Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
15/03/2009 03 Meltem Cansever [email protected] İkinci İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve Tasarım Fuarı i-deco, oldukça sınırlı bir alanda yer aldı, yeni lanse edilen çok az sayıda ürüne sahipti, büyük çaplı yeni iş imkânlarına sahne olmadı. Yine de iyi mekân düzenlemesi, geniş standları ve uluslararası tasarımcıların katılımıyla şu kriz günlerinde tasarım gündemine belli bir canlılık kazandırmayı başardı. Son yıllarda tasarımın Türkiye’de aldığı yol, geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında, en kötümserler için bile, en azından kayda değer nitelikte. Eğitim kalitesi uluslararası standartlarda, tasarım haftaları, kongreler, fuarlar, sergiler düzenleniyor; endüstri, tasarımın değerini biraz olsun kavramaya başlıyor, bazı gidiş gelişlerle de olsa tasarım basını ve yayıncılığı gelişiyor. Endüstriyel tasarımın önemli ayaklarından biri olan mobilya ve dekorasyon fuarcılığı ise iki yıldır, Milano, Köln, Maison Objet gibi uluslararası dev organizasyonların modelini –bir tarafta piyasa ürünleri, bir tarafta tasarım ağırlıklı parçalar, bir başka tarafta da genç yeteneklere ve deneysel arayışlara ayrılan özel bölüm- mütevazı boyutlarda örnek alan İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve Tasarım Fuarı i-deco ile yetersiz olsa da yeni bir açılım kazanıyor. YİĞİDİN HAKKI Övgülerle eleştirileri birlikte sırtlayan i-deco’nun ikincisi, 05-09 Mart tarihleri arasında CNR Expo’da gerçekleştirildi. Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen etkinlik, ilkine göre çok daha iyi düzenlenmişti. Fuar alanının neredeyse iki kat büyümesiyle standlar genişlemiş, aydınlatmadaki sorunlar giderilmiş, katılımcı sayısı nispeten artmış, daha çok uluslararası tasarımcı ağırlanmış, uluslararası tasarım ve dekorasyon basınından temsilcilerin katılımı sağlanmıştı. Tasarım söyleşileriyle de sektör meseleleri mercek altına alınmış oldu. Etkinliğin teması “Doğaya Dönüş”tü, ama sergilenen ürünlerde bu izleğe özel olarak uygun olma kaygısı gözetilmemişti. Konsepte uygun olan tek şey, Haaz Gallery’nin sahibi Murat Patavi’nin mekân düzenlemesi kapsamında, fuayedeki gerçek çimenlik alandaki toprak ve yeşillik kokusu, ağaçlar, kuş cıvıltıları, piknik masalarıydı. Designcamp adı altında genç tasarımcılara ayrılan bu alanda 8 ülkeden 25 tasarımcı yeni tasarımlarını sergiledi. 01 02 Tasarımı ön plana çıkan ürünleri içeren i-deas bölümündeki standlar geçen yıla göre daha iyi konumlandırılmıştı, rahat bir izleme keyfi sunulmuştu ama Derin’in canlandırmaları uzun zamandır dolaşımda olan 2009 koleksiyonunun ilk kez görücüye çıkan “gerçek” mobilyaları, Aziz Sarıyer’in kent mobilyaları koleksiyonu Park’tan yeni parçalar, Koleksiyon’dan birkaç mobilya, Can Yalman’ın Step için tasarladığı halılar dışında kayda değer bir yenilik yoktu. Münih merkezli Stefan Diez, 20 kilo ağırlığı taşıyabilen kâğıttan çantasının tanıtımını yapmak üzere, bazı mihenktaşı ürünlerinin kâğıttan taslaklarını sergiliyordu. Bir diğer yenilik ise, gündemdeki ekonomik koşullara 03 meydan okuyarak kuzeyli tasarım ürünlerini sergilemek üzere yeni açılan Nordist’in fuarda boy göstermesiydi. New York merkezli tasarımcı Jason Miller’in söze dayalı espri ve fikirleri somutlaştırdığı parçaları, ilginç bir perspektif sunuyordu. Haaz’ın standındaki indirimli tasarım mobilyaları ise hem meraklısı için fırsattı, ama mobilyaların neden seçildiğini veya tasarımcılarını, ne olduklarını, tarihlerini belirten hiçbir bilgiye rastlanmıyordu. Gösterilen iyi niyete ve parlak görünüme rağmen, etkinliğin kalbi sayılan bu bölümde bile bir fuarda olması gereken kapsamlı yeniliklerden pek bir şey göremedik. Belli bir sınıflandırmaya olanak vermeyecek kadar az sayıdaki katılımcının, tesadüfen yan yana getirilen ürünleriyle yer aldığı diğer iki salon, konutlarda geleneksel mobilyadan bir türlü vazgeçemeyen tüketicinin beğenisine uygun olarak, birkaç istisna dışında ağır ve bol süslemeli ürünlerle doluydu. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın düzenlediği 2. Ulusal Mobilya Tasarım Yarışması’nda ödül alan birkaç mobilya da, geçen yıl yalnızca çizimleriyle sergilenmiş olmasına karşılık, bu kez üretime geçirilmiş halleriyle görücüye çıktı. Belki ekonomik koşulların uygun olmayışı yüzünden, fuar, varlık sebebine yakışır şekilde sektörün iş hacmini gerçekten geliştirecek bir etkiye sahip olmaktan çok uzaktı. i-deco’nun desteklenmesi gereken bir örnek olduğu gerçeğini teslim ederek, önümüzdeki yıllarda fuarın firmaların heyecanla yeni koleksiyonlarını yetiştirecekleri bir mecra olmasını, henüz katılımcı olmayan Türk firmalarının da çorbaya tuz eklemesini, belli konseptler çerçevesinde tasarım sergileri düzenlenmesini ve en çok da mobilya tasarımı sahnesine yeni aktörleri daha fazla dahil etmesini diliyoruz. 01. Nordist standı en çok ilgi çekenlerdendi. 02. Luca Nichetto tasarımları da fuardaydı. 03. Etkinliğin konsepti ‘doğaya dönüş’tü. 04 15/03/2009 Pelin Özgen Ömer Durmaz [email protected] AVRUPA [email protected] İLETİŞİM TASARIMI HAFTASI 01 “Avrupa Tasarım Haftası” (European Design Week); en iyi grafik tasarım ürünlerinin, illüstrasyonların ve çokluortam tasarımlarının seçildiği geniş kapsamlı bir organizasyon. İletişim tasarımı haftası, üç ana bölümden oluşuyor: ED-Ödüller (EDAwards), ED-Yıllık (ED-Annual), ED-Konferans (ED-Conference). Avrupa’nın, konusunda uzman tasarımcılarının katıldığı konferans farklı ülkelerden gelen tasarımcıları bir araya getiriyor. Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen iletişim tasarımlarının en iyilerinin seçildiği yarışma, uluslararası arenadaki düzeyli ürünlerin sergilenebilmesi açısından oldukça etkili. Organizasyonu kalıcı hale getiren en önemli belge, kuşkusuz EDAwards kataloğu. Ödül kazanan ve finale kalan tasarımcıların işlerinin yer aldığı katalog, Avrupa’nın en iyi iletişim ödülleri için önemli bir referans kaynağı. Uluslararası Grafik Tasarım Dernekleri Konseyi (ICOGRADA) tarafından desteklenen uluslararası yarışmanın jüri üyeliğini ise öncü grafik tasarım dergilerinin editörleri oluşturuyor: 2+3D (Polonya), CAP&Design (İsveç), +Design (Yunanistan), Étapes (Fransa), Eye (İngiltere), Graphic (Hollanda, IdPure (İsviçre), KAK (Rusya), Novum (Alma nya), Progretto Grafico (İtalya), TYPO (Çek Cumhuriyeti), Design Austria (Avusturya) ve Visual (İspanya). Yarışmayı tasarım dünyası içinde bu denli önemli kılan da jüri üyelerinin hem kendi ülkelerinde, hem de uluslararası tasarım dünyasında kabul görüyor olmaları. Ülkemizden de birçok tasarımcı, önceki Avrupa’nın en geniş katılımlı görsel iletişim tasarımı etkinliklerinden biri olan European Design (ED) bu yıl başka bir anlam ifade ediyor: Görsel iletişim kültürü dergisi “Grafik Tasarım”, ED jürisinin içinde yerini aldı. Bu, tasarım yayımcılığı adına Türkiye için önemli bir adımdı. yıllarda yarışmaya katılmış ve ödüller almıştı. Artık sadece bireysel yarışmacılar olarak değil, kurumsal juri üyesi olarak da organizasyonda yer alıyoruz. Türkiye’nin tek görsel iletişim kültürü dergisi “Grafik Tasarım” da bu yıl Avrupalı meslektaşlarının arasında yerini aldı. Böylece, uzun yıllardır Türkiye’yi uluslararası platformlarda temsil eden Grafikerler Meslek Kuruluşu (GMK), akademisyenler, tasarımcılar dışında bir başka kanaldan da –tasarım yayımcılığı açısından– ülkemizi temsil etme ortamı sağlanmış oldu. 5-10 Mart tarihleri arasında Atina’da toplanan jüri üyeleri, dört gün boyunca, birbirinden iyi yüzlerce tasarım arasından en iyilerini eleyerek zor bir işi başardı. Jüri değerlendirmesinin yanısıra, Avrupa genelindeki tasarım yayımcılığının sorunları üzerine görüş alışverişi yapıldı. Küreselleşmeyle beraber ulusal tasarım yayımcılığının artık pek mümkün olmadığı, tasarımın her zamankinden daha çok evrensel bir dil ve üretim yoluna gittiği dile 05 getirildi. Ekonomik krizin etkileri değerlendirildi. Tasarım yayımcılığının yaşayabilmesi için en başarılı satış modelinin “abonelik sistemi” olduğu vurgulandı. Söz konusu etkinliğin bir anlamda “grafik tasarım dergileri konseyi” işlevi gördüğü belirtildi. 27 kategorinin (görsel kimlik tasarımı, illüstrasyon, ambalaj tasarımı, çokluortam tasarımı vb.) yer aldığı yarışmanın diğer bir önemli özelliği de her yıl aday gösterilen uluslararası üne sahip beş tasarımcı arasından birine “Avrupa Tasarımı Şöhret Ödülü”nün verilmesi. 2007 yılında bu unvanı Almanya’dan Erik Spiekermann kazanmıştı. 2008 yılının unvan sahibi ise İspanya’dan Javier Mariscal oldu. Spikermann’a aldığı ödülle ilgili şöyle bir soru yöneltilmişti: “2007 Avrupa Tasarımı Şöhret Ödülü’nü kazandınız. Bu sizin ilk ödülünüz değil; fakat dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarınız tarafından aday gösterilmenizin özel bir anlamı olmalı. Bu övgüyü kazanmak size ne ifade ediyor?” Tecrübeli tasarımcının yanıtı ise şu olmuştu: “Profesyonel tasarım dergilerinin okuyucuları tarafından değerlendirilmek çok şey ifade ediyor. Bu, bana tasarımın gerçekte uluslararası bir dili olduğunu gösteriyor. Ve son birkaç yıldır neler yaptığınızı takip eden bir tasarım kitlesinin varlığını kanıtlıyor.” 2006 yılında düzenlenmeye başlayan etkinlik, her yıl Avrupa’nın farklı bir tasarım merkezini kendisine üs ediniyor. Avrupa Tasarım Haftası 2008, 34 ülkeden 1000’e yakın konuğu, 2008 Mayısında İsveç’in başkenti Stockholm’de ağırlamıştı. Çeşitli sergilerin, üç günlük konferansın, bir ödül töreninin ve resepsiyonun gerçekleştirildiği etkinlikte, aralarında ajans ve tasarımevlerinin bulunduğu sekiz farklı noktaya iki tasarım yürüyüşü yapıldı. İsveç grafik tasarım ortamının görüldüğü ziyaretler farklı firmalar ve organizasyonlar tarafından düzenlendi. 2009 yılı etkinliği de Zürih’te, 14-17 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu yılın konuşmacıları hakkında bilgi almak ve etkinlikleriyle ilgili detaylı bilgi edinmek için European Design’ın web sitesini ziyaret edebilirsiniz: www.europeandesign.org 01. Isidro Ferrer Asociados ajansının poster ödülüne layık görülen çalışmaları Kale Tasarım Merkezi’nde her ayın üçüncü perşembesi gerçekleşen “Mimarın Mutfağı’ndan” söyleşi toplantıları çeşitli üniversitelerin mimarlık fakültelerinden öğrencilerin yoğun ilgisi ile devam ediyor. Ocak ayında açılışını Mimar İhsan Bilgin’in “Masumiyet Müzesi” projesini anlatarak başlattığı söyleşi toplantılarının Şubat konuğu mimarlık dünyasında 40 yıllık serüveni ve projeleriyle Mimar Mehmet Konuralp oldu. 17 Mart Salısaat 14.00’te üçüncüsü gerçekleşecek toplantıların konuğu Mimar Nevzat Sayın, “Umur Matbaa ve Kırtasiye Fabrikası” projesini öğrencilerle paylaşacak. Samimi ve sıcak bir sohbet ortamında geçen etkinliklerin birincisinde İhsan Bilgin, Orhan Pamuk’la “Masumiyet Müzesi” projesine nasıl başladıklarını, projenin gelişim sürecini, projenin geleceğini ve kendi deneyimlerini paylaştı. Orhan Pamuk’un geçen yıl piyasaya çıkan romanı “Masumiyet Müzesi”nden yola çıkarak oluşturmaya karar verdiği aynı isimli müze Çukurcuma’da yer alıyor. Roman kahramanı Füsun ve ailesinin yaşamının geçtiği apartman Çukurcuma Caddesi üzerindeki 24 no’lu Brukner Apartmanı 1999 yılında Orhan Pamuk tarafından bu proje için satın alınmış. 60 metrekarelik taban alanıyla oldukça küçük olan apartmanın köşe parsel oluşu kapasitesini arttırmış. Binanın iç mekân düzeninin müze kullanımına elverişli olmadığını saptayan İhsan Bilgin, dış cepheyi orjinaline uygun olarak yenileyip, MİMARIN MUTFAĞI Her ay KTM’de gerçekleşen “Mimarın Mutfağı’ndan” etkinlikleri öğrencileri profesyonellerle buluşturuyor. 01 binanın içini tamamen yıkıp, yeniden inşa edilmesini uygun görmüş. Farklı dairelere ve odalara bölünmüş olan apartman, binayı dikine kesen bir galeri ve bir merdiven ile içten bütünleştirilmiş. Türkiye’de modern mimarinin öncü isimlerinden biri olan Mehmet Konuralp’in bugüne değin gerçekleştirdiği projelerini paylaştığı sohbet toplantılarının ikincisi de Şubat ayında organize edildi. Oldukça sıcak bir atmosferde geçen toplantıda, “Yaşadığınız 02 bölgeyi, halkı iyi tanımalısınız. Bunlara sırtınızı dönmemeli, sürekli gözlem yapmalı ve yaptığınız çalışmaları ‘müze nesnesi’ olarak görmemelisiniz” sözleriyle Konuralp, seçtiği projelerinin fikir süreçlerini, oluşum aşamalarını, karşılaşılan zorlukları ve teknik anlamdaki olumsuzlukları öğrencilere aktardı. Öğrencilerin gelecekle ilgili kaygılı düşüncülerini ve yorumlarını umut veren bir dille yanıtlayan Konuralp, toplantıyı “biz bu mesleğin yayları olduk, sizler de okları olun” sözleriyle tamamladı. Çanakkale Seramik & Kalebodur ve Frame Dergisi işbirliği ile yürütülen “Mimarın Mutfağı’ndan” etkinlikleri her ay farklı konular, güncel başlıklar ve önemli tartışmalarla tasarım dünyasının nabzını tutmaya devam edecek. 01 Mehmet Konuralp’in Şubat ayında düzenlenen söyleşisinden... 02 İhsan Bilgin’in Masumiyet Müzesi projesi. Sertaç Ersayın [email protected] DESTEK-TEŞVİK-HİBE Yakın zamanda Resmi Gazete’de yayımlanan ve Türkiye’de tasarım kültürünün oluşturulması ve yaygınlaştırılması için hazırlanan tebliğ, endüstri için büyük önem taşıyor. Ülkemizde, özellikle son yirmibeş yıl içinde, farklı konularda birçok iş kolu teşvik edildi. Turizm, sağlık, eğitim, tarım, fuar, üretim, marka, moda, tanıtım alanlarında verilen teşvikler, yatırımcıya yapacağı yatırımların adresini tayin etti. Moda tasarımcıları dışında, yaratıcılık temeli üzerine kurulu diğer iş kolları ise yakın zamana kadar teşvik mekanizmalarından faydalanabilecek çıkış yollarını bulamadı. projelerin, yeni formların, rekabette ürün sahibi firmayı öne çıkarıcı hamlelerini salt teknik yenilikler temeli üzerinden açıklanmaya çalışılması tasarım dünyasını memnun etmiyor. Tekniğin bilinen konumunu bambaşka yaklaşımlar ile değerlendirerek farklılığı yakalayan tasarımcılar, endüstriyel tasarım’ın da ayrıca teşvik edilmesinin bir ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Sınırlı da olsa Ar&Ge çevresinde dönen yenilikçi projeler, teknik bir yeniliğe referans veriyorsa desteklenecek projeler içine girebiliyorlar. Özellikle TÜBİTAK’ın bu konudaki çalışmaları ilgili sektörlerin ürün geliştirme motivasyonlarını arttırıyor. Ancak tasarımcıların geliştirdikleri yeni TPE’ye başvurularak alınan endüstriyel tasarım, faydalı model ve patent tescillerindeki ifade şekilleri süreçlerin birbirlerine ne kadar yaklaştığını ve nerelerde özelleştiğini ifade eden iyi bir örnek. Bu süreçleri endüstriyel tasarım – ürün geliştirme– Ar&Ge ilişkilerine benzetmek mümkün. Endüstriyel tasarımın desteklenmesi, tasarımcıların desteklenmesi yaklaşımının dışında üreticinin desteklenerek katma değer üretmesine, markalaşması için platform olusturmasına, rakiplerinden farklılaşmasına, yaratıcılık kültürünün gelişimi üzerine kurum içinde yapılaşmanın başlamasına neden olmakta. Tasarımcılar için dolaylı ve dolaysız desteklerin her ikisinin de anlamları özeldir ve her iki yöntem de acil ihtiyaç. Ülkemiz üretim endüstrilerinin 100 milyar USD üzerinde seyreden senelik ihracat rakamlarının içindeki bitmiş ürün paydasının yukarıya çekilmesi ise ancak kendi ürünlerini geliştiren bir endüstri ile mümkün olabilecek. Yakın dönemde Çin’de, son 15 yıldır Tayvan, son 10 yıldır Kore’de bu çerçevede verilen desteklerin ülkeleri ve markalarını nerelere taşıdığını biliyoruz. Ülkemizde, yatırımı, üretimi, rekabet analizini, pazarlamayı en iyi şekilde yapabilen küçük ve büyük endüstri kolları artık tasarımı da en iyisi ile yapabilecek görgü, deneyim ve çalışma kültürüne sahiptir veya sahip olmalı. Özellikle mobilya, küçük ev cihazları, otomotiv, ambalaj, aydınlatma, vitrifiye, yapı ve inşaat sektöründe başı çeken kurumların bu motivasyonda olduklarını söylemek mümkün. Bu aşamada 2008 sonunda Resmi Gazete’de yayımlanan fakat henüz uygulama esasları yazılmadığı için devreye geçmemiş olan tebliğin uzun metnini okumakta fayda var. Ancak özetle belirtmek gerekir ki, tasarım ofisleri ve şirketlerini destekleyerek Türkiye’de tasarım kültürünün oluşturulması ve yaygınlaşmasını sağlamak amaçlı oluşturulduğu belirtilen tebliğ, Türk Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde kurulmuş ve sadece tasarım hizmeti ve/veya danışmanlığı faaliyetinde bulunan ve bünyesinde en az üç adet tasarımcı bulunan şirketleri kapsayacak. Yazılım, donanım ve tasarımcı giderlerinin % 50’sini karşılayacak olan desteğin ülkemiz endüstrisine ivme kazandıracağı kesin. 15/03/2009 06 Melis Pekand Orhan Irmak [email protected] MODANIN DOĞAYA SAYGISI 01 Moda döngüsünde yeşile çalmak öyle sanıldığı kadar kolay değil. Mesela pamuk bile artık masum sayılmaz. Saygılı ipliğin kıyafet olmak için geçmesi gereken çetin yollar var. Önce ekolojik olarak ekilmiş bitkilerden kumaşlar üretilecek. Bitkilerin kendisi de bu format için uygun olacak. Burada bambu, soya ve kayına yeşil ışık yanıyor. Birçok kıyafetin temelini oluşturan naylon, polyester ve viskon ise insan eliyle üretiliyor. Üretim sürecinde petrokimyasallar ve toksik kimyasallar kullanılıyor. Mesela naylonun yapımında açığa çıkan nitro oksidin karbondioksitten 310 kere daha fazla zararlı olduğu ve küresel ısınmaya katkıda bulunduğu biliniyor. Dünyanın birçok yerinde toksik kimyasallarla üretilen boyalar ise kanser yapıyor. Organik pamuk, kenevir, organik yün, doğal boyalar ve keten bu işi ekolojik kılan maddelerden. “Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana…” Söz konusu ekolojik moda ise süreç tıpkı o bildik nameleri anımsatıyor. Ekolojik moda, bitki örtüsünü giyinmek anlamına gelmiyor; kumaşın üretildiği bitkinin yetişme biçimi, kullanılan kimyasallar... Hepsi önem kazanıyor! - Sarar, işyerinde organik kadın şıklığına el attı. Kumaşlarında kimyasal katkı maddesi içermeyen organik ürün grubunu geçen Temmuz’da satışa çıkarttı. - Adil ticaretin öncülerinden olan People Tree etik moda denince ilk akla gelen yabancı marka. Üretimlerinde yalnızca organik koton, doğal boyalar ve geri dönüşümlü ürünler kullanıyorlar. Uluslararası üne sahip Türk tasarımcımız Bora Aksu da People Tree markasına mini bir koleksiyon hazırladı. Böylece ekolojik ürünlerin de moda içinde yaratılabileceğini gördük. Meraklıları asos.com’dan satın alabiliyorlar. - Nike, “Considered Design” serisi 02 kapsamında; spor tutkunları için çevre dostu ürünler tasarlıyor. Nike, 2011’de tüm spor ayakkabılarda, 2015’te tüm kıyafetlerde ve 2020’de tüm malzemelerde Nike Considered Design standartlarına ulaşarak, çevre dostu koleksiyonlara imza atmayı hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak, Nike’ın tedarik zincirinde % 17’lik bir azalma, kullanılan çevre dostu malzemelerde ise % 20’lik bir artış anlamına geliyor. Ayrıca Yoga serisinde bambu kumaşlara yer veriyor. Ali Hewson ile birlikte Edun isimli ekolojiye saygılı olan kıyafetlerin üretildiği bir marka kurdu. Markanın hassasiyet duyduğu bir başka konu ise “adil ticaret” oldu. - Sloganlı tişörtleri yaratan Katherine Hamnett, ürünlerini organik koton ile yapıyor. Ayrıca 2003’ten beri organik kumaşlara talep olması için çalışıyor. - H&M, Levis, Marks and Spencer gibi markalar organik kumaştan kıyafetler üretti. - U2 grubunun solisti Bono, karısı Toprağın ilaçsız ve gübrenin uygun olması, ticaretin insanları sömürecek şekilde kurgulanmayıp, adil ticaret şeklinde yapılması, geri dönüşüme uygun maddelerin işleme geçirilebilmesi ekolojik modayı oluşturan etkenler arasında yer alıyor. - İngiliz market zinciri Sainsbury’de Anya Hindmarch’ın “I’m not a plastic bag” sloganlı bez çantası £5’a satıldı. Hızla tükendi, trend haline geldi. Koplayaları her yerde satıldı. - Stella McCartney, etik moda konusunda lüks tasarımın öncülüğünü yaptı. PETA onu, tasarımlarında kürk ve deri kullanmadığı için çok seviyor. Hayvansever Stella McCartney, en son bir kürk markasının dergi reklamında rızası alınmadan (asla evet demezdi) markasına ait iç çamaşırı kürkün içinde gözüktüğü için küplere bindi. Kürk ve Stella McCartney isimleri asla yanyana gelmiyor. - Stylewillsaveus.com aynen bu hassas anlayışla kurulmuş eko-moda-bilinç sitesi. - Natalie Portman, ürünlerinde hayvansal madde kullanmayan Te Casan markası için ayakkabı tasarlıyor. Güzel oyuncu vejeteryan hayat biçimi yüzünden deri ayakkabı giymiyor. Kısa Kısa... Yeşil akımının moda olmasıyla birlikte, moda dünyasının bu modayı demode bulması düşünülemezdi zaten. Öyleyse gelin, moda dünyasının ekolojik moda hakkında yaptıklarına göz atalım: Dünyada sadece insanların yaşama hakkı olduğu, diğer varlıkların insanların emrine amade oldukları düşüncesi oldukça bencilce. Dünyanın gidişatı için her sektörün kendine göre alması gerek önlemler var. Şatafatlı modanın da bu durumda bir istisna olması düşünülemez. - Mavi Jeans, ilk kez 2006 yılında müşterilerine % 100 organik Ege pamuğuyla üretilmiş blue jean’lerden oluşan Mavi Organik Koleksiyonu’nu sundu. 2007’de, koleksiyona, tişört ve sweatshirt’lerin yer aldığı tasarımlar; 2008’de ise organik yoga grubu ürünler eklendi. Mavi Organik, önümüzdeki sezon da çeşitli ürünler sunmaya devam edecek. 01 Nike “Considered Design” standartlarını 2020’ye kadar tüm ürünlerine yayacak. 02 Anya Hindmarch’ın sloganlı bez çantası. 03 Katherine Hamnett tasarımı tişörtler. - Tema vakfı % 100 organik pamuktan üretilen organik iç çamaşırları satışa sunuyor. 07 03 04 04. Natalie Portman’ın Te Casan için tasarladığı ayakkabılardan. [email protected] Tüketici davranışlarındaki ve beklentilerindeki değişim, gündelik yaşamın artan hızı, yeni alışveriş şekilleri ve kıyasıya raf rekabeti… Bundan on sene önce “Ambalaj ürünün kendisidir” diyen Meyers ve Lubliner (1998), ambalajın ürünün pazarlanmasında sadece bir aracı olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştu. Şimdi belki de bir adım öteye gitmeli “Ambalaj markanın kendisidir” demeliyiz. Bugün ambalaj tasarımı önemli bir değişim içinde. Bu değişimin nedenleri arasında birçok konudan bahsetmek olası. Önceliği, son dönemlerin popüler konularından ekonomik krize verelim: Krizin yansımalarından biri, zeki firmaları ambalaj tasarımına yöneltmesi olabilir. Bu durum, başta kulağa garip gelebilir. Ancak firmaların yüksek maliyetli yeni ürün yatırımları yerine ambalaj tasarımlarındaki nispeten daha düşük maliyetli yenileme projelerine yönelmeleri, sürekli yenilik bekleyen tüketicilere cevap vermenin bir yolu. Yani yeni bir ürün yerine yeni bir ambalaj, pekâlâ tüketicileri mutlu edebiliyor. Ayrıca kriz ortamında rakip ürünlerden daha fazla ayrışmak ve raflarda daha yüksek sesle “ben buradayım!” diyebilmek gerekiyor. AMBALAJDA YENİ DÖNEM Artık herhangi bir ürünü üretebilmek pek de önemli değil; hemen herkes üretim kalitesinde standartları yakalamış durumda. Şimdi asıl önemli olan ürününüzü nasıl bir marka altında ve nasıl bir ambalajda sunduğunuz. Tüketici Beklentileri Tüketicinin satın aldığı ürün veya hizmetten beklentisinin artmış olması da, ambalaj tasarımının önemini arttıran konular arasında. “Ne yapsam satar!” dönemi kapanalı çok oldu, “ambalajın ne önemi var?” diyen markalar da yavaş yavaş yok oluyor. Artık tüketiciler bir üründen veya ambalajdan “daha fazlasını” bekliyor. Bu da, tekrar kullanılabilirlik, farklı deneyimler sunmak veya yeni marka konumlandırmaları gibi konuları ambalaj tasarımının önemli bir parçası haline getiriyor. Ürün çeşitlendirmesinde oldukça kısır bir alan olan “su”da, Evian markasının -2009 yılında özel bir seri olarakşişesini ünlü modacı Jean Paul Gaultier’in imzasıyla çıkarması, yepyeni bir marka konumlandırması ve deneyim sunması anlamına geliyor. Artık Gaultier imzalı bir giysiye parası yetmeyen herkes, aradığı tatmini Evian su şişesi ile yaşayabilir. Ünlü tasarımcı Peter Hewitt’in kurduğu Tea Forté markasının piramit şeklindeki çay poşetleri de aynı konuyu örneklendirmede kullanılabilir. Doğru ürün, doğru ambalajla buluşunca, bir anda farklılaşmak ve rakipler arasından sıyrılmak mümkün olabiliyor. Hatta bir adım öne geçip yeni bir pazar yaratmak da olası. Ambalaj tasarımı alanında bir başka kulvarı da market markaları oluşturmaya başladı. Ülkemizdeki zincir marketlerde satılan ve satıldığı marketin ismini taşıyan ürünleri maalesef tam olarak bu kapsamda değerlendiremiyoruz. Türkiye’de halen sıradan bir ürün resmi ve marketin logosundan oluşan ambalajlarla karşılaşaduralım, yurt dışında durum bizden biraz daha farklı. Artık market markaları da, tasarım alanında hizmet veren ofislerin müşterileri arasına katılmaya başladı ve diğer markalı ürünlerle yarışacak düzeyde tasarım kalitesine ve satış hacmine ulaşmaya başladı. Tesco, Waitrose, Sainsbury’s ambalajlarını bugün tasarım yarışmalarında bile görmek mümkün. Markalar için çarpıcı ve samimi bir iletişim arayışı, ambalaj tasarımı alanında yaşanan değişimin farklı bir boyutu. Bir çok yerli markada halen sıkça rastladığımız, ambalajın kendisi kadar büyük logo kullanımları, ürün içeriğini çoğunlukla olduğundan abartılı gösteren fotoğraflar aslında güncel ambalaj tasarımının uzaklaşmaya başladığı unsurlar. Bunların yerini ambalajlarda, ürünün ve markanın sunduğu duygusal iletişime yönelik görseller ve yalın anlatımlar almaya başladı. Esprili illüstrasyonlar, sıra dışı tipografiler ve şaşırtıcı fotoğraflar, ileride raflarda daha fazla karşılaşacağımız ambalaj tasarımı kimliklerini oluşturacak gibi görünüyor. Bol ödüllü “Jonathan Crisp” cipslerinin snop karakter illüstrasyonları, Hero’nun “Fruit 2 Day” meyve sularının markanın vaadini doğrudan aktaran formu veya bebek mamalarının günün hangi vaktinde yenilmesi gerektiğini anlatan grafikleri ilk akla gelen örnekler arasında. 02 01 03 04 Tüm bu değişimler, ambalaj tasarımı alanında yeni bir anlayışın habercisi. Artık ambalajına önem vermeyen bir markanın, sahip olduğu değerleri tüketicisine aktarması ve onunla uzun soluklu bir bağ kurması neredeyse imkânsız. Ambalajlar ürünü sunan markanın adını (logosunu) taşımakla kalmıyor, tüketicisine ürünün fiziksel faydalarının ötesinde vaatlerde bulunuyor. Bu kimi zaman mutluluk veya aidiyet duygusu, kimi zaman da yeni bir deneyim oluyor. Ama bunların tümü, aslında, o ürünü satın almak için çok güçlü birer neden olarak karşımıza çıkıyor. Zaten ambalajın amacı da bu değil mi? 01 Jean Paul Gaultier’nin Evian için tasarladığı su şişesi 02 Market markalarının ambalaj tasarımlarına iyi bir örnek, Waitrose. 03 Red Dot ödüllü çay bardağı ambalajı Koleksiyon için tasarlandı. 05 04 Peter Hewitt’in çay poşetleri. 05 Ödüllü Jonathan Crisp cipsi illüstrasyonları. 06 Marka vaadini doğrudan aktarma amacındaki meyve suyu ambalajı. 06 07 07 Mamanın günün hangi saatinde tüketileceğini ambalajıyla anlatan Hero Baby. 08 15/03/2009 Aslı Ayşen Aydın 09 Meriç Kara aslı[email protected] [email protected] FONKSİYONEL YENİ VE YARATICI FİKİRLER 01 + Klozete yapıştırmak için Duchamp imzası, meyvelerini nature morte gösteren çerçeveli meyve tabağı, kağıt mendil üzerine baskılı acıklı bir mektup, lekesi çiçek desenli kahve fincanları, ritim için baget kalemler, kahveyi nasıl istediğiniz anlatmak için bardağa basılmış sütlü bir Pantone... Aynaya baktığınızda bir bakıyorsunuz dergiye kapak olmuşsunuz. Fonksiyon, estetik ve problem çözme görevlerine ek olarak tasarımın duygularımıza da karşılık vermesi gerekiyor. Beklentilerimizi arttırdık, pozitif elektrik veren objeleri etrafımızda daha fazla ister olduk. Bizi eğlendirsin, şaşırtsın ve hatta şımartsın, deneyimimizi paylaşsın, bir şeyler denemiş olsun, hatta belki üzerinden bir kamyon geçmiş olsun. Bir yandan elimizde şekiller, dokular, renkler var, ek olarak da gizli ve tatlı bir hikaye keşfetmek istiyoruz. = AÇIK İNOVASYON Çağ değişiyor. Evrim, iş yapış biçimlerinde de gözleniyor. Bilgiyi sadece kendine saklayan ya da işbirliğinden uzak durmaya çalışanların hayatta kalma mücadelesi gitgide zorlaşıyor. Üstelik insanlar, bütünün bir parçası olduklarını hissettiklerinde yaptıkları işten hem keyif alıyor hem de o topluluk içindeki paylaşımları artıyor. Ürün ya da hizmet aldıkları kurumların daha şeffaf olmasını tercih eden tüketiciler, birebir ilişki kurulmasını ve kendilerine söz hakkı tanınmasını tercih ediyor. Online ansiklopedik bilginin anası Wikipedia, bizzat internet kullanıcıları tarafından oluşturuluyor. Her ne kadar pazarlama taktiği olsa da Peugeot, konsept araba tasarım yarışmasıyla 21. yüzyılın hayaline herkesi davet ediyor. LEGO, 1998’de çıkarttığı Mindstorm serisinde küçükler olduğu kadar büyüklerin de ilgisini çekerek ürün tasarımdan bilgisayar programına kadar gelen tüm öneri ve iyileştirmeleri dikkate alıp uyarlıyor. İşte tam da bu çağ değişimi sırasında, 2003 yılında UC Berkeley Haas School of Business’ın hocalarından Henry Chesbrough “Open Innovation” başlığında bir kitap yazıyor. En temel iddiasını da şu sözlerle özetliyor: “Şirketler, geliştirdikleri yenilikleri daha fazla sır olarak saklayamazlar. Şirketler için başarıya giden yol, müşterilerini, çalışanlarını hatta rakiplerini bir araya getirebildikleri açık bir platform geliştirerek olur.” Felsefesini bu temele dayandıran Innocentive de 2001’den bu yana insan hayatında olumlu kırılımlar yaratacak çözüm üretimleri için köprü görevi görüyor. Innocentive, çözüm arayan organizasyonlarla değer yaratmak isteyen bilim adamı ya da girişimcileri buluşturmaya çalışıyor. Open Architecture Network ise Birleşmiş Milletler Milenyum Kalkınma Hedefleri’yle örtüşen bir amaç için hizmet veriyor: Yaşam alanlarını ve koşullarını daha sürdürülebilir bir gelecek için iyileştirmek. Mimar, mühendis, tasarımcı, STK ya da devlet kuruluşu olsun hiç fark etmez. Herkesin 02 Dünyada “her an, herkesin yaşadığı” hikayeleri fark edip kendi diline çevirebilen yaratıcı zekaların “gülümsetme” operasyonu son hızla devam ediyor; dahası, yavaş yavaş Türkiye de bundan payına düşeni alıyor. İŞBİRLİĞİ İnsanoğlunu yeni bir çağın beklediğini, eski iş yapış şekilleri tatminkar çözümler üretemediğinden yeni alışkanlıkların gelişeceğini hepimiz biliyoruz. Son birkaç yılın iş modelini derinden etkileyen kelimelerden biri inovasyon olsa gerek. İster yıkıcı ister radikal olsun modelinizi inovasyon üstüne kurgulamadığınızda o fikrin dikkate alınması neredeyse imkansız bir hal almış durumda. Peki, internetin durumu nedir? Sosyal topluluklar sayesinde dünyanın neresinde olursa olsun, kim nerede haberdar olabiliyorsunuz ya da herhangi bir proje ile uğraşırken takıldığınız noktada çözüm bulabiliyorsunuz. Bu yüzdendir ki, “işbirliği” kelimesi giderek daha büyük bir anlam kazanıyor. EĞLENCELER 01 bilgi ve tecrübesini rahatça paylaşabileceği bu topluluğun hedefi, karşılaşılan mücadelelere karşı tek bir fikir yerine binlerce fikir geliştirerek toplam fayda yaratmak. Mesela yeni projeleri, geleceğin okul sınıfını tasarlamak. Tasarım dünyasının da etkilendiği “açık inovasyon” fikri beş yıldır düzenlenen Raymond Konferansı’nın geçen yılki serisine de yansımış. Hollandalı Park ve Eden firmalarının organizasyonunda gerçekleşen seminerde, birbiriyle rakip olmayan kuruluşların tasarım ekipleri bir araya gelerek hayali bir tasarım ofisini oluşturmuşlar. Amaç, farklı sektörlerde en hızlı, en iyi ve en ucuz tasarım yöntemini tespit ederek birbirlerinin deneyimlerinden faydalanmak. Profesör Chesbrough’un yakın tarihte hayata geçirdiği yeni projesi ise Berkeley Innovation Forum. Coca Cola, Kraft ve Philips gibi 32 dev şirketin üst yöneticilerinden oluşan birlik, yılda sadece 2 kez toplanıyor ve üyelik bedeli olarak yılda 10.000 $ ödüyor. Sektörlerarası bilgi paylaşımında bulunan grup, sadece kendilerine özel bir sistemle sanal dünyada iletişimlerine devam ediyor. Yeni gündem maddeleri, yaratıcı fikirleri daha fazla ortaya çıkarabilmek için şirketlerle üniversitelerin arasındaki iletişimi nasıl kuvvetlendirebilecekleri üzerine. Sadece bu da değil! Cambridge ile Tsingua Üniversiteleri bilim ve teknolojide inovasyon açısından devrim yaratacak araştırma-geliştirme konuları için güç birliği yapıyor. Halihazırda Cambridge Üniversitesi, Kodak, Nokia, Unilever ve P&G’nin de içinde olduğu 30 şirketle işbirliğini sürdürüyor. Yeni anlaşmayla Cambridge’in bugüne kadar elde ettiği icra gücü, Çin pazarına yayılmasıyla daha da sağlamlaşacak. Demek ki ister toplumsal sorunların çözümüne yönelik olsun ister kar amacı güden şirketlerin müşteri ihtiyaçlarına yönelik, açık inovasyon gündemimizde yer almaya devam edecek. “Daha fazla tüketim mi?” yoksa “daha yerinde ve ihtiyaca yönelik bir üretim mi?” sorusu gündemin en önemli maddelerinden biri olacak. Sağlıktan çevreye eğitimden finansa kadar her alanda artan tehditlere karşı farklı disiplinlerin işbirliğini sağlayacak platformlar çoğalacak. Şeffaflığa direnen, bilgi ve deneyimini sadece kendisine saklamak isteyenler yeni düzende varlığını nasıl koruyabilecek hep birlikte göreceğiz. 01 ‘Dışarıdan fikirlere açık’ lego Mindstorm. Tasarımlar bu iletişimi basitçe grafik yardımıyla kuruyor ya da dertlerini formla anlatabiliyorlar ama bu da araştırma, materyal denemeleri ve ciddi bir endüstriyel tasarım çalışması gerektiriyor. Konularını gündelik hayattan, detaylardan çıkartıyorlar veya bizi çok iyi tanıdıklarını gösteren ipuçları barındırıyorlar. Amerika’daki barlarda sigara içilemediği, ve soğuk havada bile bar önlerinin mecburi sigara içme alanları haline geldiğini düşünelim. Tobias Wong tasarımı sigara delikli eldiven, bu duruma düşenler için bir ihtiyaca sesleniyor. Ya da çaydanlığa geçirilen ve demliği sıcak tutan yün koruyucu terörist demlik, Suck UK koleksiyonundan bize her gün gündemi sunuyor. Bizi iyi tanıyan tasarım gruplarından Atypyk, bu konuda oldukça seri: Peçete desenli kravat, hortlağa dönüştüren banyo havlusu ve en son numaralarından olan 5 çeşit bıyık baskılı kalemler kullanırken bir anda etkileşime geçmek için hazır. Kimi zaman kendinizi yaparken buluverdiğimiz el alışkanlığınız bile karşınıza bir tasarım olarak çıkıyor! Hal buyken, yakın zamana değin, daha çok müze dükkanlarında, tasarım butiklerinde veya web’den bulmanın mümkün olduğu bu eğlenceli ürünler seri üretimde de kendilerine bir alan ediniyor -mesela Ikea’da! Bir kalıp yapılıyorken zaten, neden işe biraz da eğlence katılmasın? Gelelim Türk tasarımcılara… Bizim için bahsi geçilen safha biraz lüks. Para kazanma 06 09 03 04 05 10 08 derdimiz kendi tasarım karakterimizi yaratmamızı geciktiriyor. Bir dönem “ne iş olsa” yapıyoruz, geri çeviremiyoruz. Dahası, şirketlere ulaşmanın yolu ‘harika fikirler’den çok, ‘doğru tanıdıklar’dan geçiyor. Tasarımcı idealistse kendi ürününü kendi üretmek ve pazarlamak durumunda kalıyor. Ancak ülkemizde ‘sanat mıdır? tasarım mıdır?’ tartışmaları hala sürerken, söylenenlere kulak asmayıp, alıp başını yürüyen şirketler ve tasarımcılar var neyse ki. En son i-deco fuarında 07 İMMİB standında gözümüze kestirdiğimiz yarım çay bardağı formunda ölçek bir ihtiyaca sesleniyor ve ‘biz’den çıkma bir fikir. “Take Away İstanbul” bizim kültürümüzle eğlenceyi ve tasarımı birleştirenlerden. Az sayıda olan ve bunu yapabilen şirketlerimize ve tasarımcılarımıza yavaştan yenileri ekleniyor. Gülmek bulaşıcı ve tasarım da çok eğlenceli olabiliyor ne de olsa. 01, 02, 06, 07. Atypyk imzalı kravat, ayna, baget kalem, klozet etiketi Duchamp imzası. 11 03, 05, 08. Suck UK’in terörist deliği, baget kalemi, Pantone fincanları. 09. Barnaby Barford imzalı meyve tabağı. 04. İMMİB’in yarışmasında birincilik alan, Lale Taneri tasarımı ölçek. 10. Barnaby Barford- Valeri Viglioli tasarımı fincan 11. Tobias Wong imzalı eldiven soğuk havada sigara içmek için tasarlanmış. 10 15/03/2009 Hakan Gencol Filiz Yılmaz [email protected] Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre suç sayılan bir eylem olan eser hırsızlığından, bir çocuğun masumca manav tezgâhından aşırdığı parlak kırmızı bir elmaymış gibi mi söz etmeliyiz, yoksa Kanun'un açıkça ve kasten çiğnenmesine tepki verip, işin hukuki ve etik tarafını mı savunmalıyız? Aslında en büyük tehlike, kopyacılığın geçer akçe bir düşünce sistemine dönüşmesi, süregiden bir olgu haline gelerek kangrenleşmesi. “Eser hırsızlığı”, ya da “aşırma” anlamına gelen “intihal", (plagiarism) kişinin bir başkasına ait ifade, düşünce, buluş ya da eserleri izinsiz kullanması ya da çok benzerlerini, kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi sunması anlamına geliyor. Ekşi Sözlüğü karıştırınca, “intihal” başlığı altında “külli alıntı”, “copypaste teknolojisi”, “apartma” gibi gülümseten karşılıklara rastlanıyor. Kavram, başka sözcükleri de çağrıştırıyor: İmitasyon, taklit, kopya, yürütme, araklama,... Endüstriyel tasarım, mimarlık ya da reklamcılıkta, “ilham mı yoksa imitasyon mu?” dediğimiz pek çok işle karşılaşıyoruz. Örneğin İstanbul Tasarım Haftası'nda, ya da fuarlarda birbirinden esinlenmiş -yoksa kopya çekmiş mi demeliyiz?- birçok ürüne rastlıyoruz. Gerçekten aklın yolu bir olabilir mi? Dünyanın herhangi iki noktasındaki iki ayrı kişi, çok benzer şeyleri düşünüp hayata geçirebilirler mi? Belli bir noktaya kadar, neden olmasın? Ya bunun ötesine geçilmişse? Esinlenme ya da etkilenmeyle, kopyalama arasındaki sınırı nasıl ölçebiliriz? Kopyalar dünyasında gezinmeyi sürdürelim. Almanya'nın kılıç, bıçak ve jilet üretimiyle tanınan Solingen şehrinde, olağan dışı bir müze yer alıyor. Museum Plagiarius, 1977'den beri taklit ve kopya problemi hakkında, bu olgunun yalnız ekonomi üzerindeki değil, özellikle küçük firmalar ve bireysel tasarımcılar üzerindeki olumsuz etkileri konusunda kitleleri bilgilendirmeyi amaçlıyor. Müze her yıl Franfurt'daki Ambiente Fuarı'nda düzenlediği bir yarışma ve en başarılı taklit ürünlere verdiği ironik ödüllerle, bir çok kopyacı firmanın, yaptığının etik olmadığını kabul etmesini ve orijinal firmayla bir anlaşma yoluna gitmesini sağlamayı başarabilmiş. Dünya ticaretinin yüzde onluk kısmını kopya ürünler oluşturuyor. Dünya çapındaki 02 11 İNTİHAL * BİR İNTİHAR MI? © Dünya ticaretinin %10’unu kopya ürünler oluşturuyor; kopya örnekleri için müze kuruluyor, “kopyalayarak öğrenme”nin masumiyeti sorgulanıyor. Türkiye de “sektör”e yeterince katkıda bulunuyor. [email protected] Ancak kopyacılık dünyanın her yerinde mevcut: Almanya'daki Plagiarius, en başarılı kopya ödüllerini, yalnız Çinlilere değil, Hollandalılara hatta kendi vatandaşlarına verebiliyor. Tasarımcı Bruno Munari, Japonların -özellikle seksenli yıllarda- Avrupa'daki her şeyi kaydetmelerinin ilk başta kopyacılık olarak görüldüğünden söz etmişti. Ancak onların aslında tıpkı çocuklar gibi, bu yolla öğrenmeye çalıştığını eklemişti. Bizler de, belki teknolojide başı çekmeyen ancak iyi adaptasyon yapan bir milletiz. Peki bunu Japonlar gibi öğrenmek için mi, yoksa kısa yoldan sonuca ulaşmak ya da zahmetsizce ticari gelir elde etmek için mi yapıyoruz? 1996 Ocak ayında ülkemizde Gümrük Birliği devreye girdiğinde, bazı cin firmalar, kopyaladıkları ürünler için tasarım tescili almaya kalkmışlardı. Gerçekten akıl almıyor! Asıl korkutucu olan, kopyacılığın çok olağan, günlük bir olay olarak görülmesi ve gittikçe güçlenen bir sistem haline gelmesi. Kopyacılığın karşısında nasıl bir yapı direnebilir? Tabii ki, düşüncenin özgünlüğünü, yaratıcılığın vazgeçilmezliğini savunan bir eğitim sistemi. Böyle bir sistemin işlemesi için de, önce aile içi eğitim, yüksek etik değerler, sonra da hak ve özgürlüklerin korunduğu bir toplum ve devlet yapısı gereklidir. Yoksa, siz yaratıcı bireyler yetiştirir, sonra da aç kurtların bulunduğu bir yaylaya salarsınız o yaratıcı kuzularınızı. Sonuçta ya o kuzular kurtlara yem olur, ya onlar da kurtlaşır, ya da o diyarı terk ederler. Bir de, diyarı terk etmemekte direnen, her gün kopyacılıkla karşılaşıp bununla baş etmeye çalışan “mutsuz kuzular” vardır. Yoksa siz de onlardan mısınız? (*) aşırma, çalma yıllık ekonomik kayıp ise 200-300 milyar euro civarında. Madonna'nın, ‘Frozen’ adlı parçasında intihalden suçlu bulunduğunu görüyoruz. Belçikalı besteci Salvatore Acquaviva, Madonna'ya karşı intihalden açtığı davayı kazanıyor. Einstein'ın, meşhur E=mc² formülünü ileri gelen bazı bilim adamlarından aşırdığı söylentilerini okuyoruz. Sonra gözümüze şair T. S. Eliot'un “Olgunlaşmamış şairler taklit eder, olgunlaşmış şairler çalar.” sözü 03 01 01. Fotoğraf: Carla Froitzheim, Solingen takılıyor. Kopyacılık yurdumuz dışında da süregelen bir adet mi? Tıpkı insan hayatı gibi, çok değersiz, bir o kadar da uçucu olan şey, “fikir”dir ülkemizde. Edebiyat, müzik, tıp, tasarım... Hiç fark etmez, ağzınızdan çıkan o kanatlanmış fikri, bir gün yere konmuş gerçek bir ürün olarak görmeniz işten bile değildir. İster öğrenci olun, ister profesyonel, olası bir iş görüşmesinin sonrasında,eskiz düzeyindeki tasarımınızın oldukça esinlenilmiş (!) bir benzerine piyasada rastlayabilirsiniz. 04 01 Reinhard Angelis imzalı Museum Plagiarius. 02. ‘HTE’ el kurutucunun kopyası 2009 yılı birincilik ödülüne sahip. 03. 2009 yılı ikincilik ödülünü alaz ‘Genutrain’ diz desteği kopyası . 04. 2007 yılı 2.si ‘Moleskine’ defter kopyası. 05. 2007 yılı 1. si ‘Top Sweep 55’ kopyası. 05 Yeni mezun öğrenciler için en büyük kabus, tecrübe beklentisi okulların geliştirdiği “çalışma sistemi” sayesinde sona eriyor. Çünkü tasarım öğrencileri akademik eğitimlerini tamamlarken, profesyonel yaşamda da yerlerini almaya başlıyor. Teoriyi pratikle, pratiği teoriyle sınayarak, kitaplarda yazılanları yaşayarak öğrenmek için, tıpkı bir ajans gibi çalışıyorlar. Sektördeki ajanslardan işlevsel anlamda farkı olmayan “öğrenci ajansları” akademik alt yapılarını korurken, gerçek müşterilere hizmet veriyor; üstelik ticari kaygı taşımaksızın. İş yaptıkları firmalardan ise sadece kendi teknik ihtiyaçları için donanım veya maddi destek alıyorlar, yani “kendi yağlarıyla kavruluyorlar.” Asıl dertleri prestij ve deneyim.... Anadolu Üniversitesi GSF Grafik Bölümü, öğrencilerin gerçek hayatla yüz yüze gelmesi için yoğun çaba sarf eden bölümlerden . Öğrenciler, işveren ve üniversite arasında hazırlanan bir sözleşmeyle kurum destekli projeler üreterek profesyonel yaşama adım atıyorlar. Projeyi tamamlayan tüm öğrencilere birim bir ödeme yapılmasının ardından, ilk üç dereceye ödüller ve üniversiteye donanım ya da nakit katkısı yapılıyor. AÜ-Grafik Bölümü, Cici Çikolata için ambalaj tasarımı, ÖĞRENCİ AJANSI ŞANSI İşi ucuza getirmek değil, taze zihinlerden faydalanmak için öğrenci ajanslarıyla çalışmayı yeğleyen firmalar çoğalıyor. 01 Sarar için ev tekstili projesi, Ford Otosan için afiş tasarımı, Frankfurt Kitap Fuarı için afiş tasarımları gibi çeşitli konularda çalışmalara sahip. İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü (VCD) de, görsel problemler üzerine sistematik biçimde eğilebilen uzmanlığa sahip tasarımcılar yetiştirmeyi amaçlarken, farklı olanaklar sağlıyor. Üniversitenin burs sistemi ve multidisipliner eğitim anlayışı doğrultusunda, öğrenciler birçok kuruma önemli işler yapıyor. Söz gelimi Doğuş Power Center için gerçekleştirilen projeler; alışveriş merkezine yerleştirilecek fotoğraf serisinin yanında şehir ve hareket kavramları ile ilgili etkileşimli bir proje ve bir de müzik videosu yer alıyor. İstanbul Fuar Merkezi CNR’da gerçekleşen, ISKSodex 2008’e, ECA’nın ısıtma-soğutma sistemleri ürünlerinin sunumu için yaptıkları çalışmayı da atlamamalı. Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı kapsamında “Etkileşim Tasarımı” konulu araştırma ve geliştirme projelerine disiplinlerarası bir çatı oluşturmak amacıyla kurulan Sabancı Üniversitesi InteractionLab ise bir başka örnek. Sahne sanatlarında görselleştirme ve sesnelleştirme, etkileşimli üç boyutlu internet uygulamaları, giyilebilir ve taşınabilir etkileşimli nesneler ve fiziki kullanıcı arayüzleri konusunda yenilikçi ve yaratıcı çalışmalar üretiyorlar. Örneğin, görsel üretme sistemi “Replica Live”, Replikas’ın üç ayrı konserinde kullanıldı. Diğer önemli bir proje, Renkli Notalar (Nota Takipçisi), Cemal Reşit Rey’de Emir Gamsızoğlu– Memet Ali Alabora tarafından düzenlenen “Goldberg Varyasyonları Yolculuğu” etkinliği için kullanılmış bir görsel kontrol sistemi. Tüm bunlara bakarak, öğrenci ajanslarının en az sektördeki ajanslar kadar yaratıcı, bir o kadar da gerçekçi olduğunu söylemek mümkün. İşverenin ihtiyaçlarını karşılarken öğrencinin deneyim eksikliğini de bertaraf eden bu ajansların eğitim sistemini alışık olmadığımız yeni bir formata taşıdığı aşikar. 01. Bilgi Üniversitesi’nin işlerinden. 12 15/03/2009 13 Barış Çakmakçı [email protected] ÖZGÜR TASARIM Arzu Kaprol Ev tekstilinde perakendeciliğe yeni açılımlar kazandırmak için moda tasarımcısı Arzu Kaprol ile çalışan Linens’in 2009 koleksiyonunda nevresim, yatak örtüsü, dekoratif yastıklar, ev ve yatak giysileri, bornoz, havlu ve mumlar bulunuyor. Deri, kürk, ipek ve saten gibi farklı materyallerin bir arada kullanılmasıyla hayat bulan koleksiyonun en önemli tarafı her serinin bir hikâyesinin olması. (www.linens.com.tr) Fatoş Ahunbay Karim Rashid Mimar Sencer Ahunbay ile 1982 yılında kurdukları Derishow moda markasının yanı sıra 1988 yılından beri Mimarca’yı da yürüten Fatoş Ahunbay, % 100 Türk emeği ve işçiliği ile ürettiği kanepelerle en az moda sektöründeki kadar rağbet görüyor . Disiplinlerarası bir çalışmanın gerekliliğine inanan ekip, farklı malzemelerin de aynı şekilde bir araya gelebileceğini ortaya koyuyor. Şölen Çikolataları için projelendirdiği Eternity'i isminden tadına, fiyatından ambalajına kadar bir bütün olarak tasarlayan Rashid, Selçuklu motiflerinden hareket etmiş. Ürün tasarımının pek çok dalında karşımıza çıkan Rashid, çikolata projesinin detayları için iki sene boyunca proje üzerinde çalışmış. (www.solen.com.tr) ZAMANI Tasarımcılar, onları görmeye alıştığımız ürün grupları yerine, başka sektörlere yaptıkları projelerle gündeme gelmeyi tercih eder oldular. Bir moda tasarımcısının tasarladığı masa ya da ürün tasarımcısının imza attığı çikolata, tasarım dünyasında belirsizleşen ve renklenen kategorileri keyifle izlememize neden oluyor. Marc Jacobs Vivienne Westwood Karl Lagerfeld İngiliz modası ve İtalyan mobilya geleneğini bir araya getiren bir işbirliği ile Molteni&C. markasının kült tasarımları Vivienne Westwood imzasıyla yeniden yorumlandı. İki tasarım duayeninin işbirliği sonucu Ferruccio Laviani ve Patricia Urquiola gibi tasarımcıların ürünleri başka bir görünüm kazandı. 68 yaşındaki Westwood’u yansıtan kumaşlarla kaplanan ürünler Victoria & Albert Müzesi’nde sergilendikten sonra Milano’daki Nhow Hotel’de yerini aldı. (www.molteni.it) Fendi Casa’nın sanat direktörlüğünü yürüten moda tasarımcısı Lagerfeld, kadın giyimin yanısıra mobilya sektöründe de hizmet veriyor. Kanepe, koltuk, masa, aydınlatma gibi ürünlere imza atan tasarımcı, kristal, murano cam, süet, kadife gibi materyalleri bir arada kullanıyor. Logosu, dünyanın neresinde olursa olsun kolayca tanınan Fendi’nin mobilyalarındaki feminen stil oldukça çarpıcı. (www.fendicasa.com) 1963 doğumlu moda tasarımcısı, ‘Amerikan modasının prensi’ unvanını saatten parfüme kadar başka ürün gruplarına da taşıyor. Marc Jacobs Home etiketiyle piyasaya çıkan Waterford Crystal etiketli kristal ve porselen masaüstü takımları tasarımcının sadece podyumda değil, diğer alanlarda da başarılı olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu ürünler ülkemizde Beymen Home’larda da görülebilir. (www.marcjacobs.com) Philippe Starck Aziz Sarıyer Donatella Versace Küçüklüğünden beri tekstile yakınlığı olan, ama bir ürüne dönüştürmek için Hamam markasıyla fırsat bulan Aziz Sarıyer, suyla ilişkili her ortamda insanın vücudunu örtmesinden hareketle banyo, spa, havuz, deniz ve spor gibi faaliyetlere yönelik tasarladığı koleksiyonda, Âdem ve Havva’dan ilham aldığını belirtiyor. Havlu ve pike kumaşı ile en az ölçüde kesip-dikme amacıyla yapılan koleksiyonda sabun, sabunluk ve hamam tası da bulunuyor. (www.hamam.com.tr) İtalyan moda endüstrisinin dev markalarından Versace, podyumlardaki başarısını 1992 yılında kurulan Versace Home ile evlere, 2000 yılından itibaren de saray, otel, yat, helikopter ve jet gibi iç mekânlara da taşıyarak sürdürdü. Firmanın başındaki Donatella Versace’nin girişimleriyle Lamborghini, TAG gibi markaların yanı sıra Palazzo Versace gibi tasarım oteller de Versace çizgisine kendini teslim ediyor. (www.versace.com) Kauçuk tabanı ve futuristik görünümüyle Puma için tasarlanan ayakkabılar, şimdiye kadar daha çok mobilya ve dekoratif aksesuarlarla görmeye alıştığımız Starck’ın –kendi deyimiyle- çizgilerini yansıtan en önemli çalışmalardan biri. Puma için hazırladığı koleksiyonda saatten çoraba, iç çamaşırından ayakkabıya kadar başka parçalar da mevcut. (www.puma.com) Jaime Hayon Camper, son dönemde lanse ettiği Camper Together konsepti altında endüstriyel tasarımcı Jaime Hayón ile çalışıyor. Hayón, kendi için yeni olan bu alanda ilhamını klasik İngiliz tap dance ayakkabılarından alıyor. Bugüne kadar heykelden mobilyaya, iç mekândan aksesuara pek çok projeye imza atan tasarımcı Camper Together ile kendine has ironik ve masalsı çizgisini giyim dünyasına taşıyor. Şikayetçi olduğumuz söylenemez! (www.camper.com) Matthew Williamson 2005 yılından beri Emilio Pucci’nin tasarım direktörlüğünü yürüten genç tasarımcı, İngiliz The Rug Company için hazırladığı halılarda tribal efektlerden faydalanıyor. Kendi fikirlerinden oluşan bir balonda yaşadığını ifade eden tasarımcı, ürünü bir beden gibi gördüğünü, o bedenin ne giymesi gerektiği üzerine kafa yorduğunu belirtiyor. (www.matthewwilliamson.com) 14 15/03/2009 15 Alper Ersoy [email protected] WEB TASARIMINDA KAMPLAŞMA Doksanlı yılların sonundan beri web, vazgeçilmez parçalardan biri olarak hayatımızda yerini aldı, ve her geçen gün yerini sağlamlaştırıyor. Özünde web, birbirinden bağımsız mecraların bir arada ve kolayca erişilmesine olanak tanımak üzere tasarlanmış bir yapıyken, zamanla bizim bu mecralara erişimimizi kökünden değiştirmeye başladı. Web’i oluşturan mecraları tek tek ele aldığımızda, her birinin lineer yapısı kayboldu ve artık hipermetin denen ve web öncesinde pek hayatımıza girmemiş bir yapıyı özümsedik. Öyle ki, web’in içine doğmuş bir nesil için web üzerinden içeriğe ulaşmak hayatın artık sorgulanmaz bir uzantısı oldu. Kullanıcı için durum böyleyken, bu tasarımcılar için ne ifade ediyor? Web, kendisinden eski ve kendisini oluşturan mecraların toplamından daha büyük; çünkü bu toplama işlemine içindeki mecralara nasıl erişileceğini belirleme olanağını vererek katkıda bulunuyor. Kullanıcının deneyimleme sırasını kontrol edebilmek eskiye oranla daha az mümkün. “Bir şarkının önce sonunu sonra başını dinlerim” ya da “bir filmin ortasından başlayıp önce ileriye sonra geriye izleyeyim” demeyen kullanıcı, web’de bu refleksini kolaylıkla kırabiliyor; herhangi bir içerik istenilen sırada istenilen ölçüde deneyimlenebiliyor. Madem “sıra” bilinci auteur’den kullanıcıya kayıyor, bu durumda kullanıcının bunun yükü ile yaşadığı deneyimde kaybolmaması için bir miktar yardım etmek gerekiyor. Bu bağlamda web ile birlikte tasarımcı için sıra kavramı yerini yön bulma ve bilgi mimarisine bırakmış oluyor. Ağırlıklı çalışma alanı web olan tasarımcıların renk, yazı tipi gibi nesnel kararlarını bir kenara bırakıp tasarımın daha soyut düzeyindeki eğilimlerini incelediğimizde, “yön bulma” ve “bilgi mimarisi” kavramlarının etrafında iki kamp oluştuğunu görebiliriz. Kabaca kullanıcı merkezli tasarımı savunan kesimin bilgi mimarisi, tasarımcının son sözü söylediğini savunan kesimin de yön bulma ile kafa yorduğunu söylemek yanlış olmaz. İki eğilim de çok anlaşılabilir. Nitekim, kullanıcı merkezli tasarım dediğimiz anda kullanıcı dostu kavramı akla geliyor; ki bu da, bilgi transferi bağlamında kolay erişim ve açıklığın ön planda olması ile bilgi mimarisi kavramı sınırlarına giriyor. Yön bulma konusundaki yaratıcı olanaklar ise tasarımcının tüm deneyime hakim olması Hiper-mecra'ya özgü tasarımlarda eğilimler ne yönde? Web tasarımcıları photoshop’u açmadan önceki süreçte, yani işin soyut kısmında birbirinden ayrılmaya başladı. 01 gerektiğini savunan tasarımcıların yön bulma kampında yoğunlaşması anlamına geliyor. Web tasarımı olarak bilgi mimarisi kampındaki öncülerden Jeffrey Zeldman ( www.zeldman.com) “Designing with Web Standards / Web Standartları ile Tasarlamak” isimli kitabıyla bu anlayışa bağlılığının altını çizmişti. Tasarım konusunda otorite denebilecek American Institute of Graphic Arts (www.aiga.org) web sitesini yeniden tasarlamak görevi 2007’de Jeffrey Zeldman ve ekibine uygun görüldüğünde, Zeldman, diğer kampı “designy design” (yanar dönerli tasarım!) olarak adlandırma fırsatını kaçırmamış ve ilk iş olarak sitenin eski yapısını olduğu gibi çöpe atarak yeni tasarımı “sitedeki 15 senelik birikimi nasıl kolay erişilebilir hale getiririz” yaklaşımı üzerinden yapmıştı. AIGA’nın artık tanıtıma ihtiyaç duymayan kimliği, kendi sitesininin ana görevini tasarım profesyonelleri arasında bilgi akışına olanak sağlayacak bir platform olarak belirlemesini sağlamış oldu. Amaç bilgiyi aktarmak olarak saptanmışsa, hakimiyetin bu kampta olduğunu görmek oldukça kolay. Öte yandan, aşinası olduğumuz pek çok marka ve kuruluş web sitelerinin tasarımını karşı kampa teslim ediyor ve bu konuda mecraya özgü nitelikleri başarılı bir şekilde değerlendiren örnekler kullanıcılarda bu siteleri birbirleriyle paylaşma ihtiyacı 02 yaratıyor. Web sitesinde gezmek eğlenceli bir hale gelmişse, kullanıcılar için bu eğlenceyi paylaşıyor, web sitesinin görünürlüğüne de doğrudan katkıda bulunuyor. Bu da web sitesini iletişim aracı olmanın yanında, reklam aracı statüsünde de iyi bir yerde tutuyor. Yaratıcı çözümler sunan sitelerin başarılı örneklerinin bir indeksini tutmak görevini üstlenmiş olan The FWA’daki (www.thefwa.com) siteleri “gezmek”, tasarıma yön bulma açısından yaklaşan tasarımcıların kullanıcı deneyimlerini ne ölçüde çeşitlendirdiğini ve kendine özgü hale getirerek iletilen mesaja katkıda bulunduğunu anlamaya yetiyor. Bu noktada ortaya çıkan bir saptama, bu yaklaşımdaki sitelerin ihtiyaç duyduğu prodüksiyon oranı ile reklam sektörüne bir başka yakınlığı daha oluyor. Türkiye’de bilgi mimarisi konusunda web alanında henüz bir güçlü bir kale oluşmamış olsa da yön bulma konusundaki yaratıcı çözümler ile yurt dışında da adını duyuran tasarımcılarımız var. Örneğin Navistd. (www.navi.com.tr) ve C-Section (www.csdlab.com) işleri oldukça prestijli olan The FWA koleksiyonunda yerlerini almış durumda. Öte yandan, aşinası olduğumuz pek çok marka ve kuruluş web sitelerinin tasarımını karşı kampa teslim ediyor ve bu konuda mecraya özgü nitelikleri başarılı bir şekilde değerlendiren örnekler kullanıcılarda bu siteleri birbirleriyle paylaşma ihtiyacı yaratıyor. Web sitesinde gezmek eğlenceli bir hale gelmişse, kullanıcılar için bu eğlenceyi paylaşıyor, web sitesinin görünürlüğüne de doğrudan katkıda bulunuyor. Bu da web sitesini iletişim aracı olmanın yanında, reklam aracı statüsünde de iyi bir yerde tutuyor. Yaratıcı çözümler sunan sitelerin başarılı örneklerinin bir indeksini tutmak görevini üstlenmiş olan The FWA’daki (www.thefwa.com) siteleri “gezmek”, tasarıma yön bulma açısından yaklaşan tasarımcıların kullanıcı deneyimlerini ne ölçüde çeşitlendirdiğini ve kendine özgü hale getirerek iletilen mesaja katkıda bulunduğunu anlamaya yetiyor. Bu noktada ortaya çıkan bir saptama, bu yaklaşımdaki sitelerin ihtiyaç duyduğu prodüksiyon oranı ile reklam sektörüne bir başka yakınlığı daha oluyor. Türkiye’de bilgi mimarisi konusunda web alanında henüz bir güçlü bir kale oluşmamış olsa da yön bulma konusundaki yaratıcı çözümler ile yurt dışında da adını duyuran tasarımcılarımız var. Örneğin Navistd. ( www.navi.com.tr) ve C-Section (www.csdlab.com) işleri oldukça prestijli olan The FWA koleksiyonunda yerlerini almış durumda. 01. 2007'de Zeldman yönetimindeki ekip tarafından yeniden tasarlanan www.aiga.org 02. The FWA'dan 2008'in En İyi Web Sitesi ödülünü alan www.ecodazoo.com Mimarlar”diamonds are forever and are girls best friend” (elmas sonsuza kadar ve kızların en iyi arkadaşı) diye slogan atmıyorlar ama tasarladıkları takılar müze ve sanat galerilerinde sergileniyor; sanat meraklıları ise bir sanat objesini üzerlerinde taşıma sevincine kavuşabiliyor. Dünyanın en kıymetli metalleri (altın, gümüş) ve taşları (elmas, yakut, safir, zümrüt) mimarların elinde sanat eserlerine evriliyor. İnsanları günün tiyatrosuna hazırlayan mimari ve takı tasarımı arasındaki paralellikleri gözden geçirelim. Postmodern sanatın en büyük açılımı disiplinlerarası geçişleri kolaylaştırmasıdır; ama bunun yeni bir buluş olduğunu sanmayın sakın. Rönesansı başlatan Flippo Brunelleschi kuyumcular loncasından gelen bir tasarımcıydı; Rönesans’ta dönüm noktası sayılan Duomo’yu çok değişik teknikler kullanarak inşa etti ve o zaman için mucize sayılan bir sanat eseri yarattı. Şu anda mimariden takı ve obje tasarımına yönelen örnekler sıklıkla karşımıza çıkıyor, bunlardan birkaçını incelemek, nasıl bir dürtü ile mimarların ölçek değiştirip takıya yöneldiğini anlamak, mimarinin takıya evrilmesini örnekleriyle göstermek mümkün. Simya Galeri’de 2003’te gerçekleştirdiğim “Beden için mekan ne ise, takı için beden odur” sergisi için mimarinin takıyla paralelliğini ve yansımasını incelemiştim. “Mimari düşünce tarzının modern takı tasarımcısının pusulası ve ışığı olmalıdır. Mimarın insanı rahat ettirecek, amacına uygun işlevsel mekanları tasarlarken geçirdiği düşünce araştırma, bilgiye ulaşma ve kullanma sürecini, modern takı tasarımcısı da geçirmeli, vücudun ve estetiğin tamamlayıcısı niteliğindeki takıları aynı perspektifte ele almalı, vücutla takı arasında karşılıklı ilişki arayışında, alanını ve sınırlarını yeniden belirlemelidir. İtalyan takı tasarımcısı Giampaolo Babetto’nun dediği gibi “takı artık takılan bir heykel gibi değil, vücut için tasarlanan bir mimari obje olmalıdır. Ritmlerini vücudun şekil ve hareketlerinde bulmalı; Frank Lloyd Wright'ın yorumladığı gibi organik bir süs olarak algılanmalıdır” diye yazmıştım. Mimari disiplin öncelikle insanı inceliyor; nasıl yaşar, nasıl oturur, boyutları nedir, nasıl rahat eder? Takı da bunun bir uzantısı: İnsan parmağında ne kadar ağırlığa kadar bir yüzük taşıyabilir? Hangi ergonomide bir metal kolye klasik boyutların üzerine de çıksa rahatça takılabilir ve aynı zamanda yenilik, sanat boyutu aşıyabilir? Frank Gehry ile 2002 yılında yaptığım röportajda, mimaride büyük bir yenilik olarak ortaya çıkardığı kıvrımlı formların küçükken büyükannesi ile pazardan alıp bir süre banyoda oynadığı sazan balığına bağlıyor, büyüyünce balık formunu bir takıntı halinde irdelediğini, heykel çalışmalarından sonra mimariye uyguladığını anlatıyordu. Gelelim takı çalışmalarına… Los Angeles’teki Walt Disney Konser Salonu inşa edilirken paraya ihtiyaç Sabrina Fresko [email protected] 01 MİMARLARIN TAKI TUTKUSU Bugün, takı tasarımı “sınırları” (ya da sınırsızlığı) arasında mimarlık dünyasının önde gelen isimleri Gehry, Hadid, Wright’ı görmek mümkün. Takıyla mimariyi böyle derinden bağlayan nedir dersiniz? uzaysal ve organik formlar tasarlayan bir isim. Hadid, geçtiğimiz yıl ülkemizde verdiği konferansta Kartal projesi için bilgisayar ortamında yükseltip alçalttığı bir balık ağını çerçeve olarak kullandığını, yükselen formları yuvarlatarak betonu neredeyse bir heykel gibi kullandığını anlattı. Zaha Hadid’e ait tek takı örneği, bu tasarımda heykel anlayışını görsel olarak çok güzel açıklıyor. Yalnız Gehry ve Hadid değil… Frank Lloyd Wright da, Şellale Ev’ini takıya dönüştürmüş. Doğaya saygıyı ve aşkı en güzel temsil eden mimari eseri şeffaf resin ve gümüş ile çalışmış; bilezik, küpe gibi formlarda suyun berraklığını, doğanın saf ve organik güzellliği ile teknolojinin birlikteliğini imgelemiş. Daha kübist formlarla, mine ve gümüş ile çalıştığı bir takı koleksiyonu New York Modern Sanat Müzesi mağazasında sergileniyor ve satılıyor. 02 03 olduğu için, Tiffany mücevher firmasına bir takı koleksiyonu önerdiği, bu öneri’nin önce geri çevrildiği fakat sonradan parlak bir fikir olarak kabul edilip, çok rağbet gördüğü Gehry’nin sözleri arasında. Frank Gehry’nin vücutları süslemeden binaları süslediğini görebiliyoruz. Önceleri sadece bir süs ve heykel gibi tasarladığı balık formları sonradan binaların iç mekanlarına kadar yansıyan organik mimariye dönüştü ve müze formatında Bilbao’da büyük ilgi gördü. İstanbul’un 2010 yılına kadar Frank Gehry’nin tasarladığı bir müzeye kavuşmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. 04 Zaha Hadid ise mimaride çok yenilikçi, Örneklediğimiz üç mimar da takı tasarlamış olmasna rağmen takı, hiçbir zaman öne geçmemiş; mimari tasarımlarının bir yansıması ve uzantısı olmuş. Gerek Hadid gerek Wright gerekse Gehry, mimari formarında bunun öncül işaretlerini vermişler, cesur formlara imza atmışlar. Üstüne düşünmeye değer görünüyor! 01. Frank Gehry tasarımı takılar. 02. Simya Galeri’de sergilenen ürünlerden. 03. Zaha Hadid ‘in takı tasarımında benimsediği çizgi binalarındakilere benzer. 04. Frank Lloyd Wright imzalı işler, New York Modern Sanat Müzesi’nde satılıyor. 16 15/03/2009 17 SANTRAL BULUŞMALARI 02 / ilkay Ala, Burcu Yücetaş YENİKAPI: KÜRESEL ŞEHRİN YENİ ODAĞI kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olmaları için çaba göstermesi söz konusu. havası da Ajans için bir katalizör olmuştu. Sen bu noktada üniversite ile gerçek hayat arasında böyle tetikleyici de olabilecek bir gerilime nasıl bakıyorsun? Yenikapı’da gerçekleştirmeye çalıştığımız deneyimi ilk önce soruna kent ölçeğinden bakma çabası olarak tanımlayabiliriz. Bu tür projelerin gerçekleştirilmesi kent ölçeğinde daha bütünsel yönetim pratiklerinin gerçekleştirilmesini gerekli kılıyor. Bu deneyim mevcut kurumların perspektiflerini, birikimlerini bir kenara koymadan, dışlamadan, ilişkilendirmeyi ve yaratıcı süreçlere taşımayı hedefliyor. Örneğin arkeoloji amaçlanan yapılarının mimari programına bağlı olarak, kurtarma kazıları söz konusu olunca önem kazanıyor. Oysa arkeolojik programın tanımlanabilmesi için mimari programla karşılıklı bir ilişkisinin olması lazım. Aynı şekilde Marmaray sonrası bölgede yaşanacak dönüşümle ulaşım kararları arasındaki bağlantının yaratıcı ve katılımcı bir biçimde kurulması lazım. Yenikapı’da öngördüğümüz yaklaşım ilgili bütün kurumlarla projeyi birlikte yönetme deneyimi olarak tanımlanabilir. 01 Marmaray projesi tamamlandığında İstanbul’un yeni şehir peyzajı içinde çok kilit bir öneme sahip olacak Yenikapı Transfer İstasyonu ve çevresi, İstanbul 2010 Ajansı’nın da gündeminde. Tansel Korkmaz, Korhan Gümüş ve Mehmet Kütükçüoğlu Radikal Tasarım Gazetesi için bir araya gelip Yenikapı’yı konuştu. Tansel Korkmaz: Marmaray’ın tamamlanmasıyla İstanbul’un kentsel yapısının, bunu takiben de sosyo-kültürel coğrafyasının çok köklü bir şekilde değişeceğini biliyoruz. Bu yeni şehir peyzajı içinde çok kilit bir öneme sahip olacak bir yeri, Yenikapı’yı tartışmak için bugün biraraya geldik. Bu konu birçok benzeri kentsel odak noktasının dönüşümü gibi 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı–Kentsel Projeler Bölümü’nün gündemine girdi ve böyle olunca da bizler olumlu gelişmelerin olabileceği konusunda ümitlendik. Her şeyden önce AKM konusu geliyor aklımıza. Bu konudaki tarışmaların, kamplaşmaların kitlendiği noktada 2010 Ajansı duruma müdahil olup sürecin paydaşlarınının diyaloga gireceği bir platform yaratmayı başardı. Sorunsuz olmasa da kamplaşmadan çok uzlaşının ve sinerjinin mümkün olabileceği bir süreci başlattı. Öncelikle bunu konuşalım istiyorum: Korhan, sen bize bu bölümün temel motivasyonlarından ve işleyişinden bahsedebilir misin? Korhan Gümüş: İlk önce şunu söylemeyi gerekli görüyorum: Bu tür bir kentsel deneyim Türkiye’de ilk defa gerçekleşecek. 80’li yılların sonuna kadar kamu dediğimiz zaman segmentleşmiş, ihtisas alanlarına göre mevcut kenti düzenlemeye çalışan işlevler anlaşılıyordu. Merkezi otoritenin ulaşımla ilgili birimi bir karar veriyordu, inşaatla ilgili birimi başka bir karar veriyordu. Doğal olarak bu kararların kentle ilişkisi kurulamıyordu. Kent yönetimlerinin de merkezileşen politikanın içinde “şube” olarak görülmeleri söz konusu olduğu için imar konularından sorumlu uzmanlık birimleri olarak işlev görüyorlardı. Bunun sonucunda planlamada, tasarımda, araştırma alanlarında “teknokratik anonimlik” denilebilecek bir sonuç ortaya çıkıyordu. Kamu işlevleri içine öznellikleri, çoğullukları almayan, yaratıcılığa kapalı, iş görsün diye gerçekleştirilen, teknokratik bir mesele halini alıyordu. Post-endüstriyel çağda ise kamunun rolü değişti. Kamunun kapsayıcı olması, kentte yaşayan insanlarla, yaratıcı enerji ile ilişki kurması, kentlilerin TK: Bu noktada belki şunun da altını çizmek lâzım: Öncelikli motivasyonlarını ‘şehri marka yapmak’ sloganıyla özetleyebileceğimiz turizm/tanıtma/boşzaman endüstrisi odaklı çevreler, Avrupa Kültür Başkenti olma konusunu bir seri ‘etkinlik’ (event) tasarımı olarak düşünüyor. Buna paralel projeler de şehri bir sene boyunca farklı fantazilerin devasa ve gösterişli bir sahnesine dönüştürmek üzere tasarlanıyor. Senin gibi çok az insan bu süreci şehrin kendine ayna tutacağı ve bu yüzleşmenin enerjisiyle geleceğe bakacağı bir süreç olarak, dolayısıyla 2010’da sonuçlanan değil ivmelenen bir süreç olarak düşündü. Bu umut verici başlangıç yarım kalmazsa şehrin inşa edilmesiyle ilgili uzlaşmaya ve sinerjiye dayanan farklı modeller düşünebileceğiz sanıyorum. Ajansın gündemde tuttuğu kentsel dönüşüm konularından biri de Yenikapı Projesi. Mehmet, sen, mimarlık çevreleri içinde Yenikapı’nın bütün İstanbul için öneminin en erken farkında olanlardan birisin: Neden Yenikapı bu kadar kilit bir yer haline geliyor? Burada üzerinde düşünmemiz gereken potansiyeller nedir? Mehmet Kütükçüoğlu: Son yıllarda, Avrupa ölçeğinde en önemli altyapı projelerinden biri olmasına rağmen Marmaray’ı Yenikapı özelinde tek başına ele almamak gerekir. İstanbul Metropolitan alanı için düşünülen, henüz çok küçük bir kısmı gerçekleştirilebilmiş olan yeni toplu taşım şeması, trafiği çoktandır iflas etmiş şehirde MK: Tam da burada, akademi ile gerçek hayat ikileminin aşıldığını görüyorum. Akademik çalışmanın gerçeğe, gerçek hayattan daha fazla yakınlaşabildiği bir durumdan bahsediyorum. Bir kere, hiç bir kurum ve irade, problemi olması gereken bütünlüğü ile masaya koymuyor. Dolayısı ile hiçbir grup, bu bütünlüğü gözeten bir çalışmayı üstlenemiyor. Bizler, öğrenciler ile yaptığımız çalışma aracılığı ile bu olasılığa işaret ediyoruz. Ancak o zaman bu gerçeklik ortaya çıkıyor ve işin garibi, kabul görüyor. Bu dönem de ekolojik sistemin bir parçası olarak Kağıthane vadisini çalışıyoruz ve resmi kurumlar ile iletişimimiz sonucu yaptığımız çalışmanın dönüştürücü etkilerini gözlemliyoruz. Üniversitedeki üretimin, hayatı arkadan kovalayan ve ancak onu legalize edebilen bir aktiviteden daha çok lokomotif olmaya soyunmasının olasılıklarını araştırıyoruz. 02 TK: Son sözü sana vermek istiyorum Korhan. Bu proje nasıl ilerleyecek? Korhan Gümüş: “Yenikapı Projesi, kent yönetiminin çatısı altında, ilgili bütün kurumları bir araya getirmeyi, birlikte program oluşturmayı hedefliyor. Ulaştırma, Kültür Bakanlığı, üniversiteler, ilçe belediyesi, kara, deniz ulaşımı, metro ile ilgili kuruluşlar bu program hazırlama sürecinde birlikte projeyi yönetecekler.” kökten bir dönüşüm başlatacak gibi görünüyor. Hemşerilerin biraz sabır sınırlarını esnetmeleri, biraz da icat ettikleri palyatif çözümleri ile bugüne kadar informel olarak halledilmiş şehir içi ulaşım, eğer yeterince ikna edici olabilirse yeni toplu taşım ağı ile formel bir kimlik kazanacak. Bu durum şehir içinde işlevsel kaymalara yol açacaktır. Örneğin Taksim, otobüs deposu olma yükünü üzerinden atacak; Yenikapı ise İstanbul’un en büyük ve can alıcı transfer noktasına dönüşecek. Kıtalar arası bir bağlantı olmasının yanı sıra, Gebze’den başlayarak Marmara kıyısı boyunca tüm Anadolu yakasını toplayan Marmaray’ın Avrupa’daki uc istasyonu Yenikapı’da, şehrin omurgası niteliğindeki Maslak, Levent, Mecidiyeköy, Taksim, Aksaray hattında çalışan metro, Atatürk Havalimanı bağlantılı hafif raylı, mahalli ölçekte işleyen banliyö treni ve nihayet şehir içi deniz hatları buluşacaklardır. Bu plan gerçekleşirse, şehirdeki en yoğun yer üstü ve yer altı transfer hareketi Yenikapı’da gözlenecektir. Tüm bu kompleksitenin tarihi kentin tam göbeğinde yer alması, kaçınılmaz olarak problemi katmanlaştıran bir unsur. Kalkışılan işin hemen başında Bizans limanının gün ışığına çıkması, bunun doğal bir sonucudur. Şapkadan çıkan bu arkeolojik nesne, işlevsel şemanın arasına hasbel kader sıkışmış bir parçadan daha fazlası olmayı hakediyor. 20. Yüzyılda yapılan dolgularla iyiden iyiye mekan hissiyatını kaybetmiş bu devasa kent yüzeyini parçalara doğrayıp tik atılacak bir listeye indirgeyen bir yaklaşımdan ziyade, kompleksiteyi alan bütününde sorunsallaştıran bir eğilim, bugün anlamsız bir boşluk gibi duran Yenikapı’yı yeniden kente kazandıracak bir fırsat olarak kullanılabilir. TK: Tam bir sene önce sanıyorum, 2010 Ajansı’nda Yenikapı ile ilgili Bilgi Mimarlık atölyesinde senin yürüttüğün grubun projelerini sergilemiş ve bir panel düzenlemiştik. Bu panelde farklı kurumlardan gelen farklı formasyondaki kişiler hiçbirimizin umut etmediği ve alışık olmadığı bir şekilde birbirini dinlemiş, duymuş ve birlikte araştırmak/yapmak konusunda bir uzlaşma isteği ortaya çıkmıştı. Buradan kaynaklanan iyimserlik KG: Proje kent yönetiminin çatısı altında, ilgili bütün kurumları bir araya getirmeyi ve birlikte bir program oluşturmayı hedefliyor. Ulaştırma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ilgili birimleri, üniversiteler, ilçe belediyesi, kara, deniz ulaşımı, metro ile ilgili kuruluşlar bu program hazırlama sürecinde birlikte projeyi yönetecekler. Proje ile oluşturduğumuz misyon odaklı çalışma grubu ise bu kuruluşların hiç birinin içinde yer almayarak, hepsine birden hizmet verecek. Kısa bir sürede, üç ay içinde bir master plan hüviyetindeki program oluşturulacak. Sonra birlikte geliştirilen bu programa bağlı olarak uluslararası bir proje edinim süreci, yarışma yapılacak. Seçici kurul fikir projelerini değerlendirecek ve seçilen avan-projenin uygulama projesine dönüşmesi sağlanacak. Ancak bu süreç basit bir veri toplama ve değerlendirme, şartname hazırlama süreci değil. Program geliştirme süreci karşılıklı etkileşime açık olacak ve tıpkı proje edinim süreci gibi yaratıcı bir süreç olarak ele alınacak. Her aşamada kent halkı sergiler ve katılıma açık tartışmalar ile bilgilendirilecek. Yerel halkın gelişmeler hakkında bilgi sahibi olması, kararlarda söz sahibi olması sağlanacak. 01 Yenikapı’da inşaat son sürat sürüyor, 02 Tansel Korkmaz, Mehmet Kütükçüoğlu, Korhan Gümüş (saat yönünde) Fotoğraf: Muhsin Akgün 15/03/2009 18 Aykut Köksal Müge Avşar ÇANLAR [email protected] [email protected] TİYATRO YAPISININ TASARIMINDA MİMARIN SORUMLULUĞU BİZİM İÇİN NEREDE BAŞLAR? ÇALIYOR Geçtiğimiz aylar içinde, bir tiyatro yapısı için açılmış proje yarışması üzerine, yarışmanın jürisinden programına, giderek ödüllendirilen projelere uzanan eleştiriler yoğun bir biçimde dile getirildi. Bu eleştirilerin büyük bir bölümü haklıydı ama tiyatro yapısının tasarımına ilişkin en temel sorunu, yani oluşturulacak tiyatral mekânın hangi kurguya sahip olacağını kimse tartışmadı. Grafik tasarımda sosyal bilinci sorgulayan No Tasarım hareketi, Dünya’nın yardım çığlığına kulak tıkayamayan tasarımcıların buluşma noktası olma yolunda. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmeden, komşunun tavuğuna kaz muamelesi yapıp, paylaşımı aptallıkla karıştırarak günümüz dünyasını kurduk. Şimdi ise verdiğimiz zararı tamir için tüm bencilliklerimizden arınmamız gerekiyor. Yaratıcı zekamızı iyi niyetle, iyi amaçlar adına kullanmamızın zamanı geldi. Bugün dönüp geriye baktığımızda “First Things First” manifestosunun üzerinden 45, tekrarının üzerinden ise 10 yıl geçtiğini görüyoruz. Dünyada “Good 50x70” ve benzeri sosyal içerikli yarışmalar, sergiler düzenleniyor. Fakat tüm bu etkinlikler, toplumun sosyal bilincini harekete 01 geçirmekte yeterli değil. Malum, insan duyarlılığının uyanışı büyük felaketlerin ardından gelir. Maalesef dünya usul usul yok olurken uykumuz da derinleşiyor. Tüketim çılgınlığının kronikleştiği günümüz dünyasını, reklam sektöründeki konumuyla destekleyen tasarım örnekleri, algılarımızı binlerce çeşidiyle bombardımana tutuyor. Bu durum kaçınılmaz olarak sosyal içerikli hareketlerin tümünü silikleştiriyor. Grafik tasarım, tarihi boyunca din, politika ve reklam sektörü için önemli bir silah oldu. Bunun altında yatan başlıca sebep, çoğaltılabilir olma özelliği ile toplumla iletişim kurma konusundaki başarısıydı. Bazen bir kelimeyle bazen de yalnızca resim dilinin gücünü kullanarak tasarlanan afişler, insanları bilinçlendirebilmek ya da yönlendirebilmek adına kullanılan en etkili yöntemlerden biriydi. Dünya savaşları sırasında toplum üzerindeki yönlendirici etkisini kanıtlayan afiş tasarımı, değişen dünya düzeni ile birlikte daha çok reklam piyasasına hizmet veren bir pozisyonda konumlandı. Ta ki 1964 yılına kadar. Ken Grand’in kaleme aldığı “First Things First” manifestosu adeta tasarımcıların uyanışı gibiydi. Yeteneklerin daha anlamlı amaçlar adına kullanılması gerektiğini savunan bu manifestonun altına, pek çok grafik tasarımcısı imzalarını attı. 19 No Tasarım No Problem 02 03 Grafik tasarımda sosyal bilinç üzerine geçmişte eyleme dökülen çabaların yetersiz kaldığını gören ve bu bilinç ile harekete geçen bir grup genç tasarımcı, “No Tasarım” adıyla yeni bir hareket başlattı. Grup, grafik tasarımcı Savaş Çekiç’ in 2006 “Grafist10” etkinliğinde kaleme aldığı “İletişim tasarımcılar, neden sosyal tasarım üretmek zorunda!” başlıklı bildirisini temel alıyor. Geçmişte örneklerini gördüğümüz tüm karşı duruşlardan daha anarşist bir yol bu. Tasarımın, dünyayı kurtaracak hareket içinde yer alabilmesi için, öncelikle kendinden vazgeçmesi gerektiğini öne sürüyor. Geçtiğimiz yıla “No Tasarım” adıyla hazırladıkları derginin 2 sayısını sığdırdılar. Dergide sosyal tasarım kavramını mercek altına alınıyorlar.Ayrıca www.notasarim.org adresiyle kurdukları web sitesi aracılığyla daha çok insana ulaşmayı hedefliyorlar. Site üzerinden hem sosyal tasarım gündemini takip etmek mümkün. No Tasarım hareketinin etkilerini zaman gösterecek. Fakat dünyanın içine sürüklendiği, fiziki, sosyal ve kültürel yozlaşmaya seyirci kalmak istemeyenler için iyi bir çıkış noktası olabilir. Onlar yel değirmenlerine karşı savaş açmış, dünyayı kurtarmaya çalışırken bizim sormamız gereken, bu hikayedeki yerimiz. Süregelen savaşlardan çevre kirliliğine, insan ve hayvanların katlinden büyük kayıplara sebep olan hastalıklara kadar pek çok sorun, grafik tasarımcılarının duyarlılığı sayesinde topluma hatırlatılabilir. Bu harekette en büyük problem ise günümüz piyasa koşullarında, değişime önayak olacak sosyal içerikli afişlerin, bir mali destekçi olmaksızın halkla buluşamaması. Neyse ki gerçeği kadar büyük ve hareketli bir sanal dünyaya sahibiz. İnternette yapılacak kısa süreli bir gezinti ile, düzenlenen sosyal hareketleri takip edebilir, sosyal içeriki afişlerin çoğuna ulaşabiliriz. Sözü kısa tutup afişlere yer açmakta fayda var. Ne de olsa mesaj verme konusunda çok daha hızlı ve etkililer! 01-02-03 (Sırasıyla) Good 50 x 70 2008’de Savaş Mağdurları kategorisindeki Maybritt Rasmussen imzalı, STDs (cinsel yolla bulaşan hastalıklar) kategorisindeki Amir Enami imzalı, Susuzluk kategorisindeki Nicola Jaime Grandi imzalı afişler. Tiyatro yapısının tasarımı bağlamında mimarın rolünü ele almadan önce, tiyatral mekân kavramını tanımlamak gerek: Belirli bir mekân parçası içinde iki kişi varsayalım ve bunların bir boşlukta, devinimsiz durduklarını düşünelim. Eğer bunlardan birini oyuncu, diğerini de seyirci olarak tanımlarsak, bir tiyatro olayı ile ve bir tiyatral mekânla karşı karşıyayız demektir. Tiyatrodan tüm zorunsuz öğeleri ayıklıyoruz ve tek bir zorunlu durumla karşı karşıya geliyoruz. Bu zorunlu durum, oyuncu ile seyircinin bir mekânda birlikte varoluşudur. İşte, tiyatronun tüm zorunsuz öğelerden yalıtıldıktan sonra geldiği zorunlu varoluş noktası, bize, tiyatronun kendi söz alanını nereden yola çıkarak var edebileceğini gösterir. Az önceki örnekten bir adım ileriye gidelim ve oyuncu olarak tanımladığımız kişi ile seyirci olarak tanımladığımız kişinin mekânsal ilişkilerinde farklılıklar yaratmaya başlayalım. Bunları birbirinden uzaklaştırabiliriz, aralarında seviye ya da mesafe farkı gibi ayrı konumlar oluşturabiliriz, giderek aralarına çeşitli engeller koyabiliriz ya da oyuncuyu seyircinin çevresinde dolaştırabiliriz, devinim katabiliriz. Herbirinde farklı anlamsal yükler yarattığımızı görürüz. Demek ki, tiyatro en minimal varoluş noktasına gittiğinde, sıfır noktasından başlayarak adım adım yeni anlamlar oluşturmaya başlar. İşte çağdaş tiyatronun kullanmak durumunda olduğu zenginlik bu minimal noktada başlıyor. Ne var ki biz tiyatro dediğimiz zaman, geleneksel anlamıyla, bu olanağa sahip olmayan bir şey anlıyoruz. Başka bir deyişle, bir yanda seyircilerin, diğer yanda seyirciden soyutlanmış, özel alanı belirlenmiş, “Rönesans sahnesi”, “İtalyan sahnesi” ya da “kutu sahne” diye adlandırdığımız oyun alanına yerleştirilmiş oyuncuların oluşturduğu, parçalanmış bir ilişkiyle tanımlanmış bir tiyatrodan söz ediyoruz. 01 Başlangıçta tiyatro mekânsal bütünlüğe sahipti. Bunu Dionizyak bütünlük olarak tanımlayabiliriz. Tiyatronun toplumsal rolünün değişimine paralel olarak, Dionizyak bütünlük yerini sahnenin Apolloniyen içe kapanmasına bırakıyor. Oyun alanı kendi içine kapanıyor ve tiyatro bütünlüğünü yitiriyor. Bu parçalanmanın "katharsis"olgusuyla bağlantılı olduğunu, Aristoteles’in tanımladığı arınma olgusuyla, parçalanmayı kaçınılmaz kılan tiyatral yanılsamanın zorunlu bir ilişki içinde olduğunu biliyoruz. O yüzden de kutu sahneye başka bir ad daha veriyoruz: Yanılsama sahnesi. Bugünün tiyatrosu ne yazık ki, yanılsamacı gerçekliği, 03 02 kullanılan mekândaki parçalanmanın dayattığı bir zorunluluk olarak getiriyor. Çağdaş tiyatroda ise böyle bir zorunluluğun, böyle bir dayatmanın var olmaması gerekir. Bu noktada çağdaş tiyatronun olmazsa olmaz temel bir koşulu karşımıza çıkıyor: Tiyatro önce mekânsal bütünlüğünü kazanmalıdır. Çağdaş tiyatrocu, bu mekânsal bütünlükten yola çıkarak, gerek oyun alanının örgütlenmesini, gerekse de oyuncuyla seyirci arasındaki mekânsal ilişkiler düzenini ve bu düzenin tanımladığı tiyatral yapıyı, oyunun yorumunun bir sonucu olarak kendisi var edecektir. İşte tam bu noktada, tiyatro binasını tasarlayan mimarın sorumluluğuyla karşılaşıyoruz. "Kutu sahne"li geleneksel çözümleri bir yana bıraktığımızda, mimarın çağdaş tiyatro yapısını tasarlamada üç farklı yaklaşım geliştirdiğini söyleyebiliriz: Bunlardan ilki dural çözümler. Bu çözümlerde mimar Elizabeth sahnesi ya da arena sahne gibi, kutu sahneyi dışarıda bırakan ama oyun alanı seyirci ilişkisini durallaştıran ve kısıtlayan çözümler getiriyor. İkinci yaklaşım ise, farklı sahneseyirci ilişkisi seçeneklerini içeren değişken çözümler. Burada mimar önceden çeşitli ilişki biçimleri saptıyor. Örneğin dört ayrı tip ilişki ya da sahne biçimi öngörüyor: Arena sahne, kutu sahne, yüzük sahne ve Elizabeth sahnesi. Tiyatrocu her oyun için önceden belirli bir ilişki biçimini seçiyor ve oyununu o sahnede oynuyor. Gropius’un tiyatro projesi bu yaklaşımın bir örneğiydi. Türkiye'de ise Tuncay Çavdar'ın LCC Tiyatrosu'nu yine bu bağlamda sayabiliriz. Üçüncü yaklaşım ise çağdaş tiyatroya olanak veren en doğru yaklaşım: Burada mimar oyun alanı-seyirci ilişkisini tümüyle özgür bırakıyor. Mimar yalnızca ilişkileri belirleme olanağını getiriyor, ama kendisi o ilişkiyi belirlemiyor, geri çekiliyor. Yani hiçbir ilişki biçimini tiyatrocuya dayatmıyor. Doğru çözüm bu. Peki bu kolay mı? Hiç değil. Son yarışma bağlamında yapılan tartışmalar da aslında bu sorunsalın daha gündeme bile gelmediğini gösteriyor. Belki de bu yüzden gerçek çözüm, çağdaş tiyatrocunun mimarı bir kenara bırakmasında yatıyor. Evet, aslında ona gereken yalnızca altyapısal donanımı tamamlanmış boş bir mekân. 01. Grotowski'nin tiyatrosundaki Kordian yorumunda oyuncular ve seyirciler. 02. Grotowski'nin Kordian yorumunda oyuncular ve seyirciler aynı mekânı paylaşıyorlar. 03. Tuncay Çavdar'ın 1960'larda gerçekleştirdiği LCC Tiyatrosu'nda, iki döner platformun hareketi, farklı sahne-seyirci ilişkilerine olanak tanıyordu. 20 15/03/2009 Aslı Kıyak İngin Yasemin Köse [email protected] [email protected] TASARIM-ÜRETİM BİRLİKTELİĞİNİ DİKKAT! GÜVENLİK SAHASI! YENİDEN TANIMLAMAK İş güvenliğine verilen önem arttı; Türkiye’de iş güvenliği gereçleri tüketim oranlarındaki gözle görülür artış bunun en önemli göstergelerinden. Peki ya bu hassasiyette tasarımın payı var mı? Aydınlatma alanında 100 yılı aşkın geçmişi ile Şişhane, kentsel, üretimsel hafıza adına ne anlam ifade ediyor? Dünyadaki Şişhane modelleri nasıl işliyor? 01 Krizin etkisi hızla yayılırken yerelde acil ve etkili politikaların geliştirilmesi de büyük önem kazanıyor. Tasarım unsuru, bu noktada firmalara ve üretim bölgelerine, kriz ve ucuz Uzakdoğu malları tehdidine karşı bir çözüm sunabilir. Son yıllarda sanayi- tasarım birlikteliği için çeşitli adımlar atılmaya çalışılsa da bunun uzun soluklu bir süreç olduğu taraflarca anlaşıldı. Benzer bir durum aydınlatma sektörü için de geçerli. Ölçeği nispeten büyük olan aydınlatma firmaları dünya piyasalarına açılmaya çalışırken, bölgesel ve küçük ölçekli atölyeler ayakta kalma savaşı veriyor. Dünyada, aydınlatma ürünü tasarımı yeni teknolojilerin yardımıyla hızla ilerlerken, Zaha Hadid gibi star mimarların yaptığı aydınlatma elemanları ses getirmeye devam ediyor. Ne yazık ki, Türk firmalarının dünyaya açılma konusunda kat ettikleri yol ile aydınlatma ürünü tasarımında geldikleri nokta paralel değil. Türkiye’de tasarımcı ile kurulmaya çalışan ilişkiler daha çok büyük firmalarla ilgili politikalarda ve desteklerde yer alıyor. Bu noktada tasarım-üretim ilişkisinin küçük ölçeklerde de desteklenmeye başlaması önemli fırsatlar sunacaktır. Bu ölçeğin esnek üretim yapısı ile sağlanacak başarılar, büyük ölçekteki sanayi-tasarım ilişkisinin gelişimine de ivme kazandırabilir. Örneğin, İngiltere’de aldığı devlet desteği ile yıllardır birçok uluslararası fuarlara katılan British European Design Group (BEDG), özellikle küçük ölçekte kendi ürünlerini üreten tasarımcıları destekleyerek İngiliz tasarımının gelişimine ve sürdürülebilirliğine büyük katkılar sunuyor. Aynı şekilde küçük üretim bölgeleri ve oluşumları da dünyada farklı şekillerde Ürün işini ne kadar iyi yapıyor olursa olsun, eğer kullanması zor ve rahatsızlık verici ise kaza riski yaratabilir. İşiniz gaz maskesi takarak çalışmanızı gerektiriyorsa bir süre sonra şiddetli bir baş ağrısı hissetmeniz olası. Sebebi, aslında, maskenin başın ön tarafında yaptığı ağırlık. Oysa yeni geliştilenlerde bu problem, ağırlık merkezini başın iki yanına dengeleyecek bir tasarım ile çözülebiliyor. 2008 Design Turkey ürünleri arasında bulunan Alüminize İtfayeci Elbisesi, kullanıcının “artık” giymek isteyebileceği bir başka ürün. Üreticisi Kıvanç Kimya normalde alüminize elbiselerin sert ve kaba olmasından dolayı hem insanlara giydirmenin çok zor olduğunu hem de hareket olanaklarını kısıtladığını söylüyor. Bir senelik çalışma ile kullanıcı ihtiyaçlarına göre geliştirilen elbise, ince ve yumuşak malzemesi ve yeni tasarımı ile artık oldukça konforlu. 02 destekleniyor. Bunlardan Aid To Artizan (ATA) isimli kuruluş, geleneksel üretim bölgelerindeki üreticileri dünyadaki çeşitli tasarımcı ve pazarlama ağları ile buluşturarak sürdürülebilirliklerini sağlıyor. Bölgesel anlamda ise Venedik Murano Bölgesi, cam üreticilerinin yer aldığı bir ada olarak üretim süreçlerinin turistik ziyaret alanı olabileceğine iyi bir örnek teşkil ederken, birçok büyük firma ve tasarımcının çalıştığı bir üretim ve tedarik ağı olarak da önemli fırsatlar sunuyor. Şişhane, özellikle aydınlatma alanında 100 yılı aşkın geçmişi ile küçük üretim mirasına sahip alanlardan. Bölge, aynı zamanda üretim ve satışın birçok aşamasının yer aldığı karmaşık bir ağdan oluşur. Bölgeden ayrılan büyük firmalar, kendi üretim tesislerini ve satış ağlarını kurarken; Şişhane’de kalan küçük atölye ve dükkanlar 03 ağa bağlı olarak yaşamlarını sürdürüyor. Ağdan koptuklarında ise yaşamlarını devam ettirmeleri mümkün değil. Yerel yönetimlerin gelecek planlarında bölgenin turizm bölgesine dönüştürülmesi ve küçük üretimin şehir dışına çıkarılması hedefleniyor. Batı’daki üretimin ülke dışına çıkmasıyla beraber Londra, Berlin gibi büyük şehirlerdeki tasarımcılar kendi küçük üretim atölyelerini kurmak zorunda kalırken, Şişhane gibi küçük üretim ağının zaten var olduğu bu tür bölgelerin yok olmasına göz yumulması kentsel, üretimsel hafızanın ve bilginin de yok edilmesi anlamına geliyor. Büyük fabrikalarda bile tasarımların önce kendi prototip atölyelerinde gelişip ürüne dönüştüğü düşünülürse, bu tür küçük üretim bölgeleri tasarımcıların kendi yaratıcılıklarını ortaya koyması için az ve esnek üretim imkanıyla 04 birlikte büyük fırsatlar sunuyor. Şişhane ve benzeri bölgelerde küçük üretim potansiyelini tasarım ve deneyim üzerinden yeniden tanımlamak ve konumlandırmak anlamlı. Şişhane’deki üretim geçmişini ve birikimini, somut olmayan mirasın (Intangible Heritage) da bir parçası olarak görmek gerekir. 2008’de Dünya Tasarım Kenti olan Torino’da yapılan ve gelecek perspektiflerini yansıtan “Changing the Change” Konferansı’nda sürdürülebilirlik teması, sadece ekolojik ürün ve üretim olarak değil, aynı zamanda kentler, sosyal yapı, kültürel miras ve küçük üretimin de sürdürülebilirliği olarak ele alındı. Bu tür bölgeler sadece tasarım ve yaratıcılık anlamında bir fırsat sunmaz, üretim süreçleri, atölyeler ve bölgedeki hareket ile birlikte farklı deneyimleri sunması açısından alternatif turizmin ve güncel sanatın da ilgi alanı olabilir. Küçük üretim bölgelerinde aktörlerin tekil olarak desteklenmesi değil, ortak bir aklın ve ağa dair bir çözümün birlikte aranması gerekir. Yerelde de bu yaklaşımı destekleyen çeşitli çalışmalar var: Made in Şişhane Projesi, bölgedeki görünmeyen üretim ağına ve tasarımcılarla kurulan ilişkilere dikkat çekmeye çalışırken, sanatçı inisiyatifi olan Galata Perform da her yıl Ekim ayı’nda bölgede düzenlediği Görünürlük Projesi için bu sene “ışık” konusunu seçti. 21 01 Tekstil sektöründeki sorunların çıkış noktası olarak gösterilen “kendi markamızı ve modamızı yaratmak” konusu herkesin kabul ettiği ve girişimlerde bulunduğu bir durum. Bu amaca hizmet edecek sektörün yaratıcı kişileri, giyim alanında olduğu gibi tekstil alanında da hizmet vermekte. Moda tasarımcıları, giyim veya ev tekstili için tasarım yapan tekstil tasarımcılarına kıyasla daha çok isimlerini duyurmakta. Dünyada tekstil sektörü söz konusu olduğunda aklımıza birçok moda tasarımcısının ismi geliyor. Peki, tekstil tasarımcısı için aynı durum neden olmuyor? 01-04 Made in Şişhane Projesi’nden... Dokuma, örme, keçe gibi tekniklerle oluşturulan ve baskı, işleme gibi çeşitli işlemlerle yüzeye farklı etkiler kazandırılarak hazırlanan kumaşlar moda ve ev tekstili arasında bir köprü görevi görür ve her ikisi için de kullanılır. Konforlu, şık görünen desenler ve kumaşlar vücut için uygunsa mobilya için de uygun olabilir. Moda ve ev tekstili, her zaman birlikte hareket ederler. Moda için saptanan trendlerin önce belirlenmesi ve ev tekstilinin onu takip etmesi, insanların gardıroplarını eşyalarından daha sık değiştirmelerinden kaynaklanır. 02-03 New York’ta düzenlenen ICFF fuarına BEDG (British European Design Group) ile katılan tasarımcıların işlerinden... Kendi moda ve markasını yaratabilen ülkelerde tekstil tasarımcıları diğer ülkelere göre daha çok fırsata sahipler. Yine de Tasarımcının ürüne kazandırdığı özellikler sayesinde kullanıcıda oluşturduğu sempati, hissetirmeden (aslında zorunlu) araçları düzenli kullanmaya teşvik edilebilir. Yeni koruyucu iş gözlükleri, işlevinin yanı sıra, piyasadaki havalı güneş gözlükleri ile de yarışır durumda. 3M Türkiye, talebin kullanıcının taktığında kendini daha iyi hissettiği iş gözlüklerine yöneldiğini söylüyor. Boru hattı saha görevinde kullanılan Encon ve Bolle gibi markaların çalışanlar iş dışında bile severek kullandıklarını sportif koruyucu gözlükler de aynı görüşü destekliyor. Aynı şekilde, Ferrari’nin tasarımcısı Pininfarina‘ nın 3M için tasarladığı iş güvenliği ayakkabıları bütün gün giyilebilecek konforda. İş güvenlik ürünleri pazarı Türkiye’de senede %30’dan fazla büyüme gösteriyor. Henüz, yerel olarak, bu büyümeden ne üretici ne de tasarımcı adına pek fazla etkilenmiş değiliz. Sektördeki çoğu firma temsilcilik yapıyor. Üretimi bulunan az sayıda güvenlik ürünleri arasında ise toz maskesi, kulak tıkacı, yangın ekipmanı var. Durumda bir değişiklik olabilir mi? Dünyaca kabul edilen CE standartlarına uygunluğu için ürünlerin Türkiye dışındaki test laboratuarlarında onaylanması ve belirli aralıklarla yenilenmesinin getirdiği maliyet pek çok üreticinin daha başlayamadan geri adım atmasına sebep olabiliyor. Yine de Türkiye’de sektör gelişmekte…Tasarımcı ile üreticiler arasında işbirliklerine vesile olabilecek “İş Sağlığı ve Güvenliği Fuarı”nın üçüncüsü düzenleniyor. Yeterince umut verici, değil mi? 01. Kıvanç Kimya’nın alüminize itfaiyeci elbisesi. 01 TEKSTİL NEREDE? Geçtiğimiz yılın sonunda yenilenen kadrosuyla yeniden ayağa kalkan Tekstil Tasarımcıları Derneği pek çok soruyu yeniden gündeme getirdi. tekstil tasarımcıları genelde giyimde veya ev tekstilinde belli markaların kumaşlarını tasarlar bu nedenle kendi isimleri değil markalar ön plandadır. Tekstil tasarımcısının moda tasarımcısı gibi göz önünde olmayışının nedeni ayrıca, giyimin insan için öneminden, kişinin kendine en yakın olan ve kendini yansıtmasına birinci derecede imkan veren ürün olmasından kaynaklanır. tasarımcısı olarak bilinen Rıfat Özbek’in son yıllarda hazırladığı yastık tasarımları, Türkiye de kumaş tasarımı adına markalaşmış örneklerden. Bazı tasarımcılar ise sadece tekstil tasarımcısı olarak kalmaz; aynı zamanda farklı ürün tasarımlarına yönelirler. Örneğin Karim Rashid giyim ve ev tekstili için kumaş tasarımının yanısıra, lamba, gözlük, ayakkabı tasarımları yapıyor. Tekstil tasarımcıları bazen bir markanın adı altında, bazen tasarım firmasının adı altında, bazen de kendi adıyla çalışır. Türkiye’de çoğunlukla tekstil tasarımcıları çalıştıkları tekstil firmasından talep edilen kumaş tasarımını gerçekleştirmeye mahkum olup, kendi yaratıcılığına fazla yönelemez. Daha önce giyim Kendi satış mağazası olan ve tasarımını bünyesindeki farklı tasarımcılara yaptıran tekstil firmalarına örnek olarak ise, Finlandiyalı Marimekko gösterilebilir. Firma “Marimekko interior” ismi altında ev tekstili için yapılmış tasarımlar sergiliyor. Marimekko’nun 2009 Bahar Ev tekstili kumaş koleksiyonu Harri 02. 3M’in üretiiği gaz maskesi. Koskinen’i ağırladı. Designers Guild de döşemelik kumaş, duvar kağıdı, ev tekstilleri ve ev aksesuarları tasarlayan ve üreten en önemli uluslararası örneklerden. Yüksek kalitede tasarım, ürün, servis ve insanı bir araya getirmeyi hedefliyorlar. Kendi koleksiyonlarının yanısıra William Yeoward ve Jasper Conran gibi tasarımcılarla çalışıp ve onların lisanslı kumaşlarını üretip satıyor, Ralph Lauren’in ev tekstili için ürettiği kumaşları da dağıtıyorlar. Firma 2008’in Eylül ayında lisanslı Kraliyet Koleksiyonu’nu lanse etti. Bu koleksiyon Kraliyet rezidansından esinlenerek üretildi ve dünya çapında dağıtımı yapıldı. Görünen o ki, firma sadece tasarlama kısmında kalmayıp, üretim ve satışı da içine alan bir farklılık göstermekte. Türkiye’de de tekstil tasarımı yapan kişiler desteklenmeli, tasarımcı olarak isimleri ön plana çıkarılmalı. Bu açıdan ihtiyaca cevap vermesi için çeşitli destekçi kuruluşlara ihtiyaç var. Bunlardan biri olan Tekstil Tasarımcıları Derneği, tekstil sektörünün geleceğinde önemli bir yer alan tasarımın güçlendirilmesinde, tekstil tasarımına ve tasarımcısına gereken hertürlü desteği vermek üzere kuruldu. Dernek 2008’in son aylarında yeni yönetim kadrosuyla çalışmalarına başladı. www.tekstiltasarimcilaridernegi.org. 22 15/03/2009 23 Koray Özgen [email protected] NESNELERE ANLAM VERME ÇABAMIZ… Tasarım ve Kriz Tartışılıyor Barış Çakmakcı Günümüzde tasarımı; endüstri, üniversiteler, müzeler, galeriler ve medya bağlamında kendini geliştiren bir araştırma ve meslek alanı olarak varsayarsak, tasarımcıyı da kendini bu kanallarda tanıtan ve pazarlayan bir birey olarak kabullenmemiz gerekiyor. İşte bu süreçte tasarımcı olarak kendinizi ister istemez sosyal, kültürel ve ekonomik bir ortamda bulursunuz. Yaşadıklarınızın, sizin tasarımlarınıza dolaylı etkileri olduğunu düsünüyorum çünkü bana göre tasarım süreci yüzde yüz nesnel bir süreç değil; her ne kadar birçok tasarımcı kendisinin mutlak bir nesnel düşünce çizgisinde olduğunu savunsa da, tasarımcı (ya da işveren), öznel kararlar almak ve uygulamak zorundadır. Bu öznel/nesnel kararların gerisinde doğduğu topraklarda yaşadıklarının ya da keşfetmiş olduğu yeni coğrafyalarda yaşamakta olduğu deneyimlerinin kaydedilmiş olduğu bir bellek durur. İşte, bu değişik duygusal kategorilerde kaydedilmiş dünya bilgisi aracılığı ile bazı ürünler tasarlar. Tasarımcı ürünler önerirken, yerel/ kültürel değerlerini başka coğrafyalara ulaştırabilir ancak bunu yaparken de hem işlevsel hem de görsel anlamda evrensel bir dil Türk tasarımının Fransa’daki başarılı temsilcisi Koray Özgen deneyimlerini paylaştı. kullanması kaçınılmazdır. Tabii ki bu yerel değerleri her tasarladığımız nesneye yüklemeyi alışkanlık haline getirirsek, tasarımı karikatürize bir eylem haline sokma riskini de yükseltmiş oluruz. Son bir iki yıldır, tasarım sayesinde Fransa ile Türkiye arasinda sık sık gidip geliyorum. Mesleki yaşamımda, bazen Fransa’yı bazen de Türkiye’yi temsil ederken, bir tesadüf ile başlayan Fransa deneyimi, zincirleme olaylarla devam ediyor ve sık sık karşılaştırmalar yapmama da neden oluyor. Benim doksanlı yılların başında Fransa’ya gelişim/gidişim bir proje değildi. ODTÜ tasarım bölümünden sonra kendimi Paris’teki tasarım okulu “Les Ateliers” de buldum. Bu dönemde, daha önce konuşmadığım Fransızcayı, Fransız tasarımını, Fransa’daki günlük ve profesyonel yaşam kültürünü aynı zamanda keşfettim diyebilirim. Bu süreçte, biribirine çok karşıt nitelikleri olan bu iki ülkeyi de, hem içeriden hem de dışarıdan gözlemleme ve farklı açilardan yorumlama avantajını da elde ediyorsunuz. Örneğin, Fransa’da birçok tasarımcının ya da araştırmacının Fransız tasarımının uzun yıllar dekoratif stillerin ve lüksün etkisi altında kalmasını eleştirmesini gözlemleyebiliyorsunuz. Benzer bir örneği Türkiye’den de verebiliriz. Çağdaş tasarımlara, Osmanlı’dan kalma biçimlerin ya da Anadolu motiflerinin yüzeysel anlamda yansıması konusunda endişeleri olan çok sayıda tasarımcı ile karşılaşmak mümkün. Bence, bu endişelerin arkasında bir tasarım kimliği arayışı yatmaktadır. Bunu, başkalarının bizi nasıl algılamak istediklerinin ya da bizim nasıl algılanmak istediğimizin bir neden sonuç ilişkisi olarak da görmek mümkün. Belki de, tasarımcıların kendi kendine bir tasarım kimliği yaratamayacağını kabullenmemiz gerekiyor. Tasarım kimliği, ancak, markaların tasarlanan ürünler üzerinden algılanmasından ortaya çıkan bir olgudur. Bu bağlamda, tasarımcının, kendisini halihazırda varolan bir ulusal kimliğe ya da bir firmanın geçmişine ve/veya üretim deneyimlerine adapte edebilmesi gerekir. Türkiye’den ya da Fransa’dan farketmez, dünyaya sunabileceğimiz özgün bir tasarım önerimiz varsa, tasarımın izleyicisi olmaktan çok belirleyicilerinden olmamız gerekiyor. Tasarım eğilimlerinde söz söyleyebilmek ancak ülkenizden çıkıp evrensel ürünler önererek mümkün. Ama bunu yaparken, modernleşme ve/veya küreselleşme uğruna, geleneksel ve yerel değerleri yok etmemek koşulununu da göz ardı etmemek gerekiyor. Tüm bunların ışığında, tasarımcının “ben susarım işim konuşur” gibi düşüncelere odaklanmadan, önce kendi kendi ile barışık olması, daha sonra da kendini kültürel ve coğrafi bağlamda germeden serbest düşünceye sahip olması önem kazanıyor. Araştırmacı Klaus Krippendorff’un da belirttiği gibi: “Design is making sense of things”. (Tasarım, nesnelere anlam verme çabasıdır.) 1969 Tasarımın ‘Oscar’ları Sergisi Çağdaş tasarımın kalesi Londra Tasarım Müzesi, ev sahipliği yaptığı sergilerine bir yenisini ekledi. Brit Insurance Design Awards sergisi Anglo-sakson tasarım dünyasının ‘oscar’ı olarak biliniyor. Yeni Oslo Opera binasının mimari alanda ödül aldığı yarışmada Shepard Fairey grafik tasarım kategorisinde Barack Obama posteri ile ödüle layık görüldü. Konstantin Grcic’in Mylo sandalyesi mobilya, Vogue dergisi Black Issue moda, Endonezyalı Singgih S. Kartono tasarımı Magno isimli ahşap radyo ise ürün dalında layık görüldü. Sergi 12 Haziran’a kadar gezilebilir. (www.designmuseum.org) GMK 30. Yaşını İki Etkinlikle Kutluyor [email protected] Grafikerler Meslek Kuruluşu 30. yaşı şerefine iki önemli oluşuma imza atıyor. İlki geleneksel hale gelen ve 27 yıldır aralıksız düzenlenen Grafik Ürünler Sergisi, Türkiye’de grafik tasarım alanındaki tüm çalışmaların “yıldökümü” olarak anabileceğimiz sergi ülkemizin en uzun soluklu grafik tasarım etkinliği. Grafik Ürünler Sergisi’nin 28’incisi bu sene 4-17 Mayıs tarihleri arasında Kadir Has Üniversitesi sergi salonunda yer alacak. GMK’dan bir diğer haber: İlk kez 1987 yılında Bülent Erkmen ve Yurdaear Altıntaş önderliğinde yayınlanmaya başlayan Grafik Sanat Üzerine Yazılar yeniden çıkıyor. Her sayısında Türk grafik tasarımcıların afişleri ve kartpostallarının da yer aldığı Yazılar’ın 78. sayısı, Mengü Ertel’e ayrılmış. (www.gmk.org.tr) Avrupa’nın Yaratıcı Geleceği Füsun Curaoğlu [email protected] …henüz gelmemiş baharın soğuk günlerinden birisi vardı dışarıda…içeri de ise telefonum çaldığında telaş / karmaşa / gürültü içerisinde sıcak bir stüdyo dersinin başlangıcı…kısa ama umutlu bir konuşmanın ardından yazı sözünü çoktan vermiştim. …başımı kaldırdım öğrencilerimden biri ile göz göze geldim…onları yazmalı dedim…bu ülkenin umutları...bu kadar verilen emeğin en güzel hamuru…bu mesleğin gerçek gelecekleri…nasıl bir dünyaya geldiklerini anlamadıkları ilk yıldan sonra heyecanlı / sarsıcı / sıkıntılı / savaşçı / her daim adrenalin / mutlu / bıkkın / mutsuz / uykusuz / yorgun / nefessiz / ama hep umutlu geçirecekleri yılları ve bu mesleği adam gibi nasıl yapacaklarını yazmalı… derdimizi; bu ülkede hala herkesin her yere çektiği bu işi dürüstçe / doğru yapmanın zorluklarını / güzelliklerini yazmalı… yollarındaki taşları toplamak / onlara yol açmak için bu ülkede yıllardır akademik / profesyonel bir avuç insanın nasıl uğraştığını yazmalı… …tasarımın t’sini bilmeden konuşanları, iş bekleyenleri yazmalı…t’yi bilmeden bu ülkedeki tasarımı / tasarımcıyı eleştirenleri ‘’...TASARIM…‘’ yazmalı …tasarımcıyı sadece ‘’görselleştirme mucitleri’’ sananları yazmalı…bildiği program sayısı kadar kendini / karşısındakini tasarımcı zannedenleri yazmalı…işi popülerleştirerek tasarımı / tasarımcıyı starlaştıranları ve starlaştırırken içini boşaltanları yazmalı ve onlara anlatmalı…bir satır / bir kitap okumadan ınternette yüzlerce sayfa tarayabilenleri ve bununla tasarımcı olunabileceğine inananları / kendini oldum sananları yazmalı…tek kurtuluşun yarışmalarda olduğuna inananları yazmalı…düşünmeden / bilmeden / fikrin olmadan yaratmanın , üretmeden paylaşmanın mümkün olamadığını yazmalı ve anlatmalı dedim. …dedim ve bir yazı hazırladım iki gün öncesine kadar çorbada tuz misali…ama o gün star ikonlarla dolu bu dünyada iyi bir derginin de yıldız gibi kayıp gittiğini öğrendim… üzüldüm. eline aldığı her yayında olabildiğince çok imaj, en az fikri görmekten şikayetçi olan herkes gibi… …bugün o soğuktan eser yok…bahar geleceği müjdesini verdi mi yoksa bir oyun mu oynuyor bilmiyorum. bildiğim tek gerçek, tasarımın ülke kalkınmasındaki en gerçek gelecek olduğu…tasarımcısı – eğiticisi – uygulayanı – üreteni - kullananı – düşüneni - yazanı – okuyanı bu geleceğin gerçek paydaşları. …öyleyse mesleğin geleceği olan gençlere / tasarım öğrencilerine karşı bu paydaşlar ne yapmaktadır? onlara karşı sorumlu olan kimdir? ve hatta onları seçme kılavuzundaki sıralamalarında yönlendiren / engelleyen ebeveynler / rehberlik yapanlar da bu geleceğin inşasında paydaş değiller midir? yoksa bu topu herkes birbirine mi atmaktadır? sürekli eleştirerek ama üstüne düşen gerçeklerden kaçarak? söylem düzeyinde her türlü eleştiriyi yüklerken, eylem olarak kim ne yapmaktadır bu ülkede onlara meslekleri / gelecekleri adına…hangi paydaş bu süreçte masumdur? …paydaş, paylaşan ise eğer… geçmişi/ geleceği… o zaman geçmişten bugünübugünden geleceği kurgulamak noktasında, yani bugün, hepimizin sorumluluklarımızı ve gerçekleri bilmemizin zamanı değil midir? kim gerçek anlamda kavramıştır bu ülkenin geleceğinde / kalkınmasında tasarımın önemini/ rolünü / sorumluluklarını? ebeveynler? rehberlikler? eğitmenler? işverenler? üreticiler? pazarlayanlar? kullananlar? kim farkındalık yaratmalı/ anlatmalı/ öğretmeli/ göstermeli/ uygulatmalı/ sahiplenmeli/ gerçek sorumluluk vermeli onlara? …eğer bu satırları yayınlarken / okurken / düşünürken / üretirken kendimizi de görebiliyorsak yanıtlarda…onlara karşı sorumluluk duyabiliyorsak…iyi bir gelecekte buluşacağımıza inanıyorum. ve bu gazetede ben de bu geleceği görmek istiyorum. MOSDER 5 Geliyor Ev mobilyaları alanında yeni ufukların geliştirilmesine katkıda bulunmak, Türk mobilya endüstrisinin tasarım kalitesini desteklemek, tasarımcı adaylarının mobilya sektörüyle buluşmasını sağlamak üzere yapılacak MOSDER 5. Ulusal Ev Mobilyaları Tasarım Yarışması başvuruları başladı. Son gün, 20 Temmuz. (www.mosder.org.tr) Yeşil Zirve Küresel ısınma etkilerinin tartışıldığı bu günlerde Yapı-Endüstri Merkezi, 2008 yılında başlattığı mimarlıkta ekoloji ve sürdürülebilirlik çalışmalarına EKODesign 2009 Konferansı ile devam ediyor. 16 Nisan 2009’da düzenlenecek EKODesign 2009 Konferansı’nda kentsel planlama, mimarlık, yapı malzemesi ve gayrimenkul sektörlerinin yerli ve yabancı liderleri “yeşil”i konuşacak. 20-21 Nisan tarihlerinde Brüksel’de yapılacak ve Avrupa’nın 344 kentinden delegelerin katılacağı Yaratıcılık Forum’unda tasarımcı Tamer Nakışçı, İstanbul’u temsil ediyor. Aralarında televizyon programcıları, bioteknolojistler, besteciler, mimarlar, pedagoglar, mutfak şefleri, şehir planlamacıları gibi farklı alanlardan temsilciler bulunan ‘100 Yaratıcı Genç Yetenek’, forum süresince Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan programda kendilerini Avrupa kamuoyuna tanıtma fırsatı bulacak. Radardaki Portfolyo Audi’nin düzenlediği tasarım yarışmasında Türk tasarımcı Kazım Doku birinci oldu. Milano Design Academy işbirliğiyle gerçekleşen yarışmada ödülü alan proje köpekbalığı konseptli bir hovercraft. Tepeden açılıp kapanan kapısı, LED ışıkları, sürüş ve oturuş pozisyonu gibi yeniliklerinin yanısıra Audi’nin S5 modeline de benzerliğiyle “Shark, daha önce Peugeot için de ödül alan Doku’nun dünya otomobil markaları tarafından yakın takibe alınmasına neden oldu. Ödüller Çoğaldı Türk Tasarımcılar Zeynep Sönmez ve Lale İlkova, dünyanın en önemli tasarım ödüllerinden IDA 2008 Uluslararası Tasarım Ödülleri kapsamında Onur Ödülü’ne layık görüldü. 52 ülkeden 1000'den fazla tasarımcının dekorasyon, moda, ürün ve grafik alanlarındaki çalışmalarıyla katıldığı IDA 2008 tasarımcılarımız, Corian® ve LED'lerle çevrilmiş konveks ayna “Merlan” ile Corian® ve aynalı camlardan oluşan “Echinus” adlı aydınlatma tasarımlarıyla bu ödüle layık görüldüler. Kazanan tasarımlara, 2008 Uluslararası Tasarım Ödülleri kitabında yer verilecek. Red Dot Türkiye’ye Alıştı Çanakkale Seramik Orientile Koleksiyonu dünyanın en prestijli tasarım yarışması Red Dot Design Award'da ‘red dot award: Product Design 2009’ Ödülü’ne layık bulundu. Serinin yaratıcısı Can Yalman’ın Osmanlı ve Selçuklu kültürlerinin zengin formlarını üç boyutlu seramiğe taşıyarak imzasını attığı koleksiyon, geleneksel motifleri çağdaş üretim teknikleri ve tasarımla harmanladığı için yenilikçi bir ürün olarak lanse edildi. Aya, Feza ve Rumi isimli üç farklı seriden oluşan koleksiyon renkleri, dokuları, formları ve geometrik biçimi ile farklı kompozisyonlar yaratıyor. (www.e-kale.com.tr) İTÜ’de 8-9 Ekim 2009 tarihlerinde önemli bir etkinlik gerçekleştiriliyor. Türkiye’deki tüm tasarım araştırmacılarını, akademisyenleri, tasarımın pozitif katkısı üzerine kafa yoran herkesi tasarım veya kriz başlığı altında bir araya getirecek olan 4. Ulusal Tasarım Kongresi'nde fikir ve çalışmalarını paylaşmak isteyenler için son başvuru tarihi 30 Mart. Bildiri konuları ve kongreyle ilgili bilgi almak için, www.tasarim.itu.edu.tr Mücevher Yarışması İstanbul Değerli Maden ve Mücevherat İhracatçıları Birliği ve Mücevher A.Ş'nin işbirliğiyle düzenlenen Mücevher Tasarım Yarışması 2009’un teması ‘Anadolu Mücevherlerinde Selçuklu’. Yarışmaya, öğrenciler ve 2007 sonrasında mezun olan profesyoneller katılabiliyor. İkincisi gerçekleştirilecek yarışmanın kayıt işlemleri 27 Mart’a kadar devam edecek. www.jtr.org.tr) Önümüzdeki 90 Yıl İçin Tasarım Bu sene 90. yaşını kutlayan Electrolux, dünyanın her yerinden lisans ve yüksek lisans öğrencileri için düzenlediği Design Lab’in yedincisinde de ilhamını yaşgününden alıyor ve temayı ‘Önümüzdeki 90 yıl için tasarım’ olarak seçiyor. Son katılım tarihi 31 Mayıs. Koşullar ve detaylı bilgi için, www.electroluxdesignlab.com Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Yasemin Köse, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected], [email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.