gökyüzünün efsane gelinleri turnalar altın çıpa ödülü bu yıl gemport

Transkript

gökyüzünün efsane gelinleri turnalar altın çıpa ödülü bu yıl gemport
GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR
ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN
SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ
GÜL KIRMIZISI KENT "PETRA"
SAYI 2 AĞUSTOS 2008
GEMPORT BİR TÜRKİYE İŞ BANKASI KURULUŞUDUR
Yaşantımızı aydınlatan
değerler...
Değiştiremeyeceğimiz bir geçmişimiz geride
dururken, biçimlendirip sahip olabileceğimiz bir
gelecek bizi bekliyor.
F.W. Robertson
G
emport, kurum içi ve kurum dışı eğitime önem vermekte, gelişen dünya koşullarına ayak uydurmanın ancak
teknolojinin sunduğu yenilikleri benimsemekle ve eğitimini almakla olabileceğini kabul etmektedir. Öte yandan
eğitimsizliğin ve bilgi eksikliğinin, güven duygusunu zayıflattığını ve dolayısıyla motivasyonu yok ettiğini de
unutmamak gerekir. Kuşkusuz başarının sırrı sistemli bir biçimde çalışmaktan geçer ancak buradaki en önemli nokta; bir
işe harcanan emek ve ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamak gerekir.
Kuruluşumuz çağdaş liman işletmeciliği anlayışı ve çevre bilinci ile kaliteli hizmeti rekabetçi maliyetlerle sunarak Türk
ekonomisine katkı sağlamaktadır.
Gemport Limanı'nda, ana ticari etkinlikler içersinde konteynır yükleme ve boşaltma hizmetleri öncelikli ve önemli bir yer
tutuyor. Bununla birlikte Gemport, ticari araç ve binek otomobil üreticilerinin önemli bir ihracat limanı özelliğini sürdürüyor.
Aynı zamanda her türlü araç ithalatı ile çelik rulo, demir ve saç ürünleri, oto parçaları, kâğıt, selüloz, tekstil hammadde ve
ürünleri, makine parçaları, soğutulmuş ya da dondurulmuş gıda ürünleri gibi ithalat ve ihracat yüklerine de hizmet veren
Gemport, antrepoculuk etkinliğini de yapmaktadır.
Çağdaş limancılıkta yönetim, organizasyon ve işletme politikalarını tamamen müşteri odaklı olarak tasarlayarak ve
müşteriyi memnun edecek düzeyde hizmet kalitesi sağlayarak uluslararası standartlarda bir liman durumuna gelmeyi
amaçlamaktadır.
Gemport Gemlik Limanı ve Depolama İşletmeleri A.Ş. olarak bütün etkinliklerimizde temel ilkemiz, müşteri
memnuniyetini göz önünde tutmak ve sürekliliğini sağlamaktır. Bu bağlamda hayata artı değerler katmak adına pek çok
kişinin bildiği Denizyıldızı hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şair ve bilim adamı Lauren Iseley, bir gün sahilde yürüyüş yaparken uzakta dans eder gibi devinen bir adam dikkatini
çeker. Yazar merak edip hızlı hızlı ona doğru yürür. Yaklaşınca bir gencin yerden bir şey alıp denize attığını, sonra birkaç adım
koşup aynı devinimini sürekli yinelediğini görür. Yazar biraz daha yaklaşıp genci selamlar.
- Ne yapıyorsun böyle?
- Okyanusa denizyıldızı atıyorum. Güneş yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları hemen suya atmazsam az sonra ölecekler.
- Ama görmüyor musun, kilometrelerce sahil var ve baştan aşağıya denizyıldızıyla dolu, ne fark edecek?
Tam da o sırada genç adam eğilerek yerden bir denizyıldızı daha alır, denize fırlatırken,
- Bakın. Onun için fark etti! der.
Ben de güneş yükselmeden denizyıldızlarını denize atmaktan yanayım…
Gemport Genel Müdürü
M. Cüneyd ACAR
içindekiler
6
12
26
34
42
60
4
BÜLTEN
20
CRUISING (GEMİ TURU)
38
YANGIN KULESİ
54
BAKUT
6
GEMPORT YATIRIM
22
PETRA
42
KURA'NIN ŞARKISI
56
"GÜNEŞTEN KORUNMAK"
8
ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN
26
KÂĞIT PARANIN ÖYKÜSÜ
44
YAŞAMIN ÖZÜ SU
58
İÇİMİZDEN BİRİ
10
SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ
30
"NİCE 20 YILLARA"
48
KOZA HAN
60
S/S TURAN EMEKSİZ
12
İTÜ (MUAVENET)
32
PROF. DR. TANKUT ÖKTEM
50
TURNALAR
63
ÇALIŞANLARIMIZDAN HABERLER
18
OSMANLI'DAN SONRA GEMLİK TARİHİ
34
AFRİKA'NIN İÇLERİNE YOLCULUK
52
KABLOLU SU KAYAĞI
64
BULMACA
Gemport Gemlik Liman ve
Depolama İşletmeleri A.Ş.
Adına Sahibi
M. Cüneyd Acar
2008
SAYI
2
AĞUSTOS
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Şemsettin Kök
Genel Yayın Yönetmeni
Ulviye Alpay
Danışma Kurulu
M. Cüneyd Acar
Şemsettin Kök
Ulviye Alpay
İsmail Hakkı Tas
Avni Çinçin
Yıldız Yurtseven Mert
Serap Certeler
Ebru Çınar
Halkla İlişkiler
Ebru Çınar
Grafik Tasarım
Yörünge İletişim
Sevil Akkul
Baskı
Esen Ofset Matb. San. Tic. A.Ş.
Tel:0212 549 25 68
GEMPORT
Gemlik Liman ve Depolama
İşletmeleri A.Ş.
Kocaçukur Mevkii P.K. 101
Gemlik/BURSA
Tel:+90 224 524 77 20
Fax:+90 224 524 88 30
www.gemport.com.tr
Gemport, basın ve meslek
ilkelerine uymayı taahhüt eder.
GEMPORT
BİR
KURULUŞUDUR
Bülten
Şirketimiz Yönetim Kurulunda Görev Değişikliği Yapıldı
2
006 – 2008 yılları arasında şirketimiz Yönetim Kurulu Başkanlığı
görevini yürüten Sn. Rıza İhsan KUTLUSOY 18 Mart 2008 tarihli
Olağan Genel Kurul toplantısında Yönetim Kurulundan ayrılmış
ve bu çerçevede yapılan Yönetim Kurulu Toplantısında, başkanlık
görevini Sn. M. Süha AKTAŞ'a devretmiştir.
Genel Kurul ve Yönetim Kurulu toplantılarının ardından üyelerimizin
de katılımıyla gerçekleştirilen öğle yemeğinde Sn. KUTLUSOY'a
şirketimize katkılarından dolayı teşekkür plaketi takdim edildi.
2004 Ağustos ayında şirketimizde Genel Müdür olarak göreve
başlayan Sn. AKTAŞ Nisan 2007 tarihinden itibaren Gemport Genel
Müdürlüğü görevinin yanı sıra yine T. İş Bankası iştiraki olan Nemtaş
Denizciliğin Genel Müdürlüğü'ne vekaleten atanmıştır. Temmuz 2007
tarihinde Gemport A.Ş.'deki Genel Müdürlük görevini Sn. Cüneyd
ACAR'a devreden Sn. AKTAŞ halen Gemport A.Ş. Yönetim Kurulu
Başkanlığı, Nemtaş Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Müdürlüğü
görevlerini yürütmektedir.
1 Temmuz Denizcilik Bayramı'nın 82. Yıldönümü Kutlaması
1
Temmuz 1926 günü, Türk denizlerinde 391 yıldan beri
yabancılara verilmiş kapitülasyonların sona erdirildiği gündür.
Türkiye'nin, kendi karasularında egemenlik ve bağımsızlığını
ilan ettiği Kabotaj Yasası, Türk denizciliği açısından büyük önem taşır.
Kabotaj hakkının Türk bayrağı ve ulusuna tanındığı 1 Temmuz
Denizcilik Bayramı'nın 82. yıldönümü törenle kutlandı. Törene,
Kaymakam Mehmet Baygül, Garnizon Komutanı Topçu Kurmay
Albay Ömer Cüneyt Akyol, Belediye Başkanı Mehmet Turgut,
Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Hakan Tosun, Uludağ Üniversitesi
Asım Kocabıyık Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Kemal Sulhi
Gündoğdu'nun yanı sıra siyasi partiler, kurum ve kuruluşlar ile daire
amirleri katıldı. Ayrıca Gemport Gemlik Liman ve Depolama
İşletmeleri yöneticileri de römorkör ile törene katıldılar.
Atatürk Anıtı'na sunulan çelenklerin ardından saygı duruşuna
geçilerek İstiklal Marşı okundu.
Törende, Liman Başkanı Dr. Harun Özmaden de konuşma yaptı.
Römorkör ile denize açılan protokol sahil turu atarken, Kaymakam
Mehmet Baygül, Garnizon Komutanı Topçu Kurmay Albay Ömer
Cüneyt Akyol ve Belediye Başkanı Mehmet Turgut şehitlerimiz adına
hazırlanan çelengi denize attılar.
Jandarma Komutanlığı'na Bina Tahsis Edilmesi
G
emport Gemlik Liman ve
Depolama İşletmeleri
A.Ş.'ye ait arazi üzerine
Gemlik İlçe Jandarma
Komutanlığı'nın Limanlar
Bölgesi'ndeki Genel Kolluk
Kuvveti hizmetlerinde kullanılmak
üzere Gemport A.Ş. tarafından
yaptırılan prefabrik bina bedelsiz
olarak 11.07.2008 tarihinde
Jandarma Komutanlığı'nın
kullanımına tahsis edilmiştir.
4
Gemport
Yatırım
BÖLGE OTOMOTİV SANAYİSİNİN DÜNYAYA
AÇILAN KAPISI
K
apasitemizi arttırmak amaçlı 01.01.2007 tarihinde 32.000 m²'lik bir alana 3000
araç kapasiteli ve 8 katlı olarak inşa edilen araç depomuz Nisan 2008'de
faaliyete geçti.
Ülkemiz limanlarında gümrüklü sahanın ilk katlı otoparkı 1997 yılında 25.000 m²'lik
bir alana 2.500 araç kapasiteli ve 3 katlı olan ithal ve ihraç mallarıyla yüklü araç
depomuza ek olarak yapılmıştır. Böylece ticari ve binek taşıt elleçleme kapasitemiz
100 bin adetten 250 bin adede çıkmıştır.
2007 yılında ülkemiz binek ve ticari araç dış ticaretinde limanımızın payı Tofaş ve
Renault markaları ağırlıklı olmak üzere yüzde 13.6 düzeyindedir.
KARA PLATFORMU VE DENİZ
PLATFORMU BİRBİRİNE
KÖPRÜ İLE BAĞLANDI
H
alen devam eden kapasite arttırıcı altyapı
yatırımlarının bir parçası olan kara platformu,
deniz platformu köprü uzantısı ile birbirine
bağlandı. Haziran 2008 ortalarında başlayan inşaatın
Temmuz ayının sonlarına doğru bitmesi planlanıyor.
WEB TABANLI MODERN BİR
OTOMASYON SİSTEMİ
G
emport, müşterilerinin ihtiyaçlarına en kısa sürede cevap
vermek, tüm operasyonlarında optimum verimliliği sağlamak
üzere halen sürdürdüğü altyapı ve makine/ekipman yatırımları ile
eş zamanlı olarak, modern bir konteynır terminalinin vazgeçilmez unsuru
olan bilgi-işlem otomasyon yatırımlarını da başlatmış bulunmaktadır. Bu
alandaki yatırımların tamamlanmasıyla da Gemport, en yeni
teknolojilerin kullanıldığı web tabanlı modern bir bilgi-işlem otomasyon
sistemine sahip olacaktır.
6
GEMPORT'UN VİNÇ YATIRIMI
G
emport, gemilerin limandaki kalış sürelerinin kısaltılması, tüm
müşterilerine hızlı ve sağlıklı hizmet vermek üzere Finlandiya'dan,
40 ton kapasiteli 5 adet gezer lastik tekerlekli (RTG) dev konteynır
istif vinci ithal etti. Kara platformuna kurulan RTG vinçler faaliyete geçti.
Ayrıca deniz platformu için satın alınan 5 adet ilave RTG ise 2009 yılı
başında teslim alınacak.
7
ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ
BU YIL
GEMPORT'UN
Gemport, Terminal ve Liman İşletmeciliği
kategorisinde Altın Çıpa Ödülü'nü aldı
D
enizcilik sektörünün Oscarları olarak
nitelenen Altın Çıpa ödül töreninde
limanımız; Terminal ve Liman İşletmeciliği
dalında Altın Çıpa ödülüne
layık görülmüştür.
Bu ödülün alınmasında 2005 yılında başlattığımız
yatırım projesi çerçevesinde modern liman işletmeciliği
anlayışı ile düzenlenmiş 116.000 m²'lik kara
platformumuzun, tüm emniyet donanımına sahip imco
konteynır sahası, 18.000 m²'lik CFS terminali ve
soğutmalı konteynırlara hizmet vermek amacıyla
bölgemizdeki en büyük kapasiteli reefer konteynır
istasyonlarının hizmete açılması etkili olmuştur.
Ayrıca Türkiye ekonomisinde önemli yere sahip ve
bölgemizde bulunan otomobil üreticilerinin ihtiyaçlarına
da limanımız kayıtsız kalmamış ve 2500 araç kapasiteli
mevcut otoparka 8 kat ilave ederek kapasitesini 5500
araca çıkarmıştır.
Gemport bütün bu başarıları; zorlukların üstesinden
gelmeyi bilen yöneticileri ve takım olma bilincindeki
çalışanları ile hep beraber imzalamıştır.
İşte tüm bu nedenlerle GEMPORT sektörde önemli
yere sahip MARPORT, YILPORT gibi güçlü diğer
adayların arasından sıyrılarak ALTIN ÇIPA ödülüne layık
görülmüştür.
Deniz Haber Ajansı ve Dünya Gazetesi Perşembe
Rotası tarafından, bu sene üçüncüsü organize edilen
ALTIN ÇIPA Türk Denizcilik Başarı Ödülleri Töreni 27
Haziran 2008 Cuma günü Rahmi Koç Müzesi'nde yapıldı.
Törene Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Birleşmiş
Milletler Denizcilik Örgütü (IMO) Genel Sekreteri
Efthimios Miropoulos, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarı Hasan Naipoğlu, Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı Erol Yücel, Deniz Ticaret
Odası Yönetim Kurulu Başkanı Metin Kalkavan, Avrupa Birliği Ulaşım ve Enerji Direktörü Fotis Karamitsos, Akdeniz Memorandumu
Başkanı Lino Vassalo, Paris Memorandumu Genel Sekreteri Richard Schiferli, Uluslararası Uyduyla Deniz Haberleşmesi Örgütü (IMSO)
Başkanı Esteban Vincente Pacha, Panama IMO Temsilcisi Büyükelçi Lilliana Fernandez, Uluslararası Deniz Ticaret Odaları Genel Sekreteri
ve Uluslararası Denizcilik Federasyonu Genel Sekreteri Simon Bennet, INTERCARGO Genel Sekreteri Roger Hold, INTERTANKO Direktörü
Peter Swift,İtalya IMO Temsilcisi Amiral Giancarlo Olimbo, Uluslararası Gemi Mühendisleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (IMAREST) İcra
Kurulu Başkanı Michael Everard, Sierra Leone Registeri Jullian Padilla ve çok sayıda sektör temsilcisi katıldı.
Avrupa Birliği Ulaşım ve Enerji Direktörü Fotis Karamitsos tarafından Yük Limanı Ödülü, Gemport Gemlik Liman ve Depolama
İşletmeleri Genel Müdürü M. Cüneyd ACAR'a takdim edildi. M. Cüneyd Acar ödülde bütün çalışanların emeği olduğunu ifade ederken,
Fotis Karamitsos da Türkiye'de denizcilik sektöründeki gelişmelerin kendilerini çok etkilediğini söyledi.
9
Süha Aktaş ile Söyleşi...
Dünya genelinde krizden ve resesyondan söz ediliyor. Böyle bir dönemde
yeni gemi yatırımı riskli değil mi?
D
ünyada ve Türkiye'de Liman İşletmeciliği
hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Liman İşletmeciliği, gerek dünyada ve gerekse Türkiye'de modern
bir makine – ekipman parkuru gerektiren, özgün yazılım
programlarıyla, çağdaş, eğitimli kadroları ile giderek daha bir
ekspertiz, tecrübe birikimi gerektiren bir işkolu haline gelmiştir.
Dünya ticaretinin yüzde 95'i denizyolu ile yapılırken Liman
İşletmeciliği'nin gelişmemesi düşünülemez. Dünyada ve Türkiye'de
mevcut limanlar artan rekabet ile baş edebilmek için genişleme ve
teknolojik büyüme yaşarken, bu arada sıfırdan yeni liman yatırımları
da gündeme gelmektedir. Gemport ile ilgili genişlemeye yönelik
yatırım kararını zaten bu düşünceyle aldık. 2005 yılını proje ve altyapı
oluşumları ile geçirdik. 2006 yılı ortasında da inşaata tam hız girdik.
Şüphesiz herkesin iş hayatında, özellikle yöneticilik sürecinde
sevapları olduğu kadar günahları da, hataları da vardır. Benim de
olmuştur. Ama insan ne yapıyorsa, açıkçası kendimden
bahsediyorsam eğer, şunu söylemeliyim ki ne yaptıysam, ne karar
alıp hangi uygulamaya girdiysem o günün şartlarında kendime göre
şirketim için en doğrusunu, çalışanlarım için en uygununu buldum,
seçtim ve uyguladım. Bu arada, ne yazık ki insanın kontrolü dışına
çıkan gelişmeler de olabiliyor. Başarı; bence tüm bu olumsuz
gelişmelerden şirkete gelebilecek zararları asgariye indirebilmek,
olumlu gelişmeleri, pozitifleri ise şirketin doya doya yaşamasını,
sindirmesini ve hatta keyfini çıkarmasını sağlamaktır.
Özetle, yatırıma zamanında başladığımızı düşünüyorum. Ancak yine
de keşke Gemport'ta bir yıl önce işe başlamış ve ilk kazmayı da bir
sene önce vurmuş olabilseydim diye düşünmüyor değilim. Bunun
dışında dediğim gibi herşeyi o günün şartlarında en iyisini, en
doğrusunu düşünerek yapmaya çalıştığım için bu anlamda fazla
özeleştiri yapamıyorum.
Gemport'ta çalışmadan önceki iş hayatınızdan bahseder
misiniz?
Gemport'ta 2004 yılı Ağustos ayında işbaşı yaptım. Öncesinde
yaklaşık 3 yıl boyunca yine bir Türkiye İş Bankası iştiraki olan İşDoğan Petrol Yatırımları A.Ş.'nin Genel Müdürlüğünü yaptım ve bir
yıl da Petrol Ofisi A.Ş.'nin Genel Koordinatörlüğünde bulundum.
10
Nemtaş'ta da yatırım yapıyorsunuz. 2008 yılı başında bir gemi aldınız.
Bu sene başka gemi alımınız olacak mı?
“26 Ağustos” adındaki yeni gemimiz (adını İş Bankası'nın kuruluş tarihinden alıyor),
75 milyon dolarlık bir yatırımdı. Kaptanoğlu ailesinden aldık. Şu anda, işletmeciliğini
yaptığımız gemiyi de sayarsak filomuzda 7 gemimiz var. Diğer bir ifadeyle 267.000
dwt'luk bir filoya hükmediyoruz. Bu yıl içinde bir veya iki gemi daha almayı
planlıyoruz.
T. İş Bankası malum, bir finans şirketi. İştirakler ise
ticari şirketler olarak o mali dünyanın dışında.
Ama bu şirketler o ya da bu şekilde aynı disiplinle aynı
çatı altında, görüşünü savunan Yönetim Kurulu
Başkanımız ve Nemtaş Genel Müdürü M. Süha AKTAŞ
ile Gemport ve Nemtaş’ın faaliyetleri, yatırımları ve
deniz ticareti üzerine söyleşi yaptık ve kendisi
hakkında bilgi aldık.
Gemport yatırımlarına zamanında başladınız mı? Şimdi
geriye bakıp keşke şunu şöyle yapsaydım veya bunu
yapmasaydım gibi özeleştiriler yaptığınız oluyor mu?
gözetiyor... Bizse, yöneticiler olarak şirketlerimizi sürekli daha iyi ve daha farklı bir
konumlara getirmek istiyoruz ve bu yönde çabalıyoruz....
Ondan öncesinde ise 4 sene, Rus Lukoil Petrol'ün Türkiye'deki
şirketinde Genel Müdürlük, daha da öncesinde 17 sene Koç Grubu
ve 2 sene Daimler Benz- Otomarsan. Yaklaşık 30 senelik iş
yaşamımın yarısı İran, Irak, Rusya, Romanya gibi dış ticaret/ithalatihracat yaptığımız komşu ülkelerde yaşayarak geçti. Çok güzel
anılarım olduğu gibi, asla unutamadığım ve iş olarak, yaşam olarak
çok zorlandığım zamanlarım da oldu.
Henüz işler daralmadı. Resesyon, navlun ve denizcilik sektörüne keskin bir şekilde
girmedi. Biz girmeyeceğini de ümit ediyoruz. Dünyadaki gelişmeleri takip ederek
yatırım, plan ve projelerimizi ona göre yapıyoruz. Halen yük ve navlun talebi, inişliçıkışlı bu piyasada armatörlerin lehine devam ediyor. Artan yük, mevcut gemi
kapasitesinin halen üstünde. Bu yüzden de yatırım şart. Ama bu arada, yeni sipariş
verilen gemiler var. Türk armatörler için de geçerli bu. Şayet 2010 yılından itibaren
gemi siparişleri ve gemi girişleri söylendiği kadar devam ederse bu tarihten sonra
gemi tonajının talebin üstüne çıkacağı endişeleri var. Ancak biz bunun çok keskin
seviyelerde oluşmayacağını düşünüyoruz. Çünkü olası resesyon nedeniyle
tersanelere verilen gemi siparişlerinde iptaller söz konusu olabilir. Hatta bunlar
başladı. Türk tersaneleri henüz o raddeye gelmedi. Ama Uzakdoğu'da daha arsa
halinde, inşası yapılmamış tersaneler gemi satıyor. Yani tersane yok, sipariş var.
Diğer taraftan, artan hammadde fiyatlarının yanı sıra kredi maliyetlerinin de giderek
artması bekleniyor. Tersaneler de artık belli yatırımlardan vazgeçebilir. Biz bu köpük
siparişlerin ortadan kalkmasıyla, gerçek siparişlerin oluşacağını ve gemi arzının
gerçekçi rakamlara oturacağını düşünüyoruz. Bu nedenle de 2010'da keskin bir
daralma beklemiyoruz. Bu süreçte şüphesiz bir eleme olacak. Daha önce de işaret
ettiğim gibi dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 95'i deniz ticaretiyle yapılıyor. Bize göre
deniz ticareti kaçınılmaz şekilde artacak. Biz de Nemtaş ve Gemport olarak bu
ticareti gerçekleştiren oyuncuların içinde yerimizi aldık ve bu oyunu kurallarına göre
oynamaya devam edeceğiz.
9 Eylül Üniversitesi Deniz İşletmeciliği Yönetimi Yüksek
Okulu'nda mezuniyet günlerinde ananevi olarak yapılan
“Son Gün, Son Ders” onur konuğu bu sene şirketimiz
Yönetim Kurulu Başkanı ve Nemtaş Genel Müdürü
Süha Aktaş idi. 2008 yılı mezunu 98 öğrenciye sektörün
bugünü ve yarını hakkında bilgi veren Başkanımız,
konuşmasında özellikle mezunları yeni yaşamlarında
kendilerini bekleyen ekonomik ve ticari konularla ilgili bir
ufuk turu yaptırdı.
Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Mezunu 50 öğrenciden 1., 2.,
ve 3. olanlara ödüllerini Nemtaş Genel Müdürü verdi.
2008-2009 döneminde fakülte olması beklenen Deniz
İşletmeciliği Yüksek Okulu ile çok yakın ilişkiler içinde olan
Nemtaş Denizcilik A.Ş., sektörün iyi eğitimli çalışan
ihtiyacının giderilmesi için her türlü katkıyı yapmaktadır.
Nemtaş ile nasıl ve nerede buluştunuz?
2007 yılı başında Nemtaş Genel Müdürü Teoman Rua Bey'in emekli
olması üzerine bu görev bana tevdi edildi. İş-Doğan'daki görevim
boyunca bazı projeler nedeniyle Nemtaş ekibi ile çok sık birlikte
olduğum için şirketi ve yapısını tanıyordum. Bu nedenle uyum
sıkıntısı asla çekmedim. Zaten biz profesyonel yöneticilerin vazifesi,
şartlar ne olursa olsun, nerede olursanız olun, verilen görevi en iyi
şekilde yerine getirmek ve şirketin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri
doğrultusunda hareket etmektir.
İş Bankası bünyesinde Nemtaş ve Gemport'un nasıl bir yeri
var? Konumlandırılmanız nasıl?
İş Bankası malum, bir finans şirketi. İştirakler ise ticari şirketler olarak
o mali dünyanın dışında. Ama bu şirketler o ya da bu şekilde aynı
disiplinle aynı çatı altında. İş Bankası'nın geçmişinde de hep var
olmuş bu yaklaşım. Kültüründe banka dışı aktiviteler hep olmuş.
Gemport ve Nemtaş, banka yönetimi tarafından her şeyden önce
başarılı, uyumlu şirketler olarak görülüyor. Kârlı, hareketli, dinamik,
yatırım yapan, sürekli büyüyen ve profesyonelce idare edilen
şirketler. İnanıyorum ki bankamız, bu iki şirketimize iyi gözle bakıyor,
48 Mezun veren Güverte bölümünün başarılı öğrencileri
ödüllerini Gemport Yönetim Kurulu Başkanı'ndan aldılar.
Güverte adamlarının sektörde çok kritik pozisyonlar ve
yetkilerle çalıştıklarını ve bu nedenle kendilerini daima
yenilemelerini tavsiye eden Başkanımız, Türk Denizcilik
Sektörünün ancak eğitimli kadrolarla ilerleyebileceğini
ifade etti.
11
Gururluyuz...
Güneş enerjisi ile çalışan
“Muavenet”
dünya ikincisi oldu.
stanbul Teknik Üniversitesi'nin ışıklı çiçekleri ABD'nin
Arkansas eyaletinde düzenlenen Solar Splash 2008 Dünya Güneş Tekneleri Şampiyonası'nda ikinciliği elde etti.
“Muavenet” isimli tekneleriyle yarışan Türk takımı 10 farklı
kategoride ödül aldı. Ben bu söyleşiyi pırıl pırıl bir üniversite
öğrencisi ayrıca Nusrat ve Muavenet teknesinin takım kaptanı
Münir Cansın Özden'le yaptım. O güler yüzüyle, gözlerindeki
cevherin çakımlarıyla sorularımı içtenlikle yanıtladı.
İ
Güneş enerjisiyle çalışan bir tekne üretme fikri ne
zaman ve nasıl ortaya çıktı?
Deniz benim için hep çok önemli olmuştur. Anneannem, dört
beş yaşlarımdayken çizdiğim balık ve gemi resimlerini hala
saklar. Çocukluğumun en heyecanlı zamanları, dedemin
dürbünü ile İzmit Körfezi'ne giren gemileri izlemek ve onların
resimlerini yapmaya çalışmaktı. Ortaokul yıllarımda
arkadaşlarımla evdeki sandalyeleri kırıp onların ahşap
parçalarıyla küçük tekneler yapmış ve bunlara oyuncak
arabalarımızdan söktüğümüz motorlar takıp havuzda
yüzdürmüştük. Birkaç sene sonra, üniversite sınavı
açıklandıktan sonra gireceğim bölüm kesinlikle Gemi İnşaatı
ve Deniz Bilimleri Fakültesi'ne bağlı Gemi İnşaatı ve Gemi
Makinaları Mühendisliği olacaktı.
12
Üniversite birinci sınıfta Gemi Mühendisliğine Giriş dersinde,
ülkemizdeki gemi inşa sektöründeki kuşkusuz en önemli isimlerden
Prof. Dr. Yücel Odabaşı şöyle demişti;
“Gemi, İngilizce'de “she”dir. Bir kadın olarak bahsedilir ondan.. Ve bir
baba kızını yetiştirirken ne kadar zorlanırsa mühendisi de gemisini
tasarlar ve inşa ederken o denli zorlanır.. Gemi inşa edildikten sonra
gelinlik bir kız gibi süslenir ve kızağa konulur. Gemi sahibi inancına göre
ya şampanya patlatır ya da kurban keser. Sonrasında halatlar kesilir ve
gemi suya iner. Hem ağlayıp hem giderim diyen bir gelin gibi de suya
inince başını bir defa suya daldırıp babasına, mühendisine bir selam
verir.. Çocuklar ben 40 yıldır kaç geminin suya inişini, mühendisi olarak
izledim bilemiyorum.. Ama hâlâ çok büyük bir keyif alırım bu törenden.
Dilerim siz de bu duyguyu yaşarsınız…”
O derste söylenenlerin, bana neler hissettirdiğini arkadaşlarımla
paylaştım ve o anda düşünebildiğimiz tek şey bir an önce kendi
tasarımımız olan bir gemi yapmak ve onun suya inişine tanık
çalışan teknelerle ilgili bir veritabanı oluşturduk. Bu araştırma
girdiğimiz işin zorluğunu anlamamız ve bu işi planlayabilmemizde bize
çok yararlı oldu.
Güneş enerjisiyle çalışan tekneler üzerilerindeki güneş panellerinin
ürettiği elektrikle sahip oldukları elektrik motorlarını besleyen ve bu
sayede hiç bir yakıt kullanmadan ve hiç bir atık üretmeden hareket
eden araçlardır. Tabi iş sadece güneş panellerini motora bağlamak
değil. Bunu biraz açıklamak isterim.
Güneş panelleri ışığın gücü ve açısına göre çok değişken voltaj ve
akımlar üretirler, bu elektriği regule etmeden akülerinize veya
motorunuza doğrudan veremezsiniz. Bu yüzden bazı devrelere sahip
olmanız gerekir. Bu devrelerin de dünyada birkaç üreticisi vardır ve
genelde bu tarz araçlar yapmak isteyenler bu devreleri kullanıma hazır
şekilde satın alırlar. Bu regulasyon dışında güneş panellerinden en
yüksek gücü çekmek için MPPT – Maximum Power Point Tracker (En
Yüksek Gücü Takip Devresi) devresine ihtiyacınız vardır. Bunun
olabilmekti. 2004 yılı Mayıs ayında, hem öğrenmekte olduğumuz teorik
bilgileri pratiğe geçirebileceğimiz, hem de başka öğrencileri peşimizden
sürükleyebileceğimiz bir fikir geldi aklımıza. İTÜ Ayazağa Kampüsü
içerisindeki gölette güneş enerjisiyle çalışan uzaktan kumandalı küçük
teknelerle bir yarışma düzenlemeye karar verdik. Öncesinde biz birkaç
araç yapacak ve bu işi öğrenecek, sonrasında bunları da sergileyerek
yarışma çağrısında bulunacaktık. Bu küçük tekneleri nasıl
yapabileceğimizle ilgili araştırma yaparken, Amerika Birleşik
Devletleri'nde üniversitede okuyan akranlarımızın bizden daha büyük
düşündüklerini ve uzaktan kumandalı araçlar değil kendilerinin binip
sürdükleri tekneler tasarlayıp Solar Splash isimli bir yarışmada başka
teknelere karşı yarıştıklarını gördük. Uzaktan kumandalı tekneler yapmak
öğrenci harçlıklarımızdan arttırarak altından kalkabileceğimiz bir fikirken
biz de büyük düşünmeye ve ülkemizi bu yarışmada temsil etmeye
karar verdik.
sonrasında elde ettiğiniz elektrikle akülerinizi şarj etmek için bir akü
sarj devresine ve akülerdeki elektrikle motorunuzu istediğiniz hızlarda
sürebilmek için de bir motor sürücü devresine ihtiyaç duyarsınız.
Bunun dışında bu elektrik motorunun çalışma rejimlerine uyum
sağlayan bir dümen sistemine ve yapmak istediğiniz hıza uygun bir
de pervaneye ihtiyacınız vardır.
Bir güneş teknesi nasıl çalışır?
The World Championship of Intercollegiate Solar Boating (Dünya
Güneş Enerjisiyle Çalışan Tekneler Şampiyonası)'na katılmaya karar
verdikten sonra yaptığımız ilk iş, yarışma organizatörlerinden yarışmanın
kurallarını öğrenmemiz ve yapılmış olan diğer teknelere ait raporlara
ulaşmamız oldu. Kısa bir süre içinde sadece bu yarışmanın katılımcıları
değil dünyada yapılmış olan, ulaşabildiğimiz tüm güneş enerjisiyle
Sizler önce Nusrat ile dünya üçüncülüğü ve ardından da
Muavenet ile dünya ikinciliğini kazandınız. Bu projeler nasıl
hayata geçirildi?
Bu projelere başladığımızda her birimiz yeni üniversite öğrencisi
olmuş gençlerdik. Öğrenim görmeye henüz başladığımız
alanlarımızda çok da bilgi sahibi değildik ama düşününce şöyle
diyorum; dünyadaki en güzel şey bir konuyu biliyor olmak. Eğer bir
konuyu bilmiyorsak bu durumda atılacak en doğru adım, bilgi
eksikliğimizi giderecek doğru insanları bulmak, onlardan yardım
almak ve ilerlemek istediğimiz yolda rotamızı değiştirmemek
olmalıydı.
Bizim en büyük başarımız ülkemizde ve dünyada bilgiyi elinde
bulunduran insanları çabamızın ciddi olduğuna ikna etmemiz ve
bilgilerini bizlerle paylaşmalarını sağlamamızdı. Bu hususta özellikle
Yonca-Onuk Tersanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ekber
ONUK, tersanenin eski Mühendislik Müdürü Barış Gümüşlüoğlu ve
13
tersanenin Endüstriyel Tasarım Şefi Dr. Eralp Noyan'a çok şey
borçluyuz. Bizlere verdikleri zorlu ödevler sayesinde hayal ettiğimiz
bu tekneyi tasarlayıp inşa edecek mühendisler haline geldik
diyebilirim.
Çalışmalara ilk başladığımız günden bu yana yaptığımız hiç bir
çalışmada “biz öğrenciyiz, profesyonel değiliz teknenin burası da
böyle oluversin” demedik. İçimize sinmeyen her parçayı oturup
yeniden tasarladık ve imal ettik. Mükemmelliyetçi olmadan başarılı
olmak mümkün değil bize göre...
3 yıl süren çok zorlu bir çalışma döneminden sonra teknemizin
tasarımını bitirdik, direnç analizlerini, motor ve akü testlerini
tamamladık dümen sistemleri ve elektrik devrelerini tasarlayıp imal
ettik ve teknemizi suya indirdik. En az bunun kadar zahmetli ve
masraflı olan başka bir konu da teknemizin ABD'ye nakliyesi,
takımın ABD seyahati, oradaki konaklaması ve ihtiyaçlarıydı.
Amerika'daki şebeke elektriğinin frekans ve voltajının Türkiye'dekine
uymuyor olması, bizim metrik onların ise Amerikan ölçü sistemini
kullanıyor olmaları da göz önünde bulundurulması gereken çok
önemli bir sorundu. Teknenin bırakın ana sistemleri her civatasını
her somununu bile hesaplayıp yedeklerini yanına almamız
gerekiyordu.
Sonunda Nusrat'ı Amerikan sularında kullandık. 5 gün süren
yarışma sonrasında yarışmayı izleyenler, Türk gencinin mühendislik
kabiliyetlerini gözleriyle görmüş hatta pervanemizden sıçrayan
suyla ıslanmışlardı... Tecrübe eksikliğimiz nedeniyle 1000 puan
üzerinden 791 puan alarak dünya üçüncüsü olduk. Bunun yanında
“Manevra Etabı Üçüncülüğü”, “En İyi Görsel Sunum”, “En İyi
Elektrik Sistemi Tasarımı”, “En İyi Güneş Enerjisi Sistemi Tasarımı”
ve “En Yüksek Puanlı Çaylak Takım” ödüllerini aldık.
Amerika'dan döner dönmez yarışma esnasında kazandığımız
tecrübeler doğrultusunda yeni bir teknenin tasarımına başladık.
Nusrat'ın en önemli sorunu, içindeki her sistemin bizlerin ilk
mekanik tasarımlarımızı oluşturuyor olmasıydı. Bu prototip
sistemler toplamda çok ciddi bir ağırlığa ulaşıyorlardı. Teknemizi
daha süratli yapabilecek en önemli değişikliklerden biri toplam
14
ağırlığı (deplasman) azaltmamızdı ve biz yeni bir teknenin imalatı,
3 yeni dümen sistemi, yeni bir kokpit tasarımı, yeni direksiyon
sistemi tasarımları yaparak toplam ağrılığı yaklaşık % 40 azalttık.
Tabii sistemler de artık bizim çıraklık dönemi eserlerimiz yerine
kalfalık dönemi eserlerimiz haline gelmişlerdi ve çok daha verimli
ve estetik olmuşlardı. Nusrat'ın 21 knot olan azami süratini yeni
teknemizde 26 knota çıkardık ve Nusrat'ın 5 knot olan ekonomik
süratini ise 8 knota çıkardık. Yeni tasarımımız olan bu teknede
sadece verimi ve sürati yükseltmekle kalmamış aynı zamanda
estetiği de uç bir noktaya taşımıştık. Bu teknemizin ekonomik
süratini arttıran çok önemli bir başka gelişme ise Türkiye'de bir
ilke beraber imza attığımız Calibre CNC Pervaneleri firmasıyla
tanışmamız oldu. Firmanın ortaklarından Tezcan Doğangönül ve
Bora Belgü ile İTÜ öğretmenlerinden Doç. Dr. Ali Can
Takinacı'nın danışmanlığında ülkemizde bir ilki gerçekleştirdik ve
CNC freze kullanarak pervane imalatı gerçekleştirdik. Nusrat'ta
kullandığımız döküm pervanelere kıyasla çok yüksek bir verim
elde ettik. Teknemizin rekabet edebilirliğinin yükseltilmesinde bu
çok önemliydi. Yine, Arma Diş Deposu firmasının desteğiyle
firma Genel Müdürü Mekki Kutlu'nun yakın ilgisiyle kendi
tasarımımız çok yüksek verimli bir şanzımanın CNC freze ile
imalatını gerçekleştirdik. Teknemizdeki her parçanın tekneye özel
olarak ve mühendisliğin sınırlarında tasarımlanması sayesinde
hayal ettiğimiz gibi bir tekneye ulaşabildik.
Bir başka çok önemli konu ise bu yeni teknemize verilecek
isimdi. Yonca-Onuk A.O. Tersanesi Müdürü Emekli Albay Sayın
Orhan Gencer ile bir sohbetimiz sırasında bahsettiği Muavenet
Muhribimizin vurulması ile ilgili hadiseden çok etkilenmiştim
daha sonra bunu takım arkadaşlarımla da paylaştım ve Amerika
tarafından vurulmuş bir gemimizin ismiyle Amerika'da bir
yarışmaya katılmak bize çok anlamlı geldi. Bunun yanında artık
geri dönüşü olmayan bir seçim yapmış olduk. Teknemize bu
ismi verdikten sonra artık başarılı olmaya mecburduk...
Şanssızlıklarımız da olmadı değil. Örneğin Mart ve Nisan
aylarında bitmek bilmeyen yağmurlar bizim göl kenarındaki
çalışma alanımızı hiç de konforlu olmayan bir hale soktu.
Tasarımladığımız parçaların imalatını ve ardından montajını ve
son olarak da testlerini yapabilmek için aylar boyunca çamurun
içinde çalışmamız gerekti. Ama inanın bunları söylerken gözlerim
doluyor... Ne vakit yüzümden akan terleri silmek için şöyle bir
doğrulsam takım arkadaşlarımın tek bir amaç uğruna nasıl da
birleştiklerini onların yüzlerindeki kararlı ifade ve derin
konsantrasyonlarından anlayabiliyordum.
Bu inanç, bu azim ve bu inat sayesinde
Muavenet adına yakışır bir tekneyi ortaya
çıkarabildik.
Bu proje size ve ekip üyelerine nasıl bir deneyim kazandırdı?
Bu sene takımımıza çok sayıda yeni arkadaş aldık. Geçtiğimiz
yıl Nusrat ile yarışan altı kişilik ekipten dört kişi devam ederken
gemi inşaatı mühendisliği, elektrik ve kontrol mühendisliği,
makina mühendisliği ve endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinde
okuyan yeni üyeleri bazı mülakat ve elemelerin ardından takıma
kattık. İTÜ Güneş Teknesi Takımı'nın en eski üyeleri olan Ersin
Demir, Enishan Özcan, Berkin Kılıç ve beni en çok mutlu eden şey
de yaptığımız her aşının tutmuş olması. Takımımızı ve teknelerimizi
hatta daha da önemlisi bizim bu projeye başladığımızdan bu yana
öğrendiklerimizi bizden sonra projeyi üstlenebilecek yeni
arkadaşlara devrediyoruz. Takımımızın Gemi Mühendisleri Metin
Aksu, Efe Koçtürk ve İbrahim Albayrak; Makina Mühendisliği
ekibinden İrfan Kaya; Elektrik takımından Tuğrul Yıldırım ve Emrah
Adamey; Endüstriyel Tasarımcımız Hüseyin Turhan çok kısa
sürede takıma uyum sağladılar ve Muavenet'in inşaasıyla ilgili
üstlerine düşenin de fazlasında bir emek harcadılar.
Yarışmanın bizim için önemli bir dezavantajı da yarışa dünyanın
diğer tarafından katılıyor olmamız. Amerika ve yakın ülkelerden
katılan takımlar yarışa birkaç gün kalana kadar tekneleri üzerine
çalışmaya devam edebiliyorlar ve yarıştan hemen sonra da
teknelerini geliştirmeye devam edebiliyorlar. Bizimse yarıştan
yaklaşık 1,5 ay önce teknemizin her şeyini tamamlamış ve
testlerini bitirmiş olarak konteynıra yükleyip Amerika'ya yolcu
etmemiz gerekiyor ve ardından da ancak 1,5 ay sonra teknemize
ve ekipmanlarımıza kavuşup yeniden çalışmaya başlayabiliyoruz.
Bu yüzden bu sene bir yandan Muavenet'i imal ederken diğer
yandan 2009 yılında yarış için tasarlayacağımız yeni teknenin
tasarımı ile ilgili çalışmalar yaptık. Şimdilik gizli tuttuğumuz bu
tasarımımız dünyada henüz gelişmekte olan bir hidrodinamik
forma dair olacağı için birçok direnç deneyinden sonra istediğimiz
performansı elde edeceğimizi sanıyoruz. Sistemli bir şekilde
yapacağımız bu testlerin ardından yayınlayacağımız makalelerin de
bu tarz teknelerle ilgili olan ciddi bilimsel boşluğu dolduracağını
umuyoruz.
Bunun yanında, bir güneş enerjisiyle çalışan tekne yapmak
sadece bir gemi inşaatı mühendisi veya sadece bir elektrik
mühendisinin altından başarıyla kalkabileceği bir konu değil. Bu
yüzden çalışmamızı disiplinlerarası bir yapıda yürütmemiz gerekti.
Bu da başka mühendislik dallarıyla yakın temas kurmamızı ve
onların meslekleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladı. Projenin
bize en büyük getirilerinden biri bu oldu diyebilirim.
Bir aracı başından sonuna tasarlamış ve uluslararası bir
yarışmaya katılmış olmamızın, başta CAD-CAM, tasarım, imalat
gibi mühendislik yeteneklerimizin gelişmesine çok büyük faydası
oldu. Tabi uluslararası ticaret, proje yönetimi, halkla ilişkiler gibi
konularda da çok tecrübe kazandık. Bunları birebir yaşayarak
öğrenmiş olmamız okulda kazanamayacağımız bazı özelliklerdi.
Farklı dallarda ödül kazandınız. Sizi, yarışan diğer ekiplerden
farklı kılan neydi? Hangi özelliklerden ve farklılıklardan dolayı
kazandınız bu ödülleri?
Solar Splash 2008 yarışmasında kazandığımız ödülleri iki gruba
ayırmak mümkün. İlk grup teknemizin yarıştığı etaplarda en iyi
zamanları yapmış olması sayesinde kazandığımız, diğer grup ise
teknenin tasarımı, inşaası, maliyeti, takımın iş planlaması vs. gibi
dallarda yarışma organizasyonu içindeki her biri konusunda
uzman jüri üyelerinin oylamaları sonucunda verilen ödüllerdir.
Bu sene İTÜ Güneş Teknesi Takımı olarak Muavenet'le aldığımız
ödülleri şöyle sıralayabiliriz;
Second Place Overall (Genel Toplamda Dünya İkinciliği);
Yarışmanın her etabında yarışıp her etapta iyi puanlar toplayıp
1000 puan üzerinde 963 puan aldık. Teknemiz hem iyi bir
ekonomik sürate hem iyi bir azami sürate sahipti hem de çok iyi
manevra yapabiliyordu. Yani tasarımda bir tür optimizasyona
ulaşmıştık.
First Place Slalom (Manevra Etabı Birinciliği); Teknelerin
oldukça dolambaçlı bir parkuru tamamlamalarının istendiği bu
etapta Muavenet hem kendi form ve dümenleme özellikleri hem
de sürücüsü Ersin Demir'in pilotaj kabiliyeti sayesinde en iyi
zamanlamayı yaptı.
Second Place Sprint (Sürat Etabı İkinciliği); Yarışdaki en
heyecanlı etaplardan biri olan sprint etabında teknelerin düz bir
parkuru en kısa zamanda bitirmeleri isteniyordu. Muavenet
300m'lik bu parkuru 26.50 saniyede tamamladı.
Second Place Endurance (Dayanıklılık Etabı Üçüncülüğü);
Yarışmanın en uzun süren etabı olan Endurance etabında tekneler
2 saatlik bir zaman dilimi içinde bir parkurun çevresinde
olabildiğince fazla tur atmaya çalışıyorlar.
Second Place Qualifying (Qualify Etabı İkinciliği); Bu etapta asıl
yarışlar başlamadan önce teknelerin yarışlar için uygun olup
olmadığına ve sürücülerin tekneye olan hâkimiyetlerine bakılıyor.
Daha sonraki yarıştaki kulvar sıralamaları da bu etapta alınan
sonuçlara göre yapılıyor.
Second Place Visual Display (En İyi İkinci Görsel Sunum);
Yarışma sırasında her takım kendine ayrılan çadırda ülkesi, okulu
ve teknesi ile ilgili tanıtımlar yapıyor. Biz bu sene koca bir ekranda
teknemizin inşaası sürecinde çekilmiş fotoğraf ve videolardan
oluşan filmimizin yanı sıra Türkiye'nin tarihi ve doğal güzellikleriyle
de ilgili filmler gösterdik ve Türkçe şarkılar dinlettik. Çadırımızı
15
ziyaret eden konuklara Türk lokumu ikram ettik ve ülkemiz
hakkında bilgiler verdik.
Most Improved Team (Kendini En Çok Geliştirmiş Takım
Ödülü); Nusrat'taki sistemlerimizi çok geliştirerek Muavenet'e
uyguladık ve yapılan tüm değişiklikleri hem üç boyutlu olarak
bilgisayarda hem de hazırladığımız posterler aracılığıyla
tanıttık. Bu geliştirme çalışmalarımız jüri üyeleri tarafından
övgüyle karşılandı.
Hottest Looking Boat (En Güzel Görünümlü Tekne Ödülü);
Bazı kimseler tarafından “En Seksi Tekne Ödülü” olarak da
dilimize çevrilen bu ödül ise teknenin dış görünüşüne dair bir
ödül. Bu sene bu ödülü bize vermeselerdi darılırdık doğrusu…
Çünkü Nusrat'ın gerek görüntüsü ve gerekse inşaasında
kullanılan malzeme çok özeldi.
Most Commercially Viable Hull (Ticari Uygulumaya En
Uyumlu Tekne Ödülü); Belki de ödüller arasında bizi en çok
gururlandıran ödül buydu. Bu ödüle layık görülmemiz,
insanımızın Türk gencine ve Türk mühendisine güvenmesi
gerektiğinin bir ispatıydı bizce...
Projeyi gerçekleştirirken maddi olarak kimlerden destek
aldınız? Sponsor bulabildiniz mi? Projeyi gerçekleştirmek
ne kadara mal oldu?
Muavenet'in yüksek teknoloji kompozit imalatı ile ilgili yine
Ana Sponsorumuz Yonca-Onuk A.O. Tersanesi'nden ciddi bir
yardım aldık. Onların sağladığı malzemeleri ve sistemleri
kullanarak ve yol göstermeleri ile teknemizi karbon elyaftan
imal edebildik. Karbon elyaf çok yüksek dayanıma sahip ve
çok hafif bir malzeme. Tersanede üretilen Sahil Güvenlik
teknelerinin aramid elyaf ile beraber ana malzemesini
oluşturan bu elyaf türünün dünyada asıl kullanım alanı uzay
araçları. Bu malzemenin Türkiye'de işlenebiliyor olması bile
büyük bir gelişme iken bizim teknemizi bu malzemeden imal
edebilmiş olmamız çok büyük bir şans. Bu sayede Muavenet
çok çok hafif bir kabuk ağırlığına sahip olarak imal edilebildi.
Muavenet'in imalatını ve testlerini okulda
tamamladığımızda takımımızın ABD'ye ulaşımı, ABD'deki
masraflar için bir bütçemiz bulunmuyordu. İşte bu anda
sadece bir öğrenci sıfatıyla yazdığım bir mektup Savunma
Sanayii Müsteşarımız Sayın Murad Bayar tarafından okundu
ve müsteşarlığımız aracılığıyla bütçemizin bu kalemleri için
finansman bulmamız mümkün oldu. Muavenet ile Savunma
Sanayii Müsteşarlığımız'ın desteğiyle yarışacak olmamız da
bizim için ayrı bir gurur oldu. RMK Marine ve Dearsan
Tersaneleri'nin bizi finansman olarak desteklemeleri, Marintek
Deniz ve Yat firmasının teknemizin denizcilik ekipmanları,
aküleri ve çok önemli elektronik devrelerimizle ilgili yaptıkları
yardımları oldu. Teknemizin ve ekipmanlarımızın ABD'ye
nakliyesini geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Turkon Holding
üstlendi. Türk Hava Yolları, resmi ulaşım sponsorumuz olarak
bize indirimli biletler sağladı. Türk Loydu Vakfı'nın takımımıza
vermiş olduğu destek sayesinde İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz
Bilimleri Fakültesi'nde bizim için ayrılan odamızda, teknemizde
kullanmış olduğumuz yüksek teknolojik devreleri imal
edebileceğimiz ve bunların testlerini yapabileceğimiz bir
elektrik motoru deney labortuarı kurduk. Calibre CNC
Pervaneleri, Arma Diş, Gümüşel Rulman ve Merve Makina'nın
16
Tanrı yüz çevirmemişse bizden
Kısa bir ömürdür dilediğim
Akdeniz'de bir fırtınada
Birbirimize sarılmış
Tadı damağımızda bir ölüm...
MERCAN BALIĞI
Keşke bir balık olsaydın... Pembe bir mercan balığı...
Seni görebilmeme tek engel; ciğerlerimdeki nefes.
Hemingway'in ihtiyar balıkçısı gibi takılsaydım peşine!
Ya da; ben de bir balık olsaydım.
M.C.ÖZDEN
katkılarıyla teknemiz için tasarlamış olduğumuz dümen sistemlerini ve
pervaneleri imal etmemiz mümkün oldu.
Bunlar dışında hocalarımız Prof. Dr. Ömer Gören, Yard. Doç. Dr.
Osman Kaan Erol, Doç. Dr. Ali Can Takinacı, Prof. Dr. Yücel Odabaşı,
Doç. Dr. Haydar Livatyalı, Doç. Dr. Vedat Temiz bizlere akademik
anlamda çok önemli desteklerde bulundular. Bunun yanında tekrar
altını çizmem gerekirse Dr. Ekber Onuk, Barış Gümüşlüoğlu, Dr. Eralp
Noyan, Tuğgeneral Ali Akdoğan ve Mekki Kutlu Muavenet projemizde
çok önemli profesyonel yardımlar ve yönlendirmelerde bulundular.
Sizler aracılığıyla bu isimlere tekrar tekrar teşekkür etmek istiyoruz.
Bu arada sizin fotoğrafçılık sanatına ilgi duyduğunuzu, gerçekten
çok hoş fotoğraflar çektiğinizi bunun yanı sıra şiir yazdığınızı da
öğrenmiş oldum. Kısaca özetleyecek olursam eğer bir yanınız bilime
gönül vermişken öteki yanınız buram buram sanat kokuyor.
Bizler, sizlerle gurur duyduk Münir Cansın Özden. Bilim adamı
olma yolunda kararlı ve azimli bir biçimde ilerliyorsunuz. Sanat zaten
sizin yüreğinizde filizlenmiş. Yolunuz her zaman açık olsun… Açıkçası
kendi adıma sizlerle onurlandığımı bir kez daha söylemek istiyorum.
Sizler bu ülkenin ışıklı çiçeklerisiniz.
Bu söyleşi için çok teşekkür ederim.
Yusuf TOPAL
Osmanlı'dan sonra
Gemlik Tarihi
A
nadolu Selçuklu Devleti'nin son zamanlarında
Bizanslılar karşısında, bir hudut muhafızı
olarak atanan Ertuğrul Bey'le birlikte yeni bir
Türk devleti daha tarihte parlamaya başlamıştır.
Selçuk hükümdarı, Ertuğrul Bey'e fethedeceği
yerlerin mülkiyetini vermişti. Ertuğrul Gazi, fetihlerdeki
başarıları ve iç idaredeki düzeni sayesinde kısa
zamanda beyliğinin nüfus ve kudretini çevresine
tanıtmıştır.
Ertuğrul Bey'in ölümünden sonra yerine geçen
küçük oğlu Osman Bey'le birlikte devletin tarihe mal
olan hakiki adı ortaya çıkmıştır. 1257 yılında,
Eskişehir'den İnegöl'e kadar bütün şehirleri Osman
Bey hâkimiyeti altına almış ve Bizans tekfurlarını birer
birer kendine bağlamıştı. Bursa'nın arazisinin
verimliliği ve ihtişamı Osman Bey'in de dikkatini
çekmişti ancak Bizans İmparatoru ne pahasına olursa
olsun bu şehri yeni kurulan Türk devletine kaptırmak
istemiyordu. Ordusunu yeni silahlarla donatan
Osman Bey, askerini ilk başta İznik üzerine
göndermişti. Yapılan çetin savaş sonucunda İznik'i
alamayan Osman Bey geri dönmek zorunda kalmış
ancak yolları üzerinde bulunan bazı kaleleri almayı
başarmıştı. Her yıl biraz daha güçlenen ve hudutlarını
İstanbul ve Bursa'ya doğru genişleten Osmanoğulları
artık Bursa'yı almaya kesin karar vermişlerdi.
Selçukluların çökmesinden sonra ordunun bir kısmı
Osmanlı Devleti ordusuna katılmış ve Osman Bey
yeni gelen ordusuyla birlikte İznik üzerine yeniden
yürüyerek İznik'i fethetmeyi başarmıştır. Bu arada çok
yaşlanan Osman Bey, şiddetli bacak ağrıları
savaşmasına engel olduğundan yerine oğlu Orhan
Bey'i bırakarak Yenişehir bölgesinde istirahata
çekilmiştir. (1320)
Orhan Bey tahta geçer geçmez babasının son
arzusunu gerçekleştirmek için Bursa'yı kuşattı. Ancak
Bizans'tan çok rahat destek alan Bursa aylarca süren
kuşatmaya rağmen teslim olmadı. Kale; Bizans'tan
yardım gördüğü için kuşatmaya karşı durabilmiştir.
Osman Bey İstanbul'dan gelen yardımları engellemek
üzere, oğlu Orhan Bey'e kıyı taraflarının alınmasını
emretmişti. Bunun üzerine Orhan Bey en güvendiği
komutanlarını yanına alarak (Akçakoca ve Kara
Timurtaş) Mudanya ve Gemlik'i kuşattı. Mudanya
fazla dayanamayarak Miladi 1321'de teslim oldu.
Ancak zamanın Kios şehri yani Gemlik güçlü savunma
olanakları nedeniyle 1334 yılında alınabildi.
Orhan Bey Bursa'nın boş olan semtlerine Türk
ailelerini yerleştirdi. Umurbey kasabası bir köy olarak
o zamanlar kurulmuştur. Orhan Bey zamanında Bursa
ve çevresindeki şehirler her alanda büyük gelişme
göstermiş; ticaret, ziraat ve sanayi bakımından Bursa,
Bilecik, Yenişehir, İznik ve Gemlik şehirleri için altın
çağlar yaşanmaya başlamıştır. Ayrıca deniz
kuvvetlerini güçlendirmek amacıyla İzmit, Gemlik ve
Gelibolu'da tersaneler kurulmuştur.
Osmanlı Devleti'nin denizciliğinde büyük hizmetleri
görülen Gemlik, yükselme devrinde gemi yapım şehri
olarak önem kazanmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda
zeytinciliği, kozacılığı ve kıymetli mermerleriyle
Osmanlı Devleti'nin çok ilgi gören bir şehri olmuştur.
Duraklama ve gerileme dönemlerinde memleketin
her yerinde olduğu gibi Gemlik de ihmal edilmiş;
tersanenin yeri bataklığa dönmüş, sarayları ve
abideleri süsleyen mermerleri yok olmuştur. 1789'da
III. Selim devriyle Türk yurdu her alanda olduğu gibi
denizcilik alanında da yeni düzeltmelere kavuşmuştur.
III. Selim, Fransa'dan getirttiği mühendislere Gemlik
tersanesinin inşasını yeniletmiş ve kısa zamanda
körfezde yeniden gemiler yüzmeye başlamıştır.
19. yüzyılın ünlü bilim adamlarından dil bilimci Sami
Bey, Kamusül Alam adlı eserinde Gemlik ile ilgili şu
bilgilere yer vermektedir:
“Hüdavendigâr (Bursa) vilayetine bağlı Gemlik;
5147 nüfuslu bir ilçedir. Nüfusunun çoğunluğu
Rum'dur. Güzel ve sağlam bir limanı, tersaneye ait
havuz ve el tezgâhları, bir camisi, bir medresesi, bir
rüştiyesi (ortaokulu), Rumların özel kız ve erkek
okulları, üç kilisesi, iki manastırı ve pamuktan mamul
bir cins döşemeliğe özgü el tezgâhları vardır. İlçenin
başlıca ihracatı krom külçesi ile krom tozudur. En önemli ithalatı da
petroldür. Tarihi pek eski olan ilçe, tarihte Argonot adıyla anılır.”
Memalik-i Osmaniye adlı eserinde Gemlik'ten bahseden Ali Cevat
Bey de ilçenin adıyla ilgili şu bilgilere yer verir:
“Yörenin eski adı Kios'tur. Kasabanın eski tarihine ait bilgi yok
denecek kadar azdır. Şimdiki Gemlik adının Bursa'da yapılan ve çoğu
bu kasabada satılan ipek gömlekler dolayısıyla 'gömlek' sözünden
geldiği sanılmaktadır.”
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda yenilince ilçemiz de
Anadolu'daki bir çok yer gibi itilaf devletlerince işgale uğramıştır. İlk
işgal girişimi 30 Haziran 1920'de İngiliz birliklerinin Gemlik Limanı'na
yanaşmalarıyla başlamıştır. İngilizlerin şehre inmesini engellemek
isteyen Dr. Ziya Kaya, Kaymakam Mehmet Cemil Bey ve Yüzbaşı
İbrahim Bey'in İngiliz komutana, “Kasabanın büyük çoğunluğu Rum,
her yere benzin tenekeleri yerleştirdik. Eğer ısrar ederseniz
ateşleyeceğiz,” demeleri üzerine İngilizler çıkarma yapmaktan
vazgeçmişlerdir. Ancak bu girişimden bir hafta sonra 6 Temmuz
1920'de İngilizler tekrar körfeze gelerek karadan ve denizden yaptıkları
saldırı sırasında şehrin kritik yerlerini bombalamışlardı. Her ne kadar
karşılarına Şube Reisi ve Jandarma Komutanı Yüzbaşı İbrahim
komutasındaki Kuvayı Milliye diye adlandırabileceğimiz silahlı siviller
çıktıysa da şehrin üzerinde uçan İngiliz uçakları Kuvayı Milliye
mensubu halkın korkup Katırlı köyüne doğru çekilmelerine neden
oldu. Şehir savunmasız kalınca da İngilizler önce Hükümet Konağı'nı
ardından Askerlik Şubesi'ni işgal edip şehre yerleşmişlerdir. Umurbey
önlerine kadar ilerleyen İngiliz askerleri şehre içeriden ve dışarıdan giriş
çıkışı yasaklamışlardı.
Ne var ki İngilizler kenti işgal ettikten kısa süre sonra şehri,
8 Temmuz'da Bursa'yı işgal eden Yunanlılara bırakarak çekildiler.
İngilizlerin işgal ettikleri bütün bölgeleri Yunanlılar devraldılar. Köyler ve
Umurbey kasabası dahil Müslüman halkın elindeki silahları, av
tüfeklerini, büyük çaptaki bıçakları, ziynet eşyalarına varıncaya kadar
toplayan Yunanlılar; ilçedeki Ermeni ve Rumlara karışmamış hatta
onlara her çapta tüfek, tabanca vermişlerdir. Foti, Yorgi ve Simon adlı
çete liderlerinin komutasında ve Yunan korumasında silahlanan Ermeni
ve Rum çeteleri Osmanlı jandarmasının silahsızlanmasından
yararlanarak çevre köyleri basmışlardır. Halkın eşyalarını almışlar, köyleri
yakmışlar, yollarda para ve mallarını gasp ettikleri insanlara her türlü
işkenceyi yaparak öldürmüşlerdir.
Bu çeteler, 1920 yılında önce Umurbey ve çevre köylerinde, 1921
baharında ise özellikle Küçük Kumla, Karacaali, Narlı, Kapaklı, Fıstıklı,
Sultaniye, İhsaniye, Mecidiye, Hamidiye, Muratoba köyleriyle Armutlu
kasabasında önemli ölçüde can ve mal kaybına sebep olmuşlardır.
Baskına uğrayan köylerin halkı ile Orhangazi yöresinden gelerek
Gemlik'e sığınan Müslüman Türk halkı, itilaf devletleri tarafından
oluşturulan uluslararası bir kurulun raporu üzerine İstanbul'a nakledildi.
Bunlar, ancak Kurtuluş Savaşı'ndan sonra köylerine dönebilmişlerdir.
1920'de Gemlik şehir nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyan
Osmanlı vatandaşlarından oluşmaktaydı. Bu yüzden Yunanlıların
korumasındaki çeteler daha çok köy ve kasabalarda faaliyet
göstermişlerdir. İzmir'in işgalinden sonra oluşan Reddi İlhak hareketine
Gemlik'te yaşayan Müslüman halk yeterince katkı sağlayamasa da Dr.
Ziya Kaya ve Mustafa Necati gibi bazı aydınların bireysel çabalar
gösterdikleri görülmektedir. Hatta Dr. Ziya Kaya, dahiliye nazırını
eleştirip düelloya davet ettiği gerekçesi ile tutuklanarak Bekirağa
bölüğüne kapatılmıştır. Sivas Kongresi'nden sonra Müdafaa-i Hukuk
örgütlenmesi tüm olumsuzluklara rağmen gecikerek de olsa
gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların daha çok Umurbey'de olduğu
belirtilmektedir. 1920 başlarında İstanbul'da toplanan Osmanlı
Mebusan Meclisi'ne çekilen bir telgrafın altında Müdafaa-i Hukuk
şubesi başkanı Rüstem Bey'le beraber üyeler Cavit ve Mehmet
Beyler'in de adları bulunmaktadır. Bunların dışında Bekirağa bölüğünde
tutuklu bulunan Dr. Ziya Kaya ve Hasan Rıza'nın adları da muhtelif
yerlerde Müdafaa-i Hukuk cemiyeti şubesi üyesi olarak geçmektedir.
Gemlik; 10/11 Eylül 1922 gece yarısı kanlı çatışmalardan sonra
Halit Paşa (Karsıalan) komutasındaki Kocaeli Grubu tarafından işgalden
kurtarılmıştır. Yunan askerlerinin Mudanya taraflarına doğu
çekilmesiyle 6 Temmuz 1920'den beri işgal altında bulunan Gemlik 12
Eylül 1922 sabahına şanlı ordumuzun zafer şarkıları eşliğinde girmiştir.
Bu çatışmalarda şehit düşen Mehmetçiklerimizden Yüzbaşı Cemal
Bey'in mezarı Gemlik'tedir. Ayrıca adı bir ilköğretim okuluna verilmiştir.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Gemlik'te yaşayan bütün Hıristiyanlar,
Lozan Antlaşması sonucunda uygulanan nüfus mübadelesi ile şehri
terk etmişler. Bunların yerini Yunanistan'dan gelen göçmenler almıştır.
Kurtuluş Savaşımızın önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk
İnkılabının mimarı Ulu Önder Atatürk; Yalova'dan Bursa'ya her
gelişinde Gemlik yakınından geçmişse de ilki 4 Temmuz 1934 ve
ikincisi 1 Şubat 1938 olmak üzere iki kez Gemlik'i ziyaret etmiştir. İkinci
ziyaretinde adını bizzat kendi verdiği Sunğipek Fabrikası'nın açılışını da
yapmıştır. Fabrika bu gün üniversite binası olarak kullanılmaktadır.
19
CRUISING
(Gemi Turu)
D
aha önce hiç cruise yolculuğu
yapmadıysanız neden Avrupa,
Karayipler, Bahamalar ve
Meksika'daki bölgelere heyecan dolu gemi
turuyla başlamıyorsunuz? İlk kez cruise gezisi
yapmanın heyecanını, muhteşem limanları
ziyaret ederek tadın. Gemide size sunulan
bitmek bilmeyen aktivite, eğlence ve yemek
seçenekleriyle birkaç güne ne kadar çok şey
sığdırabildiğinize siz de şaşıracaksınız...
Gözlerinizi birkaç saniyeliğine kapatın.
Yüzer lüks bir otele hatta küçük bir şehir
içinde, dünyanın en güzel denizlerine, en
güzel kentlerine yolculuk ettiğinizi hayal edin.
İşte cruising en kısa bu şekilde özetlenebilir.
Cruise yolculuğuna katılanlar, tatillerine koca
bir dünyayı sığdırır, unutulmaz anlar yaşar.
Her gün başka bir limanda, yeni bir kentte
uyanırlar. Üstelik büyüleyici bir atmosferde,
her türlü konfor ve eğlence içinde dinlenirken
yol alarak, eşsiz manzaraların tadını çıkartırlar.
Gemilerde yolculuğunuz boyunca,
güvenliğiniz için her türlü donanım mevcuttur.
En son teknolojiye sahip günümüz gemileri
"Cruise Lines International Association"
tarafından belirlenen uluslararası
standartlarda inşa edilmiştir. Bu kurallar
çerçevesinde, periyodik olarak tüm gemilere
bakım yapılmaktadır. Ayrıca gemiler, hidrolik
stabilazor adı verilen ve geminin dalgalardan
sallanmasını minimuma indiren bir sisteme
sahiptir. Son teknolojiye sahip yön bulma
techizatıyla donatılmış olan gemiler, A.B.D.'de
bulunan dünyanın en büyük Hava Durumu
Bilgisayar Sistemine bağlıdır. Böylece kötü
20
hava şartlarında, gemiler o bölgeye girmeyecek şekilde başka bir rota
izlerler.
Kabinler; süit, balkonlu veya verandalı, deniz manzaralı ya da iç kabin
gibi çok farklı seçeneklere ayrılmıştır. Günümüz gemilerindeki kabinler en az
4 - 5 yıldızlı lüks otel odalarındaki konfora sahiptir.
Çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun, yüzmekten, spor yapmaktan, oyun
oynamaktan hoşlanıyor ise eminiz gemi seyahatinde çok güzel vakit
geçireceklerdir. Siz de gönül rahatlığı ile kendi tatilinizin tadını çıkartabilirsiniz.
Gemi seyahatleri tek başına seyahat eden kimseler için de ideal bir tatil
biçimidir. Çünkü yeni insanlarla tanışmak son derece kolaydır. Hatta çoğu
gemide yalnız seyahat edenler için bazı özel partiler düzenlenir.
Gemi seyahatleri, balayına çıkmak isteyen çiftler için de eşi olmayan bir
alternatiftir. Baş başa yemekler, güvertede gün batımında dolaşmak ve
yıldızların altında dans etmek, çiftler için gemi seyahatini romantik ve
unutulmaz bir tatile dönüştürmektedir.
21
ZAMANIN YARISI YAŞINDAKİ GÜL KIRMIZISI KENT
“PETRA”
Kraliyet ailesinin kullanmış olduğu otomobil ve
motosikletlerin sergilendiği Kraliyet Otomobil
Müzesi gezilebilir. Bir başka günü Vadi Rum'a
ayırmak gerek. Genelde “Jeep Safari” ile gezilen
vadi bir taraftan çölün tüm karakteristiğini
yansıtırken, diğer taraftan binlerce yıldan bu yana
çöl rüzgârlarının oluşturduğu kum kayalarının
rengârenk görüntülerini izlemek ve fotoğraf çekmek
mümkündür. Göz alabildiğince uzanan çölde zaman
zaman önünüze çıkan ve bazen de sıradağlar
biçiminde uzanan kum kayaları güneş ışığında çok
ilginç görüntüler oluşturmaktadır.
Arap kültüründe eğlence denilince ilk akla gelen
şey müzik ve danstır. Tur şirketleri genelde akşam
yemeklerinde ülkenin kültürünü tanıtmaya yönelik
olarak çoğu zaman bu tür eğlenceler
düzenlemektedir. Bu programlarda ses ve saz
sanatçıları kendi öz müziklerinin tüm güzelliklerini
sergilerken yerel folkloru da tanıma fırsatı
bulursunuz.
PETRA
2 bin yıllık bir sırrı saklıyor Ürdün çölleri.
Sapasağlam ama insansız evler, gülkurusu
rengindeki kayalara oyulmuş dev binalar, hiç
ummadıkları anda şiddetli bir sesle helak olan
Semud kavminin feci akıbetini fısıldıyor
ziyaretçilerine. Hakkında çok şey yazılan, kutsal
kitaplarda yer alan ve arkeologların ciltler dolusu
eserler yazdığı antik kentin cazibesi merakla
birleşerek sizi çöle çekiyor.
Kelime anlamı Yunanca “taş”, Lazca “uzak ülke”
olan Petra; Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi
arasındaki toprakları üzerinde yer alır. M.Ö. 400 ile
M.S. 106 yılları arasında Nebatilere başkentlik
yapan Petra, Roma İmparatorluğu tarafından işgal
edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüş,
M.S. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik
sıkıntılardan dolayı gözden düşmüş ve zaman
içinde unutulmuş antik bir kent niteliğindedir.
R
esmi adı “Ürdün Haşimi Krallığı” olan Ürdün, kuzeyde Suriye, doğuda Irak,
güneyde Suudi Arabistan, güneybatıda Kızıldeniz, batıda da Filistin ve Lut Gölü ile
çevrili bir Ortadoğu ülkesidir. Resmi dini İslam, dili Arapça'dır. Nüfusu yaklaşık 6
milyon kişidir. Halkın % 95'i Sünni Müslüman, % 5'i Hıristiyan'dır.
Ürdün parlamenter sisteme dayalı krallık rejimiyle yönetilmektedir. 1992'de çıkarılan
bir kanunla siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. Üyeleri dört yılda bir yapılan
seçimlerle belirlenen 80 üyeli bir parlamentosu, 40 kişilik de bir senatosu vardır.
Hıristiyanlara parlamentoda % 10 oranında kontenjan tanınmaktadır.
Ülkenin tarihi geçmişi, Vadi Rum, Petra ve Lut gölü gibi merak edilen tarihi değerler
ile çöl, turistleri bölgeye çekmektedir. Gemport ekibi olarak biz de geçtiğimiz aylarda
bu değerli tarih hazinesini görüntülemek üzere Ürdün'e gittik.
Ürdün'ün başkenti Amman'da Kral Abdullah Camii, Bizans döneminden kalma
kilise, tarihi kalıntılar, Emeviler döneminden kalma saray ve Doğu Roma
İmparatorluğu döneminden kalma amfiteatr görülmeye değer yapıtlardır. Ayrıca,
22
Bu görkemli antik kenti, Şam üzerinden Mısır'a giden İsviçreli seyyah Johann
Burckhardt keşfederek yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır. Haçlı Seferleri'nin
ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra, Burckhardt tarafından
yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı.
Kayıtlara göre M.Ö. 4. yüzyılda bütün Mezopotamya'yı tehdit eden Perslerden kaçan
Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi'ne sığınırlar. Petra ve Nebati halkı zeki ve
pratik; kendi ulusuyla sınırlı kalmayan, yabancı kültür etkilerine açık insanlardır ve bu
özellikleriyle ortaya yeni bir kültür çıkarırlar. Oyma anıtlara bakıldığında, klasik (GrekRomen), Mısır, Mezopotamya ve yerel stillerin etkilerinin hepsi bir arada fark edilebilir.
Kısacası Petra yerli ve yabancı etkilerin bir buğusudur. Zikzak şeklindeki kaldırım yolları,
zirai terasları, su toplama sistemleri, resim ve tapınaklarıyla Nebatiler, çöl düzlüğünün
ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalarla oyulmuş, aralarına dolanmış, üzerlerine
çıkmış taştan bir şehir inşa ederler. Ölü Deniz'in 80 km güneyinde, Arap çölünün
kenarındaki bu şehrin dört bin kişilik amfiteatrı, tapınakları, sarayları ve mezarları vardır
23
ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmiştir.
Putperestlikleri ile bilinen Nebatiler, tanrıları Duşara için dev tapınaklar inşa
etmişlerdir.
Yaklaşık 100 kilometre kare alana yayılan Petra'yı hakkıyla gezmek, tüm
tepelerine tırmanıp, tüm vadilerinde yürümek istiyorsanız dört beş günü
gözden çıkarmak gerekiyor. Şehri şöyle bir gezmek bile birkaç güne ancak
sığabilir. Antik Yunan ve Roma uygarlıklarıyla çağdaş olan Petra her iki
kültürün mimarisinden ve sanatından fazlasıyla etkilenmiştir.
Petra kentini gezmeye başlamadan önce sizi küçük bir köy karşılar. Tüm
geliri Petra üzerine kurulu Wadi Musa Köyü küçük pansiyonlarla doludur.
Hatırı sayılır bir parayı ödeyerek antik kente girdiğinizde etrafınızı saracak at
kiralayan kişilerle sıkı bir pazarlık yapmakta yarar var. Antik kentin ilk göze
çarpan unsuru obelisk mezarlar olacaktır. Yaklaşık 40 adet bu tip mezar
bulunmaktadır. Ardından Al Madras adı verilen kutsal alana ulaşılıyor. Nebati
tanrılarından Duşara'ya kadar adakların adandığı bu alan sunaklar ve yazıtlarla
doludur. Buradan sonra kendinizi dar bir geçitte buluyorsunuz. Yaklaşık üç
kilometrelik bu kanyon, kaya masifinin tektonik hareketler sonucu yarılmasıyla
oluşmuş bir koridordur. Kayaların yüksekliği zaman zaman 300 metreyi
buluyor. Grilerin ve sarıların birbirine karıştığı karanlık geçit bitmeye
hazırlanırken kayalara dantel gibi oyulmuş sütunlu dev bir yapı çıkar karşınıza.
Bu Petra'nın en büyük süprizlerindendir. Adını korsanların buraya define
sakladığını anlatan 19. yüzyıl hikâyelerinden alan Hazine aslında bir anıt
mezardır. Yüksekliği 40 metreyi bulan iki katlı yapı define avcılarının da
gazabına uğramıştır.
Petra'nın merkezine yaklaşırken mezarların, anıtların sayısı artıyor. Antik
tiyatroya gelmeden başlayan ve arkasına doğru devam eden mezarlık, Tiyatro
Nekropolü diye biliniyor. Doğal bir yamaca yaslanmış 8 bin kişilik antik tiyatro
tipik bir Yunan eseri. Antik tiyatrodan sonra ise şehrin merkezi sayılan sütunlu
yol geliyor. Bölgede yaşayan bedeviler buraya Firavunun Kızının Sarayı adını
takmışlar. Ama ne tarihi ne de arkeolojik olarak bu adın bir karşılığı yok.
Burada Petra'nın en görkemli bölümlerinden birisi olan Nebati krallarının kaya
mezarları yer alıyor. Siz kırmızı kayalardaki görkemli mezarları incelemek
isterken bir şeyler satmaya çalışan bedevi çocuklardan yakanızı
kurtarabilirseniz taş merdivenlerden zirveye kadar çıkıp etkileyici manzaranın
tadını çıkarabilirsiniz. Biraz tırmanmayı ve terlemeyi gerektiren yolun sonunda
ise Al Deir yani manastır var. Bu dev yapı, Bizans devrinde kilise olarak da
kullanılmış. Yapının batısında Wadi Araba'yı, güneydoğusunda Musa Vadisi'ni
ve Hazreti Harun'un mezarının bulunduğu Harun Dağı'nı göreceksiniz. Bir
diğer tırmanış ise Madbah Dağı'nın üzerine yapılacak. Kutsal yoldan bir buçuk
saatlik çıkış sizi Petra'nın en
kutsal alanına, hayvanların kurban
edildiği Adak Meydanı'na
getirecek. Daha ileride ise diğer tarihi
kalıntılar var. Eğer Petra'ya
uçaktan bakarmış gibi bakmak
istiyorsanız Umm Al Biraya
tepesine tırmanmak gerekiyor.
Ama hemen söylemek
gerek bu tırmanış dar ve antik
bir yoldan yaklaşık 3
saatte yapılıyor.
24
Petra'da döneceğiniz her köşe, izleyeceğiniz her patika sizi yeni bir kaya mezarına ya
da kült merkezine götürecektir. Her yer süprizlerle dolu; zaman zaman mimariye
hayran kalıcak, zaman zaman böyle bir medeniyetin nasıl olup da ansızın, geride hiçbir
iz bırakmadan ortadan kaybolduğunu anlamaya çalışarak derin düşüncelere
dalacaksınız. Ama her şeye rağmen çöl sıcağının bunaltan havasına inat serin
koridorlarda yürürken Petra'yı görmüş olmaktan memnun ayrılacaksınız.
rdün'de dikkat çeken diğer nokta; bir Ortadoğu Ülkesi için
beklenilmeyecek kadar çok batılı turistin olmasıdır. Üstelik hemen
hepsi sualtı turizmi için çok cazip mercan denizlerini değil de kayıp şehir
Petra Harabeleri'ni görmek için buradalar. Çarşı ve pazarlarda, üzerinde
kayalara oyulmuş şehrin görüntüleri yer alan tişörtler ve benzeri hediyelik
eşyalara rastlayabilirsiniz. Şişelerin içine renkli kumlardan türlü desenler yapılarak
satılan biblolardaki renklerin hepsi gerçektir ve bu bölgeden çıkmaktadır. Dünyaca
ünlü sinema ve dizi filmlerine de ev sahipliği yapan gizemli şehir 6 Aralık 1985'te
UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dahil edilmiş, 7 Temmuz 2007'de
Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir.
Bu görkemli kanyon, kayaların rengi nedeniyle Rose City olarak da bilinir. Son
yıllarda buraya araçla giriş yasaklaklandığından develerin sırtında ya da tercihen fayton
veya bisiklet kiralayarak yapacağınız Petra sokaklarındaki yolculuğunuz sizi bir film
setinde gibi hissettirir. En büyük kusuru; kusursuz olmak olan Petra'ya ziyaretçi sayısı
da sınırlı tutulmaktadır.
ü
Güçlü KAYRAL
İmparatorluktan
Cumhuriyete
Kâğıt Paranın Öyküsü
Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, dünyanın ilk
Frig sergisinden sonra bu kez de kâğıt paralar
üzerine kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
“İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü”
adlı sergi, 29 Mayıs – 31 Ağustos 2008 tarihleri
arasında ziyaret edilebilecek.
Y
apı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, Yapı Kredi'nin 1944 yılında
kuruluşundan bu yana kültür sanat alanlarında yaptığı çalışmalar ve
kültür varlıklarımızı koleksiyonlar halinde toplayarak bilim yararına
sunma amacının sonucunda kurulmuş bir müzedir.
01
1992 yılında müze kurulduğundan bu yana gelişen para koleksiyonunda
kâğıt altına alınmış, tescillenmiş eser sayısı 55.000 adettir ve yayınlanmış
katalogları tüm dünyada nümismatik literatürde referans gösterilmektedir.
Müze zamanla bu koleksiyonları sergileyerek ve katalog halinde
yayımlayarak bilim dünyasına hizmet ederken bir yandan da
koleksiyonculuğu teşvik etmiştir. Kendi koleksiyonlarının dışında arkeoloji,
etnografya ve teknoloji tarihi konularında sergiler açarak bilim adamlarının
danışmanlığında tarihin bir alanına dikkat çekmektedir.
Dünyada tek örneği bulunan el yazması ve faizli kaimeler, ordu kaimeleri,
belediye paraları, çok dilli paralar, kilise paraları, Atatürk ve İnönü resimli
paralar, sergide anlatılan öykülerin kahramanları olarak karşımıza
çıkmaktadır. Sergide, kâğıt paralar ve karşılığı değerler, zamanın uluslararası
ekonomik olayları Prof. Dr. Ali Akyıldız'ın ve Güçlü Kayral'ın metinleri
eşliğinde sunuluyor. Kâğıt paranın nesnel varlığının yanında, günlük ve
ekonomik yaşamdan fotoğraflar, kartpostallar, hisse senetleri, antetli şirket
faturaları ve tanıtım kartları gibi arşiv belgeleri de sergiye renk katmaktadır.
Aynı zamanda sergilenen paraların fotoğraf ve öyküleri Osmanlı para
politikaları tarihine ışık tutacak niteliktedir.
Tedavül Edemeyen Banknotlar
Türkiye'de ilk kağıt para 1840 yılında Osmanlı Padişahı Abdülmecid
döneminde tedavüle çıkarılmıştır. Kaime adı verilen ilk kâğıt paralar, gayet
ilkel yöntemlerle; elde yazılarak üretilmişlerdir. Ancak bu el yazması
02
27
03
SAHTE
GERÇEK
05
06
04
Bu sahtekârlıklar zincirinin bizi ilgilendiren halkası ise Birinci Dünya Savaşı'nda,
Osmanlı ekonomisini çökertmek amacı ile İngilizler tarafından bastırıldığı çeşitli
araştırmacılarla kanıtlanmış bulunan Vahdeddin dönemi, 10 liralıklarıdır. 28 Mart
1334 tarihli, arka yüzünde “İKİNCİ EMİSYON” kaşeli Osmanlı 10 lirasının da İngiliz
Savaş Konseyi'nce bastırıldığı çeşitli yayınlarda yer almıştır.
Ufak Değerli Gayrı Resmi Kâğıt Paralar ve Pul Paralar
kaimeler kolaylıkla taklit edilmelerinden dolayı çok kısa ömürlü olmuşlardır. Devlet derhal matbaada bastığı kâğıt paraları devreye
almıştır. Ancak Osmanlı mali yönetiminin sahip olduğu çağın gerisindeki matbaa teknikleri bir yere kadar yeterli olabilmiştir.
Kâğıt paralar, Tanzimat reformlarının finansmanını sağlamaya yönelik bir iç borçlanma aracı olarak düşünülmüştü. Piyasada
tedavülde bulunan ve dahilî borçlanma aracı olan eshamlardan daha cazip olabilmeleri için %12,5 faizli ve sekiz sene süreli olarak
çıkarıldılar. Faizli kaimeler, ilk başta hazineye gelir sağlayan başarılı bir araç gibi görünse de iş faizlerin ödenmesine geldiğinde,
hükümet sıkıntıya düşmeye başladı. Kalpazanları yarattığı sorunlar ve altın lira karşısındaki değer kaybı üst üste geldiğinde hazine
bu kâğıt paralardan kurtulma çarelerini aramaya başlamıştır.
Günümüz banknotlarına benzeyen ilk kâğıt para ise Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanıma alınmıştır. “Evrakı Nakdiye” olarak
isimlendirilen bu paraların basımı, Osmanlı'nın o zamanki müttefikleri olan Almanya ve Avusturya'nın matbaalarına devredilmiştir.
Evrakı Nakdiyeler Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar kullanımda kalmıştır.
1923'te kurulan Cumhuriyet yönetiminin ilk kâğıt parası, İngiltere'de bastırılarak, Aralık 1927 yılında tedavüle çıkarılmıştır. Harf
devriminden önce olduğundan, bu paralar eski Türkçe ve Fransızca olarak basılmışlardır.
Banknot basımı, kullanılan kâğıt teknolojisi ve taklidi önleyici özel güvenlik tedbirleri nedeniyle, bir ihtisas işi olarak
değerlendirilmektedir. Türkiye bu ihtisası uzunca bir süre edinememiş, yüksek maliyetlere katlanarak paralarını İngiltere, Amerika
ve Almanya gibi ülkelerden ithal etmek durumunda kalmıştır. Devlet banknot matbaasının kurulması ve ilk yerli banknot basımı
1958 yılında gerçekleştirilebilmiştir.
İngiliz Kalpazanlığı
Sahte paralar yalnızca kalpazanlar tarafından basılmış değildir. Devletler de gerek Birinci, gerek İkinci Dünya Savaşlarında karşı
ülke ekonomilerini felce uğratmak için sahte paralar basmışlar; bunları çeşitli yollarla düşman saydıkları ülkelere sürmüşlerdir.
28
Kâğıt paralar, dolaşıma çıktığı ilk andan itibaren bir takım problemleri de
beraberinde getirmişlerdir. Yanlış finansal uygulamalardan biri de kâğıt paraların
çoğunlukla yüksek küpürlerde basılması, halkın ihtiyacı olan ve günlük
alışverişlerde kullandığı küçük küpürlerin ihmal edilmesidir. Zaten az sayıda
basılan gümüş ve bakır sikkeler, karşılığı eriyen kâğıt paraların yanında bir
tasarruf aracı olarak kullanılmış ve tedavülden kaldırılmıştır.
Bu konuda devletin yeteri kadar duyarlı davranmaması ya da başka bir değişle
geçerli ve kalıcı bir çözüm üretememesi sonucunda, alışverişlerde kilitlenme
noktasına varan büyük sıkıntılar oluşmuştur. Çözümü ise mağdur olanlardan
gelmiştir. Esnaf, fırıncılar, pazarcılar ve yapılan bağışlarla ayakta duran ibadet
yerleri ve dernekler gibi bazı kurumlar yaşamlarını devam ettirebilmek için kendi
çarelerini geliştirmek durumunda kalmışlar ve ufak değerli kâğıt paraları (kâğıt
jetonlar, para biletler diye de adlandırılmaktadırlar) tedavüle sürmüşlerdir.
Zaman olarak; söz konusu paraların tedavül etmeye başlaması 1876-1880
dönemlerine rastlamaktadır. Takip edilen süreler içinde hükümet zaman zaman
çeşitli uyarılar ve ceza yaptırımları ile bu tedavülleri önlemeye çalıştıysa da ciddi
bir çözüm geliştirmediğinden buna engel olamamış ve özellikle yüzyılın ilk
yıllarında uygulamalar yoğunlukla devam etmiştir.
Bu küçük para sıkışıklıklarına yönelik son uygulamalar damga ve posta
pullarının arkalarına karton yapıştırılarak bozuk para haline getirilmesi ve tedavüle
çıkarılması olmuştur. 'Para pul oldu' deyiminin konuşma dağarcığımıza girişinin
kaynağı budur. Bu pulların basımından sonra yerel yönetimlere şirketlerin ve
Belediyelerin bastırmış olduğu kağıt paraların toplatılması ve bunların yerine pul
paraların kullanılması talimatı verilmiş ve gayrı resmi paraların kullanılmaması
sağlanmaya çalışılmıştır.
TEDAVÜL EDEMEYEN BANKNOTLAR
Resim 01: İkinci emisyon %12 faizli 100 kuruş. Maliye Nazırı Musa
Saffeti mühürlü. (Yapı Kredi Koleksiyonu)
Resim 02: Sultan II. Abdülhamid döneminden sahte para.
(Yapı Kredi Koleksiyonu)
Resim 03: 1928 yılında tedavüle verilen1 lira, Cumhuriyet Dönemi.
Resim 04: İnönü döneminde basılan paraların içinde ilk ve tek 50
kuruşluk kupür bulunaktaydı.
İNGİLİZ KALPAZANLIĞI
Resim 05-06: 28 Mart 1918 tarihli kanunla tedavüle verilen 10 liralık
banknotun gerçeği (resim 05) ve sahtesi (resim 06). (Mehmet
Gacıroğlu Koleksiyonu)
PUL PARALAR
Resim 07-08-09: Pul paralar.
07
08
09
29
Abdülhak Şinasi Hisar'ın
Boğaziçi Yalıları kitabı
“Nice 20 Yıllara”...
Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi 20. Yılını Kutluyor…
İstanbul Boğazı'nı kimi sanat tarihçileri, inci bir gerdanlığa benzetirler. İDO'nun Eminönü-Rumeli Kavağı vapuruna binip özel Boğaziçi
turuma başlarken ne kadar haklı olduklarını gördüm. Birkaç kez davet aldığım Prof. Dr. Gül İrepoğlu'nun rehberliğinde Taç Vakfı (Türkiye
Anıt Turizm Değerlerini Koruma Vakfı) ve Trans Orient Turizm işbirliğiyle düzenlenen, Erguvan Zamanı Boğaziçi Yalıları ve Boğaziçi
Balıkları gezilerine keşke katılsaydım diye de düşünmeden edemedim. Tarabya kıyılarına gelince Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu
Yönetimi Bölümü'nü görüp uzaktan selamladım. Aslında amacım Boğaziçi'nden çok boğazı süsleyen bu kurumdan söz etmek. Belki bir
başka yazıda bir başka 'inci'yi ve balıkları anlatmak…
Hikmet ALTINKAYNAK
Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu
Yönetimi 20. Yılını Kutluyor…
M
armara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi'ne bağlı olan bu bölüm, tam 20 yıldır
burada öğretim yapıyor. Fakültenin öğretim yapan
11 bölümünden biri. Adresi çok kısa: Kefeliköy Caddesi 8,
Tarabya.
TAÇ'ın turları ya da başka turlar boğazdan geçerken burayı
görürler mi, buraya uğrarlar mı bilmem, ama benim yolum
on yılda iki kez buraya, İpsilanti Yalısı'na düştü. İpsilanti Yalısı
diyorum, çünkü yalılar tarihindeki adı bu.
30
Fransızca Kamu Yönetimi'ni iki ziyaretimde çok şey öğrendim, çok
olumlu anılarla ayrıldım. İki önemli paneli yönettim. Önce bunlara
değineyim istiyorum.
Dedim ya buranın tarihteki adı İpsilanti Yalısı. 19. yüzyılda Yeniköy ve
Tarabya zengin Rum armatörlerin yalılarıyla doluymuş, yerli Yeniköy ve
Tarabya halkı da balıkçılık yapan yoksullarmış. İpsilanti ailesi ise, birkaç
gemisi olan armatörlerdenmiş. Tuna-Karadeniz-Kırım arasında narenciye,
odun, tahıl taşımacılığı yapıyorlarmış. Yalı, el değiştire değiştire sonunda
Fransa'nın Yazlık Büyükelçiliği olmuş. Gel zaman git zaman, yıkık dökük
bir durumdayken bundan 20 yıl öncesi, 1988'de Fransa-Marmara
Üniversitesi işbirliğiyle üniversitenin Fransızca Kamu Yönetimi binası
olarak kullanılması protokole bağlanmış. İşte bu süre galiba bu yıl ya da
gelecek yıl doluyor.
Üniversite öğrencileri kültürel etkinliklerini genellikle Nisan-Mayıs
aylarında yoğun olarak ortaya koyarlar. Akademik yılın sonudur. Dersler,
sınavlar ya bitmiş ya bitmek üzeredir. Mezuniyet günlerinin sevinci son
sınıflar için başlamıştır. Tatil ayrılığı hüznü kimi öğrencileri üzse de büyük
çoğunluk ders yükünden kurtulmanın rahatlığını yaşar.
İşte böyle bir ortamda Fransızca Kamu Yönetimi de 1998 Bahar
Şenlikleri kapsamında 29 Mayıs 1998'de “Gençlik ve Edebiyat” konulu
bir panel düzenlemişti. Ben de yazar arkadaşlarımla ilk kez o gün
gelmiştim. O sıralar Milliyet Yayınları'nın çıkardığı “Yaşasın Edebiyat” adlı
aylık bir dergi yönetiyordum. Dergi olarak da amacımız edebiyatı
sevdirmek, yaygınlaştırmaktı.
Panelde gençlik ve edebiyat ilişkisini tartıştık. Vardığımız sonuç,
gençliğin edebiyatla ilişkisi sorunlu olsa da durum umutsuz değildi,
biçiminde ortaya çıktı.
Benim yönettiğim bu panelde Erdal Öz, Demirtaş Ceyhun, Feyza
Hepçilingirler ve Esra Zeynep konuşmacı olarak yer almışlardı.
Aradan 10 yıl geçtikten sonra 30 Nisan 2008'de yine yazar sanatçı
arkadaşlarım Egemen Berköz, Enver Aysever, Nuray Çiftçi ve Raşit
Yakalı'yla birlikte bu kez “Sanat-Siyaset” ilişkisini masaya yatırdık. Önce
son sınıf öğrencilerinden Pelin Boga'nın fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı.
Sonra da öğretim üyelerinin, öğrencilerin soru ve açıklamalarıyla da
katkıda bulunduğu panel konusunu ele aldık, çok yararlı sonuçlar ortaya
koyan biçimde düzeyli bir tartışma programı gerçekleştirdik. Siyasal
iktidarların sanata neden karşı olduklarını çözümlemeye çalıştık.
Bu panelde de sonuç şuydu, siyasetçi yönetmek ister, ama
sanatçı başkaldırır, karşı çıkar! Konuyu güncel sanat olaylarıyla
örneklemeye çalıştık.
Sanatın dili
Sanatın nasıl doğduğunu araştıranlar, öncelikle sanatın prehistorik
çağlardan kalan eserlerini 'ilkel sanat' olarak tanımlarlar. Öte yandan
bu tanım günümüzde çağdaş düzeye ulaşamamış, gerikalmış,
gelişmemiş, tıpkı prehistorik koşulları yaşayan toplulukların ortaya
koyduğu sanat için de kullanılmaktadır.
'İlkel sanat', zamanın doğa koşullarına uyum sağlarken ortaya
koyduğu aletlerdi, araçlardı, bunlar işlevseldi, ondan yarar
umuluyordu. Yaptığı balta, onun savunması ve avlanması için bir
yarar sağlıyordu. Zamanla sanata dönüştü. Örneğin eline taşı alan ilk
insan, onu yontarak hem ateşi buldu, hem de çakmaktaşı haline
getirdi. Buna uyguladığı teknikle balta yaptı, cilalayıp keskin aletler
haline getirdi ve çok uzun zaman sonra da piramitleri dikerek dâhi
sanatçılığını ortaya koydu. Bu zaman dilimi sanatın dilini ortaya koyan
süreçtir.
Sanatın değişik dalları olduğuna göre, her dalın ortaya çıkış
öyküsü de farklıdır. Onun için de sanatın dili, öncelikle o sanatın
kullandığı malzemeyle ilgilidir. Burada sanatın dilini belirleyen
malzeme olmaktadır. İşte İpsilanti Yalısı bir sanat ve tarih eseri
olmanın yanında yükseköğretime yaptığı evsahipliğiyle bambaşka bir
işlevi yüklenmiştir. 28 Haziran 2008'de Kamu Yönetimi Kulübü “Nice
20. Yıllara” dileğiyle Kamu Yönetimi öğrencisi olma sevincini tüm
mezunlarıyla paylaşıyor.
altüst ederek, herkesin duygularını okşayarak yapar. Ama aslolan, kalıcı
olan sanattır, sanatın da siyasetin de bıraktığı kalıcı izdir.
Her iki panel sonrası da kendi kendime siyasetçiyle sanatçının el ele
vermesiyle ne güzel şeyler yapılabileceğini düşündüm. Ya da
siyasetçinin sanatçılar içinden çıkmasını…
Yıllardır öğrenci yetiştiren bu bölümün bu mekândaki son akademik
yılı mı?… Son dersler mi veriliyor?… Belki de bu yüzden binanın dıştan
harap, yıkılacakmış, içi boşmuş gibi görünen silueti insanı
kederlendiriyor, tüm neşesini kaçırmaya yetiyor.
Bir tatil günü, çöl sıcaklarıyla kavrulan İstanbul'da kendimi bir vapura
atmış, biraz serinlemek, biraz düşünmek, biraz boğazın eşsiz güzelliğini
seyretmek istiyordum. Ne zaman ki bu yalnız kalmış, terk edilmiş
binayla göz göze geldim, canım sıkıldı.
Tüm sevincim kayboldu. Yüzüm asıldı. Galiba bu seferden pek tat
alamayacaktım. Öyle oldu. Durdurun vapuru inecek var, diyemedim.
Desem de zaten komik olurdu. Mecburen bu Boğaziçi turumu
tamamladım.
Belki başka bir turda daha az hüzün veren bir yalıyı anlatmayı
denerim. Üstat Abdülhak Şinasi Hisar'dan yardım alarak. Şöyle diyor
üstat “Bütün bu yalılar eski Boğaziçi hâtıralarını sayıklarlar; içlerinde, çok
ihtiyarlamış bazıları sanki masal veya ninni söylerler; bazıları da, geçmiş
bütün bir ömrün destanını anlatır gibi mahzur görünürlerdi.”(*)
Bana kalırsa, Fransızca Kamu Yönetimi cıvıl cıvıl, ama İpsilanti Yalısı
“mahzun”… Boğazın mavi köpüklü sularına bakarken boğaz güzelliğini
yansıtan şarkılardan şiirlerden başka bunları da düşündüm…
Fotoğraflar © Hikmet Altınkaynak
(*) Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi Yalıları/Geçmiş Zaman Köşkleri,
Bağlam yayınları, Birinci basım: Ekim 1997, 144 sayfa
Siyasetin dili
Mademki sanatın dilinden söz ettim, siyasetin dilinden de söz
etmesem olmaz. Siyasetin dili siyasetçinin kimliğine kişiliğine ve
gününe göre değişir. Bu dil her ne kadar seslendiği kitlenin
geleceğine yönelik 'vaad edici','umut verici' ise de bunu gerçekleri
31
Cumhuriyet tarihinde doğmuş, yaşamış, ölmüş, yaşayan ne kadar heykeltıraş
varsa tek başına onların yaptıkları eserlerin iki katını yaptığı söylenen sanatçı
Prof. Dr. Tankut Öktem
P
rof. Dr. Tankut Öktem 1940 yılında Konya'da doğdu. 1962 yılında Almanya'da Shone Wald Porselen Fabrik'de stajlarını
tamamladı. 1965 yılında bitirdiği İ.D.T.G.S.Y.O (İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu) Seramik Bölümüne
bir yıl sonra asistan seçildi ve 1970 yılında öğretim üyeliğine geçti.
1974-1975 yılları arasında Seramik Bölüm Başkanlığı, 1980-1982 yılları arasında İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek
Okulu Müdürlüğü yaptı. 1983-1985 yılları arasında Tatbiki Güzel Sanatlar'ın Marmara Üniversitesi oluşundan sonra Heykel
Bölümünü kurdu ve ilk Başkanı oldu. 1986'dan bu yana Profesör olarak öğretim üyeliğini sürdüren Prof. Dr. Tankut Öktem, 19931996 yılları arasında Seramik-Cam Bölümü Başkanlığını, 1999'a kadar Fakülte Senatörlüğünü ve YÖK Sanat Milli Komitesi
Marmara Üniversitesi Temsilciliğini yapmıştır. Çok sayıda eseri ve ödülü bulunan Prof. Dr. Tankut Öktem 1999 yılında “Devlet
Sanatçısı” seçilmiştir.
1973 yılına kadar modern heykeller yapan, 1970'li yıllarda figüratif çalışmalara başlayan ünlü heykeltıraş Öktem, daha sonra
çok figürlü anıtlar yapmaya yöneldi.
Anıtlarında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Milli Mücadele yıllarını konu edinen sanatçının eserleri arasında, dünyanın en
yüksek üçüncü anıtı olan Kuvayi Milliye ve Atatürk Anıtı (Manisa), Atatürk ve Harbiyeli Anıtı (Ankara), Çanakkale Şehitliği'nde yer
alan Yaralı Asker Anıtı, Amasya Tamimi Anıtı, Zonguldak Maden İşçileri Anıtı, Kastamonu Türk Kadınları Anıtı, Balkan Savaşı Anıtı
(Tekirdağ Çorlu), Magosa Büyük Özgürlük Anıtı, Atatürk-İnönü-Fevzi Çakmak Anıtı (Dumlupınar), Nazım Hikmet Heykeli (İzmir),
Uğur Mumcu Anıtı (İstanbul), Denizkızı Heykeli (Muğla), Piyade Atatürk Anıtı (İstanbul) ve Seul'deki Sevgi Anıtı bulunuyor.
Prof. Dr. Tankut Öktem son olarak kendisi gibi bir trafik
kazasında hayatını kaybeden Barış Akarsu'nun heykelini yapıyordu.
6 Aralık 2007 tarihinde Üsküdar'da geçirdiği trafik
kazası sonucu hayatını kaybetmiştir.
Türkiye'nin ilk kadın veterineri olan annesinin
desteğiyle küçük yaşlarda heykeller yapmaya başlayan
Tankut Öktem, heykele olan yeteneğini hocası
Hakkı Karayişitoğlu'nun sayesinde geliştirmiş ve 3.
sınıfta Dünya Genç Heykeltıraşlar
yarışmasında birinci olmuştur.
“1973'ten sonra kendime yeni hedefler seçtim.
Hiçbir yerde çalışılmamış eserler yapmak ve çok
büyük zorluklar, kahramanlıklar sonucunda
kurulan Cumhuriyet'in öykülerini gelecek
nesillere aktarmak istedim. Bu görevi bana
kimse vermedi, kendi kendime böyle bir görev
üstlendim. Yaptığım her heykeli, bir tanrı
buyruğu gibi yapmaya başlarım. Heykeldeki
kahramanımı yaparken adeta onu yaşarım.
Onların duygularını yaşamaya çalışırım. İfadeye
çok önem veren bir sanatçıyım, ama çağdaşım.
Modern heykeller yapma mecburiyetinde de
hissediyorum kendimi, ama halkımın heykeli
daha iyi anlayabilmesi amacıyla hem çağdaş
yorumlar ortaya koyuyorum hem de ifadeye güç
katarak, kuvvetlendirerek, Cumhuriyet anıtlarını
yapıyorum.”
Prof. Dr. Tankut Öktem'in bazı ödülleri:
3. Uluslararası 1990 Böblingen Belediye Meydanı
Heykel Yarışması Birincilik Ödülü,
1988 Seul Kültür Merkezi Sevgi Anıtı Güney Kore Başarı Ödülü,
1983 Erdek Atatürk Anıtı ile İkincilik Ödülü,
1974 Gazi Magosa Özgürlük Anıtı ile Birincilik Ödülü,
1973 Kırkpınar Anıtı Edirne ile Birincilik Ödülü.
32
Afrika'nın İçlerine
Yolculuk
“Zambezi'nin Kuzey Kıyısından Tete Kasabasının
Görünümü”, Thomas Baines. Bu ressam ve Kâşif,
1858-59 Zambezi seferinde Livingstone'a eşlik etmişti.
Livingstone 1853'te kıyıdan kıyıya
seferine girişmeden önce, bir aslan
tarafından yaralanmış (1844) Kalahari'yi
aşarak Ngama Gölü'nü bulmuş (1849) ve
Aşağı Zambezi'yi dolaşmıştı (1851).
Zambezi Irmağı civarında karısıyla ve
ailesiyle birlikte yerleşebileceği hastalıksız
yerlerin sayısı çok azdı. Ana hedefi “iç
kesimlere varacak bir yol açmak”tı.
Cape Town'dan yola çıktıktan sonra, bir
misyoner merkezi için uygun bir yer
bulmak üzere kuzeye doğru yürüdü.
Ayrıca Afrika'nın batı kıyısında denize
ulaşan bir geçit bulunup bulunmadığını
öğrenmek gibi bir hevesi vardı. Dostu olan
Sekeletu adlı bir kabile şefinin yanına
verdiği 27 Makololo erkeğiyle birlikte,
batıya yönelerek bataklıklardan ve sık
ormanlardan geçti. Kafile cengel ortamı,
hastalık, açlık ve düşman kabileler gibi
engellerle dolu 2.415 km'lik yolu altı ayda
aşarak, Atlas Okyanusu kıyısındaki
Luanda'ya vardı. Sağlığı bozulmuş olan
Livingstone, bir İngiliz donanma
yüzbaşısından kendisini İngiltere'ye
götürme davetini aldı. Ancak o, geçmişte
köle ticaretine karşı mücadele etmiş bir
kişi olarak, yanındaki Siyah adamları öyle
bir yerde terk edemeyeceğini kavradı.
1853–56, 1871–72, 1874–77
Bir sırta vardık. Arkaya bakıp onun uzakta gittikçe silikleşen gri karaltısını seyrettim, çünkü zihnimde
çakan bir önsezi ya da uyarı yüzünden ona son defa bakıyormuşum izlenimine vardım. Yutkunarak
büyük kederimi içime gömdüm ve başımı çevirip önümde ilerleyen kervanın peşine takıldım.
H. M. STANLEY,14 MART 1872
A
frika'nın en büyük kâşiflerinden ikisi 10 Kasım 1871 günü
öğleden hemen sonra, Tanganika Gölü'nün kıyısındaki
Ujiji'de ilk kez bir araya geldi. Bu buluşma tarihe, çok az
tanınan Galli Henry Morton Stanley'nin saygın İskoç misyoneri
“Dr. Livingstone, sanırım sizsiniz” sözleriyle selamladığı an olarak
geçmişti.
David Livingstone'un Afrika
seyahatlerinde kullandığı
sekstantlardan biri. Bu alet daha
sonra Stanley tarafından
Livingstone'un kızına verildi.
“Dr Livingstone sanırım sizsiniz.”
Stanley 10 Kasım 1871'de
Tanganika Gölü kıyısındaki Ujiji'de
karşılaştığı Livingstone'u bu ünlü
sözlerle selamlamıştı. O
buluşmaya kadar, Livingstone'un
kaybolduğu sanılıyordu.
Afrika'yı 1841'den beri dolaşan David Livingstone 1871'de artık
kâşiflik ömrünün sonuna yaklaşıyordu. Stanley'nin muhabirlik ve
kâşiflik kariyeri ise henüz yeni başlıyordu. Livingstone'u bulduktan
sonra Britanya'ya dönen Stanley, zamanla tanınan bir kişi haline
gelecekti. Afrika'nın göbeğinde, bir mango ağacının gölgesinde
gerçekleşen bu ünlü buluşma, Afrika'yı keşif pelerininin bir
kuşaktan sonraki kuşağa devredilişi olarak görülebilir.
Livingstone ve Stanley, Britanya'nın hâlâ Afrika'nın süregelen
coğrafi esrarlarından birçoğunu çözmekle yoğun olarak uğraştığı
bir dönemde bir araya geldiler. Üç ayı birlikte geçiren iki adam,
Tanganika Gölü'nün kuzey yarısını dolaştılar; amaçları gölden Nil
34
Irmağı'nın kolu olabilecek bir ırmağın çıkıp çıkmadığını anlamaktı.
Günlüklerindeki anlatımlar, birbirleri üzerinde bıraktıkları derin ve
kalıcı izlenimleri yansıtır. Her ikisi de Kelt kökenli mütevazı bir
ailedendi ve zorlu bir çocukluk dönemi yaşamıştı. Her ikisi de kıtanın
bir kenarından diğer kenarına bakir Afrika'nın içlerinde yürüyerek
olağanüstü yolculukları gerçekleştirdi.
LIVINGSTONE'UN KIYIDAN KIYIYA KEŞİF SEFERİ
Glasgow dışındaki Blantyre kasabasında bir Presbiteryen olarak
yetiştirilen Livingstone'un çocukluğuna damgasını vuran şey azim ve
inatçılıktı. Ailenin yedi çocuğundan biri olarak, hayatta başarılı olmak
için çabuk öğrenmesi ve sıkı çalışması gerektiğini kavradı. Daha on
yaşındayken pamuk fabrikalarında haftanın altı günü sabah altıdan
akşam sekize kadar çalışmaya başladı. Her akşam küçük aile evine
döndükten sonra da gece yarısına kadar kitap okuyup eğitimini
geliştirdi. Bu kararlılığın karşılığını doktorluk diploması alarak ve Londra
Misyoner Derneği'ne kabul edilerek gördü. Afrika'ya ilk kez gittiği
1840'ta, Robert Moffat'ın Güney Afrika'daki Kuruman misyonuna katıldı.
Adını 1855'te Livingstone'un koyduğu Victoria Çağlayanı.
Yerel halk burayı “Gürleyen Duman” olarak anmaktaydı.
Livingstone kıyıdan
kıyıya seferiyle Afrika'yı
batıdan doğuya aşan ilk
kişiydi. Artık
kaybolduğunun
sanıldığı bir sırada onu
arayıp bulan Stanley,
daha sonra kıtayı başka
bir güzergâhtan aştı.
35
Henry Morton
Stanley'nin E. M.
Merrick tarafından
yapılmış portresi.
Kongo'nun Fang savaşçıları; Kingsley'nin çektiği bir fotoğraf. Fangların
ürkütücü bir şöhreti vardı.
Geri dönen Livingstone, tekrar iç
kesime yöneldi ve bataklıklar üzerinden
Sesheke'ye doğru ilerledi. Sürekli ıslak
havayla boğuşurken, uyumak için çok
az kuru yer bulabildi. Yakalandığı ateşli
romatizmadan dolayı sağırlaşmanın
eşiğinden döndü. Timsahlar, suaygırları
ve düşman kabileler karşısına çıkan
diğer tehlikelerdi.
Sonunda Şef Sekeletu imdadına
yetişti, ona erzak ve ayrıca Zambezi
Irmağı boyunca aşağıya inerken eşlik
edecek 120 adam verdi. Livingstone
Kasım 1855'te doğuya doğru yola çıktı
ve 80 km kadar sonra yerel halkın
“Gürleyen Duman” anlamında “Mosi
Oa Tunya” olarak andığı muhteşem bir
çağlayana rastladı. Ona Victoria adını
verdi. Zambezi boyunca yolculuğunu
sürdürdü ve Mayıs 1856'da Hint
Okyanusu kıyısındaki Quilimane'ye
vardı. Makololo kabilesine mensup yol
arkadaşlarını Tete'de emin ellere
bıraktıktan sonra, deniz yoluyla
Britanya'ya gitti.
Londra'ya varışında, Kraliyet Coğrafya
Derneği bütün Afrika kıtasını batıdan
doğuya doğru aşmasından dolayı onu
altın madalyayla onurlandırdı. Yaptıkları,
daha önce başka hiç kimsenin
başaramadığı bir işti.
sahibi James Gordon Bennett, ona bir
muhabir olarak adını duyurmasını
sağlayacak büyük bir fırsat tanıdı. Afrika'ya
giderek David Livingstone'u bulmasını
istedi. Stanley bu işi başardı ve yaygın
kanının tersine kâşifin hâlâ hayatta olduğu
haberiyle Britanya'ya döndü.
Artık başarının tadına varmış ve Afrika'yı
keşif merakıyla tutuşmuş biriydi.
Livingstone'un 1873'teki ölümünden bir yıl
sonra, Stanley onun bitmemiş keşif
çalışmasını sürdürmeye karar verdi.
Livingstone öldüğünde, Kongo
Irmağı'nın aslında Nil'in bir kolu olduğu
görüşünü taşıyordu. Stanley de Victoria
Gölü'nün tek bir su kütlesi olup olmadığı
sorununu çözmek ve esrarengiz “Ay
Dağları”nı bulmak istiyordu.
Stanley tasarladığı Afrika seferi için 17
Kasım 1874'te Zengibar'dan yola çıktı.
Afrika kıyılarından iç kesimlere yönelik en
pahalı seferdi bu. Yanına Avrupalı üç subay,
300 hamalca taşınan sekiz ton donanım ve
STANLEY'NIN AFRİKA SEFERİ
Stanley'nin hayatı zorlu koşullarda
başladı. Kuzey Galler'deki Denbigh'de
28 Ocak 1841'de doğdu. Asıl adı John
Rowlands'tı. Annesi daha doğduğunda
onu terk etti ve babasının kim
olduğunu asla öğrenemedi. Beş yaşına
kadar kendisine bakan dedesinin
ölümünden sonra, sert yaşam
koşullarının hüküm sürdüğü tipik bir
Victoria dönemi kurumu olan St. Asaph
Düşkünler Yurdu'nda 11 yıl kaldı.
Livingstone'a benzer bir biçimde, o
da yoksul geçmişini ancak sıkı çalışarak
geride bırakabileceğini kavradı. Daha
16 yaşındayken Atlas Okyanusu'nu
aşarak gittiği ABD'de yeni bir kişiliğe
kavuştu. Henry Stanley adlı bir pamuk
tüccarının yanında çalıştı ve daha
sonraları onun ismini aldı.
Çeşitli işlerle geçen birkaç yılın
ardından, New York Herald gazetesinin
Mary Kingsley'in fotoğrafı.
36
altı bölüm halinde kesilmiş Lady Alice adlı 12 metrelik bir ahşap
tekne alan Stanley, batıya yönelerek Victoria Gölü'ne doğru
ilerledi. Kuru savan ovalarındaki 100 günlük yürüyüşün sonunda
bu gölün kıyılarına ulaştı, Lady Alice'i monte ettirdi ve dünyanın
ikinci büyük tatlı su gölünü çepeçevre dolaşan ilk kişi oldu. Yaya
bir yolculukla vardığı Tanganika Gölü'nün batı yakasını izleyerek
en güney noktasına gitti ve yine batı kıyısındaki dönüş yolculuğu
Livingstone'u en son gördüğü Ujiji'de noktalandı.
Kongo uğraştığı sonraki sınavdı. Kıyısına varır varmaz,
hamalları ve donanımı için birkaç kano edindi ve ırmağa açıldı.
Yerel kabilelerle sürekli çarpışmalara rağmen, Stanley sebatla
ilerledi. Ne var ki, Livingstone'un yanıldığını fark etmeye başladı;
ırmak batıya yöneldiğine göre, Nil'in bir kolu olamazdı. Irmağın
güneybatıya dönerek tekrar güney yarıküreye geçmesi bu
görüşünü doğruladı. Stanley ve ekibi 999 günde 11.265 km yol
aldıktan sonra Atlas Okyanusu kıyısındaki Banana'ya vardı.
Avrupalı subayların her üçü de yolda can vermiş ve
Zengibar'dan onunla birlikte yola çıkan hamallardan sadece
birkaçı sağ kalmıştı. Bununla birlikte, o da Livingstone gibi önce
yanındaki Siyah adamları tekneyle tekrar Zengibar'a götürdükten
sonra Britanya'ya dönüş için denize açıldı.
İKİ OLAĞANÜSTÜ ADAM
Livingstone ve Stanley 19. yüzyılda Afrika kıtasını başarıyla
aşan, ayrıca yolculukları sırasında önemli coğrafi yerleri bulan
yegâne kâşiflerdi. Birlikte geçirdikleri sürenin çok kısa olmasına
karşın, bu iki olağanüstü adam arasında ender bir ilişki kuruldu.
Livingstone için Stanley daha önce tanımış olmayı dilediği “oğul”,
Stanley için ise Livingstone asla sahip olamadığı “baba”ydı.
MARY KINGSLEY
Mary Henrietta Kingsley Batı ve Orta Afrika'ya iki öncü seyahat
yapan bir İngiliz kadın kâşifti. İngiltere'nin Cambridge kentinde 13
Ekim 1862'de doğdu, hiç resmi eğitim görmedi ve okuma
yazmayı evde öğrenerek kendisini yetiştirdi. Uzun bir dönem
yatalak annesine baktı. Her iki ebeveyninin öldüğü 1892'ye kadar
evde kaldı. O sırada artık 30 yaşındaydı.
Kingsley din üzerine araştırmalar yapmak üzere 1893'te Batı
Afrika'ya gitti. Niyeti serüvenlerini kaleme almak ve babası
George Henry Kingsley'nin dinsel fetişleri konu alan çalışmasını
tamamlamaktı. O dönemde bir kadının tek başına seyahate
çıkmasının neredeyse hiç duyulmamış olması onu caydırmadı.
Britanya'dan bir yük gemisiyle yola çıkarak, Batı Afrika kıyı şeridini
Sierra Leone'nin başkenti Freetown'dan Angola'daki Luanda'ya
kadar dolaştı. Ardından Gine'den Nijerya'ya kadar yaptığı kara
yolculuğunda, British Museum için böcekler ve tatlı su balıkları
da dahil olmak üzere birçok bilimsel örnek topladı. Aşağı Kongo
Irmağı'nın flora ve faunasını inceleyen ilk kişilerden biri oldu.
Kingsley ikinci yolculuğuna Aralık 1894'te Liverpool'dan
Batanga gemisiyle başladı. Sierra Leone'den sonra Gabon'a geçti.
Ogooué Irmağı'nın yukarı çığırına önce vapurla, ardından kanoyla
seyahat etti. Gabon'un ve Fransız Kongosu'nun ücra yörelerine
uğrayan ilk Avrupalı oldu. Azgınlığıyla ve yamyamlığıyla nam
salmış Fang kabilesinin arasında dolaştı. Batı Afrika'nın en yüksek
zirvesi olan Kamerun Dağı'nın (4.500 m) güneydoğu yüzüne
tırmandı. Bu gezisi sırasında, İngiliz kumaşı karşılığında fildişi ve
kauçuk alarak, seferinin masraflarını çıkardı.
İngiltere'ye 1895'te döndükten sonra, Travels in West Africa
kitabını yazdı. Tartışma uyandıran bu kitapta Afrika'daki yaygın Avrupa
uygulamalarının birçoğuna karşı çıktı ve Afrikalı yerli insanlara
sempatisini dile getirdi.
Kingsley son gezisini 1899'da, Boer Savaşı sırasında Güney
Afrika'ya yaptı. Cape Town'da hem muhabir, hem de hemşire olarak
çalıştı. Boer savaş tutsaklarına baktı. Ardından West African Studies
kitabını yazdı. Tifo hummasından öldüğü 3 Haziran 1900'de henüz 38
yaşındaydı.
Stanley'nin Afrika seferinde
kullandığı pirinç kılıflı bir
pusula.
KAYNAKÇA: Stephens, Simon Wilson, “Afrika'nın İçlerine Yolculuk”, TARİHTEKİ
YETMİŞ BÜYÜK YOLCULUK, Haz.: Hanbury-Tenison,R., Çev.: Nurettin
Elhüseyni, S.: 203-207, Oğlak Yayınları, Güzel Kitaplar, 2007.
Kingsley nkisi denen bu
iktidar figürünü Kongo'dan
almıştı.
37
kuruluşlarında hammadde olarak kullanılmaktadır. Türkiye'deki ormanlardan
sağlanan tali ürünlerin başında reçine, sığla yağı, palamut, mazı, deme
yaprağı, çamfıstığı, sumak, kestane, ıhlamur çiçeği, mahlep, meyan kökü,
keçiboynuzu gibi ürünleri sayabiliriz.
Tabii dinlenme konusuna tekrar dönecek olursak, ilk aklımıza gelen kış
sporları için düzenlenmiş alanlarımız ile bu alanlardaki konaklama
olanaklarıdır. Ancak, asıl üzerinde durmamız gereken konunun bu alanların
piknik yapmak amacıyla günübirlik olarak kullanılmasıdır ki ormanlarımızın
OSMANLILAR DÖNEMİNDE DE YANGINI UZAKLARDAN
GÖRÜP HABER VERMEK AMACIYLA KULELER
KULLANILMIŞ.
Yangın Kulesi
ÜLKEMİZ TOPRAKLARININ %27'Sİ ORMANLARLA KAPLI. BUNUN
SADECE %2'Sİ MİLLİ PARK. BAKANLAR KURULU KARARI İLE
BELİRLENEN BU ALANLARIN ARTTIRILMASI MİLLİ DEĞERLERİMİZİN
SİSTEMLİ BİR ŞEKİLDE KORUNMASI BAKIMINDAN ÖNEMLİ.
O
rman dediğimizde çoğumuzun aklına ilk ve belki de sadece ağaçlar
gelecektir. Hâlbuki belirli büyüklükteki bu alanların başta ağaçlar
olmak üzere bitkiler ve hayvanlardan oluştuğunu, toprakla birlikte
çeşitli doğa olaylarını içinde barındıran bir ekosistem hatta büyük bir canlı
organizma olduğunu düşünmeyiz bile.
Bir bütün halinde orman dediğimiz bu alanlardaki tüm canlı varlıkların
birbirlerini etkilediği, birinin yok olmasının başka canlıların oluşması ve yaşaması
için bir başlangıç olduğu, özellikle birtakım kuş ve böcek türlerinin yerine
getirdiği fonksiyonlar gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.
Ülkemiz, üç kıtanın kesişme noktasında biyolojik çeşitlilik bakımından son
derece önemli bir konumdadır. Ülkemizde ormanlar; doğal yaşlı ormanlarla
birlikte özellikle son yıllarda gerek Orman Bakanlığı, gerekse vakıf, dernek
ve/veya özel kuruluşlar tarafından, orman niteliğini yitirmiş veya boş alanlara
yapılan ağaç dikimleriyle elde edilen ormanlık alanlardan oluşmaktadır.
Ormanların, yakacak sağlamanın yanında, ürünlerinin çeşitli iş ve sanayi
kollarında hammadde olarak kullanılması, canlı türlerine besin ve ilaçlar için
hammadde sağlaması ve dinlenme amacıyla kullanılması gibi sayısız yararları
vardır. Başta inşaat ve kimya olmak üzere diğer sanayi kuruluşlarında,
madencilik, ulaştırma, bayındırlık gibi ekonomik faaliyetlerde odun
hammaddesinin kullanış yerleri gün geçtikçe artmaktadır. Ormandan elde edilen
diğer ikincil ürünler, parfümeri, boya, ilaç, dericilik, tecrit malzemesi gibi endüstri
38
korunması ve çevre kirliliği bakımından büyük önem taşımaktadır.
Ormanlar için en büyük tehlike yangınlardır. Özellikle yaz
aylarında ormanlarımız için büyük tehdit oluşturan yangınlar,
yüzlerce yılda yetişen ağaçların bir anda yok olmasına, doğal
dengenin bozulmasına, ormanlarda yaşayan canlı türlerinin ve
doğal yaşam ortamlarının etkilenmesine, topraktaki organik
maddelerin yitirilmesine neden olmaktadır. Orman yangınları
genel olarak doğal (yıldırım) veya insan kaynaklıdır. Gelişmiş
ülkelerdeki yangınlarda insan unsuru görece daha düşük oranda
iken, ülkemizde çıkan orman yangınlarının tamamına yakın kısmı
insanların kasıt, ihmal ve dikkatsizliğinden kaynaklanmaktadır.
Çoğumuz bilmeyiz yangın kulelerini. Bilenlerimizin çoğu ise
görmemiştir. Bölgenin en yüksek noktasına konuşlandırılmış olan
bu kulelerde görev yapan elemanın görevi duman gözlemek.
YALNIZLIK TANRIYA MAHSUS DERLER. DARI
TEPESİ'NDE KENDİSİYLE, İŞİYLE VE
ÇEVRESİYLE BARIŞIK YALNIZ BİR ADAM.
VELİ KABAK.
E
vet, yanlış değil sadece duman gözlemek.
Darı Tepesi Yangın Gözetleme Kulesi ülkemizin
ormanlık bölgelerinde hizmet veren
yangın kulelerinden sadece birisi.
Görüşlerine başvurduğumuz bir yetkili ülkemizdeki yangın
kulelerinin önemli bir işlev gördüğünü, Alo 177 yangın
telefonu ile birlikte bu kuledeki görevli elemanların yaptıkları
ihbarların çoğu zaman erken müdahale olanağı verdiğini ve
bu sayede önemli kayıplara neden olabilecek orman
yangınlarına başlangıçta müdahale edilebildiğini
ifade etmiştir.
Gemport olarak, siz okuyucularımız için Çevre ve Orman
Bakanlığı Domaniç Orman İşletme Müdürlüğü'ne bağlı
yangın kulesini ve çevresini görüntülemek ve burada görev
yapan eleman ile konumuz hakkında görüşmek üzere
Darı Tepesi'ne gittik.
20 yılı aşkın süredir Orman İşletmesi'nin değişik
bölümlerinde kuruma hizmet verdiğini belirten Veli Kabak,
son 5 yıldan bu yana kulede görev yaptığını belirtiyor.
Kuruma, amirlerine saygı ve sevgisini her fırsatta dile
getiren ve özellikle ülkemizin içinde bulunduğu işsizlik
ortamında bir işinin olmasından duyduğu mutluluğu ifade
ederken gözlerinin içi gülen Veli Kabak buradaki çalışma
düzenini ve üstlendiği görevi şöyle anlattı.
“Burası 1 Haziran'da açılıp 31 Ekim'de kapatılıyor.
Bir arkadaşımla birlikte birer haftalık vardiya sistemi ile
burada çalışıyoruz. Tüm ihtiyaçlarımızı kendi olanaklarımızla
karşılamak durumundayız. İşimiz temelde çevreyi
gözetlemek. Bu nedenle, televizyon yasak, sadece radyo
dinleyebiliyoruz. Bir duman gördüğümüzde bunu mevkii ile
birlikte işletmeye bildiriyoruz. Orman yangınında erken
tespit yangının büyümesini önlüyor.”
Bir kız babası olduğunu belirten Veli Kabak'a kızını ve aile
ortamını sorduğumuzda; “Tabii ki onlardan uzak olmak,
bir hafta da olsa ayrı kalmak dezavantaj, ancak telefon ve
bir haftanın sonundaki vardiya değişimi umudu bu özlemi
belirli ölçüde hafifletiyor. Ayrıca, seyrek de olsa burayı bilen
sizler gibi fotoğrafçılar ve motor krosçular ziyaret ederler.
Bu da gün içindeki yalnızlığımızı bir ölçüde gideriyor.”
Bir yandan çayımızı yudumlarken, bir yandan da elektrik
enerjisinin gündüz güneş kolektöründen, gece ise
kolektörün şarj ettiği akülerden sağlandığını öğreniyoruz.
Bulunduğumuz tepe deniz seviyesinden 1.851 metre
yükseklikte. Bursa'da sıcaklık 35 C derece iken tepedeki
sıcaklık 15-16 civarında. Veli Kabak gecelerin daha serin
geçtiğini, hatta zaman zaman soğuk olduğunu ve soba
yakmak zorunda kaldığını belirtiyor.
40
Birgül GÜNÖZGEN
Efsaneleri Kendi Yaşam Öykülerine Dönüştüren Kadınların Hikâyesi
Kura'nın Şarkısı
etkileyicisidir gökten aklın ışığını çalan “Amirani”nin
hikâyesi…
Akıl öylesine değerlidir ki sabırla, iyilikle, umutla
beslenmelidir.
Örneğin: Amirani aklın ışığını indirip insanlara sundu diye
cezalandırıldığında, onu kayalara zincirleyen kral
acımasızca kartala emreder:
“Onun ciğerini yiyeceksin!”
Kartal gider ciğeri yer, ama ertesi gün ciğer tekrar oluşur.
Kartal her gün yapar işini ve ciğer oluşmaya devam eder.
Amirani'nin her gün umutla yaşamdan vazgeçmeyişidir
ciğerini onarıp tekrar yaşama sunuşu. Çünkü bilir, yaşam
her zaman bir şans daha vermektedir. Yaşama inanmak
yeni olasılıklara yelken açmaktır. Yaşam, göğüs germeyi
bilmektir.
Asuman Tümer bir öykü yazarı. 1999 yılında Oktay Akbal öykü ödülünü
almış ve öyküleri Cumhuriyet Yayınları tarafından
AYARI BOZUK ÇAY EVİ adlı kitabıyla yayımlanmıştı.
DÜNYA AĞACI YAYINLARI'ndan çıkan KURA'NIN ŞARKISI ise
Tümer'in ilk romanı.
Roman, okuyucuyu ilginç kadın portreleriyle birlikte dört kuşak
boyunca yaşanan tarihi dokunun da içine alıyor. On dokuzuncu
yüzyıldan başlayarak 2000'li yıllara geldiğinizde değişen dünyada
yaşananlarla roman kahramanlarının kesişmelerini, etkileşimlerini
de görüyorsunuz.
Romanın adından başlayarak merak ettiklerimizi Asuman Tümer'e
sorduk.
Birgül Günözgen: Tarih, kimlik arayışı, köklere iniş,
onurlu kadın portrelerinden etkilendiğimi söyleyebilirim.
Sizin de yazdığınız gibi, köklerimiz belki de geleceğimizi
anlatıyor bize…
Hepimizin içinde keşfedilmeyi bekleyen kim bilir ne
şarkılar var. Kura'nın şarkısını keşfedişi gibi…
Herkes köklerine doğru uzanan böyle bir serüven
yaşayabilir mi sizce?
Birgül Günözgen: Kura'nın Şarkısı yüz elli yıllık bir hikâyede
ilginç kadınlarla tanıştırıyor okuyucuyu. Bence romanın adı da
ilginç. Çünkü Kura pek alışık olmadığımız bir isim ve doğal olarak
akıl karıştırıyor.
Neden roman kahramanının ismini Kura koymayı düşündünüz?
Asuman Tümer: Kura, Doğu Anadolu'nun kuzeyinde, bizim
topraklarımızda doğan ve 150 km sonra Kafkasya'da sürdürdüğü
uzun, efsanevi yolculuğundan etkilendiğim bir nehirdi. Bu nedenle
roman kahramanımın adının “Kura” olması kaçınılmazdı.
Kura'nın bu coşkulu nehirle özdeşleşmesi, onun yolculuğunu
içselleştirmesi, geriye dönüşlerde karşılaştığı güçlü kadınlarla aynı
kandan geldiğini öğrendiğinde duyduğu şaşkınlık, içinde taşıdığı
ve bilemediği bir güçle buluşturuyordu onu.
Birgül Günözgen: Romanda yaşama karşı boyun eğmeyen
çok güçlü kadınlar var. Zayıflığı neredeyse affetmeyen kişilikler…
Bu denli güçlü kadınlar Kura'yı zaman zaman kızdırıyor. Belki de
siz, 21. yüzyılda bile kadınların güçsüzlüğüne karşı, “içinizdeki gücü
keşfedin,” çağrısı yapıyorsunuz.
Asuman Tümer: Çağrıda bulunmuyorum. Yalnızca gücün
önemini vurgulamaya çalışıyorum. Amacım yol göstermek de
42
Asuman Tümer: Varoluşumuzun başlıca
değil. Yüz elli yıl önce bile gücünü gösterebilen, ayakta kalabilmek için
ödün vermeyen sahici kadınları anlatmak istedim. Osmanlı-Rus
Savaşı'ndan sonra göç yollarına düşmüş, erkeksiz kalmış, çocuklarını
büyütmeyi başarmış ve kendi geleneksel tarzlarını, ahlaki prensiplerini,
yaşama karşı duruşlarını hiç bozmamış, gerçek kahramanlar. Kura ise
onlara ulaşmaya çalışan, kimlik arayışı içinde, iyi eğitim görmesine,
dünyayı iyi koşullarda tanımasına karşın güçsüz bir genç kız.
Zamanımızda yaşanan sahte aşkların, sahte sevgilerin, sahte yaşam
biçimlerinin içinden sıyrılarak kendini keşfetmeye çalışması kolay değil.
Duygu mu, akıl mı? Sorusunu kendisine sorarken, sanatçı ruhunda
esen duygusal fırtınalardan da kaçamıyor. Tarih boyunca bu sorunun
hep sorulduğunu ve atalarının aklı yeğlediklerini görürken Mehtap
karakteriyle irkiliyor.
Çünkü Mehtap duyguyla aklı dengelemeye çalışırken hüznü benliğine
geçirmiş, ancak hep umut dolu olmayı da başarmış bir kadın.
Birgül Günözgen: Kahramanların ilginç öyküleriyle yol alırken ciddi
bir tarihi araştırma görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü,
dünyada krallıkların yıkılışı, Cumhuriyet Devri, demokrasi denemeleri ve
günümüze kadar süren bir tarihi süreç. Ayrıca mitolojiden tanıdığımız
kahramanları Kafkas söylencelerinde farklı isimlerle anıyorsunuz.
Örneğin: Prometeus, sizin romanınızda “Amirani” olmuş.
Asuman Tümer: Gerçekten bu kitap uzun sürede ve büyük bir
emekle yazıldı. Tarihi belgeler ve mitoloji kaynaklarını çok ciddi bir
biçimde araştırdım. Kafkas söylencelerindeki kahramanlardan en
nedenlerinden biridir serüven. Hep bir yola bağlıdır
yaşamlarımız. Hedefler koyarsak, bir amacımız varsa
yollara düşeriz. Kendimizi bulmak, içsel aynamızda
kendimizi onarmak için de derin bir yolculuğa ihtiyaç
duyarız aslında…
Onur, insanın tek başınalığının, yüce yalnızlığının adıdır
bana göre… Aynı romandaki yalnız yıldız gibi…
Korkusuzca güneşi tek başına karşılayıp uğurlayacak kadar
rotasına güvenen, aşk için lanetlenmeyi göze alan yıldız
gibi…
Güçlü insanların tuhaf bir şekilde yaşama güvendikleri,
gelecekten ve olacaklardan korkmadıkları için serüvenlere
atılmaları kaçınılmazdır.
Güç; maddi koşullar, asalet, güzellik gibi kavramlarla
oluşmaz üstelik. İçimizde taşıdığımız çok asil ve ilahi bir
şeydir o.
Özellikle kadınlarla özdeşleşmesini dilediğim güç, bu
kitabın yazılmasında etkili olmuştur diyebilirim.
Kadınların, geleceği ve insanı şekillendireceği gerçeğini
göz ardı edemeyeceğimize göre, sezgilerine ve aklına
güvenen güçlü kadınlar dilemeliyiz dünya için.
43
YAŞAMIN ÖZÜ
Hava gibi su da hayat için
vazgeçilmez bir yer ve
öneme sahiptir.
SU
Tatlı suların büyük bir kısmı
da dağ doruklarında kar ya
da kutuplarda buz
halindedir.
Dünyanın yaklaşık olarak,
dörtte üçü sularla
kaplıdır.
Vücut suyunun % 10'unu
kaybedersek yaşamımız
tehlikeye girer.
Günde 1 litre su içmek
yeterli değildir.
Çünkü günlük su
gereksinimimiz yaklaşık
1,5 - 2 litre kadardır.
Bu gereksinim bazı
durumlarda
artabilmektedir.
Dünyadaki su kaynaklarının
yalnızca % 3'ü tatlı su iken
geri kalan sular tuzludur.
Bu tuzlu su oranı Türkiye'de
% 95.1'dir.
Fotoğraflar: Avni Çinçin
Susama hissi geliştiğinde
vücudunuzda % 1'lik su
kaybı olmuştur ve bu durum
beyne iletilmiştir.
Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayatın
kaynağının kuruması, canlı hayatının yok
olmasıdır.
45
46
47
Koza
Han
O
smanlı'nın sosyal ve ekonomik hayatının
vazgeçilmez kurumları arasında yer alan
hanların kuruluş amaçları arasında; ülke
ekonomisini canlandırmak, güvenliğini sağlamak ve
dolayısıyla sosyal hayatı geliştirmek gibi düşünceler
yer almaktadır. Daha çok şehir merkezlerinde yer
alan hanlarda insanlarla birlikte hayvanlar da
barınmaktaydı.
Anadolu'nun en güzel illerinden Bursa hanlarla
doludur. Koza Han, Fidan (Mahmut Paşa) Hanı,
Geyve (Lonca) Hanı, Pirinç Hanı, İpek Hanı
(Arabacılar Hanı), Emir (Bey) Hanı, Çukur (Kütahya)
Han, Eski Yeni Han (Tahıl Hanı), Kapan Hanı restore
olup günümüze kadar gelen hanlardır. Hakkındaki
bilgilere eski kaynaklardan ulaştığımız günümüze
gelemeyen hanların başında; Bali Bey Hanı, Bezir
Hanı, Doğan Gözü Hanı, İvaz Paşa Hanı, Hacı İvaz
Paşa Çarşısı, Kamberler Hanı, Karacabey Hanı, Katır
Hanı, Molla Hüsrev Hanı, Nalbur Hanı, Yeşil Hanı ve
Yoğurt Hanı gelmektedir.
Günümüzün önemli hanlarından Koza Han,
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk başkenti Bursa'da yer
alan 512 yıllık bir yapıdır. Avlusunda ipekböceği
kozalarının alınıp satıldığı yıllar geride kalsa da adı ve
ipekten yapılmış bin bir çeşit ürün satan
dükkânlarıyla hayatın coşkusundan kopmadan,
kentin karmaşasına kapılmadan tüm heybeti ve
heyecanıyla yaşamaya devam ediyor.
Bursa'da Ulu Cami ile Orhan Cami arasında yer
alan Koza Han, 1491'de II. Bayezid tarafından
dönemin mimarlarından Abdül ula bin Pulat Şah'a
yaptırılmıştır. Çoğunlukla kesme taş, yer yer tuğlanın
da kullanıldığı dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki
katlı ve 95 odalı olup odalarının önü revaklıdır.
48
(*)
Revak kısmı 40 beton kubbeden oluşmaktadır.
Tam ortasında küçük bir mescidin altında
şadırvanı bulunur. Odalar günümüzde mağaza
halini almıştır. Hanın doğusunda, eskiden
konaklamaya gelenlerin atlarını bağladıkları ahır
ve depoların bulunduğu Dış Koza Han denilen
ikinci bir avlulu bölüm yer alır. Koza Han mavi
çinilerle süslü bir taç kapıyla Uzunçarşı'ya açılır.
Türkler ipekböceği üreticiliği yüzyıllardır
yapmaktadır. Orta Asya'dan gelen bu gelenek
burada da sürdürülmüştür. Son yıllarda sentetik
(petrol ürünlerinden elde edilen) iplik ve kumaşlar
yüzünden ipekböceği üreticiliği çok azalmıştır.
Ancak atalarımızdan gelen bu önemli meslek ile
üretilen ipek kumaşlar marka olmak isteyen
moda sanayinin vazgeçilmezi olmuştur.
Koza Han'ın Bursa ekonomisine ipekçilik
alanında katkıları büyüktür. Üst katında ipek
mamülleri satan kaliteli dükkânlar ve alt katında
kafeteryaları mevcuttur. Koza Han Bursa'nın
vazgeçilmez hanlarından biri olmuştur.
İpek Şehri Bursa
Bursa'da ipekçilik sanatı çok eskilere dayansa da
bunun bir sanayi olarak sürdürülmesi ancak 19.
yüzyılda gerçekleşmiştir. Bursa önceleri İpek Yolu
üzerinde, ipeğin tüm dünyaya dağıldığı merkez olarak
öne çıkarken, daha sonra ipekböcekçiliği ve nihayet
ipekli kumaş üretimine kadar giden bir süreç
yaşamıştır.
Bursa'da 1587 yılında en büyüğü 46 tezgah, en
küçüğü 5 çıkrıklı olmak üzere 25 ayrı üretici vardı.
1750'li yıllarda 58 bin, 1808 yılında 60 bin, 1811-1833
yılları arasında ise 76 bin kuruşluk Bursa'dan ipek
iltizamı toplanmıştı. 1810-1820'li yıllarda Bursa ipekli
dokuma üretimi rekor seviyedeydi. 1750-1850
döneminde karışık ipekli üretimi 100 bin topa çıkmıştı.
1855 yıllarında 20 milyon frank tutarında dışarıya
ipek satılmıştı. 1877 yılında ise yalnız Bursa'da
3.133.843 kg yaş koza elde edilmiş, bunlardan
sağlanan 634.000 kg ipek Avrupa'ya gönderilmişti.
Sadece yaş koza değil, iplik ve daha sonra ipek
dokuma üretimi de yapılmaya başlanmıştı. 1877
yılında yaş kozanın kıyyesi 50-80 kuruş arasında
satılmakta olup 300 bin kıyyeden fazla Bursa'da
üretim yapılmaktaydı. Koza alımlarında da bir
standardın olduğu görülür.
(*)
Bursa'da Koza Bayramı
Böcekler koza örmesini tamamlayınca evde düğün
bayram yapılır, bu düğüne “Koza Yolma Düğünü”
denirdi. Bir yandan yenip içilir, diğer yandan da koza
çalılardan çıkarılıp yolunur, “Koza Helvası” yapılırdı...
Böcekler askıdan çıkar çıkmaz hemen satılır, ayıklanan
kozalar bir telaş içinde Bursa'daki Koza Hanı'na
götürülürdü. Çünkü yüzyıllardır sadece bu handa koza
alımı yapılmaktaydı. Koza Hanı'na ilk ipekböceği
getirene de törenle ödül ve armağanlar verilirdi. İpek
gibi ince ve zarif, ipekböceği kadar vefalı Koza
Hanı'nda, tellalların bağrışları arasında satılan kozaların
paraları daha cebe girmeden, hemen yanında
bulunan Bursa çarşısında harcanırdı.
İpekçilik tarihini yazan Fahri Dalsar'a göre; her yıl
düzenli olarak yapılan 'Koza Bayramı' önemli bir
anlam taşımaktaydı. (Dalsar 1960: 258) 1960 yılında
Türkiye'de 40 bin koza üreticisi vardı ve bunu 400
bine çıkarma çalışmaları yapılmaktaydı. Çünkü 1914
yılında bugünkü sınırlarımız içinde 9 milyon kg'dan
fazla koza üretilirken 1943 yılında bu üretim 3 milyon
500 bin kg'a düşmüştü. Her yıl elde edilen kozalar için
bayramlar yapılması eski bir âdetti. Bu eski âdeti
tekrar yaşatmak için 1950'li yıllardan sonra Bursa'da,
Temmuz ayının ilk haftasında yeniden
törenler yapılmaya başlandı. İlk koza
yetiştirenlere takdirnameler verilmekte ve
kozalar tören sırasında mezat edilerek, çok
yüksek fiyatla satılmaktaydı.
1958 yılında yapılan istatistiklere göre,
Türkiye'de 198 firma ipekçilik ve ipekçilik
sanatıyla meşgul olmaktaydı. Bu
firmalardan 132'si Bursa'da, 31'i
İstanbul'da, 1'i Denizli'de, 1'i de
Diyarbakır'daydı. Bütün bu firmalarda
çalışan insanların toplamı 5.000'di.
Bursa'nın bir yılda dokuduğu saf ipekli
kumaşların tutarı metre olarak 1 milyonun
üstündeydi. Suni ipekten yapılanlar 3-6
milyon metre, karışık dokumalar ise 2-3
milyon metreydi.
(*)
Kaynak ve Fotoğraflar:
Bursa Çarşısının İncisi Koza Han
Osmangazi Belediyesi
GÖKYÜZÜNÜN EFSANE
GELİNLERİ
TURNALAR…
Sarı turnam sen turnalar şahısın / Gökyüzünün
Küllenmişse içindeki aşk ateşi / Onu benim
en gizemli kuşusun /
sevdam ile yak turnam
Şans ve görkem simgesi turnalar öteden beri
“yabanlığın simgesi” olarak belirtilir. Ancak
yabanlığın yok olmaya ve onlara yakıştırılan
şansın tükenmeye yüz tutmasıyla birlikte, bu iri
kuşlar artık bilimcilerin ve kendilerine taktıkları
adla “turna tutkunları”nın yardımına muhtaç.
T
urnalar; güzellikleri, etkileyici
büyüklükleri ve uzun mesafeli
uçuşlarından ötürü binlerce yıldır
baş tacı ediliyor. Türk kültüründe
kutsal sayılan birçok kuş türü
içerisinde turnanın ayrı ve özel bir
yeri bulunmaktadır. Göklerin
özgürlük sevdalıları olarak da
bilinen turna kuşlarının, Gök
Tanrı'yı temsil ettiği varsayılmış ve ona kutsal bir kimlik
yüklenmiştir. Aynı kutsal kimliğin İslam tasavvuf geleneği
içerisinde de sürdüğünü görmekteyiz.
Gururlarına düşkün, son derece yalın, arı bir hayat biçimini
benimseyen turna kuşları, gökyüzünün engin maviliklerinde
uçarken, her bir kanat vuruşları müziğin notaları gibi uyumlu,
şiirin dizeleri gibi ezgiseldir. Onların simgesel görüntüleri
içerisinde, birçok imgesel anlam da ortaya çıkmaktadır. Bu
imgelerin her birinin ayrı ayrı çözümlenmesiyle turnaların Türk
kültürü içerisindeki somut değerleri anlaşılmış olur.
Turnalar kimi zaman coşkunun, kimi zaman hüznün, bazen de
mutluluğun habercisi olmuşlardır. Birçok halk şiirinde, özellikle
halk türkülerinde duyguların anlatımında turnayı aracı olarak
görürüz.
Turna Kuşu, Orta Asya'dan Japonya'ya oradan da Kore'ye
kadar geniş bir kuşakta kutsal olarak kabul edilmektedir. Mısır
mezarlarında, Rus şarkılarında, Amerikan yerlilerinin
totemlerinde, Avustralya yerli danslarında, Yunan ve Roma
mitlerinde karşımıza çıkarlar. Asya'nın pek çok bölgesinde
turnalar mutluluğun, şansın, uzun yaşamın ve barışın simgesi
olarak kabul ediliyor.
50
Bin güneşten daha parlak olduğu söylenen
atom bombasının atılmasının ardından
ışınım etkisinde kalan küçük bir kız da,
iyileşme umuduyla kâğıttan 1000 turna
yapmaya girişmişti. Ne yazık ki hedeflediği
sayıya ulaşamadan öldü ama diğer çocuklar
onun çabasını sürdürdüler. Günümüzde
Hiroşima'daki Barış Parkı'nın anıtları kâğıttan
yapılmış milyonlarca minik turnayla süslü.
Allı turnam bizim ele varırsan, şeker söyle,
kaymak söyle, bal söyle…
Japonya'ya atom bombası atıldığında iki
yaşında olan bir kız çocuğu 12 yaşına geldiğinde
maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere
yakalanmış. Savaşta öksüz ve yetim kalan
zavallıcık hastaneye yatırılmış. Ama durumu
ümitsizmiş. Hastanedeki tüm doktorlar, küçük
kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı
hayat doluymuş. Koridorlarda koşuyor, oynuyor
ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların
arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarındaki,
Sadako Sasaki kendisi gibi kanser olan yaşlı bir
kadınmış. Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki
bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış. Kadın
ölmeden hemen önce “Benim için çok geç ama,
bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kâğıttan
1000 turna kuşu yaparsa, her istediği kabul
oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul küçük
kız,” demiş ve son nefesini vermiş.
Küçük Japon kızı çok üzülmüş ancak hayatta
kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan
origamiyle kâğıttan turna kuşları yapmaya
başlamış. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda
çok hızlı yapıyormuş. 1000 turna kuşu yapması
işten bile değilmiş. Ama sağlığı da hızla
bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra
da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört
bir yanından insanlar bu küçük kıza, binlerce
turna kuşu göndermeye başlamışlar.
Japon kızı, haberler basında çıktığında elini
kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayattaki son
saatlerini 637. kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu
bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve
hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami
kuşuyla odasına girmişler. Ama küçük Japon kızı
yüzündeki tebessümle yatağında cansız
yatıyormuş. Postacılar, hastaneye aylarca
kâğıttan turna kuşu taşımışlar. Sayısı milyonlara
ulaşan turna kuşları Japonya'da bir müzede
sergileniyor...
Telli turnaların Türkiye'de üreyen son
11 bireyi, Muş'un Bulanık ilçesinin
kuzeyinde Bulanık Ovası'nda yaşam
mücadelesi veriyor. Murat Nehri
çevresindeki adacıklar ve insan eli
değmeyen alanlar telli turnaların en
önemli üreme ve beslenme alanlarıdır.
Kuşlar daha önce, İç Anadolu
Bölgesi'ndeki geniş alanlarında da
üremekteydiler. Telli turnaların Bulanık
Ovası'ndan çekilmesi durumunda bu
türü sonsuza değin yitirebiliriz.
İstanbul, göç yollarının
kesişmesi noktasında
şanslı bir konumda
bulunuyor. Pek çok
göçmen kuş, ilkyazda ve
güzün İstanbul üzerinden
geçiyor. Sarıyer; göçmen
kuşları izlemek için doğru
seçilmiş bir alan.
Kablolu Su
Kayağı Nedir?
Ekonomik olarak kıyaslandığında ise kablolu su
kayağının çok büyük avantajı vardır. Ayrıca kablolu su
kayağı çevre dostu bir spordur. Elektrikle çalıştığı için
çevreyi egzoz, yağ ve türevi atıklarla kirletmediği gibi her
kayak operasyonu suya yılda 9 ton oksijen kazandırıyor.
Ülkemizde kirlilik yüzünden birçok gölde yaşamın azaldığı,
bu göllerin ekonomik açıdan çalışamaz duruma geldiği
düşünülürse bu sporun yaygınlaşmasının önemi ortaya
çıkacaktır.
Kablolu su kayağı hem ekonomik hem de ekolojik
açıdan çevreye canlılık getiren bir projedir. Ayrıca kablolu
su kayağı tesislerinin içinde tenis kortundan yüzme
havuzuna, basket sahasından skate parkına kadar her
türlü sosyal ve sportif ihtiyaç düşünülmüştür. Bu projeyle
tesisin çevreye ekonomik, sportif ve sosyal bir canlılık
kazandırması sağlanmaktadır.
K
ablolu su kayağı her yaştan insanın rahatlıkla yapacağı,
vücudun tüm kaslarını çalıştıran bir spordur. Temel prensibi
su kayağı ile aynıdır. Su kayağından farkı sporcuları
çekmekte kullanılan mekanizmadır. Su kayağında sürat motorları
kullanılırken, kablolu su kayağında ise elektrikli bir motorla çalışan
telesiyej kullanılmaktadır.
İki disiplini karşılaştıracak olursak; su kayağında başlangıçtaki
çekiş ivmesi fazla olmadığından dengede kalınması, dolayısıyla
öğrenilmesi daha güçtür. Kablolu su kayağında ise sporcu eşit
hızla çekildiğinden kolaylıkla dengede kalıp öğrenebilir. Bunun
yanında kablolu su kayağında elektrik motoruyla aynı anda 6 kişi
kayabilir. Fakat bu, sürat motoruyla yapılan su kayağında 1 veya 2
kişi ile sınırlıdır.
WAKEACADEMYTR
Bir zamanlar sadece bir hayaldi, şimdi bu hayal gerçek
oldu... hem de kış board sporlarının merkezi Bursa'da…
Muhteşem bir açılışla Sukay Park hizmete girdi. Büyük
bir vizyona sahip Osmangazi Belediye Başkanı Recep
Altepe Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi ve ülkemizin ilk
hatta Avrupa'nın sayılı cableparklarından birini
Osmangazi'de hizmete soktu.
Bugün ülkemizde bir cablepark var; hem de Avrupa'nın
en iyilerinin sahne alacağı 17-19 Ekim'deki Europe
Cablepark Championship 2008'e ev sahipliği yapacak bir
cablepark.
Danimarka'dan arkadaşım, büyük şampiyon Troelse
Engholm'dan Bursa'da Avrupa Cablepark Şampiyonası'nın
yapılacağını öğrendiğimde soluğumu Sayın Osmangazi
Belediye Başkanı Recep Altepe'nin yayınında aldım.
Bendeki heyecana inandı ve bana bu hayali yaşatma
fırsatı verdi. Türkiye'de bir ilk olan bu park ve spor
dalında mükemmel progress bir açılış yaptık. Daha ilk
günden dünyanın en iyi riderlarıyla kayma fırsatı
yakaladık. Bunlardan ilki Robot lakaplı Emil Tzolov'du. Bir
sürü derecesi ve sayısız kupası olmasına rağmen en iyi
dereceleri Avrupa ikinciliği ve Dünya üçüncülüğüdür.
Bu bizim için büyük şanstı ve bu sporun nerelere kadar
taşınabileceğini gösteriyordu. Ardından Avrupa Gençler
Şampiyonu Alman Morris geliyordu. İnanılmaz tekniği ve yine
Avrupa Genç Bayanlar Şampiyonu Anna-Laura'nın üzerinden
double kayarken yaptığı raileysiyle büyük alkış topladı.
Ve Danimarka'dan Troelse… Onun hakkında söylenecek çok
şey var; okulumuzun kurulmasından tutun da verdiği
waterstart derslerine ve freestyle tutkunu arkadaşlarımıza
yaptığı hareketlerin tekniğini anlatmasına kadar. Troelse son
dört senedir Danimarka Kiteboard Şampiyonu ve KPWT'de söz
sahibi bir arkadaşımız. Geçen sene kurulan Cophenhagen
Cablepark'ının işletmecisi ve Danimarka şampiyonu. Daha bir
senedir bu sporu yapmasına rağmen ülkesinde iki sporda da
söz sahibi. 22 yaşında olmasına rağmen ondan çok şey
öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum.
Parkımızın sezon sonunda Ekim ayında Avrupa
Şampiyonası'na ev sahipliği yapacağından söz etmiştim ve
bunun önemini eminim herkes anlıyordur. Böyle büyük bir
organizasyonda biz de WakeacademyTr olarak ne yapabiliriz
diye yola çıktık. Buradan hareketle, Bursa ve Türkiye
Şampiyonası'nı düzenleyerek aramızdaki gençlere yarışma
deneyimi vermeyi amaçlıyoruz. Yarışmaların sonuçlarına göre
oluşturulacak bir ekip sezon sonunda ülkemizi bu
organizasyonda temsil edecek. Şimdiden daha çok yeni olan
bu spor dalında büyük bir gelişme izlemeye başladık.
Burada bulunma amacımız sırf Freestyle Progression değil tabi ki.
Esas amacımız bu parkın board sporlarında son nokta
olduğunu göstermek. Bu sporu daha fazla nasıl çekici hale
getirebileceğimizi ortaya koymak istiyoruz. Bu da şimdiden
meyvelerini vermeye başladı. Parkımız hafta içi bile Bursalı gençler
tarafından yoğun bir biçimde kullanılıyor.
Okul olarak verdiğimiz hizmetler ise Wakeboard
kiralama+başlangıç ve ileri düzey eğitimi+Wakeboard malzeme
satışından oluşuyor. Bu sporu herkese tavsiye ediyoruz ve herkesi
parkımıza bekliyoruz.
Sedat ÇELENK
Kıvanç GEDİKALİ
53
BAKUT
M
armara depreminde sarsıntıyla uyanıp ilk
geceyi sokaklarda geçirdikten sonra asıl
yıkım olan bölgelere erzak yardımı yapmak
için herkes seferber olmuştu. Ancak iş enkaz altından
yaralı çıkarmaya gelince bir avuç insan dışında herkes
uzaktan izlemekle yetindi. İnsanlar ellerinden bir şey
gelmemesinin çaresizliğini yaşadı. Aslında biraz eğitim
ve organizasyonla çok daha fazla insan bu kurtarma
çalışmalarına yardım edebilirdi.
BAKUT 1999 yılındaki Yalova depreminden sonra
Bursa Dağcılık Kulübü üyeleri tarafından 30 kişilik bir
grupla kuruldu. Dernek o günden bu yana değişik
konularda faaliyetlerde bulunuyor.
Asıl amaç; öncelikle deprem anında enkaza ulaşmak
ve enkaz altından canlı çıkarabilmek. Bunu yapabilecek
eğitimli gönüllüler yetiştiriyorlar. Yine dağda yapılan
arama kurtarma çalışmalarında kaybolan kişilere en kısa
sürede ulaşıp, onların can güvenliğini sağlıyorlar.
Konu ile ilgili görüştüğümüz BAKUT Başkanı, aynı
zamanda Kurucu Üye Eray Türemen ve Sayman Üye
Attila Ülgen çalışmaları ile ilgili olarak şu bilgileri
aktardılar.
Gidebileceğimiz ya da destek için çağrıldığımız her
yer bizim çalışma alanımızdır. 1999 depreminden sonra
birçok dernek kurulmuştu ve her türlü aramaya
katılabiliyorduk. Şimdi eskisi gibi her isteyen, her
istediği yere çalışma yapmak için gidemiyor. Öncelikli
olarak o bölgenin Sivil Savunma ekibi müdahale ediyor.
Sonra gerekli olursa sivil kuruluşlardan yardım isteniyor.
Ancak Sivil Savunma ekipleri ne kadar deneyimli,
eğitimli ve donanımlı olursa olsun depremin yaratacağı
yıkım karşısında sayıca yetersiz kalacaktır. Bu açıdan
bakıldığında sivil kuruluşlara ihtiyaç duyulacağı
anlaşılmaktadır.
Kurulduğumuz dönemde çok sayıda dernek oluşumu
vardı. Ama 1999 depreminin acıları hafifledikçe ve tarih
uzaklaştıkça bu dernekler kapandı.
Dağcılıkta, temel kampçılık eğitimi veriyoruz. Bu
eğitim arama kurtarma için en önemli basamaklardan
birisi. Çünkü kişi arama kurtarma yaparken önce kendi
güvenliğini sağlamalı ve aranan durumuna
düşmemelidir. Ayrıca ilkyardım eğitimi veriyoruz ve
alıyoruz. Kendi bünyemizde verdiğimiz eğitimleri
Tabipler Odası veya Kızılay'dan gelen desteklerle
yapıyoruz. Dışarıdan aldığımız ilkyardım eğitimleri de
aynı şekilde Sivil Savunma aracılığı ile gerçekleşiyor.
Ayrıca rafting ve mağaracılık eğitimi veriyoruz.
Bunun dışında kaya iniş-tırmanış eğitimlerimiz de var.
Bunlar için dışarıdan destek almıyoruz. Eğitmenlerimiz
aynı zamanda üyelerimiz. Sivil Savunma'dan deprem
arama kurtarma eğitimi alıyoruz. Bu eğitimlerde
yaralının bulunduğu yer tespitinden çıkarılmasına,
çevre güvenliği sağlanmasına, ambulansa
yerleştirilmesine ve hastaneye nakline kadar tüm
aşamalardan geçiyoruz.
Doğa yürüyüşleri düzenliyoruz, özellikle
üyelerimizin kondisyonu için bu çok önemli. Bu
yürüyüşlere halktan da katılım oluyor.
Yaş ortalamamız yok. Derneğimizde 20 yaşında
üniversite öğrencisi veya çalışan da var, 60 yaşında
emekli de. Üye sayımız halen 50 kişi. Bunun 3 kişisi
onursal üye. Onlar bize maddi ve manevi her konuda
yardımcı oluyorlar. Üyelerimizden 25 kişi kadarı özel
sektör çalışanı. Hemşire ve fizyoterapist
arkadaşlarımız var. Kamu sektöründen ve serbest
meslek sahibi olanlar da var.
Bize ulaşmak ve derneğimizin faaliyetlerine katılmak
isteyenler için iletişim adresimiz:
www.bakut.org.tr
[email protected]
Tel: (0224) 224 97 98
“Güneşten Korunmak”
Alışkanlık Haline Gelmeli
Y
az aylarında güneşin olumsuz
etkilerinden korunmak sağlık
açısından büyük önem taşıyor. Bu
doğrultuda; en sık kullanılan ürün güneş
koruyucular. Acıbadem Bursa Hastanesi
Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğba Türker,
güneşten korunma ve güneş koruyucular
hakkında en çok merak edilen soruları
yanıtladı.
Güneş koruyucular neye karşı korur?
Yeryüzüne ulaşan güneş ışınları temelde
ikiye ayrılır. UVA, 320-400 nm dalga
boyundaki ışınlardır ve dünyamıza ulaşan
ışınların yüzde 90-95'inden sorumludur. UVB ise 290-320 nm dalga
boyunda olup güneş yanığından asıl sorumlu olan ultraviyole
tipidir.
Güneş koruyucular en çok bu ışınlara maruz kalan deride oluşan
güneş yanığı ve bronzlaşmaya karşı korunmada kullanılmaktadır.
Bununla beraber; koruyucular uzun süreli güneş ışınlarına maruz kalma
sonucunda deride kırışıklıkların ve lekelerin belirmesini ve derinin
esnekliğinin azalmasını önlerler. Ayrıca çocuklarda benlerin gelişimini
azaltırlar. Deri kanserlerinin oluşumunu, ben kanseri (melanom) sıklığını
ve uçuk (herpes) aktivasyonunu azaltmada da etkilidirler.
Güneş koruyucuların üzerinde yazan SPF nedir?
SPF (Sun Protection Factor), esas olarak UVB ışınlarına karşı
korunmanın ölçüsüdür. Örneğin, kişi güneş koruyucu sürmeden
güneşte kaldığında 10 dakika sonra kızarıklık başlıyor ve güneş yanığı
gelişiyor ise güneş koruma faktörü 8 olan bir ürün ile ortalama 80 dakika
süresince kızarıklık gelişmeden güneşten korunabilir demektir. Yüksek
koruma ile SPF 30+ kastedilmektedir.
İdeal bir güneş koruyucunun özellikleri nelerdir?
Geniş spektrumlu olmalı, yani UVA ve UVB'ye karşı koruma
sağlamalıdır. Deriye kolay sürülebilmeli ve eşit olarak tüm yüzeylerde
56
dağılabilmelidir. Kozmetik olarak kabul
edilebilir olmalıdır; boyayıcı, parlayıcı
görünmemelidir. Ayrıca tahrişe veya allerjiye
yol açmamalıdır.
Güneş koruyucular nasıl kullanılmalı,
ne kadar sürülmelidir?
Güneşle temastan 15-20 dakika önce
güneşe açık olacak tüm bölgelere
uygulanmalıdır. İlk uygulamadan 20-30 dakika
sonra tekrar edilirse hem ek koruma
sağlanmış olur, hem de iyi sürülemeyen
bölgeler korunma altına alınır. Daha sonra 2-3
saat arayla tekrarlamak gerekir. Terleme,
yüzme, havlu ile sert bir şekilde ovalayarak kurulanma gibi faktörler
güneş koruyucunun etkisi azalır ve tekrar sürmek gerekir. Tüm vücuda
30-35 ml yani, 2-3 çorba kaşığı kadar güneş koruyucu tatbik edilmelidir.
Pratikte bu miktarın altında kalındığı görülmektedir.
Çocuklarda güneş koruyucu kullanırken nelere dikkat
edilmeli?
Altı aydan küçük çocuklarda, hem allerjik reaksiyon riski, hem de
deriden emilen güneş koruyucunun değişkenlik göstermesi
yönünden, FDA (Food Drug Administration) tarafından yanaklar ve
eller hariç güneş koruyucu kullanımı önerilmemektedir. Bu yaş
grubundaki çocuklar güneşe mümkün olduğunca giysileriyle
çıkarılmalı ya da gölgeden yararlandırılmalıdır.
Altı aylıktan itibaren, güneşe açık olan tüm bölgeler korunma altına
alınmalıdır. Özellikle hayatın ilk 20 yılında güneş koruyucu düzenli
kullanıldığında, ben sayısını, ben kanseri (melanom) ve diğer deri
kanseri riskini azalttığı gözlemlenmiştir. Bu yüzden, çocuklarımıza
güneşten korunmayı da diş fırçalama gibi alışkanlık şeklinde
kazandırmamız gerekir.
Ayrıca çocuklar için güneş koruyucu şeçimi yaparken, parfümsüz,
çinko oksit ve titanyum dioksit gibi fiziksel filtreli olmalarına dikkat
edilmeli. Bu konuda hekimlerden ve eczacılardan yardım alınabilinir.
Sürekli güneş koruyucu kullanmak vücutta D vitamini
eksikliğine yol açar mı?
D vitaminin en çok yapıldığı organ deridir. Güneş koruyucu
sürülmüş deriden süzülen ışınlar bile, derideki D vitamini üretimine
yeterli olmaktadır.
Bronzlaştırıcı ürünlerin zararı var mıdır?
Bronzlaştırıcı ürünlerin bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur.
Düşük düzeyli UVA ve SPF2 düzeyinde bir UVB koruması
sağlamaktadırlar.
Bazı makyaj ürünleri de (renkli nemlendiriciler, fondötenler,
pudralar) içerdikleri pigment maddeleri ile kısmi bir UV koruması
sağlarlar. Çinko oksit, titanyum dioksit gibi fiziksel filtreleri içeren
makyaj ürünleri SPF 15 düzeyinde koruma sağlamaktadırlar.
Güneşin olumsuz etkilerinden korunmak için farklı
önerileriniz var mıdır?
Mümkün olduğunca saat 11.00-16.00 arasında güneşte
kalınmamalıdır.
Güneş koruyucu, evden çıkmadan 15-20 dakika önce sürülmelidir.
Sadece gölgede durmak veya gezinmek bile UV'yi %50'den fazla
azaltır, bu detay unutulmamalıdır.
Yazın koyu renk t-shirtler yerine, beyaz pamuklu, sık dokunmuş
t-shirtler tercih edilmelidir.
Penceri camı UVB'den korur ama UVA'dan korunmaz.
Şapka genişliğinin en az 7.5 cm olması uygun bir koruma sağlar.
Güneş gözlükleri UVB ve UVA korumalı olmalıdır.
Yazın bol bol yeşil çay tüketilmelidir.
Gölgesi kişiden uzun ise, kişi daha güvende demektir.
Gün boyu dışarıda kalmaktan kaçınılmalıdır.
57
Hasan Semiz:
Aslında Hasan çalışmaya başladığı 1992
yılından bu yana ülkemizdeki değişimin
doğal sonucu limanlarda yaşanan hızlı ve
olağanüstü değişikliklerin de bir açıdan
canlı tanığıdır. Gemport Limanı'nda diğer
tüm operatör arkadaşları ile birlikte
yaptıkları işin doğasından dolayı mevcut
risklerin farkında olarak işlerini yürütürken
ne insana ne de çevreye zarar
gelmemesi için gerekli dikkat, özen ve
tecrübeyle çalışıyor.
İş dışında Gemlik'in simgesi
zeytincilikle uğraşan Hasan, eşi ve
çocukları için iyi bir baba olduğu kadar,
halen ilgilendiği anne ve babası için de iyi
bir evlat.
İçimizden
Biri
İnsanoğlunun fiziksel gücünün üzerindeki
ağırlıkları kaldırılması binlerce yıldır hep problem
olmuştur. Mevcut ilk yazılı dokümanlarda,
ağırlıkların bir donanım ve düzenek yardımı ile
kaldırılmasının, İ.Ö. 530 yıllarında Efes Artemis
Tapınağı'nda gerçekleştiği şeklinde bir bilgi olsa
da Mısır gibi dünyanın birçok yerinde farklı
uygarlıkların bu tarz düzenekleri çok daha önce
kullandığı düşünülmektedir.
Ç
ağlar boyu ticaretin gelişimiyle birlikte dünya ticaretinin büyük bir kısmının
denizyolu ile yapıldığını biliyoruz. Gemilerin limanlarda yüklenmesi ve
boşlatılması amacıyla gerek gemi üzerinde gerekse karada ağır yüklerin
kaldırılması için sürekli gelişen çok çeşitli vinçler, donanımlar kullanılmıştır. 1950'li
yıllardan sonra konteynır taşımacılığının gelişimi ile bu alanda gerek yapısal
gerekse teknolojik anlamda çok hızlı gelişmeler yaşandı.
Bu gelişmeler sonucunda, günümüzde konteynır terminallerinde mobil vinç
ve SSG (ship to shore gantry) olmak üzere çok hızlı ve tonlarca ağırlıktaki
konteynırları elleçleyen vinçler kullanılmaktadır.
Çoğumuzun bir şekilde, ya televizyon ekranlarından ya da İstanbulluların
Kadıköy-Eminönü vapur geçişlerinde Haydarpaşa Limanı'ndan aşina olduğu bu
konteynır vinçlerini kullanmak için belirli bir süre eğitim ve eskilerin tabiri ile biraz
da meleke gerekiyor.
Hasan Semiz, 1992 yılında Türkiye'nin ilk özel sektör Limanı Gemport'ta işçi
olarak çalışmaya başlayan ve son sekiz yıldır da 100 ton ağırlık kaldırma
kapasitesine sahip konteynır vinçlerini başarıyla kullanan 19 kişilik vinç operatör
gurubunun bir mensubudur.
Hasan, 1969 yılında Umurbey/Gemlik'te doğmuş ve askerlik dışında hayatının
büyük bir bölümünü bu bölgede geçirmiş. Maddi yetersizlikler nedeniyle eğitimini
tamamlamadan çalışma hayatına atılarak mermer fabrikasında çalışmaya
başlamış. 1992 yılında yolu Gemport ile kesişen Hasan, bir süre düz işçi olarak
çalıştığı Gemport'ta daha sonra sunulan fırsatı değerlendirip, aldığı eğitimleri
sonunda 2000 yılında vinç operatörlüğüne başlamış ve o günden bu yana farklı
tip ve modelde vinçler kullanarak çok çeşitli yükler elleçlemiştir. Bugün ise
sadece konteynır yükleri için operatörlük yapıyor.
59
S/S Turan Emeksiz
Otantik Otel Güzelyalı
Ş
irket-i Hayriye vapurlarından Kanlıca, Ali İhsan Kalmaz, İnkılap ve
Turan Emeksiz gemileri ekonomik ömürlerini doldurdukları için
tersaneye çekilip emekli oldular. İçlerinde en şanslısı Turan Emeksiz
Yolcu Gemisi'dir. 1961 yılında İngiltere-Glaskov'da İstanbul Şehir
Hatları için üretilen yolcu gemisi, 27 Mayıs 1960 devriminde şehit olan Turan
Emeksiz'in adını almıştır. Turan Emeksiz Yolcu Gemisi yaklaşık 44 yıl KadıköyKaraköy-Haydarpaşa arasında yolcu taşımıştır.
Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nden Güzelyalı Belediyesi'nce satın alınan
Turan Emeksiz Yolcu Gemisi restoran ve otel olarak restore edilip işletilmek
üzere ihaleye çıkarıldı. 15 yıllığına ihaleyi alan BCR Turizm Tekstil İnşaat ve
Sanayi A.Ş. tarafından aslına sadık kalınarak iki milyon dolara restore edildi.
Hulki Türe'nin mimari projesini üstlendiği yüzer otelin restorasyonu sırasında
motor ve kazan dairesi de söküldü.
Yüzer otelin düğün, şirket toplantıları, kokteyl, balo gibi özel günlere ayrılan
200 kişilik çok amaçlı salonu ile balık restoranı bulunmaktadır. Ayrıca 2 suit
odası ve 18 standart odası bulunan gemide, 35 kişilik bir toplantı salonu ve
kafeterya da yer alıyor. Kaptan Köşkü'ndeki Müze-Cafe'de VIP müşterilerinin
ağırlanacağı özel bölüm bulunmaktadır. Turan Emeksiz Gemisi'nin
bellboyundan garsonuna kadar toplam 40 kişiden oluşan personeli gemici
kıyafetleriyle hizmet veriyor. Bursa Güzelyalı'da 2007 Nisan ayından itibaren
hizmet vermeye başlayan Otantik Gemi Otel ve Balık Restoran, balık ve balık
mutfağının çok çeşitli mezelerinin yer aldığı zengin bir menüye sahiptir.
Kapalı ve açık olmak üzere iki ayrı bölümü bulunan restoranda greek müzik
eşliğinde dostlarınızı ve arkadaşlarınızı ağırlayabilirsiniz.
60
Çalışanlarımızdan
haberler
EVLİLİK
11.01.2008'de evlenen Osman ve Esin Mete çiftine;
04.05.2008'de evlenen Ebru ve Ercan Çalar çiftine;
20.05.2008'de evlenen Veysel Emre ve Meral Zerrin çiftine;
22.05.2008'de evlenen Okan ve Irma Bayramoğlu çiftine;
Mutluluklar dileriz.
DOĞUM
20.05.2008'de Miray adlı bir kız çocuğu olan
Mevlüt Boylu ve ailesini;
08.05.2008'de Hüseyin adlı bir erkek çocuğu olan
Birol Elgün ve ailesini;
25.06.2008'de Hüseyin adlı bir erkek çocuğu olan
Alpay Erhan ve ailesini;
02.07.2008'de Ahmet Emin adlı bir erkek çocuğu olan
Zeki Pekmez ve ailesini;
09.07.2008'de Tarık adlı bir erkek çocuğu olan
Yasin Atmaca ve ailesini;
11.07.2008'de İrem Rana adlı bir kız çocuğu olan
İsmail Özaktan ve ailesini;
14.07.2008'de Esra adlı bir kız çocuğu olan
Coşkun Aydın ve ailesini;
Kutlar, çocuklara uzun ömürler dileriz.
VEFAT
29.05.2008'de operasyon bölümü çalışanlarından
Necmettin Çevik geçirdiği trafik kazası sonucu vefat
etmiştir. Çevik ailesinin acısını paylaşır,
Necmettin Çevik'in nur içinde yatmasını dileriz.
63
Çengel Bulmaca
M
U
S
A
R
L
K
S
A
A
Z
İ
B
E
L
A
M
E
H
B
A
R
Y
İ
A
Yukarıda verilmiş olan ipuçlarından yararlanmak suretiyle aşağıdaki parçaları
uygun bölümlere yerleştirdiğinizde bulmacayı tamamlayacaksınız.
H
B
A
R
Y
İ
A
A
Y
64
I
L
E
K
M
A
B
E
Y
H
E
B
B
E
E
N
S
O
R
T
M
U
S
M
B
R
S
E
İ
F
T
İ
E
O
S
M
L
O
R
E
İ
A
R
L
İ
R
T
E
A
A
N
A
R
Z
K
S
A
N
O
O
Y
A
İ
M
E
P
E
A
N
G
A
Z
İ
S
İ
L
D
U
T
İ
R
T
T
İ
B
E
L
A
S
E
E
N
L
E
A
M
E
N
S
A
K
A
N
G
O
N
A
L
T
E
T
İ
M
A
L
O
E
B
K
A
T
A
A
Y
I
R
M
E
O
K
N
Ç
M
D
A
İ
A
M
T
C
E
U
N
K
A
U
İ
K
T
U
N
A
K
O
A
K
I
C
A
R
H
U
A
R
T
K
U
A
A
Geçen Sayıdaki Bulmacanın Çözümü
[email protected]
www.gemport.com.tr
GEMPORT BİR TÜRKİYE İŞ BANKASI KURULUŞUDUR
İHRACATA GİDEN YOL
Gemport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri A.Ş. Kocaçukur Mevkii.
Tel: +90 224. 524 77 20 (Pbx)
Fax: +90 224. 524 88 30
P.K. 101 16600 Gemlik / BURSA

Benzer belgeler