TÜRKİYELİ ERMENİLER ve ERMENİ SORUNU

Transkript

TÜRKİYELİ ERMENİLER ve ERMENİ SORUNU
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI
TÜRKĐYELĐ ERMENĐLER ve ERMENĐ SORUNU
Yüksek Lisans Tezi
Betül TANSEL
Ankara-2009
1
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI
TÜRKĐYELĐ ERMENĐLER ve ERMENĐ SORUNU
Yüksek Lisans Tezi
Betül TANSEL
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Gökçen ALPKAYA
Ankara-2009
2
T.C.
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ
ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI
TÜRKĐYELĐ ERMENĐLER ve ERMENĐ SORUNU
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı :
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
Đmzası
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
3
TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve
etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan
ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan
tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi
ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
………………………………………
Đmzası
………………………………………
4
KISALTMALAR
A.M.A.
:Amerikan Milli Arşivleri
AA PA
:Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi
NARA
:Ulusal Arşivler ve Kayıtlar Đdaresi
PRO FO
:Đngiliz Devlet Arşivi Dış Đlişkiler Ofisi
PRO PREM
:Đngiliz Devlet Arşivi Başbakanlık Ofisi
5
ÖNSÖZ
Ermeni Sorunu’nun gündemden düşmemesi nedeniyle yaşanan tartışmalarla konuya
artan ilgim ve Cumhuriyet tarihinde uygulanan azınlık politikalarına olan merakım
beni böyle bir tezi hazırlamaya yöneltti.
Tez çalışmam sürecinde bana yol gösteren, teşvik eden ve yapıcı eleştiriler yönelten
hocam Doç. Dr. Gökçen Alpkaya’ya teşekkürlerimi sunuyorum.
Tezi hazırlamamda yardımlarını esirgemeyen sevgili arkadaşlarım Esra’ya, Önder’e,
Seda’ya, Taha’ya, Tuğba’ya, Zuhal’e müteşekkirim. Yüksek lisans öğrenimim
boyunca verdiği bursla beni destekleyen TÜBĐTAK’a ayrıca teşekkür ediyorum.
Çalışmam sürecinde her zaman desteklerini ve teşviklerini hissettiğim sevgili aileme
ise ne kadar teşekkür etsem azdır.
Betül Tansel
6
ĐÇĐNDEKĐLER
KISALTMALAR………………………………………………………………...........i
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………….....ii
GĐRĐŞ ...................................................................................................................... 8
I. CUMHURĐYETĐN KURULUŞUNDAN 1990’LARA .........................................11
A.Lozan Barış Antlaşması...................................................................................14
B.Tek Parti Dönemi ............................................................................................19
1.Türkleştirme Politikaları...............................................................................19
a) Bürokrasinin ve Hukukun Türkleşmesi....................................................20
b) Dilin Türkçeleştirilmesi...........................................................................21
c) Eğitimin Türkleştirilmesi.........................................................................23
d) Đktisadi Alanın Türkleştirilmesi ...............................................................25
2. Ermenilerin Zorunlu Göçü (1929-1934).......................................................28
3.Yirmi Kur’a Đhtiyatlar ..................................................................................30
4.Varlık Vergisi...............................................................................................35
5.Sovyet Ermenistan’ından Türkiyeli Ermenilere Dönüş Çağrısı .....................42
6. Türklüğe Hakaret Davaları .............................................................................46
C.Çok Partili Dönem...........................................................................................48
1.Çok Partili Hayata Geçiş Süreci ve Demokrat Parti Đktidarının Đlk Yılları .....48
2. 6 / 7 Eylül Olayları ......................................................................................52
D. ASALA..........................................................................................................59
II. 1990’LARDAN GÜNÜMÜZE...........................................................................67
A.Yeni Dünya Düzeninin Türkiye’ye Yansımaları ..............................................71
1. Eğitimde Karşılaşılan Problemler ................................................................71
2. Vakıflar Sorunu ve Ermeni Kültürel Mirası .................................................72
3. Hrant Dink Suikastı.....................................................................................75
B. Türkiye’nin Ermeni Sorunu ile Đlgili Đç ve Dış Politikası.................................79
1.Đç Politikada Ermeni Sorunu.........................................................................79
a) Eğitim Politikası......................................................................................79
b) Sivil Girişimlere Tepkiler........................................................................82
2. Dış Politikada Ermeni Sorunu .....................................................................84
SONUÇ ................................................................................................................107
ÖZET ...................................................................................................................110
SUMMARY .........................................................................................................111
KAYNAKÇA .......................................................................................................112
7
GĐRĐŞ
Cumhuriyet rejiminin temel iddiası, Osmanlı Đmparatorluğu ile bütün bağlarını
koparmış olan yepyeni bir modern ulus devlet olduğuydu. Yani dine dayalı bir sistem
yerine laikliği benimseyerek bilimin ışığında ilerleyen; cemaatler yerine milletten
oluşan bir rejim oluşturmaktı. Bunu gerçekleştirmek için ise reformlara başvuruldu.
Alfabeden şapkaya uzanan geniş bir alanda reformlar gerçekleştirildi. Toplum yapısı
dikkate alınmadan gerçekleştirilen reformlarla toplumun kısa sürede modern hale
gelmesi amaçlanırken modernlik algısı rejimin belirlediği kalıplara uymak olarak
tanımlandı.
Eski rejimle hiçbir bağlantısı olmadığını her fırsatta dile getiren yeni rejimin
uyguladığı politikalara bakıldığında zihniyet açısından bir devamlılık göze
çarpmaktadır. Bu devamlılık, Đttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi birçok kişinin
cumhuriyetin yönetim kadrolarında yer almalarıyla sağlandı. Böylece Đttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin düşünce yapısı yeni oluşan Cumhuriyet rejimini etkiledi ve
şekillendirdi. Öyle ki birbirinden farklı hükümetler iktidara gelseler de bazı
konularda uygulanan politikalar hiç değişmedi.
Türkleştirme Politikaları, devamlılık gösteren politikalardan biridir. Hukuktan
eğitime, bürokrasiden iktisadi alana kadar Türkleştirme Politikaları takip edildi. Ulus
devlet oluşturma gereği, Osmanlı Đmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne
devreden çok etnili yapıdan bir millet oluşturmak gerekiyordu. Türk etnik kimliğinin
üst kimlik olarak kabul edildiği bir millet oluşturma sürecine girildi. Artık, Osmanlı
Đmparatorluğu döneminde yüzyıllarca uykuya yatmış olan Türk milletinin yeni
kurulan cumhuriyetle silkinip kendine gelme zamanı gelmişti. Bu düşünce ile
kurulan rejimin farklı etnik kimliklerin varlıklarını sürdürmelerine izin vermesi
beklenemezdi.
Osmanlı Đmparatorluğu’nun son yıllarında yaşananlar nedeniyle gayrimüslim
azınlıklar güvenilmez ve ihanete hazır insanlar olarak algılanmaya başlandı. Yeni
kurulan rejime göre gayrimüslim azınlıklar eninde sonunda bu ülkeden gitmesi
gereken unsurlardı. Ayrıca, sistem laiklik üzerine kurulsa da vatandaşlık algısında
Müslüman olmak önemli bir yere sahip olduğu için gayrimüslim azınlıklar vatandaş
algısı içinde yer almadı; yabancı unsurlar olarak görüldü. Yirmi Kur’a, Varlık
Vergisi, 6/7 Eylül olayları gibi gayrimüslimleri hedef alan ve onları ciddi bir şekilde
etkileyen olaylara toplumun tepki göstermemesi de bu algının toplumun geniş
kesimlerince de paylaşıldığını göstermektedir. Yaşanan olaylar nedeniyle
gayrimüslim azınlık nüfusu gittikçe azaldı.
Ermeni azınlıklara bakış açısı, diğer gayrimüslim azınlıklarla karşılaştırıldığında
ciddi bir değişime uğradı. Bir zamanların “millet-i sadıka”sı şimdi “devlet düşmanı”
idi. Bu algı Ermenilere karşı ayrı bir dikkatin gösterilmesine sebep oldu. Cumhuriyet
tarihinde yaşanan zorunlu göç ile kontrol edilmesi ve gözetim altında tutulması daha
kolay olan şehir merkezlerine yerleşmeleri sağlandı. Bunu isteyemeyen için ise yurt
dışına gitme izni verildi ki böylece nüfuslarında da azalma gerçekleşti. Ayrıca
gayrimüslim azınlıklar politikalarında Ermeniler için ayrı bir dikkat gösteriliyordu.
8
Çünkü onlar hem asimile olmayan hem de her an ihanete hazır insanlardı. Bu
nedenle de her fırsatta sadakatlerini ispatlamaya çağrılıyorlardı.
Sovyetler Birliği’nin dağılması uluslararası alanda yeni bir dönemin kapılarını açtı .
Đnsan ve azınlık haklarının ön planda olduğu ve bu hakların devletlerin içişlerini
ilgilendiren konular olmaktan çıktığı bir sisteme geçildi. Böylece Türkiye’de de
azınlık hakları ihlalleri gündeme gelmeye başladı. Azınlıklar da toplumda dikkat
çekmeyerek yaşama politikasını bir kenara bırakarak hem kendilerini anlatmaya hem
de hak ihlalleri karşısında tepkilerini dile getirmeye başladılar. Uluslararası örgütler
ve NGO’lar tarafından yayınlanan raporlarda da Türkiye’de yaşanan azınlık hak
ihlallerine dikkat çekiliyor ve iyileştirmeler yapılması isteniyordu. Türkiye ise
Avrupa Birliği’ne uyum çalışmaları nedeniyle çıkarttığı yasalarla hak ihlallerinde
iyileştirmelere gitti.
Dönem içinde Türkiyeli Ermenilere bakış açısında olumlu bir değişiklik görülmedi.
Aksine “Ermeni” kelimesi küfür olarak kullanılmaya başlandı. 1990’lı yıllarda
Türkiye’nin en büyük problemi olan PKK terör örgütünün üyelerinin Ermeni olduğu
iddiaları toplumun geniş kesimlerince kabul gördü. Hem bu algı nedeniyle hem de
sürekli gündeme gelen soykırım yasa tasarıları nedeniyle Türkiyeli Ermenilerin
üzerinde ciddi bir baskı oluştu.
ASALA terör örgütü, 1975-1985 yılları arasında Türkiye’nin dış temsilcilerine
yönelik gerçekleştirdiği her saldırıda Ermeni Sorunu gündeme taşıyarak uluslararası
alanda konu ile ilgili bir taban oluşmasını sağladı. Bu taban üzerinden Ermeni
Sorunu siyasi platformlara taşındı. Dünyanın dört bir yanında yaşayan Ermeni
diasporası, bulundukları ülkelerin parlamentolarına Ermeni Sorunu’nun soykırım
olarak tanınması amacıyla soykırım yasa tasarıları sundu. Türkiye için Ermeni
Sorunu konusu Lozan Barış Antlaşması ile kapanmıştı. Bu nedenle ilk tepkisi
sorunun varlığını reddederek, ASALA’nın gerçekleştirdiği terör eylemleri nedeniyle,
konuyu sadece bir terör sorunu olarak ele almaktı. Fakat soykırım yasa tasarılarının
ülkelerin parlamentolarından geçmeye başlaması, uluslararası örgütlerin Türkiye
hakkında hazırladıkları raporlarda bu konuya değinerek Türkiye’yi tarihiyle
yüzleşmeye çağırmaları, konu hakkında kitapların yayınlanması ve konferansların
düzenlenmesi, her 24 Nisan’da gerçekleştirilen gösteriler ve anma toplantıları ile her
sene ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan soykırım yasa tasarısını nedeniyle konu
uluslararası alanda gündemde kalmaya devam etti. Soykırım yasa tasarılarını
engellemek amacıyla büyük çaba sarf eden ve para harcayan Türkiye sorunun
varlığını kabul etmek zorunda kaldı. 2005 yılında sorunun çözümü için her iki
ülkenin tarihçilerinden oluşan bir Ortak Tarih Komisyonu kurulmasını ve bu
komisyonun her iki ülkenin arşivlerini inceleyerek vardığı kararın her iki ülke
tarafından kabul edilmesini önerdi.
Türkiye, her ne kadar arşivlerin incelenmesi ile varılacak kararın kabulü ile sorunun
çözülmesi önerisini öne sürse de kendi vatandaşlarının resmi tezi benimsemelerini
istemektedir. Farklı bakış açılarının tartışılmasına “vatan hainliğine” varan tepkiler
gösterirken eğitim sistemini kullanarak genç kuşaklara resmi tezin bakış açısını
kazandırmaya çalışmaktadır.
9
Tezin birinci bölümünde 1923 Lozan Barış Antlaşması’ndan 1990’a kadar geçen
sürede azınlıklara uygulanan Türkleştirme Politikaları ele alınarak bu politikaların
Türkiyeli Ermenilere olan etkilerine değinilecektir. Đkinci bölümde ise Sovyetler
Birliği’nin dağılması ile insan ve azınlık hakları temelinde oluşan yeni sistemin
Türkiyeli Ermenilere etkileri ele alınacaktır. Ayrıca Türkiye’nin Ermeni Sorunu’na
karşı içte ve dışta nasıl bir politikada takip ettiği incelenecektir.
10
I. CUMHURĐYETĐN KURULUŞUNDAN 1990’LARA
Ulus devletler çağında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Đmparatorluğu’nun
bakiyesi üzerine modern bir ulus devlet inşa etmeyi amaçladı. Modernleşme ile
kastedilen, geçmişle olan tüm bağların kopartılarak Batılı bir kültürel model
çerçevesinde medeniyet dönüşümünün gerçekleştirilmesi idi. Kemalist milliyetçilik
hem Osmanlı üst kimliğini reddi üzerine kurulurken hem de ‘çevre’nin kültürünü
kullanarak milli bir kültür inşa etme olasılığına soğuk baktı. Gelenekler, ‘çağ dışılığı’
nedeniyle reddedildi. Bu topyekun değişimle oluşturulmak istenen modern devleti,
Atatürk şöyle tanımlıyor: “başardığımız [sic] ve başaracağımız inkılapların amacı
Türkiye Cumhuriyeti’nin halkını hem ruhen hem de şeklen tamami ile modern ve
medeni hale getirmektir.”1 Ulus devlet oluşturma sürecinde ise reformlarla Türk milli
kimliği bilinci yaratılmaya çalışıldı. Arap alfabesi yerine Latin alfabesi kullanılmaya
başlanarak bu dille oluşmuş bütün birikim bir kenara bırakıldı ve geçmişle olan bağ
kesildi. Osmanlı tarihi atlanılarak, Türk milletinin tarihi uzak geçmişle
bağlantılandırıldı. Kesintisiz ve doğrusal ilerleyen bir tarih anlayışı ile Hititlere Türk
kimliği atfedilip Anadolu’daki Türk varlığının Ermeni ve Yunan varlığından daha
eskiye dayandığı belirtilerek, kendisini ilk yerleşimci olarak meşrulaştıran Türk
Tarih Tezi ve dünyadaki bütün dillerin kökeninin Türkçe olduğunu iddia eden Güneş
Dil Teorisi ile milli bilinç oluşturulmaya çalışıldı.
Hedef, milli birlik ve bütünlük içinde toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek olduğu
için yerel, dini ya da geleneksel kimlikler ve onların talepleri sakıncalı ve tehlikeli
bulunarak Batılı, laik ve modern bireylerin benzerliğinden oluşan homojen bir
toplum oluşturulması amaçlandı. Güçlü bir devlet geleneğine sahip olunması,
çevreden gelen tepkilere kulak asmadan amaca ulaşılması için adım atılmasını
sağladı. Batılılaşma yolunda atılan adımlara gösterilen tepkiler çok sert şekilde
bastırıldı. Bu adımlardan biri olan tekke ve zaviyelerin kapatılması ve fesin
yasaklanarak yerine şapkanın getirilmesine oluşan tepkiyi bastırmada Đstiklal
Mahkemeleri görev aldı. Takrir-i Sükun gereğince yaklaşık 7500 kişi tutuklandı ve
660 kişi idam edildi.2
W.R. Brukaber’a göre ulusun farklı kuruluş biçimleri ve bu biçimlerin oluşturduğu
yurttaşlık tipleri Fransız ve Alman modelleri olarak incelenebilir. “Bu tipleştirmeye
göre “ulusun Fransız tarifi, evrenselci, akılcı, özümsemeci ve devlet-merkezli
olmuştur.” Ulusu kuran, paylaşılan kültür yerine siyasi birlik mefhumu olmuş ve
buna paralel olarak, Fransa’da yurttaşlık, yurt üzerinden tarif edilen bir birliğe atfen
tanımlanan “açık” (expansionist) bir yurttaşlık olagelmiştir. Fransız modelinin
aksine Alman modelinde, ulus “özgücü organik, ayrımcı ve millet-merkezli” bir
biçimde tarif edilmiştir. Ulus, etno-kültürel birlik üzerinden kurulduğundan, Alman
1
Ayhan Akman, “Etnik-Sivil Kuramsal Đkileminin Ötesinde: Modernist Milliyetçilik Milliyetçilik
Kuramında Etnik/Sivil Milliyetçilik Karşıtlığı”, Tanıl Bora ve Murat Güntekingil (ed.), Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, Cilt 4, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2008, s.86.
2
Kerem Ünüvar, “Đttihatçılıktan Kemalizme Đhya’dan Đnşa’ya”, Tanıl Bora ve Murat Güntekingil
(ed.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, Cilt 1, Đstanbul,
Đletişim Yayınları, 2001, s.138’den Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Đstanbul,
Đletişim Yayınları, 1998.
11
yurttaşlığı, soy birliğine atfen tanımlanan “kapalı” (restrictive) bir yurttaşlık
olmuştur.”3
Oluşturulan Türk kimliğinin hangi modele uygun olduğunu anlamak için
anayasalarda yer alan Türklük tanımlamalarına bakmak gerekmektedir. Cumhuriyet
döneminin ilk anayasası olan 1924 Anayasası’nın Türklüğü tanımlayan 88. maddesi
şöyleydi: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk
ıtlak olunur (denir)”4 Maddenin Meclise sunulan halinde “vatandaşlık itibarıyla”
ibaresi yoktu. Fakat yapılan tartışmalarla dönemin Türkçülük cereyanının önde
gelen isimlerinden Hamdullah Suphi Bey’in önerisiyle madde, bu ibarenin
eklenmesiyle kabul edildi. Böylece tek bir ifade ile iki farklı Türklük anlayışı ifade
edilerek biri telaffuz edilip diğerine işaret edilmek istendi. 1961 Anayasası ile
“vatandaşlık itibarıyla” ibaresi kaldırıldı. 1961 Anayasası’nın 54. maddesi ve 1982
Anayasası’nın 66. maddesinde yer alan Türklük anlayışının bu ibarenin kaldırılması
ile yerini siyasi bir Türklük anlayışına bıraktığı söylenebilse bile anayasalarda
kullanılan terminolojiye bakıldığında etnisist bir Türklük anlayışının varlığını
koruduğu görülmektedir. “Birkaç örnek vermek gerekirse, 1961 Anayasası’nın ilk
maddesi, devleti Türkiye Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti olarak tanımlarken, başka
pek çok madde Türk devleti terimini kullanmaktadır. Keza, yurttaşın hak ve
yükümlülüklerini tanımlayan maddelerin pek çoğu “herkes” ya da “vatandaşlar”
ibaresini kullanırken kamu hizmetine girme ve milletvekili seçilme haklarını
düzenleyen maddeler bir anda “her Türk” ibaresini kullanmaya başlamaktadır. 1982
Anayasası da benzeri terminolojik tutarsızlıklardan muaf değildir. Bu anayasanın da
birçok maddesi “herkes” ibaresini kullanırken, kimi maddelerde “vatandaşlar”
(madde 59 ve 62), başka maddelerde ise “her Türk” (madde 70 ve 72) ibaresi
kullanılmaktadır.” 5 Böylece Türklüğün tarifine dair belirsizlik varlığını sürdürmeye
devam etmektedir.
Türklüğün tarifinde var olan belirsizliğe karşın Türklük ve Đslam arasında birbirini
tamamlayan bir ilişki olduğu kabul edilir. Türk Đslam Sentezi olarak adlandırılan bu
fikrin temelleri 19. yüzyılın sonundaki milliyetçi yazarların çalışmalarında olduğu
gibi, Ziya Gökalp’ın çalışmalarında da görülmektedir. Buna göre, Türklük ile Đslam
arasında mükemmel bir uyum vardır. Şöyle ki, “Đslam’ı kabul etmek Türklerin
kaderi olduğu; onlar olmasaydı bu dinin ya felç ya da tükenmiş olacağı; pek çok
halkın Đslam’a kazandırılmasını sağladıkları için Türklerin dinin kalkanı ve kargısı
oldukları iddia edilir. Buna karşılık, bu akıma göre, Türk kimliği kendini ancak
Đslam içinde gerçekleştirebilirdi: Đslam’ı kabul etmeseydi, Türk kültürü yok
olurdu.”6 Bu anlayış, Yunanistan’la 1923 yılında imzalanan Nüfus Mübadelesi
Sözleşmesi ile gerçekleştirilen uygulama ile somutlaşmaktadır. Buna göre, Türkçe
3
Mesut Yeğen ““Yahudi-Kürtler” ya da Türklüğün Yeni Hudutları”, Doğu Batı, Sayı:29, Ağustos,
Eylül, Ekim-2 2004, s.165’den William Rogers Brubaker, “Immigration, Citizinship and the Nationstate in France and Germany: A Comparative Historical Analysis”, International Sociology, Cilt: 5,
Sayı: 4, 1990, s.386.
4
Ibid., s.166’dan A. Şeref Gözübüyük ve Zeki Sezgin, 1924 Anayasası Hakkında Meclis
Görüşmeleri, Ankara, AÜSBF Đdari Đlimler Enstitüsü, 1957, s.441.
5
Ibid., s.168-169.
6
Etienne Copeaux, “Türk Milliyetçiliği: Sözcükler, Tarih, Đşaretler”, Tanıl Bora ve Murat
Güntekingil (ed.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, Cilt 4, 3. Basım, Đstanbul,
Đletişim Yayınları, 2008, s.46-47.
12
konuşan Ortodoks Hıristiyanlar ülkeyi terk etmek zorunda kalırken, Türkçe
konuşmayan Müslümanlar ülkeye kabul edildi. Bu uygulama, Müslüman olmanın
Türk kimliği içindeki önemini gözler önüne sermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, millet sözcüğünü modern ve laik bir ulusu tanımlamakta
kullansa bile Türklük ve Đslam arasındaki bu algı, gayrimüslimlerin herhangi bir
ayrımcı uygulamaya maruz kalmayan Türk vatandaşları olarak yaşamalarını
engellemektedir. Çünkü Müslüman olmamaları Türk kimliği içine kabul
edilmemeleri sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, gayrimüslim Türk vatandaşları
kendi ülkelerinde bir yabancı olarak kabul edilmektedir. Etyen Mahçupyan, bu
durumu şöyle ifade ediyor: “Diğer taraftan gayrimüslimler ve özelde Ermeniler bu
vatandaş anlayışının hiçbir noktasında kendilerine yer bulamadılar. Etnik ve dinsel
farklılığın birarada [sic] olması, onları hem toplumun hem de devletin dışında tuttu.
Ne Lozan’da elde edilen hakları kullanan bir azınlık olabildiler, ne de Türkiye
Cumhuriyeti’nin vatandaşlık haklarından tümüyle yararlanabildiler. Doğal olarak bu
sadece Ermenilere has bir durum değil, “milli kimliğin” dışında algılanan tüm
gayrimüslimler için geçerli koşulları ifade etmektedir.”7 1970’lerde Yargıtay’ın
aldığı bir kararda gayrimüslimlerden “yerli yabancılar” olarak bahsedilmesi
gayrimüslim Türk vatandaşlarına bakış açısının en açık göstergesidir.
Rejim, laiklik anlayışını benimsemiş olmasına rağmen gayrimüslim vatandaşlarla
kurduğu ilişkide din faktörünü dikkate aldı. Osmanlı Đmparatorluğu’nda var olan
cemaat sistemi gayrimüslimlerle devletin kurduğu ilişkide varlığını sürdürdü.
Böylece, gayrimüslim vatandaşların dinsel kimliklerinden sıyrılarak devletle ilişki
kurmaları engellenirken Türk toplumunun bir parçası olarak algılanmadılar. Bu algı
hem devlet hem de toplum tarafından paylaşıldı. “Bir yandan gayrimüslim
vatandaşlar cemaatin üyesi olarak algılanırken, Türk toplumu “sınıfsız, imtiyazsız
kaynaşmış bir millet” olarak tanımlandı. Böylece “millet çıkarını” savunmak da
doğal olarak devletin uhdesine alındı. Ne var ki buradaki “millet” artık
gayrimüslimleri içermemekteydi; çünkü onların milletin dışında cemaatler olduğu
açıktı…Sözkonusu [sic] anlayışın genelde Türk toplumu tarafından da paylaşıldığını
vurgulamak gerekir, aksi halde gayrimüslim azınlık cemaatlerine yönelik doğrudan
devlet eliyle sınırlayıcı politikalar üretilirken, buna hiçbir toplumsal tepkinin
gelmemesi ve toplumun bu uygulamaları görmezden gelmesi kolayca açıklanamaz.
Bu ortam geçen yüzyılın neredeyse sonuna kadar gayrimüslimlere yönelik
yaklaşımın arka planını oluşturdu.”8
Yepyeni bir toplum oluşturma amacıyla gerçekleştirilen reformlarla geçmişle olan
tüm bağların koparıldığı ifade edilse de Osmanlı Đmparatorluğu’nun son dönemine
damgasını vurmuş Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin birçok üyesi yeni kurulan
Cumhuriyetin yönetim kadrolarında yer aldı. Böylece Đttihatçı gelenek, Cumhuriyet
döneminde takip edilen politikaların birçoğunu kendi zihniyeti çerçevesinde
biçimlendirmeyi başardı.
Gayrimüslimler hakkındaki bakış açısı ve takip edilen politikalar da Đttihatçı
geleneğin izlerini taşır. Hıristiyan azınlıkların, Fransız Devrimi’nin etkisiyle ve
7
8
Etyen Mahçupyan, Đçimizdeki Öteki, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, s.208.
Ibid., s.247.
13
büyük devletlerin yardımıyla kendi ulus devletlerini oluşturmak için Osmanlı
Đmparatorluğu’ndan ayrılmaları egemen ulus olan Türkler tarafından ihanet olarak
algılandı. Çöküş ve dağılmanın baş sorumluları olarak Hıristiyan azınlıklar görüldü.
Bu yüzden biran önce elde kalan topraklarda yaşayan Hıristiyan azınlıkları sınırların
dışına çıkartmak gerekiyordu. Bu amaçla takip edilen politikalar sonucunda
Cumhuriyet daha homojen bir toplum devraldı. Ancak Cumhuriyet döneminde de
Hıristiyan azınlıklar, eninde sonunda ülkeden gitmesi gereken unsurlar olarak
görüldü ve bu anlayış iktidara gelen hükümetlerden bağımsız olarak varlığını
sürdürdü. Yurt dışına çıkan gayrimüslimlerin geri dönüşlerinin bürokratik olarak
zorlaştırılması, ticaretle uğraşan gayrimüslimlerin seyahat özgürlüklerinin
kısıtlanması, bazı mesleklerde çalışamama, memur olamama, yirmi kur’a ihtiyatlar,
6/7 Eylül olayları gibi bazı örnekler gayrimüslim vatandaşlara, devletin bakış
açısının örneklerini oluşturmaktadır.
Süregelen bir diğer bakış açısı azınlıkların demokratik hak talepleri konusunda takip
edilen politikadır. 19. yüzyıl, “Şark Sorunu” adı verilen ve Avrupa’nın büyük
devletlerinin Osmanlı Đmparatorluğu’nu paylaşma problemi üzerinde şekillenen
sürekli yok oluş korkusu ile geçti. Bu süreç sonucunda oluşan Türk ulusçuluğu,
sürekli yok olma psikozu içinde şekillendi ve bu korku ebedileşti. Bu ruh hali içinde,
Hıristiyan azınlıkların demokratik taleplerle başlayan hareketlerinin bağımsızlıkla
sonuçlanması nedeniyle Osmanlı Đmparatorluğu’ndaki ulusların ya da etnik grupların
demokratik taleplerini kendi varlıkları için bir tehdit olarak algıladı. Günümüzde de
aynı tehdit algısı devam etmektedir. Azınlıkların demokratik hak taleplerinin ardında
“gizli niyetlerin” olduğu düşüncesi hala varlığını korumaktadır.
Osmanlı Đmparatorluğu’nda Millet-i Sadıka olarak adlandırılan Ermenilerin imajı
süreç içerisinde önce devrimciye, sonra da devlet düşmanına dönüştü. Ermeni algısı,
ulusal birliği yıkıcı ve sadakatsiz insanlar olarak yabancı güçlerin ülke içindeki
uzantısı olan “beşinci kol”a dönüştü. Kritik dönemlerde daha çok gözler önüne
serilen bu algı, devlet raporlarına Ermenilerin “asla asimile olmayan”, “sözüne
güvenilmez” ve “ihanete hazır” insanlar oldukları ve buna göre, politika takip
edilmesi istemi ile yansıdı.
A.Lozan Barış Antlaşması
Osmanlı Đmparatorluğu’nun çöküşünün ve dağılmasının baş sorumlusu olarak kabul
edilen gayrimüslimlerin kurulacak yeni devlette yer almamaları isteniyordu. Lozan’a
gitmeden önce Đsmet Paşa ve heyetin diğer üyeleriyle birlikte gerçekleştirilen
Bakanlar Kurulu toplantısında heyete 14 maddelik bir talimat verildi. Her madde, ana
hedefin yanında ya bir alternatif çözümü ya da konferanstan bütünüyle çekilmeyi
öneriyordu. Amaç yeni devletin toprak sınırlarını belirlemek ve kapitülasyonlara son
vermekti. Gayrimüslim azınlıklarla ilgili 9. maddede
“Ekalliyetler: Esas
mübadeledir.”9 deniliyordu. Bu maddede alternatif bir çözüm yolu önerilmeksizin
mübadelenin temel amaç olduğu vurgulanmaktaydı. Türk heyeti konferansın
başından itibaren politikasını koşulsuz bir nüfus değişimi üzerine kurdu. Bu nüfus
9
Atatürk’ün Milli Dış Politikası Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge, 1919-1923, Cilt:I,
Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1981 Belge 90, s.497.
14
değişimi sadece Rumlarla sınırlı değildi. Ermenileri ve Yahudileri de kapsıyordu.
Meclis ise tüm gayrimüslim nüfusun ülke dışına çıkarılması yönünde oybirliğiyle
karar aldı ve Lozan görüşmeleri öncesinde ve Lozan Konferansı devam ederken
yapılan görüşmelerde, mübadelenin Đstanbul ve Anadolu’daki tüm Rum, Ermeni ve
Yahudi nüfusu kapsaması gerektiği yönünde görüşler dile getirilmeye devam etti. 10
Başvekil Hüseyin Rauf, 4 Aralık 1922 tarihinde gönderdiği talimatta “yerli
Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle mübadelesi”11 nin gerçekleştirilmesini istedi.
Đsmet Paşa ise, 6 Aralık 1922 tarihinde çektiği telgrafta “yerli Ermenilerin
Ermenistan’daki Türklerle mübadelesini kimle görüşeyim?” sorusunu yöneltti.
Çünkü Ermenistan Sovyetler Birliği’ne bağlıydı. Sovyet temsilcisi Çiçerin Boğazlar
konusuyla ilgili komisyondaydı ve Đsmet Paşa onu azınlıklar meselesine dahil etmek;
böylece konuya bir taraf daha ekleyerek çözümü daha zor hale getirmek istemiyordu.
Bu nedenle kararını aynı telgrafta TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle
bildirmekteydi: “Ermenilerin mübadelesi[ni] mevzu-i bahs [söz konusu] edebilecek
muhatap yoktur. Ve bu halde bi’l ihtiyar [isteğimiz dışında] memleketimizde kalacak
Ermeniler için ruy-i kabul [rıza] göstermekten başka bir suret-i hall [çözüm yolu]
maddeten mevcut değildir. Binaenaleyh Rumların mübadelesi ve diğerlerinin
memlekette kalmasından başka ekalliyetler için yapılacak bir şey görmüyorum.”12
Böylece Türkiye’de yaşayan Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle mübadelesi
konusu kapanmış oldu.
Lozan’da mübadele görüşmeleri devam ederken, Anadolu’da ayrılmak isteyen
Ermeniler Yunan hükümetinin yardımıyla Yunanistan’a geçiyorlardı. Đstanbul’daki
bir Ermeni yetimhanesi kasım ayının başında Yunan hükümetinin yardımıyla
boşaltıldı ve Ermeni Mültecileri Lord Mayor Fonu tarafından sağlanan “barakalar ve
olanaklarla” geçici olarak Korfu’ya yerleştirildi.13 Görüşmeler boyunca Yunan
gemileri Karadeniz kıyılarından Yunan ve Ermeni mültecileri taşımaya devam etti.14
Amerikan yardım teşkilatları içinde Türkiye’de etkin olarak çalışan bir örgüt olan
Near East Relief’in (Şark-ı Karib Muavenet Heyeti) ABD Dışişleri Bakanlığı’na
gönderdiği rapora göre, 1 Haziran 1923 tarihi itibariyle, Đstanbul’da bulunan ve
Yunanistan’a sevk edilmeyi bekleyen Ermeniler hariç, 21.215 Ermeni Yunanistan’a
gitmek üzere beklemekteydi.15 1923 yazı ortaları itibariyle Yunanistan’a ulaşmış
olan Ermeni mültecilerin sayısı ise 100.000 idi. 16
10
Onur Yıldırım, Diplomasi ve Göç,Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü, Đstanbul, Đstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, Aralık 2006, s.111’den “ZC, Devre: I, Đçtimai Senesi :3, cilt 24 18 Teşrin-i
Evvel 1338 (Ekim 1922) – 18 Teşrin-i Sani 1338 (Kasım), s: 340-376.
11
Bilal Şimşir, Lozan Telgrafları, Türk Diplomatik Belgelerinde Lozan Barış Konferansı
(Kasım 1922-Şubat 1923), Cilt 1 , Ankara, TTK Basımevi, 1990, s.111.
12
Ayhan Aktar, Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm, Đstanbul, Đletişim,
2006, s.108.
13
Ibid., s.94’den AYE, “E. Carlile’den Majesteleri Yunan Bakanına, 27 Kasım 1922”, A/2 (6).
14
loc.cit.’den “Đsmet Paşa’dan Heyet-i Vekile Riyasetine, 13 Kanun-ı Evvel 1338 (13 Aralık 1922)”,
Lozan Telgrafları, s.213-214.
15
Aktar, op.cit., s.148.
16
Yıldırım, op.cit., s.227’den AYE, “Yunanistan’daki mültecilerin durumları hakkındaki gerçekler”,
A/5, VI (10).
15
Konferansta Ermenilerle ilgili görüşülen bir diğer bir konu ise Ermeni Sorunu idi. Bu
sorunu gündeme getirmek amacıyla, Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti’ni temsilen
Aharonyan ve Hadisyan ile Türkiye Ermenilerini temsilen Norodunkyan ve Leon
Paşalıyan’dan oluşan Ermeni Delegasyonu, 18 Kasım 1922 tarihinde konferansa
katılan tüm ülkelere bir mektup gönderdi. Bu mektupta “Ermeniler için bir toprak
ayrılmasını, Ermenistan Cumhuriyeti’nin hudutlarının Ermeniler lehine
genişletilmesini ve Sevr’e göre ayrılan Kilikya’nın bir bölümünün de Ermenilere
verilmesini” talep ettiler ve “2.250.000 kişilik Türkiye Ermenilerinin 1.250.000’inin
soykırımla yok edildiğini, 700.000’inin Đran, Yunanistan, Suriye ve Balkan
devletlerine göç ettiğini ve halen Türkiye’de köylerde 13.000, Đstanbul’da 150.000
kadar Ermeni’nin kaldığını” 17 belirterek soykırım iddialarını dile getirdiler.
Ermeni Delegasyonundan Norudunkyan yanında Ermeni ihtilalcilerinden biri ile
birlikte 10 Aralık 1922 tarihinde Đsmet Paşa’yı ziyaret ederek, Türkiye’nin herhangi
bir kesiminden bir “Ermeni Vatanı” ayrılmasını talep etti.18 Lord Curzon, 12 Aralık
1922 tarihindeki oturumda Ermeni meselesini gündeme getirdi ve Đsmet Paşa ile
aralarında sert tartışmalar yaşandı. Đsmet Paşa Ermenilere toprak verme konusundaki
tavizsiz tutumunu sürdürdü. Ancak konunun Azınlıklar Alt Komitesi’nde “Ermeni
Vatanı” sorunu olarak gündeme alınmasına engel olunamadı. 26 Aralık 1922
tarihinde yapılan ve Ermeni Delegasyonun dinlendiği oturum “Ermeni Vatanı”
isteminin dile getirilmesiyle sona erdi. Đngiliz ve Amerikan gazeteleri “Ermeni
Vatanı” konusunda imza kampanyası başlattılar. ABD’de beş milyondan fazla imza
toplandı.19
Đtilaf devletlerinin “Ermeni Vatanı” konusundaki bu ısrarlı tutumları, Türkiye’nin
Yunanistan ile yürütülen mübadele görüşmelerindeki politikasında ciddi bir
değişikliğe sebep oldu.Yunanistan’ın en önemli isteği olan Đstanbul Rumlarının
mübadele dışı bırakılması kabul edildi. Böylece hem Đtilaf devletlerinin “Ermeni
Vatanı” konusundaki ısrarcı ve saldırgan tutumlarının bertaraf edilmesi hem de hala
askıda olan Boğazlar, sınır konuları ve kapitülasyonlar konusunda destek ile daha
sonraki süreçte yapılanmada gerekli olan yardımları almak için ABD’nin Türk
tarafından uzaklaşmasının engellenmesi amaçlandı. Türk tarafı, Misak-ı Milli’nin
azınlıklar ilkesine ve Cemiyet-i Akvam’ın azınlıklara ilişkin siyasetine bağlılığını
açıklayarak hem ABD’nin hem de konferansa katılan diğer ülkelerin Türkiye’de
kalan Ermeniler hakkındaki kaygılarını yatıştırmayı başardı. 20
Konferansta yapılan bazı konuşmalar da Ermeni Sorunu “uygarlığa karşı meydan
okuma” sayılıp halkın çektiği “acılara”, başına gelen “büyük felakete” değinildi ama
yine de “eski defterleri açmamak” tutumu egemendi.21 Đsmet Paşa’nın konu ile ilgili
konuşmasıysa şöyleydi: “Türk Hükümeti ve milleti, istisnasız ve daima ancak sabrı
tükendikten sonra cezalandırma tedbirlerine ve aynen karşılık vermeye mecbur
kalmış olduğundan, Ermeni unsurunun Türkiye Đmparatorluğu’nda uğradığı
felaketlerin sorumluluğu tamamen Ermeni unsurunun kendisine aittir… Hıristiyan
17
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Đstanbul, Remzi Kitapevi, 2005, s.298-299.
Bilâl Şimşir, Lozan Telgrafları, Cilt:I, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1998, s.192.
19
Ibid., s.229-230.
20
Yıldırım, op.cit., s.136-137.
21
Taner Akçam, Đnsan Hakları ve Ermeni Sorunu Đttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na, 2.
Basım, Đmge Kitabevi, Ocak 2002, s.577.
18
16
unsurlar, yüzyıllardan beri içinde rahat ve refahla yaşadıkları memleketin
cömertliğini kötüye kullanmadıkça Türkler bunların hukukunu hiçbir zaman inkar
etmemişlerdir.” Ermenilere yapılan bir “cezalandırma tedbiri”dir. Nedeni ise onların
“bağımsız devlet kurmak için kurtuluş eğilimi ve arzuları” ile, bazı devletlerin
“azınlıkları himaye bahanesiyle memleketin içişlerine müdahale arzusu” ve bu
müdahalenin yapılabilmesi için “tahrikler
yapılması ve karışıklıklar
çıkarıl(masıdır).”22
Ermeni Sorunu’nun konferansta ele alınma isteği hem Türk delegasyonunun sert
tepkisi hem de müttefiklerin tutumuyla engellendi. Lord Curzon, açılış oturumunda
yaptığı konuşmada 1 Ağustos 1914 tarihinden itibaren işlenen tüm suçlar için “çok
geniş bir af” önerisinde bulundu.23 Lozan’da varılan anlaşma sonucu, 1 Ağustos 1914
ile 20 Kasım 1922 tarihleri arasında gerçekleşmiş olan siyasi ve askeri suçları
kapsayan genel bir af ilan edilerek geçmişe ilişkin bu sayfa kapatıldı. 24
Lozan Barış Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı. I. Dünya
Savaşı’ndan sonra azınlıkları korumaya yönelik bütün antlaşmaların birinci temel
ayırıcı özelliği, dönemin standardını oluşturan “soy, dil ve din azınlıkları” ölçütüdür.
“Nitekim, Birinci Dünya Savaşı ertesinde “Başlıca Müttefik ve Ortak Devletler”in
(Principal Allied and Associated Powers; ABD, Đngiltere, Fransa, Đtalya, Japonya)
savaşı kaybeden kimi ülkelere (Avusturya, Bulgaristan, Macaristan, Osmanlı), savaşı
kazanarak toprak genişleten kimilerine (Yunanistan, Romanya) ve savaştan sonra
yeni kurulanlara (Polonya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Çekoslovakya) imzalattığı
uluslararası azınlık koruma antlaşmasının hepsinde bu ölçüt standart olarak görülür.
Örneğin, bu anlaşmaların ilki ve dolayısıyla “şablonu” olan Polonya Azınlıklar
Antlaşmasını ele alacak olursak, bu ölçüt antlaşmanın 8, 9/2 ve 12. maddelerinde
geçmektedir. Đşte bu “soy, dil ve din azınlıkları” terimi, Lozan’da her seferinde
“gayrimüslimler” terimiyle değiştirilmiştir.(…) Bir tek Lozan’da bunun
daraltılabilmiş olmasının nedeni şudur: Lozan Türkiye için Birinci Dünya Savaşını
(1914-1918) bitiren antlaşma olmakla birlikte, aynı zamanda da Türk Kurtuluş
Savaşını (1919-1922) bitiren antlaşmadır. Ankara’nın bu son savaştan galip çıkması,
azınlık tanımı konusundaki iradesini Müttefiklere böylece kabul ettirebilmesini
mümkün kılmıştır.”25 Azınlıkların korunması konusu Siyasi Hükümler bölümü içinde
yer alan 37.-45. maddelerden oluşmaktadır.26
22
Đsmet Paşa’nın bu konuşması günümüzde de kullanılan resmi teze kaynaklık etmektedir. Esat Uras,
Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Đstanbul, 1987, s.717.
23
Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar- Belgeler, Cilt:1, Ankara, AÜSBF Yayınları,
1993, s.185.
24
Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar- Belgeler, Cilt:8, (2. Takım, 2. Cilt ),
Ankara, AÜSBF Yayınları, 1973, s.923.
25
Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar Kavramlar, Teori, Lozan, Đç Mevzuat, Đçtihat, Uygulama,
3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006, s.61-62
26
Madde 37:Türkiye, 38. maddeden 44.maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel
yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin
bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve hiçbir
resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.
Madde 38: Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olma, dil, soy
ya da din ayrımı yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak
sağlamayı yükümlenir.
17
Türkiye’de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin, kamu düzeni ve ahlak kurallarıyla
çatışmayan gereklerini, ister açıkta isterse özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip
olacaktır.
Müslüman-olmayan azınlıklar, bütün Türk uyruklarına uygulanan ve Türk hükümetince ulusal
savunma amacıyla ya da kamu düzeninin korunması için, ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde
alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve göç etme özgürlüklerinden tam olarak
yararlanacaklardır.
Madde 39: Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, Müslümanların yararlandıkları
aynı yurttaşlık haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır.
Türkiye’de oturan herkes, din ayırımı gözetmeksizin, kanun önünde eşit olacaktır.
Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiçbir Türk uyruğunun, yurttaşlık haklarıyla siyasal haklardan
yararlanmasına, özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da
çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır.
Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın
konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.
Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına,
mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar
sağlanacaktır.
Madde 40: Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de
uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır.
Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar,
her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumlarını kurmak, yönetmek ve denetlemek ve
buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit
hakka sahip olacaklardır.
Madde 41: Genel eğitim konusunda, Türk hükümeti, Müslüman-olmayan uyrukların önemli bir
oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilk okullarda ana dilleriyle
öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm,
Türk Hükümetinin, söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel
olmayacaktır.
Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde,
söz konusu azınlıklar, devlet bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayrı
işlerine genel gelirden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe
uygun şekilde katılacaklardır.
Bu paralar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine teslim edilecektir.
Madde 42: Türk Hükümeti, Müslüman-olmayan azınlıkların aile durumlarıyla kişisel durumları
konusunda, bu sorunların, söz konusu azınlıkların gelenek ve görenekleri uyarınca çözümlenmesine
elverecek bütün tedbirleri almayı kabul eder.
Bu tedbirler, Türk Hükümetiyle ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden kurulu özel
Komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa, Türk Hükümetiyle Milletler Cemiyeti Meclisi,
Avrupalı hukukçular arasından birlikte seçilecek bir üst-hakem atayacaklardır.
Türk Hükümeti söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına
tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına, din ve hayır işleri
kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlayacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır
kurumları kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan
hiçbirini esirgemeyecektir.
Madde 43: Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine
aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanmayacakları gibi, hafta tatili günlerinde
mahkemelerde hazır bulunmamaları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine
getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir.
Bununla birlikte bu hüküm, söz konusu Türk uyruklarını, kamu düzeninin korunması için, öteki Türk
uyruklarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
Madde 44: Türkiye, bu kesimin bundan önce ki maddelerindeki hükümlerinin, Türkiye’nin Müslüman
olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikteki yükümler meydana getirmelerini ve
Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti
Meclisi’nin Çoğunluğunca uygun bulunmadıkça, değiştirilmeyecektir. Đngiliz Đmparatorluğu, Fransa,
Đtalya ve Japonya Hükümetleri Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi
bir değişikliği reddetmediği, iş bu anlaşma uyarınca kabul ederler.
18
B.Tek Parti Dönemi
1.Türkleştirme Politikaları
Kemalist ulusçuluğunun önde gelen ideologlarından Mahmut Esat Bozkurt,
Kemalist ulusçuluğun etnik/ırkı karakterini şöyle tanımlamaktadır: “Türk rejimi
ırkçı değildir. Daha ziyade kana değil, kültüre ve dile önem verir. Bununla beraber,
Atatürk büyük nutkunda “kanını taşıyandan başkasına inanma” demiştir. Fakat bu
tavsiye uygulamada, kültür, dil birliği halinde ortaya çıkmıştır.”27 Dil ve kültür
etnisizmi olarak adlandırılabilecek olan anlayış temellerini Đttihat ve Terakki
dönemindeki Türkleştirme politikalarından almaktadır.
Balkan Harbi sonrasında imparatorluğun sonuna gelindiğinin artık iyice ortaya
çıkması ile dönemin ulus devlet anlayışına uygun olarak Türkçülük fikri egemen
oldu. Đttihat ve Terakki’nin ünlü ideologlarından Ziya Gökalp, millet-i hakime olan
Türkler liderliğinde “tek dil-tek ülkü-tek hars” den oluşan bir ulus devlet oluşumu
formüle etti. Gökalp, bu düşünce ışığında “Yeni Hayat” adını verdiği hem siyasi
hem de sosyal alanda eskiyi terk edip yeni bir yaşam oluşturmayı temel alan bir
öneri ortaya attı. Buna göre sistem laikliğe kavuşturularak devlet dinden ayrılacak
ve demokrat milliyetperverliğe dayandırılacaktır. “Böylece ikilemden kurtulmuş
devlet sistemi vatan birliğine, dil birliğine, kültür birliğine dayanacaktır. Özellikle
maarif ve adalet alanlarında layikleşmekten [sic] doğan bir bağımsızlık getirilmiş
olacaktır.”28 Bu anlayışın Cumhuriyet’e yansıması, 1935 yılında gerçekleştirilen
Cumhuriyet Halk Partisi kongresinde tanımlanan ulus kavramında şöyle ortaya
konmaktadır: “Ulus, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşlardan
meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür.”29
Amaç dil, kültür ve ülkü birliğinin sağlandığı bir ulus devlet oluşmak olsa da
Osmanlı Đmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden nüfus homojen
Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlülüklerden herhangi birine
aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmaya yetkili
olacağını ve Meclisin, duruma göre, uygun ve etkili sayacağı yolda davranabileceğini ve gerekli
göreceği yönergeleri verebileceğini kabul eder.
Türkiye, bundan başka, bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk
hükümetiyle imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi’ne üye herhangi
başka bir devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Misakı’nın 14.
maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk hükümeti böyle bir anlaşmazlığın,
öteki taraf isterse, Milletler Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin ve
Milletler Cemiyeti Misakı’nın 13. maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.
Madde 45: Bu kesimdeki hükümlerle, Türkiye’nin Müslüman-olmayan azınlıklarına tanınmış olan
haklar, Yunanistanca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.
Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar, Belgeler, Takım:II, Cilt:II, Ankara, AÜSBF
Yayınları, 1973, s.10-14.
27
Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk Đhtilali, 2. Basım, Đstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1967, s.300.
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Đttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir
Partinin Tarihi, Cilt:3, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2007, s.387.
29
Cemil Koçak, “Kemalist Milliyetçiliğin Bulanık Suları”, Bora ve Güntekilgil (ed.), Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, Cilt 4, s.38.
28
19
değildi. Etnik olarak farklıydı. Dinsel farklılık olarak nüfusun çoğunluğunu
Müslümanlar oluştursa da onu sırasıyla Rum-Ortodoks, Yahudi, Gregoryen Ermeni,
Katolik, Protestan, dinsiz ve diğerleri takip etmekteydi. Dilsel farklılık olarak en çok
Türkçe konuşulup ikinci sırayı Kürtçe alırken bunu Arapça, Yunanca, Çerkezce,
Lazca, Sırpça, Lehçe gibi çok sayıda dil takip etmekteydi.30 Devlet, bütün bu
farklılıkları ortadan kaldırıp hedeflenen homojen topluma ulaşmanın çaresi olarak
Türkleştirme politikalarına yöneldi.
a) Bürokrasinin ve Hukukun Türkleşmesi
Đsviçre’den alınan Medeni Kanun, Şubat 1926 tarihinde TBMM’de kabul edildi ve
aynı yılın ekim ayında geçiş sürecini tamamlayarak yürürlüğe girdi. Ama Medeni
Kanun’un uygulanmasına hazırlık teşkil edecek diğer uygulamalar 1925 yılının yaz
aylarında tamamlandı. Hükümet, Medeni Kanun yürürlüğe girmeden azınlıklara
Lozan Barış Antlaşması’nın 42. maddesindeki31 haklarından vazgeçmeleri yönünde
baskı yapmaya başladı. Bu doğrultuda 1925 yılında Lozan Barış Antlaşması’nın
azınlıklara tanıdığı haklara yönelik yazılar yayımlanmaya başlandı. Dönemin
Cumhuriyet gazetesi başyazarı ve en etkili gazetecilerinden biri olan Yunus Nadi
yazısında “Lozan Anlaşması’yla azınlıklara tanınmış olan hakların Osmanlı
Đmparatorluğu’nda yüzyıllar boyunca yaşamış olan azınlıklara fiiliyatta zaten
tanımış olduğunu hatırlattı. Bu imtiyazlara karşılık Ermenilerin ve Rumların Batılı
güçlerin amaçlarına alet olup ayrılıkçı hareketlere giriştiklerini ve daha sonra Batılı
ülkelerin kendilerini bu girişimden ustaca sıyırdıklarını hatırlattı. Azınlıkların bu
olaylardan alacakları dersin, Batılı güçlere sığınmak yerine vatanları olan
Türkiye’ye sadık ve bağlı kalmak olduğunu belirtti.32 Mayıs 1925 tarihinde Lozan
Barış Antlaşması’nın 42.maddesi gereğince Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatinden
hükümetin atadığı kişilerden oluşan üç komisyon kuruldu. Đçinde bulunulan ortam
ve hükümetten gelen yoğun baskı nedeniyle uzun tartışmalar sonucunda ilk olarak
Yahudi cemaati (10 Eylül 1925) sonra Ermeni cemaati (17 Ekim 1925) ve biraz
direndikten sonra Rum cemaati (29 Ekim 1925) yaptıkları açıklamalarla Lozan Barış
Antlaşması’nın 42. maddesinin verdiği haklardan feragat ettiklerini beyan ettiler.
Böylece uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınan tüm ayrıcalıklardan
vazgeçerek “hukuki açıdan” Türkleşmiş oldular.33
Bürokrasi alanındaki Türkleştirmeyi sağlamak için ise etnik kimlik temeline
dayanan bir kanun çıkartılarak gayrimüslimlerin kamu alanında görev almaları
engellendi. 18 Mart 1926 tarihli ve 788 sayılı Memurin Kanunu’nun 4. maddesinde
“Memur olabilmek için aşağıdaki şartlara haiz olmak lazımdır” denilerek a
30
Soner Çağaptay, “Otuzlarda Türk Milliyetçiliğinde Irk, Dil ve Etnisite”, Ibid., s.258.’den Đstatistik
Yıllığı Cilt 10, Başbakanlık Umum Müdürlüğü, Ankara, Hüsnütabiat, 1938-39, s.64-65.
31
Bkz. Dipnot 26.
32
La République, 9 Temmuz 1925’den aktaran Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye
Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), 7.Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları , 2005,
s.62.
33
Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve ‘Türkleştirme’ Politikaları, 8. Basım, Đstanbul, Đletişim
Yayınları, 2006, s.112-113.
20
fıkrasında “Türk olmak” şartı getirildi.34 Getirilen bu şart ile Lozan Barış
Antlaşması’nın 39.maddenin 3. paragrafı35 ihlal edilmekteydi. Kamu hizmeti için
verilen ilanların büyük bir kısmında Türk etnisitesine ait olma şartı yer almaktaydı.
Askeri okullara başvuranlar için ise Emniyet Müdürlüğü’nde bu kişilerin saf Türk
ırkına mensup olup olmadıklarını denetlemek için bir merkez oluşturuldu.
b) Dilin Türkçeleştirilmesi
Dil politikası, hem Türk milli kimliğinde hem ulus devlet oluşturma sürecinde
yaşamsal bir öneme sahiptir. Atatürk’e göre “Ulusun en mühim özelliklerinden biri
dildir. Kendisini Türk ulusunun bir parçası sayan kişi, her şeyden önce ve ne olursa
olsun Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir kişi Türk kültürüne ve
toplumuna üye olduğunu iddia ederse, buna inanmak pek doğru olmayacaktır.”36
1921 Anayasa ile resmi dil olarak kabul edilen Türkçe, ulusun sosyo-kültürel
içeriğinin belirlenmesinde asli unsur olarak kabul edildi. 1928 yılında
gerçekleştirilen alfabe değişikliği ile Arap alfabesi yerine Latin alfabesi
kullanılmaya başlandı. Ulusal bir seferberlik başlatılarak kurulan “Millet
Mektepleri” ile nüfusun yeni alfabeye ve okuma-yazmaya olabildiğince hızlı şekilde
alışması sağlanmaya çalışıldı. Dil kongreleri ve Türk Dil Kurumu’nun çalışmaları
ile dil yabancı unsurlardan arındırılıp Öztürkçe kelimeler bulundu. Tüm bunları
pekiştirecek şekilde Güneş Dil Teorisi ortaya atıldı ve Türkçeleştirme politikası
takip edildi.
Dilin Türkçeleştirilmesi politikasında ilk olarak karşımıza kökeni Đttihatçılara kadar
uzanan yer adlarının değiştirilmesi politikası çıkar. Milli Mücadele döneminde ve I.
ve II. Meclis dönemlerinde de bu politika devam eder.37 1925 yılında Kırşehir’in
adının Gülşehir olarak değiştirilmesi teklif edilir ama kabul edilmez. 38 12 Şubat
1925 tarihli hükümet kararnamesi ile Edirne vilayeti merkezindeki gayri milli
isimler değiştirilir: Iskarletoğlu, Lalaşahinpaşa’ya; Aya Nikola, Hacıbedrettin’e;
Papasoğlu, Kadripaşa’ya çevrilir.39 “14 Mayıs 1925 tarihli bir kararname ile
Ermeniler tarafından harabe haline getirilen Kozan Vilayetine bağlı Haçin kazasının
34
Bu kanun, 14 Temmuz 1965 tarihinde kabul edilen ve günümüzde de geçerli olan 657 sayılı
Memurin Kanunu ile lağvedildi. Yeni kanunun 48. maddesi ile aranan şartlar kısmı “Türk vatandaşı
olmak” olarak değiştirildi.
35
Bkz. Dipnot 26.
36
Çağaptay, op.cit., s.247’den Đsmail Arar, “Atatürk’ün Günümüz Olaylarına Işık Tutan Bazı
Konuşmaları”, Belleten 45-6, Sayı:177, 1981, s. 23-24.
37
Örneğin, 1921 yılında TBMM’de Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey ecnebi isim taşıyan şehir
adlarının tebdili hakkında bir kanun teklifi, Gaziantep Mebusu Yasin Bay ise Gaziantep livasına bağlı
Rumkale kazasının adının Halfeti olarak anılmasına dair bir takrir verdiler. Takririne bir türlü cevap
alamayan Yasin Bey, takririni Dahiliye Nazırı Ata Bey’e soru olarak yöneltti. Ata Bey, TBMM’de 17
Ağustos 1922 tarihinde okunan yazılı cevabında birçok yer adının değişmesi gerektiğini ancak bunun
için seferberlik sonunun beklenmesi gerektiğini belirtti. Murat Koraltürk, “Milliyetçi Bir Refleks Yer
Adlarının Türkleştirilmesi”, Toplumsal Tarih, Eylül 2003, s:98’den TBMMZC, Devre 1, C:11, s.100
ve TBMMZC, Devre 1, C:22, s:243.
38
Ibid., s.99’den TBMMZC, Devre 2, C:18, s:236.
39
loc.cit.’den BCA, Bakanlıklar arası Tayin Daire Başkanlığı (Üçlü Kararnameler) Tasnifi, Yer
No:10.5.16.
21
adının milli mücadele sırasında yararlılığı görülen Saim Bey’in adına izafeten
Saimbeyli olarak değiştirilmesine karar verilir.”40
Toplum, dilsel farklılık yönünden zengindi. Türk milletinin ve kültürünün bir
parçası olabilmek için ise Türkçe konuşmak gerekiyordu. Bu nedenle 1927 yılındaki
Türk Ocakları Kurultayı’nın en çok konuşulan konularından biri “Türkçeyi
konuşulan bir dil” haline getirmekti. 1928 Kurultayı’nda, Doğu ve Güneydoğu
bölgelerinde Türkçe kullanımının yaygınlaştırılması üzerinde önemle duruldu.
Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti 13 Ocak 1928 tarihinde düzenlediği kongre ile
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasını başlattı. Dahiliye Vekaleti’nden izin
alınarak başlatılan kampanyada, başta Đstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de umuma
açık yerlerde vatandaşların Türkçe konuşması sağlanacak; bu amaçla duvarlara
afişler asılacak ve otomobillerle dolaşılarak Türkçe konuşulması ilan edilecekti.
Böylece Lozan Barış Antlaşması’nın 39. maddesinin 4.ve 5. paragrafları41 ihlal
edildi. Bu kampanyada asıl hedeflenen kitle Yahudilerdi. Çünkü Ermeniler ve
Rumlar Đzmir’den ayrıldıktan sonra tek gayrimüslim cemaat olarak kalan Yahudiler,
nüfusun %10’undan fazlasını oluşturmalarına rağmen ekonomik olarak daha fazla
nüfus sahibiydiler. Ayrıca 1930 seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’na tam
destek verdiler. Böylece kendilerine karşı bir husumet meydana geldi. 42 Osmanlı
Đmparatorluğu zamanından bu yana burada yaşamalarına rağmen Türkçe konuşmak
yerine Đspanyolca ve Fransızca konuşmaları eleştiriliyor ve diğer ülkelerde yaşayan
Yahudilerin bulundukları ülkenin dilini konuştuklarını belirtilerek gerçekten
vatandaş olmak isteyip istemedikleri sorgulanıyordu. Ancak bu kampanya diğer
azınlıkları da etkiledi. Dönemin önde gelen gazetecilerinden biri olan Celal Nuri
yazısında Beyoğlu semtini örnek göstererek bu semtte Rumca, Ermenice ve Yidişce
dışında bir dil konuşulmadığını ifade etmekte ve azınlıkları Türk ulusuna intibak
etme gayreti içinde olmamakla suçlamaktaydı.43 1930’larda uluslararası ortamın
etkisiyle kuvvetlenen milliyetçilik akımıyla kampanya daha da hız kazandı. Haber
Akşam Postası gazetesinin 20 Đkincikanun 1935 tarihli sayısında Va Nu’nun yazısı
bu durumun bir örneğiydi: “Gözümüzün önünde ciyak ciyak, bangır bangır,
Đspanyolca, Ermenice, Rumca, Fransızca konuşanlar, milliyetçilik terbiyesiyle
yoğrulmuş gençlerin fena halde sinirlerine dokunduğu için, bunlar üzerinde
“vatandaş Türkçe konuş” telkini yapılmıştır.(…) Pek çok kimseler züppeliğinden
vazgeçtiği gibi, pek çok tatlı su frenklerinde de Türkçeyi -nihayet- öğrenmek hevesi
uyanmıştır.” Kampanya sürecinde sık sık kavgalar yaşandı. Kendisine hakaret eden
kişiye karşılık veren kişiler Türk Ceza Kanununun 159. maddesi gereğince
“Türklüğü tahkir” suçundan mahkemeye verildi. Kampanya 1940’larda son buldu.
Bir diğer Türkçeleştirme politikası ise 24 Aralık 1934 tarihli Soyadı
Nizamnamesini44 idi. Bu nizamnameye göre alınacak soyadlar mutlaka Türk
dilinden alınacak, yabancı ırk ya da devlet isimleri ve bir kabile ya da aşiretle olan
40
loc.cit.’den BCA, Bakanlıklar arası Tayin Daire Başkanlığı (Üçlü Kararnameler) Tasnifi, Yer
No:13.21.7.
41
Bkz. Dipnot 26.
42
Çağaptay, op.cit., s.259’dan SD 867.00/2048. Bursky’den (Đzmir) ABD Dışişleri Bakanlığı’na
(Washington), 1 Kasım 1930. Đzmir Haberleri-1930, No.2.
43
Đkdam, No:11221, 9 Teşrinievvel 1929’dan aktaran Okutan, op.cit., s.182-184.
44
21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen Soyadı Kanununa dayanmaktadır.
22
ilişkiyi anlatan “tan, of, ef, viç, iç, is, dis, pulos, aki, zade, mahmudu, veled, ve bin”
gibi takılar kullanılmayacaktı. 45 Kanun, soyadların belirttiği farklılığın ortadan
kalkmasını hedeflemekteydi. Yabancı ırklara mensubiyetin soyadlarıyla
açıklanmasına izin verilmesi gerektiği görüşü üzerine, Đçişleri Bakanı Şükrü Kaya,
milli bütünlüğün sağlanmasında asimilasyonun önemini vurgulayıp Türk unsurunun
şümullü asimilasyon kapasitesine dikkat çekti.46 Bu politikaya örnek oluşturulacak
bir uygulama Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı ile gerçekleşti. Burada yaşayan
Ermenilerden ilhaktan sonra kalmayı tercih edenlerin soyadları Türkçeleştirildi.
“Ermenilerin soyadlarındaki ‘yan’ eki Nüfus Müdürlüklerince atılıvermiş. Sorgusuz,
sualsizce.”47
Alfabe değişikliğinin, dil devriminin ve Türkçeleştirme politikalarının ideolojik
açıdan Kemalist proje uyumu iki boyut içermektedir. Bunlardan ilki tarihtir. Yeni
alfabe ile yetişen kuşaklar için Osmanlı geçmişi erişilebilir olmaktan çıktı. Ayrıca
kelime dağarcığı ve yazı olarak Doğu’dan ve Đslam geçmişinden kopuşu
simgelemesi ile Türk Tarih Tezi’ne uyum sağladı. Ulus devlet oluşturma da önemli
bir işlevi olan tarihin unutulması/unutturulması amacına ulaşılmasında etkin bir araç
oldu. Bir diğeri ise sosyal boyuttur. Türkçeleştirme politikası sayesinde
oluşturulmaya çalışılan kimliğe alternatif ya da muhalif olabilecek diğer politik ya
da sosyal kimliklerin kamusal alandan silinmesi sağlandı. 48
c) Eğitimin Türkleştirilmesi
Yeni Cumhuriyet’in kurucuları, başta Atatürk ve Đsmet Đnönü olmak üzere,
oluşturulmak istenen homojen ulus devletin inşasında önemli bir yere sahip olan
eğitim politikalarının belirlenmesinde etkin rol oynadılar.
Başvekil Đsmet Paşa, 5 Mayıs 1925 tarihinde Muallimler Birliği’nde yaptığı
konuşmada Cumhuriyet’in güttüğü milli eğitim felsefesi açıklayarak azınlık
okullarını bekleyen akıbeti açıkça ortaya koymaktaydı: “Milli terbiye istiyoruz; bu
ne demektir? Bunu zıddile daha vazıh anlarız. Milli terbiyenin zıddı nedir derlerse
söyleyebiliriz, bu belki dini terbiye yahut beynelmilel terbiyedir. Sizin vereceğiniz
terbiye dini değil milli, beynelmilel değil millidir.(…) Bu yekpare milliyet içinde
yabancı harslar hep erimelidir. Bu milliyet kütlesi içinde ayrı medeniyetler olamaz.
Dünya üzerinde her millet mutlaka bir medeniyet temsil eder. Kendilerini Türk
milletinin medeniyetinden başka camialara bağlı görenlere açıkça teklif ediyoruz:
Türk milleti ile beraber olsunlar. Fakat halita değil, ‘konfedere’ olmuş medeniyetler
halinde değil, bir tek medeniyet halinde. Bu vatan işte tek olan bu milletin ve bu
milliyetindir. Bunu yalnız söz olsun diye söylemiyoruz, süs olsun diye bu fikirde
45
http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/5057.html (16 mart 2008)
Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları
(1919-1938), 3.Baskı, Đstanbul,Đletişim Yayınları, 2007, s.237’den TBMM Zabıt Ceridesi, Devre IV,
C.23,21 Haziran 1934, s.246.
47
Agos, 6 Haziran 2008.
48
M. Berk Balçık, “Milliyetçilik ve Dil Politikaları”, Bora ve Güntekilgil (ed.), Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce Milliyetçilik, Cilt 4, s.785-786.
46
23
değiliz; bu siyaset vatanın bütün hayatıdır. Yaşayacaksak yekpare bir millet kütlesi
olarak yaşayacağız. Đşte milli terbiye dediğimiz sistemin umumi hedefi.”49
Azınlık okulları hakkında takip edilen politikada Kurtuluş Savaşı sürecinde içinde
ayrılıkçı hareketleri besleyen siyasi bir yuva haline gelmesi tecrübesi göz önüne
alındı. Milli Mücadele dönemi Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey bir gazetecinin
gayrimüslim okulları hakkında vekaletin ne düşündüğü sorusuna verdiği yanıt
ileride izlenecek politika açısından yol göstericidir: “Gayr-i Müslim mektepler,
memleketimizde, çok acı ve çok kanlı vakayı ile sabit olduğu üzere, siyasi
propaganda merkezi hizmetini görmekte devam edemezler.(…) Gayr-i Müslim
mekteplerini bu faaliyetlerinden men etmek için azami murakebe şeraatini tatbik
edeceğiz.”50
Maarif Vekaleti 20 Mayıs 1923 tarihinde azınlık okullarındaki tüm derslerin Türk
tebaalı öğretmenler tarafından verilmesini; Türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin
Türkçe öğretilmelerini ve bu derslerin de azınlıklara mensup öğretmenler yerine
vekaletin atayacağı Türk öğretmenler tarafından verilmesini zorunlu kıldı. Bu
öğretmenlerin maaşı diğer öğretmenlere göre daha yüksek olacak ve maaşlar azınlık
okulları tarafından ödenecekti ki bu Lozan Barış Antlaşması’nın 41.maddesine
2.paragrafına51 aykırıydı. Bu maaşı ödeyemeyen bazı azınlık okulları kapanmak
zorunda kaldı. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile
bütün okullar Maarif Vekaletine bağlandı ve hemen sonra yayınlanan genelgeyle
azınlık ve yabancı okullarının Cumhuriyetin laiklik ilkesine uymalarını istedi. Bu
okullarda görev yapan öğretmenlerin Patrikhanelerden ya da Hahambaşılıktan
aldıkları belgeler geçersiz sayıldı. Maarif Vekaleti, bir sınav yapacağını ve sınavda
başarısız olanların öğretmenlik yapamayacaklarını belirtti. Ayrıca yeterli öğretmen
kadrosuna sahip olmayan azınlık okullarının kapatılarak öğrencilerinin maarif
okullarına nakledileceğini bildirdi.52
Maarif Vekaleti 26 Eylül 1925 tarihinde azınlık ve yabancı okullarına yönelik bir
genelge yayınladı. Buna göre haftada beş saat Türkçe, tarih ve coğrafya okutulması,
Türkçe, tarih ve coğrafya öğretmenlerinin Türk olmaları ve vekalet tarafından
seçilmeleri kararlaştırıldı.53 Temmuz 1927 tarihinde Vekalet tarafından yayınlanan
talimatta azınlık ve yabancı okullarda görev yapan öğretmenlerin ana dillerinin
Türkçe olması ve Dar-ül Muallim veya Dar-ül Fünun mezunu olmaları gerektiğini
tebliğ ederek tüm öğretmenlerin Türkçe imtihanlarına girmelerini emretti ve
başarısız olanların görevlerine son verildi.
49
Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945),
s.190’dan Muallimler Birliği Mecmuası, Sene 1, Sayı:4’den aktaran Hasan Ali Yücel, Milli
Eğitimle Đlgili Söylev ve Demeçler, , Ankara, Kültür Bakanlığı,1993.
50
Ibid., s.186’dan Hakimiyeti Milliye, 10 Mart 1921’den aktaran Mehmet Kaplan (Haz.) et. al.,
Devrim Yazarlarının Kalemleriyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, Cilt I ve II, Ankara,
Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992.
51
Bkz. Dipnot 26.
52
Ibid., s.188’den “The position of the Jewish Schools in Constantinople”, JTA Bülteni, 6 Haziran
1924, s.5.
53
loc.cit.,’den M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları
(Yönetim Açısından), Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, 1982, s.153.
24
Takip edilen bu politikalar sonucu öğretmenlerine ödeme yapamayan azınlık
okulları kapandı ve yabancı dil öğrenimi yapılamadığından öğrenciler gelecekleri
için yabancı dil eğimi veren diğer maarif okullarına kayıt oldular. Bu da okulların
öğrenci sayısının azalmasına sebep oldu.
Türkleştirme çabalarının yanı sıra ayrımcı uygulamalar da görüldü. Cumhuriyetin
onuncu yılı nedeniyle yeni bir düzenleme yapılarak öğrenciler için özel okul
kasketleri kullanımı zorunluluğu getirildi. Đlkokul öğrencileri “limon kabuğu” diye
bilinen şapkaları, orta okul ve lise öğrencileri ise kasketleri kullanacaklardı. Ancak
Türkler ile gayrimüslimlerin taktıkları kasketlerin şeritleri farklıydı. Türklerin
şapkasında altın sarısı şeritler varken gayrimüslimlerinkinde gümüş renkli şeritler
vardı ve şapkanın başta taşınması zorunluydu. Koltuk altına almak ya da çantaya
koymak yasaktı. Böylece gayrimüslim öğrenciler tanınıyor ve çeşitli ayrımcı
uygulamalara maruz kalıyordu.54
d) Đktisadi Alanın Türkleştirilmesi
1913-1914 boykotajı “milli iktisat”ın başlangıcı olarak kabul edilir.55 Artık hem
dışarıya karşı hem de içerdeki gündemde ilk sırayı alan konulardan biri iktisadi
bağımsızlıktı. I. Dünya Savaşı sırasında56, Milli Mücadele döneminde ve sonrasında
kurulan yeni Cumhuriyet ile iktisadı Türkleştirme politikası sürdürüldü.
Osmanlı Đmparatorluğu döneminde iktisadi hayat gayrimüslimlerin elindeydi. 1915
yılındaki sanayi istatistiğine bakıldığında sermayenin ve emeğin %15’i Türklerin
elindeydi.57 1921 yılında Đstanbul’daki bazı Türk tüccarlar Milli Ticareti Teşvik ve
Himaye Cemiyeti adlı bir teşkilat kurdular. Cemiyetin başkanı Ahmet Hamdi Başar,
“liberal bir görüş ve serbest rekabet şartları içinde ticaretin millileştirilmesi, iktisadi
hakimiyetin Türk milletinin eline geçmesine imkan olmadığı için başlangıç
54
Yervant Gobelyan, “Tanıklıklarım” Tarih ve Toplum”, Sayı: 202, Ekim 2000, s.38.
Boykotajın sebebi, Osmanlı Rum vatandaşlarının Yunan hükümetine yaptıkları yardımdı. Boykotajı
yürütenlere göre, Balkan Harbi’nde Osmanlı donanmasını Marmara denizine hapseden Yunanistan’ın
ünlü Averof zırhlısı, Avedof adında bir Osmanlı Rum vatandaşı tarafından Yunan hükümetine hediye
edildi. Boykotaj kampanyasına göre, Osmanlı topraklarında ticaret Rumların elindeydi. “Zavallı,
şaşkın ve gafil Müslümanlar” kendi elleriyle Yunanistan’ın askeri malzemesini finanse ediyordu.
Müslümanlara dağıtılan bildiride şu ifadelere yer veriliyordu: “Yunan gemilerinden, silahlarından
birçoğunu biz aldık…kendi [sic] memleketimizin üzerine düşman bayraklarını, biz kendi ellerimizle
dikmiş olduk!” Bunca acıya rağmen hala Osmanlı Müslümanı hala uyanmamıştı. Sırf Müslümanların
yaşadığı mahallelerde dahi bakkal, manav, tuhafiye hatta fırın bile Müslümanların elinde değildi.
Artık Müslümanların iktisadi uyanış zamanı yani “intibah-ı Đktisadi” gelmişti. Müslümanlar, Türkler
ticareti ele geçirmeli; bankalar, şirketler, fabrikalar kurmalıydı.Boykot kısa sürede etkisini gösterdi.
Eylem, Müslümanlara parasız dağıtılan risalelerle duyuruldu. Müslümanlara ait işyerlerinin adlarının
yer aldığı listeler yayımlandı. Müslümanlara ticarete atılmaları doğrultusunda çağrıda bulunuldu ve
Đstanbul’da kısa sürede 500’e yakın Müslüman işyeri açıldı. Zafer Toprak, Türkiye’de Ekonomi ve
Toplum (1908-1950), Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ekim 1995, s.109-111.
56
1914 baharında kurulan Müslüman Tüccar Cemiyeti, Đslam ticaret erbabını aynı çatı altında topladı
ve birçok gayrimüslim üyesi olan Dersaadet Ticaret Odasına Karşı güçlü bir muhalefet oluşturdu.
Milli Türk Ticaret Birliği, Müslüman Tüccar Cemiyeti’nin devamıydı. Ibid., s.111.
57
Bali, op.cit., s.197’den Devlet Đstatislik Enstitüsü, 1973, s:33.
55
25
döneminde devlet gücüne dayanan bir müdahalenin zorunlu olduğuna” inanıyordu.58
1923 yılında aynı zamanda tüm üyeleri milletvekili olan “Milli Türk Ticaret Birliği”
kuruldu. Hükümetin desteği ve Ticaret Birliği’nin yardımıyla, önce Türk iş
adamlarının ülkenin finans ve bankacılık sektörlerinde sağlam yer edinmeleri
amaçlandı ve gayrimüslimlere, özellikle Đstanbul’dan ayrılan Rumlara ait, iş
yerlerinin satın alınmasında önemli bir rol oynadı. Hatta bazı durumlarda Rumlar,
göç etmelerini sağlamak için gerçekleştirilen eylemlerle korkutuluyor ve böylece
Ticaret Birliği, malları daha ucuza satın alıyordu.59 Bu müdahaleler sonucu Kasım
1922 ile Mart 1923 arasında, Đstanbul’un ekonomisinde önemli bir yeri olan 110
Rum ve 21 Ermeni firma ile yüzlerce küçük işletme kapandı. 60 17 Mart 1923
tarihinde Đzmir Đktisat Kongresi toplandı. Kongreye azınlık mensuplarından kimse
davet edilmedi. Kongrede egemenliğin ancak iktisadi hayatta da egemen olmakla
sağlanabileceği dile getirildi. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uyduğu sürece Batı
sermayesinin faaliyet göstermesinde bir sorun olmadığı belirtildi.
Đlk milli banka olan Türkiye Đş Bankası, 26 Ağustos 1924 tarihinde Celal Bayar
tarafından kuruldu. Bayar yıllar sonra, bu bankanın azınlıkların ticaretteki
hakimiyetini kırmak için kurulduğunu söyledi.61 Ancak ilk yıllarda düşünülenin
aksine Rumlardan ve Ermenilerden kalan boşluk Yahudiler tarafından dolduruldu ve
bu da toplumda Yahudilere karşı bir tepki oluşmasına sebep oldu.
Türkleştirme politikaları yalnızca ticaretle sınırlı tutulmadı.1923 yılında hükümet
yabancı firmalarda çalışanlarının %50’sinin Müslüman Türk olmasını kararlaştırdı.
Aksi taktirde kapatılacak olan firmalar gayrimüslim çalışanlarını işten çıkararak
yerine Müslüman çalışan istihdam ettiler. “Sadece Đstanbul’da 1926 yılına kadar
işten çıkartılan Rum sayısı 5000’di.”62 1929 yılında Đstanbul Ticaret Müdürlüğü
yabancı şirketlere gönderdiği tamimlerle çalışanlarının menşelerini soruyordu.63
Diğer önemli karar ise 10 Nisan 1926 yılında kabul edilen kanunla bütün şirketlerin
Türkiye dahilindeki her türlü işlemlerinde, akit, haberleşme, hesap ve defterlerin
tutulmasında Türkçe kullanma zorunluluğunun getirilmesiydi.Yabancı sermayeli
şirketler ise Türk uyruğundan olan kimselerle ilişkiye girdikleri taktirde ve resmi
defterlerinde Türkçe kullanma zorundaydılar. Böylece Türk çalışan sayısının
arttırılması da sağlanmaktaydı. Vakit gazetesi bu yasanın amacını şöyle
açıklamaktaydı: “Türkçe ticaret aleminde kullanılmakta olan diğer dillere üstünlük
sağladığı zaman Türk ırkının iktisadi alandaki konumunun da güçlenmesi sağlanmış
olacaktır.”64
58
Ibid., s.201’den Ahmet Hamdi Başar, “Zaferden Sonra Đstanbul’da Başlayan Đktisadi Savaş”, Barış
Dünyası, Sayı:54, Kasım 1966, s.694-702.
59
Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 Eylül
Olayları, 2.Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006, s.109’den PRO FO 371/9113/E280, Đstanbul
Başkonsolosluğu Raporu, 11.12.1922.
60
loc. cit.’den PRO FO 371/9114/E3460, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 28.03.1923.
61
“ Jak Kahmi Đle 25 Aralık 1997 Tarihinde Yapılan Görüşme’ Bali, op.cit., s.204.
62
Dilek Güven, op.cit., s.110’den PRO FO 371/1381/E2514,Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu,
21.05.1929.
63
Okutan, op.cit., s.215’den Đkdam, 4 Mart 1929.
64
Bali,op.cit.,s.208’den AMA review of the Turkish press for the period of january 17-23, 1926, 25
Ocak 1926 tarih ve 867.91111/125 sayılı belge, s.7.
26
Türk burjuva sınıfını rekabette güçlü hale getirmek için “yerli malı kullanma”
kampanyaları başladı. Đlk sinyali 9 Aralık 1925 tarihinde çıkan tüm müesseselerin ve
şirketlerin memurlarına yerli kumaştan mamul elbise giydirmeleri yönündeki
kanunla verildi. Kampanyanın düzenlendiği bir haftada “Türkiye Türklerindir”,
“Türkiye’de ekmek ilk önce Türk içindir”, “Türkiye’de Türk malı, Türk metaı
geçer”, “Türkiye’de Türk parası en üstün gelir” gibi sloganlar kullanıldı.65
TBMM’de 24 Ocak 1927 tarihinde Eczane ve Eczacılar Hakkında Kanun kabul
edildi. Kanunun 19. maddesi gereği nüfusları on binin üstünde olan yerlerde eczane
sayısı, on bin kişiye bir eczaneye indirildi. Ayrıca 1. maddede yer alan eczane
açmanın şartları arasında “Tıp Fakültesi Eczane Mektebinden diplomalı olmak ve
Türk olmak” hükmü vardı. Kapanan eczanelerin büyük çoğunluğu gayrimüslimlere
aitti. Sahiplerinin adları incelendiğinde kapatılması düşünülen yüz eczaneden seksen
yedisi gayrimüslimlere aitti.66 “Adalet Vekaleti ve Sıhhat Vekaleti’ne başvurarak
yeni açılan eczaneler kapatılmazken elli yıllık geçmişi olan eczanelerin kapatıldığı
belirtilerek yapılan haksızlığın düzeltilmesini istediler.”67
Türkleştirme uygulamalarına 4 Haziran 1932 tarihli 2007 sayılı “Türkiye’de Türk
Vatandaşlarına Tahsis edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun”la devam edildi.
Bu kanunla yabancılara yasaklanmış sadece Türklerin yapabilecekleri meslekler
şunlardır: ayakkabı satıcılığı, çalgıcılık, fotoğrafçılık, berberlik, mürettiplik,
simsarlık, elbise, kasket ve kundura imalciliği, borsalarda mübayaacılık, devlet
inhisarına tabi maddelerin satıcılığı, seyyahlara tercümanlık ve rehberlik, inşaat,
demir ve ahşap sanayi işçilikleri, umumi nakliye vesayeti ile su ve tenvir ve teshin
ve muhabere işlerinde daimi ve muvakkat işçilik, karada tahmil ve tahliye işleri,
şöförlük ve muavinliği, alelumum amelelik, her türlü müesseselerde ticarethane,
apartman, han, otel ve şirketlerde bekçilik, kapıcılık, odabaşılık, otel, han, hamam,
kahvehane, gazino, dansing ve barlarda kadın ve erkek hizmetçilik (garson ve
servant), bar oyunculuğu ve şarkıcılığı, baytarlık ve kimyagerlik.68 Bu kanun 30
Ocak 1923 tarihli Mübadele Anlaşmasıyla kendilerine oturma ve çalışma hakkı
verilen Đstanbul’da yaşayan Yunan vatandaşı Rumları ve Beyaz Rusları hedef
almaktaydı. Kanunun verdiği süre sonra erdiği 1934 yılında yaklaşık 9.000 Yunan
vatandaşı Đstanbullu Rum Yunanistan’a göç etti.69 “O günlerde sayıları yaklaşık
2000 civarında olan Beyaz Ruslar ise ABD Elçisinin, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras’a bu konuda özel ricası ve Cenevre ‘deki Milletler Cemiyeti’ni devreye
sokması sonucunda işsiz kalmaktan kurtulurlar.”70
Bütün bu Türkleştirme politikalarının bir sonucu olarak ihtida olayları arttı. Đzmir’de
birçok Yahudi genç kız ihtida etti. Bu durum, Đzmir Yahudi cemaati içinde
tedirginliğe yol açtı. Đhtida başvurularının yedi yüz gibi bir sayıya ulaşmasıyla ihtida
65
Ibid., s.224’den Milliyet, 17 Kasım 1929.
Ibid., s.218’den La République, 9 Mayıs 1928.
67
Ibid., s.219’dan La République, 13 Temmuz 1928.
68
Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, s.120’den Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt 13,
s:519-520.
69
Ibid., s.126.
70
loc.cit.’den ABD Elçiliği Maslahatgüzar Howland Shaw’dan ABD Dışişleri Bakanı’na 867. 504/19,
18 Eylül 1934.
66
27
edecekler için bir talimatname hazırlanarak ilgili makamlara gönderildi. Bu
talimatnameden sonra ihtida eden dört yüz kişi arasında Ermeniler çoğunluktaydı
ancak Rumlara ve drahoma talep etmeyen koca arayan Yahudi genç kızlara da
rastlanmaktaydı. Meslekler açısından incelendiğinde ise en çok eczacıların ihtida
ettiği görüldü.71
Dönemin Türkleştirme anlayışı Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) sunulan bir
raporda görülebilir. 1944 yılında yazıldığı tahmin edilen Azınlık Raporu, CHP’nin
IX.Büro’suna sunuldu. Raporun CHP’nin hedefleri olarak belirtilen bölümünde,
Türk milliyetçiliğinden ne anlaşılması gerektiği ve Türk milliyetçiliğinin araçları
anlatılmaktadır: “Tek dil konuşan; kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan
yurttaşlardan mürekkep siyasi ve içtimai bir bütün meydana getirmek, yani vatan
içinde anadili tek, ülküsü tek birlik bir millet yaratmaktır.”72 Bunun için parti
yöneticilerinin, aydınlarının, yayın organlarının ve yan kuruluşların (Halkevleri) bu
doğrultuda ortak bir tutum takınması ve milliyetçilerin tek cephede toplanması
gerektiğine işaret etmektedir.
Raporda Ermeniler ile ilgili görüş ise şöyledir: “Anadolu’da yavaş yavaş
çöreklenerek küçük cemaatler haline gelmektedir. Politik herhangi bir tesirle
nüfuslarını arttırmaya çalışıyorlar. Ermeniler ilk önce Anadolu’dan “temizlenerek”
Đstanbul’a nakledilmelidir. “Bu suretle hem çoğalmalarının önüne geçilmiş, hem de
yarın bu mesele halledilirken, topluca hal imkanı hazırlanmış olur.” Ermeniler
asimile edilemeyecek bir gruptur. Dolayısıyla nüfus mübadelesine tabi tutulmaları
ya da başka ülkelere göçlerinin kolaylaştırılarak sayılarının azaltılması
sağlanmalıdır.73
2. Ermenilerin Zorunlu Göçü (1929-1934)
1930 yılında Ermeni Patriği tarafından verilen rakamlara göre Türkiye’de 10.000’i
Anadolu’da, 60.000’i de Đstanbul’da olmak üzere 70.000 Ermeni yaşamaktaydı.74
Anadolu’nun Türkleştirilme çabaları bu dönemde de devam etti. Ancak yabancı
ülkelerin dikkatini çekmemek için doğrudan ve dikkat çekici eylemlerden
kaçınılmaktaydı. Amerikan Konsolosluğu’nun ve Anadolu’daki Ermenilerle yakın
ilişki içinde olan Đstanbul’daki resmi Ermeni temsilcilerinin yaptıkları araştırmalarda
Ermenilerin göçünü içeren resmi bir talimata rastlanmadı.75
71
Bali,op.cit., s.219-220.
Rıdvan Akar, “Bir Bürokratın Kehaneti Ya Da “Bir Resmi Metin”den Planlı Türkleştirme Dönemi”,
Birikim, Sayı:110, Haziran 1998, s.70’den Faik Bulut, Kürt Sorununa Çözüm Arayışları, Đstanbul,
Ozan Yayıncılık, 1998, s.174.
73
Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Đstanbul, Mephisto
Yayınları, Mart 2006, s.191’den Bulut, Kürt Sorununa Çözüm Arayışları, s.178.
74
Bu sayı Ankara Amerikan Başkonsolosluğuna Ermeni Patriği tarafından verilmiştir. Amerikan
misyonerlerine göre ise yirmi bini Anadolu’da olmak üzere Türkiye’de seksen bin Ermeni
yaşamaktaydı. Güven, op.cit., s.130’dan NARA 867.404/208, Nr.946, ABD Başkonsolosluğu,
Đstanbul’dan ABD Dışişleri Departmanına, 24.02.1930.
75
loc. cit.
72
28
ABD Başkonsolosluğunun raporuna göre, Ermeni göçünün kendi kendine
gerçekleşmesini sağlamak için ilk önce polis, Ermenilerin yaşadığı şehirlerdeki ve
köylerdeki Müslüman halkı kışkırtmaya çalıştı. Ancak çabalar boşa çıktı. Daha
sonra Rumeli’den muhacir olarak gelen Türklere buradaki Ermenilerin mallarını
alabilecekleri ima edilerek onları Ermenilere karşı kışkırtmaya çalışıldıysa da bu da
istenen sonuca ulaşmadı. Hatta ters etki yaparak aralarında dostlukların oluşmasına
sebep oldu.76 Amerikan Büyükelçiliği’ne göre, bunun sebebi, yerli Türk halkıyla
Ermenilerin arasındaki ilişkinin oldukça iyi olmasıydı. Ermenilerle Türklerin
yaşama biçimleri birbirlerine çok benzemekteydi. Nerdeyse tüm Ermeniler Türkçe
bilmekteydi ve Türklerle Ermeniler arasındaki kız alıp verme olayları da dikkat
çekici biçimde yüksekti.77
Çabalar sonuç vermeyince zorlama yöntemlerine başvuruldu. Sarkis Keşişyan,
yaşadıklarını şöyle ifade ediyor: “Ben 1908 yılında Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesinin
Ürneç Köyünde doğdum. Ermeni kesimlerin en yoğun olduğu Yozgat bölgesinde
1930 senelerinde tekrar Ermenilere karşı zorbalıklar başladı; saldırı, dövme, ev
basma vs. gibi olaylar çoğaldı. Bu nedenden Ermeniler köylerini bırakıp Kayseri’ye
kaçtılar ve Kayseri dört yüz-beş yüz Ermeni haneli bir şehir oldu. Ben de hükümetin
elimle yaptığım, aylarca emek çektiğim evi muhacirlere vermesi nedeniyle ailemle
1940 senesinde Kayseri’ye taşındım.”78
Anadolu’da -özellikle Diyarbakır ve Harput’taki- Ermenilere, Türkiye’yi terk
etmelerinin “kendi çıkarlarına” uygun olacağı söyleniyordu.Geride kalan mallarının
uygun şekilde satılacağı ve ülkeden sorunsuz şekilde ayrılacakları güvencesini
veriyorlardı. Sivas’ta ise 1928-1929 yıllarında Ermenilerin il dışına çıkışları
yasaklandı.Aynı zamanda ellerinden iş olanakları da alınınca ekonomik sıkıntılar
yüzünden kendileri ülkeden ayrılmak için izin istediler. Fransız Konsolosluğunda
görevli Pere Ludovic, 1929 yılı ortalarında Sivas’taki varlıklı Ermeni ailelerinin
nerdeyse tamamının ilden ayrıldığını, geriye kalanlarınsa varlıkların ekonomik
açıdan şehrin sakinleri için oldukça sınırlı olduğunu belirtmekteydi. Kırsal kesimde
yaşayan Ermeni çiftçiler de ya büyük şehre ya da ülkenin orta ve doğu bölgelerine
yerleşmeye zorlandılar. Büyük şehre yerleşen Ermeniler geçimlerini
sağlayamadıkları için Suriye’ye göç ettiler.79
Tunceli’ye bağlı Çemişgezek ilçesinde yaşananlar ise şöyleydi: “1929 sonu ya da
1930 başlarında Çemişgezek polis müdürü Sarkis’i çağırır. (…) Polis müdürü şöyle
der: “Sarkis Ağa, Mustafa Kemal Paşa’dan emir gelmiş ki, Fırat ve Murat nehirleri
kıyısında ve başka köyler içinde hiçbir Ermeni kalmasın. Hepsinin Çemişgezek içine
toplanması gerekiyor. Bütün köylerin Ermenilerini toplaman için sana üç gün
mühlet! ”. (…) Sarkis’in beti benzi solar. Polis müdürü bunu farkederek ekler:
“Korkmayın, şeref sözü veriyorum ki hiçbir tehlike yok, yalnız toplamaya bak”. (…)
76
Aktar, op.cit., s.93’den Records of the Department of State Relating to the International
Affairs of Turkey, 1930-1944. Amerikan Elçisi Robert skinner’den ABD Dışişleri Bakanı’na,
867.4016 Armenians/11.
77
Güven, op.cit., s.132’den NARA 867.404/208, Nr.946, ABD Başkonsolosluğu, Đstanbul’dan ABD
Dışişleri Departmanına, 24.02.1930.
78
Agos, 5 Mayıs 2000.
79
Güven, op.cit., s.131.
29
Bütün köylere haber gönderip 100 kadar Ermenilerin [sic] Çemişgezek’e
toplanmasını sağlar. Polis müdürü ise artık kimsenin köye dönüş yapmamasını,
isteyenin şehir içinde yaşamasını, istemeyenin nereye istiyorsa oraya göç etmesini
söyler. (…) Toprağından, evinden mahrum edilen köylü, geçerli bir mesleğe de sahip
değilse, Çemişgezek gibi yarı yıkık bir şehirde neyle geçinebilirdi? Yapılan uyarıyı
alarak Sarkis yetişkinleri toplar. Kafa kafaya danıştıktan sonra göçme yönünde karar
verirler. Olan olmayana yardım ederek önce Đstanbul’a, oradan da Ermenistan’a veya
isteyen Halep’e gitmek üzere. . . Öyle de yaparlar. Sarkis kendi küçük oğlu Minas’ı
(Garo) birkaç aileyle birlikte 1930 güzünde Halep’e gönderir. Kendi ise ailesi, başka
aileler ve bazı yetim gençlerle beraber Đstanbul’a gider. Niyetleri oradan Sovyet
Ermenistanı’na göçmektir, fakat o yıllarda ve daha sonra buna müsaade edilmediği
için zorunlu olarak Đstanbul’da kalırlar.”80
Göçe zorlanan insanların eşyalarını satmalarına izin veriliyordu. Ancak en kısa
zamanda yola çıkmak zorunda olduklarından mallarını değerinden çok düşük bir
fiyata satmaya mecbur kalıyorlardı. Değerleri birkaç yüz lira olan sığırların tanesini
beş liraya satmak zorunda kaldılar. Köylerde bulunan Ermeniler Đstanbul’a gitmek
için yürüyerek demiryolu hatlarına ulaşmak zorundaydılar.81
1929-1930 yılları arasındaki on sekiz ay içinde 6373 Ermeni, Anadolu’dan
Suriye’ye göç etti.82 1934 yılı başından itibaren Đstanbul’a yaklaşık 600 Ermeni
sürüldü. Gelen Ermeniler, Ermeni Patrikhanesi ve onun yan kuruluşları olan kilise
ve hayır kurumları vasıtasıyla Ortaköy ve Yeniköy civarındaki terk edilmiş evlere
yerleştirildi.
Bu göç, sessiz sedasız gerçekleştirildi. Böylece Türkiye için dış ülkeler nezdinde bir
skandala dönüşmedi. Ancak Amerikan arşivinden bulunan bir belgede, 15 Nisan
1934 tarihinde ABD’nin Massachusetts eyaletinin Roxbury şehrinde kilisede
toplanan Ermenilerin bir bildiri yayınlayarak bu olayları protesto ettikleri ve
Milletler Cemiyeti gibi kuruluşları göreve çağırdıkları yer almaktadır.83
3.Yirmi Kur’a Đhtiyatlar
Kasım 1939 tarihinde daha önce alınan bir karar, hükümet kararıyla tekrar yürürlüğe
girdi. Buna göre, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde hizmet gören veya görecek olan
genelde azınlıkların ve özelde Türkiye Yahudilerinin silahlı eğitim görmemeleri;
Türk subaylarının emrinde emir eri veya hizmetli olarak hizmet görmeleri
80
Hovsep Hayreni (der., çev., yorumcu), “Ermeni Kırımları ve Dersim”, Yayınlanmamış Eser, s.
85-86. Bu kaynak henüz yayınlanmamış olan “Ermeni Kaynaklarında Dersim” adlı kitap çalışmasının
içinde yer almaktadır. Kitabın yayınlanması daha zaman alacağı için tamamlanmış olan bu bölüm,
internet üzerinden kullanıma sunulmuştur. www.koxuz.org/kitap/ersoykir.pdf
81
Aktar, op.cit., s.93’den Records of the Departmen of State Relating to the International Affairs
of Turkey, 1930-1944. Amerikan Elçisi Robert Skinner’den ABD Dışişleri Bakanı’na, 867.4016
Armenians/11.
82
Bu sayı Ermeni Patriği tarafından verilmiştir. Güven, op.cit., s.130’dan NARA 867.404/208,
Nr.946, ABD Başkonsolosluğu, Đstanbul’dan ABD Dışişleri Departmanına, 24.02.1930.
83
Aktar, op.cit., s.89.
30
kararlaştırıldı. On sekiz aylık askerlik hizmetini, bedel ödeyerek altı aya
indirebileceklerdi.84
1940 yılı sonunda Mihver güçlerinin Balkanlarda ilerlemesi Türkiye’yi endişeye
sevk etti. 20 Kasım 1940 tarihinde CHP grup toplantısında Türkiye’nin savaşa
girmesi ve Đstanbul’un işgali halinde Đstanbul halkıyla ilgili sivil düzenlemeler
tartışılırken söz alan Đstanbul milletvekili Kazım Karabekir şunları söyledi:
“Đstanbul’un ahşap mahallelerini düşünüyoruz, Đstanbul’un yarın sukutunu da
düşünerek tedbir almalıyız. Oradaki Ermeni, Rum ve Yahudiler ne yapacaklardır?
Binaenaleyh Đstanbul’da Türk unsurunu hakim vaziyete koymalıyız. (…) Tehlikenin
Đstanbul’a geldiği ve Yahudilerin Marmara sahillerine kaçıştığını düşünün! Ondan
sonra Ermeniler gelir; bunların bugün, ihtimal ki Mihver elinde çok fenalık yapmak
istidadında olan teşkilatları olabilir. (…) Onun için bu meseleyi hükümetimiz esaslı
olarak cihet-i askeriye ile birlikte düşünmeli. Yalnız Đstanbul’un bombardımanı veya
neyfinin şuna buna tesiri değil, büyük harbin Boğazlara intikalini hesaplayarak
ordumuzun gerilerinde bulunacak olan her tehlikeli unsuru, Anadolu’nun münasip
yerlerine atmalıdır. Ondan sonra o anasırdan boş kalacak kargir binalara, Beyoğlu
taraflarına, Türk unsuru oturmalıdır.” Müzakereler sırasında Muğla milletvekili
emekli Orgeneral Đzzettin Çalışlar’ın Almanların Bulgaristan’a gelmesi ve
Türkiye’ye girmesi ihtimalinin zayıf olduğunu söylemesi üzerine tekrar söz alan
Karabekir: “Almanların gelmek ihtimali yoktur, gelseler de deniz kıyısına kadar
gelirler gibi ifadeler sakattır. Bununla beraber Đstanbul öbür sahildedir. Đstanbul’un
tahliyesi halinde, askerin bir manevrası sırasında, Yahudinin, Ermeninin şunun
bunun bir takım facialar doğurması muhtemel değil midir?”85
Almanya, 2 Mart 1941 tarihinde Bulgaristan’a girdi ve 6 Nisan 1941 tarihinde
Yunanistan ve Yugoslavya’ya savaş ilan etti. Nisan ayının sonuna gelindiğinde
Almanya, Türkiye sınırına ulaşmıştı. Ancak Hitler’in Đnönü’ye verdiği teminat
nedeniyle ilerleme Türkiye sınırında durduruldu. Türkiye ise savaş hazırlıkları
yapmaya başladı.
Gayrimüslimlerin askere alınmasına dair 22 Nisan 1941 tarihli ilk kararnameye göre
Genelkurmay Başkanlığı’nın lüzum gördüğü bölgelerdeki yolları süratle tamir
etmek için, Nafıa Vekaletine bağlı olarak, 1312-1329 (1902-1914) doğumlu
Đstanbullu gayrimüslimler silah altına alınacaktı.86 Bu kararın ilgili merciler dışında
hiç kimse tarafından bilinmemesine özen gösterildi. Sıkıyönetim altında olan
Türkiye’de uygulama mayıs ayında sokaklarda nüfus cüzdanlarının kontrol edilmesi
ve gayrimüslim oldukları tespit edilenlerin hemen o anda askere alınmasıyla
gerçekleştirildi. Askere alınan kişilere durumlarını ailelerine haber vermek için izin
verilmedi. Yervant Gobelyan bu durumu şöyle anlatıyor: “Mayıs ayında, birden
“kordon” kuruldu, görevliler kentin özellikle gayri Müslimlerinin ikamet ettiği
sokakların başında bekliyor ve işe gitmekte olan erkekleri çeviriyorlardı. Birçok
84
Rıfat N. Bali, ““Yirmi Kur’a Đhtiyatlar” Olayı”, Tarih ve Toplum, Sayı:179, Kasım 1998, s.4-5.
Kazım Karabekir, Ankara’da Savaş Rüzgarları II. Dünya Savaşı CHP Grup Tartışmaları,
Faruk Özerengin (haz.), Emre Yayınları, 1994, s.247-249, 256.
86
Rıfat N. Bali, Devlet’in Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, 4.Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları,
2007, s.301’den T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararnameleri (19231945) Kataloğu, (Müdafai Milliye Vekaleti Cildi) Belge no: 030.18.01.94.73.17.
85
31
ailenin erkeği akşama eve dönmüyordu ve bir bekçi ya askere alınanın haberini
getiriyor ya da alınmamışsa götürmeye geliyordu. Eniştemin çağrısı da öyle oldu ve
Pazar günü düğünü yapılacakken, imza karşılığı pazartesi teslim olmak koşulu ile
“idare edildi”. Oysa bu eniştemin üçüncü kez askere alınışıydı. “Kordon” her yerde
çalışıyordu ve Sirkeci Demirkapı’daki sevkiyat yeri dolup dolup boşalıyordu.”87
Gobelyan, bu insanların “kordon” kurularak askere alındıkları için halk arasında
“kordon malı” diye adlandırıldıklarını belirtmektedir.
“Kordon malı” askerler arasında bazı sakatlar ve çeşitli özürlüler de vardı. “Bunlar
arasında yaşlı bir Teohari de vardı ki (Nikola oğlu Teohari) kör olduğu için
kendisine başka bir Rum asker yardımcı olarak verilmişti.”88 Askere alınmada o
kadar ileri gidilmişti ki akıl hastanesindeki gayrimüslimler de askere alındı.
“Akhisar’daki bu “çalışmamız”a katılan en renkli kişiler kuşkusuz “kordon”
döneminde akıl hastanesinden alınıp getirilenlerdi. Ermeni ve Rumlardan oluşan bu
manganın onbaşısı da bir deliydi. Aslan Yorgo olarak biliniyor ve sabah akşam
çalışmaya gidip gelirken kendi marşlarını söyletiyordu mangasına büyük bir
ciddiyet içinde. Aslan Yorgo yönetimindeki “Delilerin Marşı” bugün bile
aklımdadır: “Đstanbul’a gidiyoruz/ Bakırköye, Mahzar Osman/ Mahzar Osman bizim
babamızdır/ Amcamızdır Fahrettin Kerim, Hey Fahrettin Kerim!”89 Silah altına
çağrılan ihtiyatlar 25 ile 45 yaş arasında olmasına rağmen halk arasında yaygın olan
yeni doğan çocukların nüfus idarelerine geç bildirme alışkanlığı yüzünden gerçekte
20 ile 60 yaş arası gayrimüslimler askere alındı.90
Ermenilerin “Kısan Tasagark” diye andıkları yirmi kur’a olayında Ermeniler ve
Ermeni dönmesi olanlar Nafıa taburlarına gönderilirken Rumlar ve Yahudiler
askerlik hizmet taburlarında hamal veya idari kademelerde görevli olarak çalıştılar.
Yaygın kanıya göre bunun sebebi yüzyılın başında meydana gelen olaylar nedeniyle
Ermenilere güvenilmemesiydi.
Đstanbul’da toplanan askerler gruplar halinde Anadolu’ya sevk edilmeye başlandı.
Nereye gideceklerini ve neler yaşayacaklarını bilemedikleri için hem korku hem de
endişe içindeydiler. Agop Ayvaz, sevkiyatı şöyle anlatıyor: “Đki vapur dolusu genç
ve yaşlı insan, tarihi Tuzla’ya vardık. Büyük bir meydanda sayım yapılacak. Tanrı
bile halimize acıdı galiba, sağanak bir yağmur başlattı. Birkaç onbaşından başka
ortalıkta kimse yok. Đliklerimize kadar ıslanmış bekliyoruz yağmur altında.
Başımızdakiler de şaşırmışlar. Binlerce insanı sığındıracak yer bulmak imkansız.
Nihayet çare bulundu. Boşaltılmış ahırlara doldurulduk. Yatacak yer değil de,
ayakta dahi duracak yer bulmak imkansız. Cıvıl cıvıl sular üstümüzde, sabahı ettik.
Nihayet karar verildi. Koca koca hayvan vagonlarına bindirilerek yola çıkarıldık.
Zaman zaman durularak öğle karavanımız veriliyor. Nereye götürülüyoruz, kimse
bilmiyor. Bir akşam üstü, bir köye varıyoruz. Başımızda genç bir subay, etrafımızda,
süngülü erler. Buradan Yozgat’a götürüleceğiz.(…) Ve binlerce insan gece
karanlığında, etrafımızda, ellerinde fenerlerle askerler, süngülü erlerle, yola
87
Gobelyan, op.cit., s.39-40.
Ibid., s.40.
89
Ibid., s:42.
90
Bali, Tarih ve Toplum, s.11’den el Tempo, 17 Ekim 1956.
88
32
çıkıyoruz. Yürü babam yürü yol bitmiyor.(…) Ve, çöküyoruz bitkin vaziyette.
Burası Yerköy.”91
Dağıtım, Türkiye’nin dört bir yanına gerçekleşti. Ermeniler özellikle yol yapımı için
Manisa, Akhisar, Sındırgı, daha sonra da Göynük, Adapazarı gibi yerlere sevk
ediliyordu.92 Sevk edilen yerlerde yaşanan farklı olaylar içinde en ilginci olan yirmi
kur’a askerlerinin Yozgat’ta yaşadıkları karşılama törenini Agop Ayvaz şöyle
anlatıyor: “Mahşeri bir kalabalık, köyün meydanında, bizleri karşılamaya gelmiş.
Hoşgeldiniz yerine bizi taşlamaya başlıyorlar. Allah’tan sırtımızda askeri elbise
var.”93 “Rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak bilerek mi bize askeri elbise giydirdi?
Bizleri Düşman askeri mi zannetti Yozgatlılar? Herhalde. Mamafih, binlerce kişiyi
teslim alan ora subayları, atik davranıp alelacele hepimizi Yozgat dağına çıkardılar.
Alelacele çadırlar kuruldu, tüm askerler yerleştirildi.”94
Sadece gayrimüslimlerin hem de birdenbire askere alınması ve daha sonra
kendilerinden haber alınamaması ailelerde büyük bir üzüntüye ve meraka sebep
oldu. Ancak Mareşal Fevzi Çakmak’ın ihtiyatları koruması altına aldığı
söylentisinin yayılması aileleri biraz da olsa teskin etti. Đhtiyatlar da ailelerinden
haber alamadılar. Agop Ayvaz o günleri şöyle anlatıyor:
“Evlerden
haber filan da aldığımız yok, ne de onlar, bizden bir haber alabiliyorlar.”95
18 Mart 1942’de ise ikinci bir kararname yayınlandı. Bu kararnameyle “Nafıa
Vekaleti yol takımları kadrosunu arttırmak ve bu suretle randımanı yükseltmek
maksadile şimdiye kadar ihtiyat olarak hizmete alınmamış bulunan her doğumdan
gayrimüslim”96 askere alınmaktaydı. Diğer kararnameden farklı olarak bu
kararname, tüm Türkiye’deki gayrimüslim ihtiyatları kapsamaktaydı.
Anadolu’da da askere alınma başladı. “O günlerde bir sabah bomba gibi bir haber
ulaştı Tokat’a ve bütün Ermenileri oldukları yere mıhladı. Evlerin ışıkları söndü
adeta. Yirmi beş yaşından kırk beş yaşına kadar ne kadar gayrimüslim erkek varsa
askere alınacaktı. Amma öyle asker elbisesiyle falan değildi bu askerlik, görev
genellikle yol işlerinde çalışmaktı. Emir çıktı, iki gün sonra belediye meydanında
toplanılacak. Kaçaklar çok ağır cezaya çarptırılacak. En önemlisi, hiçbir mazeret
beyanında bulunulmayacak. Đki ayağı zor tutan, tek gözü görmeyen, iki kulağı sağır
olanlar? Onlar da hiç itirazsız şubeye gidecekler.(…) Ağıtlar, hıçkırıklar, sel gibi
gözyaşı, ahlar, vahlar. Đnsanlar “ya dönülür ya dönülmez” bir yolculuğa çıktıklarını
düşünüyorlardı.(…) Nereye gidiyorlardı, niçin gidiyorlardı? Galiba bunun cevabını
yalnız Allah biliyordu ki, gözleri nemli ihtiyarların, analarımızın hepsinin
dudaklarından dualar akıyordu. Şefkat sadece gökten bekleniyordu o gün.”97
91
Agos, 8 Kasım 2002.
Gobelyan, , op.cit., s.40.
93
Agos, 15 Kasım 2002.
94
Agos, 22 Kasım 2002.
95
Agos, 22 Kasım 2002.
96
Bali, Devlet’in Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, s.305.
97
Agop Aslanyan, Adım Agop Memleketim Tokat, 3.Baskı, Đstanbul, Aras Yayıncılık, Şubat 2006,
s.39-40.
92
33
Anılardan anlaşıldığına göre Ermenilerin askerlik süresi yaklaşık dört yıl (43 ay)98
sürdü. “Gerçekten de gidenler, bir süre sonra Almanların savaşı kaybetmekte olduğu
ortaya çıkınca döndüler, hem de çok az fire ile.”99 Ancak bazılarını, döndükten
sonra hoş olmayan sürprizler karşıladı. “1941’de “20 Kura Askerlik” uygulamasıyla
Nor Şişli’nin100 yöneticileri ve bazı sporcuları da askere çağrılınca, bu olay kulübün
sonunu hazırladı. Yöneticiler askerlik dönüşü ne kulüp binasını, ne de tek servetleri
olan kupaları yerinde buldular.”101
Yirmi Kur’a Đhtiyatlar Olayının neden gerçekleştiğine dair birbirini tamamlayan üç
tez mevcuttur:
•
•
•
Gayrimüslim vatandaşları bir süre ticaretten uzaklaştırıp onları ticari olarak
zayıflatmak ve bu yöntem sayesinde Müslüman bir burjuvazinin doğmasını
kolaylaştırmak.
Gayrimüslim vatandaşlara güven duyulmadığından Türkiye’nin savaşa
girmesi halinde onların muhtemel beşinci kol faaliyetlerini önlemek için
onları kamplarda enterne etmek.
Nazilerin, dönemin Hariciye Vekaleti’ne yönelttiği talepleri doğrultusunda
azınlıkları kamplarda toplayıp enterne etmek.102
Bu olay diğer gayrimüslimler gibi Ermeni yurttaşların hafızalarında da derin izler
bıraktı ve sözlü tarih olarak nesilden nesile aktarıldı. Ermeni asıllı gazeteci Raffi A.
Hermonn, 1958 doğumlu olması nedeniyle ihtiyatlar olayını yaşamamasına rağmen
bu olaya tepkisini şöyle dile getiriyor: “ “Kısan Tasagark” diye anılan “yirmi sınıf”
vatani hizmet uygulamasında; sırf eziyet olsun diye on binlerce gayri müslim [sic]
askere, aylar boyunca Türkiye’nin, bırakın savunmasına, ekonomisine, kalkınmasına
en ufak bir yarar getirmeyecek tonlarca kayayı, güneş altında kırdırtmanın
zavallılığını sorguluyor muyuz acaba?”103
1942 yılında yaşanan bir diğer olay ise memnu mıntıka olan Çatalca’da yaşayan
Ermenilerin Çatalca’yı bir hafta içinde terk etmesinin istenmesiydi. Mari Tomasyan
yaşananları şöyle anlatıyor: “Tren istasyonu kasabanın dışındaydı, her seferinde
yolcuları ve postayı almak için bir araba giderdi, bu arabaya posta arabası denirdi,
yolcular iner, mektupları da sahipleri gelir alırdı. Bir gün posta arabasından bir paşa
indi. Paşa yukarı çıkarken bakıyor; Agop usta, Garbis usta… “Kimdir bunlar? diyor.
“Bunlar buranın esnafı, zanaatkar, zararsız insanlardır, diye cevap veriyorlar. Paşa,
“Bunların bu gece buradan gitmesi lazım,” diyor. O gece herkesin evine geldiler,
“Kocanız, ağabeyiniz karakola” diye topladılar. Kimsenin de birbirinden haberi
olmamıştı. Herkes, yalnız kendi kocasının, ağabeyinin alındığını sanıyordu. O gece
topladılar ve ertesi gün hepsini Đstanbul’a gönderdiler. Ağabeyimi ve erkekleri
98
Agos, 8 Mart 2002.
Arslanyan, op.cit., s.42.
100
20 Temmuz 1927’de kurulan Ermenilere ait jimnastik kulübü.
101
Agos, 17 Ağustos 2001.
102
Rıfat N. Bali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Azınlıklar I “Yirmi Kur’a Đhtiyatlar” Olayı”,
Tarih ve Toplum, Sayı:179, Kasım 1998, s.16.
103
Rıfat N. Bali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Azınlıklar II “Balat Fırınları” Söylentisi”
Tarih ve Toplum, Sayı:180, Aralık 1998, s.15.
99
34
götürdüklerinde erkeksiz kalan aileler “Ne olacak halimiz?” diye oraya buraya
başvuruyorlar. Avukatlara danışıyorlar. Sonra bu erkeklere bir hafta izin veriliyor.
Deniliyor ki, “Bir hafta izin size, satın savın gidin oradan…” Erkekler Çatalca’ya
geliyor. Bizim 1942’de Đstanbul’a gelişimiz bu şekilde oldu.” 104
4.Varlık Vergisi
Toplumsal hayatın her alanında uygulamaya konan Türkleştirme politikalarının bir
parçası da Varlık Vergisi idi. II. Dünya Savaşı döneminde Türkiye ağır bir
ekonomik bunalım geçiriyordu. Devlet kaynaklarının yarısı milli savunma
harcamalarına ayrıldı. Alınan tüm önlemlere rağmen istifçilik, karaborsa, rüşvet
önlenemedi ve fiyat artışları durdurulamadı. Savaş koşullarında gelişmekte olan
ülkelerin ihtiyacı olan makine, sanayi ürünleri, petrol gibi ürünlerin arzının azalması
nedeniyle bu ürünlere gereksinim duyan Türkiye, ithalatçıları ucuz dövizle sübvanse
etmeye çalıştı. Bu da ithalatla uğraşan kesimlerin büyük oranda kar etmelerini
sağladı. Bütçe açığını kapatmak ve harcamaları karşılamak için emisyondan
yararlanıldı. 1938 yılında 219,4 milyon olan para arzı, 1942 yılında 765 milyona
yükseldi ve aynı dönemde fiyatlarda %350 civarında artış gerçekleşti.105
1942 yılı yaz ayları boyunca Đstanbul gazetelerinde, gayrimüslimleri genellikle
hırsızlık, karaborsacılık, soygunculuk, vurgunculuk ve ihtikar eylemleri ile
ilişkilendiren haberler öne çıkarıldı.106 Bu arada hükümetin özellikle
gayrimüslimleri hedef alan bir kanun hazırladığı Đstanbul’da duyuldu.
Gayrimüslimlerin cemaat temsilcilerinden oluşan bir grup Başbakan Şükrü
Saraçoğlu’nu ziyaret etmek için Ankara’ya gitti. Saraçoğlu’na hazırlanan kanundan
haberleri olduğunu söyleyerek bir teklif getirdiler: “Azınlık temsilcileri – “Efendim,
siz ne kadar vergi toplamayı düşünüyorsunuz?...300 milyon mu toplamak
istiyorsunuz, [yoksa] 200 milyon mu toplamak istiyorsunuz? Siz bunu bize bırakın,
biz bunu [kendi aramızda] toplayalım [ve] hükümetimize verelim!” Başbakan
Saraçoğlu –“Biz bu teklifi nasıl kabul ederiz? Biz [modern bir] devletiz!” Saraçoğlu,
böylece Osmanlı Millet sistemini anımsatan bu öneriyi reddetti.”107
Başbakan Saraçoğlu, 9 Kasım 1942 tarihinde CHP grup toplantısında Varlık Vergisi
kanununun ulusal amacını şöyle açıkladı: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim
kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız.
Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını
Türklerin eline vereceğiz.”108 Fakat Başbakan, 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM’de
dokuz başlık altında bir ekonomik paketin içinde yer alan aynı kanunun amacını bu
sefer şöyle açıkladı: “Bu kanun ile takip ettiğimiz hedef tedavüldeki [dolaşımdaki]
paraları azaltmak ve memleket ihtiyaçlarımıza karşılık hazırlamaktır. Bu böyle
olmakla beraber bu kanunun tatbikinden, Türk parasının kıymetlenmesi, muhtekirler
104
Yahya Koçoğlu, Hatırlıyorum Türkiye’de Gayrimüslim Hayatlar, Metis Yayınları, Ocak 2003,
s.23, 25.
105
Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Đstanbul, Toplum ve Bilim, Sayı:71, Kış 1996, s.102.
106
Ibid., s.103.
107
Ibid., s.104.
108
Faik Ahmet Barutçu, Siyasi Anılar 1939-1954, Đstanbul, Milliyet Yayınları, Mart 1977, s.263.
35
üzerinde toplanan halk buğzunun [düşmanlığının] silinmesi, vergileri ödemek için
bizzarure [ister istemez] bir itidal [yumuşama] husule getirmesi gibi tali[ikincil]
faydaların tahassül etmesi [ortaya çıkması] de imkan haricinden addedilmez.”109
Kanun aynı gün kabul edildi ve ertesi gün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girdi.
4305 sayılı Varlık Vergisi kanununun 7. maddesine göre “servet ve kazanç
sahiplerinin mükellefiyet derecelerini tesbit etmek üzere her vilayet ve kaza
merkezinde mahallin en büyük mülkiye memurunun reisliği altında en büyük mal
memurundan ve ticaret odalariyle belediyelerce kendi azaları arasından seçilecek
ikişer azadan müteşekkil” komisyon ya da komisyonlarca belirlenecekti. 11.
maddesinde komisyon kararlarının “şehir ve kasabalarda varidat dairelerinin
kapılarına ve köylerde münasip mahallere listeler yapıştırmak suretiyle ilan ve
tebliğ” edileceği ve listelerin asıldığı gündelik gazeteyle ya da gazete olmayan
yerlerde belediye tellallarıyla duyurulacağı yer almaktaydı. Ayrıca komisyon
kararları kesin olup buna karşı hiçbir adli ya da idari merciye dava açılamayacaktı.
12. maddesinde ise mükelleflerin vergilerini duyurulduğu süreden itibaren on beş
gün içinde ödenmesi gerektiği, on beş gün içinde ödenmezse ilk hafta için %1,
ikinci hafta için %2 faizle ödeneceği belirtildi. Bu süreler içinde de ödenmezse
“mükellefler borçlarını tamamen ödeyinceye kadar, memleketin herhangi bir
yerinde bedeni kabiliyetlerine göre askeri mahiyeti haiz olmayan umumi
hizmetlerde veya belediye hizmetlerinde” çalıştırılacaklardı. Ancak kadınlar ve elli
beş yaş üstü erkekler çalışma mükellefiyetine tabi olmayabilirlerdi. Ayrıca çalışma
kampına gönderilenlere verilen ücretin yarısına, borçlarının karşılığı olarak el
konulacaktı.
14. madde haciz işlemleriyle ilgilidir. Buna göre mükelleflerin
ikametgahlarında “gerek kendilerine gerek karı veya kocalarına veya kendileriyle
birlikte oturan usul ve furuğiyle kardeşlerine ait dükkan, mağaza, depo, ambar,
fabrika ve imalathanelerde ve buna benzer yerlerde bulunan bütün gayrimenkul
mallarda tapuda veya vergide bunlardan herhangi biri namına kayıtlı olan mallar”
verginin ve zamların teminatı olacak ve satılabilecekti.110
Komisyonlar, vergileri belirlerken elinde sağlıklı veriler olmadığı için kişinin evinin
ve işinin bulunduğu yerlere gidip gözlem yaparak tahmini bir rakamla vergi
miktarını belirledi. “Yüzlerce, binlerce mükellef hakkında hiç malumat
alınamamıştı. Estimatörler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Şube şeflerinden tebliğ
memurlarına kadar bütün memurlara başvuruyor, kendini belli etmeden
ticarethanenin önünden geçiliyor, kazanç muamele beyannameleri tetkik olunuyor,
eşten dosttan malumat sızdırılmaya çalışılıyordu.Hakikatte bu dalların hepsi
çürüktü…”111 18 Aralık 1942 tarihinde açıklanan listelerde yer alan mükelleflerin %
87’sini gayrimüslimler, % 7’sini Müslümanlar ve % 6’sını diğerleri oluşturdu.
Vergi miktarlarına bakıldığında ise gayrimüslimler toplam miktarın %83’ünü ,
Müslümanlar %7’sini ve diğerleri ise %10’unu ödeyeceklerdi. 112
109
Aktar, op.cit., s.105’den Ayın Tarihi, no. 108, Kasım 1942, s:41.
Okutan, op.cit., s.334-338’den Resmi Gazete, Sayı:5255, 12 Teşrinisa [Ocak] 1942, s. 3965-3966.
111
Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınevi, 1951, s.75.
112
Faik Ökte [1951]’den aktaran Ayhan Aktar, “Varlık Vergisi Sırasında Gayrimenkul Satışları
Đstanbul Tapu Kayıtları”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s.12.
110
36
En ağır vergi miktarı olan 1.000.000’u ödeyecek 11 kişiden 9’u gayrimüslimdi.
Ermeni vatandaşlardan Armenak Şekerciyan, Vahan Dikiciyan ve Şürekası, Mihran
Ohanyan ve Narlıyan Lütfiyan 1.000.000 TL vergi ödeyecek kişiler arasındaydı.113
Gayrimüslimlerden sadece zengin olanlara değil; en yoksul kesimleri olan seyyar
satıcılar, işçiler, hademeler ve şoförler gibi meslek gruplarından tam 26.000 kişiye
de vergi uygulandı. Bu meslek gruplarında çalışan Müslümanlar ise vergiden muaf
tutuldu. Müslüman mükellefler arasında Đsmet Đnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak da
vardı. Đsmet Đnönü, Taşlık’taki köşkü nedeniyle 6.000 lira vergilendirilirken114
Mareşal Fevzi Çakmak ise Bahtiyar Caddesindeki evi nedeniyle 2.000 lira
vergilendirildi.115 Diğerleri kategorisinde yer alan ecnebiler için ise herkesi
kapsayacak bir vergilendirme yapılamadı. Đkamet adresleri bilinmediğinden sadece
%10’a yakın kısmı vergilendirildi. Daha çok isimlerden gidilerek ecnebi olup
olmadığı anlaşılmaya çalışılarak vergi mükellefiyeti getirildi. Bazen Türk vatandaşı
Rumlar isimleri nedeniyle yabancı sanılarak bu kategoride vergilendirilirken,
yüzyıllardır Türkiye’de yaşayan bazı kişilerin de, özellikle Đtalyan pasaportu taşıyan
levantenler başta olmak üzere, yabancı ülke pasaportu taşıdığı görüldü.116
Sadece kişiler değil kurumlar da vergi mükellefi oldular. Đstanbul’da bulunan 3
Amerikan, 3 Fransız, 1 Đtalyan, 2 Đngiliz, 5 Yahudi, 43 Rum, 30 Ermeni okulu ayrıca
27 kilise ve 6 hastane vergilendirildi.117
Varlık Vergisi uygulamasının merkezi Đstanbul’du. Đzmir ise azınlık nüfusunun
yoğun olduğu ikinci şehir olması nedeniyle en çok vergi veren ikinci şehirdi.
Đzmir’de ilk belirlenen 289 kişiden 114’ü Müslüman, 174’ü ise gayrimüslimdi. Đzmir
merkezde 2789 mükellefe 25.057.500 lira, kazalarda da 1779 mükellefe 1.890.260
lira vergi tarh edildi. Ankara’da ise mükellefler listesinin üst sıralarında 119
Müslüman ve 29 gayrimüslim vardı. Toplam vergi miktarı 16.713.000’di.
Ankara’da aynı varlığa sahip olan kişiler Đstanbul’dakine göre birkaç kat daha düşük
vergilendirilmişlerdir. Bu da Ankaralı tüccar ve işadamlarının korunduğu görüşüne
sebep olmaktadır.118
Açıklanan vergi miktarı incelendiğinde gayrimüslimlere yapılan adaletsizlik gözler
önüne serildi. Sarkis Keşişyan “Uzunlulu Alo’yun oğlu diye zengin bir Türk
ziraatçisi vardı. Ona 500 lira vergi geldi. Onun da Menteşe’li [sic] Ermeni çırağı
vardı, Karaca isimli. Ona konulan vergi 5000 lira!”119 Vergi miktarları belirlenirken
kişilerin politik duruşları da etkili oldu. “Kadıköy’den Asador’un vereceği vergi,
113
Okutan, op.cit., s.277’den Cumhuriyet, 18 Birincikanun 1942.
Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945),
s.454’den Hürriyet, 28 Aralık 1982.
115
Ökte, op.cit., s.178.
116
Ibid., s.81-82.
117
Agos, 1 Kasım 1996.
118
Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Mephisto Yayınları, Mart
2006, s.92-93’den Muhammed Güçlü, “Varlık Vergisi Kanununun Çıkarılması, Uygulanması,
Kaldırılması, Sonuçları (11 Kasım 1942-15 Mart 1944), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Doktora tezi, 1990, s.42-56.
119
Agos, 5 Mayıs 2000.
114
37
Ermeni Milliyetçi Taşnak Partisi’nin başı olduğu gerekçesiyle, Đttihat ve Terakki
Partisi’nin eski üyeleri tarafından dört katına çıkarıldı.”120
Vergi miktarına itiraz hakkı bulunmamasına rağmen mükellefler dilekçeyle
vergilerinin tekrar gözden geçirilmesini ve düzeltilmesini istiyorlardı. Vergiler ilan
edildikten sonra 3.000 dilekçe TBMM’ye, 4.000 dilekçe Maliye Vekaleti’ne ve
19.500 dilekçe ise Đstanbul defterdarlığına verildi. 13 Ocak 1943 tarihinde Cihan
Kitabevi sahibi Mihran Acun’un mirasçısı kızı Armanuş Acun, Maarif Vekaleti’ne
bir dilekçe gönderdi. Bu dilekçede kitapevine 30.000 liralık vergi konulduğunu ve
kendisinin 31 Aralık 1942 tarihine kadar 1.200 lira ödediğini belirtiyordu. Vergide
maddi bir hata olmalıydı. Çünkü kütüphanenin ve içinde oturduğu dört odalı
meskenin satışı 8.000 lira bile etmezdi. Dolayısıyla vergi borcunu ödeyebilmek
için, bütün kitapları ve kitap haline gelmemiş olan formatların hurda kağıt fiyatına
“kesekağıtçılar”ına satılması gerekiyordu ama bu bile vergiyi karşılayamıyordu. Bu
yüzden kitapların hükümet tarafından borcuna karşılık satın alınmasını istiyordu.
Ayrıca, maddi hatanın düzeltilmesini ve ortaya çıkan yeni vergi miktarını
ödeyebilmek için “uzun bir zaman” talep ediyordu.121 Dilekçe hakkında nasıl bir
işlem yapıldığı bilinmemektedir.
Bazı mükellefler ise itiraz için Đstanbul Defterdarı Faik Ökte’ye bizzat gidiyorlardı.
Örneğin “Topalyan adında, kereste işiyle uğraşan ve gerçekten küçük bir tüccar olan
bir arkadaşım vardı. Kendisine 400 bin lira vergi koymuşlar. O da Defterdar Faik
Ökte’ye gidip “koskoca Konya vilayeti bile 400 bin lira vergi ödemezken benden
nasıl olur da bu parayı ödememi beklersiniz” demiş. Tabi o da Erzurum’a
gönderildi.”122 Yarmayanlar’ın hikayesi ise farklıdır: 1942 yılında ordu etüv ihalesi
açacaktı. Faik Ökte, Mihran Yarman’ı çağırarak etüv ihalesine katılmamasını çünkü
kendisinin bir yakınının ihaleye katılacağını söyledi. Mihran Bey ise ihaleden
çekilmeyeceğini belirtti. Kısa bir süre sonra Varlık Vergisi açıklandı ve kendisi ve
babası için toplam 1.000.000 lira vergi istendi. “Bu kadar çok para istenmesini etüv
ihalesindeki çekişmeye bağlayan Mihran Bey, bir hışımla Defterdarlığa giderek Faik
Ökte’nin gırtlağına sarılır, masasını yumruklayarak kırar. Ökte, masanın arkasındaki
zile basarak jandarmayı çağırır. Mihran Bey Moda’daki toplama merkezine
gönderilir. Üç gün tek başına kalır. Varlık Vergisi ödeyemediğinden ötürü ilk alınan
insan olmuştur.” Đlk Aşkale kafilesiyle gidenler içindeydi. 123
Yabancı uyruklular için Büyükelçilikler devreye girdi.Vergi miktarlarına itiraz
ederek miktarların azalmasını sağladılar. Bütün yabancılar söz birliği etmişçesine
vergi miktarının bir kısmını ödedikten sonra gerisini ödemediler.
Vergilerin on beş gün içinde ödenmesi şartı konulduğu için ellerinde parası olmayan
mükellefler gayrimenkullarını satmaya başladılar. Ancak süre kısıtlaması olduğu
için gayrimenkullar değerinden daha düşük bir fiyata satılıyordu. Vergi borçlarının
120
Akar, op.cit., s.47.
Cemil Koçak, “Varlık Vergisi Üzerine Birkaç Belge Varlık Vergisi’ne Tepkiler”, Toplumsal
Tarih, Sayı:122, Şubat 2004, s.24.
122
Akar, op.cit., s.244.
123
Gülay Dinçel, “Yarmayanlar Üç Kuşak Sanayici Bir Ermeni Ailesi”, Toplumsal Tarih, Sayı:69,
Eylül 1999, s.29-31.
121
38
ödenmesi için verilen süre 20 Ocak 1943 tarihinde doldu. Haciz işlemleri başladı.
Mükelleflerin ev ve iş yerlerine gidilerek mallar haciz edildi; ilk önce bu malların
daha sonra ev eşyalarını açık arttırma usulüyle satışıyla vergi tahsil edilmeye
başlandı. Açık arttırma yerleri gazete ilanları ile duyuruluyordu. Ayrıca gazeteler
satışlarla ilgili bilgiler de veriyorlardı. Aktarış biçimleri dönemin etnik milliyetçi
havasını yansıtmaktaydı. Örneğin Sahibinin Sesi plak şirketi başta olmak üzere
birçok kuruluşun sahibi olan ve AEG gibi bazı yabancı firmaların temsilciliğini
yapan Vahram Geseryan’a ait bina Sümerbank tarafından satın alındığında
Cumhuriyet gazetesi bu haberi şöyle vermekteydi: “Beyoğlu’ndaki Sahibinin Sesi
binasının Sümerbank tarafından satın alınarak, Yerli Mallar Pazarları Beyoğlu
Şubesine tahsis olunduğunu memnuniyetle yazmıştık. Bu suretle güzel bir bina daha
millileşmiş olmaktadır.”124 “Burada “millileştirme” teriminin “devletleştirme”
anlamında kullanılmadığı açıktır.(…) Haberde vurgulanan “millileştirme”den kasıt,
artık bu binanın “biz”den birilerinin mülkiyetine geçerek “Türkleştirilmiş”
olmasıdır.”125
Vergilerini bir ay içinde ödeyemeyen mükelleflerin bedenen çalışarak borçlarını
ödemeleri için çalışma kamplarına gönderilmesine başlandı. 27 Ocak 1942 tarihinde
ilk kafile olan tümü Đstanbullu mükelleflerden oluşan 32 kişi Aşkale’ye gönderildi.
Hükümet, 7 Ocak 1943 tarihinde 19288 numaralı çalışma mükellefiyeti
talimatnamesini kabul etti. 20 Ocak 1943 tarihinde bir ek kararname çıkararak 55
yaş üstündekiler için de aynı uygulamanın yapılmasına karar verdi. Çalışma
kamplarına önce hiç ödemede bulunmayanlar sonra kısmen ödemiş olanlar, borcunu
ödemede iyi niyet gösteren ve gayrimenkuldan dolayı mükellef olanlar
gönderilecekti. Kadınlar gönderilmeyecek ancak Bakanlar Kurulu kararı ile belediye
hizmetlerinde çalıştırılabileceklerdi. Çalışma kamplarına gönderilenler arasında 75
ile 80 yaşında erkekler de vardı. Hiçbirinin sağlık kontrolünden geçmesine izin
verilmedi. Kalp krizi geçirenler veya yakın tarihte ameliyat olanlar sargılar içinde
hastaneden alınarak Aşkale’ye gönderildi. Kör ve sakat olanlara da aynı şekilde
davranıldı. Anneler, eşler, kızlar ve kız kardeşler o anda evde bulunmayan ve nerede
olduklarını bilmedikleri eşlerinin, babalarının ve kardeşlerinin saklandıkları yerleri
itiraf etmedikleri iddiasıyla tutuklandılar ve karakola götürülerek dövüldüler.
Mükellefler iki sıra silahlı asker arasında özel bir vapurla Haydarpaşa tren
istasyonuna getirilip trenlere bindirildiler.126 Kadınların toplama kamplarına
gönderilmeyeceğine dair karar olmasına rağmen Elizabeth Agopyan adındaki bir
kadın toplama merkezine getirildi. Ancak Aşkale’ye gönderilmedi. Muhtemelen bir
erkek yakınının teslim olması için rehin alınmıştı.127 Gayrimüslimler Aşkale, Kop
Dağları, Karabik, Çiçekli ve Erzurum’a gönderildi. Erzurum’daki mükelleflerin
durumu diğerlerine göre daha iyiydi. Çalışma saatleri 07:00 ile 17:00 arasındaydı.
Kışın yolları kardan temizlediler, yazın ise yol inşa ettiler. Yaşam koşulları kötüydü
ve tıbbi olanaklar yetersizdi.Yirmi bir kişi çalışma kamplarında öldü. Tüm ülke
genelinde 2057 kişi kampa alındı. 1869 kişi Đstanbul’da Sirkeci’de kampa alındı ve
124
Aktar, Toplumsal Tarih, s.15’den Cumhuriyet, 23 Şubat 1943.
Ibid., s.15-16
126
Bali, op. cit., s.455’den YIVO Institute for Jewish Research arşivi, Türkiye muhabiri tarafından
AJC’ye gönderilen 10 Temmuz 1943 tarihli “kişiye özel kesinlikle mahrem” ibareli rapor, s.5-7.
127
Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, s.114’den Ayın tarihi (1942),
sayı.142.
125
39
bunlardan 1229 kişi Aşkale ve Sivrihisar’a gönderilirken, 640 kişi Aşkale’ye
gönderilmeyi beklerken borçlarını ödedikleri için serbest bırakıldı. Đzmir’de 88 kişi
kampa alındı ve bunlardan yedisi borçlarını ödedi. Bursa’da ise 100 kişi kampa
alındı ve böylece 3.000.000 olan verginin 1.000.000’u ödendi. 128 Müslümanlar ise
çalışma kaplarına gönderilmedi.129
1943 yılının yaz aylarında vergi mükelleflerinin mallarının haciz edilerek
satılmasına devam edildi. Varlık Vergisi nedeniyle gayrimenkullarını satmak
zorunda kalan gayrimüslimlerin %39’u Yahudi, %29’u Ermeni, %12’si Rum iken
%10’u azınlık şirketleri idi. Satılan bu gayrimenkulları alanların %67,7’si
Müslüman Türkler ve Müslüman Türklerin şirketleri, %30’u devlet kontrolündeki
kuruluşlardı.130
8 Ağustos 1943 tarihinde Aşkale’den yaklaşık 900 kişi vagonlara bindirilerek
Eskişehir Sivrihisar’a gönderildi. 3 Aralık 1943 tarihinde ise Dahiliye, Maliye ve
Nafia Vekaletlerine bizzat Başbakanın imzaladığı Başbakanlık yazısı gönderildi:
“Varlık Vergisi borçlarını kanunun tayin ettiği müddet içerisinde
ödeyemediklerinden dolayı çalışma mükellefiyetine tabi tutulmuş olan
vatandaşların, aile ve iş muhitlerinde çalışarak, bakiye borçlarını ödeyebilmek
imkanlarını bulabilmeleri için aileleri nezdine iadeleri tensip olunmuştur.”131 Babası
Sivirhisar çalışma kampına gönderilen Dikran Bakar bu olayı şöyle anlattı: “Sonra
da 6 Aralık günü (1943 olmalı) aniden geldi. Benim doğum günümdü, o nedenle
hatırlıyorum. Çok uzun kalmadı. Đsmet Paşa’yı Kahire’ye çağırıyorlar ve “Salın”
diyorlar. Bir gecede salınmıştı hepsi. Onlar da şaşırmıştı nasıl geldik diye…”132
Varlık Vergisi’nin hukuken tasfiyesi 15 Mart 1944 tarihinde gerçekleşti. Devlet, o
güne kadar tahsil edilememiş tüm alacaklarından vazgeçti.
Türkiye genelinde vergi ödeme oranı %74, 1 oldu. Gayrimüslimlerden toplanması
öngörülen 223 milyon liranın (toplam verginin %52’si) 166 milyon lirası,
Müslümanlardan toplanması öngörülen 122,5 milyon liranın (toplam verginin
%29’u) 115,3 milyon lirası ve yabancılardan toplanması öngörülen 79,5 milyon
liranın (toplam verginin %19’u) 33 milyon lirası tahsil edildi. Böylece tahsil edilen
315 milyon liranın %53’ü gayrimüslimler, %36,5’i Müslümanlar ve %10,5’i
yabancılar tarafından ödenmiş oldu.133
Varlık Vergisi uygulanırken Batılı ülkeler sessiz kalmayı yeğlediler. Bunda savaş
ortamı da etkili oldu. Đngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nin raporuna göre, Varlık
Vergisi’nin konmasıyla Lozan Barış Antlaşması çiğnenmiş olsa da “Lozan
Antlaşması’yla doğrudan bir ilişki kurmak, sadece Türkleri yaralar ve daha da inatçı
hale getirirdi.” Aynı raporda taraf olma konusundaki isteksizliklerini ise şöyle
gerekçelendiriyorlardı: “Vergi, muhtemelen Lozan Antlaşmasının imzalandığından
128
Ökte, op.cit., s.158.
Ibid., s.154.
130
Aktar,Toplumsal Tarih, s.14-15.
131
Koçak, op.cit., s.25.Yazı, suret olup, Başvekalet Yazı Đşleri Sicil Müdürlüğü (sadıra
no:Umumi/850-4046).
132
Koçoğlu, op.cit., s.17.
133
Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, s.167-168’den Edward Clark,
“Türk Varlık Vergisi’ne Yeniden Bakış”, Yapıt, Sayı:58, 1984.
129
40
bu yana azınlıklarla ilgili hükümleri çiğneyen en ciddi uygulamadır; ancak her
halükarda 1930’lardan beri bu hükümlerin geçerliliğini yitirmiş olduğunu kabul
ettiğimiz bir gerçektir. Güçlü bir müttefik hareket, kuşkusuz Türklerin gözünde
kapitülasyonlara eşdeğer bir egemenlik yitimi anlamına gelecektir.”134 Türkiyeli
Ermeniler Amerika’da yaşayan Ermeni yakınları vasıtasıyla ABD Dışişleri
Bakanlığı’nın duruma müdahale etmesini talep ettiler. Ancak ABD Dışişleri
Bakanlığı bu talebi başka bir ülkenin içişlerine müdahale etmeme ilkesine aykırı
olacağı gerekçesiyle reddetti. 135
Varlık Vergisi mükellefi olduğu halde, vergiden muaf tutulan tek Ermeni vatandaş
Karabet Devletliyan’dı. Faik Ökte’ye göre bunun sebebi şuydu: “Devletliyan’ın
Fransız matbuatında lehimize yazılar yazan bir kardeşinin şefaatine mazhar olduğu
söylendi.” 136 Varlık Vergisi’nin Ermeni cemaatine etkisini ise Yervant Özuzun
şöyle anlatıyor: “Geçen gün bir dost sohbetinde Murat Bebir “Ekonominin temel alt
yapıyı oluşturduğu kabul edilirse sonuçların çok daha büyük boyutlarda olacağı
kolayca görülebilir. Bu açıdan baktığımızda özellikle Ermeniler açısından Varlık
Vergisi bir kültür kıyımıdır.” diyordu. Katılmamak mümkün mü? Beş yüzyılda
meydana gelen Ermeni burjuvazisi ve bu burjuvazinin bir parçası olan aydın sınıfı
yok olmuştur. Ana dili Ermenice olan, iyi eğitim görmüş birkaç yabancı dil bilen,
güzel sanatların her dalıyla ilgili bir sınıf, her şeyiyle yok edilmişti. Bu aydınların,
bu kuşağın yerini Anadolu’dan göçen, eğitim olanağı bulamamış, kültür
değerlerinden habersiz, feodal yapıdan gelen insanlarımız almıştır… Vakıflar,
okullar iyi niyetli ama en azından bilgisiz, yetersiz kişilerin elinde kalmıştır. Aradan
50-60 yıl geçmiş olmasına karşın bugün bile bu acı çekilmektedir. Toplum
çabalamasına rağmen yeterince kendi aydınını yetiştirememiştir.”137
Varlık Vergisi ile azınlıkların bir gün eşit vatandaşlar olarak muamele göreceklerine
dair umutları sona erdi. Devlete olan güvenleri sarsıldı. Birçoğu değil yatırım yapma
evlerine bir şey alırken bile düşünür olmuşlardı. Yapıcı olarak tanınan Ermeniler
bile altın gibi taşınabilir değerlere para yatırır oldular.138 Yaşamlarında da ciddi izler
bıraktı. Örneğin, Mihran Yarman’ın babası bu olaydan sonra hayata küstü ve
çalışma hayatını bıraktı. Ölene kadar günde en fazla on kelime konuştu.139 Bu
uygulamayı müteakip büyük bir göç dalgası gerçekleşti. Parseh Gevrekyan bu
durumu şöyle anlatıyor: “Erzurum ve Aşkale’deki birçok arkadaşım hemen
Türkiye’yi terk ettiler. Hatta bize de “aptallar, bize onca yapılana rağmen
kalıyorsunuz” dediler. Ancak biz kalanlar bu vatanın çocuğuyduk ve ölülerimiz bu
topraklarda yatıyordu. Çünkü bu memleketi seviyorduk. Gidenler hala buraları özler
ve arar.”140
134
Güven, op.cit., s.144-145’den PRO FO 371/340/R1552, Ankara Büyükelçiliği Raporu,
27.02.1943.
135
Bali, op.cit., s:468’den AMA, 13 Eylül 1943 tarih ve 867.4016/1047 sayılı belge ve 1 Kasım 1943
tarih ve 867.4016/1049 sayılı belge.
136
Ökte, op.cit., s.160.
137
Agos, 13 Kasım 1998.
138
Akar, op.cit., s.245.
139
Dinçel, op.cit., s.31.
140
Akar, op.cit., s:244.
41
5.Sovyet Ermenistan’ından Türkiyeli Ermenilere Dönüş Çağrısı
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB)
Türkiye’den toprak talebinde141 bulunması üzerine Ermeni diasporası SSCB’yi
desteklemek için harekete geçti. Birleşik Amerika Ermeni Milli Konseyi, San
Francisco Konferansı’na çağrıda bulunarak Sevr Anlaşması’nda, Ermenistan’a
verilmesi öngörülen ve Türkiye sınırları içinde bulunan toprakların Ermenistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne (ESSC) verilmesini ve diasporada dağılmış olan
Ermenilerin de anavatan ESSC’ye dönüşlerini talep etti. 142 16-25 Haziran 1945
tarihlerinde Eçmiyadzin’e bağlı Ermeniler, yeni Katolikos’unu seçmek için
toplandıklarında içlerinde diaspora Ermenilerin temsilcilerinin de bulunduğu seçim
kongresinde Ermeniler arasında “nerkaght” diye anılan “anavatana geri dönüş”
hareketini başlattılar ve yeni Katolikos Kevork IV, 27 Kasım 1945’te; ABD,
Đngiltere ve SSCB Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği notta Sevr Anlaşması’nda
Ermenistan’a verilmesi kararlaştırılan toprakların ESSC’ye verilmesini istedi.
Bunun üzerine Pravda, Isvetziya ve Sovietagan Hayatsan gazetelerin 2 Aralık 1945
tarihli basımlarında SSCB Halk Komiserleri’nin diasporada yaşayan Ermenilerin
ESSC’ye göçüne izin veren 21 Kasım 1945 tarihli kararı yayımlandı.143
Sovyetler Birliği’nin toprak talebi Türk makamlarının Ermenilerin faaliyetlerini
daha sıkı denetlemelerine sebep oldu. 144 Türk gizli servisinin çok sayıda çalışanı
Ermeni cemaatinin arasına karıştı.145 SSCB’nin Ermeniler arasından gizli ajanlar
seçeceğinden emin olan yetkililer her Ermeni’yi potansiyel gizli ajan olarak
görüyorlardı.
Dönüşler için izin verildiği haberinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra
Đstanbul’daki SSCB Konsolosluğu’nun önünde göç etmek üzere başvurmaya gelmiş
Türkiyeli Ermeniler görülmeye başlandı. Bir hükümet temsilcisinin, Amerikan
Büyükelçisine Türkiye’den ayrılmak isteyen Ermenilerin SSCB’ye ya da başka bir
ülkeye gitmelerin önünde herhangi bir engel olmadığının garantisini vermesine
rağmen pek çok Ermeni kendileri gidip kayıt yaptırmaktansa, kayıt olacak kişilerin
isimlerinin yer aldığı bir listeyi, tanıdıkları biriyle SSCB Büyükelçiliği’ne
göndermeyi tercih ediyorlardı. Daha sonra elçilik mensupları bu kişileri evlerinde
ziyaret ederek kayıtlarını yapıyordu.146 Konsolosluğun önündeki insanların üç gruba
141
SSCB Dışişleri Bakanı Molotov ile Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper arasında
yapılan görüşmede Molotov, Kars ve Ardahan bölgesindeki Türk-Sovyet sınırının gözden
geçirilmesini istedi. Erel Tellal, “SSCB ‘yle Đlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 1, 5. Basım, Đstanbul, Đletişim
Yayınları, 2002, s.502.
142
Rıfat N. Bali, ““Ermenistan’ın “Anavatana Geri Dönün” Çağrısının Diaspora Ermenilerine ve
Türkiye’ye Etkisi” Tarih ve Toplum, Sayı:210, Haziran 2001,s.13’den Ronald Grigor Suny, Looking
Toward Ararat Armenia in Modern History, Indiana University Press, Bloomington, 1993, s.166167.
143
Ibid., s.13’den Claire Mouardian “L’Immigration des Arménies de la diaspora vers la RSS
D’Arménie”, Cahlers [sic] du Monde russe et soviétique, XX (I), Ocak-Mart 1979, s.79-110, S.7983’den aktaran.
144
Güven, op.cit., s.153’den NARA 867.4016/5-1449 ABD Büyükelçiliği, Ankara’dan ABD Dışişleri
Departmanı 03.12.1946.
145
loc.cit.’den PRO FO 195/2597, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 25.06. 1946.
146
Ibid., s.154.
42
ayrıldığı gözlemlendi. Birinci gruptakiler kılık kıyafetsiz yaşlı kadınlardı. Çoğu
altmış yaşının üzerinde olan bu kadınlar anavatanları saydıkları ESSC’de ölmek
arzusunda olanlardı. Đkinci grup ise hiçbir işi olmayan fakir erkeklerden oluşuyordu.
Bunlar ESSC’nin kendilerine birer ev verip bedava besleyeceği ümidiyle göç etmek
istiyorlardı. Son grup ise gençler ve çocuklardı. Gazetelere göre bunların çoğu
“meteliksiz” insanlardı.147
Agop Arslanyan o günleri şöyle anlatıyor: “Günlerden bir gün kulaktan kulağa bir
haber yayılmaya başladı Tokat Ermenileri arasında. Önceleri herkesin fısıltıyla
konuştuğu haber bir süre sonra Tokat Ermenilerinin en önemli meselesi haline geldi:
“Sovyet Rusya karar almış; Türkiye, Mısır, Yunanistan, Đran, Suriye ve Irak’taki
bütün Ermenileri Ermenistan’a topluyor.”(…) Gizliden gizliye bir göç tutkusu o
mahzun Tokat Ermenilerini sardı kısa sürede.(…) Başta gözünü budaktan
sakınmayan Nişan ağbim [sic] ve arkadaşları olmak üzere gençlerde hemen bir
hareketlilik başladı. Büyük gizlilik ve sevinç içerisinde düştüler yola. Đş dallanıp
budaklanınca gizliliği de kalmadı. Bu coşku yavaş yavaş Türk komşularımızca hor
görülmeye de başladı: “Bizim ne zararımızı gördünüz ki böyle sokaklara
dökülüyorsunuz,” diyorlardı.”148
21 Aralık 1945 tarihinde Đçişleri Bakanlığı bir tebliğ yayınladı: “Ermeni
vatandaşlarımızdan bazılarının başka bir yere hicret [göç] etmek için bir yabancı
konsoloshaneye müracaat ettikleri hakkında bir haber duyulmuştur. Bunlardan
bazılarının vardıkları yerde Türk vatandaşlığını da muhafaza etmek düşüncesinde
oldukları da ayrıca söylenmektedir. Bu yolda müracaat etmiş vatandaşlar varsa,
pasaport kanunu hükümlerine uygun olarak durumlarına göre pasaportlarını
hazırlamak ve gidişlerini kolaylaştırmak için bulundukları yerlerin emniyet
makamlarına müracaat etmeleri tavsiye olunur.”149
Türk basını bu göç teşebbüsünü Türkiye’ye karşı yapılmış “sadakatsiz” ve “nankör”
bir davranış olarak değerlendirdi. Ayrıca, tarihsel olaylara gönderme yaparak
Ermenilerin güvenilmez unsurlar, adeta “beşinci kol” olduklarına dair makaleler ve
yazı dizileri yayınlandı. Basının diğer bir yaklaşımı ise şöyleydi: “Türkiye’de rahat
bir hayat sürmüş olmalarına rağmen daha iyi iş imkanları umuduyla ESSC’ye göç
etmek isteyen Türkiyeli Ermeniler varsa, yolları açıktı, güle oynaya gidebilirlerdi,
kimse onlara engel olmayacaktı. Yalnız unutmamaları gereken nokta ESSC’nin bir
cennet olmadığıydı”.150
Ermeni basınında ise Jamanak ve Marmara, Aralık 1945 tarihinde SSCB’nin
davetini kınadı ve Ermeni azınlığın, tıpkı ülkedeki 19 milyon Türk’ün yaptığı gibi,
Türkiye’ye karşı sorumluluklarını yerine getirdiğini ve Türk devletine sadık
olduğunu dile getirdi.151 Nor Lur gazetesi ise farklı bir tutum izledi. Toros Azatyan
“Artık Yeter” başlıklı makalesinde SSCB’ye başvuran Ermenileri haklı görerek
147
Bali, op.cit., s.14’den Yeni Sabah, 18 Aralık 1945.
Arslanyan, op.cit., s.66-67.
149
Bali, op.cit., s.14’den Cumhuriyet, 22 Aralık 1945.
150
loc.cit.’den Son Posta, 15 Aralık 1945; Tanin 21 Aralık 1945.
151
Güven, op.cit., s.154 PRO FO 195/2488/573, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 26.12.1945’den
aktaran.
148
43
“bunlar, Türkiye’de çalışmak için serbest sahalar bulmuş olsalar ve Türklerle
müsavi [eşit] hukuka malik bulunsalardı şüphesiz Ermenistan’a gitmezlerdi.”152
yorumunu yaptı. Yazar, Tek Parti dönemi uygulamalarına ve Varlık Vergisi’ne atıfta
bulunuyordu. Bu makaleyle Türk basınının tepkisi daha da arttı. Vakit gazetesi
yazarı Asım Us, Osmanlı Đmparatorluğu zamanındaki Ermeni milliyetçilerin
ayrılıkçı tedhiş hareketlerini hatırlatıp Türklerin ise Cumhuriyeti kurduktan sonra
Ermeni azınlık hakkındaki geçmişi unutmak istediklerini ama bu isteğin karşı
taraftan iyi kabul görmediğini belirttikten sonra “ Fakat görülüyor ki Türklerin bu
samimi arzularına engel çıkartmakta menfaat arayan memleketler vardır (…) Bu
vaziyette bize düşen söz, Ermeni aydınlarını akıl ve insafa ve nihayet basirete davet
etmektir.. Zira geçmişteki tecrübeler gözden geçirilirse, yabancı tahriklerine alet
olmakla Ermenilerin, Türkler kadar kendilerinin de zarara uğrayacakları pek açık
görülüyor.”153 Tanin gazetesi yazarı Hüseyin Cahit Yalçın ise Ermenileri Yurttaşlık
tasarına yabancı kalmakla eleştirdi: “Fakat, şikayeti olan bir Ermeni başka bir
memleket vatandaşlığına girmeğe koşarsa ve bir münevver Ermeni gazetecisi bile
onu alkışlarsa o zaman onlar bu Türk vatanına yabancı olduklarını açığa vurmuş
olmaktan başka bir şey yapmış olmazlar. Şimdi, Ermeni arkadaşımız burada neden
farklı bir muamele görmekte olduklarını anlıyor mu? (…) Eller karşılıklı uzanmalı
ve hiçbir hal ve şart içinde ayrılamaz bir samimiyetle, birbirine tutunmalıdır.”154
Đstanbul Ermeni Cemaati, suskun kalmakla eleştirilmesi üzerine harekete geçti.
Đstanbul Tahtakale’de Dikran isminde bir kişi ilgili makamlara başvurarak Đslam
dinini kabul ettiğini ve hiçbir zaman Türk vatandaşlığından ayrılmayacağını beyan
etti.155 Konsolosluğa başvuranlar başvurularını geri aldı. Bazı varlıklı Ermeniler
göçü engellemek için başvuranlara yardım etme kararı aldı. Ancak bu arada göç için
başvurular da devam etti. Ermeni Patrik Kaymakamı Başpiskopos Arslanyan’ın üç
torununun da ESSC’ye gitmek için başvurdukları söylentisi ise ortalığı daha da
karıştırdı. Ancak Başpiskopos Arslanyan, bu haberleri tekzip etti.
Türkiye Ermeni Cismani Meclisi de bir açıklamada bulundu:“Türkiye Ermenileri:
Türkiye’de bir Ermeni davası yoktur. Hariçte yaşayan Ermenilerin Türk Ermenileri
hakkında söz söylemeğe hakları yoktur. Son zamanlarda birkaç kendini bilmez
Ermeni ırktaşımızın yabancı bir konsolosluğa müracaat etmeleri gayri kanuni bir
hareket sayar ve bu hareketi takbih ederiz [çirkin görürüz].Yolunu şaşıran bu
Ermenileri doğru yola davet ederiz. Ermeniler! Gayri kanuni yollardan hareket
etmeyiniz. Đçinizde ne yaptığını bilmez birkaç kişinin bu hareketi bütün Ermeni
cemaatini töhmet altında bırakmaktadır. Biz böyle bir töhmet altında kalmak
istemiyoruz. Gayri kanuni yollara sapanlar bu hareketlerinden dolayı şahsen mes’ul
olacaklar ve kanuni takibata maruz kalacaklardır. Bu gibi hareketleri şiddetle takbih
ve protesto ediyoruz.”156
Yaklaşık on beş gün süreyle kamuoyunu meşgul eden konu gündemden düşerken iki
Gürcü profesörün Gürcistan sınırı için Türkiye toprakları üzerinde hak iddia
152
Bali, op.cit., s.16’dan Yeni sabah, 20 Aralık 1945’den aktaran.
Ibid., s.17’den Vakit, 25 Aralık 1945.
154
loc.cit.’den Tanin, 21 Aralık 1945.
155
Ibid., s.15’den Hürses, 21 Aralık 1945.
156
Ibid., s.17-18’den Tasvir, 30 Aralık 1945.
153
44
etmeleri ve SSCB’nin bunu benimsemesi üzerine iddialara cevap veren Başbakan
Saraçoğlu Türkiye Ermenilerine de değindi: “Memleketin başka yerlerine dağılmış
olan ve çoğu Đstanbul’da bulunan Ermeni vatandaşımıza karşı emniyetimiz vardır.
Dışarıdaki tahriklere şüphe uyandırmak isteyen çalışmalara karşı, Ermeni
vatandaşlarımızla olan münasebetimizde en ufak bir gölge hasıl olmak ihtimali
yoktur. Bütün vatandaşların dışarı oyunlarına karşı birbirlerine ve Cumhuriyet
kanunlarına olan güvenleri hiç şüphelenmeden muhafaza edeceklerine eminim.”157
Sovyet Büyükelçiliğindeki listelerin açılmasını takip eden iki gün içinde 190158
Ermeni yurt dışına çıkmak için kayıt yaptırmıştı. Đki hafta sonra bu sayı 500’e159
yükseldi. O dönem yaklaşık 65.000 olan Ermeni nüfusundan bir yılın sonunda, yani
Aralık 1946 tarihine kadar, 10.000 kişi göç için başvuruda bulundu.160 1946 yılı yaz
ayları boyunca birçok Sovyet gemisi Boğazlardan geçerek Yunanistan’dan ve
Levantenlerin yaşadığı diğer ülkelerden gelen Ermenileri SSCB’ye taşıdı; ancak
Türkiye Ermenilerinin hizmetine hiçbir gemi sunulmadı. Agop Arslanyan anlatıyor:
“Đşte bu göç seline kapılanlardan biri de balıkçı Ohanik emmi oldu. Vakit
kaybetmeden, neyi var neyi yok, hepsini hiç pahasına sattı. Çok geçmeden yeni bir
haber bomba gibi düştü şehre: Rusya bütün dünyadaki Ermenileri kabul ediyordu,
ancak Türkiye’den gidecekleri istemiyordu! Böylece bir sürü insan hayal kırıklığı
yaşadı, Ohanik emmi için ise bu tam bir yıkımdı. Tokat’ta krallar gibi yaşayan,
bütün devlet büyüklerine, bütün ahaliye balık satan, çok sevilip sayılan Ohanik
emminin elinde hiçbir şey kalmamıştı. Bir zaman sonra, Ermenistan’a değil ama
Đstanbul’a göçtü.”161
Türkiyeli Ermenilerin, ESSC’ye gitme olanağının tanınmasına gösterdikleri ilgi ve
yüksek sayıda başvuru oranı, yaşadıkları koşullardan memnun olmadıklarını
gösterirken çocukların ve gençlerin de başvuranlar arasında bulunmaları, koşulların
düzelmesi açısından gelecek içinde pek umutlu olmadıklarını gösterdi.
Gidemeyeceklerinin ortaya çıkması ile hem hayal kırıklığı yaşadılar; hem de
“nankörlük” ve “sadakatsizlik”le suçlanarak “beşinci kol” ithamlarına maruz
kaldılar.
Amerikan Konsolosluğu’na göre yapılan kayıtlar sadece SSCB’nin Türkiye’deki
“mutsuz” Ermenilerin sayısını bilmesini sağlarken, Türkiye içinse Ermenilerin
sadakatlerinden şüphe duymak için bir sebep daha oluşturuyordu.162
157
Ibid., s.18’den Haber Akşam Postası, 1 Ocak 1946.
Güven, op.cit., s.154’den PRO FO 195/2488/573, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 18.12.1945.
159
loc.cit.’den PRO FO 195/2488/573, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 19.12.1945.
160
loc.cit.’den NARA 867.4016/5-1449 ABD Büyükelçiği, Ankara’dan ABD Dışişleri Departmanı
03.12.1946.
161
Arslanyan, op.cit., s.67.
162
Güven, op.cit., s.155’den NARA 867.4016/5-1449 ABD Büyükelçiği, Ankara’dan ABD Dışişleri
Departmanı 03.12.1946.
158
45
6. Türklüğe Hakaret Davaları
163
765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 1 Mart 1926 tarihinde TBMM tarafından
kabul edildi ve 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girdi. TCK’nin “devlet kuvvetleri
aleyhinde cürümler” başlığı altındaki 159 maddesinde: “[Türkiye] Büyük Millet
Meclisi’ni veya hükümetin şahsı manevisini veya ordu veya donanmasını yahut
Türklüğü tahkir ve tezyif edenler hakkında dahi bundan evvelki madde ahkamı
olunur.”164 denilmektedir. Bu maddeyle bağlantılı 160. madde ise şöyledir: “157 ve
158. maddelerde beyan olunan hallerde takibat icrası Adliye Vekaleti’nden ve 159.
maddede yazılı surette [Türkiye] Büyük Millet Meclisi Riyaseti’nden izin vermesine
bağlıdır.” Yani, Türklüğü tahkirin cezası üç yıldan az olmamak üzere ağır hapisti ve
dava için Adalet Bakanlığı’nın, TBMM Başkanlığından izin alması gerekliydi.
Başbakanlık arşiv belgelerinin incelenmesi sonucu elde edilen bilgilerde, dosyaların
içinde tutanakların bulunmaması dönem boyunca hangi olayın/olayların,
neyin/nelerin, hangi ifade tarzının/tarzlarının, hangi tutum/tutumların Türklüğü
tahkir olarak algılandığı ve yorumlandığını anlamayı imkansız hale getirdi. Dosyalar
incelendiğinde ise sadece gayrimüslimler hakkında değil; Müslümanlar hakkında da
Türklüğü tahkir davaları açıldığı görülmekteydi. Ancak lakap olarak dosyalarda
Arap, Arnavut, Afgani, Laz, Kıpti, Dağıstanlı, Kürt, Bağdatlı ve Acem gibi sıfatlar
kullanılmaktaydı. Ayrıca toplam dava sayısına göre Müslümanlara karşı açılan dava
sayısı ihmal edilebilir orandaydı. Bazı yıllara dair hiçbir davaya rastlamadı. Bunun
sebebinin o yıllarda hiç dava açılmamış olmasından mı yoksa dava dosyalarının
arşivde olmamasından mı kaynaklandığı bilinmemektedir.
1924 ve 1928 yıllarına ait hiçbir davaya rastlanmadı. 1925-1927 yılları arasında
gayrimüslimler hakkında Türklüğe hakaret etmekten dolayı açılan 62 dava
bulunmaktadır. Müslümanlar hakkında ise Türklüğe hakaret etmekten açılan dava
sayısı 43’tür. Yani bu konudaki davaların yaklaşık %60’ı gayrimüslimler
hakkındadır. 1929- 1932 yılları arasında gayrimüslimler hakkında 173 dava
açılırken Müslümanlar hakkında 154 dava açılmaktadır. Bu dönemdeki davaların
%53’ü gayrimüslimler hakkındadır. 1927 nüfus sayımına göre gayrimüslim nüfusu
350/360.000 iken; Türkiye’nin nüfusu 13.600.000 olarak saptandı.Buna göre
gayrimüslimlerin oranı %2,5’tan biraz fazlaydı. Bu orana göre dava oranları ilk
dönem için yaklaşık 24, ikinci dönem için ise 21 kattır.
1933-37 yılları arasında gayrimüslimler hakkında Türklüğe hakaret etmekten 240
dava bulunmaktadır. Ancak 1933 ve 1934 yıllarında sadece iki dava vardır. Aynı
dönem için Müslümanlar hakkında 279 dava bulunmaktadır. 1938-1946 yıllarına ait
sadece sekiz dava bulunmaktadır ve bunların hepsi 1938 yılına aittir.Diğer yıllarda
dava açılmamış mıdır ya da arşivde mi bulunmamaktadır sorularına doyurucu cevap
vermek mümkün değildir. Müslümanlar için açılan dava sayısı ise 36’dır. 1935
nüfus sayımına göre gayrimüslim nüfusu 320.000 iken Türkiye’nin nüfusu ise
163
Kaynak belirtilmediği sürece kullanılan bilgiler Cemil Koçak, “Ayın Karanlık Yüzü Tek-Parti
Döneminde Gayri Müslim Azınlıklar Hakkında Açılan Türklüğe Tahkir Davaları”, Tarih ve Toplum
Yeni Yaklaşımlar, Sayı:1, Bahar 2005’ten alınmıştır.
164
158. Madde: “Reisicumhura karşı muvacehesinde hakaret edenler veya Reisicumhur aleyhine
tecavüzkarane neşriyatta bulunanlar, üç seneden aşağı olmamak üzere, ağır hapse konur.”
46
yaklaşık 16.160.000’di. Buna göre gayrimüslim oranı %2’dir. 1933-1937
yıllarındaki dava sayısına oranladığımızda bunun 23 katı olduğu görülür.1938-1946
yılarına göre ise oran yaklaşık 9 kattır.
Davaların açılması için gerekli olan TBMM’den izin alınması zorunluluğu
incelendiğinde, 1935 yılına kadar gayrimüslimlere dava için istenilen izinlerin
alındığı görülmektedir. Bu yıldan sonra istenilen iznin reddini içeren kararlar
çoğunluğu oluşturmaktadır. Müslümanlar için istenen izinlerin neredeyse tamamı
reddedilmektedir. Ancak dava sonuçları bilinmemektedir.
Davaların açıldığı merkezler şunlardır: Đstanbul, Đzmir, Ankara, Eskişehir, Kayseri,
Adana, Nevşehir, Gelibolu, Yozgat, Yozgat/Boğazlıyan, Aksaray, Niğde, Balya,
Erdek, Çanakkale, Kırklareli, Kayseri/Talas, Bursa/Mustafa Kemal Paşa, Gaziantep,
Sivas, Ordu, Gönen, Aydın, Sinop, Edirne, Manisa, Amasya, Tekirdağ, Kağızman,
Uşak, Mersin, Bursa/Mudanya, Zonguldak, Diyarbakır, Kastamonu, Tokat, Kocaeli,
Elmalı, Akşehir, Malatya, Silifke, Burhaniye, Konya, Muğla, Samsun, Urfa/Birecik,
Đzmir/Menemen, Sinop/Gerze, Çorum.
Türklüğü tahkir suçlaması azınlıklara karşı olur olmaz yerlerde ve yaygın olarak
kullanıldı. Đki kişi tartışsa ve biri diğerine kişisel bir hakarette bulunsa hemen orda
iki şahit bulup Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle polis çağrılarak tutuklanıp hapse
girmesi sağlanıyordu. Mahkemeye çıkana kadar da serbest bırakılmıyordu. Bazı
insanlar ise işledikleri suçu mazur göstermek için Türklüğü tahkir suçlamasında
bulunuyorlardı. Bu duruma örnek oluşturan 16 Nisan 1933 tarihli Akşam
gazetesindeki bir habere göre Ahmet Fedai Bey, Matmazel Suzan’ı öldürmesinin
sebebini şöyle anlatıyor: “Cinayet akşamına kadar bu üç bin lira münakaşası devam
etmiştir. O akşam Tünel başında randevuları varmış. Matmazel Suzan, işinden daha
erken çıkarak, Tünel yolunu tutmuştur. Fedai Bey de, biraz sonra ajanstan çıkmış,
bir tramvaya atlamıştır. Tramvay köprü üstünden geçerken, Fedai Bey Suzan’ın
yaya olarak yürüdüğünü görmüş, tramvaydan inerek yanına yaklaşmıştır. Yine
aralarında üç bin lira meselesi olmuştur. Fedai Bey bu parayı veremeyeceğini
söyleyince, Suzan, ‘Siz Türkler zaten yaşamasını bilmezsiniz ki!... Fakat Jak
isminde biri var. O bana para verecek…’ diyerek, hakaretli bir şekilde Fedai’nin
başına vurmuş. Bunun üzerine fena halde hiddetlenen Fedai Bey, tabanca çıkararak
genç kıza ateş etmiş. Cinayetten sonra Fedai Bey, ‘Ben yaşamasını bildim!’ diye
bağırarak kalabalık arasında kaybolmuştur.”
Kanunun amacı dışında kullanılması olayına o kadar sık rastlanmaya başlanmıştı ki
artık basın da buna tepki göstermeye başladı. Akşam gazetesi yazarı Va Nu, 20
Nisan 1933 tarihli “Vay!... Türklüğe Tahkir Etti ha?...” başlıklı yazısında bu
durumu şöyle yorumluyordu: “Gazetelerde bir cinayetin tafsilatını okuyorsunuz.
Sevgilisini vuran adam, bu feci fiiline mazeret diye, ‘o kadın Türklüğü tahkir etti!’
iddiasını ileri sürüyor. Türklüğü tahkir?...Kanun, bu küstahlığı yapacak olanları
cezalandırdığı için, pek çok kimseler de, buna dayanarak, çarpışık vaziyetlerden
zeytinyağı gibi üste çıkmak maksadile, attıkları tokadın, soktukları bıçağın,
kırdıkları her türlü potun, hatta kıydıkları canın mübahlığını böylece izah ediyorlar:
‘Efendim, Türklüğü tahkir etti de hamiyetim kabardı. O alçağa, onun için haddini
bildirdim!’ Düşmanını, rakibini, alacaklı yahut vereceklisini, kendisini sorguya
47
çeken mektepteki hocasını, hulasa hoşlanmadığı, zıtlaştığı, korktuğu veya ezmek
istediği insanı, karakol köşelerinde süründürmek isteyen pek çok cebbar, zalim ve
ceberutlar aynı bahaneyi buluyorlar. Ben seni bir kere Türklüğü tahkir ettin diye
lekeleyeyim, başına çorap öreyim de, sen sonra aksini ispat için düştüğün ağdan
kurtulmak üzere çırpın, çabala dur!(…)Doğrusu, bu gibi davaların sık sık açılması
ve haberlerin gazete sütunlarında gün geçmeden okunması bile bizi rencide ediyor.
Artık bu maddeyi şarlatanlıklarına alet etmek isteyenlerin çanına ot tıkansın…”
Ermenilere açılan davalar için dosyalar incelendiğinde etnik ya da dini kimlik
nadiren belirtildiği için isimlerden giderek saptanmaya çalışılan etnik kimliğe göre
1926-1938 yılları arasında 103 dava açıldı. Bu davaların açıldığı merkezler ise
şunlardı: Đstanbul, Đzmir, Ankara, Kayseri, Gelibolu, Yozgat, Aksaray,
Kayseri/Talas, Edirne, Amasya, Mersin, Tokat, Malatya, Konya, Urfa/Birecik,
Sinop/Gerze, Çorum ve Yozgat/Boğazlıyan.
159. ve 160. maddeler, 1946 yılında 4956 sayılı yasa ile tadil edildi. Söz konusu
ceza maddesi yürürlükte kalmaya devam etti. 1961 Anayasası’nda ceza bir yıldan
altı yıla kadar ağır hapis cezası olarak belirlendi. Ayrıca eğer bu suç bir Türk
tarafından yabancı bir memlekette işlenirse ceza üçte birinden yarıya kadar
arttırılacaktı. Bu madde son TCK değişikliğiyle de 301. madde olarak muhafaza
edildi.
C.Çok Partili Dönem
1.Çok Partili Hayata Geçiş Süreci ve Demokrat Parti Đktidarının Đlk
Yılları
II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünya düzeninde Türkiye tercihini Batılı
demokrasilerden yana kullandı. Batı dünyasında yer edinebilmek için
demokratikleşme çabalarına hız verdi.
18 Temmuz 1945 tarihinde Milli Kalkınma Partisi, 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat
Parti’nin (DP) kurulması ile çok partili hayata geçildi. Azınlıklara yönelik ayrımcı
uygulamalarda azalma görüldü. Eylül 1945’te yapılan ilk değişiklikle
gayrimüslimlerin Harp Okulu’na girişlerine izin verildi. 1947 yılı baharında ise
Đsmet Đnönü yaptığı radyo konuşmasında bundan böyle azınlıkların da yedek subay
olabileceklerini ve silah taşıyabileceklerini söyledi.165 Azınlıkların buna tepkisini
Raffi A. Hermonn şöyle anlatıyor: “Bunu duyan azınlıklardan çoğu, kulaklarına
inanamıyor. Telefon kaç kişide var ki? Yallah! tramvaya. Onnik’in, Artin’in,
Aleko’nun, Salamon’un babasının evine işyerine. “Yahu duydunuz mu?”, “Ha
165
Radar, uçaksavar ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin özel birimlerinde görevlendirilmediler. Ancak bu
kısıtlama 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ortadan kaldırıldı. Rıfat N. Bali, “II.
Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Azınlıklar-II “Balat Fırınları” Söylentisi”, Tarih ve Toplum,
Sayı: 180, Aralık 1998, s.17’den Hal Lehman, “The Jews under Turkey’s New Deal”, Commentary,
Sayı:9, 1950, s.29-39.
48
kuzum! Olacak iş değil!””166 O yıllarda özellikle taşradan gelen gençlere ülkede
azınlıkların da olduğu düşüncesinin yerleştirilmesi için orduda çıkartılan bir iç
emirle komutanım hitabından önce komutanın isminin söylenmesi zorunluluğu
getirildi: “Anadolu’nun bir yerinde askerin biri ‘Vatan komutanım’, ‘Vatan
komutanım emrinizdeyim!’ diye tekmil vermeye çalışırken, o an orada bulunan bir
yüzbaşı da kızıp ‘ulan! vatan babandır, komutanın ise VARTAN’dır, öğren artık
şunu’ diye fırça attı.”167 Hahambaşılık, Đçişleri Bakanlığı tarafından resmi bir kurum
olarak tanındı. Böylece mülk edinebilme hakkına sahip oldu. 1937 yılından bu yana
uygulanan azınlık okullarının Đçişleri Bakanlığı’ndan bir memur tarafından
denetlenmesi uygulamasına yönelik düzenleme, 1949 yılında kaldırıldı.
Falif Rıfkı Atay, CHP’nin azınlıklara karşı yeni tutumunu şöyle ifade etmekteydi:
“Sadece tüm azınlıkları Türk vatandaşı olarak tanımakla kalmıyor, onlara, bilinç ve
kültürde ayrım yapmaksızın, tıpkı bizim gibi Türk olma hakkını da tanıyoruz. Kendi
dil ve kültürlerini korumalarına ve ‘azınlık-vatandaş’ sayılmalarına bir itirazımız
yok .”168
Đstanbul’un seçmen nüfusunun üçte birini oluşturan azınlıklar, çok partili sisteme
geçişle partilerin oy mücadelesinde önemli bir yer tuttular. Bu doğrultuda, 21
Temmuz 1946 tarihindeki genel seçimlerden önce CHP Đstanbul Đl Teşkilatı
Başkanı, azınlık gazetecilerini ağırlayarak CHP’nin milliyetçilik anlayışının dine ya
da ırka dayalı bir ayrışmaya izin vermediğine dair güvence verdi. Cumhuriyet
tarihinde ilk kez Đzmir valisi kentin Yahudi cemaatini ziyaret ederek sorunlarını dile
getirmelerini istedi. Ankara valisi ise “Pessah Kutlamaları” çerçevesinde bir
sinagogu ziyaret etti.169 DP ise, seçim kampanyasını Varlık Vergisi eleştirisi ve
ödenen verginin geri ödenmesi tartışmaları üzerine kurdu. Diğer seçim
dönemlerinde de aynı konuyu gündeme getiren DP, seçim bittikten sonra bu konuda
herhangi bir şey yapmadı. Azınlıklar da bir süre sonra bunun sadece oy toplama
aracı olduğunu ve alınan vergilerin ödenmeyeceğini kabul ettiler ve konu kapandı.
1946 seçimlerinde CHP’de azınlıklardan aday göstermesine rağmen azınlık oylarını
DP aldı ve Yahudi cemaatinden Salamon Adato ve Rum cemaatinden Vasil Konos
DP’den Đstanbul milletvekili seçildi. Salamon Adalo’nun teklifiyle 31 Mayıs 1949
tarihinde kabul edilen 5404 sayılı kanunla Vakıflar Kanunu’nda yer alan azınlık
cemaatlerine ait vakıf gelirlerinden “yüzde beş kontrol hakkı” kesilmesi hükmü ile
azınlık cemaatlerine ait vakıfları idare edecek mütevellilerin Vakıflar Umum
Müdürlüğü tarafından tayin edilmesi kararı iptal edildi. Böylece azınlık cemaatleri
mütevellilerini kendileri seçmeye başladı. 170
1950 yılında iktidara gelen DP’nin ilk yıllarında azınlıklarla hükümet arasındaki
gerilimin azaldığı görüldü. Bunun sebebi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki olumlu
gelişmelerdi. Her iki ülkede yaşayan azınlıklara yönelik politikalar tarih boyunca
166
Agos, 29 Ağustos 1997.
Agos, 29 Ağustos 1997.
168
Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Yahudiler, Aliya, Bir Toplu Göçün Öyküsü (1946-1949),
Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2003, s.46.
169
loc.cit.
170
Rıfat N. Bali, “Cumhuriyet Döneminde Azınlık Politikası”, Birikim, Sayı:115, Kasım 1998, s.83.
167
49
Türk-Yunan ilişkilerinin seyrine paralel gelişme gösterdi.171 Bu dönemde de
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde her alanda yaşanan dostluk havası özelde Rumların
genelde ise tüm gayrimüslimlerin en rahat dönemlerini yaşamalarını sağladı.
Salamon Adalo ve Rum cemaatinden Ahilya Mohos ve Andre Vahram Bayar,
DP’den Đstanbul milletvekili seçildi. Hükümet bürokratları, gayrimüslim cemaatlerin
dini lider seçiminde kolaylık sağladı. Bu yılın başında NATO ve Balkan Paktı ile
Yunanistan ile Türkiye arasında gelişen dostane ilişkiler nedeniyle Rum cemaati ile
ilişkiler gelişti. Patrikhane’nin isteği üzerine Heybeliada Ruhban Okulu, Demokrat
Parti’nin iktidarının ikinci yılında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle, “Teoloji
Đhtisas Okulu” olarak isimlendirildi. Böylece okul üç sınıflı lise ve dört sınıflı teoloji
ihtisas bölümlerinden oluşan yeni bir statüye kavuştu.172 Cemaat liderleri, DP’nin
daveti üzerine 10 Kasım 1953 tarihindeki Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e nakli
törenine katıldı. 1950 ve 1953 yıllarında Ermeni ve Yahudi cemaatine merkezi
cemaat meclislerini seçme ve birleştirme izni verildi. 1953 yılında Ermeni
cemaatinin ruhban okulu olan Tbrevank açıldı.173 1954 seçimlerinde de azınlıklar
oylarını DP’ye verdiler ve DP oylarını arttırarak iktidar partisi olmaya devam etti.
Yahudi cemaatinden Hanri Soriano, Rum cemaatinden Aleksandros Hacupulo ve
Ermeni cemaatinden Zakar Tanver DP’den Đstanbul milletvekili seçildi.
Azınlıkların DP’ye besledikleri sevginin belirgin bir şekilde ortaya çıktığı olay ise
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ABD Başkanı Dwight Eisenhower’ın davetlisi
olarak 28 Ocak-27 Şubat 1954 tarihleri arasında yaptığı ABD ziyareti olacaktı.
Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin girişimleriyle Amerikan-Yunan toplumu,
Amerikan-Ermeni toplumu ve Amerikan-Yahudi toplumu Celal Bayar onuruna
davet verdi.
Amerikan-Ermeni toplumunun Bayar onuruna verdiği davette, katılımcılar da sıcak
sevgi gösterilerinde bulundu. Bu davette bulunan Vatan gazetesi başyazarı Ahmet
Emin Yalman izlenimlerini şöyle anlatıyordu: “Amerikan Ermenileri tarafından
evvelki Cuma günü Celal Bayar için tertip edilen daveti, bu istikamette mühim bir
gelişme diye kaydetmek lazımdır. Asırlarca müddet iyi vatandaş, iyi komşu ve iyi
dost olarak Türkiye’de sevilen ve Türk kültür hayatında belli başlı roller oynayan
Ermeniler; Çarlık Rusya’sı tarafından Pan Islav emellerinin gerçekleşmesinin bir
vasıtası diye seçilmiş ve bu yüzden bir takım feci hadiseler cereyan etmişti. Birinci
Cihan Harbinde Müttefikler bunları harp propagandası diye mavi bir kitap neşri
suretiyle geniş ölçüde istismar etmişlerdi. Bu hadiseler yüzünden geride izler
kalmışsa New York’taki toplantıda Ermeniler namına söylenen ve pek olgun
düşüncelerin mahsulü olan nutukta 19 Mayıs 1919 tarihi yalnız Türk istiklali
bakımından değil, Türkiye’de evvel ve ahir yaşamış olan insanların mukadderatı ve
171
Örneğin 1930’larda Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan dostluk havası nedeniyle Türkiye’nin
Đstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlığına ve Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Müslüman
azınlığa karşı takip ettikleri politikanın yumuşadığı görüldü. Melek Fırat, “Yunanistan’la Đlişkiler”
Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, Cilt 1, 5. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, s.355.
172
Bu statüsünü 1971 yılına kadar muhafaza etmiştir. Elçin Macar ve Mehmet Ali Gökaçtı,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler, Đstanbul, TESEV
Yayınları, Aralık 2005, s.16’dan Elçin Macar, Cumhuriyet Döneminde Đstanbul Rum
Patrikhanesi, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2003, s.292-293.
173
Ancak, 1968 yılında kapatıldı.
50
hisleri bakımından da yepyeni bir devrin başlangıcı diye telakki edilmiştir.
Türkiye’de yeni bir vatandaşlık telakkisi yaratmak suretiyle Atatürk’ün oynadığı
medeni ve insani role tam hakkı verilmiştir. Celal Bayar, belirtilen samimi hisler
karşısında coşmuş ve en güzel nutuklarından birini iltical yolile söylemiştir. Bayar
kin ve garezlerin ebedi suretle gömülmesi ve Türkiye’nin ve hür insanlığın
mukadderatına sevgi ve ahenk hislerinin hakim olması mevzuu üzerinde
durulmuştur. Ermeniler tarafından verilen kabul resminde bir hayli aşina simaya
tesadüf ettim: “Ben senin eski okuyucunum. Falan ve filan zamanda tanıştık ve
görüştük… Büyükada’da komşu idik” diyen ve kimi dört, kimi on kimi yirmi, otuz
ve daha ziyade evvel Amerika’ya muhaceret eden Ermeni vatandaşlar veya eski
vatandaş ve dostlar arasında kendimizi hep birden memlekette hissettik. (…) Her iki
nutuk söylenirken, herkesin gözü yaşarmıştı. Tatlı tesirlerin mahsulü olan hıçkırık
sesleri her taraftan duyuluyordu.” 174
Ancak, DP ile azınlıklar arasındaki olumlu ilişkiler uzun sürmedi. Kıbrıs konusunda
yaşanan gelişmeler nedeniyle 1953 yılının yaz aylarından itibaren DP yöneticileri
azınlıklarla işbirliğine son verdi. 175 Görev süresi dolan cemaat danışma meclislerinin
yeniden seçim yapmasına izin verilmedi. Aralık 1952 tarihinde görev süresi sona
eren Ermeni merkez danışma meclisinin toplanması için Mayıs 1953 tarihinde hala
Türk yetkililerden izin almaya çalışılıyordu. Bu nedenle, cemaatin işleri daha çok
hayırseverlik çerçevesinde, herhangi bir meşruiyet olmaksızın yapılıyordu. Rum
cemaati de benzer soruna sahipti. Ancak, DP yönetici elitleri, tıpkı daha önce
CHP’nin de yaptığı gibi, azınlık cemaatlerinin, sosyal ve dini kurumlarını yönetmek
için merkezi bir kurula sahip olmalarının gerekmediğini, kurulların her birinin yerel
birimlere bırakılabileceğini belirtiyorlardı.176
Azınlıklar yine ayrımcı tutumlarla karşılaşmaya başladı. Piyade Okulu’na girmek
için başvuranların ya da gönüllü olarak Türk ordusuna katılmak isteyenlerin Türk
ırkından olması şartı getirildi. Annesi, gayrimüslim azınlıklara mensup ya da
sonradan Đslam dinini kabul edenlerin başvuruları kabul edilmedi. Askerliğini yedek
subaylık olarak yapan gayrimüslimlerin sayısı arttı; ki bu Đngiliz Konsolosluğu’na
göre Batı’nın “yatıştırılmasına” yarıyordu, ama sadece doktor, mühendis ve
tercüman olarak kullanılıp stratejik öneme sahip pozisyonlardan uzak tutuldu.
Ayrıca yasalarda herhangi bir engelleyici hüküm olmamasına rağmen
gayrimüslimler devlet dairelerinde istihdam edilmedi. 177 Yani, DP iktidarın ilk
yıllarında gerçekleştirilen değişiklikler tekrar eski haline döndü. Çünkü azınlıklara
bakış açısı yönünden CHP’den farklı bir anlayışa sahip değildi. Örneğin, DP’nin
kurucu üyelerinden Adnan Menderes, Emin Sazak, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve
Yusuf Kemal Tengirşenk 1942 yılında Varlık Vergisi Meclis’te tartışıldığında CHP
174
Rıfat N. Bali, “Azınlıkların Demokrat Parti Sevdası Celal Bayar’ın Amerika Ziyareti”, Toplumsal
Tarih, Sayı:122, Şubat 2004, s.19-20’den Vatan, 5 Mart 1954.
175
Yunanistan’ın Kıbrıs’la birleşme isteği burada yaşayan Türkleri azınlık statüsüne sokacağı için
Yunanistan ve Türkiye arasındaki azınlık sorunlarını gündeme taşındı ve Batı Trakya’daki Türk
azınlığa yönelik ayrımcı uygulamalar gazetelerde daha çok yer almaya başladı. Güven, op.cit., s.163.
176
Ibid., s.160’dan NARA 782.00/5-753 ABD Başkonsolosluğu, Đstanbul’dan ABD Dışişleri
Departmanı 12.05.1953.
177
Ibid., s.161’den PRO FRO 371/101893, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 03.06.1952.
51
milletvekiliydiler ve verginin konması yönünde oy kullandılar.178 Konjonktüre
uygun olarak oluşan yumuşama havası rüzgar ters esmeye başlayınca eski haline
döndü.
2. 6 / 7 Eylül Olayları
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kıbrıs’taki Rum çoğunluğun Yunanistan ile birleşme
çabaları CHP hükümeti tarafından görmezden gelindi. Ortada bir Kıbrıs sorunu
olmadığı çünkü adanın Büyük Britanya yönetiminde ve egemenliğinde olduğu dile
getiriliyordu. 1950 yılında iktidara gelen DP yönetimi, CHP’nin takip ettiği
politikayı devam ettirdi. Ancak 1951 ilkbaharında Yunanistan Başbakanı
Venizelos’un, Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki hak taleplerini kamuoyuna
açıklamasıyla Türkiye bu politikayı terk ederek Kıbrıs’ın statüsünün değişmesi
halinde kendi hakkının ihlal edilmesine izin vermeyeceğini bildirdi. Aralık 1951
tarihinde Yunanistan ile Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve 1952 yılında kurulan
Balkan Paktı nedeniyle oluşan işbirliği neticesinde Kıbrıs meselesi bir süre geri
planda kaldı. Fakat Yunanistan’da iktidara gelen Papagos, 1953 yılında Enosis
talebini yineledi ve Mayıs 1954 tarihinde yaptığı açıklamada Büyük Britanya’ya 22
Ekim 1954 tarihine kadar Kıbrıs’ı Yunanistan’a devretmesini aksi taktirde konuyu
Birleşmiş Milletler’e (BM) götüreceklerini söyledi. Konu BM’ye gitti ancak 17
Aralık 1954 tarihinde Genel Kurul, Kıbrıs ile ilgili tartışmaların ertelenmesine karar
verdi. Bu gelişmeler üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda “Kıbrıs Komisyonu”
kuruldu. Başlıca iki strateji belirlendi: Dünya kamuoyuna Türk hükümetinin Kıbrıs
konusunda yasal talepleri olduğunu göstermek ve nihai çözüme kadar Kıbrıslı
Türklere destek olmak. Đngiliz hükümeti ise Londra’da 29 Ağustos 1955 tarihinde
“Doğu Akdeniz’de Güvenlik Sorunları” başlıklı bir konferans düzenleyerek
Yunanistan ve Türkiye’yi davet etti. Đngiltere’nin bu daveti üzerine Türkiye, bu
konuda eşit söz hakkına sahip taraf statüsüne kavuştu. Türkiye Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu, bu konferans öncesi Đngiltere Dışişleri Bakanı ile yaptığı
görüşmeden aldığı izlenim nedeniyle Londra’daki pozisyonunun kuvvetlenmesi için
28 Ağustos 1955 tarihinde Başbakan Menderes’e telgraf çekerek destek istedi:
“Çeşitli Đngiliz gazetecileri ve Dışişleri Bakanı ile konuştuk. Bizim intibaımıza göre,
Đngilizler Kıbrıs’taki anlaşmazlığı çözmek için, son çare olarak Yunanistan’a ödün
verip, Kıbrıs’ta kendi kendine yönetime izin verebilirler.[…] Bizim tahminimize
göre, burada haklarımızı ne ölçüde savunabileceğimiz konusunda tereddütler vardır.
Gerçi bu sabahki görüşmeler nazik geçti, ama insafsızdı. Onlar haklarımızı
savunmak konusunda ümidimizi kıracak açıklamalar yapmadı. Yine de ısrarımız
konusunda onları ikna edebildiğimize inanırsak, hata etmiş oluruz. Bu hususta
önümüzde yapılacak çok iş olduğunu görüyoruz. Biz ve gazetelerimiz gayret
göstermeyi sürdüreceğiz. Bu konuda ilgili yerlere sizin vereceğiniz emirlerin çok işe
yaracağına inanıyoruz.”179
178
Ibid., s.150’den Rıfat N. Bali, “Çok Partili Demokrasi Döneminde Varlık Vergisi Üzerine
Tartışmalar”, Tarih ve Toplum, Sayı:165, Eylül 1997, s.47-59.
179
Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Yassıada 6/7 Eylül Davası, Đstanbul, Bağlam Yayınları,
1995, s.404.
52
Ağustos 1954’te Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Türkiye Milli Talebe
Federasyonu’nun (TMTF) teşvikiyle, basının ve Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nın
da katılımıyla bir ulusal komite biçiminde, Kıbrıs’taki Türk azınlığını BM ve diğer
örgütler karşısında savunmak ve tüm ülkede protesto gösterileri düzenlemek için
Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) kuruldu.180 Gazeteler, özellikle Hürriyet, Kıbrıs
konusunu gündemde tuttu. Başbakan Menderes ise Londra’daki konferanstan bir
gün önce yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Kıbrıs, Anadolu’nun bir parçasıdır.
Kıbrıs’ın hukuki statüsünde bir değişiklik olacaksa, o zaman Kıbrıs sadece Türklere
geri verilebilir.[…] Türkiye hiçbir zaman Kıbrıs’taki statükonun değiştirilmesine
izin vermeyecektir.”181
6 Eylül 1955 tarihinde saat 13:00’da devlet radyosu, Atatürk’ün Selanik’teki evinin
bombalandığı haberini verdi. Bu haber üzerine KTC derneği ve üniversite
öğrencileri tarafından protesto gösterisi düzenlendi ve Taksim’e doğru yürüyüşe
geçildi. Ellerinde “Kıbrıs Türktür” yazılı pankartlarını, Atatürk’ün ve Celal Bayar’ın
fotoğraflarını ve Türk bayraklarını taşıyan protestocular çok büyük bir kalabalık
oluşturdu. Yapılan konuşmalarda evlere, işyerlerine ve arabalara Türk bayrağı
asılması çağrısında bulunuldu. “Alis Hanım tanık olduğu olayları kısık sesle
Ermenice anlatıyordu: ‘Herkes birbirine bayrak asmalarını söylüyordu…’”182
Protesto gösterileri yerini tahrip ve yağmaya bıraktı. Ellerinde çeşitli araç ve
gereçler olan kişiler, gayrimüslimlerin evlerini, işyerlerini, kiliselerini, okullarını ve
mezarlıklarını tahrip etmeye başladı. Grupların elinde gayrimüslimlerin adresleri
bulunuyordu. Olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin
muhtarlarına başvurularak ev ve iş yerlerinin adresleri istendi. 183 Sarkis Çerkezyan
anlatıyor: “Bir tane bayrak astık pencereye. Dışarıya da sandalye koydum oturdum.
Yukarıdan aşağıya o yağmacılar geliyorlar. Onların en önünde giden boynuna Türk
bayrağını böyle peşkir gibi asmış önden yürüyor, o guruh da arkasından geliyor.
Evlere giriyorlar, kırıyorlar, döküyorlar, eşyaları sokaklara atıyorlar. Pervasızca,
hiçbir direnme yok. Ve bunlar bizim gözümüzün önünde oluyor. Yedikule
Caddesi’nin üzerinde bir Rum Kilisesi var, orayı ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim
evin üstüne doğru geliyor. Sinirler gergin ama sakin olmak zorundasın. Eşime
dedim ki rahmetliye; sen çocuğu al, zaten altı aylık, çık yukarıya, ortalıkta görünme.
Anneme de beyaz bir yazmayla Müslüman kadını gibi bir hava verdik. Kapı açık,
önünde oturuyoruz. Üç kişi geldiler, caddenin ortasında durdular. Bir tanesi sarkık
bıyıklı, şeytan suratlı bir tip. Aralarında konuşurken arada sırada bizim evi
gösteriyorlar. Demek ki o semtin adamıymış, gayrimüslimlerin evini tarif ediyor.
Anladım. Bir kere de evi kırmaya başladılar mı başa çıkılamıyor. Hemen gittim
elimi koydum adamın omzuna, şöyle yüzüme baktı, “Ne, o?” dedi. Dedim şu
üçünüzün arasındaki konu şu evdir. Bu evin sahibi Ermenidir ve şimdi Florya’da
yazlıktalar. Şu orta katta otururlar, yoklar. Ama dedim, bunu size hatırlatırım
aşağıda ben oturuyorum. O da bana tabii cesaret edemedi sen kimsin, falan diye,
sormadı ve gittiler. Kırıp dökmeye devam ettiler.(…) Caddeler bütün kırık dökük
180
Güven, op.cit., s.75’den AA PA 235 Türkiye 211-0075, Ankara Büyükelçiliği Raporu, 01.10.1954.
Demirer, op.cit., s.395.
182
Jaklin Çelik, “6/7 Eylül 1955, Kumkapı”, Toplumsal Tarih, Sayı:81, Eylül 2000, s.42.
183
Güven, op.cit., s.28’den TBMM ZC, Devre 10, Đçtima 2, cilt:9,23. Đnikat, 13.01.1956’dan aktaran.
181
53
eşyayla şöyle şu kalınlık oldu. Kiminin koltuğunun altında halı, kimisinde makine
kafası bütün yağmacılar, talancılar başladılar pervasızca sokaklarda görünmeye.”184
Beyoğlu’nun tahrip ve yağmadan sonraki hali şöyleydi: “Eski Yeni Melek
sinemasına giden yolun tamamı yürünmeyecek bir ‘kumaş denizi’ haline gelmişti.
Yürümek isteyenler neredeyse diz kapaklarına kadar bu kumaş denizine
gömülüyorlardı. Taksim’e yaklaştıkça tahrip gücünün etkisi de artıyordu. Lale
Sineması’nın bulunduğu binadaki Odeon Mağazası bu tahripten en ağır ölçüde
payını alanlardandı. O zamanlar sadece ithal buzdolaplarının üst kattaki depodan
aşağıya atıldığını ve tramvay yolunu tıkadığını gördüm. Otomobiller ters yüz
edilmiş, camlar kırılmış birçoğu içine alevli pamuklar atılarak yakılmıştı.(…) Aya
Triada Kilisesi ateşe verilmişti. Đstiklal Caddesinin önemli sohbet ve kültür
mekanlarından tamamı yakıldı, yıkıldı…”185
Amerikan Konsolosluğu’nun Washington’a gönderdiği bir şifrede, olaylar sırasında
polisler veya askerler tarafından herhangi bir müdahalede bulunulmadığı, hatta
müdahalede bulunmak isteyenlerin şefleri tarafından azarlandığı bildirildi. Daha
sonra mecliste gündeme geldiğinde Başbakan Menderes bu durumu “Polis ve asker
de milli heyecanın tesiri altında kalmışlardır.” diyerek savundu. 186 Ancak yine de
olaylara müdahale eden polislere rastlandı. “Adalar’da açıktan gelen çapulcuların
kayıklarını ve motorlarını silah zoru ile yaklaştırmayan polisler, Boğazın bazı
köylerinde bir tek Ermeninin veya Rumun camının kırılmasına izin vermeyenler
oldu.”187
Đstanbul’da talan ve yağmanın yaşandığı yerler şunlardır: Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli,
Nişantaşı, Eminönü, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Moda, Kadıköy, Kuzguncuk,
Çengelköy ve Adalar.
Đzmir’de gösteriler Đstanbul’la aynı anda başladı. 6 Eylül tarihli Gece Postası
gazetesi “Madem Yunanlar Türk Konsolosluğu’nu bombaladı, öyleyse onların
bayrağı da artık Konak Meydanı’nda dalgalanmamalı” manşetiyle çıktı. Aynı akşam
uluslararası fuar nedeniyle Konak Meydanı’nda bulunan Yunan bayrağı, gençlerden
oluşan bir grup tarafından “Kıbrıs Türktür!, Gavurlara ölüm!”nidalarıyla indirilip
yakıldı.188 Đstiklal Marşı eşliğinde çekilen Türk bayrağının ardından grup fuar
alanına gitti. Yunan pavyonunun duvarlarını kütükle yıkan kişileri Đzmir Valisi
Kemal Hadımlı, kibarca uyarmakla yetindi. Vali bir memura kapıda bulunan Yunan
bayrağını indirmesini söyledi ve indirilen bayrak orada bulunan kişilerce
parçalandı.189 Daha sonra pavyon yakıldı. Söndürmek için giden itfaiyecilere engel
olundu. Başka bir grup ise Alsancak’taki Yunan Konsolosluğu önünde toplandı ve
binaya Türk bayrağı çekme istekleri karşılanmayan grup saat 21:00’e doğru
Konsolosluk binasına zorla girerek mobilyaları parçaladı ve ateşe verdi. Tüm bina
184
Çelik, op.cit., s.43.
Yılmaz Karakoyunlu, “Beyoğlu’nda Nümayişten Yağmaya”, Popüler Tarih, Sayı:4, Eylül 2000,
s.61-62.
186
Ibid., s.60.
187
Agos, 7 Eylül 2001.
188
Güven, op.cit., s.39’dan PRO PREM 11834/479, Đzmir Konsolosluğu Raporu 13.09.1955.
189
Arzu Kılıçdere, “Đzmir’de 6-7 Eylül Olayları, Toplumsal Tarih, Sayı:74, Şubat 2000, s.36.
185
54
yanıp kül oldu. Konsolosluk çalışanları ise arka kapıdan kaçabildiler.190 Aynı semtte
bulunan Rum Ortodoks Kilisesi ateşe verilirken Papaz sözle taciz edilip hırpalandı.
NATO’ya bağlı altı askerin de evleri basıldı ve yağmalandı. Memurlar ve eşleri
saldırılar sırasında hakarete uğradı. Hatta bir memur ve eşi dövüldü.191 Yunan
NATO subayları ve Başkonsolos geceyi Amerikan Konsolosluğu’nun koruması
altında geçirdikten sonra ertesi gün uçakla Yunanistan’a gittiler.192 Rum
vatandaşlarının da evleri ve işyerleri de bu tahripten payını aldı. Polisler saldırıları
önlemek için herhangi bir girişimde bulunmadı.
Ankara’da ise az sayıda gayrimüslim olması ve 6 Eylül günü Ankara Valisi Kemal
Aygün’ün Đstanbul’da bulunması nedeniyle ayaklanmaya şahit olmasıyla Ankara
genelindeki tüm toplantıları yasaklayan acil tedbirleri de etkili oldu.193 Yalnızca
öğrenci protestoları gerçekleşti, şiddet olayları yaşanmadı.194
Olayların Diyarbakır’a yansıması ise şöyle oldu: “Babam her gün okuduğu iki
gazeteyle yetinmeyip bir üçüncüsünü de almaya başlamış, koşa koşa gittiği Taşçılar
Kahvesi’nde “ajans” dinlemeyi eskisinden daha çok kollar olmuştu. Gazete
havadisleri ve radyo “ajans”ları gün geçtikçe tedirginliğini arttırıyordu: “Bu işin
altından bi poğhlığ çığhacağ!” Babamın “iş” dediği Kıbrıs meselesiydi, “poğhlığ” da
azınlıkların, kendine göre de, “en çoğhi de” Ermenilerin başına gelebilecek
tatsızlıklardı. Kıbrıs gazete manşetlerini işgal ettikçe Gavur Mahallesi’nde de
zihinleri hep aynı soru meşgul ediyordu: “Bu işın soni ne olacağ?” (…) Pazar
ayininden çıkan erkekler her zamanki gibi papaz Arsen’in risayetinde
araçnortaranda, kilisenin toplantı salonunda yan yana gelip bir kahve içimi
esnasında genelde işten güçten, cemaat ahvalinden bahsedip sonra da kimisi evine,
kimisi de Taşçılar Kahvesi’ne yönelmektense, daha fazla oyalanıp kendi aralarında
“bu işin soni” ne olur diye tartışır olmuşlardı. Kıbrıs’ın tümüyle Daciglere195 kalıp
kalmaması ya da karpuz misali ikiye bölünüp yarısının Daciglere, yarısının da
Horumlara196 verilmesi aslında pek de umurlarında değildi; umurlarında olan,
olaylar şu ya da bu şekilde gelişirken, kabağın kendi başlarına patlayıp
patlamayacağıydı. “Valla bu iş bele getmez!” “Valla her şey olırına varır kardaşım!”
“Allah sonımızi ğherli etsın!” (…) Babam okuduğu gazetelerden, dinlediği
“ajans”lardan işin sonında “bi poğhlığ” çıkacağını söylerken galiba çok da
yanılmamıştı. Demirciler Çarşısı’nın hemen yanındaki Yoğurt Pazarı çevresinde
toplanan yüzlerce kişi ellerinde siyah kukuletalı cübbesiyle, uzun sakallı
Makarios’un büyükçe maketini yakmak için toplandıklarında maksatları piskopos
Makarios’un maketini yakıp böylece Kıbrıs’ın Türk kalacağını haykırmaktan
ziyade, Demirciler Çarşısı’ndaki “Fılla”197 demircilere gözdağı vermekti sanki.
Makarios’un maketi gazyağı döküldükten sonra kahkahalar eşliğinde ateşe verilip
yakılırken öfkeyle fırlatılan kavun karpuz kabukları, hıyar, kabak, domatesler ve çiğ
190
Güven, op.cit., s.39’dan Vima, 08.09.1955.
Ibid., s.40’dan PRO PREM 11834/479, Đzmir Konsolosluğu Raporu 01.12.1955.
192
loc.cit.’den AA PA 231 Kıbrıs 211-009/92.09, Atina Büyükelçiliği Raporu, 08.09.1955.
193
Ibid., s.42’den Yassıada Yüksek Adalet Divanı Tutanakları, 6-7 Eylül Hadiseleri, Tanık Kemal
Aygün, Ankara Valisi, s.90.
194
loc.cit.’den AA PA 264 Türkiye 205-00/92.42, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu, 20.09.1955.
195
Dacig (Ermenice): Türk
196
Horum (Ermenice): Rum
197
Fılla (Kürtçe): Gayrimüslim
191
55
yumurtalar nedense hedeflerinden şaşarak demircilerin örslerinde, suratlarında
patlayıp kahkahaya dönüşüyordu. Miting için az ilerdeki çok daha uygun olan geniş
Belediye Meydanı dururken özellikle buranın seçilip öfke bombardımanından
Makarios’un maketi kadar kendilerine de pay düştüğünü gören demirciler,
kalabalığın giderek artan öfkesi ve küfür yağmuru altında boyutlarını tahmin
edemeyecekleri olaylarla karşılaşma korkusuyla hemen ocaklarını suyla söndürüp
kepenklerini indirerek Gavur Mahallesi’nin yolunu tutmuşlardı… Demirciler
Çarşısı’ndaki bu olayın ardından Gavur Mahallesi’nde akşamları gaz lambaları daha
erken sönüp, kimi evlerde yükselen cümbüş, ud seslerinin de yavaş yavaş sesi
soluğu kesilirken papaz Arsen’in alışık olduğu için çok da fazla yadırgamadığı
“keşiş keşiş, götıne bi şiş!” çocuk korosunun sesleri daha da sıklaşıp fırlatılan iri
taşlarla takviye edilince, zihinlerde dolanıp duran endişeler kapalı kapılar ardında
cevabı bilinmeyen sorulara dönüşüyordu: “Şimdi ne olacağ?”198
6 Eylül akşamının son saatlerinde devreye sokulan askeri birlikler durumu kontrol
altına aldılar. Sarkis Çerkezyan anlatıyor: “Hatta bir ikisi de [yağmacılar] geldiler
benim yanıma oturdular. Annemde kahve pişirdi, sandalye verdi, oturdular. Hani
benim amacım, yani bizim ev artık onlarda kapının önünde otururlarsa bu ev artık
girilmez olur. (…)Gece saatin biri. Köşe başından bir düdük sesi geldi. Düdük sesi
birden bire o oturanları telaşlandırdı, herkes tedirgin birbirine bakıyor. Bir de
baktım, bir yüzbaşı, yanında üç dört tane de asker çıktılar geldiler. Kahve fincanı da
benim elimdeydi.Ve yüzbaşı bana aynen şöyle dedi; “Delikanlı, tebrik ederim sizi,
kahvenin tadını çıkaracak tam günü ve saati iyi ayarlanmışsın, tebrik ederim, her
Türk sizin gibi olmalı. Ama artık askeriye bu işe el koydu, lütfen kahvenizi içerde
için!” dedi. Biz de Türk subayına saygımız sonsuz gibi laflarla ona teşekkür ettik ve
içeri girdik. Ev başıma dönmeye başladı…”199
Yağmalanan malların bazıları yağmacılar tarafından kullanılırken bazıları da
pazarlarda satıldı. Yervant Gobelyan anlatıyor: “O günlerde Marmara gazetesinin
matbaası Tophane Maliye binasının karşısındaydı. Artistler Kahvesi geceleri sabaha
kadar açıktı. Ben matbaada çalışırken, dışarıda günlerce elbise, ayakkabı, ceket,
pantolon değiş tokuşu yapıldı. Pazar kuruldu, her şey satıldı, çuvallarla küfelerle
getirilip pazarlıklar yapıldı.”200
7 Eylül 1955 tarihinde altı ay süreyle Ankara, Đstanbul ve Đzmir’de sıkıyönetim ilan
edildi. Sıkıyönetim ilan edildikten sonra Đstanbul’da 5104, Ankara’da 300, Đzmir’de
ise 170 kişi tutuklandı.201 Đçişleri Bakanı Namık Gedik, emniyetteki başarısızlığı
nedeniyle istifa etti. Yerine geçici olarak Savunma Bakanı Ethem Menderes atandı.
Aynı nedenle Milli Emniyet Hizmetleri Şefi (MAH Reisi), Đzmir Valisi, Đzmir’de
bulunan birliklerin komutanı, Đstanbul Emniyet Müdürü ve üç general görevden
198
Mıgırdiç Margosyan, “Tespih Taneleri”, 3. Baskı, Đstanbul, Aras Yayıncılık, Nisan 2007, s.483487.
199
Çelik, op.cit., s.43.
200
Agos, 7 Eylül 2001.
201
Dilek Güven, “Türk Milliyetçiliği ve Homojenleşme Politikası 6-7 Eylül Olayları ve Failler”,
Toplumsal Tarih, Sayı:141, Eylül 2005, s.43’den Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,
Fahri Çoker Dosyası, 6 Eylül Hadiseleri Suç Endeksi.
56
alındı.202 Bir dizi memurun ise çıkan huzursuzlukta sorumlulukları olduğu ve
bununla mücadele etmedikleri gerekçesiyle görev yerleri değiştirildi. Hükümet
olaydan sonra yaptığı açıklamada tüm yaşananların sorumlusu olarak “komünistleri”
ve “hain provokatörleri” gösterdi. 7 Eylül 1955 tarihinde emniyet amirliklerince
komünist olarak bilinen 48 kişi tutuklanıp Harbiye’ye getirildi. Tutuklananlar
arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Hulusi Dosdoğru, Refik Erduran gibi isimler
de vardı. Ayrıca listedeki isimler içinde ölenler ve askerde olan kişiler de vardı.
Bunları, saldırılar gerçekleştiğinde olay yerinde bulunan 19 komünistin daha
tutuklanması izledi. Israrlı sorgulara rağmen olayla bağlantılarına dair bir kanıt
bulunamadı.203 Aralık 1955’te birçoğu hiçbir gerekçe göstermeden serbest bırakıldı.
Bir kısmının davaları sürmesine rağmen beraatla sonuçlandı.
Hükümet, 8 Eylül 1955 tarihinde yaptığı açıklamada, işyerleri hasara uğrayan
tacirlerin vadesi gelmiş senetlerinin “tecil ve tecdidi”, mevduat çekişlerinde Merkez
Bankası ile Amortisman Sandığı’nın yardımda bulunacağını bildirdi.204 10 Eylül
1955 tarihinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın himayesi ve Başbakan Adnan
Menderes’in fahri başkanlığında Đstanbul ve Đzmir’deki olaylarda zarar görenlere
yardım etmek için Đş Bankası Genel Müdürü Üzeyir Avunduk başkanlığında 24
kişilik bir komite kuruldu. Komite, 31 Aralık 1957 tarihine kadar 8.700.000 lira
topladı. Zarar görenlerin tespiti için ise 21 Eylül 1955 tarihinde yapılan duyuruda,
Komite’den talepte bulunacak kişilerin 26 Eylül 1955 tarihinden itibaren 15 Ekim
1955 tarihi mesai bitimine kadar zararın miktarının ve cinsinin de belirtildiği bir
başvuruda bulunulması istendi. Yapılan incelemeler doğrultusunda Komite’nin
imkanları dahilinde zarar görenlere ödeme yapılacaktı. Başvuruların sayısı 4433’e,
talep edilen toplam miktar ise 69.578.744 liraya ulaştı. Komite’nin yaptığı ödeme
ise 1957 yılı itibariyle, Đstanbul’da 3247 gerçek ve tüzel kişiye toplam 6.533.856 lira
idi.205 Đzmir’de ise 24 kişi ya da kuruma toplam 418.527 lira ödendi. Yunanistan
Başkonsolosluğu’ndaki zarar için ayrıca 70.000, Đzmir Fuarı’ndaki Yunan
Pavyonunun onarımı için 20.000 lira ödendi. Eldeki listeye göre zarar gördüğü
gerekçesiyle yardım isteyenlerin %21’i Müslüman’dı. 206 Komite’nin çalışmalarına
10 Temmuz 1956 tarihinde 4/7474 sayılı “Đcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi” ile
son verildi.
Amerikan Dışişleri arşivlerine göre tahrip edilen evlerden %80’i Rumlara, %9’u
Ermenilere, %3’ü Yahudilere ve %5’i Müslümanlara aitti. Tahrip edilen işyerlerine
bakıldığında ise %59’u Rumlara, %17’si Ermenilere, %12’si Yahudilere ve %10’u
Müslümanlara aitti. Ayrıca toplam 33 Ermeni Kilisesinden 3’ü ve toplam 22 Ermeni
okulundan 4’ü saldırıya maruz kaldı. Đstanbul Başpiskoposluk Arşivi’ne kayıtlı olan
95 Rum-Ortodoks Kilisesinin 61’i kısmen ya da tamamen tahrip edildi, bunların 8’i
202
Haklarındaki meclis soruşturması ve olayın aydınlatılması için açılan mahkeme sonuçlanmadan
Aralık 1956 tarihinde görevlerine iade edildiler.
203
Güven, op. cit. s.49-50’den AESF, Fahri Çoker Dosyası, Örfi Đdare Beyoğlu Bölgesi 2 No’lu
Mahkemesi, 02.12.1955.
204
Uygur Kocabaşoğlu, “6/7 Eylül Olaylarından Sonra “Hasar Tespit Çalışmaları” Üzerine Birkaç
Ayrıntı”, Toplumsal Tarih, Sayı:81, Eylül 2000, s.45-46’dan 6 Eylül Hadiseleri Yardım Bürosu,
“Ödemeler Dosyası”, TĐB Yenicami Şubesi, 6/7 Eylül Belgeleri.
205
Ibid., s.46-47.
206
Ibid., s.49.
57
kundaklamaya maruz kaldı. Bir Rum-Katolik Kilisesi ve başka üç kilise de ağır
hasar gördü.207
Yervant Özuzun, 6-7 Eylül olaylarındaki en büyük şansızlığı “ ‘Çok partili bir
demokrasiye geçtik bir daha böyle şeyler olmaz.’dediğimiz bir dönemde bize
farklılığımızı bir kere daha hatırlatması oldu.” 208şeklinde ifade etmektedir.
Yaşananlar gayrimüslimlerin devlete karşı olan güvenini sarstı. Türkiye’den
ayrılmak istediler. Ancak olayın hemen ardından bu göç gerçekleşemedi. Çünkü
Yunanistan ülkeye girişleri zorlaştırdı. Türkiye, servet transferini idari olarak
yasakladı ve göç etmek isteyen gayrimüslimlere pasaport vermedi. Rum
Patrikhanesi ise Rumların göçünü engellemek için açıklamalar yapıyordu. Fakat
bütün bunlar göçü engelleyemedi, sadece geciktirdi. 209
Varlık Vergisi’nde olduğu gibi 6-7 Eylül olaylarında da servet transferi gerçekleşti
ve gayrimüslimlerin Türkiye ekonomisindeki yeri zayıflatıldı. Tahrip edilen yerlerin
birçoğu tekrar açıldığında sahipleri artık Müslümanlardı. Ayrıca tahrip edilerek
büyük zarara uğratılan işyerlerinin bazıları bir daha açılamadı. Yatırım yapmak ise
artık gayrimüslimler için çok zordu. Çünkü aynı şeylerin tekrar yaşanmayacağı
garanti edilemezdi. Türk Ticaret Odası Konseyi’ndeki gayrimüslim oranlarına
bakıldığında 1955 yılında %10 iken 1963 yılında %4’e düştü. Bu tarihte üyeler
arasında Rum ve Ermeni kalmadı, gayrimüslim üyeler sadece Yahudilerdi. 210
Şubat 1956 tarihli bir belge, Đstanbul Amerikan Konsolosluğu’na, Amerika’ya göç
etmek isteyen ve özellikle de gizli polis tarafından dikkatle izlenen Ermeni
azınlıklar tarafından gerçekleştirilen “kitlesel başvuru” dan söz eder. Aynı dönemde
Ermenilerin bir kısmı da ESSC’ye gitmek için SSCB’ye başvurdu. Ancak bu
başvuruların sayısı 1945-1946 yıllarındaki kadar yüksek olmadı. 15-20 kişilik
grupların konsolosluğun önünde beklediği görüldü. 1956 yılının ilkbaharında göç
etmeye hazır Ermenilerin sayısının hızla artması, Đstanbul basını tarafından
“geleneksel sadakatsizliğin” ve “yabancı güçlerle olan tarihsel bağların” bir kanıtı
olarak gösterildi.211
Rober Haddeciyan göçü ve Ermeni cemaatine etkisini şöyle anlatıyor: “Saldırıların
en korkunç yanı, azınlıkların artık devlete duydukları güveni yitirmeleri ve göç
etmeleriydi. Arkadaşlarımın çoğu göç etti ve mutlu olamadı. Saldırılardan sonra
göçlerin olmadığı doğru değildir. 6-7 Eylül Olayları, özellikle Ermeni cemaati
içerisinde, 8-10 sene süren ve pek çok ailede huzursuzluk yaratan ciddi bir göç
dalgası meydana getirmiştir. Bilhassa ekonomik olarak iyi durumda olanlar göç
207
Güven, 6-7 Eylül Olayları, s.49-50’den NARA 782.00/9-1255, Đstanbul Başkonsolosluğu Raporu,
01.12.1955.
208
Agos, 8 Eylül 2000.
209
1955 yılında Rumca konuşan 79.691 kişi yaşarken 1965 yılında bu sayı 48.096’ya düştü.1955
yılında 33.000 kişi Judeo-Espanyol konuşurken 1960 yılında bu sayı 23.000’e düştü. 1955 yılında
Ermenice konuşan 70.000 kişi varken 1965 yılında bu sayı 56.376’ya düştü. Devlet Đstatistik
Enstitüsü, 1955 nüfus sayımı no:339, Đstanbul 1961; Devlet Đstatistik Enstitüsü, 1960 nüfus sayımı
no:452, Đstanbul 1960; Devlet Đstatistik Enstitüsü, 1965 nüfus sayımı, Đstanbul 1965.
210
Güven, op. cit., s.176-177’den Đstanbul Ticaret odası mecmuası, 1955-1963, Đstanbul.
211
Ibid., s.177’den NARA 782.00/2-2856, ABD Başkonsolosluğu, Đstanbul’dan ABD Dışişleri
Departmanına, 28.02.1956.
58
etmiştir. Kendilerine Varlık Vergisi hatırlatılıyordu. Bize Varlık Vergisi’ni
hatırlatmasaydı, belki de 6-7 Eylül Olaylarından bu kadar etkilenmezdik. Gidenler,
olanları çok kolay unutamıyorlar ama burada kalanlar, daha kolay unutabiliyor. Çok
şey yitirdikleri için, bu konu onlara sürekli eşlik ediyor. Kalanlarsa, yeniden eski
arkadaşlarıyla karşılaşıyor ve tanıdık yaşamlarına zamanla geri dönüyorlar.(…)
Ekonomik nedenlerle göç edenler için de bu durum geçerli olmayabilir. Ama senin
kabahatin olmayan bir şey yüzünden gitmek zorunda kalmak korkunçtur.”212
Yervant Özuzun ise 6-7 Eylül olaylarının Ermeni cemaati üzerindeki etkisini şu
sözlerle belirtiyor: “(…) Ermenilere gelince: Đstanbul’da yaşam bağları çok
incelmişti, gönülleri burada kalsa da bunca olaydan sonra Đstanbul’u terk ettiler. 6-7
Eylül öncesinde 110-120 bin kişiydiler, 30 okulları vardı. Onların yerine
Anadolu’dan son Ermeniler Đstanbul’lu [sic] oldular. Sayıları 80-100 bin…”213
1957 seçimlerinde azınlıklar tekrar DP’ye oy verdiler.214 Bunun en önemli sebebi
azınlıkların CHP’nin iktidara gelmesine karşı duydukları korku ve Đsmet Đnönü’ye
karşı olan antipatileriydi. Ayrıca verilen oyların unutulmayacağını ve yeni hükümet
dönemindeki azınlık politikalarına olumlu yansıyacağını düşünüyorlardı.
1960’lı yıllarda antikomünizme odaklanmış milliyetçi muhafazakar harekette ve
onun içinde ayrı bir akım olarak oluşum evresinde olan Đslamcılıkta, antisemitizm
bir bileşen olarak yer aldı. Dönemin Đslamcı yazını antisemitizm ağırlıklıydı.
1960’ların ikinci yarısında dini kimliği daha belirgin Türk-Đslamcı gençlik
hareketinin odağı haline gelen MTTB, Ayasofya’nın ibadete açılması kampanyası
yürütürken bir yandan da gayrimüslimlerin ibadet yerlerine karşı tepkiyi örgütledi.
“Bizans’ın ihyası haline geldiği için” eski kiliselerin onarılmasına karşı çıktı ve
ülkedeki azınlık okullarının “parçalayıcı faaliyette bulundukları için” kapatılmasını
talep etti. Emperyalizmin Türkiye’deki üsleri olarak tanımlanan Ermeni ve Rum
Patrikhanelerinin kapatılmasını istedi. Ülkücü hareket de aynı doğrultuda çıkışlar
yaptı.215
D. ASALA
1915 olayları artık üzerinde kimsenin konuşmadığı sadece Ermenilerin hatırlayıp
nesilden nesile aktardıkları tarihin sayfalarında kalmış bir olay haline geldi.
Sessizliğin ve unutulmuşluğun daha fazla devam etmesini istemeyen Ermeniler, bu
durumu değiştirmeye karar verdiler.
Ermeniler, bulundukları ülkelerde kiliseleri, eğitim ve öğreti kurumları, siyasi ve
sivil bütün kuruluşları ile harekete geçerek 1915 olaylarının 50.yıldönümünde 24
212
Ibid., s.179-180’den Rober Haddeciyan ile mülakat, 20.03.2002.
Agos, 6 Eylül 1996.
214
Azınlıklardan seçilen DP Đstanbul milletvekilleri Ermeni asıllı Zakar Evren ve Mıgırdiç Şellefyan,
Yahudi asıllı Đsak Altabev ve Yusuf Salman, Rum asıllı Aleksandros Hacupulo ve Hristaki
Yoannidi’dir.
215
Tanıl Bora, “Türk Milliyetçiliği ve Azınlıklar Azlıklar, Ekalliyetler, Sığıntılar…” Toplumsal
Tarih, Sayı:117, Eylül 2003, s.85.
213
59
Nisan 1915 tarihini “Ermeni Soykırımı Günü” olarak ilan ettiler. Sözle başlayan bu
propaganda 1973 yılından 1985 yılına kadar sürecek bir dizi şiddet eylemine
dönüştü.
22 Ocak 1973 tarihinde, Amerikan vatandaşı bir Ermeni olan Geourgen Karakin
Yanakian, uzun yıllar önce göç ettiği Türkiye’ye olan sevgisini göstermek amacıyla
değerli bir tabloyu hediye etmek için Santa Barbara’daki Biltmore Oteli’nde
Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir
ile buluştu. Ancak lobide kendilerini tanıtır tanıtmaz Yanikian ikisini de öldürdü.
Cinayetin gerekçesini ise Santra Barbara’daki “News Press” gazetesine gönderdiği
mektupta şöyle açıklıyordu: “Yıllardan beri düşünüp taşınıyorum, her şeyi uzun
zamandan beri gece gündüz planladım, ama suçu açıkça işleyeceğim, sonradan
teslim olacağım. Böylece dünyanın dikkati Ermeni kavminin hikayesi ve Türklerin
katliamları üstüne toplanmış olacak. Bu yeni biçimde bir savaşın başlangıcıdır. Artık
bütün köprüleri yakıyorum. Benim için dönüş yok. Uğrunda yaşayacağım bir şey
kalmadı. Şimdi yazıyı kesip ilk adımı atmak için eyleme geçiyorum.”216
Mahkemedeki savunmasında ise masum olduğunu dile getirdi. 1915’de öldürülen
kardeşinin intikamını almak istediğini belirtti. Ancak gerçekte Yanikian’ın Đran
Ermenilerinden olduğu ve 1915’de kardeşinin öldürülmediği ortaya çıktı. Mahkeme
tarafından ömür boyu hapse mahkum edildi. Sağlık sorunu nedeniyle tahliye
edilmesinden bir süre sonra öldü.
Bu olay nedeniyle Ermeni Ruhani Meclisi’nin yaptığı toplantı sonrasında Türkiye
Ermenileri Patriği Şinork Kalustyan yazılı bir demeç verdi: “Memleketimiz çok
kıymetli 2 evladının, 2 diplomatımızın Amerika’da katledilmelerine dair kara haberi
hüzünle duyduk. Kayıplar vatanın, acısı ise hepimizindir.Bütün yurttaşlar gibi, derin
bir acıya gark olmuş bulunuyor ve bir manyak tarafından irtikap olunduğu şüphesiz
olan bu cinayeti şiddet ve nefretle takbih ediyoruz. Bu kıymetli evlatlarımızın
mensubu bulundukları ailelerin derin acılarını can ve gönülden paylaşırken, onlara
başsağlığı diler ve aziz Türk milletinin ve Türk vatanının selamet ve yücelmesi için
dua ederiz.”217
ASALA(Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia)218, adını ilk defa
Ocak 1975 tarihinde Beyrut’ta Dünya Kiliseler Konseyi’nin bombalanması olayını
gerçekleştirerek duyurdu. Amacı ise Türk Hükümeti’nin 1915 yılında gerçekleşen
“Ermeni Soykırımı”nı tanıması, tazminat ödemesi ve Ermeni anavatanı için toprak
vermesiydi.219 Merkezi Lübnan’da olan örgütün faaliyet alanları ise Batı Avrupa,
Ermenistan, Dağlık Karabağ, ABD ve Orta Doğu idi. Maksist-Leninist çizgide olan
örgüt, diğer terörist gruplarla (PKK, IRA vs.) müttefikti.220
Dünyanın dikkatini “Ermeni Soykırımı”na çekmeyi amaçlayan ASALA, genç
Ermenilere bunu gerçekleştirmek için umut verdi ve onları hareket içinde ya
eylemlere katılarak ya da siyasi destekleyici olarak canlandırdı. Kendi genç tabanının
216
Milliyet, 31 Ocak 1973.
Milliyet, 30 Ocak 1973.
218
Ermenice:Hayastani Azatagrut'yan Hay Gaghtni Banak
219
http://www.armenians.com/asala/index1.html (29 Mart 2008)
220
http://www.tkb.org/Group.jsp?groupID=258 (29 Mart 2008)
217
60
ASALA’ya kaymasını istemeyen Taşnak Partisi ise 1975 yılında “Ermeni Soykırımı
için Adalet Komandoları” (Justice Commados for Armenian Genocide (JCAG)) adlı
ayrı bir örgüt kurdu.
Đki örgütün ortak amacı “Ermeni Soykırımı”na dikkat çekip tanınmasını sağlamaktı.
Ancak ASALA’nın diğer bir amacı Ermeni Bağımsızlık Hareketini yayarak bağımsız
bir Ermenistan kurmaktı.
Eylemler, 23 Ekim 1975 tarihinde Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Daniş
Tunalıgil’in ve ardından iki gün sonra Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Đsmail Erez’in
öldürülmesiyle başladı. Đlk suikastlarda eylemleri EOKA-B’nin mi yoksa
Ermenilerin mi yaptığı bilinmiyordu. Yunanistan’ın Bonn Büyükelçiliği’ne
gönderilen mektupta olayı üstlenen Ermeniler, suikastlarının amacını şöyle
açıklıyorlardı: “Türkiye’nin siyasi temsilcilerine karşı giriştiğimiz eylemlerle büyük
ve küçük bütün ülkelere unutulmuş Ermeni katliamını yapanların cezasız kaldığını
hatırlatmak istiyoruz. Adaletin yerine getirilmesi için giriştiğimiz bu eylem, bütün
dünya halklarının dikkatini 1915 yılında meydana gelen Ermeni katliamına
çekmektedir. Silahlarımızı Türk hükümeti Ermenilerle adaletin yerine getirilmesi için
görüşmeler yapmaya razı olana kadar bırakmayacağız.”221 Arka arkaya
gerçekleştirilen bu eylemler nedeniyle tüm dikkatler Türkiye’ye ve “Ermeni
Soykırımı”na yöneldi. Fransız devlet radyosu 1915 olaylarını anlatan yayınlar yaptı
ve Türklerin 10 asırdır Ermenilere eza cefa ettiğini öne sürdü. Viyana TV de 1915
olaylarını anlatan yayınlar yaptı.222
Türkiye’de ise MTTB ve Ülkü Ocaklarına bağlı gençler Đstanbul’da cinayetleri
kınayan eylemler yaptılar. Ülkü Ocaklarının Beyazıt’ta başlayan eyleminde
Yunanistan ve Ermeniler aleyhine slogan atan göstericiler Ayasofya’ya doğru
yürüyüşe geçtiler. Yapılan konuşmalarda “Hükümetin gerekli tedbirleri almaması
halinde, 500 bin Ülkü Ocaklı kişinin görev beklediği” vurgulandı. Ayasofya’da
mihraba Türk bayrağı asan gençler tekbir getirerek ilahiler okudular. Burada yapılan
konuşmada “Ayasofya’nın cami haline getirilmesini sağlayacaklarını, Ülkü
Ocaklarının bunu yapacak kudrette olduğunu” söyleyerek “Ülkemizde artık çan sesi
duymak istemiyoruz.” deyip Kur’an okudular. MTTB gençleri ise Taksim’de
toplanıp ABD, Yunanistan, Avusturya ve Fransa Büyükelçiliklerinin önüne siyah
çelenk bırakarak, Đstiklal Marşını okudular. Yapılan konuşmalarda ise olaylar
kınandı.223
Güvenlik güçleri Ermeni ve Rum Patrikhanesinin çevresinde sıkı güvenlik önlemleri
aldı. 224 Türkiyeli Ermeniler ise cinayetleri nefretle karşıladıklarını belirttiler.225
Elazığ’ın Đcadiye semtinde gece 00:30’da Ermeni asıllı Şefik Demir’in evine dinamit
atıldı.Olayda can kaybı olmazken maddi hasar meydana geldi. 226
221
Milliyet, 26 Ekim 1975.
Milliyet, 27 Ekim 1975.
223
Milliyet, 26 Ekim 1975.
224
Milliyet, 25 Ekim 1975.
225
Milliyet, 28 Ekim 1975.
226
Milliyet, 26 Ekim 1975.
222
61
Basında, gerçekleşen bu eylemlerin Türkiyeli Ermenilere yansımasının kaçınılmaz
olduğu yönünde yazılar yer aldı. Abdi Đpekçi “Zehirleyici Kampanya ve
Türkiye’deki Ermeniler” başlıklı yazısında “Türkiye dışındaki Ermeni toplulukları ve
örgütleri, Türkler ve Türkiye aleyhinde birkaç yıl önce başlayıp gittikçe yoğunlaşan
bir düşmanlık kampanyasını sürdürdükçe, Türkiye’deki Ermenilerin huzurlarının
kaçmaması düşünülemez.” diyerek bu eylemleri gerçekleştirenlerin bir kısmının
Türkiye’de bir takım tepkiler oluşturmayı hedeflediklerini ama bunu
başaramadıklarını belirtmekte ve şöyle devam etmektedir: “Eğer buna rağmen
Ermeni toplumunu huzursuzlandıran bazı nedenler varsa, ve eğer Ermeni
vatandaşlarımızın Türkiye’deki değişik alanlardaki katkıları geçmiş yüzyıllara oranla
azaltan bir benimsemezlik durumu ortaya çıkmışsa ve bu tür gelişmelerin
değiştirilmesi, düzeltilmesi güçleşiyorsa, bunun belli başlı etkeni, herhalde
yurtdışındakilerin Türkiye’ye karşı açıp sürdürdükleri düşmanlık kampanyasıdır.”227
Ermeni cemaatinin yönetim kurullarında ve Ermeni okullarının yönetiminde
bulunmuş ayrıca “Baykar” adında hem Ermenice hem Türkçe gazete çıkaran Hagop
Sivaslıyan yaşanan olaylar karşısında “(…) Kendi memleketlerinden uzakta olmanın
duygusallığı, onların içinde bazı karşı fikirler yaratıyor. Fakat bu arada burdaki
Ermeni toplumu, bu memleketteki şartları çok daha normal, çok daha iyi olursa, bu
yaratılacak olan iyi hava içinde, bu dıştaki tesirler üzerinde aksi tesir etmek
(mümkün olabilir)…” dedi. Ermeni cemaatinin sorunlarından bazılarını ise şöyle
sıraladı: “(…) Daima tekrar ediyorum, dışarıdan getirilmiş millet değil Ermeni
milleti buraya. Tarlası Türkiye. (…) Bunların okulları, hastaneleri şunları bunları
var…Bugün niçin bu okullardan birinin sıvası dökülmüş olan duvarı tamir
edilemesin. Tuhafınıza gider hemen. Bu bir hakikat…(…) Bugün Ermeni Hastanesi
diye bir hastanemiz var Yedikule’de, belki duymuşsunuzdur, her an diyebilirim ki,
orda bulunan hasta ya da tedavi altında bulunan kimselerin, hiç değilse yarısı Türk
asıllı vatandaştır.(…) Devlet 20 milyon olan o kuruluşun bütçesine on para yardım
etmez. Etmeye mecbur da değildir. Devletin hastaneleri var. Ama bunun yanında
müsaade edilmez ki namütenahi emlakinin tamire muhtaç olan birkaç tanesini biraz
daha tamir edebilsin de, geliri biraz daha artsın da o kuruluşun kendi çalışmasını
biraz daha fazla kolaylaştırabilsin.(…) Bir başka örnek vereyim size: (…) Türkiye’de
ecnebi mektepleri var. Đngiliz, Fransız, Alman, Avusturya v.s. Bu memleketin
hocaları, müdürleri o memleketin uyruklusu olarak gelenlerdi. Muhakkak ki Türk
milli eğitimi bunun yanına bir Türk müdür muavini koyacaktır ve bunlar bir teşriki
mesai yapacaklardır.(…) Fakat bu memleketin vatandaşların okulları olan Ermeni
okullarında, buranın dahilinde, hem öğretim, hem ders, kitap, gereç çerçevesi
dahilinde çalışan, yüzyıllardan beri devam edegelen ve okullarının, öğretmenlerinin
ve müdürlerinin bu memleketin vatandaşları ve bu memleketin milli eğitimi
tarafından birçok namzet arasından tayin edilmiş olan müdürün yanına acaba niçin
bir müdür muavini de ihdas etmek çabası gösterilir? Bunun faydası ne olabilir?” 228
I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetleri229 döneminde Ermeni cemaati üzerindeki baskı
arttırıldı. Bir gayrimenkulü satmak için Đstanbul’daki tüm vergi dairelerinden, ki 21
227
Milliyet, 23 Şubat 1976.
Milliyet, 23 Şubat 1976.
229
Milliyetçi Cephe hükümeti 31 Mart 1975-21 Haziran 1977; II. Milliyetçi Cephe hükümeti: 21
Temmuz 1977-5 Ocak 1978.
228
62
taneydi, vergi borcu olmadığına dair kağıt getirme zorunluluğu vardı. Türk Parasını
Koruma Kanunu ile ilgili bir uygulama olarak “kaçacakları” gerekçesiyle bütün
mallarına kambiyo tedbiri konuluyordu. Ermeniler, Museviler ve Rumlar
gayrimenkul alırken her bir cemaat için farklı renkte hazırlanmış olan formları
dolduruyordu. Ermenilerin formunun rengi yeşildi. Formlar, Ankara’ya Tapu
Kadastro Genel Müdürlüğü’ne yollanıyordu. Böylece ne kadar malının olduğu
bilinecekti.230
Eylemler devam ederken “Ermeni Soykırımı” konusu gündemdeki yerini koruyordu.
Gerçekleştirilen eylemlerin gerekçesi olarak her defasında tekrarlanıyor ve dış
ülkelerde 1915 olayları hakkında yayınlar yapılıyordu. Ancak dış temsilciliklerde
çalışanlar bu konuda yeterli bilgiye sahip değildi. Ercan Çitlioğlu bu durumu şöyle
anlatıyor: “Türk turizm bürosu, Ermeni teröristlerce bombalandığında, Türkiye’nin
Londra Büyükelçiliği’ndeki görevimiz sürmekteydi. Haberi duyunca hemen Conduit
Street’teki büroya gittim. (…) Đlk soru BBC televizyonu muhabirinden geldi: ‘1915
yılında Türkiye’de yaşanan Ermeni soykırımı hakkında ne düşünüyorsunuz?’ 1915
yılı… Ermeniler ve soykırım… Bu konuda tarih kitaplarında hiçbir şey okumamıştık.
Yurtdışı görevine atanırken bize bir bilgi verilmemiş, herhangi bir kursa tabi
tutulmamıştık. Ermeni teröristlerin eylemlerinin tırmandığı günlerde merkezden
sürekli bilgi ve belge talep etmemize karşın, sözde soykırımı kesinlikle reddetmemiz
ve böyle bir olayın yaşanmadığının açıklanması dışında doyurucu yanıt alamıyorduk.
1975 yılında başlayan Ermeni terörü beşinci yılına girmişti ve elimizde ne bir belge
ne de doküman vardı.”231 Halkın da bu konuda bir bilgisi yoktu: “Ermeni olayını
Türk toplumu zaten yeni yeni duymaya başlamadı mı?”232
11 Şubatta Musevilerin Ruhani Lideri Hahambaşı David Asseo ve Türkiye
Ermenileri Patriği Şinork Kalustyan, Başbakan Bülent Ulusu ile görüştüler. Ertesi
gün ise Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’i ziyaret ettiler. Türkiye Ermenileri
Patriği Şinork Kalustyan yaptığı açıklamada 12 Eylülde şanlı ordumuzun yönetime el
koymasıyla memleketin uçurumun eşinden döndüğünü belirterek şunları söyledi:
“Her Türk vatandaşı gibi Türkiye Ermenileri de Türk ordusunun ve Türk devletinin
himayesinde huzur ve emniyet içinde yaşamaktadırlar. Beynelmilel terörün adının
Ermeni ismi altında yurt dışında Türk diplomatlarına karşı işlediği menfur
cinayetlerden dolayı Türkiye Ermenileri büyük üzüntü duymaktadır. Bu insanlık dışı
ve vicdan dışı cinayetleri her zaman ve her yerde kınadığımızı ve Türkiye Ermenileri
adına yüksek huzurunuzda bir kere daha vurgulamak istiyorum. Bu vesile ile şu
hususu da minnettarlıkla kaydetmeyi arz ediyoruz ki, bunca yıldır hariçte vuku bulan
ve her defasında Ermeni örgütlerine atfedilen elim hadiselerden ötürü Türkiye’deki
Ermenilere gerek devlet mercileri gerekse Đslam vatandaşları tarafından hiçbir suretle
kem gözle bakılmadığı gibi asırlardan beri, iki toplum arasında mevcut dostluk ve
muhabbet bağları samimi olarak devam etmektedir.”233 Orgeneral Evren ise tüm
vatandaşlar gibi Ermeni vatandaşlarında 12 Eylül harekatıyla birlikte olduğunu ve
desteklediğini, ayrıca Ermeni vatandaşların Türk diplomatlarının öldürülmesini
230
Koçoğlu, op.cit., s.20.
Ercan Çitlioğlu, Ölümcül Tahterevalli Ermeni ve Kürt Sorunu, Ankara, Destek Yayınları,
Kasım 2007, s.64-65.
232
Milliyet, 23 Ocak 1982.
233
Milliyet, 13 Şubat 1982.
231
63
tasvip etmediklerini bildiğini belirterek şöyle devam etti: “Biz dışarıdan yapılan bu
gibi menfur cinayetlerin öcünü buradaki Ermeni vatandaşlarımızdan almayı hiçbir
zaman hatırımızdan geçirmedik. Hiçbir Türk vatandaşı bunu zaten düşünmemiştir.
(…) Ancak yurt dışındaki yanlış bilgilerle teçhiz edilen bu Ermenilerin doğru yola
getirilmesi için çaba sarf etmesini arzu ediyoruz.”234 Bunun üzerine Türkiye
Ermenileri Patrikhanesi Danışma Kurulu, bütün dünya ülkelerinin dini liderlerine ile
sivil topluluk başkanlarına ve Ermeni yayın organlarına bir muhtıra göndererek,
yurtdışındaki Türk görevlilerine karşı girişilen saldırıları kınamış, Ermenilerin,
örgütlerin kışkırtmalarına kapılmamasını istemiştir.235
7 Ağustos 1982 tarihinde ASALA’nın Türkiye’deki tek eylemi olan Esenboğa
Havalimanı saldırısı gerçekleşti. Saldırı sonucunda 8 kişi öldü, 72 kişi yaralandı.
Türkiye Ermenileri Patriği Şinork Kalustyan yaptığı açıklamada olayı nefretle
kınadıklarını belirtti.236 Bu olay üzerine toplumda oluşan tepkileri yatıştırmak için
gerekli yanıtın verileceği ve “akıtılan kanların hesabının tarihe bırakılmayacağı”
yönünde açıklamalar yapıldı.237 Orgeneral Evren, tüm vatandaşların sükunet ve
basiret içinde hareket ederek Ermenilerle hiçbir ilişkisi olmayan karanlık emelli
örgütlerin ve bunları yöneten mihrakların oyununa gelmemelerini önemle rica etti.238
Gazeteler ise halkı itidalli davranmaya ve duygularıyla hareket etmemeye çağırdı.
10 Ağustos tarihinde ASALA’nın Esenboğa Havalimanındaki eylemini protesto
etmek için Ermeni vatandaş Artin Penik kendisini Taksim meydanında yaktı. Yaralı
olarak hastaneye kaldırılan Penik’i ziyaret eden Türkiye Ermenileri Patriği Şinork
Kalustyan “Sana Türk milleti ve Ermeni cemaati adına teşekkürlerimi sunmaya
geldim. Vatanımız ve tüm Ermenilerin şerefini kurtardın, inşallah en kısa zamanda
iyileşeceksin ve eskisinden daha iyi olacaksın.(…) Her Ermeni vatandaşı senin gibi
bu vatan için canını seve seve feda etmeye hazır.” dedi. Artin Penik, 15 Ağustos
günü öldü.
Ermeni cemaati ise Esenboğa Havalimanındaki eylemle ilgili olarak şu açıklamayı
yaptı: “Masum insanların kanını, meşkuk bir gaye uğruna pervasızca döken bir avuç
maceracıya, Ermeni ırkı adına, adi ve kalleşçe işlenen cinayetler düzenleme ve bu
ırkın kaderiyle oynayıp adını lekeleme hakkını tanımıyoruz.” Türk Ermenilerinin
inkar edilemez bir özgürlük ortamında yaşadıklarını belirtilerek tüm Ermenilerin yeni
cinayet ve tecavüzleri engellemek için elinden geleni yapmaları istendi 239
Eylemler devam ederken ASALA’nın çözülme süreci Đsrail’in Lübnan’ı işgal
etmesiyle başladı. Üslerini kaybetti ve destekleyici grupları ve politik müttefikleri ile
bağlantıları koptu. Bu işgal sonrası birçok aktivitesini Suriye’ye taşımak zorunda
kaldı. Filistin Kurtuluş Örgütü ASALA ile ilişkisini kesti ve Aralık 1982 tarihinde
234
Milliyet, 13 Şubat 1982.
Milliyet, 10 Haziran 1982.
236
Milliyet, 9 Ağustos 1982.
237
Milliyet, 10 Ağustos 1982.
238
Milliyet, 12 Ağustos 1982.
239
Hürriyet, 12 Ağustos 1982.
235
64
Fransa’yı ziyaret eden El Fetih lideri Abu Iyad, ASALA ile ilgili bilgileri ve
fotoğrafları Fransız gizli servisine verdi.240
15 Temmuz 1983 tarihinde Fransa’da Orly Havalimanında gerçekleşen eylemde 4’ü
Fransız 2’si Türk, 1’i Amerikan bir diğeri Đsveçli olmak üzere 8 kişi öldü ve 56 kişi
yaralandı. Bu olay üzerine operasyonlara başlayan Fransa elinde bulunan bilgiler
doğrultusunda kısa sürede suçluları ve örgüt üyelerini tutukladı. 19 Şubat 1985
tarihinde başlayan duruşmalarda Ermeni asıllı Türk vatandaşı Boğaziçi Üniversitesi
öğretim üyesi Doç Dr. Avadis Haçınlıyan “moral tanık” olarak Türkiye lehine
tanıklık yaptı ve Türkiye Ermeni cemaatinin içinde bulunduğu rahat yaşam
koşullarını anlattı.241 Bu eylemi tasvip etmeyen bir grup ASALA’dan ayrılarak
ASALA Devrimci Hareketi (ASALA-Revolutionary Movement (ASALA-RM))
kurdu. Böylece örgüt çözülmeye başladı. En son eylem 12 Mart 1985 yılında Ottowa
Büyükelçiliği’ne karşı gerçekleştirildi. Büyükelçi yaralı olarak kurtuldu.
Ermeni terör örgütleri 1975-1985 yılları arasında 23 ülkede 699 eylem gerçekleştirdi.
Bu eylemlerde 31’i Türk diplomatları ve aileleri, 39’u üçüncü ülke vatandaşları
olmak üzere 70 kişi öldü. 524 kişi yaralandı ve 105 kişi rehin alındı. 242 Suikastları
gerçekleştirenlerden sadece Belgrad Büyükelçisi Galip Baydar’ı öldüren kişi
yakalandı. ASALA’nın, Ermeni soykırımı iddialarına dikkat çekilmesi ve bu
iddiaların geniş kitleler tarafından duyulması hedefi başarıya ulaştı.
Dönem boyunca Ermeni Patriği yurtiçinde ve yurtdışında verdiği bütün demeçlerde
Türkiye’yi destekledi ve Türkiyeli Ermenilerin devlete olan sadakatini her fırsatta
dile getirdi. Çünkü cemaatini yurtiçinden gelebilecek saldırılara karşı korumaya ve
Türk-Ermeni ilişkilerini sıcak tutmaya çalışıyordu. Ermeni yayın organları da
Türkiye’yi destekleyen yayınlar yaptı. Ayrıca Türk-Ermeni ilişkilerini konu alan ve o
dönemde çok popüler olan sempozyumlarda, katılımcı Ermeni cemaatine mensup
kişiler Türkiye’nin savunduğu teze paralel tebliğler verdi. Ancak Ermeni cemaatinin
yurtdışındaki olayları, özellikle ABD’de 24 Nisanı “soykırım günü”nü kabul ettirme
çabalarını engelleme yönünde herhangi bir etkileri olmadı.243
Bu dönemde Ermenilerin içinde bulunduğu durumu Yervant Özuzun şöyle anlatıyor:
“ASALA’nın Türk temsilciliklerini hedef aldığı yıllardı. Türkiye’de bazı kesimler
etkilenmiş, Ermeni düşmanlığı körüklenmişti. Bunların olumsuzlukları Ermeni
kurum ve toplumuna yansır hale gelmişti. Türkiye Ermenileri kendileri dışında
gelişen bu olaylardan olabildiğince üzgündü, kaygılıydı. Rahmetli Patrik arada
demeçler verir, her seferinde olayları kınadığımızı ve devlete bağlılığımızı dile
getirirdi. Bu arada Asala eylemlerini protesto etmek için Artin Penik isimli bir
Ermeni, Taksim Meydanı’nda kendisini yakarak öldürmüştü. Bu olay gerek Türkiye
toplumunda gerekse Ermenilerde az da olsa tansiyonun düşmesine neden olmuştu.
Doğrusunu isterseniz Ermeni toplumu olarak olayları kendi akışına bırakmıştık.
Đzlemekten başka yapabileceğimiz pek de bir şey yoktu. Đşte tam bu yıllardı. Evimin
240
http://www.armenians.com/asala/index1.html (29 Mart 2008)
Bali , Birikim, s.87’den Hürriyet, 28 Şubat 1985.
242
Çitlioğlu, op.cit., s.72’den Ömer Engin Lütem, Startejik Analiz Dergisi, ASAM, Sayı: 89, s:44,
Eylül, 2007.
243
Bali , op.cit., s.87.
241
65
önünde iki kişiyle karşılaştım. Ellerindeki dosyada benim ve semtimizde çok sayıda
olan Ermeni ailelerin isim ve adresleri yazılıydı. “Bir tespit yapıyoruz dediler. Beni
de ilgilendiren bu tespit ne olabilirdi ki? Kendilerini tanıttılar. Biri sivil savunma
görevlisi diğeri de polismiş. Bildiğimiz olaylar nedeniyle ortamın gergin olduğunu,
kendini bilmez bazı kimselerin Ermenilere zarar verebileceklerini, böyle bir durumda
Ermeniler’in toplu olarak yaşadıkları yerlerde bölgesel koruma önlemleri alınacağını
az bulundukları yerlerde ise adres bazında korunacaklarını söylediler. Orta yaşlı sivil
savunma görevlisi devam etti. “Sizin daha iyi anlayacağınız şekilde söyleyeyim. Bu
memlekette bir daha 6/7 Eylül olsun istemiyoruz… Çok iyi anlamıştım…”244
ASALA saldırıları nedeniyle Türkiye’de Ermeniler uzun süre aşağılandı ve
fişlendi.245 Yaşanan bu süreç sonucunda Türkiye’den göç eden Ermeniler de oldu.
Rafael Demirciyan, Ankara Cebeci’de Lolita’yı açıyor: “1972’de Cumhuriyet
fırınının karşısında, tuhafiye. (…) Travma yılları geldi çattı. Asalası bitiyor pekakası
başlıyor. Bir kişinin ettiği küfrü hakareti yüz kişi temizleyemiyor. 82’de işim
bozuldu. Ben kaderime, ismime, bana o nüfus kağıdına Ermeni yazana küfür
yetiştiremiyorum. Cebeci’nin Baba Fırat’ı en ufak hatasında Müsü Rafael
yapılıyor. Bunu yaşamayan bilmez. Pişkin, kalender, yırtık olmama rağmen
dayanamadım ve çocuklarım ne olacaklar diye çok geceler düşündüm ve onlar için
buraya geldim.” Rafael Demirciyan, 1988 yılında Avustralya’ya göç etti.246
244
Agos, 8 Eylül 2000.
Agos, 26 Nisan 2002.
246
Agos, 10 Mayıs 2002.
245
66
II. 1990’LARDAN GÜNÜMÜZE
SSCB’nin yıkılması yeni bir dünya düzeninin habercisiydi. Artık, ulus devlet
sınırlarının geçirgen hale geldiği ve insan haklarının ön planda olduğu bir siyasi
düzen hakimdi.
Avrupa Güvenlik ve Đşbirliği Konferansı’nın (AGĐK) 1990 yılında gerçekleştirilen
ikinci doruk toplantısında kabul edilen Paris Şartı, tamamen “üçüncü sepet”i
oluşturan insan hakları ile ilgiliydi. Buna göre, devletler hem azınlık ve insan
haklarına saygı göstereceklerdi hem de ulusal azınlıkların farklı kimliklerinin
kuvvetlenmesi için gerekli koşulları oluşturacaklardı. Bunu, 1991 yılındaki Cenevre
Uzmanlar Toplantısı Raporu izledi. Ulusal azınlıklara ilişkin konuları ve ulusal
azınlıklara mensup kişilerin haklarını kapsamlı şekilde düzenleyen Rapor’a göre, bu
konular münhasıran devletlerin içişlerini oluşturmuyordu. 1992 yılındaki AGĐK
doruk toplantısında Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği kuruldu. Bu komiserliğin
görevi, AGĐK bölgesindeki istikrarı ya da barışı tehlikeye sokabilecek etnik
gerilimleri saptamak ve çatışmaya dönüşmeden çözüm bulmaktı.
Azınlık haklarına ilişkin diğer bir düzenleme, Birleşmiş Milletler (BM) Genel
Kurulu’nun 1992 yılında kabul ettiği Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara
Mensup Kişilerin Haklarına Đlişkin Bildiri’dir. Avrupa Konseyi de 1992 yılında
Azınlık Dillerine ve Bölge Dillerine Đlişkin Avrupa Şartı’nı ve 1995 yılında Ulusal
Azınlıklara Đlişkin Çerçeve Sözleşme’yi hazırladı. Her iki sözleşmede 1998 yılında
yürürlüğe girerek üye devletler açısından bağlayıcılık kazandı.
Böylece, 1990’lardan itibaren insan ve azınlık haklarının etkiledikleri coğrafi alan
genişlerken nitelik olarak da güçlendiler. Ayrımcılığın önlenmesinden azınlıkların
korunmasına geçiş başladı. Devlet, azınlıkları korumakla görevlendirilirken artık
kendi içinde azınlık olup olmadığını saptama yetkisi elinden alınarak eğer farklılık
varsa azınlığın olduğu kabul edilmeye başlandı. Azınlıklara birer siyasi grup olarak
değil bireysel olarak siyasi haklar tanındı; vatandaşı oldukları devlete karşı
ödevlerinin bulunduğu belirtildi. Bu da verilen hakların bağımsızlık için bir ilk adım
yerine; ulusal ve bölgesel barış için zorunlu bir güvence olarak algılandığını
göstermektedir. NGO’lar da (devlet dışı organizasyonlar) insan ve azınlık hakları
konusunda uluslararası alanda devletler kadar etkili biçimde yer almaya başladı.
Đnsan ve azınlık haklarında yaşanan gelişmeler Türkiye’nin bu konuda bazı olumlu
adımlar atmasını sağladı. Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanıdı.
Böylece, ilk kez insan hakları ihlallerinin uluslararası bir mahkemede yargılanması
kabul edilmiş oldu. 1990 yılında Avrupa Sosyal Şartı’nı onayladı. TBMM’de Đnsan
Hakları Đnceleme Komisyonu kuruldu. Fakat 1990’larda Kürt sorunu nedeniyle
çıkartılan Olağanüstü Hal Kararnameleri nedeniyle yaşanan insan hakları ihlalleri
Türkiye için uluslararası ilişkilerde sorun oluşturdu. 2000’li yıllarda ise Avrupa
Birliği Uyum Yasaları nedeniyle gerçekleştirilen reformlar nedeniyle azınlık ve insan
haklarında iyileştirmeler görüldü.
Türkiye’nin Ermenilere bakış açısı bu dönemde de bir değişiklik göstermedi. Aksine
“güvenilmez oldukları” ve her an “ihanet edebilecekleri” anlayışına ek olarak bir de
67
bu yıllarda “Ermeni” kelimesi küfür olarak kullanılmaya başlandı. Ayrıca PKK ile
Ermenilerin ilişkileri olduğu da sık sık gündeme getirildi ve herhangi bir delil
bulunmasa da buna inanıldı.
Türk Standartları Enstitüsü’nün 40. yıl dönümünde yayınladığı ve 15 Şubat 1994
tarih ve 569 sayılı karar ile öğretmenlere ve orta dereceli öğrencilere tavsiye edilen
ve yüksek düzey bürokratlara dağıtılan “Türk ve Türklük” adlı kitap Ermeni algısı ile
ilgili önemli veriler içermektedir. Buna göre, “Türkiye’de sizi aldatan birine mi
rastladınız, biliniz ki bu muhakkak bir Ermeni’dir. Bir Türk’e mi iş yaptıracaksınız,
mukaveleye lüzum yok, sözü kafidir. Ama Rum ya da başka bir Hristiyan’la iş
yapacaksanız mukavele yapınız. Ermeni ile sözlü ya da yazılı hiçbir mukavele
yapmayın. Zira onun yalan ve hilelerine karşı hiçbir mukavele garanti
sağlamaz.”(…) Dinimizin ve milletimizin bekası için geliştirilen yöntem: “Yalnız
kılıç tutabilen el, hükümetin esasını tutabilir, sözü kulaklara küpe olmuş ve hala
öyledir.”247
Varolan algı nedeniyle “Ermeni” kelimesi bazen aşağılama ifadesi olarak
kullanılırken bazen de suçun gerekçesini oluşturuyordu. 1996 yılında iktidardaki 54.
Hükümetin Başbakanı Necmettin Erbakan Kayseri’de yaptığı bir konuşmada
“Refah’a verilmeyen her oy Ermeniye ve Yahudiye verilmiş oydur” dedi. Oluşan
tepki üzerine açıklama yapan Refah Partisi milletvekili Bahri Zengin şunları söyledi:
“O konuşmada “Ermeni” sözcüğü aşağılamak ve hakir görmek anlamında değildir.
(…) Sizi inkar etmek kendimizi inkar etmek olur. Sizi inkar, bu ülke için bir
eksikliktir. Tek kollu, tek ayaklı bir insana benzer. Çok uzun yıllar birlikte yaşamış
gelmişiz ve insanoğlu hatadan uzak değildir.”248 Ermeni kimliğinin işlenen suçun
gerekçesi olduğuna dair algının örneklerinden biri, AKP Aksaray Milletvekili
Ramazan Toprak’ın, ‘Van’da tutuklanan Rektör Yücel Aşkın, Ermeni kökenlidir.’
açıklamasıydı. Bunun üzerine açıklama yapan Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan
şunları söyledi: “Sayın Toprak’ın sözleri aşağılayıcı anlamda, Ermeni olmak suçmuş
veya kötü bir şeymiş gibi kullanılmıştır. Bu tür ırkçı söylemler çağdaş, çoğulcu,
demokratik ülkelerde kabul edilemez. Đnsanların aidiyeti değersizmiş gibi, bu
değerler üzerinden siyaset yapmaya yeltenmek, bölücülüktür. Bu hatayı bundan önce
Sayın Meral Akşener ve Sayın Tansu Çiller de işlemişlerdir. Milletvekilleri bu
konuda her ne kadar dokunulmazlık kalkanının arkasına sığınsalar da, Allah’tan
korkmalı, insanlardan da utanmalıdırlar.”249
Her an “ihanet” edebilecek bir cemaat olarak görülen Ermeni cemaatin içinde yer
aldığı bir film bile “gizli niyetlerinin ve işbirliklerinin göstergesi” olarak kabul edilip
tartışmaya sebep olabilmektedir. Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı adlı kitabından
sinemaya uyarlanan Varlık Vergisi’ni konu alan “Salkım Hanım’ın Taneleri” adlı
filmin Kasım 2001 tarihinde TRT tarafından yayınlanması ile başlayan tartışmalar
buna örnek oluşturmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili Ahmet Çakar
konuyu gündeme taşıyarak film ile ilgili şunları söyledi: “Bu film doğrudan Ermeni
lobilerinin gizli işbirliği içerisinde hazırlanmış bir senaryo ve film olabilir. Ermeni
lobileriyle ilişkisi vardır yoktur bilinmez. Ama ben itham ve iddia ediyorum. Bunu
247
Agos, 21 Haziran 1996.
Agos, 31 Mayıs 1996.
249
Hürriyet,26 Ekim 2005.
248
68
çözecek olan Türkiye’nin istihbarat birimleridir. Bu bağlantıyı çıkaracaklar ve Yüce
Türk Adaleti de bunu yargılayacak” dedikten sonra filmin senaristi Etyen
Mahçupyan’ın “Ruhundaki gizli Türk düşmanlığını dışa yansıttığını” öne sürerek
hem Karakoyunlu’nun hem de Mahçupyan’ın suçüstü yakalandıklarını belirterek
Ermeni-Türk düşmanlığının tohumlarının ekildiğini kaydetti. Bu açıklama üzerine
tartışmalar başladı. Filmin karakterlerinin kitapta Yahudi olmasına rağmen neden
Ermeni karakterlerin kullanıldığı sorusu soruldu. Amacın “Ermeni mezalimi” gibi bir
hava oluşturup “mağdur Ermeni” figürünü zihinlere yerleştirmek olduğu yönünde
yorumlar yapılıyordu. Mahçupyan, yaptığı açıklamada filmin karakterlerinin Yahudi
olduğu için yapımcının Musevi cemaatinden sinagog ve mezarlık çekimi için yardım
istediğini ancak cemaatin buna sıcak bakmaması ve Ermeni cemaatinin yardım
etmeyi kabul etmesi üzerine karakterlerin Ermenilere dönüştürüldüğünü belirtti.
Yapımcının Yahudi cemaatini ikna etmek için yardım istediği Đshak Alaton’un da
Mahçupyan’ı doğrular nitelikteki açıklaması ile tartışma dinmeye başladı.250
Đlerleyen günlerde yayınlanan yorumlardan biri şöyleydi: “Buradan soruyorum,
Mahçupyan bir ahlak otoritesi mi yoksa cahillik ve aptallığı Türk milliyetçilerine
yakıştıracak kadar cesaret enjekte edilmiş bir hain midir? Azınlıklar, Varlık Vergisi
gibi devletimizin öngördüğü vergi sistemini şükrederek karşılayacakları yerde,
Türkiye’deki rahat ve özgürlük bir yerlerine batmış olacak ki zamanında yaptıkları
katliamları unutarak davranmak yerine, yaşadıklarına şükretmiyorlar. Biz çok büyük
ve affedici bir milletiz.”251
1990’lı yıllarda gündemin üst sıralarında yer alan PKK terör örgütü de Ermenilerle
ilişkilendirildi. Cumhuriyet tarihi boyunca Türk milliyetçiliği, Anadolu’nun
Müslüman halklarından biri olan Kürtlerin zorla ya da gönüllü asimilasyonla Türk
olabileceklerine inanmaya devam etti. Ancak Kürtlerin kayda değer bir kısmının
asimilasyona direnmesi ve Türk milliyetçiliğinin de bu duruma çözüm bulmakta
zorlanması nedeni ile ortaya çıkması muhtemel etnik çatışmayı önlemenin yolu
olarak sorunun Ermenilerle ilişkilendirilmesi yoluna gidildi. Abdullah Öcalan’ın
Ermeni kökenli olduğu ve PKK’nın ASALA’nın devamı olduğu iddia edildi. Tansu
Çiller yaptığı bir açıklamada “Bu PKK’lılar Kürtler değil Ermenilerdir.” dedi. Ayrıca
Başbakanlığı süresince kendisini kutlamak isteyen Türkiye Ermenileri Patriği’ne
zaman ayırıp randevu vermedi.252 Necmettin Erbakan hükümeti döneminde Đçişleri
Bakanı olan Meral Akşener 27 Mart 1997 tarihinde Sanayi Polis Merkezi’nin
açılışında yaptığı konuşmada Abdullah Öcalan için “Bir zibidi Ermeni dölü çıkıp bu
ülkeyi bölmeye çalışıyor. Ancak bunu başaramayacak.”dedi. Aldığı tepkiler üzerine
Akşener, Ermeni cemaatinden kabul ettiği bir heyetle birlikte yaptığı açıklamada
aslında sözleriyle ASALA’yı kastettiğini belirterek “Sadece Türkiye’deki Ermeni
vatandaşlarımızdan değil tüm dünyadaki Ermeniler’den bu ifadem için özür
diliyorum.” dedi.253 Abdullah Öcalan’ın Đmralı’da yargılanması süresince “Ermeni
Dölü”, ‘‘Kürtçe biliyorsan konuşalım. Sen Kürtler'e hizmet değil hainlik yapıyorsun.
Ermeni uşağısın’’, ‘‘Ben Kürdüm. Apo, Kürt savunucusu değil Ermeni uşağı’’ gibi
tepkilerle sık sık PKK-Ermeni yakıştırması yapıldı. Türkiye Ermenileri Patriği
Mesrob Mutafyan, terör örgütü PKK'nın neden olduğu olayların ardındaki
250
Agos, 7 Aralık 2001
Ortadoğu, 25 Aralık 2001.
252
Agos, 31 Mayıs 1996.
253
Agos, 4 Nisan 1997.
251
69
sorumluların Ermeniler olduğunun söylenmesinin haksız bir tutum olduğunu,
başından beri ısrarla yinelenen ‘PKK-Ermeni’ yakıştırmasının, Ermeni asıllı
yurttaşları rencide eden asılsız ve gerçek dışı bir söylem olduğunu kamuoyuna
anlatmaya çalıştıklarını kaydetti. Özellikle son günlerde terör örgütü elebaşının
Đmralı Adası'ndaki yargılanması aşamasında bu söylemin bazı medya organlarında
yeniden gündeme getirildiğini üzülerek gördüklerini kaydeden Patrik, “Ermeni
sözcüğünün küfür niteliğinde kullanılması da, kınanması gereken çağdışı davranıştır.
Ülkemizde herkesin sağduyulu davranmasının zamanıdır” dedi. Ayrıca şunları
ekledi: “Şehit yakınlarının ve gazilerimizin acılarını paylaşmak temel insanlık
görevimizdir. Onların acılarını en samimi duygularımızla daima paylaşıyoruz. Art
niyetli unsurların, acısı çok büyük olan bu insanlarımızın durumundan yararlanarak
onları yanlış adreslere yönlendirme cüretini göstermeye hakları yoktur. Đnancımız ve
umudumuz odur ki, ülkemiz bu kargaşa ve kavganın içinden de kardeşlik
duygularıyla çıkmasını becerecektir.”254
Zakarya, PKK-Ermeni yakıştırmasının yoğun olarak yaşandığı günlerin Türkiyeli
Ermenilere etkisini şöyle anlatıyor: “Bir içişleri bakanının, basın ve yayın organları
önünde, Abdullah Öcalan ile ilgili bir açıklama yaparken, “Ermeni dölü!” diye
küfrettiği günlerde yaşamanın ne olduğunu; böylesi aşağılanmalarla karşı karşıya
kalarak yaşamanın ne olduğunu Türkiye’de Ermeni olanlar bilebilir ancak!”255
Her yıl tekrarlanan kurtuluş günlerinde geleneksel hale gelen Ermeni çetecilere atfen
canlandırılan “temsili katliamlar” gelecek nesillerde olumsuz bir Ermeni imajı
oluşmasına sebep olmaktadır. Son olarak Erzurum’un Aşkale ilçesinin kurtuluş
gününde gerçekleştirilen “temsili katliamlar” ve “temsili idamlar” için gerekçe olarak
Aşkale Belediye Başkanı Ahmet Yaptırmış “Çocuklarımız tarihini iyi bilsin diye
yapıyoruz.” cevabını verdi. Yaptırmış, temsilin amacını şöyle açıkladı: “Đnsanlık
tarihinde en utanılacak vahşetlerin yaşandığı çağımızda kurtuluş günlerinin önemi
daha iyi anlaşılmalı ve daha iyi bilinmelidir. Milli ve manevi heyecanlarımızın canlı
tutulması o günlerin yeniden hatırlanması bizlere şerefli bir gelecek için ışık
tutacaktır. Bugün ASALA’nın devamı olan Ermeni terör örgütü PKK’nın kökünü
kazımak için uyguladıkları politikalardan dolayı Başbakan’a ve göz bebeğimiz olan
Türk Silahlı Kuvvetleri’mize şehit torunları adına şükranlarımızı arzediyorum.” [sic]
Ancak Kaymakamın isteğiyle gelecek yıl yapılacak kutlamalarda “temsili katliam”ın
yer almaması kabul edildi.256 Halkın canlandırmadan sonra Ermeni çeteci rolünü
oynayan kişilere karşı saldırılarda bulunması nedeniyle günümüzde bu rolü
üstlenecek kişi bulunamadığı için bazı illerde kurtuluş günlerinde bu
canlandırmaların yapılamaz hale gelmesi amaçlanan olumsuz Ermeni imajı
oluşturma hedefine ulaşıldığının bir göstergesidir.
Dönem içinde, Türkiyeli Ermeniler bazen azınlık hakları ihlalleri bazen de Ermeni
sorunu nedeniyle gündeme geldiler.
254
Hürriyet, 11 Haziran 1999.
Kemal Yalçın, Seninle Güler Yüreğim, 4. Basım, Đstanbul, Birzamanlar Yayıncılık, Ocak 2006,
s.248.
256
http://www.ntvmsnbc.com/news/437899.asp (4 Mart 2008)
255
70
A.Yeni Dünya Düzeninin Türkiye’ye Yansımaları
Đnsan ve azınlık haklarının yeni siyasi sistemin temelini oluşturması diğer ülkelerde
olduğu gibi Türkiye’de de azınlıkları harekete geçirdi. Daha önce “ne kadar az
görünürsek o kadar rahat yaşarız” anlayışı ile hareket ederek yaşanan hak ihlallerine
sessiz kalmayı tercih eden azınlıklar artık “ben de varım” demeye başladılar.
Azınlıkların görünür hale gelmek ve kendilerini anlatmak yolundaki çabalarına Hrant
Dink’in Agos gazetesini kurması örnek gösterilebilir. Ermeni kelimesinin küfre
dönüştüğü ve Abdullah Öcalan’ın “Ermeni dölü”, PKK’nın da Ermenilerden oluşan
bir örgüt olarak tanımlandığı bir dönemde, 1995 yılında Sabah gazetesinde, Abdullah
Öcalan’ın bir papazla çekilmiş fotoğrafı “Đşte Ermenilerin işbirliğinin ispatı”
başlığıyla yayımlandı. Papaz Ermeni değildi. Bu ortamda Hrant Dink, Patrikhane’ye
“Ermeni toplumu çok kapalı yaşıyor, kendimizi iyi anlatırsak önyargılar kırılır”
diyerek Türkçe-Ermenice bir gazete çıkarmayı önerdi ve 5 Nisan 1996 tarihinde
Agos gazetesi yayın hayatına başladı.257
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için gerçekleştirdiği uyum yasaları da hakların
gelişmesine ve daha demokratik bir ortam oluşmasına yardımcı olmaktadır. Ancak
yasalarda reform gerçekleşse bile zihniyetin ve algının değişmemesi sorunların
devam etmesine ve yaşam hakkına kadar uzanan hak ihlallerine sebep olmaktadır.
1. Eğitimde Karşılaşılan Problemler
Azınlık okullarına yönelik politikada herhangi bir değişiklik yapılmadı. Azınlıklara
ait okulların ve onlara devam eden öğrencilerin sayısı azalsa da dikkatle takip
edilmesi gereken yerler olduğu algısı aynı kaldı. Bu nedenle, Milli Eğitim Bakanlığı
(MEB) tarafından azınlık okullarına Türk müdür yardımcısı atanması uygulamasına
devam edilmektedir.
Ermeni azınlık okullarında sadece Türkçe ve Sosyal Bilimler dersleri Türkçe
okutulmaktadır. Ancak zaman zaman bu uygulama değiştirilmeye çalışılmaktadır ki
bu Lozan Barış Antlaşması’nın 41. maddesine aykırıdır.258 Örneğin, MEB Talim ve
Terbiye Kurulu’nun, 11 Ekim 1993 tarih ve 2392 sayılı Tebliğler Dergisi’nde
yayımlanan kararında özel Ermeni okullarında haftalık ders programının çizelgesi
belirtilerek altına eklenen not bölümünün 3. maddesinde “Ermenice dersi dışındaki
bütün dersler Türkçe olarak okutulacaktır.” demekteydi. Bu kararla müzik ve din
derslerinin de Türkçe okutulması zorunlu hale geliyordu. MEB, kararın
uygulanmasını denetlemek için okullara çok sayıda denetleyici gönderirken karar
Ermeni velilerce tepkiyle karşılandı. Ermeni okullarının yöneticileri yazılı olarak
Đstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, Türkiye Ermeni Patrikhanesi ise Đstanbul
Valiliği’ne “yanlışlığın düzeltilmesi için” başvurdu. Kararı incelemeye alan yetkililer
Türkiye’nin uluslararası anlaşmalar karşısındaki yükümlülükleri için Dışişleri
257
258
Radikal, 20 Ocak 2007.
Bkz. Dipnot 26.
71
Bakanlığı’ndan görüş istedi.259 Daha sonra alınan bir kararla bu madde iptal edildi ve
eski uygulamaya dönüldü.
Bir diğer örnek ise, Talim ve Terbiye Kurulu’nun, 4 Ağustos 1999 tarihli ve 261
sayılı kararı ile 1., 2. ve 3. sınıflarda okutulan Hayat Bilgisi dersinin Türkçe
okutulmasına karar vermesiydi. 12 Ekim 1999 tarihinde bu kararın düzeltilmesi için
MEB’e başvuruda bulunuldu. Henüz cevap gelmediği halde Şişli Đlçe Mili Eğitim
Müdürlüğü, 21 Ocak 2000 tarihinde Feriköy Merametçiyan Đlköğretim Okuluna bir
yazı gönderdi: “Bazı okullarda bu karara uyulmadığı, söz konusu dersin Ermenice
dersler arasında Ermenice olarak okutulduğunun öğrenildiği” belirtilerek “Hayat
Bilgisi dersinin Talim ve Terbiye Kurulu’nun kararı doğrultusunda Türkçe olarak
okutulmasını” istedi.260 Kurul, 30 Mart 2000 tarihli aldığı yeni kararla Hayat Bilgisi
dersinin hangi dilde okutulacağı okul idarelerinin tercihine bıraktı.261
2. Vakıflar Sorunu ve Ermeni Kültürel Mirası
“Cemaatin atardamarları” olarak tanımlanan vakıflarının işleyişi, azınlık
cemaatlerinin yaşamının büyük bir bölümü ile doğrudan ilintili olduğu için büyük
önem taşımaktadır. Ermeni cemaati dini, eğitsel ve kültürel gereksinimlerini vakıflar
aracılığıyla yerine getirmektedir.262 Cemaatler için bu derece önemli olan vakıfların
işleyişinde iyileştirilmeler yapılmakla birlikte birçok önemli sorun hala varlığını
devam ettirmektedir.
Vakıfların önemli sorunlarından biri taşınmazların bakımı ve onarımı sorunuydu. 21
Ekim 1998 tarihli ve 919/914 sayılı Vakıflar Meclisi Kararı ile en son
4.000.000.000.-Tl’ye kadar yükseltilen bakım ve onarımda Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nden (VGM) izin alınmadan gerçekleştiriliyordu. Ancak belirtilen üst
sınırla bu binaların bakım ve onarımı mümkün olmadığı için VGM’den izin almak
gerekiyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğünün 23 Aralık 1999 tarih ve 2650 B sayılı
yazısıyla, Vakıflar Tüzüğünün 46 ve 48. maddelerinin uygulanmasına son verildiği
bildirildi. Böylece izin alma zorunluluğu ortadan kalktı.
Avrupa Birliği’ne uyum çalışmaları çerçevesinde azınlık vakıfları sorunu da
gündeme geldi. Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan, azınlık vakıfları ile ilgili tasarı
görüşülürken, 18 Ocak 2002 tarihinde Ankara’da siyasiler, devlet adamları ve üst
düzey bürokratlarla temaslarda bulundu. Bu temaslarda sunduğu öneride, azınlıkların
yeni mal edinmelerinde getirilen “mütekabiliyet” koşulunun kaldırılması, yeni
taşınmaz edinilmesinin Dışişleri ve Đçişleri Bakanlıkları ile Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün iznine bırakılmasının “keyfi uygulamalara” neden olduğu
gerekçesiyle bu uygulamanın kaldırılması ve daha önce “hatalı yargı kararları ile
kamuya geçen” taşınmazların da belli ölçüde tazmin edilmesi yer aldı.263 Görüşmeler
259
Mahmut T. Öngören, “Yasaklar Dosyası Ermenice Ders Yasağı”, Đstanbul, Milliyet Sanat Dergisi,
s.38.
260
Agos, 28 Ocak 2000; Agos, 11 Şubat 2000.
261
Agos, 7 Nisan 2000.
262
Agos, 13 Aralık 1996.
263
Cumhuriyet, 22 Ocak 2002.
72
hakkında yapılan eleştiriler üzerine Türkiye Ermenileri Patrikliği Basın Sözcüsü Av.
Luiz Bakar bir açıklama yaparak, tasarının konu itibariyle kendilerini ilgilendirdiğini
ve kimi hükümlerinden direkt etkilenecekleri için bazı milletvekilleriyle görüş
alışverişinde bulunulduğunu belirtip “Türkiye Cumhuriyeti’nin milletvekilleri,
milletin her kesimi gibi, Türkiye Ermenilerinin de ‘vekilleri’dir. Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşanan sorunlara elbette ki Türkiye
Cumhuriyeti’nin milletvekilleri çözüm bulacaktır, başkaları değil.”264 dedi. Doğru
Yol Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Ekici, azınlık vakıfları tasarısı ve
Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan’ın temasları hakkında şunları söyledi: “Tasarı,
milli güvenliğimizi tehdit eden bir tasarıdır. Bu tasarıdan bizim ana muhalefet partisi
olarak haberimiz yok. Đktidar milletvekillerinin de haberi yok. Ama Mutafyan’ın
haberi var. ASALA’nın silahla alamadığını lobilerle alacak bu tasarının şiddetle
karşısındayız.”265 Hazırlanan tasarının geri çekildiği açıklandı.
Uyum çalışmaları sonucu 9 Ağustos 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 4771 sayılı kanun azınlık vakıfları açısından önemli bir adımdı. Bu
kanunun 4. maddesine göre cemaatlere dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel
alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinmek ve taşınmaz malları
üzerinde tasarrufta bulunmak hakkı verildi. Ancak hem izin verecek kurumun
Bakanlar Kurulu olması hem de 4 Ekim 2002 tarihinde çıkartılan yönetmelikte yer
alan eşitliğe aykırı, ağır ve uygulanması çok zor koşullar, büyük hayal kırıklığı
yarattı. Basında da bu konu tartışmalara sebep oldu. Lehinde ve aleyhinde çok sayıda
yazı yazıldı.
4771 sayılı kanunda var olan eksikliklerin ve eleştirilen yönlerin düzeltilmesi için
4778 sayılı kanun 11 Ocak 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girdi. Bu kanunla izin mercii VGM oldu. 24 Ocak 2003 yılında da yeni yönetmelik
yürürlüğe girerek eskisini lağvetti. Yeni yönetmelikle vakfiyeleri olsun veya olmasın,
bütün cemaat vakıfları aynı potaya dahil edildi ve cemaat vakıfları dini hizmet gören
bir teşekkül olarak değil, kurum olarak vasıflandırıldı. Ancak yönetmelikte cemaat
vakıfları başlığı altında muhtelif cemaatlere ait 160 vakfın listesi verilmekteydi ve
bunun dışındaki vakıfların başvuruları reddedildi. Hem 4771 sayılı kanunda hem de
4778 sayılı kanunda kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetine ve tasarrufuna geçen
taşınmazlar sorununa çözüm getirilmedi.
2004 yılından bu yana TBMM’nin gündeminde bekletilen 5555 sayılı Vakıflar
Kanunu tasarısı TBMM Genel Kurulu’nda 9 Kasım 2006’da kabul edildi. Ancak
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tasarının dokuz maddesini yeniden görüşmek
üzere TBMM’ye gönderdi. Avrupa Birliği, 2007 Đlerleme Raporunda tasarının biran
önce yasalaşması için TBMM’ye çağrıda bulundu. Kanun, 20 Şubat 2008 tarihinde
TBMM Genel Kurulu’nda aynen kabul edildi ve 27 Şubat 2008 tarihinde
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayı ile Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girdi. Kanun birçok iyileştirme getirse de özellikle cemaatlerin el konulan bütün
taşınmazlarının iadesini veya tazminini öngörmemesi, belli koşullar altında
bazılarının iadesini öngörmesi nedeniyle azınlıklar arasında hoşnutsuzluğa sebep
oldu. Meclis içinde de ciddi tartışmalara sebep olan kanunun iptali için Cumhuriyet
264
265
Agos, 25 Ocak 2002.
Agos, 8 Şubat 2002.
73
Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine başvuruldu. CHP’nin kırk bir sayfalık
dava dilekçesinden bir alıntı şöyle: “Ermeni azınlığa ait vakıfların (kilise vakıfları)
karşılığında Ermenistan’la veya başka bir devletle nasıl karşılıklılık ilişkisi
kurulabilecektir. Bu şu haliyle mümkün olmadığı gibi özellikle Ermenilerin sürekli
dünya gündemine taşıdıkları sözde soykırım iddialarını yoğun olarak yaşadığımız
günümüzde bir de bu vakıflara gayrimenkul edinme hakkı tanınması verilebilecek en
büyük taviz niteliğini taşımaktadır. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’yla yırtılıp atılan Sevr
Anlaşması’nda dayatılan Büyük Ermenistan’ın kurulmasına zemin hazırlayıcı
niteliktedir. Ermeniler ülkemizden toprak taleplerini hiçbir zaman gizlememişler ve
bu konuyu tazminat talepleriyle birlikte hala dünya gündeminde tutmaya devam
etmektedirler. Ermeni Diasporası’nın lobiler aracılığıyla, ASALA’nın terör yoluyla
yapmaya, elde etmeye çalıştığı sonuçların adeta tam bir teslimiyet içerisinde
sunulmasından başka bir şey değildir.”266
Döneme uygun olarak kendi kültürüne sahip çıkan Ermeniler, Türkiye’nin dört bir
yanında bulunan tarihi mirasın ayakta kalabilenlerine sahip çıkabilmek için harekete
geçti. Agos gazetesinde “Durdurun Bu Ayıbı” başlıklı yazıda bu mirasın
günümüzdeki hali şu şekilde anlatılmaktadır: “Yüzyılın başında sırf Doğu
Anadolu’da sayısı binlerle ifade edilen Ermeni yapısı kilise ve binadan, bugün
sadece birkaçı, o da ancak harabe halinde varlığını devam ettiriyor. Kars ve Bitlis’in
merkezlerinde hala eski Ermeni evlerinin izlerine rastlanmakla birlikte bunlarında
zaman içinde yavaş yavaş yıkılarak yok oldukları gözleniyor. Van’da ise Ermeni
evlerinden hiç eser yok. Bölgedeki sayısız Ermeni Kilisesi zamanla ya tamamen
ortadan kaldırılmış ya da camiye dönüştürülmüş durumda. Bunun tipik örneği
Kars’ın merkezindeki bir zamanlar Arakelots Kilisesi. Şimdilerin Kümbet Camii.”
Yapının tarihçesinin bu binanın önceden Ermeni Kilisesi olduğuna dair herhangi bir
ibare yok. Gelen turistlere “Bu kilisenin Oğuzlar döneminde Hristiyanlığı seçmiş
Türklerin bir kolu tarafından yapıldığı” anlatılıyor.267
AB uyum yasaları nedeni ile restorasyon çalışmaları da hız kazandı. Çanakkale’de
bulunan Surp Kevork Kilisesi ve etrafında bulunan Ermeni mahallesi belediye
tarafından koruma altına alındı. Etnografya Müzesi’ne dönüştürülmesi amaçlanan
kilise ile alanın çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmalarının tamamlanarak
turizme kazandırılması amaçlanmaktadır.268 Sivas’ın Kangal ilçesindeki kaderine
terkedilmiş Ermeni mezarlığının Đstanbul’da yaşayan Kangallıların girişimi ile
sınırları çitlerle çevrilip iç düzenlemesi yapıldı. 269
Gündemi en çok meşgul eden restorasyon çalışmalarından biri Ahdamar (Akdamar)
Kilisesi’nin restorasyon çalışmasıydı. Restorasyon aslına uygun şekilde
gerçekleştirildi ve anıt müze olarak açıldı. Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı
Muhsin Yazıcıoğlu bu açılışı eleştirerek şunları söyledi: “Dini vecibelerini yerine
getirmek amacıyla yeniden yapılan ibadethanelere karşı değiliz. Yeter ki
ibadethaneler hangi dinden olursa olsun amaçlarına uygun icraatlar yapsınlar. Din
örtüsü altında devletleri, milletleri ve diğer dinleri yok etmeyi hedeflemesinler.
266
Agos, 18 Nisan 2008.
Agos, 27 Haziran 2003.
268
Agos, 4 Ağustos 2000.
269
Agos, 27 Haziran 2003.
267
74
Soykırımı iddialarına dayanarak, Türk milletini, muhteşem tarihinden kopararak, eli
kanlı soykırımcı gibi gösterme çabaları hiçbir zaman bitmemiştir. Günümüzde
Ermenilerin, suçsuz diplomatlarımızı öldürmekle yetinmeyip uluslararası
havaalanlarında halkın üzerine ateş açarak her milletten insanları öldürmeleri, onların
tarihte neler yaptıklarının en açık delilleridir. Sözde Ermeni topraklarının geri
verilmesi şartını koyan Avrupa Birliği'ne AK Parti Hükümetinin uyum göstermesi
asla kabul edilebilecek bir durum değildir.”Ayrıca açılışa Ermenistan’ın da davet
edilmesiyle durumun uluslararası bir boyut kazandığını; bunun
Türkiye
Cumhuriyeti’nin mirası olarak değerlendirilmesi gerektiğini Ermenistan’ın malıymış
gibi, mirasıymış gibi Ermenistan yönetimiyle ilişkilendirilmesinin hata olduğunu
belirterek “Ben burada Başbakanı ikaz ediyorum: Bütün milletimizi özellikle Vanlı
hemşehrilerimizin içini yaralayan ve kanatan Akdamar Kilisesi'ni açmaktan
vazgeçin, böyle bir lekeyi resmileştirerek muhteşem tarihimizi kirletmeyin.”dedi.270
Bu beyanatla hala Ermenilerin “gizli niyetlere” sahip olduğu algısının devam ettiği
görülmektedir. Ayrıca eserin Ermenilere ait tarihi bir miras olduğu gerçeği
reddedilerek bu topraklardaki Ermeni geçmişi de yok sayılmak istenmektedir.
Ahdamar Kilisesi anıt müzesinin açılışı 29 Mart 2007 tarihinde gerçekleşti. Türkiye
Ermenileri Patriği Mutafyan yaptığı açıklamada “90 yılı aşkın süredir ibadethane
olarak kullanılmayan binanın aslına uygun olarak yenilenmesi sevindirici bir
durumdur. Tarihi bir kilisede icra edilecek olan dua insanları birbirine
yaklaştıracaktır” dedi. Ayrıca anıt müze olarak kullanılacak kilisede yılda bir kez
ayin, Akdamar adasında ise festival düzenlenmesini isteyen Türkiye Ermenileri
Patriği Mutafyan, bu ayinin barışın bir türlü oluşmadığı Ermeni ve Türk toplumu
arasında güzel bir ortam oluşturacağını kaydetti. Hükümetin bu törenlere olanak
sağlayacağına kalben inandığını kaydetti. Başbakanlığa kilisede ayin yapılabilmesi
için yazı yazdığını ancak cevabını henüz alamadığını belirtti.271
Kültür ve Turizm Bakanlığı define arayanlar tarafından duvarları delik deşik edilen
ve üzerine yazılar yazılan Ermenilerin dünyaca ünlü Ani Harabeleri’nde yer alan
Ebulhamrent ve Prikitch Kiliselerini restore etmek için de harekete geçti. 272 Ancak
Ani Harabeleri ile ilgili bilgilendirmede harabelerin Ermeni kimliği yok sayılmaya
devam edilmektedir.
3. Hrant Dink Suikastı
Türkiye’de bazı konularda farklı görüş belirtmek zordur. Çünkü bu konular rejim
tarafından milli çıkar çerçevesinde değerlendirilir ve oluşturulan anlayışın dışına
çıkılması istenmez. Bu anlayış eğitim yoluyla vatandaşlara benimsetilir. Böylece,
farklı görüşleri savunmanın ülkenin bütünlüğüne zarar vereceği iddiasıyla, buna
teşebbüs edenler vatan hainliğiyle suçlanabilmektedir. 1915 olayları da milli çıkar
anlayışıyla yaklaşılan konulardan biridir. Rejim tarafından oluşturulan tarih
270
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=6212995 (6 Nisan 2008)
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=6229147 (6 Nisan 2008)
272
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=8080924 (6 Nisan 2008)
271
75
anlatısının dışına çıkılmasının sonuçlarının ne olabileceğini Hrant Dink suikastı ile
gözler önüne serilmiştir.
Hrant Dink’in geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan ilk olay, Dink’in imzasıyla 6
Şubat 2004 tarihinde Agos’ta yayımlanan “Sabiha Hatun’un Sırrı” başlıklı yazıydı.
Bu yazıda Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları
konuşuyor ve Gökçen’in yetimhaneden alınan bir Ermeni yetim olduğunu iddia
ediliyorlardı. Bu haberin 21 Şubat 2004 tarihinde Hürriyet gazetesinde
yayımlamasıyla değişik kesimlerden kimi olumlu kimi olumsuz yorumlar yapıldı. 22
Şubat 2004 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı yazılı bir açıklama yaparak şunları
söyledi: “(…)Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun, tartışmaya açmak, milli
bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır.(…) Ulusal birlik ve
beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve beraberliğimize
ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı, Türk
toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir.”273
Bu açıklama ile tartışmalar sona erdi.
23 Şubat 2004 tarihinde Đstanbul Valiliği’nden gelen bir telefonla Dink’in elinde
haberle ilgili belgelerle birlikte Valiliğe gelmesi istendi. Dink, Vali yardımcısı
tarafından kabul edildi. Odada iki kişi daha vardı. Vali yardımcısı daha dikkatli
olması gerektiği yönünde birkaç kez uyarıda bulunduktan sonra sözü odada bulunan
kişilerden biri devralarak şunları söyledi: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne
kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak
herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz.”
diyerek sözüne devam etti ve birkaç kez de o uyarıda bulundu.274
Valiliğe çağrıldıktan bir gün sonra gazetelerde Agos’ta yayınlanan “Ermeni
Kimliği” başlığı altındaki bir yazı dizisinin 13 Şubat 2004 tarihli “Ermenistan’la
Tanışmak” adlı sekizinci yazısında geçen “Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini
dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan'la kuracağı asil damarında
mevcuttur.”275 cümlesi birçok gazetenin köşe yazısında yer aldı. Türk düşmanı
olarak lanse edilmeye başlandı. Bu yayınların sonrasında 26 Şubat günü Đstanbul
Ülkü Ocakları Đl Başkanı Levent Temiz'in başını çektiği bir grup ülkücü, Agos’un
kapısına gelerek “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın
gelebiliriz.” sloganlarını attı ve Levent Temiz yaptığı konuşmada “Hrant Dink,
bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir.” şeklinde
konuştu. Benzer bir gösteri daha sonra “Asılsız Ermeni Đddialarıyla Mücadele
Federasyonu” adlı grup tarafından gerçekleştirildi.276 Büyük Hukukçular Birliği
Başkanı Av. Kemal Kerinçsiz ve arkadaşları, Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na
başvurarak “Türklüğü tahkir ve tezyif” ettiği gerekçesiyle Dink’e 301. maddeden
dava açılmasını talep etti. Dava sonucunda Dink, “Türklüğü tahkir ve tezyif etmek”
suçundan 6 ay hapis cezası aldı ve ceza ertelendi.
273
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=204528 (7 Nisan 2008)
Radikal, 20 Ocak 2007.
275
Agos, 13 Şubat 2004.
276
Radikal, 20 Ocak 2007.
274
76
Dink’in dava sürerken ceza alırsa ülkeyi terk edeceğine dair açıklaması karardan
sonra kendisine hatırlatıldığında “Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay'da temyize
başvuracağım ve gerekirse Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne de gideceğim. Bu
süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi o zaman terk edeceğim. Çünkü
böylesi bir suçla mahkûm olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer
yurttaşlarla birlikte yaşamaya hakkı yoktur.”277 şeklinde verdiği cevabın Agos dahil
tüm medya ve basın tarafından yayınlanmasına rağmen sadece Agos sorumlularına
ve Dink’e yargıyı etkilemeye çalışmak suçundan dava açıldı. Bu yargılamalar devam
ederken çıkan haberlerde Dink’in “Türklüğü aşağılamak” tan yargılandığı belirtiliyor
ve yargılandığı cümleye yer veriliyordu. Bu arada, Dink’e tehdit içeren çok sayıda eposta, telefon ve mektup geliyordu.
Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde Agos gazetesinin binası önünde öldürüldü. Her
kesimden cinayeti kınayan ve suçluların bir an önce yakalanmasını isteyen demeçler
verildi. Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan, cinayeti “utanç verici, iğrenç” olarak
niteleyerek cemaatte 15 gün yas ilan edildiğini söyledi.278 Cenaze törenine yüz
binlerce kişi katıldı. Türkçe, Kürtçe ve Ermenice “Hepimiz Ermeniyiz Hepimiz
Hrantız” pankartları taşındı ve Ermenice Sarı Gyalin (Sarı Gelin) türküsü dinlendi.
Cenazenin ardından tartışmalar ve eleştiriler başladı. Sinop'ta yayınlanan Haber 57
gazetesinde köşe yazarlığı yapan Mete Çağdaş, Sinop Cumhuriyet Savcılığına
başvurarak, Hrant Dink'in öldürülmesi nedeniyle atılan “Hepimiz Ermeniyiz”
şeklindeki sloganların ve taşınan dövizlerin TCK'nın 301. maddesine aykırı olduğunu
belirterek, cenaze tertip komitesi ve katılımcılardan davacı oldu.279 Sivas’ta ise
Türkiye Kamu-Sen öncülüğünde çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılımıyla
düzenlenen gösteride ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganına tepki gösterildi. Bayrak ve
dövizler taşıyan göstericiler, ‘Hepimiz Türküz’ diye bağırdı.280 Sarı Gelin türküsünün
Ermenice dinlenmesi eleştirildi ve bu türkünün Erzurum türküsü olduğu ve “Ermeni
marşı” gibi görülmemesi gerektiği belirtildi.281 Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Dink’in
cenazesinin ardından yaptığı bir açıklamada Türkiye’de kimliğini gizleyen ya da
değiştiren üç yüz bin Ermeni olduğunu söyledi.282 Bir başka tepki ise şehitlere bu
kadar sahip çıkılmadığı yönündeydi.283
Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan, yaptığı açıklamada cenaze sonrası tepkiler için
“Toplumun her kesiminin menfur olaya yakın ilgi gösterip fikrini ortaya koyarken,
Hrant Dink cinayetinin değişik düşüncelere sahip kesimler arasında bir polemik ve
çekişme malzemesi haline gelmesi ise bizim için ayrı bir üzüntü kaynağı haline
geldi.” derken döviz ve sloganlar hakkındaki tepkiler için ise “Bildiğim kadarıyla
müteveffa Hrant Dink’in ailesinin isteğiyle cenazesinde herhangi bir slogan
atılmaması ve yürüyüşün sadece pankartlarla sessizce gerçekleştirilmesi planlanmış.
Yürüyüşe katılan bazı gruplar tarafından herhangi bir slogan atılmışsa, bunun Ermeni
cemaati ile ilişkilendirilmesi doğru değildir. ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganına yapılan
277
Radikal, 20 Ocak 2007.
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5807089 (7 Nisan 2008)
279
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5839075 (7 Nisan 2008)
280
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5870053 (7 Nisan 2008)
281
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5838556 (7 Nisan 2008)
282
Agos, 17 Ekim 2008.
283
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5848054 (7 Nisan 2008)
278
77
eleştirileri ise üzüntüyle karşılıyorum. Buradaki mesele, Türklük veya Ermenilik
meselesi değil ki. Şimdi bu sloganları alıp da başka mecralara çekmeye gerek yok.
Bunu yapanların toplumu hatalı değerlendirmelere yönlendirme niyeti olsa gerek.”
açıklamasında bulundu. Törene çok sayıda kişinin katılmasının acılarını biraz olsun
hafiflettiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Cinayet yüzünden büyük şok ve
üzüntü yaşayan Türkiye Ermenileri, her şeye rağmen son derece sağduyulu ve vakur
davranmış, Hrant Dink’e son görevini layıkıyla yerine getirmiştir. Ancak cenaze
gününden sonra toplumun bazı kesimlerinden gelen beyanlar, bazı internet
sitelerindeki yorumlar, kilise duvarlarına yazılan yazılar ve alınan tehdit mesajları,
cemaati son derece rahatsız etmiştir. Temennimiz yetkililerin bu olumsuzlukları
ortadan kaldıracak tedbirleri en kısa sürede alarak, başka istenmeyen gelişmeler
yaşanmamasını sağlamasıdır. Türkiye Ermenilerinin bir güvenlik sorunu olmadığını
söylemek oldukça iyimser bir yaklaşım olur. Ancak Hrant Dink'in uğramış olduğu
suikasta kadar, uzun yıllar boyunca Türkiye Ermenilerinin kayda değer bir fiziksel
saldırıya uğramamış olduğu da bir gerçektir. AB üyeliği sürecindeki ülkemizde artan
aşırı milliyetçi akımlardan ve ‘potansiyel iç düşman’ olarak algılanmaktan endişe
duyuyoruz.”284 Tehditlerin devam etmesi üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Yaşar Büyükanıt’ı ziyaret eden Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan, “Ermeni
toplumu son günlerde akut bir hal almaya başlayan bir güvercin tedirginliği
yaşamaktadır.” tespitini paylaştı. Orgeneral Büyükanıt ise Türk Silahlı Kuvvetleri
olarak üstlerine düşen görevi yerine getireceklerini belirtti.285
Ermeni cemaati avukatı Dikran Bakar, Hrant Dink’in öldürülmesi, Malatya katliamı
ve rahiplere yönelik saldırılar nedeniyle cemaatin endişeli olduğunu ve maddi imkanı
iyi olanların Türkiye’den gitmese de “her an gidebilecekmiş” gibi kendilerini
hazırladığını kaydetti.286
Hrant Dink’in öldürülmesinin birinci yıldönümünde yazılan yazılara bakarak Ermeni
cemaatinin hissettiklerini ve düşündüklerini anlayabiliriz. Vatandaşlık algısına
baktığımızda kendilerinin eşit vatandaş olarak algılanmadığını düşünmektedirler:
“(…) Misakımilli sınırları dahilinde önce “birey” sonra da “toplum” olarak “muasır
medeniyet”i yakalayabilmek için kurduğumuz “ulus-devlet”in çatısı altında serpilip
“aynı tasa, aynı kıvanç” çerçevesinde gelişmeyi düşlerken, dahası da köprülerin
altından bunca sular akıp gittiği halde memleket semalarında bugün bu saatte esen
rüzgarlara bakılırsa, bu topraklarda doğar doğmaz elimize tutuşturulan “kafa
kağıt”larımıza rağmen hepimizi sözde değil “özde” kucaklayabilen, pratik hayatta
gerçek anlamıyla birer eşit “vatandaş” kategorisinde sarıp sarmalayan kimliğimiz
henüz mafiş!”287 Ermeni olmaları da bakış açısında etkilidir: “Ermeni toplumu da,
köylüsü, kentlisi, işçisi, patronuyla, farklı grup ve çıkarları içinde barındırır. Ancak
Ermeniler, hangi toplumsal kesime mensup olurlarsa olsunlar, Ermeni olmaktan
kaynaklanan bir ayrımcılığa maruz kalma riskiyle de daima karşı karşıyadırlar.”288
Dink’in öldürülüşünün cemaatte oluşturduğu tepkiye gelince: “Hrant’ın katledişi, bu
284
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5915393 (7 Nisan 2008)
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=6691011 (7 Nisan 2008)
286
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7912430 (7 Nisan 2008)
287
Agos, 18 Ocak 2008.
288
Agos, 1 Şubat 2008.
285
78
ülke hakkında beslediğimiz, üstelik bunca haksızlığa, bunca adaletsizliğe rağmen
beslediğimiz inancı ve ümidi zedeledi.”289
2008 yılında azınlık olmanın nasıl bir şey olduğuna verilen cevap ise şöyledir:
“Kısacası karışık olmaktır biraz azınlık olmak. Geleni yaşamaktır biraz. Arada bir
yalnız hissetmektir. Tıpkı Hrant’ın dediği gibi…”güvercin” kadar ürkek
hissetmektir…Tedirgin olmak biraz…Ama bağlı kalmak sevdiği şeylere… Sonunda
ne olursa olsun…”290
B. Türkiye’nin Ermeni Sorunu ile Đlgili Đç ve Dış Politikası
2000’li yıllarda Türkiye’ye dış politikada sorun oluşturan konulardan biri de Ermeni
Sorunu’dur. Hem Avrupa Birliği’ne girme süreci nedeniyle hem de parlamentolara
sunulan “Ermeni Soykırımı Yasa Tasarıları” nedeniyle konu sık sık uluslararası
alanda gündeme gelmektedir.
Türkiye bu konuda iç ve dış politikada farklı politikalar takip etmektedir. Đç
politikada oluşturulmuş tarihi eğitim yoluyla genç nesillere öğreten ve farklı
görüşlerin dile getirilmesini hoş karşılamayan bir politika takip etmektedir. Dış
politikada ise konunun siyasetçiler yerine her iki ülkenin tarihçilerinden oluşacak bir
komisyona bırakılarak ortaya çıkan sonucun kabul edilmesi politikasını takip
etmektedir.
1.Đç Politikada Ermeni Sorunu
a) Eğitim Politikası
Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana eğitim politikaları rejimin istediği ideal
vatandaşı oluşturmak için kullanılmaktadır. Bu uygulama Ermeni Sorunu’nda da
geçerlidir. Konunun gündemde olması nedeniyle oluşan tartışma ortamında farklı
yaklaşımlardan etkilenmesi mümkün olan genç nesiller, takip edilen eğitim politikası
ile resmi tezin tarih anlayışını benimseyen bireyler haline getirilmek istenmektedir.
Đlk adım olarak Milli Eğitim Bakanlığı, Ermeni okulları da dahil olmak üzere tüm
okullara “Asılsız Soykırım Đddialarıyla Mücadele” genelgesi gönderdi. Bu genelge
kapsamında canlı tanıkların da konuşmacı olarak yer alacakları konferanslar
düzenlenmesi ve öğrenciler arasında kompozisyon yarışması yapılması istendi.
Genelge basında, kamuoyunda ve Ermeni yurttaşlar arasında yoğun tepki gördü.
Genç beyinleri bu şekilde etkilemeye çalışarak ilerde oluşabilecek bir çözüm
yolunun kapatıldığı yönünde eleştirilerde bulunuldu. Ayrıca Ermeni çocukların kendi
kimlikleri aleyhine yazı yazmaya zorlanmamaları gerektiği belirtildi. “Bu
topraklarda, sayıları artık iyice azalsa da, Aram’ınkine benzer dehşet öyküleriyle
büyümüş Ermeni çocuklar var hâlâ. Ve devlet bugün, bir yandan dışarıya "Ermeni
289
290
Agos, 18 Ocak 2008.
Agos, 11 Ocak 2008.
79
Soykırımı oldu mu olmadı mı, buna biz karar vermeyelim, tarihçiler araştırsın"
türünden bilimsel nesnellik masalları anlatırken öte yandan o Ermeni çocukların
eline, girişinde "Soykırım iddiaları asılsızdır" yazılı, "gelişme" ve "sonuç" bölümleri
bu girişe göre yazılacak kompozisyon kâğıtları veriyor. Ve çocukların önüne iki
seçenek koyuyor; ya çıldırıp komitacı olacaksınız ya da iğdiş edilmiş yeni
Aram'lar.”291 Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ise genelgeyi savundu. Genelgenin
Ermeni okullarına da gönderilmesinde yanlış bir taraf görmediğini belirterek bu
konudaki talebin Dışişleri Bakanlığı’ndan geldiğini ve gelen talepte “Ermeni
okullarına göndermeyin.” diye bir şerh bulunmadığını söyledi.292
Đnsan Hakları Derneği ve Diyarbakır Barosu genelgenin iptali için Danıştay’a
başvurdu. Avrupa Parlamentosu’nda (AP) Türkiye ile ilgili rapor görüşülürken
genelge de eleştirildi. 293 Belçika, Fransa, Almanya, Yunanistan, Đtalya, Hollanda,
Đsviçre ve Đngiltere’den 160 sivil toplum örgütü ve derneği “Türk Okullarında Đnkar
Siyasetine Karşı Avrupa Koalisyonu” adı altında bir araya geldi. Bu koalisyon, başta
Avrupa Birliği Dönem Başkanı Silvio Berlusconi olmak üzere kuruluşun üst düzey
yetkililerine söz konusu genelgeye ilişkin bir mektup yollayarak Türkiye ile
gelecekteki görüşmelerinde bu konuyu gündeme getirmeleri konusunda çağrıda
bulunuldu. Birlik yetkililerine AP’nin 1987 yılında aldığı “Ermeni sorununa siyasi
çözüm” kararını hatırlatarak Avrupa Birliği’nin bu tutumu bir kez daha teyit etmesini
istedi. Ayrıca genelge yürürlükte olduğu sürece yılda yüz milyonlarca euro tutan
Avrupa’nın Türk eğitim sistemine verdiği maddi desteğin durdurulması talep
edildi.294 Surp Haç Ermeni Lisesi Tıbrevank’ın 50. yıl yemeğine katılan Bakan Çelik
genelgeyi savunmaya devam ederek “Bu genelgeden Türkiye’deki bazı Ermeniler
rahatsızlık duymuş olabilir ancak bizim derdimiz onlarla değil diasporayla” dedi.295
Bütün tepkilere rağmen Bakanlık genelgeyi geri çekmedi.
“Asılsız Ermeni Soykırımı Đddialarıyla Mücadele” kapsamında ikinci olarak 14
Haziran 2002 tarihinde yayınlanan tebligatla “Ermeni, Yunan-Pontus ve Süryaniler”
ile ilgili konular müfredata eklenerek yeni basılan Orta Öğretim Tarih 1, Tarih 2 ve
T.C. Đnkılap Tarihi ve Atatürkçülük kitaplarında yer aldı. Ayrıca Đlköğretim Sosyal 5
ve Sosyal 7 kitaplarında da Ermeni olaylarına değinildi.296 Türkiye Ermenileri Patriği
II. Mesrop, 25 Ekim 2003 tarihinde Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a yaptığı
ziyarette Türkiye’deki tarih kitaplarında Ermenileri rencide edecek ifadelerin
olduğunu belirterek bunların kaldırılmasını istedi. Ancak Başbakan, mütekabiliyet
anlayışı ile cevap vererek Fransa’nın ve Ermenistan’ın tarih kitaplarında da Türkleri
291
http://www.gazetem.net/aeryazi.asp?yaziid=110 (4 Nisan 2008)
Agos, 16 Mayıs 2003.
293
Agos, 30 Mayıs 2003; Agos, 6 Haziran 2003.
294
Agos, 1 Ağustos 2003.
295
Agos, 22 Ağustos 2003.
296
Mesela, Kemal Kara tarafından hazırlanan ve Önde Yayıncılık tarafından basılan Milli Eğitim
Bakanlığı onaylı Orta Öğretim Tarih 2 kitabının “Ermeni Tehciri” adını taşıyan bölümünde
Ermenilerin Ruslarla işbirliği içine girerek ülkeye bölmeye çalıştıklarından Türklere yaptıkları
katliamlara, tehcirin ne kadar gerekli olduğundan soykırım iddiasının gerçek dışı olduğuna kadar bir
çok bilgi Ermenileri ötekileştiren ve dışlayan bir söylemle sunulmaktadır. Anlatımda yer alan ve
Ermenilerin düşman olarak algılanmasını sağlayacak bir cümle şöyledir: “Fırsat bulunca Türk
askerine ve halkına saldırmak, düşman saflarında yer almak gibi Türk devleti ve halkı için yıkıcı
davranışlar
içine
girmişlerdir.”
http://www.durde.org/makale/durde/ders-kitaplar%C4%B1sar%C4%B1-gelin%E2%80%99e-rahmet-okutuyor (13 Nisan 2009)
292
80
rencide edecek ifadelerin yer aldığını belirtip “Bu ifadelerin kalkması karşılıklı olur.
Bu konuları tarihçilere bırakmak lazım.” dedi.297
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir başka uygulaması ise 17. Milli Güvenlik Kurulu
toplantısında alınan karar gereği Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve
1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını konu alan “Sarı Gelin-Ermeni Sorununun
Đçi Yüzü Belgeseli” DVD’lerinin ilköğretim okullarına dağıtılmasıydı. Tebligata
göre, DVD’ler okul yönetimince uygun görülecek bir zamanda öğrencilere
izletilecek ve sonuç raporları Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Kültür Bölümü’ne
gönderilecekti.298 Belgeselin izlenmesi gereken yerler arasında azınlık okulları da
vardı. Uygulamaya kamuoyundan tepkiler geldi. Demokratik bir toplum ve devlet
anlayışına uygun olmayan ve nefret, şiddet ve ayrımcılık söylemini güçlendirerek
çocukların psikolojisine zarar veren bu uygulamanın bir an önce durdurulması
istendi. Türkiyeli Ermeniler ise açık bir mektupla Başbakan’a seslenerek tepkilerini
dile getirdiler. 1915 olaylarında asıl suçluların Ermeniler olduğunu kanıtlamak
amaçlı olduğu açık olan bu DVD’lerin çocukların beynine Ermeni düşmanlığını
işlemenin ve Ermenilere karşı kin ve nefreti arttırmaktan başka bir amaca hizmet
etmeyeceği belirtilen mektupta Ermenilerin bir sığınmacı ya da emanet değil bu
topraklarda yüzyıllardır yaşayan bir halk ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu
vurgulanmaktadır. Ermeni öğrencilerin göreceği zarar ise şöyle ifade edilmektedir:
“Bu uygulamada en büyük zararı devlet okullarında veya özel ilköğretim okullarında
Türk arkadaşları ile birlikte öğretim gören Ermeni öğrenciler görecektir. Kalabalık
bir sınıfta, bu şekilde suçlanmanın, bir anda bütün bakışların kendisine dönmesinin
çocuk psikolojisinde ne gibi yaralar açacağını ve kalıcı hasarlar bırakacağını
yaşamayan bilemez. (…) Yine aynı şekilde, bu belgeselin öğrencilerinin tamamı
Ermeni olan Ermeni azınlık ilköğretim okullarında gösterilmesinin bu öğrencilerde
eziklik, suçluluk ve dışlanmışlık duygusu yaratacağı da açıktır. Đlköğretim çağındaki
çocukların atalarının hain, soydaşlarının iftiracı olduğunu anlatan bir belgeseli
izlemek zorunda bırakılması hem çağdaş insan ve azınlık haklarına hem de çocuk
haklarına aykırıdır.”299 MEB, yaptığı yazılı açıklamalarda bu belgesele, yardımcı
eğitim materyali olarak, zaman zaman artan soykırım iddialarına karşı tarih
öğretmenleri bilgilendirmek amacıyla 2008 yılında hizmet içi seminerde yer verildiği
ve bu materyalin eğitimde nasıl kullanılacağı konusunda öğretmenlerin
bilgilendirildiği belirtildi. Ancak, uygulamada işin anlamına ve ruhuna aykırı
durumlar ortaya çıktığı anlaşıldığında Temmuz 2008 tarihinden itibaren dağıtımının
Bakan tarafından durdurulduğu ifade edildi. 300
297
Agos, 3 Ekim 2003.
Tarih: 29.01.2009
Đlgi: a) Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 25/06/2008 tarih ve 2399/6735 sayılı yazısı
b) Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 23/01/2009 tarih ve 18.79/332/8964 sayılı yazısı
298
Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Đlgi (a) yazısı ile gönderilen Genel Kurmay Başkanlığı tarafından
hazırlanan ve 1915 olaylarına ilişkin Ereni iddialarını konu alan “Sarı Gelin-Ermeni Sorununun Đç
Yüzü Belgeseli” DVD’leri okullarınıza dağıtılmıştı. Đlgi (b) yazı gereği; söz konusu gönderilen
DVD’lerin okulunuz öğrencilerine uygun görülen saatlerde izlettirilmesi, sonuç raporlarının 27 Şubat
2009 Cuma mesai bitimine kadar Müdürlüğümüz Kültür Bölümü’ne gönderilmesini rica ederim.”
http://www.durde.org/makale/lewox/tarih-vakf%C4%B1ndan-ilk%C3%B6%C4%9Fretimdesar%C4%B1-geline-dair-a%C3%A7%C4%B1klama (14 Nisan 2009)
299
http://www.hyetert.com/yazi3.asp?s=0&Id=392&DilId=1 (14 Nisan 2009)
300
http://www.meb.gov.tr/haberler/haberayrinti_basinaciklama.asp?ID=1467 (14 Nisan 2009)
81
Belgeselin gösterimi durdurulmuş olsa da bu kararın alınmasından daha önce izleyen
çocuklarda bıraktığı etki kalıcı olacak ve konuya bakışlarını şekillendirecektir.301 Bu
da iki ülkenin gelecekteki ilişkilerini olumsuz etkileyecektir.
b) Sivil Girişimlere Tepkiler
Ermeni Sorunu gibi milli çıkar olarak algılanan bir konuyu resmi tezin dışında farklı
bakış açılarıyla ele alacak etkinlikler düzenlemek ciddi bir tepkiyi ve vatan hainliğine
varan ithamlarla karşılaşmayı göze almayı gerektirmektedir.
1915 olaylarının 90. yıl dönümü olması nedeniyle Ermeniler tarafından dünyanın
dört bir yanında soykırım iddialarıyla ilgili çeşitli etkinliklerin düzenlediği bir
dönemde Türkiye’de de resmi tezden farklı düşünen tarihçi, sosyolog ve
gazetecilerin katılımı ile Ermeni Sorunu’nun tartışıldığı bir konferans düzenlenmesi
büyük tepki çekti. Đstanbul Bilgi, Boğaziçi ve Sabancı Üniversiteleri tarafından
düzenlenen “Đmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel
Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” konferansının 25-27 Mayıs 2005 tarihleri
arasında yapılacağı açıklandı. TBMM’de gündem dışı söz alan CHP Milletvekili
Şükrü Elekdağ, konferansı eleştiren konuşmasında Türkiye’nin gerçeklerini ve
yaklaşımını ortaya koyan kişilerin de konferansa çağrılması gerektiğini, aksi halde
bunun Türkiye’nin iddialarının reddi anlamına geleceğini söyledi. Elekdağ’ın
konuşmasına Hükümet adına yanıt veren Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Elekdağ’ın
konuşmasının her Türk vatandaşının “hissiyatını ve endişesini” dile getirdiğini
belirterek “Türk milleti kadar eli temiz, vicdanı temiz, alnı ak bir millet daha yoktur.
Buna tarihimiz şahittir.” dedi. Konferansı düzenleyenleri tek yanlı olmakla suçlayan
ve devletin soykırım iddialarına karşı yoğun çaba harcadığı bir zamanda yapılan bu
konferansın “milleti arkadan hançerlemek” olduğunu ifade eden Çiçek, dava açma
yetkisini devretmemiş olmayı dileyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu ciddiyetsizlik,
bu sorumsuzluk, bu millete ihanet etme dönemini kapatmamız lazımdır.”302
Konferansı düzenleyenler ise amaçlarının “1915 yılının öncesinde ve sonrasında ne
oldu?” sorununun cevabını aramak ve son yıllarda radikal milliyetçi Ermeni tezleri
ile Türk resmi tezi arasında sıkışıp kalarak daha çok politize olmuş tarihi bir
meseleyi anlamaya ve anlatmaya çalışmak olduğunu belirtmelerine rağmen protesto
gösterileri ve baskılar nedeniyle konferans ertelenmek zorunda kaldı. Konferansın
23-25 Eylül 2005 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacağı açıklandı ama bu
sefer de yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle ilan edildiği gün yapılamadı. Onun
yerine Đstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 24-25 Eylül 2005 tarihlerinde gerçekleştirildi.
http://www.meb.gov.tr/haberler/haberayrinti_basinaciklama.asp?ID=1468
(14 Nisan 2009)
Doktor Serdar Kaya, 11 yaşındaki kızının “Sarı Gelin” belgeselini izledikten sonra kendisine
Ermenilerle ilgili olumsuz sorular yöneltmesi ve bunu tekrarlaması nedeniyle belgeselin çocuğunun
psikolojisini olumsuz yönde etkilediği gerekçesi ile Milli Eğitim Bakanlığı, Đstanbul Milli Eğitim
Müdürlüğü ve söz konusu ilköğretim okulu yöneticileri hakkında TCK’nın 216. maddesinin 1.
fıkrasından yani “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip
bir kesimini, diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” iddiasıyla Üsküdar
Cumhuriyet
Başsavcılığı’na
suç
duyurusunda
bulundu.
http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/02/19/sari.gelin.belgeseli.icin.suc.duyurusu/514402.0/index.ht
ml
(14 Nisan 2009)
302
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=321849) (15 Nisan 2009)
301
82
Dolapdere Yerleşkesi’nin önünde toplanan çeşitli gruplardan protestocular, amacın
“devleti soykırım suçlusu ilan etmek ve milli devleti yıkmak için zemin oluşturmak”
olduğunu ve “üniversitelerin ABD, AB ve Soros ile bağlantılı oldukları için
düzenlenen konferansın amacının bilimsel tartışma olmadığı”nı iddia eden
açıklamalarda bulundu.303
Uluslararası alanda da dikkatle izlenen bu süreç Türkiye’nin hala ifade
özgürlüğünden çok uzakta olduğu yorumlarına yol açarken, Türkiye’de de resmi tez
dışında farklı düşüncelere karşı var olan tahammülsüzlüğü gözler önüne serdi.
Ermeni Sorunu’nun her kesimin konuşulup tartıştığı bir gündem maddesi haline
gelmesi “özür diliyorum” kampanyası ile gerçekleşti. Baskın Oran, Ahmet Đnsel, Ali
Bayramoğlu ve Cengiz Aktar tarafından organize edilen ve internet üzerinden
imzaya açılan kampanyanın metninde şu ifadelere yer verilmektedir: “1915’te
Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun
inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma
Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”304
Kampanya beraberinde büyük tartışmaları da getirdi. Bazıları “Büyük Felaket”
ifadesinin anlamı ve yerine kullanılması gereken kelimeler üzerinde tartışma
yürütürken bazıları da özür dilemenin gerekliliğini sorguluyordu. Kampanyaya tepki
olarak internet üzerinden “özür dilemiyoruz” kampanyaları imzaya açıldı. Hocalı
Katliamına ve ASALA terör örgütü tarafından şehit edilen diplomatlara değinilen
sitelerde kampanyayı başlatan kişilerden sözde aydın olarak bahsedilerek Türk
tarihinin lekesiz olduğu ve asıl özür dilemesi gerekenlerin Ermeniler olduğu
belirtilmektedir.305
Üst düzey yetkililer, kampanyanın ülke çıkarlarına zarar vereceği ve Türkiye ve
Ermenistan arasında devam eden görüşme sürecini olumsuz etkileyeceği
gerekçesiyle karşı çıktılar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kampanyanın sadece
ortalığı karıştıracağını ve huzuru kaçırmaya yarayacağını belirterek şunları söyledi:
“Herhalde onlar böyle bir soykırımı işlemiş olacaklar ki özür diliyorlar. Türkiye
Cumhuriyeti’nin böyle bir sorunu yok. Yani eğer ortada böyle bir suç varsa suç
işleyen özür dileyebilir. Ama ne benim ne ülkemin ne milletimin böyle bir sorunu
yok. Ülkeler arası münasebetlerse bu konuda Türkiye, tavrını çok açık ve net ortaya
koymuştur.”306 TBMM Başkanı Köksal Toptan ise “kafa karışıklığına” sebep olacağı
gerekçesiyle kampanyayı doğru bulmadığını belirtti.307
Ermeni Sorunu’nun mili çıkarı ilgilendiren bir konu olarak algılanması resmi teze
aykırı olan bu kampanyanın düzenleyicilerinin ve destekçilerinin vatan hainliğiyle
suçlanmalarına sebep oldu. Emekli büyükelçiler sert bir bildiri yayınlayarak şu
303
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=352605 (15 Nisan 2009)
http://www.ozurdiliyoruz.com/ (16 Nisan 2009)
305
Bu siteler
şunlardır: http://www.ozurdilemiyoruz.com, http://www.ozurdilemiyoruz.biz,
http://www.ozurdilemiyorum.net
,
http://www.onlarozurdilesin.com
,
http://www.ozurdilemiyoruz.info
306
http://www.medyatava.com/haber.asp?id=49150 (16 Nisan 2009)
307
http://www.tumgazeteler.com/?a=4447908 (17 Nisan 2009)
304
83
ifadelerle kampanyayı düzenleyenleri ihanetle suçladılar: “Böylesine yanlış ve tek
taraflı bir girişim, tarihimize saygısızlık ve terör örgütlerinin Osmanlı
Đmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaptıkları ve Cumhuriyet tarihimizde de
giriştikleri şiddet eylemlerinde hayatlarını kaybeden insanlarımıza ihanet etmek
anlamına gelecektir.”308 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kampanyanın ilk
günlerinde yaptığı açıklamada bu girişimin Türkiye’nin demokratikleşme düzeyinin
yükseldiğine ilişkin bir örnek sayılabileceğini ifade etmesi ise Gül’ün etnik
kimliğinin sorgulanmasına sebep oldu. CHP Milletvekili Canan Arıtman,
kampanyaya destek olarak algıladığı bu sözlerin gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Gül,
cumhurun yani Türk milletinin Cumhurbaşkanlığı’nı yapsın, etnik kökenin değil.
Gül’ün anne tarafından etnik kökenini araştırın görürsünüz. Sayın Gül’ün annesinin
etnik kökeninin Ermeni olduğunu Đzmir’deki bir meslektaşım söyledi.”309 Bu
açıklama tepki topladı. Cumhurbaşkanı Gül açıklama yaparak ailesinin yüzyıllara
uzanan geçmişinin Müslüman ve Türk olduğunu ifade etti. 310 Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül “annesinin etnik kökeniyle ilgili gerçek dışı beyanlarda bulunarak,
kamusal konumundan kaynaklanan, büyük sorumluluk ve titizlikle yerine getirdiği
devlet adamlığı kimliğini kamuoyunda karaladığı” gerekçesiyle Canan Arıtman’a 1
TL’lik manevi tazminat davası açtı ve davayı kazandı.311
Özür dileme kampanyasının bu kadar ses getirmesinin ardında halkın resmi teze
bağlı kalmasını isteyenlerin bu tekellerinin yıkılacağına dair yaşadıkları tedirginlik
yatmaktadır. Bu tedirginliğin haklı olup olmadığını ise, zaman gösterecektir.
2. Dış Politikada Ermeni Sorunu
SSCB’nin dağılması ile bağımsızlığına kavuşan Ermenistan Cumhuriyeti, Ermeni
Sorunu’nun çözümünde dikkate alınması gereken bir aktör haline gelirken; Türkiye,
diğer SSCB ardılı cumhuriyetlerle birlikte 16 Aralık 1991 tarihinde Ermenistan
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı.
Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk yöneticileri olan Levon Ter Petrosyan liderliğindeki
Ermeni Ulusal Hareketi (EUH)’nin vizyonu şuydu: “Ermenistan’a ve Ermeni halkına
normalliği getirmek, fazla değer yüklenmiş geçmişi aşmak, ideolojik kısıtlamalardan
kaçınmak ve pragmatik bir yol izlemek.”312 Ter Petrosyan ve EUH, Ermenistan’ın
bağımsızlığını garanti altına almak için dengeli bir dış politikayı, nihai güvenliği için
ise bütün komşularıyla iyi ilişkiler geliştirmeyi amaçladı. Türkiye ile ilişkilerin
normalleştirilmesi ise hem pragmatik bir dış politikanın parçasıydı hem de halkın
hayatının normale dönmesinin ön koşuluydu.313 Ermenistan, 1992 yılında üyelik
308
http://www.haberform.com/haber/ermeni-tepki-buyukelci-osmanli-cumhuriyet-teror-3177.htm (17
Nisan 2009)
309
http://www.tumgazeteler.com/?a=4454153 (17 Nisan 2009)
310
http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/aciklama_mesajlar (17 Nisan 2009)
311
http://www.haberturk.com/haber.asp?id=136628&cat=110&dt=2009/03/25 (18 Nisan 2009)
312
Gerard J. Libaridian Ermenilerin Devletleşme Sınavı Bağımsızlıktan Bugüne Ermeni Siyasi
Düşünüşü, 2.Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, s.103.
313
Ibid., s.105.
84
şartları arasında bulunan sınırlarda değişiklik istenmeyeceği şartını da kabul ederek
AGĐT’e -Avrupa Güvenlik ve Đşbirliği Teşkilatı- üye oldu.
Türkiye, Ermenistan ile ilişkileri geliştirerek hem Orta Asya’ya doğrudan bağlantı
sağlayabilir hem de dış politikasında özellikle ABD’deki Ermeni diasporasının
çıkarttığı zorluklardan kurtulabilirdi. Ermenistan ile ilişkiler konusunda Türk
yönetiminde iki farklı yaklaşım vardı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın temsil ettiği
grup, SSCB’nin çökmesiyle Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’da büyük bir şans
elde ettiğini ve bunu kullanmak için aktif bir politika takip etmesi ve Kafkasya’da
Azerbaycan’ı desteklemesi gerektiğini savunuyordu. Diğer grup ise Türkiye’nin
Ermenistan ile ilişkilerini ekonomik işbirliği ile başlatarak geliştirebileceğini, bunun
Ermenistan’ı Rusya’dan uzaklaştırarak, Türkiye’ye yakınlaştıracağı ve böylece
Dağlık Karabağ sorunu konusunda da Türkiye’nin daha etkili olabileceğini
savunuyordu. Başbakan Süleyman Demirel, 314 1992 yılında Türkiye’nin
Ermenistan’a giden buğday sevkiyatına engel olmama nedenini açıklarken bunun
insani nedenlerin ötesinde, açıkça Türkiye’nin ulusal çıkarına uygun olduğunu
belirtti.315
Türkiye, bağımsızlığını ilan ettikten sonra ekonomik yönden zor duruma düşen
Ermenistan’a Batılı ülkelerden gelen yardımların ulaşması için topraklarını açarak
ilişkilerin gelişmesi yönündeki isteğini ortaya koydu. Karadeniz’e kıyısı olmamasına
rağmen Türkiye tarafından davet edilen Ermenistan, 25 Haziran 1992 tarihinde
imzalanan Karadeniz Ekonomik Đşbirliği (KEĐ) örgütüne kurucu ülke olarak katıldı.
Dağlık Karabağ sorunu ilişkilerin yakınlaşmasındaki en önemli engeldi. Ermenilerin
Karabağ sınırını aşarak Azeri topraklarına girmesiyle artan kamuoyu baskısı
nedeniyle diğer eski Sovyet ülkelerine büyükelçilikler açılırken Ermenistan ile
diplomatik ilişki kurulmasından kaçınıldı. Diplomatik ilişkilerin kurulmamasında
ASALA’nın terör eylemleri nedeniyle meslektaşlarını kaybeden Dışişleri
mensuplarının etkisi vardı. Dönemin Moskova Büyükelçisi Volkan Vural bu konuda
şunları söylüyor: “Dışişleri bürokrasisi içinde buna çok direnenler oldu. Turgut Özal
bu fırsatın kaçırılmasına çok üzüldü. Tabii bağımsızlık bildirisinde hem Batı
Ermenistan’dan bahsediliyordu, Türkiye topraklarıydı bu, hem de soykırımın
tanıtılmasına çaba gösterileceğinden söz ediliyordu. Bu da Türkiye’den sanki toprak
talebi varmış gibi bir izlenim yaratıyordu ama... Bütün bunlar diplomatik ilişki
kurularak aşılabilirdi. Benim elimde de bağımsızlık bildirisini değiştirecek hazırlıklar
vardı. Ama o dönemde buna karşı çıkıldı.”316 Nisan 1993 tarihinde Ermenilerin
Kelbecer’i işgali ile birlikte Türkiye-Ermenistan yakınlaşması sona erdi. Türkiye
yaptığı açıklamada insani yardımlar da dahil Ermenistan’a yapılacak her türlü
sevkiyat için topraklarını ve hava sahasını kullandırmayacağını açıkladı. Çünkü bu
ülkeye giden her yardım onun savaş çabasına katkıda bulunuyordu. Böylece Dağlık
314
Süleyman Demirel, 20 Kasım 1991- 25 Haziran 1993 tarihleri arasında Başbakanlık görevini
sürdürdü.
315
Mustafa Aydın, “Kafkasya ve Orta Asya ile Đlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:2, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim
Yayınları, 2002, s.410.
316
http://www.taraf.com.tr/makale/1841.htm (11 Kasım 2008)
85
Karabağ sorununun çözümü iki ülke ilişkilerinde diyalogun başlayabilmesi için bir
ön koşul haline geldi.317
Ter Petrosyan, takip ettiği Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi politikası gereği,
Türkiye’nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanıması dahil hiçbir ön koşul öne
sürmeden ilişkilerin geliştirilmesini istiyordu. “Ter Petrosyan’a göre, soykırım siyasi
değil, tarihi ve ahlaki bir meseleydi. Soykırım, Ermeni halkının tarihinde korkunç bir
olaydı; belgelerinin derlenmesi, nedenlerinin, gelişim süreçlerinin ve sonuçlarının
tahlil edilip anlaşılması, kurbanlarının saygıyla anılması, insanlık için dersler
çıkarılması, barbarca ve insanlık dışı niteliğinin gözler önüne serilmesi gerekliydi.
Soykırım bir dünya görüşü veya felsefe değildi; bir ilke katına çıkarılmaz, hele
Ermeni dış politikasının dayanacağı bir ilke olmazdı.”318 Bu görüş, Ermeni siyasi
düşünüşünde önemli bir değişim anlamına geliyordu. Çünkü yerleşik yaklaşıma göre,
“Türkiye, sürekli 1915’i tekrarlamak için fırsat kollayan ebedi düşmandı. Ayrıca,
soykırımda uğranan kayıplar, Ermenilerin Türkiye’den toprak taleplerini
meşrulaştırıyordu. Đlişkilerin normalleştirilmesi, söz konusu bile olamazdı. Ermeni
düşünce hayatında Türkiye’nin yerinin bu şekilde değerlendirilmesi, bağımsızlıktan
önce geniş kabul görmüştü -bu değerlendirme, Sovyet ideolojisi tarafından
geliştirilmiş, Komünist Partisi tarafından desteklenmiş ve soykırım tecrübesinin
diasporada işleniş şekliyle enikonu genişlemişti. EUH’nin konumu, öteden beri
sürdürülen, alışılageldik yaklaşımı olumsuzluyor, kolektif hafızaya meydan okuyor,
Ermenistan’da ve diasporada soykırımın etrafında siyasileştirilmiş söylemin büyük
bir bölümünü geçersiz kılma tehdidi yaratıyordu.”319
Ter Petrosyan yönetimi, 23 Ağustos 1991 tarihinde kabul edilen Bağımsızlık
Bildirisi’nin 11. Maddesi’nde yer alan “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi
ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası düzeyde
tanınması çabalarını destekleyecektir.” ifadesinde yer alan hedefleri uygulamaya
koymadı. Uluslararası arenada bu konuyu gündeme getirmedi. 5 Temmuz 1995
yılında kabul edilen Ermenistan Anayasası’nda da milliyetçilerin baskılarına rağmen
bu ifade yer almadı.320 Ter Petrosyan, 12 Eylül 1996 tarihinde yaptığı bir konuşmada
“Türkiye ile ilişkilere büyük önem veriyoruz. Bu komşumuzla geçmişteki
sorunlarımız ne olursa olsun, normal ekonomik ve ticari ilişkileri kurmak
zorundayız. Bu ülke, bizim Avrupa’ya ve Arap dünyasına ulaşan en kısa
yolumuzdur.” dedi.321
EUH ve Ter Petrosyan’ın diaspoaraya bakış açılarına gelince, tarihi, kültürel ve
manevi olarak bir ulus oluşturmalarına rağmen diasporada yaşayanlar farklı ülkelerin
vatandaşlarıdır. Her iki tarafın birbirine verebilecek çok şeyi olmasına rağmen,
317
Aydın op.cit., s.410-411. Türkiye ile Ermenistan arasındaki diplomatik ilişkiler her iki tarafta da
elçilik olmadığı için Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği üzerinden sağlanırken daha sonra
Türkiye’nin Tiflis Büyükelçiliği aracılığıyla yürütülmeye başlandı. Diplomatik ilişki kesildikten sonra
ilişkiler AGĐT ve KEĐ gbi uluslararası örgütler çerçevesinde yürütüldü.
318
Libaridian, op.cit., s.124.
319
Ibid. s.124-125.
320
Ancak anayasanın giriş kısmında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’nde yer alan ulusal arzularını
tanıyarak” ifadesine yer verildi.
321
Ünal Çeviköz, “Uluslararası Đlişkilerde Yeni Dengeler”, TÜSĐAD Görüş, Sayı:48, Ağustos- Eylül
2001, s.12.
86
kurulacak ilişkilerde bu durum göz önüne alınarak, ilişkilerin karşılıklı saygı ve
farklılıkların kabulüne dayanması gerekmektedir.322
Ter Petrosyan, Mayıs 1991 tarihinde Fransa’ya yaptığı bir ziyarette Ermenistan’ın
tam bağımsız olabilmesi için başta Türkiye olmak üzere tüm komşularıyla iyi
ilişkiler kurması gerektiğini belirterek “ABD ve Fransa gibi ülkelerde yaşayan
Ermeniler de Türkiye ile dostluk ilişkileri kurulmasına yardımcı olmalıdırlar.”
dedi.323 Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise Ter Petrosyan’a diaspora ile ilgili
şunları
söylüyordu:
“Siz
Ermenistan’da
yaşıyorsunuz.
Arjantin’deki,
Kaliforniya’daki Ermeniler’in [sic] sizi idare etmesine izin vermeyin. Onları
dinlerseniz siz zarar görürsünüz. Diaspora zarar görmeyeceği için size sorumsuz işler
yaptırırlar.”324 Ancak, Ter Petrosyan iktidarı döneminde hükümet ile diaspora
ilişkileri sorunluydu. 1994 yılında Dağlık Karabağ konusunda ateşkes
imzalanmasından sonra Ermenistan gözünü sosyo-ekonomik problemlere çevirdi.
Sosyo-ekonomik problemlerin ağırlaşmasıyla Ermeni diasporası Ter Petrosyan
hükümetine baskı yapmaya başladı. Bunun üzerine Ter Petrosyan, “bir terörist grubu
koruduğu; üyeleri, yönetim kurulları ile yöneticileri yurt dışında olan partileri
yasaklayan kanunu çiğnediği gerekçesiyle Aralık 1994’de Taşnaksutyun partisinin
faaliyetlerinin askıya alınması emrini verdi. Ardından, partinin yöneticileri
hapsedildi. Karabağ çatışmalarında gönüllü olarak savaşan Taşnak ordusu dağıtıldı.
Taşnaksutyun’a karşı alınan önlemler, Dağlık Karabağ sorununda hiçbir taviz
vermeyi kabul etmeyen Ermeni lobisiyle ilişkilerin gerginleşmesine neden oldu.325
1990’lı yıllarda ABD’de bulunan Ermeni diasporası, -ki Ermeni Ulusal Enstitüsü ve
Amerikan Ulusal Ermeni Komitesi etkinliklerde ön plandadır- soykırım yasa
tasarılarını eyalet meclis ve senatolarından geçirmek için çalışmalar yaptı. Tasarıyı
kabul eden eyalet sayısı arttıkça Kongre’de kabul edilmesinin daha da
kolaylaşacağını ve yönetiminde bunu kabul edeceğini düşünüyorlardı. 1999 yılına
gelindiğinde içinde California, New York, New Jersey, Georgia gibi büyük
eyaletlerin de olduğu yirmi dört eyalet bu tasarıyı kabul etti. Ayrıca bazı eyaletlerde
soykırım konusunun ders kitaplarında yer almasını sağladılar. Diasporanın diğer bir
girişimi ise Washington D.C.’de “Ermeni Soykırım Müzesi ve Anıtı” açma
projesiydi. 326
Türkiye, bu dönemde Ermeni Sorunu’nu dışarıdan dayatılan bir dış politika sorunu
olarak algıladı.327 Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1991 yılındaki ABD
322
Libaridian, op.cit., s.107.
Milliyet, 29 Mayıs 1991’den aktaran Süveyda Çıttır, “Ermenistan Dış Politikasının Temelleri ve
Hedefleri”, (Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazi Üniversitesi, Ankara, 2003) s.154.
324
http://arsiv.sabah.com.tr/2008/09/05/haber,A12D1F04D84148BFBF8059BB603130B8.html (11
Kasım 2008)
325
Aydın, op.cit., s.414.
326
AGMA (Armenian Genocide Museum of America) adlı müze için çalışmalar devam etmektedir.
1925 yılında yapılan National Bank of Washington binasının restore edilerek müzeye
dönüştürülmesini hedefleyen projenin, 2011 yılından önce tamamlanarak açılması planlanmaktadır.
Ayrıntılı bilgi için http://www.armeniangenocidemuseum.org/. Đlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla
Đlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar, Cilt:2, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, s.298.
327
1915 olaylarının 50. yıldönümü olması nedeniyle birçok ülkede gerçekleştirilen anma etkinlikleri
Türkiye tarafından, Kıbrıs Sorunu nedeniyle, bir Rum tertibi olarak algılandı. Ermeniler olsa olsa
323
87
ziyaretlerinden birinde Washington D.C.’de kaldığı Madison Oteli’nin lobisinde
basın mensuplarının önünde Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir ile
aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir: Özal, Kandemir’e “Şu Ermeni soykırımı
meselesi fena halde can sıkmaya başladı. Türkiye olarak bu soykırımı tanısak ve bu
iş sona erse daha iyi olmaz mı?” dedi. Kandemir, bundan sonra yaşananları şöyle
anlatıyor: “Etrafımızda gazeteciler vardı. Özal'ın bu sözlerini onlar da duydular. Ben
hemen ‘Aman efendim bu böyle ayaküstü halledilecek bir mesele değildir. Çok iyi
düşünmek ve dikkatli olmak gerekir’ dedim. Gazeteciler dahil herkes dehşet
içerisinde bizi dinliyordu. Özellikle Dışişleri mensupları ne yapacaklarını
şaşırmışlardı. Biliyorsunuz, kendisi böyle fikirler ortaya atar ve tartışılmasını isterdi.
Bu da onun gibi bir şeydi. Sonra kendisini ikna ettik ve bu fikrinden vazgeçti.”328
ABD’deki girişimler karşısında Türkiye, diplomatik olarak müdahalede bulunma
olanağı olmasa da, önemli bir girişimde bulunmadı ve bu konu sınırlı tepkiler dışında
kamuoyunda da bir sorun olarak gündeme gelmedi.329 “Türkiye’de hükümet bu
dönemde Dağlık Karabağ’daki gelişmeler nedeniyle sertleşen kamuoyunun
tepkisinin de etkisiyle Kafkasya’daki etkinliğini arttırmak için Azerbaycan’ı
destekleme politikasına, Ermenistan’ın soykırım konusundaki görüşlerinden daha
fazla önem veriyordu.”330
Ermenistan’da muhalefet için -özellikle komünistler ve EDF açısından- Ter
Petrosyan’ın Türkiye ve Dağlık Karabağ hakkında takip ettiği politika kabul
edilemezdi. Bu nedenle Türk-Ermeni husumeti ve Dağlık Karabağ tartışmalarının
keşistiği noktada Ter Petrosyan’ın
istifa koşulları oluştu. Böylece Ermeni
Sorunu’nun çözümü için bir fırsat yok oldu. “Türkiye tepki ve etnik temelli
politikalarının üstesinden gelip Ermenistan ile ilişkileri normalleştirebilseydi yada
[sic] Ter-Petrosyan Karabağ sorununu çözmeyi başararak Türkiye ile ilişkileri
normalleştirebilseydi, soykırım kararı kaldırılabilir ve Ermenistan’ın güvenlik
stratejisi daha çok seçeneğe sahip olabilirdi.”331
1998 yılında Ter Petrosyan istifa etti ve seçimle yerine Robert Koçaryan geldi.
Cumhurbaşkanı Koçaryan, Ter Petrosyan’ı iktidardan uzaklaştırdıktan sonra içerde
ve dışarda birliği sağlayacağını; partilerin, aralarındaki farklılıkları bir kenara
bırakarak ülkenin yeniden inşası, ekonominin güçlendirilmesi ve askeri gücünün
korunması konularında birlikte hareket edeceklerini ve bu birliği de her şeyden önce
ulusal dava olan Karabağ üzerinden sağlayacağını düşünüyordu. Yabancı yardım ve
yatırımların gelmesini ise diasporayla kurulacak yakın ilişki ile sağlayacaktı.
Koçaryan’ın diasporanın gerçekleştirebileceğini varsaydığı beklentileri şöyleydi:
“Diaspora bütün potansiyelini gerçekleştirebilecek biçimde örgütlenebilir, diaspora
adına konuşanlar, gerçekten, diasporanın bütün kaynaklarını bir Ermenistan
Cumhurbaşkanı’nın tanımladığı ulusal gündem için harekete geçirebilir ve
buna alet olmuşlardı. ASALA terör örgütünün Türkiye’nin dış temsilcilerine saldırdığı zaman ise
Ermeni Sorunu bir terör sorunu olarak ele alındı.
328
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=302982&p=2 (11 Kasım 2008)
329
Uzgel, op.cit., s.298.
330
Aydın, op.cit., s.412.
331
Süveyda Çıttır, “Ermenistan Dış Politikasının Temelleri ve Hedefleri”, (Yüksek Lisans Tezi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazi Üniversitesi, Ankara, 2003)s.154-155’den Libaridian,
http://www.tesev.org.tr/temmuz/tem3.html
88
diasporanın potansiyeli, Ermenistan’ın kaderinde köklü bir değişim sağlayacak kadar
büyüktür.”332 Diasporadan bu desteği alabilmek için diasporanın temel meselesi olan
soykırım konusunu gündeme getirdi.333 Bu konunun gündeme taşınmasının diğer bir
yararı da Türkiye’ye karşı bunu bir silah olarak kullanarak Türkiye’nin Dağlık
Karabağ konusunda Azerbaycan’a verdiği desteği azaltmak olabilirdi. Ancak
Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerde soykırımın tanınması konusunu bir ön koşul
haline getirmedi. Çünkü sınırın açılması da ekonomik hedefler açısından kritik
önemdedir. Böylece oluşacak güçlü Ermenistan, Azerbaycan’ı istenen tavizlerin
çoğunu vermek zorunda bırakırken kendisi hem olabildiğince az hem de geç taviz
verecekti.334 Diaspora ile ilişkileri geliştirmek için Ter Petrosyan dönemindeki
Taşnak Partisine yönelik yasak kaldırıldı ve hapiste bulunan Taşnak Partisi lideri
serbest bırakıldı.335
Bu dönemde Ermenistan, Türkiye ile diplomatik ilişki kurmak için herhangi bir ön
koşul öne sürmezken; Türkiye, diplomatik ilişkilerin kurulması için üç ön koşul öne
sürmekteydi: Ermenistan’ın Kars Anlaşması’nı tanıdığını ilan etmesi, 1915
olaylarının soykırım olarak tanınmasına yönelik politikasından vazgeçmesi ve Dağlık
Karabağ sorununun çözülmesi.
ABD’de bulunan Ermeni diasporası 1990’lı yıllar boyunca soykırım yasa tasarısı ile
ilgili takip ettiği politikayı değiştirdi. Bu değişikliğe gidilmesinde Ermeni lobisinin
eyalet düzeyinde çıkardığı tasarıların yeterli hale geldiğine inanması, Robert
Koçaryan’ın iktidara gelmesiyle 1915 olaylarının soykırım olarak tanınmasına
yönelik uluslararası politika takip etmesi336 ve 2000 yılı başkanlık seçimlerinde iki
partinin oylarının birbirine yakın olması nedeniyle azınlık oylarının önem kazanması
rol oynadı. Kasım 1999 tarihinde Temsilciler Meclisi Altkomitesine bir
Cumhuriyetçi ve bir Demokrat temsilci tarafından bir tasarı sunuldu. 134 Kongre
üyesinin imzaladığı “Ermeni Soykırımı Konusunda Eğitim ve Anma Kararı” adlı
tasarı, 1915-1923 yılları arasında Anadolu’da 2.000.000 Ermeni’nin tehcir edildiği
ve 1.500.000 Ermeni’nin öldürüldüğünü ileri sürerek ABD Dışişleri Bakanlığı ve
bununla ilgili diğer kamu görevlilerinin eğitilmesini öngörmekteydi. Ayrıca, ABD
332
Libaridian, op.cit., s. 144.
Robert Koçaryan’ın 1915 olayları ile ilgili değerlendirmesi şöyledir: “ Birçok devlet 1915 yılında
Ermenilere yapılan soykırımı kınatarak, insanlığa karşı işlenen bir suç olarak değerlendirmiştir.
Đnanıyorum ki, Türkiye de bu soruna bakış açısını yeniden değerlendirecektir… Bizler için bu, ağır bir
yük ve tarihi bir gerçektir. Bundan kurtulmak için, Almanya’nın Nazi döneminde işlenen suçlardan
dolayı özür dilemesi gibi, bunu gerçekten kabul ederek, pişmanlık duymak gerekiyor. Türkiye
tarafından bu yapıldığı takdirde, Kafkasya bölgesine bambaşka bir ortam hakim olacaktır.” Çeviköz,
op.cit., s.13’den Novoya Đzvestiya, 13 Ağustos 1998.
334
Ibid. s.135, 164.
335
Diaspora-Ermenistan ilişkilerini geliştirmek amacıyla 22-23 Eylül 1999 tarihinde ErmenistanDiaspora Konferansı gerçekleşti. Konferansın deklarasyonunda değinilen konulardan biri de 1915
olaylarıydı. “1915 Ermeni Soykırımının uluslararası toplum tarafından tanınmasını sağlamak için tüm
çabalarının birleştirileceği” belirtildi. http://www.armeniadiaspora.net/conference99/text1.html (17
Kasım 2008)
336
Robert Koçaryan 24 Nisan 2000 tarihinde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “1,5 milyon
Ermeni’nin öldürüldüğü gerçeğini dünyanın tanıması için dünya toplumuna yönelik ısrarlı bir politika
izleyeceğim.” Çeviköz, op.cit., s.13.
333
89
başkanlarının, her yıl 24 Nisanda yayınladıkları ve “katliam” olarak tanımladıkları
olayların “soykırım” olarak tanımalarını istiyordu.
14 Eylül 2000 tarihinde 398 sayılı bu tasarı, Temsilciler Meclisi Uluslararası Đlişkiler
Komitesinin 14 üyeli Uluslararası Operasyonlar ve Đnsan Hakları Altkomitesinde
görülmeye başlandı. ABD Ankara eski büyükelçisi ve o sırada Dışişleri görevlilerin
eğitiminden sorumlu olan Marc Grossman, bu alandaki kamu görevlilerine verilen
eğitimde 1915-1923 yılları arasında yaşananlara değinildiğini belirterek bu tasarının
geçmesinin gereksiz olduğunu ve ilişkilere zarar vereceğini söyledi. Görüşmelerde,
Amerikalı tarihçi Justin McCarty Türkiye’yi savunan bir konuşma yaparken
Türkiye’nin tezlerini savunmak için gönderilen emekli büyükelçi Gündüz Aktan ilk
kez, Ermenilerin Uluslararası Adalet Divanı’na gitmediklerini belirterek hukuksal
olarak zayıflığını göstermeye çalıştı. Ancak 21 Eylül’de tasarı sözlü oyla
altkomiteden geçti. 28 Eylülde Uluslararası Đlişkiler Komitesi’ne gelen tasarıda bazı
değişiklikler yapıldı. Türkiye’den tazminat istenmesinden ve eğitim konusundan
vazgeçilerek sadece soykırımın Temsilciler Meclisi tarafından tanınması ve Türkiye
yerine Osmanlı Đmparatorluğu ifadesi getirilmesiyle 596 sayılı yeni bir tasarı haline
geldi.
Türkiye’nin ve ABD yönetiminin tasarıyı engelleme çabaları da arttı. Türkiye, ilk
kez beş kişilik bir parlamenter grubu göndererek konuya karşı hassasiyetini gösterdi.
ABD’nin Ankara büyükelçisi ise Washington’a giderek tasarının geçmesinin olası
etkilerini anlattı. ABD’den Richard Perle, General Haig gibi yedi üst düzey bürokrat
komite başkanına mektup göndererek Türkiye’nin taşıdığı stratejik önemi ve bu
tasarının geçmesinin ilişkilere vereceği zararı belirttiler. Türkiye Dışişleri ve
Savunma Bakanlıkları ile Genelkurmay Başkanlığı bir eylem planı hazırladı. Bu plan
“Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermeyecek, Ermeni lobilerinin işine yaramayacak ve
Ankara-Washington ilişkilerinin dokusunu bozmayacak nitelikte” olacaktı. Buna
göre ağırlığın ABD yerine Ermenistan’a verileceği anlaşılıyordu. Ermenistan ile Đran
ve Gürcistan üzerinden yapılan ticarete sınırlama getirilmesi ve hava koridorunun
kapatılması düşünülen önlemler arasındaydı. Ayrıca Bağdat’a büyükelçi atanması
konusu gündeme getirildi; savunma ihalesinden Amerikan firmasının çıkarılması ve
enerji ihaleleri konusunda ABD büyükelçisiyle görüşülerek, Amerikan firmalarının
olumsuz etkileneceği belirtildi. Çekiç Güç uçuşlarına sınırlama getirilebileceği ima
edilirken, Genelkurmay Başkanı ABD gezisini iptal etti.
Girişimler işe yaramadı ve 3 Ekim’de kabul edilen tasarı Temsilciler Meclisi Genel
Kurulu’na geldi. Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, Brüksel’de NTV’ye
yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ermenistan’ın dış politikasında Ermeni
soykırımı tasarısı öncelikli yer alıyor. Türkiye’nin tepkisini yersiz buluyoruz.
Soykırımın tanınması bizim desteklediğimiz bir meseledir. Dış politikamızın bir
parçasıdır.”337 Bu noktada devreye Başkan Bill Clinton girdi. Meclis Başkanına bir
mektup göndererek 1915-1923 yılları arasındaki “katliam”dan duyduğu üzüntüyü
dile getirdi ve o sırada patlak veren Đsrail’deki Filistin ayaklanmasının da etkisiyle
bölgedeki gelişmeler nedeniyle bu tasarının gündeme alınmamasını istedi. Ayrıca
tasarının amacının tersi bir sonuç doğuracağını ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerini
337
loc.cit., NTV, 10 Ekim 2000.
90
daha da bozacağını belirtti. Meclis Başkanı, bu gerekçeler nedeniyle tasarıyı geri
çekmeye karar verdiğini bildirdi.338
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) ilk kez Türkiye’de yaşayan Ermeni azınlığın
sorunlarının çözülmesi için çağrıda bulunduğu 15 Kasım 2000 tarihli Türkiye
Raporunda, Türk hükümeti ve TBMM soykırımı resmen tanımaya davet edildi.339
Başbakan Bülent Ecevit, AP’nin Meclis’e çağrıda bulunma hakkı olmadığını, konuya
ilişkin ifadelerin ciddiye alınacak tarafı olmadığını söylerken Dışişleri
Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada da AP’nin “Ermeni Soykırımı” konusundaki
yanlış değerlendirmesinin devam etmesinden de rahatsızlık duyulduğu belirtildi.340
Dışişleri Bakanlığı, diasporayı etkisiz hale getirmek için 2000 yılı sonunda üç
boyutlu bir plan hazırladı. Buna göre ilk boyutta, sınır ticaretinin arttırılması,
Karadeniz’den liman kolaylıkları sağlaması gibi ekonomik açılımlarla, Ermenistan’ın
kazanılması ve ayrıca ekonomik sıkıntıların azalmasıyla ülke içindeki Taşnak
etkisinin azaltılması; ikinci boyutta soykırım iddialarının akademik düzeyde
tartışılacağı uluslararası ya da ikili bir süreç başlaması ve son olarak Türkiye’deki
Ermeni azınlığın sorunlarının giderilmesi yer alıyordu. Fakat planın hükümette
görüşülmesi sırasında Başbakan Bülent Ecevit’in “Azeriler tepki göstermez mi?”
demesi üzerine “Azerilere sorulması” kararı alınarak girişim ertelendi. 341
Türkiye, Ermenistan ile ilgili atacağı her adımda Azerbaycan faktörünü dikkate
almaktadır. Azerbaycan da Türkiye-Ermenistan ilişkilerini dikkatle takip etmektedir.
Mesela, Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev, Türkiye’ye Ermenistan ile
sınırını açmaması yönünde baskı yaparak restini “Ya kapusu ya borusu” sözüyle
ifade edecektir.342
338
Kaynak gösterilmediği sürece Kasım 1999 tarihli tasarının süreci ile ilgili alınan tüm bilgiler için
Đlhan Uzgel, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
s.299-301. Bu süreç devam ederken Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı vize koşulları değişti. 15
Ağustos 1995 tarihinden itibaren turistlik amaçlı vizeler Türkiye’nin dış temsilciliklerinin yanı sıra
sınır kapılarından da alınabiliyorken Dışişleri Bakanlığı’nın 4 Ekim 2000 tarihinde yaptığı açıklamada
15 Ekim 2000 tarihinden itibaren sınır kapılarında bandrolle vize verilmesi uygulamasına son
verileceği ve Ermenistan vatandaşlarının Türkiye’ye giriş ve transit vizelerini sadece Türkiye’nin
yurtdışı temsilciliklerinden alabilecekleri duyuruldu. Ocak 2002’de bu uygulamaya son verilerek eski
vize rejimi uygulamasına dönüldü. Birnur Ertekin, “1995-2005 Yılları Arasında Türkiye Ermenistan
Đlişkileri”, (Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir Üniversitesi, Balıkesir, 2007)
s.125’den www: mfa.gov.tr Umuma Mahsus Pasaport Hamili Ermenistan Vatandaşlarına Bandrolle
Vize Uygulamasına Son Verilmesine Đlişkin Açıklama-No: 177-04 Ekim 2000.
339
AP’nin Ermeni Sorunu ile ilgili ilk karar, Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (şimdiki
adıyla Avrupa Birliğe’ne (AB)) tam üyelik başvurusu yaptıktan üç ay sonra 18 Haziran 1987 tarihinde
“Ermeni Sorununun Siyasi Çözümü” başlığı altında alınan karardır. Buna göre, 1915-1917 döneminde
cereyan eden olaylar 1948 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre soykırım olarak nitelendirilmekte
ve Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamasının üyelik yolunda bir engel teşkil edeceği
belirtilmekteydi. Söz konusu kararda AP, AB Konseyi'nden Türkiye Hükümeti’nin 1915-1917 yılları
arasında Ermenilere uygulanan soykırımı tanıması ve Ermeni tarafının temsilcileriyle diyaloga girmesi
için çağrıda bulunmasını istemekteydi. http://www.abmerkezi.org.tr/makale1.php (6 Nisan 2008)
340
Agos, 17 Kasım 2000.
341
Baskın Oran, “Dönemin Bilançosu”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:2, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları,
2002, s.235.
342
Dink, op.cit., s.14.
91
ABD’deki soykırım yasa tasarısından sonra Türkiye politika değişikliğine gitti.
Olayın ardından ilk Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında “Türkiye’nin bir
daha böyle zor durumda kalmaması için neler yapması gerektiği üzerinde
hassasiyetle duruldu.” Yeni bir kurumsallaşmaya gidildi. “2001 yılında, Başbakan
Yardımcısı Devlet Bahçeli başkanlığında, ‘Asılsız Soykırım Đddiaları ile Mücadele
Koordinasyon Kurulu’ oluşturuldu. Kurulun koordinatörlüğünü MGK Genel Sekreter
Başyardımcısı yapıyor; kurul, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir daire başkanı,
Adalet, Đçişleri ve Dışişleri Bakanlığı müsteşarları, MGK Genel Sekreterliği Milli
Güvenlik Siyaseti ve Toplumla Đlişkiler Başkanları, MĐT Müsteşarı, Devlet Arşivleri
Genel Müdürü, Türk Tarih Kurumu Başkanı ve Başbakanlık Tanıtma Fonu
temsilcisinden oluşuyordu.”343
Soykırım yasa tasarılarını uluslararası alanda kabul ettirme amacıyla çalışmaya
devam eden diaspora, Fransa’da bir ilke imza attı. Fransa Meclisi, 18 Ocak 2001
tarihinde Ermeni Soykırımı tasarısını oybirliğiyle kabul etti. Böylece soykırım
iddiaları ilk kez yasa olarak kabul edilmiş oldu. Hükümet, Ermeni tasarısını kınadı ve
reddetti. Paris Büyükelçisi Sönmez Köksal Ankara’ya çağrıldı. Başbakan Bülent
Ecevit yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Gerek Cumhurbaşkanı Chirac’a gerek
Başbakan Jospin’e kaygılarımızı ve kendilerinden beklentilerimizi belirttim. Eğer bu
girişim önlenemezse Türk-Fransız ilişkileri ağır bir krize dönüşebilir. Onu ifade
ettim.” Ecevit Türk ulusunun, tarihi boyunca mazlumlara kucak açmış olan bir ulus
olduğunu belirterek ‘‘Onun için bu haksızlığı kabul etmemiz mümkün değildir’’
dedi.344
Ermenistan, soykırım konusunun gündemde tutulması ve Türkiye tarafından
tanınması politikasını devam ettirmekteydi. Ancak diğer yandan soykırım konusunu
diplomatik ilişkilerin kurulmasına engel olarak görmemekteydi; yeter ki Türkiye
önkoşul öne sürmekten vazgeçsin. Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, 14 Kasım
2001 tarihinde Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada Türkiye-Ermenistan
ilişkileri hakkında şunları söyledi: “Türkiye ile olan ilişkilerimize gelince, belki
Türkiye, bölgesel ve dünya barışının çıkarlarını dikkate alarak, önkoşulları artık bir
kenara bırakır. Ermenistan, Türkiye ile normal iyi komşuluk ilişkilerine sahip olmayı
istemekte ve Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kuracağını, sınırları
açacağını ve yapıcı bir işbirliğine gireceğini ümit etmektedir. Ancak, Ermeni
soykırımının hatırası Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerinde akıllardan
çıkmamaya ve bu ilişkileri engellemeye devam etmektedir. Bununla beraber bu
sorunun diyalog ile iki hükümet arasında ele alınabileceğine eminiz.”345
Taraflar arasında diyalogun sağlanabilmesi amacıyla bir yıl süren gizli
görüşmelerden sonra 9 Temmuz 2001 tarihinde “Türk Ermeni Barıştırma
Komisyonu” (TEBK) adlı bir komisyon kuruldu.346 Gerek TEBK’nın kuruluş
343
Ibid., s.47-48.
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-218342 (6 Nisan 2008)
345
Orbay Bulur, “Ermeni Sorunu Çerçevesinde Ermenistan Dış Politikası ve Türkiye ile Đlişkiler”,
(Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atılım Üniversitesi, Ankara, 2005), s.105-106.
346
Komisyonun Türk üyeleri: Emekli Büyükelçiler Özlem Sanberg, Đlter Türkmen, Gündüz Aktan,
Emekli Korgeneral Şadı Ergüvenç, Prof. Dr. Üstün Ergüder ve Psikiyatr Dr. Vamık Volkan. Ermeni
344
92
bildirgesinde gerekse kişisel demeçlerde bir noktanın altı çizildi. “1915 Ermeni
Soykırımı” iddiaları ile uğraşılmayacaktı. Çünkü “Tarafların konuya ilişkin
düşünceleri açıktır, bellidir, değiştirme şansı yoktur. Bu nedenle konunun ele
alınması, yumuşama ve dialogun önünü kapar.” Komisyon, ana sorunla uğraşmak
yerine, 1915 dışında kalan alanlarda ikili ilişkiler düzenlenmesi ve düzeltilmesi
imkanını arayacaktı. Ancak TEBK’in kurulmasının ilanı ile birlikte özellikle Ermeni
diasporası tarafından yoğun eleştiriye maruz kaldı. Đlk eleştiriler daha çok kuruluş
tarzına ve “temsil yetkisi”ne yönelikti. Eleştiriler hem Ermeni diasporasından hem de
Ermenistan’dan geniş destek buldu ve Ermenistan Parlamentosu büyük bir
çoğunlukla TEBK’i desteklemediğine dair karar aldı. Böylece Ermeni tarafı “temsil
krizi” baskısı altında görüşmeleri sürdürdü. Ancak taraflar verdikleri demeçlerle
amaçlarının “aralarındaki sorunları çözmek olmadığını” açıkça dile getirdiler.
Mesela, Özlem Sanberg [sic], 19 Temmuz 2001 tarihinde Azeri gazetesi 525.
Gazet’e verdiği demeçte şunları söyledi: “Komisyonun ana amacı, her yıl Amerikan
Kongresi ve Batı ülkelerinin gündemine Türkiye’yi zayıflatmak amacıyla sokulan
soykırım girişimlerini engellemektir… (…) Türkiye bundan kazançlı çıkacaktır.
Çünkü, diyaloga devam ettiğimiz müddetçe bu konu Kongrenin gündemine
getirilmeyecektir.” Bu öngörü gerçekleşti. Başta Avrupa Parlamentosu olmak üzere,
çeşitli platformlarda TEBK gerekçe gösterilerek soykırım yasa tasarıları reddedildi.
Kısa bir süre sonra benzer bir tavır Ermeni tarafından sergilendi. Türk tarafı gibi
açıkça söylemeseler de özel çevrelerinde TEBK’i “soykırım meselesini” diri tutmak
için kullandıklarını belirtiyorlardı. Ayrıca bu süreçte Türk tarafının sorunu çözme
niyetinde olmadığını ortaya koyan bir çizgi izleyeceklerdi. Başta ABD olmak üzere,
Batılı devletlere şu mesajı verecekti: “Siz, bize Türklerle doğrudan görüşün
diyorsunuz, ama görüyorsunuz Türklerin ne görüşmek ne de sorun çözmek gibi ciddi
bir niyetleri var.” Yani, başta ABD olmak üzere, parlamentolarda resmen kabul
etmekten ve Türkiye’yi de soykırımı kabul etmesi için baskı altında tutmaktan başka
çare yok, demek istiyorlardı.
1915 olaylarını ele almayacakları açıklayan komisyon birdenbire bu konuyla
ilgilenmeye başladı. Ancak konu üzerinde tartışmadılar ya da uzmanları
tartıştırmadılar. Uluslararası hukuka göre 1948 Soykırım Konvansiyonunun, 1915
olaylarına uygulanıp uygulanmayacağını anlamak için
uluslararası hakeme
başvurma kararı aldılar ki bu teklif Türk tarafından geldi ve gizli tutulması, basına
açıklanmaması istendi.. Fakat, New York’taki son toplantılarında taraflar
anlaşamadıkları için ortak bir açıklama yapmadan dağıldı. Toplantıyı yöneten
Amerikalı başkana açıklama yetkisi verdiler ve başkan da aldıkları bu kararı
kamuoyuna açıkladı. Bunun üzerine Türk tarafı, derhal uluslararası hakeme
başvurma girişiminin durdurulmasını istedi. Aksi takdirde TEBK’in geleceğinin
tehlikeye gireceğini belirti. Ermeni tarafı ise Türk tarafının üzerinde anlaşmaya
varılan konularda bile konuşmaktan uzak olduğunu belirterek 11 Aralık 2001
tarihinde komisyondan çekildi. TEBK, bir sonuca varmamasına rağmen Türk tarafı,
daha önceki tezi, yani “Ermeni sorunu diye bir sorun yoktur” söylemini bir kenara
bırakıp Ermenilerle görüşme yapmayı gerektiren sorunların var olduğunu; bu
üyeleri: Amerika Ermeni Asamblesi Başkanı Van Z. Krikoryan, Ermeni Ulusal Hareketi'nden
Aleksander Arzumanyan, Prof. Dr. David Hovhanisyan ve Andranik Migranyan.
93
sorunların da 1915’ten kaynaklandığını kabul etmekte ve uluslararası bir kuruluşa
başvurmaktadır. Bu Türk-Ermeni ilişkilerinde önemli bir değişime işarettir.347
TEBK’nın somut olarak akıllarda kalan tek ürünü, soykırım hukukunun 1915
olaylarına işleyip işlemeyeceğine ilişkin raporu oldu. Raporun, “Soykırım
hukukunun geriye doğru işlemeyeceğine ilişkin net bir yargı koymasına rağmen,
Ermeni trajedisinin soykırım tanımını oluşturan dört şarttan üçünü tam olarak, birini
de bir bölümüyle içerdiğini dolayısıyla isteyenin bu olayı soykırım olarak
adlandırabileceğini belirtmesi, Türk tarafınca tepkiyle karşılandı.”348
Ermeni Diasporası, süreç içinde çeşitli parlamentolardan soykırım yasa tasarılarını
geçirmek için çalışmalarına devam etmekteydi. 349 16 Aralık 2003 tarihinde Đsviçre ve
22 Nisan 2004 tarihinde Kanada Federal Parlamentosu “Ermeni Soykırımı”nı resmen
tanıdı.
Türk-Ermeni ilişkilerinde bir ilk olarak her iki tarafın tarihçilerinin bir araya geleceği
bir platform oluşturuldu. Viyana Türk Ermeni Platformu (VAT) adlı platformun
kurucuları Türk tarihçi Dr. Đnanç Atılgan, Ermeni tarihçi Artem Ohandjanian, Viyana
Üniversitesi tarih profesörü Wolf Dieter Bihl ve Kerstin Tomenendal idi. Her ülkeyi
temsilen iki üye katılacaktı. Türkiye’den Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof.
Dr. Yusuf Halaçoğlu ile TTK Ermeni Masası Başkanı Prof. Dr. Hikmet Özdemir,
Ermenistan’dan ise Erivan Soykırım Müzesi Müdürü Prof. Dr. Lavrenti Barseghian
ile Ermenistan Ulusal Akademisi Tarih Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ashot Melkonian
katıldı. Temmuz 2004 tarihinde gerçekleşen ilk toplantıda 100’er belge değiş tokuş
edildi. Đkinci toplantının toplanması için Ermeni tarafının gerekli belgeleri platforma
teslim etmemesi nedeniyle Mayıs 2005 tarihinde gerçekleştirilmesi planlanan
toplantı iptal edildi. Dr. Đnanç Atılgan “31 Aralık 2004’e kadar da taraflar karşılıklı
80’er belgeyi VAT’a sunmayı taahhüt etmişlerdi. Biz VAT olarak sunulacak bu
80’er belgeyi Türk ve Ermeni tarihçilerine ileterek Mayıs 2005’te Türk ve Ermeni
tarihçilerin Viyana’da yeniden bir araya gelecekleri kesin tarihi belirleyecektik.
Ancak Ermeni tarafı, vaat ettiği 80 belgeyi bugüne kadar bize ulaştırmadı” dedi.
VAT, yazılı bir açıklama yaptı: “VAT, Ermeni tarafının katılma kararını önümüzdeki
zaman zarfında alması halinde, diyaloğun ileriki bir tarihte gerçekleşmesini temenni
etmektedir. (…) VAT, bu ilk girişimin planlanan zaman zarfında gerçekleşmemesini
büyük bir üzüntüyle karşılamasına rağmen, önümüzdeki yıllarda tarihi olaylara
müdahil her tarafın kendi tarihiyle yüzleşmesi kapsamında platform olarak hizmet
vermeye devam edeceğini bildirir.”350
2005 yılında Ermenistan ve Diaspora, Erivan’dan ABD, Rusya ve Đran’a kadar
düzenledikleri konferanslar, toplantılar, gösteri yürüyüşleri ve Türk Büyükelçilikleri
347
TEBK ile ilgili alınan tüm bilgi için Taner Akçam, Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogtan
Başka Çözüm Var Mı?, 2. Basım, Đstanbul, Su Yayınları, Ocak 2002, s.15-21.
348
Dink, op.cit., s.12.
349
27-28 Mayıs 2002 tarihinde Erivan’da düzenlenen II. Ermenistan-Diaspora Konferansı’nda 1915
olaylarıyla ilgili şu ifadeye yer verildi: “Konferans, dünyadaki her ülkede Ermeni Soykırımının
uluslararası tanınmasını sağlamaktaki kararlılığını yeniden teyit eder.”
http://www.armeniadiaspora.net/conference2002/htms/declar_eng.htm (17 Kasım 2008)
350
http://www.ntvmsnbc.com/news/304933.asp (18 Kasım 2008)
94
önünde protesto gösterileri gibi çeşitli etkinliklerle 1915 olaylarını “Ermeni
Soykırımın 90. yıldönümünü” olarak andı.351
Türkiye ise iki yeni girişimi uygulamaya koydu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal,
24 Mart 2005 tarihinde TBMM’de düzenlenen “Ermeni Sorunu Gerçeği” konulu
konferansta bu girişimleri şöyle açıkladı:
“Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan ile kısa bir süre önce yaptığımız etraflı bir görüşme
sonucunda, soykırım iddialarının yanlışlığını ve asılsızlığını ortaya koymak ve tarihî
gerçeklerin bilimsel bir çalışmayla ortaya çıkarılmasını sağlamak amacıyla birbirini
tamamlayan iki temel girişimden oluşan bir proje üzerinde mutabık kaldık. Birinci
girişim, Türkiye'nin tarihiyle yüzleşmekten hiçbir korku ve endişesi olmadığını ortaya
koymayı ve tarihin Türkiye için bir yük olmaktan ve ülkemize karşı siyasî malzeme
olarak kullanılmaktan çıkarılmasını hedeflemektedir. Bu amaçla, Türkiye şöyle bir
öneri ileri sürmektedir:
1-Türkiye ve Ermenistan, kendi tarihçilerinden oluşacak bir ortak komite kuracaklardır.
2-Taraflar, arşivlerini açacakları hususunda teminat vereceklerdir. Sorunun tüm
yönleriyle aydınlığa kavuşturulması için sadece Türkiye ve Ermenistan arşivlerinin
incelenmesi yeterli olmayabilir. Bu bakımdan, Rus, Alman, Avusturya, Fransız,
Amerika Birleşik Devletleri arşivleri ile Boston’daki Zoryan Enstitüsündeki arşivlerin
de inceleme kapsamına alınması gerekmektedir.
3-Çalışmaların tam bir bilimsel ciddiyet ve düzen içinde yapılmasını ve zabıtların
tutulmasını sağlamak amacıyla bir tür noter görevi yapacak tarafsız, nötr bir
mekanizmaya ihtiyaç olabilir. Taraflar, beraberce bu tür bir mekanizma üzerinde karar
kılacaklar ve bunu oluşturacaklardır. Örneğin, bu konuda UNESCO’dan ya da başka bir
uluslararası kuruluştan yardım istenebilir.
Tabiatıyla bu girişimin uygulanabilmesi için, Ermenistan’ın işbirliği şarttır. Ermenistan,
kendi tarihiyle yüzleşmekten korkmuyorsa ve iddialarının gerçek olduğuna inanıyorsa,
iki ülke tarihçilerinin bir araya gelmesine, geçerli belgelerin beraberce saptanmasına ve
bu belgelerle ortak bir tarih değerlendirilmesinin yapılmasına itiraz etmemesi gerekir.
Ermenistan yöneticilerinin Türkiye’nin bu önerisini değerlendirirken, esasta bunun bir
barış girişimi olduğunu ciddiyetle dikkate almaları gerekir.
Evet, Türkiye’nin bu önerisinin temel bir misyonu da, asırlarca iç içe, barış içinde
yaşamış ve şimdi birbirine komşu iki devlet kurmuş iki ulusu barıştırmak ve ortak bir
352
gelecek inşa etmelerine imkân verecek ortamı yaratmaktır.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu doğrultuda Cumhurbaşkanı Koçaryan’a bir
mektup gönderdi:
“Sayın Cumhurbaşkanı”
“Türk ve Ermeni halkları, dünyanın hassas bir bölgesinde ortak bir tarih ve komşu
coğrafyayı paylaşmakla kalmamış, uzun yıllar bir arada yaşamışlardır. Ancak, ortak
351
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=150726 (18 Kasım 2008)
http://www.mfa.gov.tr/amerikali-profesor-justin-mc-carthytarafindan__sunulan____________________________________________-_-_ermeni-sorunugerceci__konulu-konferans.tr.mfa (18 Kasım 2008 )
352
95
tarihimizin bir dönemine ilişkin yorum ve değerlendirme farklılıklarımızın
mevcudiyeti bir sır değildir.
Geçmiş yıllarda halklarımıza acı veren hatıralar bırakan bu farklılıklar bugün de
ülkelerimiz arasında dostane ilişkilerin geliştirilmesini kolaylaştırmayan bir rol
oynamaktadır.
Ülkelerimizin yöneticileri olarak başta gelen görevimizin, gelecek nesillerimize
hoşgörünün ve karşılıklı saygının egemen olduğu barış ve huzur dolu bir dostluk
ortamı bırakmak olduğunu düşünüyorum.
Bu görüşleri, ülkemizin ana muhalefet partisi lideri Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı Sayın Deniz Baykal da paylaşmaktadır. Bu çerçevede, Ülkelerimizin tarihçi
ve diğer uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları
sadece Türk ve Ermeni değil, ilgili üçüncü ülkelerde yer alan tüm arşivlerde
araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları yolunda ülkenize bir
davet yapıyoruz.
Bu yönde bir girişimin hem tarihin tartışmalı bir bölümüne ışık tutacağını, hem de
ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir adım
oluşturacağını düşünüyorum.
Gelecek nesillere dostça ve daha barışçıl bir ortam devretmeyi amaçlayan bu
önerimizin kabul göreceğini umuyorum. Tarihçi ve diğer uzmanlarınızdan bir grup
oluşturarak arşivlerde ortak çalışma yapmaları yolundaki önerimize olumlu
yaklaştığınız takdirde, bu önerimizin ayrıntılarını ülkenizle görüşmeye hazırız.
Saygılarımla.”353
Robert Koçaryan ise 25 Nisan 2005 tarihinde Başbakan Erdoğan’a cevap gönderdi:
“Sayın Başbakan
Mektubunuzu almış bulunuyorum. Gerçekten de, iki komşu olarak, birlikte uyum
içinde yaşamanın yollarını bulmak amacıyla çalışmak zorundayız. Bu nedenle,
aramızda ilişkilerin kurulması, sınırın açılması ve böylece iki ülke ve iki halk
arasında bir diyalog başlatılmasını teminen ilk günden itibaren elimizi uzattık.
Özellikle Avrupa kıtasında, güçlüklerle dolu geçmişleri hakkında farklı görüşleri
bulunan komşu ülkeler bulunmaktadır. Ancak, bu ülkeler, aralarındaki
anlaşmazlıkları tartışmaya devam ederken bile bu durum onların açık sınırlara,
normal ilişkilere, diplomatik bağlara sahip olmalarını ve birbirlerinin başkentlerinde
temsilciler bulundurmalarını engellememiştir.
353
Birnur Ertekin, “1995-2005 yılları arasında Türkiye-Ermenistan Đlişkileri”, (Yüksek Lisans Tezi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir, 2007 ), s.199’dan Milliyet, 15 Nisan 2005.
96
Geçmişi ele almaya yönelik öneriniz bugüne ve geleceğe hitap etmeyi de
kapsamıyorsa etkili olamaz. Yararlı bir diyaloga girebilmek için uygun ve elverişli
bir siyasi ortamın yaratılmasına ihtiyacımız vardır. Đkili ilişkilerin geliştirilmesi
sorumluluğu hükümetlere aittir, bu sorumluluğu tarihçilere bırakma hakkımız yoktur.
Bu nedenledir ki ülkelerimiz arasında önkoşulsuz diplomatik ilişkilerin evvelden de
önerdik ve yeniden öneriyoruz..
Bu bağlamda, milletlerimiz arasında askıda kalan tüm sorunları çözmek ve bir
anlayış birliğine ulaşmak amacıyla bu sorunları görüşecek hükümetler arası bir
komisyon toplanabilir,
Saygılarımla…”354
Böylece iki ülke arasındaki görüş farklılığı bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye, 1915
olaylarını tartışmak için bir Ortak Tarih Komisyonu önerirken Ermenistan, ilk önce
önkoşulsuz diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Hrant
Dink’in bu öneri hakkındaki görüşü şöyledir: “Tarihle hesaplaşmayı öne alarak,
diyalog ve ilişki kurmayı ikinci plana iten bu anlayış, “Sorun çözüldükten sonra ilişki
kurarız” diyerek paradoksal bir pozisyona düşüyor ve esasen de diyalog istememenin
diğer bir şeklini deniyor. Çünkü her iki taraftan da “Önce soykırımı kabul etsinler
ondan sonra …” ya da “Önce soykırımı tanıtma çabalarından vazgeçsinler ondan
sonra…” diyenler çok iyi biliyorlar ki hiç kimse durduğu noktadan vazgeçmeyecek.
Sonuçta, Ermeniler tarafından içselleştirilmiş ve olanın bitenin soykırım olarak
algılandığı bir gerçeklik söz konusu. Ermeni dünyasının bu içselleşmiş ruh halinden
vazgeçmesi asla mümkün değil. Bu içselleştirmenin varlığını bile bile “Önce tarihi
çözelim, ondan sonra ilişki kuralım” diyenler, esasen bu tarihin Ermeniler açısından
çözülecek bir ayrıntısının bulunmadığını çok iyi biliyor ve ilişki kurmayı bilinçli bir
şekilde tam bir belirsizliğe erteliyorlar. Oysa tarihi de tarih içinde çözecek sihirli
değnek, ilişki ve diyalogdan başkası değil.”355
Taşnaksutyun Partisi’nin Uluslararası Đlişkiler Sekreteri Giro Manoyan’ın OTK
hakkındaki görüşleri ise şöyledir: “1915, Türkiye’nin öncelikle kendi içinde ve
dünya kamuoyu önünde çözmesi gereken bir konudur. Oluşturulması öngörülen
tarihçiler komisyonunun konuya ilişkin ciddi bir çözüm sunabileceğini
düşünmüyorum. Çünkü, soykırım konusunda Türkiye’de gerçekçi bir şekilde
konuşma yapmak, makale yazmak, hatta fikir beyan etmek dahi yasalarca
engelleniyor. Böyle bir ortamda, üstelik de devlet tarafından görevlendirilen bir
tarihçinin bağımsız ve tarafsız olabilmesini ve tarihe objektif bir gözle bakabilmesini
bekleyemezsiniz. Hem, tarih bir Pazar değil ki, Ermeniler bir tarafta, Türkler bir
tarafta otursun ve pazarlık edercesine “Üç aşağı, beş yukarı olan biten budur” diyerek
bir sonuca varsın. (…) Ayrıca, 1915’te yaşananların soykırım olup olmadığına
sadece tarihçiler karar veremez. Soykırım olup olmadığı, Birleşmiş Milletler gibi
siyasi merciler tarafından incelendikten sonra belirlenebilir.”356
354
Birnur Ertekin, “1995-2005 yıları arasında Türkiye-Ermenistan Đlişkileri”, (Yüksek Lisans Tezi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir, 2007),s.201-202’den
http://www. eraren.org/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=11.
355
Dink, op.cit., s.37.
356
Agos, 17 Ekim 2008.
97
Türkiye’nin ikinci girişimi ise “(…)Soykırım iddiasına dayanak olarak gösterilen
propaganda malzemesinin bu niteliğinin dünya kamuoyuna açıklanmasıdır. Bu
girişime esas adı “Osmanlı Đmparatorluğunda Ermenilere Uygulanan Muamele:
1915-1916” olan ve aynı zamanda Mavi Kitap olarak da atıfta bulunulan bir kitapla
başlıyoruz. Bu kitap, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tüm vahşet propagandası
etkinlikleri gibi, uydurma ve yarı uydurma veya tarafgir rapor ve algılamalar üzerine
bina edilmiş bir aldatmacadır. Bu kitabın bir propaganda malzemesi olduğu, bugün
artık en ufak bir kuşkuya dahi mahal vermeyecek şekilde belli olmuştur. Buna
rağmen, Mavi Kitap’ın tahripkâr ve habis etkileri bugün hâlâ devam etmekte ve
Ermeni tezlerini destekleyenler tarafından uluslararası medyanın, siyaset
adamlarının, fikir önderlerinin, bilim adamlarının aldatılarak Türkiye’ye karşı kin ve
nefret duygularının yayılmasında etken olmaktadır. Belki, bir savaş ortamında, savaş
koşulları içinde makul karşılanabilecek olan bir propaganda faaliyetinin insanlığın
geleceğine böylesine düşmanlık tohumları eken bir eser haline dönüşmüş olmasını
artık kabul etmek imkânı kalmamıştır. Wellington House diye de anılan bir mekânda
faaliyetlerini yürüten Đngiliz Savaş ve Propaganda Bürosu tarafından hazırlanan Mavi
Kitap, 1916’da Đngiliz Parlamentosunun onayıyla basılıp dağıtılmıştır. Bu bakımdan,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin geleneksel dostluk ve ittifak ilişkileri içinde
olduğumuz Đngiltere’nin Parlamentosuna bu konuda bir mektupla başvurmasının
isabetli olacağı düşünülmüştür.”357
Bu karar doğrultusunda 550 milletvekilinin imzaladığı mektup Đngiltere’nin Lordlar
Kamarası’na ve Avam Kamarası’na gönderildi: TBMM, “Büyük Britanya
Parlamentosu ve Hükümeti tarafından, kamuoyuna, … Mavi Kitaplar Külliyatı
çerçevesinde yayımlanan Osmanlı Đmparatorluğu’nda Ermenilere Uygulanan
Muamele 1915-1916 adlı kitabın, 1. Dünya Savaşı’nda ‘Wellington House’daki
Đngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından hazırlanan bir propaganda malzemesi
olduğunun ve söz konusu kitapta yer alan Osmanlı Ermenilerinin isyanı ile buna
karşı Osmanlı Devleti’nin almış olduğu önlemlere ilişkin bilgilerin mesnetsiz ve
güvenilir olmadığının açıklanmasını talep” etmekteydi.358
Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan’ın, 23 Nisan 2005 tarihinde Erivan’da
düzenlenen “Büyük Suç-Büyük Meydan Okuma: Soykırım ve Đnsan Hakları” başlıklı
uluslararası 90. yıl anma konferansında bu girişim hakkındaki yorumu şöyleydi:
“Türkiye Meclisi’nin, Arnold Toynbee ve James Bryce tarafından Mavi Kitap dizisi
için topladıkları belgeleri yeniden gözden geçirme ve düzenleme yönündeki son
çağrısı, revizyonist çabaları daha da aşağı bir seviyeye getirdi. Türkiye kendi tarihini
yeniden yazma çabasından, başkalarını da kendi tarihlerini yeniden yazmaya ikna
edebileceğini düşünme noktasına gelmiş oldu. Bu ise yalnızca sürece engel olur,
duyguları şiddetlendirir ve öfkeyi alevlendirir. Daha da kötüsü, böylesi kara mizah
357
http://www.mfa.gov.tr/amerikali-profesor-justin-mc-carthytarafindan__sunulan____________________________________________-_-_ermeni-sorunugerceci__konulu-konferans.tr.mfa (18 Kasım 2008)
358
Taner Akçam, “Bir Skandal: TBMM’nin Mektubu ya da Şükrü Elekdağ ve Justin McCarthy bu
ülkeyi nereye sürüklüyorlar?”, Birikim, Sayı: 193-194, Mayıs-Haziran 2005, s.89.
98
örneği hareketler, uzlaşmaya inanmayanların, riskleri ve bedelleri görerek
cesaretlenmesine yol açar.”359
TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın gönderdiği mektuplara, 16 Aralık 2005 tarihinde
Avam Kamarası’ndan ve Lordlar Kamarası’ndan cevap geldi.
Avam Kamarası Başkanı Michael Martin’in gönderdiği cevap şöyleydi:
“Sizin derinden endişe duyduğunuz bir konu olduğunu bilmeme rağmen başkan
olarak, siyasi olarak tarafsız kalmam konusunda Avam Kamarası’nda çok sıkı bir
kural bulunmaktadır. Bu nedenle bahsetmiş olduğunuz konuda yorum yapmam
mümkün değildir.
Ancak mektubunuzun bir kopyasını Avam Kamarası Kütüphanesi’ne koyduruyorum.
Mektubunuzun aslını ise, daha iyi değerlendirileceğine inandığım Dışişleri ve Đngiliz
Milletler Topluluğu Đşleri Bakanlığı’na gönderiyorum.
Saygılarımla.”
Lordlar Kamarası Lideri Lord Falconer of Thoroton'un mektubu da şöyleydi:
“1915-1916 yıllarında Osmanlı Đmparatorluğu’nda Ermenilerin Durumu" ile ilgili
kitap (Mavi Kitap), 1916 yılında Đngiliz Hükümeti tarafından yayınlanmıştı. Aynı yıl
parlamentoya "Command Paper" olarak sunulmuştu fakat elbette ki bu, Parlamento
tarafından hazırlandığı veya onaylandığı anlamını taşımamaktadır.
Ancak bu yazışmanızı ve sizin mektubunuzu Lordlar Kamarası Kütüphanesi’ne
koyduruyorum.”360
Yani girişimden istenilen sonuç elde edilemedi.
Ermeni Sorunu’nun çerçevesinde oluşan dengelerde değişiklik meydana gelmeye
başladı. ABD’de gündeme gelen soykırım yasa tasarılarının kabul edilmesinin
önlenmesinde Türkiye ile birlikte hareket eden Yahudi lobisi, Ermeni Sorunu
konusunda söylevini değiştirdi. 21 Ağustos 2007 tarihinde ABD’deki en büyük
Yahudi örgütlerinden biri olan Đnkar ve Đftira ile Mücadele Birliği’nin (ADL)
Başkanı Abraham H. Foxman’ın ADL’nin internet sitesinde yer alan açıklaması
şöyleydi:“ADL’nin son dönemde Türk-Ermeni meselesi etrafında vuku bulan sıcak
tartışmalar bağlamında ve Yahudilere karşı tehditlerin arttığı bir ortamda ‘Yahudi
toplumunun birlik ve beraberliğini korumak’ güdüsüyle 1915-1918 arasında yaşanan
olaylarla ilgili görüşlerini gözden geçirdiği; ADL’nin bu dönemde yaşanmış olayları
zaten hiçbir zaman reddetmediğini ve bu olayları her zaman Ermenilere karşı
yapılmış zulüm ve katliamlar olarak nitelendirdiği; ADL’nin yaptığı yeniden
değerlendirme neticesinde 1915-1918 yılları arasında yaşananların sonuçları
itibariyle soykırımla eşdeğer olduğunu gördüğü (tantamount to genocide), eğer
359
Dink, op. cit., s.93-94.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_basin_aciklamalari.aciklama?p1=31184 (19 Kasım
2008)
360
99
soykırım kavramı bahsekonu dönemde dolaşımda olsaydı, Morgenthau’nun da bu
kavramı kullanacağı ifade ediliyordu. Foxman, akıl hocası Nobelli Elie Weisel ve
‘[soykırım konusundaki] konsensusu’ tanıyan diğer bazı saygın tarihçilere danışarak
bu sonuca ulaştıklarını, Türkiye’nin dostlarının onun geçmişiyle yüzleşmesi için
sergiledikleri çabayı anlayışla karşılayıp Ermenilerle tarihin bu karanlık sayfalarına
dair bir uzlaşmaya gideceğini umduklarını söylemişti. Açıklamada son olarak ABD
Temsilciler Meclisinden bu konuda geçecek bir karar tasarısına (yani HR. 106
rumuzlu tasarıya) karşı olmaya devam edeceği, çünkü bunun Türklerle Ermeniler
arasındaki uzlaşı çabaları açısından yardımcı olmayacağı ve Türkiye-ABD-Đsrail
ilişkileri ile Türkiye’deki Yahudi cemaatini riske atacağı ifadesine yer
veriliyordu.”361
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, tepki vermekte gecikmedi. “Dışişleri Bakanlığı ‘1915
olaylarının’ soykırım olarak nitelenmesinin tarihi ve hukuki temelden yoksun
olduğunu, bu konuda tarihçiler arasında bir mutabakat bulunmadığını, Türkiye’nin
Ortak Tarih Komisyonu (OTK) oluşturması teklifi sunan, Ermenistan’ın ise bunu
kabule yanaşmayan taraf olduğunu, ADL’nin aldığı kararla tarihi yeniden yazmaya
kalkışmasının bir çelişki teşkil ettiğini ve bu kararın gerekçesinin anlaşılamadığını
vurguladı. ADL’nin açıklamasındaki Türkiye Yahudi toplumunun durumu ile HR
106 arasında kurulan bağlantı karşısında da Yahudi cemaatinin Türk toplumunun
ayrılmaz bir parçası olduğu ve bu yüzden Ermeni iddialarına yönelik gelişmelerden
endişe duyacakları hiçbir husus bulunmadığı cevabı verildi. Dikkat çeken bir nokta
ADL açıklamasındaki Türk-ABD-Đsrail ilişkileri ile ilgili ifadeye Dışişleri Bakanlığı
tarafından doğrudan cevap verilmemiş olmasıydı. Buna karşılık Ermeni meselesinde
Türk resmi tezinin ana motiflerinden biri olan Holokost’un biricikliği vurgusu şu
cümleyle açıklamaya giriyordu: “Yahudi soykırımının tarihte emsali olmayan
konumuna ve kurbanların anısına da haksızlık teşkil eden bu açıklamayı ADL
açısından bir talihsizlik olarak görüyor ve düzeltilmesini bekliyoruz.”362
Türkiye’nin tepkisinin iletilmesi için Đsrail’in Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi,
Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül kararın bedelinin ağır
olacağını kendisine iletti. Avivi’nin Ankara’nın rahatsızlığını Tel Aviv’e iletmesi
üzerine Đsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres Başbakan Erdoğan’ı telefonla aradı ve
Türkiye ile ilişkilere büyük önem verdiklerini belirtti. Đsrail Büyükelçiliği’nden bir
açıklama yapılarak konunun Türkler ve Ermeniler arasında siyasi bir tartışmaya
dönüştüğü, Đsrail Hükümetinin 1915 olaylarına bir tanımlama getirilmemesi ya da
taraf tutulmaması görüşünde olduğu belirtildi.363 ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Gonzalo Gallegos, ABD’nin politikasında herhangi bir değişiklik olmadığını
belirterek “1915’teki olayların kurbanlarını acıyla anıyoruz. Türkler ve Ermeniler’e
açık ve kalpten gelen bir diyalogla geçmişle yüzyüze gelmeleri çağrısını yapıyoruz
ve bu trajediye siyasal amaçlarla ad konulması girişimlerine karşı çıkıyoruz.” dedi.364
361
Hayati Geçeci, “ADL ve “1915 olayları”: Bizim doktorumuz kim?”, Birikim, Sayı:222, Ekim
2007, s.47.
362
Ibid., s.47-48.
363
http://www.ntvmsnbc.com/news/418144.asp (20 Kasım 2008)
364
http://www.ntvmsnbc.com/news/418038.asp (20 Kasım 2008)
100
ABD’deki Ermeni lobisinin en etkili iki örgütünün açıklamaya tepkilerine gelince,
ANCA (Amerika Ermeni Ulusal Komitesi) icra direktörü Aram Hamparian,
ADL’nin “soykırımı” tanıma açıklamasından memnun olduklarını, ancak bu Yahudi
kuruluşunun “liderliği içindeki bazı unsurların, Ermeni tasarısının Kongre’den
geçmesini hala engellemeye çalışmasından rahatsızlık duyduklarını” söyledi. AAA
(Amerikan Ermeni Meclisi) ise yayımladığı açıklamada, ADL’nin tutum değişikliği,
“ileriye doğru bir adım” olarak övüldü, ancak kuruluşun soykırım yasa tasarısının
Kongrede kabulüne karşı çıkmayı sürdürmesinin “üzüntüyle karşılandığı”
belirtildi.365
24 Ağustos’ta ADL, Başbakan Erdoğan’a bir faks gönderdi. Erdoğan faksın içeriği
ile ilgili yaptığı açıklamada “Ellerinden gelen bütün destekleri bugüne kadar nasıl
verdilerse, bundan sonra vereceklerini ifade ettiler.” dedi. Faksta şu ifadelere yer
verildi: “Size bu çok zor zamanda yazarak, son günlerde sizde ve Türk halkında yol
açtığımız acıdan dolayı duyduğumuz derin üzüntüyü dile getiriyorum. (…)
Niyetimiz, kesinlikle Türk halkını ve liderlerini incitmek veya utandırmak değildi.
Bizim güçlü arzumuz, dostluğumuzu derinleştirmektir. Yahudi halkına ve Türkiye’ye
çok iyi hizmet eden ilişkilerimizi güçlendirmek için yollar bulmaya devam etmeyi
üstleniyoruz ve bütün halklar arasında anlayış, saygı ve hoşgörüyü ilerletmek için
sizinle çalışmamızın devam etmesini bekliyoruz.”366 Açıklamada işbirliğinin
süreceğine değinilse de 1915 olaylarının soykırım olarak tanımlanması konusundaki
görüşlerin değiştiğine dair herhangi bir ifadeye rastlanmamaktadır.
19 Şubat 2008 tarihinde Ermenistan’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerini Serj
Sarkisyan’ın kazanmasının ardından ilk tebrik mesajı Türkiye’den geldi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sarkisyan’a gönderdiği mesajda özetle, “yeni
görevinin halklarımız arasındaki ilişkilerin normalizasyonu için gerekli ortamın
yaratılması ve dolayısıyla bölgemizde küresel barış ve refaha katkıda bulunacak,
istikrar, karşılıklı güven ve işbirliğine dayalı bir atmosferin oluşturulmasına katkı
sağlamasını temenni ettiklerini” ifade etti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Ermeni muhataplarına
gönderdikleri tebrik mesajlarında özetle, iki ülke ilişkilerine dair görüşlerini bir kez
daha dile getirerek bu meyanda ilişkilerin normalleşmesi sürecinde daha önce
iletilmiş olan önerilerin halen gündemde olduğunun da altını çizdi.367
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, 9 Temmuz 2008 tarihinde
Cumhurbaşkanı Gül’ü 6 Eylül 2008 tarihinde Erivan’da oynanacak olan TürkiyeErmenistan Dünya Kupası Grup Eleme futbol maçını birlikte izlemeye davet etti.
Sarkisyan, böylece Gül ile, iki ülkenin ilişkileri için yeni sembolik bir başlangıcın
ilan edileceğini ifade etti. Türkiye-Ermenistan ilişkileri için ise normal ilişki
kurmanın dışında bir alternatifin olmadığını, normal politik ilişkiler kurulduktan
sonra Türkiye ve Ermenistan’ı etkileyen bütün kompleks konuların ayrıntılarıyla
tartışılacağı bir komisyonun kurulabileceğini belirtti.368 Bu teklife her iki taraftan da
365
http://www.nethaber.com/Dunya/34104/SAF-DEGISTIRDILER-Amerikadaki-en-buyuk-Yahudisivil (20 Kasım 2008)
366
http://www.ntvmsnbc.com/news/418224.asp (20 Kasım 2008)
367
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ermenistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa (26 Kasım 2008)
368
Today’s Wall Street Journal Europe, 9 Temmuz 2008.
101
muhalefet edenler oldu. Taşnaklar, “soykırımı inkâr eden” ve “Ermenistan’a
ambargo uygulayan” bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nı Erivan’da ağırlamanın “alçaltıcı
olacağını” savunuyorken CHP ve MHP’den oluşan “milliyetçi cephe” ise,
Cumhurbaşkanı’nın, “Türkiye’nin sınırlarını tanımayan, soykırım dayatmasında
bulunan ve Azeri topraklarını işgal eden” bir ülkeyi ziyaret etmesinin “gaflet”
olacağını ve ülke için “ciddi sorunlar yaratacağını” savunuyordu.369 Bu süreç içinde
Cumhurbaşkanı’nın davete icabet edip etmeyeceği konusunda bir açıklama
yapılmadı. 3 Eylülde Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada davetin şu
gerekçeyle kabul edildiği ilan edildi: “Anılan maç, sportif bir karşılaşmanın ötesinde,
önemli fırsatlar sunan bir anlam taşımaktadır. Özellikle Kafkasya bölgesi halklarını
endişeye sevkeden gelişmelerin yaşandığı bir dönemde ortaya çıkan bu imkanın tüm
taraflarca en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inanılmaktadır. Bu maç
vesilesiyle yapılacak bir ziyaretin bölgede yeni bir dostluk ikliminin oluşmasına da
katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız bu anlayışla
daveti kabul etmiştir. Sözkonusu maçın ortak tarihi olan iki halkın yakınlaşmasının
önünü tıkayan unsurların ortadan kaldırılmasına ve yeni bir zemin hazırlanmasına
vesile teşkil edeceğine inanılmaktadır. Bu ziyaretin iki ülke halklarının birbirlerini
daha iyi anlamaları için bir fırsat oluşturacağı ümit edilmektedir.”370
Davete icabet edilmesinde Dışişleri Bakanlığı’nda yaşanan değişimin de katkısı
vardır. Ermeni Sorunu konusunda bakanlıkta uzun zamandan beri iki karşıt grup yer
almaktadır. Temmuz 2008 tarihinde yurtdışında görevli büyükelçilerin Ermenistan
ile ilişkiler ve Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili yaptıkları toplantıda bu iki grup
arasında uzun ve hararetli bir tartışma yaşandı. “Bir grup, Ermeni girişimlerinin
önünün Türkiye’nin soykırım yapmadığına dair üç beş broşürle kesilemeyeceğini,
sorunu gidermenin yolunun Erivan’dan geçtiği görüşünü savundu. Bu gruba göre,
Ermeni diasporası ile Erivan’ın arasını açmak, diasporanın elini zayıflatacak. Bunun
için de Türkiye’nin süratle Ermenistan’la ilişkilerini normalleştirmesi gerekiyor.
Türk mallarının Đran üzerinden Ermenistan’a gittiği, Erivan-Đstanbul arasında uçak
seferlerinin her geçen gün katlanarak arttığı bir dönemde, sınırların kapalı
tutulmasının mantıksızlığı da bu grup tarafından dile getirildi. Karşı gruba göre ise,
soykırım diye bir sorun yok. Bu, bazı devletlerin Türkiye’ye karşı kullandığı bir koz.
Türkiye, ABD’ye karşı nasıl ki ağırlığını kullanıp tasarıyı erteletti, aynı şey diğer
ülkeler nezdinde de yapılabilir. Üstelik, Erivan’la iyi ilişkilerin diasporayı
durduracağı yok.”371 Bu toplantı sonunda ilk grubun ağır bastığı söylenebilir. Emekli
Büyükelçi Volkan Vural yaşanan değişimi şöyle ifade ediyor: “Dışişleri, Ermeni
sorunu konusunda çok acı bir deneyime sahip. ASALA terör örgütüne kurban vermiş
bir kurum o. Bütün bunlara rağmen, Ermenistan’la ilişkiler konusunda son yıllarda
çok daha bilinçli ve sistematik çalışan bir kurum haline geldi Dışişleri. 1990’lardaki
o ilk hatalar daha sonra anlaşıldı. Şimdi kendi trajedisini ve acılarını unutarak
Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesine çalışıyor.”372
Ziyaret sırasında hem Cumhurbaşkanları hem de Dışişleri Bakanları seviyesinde
görüşmeler gerçekleştirildi. Görüşmelerde soykırım konusuna değinilmedi.
369
http://www.eraren.org/index.php?Lisan=tr&Page=Makaleler&MakaleNo=3207 (26 Kasım 2008)
http://www.tccb.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/aciklama_mesajlar (26 Kasım 2008)
371
Agos, 1 Ağustos 2008.
372
http://www.taraf.com.tr/makale/1856.htm (27 Kasım 2008)
370
102
Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan, 6 Eylülde yaşananlar için “Tarihi
bir gün yaşadık, tarih bu futbol diplomasisini yazacak. Çok çok güzel bir başlangıç
yaptık.” yorumunu yaparken ilişkilerin geleceği için şunları söyledi: “Bundan sonra
da olumlu gelişmeler yaşanacak. Bunun için gereken irade ve istek var.
Cumhurbaşkanlarının talimatıyla iki dışişleri bakanı cumartesi gece yarısı bir araya
geldik. Đki buçuk saat görüştük. Bu ay içinde yeniden buluşacağız. Đkili ilişkilerin
gelişmesi konusundaki kararlılığı ve ciddiyeti gösteriyor bu durum. (…) Sanıyorum
çok yakında somut sonuçları konuşacağız Babacan’la.”373 Cumhurbaşkanı Gül,
Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ı 14 Ekim 2009 tarihindeki ikinci Türkiye-Ermenistan
maçı için Đstanbul’a davet etti.
Ermenistan’da hükümet koalisyonunda yer alan Taşnaksutyun Partisi’nin
Uluslararası Đlişkiler Sekreteri Giro Manoyan, Cumhurbaşkanı Gül’ün
gerçekleştirdiği bu ziyaretle başlayan süreci şöyle değerlendirdi: “Eğer somut bir
şekilde devamı gelmeyecekse, Gül’ün Yerevan ziyareti, tek başına, iki ülke
arasındaki ilişkileri iyileştirmek için yeterli değil. Ermenistan açısından konuşacak
olursak, bu ziyaretle oluşan olumlu havanın devam ettirilmesi için imkanlar mevcut,
ve bunların birçoğu Türkiye’nin kararlığına ve samimiyetine bağlı. (…) Burada
önemli olan, iyi niyet. Ermenistan da, iyi niyetli bir duruş sergiledi; şimdi sıra
Türkiye’de. Ermenistan’ın iyi niyetli duruşu karşısında, Türkiye, eğer gerçekten
samimi olduğunu göstermek istiyorsa, kabul edilmesi mümkün olmayan ve iki
ülkenin yakınlaşmasını engelleyen önkoşullardan vazgeçmelidir. Çünkü eğer
koşullarla masaya oturacak olursak, Ermenistan da, haklı olarak, gerek uluslararası
hukuki zeminde, gerekse siyasi ortamda önkoşullar belirtebilir. Ermenistan bugün
böyle tavır takınmıyor ve Türkiye’den de aynı olgunluğu bekliyor.”374
Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, 2 Ekim 2008 tarihinde Ermenistan Parlamentosu’nda
yaptığı ilk konuşmada Ermenistan’ın içinde bulunduğu durumu şöyle tanımladı:
“Komşuda bir savaş, kapalı sınırlar, dış dünyayla iletişimde zorluklar, bölgesel
ilişkilerin karmaşıklaşması, büyük güçlerin çıkar çatışması… Ermenistan’ın bugün
yaşadığı gerçeklik budur.”375 Yaşanan bu gerçeklik karşısında bir dizi eylem planı
olan Ermenistan, Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek için de harekete geçti.
Ermenistan Güvenlik Konseyi Sekreteri Artur Bagdasaryan, yaptığı açıklamada 6
Eylül ziyareti sonrası ikili ilişkilerde yeni bir döneme girildiğini belirterek Erivan
için Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesinin çok önemli olduğunu vurguladı. Türkiye
ile ilelebet düşman statüsünde kalamayacaklarını belirten Bagdasaryan, 1915
olaylarına da değinerek “Evet soykırım bir gerçek. Ermenistan’da bugün hiç kimse
bu konuyu sorgulamıyor. Soykırımın uluslararası düzeyde tanınması politikasını
sürdürüyoruz. Fakat aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesini de
istiyoruz” dedi.376
373
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&Date=10.09.2008&ArticleID=988080
&AuthorID=63&b=Ermenistan%20Disisleri%20Bakani%20Nalbantyanin%20aciklamalari:&a=Hasan
%20Cemal&ver=61 (26 Kasım 2008)
374
Agos, 17 Ekim 2008.
375
Agos, 10 Ekim 2008.
376
http://www.ntvmsnbc.com/news/466443.asp (27 Kasım 2008)
103
Seçim kampanyaları sürecinde 1915 olaylarını soykırım olarak kabul edeceğini ifade
eden Barak Obama’nın 44. ABD Başkanı olarak seçilmesi soykırım yasa tasarıları
konusunu gündeme taşıdı. Başbakan Erdoğan, New York Columbia Üniversitesi’nde
yaptığı konuşmada 2005 yılındaki OTK girişimini hatırlatarak tarafların karşılıklı
arşivlerini açmasını ve birlikte araştırıp bir karara varılması ile ülkelerin bu karara
uyması tekliflerinin geçerli olduğunu belirterek “Umarım ki Amerika’nın yeni
yönetimi de bu kararları dikkate alacaktır. Yoksa böyle basit siyasi lobilerle,
kulislerle bir ülke hakkında karar verilmez.” dedi.377
Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Obama’nın başkan seçilmesinin Türkiye-Ermenistan
ilişkilerine olumlu yansıyacağını belirtti.378 Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Frankfurter
Allgemeine Zeitung gazetesine verdiği demeçte OTK hakkında şunları söyledi:
“Đlişkilerin başlaması için ‘ortak tarih komisyonu’ kurmak doğru bir yöntem değil.
Çünkü bu hükümetler dışında ilerlemesi gereken, uzun sürelere muhtaç sıkıntılı bir
süreç. Đkinci dünya savaşından sonra birbirleriyle ciddi sorunlar yaşayan Avrupa
ülkeleri ilişki kurmak için böyle komisyonlar kurmadılar. Böyle bir girişim, faydadan
çok zarar getirebilir.”379
Dışişleri Bakanı Nalbandyan, Đsveç’te “Ermenistan ve Kafkaslarda Güvenlik” konulu
bir konferans verirken Ermeni diasporasının bir üyesinin parlamentolarda alınan
soykırım kararlarını hatırlatması üzerine “Bir tek Ermeni’nin bile soykırım
konusunda kuşkusu yoktur ama ilişkileri normalleştirmek için bunu öne sürmek çare
değildir. Yirmi ülke soykırım kararı almış, elli ülkede daha alınsa ne olacak? Biz
ilelebet komşu olacağımız Türkiye ile dost olmak istiyoruz” dedi.380 Bu tür
açıklamalar ve son dönemde Türkiye ile Ermenistan arasında oluşan olumlu hava
nedeniyle Türkiye’de yapılan birçok yorumda bu durumun Türkiye’nin lehine
kullanılabileceği belirtilmektedir. Đki devlet arasındaki ilişkilerin geliştirilmesiyle
diasporanın Ermenistan üzerindeki etkisinin azaltılacağı savunulmaktadır. Taner
Akçam’ın konu hakkındaki değerlendirmesi şöyledir: “Yazılara egemen olan
mantığa göre, Ermenistan devleti “soykırımın tanınması” konusunda fazla bir ısrara
sahip değildir. Son ziyaretin de gösterdiği gibi, komşumuz Ermenistan aslında
“iyidir”; ziyaret boyunca “soykırım kelimesini kullanmaktan kaçınarak” ve
“tanınma” talebinde bulunmayarak, “iyi” olduğunu da göstermiştir. Fakat Ermenistan
Devleti, ciddi biçimde “kötü” diasporanın etki ve kontrol alanındadır. “Đyi komşu”
Ermenistan’ın, “kötü” diasporanın kucağına düşmüş olmasının önemli bir nedeni de,
Türkiye’nin izlediği “kötü” politikalardır.”381
Türkiye’deki algıya nazaran Ermenistan ve diaspora arasında “soykırımın tanınması”
konusunda herhangi bir görüş farklılığı söz konusu değildir. Çünkü bu konu Ermeni
kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Gerard J. Libaridian bu durumu
şöyle açıklamaktadır: “Soykırım hatırası bir Ermeni’nin bilincinde belli bir yer tutar.
Soykırımın tanınmaması, gerek bireysel, gerek kolektif düzeyde Ermeni kimliğinin
önemli bir bölümünün yadsınması anlamına gelir. Ermeniler, eğer dünya apaçık olanı
377
http://www.ntvmsnbc.com/news/465878.asp
http://www.ntvmsnbc.com/news/464931.asp
379
http://www.taraf.com.tr/makale/2805.htm
380
http://www.ntvmsnbc.com/news/465228.asp
381
http://www.taraf.com.tr/haber/21556.htm
378
(27 Kasım 2008)
(27 Kasım 2008)
(27 Kasım 2008)
(27 Kasım 2008)
(28 Kasım 2008)
104
tanımayı beceremezse, dünyayı anlamakta, yasa ve değerleri kendi yasa ve değerleri
olarak benimsemekte güçlük çekerler.” 1915 olaylarının soykırım olarak
tanınmasının siyasallaşmasının Ermeni kimliğinin üzerindeki etkisine gelince “Ama
soykırımın tanınmasının siyasallaştırılması ve Ermenilerin dünyanın geri kalanıyla
giriştikleri siyasi söylemde merkezi bir yer işgal etmesi, dünyadan çok Ermeniler
üzerinde etkiler yaratmıştır. Ermeni tarihi iki döneme indirgenmiştir: Soykırım
öncesi ve soykırım sonrası. Bundan dolayı, 1915’ten önce olan her şey, 1915’e
götüren olaylar olarak yorumlanmış, daha sonra yaşanan bütün olaylara da 1915’in
sonucu olarak bakılmıştır. Diasporanın uzun ve karmaşık tarihi basitleştirilmiş,
diasporanın kendisi de soykırımın doğurduğu bir sonuç olarak görülmüş, böylece bir
başka siyaset, bir başka tasavvuru iyiden iyiye güçleştirmiştir. Adeta Ermeniler artık
yalnızca yaşamıyor veya anlamıyor, aynı zamanda mağdur psikolojisini de yüceltiyor
ve alternatif tahayyül edemiyorlar.”382
Futbol diplomasisi ile hızlanan Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin sonuca
ulaşıldığı ve artık her şeyin hükümetlerin açıklamanın hangi tarihte yapılacağını
belirlemelerine kaldığı haberlerinin basında yer aldığı günlerde 1915 olayları ile ilgili
görüşleri bilinen ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti gerçekleşti.
Ziyareti sırasında TBMM’de bir konuşma yapan Başkan Obama her ülkenin
geçmişiyle yüzleşip barışmasıyla daha iyi geleceğe yönelmesi gerektiğini belirterek
şunları söyledi: “Bu Mecliste konuşurken, tabii ki 1915 yılında yaşanan kötü olayları
da gündeme getirmek lazım. Bunlar, benim değil, Ermenilerin ve Türklerin birlikte
çözeceği sorunlardır. Türk ve Ermeni halkları, dürüst, açık ve yapıcı bir şekilde bu
süreci ele almalıdırlar. Zaten bu anlamda Ermeni ve Türk liderlerinin attıkları cesur
adımları gördük. Açılan sınırlar, Türk ve Ermeni halklarının, daha barışçıl ve refah
içerisinde bir geleceğe adım atmalarını sağlayacaktır. ABD, bu anlamda iki ülke
adına da ilişkilerin normalleşmesini desteklemektedir. Bu amaca yönelik çalışmaların
yapılması gerektiğini düşünmektedir.” 383
Türkiye-Ermenistan ilişkilerini yakından takip eden Azerbaycan, Karabağ sorunu
çözülmeden Türkiye’nin sınırlarını açmasının çıkarlarına zarar vereceği gerekçesiyle,
Türkiye’nin Ermenistan politikasına tepki göstererek Đstanbul’da düzenlenen
Medeniyetler Đttifakı zirvesine bakanlar düzeyinde dahi katılmadı. “Ermenistan'ı
Azerbaycan'a tercih etmek” ya da “Azerbaycan'ı göz önüne almadan, Ermenistan'la
birlikte ABD istedi diye hareket etmek” gibi eleştiriler yöneltilmeye başlandı. 384 Bu
tepkilere muhalefet partileri de destek verdi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal
sınırların açılmasının ancak Ermenistan’ın Azerbaycan’ın işgal ettiği topraklardan
382
Libaridian, op.cit., s.154-155. ASALA’nın kurucu beyinlerinden anneannesi Vanlı ve annesi
Đzmir’de doğan, Türkiye’yi en son dedesi gören ve Türkiye’ye gelmekten sözü edilemez bir korku
olarak söz eden Ara Toranyan, otuz beş yıl boyunca çalıştığı bu konu üzerinde hala çalışmanın nasıl
bir şey olduğunu şöyle anlatıyor: “Bu benim için bir yemin. ‘Soykırım’ demek benim her sabah
aynada yüzümü görmemi sağlıyor. Ama hayallerim eskisi gibi değil elbette. Herkesin bir rüyası
vardır. Benim de rüyam, Türkler ve Ermenilerin ortak bir gelecek yaratması.”
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetayArsiv&ArticleID=178266&AuthorID=60
&b=Soykirim demezsem yuzumu aynada goremem&a=Ece Temelkuran&ver=64 (28 Kasım 2008)
383
http://www.ntvmsnbc.com/id/24954141 (21 Nisan 2009)
http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=120699&YZR_KOD=151 (21 Nisan
2009)
384
105
çekilmesiyle mümkün olacağını söyleyerek “Türkiye, Azerbaycan’ın arkadan
hançerlenmesine göz yumamaz. Türkiye’de hiç kimse hangi baskıya maruz kalırsa
kalsın Azerbaycan'a Türkiye'nin ihanet etmesini sağlayamaz.” dedi. 385 Başbakan
Erdoğan oluşan bu tepkiler üzerine, Ermenistan sınırının açılmasının ancak
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunların halledilmesiyle mümkün olacağını
açıkladı.386
Tepkilere rağmen Türkiye-Ermenistan arasındaki görüşme trafiği devam etmektedir.
Son olarak 16-17 Nisan tarihleri arasında KEĐ toplantısı için Erivan’ a giden Dışişleri
Bakanı Ali Babacan Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ve Ermenistan
Dışişleri Bakanı Edvard Nalbantyan ile görüştü. Ermenistan Dışişleri Bakanı
Nalbantyan, Türkiye ile sorunların çözümüne yönelik bir anlaşmanın imzalanıp
imzalanmayacağı yönündeki soruya “Müzakerelerimiz sürüyor, ilerleme kaydettik.
Yakında bir anlaşma mümkün, ama şimdilik çalışmalar sürüyor.” yanıtını verdi.387
385
http://www.ntvmsnbc.com/id/24955920 (21 Nisan 2009)
http://www.ntvmsnbc.com/id/24955116 (21 Nisan 2009)
387
http://www.ntvmsnbc.com/id/24957577 (21 Nisan 2009)
386
106
SONUÇ
Türkiye Cumhuriyeti kendini geçmişle olan tüm bağlarını koparmış modern bir ulus
devlet olarak tanımladı. Alfabeden şapkaya kadar birçok alanda reformlar
gerçekleştirildi. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi ile milli bilinç oluşturulmaya
çalışıldı. Böylece Osmanlı Đmparatorluğu’ndan devralınan çok etnili yapının “millet”
haline dönüştürülmesi amaçlandı. Ancak millet algısı içerisinde gayrimüslim
azınlıklar yer almıyordu. Çünkü hem sistem her ne kadar laiklik üzerine kurulsa da
Müslüman olmak vatandaşlık algısı üzerinde önemli bir yere sahipti hem de Osmanlı
Đmparatorluğu’nun son yıllarında yaşananlar nedeniyle gayrimüslimler güvenilmez,
her an ihanete hazır unsurlar olarak algılanmaktaydı.
Artık gayrimüslimler eninde sonunda ülkeden ayrılması gereken unsurlardı.
Hükümetlerden bağımsız olarak cumhuriyet tarihi boyunca gayrimüslim azınlıklar
için takip edilen politika bu anlayışın sistemin içine işlediğini göstermektedir.
Politikanın uygulamaları, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması, devlet memuru
olamama, Yirmi Kur’a, Varlık Vergisi, 6/7 Eylül olayları gibi örneklerle karşımıza
çıktı. Bir zamanlar nüfusun önemli bir kısmını oluşturan gayrimüslim azınlıklar artık
Đstanbul’da toplanmış küçük topluluklar haline geldi.
Gayrimüslim azınlıkların toplum tarafından algısında yaşanan en büyük değişiklik
Ermeni azınlıklar hakkındaydı. Osmanlı Đmparatorluğu’nun “millet-i sadıka”sı
Türkiye Cumhuriyeti’nde “devlet düşmanı”na dönüştü. Her ne koşulda olursa olsun
asimile olmayan bir cemaat olarak tanımlanan Türkiyeli Ermeniler, güvenilmez, her
an ihanete hazır ve gizli niyetlerini gerçekleştirmek için fırsat kollayan insanlardı. Bu
nedenle Türkiyeli Ermenilere karşı diğer gayrimüslim azınlıklara nazaran daha
dikkatli olmak gerekiyordu. Bu amaçla 1929-1934 yılları arasında Ermeni azınlığın
ya şehir merkezlerinde toplanmasını ya da yurt dışına gitmelerini sağlamayı
amaçlayan zorunlu bir göç gerçekleşti. Böylece hem her an gözlemlenebilecek ve
denetlenebilecek yerlerde toplu halde yaşamaları sağlandı hem de yurt dışına
gitmeyi tercih edenler nedeniyle nüfuslarında azalma gerçekleşti. Ayrıca
gayrimüslim azınlıkların hepsine uygulanan politikalarda da Ermeni azınlıklar için
ayrı uygulama görülebiliyordu. Örneğin, Yirmi Kur’a olayında, Ermenilere olan
güvensizlik nedeniyle, Ermeniler ve Ermeni dönmesi olanlar Nafıa taburlarına
gönderilirken Rumlar ve Yahudiler askerlik hizmet taburlarında hamal veya idari
kademelerde görevli olarak çalıştılar. ASALA’nın terör saldırıları düzenlediği
yıllarda da saldırılarla hiçbir bağlantıları olmamalarına rağmen ciddi bir toplumsal
baskı ile karşı karşıya kaldılar.
Devletin zihniyeti değişmese de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile insan ve azınlık
haklarına dayalı yeni bir sistem oluşması kaçınılmaz olarak Türkiye’yi de etkiledi.
Yeni sistemle birlikte insan ve azınlık hakları devletin içişlerini ilgilendiren bir konu
olmaktan çıktı. Görünmez olmayı tercih eden gayrimüslim azınlıklar artık kendilerini
anlatır ve hak ihlallerine karşı tepki gösterir hale geldi. Avrupa Birliği’ne uyum
çalışmaları nedeniyle birbiri ardına çıkan uyum yasalarıyla da azınlık haklarında
iyileştirmelere gidildi. Ancak eğitim ve vakıflar konusunda sorunlar varlığını
korumaya devam etmektedir.
107
Ermeniler açısından bakıldığında kendilerine atfedilen güvenilmez ve ihanete hazır
kişiler özelliklerine birde etnik kimliklerinin küfür etmek için kullanılması eklendi.
PKK terör örgütünün Ermenilerle ilişkilendirilmesi ise, dönem içinde Türkiye’nin
başını en çok ağrıtan sorun olduğu için, Ermeniler için ayrı bir sıkıntı kaynağı oldu ki
günümüzde de bu yakıştırma devam etmektedir. Ermenilerin başını en çok ağrıtan
konu ise her gündeme geldiğinde gözlerin üzerlerine çevrildiği Ermeni Sorunu’dur.
ASALA’nın, Türkiye’nin dış temsilcilerine yönelik terör eylemleri ile dünyanın
gündeminde yer almasını sağladığı Ermeni Sorunu, 1990’lı yıllarla birlikte siyasi
platforma taşınarak soykırım yasa tasarılarına dönüştü. Türkiye, kendisi için Lozan
Barış Antlaşması ile kapanmış olan bu konunun varlığını başlangıçta reddetti. Ancak
soykırım yasa tasarılarının ülkelerin parlamentolarında kabul edilmeye başlanması,
uluslararası alanda Türkiye hakkında yazılan raporlarda Ermeni Sorunu’nun
gündeme getirilmesi ve Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmeye çağrılması, bazı
uluslararası örgütlerin ve devlet başkanlarının Ermeni Sorunu’nu soykırım olarak
kabul ettiklerini açıklamaları, Ermeni diasporasının ve Ermenistan’ın konuyu
gündemde tutma çalışmaları ile düzenlenen konferanslar, yayınlanan kitaplar, her 24
Nisan’da gerçekleştirilen göstereler ile gündemden düşmeyen Ermeni Sorunu, varlığı
inkar edilemez hale geldi. Türkiye, sorunun varlığını kabul ederken çözüm yolu
olarak her iki ülkenin tarihçilerinden oluşan bir Ortak Tarih Komisyonu (OTK)
kurulması ve her iki ülkenin arşivlerinin incelenerek varılacak kararın taraflar
tarafından kabul edilmesi yönünde bir teklifte bulundu.
OTK’nın sorunun çözümünü sağlayacağı varsayımı sorunludur. Arşiv belgelerine,
kaynağına dikkat edilmeksizin, mutlak doğruyu ortaya koyan objektif veriler olarak
bakmak yanlıştır. Ayrıca belgeler hem bulunulan çağa hem de onu yorumlayan
kişiye göre farklı anlamlandırılmaya tabi tutulur. Bu nedenle tarihçilerden bir
kimyager gibi elindeki verileri teste tabi tutarak objektif bir sonuç çıkarmasını
beklemek anlamsızdır. Sonuçta, bu belgeleri değerlendirecek olan her iki ülkeden
tarihçilerin konuya ilişkin bilinen bakış açıları da göz önüne alındığında ortak bir
sonuca ulaşılması imkansız görünmektedir.
Türkiye, her ne kadar arşiv belgelerinin incelenmesi ile varılacak sonucu kabul
edeceğini ifade etse de iç politikada resmi tezin benimsenmesi yönünde
çalışmaktadır; farklı görüşlerin dile getirilmesini veya taraftar bulmasını
istememektedir. Öyle ki 2005 yılında üniversiteler tarafından düzenlenen Ermeni
Sorunu’nun resmi tezin dışında farklı bakış açılarıyla tartışıldığı konferansı
engelleme girişimleri gerçekleşti. 2009 yılında başlayan “özür diliyorum” imza
kampanyasına gösterilen tepkiler de kampanyayı olumlu bulanların etnik
kimliklerinin sorgulanması kadar uzandı. Her iki organizasyonda da düzenleyiciler
“vatan hainliği” ve işbirlikçilikle suçlandı. Bu tür girişimler engellenmeliydi çünkü
“kafa karışıklığına” yol açabilirdi. Oluşabilecek “kafa karışıklığını” önceden
önlemek için ise tarih kitaplarında konuya resmi teze paralel anlatımlarla yer
verilmesi, öğrenciler arasında resmi teze dayalı kompozisyon yarışması
düzenlenmesi ve son olarak Milli Güvenlik Kurulu’nun aldığı karar gereğince MEB
tarafından ilköğretim okullarına gönderilen ve çocuklara izlettirilerek sonuçlarının
raporlanarak gönderilmesi istenen “Sarı Gelin Belgeseli” DVD’leri gibi
uygulamalarla resmi tezin küçük yaştaki çocuklara benimsetilmesi sağlanmaya
çalışılmaktadır.
108
Bir yandan Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi ve sorunların
çözülmesi yönünde çaba sarf edilirken bir yandan da kafalarında “düşman” Ermeni
imajıyla büyüyen ülkenin geleceğini şekillendirecek olan nesiller yetişmektedir.
Böyle bir algıya sahip gelecek kuşaktan Ermeni Sorunu’nun çözümü yönünde doğru
ve dengeli adımlar atarak sorunun çözümüne katkı sağlaması beklenebilir mi? Acaba
sorun gerçekten çözülmek isteniyor mu?
109
ÖZET
Ulus devletler çağında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, modern bir ulus devlet
oluşturma hedefi doğrultusunda harekete geçti. Birçok alanda reformlar
gerçekleştirildi. Karşılaşılan en önemli sorun ise Osmanlı Đmparatorluğu’nun
bakiyesi olan çok etnili yapıdan bir millet oluşturmaktı. Çözüm yolu olarak, Đttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin takip ettiği Türkleştirme Politikalarının yeni kurulan devlette
de uygulanmasına devam edilmesi benimsendi.
Gayrimüslimlerin oluşturulan millet içinde yeri yoktu. Çünkü anayasada vatandaşlık
nasıl tanımlanırsa tanımlansın Müslüman olmak vatandaşlık algısında önemli bir
yere sahipti. Böylece hem etnik hem de dini yönden farklı olan gayrimüslimler
eninde sonunda ülkeden gitmesi gereken yabancılar olarak algılandı.
Ermeni algısında “millet-i sadıka” dan “devlet düşmanı”na dönüşen büyük bir
değişim yaşandı. Artık Ermeniler gizli niyetler taşıyan ve her an ihanete hazır olan
insanlardı. Bu nedenle diğer gayrimüslim cemaatlerden ayrı bir dikkatle gözetim
altında tutulmaları gerekiyordu. Anadolu’da yaşayan Ermenilerin 1929-1934 yılları
arasında şehir merkezlerine ya da yurt dışına göçe zorlamaları onların daha kolay
gözetim altında tutulabilecekleri yerlerde bulunmalarını sağlamayı amaçlıyordu.
Daha sonra diğer gayrimüslim cemaatlerle birlikte 20 Kur’a, Varlık Vergisi ve 6/7
Eylül Olaylarına maruz kaldılar. Ayrıca, ASALA’nın Türkiye’nin dış temsilcilerine
yönelik terör saldırıları nedeniyle Türkiye’de oluşan atmosferden dolayı kendilerini
baskı altında hissettiler.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile insan ve azınlık haklarına dayalı yeni bir sistem
oluştu. Artık bu haklar devletin içişlerini ilgilendirir olmaktan çıktı. Bu sistemin
Türkiye’ye yansıması ise azınlık ve insan haklarında gerçekleştirilen
iyileştirmelerdir. Avrupa Birliği’ne giriş süreci de hakların iyileştirilmesinde önemli
bir katalizördür. Her ne kadar azınlık haklarında iyileştirmeler görülse de eğitim ve
vakıflar konusunda sorunlar varlığını korumaktadır.
Dönem içerisinde Türkiye’nin Ermeni algısında bir değişiklik görülmedi. Buna ek
olarak “Ermeni” kelimesi küfür olarak kullanılmaya başlandı. PKK-Ermeni
yakıştırması da Ermeniler için ciddi bir sorun teşkil etti.
Ermeni Sorunu, 1990’lı yıllarla birlikte uluslararası alanda Türkiye’yi zorlayan bir
konu haline geldi. Ermeni Soykırımı Yasa Tasarıları ile Ermeni Sorunu dış ülkelerin
parlamentolarına taşındı. Yasa tasarılarının kabul edilmeye başlanması ve sorunun
uluslararası alanda sık sık Türkiye’nin karşısına gelmesi, Türkiye’nin sorunun
varlığını kabul edip çözüm aramasına yol açtı. 2005 yılında, Türkiye sorunun
çözümü için Ortak Tarih Komisyonu kurulması; Ermeni ve Türk tarihçilerden
oluşacak bu komisyonun arşivleri inceleyerek varacakları kararın her iki ülke
tarafından kabul edilmesi yönünde bir öneri sundu. Dış politikada arşivlerin
incelenmesi ile varılacak kararın kabul edileceğini açıklayan Türkiye, iç politikada
ise vatandaşlarının resmi teze bağlı kalmalarını sağlamaya yönelik uygulamalar
gerçekleştirmektedir.
110
SUMMARY
The Turkish Republic founded at the time of nation states, acted towards the aim of
forming a modern nation state. So many reforms are carried out in many fields. The
most important problem that is considered is to form a nation from the Ottoman
Empire’s multiethnical remnants. As a solution, it is assimilated to apply the
Turkification policy that is followed by the new founded state.
There was no place for the non-muslim in the new created nation. Because however
citizenship is defined in the constitution it is important to be muslim in the
citizenship perception. So that the non-muslim who are both ethnical and
ecclesiastically different, are percepted as strangers who have to left the country in
the end.
There was a great change in the Armenian perception from ‘loyal nation’ to ‘states
enemy’. Then, Armenians were the people who have secret intentions and are ready
to betrayal. Because of this they have to be guarded more carefully than the other
non-muslim communities. And it is aimed that to force the Armenians living in the
Anatolia to migrate to the city centers or abroad between 1929 and 1934 is to keep
them in a more easily guarded place. Later on they were exposed to 20 Kur’a ,
Wealth Tax and the events of 6/7 September with the other non-muslim
communities. And also because of the ambience originated in Turkey fort he
ASALA’s terror attacks to the Turkey’s foreign agencies they felt themselves under
pressure.
With the collapse of the Soviet Union a new system which is based on human and
minority rights occured. After that these rights were out of internal affairs interest.
This system’s reflection in Turkey is the improvements carried out in the minority
and human rights. The process of entering the European Union is an important
catalyst in the improvement of rights too. Despite the fact that there is some
improvements in the minority rights there is still some problems about education and
foundations case.
During the term, it was not seen any changes in Turkey’s aspect to Armenian
people. In addition,the word ‘Armenian’was started to be used as a swearing. It also
caused serious problem for Armenian to be compared with PKK.
Armenian problem has become a compelling subject for Turkey in international area
by the 1990s. Law proposal of Armenian Genocide and Armenian Problem were
carried out to parliment’s of outer countries. Law proposal’s being accepted and
Turkey’s facing with this problem frequently in international area caused Turkey to
accept the existance of it and look for a solution. In 2005, to end up this problem,
Turkey proposed to establish a Common History Commission and to be accepted the
decision by two countries together by studying the archives of this commission
which will be formed by both Armenian and Turkish historians.Turkey which has
declared that the decisions given by being studied of archives will be accepted in
outer policy, has carried out some applications in inner policy to make its citizens be
faithful to official thesis.
111
KAYNAKÇA
I.KĐTAPLAR
•
Akar, Rıdvan, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları,
Đstanbul, Mephisto Yayınları, Mart 2006.
•
Akçam, Taner, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, 5. Basım, Đstanbul,
Su Yayınları, Nisan 2001.
•
________, Đnsan Hakları ve Ermeni Sorunu Đttihat ve Terakkiden
Kurtuluş Savaşına, 2. Basım, Đmge Kitapevi, Ocak 2002.
•
________, Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogtan Başka Çözüm Var
Mı?, 2. Basım, Su Yayınları, Ocak 2002.
•
________, ‘Ermeni Meselesi Hallonulmuştur’ Osmanlı Belgelerine Göre
Savaş Yıllarında Ermenilere Yönelik Politikalar, 3. Basım, Đstanbul,
Đletişim Yayınları, 2008.
•
Aktar, Ayhan,Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, 8. Basım,
Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006.
•
________, Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm,
Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006.
•
Aslanyan, Agop, Adım Agop Memleketim Tokat, 3. Basım, Đstanbul, Aras
Yayıncılık, Şubat 2006.
•
Atatürk’ün Milli Dış Politikası Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge,
1919-1923, Cilt:I, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1981.
•
Bali, Rıfat N., Cumhuriyet Yıllarında Yahudiler, Aliya, Bir Toplu Göçün
Öyküsü (1946-1949), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2003.
•
________, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme
Serüveni (1923-1945), 7. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005.
•
________, Devlet’in Yahudileri ve “Öteki” Yahudileri, 4. Basım, Đstanbul,
Đletişim Yayınları, 2007.
•
Barutçu, Faik Ahmet, Siyasi Anılar 1939-1954, Đstanbul, Milliyet Yayınları,
Mart 1977.
•
Biberyan, Zaven, Babam Aşkale’ye Gitmedi, Sivan Malhasyan (çev.), 3.
Basım, Đstanbul, Aras Yayıncılık, Ekim 2000.
112
•
Bildirici, Faruk, Serkis Bu Toprakları Sevmişti, Đstanbul, Doğan Kitap,
Ekim 2008.
•
Bora Tanıl, Gültekingil, Murat (ed.), Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce
Tanzimat ve Meşrutiyet'in Birikimi, Cilt:1, Đstanbul, Đletişim Yayınları,
2001.
•
Bora Tanıl, Gültekingil, Murat (ed.), Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce
Milliyetçilik, Cilt: 4, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2008.
•
Bozkurt, Mahmut Esat, Atatürk Đhtilali, 2. Basım, Đstanbul, Altın Kitaplar
Yayınevi, 1967.
•
Ceylan, Kirkor, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, 2. Basım, Đstanbul,
Aras Yayıncılık, Ekim 1998.
•
Çitlioğlu, Ercan, Ölümcül Tahterevalli Ermeni ve Kürt Sorunu, 3. Basım,
Ankara, Destek Yayınları, Kasım 2007.
•
Dink, Hrant, Đki Yakın Halk Đki Uzak Komşu, Đstanbul, Uluslararası Hrant
Dink Vakfı Yayınları, Haziran 2008.
•
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, Đstanbul, Remzi Kitapevi, 2005.
•
Güven, Dilek, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Startejileri
Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, 2.Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006.
•
Kaplan, Sefa, 1915'te Ne Oldu? 90. Yılında Ermeni Trajedisi, Đstanbul,
Doğan Kitapçılık, Mayıs 2005.
•
Kehayan, Jean,Vatansız, Đstanbul, Aras Yayıncılık, Ekim 2005.
•
Koçoğlu, Yahya, Hatırlıyorum Türkiye’de Gayrimüslim Hayatlar,
Đstanbul, Metis Yayınları, Ocak 2003.
•
Macar, Elçin ve Gökaçtı, Mehmet Ali, Heybeliada Ruhban Okulu’nun
Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler, Đstanbul,TESEV Yayınları,
Aralık 2005.
•
Mahçupyan, Etyen, Đçimizdeki Öteki, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005.
•
Margosyan, Mıgırdiç, Söyle Margos Nerelisen?, 7. Basım, Đstanbul, Aras
Yayıncılık, Mayıs 2005 .
•
________, Tesbih Taneleri, 3. Basım,
2007.
Đstanbul, Aras Yayıncılık, Nisan
113
•
________, Biletimiz Đstanbul’a Kesildi, 6. Basım, Đstanbul, Aras Yayıncılık
Haziran 2007.
•
________, Gavur Mahallesi, 11. Basım, Đstanbul, Aras Yayıncılık, Ekim
2007.
•
McCarty, Justin, Müslümanlar ve Azınlıklar, Đnkılap Yayınları, 1998.
•
________, Osmanlı’ya Veda Đmparatorluk Çökerken Osmanlı Halkları,
Etkileşim Yayınları, Nisan 2006.
•
Meray, Seha L. (çev)., Lozan Barış Konferansı Tutanaklar, Belgeler,
Cilt:1, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1993.
•
Meray, Seha L. (çev)., Lozan Barış Konferansı Tutanaklar, Belgeler,
Takım:II, Cilt:II, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1973.
•
Mintzuri, Hagop, Đstanbul Anıları 1897-1940, 4. Basım, Đstanbul, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, Eylül 2002.
•
Okutan, M. Çağatay, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, Đstanbul,
Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Haziran 2004.
•
Oran, Baskın (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:1, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2001.
•
________, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar, Cilt:2, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002.
•
________, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, Đç Mevzuat,
Đçtihat, Uygulama, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006.
•
Ökte, Faik, Varlık Vergisi Faciası, Đstanbul, Nebioğlu Yayıncılık, 1951.
•
Özyürek, Esra (der.), Hatırladıklarıyla ve Unuttuklarıyla Türkiye’nin
Toplumsal Hafızası, 2. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2006.
•
Pur, Hüseyin Perviz, Varlık Vergisi ve Azınlıklar, Đstanbul, Eren Yayınları,
2007.
•
Svazlian, Verjine, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Đstanbul, Belge
Yayınları,Temmuz 2005.
•
Şimşir, Bilal, Lozan Telgrafları, Türk Diplomatik Belgelerinde Lozan
Barış Konferansı (Kasım 1922-Şubat 1923), Cilt 1 , Ankara, TTK
Basımevi, 1990.
114
•
Talat Paşa’nın Anıları, Đstanbul, Say Yayınları, Kasım 1986.
•
Timur, Taner, 1915 ve Sonrası Türkler ve Ermeniler, 3. Basım, Đmge
Kitapevi, Mayıs 2007.
•
Toprak, Zafer, Türkiye’de Ekonomi ve Toplum (1908-1950), Đstanbul,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ekim 1995.
•
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler Đttihat ve Terakki, Bir
Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Cilt:3, 3. Basım, Đstanbul, Đletişim
Yayınları, 2007.
•
Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Đstanbul, 1987.
•
Üstel, Fusün, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde II. Meşrutiyetten Bugüne
Vatandaşlık Eğitimi, 2. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005.
•
Varlık Vergisi Faciasının
Davası,Đstanbul, 1951.
•
Vatandaş,Aydoğan, Asala Operasyonları Aslında Ne Oldu?, Alfa Basım
Yayın Dağıtım, 2005.
•
Yalçın, Hüseyin Cahit, Tanıdıklarım, Yapı Kredi Yayınları, 2001.
•
Yalçın, Kemal, Seninle Güler Yüreğim, 4. Basım, Đstanbul, Birzamanlar
Yayıncılık, Ocak 2006.
•
________, Hayatta Kalanlar, 2. Basım, Đstanbul, Birzamanlar Yayıncılık,
Ocak 2008.
•
Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar Balkanlar, Kafkasya ve Orta
Doğu, 4.Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000.
•
Yerasimos, Stefanos, Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu, 2. Basım,
Türkiye Bilimler Akademisi Forumu, Mayıs 2005.
•
Yıldırım, Onur, Diplomasi ve Göç, Türk-Yunan Mübadelesinin Öteki
Yüzü, Đstanbul, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Aralık 2006.
•
Yıldız, Ahmet, “Ne Mutlu Türkim Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin
Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), 3. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları,
2007.
•
Zürcher, Erik Jan (der.), Đmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de
Etnik Çatışma, 4. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2007.
Neticelenmesinden
Taranto
Bezmen
115
II.MAKALELER
•
Akar, Rıdvan, “Bir bürokratın kehaneti ya da “Bir resmi metin”den planlı
Türkleştirme dönemi”, Birikim, Sayı:110, Haziran 1998, s.68-75.
•
Akçam, Taner, “Cumhuriyet’in 75. yılında Sevr ve Lozan’ın başka tarihi”,
Birikim, Sayı:115, Kasım 1998, s.91-106.
•
Aktar, Ayhan, “Varlık Vergisi ve Đstanbul”, Toplum ve Bilim, Sayı:71, Kış
1996, s.97-147.
•
________, “Varlık Vergisi Sırasında Gayrimenkul Satışları Đstanbul Tapu
Kayıtlarının Analizi (26 Aralık 1942-30 Haziran 1943) ”, Toplumsal Tarih,
Sayı:69, Eylül 1999, s.10-21.
•
Dosya:“6-7 Eylül Olayları” Toplumsal Tarih, Sayı: 141, Eylül 2005, s.3663.
•
Atauz, Akın, ““Etnik Temizlemenin Erdemleri” Üzerine Binlerce Soru”,
Birikim, Sayı:73, Mayıs 1995, s.8-11.
•
Dosya:“Azınlıklar, Tarih, Siyaset”, Toplumsal Tarih, Sayı: 117, Eylül 2003,
s:72-99.
•
“Azınlık Kimliği ve Kültürlerine Bakarken”, Varlık, Ocak 1997, s.3-14.
•
Bali, Rıfat N., “Çok Partili Demokrasi Döneminde Varlık Vergisi Üzerine
Tartışmalar”, Tarih ve Toplum, Sayı: 165, Eylül 1997, s.47-59.
•
________, “1930 Yılı Belediye Seçimleri ve Serbest Fırka’nın Azınlık
Adayları” Tarih ve Toplum, Sayı: 167, Kasım 1997, s.281-290.
•
________, “Resmî Đdeoloji ve Gayr-i Müslimler”, Birikim, Sayı:105-106,
Ocak-Şubat 1998, s.170-176.
•
________, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Azınlıklar-I “Yirmi
Kur’a Đhtiyatlar” Olayı”, Tarih ve Toplum, Sayı: 179, Kasım 1998, s.260274.
•
________,”Cumhuriyet döneminde azınlık politikası”, Birikim, Sayı:115,
Kasım 1998, s.80-90.
•
________, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Azınlıklar-II “Balat
Fırınları” Söylentisi”, Tarih ve Toplum, Sayı: 180, Aralık 1998, s.331-337.
116
•
________, “Ermenistan’ın “Anavatana Geri Dönün” Çağrısının Diaspora
Ermenilerine ve Türkiye’ye Etkisi”, Tarih ve Toplum, Sayı:210, Haziran
2001, s.356-362.
•
________, “Celal Bayar’ın Amerika ziyareti”, Toplumsal Tarih, Sayı:122,
Şubat 2004, s.14-21.
•
________, “Azınlıklar Açısından "Türk" ve "Türkiyelilik" Tartışmaları”,
Türk Yurdu, Sayı:208, Aralık 2004, s.38-39.
•
________, “Türk Basınında ve Türk-Ermeni Toplumunda Ermeni Kıyımının
50. Yıldönümü Yansımaları”, Toplumsal Tarih, Sayı: 159, Mart 2007 s.6265.
•
Berktay, Ayşe, “Minasyan Ailesinin Albümü ‘Biz Sözde mi Yaşadık?’”,
Toplumsal Tarih, Sayı:59, Kasım1998, s.22-31.
•
Bilgin, Elif ve Ulus Baker, “Bir Azınlık Duyguları Sözlüğü Đçin Notlar”,
Birikim, Sayı:78, Ekim 1995, s.58-75.
•
“Bir Zamanlar Ermeniler Vardı”, Birikim, Sayı:193-194, Mayıs Haziran
2005.
•
Çelik, Jaklin, “6/7 Eylül 1955, Kumkapı”, Toplumsal Tarih, Sayı: 81, Eylül
2000, s.42-49.
•
Çetinkaya, Y. Doğan, “Tarih, milliyetçilik ve “içimizdeki Ermeniler”: Açığa
çıkan ırkçılık”, Birikim, Sayı:222, Ekim 2007, s.62-67.
•
Danzikyan, Yervart, “Dönmeler, Kürtler, iftira ve inkar”, Birikim, Sayı:222,
Ekim 2007, s.56-61.
•
Dinçel, Gülay, “Üç Kuşak Sanayici Bir Ermeni Ailesi”, Toplumsal Tarih,
Sayı: 69, Eylül 1999, s.22-33.
•
Dink Hrant, “Türk Ermenilerinin Nüfus Hali”, Tarih ve Toplum, Ekim
2000, s.215-219.
•
“Türkiyeli Ermeniler”, TÜSĐAD Görüş, Sayı:48, Eylül-Ağustos 2001.
•
“Ermeni Soykırımı Tasarısı”, Birikim, Sayı:111-112, Temmuz-Ağustos
1998, s.20-30.
•
Geçici, Hayati, “ADL ve “1915 olayları”: Bizim doktorumuz kim?”, Birikim,
Sayı:222, Ekim 2007, s.47-50.
•
Gobelyan, Yervant, “Tanıklıklarım”, Tarih ve Toplum, Sayı:202, Ekim
2000, s.222-228.
117
•
Karabulut, Kerem, “11 Teşrinisani 1942 Tarihli Varlık Vergisi'ne Bir Bakış”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:27,
2005, s.325-339.
•
Karakoyunlu, Yılmaz, “Beyoğlu’nda nümayişten yağmaya”, Popüler Tarih,
Sayı: 4, Eylül 2000, s.58-63.
•
Kavaklı, Nurhan, “1915 Ermeni Olaylarının Yansımaları” Toplumsal Tarih,
Sayı:162, Haziran 2007, s.44-48.
•
Kılıçdere, Arzu, “Đzmir'de 6/7 Eylül Olayları”, Toplumsal Tarih, Sayı: 74,
Şubat 2000, s.34-41.
•
Kieser,Hans Lukas, “Türk ulusal tarihçiliğinin gölgesinde "Ermeni tehciri",
Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, Bahar 2005, s.241-258.
•
________, “Devlet politikasına kayıtsız şartsız teslimiyet”, Birikim,
Sayı:222, Ekim 2007, s.51-55.
•
Koçak, Cemil, “Varlık Vergisi'ne Tepkiler,” Toplumsal Tarih, Sayı:122,
Şubat 2004, s.22-25.
•
________, “Ayın Karanlık Yüzü Tek-Parti Döneminde Gayri Müslim
Azınlıklar Hakkında Açılan Türklüğü Tahkir Davaları”, Tarih ve Toplum
Yeni Yaklaşımlar, Bahar 2005, s.147-208.
•
Kodaman, Barçın, “1920 Sevr-1923 Lozan Antlaşmaları ve Ermeniler”, Yeni
Türkiye, Cilt:44, Nisan 2002, s.439-446.
•
Koloğlu, Orhan, “Avrupalı ‘büyükler’in günahı”, Popüler Tarih, Sayı:10,
Mart 2001, s.34-39.
•
________, “Ermeni Sorunu: Asala”, Popüler Tarih, Sayı:11, Nisan 2001,
s.68-72.
•
Koraltürk, Murat, “Mütareke Sonrası Dönemde Nüfusun Azalması ve Kent
Ekonomisine Yansımaları Cumhuriyetin Đlk Yıllarında Đstanbul”, Toplumsal
Tarih, Sayı: 59, Kasım1998, s.38-42.
•
Kurban, Dilek, “Türkiye'nin Azınlık Sorununun Anayasal Çözümü Eşitlik ile
Yüzleş(me)mek”, Birikim, Aralık 2004, s.36-44.
•
Okutan, M. Çağatay, “1915 Ermeni Tehcirine Kavramsal Bir Yaklaşım”,
Đstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:29, Ekim 2003,
s.79-90.
118
•
Öngören, Mahmut T., Yasaklar Dosyası: Ermenice Ders Yasağı”, Milliyet
Sanat Dergisi, Đstanbul, s.38.
•
“Özel Sayı: Etnik Kimlik ve Azınlıklar”, Birikim, Sayı:71-72, Mart-Nisan
1995.
•
Şarman, Kansu, “Komünistler yapmıştır, yakalayın!”, Popüler Tarih, Sayı:
4, Eylül 2000, s.64-67.
•
Tapucu, Muammer, “Türkiye`de Azınlık Vakıfları”, Mülkiyeliler Birliği
Dergisi, Ankara, s.18.
•
Tuncay, Mete, “Çağdaş Türkiye Son Beş Yılda Ermeni Sorununu Nasıl
Tartıştı? Tarihsel Bellek ve Aydınlar”, Toplumsal Tarih, Sayı: 135, Mart
2005, s.42-48.
•
Uca, Alaattin, “Vergi Hukuku Tarihimizden Bir Sayfa: Varlık Vergisi
Kanunu ve Eleştirilen Yönleri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:20, 2002, s.275-289.
•
Üsdiken, Behzat, “Tartışmalı Bir Uygulama Varlık Vergisi”, Finans
Dünyası, Sayı:127, Temmuz 2000, s.30-34.
•
________, “Varlık Vergisi Döneminde Pera "Gerçek Anılar"”, Finans
Dünyası, Sayı:128, Ağustos 2000, s.40-44.
•
________, “Varlık Vergisi Uygulamasında Đlginç Olaylar”, Finans Dünyası,
Sayı:129, Eylül 2000, s.44-50.
•
________, “Varlık Vergisi ve Çarpıcı Olaylar”, Finans Dünyası, Sayı:130,
Ekim 2000, s.44-49.
•
________, “Varlık Vergisi ve Bitmeyen Suçlamalar, Tartışmalar”, Finans
Dünyası, Sayı:131, Kasım 2000, s.36-40.
•
Üstel, Füsun, “Ulus devlet ve etnik azınlıklar”, Birikim, Sayı:73, Mayıs
1995, s.12-19.
•
Yalçın, Nurten, “Aşkale’den Mektup Var”, Popüler Tarih, Sayı:7, Aralık
2000, s.60-65.
•
Dosya:“80.Yıldönümünde Lozan Barış Antlaşması” Toplumsal Tarih,
Sayı:115, Temmuz 2003, s.62-93.
•
Yeğen, Mesut, “Yahudi-Kürtler ya da Türklüğün Yeni Hudutları”, Doğu
Batı, Sayı: 29, Ağustos, Eylül, Ekim-2, 2004, s.159-178.
119
•
Yinanç, Refet, “1965'ten Günümüze Ermeni Sorunu”, Yeni Türkiye,
Cilt:37,Ocak-Şubat 2001, s.267-269.
III.TEZLER
•
Bulur, Orbay “Ermeni Sorunu Çerçevesinde Ermenistan Dış Politikası ve
Türkiye ile Đlişkiler”, (Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atılım
Üniversitesi, Ankara, 2005).
•
Çıttır, Süveyda, “Ermenistan Dış Politikasının Temelleri ve Hedefleri”,
(Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazi Üniversitesi, Ankara,
2003).
•
Ertekin, Birnur, “1995-2005 yıları arasında Türkiye-Ermenistan Đlişkileri”,
(Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir, 2007 ).
V.GAZETE
•
Agos
•
Cumhuriyet
•
Hürriyet
•
Milliyet
•
Ortadoğu
•
Radikal
•
Today’s Wall Street Journal Europe
•
Yeniçağ
•
Zaman
VII. ELEKTRONĐK KAYNAKLAR
•
http://www.eraren.org/
•
http://www.armeniadiaspora.net/
120
•
http://www.hurriyet.com.tr/
•
http://www.armenocide.am/
•
http://www.taraf.com.tr/
•
http://www.armeniangenocidemuseum.org/
•
http://www.mfa.gov.tr/
•
http://www.ntvmsnbc.com/
•
http://www.radikal.com.tr/
•
http://www.tbmm.gov.tr/
•
http://www.nethaber.com/
•
http://www.tccb.gov.tr/
•
http://www.milliyet.com.tr/
•
http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/
•
http://www.armenians.com/
•
http://www.tkb.org/
•
http://www.gazetem.net/
•
http://www.abmerkezi.org.tr/
•
www.koxuz.org/kitap/ersoykir.pdf
•
http://www.durde.org
•
http://www.meb.gov.tr/
•
http://www.cnnturk.com/
•
http://www.hyetert.com/
•
http://www.ozurdiliyoruz.com/
•
http://www.tumgazeteler.com/
•
http://cankaya.gov.tr/
121
•
http://www.haberturk.com/
•
http://www.sabah.com.tr/
•
http://www.referansgazetesi.com/
122

Benzer belgeler