bohçaya
Hek gülümü sorarsan
Benzer on dörtlük aya
Aman gülüm yar gülüm
Ben sana hayran gülüm
Olayım kurban gülüm
GÜLMEMENDEN
Gülmemenden
Gül kokar anam gül memenden tıfıl yârim
Billâh... Olaydım kuzi aman
Emeydim gül memenden tıfıl yârim
Gülüm yar. Tıfıl yârim esmer yârim
Az buçuk esmerim aman aman
GÜLİSTANDA GÜL TOPLUYOR GÜLEYŞAH
Gülistanda gül topluyor güley güley güleyşah
Leylak mıdır sümbül müdür zambak mıdır bilemem
Bu ne eda bu ne seda güley güley güleyşah
Melül mahsun duruşunu seyretmeden gidemem
Gören gözler selam durar atan kalp der maşallah
Güley güley güley güley güley güley güleyşah
Güzelliğen şirin sözen nazar değmez inşallah
HANGİ BAĞIN BAĞBANISAN GÜLÜSEN
Hangi bağın bağbanısan (gülüsen)2
Aldın aklım ettin beni deli sen amman
Kırk yıl kalsa yine kendi (malımsan)2
İsterim ki bir gün evvel gelesen amman
Öldüm bittim eridim kül oldum amman
O senin aşkın elinden bayıldım amman
Sesin aldım yüzünü de gördüm ayıldım amman
HAVŞA SERDİM KİLİMİ
Havşa serdim kilimi
Tez getirin gülümü
Kaynanası gelinse
Yakar düğün evin De güle
hayran gel canım Gel canım gel
mihricanım
Amman aman amman aman Ben
sana oldum hayran (kurban)
PINARIN BAŞINDA DESTİ VAR İMİŞ
Pınarın başında desti var imiş
Zalimin kızının dostu var imiş
Beni öldürmeye kastı var imiş
Gönül nasıl sevdin sen bu zalimi
Pınarın başında mumlar yanar mı?
Gül olmasa bülbül dala konar mı?
Acep o vefasız beni anar mı? Gönül
nasıl sevdin sen bu zalimi
İKİ BACI
Gül toplasın gülistancı Bak
geliyor iki bacı Biri yolcu biri
hancı Hancı derdimin ilacı
İki bacı iki bacı
Yüreğime koymuş acı
Yolcudur başımın tacı
Hancı derdimin ilacı
KIRMIZILAR GİYİNİRSİN
Kırmızılar giyinirsin Gonca
güllere benzersin Söyle
sevdiceğim söyle
Ne diye beni üzersin
MAVİ BAĞLAR BAŞINA
Mavi bağlar başına
Gül koyar o zülfüne
Seni sevdim seveli
Düştüm aşkın peşine
SARI MENDİL ELDEDİR
Sarı mendil eldedir yar yar yar aman
Gürün şalı beldedir yar aman
Gönlümüz yine birdir yar yar yar aman
Darılmamız dildedir yar aman
Güllerim bağda biter yar yar yar aman
Tütünüm dağda biter yar aman
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 215
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Beni hasretle koydun yar yar yar aman
Olasın benden beter yar aman
VARDIM YÂRİN BAHÇESİNE BİR NAR
ALDIM YEMAĞA
Vardım yârin bahçesine bir nar aldım yemağa
Meramım nar yeme- yeme değil geldim yâri görmağa
Yara bir çif sözüm vardır utanıram demağa
Dağlar daşlar dayanamaz ahu zârıma benim
Gider isen selam selam söyle nazlı yarıma benim
Vardım yârin bahçesine çevrilir şişte kebap
Dolandım yüzüne baktım sanki doğmuş mâhitap
Benden başka yar seversen seni çarpsın dört kitap
Dağlar daşlar dayanamaz ahu zârıma benim
Gider isen selam selam söyle nazlı yarıma benim
SEHER SABAHTIR GÜLÜM
Seher sabahtır gülüm
Gamzen kadehtir gülüm
Bülbüller figan eyler
Uyan sabahtır gülüm (2)
SERİN ESER
Oğul... Buğun serin eser
Valla(h)... Gül kokar hey..hey Serin eser
Anam... Valla(h) bulaydım hey hey bir sadık yar
Oğul... Vereydim serine ser havar yandım
SEVDİĞİME PİŞMAN ETTİN
(Seni Sevdim Bir Gül Gibi)
Seni sevdim bir gül gibi vay vay
Sarardı benzin kül gibi vay vay
Ortada koydun el gibi vay vay vay
Sevdiğime pişman ettin vay vay vay vay
4
216
Vardım yârin bahçesine gülleri fincan gibi
Yanağında çife ben var tanesi mercan gibi
Gel ikimiz barışalım olalım bir can gibi
Dağlar daşlar dayanamaz ahu zârıma benim
Gider isen selam selam söyle nazlı yarıma benim
YÂRİ GÖNDERDİM YOLA
Yâri gönderdim yola ( lelele lele)4 le yârim
Gözlerim dola, dola vay ah yârim vah yârim
yar yârim can yârim
Mevla’m bir bulut gönder (lelele lele)4 le
yârim
O yâre gölge ola vay ah yârim vah yârim yar
yârim can yârim
Cin ali de saz olur (lelele lele)4 le yârim
Gül açılır yaz olur vay ah yârim vah yârim yar
yârim can yârim
Sen havuşta oturma (lelele lele)4 le yârim
Eller görür söz olur vay ah yârim vah yârim
yar yârim can yârim
YENİKAPI ŞEYHMATAR
Yenikapı Şeyhmatar leylim yay
İçtikçe derdim artar leylim yar
Kim o yâri sorarsa leylim yar
Bahçalarda gül toplar leylim yar
Leylim leylim leylolsun leylim yar
Her gün akşam hayrolsun leylim yar
Diyarbakır Mani, Hoyrat Ve Mayalarında
Gül Ve Çiçek
MANİLER
Altundan oklaviyam
Ak gülüm uyan da gel
Ayağın toprağiyam
Beklerim bahçeye gel
Cennette bir gül açmış
Arkamızda düşman var
Ben onun yaprağıyam
Mevla’ya dayan da gel
Al almayı deleydim
Bahçede gülüm sensin
Beyaz gülle sileydim
Gülüm bülbülüm sensin
Yara giden dilimin
Arayı dağlar aldı
Arasına gireydim
Gene umudum sensin
Bağımız gül olaydı
Bahçeler barsız güller
Etrafı göl olaydı
Ayvalar narsız güller
Beni senden ayıran
Gülüm karalar geymiş
Gözleri kör olaydı
Yüzüm arsızdır güler
Bahçeye gel seni görüm
Büyük havuz olaydı El
uzat bir gül verim
Etrafı gül olaydı
Aramız dağlar aldı
Beni yardan edenin
Ben seni nasıl görüm
Çif gözü bir çıkaydı
Bülbülün yüzü gülmez
Bağa indim budanmış
Gülün açtığı görmez
Bülbül güle dadanmış
Gine bülbül asildir
Ben yarı benim sandım
Gülün terkini vermez
Yar ellere aldanmış
Çaya indim ağlarım
Dağlara lale düştü
Gülü deste bağlarım
Güle velvele düştü
Deseler yarin geli
Yazığım ona geli
Teneşirden kalkarım
Elden ele düştü
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 217
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Diyarbekir sarayım
Dağlarda meşelerde
Seni kimden sorayım
Gülsuyu şişelerde
Mektuban hayran oldum
Ellerin yarı geldi
Gül cemalin göreyim
Ben kaldım köşelerde
Dicle gibi akh güzel
Dicle yanında diken
Gül menekşe takh güzel
Yaktın gonca gül iken
Ben sokaktan geçerken
Tanrım sana koymıya
Pencereden bakh güzel
Üç günlük gelin iken
Ekin ektim gül bitti
Esmerler beyaz olur
Dağlarda bülbül ötti
Gül açılır yaz olur
Ötme bülbülüm ötme
Bu yarıma gül demem
O yar elimden gitti
Gülün ömrü az olur
Gül ektim gül bitti mi?
Gel benim meşhur gülüm
Yara haber gitti mi?
Daim gül taşır gülüm
Yar üstüne yar sevmiş
Dedim aşka yakın gel
4
218
Başı göğe yetti mi?
Demedim şaşır gönlüm
Gül kopardım daş ile
Güzelim uyanda gel
Gözüm doldi yaş ile
Güllere boyanda gel
Nerelere gideyim
Anan izin vermezse
Bu sevdalı baş ile
Allah’a dayan da gel
Gökte yıldız sayılmaz
Karanfil oylum oylum
Gül dikenden ayrılmaz
Güle benzettim boyun
Sevdiğinle yatarken
Yağmur yağar yer doymaz
Uykulara doyulmaz
Ben senden nasıl doyam
Karpuzun al dilimi
Karşıdan gördüm seni
Nettin benim gülümü
Gül iken sevdim seni
Gülümü koklayanlar
Öpmeğe kıyamadım
Göze alsın ölümi
Ellere verdim seni
Köşkünün ögi çayır
Karnfilem mil gibi
Gülü dikenden ayır
Yanağında gül gibi
Senin aşkan düşeli
Yanın sıra gelirim
Yaniyam cayır, cayır
Satın alma gül gibi
Pembe gülün daliyam
Altındaki hariyam
Çayır çimen üstünde
Bir ufacık ariyam
Karanfil oyum, oyum
Karanfil pembe, pembe
Güle benzettim boyun
Ne hata gördün bende
Yağmur yağar yer doymaz
Ölüp mezara girsem
Ben senden nasıl doyum
Gine gönlüm var sende
Mendili dört köşeli
Portakal dilim dilim
Etrafı gül döşeli
Gel otur benim gülüm
Bin günün bir gün olsun
Ne dedim neden küstün
Senden ayrı düşeli Lal
olsun benim dilim
Portakal leymun topla
O güller ah o güller
Gül destesi ayıkla
Bülbüller düğün eyler
Sen benim olacaksın
Aşk maşukun görse
Gece gündüz sayıkla
Düğünü o gün eyler
HOYRATLAR
Bülbül öter
Böyle bağlar
Gül açar bülbül öter
Yar başın böyle bağlar
O bir ay dili laldır
Gül açmaz bülbül ötmez
Gülende bülbül öter
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 219
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Yıkılsın böyle bağlar
Diken güle
Güldüğümü
Sarılmış diken güle
Başta yazma yemeni
Alem gözünü dikmiş
Ucunda gül düğümü
Sevdiğim diken güle
Akh felek çok gördün zaar
Bir kırtik güldügümü
Gülmenem
Gül senindir
Bülbül benem gülmenem
Bağ senin gül senindir
Gönlü şad olan gülsün
Kendin gül adın çiçek
Ben dertliyem gülmenem
Korkma gönül senindir
Gül eser
Gül yerin
Rüzgar eser gül eser
Çiçek yerin gül yerin
Bağbancı hayranınam
Yüz bin çiçek toplansa
Yâr yatağın güle ser
Gene tutmaz gül yerin
Gül almaya
Güle damlar
4
220
Sarılmış gül almaya
Gül suyu güle damlar
Rakibin haddi var mı
Kendi gül hanesi gül
Elimden gül almaya
Oturan gül adamlar
Bülbülün gözü yaşı
Her seher güle damlar
Gülerken
Gülde ben
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Gölgede sen günde ben
Niye açmış gül erken
Sen otur dal başına
Aklım başımdan gider
Ko yanayın günde ben
Gül sana
Gül çimende
Sevin sana gül sana
Açılmış gül çimende
Sevdim elimden aldın
Yara bir mendil olum
Kokladığım gül sana
Gül bahçede çimende
Gül memenden
Gül nakili
Gül kokar gül memenden
Elimde gül nakili
Can evi viran olur
Yar beni kabul etse
Kaş çatıp gül memenden
Verirem gül nakili
Gül demediGül demedi
Elinde gül demedi
Bülbül menem gül menem
Ya ben nasıl güleyim
Göynü şat olan gülsün
Yâr bana gül demedi
Ben dertliyem gülmenem
Gül ambarı
Gülfidana
Hoş kokar gül ambarı
Sarılmış gülfidana
Elde var deste, deste
Yara derin el yetmez
Bizde var gül ambarı
İş kaldı yaradana
Gül fidanı
Gül demedi
Dikmişem gül fidanı
Elinde gül demedi
Yaım bu ilden getse
Ya ben nice güleyim
Koparırım fiğanı Yar
bana gül demedi
Gül koymuş mendiline
Yar ile konuşaydık
Felek fiskesin vurmuş
Güllükte gelen ayda
Gönümün kandiline
Sarı gül
Sına beni
Kat katı gül sarı gül
Bir gül ver sına beni
Hep ellere gülersin
Eller sardı sınadı
Birde bizden sarı gül
Sende sar sına beni
Senin yeren
Sinesine
Gül serdim senin yeren
Gül takmış sinesine
Yar bilir ben seninem
Ne elim ele değdi
Ben ölem senin yeren
Ne sinem sinesine
Gelen ayda
Mendiline
Gül kokar gelen ayda
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 221
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
MAYALAR
Âşık oldum bir güle
Bülbül gibi sarardım
Di gel yanıma Halil kardeşim
Güzelin uğruna kırılsın başım
Bağban oldum bir gün bağan girmedim
El uzadup gonca gülün dermedim
Vefasız yar hiç bir sefan sürmedim
Ne bileydim böyle sonsuz olduğun
Bizden selam olsun gül yüzlü yâra
Felek bizi salmış bu rüzgara Hiç
name göndermez bizim diyara
Gözüm dost yolunda kalacak oldu
Dost bağında ne bülbülem ne gülem
Felek koymaz ne şad olam ne gülem
Alem bilir öz halimde değilem
Vurulmuşam bir esmere ağlaram
Diyarbekir diyarımdır ilimdir
Böyle yapan beni benim dilimdir
Âlem bilir o yâr benim gülümdür
Ölsem bile vaz geçemem senden yâr
Göç, göç oldu ben ayrıldım gülümden
Biraz yamanların gönlü hoş olsun
Bu ayrılık bana yektir ölümden
Ağlayayım bu gözlerim kan dolsun
Hangi bağın bağbanısan gülüsen
Aklım aldın deli ettin beni sen
4
222
Bin yıl geçse yine kendi malımsan
Umaram ki bir gün evvel gelesen
İki bülbül havaidir havai
İner gül dalına yapar yuvayi
Benim sahan eylediğim duayi
Yerde kitap gökte melek yazamaz
Kırmızı gül goncasına benzersin
Göz ucuyla hunu bağrım ezersin
Beni koyup kimler ile gezersin
Değil kuldan Allah’ından bulasın
Kapayın camları esmesin yeller
Gidiyor nazlı yâr duymasın elle
Açsın bahçedeki kırmızı güller
Gülünü ben derem dikenin eller
Kırmızı gül goncasına benzersin
Yeni ayın incesine benzersin
Beni koyup el yar ile gezersin
Ben başımı hangi taşa çalayım
Rihan ekmiş gül ekmemişem
Unutmuş dibine su serpmemişim
Elâ gözlerine kurban olduğum
Bunca hasretini hiç çekmemişim
Sende lale sende sünbül sende gül
Ben ağlaram hatırım için sende gül
Ben bu bağın bağbaniyam sende bil
Senin için gül dermeğe gelmişem
Şeker olum şerbetine katılam
Çif gül olum kâkülüne çatılan
Kul olayım sipahide satılan
Sen beğim ol gel pazarda al beni
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 223
fr
Bölüm 4
KÜLTÜRLERDE VE DİNDE GÜL
FARKLI KÜLTÜRLERDE GÜL SEMBOLÜ
Yrd. Doç. Dr. Muharrem YILDIZ
Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi FDB. Dinler Tarihi A.B.D.
GİRİŞ
Kendisine yüklenen anlamlar yönüyle gül,
milli kültürde ve evrensel kültürde önemli bir
semboldür. “Gül” kelimesinin Türkçe’ye, telaffuzundaki yakınlığı itibariyle Farsçadaki “Gûl”
kelimesinden geçtiğini söylemek mümkündür.
Urducada ki “Gulâb” ve Hintçedeki “Gulaba”
kelimeleri de, gül manasına gelen ve dilimizdeki gül kelimesine en yakın lafızlara sahip
sözcüklerdir.
sanın içini serinleten kokusu, rengi ve güzelliği
ile bütün kültürlerde dikkatleri hep kendi üzerine çekmiştir. O, bazen daha gözünü dünyaya
yeni açmış minicik bir kız bebeğin adına sıfat
olmuş, sevginin ve şefkatin dili olarak tomurcuklanmış ve taçlanmıştır.
Gül kelimesi Latince’de kırmızı anlamına gelen
“rosa” (Rosa damascena Miller) kelimesiyle ifade edilir. Anlamı "kırmızı" olan latince rosa kelimesinden gelmektedir. Fakat güller çok farklı
renklerde bulunur ve latince olarak "roses"
olarak adlandırılır.236Özellikle Alman ve İngiliz
gibi batı toplumlarının dillerinde “Rose” ile
karşılanan gül kelimesi, Macarca’ da “rózsa”,
Hırvatça da “ruža”, Fince de “ruusu”, Rusça’da
“Rouz”, Arapçada “werdeh” Ermenice de
“vard” gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Beyaz,
sarı, kırmızı, pembe, turuncu, mor, vb. renkleriyle, kat kat yaprakları, tomurcuk, gonca ve
katmanlarıyla, salkım saçaklarıyla, dikenlerin
arasında korumaya alınmış bir sanat harikası
olması yönüyle, milletlerin dillerinde farklı
farklı kelimelerle ifade edilse de aslında onun
dili evrenseldir. Gül, sadece bir çiçeğe isim değildir. O aynı zamanda fizikî özellikleriyle insanın gönlünü ferahlatan bir semboldür. Gül; in-
Geçmişten Günümüze Kadim Kültürlerde Gül
Gül genel olarak, kültürlerde sevgi ve neşe çiçeği olarak bilinir. Kutsal bir özelliği olduğuna
inanılan gül, çok eski tarihlerden beri bilinmektedir.
236
http://www.cicekansiklopedisi.com/cicek/140GuL.html 20.06.2011.
237
http://www.cicekansiklopedisi.com/cicek/140GuL.html (Erişim Tarihi:20.06.2011)
İşte biz bu çalışmamızda farklı kültürlerde kendisine pek çok anlamlar yüklenen “Gül”algısı
ve sembolü üzerinde duracağız.
Gülün tarihine bakılınca milyonlarca yılı incelemek gerekir. Gülün insanlar için ne kadar
önemli olduğunu geçen milyonlarca yıllardan
anlamaktayız. İnsanlık tarihi için binlerce yılı
zikrederken, gülün tarihine inmek için daha
gerilere gitmek gerekir. İlk Gül fosili 3,5 milyon yıl öncesine aittir ve Irak’da Sümer kitabelerinde kayıtlara geçmiştir. Bilinen bu ilk
güllere “Damask“ gülleri denir ve eski Mısır
mezarlarında bulunmuştur.237 Belgelere göre,
yaban gülü (Rosa Canina) çok eski zamanlarda Orta Asya’da tanınmakta ve bilinmektedir.
Mitolojide eski Yunanlıların güzellik Tanrıçası
Aphrodite’in doğuşu sırasında vücudundan
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 227
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
akan köpüklerden oluştuğuna inanılan gülün,
Hint efsanelerinde de dinî ve kozmogonik238
bir mânâsı vardır. Hindistan’da, Eski Suriye ve
Mısır’da ona tapıldığına dair bazı işaretlerden
de söz edilmektedir.
Ünlü Çinli bilge Konfüçyüs de, yaşadığı devirde; yani İ. Ö. 551–479 yıllarında, Çin imparatorunun kütüphanesinde “gül yetiştiriciliği ve
kültürü” hakkında altı yüz
kitabın
bulunduğunu
yazmaktadır. İ.Ö. 5. yy. da
Çinliler, imparatorluk bahçesinde yetiştirdikleri güllerden
gül suyu çıkarmaktaydılar. Ancak bu yağdan faydalanma ve
kullanma hakkı sadece elit kast
sınıfına aitti. Halktan birinin gül
suyuna sahip olduğu duyulduğunda da, o kişi veya kişiler
ölümle cezalandırılıyorlardı.
Bir başka inanışa göre ise gül,
Dionysos’un kutsal çiçeğidir; bu
sebeple sofraların başköşelerinden hiç eksik edilmemiş, bazen de
yaprakları mezarlara serpilmiştir. Mısır duvar
resimlerinde ve çeşitli kral mezarlarından
çıkarılan ‘gül desenli’ arkeolojik bul-238
Kozmogoni(k): (Fr. Cosmogonie) Kâinatın meydana
geliş sistemi;(k) Kosmogoni ile ilgili bkz. Özön, Mustafa
Nihat, Türkçe-Yabancı Kelimeler Sözlüğü, İnkılap
Kitabevi, İstanbul 1962, s. 123.
4
228
gular, İ.Ö. 5. yy.’dan Kleopatra zamanına kadar
gitmektedir. Kleopatra’nın “Romalı” olan her
şeye karşı büyük bir ihtiras duyduğu, gülü de
‘çılgınlık derecesinde’ sevdiği bilinen bir gerçektir.239
Eski Suriye ve Mısır’da gül üzerine efsaneler
bulunmaktadır. Roma döneminde aşk ve neşe
çiçeği sayılan gül, geniş çaplı ziyafetlerde vazgeçilmez bir çiçek olarak dikkat
çekmektedir.240 Zira gül taşlara
30–40 milyon yıllarla ifade edilen imzalar bırakmıştır. Moleküler biyologlara göre gülün yaşı
200 milyon yılı buluyor. Bundan
dolayı olsa gerek gülün eski
medeniyetlerin mitolojilerinde
yer ettiğini görmekteyiz.241
Bazılarına göre gülün tarihi,
Mezopotamya’ya, Babilliler zamanına kadar iner.242 Bu bilgilerden, gülün Doğu’dan, Orta
Doğu, Anadolu ve Yunan Adaları
yolu ile Batıya geçmiş bir çiçek
olduğu anlaşılmaktadır. Hatta
239
http://www.ekoses.com/ekolojikyasamportali/bpg/publication_view.asp?iabspos=1&vjob=vdoc
id,148055
240 Yılmaz, Kâşif, “Gül”, TAED, C. 3, Dergâh Yay. İstanbul 1973, s. 382–383; Tanç, Nilüfer, “Rifâî’den Oscar
Wilde’a Gül ve Bülbül”, TAED sayı: 39, İstanbul 2009,
s. 967–987.
241 Altıntaş, Ayten; Gül Gül Suyu & Tarihte Tedavide ve
Gelenekteki Yeri, İstanbul 2009, s. 13.
242 Tanç, Nilüfer; Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967–987.
denilebilir ki, gül türlerinin çoğunun anavatanı
Asya’dır. Güzel kokusu ve gösterişli çiçekleriyle
hemen hemen bütün dünyada yaygın olarak yetiştirilir. Sadece Anadolu’da tabii olarak 25 kadar gül türüne rastlanır.243 Mezopotamya’ya ait
bir kil tablette gül ile ilgili önemli bilgilere ulaşılmıştır. Akad kralı I. Sargon (2684–2630 İ.Ö), 5
bin yıl önce Dicle kıyılarına yaptığı bir seferden
dönüşünde Ur şehrine asma, incir ve gülfidanları getirmiştir.244
Halikarnassos doğumlu, tarihin ve “tarih yazıcılığının babası” Heredot’un verdiği bilgilere göre, Babil Kralı ve aynı zamanda, bugün
Dünya’nın yedi harikasından biri olarak saydığımız, ünlü Asma Bahçeleri’ni yaptıran Nabukadnezar, kendi sarayının etrafını süslemek
için güller yetiştirmiş, sarayında dekor olarak
gülleri kullanmıştır. “Babil’in asma bahçeleri”
ismini belki de bu güllerden almıştır.
“Persia” adını verdiği parfüm yağını geliştirmiştir. Homeros’un İlyada’sında Achylles’in
kalkanının güllerle bezeli olduğu anlatılır. Buradan da hareketle Antik Yunan medeniyetinde de yaban gülünün bilindiği ortaya çıkmaktadır.245
Midas’ın, üç yapraklı güllerin yetiştirildiği, mis
kokulu saray bahçelerinden ve Yunanistan’a
güllerin buralardan geçmiş olduğundan bahsetmektedir.246
Antik çağda, gülün ortaya çıkışı ile ilgili olarak
birçok efsane üretilmiştir: Bir örnek vermek
gerekirse, Güzellik Tanrıçası Afrodit’in doğuşu
sırasında vücudundan akan beyaz köpüklerden
bir gül ağacı bitmiş, sonra, Afrodit onu Tanrıların içeceği nektar ile sulayınca da bu ağaç,
beyaz bir gül vermiş. Yıllar geçmiş ve AfroditAdonis aşkı doğmuş. Adonis ve sevgilisi Afrodit
kırlarda, bahçelerde beraberce eğlenirken, bu
durumdan hoşlanmayan ve böyle bir aşkı kıskanan bazı tanrılar, yaban domuzunu onların
üstüne salmışlar; Adonis kasığından yaralanmış. Afrodit sevgilisine yardım için koşarken
ayağına diken batmış. Her nasıl olmuşsa olmuş, bir damla kan Afrodit’in sembolü ve çiçeği kabul edilen beyaz gülü kırmızıya boyamış,
Adonis de sevgilisinin bakışları arasında can
vermiş. Kanının toprağa karıştığı yerlerde ise
Manisa Lalesi (Lale-i Numan) denilen çiçekler
çıkmış.247
Yine tarihçi Heredot, Frigler’in İ.Ö. 300’lü yıllarda yaşadığı tahmin edilen ünlü kralları
Romalılar ziyafetlerde o kadar çok gül kullanırdı ki,
en azından bir misafirin tavandan dökülen gül yaprakları altında boğularak öldüğü bilinmektedir.248
243 Ana Britannica, ISBN,975–7760–01–3, İstanbul
1994, c. 14, s. 178.
244 Altıntaş, Ayten; age. 2009, s. 14–15.
245
http://www.2de1.com/bilelim.
ogrenelim/114406-gullerin.tarihi.html
246 a.y.
247
http://www.2de1.com/bilelim.
ogrenelim/114406-gullerin.tarihi.html
248
http://www.cicekansiklopedisi.com/cicek/140GuL.html 20.06.2011.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 229
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Romalılarda gül sevgisi devam etmiş ve o,
aşk ve neşe çiçeği sayılmıştır. Düzenlenen
“Oyunlar”da Roma’nın bütün caddeleri güllerle süslenir, yapılan eğlencelerde sofralar güllerle donatılır, cariyeler ve rakkaseler de gül
çelengi takarlarmış. Hatta Neron’un, verdiği
bir davette gelenleri gül yapraklarıyla karşıladığı ve misafirlerinin altına gülden yataklar
serdiği de anlatılmaktadır. Roma’da gül, tıpta
ve yemek yapımında kullanıldığından, geniş
gülistanlar ve gül bahçeleri bulunmaktaydı.249
Zend Avesta’da250 ise gül, daha çok dinî ve kozmogonik anlamları ve çağrışımlarıyla ön plandadır.
de vitrayli gül pencere bütün gotik katedrallerde de kullanılmıştır252 ve bugün “gül pencere” dediğimiz bu pencere türünün örneklerini ünlü Chatres Katedrali, Antakya’daki St.
Pierre Kilisesi, Almanya’daki Reims Katedrali
vs. yerlerde görebilmekteyiz. Aşağıdaki resimlerde bu örnekleri somutlaştırmaya çalıştık.
Germenler, kutsal mabetlerin etrafını yabani
güllerle çevirir; gülü Romalılardaki gibi bir
aşk sembolü sayar ve genç yaşta ölen sevgililerin mezarlarının başına -bu anlayışa dayalı
olarak – gül ağaçları dikerlerdi. 253
Kilise ve Şapel Mimarisinde Kullanılan Gül
Motiferi
Bir aşk işareti olarak gökten indirildiğine inanılan gül, kilise, şapel251* mimarisinde özellikle
249 a.y.
250 Zend Avesta: Eski İran dinlerinden Zerdüştlüğün
kutsal kitabıdır. Bu dinin kurucusu Zerdüşt, Gatalar
denen dörtlükler yazmıştı. Bu dörtlükler Avesta´da
toplanmıştı. Bu yazılar, Zerdüşt´ün neye inandığını ve
Zerdüştçülüğün temellerini anlatan tek belgedir. Avesta dilinin "zaray"-sarı manasında Eski Türkçe ile ortak
kelimeler mevcuttur. Hâlâ da Zerdüştlüğü benimseyen
az sayıda Kırmanç bulunmaktadır. Avesta 21 kitaptan
oluşmakta iken, İskender'in işgali sırasında yok olan
kitaplardan sadece Yasna, Visparad ve Vendidad (veya
Videvdat) kalmıştır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Aves-ta)
*
251 Şapel: Bir kilise veya ibadet yeridir. Genelde ufak
olur ve başka bir mimari yapıya bağlıdır; örneğin bü
yük bir kiliseye, bir hastaneye, bir eğitim kurumuna, bir
4
230
Reims Katedrali- İç ve Dıştan Almanya; Avrupa’nın
çeşitli katedrallerden örnek gül motiferi
Bu dönem Almanya’sında bahçe gülü, yani ehlî
gül, daha çok halka kapalı manastırlarda keşişler tarafından yetiştirilmekteydi; ve geniş
hapishaneye veya bir cenaze evine bağlı küçük bir mabet. Belirli mezheplerin belirli şapel gelenekleri vardır,
bazıları her kilisenin arkasına bir de Meryem Ana şapeliyaparlar. (http://www.turkcebilgi.com/%C5%9Fapel/
nedir)
252 Esiz, Bora, “Gotik Sanat”, Kıbrısca, http://www.
kibrisca.com/page.asp?PID=48&ResetModules=True
253 Esiz, Bora, a.y.
kitlelere tanıtılması Haçlı seferlerinden dönen
askerlerin, Orta Doğu, İran ve Anadolu’dan
yeni gül çeşitlerini Avrupa’ya taşımaları
sonucunda olmuştur. Ayrıca, o dönemde
Yahudiler’in “Gül Bayramı’na Germenlerde de
rastlanmaktaydı.254
ruplara yerleştirmişlerdir. Dolayısıyla tanıdığımız bütün güller bu soyların çeşitli fertleridir.
Ülkemizde de bu şekilde kendine has 25 tür
tespit edilmiştir. Türkiye forasında yetişen 25
çeşit gül kendine özgü bir biçimde ve yabani
olarak bulunmaktadırlar.256
Anlatılan başka bir efsanede ise Afrodit, oğlu
Eros’a gülü hediye eder. Ve böylece de gül belki de ilk defa- bir aşk
sembolü olur. Eros da aynı
gülü,
Sessizlik
tanrısı
Harpocrates’e, annesi hakkında çıkabilecek dedikoduları
önlemek için, verir. Böylece de
gül ‘sessizlik ve gizlilik’ sembolü olma özelliği kazanır.255
Fransa’nın Verdun kasabası Belediye
Başkanı’nın genç yaşta ölen Rose (gül) isimli
kızı için ünlü Fransız şairi
Malherbe bir mersiye yazar.
Yazma işi çok uzun sürer.
Başkan
kızının
mâtemini
unutur. Hatta zaman geçer ve
başkan da ölür. Şiirin yazılışı
uzun bir süre sonra biter. Şaire
çevresinden; “Sen bu şiiri belediye başkanını teselli etmek
için yazmıştın. Hâlbuki teselli
edecek kimse kalmadı” derler.
Ünlü şair buna şu tarihi cevabı
verir: “Kabahat bir şiirin yazılacağı zaman kadar yaşamayan belediye reisindedir.” Yazılan şiir: “Gül, bir gül’dü ve güller
kadar kısa yaşadı” manasına geliyordu. Yani
gülün ömrü azdır. İşin özü, bir güle benzettiği
kızın çok genç yaşta ölümü, ömrünün gülün
ömrü kadar kısa olmasına benzetilmesidir.
Bugün kimin söylediğini dahi bilemediğimiz
anonim bir Türk mânisinde aynı
Gül geçmişten günümüze hemen her asırda, kokusuyla
rengiyle çeşitli türleriyle ilgi
görmüş sarayların çevresini,
bahçeleri süslemiştir. Uzun bir
zaman dilimi içinde birçok
coğrafyada yapılan çoğaltma
ve melezleştirme çalışmaları sonucunda
günümüzde dünyamızda gül çeşidi sayısı 18
bine ulaşmıştır. Bu kadar çeşit gül, aslında
150 çeşit “rosa” türünden doğmuştur. Botanik
bilimciler 150 çeşit rosa türünü tanımlamışlar
ve bütün gülleri belirledikleri gu-254 Esiz, Bora,
a.y. 255 Esiz, Bora, a.y.
256 Altıntaş, Ayten, Gül, Gül Suyu ve Tarihte Tedavide
ve Gelenekteki Yeri, İstanbul 2009, s. 11.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 231
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
konunun dört satırlık bir kıtada özetlenmesi
ise çok manidardır:
Dere boyu saz olur,
Gül açılır yaz olur,
Ben yârime Gül demem,
Gül’ün ömrü az olur.
Güller sadece şairlerin değil,
bitki bilimcilerin, kimyacıların,
bitkiyle tedavi uzmanlarının ve
onun şaşırtıcı gücünden yararlanmak isteyenlerin de dünyasıdır.
Yaban gülü cins ve türleri oldukça fazladır ve bunların 40
kadarı Avrupalıdır. Yetiştirilen
gül çeşitlerinin sayısıysa binleri
aşar. Bugün botanikçilerin ve
bitki yetiştiricilerinin her gün bir
yeni cins elde ettikleri söylenebilir. Ve bu sihirbaz çiçek,
bahçelerde erguvandan, ametisten daha parıltılı bir mora,
kırmızıdan pembeye, sarıdan portakal
rengine,
hiçbir
imparatorun
tacında
görülmemiş rubi’den (kırmızı yakut) safire
(gök yakut) olağanüstü bir tablonun ortaya
çıkmasını sağlar.257
257
http://www.dogadansifaya.com/gul-ve-gulunfaydalari.html
4
232
Kültür Tarihimizde Gül Etrafında
Şekillenen Terminoloji
Tarihimiz boyunca gülün konu olduğu birçok
terim ve kavram gelişmiştir. Güle yüklenen
anlamlar dini içeriğe sahip olduğu gibi mecaz
anlamlarda ifade etmektedir. Gül ile başlayan
çeşitli siyasî, edebî, mûsiki, mimarî ve tasavvufî
muhtevaya sahip kavramlara ve eserlere de
rastlanmaktadır. Gülşen Âbad, Gülbaba,
Gülbaba Tekkesi ve Türbesi,
Gülbün-i Hânân, Gül ü Nevruz,
Gül–i Sâd Berk, Gülistan,
Güldeste-i Riyâz-ı İrfan, Gülşeni Envâk, Gülşen-i Hule-fa,
Gülzâr-ı İrfan, Gülşen-i Râz
Gülzâr-ı Savâb, Gülşenname,
Gülşeniyye, Gülşen-i Saruhânî,
Gülşen-i Şuarâ, Gülzâr-ı Sulehâ,
Gülbahar Hatun, Gülbahar Hatun Camii ve Türbesi, Gülhane
Hatt-ı Hümayunu, Gülhane Kasrı, Gülbank, Gülizar gibi.
“Gül bir “saray istiâresi”dir. O,
bütün bir ihtişamı, gösterişi ve
görkemi
ile
merkezde
bulunan
ve
çevresindeki diğer değerlerin de bu nisbette
önemli ve değerli olduğu bir varlıktır. Onu bu
denli önemli ve değerli kılan ise gücünün
kaynağının semavî oluşudur. Zira yeryüzü
bahçesi, gökyüzünün bir yansıması ve suretidir. Nasıl ki yeryüzü bahçesinin en kıymetli çiçeği, çiçeklerin sultanı olan gül ise; gökyüzün-
deki yıldız ve gezegenlerin sultanı da güneştir.
Ve bunların her ikisi de (gül ve güneş) gücünü
Mutlak Varlık’tan alır. Allah’ın Cemal ve Celâl
sıfatları sevgilide tecelli etmiştir. Sevgili, hükümdara benzer; çünkü o, kalp âleminin sultanıdır. Kâinat esasen bütünüyle hiyerarşik bir
düzen şeklinde tanzim edilmiştir. Bu hiyerarşik
düzenin en üst katmanında veya kademesinde
diğer bütün varlıkların gücünü kendisinden
aldığı, merkez konumda bir merci vardır ki o
da arzî ve semavî bütün güçleri elinde bulunduran Yüce Allah’tır. O’nun yaratmış olduğu
ve kurduğu bu düzenin her bir basamağında
bu hiyerarşik yapılanmayı ve bütünlüğü görmek mümkündür.258 Ve sembolik olarak ilahî
nizama uygun bir surette bir de onun yansıması söz konusudur. İlahî ve beşerî bu nizamın
kaynağı yukarıda da zikredildiği üzere Mutlak
Varlık olan Allah’tır. Çünkü her şey O’nun iradesine bağlıdır ve her şey onun etrafında döner. Bu düzende, semavî yapıdan arzî yapıya
yönelindiğinde iç içe geçmiş katmanların her
birinde yer alan bir âlem ve onun bir de merkezi vardır.”
Gül, çiçeklerin en güzeli, prensesi, şahı, padişahı... Gül, Doğu’da yetişmiş, Batı’ya,
Mezopotamya’ya Anadolu yoluyla seyahat etmiştir. Bu nazlı çiçek hakkında yukarda da temas ettiğimiz gibi birçok hikâye ve efsane an258 İpek, Abdulmuttalip, Klasik Türk şiirinde Gül Redifi
Kasideler, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2008, s.10.
latılır. Süslemelerin başköşelerini kapan gül,
kokusu, rengi ve şekliyle şairlerin ilham kaynağıdır. Dinî kitapların kapaklarında, mabetlerde, kılıçların kabzalarında, oyalarda, yazmalarda hep gül motifi bize tebessüm eder.
Gül motifini Kur’an-ı Kerim sayfalarının kenarlarında da görürüz. Hizip, cüz bölümlerini gösteren süsler ve tezhiplerde yine yazma kitapların sayfa kenarlarında, çevresi tezhiplenmiş,
ortası boş, yuvarlak motifer genellikle hep gül
motiferi olmuştur.
Gül bülbülün üzerine konduğu dikenli bir gül
dalı olduğu kadar başka konularla da ilintilendirilmiştir. Mesela yukarıda da geçtiği üzere,
Hint kültüründe gül ile çam arasında da ilgi
kurulmuştur. Farsça “Gul u Şanavbar” ifadesiyle Hint kaynaklarında geçmektedir.259
Bir fikir vermesi bakımından bazılarından söz
etmeden geçemeyeceğiz. Ayrıntı ve kaynakçalarıyla birlikte, Türkiye Diyanet Vakfı’nın hazırladığı (DİA) İslam Ansiklopedisi’nin 14. cildinde yer alan bilgilerden bazılarını burada özet
hâliyle sunmaya çalışacağız:
Gülşen Âbad: Şemseddin Sivâsî’nin (ö.
1006/1597) tasavvuf mesnevisi. Halvetiyye
tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu Şemseddin Sivâsî’nin aru zun “mefâilün mefâilün
259 İslam Ansiklopedisi, M.E. B. İstanbul 1964, c. 4, s.
831.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 233
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
feûlün” kalıbın da yazdığı beyitten meydana
gelen eser, dinî-tasavvufî edebiyat çerçevesinde telif edilen en orijinal mesnevilerdendir.
Çiçeklerin sırayla bir meclise gelerek
konuşmalarını anlatan Gülşen - âbâd, Yunus
Emre’nin, “Sordum sarıçiçeğe” mısraıyla başlayan ilâhisi gibi intak sa natına dayalı olarak
kaleme alınan az sayıdaki eserlerden biridir.
Gerek divan edebiyatı gerekse dinî-tasavvufî
edebi yat alanlarında yazılmış bu nitelikte
baş ka bir mesneviye henüz rastlanmamış tır.
Baştan sona muhayyel bir atmosfe rin tasvir
edildiği bu alegorik eser Şeyh Galib’in “Hüsn ü
Aşk’”ın da çok başarıyla kullandığı üslûbun ilk
örneklerini de için de barındırmaktadır. Allah’a
tazimden, Hz. Peygamber’i (s.a.s) ve ashabını
metheden klasik bir başlangıçtan sonra şair
âdeta gerçek üstü bir tabiat manzarası çizmektedir.260
Gülbaba (ö. 948/1541): Mutasavvıf şair. Hayatı ve tarihî şahsiyeti hakkında çe şitli rivayetler vardır. Evliya Çelebi’nin babasından naklen
verdiği bilgiye göre bir Bektaşî dervişi olan
Gülbaba Amas ya’nın Merzifon ilçesinde doğmuş, Fâtih Sultan Mehmed. II. Bayezid, Yavuz
Sul tan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman dönemlerindeki birçok savaşa katılmış ve 948’de
(1541) Budin seferinde şehid olmuştur. Bu din
fethedildikten sonra 200.000 askerin katıldığı
ve Kanûnî’nin de hazır bulun duğu cenaze
namazını Ebüssuûd Efen di kıldırmış, Osman260 Aksoy, Hasan, “Gülşen âbâd”, DİA, c. 14, s. 255.
4
234
lı Türkleri’nin Gültepe yada Gülbaba bayırı
olarak adlandır dıkları, Budapeşte’nin Buda
yakasında ki kalenin dışında, Kâlvâria (Kabaktepe veya Mihnet tepesi, bugün Gültepe)
de nilen yere defnedilmiştir. Halen türbe nin
içinde bulunan bir levhada ise Budin’in fethinden birkaç gün sonra Eylül 1541 ‘de, Aya
Mâria Mâthias Kilisesi’nden bozma Fethiye
Camii’nde cemaatle namaz kılarken öldüğü
yazılıdır. 261
Gülbün-i Hânân: Halim Giray’ın (ö.
1239/1823) Kırım hanlarının biyografilerine
dair eseri. Kırım hanlarının toplu biyografisini
ve ren en önemli eser olan Gülbün-i Hânân’m
müellifi Halim Giray 1772’de Kı rım’da doğdu.
Vize’de sürgünde iken ölen hanlardan Şehbaz
Giray’ın oğludur.262
Gül ü Nevruz: 15. yüzyıl Çağatay şairlerinden
Lutfî’nin Celâleddin Tabîb’in aynı adı taşıyan
Farsça eserinden tercüme yoluyla meydana
getirdiği âşıkane mesnevisi.
Gül–i Sâd Berk: Klasik Türk edebiyatında yüz
sayısına bağlı olarak düzenlenen değişik türdeki eserlerin ortak adı. “Yüz yapraklı gül” anlamına gelen gül-i sâd-berk tamlaması divan
edebiyatında yüz beyit, yüz gazel, yüz beyitlik
261 Kaçalin, Mustafa S.; “Gülbaba”, DİA, c. 14, s. 227–
228; Ayrıca geniş bilgi için bakınız; İslam Ansiklopedisi,
M.E.B., İstanbul 1964, c. 4, s. 832-836.
262 Ürekli, Muzafer; “Gülbin-i Hânan”, DİA, c.14, s.
235–236.
kasi de, yüz hadis, yüz mektup gibi yüz sayısı
esas alınarak yazılan eserlere verilen addır.
Bunlarda sayı her zaman yüze ulaşmamakla
beraber müellifer, sayı bakımından eksik olan
bu türdeki çalış malarına da aynı adı vermişlerdir. Gül-i sad-berk tabirine Fars edebiyatında rast lanmamakta, bunun yerine daha çok
sad-berk (“katmerli gül”) ve gül-i sad-berg-i
asuman (kinaye yoluyla “âlemi aydınla tan
güneş”]
tamlamaları
görülmektedir. Türk edebiyatında “Gül-i Sad-berk” adıyla
yazılmış iki eser kronolojik olarak şöyle sıralanabilir:
1. Mesîhî’nin (ö. 918/ 1512)
Gül-i Sad-berg’ Doğum, ölüm,
düğün gibi olaylara; tebrik,
tavsiye, şikâ yet ve teşekkür
gibi konulara dair yüz ka dar
mektup örneğinden meydana
gel miştir. İçinde “şefkatnâme,
talebnâme,
irsalnâme,
şevknâme,
tehniyetnâme,
i’lâmnâme,
şikâyetname,
cevabnâme,
şükür-nâme,
ta’ziyetnâme, ıyâdetnâme ve da’vetnâme”
başlıkları altında toplam on iki mektup türüne
ait örnekler bulunmakta dır.
2- Lâmiî’nin (ö. 938/1532) Gül-i Sad-berg’i
Kaynak larda Lâmiî’nin böyle bir eserinden söz
edilmemekle beraber Ramazan Şeşen bu adı
taşıyan bir eserin Diyarbakır İl Halk Kütüphanesinde bulunduğunu bildirmektedir.263
Gülistan: Sa’dî-i Şîrâzî’nin (ö. 691/1292) ünlü
Farsça eseri. Salgurlu hanedanından Ebu Bekir
b. Sa’d b. Zengî adına 656’da (1258) kale me
alınmıştır. Gerek kendi türü (makame”) içinde
gerek sanat değeri bakımın dan taklit edilemeyen bir eserdir. Na’t ve yazılış sebebini
anlatan bir önsözden sonra
padişahla rın hâl ve hareketlerini, dervişlerin ah lâkını,
kanaatin faziletini, susmanın
fay dalarını, aşk ve gençliği,
güçsüzlük ve ihtiyarlığı, terbiyenin etkisini ve sohbet âdabını
konu alan sekiz bölüm hâlinde
düzenlenmiştir. Bölümler, çok
defa gün lük hayatta karşılaşılan olaylar dikkate alınmıştır.
Ahlâkî ve edebî so nuçlar çıkarılabilen hikâye, nükte ve beyitlerle süslenmiştir. Ancak bu hikâye ve nüktelerin her zaman
bölümlerin içeriği ile bağdaştığı
söylenemez.264
Güldeste-i Riyâz-ı İrfan: İsmail Belîğ’in (ö.
1142/1729) Bursa’da ölmüş veya orada ya263 Derdiyok İ. Çetin; “Gül-i Sad- Berk”, DİA, c.14, s.
225–226.
* Makame: (Makamat) Meclis, Topluluk, cemaat, cemiyet, kalabalık; Nutuk tarzında söylenen sözler. 264
Yazıcı,Tahsin; Gülistan, DİA, c.14, s. 235-236.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 235
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
şamış ünlüler hakkındaki hâl tercümesi kitabı. Güldeste-i Riyâz-i Itrîân, Tezkire-i Belîğ;
Târih-i Vefeyât-i Beliğ Efendi, Güldeste-i Belîğ,
Güldeste, Târih-i Burûsa gibi isimlerle anılan
eserin tam adı Güldeste-i Riyâz-ı İrfan ve
Vefeyât-ı Dânişverân -ı Nâdiredân” dır. Müellif,
müsveddesinde eserin adını önce “Gül deste-i
Riyâz-ı Erbâb-ı Kemâl-i Burûsa” olarak koymuş, daha sonra bu şekilde de-ğiştirmiştir.265
Gülşen-i
Envâk:
Taşlicah
Yahya’nın (ö. 990/1582) dinîahlâkî ve tasavvufî konulardan
bahseden mesnevisi.
Gülşen-i Hulefa: Nazmîzâde
Murtaza
Efendi’nin
(ö.1136/1723) 1718 yılına kadar Osmanlı dönemi Bağdat
valilerini ve tarihîni konu alan
eseri.
Gülzâr-ı
İrfan:
Mehmed
Fahreddin
Efendi’nin
(ö.
1272/1856) vefeyât türündeki
eseri.
Gülşen-i Râz: Şebüsterî’nin (ö. 720/1320)
tasavvufî mesnevisi. Müellif, esere yazdığı
yetmiş beyitlik önsözde vahdet-i vücûd görü265 Abdülkadiroğlu, Abdülkerim; “Güldeste-i Riyâz-ı
İrfan”, DİA, c.14, s. 235–236.
4
236
şünü kısa ca anlattıktan sonra eserin telif sebebi hakkında açıklamalarda bulunur. Dev rin
büyük sûfî müelliferinden Sühreverdî şeyhi
Hüseynî Sâdât’ın, 717 Şevvalin de Tebriz’e bazı
sorular ihti va eden, aruzun hezec bahrinde ve
mes nevi tarzında yazılmış bir mektup gönderdiğini söyleyen Şebüsterî, mektup kendisine ulaşınca meclisinde bulunanların arzusu
üzerine hemen orada aynı vezinle irticalen
cevap verdiğini
anlatır.266
Gülzâr-ı Savâb: Nefeszâde
İbrahim’in (ö. 1060/1650) hat
sanatı ve malzemelerine dair
eseri. Müellif, zamanının büyüklerinden bir zatın, hattatların hal tercümeleriyle ahar,
mürekkep, boya, kâğıt ve kalem
hakkında kendisinden bir eser
yazması nı istemesi üzerine bu
kitabı kaleme al dığını söyler.
IV. Murad’a sunulan eser bir fasıl ve iki babdan oluşmaktadır.
“Tabakâtü’l-küttâb” adı verilen
fasılda hattın ve kitabetin fazileti, menşei ve
aklam-ı sit-te konusunda bilgi verilir. Ayrıca
ibn Mukle, İbnü’1-Bevvâb, Yâkut elMüsta’sımî ve Şeyh Hamdullah gibi büyük
sanatkârlardan başlayarak kendi dönemine
kadar yeti şen hattatlarla meşhur İran ve Os266 Sevgi, H. Ahmet; “Gülşen-i Râz”, DİA, c.14, s. 253–
254.
manlı nesta’lik hattatlarından toplam kırk ye di
kişinin biyografileri yer almaktadır. Bu bilgiler,
müellifin hattatlığının yanın da hat sanatının
tarihçesi ve nazariyatı konusunda da iyi bir
araştırmacı oldu ğunu göstermektedir. 267
Gülşenname: Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’ttayr adlı eserinin Gülşehrî (ö. 717/1317’den
sonra) tarafından yapılan ve aynı adla da tanınan Türkçe tercümesi.
Gülşeniyye: Halvetiyye tarikatının İbrahim
Gülşenî’ye (ö. 940/1534) nisbet edilen bir
kolu. Bir Türkmen ailesine mensup olan İbrahim Gülşenî anne tarafından nesebi Hz.
Ali’ye ulaşır. Babası Şeyh Muhammed’dir.
Diyarbakır’da
doğduğu
sanılmaktadır.268
‘Gülşenî’nin Kahire’de Bâbüz-züveyle’de kurduğu tekke İle temelleri atılan tarikat, Osmanlı
topraklarında 16. yüzyıldan sonra faaliyet
göstermeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. İbrahim Gül şenî, mürşidi Dede Ömer Rûşenî’nin
ken disine bir gül vererek, “Sen ol bâğ-ı be kanın
gülşenisin” demesi üzerine mah lası Heybetî’yi
Gülşenî olarak değiştirmiş, tarikatın adı da bu
kelimeye nisbet edilmiştir. Gülşeniyye’nin silsilesi İbrahim Gülşenî, Dede Ömer Rüşenî, Pîr-i
Sânî Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî, Pîr Sadreddin,
Ahî İzzeddin, Ahî Mîrem vasıtasıyla Hal vetiyye
267 Nuhoğlu, Hidayet Yavuz; “Gülzâr-ı Savâb”, DİA,
c.14, s. 260.
268 Birinci, Necat; Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Tercüman Yay. İstanbul 1985, s. 399.
tarikatının pîri Ömer el-Halvetiye ulaşır.
Gülşen-i Şuarâ: Ahdî’nin (ö. 1002/1593–94)
şairler tezkiresi.
Gülzâr-ı
Sulehâ:
Eşrefzâde
Ahmed
Ziyâeddin’in (ö. 1198/1784) Bursa’da vefat
eden şeyh, vaiz, müderris, şair ve hattatların
hâl tercümelerine dair eseri.
Gülbahar Hatun (ö. 898/1492) II. Bayezıd’in
annesi: Hayatı hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Osmanlı sarayına 850 (1446)
yılında girdiği, Arnavut, Sırp veya Fransız asıllı
olduğu rivayet edilir. Hazi ran 1468 tarihli bir
hüccette adı Gülbahar bint Abdullah şeklinde
geçtiğine gö re esir veya câriye olarak saraya
getirildi ği anlaşılmaktadır.269
Gülhane Hatt-ı Hümayunu: 1839’da Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane’de okunan
ve Tanzimat devrini başlattığı için Tanzimat
Fermanı da denilen Sultan Abdülmecid’in fermanı.
Gülhane Kasrı: Topkapı Sarayı kompleksine
dâhil günümüze intikal etmemiş kasır. Topkapı Sarayı’nın Marmara yönün deki dış bahçeleri
arasında bulunan ve Gülhane Meydanı adıyla
anılan düzlüğe hâkim bir set üzerinde yükseldiği bilin mektedir.
269 Emecen, Feridun; “Gülbahar Hatun”, DİA, c.14, s.
230–231.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 237
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Gülbank: Tarikat toplantılarında, bazı dinî ve
resmî törenlerde belli bir edâ ile veya makamla okunan dua. Farsça’da “gül sesi” mânasına
gelen kelimeye sözlüklerde birbirine yakın an
lamlar verilmiştir. Dihhudâ, gülbâm ile gülbangin Farsça’da aynı mânaya geldi ğine işaret ettikten sonra “coşkulu bir şekilde yüksek
sesle bağırma, savaş es nasında askerlerin attığı nâra, müjde, bir makam adı” olarak kullanılışlarına dair birçok örnek vermek tedir.
Mütercim Âsim gülbangi, “Mehterler nevbete
baş larken ve selâtîn ü vüzerâ süvâr olurken
çavuşlar yek-dehen demsâz olurlar” şek linde
“alkış”a yakın olarak tarif eder. Türkçe sözlüklerde kelimeye, “bir cemaat tarafın dan bir
ağızdan makamla çağrılan dua, ahenk, tekbir
ve tehlîl; vaktiyle mektebe yeni başlayan
çocu ğun hanesi kapısının önünde mektep
çocuklarının ettikleri dua”; “âyinlerde ve bazı
merasim de müteaddit adamlar tarafından
dua ve alkış tarzında hep bir ağızdan bağrışma” gibi karşılıklar verilmiştir. Gülbank okunması için daha çok “gülbank çekme” deyimi
yaygındır.
Gülbank kelimesi Türk edebiyatında bu anlamların yanında başka mânalar da da kullanılmıştır. Nef î’nin, “Tuta dün yâyı hep gülbang-i kûs-ı
nusret âvâzf mısraında gülbank “zafer havaları vu ran kös sesi, zafer narası” anlamında dır.
“Hükm-i âsafa arşı aldı erbâb-ı salâh / İşitip
gülbang-i İslâm’ı adû etti enîn” (Sürûrî) beytinde şair gülbank ke limesini tekbir ve tehlîl
4
238
yerine kullan mıştır. Yahya Kemal’in bir mehter mar şı olarak bestelenen “Yeniçeriye Gazel” adlı şiirinde yer alan, “Vur pençe-i Alî’ deki
şemşîr aşkına / Gülbangi asumanı tutan pîr aşkına” beytinde ise “dua ve zikir anlamındadır.
Şeyh Gaüb’in bir na’tındaki, “Gülbang-i kudümün çekilir arş-ı Huda’da / Esmâ-i şerifin anılır
arz u se mâda” beytinde Hz. Peygamber’in
adı nın arş ve semada yankılanması gülbank
kelimesiyle ifade edilmiştir. Fars ve Türk edebiyatlarında ezan İçin ayrıca “gül bang-i Muhammedi” ve “gülbang-i mü-selmânî” tamlamaları kullanılmaktadır. Gülbankler yapılacak
İşin hayırlı, uğur lu olması veya sağlık, esenlik,
basan di leğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah’a yalvarıp yakarmayı dile getiren dua
metinleridir. Osmanlı cemiyet ha yatında çeşitli
toplantılar yanında dinî törenlerde, özellikle
tarikat âyinlerinde okunan birbirinden farklı
gülbank me tinlerinin en belirgin vasıfan, dualar gi bi seci ve iç kafiyelerin de yardımıyla ve
belli bir eda ile yüksek sesle okunmaya elverişli melodik bir yapıya sahip bulun malarıdır.
Gülbankler, genellikle bitiri len işin ardından
gülbank çekmekle gö revli kişi tarafından okunur.270
Gülizar: Türk musikisinde bir makam: Hüseynî
makamı ile yakınlığı sebebiy le “Hüseynî gülizar” adıyla da anılan bu makam basit ve bileşik
(mürekkeb) ol mak üzere iki çeşittir.
270 Uzun, Mustafa; “Gülbank”, DİA, c. 14, s. 232–235.
1- Basit Gülizar Makamı: Hüseynî ve mu
hayyer makamları arasında, bazı özellik leriyle
Hüseynî, bazıları ile de muhayyer makamla
rına benzeyen, ancak onlardan ayrılan yön
leri de bulunan bir makam dır. Basit Gülizar
makamı, hüseynî maka mının inici şekli olma
sı sebebiyle seyir bakımından hüseynî maka
mından ayrılır. İnici makamlardan olduğu için
muhay yer makamına benzerse
de güçlü per desi bakımından
muhayyerden ayrılır. Nota yazımında donanımına Hüseynî
ve muhayyer makamları gibi “si
koma bemolü” ve “fa bakiye
diyezi” yazılır. Ge rekli değişiklikler eser içinde gösterilir.
Makamın pastoral yapısı halk
musikisinde de çokça kullanılmasına sebep ol muştur.
2- Bileşik Gülizar Makamı: Bu
maka ma da "Hüseynî gülizar"
adı verilir. Dizisi İnici hüseynî
yani basit Gülizar makamı di
zisine, yerindeki inici karcığar
dizisinin ve neva perdesindeki
buselik dizisinin bir bölümünün
zaman zaman katılması ile meydana gelmiş
tir. Bu makam bazı eser lerde, sonuna doğru
bir karcığar geçkisi yapan basit Gülizar maka
mı şeklinde de kullanılmıştır. Nota yazımında
donanımına hüseynî ve basit Gülizar makam
larında olduğu gi bi “si” koma bemolü ve “fa”
bakiye diyezi ya zılır.271
Edebiyatta Gül
1.ŞİİRDE GÜL
Doğu edebiyatlarında özellikle güzelliği bakımından sözü edilen bu çiçek, Türkler tarafından ta eski devirlerden beri en çok kullanılan
bir motifir. Çeşitli vasıfarının yanında daha
çok sevginin sembolü olarak
şairlerin
ilham
kaynağı,
çiçeklerin de sultanıdır. Şark
şiirinde Gülün büyük bir rolü
vardır. Bundan dolayı adına
Fars-Türk ve Hint kitaplarının
unvanlarında sık sık rastlanır.272 Gül ile Çam arasında da
bir münasebet, bir ilgi söz
konusudur ki buna daha ziyade
Hint kaynaklarında rastlanmaktadır. Bu, “Gul u Şanavbâr”
şeklinde ifade edilir.273 Rengi,
şekli, kokusu, parlaklığı ve gösterişli oluşu, dikenleri, çabuk
solması yani ömrünün kısa
oluşu gibi özellikleriyle Klâsik Türk şiirinde
çokça islenmiş ve çağrıştırdığı anlamlar,
sembolik değerler bakımından manzumlara
konu olmuştur. Gül, dünden bugüne
271 Özkan, İsmail Hakkı; “Gülizar”, DİA, c.14, s. 241–
243.
272 İslam Ansiklopedisi, M.E.B., İstanbul 1964, c. 4,
s. 831.
273 a.g.ans., 1964, c. 4, s. 831.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 239
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
dünyada hiçbir çiçeğe nasip olmayan derin
bir geçmişe, hiç değişmeyen bir ilgi ve sevgiye sahiptir. Ayten Altıntaş (D.1948-) hocamızın önemli değerlendirmeleri içinde; “Gül,
her zaman “sevgi ve güzellik” sembolü olmuştur. Gül İslam Dünyası için de çok önemli. Hz.
Muhammed’in (s.a.s) sembolü, O’nun kokusudur. Güller artık kokmuyor… O şık çiçeklerin, vitrinleri süsleyen güllerin kokusu yok. Gül
kokusundan
hoşlanmayan,
hatta o kokuyu tanımayan bir
nesil var. İnsanlık, belleğindeki
gülü yitirmiştir.”274
4
240
Klâsik Türk şiirinde arzî yapıların merkezi,
gücünü aldığı varlık, hükümdardır. Çünkü o,
Zıll-i Hüdâ’dır ve bu gücün bulunduğu yer de
hükümdara bağlı olarak saraydır. Merkez olan
saraydan dışarı çıkıldığında bahçe karşımıza
çıkar ve bahçede çiçekler vardır. Çiçekler
içinde merkez olan bahçede ise sultan güldür. “Gül, bahçeyi bulunduğu yeri tıpkı güneş
gibi parıltısıyla bir merkez, bir nevi saray
yapar. Hayvanlar âleminde
aslanın hükümdarlığı da yüzü
güneşe benzediği içindir.” 276
2.
NEDEN HEP GÜL İSMİ
Kültürel açıdan baktığımızda,
Osmanlı’da bazı sarayların etrafında gül yetiştirilmesi için
özel bahçelerin tahsis edilmiş
olduğunu görmekteyiz. Bu
alanlara, içinde “gül” lafzı bulunan isimler verilmiştir. Gülbahçe, Hasbahçe, Gülhane gibi
isimler kulağımıza hiç de yabancı gelmez.
Çiçekler arasında sevgiliye en
çok benzeyen çiçek olarak görülmüş; bununla da kalmayıp
Nûr-ı Muhammedî (s.a.s) olan
Hz. Peygamber’in bir sembolü
olarak şiirlerde yerini almıştır.
Bununla birlikte sadece bizim
şiirimizde ve kültürümüzde
değil “karmaşık simetrisinden,
yumuşaklığından, renklerinin
çeşitliliğinden ve baharda çiçek
açmasından ötürü gül, hemen hemen bütün
mistik geleneklerde, tazeliğin, gençliğin, kadın
zarafetinin ve genel olarak güzelliğin bir
imgesi, eğretilmesi, alegorisi ya da teşbihi
olarak belirir.”275
Bazen tasavvuf büyüklerine, bazen
mabetlere, şehirlere köylere, bazen kız çocuklarının
isimlerinde gülün kokusunu duyar gibi oluruz.
Gülbaba, Gül Camisi, Gül-bahar, Gülnihal, Gülşehir,
Gülnar, Güllü… vs. gibi.
274 Altıntaş, Ayten; Gül suyu, Tarihte Tedavide ve Gelenekteki Yeri, İstanbul 2009, s. 7–9.
275 Eco, Umberto, Yorum ve Aşırı Yorum, (çev. Kemal
Atakay), Can Yay. İstanbul 1997, s. 65.
276 Tanpınar, A. Hamdi, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi,
Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1976, s. 6.
Yeni doğan kız bebeklerin isimlerine bu güller hem bir sıfat hem de bir taç olmuşlardır.
Narinliğe inceliğe ve güzelliğe duyulan özlem
ve hayra vesile olması dilek ve temennisi ile
Türkçemizde birçok “güllü” kız isimleri vardır.
Yasemin, lale, sümbül, gül, menekşe, zambak,
şakayık, nilüfer, nar ve şefali ve daha birçok
benzeriyle birlikte, sadece bahçede birer çiçek olarak değil, aynı zamanda dilde de birer
mecazdır. Bunlardan çoğunun bilhassa kız çocuklarına isim olması da bundandır. Farsçada
çiçek demek olan “gul”, hem bir gül inceliğini
hem de bir güllü isimler saltanatını Anadolu’da
yaşatmıştır.
Gül ile başlayan her bir ismi çağırırken, gülün
inceliği yumuşaklığı dilimizi okşar, dudaklarımızı süsler. Kokusu içimize bir inşirah verir.
Müslüman Türk milleti, yazdığı kitabın kapağında, elyazması Kur’an sayfalarında hizip, cüz
vb. işaretlemelerde süsleme olarak, minyatürlerinde, cami ve medrese süslemelerinde,
mermer, taş ve ağaç oymalarında, ninelerimiz, annelerimiz iğne oyalarında, mendillerde, başını koyduğu yastığın kaneviçelerinde,
kızlarımızın çeyizlerinde işlenmiş nakışlarında, yazmaların oyalarında, silah kabzalarında,
dokuduğu kilim, halı ve heybede, kafanda, şiirlerinde, şarkılarında... Kısacası hayatın her
yerinde gülü dillendirmiş, yaşamıştır ve yaşatmıştır.
Milletimiz bugün; köylü ve kentlisiyle, kasabalı
ve şehirlisiyle kadın ve kızlarına gülle münasib
isimler vermişler ve hâlâ da vermektedirler.
İşte onlardan tespit edebildiklerimizden bazıları:
Gül, Gülbahar, Gülben Gülberk, Gülbeyaz Gülçehre, Gülçiçek, Güldem, Güldeste Gülefşan, Gülefsun, Gülfem, Gülfer,Gülfiliz, Gülfidan,Gülhan,
Gülenaz, Güleser Gülnaz, Gülay, Güldalı, Güldane Gülenay Gülbeyaz, Gülbeden, Gülhanım
Gülkadın,Gülenda, Güllü,Gülnar, Gülnur, Gülnaz
Gülten Gülkız,Gülnûş, Gülistan, Gülsen,Gülseren,
Gülsüm, Güldane, Güldalı, Gülderen, Gülizar,
Gülistan Gülpembe, Gülperi, Gülruhsar, Gülşah,
Güllüşah, Gülşan,Gülhan Gülçin, Gülçiçek, Gülümser, Gülgün, Gülfidan Gülendam, Güllü, Gülce, Gülfer, Gülben, Gülden, Gülefer, Güler, Gülazer, Gülizar, Gülnihal, Gülnisâ, Gülten, , Gülsena,
Güliz, Gülizâr,Gülsün, Gülen, Güldeste, Güldalı,
Gülriz, Gülsoy, Gülsen, Gülümser,Gülin, Gülzade,
Gülnare, Güldal, Gülfer, Gülfiye, Gülcan Gülhan,
Ayşegül, Aygül, Esengül, Fatmagül,Gönlügül,
Kırgülü,Mervegül, Nakşıgül Nargül, Nurgül, Yazgülü Yurdagül, Songül, Gonca, Goncagül, Betigül, Yazgülü, Kırgülü…, gibi binlerce güllü isim
taşıyan insanımız vardır. Gülcemal, Gülbey,
isimleri de erkeklere örnektir.
Ahmet Kocabaş, Güllerin Efendisi adlı yazısında bir hatırasını okuyucusuyla köşe yazısında şöyle paylaşır: “Doğu Anadolu’nun çeşitli
bölgelerinden İstanbul’a, Ankara’ya ve başka
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 241 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
şehirlere akın eden halkımız var… Adlarını
öğreniyorum. Bilhassa kadın adları dikkatimi
çekiyor.
Bu güllü isimlerin, Anadolu’muzu gül bahçesine çeviren bu güzel adların, bu derece ısrarla niçin konulduklarını aslında ben biliyorum.
Ama yine de bilmemezlikten gelerek soruyorum:
—Sizin oralarda gül bahçeleri çok olmalı… Köy
evlerinin bahçelerinde çok mu çiçek yetiştirirsiniz siz? Adı Güldalı olan kadın cevap veriyor:
—Hayır beğ! Bizim oralarda çiçek bahçesi ne
gezer? Biz toprağı tarla diye kullanırız.
—Peki, kızlarınıza bu kadar çok ve bu kadar
güzel gül adlarını, yoksa gül’e hasret duyduğunuz için mi koyuyorsunuz?
—Hayır, beğ, bizim hasret duyduğumuz
başkadır. Bizim oralarda inanılır ki gül, Hz.
Muhammed’in (s.a.s) remzidir.0
3. GÜL VE BÜLBÜL
Farsça’da genel anlam itibariyle bütün çiçeklere “gûl” denir. Çoğulu “Gulân”dır. Yani “Güller”
demektir. Bu anlayışla bakıldığında tüm çiçekler güldür. Gül; güzelliğin inceliğin, zarafetin,
nezahetin sembolüdür. Gül sevgisi medeniyetimizde İslam milletinin örf ve ananelerine
o kadar geniş girmiş ki her yerde gül kelimesi-
4
242
ni başlangıç olarak görürüz. İşte bu kadar geniş alanda beğenilen güllerimiz, aynı şekilde
sayısı türü ve karışımı bakımından da duygularımıza hitabı farklılık gösterir.
Aynı zamanda gül, kültürümüzde çok sık kullanılan motiferden birisidir. Gül, çeşitli vasıfarıyla daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul
görmüştür. Bu yüzden gül bülbülün, şairlerin ve
âşıkların ilham kaynağı, çiçeklerin de sultanıdır.
“Bülbül niyâz, gül ise nâz eder. Onu yetiştirmek çok emek ve zahmet gerektirir. Çünkü gül
nârindir, latifir nazlı oluşu da bu yüzdendir.
Gül maşuk, bülbül ise âşıktır; onların aşkları
dillere destandır. Bülbül, gül’e âşıktır ve bu aşk
özünde tüm mevcûdâtın aşkını da sembolize
etmektedir. Çünkü kâinât, “aşk” üzerine yaratılmış ve bu duygu Allah tarafından varlığın
özüne âdetâ nakşedilmiştir. Bezm-i Elest’teki
ikrârdan sonra ruhlar bedenlere girmiş ve o
andan itibaren de özüne veya benliğine nakşedilmiş O İlâhî güzelliği aramaya koyulmuştur. Bülbülün gül’e olan aşkı ise bu yönüyle ilk
ve Mutlak güzelliğe ulaşmayı, onu idrâk etmeyi amaçlayan İlâhî bir aşktır. Bu durumda
da gül, beşerî aşktan İlâhî aşka yükselişin bir
basamağıdır ve bülbülün gül’e olan çileli aşk
yolculuğunu başarı ile tamamlamasını gerektirmektedir. Gül’ün dikeni ise rakibdir. Rakib,
bülbülün gül’e ulaşmasında en büyük engeldir;
ancak bu bülbülün gül’e olan aşkını daha da
artırır. Gülün açılmadan önceki hâli goncadır,
gonca, kapalıdır; içerisinde sırlar barındırır.
O bu hâliyle sanki kâğıttan dürülmüş bir tomardır. Sabâ rüzgârı goncayı açıp, yapraklarını çevirir; bülbül ise gül dalına konarak ondan
letâif öğrenir. Bazen de gül eline bir tef alıp
bülbülden fenn-i edvâr (musikî ilmi) öğrenir.
“Gül ü Bülbül” adıyla bilinen bu edebiyat türünde gül ile bülbül arasındaki aşkı anlatan
mesnevi tarzında temsili hikâyelerin yazıldığı
eserler vardır. Bu terim bu tür hikâyelerin
ortak adıdır. Bülbül kendisine
naz ve cefa eden güle âşıktır.
Bülbülün terennümü ya güle
olan aşkını ve ıstırabını ilan
içindir. Ya da aşkının ıstırabını
ifade içindir.277 Gül ve Bülbül
fenomeni İran edebiyatından
Arap edebiyatına girmiş oradan
da Doğu kültürünün Avrupa’ya
geçişinde önemli iki kapı olan
İspanya ve Sicilya yoluyla
Batı’ya
ulaşmıştır.
Türk
edebiyatında bu adla birçok
eser kaleme alınmış olmasına
rağmen konuların işlenişi farklı
biçimlerde
olmuştur.278
Edebiyatımızda gül ile bülbül arasındaki
münasebet çok işlenmiştir. Bu iki ayrılmaz
parça arasında başka bir efsane de şöyle
anlatılır: Gülün rengi eskiden bu kadar
kırmızı değilmiş; gülün hasretinden dola-277
yı bülbülün döktüğü kanlı gözyaşları, gülün
rengini böyle kan kırmızısına döndürmüş. Ey
bahçedeki bütün çiçeklerin sertacı, bahara o
kadar hükmetmişsin ki, bahara “gül mevsimi”
demişler. Gönüllerdeki saltanatın o kadar geniştir ki, yeryüzünün her yerinde gülmeyi sen
Öğretirsin. Herhâlde ondan dolayı gülen, handan, dahhak kalıpları sana pek münasip düşmüş. Sana bu bahar bir başka bakacak, seni
bir başka kokla-yacağım. Gül
yüzlülerin
baharının
yakın
olduğu şu dönemde ey gül-i
râna gönlümüzde senin ayrı bir
yerin var.279
İslam Ansiklopedisi, M.E. B. İstanbul 1970, c. 2, s.
832–833. 278 Özkan, Mustafa, “Gül ü Bülbül”, DİA,
c.14, s. 222.
279
http://www.facebook.com/topic.
php?uid=100268703334&topic=9608 (erişim tarihi: 25
Temmuz 2009)
Gül cennet çiçeğidir, İbrahim
Peygamber Nemrut tarafından
ateşe atılınca ateşin gül bahçesine dönüşmesini hatırlatır.
“İnanışa göre Nemrut tarafından ateşe atılan Hz. İbrahim’in
önünde saf bağlayan kuşlardan
birisi O’nunla birlikte kendisini
ateşe bırakır ve Allah’ın Halîli
ve elçisi olan Hz. İbrahim’e o
zor anında eşlik eder. Kendisine hoş gelen
bu hareketi sebebiyle Hak Tealâ onu
mükâfatlandırmak ister ve Cebrail vasıtasıyla
ne dilediğini sorar. O da Yüce Allah’ın bin
isminden yalnızca yüzünü bildiğini söyleyerek
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 243 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
kalan dokuz yüzünün de öğretilmesini ister.
İşte Allah’ın, bütün isimlerini, öğrettiği o kuş,
kıyamete dek gönülleri bağlayan sesiyle Yüce
Yaratıcı’nın isimlerini haykıran bülbüldür.”
Gonca hâlindeyken Züleyha’nın halvetidir,
açılması Hz. Yusuf’un dâmeninin çâk olup
Züleyha’nın odasından çıkısını hatırlatır, onun
açılması yine İsrafil’in Sûr’a üflemesini,
ölülerin dirilmesini ve tabiatın
yeniden
cân
buluşunu
hatırlatır. Gül, Hz. Mûsâ’nın
isteği üzerine Allah’ın Tûr
Dağı’na tecellisini, Mansûr’un
dar ağacına bas aşağı asılmasını hatırlatır. Sabâ rüzgârının
gül’ün yapraklarını çemenlikte
gezdirmesi, Hz. Süleyman’ın
tahtını yele vermesini, şekli ise
O’nun canlılara hükmeden yüzüğünü hatırlatır. Kısacası gül,
bize hem beşerî hem de ilâhî
aşkı hatırlatır ve sembolize
eder.280
Efsaneye göre bülbül güle
âşıktır. Gül önce solgun bir ak güldür, goncanın seher vakti açtığı sanılır, bülbül bütün gece
bu anı bekler. Gonca açılacaktır, bülbül seyredecektir, ama beklediği anı yaşayamadan
280 İpek, Abdülmuttalip, Klasik Türk Şiirinde Gül Redifi
Kasideler, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2008, Giriş, s. 16.
4
244
uykuya dalar, goncanın açılışını seyredemez.
Her seferinde fırsatı kaçırır... Gül mevsimi geçer bülbül lal olur. Gül mevsimi gelir ötmeye
başlar, gülün açılmasını kendi muhabbetine
karşılık vermesini bekler, bülbül öter, gül naz
eder. Bülbül hasretle gülün dalına konar ama
daldaki dikeni fark etmez, diken bülbülün göğsüne batar, al kanlar sızar bülbülden... Gülün
toprağına akan kanlar yağmur suyuyla
gülfidanına geçer ve ondan
sonra beyaz gül kıpkırmızı
açmaya başlar.
Bu yüzden “gülün kırmızısı bülbülün kanındandır” ya da “…
bülbülün ölümüne sebep olan
gül hicabından kızarır” denir.
Şiirler bundan dolayı bülbülgül-diken üçlüsü üzerine kurulur. Artık sevda nimeti, külfeti
ile beraberdir. Efsaneden gerçek sözler yerleşir hafızamıza;
“gülü seven dikenine katlanır”,
“gül dikensiz olmaz”...
Gülün çilesi hiç
bitmez.“Gül der ki: Benim yüzüm kadar güzel
başka yüz almadığı hâlde gülsuyu çıkaranların
bana çektirdikleri azab nedendir? Bir
bilsem... Bülbül buna kendi terennümüyle şu
cevabı verir: “Dünyada bir gün güldüğü için
bir yıl azap çekmeyen kim vardır?” derken;
Ömer Hayyam, gonca hâlindeki gülün halveti
temsil ettiğini, açılınca
da can sırrını fâş ettiğini dile getirmiştir. Gül
mevsimi kısadır. Bu bakımdan gül insana
faniliğini hatırlatır. Hazana ermesiyle gülistan
harab olur, bağlar bozulur. Küçük bir temasla
bile gül hemen soluverirse hassas insan da gül
gibi dostlarından gelen küçük bir sözden bile
alınabilir.
Divan edebiyatımızda sayısız manzum ve
teşbihe konu olan bu güzel çiçek, insanımıza
o kadar yakındır ki, “Gülü tarife ne hacet” dedirtivermiştir. Halk edebiyatımızda mani ve
türkülerde en az divan edebiyatındaki kadar
işlenmiştir: “Gül ezerler gül ezerler, Gülü tabağa dizerler” gibi mısralar pek çoktur. Namık
Kemal vatanı anneye benzettiği şiirinde: “yeni
açmış gül” motifini kullanır.
Ahmet Haşim, gülü Doğu medeniyetinin simgesi olarak değerlendirir. Güller, arza doğru
başını eğmiş kırmızının en güzeliyle devamlı
ağlamaktadır. Bir başka şiirde:
“Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller.”
“Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi geçer oldu nümayan
Güller gibi... Sonsuz iri güller”
İslam mitolojisi ve tasavvuf anlayışında ise,
gül ilahî güzelliği temsil eder. Çiçeklerin doğuşu hakkında Taberî Tarihi’nde bir efsane
anlatılır. Bu efsanede Hz. Âdem ile Havva’nın
üzerinde kuruyup yere dökülen cennet yaprak-
larının güzel kokulu bitkiler hâlinde uç verdiği
söylenir. Gül de bu bitkilerden biridir.
Doğu mitolojisinde de gül, aşkın her çeşidinde
sevgiliyi temsil eder. Bülbül ise onun aşkıyla
yanıp tutuşan âşıktır. Bir başka efsaneye göre,
gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş ve bülbüle de hiç yüz vermiyormuş. Gülün bu kayıtsızlığına dayanamayan bülbül, günün her birinde
gidip onun gövdesine konuvermiş. Dikenler
bülbülün göğsüne batınca akan kan gülün dibine dökülmüş ve köklerinden damarlarına
doğru yayılmış. Gül, işte o günden sonra kan
kırmızı açmaya başlamış.
4. RENKLERİYLE GÜLLERİN DİLİ
Kâinatın kusursuzluğunu ve tüm bitkilerin sırrını kendinde toplamış bir sultandır gül... Ona
yüklenen anlamlar mı onu böyle eşsiz kılar,
yoksa eşsizliği mi ona bunca anlamlar yüklenmesini sağlar bilinmez ama saf güzelliği ve
kokusu yönünden güllere eşdeğer çiçek yoktur
bitkiler âleminde. Gül, her yerde en iyilere layıktır.
Halkımız arasında kırmızı gül aşk, gençlik; beyaz gül murat ve ümit; siyah gül kötü kader ve
ölüm karşılığı olarak kullanılır.
Taçlarının eşi bulunmaz kadifeliğine, zümrüt
yeşili yapraklarının kusursuz orantısına ya da
taçların ortasına kurulan etaminin erimiş altınına her ozan vurulmuştur.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 245 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Çiçekler ve Güller bir araya getirilerek ve düzenlenerek duygularımızın hoş bir ifadesi olarak sunulabilirler. Dikenleri ayıklanmış, sadece yaprakları ile birlikte bir gül goncası; “Artık
korkmuyorum, umut ediyorum” anlamına gelir. Dikenleri ve yapraklarının hepsi ayıklanmış sadece bir gül goncası ise; “Umut edecek
veya korkacak bir şey yok.” anlamına gelir. İki
gonca üzerinde tam açılmış bir gül ise gizlilik
anlamını ifade eder. Verilen Gül’e dudaklarla
dokunmak; “Evet”, verilen gülün taç yapraklarını kopartıp atmak ise; “Hayır” anlamına
gelir. Eğer bir gül çiçeği ters çevrilmiş olarak
verilirse anlamı da tersini ifade eder.
Her ne kadar ilmî olarak renklerin dilini ispat
etmek çok mümkün olmasa da bir kültürü ifade etmesi açısından burada halk arasında güllerin renklerine göre dili ile ilgili birkaç yaygın
bilgiyi aktarmak istiyoruz.
Edebiyatımızda ve halk arasında en çok sözü
edilen çiçek kırmızı gül’dür. Güller insanoğlunun bildiği, aşkı, sihri, sevgiyi, ümidi ihtirası
sembolize eden ilk çiçeklerden biridir. Kırmızı
Gül: “Seni Seviyorum”, Tutku, Güzellik ifade
eder. Kırmızı Gül Tomurcuğu: Temizlik, Masumluğu ifade eder. “Ben sana uygunum.” Kırmızı Gül Yaprağı: Saf güzellik, “Ben senin mutlu olmanı istiyorum.” Koyu Kırmızı Gül: “Senin
aşkın için ölüyorum.” Çok Koyu Kırmızı Gül;
Utangaçlık, Hayâ, edep, ar, ifet ifade eder. Aşırı
Koyu Kırmızı Gül;”Ben son nefesini verene
4
246
kadar seni bekleyeceğim .” Kırmızı ve beyaz
karışımlı gül; birliktelik anlamına gelir.”Senin
için ölürüm bile, bizin aşkımız her şeyden üstündür.” birlikte yaşamak istediğini belirtir.
Dikensiz Gül; erken arkadaşlık ve birlikteliği
istemeyi de ifade eder. Mercan Renkli Güller;
arzulu, tutkulu, istekli ve şehvetli olduğunuzu
ifade eder. Beyaz renk olarak; Masumiyet, Saflık, Temizlik, Gizlilik, Saygı, Alçakgönüllülük,
Korku, Layık Olma, Sır Saklama, gibi erdemleri
ifade eder. Beyaz Gonca Gül; aşk’tan habersiz
kalp” anlamına da gelir. Ayrıca “Ben sana değer veriyorum” anlamını da ifade eder. Beyaz
Gül Tomurcuğu: İfet, Namus. , Küçük Beyaz
Gül; “Âşık olmak için siz genç sayılırsınız.” Solmuş Beyaz Gül, “Bir ömür boyu aşk için yemin
etmek,”, Sarı renk; Sevinç, Dostluk, Arkadaşlık,
Kıvanç, Memnuniyet, Sıcak Sevgi, Kıskançlık
ifade eder. Sarı Gül:”Seni Seviyorum”, Arkadaşlık, “Senin aşkından yoruldum.”,İfetsizlik,
Kıskançlık, “Arkadaşlığımızı bitirelim.” şeklinde mesaj vermektedir. Ayrıca yine Sarı Gül;
azalan sevgiyi ve aşkı da ifade eder. Ayrıca arkadaşlık ve sevinçli olduğu anlamına da gelir.
Küçük Sarı Gül “arkadaşlığımızı bitirelim ama
öfkelenmek yok.” Orta Hacimli Sarı Gül: “Sen
ikiyüzlüsün.”demektedir. Çok Katmerli Taç
Yapraklı Gül Gurur, Övünç, İfihar ,”Bana Gülme!” Tek Taç Yapraklı Gül: Saf, temiz kutsal,
ilahi aşk, Saygı, Hürmet, itibar. Bir tomurcuk
ve İki Gül Çiçekli Gül:”Onu şimdilik gizli tut,
sakla” Çiçek Dolu Gül: “Ben evli bir bayanım.”
Üç Tomurcuklu, Bir çiçekli Gül: “Sonsuza kadar
onu sakla, gizli tut.” Dikenli Tomurcuk Gül: Saflık, Masumiyet. Dikeni Az Gül: İçten, Samimi ve
arkadaşça.” Gül Yaprağı: “Ümit var ona sarıl.”
Gül sapı veya dalı: Üzüntü, sıkıntı ifade eder.
Gül Dikeni: “Her bulut gümüş bir çizgiye sahiptir.” Pempe Gül; gönül koyma anlamını da
gelir. Ayrıca mükemmel mutluluk ifadesidir.
Büyük Çiçekli pempe Gül: “Ben hamileyim.”
Koyu Pempe ; “Teşekkür Ederim” anlamına
gelir. Buket Güller; şükranlığı,
minnettarlığı ifade eder. Yabani
Gül: Kalbini sunmak. 281
5. GÜL ÜZERİNE SÖYLENMİŞ
SÖZLER
“…bir gülün fıtratında güzel
kokmak vardır ve her sabah
güne, güzel kokularını çevresine yayarak başlar. Hiçbir
zaman, ‘ben bugün güzel kokmayacağım’ demez. O tatlı
kokusunu kimlerden saklayıp,
kimlere yansıtacağının veya o
tatlı kokusu sayesinde acaba
neler kazanabileceğinin hesabına girmez… O sadece güzel kokar ve bunu
hiçbir ayrım gütmeden, tüm çevresine yayar…
Hepsi bu. Aslında bizler de bir bakıma güllere
benzeriz. Her birimizin fıtratında, kimi zaman
gösteremediğimiz, göstermesini bilemediğimiz ya da akıl edemediğimiz bir sevgi duygusu
281 http://www.gulevi.net/gul/gmanasi.htm
vardır. Bizlerde eksik olan sevgi değil; bu sevgiyi, hiçbir karşılık beklemeden paylaşabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor sadece… Tıpkı gülün
kokusunu, ay’ın parlaklığını, güneşin sıcaklığını herkesle paylaşması gibi… Onu hak edip
etmediğini düşünmeden… Çıkar hesaplarına
girmeden…”
“Gül bitirmek için toprak olmalı, insan yetiştirmek için toprak olmalı; cennete ehil olmak için yine toprak
olmalı.” Toprak olmak istiyorum
Allahım! İnsanlar beni gördükleri zaman topraktan gelip
yine toprağa gideceklerini hatırlasınlar.. Her gidişin Sana olduğunu bilsinler... Güller bitsin
üzerimde ve yükselsinler göğe
doğru. Bülbüller, varlığıma
şükrederek şakısınlar seher
vakitleri, güllerin koynundan
güne merhaba derken... Sevgi
için...282
Sadi Şirazi, ünlü eseri Bostan
ve Gülistan’da anlatır. Bir avuç
toprak aldım der, gül kokuyordu. Sordum,
senin aslî kokun bu değil, sen bu kokuyu
nereden aldın? Cevap şöyledir: Ben bir gül
ağacının dibinin toprağıydım, onun kokusu
bana sindi, işte bu nedenle gül kokuyorum...
282 Şahin, Erol; “Gül Bitirmek İçin”, Sızıntı, Mart
1998 Yıl: 20, Sayı: 230
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 247 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
“Dikensiz gül olmaz” Robert Herick
“En güzel güller en çabuk solarlar” Andre Maurois
“Güle kıymet verilmezdi, Âşık ve maşuk olmasa” Aşık Veysel
“Gül bahçesinden maksadımız Şah’ın lütfudur.” “Gülün dostu dikendir.” ”Her diken gül
vermez” Mevlana
“Her insanın dikeni vardır, gülü vardır Gülünü
görecek, oradan seveceksin.” Esat Çoşan
“Herkes bir şeyden hoşlanmaz ki, kimi gider
dikeni koparır, kimi gülü. Seneca
Karaçalıda gül bitmez” Karacaoğlan
“Ömrünü geçirse de güllerle bahçıvanlar, bir
gülü yeryüzünde gülden güzel kim anlar?” Faruk Nafız Çamlıbel
“Seher yelinden gül perişan olur, odun perişan
olmaz” Sadi
“Senden bilirim yok bana bir faide ey gül, Gül
yağını eller sürünür çatlasa bülbül.” Nevres-i
Kadim
“Ya kırmızı gülden ayrı yaşamalı yahut dikenin
acılarını hoş görmeli.” Sadi 283
“Toprak ol! Toprak ki gül bitiresin; zira topraktan başkasının gül bitirmesi söz konusu değildir… Gül bitirmek için toprak olmalı, insan
yetiştirmek için toprak olmalı; cennete ehil
olmak için yine toprak olmalı.” *** 284
Sonuç
Elhasıl; gülün tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. O, hemen her kültürün özellikle de Türkİslam medeniyetinin önemli bir sembolüdür.
Gülün insanlar için ne kadar önemli olduğunu
geçen milyonlarca yıllardan anlamaktayız.
Gül; kokusu, muhtelif renk ve desenlerde oluşu, güzelliği ile hem çiçeklerin prensesi hem
de gönüllerin sultanı olmuştur. Şairlerin dilinde sevgiliye muhabbetin ilanında bir aracıdır.
Âdem ile Havva’nın yasaklı meyveyi yemeleri
sonucunda Allah’a karşı duydukları hicaptan
dolayı edep yerlerini örtmek için kullandıkları
cennet yaprakları, üzerlerinde kurumuş ve
sonra yere dökülmüş, dökülen bu cennet yaprakları güzel kokulu bitkiler şeklinde uç vermiş. İşte gülün bu bitkilerden biri olduğuna
inanılır.
Batı kültüründe gülün kırmızı rengi İsa’nın ka283
“Şu illerin taşı hiç bana değmez, İlle dostun
gülü yaralar beni.” Pir Sultan Abdal
4
248
http://www.mumsema.org/alfabetik-siralama-
guzel-sozler/36117-gul-ile-ilgili-sozler.html 284 Sızıntı,
“Ölçü” Mart 1998 Yıl: 20 Sayı: 230.
nını ve Meryem Ana’nın ifetini simgelemektedir. Gül, Hıristiyanlığın ilk çağlarında Hz. İsa’nın
mistik bir sembolü olmuştur. Müslümanlarda
ise, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) mübarek terinin
kokusu, Gülpembe teninin rengi olarak tefeül
edilir.
Bektaşî kültürüne göre Hz. Ali Efendimiz ruhunu, Selman ı Farisi’ye getirttiği bir demet
gülü, koklayarak teslim etmiştir. O’nu koklayarak ölmek ne şeref! Bu yüzden Bektaşi geleneğinde gülün önemli bir yeri vardır. Gül ile
başlayan veya biten herhangi bir ismi
çağırırken gülün inceliği dilimizi okşar, dudaklarımızı süsler. O kız çocuklarının adının başına âdeta bir kurdeladır. Sanki onsuz çağrılan
bir kızın adı öksüzdür, boynu büküktür, onun
adı eksik söylenmiştir.
Ninelerimizin tezgâhında ve ıstarında dokuduğu, hemen hemen bir ömrünü oturarak
üzerinde geçirdiği halı-kilimlerinde, bineğinin
terkisine attığı heybelerinde, içine un koyduğu keçi kılı veya koyunyününden dokuduğu un
çuvallarında, sırtına aldığı kafanında, şairlerin şiirlerinde, âşıkların şarkılarında... Kısacası
hayatın her anında ve her alanında gülü sembolleştirmiş, dillendirmiş ve yaşatmıştır.
İşte bu medeniyet bir bakıma bu açıdan bir gül
medeniyetidir. Sevgi saygı ve hoşgörü medeniyetidir. O medeniyetin çocukları ve torunları olarak bizlere düşen şey de, pek çok güzel
özelliğini gül remziyle bütün dünyaya göstermiş olan atalarımızın şanlı mirasını yaşamak,
yaşatmak; evrensel anlamda tanıtmak, bilinmesine hizmet etmektir. Bu hepimize bir vefa
borcudur.
Müslüman milletler, yazdıkları kitapların kapağında, elyazması Kur’an sayfalarında hizip,
cüz vb. işaretlemelerinde tezhip olarak, minyatürlerinde, cami ve medrese süslemelerinde, mermer, taş ve ağaç oymalarında, mezar
taşlarında gülü motif olarak kullanmışlardır.
Ninelerimiz, annelerimiz iğne oyalarında,
mendillerinde, başını koyduğu yastığının kenar
işlemelerinde, genç kızlarımızın çeyizlerinde
yazmaların oyalarında, silah kabzalarında, aksakallı nur yüzlü dedelerimizin bastonlarının
sapında süs olmuştur.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 249 ^m*
TÜRK İSLAM KÜLTÜRÜNDE GÜL ALGISI
Yrd. Doç. Dr. Orhan ATEŞ
Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
GİRİŞ
Toplumların inançlarından ve hayata bakış
biçimlerinden neşet eden farklı varlık tasavvurları vardır. Anadolu insanı özellikle İslam
ile tanıştıktan sonra varlığı, tesadüfî bir var
oluşun neticesi değil her şeyi bilen ve her şeye
güç yetiren aynı zaman da güzellik ve merhamet kaynağı bir yaratıcının eseri ve insanoğluna yüklenmiş ilahî bir emanet olarak görmüştür. Bu bakış açısı ile yaratılmış libasını giyen
mahlûkat yalnızca insana yabancı olmaktan
kurtulmakla kalmamış bir emanet-i ilahî olması yönü ile de insanın şer/tahripkâr yanına
karşı da korunmaya alınmıştır.
Tek bir yaratıcının eseri olması nedeniyle insan, dünyanın her yerinde aynı insan olmakla
beraber kültürel açıdan285 farklı estetik algılara286 sahiptir. İnsanoğlunun diğer ihtiyaçlarına
cömert bir şekilde karşılık veren hikmet sahibi
Yüce Yaratıcı insanın estetik duygularını doyuracak objeleri de yaratmayı ihmal etmemiştir.
Aslında varlıklar içerisinde kâinatın estetik
donanımını değerlendirebilecek tek varlık insandır. Gül hem görünen suretindeki güzellikle hem de kendisine yüklenen farklı anlamları
ihtiva eden görünmeyen siretindeki/teşbihlerindeki güzellik ile bediî duygularımızı okşayan güzellik objelerinin başında gelir. Öyle ki
gül, insan ruhunu büyüleyen güzelliği ile farklı
285 Giddens, Anthony, Sosyoloji, (Çev. Günseli Altaylar), İstanbul 2009, s. 31.
286 Soygür, Haldun, “Sanat ve Delilik”, s.1
kültürlere sahip her toplumun estetik duygularını cezp etmeyi başarmıştır.287 Hayatın her
alanını gül bahçesine dönüştüren insanımız
semtine “Gülhane”; evladına “Gülpare”;288 sevgilisine “Gülnazar”; bahçesine “Gülşen” bahtı
açık olana “Bahtıgül” ; vefalı olanına “Yargül”
demiştir. Anadolu’da gül ile başlayan ve gülle
biten yaklaşık yüz elliye yakın isim tespit edilmiştir.289 Osmanlı tarihinde gül önemli bir yer
tutar. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan
Topkapı Sarayının Hasbahçesinin bir bölümü
güllere ayrılarak sarayın ihtiyacı olan güller
buradan karşılanmıştır. Ayrıca bölge Gülhane
adını buradan almıştır.290
Aslında varlık âleminde gül dahil hiçbir varlık
insan kadar güzel değildir.291 Fakat insana ait
bu güzelliğin tasvirinde veya teşbihinde başka bir nesne kullanılacaksa bu ihtiyacı evrende en güzel karşılayacak obje güldür. İslâm
coğrafyasında gül, şiir başta olmak üzere her
türlü bediî sanatın vazgeçilmez objesi olmuş287 Chevalier, Jean; Gheerbrant Alain, A Dictionary of
Sembols, London 1996, s. 813–815.
288 İnsanımız çocuklarına isim koyarken gülden mürekkep yaklaşık yüz elliye yakın isim türetmiştir. Gül
Kitabı, Akkuş, Mehmet, “İsimlerimizde Gülün Kokusu ve
Rengi”, s. 67.
289 Akkuş, Mehmet, Gül Kitabı, “İsimlerimizde Gülün
Rengi ve Kokusu”, 63–64.
290 Ateş, Erdoğan; Dikmen, Melek. K., Gül Kitabı “Şarkılarda Gül”, 87.
291 Kur’an-ı Kerim, 95/4.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 251
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
tur. Şairler gazellerini292, kasidelerini293 gülle
süsleyerek satır aralarına gül kokularını serpiştirmiştir. Klasik şiirimizde sevgili gül üzerinden anlatılır. Gül maşuktur ona aşk nameleri döken aşık da bülbül. Özellikle sevgiliye
sesleniş söz konusu olduğunda âşık sevgiliye
olan duygularını gül üzerinden anlatır. Sevgilinin güzelliği kristalize edilir ve gül üzerinden
anlatılırken bir tarafan sevgilinin eşsiz güzelliği vurgulanır öte yandan gülün masumiyeti
ile bu güzellik müstehcenlikten korunur. Yavuz
Bülent Bakiler gönül aynasında sevilen kadını,
Bakana tebessüm aynası gibidir.
Ben sevilen kadını Sözlerinden tanırım
Hecelerinde Sarmaşık kokusu vardır
Namelerinde öyle bir huzur ki Aşkla
söylenmiş bin bir şarkının dokusu var-dır.295
Müslümanlar için gül hayatın bizatihi kendisidir. Öyle ki hayatın içi gülle doldurularak eylemlerin tamamı güle teşbih edilmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber (as) yaşadığı devre “Gül
Devri” denilmiştir.
Senin için yüreğimde bir gül açardı,
Uzat şafaklarımın en güzel gülü
Hani senin simsiyah saçların vardı
Sağında solunda iki örgülü294,
mısralarıyla yürekte açan bir gül ile anlatır.
Ateş’in mısralarında ise “Sevilen Kadının” sevilmekten kaynaklanan ruhundaki derin coşku
kırmızı gül olarak yanaklarına yansır;
Ben sevilen kadını
Yanaklarından tanırım
Yanakları
Al al, kırmızı gül tarlası gibidir
Yüzünde aşkın gülbaharı
292 Tarlan, Ali Nihat, Gül Kitabı, Ahmet Paşa Divanı,
Ankara 1992, s. 204-205
293 Mazıoğlu, Hasibe, Gül Kitabı, Fuzuli ve Türkçr
Divanı’ndan Seçmeler, s.48- 58.
294 Bakiler, Yavuz Bülent, “Git Artık”, Yalnızlık, İst
1989, s.22.
4
252
Gül alırız gül satarız.
Gülü gül ile tartarız.
Terazimiz güldür bizim…
Ve Müslümanlar gül kadar temiz ve berrak bir
devrin özlemi ile yaşamışlardır. Güller insanlığın kardeşçe, eşitlik ve adalet içerisinde yaşayacağı bir dünyaya giden yolların süsü olarak
addedilmiştir;
Çiçek dik, gül dik Hakk’a giden yollara
Kelepçe vur, zincir vur mazlumu ezen kollara296
Bizler,
Veysel’in sözüyle
toprağı
seven,
295 Ateş, Orhan, “Ben Seven Kadını Gözlerinden Tanırım”, yayımlanmamış şiir.
296 Ateş, yayımlanmamış şiir.
Yunus’un diliyle öfkeyi yeren, gül ülkesinde
Mecnun ile aşkı deren bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu medeniyetin mensupları ne elleriyle ne dilleriyle başkalarına zarar verirler.
Gül Çağrışımları
Farsça bir kelime olan “gül” klasik edebiyatımızda aşkın, maşukun, bekâretin, güzelliğin ve
safetin simgesi olarak işlenmiştir. Hayran
olunan sevgilinin her bir
durumu gül üzerinden
anlatılmıştır. Sevgili, gül
yanaklıdır, gül dudaklıdır, gül
endamlıdır. Nedim bir beytinde
sevgiliye şöyle seslenir;
“Gülüm şöyle, gülüm böyle demektir yâre mu’tâdım Seni ey
gül sever cânım ki cânâne
hitabımsın.” Gül söz konusu
olunca insanımız bediî
duygularını en üst seviyede
kullanmıştır. Gül şe-kilsel
olarak işret (zikir) meclisinin
kadehine teşbih edilmiştir.
Gülün kırmızılığı şaraba
benzetilir. Bu bağlamda “Mey-i gül- fâm”
terkibi çok bilinir.297 Gül, diğer çiçekler gibi
her hangi bir çiçek olmanın ötesinde Hz.
Peygamber’in remzi olması yönü ile
psikolojik bir objeye dönüşerek müminler
nazarında manevi bir anlam yüklen-297 Andı,
M. Fatih, “Modern Türk Şiirinde Gül İmajı” s. 3
miştir. Yaratılmışların en güzeline remz olan
gül maddi güzelliğine manevi bir güzellik katarak Hz. Peygamber ile kendisini süslemiştir.
Gül Muhammed teridür bülbül onun yâridir Ol
gül ile ezeli cihâna bile geldüm298
Bu toplum Allah’tan sonra en çok sevdiği Hz.
Peygamber’i gül ile sembolize etmiştir.
Peygamber’in eline silah değil gül vermiştir.
Onu kılıçlarla değil güllerle
tasvir etmiştir. Gülün kokusu
Hz. Peygamber’in terine nispet
edilmiştir.
Hz.
Peygamber
terlediğinde
etrafına
gül
kokuları dağıldığından sahabe
(r.
anhum)
yanına
toplanırdı.299
Hak anı öğdü yaratdı sevdi habibim didi,
Yir yüzünde cümle çiçek
Mustafa’nın
teridir.300
Hz.
Peygamberin
kokusu
gül
kokusuna
benzetildiği
için
Anadolu’nun birçok yerinde gül
koklarken salâvat getirme
âdeti yerleşmiştir.301
298 Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı II, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990, s. 209.
299 Bursevî, Muhammed b. Abdurrahman es-Sahavî,
el Makâsıdu’l- Hasene fi Beyani Kesîrin Mine’l-Ehâdisi’lMeşhure, vr. 1b.
300 Tatçı, Mustafa, age. s. 96.
301 Andı, M. Fatih, “Modern Türk Şiirinde Gül İmajı”
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 253
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Hz. Peygamber’in Hz. Hatice (r. anha) ile olan
dönemi goncaya, Hz. Aişe (r. anha) annemizle
olan dönemi ise açılmış güle benzetilmiştir.
Arif Nihat Asya Hz. Peygamber’in bu durumunu
Hadîce’nin goncası Âişe’nin
gülüydün, şeklinde anlatır.
Tasavvufi sembolizmde gonca
halindeki gül Tevhid’i "birliği",
açılmış gül ise "birliğin çokluk
halinde görünüşü" olan kesreti
temsil eder. Gül bahçesi "gönül
açıklığı, kirinden pasından
temizlenerek, ilahi güzelliğin
yansımasına hazır hale gelmiş
kalbi", gonca, "insanın kendisiyle ve Allah ile baş başa kalmasını" simgeler. Buna göre,
açılmış gül, "can sırrını açığa
vurmak" anlamına gelir.
Anadolu insanı Efendimiz’i (as)
çağrıştırdığı için gülü çok sevmiştir. Gülden isimler türeterek
evlatlarına güllü isimler vermişlerdir. Nihat
Sami Banarlı, çocuklarını Gülveren, Gülseren,
Gülizar, Gülendam gibi gül isimleriyle çağıran
komşu hanım efendiye sorar:
s. 3
4
254
ki, çocuklarınızı hep bu isimlerle çağırırsınız?
-
Hayır, demiş kadın.
Toprağımızda bir tek gül bile yetişmez.
Ama gül başka o, Hz. Peygamber’in (as) remzidir.
Gül - Muhammed (as) ilişkisi
bağlamında Hz. Peygamber’in
hayatıyla ilgili özel durumlar gül
tasvirleriyle
edebiyatımıza
yansımıştır. Sevgili Peygamberimizin doğduğu yer gül bahçesi, doğduğu mevsim gül mevsimi ve O annesi Amine’nin
biricik gülü olarak anlatılmıştır.302
Gül ehl- tasavvufun kıyafetlerinde mühür olarak kullanılmıştır. Çuha üzerine işlenen
gül tarikat taçlarının merkez
noktasına dikilmiştir. Arapça
“verd” kelimesi gül anlamına
gelmektedir. Bu kelimede yer alan “vav” harfi
Hz. Muhammed (as) a varis olan kamillere,
“rı” harfi Hz. Muhammed (as) in “rauf ve
rahîm” isimlerine, “dal” harfi de davetçi
anlamında “daî” ismine işarettir.
Sizin memlekette çok fazla gül mü var
302 Güngör, Zülfikar, “Edebiyatımızda Gül Sembolü
ve Peygamberimiz” Gül Kitabı içerisinde makale, s. 31.
Gül Kadiriyye tarikatının alamet-i farikası olmanın yanında diğer tarikat erbabı tarafından
da kullanılmıştır. Kadiriler beş köşeli gülü kullanırlar. Rifaiyye gülüne “celcelutiyye gülü”
adı verilir. Bedeviye gülü ise üç daireden oluşur.303 Bir rivayete göre Abdulkadir Geylanî,
Hz. Hızır’ın telkini ile Bağdat’a gelir. Bağdatın
ileri gelen şeyhleri içi tümüyle dolu bir bardak
su göndererek kendisine ihtiyacın olmadığını
söylemek isterler. Abdulkadir Geylanî kendisine getirilen su dolu bardağın üzerine bir gül
yaprağı koyar ve su getirene şöyle söyler: Var
selam söyle bir gül ile su taşmaz.304
Gül kardeşlik Mesajıdır. Güller, gül olma özelliğini kaybetmeden pembe, sarı, kırmızı ve
beyazımsıdan oluşan farklı renkleriyle arz-ı
endam ederek çıkarlar karşımıza. Renklerin
farklı olması onları gül olmaktan çıkarmadığı
gibi birbirlerine karşı diken silahını kullanmalarını da gerektirmiyor. Belki de gül oluşları
buradan kaynaklanıyor. Yanı başlarında onca
potansiyel diken silahına sahip olmalarına
rağmen onlar birbirlerine diken atmayı değil
gülücük atmayı tercih ediyorlar.
Güllerin dilini çözen Bizim Yunus ılık bir Mayıs sabahı sarı gülün ağladığını görür. Çok üzülür. Kadife
tenini okşayarak derdin nedir, niçin ağlarsın diye
sual eder. Sarı gül önce bir yutkunur sonra da;
303 Muslu, Ramazan, Gül, “Tarikat Gülleri ve Anlamları”, s. 131.
304 İbrahim el-Eşrefî, Risâle-i Gül-i Abâd, vr. 3a.
“Bağcılar komşum kırmızı gülü kopardılar. O,
benim yalnızca komşum değil ruhumun
yarısıydı. Bağcılar yalnızca onu koparmakla
kalmadılar benim ruhumun yarısını kesip
aldılar, der. Asırlarca ötelerden gelen “Bizim
Yunus’un” sedasına veya yan komşunun bahçesinden gelen bu irfanî sese kulak vermek gerekmez mi! Bizim Yunus laf olsun diye konuşmamıştır sarıçiçekle. Sanki bu mükâlemeye
manidar bir mesaj yüklemiştir. O da şudur; gül
nasıl gül vasfını kaybetmeden farklı renklerle
içinde yaşadığı bağ ve bahçeyi güzelleştiriyorsa; farklı renkler onlar için bir düşmanlığı
gerektirmiyorsa, insan da “insan olma” özünü
kaybetmeden çok renkliliği ve çok sesliliği ile
içinde yaşadığı coğrafyayı şenlendirmelidir.
Hatta birbirleri için sevinebilmeli ve gözyaşı
dökebilmelidirler. Zira insanlar acılarına ve
sevgilerine anlam yükleyerek hayatlarını sürdürürler. Ortak acılar, ortak sevgiler ortak hayatları inşa eder.
Gül alırız gül satarız.
Gülü gül ile tartarız.
Terazimiz güldür bizim…
Gül Pür Güzelliktir: Yaratan gülü öylesine güzel yaratmıştır ki onun güzelliğini başka bir
obje ile değil yine bir gül ile anlatabiliriz. Gül
insanın istisnasız tüm duyularına hitap eden ve
ruhları doyuran, benliği esir alan bir güzelliğe
sahiptir. Mesela, bir insan düşünün ki sadece
gözleri görüyor, gül onu endamıyla büyüler.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 255
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Bir başka insan düşünün ki sadece koku alma
melekesi iş görüyor olsun, gül onu kokusuyla
mest eder; bir insan düşünün ki sadece dokunma hissetme duygusu faal, gül onu kadife
teniyle kendine hayran eder, sadece tat alma
duygusu olanı ise şurubuyla kendinden geçirir. Sadece işitme duygusu açık olana gelince
gül onu nasıl etkiler dersiniz? Onun için gülün
yapacağı bir şey yok mu? Gülün yapacağı bir
şey yok ama bu defa iş gül aşkıyla bir ömür en
güzel nameleri söyleyen bülbüle düşer. Bülbül
gül için öyle gönül yakan aşk nameleri terennüm eder ki duyup da mest olmamak imkânsız
bir şeydir.
Gülün cazibesinden sadece ölüler uzak kalır.
Çünkü kokusunu Efendimiz Muhammed’den
alır.305
Gülü defalarca kokladıktan sonra göğsümüze
hem de kalbimizin üzerine gelecek şekilde takışımız ya da suyla dolu bir sürahiye bırakıp
baygın baygın temaşa edişimiz onu tüm duyuları doyuran maddi ve manevi güzelliği sebebiyledir.
Gül alırız, gül satarız.
Gülü gül ile tartarız.
Terazimiz güldür bizim…
Gül, Baharla Gelen Hazinelerin Anahtarıdır:
Çok ağır ve zor geçen bir kışın ardından gül,
305 Ateş, Orhan, yayımlanmamış şiir.
4
256
Mayıs ayıyla birlikte baharın bir müjdecisi olarak girer dünyamıza, Aslında Nisan ayını hesaba kattığımızda zahiren bir aylık bir gecikme
var gibi gözükmekte ama aslında o bir gecikme değildir, bahara vurulmuş bir mühürdür.
Büyük şair Mehmet Akif,
On dört asır evvel yine böyle bir geceydi
Kumdan ayın on dördü gibi bir öksüz çıkıverdi,
der. Yaratan yüz yirmi dört bin peygamber
göndermiş, Kâinatın ifihar tablosu Gülün
remzi Hz. Muhammed (as)’i de sona bırakmıştır. Sona bırakmış ama onu divan-ı nübüvvetin hatemi, (künûzu mahfiyyânın mifahı) gizli
hazinelerin mifahı (anahtarı) yapmıştır. Gül
kıştan sonra gelen bahara mührünü vururken,
Hz. Peygamber de cehaletten sonra aydınlığa
vurulan bir mühürdür
Gül Tekâmüle İşaret Eder: Ülkemizde yaklaşık
yirmi üç çeşit yabani gül yetiştiği söylenmektedir. Fakat yabani güller kendi haline bırakılmaz.
Gülü avucunun içi gibi bilen Anadolu köylüsü
güle emek harcar, alın teri döker, aşı yapar ve
onu yabanilikten alarak yakamıza takılacak süs
haline getirir. Efendimizin bedevi toplulukları
terbiye ederek medeni milletlere muallim yapması gibi. Özünde halife-i ruy-i zemin olan insan
da değişik sebeplerle kendi özüne yabancılaşarak ayakaltına düşmüş olabilir. Eğer insan için
ter döker, emek harcarsak o da gül gibi göğüslere gonca olabilir. Değilse, eğitim ve terbiyen
insan insanın kurdu olacaktır.
Gül başlangıçta beyazdı. Bülbülün kanı onu
kırmızıya boyadı. Bülbül güle âşıktı. Aşk da
kutsaldı. Ama bir şeyin kutsallığı onu herkese
açık hale getirmez. Aşkın da bir ifeti ve hukuku vardır. Bülbül duygularına kapılarak aşkın
hukukunu ve maşukun ifetini hiçe saydı. Aşkın
sarhoşluğu içinde gülün haremine kanat çırptı. Gül de onu dikenleri ile karşıladı. Meşru bir
amaca gayr-ı meşru şekilde ulaşılamayacağını gösterdi. Haremini ve ifetini korudu. Gülün
beyazken kırmızıya dönüşü ile alakalı bazı söylentiler vardır. Bir söylentiye göre gül kendisini ölürcesine seven bülbülün aşkına karşılık
vermediği için bülbülün ölü bedenini görünce
utancından kızarmıştır. Başka bir söylentiye
göre de bülbülün toprağa dökülen kanını emerek kırmızıya boyanmıştır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bülbül âşıktır, gül de maşuk.
Ama bülbül aşkın hukukunu ve gülün ifetini
hiçe saydığı için; gül bülbülün bu sorumsuz
davranışı sebebiyle âlemden hayâ etmiş ve
kızarmıştır. Sonuçta gül ifetini muhafaza etmiş, bülbülde hukuksuzluğun cezasını canı ile
ödemiştir.
önde öfkemi, gül mü baskın diken mi. Bir filozof der ki; kalkan yapan usta, kılıç yapan ustadan daha faziletlidir. Neden? İkisi de usta değil
mi! Her ikisi de usta ancak, kalkan yapan usta
mesleğini insan canını kurtaracak bir aleti
yapmak için kullanırken kılıç yapan usta, mesleğini insanı öldürecek bir aleti yapmak için
kullanır. Bu anlamda İslam kültürüne bakıldığında, insanlara hayat bahşeden sevgi, barış,
aşk, adalet, hoşgörü vb değerler ile örülü bir
fazilet manzumesi olduğu görülecektir. Medeniyetimiz diken medeniyeti değil gül medeniyetidir. Düşmanlarımız dahi bu hakikati zaman
zaman ikrar etmek zorunda kalmışlardır.
Sonuç
Kültür toplumları oluşturan tüm katmanların
hayat algısını özetleyen bir manzumedir. Her
toplum öncelediği maddi ve manevi değerler
ile kendi kültürünü adeta bir dantelâ gibi örer.
Dolayısıyla toplumları tanımak için onların sahip oldukları kültür manzumesini hangi değerler ile süslediklerine bakmak kâfidir. Sevgi mi
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 257
fr
KÜLTÜRÜMÜZDE GÜL
Mehmet Ali ABAKAY
Diyarbakır Yazarlar Birliği Kurucu Üyesi Araştırmacı-Yazar
Diyarbakır Kültürümüzde Gül’ü tebliğimiz için
konu başlığı olarak seçerken, sempozyum
bildirilerini sunan kıymetli katılımcılarla aynı
noktalara ister istemez değineceğiz. Bu sebeple tekrarlar olursa, olmuş ise beni ma’zur
görünüz. Çünkü bu Şehr-i Diyarbekir’in “Güller
Şehri” olduğunun ispatıdır. Fazla söze ne hacet!... Demek ki birbirinden habersiz olanlar
aynı noktada buluşmaktadır.306
Kültürümüzde Gül’ü anlatırken Mezopotamya
öncesine gitmeyeceğiz. Biz edebiyatçıyız, tarihçi değiliz. Fakat Kanunî Sultan Süleyman’a
sunulan Matrakçı Nasuh’un Diyarbekir Tasvirinde şehrin kalesi resmedilirken gül bahçelerinin varlığı, bu şehrin güllerle tarihteki dostluğunun yegâne belgesidir. Matrakçı Nasuh’un
çiziminde olduğu görünümü, biz 19. Yüzyıl
başlarında yitirmişiz.
Evliya Çelebî’nin Dicle Önü’nü anlatırken çizdiği güzel tasvire burada yer vermeye gerek
var mı? Merak içinde olan hûllelerde aylarca
süren ve yaz denildi mi sonbahara dek süren
gülistanlar içindeki yaşantıyı, Çelebî’den okuyabilir.
Mimarî’de her evin avlusundaki kuyu ve bazalt
havuzun çevresinde yetiştirilen güller, şehir
306 Ocak 2007’de yayınladığımız derginin ismi Gül
Damlası idi. Bu dergi Fatih Lisesi’nin yayın organı olarak çıkmıştır. Bu sempozyum bildirimizin ana hatları da
bu derginin 32. Sayfasında yer almıştır.
insanının güllere verdiği, kazandırdığı mana
ortadadır. Giyimde kuşamda gülün hayata kattığı mana, genç kızların, gelinlerin gül misali
olduklarının işaretidir.
Sabahın erken deminde bahçede gezinirseniz
gül yaprağındaki su damlasından etkilenmez
misiniz? Bir çiğ tanesi ve yaprak arasındaki
ilişkinin ruha yansımasının şaire verdiği heyecanı kelimelerle ifade etmek mümkün mü?
Gülün tomurcuk hali ve yapraklarının açılması… Gül, niçin yetişir? Neden yaprak açar? Her
gülün kokusu, toprağı aynı olmasına rağmen
neden farklıdır?
Rengahenk güllerin yansıyışının ruha verdiği
esintilerin insana kazandırdığı ve şaire, yazara verdirdiği his atmosferinde estetizmin ruha
eşlik eden biçimi..
Hayatın birçok merhalesinde vazgeçilmez
sembollerden biri… Bir hekimin elinde dertlere şifadır, gül, hastalıklara devadır.
Bir kilimde halıya nakşedildiğinde yüzyılların
zevki söz konusudur.
Bir minyatörde yer alan gül, ressamının ismini ölümsüz kıldığı gibi, nakkaşın nakışlarında
gül olmazsa nakşedilenler kemale ermez, bir
türlü…
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 259
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Gelinlerin çeyizinde geçmişten gelen duyguların kendisini bulduğu remz olan gül, işlendiği
destmalı eşsiz kılar, hasretin imbikten geçirilmesi misali, şekillendirilen motife.
Hastanın başucuna konulduğunda ruhen insanı rahata erdiren varlığa dönüşür.
Şairin kaleminde aşkın, sevginin, hasretin tecessümüdür,
gül; maddeden öte manada
buluşmanın adresi, tefekkürle
varılabilen çizgi…
Çocuklar güle benzetilir, sevilenler gülle ifade edilir, en çok
sevilenlerin işaretçisidir, gül…
Çocuk teninin tazeliğinde dokunsan sihrini kaybedercesi-ne
nazik, zerafetiyle ihtişamın
misali, insanı dünyası içinde
büyüleyen yapraklar ve şekilleriyle büyüleyen figür…
Güle ulaşmak isteyenin dikene
razı olduğu demler… Güle ulaşmak, bilmeyen
için dalından koparılmasıdır. Lakin güle ulaşamayanların sıkıntısı vardır, düşünce âleminde.
Gülün beraberinde taşıdığı dikenler söz konusudur. Kokusu, rengi, görünümü apayrı olan
gül, bahçıvanın da şehadette bulunduğu gülleri, beraberinde büyütür. Güller, neden diken-
4
260
leriyle büyür? Bunun sırrı nedir? Dikeni olmayan gülün kıymeti var mıdır?
Tasavvuf erbabının, fikir adamının, felsefe ile
iştigal edenin gözünde gülün diken taşımasının manası oldukça engindir, düşünce ufkunda.
Hayatta mutlu olmayı gül haliyle düşünenlerin mutluluğa
giden yolda karşılaştığı her
engel diken ile telafuz edilir,
edebî lisanla. Varılmak istenen
hedef ve karşılaşılan zorluklar,
gül ve diken ile tecessüm kazanır, yazıya dökülürken. Vuslatı
geciktiren,
bazen
de
engelleyen dikenler, felekle tarif
edilir, edebiyat dünyamızda.
Tasavvufa Allah’la buluşmanın
önündeki en büyük dikenlerden
biri nefistir. Buluşulmak istenen
gül ve engelleyen diken
nefistir. Nefsin ıslâhı çileden,
insanın kendisini bilerek birçok nimetten
alıkoymasını gerektirir. Bunun için bir lokma
bir hırka, insan için her dünyevî zevkten daha
iyidir.
İnanç âleminde Peygamberin teni gül kokar,
teri gülün kokusudur. Peygamberi anımsatan
gül, hasretle sevdayla karılır, kendisini gülün
tezahüründe bulur. “Gül” denilince akla gelen
peygamberdir, İslam İnancı’nda. İslam’ın resmedilme durumunda takındığı yasak, insan ve
hayvan şekli dışında en çok gül için serbestliğe dönüşmüştür. Gül ile şekillendirilmek istenen birçok duygu vardır, serbest bırakılan.
Cennette tasvir edilen bahçeler ve kokular için
Kur’an-ı Kerim’de geçen birçok âyete ve Peygamberin hadis-i şerifine bakılabilir.
Fikir adamları, ideallerinin gerçekleşmesinde
karşılaşılan zorlukları tarif ederken” Her gülün bir dikeni vardır.” ifadesini sık kullanır, anlatılarında.
Heykeltıraşın gülü tasviri vardır, bitkiler içinde
şekillendirdiği, can vermek istediği. Bu can veriş, mana itibariyledir…
Önceleri bahçelerde kişinin zevkine göre yetiştirilen gül, sonraları suya atılan taşın halkalar misali büyüyerek, birçok ülkede gül bahçelerinin oluşmasına zemin hazırlamış, hüküm
süren sultanların, hükümdarların nazarında
ehemmiyet arz etmiş, her saltanat süren padişahın, şahın, kralın, imparatorun köşkü, konağı, malikânesi bu gül bahçeler içinde farklı
öneme haiz hale gelmiştir.
Dün suyu ile bizim hayatımızda etken hale gelen gül, bu gün sektörel alanda oldukça getiriye sahip bir hammaddedir. Tıbbîyatta eczanın
bazen en çok aranan hammaddesi olan gül,
günümüzde itriyat-koku dünyasının ana malzemesi haline gelmiştir.
Tıbbiyatta hazmedici olma beraberinde birçok
hastalığa deva olan gül, cerrahî alanda vazgeçilmezdi. Birçok yönüyle antioksidan, dezenfekte olmak üzere hijyen alanında kullanılan
gül ürünleri, içecek alanında şerbet, şurub yiyecek alanında reçel, pasta, tatlı olmak üzere
birçok alanda alternatif özelliğe sahiptir. Halen şişliklerde, iltihabî durumlarda, kadın hastalıklarında, cerrahî müdahalelerde, psikolojik
tedavilerde geleneksel tedavide güle verilen
kıymet söz konusudur.
Biz, edebiyat alanında çalışan ve araştırma
içinde olan biri olarak işin sağlık yönünü tıbbiyata bağlı bilirken, edebiyat alanında birçok
şair, gülsüz bir hayat düşünmemiştir.
Doğu kültüründe hayata dair manalar sembollerle anlam kazanır, anlaşılmak üzere çoğunlukla.
Gül sevileni sembolize eder, halk şiirinde;
sevene “Bülbül” denilir. Kerem’e, Ferhat’a,
Mecnun’a, Mem’e karşılık Aslı, Şirin, Leyla, Zin
söz konusudur.
Halk şirinde olan bu tarz yaklaşım, Divan
Şirinde de egemen motifir. Fuzulî’nin Su
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 261
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kasidesi’nde egemen olan motif güldür.307
mutlaka birkaç gül ağacı yetiştirilirdi.
Ahmed Haşim’in Merdiven’inde hem gül vardır
hem bülbül. Mehmet Akif’te Bülbül, bir devri
anlatan şiire isim olmuştur.
Avlular, gülsüz kalmazdı.
Sezai Karakoç’ta gül vardır, Ahmed Arif’te
yedi veren gülleri vardır.
Diyarbakırlı Şairlerde, yazarlarda gül eksik olmadı, hiçbir zaman. Gül, bülbülle birlikte anıldı, söylendi, yazıldı.
“Gül” denilince önceleri Şehr-i Diyarbekir akla
gelirmiş, öyle anlaşılırmış. Duyduklarımıza,
anlatılanlara ve yazılanlara göre. Bilir misiniz,
bu şehrin diğer isminin “Güller Şehri” olduğunu, “Güller Şehri” olarak bilindiğini?
Karacadağ’ın kiliminde, halısında duyguların
güle dönüştüğünü bilir miydiniz?
Genç kızların nakışlarını şekillendirdiği kanaviçelerde gülün eksik olmadığını bilir miydiniz?
Bohçaların içinde gülkurularının saklandığını,
üzerindeki işlemelerin sadece gül olduğunu
bilir miydiniz?
Mendillerin bir ucuna işlenirdi, göz nuruyla bir
zamanlar. Bu mendiller, işleyenin kokusunu
taşırdı, hiç yıkanmadan.
Bahçelerinde güller vardı, şehrin. Her avluda
307 Geniş bilgi için aşağıda ilgili bölüm.
4
262
Kuyunun, havuzun yanı başında gül, dikilen ilk
ağaçtı.
Esfel Bahçaları’nda Dicle’ye nazır köşklerde
gül yetiştirmek bir sanattı, geçmişte.
Gülün reçeli vardı, her evde. Kış ortası içilen
şerbet, gül şerbetiydi. Her misafir, gül suyuyla
karşılanırdı, evde.
“Gül” denilince Hazreti Muhammed(a)’e
salâvat getirilirdi, eller yüze sürülerek. Konuşmalarda gül mutlaka geçerdi, gelenekte bir
önemli konu ele alındığında.
Zorluklar anlatıldığında gülün dikensiz olmadığı vurgulanırdı, özellikle. “Gül” denildiğinde
dikenden soyutlanmazdı, konuşulan..
Gül, yakaya, saça takılandı. Büyüğe saygının
ifadesiydi, huzurun simgesiydi, bir dönemler.
Güller şehriydi, Diyarbekir… Hanların avlusundan bile eksik olmazdı. Mardin Kapı’dan
Sem’ân Köşkü’nün ötesine uzayan geniş alan
kokularıyla farklılık arz ederdi.
Bu gün, evlerin avluları kalmadı, gül ağaçlarına mekân olma adına. Betonarme yapılar yükseldi, dönem dönem tarihî evlerin bağrından
Birçok gül yetiştiren gül yüzlü adamlar, gül ba-
kışlı kadınlar küstü hayata.
Tebessümler bile goncayı çağrıştırırdı, şiirde.
Boşuna gül goncası denilmezdi, yaşı küçük
olanlara. Çocuklar güldü, küçük yaştan itibaren.
Evlerin pencerelerinde saksılara konuldu, sonraları balkonlarda yitip giden güller, bir bir
unutuldu hayatta.
Gül yetiştiren gül yüzlü insanlar, ömürlerinin son demlerini
yaşarken nefes alamaz hale
gelen betonarme yapılar içinde
çaresiz son anlarını bekler
oldu, dünü her hatırlayışlarında.
Ne kasımpatılar kaldı ne fesleğenler. Begonyaya yabancı,
karanfil görmemiş olanlar,
gülsüz kalmanın acısını nereden bilsin? Muhammedî güller
unutulup gitti, o güzelim kokularıyla.
Hayattan göçüp gidince güzellikler bir bir, nasibini alanlardan biri de güller oldu. Terk-i diyar eden yedi veren gülleri, kan kırmızı-yedi
veren gülleri artık yok.
Bembeyaz gülleri, sapsarı safran renkli gülleri, yârin yanağı gibi pembemsi gülleri anımsa-
yanlar arasında kala kala biz ara kuşak kaldık,
gibi.
Doğallıktan kopan yaşam, yerini mekanik hayata terk edince albenili-kokusuz-ruhsuz güller çıktı, ortaya. Hastaların başucuna konuldu,
bir bir. Bu güller su bile istemez cinse sahip.
Plastik olduğu biline biline hastaya takdim
edilen güllerin egemenliğinde yaşamın tadı
kalır mı ?
Isparta, “Gül Şehri” olarak anılıyor muydu, şehrim “Güller
Şehri” olarak adlandırıldığı zaman? Diyarbekir güller şehriydi, bir dönemler. Biz, o dönemi
hayal-meyal
hatırlayanlardanız.
Diyarbekirli Şairler dünde gülü
o kadar şiirlerine konu etmiş ki
yaptığımız araştırmada birçok
şairin bu konuda şiiri söz konusudur ya da şiirinde gülü ele almışlığı vardır. Biz sadece kimi
şairlerden kısa değinmelerde
bulunacağız:
İhsan Fikret BİÇİCİ’den:
“Bu senin Diyarbekir oluşun
Bazen
Yediveren bir gül gibi,
Ama çok kere kanlı bir kurşun
Gibi durur canevimde”.(Diyarbekir-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 263
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Şaraban’dan…)
Sezai KARAKOÇ’tan:
“Dicleyle Fırat arasında Bir eski şehir
cennet titremesi Sarı güller çevirmiş dört
yanını Yabancı bir şehir gibi Kırmızı güller
yerli Kuzların doğması nasıl beklenirse o
ülkede Güllerin açması da öyle beklenir gün
doğmadan önce Bahar yağmurları böyle
günlere gebe İner gökyüzünden bahçelere
Nişanlarda gül şerbeti içi,lir Hastalara gül
şurubundan ilaç Gül yeni bir yeni yıl gibi
Hızır fısıltısı say onu
Baharın salavatı güller
Yeryüzüne gelerek sabahları
Yataklara dökülerek “(Gül Muştusu’ndan)
….
“Gelin gülle başlıyalım şiire atalara uyarak
Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine
“(Ülkeden Başkentler Başkentine’den)
Rûşenî’nin Kâmî’ ile beraber söylediği gazelden:
Kâmî: Dahl ederdim bî muhaba bülbül-i şeydâya ben
Şimdi dil verdim vuruldum bir gül-i ra’naya ben
Rûşenî: Beste-i târ-i siyah-i zülfün olmuştur gönül
İhtiyarsız düşmüşüm zalim yaman sevdaya ben
Mehmet Tevfk’ten:
4
264
Bûy-i vatanla gönlümüze verdi inşirah Bir
gül getirdi sanki cinandan sabâ bize
Vehbi’nin Kaldı redifi gazelinden:
Elim yetmez güle pâder-kef-i hâr olduğum kaldı
Bu gülşende heman bülbül gibi zâr olduğum kaldı
Kemâle irmeden bedr-i ümidim buldu noksanı
Hilâl-i minnet-i çarh-i sitemkâe olduğum kaldı
Mâhir’in Ey Bülbül redifi gazeli:
Acep gülden mi yoksa hârdan mı dâdın ey bülbül
Ki âteş urdu bağa nâle ü feryâdın ey bülbül
Benüm gibi esir-i derd-i hicrân olmamışsın sen
Hemân taklid ile olmuş figan mu’tadın ey bülbül
Pasendide ederlerse dahi gül nağmeni asla Bu
gülşende açılmaz hîç dil-i nâşâdın ey bülbül
Tutup zâğı ne gun gülzâ<rdan bahs-i kafes kaldın
Cihânda olmasun aslâ senin sayyadın ey bülbül
Bu gûna ah-i dilsûzu sana kim eylemiş ta’lim
Aceb Mâhir midir bilmem senin üstâdın ey bülbül
Râif’in bir şiirinden beyit:
Cûda düştüm o dem ki nev-nihal-i gülizârımdan
Cihan doldu seda-yi nâle-i feryâd u zârımdan
Hayalî’nin Senin redifi gazeli’nden:
Gülleri şermende eyler reng-i ruhsarın senin
Öğredir serve edâlar naz ü refarın senin
Terk-i Gülşen etti hasretle hezaran reşkten
Gördüler nadîde rengin hüsn ü etvarın senin
(Merdiven )
Gülün damlası mı olur? Olur dostlar olur. Gül
solunca yaprağı düşer. Kıpkırmızı gülden düşen yaprak, damla kabul edilir. Ağlamaktadır,
gül. Hüznün yansımasıdır, düşen yaprak. Ondandır güle bakıp bülbülün ağlaması. Aşklar
değişken olmadan evveldi., sevilene sunulan
ve ömür boyu saklanan gül. Alınan işlemeli
mendil ve o bakışın yıllarca hatırlandığı an.
Ne sevgili kaldı ne âşık… Ondandır göç
etmesi hayatımızdan güllerin. Gül damlası
daima bana bunu hatırlatır.
Doğu Kültüründe Bülbül ve Gül Motif
Halk hikâyelerinde mesnevîlerde gül ve bülbül,
daima sevilen ile sevenin remzi olarak kabul
edilmiştir. “Diyarbakır Folklorlundan Kesitler
Celâl Güzelses” kitap çalışmamızda Diyarbakır
Folklorunda Gül-Bülbül Motifi hakkında yaptığımız araştırmayı sunuyoruz:
“Doğu Kültüründe bülbülün gül yüzünden çektiği acılar, ciltler dolusu tutar. Sevenin sevilenin remzi olan “Gül” ile “Bülbül”, Diyarbakır
Folklorunda ele alınmamış bakîr konulardandır.
Şiirini semboller üzerine kuran
Haşim’in Şiiri’nden remzler:
Ahmed
Eğilmiş arza kanar, mutassıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Düştükçe vurulmuş gibi yer yer
Kızgın kokusundan kelebekler
Gönlüm ona pervane kesildi
(Karanfil )
Gül ile bülbül bazen mumla pervane, bazen
Leylâ ile Mecnun olur, Doğu Kültürü’nde.
Fuzûlî’nin Su Kasidesi’nde Gül ile Bülbül:
Suya virsün bağban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre su
Arızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyle virmek hâre su
İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile
Gül budağının mizâcına gire kurtare su
Misalleri çoğaltmak mümkün olduğu bu şiirlerden, folklordaki Gül ve Bülbül ikilemine geçiyoruz.
Celâl Güzelses’in saba makamındaki “Ana
Beni Bir zalime verdiler” isimli eserinde Gül
Motifi egemendir:
Ayrıldım gülüm senden
Saçı sümbülüm senden Ağamın elinden
Yârimin derdinden
Nasıl edem
Gül ve Bülbül ikileminde seven, sürekli sevilenden yana fedakârdır:
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 265
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Senin yeren
Gül sevdim senin yeren
Sen ölme canan yazıh
Ben ölem senin yeren
Sevilenin sevenden yana şikâyeti de manilerde yerini bulur:
Gül demedi
Elinde gül demedi
Ya ben nasıl güleyim
Yâr bana gül demedi
Manilerin bir önemli özelliği de aynı maninin
diğer şehirlerde hatta farklı ülkelerde aynılık
göstermesidir:
Gamze deler
Gönlümü gamze deler
Sinem tabib delemez
Delerse gamze deler
Güle olan meyil, çok şeyin üzerindedir. Hasrete programlı gönül, istenilene varma için çok
şeyden feragât eder:
Gül senindir
Bağ senin gül senindir
Kendin gül adın çiçek
Korkma gönül senindir
İnsanın gülmesi, kültürde hoş karşılanmaz.
4
266
Günlük geçim telâşı, ayrılıklar, eş-dost derdi,
alınan terbiye hele aşk ile yoğrulmuşsa, “gülme” yerini ağlamaya bırakır. Öyle bir ağlamak
ki…
Gülmenem Bülbül
benem gülmenem
Gönlü şad olan gülsün
Ben dertliyem gülmenem
Hüznü eksen alan manilerden biri:
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Girdim dost bahçasına
Ağlayan çok gülen az
Gül ile Bülbül, ayrılığın adıdır. “Bahar olur yeşillenir “de gül, “sümbül”, bülbül “ağlayan” olmuştur:
Bahar olur döker bağlar gazeli
Yârim sümbül elvan elvan güzeli
Gidi(n) sorun dünya âlem ne ağlar
Ben ağlaram nazlı yârdan olmuşum
Aşağıdaki manide sevgilinin benzi güle benzetilerek, ayrılıktan dolayı sevenin çektiği acı
dile getirilip, kavuşmanın önüne geçen engeller, dağlar ile ifade edilmektedir:
Bu dağlar olmasaydı
Gül benzin solmasaydı
Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı
Celâl Güzelses’in bir araya getirip musıkîmize
kazandırdığı eserler, bugün musıkîmizin seçkin
ürünlerini oluşturmaktadır. Celâl Güzelses’in
Ulu Camiî Müezzinlik yıllarından, unutulmayan uşşak makamındaki şaheserde yine Gül ve
Bülbül motifi egemendir:
Her bir gülün râyihası âlemi tuttu
Feryâda getirdi gülü gülzârı Muhammed
Diyarbakır’da yetiştirilen bir gül çeşidine de
“Gül-i Muhammedî” ismi verilir. Tasavvufa iç
içe olan bu motif, tasavvufa vazgeçilmez
sembol halindedir.
Yunus Emre’den:
Sordum sarı çiçeğe
Neden boynun eğridir
Çiçek eydür derviş baba
Benim aslım topraktır…”(age Sayfa 66-68 )
Mehmed Âkif’in Bülbül Şiiri’nden:
…
Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil...
Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül,
senin hakkın değil mâtem!..
Ahmed Arif’in şiirinde Gül
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 267
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Oy sevmişem ben seni…
…
Açar kankırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan
Savrulur Karacadağ
Savrulur zozan…
Sezai Karakoç ve Gül:
“Güllerin içine yağdığı
Bahar aydınlıklarının“
…
“Yaratılışa dönmüşüm baharla
İlk yaratılışa
Gül saçarım düşmanıma bile
Bir ilgi var ölenle bulut
Doğanla güneş arasında
Taş bile çiçeklenir baharda”
“Eski çocuk gül gibi dağıldı gitti atlarda
Atlar kan çizgileri ufuklarda
Çocuklar
Tifiklenmiş öyküler bahar akan mezarlarda
Genç ölmüşlerdir dedelerim
İlgim yok benim bu erken ağarmış saçlarla
Denizin düşüyüm ben karada
Güneşte yanmış bir gül sesi”
Ve kapılar açmış doğum zindanına
Diriliş ayazmasına
Yusuf'un hücresine
Düş olmuş
Düşmüş asmalardan
Babilin dudaklarından
4
268
Kudüs sarnıçlarından
Çalkantılar taşımış
Mısır'ın kızgın umutsuzluk akşamlarına”
“Eski zamanlarda söylenmiş apaçık
Ama gelecek zamanlarda sırra dönüşen
Yüce erlerin sözlerinden
Sözlerin gençleşen hayallerinden
Kabarmış yeşil damarlı elleriyle
Alınyazısıyla döğmeli gül devşirmede
Araştırıyor gözleriyle kuşlukta biriken
Muştulu kader seslerini
Bir şey olacak biliyor ama ilerde”
….
“-Bahar gelmiş Yusuf
Çok düş gördük
Gül getirilmiş hapishaneye
Çok düş yorumladın ama
Henüz çıkamadık geniş
Ve aydınlık yeryüzüne
Bir gül getirilmiş
Ama aşamadık duvarları
Çıkmadık gül bahar ülkesine”
“Son insan ölmeden önce
Bir ülkü inecek bahçelere”
Size bir mutluluk haberi gibi
Gül gelecek
Kıyamet demek gülün geri gelişi demek
Gül peygamber muştusu peygamber sesi…”
….
“Seni ben gönderdim
Gülün muştusunu vermek için
Seni sevenin ismiyle yetiş bize
Yetiştir bize
Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını
Verim yağmuru insin ülkemize
Mekkeye Medineye Şama
Kudüse Bağdata İstanbula
Semerkanda Taşkente Diyarbekire
Yetiş Peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah'ın izniyle”
“ Gül diksinler diye yeni topraklarına
İnsanın ta gönlüne
Yetiştir erenlerini
Allah'ım”
….
Gül alıp gül satarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gülden terazi tutarlar
Çarşı pazar güldür gül”.
…
Mona Roza siyah güler ak güller
Geyve’nin gülleri beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller ak güller …
Aziz Mahmud Hûdaî’den:
Gül ağlama gül bize
Ele diken gül bize
Gül olanın yüzünde
Gül açılır gül bize!”
Güle dair yazdığımız bir beyit:
Bir dikene rast geldi şu sargılı elim
Güldendir bunca gün acı çektiğim
Önceleri kökleriyle toprağa sırdaşlık eden gül
ağaçlarının bahçelerde koruyucusu idi, bahçevanlar. Her bahçevan, elinde makası ile gül
ağaçlarının yetiştirilmesine özenle bakar ve
bu özenin karşılığında renkahenk güllerin yetiştirildiğini gördüğü zaman, duyduğu haz ve
yaşadığı coşku ile emek vermenin karşılığını
alıyor, harcanan ömre ve zamana acımıyordu.
Çünkü emeğinin karşılığını alan bahçevan, yetiştirdiği güllerle ustalığının derecesini çevresine ilan ediyordu.
Toprağa düşen fidan, zaman içinde serencamını yaşarken, renkahenk güllerin verileceği
zamana kadar, koruyucusu olan bahçevanın
elerlinde bir bebek misali özenle yetiştiriliyor,
sıcağa ve soğuğa karşı alınan tedbirlerle bahçevanın göz nuru el emeği sayesinde insan derecesinde hususî ihtimamla varlığının esas sebebinin bilincinde kendisine harcanan zamanı
ve emeği boşa çıkartmıyordu. Zamanla
bahçelerdeki ağaçlarla beraber güller de
söktürüldü,
yerine
betonarme
binalar
dikilmek üzere. Toprak, köklerini bağrına aldığı ağaçlardan kopmak istemese de kullanılan
zor, direngenliğin ölçüsünü kırıyordu. Bahçeler
bir bir yaşanan hatıraların merkezi olmaktan
çıkarak, birer çok tabakalı evlere, apartman
dairelerine dönüştü. Bahçeler, birer maket
şeklinde yaşatılmak istense bile ihtiyaçlar art-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 269
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
tığı için ya araba parkına ya da topraktan haz
etmeyenler tarafından betonlaştırıldı, etrafı
demir aksamlarla çevrelendi.
Gül Yetiştiren Adamlar, şehirde olmanın insan
benliğini yaralayan oluşumlar karşısında çözümü balkonlarda saksılarda gül yetiştirmekte
buldular, en azından. Gül, toprağa olan hasretinden saksılarda istenileni vermeyince, esaret kabul edince saksıdaki duruşunu, Gül Yetiştiren Adamlar kınandı, zaman içinde.
Onlar, yaşlansa da bu davranışlarını gelenekten kaynaklanan alışkanlık ve gereklilikle sürdürdü. Çocukları ihtiyaçtan bahçeleri betonlaştırdıklarını ifade ederek kendi vicdanlarını
rahatlatmak isterken Gül Yetiştiren Adamlar,
gözyaşlarını saksılardaki sıska güllerin fazla
kokmayan, kokusunu kaybetmiş yapraklarına
dökmeye devam etti. Torunlarına bunu aşılamak isteyen Gül Yetiştiren Adamlar, saksı ile
buluşmaktan yorgun düşen güllerin bir bir solduklarını gördü, yaşlı gözlerle.
Saksılarda gül yetiştirme yerine kuşları kafeslerden azad etme halinin daha mütenasip olduğunu bilenler saksılardaki gülleri toprak ile
buluşturmaya ahd etti, güller uzak topraklara
zorunlu sürgüne tabiî tutuldu.
Balkonlarda gül yetiştiriciliği kalmadı, artık.
İnsanoğlu, toprağa çıplak ayakla basmaktan
imtina etti.
4
270
Küçük çocuklar, her gün ağaçların gölgesi altında oyunlar oynamaz oldu.
İki ağaç arasında gerili, minderle desteklenmiş salıncaklarda uyumadı, bebekler.
Cıvıldaşmadı kuşlar eskisi gibi, yeşillikler içinde.
Ne bir demet maydanoz ne bir deste nane ne
de kokusu kopartılırken elden kolay gitmeyen
birkaç yeşilimsi domates…
Bahçelere eskiden oluşan tufanlar gibi bir musibet gelmiş, toprağın altı ve üstü değiştirilmişti. Hiçbir yeşile tahammül etmeyen anlayış, daha çok kazanma adına her gördüğü yeri,
bahçeyi apartmanlaştırmaya koyulmuştu.
Önceleri şehirleşmede cazip gelen daire hayatı, sonradan tadı tuzu olmayan bir yaşam dönüşünce balkonlarda oturup çay içemez hale
geldi, insanlar. Merdiven basamaklarını bile
çıkmaktan acziyet içinde olanlar, asansörü
kullanır oldu.
Çoğunlukla pencereler bile açılmaz oldu, isin,
kurumun ve tozun ev içine dolmaması için.
Balkonlar da gözden çıkarıldı. Evin mahremiyetine karşı olan balkonlar, bir bir gözden
çıkarıldı. Bir depo haline getirildi, öncelikle
küçük balkonlar. Sonrasında büyük balkonlar,
misafir gelince oturulur, kullanılır hale geldi.
Bazen bahçede yaşananın canlandırılması
yapılmak istense de boşunaydı, çırpınışlar.
Komşular, yakılan mangalın, yapılmak istenen
yemeğin kokusundan rahatsızlığını dile getirir,
oldu. Ev içinde bile yüksek sesle konuşmalar
yasaklandı, aile fertlerince.
Çocukların uslulaşması, ehilleşmesi sessizliklerine bağlandı. Ne denli sessiz oturur ve
konuşmazlarsa,
hareketsiz
dururlarsa
mükâfatlandırıldı,
mahalle bakkalından alınan
şekerlemeler ve bisküvilerle.
Artık çocuklar bile yaşayamaz
oldu yaşlılarla birlikte. Apartman hayatı, gönüllü esaretin
ismi haline dönüştürüldü.
Yüz metre kare alanda küçücük
odalarda yaşanan hayat, yeşilin
ve toprağın hayattan çekilmesiyle beraber bir cehennem
hayatına dönüştü.
Bahçelerde güllerin yetiştiricileri unutuldu, bir
bir. Akan suyun şırıltısı, yerini madeni seslere
bıraktı. Güller, saksılardan aforoz edilince yerini vazolarda yapmacık, kokusuz, suya ihtiyaç
duymayan plâstik çiçeklere-güllere bıraktı.
Hastaların başucuna bırakılan, alımlı, güzel
görünüşlü güller kokmadığı için, değer görmese bile, yeşile olan hasret dinmediği için,
masalarda süs dekoruna dönüştü, sunî güller.
Göze hoş, ruha ıstırab veren güllerin aynı kalması, zamana ihanet misali bir ibret vesikası
gibiydi. Solan gülle hüzünlenen insan kalmadı,
ölümü hatırlayanlar azaldı. Solan gülün yapraklarına bakıp, hayatı bir film şeridi gibi
gözünün önünden geçirenler
azaldı. Hatta güzel kokan
güllerin verdiği şevkle salavat
getirenlerin çocukları, bu güzel
hasleti
unutuverdi.
Kimi
sebeplerden dolayı gül suyu
kullanmak, hoş görülmedi, gül
yağının
çağrıştırdığı
yan
etkiler(!) sebebiyle gül ile olan
irtibatımız ortadan kalktı.
Evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpen Şairi
hatırlarım… Bizim evlerimizde
balkon yoktu, bahçeler vardı.
Bahçelerde hane halkı istediği
gibi rahat ediyordu. Geyvenin gülleri
yetiştirilmiyor, artık bahçelerde. Ne kan
kırmızı kadife güller ne Muhammedî güller.
Ne bir çimen ne bir yeşillik!...
Hekimler, artık yaşlılara, çocuklara parklardaki yeşilliklerde oksijen solumayı reçeteleştirir
oldu. Ev içinde sıkılan insana, rahatlık verdir-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 271 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
me adına duvarda çerçevelerin, odada kanepelerin yerlerinin değiştirilmesi tavsiye edilir
oldu, psikologlar tarafından. Yılda bir beş-on
gün bile olsa tatile çıkma tavsiye edilir oldu.
Şehirde has ekmeğe talim edenlere, kepekli
köy ekmeği tavsiye edilir oldu. Baldan uzak
düşenler, pekmezi tanımazken, şerbete yabancı olanlar, hazır içecekler tüketmeye başladı.
Yoğurdun bile makinelerde işleme tabiî tutulduğu şehirde insan, ayranı bile hazırlamaya
üşenir oldu, hazır ayran içer duruma geldi.
Gül şerbetlerinin tadı, reçellerinin kokusu, gül
sularının ve özellikle yağlarının baş döndüren
mutluluk hissi yerini kimyevî maddelere bırakalı, hastalıkların önü alınmaz oldu, tetikleyen
sebeplerle.
4
272
Bülbülden bahsetmediğimizin farkında mısınız? Onu da bir başka yazıda gülle bülbülün
sohbeti olarak ele alalım.
Ben de alnından öpmek istiyorum, evleri balkonsuz yapan mimarların. Ben de Geyvenin
Gülleri’ni elime almak isterim. Ben de akşamüstleri batan güneşin güle verdiği ihtişamı
görmek isterim. Mutassıl kanayan güllere bakıp, eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
bırakan biri olarak, ağır ağır çıktığım merdivenin son basamağında ağlarken güle hasret
çektiğim bilinmelidir.
Gül Yüzlü İnsanlar azalınca gülden bahsetmek
zorlaştı. Şair şiir bahçesine gülle girerken dirilişten esintiler, ruhumuzda bir iz bırakacak
mı?
Ekmekler bozuldu, sular kirlendi, çevre yeşilliğinden eser görülmüyor, insanlar aynı tornadan çıkmış robotlara dönüşeli, emekli olanlar
çareyi geçmişe dönmekte arar gibidir. Köye
gidişe hazırlanan ruh, rahatlıktan elini çekmek
istemeyince iç çatışmalar başladı, beraberinde.
Ben bahçemdeki gülleri istiyorum, kokusuz,
renkahenksiz gülleri değil.
Gül Yetiştiren Adamlar, Mimarîde Balkona
Düşman Mimarlar ve Toprağa Hasret Güller!...
Gül işlemeli mendili koynunda saklayan da
kalmadı, günümüzde. Ne kanaviçeye ne etamine işlenir oldu, gül. Şairler bile şiirlerinde
güle methiye dizemez oldu.
Onların yargılanarak birer bahçe yapma cezasına çarptırılmalarını ve her bahçede de en
azından yirmi gül çeşidi dikmelerini istiyorum.
-Bayım siz kendinizde misiniz? Hasta iseniz bir
ambulans çağıralım.
Bunca zamandır hayatımızda olmayan bahçe ve gül motifi, bundan sonra şehirleşmede
zorunlu olarak yerini alırken bizi bahçesiz ve
gülsüz bırakanlar suçlu görülmeyecek mi?
Yaşlı adam, göz yaşını silerek, önündeki gence
baktı:
ri, son bölümü ile eleştirinin hikâyeye dönmüş
halidir.
-Hayır evladım, hasta değilim.
Gül ağacının toprağa kök saldığı ve bahçelerde renkahenk güllerin açıldığı zamanların şahitliğinde yazan birisiyim. Güllerin kokularının
varlıklarının tanıklığına işaret ettiği çocukluk
günlerimizde, reçelinden suyuna ilacından
dermanına kadar olanı ve biteni yaşayan ve
araştıran birisiyim.
Genç, anlayamadı söyleneni:
-Fakat ağlıyorsunuz?
Yaşlı adam, gözyaşını silerek başını kaldırdı,
gence bakarak:
-Evladım, bir zaman burası bahçelik idi, güllerle kaplı idi, her alan…
Genç, sormadan kendisi konuşmaya devam
etti:
Yazdıklarımız belki okura geçmişe hasret satırlar olarak algılanabilirse de işin özünde bunun var olduğunu inkâra kalkışmanın beyhude
bir uğraş olduğunu belirtmekle beraber, yazının maksadının sadece bu olmadığını ifade
etmek isteriz.
-Buralarda geçen çocukluğumu hatırladım…
Bahçede birçok yemiş ağacı vardı. Şimdi bir
şey kalmamış.
Genç, sormadan edemedi:
-Kim sattı, bu bahçeyi, kim bu beton mezarları
diktirdi, Beyefendi?
Yaşlı Adam, ayağa kalkmaya çabaladı, banktan
kalkamadı:
-Ben yaptım evladım, ben!...
Açıklama: Bu çalışma, ilk bölümü ile bir eleşti-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 273 ^m*
TASAVVUF KÜLTÜRÜNDE GÜL METAFORU
Yrd. Doç. Dr. Murat ÖZAYDIN
Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
Yunus Emre, “Çıktım erik dalına, yedim onda
üzümü / Bostan ıssı kakıyıp, der, ne yersin kozumu?” beytiyle başlayan meşhur muammâsını
çattığında, kendinden sonra gelecek nesillerin,
bu on üç beyitlik şiirine ve aynı türden diğer
manzûmelerine ne çeşit yorumlar getireceğini belki de hiç tahmin edemezdi. Kimbilir, belki
de onun bu tür şiirlerinde kastettiği anlamlar,
şârihlerin açıklamalarından çok daha farklıydı.
Ama şurası muhakkak ki, özellikle Hz. Yunus
ve onun takipçileri, bu yola bilinçli olarak başvurmuşlardı ve bu anlatım tarzının ne denli
düşünce ve mânâ zenginliklerine yol açacağını
kendileri de çok iyi biliyordu.
Mecaz, istiâre, teşbih, kıyâs, mesel, kinâye gibi
edebî söz sanatları ile amblem, sembolik imgelem gibi anlatım öğelerini bünyesinde barındıran Metafor kavramı, daha çok şiir (poetik) ve belâgat (retorik) alanlarında kullanılan
edebî bir sanat olarak görülmesine karşın,
başka sahalarda, özellikle de felsefe ve düşünce alanında kendisine sıkça başvurulan bir anlatım biçimi olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Tarih boyunca eski kültür ve medeniyetlerin
sıkça kullandıkları Metaforik dil, İslâm düşüncesinde de kendine ayrı bir yer edinmiştir.
Metaforlara Kur’an ve hadislerde rastlandığı
gibi, sistemlerini bu iki ana kaynaktan aldıkları ilhamla geliştirip şekillendiren müslüman
filozofar ve mutasavvıfar da Metaforik anlatım yoluna başvurmuşlar ve bu türün zengin
örneklerini sunmuşlardır. Ne var ki, tasavvufî
düşünce sistemi içinde tuttuğu yer ve taşıdığı
öneme rağmen Metaforik anlatım, günümüz
tasavvuf araştırmalarına yeterince konu olabilmeyi henüz başarabilmiş değildir.
İşte, bu eksikliği bir nebze gidermek yolunda
atılmış küçük bir adım olmak üzere hazırladığımız bu çalışmamızda da görüldüğü üzere, sûfîler, görünmeyen (bâtın / iç / mânevî)
âleme ait konuları, fizikî dünyada kolaylıkla
görüp bilebileceğimiz ve algılayabileceğimiz
nesnelerle ifâde etme yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla onların kullandıkları Metaforları anlayıp çözümleyebilmek için, bunun tam tersi bir
yol izlemek; görünür (dış / zâhir) dünyadan hareket ederek bunları görünmeyen (iç / bâtın)
âleme, insanın gönül dünyasına uyarlayarak
anlamaya çalışmak gerekmektedir. Aksi takdirde, bütün bir tasavvuf ve bu dili kullanan
mutasavvıfar, ya hiç anlaşılamayacaklardır ya
da yanlış anlaşılacaklardır.
Kanaatimizce tasavvufa ve çoğu sûfîye yönelik
sataşmaların temelinde de bu durum yatmaktadır. Örneğin, meyhânenin içki satılan köşe
başındaki dükkan değil de Allah aşkının alınıp
verildiği ve nûş edildiği ârifin / âşıkın gönlü olduğunu; Sâkî’nin meyhâneci değil de ilâhî aşkı
sunan Cenâb-ı Hak veya mürşid-i kâmil olduğunu; şarâbın meyhânede satılan içki değil
de ilâhî aşk olduğunu; kısacası kadehi, şarâbı,
bâdeyi, cür’ayı kavrayamayan, aşk hastalığını metabolizmayla ilgili biyolojik bir hastalık
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 275 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
sanan mârifet ve hikmetten habersiz kimse,
elbette zâhir gözüyle baktığı mutasavvıfı yerden yere vuracaktır; hatta neticede onun ne
sûfîliği kalacaktır, ne de müslümanlığı.
Bu durum, bazı şâirlerde de görüldüğü üzere,
kullanılan Metaforlardaki tasavvufî anlam örgüsünün ıskalanarak, bir semantik atlamayla,
şiirin “işâret” etmek istediği hedefin tamamen
şaşırılması
sonucunu
da
doğurabilmektedir.
Bu
tür
örneklerde, kullanılan metafizik
ve
tasavvufî
Metaforların
manalarının,
tamamıyla
cismânîlik
boyutlarına
indirgenerek
anlaşılmaya
çalışıldığı görülmektedir. Esasen bütün bir Tasavvuf Edebiyatı ve düşüncesi, anlamı bu
tür farklı yerlere taşıma teşebbüslerinden tarihte çok çekmiş
ve halen de çekmektedir. Metaforik / sembolik anlatımdaki
bu hassas kayma noktasını iyi
bilen sûfî şâirler, metafizik bir
referans taşımayan şiiri, içi boş bir söz yığını
olarak değerlendirmişlerdir. Yâr, sevgili,
dilber, zülf, içki, kadeh, dudak vb. Metaforlarla dolu bir şiirdeki bu gibi sembollerin
karşılıklarını hep cismânî âlemde arayanlar,
dünyaları çok sığ olan ham şâirler olarak nitelendirilmişlerdir. Yani Niyâzî-i Mısrî’nin: “Bu
fenâ gülzârına tâlib olanlar anlamaz / Vech-i
4
276
bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi” (N.
179/2) demesi boşuna değildir.
İşte tam da bu noktada, tasavvuf erbâbının
kendilerine has bu Metaforik dili kullanmalarının temelinde yatan ana sebeplerden biri ortaya çıkmış oluyor: Gerçekten çok değerli olan
mânevî bilgileri, ehil olmayan câhil cühelâdan
saklayarak yüce hakîkatlerin zâyi edilmesini
engelleme ve bu tür kimselerin
sataşmalarından,
hatta
zulümlerinden
emin
olma
kaygısı. Ayrıca sırrı ifşâ etme
endişesi ve sûfîlerin, mânevî
tecrübe yoluyla elde ettikleri
yüksek irfânî hakîkatleri ifâde
etmek için başka bir yol
bulamamaları da bu tür bir anlatımda etkili olmuştur. Bazen
de vecd ve istiğrak hâlinin sarhoş edici etkisi altında kalan
sûfî, ya farkında olmaksızın ya
da kendini tutamayarak böyle
ifadelere başvurmuştur.
Mutasavvıfın
yaşadığı rûhî ve mânevî halleri yansıtan birer
araç
konumundaki
Metaforların
çözümlenmesi, esasında sadece onun hayâl
ve bilgi dünyasını yansıtması açısından değil,
eşya ve insanla ilgili değerleri nasıl
algıladığını göstermesi bakımından da
önemlidir. Konumuz olan dört sûfî şâir de kendi gönül dünyâlarını, görüp tanıdıkları insan
tiplerini, Cenâb-ı Hakk’a ait yüce hakîkatleri
ifade etmek için hep yaşadıkları coğrafyada,
mekanda, çevrede yer alan ve herkesin zihninde kolayca yer edebilecek ve anlaşılabilecek
olan nesnel objeleri kullanmışlardır. Bu, yerine
göre bir taş, dağ, bitki veya hayvan olmuştur;
yerine göre bir göl, çay, ırmak, deniz veyahut
da güneş, ay, yıldız ya da bir eşya.
Çoğu sûfî ekol, şâir ve düşünürde olduğu gibi,
söz konusu dört mutasavvıfın Dîvan’larında
da, anlamları daha önceden teşekkül etmiş
bâzı mânevî semboller kullanıldığı görülmektedir. Yâni birinin açmadığı bir anlamı diğeri
açıklamış ve böylece birbirini tamamlayan bir
Metaforik anlamlar zinciri ortaya çıkmıştır.
Böylece, Metaforik anlatım bakımından
Yunus Emre çizgisi, bu dört sûfî şâir elinde
daha da gelişip şekillenmiş, tekâmül etmiştir.
Bu duruma, Vâhib-i Ümmî, Yûnus’un Nûr-u
Muhammedî’yi ifâde etmek için kullandığı ve
benzer bir üslûpla ele alıp yorumladığı nur
dağı Metaforu örnek verilebilir.
Tasavvufa Metafor ve Sembollerin
Uygulanması
İslâm medeniyeti geleneğinde Kur’an’ın
merkezî bir yer teşkil ettiği; Kur’an’ın anlatımında sembolik tarzın kullanıldığını dikkate
alacak olursak, İslâm kültüründe sembolizmin
önemli bir yeri olduğunu görürüz.308 Kur’an,
308 Kılıç, Sadık, İslâm‟da Sembolik Dil, (Kılıç Yay. Ankara, 1991), s. 7-25, 217-233.
Hadis ve İslâm kültürünün diğer bütün kaynaklarında sembole dayalı ifade tarzını yansıtan birçok örneğe rastlamak mümkündür.
İslâm Tasavvufu ve felsefesi pek çok noktada
sembolizme başvurmuştur. Yapılan analojiler,
teşbihler, kıyaslar ve metaforların hepsi, bu
alandaki sembolik düşünce geleneğinin birer
tezahürleridir.309 Bilindiği gibi, tüm dinî ve kültürel olgular sembolik bir öze sahiptir. Diğer
mistik öğretilerde olduğu gibi, Tasavvufa kullanılan sembollerin ayırt edici özelliği ise, insana metafizik alanı anlama ve kavrama olanağı sunmuş olmasıdır.
Sûfîler genel olarak tecrübelerini ifade ederken metafiziğin en uygun ifade aracı olan
sembollere sıkça başvurmuşlar ve açık ifadeler yerine bu sembollerin işâretiyle yetinmişlerdir. Metafizik görüşlerin ifadesinde yer
alan semboller, evrensel hakikatlerin, evrendeki ilke ve yasaların keşfinde birer araç olup,
genellikle doğal örneklere dayanmaktadırlar:
Dinlerde kullanılan her mefhum esas itibariyle
bir semboldür, çünkü insanın yarattığı ve bunun için maddi dünyaya ait olan kelimelerle
büsbütün ruhanî bir hakikati ifade etmeye ça309
Yakut,
İsmail,“İslam
Düşüncesi
ve
Sembolizm”,“Yunus EmreBde Sembolizm, s. 21. Yakut
ayrıca şöyle yazmaktadır: Müteşabih ayetler sembolik
yorumlara müsait bir görünüm arz ederken, bazı ayet
ve hatta sureler doğrudan doruya sembolizmin kendisi
olmaktadır. Age. s. 19.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 277
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
lışılmaktadır.310
Tasavvuf‘un ayrıma tâbi tuttuğu, zâhir ve
bâtın bilgi alanları arasında, sembol ve mecazlar aracılığıyla ilişkiler kurulmakta ve böylece Tasavvuf metafiziğinde sembolik bir birlik ve bütünlük oluşturulmaktadır. Söz konusu
birleştirici süreç sembolde gerçekleşmektedir.
Corbin’in vurguladığı gibi zahir ve bâtın birleşimlerini gerektirirler, her birinin diğerini tanıma işareti olması nedeniyle, ikisi birbirinden
ayrılamaz.311 Bu şekilde diğer parça ile birlikte
bütünü simgelenerek sembol oluşur. Her sembol bir bütünün, büyük bir işaretin bir parçasını içerir. Sembol böylelikle bir bütünleştirme
ve uyum sağlama mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır.312
310 Annemarie Schimmel, “Dinde Sembolün Fonksiyonu Nedir?”, Aşk, Mevlâna ve Mistisizm, çev. S.Özkan,
Kırkambar Kitapçılığı, İstanbul, 2002, s. 86.
311 H.Corbin, Sembolik Hikayeler, s. 118.
312 F.W.Dillistone, “The Function of Symbols in Religious Experience”, Metafor and Symbol, Edited by
L.G.Knights, (Butterworts Scientific Publications, London, 1960), p. 104-113. Dini sembollerin uzlaştırmacı
fonksiyonu ile ilgili adı geçen araştırmacı şöyle yazmaktadır: Ateş fikri hem ısıtma hem de tasfiye; Kurban
fikri hem yok edilme, hem de canlandırılma; Su hem sel
basması, hem de yenilenmesi, Haç hem yargılanması,
hem de korunmasıdır aynı zamanda. Onlar, aşk ile kin,
hayat ile ölüm, güç ile acizlik, ümit ile umutsuzluk, başlangıç ile son arasındaki çatışmaların büyük uzlaşma
sembolleridir. Bu tür sembolleri karşısında insan birden
kendi yaşamı ile dünyasının yaşamı arasında hakiki anlamda nihai uzlaşmanın gerçekleşebileceğini görür. a. g.
e, s. 113.
4
278
Tasavvuf geleneği; evrensel dini sembollerin
yanında kendine has semboller dizisi geliştirmiştir. Mimari, müzik ve hat sanatlarının yanı
sıra, özellikle araştırmamızın konusu bakımından önem taşıyan dilsel semboller, çoğunlukla
Kur’an, Hadis ve Doğu Mitolojisinden alınmıştır. Bundan sonra, mutasavvıfar tarafından,
onlara özel anlamlar yüklenilmiştir. Bunun yanında, söz konusu semboller dizisi, Tasavvufî
öğretisinin doğuşuna denk gelen dönemde gelişmekte olan Arap ve İran romantik edebiyatlarının tesirine maruz kalmıştır. Bu sebeple,
birçok Tasavvufî eser, anılan edebî akımların
tarzını, sembollerini ve alegorilerini benimsemek durumunda kalmıştır.313 Sembol geliştiren
mutasavvıfarın en meşhurları arasında;
eserlerini Arap Dilinde yazanlardan Cüneyd-i
Bağdâdî, Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansûr
ve İbnü'l-Fârız; Fars Dilinde yazanlardan da
Ferîdüddin Attar ve Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî yer almaktadırlar.314
Belki de Tasavvufun herkes tarafından anlaşılamamasının ve anlaşılamadığı içinde Tasavvufa karşı bazı kimselerin karşı çıkmasının
nedeni, mevcut ıstılahların ve sembollerin
herkes tarafından kolaylıkla anlaşılmıyor olmasıdır. Son yıllarda Tasavvufa yönelik artan
313 A.J.Arberry, Tasavvuf. Müslüman Mistiklere Toplu
Bakış, s. 103-115.
314 Ebu'l-Ala Afîfî, Tasavvuf / İslâm'da Mânevi Hayat,
Çev. Ekrem Demirli, Abdullah Kartal, İz Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 211-214.
ilgi ile birlikte; bu akımın terminolojisinin ve
sembollerinin anlamlarını geniş kitlelere ulaştırılması için yapılan girişimlerin ve bilimsel
çalışmaların arttığını görmekteyiz.315Öte yandan, bir hâl ilmi olan Tasavvufun kullandığı
bu kavramların tamamının, mevcut konuşma
diliyle açıklanıp izah edilmesi mümkün değildir.316
Sûfiler, çoğu zaman yanlış anlaşılma tehlikesine karşı, gizli tutmak istedikleri sırları saklamak için sembolleri kullanmışlar ve Tasavvufî
tecrübeyi yorumlamak için uygun bir yol olarak
görülen sembolik üslûbu benimsemişlerdir.317
315 Sunay Yılmaz‘ın İsmail Hakkı Bursevi’nin Muhammediyye Şerhinin II. Cildinde Geçen Tasavvufi Istılah ve
Semboller isimli Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İslam Felsefesi Bilim Dalı, İstanbul, 1993; Hümeyra Hamzaoğlu, Muhyiddin İbnu’l Arabi’nin Ez-Zehâiru‟l Alak fî şerhi Tercumâni’l-Eşvâk adlı eserinde İlahi Aşk
Sembolizması, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Tasavvuf Bilim Dalı, İstanbul, 2003.
316 Bu konuda, Nicholson şöyle bir açıklamada bulunmaktadır: Sufilerin şiirlerinin, vecd halinin etkisiyle
meydana geldiğini ve gerçekte Vehbi olarak gelen bilgiye
benzediğini kabul ediyoruz. Sembolik bir formda sunulan bu şiirlerin ahenk ve melodisi, sufi şairin hissettiği
vecd halinin, okuyucuya intikal etmesini sağlar. Tasavvuf
şiirini araştıran kimse, her ne kadar aşırılığa kaçmışsa
da mecazî anlamlara yüklenen tevil usulünü inkâr etmemelidir. R.A.Nicholson, Tasavvufun Menşesi Problemi, İz
Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 103.
317 Mânâ âleminde seyreden bir âşık söylemeye cesaret edemediği yahut söylemek istemediği, fakat ifşa
etmekten de kendini alıkoyamadığı duygularını ancak
başka varlıklara söyletebilir, dolaylı yoldan ifade edebilir.
Örneğin, Kuşeyrî, Tasavvufun mahiyetini ve tarihini araştıran ünlü Risâlesi‘nde, sufîlerin bu
tür muğlâk terminolojiye başvurma nedenlerini aşağıdaki şekilde açıklamaktadır: “Sufîler
zümresi de aralarında birtakım tâbir ve terimler kullanmaktadır. Maksadı, kendilerine has
(ruhî ve sırrî) mânaları birbirine anlatmak ve
açıklamaktır, kendi yollarına yabancı olanlardan bu mânaları gizlemek ve saklı tutmaktır.
Sûfiler, ehli olmayanla arasında yayılmasından kıskançlık duydukları sırları yabancılardan saklı tutmak için, kendilerinden olmayanlara mânâsı müphem ve anlaşılmaz görünen
ıstılahlar kullanmayı özellikle tercih etmişler.318 Sûfiler semboller ile teorik ve pratik bilgi
arasında bağ kurmak; maddeden mânâya,
zâhirden bâtına, somuttan soyuta, kutsal olmayandan kutsala geçişi sağlamak; ortak duygu, düşünce, davranış modeli oluşturmak ve
bunları ifade etmek; sûfi kimliğini paylaşmak
gibi amaçlarla yararlanır.319 Araştırmacılar,320
Klâsik Tasavvuf Edebiyatını baştanbaşa saran
bu mecazların ve sembollerin kullanma gerekçeleri arasında aşağıda sıraladığımız nedenleYakup Şafak, Tasavvufî Şiirde Mecâzî Anlatım, www.semazen.net, erişim tarihi 03.05.2011.
318 Kuşeyrî, Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risâlesi, haz.
Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. İstanbul, 2003, s. 147.
319 Akpınar, Bahar, Mevlânâ Celâleddin Rûmi’nin
Mesnevî ve Rubâiyyat’ında Meyve ve Üzüm Sembolleri,
Biliş, Sayı: 32, 2005, s. 146.
320 Bkz. İbrahim Emiroğlu, Sûfî ve Dil, s. 141; Safi Arpaguş ile bir Röportaj, Yüzakı Dergisi, Aralık 34; Ahmet
Öğke, Elmalı Erenlerinde Mânâ Dili, s. 98.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 279 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
rin bulunduğunu söylemektedirler:
göndermede bulunurlar.
1- Tasavvuf yolunda elde ettikleri özel bil
gilerin, bu tür anlayışa karşı olanlardan gizlenmesidir. “Mutasavvıfar kendi aralarında
bir dil geliştirmiş ve bu dil ile birbirine hitap
etmişlerdir. Tasavvufaki sırların yanlış an
laşılması veya sırların fâş
edilmemesi için bunu gerekli
görmüşlerdir.”321
4- Sembolik dil, açıklamaya dayanan diğer
ifade tarzlarına göre, daha etkileyici bir anlatım tarzıdır. Sembolik anlatım; hayal ve
vicdan aracılığıyla akla ulaşırken etkisi daha
derin olur. Bununla birlikte sembol, teorik
bilginin basit-sade örneklerle aktarımı
dolayısıyla, nesnenin pratik
yoldan anlaşılmasını da sağlar.
Bu bakımdan Sûfî kültüründe
sembol ayrıca eğitim amaçlı da
kullanılmıştır. Sûfî kültürünün
bir boyutunu oluşturan DinîTasavvufî edebiyatta sembol;
hem inancın soyut kısmı olan
imânı, hem de inanç çevresinde
gelişen duygular, düşünceler
ve davranışlar bütününü temsil
eder. Bu bağlamda Ernst, Sûfî
şiirinin, yalnız ilhamla oluşan
bir bireysel söyleyiş biçimi
olmadığını, “az ya da çok
karmaşık kurallar, kafiye ve
metnin yanında, konu ile yakınlıkta
bulunulmasını gerektiren, karmaşık sembolik
yorum veya şifre ile oluşturulmuş komplike
ve bilinçli edebî eser olduğunu söylenir.323 Bir
semboller sistemi olan Tasavvuf temelinde
gelişen
2- Yüksek hakikatleri anlama
ve taşıma noktasında kabiliyeti
olmayan kimselerin akıl ve idrak sürçmesi yaşamaması için
gizlenmesidir. Mevlânâ’nın deyişiyle: “Ham, pişkinin halinden
anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm.”322
3- Bunların dışında böyle remiz ve sembollerle örülmüş bir
dile
başvurulması;
dilin
imkânlarının dar ve sınırlı oluşudur. İfade etmek istediği şey özü itibarıyla
duygulardan farklı olduğu için sembolik bir dil
kullanması
kaçınılmazdır.
Bu
yoldan
semboller, Allah’ın hem aşkınlığını hem de
içkinliği yansıtır, bunlar hem yaratılışın evrensel yönüne, hem de geleneğin özel yönüne
321 Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 515. Anka yay. İstanbul 2005
322 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî I, b-t 18, s. 2.
4
280
323 Carl W. Ernst, The Shambala Guide to Sufism,
(Shambala, Boston&london, 1997), p. 149.
edebî gelenekte,324 mutasavvıfarın konuyla
ilgili duygu ve düşüncelerini daha çok teşbih
ve temsillerle dile getirmelerinden dolayı, bir
mecaz ve remiz-sembol edebiyatı olarak gelişmiştir.
Bunun sonucu olarak, Sûfî şairler, günlük dilin
sığ ve dar imkânları yanında aktarmak istedikleri yüce mânâya şiirsel dilin daha fazla imkân
sağlamasından dolayı tercihen şiire yönelmişler.325 Tasavvufî şiir, edebî yapı itibariyle, alegorik ifade tarzının kullanılmasını öngörmekte
ve sembollerin kullanılmasına vesile teşkil etmekteydi. Ancak, Tasavvufî edebiyat metinlerinin sorunsalı, oradaki yoğun sembolizmden
ziyade, sufîlerin seçmiş oldukları sembollerin
mahiyetinden kaynaklanmaktadır. Sûfi şairlerin divanlarında hemen hiçbir lirik şiir yoktur
ki, onda sevgilinin kaşından, gözünden,
boyundan, saçından söz edilmesin; şaraptan,
324 «Osmanlı şiiri tamamen söz dizimsel veya an
lamsal bir yapıda olan bağlantılar görmek ister… Söz
konusu olan, en geniş anlamıyla benzerliğin ifadeleri
daha derinlikteki bir benzerliği barındırabilecek âşikâr
kelime benzerlikleri… Osmanlı eliti tarafından yaygın
bir biçimde kabul gören – temelde İbn-i Arabi’nin eser
lerine dayanan – vahdet-i vücûd felsefesinin evreni
açıklamanın bir tarzı olarak benzerliğe tutkun olduğu
son derece açıktır... Şiirdeki bu arayış benzerliğe dayalı
bir kozmik sistem arayışıyla sık sık örtüşür ve dil bu
kozmik sisteminin bir parçasıdır» Walter Feldman, “Os
manlı Gazelinin Yapısı İçin Müzikal Bir Model”, Mehmet
Kalpaklı (derleyen) Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metin
ler, Yapı Kredi Yay. 1999, s. 350.
325 Kılıç, Mahmet Erol, Sufi ve Şiir, s. 74.
sarhoşluktan, meyhaneden dem vurulmasın;
putlardan, kiliseden, tapınaktan söz edilmesin.
Araştırmacılar; sufîlerin metafizik gerçekleri
açıklamak için neden bu tarz terimleri seçtikleri sorusunu farklı şekilde yanıtlamaktadırlar.
Nicholson, Sufîlerin bu tarz beşerî (şehevi)
sembolleri niçin kullandıkları sorulursa, cevap,
sufî şairlerin tanımladığı coşkunluk ve vecd
hallerini şiirden daha iyi tabir edecek başka
bir yol bulamadıkları için326 diye bir açıklama
getirmektedir. Bunun yanında Bahtiyar ise, Bu
mecazî tecrübeler âlemi İslâm öncesi geleneklerden alınan imgeler vasıtasıyla şiirde ifade
edildi: Şarap, saki, meyhane… Sufî şairler bu
kelimeleri aldılar ve manevî bir hermeneutik
yoluyla bunları metafiziksel psikolojik bir seviyede yorumladılar327 diye söyleyerek, bunun
nedenini Tasavvufun, içinde geliştiği tarihsel
ve kültürel geleneğe bağlamaktadır. Dolayısıyla dini tecrübenin bir şekilde ifade etmesi
bakımından bir avantaj sağlayan semboller,
326 R.A.Nicholson, Tasavvufun Menşesi Problemi, s.
98.
327 Lale Bahtiyar, Sufi: Tasavvufi Arayışın Dışavurumu, s. 125. Bahtiyar şöyle bir açıklama getirmektedir:
Bu şairane imgelerin sadece basit istiareler olmadığını
da
belirtilmelidir
(eğer
istiareyi
Aristocu
anlamında„benzetmenin gözlemlenmesine dayanan bir
aktarım olarak tanımlarsak). Söz konusu olan, fevkalade
bir tecrübenin salike zuhur etmesi ve sonra da salikin onu
istiare yoluyla tasviri değildir. Aksine rüyet veya hayalin
kendisi bir istiaredir ve bu yüzden tarif etmek üzere olduğumuz terimler gerçekten semboldür, çünkü sûfîler tarafından kullanılan ifadeler sadece sûfînin içinde hakikat
gördüğü hissedilir sûretlerdir.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 281
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
aynı zamanda anlaşılma esnasında bazı zorlukları ve tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Sûfîlerin kullandıkları sembolleri anlayıp yorumlama konusunda dikkatli ve hassas
olunmadığında kastedilenin dışında anlamlar
çıkarılması kaçınılmaz olmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü, dolaylı
ifadelerle dile getirilen Tasavvufî eserlerdeki
sembol ve terimlerin yanlış anlaşılmasını
önlemek için birçok mutasavvıf, söz konusu
mecazî ifadelerini netleştirmeye çalışmış ve
bir tür lügat derleme çabası göstermişlerdir.
Ancak, özellikle başlangıçta, sûfî şairler, içlerinde yanlış anlaşılma korkusunu hep duymuşlar ve şiirlerindeki şarabın, dinen yasaklanan
şarap olmadığını; kendilerinin şehevî arzular
peşinde koşmadıklarını çeşitli vesilelerle dile
getirme ihtiyacını hissetmişlerdir.328
Hemen bütün önde gelen mutasavvıfar tarafından, Tasavvuf dilini ve hususi terminolojisini
netleştirmek için çaba gösterilmiştir.329 Tasavvufun gelişiminin ilk döneminde, es-Serrâc,
328 Yeni Şafak, Tasavvufî Şiirde Mecâzî Anlatım, www.
semazen.net, erişim tarihi: 05.05.2011.
329 Aşkar, Mustafa, Tasavvuf Tarihi Literatürü isimli
çalışmada Tasavvuf ıstılahlarını aydınlatan 20 başlıca
eseri irdelemekle birlikte, bu tür çalışmaların sayısının
oldukça fazla olduğunu ve ayrıca ele alınan bazı eserlerin doğru anlaşılabilmesi için müstakil çalışmaların
yapıldığını bildirmektedir. Mustafa Aşkar, Tasavvuf Tarihi Literatürü, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 319–322.
4
282
el-Luma’ isimli eserinde;330 Kuşeyrî, ünlü Tasavvufa Dair Risale‘sinde Tasavvuf ilminde
geçen ifadeler ve terminolojiye ayrı bir bölüm
ayırmışlardır.331 Tasavvufun gelişimine çok büyük katkısı olan, Gazzâli‘nin en önemli eserlerinden, İhyâ-u Ulûmi’d-Din isimli kitabında, dil
kullanımı yanında dinî ve Tasavvufî terminoloji
hakkında önemli bilgilere yer verilmiştir.332
Bunun yanında, Mutasavvıfar tarafından
Tasavvufî şiirsel sembollerin açıklanmasına
yönelik çeşitli kılavuzlar hazırlanmıştır. Örneğin, XI. yüzyılında Muhsin Faid Kashani tarafından yazılan Risâla-yi Mişvâk isimli eserde,
Tasavvufî literatürde kullanılan bazı sembollerin manevî içeriği açıklanmaktadır. Yazar,
örneğin, Tasavvufî şiirde geçen ebru (kaş) kelimesinin Allah’ın zatını gizleyen sıfatlar anlamında; ruh (yanak) kelimesinin ise Allah’ın güzelliğinin merhamet özellikleriyle açıklanması
amacıyla kullanıldığı konusunda açıklama getirmektedir.333
Günümüzde İranlı mutasavvıf ve araştırmacı
330 Yüce, Abdülhakim, “Serrac ve el-Luma Adlı Eseri”,
Klâsik Tasavvuf Kaynakları, Editör Ali Çınar, Sûf Yay.
Ankara, 2003, s. 29–49.
331 Kuşeyrî, Tasavvufa Dair Kuşeyrî Risalesi, s. 148–
183.
332 Gazzâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, III. s. 244–365, Söz konusu bölüm ayrı bir kitap olarak basılmıştır: Gazzâlî, Dil
Belâsı, çev. M.H.Öner, Semerkand Yay. İstanbul, 2007.
333 A.J.Arberry, Tasavvuf. Müsülman Mistiklere Toplu
Bakış, s. 111.
Nûrbahş tarafından 16 ciltlik Sufî Sembolizm
isimli ansiklopedinin hazırlanması,334 konunun
hâlâ güncelliğini kaybetmediğini göstermektedir. Tasavvuf metinlerinde mecazî dilin
kullanımı, metinlerin menşeî olan ülkelerin
halkı tarafından tereddütle karşılandığında
ve bazı yanlış anlaşılmalara yol açtığında bile,
bu sorun XIX. yüzyılından itibaren yoğunlaşan
şarkiyat çalışmaları sayesinde Tasavvuf
eserleriyle tanışma fırsatı bulan
Avrupa
ve
Ame-rika‘daki
okuyucular için daha büyük
boyuta ulaşmaktadır. Ernst,
özellikle
sanatsal
yönü
bakımından Batı‘da popüler
kültür tarafından benimsenmiş
olan
Tasavvufî
şiirlerin
anlamının çoğu zaman çarpıtıldığını
vurgulamaktadır.335
Bu bağlamda, örnek olarak,
Tasavvufa sembol özelliğini
taşıyan ve ayrıca Mevlânâ‘nın
Mesnevîsinde sıkça geçen birkaç kavramın Tasavvufî içeriğini
açıklamanın faydalı olacağını
düşünmekteyiz:
Nûr (Işık) Evrensel bir metafizik sembolü ol334 Sufi Symbolism (Farhang-i Nûrbakhsh), in 16 volumes, Khaniqah Nimatullahi Publications, London 1990
onwards) tanıtıcı bilgilere http://www.nimatullahi.org/
knp/symbolism adresinden ulaşılabilir. 335 Carl W.
Ernst, The Shambala Guide to Sufism, p. 147–148.
makla birlikte, Tasavvufa Allah‘ın ez-Zâhir
ismi ile tecellîsini336 temsil eder. Öte yandan,
zuhura işaret eden olarak nûr, bilgi kapılarının
anahtarı337 rolünü üstlenmektedir. Nûr‘un bilişsel fonksiyonunu Gazzalî şöyle ifade etmektedir: Hakikatlerin keşfini bu nûrdan beklemek
gerekir.
Yolculuk (Seyr-u sülûk) İnsanın manevî
gelişiminin
ve
yaşamının
sembolüdür.
Tasavvufî
gelenekte en yaygın sembollerden birisidir. İbn Sînâ‘nın
Hayy İbn Yakzân risalesinin
kahramanı, kendisini şöyle
tanımlamaktadır:
Mesleğim
seyahat etmektir, bütün hallerini bilinip anlayıncaya dek
dünyanın çevresini dolaşmaktır, yüzüm babama dönüktür,
babam ise Yekzândır. Aynı
şekilde Sühreverdi’nin Ruhun
Yolculuğu
anlama
gelen
Kıssatu’l-Gurbetu’l-Garbiyye
isimli hikâyede alegorik ifade
tarzında insan hayatının geçmesi gereken
yol ve duraksamalardan ibaret
olduğundan bahsedilmektedir.338
336 Cebecioğlu, Ethem, a. g. e, s. 488.
337 Erginli, Zafer, Metinlerde Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Redaksiyon Zafer Erginli, Kalem Yayınevi, İstanbul,
2006, s. 778.
338 Hayy İbn Yakzân (İbn Sînâ) ve Şerhi, çeviren D.Örs,
İslam Felsefesinde Sembolik Hikayeler, s. 118.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 283
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kâfdağı: Tasavvufî kozmolojik sembol olarak,
âlemin yenilenmesine, kâinatın gençleşmesine imada bulunur. Bütün Kâinatın kaynağı,
ancak ilahî sonsuzlukta sadece bir noktadır.339
Tasavvuf erbabına göre, Kaf, Kur‘ân’a işarettir ki bu da, Allah’ın tüm isimlerinin zuhur yeri
olan ve bu mazhariyeti bilen ve bildiren İnsan-ı
Kâmil’dir.340 Tamamıyla sembolik bir destan
olan Attar’ın Mantık al-Tayr isimli Tasavvufî
metinde, Simurg’u (o da Allah‘ın zuhur ve taayyünün sembolü) bulabilmek için Kaf Dağı‘na
yolculuk yapan kuşların (sâlikler) serüveni anlatılmaktadır. ‘Hiç şüphe yok ki.. bir dağ var ki
ona Kâfdağı denir; Onun ardınsa bizim padişahımız var, Adı Simurg’dur… kuşların padişahı
odur, O, bize yakındır da biz ondan uzağız.341
339 Lale Bahtiyar, Sûfî: Tasavvufi Arayışın Dışa Vurumu, s. 36.
340 Cebecioğlu, Ethem, a. g. e, s. 314.
341
Ferîdüddîn-i Attâr, Mantık al-Tayr, çev.
A.Gölpınarlı, MEB, İstanbul, 1990, s. 56; Attar, kışlar
ve kuşların dili, Maşuku ilahinin huzuruna varmak için
duydukları özlem, seyr-u süluktan başka bir şey olma
yan sefere çıkarken karşılaştıkları zorluklar ve nihayet
amaca ulaşmaları hakkında yazan ilk kişi değildir. Yak
laşık iki asır önce İbn Sînâ Risâletu’t-Tayr’ı yazmış, Onu
Ebu Hamid Muhammed Gazzali, az bilinen eserleri ara
sında yer alan bir risale ile takip etmiştir. Fakat Attar’ın
esersi, seleferin eserlerinden faydalanmakla beraber,
bambaşka bir tabiata sahiptir. İbn Sina, Ruhun semavi
ailesine geri dönmesine imkan tanıyan zihni müşahe
deyle ve Gazzâlî ilahi rahmet ve sevgiye muhtaç haki
kat avcısının zorluk ve çaresizliğiyle ilgilenirken, Attar
Vahdet konusundaki muazzam manevi ve mistik tecrü
beyle ilgilenir. Ayrıca Bkz: S. H. Nasr, Kuşların Vahdete
4
284
Yukarıdaki örneklerden anlaşıldığı gibi; mutasavvıfarın ifadelerinde kullanılan semboller,
gündelik yaşamlarındakinden çok farklı olarak, hatta farklı algılama ile bilinç düzeylerine
ait olan gösterilenlere atıfa bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Tasavvuf‘ta geleneksel olarak
uygulanan sembolik dilin birden fazla işlevinin
bulunduğu söylenebilir. Sembol ve mecazların, bazen anlamı gizlemek, bazen de anlamı
açıklayarak anlatımı güçlendirmek, bazen ise
eğitimi kolaylaştırmak ve estetik etkiyi pekiştirmek için kullanıldığını görmekteyiz. Ancak,
araştırmamızın konusu bakımından önem taşıyan işlev şudur: Sembol ve mecazlar; metafizik gerçeklerin kavranılması ve açıklanmasında önemli rol oynayarak, aynı zamanda,
Sufî‘nin zâhir ve bâtın alanları arasında ilişkilerin kurulmasında bir tür köprü görevi üstlenmektedirler. Bunun yanında Tasavvufî sembol,
sadece bir araçtır ve kendiliğinden herhangi
bir değere sahip değildir. Çünkü Sûfi‘nin gayesi edebiyat değil, ebediyettir.
Tasavvufa Gül
Gül, Farsça’dan dilimize geçen, güzel kokusu
ve rengiyle çağlardan beri insanları derinden
etkileyen önemli bir çiçek ve sembol olarak
yerini korumaktadır. Hint efsanelerinde ve
eski Yunan kültüründe gül ile ilgili pek çok
Uçuşu, Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ı, Üzerine Düşünceler”,
çev. D. Örs, İslam Felsefesinde Sembolik Hikayeler, s.
118.
hikâyeler vardır. Dolayısıyla gül, İslam sanatında da çok yaygın olarak kullanılan bir çiçek
motifi ve semboldür. Şu halde tarih boyunca
kitap, kumaş, seramik, duvar resmi ve benzeri
pek çok eserde en çok kullanılan bezeme unsuru olan gül, Türkler tarafından eski devirlerden beri bilinen ve edebiyatta çokça kullanılan
motiferden biri olmuştur. Bundan dolayı olsa
gerek Ayşegül, Gülnur, Gülizar gibi birçok
“gül
motifi”
isimlerin
kız
çocuklarına
verilmesi
de
peygamberini tanıyan gül neslinin yetişmesine ayrı bir işaret
sayılabilir.
“...Gül, yabanisi ve ıslah edilerek bahçelerde yetiştirilen çeşitleri bulunan bir cins çiçektir.
Yabani gülün Orta Asya’da çok
eskiden bilindiği anlaşılmaktadır. Bahçe gülüne dair en eski
bilgi Babil bahçeleri üzerine
Heredotes tarafından verilmiştir. Eski Yunan edebiyatında da
gülden bahsedilir. Bu bilgilerden gülün Doğu’dan, Orta Doğu, Anadolu
ve Yunan Adaları yolu ile Batıya geçmiş bir
çiçek olduğu çıkarılmaktadır.
Mitolojide eski Yunanlıların güzellik Tanrıçası
Aphrodite’in doğuşu sırasında vücudundan
akan köpüklerden oluştuğuna inanılan gülün,
Hint efsanelerinde de dinî ve kozmogonik
bir mânâsı vardır. Eski Suriye ve Mısır’da gül
üzerine efsaneler bulunmaktadır. Roma döneminde aşk ve neşe çiçeği sayılan gül, geniş
çaplı ziyafetlerde vazgeçilmez bir çiçek olarak
dikkat çeker. Hrıstiyanlığın ilk çağlarında Hz.
İsa’nın sembolüdür. Hz. Meryem’e de dikensiz
gül denmiştir...”342 Haç ortasındaki beş yapraklı gül ortaçağ filozofarı tarafından anasır-ı
erbaa (toprak, su, hava, ateş) nın üzerinde
bir eleman olan saf öz (quinta
essentia)ü temsil eder. Dünya
çapında bir kardeşlik tarikatı
olan Gül-Haç Biraderleri de
adlarını gül ile
haçtan almışlardır.343
İslam kültüründe gül, Hz.
Muhammed’in Miraç gecesi
Tanrı’nın huzurunda Cebrail ve
Burak’la
terler
döktüğü,
Burak’ın terinden sarı gül,
Cebrail’in terinden beyaz gül ve
Hz. Muhammed’in terinden de
kırmızı gülün meydana geldiği
rivayetinde yüz gösterir. Bu
inancın etkisiyle dînî günlerde ve mevlit gibi
törenlerde gül suyu ikram edilir. Klâsik Türk
şiirinde na’tlarda gül, Hz. Muhammet’in
saçına, yanağına; gül kokusu
342 Yılmaz, Kâşif, “Gül” TDEA, III, Dergâh Yay. İstanbul
1973, s. 382-383.
343 Ayvazoğlu, Beşir, Güller Kitabı, Ötüken Yay. İstanbul 1992, s. 101.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 285
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
kokusuna, terine; gül goncası ağzına; gülfidanı boyuna müşebbehün bih olmuştur.344 Gül,
Hz. Muhammed’e isnat edilen; “Kırmızı gül,
Allahın görkeminin tezahürüdür.” sözüne dayanılarak ilâhî güzelliğin de sembolü olarak
kabul edilir. İranlı mutasavvıf Ruzbihan Baklî
Ahbâre’l-Âşıkîn adlı eserinde Tanrı’nın ilahî bir
varlık olan kırmızı gül gibi tecellî ettiğini bu
yüzden ruh bülbülünün sonsuza kadar bu güle
âşık olduğunu yazar.345 Burada insan ruhunun
bir başka kuşa değil de bülbüle benzetilmesi
de tesadüfî değildir. “İnanışa göre Nemrut
tarafından ateşe atılan Hz. İbrahim’in önünde
saf bağlayan kuşlardan birisi onunla birlikte
kendisini ateşe bırakır ve Tanrı’nın elçisine eşlik eder. Kendisine hoş gelen bu hareketi nedeniyle Tanrı onu ödüllendirmek ister ve Cebrail
vasıtasıyla ne dilediğini sorar. O da Tanrı’nın
bin isminden yalnızca yüzünü bildiğini söyleyerek kalan dokuz yüzünün de öğretilmesini
ister. İşte Tanrı’nın bütün isimlerini öğrettiği o
kuş, kıyamete dek gönülleri bağlayan sesiyle
Tanrı’nın isimlerini haykıran bülbüldür.”346
Arapça ve Osmanlıca Olarak Gül Kelimeleri
Gül kelimesinin Arapça karşılığı ise “verd”dir.
344 Yeniterzi, Emine, Divan Şiirinde Na’t, TDV Yay. Ankara 1993, s. 274.
345 Öztekin, Nezahat, “Eski Türk Edebiyatında Gül”,
Kubbealtı Akademi Mecmuası, Y. 34, S. 4, Ekim 2005,
s. 22.
346 Ceylan, Ömür, Kuşlar Dîvânı Osmanlı Şiir Kuşları,
Kapı Yay. İstanbul 2007, s.64.
4
286
Özellikle tasavvuf erbabı bu kelimeden de çeşitli işaret ve manalar çıkarmışlardır. Mesela
“verd” kelimesinin vav’ı Hz. Pegamber’in veliliğine, ra’sı onun raûf ve rahim oluşuna, dal’ı
ise davetçiliğine işaret sayılmıştır. Yine gül kelimesinin Osmanlıca’da (Eski Türkçe’de) yazılışı Arap harferiyle “kef” ve “lam” harferinden
oluşmaktadır. Bazı eserlerde buradaki “kef”
ve “lam” harferine bir kısım sembolik manalar
da yüklendiğine şahit olmaktayız.347 Buna göre
“gül” kelimesinin baş harfi olan “kef” Zü-mer
suresinin 36. ayetine işaret olduğu, “lam”
harfi ise, Şura suresinin 19. ayetine işaret ettiği kabul edilmektedir. Zira Zümer suresinin
36. ayeti “Allah kuluna kâfi değil mi?” şeklinde
geçmektedir. Şura suresindeki 19. ayetinde
ise“Allah, kullarına çok lütufkardır, dilediğini
hesapsız rızıklandırır” şeklindedir. Dolayısıyla
bu ayetlerin işaret ettiği manalar bazı gönül
dostları tarafından şöyle yorumlanmaktadır.
Kullarına çokça lütufkâr olan Allah, onları tevhit hakikatlerini öğretmek üzere gönderdiği
Hz. Muhammed ile onları hesapsız rızıklandırmıştır. Bu bakımdan Allah kuluna kâfi değil
midir? Yine Allah, kulunu öyle bir öğretici ile
onurlandırıyor ki kendi isimlerinden raûf (çok
şefkatli) ve rahîm (pek merhametli) sıfatlarını
bu yüce öğreticiye veriyor. Nitekim bu isimlerin Hz. Peygamber’e verilmesini Kur’an-ı
Kerim’de açıkça şöyle görmekteyiz. “Andolsun
size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir
ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir.
347 Bkz. Derviş İbrahim el-Eşrefî, “Risale-i Gûl âbâd”.
O, size çok düşkün, müminlere karşı raûf (çok
şefkatli), rahîm(çok merhametlidir).”348 Aynı
zamanda Allah’ın isimlerinden olan “Raûf” ve
“Rahîm” vasfı peygamberler içerisinde yalnız
Hz. Peygamber’de tezahür etmektedir. Dolayısıyla onun şefkat ve merhameti bir millete
değil, kendisini seven tüm müminlerde yansımalıdır.
Edebiyatta Gül
Gül, bizim divan edebiyatımızın
şiirlerinde sıkça kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu edebiyatımızda gül, goncasıyla, açılışıyla yeşil yapraklarıyla, seher
vakti bu yapraklara düşen çiğ
taneleriyle, hatta dikeniyle,
fidanıyla ve renk renk çeşitleriyle gazelleri ve kasideleri
süslemektedir. Bu bakımından
gül, teşbih, istiare ve mecaz
gibi edebi sanatlarda anlamı
genişletilerek kullanılan en
önemli unsurlar arasındadır.
Dolayısıyla divan şairlerinin şiirleri,
âdeta
birer
gül
bahçesine
benzemektedir. Buna göre gül, her şeyden
önce bütün güzellikleri kendisinde toplayan
bir sevgilidir.
Ayrıca gülün goncası tevhidi, açılmış hali kesreti (toplumu) temsil eder. Yine gülde gonca,
348 Tevbe suresi, s. 9, a. 128.
halvet halini, Hak ile baş başa olma halini,
açılmış gül ise can sırrını açığa vurmayı sembolize ettiği düşünülmektedir. Bununla birlikte
gül, ömrünün kısalığı dolayısıyla dünya hayatının faniliğine de ayrı bir işaret sayılmaktadır.
Bu açıdan gül, ebedî olan öbür hayata hazırlanmayı tembih ve ikaz eden güzel bir kokudur. Ayrıca gül, ilahi güzelliğin ve bu güzelliğin
işareti olan Hz. Peygamber’in simgesi kabul
edilmiştir.
Görüldüğü
gibi
edebiyatımızda Peygamber’in
güzelliği gül olarak tasvir
edilmiş ve gül motiferiyle
anlatılmaya
çalışılmıştır.
Mesela şair, Hz. Peygamberi
“gül” olarak tasvir ederken
şöyle anlatmaktadır: “Güle
geldi gülerek gülleri güldürdü o
Gül / Gül güler miydi güle
gülmese gülzâra o Gül?”
Şair’in bu beyitte tasvir ettiği
gül, etrafa güzel kokular saçan
bir çiçektir. Bu bahçedeki
güllerin ise mütebessim bir gül
bakıcısı
tarafından
yetiştirildiği
anlatılmaktadır. O mütebessim çehre ise
şüphesiz Hz. Peygamber’dir. Dolayısıyla şiirlerde güle hayat ve koku veren kaynak Hz.
Peygamber’dir. Bu anlayış, gülün toplumumuzdaki değerini bir kat daha artırmaktadır.
Nitekim hayat; koku, renk, ışık ve sesten ibarettir. Bütün bunlar gül bahçesinde en güzel
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 287
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
şekilde bulunmaktadır. Zira koku gülde, renk
gülde, ışığın kaynağı olan güneş burada bir
başka tezahür etmektedir. Hatta örfümüzde
“Gül koklama” sevap olarak kabul edilmektedir. Güzel sesin sembolü olan bülbül de gül
bahçesinde güle âdeta halini arz etmektedir.
Tasavvufa Gül
Tasavvuf ehlinin güle yaklaşımı sadece yukarıda belirtilen yorumlarla sınırlı kalmamıştır.
Onlar, Hz. Peygamber’e olan sevgi ve bağlılıklarını, sosyal hayatlarının içerisinde güle
verdikleri farklı vurgular ile anlatmaya çalışmışlardır. Nitekim tarikat kisvesi olan taçların
tasarımı genelde gül merkezli oluşturulmuştur. Bundan dolayı bazı tarikatlarda taç;“Kâdiri
Gülü, Halvetî Gülü ve Eşref Gülü” şeklinde
isimlendirilmiştir. Zira bununla derviş âdeta
Hz. Peygamber’in hayat tarzını, öğütlerini ve
öğretisini başının tacı ettiğini ihsas ettirmek
istemektedir. Rivayet edilir ki, Hz. Ali son nefesini vermeden önce Selman’dan bir deste
gül istemiştir. Selman bir deste gül getirmiş,
Hz. Ali bunu koklamış ve sonra ruhunu teslim
etmiştir. Bu sebepten olsa gerek Mevlevî ve
Bektaşîler, üzerlerine giydikleri hırkayı, “Deste
Gül” adıyla anmaktadırlar. Onlar, bu giydikleri
hırkayla ölümü simgelemek istemektedirler.
Nasıl bir deste gülü kokladıktan sonra “ilmin
kapısı” olarak nitelenen Hz. Ali ruhunu teslim
etmiş ise dervişlerin üzerlerine attıkları
hırkaya da insana son anıyla ilgili olarak bir
hatırlatma ve ikazda bulunmaktadırlar. Böyle-
4
288
ce derviş, her anı, her demi ölüm gerçeği ile
yaşamış olmaktadır.
Mevlidlerde Gül
Mevlid, “doğum yeri ve zamanı” anlamına gelen, Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümünde
yapılan törenlere verilen özel bir isimdir. Bu
törenlerde özellikle ülkemizde Süleyman
Çelebi’nin Hz. Peygamber’e içten ve samimi
bir na’t olarak yazdığı “Vesîletn’-Necât” adlı
eseri okunmaktadır.349 İşte bu törenlerde en
nadide ikram olarak gül suyu vermek Müslüman Türk toplumunda âdet haline gelmiştir.
Güle verilen anlamdan dolayı bizim örfümüzde gül şerbeti içildiğinde salâvat okumak da
gelenek halini almıştır. Yine başka kültürlerde
fazla bulunmayan gülabdanlar yani gül suyu
şişeleri ile gülbanklar ki gül sesi veya belli bir
makamla okunan dualar anlamına gelen çeşitli
faaliyetler bulunmaktadır.
349 Bu eser, Süleyman Çelebi (1346/1422)’nin bilinen
tek eseridir. Bu eser Anadolu kültürünün bir parçası
olmuş Süleyman Çelebiyi de en büyük din şairlerimizden birisi yapmıştır. Eserin halk arasında bilinen
adı mevlittir.15. y.y.’da Bursa'da kaleme alınmıştır.
İranlı bir vaizin peygamberimiz aleyhinde yaptığı bir
propagandaya karşılık yazılmıştır. Konusu peygamberimizin hayatıdır. Yazılış amacı peygamberimizin diğer
insanlardan ve peygamberlerden üstün olduğunu ispat
etmektir. Süleyman Çelebiden sora mevlit türünde pek
çok eser yazılmıştır. Fakat hiçbirisi bu eser kadar başarılı olamamıştır. Süleyman çelebinin bu başarısı şu
iki madde ile açıklayabiliriz: 1-Lirizmi ve didaktizmi başarı ile kaynaştırmıştır. 2-Akıcı saf, sadece ve güzel bir
Türkçe ile yazmıştır.
Hat Sanatında Gül
Hat, “yazmak, çizmek” anlamına gelen ve
Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma sanatı anlamında “hüsnühat” olarak isimlendirilmektedir. Hüsnühat
sanatında da gül şeklinde tasarlanmış levhalardan hilyeler bulunmaktadır. Hilye ise sözlükte “zînet, kolye” manasına gelmektedir.
Bu da Türk İslam kültüründe hüsnühatla
yazılmış Hz. Peygamber’in
vasıfa-rını anlatan levhalar
demektir. Bunlara Verd-i
Muhammedî veya Gül-i
Muhammedî denilir. Dal ve
yapraklar ortasında açılmış tek
gülün üzerinde “Muhammed”
yazısı, yapraklarında da “Ali,
Fatıma, Hasan, Hüseyin ve
aşere-i mübeşşere” gibi isimler
bulunmaktadır. Diğer
yapraklarında en uçtakin-de
Hz. Aişe’nin olmak üzere Hz.
Peygamber’in diğer hanımlarının isimleri yer almaktadır.
Kalan kısımlarda ise Ashab-ı
Kehf’in adları ve dört halifenin hususiyetleri
zikredilir. Buradaki gülün üzerinde altın hatla
şunlar yazılır: “Kim Peygamber Efendimiz’i
vasfetmek isterse şöyle desin: “Resulullah insanların en güzeliydi. O ne aşırı uzun, ne de
kısa idi. Onun rengi ne bembeyaz ne de esmer
idi. Saçları ise ne kıvırcık ne de düzdü.”350
İşte sureti ve siretiyle her yönüyle örnek ve
mükemmel bir insan portresi. Beşeriyet yönüyle Hz. Peygamberimiz bir insandı, fakat
fazilet olarak tüm beşerin üstündedir. O ne
güzel tarif edilmiş: "İnnehû beşerun veleyse
ke’l-Beşeri velâkinnehû yâkûtetun fi’l-Haceri"
O beşerdir. Fakat yalnız yiyip içen beşer gibi
değildir. Sanki o, “yakut taşı”
gibi taşlar içindeki yeri çok
kıymetli
ve
değerlidir.
Görüldüğü
gibi
Hz.
Peygamber’i tanıma ve tanıtma
konusunda
Müslüman
Türkler’in diğer milletlerde pek
görülmeyen bir şevkle edebiyata ve kültüre bu sevgiyi en
güzel şekilde yansıtmışlardır.
Fuzulî ve Gül
Hicri X. asırda Bağdat’ta yaşayan Fuzûlî (963/1556), Arapça,
Farsça ve Türkçe dillerini çok iyi
kullanan bir şairdir. Fuzûlî’nin
meşhur “Su Kaside”si onun Peygamber
Efendimiz’e karşı duyduğu derin sevgi ve
muhabbetin en güzel manzum ifadeleridir.
Zira Fuzuli, Bağdat’ta yaşaması hasebiyle
Dicle nehrinin devamlı akmakta olan sularına
bakarak, şehrin dudakları çatlatan kavurucu
sıcaklığında böyle bir su nimetin ne
350 Bkz. Müslim, Fezâil, 93; Muvatta, Sıfatu’n-Nebî, 1.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 289
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
derece büyük bir lütuf olduğunu düşünmüştür. Dolayısıyla suyun değerini, insanların Hz.
Peygamber’e olan ihtiyacına benzeterek aktarmaya çalışmıştır. Bu kasidenin bir beytinde
Fuzulî, Peygamberimizi güle benzetirken, artık Hz. Peygamber gibi bir gülün yetişmesinin
mümkün olmadığını şöyle dile getirir. “Suya
virsün bağ-ban gül-zârı zahmet çekmesün /
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâre
su.” “Bahçıvan boşuna zahmet çekmesin; gül
bahçesini sele versin, mahvolmaya bıraksın.
Çünkü bin tane gül bahçesini sulasa, senin
yüzün (Hz. Peygamber) gibi bir gül açılmaz,
yetişmez.” Ancak Fuzulî, bahçıvana tavsiye
olarak onun bahçesinde (sünnetinde) yetiştireceği güllere (onun nesline) itina gösterilmesini de şöyle hatırlatır: “Yâr içün ağyare minnet etdüğüm aybeyleme Bağ-bân bir gül için
min hare hizmetkar olur.” “Sevgili için düşmana (yabancılara) minnet ettiğimi (boyun eğdiğimi) ayıplama. Çünkü bahçıvan bir gül için
bin dikene hizmetkâr olur.”351 Görüldüğü gibi
Fuzulî, buradaki teşbihle bahçıvana en güzel
gülün yetişmesinin bir daha mümkün olmadığını anlatarak, yeni yetişecek güllerin henüz
açmadan solmaması için gayret sarf etmesini
tavsiye etmektedir. Buradaki bahçıvan sorumlu olan insandır.
Tasavvufa Gül ve Lale
Tasavvuf terminolojisinde gül, Hz. Muhammed
351 Bkz. Adem Çalışkan, Fuzûlî’nin Su Kasidesi ve Şerhi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ank. 1999. s. 73.
4
290
(s.a.v.)’in, lâle ise Allah (c.c.)’ın sembolüdür.
Tasavvufa gül, Efendimiz’i temsil eder.
O'nun ter kokusu bile gül kokar çünkü. İslam
mitolojisi ve tasavvuf anlayışında ise gül, ilahi
güzelliği temsil ediyor. Tasavvufi sembolizmde gonca halinde gül "birliği", açılmış gül
ise "birliğin çokluk halinde görünüşünü" temsil ediyor. Gül bahçesi "gönül açıklığı, kirinden
pasından temizlenerek, ilahi güzelliğin yansımasına hazır hale gelmiş kalbi", gonca, "insanın kendisiyle ve Tanrı'yla başbaşa kalmasını"
simgeliyor. Buna göre, açılmış gül, "can sırrını
açığa vurmak" anlamına geliyor
Bütün çiçeklerde tarifsiz bir sanat ve güzellik
saklıdır; fakat çiçeklerin içinde biri vardır ki,
onun zarafeti apayrıdır. Bizlere ifade ettiği
mana çok daha derindir. Tektir ve tevhidi temsil eder.
Tasavvufa lale Allah'ı temsil eder. O'nun gibi
(dalında) tektir. Lâlenin harfî manası "hilâl"e
de ulaşmaktadır Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır yıldızlarla semaya dururlar Bir
semâzenin en makro hâlidir hilâli çevreleyen
yıldızlar.. Ebced hesabında, elif’in değeri: 1,
Lâm’ın değeri: 30, He’nin değeri: 5 dir. Böylece ‘2 Allah, Lâle, Hilâl ‘2 kelimelerinin her
birinin değeri aynı olup, üçü de ayrı ayrı 66’ya
tekabül etmektedir. Yani Hilâl, Lâle ve Cenab-ı
Hakk’ın en muazzam ismi olan “Allah” ebcede
aynı sayı değerindedir. “Elhamdülillah” zikrinin değeri de 66’dır. Arap harferiyle yazılan
lâlenin tersten okunması, hilâl kelimesini ortaya çıkarır. Bayrağımızdaki hilâl işareti de
anlamlıdır. Hilâl, Allah demektir. Lâle de aynıdır. Bunun için bazı eski eserlerde Hilâl yerine Lâle konmuştur. Yıldız da anlamlıdır. Yıldız
eski harferle Muhammed Aleyhisselam lafzının stilize edilmiş halidir. Biz, bayrağımıza ayyıldız koymakla Allah ve Muhammed yazmışız.
Eğlâl kelimesi de "lâle" kökünden gelir Eğlâl
ise Yâsin Sûresi'nde "eğlâlen"
şeklinde geçmektedir Manası
ise;
"boyunduruk"tur.
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve
sellem-Efendimiz
hicret
edecekleri
vakit
kapıdaki
müşrikleri etkisiz hâle getirmek
için Yâsin Sûresi'nin bu âyetini
okuyarak onlara bir avuç
toprak atmıştı Müşrikler bunun
etkisiyle sanki boyunlarına boyunduruk
geçirilmişçesine
başlarını aşağıya indirememiş
ve Efendimiz'i görememişlerdi.
Onlar Efendimiz'i göremedikleri
gibi gözleri kâinatın bütün
hakîkatlerine âmâ olmuştur. Bunun mukâbili
olarak kalblerine Allâh lafzını yerleştiren ve
istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da
sanki boyunlarına nurdan bir halka
geçirmişcesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş onun neşvesiyle müstağrak
bir hâldedirler Aşağının kötülük ve pisliklerin-
den uzak, mâsivâdan arındırılmış bir gönülle
herşeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ
hâlindedirler.
Lâlenin içi kömür gibidir. Ancak dıştan görünmez. Dışı ise içinin tam tersine pas parlak,
canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir. Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer.
Gerçek lâlelerin hepsinde renkli
altı yaprak bulunur. Bu ise
îmanın altı nûrunun libâsına
bürünen dervişin îmân ve ihsan
potasında erimesi ve daha
sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir simgesidir.
Bununla
beraber
Kur’ân-ı
Kerîm’in (aynı zamanda Fâtiha
sûresinin) altıncı âyeti de “Bizi
dosdoğru
yola
(Sırât-ı
Müstakîm’e) ilet” âyet-i kerimesidir. Bu âyet aynı zamanda
bir duâ vasfı taşımaktadır.
Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı
andırır. Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm
üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 291 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
ermiştir. Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı
göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış
halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o
güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir.
Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona,
“ferâhâver (ferahlık veren)” denmiştir. İşte bu
vasıfarla vasıfanan derviş de tıpkı lâlenin bu
adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet
saçmış, gönüllere âb-ı hayat
sunmuştur.
Kısacası; lâlenin eğlâl oluşu,
Lâlenin hakîkat deryasına dalış
hâlidir. Leyl; gece demektir.
Gece
sevda
demektir.
“Sevda”nın
asıl
manası
“siyah”tır. Gece kıymet bilene
“kara sevda”nın yaşandığı
ânlardır. Eğer sen geceyi
kopkoyu bir boşluk olmaktan
çıkarmak istersen, gönüldeki
yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana
âyân olur. Sanırsın ki gece
bitmiş de gündüz oluvermiştir. Böylece fânî
muhabbetler
silinerek
kalb
sevdânın
deryâsının derinliklerinde yolculuğa çıkmıştır.
Burada bahsedilen “Leylâ” temsîlî olup, asıl
kasdedilen “Mevlâ”dır.
Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını
okuyucu ve alıcı bir hâle gelir. Ve Cebrâil’in
4
292
“Oku” emrini müteâkiben örtüsüne bürünen
ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda
Leylâ’yı “Mevlâ” görür hâle gelir.
Ey Gönül! Cânına üfenen nefhayla yan da kavrul! Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece “yâr”
haberdâr olsun. Öyle ki, Efendimiz, ümmeti
için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü
her lahzâ beşûş (mütebessim)
idi…
Gül ve Lâle'nin temsil ettikleri
anlamlar itibariyle ikisini birbirinden ayırmak güçtür. Biri
Kâinatın Yaratıcısını temsil
ederken diğeri Yüce Yaratanın
Habîbini temsil etmektedir.
İbret nazarıyla bakan, basîret
sahibi gözler için mahlukat-ta,
Hâlık’a
götüren,
Rabbinin
kudret ve azametine işaret
eden nice ayetler vardır. Tasavvuf çevrelerinde kırlara
çıkmak, tabiata ibret nazarıyla
bakmak için dolaşmak vardır. Nebâtâttan,
husûsiyle çiçeklerden mânâlar, temsiller
çıkarılır, sembollerle anlatılır. Belli bir
makâma gelenler onların tesbihlerini, zikirlerini duyarlar. Şemseddin Sivasî şöyle der:
Her baharda açılır, tesbih okur çiçekler.
Birbirinden seçilir, tesbih okur çiçekler.
Tasavvufa gül, ilâhi güzelliği ifade ettiği
gibi,Allah’ın Habîbi, Peygamberimiz Hazret-i
Muhammedi de temsil eder. Yunus Emre, Sarı
Çiçek İlâhî’sinde:
“Yine sordum çiçeğe, gül sizin nenüz olur?
Çiçek eydür ey derviş, gül Muhammed teridir.”
der.
Mevlid sâhibi Süleyman Çelebi de bir temsîli
şöyle dile getirir:
Terlese, güller olurdu her teri,
Hoş dererlerdi, terinden gülleri.
Bundan dolayıdır ki Rasülullah Efendimiz
sallallâhü aleyhi vesellemin vasıfarının anlatıldığı Hilye-i Şerîfelerinin bazıları Gül-i Muhammed î ismiyle gül şeklinde tanzim edilmiştir. Gülün bu mânâsı dolayısı ile, İslâm
sanatlarının her birinde (çini, tezhip, minyatür,
kumaş boyama, kitap tezyini, taş oymacılığı ve
ağaç işlemelerinde) gül nakşedilmiştir.
Mevlid-i Şerîf okunurken gülsuyu ikrâm edilir.
Gülsuyu konulması için husûsi olarak, ağzı
dar, gövdesi geniş, kıymetli madenlerden
gülâbdânlar yapılmıştır. Tasavvufî şiirlerde,
gonca hâlinde gül, birliği; Gülşen, gönül
açıklığı gonca, halvet hâlini temsil eder. Gül,
ömrünün kısalığı dolayısı ile hayatın geçici olduğunu da temsil eder. Yok olmaya mahkûm
dünya için “Gülzâr-ı fenâ”, ebedî olan âhiret
âlemi için de”Gülzâr-ı bekâ” tabiri kullanılır.
Vâizlerimiz va’z öncesi Fahr-i Kâinât Efendimizi “…ol andelîbi gülzâr-ı fesâhat..” diye vasıfandırmışlardır. Anadolu’da, Balkanlar’da,
İslâm’ı yayan, öğreten dervişler, takkelerinin
etrafını çiçeklerle, husûsiyle de güllerle bezemişler, hırkalarında, kavuklarında güller taşımışlar, “Gül Baba” olarak bu topraklara damgalarını vurmuşlardır. Şâirlerimiz, kitaplarını
Güldeste, Gülşen, Gülzâr, Gülistan ile başlayan
isimlerle isimlendirmişler, halkımız husûsiyle
kız çocuklarına "Gül" ile bitişen isimler vermişler. Ramazan tatlısı, güllaç olmuş, hâsılı hayatımızın her yerine Gül sevgimizi götürmüşüz.
Sultan Birinci Ahmed Han, başında ayak izini
taşıdığı Peygamber Efendimizi:
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet ol kadem sâhibidir,
Ahmedâ, durma yüzün sür kademine ol gülün.
diye tavsif etmiştir.
Gül Sevgimiz
Neden Hz Yakup yanında onca evladı varken
illa Yusuf diye ağlayıp gözlerini kör eyledi?
Sevgi sadece evlat sevgisi ise bu sevgiyi kendine yaşatacak hiç mi evladı yoktu? Diğer evlatları ona bu evlat sevgisini veremez miydi?
Bir sevgi uğruna hele ki yanında bu sevgiyi
giderecek başka kişiler olduğu halde gözler
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 293
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
körleştirilebilir miydi? ve Yusuf’un geleceği bilinmediği halde geleceğine dair bu kadar ümit
beslenir miydi?
Neden Mecnun illa Leyla deyip çöllere düştü.
Mecnun için başka bir sevgili bulunamaz
mıydı? Hiçbir kız Leyla’nın verdiğini veremez
miydi Mecnun’a? Eğer istek sadece dünya ise
o çölde Leyla’dan daha güzelleri vardı. Yok
eğer istek hem dünya hem ahiret ise o çölde
yine bunu Mecnun’a verecek kızda vardı ama
Mecnun illa neden Leyla diye çöllerde idi. Neden Leyla’nın artık dünyadan göçtüğünü öğrendiği halde onu unutup gitmek yerine gidip
Leyla’nın tabutuna uzanıp onsuz hayatı kendisine haram eyleyip o canı verenden ölümü
istedi? Ve canı veren onun isteğini kabul edip
o canı Leyla’sız dünyada bırakmadı?
Neden Bülbül Gül için ağlayıp durdu hep?
Gül’ün dikenlerinin her seferinde vücuduna
batıp kendisine acı vereceğini bildi halde neden Bülbül hala güle konmaya gülü koklamaya
devam etti? Bülbül için gül sadece bir çiçekse
eğer gülün verdiği çiçekliği verecek bir çok çiçek vardı şu dünyada, ama bülbül neden hiçbir
çiçeği görmeden ısrarla gül için ağlayıp güle
konup gülü kokladı.
Zannediyor musunuz ki Yakup için Yusuf sadece bir evlattı…
Zannediyor musunuz ki Mecnun için Leyla sadece bir sevgili idi…
4
294
Zannediyor musunuz ki Bülbül için Gül sadece
bir çiçekti…
Eğer sadece Yakup için evlat. Mecnun için
sevgili. Bülbül için çiçek olsaydı anlam Ne
Yusuf için gözler kör edilirdi… ve gelene kadar
dünyaya küsülürdü.
Ne Leyla için çöllere düşülür ölümü ile ölünürdü.
Ne de Gül için onca dikenine rağmen gözyaşı
dökülür ve hala üzerine konulup kokusu koklanırdı…
Bunu anlamak için Yakup olmak lazım. Sadece Yakup olmak değil Yusuf gibi evlat sahibi
olmak lazım… bu da yetmez, en önemlisi Yakup gibi sevmek lazım ve Yusuf’un yokluğunda
gözleri dünyaya körleştirecek sevgi lazım…
Bunu anlamak için Mecnun olmak lazım..
sadece Mecnun olmak değil Leyla gibi bir
sevgili lazım.. ve Mecnun gibi sevmek lazım.
Leyla’sı Mevla’ya ulaştığında onunla Mevla’ya
gitmeye hazır olmak lazım.. bu sevgiyi yüreğine canına işlemek lazım ki sevgi ve sevgili
gittiğinde canı da onunla gitsin ki sevgili olmadığında o da olmasın..
Bunu anlamak için Bülbül olmak lazım. Sadece
bülbül olmak değil Gül gibi bir çiçek lazım ve
Gül’e bülbül gibi özlem duymak lazım. Koklamaya geldiğinde batan dikenlere katlanmak
ve akan kanı görmemek lazım…
Yusuf gelmeden kim açabilirdi Yakub’un gözlerini.
Artık ne akan kan durabilir O durdurmadan.
Sonu yok bu sevdanın O sonu kesmeden.
Açıklaması yok bu sevdanın sevdayı gönle yerleştiren açıklamasını yapmadan.
Leyla ölünce kim yaşatabilirdi
Mecnun’u.
İşte her şey tek bir şeyde cevap
buluyor.
Gül’ü koklarken akan kanın kan
olmadığını kim anlatabilirdi
Bülbül’e.
İşte her şey tek bir şeyde son
buluyor.
Çünkü bu cevabı bulunca tüm
sorular en güzel cevaba ulaşıyor.
Tek bir olan biri…
Yakub’unda,
Mecnun’unda,
Bülbül’ünde Rabbi olan ALLAH.
Çünkü bu sonu bulunca en güzel başlangıç oluyor.
Yusuf’unda,
Leyla’nında,
Gül’ünde Rabbi olan ALLAH
Çünkü O’nu bulunca kayıplar
en güzel kazanç oluyor.
İşte her şey tek bir şeyde cevap
buluyor.
İşte körleşmek. Aslında kayıp
ama en güzel kazanç oldu
İşte her şey tek bir şeyde son buluyor.
O’nunla.
O hükmü kestiyse, O hükmü yazdıysa,
İşte ölüm. Yokluk gibi aslında ama en güzel
varlık oldu O’nunla.
Artık ne göz açılabilir O izin vermeden. Artık
ne can hayatta kalabilir O canı vermeden.
İşte kan. En büyük acı aslında ama en güzel
koku oldu O’nunla.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 295 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Yakup… ne güzel oldu Yusuf ile….
Mecnun… ne güzel oldu Leyla ile..
Bülbül… ne güzel oldu Gül ile..
Aslında hepsi en güzel bir güzel ile güzel oldu
MEVLA ile…
O’nun için yaşamak. O’nun için sevmek. O’nun
için olmak…
İşte her şey tek bir şeyde cevap buluyor.
İşte her şey tek bir şeyde son buluyor.
Sonuç
Tasavvuf (tarikat), şükür ibadetlerini yerine
getirdikten sonra Tasavvuf (tarikat) yolunda
Yüce Allah’A yakınlık tahsil etmektir. Tarikatın
esası, insan ruhunun terbiye ve irşad ile harici
alemden alakanın münasebetlerin kesilmesi
ve batın alemiyle irtibatın teminidir.352
Dersiam (Ord. Prof.) Mehmet Ali Ayni “Bizdeki tarikatlar” makalesinde şunları kaydediyor:
Müslümanlık haddizatında Allah’ı ve Resulullah
Efendimiz’i tasdikten ibaret olmakla beraber bu
tasdik keyfiyeti bilahare bir muahede ile teyid
edilmiştir. Bu mukavele (ahid) pek muhataralı
(korkulu) ve tehlikeli bir günde müslümanlar ile
Nebiler Nebisi Efendimiz arasında akdolunmuş352 Doğrul, Ömer Rıza, Tasavvuf. s.67–68
4
296
tu. Müslümanlar o gün Resulullah Efendimiz’in
elini tutarak kendilerinden ayrılmayacaklarına
söz vermişlerdi. (Bu olay Asr-ı Saadette Nebiler
Nebisi Efendimiz ile Sahabeleri arasında geçmiştir.353 Binaenaleyh bir müslümanın bugün
özü, sözü ve fiili birbirine uygun ve düzgün, fazilet ve istikamette muttasıf, muhabbet ve itimada layık bir Peygamber Varisi olan zatı (Mürşidi
Kamil) bulup, onun huzurunda, o güne kadar
işlemiş olduğu günahlardan tevbe ve nedamet
(pişmanlık) ettiğine ve o andan itibaren kimseye
fenalık etmeyeceğine, kimsenin malını çalmayacağına, kimseyi öldürmeyeceğine velhasıl her
türlü menahiden (yapılması yasaklanan şeylerden) sakınacağına dair söz vermesi ve bu taahhüdüne Allah’ ve Resulullah’ ve Piranı İzamdan
(tarikat kurmuş büyüklerden) birini sahici tutması, o birinci muahedeyi (ruhlar aleminde) tecdid (yenileme) ve te’kid etmekten ibarettir. İşte
şeriatın batını olan tarikata girmek bu demektir.
Yoksa, tekkede oturup çorba içmek değildir. Ondan sonra o talibin bütün efal ve harekatı o intisab ettiği zatın nezaret ve murakabesine tabi
olur.354
İzmirli İsmail Hakkı Hz.leri Tasavvufun evveli
353 Fetih Sûresi 10. Ayet: Şüphesiz sana baş eğerek
ellerini verenler (biat edenler), Allah’a baş eğip el vermiş
sayılırlar. Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur.
Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük ecir verecektir.
354 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam,. I. Kitab.
s.148
ilim, ortası amel, sonu mevhibedir demektedir. Halveti Tarikatı ileri gelenlerinden Dede
Ömer Ruşeni Hz.leri manzumesinde Tasavvufu şöyle anlatmaktadır: “Tasavvuf kalbi
Hakk’a bağlamaktır. Yüreğin aşk oduyla dağlamaktır. Tasavvuf, yar olup bar olmamaktır.
Gül-i gülzar olup, har olmamaktır. Tasavvuf
Keramet satmamaktır. Hakk’ın işinde etmeyip tasarruf”355 diye anlatmaktadır. Demek
oluyor ki tasavvuf, İslam dinini gönüllere daha
iyi sindirmek ve sindirebilmek için insanların
gönlündeki Yüce Allah’ın ve Hz. Muhammed
Mustafa Efendimiz’in aşkı, heyecan ve imanını bütün cihana yaymak ve bütün insanların
müslümanlığı tatmalarına ve gönüllerindeki
her türlü itirazı terkedip itirafa ulaşmalarına,
Allah-u Teala ve Hz. Muhammed Mustafa
Efendimiz’in aşkıyla coşmalarına ve bunun ilmine verilen isimdir. Yoksa Tasavvuf (tarikat)
şeriattan ayrı bir şey değildir. Anadolumuz’un
Türkleşmesi ve İslamlaşmasında hizmetlerin
en büyük bir kısmının Tarikat erbabı mutasavvıfara ait olduğu belirtilmektedir. Münevverlerimiz de, okuma merakı olan yüksek tahsil
gençliğinde tasavvuf ve tarikat konularında
ciddi tecessüsler doğmuştur. Bununla birlikte,
meselenin ne olduğu veya ne olmadığı araştırılmaksızın bir takım şeyh arayışlarına rastlanılmaktadır. Bu arayışların temelinde, insanın
kendi ruhuna yeni bir sığınak bulmak, ruhunu
kuvvetlendirmek, stresler karşısında kendisine bir destek ve güç bulmak, sürmenaj ve ruhi
355 İkdam Gazetesi, 25 Şubat 1921
depresyonları azaltmak gibi duyguların bulunduğu anlaşılmaktadır ve şu aleme gönderiliş
gayesini uyanıklık içerisinde yerine getirmenin bahtiyarlığına, dünyada iken ermek ebedi
aleme gittiği zaman: “Keşke toprak olsaydım!
Ya Rabbi! Beni tekrar yeryüzüne çıkart da sana
ibadet edeyim!” dememektir.
Velhasıl tasavvuf, başından sonuna kadar iki
şeyden ibarettir, biri “LAİLAHE İLLALLAH” ile
Cenab-ı Hakka terakki, diğeri de “MUHAMMEDUR RESULULLAH” ile şol aleme tenezzüldür.
Terakki ruh ve sırra aittir. Alemi mülkte tenezzül, şeriat ve tarikata riayetle olur. Bütün
ulumi evvelin bundadır. “İlim bir noktadır, onu
cahiller çoğaltır.” buyrulmuştur.
Peygamberimiz (s.a.s.) güllerin efendisi ve
peygamberlerin sonuncusudur. Dolayısıyla o
gül soldurulmamalı ve gül bahçeleri başkalarına yoldurulmamalıdır. “Gülü seven dikenine
katlanır” sözü de iyi gül yetiştirmek için onun
dikenine, zahmetine katlanmayı hatırlatmaktadır. Bu da gül yetiştirmenin zorluğunu göstermektedir. İnsan hayatındaki gülün dikenleri ise öncelikle nefsin arzuları ve hayattaki
zorluklardır. Nitekim hadiste cennetin meşakkatlerle, cehennemin ise şehevi arzularla kuşatıldığı belirtilmektedir. (Bkz. Buhari, Rikak,
28) Dolayısıyla günümüzdeki bu çorak iklimde
iyi bir gül nesli yetiştirmek de ayrı bir meşakkat ve dikendir. Bu dikenlere katlanılabildiği,
Kur’an ve sünnet ölçüsüne uyulabildiği takdir-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 297
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
de güzel güller mutlaka yetişecektir. Demek ki
güzel koku saçan gülün dalında, gül ile diken
yan yana bulunmaktadır. Şu halde iman ile küfür, iyilik ve kötülük, kolaylık ile zorluk, dost ile
düşman devamlı bulunmakta ve hayatın zıtlıklarla dolu olduğu hatırlatılmaktadır. Zira eşya
zıddıyla bilinir. Dolayısıyla insan rehavete ve
gafete düşmemelidir. Nitekim Hz. Peygamber saadet asrında bu gülleri yetiştirmiştir. Bu
sevgi suyuyla yetişen güller o dönem insanlığı
cehalet karanlığından kurtarıp, medeniyet aydınlığına çıkarmıştır. Bu da Allah ve peygamber sevgisiyle ortaya çıkar.
Sonuçta mutlak güzel olan Allah’ı sevmek, o güzelliğin kemal derecede yansıdığı Peygamber’i
sevmekten geçer. Keza Peygamber’i sevmek
onun yolunda olmak ve o uğurda sıkıntılara
katlanmakla olur. İşte Müslüman Türk milletinin sanat, kültür ve örfünde yerleşen bu gül
motiferi ve çocuklara verilen isimlerle bu milletin Hz. Peygamber’e olan sevgisini ve onun
sünnetine karşı olan bağlılığını göstermektedir.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 299
^m*
GÜL’ÜN GELENEKTEKİ YERİ
Arş. Yazar Mevlüt MERGEN
Diyarbekir’linin gündelik hayatını incelediğimiz zaman, gülün hemen her aşamada varlığını görürüz. Böyle olduğu içindir ki bu şehre
“gül şehri” diyoruz. Gül, gündelik hayatın
neşesinde, hüznünde yer alırken, nişanında,
kınasında ve düğününde vaz geçilmezidir Diyarbekir’linin. Öylesine vaz geçilmezidir ki,
minaresine bile gülün kokusunu serper, onu
kadife kumaşla örter ve Cuma günleri sevgililer sevgilisini (Hz. Muhammed) saygıyla ansınlar diye açar.
Gül’ün Diyarbekır’in geleneğindeki yerini belirlemeye çalışacağız, ancak öncelikle şu tesbiti yapmak durumundayız: Diyarbekir’li gülü
ticari amaçla yetiştirmez, onun maddesinden
ziyade manasını ön planda tutar.
Tıpkı Yunus gibi düşünür: “Çiçek eydür derviş baba gül Muhammed teridir” bu inancı ve
sevgiyi yüreğinde taşıdığı içindir ki, son yıllara kadar Diyarbekir’in bünyesinde bulunan ve
gerçek manevi zenginlik olarak kabul edilen
Peygamberlerin, Sahabelerin, diğer evliya ve
ilim adamlarının kıymetini kendisi bilir, onlara
saygıda kusur etmez ve fakat reklamını da
yapmaz. Onların varlığından dünyalık yerine
ahiret kazancı bekler. Bu sebepledir ki, bu gül
şehrinin içindeki “gerçek gül” lerden dünyanın
haberi olmadı, Diyarbekir’in “gül şehri” olarak
şimdiye kadar anılmamasının sebebi de bu tevazu ve alçak gönüllülüktür diyebiliriz.
Zamanın akışı içinde değişen nesiller, görüşler,
an’aneler, gelenek ve görenekler, artık kabuğu
kırmanın, dışa açılmanın, bilinmenin gerekliliğini ortaya çıkarınca bu şehrin Peygamberler,
Sahabeler, Azizler ve Krallar kenti kimliği dillendirilmeye başlandığı gibi, gül ve sevgi şehri
olduğu da bilinip bildirilmeye başlanmıştır.
Bilim adamları gülün geçmişini şöyle açıklarlar: “İnsanın binlerce yıllık tarihinden bahsederken gül için milyonlarca yıldan bahsetmek
gerekiyor. Gül, taşlara 60-70 milyon yıllık imzalar bırakmış ve moleküler biyologlara göre
yaşı 200 milyon yıl. Anavatanının Ortaasya
olması, 5.000 yıl önceki yazılı kil tabletlerde
zikredilmesi de önemli.
Bütün medeniyetlerde önemini korumuş,
müslüman dünyasında da Hz. Muhammed’in
sembolü olarak da ön plana çıkmış.356
Ne demişti Yunus: “çiçek eydür derviş baba
gül Muhammed teridir” Sevgili Peygamberimizin dünyamızı şerefendirmeleriyle birlikte
gül, onun teri olarak kabul edilmişken, 200
milyon yıl öncesine döndüğümüzde Hazret-i
Muhammed’in nurunun insanlığın yaratılışından çok önce belki de 200 milyon yıl önce yaratıldığını düşünebilir ve hatta inanabilirizde.
Gelenekleşen Gül Sevgisi
Bu ön bilgiden sonra “Gül’ün Diyarbekir ge356 Ayten Altıntaş (gül, gül suyu)
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 301 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
leneğindeki yeri”ni irdelersek, Matrakçı
Nasuh’un asırlar ötesinden çizdiği Diyarbekir
minyatüründe gül bahçelerine tanık oluruz. Bu
gül bahçelerini yakın zamanlara kadar bizim
görmüşlüğümüz de vardır.
Mardin kapısından dışarı çıktığımızda sağ tarafaki parkın bir gül bahçesi olduğunu, burada
özellikle
Muhammedi
güllerin
yetiştirildiğini unutmak mümkün
değil. Gazi Köşkünün hemen
her tarafında çeşit çeşit güller
açar,
kokusuna
doyum
olmazdı, burası bir gül bahçesi
olduğu gibi bülbüllerin de
mekanıdır, nitekim, merhum
Celal Güzelses bu bahçede arkadaşlarıyla meşk ederken bir
çif bülbülün gelip karşısına
konduğunu, Celal’i dinlerken
sustuklarını; onun susmasıyla
ötmeye başladıklarını görenlerden hala hayatta olanlar
vardır.
Çoğu yıkılan Diyarbekir evlerinin avlularının bir köşesi mutlaka bahçedir
ve buralar da gül yetiştirilirdi. Havuzların kenarlarında, merdivenlerin basamaklarının yan
kısımlarında, pencerelerin önlerinde gül saksılarının eksik olduğu görülmezdi. Gül yaprakları evlerde toplanır, şişelere bastırılır ve gül
suyu çıkarılırdı, çünkü günlük hayatın akışı
4
302
içinde nişanlanmak vardır, kına gecesi vardır,
düğün vardır ve bu etkinliklerin hemen hepsinde gül vardır.
Düğünlerde Gül
Gençleri “baş-göz” etmenin ilk basamağı olan
kız istemeye gelindiğinde ev sahibi gül esansı
ikram eder konuklarına.
Nişan takılacağında “gül şerbeti” mutlaka içilecektir, bunun
içindir ki erkek tarafı nişan
malzemesini gönderirken, bir
çuval şeker gönderir şerbet,
gül şerbeti yapılsın diye. “Güllaç” bir Diyarbekir tatlısıdır ve
düğünlerde ikram edilirdi. Önemini günümüzde de yitirmeyen
“kız çeyizi” nde o zamanlar
mutlaka bulunması gerekenlerin başındadır “hac takımı” ve
onun en güzel parçası “Gülabdan” Hac takımı ile hacdan dönüldüğünde konuklara “zemzem” ikram edilir, daha sonra
bu hac takımı gülabdanıyla birlikte evin en
nadide yerine konur ve evlenecek kızların
çeyizinde bulundurulurdu.
Düğünlerde söylenen şarkıların türkülerin,
hoyratların içinde mutlaka gül vardır, mesela
Merhum Güzelses bir türküsünde: “Çıkalım
dağlar başına/sen gül topla ben nergizi” der-
ken, bir hoyrat sözünde: “Güle naz/güle naz/
gül eder bülbüle naz/İndim yar bahçesine/ağlayan çok/gülen az” der.
Nasihatte Gül
Gelin olup koca evine gitmeye hazırlanan kızına annesi nasihat eder: “Kızım, bundan böyle
senin evin, kocanın evidir, gerçi kapım her zaman sana açıktır ama, bilesin ki, “on beş günde bir gelen ‘gül üstüne’, hafada bir gelen ‘çul
üstüne’ her gün gelen ‘kül üstüne’ oturur”
Böylece de kızının bundan sonraki yol haritasını belirlemiş olurdu. Şimdi denecektir ki,
madem ki Diyarbekir’in geleneğinde gül böylesine önemli bir yer tutar da niçin bu şehirde
diğer şehirlerde olduğu gibi “Gülcülük” yoktur,
gülün yetiştirildiği yerde mutlaka gülcülük olmalı değil midir? Doğrudur, önce Diyarbekir’linin ticari amacının olmadığını hatırlayalım, ve
sonra diyelim ki, Diyarbekir son 200 yıl içinde
göç almış göç vermiş bir şehirdir, bu göçler
esnasında binlerce insan evinden barkından
olmuş başka yerlere gitmiş, yine binlerce insan bu şehre gelmiştir, bir zamanlar kolera
hastalığından yine binlerce insan ölmüş bu
şehirde, gün gelmiş büyük bir yangın görmüş
Diyarbekir, şimdiki “Çarşıyi Şewiti” (yanık çarşı) ve onun yanındaki Melekahmet caddesinde
yüzlerce dükkan yanıp kül olmuş,357 yani .belini
doğrultamamış bu şehir, gözünün önünü görememiş ki geleneksel varlığı olan gülünü sa357 Ali Emiri, Osmanlı Doğu Vilayetleri.
hiplene, onu yeniden eski günlerine kavuştura.
Diyarbekir’de Gülcülüğün Teşviki
Sözün burasında yine geçmişe dönelim ve
1899 yılına, yani 1900’lü yılların başına dönelim. “1900’lü yılların başında Osmanlı Devleti “Orman ve Maadin Nezareti” gülcülüğün
Osmanlı’da gelişmesi için çalışmalar başlatmıştı. Orman ve Maadin ve Ziraat Nazırı Selim Melheme Paşa’nın desteğiyle, 1899 ylında
Ziraat Bakanlığı tarafından Diyarbakır, Suriye,
Trabzon, Adana, Çatalca, Biga ve İstanbul vilayetlerindeki çifçilere bedelsiz olarak 100.000
gül fidanı dağıtılmıştır.”358
Böylesi bir teşvik görür Diyarbekir ancak, o
tarihler Diyarbakir ve bölgede fitne kazanının
kaynamaya, Ermeni hareketlerinin görülmeye
başladığı tarihlerdir, üstelik Diyarbekir’deki
gül yetiştiricilerinin elinde yeterli imbik de olmadığı için bu teşvik umulan neticeyi doğurmaz.
Gül’ün Diyarbekir geleneğindeki yerini anlatırken, şunu da belirtelim ki, konuşmaların arasında bile gül sözcüğü kullanılır, mesela, eğer
birisine çirkin ve kerih bir şey hatırlatılacaksa
“yüzüne gül suyu” denir, burada gül suyu yoktur ama hatırlatması vardır ki o insan çirkinliği, o keraheti hissetmesin için.
Hüzünde Gül
358 Ayten Altıntaş (anılan eser s. 147)
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 303
»
Gül Şehri DİYARBAKIR
Önceki bahislerde gördük ki, gül Diyarbekir’in
sevinçli günlerinde, şarkılarında, türkülerinde,
hoyratlarında yer almış, ancak hüzünlerinde
de gül vardır Diyarbekir’linin, bir örnek sunacak olursak, bu şehrin ünlü hanım şairlerinden
“Sırrı Naile Hanım”ın 7 yaşındaki oğlu Rıfat’ın
vefatı dolayısıyla kaleme aldığı mersiyesinin
nakarat kısımlarındaki şu ikiliği sunabiliriz:
“Benim gönlüm kızıl gül-ğoncesi veş dop dolu
kandır/Açılmak ihtiyar etmez eğer yüz bin bahar olsa.”359
Tarikatta Gül
Mardin kapı kabristanının ortasında bir türbe
vardır, burada her hangi tanıtıcı bir levha olmasa da Diyarbekir’li bilirki bu türbe Gülşeni
şeyhlerinden Muhammed Efendinin türbesidir. Gülşeni tarikatinin kurucusu Diyarbekir’li
İbrahim Gülşeni hazretleridir ki bu zat aynı zamanda Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleymanın mürşididir.
Hatıralarımın arasında önemli bir yer tutar,
sur içindeki evimizin bulunduğu sokakta yaşayan “Tenekeci Sait” in gül sevgisi, gül yetiştiriciliği. Diyarbekir’lilerin deyimiyle “kör ocak”
yani çocuğu olmuyor, ama yüreğinde müthiş
bir sevgi yanardağı var, bunu nasıl etse de dışa
vursa arayışları onu gül’e gül yetiştiriciliğine
vermişti, evlerinin kocaman avlusunu gül bahçesine çevirmişti, kapıları acık olduğu zamanlarda gider, içeriye bakardım utanırdım içeriye
359 Korkusuz, M. Şefik, Şair Sırrı Naile Hanım Divanı.
4
304
girmeye. Ama, renk renk güllerin koksu bulunduğum yere kadar gelirdi.
Tıpkı bizim bu komşumuz gibi bir çok kişi de
bu gül sevgisini görmemiz mümkün mesela
bir gül var ki adı “Rum Kale”dir, çünkü Fevzi
Efendi adında bir zat bu gülü adını andığımız
yerden Urfa’ya, oradan Diyarbekir’e getirterek
yetiştirmiş ve adını “Rum Kale gülü” diye anmış. Hacı İbrahim Efendi ise yetiştirdiği güle
kendi adını vermiş. Arif Bey de öyle. Bunları
misal olsun diye zikrettim, yoksa daha çoktur
bu şehirde gül meraklısı insanlar. Diyarbekir’e
özgü bazı güllerin adını da analım konuyu
noktalamadan önce: “Çeper gülü - Dantel
Amor gülü – Sarmaşık gülü – Viktorya gülü –
Mikado gülü – Malatya gülü – Sarı gül – Kaysı
gülü – Beyaz gül – Krem gül vs.
Özetlersek, Diyarbekir’in aşında gül, taşında
gül vardır, türküsü, gazeli, hoyratı gülü terennüm eder, özünde, sözünde gül bulunur bu
şehrin, bu şehir gül şehridir, öylesine gül şehridir ki, yirmiden fazla gül çeşidinin adını bilirken, onların rengini, kokusunu da bilir çünkü
kendisi yetiştirmiştir o gülleri. Diyarbekir’li-nin
yüzünde bir zamanlar “Şark çıbanı” diye bir
çıban çıkar ve gül gibi açar. Bu sebepten
Diyarbekir’li gül yüzlüdür, gül sözlüdür.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 305
^m*
Bölüm 5
GÜL VE GÜZEL KOKU
KOKULU GÜLÜN TARİH İÇİNDEKİ SERÜVENİ
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji A.B.D.
Kokulu Gülün tarih içindeki serüveni uzun soluklu ve çok önemlidir. Gül tarihin ilk dönemlerinden itibaren “Sevgi ve güzellik” sembolü
idi. Buradaki kısa öyküsü bile bize gülün
önemi hakkında bir fikir verir sanıyorum. Gül
türlerinin çoğunun ana yurdunun Orta Asya
olması ve Batı dünyasına Anadolu’dan
tanıtılması, insanların vazgeçemedikleri güzel kokusu için elde edilen gül yağının en
önemli üreticilerinden birinin Türkiye olması
sebebiyle de bizim için çok önemli.
Gül, Gülgiller (Rosaceae) familyasının Rosa
cinsindendir. Rosaceae. Dünyada yaklaşık
1350 Rosa türü tanımlanmış. Çok yıllık dikenli çalı ya da tırmanıcı bitki türünün ortak
adı360. Beyaz, pembe, kırmızı ve sarı en çok
görülen türlerinin rengi. Genellikle ilk baharda çiçek açar. Ekserisi yaprak döken çalılar,
dala dikenleriyle tutunan filizleri var. Bunlar
güzel koku ve gösterişli çiçekleri nedeniyle
bütün dünyada yaygın olarak yetiştiriliyor.
Türkiye forasında 24 yabani gül türü kayıtlı.
Bunlar Anadolu topraklarına ait türler. Günlük hayatımızın bir parçası haline gelen gül
insanlıktan önce bu dünyada boy göstermiş
ve pek çok çiçeğe nasip olmayacak kadar
eski bir tarihe sahip.
360 Baytop, Asuman, Farmasötik Botanik Ders Kitabı.
İstanbul 1991. s. 183. Mac Donald Hocking. A Dictionary of Natural Pruducts. Medford NJ. 1997.S. 675).
Anabrittanika cilt 10. s. 142.
Gülün tarihini öğrenebilmek için iki yoldan hareket etmemiz lazım. Birincisi tabiatın kaydettiği tarih. Bu kayıt, fosil şeklinde kayalara kaydedilen gülün imzaları. Dünyada birçok yerde
fosil yataklarında gülü bulmuşlar. III. Jeolojik
devir erken çağındaki jeolojik kalıntılarda bulunan gülün yaşı 25 milyon yıl.361 ,Colorado’da-ki
Florissant fosilleri incelendiğinde bulunan
güllerin tarihini 40 milyon yıl olarak okudular.
Montana ve Oregon’ daki fosil yataklarında
bulunan güller için 35 milyon yıl önce dendi.
Ayrıca Almanya ve Yugoslavya’da bulunan fosillerde de güller yer alıyor.362 Yani bunlar en
az 35 milyon yıllık gülün imzaları. İnsanlığın
ortaya çıkışından çok uzun yıllar önce. Bazı
kayıtlara göre yaklaşık 60-70 milyon yıl önce
Orta Asya’da görüldüğü yazılıyor ama en heyecan verici kayıtlar DNA da ki kayıtlar oldu.
Moleküler biyologlar gülün DNA sını inceledikleri zaman gülün yaşının 200 milyon yıl geriye
götürdüler. Kökleri bu kadar eski gibi görünüyor363.
Güller hakkında bilgi verenler gülün anavatanının büyük bir ihtimalle Orta Asya olduğunu
belirtirler. Birçok yerde de gülün doğum yeri
361 Vecera, Ludvık, Illustraed by Firina Kaplicka. Classıc Roses. published Great Britain in 1989, s. 7.
362 Getrnot Katzer’s Spice Pages, www.ionxchange.
com, Wikipedia the free encyclopedia
363 www.en.wikipedia.org/rose/history,www.gardencards.biz/fower
history.htm.,
/rose/history,Getrnot
Katzer’s Spice Pageswww.ionxchange.com.www.kingforisonline.com/history
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 309 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
Asya olarak yazılır. Orta Asya’dan Güneye ve
Batıya ticaret yollarıyla taşınmış. Gül büyük
bir ihtimalle güzel kokusu, tıbbi değeri, tohumlarının yenmesi dolayısıyla beslenmedeki yeri dolayısıyla ticareti yapılmış ve kervan
yollarıyla dünyanın diğer ülkelerine tanıtılmış.
Kırmızı çiçek açan Frenk gülü (rosa gallica)
Homeros zamanında Doğu’dan Yunan adaları
ve Trakya yolu ile Balkan yarım adasına
yayıldığı, Girit ve Yunana bu
bölgeden
tanıtıldığı
364
belirtiliyor .
Tarih Kayıtlarında Gül
Hareket noktamızın ikinci kayıtlar kısmı; İnsanların kayıtlarıdır ki bu bizim yazılı dönemimizde yazıya geçirdiğimiz bilgi
birikimleridir. Bugüne kadar
gelen ilk kayıt bundan 5000 yıl
önce Mezopotamya kil tabletlerinde yer alıyor. MÖ 26842630 yılları arasında yaşayan
Akat kıralı I. Sargon hakkında
yazılan bir tablette , kralın Dicle
nehrinin ötesindeki ülkelere askeri keşif
gezisi yaptığını bu geziden “Asma , incir ve
gül fidanları” ile geri döndüğü yazılıyor. Dicle
ve Fırat nehirlerinin suladığı toprak364 Vecera, age, s. 7-11; Kıaer, Eıgıl. Methuen handbook of Roses. London 1965. s. 10; Ancıent Tımes. ,Türk
Ansiklopedisi. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1970. Gül
Maddesi Cilt 18. s. 134,
4
310
larda Babil yakınlarında Ur şehrinde yaşayan
I. Sargon Bu seyahatini muhtemelen bu nehirlerin doğduğu yerler olan Güney Anadolu’ya
yapmıştı. Arkeolog Sir Leonard Wooley’in bu
resmi kayıtları buluşu ve bilim dünyasına tanıtması gülün tarihi için çok önemli. MÖ 2600
lü yıllarda kral I. Sargon gül fidanlarını kendi
ülkesine getirdiğine göre kendisinin gülü tanıdığı düşünülüyor365 En eski
kayıtlardan bir diğeri de MÖ
1600 yıllarına ait. Girit’teki
Knossos sarayındaki bir arkeolojik çalışmada bugüne kadar
korunan bir duvar freskinde-ki
gül resmidir. Bu gülün MÖ
1600 yıllarında Girit medeniyetinde tanınan ve sevilen bir
çiçek olduğunu gösteriyor.
Antik dönem Mısır Medeniyetinde gülün tarihini bu kadar
eskilere götüremiyoruz. Antik
dönem Mısır mezar odalarında
bulunan duvar yazılarında gülü
ifade eden şekiller bulundu.
Bunlardan
biri
MÖ1400
ler-de
IV
Thotmose’nin mezarında bulunan gülü
tanımlayan hiyeroglif idi. İngiliz arkeolog Sir
Flinders Petrie’nin MS 400-200 yılı arasında
365 Vecera, age. s. 7–11; Kıaer, age s. 10; Ancı-ent
Tımes. www.ionxchange.com,www.gardencards. biz,
http://en.wikipedia.org,
Getrnot
Katzer’s
Spice
Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia
olduğu tarihlenen ve Yukarı Mısırda açtığı mezarda cenaze merasiminde kullanılan güllerden bir çelenk bulundu. Bu güllerden yapılmış
çelenkteki gül Rosa gallica olarak tanımlandı.
Mısır mezar resimlerinden biri de MÖ 50 yılına
ait. Bu dönem Kraliçe Kleopatra’nın yaşadığı
dönemdir. Kleopatra (MÖ 69–30) nın gülleri
çok sevdiği ve Mark Antonyus’u etkilemek için
ayaklarına gül yaprakları saçtırdığı kaydedilmiştir.
Çin Medeniyetinde de gül çok önemli idi.
Bunu MÖ 551–479 tarihlerinde yaşayan
Konfiçyüs’un yazdıklarından öğreniyoruz.
Konfiçyüs; Çin İmparatorluğunda gülün çok
önem verilen bir çiçek olduğunu, İmparatorun bahçelerinde özenle güller yetiştirildiğini
ve Çin İmparatorunun kitaplığında gül ve gül
yetiştirmekle ilgili 600 den fazla kitap bulunduğunu kaydetmiştir.
Yunan mitolojisinde gül tanrıçaların çiçeğidir.
Mitolojide Cloris çiçeklerin tanrıçası olup güllerden taç giymişti. Gül aşk ve güzellik tanrıçası olan Afrodit’in sembolü idi. Afrodit aşk
tanrısı Eros’a bir gül sunmuş böylece gül aşk
ve şehvet sembolü olarak kabul edilmeye başlanmıştı. Eros gülü Harpocrates’ e verdi ki sessizlik sükûn tanrısıydı. Bu sefer gül sessizlik ve
gizliliğin sembolü haline geldi. Homeros’un
destanlarında (MÖ 900) Achilles kalkanını
güllerle donatmış, Afrodit de Hector’un ölü-
münde ölü bedeni güllerden yapılan bir yağ ile
meshetmişti.
Antik çağda bu asil çiçek etrafında nice efsaneler yaratılmıştır; Aphrodite’nin doğuşu sırasında vücudundan akan köpüklerden bir gül
ağacı bitmiş, sonra tanrıça onu tanrılar içkisi
nektar ile sulayınca ağaç gül vermiş. Bir başka
inanca göre de gül Dionysos ‘ın çiçeği sayılmış.
Bu sebeple sofralardan eksik olmamış. Bazen
da yaprakları mezarlar üzerine serpilmiş366.
MÖ 600 lerde yaşayan Yunanlı şair Sappho
şiirlerinde gülden bahsetmişti. İlk defa gülü
“çiçeklerin kraliçesi” olarak isimlendiren odur.
Ünlü tarihçi Herodot (Herodotos, ölümü MÖ
425) gülü Makedonya’ya tanıtanın Frigya kıralı Midas olduğunu yazar. Herodot Bodrum (Halikarnosos) da doğdu , İyonyalı filozofardan
etkilendi. İlk çağın tarih kitabı olan Historiai
(Heredot Tarihi) ni yazdı. Ömrünün uzun bir
süresini Batı Anadolu’da geçirdiğinden o toprakların tarihini iyi biliyordu. MÖ 700 lü yıllarda Orta Anadolu’da yaşayan Frig kralı Midas’ın
dört yapraklı güllerle misk gibi kokan bahçelerinden bahseder. Herodot Anadolu’da tanıdığı
gülü 60 yapraklı olarak kaydetmişti. Bu tanıtım önemli bir kayıttır. Bir Yunan kolonisi olan
Antik Helenler gülün kültürünü yapmışlar ve
gülü Sicilya ve Kuzey Afrika’ya tanıtmışlardı367.
366 Türk Ansiklopedisi. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara
1970. Gül Maddesi Cilt 18. s. 134, Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11.
367
www.ionxchange.com,www.gardencards.
biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spi-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 311
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
MÖ 300 yıllarında yaşayan Yunanlı bilim adamı Theophrastus botanik konusunda yazdığı
kitabında güllere ayrı bir yer ayırır. Kendisi döneminde bilinen gülleri tanıtmış, gördüğü bütün gülleri kaydetmişti. Beş yapraklı güllerden
yüz yapraklısına kadar birçok gülü kitabına almıştır. Theophrastus bilinen ilk detaylı botanik
tanımlamayı veren kişidir. Gülün tohumdan
değil çelikten çoğaltılmasının daha kolay
olduğunu da kaydetmişti. Aynı
dönemde yaşayan Makedonya
kıralı Büyük İskender de
güllere çok önem verir, bütün
bahçelerinde gül yetiştirilmesini
emredermiş368.
Her Dönemde Gül
Antik dönemde Fenikeliler, Yunanlar, Romalılar hepsi gülü
yetiştirdiler, yeni gülleri tanıdılar, onu ülkelerine taşıdılar,
ticaretini yaptılar. Sonuçta bilinen her çeşit gül Akdeniz’deki
ülkelere dağıldı. Romalılar
gülleri Yunanlılardan öğrendi.
Kısa zamanda benimsedi ve çok sevdi.
Romalılar, sembolü gül olan tanrıça Afrodit’i
Venüs’le özdeşleştirdiler. Tanrıça Venüs’te de
gül sembolünü kullandılar. Romace Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free
encyclopedia,Milli Eğitim BakanlığıTürk Ansiklopedisi.
Gül Maddesi Cilt 18. s. 133-135. 368 Kıaer, age s. 10;
Vecera, age. s. 7–11.Ancıent Tımes
4
312
lılar büyük gül bahçeleri kurdular. Buğday tarlaları ve meyve bahçeleri yanında büyük gül
bahçelerine sahiplerdi. Roma imparatoru Neron döneminde gül kullanımı inanılmaz dereceye yükseldi. Bu dönemde gülle ilgili pek çok
bilgi kaydedildi. MS 1 yüzyılda yaşayan Romalı
hekim Dioskorides kitabında gülü de tanıtmıştı. Roma döneminin önemli yazarı Pliny the Elder (MS 23–79) da gül hakkında yazmıştı.
Ansiklopedik dev eserinde gül
çiçeği hakkında geniş bilgi
vermiş, 100 yapraklı gülden de
bahsetmiştir.
Romalılar güzel kokusundan
dolayı davetler, ziyafetler, toplantılarda ve Romalı hanımlar
güzellik reçetelerinde gülü çok
kullanıyorlardı. Gül ziraatı ve ticareti çok önemli oldu. Kışın ihtiyaç olan güller için Mısır’da tarımını yaptılar. Kış mevsiminde
güller Roma’ya gemilerle taşınıyordu. Deniz yolu pahalıya mal
olan bir yoldu ve Romanın gül
ihtiyacı hiç bitmiyordu. İmparator Neron bu
gemilere tonlarca altın ödedi, bu sebeple
Roma ekonomisinin kötüye gittiği söylenir.
Daha sonra Romalılar kışın da çiçek açan
gülleri keşfettiler ve bunları İtalya topraklarda
yetiştirdiler. Bu büyük gül bahçeleri Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra terk edildi,
harap oldu ve zamanla yabani hale geldi.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde gül Pagan
günlerini ve Pagan kostümlerini hatırlattığı
için reddedildi. Asırlar sonra Roman Katolik
kilisesi bu fikrini değiştirdi ve gül Hz. İsâ’nın
kanının sembolü olarak kabul edildi. Kırmızı
gül İsa’nın mistik bir sembolü, gül çiçeği de din
uğrunda işkence ile ölenlerin alameti sayılmış
daha sonraları Meryem’e “dikensiz gül” adı verilmiş paganizmin Aphrodite ile ilgili efsaneleri
kısmen Meryem’e mal edilmiştir369.
Doğu Dünyasında gülün kaydedildiği ilk eserlerden biri Zerdüştlüğün 9. yüzyılda kaleme
alınan Avesta’sı idi. Bu kutsal kitaba göre bitkiler ölümsüz meleklerin sembolleri idi370 Zend
Avesta’da gül dini ve kozmogonik sembollerdendi. Bu kültür daha sonraları Orta Doğunun
pek çok ülkesinde kullanılmıştır. Eski Hindistan, Suriye ve Mısır’da güle tapınıldığını gösteren işaretler bulunmuştur371.
Ortaçağda İslam dünyasında da gül çok önemliydi. Botanik kitaplarında ve tıp kitaplarında
gül muhakkak yer alırdı. 9. Yüzyılda yaşayan
büyük hekim Al-Kindi’nin Akrabadin kitabında
369 Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11; Ancıent Tımes Milli Eğitim Bakanlığı Türk Ansiklopedisi. Gül Maddesi Cilt 18. s. 134.
370 Bakır, Abdülhalık, Ortaçağ İslam Dünyasında Parfümcülük, Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm İstanbul 2005 s. 42 .
371 Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11; Ancıent Tımes Milli Eğitim BakanlığıTürk Ansiklopedisi. Gül Maddesi Cilt 18. s. 134.
gül hakkında birçok bilgi vardı. Gene 9. yüzyılın önemli hekimi Dînaverî (ölm. 895) gül
çiçeğini tanıtmış, çeşitli dillerdeki karşılığını
vermiş; Gül Arabistan’da bahçelerde ve dağlarda sık rastlanır, diye kaydetmişti. 11. yüzyıl
tıbbının dev ismi İbn-Sînâ ve 12. yüzyılın çok
önemli bitkiler kitabı yazarı İbnül- Baytâr gülü
tanıtmışlar tanımlamışlar ve tedavideki yerini
göstermişlerdi372.
Ortaçağ Avrupa’sında unutulan gül bahçeleri
13. yüzyıldan itibaren Haçlı seferleriyle tekrar
önem kazanmaya başladı. O dönemde savaşçılar, gezginler ve diplomatlar vasıtasıyla Orta
Doğu’dan gül çeşitleri getirildi. 16. yüzyıldan
itibaren herbalistler çiçekleri tanıtan kitaplar
hazırladılar. 1597 yılında İngiliz herbalist John
Gerard yazdığı kitabında 14 çeşit gülü tanıttı.
1629 yılında I. James’in eczacısı John Parkinson kitabında 24 farklı gülü rapor etti. 1700 li
yılların sonunda yaşayan İngiliz sanatçı Mary
Lawrance “A Collection of Roses from Nature”
adlı kitabında 90 farklı gülü tanıttı ve çizdi.
372 İbni Baytar. Arapçadan Almanca tercümesi;
1.Kitap, Joseph v. Sontheimer; Große Zusammenstellung über die Kräfe der bekannten einfachen Heilund Nahrungsmittel von Abu Mohammed Abdallah
Ben Ahmed aus Malaga bekannt unter den Namen
Ebn Baithar, I.Band Stuttgart 1840.2.Kitap II.Band
Hallberger’sche Verlagshandlung Stuttgart 1842Cilt 2
s. 582-585 Ward KİNDİ The Medical Formulary or
Aqrabadhın of Al-Kındı, Martın Levey (Translated
with a Study of İt’s Materia Medica) London 1966. s.
344-345:
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 313
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
1800 lü yıllarda Avrupa’ya Çin’den pek çok yeni
gül türleri getirildi. Yeni gül çeşitleriyle karşılaşıldı. Napolyon’un karısı imparatoriçe Josephine kadar hiç kimse gülü popülarize etmemiştir.
Gülü çok seven İmparatoriçe 1798 de ilk gül
bahçesini kurdu. Bu bahçeyi 1814 yılında 51
yaşında ölene kadar çok geliştirdi. “Malmaison Bahçeleri” olarak bilinen bu gül bahçesinin
masrafarı 16 yıl boyunca Josephine tarafından
karşılandı. Her yerden getirtilen güllerle koleksiyon büyütüldü. Kendisi hayattayken 250 çeşit
gül topladığı kaydedilir. Napolyon uzak diyarlara açılan kaptanlara yeni güller bulduklarında
getirmelerini emretmişti. 1829 yılında Malmasion gül bahçesinde 2562 farklı gül olduğu yazılır. Böylece gül modası Fransa’dan İngiltere’ye
daha sonra Batı Avrupa’ya ve nihayette Amerika
ve Avustralya’ya geçti373.
Gül Kuzey Yarım Küreyi Sever
En az 70 milyon yıldır dünyamızda var olan
gül, Kuzey yarım kürenin en kuzeyi Alaska ve
Norveç’ten güneyde Kuzey Afrika ülkeleri ve
Meksika’ya kadar bütün ülkelerde var olan bir
bitkidir. Fakat Ekvatorun altında yani Güney
yarım kürede görülmemiştir. Gül kuzey yarım
küreyi sever. Gülün pek çok türü yabani olarak Batı Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar yayılır. Ana vatanı muhtemelen Orta Asya’dır.
Avrupalı gül türlerinin çoğaldığı esas kol Rosa
373
www.ionxchange.com,www.gardencards.
biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spice
Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia; Kıaer, age s. 10; Vecera, age. s. 7–11.
4
314
gallica’nın vatanının “Kafkas Dağları” olduğu
biliniyor. Rosa gallica Kafkasya’dan Batıda
Avrupa doğuda Orta Asya ve güneyde Kuzey
Afrika’ya kadar taşınmıştır.
Bilimsel olarak ilk tanımlanan gül “Rosa gallica” (Kırmızı gül, Frenk gülü) olup kırmızı yapraklı, kokulu ve katmersizdir. 12. yüzyıldan
beri izlenen en eski güldür. Yabani olarak Orta
ve Güney Avrupa ve Batı Asya’ya yayıldı. Hâlâ
bu bölgelerde yaşamaya devam etmektedir.
Damask rose “ Rose damascena”( Isparta
gülü, Yağ gülü Şam gülü) Rosa gallica’ dan
sonra en iyi bilinen ve en iyi tanınandır. Damask rose; Rose gallica ile Rose Phoenicia
veya R. Moschata’ın melezidir. Çiçekler pembe
ve katmerli ve kuvvetli kokuludur. Sadece yaz
başında çiçek açar. Büyük bir ihtimalle birkaç
milyon yıl önce ilk melez Anadolu’da çiçek
açmıştı. Yunan ve Roma’da geniş kültürü yapılmış, güzel kokusundan dolayı Gülyağı (rosa
otto) elde etmede bilinen en fazla bu tür kullanılmıştı. Tekrar Avrupa’ya 13. yüzyılda getirtilmişti. Robert de Brie 1254 ve 1276 yılları
arasında bu türün İran’dan Avrupa’ya getirtilmesinde öncülük yapmıştı.
Rosa gallica ve Rose damascena “Eski bahçe
gülleri” olarak isimlendirilir. Genelde 1867
yılından önce tanıtılan güllerin hepsi bu terimle tanımlanır. Sonbaharda açan “Rosa
damascena semperforens”(Sonbahar gülü)
“Rosa canina(yabani gül) , rosa centifolia
(okka gülü) gibi pek çok gül de bu guruptandır374.
Gül İsmi Üzerine
Çok eski bir tarihe sahip olan gül, onu kullanan
her topluluk tarafından isimlendirilmişti. Antik
Mezopotamya’da iyi bilinen gül “as
gestın,gır” olarak tanınıyordu. Akatların dilinde “as (a) murdinnu” idi. Grekçe’ de
“rhodon” idi. Homeros’un
kitabı Odisse de “rhodon”
olarak geçer. MS 1 yy da
yazılan Dioskorides’in Materia
Medica adlı kitabında rhodon
olarak yazmıştı. Güney
İtalya’da rhodon (Aeolic form
olarak wrodon) idi. Grekçe rhodon kelimesinin kaynağı muhtemelen “Anadolu” dillerinden
ve şimdi kaybolmuş bir dilden
geliyor. Grekçe o dilden ödünç
almıştır375.
Bütün Avrupa dillerinde gülün
karşılığı olan “Rose” nin orijini
Latince “Rosa”dan gelmekte-374 Baytop,
Turhan, Türkiye’de Eski Bahçe Gülleri. Ankara: Kültür
Bakanlığı, 2001, s. 87 www.ionxchan-ge. com, www.
gardencards. biz,http://en.wikipedia. org,Getrnot
Katzer’s Spice Pages,www uni-graz-at,Wikipedia
the free encyclopedia 375 KİNDİ The Medical
Formulary or Aqrabadhın of Al-Kındı, Martın Levey
(Translated with a Study of İt’s Materia Medica)
London 1966. s. 344–345.
dir. Modern Avrupa dillerinin hepsi bunun ufak
değişik şekillerini taşır. Doğu dünyasında ise
Arapça gül kelimesi etkili oluştur. Arapça’da
“verd” olarak okuduğumuz, Avrupalıların
“ward” olarak tanımladığı gül, Hebrew dilinde
“wered”, Georgian “vardi” Ermenice “vart” ,
mısır dilinde “wrt” olarak geçer. İslam ülkeleri, Afrika ve Asya’da genelde bu terim üzerine kurulmuştur. Arapça’da gül için kullanılan
“verd” , Aramaid “wurrda” Asur
dilinde “wur-tinnu”, Eski İran
dillerinden Avesta’da “warda”
Soğd dilinde “ward”, Pers
dilinde “ wâr” olarak geçer. Eski
Hint dili Sanskrit shatapattra’da
100 yapraklı manasında “vrittapushpa” olarak tanımlanır. 376
Türkçe’de kullandığımız gül
Farsça orijinlidir. Farsça isim
olan “gul” mul vezninde olup üç
manası vardır. Önce gelen
manası gül çiçeği, gül ağacı
demektir ki Türkçe’de de uzun
zamandır bu manada kullanılıyor. İkinci anlamı ateş koru, üçüncü anlamı
kırmızıdır.
376
www.ionxchange.com,www.gardencards.
biz,http://en.wikipedia.org,Getrnot
Katzer’s
Spice
Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 315
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Dağ gülü, , kokar gül, fındık gülü, menekşe
gülü, yediveren gülü, yosunlu gül, Van gülü
gibi birçok gül ve gülden türeyen pek çok çiçek
ismi oluşmuştur. Ayrıca güllük, gülistan, gül
zar, gülnar, gülşen gülden gibi pek çok isim de
gülden türetilmiştir 377.
Doğu Dünyasında Gül
Gül Doğu-İslam şairlerinin işlediği ortak
önemli
sembollerden
ve
edebiyatta çokça kullanılan
motiferden
biridir.
Doğu
edebiyatında özellikle güzelliği
bakımından sözü edilen çiçek,
Türk edebiyatında da şairlerin
ilham kaynağı olmuştur. Vatanı
Orta Asya olan gül, Batıya
tanıtıldığı topraklar Anadolu
olunca Türk kültürü ve tarihini
gülsüz düşünemeyiz. Farsça’daki genel anlamı çiçek olan
gül Türk edebiyatında da aynı
manada kullanılmıştır. Gül çeşitli vasıfarıyla daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul
edilir. Doğu edebiyatında gonca sırrını
sakladığı halde gül yapraklarını açarak sırrını
herkese açıkladığı kabul edilir. Sır saklayan
gonca Saba rüzgârının zoruyla açılır.
377 Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmânî ,( İstanbul
1306). Haz. Recep Toparlı. Türk Dil Kurumu. Ankara
2000. s. 167, Lehcetü’l-Lügat. Şeyhülislam Mehmed
Esad Efendi, Haz. H. Ahmet Kırkkılıç, Türk Dil Kurumu,
Ankara 1999, s. 310gül
4
316
Bahar için “vakti gül, mevsim-i gül, devr-i gül,
ifadeleri kullanılır ve baharın adının “gül mevsimi” olması güle verilen önemden kaynaklanmaktadır.
Doğu efsanelerine göre başlangıçta rengi kırmızı olmayan gül, bülbüle hiç yüz vermez. Gülün bu ilgisizliğine dayanmayan bülbül bir gün
her şeye rağmen gidip gülün üzerine konar,
dikenler bülbülün gövdesine
batar kanatır. Gülün dibine
dökülen bu kanlar onun
kökünden damarlarına doğru
yayılır ve gül o günden sonra
kan rengine bürünür378.
Bu motifi işleyen bir başka eser
şair Kara Fazlı (16. yüzyıl)’nın
“Gül ve Bülbül” mesnevisidir.
“Gül” Yunan mitolojisindeki
Narkissos’u gibi kendi güzelliğine vurulan bir delikanlıdır.
Ancak Narkissos, aynasında
kendini seyrettiği suya düşerek
boğulur sonra sudan bir nergis
biter. Fazlı’nın alegorik hikâyesinde ki gül ise
Bahar şahının oğludur; Bülbül onun
güzelliğine vurulur ve birçok çilelerden sonra
Baharın yeniden ülkeye hâkim olmasıyla
sevgilisine kavuşur.
378 İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Araştırmaları Merkezi, Cemal Kurnaz. Gül Maddesi. İstanbul 1996. cilt 14. s. 220.
Doğu menşeli bir başka efsane de (Oscar
Wilde’ın The Nigtingale and the Rose adlı alegorik şiiri bunun bir varyantıdır) ise; Hasta bir
genç kızın vefalı dostu olan bülbül onun penceresinden hiç ayrılmazmış. Hekimler kızın
iyileşmesi için kırmızı bir gül koklamasını salık
vermişler fakat o zamana kadar hiç kırmızı gül
yokmuş. Bülbül tanıdığı bir gül fidanına gidip
ondan kırmızı gül açması için yalvarır, fidan
ancak bülbülün kanı pahasına bu işin olabileceğini söyler. Bunun üzerine bülbül şafak vakti
gül ağacının dikenine göğsünü yaslar, kanlar
içinde üç şarkı söyler; Birincisi dostluğun güzelliğine, ikincisi sadakatin güzelliğine, üçüncüsü fedakârlığın güzelliğine dairdir. Gün doğarken ağaç bir kırmızı gül vermiştir. Bülbül
bu gülü götürüp genç kıza koklatır, fakat kendisi bütün kanını kaybettiği için ölür379.
İslam tasavvufunda gül çok önemli bir semboldür; Hz. Muhammed’in sembolü. Gül hem
ilahi güzelliği hem de Hz.Muhammedi ifade
eder. Kendisinin terinin gül gibi koktuğundan
çıkılarak gül onun teri olarak kabul edilmiştir.
Yunus Emre de bunu “Çiçek eydür ey derviş gül
Muhammed teridir” diyerek bu inancı özetlemişti. Halk arasında “Gül koklamak sevaptır”
sözü bu sebeptendir ve Müslümanlar arasında
köklü bir geleneğe sahiptir. Mevlit törenlerinde
gülsuyu serpmek, gül koklandığında gül yağı
379 Türk Ansiklopedisi. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara
1970. Gül Maddesi Cilt 18. s. 135. Türk Edebiyatında
Gül.
veya gül suyu ikram edildiğinde Salât-ü selam
getirilmesi bu inanışın Müslümanlar arasında
çok yaygın olduğunu gösterir. Mevlitlerde gülsuyu ikramı başlı başına bir törendir. Gülsuyunun bu tarzda kullanımı her biri eşsiz bir sanat
eseri niteliği taşıyan gülabdanlar(gülsuyu şişeleri) yapılmasına da yol açmıştır380
Sûfizmin sembolü güldür. Gülün bitkilerin anası ve bahçenin kraliçesi olduğu düşünülür. Gül
yapraklarının nadir güzellik ve safığının uzun,
dikenli bir dalın ucundaki sağlam bir köke yerleşmiş olması Allah’a giden mistik yolu sembolize eder381.
Gül aynı zamanda cennet çiçeğidir. Hz. İbrahim Nemrut tarafından ateşe atılınca ateş ona
gül bahçesi olmuştur. Başka bir rivayete göre
Hz. Ali son nefesini vermeden önce Selmân-ı
Fârisî’den bir deste gül istemiş ve getirilen bu
gülleri kokladıktan sonra ruhunu Hakk’a teslim etmiştir. Bundan dolayı Bektaşilikte gül
önemli bir semboldür.
Mevlâna’nın mesnevi’sinde gül çok kullanılan
bir motifir. Efakî Dede’nin yazdığı bir menkıbeye göre; Mevlânâ Şems’le koyu bir can
sohbetine dalmışken duvar açılır ve altı heybetli adam Mevlânâ’nın önüne bir demet gül
380 Ayvazoğlu, Beşir, Güller Kitabı. İstanbul 1996. s.
95.
381 Şeyh Hakim Muinüddin Çişti, Sûfî Tıbbı, İnsan Yay.
İstanbul 2001. s. 127.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 317
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
bırakıp, hiç konuşmadan geldikleri gibi çıkıp
giderler. Mevlâna bu olaya şahit olan eşi Kira
Hatun’a “O gül demetini başkasına gösterme.
Çünkü Hindistan’ın kutupları ve Kutsal İrem
bağının bahçıvanları onu can dimağını ve gözünü kuvvetlendirsin diye göndermişler” diye
tembih eder382.
Türk Halk ve tekke edebiyatlarının hemen bütün ürünlerinde de güle yer verilmiştir.
Tanzimat devrinden itibaren batılılaşma ve
değişme sürecinde gül şiirlerde artık sevgiliyi
değil vatan ve millet sevgisi motifi olarak işlenir. Süleyman Nazif “İşte gülzâr-ı vatan mahvoldu istibdâd il” mısraı buna örnektir.
Gül Türk süsleme sanatının vazgeçilmez motiferindendir. Tavan göbeklerinde, taş oymacılığında, çini seramik, duvar resimleri ve
kumaşlarda kitap cilt ve tezhiplerde mezar
taşlarında stilize edilmiştir. Kuranı Kerimlerde aşr-ı şeriferi göstermek için yapılan gül
motiferine “aşır gülü”, cüz başlarını gösterenlere “cüz gülü” genellikle her cüzün dörtte
birini gösteren konanlara “hizip gülü” secde
ayetlerini işaret edenlere “secde gülü” denir.
Osmanlıda gül 18. Yüzyıldan sonra natüralist
üslupla en çok resmedilen motiferden olmuştur383.
382 Ayvazoğlu, age, 1996. s. 97.
383 İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Araştırmaları Merkezi. Cemal Kurnaz. Gül Maddesi. İstanbul 1996.cilt 14. s. 219- 222.
4
318
Güzel Kokunun ve Gülün İnsanlık Tarihindeki Yeri
İnsan tarihin her döneminde hep “güzel kokunun peşinde” idi. Bu serüven “tanrılar” hoşlandığı için onlara sunulan güzel kokularla
başlamış, yarı tanrı olduğu kabul edilen hükümdarlar için kullanılmış ve hükümdarın ailesi, komutanlar, soylular nihayet ulaşabilen
herkes bu tanrısal kokuyu kullanmıştı. Tarihin
her döneminde ve her coğrafyada güzel kokunun macerası farklıdır. Bunu üretenler ve
tüketenler hep büyük bir alışveriş içindeydiler.
Bugüne kadar gelen ve önemini hiç yitirmeyen
güzel kokuyu bugün “parfüm” olarak tanımlıyoruz. Güzel kokulu maddelerin belirli oranlarda birbirine karıştırılmasıyla elde edilen
hoş kokulu ürün olan Parfüm terimi Latince’de
“tümüyle uçucu” anlamına gelen “per fumum”
sözcüğünden kaynaklanmış ve bugün evrensel
bir sözcük haline gelmiştir. Parfüm dün olduğu gibi bugün de “ruhun gıdası” ve bir çeşit
“iletişim dili” olarak da kabul ediliyor.
İnsanoğlunun tarihinde tütsüler, güzel kokulu
yağlar ve damıtılmış çiçeklerin kokuları her
zaman önemli idi. Bunların üretilmesi ticareti
ve insanlar üzerindeki tesiri hakkındaki
hikâyeler çok etkileyicidir. Güzel kokunun kolonya şeklinde alkol içine hapsedilmesi daha
kalıcı hale getirilmesi ve zamanla aynı kokuyu
verdiği düşünülen sentetik maddelerle hazırlanması bu serüveni bugüne getiren ayrı bir
hikâyedir.
Tarihte güzel kokunun peşinde olanlar için
gül vazgeçilemeyen bir çiçekti. Gül kokusu ve
gülsuyu parfümün tarihinin içinde önemli bir
yere sahiptir. Gül kokusu ve gülsuyunun serüveni için parfümün serüvenine kısaca bakmak
gerekir. Parfümün bu kısa ve özet tarihi bile
“güzel kokunun peşinde” olmanın önemini ve
gülün buradaki yerini göstermeye yeterli.
kokular dini merasimlerle beraber insanları
tanrılara yaklaştıracağı, yaşamında uğursuzlukları, kötülükleri ve hastalıkları uzaklaştıracağına inanıldı. Ağaç reçinelerinin güzel kokusu tütsü olarak en çok kullanılan malzeme
olarak yerini aldı ve güzel kokulu reçinelerin
ticareti Antik çağdaki medeniyetleri çok etkiledi.
Tanrılar için Güzel Kokular
Güzel kokunun tarihi ilk insanların ateşi keşfetmesiyle başlar. Ateşin keşfi insanoğlu için
çok önemli bir gelişme süreci
idi. Ateşte yanan güzel kokulu
ağaçlar ve otlar onların dikkatini çekmiş etkilemişti. Güzel
kokuları tanrılar da seviyordu.
Tanrıların insanlar üzerindeki
vazgeçilemez etkisi insanları
her coğrafyada tanrılara yaranmak onlardan isteklerini
elde etmek için hediyeler sunmasına sebep oluyordu. Güzel
kokuları tanrılara sunmak yani
tütsüler yakarak tanrıları etkilemek çok
kullanılan bir dinsel törendi. Tütsülerin en
eski kullanımı avcı ve toplayıcı kültürlere dek
uzanır. Antik dönemlerde dini mekânlarda
daha sonraları da saraylarda, toplanılan
mekânlarda ve nihayet evlerde kullanılmıştır.
Tütsüler Ortaçağa kadar mekân ve beden
temizliği öğesi olarak kullanıldı. Güzel
Tütsünün yanı sıra tanrılara
sunulan kutsal maddelerin bir
çeşidi de “güzel kokulu yağlar”
idi. İlk kokulu yağların Neolitik
Çağda MÖ7000–4000 yılları
arasında zeytin ve susam yağı
ile kokulu bitkilerin karıştırılmasından elde edildiği düşünülmektedir.
Arkeologların
Kuzey Sahra’da bulduğu Tassili
mağarasının duvar resimlerinde kadınların doğal güzelliklerini arttırmak için çiçeklerin
şekil renk ve kokularından yararlandıklarını gösteren tasvirler bulunmuştur. Tanrı heykellerinin güzel kokulu yağlarla ovulması,
tanrılara güzel kokulu yağların hediye
edilmesi bu üretimi doğurdu. Din adamlarının
hazırladığı “gizli formüller”, tanrı olduğu
kabul edilen firavunların vücutlarının güzel
kokulu yağlarla ovulmasıyla daha da önem
kazandı. Gittikçe daha iyilerinin imal edilmesi
ve yüksek fiyatlara alıcı bulmasıyla krallar,
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 319
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
soylular ve parayı verebilen herkes bu gizli ve
güzel kokulu yağlara erişebiliyorlardı384.
Güzel koku olarak uzun zaman tütsüler ve yağlar
kullanırken, güzel kokulu “sular” da bu yarışta
yerini aldı. Kısa ömürlü çiçeklerin güzel kokusunun ebedileştirilmesi için sulara geçirilen kokular imal edildi. Güzel kokulu sular da Tanrılardan
istekleri hiç bitmeyen insanlar için başka bir
yaranma yolu idi. Önceleri din
adamlarının kutsal çiçeklerden
hazırladığı
sular
zamanla
üretim merkezlerine kaydı.
Çiçeklerin ruhunu yakalamak
için “damıtma” metodunu da
din adamları icat etti ve her
zamanki gibi insanların büyük
talepleri ile büyük üretimlerin
yapıldığı önemli bir ticaret
malzemesi halini aldı.
Antik Mısır’da Güzel Koku
Bugüne kalan pek çok belge ve
görsel malzeme olduğundan
Antik dönem Mısır, parfümün
beşiği olarak kabul edilir.
Mısır’da tanrılara sunulan tütsüler çok
önemliydi. Mısırlı rahiplerin dini törenlerde
kullandıkları tütsüler tanrılara armağan
olduğu kadar dini rütiellerde arındırıcı,
384 Yentürk, Aybala, “Uygarlık ve Parfüm: Bir Yolculuğun Tarihçesi”, Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya:
Parfüm, İstanbul 2005 s. 7.
4
320
safaştırıcı etkilisinden dolayı da kullanılıyordu. Tütsülerin aynı zamanda hastalık taşıyan
kötü ruhları uzaklaştırdığına da inanılıyordu.
Rahipler tarafından özel formüllerle tapınaklarda üretiliyordu. Tütsü olarak çok çeşitli
reçineler, sakızlar, günlük, güzel kokulu baharatlar kullanılıyor, çoğu zaman da bunlardan
karışımlar hazırlıyorlardı. Eski Mısırlıların icadı olan bir tütsü de “Kyphi”idi. Bu formülü
Yunanlı
tarihçi
Plutarkhos(MS.50-125)
kayıt
etmişti ve bu sebepten bugüne
kadar kalan nadir formüllerdendir. Kyphi on altı çeşit baharattan hazırlanıyordu. İçinde
yer alan bitki ve reçinelerden
bazıları; günlük, mürr, kına çiçeği, tarçın, ardıç, Hint sümbülü, safran, bal, üzüm idi bunların belli miktardaki karışımları
uzun süre şarapta bekletilip
macun haline getiriliyor, sonra
kurutularak tütsü çubukları hazırlanıyordu. Rahipler her gün
tanrılara sabah reçine, öğlen
mürr, akşam ise Kyphi ile tütsülerlerdi 385.
Kokulu yağların kullanımı Mısır’da çok önemli
idi. Mısır kral mezarlarında MÖ 5000 yıllarından daha gerilere giden tarihlerde kokulu
385 Tunçay, Melda (Biran), “Parfümün Tarihsel Gelişimi,” Tarih ve Toplum. Eylül 1989. Sayı 69. s. 14–15.
yağ izlerine rastlanmıştır. Mısır mezarlarının
arkeolojik araştırmalarında MÖ 3000 yılından
kalma kokulu merhemler, Tutankamon’un mezarında da MÖ 1400 yıllarına ait lavanta ve akgünlük içeren kaplar bulunmuştur. Mısırlıların
dini törenlerinde, ölülerin mumyalanmasında
ve özel yaşamlarında kokulu yağlar kullandıkları tespit edilmiştir. Rahipler her gün tanrıların heykellerini kokulu yağlarla ovuyorlardı.
Firavunlar, özel bir merasimle rahipler tarafından kokulu yağlarla ovulduktan sonra taç
giyiyorlardı. Her ne kadar elimizdeki belgeler
parfümün ayinlerde kullanımıyla ilgiliyse de
kişisel kullanım da muhtemelen yaygındı. Kokulu yağlarla yağlanmak “tanrılar gibi olmak,
onlara yakın olmak” duygusunun yanı sıra
Mısırın kuru ve sıcak ikliminde koruyucu da
oluyordu. Mısırlı kadınlar, özellikle dansçılar
başlarına kokulu yağlardan hazırlanmış özel
başlıklar takıyorlardı. Bunlar da havanın ısısı
ile gün boyu eriyerek güzel koku yayıyordu.
Parfüm ve yağlar bu rahipler tarafından büyük
bir gizlilikle tapınaklarda üretiliyorlardı. Edfu
Tapınağı’nda bulunan bir bölümün duvarlarında sayısız parfüm reçeteleri kaydedilmişti.
Firavunun ve soyluların kullandıkları “mükemmel karışımlar” halk için hiçbir zaman ulaşılamazdı. Halk güzel kokulu ama basit formüllü
yağlarla yetiniyorlardı. Mısırlılar için banyo
yapmak yıkanmak çok önemliydi. Mısırlı hekimler tarafından organize edilen banyo yapmak günde iki defaya kadar çıkıyordu. Sıcak
iklimlerin baş derdi olan bitleri ve diğer parazitleri uzak tutmak için erkekler saçlar da dahil olmak üzere tüm vücutlarını tıraş ediyorlar,
kadın ve çocuklar da dahil herkes tenlerini kokulu yağlarla ovuyorlardı.
Kraliçe Nefertiti ve Kleopatra’nın Güzel
Kokulu Dünyaları
Mısır kraliçelerinden Nefertiti ve Kleopat-ra
güzellikleriyle olduğu kadar güzel kokuları
kullanmalarıyla da ünlüdürler. Her ikisi de
güzelliklerinin ve cazibelerinin devamı için
büyük çaba göstermişler ve kendilerinin ürettikleri güzellik formülleriyle etkilerini uzun
süre korumuşlardı. Nefertiti Mısır Firavunu
IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton) eşi,
Firavun Tutankhamun'un kayınvaldesiydi . Adı
"güzelik geliyor" anlamına geliyordu. Nefertiti
Mısır’da özellikle yaşadığı dönemin en güçlü
kadınlarından biriydi. Çünkü Nefertiti kocası
Akhenathon yani firavunla aynı düzeyde bulunan bir tanrı kabul ediliyordu. Nefertiti efsanevi güzelliğini ve etkisini kendi hazırladığı güzellik reçeteleriyle sağladığı yazılır. Tabii ki bu
konuda kendisini yönlendiren soylu ve bilgili
rahipler vardı. Güzel kokulu çiçekler ve misk
tercih ettiği kokulardı. En çok sevdiği çiçek gül
ve yasemin olup bu çiçeklerinin suyuyla banyo
yapıyor, vücudu sandal, amber ve nadir çiçek
özlerinden oluşan yağlarla ovuluyordu. Mısır
kraliçesi Kleopatra’nın güzel kokular ve parfüm konusundaki ünü için tarihçilerin ortak
görüşü; Gerçekte ilk kozmetik ve parfüm usta-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 321
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
sının Kleopatra’dan 1000 yıl kadar önce yaşamış Firavun IV. Amenhotep in karısı Nefertiti’
olduğudur386.
metikçi olarak isimlendirilir. Bu eser 1500 yıl
kadar sonra Fransızca ve İngilizce’ye çevrilmiştir.387
Popüler sahada efsanevi güzel öncülüğünü
Kleopatra alır. Yunan asıllı Ptolemaios
Auletes’in kızı Mısır kraliçesi Kleopatra (MÖ
69–30) güzelliği çekiciliği ve güzellik reçeteleriyle ünlüdür. Kleopatra zamanının büyük
kısmını güzelliği için kullandığı reçeteleri hazırlamakla geçiriyormuş. Süt banyoları, hazırladığı güzel kokulu yağlar ve sular çok ünlüymüş. Güzel kokuya çok düşkün olan Kleopatra
maiyeti ile tören alanına girdiğinde etrafa yayılan güzel koku insanları hayran bırakırmış.
Kleopatra’nın kendine has ve özel çiçeklerden elde edilen “Metapion” parfümü ile Jules
Sezar ve Marcus Antonius’u baştan çıkardığı
söylenir. Kleopatra’nın parfüm yapma ve kullanmadaki ustalığı çok ünlüdür. Antonius’un
ölümünden 100 yıl kadar sonra bir Yunanlı
tarihçi olan Plutarkhos, Kleopatra’nın koku
kullanmadaki ustalığını övmüştür. O devrin
ünlü hekimleri Dionysius Phakas ile Kriton’nun
Kleopatranın saray hekimi oldukları bazı kaynaklarda ileri sürülmektedir. Romalı ünlü hekim Galenos’a göre Kriton, Kleopatra’nın kozmetiğe ait yazdığı eserlerinden faydalanarak
dört kitaptan oluşan bir eser hazırlamıştır. Bu
eser daha sonra İslam hekimleri tarafında
Arapça’ya çevrilmişti. Bu sebeple Kriton İslam
kaynaklarında el-müzeyyin yani süsleyen, koz-
Kleopatra’nın güzelliğini ve ününü bize ulaştıran en önemli eser muhakkak Shakespear’in
dizeleriydi. Shakespear Kleopatra için unutulmaz dizelerini bu çevirinin etkisiyle yazdığı
iddia edilir. Kleopatra spekülasyona ve tartışmaya açık olan parfüm dünyasındaki bu büyük
ününde, Shakespear’in etkisinin önemi biliniyor388.
386 Tunçay, agm. s. 15.
4
322
Kraliçelerin güzel koku merakı bütün Mısır’a
da hâkim olmuştu. Mısırda hazırlanan parfümlerde, güzel kokulu çiçekler, reçineler, kökler
gibi pek çok üründen faydalanılıyordu. Özellikle yetiştirilen kokulu çiçekler uygun yağlar
içinde bekletilerek parfümler elde ediliyordu.
Mısırda parfümcülüğün hammaddeleri tespit
edilmiştir. Bu araştırmaya göre; Bitkisel yağlar; Hint yağı, keten yağı, marul yağı, meşe
yağı, susam yağı, zeytinyağı idi. Üreticiler bu
sıvı yağları güzel kokulu ve uçucu olan çiçeklerin kokusunu çekmek için kullanmışlardı. Hayvansal yağlar; Sığır içyağı, güvercin de dâhil
olmak üzere kümes hayvanlarının yağları ve
bazı balıkların yağları da imalatta kullanılıyordu. Bu yağlar özel usullerle genellikle de yağlı
387 Terzioğlu, Arslan “Antik Devirde ve Türk İslam
Kültür Çevresinde Kozmetik Tababet”, BİFASKOP. Yıl 4,
Sayı 10, Nisan 1983.s. 18-19.
388 Tez, Zeki, Kimya Tarihi. Nobel Yay. Dağıtım. Ankara. 2000. s. 37.
et parçalarının arka arkaya birkaç kez suda ve
şarapta pişirilmesiyle elde ediliyordu. Parfüm
üretiminde kullanılan bir ayrı gurup ta reçine
ve balsamlardı. Bunlar parfümlerin vazgeçilemez maddeleriydi. İmalatta vazgeçilemeyen
maddeler; gül, zambak gibi çiçekler ile tohumlar, kökler ve yapraklardı. Son
olarak da renklendirici maddeler kullanılıyordu.
Mısırlıların hazırladığı bu parfümlerdeki kıymetli olan kokulu
maddeler Afrika’nın içlerinden,
Kızıldeniz’e
kıyısı
olan
topraklardan getiriliyordu. Bunun ticareti Asurlular, Babil’liler, Giritliler ve Perslerle yapılıyordu. MÖ 1 yy gelindiğinde
Mısır parfümeri alanında hâlâ
önemli bir merkezdir. 389
Mezopotamya ve Güzel Koku
Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı topraklar
tarihin çok eski dönemlerinden itibaren önemli
bir medeniyet beşiği olmuştu. Mezopotamya
medeniyeti diye adlandırdığımız bu topraklarda Sümerler, Babilliler, Asurlular hüküm sürmüşlerdi. Bu büyük medeniyetlerde de güzel
koku, üretimi ve ticareti önem kazanmıştı.
MÖ 3000 den itibaren bu konularda bilgi sahibi olabiliyoruz. Bu topraklarda bulunan ve
389 Tunçay, agm. s. 15. s. 14-15; Yentürk. Agtb, s. 12.
MÖ 2100 lere kadar giden kil tabletlerden
Mezopotamya’da tütsü olarak günlük, laden
ve sedir ağacının çok kullanıldığı öğreniyoruz.
Tütsü dini merasimlerde ve günlük hayatta
çok önemliydi. Gılgamış destanında Gılgameş,
tanrıları memnun etmek için tütsü olarak mürr
yakarak güzel kokularını etrafa
yaymıştı. Mürr MÜRR özellikle
Asur ve Babil tabletlerinde
hasta insanların vücudundan
kötü ruhları kovmak için yaygın
olarak kullanılan bir reçinedir.
Asurlular Arabistan’dan tütsü
için akgünlük ithal ediyorlardı.
Safran ve tarçın da şölenlerde
çok kullanılan tütsülerdi.
Sümerlerin rezene, mürr, sığla
yağı, gül, nane, defne gibi bitkisel ve misk, kunduz hayası
gibi hayvansal kokulu maddeleri kullandıklarını biliyoruz.
Sümerlerin gülsuyu ve diğer çiçek sularını da
elde etmeyi bildiğini de aynı tabletlerden
öğreniyoruz. MÖ 1800 lerden kalma Babil
tabletlerinde sedir, mürrüsafi, ve selvi
yağlarının alımıyla ilgili kayıtlar bulunmuştur.
MÖ 700 lerde Ninova ve Babil koku ticareti
ve parfüm üretiminin merkezidir. He-rodot’
da bunu doğrular ve Asurluların güzel
kokuları çok kullandıklarını, selvi, sedir, alyasemin gibi ağaçların parçalarını belli bir kıvama gelinceye kadar suda ezerek hazırladıkları
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 323
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
karışımı vücutlarına ve yüzlerine sürdüklerini
yazar.
Güzel kokulu maddelerin sularla ekstraksiyonu, yani suda bekleterek, su ile çalkalayarak kokuların suya nakledilmesi tekniği
Mezopotamya’da
çok
kullanılmıştı.
Mezopotamya’da yapılan kazılarda M.Ö. 3500
yıllarına tarihlenen ekstraksi-yon kapları ve
MÖ. 2100 yıllarına tarihlenen
ekstraksiyon
yoluyla
ilaç
maddesi
eldesini
belirten
Sümer
kil
tabletleri
bulunmuştur. MÖ. 1200 lerden
itibaren Mezopotamya’ya egemen olan Asurlular zamanında
da parfüm üretiminde ekstraksiyon usulünü çok kullanılmış,
katı ve sıvı yağ temelli güzel
kokulu merhemler hazırlanmıştı. Çiçek, kök, yaprak ve kabuklar kaynar su içinde bir gün
boyunca bekletiliyor, süzülüyor,
sıvı yağ eklenerek yavaşça
ısıtılıyor ve kokulu maddeler
yağa geçiyordu. Asurluların bu şekilde
ürettikleri parfümler çok ünlenmişti.390
çağda Parfüm, Krem, Kozmetik”. IV. Türk Eczacılık Tari-
Kraliçe Amytes’in Gülleri
Mezopotamya medeniyetinin en ünlü şehirlerinden biri olan Babil M.Ö. 1850 de Sümerler tarafından kurulmuştu. Tarihin her döneminde önemli
olan bu şehir “Babil Bahçeleri” ile de büyük
üne sahipti. “Babil Bahçeleri”ni
yaptıran MÖ 605'den itibaren 43
yıl hüküm süren kral II.
Nebuchadnezzar idi. Tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen
bütün diğer şehirlerin ihtişamını
aşar” diye yazmıştı. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre
uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve
97 metre yükseklikte olduğunu
ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir.
İç duvarlar, dış duvar kadar kalın
değildi. Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller
bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule,
Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete
ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu. Babil
Kulesinden daha da ünlü olan Babil Bahçeleri idi.
Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken
karısı Kraliçe Amytes'i neşelendirmek için
yapılmıştı. Amytes, Medes kralının kızıydı ve iki ül-
hi Toplantısı Bildirileri. İstanbul 2000. s. 427.
391 Yentürk. agtb, s. 12.
Mezopotamya topraklarında kullanılan üretim
teknikleri ve ürünler ticaret yoluyla diğer ül390 Tez, Zeki, “Sosyal Boyutlarıyla Antikçağ ve Orta-
4
324
kelere de ulaştırılıyordu. Yunan ve Roma medeniyetleri de bu topraklardan getirilen güzel
kokuları kullanmışlardı.391
kenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar
ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli
ve dağlıktı. Kraliçe Amytes Mezopotamya'nın bu
dümdüz ve sıcak ortamında mutsuzdu. Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin
bir benzerini yapmaya karar vermiş, yapay dağlar
ve suların akacağı büyük teraslar yaptırmıştı392.
Kraliçe Amytes güzelliği ve kullandığı güzel kokularla da ünlüydü. Nebuchadnezzar Babil Bahçelerinde özellikle güzel kokulu çiçekler ektiriyordu. Kraliçe için kokusunu çok sevdiği iki çiçek çok
önemliydi; Gül ve zambak. Babil’in asma bahçelerinde gül ve zambak özellikle yetiştiriliyordu, tabii
ki diğer kokulu çiçeklerde. Bu çiçekler Amythes’in
etkileyici parfümlerinde yaşıyorlardı393.
Güzel Kokunun Vatanı Güney Arabistan
Antik çağda bütün büyük medeniyetler için
tütsünün, güzel kokunun vatanı Sabâ ülkesi
idi. Tütsüleriyle ünlenen bu efsanevi ülke Güney Arabistan’da olup, koku ticaretinin merkezi kabul ediliyordu. Aslında parfümün ana
maddeleri olan bitkiler üç büyük merkezde
üretiliyordu; Güney Afrika, Güney Arabistan ve
Güney Hindistan. Güney Arabistan’da özellikle
Yemen ve Hadremevt bölgeleri en güzel kokulu tütsülerin yetiştiği yerler olup ülkelerin en
392
www.ionxchange.com,www.gardencards.
biz,http://en.wikipedia.org,Getrnot Katzer’s Spice
Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia
393 Tunçay, agm. s. 15.
şanslısı olarak kabul ediliyordu. Antik Çağda
Mısır, Mezopotamya ve Anadolu’da kurulan
devletler ise daha çok koku tüketicisi durumundaydılar. Eski Mısırlılar tapınaklarda ve
mumyalamada bol miktarda güzel kokular ve
buhur tüketiyorlardı. Bu nedenle Mısır hükümdarları sarı sakız ve çam sakızı da dâhil her
çeşit kokulu ağaçları ele geçirmek için Güney
Afrika’nın içlerine kadar askeri seferler düzenlemişlerdi. Firavun Hatşepsut MÖ 1470 yılında
tütsüleriyle efsane bir ülke olan Saba’ya casus
ekibi gönderdiyse de ekip ancak Eriterya’ya
kadar ilerleyebilmiş, görevi başaramamıştı.
Yunanlılar ve Romalılar bu topraklarla ilgili
çok şeyler anlatmışlardır. Bunlarda tarih ve
efsane yan yanadır. Heredot Arabistan’dan söz
ederken “tütsü, mürr, cassia, tarçın, laden çıkaran tek ülke burası. Mür dışında bütün bunları devşirmek için Araplar oldukça eziyet çekerler” diye yazmıştı. Ünlü coğrafyacı Strabon
Güney Arabistanı güzel kokular ve tütsü ülkesi
olarak tanıtır.
Antikçağda Güney Arabistan bölgesi parfümcülükte kullanılan ham maddelerin sadece
üretimini gerçekleştirmiyor, bir de geniş çapta
bunların ticareti ile uğraşıyordu. Arap tüccarlar bu değerli ürünlerin Habeşistan ve Hindistan’daki kaynaklarını gizli tutuyorlardı. Bu çok
kârlı ticaret için gizlilik ve tekel çok önemliydi.
Bu gizliliğe çok uyulduğundan Eski Yunanlılarla Romalılar bu ürünleri Arabistan’ın ürü-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 325
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
nü sanıyorlardı394. Güney Arabistan’daki tütsü
ve baharat ticareti MÖ 1500 yıllarında belki
de daha önceleri bedevilerin deveyi evcilleştirmesiyle başladığı kabul edilir. Develerin bu
bitmez tükenmez çölü aşabilecek güçlü bir taşıma aracı olması koku ticaretini kolaylaştırmıştı. Develere yüklenen tütsü, aloe, mür ağacı ve akik gibi yarı değerli taşlar Hindistan’da
baharatlarla takas edilirdi. Güzel koku ve
baharat yüklü develer önce Dofar bölgesinden Batıya sonra Kuzeye doğru hareket eder,
kervan 1000 km sonra Mekke’ye ulaşırdı.
Mekke’den, Nabat’ın başşehri Petra’ya gelirler
oradan Gazze limanına varılırdı. Bu 3700km
lik kervan yolu ancak 3–4 ay da tamamlanıyordu. Bu zorlu yolculuğun malzemesi ile ilgili
her şey son derecede gizliydi.
Sabâ Melikesi ve Güzel Kokular
Sabâ kelimesi “Gün doğusundan esen hafif
ve latif rüzgar” anlamındaydı. Güney
Arabistan’ın bugün Yemen olarak bilinen
bölgesinde çöller içinde bir yerleşim alanıydı.
Hint okyanusu sahillerinin Güney ucundaki
tütsü monopolü, dışa kapalı bir uygarlıktı.
Ortadoğu’nun mürr ve akgünlüğünün önemli
kısmını üretiyorlardı.395 Aynı zamanda Hindistan ve Uzakdoğu’dan gelen baharat ve kokulu
maddelerin ticaret yolunun da üzerinde idiler.
394 Bakır, Abdülhalık, “Ortaçağ İslam Dünyasında
Parfümcülük,” Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Par
füm İstanbul 2005 s. 41.
395 Yentürk. agtb, s. 12.
4
326
Sabâ ülkesi yaklaşık 1000 yıl boyunca baharat
ve kokulu reçine ticaretiyle büyük servet edinen hükümdarlarca yönetilmişti. Koku araştırmacısı Nigel Groom’un hesabına göre buradan
Roma’ya her yıl 7000-10.000 kervan gönderiliyordu. Roma’ya gönderilecek bu ürünler
İskenderiye’deki atölyelerde işlenerek değerli
kokulara dönüştürülüyordu. İskenderiye’deki
koku imalathanelerinde büyük özenle hazırlanan parfümler çok sıkı korunuyordu. Burada son derecede katı kurallar işliyordu. Koku
üreticileri her akşam çalışan işçiler çırılçıplak
soyularak ürettikleri kokuları saklamadıkları
veya sürmedikleri kontrol ediliyordu. Nigel
Groom’a göre Roma’dan MS1 yy da her yıl 100
milyon “sestertius” Hindistan ve Arabistan’a
akıyordu. Romalı yazar Plinius bu durumdan
yakınmıştır. Roma imparatorluğu tütsü ve güzel koku için harcanan para yükünü taşıyamamış ve MS 1yy da büyük bir enfasyonun eşiğine gelmişti. Tütsü ticaretinin diğer ucundaki
ülkeler ve Sabâ ülkesi ise zenginleştikçe zenginleşti.396
Sabâ ülkesinin tütsüleri kadar, kraliçesi Belkıs
da efsane olmuştur. Sabâ Melikesi güzelliği cazibesi kadar, devlet yöneticisi olarak da şöhrete
sahipti. İncil’de “Şehvetli, güzel ve çok zengin,
üstelik yanında her zaman altın ve tütsü bulundurur” diye tanımlanıyordu. Sabâ Melikesi
Belkıs’ın İsrailoğulları’nın Peygamberi ve kralı
396 Cumhuriyet Bilim Teknik, “Sâbâ Melikesi Kral
Süleyman’ın(MÖ 965-926) Sarayında”
Hz.Süleyman’ı (MÖ 965-926) ziyareti iyi bilinir.
Hazreti Süleyman’ı ziyaretinde beraberinde
getirdiği hediyelerin büyük kısmı güzel kokulu maddelerdi. “Sandal, akgünlük, misk, reçine,
kına çiçeği, yasemin lotüs, ve gül” bu hediyelerin
içinde önemli yere sahipti. İsrail oğulları da güzel kokuları öncelikle dinsel amaçlı kullanmışlar,
kutsal yağ ve tütsülere çok önem vermişlerdi.
Bu güzel kokuların koruyucu ve günahlardan
arındırıcı etkisinin yanı sıra
kadınlar
tarafından
güzelleşmek ve çekici olmak
amacıyla da kullanılıyordu.
Sabâ Melikesinin bu kokuları
çok bilinçli kullandığı ve
etkisinden yararlandığı bilinir.
Arabistan’ın güzel koku ve
tütsülerinin şöhreti 1000 sene
sonra
bile
anılıyordu.
Shakespeare zamanında dahi
bu şöhret devam ediyordu.
Shakespeare Macbeth de 5.
perdenin başında şöyle yazıyor; Lady Macbeth kan
kokusu ve kan lekeleri bulunduğu zan ettiği
ellerini yıkıyor gibi yapıyor ve uzun müddet
ovuyor, şu sözleri söylüyordu; .... bu eller hiçbir
zaman temizlenmeyecek mi…hâlâ kan kokusu
var…Arabistan’ın bütün güzel kokuları bu küçük eli
temizleyemiyor…. 397
Antik Yunan ve Güzel Kokular
Antik Yunanda tütsü ve güzel kokular önceleri sadece tanrılara sunuluyordu. Homeros;
Venüs’ün Juno ile buluşmasını anlatırken güzel kokular süründüğüne de değinmiştir. Dini
törenlerde bol miktarda tütsü ve güzel kokulu
maddeler kullanıyorlardı. Zamanla soylular ve
asiller de güzel kokuları kullandılar. Temizlik,
hijyen ve spora çok önem veren Yunanlılar
için güzel koku da vazgeçilemez olmuştu.
Varlıklı Atinalılar şölenlerde
kokulu
maddeleri
aşırı
derecede kullanıyorlardı. Bu
şölenlerde öncelikle köleler
tarafından konuklara ellerini
temizlemeleri için kokulu yağlarla karıştırılmış kil ikram ediliyor, eller yıkanıp kurulandıktan sonra kokulu merhemlerle
ovuluyordu. Antiphanes’in şiirlerinde bir erkeğin bacaklarına
ve ayaklarına Mısır merhemleri, boğazına ve bacaklarına
hurma yağı, kollarına nane
yağı, kaşlarına ve saçlarına
mercanköşk, dizlerine ve boynuna kekik yağı sürdüğünü öğreniyoruz.
Antik Yunanda fahişeler (hetairi) de özgürce
koku sürer, vücutlarını tepeden tırnağa kokulu
yağlarla ovdururlar, ayrıca ağızlarını da kokulu sularla çalkalarlardı398.
398 Tunçay, agm. s. 15; Yentürk. agtb, s. 16–17.
397 A.Souques. Muhammed ile Itrıyat ve Renkli Pomatlar; Prese Medicale Mars 1940. No. 25–26.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 327
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kullanılan en güzel kokular Arap tüccarlar
tarafından Güney Arabistan’dan getirtiliyordu. Anadolu’nun Persler tarafından istilası,
İskender’in Libya çölünden Hazar denizine kadar
uzanan fetihlerinin sonucunda Hindistan, Babil,
Mısır’da kullanılan güzel kokular da Yunanlılar
tarafından tanınmıştı.
Varlıklı ailelerin güzel kokuya düşkünlüğü ile
Atina’da koku satan dükkânlar
çoğalmış, ticareti canlanmıştı.
Zamanla
güzel
koku
maddelerini getirttikleri yerler
özelleşmişti örneğin; “süsen
zambak” Elis ve Kyzikos’tan,
“gül” Phaselis, Napoli ve
Capua’dan , “safran” Kilikya ve
Rodos’tan, “Hint sümbülü”
Tarsus’tan , “asma yaprakları”
Kıbrıs
ve
Edremit’ten
getirtiliyordu. Güzel kokulu
maddelerden hazırlanan parfümler çeşitlenmişti. Hazırlama
tekniğine distilasyon(damıtma)
metodunu da ilave etmişlerdi
MÖ 2. yüzyılda Apollonius’un parfüm üzerine
bilimsel bir eser yazdığı ve dis-tilasyon
işleminden bahsettiği bilinir. Yunanlı tarihçi
Plutarkhos (MS 50–125) yazdığı eserde
İskenderiyeli simyacıların olasılıkla parfüm elde
için kullandıkları damıtma ve yumuşatma düzenekleri hakkında bilgi vermiştir.399
399 Tez, agt, s. 426.
4
328
İlk botanikçilerden olan Theophrastus (doğumu MÖ 370) Yunan parfümleri ve üretim teknikleri konusunda önemli ve ayrıntılı bilgiler
verir. Hazırlanan bu parfümler Mısır parfümleri gibi değişik ve karışık maddelerdi, Parfümler için çiçekler, yapraklar, sürgünler kökler, ağaç kabukları ve reçineler kullanılıyordu.
Bunlar sular içinde maserasyona bırakılıyor
daha sonra bu sular, sıvı yağlar veya katı
yağlarla muamele edilerek
merhem kıvamında kokular
üretiliyordu.
Yunan parfümlerinden en ünlü
olanlardan
bildiklerimiz
“Kypros” bergamot, nane ve
kekikten , “Egyptian” birçok
bileşenin yanı sıra tarçın ve
mür’den, yapımı zor olan “Megaleion” ise reçine, pelesenk
yağı, Çin tarçını, tarçın ve mürr
den hazırlanıyordu.400
Romalılar ve Güzel Kokular
Roma İmparatorluğunda da
güzel kokunun önemi hep ön planda
olmuştur. Roma’da MÖ 7. yüzyıldan itibaren
iki yüz yıl hakim olan Etrüskler’in tütsü ve
güzel kokuları kullandıklarını biliyoruz.
Romalılar ele geçirdikleri Yunan topraklarındaki parfüm kültüründen çok etkilenmişlerdi.
Yunanlıların ürettikleri parfümler soylular
400 Tunçay, agm. s. 14–18.
tarafından aranıyordu. Ayrıca Roma imparatorluğunun hâkim olduğu topraklar ve onun
komşuları olan Orta Doğu’nun güzel koku kullanımı, üretimi ve ticareti de Romalıları çok
etkiledi. Romalılar zamanla Anadolu, Suriye,
Mısır ve Arabistan’daki kaynakları kontrol altına aldı.
Romalılar güzel kokulu tütsüleri önceleri dini
törenlerde, krallar ve soyluların cenaze töreninde kullanmışlardı. Güzel kokulu yağlar saraya mensup asil kadınların vazgeçemedikleri
malzemeydi. Maddi imkânını zorlayan kadınlar güzellik ve çekiciliklerini arttırmak için güzel kokulu yağlara yüksek ücret ödüyorlardı.
Bu da parfüm ticaretini hızlandırdı. Ünlü Romalı yazar Plinius (MS 23–79) Doğa Tarihi adlı
eserinde verdiği bir örneğe göre 32 santilitrelik kokulu yağın fiyatı bir tarım işçisinin 40
günlük ücretine eşitti.
MÖ1 yy Roma imparatorluğunda parfüm düşkünlüğü doruğa çıkmıştı. Parfümün ticaret
yollarına hükmetmeleri bu kullanımı ucuzlatmış ve hızlandırmıştı. Roma parfüm satan
dükkânlarla dolmuştu. En sevilen kokular; Güllerden hazırlanan “rhodium”, ayva çiçeğinden
hazırlanan “melinum” Hind sümbülü ve mürrüsafi çiçeklerinden hazırlanan “narcissinum”
diye adlandırılan güzel kokulardı.
Roma imparatorları Neron ve Caligula güzel
koku kullanımını inanılmaz boyutlara çı-
karmışlardı. İmparator Neron’un kullandığı
her şey güzel kokularla muamele ediliyordu.
Neron’un çevresindeki her şey de güzel kokmalıydı. Köleler hiç durmadan kendisini ve konuklarını hatta hayvanlarını kokulandırmakla
görevliydiler. Bunun için yeni parfümler aranıyor ve satın alınıyordu. Bir parfüm çılgını olan
Neron’un “Altın Ev” olarak bilinen sarayında
düzenlenen toplantılarda İmparatorun konuklarına verdiği şölenlerde yerlere gül yaprakları döşeniyor veya tavandan gül yapraklarının
döküldüğü fildişi paneller bulunuyordu. Sarayın her odasına parfüm püskürtecek bir düzen kurulmuştu. Bu püskürtme uygun yerlere
yerleştirilen gümüş borucuklar ile yapılıyordu.
Şölen boyunca yerleştirilen borucuklardan etrafa güzel kokular püskürtülüyordu. Neron zamanında çok sevilen kokulardan; Güller, zambaklar, menekşeler, nergisler, pahalı reçineler,
nadir baharatlar ve amber her gün ve inanılmaz boyutlarda kullanılıyordu.401
Roma imparatorluğundaki talebin karşılanması için değişik bölgelerden gelen çok sayıda
güzel koku yanı sıra üreticileri de doğurmuştu. Romalılar, zamanlarının büyük bir kısmını
geçirdikleri hamamların yakınlarını parfüm
dükkânlarıyla doldurmuşlardı. Buralarda Romalı hanımların zevklerine göre parfümler
üretiliyordu. Üretilen parfümler zamanının
tekniğiyle yağ bazlı veya çiçeklerin damıtılmasıyla elde edilen güzel kokulu sular şeklinde
401 Yentürk. agtb, s. 19.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 329
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
idi. Safran, zambak, mercanköşk, kına çiçeği
ve gül en sevilen çiçeklerdendi. Romaların
en sevdiği parfüm gül esaslı parfümdü. “Gül
parfümü”nün güzel kokulu güller, safran çiçeği, kokulu kamış, tuz ,şarap ve baldan üretildiği ve civa sülfür kullanılarak kırmızı bir renk
verildiği yazılmaktadır. Roma’da gülden hazırlanan bir başka parfüm “Foliatum” da kokusu
ve ferahlatıcı etkisi sebebiyle çok sevilirdi.
Romalı yazar Plinius (MS 23–79) Roma’da en
sevilen güzel kokulu yağların gül, biberiye, portakal çiçeği, nane, adaçayı, zambak, mürr, Hint
sümbülü, anason, lavanta olduğunu yazar. Burada sıvı yağ olarak susamyağı, zeytin yağı ve
ban yağı kullanılıyordu. Güzel kokulu badem,
gül veya ayva çiçeklerinden katı parfümler ve
merhemler de hazırlanıyordu. Bu kokuları sabitlemek için reçine ya da zamklar ekliyorlar bozulmamaları için kurşun kaplarda saklıyorlardı.
Sıcak havanın parfümleri bozan etkisi biliniyor
ve saklama şartlarına çok özen gösteriyorlardı.
Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans da parfüm geleneğini devam ettirmiştir. Arabistan’ın
tütsü ve güzel kokuları İskenderiye limanına
oradan da Konstantinopolis’e gönderiliyordu.
Parfüm,misk, baharat, şeker ticareti en önde
geliyordu.. Bizans döneminde güzel kokulu
maddeler satanlara “Aromatarius” denirdi.
Aromatarius’un malları en pahalı ticari ürünlerdendi402.
402 Yentürk. agtb, s. 20-21.
4
330
Hint, Çin ve Türklerde Güzel Koku
Doğu ve Güneydoğu Asya tütsünün ve güzel
kokunun merkezi olarak kabul edilir. Güzel kokulu ağaçların, kabukların, otların vatanı olan
sıcak ülkeler bu ürünleri tütsüler ve güzel kokular olarak kullanmışlar ve zamanla önemli
bir ticaret malı olarak değerlendirmişlerdi.
Antik dönemden itibaren güzel kokuların soylular ve din adamları tarafından kullanıldığını
biliyoruz. Bugünkü Pakistan topraklarında
yapılan arkeolojik kalıntılarda MÖ 3000 den
kalan damıtma aleti olan “imbik”e rastlanmıştı. Toprak kaplardan yapılan bu aletlerin güzel
koku üretmekte kullanılmış olduğu düşünülüyor. Hindistan’da MÖ 2300 lerden itibaren
sandal ağacı, yasemin, gül, nergis, sümbülteber gibi çiçeklerden kokular hazırlanmıştır.
Sandal ağacı kokusu kutsal sayılmış, Hint kokularının her zaman esas ve vazgeçilemeyen
maddesi olmuştur.
Çin dünyasında güzel koku deyince “misk”
başta gelirdi. Misk geyiğinin salgı organlarından çıkarılan bu güzel koku Çinliler tarafından
çok beğenilen bir koku idi. Güzel çiçek kokularından yasemin ve lotus da tercih edilen kokulardandı. Çin’de çok sevilen bir başka güzel
kokulu çiçek gül idi. MÖ 551–479 tarihlerinde
yaşayan Konfiçyus’un yazdıklarına göre Çin
İmparatorluğunda gül biliniyor ve çok önem
veriliyordu. Çin de MÖ 207-MS 220 yılları
arasında hüküm süren Han döneminde gül
bahçeleri çok gelişmişti ve burada üretilen
güllerden güzel koku elde ediliyordu. Güllerden güzel kokulu yağlar çıkarmak üretmek
usulünü İmparatorun bahçesinde geliştirdiler.
Hazırlanan bu parfümler yalnızca sarayda yaşayan asiller, yüksek rütbeli devlet memurları
tarafından kullanılabilirdi. Halktan biri bu yağın en ufak bir kısmına bile sahip olamazdı. Bu
üretilen gül parfümü halktan birinde en ufak
bir miktar bile bulunsa o şahıs ölüme
mahkûm
edilirdi403.
Orta
Asya’da büyük bir coğrafyada
ve çok uzun bir dönem
hükmetmiş olan Türk devletleri
de tütsüyü tarihin en eski
dönemlerinden itibaren kullanmışlardı. Ateşin bulunuşundan sonra tütsünün kullanılması gündeme gelmişti. Altay
efsanelerine göre; İlk insanlar
meyve ve otla beslendikleri için
ateşe ihtiyaçları yoktu. Tanrı
onlara et yemelerini emrettikten
sonra ateşe ihtiyaç oldu.
Çakmak taşından elde edilen
ateş kutlu sayılmaktaydı ve
güzel kokulu otların ateşe atılması da kutsal
bir törendi. Şamanlar hastalıkların teşhisinde
yaptığı dini ritüelde ateşe karşı oturur ve
tütsü yaptığı kap elinde olurdu. Her olayda
etkili olduğuna inandığı başka başka tütsü
maddelerini kullanırdı. Orta Asya Türklerinde
tanrılara adanmış atların, hayvan403 Kıaer, age, s. 12.
ların güz mevsiminde güzel kokulu sularla yıkandığını biliyoruz. Kutsal olan her şey güzel
kokulu sularla yıkanırdı. Şamanlar ve kamlar
hem güzel kokulu hem de kutsal olduklarına
inandıkları pek çok çiçek ve bitkilerden hazırladıkları suları bu merasimde kendi elleriyle
uygularlardı.404
Türkler güzel kokulara çok
önem
vermişlerdi.
Onların
tercih ettikleri güzel kokular
arasında “misk” başta gelmekteydi. 11. yüzyılda yazılmış iki
Türkçe eser olan Kutadgu Bi-liğ
ve Divan-ı Lüğat-it Türk de
Türklerin “yıpar” adını verdikleri
miski güzel kokusundan dolayı
kullandıkları yazılır. İslamiyet
ten önceki Türklerde dini
törenlerde ve cenaze törenlerinde tütsüler yakılıyordu.
Bilge Kaan Abidesi Güney
cephesinde Bilge Kaan babasının ölümü ve onun cenaze töreninde “kokuluk” “yag yıpar”
404 İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm.
Türk Tarih Kurumu. Ankara 1995. s. 66. Verbitski tarafından tesbit edilen bir Altay efsanesine göre; s. 110.
Kadın şaman ocağa karşı oturur. Sağ eline kılıç ve
kamçı, sol eline tütsü yaptığı kap bulunduğu halde
dans eder. s. 108. Koybal kamları ızık olarak bırakılan
atları ve hayvanları ilkbahar ve güz mevsiminde hoş
kokulu ve mukaddes otlarla kaynatılmış su ile sahibi
kendi eliyle yıkar.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 331
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
ve “çından ağacı(sandal ağacı)” kullanıldığını
yazar.405
Ahuramazda’ya tapmada çiçeklerden elde
edilen güzel kokular büyük rol oynamakta idi.
Orta doğuda MÖ 600’ler den 400’lere kadar
hakim olmuş antik Perslerde kokulu maddelerin kullanımı öncelikle dinsel amaçlı idi. Daha
sonra Perslerde Asurlular gibi zevklerine düşkün hale geldiler ve güzel kokulu maddeleri
bolca kullandılar. Sasanîler’in güzel kokulu
çiçeklerin esanslarını çıkarmak
ve güzel kokuları şişelere
kapatmak sanatını icat ettikleri
söylenir. Sasanîler zamanında
MÖ.7–6.yy Zer-düştlük dini
inancı
çok
etkiliydi.
Zerdüştlüğün
9.
yüzyılda
kaleme alınan kutsal kitabı
Avesta’ya göre; bitkileri ölümsüzlük (ameretât) şeklinde adlandırılan melekler temsil etmiştir.
Sasanî kralı II. Hüsrev’in (590-628) uşağı KuşArzuk tarafından verilen bilgiye göre Erken
Ortaçağda kullanılan en hoş kokular şöyle
sıralanır; Yasemin, İran gülü, nergis, kâfûrî,
menekşe, fesleğen, Hind gülü, merzengûş.
Ayrıca kral gülü, İran gülü, Se-merkant
fesleğeni, Taberistan ağaç
kavunu
çiçeği,
Arnavutluk
nilüferi, Hind sabrı nın üçlü
esansı. Tibet miski ve Şihr amberinden, yapılan ve “göksel
parfüm” olarak adlandırılan
karışım da aristokrat tabakaya
mensup insanlar tarafından
çok aranmaktaydı. Bu çağda
kullanılan güzel kokuların özel
anlamları vardı. Nergis kokusu
ilk gençliği, gül aşkı, fesleğen
çocuk sevgisini, şebboy dostluğu sembolize ediyordu407.
Bitkilerin ve güzel kokulu çiçeklerin dini esaslı kuvvetleri
vardı ve bu özelliklerinin devamı için onlardan kalıcı parfüm hazırlıyorlardı.
Bu sanatın Zerdüşt rahipleri tarafından çok
geliştirildiği bildirilir406. Zira
405 Sakin, Orhan “Eski Türk Dünyasında Bitkiler ve
Bitki Kültürü.” Tıp Tarihi Araştırmaları No.12. s. 188
Parfümeri Zamk ve Temizlik Maddeleri.
406 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. “Hürmüz” maddesi cilt 18. İstanbul 1998. AnaBritannica.
“Ahura Mazda” maddesi. Ana Yayıncılık A.Ş. 1986-87.
4
332
Ortaçağda Doğu Dünyasındaki
Güzel Kokular İslamiyet’in
doğup gelişmesiyle Doğu dünyasında güzel
koku
kullanımı
artarak
devam
etti.
İslamiyet’in kapsadığı bütün coğrafyalarda
tütsü ve güzel koku alışkanlık ve geleneği
vardı. Bu coğrafyaların zenginleşmesi ve Hz.
İstanbul Cilt 4.
407 Bakır, agtb, s. 42.
Muhammed’in de güzel koku kullanmasıyla bu
kullanım çoğaldı. Orta çağda İslam Medeniyetinde insanlar özellikle siyaset ve bilim adamları edebiyatçılar, aristokrat tabakaya mensup
erkek ve kadınlar ayrıca varlıklı gayr-ı Müslim vatandaşlar güzel kokulara çok meraklı
idiler. Hz. Muhammed’in sahabelerinden İbn
Mesud’un evinden mescide gittiğini komşuları
geçmiş olduğu yola yayılan güzel kokusundan
anlardı. Hz. Abbas’ın oğlu Abdullah misk kokusu kullandığından geçdiği yollarda insanlar
birbirine Abdullah mı misk kokusu mu geçti
diye sorarlardı. Abbasi halifesi Harun Reşid
yaz mevsiminin sıcak günlerinde gümüşten
yapılmış bir kaba koku, safran, buhur ve gülsuyu konulmasını emreder bunun kokusundan faydalanırdı. Yine Abbasi halifelerinden
el-Mütevekkil güllerin açtığı mevsimlerde
gülsuyu ile yıkanmış elbiseler giyer oturduğu
yerlere gül döşer ve kullanmış olduğu bütün
eşyalara gülsuyu serperdi. Ortaçağ İslam
dünyasında hükümdarlar saray mensupları,
devletin yüksek rütbeli memurları, ve zengin
tabakaya mensup varlıklı insanlar bayramlarda ve özel günlerde sevdiklerine bol miktarda
koku armağan ediyorlardı408.
Ortaçağda İslam ülkeleri parfümcülüğün önemli
bir bölümünü oluşturan gül, çiçek, çeşitli bitki ve
meyvelerden çıkarılan sıvı türünden parfümlerle
şöhret kazanmışlardı. İran ve Suriye Anadolu, Mısır ve Yemen’de bol miktarda gül menekşe, nilü-
fer, hilâf, nergis, mensûr(Hiyri) yasemin, turuncân,
merzengûş, keklik otu, nesrin, kaysûm, kara pelin otu, hurma çiçeği, safran, kâride, zambak ve
bâdernek yetiştirilmekteydi. Bu çiçekler suda belli
bir süre tutularak veya damıtma usulüyle güzel kokular elde ediliyordu. Bunu üreten merkezler özel
kokulu sularının formüllerini ve hazırlanma şeklini
gizli tutuyorlardı. En sevilen parfümler, bu sıcak ülkelerde serinletici etkileri ve hoş kokularıyla çiçeklerden hazırlananlardı.
Ortaçağ İslam dünyasında hazırlanan parfümler
özellikle daha kalıcı olması istenirse yağ türünden
hazırlanıyordu. Yağ türünden hazırlanan parfümcülükte İran başı çekiyordu. İran’ın belli merkezleri
güzel koku imalathaneleriyle ünlenmişti. Bunların başında Şapur şehri gelmekteydi. Bu şehirde
menekşe, nilüfer, nergis, kâride, zambak, zambak
leylağı, mersin ağacı çiçeği, merzengûş, bâdernek
ve turunç olmak üzere on çeşit yağ türünden hoş
kokulu parfüm üretilmekteydi. Şapur’un güzel kokularla ün yapması Arapça atasözlerine geçmişti;
“Kim Şapur şehrine girerse, oradan ayrıldığı ana
kadar güzel ve nefis kokular koklar” Şapur’da
üretilen “karanfil parfümü” zamanla Irak’ın Kufe
şehrine taşınmıştı. Firuzâbad şehrinde hazırlanan
“söğüt parfümü” de Merağa şehrinde hazırlanan
parfüm kadar olmasa da gene de çok beğeniliyor ve aranıyordu. MS 11. yüzyılda bu parfümün
1menn’ni (3,3kg) yaklaşık 10 dinara satılıyordu.
İran’ın Şiraz şehri ise gül, menekşe nilüfer ve yasemin yağı parfümleri üretmekle ün kazanmıştı.
408 Bakır, agtb, s. 44; Yentürk. agtb, s. 22-23.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 333
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Irak da parfümcülük alanında İran’a rakipti.
İran şehirlerinde hazırlanan güzel kokulara
benzer kokular hazırlamak için birçok çalışmalar yapılıyordu. Bunun sonunda Iraklı parfümcüler Kufe’de yağ türünden birçok güzel
parfüm ürettiler. “karanfil parfümü” , “menekşe parfümü” ve “hyri” olarak adlandırılan
parfümler şöhret kazandılar. “hyri” ( hîrî şebboy, beğenilmiş seçilmiş )diye isimlendirilen
parfüm, parfümlerin en güzeli olarak biliniyordu. “geceleri koku yayan gül” anlamına gelen
bu parfümünün üretiminde; hyri yaprağıyla
susam yağı macun kıvamına getiriliyor, sonra amberle yoğrulup gül suyu ile yıkanıyordu.
Özel tekniklerin uygulandığı bu üretim sonucunda Mısırdan Hindistan Çine kadar aranan
bir parfüm oluşuyordu409.
Ortaçağ’da Doğuda bu parfümlerin yanı sıra
Yemen’den amber, zaruv, ve lebeni,
Hindistan’dan, misk, öd ağacı, sümbül, karanfil, kafur, İran’dan safran, gül ve çeşitli çiçekler,
Bugünkü Doğu Türkistan’dan, zebâd, sandal,
Arap yarımadası; bân, güzel kokulu baharat,
ve şifalı bitkileri vazgeçilmeyendi.
Kutsal Mekânlar ve Güzel Kokular
Tarihte kutsal mekânların güzel kokularla ilişkisi biliniyor. Dini mekânlar en güzel tütsülerle, parfümlerle kokulandırılıyordu. Bu gelenek
çok yakın zamana kadar geçerli olmuştur. Elimizdeki belgelere göre 9. yüzyılda Kudüs’teki
409 Bakır, agtb, s. 49-51.
4
334
kutsal mezar odaları güzel kokulu sularla yıkanıyordu. Konstantinopolis Patriği Photius’un
MS 876-878 yıllarında yazdığı Amphilochia
adlı eserde; Kutsal mezardaki mezar odasının
basamak taşlarının yılda bir kez patrik tarafından parfümlendiğini kaydetmişti.
İslam dünyasında da aynı şeyler yapılmıştı
9. yüzyılda Abbasi Halifesi el-Mehdi Kâbe’nin
safranlı yağlarla güzel kokulu hale getirilmesi
için emir vermişti. Kâbe için hazırlanan bu
özel güzel koku“khulûq” diye adlandırılıyordu.
Khulûq’un hazırlanmasında; safran dövülerek toz haline getiriliyor, içine misk, gri amber
ve gülsuyu ekleniyordu. Böylece bir çeşit
“safran parfümü” hazırlanıyordu. 12. yüzyılda
Medine’yi ziyaret eden İbn Cübeyr Medine’deki
camiyi çevreleyen duvarın misk kokulu yağlarla kokulandığını yazar. 14. yy Mağrib’li gezgin İbni Batûta da bu bilgileri doğrular. Halife
Abdül Melik de14.yüzyılda kutsal emanetleri
güzel kokularla muamele ettirmişti. Böylesi
törensel adetleri Mısır’da hüküm süren Fatimiler de uygulamaktaydı. Mısırdaki Nil’in yükseldiği Haziran ayında “bolluk bereket töreni”
yapılıyordu. Bu törende Nil nehrinin yükseldiği zaman su yüksekliği Rauda adasının nilometresinden okunurdu. Bu yükseklik istenilen
seviyede iken nilometre sütünu ve duvarları
gülsuyu ile karışık safranla parfümlenerek
kutsanırdı.
Böyle bir uygulamayı İstanbul’u fetheden Fa-
tih Sultan Mehmet de yapmıştı. Fatih Ayasofya kilisesine ancak gülsuyu ile baştan ayağa
temizlendikten sonra girmiş ve ancak bu işlemden sonra Ayasofya’yı camiye dönüştürmüştür.410 Bu olayı Evliya Çelebi şöyle anlatıyor; Ebul Fetih Gazi Ayasofya’yı temaşa etti,
hayran kaldı. Hemen Gazi Muhammed Han bu
mabedi keşişlerin koyduğu putlardan temizleyip
pak eyledi nice bin yerde amber-danlar ve
micmerdanlar( buhurdanlıklar)
ile güzel kokulu öd ve amberler
yakup
cami
içre
guzatı
müsliminin dımağları muattar
olup…411. Aynı şekilde Sultan
IV. Murad zamanında depremden harap olan “Gül cami”sini
tamir ettirdikten sonra gülsuları ile temizletip sonra ibadete
açtırmıştı.
Evliya
Çelebi;
Kubbesi gül şeklinde olduğu
için gül cami derler, tamiri
itmam buldukda yüz güğüm
gülâb ile derun-ı camii gasl
eylediler…412 diye yazar.
410 Tez,
agtb,
s.
433-434;
“A.Shalem.
Islam.Christia-nized-İslamic
Portable
Objects in the Medieval Church Treasuies of the Latin
West. Europaisher Verlag der Wissenschafen,
Frankfurt, Berlin 1996” den naklen.
411 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî , “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”, Topkapı Sarayı Bağdat 304
Yazmasının Transkripsiyonu , 1. Kitap. Orhan Şaik Gökyay. 1.Baskı İstanbul Şubat 1996. Yapı Kredi Yay.. S. 44.
412 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî , “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”, Aynı eser. S. 91.
Kâbe de hac zamanı güzel kokulu sularla yıkanıyordu. Osmanlıların idaresine girdikten
sonra her yıl hac için yola çıkan surre alayı
Kâbe’nin yıkanması için gül yağı, gülsuyu ve
özel olarak hazırlanmış güzel kokulu sular
gönderiliyordu. Bugün Mekke’deki Kâbe’de
her yıl İran’ın Kamsar bölgesinden gelen gülsularıyla yıkandığı yazılmaktadır.
Parfümün Hikâyesi
Parfümün hikâyesi daha sonra
da aynı önemle devam etti.
Doğunun gizemli güzel kokuları
Arap
tüccarlar
tarafından
Mısırın limanı İskenderiye’ye
taşınıyor, oradan da Venedikli
tüccarlar tarafından Batıya
naklediliyordu. Bu sebeple Venedik tütsü ve güzel kokunun
deposu haline gelmişti.
Ortaçağda Avrupa, güzel kokulu maddeleri Haçlı seferlerinden dönen senyörlerle
tekrar keşfetti. Haçlı seferlerinden geri dönenler kadınlarına ekzotik
kokular ve kendileri için de gülsuyu, Kıbrıs’ın
fethinden dönenler ise “eau de chypre” selvi
suyunu getirmişlerdi. Binbirgece masallarının
diyarından getirilen güzel koku kullanma
modası kısa zamanda yayıldı. Güzel kokuları
getiren senyörler şatolarında bizzat kendi
kokulu yağ ve esanslarını hazırlama ça-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 335
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
basına girmişlerdi. Venedik’ten gelen parfümler yüksek fiyata alıcı buluyordu. Venedik parfümcülüğün merkezi haline geldi. 14. yüzyılda
soylu hanımlar tarafından en çok kullanılanlar; saçlar için menekşe, zambak, süsen, ve gül
kokulu pudralar, Güzellik suları olarak; imbikten geçirilmiş tarçınlı, kafurlu limonlu sular,
nefesleri güzel kokutmak için; zencefil, sakız
ve karanfilli ağız suları idi. Güzel kokulu
daha bir çok yağ ve pomat
Venedik parfümcülüğü-nün
aranan ürünlerindendi.
İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesi bu ticaret
zincirini bozdu. Zamanla Akdeniz bir Türk gölü haline geldi
ve Venediklilerin iki güzergâhı
İstanbul ve İskenderiye yolu
onlara kapandı. Venediklilerin
ticaret kapasiteleri çok azaldı.
16. yy da Vasco de Gama’nın
Hindistan yolunu Portekizlilere
açması da çok önemli bir başka
olaydı. Böylece güzel koku
ticareti yön değiştirmişti. Güzel koku ve
baharat ticareti Araplar ve Venedik’ ten
çıkmış, Portekizlilerin daha ucuza elde ettiği
ürünler haline gelmişti. Güzel kokular ve
baharat tarımı yapılıyor ve daha ucuza toplatılıyordu.Daha ucuza mal edilen baharatlar
ve güzel kokular daha büyük bir kitleye hitap
edecektir.
4
336
Kolonya doğuyor
Güzel koku dünyasına alkollü kokuların ve kolonyanın girişi hikâyesi de değişik yoldan ilerlemişti. Alkolü ilk olarak 9. yy da yaşayan İslam
dünyasının ünlü hekimi Râzî’nin ürettiği bilinir.
Bu teknik, yani şarabın damıtılarak alkolü elde
etmek Salerno’lu hekimlerin çok kullandıkları
methottu. 12. yüzyıldan itibaren şaraptan alkol eldesi Avrupa’da geliştirildi. Bu bilginin
1370 yılında alkolle hazırlanan
“Macar
suyu”
na
etkisi
bilinmiyor.
Alkollü
güzel
kokuları ilk kullananın Macar
Kraliçesi Elizabeth olduğu söylenir Kraliçe 1370 yılında güzel
kokulu yağları alkol içinde çözerek daha hafif ve uçucu tuvalet suyu hazırlamış ve bu “Eau
d’Hongrie” yani “Macaristan
suyu” pek çok kişi tarafından
aranılır olmuştu. Bu formülün
Macar kraliçesine münzevi bir
keşiş tarafından verildiği bilinir.
Kraliçe
biberiyenin
esas
alındığı bu formülle uzun yıllar
cazibesini sürdürmüş hatta 72 yaşındayken
Polonya kralından evlenme teklifi almıştı.
“Macar Kraliçesinin suyu” daha sonra “Macar
Suyu” olarak tanınmıştır. Kolonya olarak
bildiğimiz “Kölnisch Wasser” 1690 larda
İtalya’da yapılmıştır. Rivayete göre Milanolu
bir parfümcü Jean Paul Feminis Floransa’daki Santa Maria Novella manastırın-
dan Macar suyunun bileşimini öğrenmiş, bu
formülü neroli, bergamot ve portakal kokularıyla geliştirmişti. Formülü yeğeni Jan Antoni
Farina’ ya vermiş o da kısa süre sonra Köln’e
taşınmış ve imalatı orada gerçekleştirmişti.
Kolonyanın Avrupa’da yaygınlaşmasına ağır
kokulu yağlar yerine hafif taze kokular yeğleyen Madam Pompadour, Mare Antoinette, Napolyon Bonaparte, Josephine ve Eugenie gibi
ünlülerin etkisi olmuştur.413
Parfüm sanatının Fransa’ya geçmesi İtalya yoluyla olmuştu. 1533 yılında II. Henri ile evlenerek Fransa’ya gelen İtalyan prenses Catherine
de Medici yanında parfümcüsünü de götürmüştü. Kraliçenin parfümcüsü Renato Bianco kendi hazırladığı parfümlerle sarayda ve zamanla
Paris’te ünlü oldu. “René the Florentine” markalı
parfümler kısa zamanda Paris’te parfüm sanatının önem kazanmasını sağladı. Gene Kraliçe
Catherine de Medici ile Paris’e gelen Tomborelli
ise Fransa’da çiçek yetiştirecek bir yer olan Grasse’ ye yerleşmişti. Güney Fransa iklim koşulları
çiçek yetiştirmeye uygundu. Oraya yerleşerek
güzel kokulu çiçekler yetiştirmeye başlamış ve
bu konuda o kadar başarılı olmuştu ki zamanla
Grasse parfüm dünyasının merkezi oldu.18 yüzyılda Paris’te pek çok parfüm evi açılmıştı. Ancak Fransız ihtilali buna büyük bir darbe vurdu.
Kullanılan parfüm ihtilalciler için yeterli bir cezalandırma göstergesiydi. Göğüs danteline veya
mendiline zambak esansı “Eau de Rein” sürmek,
413 Tunçay, agm, s. 14–18; Yentürk. agtb, s. 25.
sürgüne yada giyotine göndermek için yeterli bir
sebepti.
İngiltere’ye ilk kokulu maddeler MS 411 yılında
Romalılar tarafından getirilmiş ise de çok etkili
olmamıştı. Güzel kokuların etkili olması bu tarihten yaklaşık 1000 sene sonra Kraliçe I.Elizabeth
döneminde 16. yy başlamıştı. Kraliçe İtalya’dan
getirtilen kokulu deri eldivenler ile güzel kokuyu
keşfetmişti. İtalya’dan getirttiği güzel kokuları
kullanmış ve etrafındaki soylu hanımları da kullanmaları için teşvik etmişti. Kısa zamanda parfüm kullanmak vazgeçemedikleri bir güzellik tamamlayıcısı oldu. Aristokrat ve zengin hanımlar
güzel kokuları kullanmaya hatta bahçelerinde
güzel kokulu çiçekler yetiştirmeye giriştiler. Gül,
amber, misk o dönemde İngiltere’de en sevilen
kokulardı.
Kraliçe Elizabeth’in en sevdiği kokulardan biri
misk-gül karışımı bir parfümdü. Bu 8 grain
(0,52gram) misk ve 8 gram şeker 8 kaşık gülsuyu ve 3 kaşık şamgülü suyunda beş saat kaynatıp süzüldükten sonra soğutularak hazırlanıyordu. 18. yüzyılda güzel koku kullanımı artmıştı
fakat İngiltere Parlamentosu 1774 de bir kocayı
güzel kokularla etkileyen kadınların “büyü” yaptıkları hükmüyle, tarihe geçen “parfüm yasağı”
kararını hayata geçirdi414.
414
www.ionxchange.com,www.gardencards.
biz, http://en.wikipedia.org, Getrnot Katzer’s Spice
Pages,www uni-graz-at,Wikipedia the free encyclopedia
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 337
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Güzel Koku Kimya laboratuarında
1830 lu yıllardan itibaren işe kimyacılar el
attı. Çok sevilen ve aranan çiçekler içindeki
güzel kokulu maddeleri izole etmeğe çalıştılar.
Kısa zamanda limonun, gülün kokulu maddesi citronel, geranium, palmroza geraniol izole
edildi. Zor elde edilen ve pahalıya mal olan
çiçek esanslarının etken koku maddeleri tek
tek ayrılıp tanındı. Ayrılıp tanınan koku maddelerinin formülleri tespit edildi. Kimyagerler
parfümcüler için çalışıyorlardı. Daha sonraki
adımda izole edilen maddelerin sentetik olarak yapılabilmesi için kimyacılar kolları sıvadılar. Sentetik yapım üzerine çalışmalar arttı
ve önce gül esansının etkili koku maddeleri
geraniol citronellol sentetik olarak yapılmasına muvafak olundu. Parfüm dünyasının önü
tamamen açılmıştı. Artık güzel kokulu çiçeklerin koku maddeleri ayrılıyor, kimyasal formülü keşfediliyor son adımda da bu kimyasal
madde sentetik olarak elde ediliyordu. Parfüm
dünyası için bu çok önemli bir adımdı. Petrol
ve kömür türevi maddelerden güzel kokular
elde ediliyordu.
Güzel koku dünyasının bu inanılmaz şekil değiştirmesi; Çiçek bahçelerinden kimyacıların
laboratuarlarına girmesi parfüm üreticilerini
ürküttü. Laboratuarlarda ucuza elde edilen bu
parfümler klasik usule alışık olan parfümcülerin tepkisini aldı. Yeni kokuları kullanmaya
direndiler. Tepkiler ve dirençler uzun zaman
sürdü. Bu sürede kimyacılar boş durmuyorlar-
4
338
dı. Bir adım daha ileri giderek tabiatta olmayan yeni kokular türettiler. Doğada bulunmayan yepyeni pek çok güzel kokular meydana
getirildi. Parfüm dünyasında artık geri döndürülemeyecek ucuz ve yeni kokuların sunulduğu bir dönem başlıyordu.
Kimyacıların son adımı da 20. yüzyılın başında elde ettikleri aldehitlerdi. Yağ asitlerinin
indirgenmesiyle elde edilen aldehitler sentetik koku dünyası için çok önemli kapıları açacaktı. L.T.Piver’nin “Floramye ve Réved’Or”
parfümleri “Chanel No.5 ve Mitsouko” gibi çok
sevilen efsane parfümler yaratıldı. Kimya bilgisinin parfüm dünyasındaki yeri çok önemli
hale geldi. Koku dünyasının modaları sosyal
olaylara göre şekil değiştiriyor, tarihi olaylar,
toplumsal olaylar veya şöhretlerin tercihleri
moda olan kokuları değiştiriyordu. Vazgeçilemeyen kokular, başkalarının tercihleri veya
reklâmların etkisiyle devamlı değişen güzel
koku alışkanlığı sürüp gitmektedir.415
415 Yentürk. agtb, s. 25–29; Tunçay, agm, s. 17–18.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 339
fr
DİYARBAKIRDA GÜLCÜLÜK VE KOKULU GÜLLE
NELER YAPILABİLİR
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik A.B.D.
Gül özellikle kokulu gül, İnsanlık tarihinin “Bütün dönemler” inde ve dünyadaki “Büyük bir
coğrafya”da “Sevgi ve Güzellik” sembolü olmuştur.
Hz. Muhammed Peygamber olarak bütün insanlığa gelmiştir ve bütün insanları, şartsız
sınıfsız bütün insanları sevgi ile kucaklamıştır
ve kucaklar.
O sebepten Gül Hz. Muhammed’in sembolüdür ve onun kokusu da gül kokusudur.
Diyarbakır’daki Gül Bahçeleri
(120 Yıl Önce)
Diyarbakır’daki gül bahçeleri ve gülcülükle ilgili bilgilere ilave olarak 120 yıl önce gül bahçelerini rapor eden Osmanlı Devleti’nin resmi
yazışmalarından bir örnek vermek isterim.
1893 yılında Sultan Abdülhamit Osmanlı Devletinin birçok yerinde kokulu gül yetiştirip gülyağı çıkarılması için çalışmalar başlatmıştı. Bu
çalışmalarda Diyarbakır’ın da önemli bir yeri
vardır. Osmanlı Devleti “Orman ve Maadin ve
Ziraat Nezareti” tarafından yapılan resmi yazışmalara Diyarbakır “Ziraat Müfettişliği”nin 9
Eylül 1895 tarihinde gönderdiği cevap kısaca
şöyledir; Diyarbekir ve Mardin Sancaklarında
pek çok halis gül bahçeleri mevcut ise de Ahali
Kızanlık usulü gül yağı taktîr ve imalini bilmediklerinden bunlardan lâyıkıyla istifade edilememekte olmasıyla badî-i şevk ve gayret olmak
ve usul ve kavaid-i mahsusa dairesinde gülyağı
imalini talim etmek üzere alat-ı lazime ile birlikte bir muallimingönderilmesi.416 Burada açıkça
görüldüğü gibi o yıllarda Diyarbakır’da “pek
çok halis gül bahçeleri mevcut” olduğu, gülyağı imalini bilseler de “Kızanlık usulü” gülyağı
imalini bilmediklerini bu sebeple bir uzmanın
gönderilmesini talep etmişlerdi.
Beş Yılda 200 Dönüm
1895 yılında Diyarbakır’da Gülistanlıklar tesis
ettirilmesine Osmanlı Devleti Ziraat Nezareti
karar verir. Bu amaçla Kazanlık usulü gülyağı
çıkarmasını öğretecek bir muallim, gülfidanları, imbik ve kâfi miktarda şişeler gönderilir.
Gülcülük başlatılır. 1899 yılında ilk mahsul
gülyağı elde edilir, Diyarbakır Valisi Mehmed
Halid Bey bu gülyağlarından 4 şişeyi Padişaha
hediye olarak gönderir. 1900 yılında Diyarbakır’daki gül bahçeleri 130 dönüme daha sonrada 200 dönüme ulaşır. Hedef 250 dönümdür. 1908 yılından sonra bu gelişme durmuş,
tarımda başka hedefer tayin edilmişti.417
Kokulu Gül
Gül “Rosaceae” familyasının “Rosa” türlerinin
binlerce değişik fertlerinin genel adıdır. Kokulu kırmızı gül dediğimiz (Rosa gallica L.), Kat416 Başbakanlık Osmanlı Arşivi . İrade-i Orman Meadin Tasnifi. İ.OM 1313 Re.19. Şura-yi Devlet Dâhiliye
Dairesi Aded 2808.
417 Altıntaş, Ayten, “Diyarbakır’da Gülistanlıklar Tesisi” 13 Nisan 2010 İslam Tasavvufunda Gül, Peygamberimiz Ve Diyarbakır Sempozyumu.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 341 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
merli gül dediğimiz (Rosa centifolia L.), hokka
gülü, Sadberk gülü, beyaz gül dediğimiz (Rosa
alba L.), Çin gülü dediğimiz (Rosa rugosa L.),
Misk gülü dediğimiz (Rosa moschata Herrm)
ve Isparta gülü, Şam gülü,yağ gülü, Kazanlık
gülü dediğimiz pembe renkli gül (Rosa damascena Mill) dir. Burada konuştuğumuz ve yazdığımız gül pembe renkli bilimsel ismi Rosa damascena olan Isparta gülüdür.
Kokulu Gül ve Parfümeri
Dünyası
Kokulu güllerden özellikle Rosa
damescena’dan elde edilen
gülyağı (Gül esansı, uçucu yağ)
Parfümeri
dünyasının
vazgeçilemezidir. Taze güller toplanıp imbikten geçirilir. Bu su
buharı distilasyonudur. Burada
güller su ile bir kazana konur
ve ısıtılır. Buharlaşan su beraberinde gülün uçucu yağını da
taşır ve soğutulduğu zaman
toplanan suyun üstünde uçucu
yağ toplanır. Bu yağın altındaki
de gülsuyudur.
Gülcülük, Dünyada ve Isparta’da gül esansı çıkarılması için yapılmaktadır. Gülcülük ve onun en
önemli üretim maddesi olan gülyağının Dünyadaki
piyasası ortalama yıllık 3 ton olarak hesap edilmektedir. Gül konkretine ise 9 ton ihtiyaç gösterilmektedir. Bu ihtiyacın %70 ini Türkiye sağlıyor.
4
342
Türkiye’nin gülcülük merkezi olan Isparta ilinde 2008 yılında ortalama 8500 ton gül çiçeği,
1.5 tona yakın gül yağı ve 9 tonun üzerinde
konkret ve absolüt üretimi gerçekleştirilmiş
yaklaşık15 milyon € değerinde gül ürünleri
(gül yağı, gül suyu, gül konkreti ve gül absolütü) ihracatı yapılmıştır. 2008 yılında 1 kg gül
yağı satış fiyatı 5250 €, 1 kg gül suyu satış
fiyatı 3 €, 1 kg konkret satış fiyatı 525 € $ ve
1 kg absolüt satış fiyatı 1300 €
olarak gerçekleşmiştir.
Gül yağı ihracatımızın %90’ına
yakını Fransa, İsviçre ve ABD’ye
yapılmakta, konkret ağırlıklı
olarak Fransa’ya ve absolüt
ağırlıklı olarak Almanya’ya ihraç edilmektedir.
Gülsuyu, Gül Reçeli, Gül
İksiri
Kokulu güller tarih boyunca gül
esansının yanı sıra başka
şeyler için de kullanılmıştır. Bu
kullanım şeklini Eski Tıpta ve
özellikle Osmanlı Tıbbında buluyoruz. Osmanlı
Tıbbında gül bir ilaçtır. Kokulu gülden mevsiminde pek çok ilaç hazırlanabilir veya ilerde
kullanmak üzere güller kurutulur. Bir de gül
mevsiminin dışında ilaç olarak kullanılan gülsuyu vardır. Gül mevsiminde hazırlanan gülsuyu rahatlıkla üç sene kullanılabilir.
Osmanlı Tıbbında kullanılan güllü ilaçları üç
ayrı hazırlama şeklinde toplayabiliriz; Gülsuyundan hazırlanan ilaçlar, Gül reçeli gibi hazırlanan Gül macunu gurubu ve gülün yağ içinde
bekletilmesi ile hazırlanan Gül iksiri gurubu.418
Gülsuyu İle Hazırlanabilecekler.
Mevlana ünlü Mesnevisinde şöyle der; Gül solup gül bahçesi harap olduktan sonra gülün
kokusunu nerden duyabiliriz.
Gülsuyundan dediler.
Gülsuyu hem gül kokusuna
sahiptir hem de içinde ihtiva
ettiği pek çok etkili madde ile
faydalar sağlar. Osmanlı hekimlerinin gülsuyunun faydaları
konusunda yazdıkları etkileri
özetleyecek olursak;
• Hoş kokusundan dolayı
ruha hitap eder
• Onun rahatlatma etkisi
vardır,
• Bayılmalarda ve hızlı atan
kalplerde çok yararlıdır
• Gülsuyunun hem ruha hem
de akla pek çok faydaları vardır.
• Beynin çalışma ve algılama gücüne faydalı
olur.
• Anlayış gücünü arttırıp, belleği güçlendirir.
418 Bu konulardaki geniş bilgi; Altıntaş, Ayten, “Gülün
Faydaları, ”Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri. Maestro Yay. İstanbul, 2009, Bölüm 4.
Tonlarca Gülsuyu
Osmanlılar gülsuyunun etkisini bildiklerinden
bunu çok kullanıyorlardı. Misafirlere takdim
edilen şeylerin başında gülsuyu gelirdi. Özellikle hanımlar pek çok tatlılara gülsuyu koyar
ve bebeklerini gülsuları ile silerlerdi. Bu sebepten tonlarca gülsuyu tüketimi vardı. Özellikle sarayda kullanılan gülsularının miktarını
yazılı kaynaklardan öğrendiğimizde buna
şahit oluyoruz. Gülsuyunun
Osmanlı günlük kullanımındaki
yerini özetleyecek olursak;
•
Baş
ağrısına ilaç
•
Bayılmal
arda ferahlatıcı
etkisi
•
Güzellik
iksiri
•
Bebekler
in cildi için
ideal
•
Tatlılard
a çeşni idi.
Gül Reçeli, Gül Şerbeti
Gülden hazırlanan ilaçlar içinde en çok yer
alan bugün gül reçeli dediğimiz guruptur.
Bunlar taze gül yapraklarından şeker veya
bal ile hazırlanan ilaçlardır. Osmanlı Tıbbında
bu ilaçların isimleri şöyleydi;
• Gül mâcunu
• Cüllâb
• Gülbeşeker
• Gülengübin
• Gül murabbası
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 343 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
•
Gül şurubu
Gül şerbeti gibi isimlerle anlatılır.
Bu çeşitlerden her birinin kullandığı şeker
veya bal miktarı, bir de hazırlanış tekniği farklıdır. Bu maddelerin farklı şekilde hazırlanmasındaki sebep kullanılma amaçlarının ve
faydalarının farklı olmasındandır. Gülün şeker
içinde pişirilmesi ile elde edilen bu ilaçların etkilerini özetleyecek olursak; Mide için faydalı,
sindirimi kolaylaştıran ve karaciğere kuvvet
veren ilaçlardır. Yemekleri sindirici mide hazımsızlığını ve mide hararetini yok eder. Mideye, karaciğere ve yüreğe kuvvet verdiğini,
safrayı arttırarak vücuttan zararlı nesneleri
attığı yazılır.
Osmanlı kitaplarında Gül macununun yararlarını bildiren pasajlardan bir örnek vermek istersek; “…midede olan balgamı cila eder, yemeği
hazm ettirir,mide ağrısına ve ishale ve bağırsak
çıbanlarına fayda eder,eğer bu şuruptan epey bir
süre içseler içteki azaları güçlendirir,gülü bal ile
pişirip gargara etseler boğaz ağrısına iyi gelir..”
Osmanlı geleneğinde çok kullanılan gül şerbeti ise nişan toplantılarının vazgeçilmez içeceğidir. Bunun etkisini de kısaca; “Harareti giderir, susuzluğu sakin eyler, mide yanmalarına
iyi gelir ve tabiatı yumuşatır. Yüreğe ve gönle
ferahlık verir, ateşlenmeler dolayısıyla meydana
gelen harareti, susuzluğu azaltır, dindirir” denilerek açıklanır.
4
344
Gül Yağı Gül İksiri
Osmanlı tıbbında hekimlerin gülle hazırladıkları çok önemli bir ilaç da İksir gibi faydalı
mübarek yağ dedikleri gülyağıdır. Bu gülyağı
güllerin zeytinyağı ve susam yağı içinde bırakılarak gülün tedavi edici özelliklerinin yağa
çıkması ile yapılır. Bunun çok çeşitli hazırlama
teknikleri vardır. Fakat neticede elde edilen
yağ özellikle deri hastalıklarında kullanılır. Bu
yağ için “…bu yağ iksire müşabih bir yağdır her
kanda bir çıban veya bir kabarcık ya bir leke ya
bir verem zuhur eder ise ibtidasında bu yağdan
tılâ etmek sihir gibi te’sir edip def’ eder” denilerek her türlü deri hastalıklarında çok faydalı
olduğu bildirilir.
Sonuç olarak ülkemizde kolaylıkla yetiştirilebilen Isparta gülü (Rosa damascena) den,
Gülyağı (Uçucu yağ) olarak koku sektöründe
Gülsuyu
Gül reçeli
Gül şerbeti olarak gıda sektöründe, ayrıca gül
pek çok ilaç ve kozmetik ürünlerde kullanılabilir. Kokulu gülün bizim tarihimizde ve kültürümüzde çok önemli yeri olduğunu da unutulmamalıdır. Şair bu durumu şu mısralarla
özetlemişti;
Güzel kokulu nebâtatın padişahı olan gülüm, Canlara sefâ, ruhlara gıdâyım.
İmam Süyutî
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 345
^m*
TARİH İÇİNDE GÜLÜN DAMITILMASI
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik A.B.D.
İnsanlığın gülü tanıdığı en eski tarihlerden itibaren, güzel kokusu ile insanları cezp etmişti.
İnsanlar bu kokuyu sadece çok kısa süren gül
mevsiminde koklamakla yetinmemiş, bu vazgeçemediği kokuya daha uzun zaman sahip
olmak istemişti. Gülün güzel kokusunun kalıcı
hale getirilmesi serüveni uzun soluklu ve çok
renklidir. Gülsuyunun elde edilmesi tarihi de
bunun içinde ve özel bir yere sahiptir. Tarihte
güllerin kokusu önce uygun yağlara nakledilmiş, daha sonra insanlığın keşfettiği “ruhunu
yakalamak” usulü yani damıtma ile elde edilen ürünler ortaya çıkmış “gülsuyu” haline gelmiştir. Son aşama da bu gülsuyunun içindeki
güzel kokulu yağ taneciklerini toplamak, hatta
bu yağları elde etmek için çaba harcamak yani
gülyağı dediğimiz “gül esansı” elde etmek olmuştu. Gülsuyu gül yağı elde etme sanatının
bulunmasından çok önce vardı ve çok uzun zaman özellikle bunun için güller damıtıldı. Gülyağı ön plana çıktıktan sonra da bu ürün başta
tabiplerin sonra kadınların vazgeçemedikleri
bir madde olarak bugüne kadar geldi.
yağı veya zeytinyağı kullanılıyordu. Taze çiçekten, kurutulmuş çiçekten veya çiçeklerin kaynatılması ile elde edilen suların yağlarda ısıtılması ve sonra süzülerek kullanılması en çok
kullanılan tekniklerdi. MS 1. yüzyılda yaşayan
Dioscorides “Materia Medica” adlı kitabında
ve Orta çağ tıbbında oleum rosarum, oleum
rosatum gibi adlarla bu usulle elde edilen gül
yağları kaydedilmişti.419
Gül kokusunu kalıcı yapmanın ilk durağı yağlarla maserasyon, yani gül çiçeklerinin uygun
bir yağ içinde belli usullerle bekletilmesi ve
süzülerek yağın alınması idi. Bu usul önemli
medeniyetlerde ve çok uzun bir süre kullanılmıştı. Antik dönem Mısır, Mezopotamya, Hind
ve Çin de gülün kokusunu yağ içine alma tekniğini uyguluyorlardı. Bunun için genellikle kokusuz sıvı yağlar, gül için özellikle taze susam
İlk Kayıtlarda Güllü Sular ve Damıtma
Gülün damıtılmasından önceki uzun bir dönemde gül çiçeğinin su ile ekstraksiyonu kullanılmıştı. Bu teknik; faydalı bitki ve çiçeklerin
suda belli bir süre ve değişik metotlarla bıra-
Narin ve kısa ömürlü olan güzel kokulu gülün
vazgeçilemeyen kokusuna sahip olmak için
geliştirilen diğer teknik de sularla maserasyonu idi. Gülün sularla çalkalanması ve elde edilen güllü sular da tarihte çok kullanılmıştır. Bu
uygulamanın hemen ardından güllerin damıtılması ve bunun sonucunda elde edilen gülyağı ve özellikle gülsuyu tarihteki yerini almıştı.
Gülün güzel kokusunun damıtma ile elde edilmesinden uzunca bir süre sonra kimya sanatı
laboratuarda sentetik gül kokusunu elde etti.
Bu tarihsel süreç içinde gülerin damıtılmasının serüveni uzun soluklu ve önemlidir.
419 Gunther, Robert T. “The Greek Herbal Of DIOSCORIDES”. Illustrated By A Byzantıne A.D. 512. Englıshed
By John Goodyer A.D. 1655.Edıted and Fırst Prınted
A.D. 1933. Hafner Publıshıng Co. 1959.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 347 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
kılması sonra süzülerek bu suların kullanılmasıdır. Bunun ilk örneklerini MÖ 3500 yıllarında
Mezopotamya’da görülmüştür. Bu dönemden
kalan pek çok ekstraksiyon kapları bulunmuştur. MÖ 2100 yıllarına ait Sümer tabletlerinde
ekstraksiyon usulüyle ilaç elde etmeyle ilgili
kayıtlar bulunmuştur420. MÖ. 1200 lü yıllarda
tüm Mezopotamya’ya hükmeden Asurlular zamanında özellikle gül ve kokulu çiçeklerin
sularının bu teknikle elde
edildiğini biliyoruz.
Naturalis Historia (Doğa Araştırmaları) adlı
yapıtında ilkel biçimde bir damıtma yardımıyla
sedir ağacı odunundan uçucu yağ eldesini anlatmıştır. Burada sedir ağacı reçinesi su içinde
pişiriliyor, yükselen buharlar bunun üzerine
yerleştirilmiş bulunan koyun yününden yumaklar tarafından yakalanarak yoğunlaştırılıyor ve sonunda yumaklar sıkılıyor ve istenen
madde elde ediliyordu.421. Bu kayıtlara geçen
ilk destilasyon olarak kabul
edebiliriz.
Güllerin damıtılmasıyla elde
edilen gülsularının ilk olarak
nerede ve nasıl başladığını bilmiyoruz. Damıtma, yani ısıtılarak buharlaştırma ve sonra soğutarak buharlaşan maddeleri
toplama usulünün tarihi de çok
eskidir. Gülün damıtılması bu
yöntemin bir ürünüdür. Damıtma (Batı dillerinde kullanılan
destilasyon) sözcüğü Latince
“destillare” den (dışarıya damla
damla akıtmak) türetilmiştir. Bu
terim
yoğunlaştırıcıdan
(kondensatör)
damıtma ürününün (damıntı, destilat) damla
damla akması, yani damıtmanın son
basamağını niteler. Bu konudaki ilk kayıtlara
Plinius’ta (MS 23–79) rastlanır. Plinius,
Simya Sanatı ve Gülsuyu
Gülsuyunun damıtılarak elde
edilmesi tekniği çok eski tarihlerden itibaren gündemde olan
gizli bilim “simya “ ile ilgili gibi
görünmektedir. Ölümsüzlüğü,
doğadaki en saf elementi, içilebilir altını, aramak üzere pek
çok metal üzerinde çalışmalar
yapan simyacıların kullandıkları yöntemlerin en başında
damıtma işlemi vardı. Tabiattaki her şeyi damıtarak ruhunu
arayan simyacı çiçekleri de damıtmışlardı.
Kimyasal bir yöntem olan damıtmanın tarihi
gülün damıtılması ile paralel gitmiştir. Simya
tarihçileri damıtma yönteminin MS 50
yıllarından itibaren İskenderiyeli simyacılar
tarafından kullanıldığını yazarlar.
420 Tez, Zeki. “Sosyal Boyutlarıyla Antikçağ ve Ortaçağda Parfüm, Krem, Kozmetik,” IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı Bildirileri. İstanbul 2000. s. 426.
4
348
421 Tez, Zeki. “Başlangıcından İtibaren Damıtma Tekniğinin Gelişimi”. Bilim Tarihi Eylül 1992. Sayı 11. s. 18.
Damıtma tekniğinden ilk bahseden Yunanlı
tarihçi Plutarkhos (MS.50–125) tur. Eserinde
İskenderiyeli simyacıların kullandıkları damıtma ve yumuşatma usullerini ve bununla güzel
kokulu çiçeklerin de damıtılmış olacaklarını
kaydetmiştir.
İskenderiyeli simyacıların bilgisinin Antik dönem Mısırlı rahipler tarafından bilinmediğini
düşünemeyiz. Ptolemeler dönemi Mısır da
yaşamış simyacı Kleopatra M Ö 50 lerde damıtma usulünü kullanmış olduğunu biliyoruz.
Simyacı Kleopatra’nın “dibikos” adlı iki kollu
düzenekte iki farklı ayrım toplayabilecek özellikte damıtma kabı kullandığı bugün biliniyor.
Bu tekniğin çiçeklerin ruhunu yakalamakta
yani çiçeklerin ve güllerin damıtılmasında da
kullanıldığı yazılıyor422.
İskenderiye MS 640 yılında Arapların eline
geçti ve Araplar antikçağın bilimsel mirasına
ilgi gösterdiler, en önemli eserler Arapça’ya
çevrildi. İskenderiyelilerin damıtma konusundaki bilgi ve tekniklerini de devraldılar. Kolay
bozulmayan kokulu sular üzerinde önemli çalışmalarla parfümcülüğe büyük katkıları oldu.
İskenderiyeli simyacıların yolunda giden, simya sanatının büyük üstadı hiç şüphesiz MS 720–
813 yıllarında yaşayan Câbir b. Hayyam’dır.
Batı dünyasının Geber olarak tanıdığı Câbir
422 Tez, Zeki “Damıtma Tekniğinin Tarihsel Gelişimi”.
Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm İstanbul
2005 s. 56.
çok önemli bir simyacı ve kimya biliminin kurucusudur. Dört ciltlik önemli eseri“Külliyat”
da damıtma usullerini ve onun inceliklerini anlatmıştır. Onun bilgileri tabipler, kimyacılar tarafından ve tekniği gülsuyu üreticileri tarafından çok kullanılmıştır423. Bu bilgiye göre iksir,
cevherlerin değiştirilmesi anlamına geliyordu.
Cevherin değiştirilmesinin mümkün olmadığı
düşünüldüğünde de cevherin şeklinin değiştirilmesine çalışılıyordu. Damıtma burada
önemli bir yöntemdi. Bu usulle “ruh” cevherin
latif özelliklerini çıkarmaktı. Ruh, buharlaşarak uçup sonra başka bir şekilde yoğunlaşan
maddelerdi ki gülsuyu da böyle elde ediliyordu. Simyacılar yoğunlaşan maddeyi ruh olarak
adlandırıyordu.424
Zerdüştler ve Damıtma
Güzel kokulu çiçeklerin vazgeçilemeyen kokularını şişelere kapatmak sanatını ilk Zerdüşt rahiplerinin bulduğu söylenir. Ortaçağda
Doğu kaynaklarındaki bilgileri nakleden yazarlar bu ince sanatın Sasanîler döneminde MS
224–651 Zerdüştler tarafından icat edildiğini
bildirirler425.
Zerdüşt’ün MÖ 700–600 yıllarında kurduğu
423 Şehsuvaroğlu, Bedi N, Eczacılık Tarihi Dersleri. İstanbul Üniversitesi yayın no 1582.İstanbul 1970.
424 Klasik Dönem İlaç Hazırlama Yöntemleri ve Terkipleri, Haz. Nil Sarı, Ramazan Tuğ, Ahmet Zeki İzgöer,
Mehmet Yahya Okutan. İstanbul 2003. s. 28.
425 Bakır, Abdülhalık, “Ortaçağ İslam Dünyasında Itriyat,” Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi. Ankara 2000, s. 56.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 349 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
dinsel törenlerde çiçeklerin çok önemli bir yeri vardı. Zerdüştlüğün 9. yüzyılda kaleme alınan Avesta’sına göre bitkileri ölümsüzlük (ameretât) şeklinde adlandırılan melekler temsil etmiştir ve gül bir
dini sembol olarak kabul edilirdi.426 Zerdüştlüğün
en büyük tanrısı Ahuramazda (Hürmüz)’ya tapmada güzel kokular büyük rol oynamakta idi. Bu
sebeple rahiplerin güzel kokulu çiçekleri ve özellikle gülü damıtarak şişelere kapatma sanatında
çok usta bir hale geldikleri yazılır. Sasanî kralı II.
Hüsrev’in (590-628) uşağı Kuş-Arzuk tarafından
verilen bilgiye göre o dönemde en çok sevilen kokuların başında gelen güller, İran gülü, Hind gülü,
Kral gülü gibi isimlerle farklı güllerdi. Kuş-Arzuk o
dönemdeki gülleri tanıtmış ve gülün aşkı temsil ettiğini bildirmişti427.
Bu gelenek devam etmiş, gülün damıtılması neticesinde elde edilen gülsuyu İran’da önemli bir
ticaret maddesi olmuştu. Bu kayıtlara İslam dünyasının büyük sosyologu İbn Haldûn(1332-1406)
da rastlıyoruz. Kitabında 14. yüzyıl İslam dünyası
hakkında bilgiler veren Haldûn gülün damıtılması
ve damıtık gül yağının kullanılması konusunda ilk
açık bilgileri vermiştir. Buna göre İran’da gülsuyu
üretimi 8. yüzyılda geniş boyutlara ulaştı ve İran’da
bir zanaatsal uğraş halinde üretilen gülsuyu 8. ve
9. yy da Çin ve Hindistan’a dek ulaşan önemli bir
ticaret maddesi idi.428
426 Kıaer, Eıgıl. Methuen Handbook Of Roses. London
1965. Resimler bölümü s. 4.
427 Bakır, agm, s . 56.
428 Tez, Zeki. Kimya Tarihi, Kozmetik Sarfüm, Sabun.
s. 39; Bayat, Ali Haydar, Tıp Tarihi. İzmir 2003. s. 167.
4
350
İslam Dünyasında Gülsuyu
Ortaçağda Müslümanlar kültür ve inançlarından kaynaklanan geleneksel alışkanlıklarından aşırı derecede koku tüketiyorlardı. Çok
uzun çağlardan beri o topraklarda parfüm
sanatı gelişmişti. Zamanla kokulu çiçeklerin
damıtılmasında usta oldular ve bunun ticaretini ele geçirdiler. Abbasi halifelerinin güzel
kokuya özellikle gülsuyuna düşkünlükleri
bilinir. Sultanların, yüksek rütbeli askerlerin,
devlet memurlarının, siyaset ve bilim adamlarının sıcak havalarda çok fazla gülsuyu kullandıkları bu sebeple gülsuyu imalathanelerinin
çoğaldığı kaydedilmiştir. İran, Suriye, Anadolu, Mısır ve Yemen’de bol miktarda gül, menekşe yetiştirilmekteydi. İran’da Firuzâbad ve
Kuvâr ve el-Cezîre bölgesinde Nusaybin (Şimdi
Türkiye sınırları içinde) şehirleri gülsuyu üretiminde büyük ün kazanmışlardı. Hele ilk iki
şehirde üretilen gülsuyu dünyaca tanınıyordu.
Buralardan şişeler içinde deniz yolu ile Hüzistan, Horasan, Hindistan, Çin, Anadolu, Hicâz,
Yemen, Suriye, Mısır, Mağrip (Fas) Endülüs ve
Avrupa ülkelerine ihraç edilmekteydi429.
Babil’de Gülsuyu İmalatı
Güllerin damıtılarak gülsuyu hazırlanmasını
en iyi işleyenlerden birinin de Babil’liler olduğunu Zehrâvî (936-1013) kaydetmişti. !0.yüzyılın çok önemli Endülüslü hekimi Zehrâvî gül429 Bakır, agm. s. 49; Tez, Zeki. “Damıtma Tekniğinin
Tarihsel Gelişimi”. Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya:
Parfüm İstanbul 2005 s. 57
suyu hazırlama tekniğinde en usta olanların
Babil’liler olduğunu ve nasıl elde ettiklerini
yazmıştı. Bu bilgilere göre; Damıtma odun ve
kömür ateşiyle iki şekilde oluyordu. Biri su kullanarak diğer usul de su kullanılmadan yapılan damıtmadır. Babil’lilerin odun ateşinde su
kullanarak gülsuyu hazırlamada en usta millet
olduğu ve ürettikleri gülsuyu daha zahmetli
ve pahalıya mal olduğunu vurgulamıştı.
Hazırlanışı şöyle idi; Bakırdan
bir kazan fırının içine konulur,
içi su ile doldurulup ağzı sıkı bir
şekilde tahtayla kapatılır ve
boynuzlu
imbik
için
yer
bırakılırdı. İmbik camdan yapılırdı.
İmbikler
kazana
değmeden
suda
dururdu.
Boyun kısımları bir bezle
bağlıydı. İmbiklerin içi taze gül
ile doldurulur, kazana temiz su
konur, odun yakılır ve su
kaynayana kadar ateşe odun
atılırdı. Bu sırada fırın kapalı
olurdu. Cam imbik yoksa
sırlanmış
topraktan
da
yapılırdı. Damıtma işlemi bitince içindeki
güller alınıp yerine yeni güller konulur,
kazandaki su azalınca ilave etmek için sıcak su
hazır bekletilirdi. Soğuk su ilave etmekten
çekinilirdi çünkü soğuk su imbikleri patlatır ve
damıtmayı bozardı. Sulu olmayan damıtmada
yabani güllerden elde edilen gülsuyunun kokusu
bahçelerde yetiştirilenlerden daha baskındı430.
Zehrâvî’nin anlattığı gülsuyu hazırlama tekniğinin Babil’de ne kadar eskiye dayandığını bilemiyoruz. Bu usul Antik dönem Babil’lilerden
kalmış olabilir mi. Bildiğimize göre MÖ 605
den itibaren hüküm süren Kral II. Nebuchadnezzar güzel karısı Amytes için Babil Bahçelerini yaptırmış olduğu, Kraliçe Amytes’in sadece gül ve zambağı sevdiği ve Kral’ın Babil’in
asma bahçelerinde bu çiçekleri yetiştirdiğidir.
Bu çiçekler Amytes için güzel
kokulu
parfümler
haline
getiriliyordu431. Bu parfümlerin
hazırlama tekniğinde gülün
damıtılması kullanılmış ve bu
teknik devam etmiş olabilir.
Ebubekir Râzi’de Güllerin
Damıtılması
İslam dünyasının 9. yüzyılda
yetiştirdiği çok önemli hekimlerinden biri olan Zekeriyya erRâzî (865–925) de bir simyacı
idi.
Gençlik
çağlarında
uğraştığı bu sanatın bilgilerini
çevirisi; Joseph v. Sontheimer; Große
Zusammenstel-lung über die Kräfe der bekannten
einfachen Heil- und Nahrungsmittel von Abu
Mohammed Abdallah Ben Ah-med aus Malaga
bekannt unter den Namen Ebn Bait-har, II.Band
Stuttgart 1842, Hallberger’sche Verlags-handlung S.
Cilt 2 s. 689. Destilation des Rosenwasser. 431
Yentürk, Aybala, “Uygarlık ve Parfüm: Bir Yolculuğun
Tarihçesi.” Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm
İstanbul 2005 s. 12.
430 İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” kitabının Almanca
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 351
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
tıbba kazandırmıştı. Çok iyi klinik hekim olan
ve tıbba ait pek çok önemli kitabı olan Râzî
simyaya ait “kitâbu Sırri’l-esrar” ı yazmıştı432.
Bu sebepten Râzî damıtma tekniklerini çok iyi
biliyordu.
Râzî ‘nin gülsuyu damıtılması hakkındaki bilgilerinin önemli olması nedeniyle İbn Baytar’da
kaydedilmişti. Bu bilgilere göre Râzî
gülsuyunun damıtılması için
şunları yazar;
Damıtmanın sırrı imbiklerin
büyük ve kalın olmasıdır. Altının düz veya etrafında baloncuklar olmaması ve boyun
kısmının sıkı oturmasıdır. İçine
oturtulduğu kazan yemek tenceresi şeklinde olmalı ve imbiklerin en üstüne kadar gülle
doldurulup suya oturtulmalıdır.
İmbikler kırılmayacak, değmeyecek ve hareket etmeyecek
şekilde birbirine bezle bağlı şekilde kazanının içinde yer alırlar. Bunlar soğuk su temasında da kırılır,bu
yüzden kendi kendine soğumaya bırakılır.
Kazanda su azaldığında da imbiklerin
kırılmasını önlemek için ve damıtmanın bozulmaması amacıyla sıcak su ilave edilir. Bu ıslak
yani kaynar su ile yapılan damıtmadır. Kuru
432 Ağırakça, Ahmet, İslâm Tıp Tarihi, Başlangıçtan
VII/XIII. Yüzyıla Kadar. İstanbul, 2004. s. 154.
4
352
olan ise büyük bir kazanın içine elenmiş kum
ve sıcak kül üzerinde yapılandır. Damıtılacak
şişeler külün üstüne bunları ya tek başına veya
birbirine ikişer ikişer bağlı olarak koymak gerekir. Bu maddelerin içine cam imbikler kazana değmeyecek şekilde yerleştirilir. Suyun çok
ısıtılmaması gerekiyor, çünkü kuma yerleştirilen imbikler eğer su çok ısıtılırsa kum da ısınacak, bu şekilde zarar görecekler ve
kırılacaklardır.
Razi’nin ve
diğerlerinin
düşünceleri
damıtmayı toprak ve cam imbiklerin topraktan bir kafesin
üstüne koyarak, hafif bir ateşle
yanan fırında yapmaktır. Ateş
ile imbikler arasında bölme bir
duvar oluşturmak için böyle bir
kafes
yerine
kiremitten
(tuğladan) kapak ta olabilir.
İmbikler ateşe dayanıklı topraktan olmalı. Üzerlerine killi
toprak veya bugünlerde gülle
yapılan çamur sürülüp potayla
kapatılır. Bu şekilde hazırlanan
imbiklerde hoş koku veren
güller damıtılır. Kiremit (tuğla) yağı ve benzer
yağlar bu yöntemle kuru yapılanlardır. Razi
bu şekilde kiremit (tuğla) yağını hazırladığını
yazar.Razi bundan başka şunları söyler: Fırın
çok sıcak ve damıtılacak şeyler çoksa, ateş
orta hararete gelene kadar azaltılır. Eğer ateş
zayıfsa kuvvetlendirilir. Boruların ağızları ve
imbiklerin boyunları içlerine duman
girip damıtmayı bozmamaları için kapatılır.
Boynuzlu imbik, imbik ve boru adı verilenlerin
hepsi sırlı killi topraktan ve camdan oluşur.
Bunlar Gülsuyu ve benzer suları damıtmada
kullanılır. Boyun borunun içine girdiği kısımdır.
Borudan çıkıp damlayan suya dabbâbat denir.
Borunun sonunda kalan kaba damlayan gülsuyuna mahsul denir. Bu arada borulardan geçip akan suyun imbiklerden dökülürken hiçbir
damlasının ziyan olmamasına dikkat edilir433.
9.yüzyılda yaşayan el-Kindî (Ö.870) de güllerden hazırlanan gülsularının ilaç olarak ve çoğunlukla güzel koku olarak kullanıldığını belirtir.434
Zehrâvî ve İbnü’l-Baytâr’ın Gülsuyu
Hazırlama Teknikleri
Endülüs Emevileri döneminde yaşamış iki çok
önemli hekim olan Zehrâvî (936–1013) ve
İbnü’l-Baytâr (1197-1248) da gülsuyu hazırlama tekniği hakkında yazmışlardı. Ortaçağ’da
İspanya’da doğmuş ve bilgi birikimlerinin o
topraklarda almış olan bu iki hekim artık tıbbın bir parçası haline gelen güllerin damıtılması ile ilgili geniş bilgiye sahipti. Her ikisi de
bu konuda bilgili ve deneyimliydiler. Onların
kaydettiği gülsuyu hazırlama tekniği ve bu ko433 İbnül- Baytâr “ el-Müfredât” kitabının Almanca çev.
Joseph v. Sontheimer. Cilt 2. Destilation des Rosenwasser . s. 690.
434 KİNDİ The Medical Formulary or Aqrabadhın of AlKındı, Martın Levey (Translated with a Study of İt’s
Materia Medica) London 1966. s. 344–345.
nudaki detaylar bize çok şey öğretiyor.
Zehrâvî’deki bilgileri kendi deneyimleriyle tamamlayan İbnü’l-Baytâr bu konuda şöyle yazıyor; Gülsuyu çeşitli şekillerde hazırlanır. Bunlardan biri damıtmada odun ve kömür ateşi ile
su kullanarak diğerinde ise su kullanmayarak
yapılandır. En sık tercih edilen bir diğer yöntem
ise tecrübeli simyacıların başvurdukları, damıtması biraz keskin kokan, odun ateşi ile susuz
yapılanıdır.
Gülsuyunda Susuz Yöntem
Zehrâvî’nin anlattığı bilgilere göre Susuz yöntemle damıtma şöyleydi; “Gülsuyu susuz yöntemle hazırlanmak istenirse, yine içine koyulacak imbik sayısı ve büyüklüğü kadar kare, uzun
veya yuvarlak bir fırın gerekliydi. Fırının yüksekliği üst üste koyulmuş iki imbik boyu kadar
olmalıydı, fırının üst kısmı sivrileşerek gelirdi.
İki imbik arasında dört parmaklık boş yer olmalıydı. Havanın gitmemesi için fırının üstünde
en ufak bir aralık dahi bırakılmamalıydı. Fırının
altındaki kapıdan içine odun konurdu, diğer tarafa da dumanın çıkması için havalandırma delikleri vardı. İmbikler çömlek toprağından, taştan veya ateşe dayanıklı topraktan olmalıydı.
Fırın kurutulup kırılmaya karşı önlem alınınca
imbiklere taze gül yaprakları konduktan sonra
ateş yakılırdı. Fırın ısındıktan sonra gülsuyu imbiklerin içine akmaya başlıyor. Damıtma işinin
sonuna kadar fırının kapakları hiç açılmıyor.
Odun yerine kömür tercih edilirse gülsuyu daha
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 353
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
keskin kokuyor. Eğer imbiklerin boyunları biraz
eğik olursa damıtma işlemi hızlanıyor. Birçokları için de imbiğin boyun kısmı geniş ve kısa
olması gülsuyu hazırlanmasında tercih ediliyor.
Ateşin ayarlanması da zamanla hissedilerek
oluyor. Çok fazla ateş gülsuyunu bozuyor, damıtma zamanını uzatıyor. Orta derecelerdeki
ısı bunun için en mükemmel olanıdır. Bazı bilge
adamlar gülsuyu ve diğer şeyler için kullanılan
damıtma fırınlarını gülsuyunun hava ile temasında buharlaşacağı için, evin bahçesinde değil
kapalı büyük binalarda yapılmasını söylüyorlar.
Eğer işlemler doğru yapılırsa gül yapraklarının
ağırlığının yarısı kadar gülsuyu elde edilebileceği söyleniyor.”
Zehrâvî az miktarda gülsuyunun hazırlamasının yöntemi ise şöyle anlatır; Bakır bir tencere alınıp içi su doldurulup ateşe konur. Üstüne
tencerenin büyüklüğüne göre iki üç imbik sığacak şekilde delikler açılmış tahta kapak konur.
İmbikler camdan olup, tencereye değmeyecek
şekilde suya batarak birbirine bağlanır. Gül yaprakları imbiklerin içine konur, su kaynayınca gülsuyu elde edilmeye başlanır.
Toprak Kaplarla Gülsuyu Elde Etme
İbnü’l-Baytâr “el-Müfredât” adlı kitabında
“İmbik vazifesi gören kabak adı verilen toprak
kaplarla gülsuyu elde etmenin bir başka emin
yolu”nu şöyle anlatır; Damıtmayı mükellef yapan bazıları en sağlam ve en iyi fırınların uzun
olmayan kare şeklindekilerin ve içinde 16-25
4
354
borusu olanlardır düşüncesindedir. Fırın on altı
boruluysa her sıraya dörtlü şekilde bağlanır. Yirmi beş borulular ise beşli düzenek içinde olurlar. Fırını yaparken dört tarafaki boruların her
tarafa ikişer sıra halinde gelmesine ve ortada
birleşmelerine dikkat edilir. Çubuklar birbirine
bağlı bir bütün oluşturarak yay şeklinde bir çatı
meydana getirdiklerinde, süzgeçten alçı elenerek su ile karıştırılıp yoğrulduktan sonra damdaki çubukların üstüne fırının hiç hava almaması
ve gülsuyunun buharlaşıp çıkmaması için parmak kalınlığında alçı sürülür. Alçı kuruduktan
sonra üstüne iri taneli kalın tuz konur. Çubukların tabanı ve uçları arasında kalan kısım iki
karıştan ne az ne de fazla olmamalıdır. Fırının
kapılarının genişliği de bir karış olmalıdır. Fırının
en üst bölümünde çubukların bulunduğu yerde
demirden üç değişik sütun çakışır. Bunun üzerine çubukların genişliğinde delikleri olan kapak
gelir. En altta kalan çubuklara ve fırının kapısına yakın olan toprak borular üç parmak, üçüncü sıra iki parmak ve dördüncü sıra bir parmak
genişliğinde olmalıdır. Aynı düzen imbiklerde
de vardır. Büyük fırınlarda her zaman fırının iyi
yanması ve gülsuyunun eşit miktarda damıtılması için havalandırma delikleri vardır. Borular
dizilişlerinde birbirine yaklaşmamalı, iki boru
arasında yarım karıştan az veya çok aralık olmamalıdır. Her boru iki karış olmalı, alçılı yüzeyin üstünde kalan boynu 1/3 karıştan az olmamalıdır. Boruların içleri düz, aynı şekilde ve sırlı,
en üst kısımları ise yeterli genişlikte olmalıdır.
Fırının altına yerleştirilen odun el büyüklüğün-
deyse boru çeperlerinin genişliği bir parmaktan dar olmaması gerekir. Ağızları eksiksiz ve
yuvarlak olmalıdır. Eğer böyle olmazsa boynu
yerleştirirken sağlam olmaz ve bir miktar gülsuyu da buharlaşıp azalacaktır. Boyunların uçları
dışarıya çevrili ve yarım çan şeklinde olmalıdır.
Boruda toplanan gülsuyu boyundan rahat ve
bol damlaması için borunun düz, aynı şekilde ve
iyi sırlanmış olması gerekir. Aynı zamanda
içine parmağın girip her yönde
hareket ettirilecek bir tutamağı
da
olmalıdır.
Boruların
bağlanmasında
tutturulan
boynun altındaki tutamağın
kenarı bir parmak genişliğinde
olmalı, eğer daha geniş olursa
basınca dayanamayıp imbiği
patlatır. İçinde gülsuyu bulunan
boynuzlu imbiğin altı geniş ağzı
dar olmalıdır. Isınınca gülsuyunun buharlaşmasını engellemek için, ısınan fırının içindeki
boynuzlu imbikler geniş taşlar
üzerine oturtulur. Bağlantıları
yumuşak bez parçalarından
olur ve borunun ağzını bir iki kez sardıktan
sonra boyun onun içine girer. Eğer içeride
serbest yer kalmayacak kadar sıkı bağlanmışsa
bağlantı o zaman ipliklerle bağlanır, yine her şey
kapatılamazsa bağlantıya üçüncü bir düğüm
atılır. Borularda güllerin tazeliğini koruyarak
kalması onları yeterli miktarda sıkışık bir şekilde
koyulmaması ile sağlanır. Fırınlar kuru ise ateş
en kuvvetli ortadan yandığı için güller boruların
başlangıcından ortasına kadar doldurulması yeterlidir, yan tarafaki borulara ortadaki borulara
göre daha az miktarda gül konur. Yeterli ısının
miktarı ise ateş yakıldıktan sonra borunun boynuna elle tutulamayacak kadar sıcak olacak ve
imbikte 2/3‘ü gülsuyu bulunması gereklidir. İstenilen dereceye ulaşılınca ateş her tarafa eşit
dağıtılıp fırının ağzı çamurla sıvanır ve
akşama kadar fırına ellenmez.
Eğer fırın çok sıcak olup
istenilen ısının üzerine çıkılırsa
gülsuyunun rengi değişip tadı
ekşileşir,
bazen
siyahlaşır.
Gülsuyunun imbiğin içinde kalmasına, çoğalıp taşmamasına
dikkat etmelidir. Fırının içinde
duman toplanırsa üst kapakta
bir delik açılır, duman çıktıktan
sonra bu delik kapatılır. Ertesi
gün borulardaki yanmış güller
toplanıp boruların içleri temiz
suya batırılmış bezlerle temizlenir. Akşam veya gündüz yapılan
her damıtmada sadece tek bir
fırın kullanılır. Eğer borular iyi temizlenmezse
diğer damıtmada ilk yapılanın kötü kokusu
ikinci yapılana siner. Boruların alt kısımları
siyah üst kısımlara doğru rengi kırmızı
sarıya döner.435
İbnü’l-Baytâr’ın kitabında anlatılan gül damıtma usulünün ne kadar dikkat isteyen ve özenli
435 İbnül- Baytar, age. s. 690–694.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 355
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
bir tekniğe sahip olması gerektiğini bu satırlarda görüyoruz.
cam bir imbiğe konur. Bilinen yöntemle imbikte
gülsuyu hazırlanır.
Bir Başka Yöntem
İbnü’l-Baytâr “Su ile hazırlanan bir başka gülsuyunun yöntemi” şöyle anlatıyor; Damıtma
işlemi bittikten sonra alınan yanmış güllerle
yapılır. Bu artıklar bir kazan içine atılıp üzerine
su konur. Bu şekilde bir gün bekletildikten
sonra el ve ayaklarla ezilerek
parçalanır. Şerbet kıvamına
gelene kadar su dökülmesi
söylenir. Daha sonra imbiklere
konup önceki anlatan yöntem
şeklinde işlem yapılır.
Gülsuyunun Kalitesini Düzeltmek
İbnü’l-Baytâr’ın Müfredât kitabında “Gülsuyuna sinen dumanın uzaklaştırılması ve bozulanların iyileştirilmesi” konusu, gülsuyu damıtanların başlarına sıkça gelen sorunlardandı.
Bunun düzeltilme tekniği bu bölümde şöyle
anlatır; “En üstteki gülsuyunu
en
alttaki
gülsuyu
ile
karıştırmalı, imbikten ilk çıkan
ile son çıkanı, çünkü imbikten ilk
akan gülsuyu ısıdan daha az
damıtılmıştır. Gülsuyu uygun
şekilde karıştırılırsa beğenilen,
tatlı ve hafif keskin bir tada
ulaşır.
Gülsuyuna
duman
karışırsa ve dumandan arındırılmak istenirse gülsuyunun içine
bir miktar hoş kokulu amber konur. Amber bunun içinde gülün
kokusunu alana dek, hiç duman
kokusu kalmayana kadar birkaç
gün kalır. Gülsuyu içinden alınan
amber kurutulup isteğe göre kullanılır. Bir
başka yöntem: beyaz, temiz, gevşek
dokunmuş bir bez parçasına iki veya daha çok
misket haline getirilmiş tuz ve su ile ovulan
kekik gülsuyu miktarı oranında, duman ve is kokusu gidene kadar birkaç günlüğüne konur. Ayrıca biliniyor ki aşırı sıcaklık veya az ısıtma güllerin bozulmasında etkili oluyor. Isının yetersiz
Kurutulmuş Güllerden Gülsuyu Damıtılması
Zehrâvî’den naklen İbnü’lBaytâr “kurutulmuş güllerden
gülsuyu eldesi”ni şöyle anlatır;
Kurutulmuş güllerin çekebileceği kadar su ilave edilir, daha
fazla değil. Daha sonra
imbikler gül ile doldurulur. Bu
kolay yöntemle hazırlanan gülsuyu tıpta
iyileştirmek amacıyla kullanılır. Sadece gerektiği zaman hazırlanır. Deneyimli kişiler bir kısım
kuru güle 1/10 kısım şekerli su konulunca damıtmada iyi bir gülsuyu elde edilecektir. Kuru
gülden de en iyi kaliteli gülsuyunun damıtılacağı
biliniyor. Gülsuyunun damıtmasını hızlandırmak
için gülün yaprakları parçalanıp sıkılır ve suyu
4
356
olması halinde gülsuyu içinde beyaz noktalar
ve iplikler oluşuyor. Bunu da ortadan kaldırmak
için aşağı yukarı dört defa beyaz kaba bir bezle
emdirerek temizlemek ve bu işlemi takiben bir
okka gülsuyuna 1/8 dirhem şap konup karıştırmak gerekiyor. Belli bir zaman sonra gülsuyu
berraklaşıyor. Güllere uygulanan yüksek ısının
bir işareti gülsuyunun koyulaşması, renginin ve
tadının değişmesidir. Bu olay dört okka gülsuyuna Toledo’da eski madenlerde bulunan killi topraktan bir ons alınıp üstünü kapatacak şekilde
üzerinden çok miktarda su dökülür. Daha sonra
içinde gülsuyu bulunan cama atılıp beraber bir
bütün oluşturana kadar karıştırılır. Daha sonra
killi toprak çöküp temiz gülsuyu ortaya çıkana
kadar bekletilir. Eğer gülsuyu rengi istenilen kıvama gelmediyse ikinci sefer killi toprakla uygulanan işlemler tekrarlanır.”436
Dımaşkî’nin Eserinde 13. Yüzyılda Güllerin
Damıtılması
Ortaçağ İslam dünyasının bu bilgi birikimine
bir ilave de Suriye civarında elde edilen
gülsuları hakkındadır. İslam dünyasının
önemli kozmoğrafya ve coğrafya alimi olan
Dımaşkî (1256–1327) yazdığı önemli kitabı “
Nühbetü’d-Dehr fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr” adlı
eserinde 13. yüzyılda Orta Doğu’da gülsuyu
imalatı ile uğraşan önemli merkezler hakkında bilgi vermiştir437. Özellikle Suriye’de önem436 İbnül- Baytâr, age. s. 694–698. 437 Şeyhü’rRebve. Şemsuddin Ebu Abdullah Muham-med b. Ebî
Talib el-Ansâri ed-Dımaşkî. Nühbetü’d-Dehr
li bir merkez olan “Meze” den bahsetmiştir.
Burada uygulanan gülsuyu elde etme sanatı
Zehrâvî ve İbnü’l-Baytâr ‘ın yazdığı tekniklere
benzer.
Dımaşkî’nin yazdığı bilgileri bize nakleden
Abdülhâlık Bakır Gülsuyu imali ile ilgili bilgileri şöyle anlatır; “Suriye’de Meze denilen bir
nehrin yakınında aynı adı taşıyan havası temiz,
suyu berrak, meyvesi bol ve gülü ve çiçekleri çok
güzel kokan bir köyde, nefis “gül yağı” imal edilmekteydi. Kaydedilenlere göre, gülün yetiştiği
mevsimde bu köyün yolları ve sokakları büyük
miktarda dökülen gül ve çiçek artıkları ile dolar
ve bu mevsimin bitimine kadar, eşi hiçbir yerde
bulunmayan, hatta misk kokusundan daha güzel kokular sarardı. Mezze köyünde, “gül yağı”
imali şöyle yapılmaktaydı. Yapı ustaları iki buçuk zira (kulaç) boyunda bir kuyu kazarlardı.
Sonra bu kuyunun üzerine kerpiçlerle bir tarafında kapısı, diğer tarafında hava boşluğu ve üst
kısmında bu buharın çıkması için bir bacası bulunan uzunlamasına bir bina yaparlardı. Sonra
bu binanın üzerine bir depo koyarak onun altına da odun parçalarını yerleştirirlerdi. Arkasından deponun üzerine yarım kulaç yüksekliğinde
hamam bacası gibi bir kulübe inşa ederlerdi.
Sonra aşağıdan yukarıya doğru belli mesafede
delikleri bulunan boruya, ağız kısımları dışarıya
çıkacak şekilde camdan mamul yağ depolarını
fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr, Beyrut, 1988 s. 261.İslam
Ansiklopedisi Cilt 9, İstanbul 1994, DIMAŞKÎ, Şeyhürrabve,
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 357
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
bağlarlardı. Bir buçuk insan boyu kadar yapılan
binanın bir tarafında gül yağı depoları, diğer
tarafında da delikli borular sıralanırdı. Onlar
ayrıca binanın ortasında adı geçen depodan binanın tavanına kadar uzayan tahtadan bir sütun yerleştirirlerdi. Sonra da binanın üst kısmını
muhkem bir tavanla kapatırlardı. Depolar gül
veya diğer çiçeklerle doldurulduktan sonra imbikler yerlerine yerleştirilirdi. Her imbik gül yağı
ile dolunca da camdan büyük kavanozlara veya
“kumkum” olarak adlandırılan bakırdan mamül
iki kulplu kaplara boşaltılırdı .”438
Dımaşkî’ gülyağı ve gülsuyu elde etmenin bir
başka susuz yöntemini şöyle anlatıyordu;
“Ortaçağda gül, belesân, nilüfer, bân, turunç,
gelincik (lycnis coranaria L. Caryophyllaceae),
hindiba ve Dımaşk şehrinde yetiştirilen karanfil
yaprağını depolara doldurarak odun yakmak
suretiyle gül yağı ve diğer yağları çıkartmak için,
bir yöntem daha kullanmaktaydılar; Yapı ustaları tersine çevrilmiş bir kuyuya benzeyen ve
odunla yanan bir ocak yaparlardı. Bu öyle bir
şekilde olurdu ki bir baca misali alev ve duman
içinde rahatça yükselebilirdi. Bu ocağın etrafına
kendisi gibi ve iki daire şeklinde bir duvar örülürdü. Sonra camdan depoları duvarla kuyu arasına yerleştirirlerdi. Bunların alt kısımları kuyuya
baş tarafarı da duvardan dışarı çıkarılırdı. Sonra ateş ve dumanın çıkması için kuyuda depolar arasında delikler delerek istenilen miktarda
bu depoların ısınmasını sağlamaya çalışırlardı.
438 Bakır, agm. 2000 s. 117–118.
4
358
Sonra kuyu üzerindeki binayı duvarı ve depoları
bir insan boyu kadar yükseltirlerdi. Arkasından
kuyu ile duvar arasına bir tavan yaptıktan sonra baca işlevi gören kuyunun baş tarafını daraltırlar ve burada kaliteli odun yakarlardı. Aynı
zamanda gülyağının çıktığı yer, gülün konduğu
depo ile bağlantılı olurdu.
Bu iş için kullanılan ve “âsâl” olarak adlandırılan alet ise, ya camdan ya da kalıplar şeklinde
topraktan yapılırdı. Ayrıca bu aletin imbik işlevi gören cam veya kurşundan imal edilmiş bir
kapağı bulunurdu. İtrıyatçılar gül yağı çıkarmak
istediklerinde adı geçen aletin altına tuz ve kerpiçten oluşan bir zemin oluştururlar, sonra da
altında ateş yakarlardı. Böylece güzel rengi ve
nefis kokusu bulunan gül yağı yavaş yavaş damlamağa başlardı. Bu şekilde çıkarılan Meze gül
yağı, daha sonra, bir tarafan güney ülkelerinden Hicaz ve Yemene diğer tarafan Hindistan
Sind, Çin ve diğer ülkelere ihraç edilirdi439.
Aynı dönem önemli bilim adamı Kâşânî’nin kitabında da gülsuyunun berrak olması için uygulanan usul şöyle anlatılır; Kâşânî’den gelen bilgiye
göre, gül yağı çıkarıldıktan sonra bir ay veya daha
fazla ağzı kapalı olarak güneşte bırakılır, ayrıca
son derece berrak olması için içine bir miktar “bakır neşası” atılırdı440.
439 Bakır, agm. 2000 s. 118–119.
440 Kâşânî Ebul Kasım Abdullah.Arâyisu’l-Cevâhir ve
Nefâyisul-Atâyib.Tahran 1345, s. 319; Akt. Bakır, agm.
2000 s. 119.
Dımaşkî’ nin kaydettiğine göre o dönemde gül
yetiştirenler ve gül bahçesi olanlar çok iyi kazanıyorlardı. Bunlardan bir örnek; Yazılanlara
göre H.665(1266–67) yılında Hanefi mezhebinin kadılar kadısı ve el-Hariri adındaki kardeşinin Meze köyünde uzunluğu 120 eni 75 adım
olan ve “Şoru’z-Zehr” olarak adlandırılan bir
parça toprakları vardı.
Bu şahısların aynı yılda, bu toprakta yetişen 20 kıntar gül satarak 22.000 dirhem gelir elde
ettikleri bildirilmektedir. Kadı ve
kardeşinin çok da büyük olmayan gül bahçelerinden elde
ettikleri kazanç;10.000 dinarın
43 kilo altın olduğu ifade
edildiğine göre yaklaşık 90 kilo
altın gibi görünüyor.441
min, mersin ağacı, safran, reyhan gibi çeşitli
bitkilerin damıtılması konusunda yazmıştı,
Gülsuyu ve gülyağı çıkarılan imalathaneler
(Gülhâneler) 14. yüzyıldan itibaren saraylarda
ve hastane yakınlarında yer almaya başlamıştır. 14. yüzyılın başında yeni kurulan bir İlhanlı
şehrinde hastane(darüşşifa) bölümü anlatılırken, darüşşifanın içinde ilaç evi (şerâbhâne), ilaç malzeme deposu
(mahzen-i
adviyye)
ve
darüşşifanın hemen yanında
mutfak
ve
“gülsuyu evi”
(gülâbhâne, gülhâne) olduğu
kaydedilmişti. 442
Gene 14. yüzyılda yaşayan
ünlü gezgin İbni Batuta 1330
tarihinde
Mardin
bölgesini
gezmiş ve seyahatnamesinde
Nusaybin(Mardin) çevresinde
elde edilen gül suyu hakkında;
Bu beldede elde edilen gülsuyunun rayiha ve nefaset bakımından bir benzeri yoktur demişti
Suriyenin Trablusşam kentinde
doğmuş olan Şihabed-din elNüveyrî (1279–1332) “Nihâyet
el-Erab fî Fünun el-Adâb”(
Edebi Bilgiler Konusunda İnsan
Aklının Son Buluşları) adlı eserinde taze
kokulu çiçeklerin damıtılması hakkında bilgi
vermişti. Başta gül olmak üzere nilüfer,
menekşe, nergis, yase-441 Ortaçağda prensip
Gülyağının Bulunuş Efsaneleri; Prenses
Nurcihan’ın Hikâyesi
olarak 1 kıntar=100 rıtl idi. Duruma göre 10 menn de
olabiliyordu. Büyük miktarda altından söz edilirken 1
kıntar=10.000 dinar=42.33 kilogram altın olarak ifade
edilirdi. Bknz. Walter Hınz s.30). akt. Bakır, agm. 2000
s. 119.
442 Özgüdenli, Osman. “Bir İlhanlı Şehir Modeli”
(Rab-i raşidi) Esnaf ve Ekonomi Seminer. Cilt 1, 2003
İst. 1300 de başlanmış 1309 da tamamlanmış.112/
443 Baytop, Turhan. Türkiye’de Eski Bahçe Gülleri, An
kara: Kültür Bakanlığı, 2001. s. 92.
443.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 359
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Güllerin damıtılması ile elde edilen gülyağının
tarihi için hoş bir efsane oluşmuştur. Genelde
halka mal olmuş böyle efsaneler çok sevilen
ve etkilenen olaylar için anlatılır. Bu hikâye de
“Prenses Nur Cihanın” in hikâyesidir.
Bilindiği gibi güllerin damıtılması ile elde edilen gülsuyunun üstünde biriken gül yağının
ayrılması önceleri bilinmiyordu. Anlatılan
hikâyeye göre bu bir prensesin
dikkatini çekince keşfedilmişti.
Tekrar edilen bilgilere göre;
İran şahlarından birinin kızı
olan Nurcihan Cihangir ile
evlendiği
sırada
yapılan
şenliklerde saray bahçesinin
havuzlarına adi su yerine
gülsuyu doldurulmuştu. Sıcak
yaz günlerinde uzun süren düğün şenlikleri sırasında Nurcihan havuzdaki suyun üstünde
bir yağ toplandığını görerek
bunun ayrılmasını emretmişti.
Bu yağın gülsuyundan daha etkili ve güzel kokuya sahip olduğu anlaşılıp o zamandan beri hususi olarak
elde edilmeye başlanmıştı. Efsaneye göre bu
sebepten gül yağı Doğuda uzun zaman “ıtrı
Cihangiri” ismiyle anılmıştır444. Bu hikaye
gülyağı imalı ile ilgili her yerde yazılır
anlatılır.
444 Baytop, Turhan, Türkiye’nin Tıbbi ve Zehirli Bitkileri. İstanbul Üniversitesi Yay. İstanbul 1963. s. 198.
4
360
İran tarihini incelediğimizde Cihan şah dönemini buluruz. 1406 den itibaren Tebriz’i ele
geçiren Karakoyunlu’lar İran’a hükmetmişlerdi. hükümdarı Cihan şah Türk olup, Cihanşah
dönemi(1438–1467) yıllarını kapsar. Cihanşah Türkçe, Farsça şiirler yazmış, 1465 de
Tebriz’de Muzaferiye Medresesini yaptırmış,
mermer ve çiçekli çinilerle bezeli muhteşem
Gökmedrese’yi inşa ettirmiş-ti445. Efsaneye
göre gülyağı bu dönemde yani
15.
yüzyılda
bulunmuş
olmalıydı.
Aynı efsane Hindistan tarihinde
de anlatılır. Hindistanlılar karısı
Nur cihana olan ölümsüz
aşkının bir abidesi olarak Taç
Mahal’i inşa eden Şah Cihan’ın
düğününde gül yağı ile tanışırlar. Düğün günü için Şah Cihan
şatosunu çevreleyen alanı gülsuyu ile doldurmuş ve misafirler bunun üzerinde gezinmişlerdi. Güneş ısısını gül suyuna
vurdukça gülyağı oluştu ve
Hintliler o zamandan beri gül-yağı üretmede
ustalaştılar.446
Bu efsaneyi ele alırsak; Hindistan tarihinde de
Şah Cihan ve Nur Cihan mevcut olup Hint-Türk
445 Ana Brittannica. İran Tarihi. Cihanşah Dönemi(1438-1467) Ana Yayıncılık A.Ş. 1986-87. İstanbul
446 Şeyh Hakim Muinüddin Çişti, Sûfî Tıbbı, İnsan Yay.
İstanbul 2001. S. 127.
İmparatorluğu (1526–1761) dönemine aittir.
Hindistan’a hükmeden Ekber Şah’ın oğlu Selim, Cihangir adını alarak 1605–1627 yıllarında tahtta bulunuyordu. 1611 yılında evlendiği
Mühr’n-Nisa Sultan “Nur Cihan” ismiyle anılıyordu. Hindistan tarihindeki Şah Cihan ise Cihangirin 3. oğlu Hürrem olup 1628–1658 yıllarında tahta idi ve 1631 de ölen karısı Banu
Beğüm Han için yaptırdığı türbe yani Tac Mahal ile tanınır447. Bu bilgilere göre Hindistan’da
Şah Sultan’ın düğününde gülyağını fark eden
Nur Cihan gerçekte kayınvalidesidir. Gül yağı
Nur Cihan’ın Cihangir’le evlenme törenlerinde
fark edilmiş ise bu tarih 1611 olmalıdır.
Bu efsane İran’a ait ise gülyağı 15. yüzyılda,
Hindistan’a ait ise 17. yüzyılda keşfedilmiş
olmalıydı. Hâlbuki biz yazılı birçok belgede 8.
yüzyıldan itibaren gülsuyu damıtılması sonucunda elde edilen gülyağı hakkında bilgiye
sahip oluyoruz. Güllerin kuru kuruya damıtılması sırasında simyacıların veya gülsuyu üreticilerinin bu çok güzel kokan gülyağını fark
etmemeleri mümkün değil gibi görünüyor. Yazılı kaynaklarda 13. yüzyılda gülyağı çok net
olarak zikredilmekte, imal edilmesi ve ticareti
hakkında bilgiler verilmektedir. Itr Arapça
“atar” güzel koku anlamında olup Doğuda
“ıtr-ı Cihangiri” denmesinin sebebinin Cihangirin çok sevdiği veya çok kullandığı bir parfüm olmasından olabilir.
447 Ana Brittannica. Hindistan Hind-Türk İmparatorluğu, Hindistan Tarihi. Ana Yay. A.Ş. 1986–87. İstanbul.
Ortaçağda Orta doğuda çeşitli coğrafyalarda
yaşayan ve hükmeden Türklerin de gülsuyu ve
gülyağını bildiklerini ve kullandıklarını izleyebiliyoruz. Elimizdeki en eski kayıtlar 11. yüzyıla gidiyor. Yusuf Has Hacib’in yazdığı “Kutadgu
Bilig” de gülsuyu ve gülsuyundan hazırlanan
şerbetler kaydedilmiştir. Gene 11. yüzyılda yazılan “Divanü Lûgat-it-Türk”de Türklerin gülsuyu şişesine “kumgan” dedikleri kaydedilmiştir.
O tarihten itibaren geleneklerimizde ve yazılı
kaynaklarda gülsuyu kendi kültürümüzde inanılamaz zenginlik ve çeşitlikte devam eder.
Damıtma Usulünün Batıya Geçişi
İskenderiyeli simyacıların damıtma tekniği
İslam dünyasına geçmiş, bu konuda pek çok
gelişmeler ve teknikler elde edilmişti. Bu bilgilerin Avrupa’ya batı dünyasına geçişi Haçlı
seferleri ve tercümeler yoluyla olmuştur. Batı
dünyası İslam medeniyetinin bilgi birikimini
Arapça eserlerin Latince’ye çevrilmesi ile
tanınmış, her iki kültürün temasını kuvvetlendiren Haçlı seferleri ile aktarılmıştı. Haçlı
seferlerinden dönenlerin getirdikleri güzel kokularla tekrar dikkatleri çeken damıtma tekniği kullanılmış ve geliştirilmişti.
Arapça yazmaların Latince’ye çevrilmesinde
en önemli merkez Salerno Tıp Okulu oldu. Salerno Tıp Okulunun ünlü hekimleri damıtma
tekniğini kurdular ve Doğu’da pek yapılmayan
alkol damıtılmasını ön plana aldılar. Alkol eldesi ile ilgili ilk bilgi, 1160 yıllarında yazılan “
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 361
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Compendium Salerni” de yer almıştı. Salernus
Aequivocus, gülsuyu üretimine benzer şekilde
damıtma yöntemini kullanarak “aqua ardens”
(alkol) eldesinden ilk defa söz etmişti. Askeri
cerrah ve kent hekimi Hieronymus Brunschwig (1430-1512) Almanca iki damıtma kitabı
yazmıştır. Distilasyon ve tekniğinden bahseden bu kitaplar 1500 ve 1507 yıllarında basılmıştı. Brunschwig ikinci kitabında distilasyon
aletlerini gösteren çok sayıda resme yer vermişti. Bu eser Batı dünyasında yazılmış, kimyasal alet resimlerini içeren, damıtma işlemini
açıklayan, bitkilerin uçucu yağlarından bahseden en eski eserdir448.
4
362
lan içi gübre dolu kasalar uygun oluyordu.449
Avrupa’da uzun süreler damıtma aletleri ve
ısıtma işlemi çok az değişikliğe uğramıştı. O
dönemde dört farklı ısıtma türü kullanılıyordu. En düşük; yani birinci derece ısıtma “kül
banyosu”yla, İkinci derece ısıtma kor halindeki
“odun ateşi”yle, üçüncü ve dördüncü derece
ısıtmalar ise damıtma balonunun “ateşle doğrudan” ısıtılması ve onun ateş şiddetinin bir
körükle arttırılmasıyla elde ediliyordu.
Ortaçağ Avrupa’sında da damıtma işleminde
buharın yoğunlaştırılması için üç yeni teknik belirlenmişti.
Başlangıçta damıtma tekniğinde Doğu dünyasındaki teknik kullanıldı. Damıtma düzeneği
kendi geleneksel biçiminde damıtma balonu,
Latince “cucurbit” “su kabağı” anlamında, damıtma külâhı “alembic” Arapça “al-inbik”, toplama kabı “receptaculum” olarak üç parçadan
oluşuyordu. Damıtma fırını “athanor”, Arapça
“tennur”(tandır) olarak isimlendiriliyordu. Damıtmada soğutma işlemi çoğunlukla yalnızca
hava ile oluyordu. Su ile soğutma işlemi Latin
Ortaçağında keşfedilmiş olup çok ender uygulanıyordu. Simyacılar damıtma sırasında uzun
süre, birkaç gün ya da birkaç hafa boyunca
düşük sıcaklıkta ısıtma işlemi uyguluyorlardı.
Bu amaçla düşük sıcaklık banyosu olarak uzun
süre yaklaşık 50 derecede sabit sıcaklıkta ka-
1. “Gül şapkası” bu türde imbik, koni şeklindeki
başlık haline getirilerek büyütüldü. Soğutma
yine hava ile sağlandı ancak daha büyük olan
soğutma yüzeyi kolay kaynayan maddelerin
de yoğunlaştırılmasına elverişli idi,
2. “Mağripli kafası” adı verilen daha geç geliştirilen düzenekte bir su havuzu imbiğe bağlandı. Burada soğutma kesikli ya da sürekli
yenilenen su ile oluyordu.
3. “Yeni sistem” bu sistemde yoğunlaştırma,
toplama kabı ile imbik arasında uzanan boruda olmaktaydı. Bu boru su dolu bir fıçı
içinden ve yatay şeklinde geçerek soğutma
sağlanmaktaydı Bu teknik zamanla en çok
kullanılan sistem tek kalmıştır450.
448 Tez, agm, 2005 s. 60.
449 Tez, agm. 1992. s. 19–20.
450 Tez, agm. 2005 s. 60.
Bu şekilde kimya sanatının bir tekniği olarak
gelişen damıtma usulü güzel koku imalatçıları
için yol gösterici oluyordu. Parfüm imalatı ile
uğraşanlar bu teknikleri kullanarak çok iyi
kazanıyorlar ve her yeniliğin bu kazancı arttırdığını biliyorlardı. İslam dünyasının bu gizemli
sanatı Venedikli tüccarlar tarafından İtalya’ya
oradan Fransa’ya geçmişti. Güney Fransa’da
Grasse’e yerleşen Tomborelli güzel kokulu
çiçekleri
yetiştiriyor
ve
damıtıyordu.
16. yüzyılda Kraliçenin parfümcüsü Renato Bianco kendi
hazırladığı parfümlerle sarayda
ve Paris’te ünlü oldu.18 yüzyılda
Paris’te pek çok parfüm evi
açılmıştı. Damıtılarak elde
edilen alkol, damıtılarak elde
edilen güzel kokulu çiçekler ve
gül yağlarıyla birleştiriliyor ve
parfümcünün sanatıyla farklı
kokular meydana getiriliyordu.
Bugün su buharı ile distilasyon
güzel kokulu otlar ve çiçeklerin eterik
yağlarını elde etmede çok kullanılan bir
usuldür. Güllerin damıtılması genelde iki şekilde yapılır. Birinci usul “köylü tipi” dediğimiz çiçek tarlalarının yanında kurulan basit imalathanelerde yapılır. Bu şekilde imalatta basitçe
iki parçadan yapılmış imbiklerle “yeni sistem”
dediğimiz distilasyon borusunun su dolu bir
havuzda soğutulması ile yapılır. İkinci yöntem
“Endüstriyel üretim” dir. Fabrikalarda genellikle 3000 litrelik kalaylı bakır veya paslanmaz
çelik tam donanımlı imbiklerde yapılır. Elektrik
enerjisi ile çalışır otomatik olarak ayarlanmış
su buharı ve soğutma sistemi vardır.451 Uzun
yıllarda damıtma teknolojisinde birçok gelişmeler olmuşsa da distilasyonun ana unsurları
aynı kalmıştır.
Osmanlıda Gülsuyu
Kullanımı
Osmanlılarda gülsuyu kullanımını incelemeden önce Türklerin tarihindeki gülsuyu bilgilerine bakmak lazım. Türkler
Anadolu’ya gelmeden önce
Orta Asya’daki dönemlerinde
tanrılara adanmış atların, hayvanların güz mevsiminde güzel
kokulu sularla yıkıyorlardı. Bu
güzel kokulu çiçekler içinde gül
de olmalıydı. Orta Asya orijinli
olduğu söylenen gül, eski devirlerden beri Türklerin dikkatini
çekmiş diye düşünüyoruz. Türklerin gülsuyu
kullanımı adımlarını takip edersek elimizdeki
yazılı kaynaklara göre şimdilik 11. yüzyıla
kadar gidebiliyoruz.
451 K. H. C. Başer, M. Kürkçüoğlu, O.Z. Konur. “Türk
Gül Yağı’nın Üretimi ve Özellikleri”. Tıbbi ve Aromatik
Bitkiler Bülteni. Temmuz 1990, Sayı 4. s. 13–15.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 363
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
11. yüzyılda yazılmış ve Türklerin düşünce sistemini ve geleneklerini öğrenebildiğimiz iki
dev eser var. Türkçe Sözler Divanı “ Kitab-ü
Dıvân-ı Lûgat-it Türk”, Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmış olan büyük bir ansiklopedik
eserdir. Bu eser yalnız bir sözlük değil, Türk
tarih ve etnolojisi, coğrafyası, mitolojisi, halk
edebiyatı, folkloru kısacası bütün Türk kültürünü içine alan önemli bir kaynaktır.452
Diğeri de Yusuf Has Hacib
tarafından
yazılmış
“İki
dünyadaki mutluluk” için yol
gösterici
öğütlerin
kaleme
alındığı “Kutadgu Bilig” dir.
11. yüzyılda yazılan bu dev
eserde;
Vezirin
oğlu
Öğdülmiş’in vezirin kardeşi
Odgurmış’a öğütleri arasında
yer alan “Ziyafete Davet Usulü”
anlatılırken ziyafet sırasında
gülsuyundan hazırlanan cülâb
ve cülengebin şuruplarını ikram
etmesini nasihat eder. “Yemek
yanında
içecekte
hazır
olmazsa, o yemek yiyenler için zehir olur/
İster fuka, ister mizâb, istersen cü-lengebin
veya cülâb şerbetlerini ver, Bunlardan başka
daha neler vereceğini bana sorma, bunu
452 Daha geniş bilgi için bkz. Ülkütaşır, M. Şakir; Büyük Türk Dilcisi Kaşgarlı Mahmut, Ankara 1972, Atalay,
Besim; Divanü Lûgat-it Türk ve Tercümesi Üzerine notlar, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi C.I.Ankara 1939.
4
364
başkalarına sor” der453, cülâb ve cülengebin
şurupları 9.yüzyıldan beri tıp kitaplarında yer
almış mide için faydalı olup gülsuyundan hazırlanan şuruplardır, Gülsuyundan şerbet hazırlanıyor ve kullanılıyordu.
Türkler gülsuyu hazırlamasını biliyorlar mıydı? Bu konudaki bilgiyi Divanü Lûgat-it Türk’de
buluyoruz. Burada bir çeşit gülsuyu
şişesinden
bahsedilir.
“kumgan” adı verilen bakırdan
yapılmış gülsuyu şişesini Kaşgarlı Mahmud şöyle zikrediyor;
Öbür Türkler kovaya kumgan
derler454, kumgan; İbrik, güğüm,
gülsuyu şişesi455; ol kumganığ
yolrattı. O güğümü parlattı456.
Türkçe sözlükte özellikle yer
aldığına göre gülsuyu elde
ediyorlar ve bu onların kelime
dağarcığına girmiş olmalıydı.
Kumgan kelimesinin peşinden
gidince ilgi çekici noktalara
geliyoruz. 13. yüzyılda İslam
dünyasının önemli kozmografya ve coğrafya alimi olan Dımaşkî (12561327) yazdığı önemli kitabı “
453 Yusuf Has Hacib. Kutadgu Bilig. Çev. Reşid Rahmeti Arat. Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara 1988. 66.
Bölüm. Öğdülmiş Odgurmış’a Ziyafete Davet Usulünü
Söyler. Satır: 4655–4657
454 Divanü Lûgat-it Türk, s. 432.
455 Divanü Lûgat-it Türk, s. 440.
456 Divanü Lûgat-it Türk, s. 353.
Nühbetü’d-Dehr fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr” adlı
eserinde 13. yüzyılda Orta Doğu’da gülsuyu
imalatı ile uğraşan önemli merkezler hakkında bilgi vermiştir457. Özellikle Suriye’de önemli
bir merkez olan “Meze” den bahsetmiştir. Burada uygulanan gülsuyu elde etme sanatını
anlatırken;, Depolar gül veya diğer çiçeklerle
doldurulduktan sonra imbikler yerlerine yerleştirilirdi. Her imbik gül yağı ile dolunca da camdan büyük kavanozlara veya “kumkum” olarak
adlandırılan bakırdan mamül iki kulplu kaplara
boşaltılırdı” der. Gülsuyu üreticilerinin kullandığı deyim “kumgan” a çok benziyor.
Orta Çağ Türkçe’sinde kullanılan “kumgan” bugün Türkiye’de de yaşayan bir sözcük. Derleme
Sözlüğünde “kumgan” Çilehane-Reşadiye-Tokat
ta kullanıldığı, “kuman, koman” sözcüğünün;
İbrik anlamında; Düzce-Bolu, Çatalca-İstanbul,
Bursa Ilgın-Konya Alanya-Antalya Tk-Kırım da
kullanıldığını tespit edilmiştir458. Ferit Devellioğ-lu
da Osmanlıca sözlüğünde “kumkuma” yı yuvarlak testi olarak açıklar459. Gülcülüğün
merkezi olan Isparta’da bugün güllerin
damıtılması ile elde edilen gülyağını
koydukları bakırdan ağzı dar özel kaba “kumkuma” deniliyor. Bu deyim bugün halk arasın457 Şeyhü’r-Rebve. Şemsuddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ebî Talib el-Ansâri ed-Dımaşkî. Nühbetü’d-Dehr
fî Acâibi’l-Berr ve’l-Bahr, Beyrut, 1988 s. 261-262. Bu
bilgi Bakır, agm. 2000 s. 117.
458 Derleme Sözlüğü Cilt K. 2998.
459 Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lûgat. Ankara 1980. s. 630
da çok kullanılan dedikoduyu seven kadınlar
için kullanılan “dedikodu kumkuması” ile devam etmektedir. Gülsuyunun konulduğu bir
çeşit bakır ibrik olan “kumgan” ın 900 yıldır
kullanılan bir sözcük olması gülsuyu geleneğinin de zaman boyutunu verir.
Türkler Orta Doğuda hüküm süren devletlerde
görev almış, gülsuyu ve gülyağı geleneğinin
içinde yaşamışlardı. Anadolu’ya geldiklerinde
bu gelenek hiç değişmeden devam etti. Anadolu Selçukluları dönemi edebiyatında gül,
gülsuyu ve gülyağı çok kullanılan motiferden
olmuştur. Gülsuyu üretiminin devam ettiğini
Prof. Dr. Erdoğan Merçil’in “Türkiye Selçuklularında Meslekler” kitabında takip edebiliyoruz. Selçukluda mesleklerinden biri de “gülâbger” gülsuyu imalatçısıdır; “ Bu meslek sahibi
gülsuyu yapar ve bunları şişeye koyarak dükkanlarında satardı”. Mevlana Divan-ı Kâmil’de
gülâb-ger’den bahseder “Kendine gel, şu kaptan, “gülsuyu yapan ustanın” şişesinden bir yolunu bulup ter gibi sız da kurtul” 460 diyerek bu
meslek erbabını anar.
Anadolu’da elde edilen gülsuyu hakkında elimizde en eski bilgilerden biri de ünlü gezgin
İbni Batuta (1304–1369) nın Seyahatnamesinde bulunmaktadır. 1330 tarihinde Mardin
bölgesinin Nusaybin ve çevresinde elde edilen gül suyu hakkında ; Bu beldede elde edilen
460 Merçil, Erdoğan; Türkiye Selçuklularında Meslekler,
Türk Tarih Kurumu, Ankara 2000. s. 172.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 365
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
gülsuyunun rayiha ve nefaset bakımından bir
benzeri yoktur demişti461. Aynı yazar Ladik’te
hamamdan çıktıktan sonra gülsuyu kullanma
geleneğini de kayıt etmişti462.
Bir İlhanlı şehir modelinde kaynaklar bize
hastane yakınında gülsuyu evi “gülâb-hane”
bulunduğunu göstermişti. 1309 yılında tamamlanan yeni kurulan şehirde gülsuyu imalathanesi de en önemli yapılardan biri idi.463
Aynı geleneği bir Osmanlı şehri Edirne’de de
görüyoruz. 1488 tarihinde kurulan Edirne
Darüşşifası’nın da bir “gülâb-hane veya kısaca
gülhâne” si vardı. 1489 yılındaki resmi kayıtlar bize bunu gösteriyor; “Gülsuyu elde etmek
için de kurşundan mamül üç fırın” olduğu yazılıdır. O yıllarda darüşşifada çok miktarda gülsuyu kullanıldığından gülsuyu imal etmek için
kullanılan “furun-ı gül” için yapılan masrafar
kaydedilmişti.464
Hasbahçe’lerde Gülsuyu Damıtılması
Osmanlı Devleti’nin ilk merkezlerinden olan
Edirne’de sarayda da gülsuyu imal ediliyordu.
Edirne sarayının eski şeklini gösteren haritada
Valide Sarayı’nın kuzeyinde Tebdil Köşkü’ nün
hemen altında II. Sultan Süleyman bahçe ve
461 Baytop, age. 2001. s. 92.
462 Merçil, age. s. 172.
463 Özgüdenli, agm. s. 112.
464 Gökçe, Nilüfer, “Edirne Sultan II. Bayezid Darüşşifası Vakfiyesine Göre Darüşşifada Çalışan personel ve
Kullanılan İlaçlar”. IV. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı
Bildirileri. İstanbul 2000. s. 317–318.
4
366
havuzu olarak gösterilen yerde “Gülhâne” kayıt edilmiştir. Bu haritada Gülhane büyük bir
bahçeyi ve içindeki bir binayı işaret etmektedir. Bu bahçenin gül bahçesi olması ve içindeki
binanın gülsuyu çıkarılan yer olması gerekiyor.
Haritadaki bahçe içindeki havuz, gülsuyu imalathanelerinde bulunması gereken su deposu
görevini yapmış olmalı.465
Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul’da Topkapı Sarayında da bir “Gülhane” nin varlığını biliyoruz. Topkapı sarayı; Osmanlı Padişahlarının
İstanbul’da 350 yıldan fazla içinde yaşadıkları
önemli bir saraydır. Bu saray hem padişahın,
ailesinin ve hizmetlilerinin yaşadığı bir mekan
hem de devletin resmi yönetiminin merkezi
idi. Etrafı surlarla çevrili içinde binlerce kişinin yaşadığı küçük bir merkez şehirdi. Topkapı Sarayının güney tarafında Marmara denizi
boyunca uzanan büyük bahçeler yer alıyordu.
Bu bahçelerin büyük kısmı "Gülhane Bahçeleri" diye adlandırılmıştır. Bu bahçeler Topkapı
Sarayının dış kapısı olan "Bab-ı Hümayun"dan
girilince sağ tarafa deniz kıyısına doğru başlayan ve birinci avlu boyunca devam eden büyük bahçelerdi. Osmanlı Padişahlarının yaşadığı bu sarayda “Gülhane Meydanı” isminden
de anlaşılacağı gibi gül bahçeleriyle kaplı imiş.
1776 yılında Kaufer'in yaptığı haritada da gül
bahçelerinin yer aldığı büyük mekan "Gülha465 Kazancıgil, Ratip, Edirne Sarayı ve Yerleşim Planı. Edirne 1994; Altıntaş, Ayten, “Edirnede Gülcülük ve
Edirne Gülü” Yöre, Sayı 34, Ocak 2003 Edirne. S. 3-10.
ne Bahçesi" diye gösterilmektedir. Gülhane
Bahçesi'nden Sarayburnu’na giderken "Cirit
Meydanı"ndan geçilir, Cirit Meydanı'nda yer
alan güzel bir köşke de "Gülhane Köşkü" veya
"Gülhane Kasrı" denilmekteydi. Burada bir
“Gülhane” olduğu ve saray bahçesinde yetiştirilen güzel kokulu güllerden hemen bahçenin
içinde gülsuyu imal edildiğini biliyoruz. Fakat
Sarayın gülsuyu kullanımı ve ihtiyacı
bunlardan çok fazla idi ve
Dersaadet gülsuyu ihtiyacını
Edirne’den sağlıyordu466.
Topkapı Sarayı Padişahın
mekânı olduktan sonra daha
önce ikamet edilen saray “Eski
Saray, Saray-ı Âtik ” olarak söz
edilmeğe başlanmıştır. Bu Eski
Saray İstanbul’da Bayazıt’ta
şimdiki İstanbul üniversitesi
rektörlüğünün
bulunduğu
mekânda olup onun bahçesinde de gül yetiştirildiğini biliyoruz. 1587 tarihli bir ferman
“Eski Saray Bahçesine Lüzumu
olan Gülün Edirne’den Getirilmesine Dair”
dir467. Güzel kokulu güllerin sa466 Altıntaş, Ayten, “Osmanlı Geleneğinde Gülhâne
ve Gülhâne Günü” Uluslar Arası Dördüncü Türk Kültürü
Kongresi Bildirileri. 4-7 Kasım 1997, Ankara. Atatürk
Kültür Merkezi Yay. Ankara 2000, Cilt III, s. 29-40.
467 Onuncu, Ahmet Refik, Asr-ı Hicride İstanbul Ha
yatı, Haz. Abdullah Uysal, Kültür Turizm Bakanlığı Yay.
791. İstanbul 1987 s. 20.
ray bahçelerinde yer aldığını bu belge de şahittir.
Tonlarca Gülsuyu
Osmanlı Devletinde gülsuyu veya gülden yapılan macun, şurup gibi maddelerin kullanımı
çok fazla idi. Uzun bir gelenekten sonra bu
kullanım alışkanlıkları artarak devam etmiştir.
Elimizdeki belgeler çoğunlukla İstanbul ve
saray çevresine ait olduğundan
gülsuyu tüketimine ait bilgileri
ancak
İstanbul
örneğiyle
verebileceğim.
Osmanlı pazarlarında satılan
gülsuyu ve fiyatı hakkında en
güzel belge 1640 tarihli “Es’ar
Deferi” dir468. Bu deferde tüketicin kullandığı bütün ticari
malların listeleri yer alır. Bu
listelerde aktarların sattığı
malların listesinde gülsuyu da
vardır; “Esâr-ı Attârân; Güllâb.
Sultan Bâyazîd’de furûht olunan halis olmağile vukiyyesi 24
akçaya ola. Güllâb Bezzazistan önünde bey
olunan mahlût olmağile vukiyyesi 20 akçaya
vireler” denilerek, gülsuyunun en iyi
kalitelisinin Beyazıt’taki aktar dükkânlarında
satılan olup vukiyesi(yaklaşık 1kilo) 24 akçeye,
468 Es’ar Deferi (1640 Tarihli), Osmanlı Ekonomi Kültür Uygarlık Tarihine Dair Bir Kaynak. Yaşar Yücel. Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992. s. 36.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 367
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Bezzezistanda satılanın vukiyesinin 20 akçeye
olması kararlaştırılmıştı.
Evliya Çelebi de “Seyahatnamesi”nde 1640
yıllarındaki İstanbul’daki esnafarı sayarken
gülsuyu esnafını da anlatır; Esnaf-ı gülabcıyan; Dükkan 14, neferat 70, bunlar Bedestan-ı
Atik öninde husrevani küp kadar bakır kazganlar içre Edirneli hatunlar gülab satarlar.
Gayrıları dükkânlarda buhur
suyu ve ma-i kadi ve ma-i
gülab satarlar”469 diyerek “Eski
bedesten “ önünde 14 gülsuyu
satan dükkân olduğu ve burada çalışanların 70 kişi olduğunu kaydetmiştir.
Osmanlı sarayında dışarıdan
alınan gülsuyu miktarına bir
örnek te 1642 senesindeki listedir, Bu listeye göre saraya bir
senede 1991 kıyye (yaklaşık
2000 kilo) gülsuyu alınmış-tı470.
Sarayda ve has bahçelerde elde
edilen gülsuları buraya dâhil
değildir.
469 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî , Evliya
Çelebi Seyahatnâmesi, 1.Kitap: İstanbul, Topkapı Sarayı
Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu –Dizini, Haz.
Orhan Şaik Gökyay , 1.baskı İstanbul ,Şubat 1996. Yapı
Kredi Yay. s. 228
470 Arif Bilgin. Osmanlı Saray Mutfağı. Kitabevi. İstanbul 2004.s. 278 ek 7
4
368
1626 tarihli “Ocaklı” deferine göre ise;
Edirne’den saraya 1626 yılında 4000 kıyye
(yaklaşık 4000 kilo) gülsuyu getirtilmişti. Bu
deferler; 17. yüzyılda kurulan ve resmi kurum
ve askeri sınıfarın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin uzun süreli olmak üzere çeşitli kaynaklarca temini için kurulan “Ocaklık Yöntemi”
resmi kayıtlarıdır471. 1654 senesine ait başka
bir belgede Ocaklık listesine ilaveten ayrıca
30 kavanoz kırmızı gül suyu ve
gülbeşekerin de ocaklık olduğu
kaydedilmişti472
Osmanlıda sultanın, vezirlerin
ve büyük rütbeli devlet memurlarının saraylarında bütün
ziyafet ve toplantılarda gülsuyu
ikram
ediliyordu.
Topkapı
sarayında Helvahanede yapılan
meşhur kokulu sabunların
(miskî)
bileşimine
gülsuyu
katılıyordu. Helvahanede pişirilen pek çok şeye gülsuyu da
katılıyordu. Helvahanede hazırlanan yiyeceklerin ve oraya
alınan maddelerin listelerinin yer aldığı “Helvahane Deferi” nde Edirne’den taze gül, gülsuyu, gül şerbetleri satın alınıyordu473. Topka471 Bilgin, age. s. 136 tablo 15.
472 Bilgin, age. s. 136 tablo 15.Ayrıca 1654 yılına ait
listede MAD 22249,s.203)
473 Terzioğlu, Arslan. . Helvahane Deferi ve Topkapı
Sarayında Eczacılık, Turing Kurumu Yay. İstanbul 1990,
pı Sarayına 15. 16. ve 17. yüzyıllarda dışardan
satın alınan gıda maddelerinden gül şerbeti,
gül macunu (gül-i mükerrer) ve gülden hazırlanan mamuller önemli yer tutuyordu. Bunlar
genellikle Edirne’den getirtiliyordu474.
Edirne’den Gelen Gülsuları
İstanbul’da ve sarayda kullanılan gülsuları,
gül macunlarının üretildiği yer olarak Edirne’yi
buluyoruz. Elimizdeki kaynaklar bize bunu
gösteriyor. Edirne’nin önemli bir gül merkezi
olduğunu gösteriyor. Padişahlar saraylarının
bahçeleri için ihtiyaçları olan gül fidanlarını
Edirne’den getirtiyorlardı.475 Abdurrahman
Hibrî’ nin 1635 yılında tamamladığı. “ Enîsü’lMüsamirin” adlı eserinde Edirne’de gülsuyu
imal edildiği şöyle kaydedilmiştir; Bilinmektedir ki her yörenin ünlü bir ürünü olur. Bunları
İstanbul’un ileri gelenlerine ve saygın kişilerine
armağan ederler. Edirne yoksul bir şehir olduğu için değerli bir ürünü yoktur. Ancak yukarda
yazılı bahçelerimizden bahar mevsimi armağan
olarak gülsuyu elde edilir ki, kokusunun güzelliği
miske benzer. Sonbaharda meyve merasiminde
de sarı ayvası ünlüdür476. Evliya Çelebi
Seyahatnâme’sinde
Edirne
şehrini
477
anlatırken çiçeklerinin ve güllerinin gü-s. 62.
474 Bilgin, age. s. 225 tablo 27.
475 Onuncu, age. s. 20.
476
Abdurrahman
Hibrî.
Enîsü’lMüsamirin,(Tamamlanış tarihi 1635) Edirne Tarihi Çev..
Ratip Kazancığil. Edirne 1996. s. 49.
477 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî, “Evliya
zelliğini yazar ve Edirne’nin gülsuyunun güzelliğini över “ve gülâbı rub-ı mekanda yoktur. Ve
gül-i gülistânı cihanı zeyn etmiştir478.” der.
Saraya alınan gıda maddelerinin yer aldığı
muhasebe deferlerine göre 15., 16., ve 17.
yüzyıllarda Edirne’den; tarhana, ayva rubbu,
ve güllü mamuller,kırmızı gül şarabı olarak da
geçen taze gül şerbeti, gül, gülbeşeker, ve gül-i
mükerrer getirtilmiştir479.
1632 tarihli bir padişah fermanı “ kızıl ve sakız güllerinden gül murabbası pişirmek için”
Edirne’ye gönderilen helvahane ustası Mehmed Efendi hakkındadır. Helvahane ustası baharda güllerin açtığı mevsimde kendi heyeti
ile Edirne’ye gönderilmiş ve bu iş için orada
sarf edilmek üzere 16.000 akçe para tahsis
edilmişti480. Bir başka belge de 1685 yılında
Padişahın şahsı için Edirne’den gülbeşeker siparişi hakkındadır481. 1626 tarihli defere göre
Matbah-ı Âmire’nin(Sarayın mutfakları) gülsuyu ihtiyacı için Edirne Ocaklık olarak tespit
edilmiş ve yılda 4 ton gülsuyu oradan sağlanmak üzere kayıta alınmıştı482. 18. yüzyıldaki
Çelebi Seyahatnâmesi”, Topkapı Sarayı Bağdat 304
Yazmasının Transkripsiyonu, 3. Kitap. Haz. Seyit Ali
Kahraman-Yücel Dağlı, 1.Baskı İstanbul Kasım 1999.
Yapı Kredi Yay. s. 237–269.
478 Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zıllî, age. s.
262.
479 Bilgin, age. s. 136–139.
480 B.O.A. Cevdet Saray No.2557 tarih 21 L 1041 (
Nisan 1632) Ferman
481 B.O.A. Cevdet Saray No.686 tarih 1096. (1685)
482 Bilgin, age. s. 225 tablo 27.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 369
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
defer kaydına göre 10 kantar gül şurubu, 120
kıyye gül macunu ve taze güller Edirne’den
getirtilmişti483.
Hediyelerin En Güzeli
Osmanlı geleneğinde “Gülsuyu takdimi “
önemli bir ikramdı. Saraydan en mütevazı
evlere kadar gülsuyu ikramı yapılıyordu. Gülsuyunun önemini daha iyi anlayabilmek için
Padişaha sunulan hediyeler listesine bakmak
kafidir. En önemli hediyelerden kaliteli gülsuları ve çok özel hazırlanmış gülsuyu şişeleri
hep ön sırada idi.
Hezarfen Hüseyin Efendi “Telhîsü’l-beyân fî
Kavânîn-i Al-i Osman” adlı eserinde 1675 yılında yapılan Şehzade Mustafa ve Ahmed’ in
sünnet törenlerinden bahsederken Edirne attarlarının şehzadelere hediye olarak gül suyu
hediye ettiklerini şöyle kaydetmiştir; “Beray-ı
Şehzade Sultan Ahmed, Hediyye-i Attârân-ı Edirne;..çiçek suyu şişe üç, buhur suyu şişe üç, gül
suyu şişe altı, sabun miski tabla iki..” 484, bunun
gibi İstanbul aktarları ve diğer pek çok esnaf
hediye olarak gülsuyu ve gülsuyu konulan özel
şişe “gülâbdan” hediye ediyorlardı. Gülsuyu ikram edilen şişeler yani özel adı ile “gülâbdan”
lar genellikle camdan ve çok özenle süslenmiş
oluyordu. Padişaha hediye edilenler genellikle
483 Terzioğlu, age. s. 62.
484 Hezarfen Hüseyin Efendi. Telhîsü’l-beyân fî
Kavânîn-i Al-i Osman. Haz. Sevim İlgürel, Türk Tarih Ku
rumu Basımevi, Ankara, 1998, s. 218.
4
370
mücevherlerle süsleniyordu.
Sultan Ahmed’in şehzadelerine hediye veren
kasap esnafı da değerli “gülâbdan” lar seçmişlerdi 485. Sarayda gülsuyu takdimi özel bir teşrifata tabi idi. Bu özel teşrifatlardan biri Padişahın
“Divan günü”nde gülsuyu takdimi idi. Bu takdimi
“vekilharç” yapardı; Mutfak Emini “Divan günü”
yemek sırasında, vezirlerin yemek yediği sofranın
başında beklemesi adettendi. Ulûfe günleri, elçi
ziyafetlerinde, mehterbaşı ile vekilharç elçiye ve
maiyetine gülsuyu ikram ederken mutfak emini de
sadrazam ve diğer erkâna buhur sunardı486.
En önemli yemek ziyafetlerinde yemekten
sonra gülsuyu ikramı mutlaka yapılırdı. Sultan
Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğününde de;
Divan efendiler davet olundu. Reis Mustafa efendi
ve Ruznameci Acemzâde Efendi ve sair efendiler,
Vezir-i mükerrem hazretlerine teşriferinde kahveler ve şerbetler verilip, badehü taam gelip mahsus sofalara kurulup, bunlardan maada şahane
simatlar kurulup, her verilüp, birine hallerince riayetler ve ikramlar olundu. Badehu buhûr ve gülâb
dâmen-bûs-ı âsafî edüp gitdiler487 diye kaydedilmişti.
Osmanlı Devlet teşrifatında gülsuyu ikramı
çok uygulanan bir usuldü. Önemli Devlet dairelerinde gelen bütün misafirlere şerbet, kahve ve gülsuyu ikram ediliyordu. Bu üçlü ikram
485 Hezarfen Hüseyin Efendi, age. s. 221.
486 Bilgin, age. s. 36.
487 Hezarfen Hezarfen Hüseyin Efendi, age. s. 241.
önceden verilen bir tatlı ve en son sunulan bir
buhur ile de tamamlanabiliyordu. Bu ikramlarda gülsuyu “gülâb makremesi veya gülâb
peşgiri” ile veriliyordu. Bütün büyük devlet dairelerine gelen ziyaretçilere şerbet, kahve ve
gülsuyu ikramı o kadar büyük bir merasimle
uygulanıyordu ki sunuş genelde 40 kişi ile yapılıyordu. Bu merasimler için istihdam edilen
hizmetlilerin masrafarının fazlalığı sonunda
1792 yılında Sultan III. Selim bu uygulamayı
15 kişiyle sınırlandırmıştı. Yalnız yabancı devlet elçileri için gene eskisi gibi 40 kişilik ikram
yapılacaktı. Gülsuyu ikramı bu teşrifatta vazgeçilmeyen unsurdu. Sultan III. Selim’in kahve
ve gülsuyu takdim merasimlerini 15 kişi ile sınırlandırdığı Hattı Hümayundaki Devlet dairelerine bakacak olursak merasimin kapsamını
daha iyi anlayabileceğimizi zannediyorum. Bu
liste kısaca şöyle; Vezirler Kapısı, Şeyhülislam
Efendi Kapısı, Deferdar Kapısı, Yeniçeri Ağası
Kapısı, Kethüda Kapısı, Bostancı başının Kapısı, Topçu başının Kapısı, Cebeci başı Kapısı,
Mirahor-evvel ağa Kapısı, Çavuş başı Kapısı,
Reisül-küttab Kapısı, müderrisler, kadılar ve
diğer devlet daireleri488.
488 Refik, Ahmet. Hicri On üçüncü Asırda İstanbul Hayatı (1200–1255) Sultan III. Selimin Hattı Hümayunu. F.
3N 1206. Enderun Kitabevi. İstanbul 1988. s. 4–5.“Babı
Aliye gelecek misafirlere kahve ve şerbetin nasıl verileceğine dair”.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 371 ^m*
Bölüm 6
GÜL VE GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ
GÜL
Murat HASPOLATLI
İl Çevre ve Orman Müdürü
Gül (Rosa), Rosaceae (Gülgiller) familyasının
Rosa cinsinden güzel kokulu bitki türlerine verilen ad. Ana vatanı Anadolu, İran ve Çin'dir.
Türklerin milli çiçeği sayılan ve çiçeklerin kraliçesi diyebileceğimiz bu bitki herkes tarafından sevilen bir çiçektir. Park ve bahçelerin
süslenmesinde kullanıldığı gibi sarmaşık olanları balkon ve terasları süsler. Kesme çiçekçilikte çok talep edilen kıymetli bir çiçektir.
Mayıs-haziran ayları arasında, pembe, beyazımsı, sarı, kırmızı renkli çiçekler açan, güzel
kokulu çok senelik, çalımsı ve dikenli bir bitki. Gövdeleri silindir biçimli, yeşilimsi, esmer
renkli, çok dallı ve dallar sık dikenlidir. Dikenlerin uçları kıvrık ve genellikle kırmızı renktedir.
Yapraklar saplı ve kulakçıklı, 5-7 yaprakçıklıdır. Çiçekler dallarında tek tek veya kümeler
hâlinde bulunur. Çanak yaprakları 5 parçalı,
taç yaprakları ise çok parçalıdır. Çiçek tablası
zamanla etlenerek, kırmızımtrak bir renk alır
ve kuşburnu adı ile bilinir.
Deniz seviyesinden itibaren, 3500 m yüksekliğe kadar, kâfi derecede rutûbetli ve geçirgen
topraklarda yetişir. Türkiye’de yabânî olarak
yetişen 23 türü bulunmaktadır. Çok eski bir
kültür bitkisidir. Menşei kesin olarak bilinmemekle birlikte, çoğu gül çeşitlerinin menşeinin
Asya’nın mutedil bölgeleri olduğu kabul edilmektedir.
Gül sarılgan, dik ya da sürüngen saplı, genel-
likle tüylü yada dikenli bir ağaççıktır. Yapraklar almaşık dizilidir; bazı türlerinde kışın dökülmez. Çiçekleri dalların ucunda tek başına
yada demetler halinde bulunur ve beşli tiptedir. Meyve yapraklar kavanoz biçiminde etli bir
çiçeklik oluşturur. Kuzey yarıkürenin ılıman ve
yarı tropikal yörelerinde 100 kadar gül türü
bulunmaktadır. Türkiye’ de 25 kadar yabani
gül türü vardır. Bunların en önemlisi kuşburnu
denilen yaban gülüdür (Rose canina).
Bahçe çeşitleri bundan türeyip önceleri Avrupa ve Anadolu’ da kendi kendine yetişen türlerden ( Isparta gülü, Frenk gülü, misk gülü ) ve
son 150 yıldır Uzakdoğu melezlerinden ( tırmanıcı melez güller, çay melezleri, çok çiçekli
güller, polyanta ve pernetiana melezleri ) elde
edilmiştir. Türkiye’ de süs bitkisi olarak başlıca
şu gül türleri ve melezleri yetiştirilmektedir:
Beyaz gül (R.alba), Isparta gülü yada yağ gülü
(R.damascena), Frenk gülü (R.gallica), misk
gülü (R.maschata), sadberk gülü (R.centifolia),
R.banksiana, R.wichurajana, vb. Bahçe gülleri
görünüşlerine ve boylarına göre bodur güller,
baston güller, çardak güller, ponpon çardak
güller, polyanta güller gibi çeşitler ayrılır ve
genellikle o çeşidi yaratan kişinin yada o çeşidin adandığı kişinin adıyla anılır.
8Türkiye’de ekonomik anlamda gül yetiştiriciliği XIX. yy. sonlarına doğru başlamıştı.Bu
dönemde, Bulgaristan göçmenlerinin getirdiği
yağ gülleri fidanları ile Isparta’da gül bahçe-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 375 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
leri kurulmuş, bölgenin toprak yapısı ve iklim
koşullarını gül tarımına elverişli olması da gülcülüğün bölgede kısa sürede yayılmasını sağ
lamıştır. 1910’lu yıllarda, Bulgaristan’da gül
üretiminde görülen gerileme Isparta’da üre
tilen gül yağı ve gül suyu ürünlerinin Avrupa
pazarlarına girmesini kolaylaştırmıştır. Ancak,
Balkan savaşı, Birinci Dünya savaşı ve Kurtu
luş savaşı gibi art arda çıkan
savaşlar nedeniyle dışsatım
olanakları tümüyle ortadan
kalkınca, Türkiye’de gül tarımı
da önemli ölçüde gerilemiştir.
Cumhuriyet
döneminde,
Isparta’da
gül
bahçeleri
yeniden kurularak gül tarımı
canlandı-rılmıştır.
Türkiye’de
gül
bahçelerinin
%90’ı
Isparta’da,
%10’a
yakını
Afyonkarahisar’da, çok küçük
bir
bölümü
de
Aydın’da
bulunmaktadır. Gül türlerinden
birçoğunun çiçek ve meyvelerinin tedavi edici etkileri vardır.
Okka gülünden (Rosa centifolia) anestezik etkisi nedeniyle kolir olarak
kullanılan damıtık gül suyu hazırlanmasında
yararlanılır. Kurutulmuş taç yaprakları,
laksatif özelliklerinden dolay, kompoze
saparna şurubunun bileşimine girer.
Asırlardır çiçekler insanların duygularını aşkını ve sevgisini yansıtır. Dünyanın neresinde
4
376
olursanız olun gülün sevgi çiçeği olduğunu
herkes bilir. Bazen bir mutluluk bazen de bir
acı haber için kullanılır. Güller duyguların en
güzel anlatım biçimidir. Ayrılık mutluluk sevinç özlem ve beraberliklerin yansımasının tamamında kullanılır. Bazen insanlar bu duyguların altında kalırlar ya hiç konuşamazlar veya
konuştuklarına daha çok anlam katabilmek ve
sevgilerini gösterebilmek için gülü devreye
koyarlar. Kadın ve erkeğin en
çok sevdiği ve benimsediği
çiçektir. Damatlar yakalarında
bir gül gelinler ise ellerine
buket yaptırırlar. Gül bir çok
dinde
de
tema
olarak
kullanılmıştır. Sevgi ve duyguların anlatımında değil ruhani
duyguların anlatımında bile gül
kullanılmıştır. Gül açıldığında
kokusuyla ve güzelliğiyle insanı
büyüler. Daha doğrusu tabiatı
kendisine hayran bırakan bir
çiçektir gül.
Gül sevgisi Türk milletinin örf
ve ananelerine o kadar geniş girmiş ki her
yerde gül ismini baş harfi olarak görürsünüz.
İsimlerden tutun "gül gülnur gülenay gülseren
gülten gülay gülhan vs" yemek ve
tatlılarımıza kadar "güllaç gülböreği gülkondu
gülpare gültatlısı gülmena gülçor-bası vs.".
İşte bu kadar geniş bir kapsamda beğenilen
güllerimiz aynı şekilde sayısı türü ve
karışımı bakımından da duygularımıza hitabı
değişmektedir. İşte size güllerin sayısıyla birlikte karışımının ne anlama geldiklerine dair
çiçekçilerimizin dilinden anlatımı:
karılmasında en elverişli olanı pembe renkli,
kuvvetli kokulu ve yarım katmerli olan Rosa
damascena (Isparta gülü, yağ gülü, sakız gülü)
dır.
1 GÜL: Tanışmanın tanıdığını görmenin ve ha
yatınızda en çok değer verdiğiniz insana karşı
yapılan en güzel hediye olarak nitelendirilir.
Bir gülün gerçek anlamı ise
"Size odaklanmış özel sevgi ve
hayranlık" ibaresi olarak nitelendirilir.
2 GÜL: Sevmek ve sevilmek
ayrı bir duygudur. Sevdiğini bi
len ve sevildiğini bilenlerin ge
nelde birbirlerine sözlerle ve
kelimelerle hitap etmese bile
özel günlerde gönderilecek en
güzel hediyelerden bir tanesi.
2 gül almak veya iki gül hediye
vermenin anlamı ise "karşılıklı
derin bir aşkla birbirimizi sevi
yoruz".
Gül Yetiştiriciliği
Gül fidanı; ısı derecesi yüksek olan, çok kırağı
ve don yapmayan, çiçek zamanında çiğ yapan
yerlerden hoşlanır. Güllerin toprağı, kâfi
derecede humus-lu ve kireçli
geçirgen tınlı ve derin olmalıdır.
Bol gübreli killi-kumlu ve
içerisinde demir maddeleri
bulunan
kırmızı
renkteki
topraklarda iyi yetişmektedir.
Bütün gül çeşitleri; tohum,
çelik,
daldırma
ve
aşı
şekillerinden birisi ile üretilir.
Güllerin çoğu çelikle üretilmektedir. Yalnız bâzı türleri
çeliğe gelmezler. Çelik alma
zamânı, ağustos-eylül aylarıdır.
Çelikler senelik ve odun-laşmış
sürgünlerden âdi çelik tarzında
alınır.
Alınan
çeliklerin
üzerindeki yapraklar makasla kesilir. Bunu
yaparken
gözleri
bozulmamalı-dır.
Hazırlanan çelikler alaca gölgeli yerlerde
yapılan köklendirme tavalarına iki göz dışarda
kalacak şekilde, 10 cm aralıkla dikilir. Suyuna,
yabancı otlara ve toprağına dikkat edilerek,
çeliklerin köklenmesi sağlanır. Köklenen bu
çelikler mart ayında tavalarından dikkatlice
Güller Çiçeklerine Göre
Yalın kanat, yarım katmerli ve katmerli güller.
Boylarına göre: Bodur, yüksek ve sarılıcı
güller. Çiçeklenme zamânına göre: Yılda bir
çiçek açanlar, yılda birden fazla çiçek açanlar
ve yediveren güller diye sınıfandırılmaktadırlar. Anadolu, yabânî gül bakımından
çok zengindir. En yaygın olan Rosa canina
(köpek gülü veya yabânî gül)dır. Gülyağı çı-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 377
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
sökülerek esas yerlerine dikilir. Aşı ile üretme
şeklinde, en fazla göz aşısı uygulanmaktadır.
Mayıs-haziran ayında sürgün, ağustos ayında
durgun göz aşısı yapılmaktadır. Gül fidanlarının dikileceği yerlerin derinliği 60 cm, genişliği 40x50 cm olmalıdır. Çukuru, dikimden 1-1,5
ay evvel açmak iyi olur.
Güllerde Budama
Güllerin budaması kolay, fakat teknik isteyen
bir iştir. Gelişigüzel budama, gülün ömrünü
kısaltır. Budama ile güllerin iyi kalitede çiçek
verimi sağlanır. Gül fidanları ekildiği yıl, dalları
iki göz üzerinden, ikinci yıl 3-4 göz üzerinden,
üçüncü yıl 5-6 üzerinden, dördüncü yıl 2-3 göz
üzerinden sarılıcı ve çardak güllerinde ise 6-7
göz üzerinden budanmalıdır.
Kullanılan Kısımları
Gülün kullanılan kısımları çiçeği, çiçeklerinden
elde edilen gülyağı ve gülsuyudur. Çiçekler
sabahın erken saatlerinden güneş doğmadan
toplanıp gölgede kurutulur. Su buharı ile distilasyona tâbi tutulur. Elde edilen kısmın üst tarafında gül yağı toplanır. Alttaki sulu kısım ise
gül suyunu teşkil eder. Genellikle 3000-3500
kg çiçekten, 1 kg gülyağı, 500 kg gül suyu elde
edilmektedir.
Kullanıldığı Yerler
Gül çiçeğinin taç yapraklarında uçucu yağ,
tanen, gallik asit, kuarsitrin, siyanin, şeker ve
mum vardır. Gülyağı tıbbî bir tesire sâhib
4
378
olmamakla berâber, bilhassa parfümeri ve
kozmetik sanâyiinde bâzı pomatlar ile galenik
preparatların kokusunu değiştirmede çok kullanılır. Dâhilen ise hafif müshil etkilidir. Gülsuyu, gül reçelleri halk arasında yaygın olarak
kullanılır.
Isparta Gülü (Rosa damascena)
Çok eski bir kültür bitkisi olduğu için menşei
belli değildir. Halen Isparta çevresinde bol
miktarda yetiştirilmektedir. Isparta veya yağ
gülü, Isparta çevresinde, 1,5-2 m aralıkla sıralar hâlinde ekilmektedir. Üretilmesi çelikle
yapılır. Çelikler de kasım ve aralık aylarında
ekilir. Ürün ikinci yıldan îtibâren alınmaya başlar. Üçüncü ve dördüncü yaşlarda verim en
fazladır. Daha sonra bu yaşlı güller kesilerek
gençleştirme yoluna gidilir. Gül bahçelerinden
gençleştirme sûretiyle 15-20 sene faydalanılabilir.
Yabânî Gül (Rosa canina)
Memleketimizde oldukça yaygın bir gül çeşididir. 2-3 m yüksekliğinde, pembe veya beyaz
çiçekli bir ağaççıktır. Meyveleri parlak kırmızı
renktedir. Bu gülün olgun meyvelerini saran,
başlangıçta ağızı dar bir bardak şeklinde olan
çiçek ekseni, çiçek tablası olgunlaşınca etlenip, kırmızı bir renk alır. Bu meyvelere “kuşburnu” adı verilir. Bileşiminde tanen, pektin,
vitamin C, şekerler ve organik asitler vardır.
Kabız edici, idrar söktürücü olarak, böbrek ve
safra taşlarına karşı, C vitamini yönünden zen-
gin olduğu için de bâzı bölgelerde marmelât
yapımında kullanılır.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 379
^m*
DİYARBAKIR İLİNİN GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ
POTANSİYELİ
Doç. Dr. Yeşim YALÇIN MENDİ
Çukurova Üniversitesi
En eski medeniyetlerin kurulduğu Mezopotamya ile Anadolu medeniyetlerinin geçiş
bölgesinde olan Diyarbakır’ın tarihi çok eski
devirlere uzanır. Çayönü Tepesi kazılarında,
dünyanın en eski köyü bulunmuştur. Diyarbakır birçok ürünün “gen merkezi”dir.
nin %7,7’si, pamuk üretiminin %6’sı, kırmızı
mercimek üretiminin %21,7’si ve bunlara ek
olarak yıllık 110 bin ton sofralık ve 7 bin 600
ton şaraplık üzüm üretimi Diyarbakır ilimizde
gerçekleştirilmekte, ayrıca dünyaca ünlü boğazkere şaraplık üzümleri de Diyarbakır ilinde
yetiştirilmektedir.491
Diyarbakır’da bitkisel üretimde son dönemlerde desteklenmesi düşünülen projelere(2010)
bakıldığında ise; Diyarbakır karpuzunun üretimi, antepfıstığı aşılama, çilek yetiştiriciliği, organik tarım ve silajlık mısır üretim çalışmalarını görmek mümkündür. Diyarbakır, Osmanlı
İmparatorluğu döneminden itibaren önemli
bir “gül merkezi” konumunda olmasına rağmen, bitkisel üretim çatısı altında gül yetiştiriciliği ne yazık ki görülmemektedir.
Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı (Einkorn buğdayı) Karacadağ orijinlidir.”489 Dünyadaki ilk
şarabın da Karacadağ’daki yabani üzümden
elde edildiği Dr.Patrick Mc Goven - Pensilvanya Üniversitesi tarafından belirtilmiştir.490 İlk
nohutun menşei, Güneydoğu Anadoludur (MÖ.
8000…ABD’li bilim adamı JaredDiamond).
Günümüzde de ülkemizdeki buğday üretimi489 Heun, M., Schafer-Pregl, R., Klawan, D., Castagna
R., Accerbı, M., Borghı, B. ve Salamını, F., (2002). “Site
of Einkorn Wheat Domestication Identified by DNA Fingerprinting”, Science, Vol: 278, Page: 1312–1314. 490
Ryal, J. Boston University: Master of Liberal Arts.
Origins of Fermentation. 2003, pages 13.
Diyarbakır’da gül yetiştiriciliğinin geçmişi
4.600 yıl öncesine, Asur dönemine kadar uzanır. Bu, önemli bir tarihtir. Dünyanın en eski
gülcülüğüne Diyarbakır ilinin sahip olduğu iddia edilebilir.
Gülün onlarca çeşidinin yetiştirildiği Diyarbakır, Osmanlı döneminde gülistanlıklar kurulan,
yetiştirilen güllerden gülyağı ve gülsuyu elde
edilen önemli bir merkezdi.492 Diyarbakırlı Mat491 TÜİK (2009). “Bitkisel Üretim İstatistikleri”, http://
www.tuik.gov.tr/ bitkiselapp/bitkisel.zul , 25.07.2010.
492 Başer, K.H.C. Turkish rose oil – Perfum. Flav.
1992, 17: 46; Baytop, T. (). “Osmanlı İmparatorluğu
Döneminde Anadolu’da Yağ Gülü Yetiştirilmesi Ve Gül
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 381
►
Gül Şehri DİYARBAKIR
rakçı Nasuh’un 16.yüzyılda meydana getirdiği
‘Beyan-ı Menazir-i Sefer-i Irakeyn’ adlı eserinde resmedilen bir minyatürde şehrin surlarının dışında büyük gül bahçeleri resmedilmektedir. Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde
Diyarbakır güllerinden söz ederken: ‘Büyük
nehrin aktığı toprakların iki tarafı da “gül bahçeleri” güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vilayet halkının altı ay
boyunca Diyarbekir’in Dicle
fasıllarını yaptıkları mesire
yerleridir’ der.493
O dönemlerde ilde 24 gül çeşidi
yetişmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki belgelerden Diyarbakır’da önemli
gülcülük araştırmaları yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Diyarbakır
halkını gül bahçeleri tesisi ve
gül yağı imalatı hakkında bilgilendiren Mustafa Efendi’ye 27
Haziran 1900 tarihinde ödül
verilmiştir.
Gül kesme çiçek, süs bitkisi ve
gül yağı elde etmek için yetiştirilen önemli bir
Yağı”- Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Bült. 1990, 4:8; Baytop, T. The production of oil-bearing rose and rose oil
in Anatolia during Ottoman Empire – K.H.C. Başer and
N. Güler: Essential Oils for Perfumery and Flavours 54,
İstanbul. 1993.
493 Kaya, H. M. “Sevgi Kenti Diyarbakır”, THY Skylife,
Eylül 2010.
4
382
bitkidir. Dünyada gül yetiştiriciliğinin yapıldığı
başlıca ülkeler; Türkiye, Bulgaristan, Fas,
Bağımsız Devletler Topluluğu, Meksika, İran,
Hindistan, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve
Mısırdır. Türkiye’de 23 Rosa türü olmasına
karşın gül yağı üretiminde Rosa Damascena
kullanılmaktadır.494
Gül, 1–2 metre arasında uzaya-bilen, uzun
ömürlü bir bitkidir. Bol saçak
köklüdür. Gövde ve dalları
dikenlidir. Çok değişik çiçek
rengine
sahiptir.
Çiçekler
pembe, beyaz, kırmızı, sarı,
portakal renklerinde olabilir.
Yabani gül olan kuşburnunun
meyveleri C vitamini yönünden
zengindir.
Güller
üzerinde
yapılan melezleme çalışmaları,
yüzlerce yeni kültür formunun
oluşmasını sağlamıştır. Yağ
gülü etrafı açık havadar, bol
ışıklı, ilkbaharda kurak ve don
olmayan ve çiçek zamanı çiğ
düşen
iklim
bölgelerinden
hoşlanır. Gül, toprak istekleri yönünden pek
seçici değildir.
Yağ güllerinde hasat işleri mayıs ayının or494 Demircan V. “Isparta İlinde Gülün Üretim Girdileri,
Maliyeti ve Karlılığının Belirlenmesi.” Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2005,
s. 9–3.
tasında başlar, 5–6 hafa sürer. Hasat sabah
saat 03.00 ile 09.00 saatleri arasında
yapılmalıdır. Hasat anında tek açmış olan
çiçekler çuval veya sepetlere toplanır, bekletilmeden alım merkezlerine sevkedilir.
Bakımlı gül bahçelerinde bir dekardan bir
sezonda ortalama kurak şartlarda 500–600
kg.taban arazilerde sulanabiliyorsa bu rakam
bir sezonda dekardan ortalama 900–1000
kg.kadar gül çiçeği hasat
edilebilir.
Gül çiçeği, Isparta’ya 1870’li
yıllarda Bulgaristan’dan göçen
Müfüzade İsmail Efendi tarafından getirilmiştir. Müfüzade
İsmail Efendi bugün Gülcü Mahallesi diye bilinen bölgede ilk
kez gül dikmiş, gül fideleri daha
sonra elden ele yayılmış ve ilk
kez gül yağı bölgede 1892 yılında üretilmiş, 1935 yılında da
Isparta’da ilk kez modern bir
gül yağı fabrikası,1953 yılında
da
Gülbirlik
kurulmuştur.
Gülyağı fabrikaları açıldıktan sonra, köy tipi
gül yağı imbikleri ortadan kalkıp fabrikalarda
daha kaliteli gülyağı üretimi başlamış ve
dünya piyasalarında gül yağlarımız aranmaya
başlamıştır. Türkiye’de yağ gülü üretiminin %
80’ı Isparta, kalan %20’ si Burdur, Afyon ve hudutlarında gerçekleştirilmektedir.495
495 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (2011). Gül Sektörü
Dünyaca ünlü parfüm devleri, koku sabitleyici
olarak kullanılan gülyağını Isparta'daki 15 fabrikadan karşılamaktadırlar. Bir damla gülyağı, 1
ton parfümün kokusunu sabitlemektedir. Dünyaca ünlü parfüm devleri, esanslarının her damlasında 'Türk gülünü' kullanmaktadırlar. Parfüm
sektörünün % 60'lık gülyağı ihtiyacı güller diyarı Isparta'dan karşılanırken, Kâbe de her yıl
gönderilen 10 ton gülsuyuyla yıkanmaktadır.
Yüzyıllardır şiirlere, şarkılara
konu olan "gül", dünyaca ünlü
parfümlerin adeta "can simiti"
özelliğini
taşımaktadır.
Gülyağının
kullanılmaması
halinde kokuları bir anda uçup
gidecek parfümlerin üreticileri,
gülyağını da dünyada bu alanda
bir numaralı deposu olan Isparta ilinden karşılamaktadırlar.
Günümüze baktığımızda ise sektörde çalışan insan sayısı, elde
edilen gelirler ve ihracaat rakamları gösteriyor ki gül bölge için çok
önemli bir sektör olma özelliği taşımaktadır. 5 dekar büyüklüğündeki bir gül
bahçesinden bir ay boyunca yaklaşık 3,5 ton
kadar çiçek toplanabilmekte, toplanan bu çiçekler
taze olarak damıtıldığında sadece 1 kg gül yağı
üretilebilmektedir.1kg gül yağının maddi değeri
ise ort. 6500 dolardır.496
Raporu.
496 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (2011). Gül Sektörü
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 383
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Isparta’da Gül ve Gülyağı Pazarlaması
(SWOT Analizi)497
Strateji; Gül Üretimi ve Pazarlaması Mevcut
durum; Üretim yüksek, önemli istihdam
sağlıyor, İi ekonomisine önemli katkısı var,
gül üreticilerinin önemli gelir kaynağı, çifçinin
örgütlenmesi
iyi
(gülbirlik),
ürünlerin
tamamına yakını ihraç ediliyor, üretim daha
çok sulanmayan 2, 3 ve 4.sınıf arazilerde yapılıyor.
Problemler; Dünya tüketiminin sınırlı olması,
ihracatta sıkıntılar var, bölgede gülçiçeği işleyen firmalar arasında bir eş güdüm olmaması,
üretim fazlalığı var
Fırsatlar; Çifçi gül tarımını ve hasat özelliklerini biliyor, gülyağı ve konkret dışındaki yan
ürünlerde ihracat yapılabilir Tehlikeler;
İhracatın kapanması veya ihracattaki payın
düşmesidir.
Diyarbakır’da Gül Potansiyelinin
Arttırılması
Diyarbakır'a özgü 24 gül çeşidiyle peyzaj çalışmalarına başlanmalı, 4 bin 600 yıllık Diyarbakır gülcülüğü tekrar canlandırılmalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde gülyağı
miktarını arttırmak için gül yetiştiriciliği teşvik
edilmiş, birçok bölgelerde (Diyarbakır, TrabRaporu.
497 Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı (2011). Gül Sektörü
Raporu.
4
384
zon, Adana, Kastamonu, Edirne, Aydın, Bursa,
Konya, Ankara gibi) bedelsiz gülfidanı dağıtımı yapılmıştır. Şu anda bu yetiştiriciliği teşvik
etmek için uygun krediler sağlanmalı, üreticiler bilinçlendirilmeli ve teşvik edilmelidir.
Diyarbakır ilinde tüm gül çeşitlerini içeren bir
botanik parkı oluşturulmalı (Gazi Köşkü, Cahit
Sıtkı Tarancı’nın evine benzer müzeler), Tübitak, TEYDEP, TAGEM Arge ve DPT’den projeler
alınarak desteklenmelidir. Her şehrin kendine
has bir sembolü vardır. Diyarbakır denilince
akla ilk gelen Karpuz ve Gül olmalıdır.
Seralarda kesme gül yetiştiriciliği teşvik edilmelidir. Diyarbakır ilinde, alçak tünel ve plastik seralarda yapılan bitkisel üretim, yüksek
ısıtma maliyetlerinden dolayı genellikle kış
periyodunda yapılamamakta ve seralar sadece erkencilik amacıyla kullanılmaktadır. Diyarbakır İli Çermik İlçesi gibi kaplıca bölgelerinde
jeotermal ısıtma kullanılarak verimli bir şekilde seracılık yapılması mümkündür.
Bunun yanı sıra Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programıyla verdiği hibe destekleri, yine
Bakanlığın Kooperatiferin seracılık yatırımlarını kredilendirerek finanse etmesi, TEYDEP
bölgedeki gül seracılığının gelişmesini teşvik
edecektir.498
498 Maral, H. “Tarımda Yatırım Fırsatları Diyarbakır.”
T.C. Karacadağ Kalkınma Ajansı Diyarbakır Yatırım
Destek Ofisi
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 385
fr
DİYARBAKIR’DA GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ
Asuman OKTAY
Ziraat Yüksek Mühendisi, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü
GİRİŞ
İnsanların kent vizyonu içinde şehir gürültüsünden uzaklaşarak sitelerde, villa tipi evlerde ikamet etmeyi ve kaliteli yaşam alanlarına
sahip olmayı istedikleri görülebilmektedir. Bu
anlamda peyzaj düzenlemesi önemli olup İlimizde bahçelerin planlamasında gül önemli
bir bitkidir. Nitekim Diyarbakır’a ait yerel gül
çeşitleri bulunmaktadır. Bunlardan en çok bilinenleri Muhammedi çeşididir. Ancak son yıllarda her bitkide olduğu gibi standart ve pazara yönelik, tüketicinin talebine göre çeşitler
geliştirilmektedir. Yerel gül çeşitleri bahçelerin tasarımı için çok uygundur.
Fakat kültüre alınıp üretilmeyen birçok çeşit
zaman içinde kaybolmakta veya farklı özellikler göstermeye başlamaktadırlar. Zira
yalnızca gül çeşitleri için değil birçok sebze
çeşidinin(karpuz, kavun, patlıcan gibi)tohumlarını ya da diğer üretim materyallerini bulmak zorlaşmakta hatta bazı çeşitler hiç bulunamamaktadır.
Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü olarak bu konuda ilk olarak 1993 yılında Dönümlü Köyü’nde
bir üreticinin arazisinde başlatılan çalışmada
hem yerel hem de standart çeşitler kullanılmıştır. Yine 2001 yılında Çınar ilçesi Bağpınar
Köyünde başlatılan bir çalışma neticesinde
üretici bugüne değin gülcülük çalışmalarına
kesintisiz devam etmiş ve halen de üretim
yapmaktadır.
Özellikle yerel çeşitlerin canlandırılması ve
Diyarbakır’da yetiştirilen gül çeşitlerinin tekrar üretiminin yapılması için İl Müdürlüğümüz
tarafından yeni bir proje başlatılacaktır.
Bu Proje Çevre, Orman İl Müdürlüğü ile ortaklaşa gerçekleştirilecek ve öncelikle damızlık parselleri oluşturulacak ve daha sonra da
buradan alınacak çelik ile ya da aşılamayla
üretim yapılacaktır. Diyarbakır’da yaptığımız
çalışmalarda çelikle üretim yoluyla çoğaltma
gerçekleştirilmiştir. Ve kesme çiçekten ziyade
gül fidanı yetiştirme amaçlı üretim yapılmıştır.
Yerel çeşitlerin yanısıra standart diye tanımladığımız birçok gül çeşidi de Diyarbakır iklimine
uyum sağlayabilir ve yetiştiriciliği de yapılabilir. Zira gülün iklimsel istekleri incelendiğinde
farklı çeşitlerinin farklı sıcaklık değerleri arasında yetişebildiğini görebilmekteyiz.
Gülün üretim aşamalarına ve özelliklerine bakacak olursak;
Gül 1-2 metre arasında uzayabilen, uzun
ömürlü bir bitkidir. Bol saçak köklüdür. Çok
değişik çiçek rengine sahiptir. Çiçekler pembe,
beyaz, kırmızı, sarı, portakal renklerinde olabilir. Yabani gül olan kuşburnunun meyveleri C
vitamini yönünden zengindir. Güller üzerinde
yapılan melezleme çalışmaları, yüzlerce yeni
kültür formunun oluşmasını sağlamıştır.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 387
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Kullanım Alanlarına Göre Gül Çeşitleri Dış
mekânlarda kullanılanlar
Büyük çiçekli çit gülleri: İlk ekildikleri yıl
dâhil soğuk aylara kadar sürekli bol çiçek açar.
Geniş hacim yaparlar, çok güzel formlanırlar
ve çoğu zaman tek çiçeklidirler. Sadedirler
ve çok uzun ömürlüdürler. 60 -110 cm boy
yaparlar.
Küçük çiçekli çit gülleri: Salkımlı çiçekleriyle yukarıdaki
türden ayırt edilir. Bir sap üzerinde birden çok küçük veya
orta boylu çiçek bulunur. Bu
özellik çok dekoratif bir bitki
olmalarını sağlar. Yıl boyu çiçeklenirler, bol bol ve rustik
çiçek açarlar. Boyu 60 - 100cm
ulaşır.
Büyük çiçekli tırmanıcı güller: Tırmanıcı güllerdir, sürekli
çiçek açarlar, genellikle ekildikten sonra 2. yıla kadar çiçek
açmazlar. Çiçekleri çit güllerinin çiçeklerine
benzer. Dayanıklıdırlar, bol çiçek açarlar ve
geniş alanlara yayılırlar.
Küçük çiçekli tırmanıcı güller: Aşırı derecede dayanıklıdırlar ve geniş alanlara yayılırlar.
Çiçeklerinin salkım hâlinde olmasından ve bol
olmasından dolayı göz kamaştırıcı bir görü-
4
388
nüm arz ederler. Sürekli çiçek açarlar.
Peyzaj gülleri: Boyları varyetelerine göre
değişmekle birlikte sürekli çiçek açarlar, çok
dayanıklıdırlar, sadedirler ve bol çiçek açarlar.
Varyetelerine göre geniş, orta ve küçük çiçekli
olabilirler. Geniş alanları kapatmakta, çit bitkisi olarak ve bir alanı ayırmak için kullanılır.
Baston güller: Dikenlerinden
arındırılmış bir bastonsu gövde
üzerinde istenilen yükseklikten
aşılama yapılarak elde edilir.
Aşılanan güller büyük tek
çiçekli veya salkım çiçekli
olabilirler.
Sarılıcı güller: Bahçe düzenlemelerinde sıkça kullanılan
güllerdir. Pergolalarda, sütunlarda, yaşlı ağaçların gövdelerine sardırmada etkili olurlar.
Göz alıcı renkleri vardır ve hızlı
gelişirler. Küçük ve bol sayıda
açanları olduğu gibi, iri açanları
da mevcuttur.
İç mekânlarda kullanılanlar Minyatür
güller: Minyatür güller adeta bon-zai gibi
türünün kusursuz ama minik bir modelidir.
Bitki boyu 30-40 cm’ yi geçmez. Çiçekleri
para büyüklüğündedir. Bahçede olduğu kadar
saksı bitkisi olarak rahatlıkla yetiştirilebilir.
Küçük çiçekli bazı türler gerçek minyatür olmamakla beraber bu kategoriye sokulabilir.
Bunlar daha uzun boylu ve irice yapraklıdırlar.
Üretim
Ticari amaçla gül yetiştiriciliği yapılacaksa,
kullanılacak anaç fidanlar tohumdan üretilir.
Ayrıca yeni gül çeşitleri elde edilecekse, bu
araştırmalar tohumdan üretim ile yapılır.
Çelikle Üretim
Güllerin odunlaşmış dallarından alınan çeliklerin uygun
ortamda
köklendirilmeleriyle
yeni köklü fidanlar elde edilir.
Bu yöntemle elde edilen gül
bitkisinin toprak altı ve toprak
üstü kısımları aynı tür bitkiden
oluşur. Çelikle üretilen fidanların ömrü 4yıldır. 2-3 yıl sonra
toprak yorgunluğu ortaya çıkar.
Bu yöntemle elde edilen güller
diğerlerine göre daha az
dayanıklı, zayıf ve hastalıklara
duyarlıdır. Çelikle üretilen güllerin çiçekleri de küçüktür.
Aşılama
Ülkemizde en yaygın uygulanan bir yöntemdir.
Bu yöntemle bir yılda satılabilir gül fidanı elde
edilir. Göz aşıları, üzerinde bir göz bulunan kabuk parçasından ibarettir. Yapılma zamanına
göre ikiye ayrılır.
Sürgün göz aşısı: Mayıs-temmuz arasında
yapılır. Kış mevsiminin ılıman geçtiği yerlerde
uygulanır
Durgun göz aşısı: Temmuz-eylül arasında
yapılır. Kış mevsiminin sert geçtiği bölgelerde
uygulanır.
Toprak ve Gübre İsteği
Güller çok çeşitli topraklarda
yetişebilir. Ancak en sevdiği
toprak killi-tınlı ve organik
maddece zengin olanlardır.
Gül toprağı havalı, drenajı iyi,
bünyesinde yeterli oksijen ve
su depolayabilen bir yapıda
olmalıdır. Gül bitkisi yetiştiriciliğinde ilk toprak hazırlığı çok
iyi olmalıdır. Hiç üretim yapılmamış topraklarda gül yetiştirilecekse toprak derin işlenmelidir. Dikim öncesi toprağın
gübrelenmesi için toprak analizlerinin yapılması yararlı olur.
Dikim Şekli ve Mesafesi
Kesme çiçek yetiştiriciliğinde güllerin dikimi
çok önemlidir. Dikim için hazırlanan toprakta
derinliği 60, çapı 40 cm olan çukurlar açılır.
Çukurların içine gübre ile karıştırılmış toprak
konur. Daha sonra güller dikime hazırlanır. Di-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 389
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
kimi gerçekleştirilen güller daha sonra mutlaka sulanır.
Budama
Güllerde budama bitkiyi gençleştirme, verimi
artırma, kaliteyi artırma ve form vermek için
yapılır. Güller zamanla kartlaşarak kurumuş
bir hâl alır. Bu durumda bitkiyi gençleştirmek
için aşı noktasının üstünden keskin bir aletle
kesilir. Budama sayesinde yeni oluşan sürgünler bitkinin gençleşmesini sağlar.
Budama form vermek için yapılıyorsa bitki V
şeklinde budanır. Güllerde budama kış sonu ile
ilkbahar başlangıcında yapılmalıdır. Güllerde
budama üç şekilde yapılır.
I. Uzun budama (yumuşak budama): Bu tip
budamada dipten itibaren 5-10 göz bırakıla
rak yapılır. İyi gelişen, kuvvetli güllerde uygu
lanır.
II. Kısa budama (sert budama): Bu tip buda
mada dallar dipten itibaren 2-4 göz bırakıla
rak yapılır. Gelişimi iyi olmayan, zayıf fidanla
ra uygulanır.
III. Karışık budama: Bu tip budamada dalla
rın durumu göz önüne alınır. Bazı dallar kısa
bazı dallar uzun budama yapılır.
Hasat
Gül yetiştiriciliğinde son aşama çiçek kesimi
ve pazara hazırlamadır. Gül bitkisi üzerindeki
4
390
çiçeklerin hangi noktadan kesileceği ve kesilme zamanı çok önemlidir. Serada kesilen güller hemen, içi su dolu, derinliği 20 cm olan,
geniş ağızlı, plastik veya galvanizli saçtan yapılmış kovalara konur. Dinlendirme, oda sıcaklığı veya soğuk hava depolarında 3 - 12 saat
arasında olur.
Sonuç
Daha bilinçli, doğa ve çevreye önem veren insanlar dış mekânlarda daha çok yeşil alan ve
peyzaj düzenlemesi görmeyi arzu etmektedirler. Diyarbakır’ da kişi başına düşen yeşil alan
miktarı 0,5 metrekaredir. Bu ortalama Türkiye ortalamasının çok altındadır. Dolayısıyla
Diyarbakır’ da yeşil alanlar ve peyzaj düzenlemesi açısından yeterli düzey yakalanamamıştır. Son yıllarda insanların yeşil alanlara
olan bakışı ve gerekli olduğu düşüncesi ağırlık
kazanmaktadır. Güller Diyarbakır’ın toprak ve
iklim özelliklerine uyum sağlamış olup gülleriyle ünlenmiş iller arasında Diyarbakır yer almaktadır. Gerek yerel çeşitler ve gerekse de
diğer standart çeşitlerle hem kesme gül ve
hem de gül fidanı yetiştiriciliği yapılabilir.Yerel çeşitlerin yetiştiriciliği canlandırılabileceği
gibi geliştirilmiş standart çeşitlerle özlenen
Diyarbakır’ın eski bahçelerine kavuşulabilir ve
yeni oluşturulacak bahçe oluşumlarında gülün
birçok çeşidi yer alabilir.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 391
^m*
GÜL (ROSA) HASTALIKLARI VE ZARARLILARI
Murata TOMAR
Ziraat Mühendisi
GİRİŞ
Gül yetiştirilirken en önemli kültürel çalışmaların arasında hastalık ve zararlılarına karşı
mücadele gelmektedir. Önem sırasına göre
güllerdeki hastalık ve zararlar şu şekilde sıralanabilir;
Kırmızı örümcek (Tetranicus spp.):
Dikkatli bakıldığında gözle görülebilen küçük
canlılardır. Dişi örümceğin ömrü bir aydır. Bu
süre içinde yaklaşık 100 yumurta yumurtlar.
Gül yapraklarına bırakılan yumurtalardan 10
gün sonra yavrular çıkmaya başlar. Yavru
örümcekler
beslendikleri
yaprakları
sarartarak yaprak dökülmesine neden olurlar. Temmuz ve ağustos aylarında çok hızlı
çoğalan kırmızı örümcekler gül yapraklarına
çok fazla zarar verirler. Yapraklar sarararak
döküldüğünden, gül fidanının büyümesi durur.
Sürgün yapamaz ve bodurlaşır. Bu dönemde,
gül fidanları yağmurlama sistemiyle sulanırsa
yapraklar örümceklerden arındırılabilir. Kırmızı örümcekle mücadelede doğru ilaç seçimi
çok önemlidir. İlaçlama düzenli ve sık yapılmalıdır. Seralarda kullanılan ilaçların örümceklere bağışıklık kazandıracağı düşünülerek aynı
ilaç sürekli kullanılmamalıdır. Genellikle kükürt ve kükürtlü ilaçlar bazen tek başına bazen
de başka ilaçlarla karıştırılarak kullanılabilir.
Aftler:
Genç sürgün uçlarında ve küçük goncalar üzerinde yaşayan küçük fidan bitleri olarak bili-
nir. Mayıs ve haziran aylarında çok görülür.
Sürgünlerin bozuk büyümesine neden olurlar.
Organik fosforlu ilaçlar kullanarak mücadele
edilir.
Thripsler:
Gül goncalarında önemli zararlar yapan canlıdır. Genellikle taç yapraklara zarar verirler.
Eğer mücadelede geç kalınırsa goncalar tamamen yok olabilir. Bu canlıya karşı koruyucu
ilaçlar kullanılmalıdır.
Koşniller:
Güllere önemli boyutlarda zarar veren canlılardan biridir. Beslendikleri dal ve sürgünler
üzerine tutunmuş olarak yaşarlar. Dişi koşnillerin, gül çalısının kabuğu altına bıraktıkları
yumurtadan nisan ve mayıs aylarında yavrular
çıkmaya başlar. Yavrular taze bitki dokusu içine soktukları iğnelerle gül çalısını zayıfatır ve
kurutabilirler. Bu zararlıya karşı mücadele ilkbahar aylarında yavrular yumurtadan çıktığı
zaman yapılmalıdır. İlkbahar aylarında organik fosforlu ilaçlar, haziranda ise yazlık beyaz
yağlar mücadelede kullanılabilir.
Prodenya (Prodenia litura):
Özellikle Çukurova’da yaz aylarında görülen
bir pamuk zararlısıdır. Ancak güllere de önemli
ölçüde zarar verirler. Genç sürgün yaprak ve
tomurcukları yiyerek güllerde kayıplara yol
açarlar. Gonca hâlindeki güllerde taç yaprak
ve erkek organları tahrip
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 393
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
ederler. Prodenya tırtıl evresinde çok zarar
verir. Bu canlıya karşı fosforlu ilaçlar kullanılabilir.
Nematodlar:
Güllerin solgunluk, sararma ve bodurlaşma
gibi zarara uğramasına neden olan mikroskobik canlılardır. Güllerin köklerine zarar
verirler. Nematotlarla savaşın en etkili yolu
dayanıklı anaç seçimidir. Seralara hastalıklı fidanlar sokulmamalıdır. Sera toprağına, dikimden bir ay önce ilaçlama yapılmalı veya toprak
sterilizasyonu yapılmalıdır.
Gül küllemesi (Sphaerotheca pannosa var.
rosae):
Güllerde önemli hastalıklardan biridir. Sürgün uçlarında genç yaprak ve tomurcuklarda
kıvrılma ve küçülmelere neden olurlar. Yaprakların üzerinde beyaz bir toz oluştururlar.
Bu hastalık tomurcukların açmasını engelleyebilir. Yaprakların renk ve şeklini bozduğu
için goncaların ekonomik değerini olumsuz
etkilerler. Külleme mantarı çevre koşulları bozulduğunda genç sürgünler, dikenler ve uyur
gözler üzerinde yaşayarak çevre koşullarının
düzelmesini beklerler. Uygun çevre koşullarında ise hızla üreyerek güller üzerinde hastalık
meydana getirmeye devam ederler. Külleme
mantarlarının sporları + 23 0C’de çimlenirler.
Seralardaki nem ve sıcaklık mantar sporlarının çimlenmesi için ideal bir ortam oluşturur.
4
394
Şekil: Gül hastalıkları ve zararlıları
Resim: Güllerde külleme
Seralarda külleme hastalığını en aza indirebilmek için;
•
•
•
•
Akşam saatlerinde seralar havalandırılarak nemli ve sıcak havanın dışarıya atılması sağlanmalıdır.
Sisleme ile sulama yapılmamalıdır.
Hastalıklı dallar budanarak seradan uzaklaştırılmalıdır.
Sera toprağı havalandırılarak topraktaki
fazla nem dışarı atılmalıdır.
Külleme hastalığı ile mücadelede çevre koşullarının düzenlenmesi hastalığa karşı alınan
önlemlerin doğru ve zamanında uygulanması
ilaçla mücadelenin başarısını artırır. Gül
fidanlarının budanması ile birlikte ilaçlama
yapılmaya başlanır. İlaçlama 7-14 günde bir
yapılmalıdır. İlaçlama için sabah erken saatler
uygundur. Ayrıca sera içi sıcaklığın normal olduğu zamanlar ilaçlama yapılmalıdır. Mücadelede kükürtlü ilaçlardan faydalanılır.
Karaleke (Diplocarbon rosae):
Hemen her yerde görülebilen önemli bir hastalıktır. Karaleke yapraklar üzerinde kahverengiden siyaha dönen düzensiz yuvarlak lekeler
şeklindedir. Bu lekeler çevresindeki dokuyu
sarartarak yaprakların da sararmasına neden
olur. Zamanla 1-1.5 cm iriliğinde olan siyah
lekeler yaprağın her tarafını sarabilir. Güllerde yapraklar dökülmeye başlar. Gonca kalitesi ve iriliği azalır ve goncalar kurur. Zararlı
bitkinin bütününe yayılabilir ve bitki verimini
düşürür. Hastalık aynı zamanda taç yapraklarda kırmızı noktalar veya şekil bozukluğu da
meydana getirebilir. Dallarda ve dikenlerde
de siyah lekeler hâlinde hastalık görülebilir.
Karaleke sporları güllerin dinlenme dönemlerinde dallar üzerinde ve toprakta bulunur. Uygun ortam şartlarında ise enfeksiyon hastalığı
meydana getirirler.
Gül yapraklarında kara leke
Karaleke hastalığı ile mücadelede şunlara
dikkat edilmelidir:
• Güller sağlıklı beslenmeli, gübrelemeye
dikkat edilmelidir.
• Hasta yapraklar budanmalı ve seradan
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 395 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
uzaklaştırılarak yakılmalıdır. Sera nemi
%60 dolayında tutulmalıdır. Sera sıcaklığı
sabit tutulmalıdır. Gül fidanları sık
dikilmemelidir. Karaleke hastalığına
dayanıklı çeşitler dikilmelidir.
Gül mildiyösü (Peronospara sparsa): Güllerde yaygın görülen bir hastalıktır. Genç
bitkilerde yaprak ve dallar üzerinde, çiçek
sapında, gonca ve çanak yapraklarda görülür. Bu hastalık yapraklarda koyu kırmızıdan siyaha kadar değişik renklerde görülebilir. Yapraklar üzerinde şekilsiz lekeler
oluşturur. Lekeler hızlı olarak yayılır. Yapraklar dökülür. Gül mildiyösü nemli ortamları sever. Yaprak altlarında spor yığınları
yapar. Kuru havalı ortamlarda ise yayılma
az olur.
Resim: Gül yapraklarının alt ve üst yüzeylerinde
mildiyö
4
396
Resim: Gül goncasında mildiyö
Bu hastalıkla mücadele etmek için;
• Bitki dikiminden önce toprak buharla veya
kimyasal maddelerle dezenfekte edilmelidir.
• Sera içi iyi havalandırılmalı ve fazla nemli
olmamalıdır.
• Kimyasal mücadele için ilaç kullanılmalıdır.
• İlaçlama yapılırken yaprakların alt yüzü de
ilaçlanmalıdır.
• Gül pası (Phragmodium mucronatum):
En önemli gül hastalığıdır. Mücadele zamanında yapılmazsa bitkiyi ilk yılda öldürebilir. İlkbahar aylarında yaprakların
altlarında pas renkli küçük benekler şeklinde görülür. Yaprakların üst kısmında ve
dallarda ise dışı pembe içi portakal rengi
daireler şeklinde görülür. Gül pası mantar
hastalığı olup, mantarlar dallar üzerinde
bir kaç yıl yaşayabilir. Mantar bulaşmış
dallar bulaşma yerinden yarılarak dipten
kuruyabilir.
Resim: Yapraklarda ve gövdede pas
Gül pası sporları yaz aylarında görülür ve portakal rengindedir. Yaprakların altında kese
oluşturur. Ağustos ayından itibaren ise siyah
renkli sporlar oluşmaya başlar. Bu sporlar kış
soğuklarına dayanıklıdır. İlkbaharda çimlenirler.
Gül pası ile mücadele etmek için şunlara
dikkat edilmelidir:
• Hastalık görüldüğünde hemen ilaçlama
yapılmalıdır. Yaprağın her iki yüzü ilaçlanmalıdır.
• Hastalıklı dallar budanmalı ve hastalıklı
yapraklarla ortamdan uzaklaştırılmalıdır.
• Sera içi nem düşük olmalı ve iyi havalandırma sağlanmalıdır.
• Hastalıklı bahçelere girilmemelidir.
• Hastalıklı bitkilerden aşı gözü ve fidan
alınmamalıdır.
• Kurşuni küf (Botrytis cinerea pers): Bitkiler bu hastalığa tomurcuk açmak üzere
iken yakalanır. Gül goncaları kahverengileşir, yumuşar ve çürüyerek dökülür. Bazen
açılmış çiçeklerde de hastalık görülebilir.
Taç yapraklar kahverengileşir ve çürür.
Bu hastalık gri renkli tabaka oluşturarak
diğer hastalıklardan ayrılır. Bu durumdaki
mantar sporları en ufak hareketle patlayarak çevreye yayılır.
Bu hastalıkla mücadele etmek için;
• Seralarda ışık miktarı iyi ayarlanmalıdır.
• Havalandırma iyi yapılmalıdır.
• Fidanlar sık dikilmemelidir.
• Sera içi fazla nemli olmamalıdır.
• Azotlu gübre kullanımında dikkatli olunmalıdır. Fazla azot hastalığın yayılmasını
kolaylaştırır.
• Sera içindeki hastalıklı yapraklar derhal
uzaklaştırılmalıdır.
Resim: Goncalarda ve dallarda kurşuni küf
Siyah küf (Chalariopsis thislavicides):
Çelik ve aşı gözlerinde görülen bir hastalıktır.
Çeliklerin kesik yüzeylerine yerleşerek siyahlaştırır. Göz aşısında da görülür. Aşı gözü siyahlaşır. Aşı yerinde gelişme görülmez. Has-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 397
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
talığın yeni bulaştığı kısımlar beyaz grimsi bir
misel tabakası ile kaplanır. Daha sonra renk
koyulaşır ve kahverengine döner. Siyah küf
mantarı su yolu ile bulaşır. Toprakta da bir yıl
yaşayabilir. Siyah küf mücadelesinde şunlara
dikkat edilmelidir:
•
•
•
•
•
Dayanıklı anaç yetiştirilmelidir.
Çelikler zaman kaybedilmeden köklendirme ortamına alınmalı veya toprağa
dikilmelidir.
Çelikler hemen dikilmeyecekse soğuk hava
depolarında bekletilmelidir.
Köklü bitki ve kalemler ise dikimden önce
bir ölçü formaldehit ile 320 ölçü su
karışımı içinde 2 saat bekletilmelidir.
Solgunluk hastalığı (Verticillium spp): Bitkilerde gelişim esnasında aniden solma ve
ölme görülebilir. Bu bitkiler incelendiğinde
gövdenin odun dokusunda renk değişimi
meydana geldiği ve tahrip olduğu görülür.
Bu hastalık bitkilerde aşağıdan yukarı
doğru ilerler. Önce alt yapraklar hastalanır. Bitki tüm alt yapraklarını dökebilir.
Köklerin iletim demetleri hastalanır ve tıkanır. Hastalık yaz ve sonbahar aylarında
etkindir.
Hastalıkla mücadelede şunlara dikkat
edilmelidir:
• Dikimden önce toprak sterilizasyonu yapılmalıdır.
• Hastalıklı yerlerden çelik ve diğer malze-
4
398
•
•
meler alınmamalıdır.
Hastalıklı bitkiler ortamdan derhal uzaklaştırılmalıdır.
Hastalık görülen ortamlarda ilaçlama yapılmalıdır.
Virüs hastalıkları:
Seralarda önemli zararlara yol açabilirler. Aşı
ve çeliklerle yayılabilirler. Hastalık belirtisi virüs çeşidine bağlı olarak değişir. Yapraklarda
sarı renkli benekler oluşabildiği gibi yaprak
kenarlarında kıvrılmalar meydana gelebilir.
Virüsler seralarda verimi ve kaliteyi düşürebilir.
Resim: Yapraklarda virüs
Virüslerle mücadelede şunlara dikkat
edilmelidir:
• Hasta bitkiler seralardan uzaklaştırılmalıdır.
• Virüslere dayanıklı anaçlar tercih edilmelidir.
• Yabancı ot temizliğine önem verilmelidir.
• Yaprak bitleri gibi zararlılarla düzenli mücadele edilmelidir.
• Seralarda kullanılan araç ve gereçlerin
sterilizasyonları yapılmalıdır.
Gül yetiştiriciliğinde karşımıza çıkan en büyük
sorunlar “Kör Sürgün” ve “Bozuk Baş” oluşumudur.
1.Kör Sürgün: Güllerin generatif gelişmeye
başlaması gerekirken, vejetatif devrede kalarak yaprak açmaya devam etmesi, böylelikle
sapın ucunda çiçek meydana gelmemesi olayıdır. Yüksek ışık intensitesi ve yüksek sıcaklık
ile kör sürgün arasında ters bir orantı vardır.
Işık intensitesi ve sıcaklık arttıkça kör sürgün
oranı azalmakta (% 14-15),tersi durumunda
%40’a yükselmektedir.
Bununla beraber 21 C nin üzerindeki sıcaklıklarda kör sürgün oranı tekrar artış göstermektedir. Ayrıca, gece-gündüz arasındaki sıcaklık
farkının yüksek olması da kör sürgün oranını
arttırır.
Budama şekli de kör sürgün oranına etki eden
önemli bir faktördür. Kuvvetli budama zayıf
budamaya göre kör sürgün oranını artmasına
nedendir.
2.Bozuk Baş: Gül tomurcuklarının ortasındaki petallerin tam olarak gelişemeyerek yassı
ve ondüleli bir şekil almasıyla ortaya çıkar.
Bozuk baş oranı da kör sürgünde olduğu gibi
düşük sıcaklık, zayıf ışık intensitesi ve kuvvetli
budama ile artış göstermektedir. Güllerde en
çok görülen Külleme, Pas, Mildiyö, Yaprak ve
Sap Lekesi, Siyah Leke, Kök Çürük-
lüğü gibi hastalıklar ve Gül Pseuronu, Afidler,
Gül Filiz Arısı, Gül Kabuklu Biti vb. zararlılara
karşı kültürel ve kimyasal savaş yapılmalıdır.
Bunun için; genel olarak işletmelerde temizliğe çok dikkat edilmeli, toprak ve sera dezenfekte edilmeli serada havalandırma sağlanmalı, fazla nemden daima kaçınılmalı, fazla
azotlu gübre kullanılmamalı, gece-gündüz sıcaklık farkının çok olmamasına dikkat edilmelidir. Kimyasal savaş olarak özellikle Mildiyö
ve Küllemeye karşı sık sık kükürtlü preparatlar
ve organik fungusitlerle ilaçlama yapılmalıdır.
Gül Filiz Arısı( Syristaparreyssi Spin.) (
Hym.: Cephidae ) Zirai Mücadele Teknik
Talimatı
1. Tanımı ve Yaşayışı:
Ergin 20 mm boyda ve parlak siyah renktedir.
Vücudun üst kısmında kirli sarı renkte üçgen
biçiminde bir leke vardır. Kanatlar sarımsı
şefaf ve duman rengindedir. Kanat damarları
siyahtır. Larva fildişi renginde ve "s" şeklindedir. Abdomen sonunda kahverengi bir çıkıntı
vardır. Olgun larva 20 mm uzunluktadır. Yumurtaları parlak saman sarısı renkte ve oval
şekillidir.
Kışı olgun larva halinde gül sürgünü içinde geçirir. İlkbaharda prepupa olurlar. Pupa evresi
10-15 gündür. Erginler açtıkları yuvarlak deliklerden bulundukları sürgünle ri terk ederler.
Mayıs ayı içinde uçuşan erginler bir yıllık gül
sürgünleri içine yumurta koyarlar. İçine yu-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 399 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
murta konan sürgünlerin uç kısımları derhal
aşağı doğru sarkar ve bir iki gün içinde uçtan
kurumaya başlar. Yumurtalar genel olarak 6-8
gün içinde açılırlar.
Çıkan lavalar sürgün içinde özü yiyerek aşağı
doğru inerler ve özü yenmiş sürgün içinde kışı
geçirirler. Zararlı yılda bir döl verir.
2. Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve Yayılışı
Larvaları bir yıllık sürgünlerin öz kısmında
yaşar ve bu sürgünleri tamamen ku ruturlar.
Yumurta konan sürgün uçları bir iki saat sonra porsur, aşağıya doğru bükülür ve solmaya
başlarlar. Kuruma larvanın aşağı doğru ilerlemesine paralel olarak ilerler. Burdur ve Isparta Bölgesi yağ güllerinde önemli bir zararlıdır.
Zararlının Burdur, Isparta, Ankara, Konya Adana, Afyon ve Diyarbakır gül alan larında bulunduğu tespit edilmiştir.
3. Konukçuları
Yağ ve Süs gülleri esas konukçularıdır.
4. Doğal Düşmanları Ve Etkinlikleri
Saptanmamıştır.
5. Mücadelesi
5.1. Kültürel Önlemler
Güllüklerde kış sonu temizliği yapılırken zararlının içinde kışladığı özü yen miş kuru gül
dalları özün bulunduğu kısımdan kesilerek
hemen yakılmalıdır. Zararlı sürgün içinde ya-
4
400
şadığından kimyasal mücadeleden her zaman
başarılı sonuç alınmayabilinir. Bu yüzden kültürel önlemler zararlı yoğunluğunu azaltması
bakımından büyük önem taşımaktadır. 5.2.
Kimyasal Mücadele 5.2.1.İlaçlama
Zamanının Tespiti Gençleştirme yapılmış,
güllüklerde % 5 zarar saptandığı zaman
(genellikle mayıs sonu haziran ortası)
erginlere karşı mücadeleye geçilmelidir.
Kullanılacak İlaçlar ve Dozları: Gül Filiz
Arısı(Syrista Parreyssi Spin.)(Hynı.:
Cephidael)'Na Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar
Etkili madde Formülasyonu Dozu (Preparat)
Parathion - methyl. 360 g/1 EC 100 ml
Azinphos-methyl, % 25 WP 200 g
1.
5.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelar
Sırt pülverizatörü
2.
5.2.3.İlaçlama Tekniği Ergin çıkışı
izlenerek ilk ilaçlama, bundan 15-20 gün
sonra da ikinci bir ilaçla ma yapılmalıdır.
Güllüklerin her tarafının özellikle sürgün
uçlarının iyice ilaçlanmasına dikkat edilmelidir. İlaçlama günün serin saatlerinde yapılmalıdır.
6. Uygulamanın Değerlendirilmesi
İlaçlamadan 7 gün sonra güllüklerin ilaçlı ve
ilaçsız kısımlarından tesadüfen alı nan 100
sürgün kontrol edilerek sürgünlerde canlı larva bulunup bulunmadığına bakıla rak bulaşma
oranı tespit edilir. Elde edilen sonuçlar, ilaç-
lamaya başlama zamanının ta yini için gerekli
olan bulaşma oranı ile karşılaştırılarak ilaçlamanın başarılı olup olmadığına karar verilir.
Gül Filiz Burgusu(Ardis Brunniventris
(Hart.)), ( Hym.: Tenthredinidae ) İle Zirai
Mücadele Teknik Talimatı 1. Tanımı ve
Yaşayışı:
Ergin 5-6 mm boyunda siyah görünüşlü bir
arıdır. Larva krem rengi olup 10-12 mm boydadır. Yumurtaları uzunca, elips şeklinde ve
beyazdır.
Erginler mart sonu nisan baş; uçuşmaya başlarlar ve kısa bir süre sonra çifle şerek, yumurtalarını teker teker genç sürgünlerin uç kısmına bırakırlar. Yumurtadan 6-8 gün sonra çıkan
larvalar sürgün ucundan içeriye girer ve sürgünün öz kısmını yemeye başlarlar. Mayısın ilk
yansında olgunluğa erişen larva sürgün ucuna
yakın bir yerde yu varlak bir delik açıp buradan
kendisini toprağa atar. Toprakta kokon içinde
kışı geçirir. İlkbahar başlarında pupa olurlar.
Yılda bîr döl verir.
2. Zarar Şeklî, Ekonomik Önemi ve
Yayılışı:
Larvaları gül filizlerinin içinde yaşar. Sürgünlerin ucundan itibaren 3-13 cm kadar uzunlukta
galeri açarak zarar verirler. Zarar gören sürgünlerin gelişmesi durur, aşağı doğru sarkarlar, zamanla kururlar. Zararlının Özellikle yağ
gülü yetiştirilen Burdur ve Isparta çevresinde
bulunduğu tespit edilmiştir.
3.Konukçuları
Yağ Ve Süs Gülleridir.
4.Doğal Düşmanları ve Etkileri
Saptanmamıştır.
5.Kültürel Önlemler
5.1.Kültürel Önlemler
Gülcülerin "kış vurgunu" olarak isimlendirdikleri zarar görmüş kuru dallar özün bulunduğu
kısımdan kesilip yakılmalıdır. 5.2.Kimyasal
Mücadele 5.2.1. İlaçlama Zamanının Tespiti
Bölge koşullarına göre değişme gösterebilir.
Genellikle erginlerin ve ilk larva zararının görüldüğü Mart sonu - Nisan ortasında, % 5 zarar saptandığında ilaçlı mücadele gerekir.
Kullanılacak İlaçlar ve Dozları: Gül Filiz
Burgusu(Hart.) (Hymenoptera:
Tcnthredinîdae)'na Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar
Etkili Madde Formülasyonıı Dozıı ( Preparat) 100 lt. Suya
Parathion -methyl. 360 g/l EC 100 ml Dimethoate. 400 g/l EC 100 ml Methomyl, 200 gl EC 200
ml
5.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelar Sırt pülverizatörü
5.2.3.İlaçlama tekniği
Ergin çıkışı dikkate alınarak ilk ilaçlama, bundan
15 gün sonra ikinci ilaçlama yapılmalıdır. Güllüklerin her tarafının Özellikle sürgün uçlarının
iyice ilaçlanmasına dik kat edilmelidir. İlaçlama
sabah veya akşam erken saatlerde yapılmalıdır.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 401 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
6. Uygulamanın Değerlendirilmesi:
İlaçlamadan 7 gün sonra güllüklerin ilaçlı ve
ilaçsız kısımlarına köşegenler doğ rultusunda
girilerek tesadüfen seçilen 100 sürgün kontrol
edilir. Sürgünlerde canlı larva bulunup bulunmadığına bakılarak bulaşma oranı saptanır.
Elde edilen sonuçlar ilaçlama ya başlama zamanının tespiti için öngörülen bulaşma oranı
ile karşılaştırılarak ilaçla manın başarılı olup
olmadığına karar verilir.
Zarar Şekli ve Ekonomik Önemi: Larvalar
gül dalında yaşar. Dallarda ilk zamanlar kısa
mesafeli helezoni galeriler açar ve yukarı doğru ilerler. Olgunluk çağına yakın uzun bir hat
halinde galerisini açmaya devam eder. Helezoni galerilerin bulunduğu kısım haricen şişkin
görünür. Galin başladığı kısmın altındaki nesiç
sağlamdır. Üst kısım yavaş yavaş sararmaya
kurumaya başlar ve nihayet dal galerinin başladığı kısma kadar tamamen kurur.
Gül Gal Böceği ve Familyası: Buprestidae
Tanımı: Ergin 6-7 mm.boyunda, bronz metalik, koyu zeytin ye şil renkte ve ince uzun görünüşlüdür. Larvanın başı kuvvetli ve iyi gelişmiş
olup protorax içine gömülmüş gibi görünür.
Karın segmentleri dikdörtgen şekilde düz ve
yassıdır
Yaşayışı; Kışı öz içinde hususi bir hücrede larva halinde geçirir. Genel olarak erginleri Mayısın ikinci yarısında çıkmaya baş larlar, çifleşen
dişiler yumurtalarını gül dallarının kabukları
altına koyarlar. İnficarı müteakip larva kabuk
altında galerisini açma ya başlar.
Sürveyi: Erken ilkbaharda güllüklerdeki şişkin
dalların bulunup bulunmadığı kontrol edilerek
sürveyi yapılmalıdır.
Mücadelesi: Ergin çıkış zamanı genel olarak
güllüklerin çiçeklenme devresine rastladığından bu devrede ilaçlama yapmak uygun değildir. % 5 zarar tespit edilen çiçeksiz ve tomursuz güllüklerde Mayısın ikinci yarısından sonra
ergin çıkışını müteakip ilaçlamaya geçilmelidir. Bu devre çiçek tomurcuklarının % 80-90
görüldüğü dev redir.
Gül Gal Böceği (Agrilus Chrysoderes)
4
402
a) Kültürel Tedbirler: Güllüklerde kış sonu temizliği yapılırken galli gül dallarının galin baş-
ladığı kısımdan kesilerek yakıl ması en emin ve
ucuz bir mücadele metodudur. b) Kimyasal
Mücadele: Tomursuz güllüklerde aşağıda ad
ve dozları yazılı ilaçlardan biri ile mücadele
yapılmalıdır.
Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:
Etkili Madde Adı
Yüzdesi
Fomülasyon
100 lt. suya Parathion Methyl, 35, E C, 100cc.
Azinphos Methyl 40 E C 100cc. Azinphos
Methyl 20 E C 200cc. Azinphos Methyl 25 W P
160gr. Diazinon 20 E C 200cc.
İlaçlama Tekniği: Güllüklerin bilhassa yaprak altlarının iyice ilaçlanmasına dikkat edilmelidir. İlaçlamayı müteakip yağmur yağarsa
ilaçlama tekrar edilmelidir, Çiçeklenmeden 10
gün önce ilaç lamaya son verilmelidir. Ergin çıkış süresine göre birinci ilaçlama dan 15-20
gün sonra ikinci bir ilaçlama yapılabilir.
Gül Hortumlu Böceği( Rhynchites Hungaricus (Hbst.)) ( Col.: Attelabidae ) Zirai Mücadele Teknik Talimatı
1. Tanımı ve Yaşayışı:
Ergin 5-7 mm uzunlukta hortumlu bir böcektir. Baş, anten, hortum, bacaklar ve üst
kanatların ortası siyah, üst kanatların yan
tarafı ve pronotum kırmızı renktedir. Hortum
uzun, gözler büyüktür. Larva fildi-
şi renkli, tombul, kıvrık ve ayaksızdır. Yumurta, açık sarı, oval şekilli ve parlaktır.
Erginler genel olarak nisan sonu ve mayıs başlarında gül tomurcuklan üzerinde görülürler.
Güneşli saatlerde hareketlidirler. Tehlike anında kendilerini toprağa atıp saklanırlar. Dişiler
yumurtalarını açılmakta olan gül tomurcukları
içine koyarlar. Hortumları ile önce tomurcuklarda delikler açarlar. Genellikle yumurtalarını
çanak yapraklarının çevrelediği kısmın altına
açtığı delikler içinde 2 mm kadar derinliğe bırakır. 8-12 Günde açılan yumurtalardan çıkan
larvalar tomurcuk içinde beslenirler. Olgun
larva tomurcukları terk ederek toprak içine
geçer. Kışı toprakta 2-8 cm derinlikte oval şekilde bir kokon içinde olgun larva halinde geçirirler. Erken ilkbaharda pupa olurlar. Yılda bir
döl verir.
2. Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve
Yayılışı:
Erginlerin açılmakta olan tomurcuklarda yaptığı zarar önemlidir. Yumurtlama sırasında
tomurcukları kırparak yere serer, bir kısım tomurcuklar da dallarda asılı kalır. Genel olarak
zarar gören tomurcuklar açılmaz, çiçeklenme anormal olur, verim azalır. Zararlının İzmir, Afyon, Ankara, Burdur, Çorum, Isparta ve
Konya'da bulunduğu saptanmıştır.
3.Konukçuları :
Yağ ve süs gülleri zararlının konukçuları olarak bilinir.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 403
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
4. Doğal Düşmanları ve Etkinlikleri :
Henüz saptanmamıştır.
5.Mücadelesi:
5.1. Delinmiş gül tomurcuklarının koparılıp
yok edilmesi, yoğunluğun azalması ve gelecek
yılın zararını önlemesi bakımından önemlidir.
5.2. 5.2.1. İlaçlama Zamanının Tespiti
Zararlının yaşayışı dikkate alınacak olursa, ni
san sonu ile mayıs ortası ilaçlama için en uy
gun zaman olarak seçilebilir. İlaçlamaya geçe
bilmek İçin nisan sonundan itibaren hafada
iki kez olmak üzere güllükler kontrol edilmeli,
tesadüfen seçilen 100 tomurcuktan 5'inde
ergin görüldüğünde ilaçlamaya geçilmelidir.
Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:
Gül Hortumlu Böcegi (Rhynchites Hungarkus
(Hbst.) (Coleoptera: Attelabidae)'ne Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar
Formülasyonu Dozu ( Preparat ) 100 lt. suya
Malathion % 25 WP 200 g Malathion 190 g/l
EM 250 ml
5.2.2. Kullanılacak Alet ve makinelar: Sırt körüğü veya sırt pülverizatörü 5.2.3. İlaçlama
tekniği Güllüklerin her tarafının İyice ilaçlanmasına dikkat edilmelidir. Rüzgarlı havada
ilaçlama yapılmamalı, ilaçlamadan hemen
sonra yağmur yağarsa tekrarlanmalıdır. Sıcaklığın yüksek olduğu zamanlarda ilaçlama
yapılmamalı, genellikle sabah veya akşam saatleri seçilmelidir.
6. Uygulamanın Değerlendirilmesi
İlaçlamadan üç gün sonra güllüklere köşe-
4
404
genler doğrultusunda girilir. İlaçlı ve ilaçsız
alanlardan tesadüfen seçilen 100 tomurcuktan kaçında zararlının erginlerinin bulunduğu
saptanır. Elde edilen sonuçlar, ilaçlamaya başlama zamanının tayini için gerekli olan zararlı
adedi ile karşılaştırılarak ilaçlamanın başarılı
olup olmadığına karar verilir.
Gül Koşnili( ParthenolecaniumSpp.) ( Hom.:
Coccidae ) Zirai Mücadele Teknik Talimatı
1.Tanımı ve Yaşayışı:
Ergin dişi yarım küre şeklindedir. Rengi sarımsı
kahverengi olup üzeri kırmızı çizgilidir. Uzunluğu 5-6 mm'dir. Ergin erkek koyu kahverengi
ve çevik karakterli, kanat açıklığı 3-4 mm'dir.
Yumurta yuvarlağa yakın oval şeklinde ve mat
kirli sarı renktedir. Şekilleri genel olarak oval
ve yassı görünüşlüdür. İkinci dönem larvaları
koyu kızıl kahverengindedir. Sırtta bulunan
tümsek daha belirgindir. Vücutları genel olarak ince bir mum tabakası ile örtülüdür. Erkek
pupa kabuğu koyu kahverengindedir. Erginin
çıkma sından sonra beyaz, ince mum gibi pupa
kabuğu dal üzerinde kalır.
Kışı ikinci dönem larva halinde gülün dal ve
sürgünleri üzerinde geçirirler. İlk baharda havaların ısınmasıyla (gül fidanlarına su yürümeye başlayınca) kabarmaya başlayarak koyu
kahverengi olan vücut rengi açık kahverengiye
döner. Mart ortasında deri değiştirir. Erkekler
ince uzun, dişiler yarım küre şeklini alırlar.
Mart sonunda erkekler pupa olur, nisanın ilk
hafasında uçmaya başlarlar. Çifleşen dişiler
hızla gelişmeye başlar, fazla miktarda tatlı
madde salgılarlar. Yumurtlamadan sonra dişiler ölürler. Bun ların derileri sertleşmiştir.
Yumurtlama mayıs ortasında başlar, 1-1,5 ay
devam eder. Yumurtalar haziranın ilk hafasında açılmaya başlar ve 20 – 30-gün devam
eder. Yumur tadan çıkan larvalar kendilerini
gül sürgün ve dalları üzerine tespit ederler.
Kışı ikinci larva döneminde geçirirler. Yılda bir
döl verir.
2. ZARAR ŞEKLİ, EKONOMİK ÖNEMİ VE YAYILIŞI:
Gül koşnili güllüklerde iki şekilde zarar yapar.
İnce uzun hortumlarını üzerinde yaşadığı bitki dokusuna sokarak bitki özsuyunu emerler.
Aynı zamanda salgıladıkları tatlı madde ile
fumajine neden olurlar. Zarar gören güllükler
3-4 yıl içinde tamamen kurur. İlk yıl durgunluk gösteren gül fidanları ikinci yıl bodurlaşır,
yapraklar ufalır, sür günlerde tomurcuk miktarı azalır, kalite bozulur. Üçüncü yıl yer yer
kurumalar baş gös terir, sanlık ve çalılaşma
görülür. Zararlı, ülkemizin yağ gülü yetiştiren
Burdur ve Is parta illerinde oldukça yaygın olarak bulunmuştur.
Gül Küllemesi Hastalığı(Spkaerotheca Pannosa
\Ar.Rosae (Walt.), Lev.) Zirai Mücadele Teknik
Talimatı
1. Etmenin Tanımı ve Yaşayışı:
Fungusun kleistotesyumları koyu renkli, yuvarlak ve tek askusludur. Tutunucuları misel
şeklindedir. Havai miseller iyi gelişmiştir.
Önce beyaz olan miselyumları, sonra koyu
kahverengine dönüşür. Konidiler genellikle
renksiz ve bir konidiofor ucunda zincir şeklinde oluşurlar. Fungus kışı dal, bitki artıkları ve
tomurcuklarda misel ve kleistotesyum halinde
geçirir.
2. Hastalığın Belirtileri, Ekonomik Önemi
ve Yayılışı;
Hastalık gülün yaprak, sürgün ve tomurcuklarında görülür. Hastalıklı yapraklar kıvrılır,
oluklaşır ve sertleşir. Hafifçe kızarır. Beyaz bir
misel ve konidi örtüsüyle kap lanır. Misel ve konidi örtüsü tomurcuğun çanak yapraklarında
ve saplarında da görülür. Kütleme bazen tomurcukların açılmasına engel olur. Hastalığın
güllerde goncaların açılmasına engel olması
ve şekillerini bozması onların pazar değerini
düşürür. Hastalık özellikle nemli ve üstten
sulama yapılan yerler de önem kazanır.
Hastalık, gül yetiştiriciliği yapılan her yerde
görülür.
3. Konukçuları:
Patojen, gülün dışında şefali ve bademlerde
de hastalığa neden olur.
4. Mücadelesi:
4.1.Kültürel Önlemler
1.Aşırı sulamadan, özellikle bahçe gül-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 405 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
leri için şişleme şeklinde yapılan sulama dan
kaçınılmalıdır,
2.Gübreleme, toprak işleme ve sulama, gülün normal gelişimini sağlayacak şekilde yapılmalıdır. 4.2.Mekaniksel Mücadele
Fazla hastalık görülen bitki kısımları budanmalı ve hastalıklı artıklar yok edil melidir.
4.3.Kimyasal Mücadele 4.2.1. İlaçlama
Zamanının Tespiti Yaprak ve tomurcuk
oluşumu başladığında ilk ilaçlama
yapılmalıdır.
Kullanılan İlaçlar ve Dozları:
Gül Külleme Hastalığı Sphaerotheca Pannosa
\İ\T.Rtmae (Walt.) Lev.I'na Karşı Tavsiye Edilen
İlaçlar
Etkili Madde Adı ve
Oranı
Formülasyonu
Dozu ( Preparat)100 lt.suya
Dinocap 475 g/l
EC
30-40 ml
Kükürt, % 80
WP
400 g
Quinomethionate. c/ı 25
WP
30 g
Bupirimate 250 g/l
EC
160 ml
Penconazole, 100 g/l
EC
25 ml
Hexacon;uolc 50 g/l
SC
50 ml
Pyrazophos 300 g/l
EC
50 ml
4.2.2.Kullanılacak Alet ve makineler Küçük
alanlarda adi basınçlı sırt veya el pülverizatörü, büyük alanlarda ise mo torlu pülverizatörler kullanılabilir.
4
406
4.2.4.İlaçlama Tekniği
İlaçlama sabah serinliğinde, rüzgarsız ve yağışsız havalarda yapılmalı ve bitki ler yıkanırcasına ilaçlanmalıdır. Kullanılan ilacın etiketinde önerilen aralıklarla 5-6 kez ilaçlama
yapılabilir.
5. Uygulamanın Değerlendirilmesi:
Uygulama alanını temsil edecek şekilde gül
plantasyonunun köşe ve ortaların dan olmak
üzere 5 farklı yerinden bitkilerin çeşitli yön ve
yüksekliklerinden 30x5 = 150 adet bileşik yaprak makasla kesilerek toplanır. Toplanan bileşik yapraklar 0-5 skalasına göre sayılır.
0- Bileşik yapraklardaki yaprakların hepsi temiz
1- Yaprağın % 1' i bulaşık, 2- Yaprağın % 5'i
bulaşık, 3- Yaprağın % 10'u bulaşık,
4- Yaprağın % 25'i bulaşık, 5- Yaprağın % 50'si
ve daha fazlası bulaşık. İndeks değeri
bulunur. Bu indeks değerinin uygulama
başlangıcındaki indeks değerini geçmemesi
gerekir.
Yağ Gülünde Gül Makas Böceği Aurigena (=
Perotis) Chlorana (Lap. Et Gory) (Coleoptera:
Buprestidae) Zirai Mücadele Teknik Talimatı
1 Tanımı ve Yaşayışı
A.chlorana' nın ergini uzun, oval biçimdedir.
Dişi birey, erkek bireyden daha iri yapılıdır.
Dişi bireyin vücut uzunluğu ortalama 22.3
(15.6-27.1) mm, genişliği ise 13.9 (6.4-13.6)
mm' dir. Erkek bireyde uzunluk ortalama
19.2 (13.9-22.4) mm, genişlik ise ortalama
7.7 (4.6-9.3) mm' dir Baş, thorax, elytronları
parlak metalik yeşildir. Anten 11 seğmendi ve
parlak siyahtır. Vücudun ventral'i ve bacaklar
parlak yeşilimsi bronz renktedir. Dişide anal
segmentin uç kısmı dışbükey, erkekte ise anal
segmentin uç kısmı median' da düz veya hafif
girintilidir. Bu özellikleriyle dişi ve erkek birbirinden kolayca ayırt edilebilir. Yumurtası oval
ve bazıları bir uca doğru daha incelmiş biçimde, kremimsi san rengindedir.
Yumurtanın uzunluğu ortalama 1.2 (1.1-1.5)
mm, genişliği ise ortalama 0.7 (0.6-0.9) mm'
dir.
Larvaların vücudu beyazımsı krem rengindedir. Yumurtadan yeni çıkan larvanın vücut
halkalarının yanlarında kıllar bulunur. Kökte
kabuk altına girerek beslenmeye başladığında
bu kıllar tamamen yok olur.
Yumurtadan yeni çıkan larvanın vücut uzunluğu
ortalama 3.4 (2.8-3.9) mm, baş kapsülü genişliği 0.2 (0.2-0.3) mm' dir. Diğer dönemlerdeki
larvaların başı küçük, biraz basılmış ve prothorax' m içine doğru oldukça çekilmiştir Thorax,
özellikle prothorax geniş ve oldukça yassıdır.
Prothorax' ın dorsal ve ventral yüzeyinde iyi
gelişmiş sertleşmiş birbirine yakın büyüklükte
kahverengimsi san renkte plakalar bulunur.
Abdomen 10 segmentli, ince uzun silindirik
yapıdadır. Larva bacaksızdır. Son dönemdeki
larvanın vücut uzunluğu 78 mm' ye ulaşır.
Gelişmesini tamamlayan larva büzülerek,
uzunluğu ortalama 38.3 (29-54) mm olan
prepupa evresine geçer. Prepupa-nın
morfolojik özellikleri olgun larvaya benzer.
Olgun larvaya göre oldukça kısa, tombul ve
sarımsı krem rengindedir. Pupa serbest
pupa tipindedir. Başlangıçta pupa krem
renkte olup, daha sonra zamanla ergine
benzer renk alarak koyulaşır. Pupanın
uzunluğu ortalama 22 (14-29) mm, genişliği
ortalama 8.8 (5.5-11.5) mm' dir. A.chlorana üç
ve dört yılda bir döl vermektedir.
Kışı kök içinde ergin ve çeşitli larva dönemlerinde geçirir. Kök içinde pupadan çıkan erginler, larvaların kökte kabuk altında odun
tabakasında beslenmeleri sonucunda oluşturdukları sıkı öğüntülerle dolu galerilerde
etrafı öğüntülerle kaplı bir odacık içinde tek
tek bulunurlar. Bu odacık içinde erginlerin
ventral kısmı, kökün kabuk kısmına gelecek
şekilde bulunur. Kışlayan larvalar ise kökte
kabuk altında beslenme yerlerinde oluşturdukları bir odacık içinde hareketsizleşir ve
larvaların renkleri donuklaşır. Bu bireylerin
renkleri, ilkbaharda aktif duruma geçmesiyle
birlikte parlaklaşır ve beslenmeye başlar.
Kök içinde kışı geçiren A.chlorana erginleri,
sıcaklığın yükselmesi ve yağ gülü sürgünlerinin yapraklanması ile birlikte kökten çıkarak
beslenmeye başlar. Erginler genellikle mart
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 407
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
sonlarından itibaren koku terk etmeye başlar.
Bu sırada hava sıcaklığı 10.6-12.7°C, 5 ve 20
cm derinliğinde toprak sıcaklığı sırasıyla 13.414.4°C ve 11.4-12.7°C arasındadır. Erginlerin kökten çıkışları kademeli olur. Kökten en
çok ergin çıkışı, nisan'ın son hafası-mayıs'ın
ilk hafasında olur. Bu şuada hava sıcaklığı
13.6°C-13.8°C, 5 ve 20 cm derinliğinde toprak
sıcaklığı sırasıyla 14.7°C-16.3°C ve 13°C-15.1°C
arasındadır ve yağ gülü sürgünlerinin yansına
yakın bölümü yeşil tomurcuklu dönemdedir.
Kademeli olan bu çıkışlar mayıs' m ilk hafasında tamamlanır. Bu dönemde sürgünlerin %70
kadın yeşil çiçek tomurcukludur. Kök içinde
kışlayan larvalar sıcaklığın artmasıyla birlikte
mart sonundan itibaren beslenmeye başlar.
A.chlorana erginleri, mayıs ortasından temmuz' un son günlerine kadar yumurta bırakır.
'Bu dönemde hava sıcaklığı 16.4°C -17°C ve
sürgünlerde çiçek açılımı başlamak üzeredir.
En çok yumurta sayısına haziran' in son hafası-temmuz' un ikinci hafasında ulaşılmaktadır.
Bu dönemde hava sıcaklığı 2O.2°C-23.3°C arasındadır. Erginler ağustos' un üçüncü hafasının son günlerine kadar yaşamlarını sürdürür.
Yumurtadan larva çıkışı temmuz' un ilk haftası-temmuz ortasında başlar. Bu dönemde
hava sıcaklığı 21.7°C nin üzerindedir ve gül
hasadı sona ermiştir. Yumurtadan larva çıkışı
eylül' ün ikinci hafasının başlarında tamamlanmaktadır. Yumurtadan çıkan genç larvalar
yumurta kümesi üzerinde bulunan tabaka
üzerinde açtıkları deliklerden çıkarak toprağa
4
408
kendini atar ve vücut halkalarının yanlarında
bulunan kıllarla hareket ederek yağ gülünün
kök boğazında gevşemiş kabuk altına girer. Bu
sırada segmentlerdeki kıllar dökülür. Kabuk
altında odun dokusunda beslenmeye başlar
Larvalara bütün yıl boyunca rastlanır. Larva
pupa olmadan önce beslenmeden kesilerek
sarımsı bir renk alır, vücudu kısalarak hareketsizleşir ve böylece prepupa evresine girer.
Larvalar kök içinde iki veya üç yıl beslendikten sonra prepupa evresine geçer. Bu evreden
sonra kremimsi beyaz renkte pupa görülür.
Prepupalara temmuz' un ikinci hafasının sonlarından eylül' Un üçüncü hafasının ortalarına; pupalara ise ağustos' un ikinci hafasının
ortalarından eylül' ün son hafasının ortalarına kadar rastlanır. Pupalardan ergin çıkışı,
eylül' ün ilk günlerinden itibaren başlamakta
ve eylül' ün son hafasının başlarında tamamlanmaktadır. Bu erginler kışı kök içinde pupa
beşiği içinde geçirir.
2. Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve Yayılışı
A.chlorana' nın hem ergin hem de larvaları zararlı olur. Kışlama yerini terkeden A.chlorana
erginleri yapraklan kenardan içeriye doğru yiyerek ve bileşik yaprakların ve yeni oluşmuş
sürgünün sap kısmım kemirmek suretiyle keserek zarara neden olurlar. Ayrıca tomurcuklanma döneminde, yeşil ve pembe tomurcuklu
sürgünlerin saplarını kemirmek suretiyle keser. Zararlının yağ güllerinde varlığı, kesilen
sürgünlerin ve yaprakların yağ gülü taç iz-
düşümünde serili olarak bulunması veya yağ
gülü üzerinde kesilen sürgünlerin ve yaprakların asılı olarak bulunması ile kolayca anlaşılır.
Bu şekilde zarar gören yağ güllerinde çiçek
oluşumu engellenir ve verim önemli ölçüde
düşer. Yağ gülünde esas zarara, A.chlorana
larvaları neden olmaktadır. Larva kabuk altında odun dokusunda galeriler açarak beslenmektedir. Dönem ilerledikçe kökün derinliklerine inerek kabuk altmda odun dokusunda içi
sıkı bir şekilde beslenme artıkları ve öğüntülerden oluşan galeriler oluşturmaktadır. Larvalar, köklerin sadece kabuk kısmı aynı şekilde
kalmak suretiyle odun dokusunu öğüntü ve artıklardan oluşan galeriler haline getirebilmektedir. Köke dıştan bakıldığında larvanın bulunduğu yer ve zararı belli değildir. Ancak kabuğu
kaldırılınca etrafında öğüntülerle kapalı olan
larva ve oluşturduğu galeri görülebilmektedir.
A.chlorana ergin ve larvaları özellikle bakımı
yapılmayan ve yaşlı güllüklerde zararlı olmaktadır. Zarara uğrayan yağ güllerinde gelişme
yavaşlamakta, zamanla çalılaşma ve sonunda
da tamamen kuruma görülmektedir. Zararlı
daha çok Isparta'da olmak üzere Göller Bölgesi'ndeki yağ gülü alanlarında bulunduğu belirlenmiştir.
3.Konukçuları
A.chlorana' nın esas konukçusu yağ gülü (Rosa
damascena Mili.)' dür. Bunun yanısıra Rosaceae familyasına ait meyve ağaçlarında zararlı
olduğu belirtilmektedir.
4.Doğal Düşmanları Ve Etkinlikleri:
Saptanmamıştır.
5.Mücadelesi:
Bu zararlıya karşı kültürel önlemler ile mekaniksel mücadelenin uygulanması gerekli görülmektedir.
5.1.
Kültürel
Önlemler
A.chlorana dişileri yumurta bırakmada yağ güllerinin kuru dallarını tercih etmesi nedeniyle
özellikle yaşlı, zayıf ve bakımsız yağ güllüklerinde zararlı olmaktadır. Bu nedenle güllüklerde yumurta bırakma yerlerini oluşturan kuru
dalların kesilmesi ile yapılan normal budamalar veya gençleştirmek amacıyla yapılan aşırı
budamalar bitkilerin kuvvetli gelişmelerini,
dolayısıyla bu zararlıdan daha az etkilenmesini sağlar. Ayrıca sonbaharda yağ güllüklerinin
bozulmaları sonucunda ortaya çıkan köklerin
toplanarak yakılması da zararlının populasyonun azaltılmasında büyük önem taşır. Çünkü
bulaşık güllüklerde bu köklerde zararlının kışlayan ergin ve larvaları bulunmaktadır.
5.2.Fiziksel mücadele Kök içinde kışı
geçiren A.chlorana erginleri, yağ gülü
sürgünlerinde gözlerin tamamen açıldığı ve
yeni oluşan sürgünlerin yandan fazlasının
bileşik yapraklı olduğu dönemde çıkmaya
başlar. Bu nedenle yağ gülü alanlarında
genellikle bu fenolojik döneme rastlayan,
erginlerin kökten çıkmaya başladığı mart
ayının son hafasından itibaren mayıs ayının
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 409 ^m*
Gül Şehri DİYARBAKIR
ilk hafasına kadar kademeli olarak çıkan erginlerin yumurtlamaya başlamadan önce (mayıs ayı ortası) sürekli toplanarak yok edilmesi,
populasyonun düşürülmesinde etkili olacaktır.
Özellikle erginlerin kışlama yerinden çıkışın
tamamlandığı, yağ gülü sürgünlerinin % 70 '
inin yeşil çiçek tomurcuklu olduğu dönemde
erginlerin toplanması daha önem taşımaktadır.
Bunun yanı sıra, zararlının yumurtlama dönemi olan mayıs ortasından temmuz sonuna
kadar (özellikle yumurta sayısının en yüksek
düzeye ulaştığı ve henüz larva çıkışının başlamadığı dönem olan haziranın son hafasında)
yumurtaların bırakıldığı kuru gül dallarının kesilerek yakılması da zararlının yoğunluğunun
azaltılmasına yardımcı olacaktır.
5.3. Kimyasal mücadele Zararlıya karşı
kimyasal mücadele gerekli görülmemektedir.
Ergin böceklerin toplatılarak imha edilmesi
uygundur.
6. Uygulamanın Değerlendirilmesi
Yağ gülü sürgünlerinde zararlı erginleri görülmediği zaman, belirtilen mücadele uygulamalarından başarı sağlandığı sonucuna varılır.
Gül Yaprak Biti ((L.)) ( Hom.: Aphididae ) Zirai Mücadele Teknik Talimatı
1.Tanımı ve Yaşayışı:
4
410
Dişilerin vücut rengi yeşil ve kırmızının bütün
tonlarında olup baş ve thorax si yahtır. Erkekler genel olarak siyah görünüşlü,2-3,5 mm boyunda dolgun ve yumuşak vücutludurlar. Erkeklerde antenler dişiye oranla daha uzundur.
Kanatlı ve kanatsız form ları vardır. Hem döllenmeden hemde döllenerek çoğalırlar. İlkbahar başlarında havaların ısınmasından sonra
gül fidanlarına su yürümesiyle döllerin anası
denilen Fundatrix'ler görülmeye başlar. Bunlar
kış yumurtalarından çıkan ilk döl yavrularıdır.
Taze sürgünle re ve yapraklara hücum ederler
ve 10-15 günde ergin olurlar. Kanatsız canlı
doğuran di şileri meydana getirirler. Daha sonra kanatlılar görülür. Bütün yaz döllenmeden
çoğalır lar, konukçu değiştirirler. Sonbaharda
havalar soğuyunca erkek ve dişiler çifleşerek
kışlık yumurtalarını kış konukçusuna bırakırlar. Yılda 10-16 döl verirler.
2.Zarar Şekli, Ekonomik Önemi ve Yayılışı:
Gül yaprakbiti ince uzun hortumunu bitki
dokusu içine sokarak Özsuyu emer. Koloniler halinde sürgün, tomurcuk ve yapraklarda
bulunur. Populasyonun yoğun olduğu durumlarda gül tomurcuklarının normal gelişmesi
duraklar. Bu devrede mücadelesi ya pılmadığı
ve hava koşulları da zararlının çoğalması için
uygun gittiğinde büyük zarara neden olurlar.
Gül yetiştirilen bölgelerde yaygın bir türdür.
3.Konukçuları:
Başlıca konukçusu güldür. Fırça otu ve çayır-
larda da bulunurlar.
4.Doğal Düşmanları ve Etkileri:
Henüz saptanmamıştır.
5.Mücadelesi
5.1. Kültürel Önlemler Güllüklerin temiz ve otsuz bulundurulması, toprak işlemesi, sulama
ve gübrele menin zamanında yapılması önerilir.
5.2. Kimyasal Mücadele
5.2.1.İlaçlama Zamanının Tespiti 100 Gül sürgününün 20' sinde, sürgün ve taze yaprakların
alt yüzünde yaprak bitki kolonileri görülmeye
başladığı zaman ilaçlamaya geçilmelidir.
Kullanılacak İlaçlar ve Dozları
Gül
Yaprak
Biti(L.))
(Homoptera:
Aphididae)'Ne Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar
Etkili madde Adı ve oranı Formülasyonu
Dozu (preparat) Tomurcuk Güllerde:
Parathion - methyl, 360 g/l EC 100 ml
Azinphos - methyl, 230 g/l EC 200 ml
Azinphos - methyl, % 25 WP 160 g
Primicarb, % 50 WP 50 g
Tomurcuksuz Güllerde:
Malathion, % 25 WP 200 g
Malathion, 190 g/l EC 250 ml
Malathion, 650 g/l EC 85 ml
Diazinon, 185 g/l EC 200 ml
Oxydemeton - methyl. 265 g/l EC 100 ml
Dimethoate, 400 g/l EC 75 ml
Bromophos, 360 g/l EC 100 m l (*)
Spesifik afisid'dir
5.2.2.Kullanılacak Alet ve makinelar Sırt pülverizatörü
5.2.3.İlaçlama Tekniği
Bitkinin sürgün, yaprak ve tomurcuklarına
ilaçlı su değecek şekilde dikkatli bir ilaçlama
yapılmalıdır. İlaçlamadan hemen sonra yağmur yağacak olursa tekrarlanmalıdır.
6. Uygulamanın Değerlendirilmesi
İlaçlamadan 7 gün sonra gül alanlarına köşegenler doğrultusunda girilir. İlaçlı ve ilaçsız
kısımlardan tesadüfen seçilen 100 sürgünün
yaprak ve sürgünü kontrol edile rek buralarda
bulunan canlı nimf ve ergin yaprak bitleri sayılır. Sayım sonuçlan ilaçla maya başlama zamanının tayini için gerekli olan yaprakbiti adetleri
ile karşılaştırılarak ilaçlamanın başarılı olup
olmadığına karar verilir.
3.Konukçuları:
Yağ, süs ve yabani güller zararlının konukçuları olarak bilinir.
4.Doğal Düşman ve Etkileri:
Saptanmamıştır
5. Mücadelesi:
5.1. Kuru ve kurumaya yüz tutmuş dallar kesilip yakılmalıdır.
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 411
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
Yeni kurulan güllük lerde koşnilli dallar kullanılmamalıdır. Gençleştirme için kesilen dallar
çit veya başka amaçla kullanılmayıp hemen
yakılmalıdır.
5.2.Kimyasal
Mücadele
5.2.1.İlaçlama Zamanının Tespiti İlkbaharda
koşnilin beslenerek kabarmaya başlamasından itibaren henüz yu murtlama dönemine
girmeden önce ( nisan ortası - mayıs'ın ilk haftası) veya koşnilin yumurta açılımının en yüksek olduğu dönemde, birinci dönem larvalara
karşı ilaçlama yapılmalıdır.
Kullanılacak İlaçlar ve Dozları:
Gül Koşnili Spp.) (Homoptera: Coccidae)'E
Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar
Etkili Madde Adı ve Oranı Formülasyonu Dozu
(Prepat) 100 lt. Suya
Azinphos - methyl, 230 g/l EC 200 ml Azinphos
- methyl, % 25 WP 160 g Parathion - methyl,
360 g/l EC 150 ml Diazinon, 630 g/l EC 65 ml
1.Kullanılacak Alet ve Makineler:
Sırt pülverizatörü
2.İlaçlama Tekniği:
Bitkinin her tarafına ilaçlı su değecek şekilde
dikkatli bir ilaçlama yapılmalıdır. İlaçlamadan
sonra yağmur yağacak olursa tekrarlanmalıdır. İlaçlama günün serin saatle rinde yapılmalıdır.
4
412
6.Uygulamanın Değerlendirilmesi:
İlaçlamadan 7 gün sora güllüklerin ilaçlı ve
ilaçsız kısımlarına köşegenler doğ rultusunda
girilerek, tesadüfen seçilen 100 gül dalında
yüzde bulaşıklık oranı tespit edi lir. Elde edilen
sonuçlar ilaçlamaya başlama zamanının tayini
için gerekli olan bulaşma oranı ile kıyaslanarak ilaçlamanın etkili olup olmadığına karar
verilir.
Güllerde Pas Hastalığı(Phragmidium Spp.) Zirai Mücadele Teknik Talimatı
1. Etmenin Tanımı Ve Yaşayışı:
İlkbaharda dal, yaprak, tomurcuk sapı ve çanak yapraklarında portakal kırmızısı renginde
kabartılar halinde esidiler görülür. Yaz aylarında yaprakların alt yüzeylerinde san renkli
0,5 – 1 mm çapında üredospor yatakları oluşturur. Sonbahara doğru koyu kahve ile siyah
renkli teleutospor yatakları oluşur.
Fungusun ara konukçusu yoktur. Kışı yere düşen yapraklar üzerinde teleutospor ve genç
dallar üzerinde misel halinde geçirir. Genç
dallardaki miseller 3 yıl canlılıklarım korurlar.
İlkbaharda ilk enfeksiyonlar, teleutosporların
çimlenmesi ile oluşan basidio sporların genç
gül sürgünlerini enfekte etmesi ile olur.
2. Hastalığın Belirtileri, Ekonomik Önemi
Ve Yayılışı:
Hastalık önce yaprak, dal ve tomurcuk sapla-
rında sarımtrak lekeler halinde görü lür. Daha
sonra bu lekeler kırmızıya dönüşür. Lekeler
hafifçe kabarık püstüller halinde dir. Bu püstüllere sori (tekil: soruş) adı verilir. Pas hastalığı
yağ ve süs güllerinde direkt ve indirekt olmak
üzere iki şekilde zarar yapar. Direkt olarak
üründe yaptığı zarar; İlkba harda çiçek tomurcuklarının sap ve çanak yapraklara olan enfeksiyonlardan dolayı to murcukların açılmaması
şeklinde olandır. Bu şekildeki zarar % 5-8 oranında kalmakta dır.
Asıl zarar indirekt yolla olmaktadır. Pas hastalığı yapraklarda lekeler oluşturdu ğundan
yaprak fonksiyonunu yapamaz. Lekelerin kapladığı alan ile orantılı olarak özüm leme faaliyeti azalır. Bunun sonucunda da fizyolojik
denge bozulur. Bitkinin beslenememesinden
dolayı gıda noksanlıkları oluşur, çiçek miktarı
azalır ve çiçekler normal formlarını alamazlar.
Bütün bunların sonucunda da gül yağı kalitesi
bozulur, kantite aza lır. Hastalık özellikle Isparta ve Burdur ilinde yağ gülü üretim alanlarında yaygın olduğu gibi süs gülü yetiştirilen bütün bölgelerde rastlanılmaktadır.
3. Konukçuları:
Gül pası sadece güllerde görülmektedir.
4. Mücadelesi:
4.1. Kültürel Önlemler
1.
-İlkbaharda esidiler görüldüğü zaman
hastalıklı dallar budanmalıdır. Esidioporları
etrafa yaymamak için sürgünleri kesmeden
önce üzerine ispirto, karbolineum gibi maddeler sürülmeli ve kesildikten sonra bunlar yakılmalıdır.
2.
-Toprağa düşmüş yapraklar toplanarak imha edilmeli veya derince gömülmelidir.
4.2. Kimyasal Mücadele 4.2.1.İlaçlama
Zamanının Tesbiti 4.2.1.1. Yağ Güllerinde:
a) 1. İlaçlama: Çiçek tomurcukları kırmızı uç
göstermeden 20-25 gün önce.
b) 2.İlaçlama: Tomurcuklar teşekkül ettiği fakat kırmızı uç göstermeden önce.
(1.ilaçlamadan 10-15 gün sonra),
c) 3. İlaçlama; Hasat biter bitmez.
d) Gül yağında kalıntı sorunu olmayan ilaçlar
gerektiğinde ikinci ilaçlamadan sonra gül hasadı sırasında bir kez daha uygulanabilir.
4.2.1.2-Süs Güllerinde;
İlaçlamalara ilk pas püstülleri görülür görülmez başlanmalı ve hastalığın seyrine göre
tüm vejetasyon süresince ilaçlamalara devam
edilmelidir
Kullanılan İlaçlar ve Dozları:
Güllerde Pas Hastalığı(Phragmidiuın Spp. )'Na
Karşı Tavsiye Edilen İlaçlar
Etkili Madde Adı ve Oranı
Formülasyonu
Dozu ( Preparat) 100 lt
suya
Bakır sülfat % 99.5+CaO
Bulamaç
1 kg+500g
Cyproconazole 50 g/l
EC
25 ml
Propineb % 70
WP
200 g
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 413
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
4.2.2.Kullanılacak Alet ve Makineler: Adi
basınçlı sırt pülverizatörü ile sırt atomizörleri
en uygun aletlerdir. 4.2.4.İlaçlama Tekniği
İlaçlama sabah serinliğinde, rüzgarsız ve yağışsız havalarda yapılmalıdır. İlaçlı su karışımına % 0.2 oranında yayıcı - yapıştırıcı ilave
edilmelidir. İlaçlamalarda bitki nin bütün yüzeyinin ilaçlı suyla kaplanmasına dikkat edilmelidir.
ayının son hafasından mayıs ayının ilk haftasına kadar kademeli olarak çıkan erginlerin
yumurtlamaya başlamadan önce sürekli
toplanarak yok edilmesi, populasyonun düşürülmesinde etkili olacaktır. Ayrıca zararlının
yumurtlama dönemi olan mayısın ortasından
temmuzun sonuna kadar yumurtaların bırakıldığı kuru gül dallarının kesilerek yakılması
zararlının yoğunluğunu azaltacaktır.
5. Uygulamanın Değerlendirilmesi:
Uygulama alanını temsil edecek şekilde gül
plantasyonunun köşe ve ortaların dan olmak
üzere 5 farklı yerinden en az 10 bitki incelenir. Bitkilerin 4 farklı yönünde alt, orta ve üst
seviyelerinden olmak üzere bir bitkide yıllık
sürgünlerdeki 15 adet bileşik yaprak 0-5 skalasına göre sayılır.
İlaçlamada Dikkat Edilecek Hususlar:
—Bitki Koruma Ürünleri, Reçete Yazma Yetki
Belgesine sahip kişilere, reçeteye yazdırılmalıdır.
—Bitki Koruma Ürünleri, Zirai İlaç bayilerinden, reçete karşılığında alınmalıdır. —Bitki
Koruma Ürünleri, tavsiye edilen dozda, tavsiye
edilen uygulama şekli ve tavsiye edilen
zamanda; tavsiye edilen bitki, hastalık ve zararlı organizma dışında kullanılmamalıdır. —
Uygun zamanda, uygun dozda, tavsiye edilen
hastalık ve zararlıya karşı yapılan ilaçlamanın ardından bir yağış olduğu takdirde,
ilaçlama tekrarlanmalıdır. —Dekara en az
200lt. ilaçlı mahlül atılmalıdır. —Bitki Koruma
Ürünlerinin son kullanma tarihleri ile hasat
arasındaki süreye uyulmalıdır. —Budama
yapıldıktan sonra, budama artıkları
yakılmalıdır.499
0 - Hiç püstül yok 1-1-5 arası püstül var
2- Yaprağın 1/4 dü püstüllerle kaplı
3- Yaprağın 2/4 ü püstüllerle kaplı
4- Yaprağın 3/4 ü püstüllerle kaplı
5- Yaprağın tümü püstüllerle kaplı
İndeks değeri bulunur. Bu indeks değerinin uygulama başlangıcındaki indeks değerini geçmemesi gereklidir.
Yağ Güllerinde Kombine Mücadele
Gül Makas Böceğinin kimyasal mücadelesi
yoktur. Erginlerin çıkmaya başladıkları mart
4
414
499 Bu bildirinin yazımında şu kaynaklardan faydalanılmıştır: Hasat Yayıncılık (Çiçek Yetiştiriciliği); http://
www.megep.meb.gov.tr ; 3-www.ispartatarim.gov.
Yağ Gülü Hastalıkları ve Zararlıları İlaçlama Programı
İlaçlama Zamanı
Hastalık-Zararlı
Etkili Madde
Gül Pası
Bakır Sülfat % 25 (suda
çözünen kristal)
Propineb %70 WP
1’lik Bordo Bulamacı(1000g
500g sönmemiş kireç) 200 g
Gül Küllemesi
Bupirimate 250 g/l EC
Hexaconazole 50g/l SC
Kükürt %80 WP/WG
Penconazole100g/l EC
160 50m l400g 25 ml
Gül Filiz Burgusu
Dimethoate 400 g/l EC
Parathion-Methyl360g/lEC
Propineb %70 WP
100 ml
100 ml
200 g
Tomurcuksuz
Güllerde
Yaprak Biti
Azadiracttrin 10 g/l EC
Diazinon 185 g/l EC
Dimethoate 400 g/l EC
Malathion 650 g/l WP
500 ml
200 ml 75
ml 200 g
Mayıs sonu Haziran
ortası
Gül Filiz Arısı
Hasattan Hemen
Sonra
Gül Pası
Azinphos-Metyl %25 WP
Parathion-Methyl360g/lEC
Propineb % 70 WP
200 g
100 ml
200 g
Güller % 60-70
Yapraklandığı
Zaman
Mart Sonu
Nisan başı
Doz
Gül Pası
Gül Tomurcukları
1.İlaçlamada Kullanılan İlaçlardan Biri
%80-90 Görüldüğü Gül Küllemesi
Zaman (Hasattan 5- Hortumlu Böcek
Malathion %25 WP
200 g
7 gün önce)
Tomurcuklu Güllerde Azadiractrin 10 g/l EC
500 ml
YaprakBiti
Azinphos Methyl 25 WP Pa- 160 g 100
rathion Methyl360g/l ECPml 50 g
rimicarb %50 WP
30 ml
İmidacloprid 200 g/l SL
Gül Küllemesi
Azinphos-Methyl %25WP
160 g
Kırm. Örümcek
Tebufenpyrad %20 WP
60 g
Yaprak Biti
Nisan-Eylül
1.İlaçlamada Kullanılan İlaçlardan Biri
Koşnil
Yabancı Ot
2. İlaçlamada Kullanılan İlaçlardan Biri
Diuron % 80 WP
120 g/da
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 415
»
TÜRKİYE GENELİNDE SON DURUM
Prof. Dr. Ayten ALTINTAŞ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı
Gülcülük ve onun en önemli üretim maddesi
olan gülyağının Dünyadaki piyasası ortalama
yıllık 3 ton olarak hesap edilmektedir. Gül
konkretine ise 9 ton ihtiyaç gösterilmektedir.
Bu ihtiyacın %70 ini Türkiye sağlarken bu miktar düşeceğe benzemektedir. Dünyadaki 3 ton
gülyağı ihtiyacının 1,5 tonunu yabancı firmalar Bulgaristan’dan sağlamak için tarlalar kiralayarak üretime geçmişler ve zaman içinde
kendi gülyağlarını elde edecek gibi görünmektedir. Türkiye’deki gül üretimi de bu bilgiler ışığında ayarlanmıştır. Isparta Burdur dahil tüm
bölgelerde gül çiçeği üretiminin 7-8 bin tonu
geçmemesi kararı alınmıştır.500
Isparta’da Özel sektöre ve Gülbirlik’e ait 5 adedi büyük olmak üzere toplam 15 adet gülyağı
fabrikası mevcuttur. Isparta, yağ gülü üretimi
ve birim miktar gül çiçeğinden elde edilen
gülyağı ve konkreti bakımından dünyada ilk
sıralarda yer almaktadır. Türkiye yağ gülü
üretiminin % 80’i Isparta’da, % 20’si ise Burdur, Afyon ve Denizli İllerinde yetişmektedir.
Isparta ili 1998 yılı istatistik bilgilerine göre;
Gül yetiştiren çifçi sayısı 8200, gül yetiştirme
alanı 1. 772 hektar idi. Isparta’da toplanan gül
çiçeği; Gülbirlik’de 2.901 ton Özel sektörde
3.133 ton toplam 6.034 ton idi. Bu çiçeklerin
damıtılması ile elde edilen gülyağı Gülbirlik’te
751 kilo, Özel sektörde 811 kilo toplam 1.562
kiloydu. Çifçiye ödenen para ise toplam 850
500 Gülbirlik, Gül üreticisinin Ortak Sesi. Yıl.1 Sayı 1
Kasım-Aralık 2004,Isparta. sayfa 4.
Milyar Türk Lirası idi. İhracat tutarı Gülbirlik
1.500.000 dolar, Özel şirketler 1000.000 dolar toplam 2.500.000 dolardı501.
1999 yılındaki gülcülüğe bakacak olursak;
Isparta merkezde, Afyon’un Keçiborlu ve
Isparta’nın Atabey İlçeleri başta olmak üzere
toplam 18.310 dekar alandan 6.204 ton gül
mahsulü alınmıştır. 2000 yılında ise gül ye
tiştirilen 15.870 dekar alandan 5.530 ton ve
2001 yılında 19.060 dekar alandan 5.811 ton
gül çiçeği elde edilmiştir. 1999 yılında üreti
len 6.204 ton gül çiçeğinden 1.465 kg gülyağı,
2000 yılında 5.530 ton gül çiçeğinden 1.300
kg gül yağı, 2.250 kg gül konkreti, 2001 yılın
da 5.811 ton gül çiçeğinden 1.180 kg gül yağı
ve 3.383 kg gül konkreti elde edilmiştir. 2002
yılında ise 1.563 hektar alanda 5.827 ton gül
çiçeği üretimi gerçekleşmiştir. Gül üretimi
1.185 kg, gül konkreti üretimi 3.183 kg, gülyağı ihracatı ise 1.151 kg olmuştur.502
Afyonkarahisar’ın Başmakçı ilçesi ve köylerinde de son yıllarda önemli geçim kaynaklarından birisi yağ gülü yetiştiriciliği olmuştur. Yaklaşık 2000 dekarlık gül bahçelerinde yılda 420
– 440 ton gül çiçeği üretilmeğe başlanmıştır.
Başmakçı 1 No'lu Tarımsal Kalkınma Gül Kooperatifi de önemli bir gül üretici birliği olarak
yer almıştır. 1972 yılında 2150 üreticinin ka501 www.angelfire.com/Ispartada gülcülük. istatistiki
bilgi.
502
www.isparta.gov.tr/ekonomi,tarım
hayvancılık
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 417
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
tılımıyla kurulan Kooperatif'in gül ektiği alan
200 hektardan fazladır. Kooperatif üretim
alanları konvansiyonel(geleneksel) ve ekolojik olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Konvansiyonel üretim alanlarında bakım ve tarımsal
savaş yöntemlerinde herhangi bir kısıtlama
olmaksızın, her türlü sentetik hammaddeye
dayalı tarım ilaçları kullanılabilmektedir. Ekolojik üretim alanlarında yapılan yetiştiricilikte
ise sadece doğal hammaddeye dayalı maddeler kullanılmaktadır.
Kooperatifin ekolojik üretimi uluslararası bir
kuruluş tarafından denetlenmekte ve sertifikalandırılmaktadır. Son yıllarda ekolojik
üretim alanlarında bir artış eğilimi gözlenmektedir. Kooperatifimin üretimi, ekolojik ve
konvansiyonel gül yağı, yağlı gül suyu ve gül
kurusudur. Kooperatif mevcut ürün işleme
tesislerini sürekli yenilemekte, gerek makinateçhizat, gerekse bina yatırımları giderek artmaktadır. Kooperatif’in mevcut gül yağı işleme tesisine ek olarak, modern bir gül kurutma
tesisi hizmete girmiştir503
Denizlinin Çardak ilçesi Söğüt köyünde de 80’li
yılların sonunda yağlık gül ile tanışmışlar ve
kısa bir süre içinde gül alanları 2000 dekara
kadar ulaşmıştır. Gül piyasasının istikrara kavuşması ve köyde yetişen güllerdeki yağ oranının standartların üstünde oluşu Gülbirlik’in
503 Wwwbasmakci.gov.tr (Başmakçı Kymakamlığı Afyon)
4
418
köyde kalan eski tesisler için Isparta ve Burdur
dışında tek alım merkezi kurması gül yetiştiriciliğini tekrar cazip hale getirmiştir. İl Özel
İdaresi kaynaklarından 40 ton gül çubuğu
Isparta’dan getirilmiş ve çifçiler 400 dekar gül
bahçesi tesis edilmiştir.
Isparta Senir kasabasında üretim yapan Sebat
Gül, 100 dekar gül bahçelerinde Organik gül
üretmektedir. Bu güllerden elde ettiği ortalama 15 kilo gülyağı, 1250 kilo konkret, 750 kilo
absolü ürünü Almanya’ya ihraç etmektedir.
Ayrıca 10 ton gülsuyunu da Fransa’ya satıyor.
Isparta Tarım İl Müdürlüğü 2005 yılı gül
İhracat rakamlarına bakacak olursak;
2005 yılında: 6.555.000 dolar gülyağından,
1.288.200 dolar gül konkretinden, 1557.141
dolar absolüt ve 16.200 dolar gülsuyundan
gelir elde etmişti. 2006 yılı ihracat rakamlarına bakacak olursak 6.906.070 dolar gülyağından, 1620.936 dolar gül konkretinden ve
2.234.250 absolütden gelir elde edilmiştir504.
2007- 2008 yılına ait Isparta civarındaki son
durumu Süleyman Demirel Üniversitesi Gül ve
Gül Ürünleri Araştırma ve Uygulama Merkezi
GÜLAR şöyle saptamıştır; Isparta, geçen 120
yıl içerisinde dünyanın en önemli yağ gülü ve
gül yağı üretim merkezlerinden birisi haline
gelmiştir. Isparta ilini de içine alan Göller yö504 Isparta Isparta Tarım İl Müdürlüğünden alınmıştır.
resinde (Isparta, Burdur, Denizli ve Afyonkarahisar) 20 bin da alanda her yıl 10 bin ton
kadar yağ gülü çiçeği üretilmektedir. Isparta
ilinde merkez ilçe, Keçiborlu, Uluborlu, Eğirdir
ve Atabey ilçelerinde, Burdur ilinde Merkez,
Ağlasun ve Bucak ilçelerinde, Denizli ilinde
Çardak ilçesinde ve Afyon ilinde Dinar ilçesi ve
Başmakçı kasabasında yoğun olarak gül tarımı yapılmaktadır.
Gül çiçeklerinde elde edilen en önemli endüstriyel ürünler gül yağı, gül suyu, konkret ve
absolüttür. Bunlar, taze toplanmış gül çiçeklerinin birer damıtma (distilasyon) ve ekstraksiyon ürünüdürler. Gül yağı ve gül suyu damıtma ile, konkret ve absolüt ise ekstraksiyon ile
elde edilmektedir.
Yıllar Gül çiçeği üretimi
Çiçek fiyatı
(Ton)
(TL/kg)
Gül yağı
2007 5800
1.42 üretimi
2008 8500
1.70 (kg)
1250
1500
5750
9400
Çizelge 1. Yağ gülü ve ürünleri üretim değerleri
SDÜ Gül ve Gül Ürünleri Araştırma ve
Uygulama Merkezi (GÜLAR, 2008)
Ürün
Üretim
Değeri
Toplam tutar
Gül yağı
1450 kg
5.250 €
7.625.500 €
Konkret
9400 kg
525 €
4.935.000 €
Absolüt
1900 kg
1.300 €
2.470.000 €
Gülsuyu
100 ton
3€
15.030.500 €
Toplam ihracat değeri
Isparta ilinde 2008 yılında ortalama 8500 ton
gül çiçeği, 1.5 tona yakın gül yağı ve 9 tonun
üzerinde konkret ve absolüt üretimi gerçekleştirilmiş (Çizelge 1), yaklaşık 15 milyon €
değerinde gül ürünleri (gül yağı, gül suyu, gül
konkreti ve gül absolütü) ihracatı yapılmıştır
(Çizelge 2). 1 kg gül yağı satış fiyatı 5250 €,
1 kg gül suyu satış fiyatı 3 €, 1 kg konkret satış fiyatı 525 € $ ve 1 kg absolüt satış fiyatı
1300 € olarak gerçekleşmiştir (Çizelge 2).
Gül yağı ihracatımızın %90’ına yakını Fransa,
İsviçre ve ABD’ye yapılmakta, konkret ağırlıklı
olarak Fransa’ya ve absolüt ağırlıklı olarak
Almanya’ya ihraç edilmektedir.
Konkret
üretimi
(kg)
Çizelge 2. Gül üretimi ve gül ürünleri ihracatı (2008)
SDÜ Gül ve Gül Ürünleri Araştırma ve
Gül yağı
($/kg)
Konkret
($/kg)
Absolüt
($/kg)
6.250
700
1.750
Uygulama Merkezi (GÜLAR, 2008)
Yıllar
2007
2008
7.500
750
1.800
Çizelge 3. Yağ gülü ve ürünlerinin ihracat değerleri
Gül Kozmetiğin hizmetinde
Isparta’da üretilen gülyağı ve gülsuyundan
elde edilen güzellik ürünleri, sabunlar ve kolonyalar ve gülden elde edilen reçeller, lokumlar uzun zamandır üretilmektedir. Isparta’da
gülden üretilen kozmetik, parfümeri ve şekerlemeler önce Ispartalılara sonra Türkiye ge-
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 419
fr
Gül Şehri DİYARBAKIR
neline sunulmuştu. Bu üretim de son yıllarda
Isparta için gelişen bir saha olmuştur. Bugün
Isparta’da bu hizmeti veren üreticiler şunlardır;
1. Petek Kolonya ve Kozmetik Sanayi. Muammer Dağdelen (Şahış işletmesi)
2. 2-Konurlar Gülyağı ve İtriyat Sanayi ve
Ticaret Anonim Şirketi keçiborlu Şubesi
(Anonim Şirket)
3. Gülnur Kolonya ve Kozmetik san. Feyzullah Salman (şahıs İşletmesi)
4. Özgül Ticaret İbrahim Bağcı (Şahıs işletmesi)
5. Özgül Ticaret İbrahim Bağcı (Şahıs İşletmesi)
6. Biolandes Gül Sanayi ve Ticaret Anonim
Şirketi (Anonim Şirket)
7. Sebat Ticaret Hüseyin Kınacı (Şahıs işletmesi)
8. Robertet Gülyağı ve İtriyat Sanayi Limited
Şirketi.(Limited şirket)
9. Ferah Kozmatik Gül Mamülleri ve Gıda
İmalat Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi(Limited Şirket)
10. Gülkent Kozmetik, tekstil, turizm ve Gıda
Nakliye ve İnşaat San.ve Tic. Ltd.Şti.(Limited Şirket)
11. Gülsan Kozmetik Gıda Turizm Ambalaj
Nakliye Sanayi ve ticaret Limited şirketi
(Anonim Şirket)
12. Birleşik Gülyağı ve Uçucu Yağlar Üretim
Pazarlama Sanayi ve Ticaret Anonim Şir-
4
420
keti.(Anonim Şirket)
13. Aksakal Gülyağı ve Uçucu Yağlar İmalat
Tic. Mehmet ali Aksakal(Şahıs İşletmesi)
14. Mehmet Ali Doğan (Şahıs İşletmesi)
15. İbrahim Yıldız (Şahıs işletmesi)
16. 16-Hastem Gül Ürünleri Temizlik gıda Sanayi ve Dış Ticaret Limited Şirketi(Limited
Şirket)
17. Gülşan Kolonyaları Ali Rıza Şan)Şahıs İşletmesi)
18. Rosense Kozmetik ve Gıda Ürünleri sanayi
ve Ticaret Anonim şirketi (Anonim Şirket)
19. KampanaUçanyağlar ve Kimyevi Maddeler
Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi
20. Isparta Gülköy Dedi Kozmetik Turizm Gıda
Nakliye İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited
Şirketi.
Isparta’da kozmetik üreticilerinden en önemlilerinden birisi de Gülbirlik’in kurduğu Rosense Kozmetik olmuştur. Gülbirlik 1998 yılı
başından itibaren kozmetik üretimine başlamış, gülsuyu, el ve cilt kremi, el ve vücut losyonu ve gıda bazında gül reçeli ve gül lokumu
üretmiştir. 2000 yılından itibaren kozmetik ve
gıda ürünlerini geliştiren Gülbirlik %1 olan
kozmetik satışlarını %12 civarına çıkarmıştır.
Kozmetik ürünlerini 2003 de 36 çeşide 2004
yılında 54 çeşide çıkararak bu konudaki çalışmalarını genişletmiştir505. Gülbirlik 2006 yılında 20 dalda 54 çeşit Rosense Kozmetik ürün505 Gülbirlik, Gül üreticisinin Ortak Sesi. Yıl.1 Sayı 1
Kasım-Aralık 2004,Isparta. sayfa 5.
leri ve 12 dalda 20 çeşit Rose Wind ürünleri
ile Türkiye çapında hizmet veren bir kozmetik
üreticisi olmuştur. Sweet Rose ismiyle ürettiği reçel, lokum gibi gıda ürünleri ve Kozmetik
ürünleriyle toplam 35 dalda 91 çeşit üretimi
ile bu konudaki gelirini %10 lar seviyesinden
%100 seviyesine çıkarmış ve Türkiye çapındaki hizmetini genişletmiştir506. Isparta’da bugün
Gülbirlik dışında gülden elde edilen kozmetikleri üreten ve satan birçok firma mevcuttur.
Gülün tarihinde gördüğümüz gibi gül binlerce
yıldır hem parfümeride hem de güzellik ürünlerinde kullanılmıştı. Şimdi Isparta’da gülün
en önemli üreticisi olan bu şehirde gülü sadece parfümeride değil kozmetikte de kullanmalarının önemine inanıyorum. Öyle görünüyor
ki gül evine, güzel kadınların başucuna kozmetiğe geri dönüyor.
Gülhane
Toplanan Güller
506 Gülbirlik, Gül üreticisinin Ortak Sesi. Yıl.3 Sayı 4
Ocak-Şubat-Mart 2007,Isparta. sayfa 10.
Gül Yağı İşlemleri
Gül Şehri Diyarbakır Sempozyumu 24 Mayıs 2011 421
Gül Şehri DİYARBAKIR
Gülhane
Gül ve Mcun
Gülabdan
4
422

Benzer belgeler