kör salih - halil iban

Transkript

kör salih - halil iban
HALİL İBAN
KİLİSİN
GEÇMİŞİNE
DUYULAN
ÖZLEM
[0]
KĠLĠS ĠLĠNĠN HARĠTASI
[1]
KĠLĠS‘ĠN GEÇMĠġĠNE
DUYULAN ÖZLEM
Ġ Ç Ġ ND E K Ġ L E R
ÖNSÖZ
KĠLĠSĠN GEÇMĠġĠNE DUYULANÖZLEM
I-BĠRĠNCĠ BÖLÜM:
ĠBANLARIN BAġLANGICI
1-.BEKĠR AĞA
MAHO(HACI MEHMET)
HACO (HATĠCE) HANIM
BĠRĠNCĠ OLAY
KARĠ‘NĠN OĞLU MEHMET
ĠKĠNCĠ OLAY
KADINLARA GELĠNCE
MAHO ĠLE HACO HANIM EVLENĠRLER
MAHO ĠLE HACO‘NUN ÇOCUKLARI
HALĠL DEDE ĠLE AYġE NĠNE EVLENĠRLER
HALĠL DEDE ĠLE YġE NĠNENĠN ÇOCUKLARI
4-ABDÜLMECĠT, BELKĠS HANIMLA EVLENĠR
ABDÜLMECĠTLE BELKĠS HANIMIN ÇOCUKLARI
5-BEKĠR ĠLE NAZĠFE(NEZO) HANIM EVLENĠRLER
BEKĠR ĠLE NEZONUN ÇOCUKLARI
AHMETLE ZELĠHA EVLENĠRLER
2AHMET‘LE ZELĠHA‘NIN ÇOCUKLARI
HALĠL DEDE
ÇĠVĠ SAĠT HOCA
KĠLĠS‘TE SABAH PA ZARI
BELLĠ BAġLI TARIM ÜRÜNLERĠ
1-ZEYTĠNAĞACI
A-YETĠġTĠRĠLMESĠ, ÜRETĠMĠ
1-TOSPAĞALAMA
[2]
2-KAZIKLAMA
BAKIMI
ZEYTĠN DERMEK
MAHSERECĠLĠK, ÖRNEK BĠR MAHSERE
PLANI, YAPISI
MAHSERE
TAġ
OK
YEDEK-ARUS
TAġA TAKILAN AYNA
ÖZLÜK, BONCUK KOġUM
TERAZĠ
YAN ĠPĠ
3-KEDENE
4-BOYUNDURUK
BAġĠPĠ, YULAR
ÖZGLÜK
ĠSKELE
KURULU TAM BĠ+R ġEDDE ODASI:
ġEDDE ALETĠ,TAM BĠRTATLI ġEDDESĠ
TAPAN
MUHUL
ġEM‘A
HATIRIP
ZEMBĠL
ÜST TAPAN
AYI
ELCEKLER VE ZEMBĠL KAPAĞI
TULUK
Aġ AMBARI
HASIL
MAHSERENĠN ACI BÖLÜMÜ
AYAR VE ACI ġEDDESĠ
OCAK VE ACI ġEDDESĠ
ġAKIL
MAHSERENĠN ÇALIġTIRILMASI
ZEYTĠNÜSTÜNEBORÇPARA
VERMEK VEYA ALMAK
TAġIN YAĞLANMASI
ÇALIġAN MAHSEREDE
UYULMASI GEREKEN KURALLAR
MIRRA
KAHKECĠ
ACI ĠġLEME
OCAĞIN YAKILMASI
ACI ġEDDESĠ, ġAKIL, ATEġ TAġIMA TENEKESĠ, BÜRÜN
MAHSERENĠN KAPANIġI
TANDIR
TANDIR VE TANDIRLA ĠLGĠLĠ ÇĠZĠMLER
KOCACIK
[3]
III.BÖLÜM
BAĞ BOZUMU, BAĞA ÇIKMA
ALACA,KAYISI, KORUS KARASI
KADIN PARMAĞI, DEVEGÖZÜ
TAHANNEBĠ, HUMMUSĠ, URUMU, ġĠRELĠK, YEDĠVEREN
SERGĠ TOPLAMAK
BĠR TĠYEK ARASI SERGĠ
GÜZÜN YAPILAN BAġKA ĠġLER
A-1-TAMATOS BEKMEZĠ (DOMATES SALÇASI)
2-KURU BĠBER (TOZ BĠBER)
3- BĠBER BEKMEZĠ (BĠBER SALÇASI) ġĠRE YAPIMI:
A-SUCUK BASTIK
B-BASTIK SERMEK
MUSKA SARMAK
Ç-KESME YAPMAK
D-ġĠRE SANDIĞI
KĠLĠS‘TE PEKMEZCĠLĠK, PEKMEZ TÜRLERĠ
1-KURU ÜZÜM PEKMEZĠ
YAġÜZÜMLE YAPILAN BEKMEZ
GÜNBEKMEZĠ
2-KAYNATMA BEKMEZ
B-KURU ÜZÜMLE YAPILAN BEKMEZ
1-CIVIK BEKMEZ
2-TELBĠS
3-MAYALI BEKMEZ
KAYNATMA BEKMEZ
HALLE, OCAK, KÜREK
PEKMEZCĠ OCAĞI
PEKMEZCĠ KÜTÜĞÜ
TELBĠS
A-YAġ ÜZÜMLE YAPILAN PEKMEZ
1-GÜN BEKMEZĠ
2-KAYNATMA BEKMEZ
B-KURUÜZÜMLE YAPILANBEKMEZ TAĞAR
BEKMEZHANEveÜÇLÜ TAĞAR DÜZENĠ
BEKMEZ MAYALAMA
IV.BÖLÜM
BUĞDAY EKĠMĠ, ÜRETĠMĠ
KĠLĠS‘TE BUĞDA HASADI (YOLMA ZAMANI)
GELBERĠ
ġAHRA ÇEKMEK
HARMAN
CERCER DÖVMEK
HARMAN SAVURMAK
TAHIL ÜRÜNLERĠ
BULGUR MĠDERĠ
ġAL
HEDĠK(BULGUR)KAYNATMAK
NAHESE
1-BULGUR UNU
[4]
SĠTTĠ SĠMĠDĠ
SĠMĠT
BULGUR
BULGURTÜRLERĠLEYAPILAN YEMEKLER
BULGUR PĠLAVI, 1-SADE (SARI)YAĞLIETLĠ, BULGUR PĠLAVI 3-KAPAMA,4-ZEYTLĠ BULGUR
PĠLAVI (BULGUR AġI) SEBZELĠ, NOHUTLU BULGUR PĠLAVI,
MERCĠMEKLĠ BULGUR PĠLAVI (MÜCEDDERE), ġEHRĠYELĠ BULGUR PĠLAVI, FĠRĠKLĠ BULGUR
PĠLAVI
ÇĠĞKÖFTE, ETLĠ KÜFTE, FIġYAPMA,HOPLATMA,
KÜFTEKÜF-FÜL-MÜġFĠYYE, SADEYAĞLI KÜFTE, YUMURTALI KÜFTE, YALNIZ YAĞLI KÜFTE
ZEYTLĠ KÜFTE,
ĠÇ KATMASI KARMA KATMA,KISIR, MERCĠMEKLĠ KISIR, PATATESLĠ KISIR
NĠġE (NĠġASTA)YAPMAK
KĠLĠS‘LĠ KADININ YOĞURDUĞU HAMURLA KAÇ TÜRLÜ EKMEK YAPAR
SAC EKMEĞĠ, FITIR EKMEK,TANDIR EKMEĞĠ, KÜNCÜLÜ TANDIR EKMEĞĠ, FIRIN EKMEĞĠ,
ÇARġI EKMEĞĠ, YUFKA EKMEK, DULAVRAT (DULLAR) EKMEĞĠ, BAZLAMAÇ, ZÜNGÜL,YAĞLI
KAHKE,
KURU KAHKE
MUKAMBER
KURUKAHKE
MUKAMBER
BEKSĠMET(PEKSĠMET),ZÜLBĠYE
V. B Ö L Ü M
HALĠL DEDE ĠLEAYġE NĠNENĠN
ÇOCUKLARI
AKĠF AMCA(R.1313-M.1920)
ĠBAN (ĠBAN HOCA) [R.1292(M.1876-1961)]
MAKSUDE
MAKBULE[R.1303(1891-1946)]
HEDĠYE [R.1318-(1900-1927)]
VI.BÖLÜM
KĠLĠS‘ĠNTARĠHĠGEÇMĠġĠ ĠÇĠNDE KĠMĠ KÜLTÜREL ETKĠNLĠKLER
1-OTURTMA
2-HATĠM TÖRENĠ
3-ÇEYĠZ SERMEK
4-GELĠN GETĠRMEK
5-SÜPHA
6-GÜVEY TIRAġI
7-GÜVEY GEZDĠRME
8-CĠL
9-GERDEK SABAHI, GÜVEY HAMAM
10-GELĠN HAMAMI
OKUNTU YOLLAMAK
VII.BÖLÜM
ANNEM SIDIKA
ġÜKRÜ DEDE
ġÜKRÜ ACĠROĞLU
NEFĠSE NĠNE
ODUNPAZARI
EMĠKLĠ BACI, EMĠNE NĠNE
[5]
LELEġ
SALĠH DAYI
KAZAN AHMET
FAHRĠYE TEYZE
SIDIKA
VIII. B Ö L Ü M
HALĠL ĠBAN
DOĞUM
B-ĠLK ÇOCUKLUK
C-OKULA BAġLAMAYA HAZIRLIK
Ç-OKULA BAġLAYIġ
D-ĠLKOKUL
E-ORTAOKUL
F-LĠSE
G- ÜNĠVERSĠTE
H-DANACILAR KÖYÜ
I-OVACIK KÖYÜ
Ġ-EVLĠLĠK
J-KARDEġLERĠM
K-AYġE AYTEN
L-AKĠF AYDIN
M-GÜLER
IX. BÖLÜM
ĠBANÇIKMAZI
X.BÖLÜM
KĠLĠS‘TE ÇOCUK OYUNLARI:
A-BEBEK OYUNLARI
B-KÜÇÜK ÇOCUK OYUNLAR
C-GENÇLERĠN OYUNLARI
A-1-ALÇACIK DAMLAR
A-2- HAVUZ, HAVUZ
A-3-ĠP, ĠP ĠLMEDEN
A-4- BĠR KUġUMVAR ġUNCAK
A-5-YAĞ SATARIM, BAL SATARIM
B-1-USTA KAREK?
B-2-SAKLAMBAÇ
B-3-ESĠR ALMACA
B-4-ġAKI BÜLBÜLÜM ġAKI
B- 5-EġLERĠM Eġ
KINEY,KINEYOYUNU
B-6-ÇÖMÇE GELĠN NE ĠSTER?
HAVA-YĠ TAKLA OYUNU
C-2-GÜLLE
DÜKLEME VE DÜK ATMA
KANLI GÜLLE
GÜLLE
C-3-HÖLLÜKILLI
C-4-HALEP EġEĞĠ
C-5-ÇELĠK ÇOMAK
MER‘ALI GÜLLE
[6]
C-6-MULLA HARAL
BĠLDĠRBĠÇ
C-7AġIK
SAKKA
OYUNDA CILLIMA
XI.BÖLÜM
SONUÇ
SÖZLÜK
[7]
Ö N S Ö Z
Sevgili Ayten,
Sanabu mektubu, yeni aldığım bilgisayarımla
(l998 yılı ağustos ayında)
yazıyorum. Oğlun Tamer, yanımda, oturmuĢ bana
ders veriyor. Fakat,
anlamıyorum. Bizde kafa mı kalmıĢ ? (Sanki daha daha önceleri varmıĢ gibi
konuĢuyorum.)
Eskiler:YaĢ yetmiĢ, iĢ bitmiĢ.
Derlerdi.
. Bizimkisi üç, dört basamak daha da atladı. Ne diyelim? Allah herkese de
bize de uzun, sağlıklı yaĢama olanağı versin. Biz gelelim kendi iĢimize.. Bu iĢe
seninle baĢladığım için sakın ĢiĢinip öykünme. Hani nasıl derler, içime öyle doğdu.
Bunda oğlunun da etkisi olmuĢtur. Koskoca delikanlı yanımda oturur da etkisi
olmaz olur mu? Bu iĢe baĢlarken isteğim, ilk kez karĢılaĢtığım bu bilim ve
teknoloji harikasıyla tanıĢmak,onu kullanmayı öğrenip yalnız yazı yazmaya
baĢlamaktı, Sonra silecektim. Olmadı bu dosya oluĢtu. Ben de sürdürdüm, gitti.
ġimdi de baktım kocaman bir kitap oluĢmuĢ ben de silip atamazdım,düzenleyip
bastırmak istedim. Böylece bu kitap oluĢtu.
Bu kitapta anlatmaya çalıĢtığım Kilis‘i, Kilisliyi, Kilis‘in ekinini, uygarlığını
bir fotoğraf karesi gibi dondurarak bugünün ve geleceğin insanlarına armağan
etmek. Bunu yaparken de belki üç yüz yıllık geçmiĢ içinde
dolaĢırken bildiğim kadarıyla bol,bol fotoğraf çekmek.Bunları birbirinden ayrı
olarak değil birbiriyle kaynaĢtırarak iç içe bir albüm yapmak. Bunun için Ģöyle bir
formül oluĢturdum
―Kilis‘ li olmak için,Kilis‘te doğmak, Kilis‘te yaĢamak gerekir. Bunu
baĢarabilmek için de bir örnek kiĢi, bir örnek aile gerekiyordu.Ben de Kendimi,
ailemi aldım Bunu belki biraz bencillik yaptım sayabilirsiniz. Bu iĢte de bir takım
haklı nedenlerim yok mudur? Ġnsan, kendi ailesini anlatırken daha gerçekçi olmaz
mı? En azından sanal bilgilerden, söylentilerden, arınmıĢ bilgilere dayanmaz mı?
Sonra hangi insan kendisinin olmayan bir aile konusunda yazacaklarının tam doğru
olduğunu savuna bilir. Bir de iĢleyeceğim konular ailemin iki yüz yıldan fazladır
üzerinde çalıĢtığı, daha da ötesi özdeĢleĢtiği konulardır. Bu konuları benim
atalarım değin bilen, anlayan bir kimse olduğunu da sanmıyorum.Ailem konusunda
bildiklerimle, anlatılanlardan duyduklarım, Kilis‘in On sekizinci yüz yıldan bu yana
kültür, uygarlık, toplumsal yaĢam, tarımsal etkinlikler
konularına elimden
geldiğince bildiğim oranda ıĢık tutarak günümüz etkinlikleri ile karĢılaĢtırma
olanağı sağlayabilmektir. Bu karĢılaĢtırmayı, ben yapmadım. Bunu okuyanlara
bıraktım. Eskiden bağa çıkma nasıl olurdu? Bunu ben anlatıyorum. Bugün nasıl
oluyor? Bunu da sen yaĢayarak biliyorsun. Bildiğinle duydukların arasında ne tür
[8]
yakınlık ya da uzaklık olduğunu kendin kolayca bulabilirsin. Burada örnekleri
çoğaltmak istemiyorum. Okuyunca Kilis‘le ilgili bölümlerde bunları bol , bol
göreceksin. Bu çalıĢmada ailemden de söz ediyorum. Kilis‘ten söz ederken
ailemden söz etmemek olmazdı. Ailemden söz edilen bir yerde kendimden söz
etmezsem bu bir eksiklik olurdu. Buna da gönlüm razı olmazdı. Burada kısaca
değindiğim bu konuya Ģu anda üzerinde çalıĢmakta olduğum eğitimde ya da
öğretmenlikteki anılarımda daha geniĢ değineceğim. Ayrıca ülkemizin son elli
yılında geçirmiĢ olduğu düĢünce, yönetim, toplumsal yaĢamdaki değiĢiklikler de
―Bitmeyen Sürekli Oyun‖ 3çalıĢmasında ele alınmıĢtır. Bir de―Kilis‘ten Ġnsan
Manzaraları‖ çalıĢmam var ki burada kendisinden kimsenin söz etmediği, belki
ailelerinin bile unuttuğu unutulmuĢlar ele alınmıĢ anımsatılmaya çalıĢılmıĢtır. Son
bir çalıĢmam daha var ki O da öykülerimdir. Tanrım eğer sağlıklı birkaç yıl daha
izin verirse bunları da sizlere sunmak istiyorum. Bu çalıĢmalar, bir araĢtırma,
inceleme, bir sanat ürünü değildir. Olsa, olsa yaĢarken gördüklerim duyduklarım
ne varsa bunlardan yalnız anımsaya bildiklerimi anlatmaya çalıĢtım. Ġstedim ki
bunları baĢkaları da duysun. Geleceğin Kilislileri ile geçmiĢin Kilislileri arasında
belki bir tanıĢma köprüsü olabilir diye düĢünürüm. Dilerim bu düĢüncem
gerçekleĢir. ĠĢte o zaman mutlu olurum. Bir Kilisli olarak ben de Kilise, Kilislilere
karĢı bir görev yapmıĢ, borcumun bir bölümünü ödemiĢ olurum.
Burada bir gönül borcunu daha yerine getirmem gerekecektir. Bunu
yapmazsam önce ben kendimi bağıĢlayamam Ağustos 1998 yılında baĢladığım bu
çalıĢmaları 2006 yılı Ģubat ayı baĢında tamamladım.Son düzenlemeler bitince
mart ayı içinde baskıya vereceğim Ġlk bakıĢta çok uzun görünen bu zaman Bana
çok kısa geldi.Bu zamanı benim için kısaltan, bu konuda Hiçbir Özveriden
kaçınmayan
Damadım DR. Murat D.Bozkır‘a,yine damatlarım,olan Ankara
Üniversitesi D.ve T.C.Fak. Astrolojı Böl.Asistanı A.Cem Erkman‘a ve S.Oğuz
Çapçıya, Ressam Sevgili Handan Mızrak‘a,Çubuk Endüstri Meslek Lisesi Ağaç
ĠĢleri öğretmeni Ali Çiçek‘e,, Sevgili Yonca Alkan‘a ve bilgisayarda kitaba gerekli
resim, fotoğraf, çizimleri yerleĢtiren Ġktsatçı Ebru Ergin Hanım kızıma,adını
saydıklarımıntümüne
gönüller dolusu sevgiler sunar, teĢekkürlerimi, sağlık,
baĢarı dileklerimi bildiririm.Tümü de sağ olsunlar,var olsunlar.
HALĠL ĠBAN
[9]
KĠLĠS CUMHURĠYET MEYDANI
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
ĠBANLAR‘IN BAġLANGICI:
ĠBAN:Arapça bir sözcüktür. Türkçe‘ si ÖNCEL‘DĠR,Bu da ―1görevde,meslekte kendinden önce yerini tutmuĢ olan kimse ―selef‖ ardıl karĢıtı,2çoğul olarak) bizden önce yaĢamıĢ olanlar. Eslaf. 3. Man. Sonucun çıkarıldığı
önerme ya da önermeler. ―Öncel belirleme‖ Fel. Tanrının her Ģeyi önceden bildiği
doğmasına dayanılarak her Ģeyin Tanrıca belirlenmiĢ olduğunu anlatan, ruhla
beden arasındaki iliĢkinin Tanrıca önceden düzenlendiğini varsayan öğreti. –
T.D.K. Türkçe sözlük, 2. LZ geniĢletilmiĢ 7. baskı
SELEF: Bir durum ve yerde diğerlerinden önce bulunmuĢ olan kimse.
Kamus-i Türki: ġemsettin Sami.
ĠBAN, (EBAN): Önden gelen, turfanda. Bir yerdeki tepelerin veya
dağın en yüksek noktası, zirve, doruk. Mekke ile Medine arasında bulunan ikiz
tepeler. Ġbaneyn (FĠRUZABADĠ-Kamus-al-Okyanus.) Tercümesi. Mütercim Asım.
Bu kaynaklara göre Ġbanlar‘ın Kilis‘e ilk gelenlerden, Kilis‘te ilk
oturanlardan oldukları anlaĢılıyor. Nasıl ki Batı Anadolu‘ya Pomaklar, BoĢnaklar
geldikten sonra yerli halka Manav denmiĢ ise Kilis‘in ilk yerlisine de Ġban denmiĢ
olabilir. Okyanus Tercümesi
1.-BEKĠR AĞA
[10]
BEKĠR AĞA: Hakkında çok bir Ģey bilmiyoruz. Bildiğimiz adının Bekir
kendisinin de dedemin dedesi oluĢudur. Bir de varlıklı biri olduğundan kendisine
AĞA denildiğidir. Kendisine iliĢkin bilgi sorduğumda babam:―Ben, babama sordum,
bana―Bilmiyorum.‖ DemiĢti. Ben de Ģimdi sana:―Bilmiyorum‖ diyebilirim.‖ Dedi.
Babamdan baĢka bilecek kimse de olamayacağı için ben de üzerine
düĢmedim. Oysa insanın kendisini tanıdığı ölçüde geçmiĢini, soyunu, sopunu da
iyice bilmesi gerekir. Bunun için ben de bir takım olasılıklar üzerinde durarak
aĢağı yukarı doğumla ölüm yıllarını belirtmeye çalıĢacağım. Elimizde ne sağlam bir
nüfus kaydı ne de güvenebileceğimiz bir kaynak bulunmaktadır. Kilis Nüfus
Dairesinin arĢivi bir sel olayı ile nerdeyse yok olmuĢ, elde kalanlarını da tam
olarak değerlendirememiĢler, son yıllarda da kütüklerin bilgisayara iĢlenmesi
iĢleminde de yeterli titizlik gösterilmediği için bir çok yanlıĢlıklar olmuĢtur. Ailem
hakkında oradan almıĢ olduğum vukuatlı nüfus kaydında bulunan Ģu örnekler
sanırım bu sözümüzü kanıtlamaya yeter de artar bile.Nüfus kaydında ( AyĢe
Ayten Ġban Düzeltme: Ġlk soyadı (1939) iken sonradan Ġban olmuĢtur.)
Denilmektedir. Yani benim kız kardeĢim olan Ayten‘ in soyadı önce 1939 olarak
yazılmıĢ sonra Ġban olarak düzeltilmiĢtir.Gerçeği: ilk soyadı ĠBAN iken sonra
evlenince ĠBANOĞLU olmuĢtur.denmesi gerekirdi. Nüfus kütükleri böyle olunca,
güvenirliğini yitirmektedir. Bu nedenle de iĢi varsayımlarla çözmek zorundayız.
O,1939 sayısına gelince kardeĢimin düzeltilen doğum tarihidir. Varsayım: Bekir
Ağa‘nın Torunu, Halil Dede, R. l272, M. 1856 doğumludur. Eğer türlü nedenlerle
aile tarafından nüfusa zamanında, doğru yazılmıĢsa: Halil Dede ile babası arasında
yirmi, yirmi beĢ yaĢ, Bekir‘le Oğlu Maho arasında da yirmi, yirmi beĢ yaĢ fark
var sayarsak, Bekir‘in 1700lü yılların sonunda dünyaya gelmiĢ olduğunu
söyleyebiliriz. Özet olarak 1780 ile1860 yılları arasında yaĢayıp ölmüĢ olabilir.
Oğlu Mahoya gelince, onun da torunu Mehmet tarafından tanındığına göre 1880
ile 1900 yılları arasında ölmüĢ olduğunu söyleyebiliriz. Böylece ailemin 18.yüz yılın
ikinci yarısına değin varan geçmiĢine, kısaca söylemek gerekirse, az bir yanlıĢlıkla
iki yüz elli yıllık bir yolculuk yapmıĢ oluyoruz,
Bence bu da yetmez kiĢi yetiĢtiği çevreyi, oçevrenin kültürünü de çok
iyi bilmelidir. O gün için kültür denince akla ilk gelen tarımsal etkinliklerdir.
Burada iĢlemeye çalıĢacağım, sözünü ettiğimiz çağ, on sekizinci yüzyıl sonu, ile on
dokuzuncu yüzyıl baĢlarıdır. O yıllarda Kilis, Türkiye Cumhuriyetinin sınır kenti
değildir. Osmanlı Ġmparatorluğunun bir iç kentidir. Güneyi üç kilo metre ilerdeki
Armutça Köyü ile sınırlanmıyor. Sınırları, Aden‘e, Hint Okyanusuna dayanan bir
ülkenin iç kenti olarak varlığını sürdürüyordu. Koca TilbeĢar Ovasının merkezinde,
ovanın bütün tarımsal gelirini kendine çeken bir kent olarak zengin, mutlu bir
yaĢam sürmektedir. Eskilerin söylediğine göre yedi yüz elli köyün alıĢ veriĢ
merkezidir. Bu köylerin tarım, ulaĢım araçlarının bakım, onarım, yapım,iĢleri
burada olur. Çok sayıdaki hanları, kervansarayları, bedestenleri, çarĢıları,
pazarları birer arı kovanı gibi çalıĢır. Kervan yolu üzerinde bulunuĢu dolayısıyla
[11]
sürekli hareketli pırıl, pırıl bir kentmiĢ. Camileri, kiliseleri, sinegogları dolar
taĢar. Her üç semavi dinin insanları kavgasız, tartıĢmasız, hoĢgörü içinde
yaĢayarak geçinip giderlermiĢ. Kendine göre kurulmuĢ iĢ kolları da varmıĢ:
demircilik, nacarlık en çok tutunan iĢ kollarıymıĢ,bunlardan baĢka mahserecilik,
masmanacılık Ģirik, tahin iĢçiliği, pekmezcilik gibi
tarımsal ürünlerin iĢlendiği
yapım evleri, ipek, pamuk dokumacılığı yapan çulhaların dokudukları ipekli pamuklu
dokumalar, el yağlıkları, yatak çarĢafları, pamuklu bez kumaĢlar, bugün bile kimi
evlerde, kimi sandıklarda bulunabilir. Bütün bunlar iĢ yaĢamını canlandıran
etkinliklermiĢ. Kısaca söylemek gerekirse o yıllar, Kilis in altın çağını yaĢadığı
yıllardır. Bizim Bekir Ağa iĢte bu zamanda dünyaya gelmiĢtir. On sekizinci yüz yıl
sonu ile On dokuzuncu yüzyıl baĢlarında dünyaya gelmiĢ olması olasılığı olan
Bekir‘in babası kimdi? Bu konuda hiçbir bilgimiz yok. KardeĢleri var mıdır? Bunu
da bilmiyoruz. Ġban‘ların daha sonraki yıllarda ―Ġbangil, Küçükiban, Ġbanoğlu,
Büyükiban, Babaiban, vb.‖ değiĢik soyadlarla ortaya çıkan akrabalarına bakılırsa
kardeĢi veya kardeĢleri olsa gerek. Ne yazık ki Kilis Nüfus Müdürlüğünde Bekir‘le
oğlu H.Mehmet hakkında bilgi alacak bir kayıt bulamadık. Bekir‘in bir çocuğu olur.
Hacı Mehmet. (MAHO), Maho‘nun dünyaya geliĢi 1820‘li yıllarda olsa gerek, Maho,
Bekir Ağanın tek çocuğu olması dolayısıyla hem onun mallarının hem de ağalık
adının sahibi olur.
2.- MAHO AĞA
( HACI MEHMET)
19 yy‘ ın ilk yarısında Maho Ağa vardır ailenin baĢında. Büyük
olasılıkla Bekir, 19.yüzyılın ilk yarısında ölmüĢtür. 1856 da doğmuĢ olan torunu
Halil, kendisini tanımadığına göre 1840-1845 arasında ölmüĢ olması olasıdır diye
düĢünürüm. Ölümü konusunda da bilgimiz olmadığından yine bir olasılıkla 1780 le
1790 yılları arasında doğmuĢ, 1825- 1830 yılları arasında ölmüĢ olabilir. Mahonun
çocukluğu ve gençliği konusunda da bir Ģey bilmiyoruz. Yalnız ailesinin tek çocuğu
olmasından dolayı askere çağırılma çağından önce yetim bir kızla evlendirilmiĢ
olması, gerektiğini sanıyorum.
MAHO AĞA
( HACO) HATĠCE HANIM
Maho, Kilis‘in taĢınmaz mal varlığı ile ünlü, zenginlerinden, Bekir Ağa‘ nın
bildiğimiz tek oğl,,udur. Bu nedenle Bekir ölünce hem çok sayıdaki taĢınmazın hem
de Ağa adının sahibi olur. Maho‘nun asıl adı Hacı Mehmet‘ tir. (Kilis‘te de
Güneydoğu Anadolu‘da da Mehmet adı, Maho, Memik, MemiĢ, Memo, MemoĢ,
Memet biçimlerine dönüĢtürülebilir.) Gençliğinde kendi mallarının tarımsal iĢleri
ile uğraĢmıĢtır. Hacı adına gelince bunu Hacca giderek mi almıĢtır. Yoksa
kendisine ad olarak mı verilmiĢtir? Bunu da bilmiyorum. Bildiğim ölçüde belli,
sürekli bir iĢi ya da mesleği yoktur. Aslında Kilislinin varsılı, yoksulu tarım
iĢçisidir. O günlerde Kilis‘te bir yerlinin belli bir sanat dalında iĢ görmesi – biraz
da ayıp sayılır olsa gerek ki belli bir iĢ dalında yetiĢmiĢ tek ustadan söz edildiğini
[12]
duymadım.
Kuyumculuk, sarraflık, ticaret Yahudilerin; duvarcılık, demircilik,
marangozluk,
dülgerlik,
terzilik,
ayakkabıcılık,
benzeri
sanatlar,Rumların,Erömenilerin ellerinde;
Türkler ise askerlik yaparlar.
Kadınları,çocukĢları yaĢlıları da tarımla uğraĢırlar. Osmanlı‘nın yanlıĢ politikası.
Oysa ondokuzuncu yüz yılda Fransızlar, Ġngilizler birçok savaĢlarında hatta
Çanakkale ile Birinci Dünya SavaĢında bile müstemlekelerinden getirdikleri
Anzakları, HabeĢistanlıları, Tunusluları kullanmıĢlardır. Bu nedenle Osmanlı
Ülkesinde Türk asıllı, devletin gerçek mayası olan Anadolu insanı, SavaĢta kırılıp
azalırken bunlar, okullarında okuyor, ustalarından sanat öğreniyorlardı. Müslüman
Türk halkı ise, sokak aralarında bilgisiz, yetkisiz kiĢilerden ancak Kur‘an‘ı Arapça
aslından, yüzeysel okumayı öğrenmenin adına eğitim diyorlardı. Bu eğitimin bir tek
amacı vardı: O da okuttuğu çocuğun kendisi ölünce baĢı ucunda kur‘an okuması. Bir
de namaz surelerini öğrenmesi. Gerçi Medreseler de vardı. Bunlar camilere imam,
hatip yetiĢtirmek için uğraĢan kurumlardı. Nitekim Medrese-i Sahn, Sahn-i
Seman, Enderun gibi yüksek Öğrenim veren kuruluĢlar da vardı ancak buralara
herkes gidemezdi. Bu Medreselere gidebilmek herkesin hakkı değildi. Ya çok
varlıklı olacak ya da Saray‘a bağlı birinin çocuğu olacaktı. Yalnız Kilis‘te değil Tüm
Osmanlı Ülkesinde bu yöntem geçerliydi. Maho Ağada bu Çarkın halkalarından
biriydi iter istemez uyacaktı sisteme. Ailenin tek çocuğu olması dolayısıyla
askerlikten kurtulabilmesi için onu yetim bir kızla evlendirirler. HACO (Hatice
Hanım), tanınmıĢ bir ailenin yetim kalmıĢ bir kızıdır. Hem iyi, hem tanınmıĢ,
varlıklı bir aile hem de yetim bir kız, Maho için ―En uygun eĢ olur.‖ diye
alıverirler.Böylece Maho hem askerlikten kurtulmuĢ olur, hem de ailenin baĢında
kalarak iĢleri yönetir, yönlendirir.
Burada baĢka bir konuya değinmek istiyorum Mısır Valisi Kavala‘lı
Mehmet Ali PaĢa‘nın, Osmanlı‘ya baĢkaldırısı sırasında Halep valisi olan Oğlu Ġnce
Bayraktaroğlu Mehmet PaĢa, Antep‘te bir Cami yaptırır. Bugün bile sapasağlam
ayakta duran bu cami, halk tarafından çok beğenilir. Yalnız halk MEHMET PAġA
yı çok sevmez. Aldığı ağır vergilerle halkı bıktırıp, usandıran, zalim paĢanın camiini
küçümseyerek ―KeĢke PaĢa bir de kilise yaptırsaydı.‖ der. PaĢa bu söylentiyi
tevriyeli olarak yorumlayıp Kilis‘e de bir cami yapılmasını buyurur. O, söylenti
hangi anlamda söylenmiĢ olursa olsun, vali, bunu nasıl anlarsa anlasın, Kilis, bir
cami kazanmıĢtır. Yapım yeri olarak Ġbrahim Efendi Medresesinin yerini seçer.
Ġbrahim Efendi Medresesi ile Mescidini tümüyle yıktırarak yerine kendi adına
yapılan medrese ile camii yaptırır. Bu yapının tarihi giriĢ kapısı
üzerindeki
kitabeye göre 1274R. 18Mart 1831 M.dir (Kilis‘teki Osmanlı Devri Mimari
Eserleri-Dr. Abdülkadir Dündar.) PaĢanın görevlendirdiği yetkililerce Ġbanlara ait
ilk ev alınarak kendilerine sonraki yerleĢim alanları verilir. (Bu yorum benimdir.
Doğru da yanlıĢ da olabilir). Bu alanın, Üç yüz metre karelik bir bölümüne bir ev,
üç yüz metre karelik bölümüne mider alanı, yüz elli metre karelik bölümüne de bir
mahsere yapılır. Eski evin yerine ise YENĠ CAMĠ ya da Mehmet PaĢa Camii yahut
[13]
Büyükkütah camii adıyla hücreleri, medresesi, çeĢmesi, çok yakınında bulunduğu
dolap pazarı ile sanki bir küllüye oluĢturulmak istenmiĢtir. Daha sonra
Medrese‘ye, Kilis‘te dini bilgisinin derinliği, verdiği fetvalarının sağlamlığı ile
tanınarak uzun zaman unutulmayan Müftü Muharrem Efendi‘nin adını (tam adı
Muharrem Kemal) yaĢatmak için KEMALĠYE Medresesi denmiĢtir. Cumhuriyetle
birlikte ilkokula dönüĢtürülen medresenin adına (sanırım Mustafa Kemal adına da
uygun düĢtüğü gerekçesiyle) dokunulmamıĢtır KEMALĠYE ĠLKOKULU denmiĢtir.
Cami‘de l930‘lu yılların baĢında namaz kılınıyordu. Daha sonra bakımsızlık,
Ġlgisizlik edeniyle eskiyerek çökmeye baĢlayan camiin harem bölümü yıkılıp okulun
bahçesi geniĢletilmiĢtir. Doğu yönündeki hücreler, yıkılıp Öğretmenler odası,
Müdür odası yapılmıĢtır. Bu Camiin Minaresi, (daha önceleri Azez‘de bir Camide
bulunan minare, PaĢanın buyruğu ile sökülerek bu camie getirilir.), kapısı, kapı
yanındaki çeĢmesi dıĢında hiçbir Ģeyi kalmamı0Ģtır. Her üçü de çok güzel iĢlenmiĢ
birer sanat eseri olan bu parçalar görülmeye değer yapıtlardır.Kilis‘te tarihi
niteliği olan eski kalıntılara nedense değer verilmemektedir. Bu iĢte halkın
tepkisizliği en büyük etken olduğu gibi yerel yönetimin de kamu yönetiminin de
büyük sorumluluğu olması gerekir. Anıt yapıtları türlü nedenlerle birer, birer yok
etmiĢlerdir. Birçok han, konak, vb. yapıların çoğu Büyük Kilise, Mehmet PaĢa
KıĢlası,Katolik Kilisesi, Ruhban Okulu yok olup gitmiĢtir., Ali Bey Bedesteni,
Büyük Bedesten,Gibi bir çok anıt yapıdan, Kervansaraydan, bir tane bile
kalmamıĢtır. Bu durum Kilis‘in tarihsel dokusunu yok etmiĢtir. Kilis‘in kendine
özgü evleri, konakları, sokakları yok olup gitmiĢ. O güzelim taĢ yapıların, sabun
sıvağının yerini gri beton yığınları almıĢtır. Hiçbir zaman hiçbir Kilisli bu yapıların
atalarımızdan bize kalan, bizden de gelecek kuĢaklara ulaĢtırılacak birer emanet
olduğunu düĢünmemiĢtir. Yetkili, yetkisiz kimselerce yok edilen bu yapıtlar,
gerçek sahibi olan halk tarafından da korunmayınca yok olup gitmiĢlerdir.
Ġçimizi sızlatıp, gözlerimizi yaĢartacak olan bu durumu burada bırakarak biz yine
kendi öykümüze MAHOYA Dönelim.Maho Ağa ailesi, bağlarını, zeytinlerini,
tarlalarını iĢleyerek miderle, mahsereyi çalıĢtırarak bolluk içinde yaĢarlar. Maho,
yardımseverliği, iyiliği, babacan kiĢiliği ile çevresinde çok sevilen, sayılan bir
insan olmuĢ, ağa adına uygun bir kiĢilik sergilemiĢtir. Bu konuda bildiğim Ģu iki
olayı anlatmak isterim:
BĠRĠNCĠ OLAY:
Maho ile karısı gece evde yatmaktadırlar. Eve hırsız girmiĢtir. Ġki mağlı
odanın bir bölümü yatak odası bir bölümü de yeni ürünlerin satıĢa bekletildiği,
depo olarak kullanılmaktadır. Bu bölümde Buğday, pirinç, mercimek, nohut
çuvalları ile sade yağ, bal tulumları bulunmaktadır. Hırsız buunlara gelmiĢtir.
Gece karanlıkta yer yatağında yatan Haco ayağına takılınca yağ tulumu sanarak
onu kucaklayıp gitmek ister. Derin bir uykuya dalmıĢ olan Haco, ne olduğunu
anlamadan adamın elini öyle bir ısırır ki, parmağı, kopma durumuna gelir; neye
uğradığını bilmeyen adam elindekini yere atar. Bu defa yere düĢünce canı acıyan
[14]
Haco çığlığı basar ‖Maho uyan hırsız var!‖ diye bağırınca Maho uyanır, hırsız
kaçmıĢtır. Maho giyinir, sokağa çıkar, evin yakınındaki kahveye giderek bilgi almak
ister. Daha kapıdan girer girmez adamın biri koĢarak gelir ayağına kapanarak
―Aman Ağam! Ben ettim, sen etme, evine giren hırsız bendim. Cezamı da gördüm.‖
Diyerek yaralı elini Maho‘ ya gösterir. Maho adamı yanına alır eve götürür. Haco
yarasını sarar. Kendisine bir tulum yağ verirler, baĢka yardımlarda da bulunarak
yollarlar.
Yalnız bu olay Haco‘ya yaramaz, gecenin Ģoku kadıncağızı çok
etkilemiĢtir. Sinir sistemi bozulan Haco‘da dengesizlikler baĢlar, sonuçta ―Deli
Haco‖ olur. Çocukları, gelinleri, torunları bile anne, nine diyemezler. Herkes ona
Haco demek zorundadır. Birisi ona bilmezlikle ya da unutarak ―anne, ya da nine ‖
diyecek olsa hemen ― Hadi oradan ben senin nereden annen, ninen oluyor muĢum
? Aramızda kaç yaĢ fark var ki ? ‖ Diyerek onu susturmuĢ Bir de arada bir kapının
önüne çıkar karĢı komĢusu Haki Efendi‘ye ― Deli Haki!‖ diye bağırırmıĢ. Ben bu iki
olay dıĢında bir deliliğini duymadım. (Haki Efendi, Kilis‘in yetiĢtirdiği hem ünlü
bir Ģair hem bilim adamıdır. )
KARĠNĠN OĞLU MEHMET
ĠKĠNCĠOLAY:
Maho Ağa ailesi topluca bağa çıkmıĢlardır. Zaman, zaman kente gelerek
evden bir Ģeyler alıp bağa götürüyorlar. Maho Ağa da o sabah kentteki iĢlerini
görmek, bağda gereken eksik bir nesneyi almak için eve gelir. Bir de ne görsün?
Evin dıĢ kapısı kırılmıĢ bir tarafa konulmuĢ. Neye uğradığını ĢaĢırır, ĢaĢkın,
ĢaĢkın çevresine bakarken karĢısına komĢusu Karının Oğlu Mehmet çıkar. ― Ne o
Maho Amca niye ĢaĢkınsın diye sorar? ‖ O da durumu anlatır. Bunun üzerine ―Ya
hu ! Maho Amca benim oturduğum sokağa hiç yabancı hırsız girebilir mi? Korkma
kapıyı ben kırdım. ‖ Der. Olayı anlatır :Gece evine giderken, (kendisi de ayni
sokakta oturmaktadır. Öğretmen Hasan Kamil‘ in annesi Hatice Hanımın –
sanırım - dayısı olur. )
Ġçerden gelen tıkırtılı sesler duyarak kuĢkulanır. Önce ne olduğunu
anlamak için kapı önünde bekler, sesler gelmeyi sürdürünce içeriye seslenerek
kendini tanıtır. Bir Ģey almadan çıkıp gelmesini, böyle yaparsa kendisine
dokunmayacağını, yapmazsa ölümlerden ölüm beğenmesini birkaç kez yineleyerek
söyler. Ġçerden olumlu bir yanıt alamayınca kapıyı kırıp içeri girdiğini, avluda da
aynı uyarıda bulunduğunu, buna karĢın seslerin sürdüğünü bu kez de kiler olarak
kullanılan mağaranın kapısını kırmaya gittiğini çünkü sesin oradan geldiğinin
anlaĢıldığını, mağaranın kapısına elini attığında kapının açık bırakılmıĢ olduğunu
görerek bu kez uyarıya gerek görmeden olayın ne olduğunu anladığını
söyler.Meğer gündüz eve birisi gelmiĢ, kilerden bir Ģeyler almıĢ. Bu arada kendisi
ile birlikte içeriye bir de köpek girmiĢ; çıkarken içerde kalan köpek kafasını
carralardan birine sokmuĢ, çıkarmak için uğraĢırken bu gürültüyü yaparmıĢ.
Kendisi bu gürültüyü duyunca dayanamamıĢ Maho Amca‘nın evine hem de kendi
sokağında kim girebilir. Mehmet‘in çok zoruna gitmiĢ palayı çektiği gibi dalmıĢ
[15]
içeri. Durum anlaĢılınca Mehmet, önce bir gülme krizi geçirir sonra : ―Maho Amca
tam parçalamak niyetiyle dalmıĢtım içeriye, Ne edek? Kısmet değilmiĢ. Sokak
kapısını da tam olarak kırdığım için gönlüm razı olmadı bırakıp gitmeye, sabaha de
Ģurada havıĢta (avluda) bekledim, kim gelecek olsa aklına neler gelirdi.Kimseye
korku, telaĢ vermemek için oturup beklemeyi,
ilk gelene durumu kendim
anlatmayı uygun gördüm. Hadi bana eyvallah! Size de geçmiĢ olsun. Ver elini
öpeyim .‖Der . Elini öperken Maho da ona : ―Sana da geçmiĢ olsun oğlum. Sağ
olasın, var olasın. Allah seni de kazadan beladan korusun.‖ Diye dualar eder.
Gönül alıcı, yüreklendirici sözler söyler.
,Verdiğimiz Ģu iki örnek olay da gösteriyor ki Maho çevresinde sayılıp
sevilen birisidir. Kendisi de çevresine karĢı duyarlı, paylaĢmayı, yardımlaĢmayı
seven, eli açık gönlü bol bir insandır. Ne yazık ki ne zaman doğup ne zaman
öldüğünü bilemiyoruz . Doğumun,un XIX .uncu yüzyılın baĢında, Bin sekiz yüz on
e,n çok bin sekiz yüz yirmili yıllarda, ölümünün ise bin sekiz yüzlü yılların sonuna
yakın bir yılda olduğunu bin sekiz yüz seksenle bin dokuz yüz yılları ara,sında
sanıyoruz. O yıllarda Kilis‘te güvenlik yok gibidir. Hırsızlık, öldürme, kadın kaçırıp
dağa çıkarmalar, birkaç gün eğlendikten sonra geri bırakmalar ,ya da öldürüp yok
etmeler günlük olağaniĢlerdendir. Bu gibi zamanlarda üreyip türeyen kabadayılar
kendilerini bir süre bulundukları çevreye egemen olmuĢ sanırlar. Bunlar, çevreye
saldıkları korku, dehĢetle, çevredekilerce de öyle tanındıklarını sanırlar. Bu
egemenlikleri, yaĢamları boyunca sürecek gibi düĢünür, davranıĢlarını ona göre
düzenlerler. Giyimleri, yürüyüĢleri her Ģeyleri diğer insanlardan değiĢiktir.
Ayakkabıları Ģahuta denilen iskarpin yemeni karıĢımı bir pabuçtur. ġalvarları
Ģayak, paçası dar, düğmeli; giyildiğinde ayak bileğini sıkıca saracak biçimde
iliklenir. Belde geniĢ sıkıca sarılmıĢ, siyah bürümlü bir kuĢak, ipek top kumaĢtan
yapılmıĢ kapaklı yaka bir gömlek, üstüne de bürümlü yarım yaka bir yelek.
ġahutanın uzun arka kulağını içine yatırıp terlik giyer gibi ayağını geçirir, Ģayak
Ģalvarın ortasına yumurta büyüklüğünde bir taĢ koyup sokakta yürümeye baĢladı
mı? Küçük dağlar tepeler kimin olursa olsun Ağrı veya Himalaya‘ları kendisi
yaratmıĢçasına), Ģahutasını Ģıkırdatarak, Ģayak Ģalvarını hıĢırdatarak, dal fesini
bir yana eğip, iri taĢlı, sarı kehribar tespihini gösteriĢli bir biçimde Ģıkırdatarak,
alımlı, çalımlı öyle bi yürür ki sormayın. Bu kadarını söyledikten sonra bari gerisini
de tamamlayal,ım. Güzel iĢlenmiĢ bir aba, baĢa bir dal fes nasıl yakıĢır. Hele fesi
bir yana eğdirip eline de akik ya da kehribar taĢlardan yapılmıĢ çok değerli, otuz
üçlü bir tespih aldı mı değmeyin keyfine. Daima sağında, solunda bir kaç
pohpohçusu ile birlikte yürüyerek çevresine çalım atar. KuĢağının arasına soktuğu
kamanın kabzası, kını daima görülecek biçimde yerleĢtirilmiĢtir. Sağ el, kama veya
palanın kabzasında, sol elde tespih, gözler ilerde, kaĢlar çatık, yüz gülmez, daima
ciddi, buyurgan bir görünüm. ĠĢte size o zamanın bir dayı tipi. ĠĢçi, esnaf, kendi
iĢi gücü ile uğraĢan halk, ya evde hanımların hazırladığı pamuk ipliğini boyacılara
boyatarak çulhalara dokuttukları mavi Ģalvar, siyah ya da kırmızı yemeni, kapalı
[16]
yaka bir yelek, sıradan bir aba, fes giyerler ya da Kilis‘te yetiĢtirilen ―sulu sarı‖
denen pamuktan evlerde kadınların çıkrıkla eğirip çulhaya dokutturduğu sarı
pamuklu Ģalvar giyerlerdi. Çoğu zaman yelekleri de bu sarı pamuktan olurdu. Bey,
efendi takımına gelince: Onlar daha baĢka giyinirlerdi. Ayakta yine kırmızı, ya da
kara yemeni, beyaz hassadan dikilmiĢ, ayak bileklerinden bacağa bağlanan uzun
malaklı tuman, üstüne beyin ya da ağanıvarsıllık durumuna uygun bir aba ya da
maĢlah. BaĢta bir fes üstünde bir sarık. Bu sarık kullananın dinsel inançlarını, mal
varlığını, bağlı olduğu tarikatını, mezhebini kısaca o kiĢinin toplumsal, sınıfsal,
dinsel etkinlik, görev kimliğini de gösterir. Bunların kimilerinin zaman, zaman
ellerinde bir asa, baston, kırbaç gibi nesnelerde bulunur. Bunlar da gerek
yapımlarında kullanıla maddeler, gerek gösterilen ustalık,titizlik, sanat gerekse
üzerlerinde kullanılmıĢ altın, gümüĢ, pırlanta, değerli taĢlarla sahibinin kimliğini
belirlerler.
KADINLARA GELĠNCE
O günün kadını da sınıfsal durumunu sergilemekte erkeğinden geride
kalmazdı. Gerek giyim, kuĢamları ile gerek takıları ile üzerlerinde bir servet
taĢırlardı. Ġpekli, atlas çarĢaflar, yaĢmaklar, tülbentler dıĢ görünümde ilgi
çekerlerdi. Evlerinde ya da düğünlerde, gece ya da gündüz oturmalarında, gelen
konuklara, evin hanımlarına varsa baĢka konuklara karĢı üstünlük yarıĢına
çıkmıĢçasına öyle gösteriĢ yaatarlar ki sormayın.
Dün Kilis‘te insanlar, güneĢ battıktan sonra değil kırsal alana, kentin
kenar mahallelerine, yalnız gidebilme yarıĢı yaparlarmıĢ. Kilis‘in doğusunda
KarataĢ çevresine, güneyinde Boklubahçe çevresine, Aynönüne, Ömer Ağa‘nın
Bahçesine, Çıfıtlar Mezarlığına, Çengele, Pisikler kayasına, Damlacığa, Tokmak
Deresine, Gölgeli Kayaya, Sidikli Dereye akĢam ezanından sonra kimse gidip
gelemezmiĢ. Bunlardan birine gidip gelebileceğini iddia edenle öç kurulurmuĢ.
(Bahse girilirmiĢ) Zamanında çevresinde yiğitliği ile tanınan, gücü, kuvveti
yerinde,yürekli, delikanlı birisiyle arkadaĢları arasında akĢam namazından sonra
Damlacık Mezarlığına gidip Oradaki bir dut ağacının altına kazık çakıp gelmesi için
öç kurulur. Söz konusu zamanda buluĢulur. Kendisine bir hayvan zikkesi ile bir
tokmak verilir. ―Al Ģunları sana gösterilen yere çak, en geç bir saat sonra seni
burada bekliyoruz‖ Derler. AkĢam namazı kılındıktan sonra, delikanlı yola koyulur.
Bulunduğu yerle gideceği yer arasında yarım saatlik bir yol vardır. Oraya
varıncaya değin hava iyice kararmıĢtır. Mezarlığa girer, belirlenen noktaya gelir,
zikkeyi çakmak için çömelir. Ayağında geniĢ ortalı bir Ģalvar vardır. Çömeldiğinde
Ģalvarın ortası yere yayılır. Ancak Delikanlı bunu bilemez elindeki zikkeyi yayılmıĢ
olan Ģalvarın üstünden çakar. Böylece kendi kendini de oraya çakmıĢ olur. ĠĢi bitip
de gitmek üzere ayağa kalkmaya yeltenince birisinin kendisini geri çekmekte
olduğunu sanır. Arkasına bakarak sert bir biçimde ―Bırak lan yapma!‖ diye
bağırarak yeniden kalkmaya Yeltenir. Bu kez daha sert, daha güçlü kalkar. Ayni
sertlikle bir daha geri çekilir. Bu kez çekilmenin etkisi ile kıçının üstüne
[17]
düĢmüĢtür. Arkasına bakıp da kimseyi göremeyince öyle bir korkuya kapılır ki
bağırmak ister, bağıramaz, kaçıp kurtulmak ister ne kalkabilir, ne de bütün
vücudundaki aĢırı titremeye engel olabilir. Aradan birkaç Saat zaman geçmiĢtir.
ArkadaĢlarının hala dönmediğini gören arkadaĢları, onu aramaya çıkarlar topluca
mezarlığa gelirler. Onu Ģalvarının ortasından yere çakılmıĢ baygın, ağzından
köpükler Saçılır durumda bulup evine götürürler. Bir bahis uğruna yiğit bir
delikanlı delirmiĢtir.
Yine bir gün, Kilis‘in mescitlerinden birinde imamlık yapan bir hoca, ġeyh
Mansur
yöresindeki bağından geç vakit dönerken yolu mezarlık arasından
geçmektedir. Hoca eĢeğinin sırtında, tütün tabakası elinde bir sigara
sarmaktadır. Bu sırada birkaç esrarcı mezar taĢlarının arasında gizlenmiĢ esrar
çekmektedirler. Hocanın bundan bilgisi yoktur. Mezarlığın ortasına gelince
―Esselamün aleyküm ya ehl-i kubur! ―diye ölülere selam verir. Bunu duyan keĢler
hep bir ağızdan koro halinde ―Ve Aleyküm üs selam ey ehl-i dünya !‖ Diyerek
Onun selamını almıĢ olurlar. Bu sesten ürken Hoca, tütün tabakasını elinden
düĢürür, eĢeğinin yürüyüĢünü hızlandırır bir an önce mezarlıktan çıkıp kurtulmak
ister. Bunu anlayan serseriler çirkin Ģakalarını sürdürerek ―Kaçma Hoca kaçma,
gel aramıza karıĢ, burası senin dünyandan daha güzeldir.‖ Diyerek korolarını
sürdürürler. Doğal olarak da hocayı çıldırtırlar. Bu olayın üzerinden kısa bir süre
geçince hoca ölür.Olayı duymuĢ olup bilenler ―Hoca‘nın ödü patlamıĢ, kırk gün
geçmeden öldü.‖ DemiĢler. Bizim Karı‘nın oğlu Mehmet de bu tipin canlı örneği.
Asmak, kesmek, çalmaktan baĢka bir iĢ gelir mi elinden bilmem ama bu iĢleri çok
iyi bilir. Kendi mahallesinde büyüklerine karĢı çok saygılı, çocuklara karĢı Ģefkatli
birisi olarak anlatılırdı. BaĢka Mahallelerdeki zengin evlerinden çalar, kendi
mahallesindeki yardıma gereksinim duyanlara verirmiĢ. Kamasını ya da palasını
çekti mi kan bulaĢmadan kınına sokmazmıĢ. ġerrinden, korkusundan bütün Kilis
bıkmıĢ, usanmıĢ. KomĢularına―Sakın geceleri kapılarınızı kilitlemeyin. Burası
Karının oğlu Mehmet‘in Mahallesi, buraya hırsız gelemez ‖ DermiĢ. Gerçekten de
zamanında mahallede hiç hırsızlık olmamıĢ. Bu tiplerin sürekli düĢmanları çok,
gerçek dostları yoktur. Bu nedenle egemenlikleri uzun sürmez. YaĢamları da öyle.
Bunlardan yataklarında rahat, rahat yatıp uyuyanı da görülmez. Sürekli
öldürülmek korkusu içindedirler. Çünkü kendileri kimlere ne yaptıklarını çok iyi
bilirler. Sürekli kendi kendilerini yargılamaktadırlar.
Çevresindeki çıkarcılar
onlar için övgüler yapsalar da onlar ne olduklarını çok iyi bilmektedirler. Bir
kaplan gibi saldırganlıkları bir tarla sıçanı gibi korkularındandır. O günlerde
Kilis‘te gerek kent içinde gerekse kırsalda can, mal güvenliği yok gibidir. Herkes
güvenliğini bir yerde kendisi sağlamak zorundadır.Zeytinliğe vardığınızda
zeytininizi sil kilmiĢ bulabileceğiniz gibi sizden önce gelip iĢe baĢlamıĢ olan
hırsızları iĢ baĢında da bulabilirsiniz. Bizim konumuz bu olumsuzlukları anlatmak
olmadığından bu kadarla yetinerek asıl konuya geçiyoruz. Mehmet de on, on bir
yaĢlarında bir Arap oğlu tarafından vurularak öldürülür. Böylece öyküsü de etkisi
[18]
de egemenliği de biter. Yalnız bitmeyen bir Ģey var o da bu tipler Mehmet‘in
arkasından nice Mehmet‘ler, Ahmetler, Hasanlar, Aliler türer. Tümünün yaĢam
öyküsü birbirine benzer. Yine hiçbirisi kendinden önceki örneği düĢünmez,
onlardan ders almayı bilmez. Kesinlikle bunların tümü, yüksek öğrenimli de olsa, ya
çok cahil ya da akıl hastasıdır. Günümüzde bile bu tiplerin örnekleri yok mudur?
Bunca banka soyanlar, seçilerek geldikleri onurlu, yüce devlet görevlerinde
bulunmalarına karĢın yaptıkları onursuz davranıĢlar, soygunlar daha bilmem neler
insanı -bunlarla birlikte insan olduğundan-utandırmıyor mu? Kimi bankasını kendisi
soyarken kimi baĢkanlığına seçildiği belediyeyi, kimi de türlü dolambaçlı yollardan
( naylon fatura ile vergi iadesi almak gibi; bir kısmı da ―Genç bir iĢ adamının önünü
kesmek istiyorlar‖ diyerek ya da ―Benim memurum iĢini bilir.‖ Yahut ―Allah zengini
sever, ben de zengini severim.‖Gibi saçmalıklarla hırsızı koruyarak dünkü
soyguncudan daha tehlikeli ve daha zararlı değiller mi? Bunları hiç düĢünüyor
muyuz? Bunlara da cahil ya da hasta diye bilir miyiz? Daha dün denecek yakın bir
geçmiĢte kendisine sorulan soruları yanıtlarken basına ―Ben, yasaların
boĢluğundan yararlanıp zengin oldum.‖ diyen Devlet Bakanını, bu sözünden dolayı
görevden almayan, BaĢbakanı, partisini, o günkü meclisi unuttuk mu ? Yoksa artık
onlar değil de toplumun kendisi mi cahilleĢti ya da delirdi. Bunu da zaman
gösterecektir.
HACI MEHMET(MAHO)ĠLE
HATĠCE(HACO)HANIM
EVLENĠRLER (1)
MAHO ĠLE HACO‘NUN
ÇOCUKLARI
Maho ile Haco‘nun I-Halil, II- Abdülmecit, III-Bekir, IV- Ahmet
adlarında
dört oğulları bir de V-Belkıs adında kızları olur.Kilis‘te Belkıs adı
Balkız‘a ya da Ballı ‗ya dönüĢtürülür. Oğlanların doğuĢ sırası bellidir. Yalnız bu
sırada
Belkıs’in yerini bilmiyorum.
***
[19]
I-HALĠL DEDE ĠLE AYġE EVLENĠRLER
HALĠL ĠLE AYġE‘NĠN ÇOCUKLARI:
Mehmet,Maksude,Makbule,Hediye,Akif.
***
II-ABDÜLMECĠT(R.1274)BELKĠSHANIMLA
EVLENĠR(3) ABDÜLMECĠDĠLEBELKĠSHANIMIN
ÇOCUKLARI
1Mustafa,2Sabire,3Abdullah,4Nedime5Fethiye,6-ġifa,7-abdurrahman .Adlarında
üç erkek,dört kız olmak üzere yedi çocukları olur.
***
III-BEKĠR‘LE NAZĠFE(NEZO)
EVLENĠRLER (4)
Kamil,Mehmet(Maho)-Durdu adlarındaiki erkek bir kız çocuları olur.
***
BEKĠRLENAZĠFE‘NĠNÇOCUK-Kamil,2-Refia,3-Mehmeadlarında iki erkek,bir kız
çocukları olur.***
IV.AHMET ĠLE ZELĠHA HANIM
EVLENĠRLER
***
AHMET ĠLE ZELĠHA‘NIN
ÇOCUKLARI:
1-ABDÜLKADĠR,2-DURDU.
Adlarında bir erkek, bir kız iki çocukları olur.
***
HALĠL DEDE (R.1272–M.1936):
Halil Dede, Maho ile Haco‘nun ilk çocuklarıdır. Doğumu Kilis Nüfus
Müdürlüğü kayıtlarına göre Rumi bin iki yüz yetmiĢ ikidir. Bu da bugün
kullandığımız takvime göre bin sekiz yüz elli beĢ ya da elli altı eder. (Kilis Nüfus
Müdürlüğünde Bu tarihten öncesine iliĢkin kütüklere eriĢilemedi). Halil‘in ilk
çocuğu ile kendi arasında yirmi yaĢ fark vardır.Gerek kendisinin gerek oğlunun
yaĢları doğru iĢlenmiĢ ise Babası Maho da kendisi gibi bir yetim kızla evlenmiĢ
olduğuna göre onun da askerlikten önce evlenmiĢ olması gerekirdi. Böyle olunca
da Maho‘nun da Bin sekiz yirmi , yirmi beĢ yıllarında doğmuĢ olması gerekir.
Maho‘nun , Bekir‘in tek çocuğu olduğunu sanıyoruz hakkında kesin ya da varsayıma
dayanan bir bilgimiz olmadığına göre onun da Bin yedi yüz seksen, bin yedi yüz
doksan yılları arasında doğmuĢ olması gerektiğini varsayabiliriz.
Halil Dedeye gelince o, sürekli babasının, dedesinin de yaptığı gibi,
bağ,zeytin,tarla iĢleri ile uğraĢan, bunların ürünlerini değerlendiren bir kiĢidir.
Mahsere mider çalıĢtırır, Masmanada sabun yapar ya da yaptırır. Bu iĢlerden elde
ettiği parayı getirip eĢi AyĢe‘nin eline verir yeterince biriktiğinde de bu birikimle
yeni bir mal alınır. Alınan mal AyĢe Ninenin adına yazdırılır. Ġki oğlan, üç kız, anne,
baba yedi kiĢilik bir aile varlık, sağlık, mutluluk içinde yaĢarlar.Halil Dedemin
[20]
dedem olmadan
önceki dönemine iliĢkin bir bilgim yoktur. Babaannemden
dinlediğime göre gençliğinde
kardeĢi Abdülmecit‘le bir arkadaĢlarının
oturtmasına gitmiĢler. Öylesine içmiĢler ki kendilerini bilemeyecek duruma
gelmiĢler. O zamanda rakı ĢiĢe ile satılmazmıĢ. ġair Yahya Kemal‘in özlemini
çektiği ―Zahle‘ nin üzümünden çekilen eski rakı‖ tenekelerle gelirmiĢ. Keyif
düĢkünleri, öyle dubleyle, bardakla değil, tas, tas içerlermiĢ. Bizimkiler de çaylak
olduklarından bu duruma düĢmüĢ olsalar gerekir.Onlar daima zeytin, bağ,tarla
iĢleri ile uğraĢan, bunların ürünlerini değerlendiren bir ailenin çocuklarıdır.Tüm
alınan yeni malların eĢinin adına yazılmasının çok önemli bir nedeni vardır. O da
babası Maho da henüz yaĢamaktadır. Maho‘nun bütün çocukları evlenmiĢ çoluk
çocuk sahibi olmuĢlardır. Babasının iĢini babasıyla yürüten yalnız Halil‘dir. Diğer
oğlanları Abdülmecit, Bekir, Ahmet kendi baĢlarına serbest çalıĢmıĢlar sanırım.
Çünkü haklarında bu konuda hiçbir Ģey duymuĢ değilim. Hiç biri de dedem Halil
değin yaĢamamıĢtır. Ġçlerinde dedem öldüğünde sağ olan yoktu. Babasıyla birlikte
çalıĢan bir tek o olduğuna, bunun dıĢında ayrıca iĢ yapıp para kazandığına göre
kazandığını karısının adına yatırmakla çok akıllı davranmıĢtır. Ne olurdu oğlu da
kendisi gibi yapsaydı? Hep ağır ve zor iĢler yapmıĢtır. Bu yüzden genç yaĢta kasık
fıtığı olmuĢtur.Ölümünden bir iki yıl önce artık acısına dayanamayarak ameliyat
olup hem yıllarca kullandığı kasık bağından hem de fıtık acısından kurtulmuĢ
oldu.Onunla ilgili çok az anım var.Ya dört, beĢ ya da beĢ, altı yaĢlarındaydım ne
yapmıĢsam onu kızdırmıĢım. Esip yağıyor. Çağırıp bağırıyor dinlemiyorum. ‖Dur‖
Diyor. Durmuyorum, ―Gel.‖ Diyor. Gitmiyorum. KoĢup yakalamaya da kendisinin
gücü yok. Elinde yürürken destek olsun diye kullandığı bir sopası vardı. Onu bana
doğru fırlattı. O sırada oradan geçmekte olan biri ―Aman Halil Amca hiç o sopa
çocuğa atılır mı? Allah korusun değerse, ya sakat bırakır, ya öldürür.‖ deyince,
―Ulan Hödük ben hiç vurmaya Atar mıyım? Korkutmaya atıyorum‖. Dedi. Yerdeki
sopayı alıp kendisine verdim. Elinden tutup nereye gideceksek oraya doğru yola
koyulduk. Kilis‘te her sabah Pazar kurulur. Eskiden Pazar bugünkü Cumhuriyet
Alanında kurulurdu. Kadı Camiinden alana doğru gelirken sol tarafta BaĢ Fırından
sonra alana girilirken tam yolun karĢısında bir kümbet vardı.Pazarcılar bu
kümbette pazarda sattıkları sebze, meyve gibi mallarını yıkarlardı. KuĢluk zamanı
Pazar dağılır Pazar esnafı dükkanlarına çekilirdi. Hudarcılar ÇarĢısı denilen Yerde
tümünün dükkanı vardı Hudarcılar ÇarĢısı denilen yer bu gün Kadı camii önünden
Murtaza Camiine giden yolda bulunan dükkanların tümüne yakını hudarcı dükkanı
idi.Gerçi aralarında birkaç kasap da vardı. Sabahleyin pazara gitmeyenler buraya
gelir, hem günlük sebze,meyve hem de o gün piĢirilecek yemeğin eti alınırdı.
Buradaki kasaplarda daha çok keçi eti satılırdı. Arada bir deve, öküz eti de
satılır. Kilis‘te öküz ve deve etine pek değer verilmez. Ancak yaĢlı, sakat, bir kaza
sonucu ayağı kırılmıĢ öküzler ve develer kesilir. Bunlar da Kasaplar Bedesteninde
satılırdı. Kasaplar bedesteni orta fırının yanında bugünkü Ziraat Bankası
ġubesinin, Dükü Emlak Bankası ġubesinin Olduğu yerdeydi. Bunları daha çok
[21]
yoksul halk kesimi alırdı. Kilis‘te Kesimlik sığır ve inek beslenmez. Kilis‘in Yerli
öküzü vardır. Bunlar Ya çift sürmede ya araba çekmekte kullanılır; inekleri de
yalnız sütü için beslenir. Kilis en çok koyun eti yer, Keçi etine de fazla iltifat
etmez.. Daha birkaç yıl öncesine değin yağlı koyun eti çok beğenilen etti.Yağsız
eti hanımlar eve sokmazdı.―Cırındırık gibi bir et almıĢlar.‖ diye alay ederlerdi.
Hele bir takım yemeklerimiz var ki onlar kuyruk olmazsa yenmezdi. Lebeniye,
Köfteli lebeniye, ekĢili yahni gibi sulu yemeklerin yüzünde bir iki santim yağ
bulunmazsa o yemeğe yenmez diye bakılırdı. Ayrıca bu saydığımız yemeklerin
içinde de parçalar halinde kuyruk bulunmalıdır. Burada babamdan dinlediğim bir
olayı anlatmak isterim.
2- ÇĠVĠ SAĠT HOCA
Babamın bir arkadaĢı vardı. Çivi Sait Hoca . Kendi halinde, çok varlıklı
olmayan, namuslu, elindeki ile yetinen birisi idi. Kendisini ben de anımsıyorum.
ĠĢte bu kiĢi bir gün bir köydedir. Köy bir ağa köyüdür. Ağa üçüncü kez bir kız
almıĢtır. Ġki eski karısı henüz hayattadır.Yeni hanıma yeni bir ev açmıĢtır.Hanımı,
köyüne,arkadaĢ, akraba, dost çevresine tanıĢtırmak için bir Ģölen vermektedir.
Bizim Çivi Sait Efendi de bu Ģölenin konukları arasındadır. Ağa o gün iki koyun
kestirir. Birisini parçalatıp lebeniyede, diğerini de bulgur pilavında kullanırlar.
Küçük hanım
tüm hünerini göstermek için elinden gelen titizliği gösterir. Her
Ģeyden önce kumalarına karĢı utanacak bir davranıĢı, bir ayıbı olmamalıdır.
Ġkincisi kendisi o köyün kızı değildir. Köylülere karĢı da bir gösteri yapmalıdır.
ĠĢte bu nedenlerle çok titiz, çok dikkatlidir. Yemekler hazırlanmıĢ, sofra
kurulmuĢ, konuklar yemeğe baĢlamıĢlardır. Çivi Sait de önündeki tabağa elindeki
tahta kaĢığı daldırır. Aman Allah‘ım! Bir de ne görsün ? KaĢığında piĢmiĢ bir
fındık faresi yok mu? Ne yapacağını ĢaĢırır. Önce kaĢığını ters çevirerek bir kaç
saniye bekler. DüĢünür. ġimdi Ağa bunu duyursa, evin içi konuklarla dolu. Ağa
açmıĢ ağzını, susmak bilmez. Yeni hanım hakkında övgüler yapar. Sait Efendi
kaĢığın altında sıçanı saklar. Herkes kaĢık savaĢı derdinde Sait Efendi, eğer ben
bunu ağaya duyurursam kesin onu öldürür. Kadının ölümüne sebep olmaktansa
sıçanın ölüsünü yok etmek daha doğru olur düĢüncesi ile zaten kaĢıkta olan sıçanı
ağzına atıverir. Ama yutamaz.Birden ahıra koĢar. Ağzındakini ahırın bir köĢesine
boĢaltır. Köylerin bir çoğunda olduğu gibi burada da mutfak ahırınbir
köĢesindedir.Ocak ahırdadır.Yemek kazanları Sait Hoca‘nın kustuğu yerin
yakınındadır. Bizim Sait hocayı pis boğazlıktan dolayı kusuyor sanarak gelin
hanım, ona çıkıĢmaya baĢlar. Aslında Sait Efendi kusuyor, doğru. Ama gelin
―Hanımın sandığı gibi pis boğazlıktan dolayı değil, ağzına alıp getirdiği pis sıçandan
dolayı. Gelini yanına çağırıp da bunu gösterince o da anlar iĢin gerçeğini. O anda
boynunda takılı duran ağanın yüz görümlüğü olarak takmıĢ olduğu beĢibirlikli
kolyeyi çıkarıp Hocaya uzatır. ―Aman Hoca Efendi, bunu kimse duymasın, al Ģu
takı senin olsun.‖ Diyerek gönlünü almak ister. Yalnız Bizim Sait Efendi almaz.
―Ben bunu para pul için yapmadım. Bunu konuklarınızın karĢısında yapsaydım, Ağa
[22]
seni kesinlikle öldürürdü. Yutabilsem sana da göstermezdim. Ama yapamadım.
Hadi geçmiĢ olsun.‖ Der. Babam, bu olayı anlatırken Sait Hoca‘nın yaptığı bu
davranıĢın çok saygı değer bir davranıĢ olduğunu, vurgular insanların bunu örnek
alarak yeri geldiğinde kendilerinin de birilerine iyilik etmeleri gerekirse hiçbir
Ģeyden çekinmeden bunu yapmalarını öğütlemeyi isterdi. Bu kiĢinin yerinde ben
olsam ne yapardım? Diye sorarım kendi kendime. Sen de düĢündün mü? Sen olsan
ne yapardın? Sayın okur?Yanıtın ne olursa olsun gel istersen ikimiz de bu iyi
insana rahmet dileyelim.
KĠLĠSTE SABAH PAZARI
Kilis‘te her gün sabahleyin sabah pazarı kurulur. Kilisli evinin günlük
gereksinimini Bu pazardan sağlar. Bu nedenle evin erkeği her gün iĢine gitmeden
pazara uğrar iĢini görür alacağını alır; eĢi, dostu ile söyleĢir, günlük olaylar
konusunda bilgi edinir, evine döner aldıklarını bırakır sonra kendi iĢine döner.
Dedem de her sabah pazara uğrar, Pazar dağılıncaya değin dolaĢır, eĢini dostunu
görür. Pazar savulunca evine dönerdi. Özellikle güzün pazara çuvallarla ceviz
gelirdi. Dedem bu cevizlerden bir iki örnek alır, kuĢağının arasına koyar eve
getirir, o saate değin henüz uyanmamıĢsam beni uyandırır, birlikte avluya iner
orada bir taĢın üzerinde getirdiği cevizleri kırar bana yedirirdi. Bu iĢi bütün
Kilisliler yapardı. Böylece cevizin niteliği anlaĢılırdı. Beğenilirse gidip o cevizden
Ģire için kaç tane gerekiyorsa alırlardı. Kilis‘te cevizle patlıcan tane ile satılırdı.
ĠĢte dedemle ilgili tüm anılarımı oluĢturan ayrıntılar. Dedem bir ara bir felç
geçirmiĢ sanırım ben iki üç yaĢlarında iken olmuĢ bir olay. Hiç bir Ģey
anımsamıyorum. Biraz düzelip ayağa kalkınca doktor kendisine yaĢam boyu sigara
içmeyi yasaklamıĢ . ‖Bir daha tek bir sigara içersen yine felç olursun bu kez
ayağa kalkamazsın demiĢ. Seksenlik dedenin böyle bir yasağa uymayacağını sezen
doktor tüm aile bireylerine Ayrıca Baba anneme, babama da sıkı, sıkı söyleyerek
sakın içirmeyin demiĢ. Onlar da dedeyi sıkı denetim, gözetim altına almıĢlar..Dede
kaçamak yapmanın yollarını arıyor.Bunlar engel oluyor.Bir hırsız polis oyunudur
gidiyor. Dede dükkan kiracılarından para alıp tütün alıyor, Bunlar kiracılara
dedeye para vermemesini söylüyor. Bu konu dedeyle aile arasında sorunlar
çıkmasına neden oluyor..Bu kez dede ele geçirdiği göpçükleri ( Ġzmaritleri) yakıp
bir iki nefes çekiyor.Olmuyor. Bir gün aklına yeni bir yol gelir. Eski ve yeni
damadın un miderine giderek orda bir süre oturuyor. Rahat, rahat damadın
tabaksından sarıp birkaç sigara içiyor. Burası onun iĢine çok yarıyor. Hem istediği
gibi doyunca sigara içebiliyor hem de damat arada aldığı bir paket tütünü cebine
ya da kuĢağının arasına sıkıĢtırıveriyor. Aslında benim sevgili dedem ömrünün son
günlerinde bu sıkıntıları çekmemeliydi. Seksen yaĢına değin varlık içinde rahat ve
huzurlu yaĢamıĢ bir insanın son üç beĢ yılını böyle sıkıntılı geçirmesi hiç iyi olmasa
gerekir. Öbür yandan da seksen yaĢını aĢmıĢ bir insanın son zamanlarını yatalak
olarak geçirmesi de hem kendisi hem ailesi için hoĢ olmasa gerek.YaĢlı hasta
bakımı bugün bile sorunlar yaratıyor. Gerçi O zamanda Kilis‘te yaĢayan insanların
[23]
çoğunun ceplerinde para bulunmazmıĢ. Gerektiğinde evinden bir beĢ on kuruĢ alıp
çıkarsa bu parayla ağa paĢa gibi yaĢarmıĢ. Metelik, mangır denilen en küçük para
birimlerinin çarĢı ve pazarda iĢ gördüğü bilinirse, bir kuruĢun kırk para olduğu,
beĢ para ile alıĢ veriĢ yapılabildiği, on paralık sikkenin gümüĢ alaĢımlı olduğu, yirmi
paranın bir kuruĢun gümüĢ sikkeler olduğu, para biriminin kuruĢ olduğu, bir
Amerikan dolarının bir liranın çok altında olduğunu, söylemek bilmem sizde nasıl
bir etki yapar. Bir yandan Osmanlı‘ ya sahip çıkarak Onu genç Cumhuriyetimizin
babası, atası olarak benimseyen, hakkında hiç eleĢtiri kabul etmeyen, bu tutumu
Türk Milliyetçiliğinin, Ġslamiyet‘in temel ilkesi kabul ederek bunu halka da
benimsettirerek iktidar olmaya ya da iktidarda kalmaya çalıĢan politikacılarımızın
bizi ne duruma düĢürdüklerini daha iyi anlamıĢ olmaz mıyız? Ġktidara gelir gelmez
bir miras yedi gibi davranıp ülkeyi bugünkü duruma düĢürüp sonra da suçlu arayan
bir siyasetin KurtuluĢ SavaĢı yıllarında bile bir doların doksan kuruĢ dolaylarında
olduğunu unutup bugün bir buçuk milyon liraya getirmiĢ olduğunu düĢünerek nasıl
bir yönetim altında, kimlerin yönetiminde olduğumuzu daha iyi anlamıĢ olmaz
mıyız?. Yine bu bağlamda bir paket tütünün beĢ para , bir tandır ekmeğinin beĢ ya
da on para olduğunu, etin batmanının(Batman üç kilo üç yüz otuz üç gramlık bir
ağırlık ölçü birimidir.) bir iki kuruĢ olduğunu söyleyebilmek sizi rahatsız mı eder
yoksa rahata mı erdirir. Dahası Günümüzle karĢılaĢtırdığınız da sizi nasıl bir
duyguya yönlendirir Yirmi patlıcanın bir kuruĢa satıldığını elli tanesine yüz para
verip eve getirdiğimizi anımsıyorum. Bir bayan tarım iĢçisinin gündeliğinin beĢ
kuruĢ erkeğin onkuruĢ olduğunu biliyorum. Yapıcılıkta çalıĢan , çamur taĢıyan
iĢçinin yirmibeĢ kuruĢ gündelik aldığını biliyorum. Bu inanılmaz ölçüde küçük
gündelik çalıĢanın evini bir hafta geçindirecek yeterlikteydi. Bir akĢam o
mahsereye gitmiĢ, biz de yatmıĢtık. Sabahleyin erken namaza kalkan ninem
dedemi uyandıramayınca bizim odanın kapısını vurarak ―Mehmet oğlum Kalk bak
babana ne olmuĢ uyandıramıyorum. ‖Dedi. Babam annem ve ben uyanıp koĢtuk.
Odasına girdiğimizde dedem taĢ gibi yatıyordu. Annem beni alarak odamıza
götürdü. Sonra neler oldu bilmiyorum. Bir de öyleye. doğru dedemi bir odada
yıkıyorlardı. Bir bacağının yarısı ile o ayağının tabanını gördüm. Sap sarı olmuĢtu.
O günden bu yana gözümün önünden gitmeyen bir görüntü Bundan yüzelli-ikiyüz
yıl öncesinde (çocukluk yıllarımda yaĢlılardan dinlediğime
göre)Kilis‘e bir
kaymakam gelmiĢ,kasap esnafı ona hoĢ geldine gittiğinde ―Kaymakam Bey bizde et
fiyatı çok düĢük,Ģunu azıcık arttırmak mümkün değil mi?‖Diye ricada
bulunurlar.Kaymakam durumu inceler ve bir gün tellal bağırarak et fiyatına on
para zam yapıldığını duyurur.Buna halkın tepkisi büyük olur. ĠĢ öylesine büyür ki
halk Kaymakam Odasına baskın yaparak onu teslim alırlar.Kaymakamı bir eĢeğe
ters bindirip ġehrin içinde dolaĢtırırlar.Bunun üzerine Kaymam verdiği zammı
kaldırır , Kilis‘i de terk eder.
Biz yine pazara dönelim. Kilis pazarı bir semt pazarı değildir. Her sabah
yaz kıĢ kurulan bir pazardır. Sabahları erken kurulur kuĢluk vaktine değin
[24]
sürer.Sonra dağılır. Sabahları erken kuruluĢunun nedeni Kilislinin yaĢam
biçimindendir. Kilisli erken kalkar sabah namazını semt camiinde kılar. Namazdan
sonra pazara gider, alacağı varsa alır, yoksa pazarı dolaĢır, dostları ile söyleĢir.
Kilis‘le ilgili haberleri alır, sonra evine ya da iĢine gider. BoĢuna dememiĢler:
―Her Sabah erken kalkar,‖
― Gözleri afak-i ufka bakar‖
―Buna Kilisli derler,
―Yumurtaya kulp takar.‖
Bu dörtlük de Kilis‘ten ayrılan bir Kaymakamın Yerine gelen yeni
Kaymakam arkadaĢına yazdığı bir öğüttür.
Kilis‘te her sabah gün pazarda baĢlar.Günlük iĢçiler burada iĢ bekler, Kilis
için Pazar borsa gibidir.Ürün fiyatları burada belirlenir.Günlük piyasa burada
belirlenir. Kısaca bir yerleĢim biriminin günlük yaĢamında ne varsa Kilis pazarında
da o, vardır.Düğün, niĢan, hastalık, ölüm gibi haberler burada duyulur.Daha sonra
Pazar yeri değiĢti ama Pazar hiç değiĢmedi.Bugünkü Pazar yeri, eski Büyük
Bedestendi. Onun enkazı açılıp sekiler yapılıp Pazaresnafına kiralandı. Kilis
erkekleri sabahları ellerinekamıĢ sepetlerini alır pazara koĢarlar. Mevsimine göre
sebzelerini, Meyvelerini alır, sepete koyarlar, eve dönerken o günkü yemek için
gerekiyorsa etini de almak üzere kasaba uğrar, onu da alır, sepete koyar. Sonra
bu sepeti kasabın çırağına verip ya yollar.Ya da kendisi önde çırak arkada eve
getirir. Hudarcı çarĢısının Kilis‘te ayrı bir yeri ayrı bir değeri vardır.Yüz, yüz elli
metre uzunluktaki bu sokak çarĢıda sağlı sollu kırk, elli dükkan vardı. Sabah
pazarı dağılınca buranın cümbüĢü baĢlardı. Dükkanların önündeki tezgahlara
yığılmıĢ güzelim patlıcanlar, biberler, kabaklar, domatesler öyle güzel bir
görünüm sergilerdi ki görülmeye değerdi.Bugün o sokaktan geçerken hem sokağın
―değiĢmiĢliği hem boĢalmıĢlığı içimi sızlatır. Kilis‘i güzelleĢtireceğim diye iĢe
giriĢen bu konuda da çok önemli iĢler baĢaran Belediye BaĢkanı Ekrem dünkü ilçe
bugünkü Ġl Kilis‘i üzülerek söyleyeyim ki bakımsız, düzensiz, pis bir köy yaptı.
Diğer bütün baĢarılarının yanında bu baĢarısını da kutlamak gerekir. Bravo Ekrem.
Eline sağlık. Hele Bir baĢarısı daha var ki akıllara durgunluk verir. ‖Dün
dardır.‖‖GeniĢlemesi gerekir.‖ Diye yıktırdığı Cumhuriyet Caddesindeki
dükkanların yerine yeniden dükkan yapıp esnafa bilmem kaç liraya satmasına ne
demeli? Buna bravo aferin az gelir. Olsa, olsa ―Tahsin sana ey gayyur Ekrem,
Tahsin !..‖Demek mi gerekir? Bu benim sözüm, halk ne diyor acaba, duydun mu
Ekrem ? Sen halkı dinle.
[25]
KĠLĠS‘TE KADIN OLMAK
Evin iç yönetimi kadındadır. Sabahleyin kalkınca ki gün doğmadan kalkılır.
Önce yataklar kaldırılır. (Kilisli genellikle yer yatağında yatar.) El yüz yıkanır.
AkĢamdan kalan selle altında bekletilmiĢ yemek varsa çoğu zaman ısıtılmaya bile
gerek görülmeden olduğu yerde birkaç kaĢık atıĢtırılarak safra sındırılır (kahvaltı
edilir), erkekler iĢlerine giderler. Kadınlar evde iĢlerine koyulurlar. Önce sabah
temizliği baĢlar. Evlerde (odalarda) gereken temizlik, derleyip toplama; silip
süpürme gibi iĢler bitince doğruca kilere geçilir.
Ġteyi alınır.Yere serilen bir Ģalın üstüne açılır. Un ambarından belli ölçüde un
alınır. Duvarda asılı duran elek indirilerek un iteyinin içine elenir ElenmiĢ unla o
gün yapılacak ekmeğe uygun bir hamur yoğrulur. Mayalık hamur eĢki hamur (ekĢi
hamur) Ġteyinin içindedir. Hamur yoğrulurken alınır, ekmek piĢirilirken yerine
yenisi konulur. Leğenin üstüne kalınca bir örtü örtülerek hamur mayalanmaya
bırakılır. Kilis‘te bir de gelenek vardır. Zengin birinin eĢki (ekĢi ye Kilis eĢki der)
hamuru ile hamurunu yoğurursa kendisi de zengin olur. Kilisli sevmediği birisinden
söz ederken ―Allah kimseye onun hamurunu, hamuruna kattırmasın.‖Der. Ya da
gider tanıdığı bir zengin aileden türlü nedenler uydurarak bir parça hamur, eĢki
hamur ister. Örneğin ―Parmağımın Ģurasına bir Ģeyler oldu. Bir hamur çek geçer
dediler.YoğrulmuĢ hamurunuz varsa bir parça bez üstüne yayıp koyalım. ―Gibi
uyduruk nedenlerle hamuru alır. Eve gelince parmağını söker o bezin üstünki
hamuru hemen bir parça unla azıcık yeni bir hamur yapar iteyisinin içine atar. Bu
hamur orada ekĢiyerek mayalık eĢki hamur olur. Böylece de o beğendiği
komĢunun hamuru kendi hamuruna karıĢmıĢ olur..Elek, iteyi, Ģal toplanarak
kaldırılır. Gereken temizlik yapılır. Hamur mayalanırken kadın öğlen, akĢam
yemeklerinde ne ya da neler yapılacaksa o iĢe koyulur. Küçük çocuğu varsa onun
altını değiĢtirir, emzirmesi gerekiyorsa emzirir.Çoğu kez emzirirken çocuğu
kundakla kendi boynuna asar. Böylece hem çocuğu emzirir hem kimi iĢleri yapar.
Böylelikle zaman kazanmıĢ olur. Sebze meyve ayıklanması varsa onları ayıklar.
Buna benzer baĢka ne iĢ varsa yapar. Böyle bir iĢ yoksa tığ ya da ĢiĢini alır eline.
Kısaca uyanınca baĢlayan iĢ uyuyuncaya değin sürecektir uykuda bile doğru dürüst
uyuyamaz kadın. Bebek uyanır kalkar. Bebek hastalanır kalkar. Bir çiledir. Kilis‘te
kadın olmak. Anlatılan çağın kadını olmak bambaĢka bir çiledir. Hele bir de
anlayıĢsız bir erkeği varsa yandı artık. Onun yaĢantısı bir yaĢam değil bir
cehennemdir. Bir de çamaĢır yıkama iĢi varsa, O da ayrı bir çiledir.Evlerde
çamaĢır yıkamak için su bulunmaz.Gerçi her evde bir kuyu vardır. Ancak kuyunun
suyu çok kireçli olduğundan sabun köpürmez. O yüzden böyle bir su ileçamaĢır
yıkanamaz. Kesinlikle içmeye, yemek yapmaya kullanılan tatlı kastel ( çeĢme )suyu
gerekir. Her evde bir küllük vardır. Küllük temiz su ile doldurulur. Evdeki ocağın
odun külü toplanır küllüğe konur. Kül suda bekletilir. Böylece su sodalanmıĢ olur.
Bu suda sabun güzel köpürür.Yıkanan çamaĢırlar tertemiz olur. Bu küllüğün suyla
doldurulması, küllüğün içinde toplanan ıslak külün temizlenmesi hep kadının
[26]
görevidir . Geceleri kastel tenha olur diye kadın çatıyı boynuna takıp iki teneke,
kadüs, ya da kovalarla kastelden eve su taĢıyıp küllüğü doldurmak
zorundadır.Erkek bu iĢi yapmaz. Utanır.Kendisi ile alay ederler.Erkek küçük
çocuğunu kucağına alıp gezdiremez ayıptır. ArkadaĢları görürse kendisi ile alay
ederler. Böyle bir arkadaĢlarını gören erkekler birbirlerine
-Hey ! Duydun mu az önce tellal bağırdı.
-Ne dedi ?
-Herkes eniğini ağzına alıp sokağa çıksın dedi.
Derler.
Burada anlatacağım olayın üzerinden en az altmıĢ yıl geçti. O zamanlar
çamaĢır yıkamak kadınlarla çocuklar için bir çile idi. On yaĢı ile onbeĢ yaĢ arası
kız olsun erkek olsun çocuklar evin sakası idi. Her evde bir çatı vardı. Çatıyı
boynuna taktın mı iki kova, teneke ya da kadüsle çeĢmeye koĢarsın, orada sıra
beklersin, çeĢme baĢı bir kızıl kıyamet. Kavga, dövüĢ eline sıra geçerse kaplarını
doldurur çatıyı boynuna geçirir koĢarsın eve. Eğer yaĢın küçük kaplar büyükse
çatı seni bir öne bir arkaya iterek öyle bir sarsar ki rüzgara tutulmuĢ kavak ağacı
gibi sallanırsın. Eve yetiĢmeden düĢmemek için türlü cambazlıklar yapmak
zorundasın. Yoksa ya sırt üstü ya da yüzükoyun
yere serilirsin. Zorla
doldurduğun, güçlükle taĢıdığın kovalar da dökülür. Bizim evle çeĢmenin arası en
çok üç yüz metre. Günde en az iki kez bu iĢi yapacaksın. Ancak haftada bir kez
Küllük dolduracaksın. Küllük yirmi otuz kova su alır. Bu bir günde on, on beĢ kez
kastelle ev arasında gidip geleceksin demektir. Bu da üç dört kilo metre
demektir. Hem de on beĢ, yirmi kilo ağırlıkla. AkĢam üzerleri askerler kastele
kadanalarını, katırlarını sulamaya getirirler. O zaman çeĢme baĢı bir mahĢer olur.
Çoluk çocuk, kadın, erkek dinlemezler. Çoğu insanlar bu saatte kastelden
kaçarlar. Hele o Macar Kadanaları sulanmaya çıktılar mı sokakta kimseler kalmaz.
Kilis‘te evlere su taĢıyan sakalar vardır. Bunlar hep görme özürlü Kilislilerdir.
Bunlardan ikisi bizim mahallenin sakasıdır. Biri Saka
Kadir, Öbürü Saka
Remzi,her ikisinin de birer eĢekleri vardı
SAKA SU TENEKESĠ(6)
EĢeklerin sırtına her yanda iki teneke alacak tahta mahra
yaptırmıĢlar.Onsekiz kiloluk dört tenekeye birer kapak yapılmıĢ, Tenekelere su
doldurulup ağızları kapanır eĢeğin sırtındaki mahraya yüklenir EĢekle kör
[27]
birbirlerine öyle uyum sağlamıĢlardır ki sanki kendi aralarında bir gizli anlaĢmaları
vardır. Mahallenin bütün sokaklarını, sokakların bütün kapılarını ikisi de tek, tek
bilirler. Saka eĢeğinin sağrısına tutunur yuları sürekli boynuna sarılıdır. Yolda
giderken eĢekle konuĢur. Ona kızar bağırır, azarlar, kimi zaman da söver. EĢek
bütün bunlara aldırmaz Bütün bunlara sabırla boyun eğer. Kimi zaman eĢekliği
tutar, anırır, aksilik yapar. Bu kez de hoĢ görü sırası sahibe geçer. Çok sürmez
barıĢırlalar.Yine sahibinin elini sağrısında algılayınca baĢlar uysal, uysal yürümeğe.
Gideceği sokağı kendi bulur, suyu verecekleri kapıyı tanır. Önüne geldi mi durur.
Bu insan hayvan iĢbirliği kolay görülebilir bir ortaklık değildir. AkĢam
üzeri
askerler çekilince kastele kadınlar gelirler. Özellikle yaz günleri kastelin suyu çok
azalmıĢtır. Ġki GeniĢ borudan yalnız birinin suyu akmaktadır. Bir testi su almak
için testiyi musluğun altında kimi zaman yarım saat tutmak gerekir. Böyle
zamanlarda kastelde otuz kırk kadın birikir. Orada sohbetler, dedi kodular,
kavgalar yapılır. Kovalar, çatılar atılır bir curcunadır gider. Kimi zaman da Kastele
sırf sohbet için gelenler olur. Oğlanlarına kız, kızlarına oğlan arayanlar orada
buluĢurlar. Kimi zaman ilk görüĢtürme bile yapılabilir. Bizim yaĢıtlarımız bu iĢlerin
dıĢında eve su taĢımakla görevliyiz. Otuz-kırk kova suyu taĢımak kolay değildir.
Yorgunluk bir yana kazalar da eksik olmaz. Kimimiz düĢerek, kimimiz ayağı
burkularak, kimimizin de çıplak ayağına yolda cam, çivi benzeri nesneler batarak
kazalar olur. Ayak tabanımda benim bu olayların izleri çoktur. Bir kez bir ĢiĢe
kırığının üstüne basmıĢım. Açılan yaranın iyi olması bir aydan çok sürmüĢtü. O
yaranın izini ayak tabanımda bugün bile taĢıyorum.
KĠLĠS HAVLU (ESKĠ SABAH PAZARI) DAHA SONRA CUMHURĠYET MEYDANI
OLMUġTUR.
[28]
AYġE NĠNE
AyĢe nine bizim baba annemizdir. Apalak Hacı Ali ile Arap Hanım‘ın üç
kızlarının en büyüğüdür. Diğer kardeĢleri, NakĢiye ve Ballı Teyzelerdir. Anne ya
da baba soyları Yavuz Sultan Selim‘in ordusu ile Ġstanbul Tuzladan Kilis‘e gelmiĢ,
yerleĢmiĢlerdir. Babaları, erken öldüğü için çocuk yaĢta yetim kalmıĢlardır. O
zaman yetim kızla evlenen erkekler Askere alınmazlarmıĢ. Bu nedenle AyĢe,
daha on, on bir yaĢlarında iken evlendirilmiĢ. Bu evlilik, kocasını askerlikten
kurtarırken kendisini, dul annesini,
iki kız kardeĢini de kimsesizlikten
kurtarmıĢtır. O, bu olayı Ģöyle anlatırdı. ―Bir gün mahalleden çocuklarla kapının
önünde oynuyorduk. Bize bir kaç kadın geldi. Annem, beni çağırdı. O zaman daha
örtüye bile girmemiĢtim. Sandım ki gelenleri ağırlamak için ona yardım edeceğim.
Ġçeri girdim, gelenlerin ellerini öpüp hoĢ geldiniz dedim. ġöyle alt tarafta bir
yere oturdum. ġaĢkın, ĢaĢkın yüzlerine bakıyordum. Annem: ―Kızım bu kadınlar
seni oğlanlarına istiyorlar. Ne dersin?‖ diye sorunca büsbütün ĢaĢırdım, kaldım.
Sonra neler oldu? Nasıl oldu? Bilmiyorum kadınlar bize birkaç kez daha geldiler.
Yalnız ilk geldiklerinden sonra beni örtüye soktular. Aradan ne kadar bir süre
geçti bilmiyorum. Bir gün gelin ettiler. ĠĢte böylece evlendik. AyĢe Ninenin gerek
anne gerek baba yönüyle Kilis‘te (iki kız kardeĢi ve onların aileleri dıĢında) yakın
akrabası olduğunu bilmiyorum. Ondan akrabam diye duyduklarımın da nesi
olduklarını öğrenemedim. Sanırım bunu kendisi de bilmezdi. Dört
kiĢiye
―akrabam‖ derdi. Biri, bizim evin yanındaki handa, Kilis‘teki askeri birliklere et,
kuru yiyecek maddeleri vermeyi yükümlenmiĢ, zengin iĢ adamı Gökçe Eyüp Efendi,
ikincisi, Boynuyoğun‘lar. Bunlarla daha sık görüĢürdük Üçüncüsü Apalak Molla
Mehmet, Bunlarla Hemen, hemen hiç görüĢmezdik Dördüncüde Serengillerdi.
Bunlardan ġakir Efendi adında bir Beyefendi vardı. Bu kiĢi Kilis‘te oturmazdı.
Kimi zaman Kilis‘e gelirdi. Ben bir kez geldiğini gördüm. Daha sekiz, on
yaĢımdaydım, babam bana kızmıĢ, sövüp sayarken dıĢ kapı vurulmadan açıldı, içeri
takım elbise giymiĢ, kravatlı, fötr Ģapkalı, bastonlu, yaĢlı biri girdi. Bu yabancı
kimdi. Ben, ĢaĢkın, ĢaĢkın bakınıp dururken o hiç tavrını bozmadan ―AyĢe!
AyĢe!‖diye bağırdı. Arkasından da ―Ne o Mehmet kime kızmıĢsın yine‖ diye
seslendi. Babam onu sesinden tanıyamamıĢtı. Bu arada nenem odadan aĢağı inerek
―A! ġakir Efendi gelmiĢ! HoĢ geldin! Deyince; babam da kendini toparlayarak
―ġakir Efendi ya da Amca‖ diyerek yanına geldi. Uzun bir süre oturup konuĢtular.
Bu arada babamın bana neden kızıp bağırdığını sordu. Derslerime iyi çalıĢmadığımı
öğrenince bana:―Bak Halil, baban haklı, derslerine daha iyi çalıĢmalısın. Benim iki
oğlum var. Ġkisi de derslerine çok çalıĢırlardı. Büyük oğlum doktor oldu,(Dr
Ahmet Muhtar Serengil) onu evlendirirken küçük(Öztürk Serengil‘inbbası tarih
Öğretmeni,ne yazık ki adını bilmiyorum.) daha okuyordu. Dersim var diye
ağabeyinin düğününe girmedi.‖ Dedi. Kalkıp giderken yemeğe kalmasını çok
istediler.O,―Gitmem gerek yoksa kalırdım.‖ Dedi ve gitti. Bu ġakir Efendi kimdi?
AyĢe Ninemin nesi oluyordu? Bunu bu gün de öğrenebilmiĢ değilim. Ancak ġakir
[29]
Efendi‘nin iki oğlundan birinin Gaziantep‘te doktor diğerinin de, Karadeniz
Bölgesinde bir ilde tarih öğretmeni olduğunu bu sonuncunun da aktör Öztürk
Serengil‘in babası olduğunu sonraları öğrenebildim. Yalnız babam beni bundan
sonra ne zaman dövmeğe kalksa, hep ġakir Amca‘nın kapıyı açıp içeri girmesini
isterdim. Ne yazık ki bir daha olmadı. Burada bir noktayı daha anlatmadan
geçemem. Bu gün Kilis‘te Çalık Camii diye bilinen Camiin de Nenemin soyundan
bir tüccar tarafından yaptırıldığını, bu tüccarın Yavuz‘un askerlerine kumaĢ
sattığını nenem kendisi anlatırdı. Hatta bu tüccarın kullandığı arĢının küçük
kardeĢi Ballı‘da bulunduğunu da söylerdi. Onun anlattığı ile camiin kitabesindeki
isim arasında bir çeliĢki mi yoksa benzerlik mi vardır. Kitabede bir erkek adı
bulunmaktadır. Bu ad baba annemin anlattığı kiĢi midir? Değil midir? Bunları
öğrenemedim. O camiin bir kadın tüccar tarafından yaptırılmıĢ olduğunu, bu
kadının da çalık olması dolayısı ile camie Çalık Camii denilmiĢ olduğunu
söylerdi―Kitabede, kimi belgelerde Camiin ll4l.R. 1728 M.de yaptırılmıĢ olduğu,
Hacı
Ali
bin
Çalık
Mehmet
Ağa
Mescidi
diye
anıldığı
belirtilmektedir.(bak.:DÜNDAR Abdülkadir. Kilis‘teki Osmanlı Devri Mimari
Eserleri s.169.Kültür Bakanlı9ğı yayınları /2255 –1999 )Ġstabul‘da okurken bir
gün Öztürk Serengil‘le karĢılaĢtık. Bu konuyu konuĢtuk. ―Aslımızın Tuzla‘dan
geldiğini ben de biliyorum. Bir Ģey daha var o da soy adımızın da o cami ile ilgili
olduğudur. Bizim aile uzun zaman o camiin farraĢlığını yapmıĢtır. Bu yüzden
soyadımız Serengildir‖.dedi. (farraĢ: kutsal yerlerin halı,kilim ve benzeri
altlıklarını açan, seren. FarraĢgil: Srengil ).
AyĢe Nine,ben tanıdığımda evde en çok sözü geçer kiĢi idi. Babamın
dedemin halalarımın hiç birinin ne etkinlikleri vardı ne sözleri geçerdi. Evden bir
Ģey mi satılacak? O satın derse satılır. Satılanın parası ona verilir. Bir Ģey mi
alınacak o isterse alınır. Parası ondan alınır. Günlük pazar parası bile onun
yanındadır. Pazardan ne alınacak. O gün ne yemek yapılacak ona sorulur. O ne
derse o olur. Evin kadın Ağasıdır. Ailenin bütün mal varlığı Onundur. Halil Dedeye
babası Maho Ağa‘dan kalmıĢ olan mallar bile onun adına yazılmıĢtır. Odasında
yükyerinde büyük bir sandık vardı. Bu sandığın içinde kuzu kazanı dedikleri
kalaylı, kapaklı bir tencere vardı. Bunun içi Altın, gümüĢ paralarla doluydu. Kimi
zaman babam, annem, kendisi oturur sayarlardı. Evdeki durumu ne olursa olsun
onun en çok sevdiği bendim. Beni herkese karĢı o korurdu. Aslında ben de onu çok
severdim. Bütün günüm onun yanında geçerdi. Geceleri de onun odasında yatardım.
Uyumadan önce bana masallar anlatır,bilmeceler öğretirdi.
―Dağda taklar, suya batar, arĢın ayaklı, burma bıyıklı?‖,
―Metel,metel maliki oğlu, uĢağı on iki, on ikinin kazığı yerde çürür
büzüğü? ‖,
Ala yeĢile boyadım ananın önüne dayadım? ―gibi.
Bunların yanıtlarını alabilmek için saatlerce yalvarmamı Halep, ġam,
Ġstanbul, Bağdat gibi ünlü kentlerin birini kendisine bağıĢlamamı isterdi. Ben de
[30]
bol keseden cömertçe veriverirdim. O iyi bir alıĢ veriĢ yapmıĢ olmanın mutluluğu
içinde hemen ―Gel Halep seni yiyim, içim, kocacığa geçim. Hayir –incir- yaprağı
teze, teze burnunun önüne osururum geze, geze; hayir yaprağı kart, kart
burnunun önüne osururum zart, zart;.hayir yaprağı uluk, uluk burnunun önüne
osururum tuluk,tuluk Oh bilemedin, oh bilemedin taman, taman dağda taklar
tüfektir. Suya dalar balıktır. ArĢın ayaklı geyiktir Burma bıyıklı aslandır.‖der.
Diğer bilmeceler için de birer kent alarak Metel, metelin yanıtının çulha; Ala
yeĢile boyadımın yanıtının da çıkrık olduğunu söylerdi. Kimi zaman da masal
anlatırdı. Bunlardan aklımda kalmıĢ ikisini size de anlatayım.
1-Haket,haket hangilkoz iki sıçan biri boz,bindik bozun üstüne,gittik
Halep yoluna, Halep yolu taĢlıca, armağanı tatlıca,yolda bir geçi (Keçi)gördük
vurduk kıçını (arka bacağı) kırdık, geçi getti hekime.Hekim dedi:fesime. Ben
dedim :―Püskülüme.‖ (Not:Burada fes, püskül sözcükleri birer simgedir.Püskül:
pipi,çük, Fes : TaĢak yerine kullanılmıĢtır)
2-KELOĞLAN MASALI:
Anadolu köylerinin birinde yaĢlı bir dulkadın yaĢarmıĢ.Bu kadının çok
afacan,ipte,sapanda durmayan bir oğlu varmıĢ. DoğuĢtan beri baĢında bir tek tüy
çıkmamıĢ Bu yüzden kendisine Keloğlan demiĢlerdi.BaĢka bir adı da yoktu.Bütün
köy halkı onu bu adla çağırır,bu adla tanırdı. Keloğlan, afacan,yaramaz,bir oğlandı,
ama çok da sevimliydi.Köy halkının tümü onu kendi çocuğu bilir öyle de severdi.Bir
gün annesinin evde çok iĢi vardı.Kendisine el,ayak bağı olmasın diye Keloğlanı
―Hadi sen sokakta oyna akĢama değin de eve gelme.‖Diye baĢından savar.Keloğlan
evden çıkar.Köyün sokakları arasında dolaĢırken yorulur.Bir.ev duvarının önüne
oturup dinlenmek ister.dinlenirken bir ara uyur.Uyandığında bakar ki orada bir
nohut durur,onu alır kendisine en yakın kapıyı açarak girer. Burası, Kevser
Teyzenin evidir. Kevser Teyze evde hamur yapmaktadır. Keloğlanın geldiğini
görmüĢtür.Ona ne istediğini sorar.Keloğlan:
-Kevser Teyze,Ģu nohudu bırakacaktım.
- Tağanın kenarına koy
Der.
Keloğlan koyar ve gider.Aradan bir süre zaman geçer geri gelir.Kevser
Teyze yine evde bir baĢka iĢle uğraĢmaktadır.Keloğlan nohudunu arar bulamaz.Ne
olduğunu sorunca Kevser Teyze ona
-Belki de avludaki tavuklardan biri yemiĢtir.Deyince,
-Ben de o tavuğu isterim
Der.
K.T.- O,nasıl söz Keloğlan?Hiç bir nohutla bir tavuk değiĢtirilir mi?
Sen aklını mı kaçırdın?
K.O.-Ben onu bunu bilmem.Ya nohudumu verirsin Ya tavuğu verirsin.Ya
nohudu verirsin,ya tavuğu verirsin.Diye bağırıp çağırmaya,konu komĢuya karĢı rezalet
çıkarmaya baĢlayınca
[31]
K.T.-Sus! Sus Keloğlan çıkardığın gürültü rezalet yeter.Avludaki
tavuklardan birini yakala git.
Söyleneni yapar.tavuklardan birini yakalar, gider.
Elindeki tavukla giden Keloğlan bu kez de Sultan hanımın kapısını açar
-Sultan Teyze Ģu tavuk siz de kalsın az sonra gelip alırım.
Sultan Hanım-Ben tandırda ekmek piĢiriyorum. ġimdi iĢim var sen
avluya bırak da git.Tavuğu bırakır ve gider.Avluda sultan Hanımın da tavukları
horozu bir de küçük köpeği vardır.Kümesin horozu kendi kümesinin tavuklarından
baĢkasını istemez yeni gelenin üzerine doğru koĢar,köpek yabancı bir tavuğun
bahçeye girdiğini görünce havlayarak üstüne doğru koĢarak onu kovalar.Ġki güçlü
düĢmanın hücumuna uğrayan zavallı tavuk,canını kurtarmak için Sağa,sola koĢar Bu
koĢuĢma,bu çırpınıĢ içinde ne yapacağını bilmeyen zavallı tavuk pat diye
gürül,gürül yanan tandıra düĢer,ölür. Az sonra gelen Keloğlan
tavuğunu
ister.Kendisine durum anlatılır. Bunu duyunca
―Ben tavuğumu isterim.Çığlığı yine baĢlar tavuk ölmüĢse tandırı isterim‖
―Ya tavuğu verirsin!,Ya tandırı veririsin!, ―Ya tavuğu verirsin! Ya
tandırı verirsin!‖
Yüksek perdeden bağıra çağıra söylenen bu sözler nerdeyse bütün
köyü baĢına yığacaktı.Sultan Hanım baĢından bu belayı uzaklaĢtıra bilmek için
tandırı vermekten baĢka bir çözüm bulamadı. KurtuluĢu tandırı söküp vermekte
buldu.Tandırı alan Keloğlan bu kez de Hacer Ana‘nın kapısını çaldı. Kapıyı açan
Hacer
Ana‘ya
―ġu
tandırım
sizde
dursun
az
sonra
gelip
alırım.‖Diyerek,bırakıp,gider.O gidince Hacer‘in ineği gelir. ―Bu da neymiĢ diye
tandırı incelemeye baĢlar.Öylesine inceler ki,ön ayakları ile evirip çevirirken
tandır dayanamaz,kırılır.Az sonra Keloğlan gelir.Bir de ne görsün tandırın
parçaları yığılmıĢ durup duruyor. Hacer Ana‘nın evinde de aynı rezalet sergilenir.
Bu kez de tandır bırakılır,inek alınıp götürülür Bu defa da Zehra hanımın kapısı
çalınır . ―Zehra Teyze ġu ineğim sizde dursun biraz sonra gelir alırım‖ Diye
bırakıp gider O gün Zehra Hanımlarda düğün vardır Düğün yemeği yapacaklar .et
bulamamıĢlar.Neyapalım? Ne Edelim ? diye düĢünüp duruyorlardı.Keloğlan Ġneği
getirince hep birden sevinirler.ĠĢte et kendi ayağı ile geldi.diyerek kalkıp ineği
kestiler.Düğün yemeklerini yapmaya baĢladılar Bu sırada Keloğlan gelir.Ġneği
almak ister.Durum kendisine anlatılır. Ne yapalım çaresiz kalmıĢtık,kaç lira
istersen parasını verelim derler
-Keloğlan:Ben parayı ne yapacağım.Siz benim ineğimi verin .
-A oğlan hiç kesilmiĢ eti piĢmekte olan ineği nasıl verelim?
Ben de gelini isterim. Ya ineği verirsiniz.Ya gelini verirsiniz.Uzun
tartıĢmalar,bağırıp çağırmalar sonunda tutar gelini verirler
Gelinle birlikte giderken yolda bir çingene görürler.
Keloğlan- ġu gelinle senin davulu değiĢtirelim mi?
Çingene - olur
Der.Hemen değiĢtirirler
[32]
Gelini verip davulu alan Keloğlan yolda bir ağaca çıkar,alır davulu eline
baĢlar gümbür, gümbür öttürmeye.Bir yandan da kendisi bağıra,bağıra baĢlar bir
gününün hikayesini anlatmaya.
KELOĞLAN:Sabahleyin annem istedi sokağa çıktım.Bir duvar kenarında otururken
bir nohut buldum. Onu alıp Zehra Teyzelere verdim.Geri almaya gittim tavukları nohudu
yutmuĢ.Ben de Nohudun yerine tavuğu aldım .Güm, güm, güm…
Tavuğu götürüp Sultan Teyzelere bıraktım.Onlar da tavuğu tandıra düĢürüp
yakmıĢlar tavuğun yerine tandırı aldım. Tavuğu verdim tandırı aldım. Güm…Güm…Güm…
Tandırı götürüp Hacer Teyzelere bıraktım Ġnekleri tandırımı kırmıĢ ben de
tandırın yerine ineği aldım.Tandırı verdim ineği aldım. Güm… Güm… Güm…
Ġneği götürüp Zehra Teyzelere bıraktım. Düğünleri varmıĢ,kesmiĢ
düğün yemeği yapmıĢlar.Ben de ineğin yerine gelini aldım.Ġneği verdim gelini aldım
Güm… Güm… Güm…
Gelinle yolda giderken bir davulcu Cinganı gördüm. Ona Davulla Gelini
değiĢtirir misin diye sordum Olur dedi.Gelini verdim davulu aldım.
Güm….Güm…GÜM…!!! ÇAT…!!! Davulu
Patlat6ır, kasnak kırılır. Haket de burada biter. Artık ikimizin de uykusu gelmiĢ
oluğundan derin ve tatlı uykumuza dalardık. Kim bilir O, Ģu anda benden almıĢ
olduğu o güzelim kentlerden hangisinin üzerinde uçuĢan bir melektir. Kimi zaman
ben onun bir hikaye anlatmasını isterdim. Uykusu gelmemiĢse nerden bulursa
bululur, bir Ģeyler anlatırdı. Bir gün nenem hastalanmıĢtı. Babamla onu doktora
götürdük. Doktor, hastayı muayene edip reçetesini verirken babama: ―Hocam,
anneniz zayıf düĢmüĢ, ona birkaç gün yağsız kıyma kebabı yedirin.‖ dedi.
Doktordan çıkıp eve gelirken kasaba uğrayıp nenem için bir ĢiĢ kebap söyledi.
Nenem bunu karĢımızda geveleye, geveleye yerken ben karĢısında oturmuĢ onu
izliyordum. Sonunda bir lokma çarĢı ekmeğinin arasına sıkıĢtırdığı kebabı bana
uzatıp:
―Al Ģunu da sen ye.‖ Dedi. Doğrusu bu durum çok ağırıma gitmiĢti. Bana
gel beraber yiyelim demeden sen o güzel kebabı ye bitir. Sonra da yağına
batırdığın bir lokma ekmeği de ―Al Ģunu da sen ye.‖ Diyerek bana uzat. Ben de
―ĠĢtahım yok. Canım istemiyor.‖ Diyerek geri çevirdim. O akĢam hırsımdan yemek
de yemedim. ―Hastayım, baĢım ağrıyor, karnım sancılanıyor.‖ Diye erken yattım.
Bir türlü uyuyamıyordum. Oflayıp, puflayıp yatakta dönüp duruyordum. Hırsımdan,
acımdan uykum da gelmiyordu. O gece sabahı zor ettim. Sabahleyin yine ağlamaya
sızlamaya baĢladım. Rahmetli babam beni doktora götürdü. Dr. Muhittin Bey, beni
iyice muayene etti. Sonra ―Söyle bakalım neyin var?‖ dedi. Ben de bir gün önce
baba annemin doktora söylediklerini tek, tek saydım. Doktor, eline reçete
kağıdını almıĢ bir Ģeyler yazıyordu. Ben, hala ― Karnım, baĢım her tarafım
ağrıyor.‖ dedim. Bunun üzerine doktor, babama ―Pek bir Ģeyi yok, bir hintyağı
yazıyorum. Ġçsin bir Ģeyi kalmaz demez mi?‖ Yani benim bütün geceyi aç,
uykusuz, kıvranarak geçirmemin karĢılığı bu pis Hintyağı mı olacaktı? Oysa ben
bunu daha önce birkaç kez içmiĢtim. Ne pis ne iğrenç olduğunu biliyordum. Son
[33]
içtiğimde de çok direnmiĢtim. Babamla annem beni sırt üstü yatırmıĢ göğsüme
oturarak kaĢık sapı ile ağzımı zorla açıp içine dökmüĢlerdi. BaĢladım doktora
bağırıp çağırmaya. ―Dün nenem geldi, ona kıyma kebabı verdin. Bugün bana
hintyağı niye veriyorsun?. Ben bunu içmem. Ben de Kebap isterim.‖ deyince
hastalığımın ne olduğu anlaĢıldı. Babam beni tuttuğu gibi kebapçıya götürdü.
Orada kebabı yiyince sapasağlam oluverdim. Nenem, bundan sonra birkaç kez
daha hastalandı. Birinde ensesine bir çıban çıkmıĢtı. Önceleri önemsenmedi. ―Bir
sivilcedir geçer‖ denildi. Bir mercimek büyüklüğündeki sivilce gittikçe büyüyerek
sırasıyla nohut, fındık, erik, ceviz derken büyük bir elmanın yarısı gibi oturdu
ensesine. Gece gündüz acısı dinmiyordu. Ne yapsalar, ne etseler yaramıyordu.
Önceleri ―Basit bir çıban için doktora mı gidilir.‖ deyenlerden baĢka gelip gidenler
de ayrı, ayrı yollar, yöntemler öneriyorlar, iĢi büsbütün içinden çıkılmaz
yapıyorlar kimi Doruoğlu‘ nun Sıdıka‗ sını, kimi Çerkezlerin kara emini öner
iyor, kimileri de ―Sakın ha! Buna doktor, otacı karıĢmaz. Bu Kadıncağızı bir
cindara ya da bir nefesi keskin hocaya götürün. ġeyh Efendi de bu iĢi bilir. Siz
bir de ona götürün‖. Daha neler de neler. Asıl konuĢması gerekenler susmuĢ.
Nenem ―Ölürüm de doktora gitmem. Bu yaĢtan sonra bıçak altına yatmam‖ diyor.
Babam doktor dıĢındaki önerilere kulak asmıyor. Nenemi de zorlamak istemiyor.
Çünkü kimilerinin sözüne bakılırsa neneminki basit bir çıban değil, Koskoca Yavuz
Sultan Selim‘in ölümüne neden olan Ģirpençe (aslanpençesidir). (Ģirpençe-bugünkü
adıyla lösemi, kan kanseridir) nenemin hastalığı.Yalnız bir tek annem inanmıyor bu
söylenenlere. Ne olduğunu bilmiyor ancak söylenenlerin olmadığını da biliyor.‖
Aslında bu bilgi değil bir sezgidir, bir ön sezidir. ―Siz karıĢmayın ben Allah‘ın izni
ile temizlerim bu yarayı, karıĢmayın iĢime.‖ Diyor. Elinde iki em var. Birisi, rahatül-lokum (Bildiğimiz lokum) diğeri, kudret helvası: ( zeytin ağaçlarını kemiren
kurtların dallarda açmıĢ oldukları deliklerden sızan tatlı, kıvamlı sıvı. Kimi daldan
aĢağıya doğru sızarken dalda donarak birikir, kimisi de toprağa damlar, orada
donarak birikir. Çocukluğumuzda ve gençliğimizde bunu toplardık. Dalda birikmiĢ
olanları, hem daha temiz olur, hem de daha beyaza yakın sarı renkte olur. Yerdik
Annem bu iki emi bir parça bezin üzerine yayar, günde iki defa emlerdi nenemi.
Bir gün Annem―Biliyordum. Beni utandırmayacaktın. Bunu sen doğurdun içime.
Sana binlerce Ģükürler olsun Allah‘ım. Sen ne büyüksün!‖ Diye adeta Allah‘la
konuĢur gibi ona Ģükrediyordu. Arkasından ―Gelin bakın. Yara nasıl deĢildi, irinler
nasıl aktı. Gelin, görün, bakın Allah‘ım neler eyler, neylerse güzel eyler.‖ Diyerek
bayram çocuğu gibi seviniyordu.Gerçekten çıban delinmiĢ. Bir el leğeni irin akmıĢ,
yara temizlenince çevresindeki çürümüĢ deri parçalarını, evdeki her iĢe
kullandığımız makasla kesip,ata ata yarayı tümüyle iyileĢtirdi. Nenem sağlığına
kavuĢmuĢtu artık. Nerdeyse yeniden gençleĢmiĢti.
Bir gün kendisiyle ikimiz evde yalnız otururken komĢunun birinden
bir tabak hapsa geldi. Mübarek sıcak, sıcak da ne güzel olur. KaĢıkları aldığımız
gibi saldırdık.Tabağı bitirdik. Ben musluk baĢına gittim tabağı yıkıyordum ki
[34]
aklıma geldi. Biz ramazandaydık ve de oruçtuk. KoĢarak neneme gidip söyledim.
―Ey vah! ben de unutmuĢum yavrum. Bu iĢi baban çok iyi bilir. Biz de
ona söyleriz.‖ Dedi. Babama sorduk:― Gerçekten unutmuĢ da yemiĢseniz bir Ģey
olmaz. Korkmayın. Dedi.
Baba annem namazını hiç aksatmazdı. Her namazdan sonra Allah‘a
yakarır ―Allahım, sana yalvarıyorum. ġu kızı benden sonraya bırakma. Bana ondan
kırk gün fazla ömür ver. Önce onun canını al, kırk gün sonra da benim canımı al.‖
Diye dua ederdi. Halanın ölümünün kırkıncı günü baba annemin de cenazesi kalktı.
Tanrı duasını kabul etmiĢti. Onunla aramızda gizli bir bağ vardı. Bu bağ bizi öyle
bağlamıĢtı ki birbirimize aramıza hiç kimseler giremezdi. Annem babam bile ikinci
derecede kalırlardı. O, beni vurularak öldürülen oğlu Akif‘e benzetirdi. Bu
nedenle de bana, çok ilgi, sıcak bir sevgi gösterirdi. Ben de bu aĢırı sevgiden ve
ilgiden dolayı ona bağlanmıĢtım. Bu bir türlü borç ödeme gibi bir duygu olsa gerek.
Aslında torunla baba anne arasında var olan doğal sevgi de düĢünülürse bizimki
ikiye katlanmıĢ bir sevgiye dönüĢür. Onunla ilgili olarak yalnız bunları söylersem
Ona da kendime de saygısızlık etmiĢ olurum. O, yaĢarken benim tek sığınağım,
güvencem, koruyucumdu. Babama da herkese karĢı da savunucum sırdaĢımdı. Yeri
gelirse benim için yalan söyler, birlikte kendi evimizden hırsızlık bile yapardık.
Nasıl mı? Bakın anlatayım da görün. Babaanneme her yıl tam yağlı koyun peyniri
alınır onun kendine özgü, carrasına basılır, carra da odasındaki dolapta saklanır.
Baba annemin diĢleri yok denecek ölçüde azalmıĢtı. Peynir damakta ezilecek
yumuĢaklıkta olmazsa yiyemezdi. Zavallı yaĢlı kadın, beĢ on diĢ yemeden bitiverir
peyniri. Bir türlü akıl sır erdiremezdi. Bu kadar çabuk bittiğine. Sonunda suçüstü
yapılarak yakalandım.Yakalayan baba annemdi. O yüzden kolay atlattık. O günden
sonra Ortak oluverdik. Çalma da bitti. Ben, kendimi bildim bileli baba annemin
odasında yatardım Yatağım, Ģire sandığının bulunduğu yük yerinin önünde serilirdi.
Gece o, kulağı duymayan
halam uyuduktan sonra kalkar, kapağı açar, elimi
daldırırdım. Allah ne verdiyse elime ne gelirse bir avuç, alır sandığı kapatırdım.
Hiçbir Ģey olmamıĢ gibi yatar, yorganı baĢımdan aĢırır ( Ya bir ip sucuk, ya da bir
muska, bir iki kesme) yorganın altında yemeğe çalıĢırdım. Çoğu zaman da yerken
uyuduğum için gece elimden düĢer, sabahleyin yatağın bir yerinden çıkardı. Bir
gece gene bir Ģeyler almak için sandıkla uğraĢırken ―Bana da vermezsen seni
babana söylerim.‖ Diyen sesini duydum. Baba anneme.YakalanmıĢtım bir kere. Ne
istense yapacaktım. Boyun büktüm. Kalktı yanıma geldi benim aldığım bir ip
sucuktan bir çenet çekti çıkardı. Yatağın ucuna oturdu. Aldığı o bir çenet sucuğu
geveleye,geveleye yemeğe çalıĢırken ben aldığım ipi temizledim. Ondan sonra kimi
geceler bu ortaklık sürdü gitti. Kimi geceler kalkar yanıma gelip oturur, yemez
benimle konuĢurdu. Bana ak deve dama çıkmadan bunların yenmemesi gerektiğini
yoksa devenin kızarak damı baĢımıza yıkabileceğini anlatırdı. Bu öykünün etkisi ile
olsa gerek bir süre sonra ben de yapmamaya baĢladım.. Bu ak deve nedir?
Damlara nasıl çıkar? Orada ne yapar ? Bilemezdim ama yine de bir gün önce gelip
[35]
damımıza çıkmasını beklerdim. Bir suç ortaklığımız daha vardı. Evimizde büyük
varillerle beĢ altı varil zeytin yağı bulunurdu. Variller yazın dinlendirilir, sonbahar
sonunda satılırdı. Kimi zaman elimizde para olmazsa bir satıl zeytin yağı doldurur
Pazarda satar parasını getirir kendisiyle paylaĢırdık. Bundan ikimiz dıĢında
kimsenin bilgisi olmaz
Bir de damkazıyan vardı. Geceleri bir türlü yatmayan yaramazlık
yapan, çocukların korkutulduğu. Deveyi biliyorduk sokaktan sürü, sürü geçerler
görürdük. Geçerken ağızlarından köpükler saçar, dilleri ĢiĢeresarkan, gilgilleyen
develeri biliyorduk. Ya bu Damkazıyan denilen nedir? Buna akıl erdiremezdik.
Birbirine bağlanmıĢ yürüyen develerin arkasından ―Deve, deve diĢ deve, kulağı
kamıĢ deve, sakız verdim çiğnettim, götüne vurdum oynattım.‖ Tekerlemesini hep
bir ağızdan bağıra çağıra söyler arkalarından koĢardık. Ġlle de Ģu dam kazıyan
nedir?
Gelirse çocuklara ne yapar? Bu düĢünce ve bu
korku ile hemen
uyurdum. Kimi geceler onula oyunlar oynardık. Havuz, havuz, Alçacık damlar, Ġp,
ip ilmeden en çok oynadığımız oyunlardı
Ortaokulun birinci sınıfındaydım. Ġki yıllık bir öğrenciydim. Sabahleyin
okula gitmiĢtim. Birden kapı çalındı. Hademe Mehmet Ağa Ġçeri girdi. Öğretmene
bir Ģeyler söyledi. Öğretmen bana çantamı alıp dıĢarı çıkmamı söyledi. Öyle
yaptım. Mahseremizden bir iĢçi gelmiĢ sınıfın kapısında bekliyordu. Onunla eve
doğru giderken yolda bana alıĢtıra, alıĢtıra nenemin ölmüĢ olduğunu söyledi.
Seksen beĢ belki doksan yıllık bir yaĢam böylece noktalanmıĢ oldu. Eğer bu yaĢ
doğru ise baba annem bin sekiz yüz altmıĢlı yılların baĢında doğmuĢ demektir.
Tanrım günahlarını bağıĢlasın. ġimdi olmayan mezarını aydınlık eylesin…..
KĠLĠS ĠN GENEL GÖRÜNÜġÜ
II.-BÖLÜM
[36]
KĠLĠSTE
TARIMSAL ETKĠNLĠKLER,
BELLĠ BAġLI TARIM ÜRÜNLERĠ:
1.-ZEYTĠN AĞACI
A-YETĠġTĠRĠLMESĠ,
B-ÜRETĠMĠ:
Kilis‘te zeytin ağacı, iki türlü üretilir.
1.-TOSPAĞALAM
2.KAZIKLAMA.
1-.TOSPAĞALAMAK
Zeytin ağaçlarının kökünde
yumrular oluĢur. Kilisli bu yumrulara
tosbağa der. Bu yumruların filizlenmiĢ olanları ile filizlenmeye yüz tutmuĢ olanları
keskin bir balta ya da keskin bir keser aracılığı ile yumruya da ağaca da zarar
vermeden alınır,daha önceden açılmıĢ çukurlara gömülür. YaĢlanmıĢ zeytin
ağaçları, sökülür.Bu sökülen köklerden alınacak yumrular da tosbağa olarak
kullanılıp yeniden ekilebilir. Zeytin ağacı ekecek olanlar bu köklerden yumruları
balta ile ayırıp tarlalarına ekerler. Zeytin ağaçlarının toprak yüzüne çıkmıĢ
köklerinde gövde çevresini saran filizler çıkar. Kilisli bunlara ―PĠÇ‖ der. Her sene
bunları kırarak temizler. Bunların geliĢkin olanları da kökü ile birlikte alınarak
ekilirse o da ağaç olur. yetiĢkin bir ağaçtan alınacak baĢ parmakla bilek kalınlığı
arasında bir, iki-üç karıĢ boyunda dal parçası alt ucu iki yönlü öze değin bıçak
ağzı gibi açılarak yumuĢatılmıĢ toprağa tahta tokmakla çakılır.
2- KAZIKLAMA YÖNTEMĠ
Ekim zamanı Tahta tokmakla çakılır. Kazığın üst gözünde yapraklı bir
dal da olmalıdır. Oraya değin toprağa saplanması sağlanır. Böylece zeytin ağacı
ekilmiĢ olur. Bu yöntemle ekilmiĢ olan zeytin ağacı on beĢ, yaĢında erginleĢir. tek
tük meyve verebilir. Asıl verim yaĢı yirmi, yirmi beĢ yıldır. Zeytin fidanlarına çok
iyi bakmak gerekir. Bu nedenle çoğu zeytinci bağ ekilirken tarla sınırından
baĢlayarak, önce sınırdan ikinci tiyeğin, sonra bu tiyeğin doğrultusundaki,
koĢutundaki tiyeklerden ikiĢer boĢ bırakarak üçüncülere olmak üzere tarlanın
tamamına bağla zeytin birlikte ekilir. Bu tür ekime iki aĢırı denir. Kıraç
topraklarda iki yerine üç boĢ bırakılır buna d,a üç aĢırı denir
B- BAKIMI
Zeytin, çok bakım ister. Yılda en az üç ya da dört kez sürülmelidir.
Mevsimlik yabancı otları alınmalı, yılda en az bir kez bellenmelidir. Yine yılda bir
kez gübre verilmelidir. Eskiden Ağaçlar arasına üç, dört yılda bir bakla ekerlerdi.
Sonra da toplamadan sürerek toprağa karıĢmasını sağlarlardı. Zeytin ağacının
budanmasına Zeytin kırma denir. Her yıl bir kez kırma yapılmalıdır. Kırımla elde
edilen yapraklı dallara PĠR, kalın yapraksız dallara da odun denir. Zeytin odunu
çok beğenilen bir yakacaktır.
[37]
KĠLĠS TE
1-ZEYTĠN SĠLKME
2-TOPLANMIġ ZEYTĠN TANELERĠNĠ YIKAMA
3-TEMĠZLENMĠġ ZEYTĠN TANELERĠNĠ EVLERĠNE TAġIMALARI ĠÇĠN ÇUVALA DOLDURMA
C- ZEYTĠN DERME
Kilis‘te tarımsal iĢlerin en zor, en çetin, en ağır olanıdır. Bunun bir tek
nedeni vardır. O da zeytin derme iĢi kıĢın, en soğuk zamanında yapılır. Kilis‘te
zeytin silkme, toplama iĢine Ģafak sökmeden gidilir. Kemal Hoca adında bir
müezzin vardı, ben son zamanlarını bilirim. Rahmetli gece yarısından biraz sonra
sabah ezanı okurdu. Kilisli buna ―er ezan‖ derdi. Çoğu kez okuyanın adıyla ―Kemal
Hoca ‘nın Ezanı‖ da derlerdi. Sabahleyin erken kalkıp iĢe gidecek olanlar, yola
çıkacak olanlar kendilerini buna göre ayarlarlardı. ―Kemal Hocanın Ezanı ile.‖ sözü
bir zaman birimi olarak kabul edilirdi. Bir buluĢma saati olarak kabul edilirdi.
Kilis‘te tarımın böylesine çileli bir uğraĢ oluĢu aslında Kilislinin bireysel
üreticilik anlayıĢından kaynaklanmaktadır. Mal, üretim, gelir yalnız kendisinin
olsun ister. Ortaklık pek iĢine gelmez. Az olsun yalnız benim olsunu
bilir. Bu nedenle de Mutfak ekonomisi dıĢına çıkamamıĢtır. Bu anlayıĢ da üründe
verimi düĢürmüĢ, bir türlü Pazar ekonomisine geçememiĢtir. Dünyada ortaklık,
Kooperatifçilik yaygınlaĢmaya baĢlarken Kilisli Ġlgi.göstermemiĢtir. Bu durum ve
bu anlayıĢ ne kendisine ne de Kilis‘ e yaramıĢtır. Ad vermeden bir iki örnekle bu
[38]
durumu göz önüne sermek isterim. Zeytin ağacı sayısı bakımından Kilis‘in en
zengin iki kiĢisini tanıyorum. Bu kiĢilerin binlerce ağaç zeytinlikleri vardı. Ayrı,
ayrı parçalar halinde ayrı, ayrı mantaralarda bulunan bu mallarının bakımı
budanması, daha bilmem bir yığın tarımsal iĢlerin büyük zorluklarla yapıldığı gibi,
derilmesi de ayrı bir çile idi. Oysa bu kiĢilerin malları bir yerde, tek çiftlik
halinde olsa her iĢi daha kolay ve daha ucuz olurdu. Verim de ona göre artardı.
Zeytincilik kooperatifi diye bir kooperatif kurulsa, Bu kooperatif eliyle bütün
tarımsal iĢler yürütülse mal sahiplerinin gelirleri yıl sonunda ,,kendilerine ürün
olarak değil de para olarak verilse daha iyi olmaz mı? Bu yöntemle zeytincilik de
kazanmaz mı? Acaba Kilis zeytinleri yağı çıkarılarak mı daha iyi kar getirir yoksa
sele zeytini olarak mı? Bunu bireysel olarak araĢtırma olanağı bulamayanlar ne
bilir. Ancak Kilis zeytini üzerinde kooperatif bir bilimsel araĢtırma yaptırarak
bunu anlayabilir. Sekiz on ağaçlık zeytin sahibi de birkaç bin ağaç zeytin sahibi de
zeytincidir. Aslında bu sonuncunun çok sorunu yoktur. Asıl sorun on beĢ, yirmi
ağaç zeytini olanlarındır. Yalnız zeytincilik konusunda değil üzüm bağcılık,
pekmezcilik tarımın Kilis‘le ilgili diğer alanlarında da yapılamaz mı? Örneğin
sebzecilik, tahıl konularında da yapılsa sadece bu iĢle uğraĢanlar değil,Kilis,
Türkiye hatta insanlık kazanmaz mı? Dünya globalleĢme sürecine girme çabası
verirken bizim bireysellik çıkmazında çırpınmamız mı gerekir? Dünkü gedik, köy
hatta köyler ağalarından kaç kiĢi kalmıĢtır? Bildiğiniz? Ne oldu? Bu insanların
mallarına? Bildiğiniz elli yıllık bir ortaklık var mıdır? Oysa bugün ortaklıklar
birleĢip holdingleri onlar da birleĢerek kartelleri oluĢturuyor. Dünyanın gidiĢine
gözümüzü kulağımızı tıkayamayız. Bir yandan Avrupa Birliğine girelim diye
çabalarken diğer yandan globalleĢmede biz de yerimizi alalım derken Kilisli olarak
biz de bir yer bulalım kendimize. Zeytin dermek, her zaman burada anlatıldığı
gibi kolay olmaz. Kimi zaman hava öyle soğuk olur ki donacaksın sanırsın. Islak
toprak buz tutmuĢtur. Ayağında çizme, postal, hayda, sağlam ayakkabı, örme yün
çorapla bile yere basamazsın. Zavallı zeytin toplama iĢçisi uyduruk bir ayakkabı,
ĢillimĢit paçavra giysiler içinde Zeytinleri bu buzun içinden parmak uçları ile
çıkarmak gerekir. Kimi zaman birden bastıran yağmur dolayısıyla iĢ bırakılır
tarladan çıkılmaz olur. Diz boyu çamurun içinde düĢe kalka tepeden inen yağmurun
altında eve dönmek de var. Üstelik böyle günlerde günlük de yoktur. Zor bir iĢtir
zeytincilik. Bu iĢin ne demek olduğunu ancak yaĢayan bilir. Evine bir iki teneke
zeytin yağı koyabilmek için o yoksul insanların arasında bulunursanız anlarsınız.
Bugünkü zeytin iĢçileri de bilmezler bu iĢin ne deme,k olduğunu. Gece
yarısından sonra yatağından kalkıp yayan yapalak,
buz tutmuĢ o yollarda
yürüyerek gidenler bilir. Öyle kıĢlar olur ki toprak yarım metre buz
tutmuĢtur.YağıĢ yoksa o ayazda zeytincilik olur. Kimi zaman ikindiye doğru kar
baĢlar ―Sağı, solu toparlayalım, barhanayı kaldıralım.‖ Derken kar bir karıĢı
geçer, yolda diz boyunu bulur. Bu konuda roman yazsanız bitmez zeytinciliğin
öyküsü. Zeytin silkmenin de bir tekniği vardır. Bu tekniği bilmeden değneği rast
[39]
gele ağaca vuran ona çok zarar verir. Sopayı ağaca dövercesine değil. Sevgi ile
okĢarcasına dokundurmak gerekir. Ağacın dallarını değil üstünün zeytinlerini Ģala
dökmektir önemli olan. Kesinlikle bilinmelidir ki kırılıp düĢen her dal ertesi yılın
zeytinlerini de yok etmektedir. Zeytinin bir yıl iyi ertesi yıl az tutmasının baĢlıca
nedeni budur. Sırığı ağaca vururken karĢıdan dalın birleĢme noktasına gelecek
biçimde vurup kırma yerine sırığın ucunu dalın çatalı arasına sokup onu sarsarak
olgunlaĢmıĢ tanelerin dökülmesini sağlamak
gerekir. Bir ağaç silkilip bitince
ikinci ağaca geçilir. Ardından üçüncü ağaca geçerler. Önden süpürgeciler,
arkalarından zevzirciler, onlarında ardından
silkiciler, onlardan sonra da
pereventiciler ellerinde ölbelerle ağacın çevresinde dolaĢarak silkim sırasında
sıçrayan zeytin tanelerini ağaç çevresinden baran aralarından toplarlar.
Silkilerek, süpürülerek elde edilen zeytinler barhana yerine taĢınır. Burada allef
getirilen silkim, süprüntü zeytinleri birbirinden ayrı yerlere koyarak temizlemeye
baĢlar. Silkimden gelen zeytinler dal parçalarından, yapraklardan temizlenir;
süpürülerek gelmiĢ olanlar ise kuru yaprak, toprak, kum, çakılla karıĢıktır. Onlar
da temizlenince zeytinler çuvallara doldurulur. Eldeki yük hayvanı sayısına göre
taĢınabilecek ölçüde yük hazırlanınca hayvanlara yüklenerek eve yollanır. Buna
nakla denir
Zeytinini seven mal sahibi taneler iyice olgunlaĢmadan zeytin dermeye
gitmez. Dalında iyice olgunlaĢmıĢ zeytin taneleri dokunur dokunmaz kolayca
döküldüğünden ağaca zarar vermez. Ayrıca iyice olgunlaĢmıĢ kararmıĢ tanelerin
yağı da olgunlaĢmamıĢ yeĢil tanelerden daha çoktur. Üreticinin bütün zeytinleri
evde toplanınca Sıra yağın elde edilmesine gelir. Bu iĢ mahserede yapılır.
MAHSERECĠLĠK,
MAHSERENĠNYAPISI(7)
BİR ÖRNEK MAHSERE PLAN1-
[40]
1-Büyükkapı, 2-küçük kapı, 3-Kapı arası,
4-Mahsere
ocağı 5.Ara kapı,6-pekmez Ocağı,7-1.taĢ
,8-2.taĢ,
9-Mahserede ocak üstü: a-Ģakıl, b-halle,c-Oturm
alık, 10-Acı Ģeddesi, 11-Su
kuyusu 12-Tağarlar, 13- Ağa tahtı, 14-Taht merdivenleri, 15-Taht altında iki
yemlik, 16--Küçük Ödde, 17-AĢ ambarı, 18-Curun,19-ġedde odaları, 20-ġedde,
21-ġedde, 22-Ġki hasıl
Kilis‘te ilk fabrika sayılabilir. Her Ģeyin hayvan gücü, insan emeği ile
yapıldığı dönemlerde gerçekten geliĢmiĢ bir fabrikadır. Gücünü hayvandan, buluĢu
insandan alan bu yerler Kilis‘te yüzyıllar boyunca hizmet vermiĢ, ĠĢ görmüĢtür.
Ġnsanlığın henüz buhardan, sudan, elektrikten, petroldan haberi yokken bu
kuruluĢlar Kilis‘te kullanılıyordu. Kimilerinin söylediğine göre bu buluĢ bize
MAHSERE:
[41]
Sümerlerden gelmedir. ġimdi yapısını, KuruluĢunu, çalıĢmasını
anlatmaya
çalıĢacağımız bu kuruluĢun, gerçek bir
uygarlık ürünü olduğunu siz de
göreceksiniz.
,
MAHSEREDE KÜÇÜK KAPI ARASI(8)
MAHSERE:
Zeytin tanelerinin ezilerek sıkılıp zeytin yağı elde edildiği yerdir.
KuruluĢu, çalıĢması, benzerleri Türkiye‘nin geniĢ zeytin üretim bölgelerinde bile
yoktur. Doğrudan doğruya Kilis‘e özgü yüz, yüz elli metre karelik, kapalı bir alanda
kurulur. Bir, iki, üç taĢlı olur. Belki dört taĢlısı da olabilir ancak ben ne gördüm ne
de duydum. TaĢ baĢına birer Ģeddelik bulunur.Ayrıca taĢ baĢına iki beygir veya
katır barındıracak ahır ya da ahırlar. TaĢ sayısına göre aĢ ambarı, birkaç hasıl,
sıra bekleyen zeytinler için ambar, acı iĢlemek için ocak, acı Ģeddesi, acı hasılı,
acı kazanı bir de ağa tahtı ya da ağa köĢesi denilen yer bulunur. Ayrıca iĢçilerin
devirden devire yatacakları bir yer de oldu mu mahsere tamam demektir.
Hayvanların su içmeleri için bir de su kuyusu olmalı. Hayvanların terli, terli dıĢarı
çıkartılıp su içirilmesi iyi olmaz. Mahsere kapalı alanının genellikle iki kapısı olur.
Birisi küçük diğeri büyük. Küçük kapı mahsere çalıĢtığı süre içinde hep açıktır.
Kapı kanadında çekme bir yay vardır. Bu yay da Kilis iĢidir. Kapının üst kısmına
üstten üçte bir bölümüne bir delik delinerek bir sicim takılır, Sicim, bu delikten
geçirilerek içeriye uzatılır, Önce bir makaraya sarılır, kapı boyundan biraz kısa
olarak kesilip ucuna yuvarlak biçimde yontularak ortasında geniĢ bir delik açılıp
simit halkasına benzetilen, beĢ, 0on kilo gram ağırlığında bir kara taĢ bağlanır.
Böylece yay düzeneği kurulmuĢ olur.DıĢardan gelen biri kapıyı iterek açarken taĢ
yukarı doğru çıkar Ġçeri giren biri, kapıyı bırakınca taĢ, kendi ağırlığıyla aĢağı
doğru inerken kapıyı da dıĢarı doğru iter.Böylece kapı açılmıĢ olur. Ġçeri soğuk
hava girmesin diyekapı kanadını kapalı tutar.Bu kapıdan insanlar,at,eĢek gibi
[42]
hayvanlar girip çıkarlar. Büyük kapıdan yüklü develer girip çıkarlar. Kimi zaman
köylerden birkaç deve ile zeytin gelir. O zaman develer içeriye yüküyle teker,
teker alınır. Yük içerde indirilir. BoĢalan deve dıĢarı çıkarılır. Böyle topluca gelen
zeytinler sıra bekletme ambarına konularak bekletilir. Küçük kapıdan içeriye
doğrudan girilmez. Kapıdan kapı arası denilen daralanlı bir bölüme girilir. Bu
bölümden içeriye bir ara kapı ile geçilir. Bu kapı da çekme yaylıdır. Her açılıĢta
kendiliğinden geri kapanır. Mahsere ocağının ağzı kapı arasındadır. Bu yüzden acı
iĢleme zamanında bu bölüm oldukça sıcak olur. Geceyi uyumada,n geçirme zorunda
olanların soğuk kıĢ gecelerinde sığınakları olur.
TAŞ(9)
TAŞ: Mahserede taĢ denilen düzenek Zeytin tanelerinin ezildiği yerdir. Bir çok
kentimizde, kasaba, köylerimizde örneğini gördüğümüz bir yapıdır. Yerden
yüksekliği bir metre yirmi beĢ santim ile bir metre kırk santimetre arası çapı iki,
iki buçuk metre olan,taĢlarlartülmüĢß
TaĢlarla örülmüĢ silindirik bir seki gibidir. Sekinin üst yüzünün tam ortasında
adına sini denilen, bir, bir buçuk metre çapında, onbeĢ, yirmi santimetre
kalınlığında, üst yüzü çok iyi düzeltilmiĢ, siyah bir taĢ yerleĢtirilmiĢtir. Bu taĢın
çevresi, özel olarak ve silindirik biçimi bozmayacak Ģekilde iĢlenmiĢ sert, beyaz
taĢlarla kapatılmıĢtır. Bu taĢlar da üst yüzeyleri çok iyi düzeltilmiĢ, dıĢ kenarları
tepsi kenarı gibi, kenar oluĢturacak biçimde iĢlenmiĢtir. Sini denilen siyah taĢın
tam ortasında, içerisine metal, konik bir yüksük yerleĢtirilir.Sekinin üst yüzeyini
oluĢturan
taĢlar
birleĢme
aralıklarından
su
sızdırmayacak
biçimde
yerleĢtirilmelidir. Bu sekinin üstüne yine silindir biçiminde yapılmıĢ ezici boncuk
da yerleĢtirilince iĢlem tamam olmuĢtur.Tekparça siyah sert taĢtan yapılmıĢtır.
[43]
Çapı bir, bir buçuk metre; Kalınlığı kırk, elli santimetre kadar olur. Her tarafı
çok düzgün olarak iĢlenmiĢtir. Tam ortasına on, onbeĢ santim çapında bir delik
açılmıĢtır. Bu deliğin, taĢın iki yüzündeki çevresine deliği ortalayacak biçimde üç
dört santimetre derinlikte, kenarları otuz, kırk santimetrelik kare oluĢturacak
birer yatak açılmıĢtır. Bu yataklar olmaz boncuk hiçbir iĢ göremez .
ARUS(10)
ARUS:Boncuğun çok önemli bir parçasıdır. Ġki, iki buçuk metre uzunlukta, on,
onbeĢ santimetre kalınlıkta, yirmibeĢ, otuz santimetre geniĢlikte dut ya da ceviz
ağacından yapılır.Alt kısmına taĢın sinisindeki yüksüğe girecek bir demir parça
takılır. Bu parçayı sıcak demirciler yapar. En az bir santimetre kalınlıkta, beĢ, altı
santimetre geniĢlikte bir metre boyunda bir demir çemberdir. Çemberin tam
ortasında kendisinden dövülerek yapılmıĢ konik bir parça bulunur. Bu çember U
biçiminde bükülerek arusun alt bölümüne çakılır. Konik demir yüksüğe geçirilir.
Arusa boncuğun ortasındaki deliği karĢılayacak biçimde, ondaki geniĢlikte, delik
açılır. Arusun üst bölümünde on santimetre çapında onbeĢ santimetre uzunlukta
boyun denilen bir bölüm vardır. Bu da aruzdan yukarıdaki aynanın deliğine
geçirilmesi içindir. Böylece Aruz alttan yüksüğe, yukarıdan aynaya takılarak
boncukla göğüs, göğüse ya da sırt sırta bir bütünlük oluĢturur. Aruzun yukardan
üçte biri kadar aĢağısından iki metre kadar uzunluğu olan bilek kalınlığında bir
sırık çakılır. Bu sırığın ucuna taĢı döndürecek hayvanın yuları bağlanır Bunun adına
YEDEK denir..
[44]
OK:TaĢ düzeneğinin çok önemli bir parçasıdır. Oktan daha çok yay demek uygun
düĢerdi adına. Nedense ok denilmiĢ, bu ad da tutunmuĢ. Ok, düzenekle gücü
birleĢtiren taĢa devingenlik sağlayan parçadır. Ġki, ikibuçuk metre uzunlukta,
uygun eğrilikte, onbeĢ santimetre kadar kalınlıkta bir ağaçtır. Ok yapmak için
ağaca uygun eğimlilik doğal olarak verilmiĢtir. Ya da nacar tarafından yapay olarak
verilir. Okun baĢ tarafı boncuğun ve aruzun deliklerine geçirilir. DıĢarı çıkan
onbeĢ, yirmi santimetrelik bölümüne ve tam boncuğun yüzüne gelen bölümünde
oka iki delik açılarak bunlara iki kama yerleĢtirilir. Boncuğun önünde daha önce
boncuk yapılırken oluĢturulmuĢ yatağa verilen üç, dört santimetrelik kare
Ģeklinde yapılarak sonra ortadan kesilip ikiye bölünmüĢ takoz yerleĢtirilerek
boncukla aruzun birbiriyle sıkı birleĢmeleri sağlanır. Okun taĢtan dıĢarı uzanan
ucuna da hayvanınnın koĢumu takılır.
TERAZĠ,(11)
TAġATAKILAN
AYNA,(12)
1-Terazi, 2-Yan ipi, 3-Kedene, 4- Boyunduruk, 5-Yular, 6-Gözlükten oluĢur
TERAZİ: Beygir ya da katırın döndürmek üzere taĢa bağlanmasında
kullanılır. Sekiz on santimetre kalınlığında silindirik düz ya da hafif eğri, yay
biçiminde sağlam bir ağaçtır.Üç tane sağlam halkası bulunur. Biri ağacın yayına
göre dıĢında ve tam ortasında, diğer ikisi ise yayın içinde, uçlarda bulunur. Orta
halka taĢtaki okun ucuna bağlanır ya da kancaya takılır, uçtaki halkalara yan ipler
bağlanır.
[45]
YANĠPĠ:: Teraziden Hayvanın boynundaki boyunduruğa değin
uzanacak ölçüde iki tanedir. Bir uçları terazinin halkalarına diğer uçları
boyunduruğa bağlanır.
KEDENE: Boyunduruğun hayvanın boynuna zarar vermesini önlemek için
dıĢ yüzeyi deri, hayvanın boynuna dokunan iç yüzeyi yumuĢak keçeden boru
biçiminde yapılıp içine sap doldurulmuĢtur.Tıpkı bir yastık ya da minder gibi
hayvanın boynunu korur.
BOYUNDURUK:Ağaçtan yapılmıĢtır. Birbirine bağlı, hilal biçiminde, iki
parçadan oluĢur. Hayvanın boynuna kedenenin önüne takılır.
GÖZLÜK,TERAZĠ, ĠSKELE,VB.
Teraziye bağlanan yan iplerin uçları boyunduruk halkalarına bağlanır.
BAġĠPĠ veya YULAR: TaĢa koĢulan hayvanın yuları çıkartılmaz. Yuların
ipi hayvanın baĢını hafifçe yukarı çekecek ölçüde yedeğe bağlar
GÖZLÜK: KoĢulu hayvanın gözleri açık olmamalıdır. Açık olursa çevrede
gördüğü bir olaydan ya da nesneden ürken hayvan huysuzlaĢır. Ayrıca dar bir
alanda sürekli
dönen hayvanın, baĢı dönerek
dengesi bozulabilir.Bu da
hasırcılarca hasır saplarından örülerek yapılır.Bir sütyen görünümünde olur.
ĠSKELE:(15)
[46]
TaĢın üzerinde, taĢa çalıĢırken
sağlamlık vermesi için yapılır.
Mahserede taĢlar daima bir kemerin altında olur. Kemerin yüksekliği tavana
değin olduğu için taĢ düzeneğinden yüksektir. Kemer ayaklarının geniĢliği altmıĢ
santimetre ile bir metre arasında olur.TaĢın yüksekliği arus boyu yüksekliğinde
olacaktır. Arus boynu bu ölçünün dıĢındadır. Bu ölçüye denk gelecek biçimde
kemer ayakları arasına kemerin iki yanına iki uzun hezen (kalın direk) yerleĢtirilir.
Hezenlerin baĢları aĢağı, yukarı, ileri, geri, sağa, sola oynamasın diye gerekli
sağlamlaĢtırma yapılır. Hezenlerin arasına kırk santimetre geniĢlikte, on
santimetre kalınlıkta, uzunluğu da hezenleri dıĢtan dıĢa birleĢtirecek ölçüde bir
ceviz ya da dut ağacı latası hezenlerin altından çakılır. Bu latanın tam ortasına
aruz boynunun gireceği geniĢlikte, boyun parçasının içinde kolayca dönecek,
dönerken yalpa yapmayacak biçimde bir delik açılır. Arus bu delikle yüksük
arasına yerleĢtirilip, ok da takılınca taĢ artık beygir ya da katırın koĢulmasını
bekler çalıĢmak için
KURULU TAM BĠR ġEDDE (16)
ODASININ GÖRÜNÜMÜ
[47]
1-ġem‘a,2-Ayı,3-Üsttapan,4-Altapan,5-teĢt, 6-ġedde çörteni, 7-Alt
tapan ayağı, 8-Alt tapanda yağ çanağı, 9-Muhulda takılı dolu zembiller,10muhul,11,12-Makaranın ipleri,13-Hatrıp,14-Varilden çevirme kazan,15-Duvarda
asılı duran teĢt,16-ġem‘anın hatrıp deliği,17Tek Ģem‘a.
TATLI ġEDDESĠ
ġEDDE,Arapça bir sözcüktür. ġiddet, baskı anlamındadır. Baskı
yapmak, sıkıĢtırma demektir. ġedde taĢta ezilmiĢ zeytinlerin sıkılarak yağının
alındığı kapalı bir bölümdür. Ayrıca bu bölüm içinde bulunan aracın adıdır.
Burada taĢta dövülmüĢ, dövülerek ezilmiĢ zeytinlerin içine konduğu bir curun bir
de teĢt vardır.
[48]
CURUN(17):Beyaz taĢtan oyulmuĢ değiĢik ölçülerde, değiĢik
boyutlarda, iki çuval zeytinin aĢını alabilecek kapsamda, dikdörtgenler prizması
biçiminde bir taĢ kaptır)
TEġT:Büyük bakır leğen.. Bunlardan baĢka bir de Ģedde bulunur.
TATLIġEDDESĠ:Fizikte basit makineler bölümünde okuduğumuz
türden bir düzenektir. Ġki tapan, iki ġem‘a iki ayı bir de makaradan oluĢur.
Ayrıca bir muhulla sekiz, on özel zembilleri de sayarsak her Ģey tamamlanmıĢ
olur.Kısaca bir sıkma aracıdır.
(19) TAPAN:Alt tapan, üst tapan olarak iki tanedir.
[49]
ALT TAPAN(19)
ALTTAPAN: Yirmi santimetre kalınlıkta, bir, birbuçuk metre
uzunlukta, otuz, santimetre geniĢlikte dut ağacından yapılmıĢtır. Ġki ucuna en az
onar santimlik birer kare delik açılmıĢtır. Bu delikler uçlardan yirmi, yirmi beĢ
santimetre içerden, ağacı tam ortalayacak biçimdedir. Altına dört çift ayak
çakılır. Tam ortaya kare prizma biçiminde bir demir yüksük yerleĢtirilir.Yüksük
merkez olacak biçimde yirmi, yirmi beĢ santimetre yarı çapında çember
oluĢturacak biçimde bir çanak yapılır. Bu çanağın çevresi tabandan dört beĢ
santimetre yükseklikte bir kenarla çevrilir içi de sacla kaplanır. Buna alt tapan
denir. YerleĢtirildiğinde öne gelecek yanı altına teĢt kolayca girip çıkabilecek
yükseklikte olmalıdır. Arka ayaklar ise ön ayaklara göre çanakta biriken yağın
teĢte kolayca akıĢını sağlayacak ölçüde ön ayaklardan azıcık yüksek olmalıdır.
Çanağın ön ortasında bir de küçük çörten bulunur. Böylece alt tapan tam olarak
kullanılmayı bekler. ġimdi alttan üste doğru çıkalım: En kolayı önce Muhul‘u
takmaktır.
MUHUL(20:
[50]
Bir, bir buçuk metre arasında değiĢik boylarda alt ucu tapandaki kare prizma
sarsılmadan girecek biçimde yapılmıĢ iki buçuk, üç santimetre çapında sert
silindirik bir demir çubuktur. Bu demirin üst
ucu biraz sivriltilmiĢ ve
ovalleĢtirilmiĢtir. Muhulu da takınca geldi Ģimdi sıra Ģem‘alara:
ġEM‘A(21)
ġEM‘A:Mum demektir. Yalnız burada bu anlamda değildir. Burada iki
metre belki biraz daha uzun iki sert ve sağlam ağacın üçte iki bölümü diĢ açılarak
burgu durumuna getirilmiĢ; geri kalan üçte biri de alt ucu tapan kalınlığından on
santimetre kadar daha uzun olacak biçimde kare prizma biçimine getirilmiĢtir.
ġem‘a tapanda kendisi için açılmıĢ deliğe takılınca alt kısmına tapanın kalınlığını
sıkıca tutacak oynamasına çıkmasına olanak vermeyecek ölçüde iki santimetre
geniĢlikte dört beĢ santim uzunlukta bir delik açılır.
HATIRIP(22)‖
Bu deliğe hatırıp denilen sert ağaçtan yapılmıĢ ya da en iyisi demirden yapılmıĢ
bir takoz çakılarak yerleĢtirilir. Ġki Ģem‘a da yerine takılıca sıra özel zembillere
geldi
[51]
ZEMBĠL: (22)
Hasır örülen sazlarla, görme özürlü kiĢilerce örülerek yapılır. Kilis‘te bu
gün yok olmuĢ olan, Katrancı Camii yanındaki ARASA denilen yerde sayıları
oldukça çok olan kör hemĢehrilerimiz, bu iĢi yaparak geçimlerini sağlardı. Bunlar
dilenerek geçim sağlamayı düĢünmemiĢ onurlu, alın teri, insan emeği ile çalıĢıp
kazanmayı yeğlemiĢ kiĢilerdir. Gözleri hiç görmediği halde yalnız el becerilerini
kullanarak sazdan kuyulardan kovalarla su çekmek, daha baĢka iĢlerde de
kullanılmak için türlü kalınlık değiĢik boylarda ipler, zembiller, hasır iskemleler,
kendir, kınnap, halat yaparak hem kendileri için uğraĢ alanı kurmuĢ olurlar hem
de ailelerinin geçimini sağlarlar. Mahserede kullanılan zembiller bildiğimiz
zembillerden baĢkadır. Bu zembiller yuvarlak iki katlı olur. Tabanında muhula
geçmesi için bir delik, üstünde de alttakine göre biraz daha büyük bir delik
vardır. Üstteki geniĢ deliğe AĞIZ alttaki deliğe de GÖT denir. Muhula bu
zembillerden yedi tane takılır. Zembillerin üstüne kapak denilen parçalar( üç dört
santimetre kalınlığında, otuz, otuzbeĢ santimetre uzunluğunda, kare biçimindeki
bir tahta ortasına muhul kalınlıkta bir delik açılmıĢ, sonra da tam ortasından
kesilerek ikiye bölünmüĢ) konur. Bunların üstüne de ÜSTTAPAN indirilir.
ÜSTTAPAN(20)
ÜSTTAPAN,Alt tapanla eĢ boyuttadır. Yalnız ayakları, çanağı yoktur.
Bunun ortasında Muhul deliği vardır. Deliğin iki yanından onbeĢ yirmi santimetre
ara ile iki halka çakılıdır. Bu halkalara bir buçuk iki metre kadar bir kendir ya da
hasır ipi ortadan katlanarak iki ucundan bağlanır. Ortası da makaranın ortasındaki
taklarak
[52]
AYI
Yirmi santimetre kalınlıkta (Y) biçiminde çatallaĢmıĢ bir ağaç dalıdır. Bu ağaç dut,
ceviz, meĢe olabilir. Dalları düzeltilip birleĢme noktasından Ģem‘anın diĢlerine
uyacak biçimde diĢli delik açılarak Ģem‘alara takılır. Bir cıvata somun düzeneği
gibi çalıĢarak üst tapanı alt tapana sıkıĢtırıp aradaki zembillerdeki ezilmiĢ aĢta
bulunan yağın sızmasını sağlar.
(23)ÜST TAPAN VE MAKARA
DÜZENEĞĠ:
MAKARA, otuzbeĢ santimetre boyunda, on onbeĢ santimetre çapında
silindirik bir ağaçtır. Tam ortasına sekiz, on santimetre yükseklikte, üç
santimetre eninde bir ağaç takoz yerleĢtirilmiĢtir. Takozun iki yanına on, onbeĢ
santimetre ara ile birbiri ile dik açı oluĢturacak biçimde üç santimetre çapında iki
delik açılmıĢtır. Her iki baĢına ucundan üçer santim içerden ikiĢer santimetre
geniĢlikte, ikiĢer santimetre derinlikte, ağacı çember gibi saran iki oluk
açılmıĢtır. Makara Ģedde düzeneğinin üstüne, tam ortasına gelecek ve makara ile
tapan koĢut olacak biçimde yerleĢtirilir. Makaranın yerleĢtirilmesi de önemlidir.
ġeddenin arkasına düĢen duvar yapılırken ya duvarda taĢtan bir çıkıntı yapılarak
ya da bir lata, kalas yerleĢtirilerek, Ģeddenin tam ortasına gelecek biçimde kırk,
elli santimetre geniĢlikte yine bu uzunlukta bir çıkıntı yapılır. Eğer böyle bir
durum yoksa Ģedde kurulurken daha baĢka bir biçimde bu bölüm oluĢturulabilir.
Makara uç bölümlerinde açılmıĢ oluklara halka biçiminde takılmıĢ iplerle bu
çıkıntının altına takılır. Makara bu ip halkaların içinde kolayca dönebilmelidir.
ġimdi iki ucuan tapan halkalarına bağlanmıĢ ipi ortasından tutarak makara
takozuna önden arkaya geçirerek çakalım. Artık Ģedde tamamdır.
[53]
ELCEKLERVE KAPAK(24)
ELCEKLER(24)
Üç santimetre kalınlıkta kırk elli santimetre uzunlukta iki meĢe sopasıdır.
Makaranın deliklerine takılarak üst tapanın indirilip kaldırılmasına yarar
TULUK(25):
TULUK,keçiderisinden yapılır.Kesilen hayvan‘ın derisi,karın kısmı
kesilmeden Soyulur,buna tulum çıkarma denir.Ayakları,karnı,boynu yırtlmadan
soyulan dere sepicilerce iĢlenerek tulum yapılır. Zeytin yağı, pekmez, sadeyağ, su
gibi sıvılar bununla taĢınırlar. Buna TULUK adı verilir.
TULUK(28)
Aġ AMBARI : Büyük bir odadır. Mahsere binasının elverdiğince büyük
olmasında yarar vardır. Önündeki bir kapısı dıĢında her yanı kapalıdır. Duvarları
vs tabanı yağ sızdırmayacak biçimde sıvanmalıdır. Taban kapıya doğru akılganlı
olur. Kapının ağzına sağlam sızdırmaz bir küp yerleĢtirilir. Buna ÖDDE denir.
HASIL:
Mahserenin Ģeddelere yakın, ahırla pisliklerden uzak bir yerine
[54]
iki metre derinlikte (daha çok da olabilir), Bir metre geniĢlikte iki metre eninde
bir kuyu kazılarak içi yağ sızdırmayacak biçimde sıvanır, ağzına sağlam bir kapak
takılır. Çevresi sıvanır. Yeri uygunsa duvarla çevrilip kapı takılarak kapatılıp
kilitlenir. Buraya değin mahserenin tatlı iĢleme bölümünün kuruluĢunu anlattık,
Oysa mahserenin bir de acı işleme bölümü vardır. Biraz da ondan söz edelim:
MAHSERENĠN ACI
BÖLÜMÜ
Kasım aralık aylarında yeni toplanmıĢ zeytinler iĢlenir. Buna tatlı iĢleme
denir. Taze zeytinler bitince aĢ ambarında biriktirilmiĢ aĢ yeniden iĢlenmeye
alınır. ĠĢte buna acı iĢlemek denir. Acı iĢlerken de taĢ, Ģedde kullanılır. Yalnız
taĢlar arasında boncuk farklılığı varsa boncuğu en büyük olan kullanılır. Acının
Ģeddesi de tatlınınkinden daha büyüktür. Acıda bir de ocak vardır. ġimdi de
acıda tatlıdan farklı olan nesneleri tanıyalım.
ACI ġEDDESĠ(23):
OCAK(25)
OCAK
(25)
[55]
Kapı arası dediğimiz bölümün arkasında yapılır. Mahsereyi kapı arasından ayıran
duvara bitiĢik olur. Önce bir, birbuçuk metre yükseklikte, ikisi ana duvara dik,
biri de koĢut olarak (U) biçiminde uzunlukları da bir, birbuçuk metre olan, (U) nun
açık tarafı ana duvara gelecek biçimde ocağın asıl duvarları yapılır, sonra bu ana
duvardan buraya otuz otuzbeĢ santimetre geniĢliğinde kırk santimetre
yüksekliğinde bir ağız açılır. Ağzın çevresi ve duvar kalınlığındaki bölümü ateĢe
dayanıklı siyah taĢlarla kaplanır. Ocağın iç bölümü ise ateĢ tuğlası ile kaplanır.
Tavanı yine ateĢ tuğlası ile kubbe biçiminde örülür.Yalnız bu tuğlalar değiĢik
biçimdedir. Kilisli buna berbeh der. Silindir biçiminde yapılmıĢtır ortaları
deliktir. Bu delikler aracılığı ile ocağın bütün ısısı yukarıdaki halleye iletilmiĢ olur.
Ocak tabanının tam ortasına yirmi, yirmi beĢ santimetre yükseklikte küp
biçiminde yüksek ateĢe dayanıklı bir taĢ konur. Ocağın üstüne bakır halle
yerleĢtirilir. Ayrıca yine ocağın üstüne, hallenin iki yanına yirmi, yirmi beĢ
santimetre yükseklikte birer oturmalık yer yapılır. Burası aĢı piĢirecek olan
ustanın oturacağı yerdir. Usta elinde ġAKIL DENĠLEN araçla aĢı karıĢtırarak
piĢmesini sağlar.
ŞAKILBir, Bir buçuk metre uzunlukta ceviz ya da dut ağacından yapılan
bir araçtır. Ellerle tutulacak olan üçte birlik bölümü üç santimetre çapından beĢ
santimetreye doğru, orta bölümü,beĢ Santimetreden on santimetreye doğru
kalınlaĢır, bu bölümden sonrası ucuna doğru yassılaĢarak onbeĢ santimetreyi
bulur. Sonunda ustanın elinde iyi bir karıĢtırıcı olur. Artık mahserenin
çalıĢtırılmasına gelebilir
MAHSERENĠNÇALIġTIRILMASI
Sahibi ya da ağası Mahsere, (kendi mahseresi olmayan baĢkasının
mahseresini kiralayarak iĢletene de ağa denir.) zeytinler çiçek açtığı zamanlardan
baĢlamak üzere taneler belli olup kararmaya baĢlayıncaya değin yanına bir iki
mellek (bu gün eksper denilen) alarak bölgeyi inceler.Bütün yaz boyunca bu iĢi bir
çok kez yaparak o yılın verimi konusunda kesine yakın bir bilgi edinir. Bu bilgi iki
nedenle çok gereklidir. l- Gelecek ürün mahsere çalıĢtırmaya değer mi? 2Üreticiler borç isterlerse verebilir mi? Kilis‘te Üretici o yılın zeytin ürününü
göstererek mahsereciden borç para ister. Buna ZEYTĠN ÜSTÜNE BORC PARA
ALMAK veya VERMEK denir. Borçlu üretici, o yılki ürününü
alacaklının
mahseresine getirmek, orada sıktırmak ve elde ettiği zeytin yağı ile ödemek
zorundadır. Zeytin yağı günlük bedel üzerinden olabileceği gibi alacaklı ile
verecekli arasında daha önce borç alınıp verilirken belirlenmiĢ bedel üzerinden de
olabilir. Daha çok da bu geçerli olur. Bütün bu araĢtırmalar olumlu sonuç verirse
mahsere açılmasına karar verilir. Daha çok köylü üreticiler para isterler. Ağalar
[56]
da onları yeğlerler. Bu iĢ bitince mahsere müĢterisi hazır demektir, Ģimdi sıra
iĢçileri bulmaya gelmiĢtir.TaĢ baĢına iki taĢçı, iki taĢıyıcı, bir de kaç taĢ olursa
olsun mahsereye bir usta ile konuĢulur. Bütün anlaĢmalar konuĢularak yapılır.
Kilis‘te yazılı anlaĢma pek olmaz. Verilen söz her türlü yazılı anlaĢmadan daha
üstündür. Bu durum Kilislinin bir karakter belirtisi değil de nedir? Bu günkü
Kilislilerin bundan alacakları çok ders olsa gerekir.
TaĢ baĢına iki de beygir ya da katır alınır. ÇalıĢma süresi boyunca
hayvanların yemleri alınıp ambarlanır. Her Ģey hazır olunca arada bir toplanarak
her Ģey gözden geçirilir. Yenilenmesi ya da onarılması gerekenler elden geçirilir.
Artık taĢın yağlanmasına sıra gelmiĢtir.
TAġIN YAĞLANMASI
Mahserenin çalıĢmaya baĢlaması demektir. Ġlkönce ağa kendi
zeytinliğinden mevsimsiz de olsa bir çuval zeytin getirir. Zeytin taĢa dökülüp
ezilmeden önce bir kurban kesilir. ―Bu kurban genellikle iyi beslenilmiĢ bir
koçtur.‖ Ġki kulplu büyük kazanla bir sulu yemek yapılır. ―Bu yemek taze veya kuru
fasulye, patlıcan, kıĢ kabağı olabilir‖ Bunun yanına ya pilav ya da keĢkek yapılır.
Pilav pirinç ya da bulgur pilavıdır. Seçme iĢini iĢçiler yaparlar. Üstüne de künefe
verilir. Pilav kalaylı aĢ hallesi ile yapılır. ĠĢçiler kendileri yiyip doyduktan sonra
evlerine de yemek ve tatlı götürürler. Bu sırada hatırlı müĢteriler yakın dost,
akraba, konu komĢu da yemeğe çağrılıdır. Bütün bunlardan sonra yemek yine
artabilir. Bu kez Ģölen evinin kapısı ardına değin açık bırakılır. Canı isteyen herkes
girip karnını doyurur. Yemekten sonra bir mevlit okunur Ağanın bir çuval zeytini
taĢa konularak ezilir. Ezilen zeytin taĢtan curuna, curundan Ģeddeye, oradan da
aĢ ambarına atılır. Böylece Mahsereye ağa tarafından getirilen bu bir çuval zeytin
yalnız taĢı değil mahserenin her yanını yağlamıĢ olur. Bu iĢlemle mahsere
çalıĢmaya baĢlamıĢ olur. Üreticinin zeytini evinden alınıp mahsereye taĢıyıcı
iĢçilerce çoğu kez sırtlarında taĢınılarak getirilir, taĢçı iĢçi, onu dikkatlice ,
özenerek ezer. Kimi üretici çok titiz olur, taĢtaki ezilmiĢi eliyle denetleyerek
beğenip beğenmediğini söyler. Beğenmezse birkaç dolam daha döndürülür.
DövülmüĢ, dövülerek ezilmiĢ zeytine aĢ denir. Bu aĢ taĢtan curuna taĢınır. Bundan
sonraki iĢ zeytin sahibinindir. Kendisi ya da getirdiği adamı Ģedde de sızdırma
iĢlemini yaparlar. Muhuldaki zembilleri curundaki aĢla doldurup muhula takar,
zembillerin üzerine tahta kapakları yerleĢtirdikten sonra üst tapan indirilir. Bu
durumda zeytin yağı zembillerin gözeneklerinden sızarak akmaya baĢlar. Üzerine
hiçbir baskı uygulamadan akan bu yağa sızma adı verilir. Bu yağ, en beğenilen
zeytin yağıdır. Bu yağ teĢtten alınarak ayrı bir kapta toplanıp üreticinin evine
götürülür. Sızma iĢlemi yavaĢlayınca ayılar yavaĢ, yavaĢ döndürülerek tapanın
üzerine oturtulur. Tapanın iki yanı dengeli olarak arada bir sıkıĢtırılmak üzere
iĢlem tamamlanır. Ayılar sonuna kadar indirildikten sonra artık zembillerden yağ
sızması durunca Ģedde baĢındaki kiĢi ―ġeddeye gel ! ‖ Diye bağırır. BoĢ iĢçilerden
biri gelir Ģeddeyi çözer. Yani önce ayıları bükerek yukarı kaldırır, sonra üst
[57]
tapanı makara ile yukarı çeker. Arkasından muhulda takılı sıkılmıĢ zembilleri
çıkarır. Daha sonra en alt zembilden baĢlayarak boĢaltır. BoĢalan zembilleri
Ģedde vuracak kiĢiye verir. O da yeniden doldurarak muhula geçirir. Bu iĢ böylece
sürer gider. ĠĢçi zembilden boĢalttığı aĢı aĢ ambarına taĢır. Ambarda aĢ
biriktikçe iĢçiler onu düzenleyip tepeleye, tepeleye sıkıĢtırırlar. Bu aĢlar çoğalıp
sıkıĢtıkça alttan yağ sızmaya baĢlar. Sızan yağ ödde çukurunda toplanır. Dolunca
alınarak hasılda biriktirilir. Bu iĢler yapılırken Ģedde odasına mal sahibi veya onun
görevlendirdiği dıĢında kimse giremez. Çünkü ġedde göz kaldırmaz. Bir taĢ zeytin
dövülünceye değin bir Ģedde tamamlanır. Sızan yağlar Ģedde odasında bulunan,
ortadan kesilerek ikiye bölünmüĢ bir varilin, parçalarına ikiĢer kulp takılıp taĢına
bilir duruma getirilmiĢ olan kaplardan birinde toplanır. Bu kap dolunca yağ keçi
derisinden yapılmıĢ tuluklara çekilir. Dolu tuluklar(tulum) taĢıyıcı iĢçiler
tarafından sırtlarına alınarak üreticinin evine götürülmek üzere mahsereden
çıkarılır. Bu tulumların sırta alınıĢı da özel biçim ister. Önce üç, dört metre
uzunluğunda bir hasır ip alınır, U biçiminde ikiye katlanarak tuluğun altına açılır. U
nun uçları tuluğun üstünden dolandırılarak
kendi içinden geçirilip sarılır.
TaĢıyacak iĢçi, sırtını tuluğa döner ipin uçlarını tutarak omuzlarından öne doğru
çeker. Bu iĢlemle tuluk sırtına yaklaĢır. Bu anda tuluğa sarılı ipin ortası omzuna
yaklaĢmıĢtır. Kendisi ya da bir arkadaĢı yardım ederek onu baĢından geçirip
boğazına alır. Ġpin uçlarını boğazındaki halkanın aĢağıdan yukarı doğru içinden
geçirerek çeker böylece tuluk kendiliğinden sırtına yüklenmiĢ olur. Artık taĢıma
iĢi kolaylaĢmıĢ olur.Yolda giderken ipleri isterse elinde tutar isterse beline
sararak elini, kolunu salaya sallaya rahatça gider. Tuluğu yüklenen taĢıyıcı,
çıkarken ―Peygambere salavat!‖ diye bağırır. Ġçerden iĢçilerden biri ona ―ġirin
gel!..‖diye yanıt verir. Bu taĢıyıcı üreticinin evine gidip zeytin yağını boĢaltıp
dönerken evde bulunanlara ―Hadi Allah‘a ısmarladık güle, güle sağlıkla yiyiniz. Bize
de Ģirin gelin‖ Der. Onlar da sucuk, bastık, kesme, muska kuru üzüm gibi evde
bulunanlardan bir Ģeyler verir. O da aldığını mahsereye getirerek arkadaĢlarına
verir Mahsere kültürü bir takım değiĢmez kurallar koymuĢtur
ÇALIġAN MAHSEREDE
UYULMASIGEREKENKURALLAR
Kimse bu kuralların dıĢına çıkamaz.
Biraz da bu kurallardan söz edelim:
ÇalıĢan bir mahsereye giren birisi kapıdan içeri girince içerdekilere
―Karhaneye bereket!..‖ diye seslenir. Kiminle görüĢecekse onun yanına gider
selamlaĢır. KonuĢur, iĢi bitip giderken tam çıkıĢ kapısına yaklaĢınca ―Peygamber‘e
Salavat‖ Der içerdekiler de salavat getirirler. ġeddeye doğru giden herkes
―ġeddeye bereket‖, Mahsereye giren herkes ―Karhaneye bereket‖ çıkıp giderken
de ―Peygambere Salavat‖ demek zorundadır. Ġçerdekiler de buna ―Allahümme salli
[58]
ala seyyidina Muhammmedin ve ala ali Muhammed.‖ Diye yanıt verirler. Bu yanıt
çoğu kez sessizce olur. Mahserede zeytin sıkmak bir ibadet gibidir. Mahsereyi
ve oradaki iĢi kötü gözden, kem sözden, Ģeytandan, cinden korumak gerekir.
Ġçerde kavga edilmez, küfür edilmez, sürekli besmele çekmek, salavat getirmek
gerekir. Birçok üretici ġedde baĢında iĢ yaparken abdest alır. Bozuldukça da
tazeler. Mahserede ateĢ yakılmaz. Hava ne denli soğuk olursa olsun mahsere
ısıtılmaz. Mahserede çok aydınlık olmaz. Isınması içerde çalıĢanların, hayvanların
nefesleri ile olur. Aydınlanması ise çıra denilen tenekeden yapılmıĢ, söbekli, bir
çanak, bu çanağın içine, bükülerek parmak kalınlığına getirilip konmuĢ pamuk ipliği
ve çanağın içine konulacak yağla olur. Bu da yalnız Ģeddede, taĢın uygun bir
yerinde, bir de kapı arasında bulunur. Gündüz mahsereye dıĢardan giren birisi bir
süre beklemeden hiçbir Ģeyi göremez. Gözü karanlığa alıĢtıktan sonra ancak
yolunu görebilir.
Mahserenin tüm gün yirmi dört saat süreyle çalıĢtığını söylemeye bilmem
gerek var mıdır? Böyle olunca da bütün iĢler nöbetleĢe yapılır. Her taĢ bir birim
varsayılarak iki hayvan, iki taĢçı, iki de hambal alındığını daha önce de söylemiĢtik.
Usta dıĢındakiler her altı saatte bir nöbet değiĢtirirler. Buna devir denir. Kolaylık
olsun diye devir sabah altı, öğlen on iki, akĢam on sekiz ve gece yirmi dörtte
yapılır. Zamanla insanlarla, hayvanlar bu saatlere koĢullanırlar. Saate bakmadan
anlarlar devir zamanı olduğunu. Zamanı geldiğinde birisi ―Devir!‖ diye bağırınca
hayvan zınk diye durur, bir adım attıramazsınız. Bir de taĢçı ―TaĢaaaa!‖ diye
bağırdığında hiç bir Ģey demeden dururlar. Bu sesleniĢ zeytinin tam dövüldüğünü
artık onun taĢtan alınması gerektiğini bildirir. Zeytin sahibi isterse gelip eliyle
yoklayarak inceleyebilir. Mahsereye ya da taĢçıya güveniyorsa ―Eline sağlık―
diyerek yerinden bile kalkmadan onay verir. TaĢıyıcı koĢarak gelir. Curundaki
leğeni alarak taĢtaki aĢı curuna taĢır. Eğer dövülmekte olan zeytin ayni üreticinin
zeytini ise yeniden bir çuval zeytin daha dökülür, değil de baĢka birinin zeytini
dövülecekse taĢ iyice temizlenir. Sonra yeni zeytin konarak iĢe devam edilir.
Ġki tür üretici vardır.―benderci‖ denilen, iĢi günlerce süren zengin,
zeytini çok
olandır. Diğeri bir, iki çuvallık zeytini olandır. Doğal olarak
bendercinin yeri ayrıdır. Hele bu kiĢi, köyden gelmiĢse yanında bütün köyün
zeytinini de getirmiĢse büsbütün değiĢir. Bir kez iĢi günlerce, kimi zaman bir iki
hafta sürebilir. ĠĢi çabuk bitirebilmek için mahserenin bütün taĢları Ģeddeleri
onun malına ayrılır. BaĢka müĢteri alınmaz. ĠĢ birkaç çuvallık ise bir taĢta onun
malı dövülürken diğer taĢ ya da taĢlarda da baĢka kiĢilerin iĢi görülür. Benderci
gelmiĢ mahsereyi tümden kapatmıĢ ise ağa da iĢçiler de çok sevinirler. Önce
taĢıyıcılar sevinir. Kentin bilmem neresinden sırtında çuvalla zeytin taĢıma iĢi yok,
ayrıca tulukla eve zeytin yağı taĢımak yok. Bütün iĢ mahsere içindedir. Diğer
iĢçiler de sevinirler. Çünkü tümü eĢit koĢullarda gelir ortağıdırlar. Böyle bir
müĢteri geldiğinde ağa sürekli onun yanındadır. Ağa tahtına temiz yatak konur.
Benderci iĢ bitinceye değin orada kalacaktır. Gece geç saatlere kadar konuĢulur,
[59]
söyleĢilir. Ġlerleyen saatlerde tepsi ile baklavalar, künefeler gelir. EĢ dost
toplanır yenilir, çaylar, kahveler içilir. Ağa tahtında bir mangal bulunur. Herkes
bunun çevresinde oturur çay ve kahve bu mangalın korunda yapılır. Nerde kaldı o
günler. O çaylar, ıhlamurlar, hele o güzelim korda yapılmıĢ kahveler. Bir de
bakarsınız kapı açılır. Elindeki fincanları Ģıkırdatarak mırracı gelmiĢtir. Hiç
sormadan herkese birer acı kahve verir. Doğru Ģeddeye gider yanında getirdiği
kabı uzatarak bir miktar yağ konulmasını bekler. Verirlerse de vermezlerse de
oradan ayrılır. ġafakla birlikte salepçi gelir, hemen onun arakasından kahkeci
gelir. Bunların hiç birisi parayla satıĢ yapmazlar. Her Ģey Ģeddeden verilecek bir
bardak yağladır. Az verdin; çok istedin tartıĢması olmaz. Bunlara yağ veren kiĢi
verirken ―Yeter mi arkadaĢ? Dur istersen biraz daha vereyim.‖ der. Alan da
―Yeter çok oldu ağam Allah bin bereket versin.‖ Diyerek ayrılır. Sonra günde
birkaç kez dilenciler gelir, ellerinde bir ibrikle Ģeddeye yaklaĢarak ibriklerine
biraz yağ konulmasını isterler. Mal sahibi, isterse verir istemezse vermez. Dilenci
de oradan ayrılırken dualar eder. ―ġeddeye bereket‖ Diyerek ayrılır. Nerde o
güzelim günler, o güzelim insanlar. Bugünün madrabazları, dolandırıcıları,
hırsızları örnek alabilirler mi acaba? Oysa bugünküler de bu insanların çocukları
torunları değiller mi? Yarın bunlar nasıl anılacaklarını biliyorlar mı (!)
MIRRA
Bir tür acı kahvedir. Çok iyi kaynatılarak tortusu alınmıĢtır.
Kulpsuz, dip kısmı dar, ağzı geniĢ, fincana konularak sunulur. Fincan doldurulmaz,
ya yarım konulur ya da bir fırtlık konur bir içimde içilir.
KAHKECĠ:
Kahke, Kilise özgü kabarık bir ekmek türüdür. Sabah kahvaltılarında
yenilir. Mahserede bulunanlar bunu curunun baĢında lokmalarını curundaki aĢın
çukur yerlerinde toplanmıĢ zeytin yağına batırarak yerler. O kahkeyi, o
kendiliğinden sızmıĢ yağa, bandırıp yemesi öylesine güzel olur ki tadına doyum
olmaz. ĠĢte gerçek Kilis sızması budur.ġeddeye taĢınan aĢ zembillere konularak
iĢlem sürdürülür. Bu iĢ mahsereye zeytin gelmesi bitinceye değin sürer. TaĢın
biri yedekte nöbetçi bırakılarak Acıya geçmek için çalıĢmalara baĢlanır. Önce
ocak ve baca elden geçirilir. Sonra Ģedde kurulur.Acı için gerekli zembiller
hazırlanır. Acı, dövülecek taĢın arusla boncuk arasındaki açıklık sıkılaĢtırılır. Her
Ģey yeniden gözden geçirilir tamamlanmıĢ olduğu anlaĢılınca Ağa, bir yemek daha
verir ve acıya geçilir.
ACI ĠġLEM
Acı iĢlemek, aĢ ambarında biriktirilen aĢın yeniden taĢta dövülüp
sonra piĢirilip daha sonra Ģeddede sıkılarak yağının alınmasıdır. Önce ambardan
taĢa yeterince aĢ alınarak iyice dövülür. Bu aĢ halleye taĢınır. Ocak yakılır. Ġlk
ocak odunla yakılıp ısıtılır. Daha sonraki ocaklarda oduna gerek kalmaz. Ġlk
bürünler çıkmıĢtır, artık oduna ve baĢka yakacağa gerek kalmamıĢtır.Acı, taĢların
[60]
en büyüğünde dövülür. Acı Ģeddesi tatlı Ģeddesinden çok daha farklıdır. Tapanlar
tatlının tapanlarından bir buçuk iki kat daha kalındır. ġem‘alar da öyle ayılar, tatlı
ayılarının iki büyüklüğündedir. Muhul tatlı muhulunun ikisi kalınlığında ikisi
boydadır. ġem‘aların diĢleri daha aĢağıya inecek biçimdedir. Zembiller de çok
değiĢiktir. Önce tatlıda kullanıla , kullanıla eskimiĢ, yassılaĢmıĢ zembiller
seçilerek ayrılır. Bunlardan da yararlanılır. Asıl Acı zembilleri ağızsız olarak iki
kat örülür. Bunlar basıldığında tatlı zembillerinden daha geniĢ olurlar. Ocakçı
halledeki aĢın kıvama geldiğini söyleyince sıcak aĢ zembillere yerleĢtirilir. Yalnız,
aĢ bu kez zembillerin içine doldurulmaz; daha önce Muhula boĢ bir zembil takılır,
aĢ bu zembilin üstüne konur, düzenlenerek bir kubbe oluĢturulur, üzerine boĢ bir
zembil daha konur. Böylece onbeĢ, onaltı zembil yerleĢtirilir. En üste bir boĢ
zembil, onun da üstüne acı Ģeddesinin kapağı yerleĢtirilir. Üst tapan indirilir. BeĢ,
on dakika beklenir, muhula takılı zembiller0 elden geçirilir. Eğrilik varsa
düzeltilir. Düzeltmeler bir, bir buçuk metre boyunda düzgün bir ağaçla da yapılır.
Ağacın bir ucu Ģeddenin kambur olan yerine konur, ortası Ģem‘adan destek alınıp
kendine doğru çekerek düzeltilir. ġedde vurmak düzeltmek tümüyle mahsere
ustasının görevidir. Diğer iĢçiler ona yardımcılık ederler. Ġyice denetlenip düzgün
olduğu kanısına varılınca düzeltme sırasında zembil aralarından dökülen aĢlar
toplanır. Ayılar bükülerek indirilir. Bu ayılar büyük ve de ağır olduklarından tek
kiĢi tarafından sıkıĢtırılamazlar. Bu nedenle boĢta olan bütün iĢçilerin yardımı ile,
bu da yetmeye bilir, az önce sözünü ettiğimiz ağacın da desteği ile üst tapan
Ģem‘a diĢleri bitinceye değin ara, ara sıkıĢtırılarak indirilir. ġedde sıkıĢtırılırken
ivmenin yararı yoktur. Ne denli ağır olursa o ölçüde yararlıdır. Amaç aĢtaki yağı
son zerresine değin sızdırmak olduğuna göre baĢka bir yol da yoktur. ġeddede
toplanan yağ açık yeĢil renkli ve acıdır. Yalnız sabun yapmakta kullanılır. Bu
nedenle bu iĢlerin adına acı iĢlemek de denir. Sızma tümüyle bitince Ģedde
sökülmeden zembiller bir astarla silinerek kuruyuncaya değin temizlenir. Bu arada
yeni sızma olursa yine beklenir.Tam kuruma sağlanmıĢsa Ģedde sökülür.
Zembillerdeki aĢ, kurumuĢ, yapıĢarak ortası delik, kenara doğru incelen disk
biçiminde bürünlere dönüĢmüĢtür. Bu bürünler çok değerli, dayanıklı bir yakıttır.
Ağanın malıdır. Ancak ağa bunu iĢçilerine, bol zeytin getirmiĢ, getirecek olan
üreticilere akrabaları ile tanıdıklarına da üçer, beĢer dağıtır. Geriye kalanını da
kendi evinde ocakta sobada kullanır.AĢı piĢiren iĢçi ocağın üstünde kendisi için
düzenlenmiĢ olan oturmalık yerlerinden birinde oturarak elindeki Ģakılla halledeki
aĢı durmadan karıĢtırarak piĢirmeye çalıĢır. Yalnız bu karıĢtırma öyle oldum olası
olmaz. Ya hallenin kendine uzak kenarından baĢlamak üzere, soldan sağa doğru
hallenin dibini kazıyarak sık yatay çizgiler çizerek kendine yakın kenara doğru
gelir ya da yakından baĢlayarak uzak kenara doğru gider. Bu iĢi aĢ, kıvamına
girinceye değin sürdürür. Hallenin kenarında iki oturmalık yer olduğunu
söylemiĢtik. Her ikisi de piĢiricinindir. Gereğinde yer değiĢtirerek bu iĢi aĢ
kıvama girinceye değin sürdürür. Tam kıvama girince ―Kazan çek!‖ diye seslenir,
[61]
ĠĢçiler koĢup gelirler, Ģedde az önce çözülmüĢ, hazırdır. Ocağın ateĢi çekilir.
Sıcak aĢ, sıcak, sıcak her zembilin üzerine bastırılarak konur. En alttaki zembil
bastırılınca üstüne bir zembil daha eklenir,onun da üstüne boĢ bir zembil konulur
aĢ bu zembilin üstüne bastırılarak böylece muhul boyunca dizilir. Kapak tahtaları
konulur ve üst tapan ağır, ağır indirilir. Tapan zembillerin üstüne tam oturunca;
gerek zembiller takılırken gerek tapan indirilirken dökülen aĢlar toplanır. ġedde
kontrol edilir. Eğrilik varsa, kayma olmuĢsa daha önce de anlattığımız gibi
düzeltilerek ayılar indirilir. Ağır, ağır sıkılarak yağın aĢı terk etmesi sağlanır.TaĢ,
Ocak, Ģedde birbiri ile uyumlu çalıĢmak zorundadır. Yoksa iĢler aksar. ġedde
söküldüğünde zembillerin arasındaki aĢlar sıkıĢtırılarak yapıĢmıĢtır. Yağı da
alındığı için bir disk gibi biçimlenerek bürün olarak çıkar. Bürün Kilis‘te çok
değerli Bir yakıttır.
OCAĞIN YAKILMASI:
Ocağın yapılıĢını anlatırken ortaya bir kara taĢ konduğunu
söylemiĢtik. Bürünler, bu taĢın, iki yanına, önüne birer tane dik olarak, üstüne de
bir tane yatay olarak konulur.
ġAKIL,ATEġ TAġIMATENEKESĠ,
BÜRÜN(28)
MAHSERENĠN KAPANIġI
Yağlar, hayvanlar, onlar için alınmıĢ yem artmıĢsa satılarak paraya çevrilir.
Hesap kesimine oturulur. Ağa bir yemek de o gün verir. Tüm giderler düĢüldükten
sonra elde edilen gelir, daha önce konuĢulup anlaĢıldığı gibi ağa ile iĢçiler arasında
üleĢilir. Herkes kendi payına düĢen parasını alarak ağayla, gerekirse, gelecek yıl
yine birlikte çalıĢmak üzere sözleĢip helallaĢarak ayrılırlar.Kilis‘te bu gelenek çok
eskiden beri yerleĢmiĢtir. ĠĢçi çalıĢtığı iĢin gelir ortağıdır. Bu gün Kilis‘te
mahsere kalmamıĢtır. Ne o taĢlar, ne o Ģeddeler, ne de acı iĢçiliği kalmıĢtır.
Bunlar yok olunca gelenekler de yok olmuĢtur. Bir kentin kültür, gelenekleri yok
olunca o kentte çok Ģey değiĢir. Kilis de bu değiĢimi yaĢamıĢtır. Öykümüzü
sürdürdükçe daha bir çok kültür değerlerimizin nasıl değiĢip yok olduklarını
üzülerek göreceğiz Acı iĢlenirken ocak değiĢtikçe tanıdık, eĢ dost, hısım akraba,
saygın müĢteri evlerine özel mangalla ateĢ gönderilir.
[62]
MAHSEREDEN ATEŞTAġIMA KABI
BÜRÜN(25)
Bürün ateĢi mangalda, kocacıkta, tandırda uzun süre etkisini korur bu
nedenle aranılan ateĢtir. Kocacıkta, tandırda yirmi dört saat ısısını koruyabilir.
Ocaktan özel bir kürekle alınır. TaĢınacağı mangala özenle konulur. Her parçası
bal peteği gibi hem gözenekli hem de bal rengindedir. Hele tandırda daha çok
kalır.
Acı iĢlenirken kapı arasında bulunan ocak çok iĢe yarar. Bu iĢ yılın
en soğuk aylarında (ocak-Ģubat ayları) olduğundan herkes çok üĢümektedir. ĠĢsiz,
güçsüz, emekli, yaĢlı takımı gündüz gelir, sekide otururlar, söyleĢirler. Ocağın
sıcak külüne patata (patates), Çükündürük (kırmızı pancar), yumurta gömerek ya
da çaydanlıkta çay, ıhlamur yaparak hem yer, içer, hem de zaman geçirirler. Bu
tür olaylar acı iĢleme sürecince kesilmeden sürdürülür
ġimdi az önce yukarda sözünü ettiğimiz TANDIR, ve KOCACIK‘tan da
biraz söz edelim.
TANDIR:
Yerkatındaki odanın tabanına, doğu, batı, daha çok da kuzey duvara
yakın bir yere yarım metre derinlikte bir çukur kazılır, bu çukura ağzı geniĢ ve
açık bir küp yerleĢtirilir, küpün çevresi sıkıca toprakla, kömür tozu ile doldurulur,
üstüne taĢtan bir kenar yapılır, ağzına da yine taĢtan bir kapak konulur. KıĢın
tandırın üzerine dört ayaklı tahta bir kürsü konur (tandır kürsüsü). Tandırın içine
ateĢ doldurulur, kürsünün üzerine bir yorgan atılır ve insanlar ayaklarını bu
yorganın altına uzatarak tandırın çevresine otururlar. Günlük iĢlerini burada
görürler ece oturmalarına gelen konuklar da tandırın baĢında söyleĢirler.
TANDIR VE TANDIRLA
ĠLGĠLĠ ÇĠZĠMLER(30
[63]
TANDIR KAPAĞI
KıĢın uzun gecelerinde geç zamanlara değin oturan konuklar, tandır
kürsüsünün üstüne konan tepsinin içindeki, kuru üzüm, kuru incir, sucuk, bastık,
muska kesme gibi Kilis Ģire ürünlerinden ya da baklava, künefe, sütlaç gibi
tatlılar, türlü kuruyemiĢ yine bunların yanında mısır haĢlaması, mısır patlatması
gibi kendilerine sunulan yiyecekleri yiyerek günlük, geçmiĢ olaylardan, gelecekte
yapılacak iĢlerden söz ederek, masallar, öyküler anlatarak zaman geçirirler.
Özellikle çocuklar, gençler bu tandır baĢı söyleĢilerini çok severler. Hele iĢ
destan , masal , öykülere gelince bayılırlar.
KOCACIK
Topraktan yapılmıĢ üstü kubbe biçiminde kapalı kubbe yuvarlağında
serçe parmak kalınlığında delikler olan bir ısınma aracıdır. Bu da tandır
kürsüsüyle kullanılır.Tandır gibi bulunduğu yere bağlı değildir, gerektiğinde
kullanılması gereken yere taĢınabilir.
[64]
KOCACIK(32)
KOCACIK:Allah‘ım ne güzeldi o tandır veya kocacık baĢı söyleĢileri. O
gecenin en saygın kiĢisi tandırın dar gözüne oturtulur, diğerleri onun sağına,
soluna yerleĢerek tandır baĢında halka oluĢtururlar. Önce büyükler konuĢur,
küçükler dinlerler. Sonra ev sahibinin sunusu gelir, tandır kürsüsü üstüne. Sunuda
künefe varsa tepsisi ile gelir, Ģeker kestirmesi kaynarken sıcak, sıcak dökülür.
KaĢıklar elde bir saldırı baĢlar. O bir koca sini künefe yenir yutulur. Arkasından
meyve, çerez tepsisi gelir kürsünün üstüne. Tanrı‘ nın izniyle o da temizlenir.
Günlük iĢ konuları yarenlikler, Boğazlar Konusu bittiğine göre iĢ de bitmiĢtir.
Artık herkesin evine gitme zamanı gelmiĢtir. Bir baĢka gece baĢka bir evde
buluĢmak üzere anlaĢılarak herkes evine gider.
III.BÖLÜM
2-BAĞBOZUMU(120)
(BAĞA ÇIKMA ):
BAĞA ÇIKMA :
Ağustos ayı sonu eylül baĢı Kilis‘te her yaĢtaki insan tarafından dört
gözle beklenir. Artık üzümler olgunlaĢmıĢtır. Birkaç gün içinde sergilere baĢlana
bilir. Çadırlar, haymeler kurulmaya hazırdır. Sergide gerekli olan gereçler
toplanır. Yiyecek, giyecek, mutfak gereçleri,eğlence araçları, daha neler, neler
gerekiyorsa tümü alınmıĢtır. Son olarak bir de çebiĢ alınır, yola çıkılır. Olanağı
olanlar iki atlı arabayla, olmayanlar atla, eĢekle, bağın yolunu tutarlar. Bağa
yetiĢilince arabadan, attan, eĢekten inilir. Birlikte getirilen araç, gereç gereken
yerlere yerleĢtirilir. Sonra sıra insanlara gelir. Herkes çadır, ya da hayme içinde
yatacak yerlerini belirler. Kısaca bunu kamp yapmaya bağa çıkanları da kampçılara
benzetebiliriz. Kampçılar yerlerini alırlar.Bağa çıkmak, Kilis‘te yazlığa gitmek gibi
bir olaydır. Hem iĢ görülür hem eğlenilir . Hele kimi aileler bu iĢi öylesine
renklendirir, öylesine güzelleĢtirirler ki anlatması bile tatlıdır. Ben burada daha
çok sıradan bir ailenin Bağa çıkmasını anlatmaya çalıĢacağım Yeri geldikçe
diğerlerine de değineceğim.Kilis‘te kimi bölgelerdeki bağlar bulundukları yerin
özelliği dolayısıyla bağa çıkılmaya değer. Orada her türlü eğlence yapılabilir. Bu
bölgelerin baĢlıcaları:
Ġlezi Bağları, Bugün Yatılı Bölge Okulu‘nun güneyinde bulunan bağlar .
[65]
Eskiden bu Okulun Yeri Ġlezi Bahçesi idi. Burada. iki pınar, iki küçük havuz vardı.
Pınarların suyu bu havuzlarda toplanılır, bu sularla sebzeler, meyve ağaçları
sulanırdı. Kilis‘e çok yakın oluĢu buradaki bağların önemini arttırmıĢtı Kilis‘in
merkez evlerine en çok bir kilo metre uzaklığı var, Bağbozumu zamanında bölge
çadırlarla dolar, insanlar karınca gibi kaynaĢırdı. Geceleri yanan eğlence ateĢleri
ile her yan pırıl, pırıl yanardı. Bundan baĢka Leylid Bağları, Bahçe arkası, Ayn-i
safa ( Safa gözü = eğlence pınarı) Akpınar çevresi bu mevsimde Kilislinin özel
olarak önem verdiği yerlerdir. Bağa çıkanlar ( eğer üzümler kesime gelmiĢse her
gün sabahları kahvaltıdan sonra hava serinken kesime baĢlarlar.Öğleyin sıcak
saatlerde herkes çadır veya haymenin gölgesine sığınır., ikindi serinliğinde bir
daha baĢlanır güneĢ batıncaya değin sürdürülür. Üzüm kesilirken, bir yandan da
serme iĢi yapılır, bu nedenle üzümler kesildiği anda bekletilmeden serilmiĢ olur.
Eli bıçak tutabilen herkes eline bir bıçak alır (yalnız çocuklar, yaĢlılar, küçük
bebekler, hastalar, çadırda kalırlar,) zembilleri de alarak tiyeklere saldırırlar.
Ġçlerinden birisi yerden bir avuç toprak alarak tiyeğe doğru atar. Bu atıĢ tiyekte
hıĢırtı yapmalıdır.Tiyeklerde yaprakların arasına, kızıl arılar, eĢek arıları yuva
yapmıĢ olabilir, tiyek içinde gölgelik, serin yerde bir engerek yılanı bulunabilir.
Bunların tümü çok tehlikelidir. Atılan toprağın gürültüsü bunları kaçıracaktır. Bu
denemeden sonra yaklaĢılarak kesim iĢine baĢlanır.Tiyeğin çevresine, dağılan
insanlar kestikleri salkımları ortaya koydukları zembile atarlar. Zembil dolunca
taĢıyıcı çocuklar kulpundan yakaladıkları gibi alıp götürürler.Mantara bekçisi
kesime baĢlamadan önce gelip sergi yerini açmıĢtır. Açılan bu yerin bir köĢesine
bir büyükçe teĢt konur. TeĢt su ile doldurulur. - Ġçine üzümler konduğunda
taĢmayacak ölçüde-Ġçinde yeterince Patiz,potas ( potasyum permenganat)eritilir.
Üzümler bu suya dökülür. Üzümler suya elle bastırılarak iyice ıslanmaları
sağlanır. Çıkarılmadan önce bir iki yemek kaĢığı zeytin yağı dökülür suyun yüzüne .
Sonra üzümler teĢtten iki avuçla alınarak bir nahese ya da süzgece konulup suları
sızdırılır. Oradan alınarak bekçinin daha önce toprağı düzelterek hazırlamıĢ
olduğu alana serilir.Öğlen sıcağı bastırıp çalıĢılamayacak durum olunca herkes iĢi
bırakıp kimi çadırın içinde kimi koyu gölgeli ağaç altlarına sığınır. Bu arada öğlen
yemeği de yenilir. Bu saatte yenecek yemek çok hafif olmalıdır iç katması, zeytin
yağlı çiğköfte, patlıcan kızartması, cacık, salata, yoğurt gibi bir Ģeyler
yenilir.Yemek ağırlığı akĢam yemeğindedir. Uzun yaz gündüzlerinde saat on altıya
değin dinlenilir. Sıcak hava etkisini yitirince yeniden iĢe baĢlanır. Sergi iĢi
bitinceye değin iĢ böylece sürer gider.AkĢam üzeri iĢ yine bırakılır. Eller yıkanır,
iĢ giysileri değiĢir, akĢam yemeği, gece eğlencesi hazırlıkları baĢlar. Gelirken
birlikte getirilen oğlak ya da keçi kesilip parçalanarak hanımlara verilir. Onlar bu
etle daha önce kararlaĢtırılan yemeği yapmaya baĢlarlar. Bir kısmı da kelleyi,
karını, mumbarı temizler, piĢirmeye hazır ederler. Bağda kelle yenmesi Ģarttır.
Gençlerle çocuklara gelince onların baĢka uğraĢları vardır. Bütün uğraĢları,
çabaları gece eğlenceleri bağlamında gerekecek gereçleri sağlaya bilmektir. Önce
[66]
kuru ağaç dalları çalı, çırpı
toplayarak bir yere yığılır. Sonra bağa gelirken
alınmıĢ olan göğe çıkan, tumana kaçan, hava kibriti, yıldız döken, çat pat, mantar ,
mantar tabancaları, bağa çıkılmadan birkaç gün öncesinden yapılmıĢ tiyaralar (
uçurtmalar) Bunlar kolayca bulunacak biçimde el altında bir yere konur.Yine bu
bağlamda getirilmiĢ otomobil tekerlek lastiğinden kesilmiĢ ince uzun parçalar
sopaların ucuna bağlanır.
AkĢam güneĢi batmadan önce
(tiyaralar) uçurtmalar uçurulur.
AkĢam yemeği de hazırlanmıĢtır. Mantara Bekçisi de yemeğe gelmiĢ, sofranın
onur konuğu olmuĢtur. Bağ sahibinin alıĢkanlığı varsa sofrada alkollü içki de
bulunur. Keçinin etinin bir bölümü ile Ģehriyeli bulgur pilavı bir bölümü ile de taze
fasulye,balcan ( patlıcan) bastırması yapılır.Üstüne de tatlı olarak irmik helvası.
Ġçki içen varsa ĢiĢ kebabı da vardır. Bu iĢ için keçinin ciğeri de kullanılabilir.
Ben sanıyorum ki bağ bozumu geleneği Kilis‘te ANTĠK dönemden
kalma bir alıĢkanlıktır. Özellikle keçinin bir simge durumunu almıĢ olması bu
düĢüncemi daha da güçlendiriyor. Bağ bozumu, Ģarap tanrısı DĠYANĠZOS da keçi
ayaklı kıllı bacaklı olarak simgelenirdi. O dönemde de bağ bozumunda keçi kurban
edilirdi. Gerçi son zamanlarda Kilis‘te bir çok konuda zenginlik gösteriĢi bir
yarıĢma durumuna getirilince keçi, ―Tu kaka! ‖Koyun, ―Oh ne ala!‖olmaya baĢlamıĢ,
böylece bağ bozumuna koyun da kurban olmaya baĢlamıĢtır. DeğiĢen yalnız bu
olsa gam değil. Kilste değiĢmeyen bir tek adı kalmıĢtır, Kilis‘in. Kilis‘in eski kent
soylusu törelere , geleneklere uygun , sanata, kültüre saygılı yaĢayarak hem
korunmasını, hem bir sonraki kuĢağa aktarılmasını sağlayarak çok büyük bir görevi
baĢarıyla yerine getirmiĢtir. Bugünkü sonradan görme zenginler, öyle
değiller,bunlar, o eski kent soylulara benzemiyorlar. Her Ģeyi kendilerine göre
değiĢtirerek yepyeni, geçmiĢi olmayan, baĢkasındakilere özenerek, onu taklit
ederek karma karıĢık bir Ģeyler yapıyorlar. Ama uyumsuz, beğenisiz oluyor. Doğal
olarak yapana, yaptıranlara bel ki güzel görüne bilir. Kimse alınıp gücenmesin ama
hiç de güzel olmuyor. Aslında Kilis‘te Kent soylusu yoktur. Olsa, olsa ağa ve ağalık
vardır. Bu
nedenle de Kilis‘te tarımsal alanda etkinlikler geliĢmiĢtir. Orun
(sanayi) alanında hiçbir geliĢme olmamıĢtır.
Pamuklu, ipekli dokumacılık alanında, Zeytin yağı üretimi
konusunda, pekmez yapımı konusunda bir takım giriĢimler olmuĢsa da sonuç
vermemiĢ, tüm olumsuzluğuna karĢın sınır kenti olmanın olanaklarından
yararlanılarak kolayca bireysel zenginlik yolları aranmıĢtır. Bu yolları bulup
baĢaranlar aĢırı zenginleĢirken iĢsiz, toraksız insanlar da gittikçe
yoksullaĢmıĢlardır. Kilis‘te aĢırı varsıllaĢan dünkü yoksul insanların bir çoğu, ― Ne
oldum‖ delisi durumuna düĢerek aklına geleni yaparken Kilis‘in etik değerlerini
bilerek değilse bile bilmeyerek olsun tepe taklak edivermiĢtir. BaĢlangıçta
kınanan bu KiĢiler, sonradan beğenilen, imrenilen, övülen kiĢiler oluvermiĢlerdir.
Bu durum Kilis insanının yapısını değiĢtirmiĢ, yeni bir Kilisli ortaya çıkarmıĢtır.
Konunun çok dıĢına çıkmadan bir örnek verelim: GeçmiĢ, bize çok
[67]
güzel bir bağcılık, iki bin yıldan beri denenerek olumlu sonucu alınmıĢ bağlarımızı
vermiĢtir. Dün Kilis‘te yetiĢtirildiğini duyduğumuz üzüm çeĢitlerinin bugün
çoğunun adını bile anımsamaz olduk. ĠĢte bunların bir kaçı:
ALACA:
Ġlk ben düĢen, (Ġlk yetiĢen) yuvarlak taneli, koyu mor renkli bir
üzümdür. Ġlk yetiĢtiği için tadı az mayhoĢtur. Her bağda bulunmaz. Bulunan
bağlarda da birkaç tiyekten çok olmaz
KAYISI:
Hemen, hemen alaca ile birlikte yetiĢir. Ondan az sonra olgunlaĢır
ince kabuklu, yuvarlak taneli, çok tatlı sarımtırak beyaz bir üzümdür. Çabuk
ezildiği, bol sulu olduğu için gün pekmezi yapımında kullanılır. Bu üzüm de her
bağda olmaz, bulunan bağda da beĢ on tiyekten çok olmaz.
KORUSKARASI:
(Kirus,Korus:Kilis‘in antik dönemdeki adıdır.) Bu nedenle bu üzüme
KĠLĠS KARASI demek daha doğru olur. Doğrusu da bu olur. Günümüzde
horozkarası, horuz karası gibi söylemeler görülüyorsa da Türkçedeki k/h ses
değiĢiminden kaynaklanan bu olayın bizim üzümün adıyla ilgisi olmasa gerektir.
Bizim KĠLĠSKARASI üzümümüz, iri, oval taneli, iki çekirdekli, mor siyah renkli,
kalınca kabuklu, kırmızı Ģarap yapımında kullanılan, sofralık bir üzümdür. Kilisli bu
üzümü de çok yetiĢtirmez. Her bağda beĢ, on tiyek ya bulunur ya bulunmaz. Bu
üzüm de alaca ile
kayısının ardından erken yetiĢen üzümlerdendir. Serilerek
kurutulmuĢu da çok beğenilir.Yine bu türden çok güzel Ģarap yapılır. Kilis ġarap
Fabrikasında yapılan çok baĢarılı denemeden sonra Atatürk Orman Çiftliği, Lüks
Kilis ġarabı diye bir Ģarap çıkarmıĢ. Dünyaca çok beğenilerek ödülle, madalyalar
almıĢtı. Ne yazık ki Kilisli Üzümünü Ģarap yapmak üzere Tekele vermeyi günah
saymıĢtır. Bu nedenle de bu üzümü yetiĢtirmeye özen göstermemiĢtir. Kuru urumu
üzümünü tekele rakı olacağını bilebile verir. Oysa bu üzüm yapısı, yola dayanıklılığı
ile sofralık üzüm olarak geniĢ bir Pazar alanı da bulabilir. Bu gün Ankara
pazarlarında, manavlarda marketlerde çok aranan geldiği gün biten bir üzümdür.
Bir baĢka olasılık daha vardır bu konuda:Kilis ġarap fabrikası,1950
yılından önce C.H.P zamanında yapılmıĢtır. O zaman yeni kurulmuĢ olan D.P.seçim
kazanmayı C.H.P.ile savaĢarak olanaklı görmüĢtür.Bunun için önce Ġsmet Ġnönü‘yü
ele almıĢ,onu halkın gözünden düĢürebilirse bu iĢi olur sanmıĢ,bunun yetmediğini
anlayınca kendini Dine saygılı,karĢısındakinin dinsiz olduğunu savunmuĢ.Bu da
yetmeyince C.H.P.zamanında yapılanları kötülemeye baĢlamıĢtır.Kilis ġarap
Fabrikası da bunlardan biridir.Bununla bir taĢla iki kuĢu birden vuracaklardı. Hem
Dr Muzaffer Canpolat‘ı seçtirmeyecekler hem de C.H.P.yi devireceklerdi.Bunda
da baĢarılı oldular.
Sonunda kaybeden Kilis oldu.Fabrika bu günkü duruma geldi. Güzelim koruzkarası
da bu hallere düĢtü.
[68]
KADINPARMAĞI,
DEVEGÖZÜ,BALÜZÜMÜ,
TAHANNEBĠ,DIMIġKI
HUMMUSĠ,
Bu üzümlerde Koruskarası türündedir. Hepsi de çok beğenilen, çok
aranan sofralık üzümlerdir. Bulundukları satıĢ yerlerinde aranan, önce tükenen
üzümlerdendir. Adı çıkmıĢ Ege bölgesi üzümlerinden daha çok alıcı bulan
üzümlerdendir. Bir bölümü iri yuvarlak taneli, bir bölümü iri oval tanelidir.
URUMU, ġĠRELĠK
Daha adını anımsayamadıklarım da olabilir. Bunlardan Ģirelikle,
urumu, dıĢındakiler tümü sofralık
üzümlerdir. Türkiye‘nin her yanına
ulaĢtırılabilir. Ortaasya, Ġran, Irak Arabistan‘da her zaman Pazar bulabilir. Bu
türler de atalarımızdan bize değin gelmiĢ çok güzel, değerli ürünlerdir. Çoğu
günümüzde unutulmuĢtur. Kimi hiçbir bağda ekilmez olmuĢtur. Kilis bağcılığının
temeli urumu üzümdür. Diğerleri sanki ondan da bulunsun diye ekilirler. Urumudan
önce yetiĢtikleri için büyük bağ sahipleri sofralarında bulunması için her türden
birkaç tiyek (kök) ekerler.
URUMU:
Bu türlerin tümünden sonra olgunlaĢır. Tamamı serilerek kurutulur.
[69]
Kuru üzüm: Seçilip ayıklandıktan sonra Ģire sandığına konur. Tuzsuz sarı leblebi
ile karıĢtırılarak kıĢ gecesi çerezi olarak değerlendirilirken, asıl büyük kısmı
pekmezcilikte, rakı yapımında kullanılır. Rakı üretimi devlet tekelinde olduğundan
o konuda bir Ģeyler söylemem olası değildir. Pekmez yapımını ilerde anlatacağım.
ġĠRELĠK:
En son olgunlaĢan iki üzümden biridir. (Diğeri Hummusi). Ġnce
kabuklu, iri, iki çekirdekli, sarımtırak bir üzümdür. ġire yapımında kullanılır.
(Ġlerde söz edilecektir)
HUMMUSĠ:
En son yetiĢen mor renkli, oval, gevrek yenmesi güzel, sofralık,
serilerek kurutulan bir üzümdür. Son bahar sonuna değin bozulmadan
kalabildiğinden dolayı kıĢ bağı olarak da bırakılır. Sona kalan salkımlar tam
renklerini alamazlar, taneler mor-beyaz renkli olurlar. Bu durumlarına ABLAK
denilir. Mevsim normal geçerse aralık ayı
ortalarına değin kalabilir. Kimi
zamanlar yılbaĢı sofralarına da çıkabilir.
YEDĠVEREN:
Aslında bağlardan çok ev asmalarında yetiĢtirilen kara, yuvarlak
taneli, ekĢimtırak bir üzümdür. Bu üzümün asması, Kilisin her evinin havıĢında
bulunur. Önce KORUK olarak tüketilir. Kilis limon, sirke gibi salata ekĢileri yerine
daha çok bu asmalardanaldığkoruğu kullanır. Koruğu kurutarak da kullanabildiği
gibi , suyunu çıkarıp ĢiĢelerde saklarlar ya da kaynatıp koruk pekmezi de yaparlar
.
Gelin isterseniz biz gene sergimizin baĢına gidelim. Sofra kurulmuĢ,
kaĢıklar yemeğe daldırılmak üzere gemici fenerleri, fendüsler yakılmıĢ, ortadaki
pilavın, sulu yemeğin buharları tütüp duruyor. Bu arada hanımlardan biri ortaya
bir demet yıkanmıĢ temizlenmiĢ taze soğan, taze yeĢil ve kırmızı biber, bir tomar
tandır ekmeği bırakır. ġimdi millet ―Ah birisi buyurun dese de yemeğe baĢlasak!‖
diyor. Onu da biz diyelim bari ―Buyurun efendim.Yarasın!..‖ Sofra baĢında bir
kaĢık yarıĢıdır baĢlar. Herkes bir an önce karnını doyurmak çabasındadır. Karnı
doyan kaĢığı elinden attığı gibi sofradan kaçarcasına kalkar. ġimdi gece eğlencesi
baĢlayacaktır. Ne yapılacağı gündüzden kararlaĢtırıldığı için fazla gürültü patırtı
olmadan herkes yapılacak iĢte kendine düĢen görev ne ise yerine getirir.
Sözgelimi büyük bir ateĢ yakılıp üzerinden mi atlanacak, yok sopaların ucuna
takılan lastikler yakılıp gezilecek mi? Hemen gereken yapılır. Göğe çıkanlar mı
atılacak yoksa yıldız dökenler mi yakılacak? Yoksa hava kibritlerinin allı yeĢilli
yanıĢları mı izlenecek. Mantar tabancalarının patırtısı, çatpatların çatırtıları
arasında tumana kaçanların kaçıĢlarını izlemek de az güldürmez insanı.
KoĢuĢmalar, bağrıĢmalar, gülüĢmeler arasında gündüzün yorgunluğu unutulmuĢ
gece bir hayli ilerlemiĢtir. Kısaca artık uyku zamanı gelmiĢtir. Topluluk içinde en
çok sözü geçen birisi . ―Artık yatalım. Geç oldu. Sabahleyin yine üzüm kesilecek,
erken kalkılacak‖ der, herkes yatağına koĢar. Bir gürültü de yatarken kopar.
[70]
Hiçbir zaman bağa çıkarken yeterince yastık getirilmez.Un torbası, bulgur
torbası gibi Ģeyler yastık olarak kullanılır.Yetmezse yattığın yerdeki toprağı
kabartarak baĢının altına yastık yaparsın. Yatanların içinden birisi özellikle
herkes yatıncaya değin uyumaz. Herkesten önce uyanır.Daha önce gündüzden
hazırladığı yağ tavasını alarak yatanların tümünün yüzüne tavanın arkasından
parmağı ile aldığı karayı sürer Kimin yaptığı bilinmesin diye kimi zaman kendi
yüzünü de boyar. Bir baĢkasınınkini boyamaz sabahleyin kalkıldığında herkes
birbirinin yüzüne bakıp gülerler. Sonra da bunu kimin yaptığını bulmaya çalıĢırlar.
Bağdaki gündüzler, geceler böyle geçer.
Kesilen üzümler zembillerle sergi yerine taĢınır.Orada önce bir Ģal
üzerine dökülür. Burada salkımlar tek, tek elden geçirilerek çürükleri ayıklanır.
Bu iĢe ―üzüm tahlemek‖ denir. Tahlenen salkımlar çürük üzüm tanelerinden
arındırılmıĢtır. ĠĢte teĢtteki patizli suya bu üzümler atılır, zeytinyağı da
dökülerek naheseye ya da süzeğe alınır. Bir tencere üzerinde sırkıtıldıktan sonra
düzlenmiĢ toprağa serilir. Bağın üzümüne göre serilmiĢ üzüm bir tiyek ve onun
dört yanındaki baran aralarına sığmıĢsa buna bir tiyek arası denir. Büyük bağlarda
bu sayı bağın tiyek sayısına, üzüm verimine göre artar. Yüz, yüz elli tiyeklik
bağlar olduğu gibi binlerce tiyeklik bağlar da olabilir.Bağa çıkanların yerleĢim
durumlarına göre bağda kalma süresi değiĢir. YerleĢimleri kalmaya, değiĢen hava
koĢullarına, elveriĢli olanlar, alacalara ben düĢünce bağa gelir. Kuruyu da
toplayınca inerler. Bu erken gelenler kayısının olmasını beklerken niĢeyi de bağda
yapabilirler. Hatta bu kiĢiler güzün yapılacak baĢka iĢleri de bağda yaparlar.
Domatessalçası, biber salçası, kuru tozbiber, niĢe, Ģire, diğer kurular. Patlıcan,
dolmalık kabak, acur kuruturlar. Taze fasulye, bamya da burada kurutulur.
[71]
SERGĠ TOPLAMA:
Bağa erken çıkmıĢtık. Alacayı, kayısıyı gördük. Derdik. Koruğu da
kestik. Bir bölümünü ezdik, suyunu çıkardık. Suyun bir bölümünü güneĢte ya da
kaynatarak pekmez yaptık. Kalanını ĢiĢelere doldurup hava ile ilgisini kesmek için
üzerine yeterince zeytin yağı koyarak mantarlarını kapattık. Serdiğimizden bu
yana yedi sekiz gün geçmiĢtir. Sergimizin kurumuĢ olması gerekir. Toplamaya
hazır bekliyoruz. Bir gün akĢam üzeri yapılan son denetlemeden sonra ―KurumuĢ
yarın sabahleyin topluyoruz.‖ denir. Sabahleyin kuĢluk zamanı, kalburlar, Ģallar,
çuvallar, leğenler, zembiller alınarak sergi yerinin baĢına gidilir. Önce birkaç
salkım kurumuĢ alınır.
BĠR TĠYEK ARASI SERGĠ
Sonra bu salkımların altına dökülmüĢ tanelerin tümü toplanır. Sonra
yine birkaç salkım alınır, böylece serginin tümü bitinceye değin iĢ sürdürülür.
Toplanan üzümler bir Ģal üstüne yığılır. Ġri sapları kalbura sürülerek ayıklanır.
Ufak çöpleri daha sonra ayıklanmak üzere çuvallara doldurulur. Artık bağda
yapılacak iĢ kalmamıĢtır. Son olarak bütün bağ bir kez daha gözden geçirilir. Hem
unutulmuĢ bir nesne olup olmadığına bakılır hem de tiyeklerde gözden kaçan
salkımlar olup olmadığına bakılır. Bu iĢe baĢaklama ya da Ģıttıflama denir.
Toplanan Ģıttıflar ve sergi serilirken Ģire yapılırken toplanan tahler bir araya
getirilir. Bunlar da ezilerek Ģıttıf ya da tah pekmezi yapılır. Bu pekmez ekĢi
olduğu için fazla yenmez. Daha çok sıcak yaz günlerinde serinletici olarak içile
bildiği gibi (Bu pekmezle yapılan Ģerbete DEMĠRHĠNDĠ de denilebilir) Kıymalı
Köfteyle benzeri kuru yemeklerin yanında da ayran gibi kullanılır.Bu iĢler bitince
eĢya toplanır ya getirilen bir at arabasına ya da binek hayvanlarına yüklenerek
evin yolu tutulur. Bu dönüĢe (BAĞDAN ĠNME)denir.
Birkaç gün dinlenildikten sonra yeni bir iĢe giriĢilecektir Bunun hazırlığı
baĢlar. Bu iĢ çetin kıĢ koĢullarında yapılacak olan Zeytin toplama iĢidir
GÜZÜN YAPILAN BAġKA
ĠġLER
DOMATES SALÇASI:
(Tamatos Bekmezi)
Yeterince Domates alınır. Bol suda yıkanır. Bir teĢt, sal,veya curun içinde
[72]
tepelenerek ya da bir et makinesinde çekilerek ezilir, ezilmiĢ domatesler
süzekten geçirilerek suyu alınır. Yalnız posası kalıncaya değin bu iĢlem yinelenir.
Alınan su, bir taĢım kaynatılır. GeniĢ açık kaplara konularak güneĢte bekletilir.
Muhallebi kıvamını buluncaya değin sık, sık karıĢtırılır. Daha sonra gölgeye alınır.
Kaplar birleĢtirilir. En sonunda tek kaba alınır. Yine gölgede bir iki gün bekletilir.
Bu arada biraz tuz katılır. Artık salça tam kıvamını bulmuĢtur. Bir carraya ya da
bir katremize bastıra, bastıra konur, hava almasın diye üstüne zeytin yağı
eklenerek cerre ya da kavanozun ağzı kapatılır. Islak kaĢık değdirilmeden
kullanılırsa bütün bir yıl bozulmadan kalabilir. Bu yöntemle yapılan salça hem
bereketli, hem de lezzetli olur. On kilogram domatesten bir kilogram salça elde
edilir.
KURU BĠBER, BĠBER PEKMEZĠ:
Kilis yöresinde yetiĢtirilen kırmızı biberlerden yeterince alınır. Salçalık
biber alınırken kurutmalığı da almak gerekir. On iki kilo kurutmalıktan, bir kilo
kuru toz biber; sekiz kilo kırmızı biberden bir kilo salça elde edilir.Biberler iyice
yıkandıktan sonra ortasından ikiye kesilir tohum ve sap tarafı kurutmalık olarak,
uç kısımları salçalık olarak ayrılır. Kurutmalıklar uzunlamasına ortadan ikiye
dilinir, düzeltilmiĢ bağ toprağı üzerine (Bu iĢ evde yapılıyorsa avlunun veya damın
uygun bir yerine) serilir. Biberler çıtır, çıtır kuruyuncaya değin beklenir. Ġyice
kuruyunca sokuda dövülür. Arada bir kalburla elenerek toz biber elde edilir. Bu
biber boz renkte olur. Yeterince yemeklik zeytin yağı katılarak iyice
karıĢtırıldıktan sonra kırmızı rengini alır .
[73]
Biber pekmezi için ayrılan biberler eskiden evdeki olanaklarla
ezilerek suyu çıkarılır. Çıkan bu su tepsilere konularak güneĢe dizilir. Burada
buharlaĢarak koyulaĢır, katılaĢır. Bu arada sık, sık bir kaĢıkla karıĢtırılarak
buharlaĢması kolaylaĢtırılır. KatılaĢınca açık havada gölgeye alınır. Bir iki gün de
böyle bekletilerek iyice katılaĢması sağlanır; yeterince tuz katılarak carraya ya
da katremize (kavanoza) konur. Hava alıp bozulmasın diye iyice bastırılır. Üst
yüzeyinin hava ile iliĢkisini kesmek için bir parça zeytin yağı konulur.Burada bir de
not düĢelim. Bin dokuz yüz doksan-doksan üç-doksan dört senelerinde
Cumhuriyet Gazetesinde bir araĢtırma yazısı çıkmıĢtı. Orada, Hollanda Kraliyet
Tıp Akademisinde yapılan bir araĢtırmaya göre ―Kilis ve yöresinde yetiĢtirilen
kırmızı biberlerin yeĢil saplarının yüksek tansiyon, romatizma,
kalp
rahatsızlıkları, erkeklerdeki cinsel güçsüzlüğe iyi geldiği‖ konusunda bilgi
veriliyordu.Bunu da Kilisli üretici, tüketicilere duyurmak istiyorum.
ġĠRE YAPIMI :
KĠLĠSTE ġĠRE YAPIMI
denince akla hemen sucuk,bastık gelir. Oysa gerçekte daha geniĢ kapsamlı bir
edimdir. ġire yapımı. ġimdi bu bağlamda usumuza neler geldiğini teker, teker
irdeleyelim: ġire iĢi Ģirelik üzümü ile olur.ġĠRELĠK üzüm kesilir. Önce salkımlar
tek,tek elden geçirilir. KurumuĢ ve çürük tanelerden temizlenir. Sonra üzümler
sala ya da curuna doldurulur. Üzerine bol su dökülerek
yıkanılır. Suyu
sızdırıldıktan sonra üzümlerin üzerine havara (beyaz pekmez toprağı) serpilir.
Gençlerden biri ya da ikisi, baldırlarını, ayaklarını dizden aĢağıya sabunla
yıkayarak sala çıkıp üzümü tepelemeye baĢlarlar. Üzüm genel olarak gece
tepelenir. Bu sırada darbukalı, tefli Ģarkılar, türküler söylenir göbekler atılır, yoh
[74]
, yohlar çağrılır, zılgıtlar çalınır. Sözcüğün tam anlamıyla bir düğün yapılır Kilis‘te
bu tür öznesiz düğünlere EġEK SÜNNET ettirmek denir. Bu arada ezilen
üzümlerden akan su atılan havara etkisi ile bulanık beyaz renkli olur. Süzekten
geçirilerek ocağın üstündeki kazana ya da halleye toplanır. Kazan ya da halle
dolunca ocak yakılır. Hallenin içindeki Ģıra ısındıkça yüzünde kirli bir köpük
birikir. Buna KEF denir. ġıra kaynamaya baĢlayınca bu kef bir süzekle alınır. Bir
iki taĢım kaynayınca daha önceden hazırlanmıĢ, taze sütleyen dalları demeti ile
karıĢtırılır. Sonra bu sıcak Ģerbet boĢ teĢtlere kazanlara çekilir. Orada
dinlendirilir. BoĢalan halle temizlenir. Dinlenen Ģıra süzülerek halleye alınırBuraya
değin yapılan iĢleme tortlama denir. TortlanmıĢ Ģerbet artık her iĢe yarayan bir
Ģerbettir. Ġstersen niĢeleyerek hapısa yaparsın. Hapısa ile ister sucuk yaparsın.
Ġster bastık serersin, istersen güneĢe koyup gün pekmezi yaparsın istersen
kesme yaparsın. Daha da yetmezse miĢmiĢ, kayısı, ayva, elma, Ģeftali, ceviz,
patlıcan, kabak reçelleri yapabilirsiniz. Canınız ne isterse Gelin biz bunlardan bir
kaçını yapalım.
SUCUK-BASTIK
Yeterince tortlanmıĢ Ģerbet halleye
konulur yeniden kaynatılır.
Kaynayan Ģerbet tavĢan kanı kıvamına gelinceye değin kaynatma sürer. Bu arada
niĢe soğuk su ile yoğrulur. Ġyice yoğrulduktan sonra yine soğuk Ģerbetle cıvıtılır.
YoğrulmuĢ, cıvıltılnıĢ niĢe bir yandan hallede kaynamakta olan Ģerbete katılırken
bir yandan da kulplutasla hallenin çevresinde toplananlar, halleyi karıĢtırırken
hep bir ağızdan ―Uydu da gitti Ahmet‘le AyĢe. Uydu da gitti. ‘Hasan‘la Fatma .
Uydu da gitti .‖Kısaca bir erkekle bir kız adları söylenir.Bunlar evli bir çift
olabilir,niĢanlı,sözlü,sevgili olabilirler. Tekerlemeleri arasında coĢku içinde hapısa
piĢerken birisi ocaktan bir köz ateĢ alarak hapsanın içine atar ―Ay !Amanın
hallenin içine sıçan düĢmüĢ.‖ der. Aslında bu bir Ģaka olmakla birlikte hapsanın
olup olmadığını anlamak için yapılan bir denemedir. Atılan ateĢ hapsada hemen caz
diye sönerse hapsa olmamıĢ, sönmez bir süre ateĢ olarak kalırsa hapsa tam olmuĢ
demektir. Hallenin altıdaki ateĢ çekilir. Hemen ceviz, badem, fıstık, fındık
çangalları getirilip hapsaya bandırılır. Daha önceden karĢılıklı iki halka arasına
gerilmiĢ kendire asılarak beklenir. Birinci kat batırma iĢi bitince ikinci kat
batırması baĢlar. O da bitince üçüncü kata geçilir. Bu arada soğuyan hapsa da
koyulaĢmıĢtır. Her kat batırma yapılırken bu iĢi yapan kadınlar ―Dursun Hanım!
Gömleğin mübarek olsun ! Dursun Hanım, Zıbının mübarek olsun! Dursun Hanım,
kürkün de mübarek olsun!‖ diye her kat batırılıĢı kutlanılır. Ayrıca bütün bu iĢler
ta baĢından beri bir tapınma duygusu içerisinde inanmıĢlıkla yürütülürken türlü
dinsel dualar okunur, salavatlar, tekbirler, tehliller, kelime-i Ģahadet getirilir.
Hallenin baĢına gusül alması gereken insanların yaklaĢması istenmez. Eğer
istenmedik bir olay olursa kesinlikle aralarında böyle birinin bulunduğu sanısına
varılır.Bu iĢler yapılırken bir yandan da konu komĢuya, sıcak, sıcak yesinler diye
tabaklarla hapsa yollanır. Bu tabakların üstüne ceviz kırıntıları da atılır.
[75]
BASTIK SERMEK:
Bastık hapsası, sucuk hapsasından bir az daha ince olur. Hapsa
olduktan sonra düzgün bir yüzeye Ģal serilir, üzerine de ıslatılmıĢ ince çarĢaf
açılır. Kova veya satıl ile getirilen hapsa, açılan, ıslak çarĢafın bir köĢesine
dökülür. Elinde tahtadan yapılmıĢ özel malası ile usta bir kadın bunu çarĢafa
incecik serer. Kaç çarĢafa serilecekse serilir. ĠĢ bittikten iki üç saat sonra
çarĢaflar, yukardan aĢağı sarkıtılır. AkĢam olunca çarĢafın enine bir kenarına
yirmi, yirmi beĢ santim geniĢliğinde azıcık niĢasta serpilerek çarĢaf bunun
üzerine katlanılır. Gece katlanmıĢ bu çarĢaflar bir odaya konur, sabah olunca yine
asılarak kuruması sağlanır. Ġyice kuruyuncaya değin birkaç gün süreyle bu iĢ
yinelenir. ÇarĢaflar, kuruyunca baĢlangıçtaki gibi katlanarak saklanır. KıĢa doğru
bastık kapları açılır, temiz bir Ģal üzerine ters olarak serilir. ÇarĢafa su
püskürtülerek ıslatılır. BeĢ, on dakika sonra bastıkla çarĢaf dikkatlice
dokunuĢlarla birbirinden ayrılır. ġalın üstünde kalan bastık, bastık olarak
tüketilecekse bir peçete büyüklüğünde parçalara ayrılır. Bu parçaların çarĢaftan
ayrılan yüzüne niĢasta sürülerek katlanır.Bu parçaların her birine Ģukka denilir.
ġukkalar, Ģire sandığında kuru üzümün üstüne konur taze bastığın büyük bir kısmı
muska olarak da değerlendirilir. Kazanda daha Ģerbetimiz kalmıĢsa onunla kesme
ve reçeller yapılır kalanı ile de evin sirke gereksinimi karĢılanır. Bu arada hallede
kalmıĢ ve katılaĢmıĢ hapsa da alınıp düzgün bir tahta üstüne serilerek kurutulur.
Bu kalın bastık çok güzel züngül olur.
MUSKA:
Bastık yüzülürken yapılır. ÇarĢaftan yüzülerek ayrılan bastık bir
makasla BeĢ, on santimlik Ģeritler halinde kesilir. Bu Ģeritler bir köĢelerine verev
olarak konacak bir tatlı kaĢığı muska içi ile dört, beĢ kat bükülerek muska
durumuna getirilir. Muska içi: EzilmiĢ ceviz, Gaziantep fıstığı, toz Ģeker, karanfil,
tarçın, hindistan cevizi karıĢımıdır. Muska da sandığın bir köĢesine bastığın
üstüne konur. Sandığın öbür köĢesine de çangaldan koparılmıĢ ceviz, badem,
fıstık, fındık sucukları yerleĢtirilir.Yer varsa kesme de bir yere konularak sandık
kilitlenir. Açılmak için ak devenin dama çıkması beklenilir
KESME:
Döğme kırığı, bulgur unu Ģerbetle iyice piĢirilir. Tarçın, karanfil,
zencefil, hindistancevizi, damla sakızı gibi baharatlar katılarak kokulandırılıp
tatlandırıldıktan sonra ya tahta pekmez kutularına Konarak kutu kesmesi olur
ya da düzgün bir tahta yüzeyde veya bir tepsi içinde kuruyuncaya değin
bekletilir. Ġyice kuruyunca bir bıçakla lokum dilimleri gibi kesilerek niĢastalanır.
O da Ģire sandığında diğerlerinin yanında yerini alır.
ġĠRE SANDIĞI:
Varlıklı bir ailenin Ģire sandığında bakın neler vardır:
[76]
1-Kuru üzüm:
4 – Sucuk,
a-Urumu üzüm kurusu
a-Ceviz sucuğu,
b-Koruskarası kurusu,
b-Fıstık sucuğu ,
c-Hommusi üzüm kurusu c-fındık sucuğu,
ç-DımıĢkı üzüm Kurusu
ç-Badem sucuğu
2-Bastık,
5- Kesme,
3-Muska:
6 – Ġncir kurusu,
a-Ceviz içili,
7 – Ceviz içi,
b-Fıstık içili.
8 – Fıstık içi
Bunların yanında Ģu anda anımsayamadığım baĢkaları da bulunabilir.
KĠLĠSTE PEKMEZCĠLĠK
PEKMEZ TÜRLERĠ
A-YAġ(TAZE) ÜZÜM PEKMEZĠ
B-KURU ÜZÜM PEKMEZLERĠ,
Kilis‘te Pekmez Birkaç türlü yapılır. Önce taze üzüm ve kuru üzüm
pekmezi olarak ikiye ayrılır Taze üzümle yapılan iki türlü pekmez vardır.
l.-GÜNPEKMEZĠ,
2.-KAYNATMA PEKMEZ.
Kuru üzümle yapılan pekmez de üç türdür.
1.-CIVIK,
2.-TELBĠS,
3.-MAYALI
KAYNATMA PEKMEZ:
Bu pekmez her tür üzümle olur. Ġlle de kayısı olması gerekmez. Kayısı,
Ģirelik, urumu hangisi olsa olur.Tortlanan Ģerbet bekletilir, dinlenince süzülerek
yeniden kaynatılır. Kaynayarak pekmez kıvamını alınca soğuyuncaya değin sık, sık
bir kepçeyle savrulur.Tam soğuyunca küp, carra ya da katremizine konularak
kilerdeki yerini alır.
HALLE OCAK,KÜREK
[77]
PEKMEZHANE OCAĞI(33)
Pekmezci hallesi bakırdan yapılmıĢtır. Büyük bir teĢt
gibidir, kalaylanmaz. Pekmez hanenin tağarlardan uzak bir yerine kurulmuĢ kapalı
bir ocağın üzerine yerleĢtirilmiĢtir. Pekmez savrulurken çevreye saçılmasını
önlemek için ocağın çevresiyle birlikte hallenin çevresi de kapatılır. Yalnız üstü
açık kalır. Bir de kürekçinin durduğu yer biraz açıktır.
PEKMEZCĠ KÜREĞĠ(34)
KÜREK:
Bir,bir buçuk metre uzunlukta bilekten az daha ince bir sapın iki yanına
yarım daire biçiminde iki parça eklenerek ucu daireleĢmiĢ bir ağaçtan yapılmıĢtır.
ġerbet köpükleĢince tel elekle kirli köpük alınır.
Bir taĢım kanaması
beklenir.Sonra halleden çekilir. dinlendirilmeye bırakılır. Ayrı bir kapta dinlenen
Ģerbet içinde bulunan havara kalıntısını, baĢka yabancı maddeleri çökelti olarak
kabın dibine bırakarak kendini temizler. Daha sonra bu durulmuĢ Ģerbet yeniden
halleye konarak kaynatılır. Kaynarken de Kürekle savrulmaya baĢlanır. Pekmez
kıvamına gelinceye değin ara sıra savrularak pekmez olur.
TELBĠS:
ġerbetine kök çalınarak, ısınır ısınmaz savrulmaya baĢlanır,hiç durmadan
pekmezinkinden
daha yüksek savrularak piĢirilir. PiĢtikten sonra da halleden
alınınca konulduğu kapta soğuyuncaya değin bir kepçeyle savrulursa Telbis
olur.Telbis, pekmezden daha açık renkli daha lezzetli olur. AteĢte piĢirilerek
[78]
yapılan pekmez gün pekmezinden daha koyu renklidir.
YAġ ÜZÜMLE YAPILAN PEKMEZLER:
GÜN PEKMEZĠ:
Kayısı üzümle yapılır. Önce üzüm kesilir. Salkımlarda bulunan çürük
taneler (Tah ) ayıklanır. Özel curun, sal veya geniĢ bir teĢte konulur. Üzerine
havara (pekmez toprağı) döküldükten sonra ayakla ezilerek suyu çıkarılır. Bu su
hallede ya da büyük bir teĢtte tortlanır. Dinlendirilir. Sonra yine tortlandığı
kaba alınarak bir taĢım kaynatılır. Artık üzüm suyu Ģerbet olmuĢtur. GeniĢ ağızlı
düz kaplara konularak güneĢe bırakılır. Bu kaplardaki Ģerbet sık, sık bir kaĢıkla
karıĢtırılır. Azaldıkça kaplar birbirine
çevrilerek bir ya da iki kaba alınır. Birkaç gün içinde süzülmüĢ bal kıvamında bir
pekmez elde edilir. Saklanacağı küp, carra , ya da katremize konulur içine bir iki
dal fesleğen atılarak kilerdeki yerine yerleĢtirilir..
KURU ÜZÜM PEKMEZĠ:
Kuru üzüm havara katılarak taĢta dövülür. Ġyice ezilince toparlanarak top
durumuna getirilir. Üzerine ince bol havara serpilerek kurumaya bırakılır. Pekmez
hanelerin üzüm dövme, top kırma, tağarlar, kazan, maya çalınan yerleri olmak
üzere bölümleri vardır. Ayrıca üzüm ambarı, top ambarı iĢlenmiĢ Pekmezlerin
kutulara,ya da da tenekelere doldurulduktan sonra
bekletileceği, boĢ
kutuların,v.b.el altında bulunması istenilmeyen eĢyanın,konulacağı oda veya uygun
bir köĢe.
TAĞAR
FAHRECĠLERCE(Toprakseramikçilerce)
yapılır. Bir, birbuçuk metre kadar yükseklikte ağzı yarım metre çapında, dip
bölümü çok dar (10 santimetre çapında) olan özel olarak yapılmıĢ konik, bir
küptür. Bu küplerden her pekmez hanede üç ve üçün katları olan sayıda yeterine
bulunur. Tağarlar bir duvarın önüne gelecek biçimde yerden yarım metre
yükseklikte yerleĢtirilir. YerleĢtirilen küplerin diplerine gelecek biçimde serçe
parmak kalınlığında bir delik vardır. Bu deliklere birer ağaç tıkaç takılır. Duvara
harçla sıvanarak yerleĢtirilen tağarların altına daha önceden bırakılmıĢ yarım
metrelik boĢluğa Tağardaki suyun içine akacağı birer curun yapılır.
Birinci gün: KırılmıĢ toplarla birinci tağar doldurulur. Daha önce tağara
[79]
özel yapılmıĢ pekmezci süpürgesi denilen bir süpürge yerleĢtirilir. Bu süpürge
ıslanan üzüm telvelerinin, dökülen üzüm çekirdeklerinin tağarın deliğini tıkamasına
engel olur. Üzerine iki, üç parmak çıkacak ölçüde su konur.
Ġkinci gün:Tıkacı çekilerek suyu boĢaltılır. Bu kez ikinci tağara bir
süpürge ve üzerine kırılmıĢ top konulur. Birinci tağardan alınan Ģerbet ikinci
tağara konulur. Birinci tağara su çekilir.
Üçüncü gün: Birinci, ikinci tağarlar boĢaltılarak üçüncü tağara top
ve süpürge konulur, Ġkincinin
Ģerbeti üçüncüye,birincinin Ģerbeti de ikiciye konularak birinci tağara yeniden
kırılmıĢ top konulur.Üstüne de su doldurulur.
4.gün: Her üç tağarın da suları boĢaltılır.:
1. tağardaki Ģerbet,ikinci tağara, tort döküme,2.tağarın Ģerbeti 3.tağara,3.
tağarın Ģerbeti halleye,tortu döküme gider. 5.gün:her üç tağarın da tortları
dökülüp yenisi
doldurulur. ġerbetlerine gelince: birincinin ye,ikincinin
üçüncüye,Üçüncünün halleye dökülür.Böylece üçlü dönerli sistem kurulmuĢ olur.Bu
düzen mevsim sonuna değin sürer.
SÜPÜRGE
ÜÇLÜ TAĞAR
DÜZENEĞĠ(37)
Pekmez, buraya kuru üzüm olarak girer, kutu ya da tenekelerde pekmez olarak
çıkar.Pekmezci, sergiler toplanmaya baĢlayınca her gün pazara giderek üzüm
almaya baĢlar. O yıl kaç ton üzüm iĢleyeceğini bilir. Ona göre üzümünü alır.
Deposunu doldurur. Alım iĢi bitince baĢlar aldığı üzümü dövmeye. TaĢı koĢar
(TaĢın ne olduğunu Mahsere bölümünde görmüĢtük.) Dövülen üzüm top yapılarak
kurumaya bırakılır. Üzüm topları alt bölümü otuz otuzbeĢ santimetre çapında üste
doğru daralan, otuz, otuzbeĢ santimetre yükseklikte konik bir toptur.TaĢta
dövülerek iyice ezilmiĢ üzüm elle sıkıĢtırılarak top durumuna getirilir. Üzerine ve
konacağı yere bol havara dökülür. Kurudukça kaldırılarak top ambarına konulur.
Alınan bütün üzüm dövülüp bitince PEKMEZHANE AÇILIR.Önce üzüm dövme
sırasında oluĢan pislikler temizlenir. Bir ya da iki üzüm kırma kütüğü sağlanır. Bu
kütükler dut ağacı gövdesinden kesilmiĢ onbeĢ, yirmi santimetre kalınlığında
kesildiği ağacın gövdesi kalınlıkta bir parçadır. GeniĢliği gövdenin kalınlığında
[80]
olması bakımından çok kalın gövdelerden kesilmeye çalıĢılır. Altına üç ayak çakılır.
Yerden yüksekliği Küçük Kahve
PEKMEZ HANEDE TOP KIRMA
KÜTÜĞÜ (38)
Küçük kahve kürsüsünde oturan bir kiĢinin rahat çalıĢacağı yükseklikte
olmalıdır. Her kütüğün çevresine üç, dört kiĢi oturur, toplardan biri kütüğün
üstüne konur. Ellerinde dülger keserleri olan bu kiĢiler, baĢlarlar topu
olabildiğince, ince kıymaya. Kıyılan top zembille tağara taĢınır.
PEKMEZ MAYALAMA:
PiĢen pekmez, büyük bir hallede ya da büyük bir salda toplanır. Ġyice
soğuyunca yeterince daha önce mayalanmıĢ katı pekmez elle ezilerek yumuĢatılır.
Ġçerisinde pütür, katı parça kalmamasına dikkat edilir. Varsa ezilerek onlar da
yumuĢatılır. Tümüyle yumuĢayınca mayalanacak soğuk pekmezden alınarak maya
pekmezle cıvıtılır. Sonra maya pekmezin tamamına katılarak iyice karıĢtırılır.
Mayanın kaptaki pekmezin her yanına karıĢması sağlanınca mayalanmıĢ pekmez,
kutulara, tenekelere doldurularak donması beklenir. Pekmez, birkaç saat sonra
donar. Artık gideceği yere gönderilebilir.
IV.BÖLÜM
3-BUĞDA EKĠMĠ: ÜRETĠMĠ:
Kilis‘te buğda, ekim ayında eköilir. Ekin ekilmeden önce tarlaya çok
iyi bakmak, onu dinlendirmek, beslemek de gerekir. Bunun için en iyi yöntem
NADAS‘ tır. Kilisli bu iĢin de kolayını bulmuĢtur. Bir yıl toprağı boĢ bırakıp, gideri
arttırıp geliri azaltmaktansa, bir yıl altını bir yıl da üstünü çalıĢtırmayı yeğler.
Tarlasına bir yıl sayfiye dediği kavun, karpuz, acur, mısır gibi bitkiler eker.
Bunlar uzun kökleri ile toprağın derinliğindeki neme eriĢirler. Bakla, fasulye,
nohut, mercimek gibi bakliyat türü bitkiler de yapılarında var olan bol fosfor
toprağı beslerler. Sonra bu bitkiler bol gübre isteyen bitkiler olduklarından
[81]
toprağın gübrelenmesi de sağlanmıĢ olur. Sayfiye dediği bu bitkiler haziran
temmuz ayında topraktan kaldırılınca toprak, sürülerek temizlenir. Baran adı
verilen bu sürüm ile kara sabanın çok sık aralıklarla, elden geldiğince derin olarak
kazılması sonucu torağın tam havalanması sağlanmıĢ olur. Bu sürümden sonra tarla
dinlenmeye bırakılır. Ekim ayında yağacak olan güz yağmuru beklenir. Ekim sonuna
doğru ilk yağmur yağınca çiftçi tarlaya koĢar. Adına kelep dediği geniĢ hatlı derin
çukurlu sürümünü yapar.Bu iĢ bitince buğdayını saçar.Yine kara sabanla bu kez
keleple oluĢturduğu hatları üstlerinden yararak tohumun üstünü kapatır.
ÇĠFÇĠNĠN CAN DOSTU
KARASABAN(39)
KARA SABAN(39)
Ekim iĢi bitmiĢtir. Mart ayına değin tarlaya uğramaz. Kilisli çiftçi ―Martta
ekinini görmeye giden gelmiĢ evde avradını boĢamıĢ.‖Der.Bu da bu ayda ekinlerin
çok cılız olduğunu,
bununla evde avradı bile geçindiremeyeceğini belirtmek
isterler.
Martta bahar yağmurlarının baĢlamasını bekler. Mart nisan
yağmurlarının yararı çoktur ekin için. ―Mart yağar, nisan öğünür, nisan yağar insan
öğünür.‖Sözü çok anlamlıdır bu açıdan.Nisanda ekin kendini göstermiĢtir.
Tarlaların görünümleri çok güzeldir bu ayda. Ekinin yeĢilliği arasında çıkan sarı,
beyaz papatyalar, kıpkırmızı gelincikler, pembe, mor çatlak çiçeklerinin
oluĢturdukları görünüm doğanın çok ustaca yaptığı (Nature Morte) bir tablo gibi
doyumsuz bir beğeni ile izlenilir. Bu güzelliğe bir de türlü kuĢların ötüĢlerini
katarsanız Doğanın canlı korosu ile seslendirilmiĢ çok usta bir ressamın sergisini
izliyor olursunuz. Ġlk baharda çok güzeldir Kilis‘im.Çiftçi öküzlerinin, katır ya da
beygirlerinin ağızlarına ağızlık takarak tarlaya koĢar. Kara sabana özel (kulaklı)
demirle hatların arasında çıkan bu çiçekli otları temizler. Hatların tepesinde
ekinin arasında çıkanları da elleri ilçekerek bu otları temizler.Yine de inatçı otlar
olabilir.Bunların hakkından da OT KESERĠ gelir.(39)
OT KESERĠ(39)
[82]
Artık ekin olgunlaĢmaya baĢlamıĢtır. Yüksekliği yetiĢkin bir kiĢinin diz boyunu
geçmiĢtir. Bu arada baĢaklar da görülmeye baĢlamıĢtır. Mayıs ayı sonuna doğru
bütün ekin sararmıĢ artık kalıç girecek zaman gelmiĢtir.
YOLMA
Ekini yolma iĢi ya gündelik verilerek
tarım iĢçilerine yaptırılır ya da götürü olarak
verilir.Yolma kalıçlarla olur.Kilis ekinlerinde tırpan
kullanılmaz.Orakçılar ekini yolarken arkalarında
desteler bırakırlar. Bu desteleri kaldırıp Ģahraların yanına götürmek Ģahracıların
iĢidir
GELBERĠ denilen aracı alarak destelere saldıran bu kiĢiler onları
toplayarak yükleme yerine götürürler.Yükleme yerinde bulunan atlara,eĢeklere,at
arabalarına,traktörlerin römorkörüne hatta kimi zaman kiralanmıĢ bir kamyonun
karoserine yüklenerek mal sahibinin evineen yakın bir harman yerine götürülür.
Ellerine
[83]
Sapların tümü taĢınınca tarladaki iĢ bitmiĢtir.artık iĢ harman yeri
bekçisinindir.Gelen sapları kendisi ya da iĢçisi harman yapar.Üç türlü harman
vardır.
36 a-normal bir harman,36-bgöbekli bir harman,36-cdövülmeğe baĢlanmıĢ bir
harman,37sıyırgı.
DEMĠR YABA
Bu da en büyük harmandır.Harmanlama iĢi bitince iĢ harman
sahibinindir.Yakendisi,ya da anlaĢtığı kiĢilere, bu iĢi ücret karĢılığı yaptırır.
CERCER RESMĠ BURAYA(46-A)
[84]
CERCERLER
CERCER DĠġLĠ SAÇ PARÇALARI
HARMAN DÖVME
CERCER
Kendisi ya da iĢçisi,harman büyük iĢ çoksa hep birlikte harmana gelirler
demir yaba ile saplar alınarak çevresine bir halka oluĢturulur. Buna tırha denir.
Cercer bu sapların üstüne koĢulu atıyla birlikte çıkartılır. Bir adam cercere biner
dizginleri eline alır. Beygire ―Deh!‖ der. Ġri sapların üstünde cercerin gidiĢi çok
keyifli olur. Saplar ezildikçe tırha düzleĢir, yumuĢar tıpkı kalın kar tabakası
üstünde kızağın kayması gibi kayar cercer. Saplar iyice ezilince malağma olur.
Malağma tahta sıyırgı ile toplanarak harman çevresinde bir halka oluĢturulur.
Halkanın uygun bir yerinde bir açıklık bırakılarak harman dövenin, beygirin içeri
girip çıkması sağlanır. Bu iĢ harman yığını bitinceye değin sürer. Saplar bitince
malağma kalır. ġimdi ikinci iĢ baĢlar. Malağma dövmek. Sapları döverken dıĢarı
atılan malağma Ģimdi. Önce cercerin dönme alanına yeniden serilir. Ġkinci kez bir
daha dövülür. Sonra da toplanarak harmanlaĢtırılır. Tümü ikinci kez dövülüp
bitince sıra savurmaya gelir.
[85]
HARMAN SAVURMA YABALARI:
(47-B)(47-C)
HARMANSAVURMAK: Harman savuracak kiĢi ağaçtan yapılmıĢ yabasını, üç, beĢ
tane bir metreden uzun çubuklar alarak harman yerine gider. Önce rüzgar yönünü
saptar. Sonra rüzgar hızını ölçer çok hızlı esintide harman savrulmaz. Esinti
yokken de savrulmaz. Bu yüzden uygun esinti beklenir. Harman yerine akĢamüzeri
gidilir. Önce yabayla bir iki yaba atılır. Buğday tanelerinin, samanın düĢtüğü
yerler belirlenir. Birlikte getirdiği çubukları samanla buğday sınırları arasına
saplar. Bundan sonra baĢlar savurmaya. Harmanın büyüklüğüne göre savurucu
sayısı, esintinin elveriĢli olup olmayıĢına göre savurma süresi değiĢir. Mamele
Araplar zaten ordalar. Yolma baĢladığından beri harmanın çevresindeler.
Sabahleyin çoluk çocuk toplanır gelirler. Eğer o gün baĢka bir Mamelenin
harmanını kaldırıyorlarsa harman sahibinden izin alarak ellerindeki yarım iĢi
bitirince gelir yeni harmana baĢlarlar. Zaten baĢka yolu da yoktur. Harman sahibi
ben kaldırırım dese kaldıramaz. BaĢka Araplara söylese yaptıramaz. Onlar da
yapmazlar zaten. Böyle bir durum olsa, bir baĢka Arap ailesi gelip o iĢi yapmaya
kalksa sonu ölümle bitecek kavgalar olabileceği gibi gelenekler de buna
elvermezler.Araplar maĢlahları, çuvalları, eĢekleri ile bütün aile gelir. Önce
buğday çuvallara doldurulup sahibinin evine götürülerek ambarına konur. Buğday
götürülürken bir yandan kadınlar saman taĢırlar. Buğday iĢi bitince tümü birden
saman taĢımaya baĢlarlar. Oda bitince buğdaydan, samandan yerde kalan taĢ
toprak karıĢımı buğdayı toplayarak kendileri alırlar. Buna AFARA denir
[86]
TAHIL ÜRÜNLERĠ
Kilis‘te iki türlü mider vardı: Biri buğday öğütülmek için diğeri
bulgur, pirinç, mercimek ve benzeri tahıl ürünlerinin türlü iĢler için iĢlenmesinde
kullanılır. Birinciye un mideri ikinciye bulgur mideri denir. Un miderinde buğdayın
öğütülmesinden baĢka iĢlem yapılmaz. Miderci buğdayı üreticiden alır.
Ayıklamasını yapar, yıkar gölgede kurutur. Burada da taĢ vardır. Bu taĢ bizim
anlattığımız taĢtan daha baĢka türlüdür. Bu taĢlar öncekiler gibi Siyah taĢtan
yapılır. Yalnız bir boyutu değiĢiktir: kalınlığı. Bunların kalınlığı en çok yirmi
santimetredir. Konumu da değiĢiktir. Bu taĢlar, mahserelerde olduğu gibi biri
yatay diğeri, yatay olanın üzerine dik olarak konmaz. Ġkisi de yatay olarak üst
üste konulur. Ayni boyutta ikiz taĢlardır. Alttaki taĢın ortasında sağlam bir eksen
vardır. Bu eksen, üste gelen, taĢın çevresinde kolayca dönmesini sağlar. Üstteki
taĢın tam ortasında on beĢ yirmi santimetre çapında bir delik vardır. Alt taĢın
ekseni bu deliğin içindedir. Öğütülecek buğday Üstteki depodan bu deliğe azar,
azar akıtılır. TaĢların üst üste gelen yüzeyleri iĢlenerek aradaki buğdayın iyice
öğütülmesini sağlamak amacıyla pütürlü duruma getirilmiĢtir. Değirmenci arada
bir taĢlar körlenip buğdayı iyi öğütmezse özel bir araçla taĢları keskinleĢtirir.
Kendisi yapamazsa. Usta bir taĢçı çağırıp yaptırır. TaĢların çevresinde içinde unun
toplanacağı bir korunmalık bölüm yapılmıĢtır. Buna unluk denir. Bu düzenek
yerdedir. Çevrede dönen hayvanın yerden kaldırdığı toz toprak una karıĢmasın
diye Bu korunmalık yerden yarım metre yükseklikte tahta bir bölme ile havuz
kenarı gibi çevrilir. Böylece dönen taĢın dıĢarı attığı un, yere dökülmemiĢ hem de
atın ayağı ile yerden kaldırdığı pislikler una karıĢmamıĢ olur. Düzeneğin üstünde
içine öğütülecek buğdayın konulduğu tahtadan yapılmıĢ bir depo bulunur. Depo
alttan yine tahta bir olukla buğdayı üstteki özel bölümden azar, azar bu deliğe
akıtır. Burada da bütün güç hayvan gücüdür. Elde edilen un, eleme bölümüne
götürülür. Özel yapılmıĢ döner elekte elenerek üç bölüme Ayrılır.
BULGUR MĠDERĠ
Bir taĢ ve düzgün geniĢ bir alandan oluĢur.TaĢ, mahsere kapalı alanındaki taĢın
açık alana kurulmuĢ benzeridir. Evlerde kaynatılıp kurutularak bulgura
[87]
dönüĢtürülmüĢ buğday miderci tarafından alınarak getirilir. Mider taĢında
dövülerek kepeği soyulur. Dövülürken kuru bulgur yumuĢasın diye su verildiği için
ıslanmıĢ bulgur kepeği ile karıĢık olarak geniĢ ve düzgün alana açılmıĢ olan Ģallar
üzerine serilerek kurutulur. Kuruyunca savrularak kepeğinden arındırılır.
Sahibinin evine götürülür.
ġAL: Eskiden evlerde çıkrık denilen bir araç bulunurdu. Kadınlar bu
araçla çok güzel iĢler yaparlardı. Tarladan gelen, ya da pazardan alınan pamuk,
kozalarından çıkardıktan sonra önce çırçırdan geçirtip çiyit denilen çekirdeklerini
temizleterek saf pamuğu elde ederler. Sonra bunu HALLAÇ‘a götürüp attırarak
yumuĢak pamuk elde ederler. Buna mahlıç denir.Bu yumuĢak pamuğu berdi denilen
sazdan yapılmıĢ fitle çöpü adı verilen yumuĢak hafif bir çubuğa sararak fitil
durumuna getirir, bu fitilleri de birbirine sararak yumak yaparlar. Sonra çıkrığın
baĢına geçerek bu yumaktan aldıkları fitilleri tek, tek eğirerek pamuk ipliği
yaparlar . Çıkrığın iğinde toplanan iplikler, kelepçe denilen bir araca sarılarak
kelep haline getirilir; bu kelepleri de ÇULHA‘lara götürüp dokutarak bez elde
ederler. Bu bezlerden dikerek Ģal yapılır. ġallar, altı ile oniki metre kare
arasında değiĢen boyutlarda olabilir. Zeytin silkilirken dökülen zeytinler üstüne
düĢsün diyerek ağacın altına serilir. Bulgur dövülürken kurutmak için serilir.
Aslında Ģal her evin günlük yaĢayıĢında çok geniĢ iĢlevi olan bir araçtır. Kilis‘te
bugün bile Ģalsız ev yok gibidir.
BULGUR KAYNATMAK
Kilis‘in belli baĢlı yıllık iĢlerindendir
vardır bunlar:
a-Bulgur kaynatmak, g-Zeytin dermek
b-NiĢe yapmak,
h- Zeytin kırdırmak
c-Bağa çıkmak,
ı- Bağ budatmak
ç-Üzüm sermek
i- Pekmez yapmak,
d-ġire yapmak,
j- Yolma yolmak,
e-Salça yapmak
k- cercer dövmek
f-KıĢlık sebzeler
kurutmak,
Kilis‘e özgü yıllık önemli iĢler
l- harman savurtmak
Bunlar dıĢında iĢler de var ama çoğu Para KarĢılığı baĢkalarına yaptırılan
iĢlerdir. Biz, burada yalnız evde ev bireylerinin komĢu dayanıĢması ile yaptıkları
iĢlerden söz etmek istiyoruz. ĠĢte bunlardan biri yazın yapılan iĢlerden Bulgur
kaynatmak. Bulgurdan söz ederken unluk da unutulmamalıdır.
,
Evin erkeği, evinde nence un, nence bulgur, nence niĢe, dövme, mercimek, nohut
tüketilebileceğini eĢiyle konuĢup anlaĢtıktan sonra - varsa tarlalarından gelenden
– yoksa tanıdığı bir hancıya gidip yeterince alarak eve getirir. Bulgur için kırmızı
sert buğday, unluk için özlü beyaz buğday alınmıĢtır. Bu sonuncusu niĢe için de
[88]
kullanılır. Artık iĢ ev hanımınındır. Ayağına Ģalvarı geçirip kapkabı taktı mı ? Bir
de eteğini beline dolayınca artık iĢ ondan korkar. Hele evde sağlıklı bir kaynana,
görüm, elti ya da baĢka yardım edecek arkadaĢ, komĢu varsa iĢ artık eğlenceye
dönüĢür. Gelsin yoh yohlar, zılgıtlar, Ģarkılar, türküler bir düğüne dönüĢmüĢtür iĢ.
Büyük kazanlar, teĢtler–varsa– nahese avluda kuyu baĢına dizilir.
NAHESE:
Yan çeperi ve tabanı delikli süzgeç biçiminde üst kenarında iki kulplu
büyücek bir kova . Buğday önce büyük kazana dökülür. Burada bol su ile toprağı
yıkanarak temizlenir. TemizlenmiĢ buğday buradan bakırdan yapılmıĢ süzekle
temiz su dolu teĢte alınarak burada seyirlenir. Süzekteki buğday dökülmeden
suya bandırılarak
alttan suyun basıncıyla yükselen buğday teĢte dökülürken
suyun kaldıramadığı kum ve taĢ parçacıkları gibi buğdaydan ağır maddeler varsa
süzekte kalır. Bunlar atılır. TeĢte biriken temizlenmiĢ buğday naheseye alınarak
suyu sızdırıldıktan sonra bulgurluksa hazırlanmıĢ olan halleye, unluksa düzgün bir
alana –en iyisi- dama serilmiĢ Ģalların üstüne dökülür. Elle yayılarak inceltilip
güneĢte çabucak kuruması sağlanır. Bulgurluk yıkanarak halleye konulur. Üstünü
kaplayacak ölçüde su konup altı yakılır. Buğday hedik oluncaya değin kaynatılır.
Hedik tam olunca önce bir tabakla komĢulara dağıtılır . Sonra kova ile dama
çekilerek daha önce açılmıĢ Ģallara serilir, kuruması sağlanır. NiĢelik buğday da
yıkanarak büyük kazanlardan birine konup ıslanmaya bırakılır. Böyle günlerde
erkek eve pek uğramaz . Hanımlar da iĢle uğraĢtıkları için yemek hazırlayamazlar.
Bu nedenle yemek iĢi erkeğe düĢer. O da lahmacun ya da alanazik yaptırıp yollar.
Kadınlar buna da sevinirler. Unluk, bulgur iyice kuruyunca damdan indirilir. Bulgur
çuvallara doldurularak midere gönderilmek için bekletilir. Unluk ise yabancı
tohumları varsa kum ve taĢları ayıklanarak unluk ambarına konulur. Gerektiğinde
bir torba alınır, ateĢ değirmenine gönderilip küçük bir nus hakkı (öğütme parası )
verilerek öğüttürülüp getirilir. Eve un çok konulmaz.un ambarda çok kalırsa
güvelenir. Bu yüzden on onbeĢ günlük un bulundurulur. Bu unla evde neler
yapıldığını daha sonra göreceğiz
Bulgura gelince miderciyle görüĢülerek uygun bir günle saatte anlaĢılır.
O gün miderci gelip bulguru götürür. Dövülüp kepeği savrulduktan sonra eve
getirilir. Bu kez de bulgur, yabancı tohum, taĢlardan ayıklanarak temizlenir.
Ayıklama iĢi bitince değirmencilerle görüĢülür. Bu değirmenciler de kör
vatandaĢlardan oluĢur. Burada bir kez daha vurgulayalım ki Kilis körleri çok
becerikli çok onurlu kiĢilerdir. Kimsenin sırtına yük olmazlar, sağlam, sağlıklı iken
ekmeklerini taĢtan çıkarırlar. Bunlar içinde kur‘an ezberleyerek hafızlık yapanlar,
mevlit okuyanlar, var; daha önce iple zembil örenlerini anlatmıĢtık. Ġçlerinden
kaçakçılık yapanları bile çıkmıĢtır. Bu yolla büyük servet edinmiĢleri de var.
AnlaĢılan zamanda değirmenlerini sırtlayarak gelirler. Kilis‘in bütün mahalle,
cadde, sokaklarını ev,ev bilirler. Koca değirmen birinin sırtında, iki yuvarlak, kalın
demir kol ikisinin omzunda üç kiĢi gelirler. Birisi değirmenin ağzına bulgur
[89]
koyarken diğer ikisi değirmenin kolunu çevirirler. Ġkisi çevirirken üçüncü daima
yedektedir. Kimi zaman yanlarında bir allef de bulundururlar. Allef çekilen
bulguru eleyerek bulgur unu, sitti simidi, simit, bulgur olarak ayırır. Bunların ne
iĢe yaradıklarını daha doğrusu bunların her biri ile ne tür yemekler yapılacağını
daha sonra göreceğiz. Fakat Ģu anda ambarda yerlerini almaları gerek biz de öyle
yapalım. Her birini çok gözlü ambarımızın bir gözüne koyalım içlerine de birer baĢ
kuru soğan gömelim. YetiĢince birer de ayva gömeriz içlerine. Kilisli bunu neden
yapar bilinmez. Kimi bereket getirsin diye, kimi ayvanın kokusu ambardaki tahıla
sinsin diye, kimi de komĢu yapıyor, ben niye yapmayım diye yaparlar. Ama bir
bakarsın sonunda bir gelenek olup çıkmıĢtır karĢınıza . Bu da öyle bir gelenektir.
BULGUR UNU:
Çekilerek elenen bulgurun en ince kalıntısıdır. Çok bir iĢe yaramaz.
Domdom helvası yapımında, dullar ekmeği yapımında kullanılır.
SĠTTĠ SĠMĠDĠ:
Çok ince bir simittir. Fırın yapması, Sini köftesi yapımında kullanılır.
SĠMĠT:
Çiğküfte,Kıymalı küfte, Oruk, Köz yapması, küfül-müĢ-fiye, ayrıca bütün
küfte türlerinde(EĢkili yahni, Yoğurtlu küfte, Küfteli lebeniye,EĢkili küfte,Küfteli
bastırmalarda) kullanılır. Kısaca söylemek gerekirse çok geniĢ bir kullanım alanı
vardır. Ayrıca sarı yağla pilavı yapılırsa da çok güzel olur.
BULGUR
Kullanım alanı en geniĢ bir zahiredir. Gereğinde simidin de yerini alarak
alanını daha da geniĢletir. Bulgur pilavlarının, Müceddere, kölük aĢı, her türlü
dolma, sarma türlerinin ana gereksinim maddesidir.
BULGUR TÜRLERĠYLE YAPILAN YEMEKLER
BULGUR PĠLAVI:
Çok türü vardır. Sarıyağlı, etli, kapama, zeytli sebzeli, nohutlu,
mercimekli, Ģeriyeli, firikli bulgur pilavları...
ÇĠĞKÜFTE
Bunun da çok türleri vardır.
ETLĠKÜFTE :
(Bildiğimiz ÇĠĞ KÜFTE), bunun bile yöreden yöreye, katkı
malzemelerine göre değiĢen türleri de vardır. Bildiğimiz Ġçliküfteyyi de bu
gurupta sayabiliriz. Böyle olunca
,FIġYAPMA, YUVARLAK KÜFTEYĠ,
HOPLATMA KÜFTE, ORUK VE
KÜFF-ÜL MÜġFĠYYE‘
yi de bu gurup‘ta saymak gerekir.
SADEYAĞLI, YUMURTALI,
Yalnız YAĞLI türleri vardır.
ZEYTLĠ(bu türün
[90]
ĠÇKATMASI,
KARMA KATMASI da vardır.)
MERCĠMEKLĠ (Malhıtalı)
PATATESLĠ
Köfteler de Ayrıca yine etli ancak haĢlanarak köfteli lebeniye, köfteli
bastırma, yoğurtlu köfte gibi yemek türlerinde kullanılan köfteler de vardır.
NĠġE:
Bu arada geçen birkaç gün içinde kazana konulan niĢelik de olmuĢtur. Ġyice
ıslanarak yumuĢamıĢ ve ĢiĢmiĢ olan buğday süzek veya varsa nahese ile kazandan
çıkarılarak yıkanır sonra evdeki curunda, mahsere ya da mider taĢında daha da
olmazsa evlerde kullanılan et makinelerinde ezilerek sıkılıp suyu alınır teĢt ve
tepsilerde çabucak donar. Muhallebi kıvamında donan bu beyaz su temiz bir bez
torbaya konarak suyunun iyice sızması beklenir. Suyunu iyice attıktan sonra
torbadan çıkarılıp temiz bir Ģal üzerine ezilerek serilir. Bir odada gölgede iyice
kuruması beklenirken sık, sık karıĢtırılarak topakların dağılması sağlanır.
Ovalanarak un haline getirilmiĢ ve iyice kurumuĢ olan niĢe zamanı gelince
kullanılmak üzere saklanacağı korunmalık kaba konur.
KĠLĠSLĠ KADIN YOĞURDU HAMURLA
KAÇ TÜRLÜ EKMEK YAPABĠLĠR?
ġimdi gelelim kadının yoğurduğu hamura. Bu hamurdan kaç tür ekmek
yapar Kilis kadınları.
1-Sac ekmeği,
10-Yağlıkahke,
2-Fıtırekmek,
11-Kurukahke,
3-Tandırekmeği,
12-Mukamber
4-Küncülü tandır ekmeği,
13-ġiĢberek
5-Fırın ekmeği,
14-ġeriye,
6-ÇarĢı ekmeği,
15-Öcce,
7-Yufka ekmek,
16-Bazlamaç,
8-Dullar(dulavrat)ekmeği
17-Zülbiye,
9-Bazlamaç,
18-MuaĢere,
1-SACEKMEĞĠ:
Mayalı hamur, yoğrulur. Mayalanması beklenir. MayalanmıĢ
hamur
bulunduğu kapta kabarır kimi yelerinden çatlar. Ocak yakılır. Ocakta ekmek
piĢirilirken bağ çubuğu ya kullanılır. Ekmek tahtası ocak baĢına getirilir, Bir
köĢesine bir tas un konur. Bu un, hamur açarken kullanılacaktır. Buna urgalık
denir. Leğençeden bir avuç hamur alınır, buna kesim denir. Kesimler tahtanın
üzerine dizilir. Tahtanın üzerinde bir ekmek açacak kadar yer kalıncaya değin
yumak kesilmesi yapılır. Sonra yumaklar açılarak ekmek büyüklüne getirilir. Saç
ekmeği yirmi, yirmibeĢ santimetre çapında, bir santimetre kalınlığında, yumuĢak,
piĢkin bir ekmektir. Son yumak bir dahaki hamur için maya olmak üzere bir az
unla kaplanarak iteğide saklanır.
[91]
2.-FITIREKMEK:
Mayasız hamurla yapılır. Çubuk veya pir aleviyle ısıtılmıĢ saç üzerinde
piĢirilir. Ekmek tahtasında, piĢeceği sacın büyüklüğüne
koĢut olarak
boyutlandırılır. Ġnce geniĢ çabuk piĢen, sabahları, kahvaltıda kullanılan bir
ekmektir. Özellikle patlıcan, kabak,
benzeri kızartmalarla, peynir, nane,
maydanoz gibi buna taze yeĢil biber, domatesi de ekleye bilir ya da birkaç
öcceyle dürüm yaparak büyük bir beğeniyle yiyebilirsiniz
3-EKMEK PĠġĠRME TANDIRI
Mayalı hamur yoğrulur Tandır yakılır.Bu arada leğençedeki hamur yumaklar
kesilerek tahtaya dizilir. Sonra yumaklar yirmi, yirmibeĢ santimetre çapında
açılarak tandır çeperine yapıĢtırılır. Tandır baĢında piĢiren hanım, kolunu tandıra
soktuğunda, yanmasın diye koluna kolçak denilen bir korunmalık takar. Bir de
tandır ĢiĢi denilen bir araç vardır. Ġki üç milimetre kalınlıkta, iki santimetre
geniĢlikte, bir metre uzunlukta bir demir çubuk; bir ucu bükülerek ucuna bir halka
takılır. Bu halka aracılığıyla duvara asılması sağlanır. Diğer ucu ısıtılıp dövülerek
geniĢletilmiĢtir. Böylece sıcak tandıra bir Ģey sürmek ya da tandırdan bir nesne
çekmek için kullanılır. Tandır çeperine piĢmek için yapıĢtırılan ekmekler piĢtikçe
kendiliğinden düĢerler. Hemen alınmazlarsa sıcak ateĢte yanarlar. ĠĢte o zaman
tandır ĢiĢi iĢe yarar. PiĢiren kadın piĢen ekmeği ya düĢerken eliyle yakalar ya da
düĢünce ateĢin üstünden tandır ĢiĢiyle çeker alır.
Tandır, Kilis‘te aĢağı yukarı her evde bulunur. Tandırı olmayanlar da
olanlarınkinden yararlanırlar. Tandırda yalnız ekmek piĢirilmez. Ekmek piĢtikten
sonra çok güzel güveç yapılacağı gibi patlıcan, soğan, patates, çükündürük(ġeker
pancarı) közlemesi de yapılır. Hele Kilis yöntemiyle kelle çok güzel olur.Tandır
HavıĢ‘ın uygun bir köĢesine arkası duvara gelecek biçimde, piĢirici kadının ayakta
çalıĢmasına olanak verecek nitelikte kurulur. Tandır fahreciler tarafından fahre
denilen iĢ yerinde yapılır, satılır. Fahre: küp, testi, güveç gibi piĢirilmiĢ toprak
seramik iĢliğidir. PiĢmiĢ toprak iĢi olduğu için ateĢte çatlamaz. Kullanılmayan
büyük bir küp ya da küçük bir küllük alt kısmı kesilerek tandır olarak
değerlendirilir.Tandır yakacak olan ev, yakın komĢularına bir gün önce―Yarın
[92]
tandır yakacağız, isterseniz siz de hamur yoğurup getirin birlikte piĢirelim.‖der.
KomĢu da isterse gerekeni yapar. Aslında tandırda ekmek piĢirmek yalnız baĢına
yapılacak bir iĢ değildir. Yardımcıya gerek vardır. Yakın komĢular birbirlerine
yardımcı olurlar. Kimi ekmek açar, kimi açılmıĢ ekmeklikleri piĢiriciye verir, kimi
de piĢmiĢleri alarak hamur leğenin içine dizer. Tam bir imece
4-KÜNCÜLÜ TANDIR EKMEĞĠ:
Tandır ekmeği için açılan hamur, tahta üzerine konulmuĢ bir avuç küncü
yığınına bandırılır. Üzerine yapıĢmıĢ
olan küncülerle tandırda piĢirilir
(
Küncü: Susam.) Bir de bir yumurta kırılır, akı susamla karıĢtırılır, açılmıĢ ekmeğin
üstüne bu karıĢım sürülür. Bu ekmek tandırda piĢirilir. Bu daha güzel olur.
5.-FIRIN EKMEĞĠ:
Birkaç türü vardır:.
a-Hamur
evde
yoğrulur
ekĢiyince
fırına
gönderilir.Fırıncı
açar,piĢirir,eve yollar.
2-b) Hamur evde yoğrulur ekĢiyince evde açılır,
açılan hamurlar
leğenin içine bez arasına kat, kat konularak fırına gönderilir. PiĢirilince eve
yollanır..
c-) Somun ekmek:Hamuru evde yoğrulur, evde açılır,fırında piĢirilir.
6.- )ÇARġI EKMEĞĠ:
Eskiden bir evde çarĢı ekmeği bulundurmak çok ayıp sayılırdı.
Görülürse ―Bu evin kadını ekmek piĢirmeyi bilmiyor.‖ Ya da ―Zavallıların
ambarlarında unları yok sanırlar.‖ diye utanırlar. Bu utançtan kurtulmak için evin
kadını hemen bir yolunu bulup.‖Çocuklar kaç gündür bir çarĢı kebabı istiyorlardı .
Babaları akĢam alıp getirmiĢti, ekmeğini yemediler. Arttı ben de üstüne yoğurt
döküp pisiğin önüne koyacaktım‖. Diyerek onurunu korumak, hakkında dedi kodu
yapılmasını önlemek ister.
7-YUFKA :
Ġki türü vardır. Birisi Kurban Bayramı öncesi yaptırılır, kavurma ile
dürüm yapılıp yenilir. Ġkincisi, ĢiĢperek, semsek gibi yiyeceklerin yapılması için
kullanılır. Çok ince ve geniĢ olduğundan elle açılamaz. Kesinlikle oklava,oklava
kullanmayı bilen birisi gerekir. ( Size çok önemli, çok gizli bir Ģey söyleyeyim
eskiden Kilis‘in yerlisi kadınlar, bu iĢi bilmezlermiĢ.) ġaka bir yana bizim
kadınlarımız hamur iĢini pek bilmezler.Bu tür iĢleri komĢularından bilen varsa
ona yoksa parayla yaptırırlarmıĢ.Bizim Kilisli hanımlar yalnız Ģeriye dökmeyi çok
iyi bilirler. Ayrıca ekmeğin de en iyisini yaparlar. Burada sözünü ettiğimiz
annelerimiz,
anneannelerimizdir. Yoksa bugünkü kadınlarımız hele yeni
yetmelerimiz bu iĢi çok iyi bilirler. Ġnanıyorum ki içlerinde baklava,katmer açanlar
bile vardır.Yalnız bunlar da sanırım ekmek yapmayı beceremezler.
8-DUL AVRAT EKMEĞĠ
(DULLAR) EKMEĞĠ
[93]
Bugünkü KuĢağın, sanırım adını bile duymadığı bir ekmektir. Eskiden
de çok yapılan bir ekmek türü değildir. Sac ekmeği piĢirilirken sonunda bir iki
tane yapılır, yapıldığı anda da tüketilirdi.YapılıĢı konusunda çok değiĢik anlatımlar
duydum. Bunun birini anlatayım. Ġlgilenebilenler kendi çevrelerinde araĢtırıp daha
geniĢ bilgi toplaya bilirler. Çok iyi haĢlanmıĢ nohut ezilerek kabuklarından
arındırılır. Tahin, bulgur unu, türlü baharat karıĢtırılarak yoğrulur. Hamuruna
domates salçası, biber salçası, nar pekmezi de konur. Hamura bir ekĢi nar
tanelenerek katılır saç ekmeği gibi piĢirilir.
9-BAZLAMAÇ VE ZÜNGÜL
Yağda kızartılarak yapılır. Mayalı hamur hazırlanır, fıtır ekmek
kalınlığında açılır, kızartılacağı tavaya sığacak büyüklükte olmalıdır. Ġyice ısınmıĢ
bol yağda kızartılır. Bir ĢiĢ yardımı ile yağdan çıkarılarak bir süre tavanın üstünde
tutularak yağın sırkması beklenir. Sonra bir tencereye konur. Ġstenilirse üzerine
ufaltılmıĢ ceviz içi Ģeker, tarçın karması ekilir. Bu iĢ, her bazlamada ayrı, ayrı
yapılıp tencerenin ağzı kapatılarak kendi buharında demlenmesi sağlanır. Bu iĢlem
hem yumuĢak kalmasını hem de Ģekerle baharatını alarak daha güzel bir tatlı
olmasını sağlar.ġekersiz, baharatsız olarak yapılırsa gün pekmezi, telbis, tahin
pekmezle yenilir.
10 - ZÜNGÜL :
Kalın serilmiĢ bastıktan sekiz on santimetre karelik
parçalar
kesilerek cıvıtılmıĢ, mayalı hamura
yeterince yumurta da kırılarak, iyice
karıĢtırılır. Bastık parçaları bu yumurtalı hamura bandırılarak, iyi ısıtılmıĢ derin
yağda kızartılır. Bunun üzerine de ufaltılmıĢ ceviz içi, toz Ģeker, tarçın ve
karanfil karması serpilerek yenilir. Gerek bazlamaç gerek züngül ikisi de Kilis
kadınının elindeki olanakları nasıl iyi değerlendirdiğinin birer sağlam kanıtıdır.
-YAĞLI KAHKE
Mayalı hamur, tereyağı , mayana , Ģeker veya tuz katılarak
kurĢunkalem kalınlığında, onbeĢ yirmi santim uzunlukta çubuklar yapılır..Bu
çubuklar halka biçiminde bükülüp uçları birleĢtirilir. Tepsilere dizilerek ya çarĢı
fırınına yollanır ya da evdeki tandırda piĢirilir.
12-KURU KAHKE:
(HALEP KAHKESĠ)
Buna yağ katılmaz Mayana ve benzeri katkılar da yoktur. Halkaları
yağlı kahke halkalarından daha kalın ve daha Büyüktür. Sabah kahvaltılarında
çayla, sütle tüketilir.
13-FIRIN EKMEĞĠ,SOMUN :
Mayalı hamur evde hazırlanır, fırına yollanır ekmekleri ve somunu
fırıncı açar
[94]
kahkedir.
14-MUKAMBER :
PiĢtikten sonra ılık tandırda ya da ılık fırında bırakılarak kurutulmuĢ
15 – PEKSĠMET :
Mayalı hamur,yetiĢkin bir insanın bileği kalınlığında veya biraz daha
kalın silindir biçimine getirilir, üzerine bastırılarak oval bir biçim verildikten
sonra büyük ve keskin bir bıçakla bir buçuk, iki santimetre geniĢliğinde dilimlere
bölünür. Dilimlerin araları birer santim açılarak tepsi içinde fırına ya da tandıra
sürülür.Tandırın ya da fırının ağzı kapatılarak ateĢ yakılmaksızın külün ısısında
piĢmesi sağlanır. Böylece hamur suyunu tümüyle kaybetmiĢ tam bir diyet yiyeceği
olmuĢ olur.
16-ZÜLBĠYE,MUAġERE:
ġirik mahserelerinde yapılır.zlamaç diye yaptığımıza gün pekmezi
sarılarak da yenilir.
MuaĢere ( Arapça onlu) Ģirik mahserelerinde yapılarak hatırlı
müĢterilere hediye olarak gönderilir. Zülbiye, Ģirik, tahin, küsbe,Tahin helvası ve
daha benim de bilmediğim beĢ tür küncü ürünü bir tepsiye dizilerek onlu bir
kompozisyonla yollanır.
Buraya değin gördük ki gerek kurutarak gerek salça ya da konserve
ambarlayarak yapıp Kilisli evine koyduğu besin maddeleri ile bütün bir kıĢı
dıĢardan bir kuruĢluk bir Ģey almaya gerek görmeksizin aç kalmadan geçire bilir.
Daha yeri geldikçe göreceğiz ki Kilisli kadınlar evlerinde ne harikalar yaratırlar
Kilisli, tarla,bağ ,zeytin veya cercer,yolma iĢlerini yaparken her
istediği anda içecek su bulamaya bilir.Bu isteğini giderebilmek için gerekli suyunu
kendisi birlikte götürür.Bunun için keçi derisinden yapılmıĢ,KALAZ dediği aracını
Kilis‘ten çıkmadan önce doldurur,binek hayvanının sağrısına asar, iĢ göreceği yere
birlikte götürür
KALAZ , (50)
KALAZ
[95]
Kalaz, Kilisli‘nin kırsal kesimde değiĢmez demir baĢlarından biridir
Kilisli kadınların iĢleri burada anlatılanlarla bitmez.Döğme
döver,evinin keĢkeklik,aĢurelik buğdayını hazırlar.Daha canı sıkılırsa zahterini de
döver.KurutulmuĢ kırmızı biberini,kurutulmuĢ koruğunu de döver.Yeter ki evinde
SOKU(51)
Sokusu bulunsun.Yakın komĢusunda varsa kendinde evinde olmasa da olur.
Bir de EL DEĞĠRMENĠ Evinde el d3eğirmeni olmalı ki güzel bir ekĢi
(eĢki) çeksin,kölük aĢılık mercimeğini çeksin,daha baĢka iĢlerini de görsün
.
V.-BÖLÜM
[96]
4-HALĠLDEDE ĠLE
AYġE NĠNE NĠN
ÇOCUKLARI:
V(MEHMET,MAKSUMAKBULE,HEDĠYE,AKĠF)
Bekir, Maho, Halil, AyĢe derken dedeleri, neneleri bitirdik. Sıra
geldi bizimde birlikte yaĢayarak bildiklerimize.Bunlar içinde de en iyi bilip
tanıdıklarımız kuĢkusuz, her insan gibi, annemiz,
babamızdır. ġimdi biz bu beĢ
kardeĢin öyküsünü anlatalım Bu iĢe de en küçük kardeĢ olan Akif‘le baĢlayalım.
AKĠF AMCA ( R.1313 (M.1897-M.1920)
Ailenin en küçüğü olması, son kesenin erkek olması gibi nedenlerden
dolayı, daha da önemlisi genç yaĢta vurularak öldürülmüĢ olması, onu hem anne
baba, hem kardeĢlerce çok sevilen durumuna getirmiĢtir. Askerlikten önce
sepicilik yapmıĢtır. Asker olunca asker ocağında da sepicilik yapmayı
sürdürmüĢtür. Askerliğini Halep‘te yapmaktadır. O zamanlar Kilis, Halep‘e bağlı
bir ilçedir. Hafta tatili de PerĢembe yarım, Cuma tam gündür. O günkü koĢullarda
da olsa olanak bulunca hafta sonlarında Kilise gidip gelebiliyor. Evde olduğu gibi
değilse bile asker ocağında da, gerek iĢindeki titizliği gerek görevindeki
sorumluluk anlayıĢından dolayı çok sevilirmiĢ. Askerliğin de son aylarında
olduğundan ne zaman istese Kilis için izin alabilirmiĢ.
Yine bir hafta sonu Kilis‘e gelmiĢ. Cuma günü de yola çıkacak. Ahmet
Amcasının oğlu Kadir gelir. ―Cuma Namazını kılalım sonra gidersin.‖Der. Çok iyi
dost olan iki amca oğlu Namazdan sonra gitmeye
anlaĢtıktan sonra Yine Kadir,
―Kalmaya kaldın kalk seninle Ģu Molla Ali gilde bir çuval bulgur varmıĢ sırtıma
kaldır da midere dövmeye götüreyim.‖ Der Birlikte konuĢarak, ĢakalaĢarak
giderler. Bu sırada annesi, ablaları evde unluk buğday yıkıyor. Ġki arkadaĢ Molla
Alilerin kapısını çalar, bulguru almaya geldiklerini söyleyerek içeri girerler.
Odadaki çuvalı kaldırır, Odanın yarma eĢiğinde çuvalı. tazara koyarlar. Kadir
çuvalın önüne yaklaĢır sırtını dönerek ―Yık Ģunu üstüme.‖ der. Bu sırada evin küçük
çocuğu Saib
(Altı ya da yedi yaĢındadır. Sonradan Terzi Saib KeleĢ olarak
bilinen kiĢi) kerevetin üstüne çıkarak duvarda asılı duran av tüfeğini almıĢ
oynamaktadır.‖Sizi vurum mu?‖ diyerek namluyu üzerlerine çevirir. Akif, ―Bırak
onu elinden Ģimdi bir kaza yaparsın‖ Diye çocuğu uyarırsa da o ―BoĢ Akif Ağe
boĢ korkma ‖ Diyerek davranıĢını sürdürür.‖ Yapma çocuğum tüfeği Ģeytan
doldurur. ‖ Demeye kalmaz bir patlama olur, Akif eĢiğe yıkılır. YaralanmıĢtır.
Haber unluk yıkamakla uğraĢan aileye yetiĢir. KoĢar gelirler. Yaralının hemen
doktora yetiĢtirilmesi gerekir. Kilis‘te doktor yok. O zaman acele Antep‘e (Henüz
Gazi değildir) yetiĢtirilmesi gerekir. En hızlı araç at arabasıdır. Dokuz on
saatten önce yetiĢmeleri olanaksızdır. BaĢka bir çözüm yolu olmadığına göre
yapılacak tek iĢ araba bulmaktır. Bulunur yola çıkılır. Yaralı inleye, inleye yara
kanaya, kanaya BeĢgöze yetiĢilir.Tam burada önlerine silahlı bir soyguncu çıkar.
Arabayı durdurur. Anne AyĢe göz yaĢları içinde Yalvarır yakarır olmaz. Bu kez
[97]
yaralı sağlam kolunun dirseğine yaslanarak baĢını kaldırıp ―Ne oluyor, niye durduk
.‖ Diye sorunca, soyguncu ―Amma da babayiğitmiĢ ha !‖ deyip oradan uzaklaĢır. Bu
kez yaralı ―su, su!‖ diye inlemeye baĢlar. Anne dayanamaz pınardan avucu ile su
alıp oğlunun dudaklarını ıslatmaya çalıĢırken birden annenin acı çığlığı tüm yazıyı
inletir. Akif ölmüĢtür. Mermi Akif‘in bir kolunu delmiĢ karın boĢluğuna girmiĢ
mideyi parçalamıĢtır. Yaradan olay öncesi yediyi koruskarası üzüm parçaları
dökülmektedir. Böylece herkesin göz bebeği Akif artık yoktur. Ama acısı Annesi
tarafından benim de kardeĢlerimin de genlerimize iĢlenmiĢtir. Ben doğduğumda
Adımı Akif koyacaklarmıĢ. Nenem karĢı çıkmıĢ kesinlikle istememiĢ, daha sonra
kardeĢime ayni adın verilmesini Yanına Aydın eklenmesiyle bir de sağlığında Akif
adının kullanılmaması koĢuluyla kabullendi. Böylece Akif Aydın‘a bizim evde bu
güne değin bir kez olsun Akif denmedi. Denilemedi. Böylece bin sekiz yüz doksan
yedide doğmuĢ olan Akif, sekiz eylül bin dokuz yüz yirmide, yirmi üç yaĢında
rahmetli olur.
Ondan ailesine kalan bitmeyen bir yas olmuĢtur. Annesi, onun acısını
ölünceye değin unutamamıĢ, adını dilinden düĢürmemiĢtir. Amcası oğlu Kadir‘in
kahvesi evimize çok yakındı. Kilis‘te radyoyu ilk getiren değilse mutlaka ilk
getirenlerden biridir. Radyoyu kahvenin içinde çalar. Çatıya kurduğu yükseltici ile
Bütün Kilis‘e yayın yapardı . Kilis‘e elektrik de çok geç geldi. Küçük yetersiz bir
santral olduğu için ancak belli saatlerde çalıĢırdı. Bu nedenle radyo yayınları da
kısıtlı izlenirdi. Elektrik olduğu zamanlarda radyodan çok pikap çalıĢtırılırdı.
Çalınan plaklar da hep bölgesel nitelikte olan Ģarkılar, türkülerdi. Tepemizde
bağıra çağıra bu plakları dinlemek zorundaydık. Hele bir de yeni alınmıĢ, daha
önce duyulmamıĢ bir plaksa günde en az yirmi kez dinlemek zorundaydık. Hafız
Burhan‘ı, Hamiyet Yüceses, Malatyalı Fahri ve daha
nicelerini bu radyo
sayesinde tanımıĢtık. YaĢlılar istemese de biz gençler seviyorduk Bir gün bütün
ailenin kanını kurutan nefesini kesen bir olay oldu. Baba anne ―Yavrum! Canım !
Akif‘im !‖diye feryadı attı,
bayıldı. Babam ağlamaya baĢladı. Ben ĢaĢırmıĢ,
kalmıĢtım. Hoparlör bağırıp duruyordu.
―Aneey, böyle bilseydim Halep‘ten gelmezdim‖
―Tatlı canı da bir kurĢuna vermezdim.‖
Babam,―Halil,tut elimden, beni Kadir Emmiyin Kahvesine götür.‖
Dedi.Gittik.kahvenin kapısına gelen Kadir Amca ile bir Ģeyler konuĢtular.Kadir
Amca içeri girdi,hala çalmakta olan plağı aldı,yere attı. plak kırıldı.Kadir amca
koĢarak bizim eve gitti.Nenemle ne konuĢtular, bilmiyorum. Baba annem bir daha
bu nedenle ağlamadı.O plağın sesi de hiç duyulmadı.
[98]
MEHMET ĠBAN
(ĠBAN HOCA) (53)
Ġban Hoca denilen kiĢi, benimle iki KardeĢimin babamızdır.Asıl adı
Mehmet‘tir. Kendisi Mehmet Selahaddin olduğunu söylerdi. Kayıtlarda yalnız
Mehmet‘tir. Kilis Nüfus kütüğündeki kayda göre Halil dede ile AyĢe Nenenin Ġlk
çocuklarıdır. Kendisinden sonra Maksude, Makbule, Hediye, Ġzzet, Fadıl, Sıdıka,
Akif adlı kardeĢleri dünyaya gelir. Bunlardan Ġzzet, Fadıl, Sıdıka Bebek yaĢta
iken ölürler.Geriye Ġki erkek üç kız beĢ kardeĢ kalırlar.Mehmet‘e gelince: Rumi
1292, Miladi 1876 da doğmuĢtur. Kendini okumaya vermiĢtir. Önce Kilis‘in önde
gelen hocalarına gidiyor,sonra Muharrem Kemal Medresesine giriyor. Orada Salih
oğullarından Hoca Ahmet Efendi‘nin öğrencisi oluyor. Kendisine bir de hücre
(oda) veriyorlar. Medrese evin çok yakınında olması dolayısıyla yemek zamanları
evine gidip yemeğini yiyip hücresine dönüyor. Sanki dıĢ dünyayı unutmuĢ gibi
baĢlıyor, ders çalıĢmaya. Bu arada yaĢı da bir hayli ilerlemiĢ; ( yirmi beĢ yaĢını
geçmiĢtir.) ailesi üzerinde baskı kurarak evlenmesini istiyor. O isteklerini geri
çeviriyor. Bu arada bir olanak doğuyor. Hocası Ahmet Efendi, Onu Ġstanbul‘a
Yollayıp Medrese-i Sahn‘da, Mekteb-i Hukuk‘ta okutmak istiyor. ( Mehmet
yirmi beĢ otuz yaĢlarındadır.
Mehmet bu öneriye ―Olur.‖ Diyor. Hazırlık
baĢlıyor. O günlerde Belkis Teyzesinin Tapu Dairesinde bir iĢi vardır. ĠĢin
kovuĢturulmasını ondan istiyor. Bu iĢle uğraĢıyor. Birkaç ay önce Kilis‘te Tuğlu
Hamamı külhanı dolabına bir adam atılmıĢ. Ancak ceset uzun bir zaman sonra
çıkarılmıĢ, Hükümet binasına getirilmiĢ. Mehmet‘in bundan haberi yok. Tapu
Dairesinin önüne bir teneĢir
üzerine açık olarak bırakmıĢlar. Nerdeyse
parçalanmaya baĢlamıĢ kokan ceset birden bire Mehmet‘in karĢısına çıkınca
ĢaĢırır. Çok korkar, bütün vücudunu soğuk bir ter kaplar. BaĢlar tir, tir
titremeye. Oradan ayrılır. ĠĢin gereği bir daireye gider, çıkarken teneĢir bu kez
de o kapının önündedir. Mehmet bir kez daha titrer. Eve zor yetiĢir. Yatak
yorgan yatar. Oysa ertesi gün Ġstanbul‘a gitmek üzere yola çıkacaktır. Zor bela
babasının annesinin iznini alabilmiĢtir. Bu yatıĢ tam tamına on dört yıl sürer.
Kilis‘teki doktorlar yetmez, Antep‘te Amerikan Hastahanesinde Halep‘te
Antonyan‘da aylarca tedavi görür. Böylece de Ġstanbul düĢü uçar, gider. O, geri
[99]
Medresesine döner. Bu süre içinde Balkan SavaĢları, Birinci Dünya SavaĢı,
KurtuluĢ SavaĢları olmuĢ bitmiĢtir Mehmet‘in hastalığı çok uzun sürer. Aylarca
hatta yıllarca evde yatar. Bu arada büyük kız kardeĢ Maksude de yatağa düĢer.
Anne AyĢe bir hasta bakıcı gibi aralarında çırpınır durur.Yine çevreden gelen
sağaltma yöntemleri aileyi rahatsız eder. Zaman, zaman dinlemezler, aldırmazlar.
Uzayan hastalık onları da korkutur. Boyun eğerler, gelen önerilere. Bu önerilerden
birisi altın dağıdır. Bir altın lirayı ısıtıp ateĢ durumuna getireceksiniz. Sonra bunu
hastanın göbeğinin üstüne basacaksınız. Hastalığa bir de yanık acısı eklenecek.
Babamın ve halamın göğüslerinin altında, göbeklerinin üstünde bu yanık yarasının
izleri ölünceye değin dururdu. Öyle bir iz ki altının tuğra yanı mı yoksa yazı yanı
mı olduğu belli olurdu. Bir baĢka öneri de Kilis‘te ġeyh Ahmet Ensari‘nin Türbesi
olarak bilinen türbede bir gece yatmak. Mehmet‘i götürüp türbeye yatırırlar.
Kapıyı da dıĢardan kilitlerler. Kendisi bu olayı Ģöyle anlatırdı. ―Beni alıp
götürdüler. Türbedar‘dan anahtarı aldılar. O gitti. Ġçeriye bir yatak açtılar, beni
yatırdılar. ÜĢümemem için de üstümü sıkıca örttüler. Annem kapıyı dıĢardan
kilitledi, Kapının önüne oturdu. Ben içerde yalnız ve karanlıkta sandukanın yanında
korkudan titreyerek yatıyordum. Bir türlü gözüm uyku tutmuyordu. Yatakta
kıpırdamak bile istemiyordum. Aslında kıpırdayacak gücüm de yoktu. Nasılsa bir
ara dalmıĢım.DüĢümde ġeyh Hazretlerini gördüm. Buraya neden geldiğimi sordu.
Bir Ģeyler söylemeye çalıĢtım. Ne söylediğimi anımsamıyorum Yalnız bana
kızdığını, bir an önce orayı terk etmemi istediğini anımsıyorum. Beni böğrümden
sarsarak bir Ģeyim kalmadığını söyledi. Uyandım. DıĢarıda bekleyen anneme
seslendim. Kapıyı açması için yalvardım. Çok zor inandıra bildim. Kapıyı açtı. Çıktık
gece yarısından sonra eve geldik. Yararı oldu mu, olmadı mı bilmiyorum.― Bu olayın
aileme yararı olduğu bir gerçek. Onlar, yakın çevre bu olayın türlü yorumunu
yaparak sonuçlar çıkarmaya çalıĢıyorlardı. Ben de rahat ediyordum. Hastalıktan
önce dedem ölmüĢtü. Bıraktığı taĢınmazları Çocukları kendi aralarında bölüĢtüler.
Ev oğullarından Halil –babam – Mecit, Bekir‘e; Mider ve Mahsere de bu üç oğluna
kaldı. Küçük oğlu Ahmet ise oturdukları evin geniĢ avlusundan ayrılan küçük
avluya yapılan evi aldı. Bu ev bir kap,iki tağa,mutfak,birgeniĢ mağara üstüne
yapılmıĢ bir oda, bir mutfak, odadan beĢ altı basamak merdivenle çıkılan adına
çıkma denilen bir oda, geniĢ bir avlu, avlu içinde bir de kuyu vardır.
Maho ve Haco‘nun kendi oturdukları eve gelince, bu ev üç oğluna
kalmıĢtır. Ġki yüz kırk metre karelik bir avlu,Bu avlunun güney, batı, kuzey
yönlerine yerleĢtirilmiĢ odalardan oluĢmaktadır. Güney yönünde ve kuzeye bakan
yan yana iki alt, iki üst –tabaka –dört oda. Kilis‘te bu odalara POYRAZ ev denir. Bu
odaların batısında yine kuzeye karĢı bir saman ambarı. Batıda, doğuya karĢı kuzey
uçta bir mutfak, mutfak içinden üç- beĢ basamakla inilen bir mağara. Mağaranın
üstünde doğuya bakan altında mağara olması nedeniyle avludan üç-dört basamak
yüksekte iki mağlı bir oda, bu odadan beĢ- altı basamakla çıkılan mutfak üstünde
bir çıkma oda. ( ġARK EV). Avlunun güney yönünde Ahmet için yapılan evin arka
[100]
duvarı, bir ara kapı. Bunun doğu yanında da güneye bakan bir alt-üst tabaka.
(KIBLE EV). Arsanın doğusu Ġban Çıkmazı, batısı Hacı DerviĢ Camii haremi ile
haziresi. Bu paylaĢımdan sonra Mecit, kendi payını babama Satarak baĢka bir ev
alıp giderler. Bekir‘in oğlu Kamil de evdeki payını bana sattı. Böylece evin tamamı
bizim oldu.
―Mahsere ve midere gelince: Bunlar dört kardeĢe kalmıĢtı. Önce
Ahmet Amcamın oğlu Kadir evini kahveye çevirirken her ikisindeki paylarını sattı.
Ben de aldım. Daha sonra Bekir Amcamın oğlu Kamil,Önce Evdeki payını, sonra da
mahseredeki payını sattı. Onu da aldım. Mahserede yalnız Mecit Amcamın
çocuklarının payları kalmıĢtı. Geçinemiyorduk. Sık, sık tartıĢmamız, kavgamız
oluyordu. Satmaya kalktılar, yeterli param yoktu. Süre istedim vermediler.
Aslında bana satmayı istemiyorlardı. Kalktılar Mehmet Gözübüyükle Asım
Sağıroğlu‘na sattılar. Ġkisi de benim yakın tanıdıklarımdı. Bana geldiler. Biz bunu
senin için aldık, Sana bir yıl süre tanıyoruz ―Al malını hayrını gör‖. Dediler.
Böylece mahserenin de tamamı bizim oldu. Midere gelince Mideri dağıttık. Herkes
payına düĢen bölüme dükkan yaptırmak istedi. Kadir payını satmıĢ ben de
almıĢtım. KardeĢlerin her birine ikiĢer dükkan düĢüyordu. Kadir ‘den aldığımla
bizimki dört dükkan olmuĢtu.Önce Biz yaptırmaya baĢladık. Ġstiyordum ki her
yönüyle en iyi, en güzel olsun. Kendi aramızda arsayı bölüĢtük. Bize Doğudaki
bölüm düĢtü. Batımızda Kadir, Mecit Amca ve Bekir vardı. Böylece dört dükkanın
temelini attık. Ben altlarının Mağara olmasını istiyordum. Kaç iĢçi tuttuysam
bırakıp kaçtılar. BaĢlamıĢtım, bir kere geri dönemezdim. Bitirmeliydim. Kalktım,
bir külünk aldım. Gündüzleri medreseye gidiyor, akĢamları, geceleri gelip mağara
kazıyordum. Ertesi sabah babam kazılan enkazı döktürüyordu. Öylesine
çalıĢıyordum ki geceleri iki defa gömlek değiĢtiriyordum. Böylece mağarayı
bitirdim. Kabı çatıldı.Dükkanlar yapılıp çıktı. Sıra üstünün örtülmesine gelmiĢti.
Ben ağaç direkler olsun istemedim. Demir direkler arası
kap yaptırdım.
Dükkanların ön cephesi de yonma taĢla, çiftli ile kemerli olarak yapıldı. O gün için
Kilis‘in en güzel dükkanları olmuĢtu.‖Babam buraya değin anlattı. Bundan sonrasını
ben de yaĢayıp gördüm. Mecid Amca‘nın çocukları dükkanlarını daha sonra
yaptırdılar. Kamil Amca da onlardan sonra yaptırdı. Mecid Amca‘nın iki oğlu, dört
de kızı vardı. EĢi Ballı Aba da sağdı. Bu da yedi ardıl demekti. Dolayısıyla
anlaĢmaları çok zordu. BaĢlangıçta iki
oğlana bir, dört kızla anneye de bir
dükkan olarak paylaĢıp sorunu çözer gibi olmuĢlardı. Kızlardan ikisinin kocaları
ölüp annelerinin yanına dönünce durum değiĢir, anlaĢmazlık yine baĢlar. Anneleri
ile kendilerine verilmiĢ olan ortak dükkanı satarak paralarını paylaĢtılar.Yalnız
kardeĢlerin bir dükkanı hukukta iĢtirak hali denilen durumdaydı. ĠĢtirak halini
çözmek için anlaĢamadılar. Dolayısıyla ferağ da edemediler. Babam paralarını
verdi. KarĢılığında alması gereken senet ya da tapu alamadı. ĠĢin çürük olduğunu
söyleyen yakınlarına da Bunlar benim Amcam çocuklarıdır. Bana kötülük
yapmazlar.‖ Diyerek geçiĢtiriyordu. Birkaç yıl sonra oğlanlar da dükkanlarını
[101]
sattılar. Onu da babam aldı. Elinde Tapu için gereken para kalmamıĢtı. Sanırım
Amcası oğlanlarına biraz borcu da vardı. Bu nedenle yine satıĢ belgesi alamadı.
Alamazdı da. Çünkü bütün arsa Maho adına tapuluydu. ĠĢtirak halinden dolayı
kimse bireysel olarak satamaz ve de alamazdı. Ancak tümünün birden toplanıp
iĢtiraki çözmeleri gerekirdi. Oysa Maho‘dan sonra ölüm, miras dolayısı ile paylar
çok dağılmıĢ, pay sahipleri çoğalmıĢtı. ĠĢ torunlara, üvey evlatlara değin
uzanıvermiĢti. Bunları bir araya getirip anlaĢtırmak olanaksızdı. BaĢaramadık.
―Hoca yanlıĢ yapıyorsun, böyle mal alınmaz. Belgesini al‖. diyenlere kızıyor bağırıp
çağırıyordu. Daha da ısrar ederlerse ―Yahu !Size ne? Bunlar benim amca
çocuklarım değil mi? Gerekirse bağıĢlarım da‖ deyip kestirip atıyordu. Oysa iĢin
iç yüzü baĢkaydı.Kimse bunu bilmiyordu.Aradan birkaç yıl geçti. Önce Amcası
oğlanları iĢi cıvıttı. Sonra kızlardan biri de onlara katıldı. Diğer üç kız, anneleri
sözlerinde durdular, kendi haklarını sattıklarını Noterlik senediyle belgelediler
Diğerlerine gelince: ―Bizim koĢullarımız vardı, yerine getirilmedi‖.Diyerek
satıĢlarını yadsıyarak geri döndüler, AnlaĢmazlık yargıya gitti. DuruĢmalar
yıllarca sürdü. Bir sonuç alınamıyordu. Bu arada babam öldü. Aile içinde süre gelen
bu anlaĢmazlığı bitirmemiz gerekti. Ve biz bitirdik. Haklıyı haksızı Ayırt etme
iĢini bir kenara iterek iĢi bitirdik . Konuyu kapattık. Biz iki taraf çocukları bugün
kendi aramızda dostça, kardeĢçe geçinip gidiyoruz. Bugün aramızda anlaĢmazlık
konusu olacak bir ortak mal ya da ortaklık da yoktur. Yalnız onlarla değil biz öz
kardeĢler arasında da böyle bir olay olamaz. Aramızda kardeĢ olmaktan baĢka
ortak bir bağ kalmamıĢtır.
Babamla öylesine çok anılarım var ki, hangisinden, neresinden
baĢlasam bilmiyorum. Sanırım baĢka hiçbir çocuğun babasıyla benim babamla olan
ortak anılarım gibi anısı yoktur. Bir gün nisan sonu ya da mayıs baĢıydı babam ,
annem ve ben bağa gitmiĢtik. Aslında o günlerde bağda hiçbir iĢ olmaz. Olsa, olsa
çiftçi gitmiĢtir. O nedenle olabilir. DönüĢte babam: ― Tarlaya uğrayıp gelirim.
Hadi siz eve gidin‖ diyerek tarlaya doğru yöneldi. Gelirken firiklik taze buğday
da getirmesini istedik. Daha doğrusu kendisi onu neden olarak gösterip tarlaya
gitti. Biz de yolu uzatmadan eve geldik AkĢamüzeri babamı eve birkaç kiĢi kıpkızıl
kan içinde getirdiler. KaĢının üstünden kan akıyordu. Hepimiz ĢaĢırdık ne olduğunu
anlamaya çalıĢırken Babaannem oğlunu böyle görünce ―Sana da mı kıydılar, oğlum!‖
Diye ağlamaya baĢlaması tümümüzü ağlattı. Oysa babama kimse bir Ģey
yapmamıĢtı. O akĢam karanlığında Kilis giriĢinde KöprübaĢı denilen yerde köprüyü
görememiĢ iki metre yükseklikte köprüden dereye düĢmüĢ. DüĢüĢ anında alnını bir
taĢ kesmiĢ. Bu kataraktın baĢlangıcıdır. Bu hastalığa
yakalananlar alaca
karanlıkta yoldaki bir çukurla gölgeyi, ıslak yeri , kum yığınını ayırt edemezler.
ĠĢte o gün babamın da düĢme nedeni budur. Meğer rahmetlinin gözünde katarakt
baĢlamıĢ bilmiyoruz.O gün Kilis‘te çok ünlü bir göz doktoru var. Sami ( Gözonar)
Bey. Babamın gözünün daha çok erken olması dolayısıyla Ģimdilik bir Ģey
yapılamayacağını iyice kör olduktan sonra açılacağını söyledi. Babam bu iĢ için
[102]
Sanırım tam on yıl bekledi.Yine Sami Bey‘e giderek açtırdı, gözünü. ĠĢte bu on yıl
içinde babamın gören gözü ben olmuĢtum. Çağırıyor, biliyorum, az önce bir
yaramazlığımdan dolayı beni dövecek, yine de koĢar giderdim. Az dayağını
yemedim rahmetlinin. Bugün nur içinde yatsın diyorum. Helal olsun attığı dayaklar.
Ġyi ki dövmüĢ. Dövmeseydi kim bilir nasıl bir adam olurdum. Bir elinde sopası öbür
elinde ben her yere birlikte giderdik. Sürekli el ele tutuĢtuğumuz için sürekli de
dayak yerdim. ―Seni dövmeye kalkarsa kaç yanından‖ derlerdi. Ama o zaman da o,
adım atamazdı. Bar, bar bağırır, söver, sayar, beni çağırırdı. Ben de giderdim,
yanına. Elinden korka, korka tutardım. Çoğu kez onunla yürürken ağlıyor olurdum.
Buna karĢın yine de çağırdığını duyar duymaz koĢar giderdim. Kimi zaman sırf
beni dövmek için çağırırdı. Ben de bunu bilirdim. Biraz önce bir yaramazlık
yapmıĢım onu duymuĢ.
ġu anda bir gerçeği dile getirmek gerekirse, beni çok dövmesine,
çok kızıp, bağırıp, çağırmasına karĢın en çok sevdiğim kiĢi babamdı. Ona kızmama,
ondan korkmama karĢın ben onu çok severdim. Geceleri onun koynunda yatmak
onunla uyumak.bana büyük haz verirdi. Onunla yattığım akĢamlar bana anlattıkları
arasında bir Ģey vardı ki bugün bile unutmamıĢım. ―Benim bir oğlum daha var. O
senden büyüktür. Bir gün gelecek. Görürsün. Adı Abdülbaki. Eğer sen beni
dinlemezsen adam olmazsan onu senden çok seveceğim.‖ Diye söz ederdi. Kimdi bu
Abdülbaki ? Sık,sık neden söz ederdi? Bunu bugün de anlayabilmiĢ değilim. O her
zaman benim için eriĢilmez olmuĢtur. Ölümünün üzerinden kırk yıl geçmiĢ olmasına
karĢın yine de öyledir. Tutumlu olmayı isterdi. Yalnız istemez tutumluluğu yaĢardı.
Savurganlığı hiç sevmezdi. Bir giysisi varken, giyilebilecek durumda ise ikinciyi
almayı savurganlık sayardı. Yalnız giysi ayakkabı değil her türlü gereksinim
konusunda bu düĢünce, davranıĢ içinde yaĢamıĢtır. O, insanlar arasındaki sevgi ve
saygının, giyim, kuĢamla ilgili olmadığını, insanın öz benliğinde bulunan mayada
olduğunu, savunurdu, ―Ġnsan, kendini, kendi olduğu için gösteriĢ, aldatıĢtan uzak,
süslemesiz anlatmak zorundadır. KarĢısındaki, seni de sen olduğun için, sen
boyutta ne eksik ne çok anlamalı. Anlatırken de bu ölçüler içinde anlatmalıdır.
Bunu yaparken eksik anlatırsa haksızlık yapmıĢ olur, bilinmesi gereken gerçeği
gizlemiĢ olur. Çok süsleyip gereksiz övgüler yapmaya kalkıĢırsa yalancılık yapmıĢ
olur. Bir çıkar peĢinde olduğu anlaĢılır. Dürüst insanlar böyle olmalıdır. Ġnsanlar
birbirlerini
kiĢisel
çıkarları,
ondan
bekledikleri
yararlar
açısından
değerlendirmemeli. Birine değer verecekse yalnız insan olduğu için değer
vermelidir. Sonu ölüm de olsa yalana yönelmemeli. Her zaman, her yerde, her iĢte,
her koĢulda doğrudan ĢaĢmamak gerekir.‖ Bütün bunlar, onun, hem bana hem tüm
insanlara söylediği öğütler, önerilerdi.Kendisi bu çizgide yaĢamıĢ, ölünceye değin
de çizgisinden sapmamıĢtır. Kendisi için aksidir terstir diyenler hep bu yönünden
dolayı söylemiĢlerdir. Yeri gelmiĢ camide vaaz dinlerken, yeri gelmiĢ hutbede
hutbe okunurken ters, ya da yanlıĢ bir Ģey söylenmiĢ ise anında ayağa kalkıp sesini
yükselterek hem düzeltir hem de yanlıĢı yapan kim olursa olsun onu azarlardı. Bu
[103]
konuda aklıma gelen birkaç örnek olayı anlatmak isterim.
Önce eskiler, kendisinden dinlediklerim: Daha önce de söylemiĢtim
Ġban ‘ ler eskiden beri tarımsal iĢler yaparlar. Hoca, bir yıl ramazanda köylerden
birinde harman döverken bayram geliyor. Bayram geldi diye iĢ bırakılmaz. Bayram
namazını köyde kılmak zorunda kalır. Sabahleyin kalkıp camie gider. Hoca bayram
vaazı veriyor. Konu Fitre, Zekat.Yalnız öyle bir anlatıĢı var ki konuyu evirip
çevirerek kendine getiriyor. Zekat konusunda yalan yanlıĢ neler söyleyebilecekse
tümünü söylüyor. Bunları dinleyen Ġban Hoca birden ayağa kalkıp ―Yeter ! Be
utanmaz adam.Yeter ! Sen de hiç Allah korkusu yok mu? Deminden beri yalan
söylüyorsun Utanmaz adam. Burada bu zavallı köylüleri aldatmak kolay. Yarın
Tanrının önünde ne yapacaksın?‖ diye Bağırıyor. Hoca vaazı kesip hemen namaza
geçiyor. Namazdan sonra ağanın evine gidiliyor. Ağa, kurban kestirmiĢ yemek
yaptırmıĢ. Kendisi de köylü ancak köyün de sahibi . Söz dönüp dolaĢıp Camideki
olaya geliyor. Hocalar ( köyde bir değil iki hoca vardır.) Kendi söylediklerinin
doğru olduğunu söyleyerek babamın kendilerine küçük düĢürücü sözler söylediğini
ileri sürerek Ağanın kendisine kızmasını istiyorlar‖. Babam bakıyor ki adamlar iĢi
söz dalaĢmasına döndürüp uzatacaklar. Babam ― Gel Ģöyle yapalım.‖diyor ―Önce
sen bu adamları bu gece köyden bırakma. Biz de Söylediklerimizi Ayrı, ayrı
yazarak verelim. Bunlar Müftüye gitsin. Doğru yanlıĢ orada belirlensin.‖ der. Öyle
de yaparlar. Ġki delikanlıyı atlara bindirip Kilis‘e yollarlar. Sabahleyin namaza
kalkan babam, bakar ki bizim hocalar Köyü terk etmiĢ gidiyorlar. Biraz sonra
Kilis‘e giden atlılar
gelir. Müftülüğün yazılı açıklaması okunur,
babamı
doğrulamaktadır. Hocalar, kaçtıklarına göre konu zaten kapanmıĢtır. Ama fitre,
zekat konusunda da köylü doğruyu öğrenmiĢti.
Eskiden ramazanlarda cami olmayan köylere bir aylığına teravih
namazı kıldırmaya giden hocalar vardı. Bu hocalar, hiçbir kurumdan maaĢ almadan
teravih, bayram namazını kıldırır bu arada köylülerin verdikleri parayla, erzakı
alarak evlerine dönerlerdi. Bu olaya cer bunu yapana
da cerrar denirdi
Aslında 1950 yılına değin hiçbir din görevlisi devletten maaĢ almazdı. Osmanlı
Döneminde de böyle bir yöntem yoktu. Cami görevlilerine devlet değil o cami
vakfının mütevelli heyeti belli bir ücret öderdi. Bu kiĢiler devlet memuru
maaĢına haram gözü ile bakarlardı. Laik devlet düzeninde hiçbir din görevlisine
maaĢ verilmezdi. Bu gün hıristiyan ülkelerde de bu durum geçerlidir. Hiçbir
devlet imam , müezzin gibi dinsel iĢlerde halka yardımcı olanlara maaĢ ödemez.
1950 yılından sonra bunlara politik Nedenlerle maaĢ bağlanınca memurların
maaĢlarından da haram kalktı. Yoksa eskiden bir memur evinden bir bardak su
içmek bile caiz değildi. Ama kendileri maaĢ almaya baĢlayınca iĢ değiĢti.O zamanki
insanlar sanırım bugünküler değin müslüman değillermiĢ. Çağ Osmanlı çağı. Devlet
baĢkanı PadiĢah, Devlet laik değil, müslüman, PadiĢah ayni zamanda Halife yani
yeryüzünde Allah‘ın da Resul‘ünün de vekili. Buna KarĢın Benim laik, demokrat
cumhuriyetimin politikacıları değin dini ve camii politikaya sokmamıĢlar.
[104]
Politikacıların
bilgilerine
sunulur.(Burada
saygıyla
sözcüğü
özellikle
kullanılmamıĢtır. Biline)
Hoca bir gün erken kalkmıĢ bir yere gidiyor. Henüz Ģafak
sökmemiĢ.Nesneler net olarak görülemiyor. Henüz Ģehirden çıkmamıĢtır.KÖPRÜ
baĢındadır. ( bu günkü Ziraat Bankasının elli metre değin doğusunda) yolun
ortasında ne olduğunu anlayamadığı bir nesne durmaktadır. Yanına yaklaĢır,
beygirden aĢağı iner. Önce ayağı ile dokunarak yoklar sonra eliyle anlamaya
çalıĢır. Kalın, beyaz bir torba, içi dolu, ağzı kıl sicimle bağlı, içinde ne olduğunu
anlayamaz.Yolun ortasından çekip bakmak ister. Gücü yetmez. Sicimi çözer,
torbayı açar. Bir de ne görsün içi altın, gümüĢ parayla dolu değil mi? Torbanın
ağzını geri bağlar. Torbanın üstüne oturup cübbesinin etekleri ile örtmeye çalıĢır.
Artık Ģafak sökmüĢ, gün ağarmaya baĢlamıĢtır. Hoca torbanın üstünde otururken
kendi, kendine bu torba kimin? Bunu nasıl düĢürebilirler? ġimdi ben bu torbayı ne
yapayım ? ‖Diye düĢünerek,kendi kendine yanıt veremediği bir yığın sorular sorar.
Bu sırada doğudan bir atlı gelir.Hem atını çatlatırcasına sürmekte hem ağzına
gelen küfrü saymakta hem de elinde çıplak bir hançerle o zaman Kilisin tek
bakkalı saylan Kasabınoğlu Ahmet Efendiye ölüm tehditleri savurmaktadır. Hoca
onun torbanın sahibi olduğunu anlayarak yolunu keser, durdurur. Bu davranıĢının
nedenini sorar. Bir yıl boyunca yağ, bal, yoğurt, peynir getirdim. Dün hesap kestik
paramı aldım. Beyaz, bir bez torbaya koyduk ağzını da iki ucunda mavi boncuk olan
kıl bir sicimle bağladık. Ben ata bindim. Onlar iki kiĢi torbayı kaldırıp terkime
koyacaklardı. Farkında olamadım. Koyduk dediler. Sürdüm gittim. Köye vardım
torba yok .‖ ġimdi gidip öldüreceğim onu ‖. der. Bunu duyunca olay anlaĢılır.
Babam cübbesini alarak torbayı açar. Arap köylüye ―Torban Ģu muydu?‖ Diyerek
gösterir. Adam kendini attan aĢağı atarcasına inip torbasına sarılır. ― Evet bu
benim torbamdır. ‖ Deyip
Hocaya bir pay vermek ister. Hoca bunu almaz. Bunun
üzerine Baharda bir kuzu getireceğine söz vererek torbasını alıp köyüne döner.
Yalnız nedense o günden bu yana bize kuzu getiren olmadı.
Kilis‘te Arap Emmune adında bir kadın vardı. Zeytinyağı alım satım
iĢi ile uğraĢırdı. Babam yaz baĢında onunla görüĢmüĢ ona zeytinyağını
satmıĢtı.Pazarlıkta, fiyatta anlaĢmıĢtı.Yalınız Emmune babama ―Bana zaman tanı
Ģimdi yerim yok ben sonra kaldırırım.‖ demiĢ. O da kabul etmiĢti. Ekim ayına
değin bekledi. Emmune‘den bir haber çıkmadı. Ne geldi, ne de bir haber yolladı.
Mahsere çalıĢtırma hazırlığı baĢlamıĢtı. Ayrıca zeytin derme zamanı da geliyordu.
Yeni yılın ürünü gelmek üzere idi. Zeytin yağı kapları hazırlanmalıydı. Babam beni
yolladı. Gittim çağırdım. Geldi. Babama ne için çağrıldığını sordu. Babam da
―Artık Ģu zeytin yağını kaldırma zamanı gelmedi mi? Ne zaman kaldıracaksın
bacım?‖ deyince Emmune ĢaĢırıp kalmıĢtı.―Ne zeytin yağı Hocam?‖ diye sordu.
Babam ―Ya hu, unuttun mu? Hani seninle konuĢmuĢ Ģu fiyata anlaĢmıĢtık, birkaç
gün sonra gelip kaldıracaktın?‖ Bunun üzerine Emmune ―Bir Ayyy!..çığlığı basarak,
Hocam Vallahi ben unutmuĢum. Kusura bakma. Peki Ģimdi kaça vereceksin?‖ diye
[105]
sorunca, babam:
―Beni günaha sokma domuz karı, biz bir kere pazarlık ettik. ġimdi
yeniden mi pazarlık edeceğiz. Gel malını kaldır da yerim açılsın ‖ O günkü fiyatla
kaldırıldığı günkü arasında oldukça büyük bir fark vardı. Bu fark satıcı yararına
idi. Ama babam bir kez ―Sattım hayrını gör.‖ demiĢti.
Küspeci Sait Bey, diye bir Bey vardı.Bu adam da toptancı tüccardı.
Bizden Zeytinyağı almıĢtı. Babamla gidip( Nereye birlikte gitmezdik ki ) hesap
edip paramızı aldık geldik.O zaman kaime denilen kağıt para çok kullanılmazdı
sanırım. Sikke denilen altın, gümüĢ metal paralar kullanılırdı. Onlar da onluk
surralar halinde kullanılırdı. Babamla paramızı alıp eve geldik. Babam, baba annem,
annem, ben evde oturup yeniden hesap edip saydık. Kaç kere saydıksa para bize
verilmesi gerekenden birkaç sura fazla çıkıyor. Tamamını toplayıp geri Sait
Efendi‘nin dükkanına gittik. Bir daha bir daha hesapladılar saydılar, içinden
fazlasını aldılar. ĠĢte size Ġban Hocanın hayatından çeĢitli örnekler
Bin dokuz yüz elli yedi yılı ekim ayındayız. Ülke bir seçim
yapacaktır. Ġki siyasal parti gırtlak gırtlağa boğuĢuyor. GörünüĢe göre
Cumhuriyet Halk Partisi bir ayak daha önde gibi. Demokrat Parti ise Ġktidarda
olmanın vermiĢ olduğu tüm olanakları kullanarak seçimi almaya uğraĢıyor. Seçim
Ekimin Yirmi yedisinde. Adaylığını MaraĢ‘tan koyup ön seçimi kazanamayan Sayın
Nedim Ökmen Parti Merkezince Gaziantep‘ten aday gösterilmiĢtir. MaraĢ o
günlerde ―Kahraman‖ değildir. Daha sonraları politik yollardan kahramanlaĢmıĢtır.
Ah benim çıkarcı politikacılarım. Sizler neleri evet neleri kullanmadınız politik
amaçlarınız uğruna. Bu yaptıklarınız için size Tevfik Fikret‘in Devenin BaĢı ġiirinin
son dizelerini sunuyorum. Fikret bunu PadiĢah Abdülhamit‘e söylüyor. Ben sizlere
sunuyorum.
―Develik hakkını inkar etti
―Bize bir merkebi serdar ettin
KiĢi ve kurum olarak hiç kimseyi düĢünmediğimiz gibi hiçbir kiĢi ve
kurum için de saygısızlık düĢünmüyoruz Seçimlere beĢ on gün kalmıĢ Kilis‘te Yer
yerinden oynuyor. NeymiĢ efendim Cumhuriyet Halk Partisi zamanında Kur‘an-ı
Kerimler toplanmıĢ, KalleĢ yöresinde bir kuyuya atılmıĢ, Çürümeye yüz tutmuĢ
kağıtlar belediye çöpçülerinin o pis zembillerine doldurulmuĢlar, kentin belli
meydanlarında halka gösteriliyor, O çevrede bulunan birkaç kiĢi hemen baĢlıyor
suçlamaya. ―Dinsiz ,imansız,komünistler Allah‘ın kitabını ortadan kaldırmaya
çalıĢtılar. Yapamadılar. ġimdi gelmiĢ bizden oy istiyorlar.‖ diye suçlamalarını
sürdürerek oy istemekten çok Cumhuriyet Halk Partisine oy verdirmemeye
gayret ediyorlar. Babama durumu sordum. ―Bu ne demektir? Bu konuda bir bilgin
varsa Ģunu bana da söyle.‖ Dedim. O da anlattı. ―Hatay alındıktan sonra On
Dördüncü Dağ Alayı bütün ağırlığı ile Kilis‘e gelmiĢti. Bu kadar askeri barındıracak
yer olmadığı için camilerin çoğu boĢaltılarak askerin emrine verildi. Kadı camii de
bunlardan biridir. Kadı Camiinin kubbesi iç çevresinde fır dolayı dolaĢan taht var.
[106]
Gerek insanların evlerinden gerek camilerden gerekse baĢka kanallardan gelen
artık kullanılamayacak duruma gelmiĢ eskimiĢ eksilmiĢ kur‘an kitapları Bu bölümde
toplanır. Kendisine Kur‘an sayfası gerekenler, mücellitler burayı arayarak
bulurlardı. Cami Asker yatakhanesi olunca, Müftü Muharrem Efendi Kilis‘teki Belli
baĢlı Hocaları Çağırarak, Bu parçaları ne yapacaklarını sordu. Oy birliği ile
gömülmesine karar verildi
Bu olay üzerine Kilis‘te Siyaset alanına din de girmiĢ oldu. (yalnız Kilis‘te
mi?..) O pis zembillere doldurularak halka gösterilen Kur‘an parçaları, parça,
parça alınarak ellerde dolaĢtırıldı. Sokaklara atıldı. Kırk elli zembil dolusu bu
parçalar sağa sola saçıldı.. Sonra da belediye çöplüklerine götürüldü.Yalnız bu
konu Türkiye de Dinin ve dinsel duygu, kutsal nesnelerin siyaset alanında ilk kez
kullanılıĢı değildi. Bin dokuz yüz elli yılına değin Türkçe olarak okunan ezana son
verilerek Arapça olarak okunmasının baĢlangıcı da bir istismar değil mi? O
günlerde yayınlanan bir dergi de hükumet tarafından desteklenen yazılar
istismar değil mi? Bin dokuz yüz elli seçimlerinden sonra Meclisin ilk açılıĢ
gününde izleyiciler arasından birinin ayağa kalkarak Arapça ezan okuması, Meclis
geçici baĢkanının buna tepki göstermemesi, ezan okunup bittikten sonra
görevlilere ― ġu meczubu dıĢarı çıkarın‖ demesi istismar değil de nedir?
Amacımız hiçbir olayı, kurumu veya kiĢiyi incitmek ya da gücendirmek
değil; Ülkemiz siyasetine bir karabasan gibi çökmüĢ olan irticaın ayak izlerini
bularak kaynağına inmek isteyenlere yardımcı olabilmektir. Dilerim Tanrı ülkemizi
bu beladan bir an önce kurtarır.
Seçimin ertesi günü ben Ġstanbul‘a gitmek üzere. Kilis‘ten ayrıldım.
Seçimin Gaziantep sonucu birkaç kez değiĢerek üç gün sonra açıklandı. Birkaç
oyla Demokrat Parti kazanınca, Kilisli kentdaĢlarım üç gün Kapımızın önünde davul
çaldırarak eğlenmiĢler. Ne diyelim Sağ olsunlar.Bir kez de Gözünün açılması için
Gaziantep‘e
gitmiĢtik. Ameliyat öncesi kentte dolaĢıyorduk. Öğlen yakındı
Karagöz Camii son cemaat yerinde oturmuĢ dinleniyorduk. Daha önce Kilis‘te Hacı
DerviĢ Camiinde, imamlık yapmıĢ olan ABESE ‗li ( Amasyalı olabilir ) Hoca‘nın,
hastahanede yatarken kendisine çok yardım ettiğini, bir çok iyiliğini gördüğünü
anlatıyordu. Oraya gidiĢimizin asıl nedeni de eski bir dostu anarak ziyaret
etmekmiĢ.Bu sırada yanımızda bir adam kaza namazı kılıyordu.Ġlgimi çekti.―Baba,
Ģu adam namaz kılmayı bilmiyor. Secdeye yatarken , secdeden kalkarken iki ayağı
da yerden kesiliyor.‖ Dedim.O da bana susmamı karıĢmamamı söylüyordu . Adam
namazını kılmıĢ bize dönerek kızgın bir biçimde ―ulan piç kurusu sen mi kaldın
benim namazımı beğenmeyecek. Sen kim oluyorsun da benim kıldığım namazı
beğenmiyorsun? ġimdi seni (**180**)ayağımın altına alır ezerim.‖ Deyince Babam
onu yanına çağırıp ―Bu piç kurusunun babası benim. O piç değil. Senin baban kim
söylesene biliyorsan. Ama ben bildiğini sanmıyorum. Birisi sana namazı yanlıĢ
kılıyorsun deyince kızıp küfredeceğine sorsana ne yanlıĢ yaptım diye.‖ Deyince.
―Niye soracakmıĢım? Ben kendim imamım. Benim her gün arkamda yüzlerce kiĢi
[107]
namaz kılıyor.‖demez mi? Olurdu olmazdı tartıĢması uzayınca çevreden bir yığın
insan gelip tartıĢmaya katıldı. AnlaĢamadılar. Birisi Müftülüğe gitmeyi önerince
herkes uygun görerek Müftülüğe
gidildi. Ġçerde Müftünün yanında bir yığın
insan vardı. Bir konu üzerinde konuĢuluyordu. Biz Sekiz, on kiĢi içeri girince,
içerdeki konuĢma kesildi. Müftü Efendiye durum anlatıldı. Müftü bizim tezi
doğruladı. Ġmam olduğunu söyleyen adamı azarladı. ĠĢ bitmiĢ gidiyorduk. Babam,
odanın eĢiğinde eğleniyordu. Meğer konuĢmaları dinliyormuĢ. Onlar da bir konuyu
tartıĢıyorlarmıĢ.Birisi ―Nerede, nerede yazıyor? Bir Kaynak var mı?‖ diye sorunca
Müftü: ―Olur, bir araĢtıralım.‖ Dedi. Bunun üzerine babam, içeri girerek Müftüye
―Sizde falanca kitap var mı ?‖ diye sordu. ―Var‖ yanıtını alınca ―Hele bir getirtin
onu.‖Dedi. Kitap geldi. Babam bir bölümün okunmasını istedi.Bölümü Müftü Efendi
kendisi okudu. Okuması bitince kalkıp geldi, hala eĢikte ayakta duran babamı
elinden tutarak götürüp yanına oturttu. ―Hele söyle hafız efendi sen kimsin?‖
(Kilis,Antep‘te köre de hafız derler.) Babam kendisini tanıtmak için birkaç kelime
söyledi. Bunun Üzerine Müftü Efendi: ―Sen yoksa ―Kilis‘teki Ģu Ġban‘ın körü
dedikleri Hoca Efendi misin?‖ Deyince Ben atılıp ―Evet efendim Babam odur.‖
Dedim. BaĢladı babamla konuĢmaya uzun, uzun konuĢtular.KucaklaĢarak ayrıldılar
Meğer Babam o gün müftülüğün uzun zamandan beri üzerinde uğraĢıp çözmeğe
çalıĢtığı bir sorunu çözüvermiĢ Müftülükten ayrılırken büyük utkular elde etmiĢ
bir komutan gibi gidiyordum. Babamın yanında. O gururu sanırım bugün bile
taĢıyorum.
Sanki yazgı, iĢi gücü bırakmıĢ ailenin (özellikle amca kızlarının ) ―Fakı‖
dedikleri Ġban Hocayla uğraĢıyordu. Bizim Fakı‘nın da bir tek düĢmanı vardı:
Yazgısı.Neler düĢünüyor, ne yapmak istiyor, hiç birini elde edemiyordu. Kilis
Medresesinin en gözde mollalarından biri hatta birincisi olmuĢken çok daha
geridekiler gelip geçmiĢti kendisini Bunların içinden kimi müftü, kimi kadı, kimi
hakim olmuĢtu. Kendisi de olabilecekken hem de yola çıkmaya hazırken hastalık
engelini çıkarıyor karĢısına.Yıllarca süren hastalıktan sonra mutsuz geçen ilk
evliliğin beĢ yılı arkasından ikinci evlilik sonra çok arzu ettiği bir erkek çocuk,
daha birkaç ay geçmeden eĢinin, çocuğun hastalıkları yine bu sırada yetiĢen
körlük bir insanı değil, bir aileyi bile darmadağın eder de artar. Hele bunlara bir
erkek kardeĢin öldürülmesi, bir kız kardeĢ ölümü de eklenirse ne olur o insanın
durumu? Siz düĢünün. Bizim Fakıyı oldukça sinirli bir insan yapmıĢtır.Gerek evinde
aile bireylerine gerekse dıĢarıda yakın çevresine karĢı en küçük bir yanlıĢlığa
karĢı parlayan hemen sert bir biçimde suçlayarak düzelten, hoĢ görü tanımayan
bir insan yapıvermiĢtir. Kilis‘teki hoca arkadaĢlarını sert biçimde eleĢtirir.
Onların vaazlarını, okudukları hutbelerini beğenmez, yanlıĢlarını kaynak
göstererek düzeltirdi. Bunları yaparken çevrede kim var kim yok düĢünmezdi.
Çoğu öğrencisi olan hocalar elde ettikleri görevin üzerlerinde oluĢturduğu
saygınlığı bozuyor olmasından yakınarak yanına gelmeye bile korkarlardı.
Bunlardan bir tanesi Kilis‘ten ayrılırken arabayı durdurarak o sırada çarĢıda
[108]
bulunan Hoca‘ya karĢı bağıra, bağıra ―Aha ben gidiyorum. Kilis de Kilisli de sana
kalsın.‖ Der. Bir gün de bir tüccarın yazıhanesinde Eskiden öğrencisi olan bir
imamla tartıĢırken, ―Ulan gözüm görse seni boğardım. Böyle senin gibi bir imamın
arkasında namaz kılanların namazlarını kaza eylemeleri gerekir‖. Diye üzerine
yürüdü. Çevresindekiler kendisini güç tuttular.
Yedi kiĢilik aileden BeĢ kiĢi kalmıĢtık. Bu arada O güne
değin
görüĢmediğimiz halamlarla da artık görüĢmeye baĢlamıĢtık. Dedemin ölümünden
beri halam, kocası, oğlu bize gelip gidiyorlardı. Sanki görüĢmeden geçen günlerin
acısı çıkarılıyor gibi sık görüĢüyorduk. Haftanın birkaç günü onlar bizde, diğer
günlerinde de biz onlardaydık. Hele ben onlardan hiç çıkmaz olmuĢtum. Arap da
bize ısınmıĢtı. Ya ben onlarda, ya o bizde idi. Babam ikimizi birbirimizden ayrı
düĢünmezdi. Bana bir Ģey alındı mı mutlaka ona da alınırdı. Gerçi aramızda kavga
da eksik olmazdı. Sık, sık dövüĢür, sık, sık da barıĢırdık. Biri birimizle hiç küsülü
kalmazdık. Bu nedenle de büyükler ne kavgamıza karıĢır ne de barıĢmamıza
karıĢırlardı. Bir evin iki kardeĢ çocuğu gibi yaĢardık. Ta ki iki kardeĢ yani babamla
halam miras konusunda anlaĢamayıp birbirlerine düĢünceye değin. Bu anlaĢmazlık
hiçbirine yarar sağlamadığı gibi zarar da ettiler. Bir akĢam Halamın evinde
toplanıldı iki de güvendikleri bilir kiĢi gelmiĢti. Uzun tartıĢmalar olduktan sonra
ben izin alarak bir öneride bulundum. TartıĢılan mallar nitelikleri bakımından iki
gruba ayrılır. Birisi kent içinde bulunan ev, dükkanlar, mahsere, ikinci gurup kent
dıĢında bulunan açık arazidekiler, Bağ, zeytinlikler, tarla. Belki bedelleri eĢit
değildir, ama isterseniz,kardeĢler arasında aza çoğa bakmadan bunları denk
sayarak anlaĢabiliriz. Gelin Ģu içeridekileri bize verin, dıĢarıdakiler de sizin olsun
derim. Halam, bu öneriye sıcak bakıyordu, Ancak babam öneriyi beğenmiyor,
tarlayı da istiyordu. Toplantı anlaĢmazlıkla sonuçlan,dı. ĠĢ yargıya gitti. Araya
avukatlar girdi. ―Sen haklısın kesin kazanırız, sakınanlaĢma. Seni aldatıyorlar
inanma.‖ Sonunda ikisi de kazandı ama neyi? Haleti adlı ünlü halk ozanın
kazandığını. Diyor ki:
―Haleti‘nin Canını Hak aldı ,malını Miri‖
―Kaldı varislerine gussasıyle kiri.‖
.
ĠĢte bizimkiler Haleti‘nin varislerinin aldıklarını aldılar.En az l800 yılından
beri ellerinde bulunan çok değerli mülkü 165yıl sonra iki inatçı kardeĢ böylece yok
ettiler.Babamın elinde iki dükkanla bir ev kalmıĢtı. Dükkanları da annemin cehaleti
kardeĢlerimin uyumsuzluğu yok etti. Suçu Belediye BaĢkanı Ekrem Çetine
yüklediler. Son olarak elimizde bir ev kalmıĢtı. Onu da Biz kardeĢler yok ettik.
Son parçaları ile iki yüz yıla yakın ĠBAN‘ların olan mallar Ģimdi baĢkalarının oldu.
Alanlara yalnız ―Hayrını görsünler, ĠnĢallah!‖ Derim.
Hastalık bitmiĢ, Aile içinde hasta birey kalmamıĢtır.Mehmet,
Medresedeki görevine dönmüĢtür. Osmanlı döneminde Medrese de bulunanları
askere almazlardı. SüveyĢ Kanalı anlaĢmazlığında Ġngilizlerle Fransızlar ortak
eyleme giriĢince Medreselileri de orduya çağırırlar. Böylece Mehmet de askere
[109]
alınır. Kilis yöresinden toplanan askerleri Kanal savunmasına yollamak üzere yaya
olarak Ġskenderun‘a yollarlar Babam bu yolculuğu yaĢam boyu unutmamıĢtı.
Bilmem kaç gün sonra Ġskenderun‘a yetiĢirler. Henüz kendilerini götürecek
gemiler gelmemiĢtir. Ġskenderun da sokaklarda yatıp kalkarak birkaç gün de öyle
beklerler. Sonunda
―Kanal alındı Askere gerek kalmadı‖ Diyerek herkesi
memleketlerine yollarlar.O güne değin suyu yalnız bardakta, hamamda gören
Mehmet, denizi görünce ĢaĢırmıĢ, tadına bakmak istemiĢ. Parmağını suya batırıp
ağzına götürmüĢ. Bu (**185**tadı da hiç unutmamıĢ.(Siz kadere bakınız ki ben de
denizi ilk kez Ġskenderun‘da görüp babamın anısını yaĢamak için deniz suyunu
tatdım.) ―Hem Kanal kurtuldu. Hem savaĢtan, askerlikten kurtulduk diye
sevinçten bayram ediyorduk. Gelen bir haber hepimizi alt üst etti. Kanal alınmıĢ
doğru ama bizim tarafımızdan değil, Ġngilizler tarafından alınmıĢ. Bu üzüntüyle
yayan yapalak yola koyulduk. DönüĢümüz gidiĢimizden daha zor oldu. Yolda askerin
yarısı öldü. Kureyle denilen bir hastalık baĢladı. (Kolera demek istiyor.) Bir ishal,
bir kusma, ayran gibi bir su durmadan akıyor, en geç üçüncü gün alıp götürüyor.
Gidenler gitti. Biz Kalanlar Üç gün süreyle hiçbir Ģey yemedik korkumuzdan.
Allah Korudu kurtulduk. Evimize, ailemize kavuĢtuk.‖ Diye anlatırdı. Bu anısını..
Eve dönünce Rahat bırakmazlar, Anne, baba, kız kardeĢler ―Artık
evlenmelisin‖ diye sıkıĢtırırlar. Elli yaĢına değin karĢı koyar, daha fazlasına gücü
yetmez. Ġlk kez Elli yaĢında Sağıroğlu Süruri Beyin kızı Vakıfa Hanımla evlenir.
BeĢ yıl kadar evli kalırlar. Çocukları olmayınca ayrılırlar. BoĢandığı eĢi Antep‘li
biriyle evlenir, çocukları olur. Kendisi de annemizle evlenir. Ben, KardeĢlerim
oluruz. Kendi söylediğine göre evlendiği zaman babam elli beĢ yaĢında imiĢ.
Sanırım Bu ikinci evlilik yaĢı olsa gerek. Anne AyĢe, kız kardeĢ Maksude görücü
olarak semt, semt kız ararlar. Ama uygun birini bulamazlar. Her birinin kendine
özgü bir kusuru vardır. Bunlar da öylesine önemli kusurlardır ki oğullarına
böylesine bir kızı uygun görmek değil bunu düĢünmek bile istemezler. Bunlardan
bir tanesinin çok, çok önemli kusurunu ben de duydum, size de anlatayım. Adları
gerekmez bir kızı görmeye giderler. Bu tür gidiĢler hep ani baskın biçiminde olur.
Bundan dolayı hep habersiz gidilir. Ya yoldan geçerken uğranılır, ya namaz
vaktidir, kazaya kalmasın diye bir vakit namazı kılmak için uğranılır. Kısaca aile
ile kız gerçek doğal haliyle bulunduğu zamanlarda olur. Genellikle de öğlenden
önceleri olur. Öğlenden sonraları kız ve kız aileleri hep hazırdır. Bir görücü
gelebilir diye evlerini ve kızlarını buna hazırlarlar. Bu nedenle bizimkiler de böyle
bir baskınla bir kızın evine giderler. Biraz sonra da kızın ağabeyi bir iĢ için eve
gelir. Evde yabancı olduğunu bilmiyordur. Kapıdan girince evin kedisi ile karĢılaĢır.
Ona parmak Ģıkırdatıp gel, gel eder. Bizimkiler bunu görünce hemen kalkıp
giderler. ―A!A!A! Bu kızın kardaĢı pissiğe göbek atıyor. Bu kız alınmaz‖ Diyerek
evlerine dönerler.
Nihayet uygun bir kız bulunur. Düğün olur.Gelin gelmiĢ gerdek odasında
damadı
beklemektedir. Damat utandığı için gerdek odasına girmek istemez.
[110]
Yengesi onu odaya doğru itip çekerken birden tahttan küt diye aĢağı düĢer. Bir
gün önceki düğünde iki oda arasındaki taht çökmüĢ henüz yaptırılamadığı için de
odalara süllümle girilip çıkılmaktadır. Zavallı yenge bu durumu unutmuĢ olmalı ki
kapıdan ayağını boĢluğa atınca pat diye avluya düĢer. Bereket düĢtüğü yükseklik
çok değildir. Biraz incinme bir iki sıyrıkla atlatır. Bu olay bizim evde çok anlatılan
bir fıkra olmuĢtur. Her anlatılıĢında rahmetli babam hala o geceymiĢ gibi
utanırdı.Babamın bu evliliği beĢ yıl sürer. Çocukları olmaz. Ayrılırlar. Kadın bir
baĢkasıyla evlenir. Babam annemizle evlenir. Ġkinci evliliklerinden ikisinin de
çocukları olur. Önce ben olmuĢum. Bu doğum, otuz yıl bir süreyle doğum olmamıĢ
bir evde ne anlama gelir. Dedem, nenem ve halalarım için ne anlama gelir siz
düĢünün. Maksude halam olayı ―Ogün Kilis‘e nur yağmıĢtı. Bizim evimiz nurla
dolmuĢtu‖ diye anlatır. Çok geçmez annem de ben de hastalanırız.Annem,babası
evine taĢınır, ben de baba evimde Maksude ile Makbule halalarımın bakımında
birbirimizden ayrı, birbirimize özlem duyarak yaĢamaya çalıĢırız. Bu hastalık, bu
ayrılık ne kadar sürdü? Bu ayrılığın nedeni ne idi? Bunları bugün bile bilmiyorum.
Sonunda ikimizde iyileĢerek evimizde bir araya geliriz. Ayrı kaldığım sürede anne
sütü alamadığım için sütten kesilmiĢim. Annemin de bana süt veremediği için sütü
kesilmiĢ. Halam beni kucağında kapı, kapı dolaĢtırır komĢu evlerinde bebeğe
zarar vermeyecek bir Ģey bulursa orada karnımı doyurur. O sırada Türkiye‘nin
içinde bulunduğu, özellikle Kilis‘in koĢulları düĢünülecek olursa bu duruma hiç
ĢaĢmamak gerekir. Bereket versin ki kuru üzümümüz varmıĢ. Her gün bir avuç
kaynatılır, yumuĢayan üzüm bir tülbent köĢesine konup bir meme baĢı
büyüklüğünde bükülür bebeğin ağzına verilir. Bebek bununla hem aldanır, hem
doyar. (**187**)ĠĢte o zamanda Kilis‘in bebe maması. Bebek buna alıĢınca üzüme
bir avuç pirinç de katılarak daha besleyici bir mama elde edilir. Bebeklik çağımı
anne sütü yerine bu mama ile geçirmiĢim.
MAKSUDE
Ġban Hocadan sonra ailenin ikinci çocuğudur. Nüfus Müdürlüğündeki
kayıtlara göre Rumi 1303, Miladi1887 yılında doğmuĢ, 1978 yılında 91yaĢında
ölmüĢtür. Ben tanıdığımda evde anası AyĢe‘den sonra en çok sözü geçen, en etkili
kiĢi idi. Erkekler tarımsal iĢlerle uğraĢırken kadınlar kızlar da evde boĢ durmazlar
onların da evde ayrı uğraĢ alanları vardır. Pamuk eğirip iplik yapmak, çorap örmek,
iğne oyası yapmak, gergef iĢlemek, hapishane iĢi, hesap iĢi, kanaviççe iĢleri gibi
iĢler kadınların en çok yaptıkları iĢlerdir. Aralarında yaĢ farkı olsa da üç halam da
bu iĢlerle uğraĢmıĢlardır. Hem evin yemek, bulaĢık, çamaĢır gibi günlük iĢlerini
yaparken hem de bu iĢleri yaparak aile bütçesine katkıda bulunmuĢlardı
Maksude hala, bekarlığında en çok benimle uğraĢırmıĢ. Annem hastayken
beni evde yediren, gezdiren, bir annenin yapması gereken her iĢi yapan Maksude
Haladır. Bu nedenle bana ikinci annelik etmiĢtir. Benim doğumumdan bir iki yıl
sonra Hadiye Halam üçüncü doğumunu yapar. Arap Ahmet doğar. Bu defa kendisi
hastalanır. Kocası bakamaz getirip baba evine bırakır. Doktor, ilaç fayda
[111]
etmez.Hediye ölür. Bebek Arap Ahmet öksüz kalır.Maksude teyzesinden baĢka
bakacak kimse yoktur. Babası evine yollasalar orada da bakacak kimse yoktur.
Çocuğun gözlerinde trahom vardır. Her gün hastahaneye gidip tedavi olması
gerekir. Teyzesi Maksudeden baĢka götürecek kimse yoktur. Trahom dispanseri
akraba Boynuyoğunların evine yakındır. Onlar, ―Bu çocuğun durumu ne
olacak?Yarın babası evlenince gelecek üvey anne bu zavallı bebeğe ne denli
bakacak.Gel sen evlen bu adamla.Çocuğa da anne ol.‖derler. EniĢteyi çağırır onunla
da konuĢup razı ederler. Böylece Maksude küçük kardeĢi Hediye‘nin dul kocası ile
evlenmeye razı olur. Zaten evlilik çağı çoktan geçmiĢ olan Maksude de böylece
evlenmiĢ olur. Bu olayla Arap Ahmet yeni bir anne bulurken, ben ikinci annemi
yitirmiĢ oldum. Bereket versin evde diğer halam Makbule vardı. Ama aile bunu bir
türlü hazmedememiĢtir.Uzun süre kızlarıyla küsülü kalmıĢtır. Ailede onunla
görüĢen ona gidip gelen yalnız bendim. Rahmetli beni çok severdi. Ben de onu çok
severdim. Öyle olması da gerekmez miydi? Ben onun ilk çocuğu, o benim ilk annem
durumundaydık. Arap‘ı öz oğlu bilirdi. Arap da onu anne bilirdi. Zaten baĢka
çocuğu da olmamıĢtı. Daha sonra Arap‘ı nüfusuna geçirtip yasal öz evlat
edinmiĢtir.Onun bakımında olduğu gibi büyümesinde de yardımcı olmuĢtur. Babası
ölünce annelikle beraber babalık görevini de yüklenmiĢtir. Onu iki kez
evlendirmiĢtir. Ġlk evliliğini hem teyzesi oğlunun hem de amcası kızının kızı ile
yaptırmıĢ fakat baĢarılı bir evlilik olmamıĢ, ikinci evliliğini aileden olmayan bir
kızla yaptırmıĢ bu evlilikten Arap‘ın bir oğlu olmuĢ fakat bu kez de kendisi siroza
yakalanarak Ġstanbul‘da tedavi gördüğü bir hastahanede ölmüĢ, orada da
gömülmüĢtür. Son zamanlarda annesi ile arası bozulan Arap Ölümünden önce
manevi evlatlıktan reddedilmiĢtir
MAKBULE (1303-1891—1946)
Makbule küçük yaĢta bir menenjit hastalığı geçirir. ĠĢitme duygusunu
yitirir. Genç kızlığında bir gün evde ailece bulgur ayıklıyorlar. Bir komĢu kadın
gelir. ―Duydunuz mu kızlar Azez Taburu tümden düĢmüĢ, hepsini öldürmüĢler.‖der.
Bu sırada Akif askerdedir.O da Azez Taburundadır. Bu haber aile içinde büyük
bir etki yaratır. Makbule de duymuĢtur. Ayıklamakta olduğu bulguru kucağına
dökmeye baĢlar. Kendi kendine ―Demedim mi size ? Böyle, böyle olacak diye!‖ Der.
Kıp kırmızı olur. Kısa süreli bir baygınlık geçirir. Önce önemsemezle. Sonraları bu
olay sık, sık yinelenir. Süresi uzar. Titremeler, çırpınmalar artar.Onu bir doktora
götürürler. Doktor olayın bir hastalık olduğunu, henüz sağaltımı olmadığını,
Hastayı yalnız bırakmamaları gerektiğini, sürekli yanında birinin bulunması
gerektiğini, yoksa hastanın kendisine, çevresine zarar verebileceğini söyler.
Zavallı Makbule sürekli gözetim altında tutulur.
Böyle olmakla birlikte yine de kaza eksik olmaz.Bir gün evde bulgur
kaynatılıyor. Herkes kendine göre bir iĢ görüyor. Makbule de eline birkaç odun ya
da birkaç dal çubuk almıĢ onu bulgur hallesinin altına sürüyor. Elinde bir de tandır
ĢiĢi var onunla ateĢi karıĢtırarak güçlendiriyor. Bunu gören yok. Herkes orada ama
[112]
kendi iĢi ile uğraĢıyor. Birden Makbule ‗nin ―Demedim mi size ? Böyle, böyle
olacak‖ Dediğini duyuyorlar. Bir de ne görsünler Makbule Hallenin kenarına
yıkılmıĢ elindeki kızgın tandır ĢiĢi ile çırpınıp duruyor. Hemen birkaç kiĢi kedisini
kucaklayıp uzaklaĢtırıyorlar. Makbule yapacağını yapmıĢ bacaklarını birkaç
yerinden dağlamıĢtır. Olayın ayırdında olmayan Makbule KardeĢi Akif için
söylediği
―Sinem sinene karĢı,
―Atma sineme taĢı‖
―Gel kardeĢ sarılalım,
― Dosta düĢmana karĢı‖
Manisini söylemektedir. Yanık yaraları
aylarca sürer. Yaralar iyileĢti. Ġzleri gitmedi. Biz onunla iki arkadaĢ gibiydik. Beni
çok severdi. Ben de onu çok severdim. Ġri yarı güçlü, Kuvvetli biriydi. Evde hep
temizlik yapardı. BaĢka bir iĢle uğraĢmazdı, uğraĢtırılmazdı.
Bir hafta sonu annem evde çamaĢır yıkayacak hazırlık tamam yıkanacak
çamaĢır mutfağa indirilmiĢ. Biz baba annem, halam yukarıdaki odada oturmuĢ
konuĢuyoruz. Nenem, Halama iĢaretle: ―Kalk sen de git, yardım et‖ Diyor. Halam
kalktı gitti. Bu defa Annemin sesi geliyor. ―Sen yukarı çık Ben yapıyorum iĢte‖
diye bağırıyor. Makbule çıkmıyor fanusu alıp kilere giriyor. Bir teĢt alıp kendisi
de
çamaĢıra yardım edecek. Fanus gidince karanlıkta kalan annem beklemek
zorunda kalıyor. Onu beklerken içerden birden bire bir aydınlık parlıyor. Bunun
üzerine annem durumu anlayarak ―Haliiiil ! Haliiiil! Haliiiiil‖diye feryatla beni
çağırıyor. Annemin çığlığı bana kötü bir olay olduğunu bildiriyordu. Odadan birden
fırlayarak çıktım, tabakadan merdivenleri inmeden avluya atladım. Kiler olarak
kullandığımız aĢağı evden halam bir mum gibi alevler içinde çıkıyordu. Yine
dudaklarında o türkü. ―Sinem sinene karĢı‖ Üzerinde don yumaklığı bir zıbın,
altında bir diz donu, belde sağlam bir kuĢak, boyunca alevler içinde kilerden çıktı.
Ġlk iĢim üstüne atılıp entariyi yırtmak oldu. Alevler içindeki entariyi alamadım.
Benim ellerimde cazırdamaya baĢlamıĢtı. KuĢak tutuyordu. Düğümünü aradım
bulamadım kırmaya zorladım, kıramadım. Elimden de bırakmadım. Alevin gücü
yardım etti, o yaktı, ben kopardım. Herkes ĢaĢırmıĢ, donmuĢ gibi çevremizde
duruyordu.Gerçi yardım edecek kimse de yoktu. Babam çırpınıp duruyor, Annem
kendi kendini dövüyor, nenem saçını baĢını yoluyor. Ben, henüz genç bir
çocuk.Deneyimsiz, çırpınıĢlarla, boĢa giden bir çabayla alevlerle yanan halamla
uğraĢıyordum.Yakın komĢular yetiĢip geldiler.AĢkarın ġükrüyesi Hızır gibi yetiĢip
geldi. Alevlerden kurtulmuĢ halamı aldı bir Ģeylere sardı.O hala türküsünü
söylüyordu. Benim iĢim bitmiĢti. Artık ellerimin acısını duyuyordum.
Kendimi sokağa attım. O zaman Kilis‘te iki eczane vardı. Ġkisi de o saate
kapalıydı. Kemal Beyin evine koĢtum. Ondan ilaç istedim. Artık ellerimin acısına
dayanamıyordum. Eczacı Kemal Salihoğlu beni alıp eczahaneye götürdü. Orada
büyük bir ĢiĢe ilaç yapıverdi. Önce ellerimi ilaçladı. Beni ĢiĢe ile eve yolladı. Ben
[113]
ayrılınca durumu polise bildirmiĢ. Bu sırada kapı çaldı, bir devriye ekibi gelerek
tutanak düzenlediler, hastayı, hastahaneye götüreceğiz dediler. Hepimiz birden
neye uğradığımızı ĢaĢırarak olduğumuz gibi peĢlerine düĢtük. Önce hastahaneye
sonra da karakola götürüldük. YaĢlı baba annemin, babamın annemin benim
ifadelerimiz alındı. Onlar olayı araĢtırmıyor, olaya suçlu arıyorlardı. Hani daha
önce söylemiĢtim bir külot bir atlet gömlekle çıktığımı bu bizi götüren polisin
hoĢuna gitmemiĢ. Bana ―Hani ulan pantalonun ceketin ?‖Diye sordu. Ben de
―Annem yıkadı.‖ dedim. ―Allah ikinciyi buldurmaz ki.‖ Deyince çok bozulmuĢtum.
Ġnsan onurunu kırmakta üstüne gelir yoktur bizim polisin. Bu gün de halen
görevdedir o polis. DeğiĢen bir Ģey yok ki Ahmet Efendi gitmiĢse yerine Mehmet
Efendi gelmiĢtir. Devlette süreklilik esastır Devlet Polissiz olamaz. Oysa uygar
ülkelerde Devlet Hizmetlerinde süreklilik esastır. Devlette esas olan halka
eziyet değil Hizmettir. Bizim zavallı halkımız devlet için vardır. Devlet halk için
değil, halk devlet içindir. Ne zaman değiĢir bu zihniyet Tanrım. Dün akĢam
Adana‘daki
olayları izlerken tüylerim diken, diken oldu. Kamu çalıĢanları
ücretlerini arttırılması konusunda ülkenin bütününde özellikle büyük kentlerinde
hak arama gösterileri düzenlemiĢler Polis de bir kamu çalıĢanı ellerindeki cop ve
sopalarla öyle bir hak dağıtıyorlardı ki sormayın. Ġnsan değil mi bunlar, insan
insana böyle öldüresiye vurur mu? Acaba bunlara kim çok vurursa ya da kim daha
iyi vurursa ona ödül verilecek diyen mi var? Yoksa ödül veren mi var ? Biz,
özellikle ülkede egemen güçleri, yöneten ve yönlendirenler, ne zaman adam
olacağız. Bu polisleri kim eğitiyor? Bunlar kimin için eğitiliyor. Polis halkın mı
yoksa halk karĢıtlarının mı hizmetindedir. Bir kiĢi suçlu da olsa, mahkum da olsa
onun insan olduğunu ne zaman
öğreneceğiz, ne zaman? AltmıĢ yıl önceki bir
polisin kabalığından bu güne nasıl geldik? Bu altmıĢ yıl içinde neler değiĢti, kimler
değiĢti, bizim polis değiĢmedi mi? Ben sanıyorum ki bu devlet anlayıĢı
değiĢmedikçe polis de değiĢmez. Ben iĢte o günden beri sevmedim, sevemedim
Polisi.Ne zaman ki Devlet Halka hizmet içindir temel ilkesi benimsenir, yalnız
benimsenmekle de kalmaz, devlet yapısı ona göre düzenlenir iĢte o zaman devlet
de polis de, halk da hükumet de düzelir. Tanrım o günleri benim halkıma da
gösterir umarım.
Halayı
Hastahaneye
aldılar.
Ziyaret
günlerinde
gidip
görüyorduk.Hastahanenin
dıĢ avlusunda ambar olarak kullanılan bir odaya
yatırmıĢlardı. HemĢirelerden, doktordan hasta bakıcılardan uzak bir oda.
Zavallının hem sağır, hem de saralı olduğunu söylemiĢtik. Böyle bir hasta yalnız
bir odada tek baĢına nasıl kalırdı. Yanına refakatçı bile almamıĢlardı. BeĢ on gün
sonra odayı sinekler iĢgal ettiler.Ġçeriye kimse giremiyordu. Hastahanede bir tek
doktor vardı. O da baĢhekimdi ona söylenen sözler sonuç vermiyordu. Zavallı
babam, kimi kime Ģikayet edeceğini bilemiyor, Sağa sola koĢturup duruyordu.
Böylece günler geçiyor hastada iyileĢmek Ģöyle dursun her gün biraz daha
kötüleĢiyordu. Sonunda hastahaneye yattığının otuzuncu günü hastanız ölmüĢtür
[114]
diye haber geldi. Gidip aldılar. Bu gün düĢünüyorum da rahmetlinin o gün öldüğü de
belli olmasa gerektir. Kısaca Ģunu söyleyebilirim. Bu olay Yalnız doktorun, yalnız
hastahanenin, yalnız ailenin suçu olmasa gerektir.Yukarda söylediğim gibi var oluĢ
nedeni halka hizmet olan devletin hiç mi suçu yoktur.Gerçi Sonradan doktor
hakkında soruĢturma açıldı.Doktor BaĢka bir yere atandı. Doktor bu olay
yüzünden alınmadı. BaĢkaları Ģikayet etmiĢti. SoruĢturma baĢlayınca babamı da
tanık göstermiĢlerdi.Oda gidip ifade vermiĢti. O doktor o hastahaneden alınıp
baĢka bir hastahaneye vermekle ne değiĢirdi. Bu iĢte devletin ihmali yok muydu.
O günkü koĢullarda devlet hastahane konusunda görevini yapmıĢ mıydı? KoĢullar
değiĢmedikten sonra doktor değiĢmiĢ ne yararı olurdu ki. Özet olarak devletin
ilgisizliği, hastahanenin pisliği, personel, yetersizliği, doktorun ilgisizliği, ailenin
de ilgilenemeyiĢi halamı öldürmüĢtü.
Ben küçükken rahmetli halamla çok iyi anlaĢırdık. O, beni çok severdi. Hiç
sırtından indirmezdi. Evin avlusunda onun sırtına biner, koyu, siyah, kalın
beliklerini iki elimle at dizginlerini tutar gibi tutarak dolaĢırdım. Ġğne iĢi oyalar
yapmayı gergef, iĢlemeyi bilir, çok güzel iĢler yapardı.
Ne dünyaya gelirken, ne dünyada kalırken ne de dünyadan giderken yüzü
güldü.
HEDĠYE(D.1318-1900-Ö.1927)
Eğer Nüfus kayıtları doğru ise 1-Hediye evin en küçük kızıdır.KardeĢi
Akif‘in büyüğüdür. Gençliğinde Ünas Mektebine verilmiĢ olduğunu biliyorum.Bir
süre de devam etmiĢ. Ancak kaç ay ya da kaç yıl devam etmiĢ neden ayrılmıĢ
bunları bilmiyorum Hediye, kardeĢleri arasında ilk evlenen çocuktur.KĠlils‘te
Bahçeci Zengin Eyyüp‘ün oğlu Miderci Eshat‘la evlendirilir. Bu evlilikten üç oğlu
olur. Fadıl, Adil, Ahmet. Fadıl‘la Adil bebekken ölür. Ahmet‘e gelince Ahmet ana
karnına düĢünce, o sıradaki gelenek gereği çadır Araplarına satılır.
Hediye üçüncü çocuğuna gebe kalır. Daha önce iki oğlan doğurmuĢ ikisini
de kaybetmiĢ halamın üçüncüyü de kaybetmemesi için bir takım önlemler alınır. Bu
önlemlerin diğerlerini bilmem ama bir tanesi çok ilginçtir. O zamanki Kilis‘te
yaygın bir gelenektir. Daha önce çocuğunu yitirmiĢ anne adayını Göçebe çadır
Araplarına satarlar. Anne adayı geceyi çadırın dıĢında bir kazığa bağlı olarak
geçirir, yemeğini önüne konan bir kaptan yer. Suyunu yine önüne konan bir
kovadan eğilerek içer. Ertesi gün ailesi belli bir bedel ödeyerek onu Araplardan
geri alırlar. Bu olaydan sonra doğan çocuğun kız olsun erkek olsun göbek adı Arap
olacaktır. Hediye hala da bir oğlan doğurur, adını da Arap Ahmet koyarlar. Fakat
aile içinde yaygın söylenen adı Arap olarak kalır. Bilmem bu da gelenek gereği
midir ? Bugün böyle bir gelenek kalmamıĢtır.Dün, Kilis‘te göbek adı Arap olan bir
çok kadınla erkek vardı.Bugün artık ne böyle bir gelenek kalmıĢtır ne de bu
yöntemle verilen Arap adı.Bu gün Kilis‘i ararsanız Yirmi beĢ,Otuz yaĢlarındaki
genç insanların, babaları, anneleri, dedeleri ya da nineleri arasında bir iki tane
Arap adlı insan bulmak çok olasıdır.Arap Ahmet‘in doğumundan sonra Hadiye hala
[115]
bir türlü düzelemez. Hastalık gittikçe artar.Doktordan emden hiçbir yarar
sağlanamaz. Sonuçta ölür. Zavallı annenin bir acısı iki olur. Oğlu Akif‘in vurularak
öldürülmesi olayı, anne AyĢe‘nin yüreğinde öylesine derin bir yara açmıĢ ki
ölünceye değin unutamamıĢ tam tersine her geçen gün biraz daha derinleĢerek
bir uçurum oluĢturmuĢtur. En sevdiği, en küçük kızı, Hediye‘nin baĢında beklerken
hem öldürülmüĢ oğlu hem de kesinlikle umut kesilmiĢ en küçük kızı için yanmakta,
göz yaĢı dökmektedir. Sonunda beklenen olur. Hediye arkasında umursamaz bir
koca, üç dört aylık bir oğlan, gözyaĢları dinmeyen, hiçbir zaman da dinmeyecek
olan bir anne bırakarak ölür.Kocası ve ailesine gelince sonuç olarak bir kadın
ölmüĢtür. ―Alırsın yenisini, unutursun eskisini‖.
Hediye hala gerek baba evinde gerek koca evinde çok saygılı çok sessiz
sedasız biriymiĢ. Kendisini ilgilendirmeyen hiçbir iĢe karıĢmazmıĢ. Kaynanası,
görümcesi, eltisi bir evde otururlar. Bir mutfakta ayrı, ayrı yemeklerini yaparlar.
AkĢam olunca herkes odasına çekilir yemeklerini ayrı yerler. Kimi zamanlar Baba
Eyyüp Amca Avludaki dut ağacının altına bütün ailesini çevresine alacak, geniĢ bir
sofra kurdurarak akĢam yemeğini birlikte yerlerdi. Kimi akĢamlar da Avlunun
doğu cephesinde bulunan sekinin üstüne sofra döĢenir . Bütün aile yemeğini orada
yerler.Gerek ağacın altında gerekse sekinin üstünde yenen yemeklerden sonra
gece geç saatlere değin söyleĢiler yapılır, çocuklara masallar anlatılır. Oyunlar
oynanılır. Yatma zamanları gelince herkes odasına çekilir. Gündüzleri dört hanım
evde yalnız kalınca öğlen yemeği kaynana Safiye hanımın isteğine bağlıydı. Eğer o
acıktık kızlar ―Haydin bir yemek yapın da yiyelim.‖ derse, o yemek yapılır, yenilir.
O demezse hiçbir Ģey yapılamaz da yenmez de. Bir gün kaynana Safiye (Safo
Karı) Kızıyla Bir yere gitmiĢler. Ġki gelin evde yalnızlar. AcıkmıĢlar, Hediyeye
babası evinden gelen pirinçten bir pilav yaparak yiyelim demiĢler. Biri içerde
pilavı piĢirirken diğeri kapıda nöbet beklermiĢ. Pilav piĢmiĢ sade yağı tavlanıp
dökülmüĢ tam oturup yiyecekler Safo‘nun geliĢi haber veriliyor. O sırada Elti
ġaho ne yapacağını ĢaĢırır. Mutfakta bitiĢik komĢuyla ortak kullandıkları su
kuyusu aklına gelir. Tenceredeki pilavı hemen kuyuya boĢaltır. O gün için konu
kapanmıĢtır. Bir iki gün sonra komĢu kuyudan su çekerken kovanın içindeki suyun
yüzünde yağ görür daha sonraki günlerde de kovada pirinç taneleri çıkmaya
baĢlar. Gelir bunu Safo‘ya anlatır. O da gelinleri karĢısına alıp sorgulamaya baĢlar.
Bilmiyoruz, haberimiz yok demenin yararı olmaz sonunda anlatmak zorunda
kalırlar. Bu suçları için dayak yemezler ama iyi bir azar iĢitirler. Zavallı Hediye
odasına çekilip ağlamaya baĢlar. Sesini çıkaramaz. Kendisini görmedim.
Tanıyamadım ama ölümünden sonra anlatılmıĢ olan bu olayı çok dinledim.Halam
hakkında da çok bir Ģey dinlemedim. Arkasında bir iki aylık bebek bırakarak giden
Hediye Halanın yerine Ablası Maksude gider. Bu olay Maksude halanın gidiĢinden
sonra anlatılır.
VI.-BÖLÜM
KĠLĠS‘ĠN TARĠHĠ GEÇMĠġĠ
[116]
ĠÇĠNDEKĠ KĠMĠ KÜLTÜREL
ETKĠNLĠKLER
OTURTMA:
Bugün Bekarlığa veda partisi diye
yapılan eğlencenin eski adıdır.
Evlenecek olan genç, evli olmayan arkadaĢlarına içkili, çalgılı, eğlenceli bir yemek
verir. Evlilik adayı, cebine badem Ģekeri koyar, gelmesini istediği arkadaĢına
giderek ona bir iki badem Ģekeri verir, ArkadaĢı ―hayrola ne var?‖ diye sorar. O
da ― (..... ) günü, ( ........) de oturtmamız var,
Seni de Bekliyorum. Mutlaka gel.
Gelmezsen olmaz ha, e mi?‖ diye davet eder. Çağrılan da ―BaĢım üstüne, ĠnĢallah
gelirim. ġimdiden Allah Mübarek eylesin. Desene seni de kaybediyoruz. Çağıran
da ―Kısmet böyleymiĢ, nedek, Allah sizinkini de göstersin, Darısı baĢınıza olsun ‖
der. Bu Ģölene çağrılan arkadaĢları içkilerini,soğuk mezelerini, kuru yemiĢlerini
ayrıca daha gönüllerinden ne koparsa alarak yanlarında götürürler. Çağıran
gelenleri kapıda karĢılar, Onlara ayrılmıĢ masayı gösterir. Ġstedikleri içkiyi koyar.
Çerezlerini, mezelerini verir. Yani masalarını donatır. Arkasından gelsin eğlence.
Çalgıcılar çalar, köçekler oynar. Ġlerleyen saatlerde hanendeler, sazendeler,
hatta rakkaseler bile getirilebilir. Oturtmanın belli bir süresi yoktur. Birkaç saat
süreceği gibi birkaç gün de sürebilir. BitiĢi neĢeli, dostlukla olabileceği gibi kimi
zaman da tartıĢmalı, kavgalı, kanlı da olabilir. Bu eğlencenin sonunda vurulup
ölen gençler de vardır.
H A T Ġ M TÖRE NĠ
Hatim: Biti, Kur‘anı bir kez baĢtan sona okumaktır. Hocanın Ģagirtleri de
okumayı öğrenip Kur‘anı okuyup bitirince çocuğa ailesi bir tören düzenler, Bu
tören de çocuğa yeni giysiler alınır. Hocasına, kalfasına da giysiler, baĢka
hediyeler alınır.Tören genellikle cuma günü yapılır. Bayramlık giysilerini giymiĢ
çocuklar baĢlarında allı, güllü kağıtlarla, Ģifon kumaĢlarla süslenmiĢ tepsilerde
(Üzüm Kudama) denilen çerez taĢırlar. Adı kuru üzümle leblebi olsa da yine içinde
fıstık, fındık, ceviz içi, badem Ģekeri, leblebili Ģeker, türlü lokumlar, düğme
Ģekerleri bulunan bu çerez karıĢımı da mevsim uygunsa elma armut gibi
meyvelerle ya da mevsimin el verdiği diğer meyvelerle süslenerek tepsilere
doldurulur.Ortalarına da birer mum dikilir, çocukların baĢlarına verilir.Tepsilerin
sayısı tepside giden çerezin karıĢımı, taĢıyıcı çocukların giyim kuĢamları, töreni
düzenleyen ailenin varlığına bağlıdır. Tören alayının baĢında hatim eden çocuk
yanında kalfası, arkalarında iki mevlithan, 2törene katılanların tümünün ellerinde
yanan mumlar alay yola dizilir. Hocanın evine doğru giderken ilahiler okunur,
dualar edilir, ―Aminler!‖
çağrılır. Hocanın evine
gidilirken en uzun yol
seçilir.Tören alayı eve geldiğinde bir eğlence de orada yapılır. Bir hafız Kur‘an
okur. Dua edilir, ilahiler, methiyeler okunur. Hatim eden Çocuk hocasının elini
öper. Hediyeler, çerezler hocaya verilir. Böylece tören biter, herkes evine döner.
Bu töreni herkes yapamaz.Ancak çok varlıklı, gösteriĢi seven kimseler yapar. Çoğu
kimseler bir tepsi üzüm kudama alıp küçük bir hediye ile hocaya götürür.
[117]
ÇEYĠZ SERMESĠ
Gelinin gelip oturacağı evde yapılır. Gelinle damadın kuracakları yuvaya
birlikte katkılarıyla neler getirdiklerini göstermek için yapılan bir sergidir.
Özellikle gelin adayının genç kızlığından beri el emeği, göz nuru yaptığı iĢler bu
serginin en önemli bölümünü oluĢturur. Kimi gelinler yalnız kendi yaptıkları iĢleri
sergilerken kimi de kendi yaptığı iĢlerin yanına parayla baĢkasından aldıklarını da
ekler. Son zamanlarda bu iĢ varsıllık gösterisi oldu.
Düğünden bir iki gün önce oğlan evinden birkaç kiĢi kız evine giderek
gelecek eĢyayı alırlar. Eskiden bu iĢ davul zurna ile bir eğlence yapılarak olurdu.
Çeyiz alayı oğlan evinde toplanır.Çeyiz getirmek için kaç at gerekse onlar süslenir,
hazırlanır. Alay kız evine hareket eder.
Oğlan evinde sabah tan beri devam eden davul, zurna ile –varsa –diğer
çalgıcılar da alaya katılarak kızın evine giderler. Bu arada Kilis‘te her türlü
düğünün simgeleĢmiĢ ―Yoh,yoh‘ları, zılgıtları‖eĢliğinde Ģarkılar, türküler, manilerle
kız evinde bir küçük eğlence düzenlenir. Kız evi konuklarına kolonya, Ģeker, kahve
sunarak ―HoĢ geldiniz ― der. Büyükler böyle ağırlanırken gençler daha önceden
hazırlanmıĢ olan sandık, sepet, bohça ne varsa hayvanlara yüklenmek üzere
dıĢarıya taĢırlar. Bu arada ayrıca gözlerine kestirdikleri, gitmeyecek olan
eĢyadan da ev sahibine göstermeden alabildiklerini de alırlar.Gelenek gereği bu iĢ
hırsızlık ya da çalma sayılmaz.Nasıl olsa kızlarının evine gidiyor. Çok gerekli bir
nesne ise sonra kızlarından geri alırlar. Gelen eĢya bir odaya konularak kapısı
kilitlenir. Anahtar kız evi temsilcisine verilir. O da ertesi gün gelecek olan
sericilere verir.
Ertesi gün oğlan evi çeyiz sermeye gelecek kız evine verilecek yemeğin
hazırlığı ile uğraĢır. Oğlan evi sergi ile ilgilenmez. Ancak kendilerinden bir yardım
istenirse onu yaparlar. Tüm eĢya uygun biçimde sergilenince odanın kapısı
kilitlenir oğlan anasına verilir. Böylece çeyiz serme iĢi bitmiĢ olur
GELĠN GETĠRME:
Çeyiz sermenin ertesi günü yatsı namazından sonra oğlan evinden
birkaç kadınla yaĢlı baĢlı birkaç erkek kız evine giderek gelini alıp getirirler. Bu iĢ
fazla gösteriĢli olmaz. Kalabalık büyük çoğunlukla kadınlardan oluĢtuğu için
kimsenin ilgisi çekilmeden yapılır. Yalnız bunun da belli geleneksel kuralları vardır.
Gelin getiren kalabalık hamam önünden,türbe yakınından geçmezler. Erkek
kalabalığı olan kahve, gazino önünden de geçmezler. Hamam önünde daima cinler,
Ģeytanlar bulunur.Türbe önünden geçmek uğursuz sayılır. Kahve, gazino önü daima
kadınların geçmek istemedikleri yerlerdir. Kadınların tümü çarĢaflıdır. Geline de
gelinliğin üstüne çarĢaf giydirilir. Gelin oğlan evinin kapısında kaynana tarafından
karĢılanır. Kaynananın elini öper. Kapıdan içeri girerken ayağının önüne bir su
küpü ya da bir testi atılarak kırılır. Gelin kapıdan içeri girerken kaynana sağ
elinde tuttuğu Kuranı geline öptürür, sonra sağ kolunu yukarı kaldırarak gelinin
Kuran tutan kolunun altından geçip eve girmesini sağlar. Böylece artık kendisinin
[118]
de olan eve gelmiĢ olur. O akĢam nikah da olabilir. Gelin bir odaya alınır. Orada
birisi genellikle bir erkek gelinin vekaletini alır. Ayrı bir odada nikahı kıyacak
hoca ile erkekler oturmaktadır. Kızın vekili gelince hoca, oğlanın kendisi kızın
vekili ile nikahı kıyar.Çoğu kez nikah, oğlanın da vekaleti alınarak, gündüz kızın
kendi baba evinde de kıyılır. Böylece genç çift evlenmiĢ olurlar. Kahveler,
Ģerbetler içilir. Kısa süreli bir eğlence yapılır. Herkes evine dağılır. Ertesi gün
supha yapılır.
SÜPHA:
Supha Kadın kadına yapılan düğün. Gerdek gecesinden önce kadınların
gelini de aralarına alarak yaptıkları düğün. Eskiden kadınlarla erkekler karıĢık
düğün yapmazlardı. Bu düğünde çalgıcılar ya kadındır ya da kör vatandaĢlardan
oluĢurdu.Kadınların kendi aralarında yaptıkları b u düğün çok eğlenceli olurdu.
GÜVEY TIRAġI:
Gündüz öğlenden sonra yapılır. Damat, babası, erkek kardeĢleri ceplerine
koydukları badem Ģekeri ile dolaĢarak karĢılaĢtıkları tanıdık, dost, arkadaĢ, hısım,
akrabaya birer badem Ģekeri vererek onları tıraĢa davet ederler.TıraĢ günü
çağrılanlar, alkollü içki alacaklarsa kendilerine, düğüne birlikte götürecekleri
arkadaĢlarına yetecek, biraz da düğün sahibine destek olsun diye fazladan içki,
çerez, meze, meyve, tatlı alarak düğünün olduğu yere giderler.Düğün sahibi onları
kapıda karĢılar.Ellerindekini alırken ―Neden zahmet ettiniz.Her Ģey vardı.Yine de
teĢekkür ederiz.‖ Diyerek onları bir masaya alır.Masalarını donatır. BaĢka bir
istekleri olup olmadığını sorar. Bu arada gelen konuklara birer kahve sunulur.
Düğün olan avlunun orta yerine bir berber koltuğu konur. Önce damadın
yakınlarından birkaç kiĢi tıraĢ edilir. Sonra Damat oturtulur. Damadın tıraĢı
baĢlayınca eğlence de coĢar. Bu arada alınan alkol de artık etkisini göstermiĢtir.
Artık ĢiĢede, kadehte durduğu gibi durmamaktadır. Her türlü taĢkınlık
baĢlamıĢtır. Eğlencede iyi bir yönlendirici, yönetici yoksa orada istenmedik bir
olayın olması iĢten değildir. Kavga, dövüĢ, dövme, yaralama , kimi zaman öldürme,
ölme de olabilir. Ġyi deneyimli birinin yönetiminde çok güzel eğlenceli bir düğün
de olabilir. Damat tıraĢtan sonra giysisini giymeye çekilir. Bu aradan yararlanan
arkadaĢları onu camie götürmeye hazırlanırlar. Damat da abdestini almıĢ, giysisini
giymiĢ, arkadaĢlarını beklemektedir. Camie sessiz sedasız gidilir.
GÜVEYĠ GEZDĠRMEK:
Bu iĢ, Genellikle PerĢembe günü akĢamı, cuma gecesi yatsı namazında
olur. Camie gelen damat camide imamın arkasında durur. Namaz kılınıp, istiğfar,
tesbih çekilince. Duadan sonra imam damat için dua eder. Bu dua ayakta yapılır.
Duadan sonra imamın elini öper.O sırada duaya katılan cemaattan çevresindeki
yaĢlıların da elini öper. Camiden çıkarlar.Lüks lambaları, taĢıyanlarca baĢlarının
üstüne kaldırılarak―Yoh!Yoh!‖larla mevlithanlar, Ġlahiler, kasideler okuyarak
[119]
giderlerken Damat, onların tam arkasında, güvendiği, iki dost sağdıcın arasında,
arkalarında çalgıcılar, onların arkasında da törene katılan, çağrılı, çağrısız
herkes, büyük bir kalabalık oluĢturarak,damat, Ģehirde gezdirilir. Yol boyunca
uygun alanlarda durularak dakikalarca göbek atılır. Bu gezi damadın yakını sözü
geçer büyüklerce yönlendirilir. Evin kapısına gelindiğinde de durularak orda da
çalgılar çalar,oyuncular oynar.Kadınlar da zılgıtları ile eğlenceye ayrı bir renk
katarlar.Yönetici büyükler damadı kapıya yaklaĢtırırlar. Bir hoca kapının önünde
dua eder. Bu arada kapı açılır. Aile büyükleri, sağdıçlar damadı içeri atar kapıyı
kapatırlar. Artık dıĢarıdaki tören bitmiĢtir. Bu anda fırsat bulabilenler, damadın
sırtına yumruk vurmak gibi ya da kalçasına iğne batırmak gibi taĢkın, gereksiz
davranıĢlarda bulunmak isterler. Bu tür davranıĢlar da kimi zaman kendini
bilmezlerin ya da kasıtlı kiĢilerin davranıĢları ile istenmedik sonuçlar doğura bilir.
CĠLLE
Tüm iĢler bitmiĢ, gelin de damat da evlerine girmiĢlerdir.Avluda odalarına
girmeyi beklemektedirler. Yine çalgıcılar çalar, zılgıtçılar zılgıtı basar. Bilen yaĢlı
bir hanım cille manisine baĢlar.Bu arada daha önceden hazırlanmıĢ mumlar
yakılarak gelinle damada birer tane verilir. Cilleye katılacak olanlar da birer tane
alırlar.Cille avlunun neresinde yapılacaksa orada yer alırlar.Gelinle damadın önün
de cille yöneticisinin arkasında, bir ağaç ya da kuyu çevresinde dönerek cille
yapılır. Üçüncü dönüĢten sonra yönetici, çifti gerdek odasına yönlendirir. Onları
içeri sokar. Kendisi kapıyı kapatır. ĠĢte o anda evlilik baĢlamıĢtır. Herkes evine
dağılır.
GERDEK SABAHI
GÜVEY HAMAMI
Gerdek sabahı, damat ya da ailesi tarafından kapıdan tutulmuĢ hamama
gidilir. Orada da gençler eğlenirler. Hamamdan çıkarlarken evlenen arkadaĢlarına
mutluluklar dileyerek herkes iĢine dağılır.
ELĠN HAMAMI.
Düğünden bir hafta on gün sonra bu kez kadınlar için hamam kapıdan
tutulur. Çağrılar yapılır. Gelin hamamına gelin ailesi de çağrılır. Kadın kadına
hamamda hem yıkanılır hem eğlenilir. Artık düğünle ilgili yapılacak bir iĢlem
kalmamıĢtır.
OKUNTU YOLLAMAK
Kilis‘te bir gelenek daha vardır. Düğünlere,niĢanlara,mevlidlere daha
bunlara benzer bir çok eğlencelere çağrılacak kiĢilere haber yollamaya,onları
çağırmaya çağrıcı yollamaya
OKUNTUYOLLAMAK
denir.Özellikle
bayanların
çağrılmasında
kullanılır.Eskiden bir de hediye yollanırmıĢ.Bu iĢi çağırı yapan bayanın sürekli
gittiği hamamın NATIRI olan kadın yapar. Çağrılacak eve gelince ―Okuntu
var.!‖Diye seslenir.Ev sahiplerine ne için geldiğini , nerede,ne zaman ne ya da
neler olacağını anlatır.GetirmiĢse okuntu hediyesini verir.Ev sahi de ona ya birkaç
[120]
kuruĢ para ya da evden bir Ģeyler verir.Böylece çağrı yapılmıĢ olur.
Bir de oğlan tarafından kıza yollanacak bir hediye veya eĢya varsa, ya da kız tarafından
oğlan evine gönderilecek bir Ģey varsa bunlar da natıra vasıtasıyla yollanır.Eğer kızın ailesi ile
oğlan ailesi ayrı hamamlara gidiyorlarsa natıralar değiĢik olacağı için herkes kendi natırası ile
yollar.
[121]
BÖLÜM VII.-
2.-ANNEM SIDĠKA (55)
Benim ve kardeĢlerimin öz annemizdir. Babamızın ikinci eĢidir. Aciroğlu Hacı
Ahmet‘in oğlu Kuvva-i milliyeci Hacıoğlu ġükrü‘nün kızıdır. Evlendikleri zaman
babam elli beĢ annem ise yirmi, yirmi beĢ yaĢlarındadır. Annemin atalarına iliĢkin
hiçbir bilgim yoktur. Dedesi Aciroğlu Hacı Ahmet diye bir kiĢidir. Ondan önce kim
vardı? Babası, annesi kimdi ? Bilmiyoruz Bir de Hacı Ahmet‘in damadı var O da
Aciroğlu Molla Ali. Babam da bu kiĢiden övgüyle söz ederdi. Ġyi yetiĢmiĢ bir hoca
olduğunu, zaman, zaman çözemediği, zorlandığı konuları ona danıĢtığını, ondan
yararlandığını anlatırdı; onun için ―Çöplükte açan bir güldü.‖Diye söz ederdi.
Kilis‘in aĢağı Mahallesinden, yoksullar arasından, okumuĢu bulunmayan bir
mahalleden çıktığı için olsa gerek. Bir de Kilis‘in yukarı mahalleleri vardır. Burası
ağaların, beylerin, okumuĢların yerleĢtikleri yerlerdir. Ġki bölge arasında sürekli
çatıĢma hatta savaĢ olurmuĢ. Bir kentte birbirine düĢman iki bölge.
Aciroğlu Hacı Ahmet‘in oğlu ġükrü ailenin tek erkek çocuğudur. Ġki de kız
kardeĢi vardır.: biri Molla Alinin eĢi adını bilemiyorum. Diğeri ise Hacı ġakire
.(Hacı ġeko).Ben ġeko‘yu tanıdım. Kızını kardeĢinin oğlu ile evlendirmiĢ. Sanırım
baĢka çocuğu da yokmuĢ. O kızı da çok kısa bir süre sonra ölünce zavallı kadın
yapayalnız kalmıĢ. Öbür kız kardeĢinin bir oğlu olduğunu biliyorum. Hacı Mehmet
Okutucu .
ġÜKRÜ DEDE(HACIOĞLU ġÜKRÜ‘) ye gelince. Ailesinin tek erkek çocuğu
olduğunu biliyoruz. Yalnız çocukluğu ve gençliği konusunda bir bilgimiz yoktur.
Kilis‘in KurtuluĢ savaĢı sırasında dört çocuğu olduğunu, annemin örtüye yeni girmiĢ
olduğunu. örtüsünün altında silah saklayarak Kuvay-i milliye silah taĢıdığını kendi
anlattığından biliyorum. Bin dokuz yüz yirmi bir, yirmi iki yıllarında Dört çocuğu
olan, üçüncü çocuğu on iki, on üç yaĢında bulunan bir insanın, en az on beĢ yirmi
[122]
yıllık evli olması gerekir. Kısaca bin dokuz yüz yılı dolayında evlenen bir erkeğin
de on beĢ, yirmi yaĢında evlenmiĢ olacağı düĢüncesinden yola çıkarak biz dedemin
bin sekiz yüz seksen ile seksen beĢ seneleri arasında doğmuĢ olduğunu
varsayabiliriz. Gençliğinde bir ara mantara bekçiliği yapmıĢ. Sonra Reji kolcu
baĢılığı yapmıĢ, daha sonrada Kuvva-i Milliye
katılarak mahalle veya semt
örgütlerinin baĢında KurtuluĢ SavaĢında görev almıĢtır. Mustafa Kemal‘in, Haleb‘e
gelip Baron Oteline yerleĢmesine tepki gösteren Arapların, otel önünde toplanıp
bağrıĢarak gösteri yapmaları üzerine daha kuzeye çekilerek, Kilis‘e gitmeye
karar verir. Kilis Kaymakamlığına durumu bir telgrafla bildirir. Ne yazık ki o
günkü koĢullarda telgraf Kilis‘e yetiĢmez. Mustafa Kemal Kilis giriĢinde, Leylid
Hüyüğü önünde Hacıoğlu ġükrü‘yle arkadaĢları tarafından durdurularak, kim
olduğu, nereden, neden geldiği sorulur. Bu duruma Bozulan Mustafa Kemal de
onlara kim olduklarını emri, kimden aldıklarını sorar. ―Biz Kuvva-i Milliyeciyiz,
emri de Mustafa Kemal PaĢa‘dan alırız. Yurdumuzun düĢmandan kurtulması için
çalıĢıyoruz.‖ Derler. ―ĠĢte O Mustafa Kemal benim.‖, Emret!PaĢam! Emrindeyiz.! ‖
Diyerek Onu, Kilis‘e getirirler.(Bu bölümde anlatılan olay, (AV.ġinasi
ÇOLAKOĞLU‘nun Kilis DireniĢ, KurtuluĢ adlı Eserinden Esinlenerek alınmıĢtır.)
Bildiğim ilk atası olan Hacı Ahmet‘le ilgili olarak adı dıĢında hiçbir Ģey
bilmiyorum. Bir de bir oğlu iki de kızı olduğunu sanıyorum. Kızlarından birisi Hacı
ġakire ( Hacı ġeko diye tanınır.) Öbürünün adını da bilmiyorum. Oğlu ise ġükrü
Aciroğlu‘dur. Aciroğlu ġükrü Annemizin babasıdır. Ġki oğlu iki de kızı vardır.
Oğlanlar Salih, Ahmet. Kızlar, Sıdika , Fahriye.
HACĠOĞLU ġÜKRÜ ACĠROĞLU: Bin sekiz yüz seksen, Seksen beĢ yılları
arasında doğmuĢ olabilir. Annesinin adını bilemiyorum. Çocukluğu konusunda da bir
Ģeyler duymuĢ değilim. Ayrıca bir öğrenimi de yok sanıyorum. Bir ara reji
kolculuğu, mantara bekçiliği yapmıĢ olduğunu annem anlatmıĢtı. Ġyi ata binen,
tüfek kullanan. Külot pantolon, çizme giyen elde kırbaç dolaĢan, yakıĢıklı bir
delikanlı olduğunu bilenler anlatırdı. KurtuluĢ SavaĢı sırasında Kilis‘te Mahalle
koruyucu ekibinde görev almıĢ baĢarılı ve de yararlı iĢler görmüĢtür. Mustafa
Kemal ( O zaman daha Atatürk soyadı verilmemiĢtir.) Kilis‘e geldiğinde Leylid‘de
durdurup kimlik soran, sonra da Kilis‘e getiren üç, beĢ kiĢiden biridir. O sırada
evli ve dört çocuk babası olduğuna göre pek d0e ġ.Çolakoğlu‘nun dediği gibi
gençler arasında sayılacak yaĢta olmasa gerektir. Bak.: ġ.Çolakoğlu- Kilis
DiriliĢ,KurtuluĢ)KurtuluĢ SavaĢından sonra Kilis‘te kahveciliğe baĢlamıĢ. Önce
Cumhuriyet Meydanının kuzey yamacında bulunan Yüksek Kahveyi daha sonra da
bugün Öğretmen evinin bulunduğu bahçede bulunan Maarif
Kahvesini
çalıĢtırmıĢtır. Kilis‘te ilk kez kahvede bayan garson çalıĢtırmıĢ, istenmedik hiçbir
olay çıkmamıĢtır. Daha sonra Maarif Kahvesinde saz da iĢletmiĢ orada da bayan
garsonlar çalıĢtırmıĢtır. Bu durum Kilis halkının yeniliklere ne denli yatkın
olduğunu göstermesi yanında, ġükrü Aciroğlunun da saygınlığının bir belirtisi olsa
[123]
gerek.
Annemin anlattığına göre dedeme KurtuluĢ SavaĢındaki hizmetlerinden
dolayı bir Ġstiklal Madalyası verilmiĢ. Dedem onu bir süre ulusal günlerde takmıĢ
ancak sonraları yitirmiĢler. Veya çaldırmıĢlar.
Cumhuriyetle birlikte dedemin kahveciliğe baĢladığını sanıyorum.
Cumhuriyet Meydanında Yüksek Kahve denilen kahveyi çalıĢtırıyordu. Bir gün
dayımın oğlu Fahrettin‘le bize birkaç taĢ plak vererek eve götürmemizi söyledi.
Yolda ikimiz de Ģarkı okuyan kızın bu plağın neresinde olduğunu merak ediyorduk.
Evin yakınına gelmiĢtik. ―Hadi kızı çıkaralım‖. Dedik. BaĢladık plakları teker, teker
kırmaya. Bütün kızları kaçırmıĢtık. Yolun üzerinde plak parçalarından baĢka bir
Ģey kalmamıĢtı. Bizden bir süre sonra eve gelen rahmetli dedemiz, yolun üzerinde
parçaları görünce verdiği plakların eve yetiĢmediğini anlıyor. Eve girer girmez bizi
çağırıp durumu soruyor. Biz de suçu birbirimizin üzerine atarak durumu
anlatıyoruz. Bize kızar, döver diye ödümüz kopuyordu. Ancak öyle olmadı. Gülerek
―Ben kızları almıĢtım.Sizin için kahvede sakladım. Siz de büyüyüp onlar yaĢa
gelince, getirip size vereceğim‖ diyerek yanaklarımızı okĢadı. Fahrettin‘le ikimiz
de aĢağı yukarı ayni yaĢtaydık .Ben ondan bir, birbuçuk yaĢ büyüktüm. O sırada
dört, beĢ veya dört altı yaĢlarında olabilirdik. Önce ne rahmetli dedemin bizim o
yaĢa gelmemizi görmeye gücü yetti, ne de Fahrettin o yaĢa gelebildi. Zavallı, tam
askere gideceği gün evde kahvaltı yaparken birden düĢüp ölüveriyor. Ne diyeyim.
Allah ikisine de rahmet eylesin.
Dedem, çok içki içerdi. O nedenle çok çabuk çöktü. Hele son
zamanlarında elektrik santraline bekçi olarak atanınca içkiyi daha da arttırdı. Bu
da sağlığını etkileyerek yatağa düĢmesine neden oldu. Birkaç yıl düĢkün yattı
sonra da çekip gitti
NEFISE
Anne anneme gelince Helvacı Hüseyin denilen biriyle Emine Hoca Denilen
Kadının, Bildiğim kadarıyla iki oğlan bir kızından biri olan Nefise hanımla evlenir.
Helvacı Hüseyin, kendi halinde adından da anlaĢılacağına göre helvacılık yapan bir
kiĢidir. Helvacılık Kilis‘te çok yaygın bir iĢ koludur. Bir çoğu Kilis‘in Odun Pazarı
denilen o zamanki en iĢlek bölümünde toplanmıĢtır. Odun Pazarı Büyük Bedesten‘in
bir parçası gibidir. Büyük Bedesten, bu günkü Sabah pazarının bulunduğu alanda
kurulmuĢtu.Ġçerisi her türlü alıĢ veriĢe elveriĢli dükkanlarla doluydu. Güney
kapısı, Kervan Saraya açılır. Kervan saraya gelen kervancılar develeriyle buraya
gelir, mallarını yıkarlar. Gece develeri, diğer hayvanları alt katta bekletilirken
kendileri de üstteki odalarda yatarlardı. Daha birkaç sene önce de burası
Belediyece yıkıldı. Yıkılmadan önce gençler burasını Ġhsan Tümay‘ın Hanı olarak
bilirlerdi. Daha önce de söylediğim gibi Kilis de Belediye de halk da eski tarihi
kalıntı ve eserlere karĢı sanki özel bir düĢmanlık beslemektedir. Kilis‘in, bırakınız
yüz yıllık, elli yıllık geçmiĢini, yirmi otuz yıllık geçmiĢine bile katlanamayacak
duruma gelmiĢler. Gözlerinin önünde güpegündüz yıkılan bu yapıları durup
[124]
izlerken içleri sızlamaz mı hiç? Yıkılan kendi geçmiĢleri olduğunu düĢünmüyorlar
mı? Neden hiç tepki göstermezler?
ODUN PAZARI
ODUNPAZARI,bir semtin
adıdır. Burası sanki bir organize iĢ
merkezidir. Bir bölümünde Büyük Bedesten, kervansaray; diğer bölümünde Nacar
Pazarı, Demirciler ÇarĢısı, Bir hamamı, bir camii, fırınları, kasabı, kebapçıları ile
her gereksinimi karĢılamak üzere çok iyi düĢünülerek kurulmuĢ küçük bir Ģehir
gibidir. Kilis‘in ilk kentleĢmesi de bu çekirdek çevresinde oluĢmuĢtur. Helvacıların
toplandığı bölüm dar bir sokaktır. Odun Pazarı meydanındaki, yatır mezarından
Cüneyne
Camii arsında kalan bölümdür. Sokağın bu bölümünde sağlı sollu
yerleĢmiĢ olan bu dükkanların hepsi helvacı dükkanı idi. Bunlar pekmezle Tahin
helvası yaparlardı.Yine bu dükkanlarda pekmezle yapılan ceviz helvası, susam
helvası mermer tezgahlar üzerinde öyle bir görünüm kazanırlardı ki insanın baĢını
döndürürdü. Burada bir anımı anlatmadan edemeyeceğim: Bir gün babamla
Annemin dayısı olan Helvacı Hacı Vakıf‘ ın dükkanına gitmiĢtik. Tezgahın önünde
konuĢuyorlardı. Ben de babamın elinden tutmuĢ duruyordum. Henüz üç, dört veya
dört, beĢ yaĢlarındaydım.Tezgahın bana yakın yanında çok küçük bir helva
parçacığı duruyordu. Çok arzu etmiĢ olmalıyım ki parmağımın ucuyla onu almaya
çalıĢtım.Vakıf Dayı bunu görmüĢ eline tezgah üstünde duran helvacı bıçağını
alarak yan yüzeyi ile elime dokunup öbür elinin iĢaret parmağı ile sus iĢareti
yaparak almama engel olmuĢtu. ĠĢte o günden beri ne zaman o çarĢıdan geçecek
olsam bu yerlerinde yeller esen o, dükkanları düĢünür, o helvalardan yemek
isterim.
Bu sokağın kendisi de çok ilginçti. Ġki kiĢi yan yana yürürken kollarını
açsalar sokağa sığmazlardı. Sokağın tabanında kırk elli santimetre geniĢlikte oval
bir ark vardı. Bu arkın iki yanında da en çok birer metrelik düz kaldırım
bulunurdu. Kaldırımlar Parsa dağından getirilmiĢ beyaz mermer taĢlarla arkın içi
de siyah mermer taĢlarla döĢenmiĢti. Bu yüzden çok güzel bir görünümü vardı
sokağın. Böyle bir sokak daha vardı Kilis‘te. Kadı Camiinin batı kapısından PaĢa
Hamamı Meydanına değin uzanan Ali Bey Bedesteni‘nin boyunca uzanan sokak ta
tıpkı böyleydi. Ne yazık ki bugün ne o! sokaklar, bedestenler ne de o Kilis kaldı.
O günkü helvacılar, yalnız helva yapmazlardı. Dükkanlarında üç, beĢ tağar
da bulunur pekmezcilik de yaparlardı. Bu dükkanlarda daha çok telbis iĢlenirdi.
Herkesin evinde pekmez hanesi olmadığı, olamayacağı için evlik telbislerini burada
bu dükkanlarda yaptırırlardı. Bu gün Kilis‘e özgü bu pekmez türünü bilenin
kaldığını da sanmıyorum. Kimse alınmasın, gücenmesin ama Arabistan‘ın çürük
hurmasını, Ege Bölgesinin kurtlu incirlerini, Kilis‘in kötü üzümüyle karıĢtırıp
tatlandırsın diye de içine Ģeker katarak Kilis pekmezi diye satanlar, acaba kolay
kazanayım derken ne kaybettiklerini biliyorlar mı? Bu gün Kilis Pekmezinin yurt
içinde,
yurt dıĢında kaç pazarı kalmıĢtır? Nerededir? Yaptıkları Pekmezi
[125]
satamayıĢlarının nedeninin yine kendileri olduğunu biliyorlar mı ? Gerek
Belediyede, gerek Ticaret Odasında gerek esnaf Kooperatiflerinde hatta yerel,
kamu yönetiminde bulunan yetkilileri doyurup, korkutarak uyutup inandırmak
kolay ama yarın Kilis üreticisi ürettiği ile baĢ baĢa kalırsa belki o zaman anlarlar
ne yaptıklarını. Benim burada kentdaĢlarıma söyleyecek tek sözüm var : Gelin
birleĢin güçlenin, dürüstlükten doğruluktan ayrılmayın. BaĢkasını aldatmaya
çalıĢan bilsin ki önce kendisini aldatır.
Gelelim Bizim Helvacı Hüseyin Efendiye: Bildiğim kadarıyla anlatmaya
çalıĢtığım o güzelim odun Pazarındaki helvacı dükkanlarından birinde helvacılık ve
pekmezcilik yaparmıĢ.Ġki oğlu bir de kızı. Kızı, anne annemiz Nefise, oğlanlarından
biri az önce sözünü ettiğim helvacı Vakıf. Diğer oğlu genç yaĢta veremden
ölmüĢ.olan Abdurrahmandır.
Helvacı Vakıf sonradan Hacca giderek Hacı da
olmuĢtur.
EMĠKLĠ BACI,EMĠNE HOCA
ġimdi asıl anne annemin annesi olan Emine Hanım‘dan söz etmek istiyorum.
Onu tanıyanların kimi, Emine Hoca kimi Emikli Bacı diye söz ederler. Kimi bir
ermiĢ olduğunu kimi de bir yitkin olduğunu söylerler. Ben kendisini görüp
tanıyamadığım için bu konuda bir görüĢ belirtemeyeceğim.
Emine Hoca bir akĢam bir düĢ görür: Kilis‘in dar sokaklarından birinde
yürürken bir evin kapısı önünde bir kalabalık görür. Kalabalığın arasında ġeyh
Vakıf Efendi‘nin babası ġeyh Sermest Efendi de bulunmaktadır. Emine Hoca‘nın
oradan geçmekte olduğunu görünce çağırıp ona ―Kızım Ģurada bir kadın
ölmüĢ,yıkayacak kimse bulamadıkları için cenazeyi kaldıramıyoruz. Sen gir Ģu
ölüyü yıka da kaldıralım.‖der. Emine Hoca da ―Olur ġeyh Efendi olur da benim
iznim yok ki..‖ deyince, Sermest Efendi de ―ĠĢte ben sana izin veriyorum, hadi
gir de yıka! ‖ Der. Emine Hoca da ġeyh‘in dediğini yapar. Sabah olunca bunun bir
düĢ olduğunu anlar.‖ ―Hayırdır inĢallah‖ Der.Aradan bir süre geçer. Bir gün yine o
düĢte gördüğü sokaktan geçiyorken düĢte gördüğü olayı gerçek yaĢamda da görür.
Yine ayni kalabalık ayni insanlar, ayni ölü, ayni konuĢmalar oluyor. Bu kez Emine
Hoca ġeyhin yanına yaklaĢıp elini öperek ―Sen bana izin vermiĢtin. Bu benim
iĢimdir‖ Diyerek girip ölüyü yıkar. Bu olaydan sonra Emikli Bacı ölü yıkayıcı da
olur. Emine Hoca‘nın oğlu çok hastadır. Halep‘te Doktor Antunyan‘ın
Hastahanesinde yatmaktadır. Emikli‘nin
yanında birkaç misafiri vardır.
KonuĢmaktadırlar. O, birden konuĢmayı keserek yanındakilere ―Kalkın oğlum
geliyor. Abdurrahman‘ımı getiriyorlar ġu anda arabadan indiriyorlar. Bir süllümün
üzerine yatırıp eve geleceler.Hadi ocağı kurun. Suyu ısıtın ( ....) Hoca‘yı da çağırın.
Oğlumu çok bekletmeyin.‖ diye herkese emirler yağdırır. Bu arada kimse ne
olduğunu anlamamıĢtır. ġaĢkınlık içinde bakıĢıp dururken Sokak kapısı
çalınır.―Destur kimse olmasın Peygambere Salavat .!...‖ Diyerek Birkaç erkek
omuzlarındaki bir süllümle içeri girerler. Süllümün üzerinde çarĢafa sarılmıĢ bir
ceset vardır. Böylece Emikli‘nin az önce söylediklerinin doğruluğu, kendisinin de
[126]
ermiĢliği, yitkinliği ortaya çıkar.
Bütün bunlar ne derece doğrudur. Bunu bilemem. Kendisini tanıyanlar böyle
anlatıyorlar. Kilis‘te eĢ zamanlı bir yitkinden daha söz ederler. LeleĢ. Kimdir bu
LeleĢ ? Asıl adının Mehmet olduğunu biliyoruz. Bir ermiĢ veli midir? Yoksa bir deli
mi? Bunu da kimse bilmez. Ama veli olduğunu söyleyenler bunu rahatlıkla
söyleyebilir de ikinci olasılığı kimse düĢünmek bile istemez. Biz de halkın
değerlendirmesine saygı göstererek burada sözünü etmek istiyoruz. Üzerinde
hiçbir değerlendirme yapmadan, hiçbir yoruma girmeden yalnız bir derleme
niteliğinde duyduklarımızı anlatmaya çalıĢacağız.
LELEġ:
Evi barkı olmayan, üstü baĢı periĢan, Kilis‘te baĢı boĢ dolaĢan, garip bir
kiĢidir. Doğru dürüst konuĢamaz. Erkeklere EMMĠ! EMMĠ! Kadınlara ABA!, ABA!
diyebilen ne istediğini anlatamayan
birisidir. Nerede akĢam olmuĢsa geceyi
orada geçirmek ister. Hiçbir evin kapısı ona kapalı değildir. Çünkü bütün kilitler
ona açılır. Girdiği her ev onun geliĢini uğur sayar. Onu en iyi biçimde ağırlar. En
değerli yataklarını açar, çeyizlik yorganlarını üstüne örterler. Yemek, yemek
isterse Ona kendi mutfaklarına göre en güzel yemekleri çıkarırlar. Baba annem
anlatmıĢtı. Bir akĢam kendilerinin bildiği bir eve gelmiĢ. Kendisine temiz yatak,
yorgan açılmıĢ, Yalnız yatağı hazırlayan kimse:―Acaba üstü baĢı temiz mi? Yoksa
biti, piresi var mı?‖Diye düĢünmüĢ. Bu düĢünceyi anlayan LeleĢ, o yatağa girmemiĢ,
odadan çıkıp avlunun ortasına yatıvermiĢ. Mevsim kıĢmıĢ O gece yoğun bir kar
yağıĢı olmuĢ. Sabah olup da herkes uyanınca yatağın bozulmamıĢ bomboĢ olduğunu
gören aile ĢaĢırıp kalmıĢ. Bir de bakmıĢlar ki avlunun ortasında kar kabarık bir
yığın yapmıĢ.Yığını açınca ne görseler beğenirsiniz. LeleĢ karın altında buram,
buram ter dökerek uyumaktadır. Onu uyandırır, içeri alırlar. Onun gönlünü almak
için ne gerekirse yaparlar.
LeleĢ, Kilis‘te en çok KARABABA‘yı severmiĢ. Sık, sık gece yarıları oraya
gidip yatarmıĢ. Karababa Kilis‘te kutsal bir yerdir. Burada Kayanın oyuğundan
sular damlayarak akarlar. Belli günlerde insanlar buraya gelip adak adar
dileklerde bulunurlar.Dileği yerine gelenler buraya gelip adaklarını yerine
getirirler.Burada bir tek adak vardır: Ciğer. Adak sahibi kendi gücüne getireceği
davetli sayısına göre bir ya da daha çok ciğer adar. Buraya gelinir Ciğerler kebap
edilir yenilir eğlenilir Ciğer kebabından bir iki parça da suya atılarak Karababa‘nın
payı da verilmiĢ olur. ĠĢte böyle bir ayazmadır burası. Bir akĢam yine LeleĢ
buraya gelir. O sırada bir katil kaçağı da orada gizlenmiĢtir. Karanlıkta birinin
kendisine doğru geldiğini görünce üstüne saldırarak onu bıçaklar. LeleĢ‘in:―Emmi
!,Emmi !,Vurdu!, Vurdu !,Vurdu! !UY !,UY ! !,UY !‖DeyiĢini duyan katil, ne yaptığını
anlamıĢtır. Ne yazık ki olan da olmuĢ LeleĢ ölmüĢtür.Emikli Bacının bir kızı iki oğlu
vardır. Oğlunun biri daha önce sözünü ettiğimiz Halep‘te hastahanede ölen
Abdurrahman‘dır. Diğeri ise yine sözünü ettiğimiz Helvacı Hacı Vakıf‘tır. Kızına
gelince o da anneannemiz olan Nefise Hanımdır. Kur‘an okumayı bilir. Namazında,
[127]
niyazında bir hatun kiĢidir. Eskilerin,Salihat-ün-nisvan dedikleri türde bir
kadındır. Temizlik yapmayı çok sever, bugünkü çevrecilerin Ġlk anneleri sayılacak
ölçüde çevre temizliğine önem verirdi. Her sabah namazdan sonra evlerinin
avlusunu temizledikten sonra kapının önüne çıkar, Nacaroğlu Mahallesindeki
Bayramyeri Alanının tamamını sular, süpürürdü. Yalnız çevreci değil, tam anlamıyla
bir hayvan sever kiĢiliğe sahipti. Bağa çıkarken ya da bağdan inerken binek
hayvanlarına,at arabasına kesinlikle binmez.―O da bir canlıdır. Onu da bizi yaratan
Allah yaratmıĢtır.Yazık değil mi hayvancağıza‖ diyerek Yürümeği yeğlerdi. Yolda
birinin hayvanına ağır yük yüklediğini, ya da ona, vurduğunu, kötü davrandığını
görse, hemen uyarır, yaptığının kötü olduğunu ona anlatmaya çalıĢırdı. Ġnsanları da
çok severdi. Hele yoksulları daha çok severdi. Eve gelen konuklarına ne sunacağını
ĢaĢırır hiçbir Ģey bulamazsa dedemin kahve için aldığı ve ambarda saklanan
Ģekerle Ģeker Ģerbeti yapardı. Zaman, zaman ―ġu zenginler ölse de malları
yoksullara kalsa.‖ Diye söylerdi. Bize gelirken elinde içi iki bardak su alan bir
küçük satıl bulunur, onu ilk karĢılaĢtığı çeĢmeden doldurur, bana getirirdi. Parası
olduğu zaman bu suyun yanına bir de simit eklerdi. Okumaktan baĢka bir Ģey
bilmezdi. Ne zaman onun yanına gitsek ya elde süpürge avlu ve ya kapının önünü
temizlerken ya da elinde Kur‘an-ı Kerim Onu okurken görürdük. Bu ikisinden
birini yapmıyorsa kesinlikle namaz kılıyordur. Yalan, dedi-kodu nedir bilmez
eskilerin Salihat-ün-nisvan dedikleri bir kadındı.Belki çok bilgili değildi. Ama çok
imanlıydı. Nur içinde yatsın.
Dedem ġükrü ile anneannem Nefise‘nin Ġkisi erkek, ikisi kız dört çocukları
olmuĢtur. Erkekler Salih, Ahmet; kızlar Sıdıka, Fahriye. Salih, KardeĢlerinin en
büyüğüdür. Onun küçüğü Ahmet‘tir. Kızlar daha sonra olmuĢtur. Sıdika sonra da
Fahriye olmuĢtur. Salih, dayımız hiç evlenmemiĢtir. Ahmet Dayımız, takma adıyla
(Kazan Ahmet), önce halası ġakire‘nin kızıyla evlenir. Kısa bir süre sonra halası
kızı ölünce komĢularından birinin kızı olan Makbule Yengemizle evlenir. Bu
evlilikten Fahrettin, Mutia, Keramettin, Nigar, ġükrü adlarında üç erkek, iki kız
beĢ çocukları olur. Bu çocuklardan yalnız Fahrettin Askere gideceği gün Kalpteki
delik nedeniyle ölür. Diğerleri bugün çoluk çocuk sahibi olmuĢ ve yaĢıyorlar.
SALĠH DAYI
SALĠH DAYI:Hacıoğlu ġükrü ile Nefise Hocanın Ġlk çocuklarıdır.
Çocukluğundan beri çekingen, korkak, bir insan olduğunu söylerler, Babası onu
Ģahne olarak bir köye yollamıĢ. Çok kısa bir zamanda köyden kaçmıĢ gelmiĢ. Ben
kendisini tanıdığımda Körpınar Mantarasında bekçilik yapardı.Son zamanlarında
Kilis‘te Kaçakçı pazarında ceket satardı. Ölünceye değin evlenmedi. KardeĢi
Ahmet‘le babalarından kalan evde oturdu. Babasından kalan miras payını Ahmet‘in
küçük oğlu ġükrü‘ye verdi. Son zamanlarında çok sıkıntı çekti. Öldüğü gün
―kuvva-i milliyecidir‖ diye cenazesini dernek kaldırdı.
KAZAN AHMET
[128]
Büyük kardeĢi Salih‘e hiç benzemezdi Tam feleğin çemberinden geçmiĢ
dedikleri cinsten biriydi. Askere gitmeden önce evlerinin yakınındaki Hindioğlu
Bahçesinde arkadaĢları ile içki içerlerken silahla vurulur. Mermiyi kolundan
çıkartamazlar ölünceye değin vücudunda kalır. Küçük çocukken akĢam üstleri
gazyağı almaya giderken ―kazan.,kazan‖ diye Ģarkı söylermiĢ, bu yüzden adını
―Kazan Ahmet‖olarak değiĢtirmiĢler.
Askerliğini Diyarbakır‘da yapmıĢ. Orada bir Ģeyhe gitmiĢ, Ondan Ģerbe
almıĢ, en zehirli yılanları yakalayıp cebine koynuna koyar gezerdi, Bir gün PaĢa
Hamamının ön duvarının taĢ aralığından bir yılan çıkmıĢ, aĢağı doğru sarkmıĢ,
poflayıp duruyor.Yılanın korkusundan kimse o yoldan geçemiyor Çevredeki
mağazaların bir çoğu dükkanını kapatıp kaçmıĢ, kapatamayanlar açık bırakıp
kaçmıĢlar. Yılan tutuculardan tanıdıkları birkaç kiĢiyi çağırmıĢlar; onlar da
korkmuĢ kaçmıĢlar. Tam bu sırada bizim Kazan Ahmet oradan geçiyormuĢ:
Mağazacı Ġstanbullu Ahmet, ona söylemiĢ. Orda bulunan bir merdiveni alarak
duvara çıkmıĢ. Bu kez yılan deliğe kaçmıĢ. Kolunu duvarın deliğine sokup ―Dur
kaçma ya kafir!‖ Diye bağırmıĢ. Bir iki dakika sonra Kazan Ahmet merdivenden
inmeye baĢlamıĢ. Görenler ĢaĢırıp kalmıĢlar. Yılan Dayımın baĢ parmağını ısırmıĢ,
Ağzından bırakamıyor. O çektikçe arkasından geliyor. Yılanı Mağazacı Ahmet‘in
dükkanına sokuyor. Oradan aldığı bir metrelik beze sarıyor, Eve getiriyor Biz
Rahmetli Fahrettin‘le avluda oynuyoruz. Yengemi çağırarak büyük bir leğen alıp
gelmesini söylüyor. O zavallı da inanıyor. Büyük çamaĢır leğenini alıp geliyor.
Yengem ne alındığını merak ederken dayım elindekini leğene boĢaltınca yengem
ne yapacağını ĢaĢırıp leğeni attığı gibi oradan uzaklaĢtı.Rahmetli dayım çok
Ģakacıydı.Gerek evde gerek kahvede herkesle ĢakalaĢır. ġen Ģakrak sevimli bir
insandı. Sonraları içkiye çok düĢtü. Tam bir alkol bağımlısı oldu.
FAHRĠYE TEYZE
Ailenin en küçük çocuğuydu. Çok genç yaĢta Halepli biriyle evlendirilir.
Kocası Zahit, kumarcı, AyyaĢ, serserinin biridir. Büyük zorluklar, Yokluk çileli
geçen on yıldan çok süren bir evlilikten sonra ayrılarak Kilis‘e gelir. Bu evlilikten
çocukları olmamıĢtır. Bir süre baba evinde kalır. Ancak rahat edemez. Bir duvarcı
ustası olan Mehmet BaĢçıllar (Kapçık Dayı) ile evlenir. Bu evlilikten iki oğlu olur.
Hayrettin, Alaettin Küçük oğlu ile otururken Onun bir trafik kazasında ölümü
üzerine Almanya‘da çalıĢan büyük oğlu Hayrettin‘in yanına gider, orada ölür S I D
Ġ K A ACIROĞLU ĠLE MEHMET ĠBAN evlenirler.
SIDĠKA ĠBAN
Sıdika‘ya
gelince:
Babamızla
evlenir,
Ġki oğlan dört kız çocukları olur. Oğlanlardan biribenim Ailemin de ilk çocuğuyum.
Benden sonra üç kız kardeĢim daha olur. Üçü de bebekken ölürler. Dördüncü kız,
[129]
Ayten‘dir. Ayten‘ den sonra Akif Aydın olmuĢtur.Buraya değin
geçirdik: Bekir, Maho, Halil, Ġban Hoca ġimdi geldik beĢinci kuĢağa:
VIII.-BÖLÜM
HALĠL ĠBAN KUġAĞI(56)
[130]
dört kuĢak
GeçmiĢi bildiğimiz ölçüde anlattık, irdeledik.Yeri geldi eleĢtirel açıdan, yeri
geldi gerçekçi açıdan değerlendirmelerini yapmaya çalıĢtık. Kendilerinden söz
ederken çağlarının toplum yaĢantısını, kültürel kalıntılarını, dile getirmeye
çalıĢtık. Bu iĢleri yaparken geçmiĢe saygıyı yitirmemeye özellikle özen gösterdik.
Bu biraz da onların biz oluĢundandır. Daha açık söylemek gerekirse bizim onlar
oluĢumuzdandır. Bizi biz yapan değerler onlardır. Tümünü saygıyla, rahmetle
anmak bu nedenlerle bizim için hem bir görev hem de bir zorunluluktur. Tersi her
Ģeyden önce kendimize saygısızlık olur. Bu da kendimizi yadsımaktan baĢka bir
Ģey olmaz. Bu arada insanı insan yapan özellikler yalnız yaĢamsal, genetik
uzanımlar değildir. KuĢkusuz bunlar en önemlileridir.Yalnız bunlarla iĢ bitmiyor ki,
kültürel, etiksel, geleneksel uzanımların etkisini de yadsıyamayız. Konuya bir de
bu açıdan baktığımız için elimizden geldiğince bunları da göz ardı etmeden
çalıĢmalarımızı sürdüreceğiz.
A-DOĞUM
Yıllardan bir yıl, aylardan bir ay, günlerden bir gün, saati dakikayı kim
arar? Dünya kentlerinden birinde, Türkiye‘nin güney-doğu bölgesinde, bir sınır
Kenti olan KĠLĠS‘ te, bir erkek çocuk gelir Dünyamıza Gelmesi uzun yıllar
beklenen, bir ayrılık, iki evlilikten sonra gelen bu çocuk, halanın söylediğine göre,
doğduğu evin, daha da ötesi kentin ıĢıkla dolmasına neden olur. Uzun süredir
çocuk görmeyen ailenin sevincini, coĢkusunu anlamaya anlatmaya olanak yoktur. Bu
coĢku yalnız aileyle de sınırlı kalmayıp yakın komĢuları da sarmıĢ olmalı ki onlardan
birisi, Emekli Matematik Öğretmeni, Kuvva -yi Milli‘den Hasan Kamil DemirbaĢ :
―Olsun beĢ aduların gözüne Çok Ģükür doğdu Ġbrahim Halil‖ Tarihini
düĢürür.Ailedeki bu sevinç, bu coĢku çok sürmez, aradan birkaç ay geçince anne,
ağır bir hastalıkla yatağa düĢer; otacı, duacı, doktor hiç birinin yararı olmaz. Bu
hastalık yüzünden bebek sütten kesilir. Erken sütten kesilme bebeği çok etkiler;
bu kez de bebek yatağa düĢer. Anne bebeğine, bebek annesine özlem duyarak
yaĢarlar. Anne, kendi baba evinde sağlıksız, ilkel koĢullarda, doktorsuz, ilaçsız
iyileĢme savaĢımı verirken bebek de benzer koĢullarda kendi baba evinde sağ
kalmak için direnirler. Doğduğunda sağlıklı, gürbüz olmasına karĢın Ģimdi
kurutulmuĢ bir çiroz balığı benzeri erimiĢ, bir deri bir kemik kalmıĢ, yaĢayan
iskelet olmuĢ. Oysa doğumundan önce neler düĢünülüyordu, ne umutlar
besleniliyordu. Onu bir an olsun kucağından indirmeyen, Maksude hala Ģu komĢu
senin, bu komĢu benim akĢama değin kapı, kapı dolaĢtırıyor, kimin evinde bebeğe
yedirebilecek hiç değilse tattıra bilecek ne bulursa hemen oracıkta yedirme, ya
da tattırmaya çalıĢıyor; böylece de yemek isteksizi olan bebek açlıktan ölmek gibi
bir duruma düĢmekten kurtulmuĢ oluyor.Aradan aylar belki de bir iki yıl geçer,
Halil bebek, biraz toparlanmıĢ, ayağı üstüne basar olmuĢtur. Bu arada annede de
iyileĢme belirtileri görülür. Evine getirilir. Ailenin yazgısı değiĢmiĢ gibi görülür.
Herkesin yüzü gülmeye baĢlar. Hastalıklı günlerinde, adaĢı bebekten umut kesen
[131]
Halil Dede ―Bu çocuk iyileĢir de , gelir kucağımda oturur, çiĢini yaparsa Allah
rızası için bir kurban keserim. Allah‘ım bunu bana göster, sana yalvarıyorum.‖Der.
Bebeğin iyileĢmesi günden güne hızlanır. Sonunda sağlığına tam kavuĢur. Bu
duruma en çok AyĢe Nineyle Halil Dede mutlu olmuĢlar. Biz dedemle yedi sekiz
yıl birlikte yaĢadık. Onu çok sevmeme, onun da çok sevmesine karĢın bu
birliktelik daha uzun süremedi. Birbirimize doymadan ayrıldık. Daha doğrusu o,
bırakıp gitti. Bu yedi sekiz yıllık birlikteliğimizin beĢ, altı yılını saymazsak ancak
bir ya da iki yılında ne yapabilirdik ki. Benim dedemden kalan baĢlıca anılarıma
gelince: Biri, sokakta bana sopa atması,diğeri sabahları sabah pazarını dolaĢtıktan
sonra kuĢağının arasında bir iki taze cevizle gelmesi, kendi eliyle kırıp bana
yedirmesi son bir anısı da ġark evde teneĢir üzerinde yıkanırken gördüğüm
sararmıĢ bir ayaktı. Bu yaĢa geldim bu görüntü hala gözümün önündedir. Nenemle
birlikteliğimiz daha uzun sürdü. O öldüğü zaman on beĢ, on altı yaĢlarındaydım.
Sağlıklı günlerinden birinde, evde unluk buğday yıkanılıyorken, annesi
Halil‘i dedesinin kucağına verir. Dede almak istemez ―ġimdi durumum elveriĢli
değil, bir terslik olursa param yok, beni borçlandırma, al Ģu çocuğunu kucağımdan.
‖ Der. Bu arada küçük Halil yapacağını yapmıĢ dedesinin kucağını ıslatmıĢtır.
Verdiği sözün her zaman eri olmuĢ Halil Dede ıslak Ģalvarı ile gidip bir kurban alır
gelir. Kasabı da birlikte getirir. Böylece adak borcunu anında yerine getirmiĢ olur.
Ailenin yazgısı yine değiĢmemiĢtir. Aradan kısa bir süre geçmiĢtir.
Bu kez de evli olan hala yatağa düĢmüĢtür. Birkaç gün ya da birkaç ay önce doğum
yapmıĢ olan hala bir türlü kendine gelememiĢ üstelik gittikçe kötüleĢmiĢtir.
Kızlarının durumunun iyiye gitmediğini anlayan aile evlerine getirip bakım ve
sağaltılmasını üstlenmiĢtir. Kızlarının kaybını göze alamayan aile ikinci kez evlat
acısıyla yanmak istemediğinden ellerinden geleni çok daha fazlasıyla yapmaya
çalıĢır. Ne yazık ki ellerinden çok bir Ģey gelmez. Yine yazgı ağlarını örmüĢ, zavallı
halayı alıp götürmüĢtür
B-ĠLK ÇOCUKLUK
Çocukluğum bizim evin önündeki Ġban Çıkmazında geçti, evimizin
avlusu oldukça geniĢti Eğer dayım oğlu Fahrettin ya da Halam oğlu Arap Ahmet
bizdeyseler evden sokağa çıkmak aklımıza bile gelmezdi. GeniĢ avluda, boĢ
odalarda türlü oyunlar oynardık. Kimi zaman aramıza komĢu çocuklarından
katılanlar olurdu. Kamil Amcanın oğlu Mustafa, kızları Nevzat, Yüksel de katılınca
bizim avlu da çıkmaz kalabalıkta olurdu. Kadir Amcanın kızı Remziye, oğlu ReĢit,
Ben, Arap,Fahrettin, sekiz çocuk hem oynar, hem dövüĢür, hem anlaĢırdık
O yıllarda Kamil Amcalar Bizimle ayni evde otururlardı. Daha sonra
paylarını bize satıp gittiler. Biraz büyüyünce avlu bize dar gelmeye baĢladı.
Sokağa taĢmaya baĢladık. Sokağa çıkınca hem yerimiz geniĢledi, hem sayımız
arttı. Önce erkekler kızlar olarak ayrıldık. Kızlar, kız oyunları, erkekler erkek
oyunları oynardık.Zamanla sokağa da sığmamaya baĢladık. Önce Hacı DerviĢ
sokağı, Dolappazarı, Cumhuriyet Caddesi derken alan geniĢlete, geniĢlete Kilise
[132]
dağılmaya baĢladık. Sonra Kilis de yetmedi. BaĢka kentlere baĢka ülkelere
dağılmaya baĢladık Bizim sokaktan daha önce iki ağabeyimiz ayrılmıĢtı.Biri
Abdülbaki AĢkar Hava Ast Subayı olarak, ikincisi de ayni görevle Mehmet
Kilislioğlu idi. Üçüncü kiĢi de ben ilkokula yazıldığım gün ailesi ile birlikte ayrılan
Ganime Teyze, oğlu ġekip Erkmen, kızı Nimet, ile tüm aile Ġstanbul‘a göçtüler.
Daha sonra gidenler de oldu. Bunları sokağı iĢlerken anlatacağım. Okula
baĢlamadan önce arkadaĢlar okuldan gelinceye değin mahseremizin önünde Mider
yerinden kesilmiĢ bir dut ağacı gövdesi vardı. Boylu boyunca yatar dururdu. Onun
üzerine ata biner gibi oturur onların okuldan gelmesini beklerdim.
Bu arada bizim Çıkmazın çocuklarının çoğu okula baĢlamıĢlardı. Ben
hocaya gidiyordum. Çıkmazdaki arkadaĢlarımın çoğu okula giderken ben Hocaya
gidiyordum.Bir gün kendimi bizim eve oldukça uzak bir evde, onbeĢ, yirmi çocuğun
arasında buldum. Boynumda bezden yapılmıĢ bir çente (Çanta ) içinde bir supara
ile hocaya gelmiĢtim. Kiminle gelmiĢtim, kim getirmiĢ anımsamıyorum.
Bulunduğumuz oda havıĢın ( avlunun ) batısında kapı ve tek penceresi doğuya
bakan Kilis‘in ―bir tağa bir kapı‖ dediği daracık lef duvarları sıvasız, tek kat,
toprak damlı, büyük bir olasılıkla eĢek ahırından bozma, bir oda idi.Tabanda bir
eski hasır açılı, üstüne eski bir Ģal serili, her çocuğun altında küçük bir Minder
vardı. Öğleyin yemek için eve giderken Hoca ―Annene söyle sana da bir minder
diksin. Kuru hasırda oturursan hasta olursun‖. DemiĢti. Demek bu çocuklar
annelerinin diktiği kendi minderlerinde oturuyorlardı. Hemen koĢarak eve geldim.
Anneme bir minder dikmesini söyledim. Kadıncağız hemen o gün, o saatte minderi
dikerek elime verdi. Öğleden sonra elimde minderle gittim. Beni benden büyük bir
çocuğun karĢısına oturttu.‖ Bak Halil, bu senin kalfandır. Sakın sözünden
çıkma.‖dedi. O kim olduğunu anımsayamadığım bu çocuk beninim ilk
öğretmenimdir.
Bana çantamı açtırdı içinden suparamı çıkarttı, Suparayı dizimin üstüne
koydu. Parmağını bir yazının üstüne kodu ―Bu eliftir, bu ( be) dir, bu ( te )dir, bu (
se ) dir, bu da (cim ) dir. Hadi Ģimdi de sen göster.‖Dedi. Birkaç kez yineletti.
Sonra karıĢık sordu. O gün akĢama değin bu imler üzerinde çalıĢtık. Ġyice
öğrendiğimi anlayınca Hoca‘nın karĢısına oturttu. Hoca da okuttu, karıĢık imler
gösterdi. ÖğrenmiĢ olduğumu anlayınca. ―Bu gün yeter akĢam oldu hadi ,evinize
gidin.‖ diyerek bizi evlerimize yolladı. Eve geldiğimde nenem beni yanına çağırarak
elini öpmemi istedi, ―Bakın Halil‘in diĢleri nasıl parlamıĢ. Bugün hocaya gittiği belli
oluyor.‖ Diyerek dizine oturtarak öptü sevdi.Bir yığın hayırlı dualar etti. Ben de
ona öğrendiklerimi gösterdim. Çok sevindi. Ertesi gün koĢarak gittim. AkĢama
değin (elif), (be) nin tümünü öğrenmiĢtim.Daha sonraki günler ― elif üstün enni
,elif kese inni, elif ötür ünnü‖yü daha nicelerini öğrendik.Bunlar beni çok
etkilemiĢti. Kalfamın önünden kalkmak istemiyordum. Hele okurken karĢılıklı
olarak birbirimize doğru eğilip doğrularak sallanmamız çok güzeldi..Sonunda ilk
PerĢembe geldi. Sabahleyin evden çıkarken Babam bana beĢ kuruĢ mu? On kuruĢ
[133]
mu? Verdi ―Bunu götür Hocana ver. Sakın elini öpmeyi unutma.‖ Dedi. Böylece
haftalar, aylar geçti.Elif suparası bitmiĢ, Amme cüzü,Tebareke cüzü derken iĢ
Kur‘ana gelmiĢtik. Her cüz bittiğinde perĢembeleri götürdüğüm paradan baĢka,
her supara her cüz bitiminde annem de belli bir parayla hocaya hediyeler de
getiriyordu. Artık benim için kalfaya gerek kalmamıĢtı. Ben kalfa olmuĢtum.
Kur‘an okuyordum. Sonunda
Hatim günü gelmiĢti. Hatim töreni için hazırlıklar
yapılıyordu. Ben hatim ettiğimde ne yaptılar, anımsamıyorum. Ancak yukarda
anlattığım gibi gösteriĢli bir tören olmadığı bir gerçek. Bu tür gösteriĢli iĢleri
sevmezdi rahmetli babam. Hatimden sonra ben de kalfa oldum. Artık benim de
Ģagirdlerim vardı. Onları teker, teker önüme oturtur, dinler, öğretir, sabaklarını
verirdim. Bu çok güzel bir duyguydu. Belki de ilerde öğretmenliği seçiĢimde etkili
olmuĢtur.
Hocadan çıkıp eve geldiğimde babam beni beklerdi. Kurandan bir cüz
okutmadan bırakmazdı. Küçük bir yanlıĢımı yakaladı mı baĢlardı bağırıp,
çağırmaya, sövüp, saymaya. Daha da hızını alamazsa baĢlardı, elinden hiç
bırakmadığı değnekle, dövmeğe. Gerçi herkesten önce hatim etmemde, hatimden
sonra doğru okumamda çok büyük yardımı, büyük emeği olmuĢtur. Bunu
yadsıyamam. Ancak o dayaklardan sonra ben nasıl sağlam kaldım onu bilemiyorum.
Hocada daha uzun süre kaldım. Altı, yedi hatim ettim. Ahmediye, Muhammediye,
Kara Davut, Cönkler bunların dıĢında kendisinin eskiden kalmıĢ koca bir sandık
dolusu kitaplarından birçoğunu hiçbir Ģey anlamadan okudum, daha doğrusu
okutturuldum
C-O K U L A B A ġ L A Y I ġ
Çıkmazdaki yaĢıtlarım çoktan Ġlkokula baĢlamıĢlardı. Kimi birinci kimi ikinci
belki de üçüncü sınıfa gidiyorlardı. Onların tahta çantalarla kısa pantolonla okula
gidip geliĢlerine imrenerek özlemle bakardım. Ben de okula gitmek istiyordum.
Her gün evde kavgamız vardı. Bir gün evde babamla baba annemi konuĢurken
yakaladım. Baba annem ―Mehmet artık Ģu çocuğun sünnet zamanı gelmedi mi?
Babana bir büyük hayrat yapalım bu arada Halil‘i de sünnet ettirelim. Ben de
torunumun sünnetini, Babayın da hayratını dünya gözü ile göreyim. Bu ev giriminde
bunu yapalım olmaz mı?‖ Diyordu. Babam ―Onu ben de düĢünüyorum. Babamın
ölümünden bu yana çok zaman geçti.Onu ağzının sabunu ile yatırıyoruz.Ayrıca
Halil‘in de sünneti gecikti. Dahası da var arkadaĢlarının hepsi okula baĢladı çocuk
çok üzülüyor. Bunların arkasından onu da okula yazdıralım. ArkadaĢlarından geri
kalmasın. Evet bu ev giriminde Allah bir engel vermezse bunları yapalım.‖ Deyince
dünyalar benim oldu. Sevinçten uçuyordum. Bunun yanında sünnetten de
korkuyordum. Sonunda o gün geldi çattı. Babam eve bir koçla geldi.Yanında bir de
kasap vardı. Kasap babamdan bir Ģey istedi. Babam da ―Verdim.‖Dedi. Ama ne alan
vardı ne de veren. (Sonradan öğrendim ki kasap, babamdan kurbanını kesmek için
vekaletini istemiĢ, o da ―verdim.‖ demiĢ). Kasap bu sözden sonra koyunu kesti.
Etini parçaladı.‖Hadi Allah kabul etsin‖ Dedi, gitti. Öğleden sonra kalaycının
[134]
çırağa sırtında kalaylı, bakır, bir halle getirdi.
Birkaç gün önce beni çarĢıya götürüp lacivert bir kumaĢ almıĢtı. Onu
terziye vermiĢtik. Bu benim hem sünnetlik hem de okul giysim olacaktı. Benimle
birlikte halam oğlu Arap ‘a da aldı. Terziye verdi. Ġkimize de birer potin
diktirildi. Bunlar dıĢında sünnet için gereken ne varsa alındı. Bir bohça yapıldı.
Eve bir yerden bir karyola getirildi. Kuruldu, süslendi. Bohça karyolanın üstüne
konuldu. Odanın kapısı kilitlendi. Kısaca her Ģey hazırdı. Koçun kesildiği günün
ertesi günü erkenden avluda ocaklar kurulup ateĢler yakıldı. Avluda belki on kiĢi
vardı. Onların gürültüsü, yakılan ocakların dumanı beni de erken uyandırmıĢtı.
Büyük bir kara kazanda etli bir sebze yemeği, hallede de sade yağlı pirinç pilavı
piĢiriliyordu. Öğleyin baĢlayan yemek verme iĢi o gün akĢama değin sürdü. DıĢ kapı
ardına değin açık bırakıldı. Çağrılı çağrısız kim geldiyse yemek verildi. EĢ, dost,
hısım, akraba evlerine yemek yollandı. Yemek piĢerken, dağıtılırken iki, üç hafız
sürekli Kur‘an okudular. O gün akĢam oldu. Kapı kapandı. Avlu temizlendi, Kadir
Amca‘nın kahvesinden küçük hasır sandalyeler, arkalıklı sandalyeler geldi.HavıĢa
dizildi.Evdekiler hep benim erken yatmamı istiyorlardı. Sonunda baba annem beni
aldı odaya çıkardı. Beni yatağına aldı baĢladı masal anlatmaya. Bu arada ikimiz de
uyumuĢuz.
Sabahleyin erken uyandırıldım. Yeni dikilen giysilerimi giydirdiler. Kapının
önünde birkaç beygir hazırlanmıĢtı. Çok güzel bir beyaz beygire güzel bir eğer
vurulmuĢ üstüne çok güzel süslü bir örtü geçirilmiĢti. BaĢıma bir taç geçirip
sırtıma beyaz kırmızı parlak kumaĢlarla yapılmıĢ yaldızlarla süslenmiĢ pırıl, pırıl
yanan bir pelerin giydirip elime de yine süslü püslü bir asa verdiler. Bu arada
havıĢta toplanan komĢu, akraba kadınları durmadan zılgıtlar çalıyor, erkekler ―
Ale !, Ale !‖ çağırıyorlardı. Beni en öndeki o güzel, süslü, gösteriĢli beyaz ata
bindirdiler. Benimle birlikte sünnet olacak bir, iki çocuk daha vardı. Bunlardan
birini anımsıyorum. Babamın halasının torunu idi. Onları da atlara bindirdiler.
Ayrıca yakın akraba çocuklarını da hazırlanmıĢ diğer atlara bindirerek yola çıktık.
Çocukların bindikleri atların yularları iki kiĢinin elinde alayın önünde ilahiler
okunarak, kent içinde geziye çıkıldı.Uzun bir geziden sonra eve dönüldü. Hemen
atlardan indirildik. Biz sünnet olacakları odaya aldılar. Giydiğimiz her Ģeyi
çıkardılar. BaĢka bir Ģeyler giydirdiler. Annemin dayısı oğlu Ġbrahim Dayı
(Mobilyacı Ton Ġbrahim) Beni kucakladığı gibi alıp sünnetçi Attar Tahir‘in önüne
götürdü. Bu arada bir yandan mevlitçilerin bağırtısı, bir yandan yoh, yohların,
zılgıtların gürültüsü içinde sünnetten korkan ben zavallının ağıtının sesini kim
duyar. Duysa bile ne yazar. Ġstesen de, istemesen de o bıçak Bu deriyi kesecek.
O zaman yiğitlik hemen teslim olmakta değil en azından savaĢarak yenilmenin de
bir onuru olsa gerektir. Ben de bu düĢünceyle kolay teslim olmamayı seçerek
baĢladım savaĢmaya. Evet sonunda ben yenildim ama yiğitlik onuruma, erkeklik
gururuma söz getirmedim. ĠĢ bitti beni karyolaya yatırdılar. Yanıma bir tabak
Ģeker koydular. Kadir Amcanın kızı Remziye ile çok anlaĢırdık.Hep birlikte oynar,
[135]
birlikte gezerdik. Yeri geldiğinde birbirimizi korurduk. O patırtı gürültünün
içinde nerden sızmıĢsa sızmıĢ yatağın yanına gelmiĢti. Bana ―Çok acıyor mu?‖ Diye
sordu. Dedik ya serde erkeklik var diye hiç evet denir mi? Hiç duraksamadan
―Hayır!‖ı bastık ―Öyle ise yanına gelebilir miyim?‖ dedi. Yanıt bile beklemeden
çıkıverdi karyolaya. Aslında onun ne düĢündüğünü, hangi amaç, hangi dürtü ile
geldiğini biliyordum Ben de onun iĢini kolaylaĢtırmak için hemen Ģeker ister misin
? Diye ġeker tabağını önüne koydum. Babam onu Kara kız diye severdi. Onun
Kuran okumasını beğenirdi. Zavallı ailesinin sıkıntılı günlerinde yoksulluk, bunalım,
bakımsızlık içinde genç yaĢta veremden.
O.K U L A YAZILMA
Dedemin hayratı olmuĢ, sünnet iĢi bitmiĢ sıra okula gelmiĢti. Bir gün babam
beni alıp kaymakamlığa götürdü. Tahrirat Katibi Galip Bey‘in odasına çıktık Galip
Bey, babamı kapıda karĢılayıp ne istediğini sordu. O da ―Halil‘i okula
yazdıracaktım, nüfus kaydı yokmuĢ. O yüzden okula. Yazmıyorlar. Ne gerekse
yapıver de okula yazdırak.‖ Dedi. ―Hele sen Ģöyle otur.‖ Deyi babamı bir yere
oturttu. Odacıyı çağırdı. Ona bir Ģeyler söyledi. Odacı gidip birisi ile geldi. Gelen
adam Galip Amcanın karĢısında ayakta duruyordu. Galip Amca ne derse ―Buyurun
Efendim. BaĢ üstüne Efendim. Emredersiniz Efendim.‖ Diyordu. Galip amca ona
―Halil nüfusa kaydedilmemiĢ. Onu cezasız olarak yedi yaĢında kaydedin cüzdanını
getirin.‖ Dedi. Adam ―BaĢ üstüne deyip çıkıp gitti. Bu kiĢi Kilis Nüfus Memuru
imiĢ. Galip Amca da Kilis Kaymakam Vekili imiĢ. Az sonra ayni adam elinde bir
Nüfus cüzdanı ile geldi. Galip Amcaya verdi. O da cüzdanı babama vererek hayırlı
olsun dedi. Bana da ―Bak Halil Ģu anda artık vatandaĢsın.‖ Dedi. Ben bundan bir
Ģey anlamamıĢtım ama güzel bir Ģey olduğunu duyumsuyordum. Galip Amca o gün
Hem okula yazılabilmem için gereken kolaylığı sağladı Hem yaĢımı, doğum günümü
belirledi, hem de vatandaĢ etti. Bu ne ise? Oysa o gün ben kendimi on yaĢımda
biliyordum. Ben yaĢımı Galip Amcadan ve Nüfus Memurundan daha iyi bilecek
değildim ya (!).Artık ben de
okuldan gelirken arkadaĢlarımla çanta
tokuĢturacaktım. Ġki yıl okulun önünde durup beklerken okul kapısının dıĢında
dinlediğim ―Korkmaz, sönmez‖i öğrenebilecek, ben de arkadaĢlarımla birlikte
söyleyecektim. Dahası da var: Bu ġarkının doğrusunun ―Korkmaz değil, ―Korkma‖
olduğunu öğrenmemin bir iki yıl sonra Öğretmenimiz Nimet Ertem‖in düzeltmesi
ile olduğudur.
ĠLKOKUL:
Galip Amcanın yanından ayrılınca bir fotoğrafçıda fotoğraf çektirip
Evimizin yanındaki Kemaliye Ġlkokulu‘na gittik. Okul Müdürü Halil Fahri Tunalı Bey
beni okula yazdı. ―Okul numaran 919 dur. unutma !‖ Dedi. Ben de bu güne değin
unutmadım. Artık okulluydum. Çoktan beri özlemini çektiğim okula
kavuĢmuĢtum.1937 yılı 919 numara ile Kemaliye Ġlkokulunda okul yaĢamım böyle
baĢladı.ĠĢlemler bitip eve döndüğümüzde hemen arkadaĢlarımı arayıp onlara
müjdeyi verdim. ―Hey ben de okula yazıldım. Hem de sizin okula. Artık birlikte
[136]
gider, birlikte oynar, birlikte geliriz.‖ dedim. Onlar da çok sevindiler. Okulların
açılacağı günü dört gözle bekliyorduk.Sünnette bir kez giyip kaldırılan lacivert
takımımı, potinimi artık her gün giyecektim. Benim de tahta bir çantam olacaktı.
Bende ―korkmaz sönmez‖i, ―Türküm, doğruyum‖u öğrenmiĢtim. Ama Ģu
―korkmaz‖ın ―korkma‖ olduğunu çok sonra öğrene bilecektim.
Okulda en çok teneffüsleri seviyorduk. Dersten zil çalıp da bahçeye
doluĢtuk mu, sevincimizin coĢkumuzun sınırı yoktu. Bunun nasıl bir duygu olduğunu
bilmeyenler bir gün bir Ġlkokulun önünde durup o minik yavruların dersten
çıkıĢlarını, derse giriĢlerini izlesinler. Kendilerinin o günkü durumlarını anımsayıp
kendi içlerindeki çocuğu bulmaya çalıĢsınlar. Lütfen bir kez bunu yapınız.
göreceksiniz yaĢınız, öğreniminiz, göreviniz ne olursa olsun kendinizin de onların
arasında olduğunuzu göreceksiniz, bilmem tanıya bilecek misiniz?Sizin kendinizi
bulup bulamayacağınızı bilmem. Biz çıkmazın çocukları birbirimizi bulmuĢtuk Gerçi
sınıflarımız farklıydı. Ayrı, ayrı sınıflarda olacaktık.Yalnız teneffüslerde buluĢup
oynaya bilecektik. Varsın olsun. Ben bir kere okula baĢlayım da gerisi kolaydı.
Sonunda o gün geldi çattı. Bir pazartesi sabahı bizim çıkmazdan sekiz, on çocuk
çantalarımız ellerimizde yola koyulduk. Her birimiz ayrı, ayrı sınıflarda da olsak
ayni okula gidiyorduk. Tümümüz ayni okula gidiyorduk. Öylesine mutluyduk ki
nerdeyse uçuyorduk. Okul bahçesinde koĢuyor, bağırıyor oynuyorduk.Yeni yeni
arkadaĢlar da katılıyordu aramıza. Hocaya giderken tanıdığım arkadaĢlar da vardı.
Onlarla da buluĢtuk.Okul açılalı iki hafta olmuĢtu. Bir gün Okul Bahçesinde
oynarken Adille boğuĢuyorduk. Birden Adil beni yere vurdu. Sağ kolumun üstüne
yere düĢtüm. Öylesine acıyordu ki canım. Yerimden kalkamıyor, ağlıyordum. Beni
ayağa kaldırdılar. Kolumu yanıma sarkıtınca uzadığını anladım. Sol elimle tutarak
göğsüme yaklaĢtırdığımda bilekle dirsek arasında bir dirsek daha olduğunu
gördüm. Doğru Müdür odasına gittim. Müdür beni görünce bir hademeyle
hastahaneye yolladı. Yolda hastahaneye gitmem beni babama götürün. Diye
ağlamaya baĢladım.Beni evimize götürdü. Doruoğlu Sıdıka Hanımın evi
Boynuyoğunların evinin yanında. Boynuyoğunlar bize akraba oluyordu. Annem
Boynuyoğunlarla birlikte beni Sıdika‘ya götürüp kolumu sardırdılar. Bunun
üzerine onbeĢ, yirmi gün okula gidemedim.Artık kolum düzelmiĢ, okula
baĢlamıĢtım.Bir gün okula göz muayenesine geldiler.Benimle birkaç çocuğu
ayırdılar. Bizim gözümüzde trahom hastalığı varmıĢ. O yüzden bu okuldan alınıp
Trahomluların olduğu Cumhuriyet Ġlkokuluna gidecekmiĢiz.. Saptanan trahomluları
toplayıp bir hademeyle bizi Cumhuriyet Ġlkokuluna yolladılar. Okula girdiğimizde
ders baĢlamıĢtı. Herkes ve öğretmenler sınıftaydı. Getiren hademe bizi sınıfın
kapısından öğretmene teslim edip gitti. Öğretmen Ģöyle bir yüzümüze bakıp
―ToplamıĢ göndermiĢler, nence tembel varsa baĢıma.‖ Diyerek bizi içeri aldı. Bir
yerlere oturttu. Yanıma geldi.―Söyle bakalım adın ne? ‖ Söyledim. ―Soy adın ne?‖
Söyledim. ―Okumayı yazmayı biliyor musun?‖ Bilmiyorum . ―Neden?‖ Ben sünnet
oldum okula geç geldim. Sonra da okulda düĢtüm, kolum kırıldı, yirmi gün de onun
[137]
için gelmedim. ―Desene benim baĢıma bela olmaya geldin. Otur Ģuraya, otur.‖
Diyerek baĢımdan uzaklaĢtı. Ertesi gün okul numaramın değiĢmiĢ olduğunu,burada
numaramın 787 olduğunu söyledi. Birlikte geldiğimiz diğer arkadaĢlara bir Ģey
sormadı. Aradan bir aydan çok zaman geçmiĢti. Bir gün sıramın yanından geçerken
benimle de ilgilindi. Defterime baktı, yazı yazdırdı, okuttu, bir Ģeyler sordu.
Sonra ―Çantanı defterini al Ģuraya geç.‖ Dedi. Sıramı değiĢtirdi. Meğer daha önce
oturduğum sıra tembel sırsı imiĢ, Ģimdi çalıĢkanlar sırasına geçmiĢim. Artık
öğretmen benimle daha çok ilgilenmeye, beni adımla çağırmaya baĢladı. Ben
öğretmenimi daha öncesi de seviyordum, Ģimdi daha çok sevmeye baĢlamıĢtım. Bir
gün okulun bahçesinde oynarken öğretmenimizi ayakyoluna girerken gördüm. Eve
gider gitmez baba anneme ―Nene bugün ne gördüm biliyor musun?‖ Diye sordum.
―Öğretmenler ayakyoluna girer mi hiç?‖ Diye sordum, öylesine ĢaĢırmıĢtım.Nenem
bana öğretmenlerin de insan olduğunu,
onların da bizim gibi yiyip içtiklerini,
bütün insanlar günlük yaĢamlarında neler yaparsa onların da yaptıklarını uzun,
uzun anlattı. Demek ki ondan önce öğretmenimi insan olarak değil bir melek, insan
üstü bir varlık olarak görüyormuĢum. Nimet Ertem gerçekten bir melekti. Onun
bir melek olduğunu bizden ayrılıp baĢka bir okula gidince daha iyi anladık.Hele ben
de öğretmen olduktan sonra, yüzlercesiyle iç içe olup onları yakından tanıdıkça
buna daha çok inandım. ġuna da inandım ki insan yaĢamında ilkokul öğretmeninin
bambaĢka bir yeri var. Ne olurdu üçüncü sınıfın ilk yarısında bırakmasaydı bizi,
ilkokulu kendisi bitirtseydi Ama olmadı. Bir baĢka bayan öğretmen geldi. Ama biz
Nimet Öğretmeni unutamadık. Belki de Ģimdi o kendisi gibi meleklerin arasında
cennette kanat çırpmaktadır. Yattığın yer ıĢıklarla dolsun Nimet öğretmenim
Biri kız öbürü erkek iki çocuğu vardı. Öğretmenimin EĢi de kendisi
gibi öğretmendi. Okulları ayrı, ayrı idi. Yıllar sonra Oğlu Engin, kızı Gönül‘le
üniversitede karĢılaĢacağımızı ne bilirdim. EĢi Kemal Bey ġehit Sakıp Ġlkokulunda
öğretmendi, sınıfı geçmiĢ ikinci sınıfa gelmiĢtik. Öğretmenimizi daha çok
seviyorduk. Atatürk‘ün hayatını iĢliyorduk. Öğretmenimiz anlatıyordu.
BitirmemiĢti. Sanırım birkaç gün daha sürecekti. Bir gün öğretmen sınıfa girerken
ağlıyordu. Hepimiz ĢaĢırıp kalmıĢtık.―Ne oldu öğretmenim?,Ne oldu öğretmenim?‖
diye çığlık çığlığa bağrıĢıyorduk. O bir ara kendini tutup ―Çocuklar bugün
Atatürk‘ümüz öldü.‖Dedi. Masaya kapandı, bu kez hıçkıra, hıçkıra ağladı. O ağlar
da biz durur muyuz? Biz de baĢladık hıçkıra, hıçkıra ağlamaya. O gün öyle geçti.
Bize iki ya da üç gün boyunca Atatürk‘ü anlattı. ġemsi Efendi Okulunu köydeki
bakla tarlasında karga kovalamasını, kendisine Kemal Adını veren Mustafa
öğretmeni, Daha nelerini, nelerini anlattı. Anlatılanları can kulağı ile
dinliyorduk.Bir kelimesini bile kaçırmadan belleklerimize saklıyorduk. Öylesine
güzel, öylesine tatlı anlatıyordu ki....
Ertesi gün okula gittiğimizde öğretmenimiz,―Kim Atatürk‘ün hayatını
anlatacak?‖ Diye sorunca ―Ben dedim.‖ El kaldırdım. Bunun üzerine öğretmenimiz
―Gel Halil anlat bakalım.‖ dedi. Birkaç günden beri öğretmenimin anlattıklarını
[138]
unutmamıĢ sanki ezberlemiĢtim. Anlatmam bitince, Öğretmenim beni öperek
kutladı. ‖Aferin Halil çok güzel anlattın. Sana ÇarĢamba günü öğleden sonrası için
bir sinema bileti veriyorum. Gider, izlersin. PerĢembe günü sorarım sana. Sen de
arkadaĢlarına anlatırsın.‖ Dedi . Bileti çantasından çıkarıp verdi. Bu benim ilk
ödülüm oldu. Sinemaya da ilk kez gidecektim. ÇarĢambayı dört gözle bekliyordum.
Sonunda geldi. ÇarĢamba günü öğleden sonra öğrenciler için özel program varmıĢ
Ben de gittim. Ġçerisi öğrencilerle doluydu. Elektrikler kapandı.beyaz perdede
film baĢladı. Nefes almadan sonuna değin izledim. ġimdi anımsayamadığım bir film
gösteriliyordu. Ertesi gün okula gittiğimde öğretmenim sinemaya gidip
gitmediğimi sordu.―Gittim öğretmenim‖ Dedim. ―Peki gelip gördüklerini
arkadaĢlarına anlatır mısın ?‖ Diye sorunca ―Evet öğretmenim. Dedim.‖ Filmi
baĢtan sona tüm ayrıntıları ile arkadaĢlarıma anlattım. Beni alkıĢladılar. Bu da
benim ilk alkıĢlanıĢım oldu. Ġkinci sınıfta öğretmenin gözdesi olmuĢtum. Artık
sınıfın en iyilerindendim. O yılı da bitirdik. Üçüncü sınıfa geçmiĢtik
Üçüncü sınıfta okullar açıldıktan bir ya da iki ay sonra öğretmenimiz bizden
ayrılıp ġehit Sakıp Ġlkokuluna gitti. Bu ayrılıĢ kendisi için ne denli iyi olduysa
bizim için de o denli kötü oldu. Kendisi eĢinin yanına gitmiĢ aile bütünlüğü
sağlanmıĢtı. Bize çok ağır
gelmiĢti. Yeni öğretmene bir türlü
ısınamıyorduk.Onunla küskün gibiydik. Nimet öğretmen giderken biz bayağı
kesirleri iĢliyorduk. Payda eĢitlemelerini öğreniyorduk.Nimet öğretmenimiz. Hiç
birimizi dövmezdi. Bu yeni öğretmen bir arkadaĢımızı çok kötü dövdü. Bunun
üzerine kendisine daha çok kızmıĢtık. Kızınca bütün sınıfa sıra dayağı Ne yazık ki
okulu bitirinceye değin öğretmenliğimizi yapmasına karĢın biz Nimet Öğretmenin
öğrencileri kendisini sevemedik. Aslında o da bizi sevemedi sanıyorum Okula
BaĢladığımdan bu yana her yaz tatilinde beni annemin dayısı oğlu Marangoz Ton
Ġbrahim‘in yanına çırak koyarlardı. Bir sanat öğrenmekten çok ayağımın sokaktan
kesilmesi için. Üçüncü sınıfa geçip yaz tatiline baĢlayınca o yaz evimize çok yakın
olduğu için Marangoz Niyazi Ustanın yanına koymuĢlardı. O yılın temmuz ayı
baĢında ya da ortasındaydı. Babam yanıma gelerek beni çağırdı. Eve doğru
giderken bana Gaziantep‘e gidip gözünü göstereceğini, zamanı gelmiĢse ameliyat
olacağını üç arkadaĢının oradan kendisini çağırdıklarını anlattı. Bunu duyunca
sevinçten uçacağımı sanmıĢtım. Sevincimin iki nedeni vardı. Birincisi babamın
gözü açılacaktı. Ġkincisi ise ben Gaziantep‘i görecektim. O yaĢıma gelmiĢ daha bir
köye bile gitmemiĢtim. Eve gelip hazırlığımızı yapıp yola çıkmamız bir oldu. O
zaman kaptıkaçtı denen bugünkü minibüse benzeyen arabalar vardı. Bunlar
AbuĢağa ÇeĢmesi yanından kalkardı. Bunların en çok adı duyulanı da KeleĢ‘in
Kaptıkaçtısı idi. Sırada o vardı. Saat 09 gibi hareket ettik Öğlen namazını
Kertil‘de kıldılar. Herkes çıkınlarını açtı gecikmiĢ öğlen yemeklerini yediler. ―Hadi
yolcu yolunda gerek.‖ Diyerek arabaya bindiler.Ġkindi Namazını ne yaptılar onu
anımsamıyorum. Artık durmayalım, akĢam namazını Antep‘te kaza eyleriz Yatsı
namazını da kılarız..Yatsı ezanı okunurken Gaziantep‘e girdik. Doktor Sami
[139]
Gözonar‘ ın Hastahanesine gittik. Bizi o gece orada yatırdılar.Ertesi sabah Dr.
Sami Bey, gelip babamı muayene etti. ―Hocam, gözünüz tam olgunlaĢmıĢ. Artık
Ameliyat olabilirsiniz.‖Dedi. Babam da razı oldu. Babamı incelemeye aldılar. Ġki
gün sonra ameliyat oldu. Gözü bağlıydı. Açılacağı gün beni de içeri aldılar. Gözünün
bağı açılınca ilk önce yıllardır göremediği ıĢıktan rahatsız oldu. Sonra çevreyi
görüp tanımaya baĢladı. Beni en son üç ya da dört yaĢımdayken görmüĢtü. Doğal
olarak tanıyamadı.Tanıttılar. KardeĢim Ayten henüz üç yaĢındaydı onu eve gelince
gördü. Aydın kardeĢim ise henüz bir yaĢındaydı Baba annem henüz yaĢıyordu.
Oğlunun gözünün açıldığını gördü. Kilis‘e geldik. Evimiz geçmiĢ olsun ziyaretçileri
dolup taĢmaya baĢladı
Kilis‘e döndükten sonra yeniden Marangoz Niyazi Usta‘ nın yanına gitmeye
baĢladım. Okul açılıncaya değin sürdü. Okullar açılınca da dördüncü sınıfa
gidecektim. Dördüncü sınıfa geçmiĢtik.Yediaralık Ġlkokulu bizim okula taĢındı. Ġki
okul birleĢince öğretmenler de değiĢti. Bu kez bir erkek öğretmen gelmiĢti. Kısa
bir süre sonra Yediaralık Ġlkokulu yeniden bir binada öğretimini sürdürmeye
baĢlayınca, Pertev Bey, kendi öğrencilerini alarak okuluna gitti. Biz de kendi
okulumuz da, kendi arkadaĢlarımız, kendi öğretmenimizle kaldık. Gerçi bu
karıĢıklıkta aramıza yeni arkadaĢlar da katılmıĢtı. Onlarla çabuk kaynaĢmıĢtık.
Ama Ġffet öğretmenle bir türlü yıldızlarımız barıĢamıyordu. Bu arada bizim
öğretmende bir takım değiĢiklikler olmaya baĢlamıĢtı. Zaman, zaman sınıfımıza
bir subay getiriyor, ―Siz ders çalıĢın, sakın gürültü yapmayın. Sonra kırarım
kafanızı.‖ Diyerek bizi korkutup susturmak istiyordu. Bahaettin Karadağ,
Mustafa Tinkoğlu sınıfımızda iki arkadaĢımız. Ġkisi de ayni mahallede otururlar,
sınıfta ayni sırada yan yana otururlar. Sınıfın en hızlı koĢan iki çocuklarıdır. Ne
yazık ki birbirleri ile konuĢmazlar. Bütün sınıf bunları barıĢtırmaya uğraĢır.
BarıĢtıramayız. Bir gün aklıma bir yaramazlık geldi. Bahaettinle Mustafa Yan yana
oturuyorlar. Yine konuĢmuyorlar. Nereden bulmuĢsam elimde ince yumuĢak bir tel
var. Öğretmen yine subayı gelmiĢ onunla konuĢuyor. Bize kitaptan bir yer
göstermiĢ, ―ġurayı okuyun,‖ demiĢ, kendileri baĢbaĢa konuĢuyorlar. Bizimle
ilgilenen yok. Sıranın altına girdim. Ġkisinin gömleklerinin ucunu elimdeki telle
birbirlerine diktim. Çıkıp yerime oturdum. Bu arada ben dikiĢle uğraĢırken subay
gitmiĢ, öğretmen kalkmıĢ sınıfla ilgilenmeye baĢlamıĢtı. Her zaman yaptığı gibi,
bize okumamızı söylediği parçayı sırayla bütün sınıfa parça, parça okutuyordu.
kendisine sıra gelen oturduğu yerde ayağa kalkar geri yerine oturur, okumaya
baĢlardı. Sıra bizimkilere gelmiĢti. Biri ayağa kalkacaktı kalkamadı. Döndü ―Lan ne
çekon ?‖ Öteki: ― Ben mi çekorum? Sen çekon.Bırak lan eteğimi.‖ Diyerek
aralarında çekiĢme BaĢlayınca
öğretmenin ilgisini çektiler. Ġkisini de yanına
çağırdı. Önce ne olduğunu sordu. KızmıĢtı. Sopasını aldı, dövecekti. Ben hemen
yerimden:Öğretmenim onları dövme ben yaptım‖ Dedim. Öğretmenime niye
yaptığımı anlattım. ―Hadi yerinize oturun, bir daha böyle yaramazlık istemiyorum.
Siz de hemen barıĢın bakayım.‖ Diyerek onlara el sıkıĢtırttı. Sonra da sarılıp
[140]
öpüĢmelerini sağladı. Böylece bir küçük yaramazlıkla iki arkadaĢı barıĢtırmıĢ
oldum. Artık beĢinci sınıftaydık. Bu sınıfta sınıfımızda bir kız arkadaĢ vardı.
Ġkinci sınıftan beri ayni sınıfta okuyorduk Adı gerekmez. Ben bu kızı seviyordum.
Ġlkokulun ikinci sınıfında baĢlayan bu sevgi benim bir parçam, git gide kendim
oldu. Diye bilirim. Öylesine bütünleĢtik o sevgiyle. Hani ―Gündüz hayalimde Gece
düĢümde‖ dedikleri türden bir sevgi idi. Sonra bir tutku oluverdi. Üzerinden
zaman geçip unutulmayınca iĢ tam anlamıyla bir aĢka dönüĢtü.Dört yıl ayni sınıfta
okuduk.Bir kez olsun karĢılıklı konuĢtuğumuzu anımsamıyorum. Ancak bugüne
değin bir günüm onsuz, onu düĢünmeden, onunla olmadan geçmedi.O kendisini
biliyor mu ? Bunu bilmiyorum. Buna gerek de yoktur. Benimkisi yalnız bir
sevmek.Yıl sonu geldi. sınavlar baĢladı. Okulun bahçesine bir masa konmuĢ Bütün
öğretmenler çevresinde oturuyorlardı. Bizi numara sırsıyla karĢılarına alıp sorular
soruyorlardı. Sıra bana gelmiĢti. Ġffet öğretmen diğer öğretmenlere ―ĠĢte size
çalıĢkan bir öğrenici dilediğinizi sorun.‖Dedi. Sınavdan önce birbirimizle
konuĢurken arkadaĢlar, ―Sakın Ortaokula gidecek misin ?diye sorarlarsa evet
demeyin.Sonra size çok zor soru sorarlar.‖Diyorlardı. Öğretmenlerden biri bana
―Sen ortaokula gidecek misin? ‖ Deyince ben ―Eveti‖ yapıĢtırdım.Soran öğretmen
ayağa kalkarak beni kolumdan itip ―Hadi koĢ git!‖ Dedi. BaĢka bir Ģey de
sormadılar. Ġffet öğretmenim de ―Hadi Halil ortaokullu oldun. Seni tebrik ederim.
Orda da böyle baĢarılı ol.‖Dedi. Ben de orda bulunan öğretmenlerin elini öperek
ayrıldım. Sınavdan çıkan arkadaĢlarım bahçenin bir köĢesinde bekleĢiyorlardı. Ben
de yanlarına gittim. Birbirimizi kutladık. Sonra topluca Nimet öğretmene gittik.
Bizi görünce çok sevindi. Bize baĢarılar diledi. Ortaokulda bir sıkıntımız olunca
kendisine gitmemizi söyledi
Böylece ilkokul bitmiĢ artık Ortaokullu olmuĢtum.
KĠLĠS ORTAOKULU
[141]
ORTAOKUL
Okulların açılmasına az bir zaman kalmıĢtı. Bir gün babamla okula gidip
kaydolmak istedik. Okul Polislerce sarılmıĢtı. Son sınıf öğrencilerinden biri
kendini
merdivenlerden atmıĢ, okulda bütünleme sınavı varmıĢ, öğrenciler
aranmıĢ, bir masanın üzeri öğrencilerde bulunan kama, hançer, bıçak,tabanca ile
dolmuĢtu. Bulunanlara, çevredeki polislere baktıkça ödüm kopuyordu. Nasıl bir
okula gelmiĢtim. Büyük bir korku, telaĢ içinde izliyordum olanları. Kayıt iĢlemim
bitti. 184 numaralı Halil Ġban artık ortaokullu idi.
Okullar açıldı. ġapkamı baĢıma geçirip bir yığın defter kitap alarak yola
koyuldum.Yolda benim gibi , baĢı Ģapkalı, elleri kitap defter dolu, öğrenciler
gördüm. Onlarla yola koyulup okula geldim. Okula girince kimi arkadaĢlar okul
tuvaletine doğru yöneldiler. Ben de onlarla yöneldim. ġimdi anımsamadığım biri
cebinden bir paket sigara çıkarıp birini yaktı birer tane de bize verdi. Biz de
aldık, yaktık, baĢladık içmeye. Daha derse girmeye çok zaman vardı. Biz sigaraları
tüttürmüĢ, söyleĢiyi koyulaĢtırmıĢtık. Birden bir panik oldu. Kaçan kaçtı kurtuldu.
Biz acemi çaylaklar kaçamadık, yakalandık. Okulun Yardirektörü (Müdür
BaĢyardımcısı ) gelmiĢ biz sigara içenleri yakalamıĢtı. Doğru bizi alıp Müdür
Odasına götürdü. Bize: ―Sizleri okuldan kovuyorum. ġimdi sakın buralarda
dolaĢmayın, yoksa sizi önce ben, eĢek sudan gelinceye değin döver,sonra da polise
veririm. ġimdi doğru evinize gidin. Yarın sabahleyin babalarınızı istiyorum.
Mutlaka gelip beni görsünler‖ Dedi . Bizi yolladı. Buraya değin iĢ kolaydı. Ya
bundan sonrası nasıl olacaktı? Bu iĢi babama nasıl anlatacaktım? Gidip ona ―Baba
ben okula gittim orada sigara içerken yakalandım. Kovuldum, geldim. Seni Okuldan
istiyorlar.‖ Diye nasıl söyleyebilirdim.? Ertesi gün babam, ―Kayıt iĢleminde bir
imza varmıĢ, seni istiyorlar‖. Yalanı ile Okula gitti. Arkasından ben de dayımlara
gittim. AkĢama değin orada kaldım. AkĢam Eve döndüğümde Korkumdan baba
annemin odasından çıkmadım Babam eve geldi. Ben nenemin dizine baĢımı koymuĢ,
yatıyordum. Beni sordu. Nenem ―Ne yapacaksın? Çocuk okuldan geldi. Bana bugün
okulda neler olduğunu anlatıyor.‖ Deyince babam ―Bari bu gün okuldan kovulan
birkaç serseriyi de anlattı mı? Bunlardan birisinin de kendisi olduğunu söyledi mi
?‖ Deyince ġaĢırma sırası neneme gelmiĢti.Neyse Uzatmayalım. O gün babamdan
çok temiz bir dayak yedim. AkĢam yemeğinde siniri geçmiĢti. Okulda kendisine Üç
günlük okuldan geçici uzaklaĢtırma cezası aldığımızı, Bu nedenle Pazartesi, Salı,
ÇarĢamba günleri okula gitmemem gerektiğini, hatta okulun çevresinde
görülmemin suç olabileceğini söylemiĢler. Olayı böylece atlattık sayılır.PerĢembe
günü okula gittim. Artık bir kahramandım. Okula ilk gittiği gün ceza almıĢ öğrenci
olarak tarihe geçtim.Bunu tüm öğrencilik, öğretmenlik yaĢamımda unutmadım.
Unutamadım. Okullar açılalı on gün değin olmuĢtu. Bir gün sınıfta çok gürültü
oluyor diye bir öğretmen dersimize girdi. Ġçerde öğretmen varken de gürültü
olacak değildi ya. O bize bir Ģeyler anlattı, biz ona bir Ģeyler sorduk. Güzel bir
söyleĢi baĢlamıĢtı aramızda. SöyleĢi sonra Öğretmenin dersi ile ilgili bilgi
[142]
yoklamasına dönüĢtü. Sınıfa bir soru sordu. Kimse yanıt veremiyordu. O da tek,
tek hepimize sormaya baĢladı.Benim verdiğim yanıt doğru imiĢ çok beğendi.
Övücü, yüreklendirici sözler söyledi. Bu arada ben çok sevinmiĢ, gülmüĢüm. Buna
sinirlenen öğretmen kızmıĢ ―Bana baksana sen, ne gülüp duruyorsun öyle? PiĢmiĢ
kelle gibi sırıtacağına doğru dürüst otursana yerinde eĢek herif seni Ģimdi
ayağımın altına alıp ezmesini de bilirim.‖Diye bana olmaz türlü hakaretlerde
bulunup çekip gitti. Biraz önce, onca övücü sözleri bana söyleyen o değilmiĢ gibi,
o sözlerle övdüğü ben değilmiĢim gibi. Bu ağır hakaretleri neden hak ettiğimi
bugün bile anlamıĢ değilim. Bir iki gün sonra bu kiĢi sınıfa gelip ―Sizin tarih,
coğrafya, yurtbilgisi derslerinize ben geliyorum. Bu gün dersimiz tarihtir.‖ Diye
derse baĢlamaz mı? Bu olayın o yaĢta da olsa bir çocuk üzerinde nasıl bir etki
yapacağını lütfen siz değerlendirin
Adamın Kendisine duyduğum tiksinti
derslerine dönüĢtü. Elime o kitapları almak bile istemiyordum. Diğer derslerle
aram çok iyi idi. Türkçe, matematik, en sevdiğim derslerdi. En baĢarılı derslerim
de bunlardı. Diğer derslerime gelince idare ediyordum.
En çok sevdiğim öğretmenim Matematik Öğretmeni Hakkı Özsayar idi.
Yusuf Bey Türkçe öğretmenimizdi. (çoğu öğrenci adını bilmezdi. Herkes ona
EsrarkeĢ derdi. Sanırım çok içki içerdi.) Bana okul temsilinde baĢ rol oynama
Ģansı verdi. Hiç unutmuyorum Ġsmail Hakkı Baltacıoğlu‘nun Kafa Tamircisi adlı
oyununda Kafa Tamircisi rolünü bana vermiĢti. O zaman çok beğenilen bir oyun
sergilemiĢtik.Uzun yıllar unutulmadı. Bu oyundaki baĢarı beni okulda tiyatrocu
yaptı. Bunun üzerine, Halkevi Gençlik koluna girip Orada da oyunlar oynadım.
Ortaokulu bitirinceye değin okulun tüm temsillerinde vardım. Halkevinin
temsillerinde de vardım. Fizik, kimya, tabiat bilgisi derslerine Sacit Ġpekçioğlu
öğretmenim geliyordu. Fransızca öğretmeniz Sait Dilmen, Resim dersine Mes‘ude
Taner, beden eğitimine hepimizin sevgilisi Taha BeĢe, Müzik dersine,Tahsin
Oktay, geliyorlardı. Benim hayatımı zehir eden, Lise üçüncü sınıfa değin dünyamı
karartan iki öğretmen var. Bunların adlarını yazmak istemiyorum.
Orta birinci sınıfta matematik dersinde geometride çemberleri iĢliyorduk.
Rahmetli Öğretmenim Hakkı Özsayar‘a
―Ġzin verirseniz bu konuyu ben
anlatayım.‖ Dedim. O da ―Olur.‖ Dedi. Tahtaya geçtim. Sınıfımız oldukça büyüktü.
Ġlk sıra ile tahta arasında üç, dört metrelik bir ara vardı. Bundan yararlanarak
çemberi sınıfın tabanına çizdim. Çap, yarıçap, kesen, teğet, kiriĢ, yay gibi
parçaları gösterdim. Bu sırada öğretmenim sınıfla konuĢuyordu. Bir ara ―Sakın
dairesini bozmayın.!‖dediğini duydum. ArkadaĢlarımın tümü güldü. Ben iĢimi
bitirmiĢtim. Öğretmenime söyledim yerime oturdum. O da bana
―Büyük
Matematikçi Halil Efendi. Buyurun oturun.‖ Dedi. Bana on numara verdi. Hakkı
Bey‘in öğretmenliğimi yaptığı süre içinde her yazılı, sözlü notum hepon olmuĢtur.
Bir anımı daha anlatmadan geçemem.Kaçıncı sınıftaydım bilmiyorum.
Matematikten yazılı olmuĢtuk. Öğretmenim her yazılıdan sonra kağıtlarımızı
bize geri verir. Tüm soruları çözerdi. Böylece biz yanlıĢlarımızı anlamıĢ olurduk.
[143]
Sonra da kağıtlarına itiraz eden varsa onları dinler, kendisine yanlıĢlarını
anlatırdı. Kağıtlarımızı dağıttı. O Yazılıda üç sorudan bir tanesini
yapabilmiĢtim.Almam gereken not üçtü. Her sorunun not değeri üçtü. Üçünü de
doğru olarak yapana on verirdi.‖ Benim kağıdıma da on umara vermiĢti. Yalnız
kağıdımda okunacak bir durum kalmamıĢtı. Her zaman yaptığı gibi ―Ġtirazı olan var
mı?‖ sorusuna ilk yanıt benden geldi. ―Öğretmenim benim iki itirazım var. Biri
kağıdım okunmayacak duruma gelmiĢ. Her yanı kırmızı kalemle karalanmıĢ.
Ġkincisi notuma itiraz ediyorum. Benim notum üç olması gerekirken on olmuĢ bu
neden?‖ Deyince Rahmetli öğretmenim.Senin kağıdını benden önce benim kızla
oğlan okumuĢlar. O hale getiren onlardır. Bir gün okula getirirsem onlara sorarsın.
Ġkinci soruna gelince, O benim iĢimdir. Kağıdını ben de okuyamadım. Nasıl olsa bu
Halil Ġban‘ın kağıdıdır.Dedim Okumadan notunu verdim. Bir hata olmuĢsa .Bugüne
değin baĢarılı çalıĢmayın bir ödülü olarak kabul et. Yalnız bundan sonra sakın
böyle yanlıĢ yapma. Sakın ha! Ġnan bana affetmem.‖. Dedi. Aldığım notu
değiĢtirmedi. Bir gün de : ―Ġban sen benim dersime çalıĢma Ģu
tarih,coğrafya,yurtbilgisi derslerine çalıĢ. Ben sana hep iyi not vereyim.Yeter ki
sen bu derslerden de baĢarılı ol.‖Dedi.Oysa ben matematiğe hiç çalıĢmazdım.
Öğretmenim anlatırken onu çok iyi dinlerdim.BaĢarımın tek sırrı da buydu.
Rahmetli öğretmenim çok güzel ders anlatırdı. Onu ders anlatırken dinlemek
büyük bir zevkti. Benim en çok çalıĢtığım dersler ise tarih , coğrafya, yurtbilgisi
dersleri idi. Buna karĢın en baĢarısız derslerim de bu üç dersti. Her yıl bu üç
dersten bütünlemeye kalır, eylül döneminde ikisini verir birinden sınıfta kalırdım.
Ertesi yıl yine bu üç dersten bütünlemeye kalırdım. Bütünlemede de üçünü verir
bir üst sınıfa geçerdim. Bu yöntemle Ortaokulu yedi yılda bitirdim. Ġnanınız bu
baĢarısızlığın suçlusu ben değildim. O zaman Ortaokulda bitirme sınavlarına
girebilmek için önce sınıfını geçeceksin sonra sınavlara girme hakkını alacaksın.
Ortaokul üçüncü sınıfta ilk yıl yine sınıfta kalmıĢtım. Ġkinci yıl sonunda yine üç
dersten bütünlemeye kalmıĢtım eylül döneminde önce bu üç dersi verecek sonra
da diğer derslerden sözlü sınavlara girecektim. Yalnız burada atladığım bir nokta
oldu. BağıĢlanmamı dileyerek onu da anlatmalıyım. Bitirme sınavına girecek
öğrenci önce Türkçe, Matematik, Tarih Tabiat Bilgisi derslerinden yazılı sınava
alınır, bunlardan baĢarılı olursa sonra bunlar da arasında olmak koĢulu ile Tüm
derslerden sözlü sınava girerdi. Bu engellerin tümünü o yılın eylül döneminde
aĢtım.Yalnız bu aĢıĢta verdiğim savaĢım anlatılmaya değer: Altı yıllık süre içinde
habire benimle uğraĢmayı ilke durumuna getirmiĢ olan öğretmen artık son noktayı
koymaya idamlık mahkumun ipini çekmeye hazır ve kararlı gelmiĢti. Tarihten
bütünlemeye kalan iki öğrenciydik biri ben biri de sınıfta sıra arkadaĢım Ali
Pakdil idi. (O da öğretmen oldu.) Ġkimizi birden sınava aldılar. Sınavda benim
belalımla Erkek Sanat Enstitüsü Tarih Öğretmeni vardı. Bu öğretmenin kendi
yazdığı tarih kitabı o yıl Sanat Enstitülerinde ders kitabı olarak okutuluyordu.
Bana kağıda yazılmıĢ üç soru vermiĢlerdi. Bunlardan biri Osmanlıların Deniz Gücü,
[144]
Deniz Seferleri ile ilgili bir soru, diğeri Avrupa tarihi ile ilgili bir soru.
Üçüncüsü de Cumhuriyet Döneminde avcılık, balıkçılıktı. Soruları düĢünmek için
bize bir süre tanıdılar. Süre sonunda ―Hazır olanınız varsa gelsin.‖ Dediler.
Kalktım gittim.Tarihle ilgili soruların üçünü de yanıtladım. Bizimki onunla
yetinmeyerek bana Kanuni Devri deniz Seferlerini. Barbaros Hayrettin‘i, o da
yetmedi. Yahya Kemal‘in Barbaros‘la ilgili Ģiirini Yahya Kemal‘in hayatını sormaya
baĢladı. Ben o zamanki bilgim, kültürüm ölçüsünde bu soruları yanıtlamaya
çalıĢtım. Daha bir Ģeyler sormaya hazırlanıyordu ki öbür öğretmen
dayanamayarak ―Hoca tarihle ilgili sınavı bitirdik Ģimdi sıra edebiyata mı geldi.
Hadi çık oğlum, iyi çalıĢmıĢsın‖ Dedi. Çıktım.Uzun süre içerde tartıĢtılar. Sonra
bağrıĢtılar, daha sonra küfür sesleri geldi. Okul Müdürü Abdurrahman Orhon‘du.
Ona koĢtum ―Sınav salonunda öğretmenler kavga ediyorlar.Dedim. Müdür de
kalkıp gitti. TartıĢmalar, bağrıĢmalar sürüyordu. Müdür girince bu kez üçlü
tartıĢmalar geliyordu. Sonra yarım saatlik bir sessizlik oldu. Bizim Ali Pakdil
içerde unutulmuĢtu. Bu sessizlik sırasında sanırım onu fark etmiĢlerdi. Biraz
sonra onu da dıĢarı çıkardılar. Ġçerde iki öğretmenle Müdür kalmıĢlardı. Önce
Müdür Bey dıĢarı çıktı. Bize ―Hadi evinize, burada beklemeyin. Sınıfınızı geçtiniz.‖
Dedi. Ben öğretmen oluncaya değin dahası lise müdürü oluncaya değin bu olayın
ayrıntılarını, anlamamıĢtım. Sonradan anladım ki olay tümüyle benimle ilgili. Basit
bir sınav tartıĢması değil.Olayın baĢlangıcı altı yıl öncesine dayanıyor. O yıl
Kilis‘te ağır bir kıĢ yaĢanıyordu. Çok kar yağmıĢtı. Evin, mahserenin damlarında
yirmibeĢ otuz santimetre kar vardı. Bu bir gecede yağmıĢtı. Damların kürünüp
temizlenmesi gerekiyordu. Rahmetli babam beni erken kaldırıpokula gitmeden bu
iĢleri bitirmemizi söyledi.Okulumuz çift öğretim yapıyordu. Ben de öğlenci idim.
Babam, annem ben üçümüz birden iĢe koyulduk. Damların önce karlarının kürüdük,
süpürdük sonra kubar atıp loğladık. ( kubar, elenmiĢ saman tozu.) Bu arada
sabahçı öğrenciler okuldan çıkmıĢlardı. Ben okula geç kalmıĢtım. Birinci derse
giremeyecektim. Diğer dersleri kaçırmak da istemiyordum. Üstümü, baĢımı
çırparak basit bir temizlikle okula koĢtum. Ġkinci derse Girmek için idareden izin
istemek için müdür yardımcısının odasına gittim. Benim gibi geç kalmıĢ iki
öğrenciyle tartıĢıyordu. Çok sinirliydi. Ağza alınamayacak küfürler savuruyor,
onları dövmek için sopa arıyordu. ĠĢin sonunun kötü olduğunu anlayan o iki çocuk
kaçıp gittiler. Ben içerde kalmıĢtım. Bana ne aradığımı sordu. Ben de Babamla evin
damından kar kürüdüğümüzü o yüzden derse geç kaldığımı söyleyerek ikinci derse
girmek için izin istediğimi anlattım. Bana da babama da ağır küfürlere baĢladı. O
sırada orada bulunan Okul katibi Lutfullah Uzun Bey:
-Bey Efendi, iĢinize karıĢmak istemem ama çocuğa ne derseniz deyin.Yalnız
Babasını ben de tanıyorum. O bu küfürlere layık bir adam değil. Lütfen babasına
küfretmeyin diyerek onu yatıĢtırmak istedi. Ama o bu incelikten anlayacak adam
değildi. Rahmetli Lutfullah Amca‘nın sözleri beni de çok etkilemiĢti. Daha fazla
babama hakaret ettiremezdim. Üstelik adam hakaret sınırını da aĢmıĢ resmen çok
[145]
ağır küfrediyordu.. Kendisine :
―ġimdi siz bana derse girmek için izin vermiyor musunuz?
Diye sordum. O yine küfürler savurarak hayır ulan (.............) Burada
yazamayacağım ağır küfürlerde bulundu. Ben de bunun üzerine
―-Babama da bana da ettiğin küfüler sana olsun. Senin de vereceğin iznin
de....‖ diyerek dıĢarı çıkmak istedim. Kapıyı açarken,
―-Eğer ben de seni bu okuldan mezun edersem alem (...........).etsin‖ Diye
bağırınca.
Ben de ―Yapmazsan o dediklerini ben yapayım.‖ Dedim. Odadan çıktım
Doğru sınıfa gittim.
Ders, Hakkı Bey Öğretmenimindi. Hiçbir Ģey sormadan beni sınıfa aldı.
Ben okula devam ediyordum. Bir yıl kalarak ertesi yıl topallayarak idare
ediyordum. Son sınıfa gelmiĢtim. Sınıfın değil okulun en yaĢlı öğrencisi olmuĢtum.
Bir gün Son sınıf öğrencileri kendi aralarında voleybol oynuyorlardı. Bana da
―Gel sen de hakemimiz ol.‖
Denildi. Ben de kabul ettim. Oyun baĢlamıĢtı. Beden Eğitimi Öğretmenimiz
Taha BeĢe de oyuna katıldı. Birkaç dakika sonra O da oyuna girdi. Girer girmez
de
―Yahu hakemlik yapacak baĢka kimse bulamadın da mı bu iti hakem yaptın?‖
Diye Taha Beye çıkıĢınca. Taha Bey ne diyeceğini ĢaĢırıp,
―Ney, ney? Kim o, kim, kim?‖
Diye abuk sabuk bir Ģeyler söyledi. Kendisi yanıma gelerek kolumdan tutup
―Aha, iĢte bu eĢĢek oğlu eĢĢekten, bu itten baĢka hakem bulamadın mı.?‖
Diyerek kolumdan tutarak beni üzerine bastığım sandalyeden çekip atmak istedi.
Bütün okula rezil olmuĢtum. Artık gözümde hiçbir Ģey kalmamıĢtı. Üzerine
atladığım gibi altıma aldım. Bir süre dalaĢtık. Orda bulunan baĢka öğretmenler de
vardı. Oyun oynayan arkadaĢlar o öğretmenler bizi ayırdılar. Ben doğru Müdür
odasına gidip durumu olduğu gibi anlattım. Müdür Abdurrahman Bey bana evime
gitmemi söyleyerek Kendisi aĢağı indi. Orda bulunan, olayı gören öğretmenlerle
oyuncu arkadaĢlarla görüĢüp yukarı çıktı. Ben kendilerine görünmemeye çalıĢarak
durumu izledim. Sonra da evime gittim. Sonuçta hiçbir Ģey olmadı
Yine son sınıftaydım.Bir gün tarih dersinden sözlü sınava kalkmıĢtım. Bana
Fransa‘da Büyük Fransız Ġhtilalinden sonra kurulan hükumetleri anlatmamı
sormuĢtu. Anlatmaya baĢladım. O sırada Tarihe daha çok çalıĢıyordum. Lise son
sınıflarda okutulan Enver Behnan ġapolyo‘nun yazmıĢ olduğu kitaptan
çalıĢıyordum. Etajenaro Meclisinden söz ederken ĢaĢırıp Riodejenero dedim.
Anında ―Affedersiniz, Etajenero diyecektim.‖ Diyerek düzelttim. O bunun
üzerine : ĠĢte yakaladım. Ġt herif. Otur yerine sana sıfır veriyorum. Dedi. Beni
oturttu..
ĠĢte benim altı yıllık ortaokul öğrenciliğim bu savaĢımla geçti. Desem
yeridir. O günkü sınavda benim belge almam gerekiyordu. Onun bütün düĢüncesi
[146]
bu son sınavda beni baĢarısız gösterip belge verdirmekti.
Buraya değin adını vermedim. Bundan sonra da veremem. Ġki nedenle
vermiyorum. Birinci neden böyle bir insanın adını anmak istemeyiĢimden, ikinci
neden ise onu kendi ailesine tanıtmak istemeyiĢimdendir.Biliyorum ki her çocuk
her torun için baba, dede çok değerlidir. Hiçbir insan babasının ya da dedesinin
yaĢarken insanlara kötülük yapmıĢ olduğunu –bilse bile- duymak istemez. Bunu
bile, bile bunları niye anlatıyorum. Aradan altmıĢ, altmıĢ beĢ yıl geçmiĢ olmasına
karĢın bunları dile getirmenin ne yararı var? Anlatayım:
Burada günümüz öğretmenine geleceğin öğretmenine göndermeler
var. Öğrencilere göndermeler var. Bir gün bu yazılanlar birilerince okunursa o
günün öğretmeni de, öğrencisi de bu göndermeleri kolayca alırlar.
Bu uzun, ince, çetin yolda yürürken, haklı, yerinde bir baĢarısızlık da
benden oldu. Bu zorlu yarıĢın son noktasında tabiat bilgisinden baĢarısızlık
göstererek bir yıl bekleyerek üç yıllık orta okul sürecini yedi yılda bitirdim. Bu
arada üç yıllık Lise öğrenimi de dört yıla çıkarılmıĢtı.Böylece üç yıllık ortaokul
eğitimi bize sekiz yıla mal olmuĢtu. Lisenin kapısına tam anlamıyla bir yorgun
savaĢçı olarak yıkılmıĢtım.Bunun sonucu olarak da dört yıllık liseyi de altı yılda
bitirdim.
KĠLĠS TE BAKIRCI DÜKKANI
[147]
KĠLĠS TE YEMENĠCĠ DÜKKANI
LĠSE
Böylesine zor geçen, uzun yıllar süren Ortaokul sürecinden sonra benimde
ailemin de yeni bir maceraya girmeye ne gücümüz ne de yüzümüz kalmıĢtı.Gerç
ben okumak istiyordum. Kesin kararımı vermiĢtim. Liseyi bitirdikten sonra
Ġstanbul Edebiyat Fakültesine gidecek,
Edebiyat Öğretmeni olacaktım .Daha Ortaokulun birinci sınıfındayken bunu
kafaya koymuĢtum. Bu kararımı ailem de özellikle babam da biliyordu. O zaman
gidebileceğim iki lise vardı. Birisi MaraĢ Lisesi (MaraĢ henüz o zaman da
Kahraman değildi.), Diğeri Gaziantep Lisesi idi. Benim gibi yıllanmıĢ öğrencilerin
çoğu MaraĢ‘ta toplanmıĢ tıkır, tıkır sınıflarını geçiyorlardı. Bölgede adı kolaya
çıkmıĢ bir okuldu. Ben orayı istemiyordum. Babam benden habersiz sormuĢ
soruĢturmuĢ. Beni MaraĢ‘a göndermeye karar vermiĢ. Bir gün bana ―Okumak
istemiyor musun? Niyetin ne? Ortaokul bitti edebiyat suya mı düĢtü?‖ Deyince
bende Ģafak attı. ―Hiç düĢer mi? Hala yerinde duruyor. Ama söylemeye yüzüm
yok.‖ Dedim. Yarın MaraĢ‘a git kaydını yaptır da gel.‖ Dünyalar benim olmuĢtu.
Kalkıp elini öpmek istedim. El öptürmeyi sevmezdi. Boynuna sarılıp yanaklarından
öptüm. Ertesi gün Öğleye doğru MaraĢ‘taydım. Liseye gittim. Müdür
―Gazianteplilerin kendi liseleri var. Neden buraya geliyorsunuz. Seni alamam.‖
Dedi. Bayağı sevinmiĢtim. O birkaç saatlik sürede ne liseyi ne de MaraĢ ‘ı
sevmiĢtim.. Hiç itiraz bile etmeden çıkıp gittim. O saatte Gaziantep‘e gidecek
araç bulamadığım için geceyi orada geçirip ertesi gün ilk otobüsle Gaziantep‘e
oradan da Kilis‘e döndüm. Babam bu defa da Gaziantep‘e yolladı. Gittim Orada
Hasan Kamil DemirbaĢ‘ı bulup bana veli olmasını istedim. Kabul etti benimle liseye
geldi kaydımı yaptırdı. Çıktık dönüyorduk. Kayıt yapan Öğretmenin Kim olduğunu
sordum. ―Müdür Yardımcısı, Edebiyat, Öğretmeni Hüseyin Gürtunca‖Dedi.
Dünyalar benim olmuĢtu. Kendisi için bu okulu seçmiĢtim. Seyfettin BaĢçıllar bana
hep ondan söz ederdi. Onu bana sevdirmiĢ mutlaka öğrencisi olmamı salık veren
[148]
de Seyfettindi. ġimdi bir dileğim kalmıĢtı. Hüseyin Bey‘in öğrencisi olmak. O da
paralı yatılı olduğum için gerçekleĢti.Gaziantep Lisesi‘nin 873 numaralı öğrencisi
olarak Kilis‘e döndüm. ġimdi okulun açılmasını, derslerin baĢlamasını beklemek
kalmıĢtı. Her gün Seyfettin BaĢçıllarla görüĢüyor, Takma adı
( EġKĠ ) olan
Hüseyin Gürtunca‘ dan söz ediyorduk. Meğersem lisede öylesine sevilecek
öğretmenler varmıĢ ki. Ben, Okul açılıp dersler baĢladıktan sonra öğrendim. Bir
ġerefnisa Bayram, bir Safi Erserim, bize birkaç ay öğretmenlik etti kendisini çok
sevmiĢtik ne yazık ki ölüm elimizden aldı, bir Zekai Baloğlu, Bir Ali Bilen, Kemal
Bayram tümünü sevmiĢtik. Tümü Çok, çok iyi öğretmenlerdi.
Ben ortaokulda karma sınıfta hiç okumamıĢtım. O nedenle kız arkadaĢlarla
iliĢki kurma, onlarla konuĢma alıĢkanlığım yoktu.Bir de Ailem bu iĢe hoĢ
bakmazdı.Sonra o yıllarda Kilis‘te hoĢ karĢılanmazdı.Bir delikanlı ile bir kızın
konuĢmaları. ĠĢte bu çifte baskı altında büyümüĢ o yaĢıma gelmiĢtim. Hep onları
uzaktan izlemiĢ yaklaĢamamıĢtım. Hatta daha önce Ta ilkokulun ikinci sınıfından
beri sevdiğim. Bugün bile unutamadığım kızla bile bir tek kelime konuĢamamıĢtım.
Oysa burada sınıfımızda onbeĢe yakın kız arkadaĢ vardı. Bunlar erkek arkadaĢları
ile konuĢuyor, ĢakalaĢıyor, çok güzel iliĢkiler kurabiliyorlardı. Benim ilkokul,
ortaokul sevgilim dediğim kız, benden iki yıl önce okulu bitirmiĢ, ertesi yıl da gelin
olmuĢtu. Zamanla insan bulunduğu topluma uyum sağlayabiliyor. Ben de öyle
oldum. Kız arkadaĢlarla konuĢup anlaĢmaya baĢladım. Bir fotoğraf makinem vardı.
Onunla arkadaĢların fotoğraflarını çekiyordum. Bunlar içinde kız arkadaĢlar da
vardı.
Sonraları okulun fotoğrafçısı olmuĢtum. Artık Okulun her etkinliğinde, her
teneffüs ya da boĢ derslerde herkesin fotoğrafını çekiyordum. Bizim sınıfın
kızlarından baĢkaları ile de iliĢkilerimiz vardı. Onların da fotoğraflarını
çekiyordum. Evden bana para göndermeseler bile artık param oluyordu. Bizim
sınıfta bir kız vardı. Bu kez de ona tutulmuĢtum. Her gün okulun kapısında onun
geliĢini beklerdim. Bu bekleyiĢ O, okulu bitirinceye değin sürdü. Kimi zaman elinde
bir siyah gülle gelir, o gülü bana verirdi. Ben de o gülleri pansiyondaki dolapta
saklardım. Ġyice solup, çürüyünceye değin dolapta su dolu bir bardağın içinde
dururdu. Fotoğrafçılığa çok mu meraklıydı neydi Birkaç kez benimle karanlık
odaya girip film yıkamayı, fotoğraf tabı etmeyi izledi. Sanırım bana çok
güveniyordu. Ya da o da bir Ģeyler duyuyordu. Bir kez sınıfça Fırat‘ı görmeye
gittik. Orada gezerken Rahmetli Ağabeyi, kendisi ben üçümüz nehrin kıyısında
dolaĢırken O ortamızda Ģarkılar, türküler söylüyordu.Ağabeyi de ağız armonikası
ile eĢlik ediyordu. Her iki kardeĢin de sesleri çok güzeldi. Her ikisi de okul
korosunun usta üyeleri idi. Yüzlerce fotoğraflarını çektim Hiç birinden para
almazdım. Her fotoğraf çekiminde nerdeyse kavga ederdik. O para alacaksın diye
zorlar ben almayacağım diye direnirdim. Nasıl alabilirdim ki o benim bu gün de
olduğu gibi sevgilimdi. Zaman, zaman türlü nedenler bulup evlerine giderdim. Her
seferinde de kapıyı kendisi açardı. Kapı arasında dakikalarca konuĢur ayrılırdık.
[149]
Bütün bu olanaklara karĢın, Ona bir kez ―Seni Seviyorum.‖ ya da ―Sevgilim.‖
diyemedim. Oysa onunla tam beĢ yıl ayni okulda. Üç yılı ayni sınıfta olmak üzere
arkadaĢlık etmiĢtik. Birinci sınıfta ikimiz de hatta bir de ağabeyini sayarsak,
üçümüz de kalmıĢtık. Bir yıl daha ayni sınıfta okumaya ben zaten alıĢkındım.
Onunla birlikte olduktan sonra benim için önemli değildi.
Ġkinci yılda öğretmenlerimizin bir çoğu değiĢmiĢti. ġeref Nisa. Hanım
bizim sınıfı bırakmıĢ onun yerine Dünyalar tatlısı Fazıl Arısoy gelmiĢti. Edebiyat
öğretmenimiz Hüseyin Gürtunca UĢak Lisesine Müdür olarak gitmiĢ, Yerine
Dürdane Tamay, gelmiĢti. BaĢlangıçta Dürdane Öğretmenle kolay anlaĢamadık. Biz
Gürtunca‘ya alıĢmıĢtık . Zamanla alıĢtık. Beden Eğitimi öğretmenimiz Vakıf Arı,
EĢi Nevzat Arı da çok iyi anlaĢtığımız öğretmenlerdendiler. O yıl sınıfımızı geçmiĢ
yukarda sözünü ettiğim üçümüz de ikinci sınıfa geçmiĢtik. Benim fotoğrafçılık
iĢim, Ona karĢı sevdam sürüyordu. Bu güne değin de bitmedi ki. Ġkinci sınıfta da
ben, ilk yılda bir daha kaldım. Artık bu çift dikiĢ gidiĢe alıĢmıĢtım. Diyebilirim.
Her yönüyle okulun etken, etkin öğrencilerindendim. Okulda günler düzenlemek,
münazaralar Kompozisyon yarıĢmaları hazırlamak, Ģiir okuma yaptırmak benim
iĢimdi, diye bilirim.Gerçi birlikte çalıĢtığımız bir çok arkadaĢ vardı.Bende bu iĢler,
derslerden önce geliyordu.Kendimi bu iĢlere öylesine vermiĢtim ki,dersler ikinci,
çoğu kez üçüncü, dördüncü hatta beĢinci plana itiliyordu. Bu da sınıfta kalma
anlamına geliyordu. AkĢamları pansiyonda ders çalıĢma saatlerinde gazete okuyor,
arkadaĢların çoğuna kompozisyonlar yazıyordum. Pansiyonda kalan öğrencilerin
ağabeyleri olmuĢtum. Benden istenen yardımı geri çeviremiyordum.Üç tane
gazete alıyordum. Cumhuriyet, Dünya , Yeni Ġstanbul.Bunlardan baĢka dört beĢ
kültür edebiyat Sanat dergilerim vardı. Ön planda bunların okunması geliyordu. Bu
yoğun uğraĢ içinde ikinci sınıfta da kaldım. Bu kalıĢ beni çok sarsmıĢtı. Onunla ayrı
sınıflara düĢmüĢtük. Ġçinde onun bulunmadığı bir sınıf benim için zindanla eĢ
değerdi. O bir yıl nasıl geçti bilmiyorum.Üçüncü sınıfa geldiğimde o dördüncü
sınıfa geçmiĢti. Artık istemesem de onsuz sınıfa alıĢmıĢtım hiç değilse ayni
okuldaydık ya sınıflarımız da yan yanaydı. Dersten çıkınca onu görüyor, kimi
zaman gizli , kimi zaman açıktan onu izliyor, selamlaĢıyor, konuĢuyorduk.O yıl
tarih öğretmenimiz yine değiĢmiĢ, Bir zamanlar Gaziantep Lisesini iĢkence
odasına çeviren Sıfırcı Mahir KeleĢtimur gelmiĢti. Uzun Boylu, GeniĢ Omuzlu, iri
yarı bir insandı. Bir vuruĢta bir insanı öldürecek görünüĢteydi. Fakat o görünüĢe,
o yapıya hiç yakıĢmayan bir ses yapısı vardı. Osmanlı Devri tarihini okuyorduk.O
gün ĠĢleyeceğimiz konu ―Osmanlılarda Kültür ve Medeniyet‖ti.Tam derse
baĢlamıĢtı ki aklına bir Ģey gelmiĢ gibi durdu. Birkaç saniye düĢündü. Sonra ―Ya hu
hep medeniyet, medeniyet deyip duruyoruz. Nedir bu medeniyet dediğimiz bana
kim söyleyebilir.‖ deyince sınıf kalkmıĢ parmaklarla budanmıĢ ormana dönmüĢtü.
Herkes kendini biliyor sanarak parmak kaldırmıĢtı. Anılarım beni on,on bir yıl
öncesine götürmüĢ, Orta birinci sınıftaki öğretmenin karĢısına çıkarmıĢtı. Sanki o
öğretmen gelmiĢ Timur‘un yorgun ordusunun neden Osmanlı ordusunu yendiğini
[150]
soruyordu. Bu arada Öğretmen el kaldıranları teker, teker dinliyor. Hiç birinin
verdiği yanıtı beğenmiyordu. Yalnız beğenmemekle de kalmıyor, onunla alay
ediyordu. Öylesine ince, öylesine sinsi alaylardı ki bunlar karĢısındakinin onurunu
kiĢiliğini incitmiyor yok ediyordu. Ben yerimde duramıyor bana yetiĢmeden
birinin doğruyu söylemesi için dua ediyordum. Oturduğum yere göre en son bana
soracaktı. Öyle de oldu. Bana doğru yaklaĢıp bana da sordu. Ben de Korka, korka
―Medeniyet, toplumların yaĢadığı süre içinde
maddi, manevi bütün
fonksiyonlarına‖denir. Dedim. Kürsüye döndü, beni yanına çağırdı, söylediğim
tanımı sınıfa yazdırmamı söyledi.O da yetmedi, bu kez de benim tahtaya yazmamı
söyledi. Artık bu kadarı da fazlaydı. Öğretmen de olsa öğrencisiyle böylesine alay
edemezdi: bunu kendisine söylemem gerekti. Ben de söyledim. ġaĢırıp kalmıĢtı.
Kesin olarak alay etmediğini verdiğim yanıtın çok doğru olduğunu, çok beğendiğini
söyleyip beni de inandırdı. Dersten sonra beni yanına alarak iki dost gibi bahçede
dolaĢıp konuĢtuk. Mahir Öğretmenle o günkü konuĢmamız bende sanki bir doping
etkisi yaptı ilk kez o yıl sınıfımı tek yıllıkken geçiverdim Dördüncü sınıfa
geçmiĢtim.Artık liseyi de bitirecektim. Amacıma son bir adımlık yol kalmıĢtı.
Kendimi ona göre hazırlamam gerekirdi. Gerek okul yönetimiyle gerek
öğretmenlerle aram çok iyiydi. Onlarla bir arkadaĢ gibi iliĢkilerimiz vardı.Yıl
sonuna doğru okulumuza Çapa Yüksek Öğretmen Okulundan bir yazı gelmiĢti. O yıl
lise mezunu olanlardan isteyenler iki aĢamalı bir sınavla o kendi mezun olduğu
okulda, konusu kendilerinin yollayacağı yazılı kompozisyon olacak, bunu kazanacak
olanlardan 75 kiĢi mülakata çağrılacak bunlardan üç kiĢi de her türlü gideri devlet
tarafından karĢılanarak Fakültede okutulacak. Ben de baĢ vurdum. Sınavlar bitip
liseden mezun oluca bir gün Çapadan bir yazı geldi. Sınava girmem kabul
edilmiĢti.Yazılı kompozisyon sınavına okulumuzda girmiĢtik. Bizim liseden elli
kiĢiden çok öğrenci girmiĢti. Aradan nence zaman geçti bilmiyorum. Artık
Ġstanbul‗a gitmeye hazırlanıyordum. Postacı eve bir zarf getirdi. Açtım Çapa
Yüksek Öğretmen Okulundan geliyordu.Yazıyı heyecanla okudum. Kompozisyon
sınavını kazanmıĢtım. Beni mülakata çağırıyorlardı. Doğrusu çok sevinmiĢtim. Bir
an önce Ġstanbul‘a gitmek istiyordum. Mülakata girmeden Üniversiteye
kaydolmam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Önce Üniversiteye kaydoldum. Artık
Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı ( Türkoloji )
Bölümünün 9568 numaralı öğrencisiydim. Amacım gerçekleĢmiĢti
ÜNĠVERSĠTE
Artık Çapaya gidip sınava girmek için baĢ vurabilirdim. Elimde Çapa Yüksek
Öğretmen Okulu‘ndan gelen yazı, Fakülteden aldığım öğrencilik belgesi Çapa
Yüksek Öğretmen Okuluna gittim. Belgeleri verdim. Sözlü sınava girmek
istediğimi söyledim. GörüĢtüğüm memur elindeki listeye bakarak bana listede
adımın olmadığını söyledi. ġaĢırıp kalmıĢtım. Elimde kazandın yazıları
vardı.gösterdim. ―Onun önemi yok o yazının sana geldiği ne belli. Hani elinde zarfı
bile yok.‖ Demez mi ? Çok sinirlenmiĢtim Odadan çıkıp doğru Müdür Beyin odasına
[151]
gittim.Durumu ona anlattım. Bana sınavı kazandığımı yazıyla bildirmiĢlerdi. Gelen
yazının zarfı da bendeydi. ġimdi beni sınava giremezsi diye kapı dıĢarı
ediyorlardı. ―Öyleyse bana bunu yazıyla bildirin ben de hakkımı mahkemede
arayayım.‖ Diye bağırarak anlattım. Müdür konuĢtuğum memuru çağırdı.Ona
Kağıtları bir daha aramasını sonucu kendisine bildirmesini söyledi. Memur dıĢarı
çıkarken bana da ―Sen de dıĢarıda bekle.‖ Dedi. Ben de çıktım memurla odasına
gittim. O bir sandalyenin üstüne basıp arkasındaki dolabın üstünden bir dosya
alarak indi. Dosyanın kapağını açtı, adımı sordu.‖HaklıymıĢsın kağıdın burada‖
dedi. Ben de bakabilir miyim diye sordum. Kağıdımın üstünde Kırmızı kalemle 100
yazılı idi yanında da mavi kalemle(1 .) yazılıydı. BaĢlangıçta çok sert, ters görünen
memur sanki değiĢmiĢti. Ben bu rakamların ne anlama geldiğini sordum. O Da
Kırmızı yazılanın aldığım puan olduğunu mavinin ise o sınavı kaçıncılıkla kazandığımı
gösterdiğini söyledi ―Yani ben ...‖ sözümü tamamlamaya olanak vermeden ―evet
sen bu sınavın Türkiye birincisisin.‖ dedi. Müdür odasına gittik. Memur kağıdı
Müdüre verdi. Müdür hiçbir tepki göstermeden ―Alın adını listeye, yarın gelsin,
imtihana girsin.‖ Bana da ―HaklıymıĢsın hadi Ģimdi iĢine git, yarın gel, imtihana
gir.‖ Dedi. Orada Kilisli bir öğretmen vardı. Lisedeki Matematik öğretmenim
Fazıl
Arısoy
kendisine
bir
mektup
yollamıĢtı.onu
vermek
için
aradım.OkuldaymıĢ.Buldum, Arif Akçabay‘a mektubu verdim. KonuĢarak
Aksaray‘a doğru geliyorduk Bana Ġstanbul‘da ne aradığımı sordu. Ben de
anlattım.Bu arada o günkü olayı da anlattım. ―KeĢke bana birkaç gün önce
gelseydin. Alınacak üç isim iki gün önce belirlendi. Sen yarın bu sınava girme.
Ġstersen gel Eğitim Enstitüsü sınavına gir. Seni oraya alalım.‖ Dedi. Ben oyunu
anlamıĢtım kendisine teĢekkür ederek ayrıldım.Ertesi gün kazanamayacağımı
bildiğim sınava girmeye gittim. Sınav kurulunda Okul Müdürü Kemal Kaya , Nihat
Sami Banarlı, Orhan ġaik Gökyay vardı. Çağrılacağı bildirilen 75 beĢ kiĢiden en
çok 10 kiĢi vardı. Benim adım en sona yazıldığı için herkes girip çıkıyor.Bunlardan
Birol Emil (ġimdi prof.),Soy adını anımsayamadığım Fakültede sınıf arkadaĢım olan
Güner adlı bir kız, bir de Mehmet Ali Aydın kazanmıĢlardı. Sanırım Üçü de
sonradan üniversite kadrosuna geçtiler. Gerçi her üçü de çok değerli, çok çalıĢkan
arkadaĢlardı.Ertesi sabah. Fakülteye uğrayarak haftalık ders programlarını
almak istedim. Bizim bölüme çıktım. Koridorda camekana asmıĢlardı programı.
Birkaç kiĢi yığılmıĢ not alıyorlardı. AnlaĢılan onlar da öğrencilerdi. Biraz bekledim,
kalabalık dağılınca yaklaĢıp ben de not almaya baĢladım. Bu arada yanıma biri
yaklaĢtı.Öğrenciye benzer yönü yoktu. Bir kenara çekildim. Camekandaki
programa baktı, giderken ―Sen öğrenci misin?‖ dedi. ― Ben de ―Evet Efendim.‖
dedim. ―Affedesiniz siz kimsiniz? ‖Diye sordum.―Ben Dr. Abdülkadir Karahan‘ım.
Sizin Derslerinize gireceğim.‖ dedi. Böylece bir hocamla tanıĢmıĢ oluyordum.
Bundan da çok mutlu olmuĢtum. Daha önce birkaç çalıĢmasını okumuĢtum.Varlık
Dergisi yayınları arsında çıkan Nabi,Nedim,adlı çalıĢmalarını okumuĢtum.Ayrıca
Fuzuli konusundaki çalıĢmasını da çok beğenmiĢtim.Her üç yapıtını da
[152]
almıĢtım.Kırk Hadis
( Hadis-i Erbain) Tercümesi adlı eserini çok merak
etmiĢtim Kendisine bunlardan söz ettim.Önümüzdeki hafta baĢında derslere
baĢlayacaktık . GörüĢmek üzere el sıkıĢtık. Ayrıldık. O odasına gitti, ben de
koridorda dolaĢmaya baĢladım. Bu arada Fakülteye gelen bir takım arkadaĢlarla
tanıĢtık.Gerek kız gerek erkek arkadaĢlar öylesine sıcak,öylesine sevecenlerdi ki.
Birden bire ısınıverdim. Onları çok sevdim. Öylesine bağlandım ki daha önce hiçbir
okulu böylesine sevmemiĢtim. O gün geç saatlere değin koridorda dolaĢmayı
sürdürdüm. O yıllarda Ġstanbul Üniversitesi Kasım ayının ilk günü törenle açılırdı.
Bir kasım Pazara da gelse yine tören yapılırdı. Üniversitenin açılıĢ töreni rektörün
açıĢ konuĢmasıyla baĢlardı. Öğrenicilerle Rektörlük arasında çözülemeyen bir
sorun vardı. AçılıĢ töreninde öğrencilere de söz verilmesi isteği. Her yıl öğrenci
derneği bu isteğini dile getirir. Rektörlük bu isteği geri çevirir. Bu yüzden de
üniversitede rektörlüğün töreni yapılırken üniversite dıĢında da Ġstanbul
Üniversitesi Öğrenci derneğinin açılıĢ töreni yapılırdı. Çoğu kez bu toplantı
valilikçe yasaklanır. Polis tarafından baskınlar yapılarak öğrenciler dağıtılır. Bir
kısmı içeri alınırdı. Öğrenciler, yalnız bu açılıĢ törenlerinde kendilerine de söz
hakkı verilmesini istiyorlardı.Devlet bu isteği suç sayıyordu. Üniversiteler o gün
Milli Eğitim Bakanlığına bağlıydı. Milli Eğitim Bakanı, Türk Üniversiteleri BaĢı
Ünvanını da taĢıyordu.Doktora, Doçentlik,Profesörlük atamaları Milli Eğitim
Bakanı‘nın önerisi Cumhur BaĢkanı‘nın onayı ile olurdu. Özerk olması gereken bilim
yuvaları siyasetin içine sokulmuĢtu. Üniversite açılıĢına
Cumhur BaĢkanı,
BaĢbakan, Bakanlar, Vali, Belediye BaĢkanı da katılırlardı Bu benim ilk yılım
olduğu için ikisini de görmek istiyordum. Ġkisi de benim için çok ilginçti. Daha
lisede okurken adlarını duyup hayran olduğum Büyük Hocaları görecektim.
Hukuktan, Tıptan, Tarihten, diğer Fakültelerden adları ile tanıdığım, Nice
imrendiğim bilim adamı vardı ki onları görmeyi gerçekten çok merak ediyordum.
Bu nedenle önce rektörlüğün toplantısına gittim. Uygulanan protokol,resmiyet
beni sıktı. Oradan çıktım, Üniversitenin karĢısında Marmara Lokali vardı
.Öğrenciler de orada açılıĢ kutlamaları yapıyorlardı. Orada da büyük bir
düzensizlik, baĢı boĢluk vardı, dolayısıyla orası da beni sıktı, Oradan çıkıp doğru
fakülteye gittim. Benim gibi ikisinde de sıkılmıĢ olan yeni arkadaĢlar, bir sınıfta
toplanmıĢ konuĢuyorlardı. Ben de aralarına katılıp baĢladık söyleĢiye. Biz açılıĢı
baskısından Bir sayfa okuttular.Onun üzerinde sorulara geçtiler. Orda geçen
sözcüklerin anlamlarını,Türkçe olup olmadıklarını, neden Türkçe,neden Türkçe
olmadıklarını,eğer arapça ise kökünü, türevlerini sordular.Yalnız öyle bir soruĢları
vardı ki insan sınav sitresine girmiĢse bilmesine olanak yoktu. Biri bir soru
soruyor, siz daha yanıtı düĢünürken arkadan diğerlerinin soruları
yetiĢiyordu.Sayın Kaplan parçada geçen ―SAKAT‖ sözcüğünün incelenmesini
istedi.Ben düĢünürken diğer hocalar da sorularını sormuĢlardı. ―Sayın hocalarım
lütfen Sayın Hocam Kaplan‘ ın sorusunu yanıtlayım Yalnız izin verirseniz
sorularınızı önce not edeyim,sonra ola ki unutuveririm.‖Dedim. Dedim ama çok da
[153]
korkuyordum kızarlar diye . Ġyi karĢıladılar. Sorularından vazgeçtiler.Ben de
Kaplan Hoca‘nın sorusuna geçtim. ―Hocam ‗SAKAT‘ türkçedir.‖ Dedim.Ama daha
sözüm bitmeden Öyle bir ―Dikkat et !‖ uyarısı aldım ki, Kaplan hocamın o
kuru,tok,kalın sesi bugün bile kulaklarımdadır.Sonra Sakıt, ıskat sözlerini de
anımsayarak Arapça olduğunu,türevlerini saymaya baĢladım. Memnun oldu.Diğer
hocalarım da sorularını sordular. Sınav bitmiĢ .sınıfı geçmiĢtik.O zamanlarda
sömestre yöntemi vardı. Bir öğretim yılı iki sömestre idi.Güz sömestresi 1kasım31ocak arası sürerdi.ġubat dinlence ayı idi 1mart 31 mayıs yaz sömestresi 1
haziran 31 ekim yaz dinlencesi idi.Bizler bu sınavla 3, sömestre öğrencisi
olmuĢtuk Dördüncü sömestre öğrencileri yıl sonunda ağır bir Osmanlıca sınavı ile
yabancı dil bağıĢıklık sınavına girerek baĢarmak zorundaydı. Bunlar baraj dersi idi
baĢaramazsan yıl kaybederdin .Ġkisini de verdim.5,sömestre öğrencisi oldum.Bir
baĢka deyiĢle 3,sınıf
öğrencisi olmuĢtum 3.sömestre ye baĢlarken dal
derslerimizi almak zorundaydık. Bunlar Türk Dili ile Türk edebiyatı idi .Türk Dili
sertifikası : Eski Türkçe-Türkiye Türkçe‘si olarak iki bölümde Türk Edebiyatı da
Eski Türk edebiyatı, Ġslamiyet dönemi Türk Edebiyatı,Yeni ya da Avrupa
etkisindeki Türk edebiyatı olmak üzere iki sertifika idi. Fakülteyi bitirmek için
dört sertifika almak gerekti.Ġkisi bölüm içinden ikisi de bölüm dıĢından olacaktı.
Ben de Fars Dili Edebiyatı ile Pedegoji sertifikalarını seçmiĢtim. Üçüncü yılın
sonunda yabancı dil tekst sınavını da vermek zorundaydık.Tekst sınavını
veremeyen tezli sertifikasını alamazdı.Ben bitirdiğim yıl Türkoloji kendi içinde
bölünerek dört sertifika oldu. Fars dili edebiyatı da dörde bölünmüĢ, Pedegoji de
iki sertifika olmuĢtu.Yani benim aldığım Lisans diploması, yeni yönetmeliğe göre
on sertifika ediyordu.Ġkinci sınıfta dersler oldukça ağırlaĢmıĢtı. Biz de derslerin
ağırlaĢması ile yükü ağır gemi gibi dibe doğru gidiyorduk. Birinci yılın hafiflikleri
atılmıĢ, artık daha ağır baĢlı davranıĢlar sergilemeye baĢlamıĢtık. Gerek Fakülte
içinde gerek dıĢında kimi kültürel, sanatsal toplantılara, sinema, tiyatro gibi
kültürel etkinliklere, konserlere gidiyor, ertesi gün bunları kendi aramızda
tartıĢıyorduk. Kızlar bizim için artık birer sevgili değil toplumun birer
bireyiydiler. Ne onlar bizim için ne de biz onlar için birer cinsellik doyum aracı
değildik. Sezai Aramızda birbiriyle evlenen arkadaĢlar da vardı.Sezai ile Aysun,
Ġnci ile Erol. Ayla ile Yücel,Yıldızla Mustafa bunlardan bazılarıdır. Bu evliliklerin
tamamı sağlam mantık evlilikleridir
Bizim Sezai ile dostluğumuz sürüyordu.Artık ailesi ile de iyice dost
olmuĢtuk KardeĢi Sevinç Abla da
bizim kardeĢimiz olmuĢtu. Grubumuzun
ayrılmaz, değiĢmez bir parçası idi. Sezai, Sevinç, Aysun, KardeĢi Ayla, ben
ayrılmaz beĢli olmuĢtuk.Gerçi BaĢka arkadaĢlar da vardı zaman, zaman aramıza
katılanlar da oluyordu. Aramızda yaĢta en küçüğümüz, Sevinç Abla idi. Abla
demezsek kızar, gücenirdi. Hiç birimiz de onu gücendirmek istemezdik. Ona
öylesine alıĢmıĢ, onu öylesine sevmiĢtik ki, bizim ev arkadaĢları bile ona abla
demeğe baĢlamıĢlardı. Bir iĢe karar verirken o öncelik kazanır, ―Hele sizler bir
[154]
susun bakalım. Küçükler büyüklerin iĢine karıĢamaz.‖Der kendi önerisini kabul
ettirirdi. Gurupta birinin böbürlendiğini, övündüğünü, anlarsa ya ―Yatın aĢağı
tayyareler geliyor.‖ Diye ya da ―Artin in aĢağı yavrum!‖ Diyerek. Bunu yutmadığını
belli ederdi.
Bir akĢam Sezai ile yemeğe çıkmıĢtık. Tünel ağzında Hirıstaki
diye bir Rum Meyhanesivardı. Orada yemeğimizi yedik. Çok güzel bir yerdi.
Türkler, Rumlar hem yemeklerini yiyor, hem müzik dinliyor, dans
ediyor,eğleniyorlardı. Orada uzun süre oturduk Gece yarısı oradan çıkıp bir bara
girdik.Orada da uzun süre oturduk rakıyı çok fazla kaçırmıĢtık.Tepe baĢındaki
bardan çıkınca Unkapanı Köprüsünü yürüyerek geçip Bozdoğan Kemerlerinden
sonra Saraçhane parkına geldik. Bardan çıktığımızdan beri lapa, lapa kar
yağıyordu.
Parkta bir bankın üstüne oturup güneĢ doğuncaya değin konuĢtuk.
Eğer biz o akĢam o parkta sabaha değin oturup konuĢmasaydık ne ülke sorunları
ne de dünya sorunları çözümlenebilirdi(!). Neyse ki biz konuĢtuk da Üçüncü Dünya
SavaĢı çıkmadı. Ġnsanlık da Türkiye de bu Felaketten kurtuldu. Eve geldiğimde
GüneĢ doğmuĢtu. Üzerimde bir ağırlık vardı. Yatmak için soyunurken üzerimden
tak diye bir kitle düĢtü. Meğer yağan kar açık olan gömlek yakamdan göğsüme
birikip orada donmuĢ. Gömleği çıkarırken o düĢmüĢ. Ġki üç gün yataktan
çıkamadım. Üçüncü gün Sezai,YaĢar Karcı, Yüksel Özden gelip beni Gureba
Hastahanesine götürdüler. Sulu Zatülcemp tanısı ile hastahaneye yatırıldım. Ġki
ay değin orada yattım. Sınıf arkadaĢlarım beni hiç yalnız bırakmadılar.Sık,sık
gelip ziyaret ediyorlardı. Bir ara kullanılan ilaç bulunamadı. ArkadaĢlar gelip birer
reçete alarak kendi bölgelerindeki eczahaneleri taramıĢlar.O ilaçtan çok sayıda
almıĢ getirmiĢlerdi. Bölüm ġefi Prof .Dr. Müfide Küley Hanım Efendi idi. Benim
sağaltımımla ilgilenen Dr. Ayhan TaĢçı ile HemĢire Aytaç Hanım, unutamadığım
insanlar olarak kaldılar belleğimde Hastahaneden taburcu edilince Milli Eğitim
Bakanlığının Valide Bağ Pravantoryumuna geçtim. Ġki ay da orada kaldım.
Oradan çıkınca doğru Kilis‘e gittim. Orada hastalık yeniden
bastırdı. Beni yeniden yatağa vurdu. Üç ay süreyle de Kilis‘te sağaltım gördüm.
Sonra Ġstanbul‘ a Hareket ettim. Ertesi gün Balat Verem Dispanserine giderek
kontrola girdim. Birkaç aylık aralarla kontrol edildim. Tümünde de sağlam çıkınca
artık hastalığı atlatmıĢtım. Bu arada arkadaĢlarım altıncı sömestre sınavlarına
girmeye hazırlanıyorlardı. Ben derslerin çoğuna devam edememiĢtim. Hocalarımla
görüĢüp durumu anlattım tümü de anlayıĢ gösterdi. Vize verdiler. Böylece ben de
sınavlara girmeye hak kazandım.Türk Dili sertifikasını tezli almıĢtım. Türk
Edebiyatı, Ġran Dili Edebiyatını da o dönemde verdim. Pedegoji sınavının yazılısını
verdim. Sözlüsüne girdim. Hocam Prof. Dr. Refia ġemin Uğurluel soruyu sormadan
ben ona yazılıdan aldığım notu sordum. Orta derecede bir baĢarı göstermiĢim.
Bunun üzerine ―Ben bu dersi burada sizden öğreneceğim. Bir daha eksiklerimi
soracak kimse bulamam.O yüzden yazılıdan tam not almadan sözlünüze
[155]
girmeyeceğim.Bbeni bağıĢlayın.‖ Diyerek ayrıldım. Eylül döneminde de ayni
yöntemle yine sözlüden çıktım. ġubat döneminde de girdim. Yazılıdan da sözlüden
de tam not alarak verdim. Artık Tezden baĢka dersim kalmamıĢtı.
Ben O sırada Bayazıd Devlet Kitaplığında çalıĢıyordum 1960 yılının
nisan ayında tıp Fakültesi öğrenci Derneğinin Kongresi oluyordu. Kongre BaĢkanlık
Divanı Üyelerini topluca göz altına almıĢlardı. Polisin bu olayını protesto için
ertesi gün öğrenciler üniversite bahçesinde toplanıp Atatürk Anıtı çevresinde
Ġstiklal MarĢı söyleyip, saygı duruĢunda bulunduktan sora Kısa bir konuĢma ile bir
gün önceki olayı öğrenci kamu oyuna duyurup dağılacaklardı. Bu arada polis de
üniversiteyi sarmıĢtı. Öğrenciler anıtın çevresinde toplanırken Bir polis öğrenci
kalabalığına sürdüğü bir jiple onları dağıtmaya çalıĢıyordu.Bu arada Rektör prof.
Dr. Sıddık Sami Onar, bir polis tarafından yere düĢürülüyor, gözlüğü kırılıp, kaĢı
yaralanıyor. Bu olay öğrencileri de öğretim üyelerini de çok üzüyor. Öğrenciler
üzerine açılan polis ateĢi ile Orman Fakültesinden.Turan Emeksiz adlı Malatyalı
bir öğrenci ölmüĢ, Kilisli Hukuk Fakültesi öğrencisi Hüseyin Onur bir bacağını
kalçadan kaybetmiĢ,Yine Hukuk Fakültesinden Cengiz Ballıkaya sırtından yediği
kurĢunla ağır yaralanmıĢtı. Bu olay Üniversite öğrencilerini çileden çıkarmıĢtı.
Ġstanbul‘da hemen Sıkı Yönetim ilan edilerek önlem alınmak istenmiĢ. O gece
öğrenciler üniversite bahçesinde toplanarak geç vakte değin dağılmamıĢlardı.
Sıkı Yönetim komutanlığı askeri araçlara doldurduğu öğrencileri kentin çeĢitli
semtlerine dağıtmıĢ. Dağılmak istemeyen direnen öğrencileri Davut PaĢa KıĢlasına
toplamıĢ. Ertesi gün sorguları yapılarak Salı verilmiĢlerdir.29 nisan günü Ġstanbul
Teknik Üniversitesi Ankara üniversitesi de eyleme geçti. Böylece Üniversiteler
Sıkı yönetimce kapatıldı..
Ben görevim gereği Beyazıt meydanının ortasındaki kitaplıkta
kalıyordum. O yüzden olayları anında yerinden izliyordum. Sıkı Yönetim Karargahı
da bizim Kitaplığın önünde kurulmuĢtu. AkĢamları karargah görevlisi subaylarla
oturup konuĢuyorduk.Onlar benden bilgi sızdırmaya uğraĢırken ben de onlardan
sızdırmaya uğraĢıyordum. Benimkisi kimseye yetiĢtirmek için değil yalnız kiĢisel
merakımı gidermek içindi. Bu iliĢki 26 mayıs akĢamına değin sürdü. Galiba yirmi,
yirmi bir mayısta karargah çadırında oturmuĢ BinbaĢı Necip Beyle konuĢuyorduk
(ġimdi soyadını anımsamıyorum.) Beni önümüzdeki PerĢembe akĢamı için yemeğe
çağırmıĢtı. Kendilerine gidecek o akĢam bir ev yemeği yiyecektik. O akĢam
geldi.Çadıra gittim kendisini aradım yoktu. Çadırda Ġbrahim adlı bir yüzbaĢı vardı.
Ona sordum. Bana BinbaĢının ora da olmadığını, nerede olduğunu da bilmediğini
söyleyerek. Bir an önce kitaplığa girmemi söyledi. Ben Ģaka ediyor sandım. Güldüm
lafı uzatmaya çalıĢıyordum. ―ArkadaĢ bu bir askeri emirdir. Bu emre uymayan
tutuklanır.‖ Deyince iĢin ciddiyeti anlaĢıldı. Kitaplığa doğru ağır, ağır yürüyordum.
KarĢıda iki polis Memuru Üniversite duvarının önünden yürüyerek gidiyorlardı.
Ġki asker yollayarak onları yanına çağırdı. Silahlarını istedi. Polisleri çadıra koydu.
Gece pek hayırlara gebe görünmüyordu. O yüzden gidip yatmaktan baĢka çare
[156]
yoktu. Ben de öyle yaptım. Yatak odama çekildim. Soyunup pijamalarımı
giydim.Yatağa girdim ama uyumaya pek niyetim yoktu. Meraktan uykum da yoktu
zaten. Elime bir kitap aldım okumaya çalıĢıyordum. Onu da okuyamıyordum. Saat
ikiye doğru gece bekçisi geldi. ―Halil Bey kapıda bir Jandarma var seni istiyor.
AkrabanmıĢ.‖Deyince. Bende Ģafak attı. Benim Ġstanbul‘da ne tanıdığım biri ne de
asker akrabam vardı. Olsa, olsa Osman Efendi,
bu beni almaya gelmiĢ
birisiydi.Osman Efendi‘ye ―Ben buradan kaçmak istersem nasıl kaçabilirim?‖ Diye
sordum. Sonra kapıyı açmadan pijamayla sütunların gölgesine saklanıp adamı
tanımıyorsam kaçıp saklanmanın daha doğru olacağını düĢünerek sütunlara
gizlenerek korka, korka kapıya doğru yürüdüm. Bir de ne göreyim gerçekten
bizim akraba Ahmet değil mi? Önce rahat bir nefes aldım. Sonra da Ahmet‘i içeri
aldım. Ahmet UlutaĢ babamın amcası kızı Fethiye‘nin oğlu idi. Asker
olmuĢ.Ġstanbul Yıldız ‘da Jandarma Er Eğitim Tugayından o akĢam için izin alarak
dayısı oğlu Ast subay Mehmet Ġbanoğlunun yanına gelmiĢ. Gece yarısından sonra
alarm verilerek Mehmet Davut PaĢa KıĢlasına göreve gitmiĢ. Bu da yalnız kalınca
Koca Mustafa PaĢa‗dan yürüyerek Bayazıd‘a gelmiĢ. Oradan öteye
gidememiĢ.Yollar hep askeri araçlarla doluymuĢ. Tanklar, zırhlı araçlar yolları
kapatmıĢ. sivil araç hiç yokmuĢ yollarda askerden baĢka insan da yokmuĢ. Bizim
gece bekçisinin söylediğine göre Beyazıt Meydanında ne karargah ne de çadır
kalmıĢ. Askerler de gitmiĢler. Bunları konuĢurken kitaplıktan dıĢarı çıktık,
Beyazıt Camiinin önünden Meydanı izliyorduk ki Aksaray yönünden gelen bir
askeri araç hızla üzerimize doğru geldi. Araçta ġoförle bir binbaĢıdan baĢka
kimse yoktu. BinbaĢı araçtan atlayarak yanımıza geldi. Kim olduğumuzu, o saatte
orada ne aradığımızı sordu. Kendimizi tanıttıktan sonra bize bulunduğumuz yerde
bir Radyo bulunup bulunmadığını sordu. Sahaflar ÇarĢısındaki lokantada vardı
ġükrü adında bir de garson vardı, lokantada yatardı. Malatyalıydı. Kendisini
Ġnönü‘nün torunu diye çağırırdık. Öğlen yemeklerimi her gün orada yerdim. Gidip
Onu uyandırdık. Bizi lokantaya aldı. Radyoyu açtı. Çay demledi. BaĢladık
beklemeye. Saat 03 sıralarıydı, radyoda hiçbir ses yoktu. Lokantaya gelince
tanıĢtığımız BinbaĢı Ġhsan Ata ile lokantanın içinde dolaĢıp her elimizde birer
sigara heyecanla ―Neye geç kaldılar, ne oldu acaba?‖ diye söylenip duruyorduk.
Doğal olarak ben zaten ne olup bittiğini bilmiyordum. Hadi Ġhsan BinbaĢı iĢi
biliyor, ona göre bekliyordu. Ya bana ne olmuĢtu.? Aradan kırk iki yıl gibi bir süre
geçmiĢ olmasına karĢın bu gün bile anlayabilmiĢ değilim, o gece bana ne olduğunu.
Aradan yirmi dakika ya da yarım saat gibi bir süre geçti. Sonunda beklenen oldu.
Radyodan ses gelmeye baĢladı. Nefesler kesilmiĢ dinlemeye baĢladık.Tok, gür bir
ses ―Dikkat! Dikkat! Dikkat! Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetler Ģu andan itibaren
yönetime el koymuĢtur..!...‖ Gerisini dinlemenin ya da akılda tutmanın ne önemi
vardı. 27 Mayıs 1960 saat 03 sıralarında Böyle duyuruldu radyodan,Türkiye‘ye de
tüm dünyaya da..
BinbaĢı Ġhsan, Ben ġükrü, bizim Ahmet birbirimize sarılmıĢ tepiniyorduk.
[157]
Bir ara ben Necip BinbaĢıyı sordum. Kadırgada Polis Yatak hanesinde olduğunu
öğrendim. Beni alıp yanına götürdü. Ben orada kaldım kendisi ayrılıp gitti. Bir
daha da görüĢemedik.Sonradan duruĢmalar sırasında Yassıada Muhafız Komutanı
olduğunu duydum. Bir daha da haber alamadım. Daha sonra neler oldu? Neler
YaĢandı? Artık bunları her kes biliyor. Benim anlatmama gerek kalmadı. Ertelenen
haziran sınavları temmuzda yapıldı. Bütün derslerimi verip sınıfı geçmiĢtim. Bir
tek tezim kalmıĢtı. Milli Birlik Komitesince alınan bir karara göre Üniversite son
sınıfta yalnız bir dersten bekleyen öğrenciler isterlerse kendi memleketlerinde
ortaöğretim kurumlarında öğretmenlik yaparak askerliklerini yapabileceklerdi. Bu
benim için büyük bir Ģanstı.Ġki yıl içinde askerliğimi yaparken tezimi rahat
hazırlayacaktım. BaĢ vurmak için Kütüphanedeki görevimden ayrılıp Kilis‘e gittim.
―DANACILAR KÖYÜ.
Askerlik ġubesine baĢ vurdum.Beni Gaziantep Akyol Askerlik ġubesine
yolladılar. Oradan da a Askerlik Ģubesine yollandım. ġube ―Siz Milli Eğitim Burs
Müdürlüğüne gidin sizi onlar dağıtacaklar.‖Diyerek baĢından savdı. Gittik Onlar da
bizleri Ġlçelere yolladılar. Birer kapalı zarfla bir gurup Gaziantepli arkadaĢı
Orhaneli Ġlçesine yolladılar. Gidip elimizdeki zarfları ilçe Ġlköğretim Müdürlüğüne
verdik. Zarflarımızı teker, teker açıp bizi orda yazılı köylere gitmek üzere ―Hadi
gidin.‖ Diye yolladılar. Ben Orhaneli Ġlçesinin
Orhangazi Bucağına bağlı
Danacılar Köyü Ġlkokul Öğretmenliğine atanmıĢtım.Yola çıkacağımız anda bir de
Köy Muhtarlığı eklenerek yola çıktım. Burada yan yana üç köy varmıĢ, üçüne bir
muhtar atanmıĢ. O da benmiĢim. Devletin.Yedeksubayı, Üç köyün Muhtarı,
Danacılar Köyü‘nün Öğretmeni olarak Köye gittim. 27 Mayıs Devrimi yeni olmuĢ.
Biz köyde hem Muhtar hem asker olarak köylüye Devrimi anlatacak hem de
öğretmenlik yapacaktık. Önce Muhtar olarak köylüye kendimi kabul ettirmem
gerektiğini düĢündüm. Köye gittiğim gün Köylüyü Köy Odasında topladım. Ama
gelenler çok azdı. Eski Muhtarı çağırdım diğer köylüleri neden çağırmadıklarını
sordum. Muhtarla Köy Korucusu bütün komĢuları çağırdıklarını ancak KarĢı
Yakanın gelmediğini söylediler. Nedenini sordum. Anladım ki KarĢıyaka dedikleri:
Köyün ortasından bir kuru dere geçiyor. Derenin iki yanı birbirine karĢı yaka
diyor. Doğanın kuru bir dere ile ayırdığı bu insanları bir de siyaset perdesi ikiye
ayırmıĢ.Doğa engeli kolay aĢılmıĢ birbirlerinden kız almıĢ kız vermiĢler çoğu
kardeĢ ya da kardeĢ çocuklarıdır. Ancak siyaset engeli aĢılamamıĢ. Aynı kandan
gelen insanlar birbirlerine düĢman olmuĢlar. Devrik Demokrat Partinin çok kötü
etkilerinin canlı bir örneği. KardeĢ kardeĢe, kayınço eniĢteye ana-avrat sayarak
küfretmekte birbirlerini göz kırpmadan öldürmeye yeltenecek duruma gelmiĢler.
Onları da getirmek gerekiyordu. Korucu ile Muhtarı yanıma alarak kapı, kapı
dolaĢıp onları bir de ben çağırdım. Odaya geldiğimde onlar gelmiĢ ilk gelenler
gitmiĢti. Doğrusu çok bozulmuĢtum. Muhtarla Korucuyu çağırdım. ―Ben
gitmiyorum. Ġkiniz gidip gidenleri buraya çağırın. Hemen gelsinler.‖ Dedim. Nasıl
[158]
SöylemiĢim ki ben de bilmedim on dakika sonra hepsi geldiler. O gece önce köyün
ele alınması gereken sorunlarını konuĢtuk. Çözüm yollarını aradık. Bir yol sorunu
vardı, bir de su sorunu. Yol sorunu sudan kolaydı, hemen baĢlanabilirdi.Su bir
hazırlık, teknik bilgi. para gerektiriyordu. Bu konuyu. Vali PaĢaya götüreceğime
söz vererek kendim üstlendim. Gece geç vakte değin konuĢtuk. Haftanın bir
günün de çalıĢmak üzere yedi ekip kurduk. Günlerini belirledik. Orhaneli ile
Orhangazi arasındaki yola çıkabilmek için bizden önce iki köy daha vardı. Onların
da Muhtarları bendim. O akĢam herkes evine gitmeye kalkmıĢken son bir istekte
bulundum. Ġki yakanın en yaĢlı birer kiĢisini, orta yaĢlı birer kiĢisini. bir de
gençlerden birer kiĢi çağırarak köylülerin önünde
barıĢarak aralarındaki
küskünlüğe son vermelerini, bütün köy halkı adına barıĢarak kaynaĢmalarını
istedim. Sağ olsunlar beni kırmadılar. Onlar öpüĢüp kucaklaĢırken bir de ne
göreyim bütün köylü kalkmıĢ kucaklaĢıyorlar. Demek ki köylü de bunu istiyormuĢ.
Ertesi gün Eski Muhtarla korucuyu Öbür iki köye yolladım. Danacılara yakın olan
köyde toplanmalarını istedim. AkĢam yemekten sonra orada toplandık Onlarda da
küskünler vardı. Onları da barıĢtırdık. Sonra yol konusunu açtık. Hiçbir zorluk
çıkarmadan daha önce aldığımız kararları onlarla da aldık. Ekipleri kurduk. ĠĢe
baĢlama günü toplanmak üzere dağıldık. ĠĢe baĢlama günü kararlaĢtırılan saatte
Her üç köyden o gün için görevlendirilenlerin tümü gelmiĢti. Kimi kazma , kimi bel,
kimi de kürekle gelmiĢti. ġakalarla, takılmalarla gülüĢe, gülüĢe çalıĢıyorlardı.
Kimi tarlalardan bir iki metre katmak gerekiyordu.Tarla sahibi de orada
bakıyorum. Kazma elinde
herkesten önce o vuruyor kazmayı. ġaĢırarak
soruyorum ―Bu tarla gerçekten senin mi?‖ Diye ―Benim.‖ Diyor. ―Acımıyor musun
?‖ Diyorum. ―Köyümüze yol gelsin de bütün tarlam gitsin. Biz bugüne değin
yolsuzluktan neler çektik sen biliyor musun öğretmen.?‖ Diyor beni sorduğuma
piĢman ediyor. Sanırım üç haftada on beĢ kilometre uzunlukta toprak düzenlemesi
yaparak bir yol
yapabildik.
Köylüler öylesine istekli, öylesine severek
çalıĢıyorlardı ki onların bu gayretlerine bakıp imreniyordum Zavallılar o güne
değin gelen devlet adamlarının, Politikacının kendilerine boĢ vaidlerden baĢka bir
Ģey verdiğini görmemiĢlerdi. ġimdi benim kendileri ile birlikte bel tepip, kazma
salladığımı görünce ĢaĢırıp kalmıĢlardı. Köylerinin bir suyu vardı ki tam Cahit
Külebi‘nin :
―Kop Dağında akar bir çeĢme var
―Serçe parmak kalınlığında suyu
―Haram etmiĢ gece gündüz uykuyu
―Akar da akar‖
Dediği Kop Dağı çeĢmesi. Yarım saatte bir sürahi, bir saatte bir kova su
verebilen bir çeĢme.Köyün ekine elveriĢli bir karıĢlık toprağı yok. Her taraf ince
bir dağ kumu. Yalnız Köyün alt tarafında cılız bir dere akar. Bu derenin iki
yakasındaki onar metre geniĢlikte, elli altmıĢ metre uzunlukta köy mülkiyetine ait
bahçe denilen sulu araziye, patates, fasulye ekilir. Buradan elde edilen ürünle
[159]
bütün köy bir yıl geçinmek zorundadır. Kaldığım sürece tek bir tavuk, bir inek ya
da koyun görmedim. Bir yumurta bir damla yoğurt, bir kaĢık tere yağı, bir dal
sebze göremedim. Otuz yaĢına gelmiĢ insanların ağızlarında diĢ kalmamıĢtı. Bana
getirdikleri ekmek çavdar ekmeği idi. Çavdarı yıkamadan değirmene götürür un
yaparlardı. Ekmek yenirken ağzınızda gıcır, gıcır ses çıkarır; sanki sıfır numara
bir eğe ile diĢlerinizi eğelerdi Bir gün akĢam üzeri köyün çok saydığı, altmıĢ
yaĢlarında birisi torununu yollamıĢ.‖Öğretmen bu akĢam yemeğe bize gelsin.‖
DemiĢ. Son dersten sonra baktım çocuk bekliyor. Onunla birlikte köyün uzak bir
yerindeki dedesinin evine gittik. Adamcağız bizi bekliyordu. Yanında köyden
olmayan, tanımadığım biri oturuyordu. ―Bizim kayın peder.‖ Dedi. Kendisinden
daha genç birisi idi. Birden ĢaĢırmıĢtım. ġaĢkın, ĢaĢkın bakarken O devam etti.
―O, bu köyde oturmuyor. Balıkesir‘in (X) köyünde oturur. Bizi görmeye gelmiĢ.
Gelirken de Bir tavuk, tereyağı, (yüz gram değin), bir parça bal (iki yüz elli gram
değin) getirmiĢ. Öğretmeni de çağırın birlikte yiyelim.dedim.‖ Dedi ve söyleĢiye
koyulduk.KurtuluĢ SavaĢında Kilis Yöresinde bulunmuĢ. Oradaki anılarını anlattı.
Benim de tanımadığım birkaç kiĢinin adlarından söz etti. Bu arada kadınlar yere
bir örtü açarak sofra hazırlığı yapıyorlardı. ĠĢleri bitince ―Buyurun‖ Dediler.
Üçümüz de kalkıp sofraya oturduk. Sofrada bir tane bütün çarĢı ekmeği, bir
bakır sahanda haĢlanmıĢ bütün bir tavuk, bir çay tabağının içine konmuĢ tereyağı,
bir de beyaz porselen bir tabakta bir elin avuç içi büyüklükte bir parça bal.
Bunları görünce babamın bir sözü aklıma geldi. ―Bir gün bir köye gidersen, çok
dikkat et. Köylü evindeki bütün yemeği misafirinin önüne koyar. Bütün aile
misafirin çevresinde bekler. Misafir doyup kalktıktan sonra ondan arta kalanı
bütün aile yiyecektir. Eğer yemek çok fazla ise ye karnını doyur. Baktın ki yemek
çok az, o zaman sakın sana konan yemeği yiyip bitirme.Yoksa geride bekleyenler
aç kalırlar. Bu da köy yerinde çok ayıp sayılır.‖ DemiĢti. Dikkat ettim ikisi de ben
baĢlamazsam ellerini uzatmıyorlardı. Ekmekten bir lokma kopardım.Yarısını
haĢlanmıĢ tavuğa dokundurdum. Öbür yarısını da Önce tereyağına sonra da bala
dokundurdum. ―Elhamdülillah Buyurun size afiyet olsun.‖ Dedim.Önce Biraz ısrar
ettiler, sonra kendileri de çekildiler.O sırada el bağlamıĢ üç dört kadın bir o
kadar çocuk çevremizde ayakta beklemekteydiler. Ev sahibi olan ―Alın siz de
yiyin.‖ Dedi.Hep birden oturup yediler. Sonra çay servisi yapıldı. Birer bardak çay
içtikten sonra izin isteyip kalktım. Doğru odama gidip yattım.
Yolu bitirmiĢtik artık Bizim yapabileceğimiz bir iĢ kalmamıĢtı. Bu yolda
üç menfez bir de küçük köprü yapımı gerekiyordu.Buna bizim hem teknik hem de
para olarak gücümüz yetmezdi. Ben Vali PaĢaya güveniyordum. Bir gün izinsiz
olarak Bursa‘ya gidip Vali PaĢaya durumu arz ettim. Beni sonuna değin dinledi
teĢekkür etti. Bayındırlık Müdürüne
telefon ederek gereğinin yapılmasını
buyurdu. Bana da ―Git oraya ne istiyorsan söyle yapsınlar. Eksik kalan olursa bana
gel tamamlayalım. Hadi Ģimdi git baĢarılar dilerim. Senden daha büyük iĢler
bekliyorum.‖ Dedi. Oradan çıkıp Bayındırlık Müdürlüğüne gittim. Orada teknik
[160]
yetkililerle oturup, isteklerimizi anlattım. Benim istediklerimi verdiler. Ayrıca
tekniğin gerektirdiği, Benim bilmediklerimi de ekleyerek. ―Bunları pazartesi günü
teknik elemanlarla köye yollayacağız.‖ Dediler.Ben yanlarından ayrılınca doğru
Ġstanbul‘a gittim. Ġstanbul‘dayken Aksaray Yoksullara Yardım Derneği diye bir
dernek kurmuĢtuk. Öğrencilere kitap, defter, önlük, yaka, ayakkabı gibi
gereksinim toplayıp Bursa‘ya döndüm. Bayındırlık Müdürlüğüne uğradım. Bizim
isteklerimiz bir iki saat önce yola çıkmıĢ. Beni gitti sanarak beklememiĢler. Ben
de Milli Eğitim Müdürlüğüne uğrayıp okulla ilgili bir Ģey olup olmadığını sorup yola
çıkayım dedim. Bana burada ne aradığımı, beni Jandarmanın aradığını, Asker
kaçağı sandıklarını söylediler Sonradan öğreniyorum ki. Gaziantep Askerlik
ġubesi yanlıĢ bir uygulama ile Çanakkale yerine Bursa‘ya yollamıĢ. Köye gidip
eĢyamı toparlayacak değin ancak zamanım var. Köye gittim. Köylü olayı duymuĢ, bu
iĢi benim yaptığımı sanarak bana küsmüĢler. Benim bu iĢten haberim olmadığına
köylüyü inandıramadım. Onlar habire ―Bunu sen yaptın. Bizi istemedin‖ Diye
sitem ettiler. Zorla, bir yanlıĢlık eseri beni bu köye verdiklerine inandırdım.
―Benim haberim yok. Ġsterseniz gidin kime istiyorsanız sorun.‖ Deyince inanır
göründüler.
O akĢam, ben eĢyamı topladım. onlar da köy odasında oturmuĢ beni
konuĢmuĢlar. Ertesi gün erkenden kalktım kapımın önü köylülerle dolmuĢtu. Bir at,
iki eĢek getirmiĢlerdi. EĢeklere eĢyayı yüklediler. Bana da gel Ģu ata bin dediler.
Ata bindim. eĢekleri önlerine kattılar benimle yola koyuldular. Ne kadar
zorladıysam bırakıp gitmediler. ―Seni Orhaneline değin götüreceğiz‖ diye
tutturdular. Baktım gitmiyorlar ben de attan indim onlarla yürümeye baĢladım.
Ana yola çıkınca bu defa ben direttim. Nahiyeden gelecek arabayı bekledik. Az
sonra araba geldi. Ben eĢyanın bagaja konmasını izlerken onların bir kısmı arabaya
binmiĢ benim yol paramı da ödemiĢler.Bütün yiyecekleri ya
patates, ya kuru
fasulyedir. Yemeklerini Orhangazi‘den, Pazar olduğu gün, aldıkları çiçek yağıyla
yaparlar. Et, tavuk,yumurta, tereyağı, zeytinyağı, bilmezler. Köyde kaldığım süre
içinde, ne bir koyun, ne bir tavuk gördüm. Yol çalıĢmaları sırasında iki ya da üç
tane kızıl keçi gördüm. Sahibine sordum. ―Onlar kısır.‖ Dedi. ―Süt vermezler. Bir
iki gün sonra götürüp pazarda satacağım.‖ Dedi. Kaça satabileceğini sordum. ―BeĢ
ya da on liradan verebilirim.‖ dedi.‖Peki ben almak istesem kaça verirsin?‖Dedim.
ġimdi anımsamadığım bir Ģey söyledi. Ġkisini de aldım. Parasını hemen oracıkta
verdim. ―Sen bunları benim için sakla isteyince getirirsin. Dedim. Köye geldiğim
günden beri her gün üç öğün yemeğimi köylüler sırayla getiriyorlardı. Onlara karĢı
kendimi borçlu sayıyordum. Köy korucusu ile bütün köylülerin önümüzdeki bir gün
yol çalıĢması yaptığımız alana gelmelerini, O gün çalıĢma olmayacağını duyurdum.
Bir gün önce korucuyu pazara yolladım . Bulgur, ekmek, maydanoz, yoğurt
aldırdım. Keçinin birini kestik bir kazan da haĢlayıp üstüne bulgur atıp pilav
yaptık. Yoğurdu da ayran yaparak Kendimize güzel bir ziyafet çektik. Ertesi
hafta da öbür keçiyi yedik. Böylece ben köylüye olan borcumu az da olsa ödemiĢ
[161]
oldum. Köylü de çalıĢmasını hızlandırarak yolun çabuk bitmesini sağlamıĢ oldular.
Ben ayrıldığım gün Köye bir öğretmen geldi. Ona okulu teslim ettim. Yol
Konusunda talimat verdim. Gelecek eĢyadan söz ettim. Ayrıldım. O yılın yazında
Edremit‘te, Ezine‘de askeri eğitim sırasında O gelen öğretmenle
karĢılaĢtık.Kendisinden bilgi alayım dedim. Bana çok acı bir haber verdi. O okulun
yandığını kendisinin de baĢka bir köye verildiğini söyledi. Bunları anlatırken sanki
bu iĢi kendisi yapmıĢ gibi bir izlenime kapıldım. Bugün aramızda bulunmayan
rahmetli çocuğun vebalini almak istemem ama ben böyle bir izlenime kapıldım.
OVACIK KÖYÜ
Bursa‘da Askerlik ġubesine uğradım. Bir de ne göreyim. Gaziantep Akyol
Askerlik ġubesinin Bursa‘ya yolladığı bütün çocuklar orada tümü yanlıĢ
gönderilmiĢ, Bizi bir otobüse bindirdikleri gibi Çanakkale‘ye yolladılar. Çanakkale
Milli Eğitim Müdürlüğünde dağıtım yaparak bizleri Biga‘nın köylerine verdiler.
Bana da Biga‘nın Ovacık Köyü düĢtü. ArkadaĢlarla konuĢuyorken herkes birbirine
düĢtüğü köyün acaba nasıl olduğunu soruyor kimse bir Ģey bilmiyordu.Onların çoğu
Bursa‘nın Ova KöylerindeymiĢ geldiklerine üzülüyorlardı. Bana sorduklarında ― Ben
çok mutluyum. Benim köyüm çok güzel‖ Diyordum. ―Ne biliyorsun gördün mü?‖Diye
soruyorlar.Ben de ―Görmeye ne gerek var ? Dünyada hiçbir yer Danacılar‘ değin
yoksul olamaz da ondan biliyorum‖. Diyordum.Yeni görev yerini sormayan sanırım
bir bendim.Bu nedenle çok rahattım.Çanakkale‘de ilk gecemiz Hiç birimiz daha
önce kenti görmüĢ değiliz. Ġskele alanında bir Otele yerleĢtik Yol yorgunu
olduğumuzdan tümümüz erken yatmıĢtık.Ben tek kiĢilik küçük bir oda da
yatıyordum.Ne kadar yattım bilmiyorum.Bir ara kapı hızlı, hızlı vuruldu.Sersem
gibi uyandım Daha gün ağarmamıĢtı.Kapıyı açmaya korktum. ―Kim O?‖ dedim
dıĢarıdaki:― Otelin önünde adam
asıyorlar.kalk gelizle.‖Dedi.Birden neye
uğradığımı ĢaĢırmıĢtım . Kapıyı açmamla dıĢarıdakinin üzerine atılıp altıma almam
bir oldu. Neresi rast geldiyse tekme tokat ha bire vuruyordum. Bir yandan da
bildiğim
küfürleri
sayıyordum.Gürültümüz
otel
müĢterilerinin
tümünü
uyandırmıĢtı.Bizi ayırdılar.Elimden kurtulan kiĢi kaçtı gitti.Ben de o Ģokla sabaha
değin uyuyamadım.O gün öğleden sonraya değin otelden çıkmadım.
AsılmıĢ bir
insan görmek istemiyordum.Saat on dörde doğru açlığa dayanamadım Bir yemek
için dıĢarı çıktım. Tam otel kapısının karĢısında adamcağız hala asılı durmaz mı?
Neye uğradığımı ĢaĢırdım.Birkaç kiĢi durmuĢ onu izliyordu.Bildiğim tek lokanta
akĢam yemek
yediğimiz
yerdi. O da
bu zavallı asılmıĢın tam
karĢısındaydı.KarĢımda böyle bir görüntü ile yemek yiyemezdim.Bir cadde midir
sokak mıdır daldım hızla oradan uzaklaĢtım.Bir alana geldim.Hükumet binasının
önüymüĢ Bir dar ağacı ipte asılı bir adam da orada. Hemen geri dönüp baĢka bir
sokağa yöneldim . Kırk elli metre gittim gitmedim al sana asılı bir kiĢi daha Artık
dördüncüyü görmeye katlanamazdım. Geldiğim yollardan koĢarak otele
döndüm.Odama girip kapıyı kilitledim.O gün hiçbir Ģey yemeden aç susuz yattım.
[162]
Sabahleyin
ilk iĢim cesetleri sormak oldu.Dün ikindiye doğru kaldırıp
götürmüĢler. Tümü üç kiĢiymiĢ. Yirmi Yedi Mayıs devrimini yapan Milli Birlik
Komitesi, yargı kararı ile idama mahkum olmuĢ, kararları Yargıtayca onanmıĢ, tüm
yurtta, nence idam mahkumu varsa tümünün cezasını bir günde ayni anda yerine
getirmiĢti. Artık Çanakkale‘de daha fazla kalmama gerek kalmamıĢtı. Mili Eğitim
Müdürlüğüne gidip görev yerimi öğrendim. Biga ilçesinin Ovacık Köyü Ġlkokul
öğretmenliğine atanmıĢtım. Artık Biga‘ya dönmek zamanı gelmiĢti. Oradan da
Ovacık Köyüne. Biga‘ya geldim, bir otele yerleĢtim. Ertesi günü Ġlköğretim
Müdürünü Ġlçe Kaymakamını görmem gerekiyordu. AkĢam yemeği için Otele yakın
bir lokantada bir Ģeyler yemeğe gittim. Baktım müĢterilerin tümü alkol alıyorlar.
Ben de bir küçük kulüp rakısı söyledim. Yemek sırasında yakın masalardaki
insanlarla tanıĢtık uzun, uzun söyleĢtik. Bir çoğuyla Ģimdi adlarını anımsamasam da
dost olduk.Otele geldiğim zaman saat yirmi dördü geçiyordu. Sabah geç kalktım.
Hemen Ġlköğretim Müdürlüğüne giderek gereken iĢlemleri yaptırdım. Kaymakam‘ı
görüp tanıĢtıktan sonra Köye gitmek zamanı gelmiĢti. Buyurun dilerseniz birlikte
gidelim. Biga – Çan dolmuĢuna binince on beĢ, yirmi dakika sonra Ovacık Yol
Ayrımında inip sağa doğru tatlı bir eğimle kıvranarak köye çıkan yola saparsanız
en çok bir kilometre gidince köye yetiĢirsiniz. Köye yetiĢtiğinizde ilk
karĢılaĢtığınız yapı okuldur. Ben okula geldiğimde öğretmen dersteydi. Öğretmen
odasında oturup dersin bitmesini bekledim. Zil çaldı, az sonra büyük bir cıvıltıyla
çocuklar bahçeye koĢuĢtular. Öğretmen dersten çıkıp odaya geldi. GörüĢtük
tanıĢtık. Mehmet Bey Köy Enstitüsünü bitirmiĢ elinden iĢ gelen becerikli,
yetenekli bir öğretmen. Bu köyde sekiz on yıldır görev yapmaktaymıĢ. Asıl görev
süresi Yirmi yılı aĢmıĢ, ama o yine köyde çalıĢmakta sanki devlet kendisini burada
unutmuĢ gibi. Oysa o da babadır, kocadır, aile reisidir, birtakım yükümlülükleri
vardır. Belki de çocuk okutacak, kız gelin edecektir. Bütün bunları düĢünerek
gelmiĢ, Biga‘ya. Bir de ev yapıvermiĢ çoluk çocuğu ile rahat otursunlar diye. Ama
olmamıĢ, Evin kaba yapısı bitmiĢ, orada bırakmıĢ. ĠĢi sürdürüp bitirmek
istemiyormuĢ. O gün uzun, uzun konuĢtuk akĢam olunca ben Biga‘ya otele
döndüm. Birinci, ikinci, üçüncü sınıfları deneyimli olan kendisi aldı. Dördüncü,
beĢinci sınıfları da ben aldım.Bu benim öğretmenlikle ilk tanıĢmamdı. Yarın sabah
gerçek bir sınıfa küçük de olsalar gerçek öğrencilerle ilk tanıĢmam olacaktı. Çok
heyecanlı çok sevinçliydim. Artık kesin olarak bir öğretmendim. Bunu kendi
baĢıma da olsa kutlamam gerekirdi. Otele gittim kendime çeki düzen verdim.
Otelin altında bir kahve vardı. Orada bir çay içip akĢamın olmasını bekliyordum. O
gün o kahvede ilk kez gurbet elin ne olduğunu duydum, gariplik ne demektir onu
yaĢadım. AkĢam yaklaĢtıkça herkes birer ikiĢer kalkıp evine gitmeye baĢladı.
Biraz sonra kahvede benden, kahvecinin çırağından baĢka kimse kalmamıĢtı. Oysa
o gün benim en mutlu ya da en duygusal günümdü.Çevremde insanlar olmasını,
duygularımı onlarla paylaĢmayı öylesine istiyordum ki anlatamam. Ne yazık ki
çevrem de hiç kimse kalmamıĢtı. Koskoca kahvede bir ben bir de kahveci çırağı
[163]
kalmıĢtık. O bana bakıyor, ben ona, ikimizden de ses çıkmıyordu. Nasıl oldu
bilmem ―Baksana aslanım! Bana bir çay daha verir misin?‖ Dedim. Aslında çay
içmek aklımdan bile geçmiyordu. Garson çayı getirdi. Masaya koydu. Cebinden bir
çakmak çıkarıp çaktı ―Yakayım mı ağabey?‖ Dedi. O zaman aklıma geldi oturdum
oturalı ağzımda bir sigara durmaktadır. Garsonun yanan çakmağıyla sigaramı
yaktım.
Bir sigara da garsona verdim. Ben de onun sigarasını yaktım. ―Hadi
kendine de bir çay al gel de birlikte içelim.‖ Dedim. O garsonla o akĢam bir
saatten fazla konuĢtuk.Kahveye gece müĢterileri gelmeye baĢlayınca ben de
kalkıp dün akĢamki lokantaya gittim. Bir masaya oturup bir küçük kulüp rakısıyla
birkaç meze söyledim. Onları beklerken Ġki kiĢi gelip ―Biz de oturabilir miyiz?‖
Diye sordular. Ben zaten konuĢacak birilerini arıyordum. Allah iki kiĢi yolladı.
SevinmiĢtim.―Buyurun, buyurun.‖ Dedim. Oturdular. Garson geldi bir Ģeyler
söylediler.TanıĢtık birisi Biga Birlik Gazetesi sahibi Cahit Renda imiĢ, öbürü de
Ozan Bedri Gider. Ġkisi birlikte Gazeteyi çıkarıyorlarmıĢ. O akĢam baĢlayan
arkadaĢlığımız iki yıl boyunca sürdü. Önce Bedri Ġstanbul‘a gitti, Sonra askerlik
görevim bitti ben ayrıldım Cahit kaldı. Bedri Ġstanbul‘da ölmüĢ gazetelerde
okudum. Cahit‘ten haber alamadım
O akĢam geç saatlere değin oturup konuĢtuk içtik. Sonra üçümüz de
yatmaya gittik. Otele geldim. Yatar yatmaz uyumuĢum. Sabahleyin kalktım.
AĢağıdaki kahvede bir çay, bir simitle kahvaltı yapıp köye gitmek üzere dolmuĢa
bindim. Köye geldiğimde Mehmet öğretmen zili çalmıĢ çocukları toplamıĢ
dördüncü beĢinci sınıf çocukları ile bizim sınıfı hazırlıyordu. Çocukların ellerinde
süpürgeler kimisi tabanı süpürüyor, kimisi ellerinde ıslak bezlerle camları,
kapıları siliyor kimileri de getirdikleri kovalara elleri ile doldurdukları
süprüntüleri götürüp okulun dıĢına döküyorlardı. Bu iĢ öğleye değin sürmüĢtü.
Temizlik iĢi bitince çocukları öğlen yemeği için evlerine yolladık. Biz de öğretmen
odasında köyden getirttiğimiz bir Ģeylerle karnımızı doyurduk. Tek sınıflı köy
okullarında bir normal derslik bir de iĢlik vardı. Köy Enstitüsü çıkıĢlı öğretmenler
zamanında bu sınıflarda çok güzel çalıĢmalar yapılırmıĢ. Ama Ģimdi ―Kendi gitti adı
kaldı yadigar.‖ Yalnız adları kalan bu okullar, bizim eğitim, kültür, toplum
yaĢamımıza öylesine yerleĢmiĢler ki sekiz, on yıllık etkinliklerine karĢın elli üç
yıldır ne adları unutuldu ne de yararları. Hem de bugüne değin türlü çevrelerin
yalan yanlıĢ kötülemelerine karĢın. Atalarımız ne güzel demiĢler ―GüneĢ balçıkla
sıvanmaz.‖ Diye. Onlar ülkeyi karanlıktan kurtaracak, aydınlığa kavuĢturacak birer
güneĢti. Eğitimi ezbercilikten kurtaracak, üretkenliğe kavuĢturacak on altı GüneĢ.
Ne yazık ki kendi elimizle söndürdük. Ülkede karanlık köĢelerde gizlenmiĢ
yarasaların gözleri bu parlak güneĢlerden rahatsız olmuĢtu. ĠĢte o yarasalar
bugün birer vampir olarak ülkemin aydınlığına saldırıyorlar. Biz bir kez kandık,
Ģimd.i sıra bir daha kanacağımızı sananlarda ....Öğleden sonra çocuklar geldi. Bu
kez de dördüncü, beĢinci sınıfların sıralarını taĢıttık çocuklara. Öylesine bir
sevgiyle, coĢkuyla taĢıyorlardı ki ben bir köĢe de apıĢıp kaldım. Üç beĢ dakikada
[164]
sıralar taĢınmıĢ, eller yüzler yıkanıp temizlenmiĢ, sınıfta yerlerini almıĢlardı. Bana
yalnız sınıfa girip bu güzel çocuklarla tanıĢıp derse baĢlamak kalmıĢtı. Ben de öyle
yaptım.
Lojmanda iki oda
vardı.Birinde Mehmet Öğretmen
kendisi
kalıyordu..Ailesini Biga‘ya götürüp diğerini bana verdi. Böylece ben de otelden
ayrılıp köye yerleĢmiĢ oldum.Köyümüz çok güzeldi. Her Ģey vardı. Sebze, meyve,
et, tavuk, yumurta, yoğurt boldu. Köy tam bir koyuncu köyüydü. AĢağısından akan
KocabaĢ Çayı vadisine bakınca Boğaz içini anımsatıyordu. Köyü, çok sevmiĢtim.
AkĢam üzeri yaylımdan dönen koyun sürülerinin Melemeleri Eve gelince kuzları ile
buluĢurken oluĢturdukları koro, hala kulaklarımda dinmeye pastoral bir melodi
olarak sürmektedir. ĠĢte böyle bir Köye düĢmüĢtüm. Çok mutluydum. Köy
Muhtarlığım da sürdürüyordum. Biga ile bağlantım sürüyordu. Ġstediğim zaman
gidip gelebiliyordum . Canlı bir Öğretmenler Derneğimiz vardı. Dernek
Yönetiminde bana da görev verdiler. Ġkinci BaĢkan olmuĢtum. Dernekte ikinci
baĢkan olunca bir tiyatro gurubu oluĢturdum. Genç bayan öğretmenler
çekinmeden görev aldılar. Hem de çoğu köylerde öğretmenlik yapıyor olmalarına
karĢın. Bugün o öğretmenleri saygıyla, taktirle anımsıyorum Aralarından
bir
Muhterem öğretmeni, Bir Aysel öğretmeni adları ile anımsaya biliyorum. Adını
anımsayamadıklarımın da yalnız adların unutmuĢ olduğumu söyleyebilirim.
Kendilerini, anılarını asla unutmadım. Kendileri beni unutmuĢ olsalar da.Mehmet
öğretmen Biga merkez Ġlkokullarından birine gelmiĢ, köyden kurtulmuĢtu. O Ģehre
gidince lojman tümüyle bana kalmıĢtı. Okulun da Müdürü olmuĢtum. Kısa bir süre
sonra genç bir arkadaĢ geldi. Okulu yeni bitirmiĢ ilk atanması bizim okula
yapılmıĢtı. Mehmet Beyle ĠliĢkilerimiz kopmamıĢtı. Evinin elektrik tesisatını ben
yaptım. Geriye kalan bütün iĢleri kendisi yapmıĢtı. Bu iĢler Köy Enstitülüler için
sıradan iĢlerdendi. Daha ilk öğrenciliklerinde kendi okullarını kendileri
yapmıĢlardı. Köyde köylüye gereken iĢlerin tümünü öğrenmiĢlerdi. Kitaplardaki
bilgileri ezberleten değil yaptırarak öğreten, öğretirken üreten, ürettiren
öğretmenlerdi.Yıl sonu yaklaĢmıĢtı. Tatile girmeden önce bir gösteri düzenlemek
gerekiyordu. Ben de Nasreddin Hoca‘nın fıkralarından seçerek oluĢturduğum bir
oyun düzenledim. Dördüncü ve beĢinci sınıf öğrencilerine
görev verdim. Birkaç
hafta çalıĢarak onlara oynattım. Ġlçeden bir yığın konuk gelmiĢti. Güzel bir gece
oldu. O, öğretim yılını böylece kapattık. Yaz tatilinde bize bir hafta, on gün izin
verdiler. Ġzin süresi sonunda Edremit‘te Askeri eğitime alınacaktık. Ben de bu ara
süreyi Kilis‘te Annemin, babamın yanında geçirmek için Kilis‘e gittim. Bir haftayı
orada geçirdim. Biga‘da bir kızla evlenmeyi düĢünmüĢtüm. Aileme onu açtım.
Babamın, annemin izinlerini aldım. Askerlik dönüĢü, Ailesinden isteyecektim. Bir
haftalık süre çabuk geçti. Edremit‘e gidip 57.Er Eğitim Tugayına teslim oldum. Bir
aylık yanaĢık düzen, temel eğitimi bitirdik. Oradan Ezine‘ye Silah Ġhtisas
Taburuna götürüldük. Edremit‘le Ezine birbirine çok yakın olmasına karĢın
birbirine hiç bezemeyen iki kasaba. Edremit‘te ġehrin içinde bir park var ki bir
[165]
çok büyük ilimizde bile benzeri yoktur. Hele Akçay Plajı gibi bir plaja sahip olan
bir kent olması bile ülkemizin sayılı illerine fark atar. Ezine‘ye gelince: Aynı doğal
özellikleri taĢımasına, Ayni iklim, ayni bitki örtüsüne sahip olmasına karĢın
birbirine hiç benzemeyen iki kasaba. Biri varlık içerisinde yüzen, varsıllığın,
güzelliğin, yaĢamın tadını çıkaran Edremit, diğeri yoksulluk içinde kıvranan,
kendini toplumun dıĢına itmiĢ, bakımsız, düzensiz bir köy görünümündeki Ezine.
Biga çok güzel bir Kasaba idi. Ġçerisinden akan KocabaĢ Çayının kente ayrı bir
güzellik kazandırdığını da söylemem gerekir. Çay‘ın kenarına kurulmuĢ elektrik
santralı gece kentin aydınlatılmasını, gündüz de enerjisini sağlamaktadır. Bu
anlattıklarım tam kırk yıl öncesine iliĢkin anı, gözlem, izlenimlerdir. Bu nedenle bu
uzun süre içinde bir çok değiĢiklikler olması olasılığı doğaldır. AkĢam üzerleri
gençler, Gönen Yolu üzerinde yürüyüĢe çıkarlar. Delikanlılar, genç kızlar, yol boyu
konuĢarak, ĢakalaĢarak DolaĢırken yola bir baĢka canlılık gelir. Zaman, zaman ben
de bu kalabalığa katılır o canlılıktan pay almayı isterdim. Kimi zaman tek baĢıma
kimi zaman bir iki arkadaĢla yol boyu yürüyüĢe çıkardık.zamanımın çoğunu Bedri
Giderin gazetesinde. Cahit‘le, Bedri‘yle türlü konularda söyleĢerek geçirirdik.
Artık Biga‘yı, Bigalıları seviyordum. Bir gün Biga Lisesi resim öğretmeni Kevser
Hanım bizi yıl sonu sergisine çağırmıĢtı. Cahit, Bedri, ben birlikte gittik
Öğrencilerin çalıĢmalarını çok beğenmiĢtik. Ertesi gün Birlik Gazetesinde‗ Biga‘yı
Gördüm‘ diye bir yazı yazmıĢ, bu izlenimimi dile getirmiĢtim.
Biga Öğretmenler Derneği Tiyatrosunda
o yıl Moliere‘in Ali Bey
tarafından adapte edilen Ayyar Hamza adlı yapıtını oynayacaktık.18 Mart
Çanakkale Zaferinin Kazanıldığı gündür. Her yıl, bu yıl dönümü parlak törenlerle
kutlanır. O yıl da böyle olmuĢtu. Ġstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği de törene
katılmıĢ, Bir gün önceden gemiye binmiĢ geceyi gemide geçirmiĢler Gece
yarısından sonra kızın biri kaptana Saldırarak: ―Kaptan ! Kaptan ! Ben mahvoldum.
Beni bu oğlanla hemen evlendir. Denizde bu yetki sendedir.‖ Diye ağlayarak,
yalvararak çırpınıyor. Ertesi gün, bu olay basında duyurulunca Biga‘da Kahvede
oturanlar arasında Üniversite gençliğine ver yansın ediyorlar, Üniversiteli kızların
tümü orospu, erkeklerin de tümü komünist oluveriyorlar, Kimse ağzını açıp da bir
Ģey diyemiyor. Adamın biri karĢı görüĢte kimse olmadığını anlayınca daha da ileri
gidiyor sesini daha da yükselterek ver yansın ediyor, gençliğe üniversiteye,
devlete varıncaya değin herkesi, her kurumu
suçlamaya, kahvedekileri
kıĢkırtmaya çalıĢıyor. Bu durum benim kanıma dokunuyor. Ne de olsa ben de henüz
bir üniversiteliyim .Oturduğum yerden ―Yeter be adam, yeter ! Meydanı boĢ
buldun bağırıp duruyorsun. Her gün köylerimizde, kentlerimizde yüzlercesi olan
bir olayı bütün gençliğe, bütün üniversiteye mal ettiğin yeter! Bu kızın hiç mi suçu
yok. Ailesinin hiç mi suçu yok.‖ Diye bağırarak adamı susturmuĢtum. Kahveden
çıkıp köye gittim. Birkaç gün kente inemedim. Ġndiğimde kahveye uğradım bir çay
içecektim. Bir masaya oturup garsona çayı söyledim. Bu arada kahvede daha önce
karĢılaĢtığım ancak kendileri ile tanıĢıp konuĢma olanağı bulamadığım birkaç kiĢi
[166]
de gelip masama oturdular. Ġçlerinden biri ―Senin adamın baĢına neler geldi?
Biliyor
musun?
Hoca!‖Dediler.
Hiçbir
Ģey
anlamadan
yüzlerine
bakıyordum.―Unuttun mu ya hu ! Hani geçen gün Ģu senin kahvede ileri geri
konuĢuyor, diye azarlayıp susturduğun adam.‖ Dediler. ― Ha ! Ne olmuĢ‖? Diye
sordum. ―O gemide olay çıkaran kız, Adamın kendi kızı imiĢ‖. Adam mutlak benimle
görüĢmek istermiĢ. Tanıdık arkadaĢlarla kalkıp gittik. Zavallı adam çok periĢandı.
Bizi görünce büsbütün yıkıldı. Ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı ĢaĢırmıĢtık. Hele
ben büsbütün afallamıĢ alıklaĢmıĢ, salaklaĢmıĢtım. Nerdeyse kendimi suçlu
sayıyordum. Hiç birimizin konuĢmak için ağız açacak hali kalmamıĢtı. Sessizliği ev
sahibi bozdu :
―Ben, Dedi, Neye üzülüyorum ? Biliyor musunuz? Kızımın baĢına gelen olaya
değil, kahvede o kadar kiĢinin içinde öyle konuĢtuktan sonra bu olayın benim
baĢıma gelmesine üzülüyorum. Bir de –beni göstererek- senin orada kalkıp o
Ģekilde konuĢarak beni uyarmana karĢın, haklısınız kimseyi suçlamamak
gerekir.demediğime yanıyorum. Sen haklıymıĢsın arkadaĢ. Ben o gün coĢmuĢ
herkesi suçluyordum. Hata etmiĢim. Senden, üniversiteden, herkesten özür
diliyorum. Hepinizden beni bağıĢlamanızı istiyorum. Gelmeseydiniz bir daha
aranıza girmemeye karar vermiĢtim. Gelip beni görüp ziyaret etmeniz benim için
en büyük teselli olmuĢtur. Hepiniz sağ olun, var olun.Beni dıĢlamadınız, tekrar
aranıza aldınız, sağ olun, var olun.‖ Diyerek sözlerini bitirdi. Hepimiz apıĢıp
kalmıĢtık. Kimseye söz söyleme olanağı vermeden ―Hanım!‖ Diye bağırdı.
―Misafirlere kahve getirin ! Ne duruyorsunuz?‖ Dedi. Çok geçmeden kahveler
geldi. Kahveyi içer içmez ben hemen izin isteyerek kalkmak istedim. O akĢam
tiyatro çalıĢmamız vardı. ArkadaĢlar, beni beklerdi. Baktım birlikte geldiğimiz
arkadaĢlar da benimle kalktılar. Biz mi adamı teselliye gitmiĢtik. Adam mı bizi
teselli etmeye çağırmıĢtı? Hiç birimiz anlayamadık.
Sanırım Biga‘da ben de sevilmiĢtim. Biga Öğretmenler Derneği Ġkinci
BaĢkanlığına seçilmiĢtim. Dernekte bir tiyatro kurdum iki temsil verdik. Biri
Moliere‘ in Ayyar Hamza adlı yapıtı, diğeri Orhan Asena‘nın Hurrem Sultan adlı
yapıtı idi. Bu oyun Çan Seramik Fabrikası çalıĢanları ile Çanlılara da gösterildi.
Bölgede çok beğenilmiĢti. Bir çok yerden çağrı aldık yalnız oyuncularımızın tümü
öğretmen olduğundan görevlerinin aksamaması için gidemedik.
Köyde öğretmenliğim sürüyordu. Muhtarlığı da yürütüyordum. Dernek
yönetimindeki görevim, tiyatro çalıĢmalarım, derken iĢlerim içinden çıkılmaz bir
duruma gelmiĢti. Önce Ġlçe Kaymakamından rica ederek beni Muhtarlıktan
almasını yerime Köyden birini atamasını rica ettim. Sağ olsun ricamı yerine
getirdi. Benden bir aday istedi. Ben de Yörüklerin Hasan‘ı Önerdim. Böylece bir
yükten kurtulmuĢ oldum. Aslında köyün muhtara gereksinimi bile yoktu. Her sorun
köy kahvesinde kendi aralarında çözülüp karara bağlanıyordu. Muhtarlığım
süresince iki nikah kıydım. Her iki nikahta da birer kutu Ģekeri ben aldım.
Köyden de bir kaç ahbap edinmiĢtim Bunlardan biri Recep Ağa‘nın oğlu
[167]
Değirmenci Halil. Halil‘in değirmeni köyün bir kilometre altında KocabaĢ Çayı‘nın
kenarında Çok güzel bir yerdedir. Belli, önemli tatil günlerinde Bigalılar buraya
gelir piknik yaparlar. Hele Hıdrellez‘de bütün Biga buraya gelir. Mangallar yakılır.
Kuzular çevrilir, Burası görülmeye değer bir piknik yeridir. O gün bu eğlence
yerinde herkes alabildiğince özgürdür. Genç kızlar, genç erkekler
kendi
aralarında eğlenme, oynama, gezinme gibi davranıĢlarında tam anlamıyla özgürl
EVLĠLĠĞĠM:
Ağustos sonunda askerlik eğitimimiz bitti.
Bizi köylerimize yolladılar. Geri Biga‘ya geldik. Okullar açılmak üzere idi. Yeni
öğrencilerin yazılımları yapılacak, okul öğretime hazırlanacaktı.Hemen iĢe
baĢladım. Okulu gününde eğitime açtım. Ġki arkadaĢ baĢladık çocuklara
öğretmenlik yapmaya. Benim Biga‘daki iliĢkilerim sürüyordu. Yeni, yeni arkadaĢlar
gelmiĢlerdi. Onlar içinden tipi, KonuĢması, ses tonu jest, mimikleri ile ilgimi
çekenleri saptadım. O yıl Orhan Asena‘nın Hurrem Sultan adlı Tiyatro yapıtını
Oynamayı planlamıĢtım. Oradaki kiĢilerin karakterlerine uygun arkadaĢlar
arıyordum. Gönüllü istekliler arasından seçim yaparak rolleri dağıttım. Okuma,
ezber provalarını yapmıĢ, sahne hareketlerine baĢlamıĢtık Aralık ayının yirmi
dördünde evden bir mektup geldi. Babam ölmüĢtü. Mektubu aldığımda sınıfta
derste idim. O anda okudum. Dünyam yıkılmıĢtı. Sınıftan çıktım. Öğretmen
arkadaĢa durumu anlattım. Muhtarı çağırttım. Ondan yol parası olarak bir miktar
borç alarak hemen Biga‘ya indim. Milli Eğitim Memurluğuna uğrayıp bir izin
dilekçesi verdim. O gece otelde kaldım. Ertesi sabah Otobüsle Ankara‘ya, Oradan
aktarma ile Adana‘ya, Adana‘dan Gaziantep‘e oradan da Kilis‘e on sekiz yirmi
saatlik bir yolculuk sonunda yetiĢtim. Bizimkiler beni bekliyorlardı. Yol
yorgunluğuna karĢın o gece ne ben uyuya bildim. Ne kimseyi uyuttum. Ertesi gün
babamı ziyarete gittik. Ben Kilis‘ten askeri eğitim için dokuz haziranda
ayrılmıĢtım. Babam yirmi haziranda ölmüĢtü. Yani benim duyuĢumdan altı ay önce.
Yapılacak hiçbir Ģey kalmamıĢtı. BeĢ on gün kalıp dönerim diyordum. Hükumet
Doktorluğundan bir haftalık rapor aldım. 1962 nin ocak ayının baĢında idik. Annem
ve halam bana uygun bir kız bulduklarını, beni de bu iĢ için çağırdıklarını, belki
gelmem diye de babamın ölümünü bildirdiklerini, bu geliĢimde bu iĢi bitirip
gitmemi söyleyerek Beni ikna etmeye, evet demeye zorluyorlardı. Evlenmeyi
aslında ben de istiyordum. Ama Ģu anda sırası değildi. Vazgeçmeye niyetleri
yoktu. Isrardan kurtulabilmem için topu kızın ailesine atmak istedim. Bizimkilere
―Haber verin Yarın akĢam gidip Hocanın bir kahvesini içelim.‖ Dedim. Önce ―olmaz
biz gider konuĢuruz. Uygun görürlerse sonra da seninle gideriz.‖ Dediler. ġimdi
diretmek sırası bana gelmiĢti. Kabul ettiler. Haber etmiĢler. Hoca gelsinler
demiĢ. Kalktık gittik. Gitmeden önce bana orada neler söylemem gerektiğini, nasıl
davranacağımı, nasıl oturup, kalkacağımı, öğretmeye baĢladılar. Ben de ―Siz sakın
hiçbir söze karıĢmayın, Hocayla ben konuĢurum.Canım nasıl isterse öyle
[168]
davranırım. Eğer sözümü dinlemez bir densizlik ederseniz oradan kalkar çıkar
gelirim. Böylece de baĢlamadığınız iĢi daha baĢlangıçta bozarım.‖ Deyince ĢaĢırdı
kaldılar.Uzatmayalım, kalkıp gittik. Bizi çok iyi karĢıladılar.Sayın Hocamla gece
geç vakte kadar konuĢtuk. Niye geldiğimizi, neler yapmak istediğimizi anlattım.
Beni dikkatle dinleyen Hoca sonuçta Efendim Allah kısmet etmiĢse biz ne diyelim,
Yarından itibaren kadınlar gelsin iĢin gereğini yapsınlar.‖ Deyince ĠĢ bitmiĢ oldu.
Hayırlı olması dileği ile o akĢam ayrılıp eve geldik. ĠĢte böylece baĢlattığımız iĢ
kısmetmiĢ oldu. Çok da güzel oldu.
GÜLER GÜNAL:
Öğretmen Mahmut Günalın ortanca kızıdır. Büyük kardeĢi, Aysel, küçüğü
Yükseldir. Annesi, Andibent oğlu Abdi Ağanın torunudur. Babası Mehmet Ağa,
kendi babası Abdi Ağa‘dan birkaç gün önce öldüğünden dolayı, Mecelleye göre
yetim kalan çocukları dede mirasından yoksun kalmıĢlardır. Üçüncü çocuk
Memduha Hanım, Öğretmen Mahmut Günal ile evlenerek üç kız çocuğu
doğuruyor.Aysel, Güler,Yüksel. Güler, benim eĢimdir.
Mahmut Günal:
Kilis‘in Kudamacı oğlu diye bilinen ailesinden Helvacı Ömer
Ağanın
oğludur.Adana Erkek Muallim Mektebini ( Adana Erkek öğretmen okulu )
bitirerek ilkokul öğretmenliğine atanır. Zamanla ilkokul Müdürlüğü, Maarif
Memurluğu ( Milli Eğitim Memurluğu görevlerinde bulunur. Kırk yıldan çok
hizmetten sonra(yaĢ haqddinden) emekli olur. 1963 yılı Ģubat ayının onbirinci günü
eĢi Memduha Hanım ölünce Üçüncü kızı. Yüksel de evlenip giderken kızları
kendisini Müfide Hanımla evlendirirler. YaĢadığı sürece çevresinden saygı
görmüĢ, benzeri çok az olan insanlardan birisidir.Kendisi de yaĢa, baĢa, bakmadan
Görev, iĢ farkı gözetmeksizin herkese karĢı saygılı bir insandı. Bu davranıĢı
çevrenin de kendisine ayni biçim de davranmasına neden olmuĢtur. OtuzbeĢ
yılımız birlikte geçti. Bir kez olsun ağzından bir kiĢi için küçümser, kötüler,
nitelikte bir söz duymadım. Bir gün eĢimle üç çocuğum kendilerinde yatarken
KomĢunun yanlıĢ bir iĢlemiyle odanın arka duvarı çökmüĢ, eĢimle çocuklar ölüm
korkusu yaĢamıĢlardı.Olaya neden olan Galip Kınoğlu o zaman Yargıtay Üyesidir.)
Ogün akĢam üzeri Kilis Öğretmenler Lokali Bahçesinde OturmuĢ konuĢuyorlar.
Galip Bey:
Duvar çürükmüĢ yıkıldı.
Diyerek ĠĢi önemsemediğini duvarın Çökmesine kendisinin etkisi olmadığını
söyleyip iĢin içinden çıktı. Oysa rahmetli olaya çok üzülmüĢtü. Kınoğlu ailesi
arkadan önlem almadan destek duvarı çekince duvar yıkılmıĢtı. Sırf tartıĢmamak
için sırf kendisinden yaĢlı olan Galip Beye karĢı bir saygısızlık olmasın, onu üzecek
bir durum olmasın diye olayın üstüne gitmedi..Onlar da bu iĢe gayet piĢkinlikle
bakarak uyutup unutturdular. OtuzbeĢ yıl içinde bir kez olsun bana ―Halil‖ diye
[169]
seslendiğini anımsamıyorum. Hep ―Bay Halil‖ dim Onun için. Nur içinde yatsın.
Gerçekten çok iyi bir insandı.
Bizimkiler,ertesigün,yakın akraba,deneyimli komĢulardan bir kaçını alarak
oraya gittiler.Onlardan da teyzeler,dayı ve amca çevreleri toplanmıĢ yapılacak
iĢleri planlamıĢlar.Yapılan bu plan gereği yirmi iki Ģubatta niĢan, nikah olacak
1martta da düğün olacak.Ġki taraf Bu program gereği hızlı bir çalıĢmayla iĢe
koyuldu.Sonunda eksiği, olmamıĢı hep bir tarafa koyarak iĢi bitirdik.22.021962
günü Kuyumcu Salih‘lerin evinde nikah yaparak yüzükleri taktık.Böylece hem
niĢanlanmıĢ olduk, hem nikahımız kıyılmıĢ oldu.
GÜLERGÜNAL‘la HALĠLĠBAN‘ın
NĠKAHLARI KIYILDI.
Ben Biga‘da Yedek Subay Öğretmenken 22,Ģubat.1962 günü nikahlanarak,
1,mart,1962 günü evlendik.
Bu konuda daha önce az da olsa bir Ģeyler söylemiĢtim. Daha önceden
birbirimizi ne görmüĢ ne konuĢmuĢ ne de tanıĢmıĢtık. Kendisini istemeye
gittiğimiz gece görüp tanıdım. Kısaca onunla bir aĢk evliliği yapmadık. Kilis gibi bir
çevrede buna olanak da yoktu. Belki bunu yapabilen birkaç kiĢi olmuĢtur. Ama
bunu ben yapamazdım. Daha önce de söylemiĢtim. Ġlkokulda baĢlayıp uzun bir
ortaokul yaĢamımca süren deli gibi sevdiğim kıza da bunu açamamıĢ,
söyleyememiĢtim. Oysa onunla her gün okulda, sınıfta birlikteydik. Kaldı ki
Güler‘le ayrı dünyaların insanlarıydık. Nikahlandıktan sonra bile düğüne değin
geçen süre içinde görüĢmemize izin verilmedi. Engel onun ailesinden çok
bizimkilerden geliyordu. Bu biçimde baĢlayan birlikteliğimiz çok Ģükür kırk yılı
[170]
doldurdu. Bu süre içinde bir gün olsun kavgasız, tartıĢmasız günümüz geçmedi. Bu
süre içinde bir gün değil bir saat küskünlüğümüz olmadı. Sorunlarını içine atarak
gizleyen, o küçücük sorunları kendi içinde büyüten sonra bir dinamit gibi
patlamasına neden olan insanlardan olmadık. Kıvılcımlarımızı anında eĢeleyip
deĢeleyerek söndürmesini bildik. Onu külleyip gömerek büyültüp güçlendirmek
yerine daha çok açığa çıkararak yok olmasını sağladık. Birbirimize
karĢı
söyleyeceğimiz her Ģeyi açık, söyledik. Açık, açık söyleyeceklerimizi söyleyip
artık bir Ģey kalmayınca ―Daha baĢka bir diyeceğin var mı?‖Diye sorar kavgayı da
tartıĢmayı bitiririz. Kavga bitince küskünlük de olmazdı Güler, 6 temmuz 1935
günü doğmuĢ(Bu nüfus cüzdanda yazılı olan, sonradan babasının notları arasında
Gülerin doğumu olarak 25 mart 1935 tarihini de buldum. Hangisi doğrudur(!).
Ġlkokulu bitirince AkĢam Kız Sanat Okuluna gitmiĢ. Orada nakıĢ dikiĢ öğrenmiĢ.
Evlenip Biga‘ya gidince orada haziran sonuna değin sanki balayımızı yaĢadık. O
hastalanıp ameliyat olunca, hastahaneden çıktıktan sonra köyde yatarken, sonra,
Ġstanbul‘da gezerken nedenli mutluyduk. Aslında biz her zaman mutluyduk. Halen
de mutluyuz.Evliliğimizden dört kızımız oldu. Ġlk kızımızın doğumunu beklerken
Ben henüz öğretmenliğe atanmamıĢtım. Kilis Lisesinde ücretle öğretmenlik
yapıyordum. Doğacak çocuğumuz için ad seçerken bir kız adı bir de erkek adı
belirlemiĢtik. 11 Ģubat1963 günü kaynanam ölünce doğum çok yaklaĢmıĢtı. Bizde
de ad tartıĢması aileler arası boyutlar kazandı. Çocuğa kız olursa, anne annesinin
adı, erkek olursa, Mahmut adı öneriliyor. Öneriden de öte açıkça baskı
yapılıyordu. Kendilerine açıkça çocuğa ad vermek yalnız anneyle babanın hakkıdır.
Sizler bu hakkınızı bizlerde kullandınız, bırakın biz de kendi çocuğumuza
istediğimiz adı verelim. Kim dinler. Daha doğmadan cinsi de adı da belirlenmiĢti.
EĢimin karnında Mahmut yatıyordu. Bizimkilere göre de Mehmet. Aile içinde bu
konu konuĢulurken ben Ahmedi Mahmudi Muhammet diye Ģaka ederdim. Gülerin
ailesi erkek çocuğu olmadığı için Mahmut, bizimkiler de Mehmet diyor. Yalnız
annem Mahmut diyenlerden yana böylece. TartıĢmalar sürüp gidiyor. Gülerle ben
tartıĢmalara katılmıyoruz. Yalnız izlemekle yetiniyoruz Sonunda 27 Ģubat 1963
günü sabah 08-08,30 arası kızımız dünyaya geldi. Erkek adı kendiliğinden
gündemden düĢtü. Kızın adı için tartıĢmalar görüĢmeler baĢladı. Sonunda
Memduha adında anlaĢıldı. Onlar da biz de rahatladık. Kızın adı Memduha olacaktı.
Bir de Gülerle benim belirlediğimiz ad vardı. Gülerden ‗Gül‘ ü , Halilden de
‗hal‘(ben)i alarak birleĢtirip Gülhal (Gülben) adını bulmuĢtuk. Memduha‘yı da aile
baskısı ile ekleyince kızımızın adı oldu: Memduha Gülhal. Bugün Çukurova
Üniversitesi Tıp Fakültesinde Anatomi Bölümünde profesör olarak görev
yapmaktadır .Hacettepe Üniversitesini bitirdiği yıl KırĢehir‘den Nimetullah
Bozkır‘ın oğlu Doktor Dursun Murat Bozkırla evlendiler. Bu evlilikten Ozan
adında bir oğlanları, Öykü adında da bir kızları var. Ġkinci kızımız 03,05,1996 da
saat 21 sırasında dünyaya geldi. Onun da ad koyması cümbüĢlü oldu. Biz daha bir
ad belirlememiĢtik. EĢimin dayısı Abdi bir gün bize gelmiĢti. Çocuğa ne ad
[171]
koyacağımızı sordu. Daha bir ad belirlemediğimizi söyledik. ―Öyleyse ben size bir
ad söyleyeyim.‖Dedi.‖Benim Isparta ĠĢ Bankası ġubesinde ÇalıĢan bir arkadaĢım
var.Henüz kendisini hiç görmedim. Ama telefonda sesini çok severim. Bu hanımın
adını verir misiniz? Adı Sevtap‘tır‖. Annem hemen ―Olur‘‖u bastı.Abdinin çocuğu
yoktu. Bu yüzden dileği yerine gelmeliydi. Bir de Annemin görümcesi, benim
halam vardı. Annem onu çok sever hem de çekinirdi. Onun da adı yerde
kalmamalıydı. O zavallının da gönlü alınmalıydı. Çocuğu nüfusa yazdırmaya
giderken Abdi‘nin ÇalıĢtığı ĠĢ Bankasının önünden geçiyordum. Onunla karĢılaĢtık.
Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de çocuğu Nüfusa yazdırmaya gidiyor olduğumu
söyledim. ―Sevtap‘ı mı?‖ Diye sordu. Ben de baĢka bir ad buldum, o daha güzel
gücenme‖ dedim. Oysa Ģaka yapmıĢtım. Gücendi, içeri girdi. DönüĢte bu kez
özellikle uğradım. Nüfus cüzdanını önüne attım. Ġstemeyerek aldı, açtı, baktı.
Sevtap adını görünce çok sevindi..AkĢam ġehir kulübünde rakısını içtik. Böylece
kızın adı da Maksude Sevtap oldu. Büyüdü okudu. Ankara Fen Fakültesi Fizik
Bölümünü bitirdi. Fizik öğretmeni oldu. Kastamonu Araç‘tan Salih Oğuz Çapçı ile
evlendi. Birikız,diğeri erkek iki çocukları olur. Kız, Ġpek Cansın,oğlan ,Can
Kuzey.Aradan bir yıl geçmiĢti. Ben Kilis‘ten ayrılmıĢ Boğazlıyan Lisesi
Müdürlüğüne gitmiĢtim. Güler Gebeydi. Doğum yakındı O yüzden Onları Kilis‘te
bırakmıĢtım. Kilis‘ten bir mektup geldi. bir kızımızın daha olduğu yazılıyordu. Kızı
üçlemiĢtik. Ben erkek, kız ayrımı yapmıyordum. Ama eĢim çok üzülüyordu. Doğum
20,06,1967günü olmuĢtu. Yaz dönemi sınavları bitince temmuz baĢında hem yeni
gelen çocuğu görmek hem de eĢimi çocuklarımı getirmek için Kilis‘e gittim. Bir
süre Gülerin sağlığının düzelmesini bekledik. Ağustosta EĢyayı yükleyip annemi,
halamı, Ayteni de alarak hep birlikte Boğazlıyan‘a geldik. Bu kızın adını da aile
içinde tartıĢarak koyduk. Kaynanamın adı konur, halamın adı konur da annemin adı
konmaz mı? El alem ne der sonra ayıp değil mi? Kınamaları, uyarıları içinde üçüncü
kıza da Sıdika adını koymak zorunda kaldık.Yanına bir IĢıt ekleyerek Sıdika IĢıt
yazdırmama kimse karĢı çıkamadı. Böylece Kızın adı
Sıdika IĢıt oldu, IĢıt da
Gazi Üniversitesi Ġdari ve Mali iĢler Fakültesini bitirerek Vakıflar Bankasına
girdi.Ģu anda Vakıf Bank Maltepe Ģubesinde ġef olarak Görev yapmaktadır. Cem
Erkmanla evlidir. Güven Ege adında bir oğulları, Ece Zeynep adında bir de kızları
vardır.
Bir de Esramız vardır. Güler‘le anlaĢarak Koyduğumuz tek ad Esra‘dır. Esra
doğduğunda Malatya daydık. Turan Emeksiz lisesi Müdürü idim. 25,02,1971 günü
Esra Malatya Doğum Evinde doğdu. Güler hastahaneden çıkıp eve gelince
kendisiyle oturup konuĢtuk. Bu çocuğa ne ad vereceğimizi kararlaĢtıralım dedik.
Güler hemen ―Bu da Esra olsun.‖ dedi. Ġlk çocuğumuz beklenirken, bir gün Kilis
Öğretmenler Derneği Lokalinde kayınbabamla oturuyorduk. Yanımıza kendisinin
arkadaĢı Hicaz Kuloğlu gelmiĢti. Söz açıldı. Bir kızımız olduğunu adı üzerinde
anlaĢamadığımızı söyledik.O hemen bize Esra adını önerdi. Bakalım diyerek
geçiĢtirdik. Bu olaydan sonra her yaz Kilis‘e geldiğinde ―Esra nasıl büyüyor
[172]
mu?‖diye sorardı. Hicaz Beyin Esra‘sı verilmeden ben kız doğurmaktan
kurtulamayacağım. Ben Esra diyorum. Bunun adı da Esra olacak diye kestirip attı.
Ben de ona bir Devrim ekledim. Dördüncü kızın da adı Esra Devrim oldu. Esra
Liseden sonra okumak istemedi. Bir iĢe girip çalıĢmaya baĢladı. bir ĠnĢaat Ģirketi
olan Tinsa ġirketinde Sekreter olarak çalıĢmak Böylece iĢi bitirdik, dört çocuk
doğurduk ne eĢimin çok istediği oğlanı bulabildik. Ne de dirilteceğimiz ölü
kalmıĢtı. Biz de bu iĢten vazgeçerek doğumu kestik. Doğduklarında nasıl
üzülmeyip sevindiysem Ģimdi de dördünü de çok seviyorum. Hele torunlarımızı
kızlarımız gücenmesin kendilerinden de çok seviyoruz.Esra Hollandalı biriyle
tanıĢıp evlendi.Bir oğlu oldu Kaya.
01.03.1962 günü de evlendik.BeĢ gün daha Kilis‘te kaldıkAltıncı gün Kilis‘ten
ayrılarak Biga‘ya hareket ettik. Böylece iki aydan daha çok kalacağımız köye
gelik.Güler, kendini köylüye çok sevdirmiĢti. Daha önce kapının önünden geçmeyen
genç kızlar, genç hanımlar Ģimdi evden çıkmıyorlardı. Evimize kalabalığın neĢesi
gelmiĢti. Bu hava bu neĢe Gülere yaramadı. Bir gün korkunç bir sancıyla
kıvranmaya baĢladı. Bir delikanlı Bisikletle Biga‘ya gidip bir minibüs getirdi.
Onunla hastahaneye gittik.Doktor:
[173]
―Yarın ameliyat gerekir, eĢinizin apandisiti patlamak üzere.‖ Dedi. O akĢam otelde
kaldık. Ertesi sabah hastahaneye yatırdılar. O gün ameliyat oldu. Ameliyat anında
apandisit patlamıĢ,
bu yüzden ameliyat iki buçuk saat sürdü. Yirmi gün
hastahanede yattı. Hastahaneden çıkarıp köye getirdik. Her gün yaranın
pansuman edilmesi, hastanın beslenmesine, dinlenmesine, temizliğine özen
gösterilmesi gerekiyordu. Bu konularda köylünün çok büyük yardımlarını gördüm.
Hele genç hanımlar, genç kızlar bizi hiç yalnız bırakmadılar. Her kes ellerinden
gelen yardımı yapmakta birbirleri ile yarıĢa girmiĢlerdi. Pansuman, benim iĢimdi.
Yemeklerimizi de ben yapıyordum. Geriye kalan bulaĢık, temizlik her gün
sabahleyin gelip akĢama değin eĢimi yalnız bırakmayan, genç hanımlar, genç kızlar
yapıyorlardı. Onların yardımları ile bir sıkıntımız olmadı. Bu arada Kurban Bayramı
gelmiĢti. Yani biz evleneli 73-75 gün olmuĢtu. Evliliğimizin ilk Kurban Bayramında
bir köyde yapayalnızdık. Ġkimizi de bir hüzün kaplamıĢtı. Öğleye doğru kapı
çalındı. Bir gurup öğrenci kapının önünde duruyordu. Kapıyı açıp onları içeri aldım.
Ellerinde birer bakraç, birer beze sarılı paket, bazılarının ellerinde de ayrıca
birer parça kurban eti vardı. Ben çocukları içeri alıp onlara Ģeker tutarken Güler
de kalkmıĢ yanımıza gelmiĢti. Bu etler, bu bez çıkınlar, bu bakraçlar bize
gelmiĢmiĢ. Bakraçlarda gelen yoğurtmuĢ, bezlerde sarılı olarak gelen de taze
yapılmıĢ peynirmiĢ. Bu ziyaret bütün öğrenciler bitinceye değin sürdü. AkĢam da
anne babalar geldiler, onlar da boĢ değillerdi. Yine peynir, et getirmiĢlerdi. O
kadar çok etimiz, yoğurdumuz, peynirimiz olmuĢtu ki ne yapacağımızı ĢaĢırmıĢtık.
AkĢam gelen köylü kadınlarla konuĢarak bu konuda yardımcı olmalarını istedik.
Ertesi gün gelen köylü kadınları bu iĢi çözümlediler. Güler, peyniri doğrayıp
tuzlayarak salamura yapmıĢ, Yoğurdu bir torbaya koydurup okul bahçesindeki
meĢe ağacına astırmıĢ. Eti de doğratarak kavurmaya baĢlatmıĢtı. Böylece Ġki
teneke kavurma, iki ya da üç teneke peynir, bir hayli de yoğurdumuz olmuĢtu.
Bayramın birinci günü akĢamüzeri okulun bitiĢiğindeki meĢe koruluğunda Toprağı
kazarak bir çukur ocak yapmıĢtım.O çukurlukta ateĢ yakarak ince meĢe
dallarından yaptığım ĢiĢlerle kebap yapmıĢtım. Dört gün süreyle bu iĢi yineledik.
Ġlk günü sabahleyin ikimizi de saran yalnızlık havası ikimizde de kalmamıĢ,
köylüyle iç içe kaynaĢmıĢtık. Bir haftayı köyde ziyaretle geçirdik Köy ilkokulları
Yaz tatiline girmiĢlerdi. Bizim de Askerlik görevimiz bitmiĢ, teğmen olarak
salıverilmiĢtik. EĢimin yarası henüz kapanmamıĢtı. Bu nedenle Köyde bir süre
daha kalmak zorundaydık. OnbeĢ, yirmi gün sonra Ġstanbul‘a gittik. On, onbeĢ
gün orada kalıp Gülerin yarasını Doktorlara gösterip Kilis‘e gittik. 1962 nin Kasım
ayına değin izinli sayılıyorduk. Gerçek terhisimiz o gün olacaktı. 1 Kasım 1962
günü geçerli olmak üzere Yedek Subaylıkla birlikte öğretmenlik görevimiz de
bitmiĢ oldu. Biz köyden mayıs sonunda ayrılıp Ġstanbul‘a gitmiĢtik. EĢimin yarası
daha kapanmamıĢtı. AraĢtırmalarımı
bitirip henüz yazamadığım tezimi
tamamlayıp geri Ġstanbul‘a döndüm.Tezimi Hocalarıma imza ettirip Fakülteye
teslim ettim. Son olarak Tez savunmasına girip kazandım. Sınavdan çıkınca doğru
[174]
Fakülte Postahanesine gidip eve bir telgraf çekerek durumu evdekilere bildirdim.
Böylece hem askerlik görevi hem fakülte bitmiĢ oldu. 1956 ekiminde baĢlayan
Üniversite. 1962 Kasımında bitmiĢ oldu. Bu altı yıllık sürenin iki yılı askerde bir
yılı kadarı da hastahanede geçerek geriye kalan üç ya da üç buçuk yıl da
üniversite öğrenimine kalmıĢ oluyor.
Burada birkaç satırla bizim 53,Dönem Yedek Subay adaylarından
da söz etmem gerek. En az okuyanımız Lise, Meslek okulları mezunu olan yarısı
üniversite, yüksek okul mezunu ya da son sınıfta tek dersten beklemeye kalmıĢ
olanlardan oluĢan bir topluluk. Tümü ülkemizde aydın sınıfında sayılan insanlar.
Tek, tek ele alındıklarında hepsi saygın kendi alanlarında bilgili olmalarına karĢın
oluĢturdukları kalabalıkta yaptıkları ile metelik etmeyen insan oluyorlar.Ben
Edremit, Ezine gurubunun neler yaptıklarını gördüm. Utanç duydum. Sonra diğer
illerdeki olayları duyup dinledikçe kendimden utanç duymaya baĢladım. Zamanla
aramızdan böyle uzmanlar, yetiĢkin kiĢiler çıktı ki bir çoğu övünç, kıvanç
kaynağımız oldular. Burada birkaç satırla değindiğim askerlikle ilgili anılarıma
bakıp da sanmayın ki askerlik anılarımı anlatıp sizleri sıkacağım. Biliyorum her
insanın askerlikte geçen yaĢamının o kısa süresinde öyle bitmez anıları vardır ki
anlatmakla bitip tükenmez. YaĢadığı sürece belki yüz kere belki bin kere
anlatmıĢtır. Yine de yeri gelip de ―Ben askerde iken.‖ Diye baĢlayıp saatlerce
anlatır. Ben onu yapmaya kalkıĢmayacağım. Bu kadarla bitireceğim.
KARDEġLERĠM
AYġE AYTEN - AKĠF AYDINDaha önce de söylemiĢtim. Biz üç
kardeĢ Ġban Hoca‘nın Ġkinci evliliğinin ürünleriyiz. Babam annemle evlenirken elli
yaĢlarındaymıĢ. Ben doğduğumda ise elli iki yaĢlarında olması gerekir. Böyle olunca
bizim evde en az otuz yıldır doğum olmamıĢ demektir. Bu yüzden dede, nine bir
çocuk olmasını dört gözle beklemektedir. Her anne, baba gibi AyĢe Nine ile Halil
dede de oğullarının mürüvvetini görmek isterler. Annemin gebeliği belli olunca
dualar, adaklar baĢlar. Gerçi kızları Hediye Hala daha önce iki oğlan çocuğu
doğurmuĢtur. Ama bebek yaĢındayken Adil ve Fadıl adlarındaki bu çocuklar
ölmüĢlerdir.YaĢasaydılar bile bunlar Mürüvvet sayılmazlardı ki. Çünkü onlar kız
çocuğun çocuklarıydı. Asıl mürüvvet oğlan çocuğunun çocuklarıdır. Daha anne
rahminde iken ben bu mürüvvetliğe adaydım. Bu nedenle de büyük umutlarla
bekleniyordum. Sonunda bir veliaht gibi dünyaya gelmiĢim .Ayten ile Aydın Benim
öz kardeĢlerimdir. Üçümüz de birbirimizi çok severiz. Bu güne değin aramızda
gönül kırıcı, küsücü hiçbir olay olmamıĢtır. Yalnız hiç tartıĢmadık, dövüĢmedik
demek değil. Bizim de günlük yaĢantımızda kavgamız, dövüĢmemiz az olmaz. Yalnız
bunların sonunda kesinlikle birbirimizle Küstüğümüz olmamıĢtır. Bir gün evde
annemle bir konuda anlaĢamıyorum. Annem Ayten‘ e ―Kızım, git Ģu babanı çağır
gel de oğlunun hakkından gelsin! ‖ Dedi. Babamın gelmesi demek benim aklı
baĢında bir dayak yemem anlamına geliyordu. O yüzden de babamın bu iĢe
karıĢmasını istemiyordum.. ―Sakın babamı çağırmaya gitme seni, öldürürüm..‖
[175]
Dedim. Ama o anda bulunduğu yaĢın verdiği Ģımarıklıkla gitmeğe kalkınca (O
günkü yaĢı beĢ ya da altı sanıyorum. ) Elimde bir makpara ( dolma oyacağı) vardı.
Onu arkasından yere doğru fırlattım. Amacım onu korkutup gitmesini önlemekti.
Avlunun tabanında gömülü taĢa çarpan dolma oyacağı birden yükselerek kaĢına
çarptı. KaĢı yarıldı Bu yaranın izi bugün bile belli olur.Ayten babamı çağırmaya
gidememiĢti. Ama biraz sonra gelen Ġban Hoca gerekeni yapmıĢtı.
Böylece evin içinde kendi kendimizle hırlaĢır, dövüĢür, ancak
kesinlikle küsmeden geçinip gideriz. Bu gün bile bu hırlaĢmalar, tartıĢmalar eksik
olmaz aramızda. Ben iki günlüğüne Kilis‘e gitsem ya da onlar iki günlüğüne bize
gelseler Yine ayni biçimde tartıĢırız. Ama Allah‘a çok Ģükür, bir gün, bir saniye
küsmüĢ değiliz. TartıĢmalarımız hiçbir zaman bir çıkar çatıĢmasından
kaynaklanmamıĢtır. Daima
O andaki konunun en yararlı sonuca varmasını
sağlamaya yönelik olur. Bu hava biraz da biz Ġban‘ların genetik özelliğimizden
kaynaklansa gerekir. Kimi ailelerde olduğu gibi ―Aman kimse duymasın. Sessiz
olun. Bu söz, ya da bu iĢ gizli kalsın.‖ Deyip konuyu fısıltılara boğmak bizde
yoktur. Bizim hayatımızda ―Aman akraba, aman komĢu duymasın denecek bir
olay‖ Çok Ģükür yer almamıĢtır. Tüm yaĢantımız, tüm varlığımız, tüm iĢimiz
herkese açıktır. Bu güne değin gerek benim gerek kardeĢlerimin gerek ailemin
Kimseden gizlediğimiz, daha doğrusu gizleme zorunluluğunu duyduğumuz bir
ayıbımız olmamıĢtır. Kimseye bir kötülüğümüz dokunmamıĢtır.
AYġE AYTEN
On Aralık, Bin dokuzyüz otuzdokuz tarihinde doğdu.
Doğduğunda babamın gözleri görmüyordu. Ancak iki yıl sonra onu görebildi. O da
benim gibi önce hocaya sonra okula gitti. Her ikisinde de çok baĢarılı oldu.
Kemaliye Ġlkokulunu bitirince Kilis Ortaokuluna gitti. Ġlk Öğretmen Okulu parasız
yatılı sınavını kazandı. KahramanmaraĢ Ġlk Öğretmen Okuluna girdi. Okul o yıl
öğretime açılmıĢtı. Bu nedenle okulunun hem ilk öğrencilerinden hem de ilk
mezunlarından biri oldu. Okulu bitirince Kilis Tibil (Sonradan Öncüpınar) Köyü
Ġlkokulu Öğretmenliğine atandı. Sonra Kilis Merkez Cumhuriyet Ġlkokuluna geldi.
Emekli oluncaya değin bu okulda çalıĢtı. Emekli olduktan sonra yeniden göreve
dönerek Kilis Kız YetiĢtirme Yurdu Müdürlüğüne atandı. Bir süre sonra müdürlük
görevinden ayrılarak ayni Kurumda Öğretmenlik yapmaya baĢladı. Bu görevini
ikibin beĢ yılı temmuz ayında emekli olarak bitirdi Babamın
Abdülmecit
Amcasının oğlu, Abdullah‘ın küçük oğlu, Abdülmecit Ġbanoğlu ile evlidir. Bu
evlilikten Vildan Ġffet, Abdullah Hakan, Mehmet Tamer, Ġbrahim Halil adlı dört
çocukları olur.Hakan, Vildan Tamer evlidir diğer oğlan Bekardır. Hakanla Vildan
Kilis‘te oturmaktalar. Hakan, Karamandan YeĢim‘le evlidir. Yiğit Mecit adlı bir de
oğlanları vardır. Yavuzlu Köyünde (TelhabeĢ) Öğretmenlik yapmaktadır. Tamer,
Ġstanbul‘da öğretmenlik yapmaktadır.Ordu‘lu Sevgi ile evlidir. Vildan Kilisli Ġhsan
Aray‘la evlidir.Mehmet Mert adında bir oğlanları vardır Kocası ile birlikte Kilis
[176]
Valiliğinde çalıĢmaktalar. Halil, Hacettepe Üniversitesi Ġngilizce Mütercim
Tercümanlık bölümünden mezun oldu. Ankara‘da özel bir Ģirkette çevirmen olarak
çalıĢmaktadır.
AKĠF AYDIN‘LA KĠFAYET
YERLĠOĞLU EVLENĠRLER.
Erkek kardeĢim Aydın‘a gelince, 24 mart 1941 tarihinde doğdu. Onun
da adını koyarken babam annesinden izin alarak Mehmet Akif koydu. Fakat annesi
sağlığında baĢka bir adla çağrılmasını istedi. Aradan onlarca yıl geçmesine karĢın
Akif Adının söylenmesine dayanamıyordu. Babam da buna bir Aydın ekledi.
Böylece hep Aydını kullana, kullana Nerdeyse Mehmet Akif‘i Unutuverdik.
Çocukluğundan beri uysal, sakin, sessiz, sedasız bir yaratılıĢa sahiptir. Evin küçük
çocuğu olma özelliğini yitirmemiĢtir. Kendi evinde eĢine , çocuklarına karĢı
babalığının gereğini nasıl baĢarı ile yapabilmiĢse , Bizlere karĢı da küçük
kardeĢliğini tam olarak kullanabilmiĢtir. Kimileri onu bizim ezerek bu duruma
getirdiğimizi söylemekte ise de aslında bu onun efendi kiĢiliğinin bir sonucudur.
Bu gün meslek arkadaĢları arasında sayılıp sevilmesi de onun üstün kiĢiliğinin bir
belirtisi olsa gerektir,Kayseri‘ye gittiğim zaman da Milli Eğitim MüfettiĢi Akif
Aydın Bey‘in Ağabeysi olmanın onurunu, gururunu yaĢıyorum. Bundan da büyük
kıvanç duyuyorum. Bu arada Ģu gerçeği de vurgulamak isterim Her üçümüz de
ĠBAN Hocanın çocukları olmanın gururunu taĢıyor, onunla övünüyor, onunla kıvanç,
duyuyoruz. Onun en sıkıntılı zamanlarında bile ―Gerekirse sırtımın gömleğini
satar, sizi yine okuturum.‖ deyiĢini unutmamıza olanak yoktur. Bu sözü en çok
benim için söylemiĢti. Öğrenim yaĢantım çok zor geçmiĢti. Onun desteği olmasa
okumama olanak yoktu.
Her iki kardeĢimle de onur duymaktayım
Onlar gibi kardeĢlerin ağabeyleri olmak bana büyük gurur vermektedir. Bu gün
Kilis‘te hemen, hemen beni tanıyan kalmamıĢtır. Dün Kilis‘te herkes onları
Öğretmen Halil Ġban‘ın kardeĢleri olarak tanırdı. Bugün Halil Ġban‘ı, Ayten
Öğretmenin ağabeyi olduğum için tanıyor.Bundan ben de kıvanç duyuyorum.
Bir yıl bağa çıkmıĢtık. Aydın o zaman dört ya da beĢ yaĢlarındaydı.
Bağda hastalandı. ÇiĢini yapamıyordu. Çok sancısı vardı. Onu omzuma alarak
bağdan Kilis‘e Götürdüm. Babam onu Doktor Emin Bey‘e götürdü. Doktor ―TaĢ
düĢürüyor.‖ Dedi.TaĢı almak içinse önce sünnet etmesi gerekirmiĢ. Bu nedenle onu
önce sünnet etti. Sonra da taĢı aldı. Aydın rahatlamıĢtı. Bense onu her gün
omzumda bağdan Kilis‘e, Kilis‘ten geri bağa götürüp getiriyordum. Bu iĢ, pansuman
iĢi bitinceye değin sürmüĢtü.
Aydın orta okulda okurken Ayten, de ben de dıĢarıdaydık.
Kendisine yardımcı olamadık. Babamız da çok yaĢlanmıĢtı. Hatta o yıllarda evde
yatalak yatıyordu. Onunla ilgilenecek kimse kalmamıĢtı. Derslerini ihmal etmiĢ,
lise birinci sınıfta belge almıĢtı. 17 kasım 1962 de ben Kilis Lisesinde göreve
baĢladığımda o belgelenmiĢti. O yıl sonunda belge kurtarma sınavına girecek
[177]
baĢarırsa lise ikinci sınıfa devam edecekti. Yıl sonu geldi sınava girdi, kazandı.
Ġkinci sınıfa geçti. Kaydını ben yapacaktım. Ama yapamıyordum. Askerlik ġubesi
askerlikle iliĢiği olmadığına iliĢkin belge vermiyordu. Askerliğine karar verilmiĢti.
Askere gitmesi gerekiyordu. Askere giderse öğrenim yaĢantısı bitmiĢ olacaktı.
Mahkeme kararı ile yaĢını küçültmeyi ġube kabul etmiyor, Ģube askerlikle iliĢiği
olmadığına iliĢkin yazı vermezse okul kabul etmiyor. Sonra bir yol bulduk. O da
Aydın‘ı öldürmek, sonra da geri diriltmek. Bunun dıĢında bir yol bulamamıĢtım.
Bunu uygulayarak biz de Aydın‘ı bir kez öldürdük hemen de dirilttik. Aydın‘ın
yaĢı, dört yaĢ küçüldü. Böylece ġubeyi devreden çıkarıp okula kaydını sağlamıĢ
olduk. Onun Liseyi bitirmesinde Öğretmen okulu fark sınavını vermesinde de
eĢim Gülerin büyük etkisi olmuĢtur. Öğretmen olduktan, Askerliğini yapıp
geldikten sonra Aydın birden bire değiĢti, sanki. Bunda kesinlikle evliliğinin de
büyük payı olmuĢtur. Gerek Eğitim Enstitüsünü bitirirken gerek Milli Eğitim
MüfettiĢliği
sınavlarını
verirken
çok
baĢarılı
bir
Aydınla
karĢılaĢıyoruz..MüfettiĢlik görevinde de çok baĢarılı olmuĢtur.
Kifayet‘le Akif Aydın‘ın:
1-Mehmet Akif ,2- Ġbrahim Halil Erim, 3-Evrim Erhan 4- Sıdika Mehlika
adlarında üç erkek, bir kız çocukları olur.
Mehmet Samsun 19 Mayıs Üniversitesi‘nin Edebiyat Fakültesini
bitirince Ġstanbulda göreve baĢlar.Askere gider bitince geri Ġstanbul‘a döner,
Karslı Sevgi ile evlenir.bir oğulları olur. Ġbrahim Halil Erim Ġstanbul Üniversitesi
EdebiyatFakültesiTürk Dili Edebiyatı Bölümünü bitirir.Askerliğini yaptıktan sonra
Ġstanbul‘ a atanır Karslı Servi ile evlenir.Zeynep Ece adında bir kızları olur.Evrim
Erhan Malatya Ġnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümünü bitirir.ġu anda
Ġstanbulda Özel bir okulda görev yapmaktadır.Ġzmirli Zeynep Ece ile evlidir.
IX.-BÖLÜM
ĠBAN ÇIKMAZI
Küçük çocukluğum dönemine iliĢkin çok fazla
bir Ģey
anımsamıyorum. Anımsaya bildiklerim ise dayım oğlu Fahrettin ile olanlardır.
Bunların ilki ise daha önce anlattığım gramafon plaklarından Ģarkıcı kız
çıkartmak. Eskiden Ġban Çıkmazı diye bilinen bizim çıkmazda çok fazla çocuk
vardı. Ġlk kapı Fırıncı Halil Amcanın eviydi. Ġki YetiĢkin oğlu, üç de kızı vardı,
Kızlar da evliydi. Birisi zeytin yağı ticareti yapan zeytçi Meme‘ ile evliydi. Birisi
Sünnetçi Sabri Mısırlıgille evliydi. Ortopedist Dr .Muhittin‘in annesidir. Prof.
Dr.Aykut Mısırlıgil‘in baba annesidir Üçüncü kızı da evlerinin karĢısında Mahmut
Koska‘nın Hanında odacılık yapan Mehmet diye soyadını bilmediğim Keloğlan
lakaplı birisi ile evlidir. Büyük oğlu Mehmet Ali iĢi ve mesleği olmayan hasta bir
insandı. Bilmem fıtık vardı bilmem baĢka bir hastalığı. Ancak kapının önüne
çıkabilir uzun yol yürüyemezdi. Ayağına bol bir Ģalvar giyer belini öne doğru
[178]
eğerek sallana, sallana yürürdü. Testisi iri bir karpuz veya basket topu gibi
büyümüĢtü, Sırtını duvara dayar ve testisininin altına bir taĢ koyarak
oturur.Büyük oğlu Tehlike Halil bizim çocukluğumuzda yetiĢkin evli barklı bir
insandı. Böke Lakaplı bir oğlu daha vardı Mustafa Kemal). Mehmet Ali Amcanın. O
yıllarda Ġstanbul‘da dolmuĢçuluk veya taksicilik yapardı. Bir de biz çağda bir oğlu
vardı, Kadir. Sonradan onun da Ġstanbul‘a gittiğini orada kahvecilik yaptığını
öğrendim. Böke‘nin asıl adı Mustafa Kunduracı Hasan‘dı Kemal‘di. Fırıncı Halil‘in
küçük oğlu. Halil Amca yaĢlı bir insandı o haliyle Fırıncılık yapardı. Ġçlerinde doğru
dürüst çalıĢan da Hasandı. Çocukları daha küçüktü.Hem yeni kundura diker hem
de eskileri onarırdı. O yıllarda yüz kiĢiden biri kundura giyerdi ancak. Belki de
giymezdi. O günün koĢullarında kadın erkek herkes yemeni giyerdi. Ancak
askerler zorunlu olarak, kaymakam, hakim kimi ilkokul öğretmenleri Kilis‘e
taĢradan gelmiĢ memurlar kundura giyerlerdi. Kilis‘in varsılı yoksulu yemeni
giyerdi. Bu yüzden Hasan ustanın iĢleri iyi değildi. Kiliste tek kunmduracı da
kendisi değildi. O sırada Sarıbey‘in oğlu Mustafa, Oylumluoğlu Hacı Ramadan,
Kunduracı Çolak (Mehmet Mollahamid), adını anımsamadığım birçok beğenilen
kunduracı daha vardı. Kilis‘teki bu tutunmuĢ ustalar arasında Hasanın
tutunabilmesi çok zordu. Kazancı ancak Fırıncı Halil ailesinin zar zor geçimlerine
yeterdi. Bu ailenin en renkli kiĢisi Halil Amcanın eĢi Mehri Aba idi. Asıl Adı belki
Mihriban idi. Ama Tanıyanlar ona hep Mehri Aba derlerdi. Çıkmazın baĢında
oturdukları için midir nedir ? Sokağın temsilcisi gibiydi. BaĢında beyaz yemenisi
veya tülbenti çıkmazdaki komĢularını günde en az iki kez dolaĢır. Onlar da kendini
çok severlerdi. Eğer bir gün uğramazsa hemen kuĢkulanır koĢar gelirlerdi.
Çıkmazda bizim Kapının önü komĢuların kabul salonu gibiydi. Bir akĢam yemeği
hazırlığını bitirenler ve iki o gün akĢam yemeği hazırlığı olmayanlar altlarına bir
kilim veya hasır açarlar, minderlerini altlarına alarak bir duvar dibine yerleĢirler.
Sohbet baĢlar. Az sonra aralarına mahallenin harisi de katılarak söyleĢi koyulaĢır.
Mahallenin harisi KaĢıkçı, bir elinde bir ibrik diğerinde bir uzun süllümle
(merdivenle) gelir, önce merdiveni. Bizim kapının karĢısındaki duvara asılı
lambanın altına yerleĢtirir, sonra çıkarak asılı lambayı fanusundan çıkarır,
gazyağı ile doldurur, fanusa yerleĢtirir, ĢiĢesini alır bir önceki geceden kalma isini
temizler, yerine takmadan fitilini yakar. Artık sokak geceye hazırdır. Mehri,
komĢuları zaten oradalar. Sıra KaĢıkçı ile Mehri Abanın Ģakalarına sıra gelmiĢtir.
KaĢıkçı Mehri Abaya niĢanlım diye takılır. Mehri ile yanındakiler de KaĢıkçıya
―Hadi oradan hayırsız. Her akĢam niĢanlını görmeye geliyorsun, daha ne bir
Ģirincelik ne bir avuç çerez gördük. Beyle niĢanlılık mı olurmuĢ?‖ Daha buna
benzer nice Ģakalar,söyleĢiler ederler. Bu arada iĢini bitiren KaĢıkçı ibriğini ve
merdivenini alarak ―Hadi hoĢça kalın, Allah‘a ısmarladık.‖ Diyerek baĢka sokağın
lambasını yakmaya gider. KaĢıkçı bizim mahallenin ―Harisidir. Mahallenin her
evinin bir bireyi durumundadır. Bir de eskiden devlet harislere aylık
vermezdi.Bunların aylığını mahalleli kendisi öderdi. Her ay baĢında kapı, kapı
[179]
dolaĢarak bekçi kendisi toplardı. Bir cümbüĢ de o zaman olurdu. Mehri Abayla
KaĢıkçı arasında. ( Haris: Gece bekçisi. Elinde sağlam bir sopayla mahallenin
sokakları arasında dolaĢır. Sokaklardaki gaz lambalarını yakardı)Daha önce de
söylemiĢtim. Fırıncı Halil‘ler
aslında yoksul bir ailedir. Halil Amca çok
yaĢlanmıĢtır. Bir gün duyduk ki Halil Amca Halkevi Bahçesinde bir ağaca sırtını
dayamıĢ elinde bir parça ekmekle orada ölüvermiĢ. KomĢuları bile duymadan Kilis
Belediyesi kaldırıvermiĢ cenazesini. O öldükten sonra Kunduracı Hasana Milli
Piyangodan iyice bir para çıkmıĢtı. Babasından kalan evi kardeĢlerinden satın
alarak tümüyle yıktırıp alta dükkanlar yaptırarak dükkanların üstüne de bir ev
yaptırmaya baĢladı. ĠĢ bir hayli ilerlemiĢti. Dükkanların kemerleri çatılıyordu. O
gün akĢam iĢ bırakımında ustalar duvardan inmiĢ iĢçiler iĢi bırakmıĢ. Herkes iĢ
sahibinden gündeliklerini alırken çatılan üç kemer ve onlara destek olan duvarlar
büyük bir gürültüyle çöküverdi. Bu çökme Hasan ‘ı bitiriverdi. Artık evin harap
arsasını satmaktan baĢka yol kalmamıĢtı. O da öyle yaptı. Evi sattı ve mahalleden
taĢındı.Ġkinci ev Babamın amcası Ahmet‘in oğlu Kahveci Kadir‘in eviydi. Aslında
geniĢ bir avlusu olmasına karĢın sonradan bu avluya bir kahve yapılınca avlu diye
bir alanı kalmamıĢ, bu daracık yere iki yetiĢkin kız, üç oğlan, anne, baba yedi
kiĢilik bir aile nasıl sığabilirdi? Bir de buna evin yalnız bir odası bir mutfağı, bir
de mağarası olduğunu eklersek burada bir ailenin barınmasına olanak olmadığı
kolayca anlaĢılmıĢ olur. Çözüm olarak kahveci Kadir ailesi ayni sokakta bir eve
kiracı olarak çıkar. Kahvenin üstüne bir çatı yaparak yazlık durumuna getirir.
BoĢalttığı evi de kahveye gizli bölüm olarak katar. Görünen kahve normal kahve
olarak çalıĢırken gizli bölüm de bir kaçak kumarhane olarak çalıĢır. Kadir bu
zamanda gelir, kazanç bakımından çok iyi durumdaydı. Bir ara Kilis‘te bir
sinemaya da ortak oldu. EĢi Vahide, kızları Nazmiye, Remziye; oğulları ReĢit,
Ahmet, Mehmet varlık içinde çok mutlu bir yaĢam sürüyorlardı, Ancak bu
mutluluk uzun sürmedi. Önce Oğlu Ahmet parmağına paslı tel battı yirmi dört
saat sonra tatanoz‘dan öldü. Bu olay ailede yıkımın, çöküĢün baĢlangıcı oldu. Çok
geçmeden baba Kadir bunalıma girdi. Doktor, hoca, Ģeyh bir yarar sağlamadı.
Evinden, ailesinden, kızlarından kuĢkulanmaya baĢladı. Sözde güvendiği birkaç
kiĢiye para, silah vererek onları gözetletmeye baĢladı. Bu arada bana da ―Sana
bir silah vereyim, ne kadar da para istersen vereyim sen de gözetleyiver.‖ dedi.
Ġstemedim. Eve geldi, baba annem daha sağdı, ona yalvar yakar akĢamları gidip
onlarda yatmasını istedi. Belki yararı olur diye babam da annesine birkaç gün
gitmesi için ricada bulundu. Zavallı Baba annem günlerce belki de aylarca bu iĢi
sürdürdü. Yararı olmadığını görünce bıraktı.Bu kez bir daha geldi ―Bunları ben
size yerleĢtireceğim.‖ Dedi. Bizimkiler eĢine ve çocuklara acıdıklarından olacak.
Olur diyerek kilere taĢınmalarına izin verildi. ĠĢ yine çözümlenmedi. Kadir iyice
sapıtmıĢtı. Belki de büyük bir felaketin baĢlangıcındaydı. EĢi, kızları babaları
tarafından öldürülmekten korkuyorlardı. Bu sırada eĢi ayni zamanda dayısı kızı
Vahide‘nin kardeĢleri devreye girerek kardeĢleri ile yeğenlerini kendi
[180]
mahallelerinde bir ev tutarak oraya taĢıdılar. Buraya taĢındıktan bir süre sonra
büyük kız Nazmiye kısmeti açıldı evlendi. Çok geçmeden Remziye veremden öldü.
Yine bu arada Anneleri de ölmüĢtü. Yalnız bu iki ölüm bir evliliğin sırasını pek
bilmiyorum. Bildiğim bir Ģey var o da Nazmiye‘nin de bir doğum sırasında
öldüğüdür. Kahveci Kadir bütün bu olaylar sırasında birevlenir, ikinci eĢi AyyüĢ‘ten
iki oğlu iki de kızı olur. Artık Bunalımından kurtulmuĢtur. Yeni eĢi yeni çocukları
ile yeniden eski günlerine kavuĢamaz ama oldukça rahata kavuĢmuĢtur. Ölünce
çocukları kahveyi satarak onlar da mahalleyi terk ederler.
Üçüncü ev bizimki. Onu baĢtan beri anlatıyoruz, yeri geldikçe yine
de söz edeceğiz. Bu nedenle dördüncü eve geçiyoruz. Burada iki aile oturur. Birisi
Kasap Mecit‘ler, diğeri Veli Amcalar. Kasap Mecit‘ler Sokakta bizim kadar
eskilerdendir. Hıdır ÇavuĢ gil de denir. Adını taĢıdıkları Hıdır
ÇavuĢ‘un
oğlanlarından biridir. Kasap Mecit, Hıdır ÇavuĢun birçok oğlu, benim bildiğim bir
de kızı vardır. Daha var mıdır ben bilmiyorum. Benim bildiğim Oğlanları Hıdır,
Mecit, Hasan Naci, Mehmet, Aziz bildiklerim bunlar. Daha baĢka var mıdır ?
Yalnız bu ailede bir özellik vardır. Hıdır adı bir miras gibi babadan oğula geçerek
beĢ, altı kuĢaktır sürmektedir. KomĢumuz Mecit‘in EĢi Antep‘li AyyüĢ‘ten iki oğlu,
üç kızı vardı.
Antep‘li AyyüĢ, sokağın doktoru idi. Okuması, yazması yoktu ama
doktorluğu mükemmeldi. Yalnız doktor değil, falcılığı da çok iyiydi. Yalnız
doktorluk falcılık da değil her türlü iĢte de sokaktaki kadınların baĢ danıĢmanı
idi. AĢta, iĢte, dikiĢte, nakıĢta, çocuk bakımında evlenmede, gebelikte, lohusalıkta
hep ona koĢulur, ona danıĢılır. Onun görüĢü alınmadan bir Ģey yapılamazdı.Büyük
oğlu Sabri, bizlerden büyüktü. Ġkinci oğlu Hamit, kızları Birer ikiĢer yaĢ farkıyla
ayni yaĢlarda sayılırdık. Ġç içe yaĢadıkları Veli Amca, Sokağın en yaĢlısı idi.
Çocukları çok severdi.Çocuklar da onu çok severlerdi. Evden çarĢıya giderken ,
çarĢıdan eve gelirken sokakta o geçinceye değin duvar dibine dizilir onun
geçmesini beklerdik. O da her birimizin baĢlarını okĢayarak gönlümüzü alır
geçerdi. Ayni evde bir de Makbule teyze vardı. KomĢular ona Karadamar
derlerdi.. Karadamar Veli Amca‘nın sanırım karısıydı. Sonradan Veli Amca‘nın
ölümünden sonra Kızı ġükriye Hanım, Kocası AĢkaroğlu Mehmet Efendi, çocukları
yerleĢtiler. ġükriye Hanım Mehmet Efendi‘nin ikinci eĢiydi. Ġlk eĢinden bir oğlu
vardı. Abdülbaki, bizden büyüktü. Hava astsubayı oldu. Kilis‘ten ayrıldı, Bir daha
dönmedi. Mehmet Efendi‘nin ġükriye Hanım‘dan dört kızı oldu. En büyük kızı
Melahat, bir askeri doktorla evlendi, ikinci kızı Müjgan bir deniz astsubayı ile
evlendi, Üçüncü kızı Ülker, sokaktan Hasan Kamil‘in oğlu Yalçınla evlendiler, Kilis‘i
terk edip gittiler. Dördüncü kızları Üner, Öğretmen oldu uzak akrabalarından
biriyle evlendi. Kilis‘te tek o kaldı. ġükriye Hanım sokağın doktoru, Kilis‘in Terzisi.
iĢçisiydi. En güzel dikiĢi o diker, en güzel iĢi o iĢler, en beğenilen nakıĢ onun
elinden çıkardı.Makbule Teyze Bir söylentiye göre yüz otuz yaĢadı. AĢkaroğlu
Mehmet Efendi Kilis‘te noter baĢkatipliği yapardı. Biz çocuklar onu da çok
[181]
severdik. Sokakta gördüğü çocuklara takılmadan geçemezdi. Hele onun o uzun
parmakları ile kafamıza vurduğu fiskelerin tıkırtısı bugün bile kulaklarımda
çınlamaktadır.
Bir sonraki ev Kahvecinin Cemilesi‘nin evidir. Babasından kalma bu
evde otururdu. Büyük oğlu Hava Astsubayı olmuĢtu. Bildiğim kadarıyla daha
doğrusu anımsaya bildiğime göre iki kızı üç oğlu daha vardı. Ayni evde Ganime
Hanım adında bir yaĢlı bayanla Oğlu ġekip, kızı Nimet Abla Otururlardı. Sonra
Ġstanbul‘a göçtüler. Kilisli‘oğlu gilin yerine mahalleden olmayan Vakkas Amcalar,
Ganime teyzelerin yerine de Urfa‘lı Garip Efendi ailesi geldiler.
Bunların arkasında Nalbant Mamo gilin evi var. Ben Nalbant
Mamo‘yu Tanıyamadım. Oğlu Hasan Kamil, Mehmet Sait‘ten baĢka dört de kızı
vardı. Hasan Kamil Ġstanbul‘da sanırım Teknik Üniversite ‗de okurken Kilis‘te
KurtuluĢ SavaĢına katılmak üzere bırakıp geliyor. Ulusal KurtuluĢ SavaĢı‘nda
Kuvva-yi Milli örgütüne katılıyor. SavaĢtan sonra matematik öğretmeni olarak
Kilis Ortaokulunda uzun yıllar görev yapıyor. Küçük kardeĢi Mehmet Sait ise
ĠnĢaat Mühendisi oluyor. Kilis‘e hiç uğramıyor. Kız kardeĢlerinden ikisi öğretmen
oluyor. AyĢe Kilis‘te, Mevlide Ankara‘da öğretmenlik yaptılar.
Hasan Kamil‘in üç oğlu dört kızı yedi çocuğu oldu. Aydın, Yalçın,
Güngör .Yıldız, Nevin,Pervin Güzin. Kızların dördü de öğretmen oldular. Oğlanlara
gelince Aydın okumadı,Yalçın teknisyen, Güngör öğretmen oldular. Daha önceki
bölümlerde adı geçen Karının Oğlu Mehmet,Hasan Kamil‘in ya kendisinin ya da
annesinin dayısıdır. Bu aileden de bugün Kilis‘te Kimse KalmamıĢtır.
Bizim sokakta sözünü edeceğimiz bir tek aile kaldı: Bekir Beyler
veya Öksüz Misto gil. Ben Mustafa Amcayı tanıdım. Öksüz Misto denen bu kiĢi
Hudarcılık yapardı. Bir tek oğlu vardı sanırım, o da Polis Mehmet Efendi. Üç de
bacısı vardı.YaĢ sırasını bilmem Cemile, Mevlide, Hayriye. Polis Mehmet Efendiye
karĢı hepimiz saygı duyardık. Sanırım biraz da korkardık. Büyük oğlu Adil, bizimle
yaĢıttı. Mustafa, Bekir, Ali bir de kızı vardı. Firuze. Kısaca Firuz derlerdi.
Mehmet Efendi‘nin annesi Zekiye teyze sokağın akıl danıĢmanı idi. Beli öne doğru
doksan derece eğik olduğu için elinde baston olmadan yürüyemezdi. Bu aileden de
sokakta kimseler kalmadı..
Sokağın çocuk kalabalığından söz edelim derken, sokağın tüm insan
varlığını da anlatmıĢ olduk. Bu gün bu sokakta ne Ġban‘lardan ne diğerlerinden
eser var. Bir tek Kasap Hamit‘ler kaldı. Sokak, tümüyle yabancıların eline
geçti.Amacımız çıkmazın tarihini yazmak değildir. GeçmiĢe özlem duyarak bir
solukluk da olsa o günkü havayı solumak isteği duyanlara da solutmaktır. Bu iĢe
baĢlarken hiç de düĢünmediğim bir gerçekle karĢılaĢtım. KiĢi. GeçmiĢine gittikçe,
burada derinleĢtikçe kendindeki çocuğu buluyor. O içtenlikli, temiz, kötülük
bilmeyen yalanı tanımamıĢ çocuğu buluyor. AkĢam, sabah çıkmaz çocukla dolar,
taĢardı. Bizim mahallede bizim çıkmaza koĢut iki çıkmaz daha vardı. Biri
sağımızda diğeri solumuzda. Sağımızdaki çıkmaza Molla Ali veya Abdi Ağa
[182]
Çıkmazı; Soldakine de Sofu Mehmet Efendi ya da Topal Habip veya Berber Ġsmail
Çıkmazı Ortadaki bizim çıkmaza da Ġban Çıkmazı denirdi. Bu üç koĢut çıkmaz
içinde en kısası, en az aile barındıranı bizimki olmasına karĢın en canlısı,
gündüzleri olsun akĢamları olsun en cıvıl, cıvıl olanı bizimkiydi. Özellikle çocukların
en çok Ģenlendirdikleri bizim çıkmazdı. Öbürlerinde de çok çocuk vardı kuĢkusuz.
Hem de bizdekinden daha çok. Yalnız bizdeki canlılık yoktu onlarda. Bu durum
belki de bizim çıkmazın biraz daha geniĢ olmasından kaynaklanabilirdi. Nedeni ne
olursa olsun, bizim çıkmaz bir baĢka idi. Bizim çıkmazdaki çocuklar yetmezmiĢ
gibi zaman, zaman kökeni bizde olan çocuklar da gelerek çıkmaz bir bayram
yerine dönerdi. Biz ReĢit Dericioğlunu, kız kardeĢi MenĢure‘yi, kardeĢleri
Mehmet, Mustafa, diğerlerini dedeleri Öksüz Misto veya Dayıları Polis Mehmet
Efendi gile gelip bize katılmalarından tanıdık. Yine Hasan Kamil‘in Yeğenleri Ġlhan,
Cemile ‘yi de böyle tanıdık. Benim dayımın oğlu Fahrettin‘le, halamın oğlu Arap‘ı
çıkmaz böyle tanıdı. Bunlar da geldiklerinde çıkmazda bir anda kırk, elli çocuk
toplanmıĢ olurduk. Gerçi aramızda üç, beĢ yaĢ büyüklük, küçüklük olurdu. Ama bu
hiç önemli değildi. Ben o günlerden anılarımda kalmıĢ bir kavga bilmiyorum. Bunca
çocuk bir araya gelir de hiç kavga dövüĢ olmaz mı diye sakın sormayın. OlmazmıĢ.
Bizde olmadı. Peki ne yapardık? Bir yığın oyun vardı oynadığımız. Kalabalık olduğu
zamanlar guruplara ayrılıp ayrı, ayrı oyunlar oynardık. Kimi zamanlar kızlar ayrı
bir gurup oluĢturur kız oyunları oynarken erkekler de kendi aralarında ayrı
oyunlar oynardı. Zaman, zaman Kilis‘e gittiğimde sokağa girince içimde bir sızı
duyarım. Gözüm hep o günleri, o insanları arar. Tanıdık birini bulmak umuduyla
çıkmazın sonuna değin giderim. Ne yazık ki geri dönüĢte baĢım eğik, boynum
bükük, gözlerim nemli ayrılırken beni tanımayan, benim de tanımadığım biriyle
karĢılaĢtığımda ― Birine mi baktın Amca ?‖ Ya da sokağa girerken birinin ―Burası
çıkmaz sokak. Buradan yol çıkmaz. ‖ DeyiĢini duyunca bende neler olduğunu,
nelerin baĢıma yıkıldığını, içimde nelerin çöktüğünü anlayabiliyor musunuz? Daha
doğrusu ben anlatabildim mi acaba? Sanırım eskilerin daussıla (sıla özlemi)
dedikleri bu olsa gerektir.
―Bu ġeb de cuĢiĢ-i yadınla ağladım, durdum.‖
―Gel ey kerime-i tarih olan güzel yurdum.‖
―Ufukların gözlerimden nihan olup gideli,‖
―Bu hakdan-ı semanın, karardı her yeri‖.
Süleyman Nazif
Çok mu duygusal oldu? Bilmiyorum. Bildiğim bir gerçek var, o da Kilis‘i,
Kilisliyi, mahallemi, sokağımı, oradaki insanları bugün daha çok sevdiğim, daha çok
özlediğimdir.
KĠLĠS‘TE ÇOCUK OYUNLARI
Gelin isterseniz sizinle geçmiĢe bir yolculuk edip bu oyunlardan bir
[183]
kaçını oynayalım.Ne dersiniz? Oynaya bilir misiniz? Yoksa utanır mısınız ?
Ġçinizdeki çocuğa bir sorun o ne diyorsa onu yapın isterseniz. Ben çok iyi
biliyorum ki siz o çocuğu bulabildiyseniz o bu oyunları oynamak isteyecektir.
Bulamadıysanız. Suç onun değil sizindir. Kendi koyduğunuz kurallar sizi öylesine
katılaĢtırmıĢ, kendinizden uzaklaĢtırmıĢ ki içinizdeki o çocuğu da sizden
koparmıĢsınız. Oynayan hemen oynar, oynayamayan anımsasın diye biz bu
oyunların bir kaçını anlatmak istiyoruz.
ġimdi bu oyunlardan anımsaya bildiklerimizi anlatmaya çalıĢalım:
1-Saklambaç,2- Esiralmaç,3- Mullaharal,4- Çömçegelin, 5-Bildirbiç, 6-Hava-yi
takla, 7- Bir KuĢum Var ġunca...,8- Usta Karek ? (usta bunun karı ne?) 9-Çelik
çomak,10- Halep eĢeği, 11-Ġp atlama, 12-Uzun atlama,13- Yüksek atlama,14-Yağ
satarım, bal satarım,
KĠLĠS‘TEKĠ ÇOCUK
OYUNLARINI:
I-BEBEK OYUNLARI:
1-Alçacık Damlar2- Havuz,Havuz3-Ġp,ip ilmeden
4-Bir KuĢum Var ġunca
5-Yağ satarım,bal satarım
II-KÜÇÜK ÇOCUK OYUNLARI:
1-Usta karek,
2-Saklambaç
3-Esiralmaca,
4-ġakı bülbülüm,
5-EĢlerimeĢ,
6-Kıney,kıney
7- Çömçe gelin
III-BÜYÜK ÇOCUKLARLA
8- GENÇLER ĠÇĠN OYUNLAR:
9-Havayi Takla
10-Gülle
11-Höllü kıllı
12-Halep EĢeği
13- Çelik Çomak
14- Molla Haral
15- AĢık
Olmak üzere bölümlere ayıra biliriz Bu oyunlardan hangisi olursa olsun
hangi bölümden olursa olsun içindeki çocuğu bulabilen herkes oynayabilir
1-BEBEK OYUNLARI
( Bu oyunlar 3-6 yaĢ arası çocuklarca oynanılır.)
[184]
ALÇACIK DAMLAR OYUNU :
Daha çok bebekleri avutmak, ya da uyutmak için oynanılır. Aile bireyleri
bir halk oluĢturur. Çocuk bu dairenin merkezindedir. Yüzü koyun yatarak
bacaklarını karnının altına çekip sırtını kamburlaĢtırır. Çevresindekiler hep
birden:
―Alçacık daaamlaaaar, horozlaar baaaannnlaar,el,el üstünde kimin eli var?‖
Tekerlemesinin hecelerini uzatarak koro halinde söylerler. Koro susunca
herkes birer elini çocuğun sırtında üst üste koyup beklerler. Bu arada çocuğun
üstte kimin eli olduğunu söylemesi beklenir. Eğer çocuk doğruyu söylemiĢse yatan
çocuk kalkar üstteki elin sahibi yatar. Bilemezse yine aynı çocuk yatar. Oyun
böylece sürer gider...
HAVUZ,HAVUZ OYUNU:
Bir çocukla bir büyük arasında oynanılır. Çocuk büyüğün ya kucağındadır,
ya da karĢısında oturur. Çocuğun bir eli büyüyün avucunun içindedir.. Büyük, iĢaret
parmağı ile avucunun içindeki ele küçük çember çizerek ― HA VUZ, HA VUZ, ÇEV
RE SĠ YAL DIZ. (Parmağını bir noktaya koyarak) ġU RA YA BĠR KUġ KON MUġ,
ġU (Çocuğun baĢ parmağı),VURUP DÜġÜRMÜġ, ġU (Çocuğun iĢaret parmağı)
ALIP GETĠRMĠġ, ġU (Çocuğun orta parmağı) PĠ ġĠ RĠP KO TARMIġ, ġU DA
(Çocuğun yüzük parmağı) YEYĠP BĠTĠRMĠġ.ġU( Çocuğun serçe parmağı ) DA ,
OKUL DAN GEL MĠġ.- ―Hani bana kuĢ etĠ?‖ ―Kalmadı sana kuĢ eti.‖ Diyerek
çocuğun elinden baĢlayıp iĢaret parmakla orta parmaklarını yürüterek çocuğun
kolu boyunca ilerleyip gıdısına değin gidilir. Orada birkaç saniye durularak
çocuğun ilgisini tavana çekecek bir söz söylenir. Çocuk baĢını kaldırıp bakınca
gerdanına gıdı, gıdı yapılır. Çocuk güler, oyun biter. Çocuk isterse oyun yinelenir
ĠP,ĠP,ĠLMEDEN OYUNU
Oyuna katılanlar bir halka oluĢturacak biçimde otururlar.Ayaklarını
uzatırlar, oyun yöneticisi eliyle ( eli yetiĢmezse eline alacağı ince ve hafif bir
sopayla) oyuncuların ayak uçlarına çok hafif olarak dokunarak baĢlar Ģu sözleri
söylemeye. Sözleri hece, hece, heceleyerek söyler her hecede sırayla bir ayağa
dokunur. ―Ġp.ip, il-me-den , del-me, sü-lük-del-me-den,yel-koz-ye-pe-lek-.,emmim-,oğ-lu-,to-pa-lak,gir-dim, sey-ran-,i-çi-ne,sey-ran,i-çi, dil-be-zer,i-çin-de,dilki,ge-zer,dil-ki,be-ni,kor-kut-tu ,kuy-ru-ğu-nu-,sar-kıt-tı,A-li- Be-yin, a-tı,var,kara-zur-na,gö-tü- var.çek- a-yak,çem-ber,da-yak‖son hece hangi ayakta biterse
sahibi o ayağını çeker. Bütün ayaklar çekilince herkes bağdaĢ kurarak oturma
durumuna geçer. GeniĢ bir örtü ile bütün bacaklar örtülür.Herkes avuçlarını boru
yaparak baĢlar üflemeye Bu sırada kelle paça piĢirilmektedir. Üflemeler ocağın
ateĢini yakmak içindir. Bu oyunu yönlendiren ayağa kalkar, oynayanların baĢlarına
gelir, ya ucu düğümlenmiĢ bir mendille ya da baĢ parmağı ile tuttuğu orta parmağı
ile oyuncuların baĢlarına vurarak ―Kelle PiĢti mi?‖diye sorar Oyuncular teker,
teker ―Yok piĢmedi.‖ derler. O da onlara ― Nesi eksik?‖ diye sorar. Onlar da: suyu.
tuzu, biberi, sarımsağı, ateĢi gibi bir eksiklik söylerler. Yönetici bütün bu
[185]
eksikleri sanal olarak tamamlar. Böylece bir iki tur döner. Sonunda ―Evet piĢti‖
turları baĢlar. Tadına bakar, kiminin suyu eksik, kiminin tuzu, biberi, Kimi az
piĢmiĢtir biraz daha piĢmelidir. Sonunda Beğenme turu baĢlar.‖ Kelle piĢti mi?
Kelle piĢti mi? ―-vet piĢti.‖ ―-Ver de tadına bakalım.‖ ―-Al bakalım.‖ -Sanal olarak
tadına bakılan kelle çok beğenilir. ―-Oh!-oh! -Peh,-peh -çok güzel olmuĢ, -koyun
sofraya da yiyelim.‖denir. Dizlerin üstündeki örtü kaldırılır.Herkes bacaklarını
yeniden uzatarak hep bir ağızdan ―Kelle paça, kelle paça‖ diyerek bacaklarını
birbirlerine sürerek oyunu bitirir.
BĠR KUġUM VAR ġUNCA
Sekiz on yaĢındaki çocuklarca oynanır.Büyüklerden birinin
yönetiminde
evde
de
daha
küçük
çocuklarla
oynanılır.Eğitici
,öğretici,avutucu,eğlendirici bir oyundur.Oyunda bir yönetici bir de ebe vardır.
YaĢı büyük olan yönetici ile oyuncularca seçilen ebe,ellerinde bir pantolon kemeri
ya da o boyda bir ip olduğu halde bir köĢede otururlar.Ebe ile aralarında bir kuĢla
bir ceza kararlaĢtırırlar.Oyuncular sırayla karĢılarına gelirler.Yönetici onların her
birineayni soruyu sorar:
YÖNETĠCĠ :(Elindeki ipte kendince bir boy saptayarak) –Bir kuĢum
var,Ģunca;kanat bağlar (ölçüyü az daha büyülterek) bunca.Hor hop tor top ta
bunca.(Ölçü yine değiĢmiĢtir.Bu kez tutulan kuĢun gerçek büyüklüğüne yakın bir
boyut kazanmıĢtır.
OYUNCU:Gördüğü boyutları bildiği kuĢ boyutları ile karĢılaĢtırarak
bir ad söyler.Bilirse Ebe değiĢir,bilemzse daha saptanmıĢ olan ceza
verilir.Böylece oyun sürer gider.
YAĞ SATARIM,BAL SATARIM
Çok çocukla oynanır. Ġçlerinden biri ebe olur.Diğer çocuklar çömelerek
birbirlerine dönüp bir çember oluĢtururlar.Ebe bu halkanın dıĢındadır. Elinde bir
Mendil vardır. Mendili elinde gizleyerek Oyundaki Çocukların arkasında koĢar
adımlarla dolaĢır.Bu arada türlü ĢaĢırtmacalarla çocukların ilgilerini baĢka yöne
çekmeye çalıĢarak
―Yağ satarım,bal satarım, Ustam öldü ben
satarım.‖Tekerlemesini söyleyerek gerekirse bir kaç kez çocukların arasında
dolanır.Bu arada elindeki mendili dalgın bulduğu birinin arkasına koyarak bir daha
döner.Arkasına mendil bırakılan çocuk bunu anlar da kalkıp mendili alarak ebeyi
kendi boĢalttığı yere oturmadan yakalarsa ebelik yine ayni çocukta
kalır.Yakalamazsa ya da ebe turu tamamlayıncaya değin arkasındaki mendili
göremezse ebelik el değiĢtirir.Önceki ebe yeninin boĢalttığı yere oturarak oyun
devam eder.
ÇOCUK OYUNLARI
(Bu oyunlar, ilkokul çağındaki çocuklarca ―6-11 yaĢlar arası‖ oynanılan
oyunlardır.)
[186]
YAĞ SATARIM,BAL SATARIM
OYUNU:
Çok çocukla oynanır. Ġçlerinden biri ebe olur. Diğer çocuklar, bir çember
oluĢturur.Yüzleri çemberin içine gelecek biçimde çömelerek otururlar.Ebe olan,
elindeki mendili gizleyerek oyundaki arkadaĢlarının ilgilerini baĢka alanlara
çekmek için uğraĢır.Bu arada da oturanların çevrelerinde de dolaĢır.Kah ağır Kah
hızlı hareket ederek mendili birinin arkasına bırakır.Arkasına mendil bırakılan
anlamazsa ebe dolaĢıp gelerek mendili alır.Dalgın arkadaĢını pataklar.Böylece
ebelik de o arkadaĢına geçer. Oyuncu arkasına mendil bırakıldığını anlarsa hemen
mendili alarak ebeyi kovalayarak yakalamaya koĢar.Yakalayabilirse ebelik
eskisinde kalır. Yakalayamazsa ebe onun boĢalttığı yere oturur. Böylece ebelik
ona geçmiĢ olur.
U S TA KA R E K? OYUNU:
Oyuncular, Ġki gruba ayrılır. Bir taraf ebe olur. Grup baĢkanları kendi
aralarında bir meslek seçerler. O mesleğin kullandığı araçlardan birini belirlerler.
Ebe olan oyunculardan biri diz çökerek kapı önlerindeki binek taĢına oturmuĢ
baĢkanının dizlerine baĢını koyar. KarĢı oyunculardan biri gelir, bu çocuğun üstüne
oturarak sorar :
Oyuncu- Usta karek ? ( Usta bunun iĢi ne?)
BaĢkan–Marangoz
BaĢkan- Marangoza ne gerek?
Oyuncu– Testere gerek.Der.
(Eğer testere BaĢkanlar tarafından saptanan araç değilse)Doğru gerek der. Bir
baĢka oyuncu gelir. Eğer saptanmıĢ araçı söylerse
BaĢkan : – Sen de beraber gerek der. Yatan oyuncu kalkar bilemeyen
oyuncu yatar. Böylece ebelik diğer gruba geçer. Oyun da böylece sürer gider.
SAKLAMBAÇ OYUNU:
Yalnız tek kiĢi ile oynanmaz. Oyuncular arasından biri ebe olur.
Bunu oynayanlar belirlerler. Belirleme taĢ tutarak olabildiği gibi baĢka
yöntemlerle de olur. Bu oyunda biz taĢ tutalım. Oyunculardan biri eline bir tane
nohut büyüklüğünde taĢ alır. Bunu herkese gösterir. Sonra iki elini arakasına
saklayarak taĢı bir avucuna alır sırayla arkadaĢlarına gösterir. Hangi avucunda
olduğunu bilen kurtulur. Bilmeyen ilk ebe olur. Belirlenen ebe tumma noktasına
getirilir.Orada duvara döndürülür, kollarını dirsekten bükerek duvara yaslanır
alnını kollarına dayar. Buna TUMMA denir. Kendisine ―Bakarsan iki gözün kör ola
mı ?‖ diye sorulur. O da ―Ola‖ der. Bu birkaç kez yinelenir. Kimi zaman bu söz
anan baban öle mi? Ya da baĢka sözlerle değiĢtirilir.Tuman çocuk,daha önce
anlaĢılmıĢ olan bir sayıya değin bağıra, bağıra saymaya baĢlar: ―bir,iki,üç, ‖sayı
bitince gözünü açmadan ―sağımda, solumda, önümde arkamda duran, alan dıĢına
çıkan ebe!‖ diye bağırır. Görevi saklanan arkadaĢlarının yerini bularak adını
söyleyip elini tumma noktasına dokundurmaktır. Bir tanesini belirlemek yeter.
[187]
Bulduğu anda oyunda ebe değiĢir. Bulamazsa arkadaĢları koĢarak gelir ellerini
tumma noktasına dokundururlarsa ebelik kendisinde kalır. Sonraları bu oyun ad
değiĢtirerek ―ġOBE‖ oldu.
ESĠR ALMACA OYUNU:
Bu oyun da çok çocukla oynanır. Önce gurup ikiye ayrılır. Ġki lider
çıkar bunlar ya taĢ tutuĢarak ya da ayak ölçerek ilk seçme hakkını kazanmaya
çalıĢırlar. Ġki lider karĢı karĢıya dururlar aralarında beĢ on metre uzaklık vardır.
Birisi bir ayağını öne uzatır, bekler sonra diğeri yapar böylece sırayla öbür
ayağını öncekinin önüne getirerek aradaki uzaklığı ayakları ile ölçerler. Kim
uzaklığı önce kapatırsa o kazanmıĢ olur. Ġlk arkadaĢ ya da eĢ seçme hakkı elde
etmiĢ olur.ArkadaĢlarından en hızlı koĢan birini alır. Sıra ile birer, birer olmak
üzere eĢlerini seçerler. Böylece takımlar kurulmuĢ olur. Kırk,elli metre aralıkla iki
koĢut çizgi çizilir. Çizgilerin arası oyun alanıdır.Alanlarını seçerler, kendi yerlerini
alırlar. Oyun alanının ortasına da bir çizgi çizilir. Bu orta çizgidir. Her oyuncu
isterse buraya değin gelebilir. Yalnız bu çizgiyi geçerek karĢı alana gidemez.
Gider de karĢı takımın oyuncularınca yakalanırsa o takımın esiri olur. YakalanmıĢ
sayılmak için ona el değdirmek yeter. Eğer bir oyuncu karĢı alana geçer de
yakalanmadan karĢı alanı geçerse o yakalanamaz üstelik varsa bir de esir alıp
getirir. Doğal olarak bu kendi takımından esir olan bir arkadaĢı olacaktır. Oyun
bir takımın tüm oyuncuları esir olunca biter
ġAKI BÜL BÜLBÜLÜM ġAKI OYUNU:
Ġki grup arasında oynanır. Gruplar taĢ tutuĢarak. Biri ebe olur.
Herkes kendi grup baĢkanının çevresinde toplanır. Ġki grup baĢkanı Kendi
aralarında bir kuĢ adı belirlerler. Ebe olanların baĢkanı eline bir ip ya da bir
kemer alır, karĢı gruba: ―Bir kuĢum var Ģunca; kanat bağlar bunca; hor, hop, tor,
top taaa bunca!‖ diye sorar. Sorarken elindeki ip ya da kemerle kuĢun boyutuna
uygun uzunluklar belirler. KarĢı oyuncular, bu boyuttan tutulan kuĢun adını
bulmaya çalıĢırlar. Soran takımın baĢkanı, sırayla karĢı takımın tüm oyuncularına
teker, teker sorar. Oyunculardan biri kuĢun adını bilirse kemeri baĢkanın elinden
alıp karĢı takım oyuncularına saldırarak vurmaya baĢlar. Bu sırada kendi baĢkanı
―ġakı bülbülüm Ģakı!‖ diyerek onu destekler. BaĢkan ―ġakı! ġakı bülbülüm, ġakı !‖
dedikçe saldırır. Kendi baĢkanı ―Sayak! Sayak! Sayak!‖ diye bağırınca saldırmayı
bırakıp kemeri baĢkanına vermek için koĢar. O koĢarken saldırma sırası, karĢı
oyunculara geçmiĢtir. Yakalayıp elinden kemeri almaya çalıĢırlar. Kemer alınamaz
ise koĢan çocuk baĢkanı ve arkadaĢları kemeri saklayarak sünnet olan çocuklar
gibi pantolonlarının önünü tutarak. Diğer takım oyuncularının çevresinde bir halka
oluĢtururlar. Hep bir ağızdan ―Ana DaĢağım ĢiĢti! Ana DaĢağım ĢiĢti!‖ diye tempo
tutarak bağırırlar. Kemeri yakalatan oyuncu, kemerin kimde saklı olduğunu bilirse
o taraf ebe olur. Bilemezse yine kendi grupları ebe olur. Oyun yeniden baĢlar
E ġ L E R M E ġ OYUNU
[188]
Ġki grup arasında oynanır. Ġki grubun baĢkanları kendi aralarında
sokakta bir ev tutarlar. Gruplar birbirinden kırk, elli metre uzakta yer alırlar,
baĢkanlar karĢı grubun yanında yer alır.A takımının baĢkanı, B takımının yanında
yer alır.B takımının baĢkanı, da A takımının yanında yer alır. Oyuna A takımı ile
baĢlayalım:
A takımı baĢkanı : – EĢlermeĢ!
A-Takımı - Lem, lem böcüğü.!
A- Takımı BaĢkanı: Kapılardan?
A-Takımı- AĢağı mı Yukarı mı?
A Takımı BaĢkanı: (KararlaĢtırılan
evden yana elini uzatarak):
-Aha!ġuralardan.
A-Takımı:-Ganime teyzenin
evi mi?
A takımı BaĢkanı :- Bin de gel.
Bunun üzerine B grubunun oyuncuları bilenlerin
yanına gelirler
Onları sırtlarına alarak
Ganime Teyzelerin kapısına giderler.Kapıyı çalarlar.
Ġçerdekiler ses verirlerse ― Aba atlı atına mı ? Yayan atına mı? Diye sorarlar.
Ġçerden alacakları yanıta göre
―Atlı atına‖ demiĢse yine taĢıyanlar getirdiklerini sırtlarında
taĢıyarak oyun noktasına değin götürürler. Ġçerden gelen ses:
―Yayan atına‖ demiĢse bu kez de taĢıyanlar taĢınanların sırtlarına
binerek oyun noktalarına giderler. Böylece oyun usanılıncaya değin sürer gider.
K I N E EEY!... KINEEEY OYUNU:
Oyuncular Ġki gruba ayrılır her grup Kendi aralarından bir baĢkan seçer.
BaĢkanlar aralarında taĢ tutuĢarak bir grubu ebe olarak belirlerler. A grubu EBE
olsun. Ebe olmayan B grubundan bir kiĢi saptarlar. Her oyuncunun bir adı vardır.
Bu adı baĢkan ve kendisinden baĢka kimse bilemez. Oyunda bu ad kullanılır.
Oyuncuların belli özeliklerine göre verilen abartılı, gülünç adları vardır. ( Bir
yumrukta dağ deviren, Rüzgara karĢı 50 metre çöğdüren, süyükte serçe
yakalayan Bir vuruĢta kırk kan eden ) gibi adlar verilir. Oyuna Ebe olan grubun
baĢkanı baĢlar. ArkadaĢlarına:
A-Grubu BaĢkanı -KINEYYY! KINEYY!Doksan bin HACARĠNEY! Ġnesen, Binesen!
Dağı, TaĢı, Dolanıp, Gelesen, Ha bizim,ha bizim,süyükte serçe kovalayan!
Çevirin atların baĢını ,Silin gözlerinin yaĢını. Der.Oyuncular yüzlerini duvara
döner,gözlerini kapatırlar. BaĢkanı tarafından seçilen oyuncu gelir, kiĢisel
özelliklerinden, niteliklerinden, yeteneklerinden söz
ederek bir Ģeyler
söyler.Duvara dönük, gözleri kapalı grup bunu tanımak zorundadır.Tanırlarsa
ebelik değiĢir. Tanıyamazlarsa, ebelik yine kendilerinde kalır. Oyun böylece sürer
gider..
[189]
ÇÖMÇE GELĠN OYUNU:
Kız erkek karıĢık oynanan bir oyundur. Çömçe ağaçtan oyularak yapılan
büyük kepçeye verilen addır. MaraĢ‘ta yapılır Yarım metre kadar uzunluğu olur.
Daha uzunu da olabilir. Çömçenin çukur bölümü yukarı gelecek biçimde tutulur.
Çukur bölümün altına dik olacak biçimde bir sopa bağlanır. Çukur bölüm BaĢ, sopa
kollar olacak biçimde çömçenin sapı da beden olarak giydirilir. Tel duvak, kemer,
makyajla süslenir bir gelin biçimi verilir. Ġki çocuk iki elinden tutarak sokakta
gezdirirler. Aslında bir oyun olmaktan çok çocukların yağmur
duası
diyebileceğimiz bir eylemdir. Kapı, kapı bütün evler dolaĢtırılır. Gerçek bir gelin
gezdiriliyormuĢ gibi türküler, maniler, yoh yohlar zılgıtlar Ģarkılar, çibikler,
göbekler tam bir eğlence, bir Ģamata hani, ―Yer yerinden oynadı.‖ Derler ya iĢte
öyle bir Ģey olur. Çocuklar evlerin kapısına gelince hep bir ağızdan:
―Çömçe gelin ne ister―Allah‘tan rahmet ister―Bir kaĢıkçık su ister‖
Diye bağırırlar. Bu sırada evden birisi elinde bir tas su ile çıkar, bu suyu
çocukların üstüne serper. Sonra da çocuklara birer parça sucuk, bastık verir.
Gönüllerini alır. Sonra öbür kapıya, böylece sokaktaki bütün kapılar dolaĢılır.
HAVA-YĠ TAKLA OYUNU:
Sekiz kiĢi ile oynanır. Sekiz kiĢi dörderli iki guruba ayrılır TaĢ tutuĢulur.
Yatanla atlayanlar belirlenir. Yatanlar ikisi sırt sırta gelip öne doğru
eğilirler.Ellerini bacaklarının arasından geçirip el tutuĢurlar, diğer iki arkadaĢları
bunların sağında ve soluyüz yüze dönerek diz çökerler. ArkadaĢlarının ellerinin
üstünden ya da altından kollarını uzatarak el tutuĢurlar. KarĢılıklı olarak diz
çökme durumunda eğilirler. BaĢlarını arkadaĢlarının gövdelerinin altında
saklayarak beklerler. Diğer gurup baĢkanlarının baĢlaması ile oyuna baĢlarlar.
Oyun, Yatanlardan diz çökenlerden birinin sırtına baĢ koyarak iki eliyle de
yandakilerden destek alarak takla atmaktır. Oyunculardan birisi yanlıĢ yaparsa
görev değiĢtirilir.
G Ü L L E OYUNU:
Bir kaç türlü oyunu vardır.:
1-Ortaya birbuçuk iki metre çapında bir daire çizilir, bu dairenin de ortasına 20
Cm.çapında birdaire daha çizilir.Bu dairenin içine her oyuncu bir gülle koyarak
oyuna kgülleatılırlar.Oyuncular daha öncekendi aralarında saptadıkları sıra ile,yine
belirlenen bir noktadan ellerindeki güllelerle içerdeki gülleleri çıkarmaya
çalıĢaırlar. Güllelerin yuvarlanıĢı da iki türlüdür.
a-ÇĠNTĠKatıĢı:Bu atıĢ,sağ 3elin orta parmağı ile yüzk parmağı birbirinden
[190]
ayurılır,
gülle bu iki pazrmak arasın alınır,ortaparmak iĢaretparmağının yardımı ile
yaylandırılarakgtülle fırlatılır. Ülle
a - Bir çintik atıĢı. Bu atıĢ sağ elin orta parmağı ile yüzük parmağı birbirinden
ayrılır, Gülle bu iki parmak arasına alınır, orta pĢaret parmağının yardımı ile
yaylandırılarak gortayakonulmuĢgülleyığınınaçarpardağıtırsa,dağılagüllelerden biri
ya da bir kaçı büyük dairenin dıĢına çıkarsa oynayan bu gülleleri alır. Gülleyi atan
yığına çarptıramaz ya da kendi güllesi büyük dairenin dıĢına çıkamazsa
Oyunculardan biri ikinci, üçüncü vuruĢ hakkı kazanırsa, bu hakkını isterse onun
güllesi için kullanabilir. Vurup dıĢarı çıkarabilmiĢse o gülleyi alabilir ya da isterse
sahibine bağıĢlayabilir. Dağılan gülleler büyük daire içinde kalmıĢsa güllelerle
vurularak toplanır. Bitince oyun yeniden baĢlar. Ġkinci atıĢ dük atıĢıdır. Bu atıĢ ise
sağ elin yüzü dıĢa gelecek biçimde gülleye yaklaĢtırılır. Serçe parmağı ile yüzük
parmağının uçlarının dıĢı ile hafifçe itilir ağır giderse buna lıldırmak denir.
Kuvvetlice havalandırarak atılırsa buna da: b–DÜKLEMEK VEYA DÜK ATMAK.da
denir.Bunların dıĢında ülkenin bir çok yerinde, herkesçe bilinen oyunlar da vardır
ki bunlar konumuz dıĢındadır. Burada söz konusu olan oyunlar yalnız Kilis‘e özgü
olanlardır.
2-KANLI GÜLLE OYUNU :
Düz bir Alanda oynanır. Küçükler bu oyunu eğlence olarak oynarlar.
Büyükler kumar olarak oynar. BaĢlama noktası bir çizgi ile belirlenir. Bu çizgiden
iki üç adım atılır bir çizgi daha çizilir. Buraya bir kan konur. Buradan iki, üç adım
atılır, bir çizgi daha çizilerek bir kan daha konur. Sonra üçüncü, gerekiyorsa
dördüncü kanlar da konulur. Çizgiler kanlar vurulup yıkıldığında değiĢmesin diye
çizilir. Kan bu çizgilere konulan bozuk para, dikile bilen küçük taĢ parçaları, aĢık
olabilir. Son noktaya konulan gülle asıl amaçtır. Büyükler oyuna baĢlamadan
pazarlık yaparlar. ―Kan bir kuruĢ, gülle yüz para‖ gibi. Çocuklarda bu olmaz. Bu
gülle alanı her mahallede, her sokakta bulunur. Basıla , basıla sertleĢmiĢ, elle
süpürüle, süpürüle düzleĢmiĢ bir patika gibi kendini belli eder. Bu patikanın eni bir
metreyi bulmaz, boyu yirmi beĢ, otuz metre olabilir. ElveriĢli yerlerde elli metre
de olabilir.
GÜLLE:
TaĢtan yapılan bilyedir. Bilye hertaĢtan yapılmaz. Dere yataklarında bulunan
iri çakıl taĢlarından yapılır. Özellikle Arpakesmez Köyü dere yatağından toplanan
taĢlar çok güzel gülle olur. Bu taĢlar bir çekiçle kırılarak yuvarlak duruma
getirilir. Sonra sağ elde çekiç sol elde yuvarlaklaĢtırılmıĢ güllelik taĢ, bir de ele
sığacak büyüklükte düzgün kara taĢ. KarataĢ sol elin iĢaret parmağı ile baĢ
parmağı arasında sıkı sıkıya tutulur, güllelik sol avuç içine alınarak çekiçle ya da
sert bir kara taĢla gülleye vurulur. Gülle olacak taĢ çekiçle parmaklar arasındaki
[191]
kara taĢ arasında dövülerek hem küçülür hem de yuvarlaklaĢır. Gülle yapan çocuk
evde, sokakta durmadan çalıĢarak üç ya da dört günde ancak yapabilir.―Çıt, çıt,
çıt, çata, çat, çat, çat‖ durmadan döver. Sonunda Ġstenilen büyüklükte bir gülle
elde edilmiĢtir. Bu ham bir gülledir. Düzeltilmesi gerekir. Bu iĢ için Hamam
külhanlarından birine gidilerek oradan büyükçe sert bir kursümbül alınır. Külhan
ocaklarından çıkarılan küle kursümbül denir. Bu kül Kilis sıvacılığında kullanılır.
Külün arasında kalmıĢ el büyüklükte sert bal peteği benzeri gözenekli parçalar
bulunur. Gülle yapan çocuklar bu parçalardan bir iki tane alırlar. Eve gelerek
yapmakta oldukları güllelerini bununla törpülerler. Bunun için de en az bir, iki gün
çalıĢırlar. Yine bitmemiĢtir. Bir gün de zımpara kağıdı ile zımparalanır. Bir gün de
yağlı paçavra, kalın çuha kumaĢ ya da keçeye sarılarak bekletilir. Böylece bir gülle
en az bir haftada yapılabilir. Güllelerin üzerlerindeki desenlere göre adları
vardır. ―Tahneli, sinekli, kuĢaklı, dallı, çiçekli v.b‖. Gibi adlar alırlar. YapılıĢı bitti,
sıra geldi Ģimdi oyuna. Buyurun oyuna. BaĢlayalım.Buyurun beyler buyurun.
Çocuklarınızı da alın yanınıza.Bu da yetmeye bilir,onların oyun arkadaĢlarını da alın hep birlikte
oynayın. Bakın ne sevinecekler, nasıl mutlu olacaklar. Gelin lütfen bir deneyin. Belki de asıl siz
mutlu olursunuz.
H Ö L L Ġ K I L L I OYUNU:
Oyuncuların ellerinde birer tane nar ya da portakal büyüklüğünde
taĢ bulunur. Oyun alanı voleybol alanı gibidir. Bu alan 3-4 metre aralıklarla çizilen
birbirine koĢut üç çizgiyle ikiye bölünür. Orta çizginin ortasına ceviz
büyüklüğünde bir taĢ konur. Oyunun amacı oyuncuların ellerindeki taĢlarla oyun
alanının öbür yanına geçmektir. Oyunda bir de ebe vardır. Görevi geçmek isteyen
oyuncuya engel olmaktır. Yakalanan oyuncu ebe ile yer değiĢtirir. Oyuncu elindeki
taĢı atıp orta çizginin ortasındaki taĢı vurursa , Ebe önce yerinden oynayan taĢı
bulup yerine koyuncaya değin vuran çocuk karĢı yana geçerse. Sıra baĢka çocuğa
gelir . Daha önce kaçan çocuk kurtulmuĢ olur. Ebe daha önce davranır da iĢini
bitirip çocuğu yakalarsa ebelik el değiĢtirmiĢ olur.
HALEP EġEĞĠ (UZUN EġEK)OYUNU:
BeĢ altıĢar kiĢilik iki grupla oynanır. Grup baĢkanları taĢ tutuĢarak ebeyi
belirlerler. Ebe olan grup arka arkaya dizilir, sonra öne doğru eğilerek bir uzun
eĢek oluĢtururlar. Bu yüzden bu oyuna UZUN EġEK de denir. Ebe olmayan taraf
bir sıçrayıĢta yatan arkadaĢlarının sırtına binmek zorundadır. Binemezse ya da
kendinden önce binen arkadaĢına değerse ebe değiĢir. Bu kez yatanlar kalkar
ayaktakiler yatarlar.
ÇELĠK ÇOMAK:OYUNU:
Ġki türlü oyunu vardır.
1 – GÜDDÜRMELĠ ÇELĠK:
[192]
GeniĢ alanlarda oynanan bir oyundur. Ġki, üç, dört kiĢi ile oynanır. Otuz kırk
santimetrelik, baĢ parmak kalınlığında sağlam bir sopa ile yine baĢ parmak
kalınlığında iki ucu yontularak sivriltilmiĢ on beĢ, yirmi santimlik bir sopadan
oluĢan bir oyundur. Uzuna değnek (sopa), kısasına çelik denir. Alanın uygun bir
yerine sopanın ucu ile bir küçük çukur açılır. Buna kubur( çukur ) denir. Burası
oyunun baĢlama noktasıdır. Oyuncuların her birinin ayrı, ayrı sopaları vardır.
Çelik bir tane olabilir. BaĢlayacak oyuncu çeliğini ve sopasını alarak kuburun
bulunduğu noktaya gelir. Bir elinde çelik bir elinde sopası vardır. Oyuna iki türlü
baĢlanır.
1-Atma yöntemiyle.
Çelik kuburun üstüne konur, sopanın ucu çeliğin altına kuburun içine
yerleĢtirilir. Sopa iki elle tutulur, ileriye doğru hızla atılır.
2-Vurma ya da çırpma yöntemi. Bu da ikiye ayrılır:
a) - Çelik bir elde, sopa bir eldedir. Çelik havaya atılır, havada iken
sopa ile vurulur.
b) Çelik, kuburun üstüne konur sopanın ucu altına sokulur, sopayla
yukarı doğru atılır havada iken sopa ile vurularak çırpılır. Her durumda karĢı
oyuncular atılan çeliği karĢılayarak elle yakalar, ya da sopası ile vurursa atan
oyuncu yanar. Atılan çelik karĢılayan oyuncularca yakalanmaz ya da çırpılmadan
yere düĢerse karĢılayan oyuncu bu kez çeliği buradan alarak kubura atar. Çeliği
kuburun
yanına bir sopa boyundan az aralıkla atar, ya da kuburun üstüne
düĢürebilirse atanla karĢılayan yer değiĢtirir. Eğer çelik bu ölçüden uzağa
düĢmüĢse, bu kez atan çeliğin düĢtüğü yerden baĢlamak koĢulu ile sopasını çeliğin
ucuna vurup havalandırır havada çırpar. Bu iĢi dört kez yapar.Her yapıĢta melloz,
iki loz, üç yüz, dört yüz diye sayar. Dördüncü vuruĢtan sonra çeliğin düĢtüğü
yerden karĢı oyuncu çeliği alıp yeniden kubura atarak oyunu sürdürür. KarĢılayan
oyuncu çeliği kubura atıncaya değin bu iĢ sürer gider.
2- MERALI ÇELĠK:
Bir de Meralı çelik vardır. Burada oyunda bir değiĢiklik yoktur.Yalnız deĢiklik
karĢı oyuncu ikinci atıĢında çeliği kubura yakın düĢüremezse atan oyuncu çelikle
kubur arasındaki uzaklığı ölçer. Bu ölçme değiĢik bir ölçmedir. Elindeki sopayla
çelikten kubura doğru ölçerken ―Kiyd, kandil, hed, hedeloz bir, kiyd,kandil, hed,
hedeloz iki diye sayar kaça değin gelmiĢse o kadar sayı almıĢ olur.‖ Bu oyuna
baĢlarken pazarlık yapılarak kaçta biteceği kararlaĢtırılır. Bu her zaman bir tek
sayıdır.( 51, 101, 151 gibi)
MULLA HARALOYUNU:
Oyuncular, ikiye ayrılırlar. Her grubun baĢında bir baĢkan bulunur. Gruplar
baĢkanlarının adıyla anılır. Ahmet‘in gurubu, Ali‘nin gurubu gibi..
Oyuna
baĢlanmadan önce sokağın ya da oyun alanının ortasına bir buçuk iki metre
[193]
çapında bir çember çizilir. Gurup ebelerince taĢ, tutuĢarak biri çemberin içine
oturtulur. Diğer gurup saklanmaya gider. Ahmet‘in gurubu oturuyorsa Ali‘nin
gurubu gizlenir. Oturanlar yüz yüze dönerek bir yumak oluĢtururlar. Ellerinde iki
buçuk, üç metrelik bir ip vardır. Ġpin bir ucu oturanlardan birinin elindedir. Diğer
ucu kolayca görülebilecek biçimde yerde durur. Diğer gurup saklanmıĢtır. Ġki
gurubun baĢkanı birlikte saklananları aramaya çıkarlar. Saklanan gurubun baĢkanı
durmadan yüksek sesle arkadaĢlarına seslenir: Lan ! Geloruk ha! Yerinizi iyi bulun
ha ! Sakın yakalanmayın ha! Biz Ģimdi Hasanların evinin önünden caddeye doğru
geloruk ha!‖ Bunu duyan saklı çocuklardan durumu elveriĢli olanlar yerlerinden
çıkarak oyun noktasına doğru koĢarlar. Oturan çocuklar yerlerinden kalkamazlar,
BaĢka bir yere kaçamazlar, kendilerini savunamazlar. Yalnız BaĢkanlarını çağıra
bilirler. Bunun için hep bir ağızdan ―Molla Haral! Molla Haral !‖ diye bağrıĢmaya
baĢlarlar. Bu sesi duyan baĢkanlar koĢarak arkadaĢlarının yardımına yetiĢirler.
Oturanların baĢkanı yerdeki ipin ucunu eline alır. ArkadaĢlarını korumaya baĢlar.
BaĢkan ancak ipin yetiĢebildiği alan içinde karĢı taraf oyuncularını tekmelerle
kaçırmaya çalıĢır. Ġpi elinden bırakamaz. Saldıranlar, oturanları yumruklamak,
savunmadakileri baĢkanları korumak zorundadır. Savunan ekibin baĢkanı
saldıranlardan birine ayağını deydirebilirse Ya da saklanan oyunculardan birini
bulabilirse guruplar yer değiĢtirirler. Bu kez saklananlar savunmaya, savunanlar
saklanmaya geçerler. Oyun böylece sürer gider. Bu oyun daha çok geceleri
oynanır.
BĠLDĠRBĠÇ OYUNU:
Bu oyun daha çok on,on beĢ yaĢ arası erkek çocuklarca oynanır. Dört, beĢ kiĢi ile
oynanırsa daha güzel olur. Aralarında taĢ tutuĢma yöntemi ile bir ebe seçerler.
Ebe den sonra bir de sıralama tutuĢması yaparlar. Birinci, ikinci, üçüncü,...,olarak
sıralanırlar. Ebe olan elleri ile dizlerinden tutarak eğilir, diğerleri sıralarına göre
ebenin sırtından atlarlar. Sıralamada birinci olan ne yaparsa ne söylerse diğerleri
de söylemek ve yapmak zorundadır. Uymayan ya da yanlıĢ yapan cezalandırılır.
Ceza yatan arkadaĢı ile yer değiĢtirmektir. Birinci ilk atlayıĢta ―Bildir biç ‖ ‖Der
atlar. Diğerleri de ―Bildir biç!‖ Der, Atlarlar. Birinci ―Ġkidir iki!‖ Der atlar,
öbürleri de yapar. ―Üçte fıstık‖, Der, atlarken yatanın sırtını çimcikler, ―Dörtte
bir göt‖ Der, yatanın sırtına bir göt vurur, ―BeĢte fes‖ baĢındaki Ģapkayı yatanın
sırtına koyar. Kendinden sonra atlayanlar da atlarken o Ģapkayı alıp geri yerine
koymak zorundadır. Yapamazsa ya da Ģapkayı düĢürürse yanar. ―Altıda Alman
topu‖ Der. Alttakini sarsacak güçte götü ile vurur.―Yedi hiçbir yerim değmedi.‖
Deyince elini dokundurmadan, hiçbir yeri yatan arkadaĢına dokunmadan
atlayabilmek zorundadır. Sekizde seksek ―Yatan arkadaĢın sırtından geçince yere
tek ayakla basmak zorundadır. Bütün oyuncular atlayıncaya değin herkes tek
bacak üstünde durur. BaĢkan isterse oyuncuları bir süre tek ayakla semtte
dolaĢtırır. Ġkinci ayağı yere değen yanar.―Dokuzum durak!‖ Der atlar. DüĢtüğü
yerde ayakta durur. Diğerleri de atlarken yatan arkadaĢına elleri dıĢında bir
[194]
yerleri dokunmamalı. Kendinden önce atlamıĢ olan ve düĢtükleri yerde ayakta
bekleyen arkadaĢlarına da dokunmamalıdırlar. Son olarak ―Onum oturak !‖Der.
Lider, düĢtüğü yere dizleri üstünde çöme1erek oturur. Hem yatan arkadaĢının
boyu çok yükselmiĢtir hem de düĢecek yer bulmak zorlaĢmıĢtır. Daha önce
yanlıĢlık yapan olmadıysa burada yapılması çok olasıdır. Olmazsa oyun yeniden
baĢlar. Oyunun bir yerinde bir cezalandırma olursa oyun bu cezalının sırtında
yeniden baĢlar
AġIK OYUNU:
Hem bir çocuk oyunu, hem de orta yaĢ insanlarının oynadığı bir oyundur. Bir tür
küçük kumar da sayılabilir. Koyun ya da keçi bacaklarından çıkarılmıĢ aĢık
kemikleri ile oynanır. Birkaç tür oyunu vardır
1-SAKKA.
Oyuncular, ceplerinden anlaĢtıkları sayıda aĢık çıkarıp oyuna katılabilirler. Ayrıca
her birinin ellerinde birer tane sakkaları da vardır. Sakka: Koç ya da teke
paçasından çıkarılmıĢ diğerlerinden az daha irice bir aĢıktır. Sahibi isterse aĢık
kemiğinin çukur yüzüne bir parça kurĢun eritip dökebilir. Böylece kemik hem
azıcık ağırlaĢmıĢ hem de sağlamlaĢmıĢ olur. Deyelim ki beĢ kiĢi oynayacak. Bu beĢ
kiĢi üçer aĢıkla oyuna katılacaklar, önce oyun alanına iki metre çapında bir daire
çizilir. Bu dairenin merkezine de 15-20 santimetre çapında ikinci bir daire çizilir.
Oyuncuların aĢıkları bu küçük daire içine üst üste tuğla duvar örer gibi dizilir.
Sonra, daha önce kendi
aralarında belirledikleri sırayla, büyük dairenin
dıĢından sakkalarını atarak aĢıkları küçük dairenin dıĢına çıkarmaya çalıĢırlar.
Herkes çıkardığı aĢığın sahibi olur. Bir vuruĢta sıradan aĢık çıkaran bir daha
atar.Yalnız atanın sakkası küçük dairenin içinde kalırsa. Alamaz Onu atıĢ sırası
kimde ise kendi sakası ile vurarak çıkara bilirse alır.O çıkaramazsa sırayla diğer
oyuncular da denerler.Kim çıkarabilirse o , alır.Çıkarabilen olmazsa sonunda sahibi
kendisi alır.Bir de Sakka ġEK olur.Oyun sırasında oyunculardan birinin sakkası
oturursa buna Sakka ġek oldu denir.Bu durumda sıradaki oyuncunun bir atıĢ hakkı
vardır.Vurup yıkabilirse sakkayı alır.Vuramazsa geri sahibinin olur.Bu sakkaya atıĢ
yapan oyuncuya diğer çocuklar ―SAKKA ġEK vuran eĢĢek‖ diye bağırır.Bu oyun
küçükler arasında oynanılırsa aĢıkları almakla biter büyükler oynuyorsa aĢığın da
sakkanın da parasal karĢılıkları vardır.Kim kaç tane aĢık ütülmüĢse o kadar para
verir. Gerçi bu çok çirkin bir kumardır. Bunu oynayanları halk da tutmaz. Bunlar
hep kavgacı olurlar. Gerekirse birkaç kuruĢ için birbirlerini vurup yaralayabilirler.
Çok çirkin küfürlerle birbirlerine söverler.
OYUNDA CILLIMA:
Oyunda cıllıma ya da mızıkçılık yapma olamaz. Bunun da cezası vardır. Bütün
arkadaĢları toplanarak çevresinde halka oluĢturarak hep bir ağızdan ―cıllıdı piĢti,
[195]
götü ĢiĢti!‖ diye el çırparak tempo tutarlar. Bununla yola gelmezse oyun çocukları
arasında çok ağır bir ceza olan ―Anasını yazmak.‖ Cezası verilir. Yolun Ortasına
bir çıplak kadın resmi çizilir, hep birlikte üzerine çıkılarak oynanılır, tepinirler,
zıplanır. Yine yola gelmezse bu kez o çocuk kısa ya da uzun bir süre arkadaĢları
ile oyun oynayamaz. Bu nedenlerle hiçbir çocuk adının cıllığana ya da mızıkçılığa
çıkmasını istemez. Doğal olarak bu da oyunların düzen, disiplin içinde dostça
oynanmasını sağlar.
ASIRLIK BĠR AĞAÇ
KĠLĠS RAVANDA KALESĠ
XI.-BÖLÜM
SONUÇ
Kilis,coğrafi konumu bakımından bir Akdeniz yöresi kentidir. Bu özellik
kendisine Tanrının en büyük bağıĢıdır. Gerek bulunduğu yörenin toprak yapısı
gerek ılıman iklimin özgün özelliği, (kıĢlar, ılık-yağıĢlı; yazlar, sıcak-kurak geçer.)
onu bir tarım kenti yapmıĢtır. Tarımsal ürünlerin her türünün yetiĢtirilmesine
elveriĢlidir. Tahıl denilen ürünün her türü (buğday, arpa, pirinç, susam, mercimek,
nohut, baklagiller), Sanayi bitkisi sayılan keten, kenevir, tütün, üzüm, zeytin daha
niceleri. Bu arada ipekçilik, Kilis‘in yetiĢtirdiği baĢlıca ürünlerdir. Bunların dıĢında
sebzenin her türü en güzeli.yetiĢtirilir.Bunlardan pirinç, Sıtma SavaĢı dolayısıyla
[196]
tütün, tekel kurulunca yasaklanmıĢtır. Diğerlerine gelince Kilisli bunu yetmiĢ
göbek atasından gördüğü biçimde yetiĢtirmeyi sürdürmüĢ, geliĢtirmeği,
değiĢtirmeyi hiç düĢünmemiĢ, akıl edememiĢtir. Bence artık bunun zamanı
gelmiĢtir. Bilim ve teknolojinin harikalar yaratmasına Kilis halkı seyirci kalamazdı.
Artık atadan görme yöntemler bırakılmalı. Bilimsel yöntemlere yönelmelidir.
Kilis‘te açılacak bir Üniversite, bu Üniversitenin Ziraat Fakültesi, Kilis tarımıyla
birlikte Kilisliyi de kurtaracaktır. Böyle bilimsel bir inceleme, araĢtırma
yapıldığında Kilis‘in de Kilislinin de durumu görünümü değiĢeceği gibi bu
değiĢiklik ülke tarımına ve ekonomisine de katkıda bulunacaktır. Dilerim, isterim
ki Kilis Üniversitesi bir an önce kurulur. Ziraat Fakültesiyle Kilise gerekli yardım,
yarar sağlanmıĢ olur. Özellikle Kilis bağcılığı, Kilis zeytinciliği anne, baba
sevgisinden yoksun öksüz, yetim çocuklar gibi boyunlarını bükmüĢ beklemektedir.
ġunu kesin olarak bilmek gerekir ki böyle bir atılıma Kilislinin de hakkı vardır. Bir
zamanlar Mısır‘dan, ġam‘dan, Kayseri‘den daha bilmem nerelerden gelerek Kilis
Medreselerinde mantık okuduklarını gittikleri yerlerde Kilis‘ten övgüyle söz
ettiklerini biliyoruz. Bu gün Kilis yine bu alanda elde edeceği baĢarıları da
özlemektedir. Bunu da yapacaktır. Ata sözümüz de bunu doğrulamaktadır:―Su
aktığı yere bir daha akar.‖ Bir üniversite çalıĢmasıyla Kilis‘te neler yapılamaz ki,
Ziraat Fakültesi‘nin bilimsel çalıĢmasıyla Kilis, neden bir küçük Çukurova olmasın?
Kilis pamuğu, gerek sulu sarısıyla gerek akalasıyla niçin yaĢam bulmasın? Yalnız
tarım alanında değil, sosyal alanda, ġehircilik alanında, bilim, kültür alanında da
üniversite öncülüğüne gereksinimi vardı. Kilis‘in.Son zamanlarda artan bağnazlık,
kent, kentli yaĢamındaki dağınıklık, baĢı boĢluk da giderilmiĢ, Kilis uygar, çağın
kenti; Kilisli de uygar, çağın insanı olacaktır. Dilerim bütün Kilisliler, önce etkili
hem de yetkililer, sonra yalın halkım bunu bir görev bilerek iĢe koyulurlar da bir
an önce gerçekleĢmesini sağlarlar.
ġunu iyice bilmek gerekir ki Hasan, Hüseyin, Ahmet,Mehmet gibi kiĢilerin
yardımı ile ne kalkınabilir ne de bir yere varılabilir. Kilis ancak tüm Kilislilerin
gönül, ülkü birliği ile kalkına bilir. Bu gün Hangi Kilisli, akar suları, bentlerce,
barajlarca tutulmuĢ, toprakları sulanan, günün hangi saatinde olursa olsun
musluklarından gürül, gürül sular akan bir Kilis‘i istemez. Yine iĢsiz insanı olmayan,
nüfusu gereksinim duyduğu iĢçi sayısı yetmeyen, çevreden iĢçi eksiğini gidermeye
çalıĢan bir Kilis‘i, hangi Kilisli istemez. Bütün bunlar sanal kuruntular değildir.
Gözü siyasal çıkarda olan,Siyasal seçime katılmıĢ, vereceğiniz oya göz dikmiĢ, boĢ
sözlerle sizi avutmak, aldatmak isteyen bir politikacının sözleri de değildir.
Bunların tümü olabilirliği sağlam, kolay gerçekleĢebilir iĢlerdir. Yeter ki Ben
Kilisliyim diyen her kiĢi istesin.Gereken ham madde elde hazırdır. Kilisin elde
ettiği, kendi yetiĢtirdiği ürünlerdir. Bunları iĢlemek, bunları pazarlamak hem sana
hem ülke kalkınmasına neler katar. Sebzelerini iĢlesen, o güzelim ince kabuklu bol
sulu domateslerini, o bin bir derde yarayan kırmızı biberini, o üzümlerini,
zeytinlerini iĢleyerek neler yapamazsın? Bir zamanlar dillere destan o ipeklilerini,
[197]
pamuklularını geri getirsen olmaz mı? Zaman, zaman televizyon kanallarında
gördüğün, bugün ellerde turistik olarak, Moda olarak dolaĢan, o renk, renk ipek
peĢtemalları görünce için sızlamıyor mu? Bunlar senin değil mi? Neden yitirdin
bunları? Hiç düĢündün mü? Biraz düĢün Ģöyle elli altmıĢ yıl hatta yüz yıl önceki
Kilis‘le bugünkü Kilis‘i bir karĢılaĢtır. Neler, niçin değiĢmiĢ? Neleri yitirmiĢ, neleri
bulmuĢsun? Ġstersen ben sana biraz anımsatayım. Belki benim anımsattıklarım
dıĢında kalanları ya da bilmediklerimi sen de anımsarsın böylece yiten değerleri
buluruz. Bulduğumuz bu değerleri, günün, ülkemizin, dünyanın içinde bulunduğu
koĢullarla bağdaĢtırır yeniden kazanırız..Bugün elli yaĢlarında olanlarımızın bile
anımsayamadıkları Kilis ipeklisi. PaĢa Hamamının batı duvarına, iki uzun demir
kazık çakarak, bu kazıklara ipekler sarıp kelep ettiklerini, sanırım görmüĢleriniz
vardır. Yalnız PaĢa Hamamı değil koca Hamamının güney duvarı, Yedi aralık
Parkının güney duvarı, Tuğlu Hamamının doğu duvarı, Ahmet Bey‘in konağının
Kuzey duvarı, bunlar dıĢında daha bir çok yerlerde, Kilis‘in her mahallesinde, Her
yanında böyle uzun duvarlara çakılı kazıklar, Bu kazıklar üzerinde sarılı ipekler,
görülürdü. Sokaklardan geçerken dokuma tezgahlarının sesi eksik olmazdı.Kilis‘in
kendine özgü yemenileri vardı. Bugün ne yemeni kaldı ne yemenici. Kilis erkek
terzileri vardı. Bunlar çok ünlüydüler. Ġstanbul‘da, Ankara‘da oturan
kentdaĢlarımız gelir, Kilis‘te diktirirlerdi giysilerini. Bir Terzi Necmi Usta vardı,
(Nur içinde Yatsın) Kilis‘te terzilerin piri sayılırdı. Terzi Saip usta, Terzi Ziya,
Terzi Arif KeleĢ, Terzi Abdi Beyli, daha niceleri. Bugün değil takım elbise, Doğru
dürüst pantolon diken bile kalmamıĢtır. Bu tükeniĢin nedenleri arasında yalnız
hazır giyim sanayi inin geliĢmesi aranmamalıdır. Belki bu da nedenlerden biridir.
Ama asıl neden değildir. Sadece Bugünkü Vakıf Bankla Dolap Pazarı arasında. Ona
yakın erkek berberi vardı. Bugün bir tane bile bulamazsınız. Bulsanız da
dükkanlarına girmeyi içiniz almaz. Bakın size sayısından söz ettiğim berberlerin
adlarını da sayayım. Bankanın karĢısında Fadıl UlutaĢ, Berber Muzaffer, ( Boynu
eğri ) Berber Hasan, Mustafa kardeĢler, Süslü Berber,(Berber Ġbrahim, ĠBO ),
Berber Abdürrahman Tosyalı, Berber ReĢit Gesoğlu, Berber Muzaffer Aktürk.
Bunlar Cumhuriyet caddesinin yüz metrelik bir bölümünde bulunan berberler. Her
birinin dükkanları tertemiz mis kokulu, elleri, yüzleri pırıl, pırıl, ağızları laf
etmeyi bilen kiĢilerdi. Bugün zorla buluna bilenlerin yaptığı gibi ağzında sigara ile
tıraĢ yapan, dumanını müĢterinin yüzüne üfleyenler gibi değil. Bunlara ne oldu?
Kilis‘in Duvarcıları, Mobilyacıları, kunduracıları, köĢkerleri ne bileyim daha nice el
sanatçıları ben baĢladım isterseniz siz tamamlayınız. ĠĢte yitirdiklerimiz Bunları
bulmak istiyor musunuz. Ben size yerlerini söyleyeyim: Kaçakçı pasajları, ceket
satanların bulunduğu yerlerdeki kalabalıklar arasında ya da gizli iĢsizler arasında
ararsanız bulursunuz.
Evet bugün Kilis‘te tarihi değeri ola hiçbir eser kalmamıĢtır. Kara Baba‘nın
adı bile kalmamıĢtır. Güya suyunu arttıralım derken suyunu kurutmuĢlardır. Ta
Roma Bizans devrinden beri ayazma olarak kullanılan o güzelim yer bugün yok
[198]
olmuĢtur. Ya kesmelik ne olmuĢtur. Yüzlerce yıldır insan eliyle yapılmıĢ, her
santimetresinde bilmem kaç kiĢin in teri, kanı emeği olan o taĢ ocağı mağaraları
ne olmuĢtur? Bunlar benim bildiklerim, benim aklıma gelenlerdir. Hani Damlacık
Mezarlığı nerede? Köroğlu Mezarlığı nerede? Her Ģeyi anlarım da bilmem kaç yüz
yıldır geçmiĢimizi gömdüğümüz o mezarlıklar nerede ? Sorarım size Kilis‘te yalnız
bir asri mezarlık mı vardı ? Yüzlerce yıllık geçmiĢi olan bu kentte yoksa
Mezarlıklar tarihi eser sayılmıyor mu? Varlığımızın nedeni atalarımızın bu kentin
topraklarında huzur içinde yatıp dinlenmeye hakları yok muydu? Bu topraklar için
onlar kan dökmedi mi? Can vermedi mi? Kilis‘i siz mi yaptınız ? Yoksa Kilisli Yalnız
sizden mi türedi ?
Tarihi eserleri yok etmekle tarihi yok edemezsiniz. Size düĢen tarihi
eserleri yok ederek iĢ yapmıĢ olmak değil. Eskiyen yıkılan eserleri yenileyerek
yaĢatmaktır. Bu hepimizin atalarımıza karĢı bir görevi kendimize karĢı bir
saygısıdır. Yoksa kendimizi inkar etmiĢ olmaz mıyız ?
Bugüne değin ne olmuĢsa olmuĢ. Buların bir çoğunu artık geri getiremeyiz.
Hiç değilse günümüze el atalım. Yarına hayırlı iĢler, eserler bırakalım. Hiç değilse
çocuklarımız, torunlarımız kısaca geleceğimiz için bir Ģeyler, iyi bir Ģeyler yapıp
bırakalım.
Sizleri el ve gönül birliği ile Kilis‘in geleceği için bir Ģeyler yapmaya, Kilisli
olmaya çağırıyorum. Hadi buyurun.
HALĠL ĠBAN
SÖZLÜK:
ABA:a.Ar.1.Yünden dövülerek yapılmıĢ kaba ve kalın kumaĢ. 2.Bu kumaĢtan
yapılmıĢ yakasız ve uzun üstlük.
ACIĠġLEMEKt.Eskiden mahserelerde yağı alınmıĢzeytinlerin
posalarının yeniden iĢlenerek yeĢil renkli acı bir yağ elde
edilmesi.
ACĠR:t.yalnız Kilis ve yöresinde yetiĢen tüylü bir tür yabani
hıyar.
AFARA:t.Kum,toprak,saman karıĢımı harman yeri artığı
buğday,arpa gibi tahıl
artığı.
AĞA:Kırsal kesimde büyük toprakları olan güçlü, sözü
geçen,varlıklı kimse.2.halk arasında sözü geçen,sayılan kimse.
AĞE:t. Büyük erkek kardeĢ,Ağabey.
ALANAZĠK:Kilis‘e özgü kebap türü, patlıcan ve yağlı kıyma
[199]
ile yapılan bir yemek.
ALLEF:a.A.savurucu, savuran.Buğday, arpa, zeytin ve benzeri
taneleri karıĢık oldukları yabancı maddelerden kalbur
veya tepirle savurarak temizleyen
ALTTAPAN Mahserede Ģedde aletinin önemli bir parçası
ANTEP:Gaziantep‘in eski adı
ARPAKESMEZ:Kilis‘in Güney Doğusunda merkeze bağlı bir köy.
AVRAT::a.A.Kadın
ARASA:a.F. ayni iĢi yapan esnafın bulunduğu bölüm.Arasta
ARUS:a.Arb.Mahserede taĢ düzeneğinin önemli bir parçası
Aġ:a.T.TaĢta ezilmiĢ zeytinlerin Ģeddede sıkılıp yağı alındıktan
sonra kalan
posası.Pirina.
AYAR:a.Arb.Ölçü.Mahserede kullanılan zeytin yağı ölçmek
için kullanılan swıvı ölçü aracı.
AYAZMA:a.Yun.Rumların kutsal saydıkları kaynak pınar.
AYI:a.T.Mahserede Ģeddenin önemli bir parçası
AYN-Ġ SAFA:a.Arb.Safa gözü.Safa pınarı.
AYIN ÖNÜ:a.Arb.Göz önü
BALCAN:a.Kilis halk dili.Patlıcan
BAġĠPĠa.T.TaĢa koĢulan hayvanın baĢına bağlanan ip.Yular
BEDESTEN:N:a.Far.Ġçinde değerli eĢya alınıp satılan kapalı
çarĢı.
BEKERE:a.Arb.Kilis Halk ağzından Makara.
BERBEH:a.Kilis halk ağzı. Kiremit.Silindir biçiminde içi boĢ mahsere ve pekmez
ocaklarında Ocak tavanının
ısınması için kullanılır.
BERDĠ:a.KiIis halk ağzı. Saplarından hasır, zembil gibi araçlar örülen bir saz.
BEY:a.1-Günümüzde erkek adlarından sora kullanılan saygı
sanı.2-Erkek adları yerine kullanılır.3-EĢ,Koca.4-Zengin,ileri gelen kimse.5Ġskambil kağıtlarında birli.Boy gibi gibi küçük bir toplumun ya da küçük bir
Devletin baĢkanı.7-Komutan.Alaybeyi.Uçbeyi
BEYLE: Kilis halk ağzı.Böyle
BĠLDĠRBĠÇ:a.Kilis halk ağzı. Birdirbir oyunu.
BOġNAK:a.1-Bosna halkından ya da bu halkın soyundan olan kimse.2-BoĢnaklara
özgü olan .
BOYUNDURUK:a.Mahserede taĢa,koĢulan, arabaya,tarlada
sabana koĢulan
hayvanların boynuna takılan ağaçtan yapılmıĢ araç.
BULGUR MĠDERĠ: a.KaynamıĢ buğdayın kurutulduktan sonra
dövülüp
kepeğinden ayrıldığı yer.
BÜRÜN:a.Mahserede iĢlenen aĢın posasının yakacak olarak kullanılması.
[200]
BÜZÜK:a.Toplanarak büzülmüĢ.2-Kalın bağarsağın sona
erdiği yer.Anüs.Göt.3Argo.Yüreklilik.,cesaret.
CARRA.:a.Ġçi dıĢı sırlı küp.Renginden dolayı yeĢilce de denir.
CERCER:döven,harman dövme aracı.
CIFITLAR MEZARLIĞI:Kiliste yahudi gömütlüğü
CILLIMA:Çocuk oyunlarında kurallara,alınan kararlara uygun davranmamak,
mızıkçılık yapmak.
CIRINDIRIK:Beğenilmeyen et.
CĠLLE:Kilis geleneğinde ilk gerdek gecesi damatla gelin
odalarına sokulurken yapılan son tören
CURUN:Üzüm tepelemek,nıĢasta yapmak,domates tepelemek. ya da Mahserede
taĢta ezilmiĢ Zeytinleri Ģeddeye vurmak için içinde bekletmek üzere taĢtan
oyularak
veya ağaçtan yapılan kap.
ÇATI:a.ÇeĢmeden eve su taĢırken kolaylık olsun diye boyna
asılarak kulanılan bir su taĢıma aracı.
ÇEBĠġ:Kısır diĢi keçi
ÇENET:Ceviz sucuğunun yarım ceviz içi saplanarak
oluĢturulmuĢ iplerinden kopartılan yarım cevizlik sucuk .Bir ip sucuğa bir dal
denir.Bir dalda 7-8 çenet bulunur.
ÇENTE:Bezden ya da ayrı bir kumaĢtan yapılan,boyna
asılarak taĢınan hoca yahut okul çantası
ÇIRÇIR:Kozalaktan alınmıĢ pamuğu tohumundan ayırmak için kullanılan araç.
ÇIRA: Tenekeden yapılmıĢ, birkaç kat pamuk ipliğinden bir
fitil konmuĢ,yakıtı zeytin yağı olan mahsere aydınlanma aracı.
ÇĠBĠK:Düğünlerde, konserlerde müziğe uyarak el çırpma.
ÇĠR:MiĢmiĢ kurusu
ÇĠYĠT:Pamuk tohumu
ÇÖMÇEGELĠN:Çömçeden yapılmıĢ gelin.
ÇÖRTEN:Yağmurlu ve karlı havalarda damlarda biriken
suların aĢağı akabilmesi için yapılan oluk
ÇULHA:Evine kurduğu tek dokuma tezgahı ile,ipekli pamuklu dokuma yapan kiĢi.
ÇÜKÜNDÜRÜK:Kırmızı Ģeker pancarı.
DAÜSSILA:Sıla Özlemi.Ġnsanın doğduğu yerden,vatanından uzun süre ayrı
kalması durumunda duyduğu özlem.
DEREBEYĠ:Topraklarını derebeylik düzenine göre yöneten kimse.2-Zorba
DEVĠR:Zaman,çağ
DIMIġK: ġam
DOMDOM HEL VASI:Bulgur unu.,pekmezle yapı lan bir
helva
DON KAZANI:Bakırdan yapılan iki kulplu büyük kazan.
[201]
DÖĞME:Evlerde soku ile ya da miderde dövülerek kepeğinden arıtılmıĢ buğday
EFENDĠ:a.yun.Eski Eğitim görmüĢ kiĢi için özel adlardan
sonra kullanılan san.2-Buyruğu yürüyen,sözü geçen kimse.
EHL-Ġ DÜNYA:YaĢayan insanlar
EHL-Ġ KUBUR:Ölüler
EKġĠLĠ(EġKĠLĠ) YAHNĠ:Bol kuyruklu koyun eti,pirinç,nohut, salça ve ekĢi ile
yapılan Kilise özgü Konuk ağırlama yemeği
ELYAĞLIĞI:Kilis‘li hanımların kendi evlerinde hazırladıkları pamuk ipliğini yerli
çulhalara götürüpdokutturdukları havlu veya peçete olarak kullandıkları bir yertli
dokuma.
ELCEK:Mahserelerde Ģedde aracının üst tapanını indirmek ya da kaldırmak için
kullanılan iki sopa.
ELEK:Evlerdeun elemek için kullanılan bir araç.
EMMĠ:a.1-Amca.2-YaĢlı Erkeklere seslenirken veya ondan söz edilirken
kullanılır.Ahmet Amca gibi.
ENDERUN:a.Far.tar.Sraylarda harem ve hazine dairelerinin
bulunduğu yer.Büyük sarayların iç bölümü.3-Devlet görevlilerini yetiĢtiren okul.
ENEK:s.EnenmiĢ,burulmuĢ, erkekliği giderilmiĢ.
ENĠK:Kedi,köpek gibi çok memeli hayvanların yavrusu
FAHRE:Küp,testi,çanak çömlek yapılan yer.
FAKI:Fıkıh eğitimi alan. Hocasına fakih denir
FARAġ:Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan kürek biçiminde teneke
ya da plastikten saplı kap.
FENDÜS (Fanus) a.yun.Süslü ayaklı fener.
FES,DALFES: a . (Fas kentinin adından) esk.ġapka yerinekullanılan,kırmızı,kalın
çuhadan yapılmıĢ,tepesinde püskülü olan,silindir biçiminde baĢlık.Dal fes:çıplak
fes.
FIRT:Bir solukta ya da bir yudumda içilebilecekkadar sigara çay ,kahve,içki.
FĠRUZ ABADĠ: AL-FĠRUZ ABADĠ ABU‘L-TAHĠR
MUHAMMED B.YAKUB B. MUHAMMED B.ĠBRAHĠM MACD AL-DĠN AL ġĠRAZĠ
AL-ġAFĠĠ 1329_1414)Arab lügat yazarı YazmıĢ olduğu lügat Kamus-i Okyanus.
FĠTLE ÇÖPÜ:Sulak yerlerde yetiĢen bir bataklık sazının
dallarından alınan yuvarlak,hafif çubuk.Hanımlar evlerinde pamuk eğirirken
yapacakları fitleyi bu çöple yaparlar.Bu nedenle buna fitle çöpü de denir.
FONKSĠYON:ĠĢlev.2-Görev.
GEÇĠ:Kilis halk ağzında keçi
GERDEK:Evlenen çiftlerin yuvalarında birleĢecekleri ilk gece..
GÖBCÜK.:Ġçilen sigaranın atılan kısmı..ĠZMARĠT
GĠLGĠLLEMEK:Develerin çıkardıkları ses
GUSSA:TaĢak.testis.
HALKA:Bir çok nesneden yapılabilen çember,bilezik,yüzük
[202]
biçiminde olan.
HALLE:30-50cm.yüksekliğinde,bir,birbuçuk metre çapında bakırdan ya da sac dan
yapılmıĢ büyük kaynatma ya da piĢirme kabı.evlerde Ģire yapılırken kalabalık bir
düğün ya da hayır için yapılan ve halka dağıtılacak olan yemekler piĢerken,pekmez
hanelerde,mahserede kullanılırken bakır,kalaysız ya da saç olanı seçilir.
HAN:a.far Yol üzerinde.ya da kasabalarda yolcuların konaklamalarına yarayan yapı
2-.ġehirlerde iĢ yerlerinin bulunduğu çok katlı yapı.
HAREM:Eski Konaklarda yalnız kadınların bulunduğj yer.2-Karı,eĢ.
HARĠS:1.Eskiden mahalle bekçisi.2-Çok hırslı aç gözlü
HASIL:Mahserede içinde zeytin yağı saklamak için hazırlanan,her tarafı
sıvalı1x1x2 metrelik kuyu.
HATIRIP:ġemanın alt tapana sıkıca bağlanmasını sağlayan parça.
HAVARA :Yerel ağız.pekmez toprağı.
HAVIġ:Yerel ağız. Kilis‘te evlerin avlusuna denir.
HAYĠR:Yerel ağız.Ġncir.yemiĢ.
HAYME:Kırsal kesimde,bağlarda,bostanlarda güneĢten korunmak için taze
dallarla yapılmıĢ korunmalık..
HAYRAT:ÖlmüĢler için yapılan yemekli toplantı.
HEDĠK:HaĢlanmıĢ buğday.
HEKET:(Kilis halk ağzı) Masal,hikaye
HENGĠLKOZ:Bir masal, ya da öykü anlatılmaya baĢlandığında ilgi uyandırmak için
söylenen tekerleme. ―Haket,haket hangilkoz iki sıçan biri boz‖.
HEZEN:Kalın ve uzun direk
HÖYÜK:Yıkıntıların üst üste yığılmasıyla oluĢan içinde yapı kalıntısı bunan
tepecik.
HUDAR:Sebze.
HUDARCI:Sebze satan.
ĠBAN-EBAN(EBAN):A.Arb. Öncel,Önde gelen,turfanda, selef ayni yerde bulunan
tepelerden en yükseği,Mekke ile Medine arasında bulunan ikiz tepel
(Ebaneyn):ikiban.Bak.:Öncel,selef.
ĠLTĠFAT:Güler yüz gösterme,iyi davranma,ilgilenme.
ĠS: Duman lekesi
ĠSKARPĠN: Ayakkabı,kundura.
ĠTEYĠ: SepilenmiĢ keçi ya da oyun derisi.Üstüne un elenir.
KADANA:Ġri yapılı,çok güçlü, Macar atı.
KADÜS:Su taĢıma iĢinde kullanılan büyük kova.
KAHKE:Halka içiminde yapılan çörek.
KAMUS-Ġ OKYANUS:Firuz Abadi‘nin hazırladığı arapça
sözlük.
KAPKAP;:tahta ayakkabı,nalin.
[203]
KAPTIKAÇTI:Bugün piyasada minibüs diye çalıĢan arabaların eski modeli.yalnız
onların burunlrı uzun ve öndeydi.
KARABABA:Kilisin doğusunda bir ayazma.
KARADAVUT:Eski bir masal.
KARATAġ:Kilis‘te iki tanedir. Biri Kilis‘in doğusunda Ģimdi
Çamlık denilen
yerdir.Diğeri tam batısında Kilis‘e 5-6 km. uzaklıkta bir dağın adıdır.
KARATENE: Mercimekgillerden bir bitkidir.tohumları koyu renkli olduğu için bu
ad verilmiĢtir. Hayvan yemi olarak kullanılır.
KASTEL:ÇeĢme.
KATREMĠZ:Kavanoz.
KAZIKLAMAK:1-Bir tarla ya da arsanın sınırı belirtmek için bir kazık çakmak için
kazık çakmak.2-Kazık cezasına çarpılmak.3-Bir malı bir kimseye değerinden çok
pahalıya satmak.4-Kilis‘te zeytin ağacı yetiĢtirmek için mevsiminde tarlaya
zeytin dallarından kazıklar çakmak.
KEDENE:Hayvanları koĢuma hazırlarken boyunlarına takılan korunmalık.
KEF: Kaynayan sıvıların yüzeyinde oluĢan kirli köpük.
KELEPÇE:1-tutuklu ya da mahkumlar kaçmasınlar diye kollarına takılan demir
araç.2-Ev hanımlarının çıkrıkla eğirdikleri pamuk ipliğini üzerine sardıkları araç.
KERHANE:Kazanç getiren iĢyeri.
KEHRĠBAR:Tesbih ve Takılarda kullanılan değerli bir taĢ.
KERVAN:Uzak yerlere yolcu ve ticaret malı taĢıyan yük
hayvanı katarı.
KERVANSARAY:Anayollarda hayvanların dinlenip
doymaları için yapılan büyük han.
KERVAN YOLU:Kervanların gidip geldikleri yol.
KESME:Üzüm Ģırası ile yapılın Kilis‘e özgü bir lokum.
KEġLER:Aptallar.yağı alınmıĢ sütle yapılan peynir.
KIÇ:Kuyruksokumubölgesi,popo,makat,göt.
KINEY! KINEY!: Kilis‘e Özgü bir çocuk oyunu.
KĠR:Herhangi bir Ģeyin ya da vücudun üzerinde oluĢan,biriken pislik,utanılacak
durum,leke,Ģaibe,erkek çoğalma organı, penis,sik.
KOLÇAK:Tandırda ekmek piĢiren kadınların kolları sıcaktan zarar görmesin diye
kollarına taktıkları korunmalık.
KOġUM:TaĢa,arabaya ,sabana veya benzeri baĢka bir iĢte çalıĢtırılacak
hayvanlara yapılan iĢlem.
KUBAR:Saman tozu
KUBUR:Çukur,mezar.
KUDAMA:Leblebi,kavrulmuĢ nohut.
KUR‘AN:Tanrı tarafından Hazret-i Muhammed aracılığı ile
tüm insanlığa ıĢık tutsun yollanan Müslümanlarınkutsal kitabı
KUREYLE:Kolera.
[204]
KUVVA-Ġ MĠLLĠ:Ulusal kurtuluĢ savaĢından önce ve o sırada büyük yararlıları
dokunmuĢ ulusal güçler.
KÜLLÜK::1-Ġçindede zeytin yağı,pekmez,Ģarap,sirke gibi
sıvıların saklanması için yapılmıĢ büyük küp.2-Ġçinde kül ıslatılan,özel çukur yer.3Evde ocaktan ve sobalardan alınan temiz küllerin kirlenmeden korunması için
saklandığı yer.
KÜNCÜ: Susam
KÜF-FÜLMÜġVĠYYE:Izgara köfte. Küff: Köfte,ül-ün
arapça tamlama eki.
MüĢfiyye:ġavayye:Izgara.
KÜRÜMEK:Kar yağdığında Kilis‘in toprak damlarında
birikmiĢ,ya da yığılmıĢkarı özel bir sıyırgı ile damdan sıyırıp atmak.
LEBENĠYE:Kilis‘in ünlü yemeklerindendir. Koyun yoğurdu, kemikli koyun eti, pirinç
ve nohutla yapılır.
LEYLĠT:Kilis‘ten Öncüpınar Sınır Kapısına giderken yolun
solunda görebileceğiniz toprak tepe.
MAĞ: Kilis‘te eski evlerde çok uzun olan odaları kemerle
bölerlerdi.Bu odalara mağlı odalar denirdi.
MAĞPARA(Makpara):Dolma oyacağı. Patlıcan, kabak,acur gibi sebzeleri dolma
yapmak için oymaya yarayan araç.
MAHLIÇ:Hallaca götürülüp attırılmıĢ pamuk.
MAHRA:Bağlardan yeni kesilmiĢ üzüm salkımlarını,taze domatesleri kente
taĢımak için kullanılan tahtadan yapılmıĢ ,eĢekler,beygirler sırtında taĢınan
sandık.
MAHSERE:taze zeytin tanelerinin ezilerek sıkılıp yağının alındığı yer.
MAHSERECĠ-LĠK:Mahsere iĢi ile uğraĢan,bu iĢi kendine uğraĢ edinme.
MALHITALI:Mercimekli.
MAMELE:Kilis‘te harman kaldıran arapların sürekli bağlandıkları tarla sahibine
verdikleri ad.
MANAV:Sebze ve meyve satılan dükkan,sebze ve meyve satan kiĢi.
MANTARA.:Kırsal alanlarda bölünerek her birine kentlerdeki mahalleler gibi her
birine ayrı birer ad verilmiĢ yine her birine birer bekçi atanmıĢ olan kentlerdeki
mahalleler benzeri. Yabanıl alan mahalleleri.
MASMANA:Sabun yapım evi.
MASMANACI-LIK:Sabun yapım iĢi ile uğraĢan kimse .Bu iĢi sürekli uğraĢ
durumuna getirmek
MECELLE:Tanzimattan sonra Osmanlılarda kabul edilen
uygarlık yasası.
SAHN-i SEMAN: Sekiz medrese .
SAHN:ARP.BoĢluk,ara.
SEMAN:arp.Sekiz
MEMDUHA:a.Arp.ÖvülmüĢ kadın.
[205]
MEME‘: Kilis‘te çocukların koyun ve keçiler için söyledikleri ad.Bu hayvanların
çıkardıkları sesler taklit edilerek verilmiĢtir.
MEġLAH:Altı üstü bir ve kol yerine yukarıki iki ucunda
yarıkları olan bir tür üstlük giysi. Yeldirme. Erkekler de kadınlar da giyebilirler.
METEL:Çocuklara masal anlatılırken ilgi çekmek için onlara anlatılan masalla ilgili
olan veya olmayan tekerlemeler de söylenir.Buların içinde çocuklara yönelik
sorular da olabilir
MEVLĠTHAN:Mevlit okuyan.
MIRRA:Özel yapılıĢı olan.acı,köpüksüz Bilenlerce çok beğenilen bir kahvedir.
MĠġMĠġ:AĢılanarak doğallığı değiĢtirilmemiĢ kayısı.
MALAĞMA:Bir harman kaldırılırken yerinde kalan saman ve toprakla karıĢık tahıl.
MUAġERE:Eskiden ġirik mahserelerinde yapılaraksaygın ve zengin müĢterilerine
hediye olarak gönderilen susam ürünleri karması.
MUHAMMEDĠYE:Hazret-iMuhammed‘in yaĢamı ile ilgili öyküler
MUHUL:ġeddenin önemli bir parçası.
MULLA HARAL:Eskiden Kilis‘te çocukların oynadığı bir oyun.
MUMBAR:Koyun ince bağırsağı .Onun iyice temizlendikten
sonra pirinçle
doldurularak yapılan bir yemek
MUSKA:(NUSKA):Bastıkla ceviz içi veya fıstık içi baharat, toz Ģeker sarılarak
yapılan Kilis‘e Özgü bir tatlı çeĢidi.
NACAR:Kilis‘te tarım araçlarının yapım ve onarımını yapan kimse.
NACAR-LIK:Bu iĢi meslek edinmiĢ olmak.
NAHASE: Tahıl ürünlerini yıkayarak temizleme iĢind kullanılan, silindir
biçiminde,alt ve yanyüzeyi süzgeç gibi delikli,üst kenarında iki kulpu olan kova.
NATIRA: Kent hamamında müĢterilere hizmet eden görevli.
NE EDEK:Kilis Halk ağzından.Ne yapalım?Ne edelim?
NUS HAKKI:Kilis ataĢ değirmenlerinde buğdayı getiren kiĢinin değirmeciye
ödemesi gereken para
OK:Mahserelerde taĢın önemli bir parçası.
ORUK:Kilis‘e özgü bir kebab türü.
OTURTMA:Evlenecek olan gencin arkadaĢlarına verdiği bir
Ģölen.Bu gün bekarlığa veda partisi deniyor.
ÖCCE:Sebze ve yumurta ile yapılan,Zeytin yağında kızartılan, Kilise özgü bir kır
yemeği.Mücvere benzer fakat mücver değildir.
ÖDDE:Mahserelerde aĢ ambarında toplanan aĢlardan sızan
yağların toplandığı,uygun bir yere gömülmüĢ olan küp.
ġEDDE:baskı,pres.
ÖLBE:Yuvarlak,inceltilmiĢ tahtadan yapılmıĢ kutu.
ÖNCEL:a.CK1-Bir görevde meslekte kendinden önce yerini
tutmuĢ olan kimse ―selef‖ ardıl karĢıtı.2-çoğul olarak.Bizden önce yaĢamıĢ
olanlar.3-man.sonucun
çıkarıldığı
önerme
ya
da
[206]
önermeler.Öncelbelirleme:fel.Tanrının her Ģeyi önceden bildiği doğmasına
dayanılarak,her Ģeyin önceden Tanrıca belirlenmiĢ olduğunu anlatan terim.Öncel
düzen:fel.ruhla beden arasındaki iliĢkinin Tanrıca önceden düzenlendiğini
varsayan öğreti.
ÖYKÜNMEK:Birinin yaptığı gibi yapmak,birin e ya da bir
Ģeye benzemeye çalıĢmak,taklit etmek.
PATĠZ:Bağlarda üzüm kurutulurken kullanılan bir potas.
PEKMEZCĠ KÜREĞĠ:Pekmez hanelere pekmez yapılırken kullanılan özel bir kürek.
PEKMEZCĠ KÜTÜĞÜ:Üstünde üzüm topunun kırıldığı kütük.
PEREVENTĠ-CĠ: Zeytin toplama zamanı silkim sırasında sağa sola sıçramıĢ
tanelere pereventi, onları toplayana da pereventici denir.
PĠÇ:Zeytin ağaçlarının toprağa yakın bölümünde çıkan filizlere denir.
PĠR:Zeytin ağacı yaprağı.
PĠSSĠK:Kedi
POMAK: Rumelinde Bulgarca konuĢan bir Türk boyu.
ACI ġEDDESĠ:Mahserelerde biriken aĢı yeniden iĢlerken
kullanılan baskı aracı.
REJI KOLCU BAġILIĞI:Reji,Tekel kuruluĢunun eski
adı.Tütün ekiminin yasaklandığı yerlerde denetimi sağlamak amacıyla atanmıĢ
görevlileri baĢı.
SABAK: Eskiden Hocaya giden çocuklara hocanın verdiği ödev.
SAFO:Safiye adının kısaltılmıĢı.
SAFRA:Kahvaltı.
SAFRA SINDIRMAK:Kahvaltı yapmak.
SAĞRI:Yük hayvanlarının,kuyruklarının üstü.
SAL:Sulu meyveleri ve sebzeleri ezmek için tahtadan yapılmıĢ tepeleme
aracı..TaĢı oyarak yapılanına curun denir.
SALA VAT:Allahümme salle ala sayyidina Muhammed.
SALEP:Salep gillerin örnek bitkisi,Bu bitkinin yumru durumundaki kökleriden
dövülerek elde edilen beyaz toz.Bu tozun Ģekerli süt ya da su ile kaynatılmasıyla
yapılan sıcak içecek.
SALĠHAT-ÜN NĠSVAN
SAYFĠYE::Yazlık,yazlık ev.
SELEF:Önceki
SELLE:Sazdan ve ya kamıĢtan örülerek yapılmıĢ, akĢamları
serin bir yere konarak saklanması gereke yemeklerin
üstünü örtmek için
kullanılan bir korunmalık
SEMAVĠ:Göksel
SEMSEK:Kilis‘e özgü çiğ börek.
SERGĠ:Bağlarda kurutmak için toprağa serilmiĢ üzüm.
[207]
SEYĠRLEMEK:Buğday yıkanırken süzgeç ve su yardımı ile
kumlarından
temizlemek.
SIYIRGI:Harmanda kullanılan bir sıyırma aracı.
SĠLKMEK:Daldaki zeytin tanelerini sırıkla çırparak dökme.
SĠLLE:Bakla gillerden hayvan yemi olarak kullanılan bir bitkinin tohumları.
SÖBEK: Çaydanlık,sürahi,ibrik gibi kapların içindeki suyu bardaklara dökerken
suyun akıtıldığı bölüm.
SUPARA:Eskiden hocalara giden çocukların çentelerinde
taĢıdıkları ders kitapları
SURE:Kur‘anın bölünmüĢ olduğu yüz on dört bölümden her biri.
SURRA:madeni paraları kolayca saymak için onları,beĢlik,
onluk tomarlar halinde kağıtlara sararlardı.Bunlara surra denirdi.
SÜLLÜM:Ağaçtan,demirden,tahtadanyapılmıĢ merdiven.
SÜTYEN:KadınlarınGöğüslerini örtmekkullandıkları,memelik.
SÜYÜK:Toprak damlarda duvarları korumak için yapılan
çıkma,saçak.
ġAGĠRT:Çıkarak
ġAHADET:1-…getirmek,2-tanıklık etmek.
ġAHO:ġahende adının kısaltılmıĢı.
ġAHRA:Tarladan yolunmuĢ ekin saplarını harman yerine taĢımak için araç
ġAHUTA:Arkasına basılarak giyilen ayak kabı
ġAKIL::Mahserede aĢı piĢirirken karıĢtırmak için kullanılan karıĢtırıcı.
ġAL:Zeytin silkilirken ağaçların altına açılan açkı
ġALVAR:1-Eskiden erkeklerin patalon yerine giydikleri giysi.2-Genellikle malağı
çok dar olan,bele bir uçkurla bağlanan geniĢ bir üst donu.
ġAYAK:Kabaca dokunmuĢ dayanıklı bir çeĢit yün kumaĢ.
ġEDDE:Baskı,pires.Mahserenin önemli bir bölümü.
ġEM‘A:ġeddenin önemli bir parçası.Mum.
ġEMSETTĠN SAMĠ::ġEMS AL-DĠN SAMĠ(1850-1904
TanınmıĢ Türk Yazarı,Sözlükçüsü Yanyanın Premedi Ġlçesinin Dağlı Bucağının
merkez FraĢer‘de(1haziran1850) de doğdu.Babası Halit Bey,büyük babası DurmuĢ
Bey‘dir Ana taraf Fatih,II.Bayezid dönemi ricalindendir.(Üst görevli erkek
bürokratlar.).Eserlerinden BaĢlıcaları:ÇalıĢma hayatına gazetecilikle baĢlayan
ġ.Sami,edebiyat yınlar,yazar, çevirerek çalıĢmaları yanında dil çalıĢmaları da
vardır.Bu konuda en önemli çalımlar Sözlükleridir.Bu alanda ilk eseri Kamus-i
Fransevi (FransızcadanTürkçeye,Türkçeden Fransızcaya 2Cilt),Kamus-iTürki
ġERBE:Yılan sokmasın diye içirilen okunmuĢ su.
ġĠLLĠMġĠT.:Parça parça olmuĢ,kir,pas içinde.
ġĠRE:Güzün taze üzüm suyu ile yapılan kıĢ hazırlığı.
ġĠRĠNCELĠK:NiĢanlılık döneminde erkek tarafının evine götürdüğü tatlı ve
hediyeler..
[208]
ġĠRĠK:Susam yağı.
ġĠRPENÇE:Aslan pençesi.Lösemi.kan kanseri.
ġĠġĠNMEK:Kendini herkesten büyük görmek, Gururlanmak.
ġĠġPEREK:Kilis‘te yapılan bir mantı.
ġUKKA:Düzgün kesilmiĢ,niĢastalanarak katlanmıĢ bastık
ġÜPHE:a.i.KuĢku
TAĞA:Pencere
TAĞAR:Pekmez yapım evlerinde kırılan topların ıslatılarak Ģıralarının alındığı özel
küpler.
TAHANNEBĠ:Kiliste yetiĢtirilen bir taze üzüm
ürü.Peygamber üzümü de denir.
TAHĠN:ÖğütülmüĢ susamın koyu sıvı durumu.
TAHĠN HELVASI:Tahinin Ģekerle ya da pekmezle karıĢtırılarakyapılan helva.
TAHLEMEK:Bağlarda üzüm kesildikten sonra salkımların
elden geçirilerek bozuk,çürük tanelerin ayıklanması
TAMAN:Kilis halk ağzından.KonuĢma sırasında daha önce olmuĢ bilinen bir olayı
ya da söylenmiĢ bir sözü anımsatma için söylenir.Taman seninle konuĢurken
babam da gelmiĢti.Bu sözü geçen gün ayla da söylemiti..
TAPAN:Mahserede Ģeddenin önemli bir parçası.
TATLI ĠġLEMEK:Mahsereye getirilen zeytin tanelerinin ezilip sıkılarak yağının
çıkarılması.
TAZAR:Kilis‘in eski evlerinde kapıdan odaya giriĢte eĢik
baĢında duvara yapılmıĢ gömme boĢluk.
TEHLĠL: ― La ilahe illallahe‖demek
TELBĠS:Bir tür pekmez.
TELHABEġ:Kilis‘in güney doğusunda sonra adı Yananköy,Ģimdi de Yavuzlu olan bir
Köy.
TEġT:Büyük leğen.
TIRHA:Harmanda dövülen sapların ezildikten sonra harman çevresine bir çember
gibi yığılması.
TĠYARA:Tayyare.Uçak.Çocukları kağıt ve kamıĢla yapıp uçurarak eğlendikleri
oyuncak.
TĠYEK:Üzüm bağlarındaki bağ kökleri.
TEKBĠR: ―Allahü ekber,allahü ekber,‖diye Tanrının büyüklüğünü dile getirmek.
TULUK:Keçi derisinden yapılan sıvı taĢıma kabı.
TUMAN:Kilis halk ağzından.Don.
TUSPAĞI:Kilis halk ağzından.Kaplumbağa.
ULUK:ÇürümüĢ,çürük.
URGALIK:Evde ya da fırında hamuru ekmek açarken tahtaya yapıĢmasın diye alta
saçılan un.
URUMU::Bir üzüm türü.
[209]
ÜNAS:Kız,Kızlar.
ÜSTTAPAN:ġedde aracının önemli bir parçası.
VELĠ:ErmiĢ.
YAVUZLAR:Kilis‘in güney doğusundaki bir köyü.
YARDĠREKTÖR:Müdür BaĢ yardımcısı.
YAġMAK:BaĢ örtüsü,
YAZDIRMAK
YEDEK:Mahserede taĢa koĢulmuĢ hayvanın yularının
bağlandığı yer.
YEMENĠ:1-Bayanların baĢ örtüsü.2-Kilis‘e özgü bir ayak kabı.
YEMLĠK:Hayvanların yem yedikleri yer.
YĠTKĠN:Veli mi ya da deli mi olduğu bilinemeyen kimse.
YOH!,YOH!Düğünlerde erkeklerin bir araya gelerek hep
birlikte ―Allah mübarek eylesin !Yoh!Yoh!‖
YULAR:Yük ve binek hayvanlarını gerektiğinde bir yere
bağlamak için boynuna takılan ip.
YÜZ GÖRÜMLÜĞÜ:Evlilikte damat gelinin yüzünü gerdek gecesinden önce
göremez.Gerdek odasına giripgelinin duvağını kaldırıp yüzünü görebilmesi için ona
bir armağan vermesi gerekir.
ZEMBĠL:ġeddede sıkma iĢine yarayan önemli bir parçadır.
ZEVZĠR-CĠ:Zeytin ağaçlarının altı süpürüldükten sonra yerde kalan tanelere
zevzir,onları tek tek toplayanlara da zevzirci denir
ZEYTÇĠ:Zeytin yağı ticareti ile uğraĢan kiĢi.
ZILBAN:f.i. Gölge oyunu oynatan,karagözcü
ZILGIT:Düğünlerde bayanların dilleri ile çıkardıkları
―lı,lı,lı,lı‖sesi.
ZÜLBĠYE:Yağda kızartılmıĢ yufka.
- SON-
[210]

Benzer belgeler