dosyayı indir - kuşadası ilçe müftülüğü

Transkript

dosyayı indir - kuşadası ilçe müftülüğü
KUŞADASI MÜFTÜLÜĞÜ PERSONELİ KÜLTÜR VE TARİH SEMİNERLERİ EĞİTİM KİTABI
18 OCAK 2016 PAZARTESİ
KUŞADASI
CAMİLER TÜRBELER
MEZARLIKLAR
KUŞADASI
TARİH
DEMOGRAFİ
MUTFAK
MEŞHUR ZATLAR
CAMİLER
HAMAMLAR
SU KEMERLERİ
ÇEŞMELER
GÜVERCİNADA
KERVANSARAY
TEKKELER
TÜRBELER
MEZARLIKLAR
MEZAR TAŞLARI
MEZAR TAŞI
SEMBOLLERİ
KUŞADASI
Sayfa 2
TAKDİM
Kuşadası Müftüsü olarak 7 Kasım 2014 tarihinde bir Cuma günü Kaleiçi Camiinde şükür namazı kılarak göreve başladım. 5 yıl Belçika’da
görev yapmanın bana getirdiği rahatlıkla, caddelerinde birkaç dilin konuşulduğu bir ilçeye
müftü olarak atanmıştım. Kuşadası Müftüsü
olunca, Kuşadası’na yakışır işler yapmak gerekiyordu. Yapılamayanları yapmak, yeni olan
şeyler üretmek, Kuşadası’na değer katacak projelere imza atmak gerekiyordu.
Kuşadası Kültürel ve Tarihi Mirası Koruma Derneği Başkanı, Türk Mezar Taşları Uzmanı, Turist rehberi, tarih ve kültür araştırmacısı, köşe yazarı, AB Proje Uzmanı vb. değişik
alanlarda faaliyet gösteren ve Türk Kültür Elçisi olarak gördüğüm değerli büyüğüm Sayın Mahmut ÖKÇESİZ Bey’i tanıyınca, tam aradığım kişiyi buldum dedim. İşte bu proje
Mahmut Bey’in projesidir. “Kuşadası Müftülüğü Personeli Kültür ve Tarih Seminerleri
Eğitim Kitabı” nı hazırlayıp bir program dahilinde Kuşadası’nı bizlere tanıtacak olan bu
eseri meydana getiren Mahmut Ökçesiz Bey’e şükranlarımı arz ediyorum. Mahmut Ökçesiz Bey bizim bu konuda ufkumuzu açtı, yolumuzu aydınlattı ve yeni hedefler konusunda bizlere ışık tuttu.
Bu seminer çalışmasını el kitabı haline getirip din görevlilerimize takdim etmek bizim
için önemli bir görevdir. Amacımız bu seminerle, Kuşadası’nda camilerinde görev yapan
personelimizi Kuşadası’nın manevi dinamikleri hakkında bilgi sahibi yapmak, Kuşadası’ndaki tarihi camiler ve mekanlar hakkında bilgilendirmek, Din görevlilerimizi eğitmek, bulunduğu, görev yaptığı ilçe hakkında bilgi sahibi yapmaktır.
Bu çalışmanın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyor, seminerimize
katılan din görevlilerimize teşekkür ediyor ve selam ve saygılarımı sunuyorum.
Vehbi AKŞİT
Kuşadası Müftüsü
23 Aralık 2015
Sayfa 3
KUŞADASI KÜLTÜR ve TARİH SEMİNERLERİ
Ege bölgesinin önemli turizm kentlerinden biri olan Kuşadası
yurt içi ve yurt dışında turizm kent diye bilinmekte ve tanınmaktadır. 1965 yılından itibaren kitle turizmi ile aşırı yapılaşma
sonucu önemli kayıplara uğrayan Kuşadası’nın değerleri olarak
güzel iklimi, ören yerlerine yakın konumu, limanı, ticari imkanları ve plajları tanıtılmaktadır. Kuşadası , 11. yüzyılda Selçuklu
imparatorluğu ile başlayan, akabinde beylikler dönemi ile devam eden ve nihayetinde 1413 yılı Çelebi Mehmet’in fethi ile
bin yıldan fazla bir Türk-İslam yurdudur. Kentimizde Türk izlerini gösteren tarihi camilerimiz, mezarlıklarımız, türbelerimiz,
tekkelerimiz, kalemiz, kervansarayımız, tarihi evlerimiz, sur
duvarlarımız, hamamlarımız, vb. ecdat yadigârı tarihi eserlerimiz olduğu kadar, Türk-Müslüman toplumunun günümüze kadar gelen mutfağı, adet ve gelenekleri, türkülerimiz, abidevi
şahsiyetlerimiz ve din alimlerimizde vardır. Turizm kenti olması hasebiyle maalesef bu manevi dinamiklerimiz arka plana atılmış ve turizm tehdidi ile unutulmaya çalışılmaktadır.
2011 yılında kurulan Kuşadası Kültürel ve Tarihi Mirası Koruma Derneği’nin amacı Kuşadası’nın kültürel ve tarihi mirasını korumak, unutulmaya yüz tutmuş dinamiklerimizi canlandırmak, tahrip olmuş eserlerimizi restore ettirip canlı kültür mekânları haline getirmek ve millimanevi değerlerimizi halkımıza anlatmak, öğretmek ve yaşatmaktır. Bu cümleden olarak kurulduğumuz andan itibaren yoğun bir çalışmanın içerisine girdik ve ilk iş olarak eski mezarlıklar ve
mezar taşları üzerinde çalışmalar yaptık. 2013 yılında yayınladığımız “ Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşları kitabı ile kent tarihimizin bilinmeyen bir noktasını aydınlatmaya çalıştık.
2013 yılında Kuşadası Kültür ve Tarih Seminerleri adıyla başlattığımız eğitim hareketi hız kesmeden devam etmekte ve her yıl tekrarlanmaktadır. 2016 yılı için yapacağımız seminerlerimizin
ilkini “ Kuşadası Müftülüğü Personeli “ne yönelik olarak planladık. Müftümüz, vaiz hocalarımız, imam-hatiplerimiz, müezzin-kayyumlarımız ve müftülük personelimiz elit ve bilgili insanlardan oluşmakta ve bu kentin manevi dünyasını inşa etmektedirler. Onların katılacağı bir seminerin kentin manevi hayatına çok olumlu faydalar sağlayacağına inancımız tamdır. Bu vesile ile
bu seminerin yapılmasına izin veren sayın müftümüz Vehbi AKŞİT beye ve seminere katılan
sizlere şükranlarımı sunar, hayırlara vesile olmasını cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Hürmetlerimle
Mahmut ÖKÇESİZ
24 Aralık 2015
KUŞADASI
Sayfa 4
KUŞADASI MÜFTÜLÜĞÜ PERSONELİ
Sıra
No
1
2
3
4
5
6
7
8
Adı Soyadı
Unvan
Müezzin-Kayyım
ALİ IŞIK
HANIM C.
İmam-Hatip
ALİ TOKALI
Müezzin-Kayyım
MÜMÜN ERTEK
İmam-Hatip
CAVİT YAŞAR
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
KİRAZLI MH. C.
DAVUTLAR MH. HANİFE ŞAKİR
AVCI C.
İmam-Hatip
KADİR GÜZEY
KALEİÇİ C.
İmam-Hatip
METİN DİRGEN
MEHMET DENEK
11
MİMAR OSMAN C.
DAVUTLAR MH. HANİFE ŞAKİR
AVCI C.
İmam-Hatip
MEHMET EMİN YILDIRIM
SANAYİ C.
İmam-Hatip
Müezzin-Kayyım
ALİ KÖSE
NAZMİYE DENEK
GÜZELÇAMLI MH. H. İBRAHİM
PEHLİVANLI C.
MİMAR OSMAN C.
Kuran Kursu Öğreti
cisi
İmam-Hatip
EKREM DUYAR
GÜZELÇAMLI KIZ
İKİOLUKLU ATİK C.
Müezzin-Kayyım
MEHMET ARZU
CUMHURİYET MH.BELEDİYE C.
İmam-Hatip
ALİ YILMAZ
HANIM C.
İmam-Hatip
BİLAL ÇOBAN
ÖZAYDIN-BAYÜLGEN C.
İmam-Hatip
HALİL İBRAHİM BİCE
HACI İBRAHİM C.
İmam-Hatip
MEHMET UYSAL
İKİÇEŞMELİK C.
İmam-Hatip
ÖMER YILDIRIM
TÜRKMEN C.
İmam-Hatip
RAMAZAN AKİL
İmam-Hatip
KASIM NİŞANCI
CAFERLİ MH.C.
GÜZELÇAMLI MH. H. MUSTAFA
ŞENAY C.
Müezzin-Kayyım
BÜLENT SAYDAN
Cep Telefonu
5356825715
VEHBİ AKŞİT
9
10
Görev Yeri
İlçe Müftüsü
DAVUTLAR MH. İSLAMŞANLI C.
532 2775343
537 2746648
5438953816
530 2520704
536 8345575
5432977173
5382987818
536 4797600
533 7459985
5399667400
534 2481341
531 2089458
542 8260779
535 5930704
537 2206702
546 2322525
542 449 83 20
537 785 33 96
542 7971499
533 7459284
Sayfa 5
Sıra
No
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
Adı Soyadı
Unvan
Görev Yeri
BÜLENT SAYDAN
Müezzin-Kayyım
DAVUTLAR MH. İSLAMŞANLI C.
İmam-Hatip
HACI FERİT DEMİREL C.
İmam-Hatip
GÜZELÇAMLI MH. MRK. C.
İmam-Hatip
DAVUTLAR MH. YENİ C.
Müezzin-Kayyım
DAVUTLAR MH. YENİ C.
CÜNEYT TÜRK
ABDULLAH GEDİKLİ
FAZLI UZUN
MEHMET EMİN BAŞOĞUL
İSMAİL ÖZDEMİR
TAHİR ÖZTÜRK
Müezzin-Kayyım
HACI İBRAHİM C.
Müezzin-Kayyım
ÖZAYDIN-BAYÜLGEN C.
İmam-Hatip
MUSTAFA ADALIOĞLU C.
Müezzin-Kayyım
TÜRKMEN C.
MEHMET CENGİZ
RAMAZAN YAVAŞ
HASAN HÜSEYİN ÇORLU
NAZİLLİ SİTESİ C.
ALİ ERDOĞAN
Müezzin-Kayyım
5443023063
5305928861
536 7318745
536 7614036
5347894522
533 6373843
5059069567
5308820654
5462908592
Veri Haz.ve Kont.İşl.
ZEKERİYA GÜLTEKİN
NAZMİ YUMUŞAK
533 7459289
5395202010
Veri Haz.ve Kont.İşl.
İmam-Hatip
533 7459284
0545 9496941
Şoför
NURULLAH MUSTAFA ÇAYIR
HALİL İBRAHİM AKKAYA
Cep Telefonu
DAVUTLAR MH. H.HALİL GÖKYÜREK C.
531 2729009
5304879715
Hizmetli
MUHAMMET HİLMİ SÜRER
545 3203132
Hizmetli
HAYDAR YILMAZ
İmam-Hatip
CUMHURİYET MH.BELEDİYE C.
İmam-Hatip
SOĞUCAK MH. C.
İmam-Hatip
YAYLA MH.C.
İmam-Hatip
DAVUTLAR MH. İSLAMŞANLI C.
İmam-Hatip
ÇINAR MH. C.
Kuran Kursu Öğreticisi
CAMİATİK MAHALLESİ
İmam-Hatip
YENİ MH.C.
MEHMET DUMAN
ÖMER TAŞ
DİLAVER ALKIN
ABDURRAHMAN TOLUNAY
ŞERİFE ERGİN
SÜLEYMAN HİLMİ EKER
532 485 95 73
5376386757
5064629436
5368977662
5374601217
(505) 229 50 62
5469592396
KUŞADASI
Sayfa 6
KUŞADASI
Kuşadası , Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biridir. Ege bölgesinde Aydın il sınırları
içerisinde bulunan ve Adalar Denizinde kendi adıyla anılan Kuşadası körfezi üzerinde kurulmuş olan bu şirin ilçemiz ülkemizin batıya açılan önemli gümrük limanlarından biri olma
özelliğini yıllardır korumaktadır. İstanbul’dan sonra en çok turizm gelirimiz Kuşadası’ndan
elde edilmekte ve Kuşadası , Türkiye’nin kurvaziyer limanları arasında birinci sıradadır. Kentin en önemli gelir kaynağı turizm olduğundan ticaretin büyük bir kısmı turizm etkinlikleri ile
ilintilidir.1965 lerde başlayan Kuşadası Turizmi ülkemizde ilk olmasından dolayı süratle gelişme kaydetmiş ve kentin kaderi 1980 lerden sonra süratli bir şekilde değişmeye başlamıştır.
Turizmden önce 8.000-10.000 nüfusu olan kent, turizmin gelişmesi ile hızlı bir göç almaya
başlamış ve yurdumuzun her tarafından gelen girişimciler bu kente yerleşmiş ve turizm sektöründe çalışmaya başlamışlardır. Bu yoğun göç olgusu beraberinde çarpık yapılaşma, aşırı betonlaşma, plansız ve altyapısız sitelerin yapılması, şehrin tarihi dokusunun rant uğruna tahrip
edilmesi, vb olumsuzluklara zemin hazırlamış ve Kuşadası turizm yolu ile kaybedilen kentlerin
öncüsü olmuştur.
2000 li yıllarda bu göç daha da hızlanmış ve küçük bir sahil kasabasından büyük bir turizm
kenti haline dönüşen bu güzel kentin nüfusu 100.000 sınırına dayanmış ve hatta bu sınırı da
geçmiştir. . 2011 yılındaki adrese dayalı nüfus sistemine göre kentin resmi nüfusu 81.665 ilen
2015 yılı itibarı ile 105.000 olduğu tahmin edilmektedir. Her yıl Ocak-Nisan ayları arasında
göç dalgası tekrarlanmakta ve şehrin nüfusu artmaktadır. Artan nüfus ve turizm yatırımları
beraberinde başta inşaat olmak üzere çeşitli sektörleri tetiklemiş ve Kuşadası bir beton şehir
olma özelliğini kazanmıştır. Kuşadası’nda ihtiyaçtan fazla konut yapımı, yılın sadece iki-üç
ayı dolu olan yazlık sitelerin yapımı, 3-5 masadan fazla müşterisi olmayan sayısız lokantaları,
25-30 TL günlük oda kahvaltılı yatak satan küçük ve bakımsız otelleri ile turizmden kazanan
değil aksine kaybeden bir kent havasına dönüşmektedir.
Kuşadası Kültürel ve Tarihi Mirası Koruma Derneği olarak 2011 yılından itibaren bu kentin
kültürel ve tarihi değerlerini korumak için büyük bir mücadele veriyoruz. Kuşadası’nda rant
uğruna tahrip edilen, her geçen gün sayıları azalan, binaları ve tarihi eserleri onarmak, tarihi
miras olarak bize emanet edilen ve yüzyıllardır ayakta duran ecdat eserlerini halkın koruması
için onları bilinçlendirmek ve somut olmayan kültürel miras envanteri çıkarmak, adet, gelenek
ve görenekleri günlük hayatta yaşatmak, Kuşadası mutfağının güzel örneklerini kentimize gelen yerli ve yabancı konukların damak zevkine sunmak, vb etkinlik ve çalışmalar ile Kuşadası
markası oluşturma çabalarının bir bölümünü oluşturmak ana amacımızdır. Kuşadası hem fırsatlara ve hem de tehditlere çok açık bir kent olarak önümüzde durmakta ve bizim kent halkı
olarak ne yapacağımızı merakla beklemektedir. Bize göre Kuşadası için yapılması gereken ilk
önemli konu kente inşaat yasağı uygulanması, mevcut turizm yatırımlarının tamamlandıktan
sonra askıya alınması ve yeni yatırım teşviklerinin verilmemesi, donanımı eski otellerin yenilenmesi ve kentin fiyatının yükseltilmesidir. Ayrıca marka oluşturabilmek için TÜRK KÜLTÜR ögeleri ön plana çıkarılmalı, kültürel miras konuları ciddi ve akademik bir anlayışla ele
alınıp düzenlenmeli ve yerli-yabancı konuklar bu kültür değerleri ile ağırlanmalıdır. Kuşadası’nın kurtuluşunun tek reçetesi TÜRK KÜLTÜRÜ ve özüne dönmektir.
Sayfa 7
COGRAFİ KONUMU ve İKLİMİ
Kuşadası, Türkiye’nin batısında Ege bölgesinde kendi anıyla anılan Kuşadası körfezinde
yer alır. Kuzeyinde Selçuk ve Pamucak, güneyinde Dilek yarımadası, doğusunda Bülbül
dağı ve Batısında Ege denizi yer almaktadır. Coğrafi konumu kara ve deniz ulaşımında
turistik yol güzergahı üzerinde yer aldığı için, günümüzde önemli turistik merkezlerden
biri olmuştur. Kuşadası’nın coğrafi konumu 37 derece 51 dakika kuzey enlemi ile 11 dakika doğu boylamıdır. Kuşadası topoğrafyası denizselliğin daha etkili olduğunu gösterir. Sahile paralel dağ sırası ve etkili bir yükseltinin bulunmaması nedeniyle hava akımlarının
kara içlerine doğru girmesine imkan sağlar. Bu avantajı nedeniyle hava akımlarında fazla
değişiklik görülmez. Kuşadası’nda kışın yüksek atmosfer basıncı ve yazın düşük atmosfer
basıncı olmaktadır. Kuşadası’nda ortalama hava sıcaklığı yılın 10 ayında genel olarak 10
derece sıcaklığın altına düşmez ve bu özelliği ile Kuşadası ılıman bir bölge olarak kabul
edilebilir. Yıllık ortalama sıcaklık 16 derecedir. En sıcak ay 25, 1 derece ortalama ile
Temmuz, en soğuk ay 9.0 derece ortalama ile Ocak ayıdır. Uzun yıllar ortalamasına göre
en sıcak gün 41,6 derece ile 5 Temmuz 1998 de olmuş ve en soğuk gün 3 Ocak 1942 senesinde -10,2 derece ile gerçekleşmiştir.
Kuşadası’nda yağışlar Eylül ayında yoğunluk kazanarak Aralık-Ocak aylarında en yüksek
yağış seviyesine ulaşır ve Mart ayından itibaren de yağışlar azalmaya başlar. Kuşadası’nın
yağış rejimi oldukça istikrarsızdır ve ilçemiz ortalama 75 gün yağışlıdır. Kar yağışı Türkiye’yi etkileyen Sibirya yüksek karakterli soğuk hava kütlesi ile Balkanlardan gelen aynı
hava kütlelerinin kuzey Anadolu’dan güneye sarkması nedeniyle kar yağışı nadir olarak
görülmektedir. Yıllık ortalama yağış 642 mm’dir. Kuşadası deniz suyu sıcaklığı yıllık ortalaması 19.2 derecedir. Mayıs –Ekim ayları mevsim özelliklerinden ve sıcak havanın etkisi
ile 20.03 derecenin üstündedir. Sıcaklık ve etkili hava kütlelerine göre rüzgarında yıllık
seyri değişmektedir. En kuvvetli rüzgar hızları Aralık-Ocak aylarında olur ve Kuşadası’nda yıllık fırtınalı gün sayısı 18 günü aşmaz.
KUŞADASI
Sayfa 8
KUŞADASI TARİHİ
Kuşadası’nın ne zaman ve nerede kurulduğuna dair çeşitli görüşler ileri sürülmekte ve kentin
tarihi hakkındaki araştırmalar halen devam etmektedir. Bugünkü görüşlere göre Truva savaşlarından sonra Kral Menallos’un ağabeyi Agamemnon’un bugün Pigale adı verilen deniz kenarında İ.Ö. 1190 yıllarından itibaren 10 yıl süre ile gemilerinin bakımını yaptırdığı ve bir
süre burada askerlerini dinlendirdiği bilinmektedir. (1) Dor’ların Anadolu’yu kasıp kavuran
işgallerinden sonra kurulan 12 İon şehirlerinden olan Efes ve Panaonion şehirleri arasındaki
Kuşadası bir sayfiye yeri olarak kullanılmaktaydı. Büyük İskender’in İ.Ö. 334 yılında Pers
istilasına son verip, İon şehirlerini ele geçirmesinden 10 yıl sonra imparatorluğu parçalanmış
ve generallerinden Lysimachos Efes ve çevresini yönetmiştir. Efesli hanımların istekleri ile
İ.S. 1. Yüzyılda bugünkü Yılancı burnu mevkiinde bir küçük sayfiye şehri kurulmuştur. Efes
şehir limanının Küçük Menderes tarafından doldurulup ortadan kalkmasından sonra Kuşadası körfezi önem kazanmış ve göçler başlamıştır. Daha sonra Bizans egemenliğine giren Kuşadası Scala Nova adıyla Yılancı burnu ve küçük ada çevresinde genişlemeye başlamış ve sur
duvarları yapılmıştır.
İ.S. 8. ve 9. Yüzyıllarda Arapların istilasına uğrayan ve tamamen tahrip edilen Batı Anadolu
bölgesindeki antik yerleşimlerin çoğu tahrip edilmiş ve yağmalanmıştır. İ.Ö. 6. Ve 7. Yüzyıllarda Denizli ve Afrodisias bölgelerine yerleştirilen ve Bizans ordusunda paralı askerlik yapan Hazar ve Peçenek Türklerinin olduğunu biliyoruz ancak Kuşadası yöresine geldikleri
hakkında bir bilgi yoktur. İ.S. 1000 yıllarında Türk kavimleri bu bölgeye akınlar yapmaya
başlamış ve şehir bugünkü adıyla Andız Kulesi civarında kurulmuştur. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’nun kapıları tamamen Türklere açılmış ve akabinde Anadolu Selçuklu
devleti kurulmuş ve 1186 yılında II: Kılıçaslan Ayasuluk ve yöresini Fethetmiştir. Anadolu
Selçuklu devletinin zayıflamasından ve 1. Moğol istilasından sonra Selçuk, Birgi, Ödemiş ve
Aydın yörelerini kapsayan Aydınoğluları Beyliği 1034 yılında kurulmuş ve yörede 1390 tarihine kadar hüküm sürmüşlerdir.
Sayfa 9
Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt Han aynı yıl Ayasuluk şehrini ele geçirmiş ve Kuşadası’na Osmanlı akınları başlamıştır. Kuşadası 1413 yılında Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmet
tarafından Osmanlı devleti topraklarına katılmıştır. Osmanlı döneminde Güvercinada adıyla
bilinen kale merkezli bir yerleşime sahne olan Kuşadası kalesi ve çevresi jeopolitik konumu
nedeniyle önemli bir deniz üssü haline gelmiştir. Kuşadası kenti Osmanlı döneminde kalesi ile
özdeşleşmiştir ve kale şehrin her şeyidir. Akdeniz kıyılarında ortaçağ ve yeniçağlarda var olan
yerleşim birimleri için geçerlidir. Denizden gelebilecek saldırılar ancak ve ancak korunaklı,
sağlam ve silahlı birliklerce savunulan surlar gerisinden püskürtülebilirdi. Osmanlı siyasi gücünün Batı Anadolu’nun verimli ovalarında üretilen malların başkent İstanbul’a düzenli olarak
akmasını sağlamak gibi bir planı varsa bu güvenliğin sağlanması daha da önemli hale geliyordu. Kaleler çoğunlukla kalın bir duvar, yani sur, ve bu duvar boyunca dizilen aralıklı burçlardan oluşur. Duvarlar taş ve tuğladan yapılır ve horasan harcıyla örülür. Burçlar birbirlerini
görebilecek ve koruyabilecek biçimde konumlandırılır. Duvarlarının üstü, savunma kolaylığı
için düz yapılır ve bu düzlüğe “seğirdim yeri” denir. Kale kapısı önemli bir noktadır, kaldırılabilen köprüler, açılan kapı kanatlarının önüne inen ikinci bir kapı, “hisarpeçe” adı verilen ve
özellikle kapıyı koruyan kule, hep bu zayıf noktayı güçlendirme amacı taşır. (2)
Osmanlı Kuşadası’nda şehir Kalenin içi ve dışı olarak kurulmuştur. İç kalede yöneticiler ve
yönetsel işlevlere sahip binalar yer alırken, dış kalede bazı zanaat faaliyetleri ve mahalleler yer
almaktadır. Şehrin çekirdeğini oluşturan kalenin, bunun dışında Osmanlı şehirlerinde önemli
askeri ve idari fonksiyonları da bulunmaktaydı. Devletin resmi belge ve kayıtları, para ve değerli eşyalarla, vakıf ve tüccarların malları güvenli bir yer olarak kabul edilen kalelerde saklanırdı. Beldenin hapishanesi de kalede bulunurdu. Kuşadası Güvercin ada kalesinin 1534 yılında Osmanlı kaptan-ı deryası büyük denizci Barbaros Hayreddin paşa tarafından tekrar yaptırıldığı, kaleye muhafız ve şahi toplar konulduğu , kale etrafının surlarla güçlendirildiği Osmanlı
belgelerinde kayıtlıdır. Seferi-bahri Cezayir adlı ve daha sonra Sığla sancağı adını alacak büyük bir eyalet-Çeşme Kuşadası kıyı şeridinden başlayarak, Adalar denizindeki tüm adalar ve
Cezayir ve Tunus’a kadar olan kocaman bir bölge-kaptan-ı derya eyaleti olarak anılmaktaydı.
KUŞADASI
Sayfa 10
Kuşadası 1615 yılında sadrazam Konevi Kara Mehmet Paşa’nın Cezayir eyaletinin kendisine verilmesinden sonra esaslı bir onarım ve genişlemeye tabi tutulmuştur. Kervansaray, kale
içi cami ve bedestenler yaptırılmış, sur ve kale duvarları onarılıp kuvvetlendirilmiş ve kale
muhafız ve top sayıları artırılmış ve Kuşadası Sakız gümrük mukataasının önemli bir parçası
olmuştur. Kasabaya haftalık Pazar kurma hakkı da tanınmıştı. Kuşadası yerleşimi kentteki bu
kale ile öylesine bütünleşmişti ki 1676 tarihinde Anya nam-ı diğer Kuşadası adıyla kaza, nefs
yani şehir ismi olarak da Enderun-ı kala-i Kuşadası şeklinde kaydedilmişti. (3) Güvenlik konusunda yerine getirmekte olduğu hizmetlerden dolayı vergiden muaf olmakla beraber, devletin satışını yasakladığı metanın dışarıya gönderildiği önemli bir kaçakçılık limanı olma özelliğini daima muhafaza etmiş idi. Hatta küçüklü büyüklü bazı Osmanlı yöneticileri bile bu kaçakçılığın içindeydiler. Bunun önüne geçmek isteyen Osmanlı yöneticilerinin XVII. yüzyıl
başlarında bu duruma bir çekidüzen vermek istedikleri anlaşılıyor.
Osmanlıların batı Anadolu kent ve limanlarını ele geçirmesinden sonra bu bölgeden yapılan
dış ticareti denetlemeye çalışmaları ve üretim mallarını ki bunlar arasında özellikle hububat
türü ürünler ayrı bir öneme sahiptir. Özellikle İstanbul’a yönlendirmeye çalışmaları, bu bölge
ile yabancı ülkeler arasındaki dış ticareti gerileten nedenlerin başında gelmektedir. Osmanlı
Devleti’nin Akdeniz’deki Venedik ile mücadelesinin temelinde de bu yatmaktadır. Bu trafiği
kontrol etmek için de kıyı kentlerindeki limanlarda var olan kaleler güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Evliya Çelebinin ayrıntılı anlatımına göre Kuşadası kalesinde 110 nefer
ve 1 kale dizdarı bulunuyordu. Kale dört köşeli, etrafı denizle çevrili kargır ve taştan yapılmıştı. Güney tarafı yokuş yukarı ve kayalık bir zemine sahipti. Ele geçirilmesi zor bir yerde
bulunmakla birlikte, etrafında hendeği yoktu. (4) İçerisinde 40 adet Balyemez topu 10 kadar
neferi vardır.
EVLİYA ÇELEBİ GÖZÜYLE KUŞADASI
Sayfa 11
Evliya Çelebi 1670 tarihlerinde Kuşadası’na gelmiş, burada kısa bir süre kalmış ve sonradan
kaleme aldığı meşhur seyahatnamesinde Kuşadası’nı böyle anlatır
“ Evsaf-ı Kala-ı Müjgan yani Kuşadası şehri “ dediği Kuşadası’nı şöyle anlatmaktadır. Kalesini IV. Murat yaptırtmıştır. Öküz Mehmet Paşa vakfındadır. Voyvodası vardır. Yüz yük akçeye mültezim gümrük eminidir. Kethüda yeri yoktur. Ancak yüz nefer yeniçeriye sahip serdarı
vardır. Kalesi lebiderya bir temel üzerine kurulmuş dört köşe bir binadır. Güneyi yokuş yukarı
kayalar üzerine kurulmuştur. Korunaklı ve sağlam yerler olduğundan etrafında hendeği yoktur. Deniz sahili alçak, geniş ve kumsal yerlerdir. Duvarının yüksekliği 15 arşındır. (10.2m).
Üç kapısı vardır, biri batıya bakan iskele kapısıdır ki gümrük emini burada oturur. 80 odası
vardır. Kale gibi yapılmış olan bina Öküz Mehmet Paşa hayratıdır. Önce kale olarak yapılmış,
daha sonra han olmuştur. Bundan sonra büyük kale yapılmış ve bu han da ona bitiştirilmiştir.
Bu nedenle bu büyük han kale gibi burçları, mazgalları, topları, tüfenkleri olan sağlam bir
binadır. Ortada bir kuyusu, çeşmeleri ve küçük bir mescidi vardır. Bir tarafı batı tarafında denize, bir kapısı aşağı büyük kaleye bakar. Gümrük emini, tüm zengin tüccarlar bu handa otururlar. Hanın iki kapısının arası 40 adımdır. Bunlardan biri güneye, biri de büyük kalenin
kıble tarafına bakan kapısıdır. Tüm askerler, bekçiler, gümrük muhafızları orada oturup gelen
gidenlerin gümrük gerektiren mallarına bakarlar.
Bu aşağı kale içinde 3 mahalle, 180 kiremit örtülü, gayet süslü ve güzel bir bina vardır. Yolları
kaldırım döşeli, temiz caddelerdir. 200 dükkan vardır ama Bedesten yoktur. 1 hamamı, 1 hanı
ve 7 çeşmesi, 7 mektebi, 1 medresesi ve kaptan Recep paşa2nın yaptırdığı kubbesi kurşunla
örtülü 1 camisi vardır. Hareminin dört tarafı medresedir. Kalenin güneyi keşişleme rüzgarlarına karşı korunaklıdır. Bayırlar üzerine bağ bahçeli, akar sulu, sağlam konaklar, verimli bahçelerle donanmış kenttir ki tümü 9 mahalledir. Varoş kapısında, dış yol üzerinde Hanımiye
camisi vardır. Burada mescitler, 1 medrese ve 1 hamam, aşağı kale yönünde bir de han vardır.
Tüm bunlar kırmızı kiremitlidir. Ayrıca birkaç çeşmesi vardır. Suları Ayasuluk yolundaki kemerlerin suyudur ki su yolları yapılarak kente getirilmiştir. Çok lezzetli bir sudur.
Kentin havası ve suyu çok güzel olduğundan güzel delikanlıları ve kızları çoktur. Genç delikanlıların hepsi Cezayir elbisesi giyerler. Tüfenk kurmuş yiğitleri ünlüdür. Kadınları kumaş
ferace giyer, namusluca hareket ederler ve başlarına beyaz başlık takarlar. Bağ ve bahçelerinin üzümü, üzüm kurusu, pestili, susamı, fıstık kozalağı, bademi boldur. Övülecek nimetleri,
hayır ve bereketleri çoktur. Limanı 500 parça kadırga alır ve buraya iyi demir atılır ancak batı
tarafına demir bırakıp yatmak gerekir. Bu liman içinde küçük bir adacık yer alır. Bunun yalçın kayalık üzerine yumruk şeklinde bir kaleciği vardır. Dizdarı, 40 adet askeri, 10 parça balyemez topu vardır ki limanın dört tarafına kuş kondurmaz. Bu Kuşadası’nın mendirek kalesidir. Her akşam beri taraftaki kaleden 10 ar tüfekli asker oraya destek olarak gider. Kuşadası
denilmesinin sebebi bu adadır ki her yıl buraya 100.000 kuş gelip burayı ziyaret etmeden gitmez. Tılsımlı bir adacıktır. “
KUŞADASI
Sayfa 12
1702’de Kuşadası’na gelen Tournefort’a göre ise Kuşadası limanı daha çok askerî nitelikli
bir limandı. Yine Fransız olan bu gezginin belirttiğine göre kentin ticareti önemli değildi.
Limandan İzmir’e mal yüklenmesi yasaktı. Gezgin, sadece buğday ve fasulyenin gemilere
yüklenebildiğini söylüyordu. Üstüne kare planlı bir kalenin yapıldığı kayalığın karşısındaki
garnizonda 20 kadar asker bulunduğunu yazan Tournefort, ayrıca Kuşadası’nda 100 kadar
yeniçerinin, kadı, serdar ve kale dizdarının bulunduğunu belirtir. İşlek bir limanı olan Kuşadası dışardan gelenlerin gerekli kontrollerinin yapılabilmesi için 1841 yılında bir tahaffuzhane-karantina binası- inşa edilmiş, 1887 yılında ise iskelesi onarılmış ve kent 19.yy da ticari
yönden oldukça önemli bir duruma gelmiştir. (5) Bu durum şehrin fiziki yapısına da etki
etmiştir. Kale içindeki Cami-i Kebir ve Dağ Mahalleleri zamanla gelişerek sur dışına taşmıştır. Bunu sur dışındaki cami, hamam ve çeşmelerden anlıyoruz. Tanzimat’la başlayan
modern yapılanma Kuşadası’nda da olmuştur. 1864 ve 1871 Vilayet nizamnamesi ile 1869
Maarif nizamnamesi doğrultusunda Kuşadası’nda Tanzimat’ın eşitlik ilkesine uygun Müslim ve Gayri Müslümlerin de yer aldığı meclisler, komisyonlar ve sandıklar kurulmuştur.
Kaza yönetim meclisi, belediye örgütü , menafi sandığı (banka), eğitim komisyonu ile eğitim sandığı, ilk ve orta okullar bu çağdaş kurumlardır. Ayrıca bu tarihlerde sahil kenti olması dolayısıyla açılmış olan konsolosluklar ve gelip-giden gemiler Kuşadası’na canlılık kazandırmıştır. 1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Kuşadası’nda yaşayan kişi sayısı
15.047 kişidir. Bunların çoğunluğu Türklerden oluşmaktadır (8.822 kişi). Kuşadası’ndaki
Rum nüfusu ise 6.121 kişidir. 20. yüzyılın başlarında Kuşadası ile ilgili en kapsamlı bilgiler
1891 ve 1908 yıllarına ait Aydın Vilayet Salnameleridir (6).
Sayfa 13
Bu salnamelerde Kuşadası’nın ismi yeni iskele anlamında Skala Nova olarak geçmekte ve
Hristiyan ahali ise şehri Yeni Efes olarak tarif etmektedir. Kuşadası kazasının asıl şöhreti Ayasuluk nahiyesi ve Çirkince karyesinin kaza sınırları içinde olmasıdır. Kazada 1891 salnamesine göre 29 olan karye (köy) sayısı 1908 salnamesinde ise 32 ye ulaşmıştır. Salnamelere göre
kazada 2850 hane, 665 dükkan, 8 helvahane ve 6 ta’sirhane (üzüm ve zeytin meyvelerinin suyunu sıkıldığı yerler) vardır. Kazada ayrıca dericilik yapılıyor ve tabakhanelerde üretilen dayanıklılığı ile ünlü Kuşadası derileri ülkenin çeşitli yerlerine gönderilerek halkın önemli bir
geçim kaynağı haline gelmişti. Bu tarihte Kuşadası sancağı, İzmir vilayetine bağlıdır. Kuşadası’nda 1909 yılında ticaretin canlı idi ve sadece 9 tane helvahane bulunmaktaydı.
Kuşadası, Kurtuluş Savaşı’nda 1919-1921 yılları arasında İtalya’nın, onların çekilmesiyle 5 ay
Yunanistan’ın işgaline girdi ve 7 Eylül 1922’de düşman işgalinden kurtuldu. 1923-1940 yılları
arasında Kuşadası imar faaliyetlerine sahne olmuş ve ne yazık ki bu dönemde bazı eski mahalleler yol ve işyeri alanları açmak suretiyle tahrip edilmiş ve şehrin eski mezarlıklarının büyük
bir bölümü ortadan kaldırılmıştır. 1950 yıllarda Turizm hareketleri başlamış ve Kuşadalı gençler Kuşadası Tanıtma ve Güzelleştirme Derneği’ni kurmuşlardır. 1954 yılına kadar İzmir ilinin
bir ilçesi iken, bu tarihten sonra Aydın iline bağlanmış ve büyük bir gelişim göstermiştir. 1964
-1968 yılları arasında Kuşadası kaymakamlığı yapan Özer Türk Avrupa’da aldığı turizm eğitimi ile Kuşadası turizm hareketini başlatmış, öncüsü olmuş ve unutulmaz hizmetler yapmıştır.
1978 yılından itibaren Kuşadası çok süratli bir turizm gelişmesine sahne olmuş ve Kuşadası
1980 lerden sonra adı turizm ile özdeşleşen bir konuma gelmiştir. Dünyaca tanınmaya başlayan Kuşadası otelleri ve limanı kentte ticari hayatı canlandırmış ve büyük turizm yatırımları
başlamıştır. Günümüzde Kuşadası’nın yüzölçümü 264 km, nüfusu 105.000 civarındadır.
—————————————————————————————————————
1. Müjgan ŞAVKAY, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu, Kuşadası 20001
2. Yrd. Doç. Dr. Bülent ÇELİK,17.ve 18. Yüzyıllarda kale merkezli Osmanlı yerleşimi, ADÜ
3. Tapu Tahrir Defterleri, TT 806.
4. Yücel Dağlı, Evliya Çelebi, Seyahatname, Yapı Kredi Yayınları, c.9, İstanbul 2005.
5. Pars Tuğlacı, Osmanlı şehirleri, İstanbul 1985 sayfa 220
6. Elif Yeneroğlu, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu, Kuşadası 2000
KUŞADASI
Sayfa 14
KUŞADASI’NIN DEMOGRAFİK YAPISI
Günümüze kadar kurulmuş olan Türk Devletleri’nin sosyal ve siyasi hayatlarında “göç” olgusunun önemli bir yer tuttuğu inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Orta Asya’dan çeşitli nedenlerle başlayan Türk göçleri, Osmanlı Devleti döneminde Anadolu’dan Balkanlara gerçekleşen iskân faaliyetleri ile devam etmiştir. Türkler, 1353 yılından itibaren Rumeli, diğer bir ifadeyle Osmanlı
Devleti’nin Avrupa-i Osmanî diye adlandırdığı topraklarda hüküm sürmeye başlamıştır. Yaklaşık
beş yüz yıl süren bu dönemde Türk kültürü Balkanlar’da kalıcı bir hale gelmiştir. Balkanlar, dağıyla, taşıyla, nehirleri ve ovalarıyla bize yâr olmuş vatan toprağı haline gelmiştir. Yüzyıllar boyunca Türkler ve Balkanlar’da yaşayan diğer milletler huzur içerisinde hep beraber hayatlarını
devam ettirmiştir. Daha sonra ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisi ve Avrupa Devletleri’nin
Türklere karşı uyguladığı “Şark Politikası” Balkanlardaki huzur ve asayişi bozmuştur. Bu topraklar 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonucunda elimizden çıkmaya başlamıştır. Yakın
dönem göçlerinin en önemlilerini 93 Muhacereti ve Balkan Savaşı ile başlayan göçler oluşturmaktadır. Göçlerin çeşitli nedenleri vardır. Bunların içine, hayatı dayanılmaz hale getiren yoğun
baskılar, yaşanan savaşlar nedeniyle can güvenliğinin olmaması, daha iyi iktisadî ve sosyal hayat
yaşama gibi nedenleri dahil edebiliriz. Balkanlardan, Osmanlı Devleti’nin iç kesimlerine doğru
yaşanan göçlerin tek nedeni Türk vatandaşlarımızın can güvenliklerini sağlamak amacıyla yaşadığı topraklarını terk etmek zorunda kalmasıdır. Balkan devletleri ’nin baskı ve zulmüne dayanamayan insanlarımız vatanlarını, eşyalarını, tarlalarını, evlerini, işyerlerini yani bütün malvarlıklarını geride bırakarak bin bir güçlük içerisinde Osmanlı Devleti’nin iç kesimlerine yerleşmek zorunda kalmıştır. Bu göçler savaş sonrası da devam etmiştir. Yapılan göçler, Osmanlı Devleti’nin
sosyoekonomik ve nüfus yapısını önemli ölçüde etkilemiştir. Balkanlardaki Türk nüfusunu eritmek amacıyla yapılan baskılar sonunda Anadolu’da Türk nüfusu artış göstermiştir. Balkanlar’ın
kaybedilmesi ile Osmanlı Devleti’nin batı kanadı kopmuştur. Yaşanan bu göç hareketi, Osmanlı
Devleti’nin, her türlü tedbiri almasına rağmen içinden kolay kolay çıkılamayacak ölçüde iktisadî
ve sosyal problemlerle uğraşmasına neden olmuştur. (7)
Balkanlar, 1683'ten sonra karışmaya başladı. 1699 Karlofça Anlaşması, Avrupa'da Türklüğün
tasfiyesinin ilk aşamasıydı. Hırvatistan, Slovenya, Macaristan, Transilvanya, Slovakya, Dalmaçya gibi Balkan ülkeleri ve Balkan Türklüğü 'nü koruyan Orta Avrupa memleketleri, Osmanlı
Devleti’nin elinden çıktı. Artık Osmanlı Cihan Devleti yoktu. Türkiye, 1770'e kadar, dünyanın
birinci devletiydi. Fakat dünyaya etkilerini yaydığı dönem kapanmaya başlamıştı. XIX. yüzyılda
Balkan milletleri arasında Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmalar başladı. İsyanlar ihtilâllere dönüştü. Arkalarında Rusya, Avusturya, bazen de Avrupa’nın büyük devletleri vardı. Romanya'ya,
küçük bir Sırbistan'a ve küçük bir Karadağ'a otonomi, iç yönetimlerinde özerklik verildi. Yunan
ihtilâli ise, büyük bir mesele hâline getirildi. Rusya, İngiltere, Fransa, bir arada Osmanlı Devleti’ne saldırdı. Osmanlı donanması 1827 de Navarin'de yakıldı (8). 1828-1829 Osmanlı Rus savaşında, Rus orduları Balkanları aşarak Edirne'ye kadar ilerlemişlerdi48. Rusya, ilk defa olarak
Edirne'yi işgal eder (1829). Bâb-ı Âlî pes etmeye mecbur kalır. Bugünkü Yunanistan'ın üçte biri
kadar toprakların kendisinden ayrılarak üzerinde tamamen bağımsız bir Yunan Krallığının kurulmasına izin verir. Yunan isyanını desteklemek için Osmanlı İmparatorluğuna savaş açan Rusya'nın Osmanlı yönetimine kabul ettirdiği 14 Eylül 1929 Edirne Antlaşması ile Yunanistan'ın önce özerkliği ve sonra da İngiltere, Fransa ve Rusya'nın 22 Mart 1829 Londra Antlaşmasından
vazgeçerek 13 Şubat 1830'da yaptıkları ikinci bir Londra Protokolü ile de bağımsızlığı ilan edildi
ve nihayet bağımsız Yunan devletinin varlığını Osmanlı devleti 24 Nisan 1830'da kabul etmek
zorunda kalır ve Yunanistan Osmanlı devletinden ayrılan ilk devlet olmuştur.(9)
Sayfa 15
Böylece 19.yy başlarından itibaren Osmanlı devletinden ayrılma hareketleri hız kazanmaya
başladı. Yunanlılardan sonra Sırp, Romen, Bulgar ve Ermeniler arasında ihanet ve isyanlar
dalgalar halinde yayılmaya başlamıştı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Avrupa devletleri
ve Rusya , Balkanlardaki bu etnik gurupları kışkırtmış, isyanları teşvik etmiş ve bunların sonucu olarak Eflak-Boğdan beylikleri 1861 birleşerek Romanya devletinin temellerini atmış
ve Osmanlı devleti 1867 de Sırplara bağımsızlıklarını vermek zorunda kalmıştır. Osmanlı
devleti azınlıkların bağımsızlık isteklerini önlemek için Tanzimat ve Islahat Fermanlarını çıkarmış ancak bu da yeterli olmamıştır. 1 Temmuz 1876 Karadağ ve Sırbistan isyanları ile
savaş tüm balkanlara yayılmıştır. Osmanlı Devleti bu isyanları batırmış ancak bu isyanların
arkasında bulunan Rusya 1877 yılında Osmanlı Devletine karşı savaş açmıştır. (10).18771878 yılları arasında yedi ay süren ve tarihimizde 93 harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşında 1,5 milyon kadar Rumeli Türk’ü yerlerinden yurtlarından koparılarak göçe zorlandı.
Şumnu, Filibe, Edirne ve Dedeağaç’ta bulunan muhacir toplanma yerlerinden kara ve deniz
yolu ile İstanbul’a gelenler Anadolu’nun iç bölgelerine sevk ediliyorlardı. Bu muhacirlerin en
önemli iskan yerlerinden biri de Aydın vilayeti idi.
BALKAN MUHACİRLERİNİN KUŞADASI’NA İSKAN EDİLMELERİ
1878 yılı Ocak ayında Dedeağaç’ta toplanan 19.150 kişi doğrudan Aydın vilayetinin başkenti
İzmir’e götürülmüştü. Böylesine büyük göç dalgasına hazırlıklı olmayan kentte muhacirlere
yiyecek ve barınacak yer bulmak gerçekten büyük sorun olmuştu. Rumeli’de artan baskı ve
zulümler sonucu göç hızlanmış ve İstanbul’a gelenlerin sayısı 8 Eylül 1878 tarihinde 45.000
ve Aralık 1878 tarihinde ise 66.000 kişiye ulaşmıştır.(11) İzmir’de bulunan göçmenler kendileri için mahallelerin yanış sıra Çeşme, Ödemiş, Nif, Bayındır, Menemen, Bergama ve Kuşadası’nda oluşturulan mahallelere ve köylere ilgili talimatname uyarınca Muhacir Komisyonu
tarafından dağıtılmış ve iskan edilmişlerdir. 93 harbi sonrası Kuşadası köylerinden Davud’a103 hane toplam 412-515 kişi arası- ve Kurfal’a-44 hane toplam 220 kişi Çerkez göçmeni
yerleştirilmiştir. Kuşadası’na gelen Çerkez göçmenler Rumeli yoluyla Kırım ve Kafkaslardan
gelen göçmenlerle, Rumeli’de yaşayan Çerkez göçmenler birlikte gelmişlerdir. (12) 18771878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında yoğunlaşan göç nedeniyle, göçmen sorunlarıyla ilgilenmek üzere 1878 İstanbul'da “ İdare-i Umumiyye-i Muhacirin Komisyonu “ kuruldu.
KUŞADASI
Sayfa 16
Bu komisyonun iki ayrı şubesi vardı. 1. İdare-i Umr-ı Hesabiyye 2.İdare-i Umr-ı İskaniyye.
Buna ilaveten daha sonra giderleri İdare-i Umumiyye’den karşılanan Muhacirin-i Umr-ı Sıhhiye alt kolu eklenmişti. Anadolu’ya gelen göçmenler sadece Balkan ülkelerinden gelenler değillerdi. Adalar Denizinde bulunan Türk Adalarında da 1830 Yunanistan’ın bağımsızlığından
sonra zulümler ve göç baskıları artmaya başladı. Bu adalardan en önemlilerinden biri de Girit
adası idi. Girit adasında ilk siyan 1841 yılında başladı bu bastırıldı ancak 1867 yılında ise yeni
bir isyan çıktı. Bu isyan ancak bazı imtiyazlar verilerek bastırılabildi. Rusya 93 harbinden sonra
yapılan Ayastefanos antlaşmasına bir madde ilave ettirerek Girit sorununu uluslar arası platforma taşıdı. Bundan sonra 25 Ekim 1878 Halepa ve 1881 Teselya anlaşmaları yapılmasına rağmen Girit’te isyan sona ermedi. 1896 yılında 10.000 kişilik Yunan kuvveti adaya çıktı ve büyük
mezalim yaptı. Osmanlı Devleti 18 Nisan 1897 yılında Yunanistan’a harp ilan etti ve Rusların
müdahalesi ile 20 Mayıs 1897 de Teselya Yunanlılara bırakıldı ve yeni bir göç dalgası başlamış
oldu ve nihayetinde 1908 yılında Girit’ten büyük bir göç dalgası başlamış ve 1912 yılında maalesef Girit, Yunanistan’a bırakılmıştır. (13)
1895 Yılından itibaren Girit adasından Anadolu’ya göç etmeye başlamışlar ve Balkan göçmenlerinde olduğu gibi Girit göçmenlerinin de önemli bir bölümü Aydın vilayet merkezi olan İzmir’e naklediliyorlardı. 1895 yılında İzmir2e yerleşen göçmen sayısı 3000 civarında idi. Aydın
valisi Kamil Paşa’nın girişimleri ve halkın desteği ile bunlara okullara, camilere, boş barakalara
yerleştirilmişler ve ihtiyaçları karşılanmıştı. Kamil Paşa vilayetinin göçmenleri karşılayacak
imkanları olmadığını bir rapor ile belirtmesine rağmen göç durmamış ve 1898 yılında İzmir’e
gelen göçmen sayısı 12.287 kişiye ulaşmıştır. Kamil Paşa sayının artması üzerine başka vilayetlere de göçmen sevk edilmesini istemiştir. (14) Göçler hiç ara vermeden devam etmiş 1900 yılında Girit’ten vapurla 70 kişilik bir kafile ile başlayan göç devam etmiş ve Aydın vilayetine
1900-1901 yıllarında gelen göçmenlerin sayısı 21.000 e ulaşmıştır. Kuşadası’na göç Balkan savaşları sırasında da devam etmiş 11 Mart 1912 tarihinde 150, 18 Mart 1912 tarihinde ise 40 kişilik bir göçmen kafilesi daha eklenmiştir.
Sayfa 17
İzmir sancağında oluşturulan göçmen mahalle ve köyleri genellikle Osmanlı padişahlarına izafeten Osmaniye, Aziziye, Mahmudiye, Selimiye, Mecidiye, Hamidabad, İhsan Hamit, vb isimler taşır. Kuşadası’na Muhacir Komisyonu kararı ile iskan için sevk edilen göçmenlerden 400
kişilik ilk kafile Kuşadası’nda ve Söke kazasına bağlı Çanlı dağı civarında tarım ve hayvancılığa uygun yerler araştırılmış ve haritaları çıkarılmıştı. Kuşadası’na gönderilen göçmen sayısı
1903 yılında 548 kişidir ve bu sayı sonraları artarak 1500-2000 ye ulaşmıştır. Kuşadası Çanlı
karyesine-köyüne- yerleştirilen 200 kadar Girit göçmeni için 100 adet ev mühendis Baroneski
efendi tarafından yapılmış ve dağıtılmıştı. 200 kadar ev yapımı planlanmış ve ne yazık ki 100
tanesi yapılabilmişti. 1896 da başlayan bu durum 1899 olduğu halde bitirilememiş ve 500 kadar insan hala camilerde ve okullarda yaşamaktaydı. Halkın yardımı ile 100 kadar evde Osmaniye mahallesinde yapılabilmişti.
Osmanlı devleti Kuşadası’ndaki bu sıkıntılı durumdan haberdar olmuş, çeşitli tamimler konuyu
çözmeye çalışmış ve 19 Ağustos 1906 tarihinde iskan-ı muhacirin teftiş heyeti reis vekili Abdullah Efendi ile üye Hasan Efendi’yi Kuşadası’na göndermişti. İnceleme sonunda bu tarihte
hala 184 hane göçmen yani 920 kişinin yerleştirilemediğini tespit etmişlerdi. Kuşadası deposu
yakınlarındaki 20.778.000 metrelik bir arazi sahipleri ile anlaşılarak devlet tarafından alınmış
ve göçmen yerleşimine tahsis edilmişti. Osmanlı devleti sadece arazi tahsis etmekle kalmamış,
Kuşadası’na çeşitli tarihlerde iskan ettiği muhacirlere her türlü yardımı yapmıştır. 93 harbi sonrası Kuşadası, Davutlar ve Kurfal’a yerleştirilen Çerkez göçmenlere arazi, alet ve dükkan yardımları, Girit isyanları ve 1897 Osmanlı-Yunan savaşı öncesi ve sonrası göçle gelen Kuşadası,
Osmaniye ve İslam Şanlı’ya yerleşen Girit göçmenlerine arazi yardımlarının yanı sıra, ziraat
aletleri, tohumluk buğday ve çiftlik hayvanı yardımları yapılmıştır.(15)
Kuşadası’na göç vasıtası ile gelen muhacirler gerek kazanın nüfus yapısına ve gerekse ekonomik gelişmesine büyük katkılarda bulunmuşlardır. 1326 Aydın salnamesine yani 1908 yılında
Kuşadası nüfusu 19.404 sayısına ulaşmış ve bu sayının 10.581 Müslüman ve diğerleri ise Rum,
Ermeni, Yahudi olan gayr-i Müslümlerdir.1908 yılına ait salnamede ise Kuşadası’nda 32 adet
köy bulunmaktadır. Bu salnameye göre Kuşadası’na bağlı köyler ; Çanlı-Çanlı Çerkez-Türk
Davud-Çerkez
Davud-Tırha-Caferli-Yayla-Osmaniye-Havuçculu-Anya-Kurfal-SultaniyeBoğaz-Çınar-Kirazlı-Rum Çanlı-Aziziye. Kuşadası’na bağlı nahiye olan Ayasuluk’ ta ise ; Belevi-Kozpınar-Kuyumcu- Kozpınar aşireti-Civaşir-Branka-Burhan-Hayriye-İcadiye-ŞeyhlerBarutçu-Şadiye-Arvalya ve Çirkince karyeleridir.(16)
KUŞADASI
Sayfa 18
Ayrıca Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923’de imzalanan Zorunlu Nüfus Mübadelesi anlaşması gereğince, Kavala-Eleftere’den (Elephteres) ve Selanik taraflarından Kuşadası
-Güzelçamlı ’ya yerleşenlere Lozan mübadilleri adı verilmiştir. Bu göçmenler 20.02.1924
tarihinde şimdi adı Güzel çamlı olan İslam Şan köyüne yerleştirilmişledir. 1922 yılında Kurtuluş Savaşında yenik düşen Yunan ordusuyla beraber Anadolu’yu terk eden Ortodoks Rumların başına geldi. Bir ay gibi kısa bir süre içinde yüz binlerce Ortodoks Rum Yunanistan’a
sığındı. Bu durum Yunanistan’da büyük sıkıntılara ve kaosa yol açtı. Yunanistan’ın nüfusu
bir anda dörtte bir oranında arttı. Lozan Barış Konferansı toplandığında öncelikle sığınmacılar
ve esirler konusu ele alındı. İngiltere temsilcisi Lord Curzon’un teklifi ve Milletler Cemiyeti
görevlisi Nansen’in raporu doğrultusunda; Yunanistan’da yerleşik Müslümanlarla Türkiye’de
yerleşik Ortodoks Rumların zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesi imzalandı. Bu
sözleşme uyarınca; İstanbul’daki Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya’daki Müslümanlar hariç
Yunanistan’da yerleşik bütün Müslümanlar Türkiye’ye, Türkiye’de yerleşik bütün Ortodoks
Rumlar Yunanistan’a gönderildi. Mübadele sözleşmesinin kapsamına 18 Ekim 1912 tarihinden sonra yurtlarını terk etmiş olanlar da alınarak mülteciler sorununa bir çözüm bulunmuş
oldu. Bu sözleşme ile iki milyon civarında insan yurtlarından kopartılarak, yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edildi. Tarihimizdeki bu kitlesel ve zorunlu göçe kısaca mübadele, bu insanlara da mübadil deniyor. (17) Kuşadası’nın demografik yapısı arşiv belgelerine ve
eldeki kayıtlara göre bu şekildedir.
KUŞADASININ BUGÜNKÜ NÜFUSU
TÜİK ADNKS verilerine göre 2011 yılı itibariyle ilçenin toplam nüfusu 88.464’tür. Nüfusun
yaklaşık 68.225’i ilçe merkezinde yaşarken 20.239’u ise belde ve köylerde yaşamını sürdürmektedir. İlçede köy nüfusu oranı %22,9, şehir nüfusu oranı ise % 77,1’dir. İlçenin şehirleşme oranının Aydın ilinin diğer ilçelerine göre yüksek olduğu gözlenmektedir. Bununla birlikte Kuşadası’nın popüler turizm merkezlerinden olması sebebiyle yaz aylarında nüfusun 10
katına kadar çıktığı bilinmektedir. İlçede yoğun olarak bulunana ikincil konutlar ve oteller bu
yoğunluğu karşılamaktadır.
Toplam
şehir içi
68.225
Erkek
Kadın
34.540
33.685
Toplam
Köyler
20.239
Erkek
Kadın
10.291
9.948
Toplam
İlçe
88.464
Erkek
Kadın
44.831
43.633
Kuşadası ilçesinin nüfus yapısı yakından incelendiğinde ve 2011 yılı nüfus verilerine göre yaş
gruplarının aşağıdaki gibi dağıldığı görülmektedir. Buna göre nüfusun çoğunluğu genç ve orta
yaş aralığında bulunmaktadır. 0-14 yaş arası nüfusun 17.057, 15-64 yaş arası nüfusun 64.438,
65 yaş üstü nüfusun ise 6.969 olduğu görülmektedir. Buna göre nüfusun %19,2’si 15 yaşın
altında kalırken, %72,8’i ise 15 ile 65 yaş aralığındadır. 65 yaş ve üzerinde ise sadece nüfusun
%7,87’si yer almaktadır. İlçenin genç nüfus oranı % 25 olan Türkiye genç nüfus oranının altında kalmaktadır. Bunun yanı sıra yaşlı nüfus oranı da %7,87 ile Türkiye ortalaması (%7,22)
civarında olduğu gözlenmektedir. İlçe nüfus yapısını gösteren nüfus piramidi incelendiğinde,
nüfusun orta yaş civarında yoğunlaştığı görülmektedir. İlçede doğum oranlarının kademeli
düşüş gösterdiği bu tablodan yaşlı nüfus oranının arttığı ve genç nüfusun gelecek yıllar içerisinde giderek azalacağı gözlenmektedir. (18) Kuşadası ilçesinin nüfusu kış aylarında 2015
yılı itibarı ile 105.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir ancak yaz aylarında bilhassa
okullar tatil olduktan sonra yazlıkçıların ve tatilcilerin gelmesi ile birlikte yaklaşık 450.000500.000 olmakta ve kentte başta trafik olmak üzere güçlükler yaşanmaktadır.
.
Sayfa 19
KUŞADASI MUTFAĞI
——————————————————————————————————————————————————--
7. Sezer Aslan, Balkan Savaşından sonra Rumeli göçleri, Trakya Ün. Sos.Bil. Ens. Yük.Lis.Tezi 2008
8.Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara 1999
9. Hakkı Akalın, Ege gül mü , diken mi ! , Ümit yayıncılık, Ankara 2000
10. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi I. Meşrutiyet ve istibdat devirleri, Belleten Ankara 1962
11. Faruk Kocacık, Balkanlardan Anadolu’ya yönelik göçler, 1878-1890, İstanbul 1980
12. Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk göçleri cilt I, Ankara 1987
13. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VIII. Cilt, Ankara 1983, s 118-119
14. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Yıldız esas evrak, M. Kamil Paşa evrakına ek, dosya No 86-9
15. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Ahenk 26 Haziran 1314
16. Salname-i Vilayeti Aydın, 1326-1908, Sene-i Hicriyesine mahsus, Defa 25, s 399
17. Lozan Mübadilleri Vakfı, Beyoğlu İstanbul 2009
18. Güney Ege Kalkınma Ajansı Kuşadası İlçe Raporu, 2012
KUŞADASI
Sayfa 20
Kuşadası Mutfağı , Türk mutfağının özgün yemeklerinin her yönü ile uygulandığı bir mutfaktır. Bununla birlikte tarihten gelen bir zenginlik ile kendine has yöresel yemeklerinde bolca
uygulandığı bir mutfaktır. Kuşadası mutfağı Aydın Yörük yemekleri ile Girit yemeklerinin
harman olduğu bir yer demek daha doğrudur. Aydın vilayetinin çoğunluğunu oluşturan Yörük
yemek kültürü Kuşadası’nda hamur işi, et yemekleri ve çorba ağırlıklı olarak kendini göstermesine karşın, bilhassa göçle gelen muhacirlerin Selanik başta olmak üzere Rumeli ve Girit
gibi Türk adalarındaki geleneksel Ot yemekleri, salataları ve Zeytinyağlı sebze yemekleri çok
güzel bir sentez oluşturmaktadır. Kuşadası yöresi hem batının hem de doğunun temsil edildiği
güzel bir mutfaktır.
KULAKLI ÇORBA
Malzeme : 250 gr kıyma-1 su bardağı nohut -8 su bardağı su veya et suyu-1,5 kase erişte-4
çorba kaşığı margarin-2 çorba kaşığı un-3 diş sarımsak -2 su bardağı yoğurt-1 yumurta-1
limon suyu kuru nane-tuz -karabiber
Yapılışı : Kıymaya tuz ve karabiber ilave edip yoğurun. Nohuttan biraz büyük köfteler hazırlayıp yağda kızartın. Akşamdan ıslatıp, haşladığınız nohutu tencereye alıp üzerine su veya et suyunu ilave edip kaynatın, erişteyi ve kızarmış köfteleri ilave edip pişirin. Başka bir
tencerede 1 kaşık yağı eritip unu kavurun. Ezilmiş sarımsağı pembeleştirip ocaktan indirin.
Ilınınca yoğurt, yumurta ve limon suyunu ekleyip iyice çırpın. Kaynamakta olan çorbadan
bir iki kepçe alıp karışıma ilave edin. Ilınıncaya kadar çırpın ve çorbaya ekleyin. Bir taşım
daha kaynatıp yağda kızdırılmış nane ilavesiyle servis yapın. (19)
—————————————————————————————————————————————————
19.www.aydinkulturturizm.gov.tr
Sayfa 21
BOLAMA (Lok Lok Pilavı)
Malzeme : 1 kg kuşbaşı dana eti, 1 su bardağı nohut, yarım kg arpacık soğanı, 1 çay bardağı sıvı yağ, domates salçası, 3-4 diş sarımsak, tuz, karabiber, 1 kaşık tereyağı, domates, biber, 6 su bardağı pirinç, 2 litre su.
Yapılışı: Et, arpacık soğanı, sarımsak, tuz, karabiber, salça, yağ, doğranmış domates, biber,
akşamdan ıslatılmış nohut derin bir kap içerisinde karıştırılır. Üzerine iki çatal çapraz şekilde konulup derin büyük bir tepsiye çevrilir. Dışında iki üç parça et ve nohut bırakılır ki yemeğin piştiği anlaşılsın. İçerisine iki litreye yakın su konur. Tepsinin üzerine de dağılmaması için taş gibi bir ağırlık konulur. Orta ısıda pişen yemeğin suyu azaldıkça su ilave edilir. Nohut ve et yumuşayınca pirinç eklenir ve ateş kısılır. Pilav piştikten sonra etin üzerindeki ağırlık alınır. Bir kaşık tereyağı yemeğin üzerine parçalar halinde konulur ve ağzı kapalı olarak demlenmeye bırakılır. Kuşadası’nda adak yemeği, Aydın’da ise dilek yemeği
olarak bilinmektedir. (20)
————————————————————————————————————
20.www.aydinilkulturturizm.gov.tr
KUŞADASI
Sayfa 22
ZEYTİNYAĞLI ENGİNAR
Malzeme : 1 kg sapıyla beraber enginar yaprağı-2 adet limon -250 gr dana kuşbaşı -1 çay
bardağı zeytin yağı-2 adet domates -1 su bardağı su-8-10 dal dereotu -1 tatlı kaşığı tuz
Yapılışı : Enginar yaprakları sapı kalacak şekilde temizlenir. Limon suyu üzerine dökülerek yoğrulur. Daha sonra az suda haşlanır. İnce kıyılmış kuru soğan yağla kavrulur. Üzerine et katılır. Et suyunu bırakıp çekince haşlanmış enginar yaprağı, 1 limonun suyu, rende domates, tuz ve su eklenir. 15 dakika kadar piştikten sonra kıyılmış dereotu eklenir,
ateşten alınır. (21)
———————————————————————————————————
21. http://lezzetler.com/etli-enginar
Sayfa 23
TAZE BÖRÜLCE SALATASI
Malzemesi : 1/2 kg Taze börülce (ince olanları tercih edin)- 2-3 Diş sarımsak-ZeytinyağıLimon suyu-Tuz
Yapılışı : Börülceler yıkanır, uç kısımları kesilerek uzunluğuna göre iki veya üçe bölünür.
Buharda haşlanması için çelik tencereye çok az su ve börülceler konur. Önce harlı ateşte,
tencereden duman çıkmaya başladığında kısık ateşte börülceler yumuşayıncaya kadar haşlanır. Sarımsaklar, bir tutam tuzla dövülür. Küçük bir kavanoza dövülmüş sarımsak, limon
suyu ve zeytinyağı konur ve ağzı kapatılarak sos beyaz bir renk alana kadar çalkalanır. Börülceler servis tabağına alınarak üzerine hazırlanan sos dökülür. Arzu edilirse domatesle
süslenir. (22)
————————————————————————————————————22.http://radikamutfagi.com
KUŞADASI
Sayfa 24
HANYA KABAK BÖREĞİ
Malzemeler : 1, 15 kg kabak, 2 su bardağı un, 1 çay bardağı zeytinyağı, 1 yumurta,1 çay
bardağı su, 1 tutam tuz, 1 paket kabartma tozu, 1 kalıp tulum peyniri, Karabiber.
Yapılışı : Kabakları ayıklayıp fileto şeklinde uzun uzun doğrayın, üzerine biraz un serpin
ve harmanlayın. Ayrı bir kapta peynirinizi rendeleyin. 2 su bardağı un, yağ, yumurta, tuz,
kabartma tozu ve su ile hamurunuzu hazırlayın. Hazırlanmış olan hamuru üç parçaya bölebilirsiniz. Kalıbınızın içini yağlayın, Hamur toparlaklarının birini merdane ile kalıbınızın
şekline göre açın. Kalıbın içine açtığınız hamuru koyun. Üzerine dilimlerle kabakları yatay
sıralayın. Bolca peynir serpin ve karabiber ekleyin. Üzerine diğer hamur topağını açarak
serin kabakları dikey şekilde yerleştirin, tekrar peynir ekleyin ve karabiber serpin. Son hamuru da açarak üzerine koyun. Bolca Kabakları yatay yerleştirin, üzerine tekrar peynir ekleyin ve karabiber serpin. Hazırlamış olduğunuz böreği fırına vermeden önce üzerine bolca
zeytinyağı dökün ve 175 derece fırında iyice kızarıncaya kadar pişirin. (23 )
————————————————————————————————————
23. Güzel çamlı Giritliler Derneği Gazetesi Mart 2013 sayısı
Sayfa 25
TAHİNLİ KABAK TATLISI
Malzemeleri: 1.5 kg kabuğu soyulmuş bal kabağı- 3 su bardağı toz şeker- 1.5 çay
bardağı tahin 1.5 çay bardağı iri çekilmiş ceviz içi
Yapılışı : Kabakların kabuğunu soyup ince uzun parçalar şeklinde dilimleyin. Dikdörtgen fırın kabına kabakları yerleştirin. üzerine şekeri serpin. üzerini streç filmle kapatıp
buzdolabında bir gece bekletin. Ertesi gün üzerini yağlı kağıt ile örterek 160 dereceye
ayarlı fırında yaklaşık 25-30 dakika pişirin. Soğuyunca üzerine tahin gezdirin. Ceviz ile
süsleyip servis edin. Tahinli kabak tatlısı artık hazır, afiyet olsun. (24)
———————————————————————————————————
24. Yenipazar belediyesi
KUŞADASI
Sayfa 26
KUŞADASI’NIN İNSAN HAZİNELERİ
Sayfa 27
Kuşadası coğrafi konumu, güzel iklimi, Ege denizinde kendi adı ile anılan körfezde kurulması ve Güvercinada kalesinin önemli bir liman olması nedeniyle hem geçmişte hem de günümüzde ilgi çekmiş ve sürekli bir canlılık içinde olmuştur. Limanın Yunanistan’a yakın olması
ve Avrupa ile yapılan ticaretin ana üslerinden biri olması sebebiyle bir ticaret merkezi görevini görmüş ve tarihte çok renkli kişiler bu ilçede kaptan-ı derya, kale dizdarı, din bilgini,
asker, kaymakam, vb. gibi sıfatlarla görev yapmışlar ve iz bırakmışlardır. Kuşadası kazası
Türkler tarafından 1413 yılında fethedilmesinden itibaren ünlü kişilerce yönetilmiş ve uzun
bir süre Osmanlı kaptan-ı deryalara veya Osmanlı sadrazamlarına temlik olarak verilmiştir.
1534 yılında Barbaros namı ile Akdeniz’de ün yapmış büyük Türk denizcisi Hızır Hayreddin Paşa bu şirin ilçemizi ilk imar eden kişidir. Güvercinada kalesi yaptıran, surlarla çeviren ve içerisine 10 adet balyemez topu ile 50 kadar neferi koyan bu büyük amiral ayni zamanda Bahri seferi-Cezayir adı ile anılan çok büyük bir eyaletin beylerbeyi rütbesi ile yöneten
Osmanlı vali paşası idi.
Kuşadası’nı ikinci kez imar eden Konevi, Kara, Oğuz, Kulkıran, Damat Mehmet paşa lakapları olan ancak talihsiz ve cahilce bir tutumla tarihçilerimiz tarafından Öküz Mehmet Paşa diye sunulan bu büyüğümüz Kuşadası’na unutulmaz hizmetler vermiş ve uzun yıllar vakfiyesi ile büyük hayır işlerine imza atmıştır. Kale, cami, medrese, hamam, çeşme, sebil kervansaray, han vb. çok sayıda yapılardan oluşan büyük bir külliye yaptıran bu büyük Osmanlı kaptan-ı deryası ve sadrazamı günümüzde hala ayakta duran eserleri ile ilçemizde iz bırakanlardan bir diğeridir.17. yüzyıldaki Osmanlı gerilemesinin sebepleri, devletin rüşvete boğulması
ve yeniçerinin savaş meydanlarından kaçtığı bir dönemde der saadette –İstanbul’da-23 yıl
hem halkı irşat eden, hem de doğru teşhisleri ile Osmanlı sarayına bozulmanın önlenmesi için
gerekli reçeteleri sunan değerli alim ve din bilgini Adeviyye lakabı ile şöhret bulan İbrahim
Halveti hazretleri de Kuşadası’nın yetiştirdiği bir değerdir. Osmanlı’nın önemli tarikatlarından biri olan ve tarikatların anası diye bilinen Halvetiyye tarikatına mensup Kuşadalı İbrahim
Halveti hazretleri dinin teferruattan, gösterişten, hurafelerden ve gereksiz ritüellerden arındırılmasını yıllarca anlatmış ve toplum tarafından çok sevilmiştir. Mısıra gitmesine rağmen irşat
görevine mektupları ile oradan da devam etmiştir.
İstiklal harbi öncesi ve sonrasında azgın ve şımarık Rumlara kan kusturan ve Rum eşkıyalarını birer birer ortadan kaldıran aslan yürekli Çam Mehmet Efe, Atatürk’ün yakın çalışma
arkadaşlarından büyük devlet adamı Mahmut Esat Bozkurt, İtalyan işgali sırasında soğukkanlı, akıllı ve sağduyulu yönetimi ile hem yerli halkın, hem de İtalyanların takdirlerine mazhar olmuş belediye başkanı Şaban Alkış, 1. Ve 2. Dünya savaşlarının gözü pek denizcisi,
Yunanlı göçmenlerin kurtarıcısı ve Kuşadası’nın Schindler’i diye tanınan Hasan Denizel,
Korkusuz Kuva-i Milliyecilerden Karabina Ali Rıza, Genç Cumhuriyetin talihsiz deniz erlerinden Reşat Şevki, Kuşadası turizminin babası kabul kaymakam Özer Türk ilk akla gelen
isimlerdir. Kuşadası 600 yıldan fazla bir zaman Türk egemenliğindedir ve Türk toprağıdır.
Bu uzun tarihi içinde sayısız kahramanlarla doludur. Bu kahramanlar burayı yönettiler, emek
verdiler, kanları ve alın terleri ile bu toprakları suladılar, ilçemizin tarihinde unutulmaz izler
bıraktılar. Kuşadalılar olarak kendilerini rahmet ve minnetle anarken tarihe karşı olan görevimizi yapmanın hazzı ve mutluluğu içerisindeyiz. Yattıkları yer nur, mekanları cennet olsun.
KUŞADASI
Sayfa 28
SADRAZAM OĞUZ KARA MEHMET PAŞA
Osmanlı Sadrazamlarının 55.si , Lakapları : Damat, Kara, Kul kıran, Öküz
İstanbul Karagümrük ’de 1550 de doğmuştur. Babası Kara Ali (25) adında bir öküz nalbandı olduğundan kendisine "Öküz", ayrıca esmerliğinden ötürü “Kara”, Mısır'daki asi
kölemenleri tepelemesi nedeniyle de "kul kıran", Sultan I. Ahmet’in yedi yaşındaki kızı
Gevherhan Sultan ile evlendiği için "Damat " lakaplarını almıştır. Fakat en yaygın lakabı "Öküz “dür (26). İstanbul'un fethinden sonra Aksaray ve civarından İstanbul a getirilen Anadolu insanından olan Ulu kışlalı Ali oğlu Mehmet 1567 senesinde Enderun-u
Hümayuna Has oda Ağalarından olarak alınmış, saraydan yetişmiş, İçkiler Kethüdası,
Silahtar olmuş 1607 senesinin Nisan ayında Vezirlik payesi ile deniz yoluyla İskenderiye 'ye giderek Mısıra Vali olmuştur (27) . Orada kendisini halka sevdirerek, Kahire de
imar hareketlerine girişmiş, Mısırlı askerleri asi Kalenderoğlu’ na karşı Kuyucu Murat
Paşa’ nın hizmetine göndermiştir. Oradaki bu askeri isyanı bir kaç bin askeri öldürtmek
suretiyle bastırmış olduğundan ve o zamanlar askere de " kul " denildiğinden bu kez de
kendisine "Kul Kıran" ismi takılmıştır (28) .1611 de Mısır Valiliğinden azledilerek İstanbul'a dönmüş ve oradaki hizmetlerine karşılık olma üzere kendisine Gevherhan Sultan verilerek saraya "Damat " yapılmıştır. Düğün 13 Haziran 1612 Kaptan-ı Derya Öküz
Mehmet Paşa ile sultanın düğünleri hemen hemen eşine az rastlanır bir debdebe ile yapılmıştır. Gerek gelinin çeyizi ,gerekse gelin alayı çok göz kamaştırıcı olmuştur (29)
—————————————————————————————————25.Osmanlı Tarihi Cilt :III 2.kısım sayfa:367 Yazarı : Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Vezir-i azamları
26. Naima Tarihi Cilt 2 Sayfa: 723/724 Yazarı :Naima Mustafa Efendi Çeviren: Zuhuri Danışman
Zuhuri Danışman Yayınevi P.K. 458 Büyük Postahane –İSTANBUL BaharMatbaası1968.
27. Meydan Larusse Cilt:13 sayfa:1328 Sabah Gazetesi 1998
28. İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi Cilt:4 Sayfa:2157 Tercüman Gazetecilik ve Matbaacılık
A.Ş İstanbul 1984
29.Altın Kitaplar Ansiklopedisi -I Osmanlı Meşhurları Şehir Matbaası 1957/1958 Bir heyet tarafından hazırlanmıştı. Altın Kitaplar Yayınevi
Sayfa 29
Mehmet Paşa' nın Üsküdar Kısıklı'da da Kısıklı caminin üst kısmında bir Köşkü vardır (30)
Aynı zamanda Kaptan-ı Derya olan paşa (31) , Kaptan-ı Deryalığı sırasında Osmanlı kıyılarına
saldıran Malta ve Floransa filolarını perişan etmiştir. Avrupa Devletleri ile işbirliği yapan Dürzi-i Emiri Maanoğlu Fahreddin 'i yenilgiye uğratarak emir ve komutası altına aldı . Ancak donanmadan ayırdığı on kadırgalık filonun Sisam adası civarında Floransa filosuna yenilmesi
üzerine görevinden azledildi. İstanbul'da Sadaret Kaymakamlığına getirildi . 1613 te ikinci
vezirliğe, 1614 te senesinde, Nasuh Paşa'nın idamı üzerine 17 Ekim 1614 te Sadrazamlığa getirildi. Orduyu disipline sokmağa çalıştı, başıboşlarla, zorbaları İstanbul'dan uzaklaştırdı . İran
Şahı Abbas'ın Gürcistan'a asker sevk ederek, göndermesi gereken 200 yük ipek mahsulünü
yollamaması üzerine düzenlenen sefere çıktı.
1615 yılı baharında Halep e gelebildi, işte bu sefer sırasında Ulukışla mevkiinde bir kışla yapılmasına karar verdiği söylenmektedir ancak ertesi yıl İran üzerine yürüyebilen ve İran ordusunu yenen Mehmet Paşa , Revan Kalesini kuşattı ,fakat İranlılarla anlaşmaya varıldı . 200 yerine 100 yük ipek haracına razı olundu. Saray Nedimlerinin etkisindeki Sultan I. Ahmet ,Revan' nın alınamamasını Paşa'nın bir ihmali gibi görerek, onu Sadaretten azlederek Sadrazam olan Halil Paşa 'ya danışman yapıtı. Böylece 17 Ekim 1614 te başlayan ilk sadrazamlığı
17 Kasım 1616 da sona ermiş oldu. Padişah II. Osman’ın tahta çıkması üzerine önce sadaret
kaymakamlığına daha sonra da 18 ocak 1619 da İran'la barış sağlanınca ikinci kez sadrazamlığa getirilmiştir. Bu kez de padişahın desteklediği Güzelce Ali paşa ile çatışınca 23 Kasım/
Aralık 1619 da yeniden görevinden azledilmiştir.(32)Güzelce veya Çelebi Ali Paşa, Tunus
Beylerbeyi İstanköylü Ahmet Paşa'nın oğlu idi . Babası bir Celali ayaklanmasında öldürülmüştü, önce Dimyat Beylerbeyi olmuş, nihayet vezirliğe kadar yükselmiş ve ikinci defa olarak da,
Kaptan paşalığa tayin edilmiştir. İstanbul limanına altı düşman gemisini arkasından çekerek
girmiş, iki yüz esiri de beraberinde getirmişti. Osmanlı Amiralinin Başkente bu zaferle girişinde bu esirlerden her biri bir torba altın taşıyordu. Bu başarısının üzerine padişah Ali Paşa'yı
ödüllendirmişti.
Sadrazam Damat Öküz Kara Mehmet Paşa bunu kıskanmış ve Ali Paşa'ya karşı bazı entrikalar çevirmek istemişti. Fakat Ali Paşa bu durumu sezerek Sadrazama da beş kese altın göndererek onu yatıştırmasını bilmiştir. Daha sonra Ali Paşa Padişahın öylesine güvenini kazandı ki
Sultan II. Osman kendisini Sadrazamlık görevine yükseltti ve Mehmet Paşayı da yeniden Halep Valiliğine yolladı.(33) (Aralık 1619) Paşa Halep'e giderken 30 000 altında vermeye mecbur olmuştur. Mallarına ve tüm parasına daha sonra el konulmuştur. Fakir bir halde Halep'te
ölerek kale surları dışındaki yüksek bir dağın üzerinde merhum Şeyh Ebubekir tekkesinde
(zaviyesinde) kendisinin yaptırdığı türbeye gömülmüştür. Ölümü 1622.(8) Vefatında babasının
adını taşıyan Ali isimli bir oğlu ile Ayşe adında bir kızı vardır. Ahfadı (soyu) günümüze kadar
gelmiştir . Sadaret makamında orta derecede iktidara sahip ,çok terbiyeli ,ince ve akıllı, çelebi
tavırlı olan paşa aynı zamanda Mevlevi’dir. Mehmet Paşa ,vakur ve ciddidir. Devlet hizmetlerinde doğruluğu ,hakşinaslığı ,cesareti ve cömertliği ile tanınmıştır.(34)
——————————————————————————————————————
30. Osmanlı Devlet Tarihi Cilt : II Sayfa:157 ve164 Joseph Von Hammer Çeviren ve özetleyen: Prof. Dr.
Abdülkadir Karahan. Çeviren: Mehmet Ata Milliyet Matbaası.
31.İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi. İsmail Hakkı Danişment Cilt:5 Sayfa:186.
Türkiye Yayınevi İstanbul 1971.
32. Büyük Osmanlı Tarih Ansiklopedisi Cilt:2 Sayfa:586. Yılmaz Öztuna 1992.
33. Sicili Osmani Cilt:4 Sayfa:1067/68 Osmanlı Ünlüleri Tarih Vakfı Yayınları
34. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfının ortak Yayınları Ana Basım
A.Ş 1994. Cilt : 5 Sayfa : 5 Kısıklı maddesi.
KUŞADASI
Sayfa 30
ADALIZADE MUSTAFA BİN HAMZA
Hayatı
Adalızade ve Adeviye gibi lakaplarla anılan Hamza oğlu Mustafa hazretleri 17. Yüzyılın
önemli Osmanlı alimlerinden ve Osmanlı kitabı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan
Arap dil bilgisi hocalardan biridir. Kaynaklarda hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmayan
Adalı’nın asıl adı, Mustafa bin Hamza bin İbrahim bin Veliyyuddîn bin Muslihuddîn er-Rûmî
el-Hanefî ‘dir. Hicri 11. asırda yaşamış, müteahhirîn nahiv alimlerinden olan Adalı, Trabzon’da doğmuştur. İstanbul’da bir müddet yaşamış ve Aydın ilinin Kuşadası ilçesinde vefat
etmiştir Kabri hala bilinmekte ve ziyaret edilmektedir. Talebesi Kuşadalı Şeyh Ahmet Efendiyle aynı yerde medfundur. Kuşadası’na nispetle de kendisine “Kuşadalı”, “Adalı”, “Adavî”
nisbeleri verilmiştir. Fıkıhta ve Nahiv ilminde alim bir zattı. Nuh el-Konevî’(1070/1660) den
ders almıştır. Mustafa b. Hamza’nın yetiştirmiş olduğu öğrencilerden yalnızca Kuşadalı Şeyh
Ahmet ismi kaynaklarda zikredilmiştir. Meşhur eseri Netâicu’l-efkâr’ı yazıp bitirdiği tarih
olan 27 Ramazan 1085 (25 Aralık 1674) tarihinde hayatta olduğu kaynaklarda geçmektedir.
Türk Ansiklopedisinde 1677 yılı vefat tarihi olarak zikredilmiştir. Mezar taşında ise vefat tarihi yazmamaktadır.
Çocukları
Adalı’nın Muhammed ve Abdullah adlarında iki erkek çocuğu olduğunu Netâicu’l-efkâr adlı
eserinden öğrenmekteyiz. Muhammed ve Abdullah Netâicu’l-efkâr yazılmadan önce dünyaya
gelmişlerdir. Muhammed Abdullah’tan büyüktür. Aralarında fazla bir yaş farkı yoktur. Abdullah ise Muhammed’den kısa bir süre sonra dünyaya gelmiştir. Ancak her iki çocukta fazla
yaşamamış ve vefat etmişlerdir. Adalı fazla eser telif etmemiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla telif ettiği eserler şunlardır;
Sayfa 31
Eserleri
1Netâicu’l-efkâr fî şerhi’l-İzhâr
2- Hâşiye âlâ İmtihâni’l-ezkiyâ İmam Birgivî, Kâdi Beydâvî (691/1291–92)’nin, İbnu’lHacib (649/1248)’in Kafiyesine yapmış olduğu Lübbü’l-elbâb fî ilmi’li ´rab adındaki muhtasara, İmtihânu’l-ezkiya adında bir şerh yazmıştır. Haşiye ale İmtihâni’l-ezkiyâ, Adalı’nın Birgivî
’nin bu eserine yazmış olduğu şerhtir.
3- El-Hayâ tu fî şurûti’s-Salah, Kemalpaşazade’nin Şurutu’s-salât adlı eserine yazmış olduğu
şerhtir.
4. Netâicu’l-efkâr
Birgivî ’nin İzharu’l-Esrâr adlı eserine yapılan şerhler arasında en meşhur olanı Kuşadalı Mustafa b. Hamza’nın 1085/1674–75 yılında yazmış olduğu Netâicü’l-efkâr adlı şerhtir. Bu şerh
ilim ehli arasında rağbet görmüş ve uzun yıllar Osmanlı medreselerinde okutulmuştur.
Netâicü’l-efkâr müellifine nispetle Adalı ismiyle şöhret bulmuştur. 1219–1238, 1251, 1274,
1288, 1300, 1303 yıllarında İstanbul’da ve 1266 yılında Kahire’de basılmıştır.25 Bu şerh üzerine birçok haşiyeler yapılmıştır. Eserin İstanbul ve Kahire’de birçok defa basılması ayrıca birçok müellif tarafından üzerine haşiyeler yazılması, onun özellikle Osmanlı Türkleri arasında
Arap dili öğretiminde önemli bir yeri olduğunun göstergesidir. Amil kısmı İbrahim b.
Ömer Süleyman Zübeyde tarafından tahkik edilmiş ve 1992 yılında Libya’da neşredilmiştir.
Netâicu’l-Efkar'ın Telif Nedeni
Eserlerin şerh edilmesini çeşitli nedenleri vardır. Bunlar şerh edilen eserin şöhret bulmuş bir
eser olması, eser sahibine olan sevgi ve saygı, müzakere ve mütalaa, eserin daha kolay anlaşılması, talebelerin ya da okuyucuların azami bir şekilde istifade etmesi gibi nedenlerdir. Adalı
da bazı arkadaşlarının ve yakın dostlarının kendisinden, İzharını lafızlarını açıklayan, zorluklarını gideren, kısa, özlü, bıktırmayan, izharın öğrenilmesini ve ezberlenmesini kolaylaştıran bir
şerh yazmasını istediklerini belirtmiştir. Onlara cevap olarak ta yaşlandığını, gücünün kalmadığını, sağlıkla ilgili bir takım probleminin olduğunu ve ölümünün yaklaştığını belirtmiştir. Ancak Allah (C.C.) kendisine bir erkek çocuk nasip ederse şerh yazacağına dair söz vermiştir. Bir
süre sonra çocuğu olunca, kendisine daha önce vermiş olduğu söz hatırlatılmış ve kendisinden
İzhar şerhini yazmaya başlaması istenmiştir. 26 Daha sonra da Abdullah adını verdiği ikinci
bir erkek çocuğu daha dünyaya gelmiştir. Bunun üzerine Adalı kendi çocukları ile diğer öğrencilerin istifade etmeleri ve kıyamet gününde de kendisi için bir azık olması temennisiyle Netâicu’l-efkâr adını verdiği İzhar şerhini yazmaya başlamıştır. İlk 3 kısmıdır ve eserde toplam 82
konunun açıklaması geniş bir şekilde verilmiştir.(35)
—————————————————————————————————————35.Yard. Doç. Dr. Gökhan Sebati IŞKIN, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 11/1 sayısı, 2007 Sivas, sayfalar
153-171)
KUŞADASI
Sayfa 32
KUŞADALI İBRAHİM HALVETİ HAZRETLERİ
Osmanlılar zamanında, Anadolu’da yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden, veli ve tasavvuf büyüklerinden. İsmi, İbrahim bin Mustafa eş-Şabani el-Halvetî olup, Halvetiyye tarikatının Şabaniyye kolunun büyüklerindendir. Aydın vilâyetinin Kuş-adası kasabasına bağlı Çınar
köyünde 1774 (H.1188) senesinde doğdu. İlim ve irfan sâhibi Salih bir zât olan İbrahim Halvetî, ailesinden çok güzel edep ve terbiye alarak yetişti. Anadolu’da çeşitli yerlerde ilim tahsil
ettikten sonra İstanbul’a gelerek, Fatih'te bulunan Feyziyye Medresesine (Şimdiki Millet Kütüphanesi'nin bulunduğu yere) yerleşti. Burada Emin Efendiden ders alarak ilmini ilerletti.
Sonra yine Fatih'te bulunan At pazarı Dergâhına geçti. At pazarı Dergâhında riyazetler ve mücahideler çekerek, tasavvuf yolunda ilerlemeye çalıştı. Buraya geçmesi şöyle olmuştur:
Kuşadalı, bir gün bir âyet-i kerîmenin tefsiri üzerinde çalışıyor, fakat bir türlü çözemiyordu.
Bu müşkül durumdayken, yanına medrese arkadaşlarından olan Mustafa Efendi geldi. Onun
bu hâlini gören Mustafa Efendi, ona böyle müşkül meselelerini halletmek hususunda, o günlerde Fatih'teki At pazarı Dergâhında bulunan Bey pazarlı Şeyh Ali Efendiyi tavsiye etti ve
onu alarak Ali Efendinin yanına götürdü. Ali Efendi, Kuşadalı ’nın üzerinde çok durup çözemediği âyet-i kerîmenin, zahirî ve bâtıni manalarını, âlimler tarafından bildirilen çeşit çeşit
tefsirini, ayrı ayrı ve uzun uzun izah etti. Bu ilk sohbette Ali Efendiye hayran kalan Kuşadalı,
artık o büyük zattan ayrılmayıp, talebelerinden oldu. O büyük zatın, feyz ve nur saçan huzur
ve sohbetlerinde bulunarak, kemâle geldi. Ali Efendi, Fındık zade semtindeki Kızılelma Caddesinde bulunan Beşikçi zade Dergâhında vazife yapmaktayken, 1818 (H.1234) senesinde vefat etti. Vefat ederken, kendi yerine bakacak zatın, Kuşadalı İbrahim Halvetî olduğunu bildirdi. Onu kendi yerine tayin etti. Kuşadalı, o sırada Mısır’da bulunuyordu. Ali Efendinin Kuşadalı’dan başka, Ahmet Nâzikî, Kâtip Muhammed Aziz İstanbûlî ve Veliyyuddîn Hilmi Efendi
isimlerinde üç büyük talebesi daha vardı. (36)
Sayfa 33
Kuşadalı, hocasının vefatı üzerine İstanbul’a döndü. Daha evvel kendisinin ders alarak yetiştiği Feyziyye Medresesine yerleşti. Orada bir yıla yakın kaldı. Bundan sonra, Aksaray Sinekli
Bakkal'da, Hacı Halil Efendi isminde bir zatın, kendisi için yaptırdığı ve Kuşadalı Dergâhı
diye anılan dergâha geçerek, orada hizmete devam etti. Onun buradaki hizmeti o tekkenin bir
yangında yandığı 1833 (H.1249) senesine kadar devam etti. Dergâh yandığı zaman, yakınları,
sevenleri yeniden inşa edelim diye çok ısrar etmelerine rağmen o, tekkelerde eski safiyetin
kalmadığını, gittikçe değiştiğini, asıl hüviyetinden uzaklaştığını bildirerek, dergâhının yeniden inşasına müsaade etmedi. Dergâhı yandıktan sonra, Bayezid semtinde kiraladığı bir evde
bir yıl kadar kalan Kuşadalı, sonra Fatih'te, Çarşamba Pazarı civarında bir ev satın alarak oraya taşındı. Aksaray’da on üç, Bayezid'de bir ve Çarşamba’da dokuz sene olmak üzere, yirmi
üç sene müddetle İstanbul’da hizmet edip, birçok talebeye hocalık ettikten sona, 1843
(H.1259) senesi Şevval veya Zilkade ayında, hacca gitmek üzere İstanbul’dan yola çıktı.
Hacdan sonra Medine-i münevvere ye geçerek, orada da bir müddet kaldı. Sonra Şam’a gelip
yerleşti. Hayatının sonuna kadar orada kalıp, imkânları dâhilinde hizmete devam eden Kuşadalı, ilim âşıklarına çok faydalı oldu. Şam Valisi Hacı Ali Paşa da talebelerindendi. 1845
(H.1262) senesinde, yanında aile efradı ve en büyük talebesi Bosnalı Muhammed Tevfik
Efendi de olarak ikinci defâ hacca gitti. O sene hacdan dönerken o mukaddes topraklarda vefat etti. Vefat senesinin 1847 (H. 1263) – 1848 (H.1264) olduğuna rivayet edilmiştir.(37)
Kutb-ül-ârifîn, Meşhûd-i ayn-el-yakın, Gavs-ül-vâsılîn ve Mukâbil-i şems-i azam gibi isimlerle tanınmış olan Kuşadalı İbrahim Halvetî, bilhassa Türk tasavvuf büyükleri içinde hususi
bir yere sâhip, çok yüksek bir veli idi. Ahmet Cevdet Paşa dâhil, o zamanın mühim şahsiyetleri onun sohbetlerine koşarlardı. Ahmet Cevdet Paşa, eserlerinden birinde şöyle demektedir:
“Kuşadalı İbrahim Efendi, devrinin en derin din âlimiydi. Son derece vakarlı ve heybetliydi.
Güler yüzlüydü. En büyük ilmî müşküller onun vesilesiyle halledilirdi. İlim ve velilikteki
yüksekliği ile birlikte, edebiyat ve şiirde de mahir olan Kuşadalı, Osmanlı Türkçesini fevkalâde güzel bir şekilde konuşurdu. Şiirleri de vardır. Kuşadalı İbrahim Halvetî hazretlerinin
talebelerinden bazılarının isimleri şöyledir: Bosnalı Muhammed Tevfik Efendi, Muhammed
Ali Fethi er-Rusçukî, Hacı Kayyım Müezzin Efendi, Muhammed Naşir Efendi, Nâzikî Ahmet Efendi, Muhammed el-Kırîmî, Mustafa Aczi Efendi, Ali Fikrî, Kâdızâde Ömer Halvetî,
Kapânî Hacı Hüseyin, Muhammed Necip, Muhammed Şevki, Ahmet İzzet, Keçecizâde Hâfız
Ali İzzet Efendi, Aydî Muhammed Efendi. (38) Kuşadalı İbrahim Halvetî’nin (rahmetullahi
aleyh), talebelerinden ve sevdiklerinden bazılarına yazdığı mektuplardan başka herhangi bir
eseri yoktur.
İslam düşüncesinde bir dönüm noktası , KUŞADALI İBRAHİM HALVETİ, Yaşar Nuri Öztürk, Yeni boyut Yayınları, İstanbul 1997 kitabını tavsiye ederiz.
—————————————————————————————————————36. Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.71
37. Osmanlı Müellifleri; c.1, s.151
38. İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.66
KUŞADASI
Sayfa 34
ÇAM MEHMET EFE
Kuşadası tarihi kahramanlarla doludur. İstiklal harbi sırasında vatanı kurtarmak için canını dişine takan Türk
milleti kahraman evlatları sayesinde destanlaşan bir mücadele vermiş ve bizlere bu mübarek toprak parçasını
kanları ile sulayarak vatan olarak armağan etmişlerdir.
Kuşadası Kuva-i Milliye kahramanlarından en ünlüsü
Çam Mehmet’tir. Çam Mehmet 1878 yılında Girit Adası
Hanya şehrinde doğdu ve Arnavut kökenli bir ailenin
çocuğudur. Ailesi Mehmet on yaşlarında iken Girit adasında Yunanlıların mezalimi sonunda yurtlarını terk ederek Kuşadası’na göç etti. Aile reisi İbrahim Ağa toptan
ve perakende bakkallık yaparak geçimini sağlamaya
başladı. Delikanlılık çağına gelen Mehmet göç ettikleri
yıllarda Hanya ve civarında şahit olduğu Rum vahşetinin tesiri altında kalarak Kuşadası’ndaki Rumlarla arasına mesafe koydu ve onlarla dostluk kurmaktan çekindi.
Bunun için elbette kendine göre makul sebepleri vardı.
1910 senesinde Söke ve Kuşadası’nda Rumlar kalabalık ve nüfuzlu bir durumda idiler. Söke
ve köyleri, Akköy ve Yoran, Ayasuluk, Çirkince, Kuşadası köyleri İslam Şanlı ve Rum Şanlı
Rumların hakim olduğu, ziraat ve ticaretle uğraştıkları bölgelerdi. Söke ovasının en verimli
yerleri Rum beylerine aitti. Bu yerler daimi olarak Samos adası ile irtibatta olup tüm mahsulü
Samos adası yoluyla Yunanistan’a ve Avrupa’ya aktarılırdı. Ayni zamanda Rum çiftliklerinin
işçi ihtiyacı Samos adasında karşılanıyordu. Sadece ağır işlerde dağ ve orman bozup tarla açmak için Konya’dan getirilen Bozkırlı işçiler, “ Kırlılar “ çalıştırılıyordu. Gözlerden ırak olan
Rum köylerinde bilhassa Çirkince, Akköy ve Yoran ’da yerli Rum eşkıyası ile Samos’dan
gelen eşkıya cirit atmaktaydı. Türk kolluk kuvvetlerinden kaçan Türk eşkıyasının da yatağı da
Rum damları ve köyleri idi. Söke ve Samos metropolitliği de bu bölge içindeydi ve kadınlar
arası kutlanan bir Türk düğününe giderek sarkıntılık yaptığı söylentileri çıkmıştı. Tabi bu olay
Çam Mehmet’in de kulağına geldi. Olanlara canı sıkılan Çam Mehmet kendi tarlasının da bulunduğu mevkide bir kır kahvesinde buluştuğu habercisi ile bir plan hazırlayıp uygulamaya
koymuştu. İspiyonu civarı gözleyecek ve o taraflarda tütün tarlası bulunan Rum kabadayısının
Çanlı’dan tarafa doğru gelişini tespit edip haber verecekti. Nitekim planladıkları gibi de oldu.
Bir gün Çam Mehmet sözü edilen kır kahvesinde dama oynamakta iken usulca kahvenin kapısına gelen ispiyon Çam Mehmet’e geliyor sinyali verdi. O sırada kahvede Çam Mehmet ile
beraber dört kişi bulunmaktaydı. Dama oynadığı şahıs, kahveci ve o sırada orada tesadüf bulunup da dama oyununu seyreden bir Yahudi çerçi vardı. Oyun o derece kritik bir noktadaydı ki
herkes damaya dalmış, Çam Mehmet’in sıyrılıp dışarıya gittiğini fark edememişlerdi. Çünkü
Çam Mehmet hamlesine karşılık vermesi için uzunca bir süre düşünmesini sağlayacak bir
oyun geliştirmişti.
Sayfa 35
Dışarıya çıkınca Çanlı tarafından atının üzerinde yaklaşmakta olan Rum kabadayısını gördü. Rum
iri yarı, boylu poslu biriydi. Çam Mehmet’in işinin pek kolay olmayacağı anlaşılıyordu. Çam
Mehmet’in dikkatli olması, taktik hatasına düşmemesi lazımdı. Bunu düşünen Çam Mehmet hemen yolun üzerindeki dereye girerek beklemeye başladı. Rum’un atı derenin başına geldiğinde
tehlikeyi sezerek şahlanıp kişnemeye ve dereye inmemek için direnmeye başladı. İşte bu sırada
Rum kabadayı bir hata yaparak atından inmiş ve atını yedeğine alarak dereye girmişti. Bu fırsatı
yakalayan Çam Mehmet sindiği yerden fırlayarak Rum’un yakasına yapışmış ve şaşıran Rum’un
kendisine gelmesine fırsat vermeden oracıkta birkaç bıçak darbesi ile işini bitirmişti. Üstünü başını düzelttikten sonra da hiçbir şey olmamış gibi damanın başına döndü. Oyunun heyecanından
kahveci , diğer oyuncu ve Yahudi çerçi hiçbir fark etmemişlerdi. Kısa bir süre sonra dışarıdaki
bağrışmalar üzerine onlarda dışarıya fırlayarak kanlar içindeki cesedi gördüler. Bir süre sonra gelen jandarma yaptığı sorgulamadan hiçbir sonuç alamadı. Ancak olay yerinde araştırma yapan
jandarma çavuşu hayıt ağacından yapılmış bir kırbaç bulmuştu. Araştırma neticesinde kırbacın
Çam Mehmet’e ait olduğu anlaşıldığından Çam Mehmet hapsedildi ve birkaç duruşmadan sonra
iki yıl hapse mahkum edildi. Birkaç gün hapiste kalan Çam Mehmet arkadaşlarıyla hapishanenin
demir parmaklıklarını keserek kaçtı.
Az bir süre sonra çıkarılan afla Kuşadası’na dönen Çam Mehmet arkadaşlarıyla oluşturduğu bir
çete ile yerli Rum kabadayıları ve Samos’ tan gelen eşkıya ile mücadeleye girişti. Bu sırada Söke’de Giritli Cafer ve daha sonra milli mücadele esnasında Aydın’da Yörük Ali Efe ile irtibat kurarak işbirliği yaptılar ve bu durum koordineli bir şekilde 1. Dünya Savaşının sonuna kadar sürdü.
1914 yılında İtalyanlar Kuşadası’nı denizden bombaladığı sırada Çam Mehmet Karova’da Kadı
Kalesi yanındaki tarlasında çalışıyordu. Açıkta demirleyen bir harp gemisinden filika indirildiğini
görür. İtalyanlar sahildeki cephane yüklü bir mavnayı almak niyetindeydiler. Çam Mehmet bunu
fark ederek karadan ateş etmeye başlayarak İtalyanları kaçırır. Olay daha sonra duyulduğunda
zamanın bir İzmir gazetesi birinci sayfaya Çam Mehmet’in bir boy resmini de koyarak altına “
Aslan yürekli Çam Mehmet “ diye yazmıştır. Çam Mehmet ve arkadaşları Rum eşkıya ile mücadelesini aksatmadan İtalyan işgali sırasında da yürütmüş ve birkaç eşkıyasını daha ortadan kaldırmışlardı. İtalyanlardan sonra Yunanlılar 15 Mayıs 1919 da İzmir’i ve daha sonra Ayasuluk’u
işgal ettiler. Bunun üzerine İtalyanlar Ayasuluk’taki kuvvetlerini Kuşadası’na çektiler. Bu durumda Çam Mehmet, İtalyanlardan gördüğü silah ve istihbarat yardımı ile Yunan kuvvetlerini de taciz
etmeye başlar. Daha sonra Mahmut Esat Bozkurt ve diğer ileri gelen birkaç kişi ile Kuşadası Kuva-i Milliye Teşkilatını kurarlar. Böylelikle Çam Mehmet, İstiklal harbine resmen destek verir.
İtalyanlar Söke ve Kuşadası’ndan çekileceklerini ve yerlerini Yunanlıların alacağını bildirmeleri
üzerine Çam Mehmet tüm ailesini bir gemi ile Güllük, oradan da Milas’a göndermiş ve Yunanlıların hezimetine kadar çetesiyle Ayasuluk, Kuşadası, Çanlı, Rum Çanlısı ve Kalamaki yörelerinde
yerli Rumlarla ve Yunan kuvvetleri ile çarpışmıştır. Zaferin ardından Çam Mehmet istiklal madalyası ile onurlandırılmış, kendisine fahri yüzbaşılık unvanı verilmiş ve Karova’da iki yüz dönüm tarla hediye edilmiştir. Sağlığında Kuşadası’nın kurtuluş günlerinde at üstünde resmi geçit
törenlerine katılırdı. Halk arasında hala anlatılan onlarca menkıbesinin bulunmasına rağmen konuşkan biri değildi. Bir iki olay dışında maalesef şahsı ile ilgili kendi ağzından bir şey öğrenmek
mümkün olmadı. Çam Mehmet efe mütevazi, sade ve çekingen kimliği nedeni ile diğer meçhul
kahramanlar gibi unutulmak ve unutturulmak istendi. Allah kendisini nur içinde yatırsın. Ruhuna
el Fatiha.(39)
—————————————————————————————————————
39. Ali Ekrem Erkal, KUYETA Yerel tarih Dergisi Kasım 2009 sayısı, sayfalar 11-12
KUŞADASI
Sayfa 36
MAHMUT ESAT BOZKURT
Mahmut Esat Bozkurt, 1892’de, İzmirKuşadası’nda doğdu. Hacı Mahmut oğullarından Hasan Bey’in oğludur. İlköğrenimini Kuşadası ve İzmir Yusuf Rıza mektebinde yapan
Mahmut Esat Bey, İzmir İdadisi’ni bitirdikten
sonra 1908’de İstanbul Hukuk Mektebi’ne girdi. 1912’de, İstanbul Hukuk Mektebi’nden mezun olan Mahmut Esat Bey, İsviçre’de Fribourg
Üniversitesi’nde yeniden hukuk öğrenimi gördü
ve “Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi Üzerine”
adlı doktora tezi ile Hukuk Doktoru oldu.
1919’da İsviçre’nin Lozan kentinde kurulan
Türk Talebe Cemiyeti’nin başkanlığına seçilen
Mahmut Esat Bey, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere yurda döndü ve Kuşadası’nda Kuvayı Milliye’yi kurdu. seçildi. Bu dönemde Mahmut Esat Bey’in önerisi Atatürk’ün onayı ile
Türkiye’de ilk kez “Milli İktisat Kongresi” 17
Şubat 1923’de İzmir’de toplandı.
11 Ağustos 1923’de başlayan II. Dönem için İzmir’den tekrar milletvekili seçilen Mahmut
Esat Bey, Ali Fethi Bey’in (Okyar) başkanlığında kurulan V. İcra Vekilleri Heyeti’nde
(14.8.1923-27.10.1923), ikinci kez İktisat Vekilliği’ne seçildi. 20 Nisan 1924’te kabul edilen
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun hazırlayıcıları arasında yer alan Mahmut Esat Bey, 22 Kasım
1924’de, Ali Fethi Bey’in (3. Hükümet) kabinesinde Adliye Vekilliği’ne atandı. 5 Kasım
1925’te Ankara Hukuk Mektebi’nin açılmasında büyük gayreti oldu. Mahmut Esat Bey, 3.
ve 4. İnönü Hükümetlerinde (4 ve 5. Hükümetler) de Adliye Vekili olarak görev yaptı. Türk
Medeni Yasası (17.2.1926), Türk Ceza Yasası (1.3.1926), Kabotaj Yasası (19.4.1926), Borçlar Yasası (22.4.1926), Ticaret Yasası (29.5.1926), Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasası
(18.6.1926) gibi hukuk sisteminin ve cumhuriyet döneminin temel yasaları, Mahmut Esat
Bey’in Adliye Vekilliği döneminde hazırlandı ve yürürlüğe girdi. (3. İnönü Hükümeti –
3.3.1925-1.11.1927). Mahmut Esat Bey, Cumhuriyet tarihinde “Bozkurt-Lotus” olayı olarak
adlandırılan, Bozkurt adlı Türk gemisiyle Lotus adlı Fransız gemisinin 2.8.1926’da Ege’de
çarpışması nedeniyle iki ülke arasında çıkan anlaşmazlıkta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda temsil etti. (1927). Kazada 8 Türk denizcisinin
ölmesi üzerine Fransız kaptan Türk Adliyesi tarafından tutuklanmış, bu tutuklama Fransa ile
sorunlara neden olmuştu. Türkiye olayı Lahey Adalet Divanı’na götürmüş ve dava 7 Eylül
1927’de Türkiye lehine sonuçlanmıştı. Bu dava, tarihçiler tarafından, Türk hukukunun ve
adalet örgütünün kapitülasyonlar dönemini geride bırakarak insan ve egemenlik haklarına
dayalı çağdaş hukuk düzeyine yükseldiğinin bir kanıtı olarak değerlendirilmektedir.
Sayfa 37
1934’de Soyadı Yasası kabul edildiğinde, Atatürk, bu davadaki başarısına dayanarak Mahmut Esat Bey’e “Bozkurt” soyadını verdi. Mahmut Esat Bey, 1930 yılı sonlarında Adliye
Vekilliği’nden istifa ettikten sonra, Ankara Hukuk Fakültesi’nde “Devletler Hukuku”, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Anayasa Hukuku” profesörlüğü yaptı. 21 Aralık 1943’de beyin
kanaması sonucu İstanbul’da ölen Mahmut Esat Bozkurt, TBMM’de 1. Dönemden ölümüne
kadar İzmir Milletvekili olarak görev yaptı. Bozkurt’un 1926 yılında kaleme aldığı Medeni
Kanun Genel Gerekçesi (Esbabı Mucibe Lâyihası), 2001 TBMM’sinde tartışmalara neden
oldu. Başlıca yapıtları: Lotus Davasında Türkiye-Fransa Müdafaaları (1927), Türk İhtilalinde
Vatan Müdafaası (1934), Türk Köylü ve İşçilerinin Hakları (1939), Devletlerarası Hak
(1940), Atatürk İhtilali (1940), Aksak Timur’un Devlet Politikası (1943) (40)
—————————————————————————————————————
40. www.biyografi.net web sitesinden alıntıdır.
KUŞADASI
Sayfa 38
EFSANE KAYMAKAM ÖZER TÜRK
Özer Türk kimdir ?
Kuşadası turizminin gelişmesinde büyük katkıları olan ve ilçe halkı tarafından çok sevilen
önemli değerlerimizden biri de efsane kaymakam sayın Özer Türk’tür. 1928 yılında İstanbul’da doğan Özer Türk, 1946 yılında İzmir Namık Lisesi’ni ve 1952 yılında Ankara Siyasal
Bilgiler Fakültesini bitirir ve 1952 yılında devlet memurluğu hayatına İzmir maiyet memuru
olarak başlar. Daha sonra sırasıyla Manisa-Alaşehir, Van-Özalp, Sason-Batman, AydınKuşadası, Balıkesir Burhaniye ilçelerinde kaymakamlık ve Muğla Valiliği görevlerinde bulundu. Toplam 25 yıl devlet memurluğu yapan sevgili Özer Türk 1986 yılında İzmir’de vefat etti.
Devlet hizmetinde sayısız olumlu ve güzel işler yaparak halkın sevgisine mazhar olan bu değerli kaymakamımız ve valimiz devletimiz tarafından sayısız takdirname ile ödüllendirildi ve
İspanya Dışişleri Bakanlığı tarafından “ Şövalye “ unvanı ile taltif edildi. Özer ve Gülden adlı
iki kızı olan Özer Türk Kuşadası’nda turizmin gelişmesi ve kentin turizme açılması konusunda
çok yararlı hizmetler yaparak Kuşadalıların gönlünde taht kurmuş ve unutulmaz değerlerimiz
arasındaki yerini almıştır.
Kuşadası kaymakamlığı
Kuşadası'nın bugünlere gelmesinde büyük katkıları bulunan Özer TÜRK, Kuşadası Kaymakamı olarak 1962 - 1967 yılları arasında görev yapmıştır. 1928 doğumlu olan Özer TÜRK, Kuşadası'na Kaymakam olarak atandıktan sonra yaptığı çalışmalarla yöre halkında turizm bilinci
yaratmış, ilçede turizmin oluşumuna ve gelişimine çok önemli katkılar yapmıştır. Daha da ileri
gidilerek denilebilir ki Özer TÜRK, ülkemizde deniz turizminin ve yazlık fikrinin en önemli
öncülerinden biridir. "Şövalye" unvanlı Kaymakam, bir yandan KUŞTUR, Fransız Tatil Köyü
gibi turistik tesislerin kurulmasına bizzat öncülük etmiş, bir yandan çeşitli yazlık sitelerinin
kurulmasını sağlamış bir yandan da ilçede yaşayanları turizm yatırımı yapmaya özendirmiştir.
Sayfa 39
Bu çalışmalar sırasında Özer TÜRK, hiçbir yazlık sitesinde kendisi için konut edinmemiştir.
Daha sonra Burhaniye Kaymakamlığı ve Muğla Valiliği de yapan Özer TÜRK, 1986 yılında
vefat etmiştir. Vefalı Kuşadası Halkı onun anısına "Kuşadası Özer TÜRK Stadyumu " nu
yaptırarak, adını ebedileştirmiştir. (41)
Kaymakam Özer Türk’ün Kuşadası turizmine hizmetleri
Özer Türk'ün Kuşadası Kaymakamlığı 1967-1970 yılları arasında olmuştur. O geldiğinde
Kuşadası Belediye Başkanı rahmetli Şaban Alkıştı. Şaban Alkış, Kuşadası’nı ağaçlandırması
ile tanınır. Özer Türk onun bu özverili çalışmalarını turizmle taçlandırmak ister. Ama 1968de
Şaban Alkış'ın yerine Taylan Sağanak Belediye Başkanı olunca Özer Türk çalışmalarına yeni
başkan Taylan Sağanak ile devam eder. O yıllarda Kuşadası Turizm Bürosu Müdüresi Zafer
Hanımdı. Zafer Hanım, Tatil Köyü Müdürü Ataman Bey, Kısmet Otelin sahipleri Hümeyra
Özbaş, İmbat Otel'in sahibi Ali Rıza Özbaş, Akdeniz Turizm Acentelerinin kurucusu ve sahibi sinemacı Naci Akdoğan, Haşmet Akdoğan, Turgut Koyuncuoğlu ve Şaban Alkış'ın çabaları ile Kuşadası Yat Kulübü kurulur. Bu kulüp hem Taylan Sağnak’ın Kuşadası Belediye Başkanı olmasına ve hem de Kuşadası’nın turizm alanında boy göstermesine yardımcı olur.
Özer Türk, Kuşadası turizminin ilk ateşini yakar. Öyle ki onu unutamayan vefalı Kuşadası
halkı onun anısına KUŞADASI ÖZER TÜRK Stadyumu’nu yaparak, onun adını ebedileştirir. Ne yazık ki bu büyük insanın özgeçmişi hakkında elimizde yeteri kadar bilgi yok. Onu ve
hizmetlerini başkalarının anlatımıyla tanımaya çalışacağız. Mehmet Konuk bey bir anısında
ondan şöyle söz ediyor: Özer Türk ilçemize kaymakam olarak atandıktan sonra yaptığı çalışmalarla bize turizm bilinci aşıladı. Daha sonra Kaya Şavkay ilçemizde Turizm Müdürü olarak göreve başladı. Onun da Kuşadası’na unutulmaz katkıları olmuştur. Belediye başkanımız
Sayın Şaban Alkış bizi turizm ile kalkınacağımıza inandırdı. Böylece turizm hareketi başladı.
Kuştur, Ömer ve Fransız Tatil Köyleri o yılların ürünüdür. Meryem Ana ve Efesin ziyarete
açılmasıyla Kuşadası turizmde emin adımlarla yürümeye başladı. Özer Türk ile Kaya Şavkay
Kuşadası’nı turizme açmak için el ele verirler. Burada onlara en çok desteği Sökeli olan Kuşadalılar verir. Rahmetli Ömer Koca Öner'e Yavansudaki malikânesini ve arazisini tatil köyü
yapmasını isterler. Özer Türk çok sevdiği Ömer Bey için kurulacak tatil köyünün bir maketini hazırlatır. Ömer Bey önce olmaz der, ama sonra olaya yavaş yavaş ısınmaya başlar. Ömer
Tatil Köyü böylece Özer Türkün çabaları ile 1968 yılında camping olarak hizmete giriyor.
Vali Nihat Danışman, Ahmet Güçsav, Özer Türk ve eşi Ediz Hanımın bu yerin turizme açılmasında Ömer Bey'e önemli katkıları oluyor.
Kuşadası'nın Efsane Kaymakamı Anıldı
Kuşadası`nın efsane Kaymakamı ve turizmin ilk kurucusu Özer Türk, Kuşadası Belediyesi
İbramaki Sanat Galerisi`nde eşi Ediz Türk, kızı Özden Çokar ve Gülden Evirgen, torunları
Senem ve Ece ile sevenleri, turizmde beraber çalıştığı arkadaşlarının yoğun katılımı ile anıldı. Kuşadası Belediyesinin Vefa etkinlikleri kapsamında eski kaymakam Özer Türk ``˜ü anma programı saygı duruşu ile başladı. Dr. Ali Alkış, o dönemin Belediye Başkanı olan babası
Şaban Alkış ile olan anıları anlatarak çok dürüst ve hizmet aşkıyla dolu olan Kaymakamın
yaşam öyküsünü izleyicilere aktardı. 1928`de doğan 1986`da vefat eden Kuşadası`nın unutulmaz Kaymakamı için Özer Türk stadına adının verilmesini vurguladı.
—————————————————————————————————————
41. E. TURGUT TEKİN Söke Gerçek gazetesi 20.06.2009 tarihli yazısı
KUŞADASI
Sayfa 40
BİLLUR SESLİ AMA MÜEZZİN MEHMET İPEK
Yaşı ellinin üzerinde olanların unutamadığı, kale içi
caminde 40 yıl billur sesi ile müezzinlik yapan, ahlakı
ve sohbeti ile herkesin çok sevdiği, ama olmasına rağmen kırk yıl caminin minaresine çıkıp gür sesi ile 5
vakit ezan okuyan Mehmet İpek amcamızın son zamanlarına yetişme bahtiyarlığına eriştik. Soyadının
hakkını veren ve gerçekten bizim tabirimizle “ tel tel
ipek “ olan bu cennetmekân hafız Mehmet İpek amcamız Kuşadalı ’nın vazgeçemediği ve dini görevler esnasında mutlaka davet ettiği bu müstesna insanı yakın
arkadaşlarından ve onunla Adalızade mezarlığında
buluşan rahmetli Tuğrul Kutucu amcamızın kaleme
aldığı 2011 Kasım’ında KUYETA yerel tarih dergisindeki yazısı ile tanıyalım. Müezzin Mehmet İpek 1919
yılında Kuşadası’nda doğmuş olup kasap Adem’in büyük oğludur
Doğuştan ama olan müezzin Mehmet İpek’in iki erkek kardeşinden büyüğünün adı Muttalip,
küçüğünün adı ise Feridun idi. Asi kadrolu müezzin bulunmasına rağmen aralıksız 40 sene
Kuşadası merkez Kale içi Camiinde fahri müezzinlik yapmıştır. O güzel sesi ile sabahları saba makamında sabah ezanını okuyarak insanlara namaz vaktini bildirirken herkes tarafından
huşu ile dinlenirdi. Öğle ezanını Uşşak, ikindi ezanını Rast, akşam ezanını Segah ve yatsı namazını Hicaz makamlarında okurdu. Bu vazifeyi yaparken özrünün olmasına rağmen yağmur,
çamur, soğuk, yaz ve kış demeden o minareye tırmanır güçlü sesi ile zamanını atlamadan
ezanını okurdu. Mikrofon ve hoparlörler, benzeri ses yükseltme cihazlarının henüz camilerde
kullanılmadığı o yıllarda gür sesi adanın her tarafında rahatlıkla duyulurdu. Görevini muntazam, istekli ve bıkmadan, sıkılmadan yapan bir insandı. Adalılar mevlit ve Kuran okunması,
çocuklarına isim konulması merasimlerinde okuyucu olarak hep onu çağırırlardı. Askere gidecek gençlerin uğurlanması ve merasimlerinde serhat türküleri söylemeyi ve gençleri coşturmayı çok severdi.
Hafızası, dokunma ve ses alma yetenekleri çok güçlü idi. Seneler önce tanıştığı bir kimsenin
kendisine selam vermesinde hemen onu tanır ve ismen hatırlardı. Hatta ses vermeden elini
sıktığında merhabasına ismi ile cevap verirdi. Bir önemli yeteneği de doğuştan ama olmasına
rağmen saat markalarını çok iyi bilmesi idi. Eline aldığı bir saatin markasını ve modelini yanlışsız söylerdi. Evi Dağ mahallesinde yokuşun sonunda olmasına rağmen sanki normalmiş
gibi basamakları çıkar, kapısını bulur ve özrünü hiç kimseye fark ettirmezdi . En çok sevdiği
oyalandığı yer olan Kale içi Cami avlusunda müsait havalarda oturur yanına gelen
ve geçerken hatırını soran dostları ile şakalaşır vakit geçirirdi. Zaten dostları da onu
pek yalnız bırakmazlardı. Daima haline şükreder, durumundan pek şikayetçi olmazdı. Her kes gibi bir gün onun içinde emr-i hak vaki oldu. 1995 yılında bu fani dünyadan ebediyete göçtü. (42)
————————————————————————————————————42.Tuğrul Kutucu, KUYETA Yerel Tarih Dergisi , 2011 Kasım sayısı sayfa 4
Sayfa 41
KUŞADASI’NIN SON DEBBAĞI TUĞRUL KUTUCU
'Ben Tuğrul Kutucu, 14 Mayıs 1929' da Kuşadası'nda
doğdum' diye başlamıştı kendi yazdığı otobiyografisi.
Ailenin 4. ve son çocuğu olarak geldiği dünyada 83 yıl
misafir oldu ve , 1 Mayıs 2013 de aniden bizlere veda
ederek ebediyete intikal etti. Beklenmedik bir vedaydı
bu. Her yıl girdiği çok detaylı kontrollere rağmen kalbinin 3 damarının tamamen tıkalı olduğu fark edilememişti. Binden fazla seveni onu son yolculuğuna uğurlarken
eller üzerinde taşıyarak yalnız bırakmadı. 1929 yılı 14
Mayısında , savaş sonrası genç Türkiye Cumhuriyetinin
yokluk yıllarında dünyaya geldi. Kendi deyimiyle herşey kıttı o zamanlar. Belki de ondandı her eşyayı çok
dikkatli kullanması, , gün gelir yedek parçasını kullanırız diye, bozulunca atmayıp bir yerlerde tutması. Emeğe
saygısının temelinde de bu yokluk zamanları vardı.
Çok sevdiği Süleyman Öğretmeni , ilkokul sonrasında onu cesaretlendirince, İnşaat Enstitüsünün sınavlarına girip İzmir 11. si oldu. Büyük başarıydı bu. Okul İstanbul'daydı. Ancak, yarım yıl dayanabildi orada. Arkadaşını haksız yere döven öğretmenini okul müdürüne
şikayet edince , öğretmenin ona yönelen öfkesi yüzünden döndü geldi Kuşadası'na. Çok
fazla seçeneği yoktu. Ya çiftçi olacaktı, ya balıkçı, ya da Debbağ, yani Tabak. O da eniştesinin mesleğini seçti. Çıraklık, kalfalık derken ustalık geldi ve İkinci Dünya Savaşı sonrasının zor yıllarında Bahriye, yani Denizci askeri olarak tekrar İstanbul'a döndü. Önce Merasim Bölüğü, sonra Gelibolu Zırhlısı derken 3,5 yıl askerlik yaptı. Döndüğünce annesini sordu. Zor oldu söylemeleri, 'Anneni kaybettik, epey oldu' diye. On yıl kadar babası Ahmet
Efendiyle beraber Kaleiçi Camisine bakan iki katlı evde yaşadılar. Anca toplayabilmişti
evlenecek parayı. 1960 senesinde Gücü oğullarının güzel kızı Nur Civan'a düştü gönlü; istetti, evlendiler. Önce bu satırların yazarı , yani ben, Oğuz dünyaya geldi . 1963 senesiydi.
Aynı yıl politikaya da girdi. Önce Sn. Şaban Alkış, sonra Sn. Taylan Sağnak, arkasından
Sn. Mercan Küçük yağcı, ve en son olarak Sn Lütfü Suyolcu Belediye Başkanlığı dönemlerinde 17 yıl aralıksız Belediye Meclis üyeliği yaptı. Kuşadası Çevre Yolunun ilk güzergahının belirlenmesi, ve Kadınlar Denizi yolunun yapılmasının fikir babasıydı. Hatta, yol kendi
arazisinden geçip 2 dönüm kadarını alınca , istimlak parasını bile almayıp belediyeye bağışladı, ayıp olur, yanlış anlaşılır, kendine menfaat sağladı derler diye. 1969 senesinde ikinci dünyaya oğlu geldi; Suat. Bu yıllarda sadece Belediye Meclis ve Encümen üyeliği değil,
İstimlak ve Takdir Kıymet Komisyonlarında da bulundu. Kaleiçi Camisi Derneğinin Başkanlığını yaptı, Esnaf Derneği ve Esnaf Kefalet Kooperatifinin yönetim kurullarında bulundu. Özellikle bu kooperatif can suyu vermişti Kuşadası esnafına. (43)
Kuşadası için yaşayan bir tarih hafızası ve yüksek bir değer olan, müstesna kişiliğiyle grubumuza anlam katan, Kuşadası’nın yaşayan son debbağı, saygıdeğer büyüğümüz Tuğrul
Kutucu’yu kendi kişisel biyografisini yazdıktan sonra 1 Mayıs 2013 tarihinde kaybettik.
————————————————————————————————————
43.JUYETA Yerel Tarih Dergisi 2013 Özel Tuğrul Kutucu sayısı
KUŞADASI
Sayfa 42
KUŞADASI TARİHİ CAMİLERİ
Kuşadası 1086 yılından itibaren Türkler tarafından fethedilmiş, Selçuklu ve Bizans arasında bir süre el değiştirdikten sonra 1390 yılında Osmanlı idaresine geçmiş ancak 1402
tarihinde Timur tarafından alınmış ve tekrar Aydınoğluları beyliğinin idaresine verilmiştir. 1413 tarihinde ise Fetret devrini sona erdirip tekrar Türk birliğini tesis eden ve Osmanlı devletini ikinci kez kuran Çelebi Mehmet tarafından Osmanlı devletine katılmıştır.
Kuşadası’nın Türk şehri olarak 1413 tarihini göstermek yanlıştır ve Kuşadası’ndaki Türk
hakimiyeti 800 seneden fazla bir süre devam emektedir ve kıyamete kadar da Türk şehri
olarak kalacaktır.
Kuşadası’nın topoğrafik yapısı dağlık ve kimi yerde düzlük şeklindedir. Köy yerleşimleri
dağlık arazilerde kurulmuştur. Merkezdeki eğimli alanların yanı sıra düzlük yerlerde zaman içerisinde iskana tabi tutulmuştur. Kuşadası’nın Osmanlı dönemindeki birinci banisi
Hızır Hayreddin Paşa olmuş ve şehre bir cephanelik yaptırmış ve Güvercin ada kalesini
inşa ettirerek limanı emniyet altına almıştır. 1615 yılında Kaptan-ı derya ve sadrazam
olan Konevi Mehmet Paşa ise Kale içi cami merkezli ve içinde hamamı, medresesi, sıbyan mektebi, imarethanesi ve kervansarayı olan büyük bir külliye inşa ettirmiş, şehri surlarla çevirmiş, kaleyi kuvvetlendirip içine top ve yeniçeri koydurmuştur. 1670 yılında
Kuşadası’nı ziyaret eden Evliya Çelebi’ye göre Kuşadası 9 mahalleden müteşekkil ve 5
camisi olan, limanı 500 kadırga kapasiteli, havası güzel, insanları latif önemli bir merkezdir. Bu bilgilere göre Kuşadası’nda 5 tarihi cami olduğu, yaklaşık 9 tane mescit bulunduğunu biliyoruz. Kuşadası ile ilgili ilk Osmanlı kayıtları I. Murat dönemine ait 1421-1438
tarihli mufassal tahrir defteridir. (44)
———————————————————————————————————44. 1. Cahit Telci, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2000, sayfa 233
Sayfa 43
KALE İÇİ CAMİ
Konum :
Adres :
Yapım yılı :
Banisi :
Tescili :
20 L-4A pafta, 56 ada, 3 parsel
Cami kebir Mah. Yedi Eylül Sokak no : 8
1617-1618
Sadrazam Konevi Mehmet Paşa
İzmir TKTVYK nın 03.07.1987 tarih ve 3495 sayılı kararı ile tescilli anıt
yapıdır.
Kale içi cami , Kuşadası merkezinde yer alan en eski tarihli camidir ve sur duvarlarının çevrelediği kentin ana yerleşimini oluşturan tarihi kale içi semtinde yer alır. Cami kebir mahallesi Barbaros Hayreddin Paşa Bulvarı’nın doğusunda bulunan eser kare planlı, üzeri tek kubbe ile örtülü bir harim, kuzeyinde üç gözlü son cemaat yeri ve kuzeybatısındaki minareden
oluşmaktadır. İnşasında kesme taş, kırma taş, tuğla ve mermer malzeme kullanılmıştır. Harimin üzerini örten kubbenin 16 kenarlı kasnağına ve duvarlara sivri kemerli pencereler açılmıştır. Alt seviyedeki pençeler ise dikdörtgen şekillidir ve alınları sivri kemerlidir. Minaresi
çeşitli defalar tamir edilmiştir. Kuzey cephesinde, girişin iki yanına birer mihrap ve pencere
yerleştirilmiştir. Harim girişi mermerdendir; giriş aralığının üzeri basık kemerle örtülüdür.
Kemerin köşelerinde ve üst kısmında gül bezekler bulunmaktadır. Sedefli ahşap kapı kanatları sonradan yenilenmiştir. Giriş açıklığını örten çift kanatlı ahşap kapı tamamen ahşap parçaların birbirine çivi kullanmadan geçme bir eski Türk zanaatı olan “ Kundekari “ tekniğiyle
yapılmıştır. Geometrik desenlerden oluşan ahşap geçme parçalar sedef kakmalıdır. (45)
———————————————————————————————————————————————-
45.Kuşadası envanteri, Kuşadası Belediyesi Kültür yayını 2012 , sayfa 57
KUŞADASI
Sayfa 44
İçte dörtgen planlı harimin üzerini örten kubbenin yuvarlağına içleri üçgen dolgulu, sivri kemerli tromplarla geçilmektedir. Tepe pencerelerinin iç kısımları vitraylıdır. Duvarın ortasında
yer alan, dikdörtgen bir çerçeve içerisine yerleştirilen yuvarlak kesitli mihrap, bezemeleri açısından geç dönem özelliği göstermektedir.. Kenar bordürleri üçlü sütuncelere sahip mihrabın
nişi içte perde motifi ile zenginleştirilmiştir. Alınlık kısmındaki bezemeler adeta mihrabı taçlandırmaktadır. Tezyinatında alçı malzemenin hakim olduğu mihrabın geç dönem süslemelerinin karakterini taşıması, bu unsurun yapıya 1830 da yapılan onarımda eklendiği düşünülmektedir. 1982 yılındaki tamirde de mihraba eklemeler yapılmıştır. Ahşap minber ve vaaz kürsüsü yenidir. Harimin doğu duvarında kuzeydeki dolap şeklinde kullanılan üç adet pencerenin
sivri kemer çökertmeli alınlıkları vardır. Batı duvarındaki düzenleme doğudakine benzemektedir. Harim içindeki ahşap kadınlar mahfili son zamanlarda onarılmış ve yenilenmiştir. Kuzey ucundaki giriş, çift kanatlı bir kapıyla harime açılır. Kale içi caminin günümüze kadar gelebilmiş bir kitabesi mevcut değildir. Minaresinin kubbe eteğine ulaşımını sağlayan kapı üzerinde dört satırlık bir kitabe vardır. Bu kitabeye göre minaresi hicri 1124, miladi 1712 yılında
tamir edilmiştir. Sekizgen kaideye sahip minarenin her yüzeyinde yuvarlak kemerli birer niş
yer alır. Minarenin pabuç kısmından silindirik gövdeye geçiş üçgenlerle sağlanmıştır. Şerefe
altında ve pabuç kısmında birer bilezik minare gövdesini kuşatır. Tuğlaların üçgen diş şeklinde girintili ve çıkıntılı şeklinde yerleştirilmeleri ile şerefe altı oluşturulmuştur. Şerefenin korkuluğu ve petek bölümü briketlerle yenilenmiştir. Minarenin külahı saç kaplamadır.(46)
Giriş kapısının sol tarafında, caminin kuzeydoğu köşesinde ise İlyas ağa kütüphanesi bulunur.
Sığla Sancağı Mütesellimi-Osmanlı devletinde tazimattan önce vali ve kaymakamlar adına
vergi toplamakla görevli olan memur- İlyas ağanın Kuşadası’nda yaptırmış olduğu eserlerden
biridir. İlyas ağa, Hasan ağanın torunu olup, dedesi dergah-ı Ali kapıcı başısıdır. Kuşadası
muhafızı Rüştü Mustafa Paşa’nın yerine 1813 yılında muhafız tayin edilmiştir. 1830 yılında
Aydın’da ölmüş ve Ulu cami mezarlığına gömülmüştür. İlyas ağa Söke ve Kuşadası’nda hüküm süren İlyazzadelerden biridir Söke ve Kuşadası’nda eserler yaptırmıştır. Kütüphane İlyas
Ağa’nın Kuşadası’nda yaptırdığı ilk eserdir. Kareye yakın dikdörtgen planlı, tek mekanlı, oval
kubbeli bir cami kitabhanesidir. Caminin içeresindeki bitişik pencereden bu kütüphaneye geçilmektedir. Bu yapı halen Kuşadası ilçe müftülüğü Aile ve İrşad Merkezi olarak kullanılmaktadır. Kitabesi ise ebcet hesabıyla tarih düşürülen 1227 hicri ve 1812 miladi tarihli olup şu şekildedir. (47)
Hu,
Sığla sancağı tasarruf kerdesi İlyas ağa
İtdi inşasına himmet bidti ba-avni-muin
Bu mahalli ensen gördükte ol ali-cenap
Der –akab mebnasına ihlasıyla oldu karin
Olmamış bu belde de sabıkta bir emsal-i hiç
İlm-i ihya itdi ol ba-gayret-i iman-ı din
Vire dareynde selamet hem şükür evlat ana
Tül-ömrüyle muammer kıla Rabbül-alemin
Çıktı bir gevher feşan cazım didi tarihini
Talibine binamdır bu kitabhane-i hemin
Sene 1127
———————————————————————————————————46.Mustafa Kenan Özcan, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2000, sayfa 170
47.Mükerrem Kürüm, II. Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2008, sayfa 164-165
Sayfa 45
HATİCE HANIM CAMİ
Konum :
Adres :
Yapım yılı :
Banisi :
Tescili :
20 L-1Vc pafta, 53 ada, 1 parsel
Cami atik mahallesi, Sabucalı köşesi
1656
Hadice Hanım
İzmir TKTVYK nın 03.07.1987 tarih ve 3495 sayılı kararı ile tescilli anıt
yapıdır.
Hanım cami, Kuşadası cami atik mahallesi Sabucalı köşesinde bulunmaktadır. Kare planlı tek
kubbeli tipte, taş ve tuğla malzeme kullanılarak inşa edilmiş ancak günümüze gelinceye kadar
köklü onarımlar geçirmek suretiyle asli şeklini kaybetmiştir. 1951-57 yılları arasında halk tarafından tamir ettirilmiş, kubbesi betonarme ile yenilenmiş, son cemaat yeri eklenmiş, yıkılan
minaresi bu tarihte yeniden yapılmış ve mihrabı maalesef çini ile kaplanmıştır. Harimin, muhtemelen inşa edilmiş döneme ait olan, basık kemerli mermer girişinin üst kısmındaki kitabesinde ebcet hesabı yapılmıştır. Bu kitabe dört beyitlik sülüs hatla yazılmış olup şu şekildedir.
Hazreti Hacı Hadice Hanım ü ali niyaz
Mabet-il ubbadı bünyad eyleyüp cay-ı mefaz
Hazihi cennat-ı adnin fed hulüha halidin
Ya- İbadullah-ı kumu fa budu ehl ü niyaz
Hak buyurdu leyse lil ihsanı illa ma sea
Sa’yi İbrahim ağa ile bu cami ser-firaz
Hasbet-en lillha yaptı barek Allah zadiya
Arifane oku tarih “ pak kalub beş vakt nemaz”
Ebced 1067 -1656-57
KUŞADASI
Sayfa 46
Bu tercümeye göre caminin orijinal hali Hatice Hanım tarafından Hicri 1067, Miladi 16561657 tarihinde inşa edilmiştir. Evliya Çelebi seyahatnamesinin Kuşadası bölümünde Hanım
caminden sur dışında yer aldığını belirtmektedir. Hanım cami ile Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde belgeler vardır ve bu belgelerden cami ile ilgili işleyişin nasıl olduğunu öğrenmekteyiz. (48)
HACI İBRAHİM CAMİ
Konum :
Adres :
Yapım yılı :
Banisi :
Tescili :
20L-1Vd pafta, 191 ada, 1 parsel
Alaca Mescit Mahallesi Yıldırım Caddesi
17. yüzyıl
İbrahim Ağa
İzmir TKTVYK nın 03.07.1987 tarih ve 3495 sayılı kararı ile tescilli
anıt yapıdır.
Kuşadası’nın en talihsiz tarihi camisidir desek sanırım abartmış olmayız. 17 yüzyılda yapıldığını zannettiğimiz ve yapıldığı tarihten yaklaşık 200 yüzyıl sonra yaşayan başka bir
İbrahim ağa tarafından yapıldığı yanlışına düşülen bu cami 1950, 1970 de ve 1994 yılında
tamir edilmiş ve 2012 yılında ise yanarak tamamen kül olmuştur. Aydın Vakıflar Bölge
müdürlüğü tarafından üç yılda restore edilen ve yeni ibadete açılan bu cami ne yazık ki
özgünlüğünü kaybetmiş ve restorasyon tek kelime ile fecaattir
——————————————————————————————————————————————————
48. Mükerrem Kürüm, II. Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2008, sayfa 167
Sayfa 47
Hacı İbrahim cami merkez Alaca mescit mahallesi Yıldırım caddesi üzerindedir. Dikdörtgen
planlı bir harim, kuzeyindeki son cemaat yeri ve kuzeybatısındaki silindirik gövdeli tel şerefeli
minareden oluşmaktadır. Yapımında taş ve tuğla kullanılmıştır. Çok çeşitli tarihlerde onarımlar
görmüş ve 1994 onarımda ise son cemaat yeri betonarme ile yenilenmiş ve mihrabı çinilerle
kaplanmıştır. Caminin doğu cephesinde alt seviyede kadınlar mahfilinin sivri kemer alınlığına
sahip dikdörtgen şekilli girişi ile penceresi vardır. Üst seviyedeki tepe pencerelerinden kuzeydeki dikdörtgen şekilli, sivri kemer alınlıklı, güneydeki ise sivri kemerlidir. Merdivenle ulaşılan
son cemaat yeri geçirdiği onarımlar nedeniyle özgünlüğünü yitirmiştir. Harim girişinin iki yanına yerleştirilen dış mihrapların nişini mukarnaslı kavsara örtmektedir. Kavsaranın üst kısmında
onarımdan dolayı tavan ile sona erdiği görülmektedir.(49)
Giriş aralığının üzeri basık kemerle örtülüdür. Kemer köşesinden başlayarak orta kısmına kadar
çiçek motifleri süsleme unsurları olarak kullanılmıştır. Son cemaat yerine açılan minare girişinin alınlığında yazı kartuşu vardır. Dikdörtgen planlı harimin üzeri ahşap tavanla örtülüdür.
Mihrabın iki yanında pencerelere yer verilmiştir. Mermer minberin süpürgelik kısımları dilimli
kemerli açıklıklara sahiptir ; dolap kısmı yuvarlak kemerlidir. Yapının inşa kitabesi yoktur.
Minare girişinin alınlığındaki yazıda ebced hesabı ile tarih düşürülmüş, buna göre 1113 Hicri,
1701-02 tarihinde onarım geçirdiği anlaşılmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü kütük defterinde 0906-811-002 kod numarası ile kayıtlı olup 17. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. 1218 hicri ve
1803-04 Miladi tarihli belgeye göre Kuşadası varoşunda İbrahim Efendi Cami imamlığından
bahsedilmektedir. Kaynaklarda cami-cedid olarak ismi geçmekte ve 1690 tarihinde caminin
bulunduğu yer Kuşadası Medine-i varoşu diye adlandırılmaktadır. Anadolu’ da erken dönemde
çok sık gördüğümüz ahşap tavanlı camilerden biridir. Hacı İbrahim Cami haziresinde yaklaşık
10-12 tane çok tahrip olmasına rağmen Osmanlı mezar taşları vardır. Bunlardan 1238 hicri ve
1823 Miladi tarihli olan Berber Ahmet zevcesi Hatice Kadın mezar taşı cami tasvirlidir ve çok
güzeldir. Bir diğer erkek mezar taşı ile 1845 tarihli olup dolama destar serpuşludur ve Abdullah
efendi isimlidir. Caminin resmi restorasyonu bitince Kuşadası müftülüğü kanalı ile bu taşların
okunmasını ve korunmasını talep edeceğiz.
İKİ OLUKLU CAMİ
Konum :
Adres :
Yapım yılı :
Banisi :
Tescili :
20L-1Vd pafta, 85 Ada, 13 parsel
Cami Atik mahallesi , Altın Sokak
18. Yüzyıl
Bilinmiyor
İzmir TKTVYK nın 03.07.1987 tarih ve 3495 sayılı kararı ile tescilli
anıt yapıdır.
—————————————————————————————————————
49.Mükerrem Kürüm, II. Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2008, sayfa 169-170
KUŞADASI
Sayfa 48
Atik cami olanakta bilinen, iki oluklu cami , cami atik mahallesi altın sokakta bulunmaktadır.
II. Dünya savaşı sırasında askeri levazım deposu olarak kullanılan cami, dikdörtgen planlı bir
harim, kuzeyinde son cemaat yeri ve kuzeydoğusundaki minareden oluşmaktadır. Yapının
inşasında taş ve tuğla malzeme kullanılmıştır. 1960 yılların sonlarına doğru iki katlı son cemaat yeri eklenmiş, mihrabı 1996 yılında çini ile kaplanmış ve ahşap elemanları yenilenmiştir. Avlusundaki daire planlı şadırvanın üzeri sonradan betonarmeden konik şekilli külah ile
örtülmüştür. 14 kenarlı mermer şadırvanın her yüzüne dilimli kemerli çökertme içerisine lüle
yerleştirilmiştir. Kubbesi sekiz adet sütunun taşıdığı özgün olmayan bir fiziki mimari ile koruma altına alınmıştır. Caminin üzeri kiremitlerle kaplı kırma çatı ile örtülmüştür. Doğu, batı
ve güney cepheleri dikdörtgen şekilli pencerelerle hareketlendirilmiş, güney cephesinde mihrap duvarı dışa taşmış, güneybatı ve güneydoğu köşeleri pahlandırılmıştır.
Minaresi kare kesitli bir kaide, sekiz kenarlı bir pabuç ve silindirik gövde ile tek şerefeden
ibarettir. Onarımlar nedeniyle son cemaat yerinde girişin iki yanına yerleştirilen dış mihrapların nişlerini örten mukarnaslı kavsaralar üstten devam edememiş, giriş orijinalliği kaybolmuştur. İçte harimin ahşap tavanı kontrplak malzeme ile kaplanmış, kadınlar mahfili, minber
ve mihrap yenilenmiştir. Yapının kitabesi yoktur. Vakıflar Genel müdürlüğündeki kütük defterinde 0906-811-003 numara ile kayıtlıdır. 18. Yüzyıla tarihlendirilmiş olmasına rağmen son
cemaat yerindeki mihrap uygulamaları Hacı İbrahim cami ile benzerlikler gösterir, şadırvandaki kemerli uygulamalar, kuş figürleri ve diğer bezemeler 17. Ve 18. Yüzyılların özelliklerini taşımaktadır. Böylece yapıyı 18. yüzyıla tarihlendirebiliriz. (50)
————————————————————————————————————
50.Mükerrem Kürüm, II. Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2008, sayfa 170-171
Sayfa 49
TÜRKMEN CAMİ
Konum :
Adres :
Yapım yılı :
Banisi :
Tescili :
20L-1Vd pafta, 159 Ada, 35 parsel
Türkmen Mahallesi Ünlü ve Güven Sokakları köşesi
18. Yüzyıl
Bilinmiyor
Aydın TKTVYK nın 05.02.2003 tarih ve 11383 sayılı kararı ile tescilli
anıt yapıdır.
Türkmen mahallesi Ünlü ve Güven sokaklarının kesiştiği köşede yer alan cami kareye yakın
bir plana sahip olup kuzeyinde son cemaat yeri ve kuzeybatısındaki minareden ibarettir. İnşasında taş ve tuğla kullanılan eser özgün değildir ve köklü onarımlar görmüştür. 1950 li yıllarda minare ve kubbe tadilatı yapılmış, son cemaat yeri eklenmiş, 1985-90 yılları arasında minberi, tavanı, kadınlar mahfili ve son cemaat yeri yenilenmiş, 1995 yılında ise mihrabı çini ile
kaplanmıştır. Üzeri Marsilya kiremitleri ile kaplı kırma çatıya sahip caminin önceden son
cemaat yerinin olmadığı, ihtiyaç üzerine sonradan eklendiği yöre halkınca söylenmektedir.
Eklenen son cemaat yeri camekânlı iken tekrar değiştirilmiş, tuğla kaplamalı duvarlar ve yuvarlak kemerli giriş ve pencerelerle modern bir görünüşe dönüştürülmüştür. Doğu ve Batı
cephelerinde altta iki adet dikdörtgen şekilli, üstte basık kemerli iki adet tepe penceresi mevcuttur. Güney cephesinde mihrap duvarı dışarı taşmıştır. Harimde mihrap dışında minber,
vaaz kürsüsü ve belli bir yüksekliğe kadar güney duvarı Kütahya çinisi ile kaplanmıştır. İnşa
kitabesi bulunmayan Türkmen cami Vakıflar Genel Müdürlüğü Kütük Defterine 0906-811005 numara ile kayıtlıdır. Caminin tarihi bu kayıtta 18. Yüzyıl olarak yer almaktadır. (51)
51. Mükerrem Kürüm, II. Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2008, sayfa 172
KUŞADASI
Sayfa 50
KUŞADASI TÜRK HAMAMLARI
Kuşadası, diğer ilçelere nazaran Türk eserleri bakımından oldukça fakir bir ilçedir ve Selçuklu ve Beylikler dönemine ait Türk eserleri hiç olmadığı gibi, Osmanlı dönemine ait çok az
sayıda cami, bir kervansaray, iki türbe , bir mezarlık, bir düzine sokak çeşmesi ve iki adet
Osmanlı hamamı mevcuttur. Bunun sebebi Kuşadası’nın 1613 tarihine kadar küçük bir kaza
olması ve Konevi Damat Mehmet Paşa’ya tersane hassı olarak verilmesinden sonra yeniden
imara girmesi ve büyük bir külliyenin sadrazam tarafından yaptırılmasıdır. 17. Yüzyıl başlarında Konevi Mehmet Paşa ile birlikte önemli bir liman haline Kuşadası gelmiştir. Diğer
etkenlerden biri de Kuşadası’nın kozmopolit bir demografik yapısı olmasından ve Türk,
Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin bir arada yaşamasından da Türk idareciler tarafından
gerekli sayıda Türk eserleri yapılmamasındandır. 1930 lardaki eski eser düşmanlığı ve tahribatı ile 1970 lerde başlayan turizm furyası da bu eserlerin çok kısa sürede yıpranmasına ve
hatta yok olmasına sebep olmuştur. Kuşadası’nda sadece Osmanlı dönemlerinden kalma iki
adet Türk hamamı günümüze kadar çeşitli değişikliklerle ulaşabilmiştir.
KALE İÇİ HAMAMI
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Kaleiçi Hamamı
31.07.1986
2525
20L-1VA
Türkiye Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu (52)
———————————————————————————————————————————————-
52. Kuşadası Envanteri, Kuşadası Belediyesi 2013, sayfa 67
Sayfa 51
Cami Kebir Mahallesi’nde Öküz Mehmet paşa caminin doğusunda, Tuna ve Yedi Eylül sokaklarının kesiştiği noktada yer alan 7 nolu eserdir. Moloz taşla inşa edilen yapı erkekler ve
kadınlar için tahsis edilmiş iki bölümden oluşan bir çifte hamamdır. Her iki kısımda da enine dikdörtgen planlı birer ılıklık ve kare planlı birer sıcaklık mekânına sahiptir. Soyunmalık
kısımları orijinal değildir ve muhtemelen 19. yy.da değişikliğe uğramıştır. Kadınlar kısmı
soyunmalığı bugün farklı bir işlevde kullanılmaktadır ve hamamın her iki kısmında da erkekler soyunmalığı hizmet vermektedir. Erkekler kısmı soyunmalığına batı duvarı üzerinde yer
alan basit bir açıklıktan girilmektedir. Düz ahşap bir tavanla örtülü olan bu mekanın doğu
duvarı üzerinde muhtemelen havlu kurutmak ya da kahve ocağı olarak kullanmak amacıyla
yapılmış “ sivri kemerli tonozla örülmüş derin bir niş “ bulunmaktadır. Bu duvar sonradan
yapılan onarımla çini plakalarla kaplanmıştır. Kadınlar kısmı soyunmalığı iptal edildiği için
bu kısmın ılıklığına erkekler ılıklığından geçilmektedir. Erkekler kısmı ılıklığı kuzey-güney
doğrultuda yuvarlak kemerli bir tonozla örtülmüştür. Kadınlar kısmı ılıklığı ise bir aynalı
manastır tonozla örtülüdür. Erkekler kısmı ılıklığının kuzey, kadınlar kısmı ılıklığının güney
köşesinde üzeri aynalı manastır tonozla örtülü birer tuvalet bulunmaktadır. Her iki kısımda
da taşlık mekanı yoktur.
Sıcaklık mekanları birer kubbeyle örtülü kare mekanlardır. Kubbelere geçiş iri tromplarla
sağlanmıştır. Erkek ve kadınlar kısmı ılıklık ve sıcaklık mekanlarının duvarları sonradan yerden 2m yüksekliğinde mermerle kaplanmıştır. Sıcaklık mekanlarının ortasında yer alan göbek taşları da orijinal değildir. Aynı şekilde mekanlar arasında geçişi sağlayan açıklıkların
söveleri ve kemerleri de sonradan mermerle kaplanmıştır. Hamamın su deposu ve ateşliğinin
bulunduğu doğu cephesi sonradan eklenen yapıların çokluğundan algılanamamaktadır. Yapının sahip olduğu plan şemasına çoğunlukla küçük yerleşim bölgelerinde yer alan küçük boyutlu hamamlarda rastlanmaktadır. Yapının inşa kitabesi yoktur. Konevi Mehmet Paşa'nın
yaptırdığı ve bugün Kale içi cami olarak bilinen yapının hemen yanında yer alması hamamın
külliyenin bir parçası olduğunu akla getirmektedir. 1671 yılında Kuşadası’nı gezen Evliya
Çelebi, biri iç kalede diğeri dış kalede olmak üzere iki hamamdan bahsetmektedir.1918 tarihinde yapılan bir istatistik bilgisi de Kuşadası’nda iki adet hamamın olduğunu belirtmektedir. (53)
BELEDİYE HAMAMI-GÖNÜL HAMAMI
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Belediye Hamamı-Gönül hamamı
03.07.1987
3495
20L-1Vd
Türkiye Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu (54)
———————————————————————————————————53.Yrd. Doç. Dr. Şakir Çakmak Kuşadası'ndaki Türk hamamları, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu, Kuşadası 2000, sayfalar 187-189
54. Kuşadası Envanteri, Kuşadası Belediyesi 2013, sayfa 65
KUŞADASI
Sayfa 52
Cami atik mahallesi Yıldırım Caddesindeki Hacı İbrahim caminin kuzeyinde yer alan Belediye hamamı halk arasında Gönül hamamı olarak ta bilinmektedir. Erkekler ve Kadınlar için
tahsis edilmiş iki bölümden oluşan çifte hamamdır. Dar bir bahçe içinde yer alan yapı doğu,
batı ve kuzeyine inşa edilmiş yakın tarihli yapılarla kuşatılmıştır. İnşa malzemesi moloz taştır ve soyunmalık kısımları orijinal değildir. Erkekler kısmı soyunmalığına güney cephesi
üzerindeki dikdörtgen şekilli geçiş mekanından ulaşılmaktadır. Geçiş mekanına mermerden
yapılmış basit bir açıklıktan girilmektedir. Açıklığın üst kısmında dört satırdan oluşan bir
onarım kitabesi vardır. Bu mekandan ayni zamanda hamamı çevreleyen dar bahçeye de geçilmektedir. Erkekler kısmı soyunmalığı düz ahşap tavanla örtülü kareye yakın dikdörtgen
planlı bir mekandır. Ortasında mermerden fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Kadınlar kısmı
soyunmalığı düzgün olmayan dikdörtgen şekilli bir mekandır. Bu mekana kuzey cephesi üzerinde yer alan basit bir açıklıktan girilir.
Hamamın her iki kısmı eş büyüklükte iki kubbeyle örtülü enine dikdörtgen planlı birer ılıklık
mekanı ile enine sıcaklıklı, ortası kubbeli, çifte halvetli birer sıcaklık mekanından oluşmaktadır. Ilıklık mekanlarını örten kubbelerin geçişleri pandantiflerle sağlanmıştır. Sıcaklık mekanları enine dikdörtgen planlı birer mekan olmasına karşılık üstte, kuzey ve güney duvarları
üzerine yerleştirilen birer sivri kemerle kareye dönüştürülmüş ve birer kubbeyle örtülmüştür.
Bu mekanında kubbe geçişleri pandantiflerle sağlanmıştır. Hamamın her iki kısmında da sıcaklık mekanlarına ait ikişer halvet vardır ancak yakın tarihlerde yapılan bir onarımda kadınlar kısmına ait halvetlerden güneyde olanı erkekler kısmına dahil edilmiştir. Halvetlerin tümü
geçişleri tromplarla sağlanmış birer kubbe ile örtülüdür. Hamamın batısında cephe boyunca
uzanan bir sıcak su deposu ile deponun üzerine yerleştirilmiş bir soğuk su deposu bulunmaktadır. Yapı, kale içi hamamı gibi değişikliklere uğramış, duvarları yerden 2m yüksekliğe kadar mermerle kaplanmış, kadınlar kısmına ait halvetlerden biri erkekler kısmına ilave edilmiştir. Kurnaları bile orijinal değildir ve orijinal kurnalar bahçeye atılmıştır. Yapının inşa kitabesi yoktur ve güney cephesindeki giriş açıklığının üzerindeki onarım kitabesinin metni şu
şekilde okunmaktadır.
Sayfa 53
Sarızade İbrahim ağa oldu muvaffak
Reis iken ol civan sa’y eyledi ciddi-i tam
Aferün çün gayrete hoş yapıldı bu hamam
Sarf eyledi akçeyi belediye ber-tamam
Sene 1298
Günümüz Türkçesi ile ;
Sarızade İbrahim ağa genç bir belediye başkanı iken bu hamamın yeniden yapılmasını sağladı. Aferin bu gayretine. Belediye parayı eksiksiz harcadı ve hamam güzel
oldu.
Sene 1881.
Kitabeden de anlaşıldığı gibi hamam 1881 senesinde esaslı bir onarım görmüştür. Bu
onarımın daha çok soyunmalık kısmı onarımı olduğu ve hamamın diğer kısımlarında plan
şemasından bir değişiklik yapılmadığı görülmektedir. Belediye hamamı değerli araştırmacı Semavi Eyice hocanın yaptığı “ Türk Hamamları “ tipolojisinin “ Ortası kubbeli,
enine sıcaklıklı, çifte halvetli “ hamamlar sınıfına girmektedir. Bu tür hamamlara Osmanlı coğrafyasının her köşesinde sıkça rastlanılmaktadır. (55)
SONUÇ
Kuşadası’nda bulunan bu iki hamam Türk hamam mimarisinin mütevazı iki örneğidir. Bu
hamamların ikisi de birer çifte hamamdır. Soyunmalık kısımları tamamen yenilenmiştir.
Kale içi hamamı her iki kısmı da enine dikdörtgen planlı bir ılıklık ve kare planlı bir sıcaklıktan oluşan küçük boyutlu bir yapıdır. Belediye hamamı ise; Türk hamamları arasındaki örneklerde sıkça rastlanılan ortası kubbeli, enine sıcaklıklı, çifte halvetli hamamlar grubuna ait yapılardandır. Sonuç olarak , Kuşadası’ndaki bu iki hamamın, çeşitli yapılarla kuşatılmış olmalarına ve bilinçsiz onarımlara maruz kalmalarına rağmen günümüzde
de işlevlerini sürdürmeleri önemlidir.
—————————————————————————————————————————————-
55.Yrd. Doç. Dr. Şakir Çakmak Kuşadası'ndaki Türk hamamları, Geçmişten geleceğe
Kuşadası sempozyumu, Kuşadası 2000, sayfalar 189-192
KUŞADASI
Sayfa 54
KUŞADASI SU KEMERLERİ
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Kuşadası Urgancı su kemeri
11.121.976
266
91 Ada, 29-78 parsel
Türkiye Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu (56)
Eski çağlardan beri en konulardan biri kentlerin su ihtiyaçlarının karşılanması idi. Çoğu zaman bileşik kaplar teorisi ile su kilometrelerce uzaklıktaki kaynaklardan şehirlere ulaştırılırdı.
Bu amaçla kullanılan su yolları ve su kemerleri Anadolu'yu gerçek bir açık hava müzesi haline getirmiştir. Efesin yüzyıllarca su ihtiyacını karşılayan 4 ana su kemeri vardır ve bunlardan
biri olan Bahçecik boğazı su kemerleri ilçemizin sınırları içindedir. Daha sonra bu su kemerleri ayrı bir kolla Pygela antik kentinin su ihtiyacını karşılamış, Bizans döneminde de sarnıçlar
ilave edilmiştir. Osmanlı döneminde ise tünelden sonraki bölümü çevrilerek kentin su ihtiyacı
karşılanmıştır. Urgancı su kemeri ise Osmanlı döneminde yapılmış ve kente su getirmek için
kullanılmıştır. Kuşadası belediyesi tarafından restore edilen su kemeri Bel kop evleri yakınında ve stadyumun tam karşısında yer almaktadır. (57)
—————————————————————————————————————
56.Türkiye Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu
57. Kuşadası envanteri, Kuşadası belediyesi 2013, sayfa 36
Sayfa 55
BAHÇECİK BOĞAZI’NDA SU KEMERLERİNİN GEÇİDİ
Selçuk’tan Kuşadası’na doğru seyrederken Pamucak Mevkii’ni geçip Pygale ’ye doğru yaklaşırken, yolun hemen üst düzleminde ve güney doğu yönünde uzayıp giden bir dizi duvar
parçası dikkat çeker. Zaman zaman onu kesen vadilerle kesikliğe uğrasa da, daha ilerideki
Bahçecik Boğazı yönünde duvar izleri devam eder. Bu izler, aslında Antik Efes Kenti’ni
besleyen İlkçağdaki 4 önemli suyolundan birisi olan Değirmendere-Efes suyolunun parçalarıdır. Bugünkü rotamızın çoğunu bu suyolunun parçaları ve onu kesen vadilerdeki su kemerleri oluşturmaktadır. “Değirmendere (Kenchrios) Suyolu; Efes’in güneybatısında Kuşadası
yakınındaki Osmanlı döneminden beri Kuşadası’na iletilen Değirmen boğazı pınarlarının
suyunu, bazı kesimlerde kısmen kayaya oyulmuş, kargır bir mecrayla ileten, 43 km uzunluğunda bir sistemdir. Bazıları tek açıklıklı su kemerleriyle gergideki vadiler aşılmıştır. Bu
suyolunun M.Ö. 1.yüzyıldan kaldığı ve “aqua iulia” olarak anılan suyolu olduğu söylenebilir. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün Efes Kenti’nin suyolları ile ilgili bölümde Değirmendere suyolundan en genç ve en uzun suyolu olarak söz ediliyor.
Değirmendere suyolu, Davutlar yakınlarındaki Değirmen Boğazı su kaynaklarından Kuşadası’na; oradan Bahçecik Boğazı yoluyla sahil bandına kadar taşınmakta; daha sonra da yine
tüneller ve kemerler aracılığıyla Bülbül Dağı’nın etrafını dolaşarak Arvalya denen mevkiden
Efes’e kadar uzanmaktadır. Toplamda yaklaşık 43 km'lik bir uzunluğa sahip suyolunun, esas
olarak Bahçecik Boğazı’nda yer alan kanalları ve içerlere giren vadileri aşmak için kullanılan 5 kemer çevresinde dolaştık. Bu kemerlerden en büyüğü olan Baş kemer, KirazlıKuşadası karayolu üzerinde yer alıyor. 11.yy.da Cenevizliler döneminde onarımdan geçirilmiş olan çok açıklıklı kemer, Kuşadası’na beslenen suyun geçtiği önemli bir köprü görevi
görmekteydi. Sahil bandını takip ederek güneydoğu yönünde Bahçecik Boğazı’na yönelen
Değirmendere suyolunun bu bölümü, yürüyüş çizgimizden rahatlıkla izlenebiliyordu. Suyolunun ilk kemerine yaklaşık olarak bu bölgede ulaştık. Adamtolu Boğazı olarak adlandırılan
mevkideki kemere ulaşmak için dağa doğru yaklaşık 500 metre kadar yürüdük. Kemer tek
açıklıklı olup, Bahçecik Boğazı yöresindeki en geniş kemer açıklığına sahip su kemeriydi.
(58)
————————————————————————————————————
58.http://dagakactim.blogspot.com/2015/04/efesin-su-yollari-degirmendere.html
KUŞADASI
Sayfa 56
Kuşadası’ndaki otellerin çoğu yazın bu vadiden borular ve tankerlerle su çekerlermiş ve bu
çeşmenin suyu bölgede meşhurmuş. Kısa sohbet sonrası köylüyle vedalaşarak yola devam
ettik. Biraz ilerleyince; dağa doğru giren vadinin üzerinde bir başka kemer ile karşılaştık.
Efes Kenti’nin Tarihi Suyolları isimli makalede Didar Kemeri olarak adlandırılan bu kemer
de tek açıklıklı ve daha iyi durumdaydı. Yerel malzemeden kısmen moloz taş, kısmen de
kesme taş kullanılarak örülmüş kemer duvarları, sapasağlam ayaktaydı. Boğazın iyice daraldığı noktada üçüncü kemere; Bahçecik Boğazı Kemer'ine ulaştık. Bu kemer, diğer ikisine
göre daha büyük ve yüksekti; ancak harap durumdaydı. Vadinin iki yakasını çok açıklıklı bu
kemerle aşan suyolu, bu noktadan itibaren kuzeybatıya ve denize doğru yönelerek Saklı kemer, Kırlangıç ve Killik dere Mevkilerini takiben Kuşadası’na doğru ilerlemekteydi. Bahçecik Boğazı’nda bulunduğumuz noktadan suyolunun geriye dönüşü ve Kuşadası’na doğru ilerleyişi rahatlıkla izlenebiliyordu.
KUŞADASI SU DEĞİRMENLERİ
Günümüzde sofraya gelen ekmeğin yapılışı teknolojinin gelişimiyle birlikte kolaylaştığından, her sabah fırından ya da marketten kolaylıkla alabiliyoruz artık. Şimdiki çocuklar ise
büyük babalarının ekmek yapmak için neler çektiklerini, ekmeğin sofraya gelmesi için neler
yapıldığı konusunda fazla bilgiye sahip değiller. Roma Dönemi’nden yakın tarihimize kadar,
tahılın su gücünden faydalanarak un haline getirildiği su değirmenlerinden Kuşadası’nda da
vardı. Kuşadası’nda adını bu yapılardan alan “Değirmendere” bölgesinde, suyun gücünü kullanarak yöre insanlarına hizmet vermiş bilinen 9 su değirmeni bulunmaktaydı. Değirmendere’de bir zamanlar 9 adet su değirmeninin bulunması bölgenin su kaynakları açısından ne
kadar zengin olduğunu da göstermektedir. Bu değirmenler Kuşadası ve etrafındaki bölge insanının un ihtiyacını karşılamak için gece gündüz çarklarını sürekli döndürmüşlerdir. Değirmendere bölgesinde yaptığımız araştırmada isimleri yöre insanlarından alınan Alyanak Değirmeni, Çam Değirmeni, Cemal’in Değirmeni, Baş Değirmen, Ak Değirmen, Rum Değirmeni ve adı bilinmeyen 2 değirmenden geriye ufak tefek kalıntılardan başka hiçbir izin kalmadığını gördük. Kuşadası, Yayla köy, Soğucak, Kirazlı ve yöredeki Yörüklerin un ihtiyacını karşılamak için 1960’lı yıllara kadar çalışmasını sürdüren ve adını hemen yanındaki Değirmendere’nin kıyısındaki kargılardan aldığı söylenen Saz Değirmeni’nin bugüne kadar
ayakta kalmayı başaran tek değirmen olduğunu tespit ettik.
Sayfa 57
Yeni yolların yapılması, traktörlerin ve ulaşım araçlarının çoğalması ve teknoloji değirmenlerinin çıkmasıyla birlikte, su değirmenleri tek tek kapanmışlar, 1985 yılına kadar suyu akan Saz
Değirmeni’nin suyu bir daha akmaz olmuş. “Taşıma Suyla Değirmen Dönmez” ve “Nerden Geliyor Bu Değirmenin Suyu” gibi deyimler halk arasında sık kullanılır. Saz Değirmeni de yıllarca
Değirmendere’nin su kaynaklarından beslenmiş, bir zamanlar coşkuyla akan Değirmendere’nin
suları günümüzde sadece yağmurlu havalarda cılız bir şekilde akar olmuş. Son 30-40 yıl önceye
kadar Saz Değirmen’ine kadar gelen sular, çeşitli nedenlerle kesilmiş ve yıllarca akan suların
kanalları artık kurumuş. Su gücü ile çalışan değirmenler bölge tarihlerinin ve kırsal peyzajlarının
önemli parçaları olarak, Akdeniz ve Ege çevresindeki ülkelerde gelecek kuşaklara aktarılması
için koruma altına alınıp, restore edilmektedir. Yakın bölgemizde çoğu tarihten silinen ve birkaç
yerde kalıntıları kalan Karaca hayıt Köyü’ndeki Dimitri’nin değirmeniyle, Kuşadası Değirmendere bölgesindeki Saz Değirmeni, harap halde olmalarına rağmen bütününe yaklaşık bir şekilde
tüm özelliklerini koruduğu görülmektedir. Günümüzde kentler tarihi, sosyal ve kültürel yapıları
ve eserleriyle kimlik kazanırlar. Kuşadası’nda artık buğday öğütmek için bu değirmenlere ihtiyacımız yok. Ancak bugünkü kuşaklara suyun etkin biçimde binlerce yıldır nasıl kullanıldığını, eski insanların ekmeklerini yapmak için suyun gücünden nasıl yararlandıklarını, eski usullerle buğdayın nasıl öğütüldüğünü anlatan çok önemli yapılar olması nedeniyle mutlaka korunmalıdır
Ayrıca bir turizm kenti olan Kuşadası’nın, alternatif turizm etkinliklerinden doğa turizmiyle bünyesindeki birçok doğal ve kültürel değerlerinden yararlanması gerekir. Saz Değirmeni de bu gibi
etkinliklerin durak noktalarından birisi olabilir. Saz Değirmeni’nin hemen arkasındaki bir melengiç (çitlembik- bıttım) ağacının altında bulunan eski bir mezar, doğal bir anıt gibi asırlardır ayakta kalabilen bu ağacı mistik hikâyeleri sayesinde korumuş. Kuşadası’nın nemli ağaç türleri arasında bulunan bu menengicin altında yatan kişinin kimliği konusunda ayrıntılı bir bilgi bulunmamakta, halk arasında Murat Dede’nin yatırı olarak bilinmektedir. Baş ve ayakucunda antik taşların olması, bilim insanlarının çözebileceği birer bulgudur. Kuşadası tarihinde bir döneme damgasını vuran Değirmendere bölgesindeki su değirmenleri, son 40–50 yıldır terk edildiklerinden,
bakımsız ve onarımdan yoksun kalmışlar ve hemen hepsi tahrip olarak tarihten silinip gitmişlerdir. Kilometrelerce at deve ve eşek sırtında getirdikleri buğdayların öğütülmesini sıraya girerek
bazen günlerce bu değirmende kalan yöre insanları, hayvanlarını değirmenin içindeki damda bulunan yemliklere bağlayarak hem onların dinlenmelerini hem de beslenmelerini sağlamışlar.
Kendileri de diğer gelenlerle dostluklar oluşturarak, birbirlerine başlarından geçen acı tatlı
hikâyeleri, gördükleri ve yaşadıkları güzellikleri, yazılı bir kayıt olmadığından arkasından gelen
kuşaklara aktaramadan bu dünyadan göçüp gitmişlerdir.
Buraya yıllarını veren insanların ve buğdaylarını öğütmek için değirmene gelenlerin yaşadıkları
ve tecrübeleri kendileriyle yok olup gitmiş olsa da, geride sağlam taşları üzerinde duran Saz Değirmeni ayakta kalmış. Saz Değirmeni her ne kadar doğa koşulları nedeniyle ve bakımsızlıktan
çatı bölümü ve ahşap aksamı tahribat görmüşse de, duvarlarının sağlamlığı ve bazı aletlerinin iş
yapabilirliğiyle restore edilerek turizm kapsamında işlevlendirilebilir. Amerika ve Avrupa’da
1960’lı yıllardan itibaren, işlevini yitiren su değirmenlerinin turizme yönelik kullanımlarda değerlendirildiği bilinmektedir. Bu tür yapıların Kuşadası geçmişinin kültür değerlerine ait birer
belge niteliğinde eserler olduğu unutulmamalıdır. Define tutkunları daha fazla zarar vermeden
bir an önce Saz Değirmeni için koruma tedbirleri başlatılmalıdır. Etrafındaki tarlalar ve zeytin
bahçeleri arasında, mangutaların içinde antik bir yerleşim yeri gibi duran Saz Değirmeni ’ne
mutlaka sahip çıkılmalıdır.(59)
——————————————————————————————————————
59.KUYETA Kuşadası Yerel Tarih Dergisi Mart 2012 sayısı
KUŞADASI
Sayfa 58
KUŞADASI TARİHİ SOKAK ÇEŞMELERİ
Su gibi aziz ol” sözünü duymayanımız var mı? Susuzluğunu gideren insanın minnet duygusunu ifade eden dilimize yerleşmiş sözlerden sadece biridir bu söz. Bir yudumu için böylesine
güzel dualarla teşekkür edilen su, tarih boyunca en belirleyici unsurlardan biri olagelmiştir.
Su için savaşılmış, kuraklıktan dolayı büyük göçler yaşanmıştır. Ve su deyince hemen çeşmeler gelir akla. Özellikle de bizim çeşmelerimiz. Eşsiz zarafette bir “su kültürü ”nü nakış
nakış yansıtan, su gibi güzel bir nimeti daha da güzelleştiren çeşmelerimiz.
Tarihin her döneminde suyun hayat için vazgeçilmez bir ihtiyaç olması, insanoğlunu suyu
kendi bulunduğu yere getirmeye zorlamıştır. Bu da kaçınılmaz olarak “su mimarisini doğurmuştur. Su mimarisi deyince akla neler gelmiyor ki! Bentler, su kemerleri, sarnıçlar, çeşmeler, sebiller, şadırvan ve havuzlar…Osmanlı’da vakıf anlayışı, çeşmeleri hayır hizmetlerinin
önde gelenlerinden biri saymıştır. Bu anlayış, Osmanlı şehirlerini ve özellikle de İstanbul’u
bir çeşmeler şehri haline getirmişti. Başta hükümdar olmak üzere sadrazamdan Bostancı basıya kadar yöneticiler ve halktan hali vakti yerinde olanlar sayısız çeşme yaptırmıştır. Bu
çeşmeler, anıtsal çeşmeler, meydan çeşmeleri, köşe başı çeşmeleri, sokak çeşmeleri ve duvar çeşmeleri gibi çeşitli biçimlerde yapılmıştır. Bu çeşmelerin en sadeleri kesme taştan, sivri kemerli duvar nişleri şeklindedir. Bunların su toplamak için bir haznesi, ön yüzünde de
kabartmalarla işlenmiş bazen kitabeli bir ayna taşı bulunur. Su, ayna taşının ortasındaki
musluktan önündeki yalağa akar. Musluğun her iki yanında zincirle bağlanmış kalaylı bakır
tasın konacağı küçük hücreler yer alır. Çeşmenin önündeki yalağın iki yanında hem oturmaya hem de kovaları, testileri koymaya yarayan yatay iki taş bulunur. Bazı çeşmelerin, gelenleri güneşten ve yağmurdan korumaya yarayan sundurmaları da vardır.
Sayfa 59
Çeşmelerin kitabelerinde ise içlerinde sultanların da bulunduğu devrin ünlü şair ve hattatlarının
ustalıklarını görebiliriz. Bu tarihi kitabelerin her birinde insanı tefekküre yönelten derin anlamların dile getirildiği, insana hizmetin yüceltildiği ve teşvik edildiği beyitler bulunur.(60) Osmanlı Medeniyetine Su Medeniyeti de denilmektedir. Su kanalları, Köprüler, maslaklar, hamamlar, çeşmeler inşa ederek insanın olduğu her köşeye suyu taşımışlardır. Su Osmanlı’da sadece temel bir ihtiyaç değil, maddi ve manevi temizlik sembolü, sesinin dinginliği ile
ruhları tedavi eden bir şifa vasıtası, insanın hatta canlının olduğu her yerde hayatın kendisi olmuştur. Suya rahmet ve azizlik sıfatları verilmiştir. Canlılara su vermek en büyük hizmet ve
hayır kabul edilmiştir. Hatta suyun bir çeşmeden daimi akışı ile hayır işleminin sürekli olacağı inancı her köşede bir çeşme hayratı yapılmasına vesile olmuştur. Osmanlı Devletinde hüküm süren hemen hemen her sultan, sadrazam, üst yönetici sosyal yaşantı ve mimaride önemli
değere sahip çeşmeler yaptırmıştır. Osmanlı Döneminde yerleşim yerlerine yapılan çeşmeleri
dört ana grupta toplayabiliriz.
1.Meydan / İskele Çeşmeleri,
2.Köşe Çeşmeler,
3.Duvar / Cephe Çeşmeler,
4.Sütun Çeşmeler
Suyun çeşmelere kadar gelebilmesi için bentler, ızgaralar, havuzlar, su terazileri, künkler ve
kemerler yapılmıştır. Bu muazzam tesislerin çalışması ve suyun düzenli olarak akması için bir
teşkilat kurulmuştur. Bu kadro, Su Nazırlığına bağlı olup emrinde çalışanlara su verirdi. Su yolcuları teşkilatı, Kanuni Sultan Süleyman zamanında kurulmuştu. Bunların özel bir ocağı vardı.
Görevleri babadan oğula geçerdi. Şehrin her bölgesinde ayrı su yolcuları vardı. Ellerinde geniş
yol haritası bulunan bu görevliler kaçak su alınmasına engel olurdular. Su yolcuları kendi bölgelerinde bulunan ev ve hamamlardan aylık ve onarım parası alırlardı. Çeşmelerden evlere saka
adı verilen kimseler su taşırdı. Bunlar yayık şeklinde deriden yapılmış kırbalara su doldurup
omuzlarında taşırlardı. Kaç-göç zamanı olduğundan, yabancı bir adamın eve alınmaması için
her evin önünde “saka deliği” denilen taştan küçük bir teknecik bulunurdu. Sakalar getirdikleri
suyu evin içine girmeksizin bu tekneye boşaltırlar ve bu su, su tekneciğine bağlı bulunan bir
borudan avludaki küplere dolardı. Osmanlılar ’da batıya nazaran ayrı bir güzellik taşıyan ve
fevkalade gelişmiş olan çeşme sanatı ve mimarisinin çok nefis örnekleri günümüze kadar gelebilmiştir. Osmanlı’da özellikle kent içi su tesislerinin yapımının hızlandığı 16yy. dan dan sonra
çok sayıda çeşme inşa edilmiştir. Ana kaynaklardan künklerle saraylara, konaklara ve halka ait
konutlara özel su dağıtımı sağlanmıştır ve hemen hemen her sokakta bir ya da birkaç tane olmak üzere yüzlerce çeşme, hayır yapısı olarak kullanıma açılmıştır.(61) Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde 9 adet mahalle olduğu yazılıdır ve Osmanlı döneminde Kuşadası’nda çok sayıda
sokak çeşmesi olması doğaldır. Kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla çok sayıda sokak çeşmesi yapılmıştır. Kuşadası’na yapılan zorunlu göçler nedeniyle 19. ve 20. Yüzyıllarda yeni mahalleler kurulmuş ve yeni sokak çeşmeleri inşa edilmiştir. Ancak 1965 lerden sonraki çarpık
kentleşme ve aşırı yapılaşma sonucunda sokak çeşmeleri de bu kıyımdan nasibini almış ve bugün çok az sayıda sokak çeşmesi günümüze ulaşabilmiştir.
——————————————————————————————————————
60.http://semerkanddergisi.com/çeşmeler/Zübeyde Günyol
61. https://osmanlicesmeleri1453.wordpress.com/kultur/
KUŞADASI
Sayfa 60
Kuşadası Kent İçi Tarihi Çeşmeler
Susuz bir yaşam olmayacağına göre, kent içinde güvenilir ve temiz su gereksinimini karşılamanın
tek yolu sokak çeşmeleri idi. Yakın tarihe kadar bu kentin insanları sokak çeşmelerinden yoğun
biçimde yararlanıyorlardı. Bugün, eski kent alanının sokaklarında bulunan sokak çeşmelerinin
çoğu artık yaşamıyor. Birçoğu bilinçsiz ellerce yok edilmiş. Var olanlar ise suya erişemedikleri
için öksüz durumdalar. Eski kent alanında bugün çoğu yok olan 75’e yakın tarihi sokak çeşme
bulunuyordu. Bugünkü kale duvarları ile çevrili “Kale İçi Mahallesi” alanı ilk sakinlerinin Türk
kökenliler olduğu söylenmelidir. Ve 1610’lu yıllarda kente taş kanallarla getirilen Değirmendere’si suyu, ilk olarak buradaki düzlük alana ulaştırılmıştır. Daha sonraki yıllarda eski kent yamaçlarına (Cami atik ve Hacı Feyzullah'ın bir bölümü) ve Türkmen Mahallesi’ne aynı hattan su verilmiştir. “Kültür Bakanlığı İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu” kararıyla kentimizde bulunan bazı çeşmeler koruma altına alınmıştır. Kurulun konuyla ilgili İzmir’de
19. 1. 1994’de yaptığı toplantıda (toplantı tarih ve No: 19.1. 1994-327. karar tarih ve no: 19.1.
1994-3779) 25 adet “anıtsal yapı ”nın koruma altına alındığı belirtilmektedir. Bu karar “Liste:1”
olarak belirtilmiştir. “Aydın İli Kuşadası İlçesi’nde Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek
Kurulu’nun 3.7. 1987 Gün ve 3495 Sayılı Kararı ile Tescil Edilen Anıtsal Yapıların Listesi” içinde (“Liste:1”) koruma altına alınan ( Sıra No: 19-25) 7 çeşme bulunmaktadır. Ayrıca “Liste:
4”de aynı kurulun “ 15.12. 1993 Gün ve 3674 Sayılı Kararı ile Tescil Edilen Anıtsal Yapılar” listesi bulunmaktadır. Burada 9 adet “anıtsal yapı” koruma altına alınmıştır. Burada da; (Sıra No: 12’de) 2 çeşme bulunmaktadır. (Liste:4’ün de “toplantı ve Karar” tarihleri aynıdır.)
Biz iki listede bulunan çeşmeleri, anlatımımızdaki adlara göre sıraladık. Koruma altına alınan
çeşmeler şunlardır:
Liste 1:
Kethüda Mustafa Ağa Köşe Çeşmeleri: Hacı Feyzullah Mah. İleri Sk. ve Güzel Sk.’ların kesiştiği noktada iki çeşme. 10 ada, 23 özel çeşme (tescilli) parsel
Çeşme başı Çeşmesi : Hacı Feyzullah Mah. Kanat Sk. üzeri. İmam Sk. No:2’de; 15 ada, 11 parsel
Hüsnü Efendi Çeşmesi: Dağ Mah. Okurlar Sk. No:11’de; 40 ada, 15 parsel
Okurlar Sokak Çeşmesi: Dağ Mah. Okurlar Sk. No: 31’de; 40 ada, 3 parsel
Abuzittin Bey Çeşmesi : Dağ Mah. Çetin Sk. No:4’de; 45 ada, 9 parsel
Cezayirli Mustafa Paşa Çeşmesi: Dağ Mah. Çetin Sk. No:14’de; 45 ada, 22 parsel
Hamam Çeşmesi: Camiatik Mah. Soysal Sk. No: 7’de; 83 ada, 14 parsel
Liste 4:
Aşağı Köşe / Ev Tekkesi Çeşmesi: Hacı Feyzullah Mah. Güzel ve Gökçen Sk.’lar köşesi./ 12
ada, 27 özel çeşme (tescilli) parsel.
Gücü oğlu (Küçükoğlu) Çeşmesi: (Cami atik Mah. Değirmen Sk. No:38’de; 75 ada, 15 parsel.
Bu çeşmeler dışında tabii ki “anıtsal yapı” olarak koruma altına alınması gereken kent içi ve dışında birçok çeşme bulunmaktadır. Özellikle kent dışında (yöre çeşmeleri başlığı altında incelediğimiz) birçok tarihi çeşme “anıtsal yapı” koruması beklemektedir.(62)
—————————————————————————————————————62.Şenol Eskin, Kuşadası Tarihi Suyolu, Tarihi çeşmeler ve Kuyular, 19 Nisan 2012
Sayfa 61
KUŞADASI GÜVERCİN ADA KALESİ
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Güvercinada Kalesi
11.12.1976
266
19 J-2,71 Ada, 2-3 parsel
Turizm ve Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıkları Yüksek
Kurulu
Kuşadası İlçesi, Hacı Feyzullah Mahallesinde bulunan Güvercinada Kalesi, Kuşadası Körfezinin ağzında limanı koruyan bir konumda yapılmıştır. Geçmişi birkaç yüzyılı aşan kıyı kentlerinin çoğunda olduğu gibi Kuşadası’nda da denizden gelebilecek saldırılara karşı bir kale inşa
edilmiştir. Limanı koruyan coğrafi konumundan dolayı kale bugün Güvercin ada olarak anılan
ve 1950 lerin sonunda bir mendirekle karaya bağlanmış olan ada üzerine inşa edilmiştir. Geçmişte başta güvercinler olmak üzere adada çok sayıda kuş bulunması, Güvercinada ve Kuşadası
isimlerinin kökenleri hakkında bize fikir vermektedir. (63)
——————————————————————————————————————
63.Güvercin ada kalesi, Kuşadası Envanteri, Kuşadası 2013, sayfa 37
KUŞADASI
Sayfa 62
Tarihi
Bizans döneminde Scala Nouva adıyla anılan Kuşadası’nda denizden gelebilecek saldırılara
karşı adacık üzerinde bir kale inşa edilmemişti. 1390 yılında Osmanlı idaresine giren kent,
1402 de Timur tarafından alınmış ve Fetret dönemi sona erince tekrar 1413 yılında Çelebi
Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kuşadası’nın kaza merkezi olarak bağlandığı Sığla livası, Anadolu eyaletinin sancakları arasında yer alınca “ Tersane hassı “ olarak
“Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaletine-Kapudan Paşa Eyaletine “ bağlanmıştır. 1534 yılında kurulmuş ve ilk beylerbeyi Barbaros Hayreddin Paşa olmuştur. Hızır Hayreddin Paşa olarak bilinen bu büyük Türk Denizcisi bugünkü Güvercin ada olarak tanımlanan iç kaleyi ve şehir
cephaneliğini yaptırmıştır. 1613 yılında sadrazam ve damat Konevi Mehmet Paşa’ya temlik
olarak verilen Kuşadası adeta yeniden kurulmuş, Mehmet paşa güvercin ada kalesini tamir ettirdiği gibi, kente içinde hamam, cami, medrese, iç kale, han, imarethane ve vb. yapıları olan
büyük bir “ külliye “ inşa ettirip kendi adına vakfiye kurmuş, bazı dükkanları vakfiyeye bağışlamış ve Kuşadası iskelesini tamir ettirmiştir. 1671 tarihinde Kuşadası ve çevresini ziyaret
eden meşhur Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kuşadası Güvercin ada kalesi
hakkında bize önemli bilgiler vermektedir. (64) Daha sonra subaşı İlyas Ağa tarafından şehrin
dış surları ve kale çevresindeki surlar tamir ettirilmiştir. 1826-1827 miladi tarihine denk gelen
bu onarım Kuşadası’nın 1821 Mora isyanından Güvercin ada kalesinde yol açtığı tahribatları
onarmak ve Samos tarafından gelebilecek korsan saldırılarına karşı kenti korumak amacıyla
yaptırılmıştır. 1834 yılında tekrar onarımdan geçirilen kale güçlendirilmiş ve 1957 yılında bir
mendirekle karaya bağlanmıştır.2013 yılında Kuşadası Belediyesinin yaptığı ve Aydın Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından röleve ve restitüsyon projesi onaylanan ve Aydın Valiliği İl Özel İdaresi tarafından ödenek verilen Güvercin ada kalesi surları tamir ettirilmiş ve kale içinde bazı yapılar onarılarak esaslı bir düzenleme yapılmıştır. Yine Kuşadası belediyesi tarafından hazırlanan başka bir proje ile iç düzenlemesi yapılmakta ve yakın zaman
içerisinde ziyarete açılma planları yapılmaktadır.
—————————————————————————————————————————————————
64.Mükerrem Kürüm, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu II, Kuşadası 2008, sayfa 164-182
Sayfa 63
Evliya Çelebi’ye göre Kuşadası kalesi
Ünlü seyyah 1671 de ziyaret ettiği Kuşadası’nın kalesini şu sözlerle seyahatnamesinde bize
aktarır ; “ ….. ve limanı 500 pare kadırga alır ve gayet timur yutar limandır. Ama batı
tarafına timur bırakıp yatmak gerek. Ve bu liman içinde küçük bir adacık vardır. Bir yalçın kaya üzre, şekli müdevver ve metin bir kalacığı vardır. Etrafı 100 adımdır. Başka
dizdarı ve 40 adet neferatı ve 10 pare balyemez topu vardır ki limanın canip-i erbaşında
kuş kondurmaz. Bu Kuşadası’nın mendirek kal ’asıdır. Ve her gece beri kal ’adan dahi
onar nefer tüfenkendaz şahbaz yiğitler imdada giderler. Ve Kuşadası dinilmeye bahis
adacıktır ki, her sene bu cezireye nice kere yüz bin tuyur gelüp ziyaret etmeyince ubur
itmezler. Mutalsam bir cezirecikdir…….. “. Evliya Çelebi’nin sözleri ise günümüz Türkçe ’si ile şöyledir. “ Ve kentin limanı kadırga sınıfından 500 parça gemi kapasitelidir. Ve
limanı oldukça iyi şekilde demirlemeye uygundur. Ama limanın batı tarafı daha çok demirlemeye elverişlidir. Ve liman içinde küçük bir adacık vardır. Yuvarlak şekilli bir yalçın kaya üzerine oturmuş olan adanın sağlam bir kaleciği vardır. Adanın etrafı 100
adımdır. 40 yeniçerisi ve 10 balyemez topu ile adada kale komutanı ile ayrı bir birlik vardır. Ki bunlar dört bir çevresini kuş uçurtmaz bir şekilde limanı korurlar. Bu ada Kuşadası’nın mendirek kalesidir. Her gece kentteki kaleden (kervansaray’dan-Kurşunlu handan ) tüfeklerini ve silahlarını kuşanmış gösterişli ve silahlı 10 yiğit yeniçeri buraya nöbete gelirler. Ve bu şehre Kuşadası denilmesinin sebebi bu adacıktır. Ki her yıl bu küçük
adaya bir çok kez yüzbinlerce kuş gelir, konmadan, burayı ziyaret etmeden gitmezler. Tılsımlı ve büyülü bir adacıktır. (65)
Yapı malzemeleri ve yapım tekniği
Tabi bir kayalık üzerine yaptırılan Güvercin ada kalesi, Kuşadası körfezinin ağzında limanı
koruyan bir konumda olması nedeniyle çok önemli görevler ifa etmiştir. Kale 17,50 X
15.80 m. boyutlarında taş ve tuğla malzemeden beşik tonozlu olarak gözetleme ve ileri karakol görevlerini yapması düşüncesiyle de inşa edilmiştir. Güney cephe ortasındaki yuvarlak kemerli çift kanatlı ahşap kapıdan içeriye girilmektedir. Doğu duvarına bitişik taş merdiven 22 basamaktan sonra kare merdiven sahanlığından 90 derecelik bir açıyla sola dönüş
yaparak 5 basamaklı ikinci bir kolla terasa çıkışı sağlar. Terasın etrafı barbatalıdır. İç mekanda kuzey ve batı duvarlarıyla giriş kapısının her iki yanına mazgal biçimli büyük nişler
açılmıştır. Merdiven sahanlığı altında bir niş yer almaktadır. Zemin altına sürahi biçimli bir
erzak ambarı yapılmıştır. Kale muhafızlarının erzak ihtiyacı böyle karşılanırken su ihtiyacı
da kalenin doğu tarafına yapılan bir sarnıçla sağlanmıştır. Kale 19. Yüzyılın ilk yarısına
kadar bu haliyle görev yapmıştır. Evliya Çelebi’nin seyahatinden yaklaşık 100 yıl sonra
çizilen bir gravürde adanın etrafında surlar görülmektedir. Bu surlar daha sonra İlyas ağa
tarafından eklenmiş ve denizden gelebilecek tehlikeleri önlemiştir. Surlar adanın şekline
uygun bir biçimde kıyıdan biraz içeride ve kıyıya paralel olarak 3m yüksekliğinde inşa
edilmiştir. Kale surlarının taşları Yılancı Burnu’ndan çıkarılıp getirilmiştir. Surların güneyinde doğuya cepheli, merdivenle çıkılan , yuvarlak kemerli, iki kuleyle korunan kale giriş
kapısı yer almaktadır. Kuzey kule beşgen, güney kule ise silindirik biçimlidir. Kapı üstündeki kitabe boşluğu burada bir kitabe yada İlyaszadeler ait bir arma kabartmasının olabileceğini düşündürmektedir.
————————————————————————————————————
65.Müjgan Şavkay, Tarihi belgeleriyle ve görünümü ile Kuşadası, Kuşadası Mayıs 2015, sayfa
158
KUŞADASI
Sayfa 64
1930 tarihli eski bir fotoğrafta bu boşluk görülmektedir. Söz konusu boşluğun üst tarafına konulan lento taşı, büyük kısmı duvar içinde kalan ve okunamayan stel biçiminde bir mezar taşına aittir ve muhtemelen Ermenicedir. Bu boşlukta olan kitabe ya çalınmış ve bir yerlere atılmıştır. Surların inşa kitabesi kuzey kule duvarındadır ve 4 satır-20 mısralık kitabesi şöyledir.
Kale kitabesi
Osmanlıca kitabe metin aruz vezniyle Mefailün/Mefailün kalıbıyla şu şekildedir.
Bi-hamdillah tamam oldu, bu hısnın inşaası hem
Gelüp taşı Yılancu’dan, karar itdi bunca hem
Taş menzil horluktadır, gark-ı derya emvac hem
Kimse bilmez türab iken kala-i sultan oldı hem
Anın banisidir İlyas, karin-i hızır kerim hem
Her umurda tevekkeldir, ol gani rahman hem
Ola dareynde selamet, beka-ı nesl-i ihsan hem
Ere şanında maksudu, haşr-ı cennetle bürhan-ı hem
Dedim tarihini meab, çıkdı bir dürr-i meanı hem.
Hicri 1242
Günümüz Türkçesi ile
Allaha hamdolsun. Bu kalenin inşası tamam oldu. Taşları Yılancı’dan geldi ve bu kalede kullanıldı. Alt tarafta deniz dalgalarının dövdüğü bir taş konak vardı. Burası kimsenin bilmediği boş
bir çıplak toprak iken Sultan kalesi oldu. Onun banisi şerefi Hızır’ın dostu olan İlyas Ağa'dır.
O her işinde gani rahman olan Allah’a güvenip tevekkül etmiştir. Allah onun ihsanını ve neslini ebedi kılsın ve her iki cihanda selamet içinde olsun. Cennete girmekte onun delili olsun ve
yüce gayesine ersin. Tarihi sığınacak yer olarak söyledim ve bir manalar incisi çıktı. Miladi
1826. (66)
Osmanlılarda kale merkezli Kuşadası ve önemi
Kuşadası kenti kurulduğu andan itibaren kalesi olamadan düşünülemez. Bu söylediğimiz gerçek aslında tüm Akdeniz kıyılarında ortaçağ ve yeniçağlarda var olan yerleşim birimleri için
geçerlidir. Denizden gelebilecek saldırılar ancak ve ancak korunaklı, sağlam ve silahlı birliklerce savunulan surlar gerisinden püskürtülebilirdi. Bu saldırılar güvenliği tehdit ettiği gibi insanlar tarafından ortaya konan zenginliği de tehdit etmekte olduğundan can ve mal güvenliğinin sağlanması ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. Hele Osmanlı siyasi gücünün Batı Anadolu’nun verimli ovalarında üretilen malların başkent İstanbul’a düzenli olarak akmasını sağlamak gibi bir planı varsa bu güvenliğin sağlanması daha da önemli hale geliyordu. Tarihin en
eski çağlarından itibaren insanlar kendilerini, ailelerini ve sahip oldukları diğer değerli nesneleri düşman saldırılarından korumak amacıyla önce evlerinin, sonraları ise yaşadıkları şehirlerin etrafını duvarlarla çevirerek daha güvenli bir hale getirmek ihtiyacını hissetmişlerdir. Kaleler çoğunlukla kalın bir duvar, yani sur, ve bu duvar boyunca dizilen aralıklı burçlardan oluşur.
Duvarlar genellikle taş, kimi zaman da tuğladan yapılır ve horasan harcıyla örülür.
—————————————————————————————————————
66.M. Kenan Özkan, Kuşadası kitabeleri, Geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu 2000, s 171
Sayfa 65
Burçlar birbirlerini görebilecek ve koruyabilecek biçimde konumlandırılır. Kale duvarlarının
üstü, savunanların her yere yetişebilmelerini sağlamak amacıyla düz yapılır ve bu düzlüğe
“seğirdim yeri” denir. Kale kapısı savunma yönünden önemli bir noktadır. Kaldırılabilen köprüler, açılan kapı kanatlarının önüne inen ikinci bir kapı, “hisarpeçe” adı verilen ve özellikle kapıyı
koruyan kule, hep bu zayıf noktayı güçlendirme amacı taşır. Şehrin çekirdeğini oluşturan kalenin, bunun dışında Osmanlı şehirlerinde önemli askeri ve idari fonksiyonları da bulunmaktaydı.
Devletin resmi belge ve kayıtları, para ve değerli eşyalarla, vakıf ve tüccarların malları güvenli
bir yer olarak kabul edilen kalelerde saklanırdı. Beldenin hapishanesi de kalede bulunurdu.
Özellikle güvenlik konusunda yerine getirmekte olduğu hizmetlerden dolayı vergiden muaf olmakla beraber, devletin satışını yasakladığı metanın dışarıya gönderildiği önemli bir kaçakçılık
limanı olma özelliğini daima muhafaza etmiş idi. Hatta küçüklü büyüklü bazı Osmanlı yöneticileri bile bu kaçakçılığın içindeydiler. Bunun önüne geçmek isteyen Osmanlı yöneticilerinin
XVII. yüzyıl başlarında bu duruma bir çekidüzen vermek istedikleri anlaşılıyor.
Eskiden Sakız gümrük mukataasının bir parçasını oluşturan Kuşadası, bu yüzyılın başlarında
zamanın sadrazamı olan Konevi Mehmet Paşa’ya temlik olarak verilmiş, Paşa da, limana yeni
bir kale ve bir han yaptırıp, iskeleyi de genişletmişti. Kasabaya haftalık Pazar kurma hakkı da
tanınmıştı. Bu tahkimatın nedeni Hıristiyan korsanların saldırılarına karşı burada yaşayanları
korumaktı. Kuşadası yerleşimi kentteki bu kale ile öylesine bütünleşmişti ki 1676 tarihinde Anya nam-ı diğer Kuşadası adıyla kaza, nefs yani şehir ismi olarak da Enderun-ı kala-i Kuşadası
şeklinde kaydedilmişti. Ancak burada bir neden daha olduğu söylenebilir. Osmanlıların batı
Anadolu kent ve limanlarını ele geçirmesinden sonra bu bölgeden yapılan dış ticareti denetlemeye çalışmaları ve üretim mallarını ki bunlar arasında özellikle hububat türü ürünler ayrı bir öneme sahiptir. Özellikle İstanbul’a yönlendirmeye çalışmaları, bu bölge ile yabancı ülkeler arasındaki dış ticareti gerileten nedenlerin başında gelmektedir. Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki
Venedik ile mücadelesinin temelinde de bu yatmaktadır. Bu trafiği kontrol etmek için de kıyı
kentlerindeki limanlarda var olan kaleler güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir.
KUŞADASI
Sayfa 66
Çünkü Osmanlının dağıtımı en sık denetlediği büyük batı Anadolu limanlarında bile, yasal
izni olmayan gemilere tahıl ve başka besin maddeleri yükleniyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun başka yerlerinde ve Avrupa’dan gelen gemiler Urla, İzmir, Seferihisar, Kuşadası ve
Balat limanlarına gizlice demirliyorlardı. Yeniçerilerin ve Saray görevlilerinin verdiğinin
üzerinde fiyat verebildikleri için tahıl, arpa, fasulye, susam ve başka besin maddelerini alıp
götürüyorlardı. Osmanlı Devleti ticaret dışında Ege kıyıları ve adalardaki bu limanları güvenlikle ilgili konularda bir bütün olarak görmekteydi. Bayramiş, Anya (Kuşadası), Edremit, Kemer, Ayazmend, Çandarlı, Bergama, Menemen ve Foçalar (Eski ve Yeni Foça) bu ağın Anadolu kıyılarındaki ayaklarıydı. 1657’lerde Kuşadası’na gelen bir Fransız gezgin olan Jean
Baptiste Tavernier ise kaleden hiç bahsetmez. Sadece iyi bir liman olarak gördüğü Kuşadası
limanının, mallarını boşaltmak amacıyla gelen gemilere yasaklanmış olduğundan ve ticaretin
İzmir’e yönlendirildiğinden bahseder.
1702’de Kuşadası’na gelen Tournefort’a göre ise Kuşadası limanı daha çok askerî nitelikli bir
limandı. Yine Fransız olan bu gezginin belirttiğine göre kentin ticareti önemli değildi. Limandan İzmir’e mal yüklenmesi yasaktı. Gezgin, sadece buğday ve fasulyenin gemilere yüklenebildiğini söylüyordu. Üstüne kare planlı bir kalenin yapıldığı kayalığın karşısındaki garnizonda 20 kadar asker bulunduğunu yazan Tournefort, ayrıca Kuşadası’nda 100 kadar yeniçerinin, kadı, serdar ve kale dizdarının bulunduğunu belirtir. Kale sadece denizden gelebilecek
saldırılara karşı savunma yapma olanağı dışında, bölgede suç işleyen kişilere verilen hapis
cezalarının uygulandığı bir yapı olma özelliği taşımaktaydı. Örneğin Evâhir Receb 1126/
Ağustos başları 1714’de Kuşadası kalesinde kalebend olarak tutuklu bulunan Güzelhisar sakinlerinden eski müftülerden Mustafa Efendi’nin şu anda ıslah-ı nefs ettiği, bundan sonra vilayet işlerine karışmayacağı, kendi halinde ilimle meşgul olacağı yönünde Aydın ve Menteşe
sancakları muhassıl-ı emvâl’i El-Hac Ahmet'in gönderdiği mektup üzerine af edildiğine dair
bir hüküm Kuşadası dizdarına yollanmıştı.
Kuşadası kalesi, XVIII. yüzyıl’ da, halen devam eden taşra ile İstanbul arasındaki emtia trafiğinde ve bu seyrüsefere dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehdide karşı savunma rolünde ve
bu rolü iyiden iyiye benimsemiş bir askeri üs konumundadır. Belki de XV. yüzyıldan, yani
bölgenin Osmanlı birliklerince kesin olarak alınmasından ve İstanbul’un ele geçirilip, Osmanlı Devleti’ne başkent yapılmasından hemen sonra başlayan bu ilişki, arada İzmir’in ortaya çıkmasına ve bölgede en önemli liman haline gelmiş olmasına rağmen, incelediğimiz döneme kadar Osmanlı devlet adamlarınca devam ettirilmeye çalışılmıştır. (67)
————————————————————————————————————
67. Yrd. Doç. Dr. Bülent Çelik, 18. Yüzyılda Kuşadası kalesi, Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu
II, 2008 Kuşadası, sayfalar 157-162
Sayfa 67
KUŞADASI KURŞUNLU HAN-KERVANSARAY
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Kervansaray
03.07.1987
3495
20L-1VA, 34 Ada, 1 Parsel
Türkiye Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu (68)
Kervanların güvenliği ve konaklaması için anayol kenarında tesis edilen vakıf yapılarıdır.
Kervansaraylar kitabelerinde ve kaynaklarda han, ribât olarak da anılmaktadır. Günümüzde
han, şehir içinde konaklama ve ticaret amacıyla inşa edilen yapılar için kullanılan bir kelime
olmuştur .Hanlar mal yapımı ve ticaret işlerinin birlikte görüldüğü yerlerdi ve isimlerini de
burada üretilen mallardan alıyorlardı. Şehirler arasındaki yollar üzerinde yaptırılan ve kuruluşları bakımından çeşitli ihtiyaçları karşılayacak şekilde olanlara ise kervansaray denilmektedir.
—————————————————————————————————————
68. Kuşadası Envanteri, Kuşadası Belediyesi 2013, sayfa 68
KUŞADASI
Sayfa 68
Kervanlar burada geçici olarak konaklar, beraberlerinde getirdikleri malları pazarlar ve para
işlemlerini yaparlardı. Ribât olarak da anılmaları kervansarayların kaynağını işaret etmektedir. Kervansaray geleneğinin gelişmesi Doğu ile Batı arasındaki ticaret yolunun gelişmesinin getirdiği ihtiyaçtan doğmuştur. Çin’den başlayıp, Akdeniz limanlarında sona eren İpek
Yolu yüzyıllar boyunca önemli bir ticaret güzergahı olmuştur. Bu yol yalnızca ticaret yolu
değil ayni zamanda çeşitli kültürlerin ve dinlerin de yayılma yolu olmuştur. Tabiatıyla bu
yollar yüzyıllar içinde çeşitli savaşlara şahitlik etmiştir. İpek yolu üzerinde mal taşıyan kervansaraylar, dinlerini yaymak için dolaşan misyonerler, mesleğini başka yerlerde icra etmek
isteyen zanaatkarlar, vb. gündüz yaptıkları yolculuklardan sonra gece konaklama ihtiyacında
idiler. Bu ihtiyaçları önceleri basit hanlar karşılarken, kervanların yüklerinin öneminden dolayı haydutların baskınlarından korunmak için hanlar yetersiz kalmış ve bugün kervansaray
adını verdiğimiz korunmalı ve büyük yapılara ihtiyaç duyulmuştur.
Kervansarayların en eski örneği 1019-1020 yıllarına ait Gazneli Sultan Mahmut tarafından
Tus-Serahs yolu üzerinde yaptırılmış olan ribât-ı Mahi’dir. Kervansaray 71X 72 m boyutlarındadır. Orta Asya ve İran’daki Türk devletlerinde 11. yy dan itibaren kervansaraylar yapımı hızlanmış ve çoğalmışlardır. Anadolu, Selçuklu hâkimiyetine girmesinin ardından XII.
yüzyılın sonlarında milletlerarası ticaretin merkezi olmuştur. Ekonomi politikalarını ve fetihlerini milletlerarası ticaretin konumuna göre düzenleyen Selçuklu sultanları Anadolu’nun
bir ucundan diğer ucuna, ana ticaret yollarından ara yollara kadar her alanda kervansaray
yaptırmışlardır. Sultanlar ve devlet adamları tarafından inşa ettirilen bu vakıf yapılarında
yolcular üç gün boyunca kervansaray kurucusunun misafiri sayılır ve ücret alınmazdı. Selçuklu kervansaraylarında sefer sırasında ordunun konakladığı, yabancı hükümdarların ağırlandığı ve bu yapıların gerektiğinde hapishane ve sığınak olarak da kullanıldığı bilinmektedir. Selçuklu kervansarayları, kesme taş kaplı ve destek kuleleriyle güçlendirilmiş yüksek
duvarlarıyla bir kaleyi andırmaktadır. Bu yapılar, kervanların güvenliği kadar kervanlarla
yolculuk yapan kişilerin her türlü ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir. Barınma ve
yemek imkânlarının yanı sıra hamam, mescit, eczahane ve gerektiğinde hekim, fakir yolculara bedava ayakkabı, hayvanlar için yem, nalbant, veteriner, araba tamiri gibi hizmetler sunulmuştur ve böylece Kervansaraylarda kalan kervanlar ve kişiler her türlü hizmetten ücret
ödemeden yararlanırlardı.
Sayfa 69
Anadolu Selçuklu kervansaraylarının çoğu, çevresinde çeşitli mekânların yer aldığı açık bir
avlu ve bu avluya bakan hol bölümünden oluşmaktadır. Hol bölümü yolculara ve hayvanlarına ayrılmıştır. Pâye sıralarıyla neflere ayrılan, ortadaki dikey eksenin belirgin olduğu üç,
beş ya da yedi nefli hol tonozlarla örtülmüş ve çok defa orta nefin merkezi küçük bir kubbe
ile yükseltilmiştir. Avlunun iki yanında açık ve kapalı mekânlar, mescit, hamam gibi özel
bölümler vardır. (69) Osmanlı döneminde genellikle yerleşim merkezlerinin ticaretle ilgili
bölümlerinde ya da külliyelerin içinde kervansaraylara rastlanmaktadır. Osmanlı devlet politikası, menzilleri iskân etmek ve ıssız bölgeleri geliştirmek için menzil külliyelerinin yapımına önem vermiştir. Bu sebeple menzil külliyeleri içindeki menzil kervansaraylarının
ayrı bir yeri vardır. Osmanlı devri kervansaraylarının çoğu işlev olarak açık bir avlu ve kapalı bölümlerden oluşmaktadır. Kare ya da dikdörtgen biçiminde ve revaklı olan bu avlunun çevresindeki mekânlar çoğunlukla iki katlı olarak inşa edilmiştir. Yolcuların kaldığı
bölümde peykeler ve ocaklar bulunmakta, avlunun çevresinde ahırlar, depolar, yönetim birimleri vb. yer almaktadır. Diyarbakır’da Deliller Hanı da denilen Hüsrev Paşa Kervansarayı (934/1527-28), İzmir Çeşme’deki kervansaray (934/1527-28), Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı (XVI. yüzyıl ortası), Diyarbakır’da Hasan Paşa Hanı (982/1574-75), Manisa’da
Kurşunlu Han (1001/1592-93), Erzurum’da Rüstem Paşa kervansarayı (1560’tan önce),
Kuşadası’nda Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı (1021/1612), Tokat’ta Taşhan (16261632), Safranbolu’da Cinci Hanı (XVII. yüzyıl ortası) gibi yapılar, bu plan şemasının çok
çeşitli mimari tasarımlarda uygulandığını göstermektedir. Osmanlı mimarisinde Selçuklu
kervansaraylarından farklı olarak kale görünümünden uzaklaşılmış, yapının dışarıyla bağlantısı artmıştır. Kervansaray olarak tasarlanan, cephesinde dükkânların yer aldığı kervansaraylar Osmanlı devrine hastır.
Kapalı çarşısı olmayan kentlerde genellikle kervansaray da adı verilen hanlar olurdu. (70)
Bu binaların kent dışında işlek yollar üzerinde olanları tüccarlar için güvenli geceleme bölgeleri idi. Sefer sırasında ise bu yerler askerlerin yerleştirildiği kışlalar olarak kullanılırdı.
Kuşadası’ndaki Kurşunlu han bu amaçla yapılmıştır. Ticaret malları bir yerden bir yere
kervanlarla taşınırdı. Kervanlar genellikle develer ve atlardan oluşurdu. Develer yük taşımada kullanılırken atlarda yolcularda at sırtında daha rahat hareket ediyorlardı. Daha hızlı
hareket etmek isteyen tüccarlar ise sadece atlardan oluşan kervanları tercih ederlerdi. Kervanın başında yolculuğa katılan tüccarların arasından seçilen bir kervanbaşı bulunurdu.
Kervanın yola çıkış zamanını ve konaklama yerlerini kervanbaşı belirler, askeri ve idari
görevliler karşısında yolcuları kervanbaşı temsil ederdi. Yolculuk esnasında beklenmedik
olaylar ve masrafların doğurduğu sebeplerden dolayı zengin tüccarlar küçük grupları tercih
ederler ve yolları iyi bilem mihmandarlar tutarlardı. İşlek ticaret yolları üzerinde güvenliğin
sağlanması için Osmanlı hükümetince o yolların üzerindeki köylerin halkından oluşan yarı
askeri korucular –derbentçiler-teşkilatı vardı. Kendi bölgelerinde bir kervan soyulursa zararı o bölgedeki derbentçiler öderdi. 17. yy da İran’dan Ege kıyı limanlarına ipek getiren
kervanların sayıları artmıştı. (71)
————————————————————————————————————69. Selçuklu Kervansarayları, Türkiye UNESCO dünya mirası listesi adayları, 2010
70. Diyanet Vakfı İSAM merkezi İslam Ansiklopedisi Kervansaray maddesi
71. Müjgan Şavkay, Tarihi görünümleri ve belgeleriyle Kuşadası, Mayıs 2015
KUŞADASI
Sayfa 70
Dağ Mahallesi Barbaros Hayrettin Paşa Bulvarı üzerinde bulunan Kuşadası Kervansarayı namı
diğer Kurşunlu Hanı 1613 tarihinde sadrazam olan ve dönemin padişahının kızı ile evlendiğinden saraya damat olan Konevi ve Kulkıran lakaplarıyla’ da tanınan Oğuz Kara Mehmet Paşa
tarafından yaptırılan büyük külliyenin bir parçasıdır. Oğuz Kara Mehmet Paşa, ilk sadaretinin
sonunda Kuşadası kentini surlarla çevirerek hani hamam, cami, medrese, vb. yapılardan oluşan
bir külliye inşa ettirmiştir. Sonradan Damat Mehmet Paşa adını alan Kurşunlu Han, bugün limana yakın hem ticari amaçla , hem de gerektiğinde savunma amacıyla kale olarak kullanılmak
üzere inşa edilmiştir. Kale bir avlu çevresinde iki kat halinde sıralanmış mekanlar ve bu mekanların önünde yer alan revaklardan oluşmaktadır. Kervansaray küçük bir iç kale görünümündedir. İlk olarak kent surları sınırlarına, iki burç arasına, limandan çıkacak malların kontrol
edilmesi amacıyla inşa edildiği bilinmektedir. (72)
Kervansarayın mimari yapısı ve özellikleri
Konevi Mehmet Paşa kervansarayı kare bir avlu çevresinde iki kat halinde sıralanmış
mekanlar ve bu mekanların önünde yer alan revaklardan oluşur. İnşaat malzemesi
olarak düzgün kesme taş, moloz taş, tuğla ve mermer kullanılan yapının dış cepheleri
alt katta masif, üst katta ise pencerelerle hareketlendirilmiştir. Üst kat pencerelerin tamamı düşey dik dörtgen karakterli olup düz atkılı ve taş sövelidir. Yapıya giriş denize
bakan kuzey cephe ile doğuya bakan çarşı cephesinde yer alan birer kapıyla sağlanmıştır. Kuzey cephedeki giriş mermer kaplamalı basık kemerli bir açıklık şeklinde
olup, ikinci kat seviyesinde bir silme ile son bulur.
—————————————————————————————————————72.Kuşadası Envanteri, Kuşadası Belediyesi 2013, sayfalar 68-70
Sayfa 71
Kapı girişinin üstünde kitabe boşluğu olmasına rağmen kitabesi kaybolmuştur. Avluya geçiş
sivri beşik tonozlu bir koridorla sağlanmıştır. Bu koridorun doğu ve batı yanlarında yer alan dik
dörtgen planlı mekanlar birer aynalı tonozla örtülüdür. Yapının alt katında, avlu çevresindeki
revakların gerisinde 28 mekan bulunmaktadır. Bu mekanlar köşedekiler hariç , revaka birer kapı ve pencere ile açılmaktadır. Üstleri avluya dik uzanan sivri beşik tonozlarla örtülü bu mekanlarda birer ocak ile ikişer niş bulunmaktadır. Revaklar kare planlı ayaklar arasına ve ayaklardan
duvarlara atılan birer kemerle desteklenmiş çapraz tonozlarla örtülmüştür. Revak kemerlerini
taşıyan ayaklar kemer üzengi noktasına kadar düzgün kesme taşlarla, kemerler ise tuğla malzeme ile inşa edilmiştir. Yapının üst katına biri doğu, diğeri kuzey kanatta yer alan ve alttan biri
tam diğeri yarım iki kemerle desteklenen tek kollu birer merdivenle ulaşılmaktadır. Üst kat
plan açısından alt katla aynı kalmakla birlikte hana giriş üstlerine gelen mekanların eklenmesiyle 29 adet mekana sahiptir. Bu mekanların üstleri köşelerde ve giriş üstlerinde çapraz tonoz, diğerlerinde ise beşik tonozla örtülüdür. Üst katta mazgal pencere sayısı alt kattan fazladır. Bugün yapının avlusunda güney kanada yakın kare planlı bir havuz bulunmaktadır ancak
orijinalinde ortada altı şadırvan üstü mescit olduğunu biliyoruz. Bu durum 1964 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğünün restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkarılmıştır. Evliya Çelebi
Seyahatnamesinde 1671 yılında Kuşadası’nı anlatırken “…… ortasında bir abdest havuzu ve
çeşmeleri ve fevkani küçük bir mescidi…… “ anlatımı ile bu durumu kesinleştirmektedir. Avlulu iki katlı bir yapı olan Kuşadası Kurşunlu hanı veya bugünkü adıyla kervansarayı dış görünüm açısından geleneksel Osmanlı şehir içi hanlarından farklı bir durum yansıtır. Bu farklılık,
özellikle cephe üstlerinde yer alan dendanların varlığıyla kesinleşmektedir. Buda hanın kent
surlarına bitişik inşa edilerek savunma işlemi gördüğünün kanıtıdır. (73)
——————————————————————————————————————————————————--
73.Prof. Dr. İnci Kuyulu Ersoy, geçmişten geleceğe Kuşadası sempozyumu , 2000 sayfalar 179-185
KUŞADASI
Sayfa 72
KUŞADASI TARİKATLARI , DERGAH VE TEKKELERİ
Kuşadası Türk egemenliğine girdiği andan itibaren çeşitli tarikatlarında dergah veya tekke
açtıkları merkezlerden biri olmuştur. Anadolu’nun değişik bölgelerinde başlayan kervan yollarının Kuşadası limanında son bulması ve deve ve katırlarla getirilen malların Kuşadası limanı yoluyla ihraç edilmesi ve Kuşadası limanından alınan ticaret mallarının yine bu kervanlarla Anadolu içlerine taşınmasından dolayı Kuşadası kervan yollarının kesiştiği bir noktada
yer almaktaydı. Büyük Selçuklu imparatorluğu zamanında ortaya çıkan kervansaray sistemi
Osmanlı’da geliştirilerek devam etmiş bir koruma ve barınma sistemi idi. Şehrin ana kervanlarına ulaşan kervan yolları üzerinde de çeşitli hanlar, tekkeler ve zaviyeler de inşa edilmiş ve
kervancıların ve yolcuların konakladığı ve hizmet aldığı yerler olmuştur. Bilhassa dergâh ve
zaviyeler bu kervan yolları üzerine inşa edilir, bazıları ise dağ başlarında, tepelerde, kuş uçmaz-kervan geçmez yerlerde yapılır ve halka hizmet sunarlardı. Bu dergah, tekke ve zaviyelerde sadece dini eğitim verilmez, ahlaki telkin, esnaflık kuralları, milli duygular öğretilir,
musiki ve güzel sanatlar eğitimi verilir, ziraat usulleri ve bitki türleri hakkında tatbiki bilgilerle müritler eğitilirdi. Bu nedenle her tekkenin ve dergâhın mutlaka bir mutfağı, bostanı, tarlaları ve binalar topluluğundan oluşan merkezleri olurdu. Bu yerler bir nevi günümüzün konservatuarları, güzel sanatlar akademileri, ziraat ve botanik fakülteleri, eğitim kurumları olarak
vazife görürlerdi. Bu yerler ayni zamanda Türk-Müslüman toplumunun irşad edildiği yani
eğitildiği ve toplum kurallarının öğretildiği hayat okullarıydı.
Sayfa 73
Türklerin Anadolu’ya geldiklerinde getirdikleri değişik tarikatlar vardır. İslamiyet’in kabulü ile
ortaya çıkan bu tarikatlar 9.ve 10. yüzyıllarda yaygınlaşmış, 11.ve 12. yüzyıllarda geniş coğrafyalarda teşkilatlanmaya başlamış ve yukarıda anlattığımız kurumlara dönüşmüştü. Horasan
erenleri ekolü adını verdiğimiz ve Pir-i Türkistani Hoca Ahmet Yesevi hazretleri tarafından
diyar-ı Rum’a (Anadolu’ya ) gönderilen ve Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan
bu katalizör dervişler tarihimizde Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum olarak bilinirler. 11. ve 12. Yüzyıllarda Anadolu’da bu erenlerin pirleri olarak Hacı Bektaş-i Veli, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı- Şaban-i Veli ve Ahi Evran Hazretlerini görmekteyiz ve bunlar
ayni zamanda Bektaşi, Halveti, Mevlevi tarikatlarının kurucu pirleri ve ilk şeyhleridir. Hacı
Bektaşi Veli Nevşehir Hacı Bektaş bölgesinde, Şaban-i Veli Kastamonu’da, Mevlana Hazretleri Karaman ve Konya’da ve Ahi Evran hazretleri Kırşehir’de tekkelerini kurmuşlar ve halkı
eğitmeye başlamışlardı. Ahi Evran hazretleri ayni zamanda dünyanın ilk esnaf örgütlenmesi
olan ve Türklere özgü lonca sistemi ile çalışan “ Ahilik Teşkilatı ”nın kurucusudur. Kuşadası’nın 1413 yılında Çelebi Mehmet tarafından Osmanlı hakimiyetine katılmasından yaklaşık
200 yıl öncesinde Türkler Ayasuluk adıyla anılan Selçuk, Birgi, İzmir ve Aydın civarında yerleşik hayata geçmişler ve sürekli fetihlerle hakimiyet alanlarını genişletmekte idiler.
Anadolu’da yaygınlaşan ve her bölgede dergâh, zaviye ve tekkeler açan bu Türk tarikatlarının
bağlı olduğu ana merkezler vardı ve bu merkezlerde her tarikatın bir merkez tekkesi yani “ asitanesi” bulunurdu. (74) Bu Asitane merkez kurum olarak kabul edilir, bu kurumu bir postnişin
yani tarikat piri idare eder ve Anadolu’daki tüm şubeler bu merkeze bağlı olarak çalışırlardı.
Bu merkez asitaneler genellikle şehir dışına yapılır ve binalar topluğundan oluşurdu. Geniş
bahçe ve bostanları, çeşitli vakfiyeleri, gelir kaynakları olan bu tarikat merkezlerinde mutlaka
bir mutfak, derviş hücreleri, zikir yapılan semahane, pir evi, eğitim hücreleri, sanat atölyeleri,
şifahane, misafirhane, cami, küçük mezarlık yani hazire, vb yapılar bulunur ve vefat eden tarikat mensupları da bu hazirelere defnedilirdi. Bektaşi tarikatının merkez asitanesi Hacı Bektaş’ta, Mevlevi tarikatının Konya’da, Halveti tarikatının Sümbüli kolu İstanbul Merkez Efendi’de, Halveti Tarikatı Şabani kolu merkez asitanesi ise Kastamonu’da idi. Eğer bir tarikatın
ayni şehirde örneğin İstanbul’da çok sayıda dergâhı veya tekkesi varsa en büyük olanı merkez
Asitane olarak görev yapardı. Mevlevi tarikatının İstanbul’da 7 tane tekkesi olduğundan Yenikapı Mevlevihane’si “ Asitane “ olarak görev yapıyordu.(75)
Kuşadası’nda ilk bilinen Türk tarikatı Bektaşiliktir. Osmanlı döneminde bilhassa Konevi Damat Mehmet Paşa’nın kenti imar faaliyetleri ve büyük bir külliye yaptırmasından ve Güvercinada Kalesi’nde bulunan Yeniçeri sayısını artırmasından sonra Bektaşilik en bilinen ve yaygın
tarikatlardan biri olmuştur. Yeniçerilerin Bektaşi tarikatına mensup olmaları ve Osmanlı toplumunda önemli bir yerleri olması hasebiyle Kuşadası’nda yüzyıllarca Bektaşi tarikatının
dergâhı vardı. 1821 yılında padişah II. Mahmut’un emriyle ortadan kaldırılan Yeniçeri ocağı,
yapılan büyük katliam ve akabinde Bektaşiliğin yasaklanması, Bektaşi dedelerinin ileri gelenlerinin idam edilmesi, çoğunluğunun Anadolu’nun değişik bölgelerine sürgüne gönderilmesi,
Bektaşi tekkelerinin yenilerinin kapatılması, eskilerinin Nakşibendi tekkelerine dönüştürülmesi ve bu tekkelere Nakşi şeyhlerin atanması gibi olumsuzluklar nedeniyle Kuşadası Bektaşi
tekkesi ’nin de ortadan kaldırıldığı sonucuna varmaktayız.
——————————————————————————————————————
74.Baha Tanman, Asitane, TDV İslam ansiklopedisi, cilt 3 sayfa 486.
75. Erman-Doğan Pür, İstanbul Mevlevihaneleri ve Mevlevîlikle İlgili Günümüze Ulaşanlar, Kültür Dergisi, sayfalar 20-23
KUŞADASI
Sayfa 74
Kuşadası’ndaki Bektaşi varlığını kanıtlayan ve günümüze ulaşan somut delillerden bahsedelim. Cami atik ve Dağ mahalleleri arasındaki “ Cevraki Bektaşi Mezarlığı “, Adalızade mezarlığında bulunan Osmanlı Mezar taşları, Girit adasından Kuşadası’na zorunlu olarak göç
eden muhacirlerin mezarlıklardaki ayrı bölümlerde bulunan “ Girit sofaları “ (76), bu mezar
taşlarında bulunan Girit adasındaki Türklere özgü “ muhacir mezar taşları simgeleridir.” Kuşadası’nda bir zamanlar dergahı veya tekkesi olduğuna inandığımız ikinci ana tarikat ise Halvet
iliktir. Daha çok Suriye ve Irak civarında yaygın olan bu tarikat Osmanlı’nın üç kıtaya ulaşan
fetih politikası nedeniyle Anadolu’ya gelmiş ve Anadolu’da bilhassa Osmanlı döneminde çok
çeşitli kollara ayrılmış ve çok sayıda dergaha ve tekkeye sahip olmuştur. Türk tasavvuf hayatında “ tarikat lar doğuran tarikat “ adıyla bilinen bu Türk tarikatı ilçemizde de Adalızade lakabıyla ünlenmiş Mustafa bin Hamza tarafından tanıtılmış ve dergahı açılmıştır. 17. yüzyılda
yaşayan önemli bir din alimi olan, yazdığı kitapları Osmanlı medreselerinde okutulan ve Adalızade mezarlığında bir tekkesi olduğuna inandığımız bu pirin Kuşadası toplum hayatına büyük
tesirleri olmuştur.(77)
Halveti tarikatının Kuşadası’ndaki önemli pirlerinden biri de 18.yüzyılın ikinci yarısı ve
19.yüzyıl başları arasında yaşamış ve Adaviyye yani Kuşadalı diye tanınan İbrahim Halveti
hazretleridir. Bu büyük Türk Mutasavvufu Kuşadası Çınar köyü doğumludur ve İslam aleminde Kuşadalı İbrahim Halveti Efendi diye ünlenmiştir. Öğrencilerine yazdığı mektuplarla tanınan ve İstanbul’da bir makam kabri bulunan bu pirin Halvetiyye tarikatının İbrahimiyye kolunun kurucusu olduğu kabul edilir. (78) Türk-İslam aleminde çok tanınan ve sevilen bir pirin
elbette Kuşadası’nda müritleri, sevenleri ve bir tekkeleri vardı diye düşünüyoruz ancak ne yazık ki ilçemizde bir Halveti tekkesi veya zaviyesi bugün mevcut değildir veya şu ana kadar
araştırılmadığı için bulunamamıştır. Kuşadası’ndaki bir diğer önemli tarikat ise Bektaşiliğin
ana kollarından biri olan Rufailik ’ten türemiş Ma’rifi kolu’dur. Bu tarikat hakkındaki ilk bilgiler ve tarikatın Kuşadası’ndaki piri Ali Ferdi Baba’nın Kuşadası şeyhi olduğu o zaman Ege
Üniversitesinde öğretim üyesi olan ve halen Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden sayın Prof. Atabey Kılıç hoca tarafından Kuşadası sempozyumunda verilmişti. (79)
Ali Ferdi Baba Manisa ili Demirci ilçesi merkez olmak üzere I 800'lü yılların başında faaliyette
olduğunu bildiğimiz Alevi-Bektaşi-Rıfa'i meşrepli bilinmeyen tarikatlarımızdan olan Ma'rifi
tarikatının şeyhlerindendir. Ma'rifi tarikatı pek çok bakımdan dikkat çekici karakteristik özellikler arz etmektedir? Öncelikle samimi duygulara sahip, nefsi terbiye etme konusunda kendilerine has yöntemleri bulunan inançlı Aleviler olarak karşımıza çıkan Ma’rifi tarikatı mensupları, zamanla tekkelerinin, dergahlarının birer kültür merkezi haline gelmesini de sağlamışlardır. Ma'rifi tarikatı, Ege bölgesinin özellikle Manisa, İzmir ve Aydın illerinde yakın zamana
kadar varlığını takip edebildiğimiz, esasen Rıfa’i tarikatına bağlı, dolayısıyla Alevi-Bektaşi
itikadından da fazlasıyla etkilenmiş, aynı zamanda bünyesinde ahi-fütüvvet teşkilatı izleri de
taşıyan bir tasavvufi müessese özelliği arz etmektedir.
—————————————————————————————————————76.Mahmut Ökçesiz, Adalızade mezar taşlarındaki muhacir simgeleri, KUYETA Yerel tarih Dergisi, Kasım 2015 sayısı, sayfalar 8-9
77. Yard. Doç. Dr. Gökhan Sebati IŞKIN, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 11/1 sayısı, 2007 Sivas, sayfalar
153-171
78.Halveti tarikatı silsilesi, http://www.halveti.net/Tasavvuf.asp cid=6&sid=24
79. Atabey kılıç, Ma'rifi Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdi Baba'nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri, Geçmişten Günümüze Kuşadası Sempozyumu, 23-26 Şubat 2000, Kuşadası
Sayfa 75
Bu tarikata dair elimizde bulunan bilgiler şimdilik, tarikatın terekelerinden olup Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından yürütülen derleme faaliyetleri çerçevesinde özellikle Manisa ili Demirci ilçesinden Hulusi Emetli ‘nin bağışlamış olduğu el
yazması eserler arasında olan ve bugün Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde bulunan yazmalardan elde ettiklerimizle sınırlıdır. (80) Kuşadası Ma’rifi tarikatı şeyhi olan Ali Ferdi Baba’nın torunlarından olan ve İstanbul’da yaşayan mimar Semra Tigrel hanımefendi ’nin son
sekiz yıldır verdiği mücadele sonunda Kuşadası Ma’rifi tarikatı vakfiyesi, tarikatın dergahı,
dergahın müştemilatı ve bahçesindeki Ali Ferdi Baba’nın mezar taşı bulunmuş ve ortaya çıkarılmıştır. Kuşadası ilçesi Cami atik mahallesi 76 ada 5 parsel Yayla sokak no : 2 de yer alan bu
dergahtaki Ali Ferdi Baba’nın mezarı 30.10.2014 tarih ve 3233 nolu karar sayısı ile Aydın
Anıtlar Kurulu tarafından tarihi yapı olarak tescil edilmiştir. Semra Tigrel hanımın gayretleri
sonucunda yine Ma’rifi tarikatının vakfiyesine Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinde 582/1
nolu defterin 210. Sayfası ve 142. Sırada yazılı olduğu tespit edilmiştir.
Bu belgelerden elde edilen bilgilere göre Kuşadası Ma’rifi dergahı 1269 hicri, Ağustos 1853
miladi tarihinde tekke vakfı olarak kurulmuş ve bir semahane, bir şeyh hücresi, bir fukara-i
dervişan hücresi, bir şadırvan, bir harem dairesi ve bahçe ile hazire ’den oluşmaktadır. Ali Ferdi Baba’nın mezar taşı kitabesinden anladığımıza göre kendisi burada Ma’rifi şeyhi olarak 35
sene hizmet vermiş ve 1296 hicri ve Miladi 1879 tarihinde vefat etmiştir. (81) Türk tasavvuf
kültürünün en önemli tarikatlarından biri de Mevleviliktir. Müslüman-Türk toplumunu öğretileri ile 800 yıldan fazla süredir derinden etkileyen ve toplum hayatına yön veren önemli mürşitlerden biri de Mevlana yani efendimiz lakabıyla meşhur Celaleddin-i Rumi hazretleridir. Mevlevilik İslam dünyasında yüzlerce şubesi olan, üç kıtaya yayılan ve günümüzde ABD bile muhibbileri olan bir tarikattır. Her yıl 17 Aralık tarihlerinde Şeb-i Aruz yani düğün günü adıyla
sema törenleri düzenlenen ve dünyada Sufiler olarak tanınan bu tarikatın elbette Kuşadası’nda
sevenleri yani muhibbileri olmuştur. Kuşadası’nda Mevlevilerin varlığının en önemli delillerinden biri Adalızade mezarlığında bulunan Girit, Mora ve Selanik muhacirleri mezar taşları
kitabeleridir.
——————————————————————————————————————
80. Prof. Dr. Atabey Kılıç, Ma’rifi tarikatı şeyhi Ali Ferdi Baba, İlmi Araştırmaları dergisi sayı 12
81. Kuşadası Ma’rifi Dergâhı, KUYETA yerel tarih dergisi, Kasım 2015 sayısı, sayfalar 6-7
KUŞADASI
Sayfa 76
Girit adası Kandiye ve Hanya şehirleri ve Mora Yarımadası’ndan gelen Türk Mevlevileri ’nin
Aydın ve Kuşadası civarına iskan edildiklerini biliyoruz. Buna ilaveten Aydın Veysi paşa mahallesinde Hükümet konağının hemen kuzeyinde ve ilk top yatağı varyantının kenarında yer alan
Mevlevihane’den günümüze iki odalı bir hamam ve bir türbe ulaşmıştır. Mevlevihane’nin tarihi
hakkında çok geniş bilgi bulunmamakla beraber kayıtlardan 19 asırda Sultan Abdülhamit’in Aydın Mevlevihane’si Şeyhi Şemsi Dede'nin Girit adasındaki Hanya Mevlevihane’sini kurmakla
görevlendirilmesinden Aydındaki Mevlevihane’nin varlığı anlaşılmaktadır. Hanya Mevlevihane’sinin kuruluş hikâyesi 1873 yılında Konya Mevlâna dergâhı çelebisine gönderilen 77 imzalı
bir dilekçe ile Mevlevihane kurulması isteği ile başlamıştır. Bu istekte yaz aylarında Hanya'ya
giden Aydın Mevlevihane’si Şeyhi Şemsi Dede'nin önemli bir katkısı olmuştur. 1873 yılında
yapımı kararlaştırılan Mevlevihane 1880 yılında tamamlanmıştır. Aslen Konyalı olan Kara Süleyman Şemsi Dede kurucu Şeyhi olmuş ve ailesi ile birlikte adaya yerleşmiştir.(81)
Kuşadası dini ve sosyal hayatına yön veren bu tarikatlardan başka bir de Melami adı verilen
uzun zamandır kapalı olarak faaliyetlerini yürüten bir topluluk vardır. 9. yüzyılda Horasan’da
Süflilikten ayrı bir akım olarak ortaya çıkıp 10. Ve 11.yüzyıllar boyunca etkili olduktan sonra
12. yüzyıldan itibaren tasavvufun tarikatlar şeklinde örgütlenmesi sürecinde bunların içinde bir
neşve halinde varlığını sürdüren Melâmetiyye’nin kurucusu olarak Hamdun Kassar değerlendirilmiş, ardından Ömer Dede Sikkînî’ye ,izafe ettiği Bayramiyye tarikatının bir kolu olmuş ve en
sonda Muhammed Nûrü’l-Arabî’ye nispet edilerek Melâmiyye -i Nûriyye kolu halini almıştır.
Melâmiyye ilk, orta ve son devir Melâmîliği şeklinde üç bölümde incelenmiş ve Abdülbaki
Gölpınarlı da Melamilik ve Melâmîler adlı eserinde bu üçlü tasnife uyarak konuyu ilk devre Melamileri (Melâmetîler), ikinci devre Melâmîler’i (Bayramîler) ve üçüncü devre Melâmîler’i diye
ele almıştır.(82) “ Bi-ser-ü pa-elsiz, ayaksız, dilsiz “ anlamına gelen bu Farsça kelimeleri hayat
felsefeleri yapan bu öğretide Muhittin Arabi´nin "Vahdet-i vücud" görüşünün derin etkisi vardır. Melamiler kaçınılması mümkün olmayan cemaatle namaz dışındaki ibadetlerini ve Allah´a
yakınlıkla ilgili hallerini halktan gizlerler. Bunları açığa çıkarırlarsa kendilerini kınarlar. Gerçek
durumlarını sezdirmemek için halk içinde sıradan bir insan gibi giyinip kendilerini belli etmeden
yaşamaya çalışırlar. Görünüş ve gösterişe değer vermezler. İnsanlara yalnız kötü taraflarını gösterip iyiliklerini gizlemede çok ileri gittiklerinden, çevresindekiler onları kusurlu kimseler sanarak ayıplar ve kınarlar.
——————————————————————————————————————81. Mehmet Çakır, Mevlevihane araştırılmayı bekliyor, Aydın post gazetesi 16 Şubat 2010 sayısı
82. Nihat Azamat, TDV İslam Ansiklopedisi Melamiyye maddesi, cilt 29, sayfalar 25-29
Sayfa 77
En hoşlanmadıkları şey, kibir ve gösteriştir. Bu kötü huylardan korunmak, Melamilikte bir kuraldır. Özel giysileri ve tekkeleri yoktur. Melamiler kimseye dertlerini açmazlar. Çünkü kula
ihtiyacı bildirmek, muhtaçtan yardım istemektir. Bu sebeple ihtiyacı Allah´tan dilemek ve Peygamber´in yolundan gitmek, kulluğun iki esasıdır. Birbirlerinin yardımına koşarlar. "Mümin,
kardeşi için gece kandil, gündüz asa olmalıdır" derler. Kuşadası Melamileri ’nin varlığını yine
Adalızade mezar taşlarından anlıyoruz. Adalızade mezarlığında şu ana kadar 3 adet mezar taşı
bulduk ve bu taşlar Kuşadası eski mezarlıklarında “ Melami sofaları “ olduğunun kanıtlarıdır
ve buraya eski mezarlıkların kaldırılması sırasında yerlerinden alınıp bu mezarlığa taşınmışlardır.
KUŞADASI TÜRBELERİ ve YATIRLARI
Kuşadası Osmanlı döneminde önemli bir ticaret merkezi idi ve sığla sancağının merkezi konumundaydı. Halkın çoğunluğu teşkil eden Müslüman-Türk nüfusunun eğitildiği ve irşad
edildiği medreselerde eğitim veren din alimleri kadar, çeşitli tarikatlara mensup tekke ve
dergahların postnişinleri yani tekke şeyhleri de vardı. Halkın sevip ve saydığı bu alimler vefat edince türbeleri yapıldı ve halk bu türbeleri çeşitli vesilelerle ziyaret ederek hem saygı
gösterdi hem de dertlerine şifa aradı. 17. Yüzyıldan itibaren Kuşadası merkez ve çevresinde
türbelerin sayısı çoğalmaya başlamıştır. Medrese alimleri genellikle şehrin ana mezarlıklarına ve cami hazirelerine gömülmüş ve türbeleri buralara yapılmıştır. Tekke ve dergah şeyhleri ise vakıf arazileri olan dergahların bahçelerine defnedilmişlerdir. Ne yazık ki İtalyan işgali ve bilhassa Yunan işgali sırasında bu türbelerin çoğunun talan edildiği, tahrip edildiği
ve ortadan kaldırıldığını biliyoruz. Düşman tahribatından kurtulan türbelerimizde Kuşadası
turizminin gelişmesi ile adeta yok edilmişlerdir. Bugün Kuşadası merkez ve civarında günümüze ulaşan çok az sayıda türbe vardır.
KUŞADASI
Sayfa 78
ADALIZADE TÜRBESİ
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Adalızade Mezarlığı ve Türbesi
06.11.1191
2238
19 J-II pafta, 639 ada, 4-5 parsel
İzmir II nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (83)
İlçemizin en eski ve tek mezarlığı özelliğini uzun yıllardır korumakta olan bu mezarlık Kuşadası Türkmen mahallesi sınırları içeresindedir. İçinde uzun servi ağaçlarının bulunduğu ve
insana huzur veren bir ortamın olduğu bu mezarlık şehrin merkezini ikiye bölmektedir. Mustafa bin Hamza adında “ Adalızade “ lakabı ile tanınan 17. Yüzyıl önemli Osmanlı bilgini ve
evliyasına padişah tarafından ihsan edilen korulukta bulunan medrese ile başlamış ancak bu
bilginin 1677 yılında vefat etmesi ve bu koruluğun tam ortasına yapılan türbe etrafında oluşmuştur. Kuşadası halkı tarafından evliya kabul edilen bu zatın türbesi etrafına definler başlamış ve zaman içerisinde geniş bir mezarlık haline gelmiştir. Bir zamanlar çok geniş bir alanı
kaplayan Adalızade mezarlığı yoğun göçle gelen defin işlemleri ile tamamen dolmuş durumdadır ve artık defin işlemleri durdurulmuştur. Kuşadası Adalızade mezarlığı , Kuşadası Belediyesinin ve Aydın Müze müdürlüğünün ve Aydın Anıtlar Bölge kurulunun gözetimi ve denetimi altındadır
—————————————————————————————————————————————————-
83.Kuşadası Envanteri, Kuşadası Belediyesi 2013, sayfa 64
Sayfa 79
SAKIZ DEDE TÜRBESİ
Adı :
Tescil tarihi:
Sayı :
Pafta No :
Tescil eden kurum:
Sakız Dede Türbesi
21.11.2001
10227
19 J-II pafta, 1594 ada, 3 parsel
Türkiye Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu (84)
Hacı Feyzullah Mahallesinde bulunan Sakız Dede türbesi Kuşadası’nın önemli türbelerinden
biridir. Türbenin kitabesi veya bilgilendirici herhangi bir kaydı bulunmamaktadır. Kubbe ile
örtülü olduğu ve kubbeden kare plana geçişin pandantiflerle sağlandığı düşünülerek restitüsyon
projesi hazırlanmıştır. Bu tip türbe planları Anadolu Selçuklular zamanında başlamış ve Osmanlılar zamanında da devam etmiştir. Bu yüzden Sakız Dede türbesi 16.yüzyıl ile 19.yüzyıl arası
bir tarihte yapılmış olmalıdır. Giriş kısmı yapının kuzey batı köşesinde yer alır. Yapı ile sokak
arasında kot farkı olduğundan yapıya üç basamaklı bir merdivenle ulaşılır. Sakız Dede’nin sandukası türbenin ortasında yer alır. Mumyalık katı olmadığı için sanduka doğrudan mezarın üzerine gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Sanduka tabut şeklindedir ve harçla yapılmıştır. Yapının
doğu ve batı duvarlarındaki sıva tabakası bu bölümlerde eskiden birer pencere olduğunu göstermektedir. Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 20.09.2007 gün ve 1109
sayılı kararı ile türbenin röleve projesi onaylanmıştır. Aydın Müze Müdürlüğü denetiminde temel araştırma kazısının yapılmasını takiben restitüsyon ve restorasyon projeleri yine Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 20.03.2008 ve 1412 sayılı kararı ile uygun
bulunmuştur. Yapının restore edilmesi için çalışmalar devam etmektedir.
—————————————————————————————————————84. Kuşadası Envanteri, Kuşadası Belediyesi 2013, sayfa 63
KUŞADASI
Sayfa 80
Sakız Dede namı ile ilçemizde türbesi bulunan kişinin kim olduğu ve kimin için yapıldığı hakkında bir bilgi ne yazık ki bulunmamaktadır. Çeşitli kaynaklarda tarihimizde Fetret Devri diye
bilinen ve Çelebi Mehmet tarafından sona erdirilen dönemde devlete isyan eden Simavna kadısı Şeyh Bedrettin’in müritlerinden Börklüce Mustafa olduğunu ileri süren çeşitli kaynaklar
vardır. İsyanı kanlı bir şekilde sona erdirilen Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile birlikte binlerce müridi idam edilmişlerdir. Sakız Dede’nin Börklüce Mustafa olduğu
iddiası Tire’nin Gökçen köyünde idam edilmesi ve naaşının sonradan gizlice kaçırılarak Kuşadası’na gömülmesidir. İddiaya göre Sakız Dede türbesi etrafında Bektaşi Cevraki mezarlığının
varlığı, türbe yakınlarında bir Alevi-Bektaşi cem evinin bulunması, iki oluklu mahallesinde
yüzyıllardır aşure geleneğinin devam etmesi ve türbenin mumyalık kısmının olmaması, vb. tezler ileri sürülmektedir.(85)
SOĞUCAK KÖYÜ TÜRBESİ
Soğucak köyü türbesi eski mezarlık mevkiinde bulunan ve günümüzde harap halde bulunan
kübik gövdeli bir eserdir. Eğilimli bir alan üzerine taş ve tuğla ile imal edilen türbenin üst örgüsü ve duvarların büyük bir bölümü yıkılmıştır. Kalan kısımlarda duvarlarında kasetleme tekniğinin uygulanmaya çalışıldığı görülmektedir. İzlerden üst örgüsünün kubbe olduğu ve kubbe
yuvarlağına pandantiflerle geçiş yapıldığı anlaşılmaktadır. Girişi doğu cephesinde yer alan türbenin iç mekanında sarık şeklinde başlığa sahip mezar taşı mevcuttur. Yapının çevresindeki
mezarlıkta bulunan mezar taşlarının bazılarının üzerinde hicri 1131 Miladi 1718 ve hicri 1191
Miladi 1777 tarihleri okunmaktadır. Yöre sakinleri türbenin güneyinde bir cami bulunduğunu,
uzun yıllar önce yıkıldığını ifade etmektedirler. Kitabesi bulunmayan türbeyi, kübik gövdesi,
kubbe örtüsü ve duvar işçiliği bakımından diğer örneklerle karşılaştırarak 14. veya 15. Yüzyıla
tarihleyebiliriz. Soğucak köyünün tarihi çok eskidir ve Anya ismiyle Soğucak yerleşiminin Bizans döneminde kadar uzandığı bilinmektedir. Anya karyesi (köyü) ile ilgili ilk Osmanlı bilgileri I. Murat’ın tahta çıkmasından sonra düzenlenen 1421-1438 tarihleri arasında kayıtları tutulan “ mufassal tahrir defterlerinde “ yer almaktadır. (86)
————————————————————————————————————————————
85. KUYETA, Kuşadası Yerel Tarih Dergisi, Nisan 2015 sayısı, sayfalar 12-13
86.Mükerrem Kürüm, Geçmişten geleceğe Kuşadası Sempozyumu II 2008, sayfa173
Sayfa 81
4. SİNAN DEDE TÜRBESİ
Sinan Dede türbesi Kuşadası’na 10 km uzaklıktaki Kiraz köyündedir. Köy camisinin yanı başında küçük evlerin arasında kalmış, köyün, küçücük kalan ilk mezarlığının bir köşesinde, 15–
20 metrekarelik bir odacık içinde ebedi istirahatını sonsuza kadar sürdürecek olan merhum
Sinan Dede yatıyor. 0 küçük baraka içindeki Sinan Dede'nin mezarının üzerine Arap harfleriyle
yazılı, yeşil bir örtü örtülmüş, normal mezardan oldukça büyük, tahta kapısının çengeli geçirilmiş, sanki ziyaretçilerini bekler gibi upuzun yatıyor. Halk arasındaki inanışa göre özellikle
çocuğu olmayan" kadınların burayı ziyaret ettikten sonra, çocukları olduğu inancı yaygındır.
Selvi ağaçları arasında kalmış olan o, eski muhteşem mezarlığın köşesinde anıt bir mezar gibi
duran Sinan Dede türbesini, Türkiye’nin birçok yerinden ziyaretçileri ziyaretine gelerek dua
edeler, adakta bulunurlar, mum yakarlar. (87)
5. YAREN DEDE MEZARI
Kirazlı’dan Kuşadası yönüne giden yolun üçüncü kilometresinde, Dere boğazı mevkiinden sağa kıvrılan toprak yoldan gidilir. Ortalama iki buçuk km. kavun, karpuz, tütün, susam tarlalarının yanından geçerek, toprak yolun solunda. Aslanlı Mağarasının hemen beş yüz metre berisinde, bir ağacın yanı başında ebedi istirahatını sürdüren Yaren Dede’yi görüyoruz. Mezar taşının
üstünde şu yazıt var. ‘’Allah baki Yaren Dedesi ruhuna Fatiha ". Ağaç dallarının üstüne bez ve
ip parçaları bağlanmış, niyetler tutulmuş, istekler birbiri ardına sıralanmış, ulu insan merhum
Yaren Dede’ye yüzlerce dualar edilmiş. Yaren, dilimize Farsçadan geçmiş bir kelime olup, arkadaş, dost anlamına gelmektedir. 0, Allah'ın sevgili kulu olmuş, yaşamında Allah yolundan
ayrılmamış, insanlara arkadaş olmuş; dost olmuş, sıkıntıda olan insanlara yardım için Allah'a
yalvarmış, yakarmış, sonra da ermiş erenlerden olmuş. Bugün Yaren Mağarasına da adını veren Yaren Dede halen insanlara "yarenlik" ediyor. Yaren Dede dostça kal. Allah’ın selamı üzerine olsun. Bundan sonra da hiç yalnız kalmayacaksın. (88)
——————————————————————————————————————
87.Yılmaz Gencer , KUYETA Yerel tarih dergisi Nisan ve Mayıs 2012 sayıları
88. Yılmaz Gencer , KUYETA Yerel tarih dergisi Nisan ve Mayıs 2012 sayıları
KUŞADASI
Sayfa 82
BAYRAKLI DEDE TÜRBESİ
Kuşadası ilçesi Bayraklı Dede mahallesi Derici Mustafa Gürbüz Anadolu Lisesi yakınlarında
bulunan bu türbe ve içindeki mezar hakkında yeterli bilgi yoktur. Halk arasında Bayraklı Dede olarak bilinen bir pir hakkındaki bilgiler muhtelif rivayetlerden ibarettir. Kimliği bilinmeyen kişiler tarafından bir ara kapısına “ Şehitler Türbesi “ levhası asılan ve Sivil Toplum Kuruluşları tarafından verilen sert tepkiler üzerine tekrar kapısına Bayraklı Dede türbesi levhası
asılan bu türbe ve içindeki mübareğin kim olduğu bir an önce araştırılmalı ve halkımız bu konuda bilgilendirilmelidir. (89)
—————————————————————————————————————
89. http://www.milliyet.com.tr/kusadasi-nda-turbe-tartismasi-aydin-yerelhaber-450436
Sayfa 83
KURAN-I KERİMDE GEÇEN ÖLÜM AYETLERİNDEN BİR KAÇI
Ey Muhammed! Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı? Senin ölmenle rahata kavuşacaklarını mı sanıyorlar? (ENBİYA/34)
Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. (ENBİYA/35)
Öldüren de dirilten de O'dur. (NECM/44)
Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, diriltir de, öldürür de. Size O'ndan
başka ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı. (TEVBE/116)
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O hem yaşatır, hem öldürür. O sizin de Rabbiniz, sizden
önceki babalarınızın da Rabbidir. (DUHAN/8)
Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse "Bu, Allah'tandır" derler, bir kötülüğe
uğrarlarsa, "Bu, senin yüzündendir." derler. Ey Muhammed! De ki: "Hepsi Allah'tandır."
Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar? (NİSA/78)
De ki: "Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni
ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O size (bütün) yaptıklarınızı haber verecektir.
(CUM'A/8)
De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.
(EN'AM/162)
Muhakkak ki inkâr edenler ve kâfir oldukları halde de ölenler, yeryüzü dolusu altın fidye
verseler bile hiç birisinden asla kabul edilmeyecektir. İşte dayanılmaz azap onlar içindir.
Onların hiçbir yardımcıları da yoktur. (AL-İ İMRAN/91)
O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler
de işte öyle çıkarılacaksınız. (RUM/19)
Şüphesiz ki taneleri ve çekirdekleri yaran Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de
ölüyü çıkaran O'dur. İşte Allah budur. O halde nasıl yüz çevirirsiniz? (EN'AM/95)
Biliniz ki Allah yer yüzünü ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size
ayetleri açıkladık. (HADİD/17)
Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor?
Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir. (RUM/50)
KUŞADASI
Sayfa 84
KUŞADASI ADALIZADE OSMANLI MEZAR TAŞLARI
Sayfa 85
İLÇE MEZARLIKLARI ve ADALIZADE MEZARLIĞI TARİHÇESİ
Kuşadası 1413 yılında Çelebi Mehmet tarafından fethedildiğinden beri Türk toprağıdır ve
uzun tarihi boyunca çeşitli adlarla anılmıştır. 15. Yüzyılda Sığla Sancağına bağlı bir kaza
olan Kuşadası Osmanlı döneminde genellikle İne adı ile kayıtlara geçmiş ve daha sonra Anya
adı ile bir yerleşim yeri olmuştur. Sığla sancağı çok büyük olduğundan çeşitli yönetim parçalarına dönüşmüş ve Kuşadası ayrı bir kaza olmuştur. Kuşadası kazasına Ayasuluk ve Çirkince
de dahil 29 karye-köy-eklenmiştir. Gerek Ayasuluk, gerek Çirkince ‘nin zengin tarihleri ve
gayr-i Müslüm tebaa tarafından öneminden dolayı sadece Müslüman Türklerin değil, Rum,
Ermeni ve Yahudilerin yaşadıkları bölgeler olmuştur. Söke, Kuşadası, Ayasuluk, Aydın ve
İzmir’e kadar olan bölge her zaman canlı bir ticaret merkezidir ayni zamanda. 19. Yüzyılın
ilk yarısından itibaren İzmir-Aydın demiryolu, Kuşadası ve Balat limanları ticaretin ana damarlarından biridir.
Kuşadası’nın bir zamanlar neredeyse dörtte üçü mezarlıklar ile dolu idi. Müslim ve gayr-i
Müslümlerin bir arada uzun asırlar yaşadıklarından dolayı ilçenin çeşitli bölgelerinde her
azınlığın mezarları olduğu kadar, Türk mezarlıkları da çoğunlukta idi. Türklerin ölüleri ile
birlikte yaşadıkları tarihi bir vakıadır. Türkler tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren ölmüş
atalarına ve mezarlıklarına büyük saygı göstermişler ve her daim onlarla iç içe yaşamışlardır.
Türklerin mezarlıkları her zaman şehir içinde ve günlük hayatın canlı olarak sürdüğü bölgelerdedir. Bunun amacı sadece ölüye saygı göstermek değil, ölümü her an hatırlamak ve ona
göre dünya malına fazla itibar etmemektir. Kuşadası ’da bir Türk şehri olduğu için eski mezarlıklarımız şehir içinde yer almıştır. Cami hazireleri, tekke ve zaviyelerin arka bahçeleri ve
büyük mezarlıklar Kuşadası’nın ana merkezlerinde oluşturulmuş ve bu dünyada ömrünü tamamlayanlar buralara gömülmüşler ve gelip-geçenlerin yani ziyaretçilerin dualarına mazhar
olmuşladır. Türk kültüründe mezarlıkları ziyaret etmek, ölmüş atalarla birlikte olmak ve hatta
mezarlıklarda istirahat edip dinlenmek ve piknik yapmak bile normal karşılanmış ve mezar
ziyaretleri kültürümüzün ana ögelerinden biri olmuştur.
KUŞADASI
Sayfa 86
Kuşadası’nda bir zamanlar bugünkü İki Oluklu mahallesinin üst kısmından başlayarak, Hacı
İbrahim camisini biraz geçince sağa dönen ve barlar sokağı-tarım kredi kooperatifi ve askerlik
şubesi boyunca devam eden ana yolu her iki tarafı Türk mezarlıkları ile dolu idi. İki oluklu mahallesinin üst kısmı Bektaşi mezarlığı olan Cevraki adıyla bilinirdi. Bir diğer Türk mezarlığı
ise bugünkü su kemerinin arka kısmında yer alan sağlı-sollu bölge Urgancı mezarlığı idi. İlçemizin şu andaki tek mezarlığı olan Adalızade Mustafa bin Hamza hazretlerinin olduğu bölgede
içinde bir türbe olan ve karşısı ve arkası yine Adalızade Türk mezarlığı idi. Gayr-i Müslimlerin mezarları ise bugün papaz hamamı diye bilinen bölgenin karşısında bulunan Aya Yorgi kilisesinin etrafındaki Rum mezarlığı, sahilde Tariş’in olduğu yer Çıfıt tepe adıyla Yahudi mezarlığı ve Kuşadası’nın Aydın çıkışı üzerindeki tepenin etrafında ise Ermeni mezarlığı yer almakta
idi. Kuşadası 1830 Balkan, 1895 Girit ve 1924 Lozan mübadilleri diye bilinen üç büyük göç
dalgası yaşadı ve Rumeli ülkelerinden ve Türk adalarından gelen muhacirler gerek Kuşadası
şehir içinde ve gerekse yakın bölgelerde iskan edildiler. Muhacirler yerli halk tarafından öncelikle benimsendi ve yardım edildi ancak göçün sürekli devam etmesi ve Osmanlı’nın Aydın
vilayetini ana göçmen merkezlerinden biri olarak kullanması nedeniyle zaman zaman istenmeyen durumlar ortaya çıktı.
Daha sonraki yıllarda ve bilhassa Lozan anlaşmasından sonra gelen mübadiller Kuşadası çevresindeki İslam Şanlı, Osmaniye, Çerkez Davud, Kurfallı, Yoran, vb. yerlere yerleştirildiler.
1924 Mübadelesi ile Türkiye’den Yunanistan’a gönderilen Rumların ve tehcirden dolayı uzaklaştırılan Ermenilerin evlerine muhacirler yerleştirildi, tarlaları muhacirlere dağıtıldı ve ne yazık
ki mezarlıkları ortadan kaldırılmaya başlandı. Kuşadası ve çevresine yerleştirilen Türk muhacirler geleneklerini unutmamak, geldikleri bölgelerdeki adet ve geleneklerini yaşatmak için ayrı
kahvelerde toplandılar, ayrı mezarlıklar oluşturdular ve bir süre birbirlerinden kopuk yaşadılar.
Adalızade, Cevraki ve Urgancı gibi büyük mezarlıklarda bile Balkan ve Girit muhacirleri mezarlıkların ayrı bölümlerinde “ sofa “ tabir edilen bölümlere toplu olarak gömüldüler ve mezar
taşlarının üzerlerine kendi özel işaretlerini hak ettirdiler.
1928 Harf İnkılabının yapılması ve 1930lı yıllarda çıkarılan Asar-i Attika nizamnamesinin
çıkarılması beklenenin aksine mezarlıkların ve eski eserlerin bir nevi kıyımlarının başladığı tarih oldu. Eski Türkçe’mizin gözden düşmesi, yeni alfabenin kullanımın yaygınlaştırılması için
yapılan aşırı baskı ve idarecilerin hoşgörü sınırlarını çok aşan tavırları ve diğer nedenlerden
dolayı sadece Kuşadası’nda değil yurdun her tarafında bir eski eserlere ve mezarlıklara karşı bir
nevi düşmanlık havası doğurdu ve bu yerler yağmalanmaya, tahrip edilmeye ve çeşitli olaylar
vesile edilerek ortadan kaldırılmaya başlandı. Yerli halk önceleri bocaladı, bir kısmı elindeki
eski eserleri nizamnameye göre müzelere vermeye başladı, bir kısmı evlerinin gizli bölümlerinde saklamaya çalıştı, ihbarlar ve tutuklamalar birbirini izledi. Kuşadası mezarlıklarında bulunan
sanat eseri Osmanlı mezar taşları kırıldı, parçalandı, serpuşları koparılarak kahve dibeği olarak
kullanıldı, taşların büyük bir kısmı mermerden olduğu için kanal taşı, kaldırım köşe taşları, vb
yerlerde kullanılmaya başlandı. Kuşadası mezarlıkları ise işyeri, sokak, cadde, site, fabrika,
okul, vb. inşaat alanları olarak tahrip edildi. İlçemizdeki en az 4 adet büyük Türk mezarlığı
( Cevraki, Urgancı, Adalızade ve Tariş karşısı Mora mezarlığı) mezarlıklardan sadece Adalızade türbesi etrafındaki mezarlık ana mezarlık kabul edildi ve diğer mezarlıklardaki Osmanlıca taşlar müzelerde, okul depolarında, evlerde ve resmi binaların depolarına atıldı.
Sayfa 87
1965 lerde başlayan turizm ise kelimenin tam anlamı ile Osmanlı mezar taşlarının ve eski mezarlıkların idam fermanı oldu. Kuşadası limanını doldurma çalışmalarında binlerce Osmanlı mezar
taşı dolgu malzemeleri olarak kullanıldı. Bu tahribat 1989 yılına kadar acımasızca devam etti.
Dönemin belediye başkanı rahmetli Lütfi Suyolcu elde kalan 500den biraz fazla Osmanlı dönemi
mezar taşlarını bugünkü Adalızade mezarlığının içindeki yolun her iki tarafına-sağlı-sollu- diktirdi ve elimizde 600 yıldan fazla bir Türk beldesi olan Kuşadası’ndan yadigar bu taşlar kaldı.
Kuşadası kültürel ve tarihi mirasını korumak amacıyla 2011 yılında ilçemizde Mahmut Ökçesiz
başkanlığında Kuşadası Kültürel ve Tarihi Mirası Koruma Derneği kuruldu. Bu derneğin ana
amacı ilçemiz tarihi ve kültürel miras olarak neye sahipse onları korumak ve gelecek nesillere
aktarmaktı. Dernek işe Adalızade mezarlığında bulunan Osmanlı dönemi mezar taşları ile başladı. Derneğin 2012 yılında yaptığı bir AB gençlik Projesinin konusu bu taşlar idi ve adı “ Mezar
taşlarını çözmek “ oldu. Çok ilgi gören ve sadece ilçemizde değil yurdun her tarafından yoğun
tepkiler alan bu proje sonrasında “ Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşları Kitabı “ adlı
bir eser ortaya çıktı. Her birinin 5 er adet resmi çekilen 574 adet Osmanlı mezar taşlarından sadece 100 tanesi okundu, tercüme edildi, tasniflendi, 40 adet Erkek ve 40 adet kadın mezar taşları
ile bunlardaki bilgiler, semboller, yazılar, meslekler, başlıklar, vs 120 sayfalık kitapta yer aldı.
2012 yılında Kuşadası Adalızade mezarlığındaki Osmanlı mezar taşlarındaki serüven devam ediyor. Derneğimizin çalışmalarından bir kısmını çeşitli başlıklar altında web sitemizde bulabileceğiniz gibi , dernek başkanı Mahmut Ökçesiz ’in (90) yayınladığı adı geçen kitap ile daha detaylı
bilgi edinebilirsiniz. Unutmayınız ki Kuşadası Adalızade mezarlığı Kuşadası Türklerinin tapu
senetleridir ve bu tapu senetlerinde kadim medeniyetimiz ve eski tarihimizle ilgili bir hazine yer
almaktadır. Tarih geçmişimiz değil aksine geleceğimizdir.
——————————————————————————————————————
90. Mahmut Ökçesiz, Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar taşları 2013, www.kusadasikultur.com
KUŞADASI
Sayfa 88
ADALIZADE OSMANLI MEZAR TAŞLARI
Adalızade mezarlığında toplam 574 adet Osmanlı dönemine ait taş var. Bu taşlarla ilgili 5022
adet fotoğraf çekildi. En eski kadın mezar taşı 1618, en eski erkek mezar taşı 1590 tarihlidir.
En yeni erkek mezar taşı 1929 ve en yeni kadın mezar taşı 1933 tarihlidir.50 erkek ve 50 kadın
mezar taşı okunmuştur. 8 adet erkek taşı 1700-1800 tarihleri, 22 Adet Erkek taşı 1800-1900 ve
10 adet erke mezar taşı ise 1900-1929 tarihleri arasında yapılmıştır. Okunan 50 adet Erkek mezar taşlarından 10 tanesinin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. 11 adet kadın mezar taşı 1700
-1880, 31 adet kadın taşı 1800-1900 ve 5 adet ise 1900-1933 tarihleri arasında yapılmıştır.
Okunan 50 adet kadın mezar taşlarından 3 tanesinin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Erkek
isimleri ; Ahmet, Ali, Abdullah, Hasan, Hüseyin ve Muhammet, kadınlarda ise Ayşe, Zeynep, Meryem, Fatma ve Hatice gibi en çok rastladığımız isimlerdir. Okunan taşlarda şu ana
kadar 41 adet meslek isimleri tespit edilmiştir. İlçemizde eskiden var olan 68 sülale isimleri
bulunmuştur ve bu sülalelerden 8 tanesinin ilçemizde halen devam ettiği büyük bir memnuniyetle öğrenilmiştir. Osmanlı Dönemi Mezar taşlarında il, ilçe, kasaba, köy ve mahalle isimleri
olmak üzere 27 adet yer ismi geçmektedir. Mezar taşlarında Kadiri ve Nakşibendi tarikat taçları bulunmuş ve Melami gizli öğretisine ait 2 adet taşımız ise çok iyi durumdadır. Bu istatistiki bilgileri üç yıl öncesinin bilgilerine ve kaynaklarına göre değerlendirdik ve ilçemiz tarihi ile
ilgili şu ek bilgilere ulaştık. Nagehan, Nakş-i dil, Nur-u cihan isimli kadınların büyük ihtimalle Harem-i hümayundan olduğu ve Enderun görevlileri ile evlendirilip taşraya gönderildiği ve
Kuşadası’nda vefat ettiklerini sanmıştık
Sayfa 89
Mezar taşlarındaki 68 sülale isimlerinden Ekmekçi, Kutucu, Semerci, Tütüncü aileleri halen soyları ve adları ile devam etmektedir. Taşlarda ismi geçen Mora, Hanya, İstanköy, Drama, Girit gibi yer isimlerinden Kuşadası’na 1830 tarihinden sonra üç büyük göçün taşlardaki
yazılı kanıtlarla belgelendiğini görmüştük. Debbağ, Kutucu, Nalbant, Semerci, Sepetçi, Keçeci, Mataracı gibi mesleklerin bir zamanlar ilçemizin gözde meslekleri olduğunu anlamış ve
maalesef bugün bu mesleklerin yok olduğunu bilerek üzülmüştük. Taşlardaki bir cümleden
Kuşadası’nda 1812-13 yıllarında büyük bir veba salgını olduğunu öğrenmiş ve o yıllara ait
salnamelere bakarak doğru olduğunu bulmuştuk. İncelediğimiz erkek mezar taşları başlıklarında Serdengeçti, Katibi, Paşalı serpuşlarını hangi meslek mensuplarının giydiklerini araştırmış yeterli kaynaklar, resimler ve kitaplar bulamamıştık. Kadın taşlarındaki ters lale, nar,
çarkıfelek, gül gibi çiçek ve meyve sembollerinin anlamlarını çözmüş ancak Hotoz ve Cami
tasvirli kadın taşlarının neleri temsil ettiklerini ve neden kadın taşlarına hakk edildiklerini bulamamıştık. Kısacası o günkü bilgi seviyemiz, elimizdeki malzemeler ve kaynaklarımız ancak
bu kadar bilgiler elde etmemize imkan veriyordu.. Osmanlı mezar taşları hakkındaki çalışmalarımız son üç yıldır sadece Kuşadası’nda değil, İstanbul başta olmak üzere Edirne, Bursa,
Konya, Denizli, İzmir ve tüm Ege bölgesi ile devam etmektedir. Çektiğimiz fotoğrafları, bulduğumuz bilgileri, ulaştığımız kaynak kitapları, görüştüğümüz uzmanları ve izlediğimiz seminerlerin ve konferansların notlarını bir araya getirerek büyük bir arşiv çalışmasına giriştik. Bilgilerimizi sürekli güncellemek adına son üç kışı İstanbul’da geçirmekteyiz ve çalışmalarımızı
tarihi İstanbul mezarlıklarında ve hazirelerinde yoğunlaştırmaktayız. Edirne ve Bursa illerini
hem yakınlığı, hem de İstanbul’dan önceki Osmanlı başkentleri olmaları hasebiyle sık sık ziyaret etmekte, bu illerdeki müzelerde, türbelerde, cami hazirelerinde ve mezarlıklarında incelemeler yapmaktayız. Bursa, Edirne ve İstanbul’da Osmanlı mezar taşları ile dolu çok sayıda
yer olduğu gibi bu konuda yazılmış kaynak kitapların bolluğu nedeniyle araştırmacıları cezbetmekte ve ilgi odağı olmaktadır.
Bu nedenle ; Bizde 3 yıl öncesinde sadece bir kitap çıkararak Kuşadası kamuoyunun bilgisine
sunduğumuz Adalızade Osmanlı Mezar Taşlarını yeni elde ettiğimiz bilgi, belge ve kaynaklarla karşılaştırdık ve ulaştığımız sonucu bir yazı dizisi halinde yazmaya karar verdik. Gelecek
sayımızdan itibaren Adalızade Osmanlı Mezar taşlarının ana bölümlerini, ilçemiz mezar taşlarının meslek tipolojilerini, kitabelere hak edilmiş edebi ifadeleri ve kullanılan yazı çeşitlerini, erkek mezar taşlarındaki serpuşları-başlıkları, kadın taşlarındaki hotoz biçimlerini ve
cami tasvirlerini, Adalızade mezarlığında ebedi uykusunu uyuyan ve haşri bekleyen Yeniçerileri ve Levendleri, mezar taşlarında yer alan ve Girit, İstanköy, Mora gibi Evlad-ı Fatihan diyarlarından göç etmek zorunda kalmış ecdadımızın unutulmamak için taşlara kazıttıkları yerel sembolleri, vs tüm detaylı bilgileri bulacaksınız. (91)
—————————————————————————————————————
91. Mahmut Ökçesiz, KUYETA, Kuşadası Yerel tarih Dergisi 2015 yılı sayıları
KUŞADASI
Sayfa 90
ADALIZADE OSMANLI MEZAR TAŞLARININ ANATOMİSİ
Osmanlı mezar taşları kadın ve erkek mezar taşları olarak iki çeşittir ve taşların hepsinde beş
ana bölüm vardır. Bunlar sırasıyla 1.Başlık 2. Ser levha 3. Kimlik tanımı 4. Dua 5. Tarih
Başlık: Erkek mezar taşlarında Sarık, Kavuk ve Fes olarak üç ana grupta toplanan başlıklar
ayni zamanda mevtanın yani mezarda yatan kişinin yaşarken ait olduğu tarikatı veya mesleği
hakkında çok önemli bilgiler verir. Serpuş adı verilen bu başlıklardan mevtanın hangi tarikatın müntesibi, örneğin Mevlevi, Bektaşi, Melami, vs. olduğu kolayca anlaşılacağı gibi, yine
serpuşu incelendiğinde yeniçeri, kadı, esnaf, din adamı, vs. mesleğini de kolayca anlamak
mümkündür. Osmanlı’da herkesin giymek zorunda olduğu bir kıyafet düzeni vardır ve sıkı
kurallar uygulanır.
Serlevha : Mezar taşlarındaki yazılı metinlerin bulunduğu ve kitabe adı verilen başlangıç bölümüdür. Osmanlı, İslam dinini çok güzel özümsediği ve günlük hayatında uyguladığı için,
berzah alemi denilen ve haşre kadar bekleyeceği kabir hayatına başlarken yüce Yaradanın
ismini mezar taşına giriş cümlesi olarak kazıtmıştır. Hüvelbaki = Sonsuz olan Allah (c.c.)
ifadesi mezar taşlarında en çok görülen giriş cümlesidir. Mevlevi ve Bektaşi ser levhaları ise
Hu ile başlar bu da cenab-ı hakkı en kısa ve veciz şekilde anma şeklidir. Güzel Türkçemizde
“Hay’dan gelen Hu ’ya gider “ vecizesi ise “ Allah’tan geldik ve Allah’a gideceğiz “ demektir.
Sayfa 91
Kimlik tanımı : Bu bölümde mevtanın kimlik bilgileri, yaşarken hangi sülaleye mensup olduğu, taşıdığı unvanlar, ölüm nedeni, kadın ise kimin hanımı veya kızı olduğu belirtilir. Bu ifadeler bazı mezar taşlarında çok kısa olduğu gibi son derece uzun cümleleri de kapsayabilir. Edebiyatımızın en güzel örneklerinin son derece edebi dille ifade edildiği mezar taşları kitabeleri Osmanlı insanının estetiğe önem verdiği kadar edebi sanatlarla da yakından ilgilendiğinin bir göstergesidir.
Dua : Dünya hayatı sona erip, ebedi aleme göçen bir insanın hesaba çekileceği haşre kadar ziyaretçilerden isteyeceği tek şey dua ’dır. Osmanlı mezar taşlarının yol kenarına dikilmelerinin ve
şehir içinde olmalarının en önemli nedeni çok dua alabilme isteğidir. Bu istek ayni zamanda ziyaretçiye ölümü hatırlatmak ve bir gün sıranın kendisine geleceğini söylemektir. Osmanlı mezarlıklarında en çok görülen dua cümlesi , “ Ziyaretten murat dua ‘dır, bugün bana ise yarın
sana ’dır.” Öleni hayırla anmak üzere erkekler için merhum ve mağfur, kadınlar içinde merhume ve mağfure kelimelerinden sonra el-Fatiha ifadesi ile bu bölüm sona erer.
Tarih : Kitabenin en sonunda ise mevtanın ölüm tarihi düşülür. Sadece yıl olarak verildiği gibi
gün, ay, yıl birlikte de verilebilir. Hicri takvimin kullanıldığı bu bölüm kitabenin sona erdiğini
gösterir. Tarih bazen ser levhanın altına da yazılabilir. Mezar taşlarında birde ebced hesabı ile
tarih düşürme diye bilinen ve gerçekten bir zeka ürünü olan bir sanat vardır. Genellikle önemli
şahsiyetlerin kitabelerinde görülen bu metot şairler tarafından yazılmış edebiyatımızın en güzel
örnekleridir. Her harfin bir sayı değeri vardır v bu metot çeşme, cami, imaret kitabelerinde ve
kitap baskılarında da kullanılmıştır.
Osmanlı mezar taşlarını kadın ve erkek mezar taşları olarak çok kolay ayırabilirsiniz. Erkek
mezar taşlarında mutlaka bir serpuş yani başlık bulunur. Bir diğer özellik ise yazılı metnin yani
kitabenin en ez 4-5 satır olmasıdır. Kadın mezar taşları ise çok uzaktan bile hemen anlaşılır ve
üzerlerinde mutlaka çiçek, sembol, şekil, tasvir ve kabartmalar vardır. En belirgin özellik ise
çiçek motifleridir çünkü Osmanlı kadınını çiçek olarak algılamış ve kadın mezar taşları çok zarif
dekorlarla taşlara hakkedilmişlerdir. Anlatılan ve yazılanların tam tersine Osmanlı insanı yaşarken kadınlara çok büyük değer atfetmiş ve bunu öldükten sonra da mezar taşlarında devam ettirmiştir.
KUŞADASI
Sayfa 92
ADALIZADE CAMİ TASVİRLİ KADIN MEZAR TAŞLARI
Adalızade mezarlığında bulunan Osmanlı dönemi mezar taşları arasında sayıları 26 adet olan
ilginç ve bir o kadar da sanat ve tarihi değeri yüksek olan “ Cami Tasvirli Kadın Mezar Taşları “
ziyaretçilerin ilgi odağı olmaktadır. Sadece Ege yöresine özgü olan ve yurdumuzun diğer bölgelerinde görülmeyen bu mezar taşları hakkında ilginç yorumlar yapılmakta ve halen araştırma
konusu olmaya devam etmektedir. Ege bölgesinin Tire-Çeşme-Kuşadası-Gördes-İzmir-Bergama
taraflarında yoğun olarak kadın mezar taşlarını süsleyen bu cami tasvirli şahideler gerek mimari
gerekse yazı sanatlarımız konusunda eşsiz bilgiler taşımakta ve araştırmacılara geçmişimize ait
çok değerli bilgiler sunmaktadır.
Ege bölgesi cami tasvirli kadın mezar taşları hakkında kapsamlı araştırmaları ile tanınan değerli
akademisyen sayın Prof. Dr. Gül TUNCER hocamız bu mezar taşları hakkında şu görüşleri ileri
sürmektedir. 16. yüzyıl klasik Osmanlı döneminde klasik Çağı'nı yaşayan Türk sanatı, lale devrinden itibaren yeni bir arayış içeresindedir ve sanatımızda bozulmalar başlamıştır. Bu dönemden başlayan ve 1839 Tanzimat Fermanından sonra daha da hızlanan batılılaşma Türk sanatına
yeni bir karakter kazandırmıştır. Mimaride özellikle klasik plan uygulamalarına küçük değişiklikler getiren “ barok, rokoko, ampir “ gibi akımlar mimari elemanları etkilemiş ve “ sütun, sütun başlığı, mihrap, minber, kemer formu, cami “ motifleri kullanılmış Bu arada hem mezar
taşlarında, hem de dini ve sivil yapıların (cami, şadırvan, köşk, konak, ev) duvar yüzeyleri de
Geleneksel Türk sanatı “ Minyatür ”den farklı bir teknikle, fakat bir kısmı minyatüre benzer bir
üslupla, çoğunlukla batılı süslemelerle yapılan karma bir üslup hakim olmuştur. Bu yüzden sadece “ Ege Bölgesine “ özgü “ Cami tasvirli mezar taşları “Tire-Çeşme-Bergama-AkhisarKuşadası bölgelerinde sıkça görülmektedir. (92)
———————————————————————————————————————————————————
92. Ertan Daş, Ege Ün. Sanat Tarihi Dergisi, Çeşme Mezar taşları
Sayfa 93
Ülkemizin değerli hocalarından rahmetli Ordinaryüs Profesör Dr. Sayın Süheyl ÜNVER hocamızın değerli kızları sayın Gülbün MESARA hanımefendi başkanlığında oluşturulan ve 2008
yılında Ege bölgesi Cami Tasvirli Mezar taşları adlı çalışmada 178 tane cami tasvirli taş incelenmiş ve taşlar üzerinde bulunan motifler çıkarılmış ve bir kitap halinde yayınlanmıştır. Değerli Gülbin MESARA hanımda bu taşlar hakkında şu görüşleri ileri sürmektedir. 18. Yüzyıl’dan
itibaren, batı sanatının yoğun etkileri sonucunda ortaya çıkan ve batılılaşma denilen yeni bir
akım Türk sanatının hemen her dalında kendini gösterirken, mimari yapılarda da büyük revaç
bulmuştur. Mimaride, evlerde ve konaklarda gerçek ve hayali şehir manzaraları duvar resimleri
olarak yer alırken, bu gelenek taş süslemelerinde de devam etmiştir. “Öteden beri Türk sanatında heykelin yerini tutmuş olan mezar taşlarında da böyle tasvirli kabartmalara rastlanır. Hem öte
dünyanın sınır taşları, hem de oraya göçenlerin mezar anıtlarının, Türk sanatında taşıdığı geleneksel önem, bu çağda da devam etmiştir.” Taşların üçgen şekline veya düz biten alınlık kısımlarına işlenmiş türbe, cami gibi dinî yapılara ait tasvirler, ev ve mahalle manzaraları,
servi ve hurma “ gibi sembolik ağaç figürleri, sanatımıza yerleşen batılılaşma üslûbunun yansımaları olarak dikkat çeker. Tüm bu motifler vazolu/vazosuz çiçek demetleri veya nar, armut,
incir gibi meyvelerle zenginleştirilmiş, gökyüzüne serpiştirilen hilâl ve yıldız motifleri ile anlatılmak istenen gece manzaraları, çoğu zaman drapeli perdeler veya dönemin popüler tezyinî motifi olan akant yaprakları ile çerçevelenmiştir.
Çift veya tek kubbeli, minareli, bazıları mahyalarla donatılmış cami tasvirlerinin taş oymalarının ana teması olması, merhum Yılmaz Öngen’in aşağıdaki satırlarında en güzel cevabını bulmuştur: “Cami, Allaha ibadet edilen yer olduğu için kutsal sayılmış ve bu sebeple yazılı vesikalarda “mübarek mescit”, “cami-i şerif” ibareleri sık sık kullanılmıştır. Tabiatıyla cami
resmi de kutsiyet atfedilen bir sembol olmuştur. Türk sembolizminde, nasıl ibrik motifi temiz
suyu, temizliği temsil ediyorsa, cami motifi de dolaylı olarak Allah’ı hatırlatan bir şekil gibi
kullanılmıştır. (93) Bu konuda kapsamlı çalışmalar yapan bir diğer değerli akademisyen ise Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim üyesi sayın Yard. Doç. Dr. Ertan
DAŞ hocamızdır. Bu saygıdeğer hocamız Kuşadası Adalızade Mezar taşları hakkında çalışmalarda bulunmuş ve Cami tasvirli kadın mezar şahideler hakkında da bir çalışmayı Kuşadası
sempozyumunda tebliğ olarak sunmuştur. Ertan hocamıza göre de bu taşlar birbirine çok benzediğinden sanki Batı Anadolu’da bir merkezi atölyede yapıldıkları tezini ileri sürmektedir. 18. Ve
19.yy.da canlı bir ticaret merkezi olan İzmir’de çok sayıda mezar taşları atölyeleri olmalıdır.
İzmir’de sipariş üzerine atölyelerde hazırlanan yazılı ve cami tasvirli süslemeli kadın mezar
taşlarının Kemalpaşa, Menemen ve Parsa gibi bölgelere gönderilmesi kuvvetle muhtemeldir.
Ancak dönemin ulaşım araçları göz önüne alındığında Tire, Çeşme, Foça, Bergama, Akhisar ve
Kuşadası gibi uzak merkezlere gönderilmesi oldukça zordur. Bu konuda araştırmacıların ilgi
alanında olmalıdır. (94)
——————————————————————————————————————
93. Gülbün Mesara, Nil Sarı Ege yöresinin mimari tasvirli Osmanlı mezar taşları, İzmir, Kasım 2008
94. Ertan Daş, Ege Ün. Edebiyat. Fak. Sanat Tarihi Dergisi sayı 8, İzmir 1996
KUŞADASI
Sayfa 94
ADALIZADE HOTOZLU KADIN MEZAR TAŞLARI
Orta Asya ve Anadolu tarihi boyunca Türk kadınları çok çeşitli form ve ölçülerde başlıklar
kullanmışlardır. Bazen sade bazen de ihtişamlı olan bu başlıklar, sosyo- ekonomik ve kültürel düzeyde farklılıklar göstermiş ama kadınlar hangi sınıfa mensup olurlarsa olsunlar
giysilerini tamamlayan bu aksesuardan vazgeçememişlerdir. Yüksek sınıfa mensup kadınlar başlıklarını sorguç, enselik, baş iğnesi ve çeşitli mücevherlerle süslerken sıradan kadınlar bunu boncuk, kuş tüyü, renkli mendil veya tülbentlerle yapmışlardır. Anadolu
coğrafi konumundan ötürü pek çok kültürü bünyesinde barındıran homojen bir yapıya sahiptir. Bu kültürel zenginlikten giyim ürünleri ve tarzları da etkilenmiş, dünyanın hiçbir
yerinde rastlanmayacak ölçüde bir çeşitlilik oluşmuştur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun bütün din ve kültürleri kucaklayan birleştirici tutumu da bu çeşitliliğe fırsat vermiştir. Başlıklar giyim kuşama uygun olarak kullanılan çok önemli ve vazgeçilmez bir aksesuar haline gelmiş, giyilen giysinin rengine, şekline ve dokuma türüne göre çeşitlilik göstermiştir. Saraylı kadınların, azınlıkların ve sıradan kadınların kullandıkları başlıkların
farklılığı da bu çeşitliliği artırmıştır. Kadın giyiminde terpuş, serpuş, arak-çin, arakıye,
hotoz, boğtak, tepelik, fes, tantura, fechel, üsküf, takke, külah vb. söyleniş biçimleriyle
anılan başlıklar kullanılmıştır. Sorguç, enselik, istefan, zülüflük, baş iğnesi, diadem, bürümcük, mahrama, gibi isimler alan aksesuarlar ise başlıkları tamamlayan küçük ama
önemli ayrıntılar olmuştur.
Sayfa 95
İslamiyet ten önceki dönemde, Türklere ait kıyafet ve başlıklar konusundaki bilgileri Çin kaynaklarından ve duvar resimlerinden elde ediyoruz. Dönemin en önemli özelliği kadın ve erkek
giyimindeki benzerliktir. Orta Asya dönemi kadın saç biçimleri kendine özgü bir özellik göstermiştir. Saçlar ya örgüler halinde salınmış, yada çok sayıda topuz yapılarak firkete ve fildişi taraklarla tutturulmuştur. Özellikle topuz Uygurlar döneminde, kadınlar kadar erkekler tarafından
da sıkça kullanılmıştır., Uygur kadınları başlarına boğtak adı verilen hotozlar giymişlerdir. Saç
örgüleri ise farklı sosyal durum ve konumları belirleyen bir özellik taşır.
Uzun ve örgülü
saç, yabancı kaynaklar, bilhassa Çin kaynakları tarafından Türklere has bir özellik olarak belirtilmiştir. Türkler, İslamiyet ten sonrada Orta Asya giyim kuşam tarzlarını, özellikle uzun ve örgülü saç geleneğini devam ettirmişlerdir. Uzun saç modası Selçuklularla diğer memleketlere
yayılmış, Memlukler da bu modayı benimsemişlerdir. 12. Yüzyılda kadınların farklı saç biçimlerinin yanında çeşitli başlık ve eşarpları da kullandıkları görülmektedir. Basık sarık ve sivri
külah tipi başlıkları kadınlar da kullanmış, başlıkların üzerini değerli taşlar, inciler ve diademlerle süslemişlerdir.
İbni Batuta Anadolu kadınlarının Bağtak denilen başlıklar kullandıklarını bu başlıkların üzerine
tavus kuşu tüyünden sorguç taktıklarını yazar. Kanuni Sultan Süleyman döneminde kadın başlıkları beş veya on santim yüksekliğinde ve fes biçimindedir. Bunlar değerli kumaşlardan yapılmış ve üzerleri değerli mücevherler, taçlar, inci dizileri ve sorguçlar takılarak süslenmiştir. Yüzyıllar boyunca uzun ve örgülü saçları ile görülen Osmanlı kadını, daha sonra yapılan
minyatürlerde kakül ve şakaklarındaki saçlarını kısa kesmiş, hafif bukleler oluşturmuş olarak
resimlenmiştir. 16.yüzyılda dönemin gezginleri, hangi sınıf ve dine mensup olurlarsa olsunlar,
tüm kadınların dışarıda ayaklarına kadar örtündüklerini, evlerinde ise uzun sorguçlu ve yaldızlı
başlıklar kullandıklarını anlatır. (95) Bu gelenek yüzyıllarca Türk’ün egemen olduğu coğrafyalarda kültürümüzün bir parçası olarak devam etmiş ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bile kullanılmıştır. Bursa ’lı kadınlar 50 yıl öncesine kadar hotoz başlık giyerlerdi. Geçmişte başa giyilen
hotoz mevsim çiçeklerine göre hazırlanırdı. Gül zamanı gül oyalı, gül renkli hotozlar, leylak
zamanı leylak oyalı, leylak rengi hotozlar giyilirdi (96)
Hotoz başlıklar yüzyıllar içinde bazı değişiklere uğramış ve bilhassa Lale devrinden itibaren
klasik Türk sanatlarının yerini batı etkisi almaya başlamış ve bu durum mezar taşlarına da yansımıştır. Cami figürlü mezar taşları ile birlikte geleneksel Hotoz başlıklı kadın mezar taşlarında
ise batı etkisi ile bazı süslemeler ilave edilmiştir. Kadın mezar taşlarında kadının takıları ve
özellikle kadını simgeleyen süs motiflerine yani "gerdanlık, küpe, broş, çiçek" gibi motiflere
oldukça sık rastlanır. Kadın mezar taşlarında 19. yüzyıldan sonra Batı tesiri süsleme çok fazla
hissedilir ve çok süslü mezar taşları görülür. Gelinlik çağına gelmeden ölen kızların mezar taşlarında kitabenin üzerinde gelinin boynunu ve hotozunu andıran kabartma ve işlemeler görülür.
Taşın boyun kısmına çeyiz sembolü olan "gerdanlık ve küpeler" işlenir. Yüzün olduğu boşluğu
da çiçekler doldurur. Uzaktan bakıldığında çiçeklere sarılmış bir kadın heykelini andıran taş,
sembolizm açısından bir zirvedir. (97)
——————————————————————————————————————95.1-Nuray Yakar yılmaz , www.turkmythology.blogspot.com
96. www.bursakulturturizm.gov.tr
97. Yard. Doç. Dr. Sabri Mermutlu, ders notları sahife 8.
KUŞADASI
Sayfa 96
Kuşadası Adalızade Osmanlı kadın mezar taşları arasında hotoz başlıklı şahideler gerçekten
sanat eserleridir ve her biri Osmanlı kadınlarının zarafetini yansıtmaktadır. Hotoz başlıklı şahide yuvarlak bir şekille başlar ve hemen bu dairemsi şeklin altında ise kadının zarif boynunu
temsil eden orantılı bir kesim uzanır. Çiçek motifleri ile donatılmış bu bölümde genellikle
gerdanlık üzerine dizili altı liralar yani eski deyimi ile beşi bir yerdeler kadının zenginliğini,
bakımlılığını ve güzelliğini yansıtması bakımından ilgi çekicidir. Üs kısımda bazen büyük bir
altın lira, hemen altında gerdanlık zinciri ve zincire dizilmiş küçük altınlar taşlara hak edilmiştir. Bir başka hotoz başlıkta ise bu sefer Hotoz başlık yuvarlak değil ters çevrilmiş bir topaç
şeklinde görülen taç gibi işlenmiştir. Hemen bu kısmın altında ise yine çiçekler zarif bir boyun
kısmını sarmakta ve yine altılar ve gerdanlıkları remzeden süslemeler görülür. Adalızade mezarlığında yaklaşık 10 adet Hotoz başlıklı kadın şahideleri vardır. Bunlardan 1770 tarihli Hacı Mustafa Ağa kızı Hatice Hatun şahidesi gerçekten bir şaheserdir ve çok zengin süslemeleri vardır. Bu mezar taşını yapan taş ustası bölgenin en ünlü taş ustasıydı dersek sanırım abartmamış oluruz. Şahidenin “etek “ adı verilen en alt kısmında ise bize göre ustanın ya mahlası
yani imzası, ya da bu hanımın ait olduğu bölgenin veya Giritlilerin kendi aralarında kullandıkları özel bir işaret yer almaktadır. Üçgen şeklindeki sağ alt bölümdeki bu işaretin ne olduğunu
hala araştırıyoruz ancak büyük ihtimalle Girit işaretidir. Bir diğer Hotoz başlıklı taş ise 1761
tarihli Fatma kadına aittir ve ziyaretçilerden dua istemektedir. İki-üç hotoz başlıklı taşın dışında diğer taşlar üzerlerindeki liken ve yosunlardan ve kitabelerinin çok kötü durumda olmalarından dolayı okunamamıştır. Taş temizlikleri yapıldığında okunmaları mümkündür.
ADALIZADE MEZAR TAŞLARI MUHACİR SİMGELERİ
Kuşadası Adalızade mezarlığı Osmanlı mezar taşları üzerindeki incelemelerimize devam
ediyoruz. Bu haftaki yazı konumuz ise “ muhacir simgeleri “ adını verdiğimiz ve bazı Osmanlı mezar taşlarının etek diye tabir edilen alt bölümlerinde görülen çeşitli remizler-simge
ve şekillerdir.. Bu simgeler hakkında bilgi vermeden önce Kuşadası’nın demografik yapısına ve çeşitli dönemlerde bu ilçeye yapılan göçlere ve iskan durumuna bir göz atmakta fayda
vardır. Malumunuz üzere Kuşadası ilçesi göçler almış ve hala almaya da devam etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğunun hasta adam olarak kabul edildiği ve imparatorluğu parçalamaya
karar veren batılı devletlerin Şark meselesi diye ortaya attığı politik müdahalelerden sonra
19.yy başlarında çöküş daha da hızlanmış idi. 1821 Mora isyanından sonra Balkanlardaki
Türk-Müslüman nüfus baskılara ve tehditlere maruz kalmış, evlerini ve topraklarını bırakarak göçe zorlanmıştır. Bunun sonucunda çıkan Mora isyanı sonunda bir grup göçmen evlerini ve yurtlarını terk ederek Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardı.
1840 lı tarihlerde bir grup Mora’dan gelen Balkan göçmeni Kuşadası ve çevresine iskan
edilmişlerdir.1877-1878 tarihlerinde cereyan eden ve tarihimizde 93 harbi diye bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Kafkas cephesi çöküş ve Rusların eline geçmişti. Rus baskısından bunalan Kafkas göçmenleri Osmanlı tarafından Romanya’nın bazı bölgelerinde önce
iskan merkezlerinde toplanmış ve daha sonra belirli bir program dahilinde Anadolu’ya gönderilmişlerdir. Bunlardan bir grupta Kuşadası’na gelip Davutlar ve Yeniköy’de iskana tabi
tutulmuştu.
Sayfa 97
Çerkez çoğunluğunun oluşturduğu bu grubun yerleştirildikleri bölgeler Davutlar Çerkez ve
Kulfallı diye anılmaya başlanmıştı. Kafkasya yöresine benzeyen ilkimi ve bitki örtüsü ile bu bölgeler muhacirler tarafından da uygun görülmüş ve benimsenmişti. 1897 yılında patlak veren
Girit isyanı ve sonrasında cereyan eden Osmanlı-Yunan Savaşı, Türk adalarındaki TürkMüslüman varlığını tehdit etmiş ve Girit daha sonra bir oldu-bitti ile Yunanistan Krallığına ilhak edilmişti. Buradan gelen Müslümanlar bugünkü milli park yakınlarındaki bölgeden başlayarak Söke ve Yoran-Didim’e kadar olan bölgede iskan edilmişlerdi. Buraya yerleşen Girit muhacirlerine Osmaniye adıyla 200 hanelik bir köy kurulmaya karar verilmiş, ilk iki yılda 75 tanesi
yapılarak hak sahiplerine teslim edilmiş, daha sonraki yıllarda da bu inşaatlara devam edilerek
gecikilmesine rağmen büyük çoğunluğu bitirilmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan anlaşma ile Türk ve Rum nüfus yer değiştirmiş, adına “ mübadele “ dediğimiz anlaşma ile gelen “
mübadiller “ bu yörelere ve Kuşadası merkezine iskan edilmişlerdi. Kısacası Kuşadası 19. yy
başlarından itibaren Balkanlardan ve Ege Türk adalarından tam dört büyük göçe maruz kalmıştı.
Göçler elbette evlerini-barklarını, yerlerini-yurtlarını zorla terk eden insanlarda tarifi imkansız
yaralar açmış ve çeşitli dramların yaşanmasına vesile olmuştu. Sadece evler ve barklar geride
kalmamış, ayni zamanda mezarlarınız, komşularınız, mutfağınız, gelenekleriniz ve kültürünüz de
arkanızda kalmış ve aranıza aşılmaz engeller konmuştur.
Zorunlu göçle Kuşadası ve çevresine iskan edilen “ muhacirler” çok zorluklarla mücadele ettiler. İskan edildikleri bölgedeki yerli halk ile kaynaşmak ve kabul edilmek hiçte kolay olmadı. “
Gavur “ olarak adlandırıldılar ve tecrit edilmeye-dışlanmaya maruz kaldılar. Buda bu göçmenler
arasında zamanla hayal kırıklığına dönüştü ve kendi geleneklerini ve kültürlerini koruma adına
değişik tedbirler almak zorunda kaldılar. Bir araya geldiklerinde Rumca konuştular, kendi özel
kahvehanelerinde toplandılar, yörelerindeki lakaplarla anılmayı istediler, kendi mutfaklarına ait
yemekleri pişirmeye devam ettiler, düğün, sünnet ve benzeri tüm adetlerini ve törelerini her ortamda yaşatmaya gayret ettiler ve büyük bir çaba harcadılar. Bugün övgüyle bahsettiğimiz bazı
balkan kültürel ritüelleri ve özgün mutfak örnekleri o mübarek insanların inatla ve şevkle bin bir
türlü zorluklar içinde yaşattıkları kendi kültür ögeleridir. Bir örnekle konuyu biraz daha açalım.
Girit Adası’nın Hanya şehrinden gelen muhacirler burada kendi kültür ögelerini son derece titizlikle korumuş, özellikle mutfaklarını canlı tutmuş ve Kuşadası sosyal hayatına büyük katkılar
yapmışlardır. Bugün büyük bir iştahla yediğimiz Girit yemekleri işte o büyük mücadelenin sonucunda kaybolmamış ve Türk mutfağında eşsiz bir “ Girit bölümü “ açmıştır. Ot yemeklerini ve
zeytinyağlıları eğer bugün zevkle yiyebiliyorsak bunu Girit muhacirlerine borçluyuz.
KUŞADASI
Sayfa 98
Zor şartlarda yaşamak ve kültürlerini korumak adına alınan tedbirlerden biri de mezarlıklarda
ayrı bölümlerde gömülmek ve bazı özel işaret ve simgeleri mezar taşlarına hakk ettirmekti.
Cami hazirelerinde ve büyük mezarlıklarda rast gele defin yapılamadığını biz Osmanlı kayıtlarından bilmekteyiz. Bazı cami hazireleri ve tekke mezarlıklarında bu durum çok açıktır. Örneğin Yeniçerilerin toplu olarak defnedildiği özel mezarlıklar vardır. Yeniçeriler sadece kendi
mezarlıklarında medfundur ve her yeniçeri bölüğünün ayrı yerleri olduğu gibi bölük işaretlerini
taşıyan remizleri mezar taşlarına işlenir. İstanbul, Edirne, Bursa, Selanik, vb. büyük şehirlerde “ Yeniçeri mezarlıkları “ vardı bir zamanlar. Bir diğer örnek ; Bektaşilerin eğer o yörede
bir tekkesi var ise o tekkenin bahçesine defnedilir, yoksa ana mezarlığın bir bölümündeki özel
bir yere gömülür ve adına “ Bektaşi Sofası “ adı verilirdi. İlçemizde araştırmalarımıza göre bir
Bektaşi tekkesi ve buna bağlı adına “ Cevraki “ denen iki oluklu mahallesinin üst tarafında bir
mezarlık vardır. Kuşadası’nda iskan edilen muhacirlerde bu yolu benimsemiş, ölenler mezarlıkların bir bölümüne defnedilmiş, mezar taşlarına özel simgeler hakk ettirmişler ve böylece hem
yüzyıllardır devam eden bir geleneği yaşatmışlar, hem de geride bırakılanların mezarları ve taşları kaybolmamıştır. İlçemizin üçte dördü bir zamanlar mezarlıklarla kaplı idi ve bu mezarlıklarda “sofalar” var idi.
Kuşadası Adalızade Mezarlığında özel sofalar bulamadık çünkü üzerinde araştırmalar yaptığımız Osmanlı mezar taşlarının belki sadece 20-30 kadarı buraya ait mezar taşlarıdır. Buradaki
taşların çoğu devşirme yani ortadan kaldırılan eski mezarlıklardan toplanan, kireç ocaklarında
eritilmekten kurtulan ve yol-kanal-tretuvar malzemesi olmaktansa Adalızade’ de dikili taş olmayı yeğlerim diyenlerden oluşmaktadır. Adalızade Osmanlı Mezar taşları buraya çeşitli tarihlerde getirilmiş ve ana yolun iki tarafına ve Adalızade türbesi etrafına gelişigüzel dikilmişlerdir.
Adalızade mezarlığındaki taşların bazılarının muhacir taşları olduğunu iddia ediyoruz çünkü
taşların alt kısımlarında henüz çözülemeyen bazı gizemli remizler vardır. İstanbul başta olmak
üzere ülkemizin değişik mezarlıklarında “…..sofası “ adı verilen özel bölümler bulduk ve taşların üzerinde özel işaretler gördük. İstanbul Karaca Ahmet mezarlığının bir bölümünde “ Giritliler Sofası “ adı verilen bir bölümdeki taşlardaki remizler bizim mezarlığımızdaki bazı taşlarla ayni özelliklere sahiptir. Bilhassa kadın hotoz şahidelerinde bu açıklıkla görülmektedir. Şu
an için elimizde sadece bunlar var nedeni ise sadece çok az bir bölüm mezar taşlarını okumamız ve Adalızade mezarlığında tam anlamı ile bir envanter , kazı, restorasyon ve dokümantasyon çalışmasının yapılmamasındandır. Girit Adası’ndaki Akdeniz Araştırmaları Enstitüsünün “
Digital Crete “ adlı web sitesindeki “ Islamic Gravestones “ adlı Resmo’ya ait 311 adet Osmanlı dönemi Türk Mezar taşlarını inceliyoruz. Girit ile Kuşadası bağlantılarını araştırıyoruz.
Araştırmalarımız sonunda elde ettiğimiz bulguları Kuşadası halkı ile paylaşacağız
Sayfa 99
ADALIZADE MEZAR TAŞLARINDAKİ SEMBOLLER ve ANLAMLARI
Osmanlı mezar taşlarındaki şekiller, semboller ve kabartmalar eski Türk Balbal, Kurgan ve
Bengü taşlar kültürünün bir yansımasıdır ve Türklerin tarih sahnesine çıkışından beri kullanılmaktadır. Dünyanın her bölgesindeki Türk topluluklarında da bu gelenek hala tüm ihtişamı
ile devam etmektedir. İslam’da mezar taşı dikme âdeti olmamasına karşın, Türkler bu köklü
defin kültürlerini devam ettirmişler ve bu kültür Osmanlı döneminde önemli bir sanat dalı olmuş ve çok sayıda meslek erbabının ekmek yediği bir sanayi haline gelmiştir. Osmanlı hanedan üyelerinin ve devlet memurlarının mezar taşları saray tarafından yaptırılmış ve çok sıkı
kurallara bağlanarak sanat yönü ve estetik standartları korunmuştur. Genellikle kadın mezar
taşları semboller, şekiller ve kabartmalarla donatılmıştır. Ancak 19.yy dan itibaren erkek taşlarında da kullanılmıştır. Osmanlı hiçbir şeyi mezar taşına süs olsun diye nakşetmemiştir. Her
şeyin bir sebebi ve anlamı vardır. Her biri usta bir hakkakın ve nakkaşın elinden çıkan bu zarif
estetik bezemeler kadına verilen önemi yansıttığı gibi ayni zamanda Türk düşüncesinin binlerce yıllık uygulamalarından imbikle süzülen inci taneleridir. Kendine has anlamı olan, binlerce
sözcük içeren ifadeleri bir tek sembolle anlatan ve ziyaretçilerin hayranlıkla seyrettiği bu bezemeler bugün kadim medeniyetimizden bize intikal eden eşsiz emanetlerdir. Çok zengin bir
halk kültürü olan büyük Türk milleti, Osmanlı eliyle bu sembolleri ölümsüzleştirmek için mezar taşlarına kazıyarak çağlar ötesinden bugünkü nesillere mesaj göndermekte ve ne kadar büyük bir medeniyetin mirasçıları olduğumuzu adeta gözler önüne sermektedir.
KUŞADASI
Sayfa 100
Osmanlı mezar taşlarındaki her sembol, şekil veya obje bir mesajı belirtir. Mezar taşlarında sık
kullanılan bitki, meyve ve vb. objelerin Türk halk kültüründeki anlamları taşlara nakşedilmiştir.
Örneğin lale çiçeğinde Allah’ın birliğini, azametini ve Allah sevgisini, Gül’de Hz. Peygamber
sevgisinin boyutlarını, Servi ağacında yüce yaratana boyun eğmeyi ve tevekkül içinde kadere
rızayı, hançer motifi ile mevtanın çok kısa bir ömür sürdüğünü veya salgın bir hastalıktan öldüğünü, Hurma meyvesi ile ahirette cennette olmayı, üzüm salkımı ile bereketi ve bolluğu ve
Hayat ağacı ile dünyadan göğe yükselmeyi ve yaşarken asil bir soya mensup olunduğunu anlarsınız. Bilhassa 1730 Lale devrinden itibaren klasik sanatlarımızda başlayan bozulma ve batı
etkisi mezar taşlarına da yansımıştır. Geleneksel bezemelerle birlikte bazı meslek remizleri taşlara nakşedilmiş ve hatta heykel boyutlarında anıtsal eserler yapılmıştır.
Çapa ile mevtanın denizci, Ay-yıldız ile vatanını çok sevdiğini, Kılıç kabartması ile subay,
Top arabası ile topçu, Barutluk ile Harbacı, Osmanlı arması ile yüksek rütbeli devlet memuru olduğunu hemen anlarsınız. Bu semboller, Yeniçeri ordusu bölük remizlerinin 19.ve 20.
yy.da şekil değiştirip mezar taşlarına yansıtılmasıdır. Ayrıca binlerce senelik bazı motifler mezar taşlarında kullanılmıştır. Çark-ı felek çileli bir ömrü, Mühr-ü Süleyman ile Allah’ı en
güzel ismi ile anmayı, Duvak motifi ve Ters lale ile evlenemeden ölen genç kızı, Cami kabartması ile dindarlığı ve Kandil ile kabirde nur içinde yatmayı anlar ve derin tefekküre dalarsınız. Kuşadası Adalızade Mezarlığında bulunan kadın mezar taşlarında çok sayıda sembol ve
şekillere rastladık. Servi ağacı, duvak, lale, çark-ı felek, şua (güneş motifi ), gül, meyveler,
nar ve üzüm en çok bulunan sembollerdir.
Sayfa 101
ADALIZADE MEZAR TAŞLARINDAKİ MESLEKLER
Erken Osmanlı dönemi mezar taşları genellikle sanduka tipi lahitli mezarlar olduklarından serpuşlar pek fazla kullanılmamıştır. Osmanlı devletinin yeni fetihlerle büyüyüp gelişmesi ve Edirne’nin başkent olmasından sonra Edirnekari adı verilen, Edirne’ye özgü mezar taşları yapılmaya başlanmıştır. Bursa ve Edirne şehirlerinde Arapça kitabeleri ile sarıklı mezar taşlarını az da
olsa görmekteyiz. İstanbul’un fethinden sonra, Fatih tarafından Osmanlı devleti imparatorluğa
terfi etmiş ve II. Mehmet Han imparatorluk kanunları ihdas ederek bir cihan imparatorluğu yolunda önemli adımlar atmıştır. Fatih kanunnameleri hukuk ve sosyal hayat düzenlendiği gibi ek
fermanlarla askeri, eğitim ve dini kurumlarda düzenlenmiş ve kıyafetnamelerle meslek giysileri
sınıflandırılmıştır. Fatih’ten sonra gelen padişahlarda bunlara ek ilaveler yapmış ve Osmanlı
imparatorluk protokolü bilhassa Türk asrı denilen 16.yy.da zirve yaparak üç kıtaya mührünü
vurmuş ve nizam-ı âleme örnek olmuştur. Osmanlı mezar taşlarındaki mesleklerin tipolojilerini
çıkarmak oldukça zordur. Elimizdeki kaynaklara göre Kuşadası Adalızade mezarlığındaki şahideleri üç ana gruba ayırabiliriz. 1. Sarık 2. Kavuk 3. Fes
Sarık: Erken Osmanlı döneminde genellikle din adamlarının ve eğitimcilerin giydiği bir başlıktır. Tülbent adı verilen pamuklu bezin başa sarılması ile oluşan bu serpuş Osmanlıda halk arasında çok sık kullanılmış ve imparatorluk döneminde ise kavuklarla kullanılmaya devam etmiştir. Adalızade’ de Örfi kafesi destar, ve Dolama destar sarıklar vardır.
KUŞADASI
Sayfa 102
Kavuk: Fatih ile başlayan ve II. Mahmut’a kadar devam eden bu serpuşlar uzun süre kullanılmış ve çok çeşitli meslek gruplarını temsil etmiştir. Genellikle keçe, karton, kumaş,
Hint bezi ve tülbent, vb. malzemeler kullanılmıştır. Yüzlerce değişik çeşitleri olan kavuklardan Adalızade olanlar; devlet memurlarının başlığı olan Kâtibi, ticaret erbabının ve esnafların başlığı Nezkep, Yeniçeri askerlerinden seçkin bir zümrenin kullandığı Serdengeçti
ve Paşaların, kapı ağaların ve saray mutfağı görevlilerin kullandığı Paşalı ve Denizcilerin
kullandığı Makdem vardır. Ülkemizde İstanbul ve Çeşme bölgelerinden sonra en çok denizci mezar taşının Kuşadası’nda olduğunu tahmin ediyoruz.
Fes: 1826 Vaka-i Hayriye ile Yeniçeri Ordusunu ortadan kaldıran II. Mahmut kuzey Afrika’dan getirtilen ve keçeden yapılan fesin giyilmesini fermanla mecbur kılmıştır. Fes Osmanlı’nın resmi başlığı olmuş ve 1925 Şapka kanununun ilanına kadar, Mahmudi, Azizi
ve Hamidi fesler olarak üç ayrı türde kullanılmıştır. Bugün cami hocaları etrafına beyaz
tülbent sardıkları Hamidi Fesleri kullanmaktadırlar. Mezarlığımızda her üç türden fes mevcuttur. Mahmudi geniş, Azizi alt kısmı geniş ve üst kısmı dar ve Hamidi Fes ise üst ve alt
bölümleri birbirlerine eşit orantılıdır.
Kuşadası Adalızade mezarlığındaki taşların sadece çok az bir bölümünde yaptığımız incelemelerde tespit ettiğimiz mesleklerden bir kısmını size sunuyoruz. Debbağ Mustafa, Keresteci Hacı Mehmet, Kutucu Nuri, Mataracı Hacı Salih, Hazinedar Hüseyin, Sepetçi Muhammed, Molla İbrahim. Bu meslekleri sağlığında yapanların mezar şahideleri ektedir.
Mezarlığımızda devşirme tabir edilen serpuşu ve gövdesi birbirine uymayan taş sayısı çok
fazladır. Bunun sebebi ise serpuşların evlere götürülmesi ve başka amaçlarla kullanılmasından kaynaklanmaktadır
ADALIZADE MEZAR TAŞLARINDAKİ TARİKATLAR
Osmanlı mezar taşlarında önceleri yaygın olarak kurucuları Türk olan Bektaşi ve Mevlevi
tarikat serpuşları vardı. Bektaşilerin kullandığı 4 terkli Hüseyni ve 12 terkli Fahir, Mevlevilerin üzeri çizgisiz ve dervişlerin giydiği dal sikke, dedelerin yani üst rütbeli makam sahiplerinin kullandığı Destarlı sikke bugün mezarlıklarımızda bu iki güzide tarikatın nişaneleri olarak görülmektedir. 13.yyda yaşamış olan Hz. Hacı Bektaşi Veli ve Hz. Mevlana Celaleddin
-i Rumi Türk milletin çok sevdiği ve saydığı iki büyük mürşit ve kutuplardır. Bu iki veli diyar-ı Rum’u, Anadolu yapan alp-erenlerin ve gazi-dervişlerin feyz aldığı iki ana kaynaktır.
Yeniçeri Ordusu Bektaşi, Osmanlı hanedan mensuplarının çoğu ise Mevlevi’dir. Zamanla
Osmanlı devletinin fetihlerle büyümesi ve cihan imparatorluğu halini alması ile hâkimiyet
alanındaki farklı coğrafyalarla etkileşimlerin sonucu tarikatlar çeşitlenmiş ve çoğalmıştır. Bilhassa Fatih’in İslam coğrafyasındaki tüm âlimleri ve din bilginlerini İstanbul’a daveti ile Mısır, Suriye, Irak ve İran gibi ülkelerdeki tarikatların bir kısmı dersaadet’te tekkeler açmaya
başlamış, bazı tarikatlar ise birçok kollara ayrılmış ve mürit sayıları çoğalmıştır. Örneğin
16.yydan itibaren Halveti tarikatı çok büyümüş ve onlarca kollara ayrılarak üç kıtaya yayılmıştır. Bektaşi ve Mevlevi gibi Türk tarikatları fetihlerde ana roller üstlenmiş ,alınan topraklardaki yerli halkı eğitmiş, toprağı işlemiş ve bilhassa Balkanların Türkleşmesine büyük katkıları olmuştur. İbrahim Halveti Hz. Kuşadası’nın Caferli köyündendir.
Sayfa 103
Osmanlı mezar taşları arasında hiçbir tarikata mensup olmayan çok ilginç bir grup vardır.
Melami Hamzavi adı verilen, her türlü ritüel ve dini kuralı reddeden, zikir yani ayin yapmayan, kapalı olarak yaşayan ve öldükten sonra ancak kim oldukları mezar taşı kitabelerine
yazılan bu topluluk ve mezar taşları ilmi ve objektif metotlarla incelenmelidir. Kendilerine “
Bi-ser ü pa-elsiz, ayaksız ve dilsiz” diyen bu topluluğun ilk kurucusu Hamdun Kassar ve
ikincisi Hacı Bayramî Veli Hz’ dir. Allah’a ulaşmak için hiçbir kurala ve törene ihtiyaç
duymadan gizli olarak yaşadıktan sonra her yere defnedilen bu insanların mezar taşları ilginç olduğu kadar çok ta sadedir. Her mezarlıkta mutlaka bir-iki Melami taşı vardır.
Osmanlı tarikatlarının hayat bulduğu, genişlediği ve toplumu eğittiği yerler tekke ve zaviyelerdir. Bugün hayranlıkla mimari yapılarını seyrettiğimiz bu yerler Osmanlı imparatorluğunun Güzel Sanatlar Akademileri ve Müzik Konservatuarları olarak yüzlerce yıl görev
yaptılar. En mahir hattatlarımız, meşhur şairlerimiz, dahi bestekarlarımız ,hünerli sanatkarlarımız, büyük ressamlarımız bu irşad yuvalarından yetiştiler ve kültürümüze unutulmaz eserler kazandırdılar, Dede Efendi ve şeyh Galip Mevlevi, meşhur halk ozanımız Pir Sultan
Abdal’ın Bektaşi, büyük alim ve din adamı Aziz Mahmut Hüdai’nin Celveti olduklarını
biliyor muydunuz. Osmanlı’nın gerilemesi ile başlayan bozulma tekke ve zaviyelere de sirayet ederek yozlaşma başladı, askerlikten kaçan, vergi vermeyen, serseri ve başı bozukların
insanların üssü oldular. Toplumdaki ana işlevlerini kaybettiler ve 1925 tarihinde ise 677 sayılı kanunla hepsi kapatıldılar.
Kuşadası Adalızade mezarlığında bulunan ve üzerinde çalıştığımız 100 mezar taşından sadece 1 tanesinde Mevlevi sikkesini taşa hakk edilmiş olarak bulduk. Mezarlığımızda ayrıca
5-6 tane kadar “ Melami “ taşlarımızın bulunması ilçemizde bu öğretinin mensuplarının
olduğunu kanıtladığı gibi , mezarlığımızda veya başka mezarlıklarda bu öğretiye inananların
toplu olarak gömüldüğü “ Melami sofa” larının olduklarına inanıyoruz. “ Cevraki mezarlığı
“ olarak anılan ve bir Bektaşi mezarlığı olan bu güzelim yer ortadan kaldırıldığı gibi “ Fahir
“ serpuşlu bir şahide ne yazık ki mevcut değildir.
KUŞADASI
Sayfa 104
ADALIZADE YENİÇERİ MEZAR TAŞLARI
Osmanlı Devlet ordusunda Kapıkulu askerleri adı verilen Yeniçeriler I. Murat zamanında
Çandarlı Kara Halil’in gayretleri ile kurulmuş ve Osmanlının imparatorluk halini almasında
büyük yararlıklar göstermiştir. Kavanin-i Yeniçeriyân kanununa tabi ve 8-16 yaşlarındaki
Hristiyan çocuklarından oluşan devşirme sisteminin uygulandığı yeniçerilerin tabi olduğu
katı kurallar 250 yıl titizlikle uygulanmış ve sayıları 10.000-12.000 i geçmemiştir. III. Murat zamanında bu kurallar ne yazık ki suiistimal edilip serseriler ve başıbozuklar ocağa kaydedilmiş, daha sonra harpten kaçan, sürekli isyan eden, İstanbul’u defalarca yakan ve devlete
kan kusturan bir ihanet şebekesine dönüşmüştür. 15 Haziran 1826 da tarihimizde Vaka-ı
Hayriye adıyla bilinen günde padişah II. Mahmut’un fermanı padişaha bağlı askerler ve
İstanbul esnafının da yardımı ile ortadan kaldırılmışlardır.
Yeniçeriler; cemaatliler, bölüklüler ve sekbanlar diye üç sınıftır. 196 ortanın, 101’i cemaat, 61’i bölük, 34’ü de Sekban’dı. Cemaat ortalarından 60, 61, 62 ve 63. İstanbul’da
otururlar, padişahın merasim günlerinde onu korurlardı. Bunların adı solaklardı. Diğerleri
sınır kalelerini korurlardı. Bölük ortalarından 31’i İstanbul’da Sancak-ı şerifin muhafazasıyla, diğer 30 orta, otuz ildeki iç kaleleri koruma görevlerindeydi.. Sekbanlar ise, padişahın av maiyeti idi. Padişahlarının eğitimi geliştirmek için düzenledikleri muhteşem ve büyük sürek avları sekbanlar tarafından hazırlanırlardı. İstanbul civarındaki mirî çiftliklerin
korunması onlara bırakılmıştı. İstanbul’daki cemaat ve bölük ortaları aynı zamanda bu şehrin
inzibat ve asayişiyle vazifeliydiler. Her semtte bir orta ve kolluk denilen bir yeniçeri karakol
hanesi vardı. Her yeniçeri ortasının nişan denen bir bayrağı ve alâmeti vardı. Nişanlar, bayrak üzerine işlenirlerdi. Yeniçeri ocağının bayrağına Sünni mezhebe mensup olduğunun işareti olarak İmâm-ı azam bayrağı denilirdi
Sayfa 105
Bu; beyaz ipekten, üstüne altın sırma ile bir tarafına; “İnnâ Fetahnâ leke fethan mubînâ”,
diğer tarafına da; “Ve yensurekellahü nasran azîzâ” ayet-i kerimesi işlendiği bir sancaktı.
Ordugâhta yeniçeri ağasının çadırı önüne dikilirdi. Törenlerde yeniçeri ağasının atının önünde giderdi. Bayrağı taşıyan yeniçeriye baş bayraktar denilirdi. Her ortanın çorbacı adlı bir
komutanı, odabaşı adlı yardımcısı, vekilharç ünvanlı bir idari memuru ve bayraktarı
vardı. En kıdemlisi başeski, aşçıbaşısı usta, aşçı yardımcısına baş karakullukçu denilirdi.
Yeniçeriler başlarına börk adlı beyaz keçeden bir serpuş giyerlerdi. 45 cm. olan bu külahın
üstünden omuzlara kadar yatırma adlı bir çuha parçası düşerdi ve yeniçerinin ensesini tamamen örterdi. Börkün ön kısmında gümüşten veya pirinçten yapılmış olan tüylük yahut kaşıklık denilen bir kısım vardı. Börkün başa geçen ağız kısmı daltac adı verilen nakışlı bir
şeritle çevrilmişti. Daltacı, 4-5 parmak eninde olup da arkasına yatırması yoksa bu başlığa
üsküf denirdi. Yeniçeri mezar taşları Edirne’de çoktur. Börk, Üsküf, Çatal kalafat, Dardağan, Kuka ve Serdengeçti şu anda bildiğimiz Yeniçeri başlıklarıdır.
Kuşadası Osmanlı döneminde İne adıyla anılan, Cezayir beylerbeyliğine bağlı, Adalar Denizine kıyısı olan bir uğrak yeri, şimdi Güvercinada dediğimiz kalası ile önemli bir deniz üssüdür. Evliya Çelebiye göre kalede 10 adet top ve 50 ye yakın kalebend (kale muhafızı) bulunmaktadır. Bu nedenle mezarlığımızda bulunan Osmanlı dönemi Erkek mezar taşları içinde deniz erleri olan Levendlerin ve Azeplerin olması gayet normaldir. Araştırmalarımızda
Makdem serpuş adını verdiğimiz ve denizcilerin ve deniz askerlerinin giydiği başlıklara sahip 10 adet mezar taşı bulduk. Araştırmalarımız sırasında yine Osmanlının belkemiği olan
Yeniçeri ordusunun önemli bölüklerinden Serdengeçti, Başçavuş ve Yaya ortalarına rastladık.
Denizcilerin giydiği Makdem serpuşlarda bulunan gül remizleri, sarığın sarılış biçimi ve taşlara hakk ediliş şekilleri yüksek bir sanatın izlerini taşımaktadır. Genellikle 17. Ve
18.yüzyıllara ait olan bu deniz erlerinin kendilerine ait olan mezarlıklara gömüldüklerini ve
sonradan buraya getirildiklerini biliyoruz. Kuşadası yerlilerinin evlerindeki serpuşların çoğunluğunun da makdem serpuşlu olması kuvvetle muhtemeldir. Yeniçeri ordusunun en gözde birliklerinden biri olan ve bugünkü özel kuvvetler-Bordo bereliler-in atası olan Serdengeçti taşlarından ise mezarlığımızda 3 adet vardır. Bunlardan biri 1811 defin tarihli cebeci
Köse Hacı Ali, diğeri 1870 defin tarihli Topçu başı el-hac Süleyman ve en sonuncusu da
veba hastalığından ölen 1814 defin tarihli babası debbağ olan Seyyid hacı Mustafa’dır. Kitabelerinin aşırı tahrip olmasından dolayı okuyamadığımız ancak üzerlerinde remizlerdenbölük işaretleri-birliklerini tespit ettiğimiz iki adet daha yeniçeri mezar taşlarımız daha vardır. Bunlardan biri 5. Ağa bölüğünün mensuplarından bir Başçavuş, diğeri ise 34. Cemaat
ortası yaya birliğinden bir lojistik destek askeridir. Her ikisinde de bölük remizleri taşların
etek kısımlarına çok bariz bir şekilde hakk edilmişlerdir.
KUŞADASI
Sayfa 106
KAYNAKÇA
Kitabın adı
Konusu
Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşları
Mezar taşları
Kitap Matbaacılık
Kuşadalı İbrahim Halveti
Dini Biyografi
Yeni boyut
Mahmut Esat Bozkurt
Devlet yapılanması
Atatürk Araştırma Merkezi
Kuşçubaşı Eşref Sencer
İstihbarat biyografi
Meta Basım Matbaacılık
Kuşadası Kimliğini Yeniden kazanıyor
Tarih ve Kültür
ÇEKÜL Vakfı yayınları
Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu-I
Tarih ve Kültür
Meta Basım Matbaacılık
Geçmişten Geleceğe Kuşadası-II
Tarih ve Kültür
Siyah Grafik Matbaacılık
Kuşadası Envanteri
Envanterler
İntegra Proje Yönetimi
Milli Mücadelede Söke ve Kuşadası
Tarih
Yeni Yol Matbaası
Ateşten Adam ya da Bozkurt
Tarihi biyografi
Kuşadası Yerel Tarih
Tarihe Işık tutan Adalızade
Mezar taşları
Türk Ulusal Ajansı
Milli mücadelede Kuşadası Cephesi
Tarih
Aydın Eğitim ve Kültür Derneği
Kuşadası Prestij Kitabı
Tanıtım
Kuşadası Kaymakamlığı-KEGEV
Kuşadası Kent ve İnsan Söyleşileri-I
Sözlü Tarih
Kalkedon Yayınları
Kuşadası Kent ve İnsan Söyleşileri-II
Sözlü Tarih
Kalkedon Yayınları
Anadolu Evleri-Kuşadası
Mimari
Bileşim Yayınları
10.Müze kazıları kurtarma semineri-Kuşadası
Arkeoloji
Kültür Bakanlığı
Kuşadası
Tanıtım
Doruk Yayınları
Tarihi görünümü ve belgeleri ile Kuşadası
Tanıtım
Kan yılmaz Matbaacılık
Kuşadası-İlk Çağlardan günümüze kadar
Tarih
Yeni Yol Matbaacılık
KUYETA
Kuşadası Yerel Tarih Dergisi sayıları
Tarih
Yazarı /Editörü
Mahmut Ökçesiz
Yaşar Nuri Öztürk
Şaduman Halıcı
Dr. Ali Alkış
Kuşadası belediyesi
Dr. Ayşe Şerifoğlu
Dr. Ayşe Şerifoğlu
Mura t Saraç
Şaduman Halıcı
Nail Topal
Mahmut Ökçesiz
Anonim
A nonim
Şenol Eskin
Şenol Eskin
Cengiz B ektaş
Anonim
Müjgan Şavkay
Müjgan Şavkay
Ali Ergül
ADA-ÇEV derneği
Sayfa 107
KUŞADASI
Sayfa 108
KÜLLİ NEFSİN ZAİKAT’ÜL MEVT
Sayfa 109
MAHMUT ÖKÇESİZ
1956 yılında Kayseri’de doğdu. 1979 yılında Konya
YDYO İngilizce Öğretmenliğinden mezun oldu. 1983
yılında İngiltere Leeds üniversitesinde kısa bir eğitim
gördü 21 yıl İngilizce öğretmenliğin den sonra devlet
memurluğundan
ayrılmak
zorunda
kal-
dı .Öğretmenliği sırasında birçok yeniliğe imza attı.
İlçemizde 32 yıldır yaşamaktadır Kuşadası Özel Naci Akdoğan Lisesi Kurucu Müdürüdür. 20 yıldan beri
İngilizce dilinde Profesyonel Turist Rehberliği yapmaktadır. Yedi yıl Kuşadası Halk Eğitim Merkezinde
İngilizce öğretmeni ve AB projeleri koordinatörü
olarak çalıştı.. Kuşadası’nda ilk AB projeleri yapan
kişidir ve 20 nin üzerinde proje yazmış, yönetmiş ve
raporlamıştır. 2011 yılında Kuşadası Kültürel ve Tarihi Mirası Koruma Derneğini kuran Ökçesiz, Adalızade Mezarlığında bulunan Osmanlı Mezar taşları ile
yakından ilgilenmiş ve bir proje ile bu mezarlıktaki
taşları Kuşadası kamuoyunun ilgisine sunmuştur.
Mezar Taşlarını Çözmek adlı bu AB projesi ile Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşlarını inceleyen ve üzerindeki kitabelerdeki anlamları çözen ve sembollerin nasıl kullanıldığını ortaya çıkaran
yazarımız elde ettiği bilgilerle 2013 yılında “ Kuşadası Adalızade Osmanlı Mezar Taşları “ adlı bir
kitap yayınlamıştır. Kuşadası Kültürel ve Tarihi Mirası Koruma Derneği başkanı Ökçesiz, Kuşadası
kültürünü araştırmakta, Kuşadası tarihi ve kültürel değerlerini korumak için büyük uğraşlar vermektedir. Kültür derneği başkanı olarak çeşitli projelere imza atan Ökçesiz, çalışmaları ile kısa
adı GEKA olan Güney Ege Kalkınma Ajansı’nın da dikkatini çekmiş ve derneği 2014 yılında GEKA
Kalkınma Kurulu üyesi olmuştur. Evli ve iki kız çocuğu babası olan Mahmut ÖKÇESİZ , Türk mezar
taşları uzmanı, turist rehberi, tarih ve kültür araştırmacısı, köşe yazarı, AB proje uzmanı, vb. değişik alanlarda faaliyet göstermekte ve Türk kültür elçisi olarak hizmet etmektedir.

Benzer belgeler

sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt

sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt ilkini “ Kuşadası Müftülüğü Personeli “ne yönelik olarak planladık. Müftümüz, vaiz hocalarımız, imam-hatiplerimiz, müezzin-kayyumlarımız ve müftülük personelimiz elit ve bilgili insanlardan oluşmak...

Detaylı