Ufak Sam yetişkinler tarafından yakalandığında Waitrose adlı
Transkript
Ufak Sam yetişkinler tarafından yakalandığında Waitrose adlı
1 Ufak Sam yetişkinler tarafından yakalandığında Waitrose adlı süpermarketin arkasındaki otoparkta oyun oynuyordu. Yakalanmadan önce, o ve diğer birkaç küçük çocuk ilginç hamlelerle birbirlerine meydan okumaktaydılar. Küçük çocukların yalnız başlarına dışarıya çıkmaları yasaktı, ama o günün güneşli ve güzel bir gün olmasını fırsat bilenler bu kurala uymamışlardı. Sam diğer çocuklarla aynı yaşlarda olmasına rağmen, onlardan daha ufak tefekti. Bu yüzden de ona Ufak Sam diyorlardı. Adı Sam olan başka çocuklar da vardı: İri Sam ve adını kıvırcık saçlarından alan Kıvırcık Sam. Birkaç ay önce öldürülen İri Sam’in aksine, Ufak Sam’in ölmeye hiç niyeti yoktu. Diğer çocuklardan daha küçük göründüğü için yetişkinler hemen ona yöneldiler. Hep böyle yaparlardı; her zaman en toyları, en ufak tefekleri, en zayıf halkaları seçerlerdi. Öteki çocuklar binanın içine kaçmayı başardı, ancak birkaç yetişkin Sam’in önünü kesip onu bir köşeye sıkıştırdı. Kir ve yağ lekeleri yüzünden grileşmiş, ama bir zamanlar pembe renkli olduğu belli bir eşofman giyen şişman bir annenin önderliğindeki yetişkinler, duvarı aşmayı başarmışlardı. Bu annenin iri yarı bedeni bir yumurtayı andırıyordu ama bacakları uzun ve inceydi, sırtı kamburdu. Sarı saçları kirden kaskatı kesilmiş kadın, birden inanılmaz bir hızla koşmaya başladı, yana açılmış kolları akrep kuyruğuna benziyordu. Ufak Sam o kadar korktu ki bağırmak veya yardım istemek aklına bile gelmedi. Yetişkinler işlerini gürültüsüzce hallettiler, her şey korkunç bir sessizlik içinde olup bitti. Şişman anne, Sam’in yolunu keserek binaya kaçmasını engellerken, bu sırada iki uzun boylu baba koşarak onu sağdan ve soldan sıkıştırdı. Sam onları birkaç saniyeliğine atlatmayı başardı, ancak eninde sonunda yakalanacağını biliyordu. İçerideki çocuklar ona yardım etmeye geldiklerinde iş işten geçmişti, çünkü yetişkinler çoktan Sam’i bir çuvalın içine koyup oradan uzaklaşmışlardı. Maxie’nin önderliğindeki büyük çocuklardan oluşan bir çete otoparka geldi. Mızraklar, sopalar ve taşlarla donanmış olmalarına rağmen, tam anlamıyla neyle karşı karşıya olduklarını bilmedikleri için tetikteydiler. Callum boş otoparka baktı. “Çok geç kaldık, onu yakalamışlar.” Bodur yapılı ve koyu saçlı bir çocuk olan Josh, “Tüh! Onu çok severdim, çok eğlenceli birisiydi,” dedi. D.Y. “Bu hafta ikinci kez saldırdılar,” diye öfkelendi. Neler oluyor böyle? Yetişkinler ya çoğaldı ya da cesurlaştı.” Josh yere tükürdü, “Hayır bunun cesaretle bir ilgisi yok. Hâlâ burada olsalardı, onlara cesaretin ne demek olduğunu gösterirdim. O çirkin suratlarını dağıtırdım. Ben hiçbir şeyden korkmam,” dedi. Maxie, “Peki neden buraya geldiler?” diye sordu. “Sadece karınları acıkmıştı,” dedi Josh. “Hepimizin karnı aç,” dedi Callum. 6 Maxie, “Keşke burada olsaydık. Onları korumamız gerekirdi,” dedi. “Her yere yetişemeyiz. Bunun için yeterli sayıda değiliz. Arran’la birlikte çöp toplamaya çıkan çocukların hepsi burada olsalardı bile fark etmezdi. Zaten bizim görevimiz çatıdan etrafı gözlemek. Küçük çocuklar dışarı çıkmamaları gerektiğini biliyorlardı. Hiç kimse dışarı çıkmamalı. Hepimiz içeride durmalıyız,” dedi Callum. Josh alaycı bir tavırla, “Bütün gün içeride duramayız. Aklımızı kaçırırız,” dedi. “İçeride durmak daha iyi,” dedi Callum. Josh sırıtarak, “Sen dışarıya çıkmaktan korkuyorsun galiba,” dedi. “Hayır, senin kadar korkmuyorum.” “Ben hiçbir şeyden korkmam.” “Demek ki sen aptalsın.” “Hayır,” dedi Josh. “Yetişkinler hakkında şunu bilmen gerek; onların bazıları güçlüdür, bazıları hızlı koşar, bazıları da diğerlerine göre daha zekidir. Ama güçlüler yavaş, hızlılar aptal, zekilerse dayanıksız olur.” Maxie, “Sen bunları Ufak Sam, ‹ri Sam, Johnno, Eve ve Muhammed gibi kaybettiğimiz diğer bütün çocuklara anlat,” dedi. “Yetişkinler beni asla yakalayamayacaklar,” dedi Josh. Callum, “Ne? Sence yakalanmak onların suçu muydu? Bunu mu kastettin?” diye sordu. “Aynen öyle,” dedi Josh. Maxie, “Susun!” diye bağırdı. Ardından hiçbirinin kabul etmek istemeyeceği bir şey söyledi: “Böyle devam edemeyiz.” 7 Maxie karamsardı. “Er ya da geç hepimiz öleceğiz. Artık buna katlanamıyorum.” Mızrağını yere attıktan sonra, sırtüstü uzandı ve ellerini başının altına soktu. Bütün olanlar onun hatasıydı. Tek düşünebildiği buydu. Her şey onun hatasıydı. Arran yokken sorumluluk ondaydı. Maxie bu kararı ne zaman verdiklerini hatırlamıyordu. Arran önderleriydi, Maxie de onun sağ koluydu. Bu, herhalde küçük çocukların korkudan kendileri için düzgün bir karar veremeyecek kadar şaşkına döndükleri anlardan birinde verilmiş bir karardı. Arran ve Maxie uyum içerisinde davranarak düzeni sağlar, diğerlerini cesaretlendirirlerdi. Arran zeki ve sevimliydi, hiçbir zaman soğukkanlılığını yitirmez ve telaşlanmazdı. O ayrıca William Ellis Okulu’nun futbol takımının kaptanıydı ve hiçbir şeyin gözünü korkutmasına izin vermezdi. Arran ve Maxie işbirliği yaparlardı. Bir takım gibiydiler. Maxie, diğer çocuklara savaş taktikleri vermekte başarılıydı. Elbette çetede ondan çok daha iyi dövüşenler vardı, ama herkes onun talimatlarına önem verirdi. Diğerleri sorumluluk almak istemezdi. Arran’ın olmadığı zamanlarda komutayı Maxie devralırdı. Bu yüzden her şey onun hatasıydı. Bir çocuk daha kaybedilmişti. Maxie kafasındaki sesleri susturamıyordu. Yetişkinlerin Ufak Sam’i yakaladığına inanmak bile istemiyordu. Ağlamaya başladı. Çocukların onu bu halde görmelerini umursamıyordu. Callum, Josh’a baktı. İkisi de kendisini bir garip hissetti. En sonunda Josh, Maxie’nin yanına oturdu ve elini onun omzuna koydu. 8 Josh, “Her şey yolunda Max,” dedi. “Bir sorun yok. İyi şeyler olacak, kurtarıcımız mutlaka gelecek. Bu durum değişecek. Arran ve diğerleri geri döndüklerinde belki bu konuyu konuşur, bir plan yaparız. Tamam mı?” Maxie, “Ne söylemek istiyorsun? Arran geri döndüğünde, öyle mi?” dedi. Maxie, Josh’un kaygılandığını görerek, onun kirli suratına baktı ve “Affedersin,” dedi. Callum, “Haydi bakalım. Duvarı nasıl aştıklarını çözmeliyiz. Sonra hemen içeri girmeliyiz,” dedi. “Evet!” diyerek ayağa fırladı Maxie. Durup düşünmediği ve başka şeylerle uğraştığı sürece her şey yolundaydı. Keşke Arran da burada olsa diyordu içinden, çünkü onun yanındayken kendisini daima güvende hissederdi. Ah keşke şu... Arran ona ne diyecekti şimdi? Bir çocuk daha kaybedilmişti. Her şey onun hatasıydı. 9 2 Bir patlak surat yolun ortasında yatıyordu. Anlaması güçtü, ama bu şey ilk bakışta bir babayı andırıyordu. Görüntüsü, uzun süre güneşte bırakılmış bir parça meyve veya sebze gibiydi. Derisi kırışmış, kararmış ve parçalanmıştı. Her tarafından çürük etler sarkıyordu. İç organları pelteye dönmüştü. Yetişkinler hastalığın tamamen yerleşmesine yetecek kadar uzun yaşayabildiklerinde olurdu bu. Yani gerçekten patlarlardı. Arran koşu ayakkabısının ucuyla cesedi dürtüklediğinde, yırtılan deriden bolca irin ve daha sonra pembe renkli bir yağ aktı. Arran çöp toplama işinde diğerlerine öncülük ederdi. O uzun boylu, sarışın ve atletik yapılı biriydi. Arran bir kazmanın sapını sopa niyetine kullanırdı, kemerinde de bir bıçağı vardı. Arran’ın yanındaki gür kıvırcık saçlı çocuk kıs kıs gülerek, “Çok şişko,” dedi. Çocuğun sarı saçları neredeyse tamamen beyaza dönmüştü. “Hadi. Bununla kaybedecek zamanımız yok.” Arran cesedi geride bırakarak Holloway Yolu’nda ilerlemeye devam etti. Felaketin ilk günlerinde, çocuklar ölü bedenlerle karşılaştıklarında dehşete düşer ve korkudan donakalırlardı. Ama artık buna alışmışlardı. Bazen onları fark etmedikleri bile oluyordu. Yine de bir patlak surat diğerlerinden biraz daha fazla ilgiyi hak ediyordu. Arran’ın önderliğindeki çöpçü çocuklar ağır adımlarla yola koyuldu. Ancak daha yüz metre ilerleyemeden, Deke isimli beyaz saçlı çocuk duraksadı. “Nedir bu?” Hepsi durdu ve sesi dinledi. Başka bir çocuk, “Köpekler!” diye bağırdı ve en öne geçti. O, Arran’dan daha kısa boyluydu ve onun kadar güçlü değildi. Ancak iyi savaşmanın sadece güçle ilgili olmadığını defalarca ispatlamıştı. Arran önderleriydi fakat cildi yağlı, ince yapılı ve koyu gözlü bir çocuk olan Achilleus, içlerindeki en iyi dövüşçüydü. O, boş zamanının çoğunu kısa saçına süslü şekiller kazıyarak geçirirdi. Aksi ve iğneleyici olabilir, bir anda öfkelenebilirdi; ancak bildiği dövüş teknikleri sayesinde diğerlerinin canını pek çok kez kurtardığından, onun bu tavırlarına hiç kimse aldırış etmezdi. Achilleus hızlıydı, zekiydi ve bir çarpışma sırasında son derece acımasız olabilirdi. Beklediler. Köpekler henüz ortada yoktu, ama sesleri duyuluyordu. Ulumalar, ciyaklamalar ve havlamalar, yani bütün o karışık sesler, sanki tek bir öfkeli canavardan geliyordu. Achilleus mızrağını kaldırdı ve sesin geldiği yöne çevirdi. Bu mızrak onun inşaat alanında bulduğu sivri uçlu bir demirden yapılmıştı. Achilleus mızrağının sapına top şeklinde, ağır bir parça eklemiş ve öteki ucu olabildiğince keskin bir hale getirmişti. Bu alet, yetişkinleri köşeye sıkıştırmak için mükemmel bir silahtı. Hem keskin hem ikna edici. Ancak kesinlikle fırlatmaya uygun değildi. Fırlatılamayacak kadar değerliydi. 11 Arran, Achilleus’un arkasında, Freak ve Deke’in yanında savunma konumuna geçti. Freak ve Deke sıkı dostlardı ve bir takım olarak hareket ederlerdi. Felaket olmadan önce, sokaklarda sprey kutusu gibi basit silahlarla gezerlerdi. Tufnell Park ve Camden Town’daki bütün duvarlara, panjurlara, kaldırımlara ve otobüs duraklarının camlarına sprey boyayla ‘Freaky Deaky’ yazılmış olmasından onlar sorumluydu. Bütün arka sokakları, geçitleri ve kestirmeleri bilirlerdi. Gerçek adı David olan Freak ince suratlı, kısa saçlı bir çocuktu. İkide bir burnunu çekerdi. Deke ondan yaşça büyüktü. Yakışıklıydı ve bütün zamanını Freak’le geçiriyor olmasaydı, kızların bütün ilgisi onun üzerinde olurdu. Bu iki dostu birbirinden ayırmak imkânsızdı. Onlar birbirlerinin cümlelerini tamamlar, kendi yaptıkları şakalara gülerlerdi. Freak’in silahı bir baltaydı, Deke ise bir balyoza sahipti. Bunlar genelde kapıları ve pencereleri kırarak açmakta kullanılırdı, ama gerektiğinde silah vazifesi de görürlerdi. Çetedeki son çocuğun ismi Ollie’ydi. Ollie kızıl saçlı, ufak tefek bir çocuktu ve içlerinde en zekileri oydu. Onun en önemli özellikleri, keskin gözleri ve hızlı düşünebilme kabiliyetiydi. Düşüncelerini her zaman kendine saklar ve sessiz dururdu. Ancak konuşmaya başladığında herkes onu dinlerdi. Arran sık sık Ollie’den tavsiye alırdı ve bu hiçbir zaman zayıflık olarak görülmezdi. Mükemmel fikirler daima Ollie’den çıkardı. Havlama seslerinin artmasından köpeklerin yaklaşmakta olduğunu hisseden Ollie geriye çekildi ve kendisine kusursuz bir görüş alanı sağladı. Onun silahı spor mağazasından alınmış bir sapandı. Avcı modeli bu sapanın bir kabzası ve Ollie’nin bileğine oturan metalden bir uzantısı vardı. Ollie, sapana çelik bir bilye yerleştirdi ve lastiği gererek beklemeye başladı. 12