Cilt 12 Sayı 1 - ATAUM
Transkript
Cilt 12 Sayı 1 - ATAUM
ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZĐ ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ . Yıl: 2013 Cilt: 12, Sayı:1 ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ BASIMEVĐ Đncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler / ANKARA Tel: 0 (312) 213 66 55 Basım Tarihi: 28/06/2013 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ Yıl: 2013 Cilt: 12, Sayı: 1 ĐÇĐNDEKĐLER Sanem BAYKAL AB Hukukunun Temel Đlkeleri Çerçevesinde AB’ye Katılım ve Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesinde Yer Alan Esaslar 1 Burak ERDENĐR Gümrük Birliği Sürecinin Türkiye’nin Siyasi Reform Sürecine Yansımaları 31 Çağrı ERHAN- Aysun GÜRBÜZ Türkiye’nin AB Đle Đlişkilerinde Alternatif Model Arayışı: “Kapsamlı Ekonomik Entegrasyon Anlaşması” 47 Baki ERKEN Türkiye-AB Đlişkisinde Temel Bir Etken: Türk’ün Avrupalı Kimliği 79 Erol ESEN Avrupa Birliği ve Türkiye’de Kırsal Kadının Durumu ve Almanya’dan Proje Uygulama Örnekleri 105 Đlke GÖÇMEN The Contributions of the Court of Justice of the European Union to Judicial Cooperation in Criminal Matters with a Specific Focus on the Protection of Fundamental Rights 129 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ (2013) ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES Year: 2013 Volume: 12, Number: 1 CONTENTS Sanem BAYKAL EU Accession and Turkey's Negotiation Framework within Context of the Basic Principles of EU Law 1 Burak ERDENĐR Impact of the Customs Union Decision on the Political Reform Process of Turkey 31 Çağrı ERHAN-Aysun GÜRBÜZ An Alternative Model for Turkey’s Relations with the EU: A Comprehensive Economic Integration Agreement 47 Baki ERKEN A Basic Element in the Turkey–EU Relations: European Identity of Turk 79 Erol ESEN Rural Women’s Situation in the European Union and in Turkey Project Application Examples From Germany 105 Đlke GÖÇMEN The Contributions of the Court of Justice of the European Union to Judicial Cooperation in Criminal Matters with a Specific Focus on the Protection of Fundamental Rights 129 ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES (2013) SUPRANASYONAL BĐR TASARRUF ŞEKLĐ OLARAK Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 12, No:1 (Yıl: 2013), s.1-30 AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM VE TÜRKĐYE’NĐN MÜZAKERE ÇERÇEVE BELGESĐNDE YER ALAN ESASLAR Sanem BAYKAL∗ Özet Avrupa Birliği’ne katılımın usulü ve koşulları Avrupa Birliği’nin temel metinlerinde ve AB kurumlarının çeşitli belgelerinde düzenlenmektedir. Söz konusu usul ve koşullar diğer aday ülkeler gibi Türkiye’ye de 1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde adaylık statüsünün kabulünden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’nin de dahil olduğu son genişleme evresi ya da dalgası bakımından uygulanan temel esaslar, özellikle katılım müzakerelerinin tabi olduğu koşullar ile bunların Türkiye’nin katılım müzakerelerinin sonucunu nasıl etkileyebileceği bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede özellikle üzerinde durulacak konu ise katılım müzakerelerinin yürütülme esaslarının düzenlendiği Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesinde yer alan “uzun geçiş dönemleri, özel düzenlemeler, derogasyonlar ve daimi korunma önlemlerine başvuru imkanı” gibi hususların AB hukukunun temel ilke ve esasları çerçevesinde ne ölçüde mümkün, adil ve uygulanabilir olduğudur. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği Hukuku, AB Genişlemesi, Türkiye-AB Đlişkileri, AB Katılım Müzakereleri, Türkiye Müzakere Çerçeve Belgesi Abstract The procedure and conditions for accession to the European Union are regulated by the basic legal texts of the Union as well as the various legal documents of its institutions. Those procedure and conditions have been applied to Turkey’s ∗ Doç.Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi AB Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi, Ankara. Bu çalışmanın araştırma aşamasına katkı sağlayan Bahar Uysal, Ezgi Çerçi, Gonca Aydınöz, Bilgesu Öztek, Çiğdem Akın ve Eda Çanga’ya içten teşekkürlerimi sunuyorum. Değerli meslektaşım Dr. Đlke Göçmen’in konu hakkındaki çalışmalarının ve akademik tartışmalarımızın bu çalışmanın hazırlanmasına katkısını da özellikle belirtmek isterim. Çalışmadaki her türlü eksiklik ise elbette sadece yazarın sorumluluğudur. 2 SANEM BAYKAL accession since the declaration of its candidacy at the Helsinki Summit of 1999 as was the case for other candidate countries. This study deals with the basic principles, conditions and procedures of the current enlargement process which also includes Turkey and the implications thereof on the outcome of the accession negotiations. In that context, the main focus will be on the phrase that “long transitional periods, derogations, specific arrangements or permanent safeguard clauses, i.e. clauses which are permanently available as a basis for safeguard measures” as stipulated in the Negotiation Framework for Turkey and whether such measures could be considered as feasible, applicable or fair on the basis of the fundamental principles of the EU legal order. Key Words: European Union Law, EU Enlargement, Turkey-EU Relations, EU Accession Negotiations, Accession Negotiation Framework for Turkey Giriş Avrupa Birliği’ne (AB) katılımın usulü ve koşulları Birliğin temel metinlerinde ve AB kurumlarının çeşitli belgelerinde düzenlenmektedir. Bu metinler aday ülkeler bakımından AB’ye katılımın hukuki çerçevesini oluşturmaktadır. Söz konusu usul ve koşullar diğer aday ülkeler gibi Türkiye’ye de 1999 yılında Helsinki Zirvesinde adaylık statüsünün kabulünden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 1 Başlangıçta, yani adaylık statüsünün ilan edildiği sırada 5. genişleme evresine ve bu evrenin tabi olduğu usul ve koşullara dahil olduğu kabul edilen Türkiye, 2004 ve 2007 tarihlerinde bu dalga içinde yer alan ülkelerin AB’ye girişinin ardından yeni bir genişleme evresi olarak adlandırılan ve daha önceki deneyimlerin ışığında yeniden şekillendirilen 6. genişleme evresi içinde kabul edilmiştir. Söz konusu genişleme evresi “Batı Balkanlar ve Türkiye”yi kapsamakla birlikte Haziran 2010’da katılım müzakerelerine başlayan Đzlanda’nın katılım süreci de doğal olarak bu evrenin esas ve koşullarına tabi olarak yürütülmektedir. Bu evrenin temel esas, usul ve koşullarının belirlenmesinde ve uygulanmasında, genişleme konusundaki geçmiş deneyimlerin yol göstericiliğinin yanı sıra kendine özgü niteliği dolayısıyla Türkiye’nin de kapsama dahil olmasının önemli rol oynadığı genel olarak ifade edilen bir husustur.2 Bu genişleme evresi ya da dalgası bakımından uygulanan temel esaslar, özellikle katılım müzakerelerinin tabi olduğu koşullar ile bunların Türkiye’nin katılım 1 Helsinki European Council, Helsinki Presidency Conclusions, Bulletin of the European Communities, No. 12/1999, Luxembourg, Office for Official Publications of the European Communities, 2000. 2 Bkz. Neill Nugent, “The EU's Response to Turkey's Membership Application: Not Just a Weighing of Costs and Benefits”, Journal of European Integration, Cilt 29, No 4, 2007, s. 483; Christophe Hillion, “Negotiating Turkey’s Membership to the European Union-Can the Member States Do as They Please?”, European Constitutional Law Review, No 3, 2007, s. 270; Fabien Amtenbrink, “On the European Union’s Institutional Capacity to Cope with Further Enlargement”, Reconciling the Deepening and Widening of the European Union, Steven Blockmans and Sacha Prechal (eds.), TMC Asser Instituut, The Hague, 2007, içinde, s. 120. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 3 müzakerelerinin sonucunu nasıl etkileyebileceği bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede özellikle üzerinde durulacak konu ise katılım müzakerelerinin yürütülme esaslarının düzenlendiği Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesinde yer alan “uzun geçiş dönemleri, özel düzenlemeler, derogasyonlar ve daimi korunma önlemlerine başvuru imkanı” gibi hususların AB hukukunun temel ilke ve esasları çerçevesinde ne ölçüde mümkün, adil ve uygulanabilir olduğudur. AB’ye Katılımın Hukuki Çerçevesi AB'ye üyelik başvurusunun yapılması ve başvurunun değerlendirilme süreci AB Antlaşması'nın 49. maddesinde yer almaktadır.3 Bu madde uyarınca: “2. maddede belirtilen değerlere saygı gösteren ve bu değerleri desteklemeyi taahhüt eden her Avrupa devleti, Birliğe üye olmak için başvuruda bulunabilir. Bu başvuru Avrupa Parlamentosu’na ve ulusal parlamentolara bildirilir. Başvuruda bulunan devlet, başvurusunu, Komisyon’a danıştıktan ve üye tam sayısının çoğunluğuyla karar verecek olan Avrupa Parlamentosu’nun muvafakatini aldıktan sonra oybirliğiyle hareket edecek olan Konsey’e yapar. Avrupa Birliği Zirvesi tarafından kararlaştırılan yeterlilik kriterleri dikkate alınır. Katılımın şartları ve bu katılımın Birliğin üzerine kurulduğu Antlaşmalar’da yapılmasını gerektirdiği uyarlamalar, üye devletlerle başvuran devlet arasında yapılacak bir anlaşma ile belirlenir. Bu anlaşma, kendi anayasal kurallarına uygun olarak onaylanmak üzere bütün âkit devletlere sunulur.” Bu madde hükmü ışığında katılımın koşulları usule ve esasa ilişkin olarak iki farklı temelde ele alınabilir.4 Buna göre usule ilişkin koşullar şunlardır: • Başvurunun AB Konseyi'ne yapılması; • Başvurunun Avrupa Parlamentosu’na ve ulusal parlamentolara bildirilmesi; • Konsey'in kararını vermeden önce, Komisyon'a danışmak ve üye tam sayısının çoğunluğuyla karar verecek olan Parlamento'nun muvafakatini almak zorunda olması; • Konsey'in, başvurunun akıbetine ilişkin kararını oybirliğiyle alması; • Katılım Antlaşması'nın kendi anayasal kurallarına uygun olarak onaylanmak üzere bütün âkit devletlere sunulması. Maddede düzenlenen esasa ilişkin koşulları ise şu şekilde saymak mümkündür: 3 AB Antlaşması madde 49. Bu ayrım için bkz. Christophe Hillion, “The Creeping Nationalisation of the EU Enlargement Policy”, Swedish Institute for European Policy Studies, 2010/6, s. 8-9. AB’ye katılımın hukuki çerçevesi konusunda Lizbon Antlaşması öncesi bir inceleme için bkz. Dimitry Kochenov, EU Enlargement and the Failure of Conditionality, Kluwer Law International, Austin, Boston, Chicago, New York, The Netherlands, 2008, s. 12-21 ve s. 57 vd. Genel olarak katılım prosedürünün hukuki temel itibariyle gelişimine ilişkin bir inceleme için bkz. Frank Hoffmeister, “Earlier Enlargements”, Andrea Ott and Kirstyn Inglis (eds.), Handbook on European Enlargement, TMC Asser Press, The Hague, 2002, içinde, s. 87 vd. 4 4 SANEM BAYKAL • AB Antlaşması'nın 2. maddesinde düzenlenen Birliğin dayandığı temel değerlere saygı gösterilmesi ve bu değerleri desteklemenin taahhüt edilmesi; • Başvurunun incelenmesinde Avrupa Birliği Zirvesi tarafından kararlaştırılan yeterlilik kriterlerinin dikkate alınması; • Katılımın şartlarını ve bu katılımın Birliğin üzerine kurulduğu Antlaşmalar’da yapılmasını gerektiren uyarlamaları içeren ve üye devletlerle başvuran devlet arasında yapılacak katılım antlaşmasının imzalanması. Lizbon Antlaşması ile bu maddeye getirilen temel değişiklikler, üyelik başvurusu konusunda Avrupa Parlamentosu ve ulusal parlamentoların bilgilendirilmesi ve başvurunun incelenmesinde Avrupa Birliği Zirvesi tarafından kararlaştırılan yeterlilik şartlarının dikkate alınacağı hükmünün eklenmesidir. Bunun yanı sıra aday ülkenin niteliğini ortaya koyan ve bir ölçüde de “Avrupalı” olmanın içerdiği değerlerin Lizbon Antlaşması ile bir defa daha ve genişletilerek belirlendiği görülmektedir.5 Lizbon Antlaşması öncesi AB Antlaşmasının 6. maddesi “AB’nin üye devletlerin ortak ilkeleri olan özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulduğu” hükmünü içeriyordu. Lizbon Antlaşması sonrası AB Antlaşmasının 2. maddesinde ise AB’nin “değerleri” şu şekilde ifade edilmektedir: “Birlik, insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulmuştur. Bu değerler, çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve kadın-erkek eşitliğinin hakim olduğu bir toplumda üye devletler için ortaktır.” Antlaşmalarda daha önce Birliğin üzerine kurulduğu “ilkeler” şeklinde bir ifade kullanılmışken önce AB Anayasal Antlaşması, ardından da söz konusu girişimin başarısızlığı üzerine hazırlanan Lizbon Antlaşmasında “AB’nin değerleri” ifadesinin tercih edildiği ve söz konusu “değer”lerin sayısının arttığı görülmektedir. Ancak ister “değer” ister “ilke” olarak ifade edilsin AB Antlaşmasında geçen kavramların, üzerinde azami düzeyde uzlaşıya varılmış, olabildiğince nötr ve evrensel değerlerin Avrupa kıtası özelinde ifade ettiği içerik ve anlama işaret ettiği belirtilebilir.6 Bunun yanında üye olacak ülkelerin bu değerleri benimsemesinin ötesine geçecek şekilde bu değerlerin desteklenmesi, teşviki ya da ilerletilmesi anlamında bir görev üstlenmesi ve buna uygun 5 “Avrupalılık” kavramının katılım prosedürü bağlamında ne ifade ettiği konusunda tartışma için bkz. Kochenov, op.cit., s. 27 vd. 6 Mattias Kumm, “The Idea of Thick Constitutional Patriotism and Its Implications for the Role and Structure of European Legal History”, German Law Journal, Special Issue-Confronting Memories, Cilt 6, No. 2, 2005, s. 319-354; Lynn Dobson, “We Have the Stars, Let’s Add the Moon: EU, Turkey, and the Constitutional Values of Free Citizens”, Towards a European Constitution-from the Convention to the IGC&Beyond Conference, Goodenough College, Londra, 1-2 Temmuz 2004, s. 6- 9. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 5 nitelikler göstermesinin arandığını ileri sürmeye uygun bir yazımın tercih edildiği görülmektedir. Katılım kriterlerinin ise zımnen de olsa Antlaşmalara dahil edilmiş olması hukuki niteliklerinin güçlenmesine olduğu kadar siyasi ve sembolik önemlerinin altının çizilmesine de hizmet etmektedir. Bilindiği üzere, ilk kez 1993 Kopenhag Zirvesinde ortaya konulan, ardından 1995 Madrid Zirvesinde geliştirilen Kopenhag Kriterleri, bir Avrupa ülkesinin AB üyeliğine kabul edilebilmesi için sahip olması gereken temel nitelikleri saptamaktadır.7 Bunlar siyasal, ekonomik ve hukuki (müktesebat kriteri) olmak üzere üç temel başlık altında düzenlenmektedir. Siyasal kriterlere göre, AB’ye aday ülkelerde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını ve saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olması gerekmektedir. Ekonomik kriterlerse, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle baş edebilme kapasitesini üyelik için koşul saymaktadır. Kopenhag Zirvesinde alınan kararlarda, ayrıca, “Üyelik, adayın siyasi, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere, üyeliğin getirdiği yükümlülükleri üstlenebileceğini varsayar” cümlesine yer verilerek, AB müktesebatına uyumun temin edilmesi gerekliliği üyelik için bir koşul haline getirilmiştir. Bu kriterlere 1995 Madrid Zirvesi’nde “[Topluluk] politikalarının uyumlu olarak yürütülmesini teminen, katılım ertesinde aday ülkelerin idari yapılarının uyumlaştırılması gereği” de eklenmiştir. Böylece AB müktesebatının ulusal mevzuata geçirilmesinin gerekli olmakla beraber yeterli olmadığı; asıl önemli olanın etkili biçimde uygulama olduğu vurgulanmış olmaktadır. Kopenhag AB Zirvesi Sonuçlarında, ayrıca, AB’nin yeni üyeyi sindirebilme kapasitesine sahip olması gerektiği üzerinde de durulmuş, Avrupa Birliğinin yeni üyenin katılımından sonra da bütünleşme ivmesini sürdürebilmesinin önemine işaret edilmiştir. Bu kavrama aşağıda ayrıntılı biçimde yer verilecektir. Lizbon Antlaşmasının, AB Antlaşmasının 49. maddesine getirdiği Avrupa Parlamentosu ve üye devletlerin ulusal parlamentolarının üyelik başvurusu konusunda bilgilendirilmesi gereği ve üyelik için uygunluğun/yeterliliğinin değerlendirilmesinde zımni olarak Kopenhag ve Madrid Kriterleri’ne atıf yapılması şeklindeki değişikliklerle genişleme sürecinin daha belirgin bir çerçeveye kavuşturulduğu ifade edilebilir. Katılım sürecinin sonunda çoğu durumda ulusal anayasal sistemlerin bir gereği olarak ulusal parlamentoların onayının zorunlu olmasının yanı sıra, sürecin pek çok aşamasında siyasi ve/veya hukuki olarak, ancak en son aşamada katılım antlaşmasının onayında her hal ve karda hukuki olarak, Avrupa Parlamentosunun olumlu görüşü gerekeceğinden bu 7 Bkz. AB’nin Haziran 1993 Kopenhag ve Aralık 1995 Madrid Zirveleri Sonuç Kararları. Kopenhag kriterlerinin Komisyonca denetimi hakkında eleştirel bir yaklaşım için bkz. Dimitry Kochenov, “Behind the Copenhagen façade. The meaning and structure of the Copenhagen political criterion of democracy and rule of law”, European Integration online Papers (EIoP), Cilt 8, No 10, 2004, <http://eiop.or.at/eiop/texte/2004-010a.htm>. 6 SANEM BAYKAL bildirim zorunluluğu doğal görülmelidir. Ancak, örneğin Christophe Hillion’a göre bu durum ve özellikle ulusal parlamentoların sürece sembolik olarak da olsa dahil edilmesi, aynı zamanda üye devletlerin genişleme süreci üzerindeki yönlendirici rol ve etkilerinin artışına da delil teşkil etmektedir.8 AB Antlaşması m. 49’a göre katılım antlaşmalarının yürürlüğe girmesinin üye devletlerin ulusal hukuklarında da onaylanmasını gerektirmesi nedeniyle, bazı üye devletlerin onay sürecini zorlaştırıcı düzenlemeler benimsemeleri de üye devletlerin süreç üzerindeki etkilerindeki bu artışa işaret eder şekilde yorumlanabilecektir. Bugüne kadar katılım antlaşmalarının üye devletlerin ulusal hukuklarında onaylanmasında bir sorunla karşılaşılmamış olsa da, artan üye devlet sayısının ve bazı üye devletlerin katılım antlaşmalarının onaylanmasına yönelik olarak anayasalarında zorlaştırıcı hükümler, örneğin halkoyuna başvurma gibi- öngörmelerinin, böyle bir sorunun ortaya çıkma ihtimalini artırdığı değerlendirilmiştir.9 Bu çerçevede, uluslararası anlaşmaların ulusal hukuklarında yürürlüğe girmesi için gereken onay prosedürlerinin belirlenmesi yetkisi üye devletlerde bulunmaktadır. Ancak yine de üye devletlerin tümüyle kendi münhasır yetkilerinde kalan alanlarda bile AB üyeliğinin gerekleri çerçevesinde sadakat yükümlülüğüne ya da dürüst işbirliği ilkesine uygun davranmaları ve Birliğin hedeflerine ulaşmasını sağlayacak tedbirleri almaya, Birliğin hedeflerine ulaşmasını tehlikeye düşürebilecek tedbirleri almaktan kaçınmaya yönelik bir tutum benimsemeleri gerektiği de ileri sürülebilecektir.10 Böyle bir durumun ahde vefa ilkesi bağlamında da değerlendirilmesi gerekebilecektir. Bu yükümlülük bugün için AB Antlaşmasının 4. maddesinin 3. paragrafında düzenlenen “dürüst işbirliği ilkesi”nden kaynaklanmaktadır. Hüküm uyarınca, “Üye devletler, Antlaşmalardan veya Birlik kurumlarının tasarruflarından kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak üzere, genel veya özel her türlü uygun tedbiri alırlar. Üye devletler, Birliğin görevlerinin yerine getirilmesini kolaylaştırırlar ve Birliğin hedeflerinin gerçekleştirilmesini tehlikeye düşürebilecek her türlü tedbirden kaçınırlar.” Bugün ulusal mevzuatını ve hatta anayasasını değiştirerek yeni bir üye devletin Avrupa Birliğine katılımını düzenleyen katılım antlaşmasının onayını referandum yolu 8 Hillion, op.cit., 2010, s. 1-49. Hillion, bu çalışmasında, üye devletlerin genişleme politikasındaki artan etkilerini inceledikten sonra, bu etkinin azaltılmasına yönelik olarak, Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde Avrupa Birliği Antlaşması’nın üyelik başvurusuna ilişkin 49. maddesine dayanarak iptal ve hareketsizlik davalarının açılabileceği ve Komisyon’un, üye devletlerin AB Antlaşması m. 4/3’te öngörülen sadakat yükümlülüğünü (dürüst işbirliği ilkesini) ihlal etmesine dayanarak harekete geçebileceği şeklindeki hukuki çarelere yer vermiştir. 9 Ibid., s. 30-33. 10 Ibid., s. 37-38. Buna karşılık Matthias Kumm, üye devletlerin bu şekilde bir referanduma gitmelerini demokratik meşruiyet tartışmaları bağlamında yerinde görmektedir. Bkz. Kumm, op.cit., s. 319-354. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 7 ile gerçekleştirmeye yönelik düzenlemeler yapan veya yapmayı tartışan üye devletler olduğu görülmektedir. Bu kapsamda bir örnek olarak görülebilecek olan Fransa, 2004’ten beri tartıştığı Hırvatistan’dan sonraki adayların katılım antlaşmalarını referanduma sunma yönündeki Anayasa değişikliğini 2008’de gerçekleştirmiştir. Burada çeşitli öneriler arasında AB nüfusunun %5’inden fazla nüfusa sahip aday ülkelerin üyeliğinin doğrudan referanduma sunulması da yer almış, bu ihtimal doğrudan Türkiye’nin kastedildiği izlenimini doğurmuş ve Türkiye’nin tepkisini çekmiştir. Bu öneri Fransız Senatosunda reddedilmiş ve sonuçta onaylanan değişiklikle, AB’ye yeni üye olacak ülkeler için doğrudan referandum şartı korunmakla birlikte, Meclis ve Senato üyelerinin beşte üçünün talebi halinde cumhurbaşkanının söz konusu ülkenin üyeliğinin onaylanmasını parlamentonun onayına bırakması hükmü getirilmiştir. AB’nin kurucu metinlerinde Birliğe katılım koşullarını ağırlaştırdığı ileri sürülebilecek bu değişikliklerin nedenleri arasında AB siyasi çevrelerinde genişlemeye karşı duyulan isteksizliğin yanı sıra, aday ülkelerin ekonomik, sosyal, hukuki ve özellikle insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanı başta olmak üzere siyasal alanda istenen düzeye gelmelerinin sağlanması gereği belirtilebilir. Bu çerçevede AB’ye üyelik için başvuran bazı ülkelerin istikrarlı siyasi ve ekonomik sistemlere sahip olmamaları nedeniyle AB’nin, özellikle Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesinde AB müktesebatının yetersiz kaldığı konularda, liberal demokrasi ve serbest pazar ekonomisini destekleyen bölgesel ve uluslararası örgütlerin düzenlemelerine atıfta bulunduğu görülmektedir.11 Ancak aday ülkelerin katılım sürecinde gösterdiği gelişmenin, AB müktesebatının kapsamının daha sınırlı olması nedeniyle tam üye olduktan sonra yavaşladığına da işaret edilmiştir.12 AB’nin genişleme politikasındaki söz konusu çifte standardın giderilmesine yönelik olarak Birliğin kabul ettiği kriterlerinse AB’nin genişleme politikasında üye devletlerin kontrolünü ve dolayısıyla bu politikanın hükümetlerarası niteliğini artırdığı belirtilmektedir.13 Konuyu farklı çalışmalarında inceleyen Christophe Hillion, özellikle 1993 yılında “Kopenhag Kriterleri”nin ilan edilmesiyle genişleme sürecinin sadece “prosedür” olmanın ötesine geçerek bir “politika” haline geldiğini ve bu politikanın yetersizliklerinin giderilmesi için Birlik düzeyinde alınan tedbirlerin üye devletlerin genişleme politikası üzerindeki kontrolünü giderek arttırdığını vurgulamaktadır. 14 AB, genişleme politikasını, Avrupa’da normatif bir güç olarak kimlik oluşturmanın bir aracı şeklinde kullanmak istediği halde, üye devletlerin aday ülkeleri farklı hukuki kurallara 11 Hillion, op.cit., 2010, s. 14-15. Hoffmeister da bu kriterlerin Kopenhag Zirvesi öncesi açıkça belgelere geçirilmemiş olmakla birlikte bütünleşmenin başlangıcından beri geçerli olduğunu belirtmektedir. Hoffmeister, op.cit., s. 93-96. Benzer görüş için bkz. Kochenov, op.cit., s. 33; Lorand Bartels, Human Rights Conditionality in the EU’s International Agreements, Oxford University Press, Oxford, New York, 2005, s. 50 vd. 12 Hillion, op.cit., 2010, s. 16. Benzer bir değerlendirme için bkz. House of Lords, European Union Committee, 10th Report of Session 2012-2013, The Future of EU Enlargement, HL Paper 129, 6 March 2013, özellikle s. 13 vd. ve s. 21 vd. 13 Hillion, op.cit., 2010, s. 18 vd. 14 AB Antlaşması madde 4/3. 8 SANEM BAYKAL tabi tutması, Birliğin çifte standart uyguladığı yönünde eleştirilere neden olmuştur. 15 Hillion, genişleme sürecinin yönlendirilmesinde üye devletlerin rolünün giderek arttığını, bir diğer ifadeyle genişleme politikasının ulusallaştığı tespitinin dayanaklarını ortaya koyarken bu çerçevede AB’nin normatif bir güç olmak isterken, genişleme politikası bağlamında hukuka uygun hareket ettiği yönündeki imajının sarsıldığı tespitini yapmaktadır.16 Gerçekten de genişleme politikasında AB kurumlarının rolünün zamanla artmasının yanında, üye devletlerin, aday ülkelerin katılım kriterlerini yerine getirip getirmediklerinin değerlendirilmesinde artan rolünün, genişleme politikasının hükümetlerarası niteliğini gösterdiği belirtilebilir. Bu bakımdan Hillion, Birliğin genişleme sürecinde kendi güvenilirliğini ya da bir başka ifadeyle kredibilitesini veya inandırıcılığını sağlamak için aldığı önlemlerin üye devletleri genişleme politikasında daha fazla söz sahibi yaparak, genişleme politikasının hükümetlerarası hale gelmesine yol açtığını ileri sürmektedir.17 Yazara göre, bu durum, AB’nin genişleme politikasının güvenilirliğinin, inandırıcılığının, meşruluğunun ve etkililiğinin hem AB üye devletlerinin halkları hem de aday ülkeler tarafından sorgulanmasına neden olmaktadır.18 Genişleme politikasının geliştirilmesine yönelik olarak müzakere fasıllarının açılması ve kapanmasına ilişkin açılış ve kapanış kriterleri öngörülmesinin, AB Antlaşmasının 49. maddesinin yorumlanma şeklinin, genişleme politikasında sindirme kapasitesi kavramına atfedilen önemin artmasının ve üye devletlerin -örneğin genişleme konusunda referandum hükmü getirme gibi- ulusal hukuklarında aldıkları tedbirlerin üye devletlerin genişleme politikasının oluşturulması ve uygulanmasında daha fazla kontrol sahibi olması sonucunu doğurduğu görülmektedir. Esasen genişleme süreci AB’nin anayasal sistemi üzerinde değişiklik anlamına geldiğinden, başlangıçtan bu yana aynen kurucu antlaşma değişikliklerinde olduğu gibi yeni üye kabulünde de AB kurumlarının belli oranda rolü ve etkisi bulunmakla beraber bu rol ve etkinin sınırlı olduğu, katılım konusunda temel kararların üye devletler tarafından alınmasının sürecin doğal niteliğine uygun olduğunun ileri sürülmesi de mümkün görünmektedir.19 Aşağıda, Avrupa Birliğinin halihazırda devam etmekte olan ve 2006 Genişleme Stratejisinde ilan edilen, ama öncesinde özellikle Türkiye’nin müzakerelere başlaması kararının alındığı 17 Aralık 2004 AB Zirvesinde kararlaştırılarak Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesinde ifade edilen esaslar çerçevesinde üye devletlerin genişleme sürecinde sahip oldukları rolün ve etkinin giderek artıp artmadığı ile bunun nedenleri ve sonuçları AB hukukunun temel ilkeleri perspektifinden ele alınmaya çalışılacaktır. 15 Bu konuda bkz. Örneğin Kochenov, op.cit., s. 33-36. Hillion, op.cit., 2010, s. 7. Birleşik Krallık Parlamentosunun yakın tarihli genişleme raporunda da benzer tespitlere yer verilmektedir. Bkz. House of Lords, op.cit., s. 23-26. 17 Hillion, op.cit., 2010, s. 18 vd. 18 Ibid., s. 18 vd. 19 Benzer görüş için bkz. Kirstyn Inglis, “Pre-Accession and Accession Treaty Legal Practice: Insights and Lessons for the Future”, Haluk Kabaalioğlu, Andrea Ott and Allan Tatham, EU and Turkey: Bridging the Differences, Economic Development Foundation (ĐKV), Pub. No. 250, 2011, s. 7. 16 AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 9 Avrupa Birliği’nin Yeni Genişleme Stratejisi ve Türkiye’ye Uygulanışı20 AB’nin Türkiye’nin adaylık sürecinde uyguladığı strateji, 1990’lardan önce de kullandığı, fakat Soğuk Savaş’ın ardından tam olarak şekillendirdiği dış politika aracı olan “koşullu genişleme” yaklaşımının somut bir göstergesi niteliğindedir.21 Koşullu genişleme stratejisi esas itibariyle 1997 Lüksemburg Zirvesinde benimsenmiş ve MDAÜ ülkeleri ile GKRY ve Malta’yı kapsayan 5. genişleme dalgası boyunca uygulanmıştır.22 Aşağıda Avrupa Birliği’nin 2006 yılında somutlaştırdığı ve yeni bir genişleme evresinin stratejisi olarak ilan ederek Türkiye’ye de uyguladığı, ancak bu çerçevede 17 Aralık 2004 AB Zirvesi ve burada konan esaslar üzerinden geliştirilen Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesinde ilk defa ortaya koyduğu genişleme stratejisinin temelleri ve arka planı ana hatlarıyla ele alınacaktır. AB’yi 2000’lerin ikinci yarısında mevcut genişleme stratejisini revize etmeye ve 2006 yılında yeni bir Genişleme Stratejisi benimsemeye yönelten 2 etken mevcuttur: Genişlemeyi ve derinleşmeyi bir arada gerçekleştirme ve böylece genişleme sonrası AB içinde aidiyet ve karşılıklı sadakat ve güveni güçlendirerek devam ettirme zorunluluğu ile genişleme sonrası kurumsal yapıyı ve politikaları etkili işleyişe kavuşturma gereksinimi.23 2006 genişleme stratejisinde, adı “Batı Balkanlar ve Türkiye’ye Genişleme” olarak belirlenen bu 6. evrenin esasları, koşulları ve usulleri düzenlenmektedir. Strateji Belgesinde 6. evre genişlemeye uygulanacak bu esas, koşul ve usuller 3 ilke altında ifade edilmektedir: Taahhütlerin konsolidasyonu, katı koşulluluk ve iletişim. Bunun yanı sıra entegrasyon (sindirme) kapasitesi de Kopenhag kriterlerinde de öngörüldüğü üzere dikkate alınması gereken bir husus oluşturmaktadır. 24 Buna göre; aday ülkelerin üyelik kriterlerini yerine getirmekte gösterecekleri hız ve başarı üyeliğe yaklaşmalarında anahtar rol oynayacak; Birlik yeni genişlemelerde temkinli bir tutum izlerken halihazırda taahhütte bulunduğu devletler olan Türkiye, Hırvatistan ve Makedonya ile Batı Balkanlar için bu taahhüt konsolide edilecek, yani 20 Ayrıntılı bilgi için bkz. Sanem Baykal-Tuğrul Arat, “AB’yle Đlişkiler”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası III. Cilt, Đletişim Yayınları, 2013, içinde, s. 379-382. 21 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Sanem Baykal, “1999 Helsinki’den 2004 Brüksel’eMukadder Üyelikten Ucu Açık Müzakerelere: Türkiye-AB Đlişkileri”, Mustafa Aydın ve Çağrı Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006, içinde, s. 145 vd. 22 Genel olarak bkz. Ott-Inglis, op.cit.; Kochenov, op.cit.; Inglis, op.cit., 2011, s. 1-28. 23 Kirstyn Inglis, “EU Enlargement: Membership Conditions Applied to Future and Potential Member States”, Steven Blockmans and Adam Lazowski (eds.), The European Union and Its Neighbours, TMC Asser Instituut, the Hague, 2006, s. 61 vd.; Amtenbrink, op.cit., s. 111 vd. 24 Commission of the European Communities, Communication from the Commision to the European Parliament and the Council-Enlargement Strategy and Main ChallengesIncluding Annexed Special Report on the EU’s Capacity to Integrate New Members, Brussels, 8.11.2006 COM (2006) 649. 10 SANEM BAYKAL taahhütlere saygı gösterilecek; üye ve aday ülkelerin karşılıklı gayretleri ve AB kurumlarının da desteği ile kamuoylarının genişlemeye hazırlanması öncelikli bir unsur haline gelecektir.25 Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Maria Eleni Koppa tarafından hazırlanarak 22 Kasım 2012 tarihinde Avrupa Parlamentosu Genel Kurulunda kabul edilen “Genişleme: Politikalar, Kriterler ve Avrupa Birliği’nin Stratejik Çıkarları” başlıklı rapor, söz konusu genişleme stratejisinin içeriği ve uygulanması konusunda Parlamentonun bakış açısını ortaya koymaktadır.26 Raporda, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri için katılım kriterlerinin kabul edildiği 1993 Kopenhag Zirvesinden yaklaşık yirmi yıl sonra, bu kriterler halen sürecin temelini oluşturmakla birlikte, genişleme politikasının ve ilgili usullerin, mevcut müzakerelere halel getirmeksizin yeniden değerlendirilmesinin zamanının geldiği belirtilmektedir. Bu çerçevede 1960’lardan beri Avrupa Birliği’nin (AB) gündeminde olan genişleme politikasının Avrupa’da barışa, istikrara, refaha katkıda bulunduğu vurgulanmakta; üyelik perspektifinin, AB’ye katılmak isteyen ülkeleri, siyasi, ekonomik ve hukuki reformları yapmaya teşvik ettiği belirtilerek, genişlemenin, AB’nin yumuşak gücünün esası ve dış politikasının önemli bir unsuru olduğu ifade edilmektedir. Bu çerçevede önem taşıyan kavram “entegrasyon kapasitesi” kavramıdır. Buna göre, entegrasyon kapasitesi; yeni üyelerin Birliğin siyasi hedeflerini gerçekleştirme hızına katkı sağlaması ve buna zarar vermemesi; Birliğin etkili ve güçlü bir kurumsal çerçeveye sahip olması; Birliğin mali kaynaklarının, toplumsal ve ekonomik uyumun sağlanması ve ortak politikaların uygulanması konusunda ortaya çıkan güçlükleri aşmaya yeterli olması ve genişlemenin sonuçları hakkında, kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik kapsamlı bir iletişim stratejisinin mevcut olmasını kapsamaktadır. Birlik de bu süreçte, entegrasyon kapasitesini geliştirmekten sorumlu kabul edilmektedir. Bundan başka Raporda özellikle işaret edilen bir husus, koşulluluk ilkesi çerçevesinde, aday ve potansiyel aday ülkelerden AB’de halihazırda uygulanmakta olan standartlardan daha yüksek standartlar istenmemesinin, şeffaf ve adil kriterler belirlenmesinin önem taşıdığıdır. Hatta Avrupa Parlamentosuna göre, AB’ye katılım koşullarının inandırıcılığını sağlayabilmek adına, üye devletlerin AB’nin temel haklarına, işleyen demokratik kurumlarının varlığına ve hukukun üstünlüğüne dair 25 Ayrıntılı bilgi için bkz. Sanem Baykal-Tuğrul Arat, “AB’yle Đlişkiler”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası III. Cilt, Đletişim Yayınları, 2013, içinde, s. 379-382. Bu konuda ayrıca bkz. Steven Blockmans, “Consolidating the Enlargement Agenda for South Eastern Europe”, Reconciling the Deepening and Widening of the European Union, Steven Blockmans and Sacha Prechal (eds.), TMC Asser Instituut, The Hague, 2007, içinde, s. 60 ve özellikle s. 82 vd.; Amtenbrink, op.cit., s. 112 vd.; Stubb Report on the institutional aspects of the European Union’s capacity to integrate new Member States, A6-0393/2006 (16.11.2006); House of Lords, op.cit., s. 45-53. 26 European Parliament 2009-2014, Plenary Sitting, Report on Enlargement: policies, criteria, and the EU’s strategic interests (2012/2025 (INI), Committee on Foreign Affairs, Rapporteur: Maria Eleni Koppa, A7-0274/2012, 3.10.2012. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 11 yükümlülüklerini yerine getirmelerinin önem taşıdığından hareketle, bu doğrultuda Komisyonun bir izleme mekanizması oluşturması da önerilmektedir. Bunun yanı sıra, katılım sürecinin amacının üyelik olmakla birlikte, müzakereler tamamlanmadığı sürece, aday ülkeye katılım tarihi verilmemesi gerektiği de Parlamento Raporunda ifade edilmektedir. Yine Parlamentonun, açılış ve kapanış kriterleri çerçevesinde daha şeffaf bir yaklaşım getirerek, katılım sürecinin etkinliğini geliştirmek isteyen Komisyonu desteklediği, bu sayede sürecin daha adil ve tarafsız olarak ölçülebilir hale geleceği, bu kapsamda, Komisyonun Đlerleme Raporlarındaki taleplerinde daha kesin ve açık olması, açılış ve kapanış kriterleriyle aday ya da potansiyel aday ülke için ek koşullar getirmemesi, genel üyelik kriterlerini somut adımlara dönüştürmeyi hedeflemesi gerektiği belirtilmektedir. Ancak, bütün Avrupalı devletlerin tam üye olmayı seçmeyeceği, bazılarının da katılım kriterlerini tamamen yerine getiremeyebileceği, bu yüzden AB Antlaşmalarının gözden geçirileceği bir dahaki dönemde, halen devam etmekte olan katılım müzakerelerini etkilemeyecek şekilde, Parlamentonun “kısmi üyeliği/ortak üyeliği” (“associate membership”) yeni bir kategori olarak tartışmaya açmasının uygun olacağı saptaması yapılmaktadır. Aşağıda ele alınacağı üzere, esasen 2005 yılı itibariyle geliştirilmeye ve uygulanmaya başlayan bu esaslar, Türkiye’nin aşağıda ele alınacak müzakere çerçevesinin temel unsurlarının belirlenmesinde temel etken konumundadır. Türkiye’ye Uygulanan Katılım Stratejisi ve Müzakerelerin Yürütülüş Esasları27 Üyelik müzakerelerinde Türkiye için uygulanacak stratejinin ana kurgusu esasen Komisyon tarafından belirlenmiş; 17 Aralık 2004’teki AB Zirvesi Sonuç Kararlarıyla da bu tavsiye büyük ölçüde benimsenmiştir. Müzakere sürecinin doğası gereği ucu açık nitelik taşımasına karşın, müzakerelerin hedefinin “katılım” yani üyelik olduğu AB Zirvesi Sonuç Kararlarında yer almıştır. Yine bu çerçevede, Sonuç Kararlarında “Kopenhag Kriterlerinin tümü göz önünde tutulmak suretiyle, üyeliğin yükümlülüklerini tam olarak üstlenmeye hazır olmadığı durumda bile, aday ülkenin en güçlü araçlarla Avrupa yapılarına kenetlenmesinin güvence altına alınması gerektiği” de belirtilmektedir.28 27 Ayrıntılı bilgi için bkz. Baykal-Arat, op.cit., s. 365-370. Commission of the European Communities, Communication from the Commission to the Council and the European Parliament-Recommendation of the European Commission on Turkey’s progress towards accession, Brussels, 6.10.2004 COM (2004) 656 final; Commission of the European Communities, 2004 Regular Report on Turkey’s progress towards accession, COM (2004) 656 final, Brussels, 6.10.2004 SEC (2004) 1201; Commission Staff Working Document, Issues Arising from Turkey’s Membership Perspective, Brussels, COM (2004) 656 final, 6.10.2004, SEC (2004) 1202. 28 12 SANEM BAYKAL Türkiye’ye uygulanan katılım stratejisinin yukarıda ele alınan ve Birliğin genişleme stratejisini gözden geçirmesine yol açan faktörler ve bu çerçevede ulaştığı esaslarla belirlendiği, söz konusu esasların Türkiye’nin katılım stratejisine tam olarak yansıtıldığı görülmektedir. Zirve Kararlarının 23. paragrafında müzakerelerin tabi olacağı esaslar aşağıdaki şekilde yer almış ve 3 Ekim 2005 tarihinde AB Konseyi tarafından karara bağlanan Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesine de bazı uyarlamalarla geçirilmiştir29: • Müzakereler, daha önceki genişlemelerden alınan dersler ışığında, her bir aday ülkenin özgül durumunu esas alan ayrı bir müzakere çerçevesinde düzenlenecektir; • Müzakereler Türkiye’nin kendi başarısına dayanacak, hızını da Türkiye’nin üyelik koşullarını yerine getirmede kaydettiği ilerleme belirleyecektir; • Müzakereler, bir tarafta üye ülkelerin, diğer tarafta aday ülkenin yer aldığı ve kararların tüm ülkelerin oybirliği ile alınacağı, Hükümetlerarası Konferans formatına göre yürütülecektir. • Müzakerelerin esası, her bir spesifik politika alanını kapsayan fasıllara ayrılacaktır. • Her müzakere faslının geçici olarak kapatılmasında ve gerektiğinde açılmasında, Komisyon’un tavsiyesi üzerine Konsey tarafından oybirliğiyle bazı kriterler saptanabilecek; bu kriterler, ilgili müzakere faslına bağlı olarak, müktesebata uyum sağlanmasına, müktesebatın tatmin edici bir düzeyde uygulanmasına ve AB ile akdi ilişkilerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin olacaktır. • Uzun geçiş süreleri, derogasyonlar, spesifik düzenlemeler veya daimi korunma hükümleri (yani, korunma tedbirlerinin alınmasına dayanak teşkil eden, daimi surette ileri sürülebilecek hükümler) öngörülebilecek; Komisyon, gerektiğinde bu hükümleri, kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar ve tarım gibi alanlarda, hazırlayacağı her bir müzakere çerçeve önerisine dahil edecek; ayrıca, kişilerin serbest dolaşımının nihai olarak gerçekleştirilmesine ilişkin karar alma süreci, üye devletlere azami rol verilmesine imkân sağlayacaktır. • Genişleme, Birliğin bütünleşme sürecini güçlendirmelidir. AB’nin Türkiye’yi sindirme kapasitesi, hem Birliğin hem de Türkiye’nin genel çıkarları açısından çok önemlidir. • Müzakereler sırasında, AB’nin de kendisini Türkiye’yi sindirebilecek hale getirmesine imkân sağlayacak önlemler alınacak; her halükârda, bundan sonra açılacak müzakereler, 2014’te yürürlüğe girecek Mali Çerçeveden önce kesin olarak kapatılamayacaktır. Aday ülkenin Birliğe katılımının mali veçheleri, ilgili Mali Çerçeve kapsamında ele alınmalıdır. Müzakerelere henüz başlamamış ve Birliğe katılımı mali reform gerektirecek kadar büyük mali sonuçlar doğuracak adaylarla müzakereler, bu konuda gerek duyulabilecek mali reformlarla birlikte ancak 2014 sonrası dönemi kapsayan Mali Çerçevenin oluşturulmasından sonra tamamlanabilecektir. 29 Bkz. Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi; Council of the European Union, Accession Negotiations with Turkey, Brussels, 12 October 2005. Türkçe çevirisi için bkz. www.abgs.gov.tr. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 13 • Ortak hedefi katılım olmakla birlikte, doğası gereği sonuçları önceden garanti edilemeyeceği için, müzakereler açık uçlu olacaktır. • Tüm Kopenhag kriterleri göz önünde bulundurularak, üyelik yükümlülüklerini tam olarak üstlenecek durumda olmaması halinde, aday ülkenin Avrupa yapılarına mümkün olan en güçlü bağlarla kenetlenmesi sağlanacaktır. • Müzakereler, Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşılayacağı varsayımına dayanak başlatılmıştır; Birliğin üzerine inşa edildiği temel ilkelerin sürekli ve ciddi ihlali halinde askıya alınabilir. • Türkiye’de, Birliğin temelini oluşturan özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin ciddi ve sürekli olarak ihlal edilmesi durumunda, Komisyon kendi inisiyatifiyle veya üye devletlerin üçte birinin talebi üzerine müzakerelerin askıya alınmasını tavsiye eder ve müzakerelerin tekrar başlatılması için gerekli koşulları önerir. Konsey, böyle bir tavsiye üzerine, Türkiye’yi de dinledikten sonra, nitelikli çoğunlukla, müzakerelerin askıya alınıp alınmamasını ve tekrar başlatılması için gerekli koşulları karara bağlar. Üye devletler, Hükümetlerarası Konferansta oybirliği genel kuralına halel gelmeksizin, Konsey kararı doğrultusunda hareket eder. Avrupa Parlamentosu bilgilendirilir. • Aday ülke ile AB arasındaki diyalogun, sivil toplumun da katılımıyla güçlendirilmesi ve kamuoylarının birbirlerine yakınlaşmasını sağlayacak şekilde geliştirilmesi gereklidir. Komisyon tarafından önerilen, Zirve tarafından benimsenen ve Müzakere Çerçeve Belgesine de geçirilen şekliyle Türkiye bakımından 3 temel unsura dayanan bir müzakere süreci söz konusu olacaktır: 1. Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların derinleştirilmesi ve içselleştirilmesi; 2. AB müktesebatının üstlenilmesi ve uygulanması; 3. Sivil toplumla diyalogun güçlendirilmesi ve bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoylarına, hem de Türkiye kamuoyuna yönelik olarak bir iletişim stratejisinin yürütülmesi. Bu kapsamda, Türkiye bakımından AB müktesebatına30 uyum şunları içerecektir: 30 Müktesebat kavramı Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesinde şu şekilde ifade edilmektedir: “Katılım, Birliğin müktesebatı olarak bilinen ve Birliğin sistemi ve kurumsal çerçevesine bağlı hak ve yükümlülüklerin kabulü anlamına gelmektedir. Türkiye söz konusu müktesebatı, katılım anında olduğu şekliyle uygulamalıdır. Öte yandan katılım, mevzuat uyumuna ilaveten, müktesebatın zamanlı ve etkin uygulanması anlamına da gelmektedir. Müktesebat sürekli olarak evrim geçirmekte ve aşağıdaki hususları içermektedir: Birliği kuran Antlaşmaların içeriği, ilkeleri ve siyasi hedefleri; Antlaşmaları takiben yürürlüğe giren yasa ve kararlar, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın içtihatları; Kurumlararası anlaşmalar, kararlar, açıklamalar, tavsiyeler, ve yönergeler gibi Birliğin kapsamı içerisinde kabul edilen bağlayıcı ya da bağlayıcı niteliği olmayan diğer hukuki işlemler; 14 SANEM BAYKAL - Đlgili AB müktesebatını iç hukukuna aktarma; yani hukuk ya da mevzuat uyumu; - Đlgili AB müktesebatının uygulanmasına yönelik idari ve adli kapasitesini güçlendirme ve bu alanda altyapı yatırımlarına da imkân sağlayacak mali kaynakların tespiti ve hayata geçirilmesi; ve - Đlgili AB müktesebatının Türkiye’de etkili biçimde uygulanmasını sağlayacak yaptırım ve başvuru yollarının temini. Yukarıda da değinildiği üzere, 1995 Madrid Zirvesi sonuçları uyarınca, AB’ye üyelik müzakerelerinin hızlı ve düzgün işlemesi ve nihai hedefi olan üyeliğe ulaştırması bakımından AB müktesebatının iç hukuka aktarımı zorunlu olmakla birlikte, yeterli değildir; aynı zamanda söz konusu müktesebatın gerektiği gibi uygulanması da önemlidir. Müktesebatın etkili ve gerektiği gibi uygulanması ve bunun için gerekli idari altyapının ve adli örgütlenmenin temini veya mevcut kurum ya da organların yeni uygulamaya adaptasyonu da gerçekleştirilmek durumundadır. Merkezî idarenin (bakanlıklar dahil), yerel yönetimlerin ve diğer ulusal/yerel kurumların AB mevzuatını etkili olarak ve eşgüdümlü biçimde uygulayacak kapasite artışına, idari örgütlenmeye ve bütçe olanaklarına kavuşturulması zorunlu görülmektedir. Türkiye’ye Uygulanan Müzakere Esas ve Koşullarının Hukuki Etki ve Sonuçları Her müzakere faslının açılışı ve kapanışı için kriterler öngörülmesi, bu kriterlerin belirlenmesi ve yerine getirilip getirilmediğine karar verilmesinin üye devletlerin oybirliği ile verilen kararına bağlı olması, üye devletlerin genişleme politikasındaki kontrolünü artırıcı bir unsur olarak değerlendirilmiştir.31 Bu bağlamda üye devletlerin açılış ve kapanış kriterleri veya aday ülke tarafından bunların yerine getirilip getirilmediği hususunda uzlaşamamaları, müzakere fasıllarının açılmamasına veya kapanmamasına neden olacaktır. Üye devletlerin açılış ve kapanış kriterlerinin yerine getirilip getirilmediğine yönelik değerlendirmelerinde her zaman sadece katılım kriterleri çerçevesinde objektif ve somut duruma göre hareket etmeyip, söz konusu aday ülke ile olan ulusal sorunlarını da değerlendirmelerinde göz önünde bulundurmaları, üye devletlerin ulusal tutumlarının genişleme politikasındaki etkisini gösterir nitelikte kabul edilebilir.32 Müzakere Çerçeve Belgesinin “Müzakerelerin Đçeriği” başlıklı kısımda müktesebattan kaynaklanan hak ve yükümlülüklerin Türkiye tarafından üstlenilmesinin, - Ortak Dış ve Güvenlik Politikası çerçevesindeki ortak eylemler, ortak tutumlar, deklarasyonlar, sonuçlar ve diğer tasarruflar; Adalet ve Đçişleri çerçevesinde mutabakata varılan ortak eylemler, ortak tutumlar, imzalanan sözleşmeler, kararlar, açıklamalar ve diğer işlemler; Birliğin üye devletlerle ortaklaşa, Birliğin ve üye Devletlerin Birliğin faaliyetlerine ilişkin olarak kendi aralarında akdettikleri uluslararası anlaşmalar.” Bkz. Müzakere Çerçeve Belgesi paragraf 10. 31 Hillion, op.cit., 2010, s. 30 vd. 32 Ibid., s. 30. Ayrıca bkz. House of Lords, op.cit., s. 23-26. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 15 müktesebatta spesifik uyarlamalar yapılmasını gerektirebileceği gibi, istisnai olarak, katılım müzakereleri sırasında belirlenmesi gereken geçici tedbirlerin alınmasına da neden olabileceği belirtilmektedir. Bu uyarlamalar, Türkiye’nin özellikleri de dikkate alınarak kararlaştırılacaktır. Müzakere Çerçeve Belgesi uyarınca Birlik, Türkiye tarafından yapılan geçiş düzenlemesi taleplerini, bunların süre ve kapsam bakımından sınırlı olması ve müktesebatın uygulanması için açıkça belirlenmiş aşamaları içeren bir planla desteklenmesi halinde kabul edebilecektir. Her halükârda, geçiş düzenlemeleri Birliğin kurallarına ve politikalarına değişiklik getirmemeli, bunların düzgün işleyişini aksatmamalı ve rekabetin önemli ölçüde bozulmasına neden olmamalıdır. Burada, Türkiye’nin AB katılım sürecinin çerçevesi bağlamında özellikle üzerinde durulacak olan husus, 2004 Zirve kararlarında belirtildiği üzere, Müzakere Çerçeve Belgesine göre de, “uzun geçiş süreleri, derogasyonlar, spesifik düzenlemeler veya daimi korunma hükümleri öngörülmesi”nin söz konusu olabileceğidir. AB, Türkiye’nin lehine olacak istisnaların geçici olmasını önerirken, bir ölçüde sindirme kapasitesi ile de ilgili görülebilecek biçimde Türkiye’nin çok temel bazı AB politikalarından ve ilkelerinden dışta bırakılması ihtimalini belirtme ihtiyacını duymuştur. Müzakere Çerçeve Belgesinde düzenlendiği şekliyle: “Uzun geçiş süreleri, derogasyonlar, spesifik düzenlemeler veya daimi korunma hükümleri (yani, korunma tedbirlerinin alınmasına dayanak teşkil eden, daimi surette ileri sürülebilecek hükümler) öngörülebilir. Komisyon, gerektiğinde bu hükümleri, kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi alanlarda hazırlayacağı önerilere dahil eder. Ayrıca, kişilerin serbest dolaşımının nihai olarak gerçekleştirilmesine ilişkin karar alma süreci, üye devletlere azami rol verilmesine imkan sağlamalıdır. Geçiş düzenlemeleri veya korunma hükümleri, rekabete ve iç pazarın işleyişine olan etkilerine göre gözden geçirilmelidir.” Korunma önlemi ya da korunma hükmü AB hukukunda bir araçtır. Her ülkeye karşı başvurulması söz konusu olabilir ama önemli özelliği geçici olması, istisna teşkil etmesidir. AB’nin yeni Genişleme Stratejisi çerçevesinde Türkiye’ye ve Türkiye gibi aynı sürece tabi diğer aday ülkelere yönelik olarak getirilmesi söz konusu olabilecek olan, korunma önlemlerine sürekli/daimi olarak başvurulabilmesi imkanıdır. Esasen AB hukukunda korunma önlemi imkanı hep mevcuttur, ancak bu imkan geçici bir tedbir niteliğindedir.33 Türkiye ve sonrasındaki aday ülkelere uygulanabilecek korunma önlemindeki fark böyle bir tedbire kalıcılık kazandıracak ve bazı politikaların uygulama kapsamından ilgili yeni üyeyi dışta bırakacak biçimde sürekli başvurma imkanının tanınmasıdır. 33 Özellikle genişleme sonrası serbest dolaşımla ilgili derogasyonlar için bkz. Andrea Ott, “A flexible future for the European Union: the way forward or a way out?” Steven Blockmans and Sacha Prechal (eds.), Reconciling the Deepening and Widening of the European Union, TMC Asser Instituut, The Hague, 2007, içinde, s. 147-150 ve Inglis, op.cit., 2011, s. 13 vd. 16 SANEM BAYKAL AB’nin kurucu antlaşmalarında farklı politika alanları ile ilgili olarak korunma tedbiri içeren hükümlere yer verildiği görülmektedir. Bunlar arasında Avrupa Birliğinin Đşleyişi Hakkında Antlaşmanın (ABĐHA) 66. maddesinde sermayenin serbest dolaşımı kapsamında 3. ülkelere yönelik olarak sermaye hareketlerinde geçici korunma tedbirine başvurulabilmesi34; yine ABĐHA’nın 114/10. maddesinde üye devletlerin ulusal mevzuatlarının uyumlaştırılması kapsamında korunma hükmü imkanına yer verilmesi35 ve aynı Antlaşmanın 191/2. maddesi çerçevesinde çevrenin korunması bağlamında üye devletlere korunma tedbiri talep etme imkanının tanınması36 yer almaktadır. Bu tedbirlerin ortak özelliği geçici olmalarıdır. Bunun yanı sıra AB’ye yeni giren ülkelerin Katılım Antlaşmalarına da benzer hükümler konduğu görülmektedir.37 Bu yönde son ve uygulaması da yakın zamanda gerçekleşmiş bir örneği Romanya’nın Katılım Antlaşması oluşturmaktadır. Bu çerçevede Avrupa Komisyonu Đspanya’nın, iş gücü piyasalarında yaşanan ciddi olumsuzluklar nedeniyle Romen işçiler için serbest dolaşımı geçici olarak kısıtlamaya ilişkin korunma tedbiri almaya yönelik 28 Temmuz 2011 tarihli talebini 11 Ağustos 2011 tarihinde kabul etmiştir.38 Burada hukuki dayanak oluşturan hüküm Bulgaristan ve Romanya’nın Katılım Senedinin 23. maddesinde bahsedilen Ek VII’nin “Kişilerin Serbest Dolaşımı” başlıklı 1. Kısmının 7. paragrafıdır.39 Romanya ve Bulgaristan’ın Katılım Antlaşmaları 25 Nisan 2005 tarihinde imzalanmış ve iki ülke 1 Ocak 2007 tarihinde Avrupa Birliği’ne üye olmuştur. 34 ABĐHA madde 66 uyarınca “Đstisnai durumlarda, üçüncü ülkelere yönelik veya bu ülkeler kaynaklı sermaye hareketleri, ekonomik ve parasal birliğin işleyişi bakımından ciddi zorluklara neden olduğunda ya da böyle bir tehlike oluşturduğunda, Konsey, Komisyon’un önerisi üzerine ve Avrupa Merkez Bankası’na danıştıktan sonra, mutlak surette gerekli olması kaydıyla, altı ayı aşmayan bir süre için üçüncü ülkelere karşı korunma tedbirleri alabilir.” 35 ABĐHA madde 114/10 “Yukarıda belirtilen uyumlaştırma tedbirleri, gerekli durumlarda, üye devletlere, 36. maddede belirtilen ekonomiyle ilgili olmayan gerekçelerden bir veya daha fazlasına dayanarak, bir Birlik denetim usulüne tabi olan geçici tedbirler alma yetkisi veren bir korunma hükmü içerir.” 36 ABĐHA madde 191/2 uyarınca: “Birliğin çevre politikası, Birliğin çeşitli bölgelerindeki koşulların farklılığını dikkate alarak, yüksek seviyeli bir koruma hedefler. Bu politika, ihtiyatlılık ilkesi ile önleyici eylem, çevreye verilen zararın öncelikli olarak kaynağında giderilmesi ve kirleten öder ilkelerine dayanır. Bu çerçevede, çevrenin korunmasına ilişkin gereklere cevap veren uyumlaştırma tedbirleri, gerektiğinde, bir Birlik denetim usulüne tabi olarak, üye devletlere ekonomiyle ilgili olmayan çevresel gerekçelerle geçici tedbirler alma imkanı veren bir korunma hükmü içerir.” 37 Genişleme ve serbest dolaşım bağlantısına ilişkin olarak bkz. Sergio Carrera, “What Does Free Movement Mean in Theory and Practice in an Enlarged Union?, CEPS Working Document, No. 208/October 2004, s. 1-25, özellikle s. 7 vd. 38 2011/503/EU: Commission Decision of 11 August 2011 Authorising Spain to Temporarily Suspend the Application of Articles 1 to 6 of Regulation (EU) No 492/2011 of the European Parliament and of the Council on Freedom of Movement for Workers Within the Union with Regard to Romanian Workers Official Journal of the EU (OJ) (L207) 22 (Aug. 12, 2011).) Press Release, The Commission Accepts That Spain Can Temporarily Restrict the Free Movement of Romanian Workers, MEMO/11/554 (Aug. 11, 2011), EUROPA.) 39 Romanya’nın Katılım Antlaşması ve Katılım Senedi için bkz. http://eur-lex.europa.eu. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 17 Romanya ve Bulgaristan Katılım Antlaşmalarında yer alan, yeni üye ülkelerden mevcut üye ülkelere gelecek işçiler hakkındaki geçiş düzenlemesi aşağıdaki şekildedir: - Mevcut üye ülkeler katılım tarihinden sonra 2 yıl süre ile kendi ulusal mevzuatlarını ya da ikili anlaşma hükümlerini uygularlar. -Mevcut üye ülkeler bu geçiş düzenlemesini katılım tarihini müteakip en çok 5. yılın sonuna kadar sürdürebilirler. - Bu geçiş düzenlemesi mevcut üye ülkelerin iş gücü piyasalarının ciddi sorunlarla karşılaşması durumunda katılım tarihini müteakip en çok 7. yılın sonuna kadar uygulanabilir. Görüldüğü üzere Romanya’nın Katılım Antlaşması ile işçilerin serbest dolaşımına ilişkin olarak 7 yıllık bir geçiş düzenlemesi öngörülmüş, 31 Aralık 2013 tarihinde sona erecek olan bu süre (2 yıl+3 yıl+2 yıl olmak üzere) üç aşamaya bölünmüştür. Geçiş düzenlemeleri esasen yeni üye ülkelerin AB mevzuatına uyum sağlamalarını kolaylaştırmak amacını taşımakla birlikte “Kişilerin Serbest Dolaşımı” başlığı altında yer alan geçiş düzenlemesi ile Bulgaristan ve Romanya’ya sınırlama getirilmiştir. Đspanya, 1 Ocak 2009 yılında başlayan 2. dönemin başında işgücü piyasasını Romen işçilere açmıştır. Avrupa Birliği’nde işçilerin serbest dolaşımına ilişkin 68/1612 sayılı Konsey Tüzüğü’nün 1 ila 6. maddelerinden sapma (derogasyon) olarak Romanya’dan mevcut üye ülkelere gelecek işçiler hakkındaki geçiş düzenlemesine rağmen katılım tarihini müteakip 7. yıl bitmeden söz konusu Tüzüğün ilgili maddelerini uygulayan Đspanya gibi üye ülkelerin iş gücü piyasalarının ciddi sorunlarla karşılaşması, yaşam standardının tehlike altında olması ve istihdamın bir iş kolu ya da bölgede tehdit altında olması halinde ancak “korunma tedbiri ya da hükmü” mekanizmasına başvurmak yoluyla kısıtlamalara gidebilirler. Bu durumda: Avrupa Komisyonu’na bilgi vererek Tüzüğün ilgili maddelerinin uygulanmasının şartlar normale dönene kadar kısmen veya tamamen askıya alınmasını isteyebilirler. Komisyon böyle bir talebin yapılması halinde en fazla iki hafta içerisinde bu konuda karar verir ve Konsey’e bildirimde bulunur. Her bir üye ülke Komisyon’un Konsey’e yaptığı bildirimi takiben 2 hafta içerisinde Konsey’e kararın gözden geçirilmesi veya iptali talebinde bulunabilir. Konsey talebin yapılmasını takiben 2 hafta içerisinde nitelikli oy çokluğu ile karar alır. Avrupa Komisyonu’nun Đspanya’nın, işçilerin serbest dolaşımı konusunda ilk defa gündeme gelen “korunma tedbiri” uygulanmasına ilişkin talebini haklı bulduğu kararı bundan sonraki aşamada Konsey’e bildirildikten sonra, üye ülkelerin her birinin bildirim tarihinden itibaren 2 hafta içerisinde bu kararın değiştirilmesini veya iptalini isteme hakkı bulunmaktadır. Kararın nihai hale gelmesinden sonra Komisyon, Đspanyol işgücü piyasalarındaki değişimi izlemek suretiyle gerekli şartların oluşması halinde korunma tedbiri uygulamasını kaldırabilecektir. Bunun olmaması halinde bu 18 SANEM BAYKAL uygulamanın Đspanya’nın belirttiği tarih olan 31 Aralık 2012 tarihi itibariyle sona ermesi öngörülmüştür. Komisyon bu kararıyla, Đspanya’nın Romenlerin iş gücü piyasalarına girişini 31 Aralık 2012 tarihine kadar geçici olarak kısıtlayabilmesine izin vermektedir. Bu kısıtlama bütün sektörleri ve bütün bölgeleri kapsamakla birlikte, halen Đspanyol iş gücü piyasasında aktif olarak çalışan Romen işçiler bu durumdan etkilenmeyecektir. Komisyon kararına gerekçe olarak, Đspanya’nın içinde bulunduğu ekonomik koşulların güçlüğü ve işgücü piyasasında seyreden yüksek işsizlik oranının (%21) neden olduğu karmaşa ve huzursuzluk gösterilmektedir. Đspanya’da yaşayan Romenlerin nüfusu 2006 yılında 388.000 iken bu rakam 2010 yılında 823.000’ e çıkmış olup, 2011 yılının ilk yarısı itibariyle Romenlerin %30’u işsizdir.40 Đşte, Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi uyarınca, bu gibi tedbirlere, ama aynı zamanda “uzun geçiş süreleri”, “derogasyonlar”, “spesifik düzenlemeler” gibi önlemlere de “kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi” alanlarda daimi olarak başvurulması söz konusu olabilecektir. Bunların o aşamaya ulaşıldığında katılım antlaşmasına geçirilip geçirilmeyeceği hususunda herhangi bir kesinlik olmadığı gibi, bir kısım üye devletin kendi iç kamuoylarını yatıştırmak amaçlı bu ihtimalleri açık tutmak istediği de ileri sürülebilir. Bu hükümlerin Türkiye’nin katılım antlaşmasında yer alması halinde hukuki etkisi, tam üyelik anlayışı ile bağdaşıp bağdaşmadığı, bunlara karşı hukuken bir başvuru imkanı bulunup bulunmadığı ve Türkiye’nin böyle bir katılım antlaşmasını siyaseten kabul edip etmeyeceği de bugün için belirsiz ve tartışmalı konular olarak kalmaya devam etmektedir. Çalışmanın bundan sonraki kısmında daimi korunma hükümlerinin Türkiye’nin katılım antlaşmasına dahil edilmesine karşı geliştirilebilecek hukuki argümanlar konusu üzerinde durulacaktır. Ancak bu konuda ABAD’ın yargı yetkisi ve bu yetkinin kapsamı konusu, bir başka deyişle, üyelik öncesi dönemde ama özellikle üyelik sonrasında katılım antlaşmasının hukuka uygunluk değerlendirmesine tabi tutulmasının mümkün olup olmadığı ya da böyle bir argümanın hukuki dayanakları, ayrı ve kapsamlı bir inceleme konusu oluşturduğu düşüncesiyle bu çalışma kapsamında ele alınmayacaktır.41 40 Press Release, The Commission Accepts That Spain Can Temporarily Restrict the Free Movement of Romanian Workers, MEMO/11/554 (Aug. 11, 2011), EUROPA.) 41 Christophe Hillion’un iki çalışmasında, genişleme politikasında üye devletlerin etkisinin azaltılmasına yönelik başvurulabilecek hukuki çareler incelenmiştir. Bu çerçevede ilk olarak ABAD’ın genişlemeye ilişkin konularda yargılama yetkisi olup olmadığı sorusu ele alınmış, yargılama yetkisini haiz olduğu sonucuna varıldıktan sonra da üye devletlerin AB Antlaşması m. 49’un usule ve esasa ilişkin koşullarını ve AB Antlaşması m. 4/3’te düzenlenen sadakat yükümlülüğünü (dürüst işbirliği ilkesini) ihlallerinin hukuken nasıl ileri sürülebileceği değerlendirilmiştir. ABAD’ın genişlemeye ilişkin konularda yargılama yetkisinin Lizbon Antlaşması değişiklikleri öncesi dönemde AB Antlaşması’nın 46. maddesine, Lizbon sonrasında ise aynı Antlaşma’nın 19., 49. ve ABĐHA’nın 275. maddelerine dayandığı belirtilmiştir. Ancak Divan’ın genişlemeye ilişkin konularda yargı yetkisinin kullanımında ve yargısal inceleme yapmak bakımından temkinli davrandığını gösteren Mattheus kararı da vurgulanmıştır. Bkz. C93/78 Lothar Mattheus v. Doego Fruchtimport und Tiefkühlkost eG. [1978] ECR 2203. Bkz. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 19 Müzakere Çerçeve Belgesinin Bazı Unsurlarının AB Hukuk Düzeninin Temel Esasları Bakımından Durumu Bu çerçevede Christophe Hillion, AB’nin temel ilke ve politikalarından kalıcı olarak dışta kalma ihtimalinin öngörüldüğü bir katılım antlaşmasının gerçek anlamda bir katılım antlaşması olup olmadığını sorgulamakta ve bu konuda ileri sürülebilecek bir takım argümanlara değinmektedir.42 Aşağıda söz konusu argümanlar ele alınarak, bu tarz hükümlerin Türkiye’nin olası katılım antlaşmasına dahil edilmesinin AB hukuku açısından ne ölçüde mümkün olabileceği değerlendirilecektir. Hillion tarafından da belirtildiği üzere, AB Antlaşması’nın 49. maddesinin amacı, Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen ülkeler bakımından bu hedefi gerçekleştirmek için gerekli yöntem ve koşulların belirlenmesidir. Bu doğrultuda, söz konusu madde, bir aday ülkeyi, Birliğe tam üye olacak hale getirme hedefi ve etkisi taşımayan başka antlaşmaları tesis etmek amacıyla kullanılamayacaktır. Katılım antlaşmasına AB’nin “Đç Pazar” hedefini tehlikeye düşürecek biçimde serbest dolaşıma ilişkin kalıcı kısıtlamalar getirilmesi halinde, imzalanacak bu antlaşmanın katılım antlaşması olma vasfının ortadan kalkacağı ileri sürülebilir.43 Bu sav, örtülü olarak, kişilerin serbest dolaşımına yer vermeyen bir katılım antlaşmasının gerçek bir üyelik sağlamayacağı anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Nugent’a göre de Türkiye ile ilgili olarak kişilerin serbest dolaşımı gibi alanlarda kalıcı korunma önlemlerine başvurulması, Avrupa Birliği üyesi bir devlet olmanın anlamını belirsiz hale getirecektir.44 Bu bağlamda Türkiye’nin katılım antlaşması kişilerin serbest dolaşımına, yapısal politikalara ve tarım politikasına ilişkin kalıcı korunma hükümleri içerirse, bu antlaşmanın tam üyelik değil, başka bir ilişki modeli önerdiği, bu çerçevede dayanağının AB Antlaşmasının 49. maddesi değil ABĐHA’nın 216 ve/veya uygulanacak usul açısından 218. maddeleri olarak ele alınması gerektiği ileri sürülebilecektir.45 Hillion, op.cit., 2010; Christophe Hillion, “Negotiating Turkey’s Membership to the European Union-Can the Member States Do as They Please?”, European Constitutional Law Review, Cilt 3, No 02, 2007, s. 269-284. Divanın katılım antlaşmaları ve bunlara dayalı olarak çıkarılan AB tasarrufları konusundaki denetim yetkisinin icrası ile ilgili bazı yakın tarihli kararlarının yorumu için bkz. Kirstyn Inglis, “Annotation on Cases C-237/04, 413/04 and 414/04, Common Market Law Review, 2009, s. 641-663 ve Hoffmeister, op.cit., s. 101-102. Burada değerlendirilmesi gereken temel husus ise ABAD’ın, önüne gelmesi muhtemel bir davada bir katılım antlaşması hükmünün kendisi gibi AB hukuk düzeni bakımından birincil hukuk niteliğindeki bir kurucu antlaşma hükmüne aykırılık nedeniyle iptal kararı vermeye yetkisi olduğuna dair bir yargısal değerlendirmede bulunup bulunamayacağıdır. Bu husus, ABAD’ın yetkisinin kaynağı, antlaşma hükümlerinin değiştirilemez üstün değerleri düzenleyen bölümler içerip içermediği gibi kapsamlı ve değer hükmü ifade eden, hukuki olan ve olmayan soruların cevaplanmasını gerektirdiğinden son derece tartışmalıdır; uzun ve ayrıntılı bir incelemeyi gerekli kılmaktadır. 42 Bkz. Hillion, op.cit., 2007, s. 273. Ayrıca bkz. Hillion, op.cit., 2010. 43 Hillion, op.cit., 2007, s. 275 vd. 44 Neill Nugent, “The EU's Response to Turkey's Membership Application: Not Just a Weighing of Costs and Benefits”, Journal of European Integration, Cilt 29, No 4, 2007, s. 495. 45 Hillion, op.cit., s. 273 vd. 20 SANEM BAYKAL Madde 49 çerçevesinde müzakere edilip sonuçlandırılan bir anlaşmanın temel serbestilere ilişkin daimi sınırlamalar içermesi halinde bu anlaşma tam üyeliğe yönelik olmayacağından; bu anlaşmanın katılım antlaşması değil sadece özel nitelikli bir “uluslararası anlaşma” olduğu argümanına dayanılabilecektir. Böylece, katılım antlaşmasının AB Antlaşması m. 49’a uygunluğunun sağlanması için tekrar müzakere edilmesi talep edilebileceği gibi, anlaşmanın hukuki dayanağı ve kabul usulü de tartışma konusu yapılabilecektir.46 Hillion’un bu çerçevede başvurduğu son argüman, genişlemenin Birliğin amaçları arasında değerlendirilerek, üye devletlerin Birliğin bu hedefine ulaşmasını tehlikeye atacak eylem ve işlemlerde bulunması halinde AB Antlaşması m.4/3’te düzenlenen sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket ettiklerinin ileri sürülebileceğine ilişkindir.47 Bu çerçevede özellikle Konsey’in tam üyelik başvurusunu kabul ettiği ve müzakerelerin başladığı bir aday ülkeye ilişkin olarak, Komisyon’un üye devletlerin veya AB kurumlarının Birliğin genişleme hedefini tehlikeye düşüren eylem ve işlemlerine karşı harekete geçebileceği, üye devletlerin ulusal hukuklarında Birliğin genişleme hedefini tehlikeye atacak nitelikte kabul edilen düzenlemelerin de bu kapsamda olduğu değerlendirilmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere bu ilkeye göre “üye devletler Birliğin hedeflerine erişmeyi tehlikeye atabilecek her türlü önlemi almaktan kaçınmalıyken”; kalıcı korunma önlemleri, hem kişilerin serbest dolaşımının sağlandığı bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı anlayışıyla, hem de iç pazar hedefiyle çelişecektir.48 Bu noktada, Hillion, Divan’ın Mattheus49 Kararı'na atıf yaparak, Divan tarafından AB Antlaşmasının 49. maddesinde yer alan katılım prosedürünün iyi tanımlanmış kesin sınırlara sahip olduğunu, katılımın koşullarının ise bu maddede belirtilen makamlar tarafından belirleneceğini, böylece, bu tür bir katılımın hukuki koşullarının içeriğinin, önceden yargı yoluyla belirlenmesinin mümkün olmadığının tespit edildiğini ortaya koymuştur.50 Bu çerçevede genişlemeye ilişkin bir hususta karar verilebilmesi için önce ilgili konunun esasına ilişkin hukuki koşulların belirgin hale getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Her ne kadar Divan, genişleme politikasının sınırlarını AB hukukunun birincil kaynaklarının çizdiğini belirtse de, bu sınırların içeriğine ilişkin bir belirleme yapma yoluna gitmemiştir. Öte yandan, Avrupa Komisyonu, ilgili davada Divana sunduğu görüşünde katılım antlaşmaları ile getirilebilecek üç tür kısıtlamadan bahsetmektedir. Đlk olarak, derogasyonlar ancak sınırlı bir süre için öngörülebilir. Đkinci olarak, kurucu antlaşma uyarlamaları yalnızca katılım nedeniyle gerekli olması halinde yapılabilecektir. Son olarak da üye devletler Birlik mevzuatına uyarlama yaparken Birliği yöneten temel ilkelerden sapamaz. 46 Ibid., s. 274. Ibid., s. 275 vd. 48 Lizbon Antlaşması ile değişik ABA m. 4/3 ve 2/2 ve 3. 49 C-93/78 Lothar Mattheus v. Doego Fruchtimport und Tiefkühlkost eG. [1978] ECR 2203. 50 Hillion, op.cit., s. 273 vd. 47 AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 21 Komisyon tarafından ortaya konan bu kısıtlamaların Divanca kabul görüp görmeyeceği veyahut da ne ölçüde kabul göreceği belirsizdir. Bununla birlikte, Divan, 1/91 sayılı Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşması (European Economic Area Agreement) (EEA) Görüşü’nde51, katılım antlaşmalarına konulacak hükümlerin sınırlarıyla ilgili olabilecek bazı hususlara da değinmiştir. Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşması, AB hukuk düzeninin temel hükümlerini oluşturan kuralları da içermektedir. Divan, bu kuralları içeren anlaşmayı, yargı düzeni çerçevesinde dört serbestinin gelecekteki yorumu yönünden koşullar getirmesi nedeniyle “Topluluğun/Birliğin yegâne temeli” olan dört temel serbestiyle bağdaşır bulmamaktadır. Nitekim dört serbestinin birörnek yorumlanması gereği, “Avrupa Birliği’nin yegâne temeli” olup; bu gerekle bağdaşmayan bir uluslararası anlaşma bu haliyle akdedilemeyecektir. Ayrıca bu görüş, bir yandan dört serbestinin bir bütün teşkil ettiği ve bu bütünün Avrupa Birliği’nin temelini oluşturduğu yönündeki görüşü destekler niteliktedir.52 Hillion üyelik başvurusunun esasa ilişkin koşullar açısından incelenmesinde, öncelikli olarak katılım antlaşmalarının içermesi gereken temel hususlar üzerinde durmuştur. Bu çerçevede, Birliğin üzerine kurulduğu temel değerler arasında “uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağı”nın bulunduğunu ve Birliğin temel hedeflerinden olan iç pazarın etkili işleyişinin bu ilkeye dayandığını belirtmiştir.53 Zira AB’nin dayandığı malların, kişilerin, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımı ilkesinin gerçekleşmesi, uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağının mevcudiyetine ve korunmasına bağlıdır. Ayrıca bu haklar hakkında, özellikle kişilerin serbest dolaşımına ilişkin öngörülecek bir kalıcı sınırlama, AB vatandaşı olmaktan kaynaklanan hakların kullanılmasına engel olacaktır. Katılım antlaşmalarına bu özgürlüklere ilişkin kalıcı sınırlamalar getirilmesi, uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturacaktır. Hillion, AT Antlaşmasının 17/1. maddesine de değinerek burada, üye devlet vatandaşlarının Birlik vatandaşı olduğunun düzenlendiğini, bu düzenleme uyarınca Türkiye’nin Birliğe üye olduğu andan itibaren Türk vatandaşlarının, üye devlet vatandaşı olarak Avrupa Birliği vatandaşlığına da sahip olacağını belirtmiştir.54 Aynı hükmün ikinci paragrafında Birlik vatandaşlarının, Antlaşma ile bahşedilen haklardan yararlanacağı düzenlenmektedir. Antlaşma’nın 20. maddesinde ise bu haklar– diğerlerinin yanında–; üye devletlerin ülkelerinde serbestçe dolaşma/seyahat ve ikamet hakkı olarak belirtilmiştir. Maddede bu haklara yönelik sınırlamalara da atıf yapılmakta olup bunlar genel olarak kabul edildiği üzere serbest dolaşım hakkı bakımından; kamu düzeni, kamu güvenliği veya halk sağlığıdır. Bu sınır, ilgilinin kişisel durumu göz önünde tutularak ve uyrukluğa bağlı olmaksızın belirlenebilir. Đkamet hakkına ilişkin 51 Opinion 1/91 Draft agreement between the Community, on the one hand, and the countries of the European Free Trade Association, on the other, relating to the creation of the European Economic Area [1991] ECR I-6079 par. 3, 6. 52 Đlke Göçmen, “AB-Türkiye Müzakere Sürecinde Kişilerin Serbest Dolaşımına Kalıcı Koruma Önlemleri Getirilmesi Sorunu”, http://www.eulaws.eu/wp-content/uploads/2011/04/KaliciKoruma-Onlemleri.pdf. 53 Hillion, op.cit., 2007, s. 275-278. 54 Ibid. Lizbon Antlaşması sonrası vatandaşlığa ilişkin hükümler ABĐHA madde 18 ve devamında düzenlenmiştir. 22 SANEM BAYKAL sınır bakımından ise vatandaşların üye devletlerin sosyal yardım sistemi üzerinde aşırı bir yük oluşturmaması gerektiği belirtilmiştir.55 Đşte bu nedenlerle Hillion, bu nitelikte kalıcı kısıtlamalar içeren anlaşmaların, katılım antlaşması olarak kabul edilemeyeceğini belirterek, Divan’ın bir düzenlemenin nasıl adlandırıldığından çok, içeriği ve hukuki etkilerine göre değerlendirilmesi gerektiği yönündeki içtihadı uyarınca, AB’nin dayandığı temel özgürlüklere ilişkin kalıcı kısıtlamalar içeren katılım antlaşmasının, içeriği ve yarattığı hukuki etkiler açısından katılım antlaşması niteliğini yitireceğini belirtmektedir.56 Bu çerçevede Hillion’un argümanları bağlamında aşağıdaki değerlendirmelerde bulunulması mümkündür: Öncelikle, Divan’ın EEA Anlaşması Görüşü’nün, dört temel serbestinin bir bütün olduğu argümanının temelini oluşturabileceği yönündeki görüşün yerinde olduğu ifade edilmelidir. Đç Pazar kavramının bir bütün ifade ettiği Kurucu Antlaşma’daki Đç Pazar tanımında en açık hâliyle ortaya konmaktadır. Buna göre Đç Pazar, “içinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaştığı ve iç sınırları olmayan bir alan”dır.57 O halde, Đç Pazar ve bu bakımdan dört temel serbesti, bir bütün oluşturmaktadır. Ayrıca, Kurucu Antlaşma’nın kimi hükümlerinde bu kavrama bir bütün olarak yer vermesi, bu savı güçlendirmektedir. Örneğin, uyumlaştırma yapılabilecek alanlar belirlenirken “ortak (iç) pazarın tesisini ya da işleyişini doğrudan etkileyen” ifadesi yer almakta ve yine Birlik, “Đç Pazar” yönünden paylaşımlı yetki kullanmaktadır.58 Divan içtihadı da iç pazar ve dört serbestinin bütünlüğünü göstermektedir. Öncelikle, Divan’a göre: “Ortak [Đç] Pazar kavramı, […] ulusal pazarları gerçek bir iç pazardaki koşullarla mümkün olduğu kadar yakın koşullar getiren tek bir pazar içinde birleştirmek için, Topluluk [Birlik] içi ticaretteki tüm engellerin ortadan kaldırılmasını içerir.”59 Divan içtihadı, serbestiler arasındaki bütünlüğün üst bir seviyede olduğunu gösterecek örnekler barındırmaktadır. Bunlar arasından en çarpıcı iki örnek, örneğin Gebhard60 kararı ile serbestilerden bir bütün hâlinde bahsedilmesi ve bir serbestiye ilişkin davalarda bir başka serbestiye ilişkin kararların kıyasen uygulama alanı bulmasıdır.61 Dolayısıyla, hem Birlik hukukunun temeli olan, hem de tüm serbestilerin bir arada bulunduğu bir bütünü ifade eden Đç Pazar kavramı bakımından, kişilerin serbest dolaşımı gibi bu bütünün ayrılmaz bir parçasını oluşturan bir konuda kalıcı 55 Göçmen, op.cit., s. 1-3. Hillion, op.cit., 2007, s. 273-275. 57 ABĐHA madde 26/2. 58 Bkz. ABĐHA madde 4, 114/1 ve 115. Bkz. Göçmen, op.cit., s. 1-3. 59 Case 15/81 Gaston Schul Douane Expediteur BV v Inspecteur der Invoerrechten en Accijnzen, Roosendaal [1982] ECR I-1409 par. 33. Bkz. Ibid., s. 1-3. 60 Case C-55/94 Reinhard Gebhard v Consiglio dell'Ordine degli Avvocati e Procuratori di Milano [1995] ECR I-4165 par. 37. Bkz. Ibid., s. 1-3. 61 Ibid., s. 1-3. 56 AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 23 korunma önlemlerinin getirilmesi uygun, adil ve AB hukuku bakımından mümkün olarak değerlendirilemeyecektir. Divan, kimi kararlarında her bir serbestinin bir “AB hukuku temel ilkesi” ya da “temel” niteliğini vurgulayan benzer bir ifade kullanmaktadır. O halde, gerek Kurucu Antlaşma’daki vurgu, gerek Divan kararları, Đç Pazarın temel niteliğini ortaya koymaktadır. Bu durum, özellikle, Divan’ın EEA Anlaşması Görüşü ışığında önem taşımaktadır. Dolayısıyla Đç Pazar veya dört temel serbesti, “Topluluğun yegâne temeli” olarak görülürse, bununla bağdaşmayan bir katılım antlaşması akdedilemeyecektir.62 Đkinci olarak, Birliğin üzerine kurulduğu temel esasların, genişleme sürecine ilişkin hususların belirlenmesinde AB kurumlarının ve üye devletlerin takdir yetkilerinin sınırlarını oluşturduğu, uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağının da bu esaslar arasında yer aldığı argümanının hukuken ileri sürülebilir nitelikte olduğu değerlendirilmektedir. Katılım antlaşmasında kişilerin serbest dolaşımına ilişkin kalıcı sınırlamalar öngörülmesi halinde, bu sınırlamaların uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil edeceği ve Birliğin işleyişinin dayandığı temel özgürlüklerin etkili şekilde kullanılmasını engelleyeceği görüşü doğrultusunda, bu şekilde kalıcı sınırlamalar içeren bir antlaşmanın katılım antlaşması olarak nitelenemeyeceği yönündeki argümanın da hukuken ileri sürülebilir nitelikte olduğu söylenebilecektir.63 Kişilerin serbest dolaşımı imkanının katılım antlaşması ile herhangi bir yeni üye devlete tanınmaması, Kurucu Antlaşmalar’ın uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağı ilkesini içeren hükümlerine ve dolayısıyla AB hukukuna aykırılık teşkil edecektir. Uyrukluğa dayalı ayrımcılık, ABĐHA’nın 18. maddesinde genel olarak ve 45. maddenin 2. paragrafında üye devletlerin işçilerinin Birlik içinde serbest dolaşımı bakımından yasaklanmıştır. Uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağı ABĐHA m. 18’de “Bu Antlaşmalar’ın uygulama alanı çerçevesinde ve Antlaşmalar’da öngörülen belirli hükümlere halel gelmeksizin, uyrukluktan kaynaklanan nedenlerle yapılan her türlü ayrımcılık yasaktır.” şeklinde düzenlenmiştir. Uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağının Birliğin dayandığı temel değerler arasında yer aldığı, bu çerçevede katılım antlaşmasında düzenlenen kalıcı sınırlamaların bu ilkenin etkili şekilde uygulanmasına aykırılık oluşturacağı savunulabilir. Öncelikle, AB hukukunda serbest dolaşım haklarına ilişkin olarak öngörülen istisnaların, vatandaşlığa bağlı olmaksızın kişisel durum göz önünde bulundurularak ele alındığı görülmektedir. Örneğin işçilerin serbest dolaşımı bakımından ABĐHA m. 45/4’te, üye devletlere kamu hizmeti sektöründeki istihdama erişim bakımından sınırlama getirme izni verilmesi ancak işlevsel bir anlama sahip bir kamu hizmeti kavramını ifade etmektedir. Aynı maddenin üçüncü paragrafı uyarınca işçilerin serbest dolaşımı ile bağlantılı hakların kamu düzeni, kamu güvenliği veya halk sağlığına dayanılarak sınırlandırılması da ancak ilgili kişinin spesifik durumu ve kişisel 62 Ibid., s. 1-3. Ancak katılım antlaşmasının yürürlüğe girmesi öncesi sürece ilişkin hususların AB kurumları ve üye devletler tarafından gündeme getirilebileceği düşünüldüğünde bunun gerçekleşme olasılığının oldukça düşük olduğu değerlendirilmektedir. 63 24 SANEM BAYKAL davranışı dikkate alınarak mümkündür. Buna karşın, kişilerin serbest dolaşımı yönünden alınacak kalıcı korunma tedbirleri, kişisel davranış nedeniyle değil, bir kişinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması nedeniyle serbest dolaşım hakkını kısıtlayacaktır. Böyle bir halde katılım antlaşması, uyrukluk nedeniyle ve üye devletler arasında eşitlik ilkesine aykırı biçimde temel serbestilerden farklılaştırılmış bir yararlanma durumu ortaya çıkaracaktır.64 Bu doğrultuda, yeni üye devlet vatandaşlarının katılım antlaşmalarında kendilerine yönelik getirilen kalıcı kısıtlamaların, Birlik hukukunun üzerine kurulduğu temel değerlere aykırı olduğu argümanını ileri sürmesi mümkündür.65 Bu süreçte katılım antlaşmasına yönelik ileri sürülebilecek iddiaların özellikle eşitlik ilkesinin ihlalinin gündeme getirilmesi yoluyla olabileceği de düşünülmektedir. Birlik hukukunun genel ilkesi olan eşitlik ilkesi, iç pazar bağlamında uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağı ve üye devletlerin eşitliği şeklinde yansıma bulmakta, etki göstermektedir.66 Divan da eşitlik ilkesini Birlik hukukunun bir genel ilkesi olarak kabul etmektedir. Kişilerin serbest dolaşımının kalıcı bir biçimde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yönünden sınırlanması, uyrukluk temelinde ayrımcı bir uygulama olarak eşitlik ilkesine açıkça aykırı olacaktır. Öte yandan, AB Antlaşması m. 4/2’de Birliğin, üye devletlerin Kurucu Antlaşmalar önündeki eşitliğine saygı göstereceği düzenlenmektedir. Divan da 1973 tarihli Commission of the European Communities v Italian Republic Kararı’nda67 bir devletin Birliğe üyeliğinden kaynaklanan avantaj/hak ve yükümlülükleri arasındaki dengeyi tek taraflı olarak bozmasının, üye devletlerin eşitliğini tartışmaya açacağını belirtmiştir. Ayrıca Divan, 1979 tarihli Commission of the European Communities v United Kingdom of Great Britain and Northern Ireland Kararı’nda68 Ortak (Đç) Pazarın düzgün işleyişi için asli olan kimi kurallara ilişkin olarak üye devletlerin eşitliğinden bahsetmektedir.69 64 Hillion, op.cit., 2007, s. 277 vd. Ayrıca yeni üye ülkenin, korunma önleminin alınmasına ilişkin koşulların karşılanmadığını ileri sürerek söz konusu önlemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi bakımından konuyu yargıya taşıması da olasıdır. Yine katılım antlaşmasının AB hukukunun temel ilkelerine aykırı hükümlerine dayanılarak karara bağlanan ikincil düzenlemelerin hukuka aykırılığının da AB kurumları, yeni giren üye devlet de dahil olmak üzere üye devletler ve bireyler tarafından ileri sürülmesi imkan dahilinde olabilecektir. Bkz. Hillion, op.cit., 2007, s. 279 vd. 66 AB hukuku bağlamında eşitlik ilkesinin anlamı ve uygulanma kapsamı ile hakkında genel bilgi için bkz. Takis Tridimas, The General Principles of EU Law, 2nd Edition, Oxford University Press, Oxford-New York, 2006, s. 59 vd. 67 C- 39/72 Commission of the European Communities v Italian Republic [1973] ECR 101 paragraph 5. 68 C- 231/78 Commission of the European Communities v United Kingdom of Great Britain and Northern Ireland [1979] ECR 1447 paragraph 9. 69 Ancak burada eşitlik ilkesinden üye devletler arasında her anlamda mutlak bir eşitliğin kastedilmediği de belirtilmelidir. Bu konuda ayrıntılı bilgi ve konu ile ilgili ABAD içtihadı için bkz. Jean Claude Piris, The Lisbon Treaty-A Legal and Political Analysis, Cambridge University Press, Cambridge, 2010, s. 85-86. 65 AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 25 Bu bakımdan, kişilerin serbest dolaşımına kalıcı korunma önlemi getirilmesi, bu ilke ile uyumlu gözükmemektedir. Bu uyumsuzluk, esas olarak, iç pazarın bir bütün olmasından kaynaklanmaktadır. Burada, iç pazara bir bütün olarak dahil olan devletler ile kişilerin serbest dolaşımı kısmına dahil olmayan devletler arasındaki eşitlik ya da Birlik üyeliğinin avantajları/hakları ve yükümlülükleri arasındaki denge bozulmuş olacaktır. Bu çerçevede Emerson’a göre, kişilerin serbest dolaşımına kalıcı korunma önlemleri getirilmesi, üye devletlerin, tüm üye devletlerin eşitliğini güvence altına alan AB’nin hukuki ve siyasi ilkelerinin içini boşaltmaya karar verdikleri anlamına gelmektedir.70 Eşitlik ilkesinin Birlik vatandaşlığı çerçevesinde de gündeme gelmesi mümkündür. Birlik vatandaşlığının düzenlendiği ABĐHA m. 2071, Birlik vatandaşlarının Antlaşmalarda öngörülen haklardan yararlanmasının ve yükümlülüklere tabi olmasının güvence altına alındığını belirterek, Avrupa Birliği vatandaşlarına tanınan hakların neler olduğunu açık olarak saymıştır. Bu hakların, Antlaşmalarda belirlenen koşullar ve sınırlar çerçevesinde ve bu Antlaşmalara uygun olarak kabul edilmiş tedbirler vasıtasıyla kullanılacağı ayrıca belirtilmiştir. Divana göre de AB vatandaşlığı, üye devlet vatandaşlarının temel statüsü olacaktır.72 Birlik vatandaşlığının uyrukluğa dayalı ayrımcılık yasağı çerçevesinde de korunduğu düşünüldüğünde,73 kişilerin serbest dolaşımına yönelik katılım antlaşmalarında öngörülecek kalıcı sınırlamaların Antlaşmalara aykırılık oluşturacağı değerlendirilmektedir. Buna karşılık Kıbrıs sorunun çözümü ile ilgili olarak Antlaşmalara getirilebilecek geçici ve kalıcı derogasyonların hukuki niteliğini ve AB hukuku bağlamında kabul edilebilirliğini inceleyen Cremona ve Skoutaris, esasen derogasyona 70 Michael Emerson, “Vade Mecum for the Next Enlargements of the European Union”, CEPS Policy Brief, No: 61, December 2004, s. 2. 71 ABĐHA m. 20. “1.Bu Antlaşma ile Birlik vatandaşlığı tesis edilmiştir. Bir üye devletin uyruğu olan herkes Birlik vatandaşıdır. Birlik vatandaşlığı ulusal vatandaşlığın yerini almayıp ona ilavedir. 2.Birlik vatandaşları, Antlaşmalar’da öngörülen haklardan yararlanır ve yükümlülüklere tabidir. Birlik vatandaşları, diğer hakların yanı sıra, aşağıdaki haklara sahiptir: (a) Üye devletlerin topraklarında serbestçe dolaşma ve ikamet etme hakkı, (b) ikamet ettikleri üye devlette, o devletin vatandaşlarıyla aynı şartlarda Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı, (c) uyruğu olduğu üye devletin temsil edilmediği üçüncü bir ülkenin topraklarında, üye devletlerden herhangi birinin diplomatik makamları veya konsolosluk makamlarınca, o üye devletin uyruklarıyla aynı şartlarda korunma hakkı, (d) Avrupa Parlamentosu’na dilekçe verme, Avrupa Ombudsman’ına başvurma ve Birlik kurumlarına ve danışma organlarına Antlaşmalar’ın dillerinden birinde başvurma ve aynı dilde cevap alma hakkı. Bu haklar, Antlaşmalar’da belirlenen koşullar ve sınırlar çerçevesinde ve bu Antlaşmalar’a uygun olarak kabul edilmiş tedbirler vasıtasıyla kullanılır.” 72 C-184/99 Rudy Grzelczyk v Centre public d'aide sociale d'Ottignies-Louvain-la-Neuve [2001] ECR I-6193 par. 31. 73 Lizbon Antlaşması, ayrımcılık yasağı ile Birlik vatandaşlığını aynı başlık altında birleştirerek, bu iki konu arasındaki bağlantıya vurgu yapmaktadır. Bkz. ABĐHA Kısım Đki’nin Başlığı. 26 SANEM BAYKAL başvurulmasının hukuki olmaktan çok siyasi bir mesele olduğunu belirtmektedir.74 Her ne kadar üye devletlerin Antlaşmaların efendisi olma durumunun da bazı sınırlara tabi olduğu ileri sürülebilirse de, yazarlara göre, derogasyona başvuru imkanının sınırı AB Antlaşmasının 2. maddesinde ve bağlantılı biçimde 49. maddede sayılan AB’nin üzerine inşa edildiği değerlerdir.75 Üye devletler serbest dolaşımı bazı durumlarda (örneğin Aaland Adaları, Malta’da ikinci ev edinimi gibi) kalıcı olarak da sınırlayabilmekte olup, temel özgürlükler temel hak statüsünde değerlendirilemeyeceğinden bu sınırlamalar AB hukukunun temel esaslarına uygun kabul edilebilecektir.76 Sonuç Üye devletlerin ve/veya Birlik kurumlarının daimi olarak, Türk vatandaşlarının iç pazarda serbest dolaşım hakkını askıya alabileceğini, tarım ve yapısal politika çerçevesinde yer alan fonların dağıtımına ilişkin olarak Türkiye’yi diğer üye devletlerden ayrı tutmaya karar verebileceği yönünde katılım antlaşmasında yer alabilecek bir düzenleme, özellikle de kişilerin serbest dolaşımına ilişkin bu şekilde bir sınırlama getirilmesi, Avrupa bütünleşmesinin yapısını ve gelişimini tehdit edebilecek niteliktedir. Bu bağlamda, serbest dolaşımın, AB müktesebatının temel unsurlarından olduğu ve Avrupa bütünleşmesinin temel kural ve ilkelerinin zeminini oluşturduğu vurgulanmalıdır. Üye devletlerin eşitliği ilkesinin, AB’nin bir işbirliği ve dayanışma idealini ifade etmesinin tezahürü olmasının ve bu çerçevede Birliğin hak ve yükümlülüklerin dengeli varlığı üzerine inşa edilmiş bir hukuki ve siyasi yapı olma niteliğinin bir üye devleti ve onun vatandaşlarını Birliğin temeli olan bazı alanlardan sürekli dışlama etkisi doğurabilecek hükümlerle tehlikeye atılmasının da hakkaniyete, adalete ve iyi niyete uygun olmadığı, normatif düzeyde ve siyasi platformda ileri sürülebilecektir. Nitekim, böyle bir durum hukukun üstünlüğü, dayanışma, eşitlik gibi AB’nin temel değerlerini tehdit edeceği gibi, Birlik hukukunun yeknesak ve tutarlı biçimde uygulanması bakımından da sorun teşkil edecektir.77 Türkiye’ye ilişkin Müzakere Çerçeve Belgesinde müzakerelere ilişkin ilkeler arasında genişlemenin, Birliğin ve üye devletlerin dahil olduğu -gittikçe derinleşen/yakınlaşan ve ilerleyen- bütünleşme sürecini güçlendirmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu gereklilik temel bir prensip olarak hem üye devletlere hem de Birlik kurumlarına yönelik olduğundan, üye devletlerden ve Birlik kurumlarından, katılım antlaşmasının Birliğin temel ilkelerine zarar vermesini engelleyecek şekilde davranmalarının beklendiğini göstermektedir. 74 Marise Cremona- Nikos Skoutaris, “Speaking of the de…rogations: accommodating a solution of the Cyprus issue within the Union legal order”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Cilt 11, No 4, December 2009, s. 383 vd. 75 Ibid., s. 389-394. 76 Ibid., s. 390. 77 Ott, op.cit., s. 152-153. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 27 Dolayısıyla AB hukukunun temel esasları bakımından yerinde olmayan böyle bir katılım antlaşması ihtimali ortaya çıktığında -ya da çıkarsa- yukarıda ele alınan ve geliştirilmesi söz konusu olabilecek hukuki argümanlarla böyle bir antlaşmanın kabul edilmemesi, böyle bir ihtimalin yaratabileceği olumsuzlukların baştan engellenmesine yönelik olarak da bu hususun çeşitli düzey ve platformlarda dile getirilmesi uygun olabilecektir. Burada unutulmaması gereken bir husus da Müzakere Çerçeve Belgesinin taraflar bakımından herhangi bir hukuki bağlayıcılığı bulunmadığıdır. Peki, böyle bir katılım antlaşması ile gerçekleşecek Birlik üyeliği, Avrupa Birliğinin geleceğine ilişkin uzun süredir varolan, ancak özellikle son dönemlerde Avrupa’nın ekonomik kriz olarak başlayıp siyasi ve toplumsal alana da sirayet ederek derinleşen krizi dolayısıyla daha da yoğun biçimde gündemde olan farklılaştırılmış ya da esnek entegrasyon modellerinin bir uygulaması olarak değerlendirilebilir mi? Bu sorunun cevabı ancak bir başka çalışmanın konusunu oluşturabilecek ölçüde kapsamdır. Kaynakça Fabien Amtenbrink, “On the European Union’s Institutional Capacity to Cope with Further Enlargement”, Steven Blockmans and Sacha Prechal (eds.), Reconciling the Deepening and Widening of the European Union, TMC Asser Instituut, The Hague, 2007. Lorand Bartels, Human Rights Conditionality in the EU’s International Agreements, Oxford University Press, Oxford-New York, 2005. Sanem Baykal, Tuğrul Arat, “AB’yle Đlişkiler”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası III. Cilt, Đletişim Yayınları, 2013. Sanem Baykal, “1999 Helsinki’den 2004 Brüksel’e-Mukadder Üyelikten Ucu Açık Müzakerelere: Türkiye-AB Đlişkileri”, Mustafa Aydın ve Çağrı Erhan (eds.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006. Steven Blockmans, “Consolidating the Enlargement Agenda for South Eastern Europe”, Steven Blockmans and Sacha Prechal (eds.) Reconciling the Deepening and Widening of the European Union, TMC Asser Instituut, The Hague, 2007. Sergio Carrera, “What Does Free Movement Mean in Theory and Practice in an Enlarged Union?, CEPS Working Document, No. 208/October 2004. Marise Cremona, Nikos Skoutaris, “Speaking of the de…rogations: accommodating a solution of the Cyprus issue within the Union legal order”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Cilt 11, No 4, December 2009. Commission of the European Communities, Communication from the Commission to the Council and the European Parliament-Recommendation of the European 28 SANEM BAYKAL Commission on Turkey’s progress towards accession, COM (2004) 656 final, Brussels, 6.10.2004. Commission of the European Communities, 2004 Regular Report on Turkey’s progress towards accession, SEC (2004) 1201, (COM (2004) 656 final), Brussels, 6.10.2004. Commission Staff Working Document, Issues Arising from Turkey’s Membership Perspective, SEC (2004) 1202, (COM (2004) 656 final), Brussels, 6.10.2004. Commission Decision No:2011/503/EU of 11 August 2011 Authorising Spain to Temporarily Suspend the Application of Articles 1 to 6 of Regulation (EU) No 492/2011 of the European Parliament and of the Council on Freedom of Movement for Workers Within the Union with Regard to Romanian Workers Official Journal of the EU (OJ), L207, Aug. 12, 2011. Commission of the European Communities, Communication from the Commision to the European Parliament and the Council-Enlargement Strategy and Main Challenges-Including Annexed Special Report on the EU’s Capacity to Integrate New Members, COM (2006) 649 final, Brussels, 8.11.2006. Council of the European Union, Accession Negotiations with Turkey, Brussels, 12 October 2005. (Türkçe çevirisi için bkz. www.abgs.gov.tr). Lynn Dobson, “We Have the Stars, Let’s Add the Moon: EU, Turkey, and the Constitutional Values of Free Citizens”, Towards a European Constitution-from the Convention to the IGC&Beyond Conference, Goodenough College, Londra, 1-2 Temmuz 2004. Michael Emerson, “Vade Mecum for the Next Enlargements of the European Union”, CEPS Policy Brief, No: 61, December 2004. European Parliament 2009-2014, Plenary Sitting, Report on Enlargement: policies, criteria, and the EU’s strategic interests (2012/2025 (INI)), Committee on Foreign Affairs, Rapporteur: Maria Eleni Koppa, A7-0274/2012, 3.10.2012. Đlke Göçmen, “AB-Türkiye Müzakere Sürecinde Kişilerin Serbest Dolaşımına Kalıcı Koruma Önlemleri Getirilmesi Sorunu”, http://www.eulaws.eu/wpcontent/uploads/2011/04/Kalici-Koruma-Onlemleri.pdf.. Helsinki European Council, Helsinki Presidency Conclusions, Bulletin of the European Communities, No. 12/1999, Office for Official Publications of the European Communities, Luxembourg, 2000. AB HUKUKUNUN TEMEL ĐLKELERĐ ÇERÇEVESĐNDE AB’YE KATILIM 29 Christophe Hillion, “The Creeping Nationalisation of the EU Enlargement Policy”, Swedish Institute for European Policy Studies, SIEPS 2010:6, Stockholm, November 2010. Christophe Hillion, “Negotiating Turkey’s Membership to the European Union-Can the Member States Do as They Please?”, European Constitutional Law Review, Cilt: 3, No: 02, 2007. Frank Hoffmeister, “Earlier Enlargements”, Andrea Ott and Kirstyn Inglis (eds.), Handbook on European Enlargement, TMC Asser Press, The Hague, 2002. House of Lords, European Union Committee, 10th Report of Session 2012-2013, The Future of EU Enlargement, HL Paper 129, 6 March 2013. Kirstyn Inglis, “EU Enlargement: Membership Conditions Applied to Future and Potential Member States”, Steven Blockmans and Adam Lazowski (eds.), The European Union and Its Neighbours, TMC Asser Instituut, the Hague, 2006. Kirstyn Inglis, “Annotation on Cases C-237/04, 413/04 and 414/04, Common Market Law Review, 2009. Kirstyn Inglis, “Pre-Accession and Accession Treaty Legal Practice: Insights and Lessons for the Future”, Haluk Kabaalioğlu, Andrea Ott and Allan Tatham (eds.), EU and Turkey: Bridging the Differences, Economic Development Foundation (ĐKV), Pub. No. 250, 2011. Dimitry Kochenov, “Behind the Copenhagen façade. The meaning and structure of the Copenhagen political criterion of democracy and rule of law”, European Integration online Papers (EIoP), Cilt: 8, No. 10, 2004, (http://eiop.or.at/eiop/texte/2004010a.htm). Dimitry Kochenov, EU Enlargement and the Failure of Conditionality, Kluwer Law International, The Netherlands, 2008. Mattias Kumm, “The Idea of Thick Constitutional Patriotism and Its Implications for the Role and Structure of European Legal History”, German Law Journal, Special Issue-Confronting Memories, Cilt: 6, No. 2, 2005. Neill Nugent, “The EU's Response to Turkey's Membership Application: Not Just a Weighing of Costs and Benefits”, Journal of European Integration, Cilt: 29, No: 4, 2007. Andrea Ott, “A flexible future for the European Union: the way forward or a way out?” Steven Blockmans and Sacha Prechal (eds.), Reconciling the Deepening and Widening of the European Union, TMC Asser Instituut, The Hague, 2007. 30 SANEM BAYKAL Jean Claude Piris, The Lisbon Treaty-A Legal and Political Analysis, Cambridge University Press, Cambridge, 2010. Press Release, The Commission Accepts That Spain Can Temporarily Restrict the Free Movement of Romanian Workers, MEMO/11/554, Aug. 11, 2011, (EUROPA). Stubb Report on the Institutional Aspects of the European Union’s Capacity to Integrate New Member States, A6-0393/2006 (16.11.2006). Takis Tridimas, The General Principles of EU Law, 2nd Edition, Oxford University Press, Oxford-New York, 2006. SUPRANASYONAL BĐR TASARRUF ŞEKLĐ OLARAK Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 12, No:1 (Yıl: 2013), s.31-46 GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐNE YANSIMALARI F.H. Burak ERDENĐR∗ Özet Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 1995 yılında tesis edilen Gümrük Birliği önemli bir ekonomik bütünleşme aşaması olmak dışında Türkiye tarafından üyelik yolunda atılmış önemli bir adım olarak kabul edilmiştir. Gümrük Birliği, sadece ticari ve ekonomik boyutuyla değil siyasi yansımaları bakımından da ses getiren bir süreç olmuştur. Bu süreç bir yandan Türkiye’nin “batılılaşma” yolculuğunda bir aşama olarak değerlendirildiğinden iç siyasette büyük tartışmalara konu olmuş, öte yandan AB, Gümrük Birliği’nin onaylanması için Türkiye’den talep ettiği siyasi reformlarla “demokratik koşulluluk” işlevini harekete geçirmiştir. Çalışmada, öncelikle dönemin arka planı ele alınmakta, Türkiye’de gerçekleştirilen yasal düzenlemelere değinilmektedir. Bu düzenlemelerde AB’nin koşulluluğunun etkinliği irdelenerek, Gümrük Birliği sürecinin, Türkiye’nin siyasi reformlarına olan etkisi değerlendirilmektedir. Makale, bu dönemde AB’nin bastırmasıyla demokratikleşme ve ifade özgürlüğüne ilişkin bir takım yasal düzenlemeler gerçekleştirildiğini teslim etmekle beraber, tutarlı ve objektif bir strateji belirlenmediğinden AB’nin Türkiye’deki siyasi reform sürecine yönelik politikasının Türkiye’nin siyasi dönüşüm sürecindeki etkisinin sınırlı kaldığını tespit etmektedir. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Gümrük Birliği, Demokratik Koşulluluk, Demokratikleşme, Siyasi Reformlar Abstract Customs Union established between Turkey and the European Union (EU) in 1995 has not only been an important phase of economic integration, but it was also portrayed by Turkey as a significant step on the way to membership. Besides its economic and commercial dimensions, Customs Union brought about serious political ∗ Dr., Avrupa Birliği Bakanlığı, Müsteşar Yardımcısı, Ankara. Makaledeki görüşler yazara ait olup, Avrupa Birliği Bakanlığını herhangi bir şekilde bağlamaz. 32 F.H.BURAK ERDENĐR implications. Since the process was perceived as part of the “Westernization” story of the country, it has caused immense internal political debate. Meanwhile, the EU brought to fore its “democratic conditionality” by asking from Turkey to undertake major political reforms in return of approving the Customs Union decision. The study gives background information of the period and lists the legal amendments made with regard to political issues. The effectiveness of EU’s democratic conditionality is analyzed in order to identify the influence of the Customs Union process on Turkey’s political reform process. The paper shows that as a result of EU’s pressure certain amendments have been made regarding democratization and freedom of expression. Yet, because of the lack of a consistent and objective strategy, EU’s leverage in the political reform process has been limited during this period. Key Words: European Union, Customs Union, Democratic Conditionality, Democratization, Political Reforms Giriş 1990’lı yılların ilk yarısına kadar iniş çıkışlarla devam eden Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri açısından o dönemde en önemli gelişme taraflar arasında Gümrük Birliği’nin kurulması süreciydi. 6 Mart 1995 tarihli Türkiye-AB Ortaklık Konseyi kararıyla tesis edilen Gümrük Birliği, sadece ticari ve ekonomik boyutuyla değil siyasi yansımaları bakımından da ses getiren bir süreç olmuştur. Önemli bir ekonomik bütünleşme aşaması olmak dışında Gümrük Birliği’nin kurulması Türkiye tarafından üyelik yolunda atılmış önemli bir adım olarak addedilmekteydi. Gümrük Birliği esasında, 1989 yılında adaylık statüsünün alınamamış olması nedeniyle, ilişkilerin ileri bir aşamaya götürülmesi bakımından önem taşıyordu. Nitekim Aralık 1995’te Gümrük Birliği kararının Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanarak hayata geçirilmesi üyelik yolunda bir engel aşılmış gibi kamuoyuna sunuluyordu. Aslında Gümrük Birliği’nin kurulması aynı zamanda Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’den kaynaklanan hukuki bir yükümlülüktü. Yine de, Türkiye AB’ye tam üye olmadan Gümrük Birliği oluşturan ilk ülke oluyordu. “Demokratik koşulluluk” olarak adlandırılan işleviyle aday ülkelerin üyeliğini belli katılım koşullarına bağlayarak demokratikleşme süreçlerini yakından izleyen AB için Gümrük Birliği süreci önemli bir manevra alanı sunmuş, ekonomik hususların ötesinde demokratikleşme yönünde adımlar atılmasını şart koşmuştu. Gümrük Birliği kararını onaylamak için Anayasa’daki ve Türk Ceza Kanunu’ndaki ifade özgürlüğünü kısıtlayan maddelerin değiştirilmesinden, hapse atılan DEP milletvekillerinin serbest bırakılmasına kadar öne sürülen koşulların siyasi reform sürecine doğrudan yansımaları olmuştur. Bu dönemin en önemli aktörlerinden biri ise AB’nin dış politika yapımında rol üstlenmeye başlayan Avrupa Parlamentosu’dur (AP). AP, Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin konularda oldukça agresif bir pozisyon alarak, AB kurumları arasında ön plana çıkmıştır. Bildiri, Gümrük Birliği sürecinin, Türkiye’nin siyasi reformlarına olan etkisini ele almaktadır. Dönemin arka planı çerçevesinde AB’nin demokratik koşulluluğu GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 33 mercek altına alınmakta, Türkiye’de gerçekleştirilen yasal düzenlemelerde AB’nin koşulluluğunun etkinliği irdelenmektedir. AB’nin Demokratik Koşulluluğu AB’nin siyasi/demokratik koşulluluğu en basit tanımıyla aday ülkelere veya üçüncü ülkelere sağlayacağı yararlar (üyelik, mali yardım vs.) karşılığında o ülkelerden yerine getirmeleri beklenen siyasi reformlara karşılık gelmektedir. AB’nin demokratik koşulluluğunun ilk olarak 1962 yılında AP tarafından hazırlanan Birkelbach Raporunda, “Topraklarında demokratik uygulamaları ve temel hak ve hürriyetlere saygıyı temin eden devletler topluluğumuza üye olabilirler” ifadesiyle yer aldığı görülmektedir.1 Roma Antlaşmasının 237. maddesinde yer alan AB'ye üyelik başvurusu koşulları ise AB Antlaşması’nın 49. maddesinde2 düzenlenmiştir. Buna göre, Birlik değerlerine saygı gösteren ve bu değerleri desteklemeyi taahhüt eden her Avrupa devleti, Birliğe üye olmak için başvuruda bulunabilir. Bu koşul bir tür AB’ye adaylık için ehil olma kriteri olarak belirmektedir. Demokratik koşulluluk, Soğuk Savaş sonrasında Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe katılım sürecinde gerçek anlamda ortaya çıkmıştır. Bu dönemdeki koşulluluk, Birliğin daha önceki genişleme dalgalarındaki koşulluluktan hem mekanizmalar ve araçlar bakımından ve hem de kriterlerin katılığı ve takibi açısından oldukça farklıdır. Aday ülkelerin kriterleri yerine getirmedeki performanslarının ilk kez bu dönemde sistematik bir şekilde izlenmesi nedeniyle koşulluluk ilkesinin bu genişleme dalgasında gerçek anlamda kullanıldığı söylenebilir.3 Uluslararası arenada yaşanan gelişmelere paralel olarak demokratikleşme ve insan haklarının ön plana çıkmasıyla birlikte, AB’nin üçüncü ülkelerle akdettiği anlaşmalar da insan hakları, temel haklar ve demokratikleşmeye dair benzer koşullar içermeye başlıyordu. Üçüncü ülkelerle yapılan anlaşmalarda insan hakları koşulu açıkça ilk kez 1989 yılında akdedilen 4. Lome Konvansiyonunda belirdi. Başta bu anlaşmalarda herhangi bir yaptırım hükmü mevcut değildiyse de sonradan bu hükümler eklenmiştir. 1 Geoffrey Pridham, “The Politics of the European Community, Transnational Networks and Democratic Transition in Southern Europe”, Pridham, Geoffrey (ed.), Encouraging Democracy: The Internaional Context of Regime Transitions in Southern Europe, Leicester University Press, 1991, s.215 2 Antlaşmanın 2. maddesinde bu değerler şöyle açıklanmaktadır: “Birlik, insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dâhil olmak üzere insan haklarına saygı üzerine kuruludur. Bu değerler, çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve kadın-erkek eşitliğinin hâkim olduğu bir toplumda üye devletler için ortaktır”. 3 Dimitry Kochenov, EU Enlargement and the Failure of Conditionality: Pre-accession Conditionality in the Fields of Democracy and the Rule of Law, Wolters Kluwer, 2008, s.39 34 F.H.BURAK ERDENĐR Koşulluluk kavramı temel olarak ex-post ve ex-ante koşulluluk olarak sınıflandırılabilir.4 Ex-ante koşullulukta, koşullar yerine getirilmeden anlaşma akdedilmez veya katılım sürecinde ilerleme olmaz. Sürecin sonunda bir havuç olduğundan “pozitif koşulluluk” olarak da adlandırılır. Sözgelimi AB Antlaşmasının 49. maddesi çerçevesindeki koşulları yerine getiren ülkeler Avrupa Birliğine başvurabilirken, Kopenhag siyasi kriterleri hayata geçirildiği takdirde katılım müzakereleri başlar, tüm müktesebata uyum dâhil Kopenhag kriterlerinin tamamını yerine getiren ülkeler de tam üye olabilir.5 Koşulluluğa tabi olan ülke açısından sürecin getirilerinin maliyetlerinden yüksek olması gerekir ki koşulları yerine getirmek için bir itici güç olsun. AB sürecinde en önemli havuç hiç şüphesiz tam üyeliktir. AB’nin Genişlemeden sorumlu eski Komiseri Olli Rehn’in dediği gibi: “Koşulluluk ancak aday ülkeler, uzun yıllar ötede dahi olsa, AB’nin nihai üyelik vaadine inandıkları takdirde işe yarayacaktır”.6 Katılım sürecinin sonunda tam üyelik dışında başka bir sonucun ortaya çıkma olasılığı koşulluluk ilkesinin etkinliğini büyük ölçüde zedelemektedir. Ex-post koşullulukta ise anlaşmaya dercedilen hükümlerle insan haklarına saygı, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü gibi koşullar getirilir. Bu koşullar yerine getirilmediği takdirde anlaşmanın askıya alınması ya da yaptırım uygulanması sözkonusu olacaktır. Sonunda bir ceza olduğundan “negatif koşulluluk” olarak da adlandırılır. AB’nin Doğu Avrupa/Baltık ülkeleriyle imzalanan Avrupa Anlaşmalarında farklı askıya alma/yaptırım mekanizmaları dâhil edilmişti.7 Aday ülkelerin müzakere çerçeve belgelerinde de özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlali halinde müzakereleri askıya alma hükmü yer almaktadır. Negatif koşulluluk üye ülkeler için de geçerlidir. Birliğin üzerinde yükseldiği değerlerin bir üye devlet tarafından ciddi biçimde ihlali tespit edildiği durumda belli bir prosedür sonunda o üye devletin Konsey’deki oy hakları da dâhil bazı haklarının askıya alınmasına Konsey’de nitelikli çoğunlukla karar verilebilir. Arka Plan Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönem, Türkiye’nin Batı ittifakındaki konumunun sarsıldığı, yeni uluslararası koşulların belirdiği bir dönemdir. Demir Perde’nin yıkılması sonrasında güvenlik kaygılarının azalmasıyla Batı için Türkiye’nin stratejik önemi 4 Piotr Zelowski, “Sticks, carrots and great expectations: Human rights conditionality and Turkey’s path towards membership of the European Union”, Center for International Relations, Warsaw, 09/04, s.3. 5 AB Antlaşmasının 49. maddesi katılım sürecine ilişkin olarak “Avrupa Birliği Zirvesi tarafından kararlaştırılan yeterlilik kriterleri dikkate alınır” diyerek üstü örtülü bir şekilde Kopenhag kriterlerine atıfta bulunmaktadır. 6 Geoffrey Pridham, “Change and Continuity in the European Union’s Political Conditionality: Aims, Approach and Priorities”, Democratization,14(3), 2007, s.264 7 Sözgelimi Baltık ülkeleri, Arnavutluk ve Slovenya ile akdedilen anlaşmalarda “Baltık hükmü” olarak adlandırılan mekanizma herhangi bir ihlalde anlaşmayı hemen askıya almayı öngörürken, Bulgaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Rusya, Ukrayna, Moldova, Kırgızistan, Kazakistan ve Beyaz Rusya ile tamamlanan anlaşmalarda yer alan ve “Bulgar hükmü” olarak adlandırılan hüküm ile anlaşma hükümlerine uymayan ülke için hemen askıya alma yerine bir danışma süreci sonunda önlem alınması öngörülmüştü (European Commission, 1995a). GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 35 azalıyor, AB ülkeleri başta olmak üzere Batı dünyası Türkiye’deki insan hakları ihlallerini, demokratikleşme sancılarını geçmişte olduğu gibi göz ardı etmek yerine bunları giderek artan bir şekilde mercek altına almaya başlıyordu. Dünya çapında demokratikleşme ve insan haklarına ilginin artmasıyla Avrupa artık siyasi konularda Türkiye’ye daha müdahaleci bir tutum içine giriyordu. Öte yandan, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Doğu Avrupa ülkeleri AB üyeliği için sıraya girmeye başlıyorlar, Türkiye’nin göreli olarak azalan jeopolitik önemi dolayısıyla Türkiye’nin önüne geçiyorlardı. Bu arada, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın parçalanmasıyla azınlıkların haklarına yönelik kaygılar yeni dönemde uluslararası gündemi daha fazla işgal ediyor, Türkiye’deki Kürt sorunu da dış dünyada ve özellikle Avrupa’da tartışma konusu oluyordu. Bu yeni dönemde Birliğin demokratik koşulluluk işlevi de iyiden iyiye güçlenmekteydi. AB ekonomik bir bütünleşmeden siyasi bütünleşmeye doğru evriliyor, üçüncü ülkelerle ilişkilerde de demokratikleşme konusu gündeme geliyordu. 1993 Kopenhag Zirvesiyle beraber demokratikleşme ve insan hakları alanında aday ülkenin atması gereken adımların çerçevesi resmen belirleniyor, özellikle Avrupa Komisyonu için geliştirilen araçlarla izleme ve denetleme süreci de güçlendiriliyordu. Gümrük Birliği sürecinde henüz aday ülke statüsü kazanmamış Türkiye sistematik bir demokratik koşulluluğa tabi olmadığından Komisyon’un izleme ve değerlendirme rolü sınırlı kalıyordu. Komisyon daha ziyade Ortaklık Anlaşmasından kaynaklanan ekonomik hususları takip ederken, siyasi konuları Parlamento izliyordu. Üye ülke temsilcileri ve Komisyon yetkililerinin demeçlerinin yanı sıra Parlamento’nun aldığı kararlar Türkiye’ye uygulanan koşulluluğun çerçevesini belirliyordu. 1987 yılında Avrupa Tek Senedi ile getirilen onay usulü ile katılım ve ortaklık anlaşmaları üzerinde veto hakkı elde eden AP, Gümrük Birliği sürecinin en önemli aktörlerinden biri olarak ön plana çıkıyor, Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin konularda oldukça agresif bir pozisyon alarak, ağır siyasi eleştirilerde bulunuyordu. AP, 1990’lı yıllarda işkenceden, ölüm cezasına, Kürt sorunundan, 1 Mayıs olaylarına kadar farklı siyasi konularda Türkiye’yi mercek altına alan kararlar alıyor, raporlar yayınlıyordu. AP, sadece Türkiye’nin insan hakları sicilini takip etmekle kalmıyor, Kıbrıs sorunu gibi, Ermeni sorunu gibi doğrudan Türkiye’nin demokratikleşmesiyle bağlantılı olmayan konuları gündeme getirerek koşulluluk ilkesini iyice politize ediyor, bu da Türkiye’de tepkilere yol açıyordu. AP’nin bir takım eleştirileri haklı olmakla beraber genelde sistematik olmadığı gibi, üyelerinin önyargıları veya siyasi ideolojilerinden de bağımsız değildi. Komisyon ve Konsey ise olaya daha stratejik bir gözle bakıyordu. Komisyon Türkiye ile Gümrük Birliği tesis etmenin AB açısından ekonomik avantajlarını vurgulayarak, dosyanın sadece siyasi değil tüm boyutları dikkate alınarak değerlendirilmesini istiyordu. Nihayetinde, Türkiye karar alma sürecinde yer almadan AB’nin ortak ticaret politikasını ve ticaret rejimini üstlenecekti. Bu da AB’nin Türkiye üzerinde ekonomik bir avantaj elde etmesini sağlayacaktı. Üye devletler konuya daha çok güvenlik boyutundan bakıyorlardı. Konsey hem Türkiye’ye bir üyelik perspektifi 36 F.H.BURAK ERDENĐR vermeden elde tutmayı amaçlıyordu hem de radikal gruplara karşı mevcut hükümeti destekliyordu. Dönemin Fransız Avrupa Đşleri Bakanı Lamassoure’nin deyişiyle üye devletler için “Avrupa’ya bağlanmış, Avrupa’nın güvenlik yapılarının bir parçası olan, istikrarlı, müreffeh, demokratik bir Türkiye” Avrupa’nın da çıkarlarına idi.8 Gümrük Birliği de bu çerçevede anahtar bir role sahipti. Bu nedenle de Gümrük Birliği kararının oylanması öncesinde özellikle Almanya, Fransa ve Đngiltere hükümetlerinin temsilcileri AP üyeleri nezdinde Türkiye lehine lobi yapmaktan kaçınmamışlardır.9 Kıbrıs sorununu kullanan Yunanistan’ı ikna etmek de yine üye ülkelere düşmekteydi. Konsey ve Komisyon’un jeostratejik/ekonomik/güvenlik kaygıları içeren pozisyonu Parlamento’nun pozisyonu karşısında baskın çıkıyordu. Türkiye’deki siyasi ortama gelince, o dönemde siyasi bir istikrarın olduğunu söylemek mümkün değildir. Önce DYP-SHP ve sonra DYP-CHP koalisyonlarında sürekli gerilimler yaşanıyordu. Terörle mücadelenin yükseldiği bu dönemde demokratikleşme konularında ciddi görüş ayrılıkları yaşanıyordu. Dış politika yönetimi ve AB ile ilişkiler de bu istikrarsızlıktan payına düşeni alıyordu. 1990-95 döneminde Dışişleri Bakanlığı 9 kez el değiştirmişti.10 Gümrük Birliği süreci açısından belirleyici olan 1995 yılında DYP ve CHP arasındaki koalisyon bozulmuş, Aralık 1995’te erken seçim yapılması kararlaştırılmıştı. AP’nin Gümrük Birliğine ilişkin karar vereceği oturumun tarihi olan 14 Aralık tarihinden 10 gün sonra erken seçimlerin gerçekleşecek olması Gümrük Birliği sürecinin kaçınılmaz olarak seçim kampanyasında malzeme olmasına neden oluyordu. Dönemin Başbakanı Çiller başta olmak üzere merkez partiler ve bazı Avrupalı siyasiler, AP’nin olumsuz bir karar alması durumunda Türkiye’de Avrupa karşıtı köktenci siyasi akımların güçleneceği ve Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin zedeleneceği kaygısını dile getirmekteydiler. Dolayısıyla, bu karar sadece Türkiye-AB ilişkilerinin değil, Türkiye’nin siyasi geleceği açısından da büyük öneme sahip bir karar olarak sunulmuştu. Konunun aşırı politize edilmesi sonucunda özü itibariyle ekonomik olan Gümrük Birliğinin ticari/ekonomik yönü iyiden iyiye arka plana itilmiş oluyordu. Gümrük Birliği Sürecinde AB’nin Demokratik Koşulluluğu 1980 darbesi öncesine kadar AB’nin Türkiye’deki insan hakları ve demokratikleşme alanındaki sorunlara çok da eleştirel ve müdahil olmadığı görülmektedir. Bu durum hem AB’nin stratejik çıkarlarından, hem de o döneme kadar bu konularda etkin olmamasından kaynaklanmaktaydı. AB, 1980 darbesi sonrasında Ankara Anlaşmasını askıya alma kararını aldıysa da, Soğuk Savaş’ın devam ettiği bir dönemde bölgenin güvenliği açısından stratejik öneme sahip Türkiye’yi kaybetme riskini göze alamadığından, demokratikleşme, insan hakları gibi “yumuşak” gerekçelerle Türkiye’nin üzerine gidemiyordu. Donan ilişkilerin tekrar canlanması ancak 1986 yılında Türkiye-AB Ortaklık Konseyinin toplanmasıyla olmuş, ilişkiler 8 Heinz Kramer, “The EU-Turkey Customs Union: Economic Integration amidst Political Turmoil”, Mediterranean Politics, Vol.1 No.1 (Summer 1996), s.70 9 Stefan Krauss, “The European Parliament in EU External Relations: The Customs Union with Turkey”, European Foreign Affairs Review, 5:215-237, 2000, s.234. 10 Đlhan Tekeli ve Selim Đlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği: Ulus Devleti Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı, Ümit Yayıncılık, 2000, s.545. GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 37 normal seyrine dönmeye başlayınca, dönemin Hükümeti sürüncemede kalan ilişkileri rayına oturtmak amacıyla 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Topluluklarına tam üyelik için müracaat etmişti. Avrupa Komisyonu, Aralık 1989 tarihli görüşünde (Avis), Türkiye’nin üyeliğini tamamen dışlamamakla beraber Birliğin, kendi iç pazarını tamamlayabilme sürecinden önce yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini bildiriyordu. Herhangi bir üyelik perspektifinin ve mekanizmanın verilmemiş olması süreci sıkıntıya sokuyordu. 1989 yılındaki karar sonrasında ilişkilerin kopmaması adına Gümrük Birliği süreci önemli bir fırsat olarak belirmişti. Adaylık statüsünün alınamamış olması nedeniyle Gümrük Birliği, ilişkilerin ileri bir aşamaya götürülmesi bakımından önem taşıyordu. Đleri seviyede bir ekonomik bütünleşme aşaması olmak dışında Gümrük Birliği’nin kurulması Türkiye tarafından üyelik yolunda atılmış önemli bir adım olarak addedilmekteydi. Aslında Gümrük Birliği’nin kurulması aynı zamanda Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’den kaynaklanan hukuki bir yükümlülüktü. Yine de, Türkiye AB’ye tam üye olmadan Gümrük Birliği oluşturan ilk ülke oluyordu. AB açısından da hem Türkiye-AB ilişkilerinde ilerleme kaydedilecek, hem bir üyelik perspektifi olmayacak, hem de koşulluluk ilkesi söz konusu olabilecekti. Bu durum da AB tarafının ekonomik hususların yanı sıra demokratikleşme yönünde adımlar atılmasını şart koşmasını kaçınılmaz kılıyordu. AB’nin bu dönemde Türkiye’den talepleri, demokratikleşme ve insan hakları alanında ilerleme kaydetmesi ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkı sağlaması üzerinde yoğunlaşmakla beraber gündemdeki esas konu Kürt sorunuydu. Özellikle 1990’lı yıllarda artış gösteren PKK saldırılarına karşı devletin aldığı sert tedbirler ve sınır ötesi müdahaleler Avrupa çevrelerinde tepkiyle karşılanıyor, Kürt diasporasının da etkisiyle bu konu Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde gündemi işgal ediyordu. Kürt sorununda AP oldukça agresif bir tavır takınıyordu. 1990-98 döneminde AP, Kürt sorunu hakkında 18 tane karar almıştı.11 Öte yandan, PKK saldırıları dolayısıyla ülkede tepkiler ve hassasiyetler artıyor, bu da demokratikleşme sürecini daha da güçleştiriyordu. Türkiye’de çoğunluk, Avrupalı devletlerin terörü desteklediğine inanırken, bazı Avrupalı siyasilerin demeçleri ve talepleri de bu görüşü haklı çıkaracak nitelikte oluyordu. Türkiye özgürlük-güvenlik ikilemi arasında sıkışıp kalmıştı. DEP’li milletvekillerinin gözaltına alınması ve Anayasa Mahkemesi’nin Haziran 1994’te DEP’i kapatması sonrasında AP, Ekim 1994’te yapılması öngörülen toplantısı öncesinde Karma Parlamento Komisyonu (KPK) çalışmalarını askıya alıyordu.12 AP, KPK çalışmalarını daha önce sadece 1980 darbesinden sonra dondurmuştu. DGM’nin Aralık 1994’te DEP’li milletvekillerini mahkûm eden kararı sonrasında ise başka bir karar alarak Konsey’e Gümrük Birliği müzakerelerini askıya 11 Hakkı Arıkan, “A Lost Opportunity? A Critique of the EU’s Human Rights Policy Towards Turkey”, Mediterranean Politics, Vol.7, No.1, 2002, s.46. 12 European Parliament, 1994, Resolution on the trial of members of the Turkish Grand National Assembly”, Official Journal C305/95, 31.10.1994. 38 F.H.BURAK ERDENĐR alması çağrısında bulundu.13 AP’den gelen tepkileri yumuşatmak için Đnsan Hakları Bakanlığı’nın kurulmasına ilişkin Kanun Aralık 1994’te kabul ediliyordu ama kozmetik düzenlemeden öteye geçemiyordu. AP, daha sonra, Ortaklık Konseyi toplanmadan bir ay önce Şubat 1995’te aldığı kararla Türkiye’deki insan haklarının Gümrük Birliği oluşturulmasına izin vermeyecek durumda olduğunu ifade ediyordu.14 Konsey’in ve Komisyon’un çabalarıyla 6 Mart 1995 tarihinde Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Gümrük Birliği kararını almışsa da, Kürt sorununa yönelik özellikle AP’den gelen eleştiriler devam etmekteydi. Bu arada AP, 1987 yılında Avrupa Tek Senedi ile getirilen onay usulü ile katılım ve ortaklık anlaşmaları üzerinde veto hakkı elde ediyordu. Esas itibariyle AP’nin sadece danışma rolünün olduğu ortak ticaret politikasına dair hükümler içermekle beraber, 1/95 Ortaklık Konseyi Kararı hukuki gerekliliklerden çok siyasi mülahazalarla onay gerektiren uluslararası bir anlaşma gibi kabul edilmiş, tek bir paket olarak AP’nin onayına sunulması kararlaştırılmıştı. Türkiye’nin muhalefetine rağmen onay usulü uygulanacaktı. Artık AP Gümrük Birliği sürecindeki en önemli aktör oluvermişti. Bundan sonra AP’nin ikna edilmesi gerekiyordu. Ortaklık Konseyi Kararının imzalanmasını takiben onay için AP Başkanlığına iletildikten sonra, AP Dış Đlişkiler Komitesi Başkanı Carnero Türkiye’yi ziyaret ediyor ve AP’nin şartlarını açıkça belirtiyordu: “Anayasa’da değişikliklere gidilmesi, DEP Milletvekillerinin serbest bırakılması, insan haklarına saygılı olunması ve Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesinin kaldırılması…”15 AP’nin, kararın onayı için bu şartları gündeme getirmesiyle ex ante koşulluluk söz konusu oluyordu. Dile getirilen siyasi reformlar yapılmadığı takdirde Gümrük Birliği kararı onaylanmayacaktı. Avrupa’dan gelen yoğun tepkiler karşısında TBMM, Haziran 1995’te Anayasa değişiklikleri görüşmelerine başladı. Bu görüşmelerde özellikle Hükümet kanadı Anayasa değişikliklerini AB’den gelen talepler ve Gümrük Birliği ile ilişkilendirmekten kaçınıyordu. Temmuz 1995’de tamamlanan çalışmalar sonucunda 1982 Anayasasının başlangıç metni ile 13 maddesinde değişiklik yapıldı. Başlangıç metnindeki değişiklik, Anayasanın meşruluk temelini 1980 darbesinden ayırıyordu. Yine de Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi’nin tasarruflarına karşı yargı yoluna başvurmayı yasaklayan madde yürürlükten kaldırılmadığından demokratik anlamda hala bir meşruiyet sorunu vardı.16 Madde değişiklikleri ise siyasal katılımı genişletmek ve dernekler, vakıflar, sendikalar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile siyasi partilere konan yasaklamaları kaldırmak amacını güdüyordu. Siyasi partilerin yurtdışından örgütlenmelerine ilişkin yasak kaldırılmış, kadın ve gençlik kolu gibi yan 13 European Parliament, 1995a, Resolution on the trial of Turkish members of Kurdish origin of the Turkish Grand National Assembly”, Official Journal C18/177, 23.1.1995. 14 European Parliament, 1995b, Resolution on the draft agreement on the conclusion of a customs union between the EU and Turkey, Official Journal C 56/99, 6.3.1995. 15 Đlhan Tekeli ve Selim Đlkin, op.cit., s. 455 16 Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, 1995. GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 39 birimlerin kurulması serbest bırakılmıştı. Yükseköğretim elemanlarının siyasi partilerde görev alabilmesi mümkün kılınmıştı. Ayrıca, seçmen yaşı 18’e düşürülmüştü. Anayasa değişiklikleri, askeri idarenin yaptığı anayasanın siviller tarafından ilk kez bu denli değiştirilmesi bakımından önem taşımaktaydı. Ancak, bu değişikliklerin 1982 Anayasasında kısıtlanmış olan haklar ve özgürlükler sistemini genişlettiğini söylemek pek mümkün değildir. Anayasanın bireyin hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı ruhu yerinde durmaktaydı. Demokratikleşme yolunda yapılan radikal bir düzenlemeden ziyade Hükümetin o şartlar altında Gümrük Birliği yolunda tökezlememek için kotardığı yüzeysel bir düzenleme olarak kalıyordu. Yine de bu gelişme diplomatik çevrelerde memnuniyetle karşılandı. AP, anayasa değişikliklerini yeterli bulmasa da bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi. Dolayısıyla, düzenlemenin içeriğinden çok yapılmış olmasından, yani Türk hükümetinin demokratikleşme yolunda gösterdiği iyi niyetten memnun kalıyordu. Gündemdeki esas konu Terörle Mücadele Kanununun (TMK) tartışmalı 8. maddesinde değişiklik yapılmasıydı. 1991 yılında Türk Ceza Kanununun 141., 142. ve 163. maddelerinin kaldırılması sonrasında ceza davaları 8. madde gerekçe gösterilerek açıldığından ifade özgürlüğü önünde ciddi bir engel olarak beliriyordu.17 Binlerce insan bu kapsamda tutuklanmıştı. Bölücülük propagandası yaptıkları iddiasıyla DGM’de yargılanan politikacı, gazeteci ve akademisyenlerin 8. maddeden hüküm giymesi nedeniyle Avrupalı çevreler, bu maddenin değiştirilmesinin Kürt sorunu açısından elzem olduğuna inanmaktaydı. Nitekim DEP’li milletvekilleri de bu maddeye dayanılarak yargılanıyordu. Gümrük Birliği kararının AP tarafından onayı tamamen TMK 8. maddeye kilitlenmişti. CHP’nin demokratikleşme paketinde de yer alan bu husus özellikle milliyetçi kesim tarafından hoş karşılanmıyordu. Eylül 1995’te DYP-CHP koalisyonunun bozulmasıyla ortaya çıkan siyasi istikrarsızlık Aralık ayındaki AP kararı öncesinde düzenlemenin yapılmasını riske atıyordu. CHP lideri Baykal, 8. maddeye ilişkin düzenlemenin Meclis gündemine getirilmesi ve Aralık ayında erken seçilmesi şartıyla DYP ile yeni bir koalisyon kurmayı kabul etti. Hükümet programının okunmasını beklemeden, düzenleme Meclis gündemine getirildi. Meclis’te hararetli tartışmalar sonunda 27 Ekim 1995 tarihinde TMK 8. maddede ifade özgürlüğünü kısıtlayan hükümlere ilişkin düzenleme yapıldı. Değişiklikle, 8. maddeden mahkûm olanların cezalarının bir defaya mahsus olmak üzere para cezasına çevrilmesi mümkün oluyordu. Ayrıca bu suça verilecek hapis cezası 2-5 yıl sınırından 1-3 yıl sınırına çekiliyordu. Bir diğer önemli değişiklik, 8. maddeden hüküm giyenlerin cezalarının bir ay içinde mahkemece ele alınıp yeniden karara 17 Değiştirilmeden önceki haliyle Terörle Mücadele Kanunu- Madde 8: “Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılamaz.” 40 F.H.BURAK ERDENĐR bağlanacak olmasıydı. Böylelikle, tutuklanan veya mahkûm edilen 130 civarında kişinin serbest bırakılması mümkün oluyordu.18 Kanun gerekçesinde yer alan “Düşünce ve anlatım özgürlüğü açısından yasalarımızdaki bazı düzenlemelerin uluslararası standartlara aykırı olduğu açıktır”19 ifadesiyle AB normlarına göz kırpılmış oluyordu. Maddede yapılan en önemli değişiklik “hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun” ifadesinin çıkarılarak suçun oluşmasında kast unsurunun aranması hükmü getirilmiş olmasıydı. Bu düzenleme, ceza hukuku açısından önem taşıyan “suçların kanunda net bir şekilde ifade edilmesi” ilkesine de uygun düşüyordu20 Savcıların ve hâkimlerin yorum alanı daralmış oluyordu. Ancak “Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda (…) yapılamaz” ifadesinin muhafaza edilmiş olması nedeniyle bu madde kapsamında mahkûmiyetlerin devam edeceğini tahmin etmek zor değildi. Nitekim Avrupalı bazı siyasiler 8. madde değişikliğini “göstermelik” olarak nitelendiriyordu.21 22 Bu arada Yargıtay, tutuklu DEP milletvekilleri hakkında kararını Ekim ayında veriyor ve iki milletvekilini beraat ettirirken, dört milletvekilinin ise cezalarını onuyordu. AB çevrelerinde bu karar “kısmen olumlu, kısmen olumsuz”23 tepkiyle karşılandıysa da, Gümrük Birliğinin onaylanması açısından kabul edilebilir bir noktaya ulaşılıyordu. Nihayet AP 13 Aralık 1995 tarihinde Gümrük Birliğine şartlı olarak onay veriyordu. Parlamento, aynı gün “Türkiye’de Đnsan Haklarının Durumuna Đlişkin Kararı” alıyordu.24 Kararda demokratikleşme ve insan haklarına ilişkin genel ifadeler yer almakla beraber özellikle Kürt sorunu, kültürel haklar ve Güneydoğu’da sıkıyönetimin kaldırılması hususlarına değiniliyordu. Bunun yanı sıra, işkencenin önlenmesi ve Kıbrıs’ta çözüme yönelik adım atılması çağrısında bulunuluyordu. Kararın en dikkat çekici noktası Kürt sorununda Türk hükümeti ile PKK’nın beraberce 18 Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin Avrupa Macerası: 1959-1999, Doğan Kitapçılık, Đstanbul, 2000, s.491. 19 Tekeli ve Đlkin, op.cit., s.468. 20 Burhan Kuzu, “Düşünceyi Açıklama Hürriyeti ve Ülkenin Bölünmez Bütünlüğü (TMK Md.8)”, 21. Asra Girerken Çağdaşlaşma, Demokrasi ve Đnsan Hakları, Aydınlar Ocağı Yayını, 1996, s.107. 21 Tekeli ve Đlkin, op.cit., s.470. 22 Esasında ifade özgürlüğüne ilişkin tartışmalı maddeler Türk mevzuatında hep bir şekilde var oldu. Önce TCK 141.,142. ve 163., daha sonra TMK 8., bunu takiben TCK 159. ve en son TCK 301. Benzer hükümler içeren maddelerin bazı Avrupa ülkelerinin ceza kanunlarında mevcut olduğu bir gerçek olmakla beraber, Türkiye’de bu maddelerin hâkim ve savcılar tarafından muhafazakâr yorumlanarak düşüncenin kolaylıkla cezalandırılabildiği söylenebilir. Nitekim, Mayıs 2008’de 301. Maddede yapılan değişiklikle bu kapsamda cezai soruşturmaya başlanması Adalet Bakanı’nın onayına bağlandıktan sonra, Adalet Bakanı’nın izin verdiği soruşturma sayısında geçmişe oranla ciddi bir düşüş olmuştur. 23 Tekeli ve Đlkin, op.cit., s.467. 24 European Parliament, 1996a, Resolution on the human rights situation in Turkey, Official Journal C 17/46, 22.1.1996. GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 41 muhatap alınmış olmasıydı. Bu ifadeye Türk hükümetinin yoğun tepkisi olduysa da ancak yazımda bazı değişiklikler yapılmış, PKK’nın Kürt halkının temsilci olduğu ifadesi değiştirilmiştir.25 Kararda açıkça bir yaptırımdan (ex post koşulluluk) söz edilmese de, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde geri adım atması durumuna karşı Parlamento’nun ihtiyatlı olacağı vurgulanmıştır. Gümrük Birliği’nin kurulması sonrasında insan haklarını izleyecek yapılanma ve gözaltı sürelerine ilişkin düzenlemeler yapılmışsa da, demokratikleşme sürecinde AB’ye verilen sözler tutulmamıştı. Çiller 6 ay sonra kendisinin tehdit olarak lanse ettiği Refah Partisi ile koalisyon kurdu. Parlamento, Eylül 1996’da aldığı kararda Çiller’in demokratikleşme, insan hakları, Kürt sorunu ve Kıbrıs sorununda ilerleme sağlamayarak sözünü tutmadığını belirterek hayal kırıklığını dile getiriyordu.26 Parlamento yaptırım uygulamayı gündeme getirdiyse de, Ortaklık Konseyi Kararında Gümrük Birliğini askıya alacak herhangi bir hüküm yoktu. Sadece 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren Mali Đşbirliğine ilişkin Konsey tüzüğünün ikinci maddesi demokrasi ve insan hakları ihlalleri durumunda yaptırımlar öngörüyordu.27 Nitekim AP, Komisyona insan hakları projeleri hariç MEDA programı altında Türkiye’ye verilecek fonları bloke etme çağrısında bulundu. Gümrük Birliği sürecinde AP’nin onayını belli şartlarla vermesi nedeniyle ex post koşulluluk söz konusu olsa da, Parlamento’nun doğrudan bir yaptırım gücü yoktu. AP ancak Komisyon’a mali yardımı bloke etme çağrısında bulunabiliyordu. Mali Đşbirliği kapsamında Türkiye’ye verilmesi öngörülen 375 milyon ECU de AP’nin değil Kardak krizi sonrası Yunanistan’ın vetosuna takılıyordu. Dolayısıyla Gümrük Birliği sürecinde ex ante koşulluluğun ex post koşulluluktan daha etkili olduğu söylenebilir. Diğer bir deyişle, Gümrük Birliği kararı onaylanmadan önce demokratikleşme yolunda talep edilen adımlarla koşulluluk sistematik olmasa da işletilmiş ama Gümrük Birliği tesis edildikten sonra bir yaptırım söz konusu olmamıştır. Demokratik Koşulluluk Uygulanmasına Đlişkin Saptamalar Đlkesinin Gümrük Birliği Sürecinde • AB’nin Soğuk Savaş sonrası üçüncü ülkelerle ilişkilerinde giderek önem kazanan demokratik koşulluluk ilkesi, Gümrük Birliği sürecinde Türkiye için de söz konusu olmuştur. Bu dönemde Türkiye’den genelde insan hakları ve demokratikleşme, özelde ise Kürt sorununun çözümüne yönelik farklı koşulları yerine getirmesi istenmiştir. Gümrük Birliği gibi bir ekonomik bütünleşme aşaması ile Kürt sorunu gibi siyasi bir sorunu ilişkilendirmek, AB sürecinin demokratik koşulluluğunu ortaya koymak bakımından dikkat çekicidir. Nitekim, Parlamento’nun Sosyalist grup lideri 25 Tekeli ve Đlkin, op.cit., s.513. European Parliament, 1996b, Resolution on the political situation in Turkey, Official Journal C 320/187, 28.10.1996 27 European Parliament, 1995b, Resolution on the draft agreement on the conclusion of a customs union between the EU and Turkey, Official Journal C 56/99, 6.3.1995. 26 42 F.H.BURAK ERDENĐR Pauline Green’nin “Ticaret anlaşmasını kullanarak demokrasi ve insan hakları alanında manivela etkimizi ortaya koyduk” ifadesi durumu özetlemektedir.28 Teoride, Birlik adına aday ülkenin reform sürecindeki performansını izleyen ve değerlendiren Avrupa Komisyonu çerçevesi çizilmiş kriterleri nesnel bir süzgeçten geçirmekte, aday ülkeyi liyakat esaslı bir sistemle performansı temelinde değerlendirmektedir. Oysa, Türkiye katılım sürecinde yer alan bir aday ülke olmadığından, ne koşulluluğun izlenme ve denetlemesini yapacak mekanizmalar mevcuttu, ne de Komisyon’un bu bağlamda bir rolü vardı. 1993 yılında Kopenhag kriterleri koşulluluğun temel ilkesi olarak ortaya konmuşsa da, bu kriterler Türkiye’nin Gümrük Birliği sürecinde söz konusu olmamıştır. Komisyon’un araç ve mekanizmaları yerine Parlamento’nun siyasi süzgeci sözkonusu olmuş, bu da değerlendirme sürecini muğlaklaştırmıştır. Kimi taleplerin genel ifadeler içermeleri nedeniyle, bu koşulların Türkiye tarafından yerine getirilip getirilmediği değerlendirmesi de öznel kalmıştır. Tutarlı ve etkin bir strateji belirlenmediğinden AB’nin Türkiye’deki siyasi reform sürecine yönelik politikasının Türkiye’nin siyasi dönüşüm sürecindeki etkisi sınırlı kalmıştır. • Gümrük Birliği sürecinde AB, Türkiye’yi geri çevirip onu dışlamak yerine katılım sürecini ertelemek bir bakıma Türkiye’yi oyalamak şeklinde bir politika izlemiştir. Bu dönemde ne Türkiye’nin üyeliği açıkça reddedilmiş, ne de adaylık için bir perspektif verilmiştir. Gümrük Birliği esasında büyük bir pazara sahip olan, istikrarlı, laik Türkiye’yi AB’nin güvenlik, ekonomik ve siyasi yapılarından uzaklaştırmadan ama üyeliğe dair açık bir taahhüt vermeden, bir nevi kontrol altında tutma politikasının29 (containment policy) bir sonucuydu. Bu kararın alınmasında önemli çaba sarfeden AB’nin başlıca aktörleri Almanya, Fransa ve Đngiltere önemli bir müttefik olan Türkiye’yi kaybetmeden ama üyelik perspektifi vermeden elde tutmayı amaçlamışlardır. Gümrük Birliği sürecinde ilişkiler tam anlamıyla konjonktürel gelişmelerin etkisi altında ilerlediğinden, Avrupa’nın stratejik çıkarları demokratik koşulluluğa baskın gelmiştir.30 • Türkiye’nin dönüşüm süreci açısından baktığımızda, Gümrük Birliği, ortak ticaret politikasından, rekabet politikasına, malların serbest dolaşımından, üçüncü ülkelerle ticaret anlaşmalarına kadar farklı alanlarda derin etkileri olan bir ekonomik entegrasyon süreci olmuş, bazı eksiklikleri olsa da büyük ölçüde amacına hizmet etmiştir. Yine de sürecin siyasi ve hatta kimliksel boyutu ön plana çıkmış, Türkiye’nin Avrupalılığının sınandığı bir süreç olarak algılanmıştır.31 Ancak, AB’den kaynaklanan nedenlerin yanı sıra Türkiye’de o dönemdeki istikrarsızlık, siyasi reform sürecinin etkinliğini zedelemiştir. DYP-SHP (CHP) koalisyonları içindeki anlaşmazlıklar güvenlik-özgürlük ikilemi yaşayan Türkiye’de 28 Turkish Daily News, 30 Aralık 1995. Arıkan, op.cit., s.35. 30 Heinz Kramer, op.cit., s.71. 31 AP’nin Gümrük Birliği kararı, Hürriyet ve Sabah’ın 14 Aralık 1995 tarihli baskılarında “Artık Avrupalıyız” ve “Resmen Avrupalıyız” manşetleriyle duyuruluyordu (Denk, 2011, Cilt 1). 29 GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 43 toplumun hassas olduğu konularda demokratikleşme adımlarını güçleştirmiştir. DYP’nin milliyetçi tabanı terörle mücadeleyi sekteye uğrattığı gerekçesiyle demokratikleşme adımlarına direnmiş, Hükümet de bu konuda adımlarını temkinli atmak zorunda kalmıştır. Anayasa değişiklikleri, yasal düzenlemeler ve bunların uygulamaları önemli reformlar olarak sunulduysa da, o dönemde atılan adımlar kozmetik düzenlemenin ötesine geçememiştir. O dönemki yöneticilerin siyasi istikrarsızlık altında hem hükümet yapabilme hem de Türk kamuoyunun beklentileri ile AB’nin taleplerini dengeleme çabaları köklü demokratikleşme adımlarını mümkün kılmamıştır. Bir gazetecinin deyişiyle “Gümrük Birliği hatırına yarım çözümler” üretilerek AB çevreleri ikna edilmişti.32 Türkiye, her türlü olumsuzluğa rağmen, AB’nin Gümrük Birliği vesilesiyle gündeme getirdiği koşulluluk ilkesini etkin bir şekilde kullanıp, demokratikleşme yolunda önemli ve köklü adımlar atabilirdi. Demokratikleşme yolunda palyatif önlemler yerine köklü adımlar atılmış olsaydı belki de Kürt sorunu 2012 yılında hala Türkiye’nin en önemli sorunu olarak ülkenin gündemini işgal etmeyecekti. Yine de dönemin politikacılarının ifadesine göre yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesinde Gümrük Birliği’nin önemli etkisi olmuştur.33 Bunda hiç şüphe yok ki Gümrük Birliği’nin ilişkilerin devamını sağlayacak önemli bir aşama olarak değerlendirilmesi yatmaktadır. Tam üyelik hemen olmayacaksa bile en azından AB’yle daha sıkı bir bütünleşmeye girilecek ve eninde sonunda üyelik gerçekleşecekti. 16 Yılın Muhasebesi (1996-2012) O gün sorulan soru şuydu: “Ekonomik olarak böylesi güçlü bir bütünleşme, gevşek bir siyasi ilişkinin dezavantajlarını ne kadar telafi edebilir?”34 Başka bir deyişle, “ekonomik olarak Türkiye ile böylesi bir bütünleşme sürecine girdikten sonra AB, tam üye yapmadan Türkiye üzerinde siyaseten ne kadar etkili olabilir?” Gümrük Birliği hiç kuşkusuz Türkiye-AB ilişkileri tarihinde önemli bir kilometre taşı olmuş, 1999 yılında adaylık statüsünün kazanılması ve 2005 yılında müzakerelerin açılması süreçlerinin bir bakıma altyapısını oluşturmuştur. Üye olmadan AB ile Gümrük Birliği teşkil eden başka bir ülke olmamasına, diğer bir deyişle Ankara Anlaşması ve Katma Protokole dayanan Gümrük Birliği’nin adaylık ve müzakere sürecinin bir ön aşaması olmamasına rağmen Türkiye için Soğuk Savaş sonrası dönemde, jeo-stratejik öneminin azalması gerçeğini telafi etmek bakımından Gümrük Birliği’nin önemi inkâr edilemez. Dolayısıyla, Gümrük Birliği sayesinde diğer aşamalara geçmenin mümkün olduğu iddia edilebilir. Yukarıdaki soruların yanıtına gelince; 1996 yılından sonra en önemli iki aşamanın (adaylık statüsü ve müzakerelerin açılması) gerçekleşmesiyle AB, tam üye 32 Đlnur Çevik, Yeni Yüzyıl, 27 Ekim 1995. Usul, 2011, s.93 34 Heinz Kramer, op.cit., s.74. 33 44 F.H.BURAK ERDENĐR yapmadan Türkiye üzerinde siyasi anlamda ve demokratik koşulluluk bakımından etkinliğini bir ölçüde muhafaza edebilmiştir. Özellikle adaylık statüsünün verildiği 1999 Helsinki sonrasından müzakerelerin açıldığı 3 Ekim 2005’e kadarki dönemde, AB’nin demokratik koşulluluğu siyasi reform sürecinde etkin olmuştur. Sivil-asker ilişkilerinin dönüşümünden, ana dilde yayına, idam cezasının ve DGM’nin kaldırılmasından Güneydoğu’da Olağanüstü Hal uygulamasının sona erdirilmesine kadar hayata geçirilen birçok reformda AB’nin manivela gücü etkili olmuştur. Ancak, müzakere süreci başladıktan sonra, doğası gereği teknik olması gereken bu süreç bazı üye devletlerin girişimiyle politize edilmiş, bu da demokratik koşulluluğun etkinliğine gölge düşürmüştür. Buna ilaveten, Kıbrıs sorunu çözülmeden, 1 Mayıs 2004 tarihinde Annan Planını reddetmesine rağmen Kıbrıslı Rumların AB’ye alınması işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Tüm bunlara son dönemde AB’nin içinden geçtiği mali, ekonomik, hatta siyasi kriz, Türkiye’nin özellikle ekonomik alanda kaydettiği performans sonrasında kazandığı özgüven eklendiğinde, AB’nin Türkiye’deki kredibilitesi ve inandırıcılığı iyice zayıflamıştır. Ayrıca, özellikle Fransa ve Almanya başta olmak üzere bazı üye ülkelerin yetkililerin açıklamaları ve hala Schengen vizesinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının seyahatine engel olmasının Türk halkını gücendirdiğini gerçeğini de eklemek gerek. Nitekim, son kamuoyu yoklamalarına göre Türkiye’nin AB’ye üye olacağına inananların oranı tarihi bir rekorla % 17’ye kadar düşmüştür.35 Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu dönüşüm süreci sayesinde Türkiye-AB ilişkilerinde farklı bir paradigmaya doğru ilerlemekteyiz. Türk demokrasisinde iç ve dış dinamiklerin etkisiyle, inişli çıkışlı da olsa bir ilerleme kaydedildiği, özgürlükler alanının zaman içinde genişlemekte olduğu bir gerçek. Avrupa Komisyonu tarafından 1998 yılından bu yana her yıl yayımlanan Đlerleme Raporları incelendiğinde faili meçhul cinayetlerden, işkence vakalarından, Kürtçenin tabu olduğu günlerden bugüne gelen Türkiye’nin demokratikleşme yolunda kaydettiği ilerlemeyi görmek mümkün. Bu gelişmede hiç şüphe yok ki ülkedeki sosyoekonomik dönüşüm sayesinde milyonlarca insanın orta sınıfa geçmesi ve özgürlük ve hak taleplerinin yükselmesinin katkısı büyüktür. Sosyo-ekonomik dönüşümüyle, dinamik toplumsal yapısıyla, güçlenen ekonomisiyle Türkiye’nin farklı alanlarda AB’ye getireceği katkılar ve her iki tarafın birbirine artan bağımlılığı dikkate alındığında ortak bir gelecek kaçınılmaz olacaktır. Geriye dönüp baktığımızda, özellikle Türkiye-AB ilişkilerinin devamını sağlayan ve ekonomik bütünleşmesini güçlendiren altyapısıyla Gümrük Birliği sürecinin bu uzun yoldaki katkısı inkâr edilmeyecektir. 35 “Türk Halkının AB’ye Bakışı Araştırması” (TAVAK), Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı, Ağustos 2012. GÜMRÜK BĐRLĐĞĐ SÜRECĐNĐN TÜRKĐYE’NĐN SĐYASĐ REFORM SÜRECĐ 45 Kaynakça Hans Agné, “European Union Conditionality: Coercion or Voluntary Adaptation”, Alternatives: Turkish Journal of International Relations, Volume 8, Number 1, Spring, 2009. Hakkı Arıkan, “A Lost Opportunity? A Critique of the EU’s Human Rights Policy Towards Turkey”, Mediterranean Politics, Vol.7, No.1, 2002. Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin Avrupa Macerası: 1959-1999, Doğan Kitapçılık, Đstanbul, 2000. Council of the European Union, Accession Negotiations with Turkey: Negotiating Framework, 12823/1/05 REV 1, 2005. Đhsan Dağı, “Đnsan Hakları ve Demokratikleşme: Türkiye-Avrupa Birliği Đlişkilerinde Siyasal Boyut”, Eralp, Atila (der.), Türkiye ve Avrupa, Đmge Kitabevi, Ankara, 1997. Erdem Denk (ed.), Basında Türkiye-AB Đlişkilerinin 50 Yılı (1959-2009), ATAUM, 2011. European Commission, 1995a, Communication from the Commission on the Inclusion of Respect for Democratic Principles and Human Rights in Agreements Between the Community and Third Countries, Com (95) 216, 23.5.1995. European Commission, 1995b, Proposal for a Council regulation regarding the implementation of a special financial cooperation measure for Turkey, Official Journal C 271/12, 17.101995. European Parliament, 1994, Resolution on the trial of members of the Turkish Grand National Assembly”, Official Journal C305/95, 31.10.1994. European Parliament, 1995a, Resolution on the trial of Turkish members of Kurdish origin of the Turkish Grand National Assembly”, Official Journal C18/177, 23.1.1995. European Parliament, 1995b, Resolution on the draft agreement on the conclusion of a customs union between the EU and Turkey, Official Journal C 56/99, 6.3.1995. European Parliament, 1996a, Resolution on the human rights situation in Turkey, Official Journal C 17/46, 22.1.1996. European Parliament, 1996b, Resolution on the political situation in Turkey, Official Journal C 320/187, 28.10.1996. 46 F.H.BURAK ERDENĐR Dimitry Kochenov, EU Enlargement and the Failure of Conditionality: Preaccession Conditionality in the Fields of Democracy and the Rule of Law, Wolters Kluwer, 2008. Heinz Kramer, “The EU-Turkey Customs Union: Economic Integration amidst Political Turmoil”, Mediterranean Politics, Vol.1 No.1 (Summer 1996). Stefan Krauss, “The European Parliament in EU External Relations: The Customs Union with Turkey”, European Foreign Affairs Review, 5:215-237, 2000. Burhan Kuzu, “Düşünceyi Açıklama Hürriyeti ve Ülkenin Bölünmez Bütünlüğü (TMK Md.8)”, 21. Asra Girerken Çağdaşlaşma, Demokrasi ve Đnsan Hakları, Aydınlar Ocağı Yayını, 1996. Geoffrey Pridham, “The Politics of the European Community, Transnational Networks and Democratic Transition in Southern Europe”, Pridham, Geoffrey (ed.), Encouraging Democracy: The Internaional Context of Regime Transitions in Southern Europe, Leicester University Press, 1991. Geoffrey Pridham, “Change and Continuity in the European Union’s Political Conditionality: Aims, Approach and Priorities”, Democratization,14(3), 2007. “Türk Halkının AB’ye Bakışı Araştırması” (TAVAK), Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı, Ağustos 2012. Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, , Gerçek Yayınevi, Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, 1995. Đlhan Tekeli ve Selim Đlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği: Ulus Devleti Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı, Ümit Yayıncılık, 2000. Jolanda Westerling, “Conditionality and EU Membership: The Cases of Turkey and Cyprus”, European Foreign Affairs Review, 5:95-118, 2000. Usul, Ali Resul, Democracy in Turkey: The Impact of EU Political Conditionality, Routledge, 2011. Flavia Zanon, “The European Parliament: An autonomous foreign policy identity?”, Esther Barbé ve Anna Herranz, The Role of Parliaments in European Foreign Policy, Barcelona Office of the European Parliament, 2005. Piotr Zelowski, “Sticks, carrots and great expectations: Human rights conditionality and Turkey’s path towards membership of the European Union”, Center for International Relations, Warsaw, 09/04. SUPRANASYONAL BĐR TASARRUF ŞEKLĐ OLARAK Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 12, No:1 (Yıl: 2013), s.47-78 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI : “KAPSAMLI EKONOMĐK ENTEGRASYON ANLAŞMASI” Çağrı ERHAN∗ Aysun GÜRBÜZ∗ Özet Avrupa Birliği (AB) 2006 yılında oluşturduğu “Yeni Ticaret Stratejisi” ve 2010 yılında oluşturduğu “Avrupa 2020 Stratejisi” çerçevesinde üçüncü ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) imzalamaktadır. Türkiye, AB’yle Ankara Anlaşması ile 1963 yılında oluşturduğu ortaklık ilişkisinin son dönemine 6 Mart 1995 tarihinde aldığı 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile gümrük birliği (GB) uygulamasına geçmiş ve bu çerçevede üye olmadan AB’nin ortak ticaret politikasına uyum yükümlülüğünü üstlenmiştir. AB ile STA imzalayan üçüncü ülkeler, mallarını AB üzerinden Türkiye’ye gümrüksüz geçirebildiğinden Türkiye ile de bir STA imzalamaya gönülsüz davranmaktadırlar. AB’nin büyük ekonomik ülkeler ve önemli ticari bloklarla STA imzalama girişiminin bahsekonu ülkelerin Türkiye ile de bir STA imzalamamaları durumunda Türkiye ekonomisinin son derece zor durumda kalacağı açıktır. Konunun hassasiyeti, Türkiye’nin AB ile uygulamakta olduğu GB uygulamasını sorgulamasına ve bir STA’ya dönüştürülmesi tartışmalarının başlamasına neden olmuştur. Diğer taraftan Đngiltere Başbakanı David Cameron’un yeniden seçilmesi durumunda Đngiltere’nin AB üyeliğini referanduma götüreceğine yönelik açıklamalarla AB’nin 2008 yılından bu yana üstesinden gelmeye çalıştığı ekonomik krizin halen devam etmesi, AB’nin çözülmesine yol açacağına ilişkin kaygıları arttırmıştır. Buna karşılık AB ile bir GB uygulamakta olan Andorra, San Marino gibi küçük devletlerin AB’ye daha iyi entegre olabilme arayışları, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da meydana gelen “Arap Baharı” sonrasında AB’nin güney komşularıyla ilişkilerini daha da derinleştirmesi gerektiği yönündeki düşünceler ve son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2009 yılında Türkiye’nin AB ile ilişkilerini “Norveç Modeli”ne benzer daha bir üst entegrasyon seviyesine taşıyabileceği yönündeki açıklamaları 1994 yılında ∗ Prof., Dr., Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi. Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, AB ve Uluslararası Ekonomik Đlişkiler Anabilim Dalı doktora öğrencisi. ∗ 48 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ oluşturulan Avrupa Ekonomik Alanı’nın (AEA) genişletilmesi tartışmalarını da başlatmıştır. Avrupa Birliği’nin Yeni Ticaret Stratejisi’ne paralel olarak Türkiye-AB arasında uygulanmakta olan GB’nin hizmetler, kamu alımları ve enerji sektörlerine genişletilerek “Genişletilmiş Gümrük Birliği” uygulamasına geçilmesini önermesi muhtemeldir- ki bu da Türkiye’ye GB uygulamasını yeniden müzakere edebilme fırsatını verebilecektir. Bu çalışma, asıl sorunun Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin tıkanması tespitinden ve uluslararası hukukta bir anlaşmayı değiştirmenin tadil etmek veya yeni bir anlaşma yapmak olduğundan hareketle, AB’nin kendi entegrasyon modelinden yola çıkarak, Türkiye-AB ilişkilerini bir üst entegrasyon seviyesine taşıyacak, GB uygulamasındaki olumsuzların da müzakere edilerek giderildiği yeni bir anlaşma ile iki aşamada “tam üyelik hedefi içeren kapsamlı ekonomik entegrasyon anlaşması” ve “siyasi entegrasyon anlaşması” çerçevesinde imtiyazlı ortaklık ilişkisi riski ile ucu açık olan ortalık ilişkisi ve müzakere sürecinin belirsizliğini ortadan kaldırarak taraflar arasında bir takvim çerçevesinde Türkiye’nin tam üye olması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Anahtar Kelimeler Gümrük Birliği, Serbest Ticaret Anlaşması, Kapsamlı Ekonomik Entegrasyon Anlaşması, Đmtiyazlı Ortaklık Abstract European Union (EU) concludes free trade agreements (FTA) with the third countries in line with its “new trade strategy” and “Europe 2020 Strategy” established in 2006 and 2010, respectively. Turkey has established an Association Agreement with the EU in 1963 by signing the so-called Ankara Agreement and started to conduct customs union (CU) in the last stage of its partnership. According to the decision taken by the Turkey-EU Association Council numbered 1/95 on 6th March 1995 the parties started to implement CU in between and Turkey assumed the responsibility to be in line with the EU’s common trade policy. By gaining the opportunity to sell their goods to Turkey without paying any customs duties through the EU, third countries behave reluctant to conduct FTAs with Turkey besides the EU which affects the economy of Turkey negatively. As the EU is in the aim of concluding FTAs with the most developed countries and the major economic blocks, there is the possibility to worsen the economy of Turkey in case these countries do not conclude FTAs with Turkey. Due to the importance of the situation Turkey started to consider its CU with the EU and whether to establish a FTA instead of implementing the CU. On the other hand, the declaration of the UK’s Prime Minister David Cameron that if the Conservative Party wins the next election he will hold a referendum regarding the UK’s EU membership and the discussions of the future of the EU which is struggling with the economic crisis since 2008 increased the concerns of resolution of the EU. However, the search of the small states which also established CU with the EU such as Andorra and San Marino to increase their level of integration with the EU, the proposals regarding deepening the relations of the EU with its south neighbours after TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 49 the “Arab Spring” in the North Africa and the Middle East and finally, Turkish President Abdullah Gül’s declaration that Turkey can improve her relations with the EU by a model similar to Norway triggered the debates of enlarging the European Economic Area (EEA) established in 1994. There is the possibility that the EU recommend that the parties to modernise and extend the CU to services, public procurement and energy by implementing “an extended CU” in line with its new trade strategy which may give the chance to renegotiate the current implementation. However, this study finds out that the real problem lies behind the bottlenecks of Turkey’s accession membership process to the EU. Therefore, considering that the way of revising an agreement in the international law can either be by an amendment or conducting a new one, this study proposes to establish a new agreement to increase the current integration of Turkey to the EU by taking the model of the EU integration process itself. The study reached the conclusion that establishing a new treaty comprising of two stages which may called “a comprehensive economic integration treaty with the goal of full membership” and “a political integration treaty of Turkey to the EU” not only can abolish the risk of privileged partnership but also will give the opportunity to eliminate the negative impacts of the current CU implementation. Key Words Customs Union, Free Trade Area, Comprehensive Economic Integration Agreement, Privileged Partnership Giriş Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kapsamında ticaretin serbestleştirilmesi yönünde çok taraflı müzakereler çerçevesinde yürütülen girişimlerin Kasım 2001’de Doha Turu kapsamında çıkmaza girmesi ve sonrasında istenilen düzeyde bir ilerleme kaydedilememesi, DTÖ’de önemli bir taraf olan AB’yi 2006 yılında oluşturduğu yeni ticaret stratejisi1 ve 2010 yılında oluşturduğu “Avrupa 2020 Stratejisi”2 çerçevesinde üçüncü ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) imzalamaya yöneltmiştir. AB’nin bu girişimi, 12 Eylül 1963 tarihinde Avrupa Topluluğu ile imzaladığı Ankara Anlaşması ile Roma Antlaşması’nın 238. maddesi çerçevesinde bir ortaklık ilişkisi tesis eden ve bahsekonu Anlaşma’nın hazırlık, geçiş ve son döneminden oluşan üçüncü aşamasına 6 Mart 1995 tarihinde Ortaklık Konseyi tarafından alınan 1/95 sayılı Karar ile AB’yle Gümrük Birliği (GB) uygulamasına geçen Türkiye’yi son derece zor durumda bırakmıştır. Sözkonusu zorluk, her şeyden önce Türkiye’nin tam üye olmadan AB ile gümrük birliği uygulayan ilk ve tek ülke olmasından kaynaklanmaktadır. 1/95 ve 2/95 sayılı OKK’ları çerçevesinde Türkiye, AB’nin ortak ticaret politikasına uyum sağlama zorunluluğunu üstlenmiştir. Bu bağlamda 1/95 sayılı OKK’nın 16. maddesi 1 European Commission, “Global Europe: competing in the world”, Ekim 2006, http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/october/tradoc_130376.pdf, (22.04.2013), s (10-12). 2 European Commission, Communication from the Commission Europe 2020: A strategy for smart, sustainable and inclusive growth,COM(2010) 2020, (03.03.2010). Bkz. http://ec.europa.eu/eu2020/pdf/COMPLET%20EN%20BARROSO%20%20%20007%20%20Europe%202020%20-%20EN%20version.pdf 50 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ çerçevesinde AB’nin STA’ları da kapsayan tercihli gümrük politikasına uyum zorunluluğu bulunmaktadır. AB ile STA imzalayan üçüncü ülkeler, Türkiye-AB gümrük birliği nedeniyle Türkiye pazarına gümrüksüz giriş imkanı sağladıktan sonra Türkiye ile de bir STA imzalamaya, AB’nin anlaşma metnine derc ettiği “Türkiye Hükmünün (Turkey Clause) bağlayıcı olmaması nedeniyle son derece isteksiz davranmaktadırlar. Ticaret sapması olarak nitelendirilebilecek bu durum, her ne kadar AB’nin bahsekonu STA’ları ekonomik bakımdan nispeten küçük ve AB pazarına Türkiye ile rekabet halinde ürünler arz etmeyen ülkelerle yapması durumunda Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri ihmal edilebilir olmasına rağmen AB’nin 6 Ekim 2010 tarihinde Güney Kore ile imzaladığı ve Temmuz 2011’de yürürlüğe giren yeni nesil ticaret anlaşmasında olduğu üzere hem STA’ların kapsamını genişletme hem de Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Japonya, Hindistan gibi gerek ekonomik gerekse nüfus olarak büyük ülkelerle, ASEAN (Singapur, Malezya, Vietnam), MERCOSUR (Güney Amerika Ortak Pazarı) gibi önemli ticari bloklarla STA gerçekleştirme hedefi, bahsekonu ülkelerin Türkiye ile de bir STA imzalamaması durumunda Türkiye ekonomisi açısından son derece menfi bir etki doğuracağı açıktır. Bahsekonu durumun Türkiye ekonomisi tarafından hassasiyeti nedeni çerçevesinde Hükümetin en üst kademesi tarafından ele alınmasına yol açmış, tartışmalar AB’nin üçüncü ülkelerle gerçekleştirdiği STA’lara Türkiye’yi eklememesi, vize ve taşıma kotalarını kaldırmaması durumunda Gümrük Birliği’nin bir STA’ya dönüştürülmesi3 ile sözkonusu uygulamanın gerek Türkiye’nin üyelik hedefini gerekse en önemli ihracat pazarı olan AB ile ticari ilişkilerine zarar vereceği endişesi4 arasında ikiye bölünmesine ve Türkiye-AB arasında uygulanmakta olan GB’nin tekrar sorgulanmasına neden olmuştur. Kanaatimizce asıl sorun, 50 yıllık bir ortaklık ilişkisi, 17 yıllık bir GB uygulaması, 14 yıllık bir adaylık süreci, 15 yıldır yayınlanan Đlerleme Raporları ve 8 yıldır işlemeyen müzakere süreci çerçevesinde objektifliğini yitirmiş ve tamamen siyasallaştırılmış Türkiye’nin AB’nin katılım sürecinin kendisi olduğudur. Diğer taraftan Đngiltere Başbakanı David Cameron’un gelecek seçimi de Muhafazakar Parti’nin kazanması durumunda Đngiltere’nin AB üyeliğini halk oylamasına sunacağına dair söz vermesi5 ile 2008 yılından bu yana ekonomik krizle boğuşan AB’nin bu krizden bir birlik olarak çıkıp-çıkamayacağına ilişkin endişeler AB’nin kendi içinde de alternatif model arayışlarına girmesine neden olmuştur.6 3 Euractiv, “Çağlayan’dan AB’ye : Ya STA’lara Bizi de Ekleyin veya Gümrük Birliğinden Çıkalım”, (28.03.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/caglayandan-abyeya-stalara-bizi-de-ekleyin-ya-da-gumruk-birliginden-cikalim-027470, (22.04.2013), s.1. 4 Euractiv, “AB ile Gümrük Birliği Yerine Serbest Ticaret Anlaşması Gündemde Değil”, (02.04.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/ab-ile-gumruk-birligi-yerineserbest-ticaret-anlasmasi-gundemde-degil-027502, (22.04.2013),s.1. Ayrıca Đktisadi Kalkınma Vakfı (ĐKV) nın açıklaması için bkz. Euractiv, “ GB Yerine STA Türkiye’nin Kazanımlarını Tehlikeye Sokar”, (28.03.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/gumrukbirligi-yerine-sta-turkiyenin-kazanimlarini-tehlikeye-sokar-027477, (22.04.2013), s.1. 5 Katinka Barysch, “Can Turkey and the UK learn from each other’s EU strategies”, (25.01.2013), http://www.cer.org.uk/sites/default/files/publications/attachments/pdf/2013/bulletin88_kb_article 3-6916.pdf, (22.04.1013), s.1. 6 David Buchan, “Outsiders on the Inside: Swiss and Norwegian Lessons for the UK”, (24.09.2012), TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 51 Sözkonusu nedenle bu çalışma, yukarıdaki her iki tartışmadan bağımsız olarak ülkemizin bir taraftan üyelik sürecindeki kazanımlarını riske atmadan GB’nin olumsuz yönlerinden nasıl kurtulabileceği ve bunu gerçekleştirirken üyelik sürecini bir üst seviyeye ve sonrasında AB üyeliğine nasıl taşıyabileceğine ilişkin alternatif bir model arayışının sonucudur. Bahsekonu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde geldiği nokta incelenmiş, ikinci bölümde AB ile 6 Mart 1995 tarihinde Ortaklık Konseyi tarafından alınan 1/95 sayılı Karar ile AB’yle GB uygulamasına geçen Türkiye’nin sözkonusu kararının ekonomisi, teknik mevzuat ve idari kapasite üzerindeki etkileri ve Ortaklık Đlişkisiyle GB uygulamasında yaşanan temel sorunlar incelenmeye çalışılmış, üçüncü bölümde ise AB’nin diğer ülkelerle gerçekleştirdiği ilişkiler kapsamında Avrupa Ekonomik Alanı (AEA) çerçevesinde Norveç Modeli, iki taraflı ilişki tesis ettiği Đsviçre Modeli ve AEA’nın genişletilme olasılığı ele alınmıştır. Son bölümde ise Türkiye’nin hem mevcut GB uygulamasının olumsuz etkilerinden kurtulabilmesi hem de AB üyelik hedefini gerekçeleştirebilmesi yönünde alternatif bir model önerisinde bulunulmuştur. Türkiye-AB Đlişkilerinde Gelinen Nokta Türkiye, 31 Temmuz 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık başvurusunda bulunmuş ve 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile de bir ortaklık ilişkisi kurmuştur. Üçüncü ülkelerle ortaklık ilişkisini gümrük birliği veya serbest ticaret bölgesine dayandıran AET’den Türkiye’nin talebi, kendisinden on altı gün önce başvuran Yunanistan’ın tercihine benzer şekilde ortaklık ilişkisinin bir gümrük birliğine dayandırılması olmuştur.7 Bu çerçevede hazırlık, geçiş ve son dönem olmak üzere üç evreden oluşan Ankara Anlaşması uyarınca8 Türkiye’nin ilk beş yıllık hazırlık dönemi içinde geçiş ve son dönemde üstleneceği yükümlülükler için Topluluğun yardımıyla ekonomisini güçlendirmesi9, tarafların aksini kararlaştırmadıkça, on iki yıl sürmesi öngörülen geçiş döneminde Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliği tesis edilebilmesi için Türkiye’nin ekonomi politikalarının Topluluğunkine yakınlaştırılması öngörülmüştür.10 Gümrük birliğine dayanması düzenlenen son dönem için ise herhangi bir süre belirlenmemiştir.11 Hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımını Roma Antlaşması’nın ilgili maddelerinden esinlenerek zaman içerisinde kaldırma taahhüdü içeren Ankara http://www.cer.org.uk/sites/default/files/publications/attachments/pdf/2012/buchan_swiss_norwa y_11oct12-6427.pdf, (22.04.2013), s.1. 7 Çağrı Erhan ve Tuğrul Arat, “ AET’yle Đlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt 1, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2001, içinde, s.808-852, s.820. 8 Ankara Anlaşması için bkz. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, “Türkiye ile Avrupa Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma (Ankara Anlaşması)”, http://www.abgs.gov.tr/files/ardb/ankara_anlasmasi.pdf, (22.04.2013), s.(1-17). 9 Ibid., madde 3. 10 Ibid. , madde 4. 11 Ibid., madde 5. 52 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Anlaşması ayrıca 28. maddesinde Anlaşma’nın işleyişinin Topluluğu kuran anlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenilebileceğini gösterdiğinde tarafların Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını inceleyecekleri hükmüne de yer vermiştir.12 Arat’a göre Yunanistan ile yapılan Atina Anlaşması dışında Topluluğun yaptığı diğer hiçbir ortaklık anlaşmasında bulunmayan bu madde, ortak ülkeyi aşamalı bir ekonomik entegrasyon süreciyle tam üyeliğe hazırlama amacını taşımaktaydı ve taraflara bunun gerçekleşmesi için aynı zamanda bir sorumluluk da yüklemekteydi.13 Ankara Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 tarihinde başlayan Hazırlık Dönemi’nde Türkiye herhangi bir yükümlülük üstlenmemiş ve tabiri caizse hiçbir hazırlık yapmadan geçirmiştir. Buna karşılık bahsekonu dönemde Topluluk 1971 tarihinde henüz Katma Protokol yürürlüğe girmeden önce Türkiye’den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrüklerini 12-22 yıllık listeler halinde aşamalı olarak azaltarak sıfırlamayı ve Topluluğun Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) uyum sağlamayı üstlenmiştir. Geçiş Dönemi’ne ilişkin yükümlülüklerini siyasi ve ekonomik sebeplerle takvimlendirilen şekilde tam olarak yerine getiremeyen Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Avrupa Komisyonu’nun sözkonusu başvuruyu Avrupa Tek Senedi’nin yürürlüğe girmiş olmasından hareketle kendi içindeki entegrasyonunu kuvvetlendirme (derinleşme) aşamasında olduğu ve yeni bir üyeyi kabul edemeyeceği yönünde verdiği cevap üzerine Türkiye, Ankara Anlaşması’nda öngörülen takvimi yerine getirmeyi ve bu çerçevede Gümrük Birliği’ni tamamlamayı hedeflemiştir. 6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği’ni tamamlamış ve Türkiye-AB Ortaklık Đlişkisi’nin Son Dönemi’ne geçmiştir. Diğer taraftan üyelik başvurusu çerçevesinde 1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü verilmiş, 6 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli düzeyde karşıladığının tespiti ve katılım müzakerelerinin başlatılması önerisi doğrultusunda 1617 Aralık 2004 tarihinde gerçekleşen Zirve’de ise katılım müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması öngörülmüştür. 1 Mayıs 2004 tarihinde tarihi genişlemesiyle on yeni üyeyi dahil etmesi nedeniyle Türkiye, 30 Temmuz 2005 tarihinde Ankara Anlaşması’nı bahsekonu yeni üyeleri de kapsayacak şekilde genişleten Ek Protokol’ü imzalamış ancak aynı gün yayınladığı deklarasyon ile bunun Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımak anlamına gelmediğini de deklare etmiştir. Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ı tanımaması üzerine Avrupa Birliği Konseyi, 11 Aralık 2006 tarihinde 8 başlıkta (malların serbest dolaşımı, yerleşim hakkı ve hizmet sunma serbestisi, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, ulaştırma politikası, gümrük birliği ve dış ilişkiler) müzakereleri askıya almış, Ek Protokol’de yer alan taahhütlerini yerine getirinceye kadar da sözkonusu fasılların açılmayacağını ve geçici olarak kapatılmayacağına karar vermiştir. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin Türkiye’nin tam üyeliğine karşıt tutumu, Türkiye için imtiyazlı ortaklık önerisi çerçevesinde tam 12 Ibid., madde 28. Tuğrul Arat, “Avrupa Birliği ile Türkiye Arasındaki Đlişkiler ve Gümrük Birliği”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XLIV, No:1-4,1995, s.587-606, s.588-592. 13 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 53 üyelikle ilintili gördüğü tarımsal ve kırsal kalkınma, ekonomik ve parasal politika, bölgesel politika ve yapısal araçların koordinasyonu, mali ve küresel hükümler, kurumlar başlıklarını veto etmesine ilaveten Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de 2009 tarihinde tek taraflı bir deklarasyonla 6 faslı (işçilerin serbest dolaşımı, enerji, yargı ve temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik, eğitim ve kültür, dış güvenlik ve savunma politikası) bloke edeceğini açıklamasıyla Türkiye’nin müzakere süreci tamamen politize olmuş ve adeta durma noktasına gelmiştir. Sözkonusu nedenlerle bugün için ancak toplam 13 fasıl müzakereye açılabilmiş ve içlerinden sadece bir fasıl (bilim ve araştırma) geçici olarak kapatılabilmiştir. Haziran 2010’dan bu yana hiçbir faslın müzakereye açılamaması üzerine Türkiye 18 Mayıs 2012 tarihinde AB ile “pozitif gündem” temelinde Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme katabilme çabasına girmiştir. Diğer taraftan Türkiye ile eş zamanlı müzakere sürecine başlayan Hırvatistan katılım müzakerelerini tamamlamış ve 1 Temmuz 2013’te 28. üye olmaya hazırlanmaktadır.14 Türkiye-AB Gümrük Birliği Uygulamasının Türkiye Üzerine Etkisi Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkisi 2011 yılında yaklaşık 74 milyon nüfusa sahip olan Türkiye’nin Gayrisafi Milli Hasılası (GSMH) 559 milyon €, Kişi Başına Düşen Milli Geliri 7.558 €, yıllık enflasyon oranı %6.5 ve büyüme oranı %8.5 olarak gerçekleşmiştir. Ağırlıklı olarak %63 oranında hizmetler sektörüne dayanan Türkiye ekonomisinde sanayi %27.9 ile ikinci sırada, tarım ise %9.1 ile üçüncü sırada yer almıştır.15 2011 yılında AB ve Türkiye arasında karşılıklı ticaret hacmi 121 milyar Euro olarak gerçekleşmiş ve Türkiye, ABD, Çin, Rusya Federasyonu, Đsviçre ve Norveç’ten sonra AB’nin 6. büyük ticari ortağı olmuştur. Bu çerçevede ülkemiz, AB ticareti içinde %2,8’lik pay ile AB’den en çok ithalat yapan 7. ülke, % 4,7’lik pay ile AB’ye en çok ihracat yapan 5. ülke olmuştur.16 14 Đktisadi Kalkınma Vakfı (ĐKV), “Türkiye Avrupa Birliği Đlişkileri”, http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=tarihce&baslik=Tarihçe, (22.04.2013), s. (1-2). 15 European Commission, “Turkey Trade Statistics”, (18.01.2013), http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/september/tradoc_111603.pdf, (22.04.2013), s.1. 16 European Commission, “EU Bilateral Trade with the World :Turkey”, (29.11.2012), http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/september/tradoc_113456.pdf, (22.04.2013), s.1. 54 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Tablo 1: AB’nin Belli Başlı Ülkelerle Ticaretinde Türkiye’nin Yeri (2011)17 Sözkonusu dönemde AB, 115 milyar Euro ile Türkiye’nin en büyük ticari partneri olmuştur. Bu çerçevede Türkiye %38.2 ile ithalatını en fazla AB’den gerçekleştirirken %46.3 ile ihracatını da en fazla AB ülkelerine yapmıştır.18 Tablo 2: Türkiye’nin Belli Başlı Ülkelerle Ticaretinde AB’nin Yeri (2011)19 17 Ibid., s.3. Ibid., s.4. 19 Ibid. 18 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 55 Türkiye, 2007 yılında AB’den toplam 49.9 milyon Euro ithalat gerçekleştirirken 2011 yılında bu rakam 65.4 milyon Euro’ya çıkmıştır. Aynı dönemde Türkiye, AB’ye 43.9 milyon Euro ihracat yaparken, 2011 yılında bu rakam sadece 44.7 milyon Euro’ya çıkabilmiş dolayısıyla Türkiye’nin AB karşısındaki toplam dış ticaret açığı 5.9 milyon Euro’dan 20.6 milyon Euro’ya yükselmiştir.20 Şekil 1: Türkiye’nin AB ile Dış Ticaret Dengesi (2007-2011)21 Milyon Euro Đthalat Đhracat Denge Konumuz açısından önemli olan AB ile GB uygulaması gerçekleştiren Türkiye’nin mal ticaretindeki dengesidir. Bu bağlamda 2009-2011 yılları arasında Dünya ve AB ile mal ticaret dengesi aşağıdaki grafikte karşılaştırmalı olarak yer almaktadır. Şekil 2: Türkiye’nin Mal Ticaretinde Dünya ve AB ile Dış Ticaret Dengesi (2011)22 TÜRKĐYE’NĐN DÜNYA ĐLE MAL TĐCARETĐ 20 AB-27’NĐN TÜRKĐYE ĐLE MAL TĐCARETĐ Ibid., s.3. Ibid. 22 European Commission, op.cit., “Turkey Trade Statistics”, s.1. 21 56 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ AB-27 ile Türkiye arasındaki mal ticaretinin ürün bazında dengesi ise aşağıdaki grafikte yer almaktadır. Şekil 3: AB-27’nin Türkiye ile Ürün Bazında Mal Ticareti (2011)23 Teorik olarak gümrük birliği uygulamasının üyelerine önemli ekonomik yararlar sağlayacağı varsayılmaktadır. GB’nin ekonomi üzerindeki etkileri genel olarak “statik” ve “dinamik etki” adı altında incelenmektedir. Seyidoğlu’na göre statik etkiler ekonomik yapıda bir değişiklik olmadan tarifelerin kaldırılması dolayısıyla dış ticaret hacmi ve refah düzeyinde ortaya çıkan bir defaya mahsus etkiler olup ticaret yaratıcı (trade creation) ve ticaret saptırıcı (trade diversion) olarak ikiye ayrılmaktadır. Ticaret yaratıcı etki, bölge içindeki gümrüklerin kaldırılması sayesinde bölge içi ticaretin gelişmesi olarak nitelenebilecekken dışarıya ortak bir gümrük tarifesi uygulanması sonucunda bölge dışından yapılan ticaretin azalması ise ticaret saptırıcı etki olarak ifade edilmektedir. Diğer taraftan gümrük birliğinin tek bir piyasa yerine bir veya birden çok aktörün yer aldığı daha geniş bir piyasada ölçek ekonomilerinden faydalanabilmeye imkan tanıma, rekabeti artırma, teknolojik ilerleme sağlama, yatırımları özendirme, sermaye hareketliliği sağlama gibi etkilerine ise dinamik etki denilmektedir.24 AB, Avrupa Topluluğu’nun kurulduğu 1950’li yıllardan bu yana Türkiye’nin en önemli ticari partneri olmuştur. Taraflar arasında sürekli artan ticaret hacmi, özellikle GB’nin yürürlüğe girdiği 1996 yılından bu yana 4 kat artış göstermiştir. Bununla birlikte, GB uygulaması, AB’nin Türkiye’nin toplam ticareti içindeki payını önemli ölçüde arttırmamıştır. Bunun en temel nedeni, AB’nin Türkiye’ye karşı sanayi mallarındaki gümrük vergilerini ve eş etkili önlemlerini GB uygulamasının 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmesinden çok önce 1971 yılında kaldırmış olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan Türkiye özellikle son yıllarda ihracat pazarlarını 23 Ibid. Halil Seyidoğlu, Uluslararası Đktisat: Teori ve Politika Uygulama, Güzem Can Yayınları, Đstanbul, 2009, s.(230-236). 24 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 57 büyük ölçüde çeşitlendirmiş ve başta Ortadoğu Ülkeleri, Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkeleri, Afrika ve Doğu Asya olmak üzere ihracatını arttırmıştır. Yazıcı, GB’nin statik etkileri çerçevesinde ekonomik büyümeye etkilerinin ya önemsiz veya negatif olduğunu, üçüncü ülkelere uygulanan tarife kayıplarının da dikkate alınması durumunda GB’nin ticaret yaratıcı etkisinin Türkiye lehine değil, AB lehine olduğunu savunmaktadır. GB’nin oluşturulmasından sonra sanayi malları ve işlenmiş tarım ürünlerinin ticaret hacminin arttığını, 1995-2008 yılları arasında ihracattaki artışın ithalattaki artıştan daha fazla olduğunu ancak ne var ki Türkiye ve AB arasındaki dış ticaret açığının 1995-2010 yılları arasında yaklaşık iki kat, üçüncü ülkelerle ise bahsekonu dönemde altı kez arttığını belirtmektedir. GB’ne geçiş ile Türkiye’nin AB’ye ihracatındaki tüketim mallarındaki artış yerini yatırım mallarına bırakmış buna karşılık ithalatın önemli bir kısmı da ara ve yatırım malları alanında gerçekleşmiştir. Bu bağlamda mamül mallar, Türkiye-AB arasındaki ticaretin %95’ini oluşturmuştur.25 Dinamik etkileri çerçevesinde GB’nin en önemli ekonomik etkilerinden biri özellikle otomotiv ve tekstil alanında Türkiye ve Avrupa şirketleri arasındaki üretim bağlantılarını (networkleri) güçlendirmesi olmuştur. Avrupa pazarlarına Türk mallarının gümrük vergisine tabi olmadan ulaşabilmesi, Türk menşeli ürünlerin toplam kalitesini ve çeşitliliğini olumlu yönde arttırmıştır. GB, artan rekabetle özellikle imalat sektörünün gelişimine katkıda bulunmuştur. Türkiye, son on yılda AB’ye olan toplam ihracatında ara malı niteliğindeki teknoloji ihracatının (örneğin otomobil, tekstil, demir ve çelik ürünlerinde) payını arttırabilirken, ileri teknoloji ürünleri ihracatında (örneğin AR-GE yoğunluklu ürünler, kimyasallar ve bilgisayar üretimi) aynı başarıyı sağlayamamıştır. Diğer taraftan Yazıcı, Türkiye’nin AB içinde rekabet baskısıyla baş edebilme kapasitesinin de bir göstergesi olarak yıllar itibariyle ithalatın ihracatı karşılama oranının arttığını ve 2010 yılında %85 olarak gerçekleştiğini vurgulamaktadır.26 Gümrük Birliği uygulamasına geçiş ile GB kapsamındaki alanlarda yasal düzenlemelerini AB düzenlemelerine uyarlaması gerekliliği ve bunun yabancı yatırımlar açısından yatırım iklimini olumlu yönde etkileyeceği, yüksek nitelikli düşük işgücü, üçüncü ülkelerden AB’ye Türkiye üzerinden gümrüksüz sanayi malları ihraç edebilmenin mümkün hale gelecek olması, Türkiye’nin AB ile tam üyelik yönünde GB ile bir adım daha ilerleme kaydetmiş bir ülke olarak algılanmasının pozitif etki yaratarak yabancı sermaye girişinin artacağı düşünülmüştür. Ancak ne var ki doğrudan yabacı sermaye girişi, 1996-2000 yılları arasında sadece 846 milyon $ olmuş ve beklenen artış gerçekleşmemiştir. Doğrudan yabancı sermaye girişindeki artış, ancak 2001 yılından sonra artmaya başlamıştır. Sözkonusu artışın nedeni Togan’a göre büyük ölçüde Türkiye’nin 2001 krizinden sonra yürürlüğe konulan liberalizasyon tedbirleri, 25 Hayati Yazıcı, “Turkey-EU Relations and the Customs Union: Expectations Versus the Reality”, Turkish Policy, Cilt 11, No 1, 2012, s.(25-37), s. (30-31). 26 Ibid., s.30. 58 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ 2002 sonrasında yürürlüğe konulan özelleştirme programı ve 2004 yılında AB’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatma kararı almasından kaynaklanmaktadır.27 Aşağıdaki grafikte AB’den Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların 2009-2011 yılları içindeki gelişimi görülmektedir. Şekil 4 : AB’nin Türkiye’ye Doğrudan Yabancı Yatırımları (2009-2011)28 Teknik Mevzuat Uyumu ve Đdari Kapasitenin Güçlendirilmesi Üzerine Etkisi 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı gümrük vergilerinin yanısıra Türk mevzuatının AB düzenlemeleriyle uyumlaştırılmasını da içermekteydi. Bu kapsamda 1972 yılında çıkartılan 1615 sayılı Gümrük Kanunu yerine 2000 yılında 4458 sayılı Gümrük Kanunu yürürlüğe girmiş ardından bahsekonu Kanunda da 18 Haziran 2009 yılında 5911 sayılı Kanunla değişiklikler yapılarak Türk Gümrük Kanunu hem AB düzenlemelerine hem de uluslararası düzenlemelere uygun hale getirilmiştir.29 AB, Türkiye’ye Katılım Öncesi Mali Yardım çerçevesinde 8 farklı programda gümrük yönetimini güçlendirmesi için 2003 yılından bu yana mali destek sağlamıştır. AB’nin Türk Gümrük Sistemi’nin modernleştirmesi için bugüne kadar verdiği mali destek 82 milyon € olmuştur. Diğer taraftan 1995 yılında Dünya Bankası tarafından finanse edilen projede (Türk Gümrük Sistemi’nin Modernleştirilmesi Projesi) karmaşık, daha çok kağıt ortamında yazışmalara dayalı Türk Gümrük Sistemi’nin reform edilerek 27 Sübidey Togan, “The EU-Turkey Customs Union: A Model for Future Euro-Med Integration”, Mart 2012, http://www.medpro-foresight.eu/system/files/MEDPRO%20TR%20No%209%20WP 5%20Togan.pdf, (22.04.2013), s.21. 28 European Commission, op.cit., “Turkey Trade Statistics”, s.1. 29 Togan, op.cit., s.6. TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 59 elektronik ortama aktarılmasına, gümrük idaresinin kapasitesinin güçlendirilerek etkin ve verimli çalışmasına önemli ölçüde yardımcı olmuştur.30 Yine 1/95 sayılı OKK uyarınca Türkiye’nin iki yıl içinde AB’nin devlet yardımları dahil rekabet kurallarına uyum zorunluluğu bulunmaktaydı. Türkiye bu alanda Aralık 1994 yılında Rekabetin Korunması Kanunu’nu kabul etmiş ve bahsekonu Kanun ile de idarî ve malî açıdan özerk Rekabet Kurumu’nu oluşturmuştur. Ancak devlet yardımı ve sübvansiyonlar konusunda benzer başarı, Ekim 2010’da bu alanda bir yasal düzenleme kabul edilinceye kadar gerçekleştirilememiştir. Ticarette teknik engellerin kaldırılması konusunda 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı, Türkiye’nin beş yıl içinde ulusal düzenlemelerini Topluluk mevzuatıyla uyumlaştırmasını öngörmüştür. GB’nin yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye standartlarını büyük ölçüde AB düzenlemeleri ve uluslararası standartlarla uyumlaştırmıştır. Akreditasyon ve metroloji konusunda yetkili kuruluşlar olan Türk Akreditasyon Kuruluşu (TÜRKAK) ve Ulusal Metroloji Enstitüsü kurulmuştur. Diğer taraftan Sanayi ve Fikri Mülkiyet Hakları alanında ise 21 Mayıs 1995 tarihinde 6563 sayılı yasa çıkartılmış ve Türk Patent Enstitüsü kurulmuştur. 31 Türkiye’nin Ortaklık Đlişkisi ve AB ile GB Uygulamasında Yaşanan Temel Sorunlar Danışma ve Đhtilafların Çözümü Mekanizmasının Đşlevsizliği 1/95 sayılı OKK’da GB’nin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlarda (ticaret politikası, üçüncü ülkelerle akdedilen ve sanayi mallarını ilgilendiren ticari boyutlu anlaşmalar, sanayi malları ticaretindeki teknik engellerin kaldırılması ile ilgili mevzuat, rekabet ve fikri ve sınai mülkiyet mevzuatı ile gümrük mevzuatı) AB’nin yeni bir mevzuat hazırladığında ve Avrupa Komisyonu üye devletlere danıştığında, gayri resmi olarak Türk uzmanlara da danışması ve önerisini Avrupa Birliği Konseyi’ne gönderirken bir örneğini Türkiye’ye de göndermesi düzenlenmiştir. Avrupa Birliği Konseyi’nin kararından önceki aşamada taraflardan birinin talebi üzerine GB Ortak Komitesi çerçevesinde danışmalarda bulunmaları ve GB’nin düzgün işlemesi için iyi niyet çerçevesinde işbirliği yapmaları düzenlenmiştir.32 Ancak bu danışma mekanizması, AB’nin ortak ticaret politikası alanında gerçekleştirdiği düzenlemelerine özellikle de üçüncü ülkelerle yaptığı STA müzakerelerine Türkiye’nin katılımı açısından düzgün işlememektedir. Türkiye ile AB arasında Ortaklık Anlaşması’nın yorumu ve uygulanmasında çıkabilecek ihtilafların çözümü amacıyla tarafların Ortaklık Konseyi’ne başvurabilecekleri, Ortaklık Konseyi’nin ihtilafı oybirliğiyle çözmede başarısız kalması durumunda ise anlaşmazlığı Avrupa Adalet Divanı’na veya mevcut bir yargı merciine 30 Yazıcı, op. cit., s. 28. Togan, op.cit., s. (9-12). 32 Türkiye ve AB Arasında Gümrük Birliğini Tesis Eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı için bkz. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, http://www.abgs.gov.tr/files/_files/Gumruk_Isbirligi/1-95.doc, (22.04.2013), madde (54-60). 31 60 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ götürmeyi kararlaştırabilecekleri düzenlenmiş olmasına rağmen, bunun için de tarafların mutabakatının gerekmesi nedeniyle sözkonusu yönteme de başvurabilmek adeta imkansızlaşmaktadır.33 Serbest Ticaret Anlaşmaları Türkiye AB’ye üye olmadığı için AB’nin ortak dış ticaret politikasını yürüten görevli 133 no.lu Komiteye katılamamakta ancak GB uygulaması nedeniyle alınan kararlara uymak zorunda kalmaktadır. AB, gerçekleştirdiği STA’larına bahsekonu ülkenin AB ile GB ilişkisi olan Türkiye ile de GATT’ın (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması) 24. maddesi uyarınca AB ile müzakereler tamamlandıktan ve anlaşma yürürlüğe girdikten sonra en kısa zamanda başlamalıdır şeklinde bir Türkiye Hükmü’ne (Turkey Clause) yer vermektedir. Ancak sözkonusu hükmün hukukî bağlayıcılığı olmaması nedeniyle üçüncü ülke, AB ile STA imzalaması sonrasında Türkiye pazarına da gümrüksüz giriş imkanı sağladığından Türkiye ile de bir STA imzalamakta isteksiz davranmaktadır.34 AB’nin, Japonya ile Nisan 2013’te, önümüzdeki aylarda ise ABD ile STA müzakerelerine başlaması beklenmektedir. Bu bağlamda salt AB-ABD arasındaki ticaret hacminin bile küresel ticaretin %30’unu oluşturduğu35 gözönünde bulundurulursa, Türkiye ile ABD arasında bir STA imzalanmaması durumunda Türkiye ekonomisi üzerinde oluşturacağı menfi etki çok büyük boyutta olacaktır. 33 Ankara Antlaşması, madde 25. Feridun Karakeçili, “15’nci Yılında Türkiye-AB Đlişkileri ve Yaşanan Temel Sorunlar”, 2011, http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/31-15inci_ylinda_turkiye-ab_gumruk_birligi_ yasanan_temel_sorunlar__subat_2011___2_.pdf, (22.04.2013), s. 6. 35 Euractiv, “ABD, AB ile Serbest Ticaret Müzakereleri için Görüş Almaya Başladı”, (02.04.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/abd-ab-ile-serbest-ticaretmuzakereleri -icin-gorus-almaya-basladi-027504, (22.04.2013), s.1. 34 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI Şekil 5: AB’nin Ortak Ticaret Gerçekleştirdiği Ekonomik Đlişkiler36 36 Politikası Çerçevesinde Dünya 61 Ülkeleriyle European Commission, “FTA and Other Trade Negotiations”, (09.04.2013), http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/december/tradoc_118238.pdf, (22.04.2013), s.15. 62 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Tablo 3 : AB’nin Yürürlükte olan STA’ları ve Türkiye37 Tablo 4: AB’de Yürürlükte Olan Ancak Ülkemizde Yürürlükte Bulunmayan STA’lar38 AB’nin üçüncü ülkelerle yürüttüğü müzakerelerde Türkiye ile danışma prosedürlerini yürürlüğe koymaması, GB’nin düzgün işleyişiyle bağdaşmadığı açıktır. 37 Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, “Türkiye’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları”, (05.06.2012), http://www.ekonomi.gov.tr/upload/FBA4A979-FF0E-32F0FD96FFD20B32FB19/18_serbest_ticaret_anlasmalari.ppt, (22.04.2013), s.18. 38 Ibid., s.17. TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 63 Bu sorunun giderilmesi için getirilebilecek en ideal çözüm, AB ile Türkiye’nin ilgili üçüncü ülkeyle STA müzakerelerini ayrı oluşturulacak bir alt komite çerçevesinde paralel yürüterek eşzamanlı olarak tamamlamalarının ve mümkünse aynı tarihte yürürlüğe girmelerinin veya AB’nin üçüncü ülke ile müzakerelerini öncesinde tamamlaması durumunda “standstill hükmü” uyarınca üçüncü ülkenin Türkiye ile de STA’yı imzalayıncaya kadar anlaşmayı imzalamaması ve bir nev’i yumuşak hukuk yaptırımı ile üçüncü ülkeyi Türkiye ile de bir anlaşma imzalamaya mecbur kılması düzenlenebilecektir. Bu şekilde Türkiye’nin üçüncü ülke ile STA’yı AB’den sonra imzalaması nedeniyle piyasaya sonradan gelen (late commer effect) etkisinden de kurtulmuş olacaktır. Bir diğer seçenek, AB’nin STA metnine koyduğu “Türkiye hükmünü”, AB ile STA yürürlüğe girdikten en geç belirli bir süre sonra (örneğin 90 gün) Türkiye ile de müzakerelere başlanması gerektiği şeklinde süre tahdidi düzenlemesiyle üçüncü ülkeyi Türkiye ile belirlenen süre içinde STA imzalamaya mecbur kılması şeklinde uygulanabilecektir.39 AB’nin soruna kayıtsız kalması durumunda Türkiye son çare olarak AB’nin STA imzaladığı üçüncü ülke mallarının AB üzerinden kendisine gümrük vergisi olmadan girmesini önleyebilmek için 1/95 sayılı OKK’nın 16/3 ve 58/2. maddelerine istinaden “telafi edici vergi” uygulamasına gidebilme hakkına da sahiptir. Vize Sorunu AB ayrımcı bir şekilde üyelik müzakeresi içinde olmadığı Sırbistan, BosnaHersek, Arnavutluk gibi Batı Balkan Ülkelerine vize uygulamasını kaldırmasına hatta bir ortaklık ilişkisi kurmadığı ülke vatandaşlarına çok daha gevşek bir vize politikası uygulamasına rağmen Türk vatandaşlarından halen vize talep etmeye devam etmektedir. AB’nin Türk vatandaşlarına yukarıda değinilen ülke vatandaşlarının aksine zorlaştırılmış vize uygulaması gerek ortaklık ilişkisinin temeli olan Ankara Anlaşması’na gerekse gümrük birliği ilişkisi çerçevesinde mallarını serbestçe pazarlayabilmek, AB pazarındaki muadilleriyle temaslarını güçlendirmek, işlerini takip etmek isteyen özellikle Türk işadamlarına karşı kısıtlayıcı bir önlem teşkil etmektedir. Bu bağlamda 2009 yılında alınan Soysal Kararı’na göre Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihte veya daha sonra üye olan ülkeler içinde bahsekonu Protokol’ü iç hukuklarına aktardıkları tarihten sonra, bu ülkelerde iş kurmak veya hizmet sunmak isteyen Türk vatandaşlarına vize uygulamaları veya öncesinde uyguluyor olmaları durumunda vize alma koşullarını daha da zorlaştırmaları hukuka aykırıdır. 40 Taşıma Kotaları AB tarafından Türk karayolu taşımacılığına uygulanan kotalar ve bahsekonu faaliyeti yürüten tır ve kamyon şoförlerine uygulanan vize, malların serbest dolaşımına 39 Karakeçili, op.cit., s.6. C-228/06, Mehmet Soysal and Đbrahim Savatli v Bundesrepublik Deutschland, (2009) ECR I1031. 40 64 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ engel olmakta ve GB uygulamasını ihlal etmektedir. Bu konuda AB ile karayolu taşımacılık faaliyetinin AB tarafından malların değil, hizmetlerin serbest dolaşımı kapsamına girdiği dolayısıyla 1/95 sayılı OKK’nın kapsamında olmadığı yönünde bir görüş ayrılığı da bulunmaktadır. Diğer taraftan 1/95 sayılı OKK’nın kapsamında 5 ve 6. maddeleri çerçevesinde tarafların ithalatta ve ihracatta gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve bunlara eş etkili tedbirler uygulamaları yasaklanmıştır. Đlaveten, Avrupa Adalet Divanı’nın Dassonville Davası’nda verdiği kararda tarafların birbirleriyle olan ticarette doğrudan veya dolaylı Topluluk içi ticareti engelleyecek nitelikteki ticari düzenlemelerinin miktar kısıtlamasına eş etkili önlem niteliğinde değerlendirileceği41, SIOT Kararı’nda ise GB’nin malların serbest dolaşımının tam anlamıyla gerçekleşmesine bağlı olduğu ve üye devletlerin toprakları üzerinden geçiş yapan mallara gerek transit vergisi gerekse de transit geçişe ilişkin herhangi bir ücret yada zorluk uygulamayacağı da hükm altına alınmıştır.42 Bu bağlamda AB’nin Türk karayolu taşımacılığına uyguladığı kota hem gümrük vergisine eş etkili tedbir hem de miktar kısıtlamasına eş etkili tedbir niteliğindedir. Diğer taraftan ek geçiş belgesi tükenen bir ülkenin ek geçiş belgesi vermemesi de o ana kadar gerçekleşen miktarın üzerinde Türk mallarının geçmesine engel olacağından bu da miktar kısıtlamasına eş etkili tedbir uygulanması olmakta ve tarife dışı engel olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak 45.000 kamyon ile Dünya’da en büyük ve en modern filolardan biri olan Türk karayolu taşımacılığı, konulan taşıma kotaları nedeniyle büyük zarar etmektedir.43 Anti-Damping Soruşturmaları Gerek Türkiye gerekse AB çok geniş bir şekilde anti-damping tedbirlerine başvurmaktadır. AB, ülkemize özellikle tekstil ve konfeksiyon, metal ürünler, renkli televizyonlar, elektrikli makinalar, plastik ürünler, lastik ve cam ürünlerinde antidamping tedbiri uygulamıştır. Đşçilerin, Gerçekleşmemesi Hizmetlerin ve Sermayenin Serbest Dolaşımının Halen Ankara Anlaşması malların serbest dolaşımının yanısıra aynı zamanda işçilerin serbest dolaşımını da öngörmektedir. 23 Kasım 1970 yılında imzalanan ve 1 Ocak 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile Türkiye-AB arasındaki işçilerin serbest dolaşımının 1 Aralık 1986 tarihinde gerçekleşmesi öngörülmüştür. AB-Türkiye Ortaklık Konseyi 1976 ve 1980 yıllarında Türkiye’den AB’ye göç eden Türk vatandaşlarının durumunun iyileştirilmesi için bazı kararlar44 almasına rağmen işçilerin serbest dolaşımı henüz gerçekleşememiştir. 41 C-8/74, Procureur du Roi v. Dassonville, (1974) ECR 837. C-266/81, S.I.O.T. (Società Italiana per I’Oleodotto Transalpino) s.p.a. v. Ministero delle Finanze, Ministero della Marina Mercantile, Circoscrizione doganale di Trieste, Ente autonomo del porto di Trieste, (1983), ECR 1983. 43 Karakeçili, op.cit., s.12. 44 Türkiye-AB arasında Đşçilerin Serbest Dolaşımı için alınan 2/76, 1/80 ve 3/80 sayılı OKK’ları için bkz. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, “1964-2000 Ortaklık Konseyi Kararları”, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/okk_tur.pdf, (22.04.2013). 42 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 65 Benzer şekilde Ankara Anlaşması’nda öngörülmüş olmasına rağmen hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı konusunda da bir ilerleme kaydedilememiştir. Tarım Ürünlerinin GB’ne Dahil Olmaması Türkiye-AB GB uygulaması sadece sanayi malları ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsamaktadır. AB, Ortak Tarım Politikası reform edilmektedir ve 1 Ocak 2014’te yeni bir politika yürürlüğe girecektir. Bu çerçevede değişen AB ortak tarım politikası kapsamındaki fonlardan yararlanabilme imkanı da ümit edildiği gibi olmayacaktır. Mali Yardım Türkiye-AB arasında ortaklık ilişkisinin başlamasından bu yana dört mali protokol imzalanmıştır. 1981 yılından sonra 600 milyon ECU tutarında dördüncü mali protokol Yunanistan’ın vetosu nedeniyle bir türlü yürürlüğe girememiştir. Türkiye 32 yıl içerisinde 1433 milyon € mali destek almayı ümit ederken sadece 830 milyon € alabilmiştir. Diğer taraftan GB, Türkiye’nin aynı zamanda öncesinde Akdeniz Ülkeleri’nin faydalandığı kaynaklardan kredi ve hibeler alabilmesini de öngörmüştür. Bu bağlamda Türkiye’nin 1996-1999 yılları arasında AB Bütçe Yardımı, MEDA ve Đdari Đşbirliği Fonu kapsamı çerçevesinde 768 milyon € hibeden faydalanması kararlaştırılmıştır. Ancak yine Yunanistan’ın itirazı nedeniyle bu hibe 52 milyon €’ya indirilmiştir. 45 AB’nin Diğer Ülkelerle Gerçekleştirdiği Đlişkiler Avrupa Ekonomik Alanı Kapsamında Norveç Modeli AB, Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (European Free Trade Area-EFTA) ülkelerinden Norveç, Đzlanda ve Liechenstein ile 1 Ocak 1994’te Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşması’nı (AEA) gerçekleştirmiştir. AEA’nın oluşumunda fikir babası Jacques Delors’dur. AEA, AB’nin bir üçüncü ülke ile gerçekleştirdiği en geniş kapsamlı anlaşmadır. AEA uyarınca bahsekonu ülkeler, AB iç pazarına dört temel serbesti çerçevesinde katılımlarının yanısıra sosyal politika, tüketicinin korunması, istatistik, şirketler hukuku, araştırma ve geliştirme, eğitim, KOBĐ’ler, turizm, çevre politikasında da katılmışlardır. AEA üyelerinin entegre oldukları Đç Pazar konu başlıklarında karar alma mekanizmalarında söz hakkı bulunmamaktadır. AEA, AB’nin ortak tarım politikası, ortak balıkçılık politikasına katılımı içermemektedir. AEA ülkeleri, Đç Pazar çerçevesinde Topluluk program ve ajanslarına oy hakkı olmadan katılabilme imkanına da sahiptirler. Norveç, Đzlanda ve Liechenstein, Schengen Müktesebatı’na katılımı da kabul etmiştir. 45 Yazıcı, op.cit., s.33. 66 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ AEA kapsamındaki diğer iki ortağından farklı olarak Norveç’in AB ile ortaklık ilişkisi kendine özgü ve AB’ye üye olmadan gelinen bir başarı öyküsüdür. Bu bağlamda ayrı bir incelemeyi de hak etmektedir. AEA kapsamında Norveç bugüne kadar 6.000 yeni AB yasal düzenlemesini ulusal hukukuna aktarmıştır ve bunlardan sadece 17’sinde Norveç AB ile ters düşmüş ve rezerv koymuştur.46 Bu bağlamda Norveç, AB Müktesebatı’nın neredeyse ¾’ünü ulusal mevzuatına aktarmıştır ve birçok mevcut AB üyesi ülkeden de daha etkili uygulamaktadır. AEA dışında örneğin sosyal politika ve dış politika gibi konularda da mevzuatını AB düzenlemelerine uyarlamıştır. 47 Norveç AEA’ye üye olduktan bu yana 1992-2011 yılları arasında, Norveç’in GSMH’sı %60 büyümüş, istihdam kapasitesi %25 artmış, işsizlik oranı 1993’teki %6 seviyesinden 2011’de %2,4’e düşmüştür. Norveç’in yabancı yatırımlarının yaklaşık 2/3’si de AB’den gelmiştir. AB’nin 2004 yılında tarihinin en büyük genişlemesi sonrasında en fazla göç alan ülkelerin başında Norveç gelmiştir. Norveç’e AB ülkelerinden gerçekleşen göçün %87’si bahsekonu genişleme sonrasında Doğu Avrupa Ülkeleri’nden kaynaklanmıştır. Ancak ne var ki, AB ülkelerinin aksine Norveç bu göçü ülke ekonomisine ve kalkınmasına pozitif bir katkı olarak değerlendirmektedir.48 Norveç’in AB ile ilişkisi bir başarı öyküsü olmasına ve aradan 21 yıl geçmesine rağmen bu süre zarfında karar alma sürecine katılımda bir ilerleme olmamıştır. Diğer taraftan Delors’un zamanından bu yana karar alma mekanizmasında önemli değişiklikler olmuştur. Bu çerçevede karar alma sürecinde ağırlık Avrupa Komisyonu’nun etkin girişiminden Konsey’e ve Avrupa Parlamentosu’na kaymış özellikle 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’yla Avrupa Parlamentosu, ortak karar prosedürü çerçevesinde Konsey’le eşit güce ulaşmıştır. Ancak her iki kuruluşta da Norveç de dahil AEA üyeleri yer almamaktadır. Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmeyen Norveç, Avrupalı parlamenterleri etkileyebilme şansını da yitirmektedir.49 Diğer taraftan Schengen Alanı’nda ilgili tüm tartışmalara en alt düzeyden bakanlar düzeyine kadar katılabilen AEA ülkeleri ve Đsviçre, AB ile en çok bu alandaki işbirliğinin işleyiş biçiminden memnundur.50 Đki Taraflı Đlişki: Đsviçre Modeli Đsviçre, EFTA’nın bir üyesidir ancak AEA’ya üye değildir. AEA’nın oluşturulmasına ilişkin müzakerelere katılmış olmasına rağmen Aralık 1992’de düzenlenen referandum sonucunda AEA’ya katılmayı reddetmiştir. Đsviçre bunun yerine 46 European Economic Area (EEA) Review Committee, “Outside and Inside: Norway’s agreements with the European Union”, (17.01.2012), http://www.regjeringen.no/pages/36798821/PDFS/NOU201220120002000EN_PDFS.pdf , (15.04.2013), s.8. 47 Ibid., s.6. 48 Ibid., s.7. 49 Buchan, op.cit., s.4. 50 Ibid., s.5. TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 67 AB ile ortaklık ilişkisini hükümetlerarası düzeyde gerçekleştirdiği bir dizi ikili anlaşmalarla tesis etme yolunu seçmiştir. Yaklaşık 120’nin üzerinde olan bahsekonu anlaşmalardan önemli bir bölümü 1999 yılında bir diğeri ise 2004 yılında paket olarak gerçekleştirilen sektörel nitelikli anlaşmalardır. Đsviçre ile AB arasında AEA üyeleriyle olduğu gibi malların serbest dolaşımı bulunmaktadır ancak AEA üyelerinden farklı olarak hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı sözkonusu değildir. Yine AEA’dan farklı olarak işbirliği içinde oldukları alanlarla ilgili olarak otomatik olarak Avrupa Komisyonu’ndaki çalışma gruplarına (komitoloji) katılamamaktadır. 51 Her ne kadar Đsviçre bankaları AB finans piyasalarında önemli bir yere sahipse de Đsviçre bu konuda AB ile bir anlaşma yapmayı tercih etmemiştir. Đlaveten, taraflar kimyasallar alanında bir ürününün AB’de satılmadan önce tüm kimyasalların içeriğinin test edilmesini zorunlu kılan REACH düzenlemesi (Registration, Evaluation, Authorisation and Restriction of Chemicals) alanında işbirliği yapmamışlardır.52 Aşağıdaki tabloda AB-Đsviçre arasında gerçekleştirilen ikili anlaşmalar yer almaktadır. 51 European Economic Area (EEA) Review Committee, “Offcial Norwegian Reports : Outside and Inside” , Şubat 2012, http://www.eunorway.org/Global/SiteFolders/webeu/NOU2012_2_Chapter%2013.pdf, (22.04.2013), s.20. 52 Buchan, op.cit., s.7. 68 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Tablo 5 : AB-Đsviçre Arasındaki Đkili Anlaşmalar53 AB ve Đsviçre arasında oluşturulan ortaklık ilişkisi geçici (ad hoc) olarak oluşturulan 27 ortak komite aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Bahsekonu komiteler herhangi bir süre koşuluna tabi olmadan, sorun çözmeye veya fikir sunmaya yönelik olmadan çalışmaktadırlar. Birkaç istisna dışında yine AEA üyelerinden farklı olarak Đsviçre ve AB arasında gerçekleştirilen anlaşmalar, AB mevzuatı değiştikçe sürekli yenilenme ve yeni AB düzenlemelerini Đsviçre’nin iç hukukuna aktarmayı zorunlu kılmamaktadır.54 Đsviçre, AB ile gerçekleştirdiği iki taraflı anlaşmalardan gayet memnunken, AB taraflar arasındaki ortaklık ilişkisine eleştirisel yaklaşmaktadır. Hatta 2011 yılında üst düzey bir AB yetkilisi Đsviçre modelinin “bir model değil, bilakis bir hata” olduğu yorumunda bulunmuştur. AB Bakanlar Konseyi, 2010 yılında yaptığı değerlendirmesinde Đsviçre modelini karmaşık, yönetimi zor ve sınırlarına ulaşmış olarak değerlendirmiş ve Đsviçre ile ortaklık ilişkisinde kurumsal bir değişiklik olmadığı sürece yeni ikili anlaşma yapmayacağını deklare etmiştir.55 AEA’nın Genişlemesi (EEA Plus?) AEA’nın EFTA bölümü 1995 yılından bu yana genişlememiştir ve sözkonusu dönemde hiçbir ülke resmi olarak üyelik için başvuruda bulunmamıştır. AB’nin tersine EFTA’ya üyelikte Kopenhag Kriterleri’ne benzer kriterler bulunmamaktadır. 53 Ibid. EEA Review Committee, op.cit., Şubat 2012, s.20. 55 Ibid., s.21. 54 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 69 AEA’nın genişlemesine ilişkin ilk öneriler, AB’nin beşinci genişlemesi öncesinde Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri’nin (MDAÜ) AB’ye nasıl entegre edilmesi gerektiği konusundaki tartışmalarla ilk kez gündeme gelmiştir. Sözkonusu dönemde Đspanya’nın AB işlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Carlos Westendrop, AEA’nın AB üyelik sürecinde bir geçiş dönemi düzenlemesi olarak kullanılabileceği önerisinde bulunmuştur. Birçok MDAÜ AEA’ya katılıp-katılmama fikrini ele almış, içlerinden özellikle Slovenya AEA’ya üyeliği ile yakından ilgilendiğini belirtmiştir. Ancak ne var ki Norveç, AEA’nın MDAÜ’ye genişletilmesini istememiş ve sonuçta Slovenya’da AEA’ya katılamamıştır.56 Her ne kadar günümüze kadar resmi olarak üye olmak için bir başvuruda bulunmamış olsalar da Andora, San Marino, Faeroe Adaları gibi küçük devletler, AB ile entegrasyonlarını daha da kuvvetlendirebilmek amacıyla kendi içlerinde EFTA ve AEA’ya katılım seçeneğini ele almışlardır. Bu bağlamda örneğin 2007 yılında Andorra tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada AEA’nın Andorra’nın AB’ye ortaklığında en iyi seçenek olduğu sonucuna varılmıştır. 57 2011 Şubat’ında San Marino’nun Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir raporda ülkenin AB ile ilişkisi sorgulanmış ve AEA’ya üyelik masaya yatırılmıştır.58 2010 yılında Faroe Adaları Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir raporda ülkenin EFTA/AEA’ya üyeliği değerlendirilmiştir.59 Şu an için Norveç küçük devletlerin AB’nin Tek Pazarı’na AEA/EFTA’ya üyelik yoluyla katılımına karşı çıkmaktadır.60 2011 yılında Kuzey Afrika’da Arap Baharı adı altında devrimlerin gerçekleşmesi sonrasında Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Stefan Füle AB’nin komşuluk politikası kapsamında güney komşularına (Fas, 56 EEA Review Committee, op.cit., Şubat 2012, s.28. Michael Emerson, “Andora and the European Union”, (07.12.2007), http://www.ceps.eu/book/andorra-and-european-union, (22.04.2013), s. 2. 58 Secratariat of State for Foreign Affairs and Political Affairs of the Republic of San Marino, “Summary of the Final Report Prepared by the Technical Group for the Asssessment of New Policies for the Integration with the European Union”, Şubat 2011, http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&frm=1&source=web&cd=1&ved=0CC8Q FjAA&url=http%3A%2F%2Fwww.esteri.sm%2Fon-line%2Fen%2Fhome%2Fsan-marino-andthe-european-union%2Fdocumento1027990.html&ei=KsZUYTpEYiPtQab7ICwDg&usg=AFQjCNEDQS0ESoOdZyM0TIquh2yLckYVRA&sig2=O3ZGfGp2f-6cO7JCVydjg&bvm=bv.45645796,d.Yms, (22.04.2013), s.(7-8). 59 Ministry of Foreign Affairs in the Faroes, “The Faroes and the EU: Possibilities and Challenges in a Future Relationship”,2010, http://www.mfa.fo/Files/Billeder/Uttanrikisradid/tekstir/ESfr%C3%A1grei%C3%B0ingEN%5B1 %5D.pdf, (22.04.2013), s.(53-55). 60 EEA Review Committee, op.cit., Şubat 2012 s.25. 57 70 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Tunus, hatta Đsrail) AEA aracılığıyla iç pazarına katılımı önermesi gerektiğini düşündüğünü ifade etmiştir.61 AEA’ya üye olabilmek için ya EFTA’ya yada AB’ye üye olmak gerekmektedir. Şu ana kadar EFTA Ülkeleri, EFTA’nın genişletilmesini istememişlerdir. Sonuç ve Öneri Türkiye-AB ilişkileri bugün için tıkanmıştır. Türkiye’nin tam üyelik başvurusu çerçevesinde 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılan müzakere süreci, bazı Avrupa liderlerinin yaklaşımları nedeniyle tamamen politize olmuş ve adeta durma noktasına gelmiştir. Henüz sadece 13 başlığın açılabildiği, doğası gereği açılıp kapatılan başlıkların yeniden açılabilme olasılığı bulunan müzakere sürecinin Türkiye için bahsekonu ülkelerin yaklaşımıyla sonsuza kadar ucunun açık olma ihtimali bulunmaktadır. Diğer taraftan tam üyelik başvurusuna AB’nin Avrupa Tek Senedi sonrasında derinleşme süreci nedeniyle olumlu yanıt alamayan Türkiye, üyelik hedefini ortaklık ilişkisi kapsamında Ankara Anlaşması’nın 28. maddesi çerçevesinde gerçekleşebileceği umuduyla AB ile 6 Mart 1995 tarihinde 1/95 sayılı OKK ile GB uygulamasına geçmiştir. Ancak ne var ki Ankara Anlaşması’nın son dönemi de diğer iki döneminden farklı olarak Türkiye’nin üyeliğinin gerçekleşme olanağının taraflar tarafından inceleneceğine yer verilen 28. madde hükmünün herhangi bir süre tayin edilmeden ucunun açık düzenlenmesi, AB’ye geniş takdir yetkisi tanıması nedeniyle Türkiye’nin GB uygulamasına geçerek makul bir süre içinde üye olabilme hedefinin gerçekleşmesine de halen daha imkan tanımamıştır. Diğer taraftan sürecin uzaması ve bu süreçte Türkiye’nin üye olmadan dolayısıyla karar alma mekanizmalarında da yer almadan yürütmeye çalıştığı GB uygulaması, Türkiye’nin AB’nin ortak ticaret politikasına ve üçüncü ülkelerle akdettiği STA’lara uyum zorunluluğu, özellikle üçüncü ülkelerin AB ile bir STA imzaladıktan sonra mallarını Türkiye’ye gümrüksüz sokabilme imkanını elde etmeleri nedeniyle Türkiye ile de imzalama konusunda isteksiz olmaları yüzünden çıkmaza girmiş ve Türkiye-AB GB uygulamasının sorgulanmasına neden olmuştur. Özen, Türkiye-AB GB uygulaması sonucunda Ankara Anlaşması’nın 28. madde hükmüne göre tam üyeliğinin son dönemde gerçekleşmemesi üzerine Türkiye’nin GB uygulamasından zarar görmesini engelleyebilmek için bir serbest ticaret anlaşmasına dönüştürülmesi önerisinde bulunmuştur.62 Benzer bir öneri, AB’nin ABD, Japonya, Kanada, Hindistan gibi önemli ülkelerle STA müzakereleri yürütme girişimi çerçevesinde Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan tarafından da gündeme getirilmiş ancak hem Türkiye’nin ekonomik ilişkilerine hem de tam üyelik hedefine zarar vereceği düşüncesiyle bazı çevreler tarafından çekince ile karşılanmıştır. 61 Ibid., s.29. Çınar Özen, Türkiye-Avrupa Topluluğu Gümrük Birliği ve Tam Üyelik Süreci Üzerine Etkileri, Ceylan Kitabevi, Đzmir, 2002, s.147. 62 TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 71 Ekonomik ilişkilerine Türkiye’nin özellikle belli başlı büyük ekonomiler olan Japonya, Kanada v.s ülkelerle Türkiye’nin AB ile GB uygulaması mı yoksa STA uygulaması ile mi devam etmesi gerektiği ayrı bir çalışma konusunu oluşturmakla birlikte kanaatimizce Türkiye’nin ortaklık ilişkisi çerçevesinde tesis ettiği GB uygulamasından çıkışın Türkiye’nin tam üyelik hedefine zarar vermeyeceği yönündedir. Türkiye, tam üyelik başvurusunu 1987 yılında ortaklık ilişkisinden münferit bir şekilde gerçekleştirmiş ve bu süreç çerçevesinde şu anda müzakere yürütmekte olan bir aday ülkedir. GB uygulamasını askıya alması, müzakere sürecinin de askıya alınmasına ilişkin AB’nin karar almasına da neden olamaz çünkü AB’ye halihazırda üye olan veya müzakere yürüten diğer aday ülkeler, gümrük birliği uygulayarak AB’ye üye olmamışlardır. Diğer taraftan Türk Hükümeti’nin GB’den zarar gördüğüne ilişkin sert söylemleri çerçevesinde Avrupa Komisyonu, Dünya Bankası’na Kasım 2012’de Türkiye-GB uygulamasının yeniden reform edilmesi, modernleştirilmesi yönünde bir çalışma tevdi etmiştir.63 AB’nin Yeni Ticaret Stratejisi çerçevesinde GB’nin modernleştirilmesi kapsamında mevcut uygulamanın hizmetler, kamu alımları ve enerji sektörlerine genişletilmesi önerisinde bulunması muhtemeldir. AB’nin bu girişimi, kısa vadede Türkiye’nin GB uygulamasından zarar görmekte olduğu konuları müzakere edebilmesi için de bir fırsat teşkil etmekte ve mümkünse iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü asıl amaç, Türkiye’nin GB dahil mevcut kazanımları ile sıkıntısız bir şekilde AB ile ilişkilerini yürütebilmesi ve tam üye olmasıdır. Bu çerçevede AB’nin üçüncü ülkelerle STA gerçekleştirmesine ilişkin olarak bahsekonu ülkeleri Türkiye ile de bir STA imzalamasını sağlamak için Türkiye, ortak bir komite oluşturulması yönünde bir çağrıda bulunmuştur.64 Türkiye’nin karar alma mekanizmalarında yer almadığı gerekçesiyle AB’nin bunu kabul etmemesi durumunda, kanaatimizce Türkiye-AB GB uygulamasının “AB+Türkiye GB Alanı”nda gerçekleştiğinden hareketle bir alt komite (sub-committee) oluşturulması, tarafların üçüncü ülke ile STA müzakerelerini paralel yürütmeleri ve şayet mümkünse üçüncü ülke ile de STA’nın aynı tarihte yürürlüğe girmesinin sağlanması, bunun gerçekleştirilememesi ve AB’nin üçüncü ülke ile STA müzakerelerini önce tamamlaması durumunda ise AB’nin “standstill hükmü” uyarınca üçüncü ülkenin Türkiye ile de bir STA imzalayıncaya kadar üçüncü ülke ile STA’yı imzalamadan beklemeye almasıdır. Diğer taraftan ĐKV’nin önerisi çerçevesinde AB’nin üçüncü ülke ile imzaladığı STA’ya kendisi ile üçüncü ülke arasında STA’nın yürürlüğe girmesinden belli bir süre sonra (örneğin 90 gün) Türkiye ile de müzakerelere başlaması gerektiği yönünde süre tahdidi düzenleyen bir hükm de derc edilebilecekse de ilk seçenek Türkiye açısından bahsekonu ülkenin AB ile imzaladığı STA çerçevesinde bu tür bir taahhütte bulunmasına rağmen yine de Türkiye ile bir STA imzalamaktan ileride imtina etmesini önlemesinin yanısıra Türkiye’nin pazara geç giren etkisi (late commer effect) olarak ifade edilen etkiden kurtulabilmesini de sağlayacak olması nedeniyle kanaatimizce daha iyi bir seçenek teşkil etmektedir. AB’nin gerek ortak komite gerekse alt komite gibi önerileri kabul etmemesi durumunda Türkiye’nin tüm iyi niyetli (good 63 Avrupa Komisyonu, Komisyon Tarafından Avrupa Parlamentosu’na ve Konsey’e Sunulan Bildirim: Genişleme Stratejisi ve Başlıca Zorluklar 2012-2013, COM (2012) 600, (10.10.2012), s.8. 64 Euractiv, “Türkiye, ABD’ye serbest ticaret müzakereleri için ortak komite önerecek”, (16.04.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/turkiye-abdye-serbest-ticaretmuzakereleri-icin-ortak-komite-onerecek-027605, (22.04.2013), s.1. 72 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ faith) girişimlerine rağmen üçüncü ülkenin Türkiye ile de bir STA imzalamayı kabul etmemesi sorunu, GB’nin yeniden müzakere edilerek bahsekonu üçüncü ülkenin Türkiye’ye AB üzerinden mallarını gümrüksüz geçiremeyeceği ve Türkiye’nin üçüncü ülkeye uygulamakta olduğu gümrük vergisi ve benzeri uygulamalarının devam edeceği yönünde AB’nin ortak ticaret politikasına uyum zorunluluğundan tam üye oluncaya kadar ki geçiş döneminde (transition period) istisna (opt-out) talep etmesiyle de aşılabilecektir. Bu durumda Türkiye bahsekonu üçüncü ülkede üretilen AB kökenli malların (örneğin Volkswagen otomobil firmasının Meksika’da ürettiği parçaları) AB üzerinden Türkiye’ye ticaret sapması yoluyla gümrüksüz girmesini önleyebilmek için belirleyeceği hassas ürünlerde menşe uygulaması yoluna da gidebilecektir. Diğer taraftan yukarıda da vurguladığımız üzere sorunun asıl kaynağının Türkiye’nin tıkanan tam üyelik süreci ve AB’nin Türkiye’yi üye olarak alma yönündeki isteksizliğidir. Bunun üstesinden gelebilmek ve AB ile ilişkilerimizi GB’den bir üst entegrasyon seviyesine taşıyabilmek için Ekim 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Eylül 2010’da AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış tarafından Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde bir aşama olarak Norveç Modeli’ni benimseyebileceği dile getirilmiştir. 65 Ancak ne var ki Türk kamuoyunda bazı çevreler bu öneriyi Türkiye’nin tam üyelik sürecine zarar vereceği veya imtiyazlı ortaklığa dönüşeceği düşüncesiyle çekince ile karşılamıştır. AB’nin Türkiye’ye karşı isteksiz tutumu, AB’nin 2014-2020 yıllarını kapsayan “Çok Taraflı Finansal Çerçeve’yi (Multiannual Financial Framework)” Türkiye’nin de dahil olacağı bir Birlik hesabıyla tasarlamamış olması66, Türkiye’den önce Batı Balkan Ülkeleri’nin üyeliğine öncelik vermesi gibi nedenlerle Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi için belki de bir 50 yıl daha beklemesi ihtimali bulunmaktadır. Bahsekonu nedenle kanaatimizce bu süreçte Türkiye’nin AB ile entegrasyonunu derinleştirmesi ve kendi sunacağı alternatif öneriler çerçevesinde AB’ye üyelik hedefini daha erken bir sürece taşıması gerektiğidir. Bu bağlamda AEA’nın bir üyesi olan ve 10 Temmuz 2009’da AB’ye üyelik başvurusunda bulunarak 27 Haziran 2011’de müzakerelere başlayan Đzlanda örneğinin gösterdiği üzere AEA’ya üyelik, AB’ye tam üye olabilmede bir engel teşkil etmemektedir. Türkiye’yi ister mevcut GB uygulamasına devam ettirerek veya AEA Anlaşması akdetmiş bir üye olarak tutarak üye olarak almama tamamen AB’nin takdirindedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin AB ile ilişkilerini bir üst entegrasyon aşamasına taşıması, Türkiye’nin üyelik hedeflerine halel getirmez bilakis katkıda bulanacaktır. Ancak önerimiz bunun yukarıda incelediğimiz ve karar alma mekanizmalarında söz hakkı tanımayan Norveç Modeli ile değil, AB platformlarında Türkiye’nin AB üyeliği konusunda sıklıkla dile getirilen diğer adaylardan farklı büyük bir ülke olması nedeniyle Türkiye’ye özgü bir model çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiği yönündedir. Türkiye, “Genişletilmiş Gümrük 65 Euractiv, “Turkey Offers Referendum Gamble to Europe”, (30.10.2010), http://www.euractiv.com/enlargement/turkey-offers-referendum-gamble-news-498293, (22.04.2013), s.1. 66 Council of the European Union, “EU Multi Annual Financial Framework Negotiations”, http://www.consilium.europa.eu/special-reports/mff/summary-of-the-european-councilagreement, (22.04.2013), s.1. TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 73 Birliği” önerisinden çok, artık net bir takvim süreci çerçevesinde tam üye olmayı hak etmektedir. Bu çerçevede Türkiye, AB’nin kendi entegrasyon modelinden yola çıkarak önce “ekonomik entegrasyonu” daha sonra “siyasi entegrasyonu” gerçekleştirmek suretiyle iki aşamada AB’ye üye olabilecektir. Hatırlanacağı üzere AB önce siyasal bir birlik oluşturma yoluyla yola çıkmış ancak bu hedefinin Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Siyası Topluluğu girişimlerinin başarısız olması üzerine sözkonusu hedefine ekonomik entegrasyon temelinden başlamış ve zaman içinde entegrasyon hareketinin neo-fonksiyonolist temelde yayılarak (spill-over) diğer alanlara da sirayet etmesini beklemiştir. Bu bağlamda AB’nin bugün ekonomik entegrasyon sürecinde gelmiş olduğu noktaya da aşama aşama geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. AT ülkeleri, kendi aralarında gümrük birliği uygulamasının 1968 yılında tamamlayarak yürürlüğe girmesine rağmen, Roma Antlaşması’nda öngörülen “ortak pazar (common market)” hedefinin gerçekleşmediğini fark etmeleri üzerine 1985 yılında dönemin Avrupa Komisyon Başkanı Jacques Delors’un girişimiyle “Beyaz Kitap”ı yayınlamış ve 1987 yılında Avrupa Tek Senedi’yle tarife dışı engellerin de ortadan kalktığı, tek bir piyasaya dayalı (single market) bir iç pazar (internal market) oluşturma hedefini yürürlüğe koymuşlardır. Diğer taraftan ekonomik entegrasyonda sağlanan başarı grafiğini parasal birlik, ortak dış ve güvenlik politikası gibi oluşumlarla siyasi platforma taşıyabilmek için AB startı 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla vermiştir. Bu bağlamda AB’nin kendi entegrasyon modelinden yola çıkarak ilk aşamada Türkiye ile AB arasında Türkiye’nin entegre olacağı alanlarda karar alma mekanizmalarında yer alacağı “Tam Üyelik Hedefi Đçeren Kapsamlı Ekonomik Entegrasyon Anlaşması” akdedilerek ilk aşamanın örneğin 2020 yılına kadar tamamlanması, bu süre sonrasında üye devletlerin ayrı bir onay prosedürünü gerektirmeden otomatik olarak siyasi entegrasyon aşamasına geçilerek dışarıda bırakılan konuların da dahil edilmesiyle, beş yıl gibi bir süreçte “siyasi entegrasyon” sürecinin tamamlanmasıyla Türkiye’nin AB’ye 2025 yılında tam üye olması sağlanabilecektir. Đlk aşama olan “Tam Üyelik Hedefi Đçeren Kapsamlı Ekonomik Entegrasyon Anlaşması” akdedilmeden önce kendi ulusal sivil toplum örgütlerimize ve üniversiteler gibi akademik çevrelere hangi sektörün AB’ne katılımdan ne yönde etkileneceğine dair kapsamlı “düzenleyici etki analizi (regulatory impact assessment)” yaptırılması ve bu çerçevede sözkonusu politikaların AB Müktesebatı’na kısa sürede uyarlanamamasından doğacak olumsuzlukları gidermek amacıyla Avrupa Birliği Hukuku çerçevesinde (optout, deregotion, exclusion, exemption v.s) gerekli istisna ve geçiş sürelerinden faydalanılması çok büyük önem arz etmektedir. Bu çerçevede Tam Üyelik Hedefi Đçeren Kapsamlı Ekonomik Entegrasyon Anlaşması’na ekonominin ulusal egemenlikle ilgili konuları (vergi, para politikası, v.s), ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebilecek çevre politikası ve siyasi konularda yer alan politikalar (dış politika v.s) hariç, tüm politikaların (enerjiden kamu alımlarına, eğitimden turizme v.s) dahil edilmesi önerilmektedir. Đlaveten, entegre olunacak başlıklarda Türkiye, AB Müktesebatı’na uyum çalışmalarını hızlandırmalı ve bu alanlardaki başlıklar belirlenen süre sonunda bir daha açılmamak üzere kapatılmalıdır. 74 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Mart 2013’te Avro Bölgesi’nde %12.1, Yunanistan’da %27.2, Đspanya’da %26.7 olarak açıklanan işsizlik oranları67 ile karşılaştırıldığında 2012 yılında işsizlik oranını %9.2’ye indiren ve bugün için Dünya’da 17 inci Avrupa’da 6 ıncı büyük ekonomi olan Türkiye’nin68 AB ile ilişkilerini daha derinleştirmesinden, göç dahil, endişe edilecek bir durum olmadığı gibi iş gücünün yüksekliği nedeniyle birçok alanda sermaye çıkışı gözlenen AB’ye Türkiye ekonomik alandaki entegrasyonun bir an önce tamamlanması ile başta MDAÜ ve kısa-orta vadede alınması planlanan Balkan Ülkeleri’ne doğrudan sermaye yatırımı yapabilecek güçte bir ülkedir. Bu açıdan örneğin enerji başlığının açılması ve Türkiye’nin AB’nin Balkan Ülkeleri’yle oluşturduğu Enerji Topluluğu Antlaşması’na (Energy Community Treaty) üye olması bile AB ile Türkiye arasında enerji alanında karşılıklı birçok yatırım imkanının önünün açılması fırsatını verecektir. Bahsekonu öneri, tam üyelik hedefi içerdiği, hatta bunu ucu açık olan ortaklık ilişkisi ve katılım müzakerelerinden farklı olarak takvimlendirdiği, ekonomik entegrasyon aşamasından siyasi entegrasyon aşamasına da otomatik geçiş sağladığından “imtiyazlı ortaklık” riskini de ortadan kaldırmaktadır. Diğer taraftan siyasi entegrasyon aşamasına yükselmiş ve AB ile ilişkileri daha da yoğunlaşmış bir Türkiye’nin üyeliği konusunda liderlerin ve halkların çekinceleri de uygulama içinde birlikte yaşayarak giderilme fırsatı elde edilmiş olacaktır. Kanaatimizce Türkiye’nin AB üyeliği konusunda AB halklarının ve liderlerinin çekincelerini gidermek için ülkemizin verebileceği tek taviz, bu süreçte hâlâ AB karar alma süreçlerinde bir değişiklik olmaması durumunda, AB Bakanlar Konseyi’nde nüfus ve coğrafi kritere dayalı edineceği oy hakkı sayısını makul bir düzeyde (örneğin Polonya’nın oy sayısı oranında) kabul etmekten ibaret olacaktır. Türkiye’nin üyeliğinin herhangi bir ülkenin halkoylamasına sunulması sonucunda reddedilmesi durumunda bile Türkiye, Lizbon Antlaşması’nın onay sürecinde olduğu gibi belli bir süre bekleyebilecek hatta konjonktürün değişmesi durumunda reddedilen ülkede yeni bir referandum düzenlenebilecektir. Sonuç olarak kanaatimizce Türkiye’nin AB üyeliği konusunda asıl zorluk tarihi, kültürel ve siyasi yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır. Bu da AB ile ilişkileri indirgeyerek değil, bilakis entegrasyonu daha da arttırarak ve doğru zamanı en doğru noktada bekleyerek aşılabilir. Unutulmamalıdır ki, aday ülkeler arasına alınmadığı 1997 Lüksemburg Zirvesi’nden aday ilan edildiği Helsinki Zirvesi’ne Türkiye’de ekonomik ve siyasi olarak büyük bir değişiklik yaşanmamıştır. Bu açıdan doğru nokta, dönemin siyasi iktidarının iç politikada kullanabilmesi amacıyla aceleyle alınmış ve üye olunamadan AB’nin değişen ticaret stratejisi çerçevesinde mevcut GB uygulamasını zarar görerek veya AB ile ilişkileri STA’ya indirgeyerek beklemek değil, GB Kararı’nın yeniden müzakere edilerek olumsuzlukların giderilmesine imkan tanıyacak, Türkiye’nin AB’ne üyelik sürecini bir üst seviyeye taşıyacak yeni bir anlaşma ile AB’ye iki aşamada tam üye olmaktır. 67 Europa, “March 2013 Euro area unemployment rate at 12.1% EU27 at 10.9%”, (30.04.2013), http://europa.eu/rapid/press-release_STAT-13-70_en.htm, (10.05.2013), s.1 68 Hüseyin Bağcı, “The Role of Turkey as a New Player in the G20 System”, 2011, http://www.kas.de/upload/dokumente/2011/10/G20_E-Book/chapter_15.pdf, (10.05.2013), s.1. TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 75 Kaynakça Tuğrul Arat, “Avrupa Birliği ile Türkiye Arasındaki Đlişkiler ve Gümrük Birliği”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XLIV, No:1-4,1995. Avrupa Komisyonu, Komisyon Tarafından Avrupa Parlamentosu’na ve Konsey’e Sunulan Bildirim: Genişleme Stratejisi ve Başlıca Zorluklar 2012-2013, COM (2012) 600, (10.10.2012) Hüseyin Bağcı, “The Role of Turkey as a New Player in the G20 System”, 2011, http://www.kas.de/upload/dokumente/2011/10/G20_E-Book/chapter_15.pdf, (10.05.2013) Katinka Barysch, “Can Turkey and the UK learn from each other’s EU strategies”, (25.01.2013), http://www.cer.org.uk/sites/default/files/publications/attachments/pdf/2013/bulletin88_k b_article3-6916.pdf, (22.04.1013) David Buchan, “Outsiders on the Inside: Swiss and Norwegian Lessons for the UK”, (24.09.2012), http://www.cer.org.uk/sites/default/files/publications/attachments/pdf/2012/buchan_swi ss_norway_11oct12-6427.pdf, (22.04.2013) C-8/74, Procureur du Roi v. Dassonville (1974) ECR 837. C-266/81, S.I.O.T. (Società Italiana per I’Oleodotto Transalpino) s.p.a. v. Ministero delle Finanze, Ministero della Marina Mercantile, Circoscrizione doganale di Trieste, Ente autonomo del porto di Trieste, (1983), ECR 1983. C-228/06, Mehmet Soysal and Đbrahim Savatli v Bundesrepublik Deutschland, (2009) ECR I-1031. Council of the European Union, “EU Multiannual Financial Framework Negotiations”, http://www.consilium.europa.eu/special-reports/mff/summary-of-the-european-councilagreement, (22.04.2013) Michael Emerson, “Andorra and the European Union”, (07.12.2007), http://www.ceps.eu/book/andorra-and-european-union, (22.04.2013) Çağrı Erhan ve Tuğrul Arat, “AET’yle Đlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt 1, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2005. Euractiv, “Çağlayan’dan AB’ye: Ya STA’lara Bizi de Ekleyin veya Gümrük Birliğinden Çıkalım”, (28.03.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-vesanayi/article/caglayandan-abye-ya-stalara-bizi-de-ekleyin-ya-da-gumruk-birligindencikalim-027470, (22.04.2013). 76 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Euractiv, “AB ile Gümrük Birliği Yerine Serbest Ticaret Anlaşması Gündemde Değil”, (02.04.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/ab-ile-gumruk-birligiyerine-serbest-ticaret-anlasmasi-gundemde-degil-027502, (22.04.2013) Euractiv, “ GB Yerine STA Türkiye’nin Kazanımlarını Tehlikeye Sokar”, (28.03.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/gumruk-birligi-yerine-staturkiyenin-kazanimlarini-tehlikeye-sokar-027477, (22.04.2013) Euractiv, “ABD, AB ile Serbest Ticaret Müzakereleri için Görüş Almaya Başladı”, (02.04.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/abd-ab-ile-serbestticaret-muzakereleri-icin-gorus-almaya-basladi-027504, (22.04.2013) Euractiv, “Türkiye, ABD’ye serbest ticaret müzakereleri için ortak komite önerecek”, (16.04.2013), http://www.euractiv.com.tr/ticaret-ve-sanayi/article/turkiye-abdyeserbest-ticaret-muzakereleri-icin-ortak-komite-onerecek-027605, (22.04.2013) Euractiv, “Turkey Offers Referendum Gamble to Europe”, (30.10.2010), http://www.euractiv.com/enlargement/turkey-offers-referendum-gamble-news-498293, (22.04.2013) Europa, “March 2013 Euro area unemployment rate at 12.1% EU27 at 10.9%”, (30.04.2013), http://europa.eu/rapid/press-release_STAT-13-70_en.htm, (10.05.2013) European Commission, “Global Europe: competing in the world”, Ekim 2006, http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/october/tradoc_130376.pdf, (22.04.2013). European Commission, Communication from the Commission Europe 2020: A strategy for smart, sustainable and inclusive growth,COM(2010) 2020, (03.03.2010). Bkz. http://ec.europa.eu/eu2020/pdf/COMPLET%20EN%20BARROSO%20%20%20007%2 0-%20Europe%202020%20-%20EN%20version.pdf European Commission, “EU Bilateral Trade with the World :Turkey”, (29.11.2012), http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/september/tradoc_113456.pdf, (22.04.2013) European Commission, “Turkey Trade Statistics”, (18.01.2013), http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/september/tradoc_111603.pdf, (22.04.2013) European Commission, “FTA and Other Trade Negotiations”, (09.04.2013), http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/december/tradoc_118238.pdf, (22.04.2013) European Economic Area (EEA) Review Committee, “Outside and Inside: Norway’s agreements with the European Union”, (17.01.2012), http://www.regjeringen.no/pages/36798821/PDFS/NOU201220120002000EN_PDFS.p df , (15.04.2013) TÜRKĐYE’NĐN AB ĐLE ĐLĐŞKĐLERĐNDE ALTERNATĐF MODEL ARAYIŞI 77 European Economic Area (EEA) Review Committee, “Offcial Norwegian Reports : Outside and Inside” , Şubat 2012, http://www.eunorway.org/Global/SiteFolders/webeu/NOU2012_2_Chapter%2013.pdf, (22.04.2013) Đktisadi Kalkınma Vakfı (ĐKV), “Türkiye Avrupa Birliği Đlişkileri”, http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=tarihce&baslik=Tarihçe, (22.04.2013). Feridun Karakeçili, “15’nci Yılında Türkiye-AB Đlişkileri ve Yaşanan Temel Sorunlar”, 2011, http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/31-15inci_ylinda_turkiye-ab_ gumruk_birligi_yasanan_temel_sorunlar__subat_2011___2_.pdf, (22.04.2013) Ministry of Foreign Affairs in the Faroes, “The Faroes and the EU: Possibilities and Challenges in a Future Relationship”, 2010, http://www.mfa.fo/Files/Billeder /Uttanrikisradid/tekstir/ESfr%C3%A1grei%C3%B0ingEN%5B1%5D.pdf, (22.04.2013) Çınar Özen, Türkiye-Avrupa Topluluğu Gümrük Birliği ve Tam Üyelik Süreci Üzerine Etkileri, Ceylan Kitabevi, Đzmir, 2002 Secratariat of State for Foreign Affairs and Political Affairs of the Republic of San Marino, “Summary of the Final Report Prepared by the Technical Group for the Asssessment of New Policies for the Integration with the European Union”, Şubat 2011, http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&frm=1&source=web&cd= 1&ved=0CC8QFjAA&url=http%3A%2F%2Fwww.esteri.sm%2Fon-line%2Fen%2 Fhome%2Fsan-marino-and-the-european-union%2Fdocumento1027990.html&ei=KsZUYTpEYiPtQab7ICwDg&usg=AFQjCNEDQS0ESoOdZyM0TIquh2yLckYVRA&sig2 =O3Z-GfGp2f-6cO7JCVydjg&bvm=bv.45645796,d.Yms, (22.04.2013) Halil Seyidoğlu, Uluslararası Đktisat: Teori ve Politika Uygulama, Güzem Can Yayınları, Đstanbul, 2009. Sübidey Togan, “The EU-Turkey Customs Union: A Model for Future Euro-Med Integration”, Mart 2012, http://www.medpro-foresight.eu/system/files/MEDPRO %20TR%20No%209%20WP5%20Togan.pdf, (22.04.2013) Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, “Türkiye ile Avrupa Topluluğu Arasında Bir Ortaklık Yaratan Antlaşma (Ankara Antlaşması)”, http://www.abgs.gov.tr/files/ardb/ankara_anlasmasi.pdf, (22.04.2013), (22.04.2013) Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, http://www.abgs.gov.tr/files/_files/Gumruk_Isbirligi/1-95.doc, (22.04.2013) Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, “1964-2000 Ortaklık Konseyi Kararları”, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/okk_tur.pdf, (22.04.2013) 78 ÇAĞRI ERHAN-AYSUN GÜRBÜZ Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı, “Türkiye’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları”, (05.06.2012), http://www.ekonomi.gov.tr/upload/FBA4A979-FF0E-32F0FD96FFD20B32FB19/18_serbest_ticaret_anlasmalari.ppt, (22.04.2013) Hayati Yazıcı “Turkey-EU Relations and the Customs Union: Expectations Versus the Reality”, Turkish Policy, Cilt 11, No 1, 2012. inSUPRANASYONAL OLARAK Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi BĐR TASARRUF ŞEKLĐ Cilt: 12, No:1 (Yıl: 2013), s.79-104 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ Baki ERKEN∗ Özet Türkiye’nin AB ile ilişkisini belirleyen temel bir unsur kimliktir. Türkler tarihte hem Avrupa’nın etnik oluşumuna katılmış hem de oluşumu bir dış etken olarak etkilemiştir. Anadolu’nun Türkleştirilmesi ile beraber kurulan Türk devletleri Bizans toprakları ve medeniyeti üstüne oturmuştur. Avrupa topraklarına yayılan Osmanlı Đmparatorluğu Avrupalı halklarla ve kültürle etkileşimde olmuştur. Batı ve doğu kimliklerine sahip Osmanlılar yönünü batıya çevirmişken modernleşme ile beraber yolunu da Avrupa’dan yana çizmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar olan zamanda batı yanlısı bir dış politika izlenmiştir. O halde, ırk, coğrafya, tarih, kültür ve dış politika unsurları ile beraber görülüyor ki Türk batılıdır, Avrupalıdır. Bu gerçeğe rağmen, batının algısını değiştirecek olan şey ise Türk’ün batılı kimliği gerçeğidir ve onun ortaya çıkaracak kimlik politikaları temelindeki AB ile ilişkilerdir. Anahtar Kelimeler: Kimlik, Tarih, Avrupalılık, Türkler, Avrupa Birliği Abstract A basic element determining Turkey-EU relations is identity. Turks both participated in ethnical forming of European identity and influenced it as an external effect. Turkish states founding after Turkicizition of Anatolia based on Byzantium lands and civilization. Ottoman Empire spreading over Europe interacted with European peoples and cultures. Having both western and eastern identity Ottomans walked on the way of west through modernization. Especially, since after World War 2 to nowadays Turkey followed a western based foreign policy. Therefore, as the elements of ethnicity, geography, history, culture and foreign policy are assessed, it is clear that Turk is a ∗ Çalışma Uzmanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı doktora öğrencisi, Ankara 80 BAKĐ ERKEN western and European. Despite this reality, the real effect changing western perception is western identity of Turk and identity based Turkey- EU relations revealing that. Key Words: Identity, History, Europeanship, Turks, European Union Giriş Türkler tarih sahnesine Orta Asya’da çıkan ve Asya ve Avrupa’yı derinden etkileyen eski ve büyük bir millettir. Asya’da Çin Seddi yapılmasına neden olacak şekilde devletler ve Đmparatorluklar kuran Türkler batıya göç ederek önce Avrupa’yı istila edip kavimlerin yer değiştirmesine neden olmuş sonra da Avrupa’nın içlerine kadar uzanan Đmparatorluklar kurmuştur. “Uzakdoğu’da Çin Đmparatorluğu’nu ve Avrupa’da Roma Đmparatorluğu’nu bir kenara bırakırsak dünyanın merkezi bölgesi ikinci binin büyük bir kısmında Türk egemenliği altında kalmıştır.”1 Dolayısıyla, günümüzde ve tarihte Türkler hem coğrafya hem kültür hem de etnik olarak batı ve doğuda yer almıştır. Türkler Asya’da, doğan Đslamiyet’e çoğunlukla girseler de Avrupa’yı etkileyen medeniyetleri ve devletleri onları batıdan ayıramamıştır. Etnik olarak bile batı ile doğu arasında kalmalarının sonucunda ise fiziksel olarak sarı Asyalılarla beyaz Avrupalılar arasında bir özelliğe sahiptirler.2 O halde Türk kimdir, Türk kimliği nedir sorularının cevabı birbirinden ayrılamayan iki kelimenin ifade ettiği anlamdır: batı ve doğu. Başka bir deyişle, Türkler ne batılı ne doğuludur; hem batılı hem doğuludur. Batı ve doğu kavramları her şeyden öte ötekileştirme sonucunda bir algılama ve anlama sorunsalıdır.3 Kavramlar coğrafya, din ve medeniyet temelinde unsurların farklılığından doğan ikiliğe işaret eder. Đki dünyanın ortaya çıkmasında din, daha özel bir ifadeyle Müslümanlık temel etkenlerden birisiyken tek başına değildir. Ayrıca, batının merkezi Avrupa’da tarihte ve günümüzde önemli bir sayıda Müslüman nüfus var olmuştur. Batı kimliğinin içerisinde yer alan ve ona anlam yükleyen kavram Avrupalılıktır. Avrupa’yı oluşturan milletler üstünde bir üst kavram olarak ifade edilen Avrupalılık etnik, medeniyet ve coğrafya olarak temelde Hıristiyan Roma-Cermen Đmparatorluğu ile oluşmuştur.4 Etnik olarak yerel halklarla beraber Cermenler temel unsurken Yunanlılar, Slavlar ve Đskandinav halkları ise daha geniş bir Avrupalı kimliği içerisinde yer almışlardır. Yani iki farklı Avrupa vardır. Eğer kimlik bir karşıtlık üzerinden tanımlanacaksa, Avrupalılık kimliği doğu medeniyetlerini ifade eder ve Türk, Arap ve Moğol tehlikeleri karşısında bir bütünlük oluşturur. Normal olarak bir ötekileştirmenin sonucunda Türk kimliği Avrupalılık dışında kalır. Gerçekten de Türk 1 Halil Đnalcık, Kuruluş ve Đmparatorluk Sürecinde Osmanlı, Timaş Yayınları, Đstanbul, 2011, s.13 2 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993, s.25 3 Erhan Akdemir, “Avrupa Aynasında Türk Kimliği”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt 7 No:1, s.133 4 J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, Đnkılap Kitabevi, Đstanbul, 2010, s.157 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 81 kimliği Avrupalılık içine sığdırılamaz, fakat bu yazıda iddia edildiği gibi, ondan bir parça almıştır, onunla etkileşim halindedir. Avrupalılık birçok siyasal toplumsal kavramda olduğu gibi içi tam olarak doldurulamayan bir kavramdır. Temelde iki farklı bakış açısıyla tartışılır. Biri yukarıda bahsedildiği gibi din, coğrafya ve medeniyet farklılıklarından kaynaklanan ve millet benzeri bir bütünlüğü ifade eden kimliktir. Đkincisi ise, Avrupa Birliği (AB)’nin temel felsefesi olan Avrupa projesinin Aydınlanma Çağında, Kant tarafından dile getirilen ebedi barış projesinin hayata geçirilmesidir.5 Fakat AB’nin bir evrensel barış projesi olması onun bir kimliğe dayanmadığını göstermez. Avrupa Birliği Avrupalılık üstünde yükselir. AB’nin temel değerleri Avrupalılık kimliğini oluşturan batı medeniyeti içerisinde oluşmuştur. Bir milletin Avrupalılık algısı onun AB’deki yerini belirleyecektir. Bugün Türk’ün AB’ye girip girmeyeceği meselesi temelde Avrupalı olup olmadığı sorunsalı ile çakışır. O halde, Türkler Avrupalı olması kadar AB’ye yakındır. Bu açıdan Türkiye’nin AB ile olan ilişkisi ve geleceğini Türk’ün Avrupalı kimliği ve onun algılanması belirleyecektir. Đşte bu yazı Türk’ün Avrupalı kimliğinin var olduğunu açıklamaya çalışmaktadır. Irk, coğrafya, medeniyet ve dış politika buna ışık tutacaktır. Bu unsurlara tarihi bir sıralama ile değinilecektir. Avrupa’da Türk Kökenleri: Irk Meselesi Bir uluslar üstü kimlik olan Avrupalılık ırk, coğrafya, kültür ve din gibi sosyal unsurlardan oluşan bir kimlik olduğundan milli kimliklerle benzerdir. Millet kavramında olduğu gibi Avrupalılık da ilk olarak ırk açısından incelenebilir. Buna göre Avrupalılar kimlerdir, hangi ırka dayanmaktadırlar? Şüphesiz ki, birçok etnik unsurdan oluşan Avrupa’nın bir etnik haritasını belirlemek zordur. Yine de Avrupa’nın etnik kökenlerini belirlemeye çalışmak bugünkü Avrupa coğrafyasında ve yakın çevresinde yer alan milletlerin, unsurların Avrupalılık kimliği açısından karşılaştırılmasına imkân verecektir. Bu yazının konusunu oluşturan Türklerin günümüz Avrupası’nın milletleriyle etnik karşılaştırılması ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ndeki yerini sorgulamaya neden olacaktır. Türkler tarihte hem Avrupa’nın etnik oluşumuna katılmış hem de oluşumu bir dış etken olarak etkilemiştir. Avrupa’nın Etnik Kökenleri Coğrafi bir terim olarak Avrupa her ne kadar Đberya’dan (Đspanya) Rusya’ya kadar olan bir alanı kapsasa da Avrupalılar’dan kasıt ilkin batı ve orta Avrupa’da yaşayanlardır. Paleolitik döneme gelindiğinde bilinen ilk Avrupalıların dünyanın diğer yerlerinde yaşayan insanlardan önemli bir farkı beyaz tenli olmalarıydı. O halde beyaz ırk Avrupalıların ilk farklı etnik özelliğidir. Fakat Avrupa’ya kuzeyden gelen halkların da beyaz ırktan olmaları ilk ve sonraki Avrupalıları birbirinden ayırt etmeye yetmemiştir. Đlk olarak Avrupa’ya Kafkasyalı olarak nitelenen beyaz ırka mensup 5 Erhan Akdemir, “Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Din Faktörü”, Avrupa Birliği Temel Konular, ed. Çağrı Erhan ve diğerleri, Đmaj Yayınevi, Ankara, 2011, s.300-301 82 BAKĐ ERKEN halklar yayılmıştı. Daha sonraları ise savaşçı-yağmacı olarak düşünülen iki halk kıtanın iki ucundan Đberya ve Rusya’dan gelerek kuzey ve orta Avrupa’nın toplumları arasında karışık kültürler oluşturdular. Bu toplumlardan türeyen Kelt halkları Britanya’ya, Đberya’ya ve daha sonraları Anadolu’ya kadar yayıldılar. Hint-Avrupa dillerini konuşan ve savaşçı olan Keltler Avrupa’da birçok kavmin oluşumuna yol açmışlardır. Keltlerin yanında Đskandinav ve Rusya’daki Cermen halkları ile kuzeyde Slavlar vardı. Daha Kuzeyde ise Hint-Avrupa dillerine mensup olmayan Finlilerin ataları olan Vikingler vardı. Bugünkü Đngiltere ve kuzey Fransa milletlerinin oluşumuna katılan Normanlar da Vikinglerin boyudur.6 Đlk ve Orta çağda Avrupa’da yaşayan en önemli halklardan olan Cermenler ilkin Karadeniz’in kuzeyinde, Rusya’da yaşamaktayken Hunların neden olduğu Kavimler Göçü ile orta Avrupa’ya ilerlemişler ve Roma Đmparatorluğu’nu oluşturan temel topluluklarından olmuşlardır. Cermen istilası Ortaçağ Avrupa’sının kavimlerinin oluşumunda etken olan en önemli olaydır. Cermen kavimlerinden Ostrogotlar Đtalya’ya, Vizigotlar Đspanya’ya, Vandallar Kuzey Afrika’ya, Franklar Fransa’ya ve Anglo-Saksonlar Đngiltere’ye yerleşmişlerdir. Bugünkü batı ve kuzey Avrupa milletlerinin temelinde Cermenler vardır. Keltler, Latinler ve Romalılar gibi isimleri tam olarak bilinemeyen ve ilk Avrupalılardan sayılan yerel halkların dışında bugünkü Đtalyanlar Đtalikler ile yerli halkın karışımından doğan Latinlerden, Đspanyollar; Vizigotlardan, Fransızlar; Franklar ve Normanlardan, Almanlar; Franklar, Saksonlar gibi Cermenlerden, Đngilizler; Anglo-Saksonlar, Normanlar, Vikingler ve Bretonlardan, Đsveç, Norveç, Danimarka ve Đzlanda milletleri ise Vikinglerden oluşmuştur.7 Cermenlerden sonra Avrupa’nın etnik oluşumuna katılan ve Avrupa’yı istila eden en önemli ırk Slavlardır. Fakat Slavlar bugünkü Batı Avrupa’nın değil, Doğu ve Kuzey Avrupa’nın oluşumunda yer almışlardır. Slavlar; Doğu Slavları, Batı Slavları ve Güney Slavları olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar Doğu Slavları grubuna girer. Polonyalılar (Lehler), Çekler ve Slovaklar Batı Slavları grubuna girer. Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Pomaklar, Slovenler, Makedonlar, Torbeşler Güney Slavları grubuna girer. Slavlar dini bakımdan Ortodokslar ve Katolikler olarak iki ana grupta toplanır.8 Slav Avrupa’sı çok geniş bir alana yayılan ve sınırları tam olarak belirlenemeyen Doğu Avrupa bölgesinin büyük bir kısmını kaplıyordu. Kuzeyde günümüz Rusyalılarının ve Polonyalılarının atalarıyla doğu Avrupa halklarının ataları aynı ırktandı. Fakat farklı coğrafyaya yayılmaları onları farklılaştıracak ve farklı devletleri kurmalarına neden olacaktır. Ortaçağdan itibaren artık Slavlardan anlaşılan Doğu Avrupa halkları olmuş, Karadeniz’in kuzeyinde ve Rusya’da yaşayan insanlar Rus olarak anılmışlardır. Kuzeydeki Finli halklar Hıristiyanlaştıktan sonra Slavlar da Rusya Hıristiyanlığının etkisinde kalarak Ortodokslaşmaya başladılar. Slavların içinde bugünkü Çek ve Slovak Cumhuriyetlerinde yaşayanlar Batı Avrupa’sı ile doğu arasında bir geçiş toplumu olup her iki kültüre de yakındılar. Slavların Avrupa’dan sayılmasının en önemli nedeni Hıristiyanlığı seçmeleridir.9 6 Roberts, op.cit. s.30-36 Muammer Gül, Ortaçağ Avrupa Tarihi, Bilge Kültür Sanat, Đstanbul, 2010, s.39-55 8 Slavlar, http://tr.wikipedia.org/wiki/Slavlar, (25.12.2011) 9 Gül, op.cit. s.56-57 7 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 83 Batı Avrupa milletleri dışında Avrupa’nın etnik oluşumunda yer alan en önemli halklar Yunanlılar ve Balkan halklarıdır. Avrupa’da ilk neolitik (tarıma dayalı) yerleşim yerleri Balkanlar ve Yunanistan’da bulunmuştur. Yunan uygarlığı Đtalya’da kendine özgü bir halk olan Romalıları derinden etkilemiş ve modern Avrupa’nın bilimsel ve fikri temellerinde önemli bir paya sahip olmuştur. Hıristiyan Avrupa’yı kuran Romalılar Yunan medeniyeti üzerinde yükselmiştir. Yunan şehir devletleri çökünce bu bölgede ve Anadolu’da Helen medeniyeti kurulmaya başladı ve Balkanlarda da Makedon Đskender hakimiyetini kurdu. Roma Đmparatorluğu yükselirken Helen medeniyeti batıya yayıldı. Roma’nın bölünmesinin ardından ise bu topraklarda Bizans medeniyeti kuruldu.10 Avrupa’nın Etnik Oluşumunda Türkler Resmi Çin yazmalarına göre en eski Türkler olarak bilinen Hunlar, Avrupa milletlerinin oluşumunda önemli bir etken olan Kavimler Göçü’ne neden oldu. Kavimler Göçü 4. yüzyılın ortalarında Aral Gölü ile Hazar Denizi arasındaki bölgede bulunan Hunların Orta Asya'daki Çin Devleti'nin egemenliğinden kurtulmak için batıya hareket ederek Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Cermen kavimlerini batıya doğru göç ettirmesidir. Romalılar’ın barbar olarak adlandırdığı bu kavimler önlerine çıkan diğer kavimleri yurtlarından atarak Đspanya'ya hatta Kuzey Afrika'ya kadar ilerlediler. Avrupa’ya giden ilk Türk kavimleri Avrupa’nın haritasını değiştirecek göçe neden olmakla kalmamış, Orta ve Doğu Avrupa’nın etnik oluşumuna katılmışlardır.11 Kavimler Göçü’nün ardından Orta Avrupa’dan Balkanlar’a oradan da Hazar Denizi’ne kadar olan bölgede Atilla önderliğinde Avrupa Hun Devleti hakimiyeti yaşandı. Bu bölgenin yeni göçebeleri Avarlar, Macarlar, Bulgarlar, Gagavuzlar ve Peçenekler gibi Türk kavimleriydi. Bu kavimler önce kalabalık Cermenler ve Slavlar ile karşılaşmış, Bulgarlar ve Macarlar gibi bir kısmı bu kavimler içinde asimile olurken bir kısmı da bir bütün olarak kalabilmişlerdir. Amerikalı Linton’un Türklerle ilgili şu sözleri bu durumu iyi anlatır: “Göçebe hayat tarzını terkedip yerleşik düzene geçtikleri her yerde fethettikleri halkın içinde eriyip gittiler. Çin’de Çinli, Batı Asya’da Đranlı ve Ön Asya’da Müslüman ve Bizanslı oldular.12 Fakat bunlar da Hıristiyanlaşarak diğer Türker’den ayrılmışlar ve Hun devletinin yıkılmasından sonra Roma Đmparatorluğu’nun halkı haline gelmişlerdir. Göç eden kavimler içerisinde en etkilisi Orta Avrupa’da günümüzde Almanya’ya kadar yayılan Macarlardı. 9.-10. yüzyıldan itibaren Macar toplumunda Hıristiyanlığın Katolik mezhebi ve Roma kültürü yayılmaya başlamıştı. Resmi Türk tarih anlayışına göre bu Türk kavimleri asimile olmuşlardı ve Türklüklerini kaybetmişlerdi.13 Yine de bu durum Avrupa’da etnik Türk izi gerçeğini yok sayamaz. Kaldı ki Avrupa’da bahsedilen bu kavimlerden Gagavuzlar gibi Türkler Türk kültürünü yaşatmaya devam etmektedirler.14 10 Roberts, op.cit. s.44-46 Ferir Erden Boray, Bilinmeyen Tarih ve Türkler, Kumsaati Yayınları, Đstanbul, 2005, s.115124 12 Güvenç, op.cit. s.123 13 Marc Bloch, Feodal Toplum, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2005, 40-45 14 Boray, op.cit. s.118 11 84 BAKĐ ERKEN Tarihte Türklerin Anadolu’ya Malazgirt zaferi ile geldiği yazsa da, Türkler Anadolu’da Malazgirt zaferinden çok önceleri bulunmaktaydı. Bizans devleti süresince Türkler Hıristiyanlaştırılarak ya da Bizans ordularında paralı asker olarak Anadolu’ya yerleştirilmişlerdi. Bizans bu Müslüman Türkler’e karşı Balkanlar’dan getirdiği paralı askerleri sınırlara yerleştirdi. Hıristiyan olan bu Türkler, Bizans sınırlarını yüzyıllarca savundu. Malazgirt savaşında Bizans ordularında bulunan Türklerin karşı tarafa geçerek Türkler’e zafer kazandırmada önemli rol oynadığı bilinmektedir. Ayrıca, Kıpçak, Peçenek Kuman ve Uz gibi doğudaki Türklerin önemli bir kısmı ticaret uğraşısı içinde Đstanbul’a yerleşip Hıristiyanlaştılar. Böylece Türkler yerli halk ile karıştılar. Malazgirt ile birlikte Anadolu’ya Türk göçü başladığında bu ülke nüfusunun bir kesimi zaten Türk’tü. Müslümanlığı kabul eden de bu Türkler oldu.15 Anadolu’nun Selçuklularla Türkleştirilmesi ise etnik yapısını baştan aşağıya etkilemiştir. Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan Selçuklu Devleti’nin hâkimiyeti Bizans’a kadar yayılırken Anadolu’nun kültür ve demografik olarak da Türk hakimiyetine girmesi gerekliydi. Zira Türk fetihlerinin ana özelliği fethedilen topraklara Türklerin yerleştirilmesiydi. Selçukluların Anadolu’yu fethe başladıkları 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya Oğuzlar yerleşmeye başladı. Anadolu’ya yerleşen Türkler çok yoğundu, hatta Yılmaz Öztuna’ya göre dünya Türk nüfusunun en az üçte biriydi.16 Anadolu Türkleştirilmeye başlandığında orada bulunan Türkler dışındaki Bizans halkının bir yere kalabalıklar halinde göç ettiği bilinmediğine göre, o tarihlerde Anadolu’da yaşayan Bizans halkından birçok Rum’un da önce Müslümanlaştığı sonra Türkleştiği gerçeği ortaya çıkar. Nitekim, Anadolu’nun Türkleştirilmesi tezlerinde bu böyle geçmektedir.17 Asıl Avrupa’nın etnik hamuruna Türk mayasının katılması Anadolu’nun Türkleştirilmesinden sonra Balkanların Türkleştirilmesi ile gerçekleşmiştir. 14. yüzyıldan itibaren Rumeli’ye yerleşmeye başlayan Türkler Osmanlılar’ın Balkanlar’da 6 asır hakimiyeti ile birlikte kalıcı olmuşlardır. Her ne kadar Orta Avrupa’ya kadar uzanan fetihlerde fethedilen topraklara Türkler göç etse de aslen genelde Slav olan o toprakların insanları çoğunluğu oluşturmuşlardır. Orta Avrupa ve Kuzey Balkanlarda Boşnaklar gibi Slavlar Müslümanlaşırken Sırplar ve Macarlar gibi birçok halklarda Türk kültürü kalıcı olamamıştır. Buna karşın Balkanlar’da bugünkü Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Makedonya’da Türkler az olmayan sayıda varlıklarını ve kültürlerini devam ettirebilmişlerdir.18 Özellikle Orta Avrupa’da Müslüman Türklerin bir arada bulunabilecek çoğunluğu oluşturamadıkları için asimile olduklarını tahmin etmek hiç de zor değildir. O halde özellikle Balkanlarda olmak üzere Avrupa’nın önemli bir kısmında Türkler hem günümüze dek var olmuşlar hem de diğer kavimlerle kaynaşmışlardır. 15 Đskender Ohri, Anadolu’nun Öyküsü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987, s.92-93 Güvenç, op.cit. s.124 17 Muhammet Kemaloğlu, “XI.-XIII Yüzyıl Türkiye Selçuklu Devleti’nde Sosyal Zümreler”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, Sayı 4, Haziran 2011 18 Suat Alp, “Balkanlar’da Osmanlı Dönemi Maddi Kültür Mirası Evreni”, Millî Folklor, Sayı 84, 2009 16 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 85 Avrupa’daki Milletlerin ve Türklerin Avrupalılığı Avrupa Birliği’nin oluşum sürecinde olduğu gibi Avrupa’yı coğrafya ve zaman açısından ikiye ayırmak onu özellikle etnik oluşum olarak da anlamamızı sağlar. Avrupa’yı siyasal olarak Roma Đmparatorluğu, dini olarak da Hıristiyanlık oluşturmuştur. Roma Đmparatorluğu’nun halkı ise sonradan Cermen kavimlerinin istilası ile büyük oranda Cermenleşmiştir. O halde, birçok tarihçinin de ifade ettiği üzere, gerçek ya da ilk Avrupa dediğimizde ilk Hıristiyan olan ve Roma-Cermen Đmparatorluğu’nun hâkimi olduğu topraklar akla gelir. Coğrafi olarak ise Akdeniz’de bulunan Đtalya ile beraber tüm batı ve kuzey Avrupa’dır. Bu alan Đber Yarımadası’nın yarısını, günümüz Fransa topraklarının tamamını, Elbe Nehrine kadar olan Almanya topraklarını, Bohemya, Avusturya, Đtalya anakarası ve Đngiltere’yi kapsıyordu.19 Bu toprakların uç noktalarında hala yarı barbar ancak resmen Hıristiyan olan Đrlanda, Đskoçya ve Đskandinavya Krallıkları vardı. Zaman olarak ise Avrupa’nın yeniden şekillenmesi Kavimler Göçü’nden ve Hıristiyanlığın yayılmasından çok sonra 10. yüzyıla kadar geçen bir süreye rastlar. Bu zamandan sonra bu bölgenin büyük bir kısmına Avrupa denilmeye başlanmıştı. Bu sırada Balkanlar, Akdeniz ve Anadolu’da bulunan Bizans ise tamamen batıya yabancıydı. Daha doğusu ise “düşman”20 Đslam topraklarıyla çevriliydi.21 Görüldüğü gibi, ilk Avrupa, güneyde Đtalya ve kuzeyde Đngiltere’yi kapsayan Batı Avrupa’dır. Bu coğrafyada ilkin Keltler ve Roma halkları gibi yerel halklar yaşamaktayken Normanlar’ın ve Cermenler’in istilalarına maruz kalınmıştır. O halde, tarihte Avrupa’nın oluşmaya başladığı söylenen 10. yüzyıldan itibaren “gerçek ve ilk” Avrupa’nın etnik kökenlerini diğer istilacı kavimlerle beraber bu coğrafyanın ilk yerel halkları, Roma halkları ve Cermenler oluşturur. Günümüz milli kimlikleriyle bu etnik kökenler, Đspanyollar, Almanlar, Fransızlar, Đtalyanlar ve Đngilizler’dir. Bu coğrafyayı çevreleyen topraklarda yaşayan ve Avrupa’yı istila eden diğer kavimler, halklar ise daha geniş bir Avrupa tanımının içerisinde yer almaktadırlar. Benelüks22 ülkeleriyle beraber AB’nin temelde bu ülkelerce kurulmuş olması da tarihi bir gerçeği ifade eder.23 19 Roberts, op.cit. s.157-158 Đslam, önemli bir kısmında Bizans hakimiyetinin de bulunduğu Arap topraklarında 7. yüzyılda doğdu. Bir sonraki yüzyılda sadece Arap yarımadasında değil Kudüs ve Mısır dahil Kuzey Afrika’dan Kıbrıs’a kadar Bizans ve Sasani topraklarında Arap orduları fetihler gerçekleştirdi. Đslam’ın sadece fetihlerle değil, psikolojik gücüyle, geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla ve kültürel değerler taşımasıyla bir dünya dini olmak bakımından Hıristiyanlığın tek rakibi olduğu kısa sürede anlaşıldı. Ibid, s.142-145 21 Ibid, s.157 22 Benelüks; Belçika, Hollanda ve Lüksemburg'un coğrafî olarak birlikteliğini anlatan tanımlamadır, Belçika, Hollanda (Netherland) ve Lüksemburg ülke adlarının kısaltılarak birleştirilmesinden oluşur. 23 Ortak değerler üzerine inşa edilen bir bütünleşik Avrupa fikrinin en somut haline 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan barış, istikrar ve refah döneminde ulaşılmıştır. Kömür ve çelik üretimi ile ilgili ortak politikaların oluşturulmasını öngören Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) 1951’de Fransa, Federal Almanya, Đtalya ve Benelüks ülkelerinin katılımıyla kuruldu. Batı Avrupa ülkelerinin bu ekonomik işbirliğini askeri ve siyasal alan olmak üzere daha geniş bir bütünleşmeye gidilmesi isteği ve ortak kararı sonrasında, AKÇT’yi kuran ülkeler kapsamlı ve 20 86 BAKĐ ERKEN Şimdi de belirttiğimiz ilk Avrupa dışında kalan Avrupa’yı ya da ikinci Avrupa’yı etnik olarak belirtelim. Bu halklar temelde Yunanlılar, Đskandinav Halkları ve Slavlardır. Roma Đmparatorluğu medeniyetinin oluşumunda Yunanlılar’ın hakimiyetinde ya da ilişkide olduğu Helen uygarlıklarının rolü büyüktür. Yunanlılar hiçbir zaman istilacı olarak gerçek Avrupa’ya yerleşmeseler de bu nedenle diğer milletler içerisinde Avrupa kimliğinin içinde sayılan ilk millettir. Đkinci olarak, Vikingler ve Finliler gibi yerel halklardan oluşan Đskandinav halkları, hem ilk Hıristiyan olan milletlerden olmaları hem de Anglo-Sakson ve Frank gibi Cermen krallıklarıyla ilişkide olmaları itibariyle diğer Avrupa’dan Avrupa kimliği içerisinde düşünülmesi gereken ilk halklardır. Son olarak, Avrupa’yı Cermenler’den sonra en fazla etkileyen kavim Slavlar’dır. Slavlar coğrafi olarak Avrupa’nın önemli bir kısmını, Balkanları, Orta ve Doğu Avrupa’yı çoğunluk olarak oluşturmuşlardır. Fakat Slavlar’ın Avrupa’nın dışında kalan Rusya gibi topraklarda da bulunması, nüfusça çok olmaları ve Ortodoks olmaları onları Avrupa kimliğinin dışına itmiş, geniş, ikinci Avrupa tanımında bile son akla gelen milletleri oluşturmuşlardır. Türkler ise hem Kavimler Göçü hem de Macar istilası ile beraber Avarlar, Macarlar, Bulgarlar, Gagavuzlar ve Peçenekler gibi kavimler olarak Orta ve Doğu Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Anadolu’nun Türkleştirilmesi ile başlayan Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetleri dönemlerinde ise Müslüman Türkler başta Balkanlar olmak üzere güney ve orta Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Türklerden bir kısmı hem din hem de kültür olarak diğerlerinden farklılaşmış, asimile olmuş ve Türk kimliklerini kaybetmiş, diğer Türkler ise günümüze kadar özellikle Slavlarla ve Yunanlılarla etnik etkileşime girmişlerdir. O halde, Türkler tıpkı Slavlar gibi ikinci Avrupa’nın ya da geniş Avrupa’nın içerisinde yer alan ve öyle de düşünülmesi gereken bir millettir. Dahası Avrupa’yı kuşatmış ve asırlardır etkisi altında bulundurmuş ve Türk medeniyetlerini taşıyan temel millettir. Aslında bu etnik oluşumunda etkisine rağmen Türkleri Avrupa kimliğine dahil etmeyen zihniyetin temel dayanağı dindir. Yani, eğer Türkler, Slavlar ve Yunanlılar gibi Ortodoks ya da genel bir tabirle Hıristiyan olsaydı bugün onları Avrupa’dan saymayan bir anlayış varolamazdı. Din unsurunu dışarıda bırakırsak, sonuç olarak, Türkler ya Balkan ve Doğu Avrupa halkları gibi Avrupalı değildir, ya da onlar kadar Avrupalıdır. Bir Batı Coğrafyası: Anadolu Türk’ün kendi ve batılı kimliğini ifade eden bir diğer unsur coğrafyadır. Türkler’in 11. yüzyıldan itibaren yaşadığı Anadolu Avrupa’yı derinden etkileyen medeniyetlerin beşiğidir. Anadolu’nun Türkleştirilmesi ile beraber kurulan Türk devletleri Bizans toprakları ve medeniyeti üstüne oturmuştur. Bu nedenle Türk geniş bir ekonomik bütünleşme oluşturmak üzere 1957 yılında Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu (AAET) kurdular. 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile bu kurumlar ekonomik ve parasal birliğin yanı sıra siyasal birliği de sağlayan Avrupa Birliği’nin temelini oluşturdular. Erhan Akdemir ve Özlem Genç, “Avrupa Bütünleşmesi”, Avrupa Birliği Temel Konular, ed. Çağrı Erhan ve diğerleri, Đmaj Yayınevi, Ankara, 2011, s.1-21 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 87 devletlerinin doğulu değil batılı kimliğini yansıttığı iddia edilmektedir.24 Avusturya’ya kadar olan Avrupa topraklarına yayılan Osmanlı Đmparatorluğu ise hem hakimiyetinde kendi kültürünü yansıtmış hem de Avrupalı halklarla ve kültürle etkileşimde olmuştur. Batı Medeniyetleri Toprağı Olarak Anadolu Dünyadaki ilk kentlerin ve Yakındoğu’daki ilk uygarlığın Mezopotamya bölgesinde olduğu bilinir. 1950’li yıllarda yabancı arkeologların yaptığı çalışmalar sonucunda dünyanın ilk kentinin Konya’da Çatalhöyük olduğu ve Sümerler zamanında Mezopotamya uygarlıklarının Anadolu’nun içlerine kadar uzandığı ortaya çıktı. Yani Anadolu en eski uygarlıkların beşiğidir. Taş devri uygarlıkları, ardından Sümerler gibi Mezopotamya uygarlıklarının ardından kuzeyden önce Ege’ye gelen Hititler sonra Anadolu’da medeniyet kurdular. Bu, Ege denizinde karşılıklı geçişleri ve kültür değişimlerini göstermektedir. Ayrıca Yunan mitolojisinin ve Truva savaşlarının Yunanistan ile beraber Anadolu’da geçmiş olması ayrı bir göstergedir. Ana tanrıça Artemis Efes kentinde (Đzmir) bulunmaktadır. Dolayısıyla, en eski Yunan ve Girit uygarlıklarını bile Anadolu’dan ayrı düşünmek mümkün değildir.25 Avrupa kimliğini oluşturan temel medeniyet olan Roma Đmparatorluğu’nun düşünce ve bilim temellerinin Yunan uygarlığı tarafından atıldığı bilinmektedir. Milattan önce, Roma yükselmeden evvel parlak bir Helen uygarlığı yaşanmıştı. Makedonya’dan Mısır ve Đran’a kadar uzanan bu uygarlığın toprakları en fazla Yunanistan’dan ziyade Anadolu’da bulunmaktaydı.26 Anadolu’da bulunan antik kent Efes Artemis nedeniyle bir dinsel merkez haline gelmişti. Helen uygarlığının sönmesinin ardından Efes’i Romalılar gözünde büyüten bir başka neden ise yine dinseldi; Hıristiyanlık. Hıristiyanlığın ilk oluşmasında ve yayılmasında Efes ve yine Anadolu çok önemli bir yere sahiptir. Đncil bununla ilgili bilgilerle doludur. Bu nedenledir ki Efes, Hıristiyanlar tarafından kutsal bir kenttir ve ziyaretçiler hacı olurlar.27 Görüldüğü gibi, uygarlığın felsefi ve bilimsel temelleri Ege ile birlikte Anadolu’da atıldığı gibi Hıristiyanlığın gelişiminde dahi önemli bir yere sahiptir. O halde, Roma ve Yunan uygarlıklarının kökenleri Anadolu’dadır. Roma Đmparatorluğu’nun doğuşu Roma şehri krallığının zamanla orta Đtalya’da kurulan aristokratik bir cumhuriyet şeklindeki kentler yönetimine, federasyonuna dönüşmesiyledir. Galyalılar’ın ve Etrüskler’in baskısından kurtulan Roma önce tüm Đtalya’yı kendi önderliğinde birleştirmiş, sonra Kartaca ile savaşarak tüm Akdeniz’e hakim olmuştur. MS 1. ve 3. yüzyıl arası dönemde Roma altın çağını yaşamıştır. Sonunda Roma; Mısır, Mezopotamya ve Grekleri idaresi altına alan batıdan doğuya dev bir imparatorluğa dönüştü. Büyük sınırla çevrilmiş toprakların yönetilememesi ve iç savaşlar sonucunda doğudaki topraklar için Kostantinopolis (Đstanbul) kurularak Roma ikiye bölündü28 ve Anadolu merkezli Bizans Đmparatorluğu MS 4. yüzyılda böyle 24 Bknz. Türk devletlerinin batılı kuruluş tezi için bir sonraki bölüm Helmut Uhlig, Avrupa’nın Anası Anadolu, Telos Yayıncılık, Đstanbul, 2001 26 Bknz. M.Ö Helen Haritası, Roberts, op.cit., s.74 27 Uhlig, op.cit., s.268-270 28 Gül, op.cit., s.14-22 25 88 BAKĐ ERKEN kuruldu. Bizans kültür itibariyle her ne kadar Batı Roma kökenlerine sahip olsa da Helenistik Doğu üzerine kurulmuştu.29 Yani batı ve doğu sentezi, kültürü ve anlayışı hakimdi. Toprakların büyük kısmı Anadolu’da ve Ortadoğu’daydı. Bu nedenle Bizans ilk Avrupalı kimliğinin dışında yer aldı ve batı tarafından doğulu algılamasına maruz kaldı. Her ne kadar Hıristiyanlık batı ile doğu kimliklerinin oluşumunda temel etkenlerden biriyse de Ortodoksluk batı içerisinde bir başka ayırıma neden olmaktaydı. Bizans’ın sık sık önce kuzey kavimlerin istilasına, sonra Müslüman devletlerin kuşatmalarına maruz kalması ona batıya bir nevi kalkan olma görevi yüklemişti. Kuşatma ve işgallerde yalnız kalan Bizans, Haçlı kuvvetlerinin resmen işgaline maruz kaldı. Bu olaylar Bizans’ın batı Avrupa’dan kültürel ve düşünce olarak ayrıldığını göstermesi açısından önemlidir. Nitekim Bizans Kralı’nın “Đstanbul’da Avrupalı miğferini görmektense Türkler’in sarığını görmeyi tercih ederim” sözü bu doğrultudadır.30 Türkler’in 11. yüzyılda Anadolu’ya yerleşerek Bizans ordularını çok defa yenmesi ve Rumeli’ye uzanması üzerine baş gösteren Türk tehlikesinin batı Avrupa’yı tehdit etmesi sonrasında ancak batı Avrupa Haçlı birliklerini oluşturarak Bizans’a yardım etmiştir. Yine de Bizans Đmparatorluğu siyasal işlevleri, dini ve kültürü ile bir batı devleti özelliklerine sahip olmuştur. Özetle, Bizans, Roma kökenlerinde ve batı-doğu sentezinde oluşan bir batı, ikinci Avrupa devletidir.31 O halde, Anadolu ve Rumeli de birçok batı medeniyetine ev sahipliği yaptığı gibi 15. yüzyıla, modern çağa kadar bir batı devletinin merkeziliğini üstlenmiştir. Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Türk Devletlerinin Batılı Kuruluş Tezi Anadolu’nun Türkleştirilmesinin önemli bir zeminini de Kavimler Göçü’nden sonra Bizans ve Anadolu’da bulunan Türkler oluşturur. Anadolu’ya yerleşen ilk Türkler Abbasi ordularına katılan ve Doğu Anadolu’ya yerleşen Türklerdir. Ayrıca, Bizans’ın imparatorluğu süresince doğudaki Türklerle (Kıpçak, Peçenek Kuman, Uz vb.) iyi ilişkileri vardı. Bizans tahtına imparatoriçeler veren Türkler’in Đstanbul’da kalabalık bir ticaret kolonileri vardı ve doğu ile yapılan ticarete aracılık ederlerdi. Bu Türkler Hıristiyanlığı kabul etmelerine rağmen Anadolu’ya sürüldüler. Böylece Türkler yerli halk ile karıştılar. Selçuklular zamanında Anadolu’ya kalabalık Türk akımı başladığı zaman Anadolu’da bulunan bu Türkler Müslümanlığı kabul ederek Anadolu’nun ırk ve kültür olarak Türkleştirilmesinde önemli rol oynadılar.32 Asya’daki toplumsal ve siyasal çalkantılar nedeniyle harekete geçen Hunlar ve Avarlar gibi Türkler Asya’nın kuzeyinden batıya, Avrupa’ya yönelirken Oğuz Türkleri ise güneyden batıya yöneldiler. Pamir’den33 Mısır’a kadar olan geniş coğrafyada devlet kuran Selçuklular içerisinde Anadolu Selçukluları bu büyük devletin bir kolunu 29 Roberts op.cit., s.74 Ibid, s.263 31 Ibid, s.74-75 32 Ohri, op.cit., s.92-93 33 Pamir; Orta Asya'da Tacikistan-Çin sınırında ve Himalaya Dağları'nın kuzeyinde bulunan sıradağların ismidir. 30 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 89 oluşturdular. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmaya başlamasıyla birlikte Anadolu Selçukluları devlet kurdular. Anadolu’da Türk devletinin kurulması Malazgirt Zaferi (1071) sonrasında olmuştur. 1. Sultan Alpaslan Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu Türklere açmıştır. Anadolu önceleri Türk emirleri arasında bölündü, sonra başkenti Konya olan Selçuklu Devleti tarafından toparlandı. Đran’dan ve Türkistan’dan Türklerin dalga dalga gelmesi ve Moğol yayılması nedeniyle Oğuz ve Türkmen boylarının göç ederek onu yurt edinmesiyle Anadolu 12.-14. yüzyıllarda tamamıyla Türkleşti. Anadolu’nun Bizanslılar’ın da kabul edebileceği şekilde kültür olarak Türkleştirilmesi Selçukluların Đran kültüründen de etkilenerek Anadolu’da ticaret, sanat ve imara dayalı bir medeniyet kurmasına dayanır. “Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Anadolu Roma barış zamanından beri görülmemiş bir refah, dinginlik ve canlılık devri yaşadı.” Ayrıca, devlet, adalet ve hoşgörüyle halkın gönlünü kazanmayı başardı. Anadolu’nun Türkleştirilmesinin askeri boyutunu ise Selçukluların birçok kez kalabalık Haçlı orduları ile savaşması oluşturur.34 Anadolu’da kurulan Türk devletleri Türklük ve Anadolu unsurları üzerinde yükselmiştir. Yani Türk devletleri Anadolu Türkleştikten sonra Türk etnik unsurunun üstünde kurulduğu gibi Anadolu üstüne de kurulmuştur. Türkler Anadolu’yu Türkleştirdikleri kadar kendileri de Anadolulaşmıştır. Anadolulaşmak hem etnik olarak Türk unsuru dışında diğer unsurların katılımını, hem çok kültürlü Anadolu coğrafyasını hem de önceden kurulan medeniyetleri içerir. “Anadolu uzun tarih boyunca ta Hititlerden beri bizim gibi daha nice halklara yapmış olduğu gibi bizi de fethetti, ulu potasında eriterek yeni bir hamur yoğurdu.”35 O halde, Türk devletleri Türklüğün yanında ondan başka bir şey ifade eden Anadoluluk unsuru üzerinde yükselmiştir. Anadolu ise, yukarıda anlatıldığı gibi, geçmişteki medeniyetleri, etnik unsurları ve devletleriyle bir batı, hatta bir Avrupa toprağıdır. Yani “Türklere ait toprak” anlamındaki Türkiye bir batı toprağıdır. Anadolu’daki Türk devletlerinin neye dayanarak kuruldukları kuruluş tezleri biçiminde hep tartışılmaktadır. Irk, coğrafya, din ve amaç unsurları bu tartışmaları oluşturmaktayken özellikle amaç ve sistem açısından beylikler ve gaza kavramları ön plana çıkmaktadır. Paul Wittek tarafından ortaya atılan Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu açıklamada kullandığı gaza tezine göre; Anadolu’da kurulan Selçuklu sonrası beylikler gaza36 amacıyla hareket ettiklerinden Osmanlı beyliğinin büyümesine zemin hazırlanmış ve beylikler gazada birleşmişlerdir. Đlk Osmanlıları harekete geçiren güç gazaydı. Daha sonra güçlendiler ve Bizans ve Uç Selçuklu topraklarında kendi topluluklarını oluşturdular.37 Gazanın Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde önemli bir etken olduğu görüşü Halil Đnalcık tarafından da kabul edilmiştir. Đnalcık, Osmanlı’nın kabilevi köklerinde gazayı görmüş ve gazanın Müslüman gazileri birbirine bağladığını söylemiştir. Bunun yanında göç ve nüfus baskısının Anadolu’da 34 Ohri, op.cit., s.90-94 Ibid. s.101 36 Kelime anlamı olarak Arapçada savaş anlamındaki gaza, terim olarak Đslam adına yapılan kutsal savaş ideolojisidir. Murat Iyigun, Lessons from the Ottoman Harem On Ethnicity, Religion and War, IZA, 2008, s.1 37 Paul Wittek, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Doğuşu, Pencere Yayınları, Đstanbul, 2000 35 90 BAKĐ ERKEN bir Türk devletinin oluşumuna önemli etkileri olduğunu da belirtir.38 Fuat Köprülü ise Türk devletlerinin batılı kuruluş tezlerini reddederek bir devamlılık içinde Türk devletlerinin hem ırk hem de yönetsel biçimde Türklük öğelerini taşıdığını ve Osmanlı Devleti’nin dahi saf Türk olduğunu iddia eder.39 Rudi Paul Lindner ise bunlardan farklı bir tez ileri sürerek Osmanlı devletinin kuruluşunu aşiret yapısı ile açıklar. Osmanlı’nın başlangıçta gaziler değil, kabile olduğunu; amaçlarının da gaza değil yağma olduğunu ileri sürer.40 Ayrıca, C. Haywood, Osmanlı devleti’nin kökenlerinin Türk-Đslam Anadolu topraklarında değil, daha geniş Moğol coğrafyasında bulunduğunu söylerken,41 Colin Imber, Osmanlı Beyliği’nin belirli bir ideolojiyi gerçekleştirmek için kurulmadığını, tarihi şartlar içerisinde diğer beylikler gibi bir hanedan olarak ortaya çıktığını ve temelde bir hanedan devleti olarak tarih sahnesindeki yerini aldığını iddia eder.42 Bu kuruluş tezlerine karşın Türk devletlerinin coğrafya ve kültür esasına dayalı olarak Avrupa medeniyeti üstüne kurulduğunu ve batılı kimliği yansıttığını iddia eden güçlü bir tez vardır. Bu tezi en güçlü bir biçimde ortaya koyan Adams Gibbons, Türkler’in kökenindeki hem ırkın hem de dinin Anadolu’da farklılaştığını ve bir batı devletinin kurulduğunu söyler. Gibbons’a göre, Osmanlılar gerçekte Hıristiyan Slav unsurlarla Türklerin bir araya gelmesinden oluşan yeni bir ırktır. Ayrıca, Đslami bir söylem adı altında Bizans idari uygulamaları yeni devlette devam etmiştir. Dolayısıyla, Osmanlılar bu ırki karışım ve idari geleneklerle Bizans’ın varisidir ve başarısında bu, önemli bir rol oynar.43 Tüm bu tezleri beraber düşünürsek, görülüyor ki; Anadolu’nun Türkleştirilmesiyle beraber Türkler batı medeniyeti ile karşılaşarak bir batı coğrafyası olan Rumeli’de Türk-Đslam temelli devlet kurmuşlardır. Türk devletlerinin kuruluşunda Türklük ve Đslam elbette ki vardır, fakat Gibbons’un ifade ettiği batı kültürü de unutulmamalıdır. Zira hem o coğrafyanın ve halkların kültüründe hem de yeni oluşan Türk kültüründe batılılık vardır. Bu, Osmanlı Devleti’nde daha da açıktır. Bir Batı Đmparatorluğu Olarak Osmanlılar Anadolu’nun Türkleştirilmesi sürecinde Orta Asya’dan gelen çok sayıdaki ve kalabalık Türk boyları sadece Selçuklu sultanlarının topraklarına değil o toprakları çevreleyen Hıristiyan Bizans hükümdarlıklarına da girmişti. Boylar, Selçuklu kültürünü benimserken Türkçeyi toplumsal ve resmi dil olarak kullanıyorlardı. Oldukça sağlam 38 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ 1300-1600, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 2003 39 Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu, Ankara,1991 40 R. Paul Lindner, "Đlk Dönem Osm. Tarihinde Đtici Güç ve Meşruiyet", Söğüt'ten Đstanbul'a, der. Oktay Özel - Mehmet Öz, Ankara, 2000 41 Colin J. Heywood, "Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Problemi: Yeni Hipotez Hakkında Bazı Düşünceler", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999 42 Colin Đmber, "Osman Gazi Efsanesi", Osmanlı Beyliği (1300-1389), ed. Elizebeth A. Zachariadou, Đstanbul, 1997 43 Herbert Adams Gibbons, Osmanlı Đmparatorluğunun Kuruluşu, Devlet Matbaası, Đstanbul, 1928 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 91 kuruluşları olan bu boylar sonunda resmen hem Selçuklu Sultanlığı’nı tanıyan hem de Moğol üstünlüğünü kabul eden aslında bağımsız bir devlet oluşturdular. 13. yüzyılın bitimiyle de Selçuklular’ın yerini aldılar. Türk topraklarının kuzey batı ucunda Bizans’a sınır boyuna yerleşen Osmanlı Beyliği öbür boylardan farklı olarak Anadolu’da değil Bizans’a doğru fetih ve savaş hareketlerine girişti. Bu sayede diğer beyliklerin de desteğini alarak ve zaferler kazanarak büyüdü. Fethedilen Bizans toprakları ve Hıristiyan kentler olan önce Đznik sonra Bursa yeni kurulan devletin merkezi oldu. Karesi Beyliği’nin ilhakı sayesinde Çanakkale Boğazı geçilerek Gelibolu’ya gelindi.44 Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti Bizans topraklarında kurulurken Rumeli’ye de girerek batıya doğru genişledi ve batı toprakları üstünde bir Đmparatorluk doğdu. Bizans ülkelerini fetheden Osmanlılar Bizans ile iç içe, yan yana yaşadı. Bu doğrultuda Bozkurt Güvenç’in “Osmanlı’nın Bizans kurumlarından etkilenip etkilenmediği tartışması gereksiz bir sorundur” tespiti son derece yerindedir. Zira, yüzyıllar süren ortaklık boyunca Bizans kültürü Osmanlı’dan etkilendiği gibi Osmanlı’nın da Bizans’dan etkilenmesi kaçınılmazdı. Etkileşim sadece devletin yönetim kurumlarında değil insani ilişkiler ve yaşam tarzı gibi sosyal hayatta da oluşmuştu. Örneğin, sarayda harem kurumu ve kadınların çarşafla peçe örtünmesi Bizans’dan miras kalırken birçok kelime de ondan geçmiştir.45 Bu da gösterir ki, çok kaynaklı Osmanlı kültürünün içerisinde Türk ve Müslüman unsurlar olduğu gibi Bizans ve batı uygulamaları da bulunmaktaydı. Avrupa’ya ilk kez 1354’de Gelibolu’da ayak basan Osmanlılar on yıl sonra Edirne’yi alarak başkenti Bursa’dan buraya taşıdılar. Đlk kent fethinde başkentin Anadolu’dan Avrupa’ya taşınması devletin Avrupalılık niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Balkanlarda Osmanlılar’ın kalıcı olması 1389’da Kosova’da Haçlı ordusunun yenilmesi ile başlar. Bu tarihten sonra Bulgaristan ve Bosna Osmanlı hakimiyetine girer. Doğuda’da Fırat kıyılarına kadar varan Osmanlılar Fetret Döneminin (Ankara Savaşı’nı izleyen kargaşa ve dağılmanın) hemen ardından toparlanarak Selanik ve Belgrad’ı ele geçirdiler. Öyle ki, Đstanbul fethedilmeden önce Bizans’a bağlı neredeyse tüm toprakların hakimi oldular.46 Đstanbul’un 1453’de II. Mehmet tarafından fethi Doğu Roma Đmparatorluğu’nu sona erdirdi. Hemen ardından Sırbistan’ın nihai olarak, Trabzon, Kıbrıs ve Girit’in fethi ile birlikte eski Helenizm ve Yunan uygarlığı toprakları Osmanlı toprakları haline geldi. Avrupa’da durmayan Osmanlılar Adriyatik’te Đtalya’ya kadar uzanırken Macarlarla yapılan Mohaç Savaşı’nın ardından Viyana’yı kuşattılar.47 Sonuçta, Adriyatik’ten Polonya’ya kadar olan (doğu ve orta) Avrupa toprakları Osmanlı idaresine girdi ve Osmanlı Đmparatorluğu asırlarca doğunun yanı sıra bir batı imparatorluğu olarak kaldı. Đstanbul’un fethi ile beraber Batı dünyası kendisini yalnızca Hıristiyan olarak değil Türklere karşı olarak da algılamıştır. Fakat bu durum Osmanlı’nın batı kimliğini 44 Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi, Milliyet Yayınları, Đstanbul, 1989, s.255-257 Güvenç, op.cit., s.169-170 46 Ibid, s.168 47 Roberts, op.cit., s.262-264 45 92 BAKĐ ERKEN yok saymaya yetmez. Çünkü Osmanlılar Türk ve Müslüman olmasının yanı sıra bir batı imparatorluğu kurmuşlardı. Halil Đnalcık Đstanbul’un fethinde ve sonrasında bir batılı kimlik bulur: “1453’te Fatih Sultan Mehmet bu siyasi birliğin (Bizans’ın) doğal merkezi olan Đstanbul’u fethederek, Doğu Roma Đmparatorluğu’nu yeni bir ruh ve kılıfta yeniden diriltmiştir. Đstanbul fatihi, bilinçli olarak bir Đslam sultanı, bir Türk hakanı olduğu kadar Doğu Roma imparatorlarının varisi olduğunu ilan etmiş, sultan ve hakan unvanları yanına Kayser-i Rum unvanını eklemiştir.”48 Benzer biçimde, Selçuklular Anadolu’da kurulan Türk devletini Roma mirasının bir parçası olarak gördüklerinden adını Rum Sultanlığı koymuşlardır.49 Đlkin, devleti yöneten hanedanın ve halkın etnik oluşumunun büyük oranda Türk olmasının yanı sıra devlet yönetimi ve sistemi Selçuklulara dayanmaktaydı. Đkincisi, cihan hâkimiyeti idealine sahip çıkan devlet kısa süre sonra hilafeti de üstlenerek Selçuklu’dan miras kalan Đslam devleti kimliğini sürdürmüştür. Son olarak, Osmanlılar Bizans kültürü ile etkileşime geçerek Avrupa’nın önemli bir kısmını da içeren topraklarda bir imparatorluk kurmuşlardır. O halde Osmanlılar Türk ve Müslüman olduğu kadar batılı-Avrupalıydı. Osmanlı Hanedanı her ne kadar Türk ise de Osmanlı Đmparatorluğu içerisinde Türkler devletin çoğunluğunu oluşturan bir tebaaydı. Osmanlı düşüncesinde Türk-Türk olmayan ayırımı yerine yöneten-reaya ayırımı vardı. Osmanlılar kendilerini modern ulus devlet tanımına benzer biçimde Türk olarak görmektense birçok unsurdan oluşan bir imparatorluk olarak görmekteydiler. Halil Đnalcık’a göre, II. Murad’dan beri Osmanlı hükümdarları kendini dünya imparatoru olarak görmeye başlamıştı. “Sultan, Hakan ve Kayser unvanlarını benimsemiş, Đslam, Avrasya ve Roma hükümdarları geleneklerini kişiliğinde birleştirmiş olan Fatih kendisini evrensel bir imparator; belli bir etnik grubun hükümdarı değil, çeşitli milletleri ve dinleri egemenliği altında birleştiren bir imparator olarak görüyordu.”50 Osmanlı/Türk Modernleşmesi: Batılılaşma 16. yüzyıldan itibaren insanların zihnindeki değişimle başlayan yeni dünya batı merkezli bir modernite anlayışıyla doğdu. Merkezinde Hıristiyan Batı Avrupa’nın yer aldığı modern Atlantik çağı ve uygarlığı artan bir hızla tüm dünyayı biçimlendirecek bir güç olarak yayıldı. Modern tarihi artık batılılar belirleyecekti.51 Fikirsel yenilikler Avrupa’da bilimsel ve teknik yenilikleri, yani Rönesans’ı getirdi. Avrupalı devletler zenginlikler elde etmek amacıyla yeni coğrafyaları keşfi Haçlı seferlerine benzer bir biçimde emperyalist sistemi başlattı. Fransız Đhtilali ile birlikte demokrasi, eşitlik ve insan hakları yeni dünyanın temel fikirleri oldu. Yeni dünyanın ekonomik modeli ise sanayileşmeye dayalı kapitalist sistemdi. Bütün bu gelişmeler dünyanın merkezinde modern bir batıyı, Avrupa’yı oluşturdu. Artık batı ileride, doğu ise gerideydi. Doğu’nun ilerlemesinin yegane yolu Batı’yı takip etmesiydi. 48 Halil Đnalcık, “Osmanlı Döneminde Balkanlar Tarihi Üzerinde Yeni Araştırmalar”, Ankara Üniversitesi Güneydoğu Avrupa Çalışmaları Dergisi, Sayı 1, 2012, s.2 49 Roberts, op.cit., s.261 50 Đnalcık, op.cit. s.70-71 51 Roberts, op.cit., s.288 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 93 Bir doğu-batı Đmparatorluğu olan Doğu Roma-Bizans topraklarında kurulan Osmanlılar Türk, Müslüman ve aynı zamanda bir batı imparatorluğuydu. Fakat, modern batının oluşumu içerisinde yer almadı ve geçmişteki Avrupalı Türk-Müslüman algısı ya da korkusu onu doğu içerisinde konumlandırdı. Dünyaya hükmeden altın çağların ardından 17. yüzyıldan itibaren devlet içerisindeki bozulmalar Osmanlı’yı batılı yenileşmeye itti. Yenileşmeyle başlayan batılı modernleşme Osmanlı’nın modern dünya içerisindeki yerini belirledi. Batı ve doğu kimliklerine sahip Osmanlılar yönünü hep batıya çevirmişken yolunu da Avrupa’dan yana çizdi. Osmanlı Modernleşmesi 17. yüzyıldan itibaren devlet sisteminin yanında sosyal ve ekonomik yapının bozulması ve batının gerisinde kalması öncelikle devlet sisteminde başlayan bir yenileşmeye ve batılılaşmaya neden olmuştur. Yenileşme öncelikle teknik olarak batının gerisinde kalındığını kabulü ile askeri ve teknik alanda ve eğitimde başlamış sonra devlet sistemine devam etmişti. Tanzimat dönemine kadar olan ve III. Selim ile başlayan ve II. Mahmut döneminde doruk noktasına ulaşan yenileşme özellikle meşveret, kabine ve kamu hukuku gibi yeniliklerle yönetimde, teknoloji ve eğitim gibi uygulamalarla askeri alanda ve yüksek eğitim ve sekülerleşme gibi özelliklerle eğitimde önemli reformları içermiştir. Fakat Tanzimat dönemine kadar olan yenileşme batılı değerleri esas almaktan ziyade geri kalmışlığı gidermeyi amaçlayan devlet sisteminde reformları içermiştir. Askeri modernleşme olarak başlayan Osmanlı yenileşmesini ilk dönemlerde (18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın ilk dönemi) bir modernleşme projesi, hele bir çağdaşlaşma olarak asla düşünemeyiz.52 1839’da ilanı ile başlayan Tanzimat dönemi kişi hakları ve özgürlüklerini garanti altına alacak hukuk düzenini, yönetimi ve hukukuyla modern bir devleti ve ekonomik gelişmeyi getirmiştir.53 Tanzimat dönemi Osmanlıda entelektüel ve askeri kadrolarda modernleşmenin fikri temellerinin atıldığı dönem olmuştur.54 Batıdaki Fransız Đhtilali fikirlerinden etkilenerek hürriyet ve modern yönetim (meşrutiyet) gibi fikirlere inanan Genç Osmanlıların fikirleri 2. Meşrutiyet ile birlikte orduda ve bürokraside hakim olmuştu.55 Osmanlı’da 1. Meşruiyet ilginçtir ki modernleşme hareketi içerisinde ama Tanzimat’a muhalefette yer alan genç yönetici elitlerin çabaları ile gelmiştir. Yeni Osmanlılar diye adlandırılan ve muhalefet içerisinde yer alan batılı aydın ve yönetici elitler aynı zamanda devlet kadroları ile ilişkili olduğundan geleneği de yansıtıyorlardı. Genç Osmanlılar tam anlamıyla Osmanlı modernleşmesi konusunda muhafazakâr görüşlere sahipti. Onlara göre; modernleşme Avrupa taklitçiliği yörüngesinden çıkarılmalı ve mevcut coğrafyanın ve toplumun özellikleri dikkate alınarak yeniden geliştirilmeliydi.56 Devleti kurtarma gayreti içerisinde olan yeni muhalefet benimsedikleri modernleşme 52 Cemil Koçak, “Yeni Osmanlılar ve Birinci Meşrutiyet”, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce 3 Dönemler ve Zihniyetler, ed. Murat Gültekingil, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2004, s.73 53 Niyazi Berkes, The Development of Secularism in Turkey, Montreal, Mcgill Universty Press, 1964, s.80-154 54 Ibid. s.80-154 55 Koçak, op.cit., s.72-82 56 Ibid., s.74 94 BAKĐ ERKEN anlayışına uygun bir yönetim biçimini, meşrutiyeti getirme çabasındaydılar. Çözüm ise sorunun kaynağında devlet katındaydı. Sihirli formül ise ülkenin ve devletin bir arada kalmasını sağlayacak bir Anayasaydı. Padişah değişikliği ile Yeni Osmanlılar amacına ulaştı ve 1876’da yeni bir Anayasanın ilanıyla meşrutiyet de ilan edildi. Görüldüğü gibi Türkiye’de demokratikleşme Osmanlı Devleti’nin modernleşme hareketleri içerisinde bir devlet projesi olarak yürütüldü.57 2. Abdülhamit’in meclisi kapatmasıyla sona eren Meşrutiyet devri Jön Türkler’in fikri ve eylemsel mücadelesiyle tekrar devam edecektir. 2. Meşrutiyeti getiren ve son dönem Osmanlı Devleti’nin hakim iktidar kadrosunu oluşturan Jön Türkler ise Osmanlı modernleşmesinin ikinci akımıydı. Genç Osmanlılar gibi devletin kurtarılmasının yolunun Avrupai fikirler olan özgürlük ve adaletten geçtiğine inanan Jön Türkler aynı zamanda Türkçülük akımından da etkilenmişti. Özellikle askeri ve entelektüel alanda örgütlenen Jön Türk muhalefeti Đttihat ve Terakki Partisi etrafında birleşmişti. 1908’de Partinin Makedonya’da Hürriyet Đlanı ve baskıları neticesinde 2. Meşrutiyet ilan edildi ve Meclis tekrar açıldı. Jön Türkler’in mücadelesi ve 2. Meşrutiyet’in ilanı öncekinden farklı olarak Batılı evrensel değerleri benimseyen geniş bir tabana oturmuş ve kökleri Tanzimat’a kadar uzanan uzun bir birikime dayanmıştır. Aynı zamanda 2. Meşrutiyet Türk ve Türk olmayan unsurların bir dış baskı olmadan liberal ve demokratik anlaşma zemini içerisinde giriştikleri ilk ve son harekettir.58 1909 Kanun-i Esasi değişiklikleri padişahın yetkilerini meclis lehine sınırlandırarak rejimi daha demokratik hale getirmiştir. Aynı zamanda 2. Meşrutiyetle birlikte birçok dernek ve siyasal partiler kurulmuş, sivil toplum ve ideolojik hayat güçlenmiştir. Cumhuriyet Modernleşmesi Modern Türkiye Osmanlı modernleşmesinin bir devamı olarak Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra ulus devlet esasında kuruldu. Đstanbul’da varolan Meclis-i Mebusan Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu’da Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak devam etti. Milli egemenlik ilkesini benimseyen 1921 Teşkilat-ı Esasi ile birlikte yasama, yürütme ve yargı mecliste toplanmaktaydı. Saltanat’ın kaldırılmasının ardından 1923’de Cumhuriyet’in ilan edilmesi devletin rejimini monarşiden demokrasinin en iyi uygulanabileceği rejim olan Cumhuriyete çevirdi. Bu tarihten itibaren süren Kemalist modernleşme ve batılılaşma sekülerleşmeyi, hukuk devletini, bürokrasiyi ve demokrasinin birçok temel ilkesinin uygulanmasını beraberinde getirdi.59 Türkiye Cumhuriyeti kadrosu Jön Türkler’den etkilenmişti. Mustafa Kemal Harbiye öğrencilik yıllarından itibaren Fransız Devrimi’ne, onun fikirlerinden olan hürriyet ve Cumhuriyete inanmıştı. Anafikri esin kaynağı ise halk egemenliği ve hürriyeti benimseyen Namık Kemal’di. Fakat Mustafa Kemal sekülerleşmeyi ve reformları daha radikal savunmaktaydı. Ayrıca, pozitivizm, evrensellik, hümanizm, 57 Ibid., s.72-82 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 2006, s.175-178 59 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2010 58 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 95 düzen, ilerleme ve ulus devlet fikirleri de o dönemden fikri miras kalmıştı.60 Önceki modernleşme kadrosundan farklı olarak batılı fikirleri devletin kurtulma çaresinden ve dış baskılardan bağımsız olarak benimseyen Jön Türkler Đttihat ve Terakki örgütü etrafında birleştiler.61 Fikri devamlılığın yanı sıra Jön Türkler/ĐTF ve Cumhuriyet kadrosu arasında kadro olarak da önemli bir devamlılık, bir organik bağ vardır. Mustafa Kemal’in kendisi başından beri ĐTF üyesi olduğu gibi Ali Fethi ve Ali Fuat gibi CHP’nin önemli isimleri de ağırlıklı olarak eski ĐTF’lilerden oluşmaktaydı. Ayrıca sanıldığının aksine, 1. Dünya Savaşı zamanında etkin örgüt olma özelliğini koruyan ĐTF Mustafa Kemal ve arkadaşları ile iletişimini ve bağını sürdürmüş, Anadolu mücadelesine ağırlıklı olarak destek vermiştir.62 Bu nedenle Erik Jan Zürcher Türkiye’nin 1908-1950 arası yıllarını Jön Türk dönemi olarak adlandırmaktadır.63 Kurtuluş Savaşı sırasında ortak hareket eden lider kadrosu, siyasetçiler ve paşalar Savaş sonrasında kurulacak olan yeni rejimin niteliği konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Yeni Meclis içindeki ilk gruplaşma özetle Kemalistler ve muhafazakarlar diye adlandırabileceğimiz birinci ve ikinci grup olarak yaşandı. Jön Türkler’in devamı niteliğindeki birinci grup radikal ve elitist düşüncelere sahipken ikinci grup reformların hız ve kapsamına muhalif olduğu gibi “millet hakimiyeti” düşüncesi ile birlikte Mustafa Kemal’in tek adamlılığına da muhalefet etmekteydiler.64 Đkinci Meclis ile beraber Cumhuriyetin ilan edilip halifeliğin ve saltanatın kaldırılması yeni rejimi göstermekteydi. Bu aynı zamanda laik-yenilikçi grubun muhafazakarlara karşı zafer kazandığını ve Kemalist-Batılı modernleşme önündeki siyasal muhalefetin ortadan kalktığını göstermekteydi.65 Çağdaşlaşma ya da modernleşme Kemalizm’in esas aldığı Türk toplumunu ilerletecek sihirli kelimelerdi. Đlerlemecilik aslında Türk toplumunun geri kalmışlığının kabulüydü.66 Kemalist modernleşme basit bir yenilikçi ve ilerlemeci değil devrimcidir ve radikaldir. Atatürk inkılaplarının amacı, Osmanlı yenilik hareketlerinden farklı olarak, yeni bir (modern) Türk devleti kurmaktır.67 Hedeflenen sadece şekil itibariyle yeni bir devlet kurmak değil, aynı zamanda yeni bir modern toplum oluşturma, bir millet yaratmadır.68 Kurulacak devlet de bu millete dayalı olacaktır ve sonuçta bir devrim niteliğinde yeni bir siyasal rejim kurulacaktır. Sadece hedeflenene değil yapılanlara baktığımız zaman bile reform ya da yenilik olarak nitelendiremeyeceğimiz 60 Andrew Mango, “Atatürk”, Political Leaders and Democracy in Turkey, der Metin Heper, Sabri Sayarı, Lanham, Lexington Books, 2002, s.24-25 61 Tanör, op.cit., s.175-178 62 Zürcher, op.cit., s.222 63 Ibid. s.143 64 Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Türk Muhafazakârlığının Kurumsallaşması ve Demokrat Parti, Kadim Yayınları, Ankara, 2011, s.91 65 Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve Đdeoloji, Timaş Yayınları, Đstanbul, 2009, s.130 66 Levent Köker, Modernleşme Kemalizm Demokrasi, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2003, s.212 67 Suna Kili, Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Đş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2003, s.251 68 Benzer bir görüş için bknz. Şerif Mardin, Türk Toplum ve Siyaset, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 1990, s.181 96 BAKĐ ERKEN çok radikal değişikliler yaşanmıştır. Padişahlığın kaldırılarak Cumhuriyet rejiminin getirilmesi ve toplumda ve devlet ile ilişkisinde önemli işlevsel bağları olan ulemanın ve dini kurumların kaldırılması Osmanlı siyasal sistemi ve toplumu düşünüldüğünde radikaldir. Hedeflenen ve gerçekleştirilen değişikliklerin devrim olarak adlandırılması ilerlemenin Cumhuriyetle birlikte başladığının iması ve Osmanlı modernleşmesinin bir anlamda reddi demektir. Cumhuriyet Sonrası Türkiye’nin Yönü: Batılı Türk Dış Politikası Modernleşme modeli olarak batılılaşmayı seçen Türkiye, Cumhuriyet sonrasında da yönünü batıya çevirmiştir. Her ne kadar Kemalist dönemde ülkenin kalkınması ve savaşlardan ayrı kalınabilmesi için tarafsız ve bağımsız bir dış politika izlense de, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar olan zamanda batı yanlısı bir dış politika izlenmiştir.69 Her türlü dış politika faktörlerinin yanında bu politikanın temelini bir batılı ülke olma durumu oluşturur. Türkiye bağımsız olarak yönünü çizmeye çalışsa da asırlardan bu yana yüzü batıya dönüktür. Bu, Türk’ün batılı kimliğini göstermede son derece önemli yaşanmış olgulara dayalı bir durumdur. Türkiye’nin batılı dış politikasını Soğuk Savaş dönemi ve sonrası olarak iki dönemde incelemek mümkündür. Soğuk Savaşta Batı Taraftarlığı 18. yüzyıldan yıkılışına kadar Osmanlı Devleti batı ile ilişkilerine önce batılı modernleşme ile gelen yakınlaşma damgasını vurmuş, sonra sömürgecilik düzeni ile beraber Osmanlı topraklarının işgali ile batılı devletlere karşı mücadele hakim olmuştur. Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki rekabetten Osmanlı dengeli bir politika izleyerek Almanya gibi devletlerle yakın ilişki kurmuştur.70 Bu nedenle son dönemde bile Osmanlı Devleti’nin Avrupa ülkeleriyle yakın ilişkisi hiçbir zaman bitmemiştir. Milli mücadele sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı modernleşmesinin bir devamı olarak Avrupa modelini esas almıştır. Cumhuriyet Türkiye’si uzun bir zaman kendi kuruluş meşgalesi içerisinde bağımsız ve tarafsız bir dış politika izlemeye çalışmıştır. Türkiye, Đkinci Dünya Savaşı'nın başında Đngiltere ve Fransa ile ittifak yaparak tercihinin Batı dünyası olduğunu göstermişti. Türkiye, Sovyet tehdidi karşısında Batı dünyasına yaklaşmaya ve destek bulmaya çalışmıştır. BM’nin kurulacağı San Fransisco Konferansı’na katılabilmek için de 1945'te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiş fakat fiilen savaşa girmemiştir.71 2. Dünya Savaşı sonrasında dünya ideolojik ikili bölünmeye sahne oldu: ABD’nin başını çektiği liberal-batı ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Komünist doğu. Dinin belirlediği batı ile doğu bu kez ideolojilerce nitelenecektir. Đki dünya gücünün doğrudan savaşmadığı fakat mücadelelerine devam ettiği için Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar olan dönem Soğuk Savaş diye adlandırılır. 2. Dünya Savaşı 69 Bknz. sonraki iki bölüm William Hale, Turkish Foerign Policy 1774-2000, Frank Cass, London, 2000, s.42 71 Mücahit Özçelik, “Đkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 29 2010/2, s.265-266 70 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 97 sırasında tarafsız kalmayı başarabilen Türkiye soğuk savaş döneminde tarafsız kalamayacaktır. Türkiye bir taraf seçmek zorundadır, çünkü toprakları hegemon iki gücün savaş alanıdır. Türkiye’nin çevresi Sovyetler’in hakimiyetine çoktan girmiştir.72 Türkiye’nin bu seçimi o zamanki şartlara dayanan ve diplomasiyle değişen politikalara dayanan basit bir seçim değildir. Güvenlik ya da bağımsızlık nedeniyle de olsa Türkiye pekala iki liberal batılı ve komünist bloklardan her ikisine dahil olabilirdi. Soğuk Savaş döneminde Türkiye açık bir şekilde batının yanında yer almıştır. Bu seçim Osmanlı’dan bu yana yüzünü batıya dönen ve Cumhuriyet’ten bu yana kendisine batılı ülke olma hedefini koyan bir ülkenin seçimidir. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında batının yanında yer almakta acele davranmasının önemli bir nedeni Milli Mücadele döneminde iyi ilişki kurduğu Sovyetlerin artık Türkiye için bir tehdit oluşturmasıdır. Sovyetlerin yeni bir boğazlar antlaşması istemesi73 ve Azerbaycan ve Bulgaristan’da askeri varlığı bu tehdidin önemli dayanaklarıdır. Đç siyasette ise çok partili döneme geçiş ve liberal ekonomi dış siyasi politikadan önemli ölçüde etkilenmişti. Bunlar batılı demokrasinin74 önemli şartlarındandı. Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta batının yanında yer aldığının ilk evrensel göstergesi 1947’de savaşı ilan eden Truman Doktrini sonrasında Yunanistan ile birlikte Marshall yardımları almasıdır. Bununla birlikte sonradan OECD’ye dönüşen OEEC (Avrupa Ekonomik Đşbirliği Teşkilatı)’ye üye olmuştur. Dönemin en önemli gelişmelerinden biri Avrupalı devletlerin ortak savunma antlaşmasının ABD’nin katılımıyla Sovyetlere karşı bir ortak savunma örgütünün kurulmasıdır. NATO kurulur kurulmaz Türkiye başvuruda bulunmuş ve üç yıl sonra 1952’de örgüte üye olmuştur. Aynı yıl NATO üyesi Türkiye soğuk savaşın sıcak savaşa dönüştüğü Kore’ye ABD ile birlikte asker göndermiştir. Demokrat Parti döneminde Stalin’in ölümü ardından Sovyetler ile iyi ilişkiler kurulsa da Batılı savunma örgütlerinde Türkiye’nin varlığı daha da artmıştır. Dahası, Türkiye Balkanlar’da ve Ortadoğu’da kurulması planlanan NATO tipi ortak savunma projelerinin merkezinde yer almıştır. Sovyetlere karşı kullanılmak istenen Jüpiter füzelerinin kendi topraklarında kurulmasına Sovyet tehdidine karşın izin veren Türkiye’nin durumu Soğuk Savaş döneminde batı taraftarlığının ne kadar katı olduğunu gösterir. 1961 yılında bir nükleer savaş çıkmasından endişe eden ABD’nin talebiyle füzeler Türkiye’den kaldırılmıştır.75 Đşte, Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin ABD ile olan müttefikliği nettir. 72 Hale, op.cit., s.109-110 Đkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında 1945 yılında Sovyet Birliği Türk Büyükelçiliği aracılığıyla ve Yalta Konferansı’nda Stalin ile 1936’da imzalanan Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesini açıkça talep etmiştir. Abdulkadir Baharçiçek , “Soguk Savasın Sona Ermesinin Türk Dıs Politikası Üzerindeki Etkileri”, 21.Yüzyılda Türk Dıs Politikası, ed. Đdris Bal, Nobel Yayınları, Ankara, 2004, s. 63. 74 Günümüzde temsili demokrasinin batıda en yaygın uygulanış biçimi çoğulcu demokrasi ve Anayasal demokrasi temelinde işleyen liberal demokrasidir. Liberal demokrasi batı toplumlarında varolan siyasal kurumları, hukuk kurallarını ve onların oluşturduğu siyasal süreci tanımlamakta kullanılmaktadır. Liberal demokrasi genel ve eşit oy ilkesini, seçimlerle iktidarın el değiştirmesini, halkın temsil edildiği kurumların varlığını, hukukun üstünlüğünü ve düşünce, anlatım ve örgütlenme özgürlüğünü içermektedir. Levent Köker, Demokrasi Üzerine Yazılar, Đmge Kitabevi, Ankara, 1992, s.29 75 Hale, op.cit., s.114-133 73 98 BAKĐ ERKEN Fakat, Türkiye’nin ABD ve Avrupa ile ilişkileri sorunsuz olmamış, aksine ilerleyen yıllarda çok ciddi sorunlar yaşanmıştır. 1964 yılında birleşik Kıbrıs devletinin dağılması sonrasında adada Türklerin Rumlarca saldırılara maruz kalması sonrasında garantör devletler olan Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya gelmiş, NATO içinde çatışma istemeyen ABD Türkiye’nin yanında yer almamıştır. Ülkede çokça yaygınlaşan ABD karşıtı gösterileri ile beraber iç siyasette Türkiye’nin NATO üyeliğini bile tartışmaya açan bir batı karşıtlığı hava oluşturmuştur. Bu durumun yine en önemli nedeni Kıbrıs sorunudur. 70’li yıllarda bu soruna ek olarak haşhaş ekimi ABD ile önemli bir sorun oluşturmuştur. AT ile ilişkilerin donmasının yanı sıra, 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs harekatı Türkiye’yi açıkça batı ile karşı karşıya getirmiş, ABD ve AB Türkler’e ambargo uygulamıştır.76 Batı ile yaşanan bu sorunlar 70’li yıllarda dış politikada Türkiye’yi yeni arayışlara yöneltmiş, çevre ülkelerle iyi ilişkiler kurulurken Sovyetler Birliği ile ortak yatırım antlaşması imzalanmıştır. Fakat Türkiye 60’lı yıllardan başlayarak 70’li yılların sonunda ABD’ye alternatif olarak gördüğü Avrupa’ya daha güçlü bir şekilde dönmüştür. Yani, “bu yıllarda (1960-80) Türk dış politikası yapısını değiştirmiş, fakat temellerini değiştirmemiştir.”77 80’li yıllarda Türkiye - batı ittifakı yeniden sağlam hale gelmiştir. Rusya’nın Sovyet işgali ve Đran Đslam Devrimi gelişmelerinin yaşandığı Ortadoğu’da Türkiye ile batı, karşılıklı olarak birbirini daha fazla önemsemişlerdi. Liberal-batı yanlısı bir sağ parti olan ANAP (Anavatan Partisi) iktidarı ve de özellikle lideri Özal döneminde Türkiye ABD ile ilişkilerini özellikle başkanlar arasında çok geliştirirken AB’ye üyelik başvurusunda bulunulmuştur. Karşılığında Türkiye-Sovyet ilişkileri gerilmiştir.78 Yeni Dönemde Türkiye ve Batı 90’lı yılların başında Türkiye ABD ilişkileri; Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya üye olmaları konusundaki ortak mutabakatı, Türkiye’nin batı için önemli bir enerji koridoru olma durumu, liberal demokrasi ve Müslüman ülke olma özelliğiyle Türkiye’nin ABD için Bağımsız Devletler Topluluğu (Orta Asya Türk devletleri) ülkeleri için rol model olması ve nihayetinde ABD’nin Irak’a askeri müdahalede bulunduğu Körfez Harekatı’na bölgede etkin bir ülke olma hedefindeki Türkiye’nin Özal hükümetindeki desteği ile önemli ölçüde sağlam hale gelmiştir. Buna karşın sonraki yıllarda Erbakan hükümeti döneminde Türkiye’nin Đran ve Libya gibi Müslüman ülkelerle yakınlaşması ve Kuzey Irak’ta PKK varlığı ve Kürt yönetiminin özerklik isteği iki ülke arasında sorun yaratmıştır. Yine de Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin ABD ve genelde batı ile ilişkileri belli bir seviyenin üstünde kalmıştır. 90’lı yıllardan sonra Türkiye’nin dış politikası farklı yönlere de baksa, batı yönelişindeki sarsılmaz istikrar unsuru hep olmuştur.79 76 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, çev. Ahmet Fethi, Hil Yayınları, Đstanbul, 2007, s.517-545 77 Ibid, s.542-544 78 Hale, op.cit., s.163-166 79 Aslı Ege, “Türk Dış Politikasında 1990’lı Yıllar: Soğuk Savaş Sonrası Dönüşüm ve Đstikrar”, Marmara Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Dergisi, Sayı: 24/1, 2008, 326-332 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 99 Türkiye’nin batı ile ilişkisinin en önemli unsurlarından olan NATO üyeliğinin önemi batı için üyeleri arasında çok etkin olan Türkiye açısından yeni dönemde çok artmıştır. Soğuk Savaş sonrasında Türkiye NATO’nun Somali (1993), Kosova (1999) ve Afganistan (2001) askeri müdahalelerine destek vermiştir. Yeni dönemde AB ise askeri entegrasyon boyutunda çalışmalarını hızlandırmış, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın (AGSP) geliştirilmesi için yoğun çaba göstermiştir. Buna karşın, AGĐT (Avrupa Güvenlik ve Đşbirliği Teşkilatı)’e 1973 yılında üye olan Türkiye Avrupa güvenliğinin bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, bu bağlamda AGĐK, NATO ve AB’nin bölgesel istikrarsızlıklarda ortak hareket etmesi gerektiğini savunmuş, AB’nin kendi güvenlik örgütüne sahip olmasına karşı çıkmıştır.80 Batılı modernleşmeyi Osmanlı’dan bu yana kendisine hedef seçen Türkiye için bir medeniyet projesi olarak gördüğü AB’ye başvurması batı ile ittifakının zirve noktasına giden yolun başlangıcıdır. Yunanistan ile paralel olarak Türkiye 31 Temmuz 1959 tarihinde AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu)’ye üyelik başvurusunda bulunmuştur. Uzun süren tartışmalı görüşmeler 1963 yılında Türkiye ile AET arasında özel bir ortaklık kuran Ankara Antlaşması ile sonlanmıştır. AT hukukuna göre ortaklık Topluluğa üye olarak katılmadan sonra ikincil bir ilişkiyi göstermektedir.81 Antlaşma ile GB (Gümrük Birliği)’ye dayalı ticaret ortaklığını aşan bir ekonomik ortaklık kurulurken nihai hedef ise Topluluğa üyeliktir.82 1964 yılında Antlaşmanın TBMM’de onaylanması ile başlayan GB’ye katılma süreci hazırlık (5-10 yıl), geçiş (12-22 yıl) ve son aşama olmak üzere üç kademede tamamlanacak bir süreci içeriyordu. Hazırlık sürecinin ardından gümrük indirimlerinin gerçekleştirilme amacına yönelik Topluluk yükümlülüklerinin üstlenilmesini düzenleyen Katma Protokol’ün 1 Ocak 1973 günü yürürlüğe girmesiyle geçiş dönemi başlamıştır. Geçiş süreci 1995 yılında Ortaklık Konseyi’nin aldığı kararla bitmiş ve son aşamaya gelinmiştir. Böylece Türkiye Antlaşmanın hedeflediği şekilde GB yükümlülüklerini tamamen yerine getirmiş ve AB üyeliğine ekonomik birliktelik olarak hazır hale gelmiştir. Ortaklık ilişkisinden ayrı olarak Türkiye 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Toplulukları’na üye olmak üzere ayrı ayrı müracaat etti. Đki yıl sonra Avrupa Komisyonu, Topluluğun, kendi iç pazarını tamamlayabilme sürecinden önce (1992), yeni bir üyeyi kabul edemeyeceği ve Türkiye’nin katılımından önce, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesine ihtiyaç duyulduğu şeklinde bir cevap verdi. 1996 yılında Türkiye’nin GB katılım sürecinin tamamlanmasına karşın Lüksemburg Zirvesi (1997)’de AB’nin beşinci genişlemesinde Türkiye’nin ismi aday ülkeler arasında yer almadı. 11 -12 Aralık 1999 tarihinde Helsinki Zirvesi’nde Türkiye-AB ilişkisinde bir dönüm noktası yaşanarak Türkiye'ye adaylık statüsü tanındı. 2002 yılında Kopenhag Zirvesi’nde, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığı kararının alınması halinde, müzakerelerin gecikmeden başlatılacağı belirtildi. Aralık 2004’de alınan karar, 80 Gökhan Özkan, “Soğuk Savaş Sonrası Orta Asya ve Kafkasya Ekseninde Türkiye-NATORusya Đlişkileri ve Türk Dış Politikası’na Yansımaları”, Gazi Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12/1, 2010, s.119 81 Şaban H. Çalış, Türkiye Avrupa Birliği Đlişkileri, Nobel Yayınları, Ankara, 2006, s.79-110 82 Ankara Antlaşması (Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık yaratan Anlaşma), 12 Eylül 1963, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/ab_ankara.html (25.12.2011) 100 BAKĐ ERKEN 3 Ekim 2005 tarihinde yerine getirildi ve Türkiye ile müzakerelere başlandı.83 Müzakerelere açılan ilk fasıl Bilim Araştırma faslı olmakla birlikte bu güne kadar toplam 13 fasıl müzakerelere açılmıştır. Sadece bu fasıl geçici olarak kapanırken 8 fasıl "Ek Protokolün tam olarak uygulanması şartına bağlı olarak" müzakerelere açılmamaktadır. Aynı sebeple hiçbir fasıl geçici olarak kapatılmayacaktır. Fransa'nın açılmasına izin vermediği 5 fasıl, Ek Protokol engeli nedeniyle açılamayan 8 fasıl ve GKRY'nin engelleyeceğini açıkladığı 6 fasıl gözönüne alındığında, teknik açılış kriterleri yerine getirildiği takdirde açılabilecek 3 fasıl kalmıştır.84 Son üç dönemde ise (2010-2011) hiçbir başlık müzakereye açılmamıştır. Günümüzde (Aralık 2011) Türkiye AB ilişkisi müzakere başlıklarının açılmaması ve Kıbrıs sorunu nedeniyle durma noktasına gelse de Türkiye hala AB ile üyelik için müzakere eden ülke konumundadır ve AB üyesi olma hedefi ve hayali devam etmektedir. Sonuç Tarihin en eski milletlerinden olan Türkler Avrupa’nın haritasını değiştirecek göçe neden olmakla kalmamış, Orta ve Doğu Avrupa’nın etnik oluşumuna da katılmışlardır. Anadolu’nun Türkleştirilmesi ile başlayan Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetleri dönemlerinde ise Müslüman Türkler başta Balkanlar olmak üzere güney ve orta Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Bu nedenlerle, Türkler tıpkı Slavlar gibi ikinci Avrupa’nın ya da geniş Avrupa’nın içerisinde yer alan ve öyle de düşünülmesi gereken bir millettir. Türkler’in 11. yüzyıldan itibaren yaşadığı Anadolu Avrupa’yı derinden etkileyen medeniyetlerin beşiğidir. Anadolu’nun Türkleştirilmesi ile beraber kurulan Türk devletleri, Bizans toprakları ve medeniyeti üstüne oturmuştur. Bizans sınırında kurulan ve Rumeli’nde gelişen Osmanlı Devleti yönünü önemli ölçüde batıya çeviren ve cihan hakimiyeti iddiasında olan bir doğu-batı Đmparatorluğu’na dönüşmüştür. Bu nedenle Türk devletlerinin kökenlerinde ve gelişiminde doğu kadar batı da vardır. 17. yüzyıldan itibaren yenileşmeyle başlayan batılı modernleşme Osmanlı’nın modern dünya içerisindeki yerini belirlemiştir, yolunu Avrupa’dan yana çizdirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ise her ne kadar tek parti döneminde tarafsız ve bağımsız bir dış politika izlenmeye çalışılsa da, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar olan zamanda batı yanlısı bir dış politika izlemiştir. Yukarıda açıklanan ırk, coğrafya, tarih, kültür ve dış politika unsurları ile beraber görülüyor ki Türk batılıdır, Avrupalıdır. Fakat bu, Türk’ün doğulu olmadığı anlamına gelmez. Benzer unsurlar Türk’ün Türk, Müslüman ve doğulu kimliklerini açıklamak için de kullanılabilir. Burada önemli olan Türk’ün doğulu olduğu kadar batılı olduğudur; Türk’ün batılı kimliği olmasıdır. Hatta Türk, tarihiyle, bulunduğu coğrafyayla ve seçtiği medeniyetle bugün Avrupa kıtasında yaşayan Slavlar kadar ve birçok milletten daha fazla Avrupalıdır. Avrupa’nın doğulu ve Müslüman algısı bu gerçeği değiştiremez; din faktörü Türk’ün batılı kimliğini örtemez. Eğer dini farklılık olmasaydı aynı coğrafyada yaşayan ve benzer kültür mirasına sahip Yunanlılar gibi Türkler de bugün Avrupalı olarak kabul edilecekti. 83 84 http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1 (25.12.2011) http://www.mfa.gov.tr/ab-katilim-muzakereleri.tr.mfa (25.12.2011) TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 101 Bugün Avrupa kıtası içerisinde yer alan her milletin Avrupalılık kimliğine katkısı farklıdır. Avrupalılık açısından milletleri ikiye ayırabiliriz. Tarih ve kültürleriyle Avrupa kimliğini oluşturan ilk milletler yerel halklarla beraber Roma-Cermen halklarının devamı olan batı-kuzey Avrupa milletleridir. Bu coğrafyayı çevreleyen topraklarda yaşayan Yunan, Đskandinav ve Slav milletleri ise daha geniş bir Avrupa tanımının içerisinde yer almaktadırlar. Türkler ilk Avrupa milletlerinden sayılamasa da yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü geniş Avrupa tanımının içerisinde yer alır, almalıdır. Ekonomik birlikten sonra siyasi birlik olma yolunda ilerlemeye çalışan Avrupa Birliği’nin temel dayanağı Avrupalılık kimliğidir. Yani, bugün AB’ye üye devletler Avrupalı oldukları için Birlik üyesidirler. Avrupalılık kimliğini oluşturan ve Cermen halklarının devamı olan batı-kuzey Avrupa milletlerinin (Alman, Fransız, Đtalyan ve Đngiliz) AB’yi kuran milletlerin devletleri olmaları ve doğu Avrupa’da yaşayan milletlerin devletlerinin sonradan Birliğe katılmaları bir tesadüf değildir. Asıl mesele kimliktir. Birlik içerisinde kimileri en baştan bu kimliğe sahip olurken kimileri sonradan sahip olmuştur. Birliğe sonradan dahil olan ülkeler Avrupalılık kimliğinin değerlerine sahip olduktan ya da bunu ispat ettikten sonra girerler. O halde, Türkiye’nin AB ile ilişkisini belirleyen temel bir unsur kimliktir. Yani, Türkler ne kadar Avrupalıysa o kadar Avrupa Birliği’ne girecektir. Denildiği gibi, Türk doğulu olduğu kadar batılıdır. Türkler doğu Avrupa milletleri kadar Avrupalıysa hem batı Avrupa’nın Avrupalılık algılaması içerisinde hem de dolayısıyla AB içerisinde yer almalıdır. Fakat, günümüzde din unsuru ve “doğu” sorunu Türkiye’yi bu algılamanın dışına çıkarmakta ve nüfus, Avrupa’da yaşayan Türkler’in kötü algılanması ve Kıbrıs sorunu gibi milli çıkarlardan kaynaklanan Türkiye’nin tarihi sorunları farklılığa neden olan sorunları büyütmektedir. Dolayısıyla, eğer Türkiye bugün AB’ye üye bir ülke değilse ve yarım asırdır üyelik kapısının önünde bekliyorsa bu, Türkiye’nin batılı, Avrupalı olmadığından değil Avrupalı olarak algılanmadığındandır. Batının algısını değiştirecek olan şey ise Türk’ün batılı kimliği gerçeğidir ve onun ortaya çıkarılmasıdır. Bunun için ise kimlik politikaları temelindeki AB ile ilişkiler önemlidir. Bu doğrultuda, iletişim Türkiye’nin AB politikalarında temel bir unsur olmalı, Türk’ün batılı tezini işleyen evrensel çalışmalar yaygınlaştırılmalı ve AB çapında halkların gönlünü kazanacak tanıtım gibi her türlü çalışmalar yapılmalıdır. Kaynakça Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, çev. Ahmet Fethi, Hil Yayınları, Đstanbul, 2007 Suat Alp, “Balkanlar’da Osmanlı Dönemi Maddi Kültür Mirası Evreni”, Millî Folklor, Sayı 84, 2009 102 BAKĐ ERKEN Erhan Akdemir, “Avrupa Aynasında Türk Kimliği”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt 7, No:1, 2007 Erhan Akdemir, “Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Din Faktörü”, Avrupa Birliği Temel Konular, ed. Çağrı Erhan ve diğerleri, Đmaj Yayınevi, Ankara, 2011 Erhan Akdemir ve Özlem Genç, “Avrupa Bütünleşmesi”, Avrupa Birliği Temel Konular, ed. Çağrı Erhan ve diğerleri, Đmaj Yayınevi, Ankara, 2011 Abdülkadir Baharçiçek, “Soğuk Savaşın Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, ed. Đdris Bal, Nobel Yayınları, Ankara, 2004. Niyazi Berkes, The Development of Secularism in Turkey, Montreal, Universty Press, 1964 Mcgill Marc Bloch, Feodal Toplum, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2000 Ferir Erden Boray, Bilinmeyen Tarih ve Türkler, Kumsaati Yayınları, Đstanbul, 2005 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993 Şaban H.Çalış, Türkiye Avrupa Birliği Đlişkileri, Nobel Yayınları, Ankara, 2006 Aslı Ege, “Türk Dış Politikasında 1990’lı Yıllar: Soğuk Savaş Sonrası Dönüşüm ve Đstikrar”, Marmara Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Dergisi, Sayı: 24/1, 2008 Herbert Adams Gibbons, Osmanlı Đmparatorluğunun Kuruluşu, Devlet Matbaası, Đstanbul,1928 Muammer Gül, Ortaçağ Avrupa Tarihi, Bilge Kültür Sanat, Đstanbul, 2010 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993 William Hale, Turkish Foreign Policy 1774-2000, Frank Cass, London, 2000 Colin J. Heywood, "Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Problemi: Yeni Hipotez Hakkında Bazı Düşünceler", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999 Murat Đyigün, Lessons from the Ottoman Harem On Ethnicity, Religion and War, IZA, 2008 Colin Đmber, "Osman Gazi Efsanesi", Osmanlı Beyliği (1300-1389), ed. Elizebeth A. Zachariadou, Đstanbul, 1997 TÜRKĐYE-AB ĐLĐŞKĐSĐNDE TEMEL BĐR ETKEN: TÜRK’ÜN AVRUPALI KĐMLĐĞĐ 103 Halil Đnalcık, Kuruluş ve Đmparatorluk Sürecinde Osmanlı, Timaş Yayınları, Đstanbul, 2011 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ 1300-1600, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 2003 Halil Đnalcık, “Osmanlı Döneminde Balkanlar Tarihi Üzerinde Yeni Araştırmalar”, Ankara Üniversitesi Güneydoğu Avrupa Çalışmaları Dergisi, Sayı 1, 2012 Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve Đdeoloji, Timaş Yayınları, Đstanbul, 2009 Muhammet Kemaloğlu, “XI.-XIII Yüzyıl Türkiye Selçuklu Devleti’nde Sosyal Zümreler”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, Sayı 4, Haziran 2011 Suna Kili, Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Đş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2003 Cemil Koçak, “Yeni Osmanlılar ve Birinci Meşrutiyet”, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce 3 Dönemler ve Zihniyetler, ed. Murat Gültekingil, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2004 Levent Köker, Demokrasi Üzerine Yazılar, Đmge Kitabevi, Ankara, 1992 Levent Köker, Modernleşme Kemalizm Demokrasi, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2003 Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu, Ankara,1991 R. Paul Lindner, "Đlk Dönem Osm. Tarihinde Đtici Güç ve Meşruiyet", Söğüt'ten Đstanbul'a, der. Oktay Özel - Mehmet Öz, Ankara, 2000 Andrew Mango, “Atatürk”, Political Leaders and Democracy in Turkey, der Metin Heper, Sabri Sayarı, Lanham, Lexington Books, 2002. Şerif Mardin, Türk Toplum ve Siyaset, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 1990 Đskender Ohri, Anadolu’nun Öyküsü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987 Mücahit Özçelik, “Đkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 29 2010/2 Gökhan Özkan, “Soğuk Savaş Sonrası Orta Asya ve Kafkasya Ekseninde TürkiyeNATO-Rusya Đlişkileri ve Türk Dış Politikası’na Yansımaları”, Gazi Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12/1, 2010 104 BAKĐ ERKEN J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, Đnkılap Kitabevi, Đstanbul, 2010 Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi, Milliyet Yayınları, Đstanbul, 1989 Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Türk Muhafazakârlığının Kurumsallaşması ve Demokrat Parti, Kadim Yayınları, Ankara, 2011 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul, 2006 Helmut Uhlig, Avrupa’nın Anası Anadolu, Telos Yayıncılık, Đstanbul, 2001 Paul Wittek, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Doğuşu, Pencere Yayınları, Đstanbul, 2000 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Đletişim Yayınları, Đstanbul, 2010 http://www.belgenet.com/arsiv/ab/ab_ankara.html (25.12.2012) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1 (25.12.2012) 7SUPRANASYONAL Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi BĐR TASARRUF OLARAK Cilt: 12,ŞEKLĐ No:1 (Yıl: 2013), s.105-127 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU VE ALMANYA’DAN PROJE UYGULAMA ÖRNEKLERĐ Erol ESEN∗ Özet Đstihdam, eğitim ve karar organlarındaki temsil durumu, kadının toplumsal yaşama katılımda erkeği ne kadar geriden takip ettiğini gösteren politika alanlarından sadece birkaçıdır. Kadının bu toplumsal dışlanmışlığı, kırsal alanlara gidildikçe artan bir eğilim göstermektedir. Uzmanlar, kırsal alanların insan yaşamı için yeniden keşfedilen öneminin, kadın için de yeni fırsatları beraberinde getirdiğini düşünüyorlar. Yüzyıllarca toplumun kenarına itilen bu ikilinin, yani kırsalın ve kadının, yeni politikalardaki birlikteliği acaba başarılı olacak mıdır? Peki, doğası ve bireysel becerileri nedeniyle kırsalın değerlerini sürdürülebilir nitelikte koruyup geliştirmesi beklenen kadın, bu kalkınmadan payını da yeteri kadar alabilecek midir? Siyasi birlik yolunda vatandaşlarına tam bir fırsat eşitliği hedefleyen Avrupa Birliği, kırsal alanlarda yeni bir yaşam kalitesi ile birlikte kadının da konumunu iyileştirmek zorundadır. Birliğin bu amaçla tanımladığı kırsal kalkınma stratejilerinde kadını destekleme programları, üye ülkelerin uygulamalarıyla şekillenmektedir. Bunlar arasında Almanya hem bölgesel politikalar hem de uygulamalar açısından örnek teşkil etmektedir. Kırsalda sivil toplum örgütlerinin katılımı ve “ekonomik gelir merkezli” politikalardan “sosyal-ekolojik dengeleri” gözeten kalkınma stratejilerine geçmeyi hedefleyen Federal Almanya, kadının kırsal kalkınmaya katılımı konusunda birçok yeni uygulamaya imza atmıştır. Bu çalışmada, kırsaldaki kadının sorunları ve kadının kırsal kalkınmaya katılım yolları tartışılmaktadır. Türkçe ve Almanca alan yazını ile birlikte, Avrupa Birliği ve Federal Almanya’nın ilgili mevzuatı incelenmektedir. Bu bağlamda Almanya’da Eyaletler düzeyinde kırsal kadını destekleme programları ile ilgili örnek uygulamalar değerlendirilmektedir. Anahtar Kelimeler: Kırsal kalkınma, kalkınma stratejileri, kırsal kadın, AB programları, kadın projeleri ∗ Doç.Dr., Akdeniz Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü, AB Araştırma ve Uygulama Merkezi (AKVAM) Müdürü, Antalya. 106 EROL ESEN Abstract Employment, education and representation in decision organs are just a few policy areas that show how women follow behind men in social life. This social exclusion of women is increased in rural areas. Experts think that the re-discovered focus of the importance of human life in rural areas is bringing with it new opportunities for women, too. Women and rural life pushed the edge of society for centuries; will it again do so with the new policies? And can a sustainable development of countryside values be expected? Will individually skilled women get a share in this development? The European Union aims at complete equality of opportunity to its citizens, a new quality of life in rural areas, together with an improved position of women. The programs to support women in Union rural development strategies which have been described for this aim, are taking shape from practices of member countries. Among them, Germany is an example for regional policies and applications. The Federal Republic of Germany that targeted to move from participation of civil society organizations in rural areas and the "economic income-based" policies, to development strategies in light of "social-ecological balance". It has developed many new strategies for women's participation in rural development. In this study, we discussed women's issues in rural areas and women's participation in rural development. The Turkish and German literature, together with the relevant legislation in the European Union and the Federal Republic of Germany are examined. In this context, rural subsidy programs for women and relevant sample applications are evaluated at state level in Germany. Key Words: Rural development, development strategies, rural women, the EU programs, women's projects Giriş Kuramsal tartışmalar her ne kadar daha gerilere gitse de kırsal kalkınma, son yıllarda sık sık gündeme gelen bir konudur. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, gönüllü kuruluşlar ve birçok ülke hükümetleri kırsal kalkınma konusuna daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Toprak, su ve yeniden üretilmesi mümkün olmayan diğer doğal kaynaklar gibi en temel ekonomik faktörleri içinde barındıran kırsal alanların korunması, sadece ilgili bölge veya yerel aktörleri değil, kalkınmadan sorumlu tüm aktörleri ilgilendirmektedir. Bu boyutuyla kırsal kalkınma, son yıllarda ulusal ve uluslararası kamu politikalarının da merkezine yerleşmiştir. En temel yaşam faktörlerine sahip kırsal alanlar gibi, kadının ekonomik rolünün önemi de kalkınma stratejilerinde yeniden ele alınmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak kadın, kamu politikalarında giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Böylece şimdiye kadar hem sanayi hem de post-modern toplumun kenara ittiği her iki olguya yönelen ilgi, son yıllarda gözle görülür düzeyde artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, kadın ve kırsal alanın karşılaştırılması değildir. Çalışmada, kırsal kalkınma AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 107 politikalarının bir parçası olarak, kadının kırsaldaki konumunu güçlendirmeye yönelik programlar ve uygulama örnekleri incelenmektedir. Bu amaçla AB’nin ve özellikle Almanya olmak üzere üye ülkelerin kırsal kalkınmaya yönelik yenilikçi programları ve proje örnekleri ele alınmaktadır. Yeni kamu politikaları anlamına gelen bu değişimi anlamayı kolaylaştırması amacıyla, özellikle OECD olmak üzere uluslararası örgütler ve AB’de kırsal kalkınma politikalarının evrimi ve bununla birlikte kırsalda kadını desteklemeye yönelik ulusal politikalar ve uygulamalar değerlendirilmektedir. Bu amaçla çalışmada, kadının eğitim ve istihdam alanında karşı karşıya kaldığı sorunlar ele alınmakta ve kırsaldaki kadının sosyo-ekonomik konumunu büyük ölçüde zayıflatan faktörler tartışılmaktadır. Türkiye ve AB örneğinde ele alınan kadının konumuyla ilgili bu durum analizinden sonra, Almanya’nın güneyinde bulunan ve kırsalı bol olan Baden Württemberg Eyaleti’nde kırsal kadına yönelik destekleme programları ve uygulama örnekleri değerlendirilmektedir. Toplam dört aşamada işlenecek çalışmada, Türkçe ve Almanca alan yazınının taranması yanı sıra konuyla ilgili AB ve Federal Almanya mevzuatı incelenmektedir. Çalışma, literatür taraması, doküman analizi ve internet araştırması yardımıyla gerçekleştirilmiştir. Özellikle Almanya’da gerçekleştirilen destekleme faaliyetleri, basında çıkan değerlendirmeler ve ilgili proje sorumlularının raporları doğrultusunda değerlendirilmiştir. Kırsal alanın tanımı ve kırsalda kadının durumu üzerine tartışmalar her ne kadar AB, Almanya ve Türkiye üçgeninden seçilmişse de, bu çalışmanın amacı, bir ülke karşılaştırması değildir. Çalışmanın hedefi kısaca, kırsalda kadının evrensel nitelikteki sorunlarını ele alarak hem kırsal kalkınma hem de kırsaldaki kadının konumunu güçlendirmeye yönelik örnek uygulamaları değerlendirmektir. Kırsal Alan Kırsal kalkınmada kadının yeri tartışmasına geçmeden önce, kavramsal çerçevenin temel ögesi olan “kırsal alanı” ele almak gerekmektedir. Fiziki bir mekan olduğu kadar, beşeri ve ekonomik boyutları da içeren kırsal alan, üzerinde görüş birliği olan net bir tanıma sahip değildir. Kırsal kalkınmanın kapsadığı önemli terimlerden biri olarak Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kırsal alanı en yalın ifade ile “kentsel alanlar dışındaki mekanlar” olarak tanımlamıştır1. Özellikle son yıllarda kalkınma politikalarına, mali desteklere ve küresel boyutta stratejik kararlara da konu olan kırsal alan kavramı, birçok faktörü aynı anda içinde barındırması nedeniyle kurumdankuruma, bölgeden-bölgeye veya ülkeden-ülkeye farklılaşabilmektedir. Bugün zaman zaman “kırsal yerleşim” veya “köy” ile de eş anlamda kullanılan kırsal alan kavramı, tarım toplumunun sanayi toplumuna evrimi süreçleriyle de belirlenmektedir. Böyle yoğun bir değişime maruz kalan bu kavramı tanımlarken DPT, kırsal alanın bir takım nesnel niteliklerini baz almaktadır2: 1 Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı – Kırsal Kalkınma Özel Đhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2000, http://ekutup.dpt.gov.tr/bolgesel/oik538.pdf, (10 Şubat 2011), s. 2 2 Ibid. 108 • • • • • EROL ESEN kırsal alanlarda yaşam ve ekonomik faaliyetler önemli ölçüde doğal kaynakların kullanım ve değerlendirilmesine bağlıdır, ekonomik-toplumsal-kültürel gelişme süreci nispeten yavaş işlemektedir, gelenek ve göreneklerin yaşam biçimini ve kurallarını etkileme gücü fazladır, teknolojik gelişmenin yaşama ve üretime yansıma oranı zamana yayılmaktadır, insan ilişkilerinde yüz yüze ilişkiler göreceli olarak daha yaygındır. Zaman zaman kentsel alanın karşıtı anlamında kullanılan kırsal alanın birçok tanımı bulunmaktadır. Avrupa Konseyi’nin “Kırsal Alan için Avrupa Sözleşmesi”nde kullanılan tanıma göre kırsal alan, iç veya kıyı bölgelerinde köyleri ve beldeleri de kapsayan ve büyük bir bölümü aşağıdaki amaçlarla kullanılan alanlar olarak tanımlanmaktadır3. Bunlar: • • • • tarım, ormancılık, su ürünleri ve balıkçılık orada yaşayan nüfusun iktisadi ve kültürel faaliyetleri (zanaat, üretim sektörü gibi) kentsel olmayan alanların eğlence ve rekreasyon için değerlendirilmesi (veya doğa koruma alanı) diğer amaçlar, örneğin yaşam alanı olarak Avrupa Konseyi’nin tespitine göre: “Kırsal alanın tarımsal ve tarımsal olmayan bölgeleri, yoğun nüfusu yanısıra yatay ve dikey yapılara sahip kentsel alandan ayrı görülmelidir”4 Đktisadi Kalkınma ve Đşbirliği Teşkilatı (OECD) çalışmalarına bakacak olursak Teşkilat 1990’lı yıllardan itibaren kırsal kalkınmayı yeniden tanımlama girişimleri başlatmıştır. Yeni tanıma göre OECD kırsal alanları üç kategoride toplamaktadır: • • • kırsallığı baskın bölgeler: nüfusunun yarıdan fazlası kırsal yerleşimlerde yaşayan, önemli ölçüde kırsal bölgeler: nüfusunun yüzde 15-50 arasındaki kısmı kırsal yerleşimlerde yaşayan, kentselliği baskın bölgeler: nüfusunun yüzde 15’den azı kırsal yerleşimlerde yaşayan. Kırsal yerleşimi kentsel yerleşimden ayıran en önemli kriter olarak da, nüfus yoğunluğu gösterilmektedir. Buna göre nüfus yoğunluğu kilometrekare başına 150 kişinin altında olan yerler kırsal alan olarak tanımlanmaktadır. OECD tanımına göre 27 üyeli AB yüzölçümünün %93’ü ve nüfusun %58’i kırsal alanlarda bulunmaktadır5. AB’nin 2007-2013 Plan Döneminde kendi politikaları 3 Pierre Antoine Barthelemy ve Claude Vidal, Der ländliche Raum der Europäischen Union, http://ec.europa.eu/agriculture/envir/report/de/rur_de/report.htm, (10 Şubat 2011) 4 Ibid. 5 Cornelia Krajasits, Zur Typisierung von ländlichen Räumen im deutschsprachigen Raum – Konsequenzen für einen differenzierten Umgang mit der sozio-demographischen Entwicklung, http://www.oekosozial.at/uploads/tx_osfopage/krajasits.pdf, (10 Şubat 2011), s. 1 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 109 için baz olarak kabul ettiği bu OECD tanımının arkasında çok farklı özellikler gösteren bölgeler bulunmaktadır. Kırsal alanların çeşitliliğini tespit etmek, seçenek ve kalkınma olanaklarını güvence altına almak ve bölgesel farklılıkları siyasi analizlerde dikkate alabilmek için OECD bu alanları ulusal ekonomilerle entegre olma derecesine göre de sınıflandırmaktadır6. Buna göre, • artan nüfus ve gelişen ekonomilere sahip “entegre kırsal alanlar”: bunlar, çoğu kez büyük bir yerleşim merkezinin yakınında bulunan ve ortalama gelirin üstünde bir gelire sahip kırsal alanlardır. • Kentsel merkezden oldukça uzak ancak büyük şehirlerle iyi bir ulaşım bağlantısına sahip “orta derece kırsal alanlar”: bunlar genellikle tarım veya tarımla ilişkili faaliyetlerden gelirini sağlarlar. • Şehirlerden uzak, oldukça düşük nüfus yoğunluğuna sahip “tam kırsal alanlar”: bunların karakteristik özellikleri; yaşlanmış nüfus, düşük alt yapı, temel hizmetler, düşük gelir seviyesi, düşük eğitim düzeyi ve ulusal ekonomiden kopuk. Böylece kırsal alan, Avrupa Konseyi tarafından bütüncül bir yaklaşımla farklı bölge tiplerine sahip “bağımsız, kalkınması ve geliştirilmesi gereken bir yaşam alanı olarak kabul görmüştür”7. Kırsal alanın kentsel alandan ayrı görülmesine önem veren OECD, kırsal alanların nüfus yapısını ve kentsel yerleşimlere yakınlığı ve ulusal ekonomilerle entegre düzeyini ön plana çıkarmaktadır. Buna karşılık Avrupa Birliği (GD IV), kırsal alanı tanımlarken nüfus yoğunluğu ile doğrudan ilişkili olan kentleşme düzeyinden hareket etmektedir. Burada sözü geçen kentleşme terimi, üye ülkelerin işgücü tespiti yöntemiyle ilişkili olup, ilgili bölgenin tanımlanmasına yaramaktadır. Buna göre Avrupa bölgeleri üç kategoride toplanmaktadır8: • • • yoğun yerleşimli bölge: birbirine yakın birçok yerleşim yerlerinden oluşur; her birinin nüfus yoğunluğu kilometrekare başına 500 kişi ve toplam nüfusu en az 50.000 olan. Orta derece yerleşimli bölge: birbirine yakın, ancak nüfus yoğunluğu fazla olmayan yerleşim yerlerinden oluşan alan; bunlardan her biri kilometrekare başına 100 kişi ve toplam nüfusu en az 50.000 veya yoğun bir yerleşim merkezine yakın. Düşük yerleşimli bölge: birbirine yakın yerleşimlerden oluşan, ancak başka bir yerleşim bölgesine dahil olmayan alan. Bununla birlikte AB, kırsal bölgeleri karakterize etmede nüfus yoğunluğu, nüfus gelişmesi ve nüfusun yapısı gibi ek faktörler dikkate almaktadır. Örneğin nüfus yoğunluğu bağlamında kentsel alan olarak geçen bölgeler kilometrekare başına 150-500 kişi arasında değişmektedir. Bu sayının altında kalan bölgeler ise kırsal alan olarak 6 Ibid.; Metin Can, Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Programlarının Türkiye’nin Kırsal Kalkınması Açısından Đncelenmesi: SAPARD ve IPARD Örneği, Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü (Yay.), Ankara, 2007, s.3-4 7 Roland Norer, Lebendiges Agrarrecht: Entwicklungslinien und Perspektiven des Rechts im ländlichen Raum, Wien, 2005, 562 8 Pierre Antoine Barthelemy ve Claude Vida, op.cit. 110 EROL ESEN kabul edilmektedir9. Nüfus gelişmesi ise hem doğum oranlarına bağlı olarak doğal nüfus artış veya azalışlarını, hem de göç yoluyla bölge nüfusundaki değişimleri dikkate almaktadır. Nüfus yapısı da bölgenin gençleşme veya yaşlanma kapasitesini ortaya koyması açısından önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Çiftçilerin yaşına bağlı olarak ilgili kırsal bölgenin yenilik yeteneği ve tarım işletmelerinin ömrü konusunda fikir yürütmek mümkündür. Kırsal alanların belirlenmesinde diğer tanımlayıcı faktörler olarak da bu alanların gelir ve istihdam düzeyi, arazi varlığının durumu, ki özellikle tarım için kullanılabilir arazinin oranı ve çevre konuları da dikkate alınmaktadır. AB’nin Kırsal Kalkınma Politikaları Avrupa Konseyi ile başlayan ve AB tarafından sürdürülen kırsal alanlara bakıştaki değişim, 1990’lı yılların başında yeni bir aşamaya ulaşmıştır. AB Komisyonu, Ortak Tarım Politikası’nın (OTP) önemli bir aracı olan Yapısal Fon’un kullanımında ve kırsal kalkınma politikalarında geçerli olmak üzere 1991 yılında LEADER (Liaison l’Entre Actions pour le Development de l’Economie Rurale) adı altında yeni bir girişim başlatmıştır. Türkçeye ‘Kırsal Ekonominin Kalkındırılması için Faaliyetler Arasındaki Bağlantılar’ olarak çevrilebilecek bu Program, aynı zamanda bir yaklaşımı da ifade etmektedir. Hatta daha da ileri giden tanımlar bunun “…belirlenmiş tedbirlerin uygulanmasından çok, kırsal kalkınmanın orada yaşayan kırsal topluluklar aracılığıyla gerçekleştirilmesi için bir metod…”10 olduğunu ifade etmektedirler. LEADER Programı yenilenerek bugün halen sürdürülmektedir. Bunda Programın çeşitli nitelikleri etkili olmuştur: Bu yaklaşımın yardımıyla kırsal problemlere karşı geliştirilen yenilikçi çözümler, buralarda yaşayan insanların yaşamlarında gerçekleştirilen değişimler, yerel toplulukların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik örnek çözümler ve bunların yaygınlaştırılması. Zamanla kırsal alanların kalkınmasına yönelik AB Programlarında başka yenilikçi politikalar da LEADER’a eklenmiştir. Topluluğun o zamana kadarki ortak tarım politikalarını gözden geçiren çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu ilk tanımlar, 1990’lı yılların ikinci yarısında yeni faktörleri de ortaya çıkarmıştır. Üretim miktarı, ürün fiyatları, ürün standartları, kotalar ve ortak piyasa düzenlemesi gibi daha çok tarım odaklı yaklaşımların yetersizliği yeni arayışları da beraberinde getirmiştir. Kırsal alanlardaki sorunlara daha bütüncül bir yaklaşımın öne çıktığı tartışmalar, 1996 yılında Đrlanda-Cork’da gerçekleştirilen Kırsal Kalkınma Konferansı ile ilk kez somut önerilere dönüşmüştür11. Açıklanan Deklarasyon’da 10 maddede toplanan tespitlerle sürdürülebilir kırsal kalkınmada yerindenlik, koordinasyon, katılım ve işbirliği ilkelerinin önemi vurgulanmıştır. 9 Ibid. Hüseyin Altundağ, AB Kırsal Kalkınma Politikasında LEADER Yaklaşımının Yeri ve Türkiye’de Uygulamaya Yönelik Yapılan Çalışmalar, Uzmanlık Tezi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış Đlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı (Yay.), Ankara, 2008, s. 12 11 Sonuçlar için bkz.: Pierre Antoine Barthelemy ve Claude Vida, op.cit. 10 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 111 Topluluğun OTP’sini önemli değişikliklere uğratan ve kırsal kalkınmada somut düzenlemeleri beraberinde getiren ilk belge ise “Gündem 2000”dir. AB Komisyonu’nun kırsal kalkınma başlığı altında topladığı toplam 22 maddelik öneri paketi, üye ülkelere bir tür “menü” olarak sunulmaktadır. Bu belge ile kırsal kalkınma, yapısal fonların desteğinden yararlanan üç alandan biri haline gelmiştir. Belgede sunulan ve OTP’de önemli değişiklikleri de beraberinde getiren öneriler, üye ülkelerin kendi ihtiyaçlarına uygun seçebilecekleri, revize edebilecekleri veya farklı şekillerde kombine edebilecekleri önlemler niteliğindedir12. Kırsal alanların geliştirilmesine yönelik politikaların güçlendirilmesi amacıyla Haziran 2003’te OTP’deki ilk kapsamlı değişiklikleri içeren yeni yaklaşımlar13, Kasım 2003’te Avusturya-Salzburg’ta düzenlenen ikinci Avrupa Kırsal Kalkınma Konferansı’nda kapsamlı tanımlara dönüşmüştür. Geleceğin kırsal kalkınma politikalarının kapsaması istenen önemli alanlar, Konferans’ın sonuç belgesinde şu şekilde tespit edilmiştir: Tarım ve ormancılık, geniş anlamda kırsal kalkınma, gıda ürünlerinin kalite ve güvenliği, kamu hizmetlerine ulaşım, AB’nin tüm alanlarının dahil edilmesi, dayanışma, önemli yerel aktörlerin katılımı, ortaklık ve düzenlemelerin yalınlaştırılması14. Tarım odaklı politikalardan uzaklaşıp daha kapsayıcı, tarım dışı alanlarda da çeşitliliği artırıcı ve özellikle kırsal alanlarda yeni kalkınma potansiyeli olarak kadın ve gençlerin desteklenmesi ve alternatif istihdam olanaklarının yaratılması gibi yeni politikalar, AB’nin OTP’de yenilikçi bakışının gün yüzüne çıktığının en somut göstergesi olmuştur. AB’nin 1698/2005 nolu Konsey Düzenlemesi’nde15 ifadesini bulan 2007-13 Kırsal Kalkınma Programı “süreklilik ve değişim” anlayışı içinde formüle edilmiş bir belgedir16. Belgeye göre üye ülkeler, kırsal alanların kalkındırılmasına yönelik entegre programlar için destek almaya devam etmektedirler. Ancak stratejik içerikler ve kırsal alanların sürdürülebilir kalkınmasını öngören programların geliştirilmesi şekli değişmektedir. Bu amaçla üç siyasi hedef alanı kabul edilmiştir. OTP’nin önemli hedefleri arasına giren “kırsal kalkınma” ile ilgili yeni politikalar şu şekilde başlıklandırılmıştır: • • Tarım ve ormancılık alanlarında rekabet gücünün artırılması. Bunun için tespit edilen faaliyet alanları: insan kaynakları, fiziki sermaye ve tarım üretimi ve ürünlerinin kalitesi. Cevre ve arazi yönetiminin desteklenmesi. Đlgili faaliyet alanları: tarım arazilerinin sürdürülebilir nitelikte işlenmesi ve ormanlık alanların sürdürülebilir nitelikte kullanılması. 12 Europäische Kommission, Die EU-Politik zur Förderung der Entwicklung des ländlichen Raums, 2007-2013, 18.12.2006, s. 4 13 Đlgili 17.5.1999 tarih ve 1257/99 sayılı Konsey düzenlemesi için bkz.: ABl. L 160, 26.6.1999 14 Europäische Kommission, op.cit. s. 5-6; Roland Norer, op.cit. s. 563 15 Đlgili 20.9.2005 tarih ve 1698/2005 sayılı Konsey Düzenlemesi için bkz.: ABl. L 277, 21.10.2005 16 Ibid. s. 7; Hasan Yılmaz ve Ahmet Tolunay, “Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Politikalarında Yeni Yönelimler ve Türkiye”, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, C. 1, 2007, s. 11-14 112 • EROL ESEN Ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesi ve yaşam kalitesinin artırılması. Đlgili faaliyet alanları: yaşam kalitesi, ekonomik çeşitlilik ve mesleki beceriler kazandırılması. Şekil 1. Kırsal Kalkınma Düzenlemesi – Stratejik Yaklaşım17 Kırsal Kalkınma 2007-2013 Düzenlemeler Finansman Ekolojik Çeşitlilik ve Yaşam Kalitesinin Artırılması Çevre ve Arazi Yönetimi Amaçlar Rekabet Gücünün Artırılması LEADER Ekseni Planlama, Finansman, Destek ve Değerlendirme için ‘tek’ düzenleme Kırsal Kalkınma için ‘tek’ Fon Tüm kırsal kalkınma programlarının altında toplandığı bu üç tematik eksen (Rekabet Gücü, Çevre ve Arazi ve Ekolojik Çeşitlilik, bkz. Şekil 1), daha önce değinilen metodik bir eksen olan LEADER ile tamamlanarak bir bütün oluşturulmuştur. Her üç tematik alan ve metodik önceliğe giren projeler çerçevesinde üye ülkelerin belli oranda yapmak zorunda oldukları kendi katkıları aynen korunmuştur. Buna karşılık bir tarafta AB destekleri için ortak öncelikler üzerinde uzlaşılırken, diğer tarafta üye ülkeler ve bölgelerin ihtiyaç duyabilecekleri esneklik de sağlanmıştır. Bu amaçla desteklenecek programlarda kullanılacak mali kaynaklar ise “Kırsal Kalkınma için Avrupa Tarımsal Fonu” (ELER) adı altında tek bir fonda toplanmıştır. Ayrıca bürokratik engelleri azaltma ve desteklenmek istenen kırsal kalkınma programlarının uygulanmasını kolaylaştırmak amacıyla planlama, finansman, raporlama ve denetleme ile ilgili düzenlemeler tek bir belgede toplanmıştır. Yaklaşık 77,5 milyar Euro AB kaynakları ve 28,5 milyar Euro üye ülkelerin katkılarından oluşan toplam 107 milyar Euroyu bulan bir Fon oluşturmuştur. Bu Fon’un yukarıda değinildiği şekilde sadeleştirilmiş olması, 200713 Programı’nın belki de en yenilikçi boyutunu oluşturmaktadır. 17 Europaeische Kommission, op.cit. yararlanılmıştır AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 113 “Çalışan Yoksullar”: Kadın Đstihdamının Sorunları Nasıl ki AB’de kırsal alanın yeniden tanımlamasıyla kırsal kalkınmada tarımsal üretimin ötesine geçen bir yaklaşım benimsendiyse, kırsal kalkınmanın önemli aktörlerinden biri olarak kadının yeni politikalardaki rolünün değişmesi de bir zorunluluk haline gelmiştir. Kadınların, kalkınmadaki gerçek konumuna uygun olarak yeni politikalarda dikkate alınmaları, onların hem sosyo-ekonomik konumlarının iyileşmesini hem de hedeflenen kalkınmanın sürdürülebilirliğini sağlar. Ancak bu çözümler, bir takım yeni idari ve hukuki düzenlemelerle bulunabilecek kadar kolay değildir. Burada özellikle kırsaldaki kadınların siyasi, sosyal ve kültürel konumlarını sürdürülebilir nitelikte değiştirecek somut önlemler gerekmektedir. Çalışmanın sınırları da dikkate alınarak, kırsaldaki kadının mevcut sosyo-ekonomik konumu ile ilgili önemli faktörlerden biri olan istihdam konusu incelenecektir. Kuzeyden Güneye gidildikçe farklılaşan, ancak hemen her ülkede kadınlar için karakteristik olan faktörleri burada irdelerken, bir ülke veya bölgeye bağlı kalınmayacaktır. Daha sonra tartışılacak uygulama örneklerinin özellikle Almanya’dan seçilmesi nedeniyle bu bölümde yapılacak değerlendirmeler daha çok AB, Almanya ve Türkiye üçgeninden seçilmiştir. Burada kadının istihdam durumunu kavramsallaştırmak üzere seçilen “çalışan yoksullar, working poor”18 olgusu şüphesiz dünyanın birçok bölgesinde kadınların paylaştıkları ortak kaderin de bir ifadesidir. Dünya’da toplam çalışma saatlerinin üçte ikisini kadın işi oluştururken, kadınlar dünya gelirinin sadece %10’unu elde etmektedirler19. Ücretlerde cinsiyete bağlı “aşağıya doğru yarış”, küreselleşmenin de etkisiyle halen son hızla devam etmektedir. Bunun sonucu ücretler düşmekte ve çalışma koşulları daha da zorlaşmaktadır. Hatta bazı araştırma bulgularına göre, kadın-erkek eşitsizliğinin yoğun olduğu bölgelerde yoksulluk önlenememektedir. Bundan en olumsuz etkilenen grup, büyük çoğunluğu günde yaklaşık 1 Dolar kazanan yine kadınlardır. Birleşmiş Milletlerin bulgularıyla devam edecek olursak kadınlar, Dünya yoksul nüfusunun %70’ini oluştururken20, Dünya mal varlığının sadece %1’ine sahiptirler. Başta Afrika olmak üzere Dünya’nın birçok az gelişmiş bölgelerinde kadına özgü bu durum, Türkiye’de özellikle kırsal kesimlerde en sık rastlanan olgudur. Yukarıdaki veriler ışığında kadın istihdamındaki duruma bir göz atacak olursak, Grafik 1’de de görüldüğü gibi Türkiye’de işgücüne katılan kadınların oranı Avrupa’daki istihdam oranlarına göre iyi bir tablo sergilememektedir. Grafik 1’de görüldüğü üzere, 2000 yılında erkekler yaklaşık %74 oranında işgücüne katılım 18 Christa Randzio-Plath, “Frauen gestalten den Wandel”, Marie-Schlei-Verein e.V. (der.), Frauen bringen Wandel – Bilanz und Perspektiven einer geschlechtergerechten Entwicklungszusammenarbeit, Dokumentation der Veranstaltungen am 20. und 21. April 2007, Hamburg, 2007, s. 13 19 Milliyet, 11.3.2012, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20097473.asp (19.7.2012); Bundesministerium für Wirtschaftliche Zusammenarbeit und Entwicklung, BMZ Materialien 172, Stärkung der Teilhabe von Frauen in der Entwicklungszusammenarbeit, s. 4 20 http://www.hekimpostasi.org.tr/2012/03/08/saglik-alaninda-kadin-saglik-calisanlarina-yoneliksiddet/ (19.9.2012); Mustafa Öztürk ve Başak Işıl Çetin: Dünya’da ve Türkiye’de Yoksulluk ve Kadınlar, Journal of Yasar University, 3(11), 2661-2698, s. 2680 vd., http://joy.yasar.edu.tr/makale/no16_vol4/09-OZTURK-CETIN.pdf (19.7.2012) 114 EROL ESEN gösterirken, kadınların aynı yıl işgücüne katılım oranı sadece %27 düzeyinde kalmıştır. Bu oran daha sonraki yıllarda düşerek devam etmiştir. Türkiye’de kadın ve erkeklerin işgücüne katılım oranlarını 1960’tan itibaren gösteren Grafik 1’e göre kadınların bugünkü durumu, 1960’da %65’i geçen işgücüne katılım oranına göre yaklaşık üç kat daha düşüktür. Oysa kadınların işgücüne katılımı açısından AB ortalaması yaklaşık %62 civarındadır. En yüksek katılım yaklaşık yüzde 77 ile Đsveç’te görülmektedir. Almanya’daki sayılara bakacak olursak yaklaşık %65 ile Avrupa ortalamalarına yakın gözükmekle birlikte, %76 olan erkeklerin işgücüne katılım oranına göre aradaki fark azımsanmayacak kadar yüksektir21 . Grafik 1: Türkiye’de işgücüne katılım oranındaki değişim22 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 93,6 79,76 65,35 78,22 79,46 73,7 60,25 50,8 42,76 45,77 50,9 26,6 25,9 26,3 1 2 3 52,3 4 Kadın 5 6 26,8 7 8 Erkek Almanya’daki sayılarla devam edecek olursak, düşük ücretli çalışan kadınların oranı erkeklere göre yaklaşık iki kat daha fazla görünmektedir. Alman Đstatistik Kurumu’nun 2009’da yayınladığı verilere göre Almanya’da düşük ücretli çalışan kadınların oranı %27 civarında iken, bu durum erkeklerde yaklaşık %14’tür. Yine çalışan kadın ve erkeklere ödenen ücretler açısından da AB ülkelerindeki farklılıklar büyüktür. Buna göre üye ülkelerde çalışan erkekler kadınlara göre ortalama %18 daha fazla ücret alırken, Almanya’da bu oran %23’ün üzerine çıkmaktadır. Bu durum iki nedenden dolayı ortaya çıkmaktadır: Bunlardan ilki kadınların hem normal istihdamda hem de kısmi zamanlı istihdamda daha düşük ücretli işlerde çalışıyor olmalarıdır. Diğer bir neden ise mesleki eğitim düzeyi. Almanya’da düşük ücretli çalışanların %30’u herhangi bir meslek eğitimine sahip değilken, düşük ücretli çalışan kadınların %14’ü bir meslek eğitimi diplomasına sahip; yüksek okul mezunu düşük ücretlilerin oranı ise sadece %4 civarında23 kalmaktadır. 21 www.jjahnke.net, (4 Ocak 2011) http://www.tuik.gov.tr, (20. Mayıs 2013); ayrıca yatay değerler: 1: 1960; 2: 1970; 3: 1980; 4: 1990; 5: 2000; 6: 2010; 7:2011; 8: 2012 23 Alman Đstatistik Kurumu’nun kadın istihdamıyla ilgili verileri için bkz.: Statistisches Bundesamt, Niedrigeinkommen und Erwerbstätigkeit, http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/Presse/pk/2009/Erwerbstaeti 22 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 115 TÜĐK 2009 verilerine göre Türkiye’de kadınların toplam işgücüne katılım oranı düşük olsa da, kırsal bölgelerde bu oran %48’e kadar yükselmektedir 24. Bununla birlikte kırsal alanda istihdam edilenlerin %63’ü tarımda yer alırken, bunların yaklaşık %48’ini kadınlar, yüzde 52’sini de erkekler25 oluşturmaktadır. Buna karşılık kırsal alanda istihdam edilen kadınların %84 gibi büyük bir bölümü tarımda çalışırken, bu oran erkekler için %51’e kadar düşmektedir. Buna göre kadınların kırsal alanda işgücüne katılım oranı yükselmekte; kırsal alanda çalışan kadınların büyük bir bölümü ise tarımda istihdam edilmektedir. Kadın yoksulluğunu önemli ölçüde etkilemesi itibarıyla, 2007 yılında toplam istihdama katılan kadınların %38’i, kırsal alanda ise % 77’si ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken, çalışan kadınların %64’ü herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı görünmemektedir. Bunların da %59’unu ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınlar oluşturmaktadır. Ayrıca ücretli veya maaşlı çalışan kadınların %22’si, yevmiyeli olarak çalışan kadınların %94,5’i, işveren kadınların %29’u, kendi hesabına çalışan kadınların %92’si herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmaksızın çalışmaktadır26. Ancak kadın istihdamının ayırt edici bir diğer özelliği de ücretsiz aile işçiliğinde kent-kır farklılığıdır. Tarımda çalışan kadınların %75’i ücretsiz aile işçisi iken, kentte istihdama katılanların sadece %0,05’i ücretsiz aile işçisidir. Kırsalda kadının tarımsal faaliyetlere katılım şeklini belirleyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bunlar, hane ve arazi büyüklüğü, emek kullanım biçimleri ve türüne göre değişmektedir. Kadınların tarımda yoğunlukla katıldığı faaliyet alanları, ürün toplama ve çapalama olduğu kadar, yabancı otların ayıklanmasıdır. Bu bağlamda kadınların katılmadığı faaliyetler olarak ürün satışı, sürüm, gübreleme ve sulama olarak ifade edilebilir27. Kadının tarımda istihdam türlerinden bir tanesi de sebze yetiştiriciliğidir. Burada tohumun ekilmesi, fidelerin dikilmesi, sulama, çapalama, toplama ve ürünlerin kurutulması gibi faaliyetleri kadınlar üstlenmektedirler. Bir diğer alan olarak hayvancılıkla ilgili faaliyetler gelmektedir. Bunlar, hayvanlara su vermek, ahır ve ağıl temizliği ve sağım gibi faaliyetlerdir. Otlatma ve kırkım ise daha çok erkek işi olarak bilinmektedir. Kırsalda kadın son olarak mevsimlik göçe de katılmaktadır. Bu durum hanenin sahip olduğu toprak durumuna bağlı olarak tüm kadınların katıldığı gibi, kısmi mevsimlik göç de olabilmektedir. Özellikle toprak dağılımındaki eşitsizliklerin yoğun olduğu bölgelerde sık rastlanan mevsimlik kadın işgücü göçü de olsa, ücretler gkeit/begleitheft__Erwerbstaetigkeit,property=file.pdf, 19.8.2009, (26 Ocak 2011); ayrıca bkz.: http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/ (26 Ocak 2011) 24 Olhan, Emine, Türkiye’de Kırsal Đstihdamın Yapısı, s.10, 2011, FAO 25 Türkiye ve Dünya’da Kadının durumu için bkz. http://www.tzob.org.tr/tzob_web/rapor.htm, (14 Eylül 2010); 26 Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı – TEPAV, Kadın Yoksulluğu, Ülker Şener (Araştırmacı), 2009, s. 7; Metin Berber ve Burçin Yılmaz Eser, “Türkiye’de Kadın Đstihdamı: Đlke ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz”, “Đş, Güç” Endüstri Đlişkileri ve Đnsan Kaynakları Dergisi, Cilt 10 (2), 2008, s. 3 27 Yakın Ertürk, “Türkiye’de Sosyo-Ekonomik Gelişme ve Kırsal Kadının Konumu”, Kadın ve Sosyo-Ekonomik Gelişme, KSS Gn. Md. (yay.), Ankara, 1996; Eskişehir Valiliği Đl Tarım Müdürlüğü, Bölgesel Kırsal Alanda Kadın Çalıştayı, 24-26 Eylül 2009, Eskişehir, 2009, s. 22 116 EROL ESEN kendileri tarafından değil, evin reisi tarafından alınmaktadır. Çoğu kez ücretsiz işçiliğin payına düştüğü kırsal dünyada kadın, çalışsa da ekonomik bağımsızlığını sağlayamamakta, erkeğe bağımlılığı devam etmektedir28. Kırsal kesimde yüksek oranda kadın istihdamına rağmen ücretsiz aile işçiliği nedeniyle düşük gelirli olması ve kadının konumunun erkeğe göre daha zayıf olmasının diğer nedenlerine de kısaca bakacak olursak şunları tespit edebiliriz: Kırsal alanda kadının sosyo-ekonomik konumunu etkileyen önemli faktörlerden bir tanesi de göç olgusudur. Erkeklerin daha mobil olması nedeniyle, eşin gitmesi kadınları üstlenmek zorunda oldukları yeni sorumluluklar sonucu daha hareketsiz ve erkeğe daha bağımlı hale getirmektedir. Bir diğer faktör ise, kadına verdiği birçok olumlu katkıdan bağımsız, yeni teknolojilerin kadınların statüsünü gerilettiği ve kadın-erkek eşitsizliğini güçlendirdiğidir29. Çünkü kadınlar kentsel emek piyasalarında ikincil konuma düşmüş, erkek ve kadınlar arasındaki hiyerarşi daha da artmıştır30. Sonuç olarak kadının aile ekonomisine katkı alanları genellikle statüsü düşük, istihdamı erkeğin istihdamına ek bir faktör olarak görülen ve hane içinde yaptıkları üretken emek olarak görülen bir konumdadır. Buna karşılık kırsalda kadın geleneklerin en yoğun yaşandığı toplumsal kesime dahildir. Cumhuriyetin kurulmasıyla kabul edilen Medeni Kanun, her ne kadar çok kadınla evlenmeyi kaldırmış ve kadına da boşanma hakkı tanımışsa da, köylerde çok eşli ve imam nikahlı evlenme yahut “kuma” alma gibi durumlar sayıca azalsa da günümüzde halen devam etmektedir. Yasalarla 18 olarak belirlenen evlenme yaşına rağmen köylerde 12-13 yaşında evlendirilen kız çocuklarının sayısı hiç de az sayılmaz. Gelişme çağını henüz tamamlayamadan ağır sorumluluklar altına giren ve herhangi bir mesleki eğitim alamayan kadınlar erkeklere göre daha dezavantajlı konuma düşmektedirler. Ekonomik nedenlerin de etkisiyle halen sürdürülen bu gelenekler, az gelişmiş bölgelerde kırsal kadının konumunu erkeğe daha da bağımlı hale getirmektedir. Köylerde modern yasa hükümleri değil, gelenekler, görenekler hatta Şeriat hükümleri işlev görmektedir. Bunun bir sonucu olarak Türkiye’de kırsal kesimlerde kadın-erkek eşitliğinden söz etmek de olanaksızdır31. Đstihdamla ilgili sorunlar ve sosyo-kültürel olgular sonucu kadının kırsalda “sınırsız sömürülebilir doğal kaynağa”32 dönüşmesini önlemek için yeni kamu politikaları gerekmektedir. Bunlardan biri olan eğitim durumuna baktığımızda, 199728 Yakın Ertürk, op.cit. Marese Hoffmann, Frauen im ländlichen Raum und Ökologie, http://www.frauenakademie.de/dokument/img/hoffmann.pdf, (15 Eylül 2010), s. 5 30 Ertürk, op.cit. s.2; Aygül Fazlıoğlu, “Kadının Kırsal Kalkınmadaki Yeri: GAP Örneği”, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ve Tarım Ekonomisi Derneği V. Tarım Ekonomisi Kongresi, 18-22 Eylül 2002, Erzurum, http://www.gap.gov.tr/Turkish/Sosprj/gapornek.html, (15 Eylül 2010) 31 Yakın Ertürk, op.cit. s. 13; Fazlıoğlu, op.cit.; Đpek Đlkkaracan ve Pınar Đlkkaracan, “Kuldan Yurttaşa: Kadınlar Neresinde?”, 75 Yılda Tebaadan Yurttaş’a Doğru, Tarih Vakfı Yayınları, Ankara, 1998 32 Marese Hoffmann, op.cit. s. 7 29 117 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 2006 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte Türkiye’deki okur-yazar oranında yaklaşık %2’lik bir artış görülmektedir (Tablo 1). Bu durum kadınlarda erkeklere nazaran daha yüksektir. Daha sonraki yıllara bakıldığında bu oranlar 2008 yılı için erkeklerde 95,9, kadınlarda 84,1; 2009 yılında erkeklerde 96,4, kadınlarda 85,4; 2010 yılında erkeklerde 97,3, kadınlarda 88,1 ve 2011 yılında ise erkeklerde 97,9, kadınlarda 90,3 düzeyine yükselmiştir33. Şu durumda Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinde kadınların eğitimi konusunda küçük de olsa bir ilerleme kaydettiği söylenebilir. Tablo 1: Türkiye’de Okur-Yazar Oranları34 1997 1998 1999 2000 85,2 85,1 85,3 85,9 Toplam 94,0 94,0 93,9 94,4 Erkek 76,6 76,3 76,9 77,6 Kadın 2001 86,3 94,6 78,1 2002 86,4 94,5 78,3 2003 86,3 94,5 78,2 2004 87,5 95,3 79,9 2005 88,3 95,7 81,1 2006 87,4 95,3 79,6 Đstihdam durumunun eğitim düzeyiyle doğrudan ilişkisi TUĐK’in 2010 yılı verilerinde de kendini göstermektedir. Buna göre Türkiye’de toplam işgücüne katılım oranı %48,2 ile Mart 2010’da bir önceki yıla göre %1,7 (TUĐK 2010) yükselmiştir. Son bir yıldaki bu artış kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık 3 kat daha fazladır (%0,8’e karşılık %2,4). Bunu eğitim durumuna göre değerlendirecek olursak, Lise altı nüfusun istihdama katılım oranı erkekler için %68,4 olurken, kadınlarda %22,6 ile ortalama işgücüne katılım oranının (Mart 2010: %26,8) altında kalmaktadır. Buna karşılık yükseköğretim mezunu erkeklerin işgücüne katılım oranı %84,4 iken, bu oran kadınlar için %71,8’dir. Đstihdam açısından önemli olan bu verilere göre, artan eğitim düzeyiyle hem kadınların işgücüne katılım oranı artmakta, hem de kadın ve erkeklerin işgücüne katılım oranları arasındaki fark düşmektedir. Bu durum yukarıda değinilen Almanya’da eğitim düzeyindeki farklılaşmanın ücretlere de aynen yansıdığı ve örneğin mesleki eğitimi olmayan kadınların %30 oranında düşük ücretli işlerde çalıştıkları gerçeğini hatırlatmaktadır. Kırsalda Kadının Konumunu Etkileyen Diğer Faktörler Dünyanın birçok gelişmiş bölgesinde istihdam ve eğitim alanında yukarıda tartışılan sorunlar, bu ülkelerde kadının sosyo-ekonomik konumunu erkeklerle kıyaslandığında kat be kat olumsuz yönde farklılaştırmaktadır. Eğitim düzeyi düşük, ülke istihdamına katılımı en alt düzeyde seyreden ve gelir seviyesi erkeklerinkini çok geriden takip eden az gelişmiş ülkelerdeki kadınların bu evrensel nitelikleri, kırsala gidildikçe gelişmiş ülkelerdeki kadınları da pençelerine almaktadırlar. Birçok üye ülkede rastlanan bu gerçek, 2000’li yılların başından itibaren AB’nin özellikle tarım politikalarında yeni bir hareketlenmeyi beraberinde getirmiştir. Kadının bu sorunlarına karşı geliştirilen önlemlere geçmeden önce, AB ülkelerini de içine alan geniş bir coğrafyada büyük benzerlikler gösteren kırsal kadının konumuna bir göz atmak gerekir. 33 34 TÜĐK, Đstatistik Göstergeler, 1923-2011 www.tuik.gov.tr (15 Eylül 2010) 118 EROL ESEN Ortak Tarım Politikası’nda gerçekleştirilen reformlar sonucu AB, kırsalda kadın konusunda yeni politikalar oluşturma çabasına girmiştir. Üye ülkelerin bu alandaki politikalarına önemli bir zemin teşkil eden, ama aynı zamanda bu ülkelerin kırsal kalkınmaya yönelik programlarını destekleme koşullarını belirleyen AB düzenlemeleri, tarımsal üretim yerine kırsal kalkınmayı hedef alan bütüncül bir tutumu yansıtmaktadır. Çünkü AB nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı ve Topluluk yüzölçümünün %90’nını geçen kırsal alanlar, son 10 yılda AB politikalarında büyük önem kazanmıştır. Gelişmişlik düzeyi, ülke ekonomilerinin durumu, AB üyeliğinin süresi gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak topluluk ülkelerine hatta bölgelere göre farklılaşan bu öncelik, her ülkeye göre değişebilmektedir. Ancak kırsal kadın kimdir? Kırsaldaki kadınla ilgili olarak öncelikle şunu tespit etmek gerekir: kırsalda kadın dendiğinde sadece çiftçi veya tarımla uğraşan kadınlar anlaşılmamalıdır. Bu terim, kırsalda yaşayan tüm kadınları kapsamaktadır. Buna tarım dışında çalışan kadınlar da dahildir. Dolayısıyla AB sınırları içerisinde kırsalda yaşayan kadınların sayısı hiç de azımsanmayacak kadar yüksektir. Nüfusunun yarısının kırsal alanlarda yaşadığı düşünülürse, Almanya’da da bu politikalardan etkilenen kadınların sayısı aynı şekilde yüksektir. Bu nüfus yoğunluğu yanı sıra kırsal alanlardaki erkeklerin genellikle kentsel alanlarda bulunan iş yerlerine gidip gelmeleri ve çalışmak üzere daha uzun süreli başka bölgelere veya ülkelere gitmeleri, kadınların aile içinde daha fazla sorumluluk yüklenmelerine neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak da kadınların bulundukları yerlere daha sıkı sabitlendikleri, hatta bağımlı duruma geldikleri söylenebilir. Bunun başka bir sonucu daha vardır ki, o da kırsal alanlarda çalışma saatlerinin üçte ikisi gibi büyük bir bölümünün kadınlar tarafından üretilmesidir. Uzmanlar bu bağlamda kırsal alanların “feminizasyonu”ndan da (Feminisierung35) söz etmektedirler. Bununla birlikte tarımın makineleşmesi ve dünya pazarlarında hüküm süren şiddetli rekabet koşulları nedeniyle birçok hizmet grubunun kentlere göç etmesi sonucu kırsal alanların hizmetler açısından da yoksunlaşması olgusu gözlemlenmektedir. Yani hizmetçi, usta ve benzeri yardımcı işlerde destek olan meslek gruplarının ayrılmasıyla, kırsaldaki kadınların iş yoğunluğu daha da artmakta ve bu alanların “feminizasyonu” hızlanmaktadır. Kırsal alanlarda kadınların iş ve yaşam koşullarının yoğunlukla etkilendiği bir diğer konu ise, erkeklerin yanı sıra genç nüfusun da daha büyük yerleşim alanlarına sürekli veya geçici olarak göç etmeleridir. Bunun bir sonucu olarak kadınlar, kırsalda kalan daha yaşlı nüfusla birlikte yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bunun kadınlar açısından sosyal ve ekonomik sonuçları da vardır: nüfusun yaşlanması, oradaki yaşam kalitesini düşürmekle kalmamakta, yaşlı yakınların bakımı da çoğu kez kadınların üstüne kalmaktadır. Kırsal alanların feminizasyonunu etkileyen bir faktör olarak değerlendirilen bu gelişme, kadınların iş yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Bunun bir 35 Doris Janshen, “Zwischen Tradition und Aufbruch: Frauen in den laendlichen Räumen Europas”, Schriften des Essener Kolleges für Geschlechterforschung, Doris Janshen, Michael Meuser (der.), I. Jg., Heft I, 2001, digitale Publikation, http://www.unitdue.de/imperia/md/content/ekfg/doris_janshen_landfrauen.pdf, (4 Temmuz 2010), s. 6 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 119 sonucu olarak çocuk doğurma ve belli bir süre bakımı nedeniyle genç yaşlarda iş piyasasından ilk kez uzaklaşmak zoruna kalan kadınlar, bu kez de evdeki yaşlı yakınlarının bakımı için ev ve bakım işlerine dönmeye zorlanmakta ve istihdam piyasasından yeniden kopmaktadırlar. Kadınların çalışma ve yaşam koşullarını zorlaştıran bir diğer etken ise, ulusal kadın politikalarıdır. Değişen tüm politikalara ve toplumsal ilerlemeye rağmen değişmeden devam eden ve uzmanların yoğun eleştirilerine hedef olan konu, özellikle kırsal kadınların çıkarlarının ne genel politikalarda ne de kadın politikalarında yeterli düzeyde dikkate alınmamasıdır. Bunun önemli bir nedeni olarak, kırsal kadının hem sanayi toplumları hem de post-modern toplumlarda kenar bölgelere itilmiş olmaları gösterilmektedir. Ayrıca kadının kamu politikalarındaki öncelikler hiyerarşisinde halen erkeği geriden takip eden taraf olması da bu bağlamda önemli bir faktör olarak görülmektedir36. Dolayısıyla kırsalda kadının özellikle sosyal güvenlik durumlarının iyileştirilmesi, eğitim ve istihdam olanaklarının artırılması, mobilizasyonunun yükseltilmesi ve kırsal kalkınma politikalarının her aşamasında daha yoğun yer almasının sağlanması gerekmektedir. Projeler yardımıyla kadınların sadece dezavantajlarının ortadan kaldırılması yetmez; aynı zamanda kadın-erkek eşitliğini güçlendirecek tedbirler de gerekmektedir. Buna dair örnekleri, özellikle Đskandinav ülkelerinde görmek mümkündür. Yıllarca kadının konumunu destekleyen kamu politikaları sonucu bu ülkelerde, kadının istihdama katılım oranı yükselmekle kalmamış, aynı zamanda kadınların siyasi ve ekonomik kararlarda daha iyi gözetildiği, erkeklerle daha eşit davranıldığı tespit edilmiştir37. Almanya’da Kırsal Kadını Destekleme Programları Roma Antlaşması’nın 119. maddesi ile fırsat eşitliğini gözetmeyi öncelikleri arasına alan AB, 21. Yüzyıla başlarken yeni bir düzenlemeyle kadın-erkek eşitliğini yeniden gündemine almıştır. 1 Mayıs 1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması’nda da hem AB kurumları hem de üye ülkeler, kadın-erkek eşitliğini tüm siyasi kararların planlama, uygulama, destekleme ve değerlendirme aşamalarında dikkate almayı kabul etmişlerdir. Bu hedefler ışığında üretim merkezli tarım politikalarından giderek uzaklaşan Topluluk, yeni dönemde kırsal alanlarla da ilgili farklı bir tutum içine girmektedir. Kırsal alanlar artık sadece tarımsal üretim açısından değil, özellikle sürdürülebilir kalkınmayı belirleyen çeşitli hizmetlerin de üretildiği bir alan olarak yeniden önem kazanmaktadır. Bunun yanı sıra kırsal alanlar, geleneklerin ve kültürel mirasın korunduğu, sağlıklı ve cazip bir yaşam alanı olarak da kabul görmeye başlamıştır. Kırsal alanların içinde barındırdığı önemli bir diğer unsur ise sağlıklı çevredir38. Geçmişte genellikle toplumsal gelişmenin kıyısında kalan kadın, yeni dönemde kırsal alanların korunup geliştirilmesi ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen kamu 36 Ibid.s. 6 Ibid. s. 9 38 Ibid. s. 21 37 120 EROL ESEN politikalarında sorumluluk alan önemli bir aktör olarak kabul görmektedir. Bu nedenle kadınların kırsal alanlardan kentlere göçünü ve orada sadece “ev kadınlığı” ile yetinmelerini (Hausfrauisierung39) önlemek, AB’nin somut programlarla desteklediği hedefleri arasına girmiştir. AB Komisyonu’nun 2007-2013 yılları için kabul ettiği 1698/2005 sayılı düzenlemesi40 (ABl. L 277, 21.10.2005) tüm üye ülkelerde kırsal alanlarda yürütülen faaliyetler için baz teşkil etmektedir. Burada örnek olarak seçilen Almanya’nın Baden-Württemberg (BW) Eyaleti, sözü geçen AB düzenlemesini uygulamaya yönelik kendi kalkınma planını yapmıştır. “Kırsal Alan için Önlemler ve Kalkınma Planı 2007-2013” (Massnahmen-und Entwicklungsplan für lndlichen Raum MEPL II) adı altında yaptığı düzenlemeyle, 2000-2006 döneminden sonra Ocak 2007’den itibaren ikinci kırsal kalkınma planını uygulamaya koymuştur41. Sözü geçen Eyalet Kalkınma Planı’nın “Yaşam Koşullarının Đyileştirilmesi ve Kırsal Ekonominin Çeşitliliği” bölümü altında bir de “Kırsal Alanda Kadınlar için Yenilikçi Önlemler” başlıklı ek bir destekleme programı kabul edilmiştir. Programda kadın girişimcilik projeleri, mesleki eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri ve kadınlar için iletişim ve işbirliği ağları oluşturulması çalışmaları desteklenmektedir. Amaç, kadınlar için iş olanaklarının güvence altına alınması ve yeni gelir kaynaklarının oluşturulmasıdır. Bu amaçla geliştirilmesi beklenen projelerin model nitelikte olması ve bölgede örnek teşkil etmeleri hedeflenmektedir. Ayrıca iş ve yaşam koşullarını uyumlaştırmayı hedef alan projelerin desteklenmesine özel önem verilmesi de kabul edilmiştir. 2000-2006 döneminde kadınlara yönelik toplam 1,47 milyon Euro tutarında proje kaynağı kullanılmıştır. Toplam 132 projenin desteklendiği program çerçevesinde 103 mesleki eğitim ve geliştirme, 24 kadın girişimciliği ve 5 ağ oluşturma (networking) projeleri desteklenmiştir. Eyalet Hükümeti’nin değerlendirmelerine göre projeler büyük ilgi görmüş, yeni fikirler ve uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Projeler yardımıyla kırsaldaki kadınların istihdam ve gelir durumunu gözle görülür biçimde iyileştirilmiştir. Özellikle kadın girişimcilik projeleri ve bu çerçevede verilen eğitim ve danışmanlık hizmetleri istihdamı artırıcı önemli katkılar sağlamıştır. Yine kadın kuruluşları çerçevesinde desteklenen sivil kadın girişimleri büyük ilgi görmüş; örneğin “Evden Eve Yardım” (Hilfe von Haus zu Haus) Projesi, yaşlılara, hastalara ve engellilere sunduğu 39 Ibid. s. 9 Đlgili düzenleme üzerine açıklayıcı bilgiler için bkz.: Europaeische Komission, op.cit.; Federal Almanya Hükümeti’nin bu düzenleme ile ilgili sunduğu Ulusal Strateji Planı için ayrıca bkz.: Bundesministerium für Ernaehrung, Landwirtschaft und Verbraucherschutz, Nationaler Strategieplan der Bundesrepublik Deutschland für die Entwicklung ländlicher Raeume 2007-2013, güncelleştirilmiş baskı, 5.11.2009 41 Belge için bkz.: Ministerium für laendnlichen Raum, Ernaehrung und Verbraucherschutz, Massnahmen- und Entwicklungsplan für ländlichen Raum 2007-2013, (MEPL II), http://www.landwirtschaft-bw.info/servlet/PB/menu/1228918_l1/index1268142341499.html, (4 Ocak 2011) 40 AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 121 gönüllü hizmetler nedeniyle “Bölge Vatandaşlık Ödülü” almıştır42. Eyalet Bakanlığı’nın verilerine göre MEPL I Projeleri çerçevesinde 2000-2006 döneminde toplam 10.000 kişiye yeni istihdam alanı yaratılmış veya birçoğunun işini kaybetmesi önlenmiştir43. AB Kurumları, Federal Kurumlar ve Eyalet Hükümetleri düzenlemeleri doğrultusunda desteklenen projeler, daha çok hükümet kuruluşları olmayan, dernek veya vakıf statüsündeki STK’lar tarafından yürütülmektedir. “Alman Kırsal Kadınlar Birliği” (Deutscher LandFrauenverband e.V. - dlv), kırsal alanlardaki kadınlara yönelik faaliyetleri yürüten en deneyimli ve en büyük kuruluşlar arasında yer almaktadır. Dernek statüsündeki bu kuruluş, toplam 550.000 üyeye sahip ve tüm eyaletlerde olmak üzere 22 Eyalet Birliği ve 12.000 yerel dernek şeklinde örgütlenmiştir44. 1948 yılında kurulan dlv’nin girişimleriyle desteklenen projelerin faaliyet alanları, özellikle mesleki eğitim ve beceri geliştirme programları yanı sıra kadın girişimciliğini destekleme çalışmaları oluşturmaktadır. Bunlar arasında en çok tanınan ve kısaltması “saç örgüsü” anlamına gelen ZoPF (Zielorientierte ProzessFörderung-Landfrauenunternehmungen) Projesi, kırsal kadın girişimlerini desteklemektedir. Proje, bir yıl gibi kısa bir sürede iki kadın girişim grubunun kurulmasını başarmıştır: Đlki “Şifalı Bitki Pedagogları” (Kräuterpädagoginnen) olarak bilinen doğadaki yararlı bitkilerle ilgili bir projedir. Bir yıl içerisinde toplam 60 katılımcı kadına ulaşan projenin amacı, şifalı bitki uzmanları yetiştirmektir. Projeye katılan kadınlar, seminer ve kurslar yardımıyla uzmanlardan şifalı bitkilerle ilgili eğitimler almakta, bilgilendirme gezilerine katılmakta ve bu bitkilerden çeşitli karışımların elde edilmesi ve bunların bölgede tanıtılması gibi bir takım faaliyetlerin yürütülmesini öğrenmektedirler. Bir diğer kadın girişimci grup ise “Çiftliği Yaşamak” (Bauernhof erleben) adını almaktadır. Proje, kadın katılımcılar tarafından çocuk ve gençlere yönelik kırsalda bir takım tanıtıcı etkinlikler sunmayı, köy 42 Badische Zeitung Breisgau West, Kiechle-Preis für Bürger-Engagement, 23.1.2009, http://kath-landfrauen.varadi.eu/fileadmin/kath-landfrauen/Maria-Hensler-BZ-Artikel-2009-1123.pdf, (4 Temmuz 2010) 43 Landtag von Baden-Württemberg, “Frauen im laendlichen Raum – Standortbestimmung und Zukunftschancen”, Antrag der Fraktion der CDU und Stellungnahme des Ministeriums für Ernaehrung und Ländlichen Raum, Drucksache 14/1007, 05.03.2007; Melanie Schlebach, Gründungen im laendlichen Raum – Innovative Massnahmen befördern die Quote der Gründungen durch Frauen in Baden Wüttenberg, http://www.gruenderinnenagentur.de/bag/pdf/TDM200611_MelanieSchlebach.pdf, (4 Temmuz 2010); Edelgart Fiess-Heizmann, Massnahmen- und Entwicklungsplan für ländlichen Raum 2007-2013 – Fördermöglichkeiten für Frauen, 28 2.2007, http://www.landwirtschaftbw.info/servlet/PB/show/1201791/MLR_MEPL070215_Anim.pdf , (4 Temmuz 2010) 44 dlv ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Deutscher LandFrauenverband (dlv), http://www.landfrauen.info/verband.html, (4 Temmuz 2010); Erika Lenz, Lebens- und Arbeitsbedingungen im ländlichen Raum verbessern, http://www.frauenmachenkarriere.de/Brancheninformationen/Landwirtschaft_und_Ernaehrung/D ossier_Frauen_im_laendlichen_Raum/article_frauenportal/interview_lenz.html, 13.10.2006, (4 Temmuz 2010) 122 EROL ESEN kafeleri ve diğer gastronomi işletmeleri açmayı, çeşitli el yapımı ürünler ve el sanatları için satış noktaları kurmak gibi bir takım faaliyetler öngörmektedir45. “Kırsal Alanda Kadınlar için Yenilikçi Önlemler Programı” çerçevesinde üç temel alan olan girişimcilik, mesleki eğitim ve örgütlenmeyi hedefleyen birçok proje hayata geçirilmiştir. Örneğin girişimcilik alanında eğitim, danışmanlık ve risk sermayasi de sunarak kırsal alanlarda kurulması sağlanan işletmelerden bazıları46 şunlardır: “Zeisset Müze Kafesi – Museumscafe Zeisset”, “Wasenhof Şifalı Bitkiler Merkezi – Kräuterzentrum Wasenhof”, “Tüm Duyular için Tarım – Landwirtschaft für alle Sinne”. Mesleki eğitim ve geliştirme programlarına örnek olarak “Uzaktan istihdama hazırlık – Vorbereitung auf Telearbeitsplätze”, “Tarım Bürosunda Kadın Becerileri – Frauenkompetenz im Agrarbüro”, “Çiftlik ve Şaraphanelerde Öğrenme ve Rekreasyon Olanakları – Lern- und Freizeitangebote auf den Bauern- und Winzerhöfen” verilebilir. Son olarak kadınların örgütlenmesini desteklemeye yönelik örneklerden bazıları ise yukarıda sözü geçen her iki proje: “Saç örgüsü ağı: Amaca Yönelik Proje Desteği – ZoPF Netzwerk: Zielorientierte Prozessförderung”, “Evden Eve Yardım Derneği Gaienhofen - Hilfe von Haus zu Haus e.V. Gaienhofen”. Sonuç En kısa ve yaygın tanımıyla “kentsel alanlar dışındaki mekanlar” anlamına gelen kırsal alanlar, uluslararası örgütler ve birçok ülke hükümetleri nezdinde giderek önem kazanmaktadır. Bazen “kırsal yerleşim” veya “köy” ile de eş anlamda kullanılan kırsal alanlar, düşük nüfus yoğunluğu, geliştirilmeye muhtaç altyapı olanakları ve sınırlı sayıda kamu hizmetlerine sahip olmalarıyla bilinirler. Đçinde barındırdıkları toprak, su ve yenilenemeyen doğal kaynaklar nedeniyle kırsal alanların korunup geliştirilmesi, yeni kalkınma politikalarında ön plana çıkmaktadır. Çevre gibi, hayat kalitesini önemli ölçüde etkileyen faktörleri bünyesinde barındırması, geleneklerin ve kültürel mirasın korunduğu sağlıklı ve cazip yaşam alanı oluşturmaları ve sosyal dayanışma ve ağların güçlü olduğu coğrafi alanları kapsamaları itibariyle kırsal alanların kamu politikalarındaki yeri giderek daha da önem kazanmaktadır. Kırsal alanlar, bir değerlenme anlamına gelen bu yeni dönemde şüphesiz yalnız değildir. Yüzyıllarca toplumsal gelişmenin kıyısında kalarak büyük ölçüde sosyal güvenceden yoksun, yeterli eğitime ulaşamamış, örgütlenememiş ve karar mekanizmalarından uzak bir hayat süren kadının da, kırsal kalkınma politikalarının yeni döneminde önemi artmıştır. Kırsal alanlardaki doğal kaynakların korunup geliştirilmesinde önemli bir rol üstlenmesi beklenen kadınların desteklenmesi, şüphesiz bir takım siyasi ve idari düzenlemeler sonucu mümkün olmayacaktır. Somut önlemler yardımıyla kırsal alanların kalkınmasını hedefleyen yeni kamu politikaları, kadını da 45 Friedlinde Gurr-Hirsch, Frauen im ländlichen Raum überzeugen durch Innovation und Kreativitaet, Pressemitteilung, Nr. 2009, 25.9.2009; Kadınları girişimciliğe hazırlayan bir diğer proje için bkz.: Beate Arman, Beratung und Coaching im ländlichen Raum, http://www.landwirtschaft-mlr.badenwuerttemberg.de/servlet/PB//show/1224220/Dr.%20Arman.pdf (14 Eylül 2010) 46 Baden-Württemberg Hükümetinin desteklediği her üç alanla ilgili proje örnekleri için bkz.: http://www.landwirtschaft-bw.info/servlet/PB/menu/1282103/index.html, (4 Temmuz 2010) AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 123 kapsayacak şekilde gözden geçirilip uygulamaya yönelik programlarla desteklenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, sosyal ve ekonomik yaşamın önemli bir unsuru olan kadının kırsaldaki konumunu iyileştirmek mümkün olmayacaktır. Ancak sonuçlar bununla sınırlı kalmayacaktır. Kırsal kalkınma politikalarında tanımlanan yeni hedefler için kadının katkısının tam olarak alınamayacağı gibi, kırsal alanların korunup kalkınmasını hedefleyen politikaların başarısız olması muhakkaktır. O halde kırsal kalkınmada kadının konumunu iyileştirmeye yönelik ekonomik faktörler, ulaşılabilir hedefler şeklinde tanımlanmakla kalmamalı, bu hedeflere ulaşmak için gerekli yöntem ve stratejilerin de somut bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Avrupa Birliği’nin tanımladığı yeni politikalar çerçevesinde ve Almanya’dan da uygulama örneklerinin ele alındığı hedeflerden birkaçına değinmek gerekirse, kırsal kadınlar için • • • • • mesleki ve aile yaşamının uyumlaştırılması, yeni iş ve gelir olanaklarının oluşturulması, siyasi, sosyal ve hukuki konumlarının iyileştirilmesi, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve kadınların bireysel niteliklerinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Federal Almanya eyaletleri, belirtilen bu hedeflere yönelik kamu politikalarının uygulanmasında önemli deneyimlere sahiptirler. Kırsalı bol Güney Almanya’daki Baden-Württemberg Eyaleti’nin ilgili AB düzenlemelerinden uyarlayarak 2007-2013 dönemi için oluşturduğu kırsal kalkınma paketi (MEPL II), aynı zamanda kadına yönelik projeleri de kapsamaktadır. Eyalet Hükümeti’nin kabul ettiği “Kırsal Alanda Kadın için Yenilikçi Önlemler” Programı, kadınlara yönelik farklı proje alanları için kapsamlı destekler öngörmektedir. Bunlar, kadın girişimciliği, mesleki eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri ile birlikte kadınların örgütlenmesine yönelik faaliyetlerdir. Tüm bu önlemlerin amacı, kırsaldaki kadının konumunu güçlendirerek kırsal alanlarda ihtiyaç duyulan sosyal-ekolojik dengelerin korunmasını sağlamaktır. Kadınerkek eşitliğini kırsalda yeni bir düzeye taşıması beklenen bu programların, kırsal kalkınmaya yönelik yeni kamu politikalarının belirlediği temel hedeflere ulaşmaya da önemli katkılar vermesi beklenmektedir. Bu amaçla oluşturulan politika ve uygulamaların ne kadar başarılı sonuçlar getirebileceğini, Avrupa’nın Kuzeyi’ndeki Đskandinav ülkelerinde gözlemlemek mümkündür. Kadın istihdamının erkeğinki ile hemen hemen eşit durumda olması ve kadınların büyük ölçüde karar mekanizmalarında yer almaları, uzmanların da tespit ettiği üzere şüphesiz bu çabaların bir sonucudur. AB’ye uyum sürecinde kırsal kalkınma politikalarını yeniden düzenlemesi beklenen Türkiye’nin kazanımı, şüphesiz kırsal kadının konumunu iyileştirmeye yönelik yeni Topluluk politikaları ve üye ülke uygulamalarından edinilen deneyimlerle sınırlı değildir. Türkiye kırsalını geliştirmek amacıyla oluşturulacak önlemlerin, üyeliğe hazırlık amacıyla öngörülen mali programlar çerçevesinde AB tarafından desteklenmektedir. Burada geliştirilecek ve kırsaldaki Türk kadınının konumunu iyileştirmeye yönelik uygun programlar, sadece Türkiye’nin kalkınma hedeflerine ulaşmasına değil, aynı zamanda AB’nin ortak temel politikalarından biri olan kadınerkek eşitliğinin sağlanmasına da önemli katkılar sunacaktır. 124 EROL ESEN Kaynakça Aygül Fazlıoğlu, “Kadının Kırsal Kalkınmadaki Yeri: GAP Örneği”, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ve Tarım Ekonomisi Derneği V. Tarım Ekonomisi Kongresi, 18-22 Eylül 2002, Erzurum, http://www.gap.gov.tr/Turkish/Sosprj/gapornek.html, (15 Eylül 2010) Badische Zeitung Breisgau West, Kiechle-Preis für Bürger-Engagement, 23.1.2009, http://kath-landfrauen.varadi.eu/fileadmin/kath-landfrauen/Maria-Hensler-BZ-Artikel2009-11-23.pdf, (4 Temmuz 2010) Beate Arman, Beratung und Coaching im ländlichen Raum, http://www.landwirtschaft-mlr.badenwuerttemberg.de/servlet/PB//show/1224220/Dr.%20Arman.pdf (14 Eylül 2010) Bundesministerium für Ernährung, Landwirtschaft und Verbraucherschutz, Nationaler Strategieplan der Bundesrepublik Deutschland für die Entwicklung ländlicher Raeume 2007-2013, Güncelleştirilmiş Baskı, 5.11.2009 Bundesministerium für Wirtschaftliche Zusammenarbeit und Entwicklung, BMZ Materialien 172, Stärkung der Teilhabe von Frauen in der Entwicklungszusammenarbeit. Christa Randzio-Plath, “Frauen gestalten den Wandel”, Marie-Schlei-Verein e.V. (der.), Frauen bringen Wandel – Bilanz und Perspektiven einer geschlechtergerechten Entwicklungszusammenarbeit, Dokumentation der Veranstaltungen am 20. und 21. April 2007, Hamburg, 2007. Cornelia Krajasits, Zur Typisierung von ländlichen Räumen im deutschsprachigen Raum – Konsequenzen für einen differenzierten Umgang mit der soziodemographischen Entwicklung, http://www.oekosozial.at/uploads/tx_osfopage/krajasits.pdf, (10 Şubat 2011) Deutscher LandFrauenverband (dlv), http://www.landfrauen.info/verband.html, (4 Temmuz 2010) Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı – Kırsal Kalkınma Özel Đhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2000, http://ekutup.dpt.gov.tr/bolgesel/oik538.pdf, (10 Şubat 2011) Doris Janshen, “Zwischen Tradition und Aufbruch: Frauen in den ländlichen Raeumen Europas”, Schriften des Essener Kolleges für Geschlechterforschung, Doris Janshen, Michael Meuser (der.), I. Jg., Heft I, 2001, digitale Publikation, http://www.unitdue.de/imperia/md/content/ekfg/doris_janshen_landfrauen.pdf, (4 Temmuz 2010) AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 125 Edelgart Fiess-Heizmann, Massnahmen- und Entwicklungsplan für ländlichen Raum 2007-2013 – Fördermöglichkeiten für Frauen, 28 2.2007, http://www.landwirtschaftbw.info/servlet/PB/show/1201791/MLR_MEPL070215_Anim.pdf , (4 Temmuz 2010) Erika Lenz, Lebens- und Arbeitsbedingungen im ländlichen Raum verbessern, http://www.frauenmachenkarriere.de/Brancheninformationen/Landwirtschaft_und_Erna ehrung/Dossier_Frauen_im_laendlichen_Raum/article_frauenportal/interview_lenz.html , 13.10.2006, (4 Temmuz 2010) Eskişehir Valiliği Đl Tarım Müdürlüğü, Bölgesel Kırsal Alanda Kadın Çalıştayı, 24-26 Eylül 2009, Eskişehir, 2009 Europäische Kommission, Die EU-Politik zur Förderung der Entwicklung des ländlichen Raums, 2007-2013, 18.12.2006 Friedlinde Gurr-Hirsch, Frauen im ländlichen Raum überzeugen durch Innovation und Kreativitaet, Pressemitteilung, Nr. 2009, 25.9.2009 Hasan Yılmaz ve Ahmet Tolunay, “Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Politikalarında Yeni Yönelimler ve Türkiye”, Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, C. 1, 2007. Hüseyin Altundağ, AB Kırsal Kalkınma Politikasında LEADER Yaklaşımının Yeri ve Türkiye’de Uygulamaya Yönelik Yapılan Çalışmalar, Uzmanlık Tezi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış Đlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı (Yay.), Ankara, 2008 Đpek Đlkkaracan ve Pınar Đlkkaracan, “Kuldan Yurttaşa: Kadınlar Neresinde?”, 75 Yılda Tebaadan Yurttaş’a Doğru, Tarih Vakfı Yayınları, Ankara, 1998. Landtag von Baden-Württemberg, “Frauen im lädlichen Raum – Standortbestimmung und Zukunftschancen”, Antrag der Fraktion der CDU und Stellungnahme des Ministeriums für Ernaehrung und Ländlichen Raum, Drucksache 14/1007, 05.03.2007 Marese Hoffmann, Frauen im laendlichen Raum und Ökologie, http://www.frauenakademie.de/dokument/img/hoffmann.pdf, (15 Eylül 2010) Melanie Schlebach, Gründungen im ländlichen Raum – Innovative Massnahmen befördern die Quote der Gründungen durch Frauen in Baden Wüttenberg, http://www.gruenderinnenagentur.de/bag/pdf/TDM200611_MelanieSchlebach.pdf, (4 Temmuz 2010) Metin Berber ve Burçin Yılmaz Eser, “Türkiye’de Kadın Đstihdamı: Đlke ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz”, “Đş, Güç” Endüstri Đlişkileri ve Đnsan Kaynakları Dergisi, Cilt 10 (2), 2008. 126 EROL ESEN Metin Can, Avrupa Birliği Kırsal Kalkınma Programlarının Türkiye’nin Kırsal Kalkınması Açısından Đncelenmesi: SAPARD ve IPARD Örneği, Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü (Yay.), Ankara, 2007 Milliyet, 11.3.2012, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20097473.asp (19.7.2012) Ministerium für laendnlichen Raum, Ernaehrung und Verbraucherschutz, Massnahmen- und Entwicklungsplan für ländlichen Raum 2007-2013, (MEPL II), http://www.landwirtschaftbw.info/servlet/PB/menu/1228918_l1/index1268142341499.html, (4 Ocak 2011) Olhan, Emine, Türkiye’de Kırsal Đstihdamın Yapısı, 2011, FAO Öztürk, Mustafa; Çetin, Başak Işıl: Dünya’da ve Türkiye’de Yoksulluk ve Kadınlar, Journal of Yasar University, 3(11), 2661-2698, S. 2680 vd., http://joy.yasar.edu.tr/makale/no16_vol4/09-OZTURK-CETIN.pdf (19.7.2012) Pierre Antoine Barthelemy ve Claude Vidal, Der ländliche Raum der Europäischen Union, http://ec.europa.eu/agriculture/envir/report/de/rur_de/report.htm, (10 Şubat 2011) Roland Norer, Lebendiges Agrarrecht: Entwicklungslinien und Perspektiven des Rechts im ländlichen Raum, Wien, 2005 Statistisches Bundesamt, Niedrigeinkommen und Erwerbstätigkeit, http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/Presse/pk/2009/Er werbstaetigkeit/begleitheft__Erwerbstaetigkeit,property=file.pdf, 19.8.2009, (26 Ocak 2011) TÜĐK, Đstatistik Göstergeler, 1923-2011 Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı – TEPAV, Kadın Yoksulluğu, Ülker Şener (Araştırmacı), 2009 Yakın Ertürk, “Türkiye’de Sosyo-Ekonomik Gelişme ve Kırsal Kadının Konumu”, Kadın ve Sosyo-Ekonomik Gelişme, KSS Gn. Md. (yay.), Ankara, 1996 http://www.jjahnke.net/, (4 Ocak 2011) http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/, (26 Ocak 2011) http://www.tuik.gov.tr (15 Eylül 2010) http://www.tzob.org.tr/tzob_web/rapor.htm, (14 Eylül 2010) AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE TÜRKĐYE’DE KIRSAL KADININ DURUMU 127 http://www.landwirtschaft-bw.info/servlet/PB/menu/1282103/index.html, (4 Temmuz 2010) http://www.hekimpostasi.org.tr/2012/03/08/saglik-alaninda-kadin-saglik-calisanlarinayonelik-siddet/ (19.7.2012) SUPRANASYONAL BĐR TASARRUF ŞEKLĐ OLARAK Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 12, No:1 (Yıl: 2013), s.129-170 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION TO JUDICIAL COOPERATION IN CRIMINAL MATTERS WITH A SPECIFIC FOCUS ON THE PROTECTION OF FUNDAMENTAL RIGHTS∗ Đlke GÖÇMEN∗ Abstract The Court of Justice of the European Union (“CJEU”) is one of the main actors contributing to the development of the “Area of Freedom, Security and Justice” (“AFSJ”) in general and “Judicial Cooperation in Criminal Matters” (“JCCM”) in particular. This contribution should be expected to increase in the coming years, because the CJEU has full jurisdiction over JCCM, since the entry into force of the Treaty of Lisbon (“ToL”), albeit subject to some transitional provisions. Like all matters falling within the sphere of AFSJ, the matters dealt within JCCM raise frequently fundamental rights concerns, such as the right to a fair trial and legality of criminal law. The CJEU has recognized and protected these fundamental rights as general principles of European Union (“EU”) law. Besides, since the entry into force of the ToL, Charter of Fundamental Rights of the EU has the same legal value as the Founding Treaties and the EU attempts to accede to the European Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms. Against this background it is to be expected that the CJEU will contribute to the JCCM mainly on the grounds of protection of fundamental rights. This article aims to reveal the contributions of the CJEU to the development of JCCM with a specific focus on the protection of fundamental rights, by way of an analysis of the system. Key Words: Judicial Cooperation in Criminal Matters, Union Acts, Fundamental Rights, Court of Justice of the European Union, Treaty of Lisbon. ∗ This Article is a revised version of the paper of the author which was presented to the UACES Conference: “Exchanging Ideas on Europe 2012: Old Borders–New Frontiers” held in Passau/Germany at 3-5 September 2012. ∗ Asist. Prof., Faculty of Law of the Ankara University, Department of EU Law, Ankara. 130 ĐLKE GÖÇMEN Özet Avrupa Birliği Adalet Divanı (“ABAD”), genel olarak, “Özgürlük, Güvenlik ve Adalet Alanı”nın (“ÖGAA”) ve özel olarak “Cezai Konularda Adli Đşbirliği”nin (“CKAĐ”) gelişimine katkı veren aktörlerden birisidir. Bu katkı, gelecek yıllarda muhtemelen artacaktır; çünkü ABAD, Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte, kimi geçiş hükümlerine tâbi olmakla birlikte, CKAĐ yönünden tam yetkiye kavuşmuştur. CKAĐ içerisindeki konular, ÖGAA içerisindeki tüm diğer konular gibi, adil yargılanma hakkı ve ceza hukukundaki kanunilik gibi temel haklara yönelik endişelere sıklıkla yol açmaktadır. ABAD, temel hakları Avrupa Birliği (“AB”) hukukunun genel ilkeleri olarak tanıyıp, korumaktadır. Ayrıca, Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden beri, AB Temel Haklar Şartı, kurucu antlaşmalar ile aynı hukuki değere sahiptir ve AB, Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi’ne katılmak için çaba harcamaktadır. Bu arka plan karşısında, ABAD’ın CKAĐ yönünden esas olarak temel hakların korunması temelinde katkı sunması beklenmektedir. Bu makale, temel hakların korunması hususuna özel ilgi göstererek, ABAD’ın CKAĐ’nin gelişimine yönelik katkılarını bir sistem analizi biçiminde ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Cezai Konularda Adli Đşbirliği, Birlik Tasarrufları, Temel Haklar, Avrupa Birliği Adalet Divanı, Lizbon Antlaşması Introduction The Court of Justice of the European Union (“CJEU”) contributes to the development of European Union (“EU”) law when it ensures that “the law is observed” in the interpretation and application of forms of Union law through the actions reserved for its jurisdiction.1 In this respect, the CJEU has contributed to the development of the “Area of Freedom, Security and Justice” (“AFSJ”) in general and “Judicial Cooperation in Criminal Matters” (“JCCM”) in particular, despite its limited jurisdiction in relation to these areas. Nonetheless, this contribution should be expected to increase in the coming years, because the CJEU has full jurisdiction over the JCCM, since the entry into force of the Treaty of Lisbon (“ToL”), albeit subject to some transitional provisions. It is expected that the CJEU’s contribution will be mainly on the grounds of the protection of fundamental rights, since like all matters falling within the sphere of AFSJ, the matters dealt within JCCM raise frequently fundamental rights concerns, such as the right to a fair trial and legality of criminal law. The CJEU has recognized and protected these fundamental rights as general principles of EU law. Besides, since the entry into force of the ToL, Charter of Fundamental Rights of the European Union (“CFR”) has the same legal value as the Founding Treaties and the EU attempts to accede to the European Convention for the Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms (“ECHR”). Against this background it is to be expected that the 1 Article 19 TEU as amended by ToL. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 131 CJEU will contribute to the JCCM mainly on the grounds of protection of fundamental rights. This article, therefore, aims to reveal the contributions of the CJEU to the development of JCCM with a specific focus on the protection of fundamental rights. In this sense, this article does not aim to analyse the legislation related to JCCM, for instance as to their conformity with fundamental rights;2 rather it deals with main issues of legal principle or analysis of the “system”. Hence, this article aims to answer the question that: How will the CJEU contribute to the development of JCCM in the aftermath of ToL, especially regarding the protection of fundamental rights? In the end, the article concludes that the CJEU will contribute to JCCM mainly on the grounds of protection of fundamental rights which is much needed in an area such as JCCM that has the potential to raise frequently fundamental rights concerns. This article will present the contributions of the CJEU to the development of JCCM in four successive steps. Firstly, JCCM will be examined briefly in institutional and substantive terms. (I) Secondly, the jurisdiction of the CJEU concerning JCCM will be considered in detail. (II) Thirdly, the Union acts related to JCCM and their effects will be scrutinized and general remarks about the contributions of the CJEU to JCCM will be illustrated. (III) Lastly, there will be a clarification about the current and potential contributions of the CJEU to JCCM on the grounds of protection of fundamental rights. (IV) Judicial Cooperation in Criminal Matters in Brief The evolution of the JCCM can be examined under two headings: institutional and substantive evolution. Institutional Evolution JCCM has been gradually and to a large extent built into the “Community method” –concerning decision-making, legal instruments and jurisdiction of the CJEU–, starting mainly from the Treaty of Maastricht (“ToM”) and ending in the ToL, via the Treaty of Amsterdam (“ToA”). The trade-off for this evolution has been an opt-out for those Member States with misgivings about applying a supranational institutional framework to this area.3 In this article, I will not deal with the special status of these States, i.e. United Kingdom, Ireland and Denmark, mainly for reasons of space.4 2 For such kind of an effort, for instance, see Conny Rijken, “Re-Balancing Security and Justice: Protection of Fundamental Rights in Police and Judicial Cooperation in Criminal Matters”, Common Market Law Review, Vol: 47, 2010, p. 1455–1484. 3 Steve Peers, “EU Justice and Home Affairs Law (Non Civil)”, (Eds.) Paul Craig, Gráinne De Búrca, The Evolution of EU Law, 2nd Edition, Oxford University Press, United States, 2011, p. 269. 4 For those States (which may be from a broader perspective, namely concerning AFSJ) see Koen Lenaerts and Piet Van Nuffel, Constitutional Law of the European Union, 3rd Edition, Sweet & Maxwell, Great Britain, 2011, p. 342–347; Valsamis Mitsilegas, EU Criminal Law, Hart 132 ĐLKE GÖÇMEN The institutional evolution of the JCCM can be divided into four main stages.5 In the first stage, prior to 1993, Member States cooperated between themselves outside the Community framework and in an informal and intergovernmental way. An example of such cooperation is the TREVI group rooted in 1975 and its first mandate was to coordinate the actions of Member States as regards the fight against terrorism.6 In the second stage, 1993 to 1999, the EU was established by the ToM and a new Pillar structure was introduced: A supranational 1st Pillar concerning the Community and now formal intergovernmental 2nd and 3rd Pillars relating to Common Foreign and Security Policy (“CFSP”) and Justice and Home Affairs (“JHA”) respectively. JCCM was a part of that 3rd Pillar in which the main actor was the Council and there were no or limited role for other Community institutions. Moreover, regarding this Pillar, legal acts were not well defined (i.e. Joint Actions, Joint Positions, Common Positions), except (international) Conventions. In the third stage, 1999 to 2009, ToA has brought some changes which are still significant today.7 Firstly, this Treaty shifted some matters from 3rd Pillar to 1st Pillar, such as migration and asylum, albeit reducing the degree of Community method applicable to them. Secondly, this Treaty reformed the 3rd Pillar to some extent which was then titled as “Police and Judicial Cooperation in Criminal Matters” (“PJCCM”). This reform added some Community elements to the 3rd Pillar, such as giving a right of initiative to the Commission, giving limited jurisdiction to the CJEU and providing two new forms of legal acts, namely Framework Decisions and Decisions. Lastly, this Treaty mentioned for the first time the “AFSJ” which brings together mainly of the 3rd Pillar matters of ToM, i.e. matters related to the JHA.8 Publishing, USA, 2009, p. 53–56; Jean-Claude Piris, The Lisbon Treaty: A Legal and Political Analysis, Cambridge University Press, Cambridge, 2010, p. 192–200. Nonetheless, as a note, it should be stated that this “variable geometry” makes the adoption and implementation of acts in the AFSJ very difficult and complex. Piris, p. 192. 5 For a detailed history of evolution (which may be from a broader perspective, namely concerning AFSJ) see Paul Craig, The Lisbon Treaty: Law, Politics, and Treaty Reform, Oxford University Press, United States, 2010, p. 332–347; Mitsilegas, 2009, p. 9–23; PEERS, (2011), p. 269–279; PIRIS, p. 167–192; Jo Shaw et. al., Economic and Social Law of the European Union, Palgrave Macmillan, Great Britain, 2007, p. 316–323. 6 See Craig, p. 332. 7 Between ToA and ToL, the Treaty of Nice (“ToN”) did not bring any significant changes to this area. 8 See Craig, p. 335. The label AFSJ was an attempt to provide a grand positive vision (rather like the creation of the internal market) behind various initiatives that had been developed on piecemeal and pragmatic basis. Nonetheless, the range of matter covered is not totally logical or complete. Josephine Steiner and Lorna Woods, EU Law, 10th Edition, Oxford University Press, Great Britain, 2009, p. 581. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 133 Figure 1. JCCM-Institutional Development Till 1993 1993 informal and intergovernmental 1999 formal and intergovernmental 2009 inter-governmental, with some supranational additions supranational, subject to transitional provisions EU EU EU 1st 2nd 3rd 1st 2nd E C C F S P J H A E C C F S P 3rd P J C C M special regime for CFSP including JCCM In the fourth stage, from 2009 onwards, EU has now been de-pillarized thanks to the ToL.9 As a result of this, JCCM become now a part of the Title V (AFSJ) / Part Three of the TFEU to which Community method fully applies. This means that it is the Union institutions (i.e. Commission, Council and Parliament) that adopt the relevant measures, mostly on the basis of ordinary legislative procedure,10 generally speaking as the form of regulations, directives and decisions, and the CJEU has full jurisdiction regarding JCCM. However, this is subject to some transitional provisions, such as limitations on the jurisdiction of the CJEU. As regards institutional terms, it is important to stress that ToL has almost put a formal end to the vulnerable setting for the protection of fundamental rights of individuals as regards JCCM.11 Substantive Evolution In substantive terms, JCCM recorded little progress until 1999; nonetheless, progress has been increased steadily from that time (or ToA) onwards. Since ToA is still 9 It should be borne in mind that special rules apply still to the CFSP. Article 24(1) TEU as amended by ToL. 10 For their upgraded role, see Craig, p. 344–346. 11 See Elspeth Guild and Sergio Carrera, “The European Union’s Area of Freedom, Security and Justice: Ten Years On”, (Eds.) Elspeth Guild et.al., The Area of Freedom, Security And Justice: Ten Years on Successes and Future Challenges under the Stockholm Programme, Centre for European Policy Studies, Brussels, 2010, p. 3–4. 134 ĐLKE GÖÇMEN relevant today; here I will deal with the period which is from 1999 on.12 However, some preliminary remarks seem to be necessary. These preliminary remarks are about two subjects: the role of the European Council and regulatory techniques in the JCCM. It is the European Council that programs the AFSJ in general and JCCM in particular.13 Till now, there are three such European Council meetings: Tampere Summit (1999), The Hague Summit (2004) and Stockholm Summit (2009). In quite simplified terms, these Summits show us that the balance between freedom and justice on the one side and security on the other side has been changing in favour of the former, with a special emphasis on fundamental rights.14 In this regard, it is interesting to note that the Stockholm Programme puts the “promotion of citizenship and fundamental rights” as a first item on the list.15 As regards regulatory techniques, they rely heavily upon the principle of mutual recognition, i.e. negative integration; while it is (slightly) accompanied by measures approximating the laws of the Member States, i.e. positive integration.16 Nevertheless, this practice has given rise to principally two interrelated problems and protection of fundamental rights lie behind both of them.17 Firstly, the question arising is that: Is the principle of mutual recognition appropriate for the JCCM? This concept is borrowed from the internal market; however, notwithstanding the criticisms to this principle in that context, can it work successfully in relation to criminal law?18 As explained by Mitsilegas, there is a different rationale between facilitating the exercise of a right to free movement of an individual and facilitating a decision that may ultimately limit this and other rights.19 Second problem, the deficiency of positive integration 12 For pre-1999 see Peers, (2011), p. 292–293. See Article 68 TFEU, which catches up with reality. 14 In this regard, see Guild and Carrera, p. 4–5; Dora Kostakopoulou, “An open and secure Europe? Fixity and fissures in the area of freedom, security and justice after Lisbon and Stockholm”, European Security, Cilt: 19, No: 2, 2010, p. 159. 15 The Stockholm Programme, Brussels, 16 October 2009, point 1.1. In this regard, also see Guild and Carrera, p. 2. For the Programme in detail, see Kostakopoulou, p. 159–162. 16 Negative integration–mutual recognition–makes most of the times the positive integration – approximation of Member States’ laws– necessary. The reasons laying behind this proposition is that: In order to secure agreement on the conditions for mutual recognition, there becomes a need for harmonization of the area of the law giving rise to judgements where mutual recognition is desired, and to harmonization of procedural standards to govern the legal position when a judgement has been recognized. Craig, p. 373. In this regard, also see Paul Craig and Gráinne De Búrca, EU Law: Texts, Cases and Materials, 5th Edition, Oxford University Press, Oxford, 2011, p. 952; Mitsilegas, 2009, p. 101; Steve Peers, “Human Rights and the Third Pillar”, (Ed.) Philip Alston, The EU and Human Rights, Oxford University Press, United States, 1999, p. 176. 17 In addition to them, other positive integration measures, for instance the ones where EU harmonises a crime (such as organized crime) may, on its own, generate problems for human rights. In this regard, see Steve Peers, EU Justice and Home Affairs Law, 3rd Edition, Oxford University Press, Great Britain, 2011, p. 768. 18 In this regard, see Opinion of Advocate General Mengozzi in Case C-42/11 Joao Pedro Lopes Da Silva Jorge, delivered on: 20 March 2012, nyr, point 28. 19 Mitsilegas, 2009, p. 118. 13 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 135 measures, appears at this stage. In this regard, according to Peers (1999), the Council has not been very active in adopting positive integration measures, since it believed that the minimum standards were provided by international human rights obligations. Thus, the role of the human rights treaties is to serve as a type of positive legal integration justifying the negative legal integration agreed or proposed in several instruments.20 However, this has raised the legitimate questions that: Were they enough and/or to what extent were they enforced?21 In respect of this second problem, the ToL has offered some sort of solution, inter alia, by giving CFR the same legal force with the Treaties and nearly full jurisdiction to the CJEU as regards JCCM. Nonetheless, it seems to be still questionable whether the EU needs more detailed rules concerning its citizens’ fundamental rights, especially regarding rights of suspects.22 For now, the EU legislators have also concentrated on this side of the JCCM, by preparing and adopting piecemeal legislation in relation to rights of suspects.23 Against this background, the substantive evolution of JCCM can be divided into two main stages. In the first stage, 1999 to 2009, JCCM rested mainly upon the principle of mutual recognition of judicial decisions and judgements24 and to some extent upon approximation of substantive and procedural criminal law, and the frequently used legal instrument is the Framework Decision.25 In this regard, three examples may be given:26 Firstly, there is the Framework Decision on European Arrest Warrant (EAW) which is based on the principle of mutual recognition.27 This measure 20 Peers, 1999, p. 176. For these and other questions, for instance see Olivier De Schutter, “The two Europes of Human Rights: The Emerging Division of Tasks between the Council of Europe and the European Union in Promoting Human Rights in Europe”, Columbia Journal of European Law, Cilt: 14, 2007-2008, p. 543; Sionaidh Douglas-Scott, “Freedom, Security, and Justice in the European Court of Justice: The Ambiguous Nature of Judicial Review”, (Eds.) Tom Campbell, et.al., The Legal Protection of Human Rights: Sceptical Essays, Oxford University Press, 2011, p. 282–283. 22 In this regard, see Rijken, p. 1491. Also for instance Bazzocchi states that to enhance mutual trust within the EU, it is important to establish EU standards for the protection of procedural rights. Moreover, the strengthening of rights is seen as the essential element not only to develop confidence between national criminal authorities, but also to increase the confidence of European citizens in the EU. Valentina Bazzocchi, “The European Charter of Fundamental Rights and the Area of Freedom, Security and Justice”, (Ed.) Giacomo Di Federico, The EU Charter of Fundamental Rights: From Declaration to Binding Instrument, Springer, Dordrecht, 2011, p. 186–187. 23 See fn. 37. In this regard, also see Council of the European Union, “Procedural rights in criminal proceedings”, 14828/09 (Presse 305), Luxembourg, 23 October 2009. <http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_Data/docs/pressdata/en/jha/110740.pdf> 24 Tampere European Council, 15 and 16 October 1999, Presidency Conclusions, point 33. 25 The relevant legal bases are Article 29 and 31(1) of the TEU as amended by ToN. For the details about the competence with regard to JCCM see Craig, p. 361–363; Mitsilegas, 2009, p. 59–113. 26 For the third wave of 3rd Pillar acts, see Valsamis Mitsilegas, “The Third Wave of Third Pillar Law: Which Direction for EU Criminal Justice?”, European Law Review, Cilt: 34, No: 4, 2009, s. 523–560. 27 Council Framework Decision 2002/584/JHA of 13 June 2002 on the European arrest warrant and the surrender procedures between Member States [2002] OJ L 190/1. 21 136 ĐLKE GÖÇMEN (and the measures followed the approach of it, such as European Evidence Warrant)28 sets out the principle that Member States must recognize decisions of another Member State’s criminal authorities as regards surrendering (or a particular matter), subject to a limited number of grounds for refusal, detailed rules on procedures (such as time limits and standard forms), and vague provisions on human rights.29 Secondly, regarding substantive criminal law, there are Framework Decisions related to so-called Eurocrimes, such as terrorism,30 organised crime31 and racism and xenophobia,32 which set minimum standards. Thirdly, as regards procedural criminal law, there are not so many measures; but one to mention is the Framework Decision about crime victims’ rights which approximates the laws of the Member States.33 In the second stage, from 2009 onwards, JCCM continue to rest mainly upon the principle of mutual recognition of judicial decisions and judgements, together with approximation of substantive and procedural criminal law, and the regular legal instrument is the Directive.34 To give some examples, firstly, there is the proposed Directive on European Investigation Order, which is based on the principle of mutual recognition and is about one or several specific investigative measure(s) with a view to gathering evidence.35 Secondly, as regards substantive criminal law, some of the Framework Decisions have been amended and updated by Directives, in relation to crimes such as trafficking in human beings and sexual offences against children, which set minimum rules concerning the definition of criminal offences and sanctions.36 28 Council Framework Decision 2008/978/JHA of 18 December 2008 on the European evidence warrant for the purpose of obtaining objects, documents and data for use in proceedings in criminal matters [2008] OJ L 350/72. Some other examples are: Council Framework Decision 2006/783/JHA of 6 October 2006 on the application of the principle of mutual recognition to confiscation orders [2006] OJ L 328/59 and Council Framework Decision 2008/909/JHA of 27 November 2008 on the application of the principle of mutual recognition to judgments in criminal matters imposing custodial sentences or measures involving deprivation of liberty for the purpose of their enforcement in the European Union [2008] OJ L 327/27. 29 Peers, 2011, p. 293–294. 30 Council Framework Decision 2002/475/JHA of 13 June 2002 on combating terrorism [2002] OJ L 164/3. 31 Council Framework Decision 2008/841/JHA of 24 October 2008 on the fight against organised crime [2008] OJ L 300/42. 32 Council Framework Decision 2008/913/JHA of 28 November 2008 on combating certain forms and expressions of racism and xenophobia by means of criminal law [2008] OJ L 328/55. 33 Council Framework Decision 2001/220/JHA of 15 March 2001 on the standing of victims in criminal proceedings [2001] OJ L 82/1. 34 The relevant legal bases are Article 82–84 TFEU. For the details about the competence with regard to JCCM see Craig, p. 363–370; Mitsilegas, 2009, p. 59–113. 35 Initiative of the Kingdom of Belgium, the Republic of Bulgaria, the Republic of Estonia, the Kingdom of Spain, the Republic of Austria, the Republic of Slovenia and the Kingdom of Sweden for a Directive of the European Parliament and of the Council of … regarding the European Investigation Order in criminal matters [2010] C 165/02. 36 Directive 2011/36/EU of the European Parliament and of the Council of 5 April 2011 on preventing and combating trafficking in human beings and protecting its victims, and replacing Council Framework Decision 2002/629/JHA [2011] OJ L 101/1 and Directive 2011/92/EU of the European Parliament and of the Council of 13 December 2011 on combating the sexual abuse and THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 137 Thirdly, as regards procedural criminal law, there are two Directives, respectively, on the right to interpretation and translation, and information in criminal proceedings, setting minimum standards.37 Overall, in substantive terms, as observed by Peers, the EU criminal law has based itself on the premise that it ought to facilitate the mutual recognition of judicial decisions between Member States without much harmonization of substantive law and with even less harmonization of procedural law.38 In this respect, this may be an indication that the EU has not been giving enough worth to the protection of fundamental rights in relation to JCCM, since negative integration (i.e. mutual recognition) measures are not sufficiently supported by positive integration measures (for example, rights of suspects). However, there are at least three novelties which may be a sign to believe that more respect to individual or fundamental rights is on its way, i.e. first, the promising Stockholm Programme which puts the “promotion of citizenship and fundamental rights” as a first item on the list; second, the more favourable decisionmaking procedure set out by ToL; third, –at the latest from 30 November 2014 on–the full jurisdiction of the CJEU in conjunction with the CFR which is now a binding instrument having the status of primary law.39 The focus of this article is on this last novelty. Hence, next, I will deal with the jurisdiction of the CJEU in relation to JCCM. Jurisdiction of the Court of Justice of the European Union Regarding the Judicial Cooperation in Criminal Matters The jurisdiction of the CJEU regarding JCCM differs significantly in the preToL and post-ToL era. Hence, I will divide the subject into these two parts. Before the Treaty of Lisbon The jurisdiction of the CJEU was restricted in the 3rd Pillar in comparison to 1st Pillar due to the reflections of the quasi-intergovernmental method. In this way, the contributions of the CJEU to the area of JCCM were significantly curtailed at the procedural level.40 sexual exploitation of children and child pornography, and replacing Council Framework Decision 2004/68/JHA OJ L 2011] OJ L 335/1. 37 Directive 2010/64/EU of the European Parliament and of the Council of 20 October 2010 on the right to interpretation and translation in criminal proceedings [2010] OJ L 280/1 and Directive 2012/13/EU of the European Parliament and of the Council of 22 May 2012 on the right to information in criminal proceedings [2012] OJ L 142/1. 38 Peers, 2011, p. 297. 39 In this regard, see Rijken, p. 1456. With regard to AFSJ in general, see Kostakopoulou, p. 153, 158–159, 164. 40 See Koen Lenaerts, “The Contribution of the European Court of Justice to the Area of Freedom, Security and Justice”, International and Comparative Law Quarterly, Cilt: 59, 2010, p. 261. 138 ĐLKE GÖÇMEN Figure 2: Pre-ToL Jurisdiction of the CJEU Pre-ToL jurisdiction of the CJEU no action - for infringement -for damages -for failure to act -action for annulment -preliminary rulings; albeit subject to limitations quasi-international law mechanisms for dispute settlement All EC mechanisms only in –border disputes between 1st and 3rd Pillar The system of remedies regarding JCCM in the pre-ToL era is both deficient and restricted.41 To begin with, there is no action for infringement or action for damages in the 3rd Pillar.42 In addition to this, literally, there is no action for failure to act in the 3rd Pillar.43 On the other hand, there are action for annulment and preliminary ruling procedure which are subject to limitations and some quasi-international law mechanisms for dispute settlement. Firstly, the CJEU can review the legality of Framework Decisions and Decisions (but not Common Positions or Conventions), as long as the actions are brought by a Member State or the Commission (but not by other Union institutions or private persons).44 Secondly, the CJEU can rule on the validity and interpretation of Framework Decisions and Decisions (but not Common Positions), on the interpretation of (3rd Pillar) Conventions and on the validity and interpretation of the 41 See Article 35 TEU as amended by ToN, which is the main provision about this system of remedies. 42 Case C-354/04 P Gestoras Pro Amnistía and Others v Council of the European Union [2007] ECR I-1579 para. 46–48. 43 In my view, the CJEU might permit for this action on certain circumstances; nonetheless, subjecting it to the constraints applicable to the action for annulment in the 3rd Pillar, since these actions “merely prescribe one and the same method of recourse”. For instance, in the T. Port case, the CJEU ruled that “the possibility for individuals to assert their rights should not depend upon whether the institution concerned has acted or failed to act”. Hence, this might apply equally to the 3rd Pillar under the constraints applicable to the action for annulment in the 3rd Pillar, of course, if the circumstances require so. (Case C-68/95 T. Port GmbH & Co. KG v Bundesanstalt für Landwirtschaft und Ernährung [1996] ECR I-6065 para. 59.) Besides, this argument seems to be reinforced by the fact that the CJEU has been transferring some of its 1st Pillar doctrines to the 3rd Pillar, such as the principle of consistent interpretation. (Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 34, 43. See Case C-354/04 P Gestoras Pro Amnistía and Others v Council of the European Union [2007] ECR I-1579 para. 53. In this regard, also see Shaw et. al., p. 319.) Nevertheless, the CJEU may not find the chance to rule on this issue or want to disregard this issue, since it will have full jurisdiction, at the latest from 30 November 2014 onwards. 44 Article 35(6) TEU as amended by ToN. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 139 measures implementing them.45 Nonetheless, each Member State has to accept the jurisdiction of the CJEU via a declaration. This declaration will also state whether only highest courts or all courts may refer questions to the CJEU.46 In addition, the CJEU has no jurisdiction as regards national operations or actions concerning (generally) the maintenance of law and order and the safeguarding of internal security.47 Thirdly, the CJEU can rule on any dispute between Member States regarding the interpretation or the application of Common Positions, Framework Decisions, Decisions and Conventions whenever such dispute cannot be settled by the Council beforehand. In addition to this, the CJEU can rule on any dispute between Member States and the Commission regarding the interpretation or the application of 3rd Pillar Conventions.48 45 Article 35(1) TEU as amended by ToN. Article 35(2, 3) TEU as amended by ToN. The following 18 Member States declared that all courts can refer questions to the CJEU: Austria, Belgium, Cyprus, the Czech Republic, Finland, France, Germany, Greece, Hungary, Italy, Latvia, Lithuania, Luxembourg, the Netherlands, Portugal, Romania, Slovenia and Sweden. On the other hand, Spain declared that it is only its highest courts that can refer questions to the CJEU. The following 8 Member States do not have declarations in this regard: Bulgaria, Denmark, Estonia, Ireland, Malta, Poland, Slovakia and the United Kingdom. [2010] OJ L 56/14. See Lenaerts, p. 268, fn. 90, 91. This means that uniformity of interpretation and application is not achieved as between Member States. Steiner and Woods, p. 600. Moreover, even Member States do not accept the jurisdiction of the CJEU, the rulings of the CJEU will continue to bind their courts, since it does not bind only the referring court. See Damian Chalmers et. al., European Union Law: Text and Materials, 2nd Edition, Cambridge University Press, United Kingdom, 2010, p. 592. For a similar view, see Eleanor Spaventa, “Opening Pandora’s Box: Some Reflections on the Constitutional Effects of the Decision in Pupino”, European Constitutional Law Review, Cilt: 3, 2007, p. 14. For instance, Mitsilegas states that denying the right to send references to the CJEU has not stopped domestic courts from taking into account CJEU’s interpretation of 3rd Pillar law and appling it in their domestic context. Mitsilegas, 2009, p. 19. 47 Article 35(5) TEU as amended by ToN: “[CJEU] shall have no jurisdiction to review the validity or proportionality of operations carried out by the police or other law enforcement services of a Member State or the exercise of the responsibilities incumbent upon Member States with regard to the maintenance of law and order and the safeguarding of internal security.” For an in-depth analysis, see Alicia Hinarejos, Judicial Control in the European Union: Reforming Jurisdiction in the Intergovernmental Pillars, Oxford University Press, United States, 2009, p. 73–77; Alicia Hinarejos, “Law and Order and Internal Security Provisions in the Area of Freedom, Security and Justice: Before and After Lisbon”, (Eds.) Christina Eckes and Theodore Konstadinides, Crime within the Area of Freedom, Security and Justice: A European Public Order, Cambridge University Press, United Kingdom, 2011(b), p. 258–263. 48 Article 35(7) TEU as amended by ToN. 46 140 ĐLKE GÖÇMEN Figure 3: Pre-ToL Jurisdiction of the CJEU relating Action for Annulment Action for annulment Relevant acts Only Framework Decisions and Decisions Applicants Not Common Positions or Conventions Only -Member States -Commission Not -Other Union institutions -private persons CJEU gives a 3rd Pillar act its proper categorisation Figure 4: Pre-ToL Jurisdiction of the CJEU relating Preliminary Rulings Preliminary rulings Member States decide whether to accept the jurisdiction of the CJEU (declaration) validity and interpretation -Framework Decisions -Decisions interpretation -3rd Pillar Conventions only highest court or all court no jurisdiction -maintenance of law and order -safeguarding of internal security Not -Common Positions CJEU gives a 3rd Pillar act its proper categorisation. There are two qualifications to these legal rules which somewhat seem to broaden the jurisdiction of the CJEU. Firstly, the CJEU is competent to rule on cases which concern border disputes between 1st and 3rd Pillar and the Court’s powers under THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 141 the ex-TEC will become applicable in this context.49 In this respect, for instance, an individual may bring an action for annulment against such a 3rd Pillar act.50 Secondly, in the Gestoras Pro Amnistía case, the CJEU stated that preliminary ruling mechanism exists “in respect of all measures adopted by the Council, whatever their nature or form, which are intended to have legal effects in relation to third parties”.51 Therefore, even Common Positions are subject to this mechanism (and also to action for annulment), as long as they intend to have legal effects in relation to third parties; though they are explicitly not mentioned as one of the acts which can be reviewed by the CJEU in accordance with the Article 35 ex-TEU. This is a result of the fact that the CJEU can give a 3rd Pillar act its proper categorisation and thus take it into its jurisdiction.52 After the Treaty of Lisbon The ToL has de-pillarized the Union; thereby giving full jurisdiction to the CJEU in relation to JCCM. However, transitional provisions apply in this regard. Figure 5: Transitional Provisions regarding the Jurisdiction of the CJEU Transitional provisions regarding the jurisdiction of the CJEU 3rd Pillar acts “amended” post-ToL JCCM acts adopted post-ToL (Unamended) 3rd Pillar acts -at the latest from 30 November 2014 Their legal effects will remain unchanged Full jurisdiction The transitional provisions regarding the jurisdiction of the CJEU are as follows: Firstly, with respect to 3rd Pillar acts, the Commission cannot bring an action for infringement and the powers of the CJEU will not change until 30 November 49 Article 46 and 47 TEU as amended by ToN. Some examples are: Case C-170/96 Commission of the European Communities v Council of the European Union [1998] ECR I-2763 para. 12–18; Case C-176/03 Commission of the European Communities v Council of the European Union [2005] ECR I-7879 para. 38–40; Case C-440/05 Commission of the European Communities v Council of the European Union [2007] ECR I-9097 para. 52–54. 50 In this regard, for a detailed review see Hinarejos, 2009, p. 87–94. 51 Case C-354/04 P Gestoras Pro Amnistía and Others v Council of the European Union [2007] ECR I-1579 para. 53. 52 See Lenaerts and Van Nuffel, p. 940. 142 ĐLKE GÖÇMEN 2014.53 Secondly, as soon as a 3rd Pillar act is “amended”, the Treaties will become fully applicable to that act.54 Therefore, in relation to pre-existing 3rd Pillar acts, jurisdiction of the CJEU continues to be governed by Article 35 ex-TEU until they are amended or at the latest until 30 November 2014.55 Accordingly, which acts are under the full jurisdiction of the CJEU and what is meant by “full jurisdiction”?56 Regarding the first question, the CJEU has full jurisdiction in respect of three categories of acts: (i) JCCM acts adopted post-ToL; (ii) pre-existing 3rd Pillar acts amended post-ToL and (iii) pre-existing non-amended 3rd Pillar acts, as from 30 November 2014. A reminder is necessary in this regard. Though the CJEU will have full jurisdiction in relation to the pre-existing non-amended 3rd Pillar acts as from 30 November 2014; their legal effects will remain unchanged.57 Regarding the second question, the “full jurisdiction” of the CJEU covers the following cases: the review of legality, i.e. action for annulment58 and action for failure to act,59 fulfilment of obligations under the Treaties by Member States, i.e. action for infringement,60 liability of Union institutions for the damages caused by them, i.e. action for damages61 and implementation of Union law by national courts, i.e. preliminary rulings.62 53 Article 10(1, 3) of the Protocol (No 36) on Transitional Provisions annexed to ToL. Article 10(2) of the Protocol (No 36) on Transitional Provisions annexed to ToL. 55 See Lenaerts, p. 269–270. For the meaning of “amend”, see below p. 150. 56 See Craig, p. 339. Also see Article 19(1) TFEU: “[CJEU] shall ensure that in the interpretation and application of the Treaties the law is observed.” 57 Article 9 of the Protocol (No 36) on Transitional Provisions annexed to the ToL. 58 Article 263–265 TFEU. 59 Article 266, 265 TFEU. 60 Article 258–260 TFEU. 61 Article 268, 340 TFEU. 62 Article 267 TFEU. 54 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 143 Figure 6: Post-ToL Jurisdiction of the CJEU Post-ToL jurisdiction of the CJEU Action for -annulment -failure to act -infringement -damages -preliminary rulings New jurisdictionss Action for -failure to act -infringement -damages Removed limitations Action for annulment Applicants -Member States -Commission -other Union institutions -private persons + Against -all Union acts Preliminary Rulings -All courts -Treaties legislation … Still no jurisdiction -maintenance of law and order -safeguarding of internal security If we compare the pre-ToL and post-ToL situation, we will observe these novelties: Now, the CJEU has an explicit jurisdiction regarding action for failure to act, action for infringement and action for damages. In this respect, the extension of the supervisory powers of the Commission (via action for infringement) to the JCMM is of significant importance, since this mechanism has proved efficient.63 Regarding action for annulment, not only a Member State or the Commission; but also other (relevant) Union institutions or private persons may now bring a case before the CJEU. Concerning preliminary rulings, not only courts of some Member States; but also (with the exception of opt-out States) all courts from all Member States can or should refer questions to the CJEU relating to Treaties and EU acts. A substantive derogation to the jurisdiction of the CJEU has been remained in Article 276 TFEU.64 According to this Article, with regard to JCCM, the CJEU will continue to have no jurisdiction to review national operations or actions concerning generally the maintenance of law and order and the safeguarding of internal security.65 The CJEU has not ruled on the meaning of this Article yet.66 According to Peers, this 63 See Hinarejos, 2009, p. 115. Also see Article 4(2) TEU as amended by ToL and 72 TFEU. For Article 4(2) TEU as amended by ToL, see Chalmers et .al., p. 584. For Article 72 TFEU, see Craig and De Búrca, p. 936. 65 Article 276 TFEU: “In exercising its powers regarding [JCCM and Police Cooperation], the [CJEU] shall have no jurisdiction to review the validity or proportionality of operations carried out by the police or other law-enforcement services of a Member State or the exercise of the responsibilities incumbent upon Member States with regard to the maintenance of law and order and the safeguarding of internal security.” For an in-depth analysis, see Hinarejos, 2009, p. 109– 113; Hinarejos, (2011b), p. 265–269. 66 For some other “speculations”, see Vassilis Hatzopoulos, “Casual but Smart: The Court’s new clothes in the Area of Freedom Security and Justice (AFSJ) after the Lisbon Treaty”, College of 64 144 ĐLKE GÖÇMEN proviso refers only to acts of Member States; it does not prevent the Court from interpreting Union acts upon which national implementation and derogations are based.67 According to Hinarejos, it is arguable that this Article may have an effect on the Court’s behaviour when providing preliminary rulings, in that it may feel the need to tread more carefully than normally in this area, due to the existence of an added safeguard or reminder as to the boundaries of its jurisdiction.68 Besides, ToL brings some improvements with regard to these remedies, which may also be relevant for JCCM.69 First of them relates to review of legality. On the one hand, with regard to action for annulment,70 it is extended principally to the review of the legality of acts of European Council and bodies, offices or agencies of the Union intended to produce legal effects vis-à-vis third parties.71 On the other hand, regarding action for failure to act,72 it is extended to the inactions of European Council and bodies, offices or agencies of the Union where it is in infringement of the Treaties. Additionally, concerning action for annulment,73 the locus standi of the natural and legal persons is broadened: Whenever there is a regulatory act which is of direct concern to them and does not entail implementing measures, they may institute proceedings against that act without any further need to prove their individual concern.74 Therefore, ToL sought to facilitate direct access of private parties to the Union judiciary,75 in addition to broadening the list of defendants, which may now include Europol and Eurojust.76 Europe: European Legal Studies: Research Papers in Law, 2/2008, 2008, p. 12; Mitsilegas, 2009, p. 44. 67 Peers, 1999, p. 175. Though this comment relates to Article 35(5) TEU as amended by ToA, it is still relevant today, since this Article continues to exist as Article 276 TFEU. 68 Hinarejos, 2011b, p. 266, 268–269. 69 For these changes in general, see HATZOPOULOS, p. 4–13. 70 Article 263 TFEU. 71 Compare with Case C-160/03 Kingdom of Spain v Eurojust [2005] ECR I-2077 para. 36–40. Compare this with Opinion of Advocate General Poiares Maduro in Case C-160/03 Kingdom of Spain v Eurojust [2005] ECR I-2077 points 14–17. In addition to these, acts setting up bodies, offices and agencies of the Union may lay down specific conditions and arrangements concerning actions brought by natural or legal persons against acts of these bodies, offices or agencies intended to produce legal effects in relation to them. Article 263 TFEU. 72 Article 266 TFEU. 73 Article 263 TFEU. 74 Article 265 TFEU. For the meaning of this novelty see Craig, p. 130–132. 75 Lenaerts, p. 265. 76 See Article 85, 88 TFEU. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 145 Figure 7: ToL Improvements in System of Remedies ToL improvements in the system of remedies Action for annulment and action for failure to act Relevant acts or inactions are broadened action for annulment action for infringement preliminary rulings Locus standi broadened expedited procedures imposing pecuniary penalties validity and interpretation acts of the institutions, “bodies, offices or agencies” of the Union, now inculding European Council private persons against a “regulatory act” which is of “direct concern” to them and does not entail implementing measures (no individual concern) acts (or inactions) of European Council and bodies, offices or agencies of the Union intended to produce legal effects vis-à-vis third parties (or in infringement of the Treaties) a person in custody minimum of delay Secondly, as regards action for infringement,77 the procedure about imposing pecuniary penalties on Member States has expedited. Now, the Commission may bring a Member State before the CJEU, where the former considers that the latter has not taken the necessary measures to comply with the judgment of the CJEU, after giving it the opportunity to submit its observations or where the former thinks that the latter has failed to fulfil its obligation to notify measures transposing a directive adopted under a legislative procedure. This expedition may be a factor in increasing the efficiency of the infringement proceedings. Lastly, concerning the preliminary ruling procedure,78 it is extended to the validity and interpretation of acts of the institutions, “bodies, offices or agencies” of the Union, which now also cover European Council as an institution, and for instance Europol and Eurojust as bodies, offices or agencies. Moreover, at the level of Treaties, it is foreseen that the CJEU shall act with the minimum of delay where the national case 77 78 Article 258–260 TFEU. Article 267 TFEU and Article 13 TEU as amended by ToL. 146 ĐLKE GÖÇMEN concerns a person in custody. Nonetheless, there have already been special procedures for dealing with such cases even before ToL.79 What are the consequences flowing from this full jurisdiction of the CJEU with regard to JCCM? Firstly, from the perspective of ascending volume of litigation, the contributions of the CJEU to JCCM are expected to increase steadily; from the moment that transitional period ends. Secondly, individuals are likely to gain a better protection for their Union law rights, including fundamental rights.80 Thirdly, giving full jurisdiction to the CJEU is, on its own, a significant step towards preserving rule of law81 and protecting fundamental rights, such as right to an effective remedy.82 Lastly, full jurisdiction will lead to a more uniform and effective application and better level of implementation of Union law, an important part of which will include the protection of fundamental rights, especially via preliminary ruling procedure which provides a useful dialogue between the CJEU and national courts.83 Rights, including fundamental rights, demand remedies and the full jurisdiction of the CJEU will open the door for individuals to a “complete system of remedies”,84 which has been improved further by the ToL. In this regard, the growing judicialisation will indeed constitute a positive central component in guaranteeing the protection and respect of the individuals’ European freedoms and rights in the JCCM.85 Nonetheless, the real contributions of the CJEU to JCCM can only be observed by examining the acts and the effects of them concerning JCCM. This is the subject of the next chapter. 79 See below p. 161. In this regard see Lenaerts, p. 265; Piris, p. 178, 201. 81 For instance, according to Craig, shifting to the normal judicial controls is to be welcomed in enhancing the rule of law. Craig, p. 378. 82 In this regard, see Bazzocchi, p. 184; Mitsilegas, 2009, p. 40. Also see Article 6 ECHR and Article 47 CFR. 83 In this regard see Hinarejos, 2009, p. 106; Lenaerts, p. 262, 265; Piris, p. 202. An interesting note is that (may be coincidentally but) most of the groundbreaking decisions of the CJEU have been given as a result of references from lower courts. A well-known example is the Costa v ENEL case; on the other hand, Pupino is another such case which was about the 3rd Pillar. Case 6/64 Costa v Ente Nazionale per l’Energia Elettrica (ENEL) [1964] ECR 585; Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285. 84 Case T-177/01 Jégo-Quéré & Cie SA v Commission of the European Communities [2002] ECR II-2365 para. 41. Compare with Case C-355/04 P Segi and Others v Council of the European Union [2007] ECR I-1657 para. 50. Moreover, there may be not at all the times a complete system of remedies. See Bruno De Witte, “The Past and Future Role of the European Court of Justice in the Protection of Human Rights”, (Ed.) Philip Alston, The EU and Human Rights, Oxford University Press, United States, 1999, p. 876–877; Dorota Leczykiewicz, “Effective Judicial Protection” of Human Rights after Lisbon: Should National Courts be Empowered to Review EU Secondary Law?”, European Law Review, Cilt: 35, No: 3, 2010, s. 334–338. 85 Guild and Carrera, p. 6. 80 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 147 Acts and Effects of Those Acts Regarding Judicial Cooperation in Criminal Matters I will examine the acts and effects of those acts related to JCCM in two separate parts: before and after ToL. This examination will also reflect the influence of the CJEU in the development of legal and/or constitutional principles for JCCM.86 Before the Treaty of Lisbon Before the ToL, the Council was competent to take measures, namely common positions, framework decisions and decisions, and conventions.87 Common positions define the approach of the Union to a particular matter. Framework decisions are adopted for the purpose of approximation of the laws of the Member States and bind them as to the result to be achieved but leave choice of form and methods to them. In addition, they do not have direct effect. Decisions are adopted for any other purpose consistent with the objectives of JCCM, while excluding any approximation of the laws of the Member States. These are binding and do not have direct effect. Conventions are international law instruments; therefore, Member States follow their constitutional requirements for their adoption. What are the effects of these above-mentioned acts? In this regard, there is one main rule; but it is subject to qualifications. According to the main rule, it is the Member States that determine the status and legal effects of 3rd Pillar acts within their domestic legal systems; depending on the form, content and purpose of each act, which will be appraised in the light of international law.88 According to the qualifications, a distinction is necessary between those acts which are not subject to the jurisdiction of the CJEU and others. On the one hand, the former ones, i.e. common positions89 and conventions giving no jurisdiction to the CJEU, are subject to the main rule. On the other hand, in relation to the latter ones, namely Framework Decisions and Decisions, the provisions of the TEU and the case-law of the CJEU should also be taken into account.90 86 In this regard, also see Mitsilegas, 2009, p. 23–31. Article 34(2) TEU as amended by ToN. This Article “does not establish any order of priority between the different instruments listed in that provision, [hence] it cannot be ruled out that the Council may have a choice between several instruments in order to regulate the same subjectmatter, subject to the limits imposed by the nature of the instrument selected.” Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I-3633 para. 37. In the post-ToA era, Framework Decisions constituted the main form of 3rd Pillar law-making and has strengthened considerably 3rd Pillar law. Mitsilegas, 2009, p. 16. 88 Lenaerts and Van Nuffel, p. 938, 936. For similar remarks see Steiner and Woods, p. 582. Also see Hinarejos, 2009, p. 17. 89 In this regard, there should be a reminder: If a common position, because of its content, has a scope going beyond that assigned by the ex-TEU, i.e. producing legal effects in relation to the third parties, then the CJEU can give it its proper categorisation and thus taking it into its jurisdiction. See Lenaerts and Van Nuffel, p. 940 and Case C-354/04 P Gestoras Pro Amnistía and Others v Council of the European Union [2007] ECR I-1579 para. 35–43. 90 See Lenaerts and Van Nuffel, p. 939, 947. In this regard, also see fn. 46. 87 148 ĐLKE GÖÇMEN According to the CJEU, 3rd Pillar acts –especially in comparison to 1st Pillar acts– have or do not have these legal effects: First of all, since the Union must respect fundamental rights on the basis of Article 6(2) ex-TEU, all 3rd Pillar acts must respect fundamental rights.91 Secondly, Framework Decisions and Decisions do not entail direct effect, i.e. generally they cannot create individual rights which national courts must protect.92 Thirdly, they have indirect effect, i.e. national courts must interpret as far as possible national law in conformity with and in the light of the wording and purpose of these acts, mainly since they are binding on the Member States.93 However, this duty of consistent interpretation is limited by general principles of law, particularly those of legal certainty and non-retroactivity and it cannot serve as the basis for an interpretation of national law contra legem.94 Fourthly, there are some unanswered questions, such as whether the principle of primacy or state liability is applicable with regard to the 3rd Pillar acts.95 There are different views on these topics;96 however, the CJEU may not find the chance to rule on these issues, since 3rd Pillar acts will be subject to the normal (old-)Community case-law, as soon as they are amended or the CJEU may disregard to rule on these issues, since it may want to wait until such transformation takes place. 91 See Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I-3633; Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 58– 59. 92 TEU as amended by ToN Article 34(2). According to Mitsilegas, the limitation is significant as it restricts considerably the potential for enforcement of 3rd Pillar law by blocking avenues for individuals to challenge their legal position, resulting from EU criminal law, before domestic courts. Mitsilegas, 2009, p. 26. For the result of direct effect, as an example, see Case 74/76 Iannelli & Volpi SpA v Ditta Paolo Meroni [1977] ECR 557 para. 13. 93 See Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 34, 43. In this regard, see Spaventa, p. 11. 94 See Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 44, 47. 95 In this regard, see Spaventa, p. 18–22. 96 For some examples see Hinarejos, 2009, p. 36–49; Mitsilegas, 2009, p. 23–24, 29 (fn. 157); Steiner and Woods, p. 601–602. Especially the national courts seem to rule out principle of primacy in relation to 3rd Pillar acts; see Steiner and Woods, p. 602–603; Chalmers et.al., p. 602–607. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 149 Figure 8: 3rd Pillar Acts and Their Effects 3rd Pillar Acts Effects of 3rd Pillar CJEU’s case-law Acts Common Positions Framework Decisions Decisions Main Rule These Acts are international law instruments Qualification Where the CJEU has jurisdiction, Court’s case-law is also relevant Conventions Respect for fundamental rights All Union Acts No direct effect Framework Decisions and Decisions Indirect effect Framework Decisions (probably Decisions and some Conventions) Unanswered Questions -Principle of primacy -State liability In sum, the CJEU contributes to the development of JCCM in two ways, despite the weakness in the judicial protection system and the legal effects of acts in this area: First, the CJEU makes it clear that all 3rd Pillar acts must respect fundamental rights. This is a matter, not only for the CJEU itself; but also for the national courts dealing with such acts.97 Secondly, the CJEU gives some effect to the Framework Decisions (and probably to Decisions and some Conventions), by proclaiming their indirect effect. In the absence of direct effect, principle of primacy or state liability, the principle of consistent interpretation seems to be the only best way to give effect to 3rd Pillar law;98 nevertheless, this principle has lots of limits which can be very legitimate in an area like criminal law.99 After the Treaty of Lisbon After the ToL, Union legislative institutions are competent to adopt regulations, directives and decisions.100 Regulations have general application, are binding in their entirety and directly applicable in all Member States. Directives are binding, as to the result to be achieved, upon each Member State to which they are addressed, but shall leave the choice of form and methods to them. Decisions are binding in their entirety, and a decision which specifies those to whom it is addressed 97 See below p. 160. In this regard, see Lenaerts, p. 271. 99 In this regard, see Spaventa, p. 12. 100 Article 288 TFEU. 98 150 ĐLKE GÖÇMEN shall be binding only on them. This means that 3rd Pillar acts, namely common positions, framework decisions, decisions and conventions are now disappeared as a form of law-making in the post-ToL era,101 the existing ones will probably be amended and take a form of regulation, directive or decision. Figure 9: JCCM Acts and Their Effects post-ToL JCCM Acts Effects of JCCM Acts Regulations Directives Main Rule Determined by EU law -in accordance with Court’s case-law CJEU’s case-law Respect for fundamental rights All Union Acts Principle of Primacy -Treaties -Union Acts… Decisions Conventions -still possible -international law instrument Significant volume of litigation Likely scenario of litigation -human rights claims Direct effect -Treaties -Union Acts… Indirect effect -Treaties -Union Acts… State Liability -Treaties -Union Acts… There is one preliminary issue before we can continue to look for the effects of Union law after the ToL. According to the transitional provisions (attached to the ToL), the 3rd Pillar acts will continue to have the effects that they have pre-ToL, until they are “repealed, annulled or amended”.102 This means that such acts will be subject to postToL status, including as regards their effects, once they are “amended”.103 This brings to the fore the meaning of the term “to amend”. In this regard, an act should be considered as “amended” in any case where even only a part of it has been amended,104 since the 101 This is subject to one qualification: Though the Treaties mention no longer conventions between Member States as a policy instrument of the Union; there is nothing to preclude Member States from making such international agreements between themselves, even after the ToL. See Lenaerts and Van Nuffel, p. 948. 102 Article 9 of the Protocol (No 36) on Transitional Provisions annexed to the ToL. 103 There is an effort, at least on the level of European Council, for such amendments. See The Stockholm Programme, Brussels, 16 October 2009, point 1.2.10. 104 In this regard, see Peers, 2011, p. 64. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 151 transitional provisions does not distinguish between the parts amended and other, unamended, parts.105 What are the effects of Union acts related to JCCM in the post-ToL era? Since the ToL has de-pillarized the Union, JCCM is now also a part of the old Community framework. Therefore, it is fair to expect that the CJEU will transfer its principles of old-1st Pillar law to post-ToL rules related to JCCM.106 In more general terms, the Union’s current legal order thus replaces the pre-existing Community legal order while carrying over all its “supranational” and “constitutional” characteristics.107 Therefore, first of all, all Union acts must respect fundamental rights, either as general principles of law or as flowing from CFR.108 Secondly, the provisions of Treaties or legislation give rise to direct effect, provided that they meet the judicially created criteria for direct effect;109 thus such provisions can create individual rights which national courts must protect.110 Thirdly, from the perspective of the CJEU, the Union law will probably be deemed as to have primacy against national law.111 Nonetheless, the debates concerning the principle of primacy seem to be continued in the post-ToL era: Questions such as whether Union law is upper the national constitutions or who will be the ultimate arbiter of the Kompetenz-Kompetenz issue will be maintained and will continue to be a potential clash between the highest national courts and the CJEU, especially with regard to JCCM. Fourthly, as with old-3rd Pillar measures, the Union acts will continue to have indirect effects, namely the doctrine of consistent interpretation will continue to be applicable in this regard. Lastly, Member States will be required to pay compensation for incorrectly applying Union law, including the law related to JCCM, as long as the conditions of the principle of state liability are fulfilled. What will be the consequences of such a change in effects of new or amended acts related to JCCM? Most probably, they will generate significant litigation, mostly by way of preliminary rulings, given the number of acts adopted in this area.112 Nonetheless, at this point, it may be useful to remind some relevant shortcomings relating to these effects. For instance, a Directive,113 which is the main instrument of JCCM,114 “cannot, of itself and independently of a national law adopted by a Member State for its implementation, have the effect of determining or aggravating the liability in criminal law of persons who act in contravention of the provisions of that 105 See Lenaerts and Van Nuffel, p. 73, fn. 54. In this regard see Lenaerts and Van Nuffel, p. 16, 71–72; Mitsilegas, 2009, p. 37, 41. 107 Lenaerts and Van Nuffel, p. 72. Also see Hinarejos, 2009, p. 19, 49. 108 Article 6 TEU as amended by ToL. 109 Craig, s. 146, 340; Craig and De Búrca, p. 937. Also see Hinarejos, 2009, p. 51; Lenaerts, p. 271. 110 For the result of direct effect, as an example, see Case 74/76 Iannelli & Volpi SpA v Ditta Paolo Meroni [1977] ECR 557 para. 13. 111 See Craig, s. 150, 340; Craig and De Búrca, p. 937; Hinarejos, 2009, p. 49. Also see Declaration (No 17) concerning Primacy annexed to the ToL. 112 Regarding direct effect, see Craig, s. 146, 340. 113 In this regard, for an extensive analysis of directives, see Sacha Prechal, Directives in EC Law, 2nd Edition, Oxford University Press, Great Britain, 2005. 114 See Article 82 and 83 TFEU. 106 152 ĐLKE GÖÇMEN directive”.115 Moreover, in parallels with this, the principle of consistent interpretation reaches a limit where it has the effect of determining or aggravating, on the basis of the directive and in the absence of a law enacted for its implementation, the liability in criminal law of persons who act in contravention of that directive’s provisions.116 Accordingly, the most likely scenario of litigation relating to JCCM is one where the individual is using human rights standards to challenge EU rules or their national implementation.117 This will be the subject examined next. Court of Justice of the European Union and Protection of Fundamental Rights (in Judicial Cooperation in Criminal Matters) The CJEU protects the fundamental rights in Union law in general and in JCCM in particular which raise frequently fundamental rights concerns.118 In this regard, I will put down this protection, by answering these questions: What is the status of the fundamental rights in EU law; why does the CJEU contribute to the JCCM mainly on the grounds of protection of fundamental rights and what is the scope and standard of this protection? Status of Fundamental Rights Where do the fundamental rights stand in EU law? On the one hand, they have been under protection as unwritten Community law, i.e. general principles of Community law until ToL; and on the other hand, they are protected by a rights catalogue, namely CFR, in addition their protection under the general principles of Union law since ToL. Both as general principles of law and as set out in the CFR, the fundamental rights have the status of being equal to primary law. Till the ToL, the CJEU has protected fundamental rights on the basis of its case-law, in the absence of a catalogue of rights enshrined in the Treaties, and that practice has been consolidated into the Treaties from the ToM (1993) onwards. In this regard, according to the well-established case-law of the CJEU, the fundamental rights are “enshrined in the [unwritten] general principles of Community law and protected by the Court”.119 In this regard, by virtue of Article 6 TEU as amended by ToA, not only 115 Case C-168/95 Criminal proceedings against Luciano Arcaro [1996] ECR I-4705 para. 37. Case C-168/95 Criminal proceedings against Luciano Arcaro [1996] ECR I-4705 para. 42. 117 Alicia Hinarejos, “Integration in Criminal Matters and the Role of the Court of Justice”, European Law Review, Cilt: 36, No: 3, 2011(a), p. 429. For instance, according to the Craig, in the aftermath of ToL (which brings AFSJ into the general framework of the EU legal and political order), Union courts will likely to be confronted with right-based claims and be required to grapple with complex issues concerning the interplay between civil and political rights (or in general fundamental rights) and the needs of a political order seeking to impose control over matters, such as criminal matters. Craig, p. 244. 118 Many academics observed such concerns, for some see Craig, p. 244; Craig and De Búrca, p. 925; Douglas-Scott, p. 274, 276; Guild and Carrera, p. 2, 7; Hinarejos, (2011(a)), p. 429; Mitsilegas, 2009, p. 25. 119 Case 29/69 Erich Stauder v City of Ulm – Sozialamt [1969] ECR 419 para.7. 116 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 153 the Community (1st Pillar); but also the Union (3rd Pillar) respects fundamental rights, as general principles of Community law.120 For that purpose, the Court draws inspiration from the constitutional traditions common to the Member States and from the guidelines supplied by international instruments for the protection of human rights on which the Member States have collaborated or to which they are signatories, with a special significance given to the ECHR.121 This practice has been reflected in the Treaties by the Member States since the ToM.122 ToL has placed great emphasis on fundamental rights, in comparison to its former counterparts. Firstly, EU is founded on the values of, inter alia, respect for human rights.123 Besides, the Union has also now its own fundamental rights catalogue, namely CFR which has the same legal value as the Treaties.124 Hence, fundamental rights have now been recognized as an autonomous source of Union law, with the same ranking as the provisions of primary law.125 Moreover, the Union is now empowered and obliged to accede to the ECHR.126 Furthermore, the CJEU will continue to protect fundamental rights, as general principles of law, as they flow from ECHR and national constitutional traditions.127 In addition to these general provisions, the Union shall constitute an AFSJ with respect for fundamental rights.128 All these provisions provide useful tools for taking into account fundamental rights in the development and interpretation of the AFSJ provisions and the central role belongs to the CJEU in this context.129 120 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 45. For a beforehand evaluation of the situation, see Peers, (1999), p. 171–172. 121 Case C-305/05 Ordre des barreaux francophones et germanophones and Others v Conseil des ministres [2007] ECR I-5305 para. 29. 122 Article F(2) TEU; Article 6(2) TEU as amended by ToA; Article 6(3) TEU as amended by ToL. In this regard, see Case C-7/98 Dieter Krombach v André Bamberski [2000] ECR I-1935 para. 27. 123 Article 2 TEU as amended by ToL. Also see Article 3(1, 5) and 7 TEU as amended by ToL. 124 Article 6(1) TEU as amended by ToL. 125 Lenaerts and Van Nuffel, p. 825. 126 Article 6(2) TEU as amended by ToL. As to the “accession” issue, see Lenaerts and Van Nuffel, p. 842–844. As to the how Union law is treated from the point of view of ECtHR, see Johan Callewaert, “The European Court of Human Rights and the Area of Freedom, Security and Justice”, ERA Forum, Cilt: 8, 2007, p. 511–518; Craig, p. 203–204; Lenaerts and Van Nuffel, p. 839–842. Moreover, as indicated by Rijken, if accession occurs, this will mean that there will be a kind of external control by a specialized human rights court, and from a fundamental rights perspective, this seems to be an advantage. Rijken, p. 1488. 127 Article 6(3) TEU as amended by ToL. 128 Article 67(1) TFEU. 129 Mitsilegas, 2009, p. 39. 154 ĐLKE GÖÇMEN Figure 10: ToL and Fundamental Rights ToL and Fundamental Rights Value on which the Union is founded -Article 2 TEU Internal Control External Control Emphasis CFR -Primary law -Article 6(1) TEU -written ECHR -Obligation to accede -Article 6(2) TEU AFSJ -Article 67(1) TFEU General Principles of Law -Common constitutional traditions -international human rights treaties -Article 6(3) TEU -unwritten For the CJEU -useful tools in the protection of fundamental rights Fundamental rights are at the apex of the hierarchy with regard to the all forms of EU law, sharing this rank with the Treaties. In this regard, fundamental rights as general principles of law are at the same rank with primary law; at least in the eyes of the CJEU.130 For instance, in Kadi and Al Barakaat case the CJEU held that though international agreements binding the Union have primacy over secondary Union law, “that primacy at the level of [Union] law would not, however, extend to primary law, in particular to the general principles of which fundamental rights form part”.131 As regards fundamental rights set out in the CFR, they have the same legal value as the Treaties; thus, they are part of primary law.132 130 See Lenaerts and Van Nuffel, p. 818, 819. Compare with Craig And De Búrca, p. 108, 109. See Joined Cases C-402/05 P and C-415/05 P Yassin Abdullah Kadi and Al Barakaat International Foundation v Council of the European Union and Commission of the European Communities [2008] ECR I-6351 para. 306–308. 132 Article 6(1) TEU as amended by ToL. 131 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 155 Figure 11: Fundamental Rights and Forms of EU Law Primary Law Founding Treaties Amending Treaties Accession Treaties -Their Protocols and Annexes- General Principles of Union Law -including fundamental rights EU CFR -common constitutional traditions - international human rights treaties, special regard to ECHR (and case-law of the ECtHR) (EU) International Agreements Union legislative acts Union delegated acts Which conclusions can be drawn from the status of fundamental rights in Union law?133 First of all, the lawfulness of a Union act depends on its respect for the fundamental rights.134 In this regard, a provision of a Union act could, in itself, not respect fundamental rights if it required, or expressly or impliedly authorised, the Member States to adopt or retain national legislation not respecting those rights.135 Besides, provisions of Union acts must be interpreted in the light of the fundamental rights.136 In this regard, Member States, when interpreting their national law, must also 133 Moreover, it seems that fundamental rights may impose also positive duties on the Union institutions as well as on the Member States acting within the scope of EU law. De Witte, p. 882, where he refers to the Case C-68/95 T. Port GmbH & Co. KG v Bundesanstalt für Landwirtschaft und Ernährung [1996] ECR I-6065 para. 40. 134 See Joined Cases C-402/05 P and C-415/05 P Yassin Abdullah Kadi and Al Barakaat International Foundation v Council of the European Union and Commission of the European Communities [2008] ECR I-6351 para. 285. Also regarding Framework Decisions see Case C303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I-3633 para. 47. It is clear, now, that the CFR will add to the matters that can be taken into account when determining the legality of Union action. CRAIG, p. 215. For a similar view, (regarding AFSJ) see Kostakopoulou, p. 154. In addition to this, in the words of Shaw et.al., the incorporation of the CFR would have added weight to the “freedom” and “justice” dimensions of the policy area and could have had an effect in ensuring that measures comply with human rights standards. Shaw et. al., p. 322. 135 Case C-540/03 European Parliament v Council of the European Union [2006] ECR I-5769 para. 23. 136 Case C-578/08 Rhimou Chakroun v Minister van Buitenlandse Zaken [2010] ECR I-1839 para. 44. Also regarding Framework Decisions see Case C-404/07 Gyırgy Katz v István Roland Sós [2008] ECR I-7607 para. 48; Joined Cases C-483/09 and C-1/10 criminal proceedings against 156 ĐLKE GÖÇMEN rely on an interpretation of wording of Union acts which is in conformity with the Union fundamental rights.137 Furthermore, fundamental rights play a role in the interpretation and application of the provisions of the Treaties.138 In this regard, it is important to note that there are also limits to the fundamental rights,139 which may result in a balancing test between provisions of equal rank.140 Figure 12: Effects of Fundamental Rights in the EU Legal Order Effects of fundamental rights in the EU legal order Review of legality Union Acts (annul) Member States’ Acts -when they implement Union law (set aside) Interpretation (in conformity with fundamental rights) Union Acts Member States’ Acts -when they implement Union law Balancing Provisions of equal rank, Such as fundamental freedoms vs fundamental rights It may be useful to include a list of some of the fundamental rights that are regarded as general principles of Union law in the case-law of the CJEU which may also be relevant with regard to JCCM. These partially listed fundamental rights are:141 – the principle of equality and non-discrimination;142 – the right to a fair trial (Article 6 ECHR, Article 47, 48 CFR),143 including: Magatte Gueye and Valentín Salmerón Sánchez, judgement of: 15 September 2011, nyr, para. 55. It is also clear, now, that the CFR will add to the matters that can be taken into account when interpreting Union acts. Craig, p. 219. 137 Case C-305/05 Ordre des barreaux francophones et germanophones and Others v Conseil des ministres [2007] ECR I-5305 para. 28. 138 Lenaerts and Van Nuffel, p. 818. As examples, see Case T-333/99 X v European Central Bank [2001] ECR II-3021 para. 38; Case C-112/00 Eugen Schmidberger, Internationale Transporte und Planzüge v Republik Österreich [2003] ECR I-5659 para. 74. 139 In this regard, see CRAIG, p. 221–226. 140 As an example, see Case C-112/00 Eugen Schmidberger, Internationale Transporte und Planzüge v Republik Österreich [2003] ECR I-5659 para. 74. 141 For a more detailed list see LENAERTS and VAN NUFFEL, p. 844–848. In fact, the Court has seldom refused to include an alleged right into its capacious bag of general principles; but it has been more cautious in finding an actual violation of those rights. De Witte, p. 868–869. 142 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 55. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 157 – the rights of the defence, – the principle of equality of arms, – the right of access to the courts – the right of access to a lawyer,144 – the right to a fair and public hearing within a reasonable time by an independent and impartial tribunal established by law145 – the adversarial principle;146 – the principle of the legality of criminal offences and penalties (Article 7 ECHR, Article 49 CFR);147 – the principle of the retroactive application of the more lenient penalty;148 – the principle of non bis in idem (Article 4(1) 7th Protocol to the ECHR, Article 50 CFR);149 – the right to human dignity and integrity (Article 1, 3 CFR);150 – the right to respect for private life151 and family life152 (Article 8 ECHR, Article 7 CFR); – freedom of expression (Article 10 ECHR, Article 11 CFR);153 – freedom of association (Article 11 ECHR, Article 12 CFR);154 – the right to respect for property (Article 17 CFR).155 143 For an outer limit of this right, as an example see Case C-507/10 X, judgement of: 21 December 2011, nyr, para. 43–44. 144 For those rights mentioned till here see Case C-305/05 Ordre des barreaux francophones et germanophones and Others v Conseil des ministres [2007] ECR I-5305 para. 31. 145 Case C-385/07 P Der Grüne Punkt – Duales System Deutschland GmbH v Commission of the European Communities [2009] ECR I-6155 para. 177. 146 Case C-450/06 Varec SA v État belge [2008] ECR I-581 para. 47. This principle means, as a rule, that the parties have a right to a process of inspecting and commenting on the evidence and observations submitted to the court. However, in some cases it may be necessary for certain information to be withheld from the parties in order to preserve the fundamental rights of a third party or to safeguard an important public interest. (para. 47.) 147 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 49. 148 Joined Cases C-387/02, C-391/02 and C-403/02 Criminal proceedings against Silvio Berlusconi and Others [2005] ECR I-3565 para. 68. 149 Joined Cases C-238/99 P, C-244/99 P, C-245/99 P, C-247/99 P, C-250/99 P to C-252/99 P and C-254/99 P Limburgse Vinyl Maatschappij NV (LVM), DSM NV and DSM Kunststoffen BV, Montedison SpA, Elf Atochem SA, Degussa AG, Enichem SpA, Wacker-Chemie GmbH and Hoechst AG and Imperial Chemical Industries plc (ICI) v Commission of the European Communities [2002] ECR I-8375 para. 59. For the application of this principle in 3rd Pillar, see Peers, (1999), p. 185–186. 150 Case C-377/98 Kingdom of the Netherlands v European Parliament and Council of the European Union [2001] ECR I-7079 para. 70. 151 Case C-450/06 Varec SA v État belge [2008] ECR I-581 para. 48. 152 Case C-578/08 Rhimou Chakroun v Minister van Buitenlandse Zaken [2010] ECR I-1839 para. 44. 153 Case C-421/07 Criminal proceedings against Frede Damgaard [2009] ECR I-2629 para. 26. 154 Joined Cases T-222/99, T-327/99 and T-329/99 Jean-Claude Martinez, Charles de Gaulle, Front national and Emma Bonino and Others v European Parliament [2001] ECR II-2823 para. 231. 158 ĐLKE GÖÇMEN Fundamental rights are at the apex of forms of Union law and protected by the Court. This is all the more important, since the main concern in JCCM is the protection of fundamental rights. Reasons for Mainly Protecting Fundamental Rights In my view, CJEU will mainly function as a protector of fundamental rights in JCCM; instead of mainly enhancing individual rights via direct effect and primacy. This is so, since JCCM concerns measures which usually function as a limitation of individuals’ rights. In this regard, Hinarejos indicates that in general the main aim is not to grant rights to, or enhance rights of, individuals; except where secondary law, such as relating to criminal procedural law, give them certain rights; but mostly the measures result in a limitation on individuals’ rights.156 In this respect unlike the more economic focus of the internal market, for instance the arrest and prosecution of suspects put Union law into more obvious potential conflict with fundamental rights.157 In view of that, the important issue becomes how to protect fundamental rights in the face of measures related to JCCM.158 In this regard, I agree with Hinarejos who rightly argues that unlike internal market where CJEU furthered integration; in relation to JCCM, the Court will and should function as a check on integration, rather than its champion, by controlling the compliance of legislative action with general principles of EU law.159 Thus, the Court’s contribution to JCCM will be mainly on the grounds of protection of fundamental rights. To this end, the Opinion of Advocate General (“AG”) Mengozzi in the Da Silva Jorge case, related to EAW, serves as a valuable guide. According to AG Mengozzi: “… in the context of applying the principle of mutual recognition within the meaning of [Framework Decision 2002/584], the protection of fundamental rights … must be the overriding concern of the national legislature when it transposes acts of the [EU], of the national judicial authorities when they avail themselves of the powers devolved to them by [EU] law, but also of the Court when it receives questions on the interpretation of the provisions of [that act]. It is in the light of the … protection of 155 Joined Cases C-402/05 P and C-415/05 P Yassin Abdullah Kadi and Al Barakaat International Foundation v Council of the European Union and Commission of the European Communities [2008] ECR I-6351 para. 356–358. 156 Hinarejos, 2011(a), p. 424. 157 Steiner and Woods, p. 580. Also see, fn. 118. 158 See Steiner and Woods, p. 604. 159 Hinarejos, 2011(a), p. 420–421, 426. Nonetheless, as stated by Hinarejos, the CJEU, when controlling EU action and Member State action (when they implement EU law), is also ensuring that all Member States’ action in this area will conform to a certain EU level of human rights standards and this certain standard may also be considered, in a loose sense, to be furthering integration. Hinarejos, (2011(a)), p. 429. On the other hand, according to de Witte, the affirmation of fundamental rights can be a means of bolstering the integration process by convincing citizens and national courts that cherished constitutional values are in safe hands with the CJEU. De Witte, p. 883. In this regard, also see above p. 134. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 159 fundamental rights … that the free movement of judgments in criminal matters must not only be guaranteed but also, where appropriate, limited.”160 Scope of Protection of Fundamental Rights Either via general principles or via CFR, the scope of protection of fundamental rights seems equal:161 The Union institutions as regards their all (in)actions and Member States, whenever they are in the context of EU law. For instance, according to the Advocaten voor de Wereld case which relates to the JCCM pre-ToL: The institutions are subject to review of the conformity of their acts with the Treaties and the general principles of law, including fundamental rights; just like Member States, when they implement the law of the Union.162 In addition to this, the provisions of CFR “are addressed to the institutions, bodies, offices and agencies of the Union … and to the Member States only when they are implementing Union law”.163 Figure 13: Scope of Protection of Fundamental Rights Scope of protection of fundamental rights Where they apply Treaty provisions Union Institutions Member States Where they obstruct Treaty freedoms All (in)actions 160 When they implement Union law Where they implement Union acts -regulations -directives -framework decisions … Opinion of Advocate General Mengozzi in Case C-42/11 Joao Pedro Lopes Da Silva Jorge, delivered on: 20 March 2012, nyr, point 28. (Emphasise added.) 161 Case C-27/11 Anton Vinkov v Nachalnik Administrativno-nakazatelna deynost, judgement of: 7 June 2012, nyr, para. 56–58. See in this regard, CRAIG, p. 211–212. For an early evaluation of this scope, see PEERS, (1999), p. 174. 162 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 45. 163 Article 51(1) CFR. 160 ĐLKE GÖÇMEN Unsurprisingly, it is the protection vis-à-vis Member States that raises problems with regard to the boundaries of protection: When does a Member State implement Union law? The answer is:164 Where they apply Treaty provisions165 or implement Union acts,166 in particular where applying or implementing regulations167 or transposing directives into national law168 or implementing Framework Decisions,169 and obstruct the exercise of Treaty freedoms.170 Accordingly, the CJEU cannot apply Union fundamental rights to a national rule, since it falls outside the scope of Union law.171 Standard of Protection of Fundamental Rights Here, I will examine the standard of protection of fundamental rights, i.e. to what extent the fundamental rights are protected by the CJEU. However, it is necessary to begin with determining the authority (the CJEU or the national courts) which will ultimately decide on the issue of fundamental rights in a case. Either the CJEU or the national courts rule on whether a measure is in conformity with fundamental rights. In this regard, we can mention two different situations. On the one hand, a measure may come under the jurisdiction of the CJEU. In this regard, if that measure is a Union act, than the CJEU will decide upon its compliance with EU fundamental rights.172 If that measure is an act of a Member State that implements Union law, than national court will give a ruling on whether it observes EU fundamental rights, with the help of the guidance from the CJEU. According to the case-law of the CJEU, in a reference for a preliminary ruling, “where national 164 Lenaerts and Van Nuffel, p. 834–835. In this regard also see Craig, p. 213; De Witte, p. 870, 873; Peers, (1999), p. 170. 165 Case 222/86 Union nationale des entraîneurs et cadres techniques professionnels du football (Unectef) v Georges Heylens and others [1987] ECR 4097 para. 14. 166 In addition to these, national rules fall into the scope of Union law where a measure constitutes a necessary step in the procedure for adoption of a Community measure and where the Community institutions have only a limited or non-existent discretion with regard to that measure. Case C-269/99 Carl Kühne GmbH & Co. KG and Others v Jütro Konservenfabrik GmbH & Co. KG. [2001] ECR I-9517 para. 57. 167 Case C-2/92 The Queen v Ministry of Agriculture, Fisheries and Food, ex parte Dennis Clifford Bostock [1994] ECR I-955 para. 16–27. 168 Joined Cases C-20/00 and C-64/00 Booker Aquaculture Ltd, trading as Marine Harvest McConnell and Hydro Seafood GSP Ltd v The Scottish Ministers [2003] ECR I-7411 para. 88. 169 Opinion of Advocate General Bot in Case C-123/08 Criminal proceedings against Dominic Wolzenburg [2009] ECR I-9621 point 115. Compare with Case C-123/08 Criminal proceedings against Dominic Wolzenburg [2009] ECR I-9621 para. 45. 170 Case C-368/95 Vereinigte Familiapress Zeitungsverlags- und vertriebs GmbH v Heinrich Bauer Verlag [1997] ECR I-3689 para. 24. 171 Case C-144/95 Criminal proceedings against Jean-Louis Maurin [1996] ECR I-2909 para. 12. Also regarding Framework Decisions see Joined Cases C-483/09 and C-1/10 Criminal proceedings against Magatte Gueye and Valentín Salmerón Sánchez, judgement of: 15 September 2011, nyr, para. 69. 172 In this regard, see Case 314/85 Foto-Frost v Hauptzollamt Lübeck-Ost [1987] ECR 4199 para. 17. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 161 legislation falls within the scope of EU law, the Court must provide all the criteria of interpretation needed in order for the national court to determine whether that legislation is compatible with the fundamental rights which derive in particular from the [CFR]”.173 On the other hand, a measure may be out of the scope of jurisdiction of the CJEU. In this respect, national courts will judge whether such a measure respects (Union, national or international) fundamental rights.174 For instance, if the CJEU deems the cases which are about the maintenance of law and order and the safeguarding of internal security175 as totally out of its jurisdiction, than it will be for the national courts to secure that fundamental rights are observed.176 Figure 14: Final Judgement in a Case The court that concludes a case (regarding conformity with fundamental rights) CJEU EU Acts With guidance from CJEU -EU fundamental rights National courts Member States’ Acts -implementing EU law Where a measure is not in the CJEU’s jurisdiction perhaps: maintenance of law and order and the safeguarding of internal security Without guidance from CJEU -EU, national, international fundamental rights 173 Case C-27/11 Anton Vinkov v Nachalnik Administrativno-nakazatelna deynost, judgement of: 7 June 2012, nyr, para. 58. For an earlier statement to the same end, see Case C-2/92 The Queen v Ministry of Agriculture, Fisheries and Food, ex parte Dennis Clifford Bostock [1994] ECR I-955 para. 16. 174 For instance, according to the Article 275 TFEU, the CJEU have no jurisdiction with respect to the provisions relating to the CFSP nor with respect to acts adopted on the basis of those provisions. Protection of fundamental rights in that context, therefore, rests on the protection afforded by the national legal systems (under the supervision of institutions set up by the ECHR). Lenaerts and Van Nuffel, p. 837. 175 Article 276 TFEU. 176 In this regard, also see Hinarejos, (2011b), p. 268–269. 162 ĐLKE GÖÇMEN Regarding the protection of fundamental rights in theory, the CJEU is expected to maintain a sufficient standard of review, at least for two reasons: one is normative and the other is practical. The normative reason depends on the fact that the ToL has enhanced the position of fundamental rights in the EU legal order, most importantly by adding CFR to this legal sphere.177 The practical reason reflects the fact that the CJEU needs to catch a certain standard of protection, in order to defend the principle of primacy (hence uniformity and effectiveness of EU law). This is a well-known story from the 1960’s;178 however, this need is more striking now, especially concerning JCCM, since here the potential for clashes between Union acts and national constitutional precepts is especially prevalent.179 Therefore, it seems that it may be for the CJEU in order to preserve the uniform application of EU law through principle of primacy to reassure national courts that fundamental rights are not being compromised by EU criminal measures.180 In practice, the CJEU has been trying its best to perform a sufficient standard of protection of fundamental rights, which is evident at both procedural and substantive level. At procedural level, the CJEU has two types of procedures at its disposal, both of which reduce significantly the delays in obtaining a decision from the CJEU in cases of exceptional urgency, such as when a person is in custody.181 These procedures are the “accelerated procedure”182 and the “urgent procedure” which is restricted to AFSJ matters (including JCCM).183 These procedures seem in line with the right to a fair trial, which includes a trial “within a reasonable time”;184 nonetheless, as Lenaerts reminds us, the requirement for swift decision-making must not be applied to the detriment of the protection of fundamental rights, particularly with respect to the rights of the defence.185 To illustrate the standard of protection of fundamental rights at substantive level, I will scrutinize two cases and try to answer a question of a national court, left 177 In this regard, see Bazzocchi, p. 194. Moreover, see Article 2, 3(1, 5) and 7 TEU as amended by ToL and Article 67(1) TFEU. Also see, above p. 152. 178 For instance, see De Witte, p. 866. 179 Craig, p. 150, 340. 180 See Steiner and Woods, p. 603. Also see, Dorota Leczykiewicz, “Constitutional Conflicts and the Third Pillar”, European Law Review, Cilt: 33, No: 2, 2008, p. 238. 181 For the application of these procedures, see Lenaerts, 2008, p. 273–281. 182 Article 104(a) of the Rules of Procedure of the Court of Justice. 183 Article 267 TFEU; Article 23a of the Statute of the Court of Justice; Article 104(b) of the Rules of Procedure of the Court of Justice. The duration of preliminary ruling proceedings was on average 16.8 months in 2008, 17.1 months in 2009, 16.1 months in 2010 and 16.4 months in 2011, and the cases to which urgent procedure applied were completed in on average 2.1 months in 2008 (3 cases), 2.5 months in 2009 (2 cases), 2.1 months in 2010 and 2.5 months in 2011 (5 cases). Court of Justice of the European Union, Annual Report 2011, Luxembourg, 2012, p. 110.<http://curia.europa.eu/jcms/upload/docs/application/pdf/2012-06/ra2011_statistiques_cour_ en.pdf> 184 Article 6 ECHR and Article 47 CFR. 185 Lenaerts, p. 273. For another concern, see Hinarejos, 2009, p. 80. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 163 unanswered by the CJEU in one case. These are respectively the Pupino, Advocaten voor de Wereld and I.B. cases.186 In the Pupino case, the CJEU emphasized the importance of the fundamental rights in 3rd Pillar, while transferring the doctrine of consistent interpretation from 1st Pillar to 3rd Pillar.187 First of all, “the Union must respect fundamental rights, as guaranteed by the [ECHR] and as they result from the constitutional traditions common to the Member States, as general principles of law”, on the basis of Article 6(2) exTEU.188 Therefore, the relevant Framework Decision (or in general all Union acts) must be interpreted in such a way that fundamental rights, such as the right to a fair trial (Article 6 ECHR) are respected.189 Moreover, taking into account the special circumstances of the Pupino case, the CJEU ruled that the doctrine of consistent interpretation should not result in making the criminal proceedings against Mrs Pupino unfair within the meaning of Article 6 ECHR as interpreted by European Court of Human Rights (“ECtHR”), giving specific examples from the case-law of that Court.190 In this case, however, it is for the national court to give a ruling on the dispute, while taking into account the observance of EU fundamental rights, with the assistance of the CJEU. In the Pupino case, the CJEU gives the impression that it has been generous in its guidance of the national court regarding the fundamental rights, since it referred to the relevant Article of the ECHR and its interpretation by the ECtHR as well. Moreover, as stated by Callewaert, the main message of the Pupino judgement is that there can be no compliance with EU law without compliance both with the ECHR and the case-law of the ECtHR.191 On the other hand, according to Douglas-Scott, the cases, such as Pupino, are not explicitly unfriendly to rights, and yet they do not afford the centrality and attention to rights reasoning which one might hope for.192 Furthermore, this case concerned a national measure and the interpretation of it in the light of the relevant Framework Decision, which, in turn, must also be interpreted in conformity with (Union) fundamental rights. In the Advocaten voor de Wereld case, the CJEU was faced with the question whether the Framework Decision on EAW is in breach of general principles of EU 186 Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285; Case C303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I-3633; Case C-306/09 I.B., judgement of: 21 October 2010, nyr. Another category of cases involves issues of fundamental rights as in judicial protection at EU level. See Case C-354/04 P Gestoras Pro Amnistía and Others v Council of the European Union [2007] ECR I-1579 para. 49–57. 187 Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 58–60. 188 Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 58. 189 Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 59. 190 Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 60. These specific examples are: ECHR judgments of 20 December 2001, P.S. v Germany, of 2 July 2002, S.N. v Sweden, Reports of judgments and decisions 2002-V, of 13 February 2004, Rachdad v France, and the decision of 20 January 2005, Accardi and Others v Italy, App. 30598/02. 191 Callewaert, p. 518. 192 Douglas-Scott, p. 290. 164 ĐLKE GÖÇMEN law.193 In this case the applicants contend that Article 2(2) of the Framework Decision is contrary to the principle of equality and non-discrimination and to the principle of legality in criminal matters, as the verification of the requirement of the double criminality is lacking for some offences.194 Firstly, the applicants claim that the principle of legality in criminal matters is breached, since the list of offences for which the double criminality has been abandoned is so vague and imprecise, given that there were no legal definitions of these offences.195 For the CJEU, on the basis of case-law of the ECtHR, this principle implies that legislation must define clearly offences and the penalties which they attract.196 Here, the actual definition of those offences and the penalties applicable are those which flow from the law of the issuing Member State, which must respect fundamental rights, and, consequently, the principle of the legality of criminal offences and penalties.197 Accordingly, there is no breach of this principle by the relevant Article of the Framework Decision.198 Secondly, the applicants assert that the principle of equality is breached, since there is a distinction between the offences for which the double criminality has been abandoned or others, and it is not objectively justified one the one hand, and the lack of definition of those offences risks giving rise to disparate implementation, on the other.199 For the CJEU, first, it is for the Council to choice among offences whose seriousness justifies dispensing with the verification of double criminality,200 and second, it is not the objective of the Framework Decision to harmonise the substantive criminal law,201 therefore, there is no breach of this principle either.202 The views differ on this judgement. According to Lenaerts, this judgement shows that the CJEU is driven by the concern to uphold the protection of fundamental rights.203 Nonetheless, for the Douglas-Scott, this was hardly a very satisfactory 193 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633. The reasoning of the CJEU is widely criticised; see Chalmers et.al., p. 604. 194 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 44. 195 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 48. 196 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 50. Here, the CJEU refers to the case: European Court of Human Rights judgment of 22 June 2000 in Coëme and Others v Belgium, Reports 2000-VII, § 145. 197 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 52, 53. 198 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 54. 199 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 55. 200 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 57–58. 201 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 59. 202 Case C-303/05 Advocaten voor de Wereld VZW v Leden van de Ministerraad [2007] ECR I3633 para. 60. 203 Lenaerts, p. 298. THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 165 judgement, since the reasons the Court gave for finding the EAW not to breach fundamental rights were unsatisfactory, leaving many questions unaddressed.204 Besides, Leczykiewicz, who shares a similar view, mentions that the CJEU avoided any substantive review of the relevant measure in the light of the fundamental rights.205 In my view, the CJEU shows that it respects fundamental rights in theory, as it refers to them (including ECHR and case-law of the ECtHR) as a yardstick with which the Union measures will be evaluated. Nonetheless, it is only the beginning and does not suffice in itself for the protection of fundamental rights. Here, the CJEU seems not to have been thoroughly analysing the relevant Union measure in the light of the fundamental rights, as its reasoning appears to be insufficient. In this regard, I agree with de Witte (1999), who stated that the CJEU could take extra care in developing more detailed and persuasive arguments about why it rejects pleas of human rights breaches in a particular case.206 Here, this judgement is deficient mainly on this ground. Lastly, here, I would like to express my opinion about an interesting question related to the EAW, which was asked by the national court in the I.B. case; however, left unanswered by the CJEU.207 The question was that: Can a national court refuse the execution of an EAW if there are valid grounds for believing that its execution would have the effect of infringing the fundamental rights of the person concerned?208 In this regard, the Framework Decision on EAW limits the circumstances under which the national court may refuse to execute an EAW, and they do not include protection of fundamental rights.209 Nonetheless, most of the Member States have put such a clause to their laws implementing that Union act.210 I will try to guess how the CJEU will approach such a case; nonetheless, I would like to mention primarily some other views on this topic. Firstly, according to the German Constitutional Court, regarding the EAW, in order to conform to Article 16(2) of Basic German Law –“the rule of law is observed”–, there should be a judicial scrutiny in each individual case by a German court to see whether the individual’s 204 Douglas-Scott, p. 279, 290. For a similar view, also see Craig and De Búrca, p. 950. Leczykiewicz, 2008, p. 231, 241. 206 De Witte, p. 882. 207 Case C-306/09 I.B., judgement of: 21 October 2010, nyr, para. 41(4), 62–63. 208 Case C-306/09 I.B., judgement of: 21 October 2010, nyr, para. 41(4). In this regard, also see Peers, 2011, p. 685. For instance, according to Steiner and Woords, there is likely to be further litigation regarding EAW (and other mutual recognition measures), for instance, national courts may find further cause to challenge arrest warrants issued by Member States where the trial procedures, legal aid, access to lawyers, or other matters are considered to be deficient as compared with the national law of the requested Member State. Steiner and Woods, p. 603. 209 Nevertheless, see Recital 12 and Article 1(3) of the Framework Decision 2002/584/JHA. In general, see Craig and De Búrca, p. 951; Mitsilegas, 2009, p. 128–129; Rijken, p. 1473, 1474. 210 COM(2006)8 final, Report from the Commission based on Article 34 of the Council Framework Decision of 13 June 2002 on the European arrest warrant and the surrender procedures between Member States, Brussels, 24.1.2006, point 2.2.1. The Commission finds this practice as not disturbing; but wants these clauses to be invoked only in exceptional circumstances. (point 2.2.1.) 205 166 ĐLKE GÖÇMEN fundamental rights would be respected in the state to which he was surrendered.211 Secondly, for the AG Bot, if, in extraordinary circumstances, an application for surrender is liable to infringe a person’s fundamental rights, than the executing judicial authorities have some means of protecting him.212 Thirdly, as to de Schutter, the EU’s Member States are authorized and obliged under Union law to refuse to comply with the requirements of inter-State cooperation (such as EAW) in the AFSJ in any situation where this might conflict with fundamental rights as recognized in the legal order of the EU.213 Lastly, concerning judicial cooperation in civil matters, the CJEU seeks to uphold the protection of fundamental rights, embodied by the rule of law.214 According to the Court, “even though the [relevant measure] is intended to secure the simplification of formalities governing the reciprocal recognition and enforcement of judgments of courts or tribunals, it is not permissible to achieve that aim by undermining the right to a fair hearing” (or in general fundamental rights).215 Hence, where the court of origin breaches manifestly the fundamental rights of a person, the court of the State in which enforcement sought can recourse to the public-policy clause to limit the free movement of judgements.216 In the light of these, it seems to me that the CJEU will probably agree that a national court is empowered to refuse the execution of an EAW when it believes that there are valid grounds that this execution would have the effect of infringing the fundamental rights of the person concerned.217 I come to this conclusion, since the EU must respect fundamental rights, flowing from CFR and as general principles of Union law, as guaranteed by the ECHR and as they result from the constitutional traditions common to the Member States.218 Therefore, all Union acts must be interpreted in such a way that fundamental rights are respected.219 There seems to be a leeway in the relevant Framework Decision, which may justify a refusal by the executing state to surrender a person on the grounds of protection of fundamental rights, even though it is not explicitly stated in that Framework Decision.220 In this respect, according to the Article 1(3): “This Framework Decision shall not have the effect of modifying the obligation to respect fundamental rights and fundamental legal principles”.221 As this wording covers the whole measure, this may also permit an executing court to refuse an 211 Chalmers et.al., p. 599. Opinion of Advocate General Bot in Case C-123/08 Criminal proceedings against Dominic Wolzenburg [2009] ECR I-9621 point 147. 213 De Schutter, p. 543, 544. 214 See Lenaerts, p. 282. 215 Case C-7/98 Dieter Krombach v André Bamberski [2000] ECR I-1935 para. 43. Also see Case C-420/07 Meletis Apostolides v David Charles Orams and Linda Elizabeth Orams [2009] ECR I3571 para. 72. 216 Case C-7/98 Dieter Krombach v André Bamberski [2000] ECR I-1935 para. 44–45. In this regard, see Lenaerts, p. 285, 288; Peers, 2011, p. 686. 217 To the same effect, see Peers, 2011, p. 686. 218 See Article 6 TEU as amended by ToL. Also see Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 58. 219 See Case C-105/03 Criminal proceedings against Maria Pupino [2005] ECR I-5285 para. 59. 220 See Article 3 and 4 of the Framework Decision 2002/584/JHA. 221 Emphasis added. Also see Recital 12 of the Framework Decision 2002/584/JHA. 212 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 167 execution of EAW, where it believes that it would result in violation of fundamental rights of concerned person. Moreover, the fundamental rights have the status of primary law in the forms of EU law (upper than, inter alia, Framework Decisions (or Directives)) and as AG Mengozzi indicates: “It is in the light of the … protection of fundamental rights … that the free movement of judgments in criminal matters must not only be guaranteed but also, where appropriate, limited.”222 Accordingly, I expect that protecting fundamental rights will be the main concern for the CJEU in such a case (and in similar cases related to the JCCM), it will come to the above-mentioned conclusion to the question in the I.B. case.223 Conclusion CJEU has been contributing to the development of JCCM, even though it has limited jurisdiction. This contribution is expected to increase in the coming years, because of the ToL: On the one hand, the CJEU has full jurisdiction over JCCM, since the entry into force of the ToL, albeit subject to some transitional provisions. This means that the CJEU will have the chance to hear more cases, since the ToL removes the limitations on its jurisdiction in JCCM which has significantly curtailed the contribution of the CJEU to this field at the procedural level. On the other hand, the Union is now disposed of the Pillar structure, thanks to the ToL, which means that the current EU legal order succeeds the Community legal order, with all of its “supranational” features. This indicates that doctrines such as primacy and direct effect will become applicable regarding JCCM, which will probably increase the volume of litigation and further the integration in this area to some extend. The major contribution of the CJEU to JCCM is and expected to be yet on the grounds of protection of fundamental rights. This is the case, because of the nature of JCCM, i.e. it concerns measures which usually function as a limitation of individuals’ rights and also contain a potential for conflict with fundamental rights. At this point, the role of the CJEU becomes crucial, since it is the main institution (with national courts) which will secure the protection of fundamental rights of individuals. In this respect, the ToL has also strengthened the position of the CJEU, since there seem to be lots of useful provisions for the Court to give a prominent position to the fundamental rights in the development of JCCM; the most important one being the CFR which has the same status with the Treaties.224 A future accession by the EU to the ECHR is also to be welcomed, from a human rights perspective, since the EU will then be subject to an external control of its actions, including the control by ECtHR. Moreover, the CJEU has been trying its best to perform a certain standard of protection of fundamental rights, both at procedural and substantive level. In this regard, it seems that the national (highest) courts will probably follow closely the judgements of 222 Opinion of Advocate General Mengozzi in Case C-42/11 Joao Pedro Lopes Da Silva Jorge, delivered on: 20 March 2012, nyr, point 28. (Emphasise added.) 223 Case C-306/09 I.B., judgement of: 21 October 2010, nyr, para. 41(4). 224 Article 2 TEU as amended by ToL. (See Article 3(1, 5) and 7 TEU as amended by ToL.) Article 6(1, 2, 3) TEU as amended by ToL and Article 67(1) TFEU. 168 ĐLKE GÖÇMEN the CJEU in this new “supranational” “Union” legal order in relation to their effects on fundamental rights of individuals. In this respect, it is up to the CJEU to reassure the concerns of national (highest) courts, by giving them the feeling that the fundamental rights are at safe with it. This may be the case where, inter alia,225 (i) CJEU does not offer protection lower than ECHR (including, case-law of the ECtHR);226 (ii) CJEU attaches fair importance to the “common constitutional traditions” of the Member States (including, case-law of the national highest courts);227 (iii) CJEU develops more detailed and persuasive arguments in relation to fundamental rights.228 These propositions may also pay the way for a constructive dialogue between CJEU on the one hand, and ECtHR and national highest courts on the other, which will be to the benefit of protection of fundamental rights in the EU. Bibliography Valentina Bazzocchi, “The European Charter of Fundamental Rights and the Area of Freedom, Security and Justice”, (Ed.) Giacomo Di Federico, The EU Charter of Fundamental Rights: From Declaration to Binding Instrument, Springer, Dordrecht, 2011. Johan Callewaert, “The European Court of Human Rights and the Area of Freedom, Security and Justice”, ERA Forum, Cilt: 8, 2007. Damian Chalmers et. al., European Union Law: Text and Materials, 2nd Edition, Cambridge University Press, United Kingdom, 2010. Paul Craig, The Lisbon Treaty: Law, Politics, and Treaty Reform, Oxford University Press, United States, 2010. Paul Craig and Gráinne De Búrca, EU Law: Texts, Cases and Materials, 5th Edition, Oxford University Press, Oxford, 2011. Olivier De Schutter, “The two Europes of Human Rights: The Emerging Division of Tasks between the Council of Europe and the European Union in Promoting Human Rights in Europe”, Columbia Journal of European Law, Cilt: 14, 2007-2008. Bruno De Witte, “The Past and Future Role of the European Court of Justice in the Protection of Human Rights”, (Ed.) Philip Alston, The EU and Human Rights, Oxford University Press, United States, 1999. 225 In these remarks, I am inspired by De Witte, p. 882–883. See Article 52(3) and 53 CFR. 227 See Article 52(4) and 53 CFR. 228 See Article 51(1) CFR. It might be so, because the CJEU is also an institution which is under an obligation, inter alia, to promote the application of fundamental rights. 226 THE CONTRIBUTIONS OF THE COURT OF JUSTICE OF THE EUROPEAN UNION 169 Sionaidh Douglas-Scott, “Freedom, Security, and Justice in the European Court of Justice: The Ambiguous Nature of Judicial Review”, (Eds.) Tom Campbell et.al., The Legal Protection of Human Rights: Sceptical Essays, Oxford University Press, 2011. Elspeth Guild and Sergio Carrera, “The European Union’s Area of Freedom, Security and Justice: Ten Years On”, (Eds.) Elspeth Guild et.al., The Area of Freedom, Security And Justice: Ten Years on Successes and Future Challenges under the Stockholm Programme, Centre for European Policy Studies, Brussels, 2010. Vassilis Hatzopoulos, “Casual but Smart: The Court’s new clothes in the Area of Freedom Security and Justice (AFSJ) after the Lisbon Treaty”, College of Europe: European Legal Studies: Research Papers in Law, 2/2008, 2008. Alicia Hinarejos, Judicial Control in the European Union: Reforming Jurisdiction in the Intergovernmental Pillars, Oxford University Press, United States, 2009. Alicia Hinarejos, “Integration in Criminal Matters and the Role of the Court of Justice”, European Law Review, Cilt: 36, No: 3, 2011(a). Alicia Hinarejos, “Law and Order and Internal Security Provisions in the Area of Freedom, Security and Justice: Before and After Lisbon”, (Eds.) Christina Eckes, and Theodore Konstadinides, Crime within the Area of Freedom, Security and Justice: A European Public Order, Cambridge University Press, United Kingdom, 2011(b). Dora Kostakopoulou, “An open and secure Europe? Fixity and fissures in the area of freedom, security and justice after Lisbon and Stockholm”, European Security, Cilt: 19, No: 2, 2010. Dorota Leczykiewicz, “Constitutional Conflicts and the Third Pillar”, European Law Review, Cilt: 33, No: 2, 2008. Dorota Leczykiewicz, “Effective Judicial Protection” of Human Rights after Lisbon: Should National Courts be Empowered to Review EU Secondary Law?”, European Law Review, Cilt: 35, No: 3, 2010. Koen Lenaerts, “The Contribution of the European Court of Justice to the Area of Freedom, Security and Justice”, International and Comparative Law Quarterly, Cilt: 59, 2010. Koen Lenaerts and Piet Van Nuffel, Constitutional Law of the European Union, 3rd Edition, Sweet & Maxwell, Great Britain, 2011. Valsamis Mitsilegas, EU Criminal Law, Hart Publishing, USA, 2009. Valsamis Mitsilegas, “The Third Wave of Third Pillar Law: Which Direction for EU Criminal Justice?”, European Law Review, Cilt: 34, No: 4, 2009. 170 ĐLKE GÖÇMEN Steve Peers, “Human Rights and the Third Pillar”, (Ed.) Philip Alston, The EU and Human Rights, Oxford University Press, United States, 1999. Steve Peers, EU Justice and Home Affairs Law, 3rd Edition, Oxford University Press, Great Britain, 2011. Steve Peers, “EU Justice and Home Affairs Law (Non Civil)”, (Eds.) Paul Craig, Gráinne De Búrca, The Evolution of EU Law, 2nd Edition, Oxford University Press, United States, 2011. Jean-Claude Piris, The Lisbon Treaty: A Legal and Political Analysis, Cambridge University Press, Cambridge, 2010. Sacha Prechal, Directives in EC Law, 2nd Edition, Oxford University Press, Great Britain, 2005. Conny Rijken, “Re-Balancing Security and Justice: Protection of Fundamental Rights in Police and Judicial Cooperation in Criminal Matters”, Common Market Law Review, Vol: 47, 2010. Jo Shaw et. al., Economic and Social Law of the European Union, Palgrave Macmillan, Great Britain, 2007. Eleanor Spaventa, “Opening Pandora’s Box: Some Reflections on the Constitutional Effects of the Decision in Pupino”, European Constitutional Law Review, Cilt: 3, 2007. Josephine Steiner and Lorna Woods, EU Law, 10th Edition, Oxford University Press, Great Britain, 2009.