Tasarım Gazetesi Mart sayısı için

Transkript

Tasarım Gazetesi Mart sayısı için
TASARIMA
İLHAM VEREN
KADIN
ECO-COUTURE
ESİNTİSİ
LOKALİTE
MODERNİTEYE
KARŞI
AMBIENTE
NE
ANLATTI?
BİSİKLETİN
İKİLETİMİ
“OSMANLI MİLLETLERİ, ÖZELLİKLE DE TÜRKLER, HER NE KADAR YARATILIŞTAN
BİR SANAT HİSSİNE SAHİPSELER DE, BU HİS RESİM VE HEYKEL ŞEKLİNDE
YAPILMIŞ ESERLERDE DEĞİL, BÜYÜK BİNALARDA VE KULLANIMDAKİ BİNLERCE
EŞYADA GÖRÜNÜR”. BU SÖZLER, TÜRKİYE’DE İLK ÜRÜN TASARIMI BÖLÜMÜNÜN
EV SAHİBİ MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ’NİN (O ZAMANKİ SANAY-İ NEFİSE)
KURUCUSU OSMAN HAMDİ’YE AİT. ÜNLÜ RESSAMIN 1882’DE, AKADEMİ’NİN
KURULUŞU ÜZERİNE YAZDIĞI METİNDEN, EMRE CANER’İN KİTABINDAN BİR ALINTI.
ÜZERİNDEN 131 SENE GEÇTİKTEN SONRA TÜRKİYE’DE “KULLANIMDAKİ BİNLERCE
EŞYA”YA GÖZ ATMAK İÇİN BİR MAZERET!
TASARIM GAZETESİ’NİN RADİKAL İLE YENİDEN BULUŞMASI ŞEREFİNE, O GÜNDEN
BUGÜNE TÜRKİYE’DE TASARIMIN YERİNİ, KUŞ BAKIŞI SÜZÜYORUM. BUNDAN
20 SENE ÖNCESİNE KADAR KAÇ “EŞYA”NIN TÜRK TASARIMCILARIN ELİNDEN
ÇIKTIĞINI HESAP EDERKEN BULUYORUM KENDİMİ. OSMAN HAMDİ’NİN
KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ RESMİ BELİRİYOR GÖZÜMÜN ÖNÜNDE, “GÜNCEL”
KAPLUMBAĞALAR İSE ADETA YANIMDA. BAŞLIYORUM BU COĞRAFYADA
YAŞAYAN BİR TASARIMCININ ORTALAMA KAÇ KAPLUMBAĞAYLA YAŞAMAK,
ÇALIŞMAK, ANLAŞMAK ZORUNDA KALDIĞINI SAYMAYA.
SIRTLARINA
ALDIKLARI MUMLARLA YARIŞAN ONLARCA, YÜZLERCE, BİNLERCE KAPLUMBAĞA
GÖRÜYORUM; KABUĞUNDAN ÇIKMAYA CESARET EDEMEYEN, EVİNİ, İŞİNİ
BÜYÜTMEYİ BİLEMEYEN, BİR TUTAM AYDINLIĞIYLA YETİNEBİLEN… SONRA
KIRPIYORUM KİRPİKLERİMİ, GEÇİYORUM 20 SENEYİ BİR KALEMDE; BUGÜNE
DÖNÜYORUM YÜZÜMÜ. TASARIMCILARIN BİLGİSİ, DENEYİMİ, AZMİ HATTA
İNADIYLA, KAÇ KABUĞUN KALDIRILIP ATILDIĞINI GÖRÜYORUM; KAÇ ÜRETİCİNİN
ULUSLARARASI KİMLİK KAZANDIĞINI, KAÇ ‘EŞYA’NIN GÜNÜME KATILDIĞINI…
İŞTE ELİNİZDE TUTTUĞUNUZ GAZETE, TÜRKİYE’DE YAŞAYAN YÜZLERCE KAPLUMBAĞA
TERBİYECİSİ’NİN SABRININ SONUCU ASLINDA. TASARIMIN ULUSAL BİR
GAZETENİN SAYFALARINDA YERİNİ BULDUĞU GÜN’ÜN HABERCİSİ. HER
DİSİPLİNDEN TASARIMCININ BIKMADAN, 4 SENEDİR, SAYFA SAYFA, GÜN GÜN
TUTTUKLARI İMECE BİR GÜNLÜK. GÜNCEL GELİŞMELERE YARATICI DİSİPLİNLERİN
GÖZÜNDEN BİR BAKIŞ… HAYATA BİR DE BU PENCEREDEN BAKMAK İÇİN BİR
DAVET… BUYURMAZ MISINIZ?
Umut Kart
[email protected]
MART 2013
%55 Su Tasarrufu
%100 Temizlik
DÜNYADA
BİR İLK!
Dünyanın en tasarruflu klozetleriyle bir ilki gerçekleştirdik. Aquasmart Klozetler,
6 litre yerine sadece 2,7 litre suyla tam fonksiyon çalışarak %55 su tasarrufu sağlıyor.
Çevremiz için. Geleceğimiz için.
Kale’nin doğayla dost klozetleri, Alman Standart Test Metotları olarak bilinen
kale.com.tr
240x325 Aquasmart Fee.indd 1
“DIN test belgesine” sahiptir.
22.02.2013 22:09
MART/2013
03
Sanem Odabaşı
[email protected]
‘SAĞDUYULU’ TELEFONLAR
Telefonlar, eksik kalan duyularımızı tamamlamak konusunda çok azimli!
Göremediklerimizi görmek, duyamadıklarımızı duymak an meselesi...
Yaşadığımız çağ büyük bir değişime uğradı.
Teknoloji çağına hangi yılda girdik, nasıl bu
kadar imkana bir anda sahip olduk bunları
düşünemedik bile. Değişen zamana ayak
uydurmak çok güç ve teknolojinin getirdiği
bu gelişimin çaresi yine kendisi olacak.
göre hiç uyandırmayarak- görevini yerine
getiriyor.
Tasarımcılar günlük telaşların ve günlük
ihtiyaçların da dışına çıkarak aplikasyonları
biraz daha eğlenceli ve yaratıcı hale
getiriyor. Bu noktada akla, kullanıcıların
renk ve çizgilerden oluşan görseller
yaratmaya olanak tanıyan, web-bazlı
Weavesilk adlı bir program yaratan Yuri
Vishnevsky geliyor. Bir aplikasyon olan
Weavesilk, akıllı telefonlar ve tabletler için
bir uygulama. Yuri Vishnevsky ayrıca sanat
eserinin yanında dinamik olarak müzik ve
ses üretmek için programa bir kod eklemeyi
de düşünüyor. Bu sayede eserler sanal
ortamda diğer sanatçı ve tasarımcılarla
paylaşıma açık olabilecek.
Hız, paylaşım, açık ve net olma, yarar
sağlamak, fayda vermek teknoloji devrinin
anahtar kelimelerinden. İnsanlar akıllı
telefonları kullanarak kimi zaman diğer
insanlarla paylaşımda bulunuyor, kimi
zaman başkasına yarar sağlıyor, bazen de
sadece hayatta kalıyor. Sonuç; avcumuzun
içindeki küçük alet bizi artık yalnız
bırakmıyor.
Akıllı telefonların ve mobil cihazların
kullanımı gün geçtikçe artıyor. Bir ya da
birden fazla mobil cihaza sahip tüketicilerin
sayısı bilgisayar kullanıcılarına göre
sayıca daha fazla. Üstelik mobil cihazların
avantajı 7/24 bağlantı sağlayabilmesi; hem
tüketiciyle hem de sanal dünya ile. Bu iki
farklı dünyanın birleşimi aslında mükemmel
bir örnek. Bir yandan kullanıcılar kendi
hayatını yaşarken, öbür yandan sanal dünya
ile her an iletişime geçebilecek ortam da
elinin altında olmuş oluyor.
ABD’de yapılan bir araştırmaya göre akıllı
telefon kullanıcılarından kadın olanların
63%’ü ve erkek kullanıcıların 73%’ü
telefonlarına bakmadan bir saatten fazla
vakit geçirmiyorlar. Bu yüzden de grafik
tasarımcılar, interaktif tasarımcılar, yazılım
mühendisleri gibi birçok profesyonel bu
alanda yenilikler yapıyor. Mobil cihazlar
için geliştirilen aplikasyonlar, mesajlaşma
sistemleri, reklam kampanyaları daha
farklı, daha orijinal ve daha yenilikçi olmak
zorunda kalıyor. Bu zorunluluk yaratıcılığı
da beraberinde getirerek standartların
Drift, insanların bildikleri yerlerde
kaybolmalarına yardım eden bir uygulama.
Bir dizi talimat sunularak, kullanıcının
belirli bir yöne doğru ilerlemesi ya da
normal zamanda fark etmeyeceği bir şeyi
araması isteniyor. Yol boyunca yaşanan
tüm süreci de kaydeden Drift, kullanıcıların
yolculuklarını internet sitesinde paylaşıyor.
Bir adım ötesi
üzerine çıkarıyor. Örneğin Winter WakeUp aplikasyonu aslında standart bir alarm
olarak görünürken, kullanıcılarına büyük bir
imkan sağlıyor. Online olarak hava durumu
ile etkileşime geçerek, beklenmeyen
bir kar yağışı, buzlanma gibi bir durum
varsa aplikasyon sahiplerini erkenden
uyandırarak -ya da kullanıcının tercihine
Beş duyunun ve yetilerin ötesinde bir
yerde durmamızı sağlayan bu cihazlar
sayesinde artık her şey mümkün. Sebastian
Sadowski radyo dalgalarını görselleştirmeyi
amaçlayan web bazlı bir uygulama olarak
hayata geçti. İnsan gözünün göremediği bu
soyut kaynak görsel bir alana dönüşüyor.
Tasarımcı bu fikrini bir aplikasyona
dönüştürmek için çalışacağını da bildirdi.
Belki bir radyo yayını yapan siteyle bir
araya gelir ve ortaya müthiş bir sonuç çıkar,
kim bilir…
04
Gözde Severoğlu
[email protected]
ÖDÜL BOL, YATIRIM AZ
Avrupa´nın en büyük fuarlarından biri olan Ambiente, 15-19 Şubat tarihleri arasında
Frankfurt´ta gerçekleşti. Türkiye, büyük ilgi ile takip ettiği fuarda, üretim üssü
olarak gündemdeydi.
Tasarım ile gündeme gelme hayalleri
kurduğumuz şu dönemlerde global
ölçekte yaşanan ekonomik krizler ülkemizi
“ucuz” üretim üssü olmaya zorluyor.
Endüstriye hizmet etmek adına hazır
bekleyen tasarımcılar için bu bir fırsat gibi
görülebilirken, Ambiente hem üretime, hem
tasarıma yatırım yapan firmalar için buluşma
noktası özelliğini koruyor.
Küçük ev aletleri kategorisinde karşımıza
çıkan bir çok marka beklentinin altında bir
yenilenme yaşıyor. Kenwood, parlak renk
denemelerinin yanında indigo rengi ürün
koleksiyonunu odağı seçiyor. Diğer yandan
Braun, tanımlı geometrik ürün gruplarının
yanında, tanımsız geometrisi ile ayrışan yeni
koleksiyonlarını tüketiciye sunuyor. Arzum
IF ödülünün ardından Fırrın’a odaklanmaya
devam ederken, Korkmaz, Adlıhan Tartan ile
çalıştıkları yepyeni koleksiyonları ile tasarım
ve üretimi harmanlamayı seçiyor. Bugatti
kahve makinelerinin deri ve farklı baskılar ile
kaplanan versiyonlarının yanında Swarovski
kristalleri ile bezenmiş alternatifleri markayı
yeni tüketici gruplarına yaklaştırıyor. Ayrıca
marka, ev dekorasyonuna yönelik yeni
aksesuarları ile dikkatleri üstüne çekiyor.
Doğadan ilham alınarak seçilen yeni renkleri
ile Silit tencereler, Teams Design imzalı
inovatif servis seti ve rende sayesinde
kullanıcı bir kez daha markaya hayran
kalıyor. Ekonomik kriz dört bir yanımızı
sarmış olsa da niş pazarları hedef alan ve
sektörünün en iyisi olduğunu her fırsatta
imzası ile gözler önüne seren Fürstenberg,
Doğu’dan izler taşıyan Oryantal serisi ile
liderliğini sürdürüyor. Rosenthal Versace
ortaklığındaki yeni koleksiyonu, Asa incecik
serileri ve sır konusundaki yenilikleri ile
fuarda kendini gösteriyor.
Ödüllerin ödülü
Ambiente, German Design Award başta
olmak üzere yılın taklit ürünlerine, inovatif
mutfak ve plastik ürünlerine verilen ödüllerin
açıklandığı bir kesişim noktası olmayı
sürdürüyor. Ödüller arasında en merak
edileni ise «ödüllerin ödülü» olarak bilinen
German Design Award. Adayları, Red-Dot,
IF gibi ödül sistemlerinden ödül ile dönen
ürünler arasından Alman Tasarım Konseyi
tarafından seçiliyor.
İki ana kategoride görmeye alıştığımız
kazananlar, bu sene 9 ana başlıkta
toplanıyordu. Bu da ödül adetinin arttığının
habercisiydi. 60 yılını dolduran ödül
sistemindeki ödül sayısının 50´den 80`e
çıkışı uluslararası tasarım yarışmalarında
kazananların çoğalması ile beraber, bu
konunun bir pazarlama aracından çok daha
öteye gittiğini gösteriyor. Kategorilerin
kazananları arasından belirlenen Gold
ödüllü ürünlerden biri Volkswagen´in şehir
içi kullanıma uygun UP´ı. Marc Newson
tasarımı Pentax K-01 sualtı kamerası, Kilian
Schindler`in Naber için tasarladığı konsept
mutfak diğer kazananlardan bir kaçı.
Trend:
Yeni yatırıma gerek yok
Ambiente’de her sene merakla beklenen
’bora.herke.palmisano’ araştırma firmasının
hazırladığı trend sergisi kalabalıklaşan
ödüllere rağmen oldukça sadeydi. Bu
sadeliğin 2013 yılı için belirlenen ana
trend başlıklarından kaynaklanmadığı
aşikar. Başlıklar; Bahar Alanı, Klasik
Yerler, Tuhaf Etki ve Zıtlık Dünyası olarak
belirlenirken, sergi ağırlıklı olarak Alessi,
Diamantini&Domeniconi, Royal VKB,
Welter ve Asa markalarının ürünleri
ile doluydu. Markaların sadece en yeni
ürünleri değil, klasikleşen ve görmeye çok
alıştığımız ürünleri serginin içindeydi. Bu
durum, ziyaretçileri çok memnun etmese
de fuar katılımcısı firmalar için trend
yeni bir yatırıma gerek olmadığı olarak
yorumlanabilir. Nicolette Naumann’ın
Next’i
Nicolette Naumann’in yıl içinde farklı
ülkelerde gerçekleşen tasarım etkinlikleri
aracılığıyla belirlediği Ambiente için
vazgeçilmez Next bölümü fuarın en yeni
salonundaydı. 13 farklı ülkeden 30 tasarımcı
deneysel projeleri ile girişimcilikleri ve
motivasyonları ile göz önündeydi. Sergide,
Toni Baumann, keten minderler üstüne
yerleştirdiği döküm tabakaları ile yeni bir
kullanım önerisi sunarken eski sandıklara
gönderme yapan De Lata ve flok ile ampulü
bir araya getiren Lina Patsiou ilgi çekiciydi.
De-sign’in limitli sayıda ürettiği kadeh ve
kaseleri, kültürlerine ait zanaati yeniden
keşfeden Çin merkezli Goodesign Lab ve
soyut kavramları canlandıran çalışmaları
ile Shapes in Play takip edilmesi gerekenler
listesinde.
MART/2013
05
Beste Sabır
[email protected]
KENTİN ONLINE DENEYİMİ:
KATILIMCI AĞ TASARIMLARI
İletişim teknolojisindeki hızlı gelişim, günlük yaşantımızın her alanında olduğu
gibi, mekan kavramının da değişmesine neden oldu. Dijital araçların yükselişi,
katılımcı ağ tasarım sistemlerini de beraberinde getiriyor.
Kente dair simülasyon oyunları, bina
planlama sistemleri, ürün tasarım
uygulamaları ve giyilebilen tasarımlar
gibi teknoloji-tasarım arakesitinde duran
alanlarda üreten Hybrid Space Lab, dijital
ve analog ortamları birbirine kaynaştırırken
medya ağları, mimarlık, şehircilikle
birlikte sosyal ve kültürel mekanların
bilgisini de kullanıyor. Mekanın geleneksel
şekillendiricileri işveren ve mimar arasında
kendini konumlandırarak katılımcı ağ
tasarım sistemlerini, tasarladıkları projeler
paralelinde kentin online bilgisiyle birlikte
ortaya koyan ofisin Şehir Kiti (City Kit)
çalışması, aslında bir kent planlama
programı, aynı zamanda bir bilgisayar
oyunu ve halkın yaşam çevrelerinin
geliştirilmesinde katılımcı bir aktör haline
geçmesine elveriyor.
Hong Kong sosyal konut uzmanlarının
isteğiyle geliştirilen oyun, bilgisayar
başında zamanının çoğunu geçiren
gençlerin dışarıdaki hayatı keşfetmesine
olanak sağlıyor. Onları kentin “karar
verenleri” haline getirirken kullanıcıkentsel çevre-mimar ve şehirciler arasında
kayıt altına alınan ve kontrol edilebilen
online bir köprü kuruyor. Oyunla
birlikte, kendi fiziksel çevrelerinin dijital
versiyonlarını modüler bina malzemeleri
kullanarak tamir edebiliyor, belli yerlere
bilgilendirme bankoları, müze, havuz gibi
sosyal-kültürel alanlar ekleyebiliyorlar.
Online bir platform ve açık bir kaynak
olan Şehir Kiti, yaşayanların aktif olarak
oyuna katılmasına izin veriyor, katılımcılar
aynı zamanda tasarımlarını diğerleriyle
paylaşabiliyor. Vatandaşların çevrelerine
değer katma ve geliştirme sürecine
katılımını sağlayan uygulamanın yanı sıra,
ofisin geliştirdiği diğer çalışma Basit Şehir
ise, kentsel projelerin katılımcı gelişimi
üzerine kurgulanan bir arayüz. Simüle
edilen kentsel çevrenin temel elemanları,
katılımcı tarafından değiştirilmeye imkan
sağlıyor, bu modüler düzenlemeler
paralelinde Basit Şehir, seri üretilen
doğan bu kavram paralelinde, online data ve
katılımcı ağ sistemleri kurgusuyla yeni tip bir
kentli doğuyor olabilir: Tasarım ve üretimin
süreçlerinin bütününde yayılan ve söz hakkı
ve katılımı olan bir tüketici: Kendi kişisel
özellikleri doğrultusunda üretip tüketen!
Kent plancıları ve mimarinin ilgisi giderek
obje-mekan tasarımından programlama
süreçleri ve kullanıcı etkileşimi-deneyimi
tasarımına doğru gidecek gibi görünüyor. Bu
paralelde online toplulukların, mahallelerin
yaşantısını güçlendirme ihtimali çok olası.
Verimlilik kavramının geleceğin yeni matrası
olacağıysa şimdiden belli. Teknoloji ve dijital
medyanın, kentsel planlama ve mimarlığın
içine sızması, “verimlilik” paralelinde (enerji,
zaman, malzeme..vb) insanların zamanlarını,
becerilerini ve bilgilerini paylaştığı bir
ortamda katılımcı bir anlayışla online
sistemlerle tasarlanabilmesi, belediyelerin
inzivaya çekildiği, özel sektörün neredeyse
tekelden geliştirdiği günümüz kent planlama
ve mimari sistemi için çığır açıcı bir alternatif
yol gibi duruyor!
küresel kentlere ve kitlesel üretim yoluyla
üretilen jenerik kent elemanlarına,
vatandaşların katılımıyla üretilen,
yaratıcı bir alternatif sistem oluşturuyor.
Bununla birlikte, ortaya çıkan modüler
yapı elemanları Danimarkalı firma LEGO
tarafından üretilerek kente yerleştiriliyor.
İnteraktif bir işbirliğinin ve iletişim
sisteminin paralelinde mimari ve kentsel
projelerin ortaya konmasını sağlayan
katılımcı ağ tasarım sistemleri, kentleri
şekillendirirken bu sürecin içine kamusalın
sesini de katıyor.
Gelişen yeni teknolojiler ve dijital medyanın
da sürece katılmasıyla üretim ve sosyal
iletişim, kentsel ve mimari tasarım
anlamında yeniden tanımlanırken kentin
bilgisi de dönüşüm geçiriyor ve belki bu
uygulamalar, kente “direk bir demokrasi”
oluşumunu beraberinde getirmenin bir yolu
olabilir.
Bahsedilen bu süreç ve sistemler, bir
diğer yandan üretken bir tüketici tipinin
oluşumunu sağlıyor. İlk kez 1980’de futurist
Alvin Toffler’in “üçüncü dalga” kitabıyla
Superpool’un Audi Urban Future ödülleri
için İstanbul özelinde tasarladığı PARK ise,
online bir veri sistemi üzerine kurgulanan bir
proje, paylaşımlı dolmuşlarla İstanbul’daki
araçları seyrelterek kalan alanları kullanıma
açmayı hedefliyor. Mahalle ölçeğinde
dolmuşla yapılan her seyahatinden puan
kazanan mahalle sakinleri evlerinin
yakınındaki otopark alanlarına artık ihtiyaç
kalmamasıyla bu alanları kullanabilir hale
geliyor. Online katılımcı ağ sistemlerini
kullanan programda bir diğer örnek; Taksim
Meydanı’nda geçirilmek istenen bir pazar
günü için öneriler uygulama üzerinden
online olarak oylanıyor. En çok oyu alan
öneriler gerçeğe dönüştürülüyor, aynı
zamanda en az oyu alanlar da. Böylelikle
fikirlerini kamusal bir platformda ifade eden
kullanıcılar, fikirlerinin gerçekleşmesini
deneyimleyebiliyor. Halkın katılımı ince ve
akışkan bir şekilde temellenmeye başlayacak
gibi görünüyor.
06
Müge Yorgancı
[email protected]
TASARIM KRİTERİO
19. yüzyılın kadınlık ve güzellik idealleri yeşerdikleri toplumsal yapıyı yansıtır.
Sosyokültürel ve ekonomik değişimler, kadının rolünün ve ihtiyaçlarının da
değişmesine neden olur. İdealize ve kapitalist “doğru kadınlık” formülleri sanattan
günlük gazetelere pek çok alanda izlenir. Kadınlar için tasarlanan objeler de kah
cinsiyetçi mesajlar taşır, kah erkek egemen dünya düzenine aykırı bir duruş yansıtır.
Özgürlük makinası
Rahatlık için...
Erkekler için bisiklet yeni bir oyuncak,
çalışma ve oyun hayatlarında var olan
şeylerin listesine eklenmiş diğer bir makine.
Kadın için, yeni bir dünyaya dört nala
sürecekleri bir savaş atı oldu. Bisikletin
şeytan icadı olarak görüldüğü günden
bugüne ciddi bir evrim geçirdiğini biliyoruz.
Peki ya kadın bisikleti? Kadınların sürmesi
için en uygun bisiklet modelinin Pennyfarthing (çeyrek peni anlamına gelen bu isim
bisikletin ön tekeri ve arka tekerinin çapı
arasındaki orandan ötürü verilmiş) olduğu
söylenir. Kullandığına ilişkin bir kanıt olmasa
da Britanya Kraliçe Victoria’nın üç tekerlekli
bir penny-farthing edindiğine ilişkin bilgiler
mevcut. 1890’larda bisikletin herkes için
güvenli tasarımına ulaşması ve kadınlar
tarafında kullanılmasına olanak tanıyan
tasarımlar ile bisiklet kadınlar için “özgürlük
makinası” sıfatını taşımaya başlamış.
Alman jinekolog Dr. Judith Esser-Mittag
tarafından kadın anatomisi üzerine
çalışmaları sırasında geliştirilmiş. 1940’ların
sonunda Dr. Carl Hahn ve Mittag’ın eşi Heinz
tarafından seri üretimine geçilmiş. Bugünün
bilinen kişisel bakım ürünleri üreticisi
Johnson and Johnson sonraki yıllarda tasarım
ve malzeme kullanımına yenilik getirmiş.
Kadın sağlığı açısından taşıdığı risklere
karşın, kadını hareket kabiliyetini arttırdığı
ve günlük hayatı kolaylaştırdığı için hayat
kurtaran tasarımlar arasında yerini alır.
Öncelikle etek ile bisiklet sürmekte
zorlanıldığı için çeşitli etekler tasarlanmış.
1890’ların kıyafetlerinin yerini bugünün özel
kumaşlardan üretilmiş bisiklet şortlarının
alması kadar bisiklet tasarımının etekle
kullanılabilir hale gelmesi de kadınların
bisiklet kullanmasını kolaylaştırmış. Bugün
sadece spor kıyafetlerle değil, etek ile de
kullanılabilen modeller mevcut. Hatta kadın
bisiklet modellerinin çoğu oldukça göz alıcı.
Korse almayın!
Sütyen değişen güzellik standartlarına göre
biçim değiştiren bir kadın giysisi. Tarihin
pek çok döneminde kullanılmış olsa da
yaygın üretime geçmesi 1930’ları buluyor.
1917 yılında Amerikan savaş endüstrisi
kadınlara “korse almayın” demeye başlar
çünkü korsenin yapımında çok miktarda
metal tüketilmektedir. Korse kullanmak
yerine sütyen almaya başlarlar ve sütyen
bu noktada moda olur. Türkiye’ye ise 1964
yılında Avrupa’da çalışanlar tarafından
getirilmiştir. İthalatı yasak olduğundan
kaçak getirip satılmıştır.
1968’de Gossard’ın ‘Wonderbra’
kampanyasıyla sunduğu yeni sütyenler
bugünkü sütyen formlarını yaratır.
90’lardan sonra silikon destekli yeni
tasarımlar kadınların aradıkları dolgun
görünümü rahatça sağladıkları için
çok tercih edilir olur. Değişen güzellik
standartlarına göre evrilen sütyen tasarımı
bugün moda tasarımı içinde önemli bir alan
oluşturur.
Yüksek topuk kölelik mi ?
Kadın ayakkabısı denilince akla hemen
yüksek topuklar gelir. Tarihsel olarak
bakıldığında topuklu ayakkabı bugün
taşıdığı anlamdan biraz uzakta. Uzak
doğu ve Mısır kültüründe topuklu
ayakkabı kadınların hareket kabiliyetinin
kısıtlanması anlamına gelir. Örneğin
Çin’de ayak bağlama adı verilen bir
çeşit gelişimi engelleyici müdahale ile
kadınların başkalarının yardımı olmadan
yürüyememesine neden olan uygulamaların
yapıldığı bir gelenek yüz yıllarca devam
etmiştir. Bazı kaynaklarda ise kadın
kölelerin kaçmasına engel olacak topuklu
ayakkabılar kullanıldığı anlatılır. Bugün ise
topuklu ayakkabı kadının moda havuzundan
özgürce seçebildiği parçalardan biridir.
Topuklu ayakkabılar Viktoryen dönemde
tıpkı korse gibi popülerliği artmış ve
idealize edilmiş güzelliği pekiştiren bir
aksesuara dönüşmüştür. 1850’lerden
1950’lere kadar, topuklar 5 santimetrenin
altında ve civarında ölçülendirilirken;
1950’lerde kadınlar, Marilyn Monroe ve
onun son derece seksi tarzını destekleyen
stiletto(iğne topuklar)la tanışır.
Kadın için özel otomobil
Bazen bu tür tasarımların cinsiyetçi mi
yoksa sadece iyi niyetli mi olduğunu
anlamak güç oluyor. Japon otomobil
MART/2013
07
İOLARAK CİNSİYET
üreticisi Honda yalnızca kadınlar için
tasarladığı yeni modelini 2012 sonunda
tanıttı. Şimdilik sadece Japonya’da satışa
sürülen aracın UV korumalı camları,
aracı kullanan kişinin cildinin kırışmasını
engelleyen havalandırma sistemi ile
kadınların aklını çelebilmesi mümkün.
‘Honda Fit She’ olarak adlandırılan aracın
kahverengi ve beyaz olarak da üretilmesi
planlanmış.
Şehir için kadın rehberi
Bundan birkaç yıl önce Superpool mimarlık
ofisi Diyarbakır şehri için bir rehber
hazırladı. Rehberin diğer kent rehberlerinden
farkı kadının kente adapte olmasının
sağlanması üzerine odaklanmasıydı. Kronik
yoksulluk, aile içi şiddet gibi sorunlar nedeni
ile kentleşme deneyimi özellikle kadınlar
için, travmatik bir şekilde sonuçlanmıştı.
Kadın rehberi ile bu travma sonucu oluşan
kadınların kamusal alandan kopması
durumuna başka bir bakış getirmiş yerel
yönetim tarafından desteklenmesi ile bu etki
bir adım ileri taşınmış.
Şeytanın cisimlenmiş hali
Kadınlar için tasarlanan pek çok ürün
gibi daha güzel olmanın, daha doğrusu
belirlenen standartlar çerçevesinde daha
güzel olmanın bir aracı. Tarihsel süreçte yine
pek çok dönemde çeşitli doğal malzemeler
kullanılarak daha canlı dudaklar, daha
gizemli gözler ve daha sağlıklı al yanaklara
ulaşılmaya çalışılmışsa da bugün kozmetiğin
geldiği nokta sadece çekici olmak değil
farklı olmak üzerine kurgulanmış vaziyette.
İslam’ın Altın Çağı’nda Arap Endülüs
kozmetikçisi Abu al-Qasim al-Zahrawi, katı
rujları buldu. Ortaçağ Avrupası’nda ise, ruj
kilise tarafından yasaklandı ve “şeytanın
cisimlenmiş hali” olarak düşünüldü, pek
çok kaynağa göre bu dönemde makyaj
malzemelerini fahişelerin kullanması
uygundu. 18. yüzyılda ruj erkekler arasında
da yaygınlaştı ve Fransız mahkemelerinde
yüzlerini öne çıkarmak isteyen görevliler
dudaklarını boyar hale geldi. Bugün medikal
cilt bakım ürünlerinin uzantısı olarak
özellikle kadınlar makyaj malzemesi kullansa
da kozmetik tutkusu erkeklere de sıçramış
durumda.
Feministlere rağmen...
İlk olarak 1986 yılında İsrail ‘de Hagoshrim
adlı kibutzda tasarlanan, Mepro tarafından
üretilen özgün Epilady idi. Temel çalışma
prensibi birçok cımbızın elektrikli makine
haline getirilmesi olarak tarif edilebilir.
Sürekli olarak yenilenen tasarımlar kolay
taşınabilirlik, acının azaltılması ve kalıcılığın
arttırılmasına yönelik değişiklikler taşıyor.
Feminist hareketin şiddetle karşı çıktığı
vücut kıllarına müdahale işlemi tıpkı diğer
güzelleşme müdahaleleri gibi tüm dünyada
yaygın olarak yapılmakta.
Kadın gibi hissetmek
için 7 ihtiyaç
Amsterdam temelli Atölye Ted Noten, Dior
001 adlı silah tasarladı. Bu silah “kadının
erkeğin gözünde kadın gibi hissetmesi için 7
ihtiyaç” başlıklı bir serinin parçası. Güzellik
silahı, antik saç tokası, dudak parlatıcı, ilaç,
gizli bilgileri içeren bir taşınabilir bellek
(usb) ve 100 gr’lık gümüş tabletini içeriyor.
Serinin diğer ürünleri güneş gözlüğü, şal ve
daha pek çok günlük eşyayı taşıyor. 18 ayar
altın detaylar içeren ve plastikten yapılmış
bu silah kadın olmak ile ilgili söyledikleri
ile dikkat çeken bir sergide yer alıyor.
Koleksiyon cinsiyetçi öğeleri bir araya
getiren ve cinsiyetçi yaklaşımlara bu yol baş
kaldıran bir yaklaşımı benimsemiş.
08
Gözde Severoğlu
[email protected]
EDIDA’NIN EN İYİLERİ
13 kategoride verilen EDIDA Tasarım Ödülleri sahiplerini buldu. Defne Koz yılın
tasarımcısı, Sami Savatlı ise yılın genç tasarımcısı seçildi. Geriye kalan ödül
sahipleri arasında ise adını yeni duymaya başladığımız isimler ile beraber ödül
almaktan yorulmuş tasarımcılar var.
Elle Decoration dergisinin yayınlandığı 26
ülkedeki editörlerinin seçimleri ile her sene
13 farklı kategoride verilen Uluslararası
EDIDA Tasarım Ödülleri’nin Türkiye ayağında
ödüller sahiplerini buldu.
kavramını ‘Piculet’ markası ile yastıklara
ve çantalara yansıttı. Marka, ipekten
kadifeye, satenden goblene uzanan yastık
koleksiyonundan ‘Britpop’, ‘Grafitti’, ‘Nar’,
‘Venice’ ve ‘Blue Print’ serileriyle Kumaş
Kategorisi›nde yılın en iyisi olmayı hak ediyor.
Koleksiyon Mobilya için tasarladığı ‘Partita’
yatak tasarımı ile Faruk Malhan, Yatak Odası
Kategorisi’nin kazananı oldu. Hafiflik teması
üzerine hazırlanan Partita yatak, geniş sırt
modülü ve çarpraz ayakları ile markanın
modernist çizgisine başarılı bir örnek
olduğunu gösteriyor.
aydınlatma kategorisinin kazananı oldu.
Birbirinden farklı ölçülerdeki küplerin
rastgele birleştirilmesi gibi algılansa da oran,
orantı ve kompozisyonun kaotik biçimde
vücuda gelişine önemli bir örnek olmayı
sürdürüyor.
Banyo kategorisi ödül sahibi ise Bien
Seramik adına hazırladığı ‘Lotus’ vitrifiye
koleksiyonu ile tasarımcı Tolga Berkay.
Tasarımcı koleksiyonunda Lotus çiçeğinden
ilham aldığını ifade ediyor.
Atilla Kuzu’nun Intema ile kurduğu
işbirliğinin meyveleri yeni bir ödül olarak
karşımıza çıkıyor. Günümüz trendlerinin
nabzını tutarak, farklı mekanlara rahatlıkla
uyum sağlayacak bu mutfak tasarımı, diğer
serilerden farklı olarak, yumuşak formu ve üç
boyutta belirginleşen dönüşleri ile geçmişi ve
geleceği harmanlıyor.
Oturma grubunda ödül Sezgin Aksu ve
Silvia Suardi›nin. De Padova markası için
tasarladıkları ‘Yuva’, çelik konstrüksiyon
üzerine oturma, sırt ve kol minderlerinden
oluşuyor. Görüntüsüyle bile insana rahatlık,
konfor ve keyif duygusunu aktarmayı
başarıyor.
Derin Sarıyer imzası taşıyan ‘Nas’ sehpa,
tek bir formda ama farklı boyutlarda
üç ünitenin mimari bir bakış açısıyla
birleşiminden oluşuyor. Evin farklı
Doğal taş fırsatı
köşelerine yerleştirilebildiği gibi bir arada
kullanılabiliyor. Farklı malzemelerle
kaplanabilmesi setin kolaylıkla yeni bir
biçime dönüşmesine fırsat veriyor.
Melodi Bozkurt ve Erin Türkoğlu
tasarladıkları ‘Lumi’ masa ve sehpa takımı ile
dış mekan mobilyası kategorisinde ödülün
sahibi oldu. Demir ile çimentonun bir arada
kullanıldığı, aydınlatma sistemi sayesinde
etkileyici bir görüntü elde edilen bu
mobilya, bulunduğu mekana formu ile uyum
sağlamayı başarıyor.
Cüneyt Ara, Ender Yolcu ve Erdem Keskin
yani Paratoner Tasarım, ‘Rubic’ ile
Dizilişleri, dokuları, formları ile birbirini
tamamlayan iki ayrı seriden oluşan ‘Stone
and More’ koleksiyonu ile Şule Koç, doğal
taşı günümüz kullanıcısıyla yeniden
buluşturuyor. Doğal taşın doku çeşitliliğinden
yararlanan Kaleseramik’in bu koleksiyonu,
yeni form ve kullanım senaryoları ortaya
koyuyor.
Koray Özgen, İstanbul Tasarım Bienali
kapsamında sergilenen, Dhoku markası için
tasarladığı ‘Tuluat’ el halısı, Zemin Kaplama
kategorisinde tasarımcıya ödül kazandırdı.
Tasarımcı-dokumacı arasındaki iletişim
sürecini değiştirmenin amaçlandığı bu
çalışmada, sonuç kadar süreç de ilham verici.
Döşemelik ve perdelik kumaş sektöründe
vizyoner bir marka olan Persan, Desenmania
Yılın Genç Tasarımcısı ise Sami Savatlı.
‘Missori’ puf, ‘Klaus’ kitaplık, ‘Aris’ sandalye,
‘Deco’ sehpa, ‘Zero’ ve ‘Avalon’ aydınlatma
tasarımları, gelecek vaat eden tasarımcı
olarak seçilmesinde etkili olmuşa benziyor.
2009 yılından bu yana tasarımlarında
moda, mimari ve endüstriyel tasarımı
harmanlamayı seçiyor.
Üretken yılın ardından...
Yılın tasarımcısı uluslararası arenada
bilinirliği yüksek, bu sene de farklı
kategorilerde yepyeni ürünlere imza atmış
Defne Koz oldu. 1400 Mitterteich için
tasarladığı ‘Ala, Onda ve Plano Gourme
Collection’, ‘Delta Gonna’ kanepe ve ‘Aura’
sistemi, Derin›in koleksiyonları içinde
yer alan ‘Ini’ sehpa ve ‘Spessore’ yemek
masası ve bunlarla beraber ‘Megaron Little
Red Riding Hood’ sehpa tasarımları ile
tasarımcının 2012 yılını oldukça üretken
geçirdiğini gösteriyor. Bu üretkenlikle
de yılın tasarımcısı seçilmemesi için bir
engel kalmıyor. Ek olarak Gaia&Gino için
tasarladığı ‘Cut’ vazolar ile Koz, bu yıl
masaüstü aksesuarı kategorisinde de ödülün
sahibi oluyor. Tasarımcı, 26 editörün de
bulunduğu bir jüri karşısına çıkarak büyük
oylamaya katılacak. Sonuç ise Nisan ayında
Milano Tasarım Haftası’nda duyurulacak.
Sonuç merak konusu.
MART/2013
09
Dilek Himam
[email protected]
MODA ENDÜSTRİSİNDE
KOZMETİK ALANLAR
“Süslenme, bedenin güzelleştirilerek temizlenmesi” anlamına
gelen kozmetik, bugün dev moda markalarının sermayelerinin
çok önemli bir bölümünü sağladığı alan. Ve bu alanının içinde
her disiplinden tasarımcı için büyük bir potansiyel var!
19. Yüzyıldan itibaren tasarımcıların
çoğu kozmetik ürünlerini kendi elbise
koleksiyonlarının birer parçası olarak
düşünmüş, parfüm ve birçok makyaj
malzemesi tasarımları da üretmişlerdi. Paul
Poiret’in Les Parfums de Rosine’i bilinen
ilk tasarımcı parfümlerinden biriyken
Mademoiselle Chanel, Christian Dior, Jean
Lanvin, Madeleine Vionnet, Charles Frederick
Worth, Jean Patou, Elsa Schiaparelli’nin
tasarladığı parfüm ve kozmetik ürünleri
hem şişe tasarımları hem de kokuları ile iz
bırakmış isimlerden oldular.
Köken olarak “cosmos” sözcüğünden
türeyerek “süslenme, bedenin
güzelleştirilerek temizlenmesi” gibi
anlamlara da gelen kozmetik, bugün dev
moda markalarının sermayelerinin çok
önemli bir bölümünü sağladığı alan. Bu
alanının ardında ürün tasarımcıları, moda
fotoğrafçıları, grafik tasarımcıları, modellik
ajansları ve prodüksiyon şirketlerinden
oluşan kocaman bir dünya var.
Kozmetik malzemeleri kolay saklanma,
taşıma gerekliliği ve sürekli kullanılabilir
olma özelliklerinden dolayı zarif tasarım
detaylarından ziyade ciddi bir teknik bilgi ve
donanım gerektiriyor. Bu anlamda kozmetik
kutu ve kapaklarında yeni malzeme ve teknik
arayışları söz konusu oluyor. Tasarımcılar
bunun için farklı sektörlerden de ilham
alıyorlar. Örneğin otomotiv... Otomotiv
sektöründe kullanılan bazı malzemelerin,
kozmetik paketlerinde ve şişelerinde metal
kullanımının sakıncalarını ortadan kaldırdığı
ve kazandırdıkları metalik görüntülerin
tasarımcılara önemli bir özgürlük sağladığı
bilinenler arasında.
Özellikle moda sektörü için pek değerli
olan kozmetik ürünleri, küçük ama izleri
detaylarda saklı bir tasarım değerine
sahipler. Bu küçük ama nadide nesneleri
tasarlayan ürün tasarımcıları da aslında birer
gizli kahraman. Bu kahramanlardan bazıları
Thierry de Baschmakoff, Serge Manseau,
Rene Lalique için 1911 yılında çalışmış Art
Nouveau tasarımları ile bilinen Edouard
Fornells gibi önemli isimler. Fornells’in
1925 yılında Dekoratif Sanatlar Sergisi’nde
sergilenmiş eserleri bugün koleksiyoncuların
göz bebeği ve müzayedelerde yüksek
fiyatlara satılıyor. Özellikle parfüm
sektörünün son yıllarda yetiştirdiği en
önemli isimlerinden biri ise Pierre Dinand.
Moda tasarımı tarihinin en ikonik şişeleri
onun elinden çıkmış ve hala da üretmeye
devam ediyor. Aslında mimarlık eğitimi alan
tasarımcıyı diğerlerinden ayıran özelliği
kullandığı yenilikçi malzemeler, küçük
ölçekli tasarımlarındaki mimari kusursuzluk
ve ürünlerindeki ince tasarım detayları.
Tasarımcının kozmetik sektöründeki kutu ve
şişe tasarımları için bulduğu veya deneysel
olarak ortaya çıkarttığı malzemeler de olmuş.
Bunlardan birisi 1980’lerde golf oynarken
kırılan golf topunun içinden çıkan bir
malzeme. Dolgu malzemesi olarak kullanılan
bu madde Dinand’ın birçok tasarımında
kullanılmış. Bir tür buzlu cam efekti veren
malzemenin bıraktığı etki tasarımcının
birçok şişesinde var. Calvin Klein için yaptığı
minimalist şişe tasarımı ile Obsession, bu
malzemeden üretilmiş. İlk parfüm şişesi
tasarımını 1956 yılında Madame Rochas için
yapan tasarımcının mimari geçmişi, grafik
tasarımı gücü ile de birleşince moda tasarımı
sektörü için mucizeler yaratmış. Bugün
Pierre Balmain, Pierre Cardin, Christian Dior,
Yves Saint Laurent onun müşterileri arasında
ve beklemediği biçimde kozmetik malzemesi
tasarımı talebi aldığını söylüyor. Dinand’ın
tasarım tarihindeki en önemli tasarımları
arasında bilinen örnekler Dior için yaptığı
Eau Sauvage, Yves Saint Laurent’in Opium’u,
Moschino’nun Cheap and Chic parfümü.
Dinand, Türkiye bağlantılı pek çok projede
de çalışmış.
Kozmetik ürün tasarımını özgün kılan şey,
küçük tasarım objeleri olmalarına rağmen
ticari başarısının ve beğenilerin diğer
ürünlere oranla daha fazla olması olarak
özetlenebilir. Son yıllarda bu ürünlerin
endüstriyel olarak üretimini zorlayan konu,
orijinal olarak elde yapılan kutu, kapak
ve şişe tasarımlarını seri olarak üretmek
oluyor. Bu yüzden bazı kozmetik ürünlerinin
kutuları da elde tasarlanarak sınırlı sayıda
üretiliyor. Karim Rashid’in tasarımı olan
Hugo markasının erkek parfüm şişesi gibi
tamamen el yapımı olan parfümler de
sınırlı sayıda üretilerek bir arzu nesnesine
dönüşüyor.
Artık bedenin güzelleştirilmesi ve adeta
ölümsüzleştirilmesinin amaçlandığı bir
dünyada yaşamak tasarımcıların daha
kalıcı sonuçlar almayı istediği ürünleri
tasarlamasını da zorunlu kılıyor. Burada
dikkat edilmesi gereken, bu ideale
ulaşmak için insan sağlığına ve çevreye
zarar vermeyen ürünler kullanmaya ve
tasarlamaya özen göstermek. Pierre Dinand
bugün kozmetik sektöründe yaratıcılığın
öldüğüne işaret ederken “c’est la mort”
dese de, kozmetik sektörü sürekli birbirine
benzer ya da taklit tasarımlarla dolup
taşsa da, kusursuz bir fiziğe ulaşma
arzusu feministleri kızdırsa da güzellik
endüstrisinin duracağı yok.
10
Barış Gün Şahin
[email protected]
BİSİKLETİN İKİLEMİ
Bazı kültürlerde bir yaşam biçimi, kimindeyse yalnızca trafikten kurtulmak için
bir araç: Bisiklet. Son dönemde Türkiye de bisikletlenme hareketinde... Kalabalık
caddelerde bisiklet yolları ayrılıyor, Akıllı Bisiklet uygulamaları ortaya çıkıyor.
“Mesela bisikletinize binmiş gidiyorsunuz.
Karşıdan tanımadığınız birisi de aracı ile
geliyor. Bir boru sesi ya da çıngırağın uzun
bir ahengi ile onu selamlamak mecburiyetini
hissedersiniz. Bazen selam ile kalmayıp çark
ederek ya da manevra yaparak, beraberce
yola devam edersiniz. Bu suretle sohbet edip
ahbap olursunuz. Yahut her ikiniz de inerek
‘nereden teşrif?’, ‘Siz ne cihete yahu?’ gibi
kelimelerle konuştuktan sonra, makinelerinize
binersiniz.” Ahmed Tevfik tarafından, 1900’lü
yıllarda yazılan ilk bisiklet seyahatnamesinde
de bahsedildiği üzere bisiklet bir “sosyalleşme
aracı” olarak görülmeli ve keyfini çıkarmalı.
Amsterdam’da günlük rutin; sabah bisiklet,
akşam bisiklet, karda bisiklet, yağmurda
bisiklet, iki kişilik bisiklet, üç çocuklu
bisiklet, pazarda bisiklet, parkta bisiklet
olarak sıralanabilir. Bir yerden bire yere
gitmenin en hızlı, pratik ve ucuz yolu olması
ve şehrin neredeyse düz olması nedeniyle,
Amsterdam’da bisiklete binmek oldukça
mantıklı. Şehir içinde kesin kurallarla
ayrılmış yaya-bisiklet-araba-toplu taşıma
sisteminin işleyişi de oldukça basit; şeritleri
takip et, yön değiştirirken işaret ver, ışıklarda
dur. Burada, topuklu ayakkabı, mini etekle ya
da takım elbiseli olup da bisikletle binmemek
ya da işten çıkıp sergi açılışına ya da partiye
gitmemek garip kaçıyor.
Türk girişimcinin başarısı:
De Fietsfabriek
İlk kez, 1999 yılında tır şoförü olarak
1924 Olimpiyatları’na katılmak üzere
Paris’e giden takımın, olimpiyatlara
katılacak bisiklet bulamadıkları belirtiyor.
Hollanda’ya giden Yalçın Cihangir, 28
yaşında üçüncü kez gittiği Hollanda‘yı çok
beğenip Amsterdam’a yerleşme kararı
almış. Bir süre bulaşıkçılık yaparak geçimini
sağlamaya çalışmış, bir gün iş yerindeki
aşçının bozulan bisikletini onarmasıyla
hayatı değişmiş. O günden sonar bisiklet
tamiri işine başlayan Cihangir, zaman içinde
bisiklet üretmeye başlamış ve 2002 yılında
De Fietsfabriek (Bisiklet Fabrikası) markasını
çıkarmış. Özellikle, taşıma aracı olarak
kullanılan tipik Hollanda bisikleti ‘bakfiets’
tasarımıyla popüleritesi artmış ve neredeyse
şehrin yarısından fazlası bu marka bisikleti
kullanmaya başlamış.
yönelik farklı pek çok konuyu ele alır.
Sergide, Amsterdam’ın alt yapısı, mimarisi,
kölelik, uyuşturucu gibi konuların yanı sıra
bisikletin tarihçesi de karşımıza gelir ve
müzede artık bisiklet şehir tarihinin bir
parçası olarak sunulur.
Kent kimliğinin parçası
Bisiklet, Osmanlı İmparatorluğu’na 19.
yüzyılda levantenler tarafından getirilmiş.
Başlarda sadece posta teşkilatı, polis
teşkilatı ve orduda kullanılmış. 1923’te
Bisiklet Federasyonu ve hemen ardından
Milli Takım kurulmuş. Kaynaklar, ilk defa
Amsterdam Müzesi (eski adıyla Amsterdam
Tarih Müzesi), büyük bir sergi tasarımı
hazırlığı sonrası açtığı Amsterdam DNA
isimli müze bölümüyle, şehrin tarihine
Ayrıca, De Fietsfabriek, Amsterdam
Müzesi’nin Hollanda-Türkiye 400. yıl
etkinlikleri dahilinde düzenlediği etkinlikte,
Türk dükkanlarında sergilenecek posterlerin
dağıtımı aşamasında ulaşımda müzeye
destek verir.
Türkiye’de bisiklet
Eski zaman bir yana, günümüzde artık
çeşitli şehirlerde bisiklet kullanımını
destekleyici ve modern uygulamalar
başladı. Seferihisar’da ‘Slow City’
çalışmaları dahilinde bisiklet yolları
oluşturulması ve bisiklet kullanımının
arttırılmasına yönelik çalışmalar buna
bir örnek. Ayrıca, Kütahya’nın Simav
ilçesine bağlı Çitgöl beldesinde de bisiklet
kullanımı oldukça yüksek. İzmir’li bisiklet
firması Bisan’ın beldeye bisiklet park yerleri
yaptırmak ve başarılı öğrencilere bisiklet
hediye ederek destek vermek istediği
kulaktan kulağa dolaşıyor.
Kasım 2012’de, ‘Kadıköy-Kartal’ sahil
yolunda başlatılan “Akıllı Bisiklet”
uygulaması da İstanbul’un bir kısım
şanslıları için güzel bir haber oldu.
Yetkililer, güzergah üzerindeki
istasyonlardan kiralanan bisikletlerin
yine güzergah üzerindeki istasyonlara
teslim edilmesi sistemiyle, bisiklet taşıma
zorunluluğunu ortadan kaldırdığının
dikkatini çekiyor.
Güzel tasarımlı işlevsel bisikletler ya da
binilmek üzere alınan, elden geçirilen,
süslenen bisikletler bir yana dursun, insan
kalabalığından algılanamayan bisiklet
yollarının önünü nasıl açacağız dersiniz?
MART/2013
11
Bike İbrahimoğlu
[email protected]
Önümüzdeki 1,5 yıl boyunca moda ve
tasarıma yön verecek Première Vision’ın
fısıldadığı kumaş trendleri, geçtiğimiz ay
gerçekleşen Maison&Objet fuarının ana
teması ‘doğa, doğa, doğa’yı destekler
nitelikte. Première Vision 2014 yazı
için öngördüğü trendleri üç ana grupta
topluyor.
Malzemede yoğunluk
Sezon yaz olsa da, artık kumaşlar hafiflik
ve dökümlülüklerini korumak koşuluyla
daha yoğun, dokuması sık ve zengin.
Kuproya eklenen keten doğallık ve kumaş
yoğunluğunu arttırıyor. Süper yoğun
ve hafif streç poplin, astarsız ceketler,
mükemmel kalıplı pantalonlar, ultra
yapılandırılmış etekler için ideal.
PREMİÈRE
VİSİON NOTLARI
Moda dünyasının göz bebeği Première
Vision 2014 yazı için öngörülen kumaş
trendlerini 3 ana başlık altında topladı.
Tonlama ise tamamen mineral. İlham
kaynakları bitki çiçek dışı doğa yani toprak,
taş, toz, mermer, çamurlu bataklık ve hatta
bildiğimiz kuru asfalt. Mermer görünümlü
kumaşlarda, doğal damar havasını
verebilmek için pigmentler ipek üzerine
elle uygulanıyor. Gerçek taş ve çakıllar
öğütülüp, karışımından oluşan plastikle
doğal görünümlü düğme, kolye, fermuar
gibi detaylar üretiliyor.
Şehvetli dönüşüm
Bu trend ilhamını mutasyonlardan ve
Première Vision’un uzun zamandır taşıdığı
bu trend dikkatimizi, giysileri hafif bir
mimari yapı gibi algılamaya yönlendiriyor.
Kumaşlardaki boşluk, örneğin havayla
dolu jakarlar, gofre,pike ya da petekli 3D
kabartmalarda kendini gösteriyor. Yarı
saydam etaminler, pürüzsüz bir uygulama
için çok uygun. Kuru ama dökümlü polyester
krepler, akışkan viskozlar, yıkandıkça
yıkanmış ipek ve kuprolar, stretch ve bistreç kumaşlar , hiç bu kadar şık görülmemiş
sentetikler, hep kumaşlardaki strüktür ve
yapı arayışının uygulamaları.
Première Vision’da ön plana çıkan diğer
konular ise, pamuk, pamuk/viskoz, ya da
pamuk ipek kaşmir (kışın soğuğa karşı
koruduğu gibi, yazın sıcağa karşı kalkan
görevi yapan) karışımı yaz örmelerinin
standard tişörtlere daha bireysel ve daha
şık bir alternatif oluşturması.
Yoğun, örgü,doku, gren ve düzensizliklerin
görünür olması, dev ölçekli trikoların, sepet
örgülerin de ön plana çıkması anlamına
geliyor. Klişelerden arınmış, biraz primitif,
biraz modern-etnik tasarımlar, rafya, tüvit,
keten gibi kumaşların kullanımıyla kaba bir
lüks yakalıyor.
Okyanusun derinlikleri ise ipekliler, işleme
ve dantelli fantezi kumaşları etkiliyor.
Satenler yağlı havasında, gipürler yosunları
ve deniz yıldızlarını çağrıştırıyor, danteller
ise denizkızı elbiseleri yaratmak üzere ince
ve akışkan.
Enerjik inşa
hibrit yapılardan alıyor. Spor ve şaşalı,
sentetik ve naturel, birbirine zıt ve çift
taraflı kumaşlar, dokununca garip bir
etki yaratan yüzeyler, jel doku , sıvı,
kauçuk gibi değişik kıvamlar bu gruptaki
kumaşların özellikleri. Taze ve modern
havayı, (örneğin ultra uzun pamuk
liflerinden yapılsa da ipek dokunuşundaki
örme ve dokumalar) spor ve seksi elastik
kumaşlar yakalıyor. Elastan karışımı ise
keten ve viskoza plastik/kauçukvari bir
etki ekliyor.
Lake finisajlı kumaşlar, payetli baskılar,
metalplastik baskılı koton jarseler, metalize
jakarlar ise diğer örnekler.
Ayrıca, mayoların artık sahille sınırlı
kalmadığı şehir plajları da ön plana
çıkanlar arasında. Yemek arası denize
gidip tekrar işe dönebilme lüksüne sahip
Brezilya ya da Kaliforniya gibi yerlerden
etkilenen bu trende göre, plaj giysileri artık
şehirlere giriyor ve çok yönlülük kazanıyor.
İç çamaşırı tasarımlarını da ilham
kaynaklarına katınca dantel esinlemeli
mayolar, yalancı tığ işi ama gerçek gibi
gözüken stretch kumaşlar, poliamid örmeler
sezonun yeni malzemelerini oluşturuyor .
Poliamid- likra kumaşlara biçilen her bikini
deseni, görevine uygun malzeme seçilerek
polyester -viskoz elastan karışımlarında
elbise ve eteklere dönüşebiliyor. Burada
da kalmayıp bodysuit’ten kokteyl ceketine
kadar birçok giyeceğe uyarlanabiliyor.
Erkek mayo şortlar ise Oxford, kareli ya da
çizgili gömlekleri kopyalıyor.
Son olarak sezon iki, üç ya da çok renkli
çizgilerin yazı. En çok göze çarpan
kombinasyonlar, mor -beyaz, cam yeşilitransparant sarı, pembe-çim yeşili, sardunyagri, şarap kırmızı- kil , mermer- tebeşir
mavisi oluyor.
12
MART/2013
13
Emine Merdim Yılmaz
[email protected]
ARKİV SEÇKİLERİ 2012, YILIN NİTELİKLİ YAPILARINI BELİRLEDİ
Arkitera Mimarlık Merkezi’nin, Kalebodur sponsorluğunda Türkiye’deki mimarlık üretimini belgelemek amacıyla
gerçekleştirdiği 6. ARKİV Seçkileri’nin sonuçları belli oldu. Değerlendirmeyi, Çağla Akyürek Elmas, Ekin Çoban
Turhan, Tufan Arkayın, İpek Yada Akpınar ve Ömer Yılmaz’ın oluşturduğu seçici kurul yaptı. Ağırlıklı olarak konut
binalarının bulunduğu seçkide ofis binaları, oteller, eğitim, kültür yapıları, iç mekan düzenlemeleri yer alıyor.
İpera 25 İstanbul’un koruma altındaki
Galata semtinde on daireli bir apartman.
Ahmet Alataş’ın yaklaşık 1.000 m2
büyüklüğündeki yapı için hazırladığı
proje mevcut mimari dokuya saygılı,
altyapıyı, çevre şartlarını iklimi ve
güneş hareketlerini, bölgenin gelişen
yeni sosyo-ekonomik yapısını dikkate
alarak mimarinin bilinen problemlerine
günümüzün teknolojik imkanlarını
kullanarak yeni yanıtlar arama çabasını
sürdüren bir tasarım anlayışına sahip.
Asma Bahçeler Konut
Sitesi Tanıtım
ve Satış Ofisi,
M artı D Mimarlık
İzmir, Narlıdere’de, arazi eğimin %50
seviyelerine çıktığı bir alanda, alışılmış
çözümlerin dışında farklı bir yaklaşımla
hayata geçirilen bir projenin tanıtım ofisi
olarak planlanan yapı, bulunduğu çevre
ile yarattığı gerilim ile dikkat çekmek
üzere kurgulanmış. Gecekondu bölgesinin
dönüşümü ile karakter kazanan bölgede
konumlanan yapının inşaatı 20 gün gibi kısa
bir sürede tamamlanmış.
Özyeğin Üniversitesi Spor Merkezi,
Adana Semih Rüstem İş Merkezi,
Mimarlık Araştırmaları Stüdyosu
(MarS – Mimarlar)
Proje, kültür varlığı olarak tescilli iki villayı restore etmeyi ve gerideki geniş parselde yeni bir
kompleks inşa ederek tümünü tek bir kompozisyon çerçevesinde bütünleştirmeyi hedeflemiş.
Arkada, saydamlığı vurgulanan çok katlı iki yeni büro bloğu, öndeki küçük ölçekli villalara fon
teşkil ediyor. Camlı yüzeyler, birbirine eklemlenen yüksek blokların birisinde düşey kafesler,
diğerinde yatay güneş kırıcılar ile korunmuş. Dört yapının arasında gölgeli bir avlu mekanı yer
alıyor. Kış bahçesi türü küçük saydam pavyonlar, yüksek blokların eteğinde bu avluya açılıyor,
alçak ve yüksek kütleler arasında ölçek geçişleri kuruyor.
Radisson Blu Asia,
B-Design
Spor merkezi Özyeğin Üniversitesi Kampüsü içinde
oldukça eğimli bir arazi üzerinde konumlanıyor. Arazi
verileri kullanılarak kütle tasarımı eğime uygun bir
biçimde kademeli olarak yapılmış. Yapı programı içinde
bir adet çok amaçlı spor salonu, yarı olimpik havuz ve
fitness ile squash, pilates gibi stüdyolar yer alıyor. Daha
sonradan bu programa öğretim görevlilerinin çocukları
için bir de kreş ilave edilmiş.
Tekfen Bomonti
Apartmanları,
DB Mimarlık
Metex Design
Projenin oluşumunda, “iş oteli”
işlevi olduğu kadar, yapının
çevresiyle olan ilişkisi de büyük
ölçüde önemli bir etken olmuş.
Zemin seviyesi ve altında kalan
katlarda genel mekanlar, zeminin
üzerindekilerde ise otel odaları yer
alıyor. Bodrum katlardan 15. kata
kadar işlevler, otopark ve depolarla
başlayıp, sırasıyla, sağlık kulübü,
balo salonu, lobi-resepsiyon katı,
toplantı odaları ve otel odaları
olarak yerleştirilmiş.
Bomonti Apartmanları’nın
mimari felsefesi, uyumlu bir
değişim üzerine kurulmuş.
Sokak yaşantısıyla bütünleşmiş
olan az katlı binalar, semtin
varolan dokusuna ve geçmişten
gelen komşuluk yapısına
saygılı. Projenin mimarisini
Bomonti’nin yıllar içinde
şekillenmiş kent hizaları,
avluları, sokakları ve yaşam
alanları şekillendirdi. Az katlı
ve bir yapı olarak tasarlanan
projede ortak bir kullanım alanı
olarak avlu öne çıkıyor.
Kağıthane Ticaret Odası
İlköğretim Okulu,
Uygur Mimarlık
İstanbul’u muhtemel bir depreme hazırlayabilmek
amacıyla oluşturulan İstanbul Sismik Riskin
Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi (İSMEP)
projesi kapsamında yıkılıp yeniden yapılacak
okullardan 40 adedi Uygur Mimarlık tarafından
projelendirildi. Kâğıthane Ticaret Odası İlköğretim
Okulu, kırk okul içinden imalatı ilk tamamlanmış
olan.
Buyaka AVM,
Uras Dilekçi Mimarlık
Buyaka, içinde konut, alışveriş merkezi
ve ofis blokları ile birlikte tam bir yaşam
kompleksi. Buyaka, diğer karma projelerde
görülen tek yapı tasarımlarından farklılık
arz ediyor. Bünyesinde yer alan ofis,
rezidans ve alışveriş merkezi sinerjileri,
tek fonksiyonlu mimari yapıdan
uzaklaştırılarak, farklı bir fonksiyon
kurgusu üzerinde şekillendiriliyor.
Yalıkavak Palmarina,
Emre Arolat Architects
Sahibinden.com,
Erginoğlu Çalışlar Mimarlık
sahibinden.com projesi Bostancı’daki bir binanın
2 ayrı katında toplam 5.000 metrekarede
gerçekleştirilmiş bir ofis düzenlemesi. Teknoloji
şirketinin ruhuna ve kurumsal duruşuna uygun
olarak tasarlanan sahibinden.com ofisi, çalışan
verimliliğini ve bütünsel konforunu arttıracak
çözümler düşünülerek ele alınmış. Projede
sadece çalışılan değil sosyal aktivitesi de olan
bir çalışma alanı yaratmak öncelikli olmuş.
Bu doğrultuda çalışanların iş dışında da vakit
geçirebilecekleri farklı işlevler için mekanlar
ayrılmış ve ayrıca şirketin uzun vadedeki
büyüme öngörüsü incelenerek gerekli ofis
kapasitesi sağlanmış.
Bodrum’da bulunan Yalıkavak Palmarina, geniş ve
huzurlu yeşil alanları, iklime özgü mimarisiyle marina
hizmeti sunuyor. Ender Mavi Bayraklı marinalardan
birisi olan Yalıkavak Palmarina, aynı zamanda Bodrum
Yarımadası’nın en donanımlı teknik olanaklarına sahip
bir çekek alanı. Dağ ve deniz manzaralı amfi tiyatrosu
ise sıcak yaz günlerinde, müzik, dans, sergi ve konser
mekanı olarak kullanılıyor.
Projelerin tamamını www.arkiv.com.tr/secki
adresinden inceleyebilirsiniz.
Arkiv Seçkileri 2012’de yer alan bu projeler ayrıca,
Kalebodur sponsorluğunda düzenlenecek bir sergiyle
10-11 Nisan 2013’te gerçekleştirilecek olan ArkiPARC
2013 kapsamında yer alacak.
14
Beste Sabır
[email protected]
YEREL DÖNÜŞÜM ZAMANI
Küresel kentler ağına her geçen gün bir yenisi -diğerlerine benzer hale gelerekeklemlenirken, düşünmeden edemiyoruz: Bunun kırıldığı bir nokta ve bu kırılımı
yaratacak bir güç olmalı!
Yıldız mimarların, yerden kopuk ama parlak
yapıları her büyük kentin olmazsa olmazı
haline gelirken umut verici örnekler, kırılma
noktasının aslında çoktan, ta derinden
yerleşmeye başladığının işaretini veriyor.
Mass Design Group’un Ruanda’da yerel
işgücü ve malzemelerle gerçekleştirdiği
hastane ve sosyal konut projesi, mimari
vizyonun aslında yaşamlarımızı ne kadar da
kökten değiştirebileceğini kanıtlıyor. Proje
sağlık sistemine yeni bir öneri getirirken,
yaşayan halkın katılımıyla mimari üretime
dair bir bilinç yaratıyor. Bu deneyim halkın
aynı zamanda yarattıkları ürünü ve bir diğer
yandan çevreyi sahiplenmelerini de sağlıyor.
Yerellik, ekonomi ve yaratıcılık kelimelerinin
bir araya gelmesiyle ortaya yeni bir vizyon
koyan projenin uygulayıcıları, aynı zamanda
karar vericileri. Bu tamamıyla bir dönüşüm
metodu olabilir mi, tartışılıp üzerine inşa
edilmesi gereken birçok konu var ama ivedilik
isteyen durumlar ya da sosyal konutlar için
sıkı bir çözüme götüren yolun başlangıcı
olabilir! Eğitimleri boyunca mimarlar,
tasarımcılar mimarinin insan yaşamını
değiştirebildiği fikriyle yoğruluyorlar. İnsan
ölçeği geçiyor her tartışmanın içinde. Ve
iyi tasarlanmış binaların büyük deneyimler
yaşatan binalar olduğu düşünülüyor her
daim. Fakat estetik yargıları bir kenara
bıraktığımızda elimizde kalan şey insanlara
nasıl ve ne katıyor? Yıldız mimarlar tarafından
parlak malzemelerle, iyi(!) tasarlanmış binalar,
bir bölgeye saygınlık katabiliyor pek tabi. Ama
inşa etmenin kendisi, süreci, içine yaşayanları
dahil etmesi, karar sürecinde onların da
olması dönüşüm için çok önemli bir etki.
Bir diğer önemli örnek ise, lokal malzeme
ve işgücüne bağlılıklarıyla bilinen Kéré
Mimarlığın Gando, Burkina Faso’da devam
eden kütüphane projesi. Yerel işgücünün,
gelişmemiş ülkelerde yok-sun-luktan dolayı
ortaya çıkan, ihtiyaçtan doğan sosyal tasarım
ve paralelindeki yerelliğin doğal bir ihtiyaç
olarak kullanımı, gelişmekte olan ve gelişmiş
ülkelerde karşılığını nasıl bulabilir?
Geçtiğimiz günlerde ilk toplu konut
projelerinden Ankara Kızılay’daki Saraçoğlu
Mahallesi için kentsel dönüşüm kararı
alındı. En önemli SİT alanlarından biri
olan mahallenin afet riski taşıyan bölge
ilan edilmesi ise tabii ki SİT korumasını
kaldırarak “yaratıcı!” kentsel dönüşüm
modellerine kapılarını aralıyor. Bu bir
gerçek: Her yer kentsel dönüşümle
turizme kazandırılamaz! Ya da bölgenin ve
yaşayanların ihtiyaçlarından soyutlanarak
beton yığınlarıyla donatılırken bunun
adı ‘dönüşüm’ olamaz. Dönüşüm küçük
kararların, küçük vizyonların, ihale odaklı
adımların sonucu olamaz. Kentsel dönüşüm
odağına insanı ve refahı [sosyal refahı] alır.
Kentsel dönüşümün kalıp bir kutu şeklinde,
eritilmeden, farklı stratejilerle seyreltilip
deriştirilmeden, hap şeklinde yutulduğu,
tek bir kalıptan çıkmışçasına ortamdan,
yerden uzak olan üretim biçimleri aslında
doğru amaçlar için kullanıldığında bir çözüm
sunabiliyor. Kentsel dönüşüm içinde birçok
metot ve model barındırıyor. Katılıma açık
bir süreç. Tek elden yapılmak zorunda
değil. Yaşayanların katılımı, itirazı, tüm
bu sürecin içinde halkın hayal kurması,
tartışması ve üretmesi mümkün. Şimdilik
sadece belli gruplar tarafından denenen
yerel üretim ve yaşam biçimleri, belki de
kentsel dönüşümün başka aktör ve amaçlarla
kavrandığı durumlarda (modern bir dönüşüm
modeli olarak benimsediğimiz tek tip konut
üretim biçiminin ve sistematiğinin karşısında
duran bir alternatif olarak) yaratıcı bir süreç
olabilir? Evet bu mümkün. Kendi yaşamlarını
yerel halkın örmesi (bir gün) mümkün.
Kentsel nüfusun artışıyla yakın zamanda
birçok yeni kente ihtiyaç olacak. Belediyeler
yaratıcı modeller oluşturma konusunda
inzivaya çekilmiş bir tutum sergilerken özel
sektör de bu boşluğu doldurma amacıyla
bir adım öne çıkıyor. Özel sektörün gelişimi
yeni bir durum değil ama ölçek ve hırs
gittikçe artıyor -tek bir firmanın neredeyse
tüm uydu kenti inşa edişine şahit oluyoruz
günümüzde. Belirli mimari tipler de replika
şekilde her yere taşınıyor tabii –en ucuzu
ve kolayından. Bu problemin üstesinden
gelmek için yeni organizasyonel modellere,
ekonomik araçların icadına acilen-ivedilikle
ihtiyaç olduğu gibi, müşteri-yatırımcıgeliştirici-mimar-müteahhit-kullanıcı-inşa
edenin yerellik ve yerel işgücü paralelinde
temelden değişim geçirmesi, içindeki
akışların yönlerinin yeniden organize olması
gerekiyor. Belki bu şekilde dayanışmacı ve
demokratik bir kültürün gelişimi de olası
kılınabilir?
Bu anlamda, bir katılım ve sosyal dönüşüm
modeli yaratması açısından Metin Yeğin’in
2011 yılında Viranşehir’de halkla birlikte
kurgulayıp uyguladığı proje, heyecan
verici bir örnek olarak (olası) dönüşüm
modellerinin önünde duruyor. Yeğin’in
açıkladığı üzere, yaşayanlar kendi evlerini
yaparlarken aralarındaki ilişki de başka
yerde göremeyeceğiniz kadar demokratik
biçimde gelişiyor. Türkiye›de de 1970›li
yıllarda gecekondu mahalleleri benzer
biçimde yapılıyordu ama orada sonuç olarak
sadece barınma hakkı değil, rant değeri de
kazanıldı.
Yereli sonuna kadar kullanan bu tip
projelerin, üst üste katlanan ve birçok
katmandan oluşan vizyonunu teker teker
açmaya başladığımızda, belki bizim
de dönüşüm sürecinde kendimize pay
çıkarabileceğimiz başlıklar, konular,
deneyimler ortaya serilebilir.
MART/2013
15
Eray Çaylı
[email protected]
HASTANE VE OKULLAR
KENTLEŞİYOR!
Hastane ve okullar sadece bireyin kendini gerçekleştirmesini ya da daha kaliteli
ve uzun yaşamasını sağlamayı amaçlayan kurumlar değil, belli bir kâr marjını
da hedefleyen işletmeler haline geldikçe, tasarım kriterleri değişiyor.
2012 yılı boyunca, Türkiye’yi yönetenlerin
memleketin başlıca önem ve büyüklükteki
kentleriyle ilgili sahip olduğu türlü vizyona
‘çılgın proje’ başlığı altında tanıklık ettik.
Bu vizyonlardan birine ilişkin somut bir
gelişmeyse geçtiğimiz günlerde yaşandı ve
İstanbul’un kuzey kısmına kurulacak yeni
şehrin detayları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Mekânsal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali
Kahraman tarafından açıklandı. Kahraman’ın
açıklamasına bakılırsa söz konusu yeni şehrin
içinde yer alacak en önemli bileşenlerden
biri ‘Bio İstanbul’ adıyla anılan ve 2016’de
hizmete başlaması planlanan bir sağlık
kenti. İki yüz hektarlık bir alanda yer alacak
onu aşkın hastaneyle tıp fakültesi, spor
merkezi ve otelleri içermesi planlanan bu
sağlık kentindeki tesislerin “uzay mimarisini
aratmayacak şekilde” tasarlanacağı da gelen
haberler arasında.
“Uzay mimarisi” ifadesiyle ne gibi bir
tasarım yaklaşımı kastediliyor; bu ifade
kent çeperinde yer alacak Bio İstanbul
benzeri yerleşimlerin ‘uydu’ niteliğini ele
veren bir dil sürçmesi mi, bilinmez. Ama
son yıllarda toplumsal yaşama temel
teşkil eden hizmet alanlarında yaşanan
büyük değişimlerde tasarım ve mimarlık
dünyasının katalizör rolünü üstlendiği
açık. Söz konusu değişimler eğitim ve
sağlık gibi hizmetlerin büyük oranda
devlet tarafından ve düşük maliyetlerle
vatandaşlara sunulageldiği ülkelerde son
birkaç onyılda neoliberal politikaların hüküm
sürmeye başlamış olmasıyla yaşanıyor. Bu
politikalar doğrultusunda, hastane ve okullar
sadece bireyin kendini gerçekleştirmesini
ya da daha kaliteli ve uzun yaşamasını
sağlamayı amaçlayan kurumlar değil, aynı
zamanda belli bir kâr marjını da hedefleyen
işletmeler haline geliyor. Hal böyle olunca,
artık bu mekânların sadece eğitim ve sağlık
hizmetlerinin sağlandığı yerler olmaları
ticari amaçları karşılamaya yetmiyor. Hedef
kitlenin yapacağı tüm tüketim faaliyetlerini
örnek Londra’daki Pimlico Okulu’nun Pimlico
Akademisi’ne dönüştürüldüğü proje. Proje,
Londra İl Yerel İdaresi mimarlarından John
Bancroft tarafından tasarlanan ve 1969’da
yapımı tamamlanan Pimlico Okulu’nun,
Brutalizm akımının başkentteki önde gelen
örneklerinden sayılmasına rağmen, yeni
politikalar dâhilinde yetersiz görülmesi
sonucu 2009’da yıkılmasıyla başlıyor.
Eski okulu ‘atıl’, ‘soğuk’ ve ‘içe kapalı’ gibi
sıfatlarla değerlendiren otoriteler, yıktıkları
binanın yerine dışarıya da hizmet veren bir
kafeyle saat başı ücretlerle kiralanabilen
etkinlik salonlarını da içinde barındıran ve
özel sektörden bir girişimcinin himayesinde
yaptırılan Pimlico Akademisi’ni koyuyorlar.
fire vermeksizin kapsayan, şehir dışına
kurulacak bir ‘sağlık kenti’ fikri de böylece
gündeme geliyor. Elbette, kârlılık ön planda
olunca, bu mekânların kullanıcı—ya da bu
durumda müşteri—kitlesini genişletmek farz
oluyor. Zira bu yeni modelin örneğin sadece
ders saatleri içinde işleyecek ve geri kalan
zamanda kapalı kalacak okullara tahammülü
yok. Geçtiğimiz yıl imzalanan protokollerle
temelleri atılan ve Ankara’daki orta dereceli
okulların şehir dışına taşınmasını öngören
‘eğitim kent’ projesi de böyle bir modelin
ürün olması açısından İstanbul’daki ‘sağlık
kent’ ile benzerlikler taşıyor. Proje, dönemin
Ankara valisinin açıkladığı üzere, “yüzme
havuzları, alışveriş merkezleri, sağlık
üniteleri”ni de içeriyor. ‘Okul’ ve ‘hastane’
denildiğinde önceleri akla dahi gelmeyen,
ancak, benzer tesislerin hitap edeceği
kitlenin genişletilmesiyle gündeme gelen
yeni tasarım problemleri de işte böylece
ortaya çıkıyor.
Sağlık ve eğitim gibi temel hizmet
alanlarındaki değişikliklerin ve bu
değişikliklerden kaynaklanan yeni tasarım
problemlerinin ortaya çıktığı süreçlerin
gözlemlenebileceği bir diğer ülke de İngiltere.
Ülkede benzer bir sürecin somut etkileri, okul
binalarının iyileştirilmesini öngören Building
Schools for the Future (BSF—Gelecek için
Okullar İnşa Etmek) adıyla bir programın
2004’te yürürlüğe girmesiyle görülmeye
başlanıyor. Elbette çok geçmeden, söz konusu
‘iyileştirme’nin sadece fiziksel bir olguya
değil, aslında ülkeyi yönetenlerin eğitim
alanında gerçekleştirmek istedikleri kökten
dönüşümlere işaret ettiği gerçeği fark ediliyor.
Bu gerçeğe en somut mimari kanıtı teşkil eden
Elbette BSF kapsamında gerçekleştirilen her
projede, mimarlığın Pimlico’daki gibi siyasi
ve ekonomik amaçların aracı haline geldiği
söylenemez. Örneğin, Birmingham’da elden
geçirilerek geçenlerde tekrar hizmete giren
Four Dwellings İlkokulu’nun dRMM firması
tarafından yapılan yeni tasarımı, okulun esas
kullanıcı kitlesi olan öğrencilerin sorunlarının
çözümünü ön plana alan yaklaşımıyla dikkat
çekiyor. Bu yaklaşımın en iyi örneğiyse
genelde tasarımcıların göz ardı ettiği ancak
öğrencilerin gündelik deneyimlerinin belki
de en önemli parçası olan tuvaletlerin
iyileştirilmesi. Kabinleri ayıran paravanların
yükseltilmesi ve lavabolarda karma cinsiyet
uygulamasına geçilmesiyle çocuklar arasında
yaşanan sataşmaların önüne geçilmesi
hedeflenirken, tuvaletlerin hem bina içinden
hem de dışarıdaki oyun alanından erişime
olanak tanıyacak şekilde tasarlanması da
yapılan kayda değer iyileştirmelerin arasında
yer alıyor. Kırılan lavabo parçaları yüzünden
yaşamını yitiren Efe Boz’u kaybettiğimiz
Mayıs 2010’dan bu yana okullarında yirmi
altı çocuğun öldüğü Türkiye’deyse okulların
kapsamlı bir proje dâhilinde topyekûn
yeniden yapımı hamlesinin benzer gerçek
tasarım sorunlarına mı yoksa ticari amaçlara
mı öncelik vereceğini hep birlikte göreceğiz.
16
Onur Mengi
[email protected]
E
YARATICI ENDÜSTRİLER VE
TASARIM KENTİ
Sık duyar olduk: “İzmir tasarım kenti olacak!” Dört bir yanda afişler, düzenlenen tasarım
forumları, kültür çalıştayları... Neden tasarım kenti olması çabasındayız dersiniz?
Küreselleşmenin etkisi ile, günümüz kent
yaşamının tüm pratiklerinde hızlı bir
değişim, ülkeler hatta şehirlerarasında
tasarım ve tasarımın pazarlanması
üzerinden bir rekabet görülüyor. Çünkü
artık ekonomi, yaratıcı ekonomi olarak
anılıyor. Bu aslında yeni bir şey de değil. Hiç
duymaz mıydık “Paris, modanın başkenti”,
“Bologna, ayakkabıda bir numara”, “Berlin
çok cool”, “Barcelona çok gelişmiş”
sözlerini? Bu kentler, yaratıcı endüstrileri,
küresel yarışta avantaj sağlamak için,
tasarım alanlarını, ünlü tasarımcıları
ve bunların oluşturdukları endüstrileri
çekmeye çalışan ve bunu da hakkıyla
başaran önemli örnekler. Ancak, yaratıcı
endüstriler bunlarla sınır değil. 1990’lı
yılların sonunda, İngiltere Kültür, Medya
ve Spor Bakanlığı’nın sınıflandırmasına
göre bu endüstriler, reklamcılık, mimarlık,
sanat ve antika pazarları, el sanatları,
tasarım, moda, film ve video, etkileşimli
boş zaman yazılımı (oyun sektörü), müzik,
gösteri sanatları, yayıncılık, yazılım
ve bilgisayar hizmetleri, televizyon ve
radyodan oluşuyor. Burada adı geçen
endüstriler bireysel yaratıcılığın, yeteneğin
ve tasarımın üzerine temelleniyor. Biz
tüm yaratıcı endüstriler yerine, bunlardan
içeriğinde tasarım oranı en fazla olanlarla
neler yapılıyor, tasarım kenti olmak adına
onlara bakalım.
Tasarım kenti olmanın yolu, tüm
tasarımcıların ve tasarım mecralarının etkin
kullanımı, şehirde yer seçmesi, mekandan
ilham alması, sosyal açıdan kabul
görmesi, desteklenmesi ve kimi zaman
hoşgörülmesinden geçiyor. Tasarım kenti
olmak, hem kentsel yönetişim ve kentsel
tasarımı kullanarak, yaratıcı endüstrilerden
ve tasarımcılardan maksimum ekonomik
çıktı ve gelişme elde etmek, ve güçlü
bir şekilde rekabet edebilmek demek
aslında. Daha çok tasarım üretmek,
tasarımcı barındırmak. Bu rekabetçi
küresel platformda kendini Akdeniz kültürü
ve coğrafyası içinde konumlandırmayı
hedefleyen İzmir kenti, son yıllarda
yaratıcı endüstrilerin gelişimi açısından
tasarım sektörü olarak meşrulaşan gelinlik,
moda ve hazır giyim, mobilya ve tekstil
tasarımı, kuyumculuk ve takı, deri ve
ayakkabı, mimarlık ve kentsel tasarım ile
rekabetçi bir konuma gelmeye çalışıyor.
Düzenlenen forum ve çalıştaylarda davetli
birçok tasarımcı İzmir için roller biçiyor bu
tasarım alanları üzerinden. Daha geçtiğimiz
günlerde gelinlik tasarımları ile başkent
olup olamayacağı tartışılıyordu. Bunun
yanı sıra bir süredir devam eden kıyı şeridi
tasarımı ve kent terasları gibi İzmir için en
önemli ve ilk tasarım vizyonu projeleri de
var. Türkiye’nin önde gelen tasarımcıları,
şehirci ve mimarları da bu işe dahil
olmuş durumda. İzmir’in bu yolculukta
dünya tasarım şehirlerini örnek aldığı da
söyleniyor.
UNESCO’nun “Yaratıcı Kentler” ağında
farklı gruplar altında şu an kayıtlı 34
tane yaratıcı şehir var. Resmi olarak
özellikle “Tasarım Kenti” olarak geçenler
ise Buenos Aires, Berlin, Montréal,
Nagoya, Kobe, Şenzen, Şangay, Seoul,
Saint-Étienne, Graz and Pekin. Ancak
bunlar yalnızca kayıtlı olanlar. Tasarım
ve mekanı dediğimizde daha nice örnek
vermek mümkün. Ron Arad, Zaha Hadid,
Ross Lovegrove, Jasper Morrison’ın
yaşadığı Londra, Amsterdam, Haussman
ve Le Corbusier’li Paris, Milano, Bolonya,
Barselona, Karim Rasih’li New York, San
Francisco, Frank Gehry’li Los Angeles,
Seattle, Tokyo, Sydney derken kocaman bir
liste çıkıyor karşımıza. Peki neler yapılmış?
Farklı tasarım mecraları, farklı coğrafyaları,
kültürleri ve sosyal yapılarına rağmen,
dünyadaki tasarım kentlerinin ortak
özellikleri aslında şöyle; tasarım şirketleri
ve tasarımcılarının hem üretip, hem
dağıtabilecekleri, tüketebilecekleri ve
kendilerini yeniden yapılandırabilecekleri
en uygun kentsel ortamı sağlamak. Bu
kentsel mekanı, yine kentsel tasarım ile
daha çekici hale getirken bunu ancak
fiziksel yolla yapabiliyoruz. Sokakta
tasarım öğeleri, 24 saat yaşayan bi kent,
ünlü mimarların projeleri, ilgi çekici
binalar ve sokaklar tamam da ya peki
sosyal boyut? Tam bu noktada tasarımı
icra edecek kesime olan tolerans devreye
giriyor. Onların farklılıklarını, seçimlerini
kabullenip, ifade, hareket ve ilham
alanlarını açmak ve gerekli sosyal ağları
yaratabilmek gerekiyor.
Bu iki temel adımdan hareketle,
yaratıcılıklarını sergileyip paylaşabilecekleri,
galeriler, tasarım haftaları, atölye
çalışmalarının desteklenmesi, onların da
kendi ağlarını kurabilmelerini sağlayacak
organizayonlar ve bol reklam.. Bitti mi?
Hayır. Bu işin eğitimini de verebilecekleri,
tasarım okulları ve kursları da böyle bir
sistem için gerekli. Tasarım kenti olmak için
evet bu tasarım ile ilgili yaratıcı endüstrileri
desteklemek, çekmek ve bu endüstrilerde
çalışacak kesime hitap edebilmek gerekiyor.
Ancak bunun tam tersi olur muydu? Önce
yaratıcı endüstriler gelse ne olurdu? Bu soru
aslında o coğrafyanın karakterine, kültürüne
bağlı. Tarihler boyunca yolu hep tasarımdan
geçmiş bu anlamda yıllardır süregelen Paris,
Milano ve Berlin gibi üne sahip kentlerde
“tasarım kenti olmak” gibi bir kaygı yok,
zaten öyleler. Fakat üretim potansiyelleri
olup, buna rağmen göreceli olarak zorlama
ile bu işi yapmak o kenti ne kadar tasarım
kenti yapabilir, o kentin kültürü tasarımcıları
eğilimlerine, isteklerine, günlük hayatlarına
ne kadar hoşgörülü olabileceklerdir o da
başka bir soru... Konumuz İzmir olunca
ve yapılan küçük dokunuşları, projeleri,
arkalarındaki senaryoyu okuyunca ve İzmir
halkının hoşgörüsünü düşününce bu tür
çekinceler bizi pek de korkutmuyor.
MART/2013
17
Dilek Öztürk
[email protected]
ECO-COUTURE
E
*
İ
Sentetik biyoloji ve tekstil tasarımının ara kesitinde, spekülatif şekilde gelişen
bir tasarım projesi, geleceğe yeni üretim teknikleri ve fabrikasyon süreçleri
önerebilir mi?
program geliştirilmesi için çalışıyor.
Genetik morfogenez için geliştirilecek
biyolojik bir kontrol sistemi,
bitkileri, gelecekte bizim için belirli
fonksiyonları yerine getirmeleri için
tasarlayabileceğimizin ipuçlarını veriyor.
Kısaca 2050 senaryoları arasında yiyecek
üretimini, tekstil üretimi ile birlikte
geliştirerek, hem besin üretecek, hem
de tekstil makineleri yerine geçebilecek
bitkiler tasarlamak da geliyor.
Ekolojik anlamda ütopya sayılabilecek
bu senaryo, ekolojik krizin yaşandığı ve
dünya nüfusunun sınırları aşması riskiyle
karşı karşıya kalacağımız geleceğimizde,
sürdürülebilir tasarım metotlarını
değerlendirmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Geçtiğimiz son çeyrek yüzyılda, ekoloji
odaklı sosyo-ekonomik trendlere talebin
arttığını gördük. İklim değişikliği, enerji
ve su tasarrufu konularında farkındalığın
arttığı bir çağdayız. Ama konu tasarım ve
üretime gelince, sürdürülebilir disiplinler,
endüstri devriminin azizliğine uğradı.
Durum böyle olunca, sürdürülebilir tasarım
metodolojilerinin çoğu “yeniden kullanım”,
“geri dönüşüm” gibi prensiplere odaklandı.
*ekolojik bir yaklaşımla gelişebilecek
moda tasarımı.
Siyah Çilek
(Fragaria Fusca Tenebris)
C Vitamini ve antioksidantlar içeren
siyah çilek tohumu, siyah dantel kumaş
üretiyor.
Domates Faktörü 60 (Solanum Lycopene Fabricae)
UV ışınlarından korunmak için yüksek
derecede Lypcopene ve protein içeriyor.
Bu durum üstün nitelikli yiyecekler
üretilmesi için olanak sağlıyor.
Bu kavramlar, ekbette kısa ve orta vadedeki
bir gelecek için çözüm arıyor. Hala ekonomi
ve endüstri devrimi arasında sıkışıp
kaldığımız bir döngüden çıkmamıza tam
anlamıyla yardımcı olamıyorlar. Doğal
kaynak kullanımı ile, tasarım ve teknolojinin
kitle tüketimine katkıda bulanacağı sistem
teorileri gün geçtikçe gelişiyor. Tasarım,
teknoloji ve hatta sanatı birleştiren bir
proje olan Biolace, nanoteknoloji ile işleyen
biyolojik bir sistem ile tekstil malzemeleri
üretimine odaklanıyor.
“Biolace” Carolle Collet’in Central Saint
Martins College of Art and Design’daki
araştırma projesi. Gelecekteki fabrikasyon
süreçlerine bir öneri sunan Collet, “yaşayan
teknoloji”yi savunuyor. Bu araştırmanın
arkasındaki motivasyon, 21. yüzyılın
Basil n˚ 5 (Ocimum Basilicum Rosa)
Lüks moda tüketimi için parüm içeren
dantel üreten bu bitki, aynı zamanda bir
anti-viral olarak da kullanılabilir.
bazı kilit sürdürülebilir zorluklarına karşı
yenilikçi bir yaklaşım sunmak hiç kuşkusuz.
Peki nedir “yaşayan teknoloji”?
Proje, bitki sistemlerindeki morfogenezin
hücresel olarak programlanması ile
biyolojik üretimin geleceğini inceliyor.
Aslında bu inceleme için geliştirilen bir
tasarımdan söz ediyoruz. Collet, bu sistem
için hibrit çilek tohumlarının aynı anda hem
çilek meyveleri, hem de köklerinden dantel
örnekleri büyütmesi gibi, bitkiler için bir
Altın Ispanak (Spinacia Aurea Electrica)
Altın ıspanak, hem elektronik sensörler
için mikro biyolojik iletkenler üretiyor,
hem de besinler için multi mineral
takviyesi sağlıyor.
18
Dr. Banu Pekol
[email protected]
KONSER SALONLARI VEA
Yaz konserlerinin biletleri şimdiden satışta. Ancak satın almadan salonların
tasarımlarına göz atmakta yarar var. Malum, aslen kongre merkezi olarak inşa edilen
bazı yapılar, hak ettiğimiz deneyimi yaşatmaktan uzak kalabiliyorlar!
Yaz aylarında gerçekleşecek konserler ve
Haziran’da yapılacak olan 41. İstanbul
Müzik Festivali’nin biletleri satışa
çıkmışken, bilet fiyatı kategorilerinin
yanı sıra bu kategorilerin salon içinde
nasıl dağıldığına ve konserlerin nerelerde
yapıldığına da bakmak lazım. Zira
hevesle beklediğiniz konser, uygunsuz bir
binada olduğu veya yanlış bir noktadan
bilet aldığınız için hayal kırıklığı ile
sonuçlanabilir. Türkiye’de çokça bulunan,
öncelikli işlevi konser salonu olmayan
mekânlarda bu durumla karşılaşmak
oldukça mümkün. Ticari amaçla inşa
edilen 3000 kişi kapasiteli kongre
merkezinde dinlemeye gittiğiniz senfonide
ince ve zarif keman sesi bütçenizin ancak
yettiği koltuktan işitilemezse, orada
geçirilen zaman ve alınan bilet heba olur.
Notadan mekana
Bir senfoni partisyonunun veya herhangi
bir müzik parçasının ölçü yapısının
tasarımla ilgisi ne olabilir? Bunu anlamak
için müziğin olmazsa olmaz bileşenlerine
bakmalı: biri, tahmin edileceği gibi
notaların ve boşlukların düzenini sağlayan
zaman. Bir diğeri ise notasyondan
hiçbir şekilde tüyosunu almadığımız
mekân. Armoni, melodi, ritim ve hatta
enstrümanların hepsi müziğin icra edildiği
(veya edilmesi amaçlanan) mekândan
etkilenir. Mesela, eserlerinin çoğunun
prömiyeri Viyana’daki Theater an der
Wien’de yapılan Beethoven, Eroica’sını
bestelerken bu mekânı mutlaka hayalinde
canlandırıyordu. Günümüzde konser
salonlarındaki estetik tasarımda, görsellik
kadar mekânın akustik özelliği de öncelikli
olmakla beraber, bu denge tarihte aynı
şekilde değildi.
Wagner’in mimari
hayal gücü
Geçmişte akustik, fizikçilerin ilgi alanıydı.
Konser salonlarının akustiği genellikle
şansa kalmış bir durumdu ve mimarlar
konuya görsel açıdan mekânsal ölçütlerle
yaklaşıyor, yankılanma, ses şiddeti veya
berraklık gibi zamansal kriterleri ikinci plana
koyuyordu. 20.yy öncesinde, doğrudan
fiziksel ihtiyaçlara cevap veren mekân
tasarımları ağırlıktaydı. Wagner, operaları,
normalden daha büyük ve yeni enstrümanlar
içeren orkestralar için bestelendiğinden,
bu operalara ev sahipliği yapacak bir
bina inşa ettirmişti. Bayeruth şehrindeki
Festspielhaus’un tasarımı ile şahsen
ilgilenen Wagner, koroyu müzisyenlerle bir
arada düşünerek orkestrayı gizlemiş, böylece
hem seyircinin dikkatini koroya çekmiş hem
de koronun uzun temsillerde doğal seslerini
yükseltmeden ve dolayısıyla yorulmadan
sahne almasını sağlamıştı.
İdeal akustik mekanlar
Bir konserde sonik titreşimlerle
sarmalanmanın fiziksel deneyimi, başarılı
orkestral müzik gibi özgün ama geçmişteki
gelişimlerin temelleri üzerine kurulmuş
olmalı. 1963’te tamamlanan Hans
Scharoun’un Berliner Philharmoniker yapısı
hem mekânsal hem de akustik tasarımıyla
örnek binalardan. Seyircileri merkezi bir
platformun etrafında teraslara yerleştirme
şekli, Jorn Utzon’un Sydney Operası’ndan,
Frank Gehry’nin Walt Disney Konser
salonuna kadar pek çok tanınmış yapıya
ilham verdi. Gehry’nin 2011’de açılan,
Miami sahilindeki New World Center’ının
popülerliği yalnızca mimarının şöhretinden
değil, Walt Disney projesinde birlikte çalıştığı
akustikçi Yasuhisa Toyota’nın varlığından
da geçiyor. Ne de olsa günümüzde konser
salonu tasarımı estetiğin ötesi ve öncesinde
bilimsel bir süreç olarak görülmekte.
Kusursuz ses deneyimleri
Akustik mükemmeliyeti ile tanınan New
York’taki Le Poisson Rouge kulübü,
Walters-Storyk Design Group’un kurucusu
mimar/tasarımcı (ve zamanında Jimi
Hendrix için de stüdyo tasarlamış) John
Storyk’in eseri. Mimari, akustik, finansal,
politik ve sosyal amaçları çok farklı da
olsa, Pekin’deki Ulusal Sanat Merkezi de,
beyaz renkteki, üzerinde organik dalga
motifleri olan akustik panelli tavanı ile
kusursuz bir akustik deneyim sunuyor.
Türkiye’de Durum
Türkiye’de yakın zamanda inşa edilen,
asıl amacı konser salonundan ziyade
kongre merkezleri olan yapılar, içerisine
ne kadar muhteşem orkestralar getirilse
ve ne derece pahalı biletler satılsa da
müziksevere ve orkestraya hak ettiği
deneyimi yaşatmaktan uzak kalabiliyor.
Bu tür yapılar aslında güncel erkin kültürel
amaçlarını yansıtıyor. İnşaatına dudak
MART/2013
19
EAKUSTİK DENEYİMLER
uçuklatıcı meblağlar harcanan bu ‘tesis’ler
vatandaşa yönelik hizmetler olarak lanse
edilmekte. Oysa açılıştan birkaç sezon
sonra dinleyicilere sundukları olumsuz
deneyimin sorumluluğunu almadan, özellikle
klasik müziğin dinleyici kitlesi, finansmanı
ve itibarının giderek azaldığından söz
ediyorlar. Kimi konser salonları, bir nevi
‘kurtarıcı’ rolünü kendilerine mal ederek
şehirlerin sapa, ihmal edilmiş noktalarına
inşa ediliyor. Ardından ilgisizlikten
yakınılıp, işlev değişikliği ile tüketim odaklı
mekânlara dönüştürülüyorlar. Bu duruma
Avrupa’dan potansiyel bir örnek vermek
mümkün: Kuzeybatı İspanya’da 9.yy’dan
beri popüler bir hac mevkisi olan Santiago
de Compostela’da uluslararası bir yarışma
sonucunda seçilen Peter Eisenman’ın
tasarladığı kültür merkezinin 6 binasından
4’ü açıldı. Merkezin 2000 kişilik konser
salonu halen inşaatı beklerken, buraya
ne sebeple seyirci/dinleyicilerin geleceği
üzerine tartışmalar sürmekte.
Tesadüf ve strateji
Tarihi yapı stokunun zengin olduğu Türkiye
gibi ülkelerde konser salonu olarak inşa
edilmemiş yapıların bu amaçla kullanılması
sıkça karşılaşılan bir durum. Başarılı
bir akustik deneyim için mekânın şekli,
büyüklüğü ve malzemesi arasındaki ince ayar
bu yapılarda kimi zaman şanslı bir tesadüf
eseri uyum sağlıyor. Örneğin, fazladan bir
ses sistemi düzenlenmesi ihtiyacını ortadan
kaldıran doğal bir akustiğe sahip İstanbul’daki
Aya İrini kilisesinin balkonu, sahneye en
yakın koltukları sunmasa da, mekânın en
mükemmel akustiğine sahip. Dolayısıyla,
mekânla aşina dinleyiciler en yüksek fiyatı
ödeyip satın aldıkları biletin balkonda
olduğunu gördüklerinde bunu organizasyonel
bir hata olarak düşünmezler. Benzer bir
şekilde, deneyimli konser müdavimlerinin
piyanonun başrolde olduğu resitallerdeki
bilet stratejisi, salonun sahneye bakarken
sol yarısından koltuk seçmeleridir; piyanistin
ellerinin en iyi görüldüğü koltuklar bunlardır.
İzmir gerçeği,
İstanbul masalı
2011 yılında 9.su düzenlenen Ulusal Akustik
Kongresi, Türkiye’de bilinçli ve nitelikli
uygulamaların yapılabileceğine işaret
ediyor; 2008’de açılan ve İngiliz mimarlık/
mühendislik ofisi ARUP tarafından tasarlanan
İzmir’deki Ahmed Adnan Saygun Sanat
Merkezi bunlardan biri. Diğer yandan,
1990 yılında bir “kültür ve kongre merkezi”
yapılması amacı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na
tahsis edilen Ayazağı’ndaki arazi üzerinde
1995 yılında başlayan inşaat durdurulmuş,
arazi 2006’da tekrar Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na geçmişti. İçerisinde senfoni ve
oda müziği salonları olması da planlanan
yapının yakın gelecekte tamamlanması pek
mümkün görünmüyor. Ayazağı projesinin çapı
düşünülürse, yatırımcıların Wagner’in Der
Ring des Nibelungen operasındaki hikâyeyi
yaşamamasını dilemeliyiz. Zira tanrıların başı
Wotan, muhteşem kalesi Valhalla’yı parası
yetmediği için gençlik, güzellik ve aşk tanrıçası
karşılığında devlere yaptırmıştır. Kısa vadede
devler alt edilse dahi, operanın sonunda
Valhalla ile birlikte tanrılar da yok olur.
20
Dilek Öztürk
[email protected]
TEK LOKMADA HIZLI-MODAÖ
Yenilebilen ve giyilebilen biyolojik formlar oluşturduğunuzu düşünün. Bir
giydiğinizi, işinizi gördükten sonra yediğinizi, bir daha giymediğinizi... Hibrit
malzemeleri hızlı-moda adına şekillendirdiğinizi...
Moda tasarımının son noktası nedir? Kişiye
özel tasarım (couture) kavramı moda
tasarımını nişleştirirken, bir giydiğini bir
daha giymeme, daha doğrusu “giyememe”
durumu, birtakım limitleri zorladığımızı
gösterir mi? Üzerimize giyindiğimiz “şey”,
aynı zamanda yenilebilen bir materyal
ise ve bu materyal gerçekten de mutfakta
pişirilip, şekilleniyorsa, yeni bir tasarım
kavramıyla tanışıyoruz demektir.
Moda sadece basit bir güzellik olmaktan
öte, aynı zamanda beslenmektir.
Yiyilebilen malzemeleri pişirerek, yüksek
teknolojili bir mutfak modası yaratmak,
moda tasarımına yenilikçi ve fütursuz bir
yaklaşım sunuyor. Dünyada mevcut moda
üretim tekniklerine ve hızlı-tüketime karşı
alternatif arayışlar son dönemde dikkati
çekiyor.
Londralı tasarımcı Emily Crane’in “MicroNutrient Couture” projesi “tasarlanabilen
gastronomi” kavramını jargonumuza
sokacak kadar moda, gıda ve bilim
dünyasının limitlerini zorlayacak.
Çok değil, önümüzdeki birkaç sene
içerisinde, gerçekleştirilecek olan
tasarım etkinliklerinde, bu konseptin bir
trend haline geldiğini göreceğiz. Fikrin
orijinallğini, estetik ve inceliğini takdir
etmek gerek.
Proje, sıfır kaynak kullanımıyla modanın
geleceğine öncülük etmek üzerine
odaklanıyor. Tasarımcı ise bunu yeni
ve aynı zamanda gündelik teknikler
kullanarak oluşturulan bir moda deneyimi
olarak yorumluyor.
Bu yeni tasarım metodu, yemek pişirme,
blendırdan geçirme, şekil verme,
dondurma gibi, laboratuar görünümlü
bir mutfakta gerçekleştirilen süreçlerden
oluşuyor. Süreç, giyilebilecek bir materyal
olarak da kullanılabilecek yiyecek silüetleri
oluşturma deneyimi ile sonlanıyor. Kumaş
yenilebilen bir şeyken, aynı zamanda
deriye yiyecek olarak ekleniyor. Bizim
bildiğimiz geleneksel yiyeceklere form
ve görünüş olarak da benzemiyor. Daha
çok buna, “high-end fashion”, yani ileri
düzeyde teknoloji içeren moda” da
diyebiliriz.
Hibrit malzemeleri, yeni bir moda anlayışı
tanımlayabilmek için şekillendirmek...
Moleküler pişirme yöntemleri ile Crane,
“hızlı moda”nın daha sürdürülebilir bir
gelecek için karşılık vermesini öngörüyor.
Bir laboratuvar atmosferindeki mutfağında
hem yenilebilen, hem giyilebilen biyolojik
formlar oluşturuyor. Kimsenin aynı giysiyi
bir daha giyemeyeceği geçici bir moda
anlayışı çıkıyor karşımıza.
Her şeyden önce, Crane’in bu yeni metodu
nasıl geliştirdiğini gösterdiği videosunda
(vimeo.com/15801130) bir laboratuar
ortamında kendine özgü bir mutfak
yarattığını görüyoruz. Her şeyin steril
gözükmesinde blendırdan, tepsiye kadar
kullanılan araç ve gereçlerin beyaz ve
metalik renklerde olması da yatıyor elbet.
için de bir yol bulmuş. Moda çekimi
tadında çektiği fotoğrafların altına, bir
kıyafetin malzeme listesini yazıyor. 2 çay
kaşığı jelatin, bir tutam deniz tuzu…
Mutfakta ne pişiyor?
Jelatin, karajenan (yosundan elde edilen
lifli kıvam arttırıcı katkı maddesi) deniz
otları, su, gliserin, renklendirici maddeler,
doğal bitki özleri… Kulağa biraz karışık
gelse de sonuç oldukça etkileyici. Crane,
laboratuarında gliserinle, doğal renk
verici maddeleri mikserde karıştırarak
köpürtüyor. Ortaya çıkan şeker pembesi
köpükleri ise buzluğa yerleştiriyor.
Buzluk tabii ki mutfaklarımızda alışkın
olduğumuzdakiler gibi değil, laboratuar
ortamında kullanılan bir soğutucu.
Buzlukta şekillenen malzemeler, daha
sonra insan derisine eklenmiş bir uzantı
gibi “giyilebiliyor”.
Emily Crane, master derecesini aldığı
projesini, Londra’daki Kingston
Üniversitesi’nin laboratuarında
gerçekleştirdi. Laboratuar tüplerine
yerleştirdiği malzemeleri geniş bir kaba
alıyor ve süreç başlıyor. Sonuçta ortaya
çıkan kıyafetlerine, yiyecek havası vermek
Bir moda tasarımcısının aksine, mevcut
kitlelere üretimi destekleyen bir anlayışla
değil, daha özel bir çerçevede gelişen
proje, tasarım ve teknoloji arasında
sınırların ve tanımların kalktığı bir noktada
duruyor. Sınıflandırmaya ne gerek var,
öğle değil mi?
MART/2013
21
Turgut Çırpanlı
[email protected]
AÖZGÜR KANATLARA YER AÇIN!
Angry Birds kuşları neden bu kadar sinirli sorusunun cevabı, belki sokak kedilerini
bunca şımartırken “sokak kuşlarını” umursamıyor olmamızdadır. Neyseki aklını
şehir kuşlarının varlıklarını sürdürmesine adamış bir kaç “iyi tasarımcı” konuyla
yakından ilgileniyor!
Mr and Ms Birdee isimli tasarımlar ise,
kuş yuvalarının kutu kutu olma hallerini
dert edinip daha yuvarlak formlar
yaratma peşinde geliştirilmiş ürünler.
Tamamen yassı halde kargolanan,
evde bir süre suda bekletildikten sonra
yumuşayınca montajı yapılabilen, lazer
kesim kavak kontradan mamul.
Dünyanın en önemli kuş göç yollarından
biri olan İstanbul, aynı zamanda yerleşik
kuş türleri bakımından da zengin bir
çeşitliliğe sahip. Sürü halinde havadaki
danslarını hayranlıkla seyrettiğimiz
sığırcık gibi bazı türler, dönemsel
olarak gelip, iki üç hafta konaklayıp
gidiyor. İstanbul’un kibar, kiremit renkli
narin kumruları kuş evlerinin en iyi
tasarlanmışını, en güzelini hak ediyor hiç
şüphesiz. Sirkeci’deki Büyük Yeni Han’ın
Batıya bakan cephesindeki kuş yuvası,
geçmişte kumruların, güvercinlerin yaşam
hakkına ne kadar önem verildiğinin bariz
bir göstergesi. Bugünün mimarlarına,
müteahitlerine selam olsun.
Son olarak, “kuş gözlem” merakını biraz
da yanlış anlamış olabilecek bir tasarım
da Japonya’dan. Nendo tasarımı bu kuş
yuvasının bir tarafında 78 farklı yuva
girişi varken, diğer tarafı gözlemci için bir
ağaç ev olacak şekilde bir büyük ve tek
girişe sahip. Tasarımın amacı gözlemciyi
kuş gibi hissettirmekten ziyade, her bir
yuvaya açılan dikiz delikleri ile kuşları
yuvalarında da rahat bırakmamak.
Şehirde nasıl bir yer bulur sorusunun
cevabını size bırakıyoruz.
Claudia Wegworth ve Kalaman’ın yolu
da Sirkeci’den geçmiş midir acaba diye
insanı düşündüren ‘Spatzenfavela’, ki
serçekondu mahallesi diye tercüme
edilebilir, geçtiğimiz Eylül ayında
Köln’deki Mimarlık Bienali’nde yer aldı.
Kentsel dönüşüm yüzünden yerinden
edilen insanlarla birlikte, eskilerin yerine
gelen “çevreci” cam binalarda kendilerine
yer bulamayan kuş türlerinin yok oluşuna
dikkat çekiyorlar.
Genç İspanyol tasarımcı Andreu
Carulla’nın ‘NeighBirdHood’ isimli
tasarımı ise, yukarıdaki sanat
nesnesinden farklı olarak gerçekten
kullanıma yönelik düşünülmüş bir
tasarım. Benzer şekilde bir kaç kuş
ailesini birlikte barındırıp sosyal bir
ortam yaratma olanağına da sahip.
Yuvanın kapı girişindeki küçük dal, kuşlar
yabancılık çekmesin diye düşünülmüş
güzel bir detay. Kumrular için etrafı daha
açık versiyonu da mevcut.
Desinature’dan Etienne Esmenjaud’a ait
Olur da bir kuş yuvası tasarlamaya ve
yapmaya niyetlenirseniz, yuvaların
giriş deliklerinin boyutları ile birlikte
giriş yönü, rengi, temizlenir olması gibi
bazı kriterlere dikkat etmekte fayda
var. Türkiye’de kutu tipi kuş yuvasında
yaşayabilecek yaklaşık 60’a yakın kuş
türü olduğu söyleniyor. Bunlar arasında
serçeler, sığırcıklar, baştankaralar,
kerkenezler, kızılgerdanlar, kırlangıçlar
da var. Kuş yuvası yapımı konusunda
www.dogaderneği.org sitesinden gerekli
detaylı bilgiyi bulabilirsiniz.
22
Onur Mengi
[email protected]
AZTEKLER GERİ DÖNDÜ
70’lerde, Hippi ve Indie alt kültürlerinin, kitlesel ve küresel tüketime karşı bir
reaksiyon olarak tutunduğu Aztek motif ve desenleri, bağlamından kopup, tam da
o eleştirilerin odağında üretilen her bir tüketim ürününün bel kemiğini oluşturuyor.
Aztekler, Mezoamerika olarak
adlandırılan, bugünkü orta Meksika
bölgesinde, 14. yüzyıldan 16. yüzyıla
kadar yaşamış bir Orta Amerika halkı.
Kendilerine özgü zengin bir mitoloji ve
kültürel mirasa sahipler ve o dönemlerde
ürettikleri motif ve desenlerle bugün
sıkça rastladığımız “Aztec Design”
konseptinin de dayandığı noktada
duruyorlar.
Kıyafet ve ürün tasarımlarında geniş
bir varyasyonda uygulanan, bugün tüm
moda piyasasını elinde tutan Aztek
desen ve motifler, biraz vintage ve retro
tasarımlarının trend olmasının etkisiyle
de büyük ses getiriyor. Aztek terimi, ilk
kez 1810’da Alexander von Humboldt
tarafından, Meksika bölgesine bir şekilde,
dil, din, gümrük ve ticaret gibi yollarla
bağlı olan insanlar için kullanıldığı
iddia ediliyor. 19. yüzyıl boyunca birçok
araştırmacı, bu terimi günümüz modern
ve keşfedilmemiş Meksika bölgesi ve
insanları kapsamındaki farklılıklar
üzerinden tekrar ele alıp değiştirseler
de Aztek terimi terkedilmemiş. Konsept
olarak bakıldığında, aslında Hippi ve
Indie alt kültürlerinin, kitlesel ve küresel
tüketime karşı, çevresel ve ekolojik
kaygılardan dolayı geçmişe öykünerek
1970’lerde bir reaksiyon olarak geri
çağırdığı bu desen ve motifler, ne
ilginçtir ki bağlamından koparak tam
o eleştirilerin odağında üretilen her
bir tüketim ürününün bel kemiğini
oluşturuyor artık. Etrafımıza baktığımızda
bir çok tasarım ürününde, ayakkabı
ve çantalarda, elektronik ürünler ve
bunlara ait yan sanayilerde, aksesuar
ve kıyafetlerde, mobilya, sahne tasarımı
ve iç dekorasyonda, hatta gıda ve tırnak
tasarımlarında Aztek esintilerini görmek
mümkün.
Azteklerin inanışlarına ve gündelik
hayatlarına baktığımzda kıyafetler
önemli bir yer tutuyor. Dokuma kıyafetler
kadınlar tarafından genellikle pamuk
ve Agave’den (Sabıt Otu) yapılıyor.
Tropik hayvan figürleri, canlı ve parlak
renkler bu ürünleri daha pazarlanabilir
ve değiş tokuş edilebilir hale getiriyor.
Günümüzdeki, baskın ve büyük desenler,
kendine has renk kombinasyonları bu
Aztek konseptinin başlıca özellikleri.
Azteklere ait ünlü takvim üzerindeki
işleme, renk ve süslemelerden esinlenen
bu tasarımlar, bunların değiştirilmesi,
modernize edilmesi, ve bazen de
bozulmasıyla üretiliyor. Bu tasarımların
en ilginç yanı da “anything goes”
mottosuyla pazarlanıyor olması. Bu
da aslında eleştirel çıkışındaki temel
nokta; bu kadar tüketmeye gerek yok. Bu
kendine has naif mottosu da günümüz
modasıyla tüketimi destekleyen bir
söyleme dönüştürülmüş durumda
malasef.
Tasarımlara ve tasarımcılara gelince,
belki de bu kadar iyi olduğundandır
bilinmez Jean Paul Gaultier 2010 Bahar
sezonu podyumunda, Aztek temasını
bugün bahsettiğimiz bağlamında ele alan
ilk tasarım işlerinden. Son dönemde,
Mara Hoffman, Anna Sui, Dianne Von
Furstenberg, Ann Demeulemeester,
Dries Van Noten gibi isimler ise
Aztek desenlerini tasarımlarının tüm
detaylarında kullanan, bu alanda başı
çeken moda tasarımcılar. Bunları takip
eden, Badgley Mischka, David Koma,
Isabel Marant, Jonathan Saunders, Paul
Smith ve Prada var. Moda’dan biraz
uzaklaşıp, mobilya sektörüne kaydığımızda
Facundo Poj dikkatimizi çekiyor. Facundo
Poj, kültürel mitolojiyi, organik figürler
ile modernize ederek bazı mobilyalarını
Azteklerden esinlenerek tasarlıyor. Aynı
kulvarda daha modern haliye Kare Design
duruyor. Daha canlı ve daha parlak...
Gıda sektöründeki tasarım işlerine
baktığımızda ise, Mama Jamma Cake, farklı
pasta tasarımlarında Azteklere de yer
vermeyi unutmamış. Türkiye’ye gelince, bu
tasarımları kıyafetler üzerinden daha çok
Levi’s, River Island, Bershka, Pull and Bear,
Collezione ve Zara, Topman ve H&M gibi
yalnızca zincir mağazalarda görüyoruz.
Uluslararası ölçekte marka zincirlerinde
ise bu konseptin öncüleri, Urban Outfitters
ve American Apparel olarak anılıyor.
Tasarımdaki Aztek konseptinin Mayalar’ın
takvimlerinin iddialarıyla gündeme
geldiği 2012 senesinde de çıkmış olmaları
bir tesadüf değil elbet... Yalnızca moda
tasarımı değil, özellikle ürün odaklı
her tasarım alanına yayılan Azteklere,
2012 yılının büyük konusu olan Maya
Takvimi ve dünyanın sonu ile başlayan
spekülasyon serüveninde sıkça rastladık.
Ancak dünyanın sonunu ıskalamış olsak
da 2013 senesi tasarımları Aztekleri
bırakacağa benzemiyor.
MART/2013
23
Aklın gözüyle
görmek
Ü
alldesign 2013, 22-23 Şubat
tarihlerinde, Hilton İstanbul
Convention& Exhibition
Center’da 2000 metrekarelik
bir alanda gerçekleştirildi.
Yine “aklın gözüyle görmek”
sloganıyla hayat bulan
alldesign’ın yoğun konferans
programında Ron Arad,
Stefan Sagmeister gibi
dünyaca ünlü isimlerin
yanı sıra Ceren Bağatar,
Aydın Mert, İsmail Ovacık
gibi uluslararası tasarım
arenasında önemli başarılara
imza atmış Türk tasarımcılar
da vardı.
Sarma saklama
satma
9. Ambalaj Tasarımı
Öğrenci Yarışması ile
tüketim biçimlerinde
farklılık ve kolaylık
yaratan, çevre etkisi
gözetilmiş yeni ambalaj
tasarım önerileri
geliştirilmesi hedefleniyor.
Yarışma katılımcılarından,
ambalajın 3 temel görevi
olan Sarma, Saklama ve
Satma (3S) işlevlerini göz
önünde bulundurarak
tasarım yapmaları
bekleniyor. Yarışmanın
son başvuru tarihi 3
Temmuz 2013.
UniStar
workshop’u
POPAI’nin 28-30 Mart
2013 tarihinde, CNR
Expo’da düzenlenecek olan
Eurasia Shop Fuarı’nda
gerçekleştirilecek olan
workshop, üniversitelerin
tüm tasarım disiplinleri ve
iletişim, dijital, pazarlama
ve reklamcılık gibi yaratıcı
endüstri öğrencilerine açık
olarak gerçekleştirilecek. Üç
gün boyunca, Türkiye’nin
önde gelen markaları
ile birlikte çalışıp satış
noktasında fark yaratan
tasarımların ortaya konacağı
atölye çalışmasında yer
almak ve atölye boyunca
gruplar arası düzenlenecek
olan yarışmaya katılmak
isteyenlerin 10 Mart
tarihine kadar info@popaitr.
com adresine başvuruda
bulunmaları gerekiyor.
Park Bravo’ya
bravo
Park’s by Park Bravo,
ESMOD ile yaptığı işbirliği
ile birlikte yetenekli
tasarımcı adaylarının
tasarladığı kıyafetleri satışa
sunma imkanı tanıyor.
ESMOD İstanbul’un 2. sınıf
öğrencilerinden Elif Sülün’ün
hazırlamış olduğu etek ve
ceket tasarımı 25 Park Bravo
mağazasında yerini aldı. Elif
Sülün’ün Jackie Kennedy’nin
rafine ve zamansız stilinden
esinlenerek tasarladığı
ürünler, Park’s by Park Bravo
kadınının kendine güvenen,
enerjik yapısıyla birleşerek
güçlü bir kadın portresi
ortaya çıkarıyor.
Londra’da Türk
modacılar
Temperley London, Tom
Ford, Mulberry, Vivienne
Westwood, Paul Smith gibi
dev isimlerin birbirinden
seçkin kreasyonlarının
sergileneceği Londra Moda
Haftası’nda İFW’de birçok
defile sunan Jale Hürdoğan,
“Janucha” markasının 2013
Sonbahar-Kış koleksiyonunu
sergiledi. Son olarak Ekim
ayında İFW’de ilk solo
defilesini gerçekleştiren
Nihan Buruk da, 2013-2014
sonbahar kış koleksiyonunu
‘Departman İnsanları’nı
Londra Moda Haftası’nda
görücüye çıkardı.
Serap Alp
[email protected]
Sığınmacı
hayatları
Ateş Aile Fonu’nun
düzenlediği 2013 Mevhibe
Ateş Afiş Tasarım
Yarışması’nın teması
“sığınmacı hayatları.
Yarışmanın amacı şöyle
açıklanıyor: “Neden insan,
doğup büyüdüğü, suyunu
içtiği, havasını soluduğu
toprakları bırakır? Neden
milyonlarca yetişkin
ve çocuk sığınmacı
yerkürenin bir köşesinde,
tanımadıkları bir şehrin
eteklerinde sığınacak bir
yuva, insan olduklarını
hatırlatacak bir sıcaklık,
aş ve huzur arar? Onlara
toplum olarak pek de
uygarca davranmıyor, hatta
belki farkında olmadan bir
nefret söylemi geliştiriyor,
ya da gözlerimizi kapayıp
geçiyoruz. Özenle
tasarlanmış olması
gereken kurumlarımız ve
yasalarımız da öyle.” 2013
Mevhibe Ateş Afiş Tasarım
Yarışması’na son başvuru
tarihi; 26 Nisan 2013.
Karton
ambalajlar
yarışıyor
“Karton Ambalaj ve Stant
Tasarım Yarışması”,
İstanbul Ağaç Mamulleri ve
Orman Ürünleri İhracatçıları
Birliği tarafından değişen
teknolojiye ayak uyduran
ve çevre dostu karton
ambalaj ve karton
stantların tasarlanması
ve bu alanlardaki genç
tasarımcıların ülkemize
kazandırılması amacıyla
düzenleniyor. Çevreye
duyarlı, fonksiyonel, estetik,
dayanıklı, ergonomik,
çağdaş çizginin gereklerine
uygun, ihraç potansiyeline
sahip, katma değer yaratan,
sektöre ışık tutabilecek
nitelikte ürünler; optimum
taşıma kapasiteli, çevreye
duyarlı, fonksiyonel,
dayanıklı, estetik, çağdaş
çizginin gereklerine ve
teknolojik değişime ayak
uydurabilecek, ihraç
edilebilecek ve sektöre
katma değer sağlayacak
birim veya sistemler
bekleniyor. Son başvuru
tarihi 30 Nisan 2013.
Bir de sen
tasarla
Teması gençlik olan 11.
Taç “Bir De Sen Tasarla”
Yarışması’nın amacı
ev tekstilinde moda
yaratabilecek tasarım
ve tasarımcıların ortaya
çıkmasını sağlamak. Teması
“gençlik” olan yarışmada,
gençlerin düşledikleri
dünyayı, özgürlük,
gelecek ve/veya dönüşüm
kavramlarıyla anlattıkları
tasarımlar yarışacak. Son
başvuru tarihi 22 Mart 2013
olan yarışmanın birincilik
ödülü ise 10.000 TL.
İFW şimdi FWİ
Fashion Week Istanbul,
12-16 Mart 2013 tarihleri
arasında, Antrepo 3›te
yapılacak. IMG Fashion›un
uluslararası alanda sahip
olduğu güç ve bağlantıları
da arkasına alan Fashion
Week İstanbul, sektör
odaklı defileleri, özel
davetleri ve müşteri
odaklı farklı etkinlikleri
İstanbul›un stil sahibi
ruhu ve cazibesiyle
bir araya getiren, çok
katmanlı bir organizasyon
sunacak. Fashion Week
İstanbul’a katılacak
tasarımcılar, gerçekleşecek
organizasyon ve tanıtımlar
ve defilelerin ön takvimi,
önümüzdeki haftalarda
açıklanacak.
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi
Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur,
Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan
Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre
Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale
Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95
[email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
www.kaletasarimmerkezi.com

Benzer belgeler