Boğaziçi Tıp Dergisi
Transkript
Boğaziçi Tıp Dergisi
BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ Bosphorus Medical Journal İmtiyaz Sahibi Licence Owner Aytekin KAYMAKCI Editör Editor Fatma Nur Akgün Editör Yardımcıları Asistant Editor and Secretary Arzu Tatlıpınar, Barış Yılmaz, Duygu Geler Külcü, Yelda Özkurt Yabancı Dil Editörü Foreign Language Editor Ayşegül Dalbeler, Aysu Karatay Arsan Yayın Kurulu Editorial Board Ali Özdemir, Ayhan Verit, Canan Ağalar, Eren Gözke Danışma Kurulu Advisory Committee Meral Aban Canan Ağalar Fatih Ağalar Fatmanur Akgün Haldun Akoğlu Şami ̇l Aktaş Berrin Aktekin Nevzat Alkan Turgut Alp Burcu Seher Anıl Dilek Erdoğan Arı Meti̇n Arslan Zuhal Aykaç Serap Aykut Ülkü Aypar Nurten Bakan Ali Baki Orhan Barlas Sevim Baybaş Hasan Bombacı Yılmaz Büyükuncu Cenk Büyükünal Evin Büyükünal Tuğba Ci ̇mi ̇lli ̇ Nahit Çakar Necati Çakır Çeti̇n Çam Baha Çelik Erhan Çelikoğlu Halil Çifçi Serhan Çolakoğlu Cem Çopuroğlu Zafer Çukurova Ayşegül Dalbeler Murat Dalkılıç Vedat Dayıcıoğlu Murat Demirtaş İrfan Devranoğlu Emi ̇ne Di ̇nçer Nevzat Doğan Öner Engi ̇n Serkan Eroğlu Tülay Eroğlu Bülent Erol Serpil Erol Cüneyt Ersen Fi ̇gen Esen Yılmaz Göğüs Baki Göksan Mustafa Taner Gören Eren Gözke Şirin Güven Özgür Hakkı Ayşe Hancı Merih İş Ayten Kadanalı Hakkı Karakaş Muammer Karakaş Serkan Karaman Aysu Karatay Bora Kari ̇p Sibel Karşıdağ Ayteki ̇n Kaymakcı Meral Kızıltan Ercan Kurt Duygu Geler Külcü Kemal Memişoğlu Hasan Hilmi Muratlı Cüneyt Müderi ̇soğlu Cem Nazikoğlu Ahmet Nohutçu Tamer Okay Özge Ecmel Onur Ender Onur Si ̇bel Ova Metin Özaydın Emin Özbek Ali ̇ Özdemi ̇r Nail Harzem Özger Asu Özgültekin Recep Özgültekin Nail Özgüneş Ozan Özkaya Yelda Özkurt Emi ̇ne Özyuvacı Atila Ramazanoğlu Baransel Saygı Abdülvahit Sözüer Tomri ̇s Şengör Mert Şentürk Nazan Tarhan Nevzat Tarhan Arzu Tatlıpınar Lütfü Telci Sibel Temur İzzet Titiz Kami ̇l Toker Fevzi ̇ Toraman Niyazi Tuğ Güldem Turan Hatice Türe Uğur Türe Aygen Türkmen Funda Türkmen Nükhet Özgüç Tüzüner Sema Uçak Mehmet Ali Ustaoğlu Tuğhan Utku Yavuz Uyar Lokman Uzun Faruk Ünal Ayhan Veri ̇t Veli Yalçın İbrahim Yekeler İstemi Yücel Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan yazı, makale,fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlarda dahil olmak üzere kullanma ve çoğaltılma hakları Boğaziçi Tıp Dergisine aittir. Yazılı ön izin olmaksızın materyallerin tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Dergi Basım Meslek İlkeleri’ne uymaktadır. All rights are reserved. Rights to the use and repraduction, including in the electronic, media, of all communication, papers, photographs and illustrations appearing in this journal belong to journal of The BOSPHORUS MEDICAL JOURNAL. Repraduction without prior written permission of part on all of any material is forbidden. The journal complies with the Professional Princeples of the Press. BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 MAKALE YAZIM KURALLARI GENEL BİLGİLER Boğaziçi Tıp Dergisi; Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin resmi yayın organıdır. Yılda 3 kez yayınlanır. Yayınlanma zamanları Ocak, Mayıs ve Ekim aylarıdır. Boğaziçi Tıp Dergisi, tıbbi konular ile ilgili olabilecek retrospektif, prospektif ve deneysel araştırmalar, derlemeler, olgu sunumları, editöryal yorum/ tartışmalar, editöre mektuplar, tıbbi eğitimler, bilimsel mektuplar, tıp gündemini belirleyen güncel konuları yayınlayan, ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve personele ulaşmayı hedefleyen bilimsel dergidir. Boğaziçi Tıp Dergisi, yayınladığı makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olmayı ve ticari kaygılardan uzak olmayı prensip edinmiştir. Yayınlanmak için gönderilen makalelerin daha önce başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. Eğer makalede daha önce yayınlanmış; alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek zorundadır. Bilimsel toplantılarda sunulan özetler, makalede belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, editöryel komite tarafından danışman hakemlere gönderilir. Hakemlerin önerileri doğrultusunda yazardan, yazı ile ilgili düzeltme istenebilir. Düzeltilmiş yazı, hakemler ve editöryel komite tarafından uygun görülürse yayınlanır. Makale bilimsel değerlendirme için işleme alındıktan sonra yayın hakları devir formunda belirtilmiş olan yazar isimleri ve sıralaması esas alınır. Bu aşamadan sonra; makale hiçbir aşamada yayın hakları devir formunda imzası bulunan yazarlar dışında yazar ismi eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez. Makale yazarlarından herhangi birinin isminin makaleden çıkarılması için konuyla ilgili tüm yazarların açıklamalı, yazılı izinleri alınmalı ve yayınevine bildirilmelidir. Editörler ve yayınevi, derginin reklam amacı ile kullanılan sayfaları ile ilgili sorumluluk kabul etmez. Bu sayfalarla ilgili tüm sorumluluk reklamı veren kuruluşa aittir. YAYIN KURALLARI Bilimsel Sorumluluk Tüm yazarların gönderilen makaleye akademik ve bilimsel olarak doğrudan katkısı olmalıdır. Yazar olarak belirlenen isim aşağıdaki özelliklerin tamamına sahip olmalıdır: -makaledeki çalışmayı planlamalı veya yapmalı, -makaleyi yazmalı veya revize etmeli, -son halini kabul etmelidir. Makalelerin bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Etik Sorumluluk Dergi,”insan” öğesinin içinde bulunduğu tüm çalışmalarda Helsinki deklerasyonu prensiplerine uygunluk ilkesini kabul eder. Yazarlar kurumlarının etik kurulundan aldıkları onay belgesini makale ile birlikte yazı işlerine sunmalıdırlar. Gereç ve yöntemler bölümünde etik kurul onayı aldıklarını ve ‘’bilgilendirilmiş onam formu “ aldıklarını belirtmelidirler. Yazarlar retrospektif çalışmalar için; çalışmanın yapıldığı yer, materyal ve tarihi belirten yazıyı kurum yetkilisine (Eğitim Planlama Komisyonu, başhekim, bilimsel konsey gibi….) onaylatarak belgelemelidirler. Çalışmada “hayvan” ögesi kullanılmış ise yazarlar, makalenin YÖNTEM VE GEREÇLER bölümünde hayvan deneyleri etik kurullarından onay aldıklarını belirtmeli ve bu belgeyi gereği halinde dergi editoryal kurumuna sunmalıdırlar. Olgu sunumlarında hastalardan “bilgilendirilmiş olur” alınmalıdır. Eğer makalede direkt-indirekt ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum mevcut ise yazarlar; kullanılan ticari ürün,ilaç,firma … ile ticari hiçbir ilişkisinin olmadığını ve varsa nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan,diğer anlaşmalar),editöre sunum sayfasında bildirmek zorundadır. Makalelerin etik kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. İstatistik Değerlendirme Tüm retrospektif, prospektif ve deneysel araştırma makaleleri biyoistatiksel olarak değerlendirilmeli ve uygun plan, analiz ve raporlama ile belirtilmelidir. Gerek görülmesi halinde editörler kurulu istatistik yöntemle ilgili önerilerde bulunabilir. Yazım Dili Yönünden Değerlendirme Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Türkçe makalelerde Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğü veya www.tdk.org.tr adresi, ayrıca Türk tıbbi derneklerinin kendi branşlarına ait terimler sözlüğü esas alınmalıdır. Ayrıca gönderilmiş olan makalelerdeki yazım ve dilbilgisi hataları için de yazarlardan düzeltme istenebilir. Yayın Hakkı Yayınlanmak üzere kabul edilen yazıların her türlü yayın hakkı dergiyi yayınlayan kuruma aittir. Yazılardaki düşünce ve öneriler tümüyle yazarların sorumluluğundadır. Yazarlar http://www.anadolukuzey.gov.tr/fsm.aspx, internet adresinden ulaşacakları “yayın hakları devir formu”nu doldurup, online olarak, http://www.anadolukuzey.gov.tr/fsm.aspx adresinde yer alan “online makale gönder” linkindeki bölümden, makale ile birlikte göndermelidirler. Yazı Çeşitleri Dergiye yayınlanmak üzere gönderilecek yazı çeşitleri şu şekildedir; Orijinal Araştırma: Kliniklerde yapılan retrospektif-prospektif ve her türlü deneysel çalışmalar yayınlanabilmektedir.Yapısı: -Özet(ortalama 350-400 kelime; amaç, yöntem ve gereçler,bulgular ve sonuç bölümlerinden oluşan,Türkçe ve İngilizce) -Anahtar kelimler: italik harfte olmalı ve 5 kelimeyi geçmemelidir. (Türkçe ve İngilizce) -Giriş -Yöntem ve gereçler -Bulgular -Tartışma -Sonuç -Teşekkürler (varsa) -Kaynaklar BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Derleme: Doğrudan veya davet edilen yazarlar tarafından yazılır. Tıbbi özellik gösteren her türlü konu için son tıp literatürü de taranarak hazırlanmalıdır. Yapısı: -Özet (ortalama 350-400 kelime, bölümsüz,Türkçe ve İngilizce) -Anahtar kelimler: italik harfte olmalı ve 5 kelimeyi geçmemelidir (Türkçe ve İngilizce) -Konu ile ilgili başlıklar -Kaynaklar Olgu Sunumu: Nadir görülen, tanı ve tedavide farklılıklar gösteren olgularla ilgili makalelerdir.Yeterli sayıda fotoğraflarla ve şemalarla desteklenmiş olmalıdır. Yapısı: -özet (ortalama 250 kelime, bölümsüz,Türkçe ve İngilizce) Anahtar kelimler: italik harfte olmalı ve 3 kelimeyi geçmemelidir (Türkçe ve İngilizce) -Giriş -Olgu sunumu -Tartışma -Kaynaklar Editöryel Yorum/tartışma: Yayınlanan orijinal araştırma makaleleri ile ilgili, araştırmanın yazarları dışında, o konunun uzmanı tarafından değerlendirilmesidir. Konu ile ilgili makalenin sonunda yayınlanır. Editöre Mektup: Son bir yıl içinde dergide yayınlanan makaleler ile ilgili okuyucuların değişik görüş, tecrübe ve sorularını içeren en fazla 500 kelimelik yazılardır. Başlık ve özet bölümleri yoktur. Kaynak sayısı 5 ile sınırlıdır. Hangi makaleye(sayı, tarih verilerek) ithaf olunduğu belirtilmeli ve sonunda yazarın ismi, kurumu, adresi bulunmalıdır. Mektuba cevap, editör veya makalenin yazarları tarafından, yine dergide yayınlanarak verilir. Yazım Kuralları Dergiye yayınlanması için gönderilen makalelerde aşağıdaki biçimsel esaslara uyulmalıdır: Kısaltmalar: Kelimenin ilk geçtiği yerde parantez içinde verilir ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılır. Uluslararası kullanılan kısaltmalar için “bilimsel yazım kuralları” kaynağına başvurulabilir. Şekil,Resim, Tablo ve Grafikler: -Şekil, resim, tablo ve grafiklerin metin içinde geçtiği yerler ilgili cümlenin sonunda belirtilmelidir. Şekil, resim,tablo ve grafiklerin açıklamaları makale sonuna eklenmelidir. -Şekil,resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg, veya .gif dosyası olarak sisteme eklenmelidir. - Şekil,resim,tablo ve grafiklerde geçen kısaltmalar; şekil,resim,tablo ve grafiklerin alt satırında açıkça yazılmalıdır. -Daha önce basılmış şekil, resim, tablo ve grafik kullanılmış ise izin alınmalıdır ve bu izin açıklama olarak şekil, resim, tablo ve grafik açıklamasında belirtilmelidir. -Resimler/fotoğraflar renkli, ayrıntıları görülecek derecede kontrast ve net olmalıdır. Editöre Sunum Sayfası: Gönderilen makalenin kategorisi, daha önce başka bir dergiye gönderilmemiş olduğu, varsa çalışmayı maddi olarak destekleyen kişi ve kuruluşlar ve varsa bu kuruluşların yazarlarla olan ilişkileri belirtilmelidir. Kapak Sayfası: Makalenin başlığı (Türkçe ve İngilizce), tüm yazarların ad-soyadları, akademik ünvanları, kurumları, iş telefonu-GSM,e-posta ve yazışma adresleri belirtilmelidir.Makale daha önce tebliğ olarak sunulmuş ise tebliğ yeri ve tarihi belirtilmelidir. Özetler: “Yazı Çeşitleri” bölümünde belirtilen şekilde hazırlanarak, makale metni içerisine yerleştirilmelidir. Anahtar Kelimeler: En az 3-5 adet, Türkçe ve İngilizce yazılmalıdır. İngilizce anahtar kelimeler “medical subject headings(MESH)”e uygun olarak verilmelidir.Türkçe anahtar kelimeler MESH terimlerinin aynen çevirisi olmalıdır. Teşekkür: Eğer çıkar çatışması,finansal destek,bağış ve diğer bütün editöryal(istatiksel analiz,İngilizce/Türkçe değerlendirme) ve/veya teknik yardım varsa, metnin sonunda sunulmalıdır. Kaynaklar: Orijinal basımı Türkçe olan kaynakların başlığı [] içinde ve İngilizce olarak yazılmalıdır. Kaynaklar makalede geliş sırasına göre yazılmalı ve metinde cümle sonunda noktalama işaretlerinden hemen önce “parantez içinde ( )” sayı olarak belirtilmelidir. Makalede bulunan yazar sayısı 6 veya daha az ise tüm yazarlar belirtilmeli, 7 veya daha fazla ise ilk 6 isim yazılıp” ve ark.et al” eklenmelidir. Kaynak yazımı için kullanılan format index medicus’ta belirtilen şekilde olmalıdır. (bakınız: www.icmje.org). Kongre bildirileri, kişisel deneyimler,basılmamış yayınlar, tezler ve internet adresleri kaynak olarak gösterilemez. Kaynakların yazımı için örnekler (noktalama işaretlerine dikkat ediniz): Makale için; Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, makale ismi, dergi ismi, yıl, cilt, sayı, sayfa numarası belirtilmelidir. Yee AJ, Bae HW, Friess D, Roth SM, Whyne C, Robbin M,et al. The use of simvastatin in rabbit posterolateral lumbar intertransverse process spine fusion. Spine J 2006;6:391-6. Kitap için: Yazarların soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı,editörlerin ismi,kitap ismi,kaçıncı baskı olduğu,şehir,yayınevi,yıl ve sayfalar belirtilmelidir. (Francis XC. Arthrodesis of the spine. In: Canale ST, Beaty JH, editors. Campbell’s operative orthopaedics. Vol. 2. 11th ed.Philadelphia: Mosby; 2008. p. 1851-53). Yazar ve editörün aynı olduğu kitaplar için: Yazarların/editörün soyadları ve isimlerinin baş harfleri, bölüm başlığı, editörlerin ismi, kitap ismi, kaçıncı baskı olduğu, şehir, yayınevi, yıl ve sayfalar belirtilmelidir. (Kumar V, Cotran RS, Robbins SL. Basic pathology. 5th ed.Philadelphia: W.B. Saunders; 1992. Çeviri Editörü: Çevikbaş U. Temel patoloji. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi ve Yüce Yayınları; 1994. s. 47-60.) Sadece on-line yayınlar için; DOI tek kabul edilebilir on-line referanstır. BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 ÖNSÖZ Boğaziçi Tıp Dergisi, İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin bilimsel bir yayın organıdır. Ülkemizin ve özellikle hastanemizin değerli hekimlerinin, bilim insanlarının yaptığı özgün bilimsel çalışmaları ve bilgi birikimlerinin toplandığı bu derginin oluşması tabii ki kolay olmadı. Yayın hayatına yeni ‘merhaba’ diyen dergimiz uzun çalışma ve emekler sonucunda ortaya çıktı. Bir bebeğin dünyaya gelmesi nasıl ki 9 aylık uzun ve zahmetli bir sürecin sonucu ise, dergimizin bilim dünyasına kazandırılması da çaba ve özveri gerektiren bir süreçti. Bu sürece katkısı bulunan başta Genel Sekreterimiz olmak üzere tüm meslektaşlarımıza gönül dolusu şükranlarımı sunarım. Doç. Dr. Aytekin KAYMAKCI BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Başlarken; Eski ve köklü bir geçmişi olan hastanemizin değişen ve gelişen yeni yüzünü yansıtan bir dergiye ihtiyacımız hep gündemimizde idi. Hastanemizin kurumsal değişimi sırasında ara verilen periyodik yayınımıza yasal süreç ve hastanemizin isim değişikliği gibi elimizde olmayan nedenler ile devam edemedik… Bu nedenle günün teknolojisine uygun, modern ve hızla gelişen hastane imajımızı destekleyen yeni bir dergiye karar verdik. Amacımız tüm branşlarda yapılan deneysel ve klinik çalışmalarınız, derlemeleriniz, olgu sunumlarınız, kısa rapor ve editöre mektup türü yazılarınız ile bilimsel gelişime katkı ve bilgi alış verişini sağlamaktır. Bu dergi sizlerin destekleri ve katkılarıyla; gelecek yıllarda kat ettiğimiz mesafe ve gelişmeyi gösteren bir kanıt olacaktır. Yine sizin katkılarınız, çalışmalarınız ve çabalarınızla hem hastanemiz hem dergimiz ulusal ve uluslar arası çevrede idealimiz olan yere ulaşacaktır. Meslektaşlarımızın emeklerinin değerlendirilmesi ve yeni çalışmaların özendirilmesi amacımızın bir parçasıdır. Bu açıdan yalnız tıp doktorları değil birlikte çalıştığımız hemşire ve diğer yardımcı sağlık personelini de bir bütün olarak kabul ettiğimizi ve çalışmalarına açık olduğumuzu özellikle belirtiriz. Ayrıca her sayıda yöneticilerimiz, idarecilerimiz ya da çalışanlarımızdan birinin medikal yada paramedikal görüş ve/veya düşüncesini dergimizde yayınlayarak paylaşmaktan mutluluk duyarız. Sonuç olarak ister övgü ister eleştiri olsun geri bildirimlerinizi heyecanımızı ve isteğimizi artırarak yayınımızın sürekliliğini sağlayacaktır. Saygılarımızla, EDİTÖR Dr. Nur AKGÜN BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Cilt (Volume) 1 Sayı (Number) 1 İÇİNDEKİLER İmtiyaz Sahibi Aytekin KAYMAKCI Editör Nur AKGÜN Editör Yardımcıları Arzu TATLIPINAR Barış YILMAZ Duygu Geler KÜLCÜ Yelda ÖZKURT 2014 OCAK Klinik Araştırma Hypoalbuminemia is A Predictor for Severity of Acute Non-Variceal Upper Gastrointestinal Bleeding (Can Sevinç, Emine Burcu Uprak, Ali Özdemir, Serdar Demiral, Funda Türkmen, Elvan Işık, Hacı Mehmet Sökmen) Clinical Features of Patients with Primary And Secondary Infertility (Servet Gencdal, Deniz Satar, Emre Destegül, Orçun Özdemir, Adem Altunkol, Nevzat Can Sener) İstatiksel Danışma EMPİAR [email protected] Elektif Sezaryen Operasyonlarında Farklı Anestezi Yöntemlerinin Yenidoğandaki Etkilerinin Karşılaştırılması (Firdevs Karadoğan, Arzu Yıldırım Ar, F. Nur Akgün, Necla Yüce, Emel Şenay) Kapak Tasarım Burak BALCI Burak MENGİ Hemşirelerin Burun Sürüntü Örneklerinde Saptanan Staphylococcus Aureus Suşlarının Metisilin Direnci ve Slime Oluşumu (Ayşe Ece Şener, Eren Çamur, Güngör Çakmakçı, Güzide Ece Akıncı, Irmak Şimşek, İstem Şanal, Ebru Evren) Grafik Tasarım Yaşar ÖZER Laparoskopik Ürolojide Öncü Serimize Ait Sonuçların Literatür Eşliğinde Gözden Geçirilmesi (Özgür Haki Yüksel, Fatih Uruç, Mithat Kıvrak, Aytaç Şahin, Ayhan Verit) Baskı Sunar Medya Derleme İletişim E5 Karayolu Üzeri İçerenköy Ataşehir, 34752 İSTANBUL Tel: 0216 578 30 00 www.bogazicitipdergisi.com [email protected] Bedelsiz dağıtılır. Torakolomber Geçiş Sendromu (İlknur Aktaş, Kenan Akgün) 1-4 5-9 10-18 19-22 23-27 28-31 Editöre Mektup MERS CoV Enfeksiyonu (Servet Öztürk, Özlem Özsoy Alıcı, Canan Ağalar) 32-35 Olgu Sunumu Bir Objektif Tinnitus Sebebi: Yüksek ve Dehissan Juguler Bulb (Mustafa Emrah Kınal, Arzu Tatlıpınar, Selami Uzun, Hande Senem Deveci) 36-37 Skull Metastasis of Hepatocellular Carcinoma: A Case Report? (Serdar Özdemir, Tevfik Patan, Tuba Cimilli Öztürk, Hasan Demir) 38-40 Kısa Rapor A Rare Cause of Acute Renal Failure: Leriche Syndrome (Seydahmet Akın, Sinan Kazan, Bilge Kalkan, Mehmet Aliustaoğlu) ISSN: 2149-0287 41-42 CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Can Sevinç ve Ark. Klinik Araştırma Hypoalbuminemia is A Predictor for Severity of Acute Non-Variceal Upper Gastrointestinal Bleeding Hipoalbuminemi Akut Varis Dışı Üst Gastrointestinal Sistem Kanamasının Şiddetini Gösteren Bir Belirteçtir Can Sevinç 1, Emine Burcu Uprak 1, Ali Özdemir 1, Serdar Demiral 2 FundaTürkmen 1, Elvan Isık 1, Hacı Mehmet Sökmen 3 1. Haydarpaşa Numune Education and Research Hospital, Department of Internal Medicine, Istanbul, Turkey. 2. Haydarpaşa Numune Education and Research Hospital, Department of General Surgery, Istanbul, Turkey. 3. Ümraniye Education and Research Hospital, Department of Gastroenterology, Istanbul, Turkey. ÖZET Hipoalbüminemi Akut Non-Varisiyel Üst Gastrointestinal Kanamanın Ciddiyeti İçin Bir Prediktördür. SUMMARY Objective: To evaluate the significance of hypoalbuminemia in red blood cell transfusion requirement in patients with acute non-variceal upper gastrointestinal bleeding (UGIB). Amaç: Akut non-varisiyel üst gastrointestinal kanaması olan hastalarda eritrosit transfüzyonu gereksiniminde hipoalbümineminin önemini değerlendirmek. Methods: In this retrospective study data from consecutive patients admitted and hospitalized with UGIB during the period from January 2007 to January 2009 were collected. The data of total 353 (265 men, 88 women, mean age of 55.44±19.62 years; range from 15 to 97) patients eligible for the study were analyzed. Existence of chronic hepatic disease, variceal bleeding, chronic renal failure, malignancy and hematological disease were exclusion criteria. Hypoalbuminemia is defined as serum albumin < 3.5 g/dL. The outcome assessments in the hypoalbuminemia and normal albumin groups were compared. Metod: Bu retrospektif çalışmada ocak 2007-2009 tarihleri arasında üst gastrointestinal kanama ile müracaat eden ve hastaneye yatırılan hastaların verileri toplandı. Çalışma için uygun toplam 353 hastanın (265 erkek, 88 kadın, ortalama yaş: 55.44±19.62 yıl, en genç 15-en yaşlı 97) verileri analiz edildi. Kronik karaciğer hastalığı, varis kanaması, kronik renal yetmezlik, malignite ve hematolojik hastalık varlığı çalışma dışında bırakılma kriterleri idi. Hipoalbüminemi <3.5 g/dL serum albumin olarak tarif edildi. Hipoalbüminemi ve normal serum albumini olan grupların sonuçları karşılaştırıldı. Results: Hypoalbuminemia was seen in 174 (49.29 %) patients. Compared to patients with normal albumin, patients in the hypoalbuminemia group were older (57.69±20.08 vs 53.27±18.96 years, p=0.035; had more red cell transfusion (RBC) requirement (3.55±2.28 vs 1.57±1.65 unit, p<0.0001), longer hospital stay (6.61±3.12 vs 5.83±2.24 days, p=0.007), lower hemoglobin level (8.57±2.49 vs 10.36± 2.43 g/dL, p<0.0001), and had higher blood urea nitrogen (BUN) level (38.53±21.55 vs 30.99±16.83 mg/dL, p<0.0001) and BUN/creatinine ratio (40.47±18.46 vs 34.05±15.33, p=0.001) at admission. RBC transfusion requirement was correlated negatively with serum albumin (r= -0.498, p<0.0001) and hemoglobin levels (r=-0.480, p<0.0001), positively with BUN level (r=0.243, p<0.0001), age (r=0.123, p=0.021), hospital stay (r=0.283, p<0.0001) and white blood cell count (r=0.161, p=0.001). Bulgular: Hipoalbüminemi 174 (%49.29) hastada görüldü. Müracaatta normal serum albumini olan hastalara kıyasla hipoalbüminemik gruptaki hastalar daha yaşlı (57.69±20.08 vs 53.27±18.96 yıl, p=0.035;) idi ve daha çok eritrosit süspansiyonu transfüzyonuna (3.55±2.28 vs 1.57±1.65 ünite, p<0.0001), daha uzun yatış süresine ((6.61±3.12 vs 5.83±2.24 gün, p=0.007), daha düşük hemoglobin seviyesine (8.57±2.49 vs 10.36± 2.43 g/dL, p<0.0001), daha yüksek kan üre nitrojen seviyesine (BUN) (38.53±21.55 vs 30.99±16.83 mg/dL, p<0.0001) ve daha yüksek BUN/kreatinin oranına (40.47±18.46 vs 34.05±15.33, p=0.001) sahipti. Eritrosit transfüzyonu serum albümini (r= -0.498, p<0.0001) ve hemoglobin seviyesi (r=-0.480, p<0.0001) ile negatif; BUN (r=0.243, p<0.0001), yaş (r=0.123, p=0.021), yatış süresi (r=0.283, p<0.0001) ve lökosit sayısı ile (r=0.161, p=0.001) pozitif olarak korele bulundu. Conclusion: Hypoalbuminemia can be an indicator for the severity of non-variceal UGIB. Key words: Hypoalbuminemia, red blood cell transfusion, upper gastrointestinal bleeding. Sonuç: Hipoalbüminemi non-varisiyel üst gastrointestinal kanamanın ciddiyetinin bir göstergesi olabilir. İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Ali Özdemir Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bostancı, İstanbul Tel: +90 532 284 46 63 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 30.10.2013 / Kabul: 03.02.2014 Anahtar Kelimeler: Hipoalbüminemi, eritrosit transfüzyonu, üst gastrointestinal kanama. -1- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 INTRODUCTION using Student t test and data with other distributions were analyzed with Mann Whitney U test and Spearman correlation method. The parameters affecting the number of RBC transfusions were analyzed by stepwise regression analysis. Chi square test was used in comparison of qualitative data. Results were analyzed with 95% confidence interval and probability levels less than 0.05 were considered significant. Variceal and non-variceal upper gastrointestinal bleeding (UGIB) are urgent medical conditions that have significant morbidity, mortality and health care resource use. Both severity of UGIB and existence of comorbidities are important predictors of mortality and morbidity in patients with UGIB. Clinical findings such as low blood pressure, postural hypotension and tachycardia can help to differentiate severe UGIB from non-severe. However, these clinical findings are not always reliable, especially in elderly population with multiple comorbidities necessitating many medications that may alter vital signs. In addition, the initial hemoglobin (Hb) level and, in particular, the hematocrit (Hct) level may not reflect a patient’s true erythrocyte level, because they may be falsely elevated as a result of hemoconcentration or may be affected by a chronic anemic state in addition to the acute bleeding event (1, 2). Blood transfusion requirement within 24 h of presentation to the emergency service, need for intensive care unit admission because of hemodynamic parameters and findings of high risk endoscopic lesions on emergency endoscopy are important indicators of severe UGIB. High blood urea nitrogen (BUN) level or BUN/ creatinine ratio has been suggested as an indicator of severe UGIB in some studies (3-5). In addition, association of hypoalbuminemia and high white blood cell (WBC) count with severe UGIB has been reported in a few studies (6, 7). In this retrospective study, in which red blood cell (RBC) transfusion requirement is accepted as an indicator of severe UGIB, we investigated the relation of low admission serum albumin level with RBC transfusion requirement, hospital stay duration as well as values of some biochemical and hematological parameters including BUN, WBC and Hb. RESULTS Mean age of patients were 55.44±19.62 years (range from 15 to 97). The age of 132 patients was equal to or greater than 65 years. In 272 (77.05 %) patients a total of 898 U (mean of 3.30±2.38) RBC transfusions were performed. RBC transfusion requirement of elderly patients (≥65 years) was significantly higher than those who were younger (3.05±2.57 vs. 2.21±2.39 unit, p=0.002, respectively). Compared to patients with normal serum albumin, more patients in hypoalbuminea group (89.08 % vs 65.36 %, p<0.0001) received RBC transfusions. Compared to patients with normal serum albumin, the hypoalbuminemia group were older (57.69±20.08 vs 53.27±18.96 years, p=0.035; had more RBC red cell transfusion (3.55±2.28 vs 1.57±1.65 unit, p<0.0001), longer hospital stay (6.61±3.12 vs 5.83±2.24 days, p=0.007), lower hemoglobin level (8.57±2.49 vs 10.36± 2.43 g/dL, p<0.0001), and had higher blood urea nitrogen (BUN) level (38.53±21.55 vs 30.99±16.83 mg/dL, p<0.0001) and BUN/ creatinine ratio (40.47±18.46 vs 34.05±15.33, p=0.001) on admission (Table 1). METHODS In this retrospective study data from consecutive patients admitted and hospitalized with UGIB during the period from January 2007 to January 2009 were collected. The data of total 353 (265 men, mean age of 52.64±18.10 years; and 88 women, mean age of 63.86±21.58 years) patients eligible for the study were analyzed. Existence of a chronic hepatic disease, variceal bleeding, chronic renal failure, malignancy or hematological disease was exclusion criteria. RBC transfusion requirement was accepted as indicator of severity of UGIB. Hypoalbuminemia is defined as serum albumin < 3.5 g/dL. In addition to demographic features, admission values of serum albumin, BUN, creatinine, BUN/creatinine ratio, WBC count and Hb/Hct levels were recorded from patient cards in all eligible patients. Statistical analysis was conducted by using SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for windows 10.0 program. Results were expressed as mean +/- SD (standard deviation). Quantitative data with normal distributions were compared in both groups Serum Albumin <3.5 g/dL Serum Albumin ≥3.5 g/dL p Age (year) 57.80 ±19.82 53.27 ±18.96 0.032 Hospitalization Duration (day) 6.66 ±2.93 5.83 ±2.24 0.003 Mean Blood Transfusion (U) 3.60 ±2.86 1.57 ±1.65 <0.0001 Hb (g/dL) 8.58 ±2.49 10.36 ± 2.43 <0.0001 Hct (%) 25.39 ±7.18 30.74 ±6.89 <0.0001 WBC (µL) 10185.19 ±3796.21 9650.28 ±3362.74 0.169 Total Protein (g/dL) 5.12 ±0.65 6.02±0.55 <0.0001 BUN (mg/dL) 38.33 ±20.34 30.99 ±16.83 <0.0001 Creatinine (mg/dL) 1.00 ±0.43 0.94 ±0.40 0.174 BUN/ Creatinine 40.38 ±18.26 34.05 ±15.33 0.001 Table 1: Various parameters of patients with low (<3.5 g/ dL) and normal (≥3.5 g/dL) serum albumin. RBC transfusion was correlated negatively with serum albumin (r= -0.498, p<0.0001) and hemoglobin level (r=-0.480, -2- Can Sevinç ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 p<0.0001), positively with BUN (r=0.243, p<0.0001), age (r=0.123, p=0.021), hospital stay (r=0.283, p<0.0001) and white blood cell count levels (r=0.161, p=0.001). At baseline, there was a significant negative correlation of serum albumin level with BUN (r= -0.248, p<0.0001), BUN/creatinine ratio (r=0.255, p<0.0001), age (r=-0.178, p=0.001), hospital stay (r=-0.176, p=0.001), WBC (r=0.173, p=0.001), RBC transfusion (r=-0.498, p<0.0001), but a positive correlation with Hb (r=0.370, p<0.0001). Regression analysis revealed that effective factors on the amount of RBC transfusions are serum albumin, Hb levels and WBC (r2=373). Hypoalbuminemia occurs in a variety of diseases (11). Loss of albumin by urinary, intestinal or other ways is an important cause for hypoalbuminemia. Serum albumin is an important component of blood, so the patients with bleeding from any origin lose some albumin. Therefore, reduced serum albumin may be used as an indicator of severe UGIB, particularly in patients who have no hypoalbuminemia history. However, the data concerned with serum albumin in UGIB patients is very limited. Tung et al reported that the hypoalbuminemia is common in patients with non-variceal UGIB, and reflects the severity of the bleeding episode, and is associated with a more complicated course (6). The results of the present study are in agreement with their results. The hypoalbuminemia in patients with non-variceal UGIB is associated with increasing RBC transfusion requirement, longer hospital stay and other wellknown prognostic factors such as older age, low Hb and high BUN levels, and high BUN/ creatinine ratio. Leucocytosis has long been recognized to occur in patients with hemorrhage. High WBC count can be a consequence of increased sympathetic activation due to a decrease in intravascular volume, and can be an indirect indicator of excessive blood loss. Chalasani et al. called attention to that leucocytosis is common in patients with UGIB, and related with the severity of bleeding episode and a more complicated course (7). Tung et al. also reported that hypoalbuminemic patients with UGIB, at the same time, had higher leucocytosis (6). The results of the present study show that WBC count correlates positively with RBC transfusion requirement and negatively with serum albumin level. Meaning of these relations is that increased WBC count is secondary to excess blood loss. DISCUSSION RBC transfusion requirement in patients with UGIB is an important parameter indicating the severity of bleeding. The results of this study show that some hematological and biochemical parameters determined at admission on emergency department, particularly serum albumin, can be useful markers for estimation of the severity of UGIB and RBC transfusion requirement. Elderly age (>65) is an another factor increasing RBC transfusion requirement in patients with UGIB. We use a restrictive transfusion strategy, with a Hb level of <8 gr/ dL as the threshold for transfusion, as advocated in guidelines for gastrointestinal bleeding for patients with no comorbities. In patients with comorbidities, we use a more liberal transfusion strategy according to hemodynamic status of the patient. Therefore, RBC transfusion requirement in patients with UGIB can not be always a reliable indicator for severe bleeding. Traditionally, the patients with UGIB are followed up by serial Hb/Hct measurements and hemodynamic parameters including blood pressure and pulse rate. It is well known that these clinical and laboratory findings are not always reliable. Vital signs may be altered, especially in elderly population, by multiple comorbidities and medications. Initial Hb levels and, in particular, the Hct levels may be falsely elevated as a result of hemoconcentration or affected by a chronic anemic state in addition to the acute bleeding event. Serum BUN level is increased in patients with UGIB due to ingested blood protein, secondary to prerenal azotemia or renal failure. Unproportionally elevated BUN level to creatinine is also a helpful parameter to discriminate the UGIB from lower gastrointestinal bleeding (5). In addition, some studies have shown that the degree of elevation in the BUN to creatinine ratio correlates best with transfusion requirements (3,4), whereas others (7-9) have reported that the BUN level did not predict the need for blood transfusion. Moreover, the Blatchford scoring system uses BUN as one of the variables to prognosticate the outcome of a patient with UGIB (10). The results of this study show that a weak association exists between an elevated BUN level or a high BUN/ creatinine ratio and transfusion requirements. CONCLUSION The results of this study where RBC transfusion requirement is accepted as an indicator of severe UGIB showed that hypoalbuminemia in patients with non-variceal UGIB could be a useful marker indicating the severity of the bleeding episode. REFERENCES 1- Elizalde JI, Clemente J, Marín JL, et al. Early changes in hemoglobin and hematocrit levels after packed red cell transfusion in patients with acute anemia. Transfusion. 1997;37:573–6. 2- Wiesen AR, Hospenthal DR, Byrd JC, Glass KL, Howard RS, Diehl LF. Equilibration of hemoglobin concentration after transfusion in medical inpatients not actively bleeding. Ann Intern Med. 1994 Aug 15;121(4):278-30. [PMID: 8037410] 3- ErnstAA, Haynes ML, Nick TG, Weiss SJ. Usefulness of the blood urea nitrogen/creatinine ratio in gastrointestinal bleeding. Am J Emerg Med. 1999;17:70–2. -3- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 4- Urashima M, Toyoda S, Nakano T, et al. BUN/ Cr ratio as an index of gastrointestinal bleeding mass in children. J Pediatr Gastroenterol Nutr. 1992;15:89–92. 8-Al-Naamani K, Alzadjali N, Barkun AN, Fallone CA. Does blood urea nitrogen level predict severity and high-risk endoscopic lesions in patients with nonvariceal upper gastrointestinal bleeding? Can J Gastroenterol. 2008;22:399-403. 5- Rockey DC. Gastrointestinal bleeding. In: Feldman M, Friedman LS, Sleisenger MH, editors. Sleisenger & Fordtran’s Gastrointestinal and Liver Disease. 7th edn. Philadelphia: Saunders; 2002. pp. 211–48. 9- Chalasani N, Clark WS, Wilcox CM.: Blood urea nitrogen to creatinine concentration in gastrointestinal bleeding: A reappraisal. Am J Gastroenterol. 1997;92:1796–9 [PMID: 9382039]. 6- Tung CF, Chow WK, Chang CS, Peng YC, Hu WH. The prevalence and significance of hypoalbuminemia in non-variceal upper gastrointestinal bleeding. Hepatogastroenterology. 2007 Jun;54(76):1153-6 [PMID: 17629059]. 10- Blatchford O, Murray WR, Blatchford M.: A risk score to predict need for treatment for upper-gastrointestinal haemorrhage. Lancet. 2000;356:1318– 21 [PMID: 11073021]. 7- Chalasani N, Patel K, Clark WS, Wilcox CM. The prevalence and significance of leukocytosis in upper gastrointestinal bleeding. Am J Med Sci. 1998; 315:233-6. 11-Numeroso F, Barili AL, Delsignore R.: Prevalence and significance of hypoalbuminemia in an internal medicine departmet. Eur J Intern Med.2008; 19:587-91. -4- Servet Gencdal and Friends CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Klinik Araştırma Clinical Features of Patients with Primary and Secondary Infertility Pirimer ve Sekonder İnfertil Hastaların Klinik Özellikleri Servet Gencdal 1, Deniz Satar 2, Emre Destegul 1, Orcun Ozdemir 1 Adem Altunkol 3, Nevzat Can Sener 3 1. Ministry of Health, Kozan State Hospital, Department of Gynecology and Obstetrics, Adana, Turkey 2. Ministry of Health, Numune Tra. and Resa. Hosp. Dept. of Histology and Embryology Adana, Turkey 3. Ministry of Health, Numune Training and Research Hospital, Department of Urology, Adana, Turkey ABSTRACT ÖZET Purpose: To investigate, in detail, the spermiogram results of cases with primary and secondary infertility and to evaluate the obtained results in light of the data from the literature. Amaç: Primer ve sekonder infertil olguların spermiyogram sonuçlarının ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ve çıkan sonuçların literatür verileri eşliğinde değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materials and Methods: A total of 942 cases that had spermiograms performed for primary and secondary infertility at our hospital’s andrology laboratory between November 2008 and December 2010 were included in the study. After the semen was liquefied, macroscopic and microscopic evaluations were performed. Microscopic evaluations involved the assessment of sperm concentration and motility and the evaluation of morphology according to the Kruger strict criteria, all of which were performed in accordance with the criteria of the World Health Organization (WHO). The motility of each sperm was scored according to four categories, which were: rapid forward motility (a), slow forward motility (b), non-progressive motility (c), and immotile (d). Comparison of the spermiogram results of cases with primary and secondary infertility was performed retrospectively according to age (years), volume (ml), sperm concentration (ml/106), total motility (A+B+C) (%), motility A (%), motility B (%), motility C (%), motility D (%), the Total Progressive Motile Sperm Count (TPMSC) and normal morphology (% normal) values. The characteristics of primary and secondary infertility in cases diagnosed with varicocele were also compared. All results were compared statistically. Results: During the comparisons performed on patients with varicocele according to the type of infertility, no statistical differences were identified with regards to the evaluated parameters. Based on the comparisons performed according to the type of infertility, cases with secondary infertility had higher age, sperm concentration (ml/106), total motility (A+B+C) (%), motility A (%), motility B (%), TPMSC, and normal morphology (% normal) values compared to cases with primary infertility, while motility C (%) and motility D (%) values were higher in cases with primary infertility. Conclusion: As expected, varicocele did not alter sperm parameters when infertility was present. Spermiogram results demonstrated various differences depending on the presence of varicocele, infertility type and many other factors. Key words: Varicocele, infertility, sperm concentration, morphology. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Kasım 2008 ile Aralık 2010 tarihleri arasında hastanemiz androloji laboratuvarında primer ve sekonder infertilite sebebi ile spermiyogram yapılan 942 olgu dahil edildi. Semen likefiye olduktan sonra makroskobik değerlendirme yapıldı ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kriterlerine göre volüm, sayı, motilite ve Kruger Strict kriterlerine göre morfoloji değerlendirilmesi yapıldı. Her bir spermin motilitesi; hızlı ileri hareketli (a), yavaş ileri hareketli (b), yerinde hareketli (c) ve hareketsiz (d=immotil) olmak üzere 4 kategoride skorlandı. Bulgular: Varikosel tanısı olan ve olmayan hastaların karşılaştırılmasında yaş, morfoloji (% normal), sperm konsantrasyonu, motilite total (A+B+C) (%), motilite A (%), motilite B (%), Total Progresif Motil Sperm Sayısı (TPMSS), baş (%) ve boyun (%) değerleri varikosel tanısı olmayan olgularda daha yüksek olarak bulunurken sadece motilite D değeri varikoselli olgularda daha yüksek olarak saptandı. Varikoselli hastalarda infertilite tipine göre yapılan karşılaştırma sonucunda yukarıda verilen parametreler açısından istatiksel farklılık saptanmadı. İnfertilite tipine göre yaptığımız karşılaştırma sonucunda sekonder infertilite özelliklerine sahip olguların yaş, morfoloji (% normal), sperm konsantrasyonu (ml/106 ), TPMSS, motilite total (A+B+C) (%), motilite A (%), motilite B (%) değerleri primer infertilli olgulara göre daha yüksek olarak saptanırken motilite C ve motilite D değerleri ise primer infertiliteli olgularda daha yüksek değerlerde saptanmıştır. Sonuç: Varikoselli olup olmamanın infertilite olması durumunda sperm parametrelerini etkilemediği gözlenmektedir. Spermogram sonuçları infertilite tipine, varikoselli olma durumuna göre ve diğer birçok etkene bağlı olarak değişiklikler göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Varikosel, infertilite, sperm konsantrasyonu, motilite, morfoloji İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Adem Altunkol Yazışma Adres: Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Uroloji Kliniği, Seyhan,Adana Tel: +90 507 607 45 72 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 13.11.2013 / Kabul: 03.02.2014 PS: This study has been presented in the Congress “Büyük Üroloji Buluşması, Antalya, 2013”. -5- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 INTRODUCTION ments were summarized as mean and standard deviations. In case the assumptions were satisfied during the comparison of quantitative measurements between groups, the independent group t-test was used; in case the assumptions were not satisfied, the Mann-Whitney test was used instead. In all tests, the level of statistical significance was accepted as 0.05. Infertility is defined as the inability of couples to conceive despite regular sexual intercourse (two days a week) without protection for a period of one year1. Infertility is observed in 10-15% of couples of reproductive age. The frequency and causes of infertility varies from one society to another. Among couples, men are responsible for infertility in 30-40% of the cases, while women are responsible for the infertility in 40-50% of the case1,2. Therefore, there is a male factor involved in nearly half of all couples with infertility3. In cases where the infertility is associated with a male problem, the problem often stems from an impairment of sperm parameters. Although the underlying cause of male infertility is known in nearly 40-60% of cases, there are still many cases in which the causative factors cannot be identified. The aim of the current study was to retrospectively analyze the data of patients who had spermiograms performed for primary and secondary infertility, and to evaluate these results in light of the data from the literatur. RESULTS All of the patients were married. The mean age of the patients was determined as 30.3 ± 6.7 (years). The number of primary infertility cases included in the study was 604 (64%), while the number of secondary infertility cases included into the study was 339 (36%). The average period of sexual abstinence for the patients included into the study was 4 ± 1.5 days, while their mean sperm value was 3.3 ± 1.78 ml, mean sperm concentration was 48,3 ± 33.4 ml/106, and TPMSC was 85.5 ± 74.7 X 106. An evaluation of the patients’ morphological anomalies revealed that 60% ± 14% had head anomalies, 23% ± 11% had neck anomalies, and 14% ± 8.5% had tail anomalies. Evaluation of primary and secondary infertility in cases diagnosed with varicocele revealed that primary infertility was present in 112 (65.5%) of these cases, while secondary infertility was present in 59 (35.5%) of these cases. Based on the comparison of infertility among patients included in the study, a further comparison between cases of primary and secondary infertility is provided in Table 1. MATERIALS AND METHODS Following the approval of the ethics committee, this study was conducted by retrospectively analyzing the data of patients who had spermiograms performed for primary and secondary infertility at our hospital’s andrology laboratory between November 2008 and December 2010. At total of 942 male patients whose spermiograms were requested for the assessment of male fertility were included in the study. These assessments were requested within the context of evaluations performed on infertile couples admitted to the obstetrics and gynecology polyclinic. Sperm evaluation was performed with the Olympus CX41 brand phase contrast microscope, while sperm motility and concentration were evaluated with a Makler count camera. A total of 500 sperm were counted in each semen sample. The motility of each sperm was scored according to four categories, which were: rapid forward motility (a), slow forward motility (b), non-progressive motility (c), and immotile (d). Sperm that moved outside of the microscope area by linear motility were considered as displaying forward motility. The total percentage of sperm with linear motility, with non-linear motility and with nonprogressive motility was considered as the total motility. Sperm samples with 50% or more forward motility (both rapid forward motility and slow forward motility) or with more than 25% rapid forward motility were considered as being normal in terms of sperm motility. STATISTICAL ANALYSIS The SPSS 18.0 package program was used for the statistical analysis of the data. Categorical measurements were summarized as number and percentages, while quantitative measure- Primary Infertility (n:603) Secondary infertily (n:339) P Age (years) 29,0 ± 6,2 32,8 ± 6,8 0,001 Volume (ml) 3,33 ± 1,9 3,3 ± 1,4 0,818 Sperm concentration (ml/106) 46,2 ± 3 3,1 52,0 ± 33,7 0,011 Motility-Total (A+B+C) (%) 58,6 ± 14,2 61,2 ± 12,2 0,003 Motility-A (%) 6,8 ± 5,9 7,8 ± 5,9 0,011 0,005 Motility-B (%) 44,1 ± 13,4 46,4 ± 11,4 Motility-C (%) 7,9 ± 4,9 7,1 ± 4,1 0,005 Motility-D (%) 41,4 ± 14,3 38,6 ± 12,4 0,003 Total Progressive Motile Sperm Count (106) 80,9 ± 74,1 92,9 ± 74,5 0,018 Morphology (% normal) 3,3 ±2,3 3,8 ±2,4 0,001 Head Anomaly (%) 59,2 ± 14,2 60,6 ± 13,7 0,112 Neck Anomaly (%) 23,1 ± 11,1 22,1 ± 10,9 0,148 Tail Anomaly (%) 14,3 ± 8,9 13,5 ± 7,9 0,168 Table 1. Comparison according to infertility type. -6- Servet Gencdal and Friends CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Based on the comparison that was performed according to the type of infertility, statistically significant differences were identified with regards to age (years), sperm concentration (ml/106), total motility (A+B+C)(%), motility A (%), motility B (%), motility C (%), motility D (%), the TPMSC (106), and morphology (% normal) values. Patients with varicocele (n:171) Patients without varicocele (n:771) P Age (Years) 29,3 ± 6,0 30,6 ± 6,8 0,017 Morphology (%normal) 3,1 ± 2,1 3,5 ± 2,4 0,018 Volume (cc) 3,4 ± 1,5 3,3 ± 1,8 0,520 Sperm concentration (ml/106) 38,1±30,5 50,5±33,6 <0,001 Motility-Total (A+B+C+) (%) 55,2 ± 15,7 60,5 ± 12,8 <0,001 Motility-A (%) 5,9 ± 5,7 7,4 ± 5,9 0,003 Primary infertility (n:112) Secondary infertility (n:59) Age (years) 29,1 ± 6,0 29,8 ± 6,1 0,450 Motility-B (%) 41,2 ± 14,5 45,7 ± 12,2 <0,001 Morphology (%normal) 3,2 ± 2,2 2,9 ± 1,9 0,346 Motility-C (%) 8,1 ± 4,9 7,6 ± 4,6 0,169 Volume (cc) 3,3 ± 1,5 3,5 ± 1,5 0,467 Motility-D (%) 44,6 ± 15,8 39,4 ± 13,0 <0,001 Total progressive motile sperm count (106) 66,2 ± 68,4 89,4 ± 75,1 <0,001 Head anomaly (%) 56,7 ± 13,9 60,3 ± 13,9 0,002 Neck anomaly (%) 25,4 ± 11,8 22,2 ± 10,8 0,001 Tail anomaly (%) 14,7 ± 7,6 13,9 ± 8,7 0,205 P Sperm concentration (ml/106) 38,0 ± 31,5 38,4 ± 29,9 0,930 Motility-Total (A+B+C) (%) 56,1 ± 13,7 53,5 ± 18,8 0,302 Motility-A (%) 6,3 ± 6,0 5,2 ± 5,0 0,180 Motility-B (%) 41,4 ± 12,9 40,7 ± 17,2 0,779 Motility-C (%) 8,1 ± 5,4 8,3 ± 5,1 0,788 Motility-D (%) 40,0 ± 16,9 39,3 ± 18,6 0,795 Total Prgressive Motile Sperm Count (106) 68,2±71,5 62,3±62,5 0,590 Head Anomaly (%) 56,5 ± 13,3 57,2 ± 15,1 0,753 Neck Anomaly (%) 26,4 ± 11,7 23,6 ± 11,6 0,139 Tail Anomaly (%) 14,0 ± 6,6 16,0 ± 9,2 0,104 Table 3. Comparison of patients with or without varicocele. DISCUSSION Infertility is defined as the inability of couples to conceive despite regular sexual intercourse (two days a week) without protection for a period of one year. Infertility is observed in 10-15% of couples of reproductive age. The frequency and causes of infertility varies from one society to another. Among couples, men are responsible for infertility in 30-40% of the cases, while women are responsible for the infertility in 40-50% of the cases. Presently, 1015% of couples have forms of infertility that cannot be identified or elucidated by current standard diagnostic tests.1,2 There is a male factor involved in nearly half of all couples with infertility.3 IIn cases where the infertility is associated with a male problem, the problem often stems from an impairment of sperm parameters. For this reason, it is very important to perform thorough and detailed evaluations in men in cases of infertility. In their study evaluating the effect of age on sperm parameters, Eskenazi et al. demonstrated that age had a negative effect on these parameters, but was unable to obtain clear and unambiguous data regarding the effect on sperm concentration.4 Hellstrom et al. conducted a similar study on 1174 men who were 45 years of age of older, where they also identified similar results, while at the same time observing a slight decrease in sperm count.5 In a study where they objectively evaluated the semen samples of elderly men by using a computerized technique; Rolf et al. reported a decrease in sperm motility with age, and described that the effects on the semen and testis parameters of pathophysiological events caused by age could be directly associ- Table 2. Comparison of varicocele status according to infertility. The characteristics of varicocele patients with primary and secondary infertility are shown in Table 2. Based on the comparisons that were performed, no statistically significant differences were identified with regards to the parameters on this table (P>0.005). Table 3 provides a general evaluation of patients diagnosed with varicocele. Based on the comparison performed between patients with and without varicocele, statistically significant differences were identified with regards to age (years), sperm concentration (ml/106), total motility (A+B+C)(%), motility A (%), motility B (%), motility D (%), the TPMSC (106), and the morphology (% normal) head (%) and (%) neck values (P<0.05). -7- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 ated with the specific effects of age, just as they might also be associated with other conditions that develop with age such as vascular disorders, obesity, infections, and the accumulation of toxic substances.6 Significant variability was observed in the sperm motility (a+b motility) of patients with varicocele. In their studies, Schiff et al. identified a mean motility of 42.6%, Blumer et al. identified a mean motility of 46.5%, Yurdakul et al. identified a mean motility of 38%, and Özbek et al. identified a mean motility of 28%.7,8,9,10 Although the relationship between varicocele and sperm production is currently debated, studies have identified a decrease in the sperm concentration and motility of varicocele patients that was greater than the decrease in patients without varicocele. The most significant advantage of evaluating sperm according to the Kruger strict criteria is the correlation observed between the ratio of sperm considered to be morphologically normal and the success achieved in In Vitro Fertilization (IVF). According to the Kruger strict test, the fertilization rate per oocyte is 7.6% in cases where normal morphology is less than 4%, while the fertilization rate reaches 63.9% in cases where normal morphology is above 4.11 Morphological evaluation of sperm is a sensitive indicator of spermatogenesis quality and fertility.11,12 For 85 couples with unexplained infertility, sperm morphology was reported as being significantly worse in comparison to fertile couples in the control group.13 In a prospective study conducted by Wichmann et al. on 907 patients by using the 1980 WHO criteria, sperm morphology was shown to be an independent factor with regards to fertilization outcome.14 Impaired sperm morphology generally decreases the probability of achieving pregnancy, and delays/prolongs the time until the first pregnancy.15 A review of the literature showed that evaluations based on the Kruger strict criteria are generally prominent, and that the limit value within the context of these studies is generally accepted as 4%. Taking a sperm morphology limit value of 4% is very important for effectively predicting both spontaneous pregnancy and the probability of achieving pregnancy by assisted reproductive techniques.16 In another study conducted on 89 men with primary and secondary infertility and comparing their hormonal profile and semen parameters with their demographic data, no significant differences were identified between the sperm parameters of men with primary and secondary infertility. In a meta-analysis performed on 29,914 patients from 57 centers across 26 countries, increased age was identified as a risk factor for low semen volume.18 In a study conducted with 716 patients, the mean age of the patients was identified as 29.6 years, and increased severity of varicocele was associated with a decrease in sperm concentrations.19 In a study comparing the clinical characteristics of men with primary and secondary infertility, 225 of the cases were described as having primary infertility, while 90 were described as having secondary infertility. The mean age for men with secondary infertility was determined as 39.6 years, while the mean age for men with primary infertility was determined as 35.4 years. Sperm concentration was determined as 51.3 million/ml for cases with secondary infertility, and 36.0 million/ml for cases with primary infertility. Normal sperm morphology was identified as 30.6% for cases with secondary infertility and 24.1% for cases with primary infertility, while total motile sperm count was 31.1% for cases with secondary infertility and 46.5% for cases with primary infertility. No significant relationship was identified between the groups with regards to the duration of infertility, smoking and alcohol use, and the severity of varicocele, while the prediction of the total motile sperm count for men with secondary infertility was identified as an independent factor. In conclusion, while men with secondary infertility were generally older than men with primary infertility, they also had significantly better sperm concentrations.20 Based on comparisons performed according to the type of infertility, cases with secondary infertility had higher age, sperm concentration (ml/106), total motility (A+B+C) (%), motility A (%), motility B (%), TPMSC and morphology (% normal) values compared to cases with primary infertility, while motility C (%) and motility D (%) values were higher in cases with primary infertility. Based on comparisons performed in varicocele patients according to the type of infertility, no significant differences were identified with regards to age, volume, sperm concentration, motility, morphology, head anomaly, neck anomaly, and tail anomaly. Based on comparisons performed between patients with and without varicocele, total motility (A+B+C)(%), motility A (%), motility B (%), the TPMSC (106) the morphology (% normal) value, and the head (%) and neck (%) values were identified as being higher in cases without varicocele, while only the value for motility D (%) was identified as being higher in cases with varicocele. These values were in agreement with the literature. In a study conducted on 365 infertile patients to assess semen quality in patients with and without varicocele, evaluation of medical history along with physical examinations, semen analysis, semen culture, and assessment IgG, IgA, serum FSH and T values were performed in all patients. A total of 7 (26.6%) cases diagnosed with varicocele and 268 (73.4%) cases without varicocele were evaluated. While a significant decreases were observed in the motile sperm percentage (24.58+/-21.68 vs. 21.01 +/-12.62) and to a lesser extent in the sperm concentration (15.50+/-23.30 vs. 16.50+/-15.22), a comparison of cases with and without varicocele failed to demonstrate a clear and direct relationship between varicocele and infertility.17 -8- Servet Gencdal and Friends CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 CONCLUSION 8. Blumer CG, Fariello RM, Restelli AE, Spaine DM, Bertolla RP, Cedenho AP. Sperm nuclear DNA fragmentation and mitochondrial activity in man with varicocele. Fertil Steril. 2007;15(4):1-3. Infertility is becoming an increasingly common public health problem. For this reason, it is necessary to place greater emphasis on the detailed evaluation of men. There are factors associated with infertility in men that can be corrected by treatment to ensure pregnancy through physiological means; and in other circumstances, the use of assisted reproduction techniques can largely solve the problems related to infertility. Therefore, studies on this subject are of considerable importance for gaining a proper understanding of underlying causes, and for developing effective solutions, especially for Turkey, where epidemiological studies are lacking. We believe that our study is significant with regards to the large number of cases it included in our country, and that there is a need to conduct further similar studies on this subject. 9. Yurdakul T, Gökçe G, Kısakol G, Kılınç M. Infertil erkeklerde yüksek inguinal ve mikrocerrahi ile subinguinal varikoselektominin karsılastırılması. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası. 2003; 56(2):91-6. 10. Özbek E, Türköz Y, Çekmen M. Varikoselli Hastaların Seminal Sıvısında Preoperatif ve Postoperatif Antioksidan Enzim Aktivitesi. Van Tıp Dergisi. 2000;7 (1): 6-9. 11. Kruger TF, Acosta AA, Simmons KF, Swanson RJ, Matta JF, Oehninger S. Predictive value of abnormal sperm morphology in in vitro fertilization. Fertil Steril. 1988; 49: 112. 12. Menkveld R, Stander FS, Kotze TJ, Kruger TF, van Zyl JA. The evaluation of morphological characteristics of human spermatozoa according to stricter criteria. Hum Reprod. 1990;4:586-92. 13. Aitken RJ, Best FS, Richardson DW, Djahanbakhch O, Mortimer D, Templeton AA et al. An analysis of sperm function in cases of unexplained infertility: conventional criteria, movement characteristics, and fertilizing capacity. Fertil Steril. 1982;38:212-21. REFERENCES 1. Kisnisçi HA, Göksin E, Durukan T, Üstay K, Ayhan A, Gürkan T et al. Erkeğe bağlı infertilite, Androloji. Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi. Ed. Ankara: Günes; 1996. p. 1119-29, 1287. 14. Wichmann L, Isola J, Tuohimaa P. Prognostic variables in predicting pregnancy. A prospective follow up study of 907 couples with an infertility problem. Hum Reprod. 1994;9:1102-8. 2. Shoham Z, Di Carlo C, Patel A, Conwoy GS, Jacobs HS. Is it possible to run a succesful ovulation induction program based solely on ultrasound monitoring? The importance of endometrial of endometrial measurements. Fertil Steril. 1991; 56:836-41. 15. Bostofte E, Serup J, Rebbe H. Relation between morphologically abnormal spermatozoa and pregnancies obtained during a twenty-year follow-up period. Int J Androl. 1982;5:379-86. 16. Haidl G, Schill WB. Sperm morphology in fertile men. Arch Androl. 1993;31:153-7. 3. Moshcr WD, Pratt WF. Fecundity and infertility in the United States: incidence and trends. Fertil Steril. 1991;56:192-3. 4. Eskenazi B, Wyrobek AJ, Sloter E, Kidd SA, Moore L, et al. The association of age and semen quality in healthy men. Hum Reprod. 2003;18(2):447-54. 17. Cantatore C, Capuano P, Cobuzzi I. Semen quality and hormonal levels in infertile patients with varicocele. Arch Ital Urol Androl. 2010; 82(4):291-3. 5. Hellstrom WJ, Overstreet JW, Sikka SC, Denne J, Ahuja S, Hoover AM, et al. Semen and sperm reference ranges for men 45 years of age and older. J Androl. 2006;27(3):421-8. 18. Li Y, Lin H, Li Y, Cao J. Association between socio-psycho-behavioral factors and male semen quality: systematic review and meta-analyses. Fertil Steril. 2011; 95:116-23. 6. Rolf C, Behre HM, Nieschlag E. Reproductive parameters of older compared to younger men of infertile couples. Int J Androl. 1996; 19(3):135-42. 19. AI-Ali BM, Marszalek M, Shamloul R, Pummer K Clinical parameters and semen analysis in 716 Austrian patients with varicocele. Urology. 2010;75:1069-73. 7. Schiff JD, Li PS, Goldstein M. Correlation of ultrasound-measured venous size and reversal of flow with Valsalva with improvement in semen-analysis parameters after varicocelectomy. Fertil Steril. 2006;86(1):250-2. 20. Waslh TJ, Wu AK, Croughan MS, Turek PJ. Differences in the clinical characteristics of primarily and secondarily infertile men with varicocele. Fertil Steril. 2009;91(3):826-30. -9- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Klinik Araştırma Elektif Sezaryen Operasyonlarında Farklı Anestezi Yöntemlerinin Yenidoğandaki Etkilerinin Karşılaştırılması The Effects of Different Anesthesiological Methods Used at Elective Caeserian Sections on New Borns Firdevs Karadoğan 1, Arzu Yıldırım Ar 1, F. Nur Akgün 1 Necla Yüce 2, Emel Şenay 2 1. Fatih Sultan Mehmet Eğt. ve Arş. Hast. Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, İST. 2. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatri Kliniği, İSTANBUL ÖZET Bu çalışmada, elektif sezaryen girişimlerinde genel ve rejyonal (epidural ve spinal) anestezinin; annenin hemodinamik parametreleri, yenidoğanın APGAR, NAKS (nöroadaptif kapasite skoru), ilk beslenme saati, umblikal ven kan gaz değerleri, bebeğin doğum sonrası 2. saatteki kan şekeri değeri, 4. saat AST/ALT düzeyleri, intrauterin ve doğum sonrası 1. ve 5. dakika kalp atım sayısı üzerine etkilerini karşılaştırmak amaçlandı. Gebelik haftası 38 ve üzeri olan, ASA I-II fiziki statusda,18-45 yaş aralığında 60 olgu çalışmaya dahil edildi. Annenin tercihine göre Grup GA (Genel Anestezi, n=20), Grup EA (Epidural Anestezi, n=20) ve Grup SA (Spinal Anestezi, n=20) olarak ayrıldı. GA’da; anestezi indüksiyonunda 2-2,5 mg/kg propofol, 0,6 mg/kg rokuronyum uygulanarak endotrakeal entübasyon gerçekleştirildi. Anestezi idamesi % 50 O2 ve % 50 NO2 içinde 0,5 MAC sevoflurane ile sağlandı. EA olgulara sol lateral pozisyonda, yapılan cilt temizliği sonrasında L4-5 intervertebral aralıktan 2 ml % 2’lik lidokain (40 mg) ile lokal anestezi uygulanarak 18 G touhy iğnesi ile, orta hattan direnç kaybı yöntemi kullanılarak epidural aralığa 16cc %0,5’ lik bupivakain ve 100mcg fentanil uygulanarak epidural anestezi sağlandı ve epidural kateter sefalik yönde ilerletilerek cilde tespit edildi. SA olgulara sol lateral pozisyonda, yapılan cilt temizliği sonrasında L4-5 intervertebral aralıktan 25 G atravmatik spinal iğne ile, orta hattan subaraknoid aralığa 3cc %0,5 lik hiperbarik bupivakain uygulanarak spinal anestezi sağlandı. Hastalar sol yana 15° yatırılıp, başları 30° kaldırılarak pozisyon verildi. Bu sırada hastalara yüz maskesi ile 3 lt/dk O2 verilmeye başlandı. Annenin hemodinamik parametreleri, yenidoğanın APGAR, NAKS, ilk beslenme saati, umbilikal ven kan gaz değerleri, bebeğin doğum sonrası 2. saatteki kan şekeri değeri, 4. saat AST/ALT düzeyleri, intrauterin ve doğum sonrası 1. ve 5. dakika kalp atım hızı (KAH) kaydedildi. Ayrıca operasyona başlama ve kordon klemp süresi kaydedildi. GA’da PaO2 değerleri, EA’da 5.dakika APGAR, 4. saat ALT düzeyleri, 24. saat NAKS skorları anlamlı düzeyde yüksekti. İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Firdevs KARADOĞAN Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Hastanesi, Bostancı, İstanbul Tel: +90 532 708 47 91 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 22.11.2013 / Kabul: 03.02.2014 Sonuç olarak; EA’da bebeğin APGAR ve NAKS değişkenleri olumlu anlamda iyi bulundu ve bebek lehine epidural anestezinin tercih edilmesi yorumunu getirdi. Yalnız ALT deki yükseklik bu tercihe bir soru işareti getiriyordu. Bu bulgular eşliğinde anne ve bebek açısından yaygın olarak kullanılan epidural anestezinin APGAR ve NAKS değerleri yönünden de güvenirliği bir kez daha tartışıldı. Anahtar Kelimeler: sezaryen anestezisi, epidural ve spinal anestezi, APGAR, NAKS. ABSTRACT The aim of this study is to show the effects of mother receiving general and regional anesthesia at newborns. 60 patients whom pregnancy week is 38 and over , ASA I-II, age 18-45 are included. Groups are chosen as Group GA (General Anesthesia,n=20), Grup EA (Epidural Anesthesia, n=20) ve Grup SA (Spinal Anesthesia, n=20). All mothers undergoing general anesthesia received 2-2,5 mg/kg propofol, 0,6 mg/kg rocuronyum for induction followed by N2O2-(O2 %50-%50) and 0,5 MAC sevoflurane. 16cc %0,5 bupivacaine and 100mcg fentanyl was used in mothers receiving epidural, 3cc %0,5 hiperbaric bupivacaine was used in mothers receiving spinal anesthesia and all mothers receiving regionel anesthesia were given oxygen during case. Mother’s hemodynamical parameters, new born’s APGAR*, NACS** (neuroadaptive capacity score), first feeding time, umblical venous blood gas, 2. hour blood glucose, 4. hour AST/ALT after born and heart beats intrauterin and at 1. ve 5. minutes after born are recorded. Also start time of operation and cordon clemping time is recorded. PaO2 parameters in GA, APGAR at 5. minutes, 4.hour ALT, 24.hour NACS in EA was significantly high. We have found that newborn’s APGAR and NACS parameters in EA were favorable. Key Words: section anestesia, epidural and spinal anesthesia, APGAR, NAKS -10- Firdevs Karadoğan ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 GİRİŞ ml/kg, solunum frekansı 10-12/ dk. ayarlanarak kontrollü ventilasyon sağlandı. Anestezi idamesi % 50 O2 ve % 50 N2O içinde 0,5 MAC sevoflurane ile sağlandı. Bebek çıktıktan sonra olgulara analjezik olarak 1 mg/kg meperidin verildi. İndüksiyon sonrası 1,5,10,15,30, 45,60. dk. lardaki hemodinamik parametreler (SAB, DAB, OAB, SPO2, KAH) kaydedildi. Cerrahi bitiminde kas gevşeticiler antagonize edilip ekstübe edildi. EA olgulara sol lateral pozisyonda, yapılan cilt temizliği sonrasında L4-5 intervertebral aralıktan 2 ml % 2’lik lidokain (40 mg) ile lokal anestezi uygulanarak 18 G touhy iğnesi ile, orta hattan direnç kaybı yöntemi kullanılarak epidural aralığa 16cc %0,5 lik bupivakain ve 100mcg fentanil uygulanarak epidural anestezi sağlandı. Epidural kateter sefalik yönde ilerletilerek cilde tespit edildi. Hastalar sol yana 15° yatırılıp, başları 30° kaldırılarak pozisyon verildi. Bu sırada hastalara yüz maskesi ile 3 lt/dk O2 verilmeye başlandı. Sezaryen için anestezi yönteminin seçimi; girişimin nedenine, aciliyet derecesine, hastanın ve anestezistin isteğine bağlıdır. Anestezist; anne için en emniyetli ve rahat, yenidoğan için en az depresan olduğuna inandığı ve cerrahi için optimal çalışma koşullarını sağlayan bir yöntem seçmeyi tercih eder (1). Genel anestezi; başka bir kontrendikasyonu olmayan hastanın rejyonal yöntemleri reddetmesi yanında, indüksiyonun hızlı olması nedeniyle acil durumlarda üstünlük kazanır (1). Rejyonal anestezinin avantajları ise; potansiyel depresan ilaçlara yenidoğanın intrauterin maruz kalmaması, annenin akciğer aspirasyon riskinin azalması ve yenidoğanın doğumunda annenin uyanık olmasıdır (1,2). Rejyonal ve özellikle spinal anestezi, anestezinin hızlı başlaması epidural anesteziye göre daha yoğun ve daha güvenilir blok sağlaması nedeniyle tercih edilmektedir (1,2). Yalnız spinal anestezinin genel anesteziye göre daha fazla hipotansiyon, bulantı, kusma, postdural delinmeye bağlı başağrısı olasılığı, sınırlı etki süresi gibi dezavantajlara sahiptir (1). Çalışmamızda, elektif sezaryen girişimlerinde genel ve rejyonal anestezinin; annenin hemodinamik parametreleri, yenidoğanın APGAR, NAKS, ilk beslenme saati, umbilikal ven kan gaz değerleri, doğum sonrası 2. saatteki bebeğin kan şekeri değeri, 4. saat AST/ALT düzeyleri, intrauterin ve doğum sonrası 1. ve 5. dakika kalp atım sayıları üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık (1-2-3). SA olgulara sol lateral pozisyonda, yapılan cilt temizliği sonrasında L4-5 intervertebral aralıktan 25 G atravmatik spinal iğne ile, orta hattan subaraknoid aralığa 3cc %0,5’ lik hiperbarik bupivakain uygulanarak spinal anestezi sağlandı. Hastalar sol yana 15°yatırılıp, başları 30° kaldırılarak pozisyon verildi. Bu sırada hastalara yüz maskesi ile 3 lt/dk O2 verilmeye başlandı. Lokal anestezik enjeksiyonundan sonra 1,5,10,15,30,45,60. dk.’lardaki hemodinamik parametreler kaydedildi. Motor blok Bromage skalası ile, duyusal blok soğuk-sıcak ve pinprick testi ile dermatom düzeyi olarak belirlendi. Anlamlı hipotansiyon gelişen hastalara (ortalama arter basıncının 60 mmHg’nın altına düşmesi) öncelikle 1,5 ml/kg kristaloid solüsyonu, hipotansiyonun devam etmesi durumunda efedrin 5-10 mg intravenöz uygulandı. Her üç gruba da bebek çıktıktan sonra 10 ünite oksitosin intravenöz, 1000 ml sıvıya 20 ünite oksitosin yapıldı. Yenidoğan çıkımından hemen sonra umbilikal kordon klemplenmeden önce umbilikal venden heparinli bir enjektörle kan gazı analizi için 1 cc örnek alındı. Alınan kan gazı örneklerinin analizi hastanemiz kan gazı analizatörü ile yapıldı. GEREÇ VE YÖNTEM Çalışmamız FSM Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde elektif sezaryen endikasyonu konulan, önceden çalışma ile ilgili bilgi verilip onayları alınmış, gebelik haftası 38 ve üzeri olan, ASA I-II risk grubunda, 18-45 yaş aralığında 60 olgu üzerinde gerçekleştirildi. Elektif olmayan olgular, çoğul gebelikler, preterm gebelikler, fetal anomali ve fetal gelişme geriliği olan olgular ile doğum ağırlığı 2500 gramın altında olan yenidoğanlar, mekonyum veya amniotik sıvı aspirasyon riski olan infantlar dahil edilmedi. Ayrıca asit-baz dengesini etkileyebilecek patolojileri ve diyabetes mellitus, hipertansif hastalıkları, antepartum hemoraji, astım bronşiale, Rh uyuşmazlığı, konjenital malformasyonlar gibi obstetrik komplikasyonu söz konusu olan olgular çalışma dışı bırakıldı. Yenidoğanın değerlendirilmesi; bir pediatrist tarafından doğumdan sonraki 1. ve 5.dakika APGAR skorları, 2. ve 24.saatteki NAKS değerleri, ilk beslenme saatleri, umblikal venöz kan gazı değerleri, doğum sonrası 2.saatteki bebeğin kan şekeri değeri, 4. saat AST/ ALT düzeyleri, intrauterin kalp atım sayısı, doğum sonrası 1. ve 5. dakika kalp atım sayıları kaydedildi. Anne ve yenidoğana ait yan etkiler, operasyona başlama ve kordon klemp süresi kaydedildi. İstatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS (Power Analysis and Sample Size) 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart Sapma, Medyan, Frekans, Oran, Minimum, Maksimum) yanısıra normal dağılım gösteren niceliksel verilerin karşılaştırmalarında Oneway Anova Test ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde Tukey HSD test kullanıldı. Normal dağılım göstermeyen parametrelerin karşılaştırmalarında ise Kruskal Wallis test ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde Mann Whitney U test kullanıldı. Normal dağılım gösteren parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında da Paired Sample t testi kullanıldı. Anlamlılık p<0,01 ve p<0,05 düzeylerinde değerlendirildi. Olguların gruplara göre dağılımı; her üç yöntemin avantaj ve ve dezavantajları anlatılarak annenin tercihine göre yapıldı. Herhangi bir premedikasyon verilmeyen olgular GA (Genel Anestezi, n=20), EA (Epidural Anestezi, n=20), SA (Spinal Anestezi, n=20) olarak ayrıldı. Her üç gruptaki olgular operasyon odasına alındıktan sonra, sistolik arter basıncı (SAB), diyastolik arter basıncı (DAB), ortalama arter basıncı (OAB), periferik oksijen satürasyonu (SPO2), kalp atım hızı (KAH) monitörize edilerek ölçülen değerler bazal değer olarak kaydedildi. Olgulara el sırtından 20G IV kanül yerleştirilip, 7mg/kg/saat hızında %0.9 NaCl infüzyonuna başlandı. GA olgulara; 3-5 dk. süre ile %100 oksijen ile preoksijenizasyon uygulandı. Anestezi indüksiyonunda 2-2,5 mg/kg propofol (kirpik refleksi kayboluncaya kadar), 0,6 mg/kg rokuronyum uygulanarak endotrakeal entübasyon gerçekleştirildi. Olgularda tidal volüm 8-10 -11- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Anestezi türlerine göre olguların 1.dakika APGAR skorları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermezken (p>0,05); 5.dakika APGAR ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir. (p<0,01). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; epidural anestezi yapılan olguların 5.dakika APGAR skorları, genel ve spinal anestezi yapılan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,004; p=0,003; p<0,01). Genel ve spinal anestezi yapılan olguların 5.dakika APGAR skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,768; p>0,05). BULGULAR Tablo 1: Umblical kan gazı bulguları. Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD pH 7,36±0,03 7,35±0,04 7,36±0,04 paO2; (Medyan) 41,37±14,35 (38,25) 30,2±10,29 (29,60) 32,54±11,42 (29,25) b 0,012* a paCO2 42,13±2,81 44,58±8,48 40,63±4,80 b Laktat; (Medyan) 1,75±0,43 (1,75) 2,07±0,81 (1,80) 1,73±0,53 (1,70) a HCO3 21,86±1,42 21,28±1,38 21,46±1,28 b BE; (Medyan) -1,92±1,43 (-2,05) -1,46±1,36 (-1,35) -2,01±1,53 (-2,35) a spO2 92,91±8,85 91,97 ±11,34 88,02±14,40 b Kruskal Wallis Test a b 0,747 0,108 0,593 0,398 0,383 0,383 Oneway Anova Test *p<0,05 Anestezi türlerine göre pH, paCO2, Laktat, HCO3, BE ve spO2 ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermezken (p>0,05); paO2 ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,05). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; genel anestezi yapılan olguların paO2 ölçümleri, spinal ve epidural anestezi yapılan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,008; p=0,014; p<0,05). Spinal ve epidural anestezi yapılan olguların paO2 ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,685; p>0,05). Şekil 2: Anestezi türlerine göre 1. ve 5.dk APGAR skorları değişimi Anestezi türlerine göre olguların 2.saat NAKS skorları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermezken (p>0,05); 24.saat NAKS skorları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; epidural anestezi yapılan olguların 24.saat NAKS skorları, genel anestezi yapılan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,014; p<0,05). Diğer grupların 24.saat NAKS skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,124; p=0,625; p>0,05). Şekil 1: Anestezi türlerine göre paO2 ölçümleri değişimi Tablo 2: Anestezi Türüne Göre APGAR, NAKS Skorları ve Kalp Atım Sayılarına İlişkin Değerlendirmeler a Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD 1.dk APGAR; (Medyan) 7,45 ±1,15 (8,0) 7,40 ±1,23 (7,5) 8,00 ±0,56 (8,0) 5.dk APGAR; (Medyan) 8,75± 0,64 (9,0) 8,70 ±0,66 (9,0) 9,30 ±0,47 (9,0) 2.saat NAKS 35,80 ±1,40 36,60 ±1,10 36,45 ±1,00 24.saat NAKS 37,45 ±1,50 38,20 ±0,83 38,55 ±1,15 İntrauterin Kalp Atım Sayısı 147,05 ±11,31 150,45 ±8,73 151,40 ±9,20 b 0,344 1.dk Kalp Atım Sayısı 131,85 ±16,74 135,15 ±14,23 139,30 ±12,68 b 0,281 5.dk Kalp Atım Sayısı 142,10 ±9,80 140,45 ±9,65 142,50 ±7,72 b 0,753 Kruskal Wallis Test b Oneway Anova Test P a 0,084 a 0,003** b b 0,082 Şekil 3: Anestezi türlerine göre 2. ve 24.dk NAKS skorları değişimi Anestezi türlerine göre olguların intrauterin kalp atım sayıları, doğum sonrası 1.dk ve 5.dk kalp atım sayıları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların ilk beslenme saatleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların doğum sonrası 2.saat kan şekeri ölçümleri arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların doğum sonrası 4.saat AST ölçümleri 0,016* **p<0,01 *p<0,05 -12- Firdevs Karadoğan ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermezken (p>0,05); ALT ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05). Yapılan ikili karşılaştırmalara göre; epidural anestezi uygulanan olguların doğum sonrası 4.saat ALT, spinal anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,006; p<0,01). Diğer grupların 4.saat ALT ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,074; p=0,438; p>0,05). istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01) (Tablo 5). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; genel anestezi uygulanan olguların 1., 5., 10. ve 15.dakika kalp tepe atımları, spinal ve epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,025; p=0,001; p<0,05). Tablo 3: Anestezi Türlerine Göre Olguların İlk Beslenme Saati, Açlık Kan Şekeri, AST ve ALT Ölçümlerine İlişkin Değerlendirmeler Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD İlk Beslenme Saati;(Medyan) 2,25±1,64 (2,0) 1,70±1,16 (1,2) 1,70±1,65 (1,0) a 2.saat Kan Şekeri 62,60±9,97 61,50±6,95 68,85±14,77 b 4.saat AST;(Medyan) 47,60±20,45 (51,5) 44,55±13,12 (42,5) 53,75±42,95 (47,0) a 4.saat ALT;(Medyan) 17,80±13,36 (12,0) 13,20±7,94 (10,5) 24,05±15,76 (16,5) a Kruskal Wallis Test b OnewayAnova Test P 0,153 0,085 0,957 a 0,022* *p<0,05 Şekil 5: Anestezi türlerine göre cilt insizyon–kordon klempsüreleri değişimi Spinal ve epidural anestezi uygulanan olguların 1.dakika kalp tepe atımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,332; p>0,05). Tablo 5: Anestezi Türlerine Göre Olguların Kalp Tepe Atımlarına İlişkin Değerlendirmeler Kalp Tepe Atımı Başlangıç KTA Şekil 4: Anestezi türlerine göre doğum sonrası 4.saat ALT ölçümleri değişimi Anestezi türlerine göre olguların cilt insizyon – kordon klemp süreleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; epidural anestezi uygulanan olguların cilt insizyon – kordon klemp süreleri, genel anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,004; p<0,01). a Epidural Anestezi (n=20) 97,05±18,48 90,10±17,27 86,85±10,42 P a 0,123 1.dk KTA 109,50±19,94 95,25±16,98 87,65±12,63 0,001** 5.dk KTA 110,70±20,24 79,70±20,69 86,00±14,71 0,001** 10.dk KTA 98,05±12,79 78,30±17,54 83,00±10,56 0,001** 15.dk KTA 95,60±13,14 81,20±12,99 84,55±9,54 0,001** 30.dk KTA 87,00±16,96 80,85±9,79 89,30±16,74 0,187 45.dk KTA 86,95±17,38 79,58±13,18 86,90±12,33 0,200 **p<0,01 Tablo 5a: Kalp Tepe Atımlarına İlişkin Grup İçi Değerlendirmeleri Grup İçi Karşılaştırmalar Genel Anestezi b Spinal Anestezi b p p Epidural Anestezi b p Başlangıç 1.dk KTA 0,010* 0,134 0,660 Başlangıç 5.dk KTA 0,002** 0,022* 0,753 Başlangıç 10.dk KTA 0,811 0,008** 0,028* Başlangıç 15.dk KTA 0,761 0,068 0,270 Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Min-Mak 2-9 2-10 2-13 Ort±SD 4,28 ±1,82 5,18 ±2,14 6,35 ±2,58 Medyan 4,0 5,0 6,0 Ort±SD 49,45 ±9,61 52,15 ±12,89 47,00 ±11,38 Başlangıç 30.dk KTA 0,007** 0,030* 0,467 52,0 50,0 48,0 0,032* 0,985 *p<0,05 Başlangıç 45.dk KTA 0,032* **p<0,01 Medyan a Spinal Anestezi (n=20) Oneway Anova Test Tablo 4: Anestezi Türlerine Göre Cilt İnsizyon -Kordon Klemp Sürelerine İlişkin Değerlendirmeler Cilt İnsizyon –Kordon Klemp Süresi Genel Anestezi (n=20) Kruskal Wallis Test a p 0,015* b Paired Samples Test Diğer grupların cilt insizyon – kordon klemp süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p=0,138; p=0,126; p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların başlangıç kalp tepe atımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05) (Tablo 5). Anestezi türlerine göre olguların 1., 5., 10. ve 15.dakika kalp tepe atımları **p<0,01 *p<0,05 Anestezi türlerine göre olguların 30.dakika ve 45.dakika kalp tepe atımları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05) (Tablo 5). Genel Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1. dakika KTA ölçümlerindeki ortalama 12,45±19,38’lik artış (p<0,05) ve 5.dakikadaki ortalama 13,65±17,31’lik artış (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı -13- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 bulunmuştur (Tablo 5a). Başlangıca göre 10.dakika ve 15.dakika KTA ölçümlerindeki değişimler ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 5a). Başlangıca göre 30.dakika KTA ölçümlerindeki ortalama 10,05±14,90’lık düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama9,37±17,60’lık düşüş (p<0,05) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 5a). Spinal Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika KTA ölçümlerindeki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0,05); 5.dakikadaki ortalama 10,40±18,61’lik düşüş (p<0,05) ve 10.dakikadaki ortalama 11,80±17,74’lük düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 5a). Başlangıca göre 15.dakika KTA ölçümlerindeki değişim ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 5a). Başlangıca göre 30.dakika KTA ölçümlerindeki ortalama 9,25±17,69’luk düşüş (p<0,05) ve 45.dakikadaki ortalama 10,47±19,63’lük düşüş (p<0,05) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 5a). Epidural Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika, 5.dakika, 15.dakika, 30.dakika ve 45.dakikadaki KTA ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0,05); 10.dakikadaki ortalama 3,85±7,23’lük düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05) (Tablo 5a). Anestezi türlerine göre olguların başlangıç ve 1.dakika sistolik arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05) (Tablo 6). Anestezi türlerine göre olguların 5. ve 30.dakika sistolik arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01) (Tablo 6). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; spinal anestezi uygulanan olguların 5. ve 30. dakika sistolik arter basıncı ölçümleri, genel ve epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde düşüktür (p=0,001; p=0,007; p<0,01). Genel ve epidural anestezi uygulanan olguların 5.dakika sistolik arter basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,114; p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların 10., 15. ve 45.dakika sistolik arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01) (Tablo 6). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; genel anestezi uygulanan olguların 10. 15. ve 45. dakika sistolik arter basıncı ölçümleri, spinal ve epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,001; p=0,017; p<0,05). Spinal ve epidural anestezi uygulanan olguların 10.dakika sistolik arter basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,191; p>0,05). Genel Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika SAB ölçümlerindeki ortalama 12,35±22,01’lik düşüş (p<0,05); 15.dakikadaki ortalama 12,75±15,60’lık düşüş (p<0,01) ve 30.dakikadaki ortalama 17,85±15,93’lük düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 6a). Başlangıca göre 5.dakika, 10.dakika ve 45.dakika SAB ölçümlerindeki değişimler ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 6a). Spinal Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika SAB ölçümlerindeki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0,05); 5.dakikadaki ortalama 20,00±21,57’lik düşüş (p<0,01) ve 10.dakikadaki ortalama 15,90±17,31’lik düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 6a). Başlangıca göre 15.dakika SAB ölçümlerindeki ortalama 16,60±16,43’lük düşüş (p<0,01), 30.dakikadaki ortalama 22,00±17,24’lük düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama 19,21±17,27’lik düşüş (p<0,01) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (tablo 6a). Epidural Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika SAB ölçümlerindeki ortalama 9,20±10,06’lık düşüş (p<0,01), 5.dakikadaki ortalama 8,40±15,67’lik düşüş (p<0,05) ve 10.dakikadaki ortalama 12,70±13,77’lik düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 6a). Başlangıca göre 15.dakika SAB ölçümlerindeki ortalama 13,10±15,03’lük düşüş (p<0,01), 30.dakikadaki ortalama 16,85±20,07’lik düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama 15,90±19,51’lik düşüş (p<0,01) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 6a). Şekil 6: Anestezi türlerine göre takipteki Kalp Tepe Atımları değişimi Tablo 6: Anestezi Türlerine Göre Olguların Sistolik Arter Basıncı Ölçümlerine İlişkin Değerlendirmeler Sistolik Arter Basıncı Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD p Başlangıç SAB 126,10±12,43 118,40±18,68 123,10±15,21 1.dk SAB 113,75±18,53 117,80±20,12 113,90±12,01 0,703 5.dk SAB 125,20±14,90 98,40±21,30 114,70±11,20 0,001** 10.dk SAB 123,10±17,15 102,50±15,25 110,40±8,73 0,001** 15.dk SAB 113,35±12,65 101,80±12,64 110,00±9,96 0,010* 30.dk SAB 108,25±11,67 96,40±13,45 106,25±11,25 0,007** 45.dk SAB 118,53±14,92 101,58±10,64 107,20±10,52 0,001** a Oneway Anova Test Arter Grup İçi Karşılaştırmalar Başlangıç - 1.dk SAB 0,300 Basıncı Ölçümlerine Genel Anestezi Spinal Anestezi İlişkin Grup İçi Epidural Anestezi bp bp bp 0,021* 0,863 0,001** Başlangıç - 5.dk SAB 0,737 0,001** 0,027* Başlangıç - 10.dk SAB 0,460 0,001** 0,001** Başlangıç - 15.dk SAB 0,002** 0,001** 0,001** Başlangıç - 30.dk SAB 0,001** 0,001** 0,001** Başlangıç - 45.dk SAB 0,082 0,001** 0,002** Paired Samples Test Şekil 7: Anestezi türlerine göre takipteki Sistolik Arter Basıncı değişimi **p<0,01 Tablo 6a: Sistolik Değerlendirmeleri b a **p<0,01 *p<0,05 -14- Firdevs Karadoğan ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 17,00±14,34’lük düşüş (p<0,01), 30.dakikadaki ortalama 20,80±18,97’lik düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama 15,32±13,31’lik düşüş (p<0,01) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 7a). Tablo 7: Anestezi Türlerine Göre Olguların Diastolik Arter Basıncı Ölçümlerine İlişkin Değerlendirmeler Diastolik Arter Basıncı Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD a p Başlangıç DAB 78,20±9,07 71,90±14,49 75,85±11,11 0,240 1.dk DAB 75,85±11,48 65,70±15,17 74,50±11,47 0,031* 5.dk DAB 83,15±18,23 56,55±18,92 69,35±8,92 0,001** 10.dk DAB 74,15±18,87 57,30±9,84 70,05±9,22 0,001** 15.dk DAB 65,50±11,86 54,90±14,27 66,85±9,96 0,005** 30.dk DAB 63,25±11,44 51,10±14,13 62,85±10,08 0,003** 45.dk DAB 75,58±14,59 57,63±9,08 62,80±10,05 0,001** a Oneway Anova Test **p<0,01 Epidural Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika DAB ölçümlerindeki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0,05); 5.dakikadaki ortalama 6,50±9,36’lık düşüş (p<0,01) ve 10.dakikadaki ortalama 5,80±10,65’lik düşüş (p<0,05) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 7a). Başlangıca göre 15.dakika DAB ölçümlerindeki ortalama 9,00±11,68’lik düşüş (p<0,01), 30.dakikadaki ortalama 13,00±12,66’lık düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama 13,05±14,65’lik düşüş (p<0,01) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 7a). *p<0,05 Tablo 7a: Diastolik Arter Basıncı Ölçümlerine İlişkin Grup İçi Değerlendirmeleri Grup İçi Karşılaştırmalar b Genel Anestezi b p Spinal Anestezi b p Epidural Anestezi b Anestezi türlerine göre olguların başlangıç, 5. ve 45. dakika ortalama arter basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,05) (Tablo 8). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; genel anestezi uygulanan olguların başlangıç ortalama arter basıncı ölçümleri, spinal anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,048; p<0,05). p Başlangıç - 1.dk DAB 0,363 0,091 0,561 0,006** Başlangıç - 5.dk DAB 0,201 0,004** Başlangıç - 10.dk DAB 0,293 0,001** 0,025* Başlangıç - 15.dk DAB 0,001** 0,001** 0,003** Başlangıç - 30.dk DAB 0,001** 0,001** 0,001** Başlangıç - 45.dk DAB 0,412 0,001** 0,001** Paired Samples Test **p<0,01 *p<0,05 Anestezi türlerine göre olguların başlangıç diastolik arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05) (Tablo 7). Anestezi türlerine göre olguların 1., 10., 15., 30. dakika diastolik arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01) (Tablo 7). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; spinal anestezi uygulanan olguların 1.dakika diastolik arter basıncı ölçümleri, genel ve epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde düşüktür (p=0,045; p=0,040; p<0,05). Genel ve epidural anestezi uygulanan olguların 1.dakika diastolik arter basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,941; p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların 5. ve 45. dakika diastolik arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01) (Tablo 7). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; genel anestezi uygulanan olguların 5.dakika diastolik arter basıncı ölçümleri, spinal ve epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,001; p=0,023; p<0,05). Epidural anestezi uygulanan olguların 5.dakika diastolik arter basıncı ölçümleri de spinal anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,038; p<0,05). Şekil 8: Anestezi türlerine göre takipteki Diastolik Arter Basıncı değişimi Tablo 8: Anestezi Türlerine Göre Olguların Ortalama Arter Basıncı Ölçümlerine İlişkin Değerlendirmeler Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD 99,65±10,47 90,70±14,19 93,75±9,85 1.dk OAB 90,65±14,16 86,50±16,00 89,00±11,81 0,647 5.dk OAB 101,50±16,03 73,05±20,00 85,75±10,68 0,001** 10.dk OAB 94,20±18,34 74,50±10,58 85,70±9,14 15.dk OAB 85,60±12,30 74,05±13,77 83,20±11,27 0,012* 30.dk OAB 81,65±11,56 69,55±12,88 79,05±10,29 0,004** 45.dk OAB 91,63±16,24 70,95±17,48 78,70±10,39 0,001** Ortalama Arter Basıncı Başlangıç OAB Genel Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1. dakika, 5. dakika, 10. dakika DAB ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 7a). Başlangıca göre 15. dakika DAB ölçümlerindeki ortalama 12,70 ± 11,44’lük düşüş (p<0,01) ve 30. dakikadaki ortalama 14,95±12,18’lik düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 7a). Başlangıca göre 45. dakika DAB ölçümlerindeki değişim ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 7a). a Oneway Anova Test **p<0,01 Tablo 8a: Ortalama Değerlendirmeleri Grup İçi Karşılaştırmalar Spinal Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika DAB ölçümlerindeki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0,05); 5. dakikadaki ortalama 15,35±21,08’lik düşüş (p<0,01) ve 10.dakikadaki ortalama 14,60±14,67’lik düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 7a). Başlangıca göre 15.dakika DAB ölçümlerindeki ortalama b -15- Arter p 0,045* 0,001** *p<0,05 Basıncı Genel Anestezi b a Ölçümlerine Spinal Anestezi b p p İlişkin Grup Epidural Anestezi b p Başlangıç - 1.dk OAB 0,013* 0,108 0,009** Başlangıç - 5.dk OAB 0,609 0,001** 0,001** Başlangıç - 10.dk OAB 0,172 0,001** 0,001** Başlangıç - 15.dk OAB 0,001** 0,001** 0,001** Başlangıç - 30.dk OAB 0,001** 0,001** 0,001** Başlangıç - 45.dk OAB 0,061 0,001** 0,001** Paired Samples Test **p<0,01 *p<0,05 İçi BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Diğer grupların başlangıç ortalama arter basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,254; p=0,688; p>0,05). Anestezi türlerine göre olguların 1.dakika ortalama arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05) (Tablo 8). Anestezi türlerine göre olguların 10., 15. ve 30. dakika ortalama arter basıncı ölçümleri istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01) (Tablo 8). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; spinal anestezi uygulanan olguların 10.dakika ortalama arter basıncı ölçümleri, genel ve epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde düşüktür (p=0,001; p=0,027; p<0,05). Genel ve epidural anestezi uygulanan olguların 10.dakika ortalama arter basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,117; p>0,05). Genel Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika OAB ölçümlerindeki ortalama 9,00±14,76’lık düşüş (p<0,05) istatistiksel olarak anlamlı bulunurken; başlangıca göre 5.dakika ve 10.dakika OAB ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 8a). Başlangıca göre 15.dakika OAB ölçümlerindeki ortalama 14,05±12,08’lik düşüş (p<0,01) ve 30.dakikadaki ortalama 18,00±14,60’lık düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunurken; başlangıca göre 45.dakika OAB ölçümlerindeki değişim ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 8a). Spinal Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika OAB ölçümlerindeki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p>0,05); 5.dakikadaki ortalama 17,65±20,21’lik düşüş (p<0,01) ve 10.dakikadaki ortalama 16,20±11,33’lük düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 8a). Başlangıca göre 15.dakika OAB ölçümlerindeki ortalama 16,65±16,12’lik düşüş (p<0,01), 30.dakikadaki ortalama 21,15±17,18’lik düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama 21,05±19,67’lik düşüş (p<0,01) de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 8a). Epidural Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika OAB ölçümlerindeki ortalama 4,75±7,30’luk düşüş (p<0,01); 5.dakikadaki ortalama 8,00±8,74’lük düşüş (p<0,01) ve 10.dakikadaki ortalama 8,05±8,88’lik düşüş (p<0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 8a). Başlangıca göre 15.dakika OAB ölçümlerindeki ortalama 10,55±10,22’lik düşüş (p<0,01), 30.dakikadaki ortalama 14,70±14,49’luk düşüş (p<0,01) ve 45.dakikadaki ortalama 15,05±15,65’lik düşüş (p<0,01)de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (Tablo 8a). Tablo 9: Anestezi Türlerine Göre Olguların spO2Ölçümlerine İlişkin Değerlendirmeler Genel Anestezi (n=20) Spinal Anestezi (n=20) Epidural Anestezi (n=20) Ort±SD Ort±SD Ort±SD 99,60±0,68 99,20±1,06 98,90±1,17 0,089 1.dk spO2 99,95±0,22 99,15±1,63 98,85±1,14 0,011* 5.dk spO2 99,85±0,49 99,70±0,66 98,85±1,04 0,001** 10.dk spO2 99,85±0,49 99,40±1,10 99,20±1,01 0,075 15.dk spO2 99,65±0,81 99,55±0,69 99,25±0,85 0,255 30.dk spO2 99,45±0,83 99,35±1,66 99,40±0,82 0,964 45.dk spO2 99,68±0,58 99,37±1,01 99,40±0,68 0,391 Periferik Oksijen Saturasyonu Başlangıç spO2 a OnewayAnova Test **p<0,01 a p *p<0,05 Tablo 9a: spO2 Ölçümlerine İlişkin Grup İçi Değerlendirmeleri Grup İçi Karşılaştırmalar b Genel Anestezi b p Spinal Anestezi b p Epidural Anestezi b p Başlangıç-1.dk spO2 0,031* 0,888 0,716 Başlangıç-5.dk spO2 0,204 0,056 0,772 Başlangıç-10.dk spO2 0,204 0,385 0,055 Başlangıç-15.dk spO2 0,841 0,185 0,149 Başlangıç-30.dk spO2 0,562 0,691 0,076 Başlangıç-45.dk spO2 0,790 0,546 0,066 PairedSamples Test *p<0,055 Anestezi türlerine göre olguların 1. ve 5.dakika spO2 ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05) (Tablo 9). Farklılığı yaratan grubu belirlemek amacıyla yapılan ikili karşılaştırmalara göre; genel anestezi uygulanan olguların 1. ve 5.dakika spO2 ölçümleri, epidural anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,011; p<0,05). Diğer grupların 1.dakika spO2 ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,081; p=0,691; p>0,05). Genel Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika spO2 ölçümlerindeki ortalama 0,35±0,67’lik artış istatistiksel olarak anlamlı bulunurken (p<0,05); 5.dakika, 10.dakika, 15.dakika, 30.dakika ve 45. dakikadaki spO2 ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 9a). Spinal Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika, 10.dakika, 15.dakika, 30.dakika ve 45.dakikadaki spO2 ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 9a). Epidural Anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika, 5.dakika, 15.dakika ve 45.dakikadaki spO2 ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05) (Tablo 9a). Şekil 9: Anestezi türlerine göre takipteki Ortalama Arter Basıncı değişimi Anestezi türlerine göre olguların başlangıç, 10, 15, 30 ve 45. dakika spO2 ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p<0,05) (Tablo 9). Şekil 10: Anestezi türlerine göre takipteki Periferik Oksijen Saturasyonu değişimi -16- Firdevs Karadoğan ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 TARTIŞMA sezaryen operasyonlarındaki yenidoğanlarda NAKS 2. saat değerini düşük bulmuştur. Abboud ve ark. (2) benzer şekilde NAKS 2. saat değerini düşük tespit etmiştir. Gambling ve ark. (5) ise NAKS 2. saat değerini genel anestezi uygulananlarda spinal anestezi uygulananlardan düşük bulmuştur. Bizim çalışmamızda epidural anestezi uygulanan olguların 24.saat NAKS değeri diğer gruplara göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. 2.saat NAKS değerinin her üç grupta benzer bulunması literatür sonuçlarıyla uyumludur. Literatürde umblikal ven kan gazı değerlerinde farklı sonuçlar bildirilmiştir Özalevli ve ark. (10) umblikal ven kan gazı sonuçlarını normal düzeylerde saptamış ve olguların hiç birinde hipoksi veya asidoz tespit etmemişlerdir. (5-13-14). Açmaz ve ark. (8) spinal ve genel anestezi uygulamalarının karşılaştırılmasında spinal anestezi uygulanan olguların umblikal ven kan gazı değerlerinde asidoz tespit etmişler ve bu sonucu annenin hipotansiyonu sonucu plasental hipoperfüzyona bağlamışlardır. Roberts ve ark. (15) 1601 vaka üzerinde yapmış oldukları çalışmada spinal anestezi ve kombine spinal-epidural anestezi uygulanan olgularda epidural anestezi uygulanan olgulara göre daha fazla fetal asidemi tespit etmişlerdir. Çalışmamızda umblikal ven kan gazı sonuçlarında genel anestezi uygulanan olgularda PaO2 değeri anlamlı derecede diğer gruplara göre yüksek bulunmuştur. Bu sonuç genel anestezi grubunda mekanik ventilasyon uygulaması ile ilişkilendirilmiştir. Purtuloğlu ve ark. (6) genel anestezi uygulanan annelerin bebeklerinde fetal ALT, AST, total kortizol ve kreatin kinaz değerlerini çalışmışlar; ALT ve total kortizol değerlerini genel anestezi grubunda daha yüksek tespit etmişlerdir. Çalışmamızda ise yenidoğanın 4. Saat ALT değeri epidural anestezi uygulanan olgularda diğer gruplara göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Bu çalışmada elektif sezaryen operasyonu yapılacak 60 kadın olguda üç farklı anestezi yöntemi uyguladık. Annenin tercihine göre bir gruba genel anestezi, bir gruba spinal anestezi, bir gruba da epidural anestezi yöntemi uyguladık. Bu üç anestezi yönteminin anne hemodinamisine etkilerini, yenidoğanın APGAR, NAKS, ilk beslenme saati, umbilikal ven kan gaz değerleri, bebeğin doğum sonrası 2.saatteki kan şekeri değeri, 4. saat AST/ALT düzeyleri, intrauterin ve doğum sonrası 1. ve 5. dakika kalp atım sayısı üzerine etkilerini inceledik. Literatürde yapılan çalışmalarda spinal anestezinin annede hipotansiyon ve bradikardiye neden olduğu bildirilmektedir.(1-4-5) Balcı ve ark.(1) spinal anestezi grubunda kalp tepe atımını düşük bulmuştur. Purtuloğlu ve ark.(6) ise genel ve spinal anestezi arasında kalp tepe atımı açısından benzer sonuçlar tespit etmiştir. Çalışmamızda genel anestezi uygulanan olguların 1.,5.,10. ve 15. dakika kalp tepe atımları epidural ve spinal anestezi uygulanan olgulardan anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Bizler genel anestezi verilen sezaryen vakalarının kalp tepe atım yüksekliğinin endotrakeal entübasyona bağlı sempatik aktivasyon sonucu hemodinamik cevap olduğunu düşünüyoruz. Özellikle spinal anesteziye bağlı sempatik blokaj sonucunda kalp atım hızının düşmesi 5., 10., 15. dakikalarda bariz olarak görülmektedir. Spinal anestezide sempatik blokaja bağlı hipotansiyon beklenen bir sonuçtur (7). Benzer şekilde literatürde spinal anesteziye bağlı hipotansiyon tespit edilmiştir (1-3-6-8). Bizim çalışmamızda; annelerin 5.,10. ve 15. dakika sistolik arter basınçları genel anestezi grubunda anlamlı derecede yüksek bulunurken,30.dakika değeri spinal anestezi grubunda düşük bulunmuştur. 5., 10.,15. ve 30. dakika diastolik ve ortalama arter basınçları spinal anestezide anlamlı derecede düşük tespit edilmiştir. Genel anestezi uygulanan olguların başlangıca göre 1.dakika spO2 ölçümlerindeki artış istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunurken; 5., 10., 15., 30. ve 45.dakikadaki spO2 ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu farklılığın mekanik ventilasyona bağlı olduğu sonucuna varılmıştır. Çalışmamızda epidural anestezi uygulanan olguların cilt insizyon –kordon klemp süreleri; genel ve spinal anestezi uygulanan olgulardan anlamlı düzeyde yüksektir. Bu farklılık; bilindiği gibi epidural anestezinin yeterli blok düzeyine ulaşması için beklenen süreye bağlanmıştır. SONUÇ Sonuç olarak; epidural anestezi grubunda bebeğin APGAR ve NAKS değişkenleri olumlu anlamda iyi bulundu ve bebek lehine epidural anestezinin tercih edilmesi yorumunu getirdi. Yalnız ALT deki yükseklik bu tercihe bir soru işareti getiriyordu. Bu bulgular eşliğinde anne ve bebek açısından yaygın olarak kullanılan epidural anestezinin APGAR ve NAKS değerleri yönünden de güvenirliği tartışıldı..Bu bulgularla ilgili daha fazla yorum yapabilmek için daha çok sayıda çalışmaya gerek vardır. APGAR skorları yenidoğanın genel durumu hakkında bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Balcı ve ark. (1) 1. ve 5. dakika APGAR değerlerini spinal anestezi grubunda anlamlı derecede yüksek saptamıştır. Müller ve ark. (9) da bu sonuçlara benzer şekilde 5. dakika APGAR değerini rejyonal anestezi grubunda yüksek tespit etmiştir. Bizim çalışmamızda da epidural anestezi grubunda 5. dakika APGAR değerini genel ve spinal anestezi grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek tespit ettik. Bu sonuç yenidoğanın; genel anestezi grubunda olduğu gibi inhalasyon ajanına maruz kalmamasına, spinal anestezi grubunda gözlenen hipotansiyonun görülmemesine bağlanmıştır. NAKS (Nöroadaptif kapasite skoru) yenidoğanın pediatrist tarafından değerlendirilmesi sonucu elde edilen; yenidoğanın yeterli aktivitede olup olmadığını, ilaçların neden olduğu depresif etkiyi ve adaptasyonunu göstermede APGAR skorundan daha duyarlı bir testtir (10, 11). Karaman ve ark. (12) genel anestezi ve epidural anestezi uygulanan KAYNAKLAR 1. Balcı C., Toprak D., Sıvacı R.G. Elektif Sezaryen Girişimlerinde Genel ve Spinal Anestezinin Anne ve Yenidoğan Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi. Selçuk Tıp Derg 2005; 21: 98-103. 2. Abboud T.K., Nagappala S., Murakawa K. Comparison of the Effects of General and Regional Anesthesia for Cesarean Section on Neonatal Neurologic and Adaptive Capacity Scores. Anesth.Analg.1985; 64: 996-1000. 3. Tonni G., Ferrari B., De Felice C. Fetal Acid-Base and Neonatal Status after General and Neuraxial Anesthesia for Elective Cesarean Section. International Journal of Gynecology and Obstetrics 2007; 97: 143-46. -17- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 10. Özalevli M., Balcıoğlu O., Ersalan B. ve ark. Elektif Sezaryen Girişimlerde Sevofluran ve Desfluranın Yenidoğan Üzerine Etkilerinin Karşılaştırması. Türk Anest Rean Der Dergisi 2004; 32: 216-222. 4. Wallace D.H., Leveno K.J., Cunningham F.G., Giescke A.H., Shearer V.E., Sidawi J.E. Randomized comparison of general and regional anesthasia for cesarean delivery in pregnancies complicated by severe preeclampsia. Obstet Gynecol 1995; 86: 193-7. 11. Amiel-Tison C, Barrier G, Shnider SM, et al. A new neurologic and adaptive capacity scoring system for evaluating obstetric medications in full-term new-borns. Anesthesiology 1982; 56:340-350. 5. Gambling DR, Sharma SK, White PF et al. Use of sevoflurane during elective cesarean birth: a comparison with isoflurane and spinal anesthesia. Anesth Analg 1995; 81:90-95. 6. Purtuloğlu T., Özkan S., Teksöz E. ve ark. Elektif sezaryen uygulanan olgularda genel ve spinal anestezinin maternal ve fetal etkilerinin karşılaştırılması. Gülhane Tıp Dergisi 2008; 50: 91-97. 12. Karaman S., Akercan F., Aldemir O. ve ark. The Maternal and Neonatal Effects of the Volatile Anaesthetic Agents Desflurane and Sevoflurane in Caesarean Section: a Prospective, Randomized Clinical Study. The Journal of International Medical Research 2006; 34: 183 – 192. 7. Reynolds F., Seed P.T. Anaesthesia for caesarean section and neonatal acid-base status: a metaanalysis. Anaesthesia, 2005, 60, pages 636–653. 13. Abboud TK, Y. Zhu, M. Richardson et al. Desflurane; a new volatile anesthetic for cesarean section, maternal and neonatal effects. Acta Anaesthesiol Scand 1995; 39:723 -726. 8. Açmaz G., Boztosun A., Yuvacı H. Is spinal anesthesia really innocent? HealthMed 2012 6(3): 945-949. 14. Abboud TK, Swart F, Zhu Y et al. Desflurane analgesia for vaginal delivery. Acta Anaesthesiol Scand 1995; 39:259-261. 9. Mueller M.D., Brühwıler H, Schüpfer G.K. et al Higher Rate of Fetal Acidemia After Regional Anesthesia for Elective Cesarean Delivery. Obstet Gynecol 1997; 90: Issue 1. 15. Roberts S.W., Leveno K.J. , Sıdawı J E., et al. Fetal Acidemia Associated With Regional Anesthesia for Elective Cesarean Delivery. Obstet Gynecol 1995; 85(1): 79-83. -18- Ayşe Ece Şener ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Klinik Araştırma Hemşirelerin Burun Sürüntü Örneklerinde Saptanan Staphylococcus Aureus Suşlarının Metisilin Direnci ve Slime Oluşumu Methicillin Resistance and Slime Production of Staphylococcus Aureus Strains Isolated From Nurse’s Nasal Swabs Ayşe Ece Şener 1, Eren Çamur 1, Güngör Çakmakçı 1, Güzide Ece Akıncı 1 Irmak Şimşek 1, İstem Şanal 1, Ebru Evren 2 1. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem II Öğrencisi 2. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji AD. ÖZET SUMMARY Amaç: Hemşirelerin burun sürüntü örneklerinde Staphylococcus aureus varlığı, metisilin direnci ve slime oluşumunun araştırılmasıdır. Purpose: To evaluate the presence of methicillin resistance and slime formation of nasal Staphylococcus aureus strains isolated from nurses. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2013 yılında 122 hemşireden alınan burun sürüntü örnekleri dahil edilmiştir. Bakteri türlerinin belirlenmesi için Koyun kanlı agar ve MacConkey agar, slime oluşumu için Kongo kırmızılı agara ekim yapılmıştır. Metisilin direnci CLSI 2012 M100-S21 önerilerine göre disk difüzyon yöntemi ile araştırılmıştır. Materials and Methods: 122 nasal swab samples taken from nurses enrolled to this study in 2013. To identify bacterial strains samples were inoculated onto blood agar and MacConkey agar, for slime production, strains were inoculated onto Congo red agar. Methicillin resistance was determined by disc diffusion method according to CLSI 2012 M100-S21 recommendations. Bulgular: Alınan 122 örneğin 116 (%95)’sında üreme tespit edilmiştir. Üreyen mikroorganizmalar sırasıyla koagülaz negatif stafilokok (KNS) (%91), S.aureus (%2.6), KNS+S.aureus (%2.6), KNS +alfa hemolitik streptokok (%1.7), KNS+K.pneumoniae (%1.7) olarak tespit edilmiştir. S.aureus suşlarından sadece birinde (%17) metisilin direnci görülmüştür. Dört (%66.6) S.aureus suşu slime pozitif olarak tespit edilmiştir. Metisiline dirençli S.aureus suşunda ise slime pozitifliği tespit edilmemiştir. Sonuç: Her türlü enfeksiyon kontrol önlemine rağmen sağlık çalışanlarında metisiline dirençli, slime pozitif S.aureus taşıyıcılığına rastlanmakta ve bu durum hastane enfeksiyonları açısından risk faktörü oluşturmaktadır. Anahtar kelimeler: stafilokok, burun taşıyıcılığı, metisilin direnci, slime. Results: Bacterial growth was detected 116 (95%) of 122 samples. The bacteria were coagulase negative staphylococci (CNS) (91%), S.aureus (2.6%), CNS+S.aureus (2.6%), CNS +alpha hemolytic streptococci (1.7%), KNS+K.pneumoniae (1.7%), respectively. Only one S.aureus strain showed methicillin resistance (17%). Four (%66.6) S.aureus strains were slime producers. Methicillin resistant strain showed no slime production. Conclusion: Although several infection control practices, methicillin resistant, slime producing S.aureus strains can be observed. This is a risk factor for nosocomial infections. Key words: staphylococci, nasal carriage, methicillin resistance, slime. İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Dr. Ebru Evren Yazışma Adres: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji AD. Ankara Tel: +90 533 318 20 02 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 26.11.2013 / Kabul: 10.02.2014 * Çalışmanın, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi XV. Çalışma Grupları Sempozyumunda 14-16 Mayıs 2013 tarihinde sözlü sunumu yapılmıştır. ** Bu çalışma Başkent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Araştırma Kurulu tarafından onaylanmış (Proje no:KA 12/284) ve Başkent Üniversitesi Araştırma Fonunca desteklenmiştir. -19- CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ GİRİŞ Staphylococcus aureus; toplum ve hastane kökenli enfeksiyonların önemli sebepleri arasında yer almaktadır. Dünya çapında antibiyotik direncinin artışı S.aureus’a bağlı enfeksiyonların tedavisini zorlaştırmaktadır. S.aureus’un kazanılma riskini nazal taşıyıcılığı olanlar arttırmaktadır (1, 2). Sağlık çalışanlarının cep telefon, steteskop gibi kullandıkları cihazlarda Staphylococcus aureus kolonize olmakla birlikte sıklıkla burun taşıyıcısı olanlar, hastanelerdeki S. aureus, özellikle metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) epidemilerinden büyük oranda sorumlu tutulmaktadır. Burunda kolonize olan MRSA’lar, hastanede primer olarak sağlık çalışanlarının ellerinden bulaşmaktadır (3-5). Staphylococcus aureus‘un nazal taşıyıcılığı stafilokokkal enfeksiyonların patogenezi açısından önemlidir. Bakteri sıklıkla anterior nareste bulunmakta olup hastane enfeksiyonları açısından rezervuar oluştururlar. Burun taşıyıcılığı, özellikle epitel bariyeri geçebilen bakterinin, vücudun değişik bölgelerine taşınmasına zemin hazırlamaktadır. Burun taşıyıcılığının mekanizması ve bu taşıyıcılığın nasıl devam ettiği hala tartışmalı bir konudur (6, 7). Özellikle metisilin direnci, tedavi güçlüğünün ve yüksek morta¬litelerin önemli sebebidir (2). Staphylococcus aureus’un pek çok hastalık oluşturma mekanizması olmakla birlikte biyofilm tabaka oluşturması önemli bir özelliğidir. Biyofilm oluşumu, bakterinin ekstrasellüler matriksi olan slime tabakası aracılığıyla yüzeylere tutunması ile başlamaktadır ve enfeksiyon gelişimi açısından önemli bir özelliktir. Bakterinin biyofilm yapısı içerisinde çoğalabilme yeteneği hem antimikrobiyallere hem de konak savunmasına dirence yol açmaktadır. Özellikle kateterize olan hastalarda ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadırlar. Metisiline direnç biyofilm fenotipini değiştirebilmektedir (2-8-11). Bu çalışmada hastanede çalışan hemşirelerin burun sürüntü örneklerinde S. aureus varlığının araştırılması, bu izolatlarda metisilin direnci ve slime oluşumunun gösterilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM Çalışmaya 2013 yılında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi’nde çalışan 18 ile 40 yaşları arasında, yoğun bakım ve çeşitli servislerde çalışan gönüllü 122 hemşireden alınan burun sürüntü örnekleri dahil edilmiştir. Bu çalışma Başkent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Araştırma Kurulu tarafından onaylanmıştır (Proje no:KA 12/284). Örnek alımından önce her hemşireye bilgilendirilmiş onam formu onaylatılmıştır. Örnek, her iki burun deliğinden steril eküvyon ile alınmıştır, transport besiyerine aktarılarak laboratuvara ulaştırılmıştır. Örnekler; %5 Koyun kanlı agar, MacConkey agar besiyerlerine ekilerek, 37 ºC’de 24 saat inkübasyon sonrası değerlendirilmiştir. Kanlı agarda Staphylococcus spp. ve Gram negatif bakteri varlığı, MacConkey agar- da ise Gram negatif bakteri varlığı değerlendirilmiştir. Kanlı agarda beta hemoliz yapan, beyaz ve/veya altın sarılı pigmentli koloniler, Gram boyama, katalaz ve koagülaz testleri ile değerlendirilmiştir. Katalaz ve koagülaz testleri pozitif Gram pozitif suşlar S.aureus olarak tiplendirilmiştir. Staphylococcus aureus haricindeki mikroorganizmaların identifikasyonu için konvansiyonel yöntemler kullanılmıştır (Gram pozitif mikroorganizmalar için; Gram boyama, katalaz testi, koagülaz testi, Gram negatif mikroorganizmalar için Gram boyama, oksidaz testi, TSI besiyerine ekim, IMVIC testleri) Metisilin direnci CLSI 2012 M100-S21 önerilerine göre disk difüzyon yöntemi ile araştırılmıştır. İzole edilen suşlar Mac Farland 0.5 bulanıklık standardına göre süspansiyon haline getirilerek Mueller Hinton agar besiyerine (Becton Dickinson, ABD) ekilmiştir (12). Oksasilin(1 μg) (Oxoid, İngiltere) ve sefoksitin (30 μg) (Oxoid, İngiltere) diskleri konularak 37° C’de 24 saat inkübe edilmiştir. Oksasilin diski için ≤10 mm, sefoksitin diski için ≤21 mm zon çapı saptanan suşlar dirençli olarak kabul edilmiştir. Slime yapımını araştırmak için Kongo Kırmızılı agar yöntemi kullanılmıştır (13). Besiyerine tek koloni düşecek şekilde yapılan ekimler 37° C’de bir gece inkübe edildikten sonra, koloniler incelenerek koyu kırmızı-siyah renkte olanlar slime pozitif, pembe renkli olanlar ise slime negatif olarak değerlendirilmiştir. Her ekimde besiyerinin kontrolü amacıyla slime pozitif (S.epidermidis ATCC 35984) ve slime negatif (S.aureus ATCC 29213) standart suşlar kullanılmıştır. İstatistiksel değerlendirme: Yaş değişkeni normal dağılım göstermediği için, yaş bakımından cinsiyet grupları Mann-Whitney U testi ile karşılaştırılmıştır. Kategorik verilerin analizinde olabilirlik oran testi (Likelihood ratio) kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Veri analizi SPSS 17,0 istatistik paket programı (SPSS, Version 17, Chicago IL, USA) ile yapılmıştır. Üreyen S.aureus suş sayısı istatistiksel açıdan az olduğu için hipotez kontrolü yapılıp ‘p’ değeri verilememiştir. S.aureus varlığı, metisilin direnci ve slime oluşumuna ait veriler tanımlayıcı istatistiklerle ifade edilmiştir. BULGULAR Çalışmaya dahil olan hemşirelerin %88’i kadın, %12’si erkek olup cinsiyet ile mikroorganizma varlığı arasında istatistiksel bir ilişki bulunmamıştır (p=0,259). Toplam yaş ortalaması 24,7 olup, erkeklerle kadınlar arasında yaş dağılımı bakımından istatistiksel bir fark bulunmamıştır (p=0,373). Alınan 122 örneğin 116 (%95)’sında üreme tespit edilmiş olup örneklerin 6’sında (%5) S.aureus üremiştir. S.aureus haricinde üreyen mikroorganizmalar arasında koagülaz negatif stafilokok (KNS) (%91), KNS+S.aureus (%2,6), KNS +alfa hemolitik streptokok (%1,7) ve KNS+K.pneumoniae (%1,7) bulunmaktadır (Tablo 1). -20- Ayşe Ece Şener ve Ark. Üreyen mikroorganizma KNS CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 n % 106 91,4 S.aureus 3 2,6 KNS*+S.aureus 3 2,6 KNS+AHS** 2 1,7 KNS+K.pneumoniae 2 1,7 116 100 TOPLAM Tablo 1: Burun sürüntü örneklerinde üreyen mikroorganizmaların sayı (n) ve yüzdeleri (%) * KNS: Koagülaz Negatif Kuagülaz ** AHS: Alfa hemolitik streptokok Örneklerin alındığı servislere göre hemşire sayı ve yüzdeleri Tablo 2’de yer almaktadır. Servisler “yoğun bakım ve diğerleri” olarak sınıflandırıldığı zaman her iki grupta da en fazla üreyen bakteri KNS olarak tespit edilmiştir. Burun sürüntü örneklerinde S.aureus izole edilen hemşirelerin bulunduğu birimler kadın hastalıkları ve doğum, yoğun bakım, özel servis, dahiliye servisi, erişkin acil olup, MRSA yoğun bakımda çalışan hemşirenin burun sürüntü örneğinden izole edilmiştir. Mikroorganizmaların servislere göre dağılım durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p=0,626). Üreme saptanan 116 örneğin altısında (%5) S.aureus izole edilmiş olup sadece bir tanesinde metisilin direnci (%17), beşinde (%83) slime pozitifliği tespit edilmiştir. Slime oluşumu, metisiline direnç görülen izolatta negatif olarak tespit edilmiştir. n % Çocuk acil 8 7 Dahiliye 9 7 Erişkin Acil 14 11 Kadın doğum 6 5 Üroloji 11 9 Kalp Damar Cerrahi 10 8 Ortopedi 8 7 Pediatri 7 6 Pediatrik Kalp Damar Cerrahi 4 3 Radyoloji 1 1 Transplantasyon 2 1 Özel servis 18 15 Yoğun Bakım 24 20 TOPLAM 122 100 Tablo 2: Burun sürüntü örnekleri alınan hemşirelerin servislere göre dağılım sayı ve yüzdeleri. TARTIŞMA Stafilokok türleri, bakteri kaynaklı hastane enfeksiyonlarının önemli sebeplerinden birisidir. Stafilokoklar içerisinde önemli bir grubu S.aureus oluşturmaktadır. Antibiyotik dirençli stafilokoklar özellikle metisiline direnç gösterenler hastane kaynaklı enfeksiyonların asıl nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu enfeksiyonlar, morbidite ve mortalite açısından önem kazanmaktadır. Bakteriler sağlık çalışanlarının özellikle deri ve burun mukozasında kolonize olarak nozokomiyal enfeksiyonlar için risk faktörü oluşturmaktadır (14, 15).Sağlık çalışanları ile genel popülasyon arasında S.aureus burun taşıyıcılığı açısından anlamlı bir fark tespit edilmemekle birlikte sağlık çalışanlarda özellikle doktor ve hemşirelerde riskin daha yüksek olduğu bildirilmektedir (16-20). Çalışmamızın verilerine göre hemşirelerde tespit edilen burunda S.aureus taşıyıcılık oranı %5’tir. Bu oran Türkiye ve dünya verilerine göre daha düşüktür. Bu durumun örneklem grubumuzun sayısının diğer çalışmalara oranla daha az olmasından kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz. MRSA oranları 2008 EARSS (European Antimicrobial Resistance Surveillance System) verilerine göre Avrupa’da ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Yapılan çalışmalarda Türkiye’de ≥% 25 direnç olduğu bildirilmektedir (21). Diğer çalışmalarda MRSA oranları irdelendiği zaman; 2004 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan çalışmada 144 S.aureus suşunun 59’unda (%41) metisilin direnci tespit edilmiştir (22). Arabacı ve Oldaçay (23) ise bu oranı %42 olarak bildirmektedirler. Çalışmamızın sonuçlarına göre 6 S.aureus suşunun sadece birinde (%17) metisilin direnci saptanmıştır. Stafilokokların virülans faktörleri çeşitlilik göstermekle birlikte slime tabakaları ile yüzeylere tutunabilme ve sonrasında biyofilm oluşturabilme yetenekleri özellikle hastanede yatan hastalarda kateterle ilişkili enfeksiyon riskini arttırmaktadır (7). Epidemiyolojik çalışmaların çoğunda slime yapımı ile virulans arasında ilişki olduğu bulunmuştur. Çalışmaların çoğunda MRSA’larda slime yapımı daha yüksek oranda tespit edilirken aksi yönde veriler de mevcuttur. Ayrıca metisilin direnci saptanan suşlarda biyofilm oluşturan gen bölgelerindeki genetik kontrol mekanizmalarının daha farklı olduğu bildirilmektedir (2-25-26). Jones ve arkadaşları (24) slime yapan ve yapmayan stafilokoklarda metisilin direncinin farklılık göstermediğini bildirmiştir. Yaşar ve arkadaşları (27) ise slime yapımı olmayan suşlarda metisilin de dahil daha yüksek antibiyotik direnci saptamıştır. Çalışmamızda metisiline dirençli S.aureus suşunda slime yapımı tespit edilmemiştir. Ayrıca, üreyen S.aureus suş sayısı yetersiz olduğu için veri analizi yapılamamış olup slime yapımı ile metisilin direnci arasında istatistiksel bir ilişki kurulamamıştır. Slime oluşumunun tespiti; tüp metodu, doku kültür metodu, Kongo red agara ekim gibi çeşitli yöntemlerle tespit edilebilmekte olup, bu yöntemlerin içerisinde Kongo red agara ekim basit, ucuz, teknik deneyime çok fazla ihtiyaç göstermemektedir. S.aureus, hem toplum kaynaklı hem de hastane kaynaklı enfeksiyonların önemli bir sebebi olmaya devam etmektedir. Özellikle sağlık çalışanları, etkenin bulaşmasında önemli role sahiptir. Antibiyotiklere dirençli S.aureus suşlarının gün geçtikçe artıyor olması endişe vericidir. -21- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 SONUÇ Sonuç olarak, sağlık çalışanları, burunda S.aureus taşıyıcılığı açısından risk oluşturmaktadır. Her ne kadar çalışmamızda bulunan S.aureus taşıyıcılık oranları daha önceki çalışmalarda bulunan oranlara göre daha düşük tespit edilse bile varlığının devam etmesi sağlık çalışanlarının S.aureus burun taşıyıcılığı açısından taranması gerektiğini düşündürmektedir. REFERANSLAR 1. Wertheim HFL, Melles DC, Wos MC et al. The role of nasal carriage in Staphylococcus aureusinfections. Lancet Infect Dis Rev 2005; 5:751-62. 2. Pozzi C, Waters EM, Rudkin JK et al. Methicillin Resistance Alters the Biofilm Phenotype and Attenuates Virulence in Staphylococcus aureus Device-Associated Infections. PLoS Pathogens 2012; 8:1-15. of biofilm produced by clinical isolates of methicillin–resistance Staphylococcus aureus. Afr J Microbiol Res 2009; 3(6):330-338. 14. Sırmatel F, Zeyrek F.Y., Erkmen O.,Hastane Kökenli Stafilokok SuşlarındaMikrodilüsyon Yöntemi ile Antibiyotiklere Direncin Belirlenmesi. Ankem Der 2004; 18:200-204. 15. Boucher HW, Corey GR. Epidemiology of Methicillin-Resistant Staphylococcus aureus. CID 2008; 46:344–9. 16. Olsen K, Sangvik M, Simonsen GS et al. Prevalence and population structure of Staphylococcusaureus nasal carriage in healthcare workers in a general population. The Tromsø Staph and Skin Study. Epidemiol Infect 2013; 141(1):143-52. 17. Malini J, Shruti AH, PadMavathy M., et al. Methicillin-resistant Staphylococcus aureus Carriage among the Health Care Workers in a Tertiary Care Hospital. Journal of Clinical and Diagnostic Research 2012; 6(5): 791-793. 3. Fışkırma İA, Bektaş M, Kimyon U, Ergin Ç. Steteskoplarda metisilin dirençli Staphylococcus aureus kolonizasyonunun araştırılması. Pam Tıp Derg 2011;4:116-118. 18. Aridoğan A., Atasever L., Bal Ç. Klinik Örneklerden İzole Edilen S.aureus Suşlarının Antibiyotiklere Dirençleri. Türk Mikrobiyol Cem Der 2004; 34:20-23. 4. Öztürk R, Ertop M, Parça O, Ergin Ç. Hastane personellerinin cep telefonlarında Staphylococcus aureus kolonizasyonunun araştırılması. Pam Tıp Derg 2013;6(1):18-21) 19. Çelik İ., Cihangiroğlu M., Sevim E., Çabalak M., Akbulut A. Sağlık Çalışanlarının Burunlarından İzole Edilen Koagülaz Pozitif ve Negatif Stafilokolarda Metisilin Direnci ve Slime Pozitifliği. Fırat Tıp Der 2005, 10: 123-26. 5. Gündüz T, Akgül S, Aktaş E, Saçar T. Sağlık yüksekokulu öğrencilerinde nasal Staphylococcus aureus taşıyıcılığı. Pam Tıp Derg 2008;1(2):82-83. 6. Belkum AV, Verkaik NJ, Vogel CP et al. Reclassification of Staphylococcus aureus Nasal Carriage Types. J Infect Dis 2009; 199:1820–1826. 7. Archer NK, Mazaitis MJ, Costerton JW, Leid JG, Powers ME, Shirtliff ME. Staphylococcus aureus biofilms: Properties, regulation and roles in human disease.Virulence 2011; 2(5):445-459. 8. Podbielska A, Galkowska H, Stelmach E et al. Slime Production by Staphylococcus aureus and Staphylococcus epidermidis Strains Isolated from Patients with Diabetic Foot Ulcers. Arch. Immunol. Ther. Exp 2010; 58:321–24. 9. Thurlow LR, Hanke ML, Fritz T et al. Staphylococcus aureus biofilms prevent macrophage phagocytosis and attenuate inflammation in vivo. J Immunol 2011;186(11): 6585-96. 10. Kiedrowski MR, Horswill AR. New approaches for treating staphylococcal biofilm infections. Ann N Y Acad Sci 2011;1241:104-21. 11. Rezaei M, Moniri R, Mousavi SGA et al. Prevalence of Biofilm Formation Among Methicillin Resistance Staphylococcus aureus Isolated From Nasal Carriers. Jundishapur J Microbiol 2013;6(6):e9601. 12. Clinical and Laboratory Standards Institute.Performance Standards for Antimicrobial Susceptibility Testing; Twenty-Second Informational Supplement M100-S22. CLSI, Wayne, PA, USA,2012. 13. Mariana NS, Salman SA, NeelaV, S. Zamberi S. Evaluation of modified Congo red agar for detection 20. Kantarcioğlu A.S.,Yücel A. Hasta refakatçi ve ziyaretçilerinden elde edilen Koagülaz Negatif Stafilokoklarda Metisiline Direnç ve Bunun Slaym Faktör Üretimi İle İlişkisinin Araştırılması. Ankem Der 2002; 16:52-55. 21. Sancak B. MRSA direnç mekanizmaları: Dünyada ve Türkiye’de Epidemiyolojisi, Ankem Der 2012; 26(Ek 2):38-47. 22. Aridoğan A., Atasever L., Bal Ç. Klinik Örneklerden İzole Edilen S.aureus Suşlarının Antibiyotiklere Dirençleri. Türk Mikrobiyol Cem Der 2004; 34:20-23. 23. Arabaci F.E., Oldacay M. Sağlık Çalışanlarının Burun Kültürlerinden İzole Edilen Stafilokoklarda Metisilin Direnci ve Slime Yapımı Pozitifliği. Infek Der 2008;22:165-68. 24. Jones JW, Scott RJD, Morgan J, Pether JVS. A study of coagulase negative staphylococci with reference to slime production, adherence, antibiotic resistance patterns and clinical significance. J HospInfect 1992;22(3): 217-27. 25. O’Neill E, Pozzi C, Houston P et al. Association between methicillin susceptibility and biofilm regulation in Staphylococcus aureus isolates from device-related infections. J Clin Microbiol 2007; 45(5):1379-88. 26. Zhou S, Chao X, Fei M, Dai Y, Liu B. Analysis of S. Epidermidis icaA and icaD genes by polymerase chain reaction and slime production:a case control study. BMC Infectious Diseases 2013, 13:242. 27. Yaşar K, Bilir YA, Pehlivanoğlu F, Şengöz G. Stafilokok suşlarında slaym faktör pozitifliği, metisilin ve antibiyotik direnci. Ankem Der 2011;25: 89-93. -22- Özgür Haki Yüksel ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Klinik Araştırma Laparoskopik Ürolojide Öncü Serimize Ait Sonuçların Literatür Eşliğinde Gözden Geçirilmesi * Our Series of Laparoscopic Urology and Review of The Literature Özgür Haki Yüksel ¹, Fatih Uruç ¹, Mithat Kıvrak ¹, Aytaç Şahin ¹, Ayhan Verit ¹ 1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniği ÖZET BSTRACT Amaç: Laparoskopik uygulamalar; özellikle de onkolojik ve rekonstrüktif olgular için uzun bir öğrenme eğrisi gerektirir. Bu çalışmada laparoskopik cerrahiye ait ilk serimizin sonuçları değerlendirildi ve uroonkolojik olgular üzerinde duruldu. Purpose: Laparoscopic applications require long learning curve especially the oncological and reconstructive ones. ın this study we evaluated our results of the initial series of laparoscopic surgery and focused on the urooncologic cases. Materyal ve Metod: Kliniğimizde Nisan 2012-Ağustos 2013 tarihleri arasında laparaskopik cerrahi uygulanan 45 hasta (ortalama yaş:52.3, yaş aralığı:17-80) gözden geçirildi. Tamamı üst üriner sisteme ait girişimler olup; 3’ü pyeloplasti, 8’i üreterolitotomi, 12’si sımple nefrektomi, 9’u radikal nefrektomi, 3’ü parsiyel nefrektomi, 2’side nefroüreterektomi şeklinde idi. Materials and Methods: In our clinic between April 2012-August 2013, 45 patients (mean age; 52.3, range 17-80) underwent laparoscopic surgery. All procedures were related with upper urinary system such as pyeloplasty (3), ureterolitotomy (8), simple nephrectomy (14), radical nephrectomy (9), partial nephrectomy (2), nephroureterctomy (3) and remaining 8 were cyst excision. The series was performed by single surgeon via transabdominal method and there were 7 oncological cases out of 22 (31.81%). Bulgular: Tüm girişimlerin ortalama ameliyat süresi 166 (60-490), onkolojik vakaların ameliyat süresi 128 (60-450) dakika idi. Onkolojik 2 olgu (%15.5) ve non-onkolojik 5 olgu (%16) olmak üzere toplam 7 vakada transfüzyon ihtiyacı oldu. Ortalama ameliyat süresi tüm vakalar için 5.9 (3-30) gün iken onkolojik vakalarda 5.39 (3-23) gün idi. Onkolojik vakaların sadece birinde masif kanamaya bağlı açık operasyona dönülürken non-onkolojik vakalarda ; intestinal peforasyon gözlenen hasta laparoskopik olarak; mekanik ileus gelişen hasta açık cerrahi teknik ile onarıldı. Diğer komplike hastalar medikal tedavi ile sağaltıldı. Sonuç: Biz iyi bir cerrahi ekip ile üst üriner sisteme ait üroonkolojik ve rekonstriktif cerrahilere laparaskopik öğrenme eğrisinin başlarındada başlanabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Laparaskopi, Öğrenme eğrisi Results: Average operative times were 128 (range 60-450) and 166 (range 60-490) minutes for the oncologic and entire cases respectively. Blood transfusions were needed for 7 (only one oncologic case who underwent secondary surgery for bleeding) patients; 2 (%15.5) and 5 (%16) respectively oncological and non-oncologıcal cases. The average hospitalizations were 5.39 (3-23) and 5.9 (3-30) days for the oncological and the entire ones respectively. One of the cyst excisions was complicated with bowel perforation which was repaired laparoscopically at the second postoperative day. Conclusion: We think that upper system urooncologic and reconstructive surgery can be initiated at the early steps of urologic laparoscopic learning curve via surgical team that complete basic training process of laparoscopy. Key words: Laparoscopy, Learning curve İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Ayhan Verit Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bostancı, İstanbul Tel: +90 535 352 24 74 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 30.11.2013 / Kabul: 10.02.2014 * Bu çalışmanın öncü ilk örneği 4. Uluslar arası Avrasya Üroonkoloji Kongresinde, (Üsküp, Makedonya’da, 30 Ocak - 2 Şubat 2013) poster bildiri olarak sunulmuştur. -23- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 GİRİŞ Laparoskopik cerrahilerin; daha az hastanede kalış süresi, günlük aktiviteye daha hızlı dönüş, daha iyi kozmetik sonuçlar ve açık cerrahilerle karşılaştırıldığında benzer tedavi etkinliği olması nedeniyle popülaritesi artmaktadır. Laparoskopinin ürolojide ilk kullanılışı prostat kanserli hastalarda gerçekleştirilen laparoskopik pelvik lenfadenektomi ile olmuştur (1). Böbrek cerrahisinde ilk kullanılışı ise 1990 yılında Clayman ve ark tarafından gerçekleştirilen 3 cm’lik böbrek onkositomu olan bir vakada yapılan laparoskopik nefrektomidir (2). Bir yıl sonra da Ehrlich ve ark ilk pediatrik laparoskopik nefrektomiyi gerçekleştirmişlerdir (3). Sonrasında ürolojide laparoskopik cerrahi tüm dünyada gittikçe artan sıklıkta ve genişleyen bir endikasyonla uygulanmaya başlanmıştır. Lipsky 1993’de transperitoneal, Gaur 1994’de retroperitoneal laparoskopik üreterolitotomiyi gerçekleştirmişlerdir (4, 5). Laparoskopik pyeloplasti ise ilk kez 1993 yılında Schuessler ve ark. tarafından uygulanmış olup başarı oranları açık pyeloplasti ile rekabet edebilecek düzeyde olan minimal invaziv bir seçenek olarak kullanılmaya başlanmıştır (6). Laparoskopik adrenalektomi ise ilk kez 1992’de Gagner ve ark. tarafından uygulanmıştır (7, 8). Görüntüleme yöntemlerindeki gelişmeler ve minimal invaziv girişimlerin popüler hale gelmesiyle, böbrek kistlerinde laparoskopik girişim tedavi seçenekleri arasında yerini almıştır (9). Son 20 yılda baş döndürücü bir hızda üroloji pratiğine giren laparoskopik cerrahinin en büyük dezavantajlarından biri maliyetin yüksek, öğrenme eğrisinin uzun oluşudur. Özellikle rekonstrüktif ve onkolojik laparoskopik cerrahi oldukça uzun bir öğrenme eğrisini gerektirir. Öğrenme eğrisinin başında uygulanan laparoskopik ameliyatların komplikasyon oranlarının yüksek olduğu görülmüştür. Çalışmamızda üst üriner sistem onkolojik vakaların laparaskopik öğrenme eğrisindeki yeri araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM Kliniğimizde Nisan 2012 - Ağustos 2013 tarihleri arasında 45 hastaya laparoskopik ameliyat uygulandı. Ortalama yaşları 52.3 (17-80) olan hastaların 1’i renal pelviste kitle, 1’i üreteral kitle; 12’si renal kitle, 12’si nonfonksiyone böbrek, 8’i üreter taşı, 3’ü üreteropelvik bileşke darlığı, 8’i böbrek kisti nedeniyle ameliyat edildi. Laparoskopik girişimlerin tamamı transabdominal yöntemle ve tek cerrah tarafından gerçekleştirildi. 45 vakanın 14’ü (%31.11) onkolojik endikasyon ile yapıldı. Başlangıç öğrenme eğrisindeki tüm bu üst renal sistem ile ilgili olgular, onkolojik olanlar ve diğer ürolojik olgular olarak karşılaştırıldı. Operasyon tekniği: Tüm laparaskopik girişimlere transperitoneal olarak; 70 derece lateral dekübit pozisyonda ve 3 portla giriş sağlandıktan sonra başlandı. Port sayısı gereğinde arttırıldı. Laparoskopik böbrek kisti operasyonuna kist tarafındaki kolon medialize edilerek başlandı. Gerota fasyası açılıp kist çevre dokulardan diseke edildi. Kist içeriği aspire edildi. Kist açıldı ve kist duvarı normal parankim sınırının 2-3 mm uzağından makas ile eksize edilip çıkartıldı. Böbrek kist defekti perirenal yağ dokusu ve surgicell ile kapatıldı. Transperitoneal laparaskopik üreterolitotomide kolon medialize edildikten sonra böbrek alt polu hizasından psoas kası üzerinde üreter bulunarak askıya alındı. Ardından taş lokalize edilip; üreter taş üzerinden laparoskopik makas ile vertikal olarak kesildi. Right angle vasıtasıyla taş extrakte edilip porttan dışarı alındı. DJ stent yerleştirildikten sonra üreter 4/0 emilebilir monoflaman dikiş materyali ile onarıldı. Laparoskopik sımple ve radikal nefrektomiler teknik olarak benzer şekilde yapıldı. Sağ nefrektomilerde portlar yerleştirildikten sonra Toldt hattı ve triangüler hepatik ligaman kesildi. Posterior hepatik ligaman ve böbrek üzerindeki çıkan kolon uzantısı alt pol hizasına kadar ayrılarak kolon medialize edildi. Böbrek alt polu hizasından psoas kası üzerinde üreter bulunarak asıldı. Ardından böbrek medialinden superiora ilerlenerek renal hilusa ulaşıldı. İlk önce böbrek arteri sonra veni kliplenerek kesildi (Şekil 1). Şekil 1: Sağ transperitoneal laparoskopik radikal nefrektomi port yerleri Sol nefrektomilerde farklı olarak splenokolik ligaman da ayrılarak kolonun tümüyle mediale gelmesi sağlandı (Şekil 2). Laparaskopik nefroüreterektomi vakalarına ilave port yerleştirilerek 4 port girişiyle başlandı. Klasik nefroüreterektomi basamaklarına ilaveten renal hilus kontrolü sağlandıktan sonra üreter takip edilerek mesane girimine kadar serbestlendi. Ardından laparoskopik tam eksizyon -24- Özgür Haki Yüksel ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 tekniği kullanılarak üreter ve mesane cuff’ı spesmene dahil edilip işlem tamamlandı (Şekil 3). Laparoskopik dismembered pyeloplasti operasyonlarında kolon medializasyonu sonrası böbrek alt pol hizasından, psoas üzerinden üreteropelvik bileşke bulunduktan sonra; üreter renal pelvisten ayrılmadan spatüle edildi. Anastamozda 4-0 emilebilir monoflaman dikiş materyali kullanıldı. Şekil 2: Sol transperitoneal laparoskopik radikal nefrektomi port yerleri BULGULAR Tüm girişimlerin ortalama ameliyat süresi 166 (60-490) dakikaydı. Onkolojik vakaların ortalama ameliyat süresi 128 (60-450) dakika idi. Hastaların 14’ü (% 31.1) onkolojik vaka idi. Bu olguların 3’üne nefroüreterektomi; 2’sine parsiyel nefrektomi ve 9’una radikal nefrektomi yapıldı. Parsiyel nefrektomi olguları off-klemp (noniskemik) olarak gerçekleştirildi. Onkolojik olguların birinde masif kanamaya bağlı açık operasyona dönülürken; birinde de postoperatif dönemde solunum sıkıntısı ve minimal plevral effüzyon (pulmoner emboli?) nedeniyle hastanede yatış süresi uzamıştır. Onkolojik serinin ortalama yatış süresi 5.39 (3-23) gün idi. Sadece 2’sinde (% 15.5) peroperatif ve postoperatif dönemde transfüzyon ihtiyacı oldu ve ortalama 1,1 (1-2) günde mobilize edildiler. Ameliyat sonrası dönemde ağrı kesici olarak 2.3 (1-4) gün nonsteroid antiinflamatuar ilaç kullanıldı. Hastaların sondası ortalama 2 (1-3) günde, dreni ise 4 (2-7) günde çekildi. Onkolojik olmayan olgularda ortalama hastanede kalış süresi 5.9 (3-30) gündü. 2 hastada postoperatif dönemde enfeksiyon; bir hastada trokar yerinde kanama; bir hastada intestinal perforasyon; bir hastada mekanik ileus; bir hastada da pulmoner emboli gözlendi. İntestinal peforasyon gözlenen hasta laparoskopik olarak; mekanik ileus gelişen hasta açık cerrahi teknik ile onarıldı. Diğer komplike hastalar medikal tedavi ile sağaltıldı. Toplam 5 (% 16) hastaya peroperatif ve postoperatif dönemde kan transfüzyonu yapıldı. Mobilizasyon süreleri, nonsteroid antiinflamatuar ilaç kullanım süreleri, sondalı kalma süreleri ve dren alınma zamanları arasında onkolojik seri ile kıyaslandığında anlamlı farklılık gözlenmedi. TARTIŞMA Şekil 3. Sol transperitoneal laparoskopik nefroüreterektomi için hasta pozisyonu, trokar yerleşim ve büyüklükleri Son yıllarda laparoskopik cihazların ve teknolojinin gelişmesiyle genitoüriner problemlerin tedavisinde laparoskopi önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Genel olarak laparoskopik cerrahilerden sonra hastaların rehabilitasyonu daha çabuk olmaktadır. Hastaların ağrı kesici ihtiyacı azalmakta, mobilizasyonları ve oral beslenmeye geçmeleri daha erken dönemde olmaktadır. Böylece hastanın hastanede kalış ve günlük aktiviteye dönüş süresi kısalmaktadır. Transperitoneal yaklaşımların avantajı; daha geniş çalışma alanı sunması, belirgin anatomik sınırlar olan dalak, karaciğer ve kolon gibi organların varlığı, port yerleri arasındaki mesafe yeterli olduğu için daha iyi manevra kabiliyeti sağlamasıdır. Retroperitoneal yaklaşımlarda genelde hastanede kalış süresi ve komplikasyon oranları daha düşük olmasına rağmen sınırlı, dar bir alanda çalışma zorluğu vardır. Ayrıca retroperitoneal girişimler batın cerrahisi geçirenlerde rahatlıkla uygulanabilmekte ve daha erken pedikül kontrolü sağlanabilmektedir. Kliniğimizde öğrenme eğrisini içeren 45 hastalık serimizde transperi- -25- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 toneal yöntemi tercih ettik. Ameliyat süresinin öğrenme eğrisi üzerinde temel belirleyici kriter olmayacağı açıktır. Ancak vaka sayısı arttıkça ameliyat süresinin azaldığı ve belirli bir sayının üzerinde sabit kaldığı gözlenmiştir (10). Gill ve ark. tek cerrah tarafından yapılan 100 laparaskopik nefrektomi olgularında ilk 50 olgunun ortalama ameliyat süresinin 175 dakika ikinci 50 vakanın ortalama ameliyat süresinin 163 dakika olduğunu saptamışlardır (11). Kanno ve ark. operasyon süresi kısaldıkça intraoperatif komplikasyon oranınında azalma olduğunu bildirmişlerdir (12). Bizim serimizde tüm girişimlerin ortalama ameliyat süresi 166 (60-490) dakikaydı. Onkolojik vakaların ortalama ameliyat süresi 128 (60-450) dakika idi. Kan kaybı yine öğrenme süreci içerisinde önemli bir belirleyici olabilir. Ancak geniş sayılı çalışmalarda bu durum farklılık arzetmektedir. Bizim çalışmamızda onkolojik serilerde transfüzyon ihtiyacı %15.5; onkolojik olmayan vakalarda ise % 16 olarak saptandı. Laparoskopik öğrenme eğrisindeki vaka sayısı tartışmalıdır. Phillips ve ark. ilk 20 olgudan sonrası operasyon süresinin azaldığını saptamışlardır (10). Vallancien ve ark. 1311 olguluk geniş sayılı ve çeşitli cerrahi tiplerini barındıran (örneğin nefrektomi, sistektomi, prostatektomi, vb) çalışmalarında cerrahi tipe, zorluk derecesine bağlı olarak farklı sayılar gerektiğini ancak etiyolojiye bağlı çevre dokulara yapışık olgular göz önüne alınarak minimum 50 vakanın ilk öğrenme eğrisi için ye-terli olduğunu bildirmişlerdir (13). Gill ve ark. laparaskopik öğrenme eğrisi sonrası komp-likasyonların %34’lerden %4’lere olacak şekilde dramatik olarak azaldığını göstermişlerdir (14-15). Ancak diğer bir çalışmada artan deneyimle komplikasyon oranı, transfüzyon oranı, açık operasyona geçiş oranı, ve kan kaybı arasında ciddi farklılık saptanmamıştır. Bu farklılığın sadece acemi ve deneyimli grup arasındaki kan kaybı ve transfüzyon ihtiyacında olduğu saptanmıştır (10). Johns Hopkins Hastanesi’nde 12 yılda yapılan 2775 laparoskopik girişimin değerlendirildiği bir çalışmada ise %22,2’lik nispeten yüksek bir komplikasyon oranı görülmüştür (16). 150 hastayı içeren ve tamamı transperitoneal yöntemle yapılan bir diğer çalışmada ortalama ameliyat 187.6 +/- 46.56 dakika olarak saptanmıştır. 10 gruba ayrılarak yapılan bu çalışmada ilk 3 grup acemi sonraki 7 grup deneyimli cerrahlarca yapılmıştır. İntraoperatif komplikasyon ilk 3 grupta %13.3 deneyimli grupta %8.6 olarak bulunmuştur. Postoperatif komplikasyon ilk 3 grupta %8.9 sonraki 7 grupta %9.5 olarak saptanmıştır. Önemli farklılık kan kaybı ve transfüzyon oranlarında saptanmıştır (236.4 +/- 41.85 mL vs 191.5 +/- 21.9 mL, 17.8% vs 4.8%, sırasıyla). Bu çalışma deneyim için 15 vakanın yeterli olduğunu saptamıştır (17). Yukarıdaki çalışmalara bakıldığında laparoskopik öğrenme eğrisi üzerinde tam bir fikir birliği olmadığı açıktır. Laparoskopik deneyim vaka sayısı ve komplikasyon oranlarıyla ilişkilendirilmeye çalışılsa da bununla ilişkin farklı merkez ve çalışmaların farklı sonuçlar doğurduğu gözlemlenmektedir. Ayrıca hangi vakalarla başlanması ve idamesi konusunda da net bir fikir birliği yoktur. Biz laparoskopik öğrenme sürecinde üst üriner sistemdeki onkolojik olan ve olmayan Ürolojik olgu serilerini karşılaştırdık; her iki serinin komplikasyonlar açısından çok da farklı olmadığını gözlemledik. Bu neden ile öğrenme eğrisinin başlangıcında da renal onkolojik olguların laparoskopi endikasyonundan dışlanmaması görüşündeyiz. Radikal sistektomi ve prostatektomi gibi laparoskopik olarak daha üst düzey tecrübe isteyen kanser olgularının sonraya bırakılması düşüncesini korumaktayız. KAYNAKLAR 1. Griffith DO, Schussler WW, Vancaille TH. Laparoscopic lymphadenectomy: A low morbidity alternative forstaging pelvic malignancies. J. Endourol 1990;4: 84-86. 2. Clayman RV, Kavoussi LR, Soper NJ et al. Laparoscopic nephrectomy: Initial case report. J Urol 1991;146: 278-282. 3. Ehrlich RM, Gershman A, Mee S et al. Laparoscopic nephrectomy in a child: Expanding horizans for laparoscopyin a pediatric urology. J Endourol 1992;6: 463- 465. 4. Keeley FX, Gıalas I, Pıllaı M, Chrisofos M, Tolley DA. Laparoscopic ureterolithotomy: The Edinburgh experience. BJU International 1999;84: 765-769. 5. Gaur DD, Agarwal DK, Purohit KC, Darshane AS, Shah BC. Retroperitoneal laparoscopic ureterolithotomy for multiple upper mid ureteral calculi. J Urol 1994;151:1001-1002. 6. Schuessler WW, Grune MT, Tecuanhuey LV et al. Laparoscopic dismembered pyeloplasty. J Urol 1993;150:1795-1799. 7. Pugliese R, Boniardi M, Sansonna F, Maggioni D, De Carli S. Outcomes of laparoscopic adrenalectomy. Clinical experience with 68 patients. Surg Oncol 2008;17: 49-57. 8. Lezoche E, Guerrieri M, Crosta F, Paganini A, D’Ambrosio G. Perioperative results of 214 laparoscopic adrenalectomies by anterior transperitoneal approach. Surg endosc 2008; 22: 522-526. 9. Nieh PT, Bihrle W. Laparoscopic marsupialization of massive renal cyst. J Urol 1993;150: 171-173. 10. Phillips J, Catto JW, Lavin V, et al. The laparoscopic nephrectomy learning curve: A single centre’s development ofa de novo practice. Postgrad Med J 2005;81:599–603. 11. Gill IS, Meraney AM, Schweizer DK, et al. Laparoscopic radical nephrectomy in 100 patients: A single center experience from the United States. Cancer 2001;92:1843–1855. -26- Özgür Haki Yüksel ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 12. Kanno T, Shichiri Y, Oida T, et al. Complications and the learning curve for a laparoscopic nephrectomy at a single institution. Int J Urol 2006;13:101–104. 15. Gill IS, Sung GT, Hobart MG, et al. Laparoscopic radical nephroureterectomy for upper tract transitional cell carcinoma: The Cleveland Clinic experience. J Urol 2000;164:1513– 1522. 13. Vallancien G, Cathelineau X, Baumert H, et al. Complications of transperitoneal laparoscopic surgery in urology: Review of 1,311 procedures at a single center. J Urol 2002;168:23–26. 16. Permpongkosol S, Link RE, Su LM et al. Complications of 2,775 urological laparoscopic procedures: 1993 to 2005. J Urol 2007; 177:580-585. 14. Gill IS, Kavoussi LR, Clayman RV, et al. Complications of laparoscopic nephrectomy in 185 patients: A multiinstitutional review. J Urol 1995;154:479–483. 17. Jeon SH, Han KS, Yoo KH, Choe BK, Seo IY, Lim JS, Ono Y. How many cases are necessary to develop competence for laparoscopic radical nephrectomy? J Endourol 2009; 23:1965-1970 -27- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Derleme Torakolomber Geçiş Sendromu Thoracolomber Junction Syndrome İlknur Aktaş 1, Kenan Akgün 2 1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Arş. Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniği, İstanbul 2. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniği, İstanbul ÖZET GİRİŞ Torakolomber Geçiş Sendromu (TLGS) torakolomber bileşkenin disfonksiyonu sonucu oluşan tüm ağrılı durumları kapsar. Klasik tanımı Maigne tarafından yapılmıştır. En sık T11-T12, T12-L1 seviyelerinde patoloji görülse de T10-L2 seviyeleri de etkilenebilir. Ağrı dağılımı ve klinik bulgular T12 ve L1 spinal sinir köklerinin dalları ile ilgili olarak bel, kasık veya kalça bölgesinde hissedilir. Klinik tablonun çeşitliliği nedeniyle pek çok hastalıkla karışıp yanlış tanı ve tedaviler alabilir. Tanı klinik değerlendirme ile konur. Bu makalede TLGS tanı ve tedavisi ile ilgili ayrıntılı bilgi verilecektir ve konu ile ilgili literatür gözden geçirilecektir. Spinal geçiş bölgeleri, mobilite dereceleri ve posterior yapıları farklı olan iki ayrı spinal bölgenin birleşim yerinde yer alırlar. Serviko-oksipital, serviko-torasik, torakolomber ve lumbo-sakral geçiş bölgeleri vardır. Aynı bölgedeki vertebralar benzer özellikler taşırken geçiş bölgesinde yer alan vertebra iki ayrı bölgenin özelliklerini taşır. Bu geçiş bölgelerindeki disfonksiyon, geçiş bölgesi sendromuna neden olmaktadır. Bu sendrom ipsilateral faset eklem hassasiyeti ve sellülotenoperiosteomiyaljik (anglosakson literatüre göre dermatomal-miyotomal-sklerotomal) bulguları içerir. Torakolomber Geçiş Sendromu (TLGS) torakolomber bileşkenin disfonksiyonu sonucu oluşan tüm ağrılı durumları kapsar. Klasik tanımı Maigne tarafından yapılmıştır. T10-L2 seviyelerini ilgilendirse de en sık T11-T12, T12-L1 seviyeleri söz konusudur. Buradaki patolojiyi Maigne; ağrılı minör vertebral bozukluk; karyopraktırlar, subluksasyon, osteopatlar ise somatik disfonksiyon olarak tanımlamaktadır (1-4). TLGS sıklıkla lumbosakral veya sakral bölge kaynaklı bel ağrılarının ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken bir sendrom olarak karşımıza çıkar (1). Bel ağrısının yanısıra alt abdominal ağrı, yalancı kalça ağrısı, pubik hassasiyet ve iritabıl kolon semptomları görülebilir (3). Bu çeşitli klinik tablolar hastaların yanlış tanılar almalarını, tedavi sürecinin uzamasını ve gereksiz operasyonlara kadar giden bir süreci başlatabilmektedir. ANATOMİ Anahtar Kelimeler: Torakolomber geçiş, bel ağrısı, kalça ağrısı. ABSTRACT Thoracolomber junction syndrome (TLJS) consists of all the painfull conditions caused by dysfunction of thoracolomber junction. The classical definition was made by Maigne. The pathology is most frequently seen inbetween the levels of of T11-12 and T12-L1, T10-L2 level can be effected. Distrubution of pain and clinical findings would be felt lombar, groin and thorachanteric region due to the branches of T12-L1 spinal roots. Due to the diversity of clinical manifestations it may be misdiagnosed and mistreated because of confusions experienced in differential diagnosis. The diagnosis is made by clinical evaluations. In this article detailed informataion about diagnosis and treatment of TLJS will be with the review of the current literature. Keywords: Thoracolomber junction, backpain, hip pain. İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: İlknur Aktaş Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bostancı, İstanbul Tel: +90 533 714 63 52 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 11.12.2013 / Kabul: 10.02.2014 -28- Torakolomber bileşkedeki vertebralar hem torakal hem de lomber özelliği gösterir. Torasik artiküler çıkıntılar frontal planda iken, lomber bölgede sagittal plandadır. Bu oriyentasyon nedeniyle torasik omurga rotasyona imkan vermesine karşın lomber bölgede rotasyon kısıtlıdır. Ancak torasik vertebralarda kotlar nedeniyle rotasyon engellenir (4-5). Bu durumda lateral fleksiyon ve rotasyon en büyük oranda torakolomber bileşke seviyesinde gerçekleşir. Bu nedenle rotasyonel zorlanmalar TLGS’nun etyolojisinde önemli yer tutar. Bu anatomik yatkınlık nedeniyle kompresyon kırıklarına da bu bölgede sık rastlanır (6). Ağrı dağılımı ve klinik bulgular T12 ve L1 spinal köklerin dalları ile ilgidir. Spinal sinir kökleri intervertebral forameni terk ettikten sonra ventral ve dorsal dallara ayrılır (7, 8 ). T10 ve T11 ventral dallar interkostal sinirleridir, abdominal duvarda son bulurlar. T12 ve L1 ventral dallar İlknur Aktaş ve Kenan Akgün CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 subkostal ve iliohipogastrik sinirlerdir, abdominal duvarın alt bölümünü ve kasık bölgesi derisini, üst bacak iç yüzünü innerve eder. Pseudovisseral ağrı ve kasık bölgesi bulgularından sorumludur. Bu sinirlerden ayrılan perforan lateral kutanöz dal kalçanın lateral yüzeyine dal verir ve pseudotorakanterik ağrıdan sorumludur (8, 9). Posterior dal medial ve lateral dallara ayrılır. Medial dal motor daldır ve multifidus ve interspinöz kasları innerve eder. Lateral dal üst gluteal ve alt lomber subkutanöz dokuları ve apofizer eklemler ile supra ve interspinöz ligamanları innerve eder. Verdiği kutanöz dallar lomber fasyayı deler, subkutanöz dokuda seyreder ve alt lomber bölgenin ve gluteal bölgenin derisinde sonlanır. Alt lomber ve krestal bölge ağrılarından sorumludur (1, 10). Ağrı, uyluğun lateral tarafına lokalizedir ve bazen kasığa yayılabilir. Kalça periartri, siyatalji, hatta meralgia parestetikayı taklit edebilir (20, 21). Bel ağrısı ile olabildiği gibi tek başına da görülebilir. Olgular yürümekle kötüleşen kalça ağrısından şikayet eder. Bu şikayetler genellikle kalça patolojilerini akla getirir. Fizik muayenede kalça hareketleri ağrılı ve kısıtlıdır. Çoğu olguda büyük torakanter palpasyonu ile ağrı provake edilir ve genellikle torakanterik bursit tanısı alır (22-25). TLGS da hastalar alt abdomen, kasık ve testislerde ağrıdan yakınabilir. Kasık ağrısından subcostal veya iliohipogastrik sinir sorumludur. Ağrı derin, keskin karakterde, hafif veya şiddetli olabilir. Tekrarlayıcı karakterdedir. Visseral patolojileri taklit edebilir (26). Meteorism sıklıkla görülür. Genellikle bel ağrıları ile aynı anda görülür, tek başına da olabilir. Mekanik faktörler ağrıyı tetikler (ani rotasyonel hareketler) ancak hastalar çoğu zaman bunun farkında olmazlar. Bu şikayetler nedeniyle intestinal, ürolojik, testiküler ve jinekolojik hastalıklar ile ilgili yanlış tanılar alabilir ve tanı koymak amacıyla sayısız tanı yöntemlerine başvurulabilir ve hatta cerrahi operasyonlar yapılabilir (16-26-29). Bu bulgular dominant olduğunda hasta bel ağrısından yakınmayabilir (13, 16). KLİNİK Torakolomber bölgeden kaynaklanan refere ağrı bu sinirlerin kutanöz dağılımı ile ilgili olmakla beraber derinde hissedilir (1). Bel ağrısı en sık görülen yakınmadır. Klinik tablodan T11, T12, L1 veya L2 seviyelerine ait sinirlerin posterior dalları sorumludur. Ağrı alt lomber, iliak krest bölgesi, gluteal bölge ve sakroiliak eklem üzerinde yoğunlaşır. Lumbosakral bölge ağrıları ve sakroiliak eklem ağrısı ile sıklıkla karıştırılır. Unilateraldir bazen bilateral de olabilir (10-11). Genellikle kronik ve mekanik karekterlidir. Lomber bölge hareketleri kısıtlıdır. Akut formu genellikle rotasyonel hareketler sonrası başlar. Ayakta dururken karşı tarafa lateral fleksiyonla ağrı artar (11-13). Hastalar genellikle torakolomber ağrıdan şikayet etmezler. TLGS sıklıkla 50 yaş üzeri popülasyonda görülür (1-5). Bunun nedeni paravertebral kas kuvvetinde azalmanın yanısıra, o bölgedeki dejeneratif sürece bağlı disfonksiyon olabilir (1-4). Lateral fleksiyon ve rotasyon en büyük oranda torakolomber bileşke seviyesinde gerçekleştiği için rotasyonel zorlanmalar etiyolojide önemli yer tutar (9-12). Torakolomber bölgenin pivotal bölge olarak rol alıp omurgaya ekstansiyonda rotasyonel yüklenme yapan futbol, atletizm, hokey gibi sportif faaliyetlerle uğraşanlarda TLGS bildirilmiştir (15). Torakolomber bölgedeki faset eklemlerden kaynaklanan bel, kalça ağrısı yaygın olmasına rağmen sıklıkla lomber bölgedeki patolojik değişikliklere bağlanmakta ve olguların yanlış tanı alması ve uygun olmayan yöntemlerle tedavi edilmesine neden olmaktadır (12-15). Maigne’nin klasik çalışmasında bel ağrısı ile başvuran 350 hastanın % 40’ında ağrı torakolomber kaynaklı olarak bildirilmiştir (1). TANI Alt torakal üst lomber bölgeye ait direk radyolojik görünütüleme, tomografi ve manyetik resonans görüntüleme sonuçları genellikle normaldir. Lumbosakral bölgedeki radyolojik anormallikler tanının karışmasına neden olur ve sıklıkla da bel ağrısının nedeni olarak görülürler. Ancak ayırıcı tanı için önemlidir. Tanı klinik olarak konur. Klasik bulguları pozitif iliak krest nokta testi, pozitif deri yuvarlama testi, torakolomber bileşkedeki spinöz proçesler üzerinde ağrı, tutulan faset eklemi üzerinde ağrıdır. Tanı lokal anestetik kullanılarak yapılan periapofizyal eklem bloğu ile doğrulanır (1-2-3). Torakolomber bölgeden kaynaklanan ağrıyı doğrulamak için beş faktör tanımlanmıştır (1-5). 1. İliak krest nokta bulgusu: Etkilenen spinal sinirin posterior dallarının kutanöz yayılımı ile uyumlu olarak iliak krest seviyesinde lokalize bir noktada ağrı ve derin hassasiyet bulunur. Bu noktanın presyonu ile hastanın yakınmalarına benzer keskin bir ağrı meydana gelir. Bu bulgu için çok dikkatli ve tam bir lokalizasyon gerekir. Genellikle orta hattın 7-8 cm lateralindedir. 2. Deri yuvarlama testi. Muyane eden elin baş-parmak ve ikinci parmakları arasına deri ve subkutan dokunun katları dikkatlice alınıp yuvarlandığında, iliak krest ve gluteal bölgedeki subkutan dokuların ve derinin hipersensivitesi ve kalınlaşması görülür. Akgün ve ark. tarafından yapılan diğer bir çalışmada da yine mekanik bel ağrısı ile polikliniğe başvuran olgular arasında % 39,6 oranında ağrı TLGS‘ye bağlı bulunmuştur (19). Yalancı kalça ağrısı uyluğun lateral tarafına lokalizedir ve bazen kasığa yayılabilir. Subkostal veya iliohipogastrik sinirin lateral kutanöz dalı, bazı olgularda da kutanöz dorsal sinirden ayrılan bir dal, büyük torakantere dal verir. 3. Torakolomber bölgedeki spesifik seviye tutulumunun klinik bulguları. Hasta yüzükoyun muayene edilir. Spinöz proçeslerin lateral -29- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 kısmından dik olarak basınç uygulanır. Vertebraya uygulanan bu rotasyonel kuvvet ağrı oluşturur. lardan yararlanarak kör olarak da yapılabilir. Anestezik madde spinöz proçesin 1 cm lateraline enjekte edilir. İğne burada 1 dakika tutulur. İliak krest nokta bulgusu ve deri yuvarlama testi bulgusunun kaybolması beklenir; kaybolmazsa iğne yeri değiştirilir (Şekil 2). Muayene 2 ya da 3 segmentte disfonksiyon ortaya koymuşsa bunların hepsine enjeksiyon gerekebilir (1-5). 4. Faset eklemlerin palpasyonu. Tanıyı doğrulamak için faset eklemlere uyan bölgede derin palpasyonla hassasiyet ortaya çıkarılmaya çalışılır. Spinöz proçesin yaklaşık 1 cm lateraline direk olarak derin ve dik bir basınç uygulanır. TEDAVİ Olguların çoğunda etkilenmiş segmentin mobilizasyonu ve manipulasyonu yeterlidir (Şekil 3). At binme pozisyonunda rotasyon oluşturan teknik, oturma pozisyonunda yapılan diz tekniği ve sırtüstü yatışta yapılan epigastrik teknik en faydalı manipulasyon manevralarıdır. İlgili faset ekleme uzun etkili kortikosteroid enjeksiyonları bazen manipulasyonun yerine geçebilmektedir. İki hafta aralıklarla 2 veya 3 enjeksiyon iyi sonuçlar vermektedir. Manipulasyon ve enjeksiyon kontrendike olduğu zaman elektroterapi çok yararlıdır (1-5). İyontoforez yada bu bölgeye lokal enjeksiyonlar yapılabilir. Medikal tedavi sınırlı sürelerde etkili olabilir. Günlük yaşam aktivitelerinin düzenlenmesi özellikle de rotasyonel hareketlerden kaçınılması çok önemlidir. Hastaların çok iyi egzersize edilmesi gerekir. Bel fleksibilitesini artırıcı ve uyluk kaslarını germeye yönelik egzersizler yanında gövde kaslarını kuvvetlendiren egzersizler, denge ve proprioseptif egzersizler uygulanmalıdır (30). İnatçı olgularda radyofrekans elektrokoagülasyon ve/veya tutulan apofizyal eklemin cerrahi denervasyonu, cerrahi kapsülektomi diğer tedavi modaliteleri içinde yer alır (31). Şekil 1. Torakal 12 sağ periapofizyal faset eklem lidokain enjeksiyonu. KAYNAKLAR 1-Maigne R. Low back pain of thoracolumbar origin. Arch Phys Med Rehabil 1980;61:389-395. Şekil 2. Deri yuvarlama testi. 2-Maigne R. Transitionalzone syndrome. In Maigne R (ed.): Diagnosis and Treatment of Pain of Vertebral Origin-a Manual Medicine Approach. Williams and Wilkins, Baltimore 1996:418-420 3-Maigne R. Thoracolumbar junction syndrome. In Maigne R (ed.):Diagnosis and Treatment of Pain of Vertebral Origin-a Manual Medicine Approach. Williams and Wilkins, Baltimore 1996:411-416. 4-Maigne R. Low back pain of thoracolumbar origin (T11-T12-L1) (Maigne). In Maigne R (ed.):Diagnosis and Treatment of Pain of Vertebral Origin-a Manual Medicine Approach. Williams and Wilkins, Baltimore 1996:308-320. 5-Maigne R. Segmental vertebral cellulotenoperiosteomyalgic syndrome.In Maigne R (ed.):Diagnosis and Treatment of Pain of Vertebral Origin-a Manual Medicine Approach. Williams and Wilkins, Baltimore 1996:109-121. Şekil 3. Torakolomber bölgeye ani itmali teknikle manupilasyon uygulaması. 5. Tanısal blok. Torakolomber bölgeden iliogluteal bölgeye yayılan ağrının doğrulanması için ağrılı faset eklemlerin etrafına lokal anestetik enjeksiyonu yapılır (Şekil 1). Bu enjeksiyonlar floroskopi veya ultrasonografi eşliğinde de yapılabildiği gibi anatomik referans nokta- 6. Shirado O, Kaneda K, Tadano S, Ishikawa H, McAfee PC, Warden KE.Influence of disc degeneration on mechanism of thoracolumbar burst fractures.Spine. 1992;17(3):286-92. -30- CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 İlknur Aktaş ve Kenan Akgün 7. Maigne R. Trigger point of the posterior il¬iac crest: Painful ileolumbar ligaments in¬sertion for cutaneous dorsal ramus pain? An anatomic study, Arch of Phys Med and Rehabil 1991; 72:734-737. 20. Aktas İ, Akgün K.,Sarıdoğan M. Kalça ağrısı olan bir olgu eşliğinde torakolomber geçiş sendromu: 5. Türk romatoloji kongresi. 27-31 mart 2012 Antalya Turkey. 8. Rageot E.[Syndrome of the posterior branches of spinal nerves. Anatomic, symptomatologic and therapeutic basis] J. Chir (Paris). 1982; 119 (8-9): 517-22 21. Russell AS.Pseudotrochanteric bursitis in the differential diagnosis of lateral hip pain.J Rheumatol. 1992;19(10):1648. 9. Lee CH, Dellon AL.Surgical management of groin pain of neural origin.J Am Coll Surg. 2000;191(2):137-42 10. Maigne R. Diagnosis and treatment of pain of vertebral origin. A manual medicine approach. Baltimore:Williams& Wilkins, 1996:411-417. 11. Maigne R. Dorsolumbar origin of certain low lumbalgias. Role of interapophyseal articulations and of the posterior branches of spinal nerves.Rev Rhum Mal Osteoartic. 1974;41(12):781-789. 12. Maigne JY, Lazareth JP, Maigne R. Anatomical study of the cutaneous innervation of the lumbosacral region. Application to the physiopathology of certain lumbalgias. Rev Rhum Mal Osteoartic. 1988;55(2):107-111. 13. Aizawa Y, Kumaki K. The courses and the segmental origins of the cutaneous branches of the thoracic dorsal rami.Kaibogaku Zasshi. 1996;71(3):195-210. 14. Sebastian D. Thoracolumbar junction syndrome; A Case report. Physioter Theory Pract 2006;22:53-60. 15. Joseph D. Fortin, DO.Thoracolumbar Syndrome in Athletes: A Case Report2003;6:373-375. 22. Traycoff RB.. “Pseudotrochanteric bursitis”: the differential diagnosis of lateral hip pain.J Rheumatol. 1991;18(12):1810-1812 23. Maigne R, Maigne JY.[Syndrome of perforating lateral branches of the subcostal and ilio-hypogastric nerves. An unrecognized cause of hip pain]Rev Rhum Mal Osteoartic. 1986;53(5):307-311. 24. Touzard RC, Maigne JY, Maigne R, Doursounian L. Pain in the trochanteric region caused by tunnel compression of the lateral cutaneous perforating branch of the ilio-hypogastric nerve. Indications for neurolysis.Chirurgie 1989;115(4-5):287291. 25. Dias Filho LC, Valenca MM, Guimaraes Filho FA, Medeiros RC, Silva RA, Morais MG, Valente FP, Franca SM. Lateral femoral cutaneous neuralgia: an anatomical insight.Clin Anat.2003 ;16(4):309-316. 26. Maigne JY, Maigne R, Guerin-Surville H. Anatomic study of the lateral cutaneous rami of the subcostal and iliohypogastric nerves..Surg Radiol Anat. 1986;8(4):251-256. 27. Mollica Q, Ardito S, Russo TC.Pseudovisceral pain due to posterior joint pathology in the dorsolumbar spine.Ital J Orthop Traumatol 1986;12(4):467-471. 16. Öztürk G. Geler Külcü D., Aydoğ E. Torakolomber Geçiş Sendromu: Olgu sunumu. J PMR Sci 2013; 16: 126-129 28. Doubleday KL, Kulig K, Landel R.Treatment of testicular pain using conservative management of the thoracolumbar spine: a case report.Arch Phys Med Rehabil.2003 ;84(12):1903-1905. 17. Kathryn L. Doubleday, MPT, OCS, Kornelia Kulig, PhD, PT, Robert Landel, DPT, OCS Treatment of Testicular Pain Using Conservative Management of the Thoracolumbar Spine: A Case Report. Arch Phys Med Rehabil. 2003;84:1903-1905. 29. Gozon B, Chu J, Schwartz I. Lumbosacral radiculopathic pain presenting as groin and scrotal pain: pain management with twitch-obtaining intramuscular stimulation. A case report and review of literature.Electromyogr Clin Neurophysiol. 2001;41(5):315-318. 18. Soo-Ryu Kim, Min-Ji Lee, Seung-Jun Lee, Young-Sung Suh*, Dae-Hyun Kim, Ji-Hee Hong. Thoracolumbar Junction Syndrome Causing Pain around Posterior Iliac Crest: A Case Report Korean J Fam Med. 2013;34:152-155. 30. Doubleday KL, Kulig K, Landel R.Treatment of testicular pain using conservative management of the thoracolumbar spine: a case report.Arch Phys Med Rehabil.2003 ;84(12):1903-1905. 19. Akgun K, Aktas I, Cakmak B. Importance of the thoracolumbar junction (Maigne) syndrome in low back pain. 5th Congress of The European Federation of IASP 13-16 September 2006 Istanbul Turkey. -31- 31. Maigne R, Le Corre F, Judet H. Low back pain of dorse-lumbar origin: surgical treatment of posterlor articularcapsule excision (author’s transl). Nouv Presse Med 1978 ;7(7):565-568. BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Editöre Mektup MERS CoV Enfeksiyonu MERS CoV Infection Servet Öztürk 1, Özlem Özsoy Alıcı 1, Canan Ağalar 1 1. Fatih Sultan Mehmet Eğt. ve Arş. Hast. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği, İstanbul ÖZET GİRİŞ ‘Middle East Respiratory Syndrome Coronavirus’ (MERS-Cov) adını Ortadoğu ülkeleriyle bağlantılı vakalardan alan, daha çok erişkin ciddi alt solunum yolları enfeksiyonu ile seyreden Coronavirüs ailesinin yeni üyesidir. Birçok kanıt, bu virüsün hayvan orjinli olduğunu desteklemektedir. MersCov ilk olarak Haziran 2012’de Suudi Arabistan’da saptanmıştır. Ekim 2013 itibariyle 144 vakada tespit edilmiştir. Tüm vakalar Arap yarımadası ile ilişkili olup, insandan insana bulaş konusunda kuvvetli veriler vardır. Tipik olarak hastalık ateş ve öksürük ile başlar. Titreme, boğaz ağrısı, miyalji ve artralji ile devam eder, ardından dispne, hızlı ilerleyen pnömoni ile seyreder ve mortalite oranı %43’tür.Semptomatik hastaların büyük çoğunluğunda altta yatan en az bir kronik hastalık saptanmıştır. MERS-Cov akut enfeksiyonu tanısı alt solunum yolu örneklerinde RT-PCR ile konulabilir. Halen yapılmış çalışmalarda etkinliği kanıtlanmış tedavisi yoktur. Semptomatik ve destekleyici tedavi uygulanmaktadır. Coronavirüsler, tüm dünyada yaygın olarak görülen genel olarak sonbahar ve kış aylarında hafif seyirli üst solunum yolu enfeksiyonları ve gastroenterit etkenleridir. Yeni virüslerin ortaya çıkması potansiyel tehdit olarak görülmektedir. Son on yılda SARScoronavirüs, H5N1 (kuş gribi), H1N1 (domuz gribi) küresel salgınlara neden oldular. Yeni virüslerin sayısındaki bu gözle görünür artış halk sağlığı açısından endişe doğurmaktadır. İklim değişiklikleri, yoğun uluslararası seyahat, immünsüprese populasyonun artışı ve diğer türler için adapte virus değişiklikleri bu artışın sebepleri olarak düşünülmektedir. SARS (severe acute respiratory syndrome) etkeni de bir coronavirus olup, Kasım 2002 ve Temmuz 2003 ta-rihleri arasında Hong Kong’da başlayan salgına neden olmuş, neredeyse pandemik hale gelmiş ve dünya çapında 8422 vaka ve 916 ölüme neden olmuştur. Anahtar Kelimeler: Mers-Cov, Ortadoğu, Pnömoni. ABSTRACT Middle East Respiratory Syndrome Coronavirus (MERS-CoV) is a novel Coronovirus that caused severe lower respiratory tract infections in adults, especially in Middle Eastern countries. Many evidence are suggested that the virus might have an animal origin. MERS-CoV was first reported in Saudi Arabia in June 2012. Until October 2013, there were 144 confirmed cases; mortality rate of these cases is 43%. There is evidence of person-to-person transmission. Typically, the disease begins with fever and cough, then dyspnea and severe pneumonia develops. Most of the people have one or more chronic medical conditions. RT-PCR assays are used for rapid identification of MERS-CoV from bronchoalveolar lavage or sputum. Treatment is largely symptomatic and supportive and should be based on the patient’s clinical condition. Keywords: Mers-cov, Middle East, Pneumonia. İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Canan Ağalar Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bostancı, İstanbul Tel: +90 533 332 69 27 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 12.12.2013 / Kabul: 10.02.2014 Benzer özelliklerde yeni bir coronavirüs enfeksiyonu, 2012 yılında Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Bu yeni virüsün, daha çok erişkinlerde ciddi akut alt solunum yolu enfeksiyonuna neden olan yeni bir coronavirus olduğu saptanmıştır. İlk vaka Suudi Arabistan’da Haziran 2012’de akut pnömoni ve böbrek yetmezliği olan bir hastada tespit edilmiştir (1). Devamında Katar kaynaklı İngiltere’de takip ve tedavi edilen bir vaka tespit edilmiştir (2). Ürdün’de Mart-Nisan 2012 tarihlerinde sağlık çalışanlarında aynı virus retrospektif olarak tespit edilmiştir (3). Ortaya çıktığı ülkeler çoğunlukla Ortadoğu ülkeleri olduğu için adına “Middle East Respiratory Syndrome Coronavirus” (MERS-CoV) adı verilmiştir. Yapmış olduğu hastalık tablosu da kısaca MERS olarak adlandırılmıştır. EPİDEMİYOLOJİ Nisan 2012 ile Ekim 2013 arasında 144 laboratuvar teyitlivaka 9 ülkede tespit edilmiştir (3-4-5-6). Bu ülkeler Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan Krallığı, Tunus, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere’dir. Tüm vakalar Ortadoğu bağlantılıdır. Laboratuar onaylı vakaların %80’den fazlası Suudi Arabistan’ın 6 şehrinden raporlanmıştır (6-78). Ayrıca Ürdün, Suudi Arabistan ve İtalya’da toplam 17 şüpheli vaka tanımlanmıştır (3-5-69). MERS-Cov hastaları için ortalama yaş 50 yıl (14 ay-94 yıl) olup, bunu %64,5’i erkek -32- Servet Öztürk ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 olarak tespit edilmiş. 5 yaşın altında 3 vaka rapor edilmiştir (4). Hastaların %76’sında altta yatan bir kronik hastalık mevcuttur. Ölen hastaların %86’sında en az bir komorbid hastalık saptanmıştır. Tanı konan hastalarda en sık kronik böbrek yetmezliği, DM, kalp yetersizliği, HT tespit edilmiştir. Tanı konan 144 hastanın 5’inde immünsüpresyon mevcuttur. Bu hastaların 2 sinin immünsüpresif tedavi almakta olduğu, 2 sinin Multipl Myelom, 1 inin solid doku tümörü tanılı olduğu saptanmıştır. Suudi Arabistanda yapılan bir çalışmada 47 vakanın 45’inde DM,HT,Kalp yetersizliği, Kronik böbrek yetmezliği tespit edilmiştir (8). İnsandan insana bulaş Fransa, İtalya, Tunus, Suudi Arabistan Krallığı ve Ürdün’de tespit edilmiş olup ikincil vakalar sınırlıdır. Pek çok kanıt, virüsün hayvan orjinli olduğunu ileri süren hipotezleri desteklemiştir. Sınırlı filogenetik analizler MERS-CoV hastalarından alınan genetik örneklerin Güney Çin’deki yarasa ve kirpilerden alınan genetik örneklerle yakın ilişkisini ortaya koymuştur (10). Kanarya adaları, Umman (11) ve Mısır’daki (12) develerde, MERS-CoV veya benzer virüse karşı nötralize antikorlar tespit edilmiştir. diğer solunum yolu virüsleri ile (parainfluenza, rhinovirus, İnfluenza A H1N1, HSV, İnfluenza B) veya Nazokomiyal bakteriyel infeksiyon etkenleriyle (Klabsiella, Staphylococcus, Acinetobacter, Candida) ko-enfeksiyonlar rapor edilmiştir (1-2-12-14). Semptomların ortaya çıkışından hospitalizasyon, yoğun bakıma giriş ve ölüm 4 ile 11,5 gün arasında değişmektedir. Yatan hastalardan iyileşenler ortalama 7 ile 9 gün arasında taburcu olmuşlardır. Hastaların %63,4’ü ağır akciğer yetmezliği ile seyrederken, %29,8’i ağır olmayan klinik belirtiler tespit edilmiştir. 18 vaka ise asemptomatik olarak raporlanmış olup WHO (World Health Organization) verilerine göre 22 Ekim 2013 tarihi itibariyle 62’si kesin tanılı, 3’ü şüpheli MERS-CoV hastası yaşamını yitirmiştir. MERS-CoV akut enfeksiyonu tanısı RT-PCR ile konulabilmektedir. TEDAVİ Patojen spesifik müdahalelerin yokluğunda; hasta yönetimi, büyük oranda organ desteği sağlanması, komplikasyonları önleme konusunda dikkatli olmayı içermektedir. Belirli durumlarda, fırsatçı patojenler ile koenfeksiyon durumunu en aza indirmek için ampirik geniş spektrumlu antimikrobiyal, antiviral, antifungal ajanların kullanılması gibi ek müdahaleler gerekebilir. ARDS’ye yönelik solunum desteği, ECMO tedavisi, kardiyovasküler destek, antimikrobiyal tedavi ve renal replasman tedavileri uygulanmaktadır (1-2-13-14). ECMO desteği yapılan 6 vakanın 5 tanesi ex olmuştur. (2-1415). Ancak bu müdahalelerin tedavi etkinliğini belirleyecek vaka-kontrol çalışmaları yoktur. Hastalığın 3. Haftasından itibaren ECMO (Ekskrakorporeal Membran Oksijenizasyonu) ile tedavi edilmiş bir hasta semptomların başlamasından 298 gün sonra ölmüştür. 2 hasta ise uzamış ECMO desteği ile 35 gün sonra ex olmuşlardır (2). KLİNİK İnkübasyon süresi genellikle 5 gün ile 2 hafta arasında değişmektedir. Çevresel ve hayvanlardan edinilmiş bir enfeksiyonun birincil durumlar için kuluçka dönemi bilinmemektedir. MERS-CoV enfeksiyonları asemptomatikten, ARDS ile seyreden ağır pnömoni, septik şok-multiorgan yetmezliği sonucu ölüme sebep olanbir klinik yelpazede seyredebilir. Hastalık sıklıkla ateş ve öksürük (3-8-9-14) ile başlar. Titreme, boğaz ağrısı, miyalji ve artralji (2-5-8-14) ile devam eder, ardından dispne (5-8-9), hızlı ilerleyen pnömoni görülebilir. Hemen hemen tüm hastalar solunum sistemi semptomları verir. Bununla birlikte literatürde bildirilmiş ateş, üşüme-titreme ve diare ile seyretmiş, takibinde pnömoni gelişmiş olgu mevcuttur. Hastaların 1/3’ünde GİS semptomları(bulantı-kusma, ishal) gözlenmiştir (5-8-9-14). Tanı konmuş hastaların %44’ünde pnömoni, %12’sinde ARDS gelişmiştir. Lökopeni ve Lenfopeni yaygın laboratuvar bulgusudur. Bazı ağır vakalarda kan (13), idrar (14), dışkıdaki (14) viral RNA düzeyi solunum yolundan fazla olabilir. Veriler ışığında alt solunum yolu örneklerinde virüs yükü, üst solunum yollarındakinden fazladır. Göğüs radyografisi bulguları değişken olmakla birlikte progresif viral pnömoni ve ARDS ile uyumludur. Bilateral hiler infiltrasyon, segmental veya lober opasiteler, buzlu cam görünümü ve az miktarda pleural effüzyon bulgular arasındadır. Hastalığın seyrinde üst loblar alt loblara göre daha az etkilenir (1-3-5-14). Radyografik görünüm hızla değişebilir. BT’de ARDS ile seyreden vakalarda interstisyel infiltrasyonlar ve konsolidasyon gözlenir. Bazı ağır vakalarda renal yetmezlik, solunum yetmezliği ile birlikte gelişir. Mekanik ventilatore bağlı hastalarda Ciddi hastalığı olan birçok hastaya solunum sıkıntısı ve akciğer fibrozisini önlemek amacıyla yüksek doz steroid tedavi başlanmıştır, ancak başarılı olmadığı görülmüştür. Antiviraller dahil hiçbir antimikrobiyal ajan hastalığı iyileştirmede başarılı görülmemiştir. Bazı farmakolojik ajanlar In-vitro olarak MERS-Cov’a karşı önleyici etkiler göstermiştir. Test edilen maddeler arasında Interferon, Siklosporin A, Ribavirin, Nitazoksamid, Immunglobulinler, Lopinavir ve SARS-Cov plazması denenmiştir. (16-17-18-19-20). Bu ajanların etkin olduklarını gösteren klinik kanıtlara ulaşılamamıştır. Son tahlilde bu tedavileri destekleyen klinik bilgi yoktur. Ancak makak maymunlarında ribavirin+İnterferon–alfa2b tedavisi olumlu sonuçlar vermiştir (21). Özetle henüz etkili bir antiviral tedavi yoktur. Yüksek doz steroid ve ECMO tedavisinin etkili olduğu gösterilememiş olup destek ve semptomatik tedavi uygulanmaktadır. Şu ana kadar Türkiye’de MersCov tanısı konmuş vaka yoktur. Hac ve umre ziyaretleri nedeniyle Sağlık -33- CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ Bakanlığı Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanlığı tarafından Ekim 2013’de Yeni Coronavirüs Bilim Kurulunun kararı doğrultusunda vaka tanımı ‘‘Akut ciddi solunum yetmezliği ve/ veya akciğer infiltrasyonları olan ve vaka görülen ülkelere son 14 gün içerisinde seyahat öyküsü bulunan ve/veya vaka görülen ülkelere (Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, İngiltere, Fransa, Almanya, Tunus, İtalya) seyahat öyküsü bulunan bir kişiyle seyahat dönüşünden sonraki 14 gün içerisinde yakın temasta bulunup semptomları bu temastan sonraki 14 gün içerisinde gelişen kişiler” şeklindedir, uygun numuneler (Trakeal aspirat, Bronkoalveolar lavaj, Balgam) referans laboratuvarlara gönderilmesi önerilmektedir. 8. Assiri A, Al-Tawfiq JA, Al-Rabeeah AA, AlRabiah FA, Al-Hajjar S, Al-Barrak A, Flemban H, Al-Nassir WN, Balkhy HH, Al-Hakeem RF, Makhdoom HQ, Zumla AI, Memish ZA. Epidemiological, demographic, and clinical characteristics of 47 cases of Middle East respiratory syndrome coronavirus disease from Saudi Arabia: a descriptive study. Lancet Infect Dis. 2013 Sep;13(9):752-61. 9. Assiri A, McGeer A, Perl TM, Price CS, Al Rabeeah AA, Cummings DA, Alabdullatif ZN, Assad M, Almulhim A, Makhdoom H, Madani H, Alhakeem R, Al-Tawfiq JA, Cotten M, Watson SJ, Kellam P, Zumla AI, Memish ZA. Hospital outbreak of Middle East respiratory syndrome coronavirus. N Engl J Med. 2013 Aug 1;369(5):407-16. PubMed PMID:23782161. 10. van Boheemen S, de Graaf M, Lauber C, Bestebroer TM, Raj VS, Zaki AM, Osterhaus AD, Haagmans BL, Gorbalenya AE, Snijder EJ, Fouchier RA. Genomic characterization of a newly discovered coronavirus associated with acute respiratory distress syndrome in humans. MBio. 2012 Nov 20;3(6). Akut ağır pnömoni, ARDS, böbrek yetmezliği vb. semptomlar ile seyreden ve riskli bölgelere seyahat öyküsü olan vakalarda MERS-Cov enfeksiyonu olabileceği, ayırıcı tanıda akılda buldurulmalıdır. 11. Reusken CB, Haagmans BL, Müller MA, Gutierrez C, Godeke GJ, Meyer B, Muth D, Raj VS, Vries LS, Corman VM, Drexler JF, Smits SL, El Tahir YE, De Sousa R, van Beek J, Nowotny N, van Maanen K, Hidalgo-Hermoso E, Bosch BJ, Rottier P, Osterhaus A, Gortázar-Schmidt C, Drosten C, Koopmans MP. Middle East respiratory syndrome coronavirus neutralising serum antibodies in dromedary camels: a comparative serological study. Lancet Infect Dis. 2013 Oct;13(10):859-66. KAYNAKLAR 1. Zaki AM, van Boheemen S, Bestebroer TM, Osterhaus AD, Fouchier RA. Isolation of a novel coronavirus from a man with pneumonia in Saudi Arabia. N Engl J Med. 2012 Nov 8;367(19):1814-20. 12. Perera R, Wang P, Gomaa M, El-Shesheny R, Kandeil A, Bagato O, Siu L, Shehata M, Kayed A, Moatasim Y, Li M, Poon L, Guan Y, Webby R, Ali M, Peiris J, Kayali G. Seroepidemiology for MERS coronavirus using microneutralisation and pseudoparticle virus neutralisation assays reveal a high prevalence of antibody in dromedary camels in Egypt, Jun 2013. Euro Surveill. 2013 Sep 5;18(36). 2. Bermingham A, Chand MA, Brown CS, Aarons E, Tong C, Langrish C, Hoschler K, Brown K, Galiano M, Myers R, Pebody RG, Green HK, Boddington NL, Gopal R, Price N, Newsholme W, Drosten C, Fouchier RA, Zambon M. Severe respiratory illness caused by a novel coronavirus, in a patient transferred to the United Kingdom from the Middle East, September 2012. Euro Surveill. 2012 Oct 4;17(40):20290. 13. Guery B, Poissy J, el Mansouf L, Séjourné C, Ettahar N, Lemaire X, Vuotto F, Goffard A, Behillil S, Enouf V, Caro V, Mailles A, Che D, Manuguerra JC, Mathieu D, Fontanet A, van der Werf S. Clinical features and viral diagnosis of two cases of infection with Middle East Respiratory Syndrome coronavirus: a report of nosocomial transmission. Lancet. 2013 Jun 29;381(9885):2265-72. 3. Hijawi B, Abdallat M, Sayaydeh A, Alqasrawi S, Haddadin A, Jaarour N, Alsheikh S, Alsanouri T. Novel coronavirus infections in Jordan, April 2012: epidemiological findings from a retrospective investigation. East Mediterr Health J. 2013;19 Suppl 1:S12-8. 14. Drosten C, Seilmaier M, Corman VM, Hartmann W, Scheible G, Sack S, Guggemos W, Kallies R, Muth D, Junglen S, Müller MA, Haas W, Guberina H, Röhnisch T, Schmid-Wendtner M, Aldabbagh S, Dittmer U, Gold H, Graf P, Bonin F, Rambaut A, Wendtner CM. Clinical features and virological analysis of a case of Middle East respiratory syndrome coronavirus infection. Lancet Infect Dis. 2013 Sep;13(9):745-51. 4. WHO (2012-2013) World Health Organization. Global Alert and Response. Coronavirus Infections. Available at: http://wwwwhoint/csr/disease/ coronavirus_infections/en/ 5. Memish ZA, Zumla AI, Al-Hakeem RF, AlRabeeah AA, Stephens GM. Family cluster of Middle East respiratory syndrome coronavirus infections. N Engl J Med. 2013 Jun 27;368(26):2487-94. 15. Evidence of person-to-person transmission within a family cluster of novel coronavirus infections, United Kingdom, February 2013. Euro Surveill. 2013 Mar 14;18(11):20427. 6. WHO (2012-2013) World Health Organization. Disease Outbreak News Novel Coronavirus. Available at: http://wwwwhoint/csr/don/archive/disease/coronavirus_infections/en/indexhtml Last Accessed 22 October 2013. 7. Saudi Arabia Ministry of Health (2013) Media Statements. Corona. Available at: http://www.moh. gov.sa/en/HealthAwareness/Corona/Pages/PressStatements.aspx, last accessed 22 October 2013. -34- 16. Chan KH, Chan JF, Tse H, Chen H, Lau CC, Cai JP, Tsang AK, Xiao X, To KK, Lau SK, Woo PC, Zheng BJ, Wang M, Yuen KY. Cross-reactive antibodies in convalescent SARS patients’ sera against the emerging novel human coronavirus EMC (2012) by both immunofluorescent and neutralizing antibody tests. J Infect. 2013 Aug;67(2):130-40. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Servet Öztürk ve Ark. ham RL, Baric RS, Katze MG. Cell host response to infection with novel human coronavirus EMC predicts potential antivirals and important differences with SARS coronavirus. MBio. 2013 Apr 30;4(3):e00165-13. 17. Public Health England, ISARIC (2013) Treatment of MERS-CoV: Decision Support Tool. Clinical Decision Making Tool for Treatment of MERS-CoV v.1.0, 18 June, 2013. Available at: http://www.hpa.org.uk/webc/HPAwebFile/ HPAweb_C/1317139281416, Last Accessed 22 October 2013. 20. Falzarano D, de Wit E, Martellaro C, Callison J, Munster VJ, Feldmann H. Inhibition of novel β coronavirus replication by a combination of interferon-α2b and ribavirin. Sci Rep. 2013;3:1686. 18. de Wilde AH, Raj VS, Oudshoorn D, Bestebroer TM, van Nieuwkoop S, Limpens RW, Posthuma CC, van der Meer Y, Bárcena M, Haagmans BL, Snijder EJ, van den Hoogen BG. MERS-coronavirus replication induces severe in vitro cytopathology and is strongly inhibited by cyclosporin A or interferon-α treatment. J Gen Virol. 2013 Aug;94(Pt 8):1749-60. 21. Falzarano D, de Wit E, Rasmussen AL, Feldmann F, Okumura A, Scott DP, Brining D, Bushmaker T, Martellaro C, Baseler L, Benecke AG, Katze MG, Munster VJ, Feldmann H. Treatment with interferon-α2b and ribavirin improves outcome in MERS-CoV-infected rhesus macaques. Nat Med. 2013 Oct;19(10):1313-7. 19. Josset L, Menachery VD, Gralinski LE, Agnihothram S, Sova P, Carter VS, Yount BL, Gra- -35- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Olgu Sunumu Bir Objektif Tinnitus Sebebi: Yüksek ve Dehissan Juguler Bulb A Cause for Objective Tinnitus: High And Dehissent Juguler Bulb Mustafa Emrah Kınal 1, Arzu Tatlıpınar 1, Selami Uzun 1, Hande Senem Deveci 1 1. Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, KBB Kliniği, Kozyatağı / İstanbul ABSTRACT GİRİŞ High jugular bulb is a vascular abnormality of jugular vein. However, it is generally asymptomatic and is detected incidentally. In symptomatic cases, it may cause conductive hearing loss, sensoryneural hearing loss, pulsatil tinnitus and vertigo according to localization of jugular bulb. Jugular bulb dehiscence was found in 6% in temporal bone studies. Temporal bone computerized tomography, particularly the coronal plan, is very important to diagnose this abnormality. Awareness of high and dehiscent jugular bulb is mandatory to prevent excessive bleeding during middle ear surgery. In this case report a young woman with a high jugular bulb is presented. Juguler bulb, sigmoid sinüs ile internal juguler venin birleşim bölümü olan genişlemiş segmenttir. Orta kulağın hipotimpanum bölümünün hemen altında uzanmakta ve kavum timpaniden kompakt bir kemikle ayrılmaktadır. Juguler venin temporal kemikteki en sık görülen anomalisi ise yüksek juguler bulb olarak bilinir (1). Geniş ve yüksek juguler bulb internal juguler venin vasküler bir anomalisidir. En sık, hayatın 4. dekadında görülür (2). Juguler bulbun orta kulağa veya kohleanın bazal bölgesine doğru protrude olduğu vakalarda yüksek ju-guler bulb teşhis edilir. Boyutları ve lokalizasyonu çok değişken olabilir. Bu lokalizasyona göre farklı semptomlar ortaya çıkar. Kavum timpaniye doğru gelişen bir lateral protrüzyon iletim tipi işitme kaybı ve pulsatil tinnitus gibi semptomlara yol açarken, petroz apekse doğru gelişen bir medial protrüzyon vertigo, sensörinöral işitme kaybı ve tinnitus gibi bulgulara neden olabilir (3). Bu bildiride kliniğimize kulağında rahatsız edici bir ses duyma şikayetiyle başvuran ve yapılan radyolojik incelemede yüksek ve geniş juguler bulb tespit edilen 15 yaşında bir bayan hasta sunulmaktadır. Keywords: Jugular vein abnormality, pulsatil tinnitus, high jugular bulb. ÖZET Yüksek juguler bulb internal juguler venin vasküler bir anomalisidir. Ancak genellikle semptom vermez ve insidental olarak tespit edilir. Yüksek juguler bulb semptomatik olduğu vakalarda, juguler bulbun lokalizasyonuna göre hastalarda iletim tipi işitme kaybı, sensorinöral işitme kaybı, pulsatil tinnitus ve vertigo gibi şikayetlere neden olabilir. Yapılan temporal kemik çalışmalarında %6’ya varan oranlarda tespit edilmiştir. Temporal kemik bilgisayarlı tomografisi, özellikle koronal plandaki kesitler bu anomaliyi tespitte çok önemlidir. Yüksek ve dehissan juguler bulbın farkında olmak orta kulak cerrahisi sırasında aşırı kanamayı önlemek açısından hayati önem taşır. Bu bildiride yüksek juguler bulblı genç bir kadın olgu sunulmuştur. OLGU Yaklaşık 4-5 yıldan beri sağ kulağında “çınlama, uğultu, baloncuk patlama sesi duyma” şeklinde tanımladığı sesler duyduğunu ifade eden hastanın vertigo veya işitme kaybı yakınması yoktu. Yapılan otoskopik muayenesinde bilateral timpan membranlar intakt olmakla birlikte sağ timpan membran arkasında posteroinferior kadranda mor renkli, nabızla korele pulsasyon gösteren kitle görünümü mevcuttu [Resim 1]. Sigara ve alkol kullanma öyküsü olmayan hastanın özgeçmişinde 7 yaşındayken adenoidektomi ve bilateral timpan membranlara Anahtar Kelimeler: juguler ven anomalileri, pulsa- ventilasyon tüpü uygulanma öyküsü mevcuttu. til tinnitus, yüksek juguler bulb. Hastaya koronal planda çekilen temporal kemik bilgisayarlı tomografisinde (BT) orta kulak inferior kemik duvarında dehisans ve bu dehissanstan orta kulağa protrüzyon göstermiş olan yüksek ve geniş juguler bulb tespit edildi [Resim 2]. Saf ses odyogramda bilateral işitmesi normal sınırlarda tespit edilen İletişim Bilgileri hastanın timpanog-ram sonucu bilateral tip A Sorumlu Yazar: Arzu Tatlıpınar olarak gözlendi. Hasta mevcut patolojisinden Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma haberdar edilerek, orta kulağa ait bir operasyon Hastanesi, Bostancı, İstanbul geçirmesi durumunda, cerrahını bu anatomik Tel: +90 532 227 66 57 varyasyondan haberdar etmesi gerekliliği anlaE-posta: [email protected] Makale Gönderi: 16.12.2013 / Kabul: 17.02.2014 tıldı. * Bu çalışma 02-06 Kasım 2013’te Antalya’da düzenlenen 35. Ulusal KBB ve Baş-Boyun Cerrahisi Kongresi’nde poster olarak sunulmuştur. -36- Mustafa E. Kınal ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Hastaya dehissansın giderilmesi için cerrahi yolla müdahale edilebileceği bilgisi verildi. Ancak hasta cerrahi tedavi seçeneğini tercih etmedi. altında aynı taraf juguler vendeki akım görüntülenirken bu bölgedeki akımı azaltacak şekilde boyuna baskı yapılır. Juguler vendeki akım azalması dopler USG ile gözlenir. Bu sırada hastanın tinnitus yakınmasında azalma olursa tinnitusun juguler ven anomalisine bağlı olduğu kanıtlanmış olur (4). Geniş ve yüksek juguler bulbda asemptomatik vakalar genellikle başka bir patolojiye ilişkin yapılan görüntülemeler sırasında tesadüfen saptanır ve bu vakalar tedavi gerektirmez, takip önerilir. Bizim olgumuzda hasta polikliniğimize tinnitus yakınmasıyla gelmiş ve yapılan otoskopik muayenede timpan membranın posteroinferior kadranında görülen mor renkli pulsatil kitle yüksek juguler bulb düşündürmüştür. Yüksek juguler bulbda sadece kraniyal sinir tutulumuna yol açan çok nadir vakalarda cerrahi gündeme gelir. Cerrahi sonrası başarı ve semptomların ortadan kalkma şansı ise oldukça yüksektir (3). Yüksek juguler bulb hastalarına bilinçsizce yapılan orta kulak cerrahisi korkunç sonuçlara yol açabilir. Binon hasta üzerinde yapılan bir çalışmada insanların %2’si orta kulak cerrahisi açısından “yüksek risk taşıyan” yüksek ve dehisant juguler bulb hastası olarak değerlendirilmiştir. Bu hastalara yapılan cerrahide miringotomi ve timpanomeatal flep elevasyonu sırasında açıktaki juguler bulbun yaralanabileceği, bunun da önemli morbidite ve mortalite sebebi olabileceği üzerinde durulmuştur (1-5). SONUÇ Tinnitus yakınmasıyla başvuran hastalarda geniş ve yüksek juguler bulb nadiren görülebilir. Yüksek juguler bulbdan şüphelenilen durumlarda koronal planda çekilen bir temporal BT ile tanıya gidilebilir. Klinikte nadiren karşımıza çıkan bu antite aslında asemptomatik olarak bir çok hastada mevcuttur ve nadir değildir. Bu nedenle yüksek juguler bulbun orta kulak cerrahisi açısından oluşturduğu riskler bilinmeli, orta kulak cerrahileri öncesi planlamada bu durum mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Resim 1. Olgunun timpan membranının endoskopik görünümü TARTIŞMA İnternal juguler venin vasküler varyasyonları ve anomalileri sık olmasına rağmen semptomatik olduğu vakalar nadir görülür. Tek taraflı işitme kaybı, tinnitus, kulak dolgunluğu ve vestibüler semptomlara yol açabileceği gibi otalji ve migren tipi başağrısı nedeni olabilir. Kraniyal sinir tutulumuna ilişkin bulgular ise, örneğin fasial paralizi, çok daha nadir görülür. Populasyonun 2/3’ünde sağdaki juguler ven ve juguler bulb soldakine göre daha geniştir. Bizim vakamızda da geniş ve yüksek juguler bulb hastanın sağ kulağında gözlendi. Juguler ven anomalisi düşündürecek bulguları olan hastalarda tanıya yüksek rezoüsyonlu BT ve Magnetik Rezonans (MR) Görüntüleme ile gidilir. Ayrıca gereği halinde MR anjiyografi ve dijital substruk-siyon anjiyografi ile ileri inceleme yapılabilir. Bizim olgumuzda da koronal planda çekilen BT ile geniş ve yüksek juguler bulb tespit edilmiştir [Resim 2]. KAYNAKLAR 1) Atmaca S, Elmali M, Kucuk H. High and dehiscent jugularbulb: clear and present danger during middle ear surgery. Surgical and Radiologic Anatomy. 10.1007/ s00276-013-1196-z 2) Friedmann DR, Eubig J, Winata LS, Pramanik BK, Merchant SN, Lalwani AK. Prevalence of jugular bulb abnormalities and resultant innereardehiscence: a histopathologic and radiologic study. Otolaryngol Head Neck Surg. 2012 Oct;147(4):750-6. 3) Filipović B, Gjurić M, Hat J, Glunčić I. High Mega Jugular Bulb Presenting with Facial Nerve Palsy and Severe Headache. Skull Base. 2010; 20(6): 465–468. Resim 2. Olgunun koronal planda temporal BT görünümü. İnce ok : Yüksek ve dehissan juguler bulb orta kulak kavitesine protrude görünümde. Kalın ok: anomalisiz tarafta juguler bulbla orta kulak kavitesi arasındaki kemik tabaka izlenmekte 4) Nakagawa M, Miyachi N, Fujiwara K. A Convenient Sonographic Technique for Diagnosis of Pulsatile Tinnitus Induced by a High Jugular Bulb. JUM 2008; 27 (1):139-140. Hastadaki tinnitusun sebebinin yüksek juguler bulb olup olmadığının ortaya konması için noninvaziv bir teknik olarak doler ultrasonografi (USG) önerilmektedir. Dopler USG 5) Woo CK, Wie CE, Park SH, Kong SK, Lee IW, Goh EK. Radiologic analysis of high jugular bulb by computed tomography. Otol Neurotol. 2012;33(7):1283-7. -37- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Olgu Sunumu Skull Metastasis of Hepatocellular Carcinoma: A Case Report Kafatasında Hepatoselüler Karsinom Metastazı Serdar Özdemir 1, Tevfik Patan 1, Tuba Cimilli Öztürk 1, Hasan Demir 1 1. İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tıp Kliniği, İstanbul, Turkey SUMMARY Hepatocellular carcinoma (HCC) is the fifth most common cancer in the world and is especially prevalent in Africa and East Asia. Late-stage HCC usually metastasizes to the regional lymph nodes and lungs, but less commonly to the skeleton. Scalp metastases from HCC are very rare but must be considered when treating a patient with known cirrhosis, hepatitis, or HCC. 61 years old male patient presented to the emergency room with complaint of headache. He had known HCC for one year and had an operation for it. There was no known metastasis of tumor, yet. In his physical examination there was no important finding except scalp mass on the right parieatal bone of cranium.When it was questioned, we learned that it was slowly growing for 4 months. In his cranial computed tomography there was an osteolytic, expansile, and hypervascular lesion in right parietal bone and multiple lytic lesions were detected in other cranial bones. Especially in Asia, skull metastases from HCC should be included in the differential diagnosis of skull tumors, even if the patient is asymptomatic of liver cirrhosis. With the increase of survival in HCC patients, clinically significant bone metastases have also increased, affecting the patients’ quality of life. Therefore, early diagnosis and proper management of bone metastasis from HCC is essential to prevent deterioration in the quality of life of HCC patients. Key words: HCC, Skull, metastasis. ÖZET Hepatosellüler karsinoma (HCC), dünyada 5. sıklıkta görülen kanserdir ve özellikle Afrika ve Doğu Asya’da ağırlıktadır. Geç dönem HCC genelde bölgesel lenf düğümlerine ve akciğerlere metastaz yapar, ama daha az sıklıkla iskelette metastaz görülür. Kafatası kemiği metastazı çok nadirdir fakat bilinen sirozu , hepatiti veya HCC si olan hastaları tedavi ederken düşünülmelidir. 61 yaşında erkek hasta acil servise başağrısı şikayeti ile başvurmuştur. Hastanın 1 yıldır bilinen HCC si olup bu nedenle opere edilmiştir. Henüz bilinen metastazı yoktu. Fizik muayenede kafada sağ pariyetal kemik üzerinde ele gelen kitle haricinde önemli bir bulgu saptanmamıştır. Sorgulandığında kitlenin 4 ay İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Tuba Cimilli Öztürk Yazışma Adres: Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bostancı, İstanbul Tel: +90 532 514 04 85 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 19.12.2013 / Kabul: 17.02.2014 •It was presented as poster in EuSEM 2012 Congress, Antalya 2012 içinde yavaş yavaş büyüdüğü öğrenildi. Hastanın kraniyel tomografisinde osteolitik, genişleyen ve hipervaskuler sağ parietal kemik üzerinde lezyonu ve diğer kraniyel kemiklerde çoğul osteolitik lezyonları saptandı. Özellikle Asya’da hasta asemptomatik karaciğer sirozu olsa dahi kafatası kemik tümörlerinin ayırıcı tanısında HCC’nin metastazı düşünülmelidir. HCC hastalarında artan sürvi ile birlikte klinik olarak belirgin, hastanın hayat kalitesini etkileyen kemik metastazları artmıştır. Bu nedenle erken tanı ve HCC den doğan kemik metastazlarının uygun tedavisi, HCC hastalarının hayat kalitesinde bozulmayı önlemek amacı ile gereklidir. Anahtar Kelimeler: Hepatosellüler karsinoma, kafatası kemiği, metastaz. INTRODUCTION Hepatocellular carcinoma (HCC) is the most common primary tumour of the liver. Lungs, abdominal lymph nodes, and bones are the most common extrahepatic metastatic sites of HCC. HCC usually metastasizes preferentially to the vertebral column, pelvis, and ribs, but rarely to the skull (1). Although the incidence of bone metastases in HCC has been described as very low in autopsy studies, an increasing trend has been reported recently. In the past, because of its short survival of patients with HCC, their clinical presentations were mostly concerned with the manifestations of the primary cancer itself. However, recent progress in the treatment of HCC has made it possible for the patient to survive longer, and as a result, distant metastasis from HCC, including bone metastasis, has increased and attracted more attention than before. Skull involvement can be observed in various neoplasms of epithelial origin and are most often due to lung, breast, thyroid, kidney and prostate cancers. Cutaneous and skull metastases from HCC are very rare (2). In this report, we describe a patient with previously known liver disease who presented with metastatic HCC of the skull to the emergency room. CASE A 61 years old male patient presented to the emergency room with complaint of headache did not have a history of a recent head trauma. He had chronic headache complaint for nearly 5 months. He had admitted to internal medicine and neurology outpatient clinics of other hospitals, and with a diagnosis -38- Serdar Özdemir ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 of cluster headache, he was taking medicines. His headache worsened and that day he had the worst. He had known hepatocellular carcinoma (HCC) for one year and had an operation for it. There was no known metastasis of tumor, yet. He was followed upin the oncology clinic. In emergency room his vital signs were normal. In his physical examination there was no important finding except scalp mass on the right parieatal bone of cranium which was firm in consistency and non tender. No pus dis-charge was noted from the swelling. In his neuorological examination there was no pathological finding. There was no meningismus signs, too. When it was questioned, we learned that the mass was slowly growing for 4 months. decades (1). This patient initially visited the hospital due to the symptom of headache. The previous literature revealed tahat, “headache” is the presenting symptom in11% of cases (3). The metastases from HCC is commonly present in the skull base and less frequently seen in the skull vault with a subcutaneous mass as the most common clinical presentation(63%) (4). Other signs and symptoms are neurological deficits (44%) and seizures. Patients who present with neurological deficits usually manifest as facial palsy, deafness, visual disturbance, facial numbness, weakness of limbs, and other cranial nerve palsies, depending on the size of tumour and its location (3). The metastatic lesions may be the presenting sign of the HCC, and the hepatic lesions may not be detected until many months after the diagnosis of the metastatic disease (5). Thus, in patients presenting with a subcutaneous mass, the differential diagnosis should include internal organ metastasis, especially in countries where HCC is common. It was seen that no lesion factors affected survival. Thus, subcutaneous metastasis had a minimal impact on the survival of HCC patients. The strategy for treating subcutaneous metastasis in HCC patients should be based on the patient’s performance status. In one study it was found that there were no deaths directly related to subcutaneous metastasis, and there was no evidence that subcutaneous metastasis was associated with a poor prognosis in patients with HCC (6). In comparison with the incidence of skull metastases before the 1980’s, the incidence after the 1990’s has clearly increased because of a prolonged survival rate due to recent progress in the diagnosis and treatment of HCC (1). We decided to take cranial tomography. In his cranial computed tomography (CT) there was an osteolytic, expansile, and hypervascular lesion in right parietal bone and multiple lytic lesions were detected in other cranial bones (Figure 1 and Figure 2). Figure 1. Skull metastases. Cranial CT image shows multiple expansile osteolytic metastases in the frontal and parietal bones. Therefore, particularly in Asia, patients with HCC should be closely monitored for skull metastases. Plain skull x-ray is the most frequent initial diagnostic step in the patient with clinical suspicion of a bone lesion and bone scan with technetium- 99m-methylene diphosphonate is widely used as a screening tool to detect bone metastases. On radiological examination, osteolytic-type behavior with a tendency to be highly enhanced is the most common finding. However these findings are not specific to just HCC. Figure 2. Skull metastases in a patient with known hepatocellular CONCLUSION carcinoma. DISCUSSION HCCs should be considered in the differential diagnosis of carcinomas metastatic to the skin, even in the absence of liver symptoms or absence of imaging finding with ultrasonography or CT that usually reveal the primary lesion. The incidence of skeletal metastasis from HCC is estimated to be 2%–16%, depending on the prevalence of the primary disease in the population. The most frequent sites of osseous metastases from HCC are vertebrae, the sternum, ribs, and long bones, The skull metastasis is absorved very rearly with an incidenceof 0,5-1,6%. Skull metastases from HCC predominantly affect males in their sixth and seventh -39- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 REFERENCES 4. Woo KM, Kim BC, Cho KT, Kim EJ Spontaneous epidural hematoma from skull base metastasis of hepatocellular carcinoma. J Korean Neurosurg Soc. 2010 ;47(6):461-3. 1. Shim YS, Ahn JY, Cho JH, Lee KS. Solitary skull metastasis as initial manifestation of hepatocellular carcinoma. World J Surg Oncol. 2008; 21;6:66. 5. Al-Mashat FM. Hepatocellular carcinoma with cutaneous metastasis. Saudi Med J. 2004;25(3):370-2. 2. Tezcan Y, Koc M. Hepatocellular carcinoma with subcutaneous metastasis of the scalp. Radiol Oncol. 2011;45(4):292-5. 6. Huang YJ, Tung WC, Hsu HC, Wang CY, Huang EY, Fang FM. Radiation therapy to noniatrogenic subcutaneous metastasis in hepatocellular carcinoma: results of a case series. J Radiol. 2008;81(962):143-50. 3. Ellyda MN, Mohd Shafie A. Solitary skull metastasis as initial manifestation of hepatocellular carcinoma – a case report.. IMJ 2009; 8 (2) : 47-50. -40- Seydahmet Akın ve Ark. CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Kısa Rapor A Rare Cause of Acute Renal Failure: Leriche Syndrome Akut Böbrek Yetmezliginin Nadir Bir Sebebi: Leriche Sendromu Seydahmet Akın 1, Sinan Kazan 1, Bilge Kalkan 2, Mehmet Aliustaoğlu 1 1. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Istanbul, Turkey. 2. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, Istanbul, Turkey. ABSTRACT Leriche Syndrome is characterized with occlusive atherom plaques at aortic bifurcation obstructing iliac arteries. Renal arteries are involved in only 10% of patients. Renal artery involvement may be a rare cause of renal impairment. We report a Leriche sydrome case presenting with acute renal failure. Key Words: atherosclerosis, Leriche syndrome, Renal insufficiency. ÖZET Leriche Sendromu iliak arterlerde tıkanıklığa sebep olan aortik bifurkasyonda oklüzif aterom plakları ile karakterizedir. Renal arterler sadece %10 hastada tutulabilir. Renal arter tutulumu akut böbrek yetmezliğinin nadir bir sebebidir. Akut böbrek yetmezliği ile başvuran bir Leriche sendromu olgusunu bildiriyoruz Anahtar Kelimeler: ateroskleroz, Leriche sendromu, Renal yetmezlik. İletişim Bilgileri Sorumlu Yazar: Mehmet Ali Ustaoğlu Yazışma Adres: Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hast. İç Hastalıklar Kliniği Kartal. İstanbul Tel: +90 542 422 47 00 E-posta: [email protected] Makale Gönderi: 19.12.2013 Makale Kabul: 17.02.2014 INTRODUCTION-PURPOSE Leriche Syndrome (LS), first defined by a French surgeon Rene Leriche, is characterized with claudication, pain during rest, necrosis at skin and distal sites and impotence resulted from gradual progression of atherosclerosis and subsequent occlusive atherom plaques at aortic bifurcation obstructing iliac arteries (1, 2). Ninety Percent of obstuction is localized at infrarenal region, although renal arteries are involved in only 10% of cases. It is frequently seen in males at the ages between 40 to 60 (3, 4). Here we present a report of an acute renal failure case caused by LS involving renal arteries. CASE REPORT Fifty-two year old male presenting fatigue and oliguria was admitted to the emergency room. Lab work up (Table 1) showed increased serum urea-creatinine levels and the patient was referred to the internal medicine department. Patient was conscious and cooperative with mild distress. His medical history was significant with hypertension and 60 package/ year smoking. Blood pressure measured from the left and right arms were 130/80 mmHg and 140/90 mmHg, respectively. Body temperature was within normal limits (36,6 C0-axillary). Peripheral pulses were abnormal with the lack of bilateral femoral as well as their distal pulses. The rest of the physical exam was unremarkable. One year ago, abdominal aorta angiography was done at another center in order to evaluate the etiology of acute severe abdominal pain (Figure 1); and it revealed complete occlusion at infrarenal region; moreover, claudication and impotence were accompanied to the complete occlusion, therefore LS was diagnosed at that time. Clinicians considered surgical management; however, patient had claudication for each 500600 meters of walking distance, so symptomatic approach was decided. We investigated acute renal failure on the patient; nausea, vomiting or diarrhea were absent, there were no exposure of potential renotoxic medications and procedures including non-steroid antiinflammatory drugs, antibiotics, herbal remedies, contrast-enhanced imaging. Two months prior to presentation, renal functions were within normal limits. Following renal Doppler ultrasound imaging demonstrated atrophic left kidney, tri-phasic flow pattern in right renal artery. Renal artery magnetic resonance angiography was also performed and complete occlusion at left renal artery and 30% obstruction at left left artery were seen. Patient was then consulted to cardiovascular surgery and aorta-bifemoral bypass procedure was planned and he was referred to cardiovascular surgery for the operation. -41- BOĞAZİÇİ TIP DERGİSİ CiLT:1 SAYI:1 YIL:2014 Test Result Normal Range WBC 7,3 x103/μL 4,4-10,4 x103/μ Hb 13,9 gr/dl 14-18 gr/dl 150-450 x103/μL PLT 213 x103/μL Urea 196 mg/dl 17-50 mg/dl Creatinine 4,96 mg/dl 0,6-1,1 mg/dl AST 27 U/lt 0-45 U/lt ALT 34 U/lt 0-45 U/lt Na+ 139 mmol/lt 136-146 mmol/lt K+ 5,0 mmol/lt 3,5-5,1 mmol/lt Cl- 103 mmol/lt 95-115 mmol/lt Ca+2 8,6 mg/dl 8,4-10,5 mg/dl Albumin 3,5 gr/dl 3,5-5,2 gr/dl Total Billirubin 0,9 mg/dl 0,3-1,2 mg/dl Tablo 1. Lab Values at Presentation. LS, as it is used as a screening method for other peripheral artery diseases (11). LS might be considered in patients presented with acute renal failure to internal medicine or nephrology clinics; particularly in patients having rapid disease progression with advanced age and history of diabetes, hypertension and coronary artery disease. Moreover, renovascular hypertension is a concern for LS cases which angiotensin converting enzyme inhibitors may be contraindicated because they may cause acute renal injury (12). Cautious selection of antihypertensive agents and thorough follow up in renal functions are essential in this patient group. Increased life expectancy, improvements in management of cardio-metabolic diseases as well imaging procedures may be related to an increase in LS incidence. REFERENCES 1. Treska V, Certík B, Cechura M, Molácek J, Sulc R, Houdek K. Leriche’s syndrome. Rozhl Chir. 2013 Apr;92(4):190-3. 2. Leriche R, Morel A. The syndrome of thrombotic obliteration of the aortic bifurcation. Ann Surg 127: 193206, 1948. 3. Keller K, Beule J, Oliver Balzer J, Coldewey M, Munzel T, Dippold W, Wild P. A 56-year-old man with coprevalence of Leriche syndrome and dilated cardiomyopathy: case report and review. Wien Klin Wochenschr. 2013 Dec 17. [Epub ahead of print] 4. Erskine JM, Gerbode FL, French SW, 3rd, Hood RM. Surgical treatment of thrombotic occlusion of aorta and iliac arteries; the Leriche syndrome. AMA Arch Surg. 1959;79(1):85–93. [PubMed] 5. Ellis H. René Leriche: the Leriche syndrome. J Perioper Pract. 2013 Jun;23(6):147-8. Figure 1. Complete aortic occlusion in angiography one year prior to presentation 6. Sugimoto T, Ogawa K, Asada T, Mukohara N, Higami T, Obo H, Gan K, Kitano I, Izumi Y. Leriche syndrome. Surgical procedures and early and late results. Angiology. 1997 Jul;48(7):637-42. DISCUSSION LS is an atherosclerotic complication and mostly encountered by cardiovascular surgery. Initial symptoms are claudication, erectile dysfunction and weight loss and coronary artery disease or chronic renal faiure may co-exist (3). Even at the level of complete distal aortic occlusion, life can be sustained with several anastomoses, most importantly with superior and inferior epigastric arteries (5). Sugimoto et al followed up 29 patients with LS with a mean age 60.7, and recommend anatomic bypass as a therapeutic approach (6). Advanced age of this patient population requires techniques with lower perioperative mortality; endovascular surgery has therefore been preffered method recently (7). Marrocco et al reported that 3-8.5% of aorto-ileal occlusive diseases are infrarenal aortic occlusion (8). infrarenal aortic occlusions are grouped as distal or proximal; distal type is presented with classical LS symptomatology; where as proximal type may effect renal artery and may cause acute renal failure, as seen in our case. Proximal lesions may also cause intestinal infarcts, or as Akhaddar et al reported, it may result in paraplegias (9). Occasionally, gradual progression may lead to chronic renal failure (10). Diehm et al suggested that ankle brachial index may be used to screen 7. Setacci C, Galzerano G, Setacci F, De Donato G, Sirignano P, Kamargianni V, Cannizzaro A, Cappelli A .Endovascular approach to Leriche syndrome .J Cardiovasc Surg (Torino). 2012 Jun;53(3):301-6. 8. Marrocco-Trischitta MM, Bertoglio L, Tshomba Y, Kahlberg A, Marone EM, Chiesa R. The best treatment of juxtarenal aortic occlusion is and will be open surgery. J Cardiovasc Surg (Torino). 2012 Jun;53(3):307-12. 9. Akhaddar A, Eljebbouri B, Saouab R, Boucetta M. Acute paraplegia revealing Leriche syndrome. Intern Med. 2012;51(8):981-2. Epub 2012 Apr 15. 10. Song K, Qiu B, Chen C, Shi X, Shi Y. Leriche syndrome masquerading as chronic kidney disease. Clin Nephrol. 2013 Apr 16 [Epub ahead of print]. 11. Diehm C, Schuster A, Allenberg JR, Darius H, Haberl R, Lange S, Pittrow D, Stritzky B, Tepohl G, Trampisch HJ. High prevalence of peripheral arterial disease and co-morbidity in 6880 primary care patients: cross-sectional study. Atherosclerosis. 2004;172(1):95–105. doi: 10.1016/S00219150(03)00204-1. [PubMed] [Cross Ref] 12. Hricik DE, Dunn MJ. Angiotensin-converting enzyme inhibitor-induced renal failure: causes, consequences, and diagnostic uses. J Am Soc Nephrol. 1990;1(6):845– 58. [PubMed]. -42-