Untitled - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Untitled - Kale Tasarım Merkezi
15/03/2009
03
Meltem Cansever
[email protected]
İkinci İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve
Tasarım Fuarı i-deco, oldukça sınırlı bir
alanda yer aldı, yeni lanse edilen çok az
sayıda ürüne sahipti, büyük çaplı yeni iş
imkânlarına sahne olmadı. Yine de iyi
mekân düzenlemesi, geniş standları ve
uluslararası tasarımcıların katılımıyla şu
kriz günlerinde tasarım gündemine belli bir
canlılık kazandırmayı başardı.
Son yıllarda tasarımın Türkiye’de aldığı yol,
geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında, en
kötümserler için bile, en azından kayda
değer nitelikte. Eğitim kalitesi uluslararası
standartlarda, tasarım haftaları, kongreler,
fuarlar, sergiler düzenleniyor; endüstri,
tasarımın değerini biraz olsun kavramaya
başlıyor, bazı gidiş gelişlerle de olsa
tasarım basını ve yayıncılığı gelişiyor.
Endüstriyel tasarımın önemli ayaklarından
biri olan mobilya ve dekorasyon fuarcılığı
ise iki yıldır, Milano, Köln, Maison Objet gibi
uluslararası dev organizasyonların modelini
–bir tarafta piyasa ürünleri, bir tarafta
tasarım ağırlıklı parçalar, bir başka tarafta
da genç yeteneklere ve deneysel arayışlara
ayrılan özel bölüm- mütevazı boyutlarda
örnek alan İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve
Tasarım Fuarı i-deco ile yetersiz olsa da
yeni bir açılım kazanıyor.
YİĞİDİN
HAKKI
Övgülerle eleştirileri birlikte sırtlayan
i-deco’nun ikincisi, 05-09 Mart tarihleri
arasında CNR Expo’da gerçekleştirildi.
Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen etkinlik,
ilkine göre çok daha iyi düzenlenmişti. Fuar
alanının neredeyse iki kat büyümesiyle
standlar genişlemiş, aydınlatmadaki
sorunlar giderilmiş, katılımcı sayısı
nispeten artmış, daha çok uluslararası
tasarımcı ağırlanmış, uluslararası tasarım
ve dekorasyon basınından temsilcilerin
katılımı sağlanmıştı. Tasarım söyleşileriyle
de sektör meseleleri mercek altına alınmış
oldu.
Etkinliğin teması “Doğaya Dönüş”tü, ama
sergilenen ürünlerde bu izleğe özel olarak
uygun olma kaygısı gözetilmemişti.
Konsepte uygun olan tek şey, Haaz
Gallery’nin sahibi Murat Patavi’nin mekân
düzenlemesi kapsamında, fuayedeki gerçek
çimenlik alandaki toprak ve yeşillik kokusu,
ağaçlar, kuş cıvıltıları, piknik masalarıydı.
Designcamp adı altında genç tasarımcılara
ayrılan bu alanda 8 ülkeden 25 tasarımcı
yeni tasarımlarını sergiledi.
01
02
Tasarımı ön plana çıkan ürünleri içeren
i-deas bölümündeki standlar geçen yıla göre
daha iyi konumlandırılmıştı, rahat bir
izleme keyfi sunulmuştu ama Derin’in
canlandırmaları uzun zamandır dolaşımda
olan 2009 koleksiyonunun ilk kez görücüye
çıkan “gerçek” mobilyaları, Aziz Sarıyer’in
kent mobilyaları koleksiyonu Park’tan yeni
parçalar, Koleksiyon’dan birkaç mobilya,
Can Yalman’ın Step için tasarladığı halılar
dışında kayda değer bir yenilik yoktu.
Münih merkezli Stefan Diez, 20 kilo ağırlığı
taşıyabilen kâğıttan çantasının tanıtımını
yapmak üzere, bazı mihenktaşı ürünlerinin
kâğıttan taslaklarını sergiliyordu. Bir diğer
yenilik ise, gündemdeki ekonomik koşullara
03
meydan okuyarak kuzeyli tasarım ürünlerini
sergilemek üzere yeni açılan Nordist’in
fuarda boy göstermesiydi. New York
merkezli tasarımcı Jason Miller’in söze
dayalı espri ve fikirleri somutlaştırdığı
parçaları, ilginç bir perspektif sunuyordu.
Haaz’ın standındaki indirimli tasarım
mobilyaları ise hem meraklısı için
fırsattı, ama mobilyaların neden
seçildiğini veya tasarımcılarını, ne
olduklarını, tarihlerini belirten hiçbir
bilgiye rastlanmıyordu. Gösterilen iyi
niyete ve parlak görünüme rağmen,
etkinliğin kalbi sayılan bu bölümde bile
bir fuarda olması gereken kapsamlı
yeniliklerden pek bir şey göremedik.
Belli bir sınıflandırmaya olanak vermeyecek
kadar az sayıdaki katılımcının, tesadüfen
yan yana getirilen ürünleriyle yer aldığı
diğer iki salon, konutlarda geleneksel
mobilyadan bir türlü vazgeçemeyen
tüketicinin beğenisine uygun olarak, birkaç
istisna dışında ağır ve bol süslemeli
ürünlerle doluydu. Dış Ticaret
Müsteşarlığı’nın düzenlediği 2. Ulusal
Mobilya Tasarım Yarışması’nda ödül alan
birkaç mobilya da, geçen yıl yalnızca
çizimleriyle sergilenmiş olmasına karşılık,
bu kez üretime geçirilmiş halleriyle
görücüye çıktı.
Belki ekonomik koşulların uygun
olmayışı yüzünden, fuar, varlık sebebine
yakışır şekilde sektörün iş hacmini
gerçekten geliştirecek bir etkiye
sahip olmaktan çok uzaktı. i-deco’nun
desteklenmesi gereken bir örnek
olduğu gerçeğini teslim ederek,
önümüzdeki yıllarda fuarın firmaların
heyecanla yeni koleksiyonlarını
yetiştirecekleri bir mecra olmasını, henüz
katılımcı olmayan Türk firmalarının da
çorbaya tuz eklemesini, belli konseptler
çerçevesinde tasarım sergileri
düzenlenmesini ve en çok da mobilya
tasarımı sahnesine yeni aktörleri daha fazla
dahil etmesini diliyoruz.
01. Nordist standı en çok ilgi çekenlerdendi.
02. Luca Nichetto tasarımları da fuardaydı.
03. Etkinliğin konsepti ‘doğaya dönüş’tü.
04
15/03/2009
Pelin Özgen
Ömer Durmaz
[email protected]
AVRUPA
[email protected]
İLETİŞİM TASARIMI HAFTASI
01
“Avrupa Tasarım Haftası” (European Design
Week); en iyi grafik tasarım ürünlerinin,
illüstrasyonların ve çokluortam
tasarımlarının seçildiği geniş kapsamlı bir
organizasyon. İletişim tasarımı haftası, üç
ana bölümden oluşuyor: ED-Ödüller (EDAwards), ED-Yıllık (ED-Annual),
ED-Konferans (ED-Conference). Avrupa’nın,
konusunda uzman tasarımcılarının katıldığı
konferans farklı ülkelerden gelen
tasarımcıları bir araya getiriyor. Avrupa
ülkelerinde gerçekleştirilen iletişim
tasarımlarının en iyilerinin seçildiği
yarışma, uluslararası arenadaki düzeyli
ürünlerin sergilenebilmesi açısından
oldukça etkili. Organizasyonu kalıcı hale
getiren en önemli belge, kuşkusuz EDAwards kataloğu. Ödül kazanan ve finale
kalan tasarımcıların işlerinin yer aldığı
katalog, Avrupa’nın en iyi iletişim ödülleri
için önemli bir referans kaynağı.
Uluslararası Grafik Tasarım Dernekleri
Konseyi (ICOGRADA) tarafından
desteklenen uluslararası yarışmanın jüri
üyeliğini ise öncü grafik tasarım
dergilerinin editörleri
oluşturuyor: 2+3D (Polonya), CAP&Design
(İsveç), +Design (Yunanistan), Étapes
(Fransa), Eye (İngiltere), Graphic (Hollanda,
IdPure (İsviçre), KAK (Rusya), Novum (Alma
nya), Progretto Grafico (İtalya), TYPO (Çek
Cumhuriyeti), Design Austria (Avusturya)
ve Visual (İspanya). Yarışmayı tasarım
dünyası içinde bu denli önemli kılan da jüri
üyelerinin hem kendi ülkelerinde, hem de
uluslararası tasarım dünyasında kabul
görüyor olmaları.
Ülkemizden de birçok tasarımcı, önceki
Avrupa’nın en geniş katılımlı görsel
iletişim tasarımı etkinliklerinden biri olan
European Design (ED) bu yıl başka bir
anlam ifade ediyor: Görsel iletişim kültürü
dergisi “Grafik Tasarım”, ED jürisinin içinde
yerini aldı. Bu, tasarım yayımcılığı adına
Türkiye için önemli bir adımdı.
yıllarda yarışmaya katılmış ve ödüller
almıştı. Artık sadece bireysel yarışmacılar
olarak değil, kurumsal juri üyesi olarak da
organizasyonda yer alıyoruz. Türkiye’nin tek
görsel iletişim kültürü dergisi “Grafik
Tasarım” da bu yıl Avrupalı
meslektaşlarının arasında yerini aldı.
Böylece, uzun yıllardır Türkiye’yi
uluslararası platformlarda temsil eden
Grafikerler Meslek Kuruluşu (GMK),
akademisyenler, tasarımcılar dışında bir
başka kanaldan da –tasarım yayımcılığı
açısından– ülkemizi temsil etme ortamı
sağlanmış oldu.
5-10 Mart tarihleri arasında Atina’da
toplanan jüri üyeleri, dört gün boyunca,
birbirinden iyi yüzlerce tasarım arasından
en iyilerini eleyerek zor bir işi başardı. Jüri
değerlendirmesinin yanısıra, Avrupa
genelindeki tasarım yayımcılığının sorunları
üzerine görüş alışverişi yapıldı.
Küreselleşmeyle beraber ulusal tasarım
yayımcılığının artık pek mümkün olmadığı,
tasarımın her zamankinden daha çok
evrensel bir dil ve üretim yoluna gittiği dile
05
getirildi. Ekonomik krizin etkileri
değerlendirildi. Tasarım yayımcılığının
yaşayabilmesi için en başarılı satış
modelinin “abonelik sistemi” olduğu
vurgulandı. Söz konusu etkinliğin bir
anlamda “grafik tasarım dergileri konseyi”
işlevi gördüğü belirtildi.
27 kategorinin (görsel kimlik tasarımı,
illüstrasyon, ambalaj tasarımı, çokluortam
tasarımı vb.) yer aldığı yarışmanın diğer bir
önemli özelliği de her yıl aday gösterilen
uluslararası üne sahip beş tasarımcı
arasından birine “Avrupa Tasarımı Şöhret
Ödülü”nün verilmesi. 2007 yılında bu
unvanı Almanya’dan Erik Spiekermann
kazanmıştı. 2008 yılının unvan sahibi ise
İspanya’dan Javier Mariscal oldu.
Spikermann’a aldığı ödülle ilgili şöyle bir
soru yöneltilmişti: “2007 Avrupa Tasarımı
Şöhret Ödülü’nü kazandınız. Bu sizin ilk
ödülünüz değil; fakat dünyanın dört bir
yanındaki meslektaşlarınız tarafından aday
gösterilmenizin özel bir anlamı olmalı. Bu
övgüyü kazanmak size ne ifade
ediyor?” Tecrübeli tasarımcının yanıtı ise şu
olmuştu: “Profesyonel tasarım dergilerinin
okuyucuları tarafından değerlendirilmek
çok şey ifade ediyor. Bu, bana tasarımın
gerçekte uluslararası bir dili olduğunu
gösteriyor. Ve son birkaç yıldır neler
yaptığınızı takip eden bir tasarım kitlesinin
varlığını kanıtlıyor.”
2006 yılında düzenlenmeye başlayan
etkinlik, her yıl Avrupa’nın farklı bir
tasarım merkezini kendisine üs ediniyor.
Avrupa Tasarım Haftası 2008, 34 ülkeden
1000’e yakın konuğu, 2008 Mayısında
İsveç’in başkenti Stockholm’de ağırlamıştı.
Çeşitli sergilerin, üç günlük konferansın,
bir ödül töreninin ve resepsiyonun
gerçekleştirildiği etkinlikte, aralarında
ajans ve tasarımevlerinin bulunduğu
sekiz farklı noktaya iki tasarım yürüyüşü
yapıldı. İsveç grafik tasarım ortamının
görüldüğü ziyaretler farklı firmalar ve
organizasyonlar tarafından düzenlendi.
2009 yılı etkinliği de Zürih’te, 14-17
Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Bu yılın konuşmacıları hakkında bilgi
almak ve etkinlikleriyle ilgili detaylı
bilgi edinmek için European Design’ın
web sitesini ziyaret edebilirsiniz:
www.europeandesign.org
01. Isidro Ferrer Asociados ajansının poster
ödülüne layık görülen çalışmaları
Kale Tasarım Merkezi’nde her ayın üçüncü
perşembesi gerçekleşen “Mimarın
Mutfağı’ndan” söyleşi toplantıları çeşitli
üniversitelerin mimarlık fakültelerinden
öğrencilerin yoğun ilgisi ile devam ediyor.
Ocak ayında açılışını Mimar İhsan Bilgin’in
“Masumiyet Müzesi” projesini anlatarak
başlattığı söyleşi toplantılarının Şubat
konuğu mimarlık dünyasında 40 yıllık
serüveni ve projeleriyle Mimar Mehmet
Konuralp oldu. 17 Mart Salısaat 14.00’te
üçüncüsü gerçekleşecek toplantıların
konuğu Mimar Nevzat Sayın, “Umur Matbaa
ve Kırtasiye Fabrikası” projesini
öğrencilerle paylaşacak.
Samimi ve sıcak bir sohbet ortamında geçen
etkinliklerin birincisinde İhsan Bilgin,
Orhan Pamuk’la “Masumiyet Müzesi”
projesine nasıl başladıklarını, projenin
gelişim sürecini, projenin geleceğini ve
kendi deneyimlerini paylaştı. Orhan
Pamuk’un geçen yıl piyasaya çıkan romanı
“Masumiyet Müzesi”nden yola çıkarak
oluşturmaya karar verdiği aynı isimli müze
Çukurcuma’da yer alıyor. Roman kahramanı
Füsun ve ailesinin yaşamının geçtiği
apartman Çukurcuma Caddesi üzerindeki 24
no’lu Brukner Apartmanı 1999 yılında
Orhan Pamuk tarafından bu proje için satın
alınmış. 60 metrekarelik taban alanıyla
oldukça küçük olan apartmanın köşe parsel
oluşu kapasitesini arttırmış. Binanın iç
mekân düzeninin müze kullanımına elverişli
olmadığını saptayan İhsan Bilgin, dış
cepheyi orjinaline uygun olarak yenileyip,
MİMARIN MUTFAĞI
Her ay KTM’de gerçekleşen “Mimarın Mutfağı’ndan” etkinlikleri
öğrencileri profesyonellerle buluşturuyor.
01
binanın içini tamamen yıkıp, yeniden inşa
edilmesini uygun görmüş. Farklı dairelere
ve odalara bölünmüş olan apartman, binayı
dikine kesen bir galeri ve bir merdiven ile
içten bütünleştirilmiş.
Türkiye’de modern mimarinin öncü
isimlerinden biri olan Mehmet Konuralp’in
bugüne değin gerçekleştirdiği projelerini
paylaştığı sohbet toplantılarının ikincisi de
Şubat ayında organize edildi. Oldukça sıcak
bir atmosferde geçen toplantıda, “Yaşadığınız
02
bölgeyi, halkı iyi tanımalısınız. Bunlara
sırtınızı dönmemeli, sürekli gözlem yapmalı
ve yaptığınız çalışmaları ‘müze nesnesi’
olarak görmemelisiniz” sözleriyle Konuralp,
seçtiği projelerinin fikir süreçlerini, oluşum
aşamalarını, karşılaşılan zorlukları ve teknik
anlamdaki olumsuzlukları öğrencilere aktardı.
Öğrencilerin gelecekle ilgili kaygılı
düşüncülerini ve yorumlarını umut veren bir
dille yanıtlayan Konuralp, toplantıyı “biz bu
mesleğin yayları olduk, sizler de okları olun”
sözleriyle tamamladı.
Çanakkale Seramik & Kalebodur
ve Frame Dergisi işbirliği ile yürütülen
“Mimarın Mutfağı’ndan” etkinlikleri
her ay farklı konular, güncel başlıklar
ve önemli tartışmalarla tasarım
dünyasının nabzını tutmaya
devam edecek.
01 Mehmet Konuralp’in Şubat ayında
düzenlenen söyleşisinden...
02 İhsan Bilgin’in Masumiyet Müzesi projesi.
Sertaç Ersayın
[email protected]
DESTEK-TEŞVİK-HİBE
Yakın zamanda Resmi Gazete’de yayımlanan ve Türkiye’de
tasarım kültürünün oluşturulması ve yaygınlaştırılması için
hazırlanan tebliğ, endüstri için büyük önem taşıyor.
Ülkemizde, özellikle son yirmibeş yıl içinde,
farklı konularda birçok iş kolu teşvik edildi.
Turizm, sağlık, eğitim, tarım, fuar, üretim,
marka, moda, tanıtım alanlarında verilen
teşvikler, yatırımcıya yapacağı yatırımların
adresini tayin etti. Moda tasarımcıları
dışında, yaratıcılık temeli üzerine
kurulu diğer iş kolları ise yakın zamana
kadar teşvik mekanizmalarından
faydalanabilecek çıkış yollarını bulamadı.
projelerin, yeni formların, rekabette ürün
sahibi firmayı öne çıkarıcı hamlelerini salt
teknik yenilikler temeli üzerinden
açıklanmaya çalışılması tasarım dünyasını
memnun etmiyor. Tekniğin bilinen
konumunu bambaşka yaklaşımlar ile
değerlendirerek farklılığı yakalayan
tasarımcılar, endüstriyel tasarım’ın da
ayrıca teşvik edilmesinin bir ihtiyaç
olduğunu belirtiyor.
Sınırlı da olsa Ar&Ge çevresinde dönen
yenilikçi projeler, teknik bir yeniliğe
referans veriyorsa desteklenecek projeler
içine girebiliyorlar. Özellikle TÜBİTAK’ın bu
konudaki çalışmaları ilgili sektörlerin ürün
geliştirme motivasyonlarını arttırıyor.
Ancak tasarımcıların geliştirdikleri yeni
TPE’ye başvurularak alınan endüstriyel
tasarım, faydalı model ve patent
tescillerindeki ifade şekilleri süreçlerin
birbirlerine ne kadar yaklaştığını ve
nerelerde özelleştiğini ifade eden iyi bir
örnek. Bu süreçleri endüstriyel tasarım –
ürün geliştirme– Ar&Ge ilişkilerine
benzetmek mümkün. Endüstriyel tasarımın
desteklenmesi, tasarımcıların
desteklenmesi yaklaşımının dışında
üreticinin desteklenerek katma değer
üretmesine, markalaşması için platform
olusturmasına, rakiplerinden
farklılaşmasına, yaratıcılık kültürünün
gelişimi üzerine kurum içinde yapılaşmanın
başlamasına neden olmakta. Tasarımcılar
için dolaylı ve dolaysız desteklerin her
ikisinin de anlamları özeldir ve her iki
yöntem de acil ihtiyaç. Ülkemiz üretim
endüstrilerinin 100 milyar USD üzerinde
seyreden senelik ihracat rakamlarının
içindeki bitmiş ürün paydasının yukarıya
çekilmesi ise ancak kendi ürünlerini
geliştiren bir endüstri ile mümkün
olabilecek. Yakın dönemde Çin’de, son 15
yıldır Tayvan, son 10 yıldır Kore’de bu
çerçevede verilen desteklerin ülkeleri ve
markalarını nerelere taşıdığını biliyoruz.
Ülkemizde, yatırımı, üretimi, rekabet
analizini, pazarlamayı en iyi şekilde
yapabilen küçük ve büyük endüstri kolları
artık tasarımı da en iyisi ile yapabilecek
görgü, deneyim ve çalışma kültürüne
sahiptir veya sahip olmalı. Özellikle
mobilya, küçük ev cihazları, otomotiv,
ambalaj, aydınlatma, vitrifiye, yapı ve
inşaat sektöründe başı çeken kurumların bu
motivasyonda olduklarını söylemek
mümkün. Bu aşamada 2008 sonunda Resmi
Gazete’de yayımlanan fakat henüz
uygulama esasları yazılmadığı için devreye
geçmemiş olan tebliğin uzun metnini
okumakta fayda var. Ancak özetle belirtmek
gerekir ki, tasarım ofisleri ve şirketlerini
destekleyerek Türkiye’de tasarım kültürünün
oluşturulması ve yaygınlaşmasını sağlamak
amaçlı oluşturulduğu belirtilen tebliğ, Türk
Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde
kurulmuş ve sadece tasarım hizmeti ve/veya
danışmanlığı faaliyetinde bulunan ve
bünyesinde en az üç adet tasarımcı bulunan
şirketleri kapsayacak. Yazılım, donanım ve
tasarımcı giderlerinin % 50’sini
karşılayacak olan desteğin ülkemiz
endüstrisine ivme kazandıracağı kesin.
15/03/2009
06
Melis Pekand
Orhan Irmak
[email protected]
MODANIN DOĞAYA SAYGISI
01
Moda döngüsünde yeşile çalmak öyle
sanıldığı kadar kolay değil. Mesela pamuk
bile artık masum sayılmaz. Saygılı ipliğin
kıyafet olmak için geçmesi gereken çetin
yollar var. Önce ekolojik olarak ekilmiş
bitkilerden kumaşlar üretilecek. Bitkilerin
kendisi de bu format için uygun olacak.
Burada bambu, soya ve kayına yeşil ışık
yanıyor. Birçok kıyafetin temelini oluşturan
naylon, polyester ve viskon ise insan eliyle
üretiliyor. Üretim sürecinde
petrokimyasallar ve toksik kimyasallar
kullanılıyor. Mesela naylonun yapımında
açığa çıkan nitro oksidin karbondioksitten
310 kere daha fazla zararlı olduğu ve
küresel ısınmaya katkıda bulunduğu
biliniyor. Dünyanın birçok yerinde toksik
kimyasallarla üretilen boyalar ise kanser
yapıyor. Organik pamuk, kenevir, organik
yün, doğal boyalar ve keten bu işi ekolojik
kılan maddelerden.
“Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar
ormana…” Söz konusu ekolojik moda ise
süreç tıpkı o bildik nameleri anımsatıyor.
Ekolojik moda, bitki örtüsünü giyinmek
anlamına gelmiyor; kumaşın üretildiği
bitkinin yetişme biçimi, kullanılan
kimyasallar... Hepsi önem kazanıyor!
- Sarar, işyerinde organik kadın şıklığına el
attı. Kumaşlarında kimyasal katkı maddesi
içermeyen organik ürün grubunu geçen
Temmuz’da satışa çıkarttı.
- Adil ticaretin öncülerinden olan People
Tree etik moda denince ilk akla gelen
yabancı marka. Üretimlerinde yalnızca
organik koton, doğal boyalar ve geri
dönüşümlü ürünler kullanıyorlar.
Uluslararası üne sahip Türk tasarımcımız
Bora Aksu da People Tree markasına mini
bir koleksiyon hazırladı. Böylece ekolojik
ürünlerin de moda içinde yaratılabileceğini
gördük. Meraklıları asos.com’dan satın
alabiliyorlar.
- Nike, “Considered Design” serisi
02
kapsamında; spor tutkunları için çevre dostu
ürünler tasarlıyor. Nike, 2011’de tüm spor
ayakkabılarda, 2015’te tüm kıyafetlerde ve
2020’de tüm malzemelerde Nike Considered
Design standartlarına ulaşarak, çevre dostu
koleksiyonlara imza atmayı hedefliyor. Bu
hedefe ulaşmak, Nike’ın tedarik zincirinde
% 17’lik bir azalma, kullanılan çevre dostu
malzemelerde ise % 20’lik bir artış anlamına
geliyor. Ayrıca Yoga serisinde bambu
kumaşlara yer veriyor.
Ali Hewson ile birlikte Edun isimli
ekolojiye saygılı olan kıyafetlerin
üretildiği bir marka kurdu. Markanın
hassasiyet duyduğu bir başka konu
ise “adil ticaret” oldu.
- Sloganlı tişörtleri yaratan Katherine
Hamnett, ürünlerini organik koton ile
yapıyor. Ayrıca 2003’ten beri organik
kumaşlara talep olması için çalışıyor.
- H&M, Levis, Marks and Spencer gibi
markalar organik kumaştan kıyafetler üretti.
- U2 grubunun solisti Bono, karısı
Toprağın ilaçsız ve gübrenin uygun olması,
ticaretin insanları sömürecek şekilde
kurgulanmayıp, adil ticaret şeklinde
yapılması, geri dönüşüme uygun
maddelerin işleme geçirilebilmesi
ekolojik modayı oluşturan etkenler
arasında yer alıyor.
- İngiliz market zinciri Sainsbury’de
Anya Hindmarch’ın “I’m not a plastic
bag” sloganlı bez çantası £5’a satıldı.
Hızla tükendi, trend haline geldi.
Koplayaları her yerde satıldı.
- Stella McCartney, etik moda konusunda
lüks tasarımın öncülüğünü yaptı.
PETA onu, tasarımlarında kürk ve deri
kullanmadığı için çok seviyor. Hayvansever
Stella McCartney, en son bir kürk
markasının dergi reklamında rızası
alınmadan (asla evet demezdi)
markasına ait iç çamaşırı kürkün içinde
gözüktüğü için küplere bindi. Kürk ve
Stella McCartney isimleri asla
yanyana gelmiyor.
- Stylewillsaveus.com aynen bu hassas
anlayışla kurulmuş eko-moda-bilinç sitesi.
- Natalie Portman, ürünlerinde hayvansal
madde kullanmayan Te Casan markası için
ayakkabı tasarlıyor. Güzel oyuncu
vejeteryan hayat biçimi yüzünden deri
ayakkabı giymiyor.
Kısa Kısa...
Yeşil akımının moda olmasıyla birlikte,
moda dünyasının bu modayı demode
bulması düşünülemezdi zaten.
Öyleyse gelin, moda dünyasının ekolojik
moda hakkında yaptıklarına göz atalım:
Dünyada sadece insanların yaşama hakkı
olduğu, diğer varlıkların insanların emrine
amade oldukları düşüncesi oldukça
bencilce. Dünyanın gidişatı için her
sektörün kendine göre alması gerek
önlemler var. Şatafatlı modanın da bu
durumda bir istisna olması düşünülemez.
- Mavi Jeans, ilk kez 2006 yılında
müşterilerine % 100 organik Ege
pamuğuyla üretilmiş blue jean’lerden
oluşan Mavi Organik Koleksiyonu’nu sundu.
2007’de, koleksiyona, tişört ve
sweatshirt’lerin yer aldığı tasarımlar;
2008’de ise organik yoga grubu ürünler
eklendi. Mavi Organik, önümüzdeki sezon
da çeşitli ürünler sunmaya devam edecek.
01 Nike “Considered Design” standartlarını
2020’ye kadar tüm ürünlerine yayacak.
02 Anya Hindmarch’ın sloganlı bez çantası.
03 Katherine Hamnett tasarımı tişörtler.
- Tema vakfı % 100 organik pamuktan
üretilen organik iç çamaşırları satışa
sunuyor.
07
03
04
04. Natalie Portman’ın Te Casan için
tasarladığı ayakkabılardan.
[email protected]
Tüketici davranışlarındaki ve
beklentilerindeki değişim, gündelik
yaşamın artan hızı, yeni alışveriş şekilleri
ve kıyasıya raf rekabeti… Bundan on sene
önce “Ambalaj ürünün kendisidir” diyen
Meyers ve Lubliner (1998), ambalajın
ürünün pazarlanmasında sadece bir aracı
olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştu.
Şimdi belki de bir adım öteye gitmeli
“Ambalaj markanın kendisidir” demeliyiz.
Bugün ambalaj tasarımı önemli bir değişim
içinde. Bu değişimin nedenleri arasında
birçok konudan bahsetmek olası. Önceliği,
son dönemlerin popüler konularından
ekonomik krize verelim: Krizin
yansımalarından biri, zeki firmaları
ambalaj tasarımına yöneltmesi olabilir. Bu
durum, başta kulağa garip gelebilir. Ancak
firmaların yüksek maliyetli yeni ürün
yatırımları yerine ambalaj tasarımlarındaki
nispeten daha düşük maliyetli yenileme
projelerine yönelmeleri, sürekli yenilik
bekleyen tüketicilere cevap vermenin bir
yolu. Yani yeni bir ürün yerine yeni bir
ambalaj, pekâlâ tüketicileri mutlu
edebiliyor. Ayrıca kriz ortamında rakip
ürünlerden daha fazla ayrışmak ve raflarda
daha yüksek sesle “ben buradayım!”
diyebilmek gerekiyor.
AMBALAJDA
YENİ DÖNEM
Artık herhangi bir ürünü üretebilmek pek de
önemli değil; hemen herkes üretim kalitesinde
standartları yakalamış durumda. Şimdi asıl
önemli olan ürününüzü nasıl bir marka altında
ve nasıl bir ambalajda sunduğunuz.
Tüketici Beklentileri
Tüketicinin satın aldığı ürün veya
hizmetten beklentisinin artmış olması da,
ambalaj tasarımının önemini arttıran
konular arasında. “Ne yapsam satar!”
dönemi kapanalı çok oldu, “ambalajın ne
önemi var?” diyen markalar da yavaş yavaş
yok oluyor. Artık tüketiciler bir üründen
veya ambalajdan “daha fazlasını” bekliyor.
Bu da, tekrar kullanılabilirlik, farklı
deneyimler sunmak veya yeni marka
konumlandırmaları gibi konuları
ambalaj tasarımının önemli bir
parçası haline getiriyor. Ürün
çeşitlendirmesinde oldukça kısır
bir alan olan “su”da, Evian markasının
-2009 yılında özel bir seri olarakşişesini ünlü modacı Jean Paul Gaultier’in
imzasıyla çıkarması, yepyeni bir marka
konumlandırması ve deneyim sunması
anlamına geliyor. Artık Gaultier imzalı bir
giysiye parası yetmeyen herkes, aradığı
tatmini Evian su şişesi ile yaşayabilir.
Ünlü tasarımcı Peter Hewitt’in kurduğu
Tea Forté markasının piramit şeklindeki
çay poşetleri de aynı konuyu
örneklendirmede kullanılabilir. Doğru
ürün, doğru ambalajla buluşunca, bir
anda farklılaşmak ve rakipler arasından
sıyrılmak mümkün olabiliyor. Hatta bir
adım öne geçip yeni bir pazar
yaratmak da olası.
Ambalaj tasarımı alanında bir başka kulvarı
da market markaları oluşturmaya başladı.
Ülkemizdeki zincir marketlerde satılan ve
satıldığı marketin ismini taşıyan ürünleri
maalesef tam olarak bu kapsamda
değerlendiremiyoruz. Türkiye’de halen
sıradan bir ürün resmi ve marketin
logosundan oluşan ambalajlarla
karşılaşaduralım, yurt dışında durum
bizden biraz daha farklı. Artık market
markaları da, tasarım alanında hizmet
veren ofislerin müşterileri arasına
katılmaya başladı ve diğer markalı
ürünlerle yarışacak düzeyde tasarım
kalitesine ve satış hacmine ulaşmaya
başladı. Tesco, Waitrose, Sainsbury’s
ambalajlarını bugün tasarım yarışmalarında
bile görmek mümkün.
Markalar için çarpıcı ve samimi bir iletişim
arayışı, ambalaj tasarımı alanında yaşanan
değişimin farklı bir boyutu. Bir çok yerli
markada halen sıkça rastladığımız,
ambalajın kendisi kadar büyük logo
kullanımları, ürün içeriğini çoğunlukla
olduğundan abartılı gösteren fotoğraflar
aslında güncel ambalaj tasarımının
uzaklaşmaya başladığı unsurlar. Bunların
yerini ambalajlarda, ürünün ve markanın
sunduğu duygusal iletişime yönelik
görseller ve yalın anlatımlar almaya
başladı. Esprili illüstrasyonlar, sıra dışı
tipografiler ve şaşırtıcı fotoğraflar, ileride
raflarda daha fazla karşılaşacağımız
ambalaj tasarımı kimliklerini oluşturacak
gibi görünüyor. Bol ödüllü “Jonathan Crisp”
cipslerinin snop karakter illüstrasyonları,
Hero’nun “Fruit 2 Day” meyve sularının
markanın vaadini doğrudan aktaran formu
veya bebek mamalarının günün hangi
vaktinde yenilmesi gerektiğini anlatan
grafikleri ilk akla gelen örnekler arasında.
02
01
03
04
Tüm bu değişimler, ambalaj tasarımı
alanında yeni bir anlayışın habercisi. Artık
ambalajına önem vermeyen bir markanın,
sahip olduğu değerleri tüketicisine
aktarması ve onunla uzun soluklu bir bağ
kurması neredeyse imkânsız. Ambalajlar
ürünü sunan markanın adını (logosunu)
taşımakla kalmıyor, tüketicisine ürünün
fiziksel faydalarının ötesinde vaatlerde
bulunuyor. Bu kimi zaman mutluluk veya
aidiyet duygusu, kimi zaman da yeni bir
deneyim oluyor. Ama bunların tümü,
aslında, o ürünü satın almak için çok güçlü
birer neden olarak karşımıza çıkıyor. Zaten
ambalajın amacı da bu değil mi?
01 Jean Paul Gaultier’nin Evian için
tasarladığı su şişesi
02 Market markalarının ambalaj
tasarımlarına iyi bir örnek, Waitrose.
03 Red Dot ödüllü çay bardağı ambalajı
Koleksiyon için tasarlandı.
05
04 Peter Hewitt’in çay poşetleri.
05 Ödüllü Jonathan Crisp cipsi
illüstrasyonları.
06 Marka vaadini doğrudan aktarma
amacındaki meyve suyu ambalajı.
06
07
07 Mamanın günün hangi saatinde
tüketileceğini ambalajıyla anlatan
Hero Baby.
08
15/03/2009
Aslı Ayşen Aydın
09
Meriç Kara
aslı[email protected]
[email protected]
FONKSİYONEL
YENİ VE YARATICI
FİKİRLER
01
+
Klozete yapıştırmak için Duchamp imzası,
meyvelerini nature morte gösteren çerçeveli
meyve tabağı, kağıt mendil üzerine baskılı
acıklı bir mektup, lekesi çiçek desenli kahve
fincanları, ritim için baget kalemler, kahveyi
nasıl istediğiniz anlatmak için bardağa
basılmış sütlü bir Pantone... Aynaya
baktığınızda bir bakıyorsunuz dergiye kapak
olmuşsunuz. Fonksiyon, estetik ve problem
çözme görevlerine ek olarak tasarımın
duygularımıza da karşılık vermesi gerekiyor.
Beklentilerimizi arttırdık, pozitif elektrik
veren objeleri etrafımızda daha fazla ister
olduk. Bizi eğlendirsin, şaşırtsın ve hatta
şımartsın, deneyimimizi paylaşsın, bir şeyler
denemiş olsun, hatta belki üzerinden bir
kamyon geçmiş olsun. Bir yandan elimizde
şekiller, dokular, renkler var, ek olarak da
gizli ve tatlı bir hikaye keşfetmek istiyoruz.
=
AÇIK İNOVASYON
Çağ değişiyor. Evrim, iş yapış biçimlerinde de
gözleniyor. Bilgiyi sadece kendine saklayan
ya da işbirliğinden uzak durmaya çalışanların
hayatta kalma mücadelesi gitgide zorlaşıyor.
Üstelik insanlar, bütünün bir parçası
olduklarını hissettiklerinde yaptıkları işten
hem keyif alıyor hem de o topluluk içindeki
paylaşımları artıyor. Ürün ya da hizmet
aldıkları kurumların daha şeffaf olmasını
tercih eden tüketiciler, birebir ilişki
kurulmasını ve kendilerine söz hakkı
tanınmasını tercih ediyor. Online
ansiklopedik bilginin anası Wikipedia,
bizzat internet kullanıcıları tarafından
oluşturuluyor. Her ne kadar pazarlama
taktiği olsa da Peugeot, konsept araba
tasarım yarışmasıyla 21. yüzyılın hayaline
herkesi davet ediyor. LEGO, 1998’de
çıkarttığı Mindstorm serisinde küçükler
olduğu kadar büyüklerin de ilgisini çekerek
ürün tasarımdan bilgisayar programına
kadar gelen tüm öneri ve iyileştirmeleri
dikkate alıp uyarlıyor.
İşte tam da bu çağ değişimi sırasında, 2003
yılında UC Berkeley Haas School of
Business’ın hocalarından Henry Chesbrough
“Open Innovation” başlığında bir kitap
yazıyor. En temel iddiasını da şu sözlerle
özetliyor: “Şirketler, geliştirdikleri
yenilikleri daha fazla sır olarak
saklayamazlar. Şirketler için başarıya giden
yol, müşterilerini, çalışanlarını hatta
rakiplerini bir araya getirebildikleri açık bir
platform geliştirerek olur.” Felsefesini bu
temele dayandıran Innocentive de
2001’den bu yana insan hayatında olumlu
kırılımlar yaratacak çözüm üretimleri için
köprü görevi görüyor. Innocentive, çözüm
arayan organizasyonlarla değer yaratmak
isteyen bilim adamı ya da girişimcileri
buluşturmaya çalışıyor.
Open Architecture Network ise Birleşmiş
Milletler Milenyum Kalkınma Hedefleri’yle
örtüşen bir amaç için hizmet veriyor: Yaşam
alanlarını ve koşullarını daha sürdürülebilir
bir gelecek için iyileştirmek. Mimar,
mühendis, tasarımcı, STK ya da devlet
kuruluşu olsun hiç fark etmez. Herkesin
02
Dünyada “her an, herkesin yaşadığı” hikayeleri fark edip kendi diline çevirebilen yaratıcı
zekaların “gülümsetme” operasyonu son hızla devam ediyor; dahası, yavaş yavaş
Türkiye de bundan payına düşeni alıyor.
İŞBİRLİĞİ
İnsanoğlunu yeni bir çağın beklediğini, eski
iş yapış şekilleri tatminkar çözümler
üretemediğinden yeni alışkanlıkların
gelişeceğini hepimiz biliyoruz. Son birkaç
yılın iş modelini derinden etkileyen
kelimelerden biri inovasyon olsa gerek.
İster yıkıcı ister radikal olsun modelinizi
inovasyon üstüne kurgulamadığınızda o
fikrin dikkate alınması neredeyse imkansız
bir hal almış durumda. Peki, internetin
durumu nedir? Sosyal topluluklar sayesinde
dünyanın neresinde olursa olsun, kim
nerede haberdar olabiliyorsunuz ya da
herhangi bir proje ile uğraşırken takıldığınız
noktada çözüm bulabiliyorsunuz. Bu
yüzdendir ki, “işbirliği” kelimesi giderek
daha büyük bir anlam kazanıyor.
EĞLENCELER
01
bilgi ve tecrübesini rahatça paylaşabileceği
bu topluluğun hedefi, karşılaşılan
mücadelelere karşı tek bir fikir yerine
binlerce fikir geliştirerek toplam fayda
yaratmak. Mesela yeni projeleri, geleceğin
okul sınıfını tasarlamak.
Tasarım dünyasının da etkilendiği “açık
inovasyon” fikri beş yıldır düzenlenen
Raymond Konferansı’nın geçen yılki serisine
de yansımış. Hollandalı Park ve Eden
firmalarının organizasyonunda gerçekleşen
seminerde, birbiriyle rakip olmayan
kuruluşların tasarım ekipleri bir araya
gelerek hayali bir tasarım ofisini
oluşturmuşlar. Amaç, farklı sektörlerde en
hızlı, en iyi ve en ucuz tasarım yöntemini
tespit ederek birbirlerinin deneyimlerinden
faydalanmak.
Profesör Chesbrough’un yakın tarihte
hayata geçirdiği yeni projesi ise Berkeley
Innovation Forum. Coca Cola, Kraft ve
Philips gibi 32 dev şirketin üst
yöneticilerinden oluşan birlik, yılda sadece
2 kez toplanıyor ve üyelik bedeli olarak
yılda 10.000 $ ödüyor. Sektörlerarası bilgi
paylaşımında bulunan grup, sadece
kendilerine özel bir sistemle sanal dünyada
iletişimlerine devam ediyor. Yeni gündem
maddeleri, yaratıcı fikirleri daha fazla
ortaya çıkarabilmek için şirketlerle
üniversitelerin arasındaki iletişimi nasıl
kuvvetlendirebilecekleri üzerine.
Sadece bu da değil! Cambridge ile Tsingua
Üniversiteleri bilim ve teknolojide
inovasyon açısından devrim yaratacak
araştırma-geliştirme konuları için güç birliği
yapıyor. Halihazırda Cambridge
Üniversitesi, Kodak, Nokia, Unilever ve
P&G’nin de içinde olduğu 30 şirketle
işbirliğini sürdürüyor. Yeni anlaşmayla
Cambridge’in bugüne kadar elde ettiği icra
gücü, Çin pazarına yayılmasıyla daha da
sağlamlaşacak.
Demek ki ister toplumsal sorunların
çözümüne yönelik olsun ister kar amacı
güden şirketlerin müşteri ihtiyaçlarına
yönelik, açık inovasyon gündemimizde yer
almaya devam edecek. “Daha fazla tüketim
mi?” yoksa “daha yerinde ve ihtiyaca
yönelik bir üretim mi?” sorusu gündemin en
önemli maddelerinden biri olacak. Sağlıktan
çevreye eğitimden finansa kadar her alanda
artan tehditlere karşı farklı disiplinlerin
işbirliğini sağlayacak platformlar çoğalacak.
Şeffaflığa direnen, bilgi ve deneyimini
sadece kendisine saklamak isteyenler yeni
düzende varlığını nasıl koruyabilecek hep
birlikte göreceğiz.
01 ‘Dışarıdan fikirlere açık’ lego Mindstorm.
Tasarımlar bu iletişimi basitçe grafik
yardımıyla kuruyor ya da dertlerini formla
anlatabiliyorlar ama bu da araştırma,
materyal denemeleri ve ciddi bir endüstriyel
tasarım çalışması gerektiriyor. Konularını
gündelik hayattan, detaylardan çıkartıyorlar
veya bizi çok iyi tanıdıklarını gösteren
ipuçları barındırıyorlar. Amerika’daki
barlarda sigara içilemediği, ve soğuk havada
bile bar önlerinin mecburi sigara içme
alanları haline geldiğini düşünelim. Tobias
Wong tasarımı sigara delikli eldiven, bu
duruma düşenler için bir ihtiyaca sesleniyor.
Ya da çaydanlığa geçirilen ve demliği sıcak
tutan yün koruyucu terörist demlik, Suck UK
koleksiyonundan bize her gün gündemi
sunuyor. Bizi iyi tanıyan tasarım
gruplarından Atypyk, bu konuda oldukça
seri: Peçete desenli kravat, hortlağa
dönüştüren banyo havlusu ve en son
numaralarından olan 5 çeşit bıyık baskılı
kalemler kullanırken bir anda etkileşime
geçmek için hazır. Kimi zaman kendinizi
yaparken buluverdiğimiz el alışkanlığınız bile
karşınıza bir tasarım olarak çıkıyor! Hal
buyken, yakın zamana değin, daha çok müze
dükkanlarında, tasarım butiklerinde veya
web’den bulmanın mümkün olduğu bu
eğlenceli ürünler seri üretimde de
kendilerine bir alan ediniyor -mesela Ikea’da!
Bir kalıp yapılıyorken zaten, neden işe biraz
da eğlence katılmasın?
Gelelim Türk tasarımcılara… Bizim için bahsi
geçilen safha biraz lüks. Para kazanma
06
09
03
04
05
10
08
derdimiz kendi tasarım karakterimizi
yaratmamızı geciktiriyor. Bir dönem “ne iş
olsa” yapıyoruz, geri çeviremiyoruz. Dahası,
şirketlere ulaşmanın yolu ‘harika fikirler’den
çok, ‘doğru tanıdıklar’dan geçiyor. Tasarımcı
idealistse kendi ürününü kendi üretmek ve
pazarlamak durumunda kalıyor.
Ancak ülkemizde ‘sanat mıdır? tasarım
mıdır?’ tartışmaları hala sürerken,
söylenenlere kulak asmayıp, alıp başını
yürüyen şirketler ve tasarımcılar var
neyse ki. En son i-deco fuarında
07
İMMİB standında gözümüze kestirdiğimiz
yarım çay bardağı formunda ölçek bir
ihtiyaca sesleniyor ve ‘biz’den çıkma bir fikir.
“Take Away İstanbul” bizim kültürümüzle
eğlenceyi ve tasarımı birleştirenlerden. Az
sayıda olan ve bunu yapabilen şirketlerimize
ve tasarımcılarımıza yavaştan yenileri
ekleniyor. Gülmek bulaşıcı ve tasarım da çok
eğlenceli olabiliyor ne de olsa.
01, 02, 06, 07. Atypyk imzalı kravat, ayna,
baget kalem, klozet etiketi Duchamp imzası.
11
03, 05, 08. Suck UK’in terörist deliği, baget
kalemi, Pantone fincanları.
09. Barnaby Barford imzalı meyve tabağı.
04. İMMİB’in yarışmasında birincilik alan, Lale
Taneri tasarımı ölçek.
10. Barnaby Barford- Valeri Viglioli tasarımı fincan
11. Tobias Wong imzalı eldiven soğuk havada
sigara içmek için tasarlanmış.
10
15/03/2009
Hakan Gencol
Filiz Yılmaz
[email protected]
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suç
sayılan bir eylem olan eser hırsızlığından,
bir çocuğun masumca manav tezgâhından
aşırdığı parlak kırmızı bir elmaymış gibi mi
söz etmeliyiz, yoksa Kanun'un açıkça ve
kasten çiğnenmesine tepki verip, işin
hukuki ve etik tarafını mı savunmalıyız?
Aslında en büyük tehlike, kopyacılığın geçer
akçe bir düşünce sistemine dönüşmesi,
süregiden bir olgu haline gelerek
kangrenleşmesi.
“Eser hırsızlığı”, ya da “aşırma” anlamına
gelen “intihal", (plagiarism) kişinin bir
başkasına ait ifade, düşünce, buluş ya da
eserleri izinsiz kullanması ya da çok
benzerlerini, kaynak göstermeksizin
kendisine aitmiş gibi sunması anlamına
geliyor. Ekşi Sözlüğü karıştırınca, “intihal”
başlığı altında “külli alıntı”, “copypaste teknolojisi”, “apartma” gibi
gülümseten karşılıklara rastlanıyor. Kavram,
başka sözcükleri de çağrıştırıyor: İmitasyon,
taklit, kopya, yürütme, araklama,...
Endüstriyel tasarım, mimarlık ya da
reklamcılıkta, “ilham mı yoksa imitasyon
mu?” dediğimiz pek çok işle
karşılaşıyoruz. Örneğin İstanbul Tasarım
Haftası'nda, ya da fuarlarda birbirinden
esinlenmiş -yoksa kopya çekmiş mi
demeliyiz?- birçok ürüne
rastlıyoruz. Gerçekten aklın yolu bir olabilir
mi? Dünyanın herhangi iki noktasındaki iki
ayrı kişi, çok benzer şeyleri düşünüp hayata
geçirebilirler mi? Belli bir noktaya kadar,
neden olmasın? Ya bunun ötesine
geçilmişse? Esinlenme ya da etkilenmeyle,
kopyalama arasındaki sınırı nasıl
ölçebiliriz?
Kopyalar dünyasında gezinmeyi
sürdürelim. Almanya'nın kılıç, bıçak ve
jilet üretimiyle tanınan Solingen şehrinde,
olağan dışı bir müze yer alıyor. Museum
Plagiarius, 1977'den beri taklit ve kopya
problemi hakkında, bu olgunun yalnız
ekonomi üzerindeki değil, özellikle küçük
firmalar ve bireysel tasarımcılar üzerindeki
olumsuz etkileri konusunda kitleleri
bilgilendirmeyi amaçlıyor. Müze her yıl
Franfurt'daki Ambiente Fuarı'nda
düzenlediği bir yarışma ve en
başarılı taklit ürünlere verdiği ironik
ödüllerle, bir çok kopyacı firmanın,
yaptığının etik olmadığını kabul etmesini
ve orijinal firmayla bir anlaşma yoluna
gitmesini sağlamayı başarabilmiş.
Dünya ticaretinin yüzde onluk kısmını
kopya ürünler oluşturuyor. Dünya çapındaki
02
11
İNTİHAL
*
BİR
İNTİHAR MI?
©
Dünya ticaretinin %10’unu kopya ürünler
oluşturuyor; kopya örnekleri için müze
kuruluyor, “kopyalayarak öğrenme”nin
masumiyeti sorgulanıyor. Türkiye de
“sektör”e yeterince katkıda bulunuyor.
[email protected]
Ancak kopyacılık dünyanın her yerinde
mevcut: Almanya'daki Plagiarius,
en başarılı kopya ödüllerini,
yalnız Çinlilere değil, Hollandalılara
hatta kendi vatandaşlarına verebiliyor.
Tasarımcı Bruno Munari, Japonların
-özellikle seksenli yıllarda- Avrupa'daki her
şeyi kaydetmelerinin ilk başta kopyacılık
olarak görüldüğünden söz etmişti. Ancak
onların aslında tıpkı çocuklar gibi, bu yolla
öğrenmeye çalıştığını eklemişti. Bizler de,
belki teknolojide başı çekmeyen ancak iyi
adaptasyon yapan bir milletiz. Peki bunu
Japonlar gibi öğrenmek için mi, yoksa kısa
yoldan sonuca ulaşmak ya da zahmetsizce
ticari gelir elde etmek için mi yapıyoruz?
1996 Ocak ayında ülkemizde Gümrük Birliği
devreye girdiğinde, bazı cin firmalar,
kopyaladıkları ürünler için tasarım tescili
almaya kalkmışlardı. Gerçekten akıl
almıyor!
Asıl korkutucu olan, kopyacılığın çok
olağan, günlük bir olay olarak görülmesi ve
gittikçe güçlenen bir sistem haline gelmesi.
Kopyacılığın karşısında nasıl bir yapı
direnebilir? Tabii ki, düşüncenin
özgünlüğünü, yaratıcılığın vazgeçilmezliğini
savunan bir eğitim sistemi. Böyle bir
sistemin işlemesi için de, önce aile içi
eğitim, yüksek etik değerler, sonra da hak
ve özgürlüklerin korunduğu bir toplum
ve devlet yapısı gereklidir. Yoksa, siz
yaratıcı bireyler yetiştirir, sonra da aç
kurtların bulunduğu bir yaylaya salarsınız o
yaratıcı kuzularınızı. Sonuçta ya o kuzular
kurtlara yem olur, ya onlar da kurtlaşır, ya
da o diyarı terk ederler. Bir de, diyarı terk
etmemekte direnen, her gün kopyacılıkla
karşılaşıp bununla baş etmeye çalışan
“mutsuz kuzular” vardır. Yoksa siz de
onlardan mısınız?
(*) aşırma, çalma
yıllık ekonomik kayıp ise 200-300 milyar
euro civarında. Madonna'nın, ‘Frozen’ adlı
parçasında intihalden suçlu bulunduğunu
görüyoruz. Belçikalı besteci Salvatore
Acquaviva, Madonna'ya karşı intihalden
açtığı davayı kazanıyor. Einstein'ın,
meşhur E=mc² formülünü ileri gelen
bazı bilim adamlarından aşırdığı
söylentilerini okuyoruz.
Sonra gözümüze şair T. S. Eliot'un
“Olgunlaşmamış şairler taklit eder,
olgunlaşmış şairler çalar.” sözü
03
01
01. Fotoğraf: Carla Froitzheim, Solingen
takılıyor. Kopyacılık yurdumuz dışında
da süregelen bir adet mi?
Tıpkı insan hayatı gibi, çok değersiz,
bir o kadar da uçucu olan şey, “fikir”dir
ülkemizde. Edebiyat, müzik, tıp, tasarım...
Hiç fark etmez, ağzınızdan çıkan o
kanatlanmış fikri, bir gün yere konmuş
gerçek bir ürün olarak görmeniz işten bile
değildir. İster öğrenci olun, ister
profesyonel, olası bir iş görüşmesinin
sonrasında,eskiz düzeyindeki tasarımınızın
oldukça esinlenilmiş (!) bir benzerine
piyasada rastlayabilirsiniz.
04
01 Reinhard Angelis imzalı Museum
Plagiarius.
02. ‘HTE’ el kurutucunun kopyası 2009 yılı
birincilik ödülüne sahip.
03. 2009 yılı ikincilik ödülünü alaz ‘Genutrain’
diz desteği kopyası .
04. 2007 yılı 2.si ‘Moleskine’ defter kopyası.
05. 2007 yılı 1. si ‘Top Sweep 55’ kopyası.
05
Yeni mezun öğrenciler için en büyük kabus,
tecrübe beklentisi okulların geliştirdiği
“çalışma sistemi” sayesinde sona eriyor.
Çünkü tasarım öğrencileri akademik
eğitimlerini tamamlarken, profesyonel
yaşamda da yerlerini almaya başlıyor.
Teoriyi pratikle, pratiği teoriyle sınayarak,
kitaplarda yazılanları yaşayarak öğrenmek
için, tıpkı bir ajans gibi çalışıyorlar.
Sektördeki ajanslardan işlevsel anlamda
farkı olmayan “öğrenci ajansları” akademik
alt yapılarını korurken, gerçek müşterilere
hizmet veriyor; üstelik ticari kaygı
taşımaksızın. İş yaptıkları firmalardan ise
sadece kendi teknik ihtiyaçları için donanım
veya maddi destek alıyorlar, yani “kendi
yağlarıyla kavruluyorlar.” Asıl dertleri
prestij ve deneyim....
Anadolu Üniversitesi GSF Grafik Bölümü,
öğrencilerin gerçek hayatla yüz yüze
gelmesi için yoğun çaba sarf eden
bölümlerden . Öğrenciler, işveren ve
üniversite arasında hazırlanan bir
sözleşmeyle kurum destekli projeler
üreterek profesyonel yaşama adım atıyorlar.
Projeyi tamamlayan tüm öğrencilere birim
bir ödeme yapılmasının ardından, ilk üç
dereceye ödüller ve üniversiteye donanım
ya da nakit katkısı yapılıyor. AÜ-Grafik
Bölümü, Cici Çikolata için ambalaj tasarımı,
ÖĞRENCİ AJANSI ŞANSI
İşi ucuza getirmek değil, taze zihinlerden faydalanmak için
öğrenci ajanslarıyla çalışmayı yeğleyen firmalar çoğalıyor.
01
Sarar için ev tekstili projesi, Ford Otosan
için afiş tasarımı, Frankfurt Kitap Fuarı için
afiş tasarımları gibi çeşitli konularda
çalışmalara sahip.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim
Tasarımı Bölümü (VCD) de, görsel
problemler üzerine sistematik biçimde
eğilebilen uzmanlığa sahip tasarımcılar
yetiştirmeyi amaçlarken, farklı olanaklar
sağlıyor. Üniversitenin burs sistemi ve
multidisipliner eğitim anlayışı
doğrultusunda, öğrenciler birçok kuruma
önemli işler yapıyor. Söz gelimi Doğuş
Power Center için gerçekleştirilen projeler;
alışveriş merkezine yerleştirilecek fotoğraf
serisinin yanında şehir ve hareket
kavramları ile ilgili etkileşimli bir proje ve
bir de müzik videosu yer alıyor. İstanbul
Fuar Merkezi CNR’da gerçekleşen, ISKSodex 2008’e, ECA’nın ısıtma-soğutma
sistemleri ürünlerinin sunumu için
yaptıkları çalışmayı da atlamamalı.
Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı
Programı kapsamında “Etkileşim Tasarımı”
konulu araştırma ve geliştirme projelerine
disiplinlerarası bir çatı oluşturmak amacıyla
kurulan Sabancı Üniversitesi InteractionLab
ise bir başka örnek. Sahne sanatlarında
görselleştirme ve sesnelleştirme, etkileşimli
üç boyutlu internet uygulamaları, giyilebilir
ve taşınabilir etkileşimli nesneler ve fiziki
kullanıcı arayüzleri konusunda yenilikçi ve
yaratıcı çalışmalar üretiyorlar. Örneğin,
görsel üretme sistemi “Replica Live”,
Replikas’ın üç ayrı konserinde kullanıldı.
Diğer önemli bir proje, Renkli Notalar (Nota
Takipçisi), Cemal Reşit Rey’de Emir
Gamsızoğlu– Memet Ali Alabora tarafından
düzenlenen “Goldberg Varyasyonları
Yolculuğu” etkinliği için kullanılmış bir
görsel kontrol sistemi.
Tüm bunlara bakarak, öğrenci ajanslarının
en az sektördeki ajanslar kadar yaratıcı, bir
o kadar da gerçekçi olduğunu söylemek
mümkün. İşverenin ihtiyaçlarını karşılarken
öğrencinin deneyim eksikliğini de bertaraf
eden bu ajansların eğitim sistemini alışık
olmadığımız yeni bir formata taşıdığı aşikar.
01. Bilgi Üniversitesi’nin işlerinden.
12
15/03/2009
13
Barış Çakmakçı
[email protected]
ÖZGÜR
TASARIM
Arzu Kaprol
Ev tekstilinde perakendeciliğe yeni
açılımlar kazandırmak için moda
tasarımcısı Arzu Kaprol ile çalışan Linens’in
2009 koleksiyonunda nevresim, yatak
örtüsü, dekoratif yastıklar, ev ve yatak
giysileri, bornoz, havlu ve mumlar
bulunuyor. Deri, kürk, ipek
ve saten gibi farklı materyallerin bir
arada kullanılmasıyla hayat bulan
koleksiyonun en önemli tarafı her
serinin bir hikâyesinin olması.
(www.linens.com.tr)
Fatoş Ahunbay
Karim Rashid
Mimar Sencer Ahunbay ile 1982
yılında kurdukları Derishow moda
markasının yanı sıra 1988 yılından beri
Mimarca’yı da yürüten Fatoş Ahunbay,
% 100 Türk emeği ve işçiliği ile ürettiği
kanepelerle en az moda sektöründeki kadar
rağbet görüyor . Disiplinlerarası bir
çalışmanın gerekliliğine inanan ekip,
farklı malzemelerin de aynı şekilde bir
araya gelebileceğini ortaya koyuyor.
Şölen Çikolataları için projelendirdiği
Eternity'i isminden tadına, fiyatından
ambalajına kadar bir bütün olarak
tasarlayan Rashid, Selçuklu
motiflerinden hareket etmiş.
Ürün tasarımının pek çok dalında
karşımıza çıkan Rashid, çikolata
projesinin detayları için iki sene
boyunca proje üzerinde çalışmış.
(www.solen.com.tr)
ZAMANI
Tasarımcılar, onları görmeye alıştığımız
ürün grupları yerine, başka sektörlere
yaptıkları projelerle gündeme gelmeyi
tercih eder oldular. Bir moda tasarımcısının
tasarladığı masa ya da ürün tasarımcısının
imza attığı çikolata, tasarım dünyasında
belirsizleşen ve renklenen kategorileri
keyifle izlememize neden oluyor.
Marc Jacobs
Vivienne Westwood
Karl Lagerfeld
İngiliz modası ve İtalyan mobilya
geleneğini bir araya getiren bir işbirliği ile
Molteni&C. markasının kült tasarımları
Vivienne Westwood imzasıyla yeniden
yorumlandı. İki tasarım duayeninin işbirliği
sonucu Ferruccio Laviani ve Patricia
Urquiola gibi tasarımcıların ürünleri başka
bir görünüm kazandı. 68 yaşındaki
Westwood’u yansıtan kumaşlarla kaplanan
ürünler Victoria & Albert Müzesi’nde
sergilendikten sonra Milano’daki Nhow
Hotel’de yerini aldı. (www.molteni.it)
Fendi Casa’nın sanat direktörlüğünü
yürüten moda tasarımcısı Lagerfeld, kadın
giyimin yanısıra mobilya sektöründe
de hizmet veriyor. Kanepe, koltuk,
masa, aydınlatma gibi ürünlere
imza atan tasarımcı, kristal,
murano cam, süet, kadife gibi
materyalleri bir arada kullanıyor.
Logosu, dünyanın neresinde olursa olsun
kolayca tanınan Fendi’nin mobilyalarındaki
feminen stil oldukça çarpıcı.
(www.fendicasa.com)
1963 doğumlu moda tasarımcısı, ‘Amerikan
modasının prensi’ unvanını saatten parfüme
kadar başka ürün gruplarına da taşıyor. Marc
Jacobs Home etiketiyle piyasaya çıkan
Waterford Crystal etiketli kristal ve porselen
masaüstü takımları tasarımcının sadece
podyumda değil, diğer alanlarda da başarılı
olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu ürünler
ülkemizde Beymen Home’larda da görülebilir.
(www.marcjacobs.com)
Philippe Starck
Aziz Sarıyer
Donatella Versace
Küçüklüğünden beri tekstile yakınlığı olan,
ama bir ürüne dönüştürmek için Hamam
markasıyla fırsat bulan Aziz Sarıyer, suyla
ilişkili her ortamda insanın vücudunu
örtmesinden hareketle banyo, spa, havuz,
deniz ve spor gibi faaliyetlere yönelik
tasarladığı koleksiyonda, Âdem
ve Havva’dan ilham aldığını belirtiyor.
Havlu ve pike kumaşı ile en az ölçüde
kesip-dikme amacıyla yapılan koleksiyonda
sabun, sabunluk ve hamam tası da
bulunuyor. (www.hamam.com.tr)
İtalyan moda endüstrisinin dev
markalarından Versace, podyumlardaki
başarısını 1992 yılında kurulan Versace
Home ile evlere, 2000 yılından itibaren
de saray, otel, yat, helikopter ve jet
gibi iç mekânlara da taşıyarak sürdürdü.
Firmanın başındaki Donatella Versace’nin
girişimleriyle Lamborghini, TAG gibi
markaların yanı sıra Palazzo Versace
gibi tasarım oteller de Versace
çizgisine kendini teslim ediyor.
(www.versace.com)
Kauçuk tabanı ve futuristik görünümüyle
Puma için tasarlanan ayakkabılar, şimdiye
kadar daha çok mobilya ve dekoratif
aksesuarlarla görmeye alıştığımız Starck’ın
–kendi deyimiyle- çizgilerini yansıtan en
önemli çalışmalardan biri. Puma için
hazırladığı koleksiyonda saatten çoraba, iç
çamaşırından ayakkabıya kadar başka
parçalar da mevcut. (www.puma.com)
Jaime Hayon
Camper, son dönemde lanse ettiği
Camper Together konsepti altında
endüstriyel tasarımcı Jaime Hayón ile
çalışıyor. Hayón, kendi için yeni olan bu
alanda ilhamını klasik İngiliz tap
dance ayakkabılarından alıyor.
Bugüne kadar heykelden mobilyaya,
iç mekândan aksesuara pek çok projeye
imza atan tasarımcı Camper Together ile
kendine has ironik ve masalsı çizgisini
giyim dünyasına taşıyor. Şikayetçi
olduğumuz söylenemez!
(www.camper.com)
Matthew Williamson
2005 yılından beri Emilio Pucci’nin tasarım
direktörlüğünü yürüten genç tasarımcı,
İngiliz The Rug Company için hazırladığı
halılarda tribal efektlerden faydalanıyor.
Kendi fikirlerinden oluşan bir balonda
yaşadığını ifade eden tasarımcı, ürünü bir
beden gibi gördüğünü, o bedenin ne
giymesi gerektiği üzerine kafa yorduğunu
belirtiyor. (www.matthewwilliamson.com)
14
15/03/2009
15
Alper Ersoy
[email protected]
WEB TASARIMINDA
KAMPLAŞMA
Doksanlı yılların sonundan beri web,
vazgeçilmez parçalardan biri olarak
hayatımızda yerini aldı, ve her geçen gün
yerini sağlamlaştırıyor. Özünde web,
birbirinden bağımsız mecraların bir arada
ve kolayca erişilmesine olanak tanımak
üzere tasarlanmış bir yapıyken, zamanla
bizim bu mecralara erişimimizi kökünden
değiştirmeye başladı. Web’i oluşturan
mecraları tek tek ele aldığımızda, her
birinin lineer yapısı kayboldu ve artık hipermetin denen ve web öncesinde pek
hayatımıza girmemiş bir yapıyı özümsedik.
Öyle ki, web’in içine doğmuş bir nesil için
web üzerinden içeriğe ulaşmak hayatın artık
sorgulanmaz bir uzantısı oldu.
Kullanıcı için durum böyleyken, bu
tasarımcılar için ne ifade ediyor? Web,
kendisinden eski ve kendisini oluşturan
mecraların toplamından daha büyük; çünkü
bu toplama işlemine içindeki mecralara
nasıl erişileceğini belirleme olanağını
vererek katkıda bulunuyor. Kullanıcının
deneyimleme sırasını kontrol edebilmek
eskiye oranla daha az mümkün. “Bir
şarkının önce sonunu sonra başını dinlerim”
ya da “bir filmin ortasından başlayıp önce
ileriye sonra geriye izleyeyim” demeyen
kullanıcı, web’de bu refleksini kolaylıkla
kırabiliyor; herhangi bir içerik istenilen
sırada istenilen ölçüde deneyimlenebiliyor.
Madem “sıra” bilinci auteur’den kullanıcıya
kayıyor, bu durumda kullanıcının bunun
yükü ile yaşadığı deneyimde kaybolmaması
için bir miktar yardım etmek gerekiyor. Bu
bağlamda web ile birlikte tasarımcı için sıra
kavramı yerini yön bulma ve bilgi
mimarisine bırakmış oluyor.
Ağırlıklı çalışma alanı web olan
tasarımcıların renk, yazı tipi gibi nesnel
kararlarını bir kenara bırakıp tasarımın
daha soyut düzeyindeki eğilimlerini
incelediğimizde, “yön bulma” ve “bilgi
mimarisi” kavramlarının etrafında iki kamp
oluştuğunu görebiliriz. Kabaca kullanıcı
merkezli tasarımı savunan kesimin bilgi
mimarisi, tasarımcının son sözü söylediğini
savunan kesimin de yön bulma ile kafa
yorduğunu söylemek yanlış olmaz. İki
eğilim de çok anlaşılabilir. Nitekim,
kullanıcı merkezli tasarım dediğimiz
anda kullanıcı dostu kavramı akla geliyor; ki
bu da, bilgi transferi bağlamında kolay
erişim ve açıklığın ön planda olması ile bilgi
mimarisi kavramı sınırlarına giriyor. Yön
bulma konusundaki yaratıcı olanaklar ise
tasarımcının tüm deneyime hakim olması
Hiper-mecra'ya özgü tasarımlarda eğilimler ne yönde? Web
tasarımcıları photoshop’u açmadan önceki süreçte, yani işin
soyut kısmında birbirinden ayrılmaya başladı.
01
gerektiğini savunan tasarımcıların yön
bulma kampında yoğunlaşması anlamına
geliyor.
Web tasarımı olarak bilgi mimarisi
kampındaki öncülerden Jeffrey Zeldman
( www.zeldman.com) “Designing with Web
Standards / Web Standartları ile
Tasarlamak” isimli kitabıyla bu anlayışa
bağlılığının altını çizmişti. Tasarım
konusunda otorite denebilecek American
Institute of Graphic
Arts (www.aiga.org) web sitesini yeniden
tasarlamak görevi 2007’de Jeffrey Zeldman
ve ekibine uygun görüldüğünde, Zeldman,
diğer kampı “designy design” (yanar dönerli
tasarım!) olarak adlandırma fırsatını
kaçırmamış ve ilk iş olarak sitenin eski
yapısını olduğu gibi çöpe atarak yeni
tasarımı “sitedeki 15 senelik birikimi nasıl
kolay erişilebilir hale getiririz” yaklaşımı
üzerinden yapmıştı. AIGA’nın artık tanıtıma
ihtiyaç duymayan kimliği, kendi sitesininin
ana görevini tasarım profesyonelleri
arasında bilgi akışına olanak sağlayacak bir
platform olarak belirlemesini sağlamış oldu.
Amaç bilgiyi aktarmak olarak saptanmışsa,
hakimiyetin bu kampta olduğunu görmek
oldukça kolay.
Öte yandan, aşinası olduğumuz pek çok
marka ve kuruluş web sitelerinin tasarımını
karşı kampa teslim ediyor ve bu konuda
mecraya özgü nitelikleri başarılı bir şekilde
değerlendiren örnekler kullanıcılarda bu
siteleri birbirleriyle paylaşma ihtiyacı
02
yaratıyor. Web sitesinde gezmek eğlenceli
bir hale gelmişse, kullanıcılar için bu
eğlenceyi paylaşıyor, web sitesinin
görünürlüğüne de doğrudan katkıda
bulunuyor. Bu da web sitesini iletişim aracı
olmanın yanında, reklam aracı statüsünde
de iyi bir yerde tutuyor. Yaratıcı çözümler
sunan sitelerin başarılı örneklerinin bir
indeksini tutmak görevini üstlenmiş olan
The FWA’daki (www.thefwa.com) siteleri
“gezmek”, tasarıma yön bulma açısından
yaklaşan tasarımcıların kullanıcı
deneyimlerini ne ölçüde çeşitlendirdiğini ve
kendine özgü hale getirerek iletilen mesaja
katkıda bulunduğunu anlamaya yetiyor. Bu
noktada ortaya çıkan bir saptama, bu
yaklaşımdaki sitelerin ihtiyaç duyduğu
prodüksiyon oranı ile reklam sektörüne bir
başka yakınlığı daha oluyor.
Türkiye’de bilgi mimarisi konusunda web
alanında henüz bir güçlü bir kale oluşmamış
olsa da yön bulma konusundaki yaratıcı
çözümler ile yurt dışında da adını duyuran
tasarımcılarımız var. Örneğin Navistd.
(www.navi.com.tr) ve C-Section
(www.csdlab.com) işleri oldukça prestijli
olan The FWA koleksiyonunda yerlerini
almış durumda.
Öte yandan, aşinası olduğumuz pek çok
marka ve kuruluş web sitelerinin tasarımını
karşı kampa teslim ediyor ve bu konuda
mecraya özgü nitelikleri başarılı bir şekilde
değerlendiren örnekler kullanıcılarda bu
siteleri birbirleriyle paylaşma ihtiyacı
yaratıyor. Web sitesinde gezmek eğlenceli
bir hale gelmişse, kullanıcılar için bu
eğlenceyi paylaşıyor, web sitesinin
görünürlüğüne de doğrudan katkıda
bulunuyor. Bu da web sitesini iletişim
aracı olmanın yanında, reklam aracı
statüsünde de iyi bir yerde tutuyor.
Yaratıcı çözümler sunan sitelerin
başarılı örneklerinin bir indeksini tutmak
görevini üstlenmiş olan The FWA’daki
(www.thefwa.com) siteleri “gezmek”,
tasarıma yön bulma açısından yaklaşan
tasarımcıların kullanıcı deneyimlerini ne
ölçüde çeşitlendirdiğini ve kendine özgü
hale getirerek iletilen mesaja katkıda
bulunduğunu anlamaya yetiyor. Bu noktada
ortaya çıkan bir saptama, bu yaklaşımdaki
sitelerin ihtiyaç duyduğu prodüksiyon
oranı ile reklam sektörüne bir başka
yakınlığı daha oluyor.
Türkiye’de bilgi mimarisi konusunda web
alanında henüz bir güçlü bir kale oluşmamış
olsa da yön bulma konusundaki yaratıcı
çözümler ile yurt dışında da adını duyuran
tasarımcılarımız var. Örneğin Navistd. (
www.navi.com.tr) ve C-Section
(www.csdlab.com) işleri oldukça prestijli
olan The FWA koleksiyonunda yerlerini
almış durumda.
01. 2007'de Zeldman yönetimindeki ekip
tarafından yeniden tasarlanan www.aiga.org
02. The FWA'dan 2008'in En İyi Web Sitesi
ödülünü alan www.ecodazoo.com
Mimarlar”diamonds are forever and are
girls best friend” (elmas sonsuza kadar ve
kızların en iyi arkadaşı) diye slogan
atmıyorlar ama tasarladıkları takılar müze
ve sanat galerilerinde sergileniyor; sanat
meraklıları ise bir sanat objesini üzerlerinde
taşıma sevincine kavuşabiliyor. Dünyanın
en kıymetli metalleri (altın, gümüş) ve
taşları (elmas, yakut, safir, zümrüt)
mimarların elinde sanat eserlerine evriliyor.
İnsanları günün tiyatrosuna hazırlayan mimari
ve takı tasarımı arasındaki paralellikleri
gözden geçirelim. Postmodern sanatın en
büyük açılımı disiplinlerarası geçişleri
kolaylaştırmasıdır; ama bunun yeni bir buluş
olduğunu sanmayın sakın. Rönesansı
başlatan Flippo Brunelleschi kuyumcular
loncasından gelen bir tasarımcıydı;
Rönesans’ta dönüm noktası sayılan Duomo’yu
çok değişik teknikler kullanarak inşa etti ve o
zaman için mucize sayılan bir sanat eseri
yarattı. Şu anda mimariden takı ve obje
tasarımına yönelen örnekler sıklıkla karşımıza
çıkıyor, bunlardan birkaçını incelemek, nasıl
bir dürtü ile mimarların ölçek değiştirip takıya
yöneldiğini anlamak, mimarinin takıya
evrilmesini örnekleriyle göstermek mümkün.
Simya Galeri’de 2003’te gerçekleştirdiğim
“Beden için mekan ne ise, takı için beden
odur” sergisi için mimarinin takıyla
paralelliğini ve yansımasını
incelemiştim. “Mimari düşünce tarzının
modern takı tasarımcısının pusulası ve ışığı
olmalıdır. Mimarın insanı rahat ettirecek,
amacına uygun işlevsel mekanları
tasarlarken geçirdiği düşünce araştırma,
bilgiye ulaşma ve kullanma sürecini,
modern takı tasarımcısı da geçirmeli,
vücudun ve estetiğin tamamlayıcısı
niteliğindeki takıları aynı perspektifte ele
almalı, vücutla takı arasında karşılıklı ilişki
arayışında, alanını ve sınırlarını yeniden
belirlemelidir. İtalyan takı tasarımcısı
Giampaolo Babetto’nun dediği gibi “takı
artık takılan bir heykel gibi değil, vücut için
tasarlanan bir mimari obje olmalıdır.
Ritmlerini vücudun şekil ve hareketlerinde
bulmalı; Frank Lloyd Wright'ın yorumladığı
gibi organik bir süs olarak algılanmalıdır”
diye yazmıştım.
Mimari disiplin öncelikle insanı inceliyor;
nasıl yaşar, nasıl oturur, boyutları nedir,
nasıl rahat eder? Takı da bunun bir uzantısı:
İnsan parmağında ne kadar ağırlığa kadar
bir yüzük taşıyabilir? Hangi ergonomide bir
metal kolye klasik boyutların üzerine de
çıksa rahatça takılabilir ve aynı zamanda
yenilik, sanat boyutu aşıyabilir?
Frank Gehry ile 2002 yılında yaptığım
röportajda, mimaride büyük bir yenilik
olarak ortaya çıkardığı kıvrımlı formların
küçükken büyükannesi ile pazardan alıp bir
süre banyoda oynadığı sazan balığına
bağlıyor, büyüyünce balık formunu bir
takıntı halinde irdelediğini, heykel
çalışmalarından sonra mimariye
uyguladığını anlatıyordu. Gelelim takı
çalışmalarına… Los Angeles’teki Walt Disney
Konser Salonu inşa edilirken paraya ihtiyaç
Sabrina Fresko
[email protected]
01
MİMARLARIN
TAKI TUTKUSU
Bugün, takı tasarımı “sınırları” (ya da sınırsızlığı) arasında
mimarlık dünyasının önde gelen isimleri Gehry, Hadid, Wright’ı
görmek mümkün. Takıyla mimariyi böyle derinden bağlayan
nedir dersiniz?
uzaysal ve organik formlar tasarlayan bir
isim. Hadid, geçtiğimiz yıl ülkemizde verdiği
konferansta Kartal projesi için bilgisayar
ortamında yükseltip alçalttığı bir balık ağını
çerçeve olarak kullandığını, yükselen
formları yuvarlatarak betonu neredeyse bir
heykel gibi kullandığını anlattı. Zaha Hadid’e
ait tek takı örneği, bu tasarımda heykel
anlayışını görsel olarak çok güzel açıklıyor.
Yalnız Gehry ve Hadid değil… Frank Lloyd
Wright da, Şellale Ev’ini takıya
dönüştürmüş. Doğaya saygıyı ve aşkı en
güzel temsil eden mimari eseri şeffaf
resin ve gümüş ile çalışmış; bilezik, küpe
gibi formlarda suyun berraklığını, doğanın
saf ve organik güzellliği ile teknolojinin
birlikteliğini imgelemiş. Daha kübist
formlarla, mine ve gümüş ile çalıştığı bir
takı koleksiyonu New York Modern Sanat
Müzesi mağazasında sergileniyor ve
satılıyor.
02
03
olduğu için, Tiffany mücevher firmasına bir
takı koleksiyonu önerdiği, bu öneri’nin önce
geri çevrildiği fakat sonradan parlak bir fikir
olarak kabul edilip, çok rağbet gördüğü
Gehry’nin sözleri arasında. Frank Gehry’nin
vücutları süslemeden binaları süslediğini
görebiliyoruz. Önceleri sadece bir süs ve
heykel gibi tasarladığı balık formları
sonradan binaların iç mekanlarına kadar
yansıyan organik mimariye dönüştü ve
müze formatında Bilbao’da büyük ilgi
gördü. İstanbul’un 2010 yılına kadar Frank
Gehry’nin tasarladığı bir müzeye
kavuşmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.
04
Zaha Hadid ise mimaride çok yenilikçi,
Örneklediğimiz üç mimar da takı tasarlamış
olmasna rağmen takı, hiçbir zaman öne
geçmemiş; mimari tasarımlarının bir
yansıması ve uzantısı olmuş. Gerek Hadid
gerek Wright gerekse Gehry, mimari
formarında bunun öncül
işaretlerini vermişler, cesur formlara imza
atmışlar. Üstüne düşünmeye değer
görünüyor!
01. Frank Gehry tasarımı takılar.
02. Simya Galeri’de sergilenen ürünlerden.
03. Zaha Hadid ‘in takı tasarımında
benimsediği çizgi binalarındakilere benzer.
04. Frank Lloyd Wright imzalı işler, New York
Modern Sanat Müzesi’nde satılıyor.
16
15/03/2009
17
SANTRAL BULUŞMALARI 02 / ilkay Ala, Burcu Yücetaş
YENİKAPI: KÜRESEL ŞEHRİN YENİ ODAĞI
kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi
olmaları için çaba göstermesi söz konusu.
havası da Ajans için bir katalizör olmuştu.
Sen bu noktada üniversite ile gerçek hayat
arasında böyle tetikleyici de olabilecek bir
gerilime nasıl bakıyorsun?
Yenikapı’da gerçekleştirmeye çalıştığımız
deneyimi ilk önce soruna kent ölçeğinden
bakma çabası olarak tanımlayabiliriz. Bu tür
projelerin gerçekleştirilmesi kent ölçeğinde
daha bütünsel yönetim pratiklerinin
gerçekleştirilmesini gerekli kılıyor. Bu
deneyim mevcut kurumların
perspektiflerini, birikimlerini bir kenara
koymadan, dışlamadan, ilişkilendirmeyi ve
yaratıcı süreçlere taşımayı hedefliyor.
Örneğin arkeoloji amaçlanan yapılarının
mimari programına bağlı olarak, kurtarma
kazıları söz konusu olunca önem kazanıyor.
Oysa arkeolojik programın
tanımlanabilmesi için mimari programla
karşılıklı bir ilişkisinin olması lazım. Aynı
şekilde Marmaray sonrası bölgede
yaşanacak dönüşümle ulaşım kararları
arasındaki bağlantının yaratıcı ve katılımcı
bir biçimde kurulması lazım. Yenikapı’da
öngördüğümüz yaklaşım ilgili bütün
kurumlarla projeyi birlikte yönetme
deneyimi olarak tanımlanabilir.
01
Marmaray projesi tamamlandığında
İstanbul’un yeni şehir peyzajı içinde çok
kilit bir öneme sahip olacak Yenikapı
Transfer İstasyonu ve çevresi, İstanbul
2010 Ajansı’nın da gündeminde. Tansel
Korkmaz, Korhan Gümüş ve Mehmet
Kütükçüoğlu Radikal Tasarım Gazetesi
için bir araya gelip Yenikapı’yı konuştu.
Tansel Korkmaz: Marmaray’ın
tamamlanmasıyla İstanbul’un kentsel
yapısının, bunu takiben de sosyo-kültürel
coğrafyasının çok köklü bir şekilde
değişeceğini biliyoruz. Bu yeni şehir peyzajı
içinde çok kilit bir öneme sahip olacak bir
yeri, Yenikapı’yı tartışmak için bugün
biraraya geldik. Bu konu birçok benzeri
kentsel odak noktasının dönüşümü gibi
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı–Kentsel Projeler Bölümü’nün
gündemine girdi ve böyle olunca da bizler
olumlu gelişmelerin olabileceği konusunda
ümitlendik. Her şeyden önce AKM konusu
geliyor aklımıza. Bu konudaki tarışmaların,
kamplaşmaların kitlendiği noktada 2010
Ajansı duruma müdahil olup sürecin
paydaşlarınının diyaloga gireceği bir
platform yaratmayı başardı. Sorunsuz
olmasa da kamplaşmadan çok uzlaşının ve
sinerjinin mümkün olabileceği bir süreci
başlattı. Öncelikle bunu konuşalım
istiyorum: Korhan, sen bize bu bölümün
temel motivasyonlarından ve işleyişinden
bahsedebilir misin?
Korhan Gümüş: İlk önce şunu söylemeyi
gerekli görüyorum: Bu tür bir kentsel
deneyim Türkiye’de ilk defa gerçekleşecek.
80’li yılların sonuna kadar kamu dediğimiz
zaman segmentleşmiş, ihtisas alanlarına
göre mevcut kenti düzenlemeye çalışan
işlevler anlaşılıyordu. Merkezi otoritenin
ulaşımla ilgili birimi bir karar veriyordu,
inşaatla ilgili birimi başka bir karar
veriyordu. Doğal olarak bu kararların kentle
ilişkisi kurulamıyordu. Kent yönetimlerinin
de merkezileşen politikanın içinde “şube”
olarak görülmeleri söz konusu olduğu için
imar konularından sorumlu uzmanlık
birimleri olarak işlev görüyorlardı. Bunun
sonucunda planlamada, tasarımda,
araştırma alanlarında “teknokratik
anonimlik” denilebilecek bir sonuç ortaya
çıkıyordu. Kamu işlevleri içine öznellikleri,
çoğullukları almayan, yaratıcılığa kapalı, iş
görsün diye gerçekleştirilen, teknokratik bir
mesele halini alıyordu. Post-endüstriyel
çağda ise kamunun rolü değişti. Kamunun
kapsayıcı olması, kentte yaşayan insanlarla,
yaratıcı enerji ile ilişki kurması, kentlilerin
TK: Bu noktada belki şunun da altını çizmek
lâzım: Öncelikli motivasyonlarını ‘şehri
marka yapmak’ sloganıyla
özetleyebileceğimiz turizm/tanıtma/boşzaman endüstrisi odaklı çevreler, Avrupa
Kültür Başkenti olma konusunu bir seri
‘etkinlik’ (event) tasarımı olarak düşünüyor.
Buna paralel projeler de şehri bir sene
boyunca farklı fantazilerin devasa ve
gösterişli bir sahnesine dönüştürmek üzere
tasarlanıyor. Senin gibi çok az insan bu
süreci şehrin kendine ayna tutacağı ve bu
yüzleşmenin enerjisiyle geleceğe bakacağı
bir süreç olarak, dolayısıyla 2010’da
sonuçlanan değil ivmelenen bir süreç olarak
düşündü. Bu umut verici başlangıç yarım
kalmazsa şehrin inşa edilmesiyle ilgili
uzlaşmaya ve sinerjiye dayanan farklı
modeller düşünebileceğiz sanıyorum.
Ajansın gündemde tuttuğu kentsel dönüşüm
konularından biri de Yenikapı Projesi.
Mehmet, sen, mimarlık çevreleri içinde
Yenikapı’nın bütün İstanbul için öneminin
en erken farkında olanlardan birisin: Neden
Yenikapı bu kadar kilit bir yer haline
geliyor? Burada üzerinde düşünmemiz
gereken potansiyeller nedir?
Mehmet Kütükçüoğlu: Son yıllarda, Avrupa
ölçeğinde en önemli altyapı projelerinden
biri olmasına rağmen Marmaray’ı Yenikapı
özelinde tek başına ele almamak gerekir.
İstanbul Metropolitan alanı için düşünülen,
henüz çok küçük bir kısmı
gerçekleştirilebilmiş olan yeni toplu taşım
şeması, trafiği çoktandır iflas etmiş şehirde
MK: Tam da burada, akademi ile gerçek
hayat ikileminin aşıldığını görüyorum.
Akademik çalışmanın gerçeğe, gerçek
hayattan daha fazla yakınlaşabildiği bir
durumdan bahsediyorum. Bir kere, hiç bir
kurum ve irade, problemi olması gereken
bütünlüğü ile masaya koymuyor. Dolayısı ile
hiçbir grup, bu bütünlüğü gözeten bir
çalışmayı üstlenemiyor. Bizler, öğrenciler
ile yaptığımız çalışma aracılığı ile bu
olasılığa işaret ediyoruz. Ancak o zaman bu
gerçeklik ortaya çıkıyor ve işin garibi, kabul
görüyor. Bu dönem de ekolojik sistemin bir
parçası olarak Kağıthane vadisini
çalışıyoruz ve resmi kurumlar ile
iletişimimiz sonucu yaptığımız çalışmanın
dönüştürücü etkilerini gözlemliyoruz.
Üniversitedeki üretimin, hayatı arkadan
kovalayan ve ancak onu legalize edebilen
bir aktiviteden daha çok lokomotif olmaya
soyunmasının olasılıklarını araştırıyoruz.
02
TK: Son sözü sana vermek istiyorum
Korhan. Bu proje nasıl ilerleyecek?
Korhan Gümüş: “Yenikapı Projesi, kent yönetiminin çatısı altında, ilgili bütün
kurumları bir araya getirmeyi, birlikte program oluşturmayı hedefliyor. Ulaştırma,
Kültür Bakanlığı, üniversiteler, ilçe belediyesi, kara, deniz ulaşımı, metro ile ilgili
kuruluşlar bu program hazırlama sürecinde birlikte projeyi yönetecekler.”
kökten bir dönüşüm başlatacak gibi
görünüyor. Hemşerilerin biraz sabır
sınırlarını esnetmeleri, biraz da icat ettikleri
palyatif çözümleri ile bugüne kadar
informel olarak halledilmiş şehir içi ulaşım,
eğer yeterince ikna edici olabilirse yeni
toplu taşım ağı ile formel bir kimlik
kazanacak. Bu durum şehir içinde işlevsel
kaymalara yol açacaktır. Örneğin Taksim,
otobüs deposu olma yükünü üzerinden
atacak; Yenikapı ise İstanbul’un en büyük
ve can alıcı transfer noktasına dönüşecek.
Kıtalar arası bir bağlantı olmasının yanı
sıra, Gebze’den başlayarak Marmara kıyısı
boyunca tüm Anadolu yakasını toplayan
Marmaray’ın Avrupa’daki uc istasyonu
Yenikapı’da, şehrin omurgası niteliğindeki
Maslak, Levent, Mecidiyeköy, Taksim,
Aksaray hattında çalışan metro, Atatürk
Havalimanı bağlantılı hafif raylı, mahalli
ölçekte işleyen banliyö treni ve nihayet
şehir içi deniz hatları buluşacaklardır. Bu
plan gerçekleşirse, şehirdeki en yoğun yer
üstü ve yer altı transfer hareketi
Yenikapı’da gözlenecektir. Tüm bu
kompleksitenin tarihi kentin tam göbeğinde
yer alması, kaçınılmaz olarak problemi
katmanlaştıran bir unsur. Kalkışılan işin
hemen başında Bizans limanının gün ışığına
çıkması, bunun doğal bir sonucudur.
Şapkadan çıkan bu arkeolojik nesne,
işlevsel şemanın arasına hasbel kader
sıkışmış bir parçadan daha fazlası olmayı
hakediyor. 20. Yüzyılda yapılan dolgularla
iyiden iyiye mekan hissiyatını kaybetmiş bu
devasa kent yüzeyini parçalara doğrayıp tik
atılacak bir listeye indirgeyen bir
yaklaşımdan ziyade, kompleksiteyi alan
bütününde sorunsallaştıran bir eğilim,
bugün anlamsız bir boşluk gibi duran
Yenikapı’yı yeniden kente kazandıracak bir
fırsat olarak kullanılabilir.
TK: Tam bir sene önce sanıyorum, 2010
Ajansı’nda Yenikapı ile ilgili Bilgi Mimarlık
atölyesinde senin yürüttüğün grubun
projelerini sergilemiş ve bir panel
düzenlemiştik. Bu panelde farklı
kurumlardan gelen farklı formasyondaki
kişiler hiçbirimizin umut etmediği ve alışık
olmadığı bir şekilde birbirini dinlemiş,
duymuş ve birlikte araştırmak/yapmak
konusunda bir uzlaşma isteği ortaya
çıkmıştı. Buradan kaynaklanan iyimserlik
KG: Proje kent yönetiminin çatısı altında,
ilgili bütün kurumları bir araya getirmeyi ve
birlikte bir program oluşturmayı hedefliyor.
Ulaştırma Bakanlığı, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın ilgili birimleri, üniversiteler,
ilçe belediyesi, kara, deniz ulaşımı, metro
ile ilgili kuruluşlar bu program hazırlama
sürecinde birlikte projeyi yönetecekler.
Proje ile oluşturduğumuz misyon odaklı
çalışma grubu ise bu kuruluşların hiç birinin
içinde yer almayarak, hepsine birden
hizmet verecek. Kısa bir sürede, üç ay
içinde bir master plan hüviyetindeki
program oluşturulacak. Sonra birlikte
geliştirilen bu programa bağlı olarak
uluslararası bir proje edinim süreci, yarışma
yapılacak. Seçici kurul fikir projelerini
değerlendirecek ve seçilen avan-projenin
uygulama projesine dönüşmesi sağlanacak.
Ancak bu süreç basit bir veri toplama ve
değerlendirme, şartname hazırlama süreci
değil. Program geliştirme süreci karşılıklı
etkileşime açık olacak ve tıpkı proje edinim
süreci gibi yaratıcı bir süreç olarak ele
alınacak. Her aşamada kent halkı sergiler ve
katılıma açık tartışmalar ile
bilgilendirilecek. Yerel halkın gelişmeler
hakkında bilgi sahibi olması, kararlarda söz
sahibi olması sağlanacak.
01 Yenikapı’da inşaat son sürat sürüyor,
02 Tansel Korkmaz, Mehmet Kütükçüoğlu,
Korhan Gümüş (saat yönünde)
Fotoğraf: Muhsin Akgün
15/03/2009
18
Aykut Köksal
Müge Avşar
ÇANLAR
[email protected]
[email protected]
TİYATRO YAPISININ TASARIMINDA
MİMARIN SORUMLULUĞU
BİZİM İÇİN
NEREDE BAŞLAR?
ÇALIYOR
Geçtiğimiz aylar içinde, bir tiyatro yapısı için açılmış proje yarışması üzerine,
yarışmanın jürisinden programına, giderek ödüllendirilen projelere uzanan eleştiriler
yoğun bir biçimde dile getirildi. Bu eleştirilerin büyük bir bölümü haklıydı ama tiyatro
yapısının tasarımına ilişkin en temel sorunu, yani oluşturulacak tiyatral mekânın
hangi kurguya sahip olacağını kimse tartışmadı.
Grafik tasarımda sosyal bilinci sorgulayan
No Tasarım hareketi, Dünya’nın yardım
çığlığına kulak tıkayamayan tasarımcıların
buluşma noktası olma yolunda.
Sahip olduklarımızın kıymetini bilmeden,
komşunun tavuğuna kaz muamelesi yapıp,
paylaşımı aptallıkla karıştırarak günümüz
dünyasını kurduk. Şimdi ise verdiğimiz zararı
tamir için tüm bencilliklerimizden arınmamız
gerekiyor. Yaratıcı zekamızı iyi niyetle, iyi
amaçlar adına kullanmamızın zamanı geldi.
Bugün dönüp geriye baktığımızda “First
Things First” manifestosunun üzerinden 45,
tekrarının üzerinden ise 10 yıl geçtiğini
görüyoruz. Dünyada “Good 50x70” ve
benzeri sosyal içerikli yarışmalar, sergiler
düzenleniyor. Fakat tüm bu etkinlikler,
toplumun sosyal bilincini harekete
01
geçirmekte yeterli değil. Malum, insan
duyarlılığının uyanışı büyük felaketlerin
ardından gelir. Maalesef dünya usul usul
yok olurken uykumuz da derinleşiyor.
Tüketim çılgınlığının kronikleştiği günümüz
dünyasını, reklam sektöründeki konumuyla
destekleyen tasarım örnekleri, algılarımızı
binlerce çeşidiyle bombardımana tutuyor.
Bu durum kaçınılmaz olarak sosyal içerikli
hareketlerin tümünü silikleştiriyor.
Grafik tasarım, tarihi boyunca din, politika
ve reklam sektörü için önemli bir silah oldu.
Bunun altında yatan başlıca sebep,
çoğaltılabilir olma özelliği ile toplumla
iletişim kurma konusundaki başarısıydı.
Bazen bir kelimeyle bazen de yalnızca resim
dilinin gücünü kullanarak tasarlanan afişler,
insanları bilinçlendirebilmek ya da
yönlendirebilmek adına kullanılan en etkili
yöntemlerden biriydi.
Dünya savaşları sırasında toplum
üzerindeki yönlendirici etkisini kanıtlayan
afiş tasarımı, değişen dünya düzeni ile
birlikte daha çok reklam piyasasına hizmet
veren bir pozisyonda konumlandı. Ta ki
1964 yılına kadar. Ken Grand’in kaleme
aldığı “First Things First” manifestosu adeta
tasarımcıların uyanışı gibiydi. Yeteneklerin
daha anlamlı amaçlar adına kullanılması
gerektiğini savunan bu manifestonun altına,
pek çok grafik tasarımcısı imzalarını attı.
19
No Tasarım No Problem
02
03
Grafik tasarımda sosyal bilinç üzerine
geçmişte eyleme dökülen çabaların yetersiz
kaldığını gören ve bu bilinç ile harekete
geçen bir grup genç tasarımcı, “No Tasarım”
adıyla yeni bir hareket başlattı.
Grup, grafik tasarımcı Savaş Çekiç’ in 2006
“Grafist10” etkinliğinde kaleme aldığı
“İletişim tasarımcılar, neden sosyal tasarım
üretmek zorunda!” başlıklı bildirisini temel
alıyor. Geçmişte örneklerini gördüğümüz
tüm karşı duruşlardan daha anarşist bir yol
bu. Tasarımın, dünyayı kurtaracak hareket
içinde yer alabilmesi için, öncelikle
kendinden vazgeçmesi gerektiğini öne
sürüyor. Geçtiğimiz yıla “No Tasarım” adıyla
hazırladıkları derginin 2 sayısını sığdırdılar.
Dergide sosyal tasarım kavramını mercek
altına alınıyorlar.Ayrıca www.notasarim.org
adresiyle kurdukları web sitesi aracılığyla
daha çok insana ulaşmayı hedefliyorlar. Site
üzerinden hem sosyal tasarım gündemini
takip etmek mümkün.
No Tasarım hareketinin etkilerini
zaman gösterecek. Fakat dünyanın
içine sürüklendiği, fiziki, sosyal ve
kültürel yozlaşmaya seyirci kalmak
istemeyenler için iyi bir çıkış noktası
olabilir. Onlar yel değirmenlerine
karşı savaş açmış, dünyayı kurtarmaya
çalışırken bizim sormamız gereken, bu
hikayedeki yerimiz.
Süregelen savaşlardan çevre kirliliğine,
insan ve hayvanların katlinden büyük
kayıplara sebep olan hastalıklara kadar
pek çok sorun, grafik tasarımcılarının
duyarlılığı sayesinde topluma
hatırlatılabilir. Bu harekette en büyük
problem ise günümüz piyasa koşullarında,
değişime önayak olacak sosyal içerikli
afişlerin, bir mali destekçi olmaksızın
halkla buluşamaması. Neyse ki gerçeği
kadar büyük ve hareketli bir sanal
dünyaya sahibiz. İnternette yapılacak
kısa süreli bir gezinti ile, düzenlenen
sosyal hareketleri takip edebilir,
sosyal içeriki afişlerin çoğuna
ulaşabiliriz.
Sözü kısa tutup afişlere yer açmakta
fayda var. Ne de olsa mesaj verme
konusunda çok daha hızlı ve etkililer!
01-02-03 (Sırasıyla) Good 50 x 70
2008’de Savaş Mağdurları kategorisindeki
Maybritt Rasmussen imzalı, STDs
(cinsel yolla bulaşan hastalıklar)
kategorisindeki Amir Enami imzalı,
Susuzluk kategorisindeki Nicola Jaime
Grandi imzalı afişler.
Tiyatro yapısının tasarımı bağlamında
mimarın rolünü ele almadan önce, tiyatral
mekân kavramını tanımlamak gerek: Belirli
bir mekân parçası içinde iki kişi varsayalım
ve bunların bir boşlukta, devinimsiz
durduklarını düşünelim. Eğer bunlardan
birini oyuncu, diğerini de seyirci olarak
tanımlarsak, bir tiyatro olayı ile ve bir
tiyatral mekânla karşı karşıyayız demektir.
Tiyatrodan tüm zorunsuz öğeleri ayıklıyoruz
ve tek bir zorunlu durumla karşı karşıya
geliyoruz. Bu zorunlu durum, oyuncu ile
seyircinin bir mekânda birlikte varoluşudur.
İşte, tiyatronun tüm zorunsuz öğelerden
yalıtıldıktan sonra geldiği zorunlu varoluş
noktası, bize, tiyatronun kendi söz alanını
nereden yola çıkarak var edebileceğini
gösterir. Az önceki örnekten bir adım ileriye
gidelim ve oyuncu olarak tanımladığımız
kişi ile seyirci olarak tanımladığımız
kişinin mekânsal ilişkilerinde farklılıklar
yaratmaya başlayalım. Bunları birbirinden
uzaklaştırabiliriz, aralarında seviye
ya da mesafe farkı gibi ayrı konumlar
oluşturabiliriz, giderek aralarına çeşitli
engeller koyabiliriz ya da oyuncuyu
seyircinin çevresinde dolaştırabiliriz,
devinim katabiliriz. Herbirinde farklı
anlamsal yükler yarattığımızı görürüz.
Demek ki, tiyatro en minimal varoluş
noktasına gittiğinde, sıfır noktasından
başlayarak adım adım yeni anlamlar
oluşturmaya başlar. İşte çağdaş
tiyatronun kullanmak durumunda
olduğu zenginlik bu minimal noktada
başlıyor. Ne var ki biz tiyatro dediğimiz
zaman, geleneksel anlamıyla, bu olanağa
sahip olmayan bir şey anlıyoruz. Başka bir
deyişle, bir yanda seyircilerin, diğer yanda
seyirciden soyutlanmış, özel alanı
belirlenmiş, “Rönesans sahnesi”,
“İtalyan sahnesi” ya da “kutu sahne”
diye adlandırdığımız oyun alanına
yerleştirilmiş oyuncuların oluşturduğu,
parçalanmış bir ilişkiyle tanımlanmış bir
tiyatrodan söz ediyoruz.
01
Başlangıçta tiyatro mekânsal bütünlüğe
sahipti. Bunu Dionizyak bütünlük olarak
tanımlayabiliriz. Tiyatronun toplumsal
rolünün değişimine paralel olarak,
Dionizyak bütünlük yerini sahnenin
Apolloniyen içe kapanmasına bırakıyor.
Oyun alanı kendi içine kapanıyor ve tiyatro
bütünlüğünü yitiriyor. Bu parçalanmanın
"katharsis"olgusuyla bağlantılı olduğunu,
Aristoteles’in tanımladığı arınma olgusuyla,
parçalanmayı kaçınılmaz kılan tiyatral
yanılsamanın zorunlu bir ilişki içinde
olduğunu biliyoruz. O yüzden de kutu
sahneye başka bir ad daha
veriyoruz: Yanılsama sahnesi. Bugünün
tiyatrosu ne yazık ki, yanılsamacı gerçekliği,
03
02
kullanılan mekândaki parçalanmanın
dayattığı bir zorunluluk olarak getiriyor.
Çağdaş tiyatroda ise böyle bir zorunluluğun,
böyle bir dayatmanın var olmaması gerekir.
Bu noktada çağdaş tiyatronun olmazsa
olmaz temel bir koşulu karşımıza çıkıyor:
Tiyatro önce mekânsal bütünlüğünü
kazanmalıdır. Çağdaş tiyatrocu, bu
mekânsal bütünlükten yola çıkarak, gerek
oyun alanının örgütlenmesini, gerekse de
oyuncuyla seyirci arasındaki mekânsal
ilişkiler düzenini ve bu düzenin tanımladığı
tiyatral yapıyı, oyunun yorumunun bir
sonucu olarak kendisi var edecektir.
İşte tam bu noktada, tiyatro binasını
tasarlayan mimarın sorumluluğuyla
karşılaşıyoruz. "Kutu sahne"li geleneksel
çözümleri bir yana bıraktığımızda, mimarın
çağdaş tiyatro yapısını tasarlamada üç farklı
yaklaşım geliştirdiğini söyleyebiliriz:
Bunlardan ilki dural çözümler. Bu
çözümlerde mimar Elizabeth sahnesi ya da
arena sahne gibi, kutu sahneyi dışarıda
bırakan ama oyun alanı seyirci ilişkisini
durallaştıran ve kısıtlayan çözümler
getiriyor. İkinci yaklaşım ise, farklı sahneseyirci ilişkisi seçeneklerini içeren değişken
çözümler. Burada mimar önceden çeşitli
ilişki biçimleri saptıyor. Örneğin dört ayrı
tip ilişki ya da sahne biçimi öngörüyor:
Arena sahne, kutu sahne, yüzük sahne ve
Elizabeth sahnesi. Tiyatrocu her oyun için
önceden belirli bir ilişki biçimini seçiyor ve
oyununu o sahnede oynuyor. Gropius’un
tiyatro projesi bu yaklaşımın bir örneğiydi.
Türkiye'de ise Tuncay Çavdar'ın LCC
Tiyatrosu'nu yine bu bağlamda sayabiliriz.
Üçüncü yaklaşım ise çağdaş tiyatroya
olanak veren en doğru yaklaşım: Burada
mimar oyun alanı-seyirci ilişkisini tümüyle
özgür bırakıyor. Mimar yalnızca ilişkileri
belirleme olanağını getiriyor, ama kendisi o
ilişkiyi belirlemiyor, geri çekiliyor. Yani
hiçbir ilişki biçimini tiyatrocuya
dayatmıyor. Doğru çözüm bu. Peki bu kolay
mı? Hiç değil. Son yarışma bağlamında
yapılan tartışmalar da aslında bu sorunsalın
daha gündeme bile gelmediğini gösteriyor.
Belki de bu yüzden gerçek çözüm, çağdaş
tiyatrocunun mimarı bir kenara
bırakmasında yatıyor. Evet, aslında ona
gereken yalnızca altyapısal donanımı
tamamlanmış boş bir mekân.
01. Grotowski'nin tiyatrosundaki Kordian
yorumunda oyuncular ve seyirciler.
02. Grotowski'nin Kordian yorumunda
oyuncular ve seyirciler aynı mekânı
paylaşıyorlar.
03. Tuncay Çavdar'ın 1960'larda
gerçekleştirdiği LCC Tiyatrosu'nda, iki döner
platformun hareketi, farklı sahne-seyirci
ilişkilerine olanak tanıyordu.
20
15/03/2009
Aslı Kıyak İngin
Yasemin Köse
[email protected]
[email protected]
TASARIM-ÜRETİM BİRLİKTELİĞİNİ
DİKKAT! GÜVENLİK SAHASI!
YENİDEN TANIMLAMAK
İş güvenliğine verilen önem arttı; Türkiye’de iş güvenliği gereçleri
tüketim oranlarındaki gözle görülür artış bunun en önemli
göstergelerinden. Peki ya bu hassasiyette tasarımın payı var mı?
Aydınlatma alanında 100 yılı aşkın geçmişi ile Şişhane, kentsel, üretimsel hafıza
adına ne anlam ifade ediyor? Dünyadaki Şişhane modelleri nasıl işliyor?
01
Krizin etkisi hızla yayılırken yerelde acil ve
etkili politikaların geliştirilmesi de büyük
önem kazanıyor. Tasarım unsuru, bu noktada
firmalara ve üretim bölgelerine, kriz ve ucuz
Uzakdoğu malları tehdidine karşı bir çözüm
sunabilir. Son yıllarda sanayi- tasarım
birlikteliği için çeşitli adımlar atılmaya
çalışılsa da bunun uzun soluklu bir süreç
olduğu taraflarca anlaşıldı. Benzer bir durum
aydınlatma sektörü için de geçerli. Ölçeği
nispeten büyük olan aydınlatma firmaları
dünya piyasalarına açılmaya çalışırken,
bölgesel ve küçük ölçekli atölyeler ayakta
kalma savaşı veriyor. Dünyada, aydınlatma
ürünü tasarımı yeni teknolojilerin yardımıyla
hızla ilerlerken, Zaha Hadid gibi star
mimarların yaptığı aydınlatma elemanları ses
getirmeye devam ediyor. Ne yazık ki, Türk
firmalarının dünyaya açılma konusunda kat
ettikleri yol ile aydınlatma ürünü tasarımında
geldikleri nokta paralel değil.
Türkiye’de tasarımcı ile kurulmaya çalışan
ilişkiler daha çok büyük firmalarla ilgili
politikalarda ve desteklerde yer alıyor. Bu
noktada tasarım-üretim ilişkisinin küçük
ölçeklerde de desteklenmeye başlaması
önemli fırsatlar sunacaktır. Bu ölçeğin
esnek üretim yapısı ile sağlanacak başarılar,
büyük ölçekteki sanayi-tasarım ilişkisinin
gelişimine de ivme kazandırabilir. Örneğin,
İngiltere’de aldığı devlet desteği ile yıllardır
birçok uluslararası fuarlara katılan British
European Design Group (BEDG), özellikle
küçük ölçekte kendi ürünlerini üreten
tasarımcıları destekleyerek İngiliz
tasarımının gelişimine ve
sürdürülebilirliğine büyük katkılar sunuyor.
Aynı şekilde küçük üretim bölgeleri ve
oluşumları da dünyada farklı şekillerde
Ürün işini ne kadar iyi yapıyor olursa olsun,
eğer kullanması zor ve rahatsızlık verici ise
kaza riski yaratabilir. İşiniz gaz maskesi
takarak çalışmanızı gerektiriyorsa bir süre
sonra şiddetli bir baş ağrısı hissetmeniz
olası. Sebebi, aslında, maskenin başın ön
tarafında yaptığı ağırlık. Oysa yeni
geliştilenlerde bu problem, ağırlık
merkezini başın iki yanına dengeleyecek bir
tasarım ile çözülebiliyor. 2008 Design
Turkey ürünleri arasında bulunan Alüminize
İtfayeci Elbisesi, kullanıcının “artık” giymek
isteyebileceği bir başka ürün. Üreticisi
Kıvanç Kimya normalde alüminize
elbiselerin sert ve kaba olmasından dolayı
hem insanlara giydirmenin çok zor
olduğunu hem de hareket olanaklarını
kısıtladığını söylüyor. Bir senelik çalışma ile
kullanıcı ihtiyaçlarına göre geliştirilen
elbise, ince ve yumuşak malzemesi ve yeni
tasarımı ile artık oldukça konforlu.
02
destekleniyor. Bunlardan Aid To Artizan
(ATA) isimli kuruluş, geleneksel üretim
bölgelerindeki üreticileri dünyadaki çeşitli
tasarımcı ve pazarlama ağları ile
buluşturarak sürdürülebilirliklerini sağlıyor.
Bölgesel anlamda ise Venedik Murano
Bölgesi, cam üreticilerinin yer aldığı bir ada
olarak üretim süreçlerinin turistik ziyaret
alanı olabileceğine iyi bir örnek teşkil
ederken, birçok büyük firma ve tasarımcının
çalıştığı bir üretim ve tedarik ağı olarak da
önemli fırsatlar sunuyor.
Şişhane, özellikle aydınlatma alanında 100
yılı aşkın geçmişi ile küçük üretim mirasına
sahip alanlardan. Bölge, aynı zamanda
üretim ve satışın birçok aşamasının yer
aldığı karmaşık bir ağdan oluşur. Bölgeden
ayrılan büyük firmalar, kendi üretim
tesislerini ve satış ağlarını kurarken;
Şişhane’de kalan küçük atölye ve dükkanlar
03
ağa bağlı olarak yaşamlarını sürdürüyor.
Ağdan koptuklarında ise yaşamlarını devam
ettirmeleri mümkün değil.
Yerel yönetimlerin gelecek planlarında
bölgenin turizm bölgesine dönüştürülmesi
ve küçük üretimin şehir dışına çıkarılması
hedefleniyor. Batı’daki üretimin ülke dışına
çıkmasıyla beraber Londra, Berlin gibi
büyük şehirlerdeki tasarımcılar kendi küçük
üretim atölyelerini kurmak zorunda
kalırken, Şişhane gibi küçük üretim ağının
zaten var olduğu bu tür bölgelerin yok
olmasına göz yumulması kentsel, üretimsel
hafızanın ve bilginin de yok edilmesi
anlamına geliyor. Büyük fabrikalarda bile
tasarımların önce kendi prototip
atölyelerinde gelişip ürüne dönüştüğü
düşünülürse, bu tür küçük üretim bölgeleri
tasarımcıların kendi yaratıcılıklarını ortaya
koyması için az ve esnek üretim imkanıyla
04
birlikte büyük fırsatlar sunuyor.
Şişhane ve benzeri bölgelerde küçük üretim
potansiyelini tasarım ve deneyim üzerinden
yeniden tanımlamak ve konumlandırmak
anlamlı. Şişhane’deki üretim geçmişini ve
birikimini, somut olmayan mirasın
(Intangible Heritage) da bir parçası olarak
görmek gerekir. 2008’de Dünya Tasarım
Kenti olan Torino’da yapılan ve gelecek
perspektiflerini yansıtan “Changing the
Change” Konferansı’nda sürdürülebilirlik
teması, sadece ekolojik ürün ve üretim
olarak değil, aynı zamanda kentler, sosyal
yapı, kültürel miras ve küçük üretimin de
sürdürülebilirliği olarak ele alındı.
Bu tür bölgeler sadece tasarım ve yaratıcılık
anlamında bir fırsat sunmaz, üretim
süreçleri, atölyeler ve bölgedeki hareket ile
birlikte farklı deneyimleri sunması
açısından alternatif turizmin ve güncel
sanatın da ilgi alanı olabilir. Küçük üretim
bölgelerinde aktörlerin tekil olarak
desteklenmesi değil, ortak bir aklın ve ağa
dair bir çözümün birlikte aranması gerekir.
Yerelde de bu yaklaşımı destekleyen çeşitli
çalışmalar var: Made in Şişhane Projesi,
bölgedeki görünmeyen üretim ağına ve
tasarımcılarla kurulan ilişkilere dikkat
çekmeye çalışırken, sanatçı inisiyatifi olan
Galata Perform da her yıl Ekim ayı’nda
bölgede düzenlediği Görünürlük Projesi için
bu sene “ışık” konusunu seçti.
21
01
Tekstil sektöründeki sorunların çıkış noktası
olarak gösterilen “kendi markamızı ve
modamızı yaratmak” konusu herkesin kabul
ettiği ve girişimlerde bulunduğu bir durum.
Bu amaca hizmet edecek sektörün yaratıcı
kişileri, giyim alanında olduğu gibi tekstil
alanında da hizmet vermekte. Moda
tasarımcıları, giyim veya ev tekstili için
tasarım yapan tekstil tasarımcılarına kıyasla
daha çok isimlerini duyurmakta. Dünyada
tekstil sektörü söz konusu olduğunda
aklımıza birçok moda tasarımcısının ismi
geliyor. Peki, tekstil tasarımcısı için aynı
durum neden olmuyor?
01-04 Made in Şişhane Projesi’nden...
Dokuma, örme, keçe gibi tekniklerle
oluşturulan ve baskı, işleme gibi çeşitli
işlemlerle yüzeye farklı etkiler
kazandırılarak hazırlanan kumaşlar moda ve
ev tekstili arasında bir köprü görevi görür
ve her ikisi için de kullanılır. Konforlu, şık
görünen desenler ve kumaşlar vücut için
uygunsa mobilya için de uygun olabilir.
Moda ve ev tekstili, her zaman birlikte
hareket ederler. Moda için saptanan
trendlerin önce belirlenmesi ve ev
tekstilinin onu takip etmesi, insanların
gardıroplarını eşyalarından daha sık
değiştirmelerinden kaynaklanır.
02-03 New York’ta düzenlenen ICFF fuarına
BEDG (British European Design Group) ile
katılan tasarımcıların işlerinden...
Kendi moda ve markasını yaratabilen
ülkelerde tekstil tasarımcıları diğer ülkelere
göre daha çok fırsata sahipler. Yine de
Tasarımcının ürüne kazandırdığı özellikler
sayesinde kullanıcıda oluşturduğu sempati,
hissetirmeden (aslında zorunlu) araçları
düzenli kullanmaya teşvik edilebilir. Yeni
koruyucu iş gözlükleri, işlevinin yanı sıra,
piyasadaki havalı güneş gözlükleri ile de
yarışır durumda. 3M Türkiye, talebin
kullanıcının taktığında kendini daha iyi
hissettiği iş gözlüklerine yöneldiğini
söylüyor. Boru hattı saha görevinde
kullanılan Encon ve Bolle gibi markaların
çalışanlar iş dışında bile severek
kullandıklarını sportif koruyucu gözlükler de
aynı görüşü destekliyor. Aynı şekilde,
Ferrari’nin tasarımcısı Pininfarina‘ nın 3M
için tasarladığı iş güvenliği ayakkabıları
bütün gün giyilebilecek konforda.
İş güvenlik ürünleri pazarı Türkiye’de
senede %30’dan fazla büyüme gösteriyor.
Henüz, yerel olarak, bu büyümeden ne
üretici ne de tasarımcı adına pek fazla
etkilenmiş değiliz. Sektördeki çoğu firma
temsilcilik yapıyor. Üretimi bulunan az
sayıda güvenlik ürünleri arasında ise toz
maskesi, kulak tıkacı, yangın ekipmanı var.
Durumda bir değişiklik olabilir mi? Dünyaca
kabul edilen CE standartlarına uygunluğu
için ürünlerin Türkiye dışındaki test
laboratuarlarında onaylanması ve belirli
aralıklarla yenilenmesinin getirdiği maliyet
pek çok üreticinin daha başlayamadan geri
adım atmasına sebep olabiliyor. Yine de
Türkiye’de sektör gelişmekte…Tasarımcı ile
üreticiler arasında işbirliklerine vesile
olabilecek “İş Sağlığı ve Güvenliği Fuarı”nın
üçüncüsü düzenleniyor. Yeterince umut
verici, değil mi?
01. Kıvanç Kimya’nın alüminize itfaiyeci
elbisesi.
01
TEKSTİL NEREDE?
Geçtiğimiz yılın sonunda yenilenen
kadrosuyla yeniden ayağa kalkan Tekstil
Tasarımcıları Derneği pek çok soruyu
yeniden gündeme getirdi.
tekstil tasarımcıları genelde giyimde veya
ev tekstilinde belli markaların kumaşlarını
tasarlar bu nedenle kendi isimleri değil
markalar ön plandadır. Tekstil
tasarımcısının moda tasarımcısı gibi göz
önünde olmayışının nedeni ayrıca, giyimin
insan için öneminden, kişinin kendine en
yakın olan ve kendini yansıtmasına birinci
derecede imkan veren ürün olmasından
kaynaklanır.
tasarımcısı olarak bilinen Rıfat Özbek’in
son yıllarda hazırladığı yastık
tasarımları, Türkiye de kumaş tasarımı
adına markalaşmış örneklerden. Bazı
tasarımcılar ise sadece tekstil tasarımcısı
olarak kalmaz; aynı zamanda farklı ürün
tasarımlarına yönelirler. Örneğin Karim
Rashid giyim ve ev tekstili için kumaş
tasarımının yanısıra, lamba, gözlük,
ayakkabı tasarımları yapıyor.
Tekstil tasarımcıları bazen bir markanın adı
altında, bazen tasarım firmasının adı
altında, bazen de kendi adıyla çalışır.
Türkiye’de çoğunlukla tekstil tasarımcıları
çalıştıkları tekstil firmasından talep
edilen kumaş tasarımını gerçekleştirmeye
mahkum olup, kendi yaratıcılığına
fazla yönelemez. Daha önce giyim
Kendi satış mağazası olan ve tasarımını
bünyesindeki farklı tasarımcılara
yaptıran tekstil firmalarına örnek olarak
ise, Finlandiyalı Marimekko gösterilebilir.
Firma “Marimekko interior” ismi
altında ev tekstili için yapılmış tasarımlar
sergiliyor. Marimekko’nun 2009
Bahar Ev tekstili kumaş koleksiyonu Harri
02. 3M’in üretiiği gaz maskesi.
Koskinen’i ağırladı. Designers Guild
de döşemelik kumaş, duvar kağıdı, ev
tekstilleri ve ev aksesuarları tasarlayan
ve üreten en önemli uluslararası
örneklerden. Yüksek kalitede tasarım,
ürün, servis ve insanı bir araya getirmeyi
hedefliyorlar. Kendi koleksiyonlarının
yanısıra William Yeoward ve Jasper
Conran gibi tasarımcılarla çalışıp ve
onların lisanslı kumaşlarını üretip satıyor,
Ralph Lauren’in ev tekstili için ürettiği
kumaşları da dağıtıyorlar. Firma 2008’in
Eylül ayında lisanslı Kraliyet Koleksiyonu’nu
lanse etti. Bu koleksiyon Kraliyet
rezidansından esinlenerek üretildi ve
dünya çapında dağıtımı yapıldı. Görünen
o ki, firma sadece tasarlama kısmında
kalmayıp, üretim ve satışı da içine alan
bir farklılık göstermekte.
Türkiye’de de tekstil tasarımı yapan kişiler
desteklenmeli, tasarımcı olarak isimleri ön
plana çıkarılmalı. Bu açıdan ihtiyaca cevap
vermesi için çeşitli destekçi kuruluşlara
ihtiyaç var. Bunlardan biri olan Tekstil
Tasarımcıları Derneği, tekstil sektörünün
geleceğinde önemli bir yer alan tasarımın
güçlendirilmesinde, tekstil tasarımına ve
tasarımcısına gereken hertürlü desteği
vermek üzere kuruldu. Dernek 2008’in son
aylarında yeni yönetim kadrosuyla
çalışmalarına başladı.
www.tekstiltasarimcilaridernegi.org.
22
15/03/2009
23
Koray Özgen
[email protected]
NESNELERE ANLAM VERME ÇABAMIZ…
Tasarım ve Kriz
Tartışılıyor
Barış Çakmakcı
Günümüzde tasarımı; endüstri,
üniversiteler, müzeler, galeriler ve medya
bağlamında kendini geliştiren bir araştırma
ve meslek alanı olarak varsayarsak,
tasarımcıyı da kendini bu kanallarda tanıtan
ve pazarlayan bir birey olarak
kabullenmemiz gerekiyor. İşte bu süreçte
tasarımcı olarak kendinizi ister istemez
sosyal, kültürel ve ekonomik bir ortamda
bulursunuz.
Yaşadıklarınızın, sizin tasarımlarınıza
dolaylı etkileri olduğunu düsünüyorum
çünkü bana göre tasarım süreci yüzde yüz
nesnel bir süreç değil; her ne kadar birçok
tasarımcı kendisinin mutlak bir nesnel
düşünce çizgisinde olduğunu savunsa da,
tasarımcı (ya da işveren), öznel kararlar
almak ve uygulamak zorundadır. Bu
öznel/nesnel kararların gerisinde doğduğu
topraklarda yaşadıklarının ya da keşfetmiş
olduğu yeni coğrafyalarda yaşamakta
olduğu deneyimlerinin kaydedilmiş olduğu
bir bellek durur. İşte, bu değişik duygusal
kategorilerde kaydedilmiş dünya bilgisi
aracılığı ile bazı ürünler tasarlar. Tasarımcı
ürünler önerirken, yerel/ kültürel
değerlerini başka coğrafyalara ulaştırabilir
ancak bunu yaparken de hem işlevsel hem
de görsel anlamda evrensel bir dil
Türk tasarımının Fransa’daki başarılı temsilcisi
Koray Özgen deneyimlerini paylaştı.
kullanması kaçınılmazdır. Tabii ki bu yerel
değerleri her tasarladığımız nesneye
yüklemeyi alışkanlık haline getirirsek,
tasarımı karikatürize bir eylem haline
sokma riskini de yükseltmiş oluruz.
Son bir iki yıldır, tasarım sayesinde Fransa
ile Türkiye arasinda sık sık gidip geliyorum.
Mesleki yaşamımda, bazen Fransa’yı bazen
de Türkiye’yi temsil ederken, bir tesadüf ile
başlayan Fransa deneyimi, zincirleme
olaylarla devam ediyor ve sık sık
karşılaştırmalar yapmama da neden oluyor.
Benim doksanlı yılların başında Fransa’ya
gelişim/gidişim bir proje değildi. ODTÜ
tasarım bölümünden sonra kendimi
Paris’teki tasarım okulu “Les Ateliers” de
buldum. Bu dönemde, daha önce
konuşmadığım Fransızcayı, Fransız
tasarımını, Fransa’daki günlük ve
profesyonel yaşam kültürünü aynı zamanda
keşfettim diyebilirim.
Bu süreçte, biribirine çok karşıt nitelikleri
olan bu iki ülkeyi de, hem içeriden hem de
dışarıdan gözlemleme ve farklı açilardan
yorumlama avantajını da elde ediyorsunuz.
Örneğin, Fransa’da birçok tasarımcının ya
da araştırmacının Fransız tasarımının uzun
yıllar dekoratif stillerin ve lüksün etkisi
altında kalmasını eleştirmesini
gözlemleyebiliyorsunuz. Benzer bir örneği
Türkiye’den de verebiliriz. Çağdaş
tasarımlara, Osmanlı’dan kalma biçimlerin
ya da Anadolu motiflerinin yüzeysel
anlamda yansıması konusunda endişeleri
olan çok sayıda tasarımcı ile karşılaşmak
mümkün.
Bence, bu endişelerin arkasında bir tasarım
kimliği arayışı yatmaktadır. Bunu,
başkalarının bizi nasıl algılamak
istediklerinin ya da bizim nasıl algılanmak
istediğimizin bir neden sonuç ilişkisi olarak
da görmek mümkün.
Belki de, tasarımcıların kendi kendine bir
tasarım kimliği yaratamayacağını
kabullenmemiz gerekiyor. Tasarım kimliği,
ancak, markaların tasarlanan ürünler
üzerinden algılanmasından ortaya çıkan bir
olgudur. Bu bağlamda, tasarımcının,
kendisini halihazırda varolan bir ulusal
kimliğe ya da bir firmanın geçmişine
ve/veya üretim deneyimlerine adapte
edebilmesi gerekir.
Türkiye’den ya da Fransa’dan farketmez,
dünyaya sunabileceğimiz özgün bir tasarım
önerimiz varsa, tasarımın izleyicisi
olmaktan çok belirleyicilerinden olmamız
gerekiyor. Tasarım eğilimlerinde söz
söyleyebilmek ancak ülkenizden çıkıp
evrensel ürünler önererek mümkün. Ama
bunu yaparken, modernleşme ve/veya
küreselleşme uğruna, geleneksel ve yerel
değerleri yok etmemek koşulununu da göz
ardı etmemek gerekiyor.
Tüm bunların ışığında, tasarımcının “ben
susarım işim konuşur” gibi düşüncelere
odaklanmadan, önce kendi kendi ile barışık
olması, daha sonra da kendini kültürel ve
coğrafi bağlamda germeden serbest
düşünceye sahip olması önem kazanıyor.
Araştırmacı Klaus Krippendorff’un da
belirttiği gibi: “Design is making sense of
things”. (Tasarım, nesnelere anlam verme
çabasıdır.) 1969
Tasarımın
‘Oscar’ları
Sergisi
Çağdaş tasarımın kalesi
Londra Tasarım Müzesi, ev
sahipliği yaptığı sergilerine
bir yenisini ekledi. Brit
Insurance Design Awards
sergisi Anglo-sakson tasarım
dünyasının ‘oscar’ı olarak
biliniyor. Yeni Oslo Opera
binasının mimari alanda
ödül aldığı yarışmada
Shepard Fairey grafik
tasarım kategorisinde
Barack Obama posteri ile
ödüle layık görüldü.
Konstantin Grcic’in Mylo
sandalyesi mobilya, Vogue
dergisi Black Issue moda,
Endonezyalı Singgih S.
Kartono tasarımı Magno
isimli ahşap radyo ise ürün
dalında layık görüldü.
Sergi 12 Haziran’a
kadar gezilebilir.
(www.designmuseum.org)
GMK 30. Yaşını
İki Etkinlikle
Kutluyor
[email protected]
Grafikerler Meslek Kuruluşu
30. yaşı şerefine iki önemli
oluşuma imza atıyor. İlki
geleneksel hale gelen ve 27
yıldır aralıksız düzenlenen
Grafik Ürünler Sergisi,
Türkiye’de grafik tasarım
alanındaki tüm çalışmaların
“yıldökümü” olarak
anabileceğimiz sergi
ülkemizin en uzun soluklu
grafik tasarım etkinliği.
Grafik Ürünler Sergisi’nin
28’incisi bu sene 4-17 Mayıs
tarihleri arasında Kadir Has
Üniversitesi sergi salonunda
yer alacak. GMK’dan bir
diğer haber: İlk kez 1987
yılında Bülent Erkmen ve
Yurdaear Altıntaş
önderliğinde yayınlanmaya
başlayan Grafik Sanat
Üzerine Yazılar yeniden
çıkıyor. Her sayısında Türk
grafik tasarımcıların afişleri
ve kartpostallarının da yer
aldığı Yazılar’ın 78. sayısı,
Mengü Ertel’e ayrılmış.
(www.gmk.org.tr)
Avrupa’nın
Yaratıcı
Geleceği
Füsun Curaoğlu
[email protected]
…henüz gelmemiş baharın soğuk
günlerinden birisi vardı dışarıda…içeri de
ise telefonum çaldığında telaş / karmaşa /
gürültü içerisinde sıcak bir stüdyo
dersinin başlangıcı…kısa ama umutlu bir
konuşmanın ardından yazı sözünü çoktan
vermiştim. …başımı kaldırdım
öğrencilerimden biri ile göz göze
geldim…onları yazmalı dedim…bu ülkenin
umutları...bu kadar verilen emeğin en
güzel hamuru…bu mesleğin gerçek
gelecekleri…nasıl bir dünyaya geldiklerini
anlamadıkları ilk yıldan sonra heyecanlı /
sarsıcı / sıkıntılı / savaşçı / her daim
adrenalin / mutlu / bıkkın / mutsuz /
uykusuz / yorgun / nefessiz / ama hep
umutlu geçirecekleri yılları ve bu mesleği
adam gibi nasıl yapacaklarını yazmalı…
derdimizi; bu ülkede hala herkesin her
yere çektiği bu işi dürüstçe / doğru
yapmanın zorluklarını / güzelliklerini
yazmalı… yollarındaki taşları toplamak /
onlara yol açmak için bu ülkede yıllardır
akademik / profesyonel bir avuç insanın
nasıl uğraştığını yazmalı…
…tasarımın t’sini bilmeden konuşanları, iş
bekleyenleri yazmalı…t’yi bilmeden bu
ülkedeki tasarımı / tasarımcıyı eleştirenleri
‘’...TASARIM…‘’
yazmalı …tasarımcıyı sadece
‘’görselleştirme mucitleri’’ sananları
yazmalı…bildiği program sayısı kadar
kendini / karşısındakini tasarımcı
zannedenleri yazmalı…işi popülerleştirerek
tasarımı / tasarımcıyı starlaştıranları ve
starlaştırırken içini boşaltanları yazmalı ve
onlara anlatmalı…bir satır / bir kitap
okumadan ınternette yüzlerce sayfa
tarayabilenleri ve bununla tasarımcı
olunabileceğine inananları / kendini oldum
sananları yazmalı…tek kurtuluşun
yarışmalarda olduğuna inananları
yazmalı…düşünmeden / bilmeden / fikrin
olmadan yaratmanın , üretmeden
paylaşmanın mümkün olamadığını yazmalı
ve anlatmalı dedim.
…dedim ve bir yazı hazırladım iki gün
öncesine kadar çorbada tuz misali…ama o
gün star ikonlarla dolu bu dünyada iyi bir
derginin de yıldız gibi kayıp gittiğini
öğrendim… üzüldüm. eline aldığı her
yayında olabildiğince çok imaj, en az fikri
görmekten şikayetçi olan herkes gibi…
…bugün o soğuktan eser yok…bahar
geleceği müjdesini verdi mi yoksa bir
oyun mu oynuyor bilmiyorum. bildiğim
tek gerçek, tasarımın ülke
kalkınmasındaki en gerçek gelecek
olduğu…tasarımcısı – eğiticisi –
uygulayanı – üreteni - kullananı –
düşüneni - yazanı – okuyanı bu geleceğin
gerçek paydaşları.
…öyleyse mesleğin geleceği olan gençlere
/ tasarım öğrencilerine karşı bu paydaşlar
ne yapmaktadır? onlara karşı sorumlu olan
kimdir? ve hatta onları seçme
kılavuzundaki sıralamalarında yönlendiren
/ engelleyen ebeveynler / rehberlik
yapanlar da bu geleceğin inşasında
paydaş değiller midir? yoksa bu topu
herkes birbirine mi atmaktadır? sürekli
eleştirerek ama üstüne düşen
gerçeklerden kaçarak? söylem düzeyinde
her türlü eleştiriyi yüklerken, eylem olarak
kim ne yapmaktadır bu ülkede onlara
meslekleri / gelecekleri adına…hangi
paydaş bu süreçte masumdur?
…paydaş, paylaşan ise eğer… geçmişi/
geleceği… o zaman geçmişten bugünübugünden geleceği kurgulamak
noktasında, yani bugün, hepimizin
sorumluluklarımızı ve gerçekleri
bilmemizin zamanı değil midir? kim
gerçek anlamda kavramıştır bu ülkenin
geleceğinde / kalkınmasında tasarımın
önemini/ rolünü / sorumluluklarını?
ebeveynler? rehberlikler? eğitmenler?
işverenler? üreticiler? pazarlayanlar?
kullananlar? kim farkındalık yaratmalı/
anlatmalı/ öğretmeli/ göstermeli/
uygulatmalı/ sahiplenmeli/ gerçek
sorumluluk vermeli onlara?
…eğer bu satırları yayınlarken / okurken /
düşünürken / üretirken kendimizi de
görebiliyorsak yanıtlarda…onlara karşı
sorumluluk duyabiliyorsak…iyi bir
gelecekte buluşacağımıza inanıyorum. ve
bu gazetede ben de bu geleceği görmek
istiyorum.
MOSDER 5
Geliyor
Ev mobilyaları alanında yeni
ufukların geliştirilmesine
katkıda bulunmak, Türk
mobilya endüstrisinin
tasarım kalitesini
desteklemek, tasarımcı
adaylarının mobilya
sektörüyle buluşmasını
sağlamak üzere yapılacak
MOSDER 5. Ulusal Ev
Mobilyaları Tasarım
Yarışması başvuruları
başladı. Son gün,
20 Temmuz.
(www.mosder.org.tr)
Yeşil Zirve
Küresel ısınma etkilerinin
tartışıldığı bu günlerde
Yapı-Endüstri Merkezi,
2008 yılında başlattığı
mimarlıkta ekoloji ve
sürdürülebilirlik
çalışmalarına EKODesign
2009 Konferansı ile
devam ediyor. 16 Nisan
2009’da düzenlenecek
EKODesign 2009
Konferansı’nda kentsel
planlama, mimarlık, yapı
malzemesi ve gayrimenkul
sektörlerinin yerli ve
yabancı liderleri “yeşil”i
konuşacak.
20-21 Nisan tarihlerinde
Brüksel’de yapılacak ve
Avrupa’nın 344 kentinden
delegelerin katılacağı
Yaratıcılık Forum’unda
tasarımcı Tamer Nakışçı,
İstanbul’u temsil ediyor.
Aralarında televizyon
programcıları,
bioteknolojistler, besteciler,
mimarlar, pedagoglar,
mutfak şefleri, şehir
planlamacıları gibi farklı
alanlardan temsilciler
bulunan ‘100 Yaratıcı Genç
Yetenek’, forum süresince
Avrupa Komisyonu
tarafından hazırlanan
programda kendilerini
Avrupa kamuoyuna tanıtma
fırsatı bulacak.
Radardaki
Portfolyo
Audi’nin düzenlediği tasarım
yarışmasında Türk tasarımcı
Kazım Doku birinci oldu.
Milano Design Academy
işbirliğiyle gerçekleşen
yarışmada ödülü alan proje
köpekbalığı konseptli bir
hovercraft. Tepeden açılıp
kapanan kapısı, LED ışıkları,
sürüş ve oturuş pozisyonu
gibi yeniliklerinin yanısıra
Audi’nin S5 modeline de
benzerliğiyle “Shark, daha
önce Peugeot için de ödül
alan Doku’nun dünya
otomobil markaları
tarafından yakın takibe
alınmasına neden oldu.
Ödüller Çoğaldı
Türk Tasarımcılar Zeynep
Sönmez ve Lale İlkova,
dünyanın en önemli tasarım
ödüllerinden IDA 2008
Uluslararası Tasarım
Ödülleri kapsamında Onur
Ödülü’ne layık görüldü. 52
ülkeden 1000'den fazla
tasarımcının dekorasyon,
moda, ürün ve grafik
alanlarındaki çalışmalarıyla
katıldığı IDA 2008
tasarımcılarımız, Corian® ve
LED'lerle çevrilmiş konveks
ayna “Merlan” ile Corian® ve
aynalı camlardan oluşan
“Echinus” adlı aydınlatma
tasarımlarıyla bu ödüle layık
görüldüler. Kazanan
tasarımlara, 2008
Uluslararası Tasarım
Ödülleri kitabında yer
verilecek.
Red Dot
Türkiye’ye
Alıştı
Çanakkale Seramik Orientile
Koleksiyonu dünyanın en
prestijli tasarım yarışması
Red Dot Design Award'da
‘red dot award: Product
Design 2009’ Ödülü’ne layık
bulundu. Serinin yaratıcısı
Can Yalman’ın Osmanlı ve
Selçuklu kültürlerinin zengin
formlarını üç boyutlu
seramiğe taşıyarak imzasını
attığı koleksiyon, geleneksel
motifleri çağdaş üretim
teknikleri ve tasarımla
harmanladığı için yenilikçi
bir ürün olarak lanse edildi.
Aya, Feza ve Rumi isimli üç
farklı seriden oluşan
koleksiyon renkleri,
dokuları, formları ve
geometrik biçimi ile farklı
kompozisyonlar yaratıyor.
(www.e-kale.com.tr)
İTÜ’de 8-9 Ekim 2009
tarihlerinde önemli bir
etkinlik gerçekleştiriliyor.
Türkiye’deki tüm tasarım
araştırmacılarını,
akademisyenleri, tasarımın
pozitif katkısı üzerine kafa
yoran herkesi tasarım veya
kriz başlığı altında bir araya
getirecek olan 4. Ulusal
Tasarım Kongresi'nde fikir ve
çalışmalarını paylaşmak
isteyenler için son başvuru
tarihi 30 Mart. Bildiri
konuları ve kongreyle ilgili
bilgi almak için,
www.tasarim.itu.edu.tr
Mücevher
Yarışması
İstanbul Değerli Maden ve
Mücevherat İhracatçıları
Birliği ve Mücevher A.Ş'nin
işbirliğiyle düzenlenen
Mücevher Tasarım Yarışması
2009’un teması ‘Anadolu
Mücevherlerinde Selçuklu’.
Yarışmaya, öğrenciler ve
2007 sonrasında mezun olan
profesyoneller katılabiliyor.
İkincisi gerçekleştirilecek
yarışmanın kayıt işlemleri 27
Mart’a kadar devam edecek.
www.jtr.org.tr)
Önümüzdeki 90
Yıl İçin Tasarım
Bu sene 90. yaşını kutlayan
Electrolux, dünyanın her
yerinden lisans ve yüksek
lisans öğrencileri için
düzenlediği Design Lab’in
yedincisinde de ilhamını
yaşgününden alıyor ve temayı
‘Önümüzdeki 90 yıl için
tasarım’ olarak seçiyor. Son
katılım tarihi 31 Mayıs.
Koşullar ve detaylı bilgi için,
www.electroluxdesignlab.com
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven
Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer
Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel
Korkmaz, Yasemin Köse, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya
Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79
Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected],
[email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.

Benzer belgeler