stratejik rekabet – mart 2016 - KASEM – Kadim Stratejiler Encümeni

Transkript

stratejik rekabet – mart 2016 - KASEM – Kadim Stratejiler Encümeni
ISSN: 2458-9713
Stratejik Rekabet
Strategic&Rivalry
Nisan 2016 Sayı:2 Cilt:1 Ücretsiz
Rusların Suriye’den Çekilme
Taktiği
Halim Taşkaya
Kıbrıs Davasında Bitmeyen
Müzakere Süreci ve Emperyalist
Güçler
Büşra Çakmak
Silahlanma Yarışında
Türkiye’nin Yeri
Şerife Kodal
Aylık Tefekkür Dergisi
Zarrab’ın ABD’de
Tutuklanması İran ve
Türkiye’de Ne İşe Yarayabilir?
Ali Arslan
İstihbarat Teşkilatlarının İnfaz
Yöntemine Rusların Litvinenko
Örneği
Kenan Çabuk
American 2016 Defence Budget
is Ready to Wage New Wars
Rahime Edibali
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Sahibi: Kadim Stratejiler
Encümeni Merkezi adına
Ali Arslan
Editör: Kenan Çabuk
Editör Yrd.: Rahime Edibali
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Gökçe Eser
Yayın Kurulu
Prof.Dr. Ali Arslan
Prof.Dr. Halil Bal
Prof.Dr. Halil Toker
Doç.Dr. Eyüp Sarıtaş
Yrd.Doç.Dr. Fatih Öztürk
Yönetim Merkezi
Kadim Stratejiler Encümeni
Merkezi Derneği (KASEM)
Sümer Mah. 9. Sok. Özgöller
Sitesi, A-1, D:9
Zeytinburnu/İSTANBUL
www.kasem.org
ISSN: 2458-9713
Sayı 2, Cilt 1, Nisan 2016
Yerel Süreli Yayın
Yayın Tarihi : 15 Mart 2016
Grafik Tasarım: DYG Medya
KADİM ARAŞTIRMALAR
ENCÜMENİ MERKEZİ yayınıdır.
Bu dergide yer alan
yazılardaki değerlendirmeler,
aksi belirtilmedikçe KASEM’in
kurumsal görüşünü
yansıtmamaktadır.
Değerli Okuyucularımız…
Tekrar merhaba,
Stratejik Rekabet ikinci sayısı ile tekrar
karşınızda. İlk sayımız çıktıktan sonra birçok
tebrik aldık. Tabi burada dostların bize hem
iltifatları hem eleştirileri oldu. Biz Stratejik
Rekabet ailesi olarak bunların hepsini kabul
ettik. Genç bir dergiyiz. Mutlaka hatalarımız
olacaktır. Ama bu hatalarımızla biz daha da
güçleniyoruz.
Bu sayımızda öncelikle KASEM Başkanı Ali
Arslan’ın yazısına dikkat çekmek istiyorum.
Yaptığı analiz ve tespitlerle bize Reza Zarrab’ın
Amerika’da tutuklanması meselesini bütün
açıklığıyla sundular. Zarrab’ın tutuklanmasının
İran’dan çok Türkiye’de yankı bulması ise, bize
şaşırtmanın bir sonucu muydu yoksa İran’a
mesaj bizim üzerimizden mi verildi. Bunları sayın
Hocamız bize ayrıntılarıyla anlatıyorlar.
Uzmanlarımızdan Rahime Edibali’nin İngilizce
makalesini bu sayımıza koyduk. Çünkü
www.kasem.org
sitesinde
İngilizce
yayınladığımız makalelerden bazılarını ara ara
dergimizde yayınlamaya gayret edeceğiz.
Ülke olarak zor günler geçiriyoruz. Önasya’nın
başına bela edilen terörden en çok
etkilendiğimiz günleri yaşıyoruz. Terörün dini ve
ırkı yok. Öncelikle bütün şehitlerimize Allah’tan
rahmet diliyoruz. Şu anda görev yapan güvenlik
güçlerimize Allah’tan güç ve kuvvet diliyoruz…
Teşekkürler…
©2016 KASEM – Bütün Faaliyetler
Gönüllülük Esasına Göredir.
Dergideki tüm yazıların telif hakları Kadim
Araştırmalar Encümeni Merkezi Derneği KASEM’e ait
olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun
uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak
makul alıntılar ve yararlanma dışında hiçbir şekilde
önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden
yayınlanamaz. Yazılara telif ücreti ödenmez. Yayın
kurulu yazılarda değişiklik yapabilir.
Editör
Kenan ÇABUK
1
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Zarrab’ın ABD’de
Tutuklanması İran ve
Türkiye’de Ne İşe
Yarayabilir?
Prof.Dr. Ali Arslan
22
İstanbul Üniversitesi
Mart
2016’da
Rıza
Zarrab’ın
Maimi’de
gözaltına
alınarak,
mahkemeye sevk edilip tutuklanmasıyla
beraber başta BBC olmak üzere birçok
yayın
kuruluşu
iddianameyi
1
İngilizce olarak yayınladı. Bu metin
dikkatlice okunduğunda basında ve
bilhassa Türkiye’deki yayınlarla ilişkili
olmadığı kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Ancak iddianamenin özü esas alındığında
bu savcı ABD’nin stratejik hedeflerine
ulaşmada çok önemli bir süreci başlatmış
veya
başlattırılmış
bulunmaktadır.
İran’da gerçekleşmesi arzu edilen veya
tasarlanan hususları makalemizin ikinci
kısmında ele alacağız. Türkiye, Zarrab’ın
derdest edilmesi ve tutuklanmasından
itibaren iddianame ile ilişkisi olmayan
bir tavır ortaya konmuş ve sanki
Türkiye’de bir operasyona zemin
hazırlanmak veya teşvik etmek, olmazsa
stres testi yapılmak istendiği de ortaya
çıkmıştır. Bu sürecin Türkiye açısından
gelişimini birinci kısımda ele alacağız.
İddianamede, 2010-2015 yılları arasında
İran’a konulan yaptırımları aşmak veya
dolambaçlı yollarla ticaret ile para
transferlerinin arka planı ortaya
konulmaya çalışılmış, “Türkiye’de ikamet
eden Zarrab’ın” İran’ın Mellat Bankası ve
Devrim Muhafızları ile ilişkilerine işaret
edilmiş ve bilhassa Birleşik Arap
Emirliklerindeki
faaliyeti
ortaya
konulmuştur. Zarrab’ın ABD’nin taraf
olduğu yaptırımlara aykırı olarak
Kanada, Türkiye, Çin, Hong Kong, ABD,
Türkmenistan,
Birleşik
Arap
Emirlikleri’ndeki şirket ve bankalar
aracılığıyla gerçekleştirdiği işlemler delil
olarak gösterilerek suçlu olduğu ve
cezalandırılması gerektiği bir savcı
tarafından iddia olarak istenmiştir.
Ancak ileride ele alacağımız gibi o
dönemde ve bugün İran’da en yetkili
şahıs olan İran Dini Lideri Ali Hamaney
ve onun güçlü aygıtı olan Devrim
Muhafızları ile iktisadi cihad arasında
bağlar kurulması iddianameye farklı bir
hüviyet kazandırmıştır.
İddianamede, sadece Zarrab’ın ikamet
yeri olarak atıf yapılmasının dışında;
Türkiye’nin, adı geçen diğer ülkelerle
aynı nitelikle yer verilmesine rağmen
başta savcı Preet Bharara’nın sosyal
medya üzerinden başlattığı ve basına
yansıyan
söylemleri,
iddianame
içeriğinden çok farklı bir şekilde
olmuştur. Önce bu süreci incelemekte
yarar vardır.
Türkiye’ye
Yönelik
Operasyon
Teşebbüsüne Katkı Sağlama
Rıza Zarrab, Savcı Preet Bharara’nın
talebi üzerine 22 Mart 2016’da gözaltına
alınmıştı. Yukarıda belirttiğimiz gibi
iddianamenin içeriği ile ilişkisi olmayan
haberin
veriliş
tarzında
gittikçe
farklılaşma başlamıştı. Şöyle ki Savcı
Preet Bharara’nın iddianamede çifte
vatandaş olduğu belirtilmesine rağmen,
Rıza Zarrab’ın İran vatandaşı da olduğu
atlanarak, sadece Türkiye vatandaşı
olarak takdim edilmeye başlanmıştı.
Mahkeme süreci başlarken US Attorney
STNY @SDNYnews’in “Turkish national
arrested for conspiring to evade US
sanction
against
Iran,
money
laundering&bank
fraud
(go
usa.
gov/c77XT)” tweetine Bharara, “Reza
Zarrab to soon face American justice in a
İddianamenin Dijitali İçin Bakınız, BBC Türkçe,
22 Mart 2016.
1
2
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Manhattan courtroom(Rıza Zarrab çok
yakında bir Manhattan mahkemesinde
Amerikan adeleti ile yüzleşecek)” diye
karşı
tweetle
karşılık
vermişti.2
Mahkemede; “Zarrab ve hakkında
tutuklama çıkarılan iki kişinin 20102015 yılları arasında Bank Mellat’ın da
bulunduğu İranlı şirketlere finansman
sağlandığı” belirtilirken, Savcı Preet
Bharara da “Zanlılar ABD’nin İran’a
uyguladığı yaptırımları aşabilmek için
yıllarca çaba sarfetti. Dünyanın farklı
bölgelerindeki kurumlarıyla kara para
aklamakla suçlanan Rıza Zarrab,
Kamelya Camşidi ve Hüseyin Necefzade
ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımların
etkisini
azalttı”
diye
görüşünü
belirtmişti. Tutuklama yapıldıktan sonra
bölgenin FBI Direktör yardımcısı Diego
Rodriguez tutuklama kararları için
“Açıklanan
suçlamalar
gerçek
iş
ortaklarını gizlemeye çalışanlara açık bir
mesaj” diye bir açıklama yapmıştı.3
İnce ince iddianameden uzaklaşmaya
başlasa da buraya kadar pek önemli
görünmeyen bu süreç Savcı Preet
Bharara’nın Recep Tayyip Erdoğan’ı
Twitter üzerinden 14. kişi olarak takibe
başlaması bir anda farklı bir havanın
oluşmasına neden olmuştu. Zarrab’ı
tutuklatan
savcının
Türkiye’nin
Cumhurbaşkanını tutuklatmak üzere
“takibat” yaptığı gibi takdim edilmeye
başlanmıştı.4 FBI Direktör yardımcısının
Zarrab’ın
gizli
ortaklarından
bahsederken Savcı Bharara’nın yaptığı
bu hareket tam bir operasyon
niteliğindeydi. Savcı iddianameden
tamamen ayrı bir tavır ortaya koymuş ve
doğrudan R.T. Erdoğan’ı hedef almıştı.
Esasında küçük bir bölge savcısının bu
hareketi ABD kanunları ile de
açıklanması imkansızdı. Zira ABD’de
savcılar
halkın
haklarını(public
prosecutor) korumakla yükümlü olup
hakikatin ortaya çıkması için mücadele
eder, Türkiye’deki gibi Cumhuriyet
savcısı niteliğine sahip değillerdir.
Bharara bu tavrı ile hukuk ile değil,
Neocon ve şürekası belki ABD’nin bazı
derin kurumları ile birlikte hareket ettiği
veya operasyon yapmak isteyenlere
zemin hazırlamaya alet olduğu ortaya
çıkmıştı.
Bu sırada Türkiye için yapılması gereken
anında karşılık verilmesiydi. Buna karşı
Ankara’dan hiçbir teşebbüs yapılmazken,
Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye
aleyhine başlatılan ve operasyona
dönüştürülmeye çalışılan bu süreci ABD
hukukunu bilen birinin önleyeceği ortaya
çıkmış ve tarihimizde bir ilk yaşanmıştı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Fatih Öztürk,
“Savcı Bharara derdin gerçekten adelet
ise Rothschild ailesine dokunsana. Sizin
derdiniz,Zarrab üzerinden İran ve
Türkiye’deki siyaseti dizayn etmek…”
ifadesini içeren iki tweetini arka arkaya
doğrudan Savcı Bharara’ya göndermişti.
ABD’de lisansüstü öğretim yapmış olan
Fatih Öztürk, adı geçen savcının
kanunsuz işler yaptığını doğrudan
kendisine bildiren ve hukuku hatırlatan
twitter ikazı ABD saati ile 22 Mart
2016’da gerçekleşirken, Fatih Öztürk’ün
tweeti saat farkı dolayısıyla Türkiye’de
23
Mart
2013
tarihli
olarak
gözükmektedir. Bu tweet aynen şu
şekildedir:
Tweetler için bakınız; BBC Türkçe, 22 Mart
2016.
3
Savcı Preet Bharara ve FBI Direktör
yardımcısının ifadeleri için bakınız;BBC Türkçe,
22 Mart 2016.
4
Türkiye Cumhurbaşkanlığı yetkililerinin bu takibi
hemen engellemesi gerekirken ya bunun farkına
varılmamış veya geç kalınmıştır. Eğer geç de olsa
Bharara’nın takibi Cumhurbaşkanlığı yetkilileri
tarafından
engellenmişse
bile
bununla
yetinilmemesi ve gerekli cevabın doğrudan twitter
ve diğer vasıtalarla Türkiye adına verilmesi
gerekirdi. Böyle bir teşebbüs yapıldığı hakkında hiç
bir bilgiye rastlayamadığımı belirtmek isterim.
2
3
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Bu tweetten kısa üzere Bharara hemen
tavır değiştirmiş Recep Tayyip Erdoğan’ı
takipten vazgeçmiştir. Bu gelişmeyi de
yine Fatih Öztürk aşağıya aynen
aldığımız bu tweeti ile duyurmuştur.
Basit gibi görünen bu müdahale esasında
ABD iç hukuku açısından son derece
önemlidir.
Çünkü,
savcı
burada
yetkisinin dışına çıkarak bir eylemde
bulunduğundan dolayı işini kaybedebilir
ve hatta ceza alması bile mümkün
olabilir. Savcının buradaki korkusu
Türkiye’den birinin onu tweet ile ikaz
etmesi değil, görevi olan hakikatin,
ortaya çıkarılması ve amacına hizmet
etmediği, başka şeylerin peşinde
koştuğunun ortaya çıkarılması olmuştur.
Bundan dolayı da hemen Recep Tayyip
Erdoğan’ı takibi bırakmak zorunda
kalmış, bilerek veya bilmeyerek işbirliği
yaptığı arkadaşlarını hem yalnız
bırakmış hem de onlara temin ettiği
önemli bir kozu kaybetmelerine sebep
olmuştur.5
Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef haline
getirilmesi ortadan kalktıktan sonra bile
Tabiki böyle bir başarıya ortak olmak isteyenler
olacaktır. ABD’de yaşadığını belirten Sabah
gazetesi Washington D. C. temsilcisi Ragıp Soylu,
kendisinin Öztürk’ten önce Savcı Bharara’nın
bürosunu aradığını ve bundan dolayı Bharara’nın
R.T. Erdoğan’ı takibi bıraktığını Fatih Öztürk’ten
56 dakika sonra bir tweetle iddia etmiştir. Yalnız
5
Zarrab’ın yargılanma sürecinde bu konu
Tayyip Erdoğan ile ilişkilendirilmeye
çalışılmaktadır. Bunu da bir şirkete
Türkmenistan-İran-Türkiye
doğalgaz
ihalesinin verilmesi ile rüşvet iddiaları
arasında ilişki kurularak o dönemin
Başbakanı Recep T. Erdoğan’a ulaşma
niyeti görülmektedir. Fakat bundan bir
netice çıkmaz; ancak belli ölçüde bir
“şantaj” aracı olarak kullanılabilir. Zira
bu ihale sadece Türkiye ile değil İran ve
Türkmenistan ile de ilgilidir. Bu
ilişkilendirmenin adı geçen projenin
iptali için bir vesile olarak kullanılmak
niyetiyle ortaya atılması bile ihtimal dışı
değildir. Savcı bunu bilemez ve belki de
onu aşar. Ancak önüne bir belge
verildiyse onun üzerinde çalışmış
olabilir. Gözden kaçırılmaması gereken
husus inanmak isteyenler veya arzu
edenler için sonsuz ihtimallerden bir
ihtimal bile mümkün gibi görünebilir
hatta o umut ile yaşayabilir belki de
peşinden bile koşabilirler. Esasında
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, tam bu
süreçte ABD’ye yaptığı ziyaret ile hiç bir
korkusunun
olmadığını
ortaya
koymuştur.
Yalnız
Savcı
Preet
Bharara’nın
Türkiye’de bir operasyon yapmak
isteyenlere katkı sağlamak için pes
etmediği 1 Nisan 2016 tarihinde attığı
“kirli politikacıların cezaevine atılması
bir gereklilik olabilir. Fakat bu yeterli
değil””hala doğru” ifadelerini içeren bir
tweet ile ortaya koymuştur. Zira referans
verdiği yerde(usa.gov/csvhj) iddianame
ile bir ilgisi yoktur. Sadece eski
yazdıklarına “hala doğru” ifadesi
ekleyerek sanki operasyon isteyenlerin
bir şekilde parçası olduğunu bizzat
ABD’de bir savcının bürosunu arayarak bir cevap
almanın mümkün olmayacağını, özellikle benim
ülkemin Cumhurbaşkanını tweette nasıl takip
edersiniz denilemeyeceğini ABD’de az çok yaşamış
olan hukukçular ve hele gazeteciler çok iyi bilir.
Zaten Fatih Öztürk’ün, kendisine doğrudan yazdığı
“sevgili Ragıp, kamuya karşı dürüst ol” tweetine
hiçbir şekilde karşılık vermemiştir.
4
STRATEJİK REKABET – MART 2016
düşünmemize yol açtığının farkında bile
değilmiş gibi davranmaktadır.
Oluşturulmak istenen hava yerine
Zarrab’ın
tutuklanmasını
sağlayan
iddianame üzerinden gidersek acaba
Türkiye’de kimler zarar görebilir? Bunu
izah etmek için AK Parti’nin yapısından
başlamak gerekir. AK Parti’nin özellikle
önceki dönemde yeknasak bir fırka değil
irili ufaklı bir ekipler koalisyonuydu.
Eğer Zarrab’ın doğrudan ilişkisi olduğu
düşünülenler dikkate alındığında, siyasi
olarak AK Partili ama ekip olarak
Erdoğan’dan olamayan, daha ziyade GülArınç
ekibinden
olanlar
zarar
göreceklerdir. Bu zarardan bugün AK
Parti’de ciddi etkisi olan bu ekibin ikinci
nesli de ciddi kayıplara uğrayacaklardır.
Reisicumhurluğunun nüfuzu, esas lider
etkisi ile Erdoğan ekibi pek zararlı
çıkmayacaktır. AK Parti’de bu süreçten
en karlı çıkacak, yavaş yavaş ekibini
oluşturan Başbakan Ahmet Davutoğlu
olacaktır. Zira kısa vadede DavutoğluErdoğan
rekabeti
olmayacağından
diğerlerine karşı belki müttefik değil ama
mütelif olarak birlikte haraketle, ikisinin
de karşısında olduğu anlaşılan Gül-Arınç
ekibi
ve
ortaklarına
fırsat
vermeyeceklerdir.
Bu operasyon teşebbüsünün neticesi
itibariyle Tayyip Erdoğan’ı sınırlamada
başarı sağlanırsa Ahmet Davutoğlu’nun
önünü açması, sağlanamasa da en güçlü
rakip ekibi etkisizleştireceği için
Davutoğlu’nun yerini sağlamlaştırması
ile sonuçlanır gözükmektedir.
İran’a Yönelik Teşebbüsteki Hedef
Dini Lider Ali Hamaney ile çok iyi
ilişkileri olan İran eski Cuhurbaşkanı
Ahmedinejad (3 Ağustos 2005-3 Ağustos
2013)‘dan sonra İran’da ve dünyada
reformcu olarak kabul gören Hasan
Ruhani
3
Ağustos
2013’te
cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu yeni
6
AA, 10 Mart 2016.
yönetimle İran’ın nükleer çalışmalarını
durdurması ve yaptırımların kaldırılması
anlaşması 14 Temmuz 2015 tarihinde
imzalanmıştı. 2016 yılında İran’da
parlamento ve Uzmanlar seçimlerin ilk
kısmı yapılmış ve Ruhani’nin başını
çektiği “ılımlı ve reformcu”ların etkin
olacağı kesinleşmiştir. Sağlık sorunları
olduğu bilinen ve büyük ihtimalle Ali
Hananey‘in yerine yeni dini lideri
gerçekte ise esas devlet başkanını
seçecek
olan
Uzmanlar
Meclisi
seçimlerinin tamamlanmasından sonra
İran’da ciddi değişimlerin ABD veya
ABD’nin şahinleri tarafından istendiği
Zarrab
iddianamesinin
ortaya
çıkmasından
sonra
daha
iyi
anlamaktayım.
Zaten ABD’deki seçim sürecinde etkili ve
seçilmesi muhtemel adayların İran’a
yapılan yaptırımların kaldırılmasına
rağmen
İran
yönetimine
karşı
hassasiyetlerinin
devam
ettiğini
görmekteyiz. Mesela Hillary Clinton, İran
Devrim
Muhafızları
tarafından
gerçekleştirildiği söylenen uzun menzilli
füze denemesi üzerine yaptığı yazılı
açıklamada, “İran’ın yaptığı bu faaliyetler
dolayısıyla yaptırımlarla yüzleşmesi”
gerektiğini ifade etmişti.6
Esasında uzun bir süredir İran ile ABD
arasında bir stratejik uyumun olduğu
dikkatli olan nazarlar için çok
açıktır.7 Açıkça ifade edilmek gerekirse,
İran
Ahmedinejad
döneminden
itibaren nükleer enerji konusunda
ABD’nin istediği kıvama gelmiş olmasına
ve ABD bugün İran ile istediği kadar
kendi lehine anlaşmalar imzalasa da
bununla yetinmesi pek mümkün değildir.
Çünkü ABD’liler için İran’ın yönetim
yapısının değişmesi gerekmektedir. Her
ne kadar İran bugün devletlerarası
politikada ve Önasya stratejilerinde
ABD’nin istediği çizgide bulunsa da bunu
daha sağlama hatta kontrole almak
ABD’nin
çalışma
üslubuna
daha
Ali Arslan, Doğu Batı Ekseninde Stratejik
Rekabet, İdil Yayınları, İstanbul 2015.
7
5
STRATEJİK REKABET – MART 2016
uygundur. Zira İran’daki siyasi, idari ve
iktisadi güç esasında tamamen seçilmiş
cumhurbaşkanı ve mecliste değildir.
Gerçek güç ve son kararı verme Dini
Lider’dedir. Bu dini lider Uzmanlar
Meclisi
tarafından
ömür
boyu
seçilmektedir. ABD’nin bir müttefik
olarak beraber hareket ettikleri İran’ın
bu yönetim sistemini değiştirmesi
kendisince zaruridir. Bunu açıktan
yapma
yerine
zarifane
yapması
gerekmektedir.
Uzmanlar
Meclisi
Seçimlerinin ilk kısmı yapılması ve
“reformcu” Ruhani’nin önde gittiğinin
belli olmasının akabinde ABD’de Savcı
Bharara, İran ve Türkiye çifte vatandaşı
olan Zarrab’ı tutuklatması ABD-İran
ilişkilerinde de yeni bir dönemin
başlangıcı olacaktır. Bu çok iddialı
cümleyi kurmamın nedeni ise Zarrab’ın
tutuklanmasını sağlayan iddianamenin
ta kendisidir. Zira stratejik bir nazarla
okunduğunda bu Zarrab iddianamesinin
Zarrab’la pekte ilişkisi yoktur. Türkiye’de
ve ABD’de bu iddianameyi okumayan,
Bharara’nın “bir kuzudan iki post
çıkarmak”
isteyerek
bazılarının
hedeflerine yardım eden tavrına
aldananlar veya bununla aldatanlar hariç
tutulursa, bu iddianame doğrudan
doğruya İran’ın yaptırımları çeşitli
yollarla aşması ile ilgilidir. Ancak bu
iddianamenin bir de mahfuz edilmiş bir
tarafı vardır. Zira Zarrab iddianamesinde
ABD’nin İran’da tasarladığı projenin
bütün ip uçları bence vardır.
Şöyle ki iddianamenin en can alıcı yeri
sayfa 10-11’de 14/j bendidir. 3 Aralık
2011’de Zarrab ve Najafzadeh’e ulaşan
ve imzalamaları istenen Farsça bir
mektuptan yapılan alıntıdır. Bu emektub İran Merkez Bankası müdürüne
gönderileceği kaydedilmiş ama gidip
gitmediğine yer verilmemiştir. Bu emailde; “ekonomik cihat”tan “yarım
yüzyıldır” harici kambiyo işlerinde
uzmanlaşmış Zarrab ailesinden ve “İran
8
İslam Devriminin akil liderinin(Ayetullah
Hananey) bu yılı Ekonomik Cihat yılı
olacağını
ilan
ettiği”den
bahsedilmektedir. Bu e-mektubun BBC
tarafından yapılan tercümesi aynen
şöyledir:
“Büyük Liderimiz Ayetullah Hamaney’in
ve Merkez Bankası’nın(İran Merkez
Bankası) saygıdeğer yöneticileri ve
çalışanlarının yaptırımlar karşısında
oynadığı rol, yaptırımları akıllıca bir
şekilde etkisiz hale getirmekte ve hatta
onları, özel metotların kullanılması
sayesinde bir fırsata çevirmektedir.
Genel
eğilimin
yaptırımların
yoğunlaştırılmasına ve arttırılmasına
yönelik olduğu bir sır değildir ve İran
İslam Devrimi’nin akil liderinin bu yıl
Ekonomik Cihat yılı olacağını ilan
ettiğinden beri, döviz konusunda yarım
asırlık deneyime sahip olan Zarrab ailesi
Türkiye’de, Birleşik Arap Emirlikleri’nde,
Rusya’da ve Azerbaycan’da şubeler
açarken, parasal olarak ve dövizde
yaptırımlara
karşı
politikaların
uygulanması için her türlü işbirliğine
katkıda
bulunmak
konusunda
istekliliğimizi beyan etmenin ulusal ve
ahlaki
görevimiz
olduğunu
düşünmektedir…..
İran’ın
gayretli
evlatlarının çabalarının ve işbirliğinin
sevgili ulusumuzun tüm uluslararası ve
finansal
alanlarda
yükselişiyle
sonuçlanacağını umut ediyoruz.8
Zarrab’ın
tutuklanmasını
sağlayan
iddianamedeki bu faaliyetlerin tamamı
İran
Cumhurbaşkanı
Ahmedinejad
döneminde olmasına rağmen onun adı
iddianamede hiç geçmemektedir. Zira
artık o bir hedef değildir. Adı doğrudan
geçen İran Dini Lideri Ali Hamaney ve
onun ilan ettiği ekonomik cihattır.
Bununla en fazla ilişkili olan kurum ise
Dini Lidere bağlı olan askeri alanda
olduğu gibi iktisadi ve ticaret alanında
etkili olan Devrim Muhafızlarıdır. Merkez
Bankası ise sadece çalışma için bir
BBC Türkçe, 22 Mart 2016.
6
STRATEJİK REKABET – MART 2016
meydandır. Bu sahnede Zarrab ailesine
yer verilmesi ise “iktisadi cihat” ile ilgili
yazdıkları mektup ve bu cihadın
yapıldığını iddiasını destekler görünen
bir ağın varlığıdır.
ABD’nin tam uyum içinde çalışacağı bir
yönetimin oluşması için İran’da bir
yönetim reformu yapılması zarureti
vardır. Zira İran’da Dini Lider Ali
Hamaney sadece bir dini lider değil
iktisadi ve askeri alanda etkili bir
şahıstır. Kontrol ettiği paranın miktarı 95
milyar ABD Doları olduğu iddia
edilmektedir. Doğrudan doğruya Dini
Lidere bağlı olan Devrim Muhafızları
ahlak polisliği yanında kara, hava ve
deniz kuvvetlerinden oluşan ikinci bir
ordu niteliği bulunan bir paramiliter
silahlı güçtür. Bu askeri güç yanında
İran’ın üçüncü en zengin kurumu olarak
kabul edilmektedir. Havalanına el
koyabilen, ihalelere rakipsiz girebilen,
doğalgaz tesis anlaşmaları imzalayabilen,
Hatimü’l-Enbiya ve Şehit Vakfı gibi yarı
resmi kurumlar vasıtası ile ekonomik
alanda büyük imtiyazlara sahib olan,
yabancı
şirketlerle
anlaşmalar
imzalayabilen Devrim Muhafızlarının
statüsü ABD için kabul edilebilir
gözükmemektedir.
Bunlar dikkate alındığında ABD’nin
İran’da tasarladığı reform veya ıslahat
nasıl bir yapı ortaya çıkaracaktır.
1. Dini Liderlik ile Cumhurbaşkanlığı
Birleşmelidir
İran’da iki başlı yapı sona ermelidir. Dini
Liderlik ile Cumhurbaşkanlığı tek bir
kişinin üzerinde toplanmalıdır. Bu ABD
ve batılıların İran devleti ile ilişkilerinde
tek muhatapları oluşması açısından
önemlidir.
Bugün
anlaşma
Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililerle
yapılmakta ancak esas karar mercii
bunlar olmamaktadır. Bunun çözümü
için İran’da bir zemin de oluşmakta veya
oluşturulmaktadır. Mesela, Şeyh Ali
Tehrani, “ Kahrolsun Dini Liderlik”
diyebilmektedir. Bu iki başlılığın
çözümü;
Dini
Lider
ile
Cumhurbaşkanlığı’nın öncelikli olarak
fiilen aynı şahısta birleştirilmesidir.
Bunun için en uygun aday ise şimdiki
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’dir. Zira
Hasan
Ruhani,
Ruhullah
Humeyni’ye 1977’de “İmam Humeyni”
denmesi fikrini ortaya atan, Batılı
öğretim yanında Kum’da klasik medrese
eğitim alan bir şahıstır. Cumhurbaşkanı
Hasan Ruhani’nin iç ve dış destek ile İran
Uzmanlar
Meclisi
tarafından
Ali
Hameney’in yerine Dini Lider olarak
seçilmesi İran’da bu iki başlı yönetimin
sona ermesini sağlar. Bu Humeyni’nin
kurduğu sisteme ters olsa bile tarihteki
Şii
dini
lider-siyasi
liderliğinin
birlikteliğinin
gerçekleştirildiği
örneklerine dayanılarak aşılabilecektir.
2. Devrim Muhafızları Orduya
Bağlanmalı ve İktisadi Alandan
Çekilmelidir
Yukarıda belirtiğimiz gibi paramiliter
görünümlü ancak Dini Lidere bağlı İran
silahlı kuvvetlerden ayrı paralel bir ordu
niteliğinde olan Devrim Muhafızlarına
son verilmesi veya İran ordusuna bağlı
hale
getirilerek
etkisiz
hele
dönüştürülmesi sağlanmalıdır. Bunu da
Dini Lider ile Cumhurbaşkanlığının
birleştirilmesi
ile
gerçekleştirmek
mümkündür. Belki sadece ahlak polisi
niteliğinin korunması diğer aksam ve
unsurlarının orduya bağlanması yoluna
da gidilebilir.
Devrim
Muhafızlarının
orduya
bağlanması ile iktisadi alandan tamamen
çekilmesi de sağlanmış olacaktır. Bu da
iktisadi birliği sağlama söylemi ile yerine
getirilmesi mümkündür.
3. Zarrab Davası ile Birlikte İran’ın
Yaptırımları
İhlali
Davası
da
Kapatılacaktır
Bu kadar gündemde tutulan ve İran’ın
masada Batılıların isteklerini kabul
etmesi için bir vasıta olarak kullanılan
yaptırımların ihlali konusunun da
7
STRATEJİK REKABET – MART 2016
kapatılması gerekmektedir. Bu da Zarrab
davası ile kapatılacaktır. Daha önce
Zarrab, Zencani vesair zenginlere
bağlanırken bugün “Rıza Zerrab’ın
arkasında
adam”
olarak
eski
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın maden
danışmanı Hüseyin Zarrab olduğu
bahsedilmeye başlandı. Bu tavır daha
büyüklere dokunmadan “örtme” veya
davanın etsini daraltma operasyonunu
ortaya koymaktadır. Türkiye’de Zarrabla
beraber herkese ezberletilen Zencani en
yetkili şahıs olarak İran’da hapiste
olduğuna göre bu operasyonun daha
büyük zenginlere gitmesinin önü
kapanmıştır. Esasında ortada bir temiz
veya kirli bir ticaret varsa buna müdahil
birçok şirket ve sahipleri de olması
doğaldır. Demek olayın kapanması için
sınırlı tutulmasına da karar verilmiş
gözükmektedir. İran, Türkiye ve diğer
ülkelerle gerçekleştirilen ilişkilerin de
sadece bir şahıs üzerine toplanması veya
öyle takdim edilmesi gerekmektedir.
Bunun için da en önemli çok küçük aktör
olan Rıza Zarrab’tır. Zarrab’ın bu ilişkileri
deşifre etmesi de kendisini kurtaracak
bir usuldür. Buna göre süreç hakkında
varılacak hüküm; zaten Rıza Zarrab
hiçbir
işi
Zencani’den
habersiz
yapmadığına göre zaten esas suçlu
değildir. Esas suçlu baş aktör olarak
takdim edilen Zencani’den başkası
değildir.
O
da
İran’da
hapiste
bulunmaktadır. Zencani’ye yardımı
dolayısıyla azıcık suçlu olduğu ortaya
çıkarılacak Zarrab da bu suçundan ya
para ya da kısa süreliğine hapis cezasıyla
kurtulması
için
hiç
bir
neden
kalmayacaktır. Bu sürecin tam bir başarı
ile yürütüldüğü zaten dikkatli görenlerin
gözleri önünde cereyan etmektedir.
Zarrab’ın tutuklanacağını bildiği halde
ABD’ye gitmesi, kefaletle serbest
bırakılmayı bile ret etmesi Zarrab’ın bir
anlaşmanın parçası olduğunun önemli
göstergelerindendir.
Sonuç
ABD’de tutuklanan Zarrab üzerinden
İran yaptırımlar davasının dar, sınırlı ve
örtülerek neticelendirilecektir. Zarrab
iddianamesi ile ortaya çıkan, İran’da
yapılacak yönetim reformu stratejik
olarak ABD kurumlarınca ayrıntılarıyla
tasarlanmış olup bunun ip uçları
iddianamede
mevcuttur.
Zarrab
iddianamesinde yer almamasını rağmen,
Türkiye ile ilgili savcı Bharara ve basında
oluşturulan hava ile İran’a yönelik
operasyon zemini üzerinden Neocon ve
şürekası tarafından yapılmak istenin bir
tertibe yol açmak veya operasyona zemin
hazırlamak
teşebbüsü
olduğu
anlaşılmaktadır.
Rusların Suriye’den
Çekilme Taktiği
Araş.Gör. Halim Taşkaya
İstanbul Üniversitesi
14
Mart 2016 günü V. Putin,
Savunma Bakanı Sergey
Şorgu ve Dışişleri Bakanı
Sergey Lavrov ile yaptıkları görüşmeler
neticesinde Suriye’deki hedeflerine
ulaştıklarını ve kuvvetlerinin büyük bir
bölümünü
azaltarak
buradan
çekileceklerini açıkladılar. Ruslar, dünya
kamuoyunda Suriye’den çekiliyoruz
algısı oluşturmak istese de bu karar
siyasi manevradan ve aldatmacadan
başka bir şey değildir. Çünkü sadece 20
savaş uçağı ve 1 personel nakliye uçağı
geri çekilirken, 24 tane kitle imha
bombardıman uçağı hala Suriye’de
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Tartus
Deniz Üssü ve Hmeimim Hava Üssü
durumunu muhafaza ederken halen daha
aktif olarak kullanılmaktadır. Ayrıca
8
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Putin açıklamasının devamında; “Şayet
Suriye’de bize ihtiyaç duyulursa birkaç
saat içinde orada oluruz” diyerek Suriye
üzerindeki etkinliğinin devam ettiğini
beyan etmiştir. Yani her an yeniden
dönüş
yapabileceklerinin
mesajını
vermiştir.
Savaşın ortasında Rusların savaştan
çekiliyorum demesi dünya kamuoyunda
da çeşitli yorumlara neden olmuştur.
Rusya’nın çekilme nedenleri arasında;
“Rusya’nın
Suriye’deki
hedeflerine
ulaşması, Esed’in neredeyse kaybedeceği
savaşı kazanıyor olması, Tartus Deniz
Üssü ve Hmeimim Hava Üssünün
konumlarının
çok
daha
sağlamlaştırılması, savaşı terk ediyoruz
aldatmacası ile Cenevre’de devam eden
müzakerelerde muhaliflere savaşın
bitirilmesi konusunda batılı güçlerce
baskı yapılması amacına ulaşılması, ABD
ile
Suriye
üzerinde
çıkarları
doğrultusunda anlaşılması, Suriye’de
pozisyonu çok güçlüyken kazançlı olarak
çıkmak istemesi, bazı silahlarının savaş
şartlarında denenmesi ve bu amaca
ulaşması, ekonomik sıkıntı çekmesi ve
bozulan ekonomisinde daha fazla savaşı
finanse edememesi, Türkiye ile sıcak
savaş ihtimali ve Türkiye ile Suudi
Arabistan’ın Suriye’ye girmelerinin
önlenmesi” gibi dünya kamuoyunda pek
çok sebep ortaya atılmıştır. Bu konuda en
önemli iddia ABD’li muhalif senatör
McCain’in; “Rusya’nın enerjisini ve
dikkatini Ukrayna’ya yönlendirerek
burada kanlı bir bahar yaşatmak
istemesi, Suriye’den geri çekilişin asıl
sebebidir”
açıklamasıdır.
Bazı
stratejistler de bu geri çekilmeyi,
Rusların Suriye stratejisinde askeri güç
yerine
yumuşak
güç
olan
masayı(siyaseti) tercih etmesi olarak
değerlendirmektedirler.
Tüm yorumlara ve iddialara rağmen
Rusların geri çekilme kararının siyasi bir
manevradan ibaret olduğu yakın tarihe
bakacak olursak apaçık ortaya çıkacaktır.
Çünkü Rusya yakın dönemde silahla hem
Rusya Federasyonu hem de yakın
bölgelerde girdiği hiçbir coğrafyadan
tamamen geri çekilmemiştir. Kronolojik
sırayla gidecek olursak, ilk örnek olarak
karşımıza Çeçenistan çıkmaktadır. Rusya
1994-1996 yılları arasında Çeçenistan ile
savaştı ve savaşta istediği neticeyi elde
edemeyince 1996 ve 1997 yıllarında
yaptığı iki ayrı barış anlaşması ile
Çeçenistan’ın bağımsızlığını kabul etmek
zorunda kaldı ve askerlerini bu
topraklardan çekti. Ancak Rusya, savaşı
kaybetmesine rağmen Çeçenistan’dan
büyük askeri birliklerini çekilirken
başkent Grozni’de bir üs bırakmıştır.
Çeçenistan’ın bağımsızlığını fiilen kabul
etmeyen Rusya, 1999 yılında 1997 de
yapılan barış anlaşmasını ve Cenevre
Sözleşmelerinin maddelerini de ihlal
ederek Çeçenistan’da katliam yaptı ve
kısa süre sonra Çeçenistan’ı işgal etti.
Bugün halen daha Rusya Federasyonu’na
dahil olan Kuzey Kafkasya’da Rusların
önemli bir askeri gücü bulunmaktadır.
İkinci
örnek
olarak
Gürcistan’ı
gösterebiliriz. 2008’den önce Gürcistan
Cumhurbaşkanı M. Saakaşvili’nin isteği
ile Gürcistan’dan çekilen Ruslar, 2008’de
Gürcistan’ı işgal ettiler. Burada barışı
sağladığını
ifade
eden
Ruslar,
Gürcistan’da
askeri
varlığının
bulunmadığını iddia etmektedirler.
Devletlerarası hukuka göre Gürcistan
toprağı olan bağımsız Güney Osetya
Cumhuriyeti ve Abhazya topraklarında
güvenlik
bahanesi
ile
asker
bulundurmaktadır. Hatta Ruslar buraları
De Facto olarak yönetmektedirler.
Bir diğer örnek ise Kırım hadisesidir.
Yaşanan isyanlar sonucunda duruma
müdahale eden Ruslar, gerçekleştirilen
referandumdan hemen sonra Ukrayna’ya
bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni 17
Nisan 2014’te resmen ilhak etmişlerdir.
Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında
Kırım hadisesiyle başlayan savaş durumu
yerini Donestk Krizine bırakmıştır.
Donetsk Krizi dahilinde halen sınır
çatışmaları devam etmektedir.
9
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Sonuç olarak görüldüğü gibi Ruslar,
yakın dönemde biraz da BM’deki
imtiyazlı statüsünü ABD’nin gizli açık göz
yummasını da kullanarak girdiği hiçbir
coğrafyadan tamamıyla geri çekilmemiş
hatta ele geçirdiği bazı coğrafyada hak
iddia ederek buraları topraklarına
katmak istemişlerdir. Bu sebeple
Geleneksel Çarlık Rusya’sı hakimiyet
anlayışını sürdürmeye çalışan Putin
yönetiminin Suriye’den çekiliyoruz
demesi inandırıcı bulunmamakla birlikte
apaçık siyasi bir manevra olduğu
Rusların tarihsel taktikleri ile de
uygunluk göstermektedir.
İstihbarat
Teşkilatlarının İnfaz
Yöntemine Rusların
Litvinenko Örneği
Kenan Çabuk
KASEM Uzmanı
İ
stihbarat, günümüzün hem popüler
hem de çok değerli bir kavramıdır.
İstihbaratın insan hayatında iki yönü
bulunur. Bir, sosyolojik anlamda iki,
devletler anlamındadır. Sosyolojik olarak
istihbaratı bireysel olarak düşünebiliriz.
Çünkü insan bireyi sosyal hayatta bilgiye
her zaman ihtiyaç ve gereksinim
duymaktadır. İhtiyacın ana kaynağı ikili
ilişkiler veya ticari hatta servet için
olanıdır. İkili ilişkilerde insanlar
birbirlerini tanırken veya tanımak
isterken birbirlerinden bilgi alış
verişinde bulunurlar. Bilgiyi fiziki
özelliklerinden veya karakterinden
örneklerle edinip, kendi içindeki analiz
mekanizmasını yürüterek bir sonuca
varır. Bu sonuç ile de kendi stratejisini
kurarak karşısındaki insan ile nasıl bir
ilişki istediğini ve isteyebileceğini
hesaplamış olur. Burada karmaşık
anlattığımız ikili ilişkideki istihbarat
oyununu her gün kendimiz yapmaktayız.
Burada
ortaya
koyduğumuz
istihbarat(bilgi) meselesinin en küçük,
en hücre konumunu sizlere sundum.
İkinci olarak da devletlerin oyunudur.
Ama buradaki oyun bizim kendi içimizde
oynadığımız oyunun kat be kat daha
fazlası ve oyuncuların neredeyse
hayatlarını etkileyebilecek seviyede bir
masadan bahsedebiliriz. Devletler de
tıpkı bizlerdeki gibi organik bir
yapılanma ile hareket ederek bilgi alış
verişini analize çevirir. Ama burada
bahsettiğimiz analiz kısa ve tek sonuca
varmaz. İhtimallerin her geçen gün daha
da arttığı dünyamızda bunları göz ardı
etmeden farklı analizler ortaya koymak
zorundadır. Çünkü en ufak bir ihtimalin
gözden kaçırılması sonuçta uygulanacak
stratejinin
tamamen
kaybı
ile
sonuçlanmasına sebebiyet verebilir.
Devletlerin
istihbarat
çalışmaları
komplikedir, karmaşıktır ve detayın
sonuna kadar gitmektedir. Ama bu
çalışmalar sonunda ortaya konan
analizler ciddi bir stratejinin ön adımıdır.
Bu sebeple devletler istihbarat oyununa
ciddi kaynak ayırmakta ve bu kaynakları
da her geçen gün artan ihtimallere
dayanarak arttırmaktadır.
İstihbaratın ilk adımı olan bilgi
toplamanın
önemini
görüyoruz.
Devletlerin
de
istihbarat
çalışmalarındaki çekirdek elemanı yine
insandır. Bilgi toplama işini profesyonel
anlamda
gerçekleştiren
istihbarat
ajanları her zaman çalışmalarında titiz ve
dikkatlidirler. Her ülkenin kendi
istihbarat teşkilatlarına ait binler hatta
milyonlarca ajanı bulunmaktadır. Fakat
ajanların insan olması, hata yapma veya
farklı bir yola girmelerine neden olabilir.
Bu anlamda tarihte birçok örneği
bulunan ihanet veya çift taraflı ajan
örneği
görülmüştür.
İstihbarat
teşkilatlarının tek ve en önemli kuralı da
bu şekilde davranan ajanlarına verdiği
10
STRATEJİK REKABET – MART 2016
cezanın ölüm olmasıdır. Bu infaz kendi
topraklarında idam ile olurken yabancı
topraklarda da bunu suikast ile
gerçekleştirirler. Tarih bunun örnekleri
ile doludur.
Günümüzde ve en yakın tarihimizde
gerçekleşen bir olay buna en iyi örnek
olabilir kanaatindeyim. Rusya istihbarat
teşkilatı FSB9 İngiltere’nin başkenti
Londra’da eski KGB10 ve FSB ajanı
Aleksandr Litvinenko’yu infaz etmiştir.
Bu infazın ilginç olan yanı öldürülürken
kullanılan zehir maddesinin sadece
devlet
tarafından
üretilebilen
“polonyum-210” maddesidir. Sadece
nükleer
güce
sahip
ülkelerin
üretebileceği, etki ve hızı çok yüksek olan
bu maddeye maruz kaldığınızda ölüm
kesin olmaktadır.
Aleksandr Litvinenko eski bir Rus KGB ve
FSB ajanıdır. Rus istihbaratının etkin ve
güçlü isimlerinden olan Litvinenko,
Rusya Federasyonu’ndaki bir çok terörist
olayın arkasında Rus istihbaratının
olduğunu söylemiştir. Özellikle 1999
yılında Moskova’daki patlamanın ve daha
sonra da Rusya ve Çeçenistan arasındaki
savaş durumunu kullanarak devlet eliyle
terörist
faaliyetlerde
bulunduğunu
söylemiştir.11 Rusya Federasyonu’nda da
1999 ve 2000 yıllarında görevi kötüye
kullanmak
suçlamasıyla
iki
kez
tutuklanıp
serbest
bırakılan
Litvinenko,12 2000
yılında
sahte
pasaport ile Ukrayna, Türkiye ve
İngiltere yolunu izleyerek ailesiyle
İngiltere’den siyasi sığınma istemiştir.
Londra’da ailesi ile birlikte yaşamaya
başlayan
Litvinenko’nun
İngiliz
İstihbarat Ajansı SIS13 ile yakın ilişki
içinde olduğu ve birçok konuda
İngilizlere yardım ettiği söylenmektedir.
Ayrıca Rus istihbarat teşkilatı ile alakalı
iki de kitap yayınlamıştır.
Litvinenko 2006 yılına kadar Londra’da
yaşamına devam etti. 1 Kasım 2006
yılında FSB ajanları Andrei Lugovoi ve
Dimitri Kovtun ile Millenium Otel’de çay
içmişler ve bu görüşme sonrası 23 Kasım
2006’da
Litvinenko
hayatını
kaybetmiştir. Hayatını kaybettikten
sonra
yapılan
otopsi
raporunda
Litvinenko’nun vücudunda “polonyum210” radyoaktif maddesine rastlanmış ve
İngiliz adalet yetkilileri polonyum-210
maddesi avına başlamıştır. Madde ağır
bir radyoaktif olduğu için iz bırakma
özelliğine sahiptir. Yapılan incelemede,
görüşmenin yapıldığı Millenium Otel’de,
bir gece kulübünde ve Rus ajan
Lugovoi’nin
izlediği
Arsenal-CSKA
Moskova maçının oynandığı Emirates
Stadı’ndan Heathrow Havalimanı’na ve
oradan ajanların kaldığı Almanya’nın
Hamburg kentindeki otellere kadar
izlerin bulunduğu saptanmıştır. Dava ile
ilgili soruşturma sürerken Rusya
Federasyonu’nun
yaptığı
açıklama
sıradan adli bir vakanın Rusya
Federasyonu-İngiltere ikili ilişkilerine
zarar verdiği yönündedir. Rusların bu
yaklaşımının aksine İngiliz Soruşturma
Komitesi Başkanı Robert Owen, infaz
emrinin FSB Başkanı Nikolai Patrushev
ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin
tarafından verildiğini,
muhtemelen
14
onayladı.
Dava ile ilgili kronoloji ise şöyle
gerçekleşmiştir:
 23 Kasım 2006 – Litvinenko, eski
ajanlar Andrei Lugovoi ve Dmitri
Kovtun’la çay içtikten 3 hafta sonra
Londra’da öldü.
FSB: Federal Güvenlik Servisi, Rusça: Federalnaya
Slujba Bezopasnosti
10
KGB: Devlet Güvenlik Komitesi, Rusça: Komitet
Gosudarstvennoy Bezopasnosti
11
http://news.bbc.co.uk/hi/russian/news/newsi
d_1331000/1331949.stm
12
9
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/0
1/160121_litvinenko_sorusturma
13
SIS: Gizli Haberalma Servisi, Secret Intelligence
Service, eski adıyla MI6.
14
http://www.trthaber.com/haber/dunya/putineski-kgb-ajaninin-londrada-olduruldugunuonayladi-231131.html
11
STRATEJİK REKABET – MART 2016











24 Kasım 2006 – Ölüm sebebi
polonyum-210 zehirlenmesi olarak
açıklandı.
30 Kasın 2006 – İçişleri Bakanı John
Reid milletvekillerine radyoaktif
maddenin
izine
ikisi
İngiliz
Havayolları’nda
olmak
üzere
Londra’nın 12 farklı noktasında
rastlandığını söyledi.
22
Mayıs
2007
– Birleşik
KrallıkBaşsavcısı,
Lugovoi’nin
Litvinenko’yu
öldürmekten
yargılanmasına karar verdi.
5 Temmuz2007
–
Rusya
Federasyonu Lugovoi’nin suçlu
iadesini gerçekleştirmeyi reddetti.
Mayıs-Temmuz 2013 – Sorgu
hakiminin, yeni sırların ortaya
çıkma ihtimali için soruşturmayı
kamu soruşturmasına çevirmeye
karar vermesiyle Litvinenko’nun
ölümüne dair yapılan inceleme
ertelendi.
16 Temmuz 2013 – Birleşik Krallık
dört Rus diplomatı sınır dışı etti.
Rusya Federasyonu da dört İngiliz
diplomatı sınır dışı ederek karşılık
verdi.
Temmuz 2013 – İngiliz Bakanlar,
kamu
soruşturması
talebini
reddetti.
Ocak
2014
–
Eşi
Marina
Litvinenko Yüce Divan’a başvurdu.
11 Şubat 2014 – Yüce Divan ölüme
dair inceleme raporu gelmeden
soruşturmanın bitirilmesi kararını
yanlış buldu.
Temmuz 2014 – İçişleri Bakanlığı
kamu soruşturması başlatılacağını
duyurdu.
21 Ocak 2016 – Soruşturma
Komisyonu Başkanı Robert Owen,
Litvinenko’nun
muhtemelen
Viladimir Putin’in verdiği emir ile
öldürüldüğünü açıkladı.15
http://www.milliyet.com.tr/suikast-emrinibuyuk-ihtimalle/dunya/detay/2182511/default.htm
15
Sonuç olarak, polonyum-210 gibi
radyoaktif maddesi ancak nükleer güce
sahip ülkeler tarafından üretilebilen ve
silah olarak kullanılabilen çok rafine bir
maddedir. Polonyum-210 maddesini
inceleyecek olursak; ilk olarak uranyum
filizlerinden izole edilmesine rağmen,
bugünlerde bizmut atomlarını nötron
bombardımanına tutarak yapay olarak
elde edilebiliyor. Litvinenko davasında
ifade vermiş bir uzmana göre, dünyada
polonyum üretimi yapan tek yer,
Moskova’nın
yaklaşık
800
km
güneydoğusundaki Sarov şehrinde
bulunan kapalı bir nükleer tesistir.
Suikastte kullanılan polonyum maddesi
ise
büyük
ihtimalle
buradan
16
gelmiştir. Polonyum-210 maddesinin
insanı nasıl öldürdüğüne gelirsek; madde
vücuda girdiğinde ilk olarak midede ağır
metal zehirlenmesi meydana getirerek
sindirim sistemine ulaşır. Bu radyasyon
sindirim sistemine ağır hasar vererek
birkaç
gün
içinde
kemik
iliği
yetmezliğine yol açar ve giderek ölüme
yaklaştırır. Polonyum 210 başka
suikastlarda da kullanılmıştır. Mesela
Polonyum-210 maddesinden zehirlenen
diğer kişilerin başında Yasser Arafat
gelmektedir. Son günlerde Rusların
Türkiye
Cumhuriyeti’ne
ithamlara
karşılık Rusya Federasyonu’nun, çalışma
metodunu dikkate alanlar, Rusların
Çeçenler’in üzerine attığı Moskova
bombalamalarını Putin’in devlet başkanı
seçilebilmek
için
yaptığını
iddia
etmektedirler. İstihbarat teşkilatlarının
çalışma ve infaz sistemleri değişiklik
gösterebilmektedir. Ama her infaz bir iz
bıraktığı gibi Rusya’nın burada hatası çok
ender
bulunabilen
bir
maddeyi
kullanarak
Litvinenko
davasında
bıraktığı izlerdir. Diğer yönden bakacak
olursak Rusya Federasyonu burada belki
bilinçli olarak iz bırakmış ve yapanın kim
olduğunu bütün dünyaya göstererek
http://www.bilimkurgukulubu.com/genel/incel
eme/litvinenkoyu-olduren-gizemli-maddepolonyum/
16
12
STRATEJİK REKABET – MART 2016
belirli yerlere mesaj göndermiş de
olabilir.
Bu
infazı
iki
şekilde
değerlendirerek buna göre düşünmek ve
Rusya Federasyonu’nun İngiltere ve
müttefikleri ile ilişkilerine çok boyutlu
bakarak bir neticeye varmak belki de
kesin sonuca varmak için yapılacak en
doğru harekettir.1718
Kıbrıs Davasında
Bitmeyen Müzakere
Süreci ve Emperyalist
Güçler
Büşra Çakma
KASEM Uzmanı
19.
yüzyılın
başlarında
filizlenip 20. yüzyılın son
çeyreğinde patlak veren ve
21. yüzyıla sarkan Kıbrıs sorununun
çözülmesine
yönelik
devletlerarası
girişimler ve toplumlararası görüşmeler
aradan geçen bunca zamanda başarıya
ulaşamadı.
Müzakerelerin tek çıkmaz noktası
Rumlar, Kıbrıslı Türkleri çözüme
mahkûm, kendilerini ise çözüme
ihtiyaçları yok şeklinde görmeleridir.
Bugün Ada’da yıllardan beri BM
gözetiminde sürdürülen toplumlararası
görüşmelerin bir yenisi yapılmaktadır.
Çeşitli etkin dış güçler görüşmelerin
önümüzdeki birkaç yıl içinde sonuç
vermesi umudunu dile getirmektedirler.
Kıbrıslı Türklerin yeni girişimler
karşısında
nasıl
bir
tutum
sergileyebilecekleri oldukça önemlidir.
Mustafa Akıncı ve Dimitris Hristofyas, bir
yol haritası üzerinde anlaşarak, ortak
http://www.milliyet.com.tr/-suikast-emriniputin-verdi-/dunya/detay/2182210/default.htm
17
amaçlarının iki bölgeli, iki toplumlu ve
tek devletlerarası temsiliyeti bulunan
ikili statüye dayalı bir çözüm arayışı
olduğunu Kıbrıs Türk ve Rum
kamuoyuna ve devletlerarası güç
merkezlerine açıklamışlardır.
Birleşme, taşınmaz mallar ve güç
paylaşımı
konusundaki
mevcut
anlaşmazlıklar her müzakere sürecinde
çözümlenememektedir. Anastasiadis asıl
amacın adanın bütünlüğünün federal, iki
toplumlu ve iki bölgeli bir cumhuriyet
sistemiyle yeniden sağlanması ve adanın
askerden arındırılması olduğunu ifade
ederken, diğer yandan Akıncı ortak
amacın “iki halk arasında politik eşitliğe
ve iki kurucu devletin eşit statüsüne
dayalı yeni bir ortaklık devleti inşa
etmek”
yani
konfederal
bir
çözümün
taraftarı
olduğunu
savunmaktadır.
Kıbrıs müzakerelerinin başlamasındaki
en önemli dinamiğin, Doğu Akdeniz’de
ortaya çıkartılan doğalgaz ve petrol
kaynakları olduğu konusu aşikardır.
Kuzey’le Güney arasındaki ihtilafa ve
adanın bölünmüşlüğüne son verilmesi
gerekiyor. Bununla beraber, çıkarılan
doğalgazı Avrupa’ya ihraç etmenin en
ekonomik yolu Türkiye üzerinden inşa
edilecek bir boru hattından geçiyor ve dış
güçler açısından sorunun çözülmesi bu
bakımdan da iki taraf üzerinde baskı
oluşturuyor.
Müzakere de ele alınan başlıklar
şunlardır; yeni devlet siyasi eşitlik
temelinde iki toplumlu iki bölgeli yapıya
dayalı olmak, BM ve AB’nin üyesi olarak
tek vatandaşlık, tek temsiliyet, hiçbir
taraf diğer taraf üzerinde otorite ve idari
yetkiye sahip olmayacak, Birleşik Kıbrıs,
her iki tarafta eş zamanlı ve ayrı ayrı
düzenlenecek referandumdan sonra
ortaya çıkacak, başka bir ülke ile
herhangi bir şekilde kısmi veya bütün
http://tr.euronews.com/2016/01/21/eski-kgbajaninin-zehirlenmesine-putin-onay-vermis/
18
13
STRATEJİK REKABET – MART 2016
olarak bölünme birleşme ya da ayrılma
hakkı yasaklanacaktır.
Türkiye’den sürekli tavizler koparmaya
alışmış
olan
Yunanistan,
Kıbrıs
konusunda Türkiye’nin tavrından bir
değişiklik olmadığını iddia ederek, ABD
ve AB’nin baskı yapmasını ve Kıbrıs’ta
federasyon
şeklinde
çözüm
arzulamaktadır. Kıbrıs’ta tek siyasi
egemenliğin güvence altına alınmasını
istemekteler. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
(GKRY) Meclis Başkanı Yannakis Omiru
de bu durumu şu şekilde dile
getirmektedir; “Her halükarda Kıbrıs’ta
tek siyasi egemenliğin güvence altına
alınmasını istiyoruz”. Bu açıdan sil
baştan yakınlaşmanın her iki kesime de
zarar vereceği kanısındayım.
1974 harekâtından önce de Rumların
kontrol ettiği tek devlet vardı. Bu devlet
de Rumlara az geldi ve Türkleri
katliamlara tekrar başladılar. Daha sonra
Türk askerini adadan çıkarma politikası,
sürecin devamı oldu. Kıbrıslı Türkler
saldırıya,
asimilasyona-soykırıma
uğrarken de tek devlet vardı ve başında
Rum yönetici bulunmaktaydı. Yardımcısı
Türk’tü ama önce etkisiz bırakılmış sonra
da makamından uzaklaştırılmıştı. Yakın
dönemde 2015’de Limasol’daki Kıbrıs
Türk Semtindeki bir ev yakıldı. Bu örnek
geçmiş yıllarda da yapılan katliam ve
saldırıların başlangıcını göstermez mi?
Rum tarafının gözünden Türkiye’ye
bakarsak:
Müzakerelerde
sadece
Türkiye’nin yarar sağlayacağı ve Türk
şirketlerinin istilasına uğrayacağı gibi bir
izlenim
oluşmuş
durumdadır.
Türkiye’nin,
Kıbrıs’ta
maden
zenginliğinin yöneticisi olacağı ve
yalnızca
askerî
değil
ekonomik
hâkimiyetinin esiri olacağı kanısındalar.
Her müzakerede olduğu gibi Türk
tarafının
kazanç
sağlayacağı
bir
müzakere maddeleri var gibi görünür
ama sonun da yine Rum tarafı istediğini
alır.
Olaya bir de bizim tarafımızdan bakalım,
son görüşmelerde, kapalı Maraş şehrinin
aşamalı iade sürecinin, tüm Ada’nın
mayınsızlaştırılmasının devam etmesi
gibi anlaşma maddeleri ele alınmaktadır.
İflas etmiş ve ekonomik yapısı çökmüş
bir ülkenin masaya oturmamakta ısrar
etmesini anlamak oldukça zor bir haldir.
Buna rağmen Anastasiadis, “Maraş’ın
iade edilmesi” konusunu ortaya atmıştır.
Oysa adada çözüme sadece Kıbrıslı Türk
ve Rumların değil, diğer dış dinamiklerin
de ihtiyacı vardır. Çözüm artık her
zamankinden daha gereklidir. Ancak,
amaç ve gaye çok açıktır. Maraş
konusundaki
taleplerinin
Türkler
tarafından geri çevrilmesi sonrasında
“Türkler müzakereleri sonuçsuz bıraktı,
masadan kaçtı” algısını oluşturmaktır.
Esasında kaçan tek bir taraf var o da Rum
yönetimidir. Amaçları, müzakereleri
çıkmaza sokmak ve bundan da kazanç
sağlamaktır. Buna en iyi örneği; 2004
yılında Annan Planı’ndan sonra Avrupa
Birliği üyesi olmalarıdır. Şunu da net
belirtmek gerekir; bu saatten sonra
kalkıp
hangi
yapıcı
ve
güçlü
müzakereden bahsedebiliriz ki.
Görüşülen son müzakere sürecinde plan,
tıpkı bundan öncekiler gibi sermayenin
çıkarlarına
dayanmaktadır.
Görüşmelerin burjuva güçlerce ve kapı
arkasında yürütüldüğü bu süreçte, halkın
istekleri hiçbir şekilde sürece dahil
edilmemektedir. Ayrıca genel çerçevenin
Annan Planının ötesine geçmediği de
görülüyor. Eğer o planın koşulları kabul
edilirse,
bu,
ada
halkının
bölünmüşlüğünün tümüyle ortadan
kalkmayacağına,
dolaşım
hakkına
sınırlar getirileceğine, yönetim ve yetki
paylaşımı konusunda sürekli sorunlar
çıkacağına işaret edecektir. Bunların yanı
sıra, garantörlük sisteminin devam
etmesi nedeniyle İngiltere, Türkiye ve
Yunanistan’ın adaya müdahaleleri son
bulmayacaktır. Kıbrıslı Türklerin adada
kalabilmeleri ve güvenliği için bir
garantiye kesin ihtiyacı vardır. Bu arada
bölgede bir toprağı olmayan İngiltere’nin
askeri üslerine dokunulmaması ise,
14
STRATEJİK REKABET – MART 2016
adanın emperyalist güçler tarafından bir
askeri üs olarak kullanılmaya devam
etmesi anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, KKTC’nin 3 yıldır
halledilmeyen sorunlarının halledilmesi,
devletlerarası kuruluşların insafına
bırakılmaması gereklidir. Türkiye’nin
batı ve güneyinin kontrol altına
alınabilmesi
için,
askeri,
siyasi,
ekonomik, dış politika ve güvenlik
konularında Türkiye’nin elinin güçlü
olabilmesi adına Kıbrıs meselesi asla
başkalarının inisiyatif ve iradesine terk
edilemeyecek kadar ciddi bir meseledir.
Kıbrıs sorunu egemenliğimizi tehdit
eden, Türkiye’nin birinci derecede acil ve
kalıcı
çözüm
bekleyen
hayati
meselelerinden birisidir.
American 2016
Defence Budget is
Ready to Wage New
Wars
Rahime Edibali
KASEM Uzmanı
Y
et Will This Strategy Avoid the
Demise of America?
The Pentagon released its new
strategy last summer. Whatever
Pentagon’s new strategy instructor,
American Senato admitted for the new
defence budget. Although Obama
declared with full of tears that he tries to
resist the army industry. The new
defence budget remained nearly the
same. The lion share belongs to aviation,
especially for cyber security and
terrorism. As usual the the budget is not
detailed. How the black operation will
use the allocated money is secret.
However American public opinion is
asking:
“If all the operations are fulfilled by the
special operation army, then why we are
funding this giant army?”
How Deep DAİŞ US Defence Budget?
The $53.3 billion request is $400 million
less than the Obama administration
requested last year, but a full $3 billion
more than it was given in fiscal 2015.
Details about how the government
breaks down money between agencies in
the so-called “black budget” are kept
secret. However, the intelligence office
claimed that it was dedicated to saving
money by focusing on programs “that
have the most impact and highest
priority.”
Classified documents leaked by Edward
Snowden have shown that, in 2013, the
largest share of the “black budget” went
to the CIA, followed by the National
Security Agency and the National
Reconnaissance Office.19
For Homeland Security
President Barack Obama’s $4.15 trillion
budget request includes $50.4 billion for
civilian agencies engaged in homeland
security activities, most notably the
Department of Homeland Security.
Funding for homeland security is up 11.5
percent over 2016, an increase of $5.2
billion. That funding is spread out among
29 agencies, though the bulk is allocated
for DHS, Health and Human Services,
Justice Department, State Department
and Energy Department. As the agency
with “homeland security” right in the
name, DHS obviously gets the largest
portion of funding: just over $36.8
billion. Overall (civilian and defense), the
president’s budget includes a total $70.5
http://thehill.com/policy/nationalsecurity/268834-spies-ask-for-increase-in-blackbudget, Son Erişim: 11.02.2016.
19
15
STRATEJİK REKABET – MART 2016
billion for homeland security, a 1.7
percent decrease over 2016.
The Categories of Homeland Security
Funding
The majority of homeland security
funding (civilian and defense) will target
three broad categories, according to
budget documents:
Preventing and disrupting terrorist
attacks ($36.6 billion);
Protecting the American people, critical
infrastructure and key resources ($27.7
billion); and
Responding to and recovering from
incidents, including natural disasters
($6.2 billion).20
Base Budgets are Shrinking
Overall spending for the Army in the
proposed Defense Department budget
would be $148 billion, the same as 2016.
But its base budget for 2017 would be $2
billion less than in 2016, while its
Overseas Contingency Operations, or
OCO, fund would gain $2 billion,
increasing it to $23 billion.
The Army builds readiness primarily
through the operations and maintenance
portion of its base budget, Maj. Gen.
Thomas Horlander, said. That $45.2
billion portion is the only part of the base
budget that grew from the 2016 budget,
he added. Among other operations, the
budget proposes funding 19 combat
training center rotations for brigade
combat teams. The service now has about
190,000 soldiers deployed – about
50,000 more than in February 2015 from the regular Army, the Army
National Guard and the Army Reserves to
140 countries in each of the regional
combatant commands. Soldiers are
deployed in eastern Europe to reassure
NATO allies and deter Russian
aggression. Soldiers also continue their
20http://www.federaltimes.com/story/governmen
t/management/budget/2016/02/09/2017-
advise and assist missions in Iraq and
Afghanistan and remain increasingly
committed to working hand-in-hand
with partner nations throughout Asia to
promote regional stability there.
Which Departments of US Will Feel the
Fund Increase
The Army plans to use much of its
increase in OCO spending in Europe,
where it allocated $2.8 billion toward
providing an increased presence and
more equipment for its European
Reassurance Initiative. That plan calls for
an armored brigade combat team to be
deployed onto the continent at all times.
The Army proposes to spend $15.1
billion largely on several updated
helicopters and upgrades to several of its
ground vehicle systems. It represents a
$1.3 billion cut from 2016.
It also intends to purchase 2,020 Joint
Light Tactical Vehicles, intended to
replace the Army and Marine Corps
workhorse Humvee, and 48 Paladin
Integrated Management self-propelled
howitzers. It also proposes spending
$480 million to upgrade 60 M1 Abrams
tanks with new armor packages and
$590 million to upgrade 123 Stryker
armored vehicles.
The budget proposes spending $2.1
billion less on aviation improvements
than in its 2016 spending plan. The Army
proposed purchasing 52 remanufactured
AH-64E Apache attack helicopters, down
from 64 last year. It proposes purchasing
36 UH-60M Black Hawks, down from 107
the prior year. It also proposes buying 22
remanufactured CH-47F Chinooks, down
from 39 in 2016.
Meanwhile, the Army will continue to
drawdown its force size. The proposed
2017 budget would cut 10,000 troops
from the active-duty force, leaving it with
460,000 soldiers. The Army National
homeland-security-budget/80065084/, Son
Erişim: 11.02.2016.
16
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Guard would shrink from 342,000
soldiers to 335,000, and the Army
Reserve would be cut from 198,000 to
195,000.
The proposed budget also includes a 1.6
percent increase to military basic pay
and civilian pay in fiscal year 2017.21
Under the proposals, the Army would
again bear the brunt of the military
downsizing, with 460,000 active duty
troops in fiscal 2017, reducing further to
450,000 in the following year. It would
have 335,000 in the Army National Guard
and 195,000 soldiers in the Army
Reserve. The troops would support a
total of 56 Army Brigade Combat Teams.
The Marine Corps would be sized at
182,000 troops in fiscal 2017 and 38,500
Marine reservists. The Navy, which
would be projected to grow to 308 ships
from 280 over the next five years, would
have a total of 380,900 active duty and
reserve sailors.22
The US Missile Defense Agency (MDA)
continues four main priorities in its fiscal
year 2017 (FY 2017) budget:
1. increasing capability of the Groundbased Midcourse Defense (GMD),
2. preserving the homeland,
3. regional missile defence priorities,
and
4. investing
in
technology
development and capabilities.
MDA is requesting about USD1 billion to
achieve an inventory of 44 ground-based
interceptors (GBI) by 2017, Vice Admiral
James Syring, director of MDA, said on 9
February during the agency’s budget
briefing at the Pentagon in Washington,
DC.
The agency budget also includes USD630
million for the European Phased
Adaptive Approach (EPAA) Phase 3,
which includes deployment of the second
Aegis Ashore site in Poland, upgrade of
the Aegis Ballistic Missile Defense (BMD)
weapon system, and delivery of the
Standard Missile (SM)-3 Block IIA.
Phase 3 will also enable Aegis Ashore and
Aegis BMD ships to launch SM-3 Block IA,
IB, and IIA variants.23
http://www.stripes.com/news/us/armybudget-chooses-combat-readiness-overmodernization-1.393232, Son Erişim: 11.02.2016.
22 http://www.military.com/dailynews/2016/02/09/obamas-last-defense-budgetadds-funds-europe-counterterrorism.html, Son
Erişim: 11.02.2016.
23http://www.janes.com/article/57902/pentagon
21
Struggle With “DAİŞ”
NATO will likely support a U.S. request
for alliance surveillance aircraft in the
fight against the DAİŞ, NATO’s top official
said Tuesday ahead of two days of
ministerial talks in Brussels. The alliance
also will consider a possible role in
monitoring the flow of refugees pouring
out of the region.
The U.S. has asked that NATO Airborne
Warning and Control System aircraft join
the fight against the DAİŞ, which would
serve as the first formal involvement of
the 28-nation alliance in the U.S.-led
campaign. there has been discussion of
NATO vessels patrolling the eastern
Mediterranean, a route used by some
Syrian migrants fleeing for Europe. NATO
surveillance aircraft, both manned and
unmanned, could have a role as well. In
recent days, thousands of Syrians fleeing
fighting have been massing near Turkey’s
border as Russian-backed Syrian
government forces push toward Aleppo,
a rebel stronghold.24
How the Money Would be Spent?
There were no details on how the money
would be spent. The $200 million is an
overall increase the department’s war
funding, including the ongoing effort in
Afghanistan, and the airstrikes and
-budget-2017-mda-funding-request-seeks-tobegin-epaa-phase-3, Son Erişim: 11.02.2016.
24http://www.stripes.com/news/nato-maycontribute-awacs-to-fight-against-islamic-state1.393112, Son Erişim: 11.02.2016.
17
STRATEJİK REKABET – MART 2016
training in Iraq and Syria against the
DAİŞ. The war funding request is $58.8
billion for 2017, compared to $58.6
billion this year.
The $200 million is likely to cover
increased drone operations over Africa,
as the military struggles to provide realtime intelligence through 24-hour
unmanned aircraft patrols in the coming
years. And that budget increase will build
on discussions U.S. officials are having
now
on
plans
to
beef
up
counterterrorism operations in Libya in
the coming weeks and months. The
Pentagon is seeking $200 million in the
2017 budget for counterterrorism
operations in Libya and other portions of
North and West Africa, as the DAİŞ threat
in that region continues to grow.
The new funding provides the first
concrete indication of what the U.S.
military may do to battle the threat,
including
expanded
drone
and
surveillance flights, strikes and other
operations. And it is the first time that the
Pentagon has included a separate
increase for operations against the DAİŞ
in Africa.25
In fact, special operations are funded by
numerous different authorities, with
budgets that expire each year. Much of
the funding — for example, money that
comes from defense-authorization bills
— is restricted to certain purposes or
types of forces, which makes it difficult to
plan and conduct comprehensive
campaigns. For broader stabilization
missions, other funding sources can be
tapped, but they often require State
Department approval, which can take up
to two years to obtain. Special operations
forces need a faster and more
straightforward budgetary process. State
Department oversight is crucial, but it
currently moves far too slowly, owing to
the
U.S.
government’s
complex
procedures for
assistance.26
http://www.foxnews.com/politics/2016/02/09
/pentagon-seeks-funding-for-libya-africamilitary-operations.html, Son Erişim: 12.02.2016.
26
25
approving
foreign
Awaked For The Cyber Attacks
Pentagon officials are routing $12.5
billion to science and technology
investments, part of a broader $72 billion
research,
development,
test and
evaluation (RDT&E) portfolio; the
RDT&E request is nearly $3 billion more
than the amount enacted in fiscal 2016.
According to the budget documents
released Feb. 9, key RDT&E initiatives
center on space and space-based
systems, missile defense programs, cyber
operations, and science and technology.
Command, control, communications,
computers and intelligence systems are
set for a $7.4 billion investment, an
uptick from last year’s $7.1 billion.
Missile defense programs slipped by
some $600 million to $8.5 billion, and
despite Pentagon officials’ verbal
emphasis on science and technology,
those accounts across the board went
down, from $13 billion to $12.5 billion.
Space programs would receive about $7
billion to fund a range of platforms and
systems, including the GPS III satellite
and research into an alternative
architecture
for
satellite
communications
(SATCOM)
and
Overhead Persistent Infrared (OPIR).
C4ISR & Networks
President’s budget proposes $3.1B
cybersecurity revolving fund, National
Action Plan “The 2017 budget request
also sustains the existing SATCOM and
OPIR systems through the transition,” the
documents state. “The budget allows the
United States to maintain supremacy in
space and provides communications,
navigation, missile warning, space
Linda Robinson, The Future of Special
Operations, Beyond Kill and Capture, Foreign
Affairs, November/December 2012
18
STRATEJİK REKABET – MART 2016
situational
awareness
and
environmental monitoring capabilities.”
The Missile Defense Agency receives the
lion’s share of missile-related funding
with a $7.5 billion budget, in which key
programs include increasing to 44 the
number of ground-based interceptors,
funding for Terminal High Altitude Area
Defense (THAAD) concept development
and U.S. contributions to the Iron
Dome.27
The Air Force Got The Biggest Boost
The Air Force would have 491,700 active
duty, Reserve and National Guard airmen
and would include 55 tactical fighter
squadrons the budget proposal included
$6.7 billion for cybersecurity for a range
of offensive and defensive capabilities to
protect the Pentagon’s vast cyber
systems; a $1.3 billion decrease in
planned buys for Army aviation; $1.4
billion for engineering and development
on the new Long Range Strike Bomber to
be known as the B-3; and delays in the
purchase for the Marine Corps of the
Joint Light Tactical Vehicle, the planned
replacement for the Humvee.28
The Air Force got the biggest boost in the
proposed budget, and will be able to not
only modernize aging aircraft like the F15C Eagle and F-15D, but seek the
development of the Ground Based
Strategic Deterrent, nuclear missiles that
would replace the aging Minuteman III
missiles that are based in silos across the
American heartland.
The Army got an overall funding bump of
about $1 billion in the new budget, but is
still in the midst of a decline in which the
service will be reduced from 490,000
http://www.c4isrnet.com/story/militarytech/budget/2016/02/09/pentagon-budgettargets-futuristic-capabilities/80082812/, Son
Erişim: 11.02.2016.
28 http://www.military.com/dailynews/2016/02/09/obamas-last-defense-budgetadds-funds-europe-counterterrorism.html, Son
Erişim: 11.02.2016.
27
soldiers to 450,000 by the end of 2018.
Service leaders have warned repeatedly
that the Pentagon should rethink that
plan, in light of Russia’s aggressive
actions and continued operations against
the DAİŞ, but the Defense Department
shows no signs of reversing next year.
The new proposed Army budget includes
about $125.1 billion in the base budget,
down from the $126.5 billion that was
approved last year. But it calls for the
service to receive $23 billion in overseas
contingency operations funds, up from
the $21.1 billion it will receive in 2016.29
The Army and Air Force faced similar
cuts to major acquisition programs. The
Army lost 24 UH-60 Blackhawks and nine
AH-64 Apaches in last-minute budget
talks within the Pentagon, and the Air
Force lost five F-35A Joint Strike Fighters
and three C-130J airplanes. Overall,
aircraft procurement was cut $4.4 billion
across the services, shipbuilding was cut
$1.75 billion, military construction was
cut $1.1 billion and other procurement
was cut $2.6 billion to adhere to the
congressional budget agreement.30
Downsizing
The president’s spending plan also calls
for continued effort to cut the staffs of
headquarters, like CENTCOM and
SOCOM, by 25 percent.
Since the cuts were first called for by
then-Defense Secretary Chuck Hagel in
2013, Centcom has cut its staff from
4,690 to 4,450, according to Air Force
Capt. Bryant Davis, a Centcom
spokesman. Centcom had already
planned to trim about 1,200 jobs by
2014, when the bulk of U.S. forces
https://www.washingtonpost.com/news/checkp
oint/wp/2016/02/09/winners-and-losers-in-thepentagons-new-budget/, Son Erişim: 11.02.2016.
30
http://news.usni.org/2016/02/10/pentagon11b-in-modernization-cut-from-fy2017-requestto-comply-with-budget-agreement, Son Erişim:
11.02. 2016.
29
19
STRATEJİK REKABET – MART 2016
withdrew from Afghanistan. The cuts
were planned largely through attrition.
U.S. Rep. Richard Nugent, R-Spring Hill,
told that he will introduce language into
the new budget legislation that asks the
services to detail the support they
provide to Special Operations Forces. As
part of its “Imperatives for 2016,” the
Global SOF Foundation, which advocates
for special operations forces, is calling for
the services to provide an annual report
of their support for special operations
forces to Congress.
Two major military construction plans
already have been approved for the base
— $55 million for a new center to house
23 Army Reserve Black Hawk helicopters
moving over from Clearwater and $39
million for a Socom Special Operational
Support Facility.
U.S. Rep. Kathy Castor, D-Tampa, sees
positives for MacDill because the
president’s request calls for a total of 15
new KC-46As for a total of $3.3 billion.
While those planes aren’t coming to
MacDill, it means the program remains a
top Air Force priority.
Next Decades Full of War
America is preparing herself to wage new
wars. We can understand this thought
from Ashton Carter’s speech:
“This budget marks an inflection point”
for the military, Defense Secretary
Ashton Carter said in a statement. “Even
as we fight today’s fights, we must also be
prepared for the fights that might come
in 10, 20 or 30 years.”
Besides, the Pentagon said that Russian
aggression in Crimea, Ukraine and the
Mideast, and China’s spate of island
building and provocations in the South
China Sea, “all necessitate changes in our
http://www.military.com/dailynews/2016/02/09/obamas-last-defense-budgetadds-funds-europe-counterterrorism.html, Son
Erişim: 11.02.2016.
31
strategic outlook and in our operational
commitments.31
On the other hand, hawks want more…
Defense hawks on both sides of Capitol
Hill on Tuesday called for billions of
dollars in new military spending, putting
themselves on a collision course with
fiscal conservatives. “I want the $17
billion that we’re short right now
restored, at least,” said Sen. John McCain
(Ariz.), the Republican chairman of the
Senate Armed Services Committee.32
Conclusion
According to the Baker’s Plan, released in
2006, the the situation of US in the
middle east was depicted with these
words:
“stacked in a quagmire in the Iraq” Infact
the big picture in Afganistan is not
entirely diffent. Although the U.S. spend
billions of dollars in the Middleeast the
result is desester, not freedom, not
freedom of education, not full enjoyment
of human rights.
The U.S. think-thanks and Pentagon are
trying to be ready for the next decades
full of war. But they are blinking the fact
that unless they choose to allocate their
billions of dollars for the sake of
humanity they wont be safe and sound
even at their homes. If only if they choose
this way, they might expect the
duration33 for
the
end
of
pax
Americana.
http://thehill.com/policy/defense/268860hawks-want-more-defense-spending, Son Erişim:
11.02.2016.
33
See Also: The End Of Pax Americana, Foreign
Affairs, January-February,2016
32
20
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Silahlanma Yarışında
Türkiye’nin Yeri
Şerife Kodal
KASEM Uzmanı
S
ilahlanma, bir devletin gerek içte ve
gerek dışta giderek artan terör
tehdidine karşı kendi güvenliğini
sağlamak
veya
diğer
devletlerle
arasındaki silah dengesini kendisi için iyi
bir hale getirmek amacıyla askerî
teknolojisini ve sahip olduğu silah
teçhizatını artırmasıdır. Diğer devletler
de aynı stratejiyi izlediklerinde ortaya bir
silahlanma yarışı çıkmaktadır.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD
kazanan taraf olma arzusuyla küresel
silahlanma yarışında hız kesmeden yol
almaya devam etmekte ve silah
endüstrisinde de başı çekmektedir.
Sadece 2000-2006 yılları arasında, ABD
Savunma Bakanlığı’nın bütçesi 300
milyar dolardan 530 milyar doların
üstüne çıktı. ABD’nin askeri harcamaları,
2014 yılı itibariyle 610 milyar doları ve
küresel askeri harcamaların yaklaşık
olarak yüzde 35’ini buldu.34 Ancak ABD
ordusu, başta Afganistan ve Irak olmak
üzere
çeşitli
bölgelerdeki
öngörülemeyen durumlara karşı ayırdığı
fonlarla askeri harcamalar için yaklaşık 1
trilyon
dolar
gibi
bir
miktar
kullanmaktadır.
Ayrıca
Stockholm
Uluslararası
Barış
Araştırmaları
Enstitüsü’nün (SIPRI) elde ettiği
bulgulardan hareketle, küresel ölçekli
askeri harcamalar, 2014’te tahminen 1,8
trilyon dolara ulaşmak suretiyle, küresel
üretimin
yaklaşık
yüzde
2,5’ini
tüketiyordu.
Ancak diğer ülkelerin de bundan geri
kalmadığını söyleyebiliriz. Doğu Asya’da
Çin’in komşularına karşı olan genel tavrı
huzursuzluk kaynağı olmuş durumdadır.
Güney Asya’da ise, Hindistan ile Pakistan
arasındaki husumet devam etmektedir.
Buna istinaden dünya çapında bir terör
tehdidine bağlı olarak tedirginlik ve
teyakkuz hali söz konusudur. Tüm bu
olup bitenlerden dolayı silah satışları da
artmış
durumdadır.
Stockholm
Uluslararası
Barış
Araştırmaları
Enstitüsü’nün (SIPRI) açıkladığı son
veriler de bunu tasdikler nitelikte. SIPRI
tüm dünyadaki silah satışlarını 5 yıllık
periyotlar halinde inceleyerek, son 5 yıl
içinde silah ihracatında yüzde 14’lük bir
artış meydana geldiğini kaydetmiştir. En
çok silah satın alan ülkeler ise şu şekilde
sıralanabilir: Hindistan, Suudi Arabistan,
Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, Avustralya,
Türkiye, Pakistan, Vietnam, ABD, Güney
Kore, Cezayir, Mısır, Singapur, Irak,
Endonezya, Tayvan, Fas, Venezuela,
Azerbaycan, Bangladeş. En çok silah
satan ülkelerin sıralaması ise şu şekilde:
ABD, Rusya, Çin, Fransa, Almanya,
Birleşik
Krallık(İngiltere),
İspanya,
İtalya, Ukrayna, Hollanda, İsrail, İsveç,
Kanada, İsviçre, Güney Kore, Türkiye,
Norveç,
Belarus,
Güney
Afrika,
Avustralya.
Asya
silah
alımının
en
çok
gerçekleştirildiği bölgeler arasındadır.
Türkiye ile İran dahil olduğu ön asyada
ise ağır silah satışı yüzde 61 oranında
arttı. Yalnızca Hindistan 2011 – 2015
yılları arasındaki dönemde 30 milyon
nüfuslu Suudi Arabistan’dan daha fazla
silah satın aldı. Hindistan’a en çok silah
satan ülkeler ise Birleşik Krallık ve
Rusya. Suudi Arabistan ise 2006 – 2010
yılları arasındaki dönemde göre 3 kat
fazla silah aldı. Bu oranın yüzde 275
arttığı tahmin ediliyor. Söz konusu
silahlar Suudilere Birleşik Krallık
tarafından satıldı. Silah ithal eden ülkeler
arasında 5 milyon nüfuslu Birleşik Arap
Emirlikleri (BAE) 4. sırada bulunmakta.
BAE’yi 6’ncı sırada Türkiye izliyor.
https://www.wsws.org/tr/2015/mai2015/arms
-m07.shtml#top 07.05.2015
34
21
STRATEJİK REKABET – MART 2016
Türkiye’nin 2006 – 2010 yılları
arasındaki payı yüzde 2,5 iken, son 5
yılda bu oran yüzde 3,3’e yükseldi.
Bu oranların yüksek olmasının bir sebebi
de silah satın alan ülkelerin çoğunun
petrol gelirlerinden ötürü satın alma
güçlerinin yüksek olmasıdır. Ancak bu
durum da petrol fiyatlarına bağlı olarak
değişkenlik göstermekte. Kendi milli
silah sanayisini kuramamış ülkeler ise
dışa bağımlı haldeler.35
Silah tedarikçileri arasında ABD başı
çekiyor, kendisinin Pazar payı yüzde 27
civarında. Bu silah ticareti payının üçte
biri anlamına gelirken, ABD’den en fazla
silah alan üçüncü ülke ise Türkiye. Bunda
gerek içte gerek dışta güvenlik
unsurlarının tehdit altında olması büyük
bir etkendir.
http://www.cnnturk.com/dunya/dw/dunyadason-5-yilda-silahlanma-yuzde-14-artti-turkiye-6sirada22.02.2016
35
22

Benzer belgeler