sayfalar temmuz_`2012.....1-19

Transkript

sayfalar temmuz_`2012.....1-19
S
[email protected]
Yerel Tarih Dergisi
2008-2009 ve 2010 -2011
sayıları iki cilt halinde
derlenmiştir.
Ciltlenmiş Yerel Tarih
Dergilerini edinme adresi
Ege Mahallesi 442. Sokak
No 6, Club Oliva
Ergül Apartmanları
B Blok Daire 4
Kuşadası / Aydın
Tel:0256 618 44 44
Faks: 0256 618 44 67
ize bir iyi bir kötü haberim var diye
başlayan diyaloglarda önce kötü olanı
söyle derler. Bizde öyle yapalım. Yerel
kültürel envanterimiz içinde önemli bir yer
tutan Yavansu Mevkii Ilıca Tepe eteklerinde
bulunan Roma Hamamı adım adım yok
ediliyor. Şifalı çamur banyolarının olduğu
giriş bölümü toprak doldurularak otopark
yapılmış. Bugün sahip çıkılmaz ise bir
sonraki aşama hamam bölümünün yıkılması
olacaktır. Yetkilileri uyarıyoruz ve bu yapının
bir an önce aslına uygun onarılarak
kullanıma açılmasını bekliyoruz. Aynı
beklenti Ilıca Tepe içinde geçerlidir. Bu
alan ucuz işporta pazarı yerine açık hava
arkeoloji parkı olarak kullanılması kentimiz
değer katacaktır.
İyi haberimiz ise, bir Kuşadası evinin daha
aslına uygun restore edilerek ziyarete
açılacak olması. Kuşadası Eğitim ve
Geliştirme Vakfına bağışlanan Müftü’nün
evinin tematik bir müze ve gezi evi olarak
kullanılacak olması olumlu bir gelişmedir.
Bu tür yapıların sayılarının artması en
büyük dileğimizdir.
2013 yılı Kuşadası ve çevresinin Türk
hâkimiyetine geçişinin 600 yılı. 2013’ü nasıl
kutlayacağız. Gelin son dakikaya
bırakmadan bugünden planlayalım. 2013’ü
değişik etkinliklerle kutlayalım.
Mustafa Veli’nin 40 yıl önceki Kuşadası
gündemini aktardığı ‘’Ben Buradayım Ey
Tarih’’ yazıları yanında gelecek sayıdan
itibaren Kuşadası’nın renkli simaları ile
yaptığı televizyon sohbetlerini ‘’Bir Yer
sevdim Kuşadası’’ köşesinde yayınlaya
başlıyoruz. Mustafa Veli hayranlarına
duyurulur.
Kuşadalı Botanikçi Hacı Mehmet Ali Paşa
ile ilgili yayınımız ilgi çekti. Bu sayıda iki
değerli araştırmacı Prof. Dr Asuman
Baytop ve Prof. Dr Feza Günergün
Baytop’un kaleminden Mehmet Ali Paşa ve
eserlerini daha yakında tanıtmaya devam
ediyoruz.
Sedat Onar, Robert Walsh’ın anıları
yayınlarken, Kuşadası’nın bugün yok olan
ancak döneminin önemli bir dini yapısını
‘’Değirmendere Manastırını’’ bize
tanıtıyor.
Ali Can, Asırlık kartpostallarda Kuşadası
ve Çevresini tanıtmaya devam ediyor.
Mustafa Dinçoğlu, bundan 50–60 yıl
önce Kuşadası’nda oynanan çocuk
oyunlarını anımsatıyor ve bizleri çocukluk
günlerimize götürüyor.
Nail Topal, Kuşadası ‘’Aydınlanma
Alanında’’ bulunan ancak bir gece ansızın
kaidesi boş kalan büstünden yola çıkarak
Dr. Refik Saydam’ı bize tanıtıyor.
Ali Ergül, ‘’Kuşadalı İzciler’’ yazısı ile bir
fotoğrafın izini sürüyor.
Ekodosd’dan gelen yeni haber;
bölgemizdeki kaya resimleri.
MUSTAFA VELİ'NİN KUŞADASI'NIN RENKLİ SİMALARI İLE TV SOHBETLERİ
''BİR YER SEVDİM KUŞADASI''
GELECEK SAYIDAN İTİBAREN YEREL TARİH SAYFALARINDA
KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan
Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar,
Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı Editör Nail Topal Grafik-Tasarım Nilüfer Saçar Hukuk Danışmanı
Av.Nail Özazman Tercüme (İng-Frs) Duygu Sayra Önder İletişim Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:4
Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Ali Ergül: 0532 212 20 31 [email protected] Dağıtım Pazarlama Ergül Turizm Gıda Maddeleri
Ltd. Şti. Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:6 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Baskı Yeri Yeniyol Matbaası 1145/1 Sk. No: 50/A Yenişehir - İZMİR Tel: 0232 449 88 52 Faks: 0232 458 62 86 [email protected]
Sayı 42 Yıl 5
TEMMUZ 2012
KUYETA
1
Kuyeta Haber
ROMA HAMAMI OTOPARK MI OLDU?
Müjgan Şavkay Kuşadası Gönüllüsü/ Araştırmacı
1980’li yıllardan sonra turizm yerine inşaat sektörünü seçen yeni Kuşadalılar Kuşadası’nın tüm yüzeyini küçük tatil siteleri olarak belirleyip yerel
yönetimlerin de desteği ile Kuşadası’nın bütün güzelliklerini ve tarihi zenginliklerini bir bir yok ettiler.
Son çamın iğne yaprağının altı da paylaşılıncaya kadar sanırım Kuşadası’nın turizm listelerinden silinmesinden bir acı duymayacaklar. Kuşadası’nın
tarihi zenginliklerini ve doğal güzelliklerini bilen diğer şehirliler nasıl bu mahalleye hurdacı giremez diye levhalar koyuyorlarsa şehirlerine zarar
verecek korkusuyla bu şehre Kuşadalılar giremez levhası koyacaklar.
Yeryüzünde tabiat olaylarına ve zamanın akışına ayak uyduramayan pek çok şehir tarih sahnesinde yerini aldı. Efes-Milet-Didim ve daha pek çokları.
ama tarihte var olduklarından günümüze kadar gelebilmiş şehirler İzmir-İstanbul-Venedik-Paris-Roma ve Kuşadası..
1980’den sonra Kuşadası’na yerleşenler Kuşadası’nın ikliminin güzelliğini, boğucu yaz sıcağında esen imbatını hiç fark etmediler. Tepeleri
düzleştirip çok katlı evlerle donattılar.
Bizi turizmde var eden tarihi değerlerimiz ise hergün yok edilmektedir. Bundan 1 kaç gün önce Karaova’da bir dostumu ziyarete giderken Yavansu
Mevkiinde Eski Sümerbank Dinlenme Tesislerinin giriş kapısının karşısında bulunan Roma Hamamını göremedim.4–5 defa geri döndüm Roma
Hamamını aradım ama yoktu. Romalılardan günümüze kadar şifalı sularıyla gelebilen bu hamamın ne olduğunu Kuşadası Belediyesinde görevli Ümit
Hanıma sorduğumda ‘’olamaz böyle bir şey gidip bakalım’’ dedi. Gittik, aradık ve bulduk.. Hamamın dibine kadar toprak doldurulmuş ve otopark
olmuştu, içerisi de çöplüktü. Derin bir üzüntü duydum. İkimiz de ne yapabiliriz araştırmasına girdik ve ben belki Roma Hamamını kurtaracak parası
olan bir kahraman çıkar, bir duyarlı yönetici sesimi, feryadımı duyar diye bu duyuruyu yapma gereksinimi duydum. Bundan sonraki sayılarda da
Kuşadası’nın tarihinin coğrafyasının ikliminin tüm güzelliklerini kendi yorumum, görüşlerimle anlatacağım. Son nefesime kadar daha yaşanabilir bir
Kuşadası için yazmaya ve söylemeye devam edeceğim. Belki bir gün sesimi duyan ve sesime ses veren olur.
KUYETA
TEMMUZ 2012
2
KUŞADASI YENİ BİR MÜZEYE KAVUŞUYOR.
KENT TARİHİ MÜZESİNDEN
VALİ KEREM AL’A ZİYARET
Haber ve Fotoğraf: Kuşadası Demokrat
Kuşadası Belediyesi ile Eğitim ve Geliştirme Vakfı temsilcilerinin Aydın Valisini ziyaretleri
Belediye başkan vekili Murat Saraç başkanlığındaki Kuşadası heyeti Aydın Valisi Kerem Al'ı
makamında ziyaret etti ve kurulma çalışmaları
süren kent tarihi müzesi hakkında bilgi verdi.
Kuşadası Belediye Başkan Vekili Murat Saraç
başkanlığındaki mimar Ümit Özkan, Kuşadası
Eğitim ve Geliştirme Vakfı (KEGEV) Başkanı Şefik
Sözer, 2. Başkan Kamil Aköz ve Vakıf Müdürü
Şadiye Evgin'den oluşan Kuşadası heyeti, Aydın
Valisi Kerem Al'ı makamında ziyaret etti. Kuşadası
Heyeti Vali Al'a kurulma çalışmaları süren Kent
Tarihi Müzesi hakkında bilgi verdi. Aydın Valiliği
makam odasında gerçekleşen görüşmede, Aydın
Valisi Kerem Al'a tapusu KEGEV'e ait Camiatik
Mahallesi, Yıldırım Caddesi'nde bulunan 528,26
metrekare büyüklüğündeki arsanın üzerine
yapılması planlanan "Kent tarihi müzesi" ile ilgili
çalışmalar konusunda sunum yapıldı. Bilindiği
gibi, Kuşadası Kent Tarihi Müzesi'nin kurulması
için KEGEV ile Kuşadası Belediyesi arasında
yapılan anlaşma uyarınca tarihi binanın restoras-
yonu ve işletmesi ile ilgili Kuşadası Belediye Meclisi karar almış ve gerekli protokol imzalanmıştı.
Kuşadası Belediye Başkan Vekili Murat Saraç,
"Sayın Valimize, belediyemizin daha önceden
restorasyonunu gerçekleştirdiği İbramaki Sanat
Galerisi binası, Çalıkuşu Evi ve Efe Suphi Evi ile
ilgili bilgiler verdik. Ayrıca, Aydın İl Özel
İdaresi'nin katkılarıyla restore edilecek Güvercinada ve diğer çalışmaların son durumunu aktardık.
Bunun yanında, Kuşadası'nın tek eğitim vakfı olan
KEGEV'in yaptığı çalışmaları anlattık ve "Kent
Tarihi Müzesi" için Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğünden onaylı
plan ve projeyi sunduk. Kuşadası Belediyesi'nin
Aydın İl Özel İdaresine yazılı olarak başvurusunun
yapıldığını belirterek, bu konuda destek istedik.
Kuşadası Kent Tarihi Müzesi'nin kültür turizmi için
önemli bir adım olacağına inanıyoruz. Sayın Valimiz de Kuşadası için "Kent Tarihi Müzesi"nin
önemli olduğunu, bu konu üzerinde gerekli
çalışmaların yapılacağını açıkladı" dedi.
TEMMUZ 2012
KUYETA
3
Ben Buradayım Ey Tarih
Temmuz 1972’de Kuşadası
Mustafa Veli Mavi İnsan
Haziran 1972 yazımın sonunda “Harfler karışır mı? Karışır. Her şey karışır mı? Çok karışır!.” diye yazmışım. Gerçekten de çok karıştı.
Elimdeki Ada Sesi Gazetesi’nin ciltlerinde ay olarak sıralanmış gazeteleri tarıyorum. Diğer ayların sayılarına merak edeyim diye bakmıyorum. Temmuz 1972’yi yazarken bir de ne göreyim; 30 Haziran 1972 Cuma günü yayımlanan gazete Temmuz nüshalarına karışmış. Ey
cilt yapanlar ne diyeyim ben size? Demek bundan sonra diğer aylar da taranacak. Araya karışan sayılar var mı diye… Neyse ki 30 Haziran
1972’de çok önemli olaylar yok. Başlık: Festival yarın Başlıyor. Saat 14’de İskele Meydanında yapılacak törenle açılacak festival, pazartesi
gecesine kadar devam edecek.
“Sahil ışıklandırılıyor” başka bir haber. Altındaki haber “Sahili ışıklandırsan ne olacak, elektrik olmadıktan sonra” dedirtecek cinsten.
“Şehir 6 saat Cereyansız Kaldı!...”Ayıkla pirincin taşını. Bu ne karışıklıktır. Sen sahili ışıklandırmaya çalış, şehir 6 saat cereyansız
kalsın. Günaydın Kuşadası. Şimdi 24 saat cereyan var mı? Geçen gün TV izleyemedim. Gitti geldi, gitti geldi cereyan bütün elektrikli aletler
kabız oldu. Tarih tekerrür ediyor. Kuşadası cephesinde yeni bir şey yok. Türkiye cephesinde yeni bir şey var mı?
2012 yılında Suriye ile kriz yaşanıyor. Üç yıl önce kardeş olanlar şimdi düşman. Vizesiz geçişler rafa kalktı. Eski dostlar düşman oldu. Bir
uçak düşürüldü. Akdeniz karıştı. Bir deprem oldu komşu ile. Savaş çıkar mı? Karışık. Kan kurutan zemheri esiyor Temmuz sıcağında.
Şiiri unuttum. Yine de kısa bir şiir yapmışım. Esinlendim demek.
“Gözyaşlarımdan
Döküldü
Kelimeler
Hiç biri ağlamadı.”
Neden acaba? Öyle kanıksandı ki her şey. Ben kırk yıl öncesine döneyim. Ada Sesi Gazetesi’nin sayfalarına. Umarım sayılar karışmaz.
Tarih, 4 Temmuz 1972, Salı.
FESTİVAL İLGİNÇ GEÇTİ
Doğan Sinemasında düzenlenen
konserde Vali Sedat Kirtetepe şarkı
söyledi. Şevki Hasırcı göbek attıFestival kortejine Fransızlar da
iştirak etti. Bütün gösteriler büyük
ilgi topladı.
Kaymakamımız İsmail Güzeliş’in
öncülüğünde teşebbüs edilen ve 1
Temmuz da başlayan 4. Turizm
festivali dün gece Sözer Aile Çay
Bahçesinde yapılan şenliklerle sona
ermiştir.
Kaymakam Güzeliş başta olmak
üzere Vahap Kent, Bircan Fidan,
Mehmet Latif Söker ve Mustafa
Çalım’dan müteşekkil tertip
komitesinin üç gece canla başla
çalışmaları neticesinde diğer
Club Mediterranee-Festival konvoyu
KUYETA
TEMMUZ 2012
4
festivallerden
değişik ve ilginç
programlar büyük
alaka görmüştür.
1.Gün gecesi
Doğan
Sinemasında
yalpan konserde
Valimiz Sedat
Kirtetepe’nin bir
ara coşarak Şantöz
Şenay ile şarkı
söylemesi, Şevki
Hasırcı’nın
Ozanlarla sahnede
göbek atması
Turizm Festivalinde Belediye Başkan Vekili Nuri Yılmaz Ve Görevli Zabıtalar.
festival havasını
kuvvetlendiren etkenlerdendi.
sonra yapılan Çingene gecesi
2.Gün ise saat 14.30 da şehir
programında yapılan dansözler
içinde geçit yapan festival kortejine
yarışmasını Agora Diskoda çalışan
iştirak eden Club Meditteranée Tatil
Leyla Ateş kazanmıştır.
Köyü ekibinin korteje iştirak edişi
10 dakikada 7 bira içmiş Hüseyin
festivale ayrı bir renk katmıştır.
Elmas. Dansözler yarışmasını Leyla
Dün Akşam Sözer Aile Çay
Ateş kazanmış. Hakikaten çok ilginç.
Bahçesinde yapılan şenlikler
FESTİVAL OLAYSIZ GEÇTİ.
oldukça ilginç geçmiştir.
Üç gün üç gece devam eden
Valimizin de katıldığı şenliklerde
ilçemiz 4. Turizm Festivalinde hiçbir
Efes Pilsen’in düzenlediği bira içme
zabıta olayına rastlanmadığı
yarışmasını ilçemiz gençlerinden
memnuniyetle öğrenmiş
Hüseyin Elmas 10 dakikada 7 şişe
bulunuyoruz.
bira içerek kazanmıştır. Bundan
Çay Bahçesi de kukla programının
yanına televizyon ilave etmiştir.
Her iki çay bahçesindeki
televizyon programları halkımız
tarafından ilgi ile izlenmektedir.
Canım Televizyon. Ninni anlatan
Masalcım. Siyah-beyaz Süleyman
Demirel. Grundig. Matbaa iki yüz yıl
sonra geldi. Şükür ki TV’nin gelişi
yüz yılı bulmadı.
Tarih, 7 Temmuz 1972, Cuma.
EGE EXPRESS GAZETESİ’NE
FESTİVAL HAKKINDA VERİLEN
MENFİ HABER ÜZÜNTÜ YARATTI.
4 Temmuz tarihli Ege Ekspres
Gazetesinde Mustafa Oğuzkaan
imzalı festival ile ilgili haber:
‘’Kuşadası Neşe ve Cümbüşe
Doydu’’ başlığı altında yayınlanan
haberde festivalin fiyasko ile
neticelendiği belirtiliyor.
Yorgunlukları henüz geçmeyen
Festival
Komitesi
üyelerine
büyük bir
darbe olan bu
haber halk
arasında da
üzüntü
konusu
olmuştur.
Festival
süresince
elinde
mikrofonla
hemen hemen
her programın
takdimciliği
yapan Ege
Ekspres
Eski Belediye Binası Hizmete Açılış Töreni(7 Eylül1959) gazetesi ilçemiz muhabiri
Oğuzkaan’ın festival
sarayı olarak
atılmıştır.
hakkında böyle bir haber vermesi
Büyük bir servis ve konferans
halkımızı şaşırtmıştır.
salonu ile başkanlık odası olmak
Mustafa Oğuzkaan söyle neden
üzere üç bölümden ibaret olan yeni
böyle bir haber yaptın? Karıştırdın
binada modern usulde hizmet
mı?
görülecektir. Şöyle ki:
OSMAN BÖLÜKBAŞI’NIN KIZI
Belediyede işi olan vatandaşlar
BALAYINI İLÇEMİZDE
kapı önlerinde beklemekten
GEÇİRİYOR.
kurtulacak, boydan boya konulacak
Ankara'nın tanınmış ailelerinden
bankolar kapı sistemini ortadan
birinin oğlu ile 10 gün önce evlenen
kaldırdığı gibi her servisle irtibat
Millet Partisi genel Başkanı Osman
serileşecektir.
Bölükbaşı’nın kızı balaylarını Kuştur
Boşalan eski binada yalnız zabıta
tatil köyünde geçirmektedirler.
servisi bırakılmıştır.
Dün gazetemizi ziyaret eden GülEski binaya şimdilik Tapu dairesi
Ferda Aykan Çifti Kuşadasını çok
ile Esnaf Kefalet Kooperatifinin talip
beğendiklerini İfade ederek ilçemize
olduğu öğrenilmiştir.
yerleşeceklerini söylemişlerdir.
Hepsi bir arada. Karışık.
Halen Yedek subay olarak askerlik
TELEVİZYONLU ÇAY BAHÇESİ
görevini yapmakta olan Ferda Akyan
İKİLEŞTİ.
Kuşadası’nda turistik tesisler
İlçemizde ilk defa bu yıl
kurmak için temaslara başlamıştır.
televizyonlu servis yapan Sözer Aile
Özellikle otel ve eğlence tesisleri
Çay Bahçesinden sonra Emin Aile
Öteden beri önemli olaylara
meydan vermeyen ilçemiz emniyet
mensuplarının festival günlerinde
de gösterdikleri olağanüstü çalışma
büyük takdir toplamıştır.
İlla olay mı olması lazım ki?
BELEDİYE TEŞKİLATI YENİ
BİNAYA TAŞINDI.
Altı pasaj üstü belediye Sarayı
olarak geçen yıl inşa edilmeye
başlanan yeni ve modern binanın
tamamlanmasından sonra Belediye
teşkilatımız geçtiğimiz Cumartesi
günü yeni binasına taşınmıştır.
1959 senesi eylül ayının 7. günü
Toros gazinosunun 2. katından Kale
Kapısı yanındaki binaya taşınan ve
bu binada 13 yıl hizmet gören
belediye teşkilatımız şimdiki binaya
taşınması ile aynı zamanda ebedi bir
binaya da kavuşmuş bulunmaktadır.
Zira binanın temelleri belediye
üzerinde duran Gül ve Ferda çifti
ilçemizde bir hafta daha
kalacaklardır.
Geçirsinler. Karışmasınlar. Ya da
karışsınlar.
DÜZELTME
Festivalin birinci gecesinde Doğan
Sinemasında düzenlenen konser de
«Ozanlar gurubu Solistinin çağrısına
uyarak sahneye çıkan Şevki Hasırcı
göbek attı başağı altında yayınlanan
haberimizi «Şevki Hasırcı Halay
çekti» şeklinde düzeltir, özür dileriz.
Rahmetli Şevki Hasırcı Festival’de
göbek attı diye haber yapılmış. Fakat
halay çekmiş. Gazete özür dileyip
düzeltme yapıyor. Şevki Hasırcı hep
göbekliydi. Boğazına düşkündü.
Göbek atması daha doğal değil mi?
Halay da nereden çıktı? Karıştırıldı.
Bir nişan haberi. Naci
Akdoğan’ın kızı Canan ile Mahmut
Özay’ın oğlu Mehmet Cumartesi
günü nişanlanmışlar. Mutluluk
diliyor gazete. Bakalım mutluluk
karıştırılacak mı?
Canan Akdoğan,
Mehmet Özay düğün törenleri
Tarih, 11 Temmuz 1972, Salı.
ÖZEL İDARE ARSASINA İNŞA
EDİLECEK OTEL VE ÇARŞI’NIN
İHALESİ BUGÜN YAPILIYOR.
İl Daimi Encümeni salonunda
yapılacak ihaleye çok sayıda
müteahhit katılacak- İnşaat
önümüzdeki seneye tamamlanmış
olacak.
İlçemiz İl genel meclisi üyesi
Hüsnü Seçer ve Kaymakam İsmail
Güzeliş’in ısrarlı talepleri üzerine
programa alınan Özel İdare arsasına
otel ve çarşı inşasının ihalesi bugün
Aydın İl Daimi Encümen salonunda
TEMMUZ 2012
KUYETA
5
Ben Buradayım Ey Tarih
yapılacaktır.
167 bin 644 lira keşif bedelli
ihaleye çok sayıda müteahhidin
iştirak edeceği öğrenilmiştir.
Yıkılan Özel İdare binasının
arsasına inşa edilecek tesislerle
şehrimiz ayrı bir özellik
kazanacaktır.
Zemin kat çarşı birinci katıda otel
olarak inşa edilecek Özel idare
tesislerinin önümüzdeki sene
hizmete açılacağı söylenmektedir.
Ayrı bir özellik kazandırıldı ama
şimdi nerede? Yerinde. Özelliği kaldı
mı? Çift bir göç çemberinde nefes
alamıyor.
İDARECİLER TATİL SİTESİ
KURULUYOR.
Kaymakamımız İsmail Güzeliş’in
öncülüğünde ilçemizde ‘’İdareciler
Tatil Sitesi ‘’ adı altında bir
kooperatif kurulacağını istihbar
etmiş bulunuyoruz.
Güzeliş’in başkanlığındaki
müteşebbis heyet kooperatif ile ilgili
çalışmalara aralıksız olarak devam
etmektedir. Özellikle Vali ve
Kaymakamların ortak olabileceği,
şimdiden yapılan müracaatların
çokluğu göz önüne alınarak deniz
kenarındaki arsa sahipleri ile
temaslara başlanmıştır.
Şimdiye kadar yapılan temaslarda
deniz kenarındaki bir tarlanın
alınmasının kati’leştiği ifade
edilmekte, alınacak yerin mevkii
gizli tutulmaktadır.
Kuruluş hazırlıklarının bir an önce
tamamlanması için çalışmalarını
sürdüren ilgililer talip oldukları
tarlayı ve mevkiini bilahare
açıklayacaklarını söylemektedirler.
Etrafı sitelerle doldu. Gevşek ve
çembersiz. Dalga sesleri sesi kısılmış
Temmuz şeftali ağacı.
SAĞLIK MERKEZİNE TAHSİSAT
GELDİ.
Sağlık Merkezinin onarımı için
Bakanlıktan 3 Yıldan beri
talep edilen tahsisat
nihayet gelmiştir.
3 Yıl önce keşif yapılan
Sağlık Merkezinin onarım
işi böylelikle
gerçekleşecektir.
Önümüzdeki günlerde
ihale edilecek olan 7 bin
lira keşif bedelli onarım işi
müteahhide verilecektir.
Gelsin sağlık için
gelsin.
BELEDİYE SARAYI
DONATILIYOR.
Belediye Sarayına
taşınan teşkilatımız yeni
ve modern mefruşat ile tefriş
edilecektir.
İlgililerin ifadesine göre mevcut
mefruşatların yerine yeni mefruşat
alınacak. Sandalyeden masaya kadar
her şey değişecektir.
Kazalar arasında mimari yönden
bir eşinin daha bulunmadığı
söylenen Belediye Sarayının layık
olduğu şekilde teçhiz edilmesi
hususunda azami fedakarlık
yapılacaktır.
Zamanında belki öyle idiydi
şimdiki bina estetik fakiri.
Tarih, 18 Temmuz 1972, Salı.
BABA DOKTOR 11 YAŞINDAKİ
OĞLUNUN ÖLÜMÜNE SEBEBİYET
VERDİ.
Ne acı, ne hazin, ne yürek burkan
bir öykü. Sen doktor olarak binlerce
insanı hayata kazandır, hastalıklarını
yok et, 11 yaşındaki çocuğuna
derman olma!.. Nedir bu? Karışık…
İLÇEMİZDE GEBELİK TESTİ
YAPILIYOR.
İlçemiz Hükümet Tabibi Dr. Ömer
Önal muayenehanesinde gebelik
testi uygulamaya başlamıştır.
Modern ve fenni cihazlarla
garantili olarak uygulanan gebelik
testi için sabahleyin ilk idrarın bir
şişe içinde getirilmesinin kafi geldiği
söylenmektedir.
İlçemizde ilk defa yapılan bu
testin büyük ilgi göreceği sanılıyor.
Türkiye çoğalsın ve mutlu olsun.
KERVANSARAY’IN ETRAFI
MİKROP YUVASI OLMUŞ.
Club Meditteranée tarafından özel
olarak işletilen Öküz Mehmet Paşa
Kervansarayının çevresi mikrop
yuvası haline gelmiştir.
Geçen sayımızda değindiğimiz
Türkmen Köprüsünün altındaki
simsiyah suyun aynısını şehrin
ortasındaki Kervansaray’ın
çevresinde de görmek mümkündür.
Güven Taksi yazıhanesinin
Kervansaray-1970
KUYETA
TEMMUZ 2012
6
bulunduğu taraftaki duvar kenarları
baştanbaşa Kervansaray’ın içinden
gelen pis suların istilasına
uğramıştır.
Çevredeki vatandaşlar arasında
şikâyet konusu olan bu durumun
önlenmesi için belediye zabıtasının
Kervansaray ilgililerine gerekli ikası
yapması beklenmektedir.
Geçen sayımız yok ki haberi
inceleyeyim. Şimdi de Türkmen
Köprüsü’nün yerine açılan derede
pis koku burunları deliyor. Yine de
kurbağaların viyaklamaları çok
güzel. Seneye Kurbağalı dere diye
bir mevkiimiz olur. Olsun. Temmuz
ayına çok güzel yakışıyor.
Kurbağalara özgürlük!.. Yaşasın
Kurbağalı dere…
Tarih, 21 Temmuz 1972, Cuma.
HALK BANKASI ŞUBESİNİN
AÇILMASI İÇİN YENİDEN
FAALİYETE GEÇİLDİ
Bina temini için ilçemizde
temaslar yapan banka ilgilileri bir
bina sahibi ile anlaştılar.
1971 yılında Bakanlar Kurulunca
ilçemizde açılması kararlaştırılan
Halk Bankası Şubesi bilindiği gibi
bina temin edilmediğinden
gerçekleştirilememişti.
Şimdi ise genel müdürlüğün ısrarı
üzerine geçen yıl açılamayan
şubenin bu yıl açılabilmesi için
faaliyete geçilmiştir.
Edindiğimiz bilgiye göre, Halk
Bankası yetkilileri önceki gün
ilçemize gelerek, Esnaf Kefalet
Kooperatifi müdürü Sabri Mumcu
ile de temas kurarak bankaya
elverişli bina tespiti için sondajlara
başlamışlardır.
Yapılan temaslarda bir bina sahibi
ile anlaşmaya varılmış, ancak
binanın yeri gizli tutulmaktadır.
İlgililer yapılan bu anlaşmayı
genel müdürlüğe aksettireceklerini
ve genel müdürlükçe müspet
karşılanacağını beyan ederek
açılış hazırlıklarının yıl
sonuna kadar
tamamlanacağını, şubenin
Ocak ayının ilk günlerinde
hizmete girebileceğini
söylemişlerdir.
Ahh, ne hazin bir öyküdür
bu. Ne kavuşamamak.
Alakası yok sevgili okuyucu.
Her zaman yazarım:
Bankalar açıldı Kuşadası’na
da bir faydası oldu mu
diye... Yazıma biraz gizem
katayım. Halk Bankası
açılacak mı, açılmayacak mı?
Açılırsa Kuşadası refaha mı
kavuşacak, yoksa tekmili birden
Kuşadası esnafı yok mu olacak?
Kuşadası Halk Bankasının ne gibi
nimetlerinden faydalanacak? Yoksa
faydalanamayacak mı? Halk Bankası
Kuşadası’na bir adet ağaç dikecek
mi? Halk Bankası Halk Ekmek
Fabrikasını kuracak mı? Açılırsa
sonunda Halk Bankasının
mevduatında güller açacak mı?
Karışık… Az sonra…
POSTEL KOOPERATİFİ KURA
ÇEKİYOR.
İlçemiz PTT mensuplarının geçen
yıl kurdukları Postel Yapı
Kooperatifinin arsa borcu
ödendiğinden 30 Temmuz günü
Kütüphane salonunda toplanılacak
ve noter huzurunda kuralar
çekilerek üyelerin arsaları belli
olacaktır.
PTT şefi Ahmet Arda ve telgraf
memuru Erol Erdoğu’nun gayretli
çalışmaları sonunda 1 yıl içinde
bütün işi tamamlanan Postel
Kooperatifi üyelerinden isteyene
tapusu verilecektir.
Hayırlı kuralar. Çoğu postaneden
habersiz bir nesil yetiştiriyoruz.
Yakında Tek Post evleri kurulur cep
telefonlarının köşelerinde. Mektup
unutuldu ya evlerde unutuldu.
Ahmet Arda nerede şimdi? Telgraf
memuru Erol Erdoğu nerede? Postel
evlerinde ikametgahları var mı?
Tarih, 25 Temmuz 1972, Salı.
YARIN BAŞLAYACAK YAT
YARIŞLARININ SON
HAZIRLIKLARI İLÇEMİZDE
YAPILIYOR.
5 Ülkenin yarışçıları dün ilçemize
gelerek, yarın Sisam adası koyundan
başlayacak yarışların hazırlıklarına
başladılar.
Yarın Sisam adasından başlayacak
olan 9. Uluslar arası Ege Yat
Rallisi’nin mensupları dün ilçemizde
toplanmışlardır.
İtalyan, Fransız, İngiliz, Yunan ve
Türk yelkencilerinden müteşekkil
210 kişilik ekip dün sabah yatlarla
şehrimize gelmişlerdir.
Yarışçılar bir süre Kısmet Otelde
istirahat ettikten sonra yatlarına
çekilerek, yarış hazırlıklarına
başlamışlardır.
Bugünde hazırlıklarını sürdürecek
olan ekipler öğleden sonra
şehrimizden ayrılarak yarışın
başlayış yeri olan Sisam adası
koyundaki yerlerini alacaklardır.
Yarışlar 30 Temmuz da sora
erecektir.
Deniz, güneş, yat… Sırtüstü yat.
Deniz ayakucuna konsun, güneş
tepene... Kum da var. Kıymalı
dolma. Ben 1972 Temmuz’unda ne
yapıyordum? Fotoğraf yok. Şimdiki
çocuklar ne kadar şanslı. Bizim
zamanımızda fotoğraf çektirmek
lükstü. Lüks lambaları gibi. Şimdi
cep telefonlarından analar, babalar
her saat başı fotoğraflarını çekiyor
çocuklarının. Nereden nereye
geldim? Karıştım.
TUNUS DIŞİŞLERİ BAKANI
YARIN İLÇEMİZE GELİYOR.
Hükümetimizin davetlisi olarak
yurdumuza gelen Tunus Dışişleri
Bakanı Bn. Maznundi ve
beraberindeki heyet yarın şehrimize
gelecektir.
Tunus Dışişleri Bakanı Muhammed Mazmudi
Öğleden sonra saat 15.00
sıralarından ilçemize gelmesi
beklenen Tunus Dışişleri Bakanı ve
beraberindekiler şehrimizin tarihi ve
turistik yerlerini ziyaret ettikten
sonra Kısmet Otelde istirahat
edecekler, ayni gün saat 20 de
ilçemizden İzmir’e müteveccihen
ayrılacaklardır.
Arap Baharına kurban gitti mi
acaba? Suriye’de kış sürecek mi?
Bahar bizim elimizde mi? Halep ne
halde? Halep oradaysa, Arşın burada
mı? Ne oldu vizesiz komşuya? Sıcak
insanı uyutur mu? Suriye’de
dondurma var mı? Tunus’ta
dondurma satışları başladı mı?
ÜÇ TURİZM GÖNÜLLÜSÜ
GÖREVE BAŞLADI.
Turizm Bakanlığınca görevli
olarak ilçemize gönderilen üç
yüksek tahsil talebesi Turizm
bürosunda vazifeye başlamışlardır.
Derya Tutumcu, Çiğdem Tolga ve
Yücel Şentarlı adlı Turizm
Gönüllüsü gençler Turizm
Bürosundan 15 Ekim’e kadar görev
yapacaklardır.
Başlangıç Kuşadası’nda.
Dondurma satışları güzel gidiyor.
Kahramanmaraş dondurmaları
satılıyor. Kuşadası Özerk
Cumhuriyet olmalı. Donmak, böyle
kalmalı. Kalmalı mı? Siyaset dondu
mu? Sıcak cırcır böceği mi? Üç
turizm gönüllüsü nasıl serinliyor?
Çorap giyiyorlar mı? Bu ülkenin
başına çorap örenler var mı?
Karışık!..
Tarih, 28 Temmuz 1972, Cuma.
FERRUH ADALIOĞLU AYDIN
BÖLGESİNİN EN BÜYÜK
FABRİKASININ İLÇEMİZDE
KURUYOR.
Zeytinyağı, salamura zeytin,
sabun, domates salçası ve konserve
imal edecek fabrikanın temelleri
önümüzdeki günlerde atılacak.
İlçemizin sevilen iş adamlarından
Ferruh Adalıoğlu’nun Aydın
Bölgesinin en büyük ve en modern
zeytinyağı fabrikasını kurmak üzere
faaliyete geçtiğini öğrenmiş
bulunuyoruz.
Bilindiği gibi yıllardır ilçemizde
zeytinyağı fabrikası işletmeciliği
yapan Ferruh Adalıoğlu’nun
kuracağı modern fabrikada
zeytinyağı imalatından başka
konserve zeytin ve sabun imalatı da
yapılacaktır.
Kazım Adalıoğlu işletmeciliğinde
bulunan Petrol Ofisi Benzin
istasyonunun bitişiğindeki arazi
üzerine kurulacak olan fabrikanın
önümüzdeki günlerde temelleri
atılacaktır.
Yapılan açıklamaya göre
zeytinyağı, salamura zeytin ve sabun
imalatından başka domates salçası
ve konserve imalatının da yapılacağı
söylenmektedir.
Her mevsimde faaliyetine devam
edecek olan fabrikanın kurulacağı
haberi ilçemizde sevinç yaratmıştır.
Sevinç yaratan haber ne zaman
hüsrana dönüşecek? Neden devamı
gelmeyecek? Sonunda fabrikanın
akıbeti ne olacak? Az sonra…
Yanılma sevgili okuyucu!.. Sakın
yanılma… Karıştırma her şeyi.
Ortada karışık bir yaz var 2012
yılında. 1972 yılı Temmuz ayı da
ortada karışık bir yaz. Bu ülke hep
karıştırıldı zaten. Karıştırılmaktan
kendine özgü bir Cumhuriyet
kurulamadı. Sıcaklardan diyelim mi?
Ya da karıştırmayalım mı? Oturalım.
Tansiyonum yüksek. Ağustos ayı
tansiyonu daha da yükseltmesin!..
Amin.
Sıcak hep aynı sıcak. Sinemada
sıcak kavuşmalar. Sonrası Buz.
Ağustos. Karışık bir ay mı olacak?
Sordum Ada Sesi Gazetesi’nin
sayfalarına… Karışmam dediler.
Keşke hiçbir şeye karışmasak!
TEMMUZ 2012
KUYETA
7
Kuşadalı Ünlüler
KUŞADALI
HACI MEHMET ALİ PAŞA
Prof Dr Asuman BAYTOP
Mehmet Ali Paşa (1837-1914) ve
Botanikle ilgili Yayınları İstanbul'da
1839'da açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i
Şahâne'deki botanik dersleri bu askeri tıp
mektebinin direktörü Avusturyalı hekim
C. A. Bernard tarafından verilmeye
başlanmıştır. Dr. Bernard'ın öğrenciler
için A. Richard'ın eserinden istifade ile
hazırladığı Elâmens de Botanicjue
(İstanbul, 1842) adlı kitap, Türkiye'de
basılmış ilk botanik kitabıdır ve adından
da anlaşılacağı gibi Fransızcadır. Botanik
ders kitabı olarak kullanılan ilk Türkçe
kitap ise, yaklaşık yirmi yıl kadar sonra,
1865'te yayımlanmıştır. Bu kitap, Dr.
Bernard'ın öğrencilerinden ve ondan
sonra Tıbbiye'de botanik derslerini veren
Hekimbaşı Salih Efendinin Dr. Cari
Arendts'ten kısaltarak tercüme ettiği llm-i
Hayvanat ve Nebatat*Ait, Salih Efendi de,
Dr. Bernard gibi botanikle ilgili tek bir
kitap hazırlamıştır. Salih Efendi'nin
öğrencisi olan ve aynı mektepte botanik
dersleri vermiş olan Mehmed Ali Paşa'nın
tercüme çalışmaları ile Türkçe botanik
kitaplarının sayısında dikkate değer bir
artış görülür. Bu artışta, M. Ali Paşanın
çalışma hayatının büyük bir kısmını
münhasıran botanik hocası olarak
geçirmiş olmasının da muhakkak ki etkisi
olmuştur. Kendisinden önce botanik
dersleri veren Dr. Bernard teorik cerrahi
dersleri verdiği gibi Tıbbiyenin
direktörlüğünü de yürütmekteydi. Salih
Efendi ise, hocalık yanında hekimbaşılık
ve diğer idari görevlerle mükellefti.
Hacı Ali Paşa veya sadece Ali Paşa adları
ile de tanınan Mehmet Ali Paşa hakkında
bugüne kadar çeşitli yayınlar yapılmış ve
birçok yayında adı geçmiştir (1-13). Biz
burada onun özgeçmişini kısaca
hatırlattıktan sonra, daha ziyade botanik
çalışmaları üzerinde durmak ve bu
Prof Dr Feza GÜNERGÜN(BAYTOP)
konudaki yayınlarını tanıtmak istiyoruz.
Mehmet Ali, 1837 (1253) Kuşadası
doğumludur. İstanbul’da, Askeri Tıp
Mekte-bi'nden 1864'te (1281) hekim
olarak mezun olmuş, Ordu-i Hümayun'da
doktorluk yapmış, 1871'de (1288) adı
geçen mektebe nebatat muallim muavini
olarak girmiş, 1876'da (1293) burada
muallim olmuştur. Sivil Tıp Mektebi'nde
(Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye) ders vermiş
ve 1892'de (1308) bu mektebin
müdürlüğüne atanmıştır (1).
1914’de (1333) Erenköy'de vefat
Tahsin Özmen
etmiştir. Kabri Kızıltoprak'ta Zühtü Paşa
Cami yakınındaki Hüseyin Baba
Mezarlığı'ndadır (5, 6, 8). Mezar taşı
üzerinde vefat tarihi 20 Muharrem 1333
olarak kayıtlıdır (8 Aralık 1914). Bir
resmi, torunu eczacı Salahattin Uraz
tarafından Prof. Dr. Turhan Baytop'a
hediye edilmiş ve bu tek resim Prof. T.
Baytop'un makalesinde (2)
yayımlanmıştır (resim 1).
Bir botanik hocası olarak Mehmet Ali,
ders verdiği tıp ve eczacı öğrencileri için
ders kitapları yazmış, yayınlar yapmış,
mesleğine ve bilimine meraklı, çalışkan
bir hoca ve bilim adamı olmuştur. Botanik
öğretiminin uygulamalı yönüne de önem
vererek, Askeri Tıp Mektebi'nin
Demirkapı'daki kışla bahçesinde bir
botanik bahçesi kurmuş, keza Sivil Tıp
Mektebi'nin Kadırgadaki bahçesini de bir
botanik bahçesi şeklinde geliştirmiştir.
Mehmet Ali, 1866'da kurulan ve başlıca
amacı Batı'nın tıp ve biyoloji kitaplarını
Türkçeye çevirmek olan Cemiyet-i Tıbbiye-i
Osmaniye'nin bir üyesidir ve botanikle ilgili
Fransızca eserlerden tercümeler yapmıştır.
İstanbul kitaplıklarında
yaptığımız araştırmalarda,
Mehmet Ali'nin botanikle
ilgili 6 yayınına rastladık.
Bunlardan üçü tıp
mektepleri için yazılmış,
Cauvet'den tercüme
edilmiş botanik ders
kitaplarıdır. Diğer üçü de
Du Breuil'den tercüme
edilmiş pratik meyve ağacı
yetiştirilmesi ile ilgili
risalelerdir. Bunları
inceleyerek aşağıda
tanıtıyoruz.
Mehmet Ali Paşa'nın Ders
Kitapları
İlm-i Nebatat-ı Tıbbiye: İki cilt halinde
basılıdır. Birinci cildin kapak sayfası
şöyledir: "İlm-i Nebatat-ı Tıbbiye. Cild-i
evvel. Mütercimi Mekteb-i Tıbbiye-i
Şahâne'deYargıtay
ilm-i nebatat
muallim muavini
Birinci Bşk Ferruh Adalıoğlu
ve Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye azasından
binbaşı doktor Mehmet Ali" (şekil 2).
İkinci cildin kapak sayfası da şöyledir:
"Cild-i sani. Nebatat. Mütercimi Cemiyet-i
Tıbbiye-i Osmaniye azasından ve Mekteb-i
Tıbbiye-i Şahâne ilm- i nebatat muallim
muavini Mehmet Ali". İncelediğimiz
nüshalar, İstanbul Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi Eczacılık Tarihi Müzesi'nde
1. "Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahâne müdürü Doktor Mirliva saadetlû Hacı Meh¬met Ali Paşa", Salname-i Nezaret- i Maarif-i Umumiye, 1318 (1902), s. 628.
2. Baytop, T.: "Mehmet Ali Paşa (1834-1916)", Farmakolog, 18 (12), 370-372 (1948).
KUYETA
TEMMUZ 2012
8
mevcut olanlardır. Her iki cildin kapak
sayfaları Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne
Matbaası'nın mühürünü taşımaktadır.
İkinci cildin son sayfasında da, "Mekteb-i
Tıbbi- ye-i Şahane Matbaası'nda tab
olunmuştur. Sene 1291 fi gurre-i Zilhicce'
kaydı vardır. Bu tarih 9 Ocak 1875'e
tekabül eder. Her iki cilt de 22 x 15
santimetre ebadındadır. Birinci cilt 12
sayfalık bir fihrist ve 9 sayfa tutarında bir
hata ve sevap cetveli ile başlamakta, sonra
kapak sayfası gelmekte, bundan sonra 2
sayfalık bir mukaddeme ve 4 sayfalık bir
methal bulunmakta ve sonra ana konuya
girilmektedir. Bu şekilde birinci cilt 587
+ 31 sayfadan ibarettir, içinde 175 şekil
vardır, ikinci cilt 4 sayfalık bir fihrist ve
onu takiben 3 sayfalık bir hata ve sevap
cetveli ile başlamakta, sonra kapak sayfası
gelmekte ve sonra konu, birinci ciltte
kalınan yerden hemen devam etmektedir.
Bu suretle ikinci cilt 660 I 9 sayfadır. Şekil
numaraları birinci ciltteki
numaralamanın devamıdır ve 176'dan
başlayıp 230'da son bulmaktadır. Böylece
ikinci cilt içinde 55 şekil vardır. Görülüyor
ki, Mehmet Ali'nin bu iki ciltlik kitabı
toplam olarak 1247 + 40 sayfadır ve
içinde toplam 230 şekil vardır.
Birinci ciltteki Mukaddeme'de Mehmet
Ali, kitabını Doktor Cauvet'den tercüme
ettiğini, Richard ve Bougnon'dan ilaveler
yaptığını, Baıy, Boudier, Decaisne, Robin
vs. gibi müelliflerin kitaplarından
kriptogamlarla ilgili bahisler alarak
kitabına eklediğini bildirmiştir.
Kitap, tıbbi bitkileri de tanıtan bir bitki
sistematiği kitabıdır. Başta, genel kısımda,
hücre, doku, vejetatif organlar, beslenme,
imtisas (özümleme), teneffüs olayları,
renk maddeleri, üreme organları,
bitkilerde hareket konuları işlendikten
sonra, sistematik kısımda bitkilerin
sınıflandırılmasından, Jussieu'nün, De
Candolle'un sistemlerinden bahsedilmiş,
Çeneksizlerden mantarlar, algler, likenler,
eğreltiler, Birçeneklilerden 14 familya,
İkiçeneklilerden önce Açıktohumlu 5
familya, sonra Kapalı tohumlu 36 familya,
Nymphaeaceae familyasının sonuna kadar
tanıtılmıştır. Kapalı tohumlular ikinci
ciltte Ranunculaceae ile başlayarak
Compositae sonuna kadar devam
etmektedir, burada 88 familya vardır.
Birinci cilt içinde sınıflandırma veya
familya, altfamilya, cins veya tür ile ilgili
tayin cetveli, ikinci ciltte de aynı tipte 15
cetvel vardır.
Mehmet Ali'nin tercüme ve derleme
yoluyla hazırladığı bu ilk ders kitabının
sistematik kısmında, her bir familyanın
özellikleri belirtildikten sonra o
familyadaki tıbbi ve faydalı bitkilerden
bahsedilmiş, bunların Fransızca adı,
bazen Latince adı, bundan başka parantez
içinde Latince tür adının Arap harfleriyle
yazılmış şekli, varsa Türkçe adı,
kullanılışı, etkin maddesi bazen
formülleriyle verilmiştir. Geniş familyalar
kabilelere (altfamilya) ayrılarak
incelenmiştir. Kuvvetli etkiye sahip olan
kınakına, afyon, yüksü- kotu, tatula,
güzelavratotu, sinameki gibi droglara
geniş yer ayrılmıştır.
Mehmet Ali'nin Cauvet'nin hangi
kitabını temel kaynak olarak aldığını
bilmiyoruz. İstanbul kitaplıklarında böyle
bir kitap bulamadık ve dolayısıyla bir
kıyaslama yapamadık. Ancak Mehmet
Ali'nin Cauvet'nin Nouveaux Eléments
d'Histoire Naturelle Médicale (2 cilt, Paris,
1869) adlı kitabından faydalanmış olması
muhtemeldir. Bu kitabın temin edilip
Ilm-i Nebatat-ı Tıbbiye ile karşılaştırılması
halinde daha kesin bir yargıya varılması
mümkün olacaktır.
Ilm-i Nebatat: İki cilt halindedir.
Birinci cildin kapak sayfası şöyledir:
"Ilm-i Nebatat. Cild-i evvel. Müellifi
Doktor Cauvet. Mütercimi Mekteb-i
Tıbbiye-i Askeriye ve Mekteb-i Tıbbiye-i
Mülkiye-i Şahane muallimlerinden ve
Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye azasından
ilm-i nebatat muallimi miralay elhac
Mehmet Ali. Defa-i sani olarak Mekteb-i
Tıbbiye-i Şahâne Matbaası'nda tab
olunmuştur. Fi muharrem sene 1303 "
(şekil 3). Bu tarih Ekim 1885'e tekabül
eder. İkinci cildin kapak sayfası da
şöyledir: "İlm-i Nebatat. Cild-i sani.
Müellifi Doktor Cauvet. Mütercimi
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye ve Mekteb-i
Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahâne
muallimlerinden ve Cemiyet-i Tıbbiye-i
Osmaniye azasından ilm-i nebatat
muallimi miralay elhac Mehmet Ali.
Defa-i sani olarak Mekteb-i Tıbbiye-i
Şahâne Matbaası'nda tab olunmuştur. Fi
16 Ramazan sene 1303 ". Bu tarih 18
Haziran 1886'ya tekabül eder. Ancak şu
var ki, bu ikinci cildin son sayfasında
bulunan "Sene 1307 fi gurre-i
Cemaziyelâhirde hitam bulmuştur"
ibaresi, baskının 23 Ocak 1890'da
tamamlanmış olduğunu göstermektedir.
Birinci cildin mukaddemesinden ve her
iki cildin kapak sayfalarındaki
açıklamadan anlaşılacağı üzere, Mehmet
Ali'nin bu ikinci kitabı, onun 1291 (1875)
tarihli birinci kitabının ikinci baskısıdır.
Bu mukaddemede Mehmet Ali, ilk baskı
nüshalarının tükenmiş olduğunu ve ikinci
baskıyı yaparken gene Cauvet'den
faydalanarak ilaveler getirdiğini
açıklamıştır. Bu şekilde ikinci baskı,
birincinin tamamen aynı değildir, onun
tashihli ve ilaveli baskısıdır. Bu baskıdan
bir takım İstanbul Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi Eczacılık Tarihi Müzesinde
vardır.
Kuşadalı Ünlü Botanikçi Hacı Mehmet Ali Paşa’nın adının yaşatıldığı Yılancı Burnu Mevkiinde Botanikçi Ali Sokak ve tabelası
TEMMUZ 2012
KUYETA
9
Gezginlerin Kaleminden Kuşadası / 17
“Rum Korsanların Türkleri Katlettiği Dönemde
Kuşadası’na Gelen İrlandalı Gezgin
Robert Walsh’in İzlenimleri”
[email protected]
Sedat Onar Araştırmacı
Kitabın Adı : “A Residence at Constantinople”(Cilt 2)
Yayınevi : Frederick Westley and A.H.Davis, Londra
Ancak kısa bir süre sessizlik oldu. Ben
bizim yanımızdaki yeniçeri Ahmet’i öne
doğru ittim. Bereket versin yeniçeri
Ahmet’i de yanımızda kıyıya getirmiştik.
Ancak O da müthiş korkmuştu. Ellerini
havaya kaldırdı “Bunlar İngiliz, bunlar
İngiliz, İngilizlere merhamet edin” diye
bağırmaya başladı. Bu, atlılar üzerinde
beklenmedik bir etki gösterdi, aramızda
bir yumuşama oldu ve görüşmeye
başladık. Atlıların başındaki Ağa öne
doğru çıktı. Yeniçeri Ahmet, Bay Leeves’i
ve beni yanına aldı ve ellerimizden tutarak
Ağaya götürdü. “Bunlar İngiliz Lordları…
Saraydan… Pera’dan… Padişah’ın
koruması altındalar. Onların korunması
için Padişah fermanı var.” diye Ağaya
durumumuzu ifade etti. Ağa da bizim
gemimizin Scala Nova’da olması
gerektiğini söyledi. Bizi bir “Hydriote”
gemisi sandıkları için saldırdıklarını
belirtti. Şiddetli bir kargaşalığın
sonucunda bunların meydana geldiği
anlaşıldı.
Ağa beş yüz adamını bizim
hareketlerimizi izlemesi ve arazide bulup
imha etmesi için farklı yönlere yollamış.
Gönderilen askerlerin bir kısmı
delibaşlardan oluşuyormuş. Onlar
gerçekten de kan kardeşi gibi birbirlerine
çok bağlı delilermiş. Ancak bu delibaş
askerlerle ne bir yeri almak, ne de bir yeri
vermek için savaşılamazmış. Eğer biz bu
delibaş askerlerin arasına düşmüş
olsaymışız, bizim böyle açıklama
yapmamıza izin vermeden bizi
öldürürlermiş. Verilmiş sadakamız varmış
ki Ağa’nın delibaşları sahilin diğer tarafına
gitmişler de biz onlara rastlamamışız.
Velhasıl Ağa’nın askerlerinden ikisinin
bizim yeniçeriye Scala Nova’ya kadar eşlik
etmesi ve durumun Scala Nova’daki
Paşa’ya iletilmesine karar verildi. Bizim
yeniçeriye eşlik edecek Ağa’nın askerleri
Scala Nova’daki Paşa’ya durumu
KUYETA
TEMMUZ 2012
10
açıklayacaklar ve O’nu ikna etmeye
çalışacaklardı. Onlar Scala Nova’dan geri
dönünceye kadar biz tutsak olarak burada
kalacaktık.
Şimdi saat gecenin 10’u. Yedi sekiz mil
ilerideki Scala Nova tamamen karanlıklar
içinde. Açık havada beklemekten başka
bir seçeneğimiz yok. Önümüzdeki bütün
Asya çok kasvetli ve her türlü haşereyi
barındıran bir bataklığa benziyor. Türkler
bizi kuşatmış durumda, biz de
merkezlerinde kumların üzerinde
oturmuş, bekleşiyoruz. Bütün akşam
boyu süren çatışmanın şiddetiyle ben de
aşırı ısınmıştım. Şimdi berbat bir şekilde
soğuğu hissetmeye başladım. Avuçlarımı
soktuğum kum bile dışarıdan sıcaktı.
Isınmak için ellerimi kumda oyduğum
çukura sokuyor, kum taneciklerini
avuçluyordum En sonunda ellerimle
vücudumu soğuktan koruyabileceğim bir
çukur açmaya karar verdim. Ne olursa
olsun dışarıda durmaktan daha iyi
olacaktı. Kazdığım çukura uzandım ve
üzerimi kumlarla örttüm. Vücudum
nispeten ısınmıştı. Benden gören diğer
arkadaşlarımda aynısını yaparak
kendilerini kuma gömdüler. Hepimizin
vücudu nispeten ısınmıştı. Böylece
uyumaya çalıştık.
Her nasılsa, kısa bir süre içinde
vücudumuz daha fazla üşümeye başladı.
Biz ateş yakmak istediğimizi Türklere
ilettik. Başımızdaki Ağa buna izin
vermedi. Herhalde bizi gören diğerlerinin
de ateş yakacağından korktu. Aslında Ağa
bizim yakacağımız ateşlerle kendi
gemilerimize işaret göndereceğimizi
zannetti.
Bir ara Ağa’nın adamlarından birinin
sazların arasında tütün içtiğini gördüm.
En sonunda içtiği ağızlıktan yere bir köz
düşürdü ve bulunduğu sazlık alev alev
yanmaya başladı. Bizim için tam bir
sürpriz olmuştu.
Bölüm - 2 SON
Yazar : Robert Walsh
Kitabın Basım Tarihi: 1836
Bizim bulunduğumuz yer nehrin
denizle birleştiği bir nehir ağzıydı. Birkaç
yüz dönümlük bu yerin her tarafı
fundalıklar ve küçük sazlıklarla
örtülüydü. Bu mevsimde de bunların
büyük bir bölümü solmuş ve kurumuştu.
Alevler yakınında bulunan her şeyi bir
anda yutuyor, adeta vahşi bir ateş topu
her tarafa yuvarlanıyordu. Kimi yerde
otların yanarken çıkardığı çatırtılar, kimi
yerde bir kükremeyi andıran seslere
dönüşüyordu. Bütün alan tümüyle
alevlere boğulmuştu. Alevler önlenemez
bir şekilde her yana hızla yayılıyordu.
Yüksek ağaçlar bile etrafını saran
alevlerden kaçamıyordu. Alevler ağaçlara
hızla yaklaşıyor, çevresini kuşattığı ağacı
bir anda alev topuna dönüştürüyordu.
Sadece denize ulaşan alevler ilerlemesini
durduruyordu.
Alevler bir anda önümüzdeki ağacı ele
geçirdi. İlk önce ağacın alt dalları alevlere
teslim oldu, daha sonra üst dalların alev
alması ile ağaç bir ateş piramidine
dönüştü. Biz süratle yer değiştirdik. Ateşin
olmadığı sınır hattına doğru ilerledik.
Alevler gecenin karanlığında vahşi
kıyafetleri içindeki, kara sakallı esmer
Asyalılar ile bizleri öyle gösteriyordu ki,
Rembrandt’ın çizmeye doyamayacağı bir
tablonun öğeleriydik sanki. Yangın
yanımıza yaklaşana kadar sazların üzerine
doğru yatıyor, ateş bize yaklaştığında daha
önceden yanmış olan yerlere doğru yer
değiştiriyorduk. Yer değiştirmelerden
haddinden fazla yorulduk. Kıpırdayacak
halimiz kalmamıştı.
Ben üzerimizdeki sıkıntıyı yangından
kaçan böcekleri izleyerek atmaya
çalışıyordum. Alevler yaklaştıkça
böceklerin canlarını kurtarmak için
doğaüstü bir güçle hareket edişleri bana
yorgunluğumu kısmen de olsa
unutturuyordu. Bu sıcak ve nemli yerde
doğanın üretkenliği beni gerçekten de çok
şaşırtıyordu. Minik böcekler sanki
Gorgonların , Hydraların , Chimeraların
birer embriyosuydu. Üç inç kadar
bacakları olan yeşil bir peygamber devesi
böceği yanıma kadar yaklaştı. Benden
yardım diler gibi bana baktı. Üzerinde
tutunduğu otlarla bir bütün olmuş gibi
adeta yürüyen bir çimen parçasına
benziyordu. Elime almaya çalışırken
birden uçarak uzaklaştı.
Doğada ayakta kalabilmek için
içgüdüleriniz doğrultusunda yaşamak
mecburiyetindeydik. Bize yakın olan
çalılıkların içinden korkunç bağırış ve
çığlıklar bizim harekete geçmemizi
gerektirdi.
O sırada yakınlardan duyduğumuz
sesler bizi endişeye düşürmüştü.
Kesinlikle barbarların delibaş denilen
diğer bölümü bizim burada olduğumuzu
keşfetmişti. Bu nedenle geldiklerinde bize
saldırırlar diye korkuyorduk. Sesler o
kadar yakınımızdan geliyordu ki, adeta
olayların içinde yaşıyorduk. Ancak seslerin
başka bir yerden geldiğini daha sonra
anladık. Cayster Irmağının denize
döküldüğü noktadaki kamış ormanına
sığınmış olan çakallar ve diğer hayvanlar
alevlerin kendilerine yaklaşmasından
dolayı can havliyle kederli kederli
uluyorlardı. Diğer taraftan benzer şekilde
insanların haykırışları da hayvanların
ulumalarına karışıyordu.
Sonunda bizim yeniçeri şafak vaktinden
az önce döndü. Paşa bundan büyük
mutluluk duydu. Scala Nova’da da büyük
bir sükûnet hâkimmiş; Paşa bizim serbest
bırakılmamızı emretti. Bizim nehirden
karşıya geçmemiz için eşlik ettiler.
Ardından nerede barınabileceğimiz ve
oturup dinlenebileceğimizi söylediler.
Burada bizi başka bir fenomen
bekliyordu. Aslında bana göre müthiş
güzel bir şeydi. Nehirde pulları fosfordan
pırıl pırıl parlayan bir sürü balık vardı.
Üzerlerinden geçerken, zift gibi siyah
balıkların pullarındaki fosforlu madde
bizim teknemizde ışık oyunları oynattı.
Etrafımızdaki balıkların parlaklığının
oluşturduğu aydınlık teknemizi bir zafer
halesi gibi aydınlattı. Komutanımız gemiye
dönmemiz gerektiğini söyledi. Kıyıda
tekrar kayıkları aramaya başladık.
Bulduğumuz kayıklara sabah yedide
bindik. Kayıktakiler bize Scala Nova
üzerinden gideceğini söyledi. Kısacası
tekrar topun ağzındaydık.
Bizim gemi zannedersem dün akşam
Scala Nova’ya gitmiş ve oradaydı.
Kayıktakilerin bize anlattığından biz öyle
anladık. Bizi orada ya öldüreceklerine ya
da esir alıp ülke içlerine yürüteceklerine
dair şüphemiz vardı. Bundan dolayı Scala
Nova’ya gitmemek için tam demir atarken
Türk bayraklı bir teknenin bize
yanaşmakta olduğunu gördük. Bizim
tekneye yanaştığı zaman Scala Nova’daki
Türk paşasının gönderdiği bir amirali
gördük. Yanında tercümanı ve çavuşu
vardı. Bize paşanın özür dileklerini
bildirdi ve bir gece önceki yanlış
anlamadan kaynaklanan durumu izah
etti. Ülkenin bir kargaşa içinde olduğunu
duyduğumuzu kendilerine ilettik. Onlar
da doğruladı. Biz de böyle bir kargaşanın
Paşa’nın hayatını tehdit edebileceğini ilave
ettik. Onlara elimizde bulunan ve
padişahın bize ülke içinde seyahat izni
veren fermanını gösterdik. Onlar bize her
ağırlama ve ikramda padişahın bu
fermanını mutlaka herkese göstermemizi;
hatta kırsalda bir eve konuk olduğumuzda
bile elimizdeki padişahın bize seyahat izni
veren fermanını herkese göstermemizi
tembihlediler. Ardından padişahın
fermanını büyük bir saygı ve hayranlıkla
öptüler ve bize geri verdiler.
Daha sonra on silahlı askerden oluşan
tören kıtasıyla bizi selamladılar. Sahilde
bizi 20 atlının beklediğini ve seyahatimiz
esnasında bize eşlik
edeceklerini söylediler.
Ardından biz de onları
Cayster’in içinden takip
etmeye başladık. Onlar
karadan bize yakın eşlik
ediyorlardı. Nehrin ağız
kısmında küreklerle ilerledik.
Nehre girdikten sonra
elimizdeki uzun sırıkları
nehrin dibine dayayarak
teknemizi itmeye ve böylece
ilerlemeye başladık. Efes
ovasının kalbine kadar
Cayster Nehrinin içinden
ilerlemeye devam ettik.
Nehirden Efes’e gidiş, daha
önceden Efes’i ziyaret etmek
için hiç denenmemiş bir
usuldü. Kamış ve sazlardan
örülmüş ağlar kullanılarak
balık avlanan bir yerden
karaya çıktık. Ovayı geçerek
Efes harabelerinin bulunduğu
bölgeye geldik.
Bu muhteşem yerin tüm özelliklerini
ayrıntıları ile size anlatmam mümkün
değil. Ancak Tournefort, Pococke ve
Chandler gibi daha önceden burayı ziyaret
etmiş gezginlerin anlatımlarına atıfta
bulunarak bazı detayları açıklayabilirim.
Sadece onların kendi anlatımlarında
bahsetmediği bazı küçük ayrıntıları sizlere
aktaracağım. Efes zamanında Asya’nın
ticaret merkeziydi. Denizden nehir yoluyla
Efes’e kadar ulaşım mevcuttu. Ama bu
nehir yolu şimdi nehrin taşıdığı
alüvyonlarla dolmuş durumda ve
kullanılmıyor. Sadece belli bir yere kadar
nehirden gelebilirsiniz. Efes şehrine ait
asıl iskele şimdi nehrin denize döküldüğü
noktadan millerce içeridedir. İskelenin
üzeri büyük mermer bloklarla kaplanmış
durumdadır. Burada bulunan köprü
nehrin zamanında buradan geçtiğini ve
buradan Cayster’in karşısına geçmek bu
köprünün kullanıldığını göstermektedir.
………………………
Robert Walsh Efes’i dolaştıktan sonra
güvenle tekrar gemisine geri dönmüştür.
Seyahatine Ege Adaları, Suriye-Filistin
Bölgesini gezerek devam etmiştir. Keşke
Efes’ten sonra Kuşadası’na gelebilseydi. O
sıralarda Kuşadası’ndaki Türk ve Rumlar
arasındaki gerginliği ve çatışma ortamını
taraflı bile olsa bize aktarabilseydi, çok şey
öğrenirdik.
TEMMUZ 2012
KUYETA
11
Kartpostallarla Kuşadası ve Çevresi
ASIRLIK KARTPOSTALL
“PHOTOGRAPHIE PARISIENNE” E
Ali Can | Tarih Öğretmeni - Efemerist
[email protected]
Su Kemeri, Belevi yöresinden çıkan içme suyunu, kentin
doğusundan, Ayasuluğ Tepesi’ne ulaştırmak için inşa edilen
ve bugün şehir içinde doğudan batıya uzanan 124 adet
ayaktan oluşmaktadır. Su kemerlerinin arkasında görünen
bina J.D. Carpouza’ya ait Ephesus Hotel’dir.
J.D. Carpouza, İzmir’de Kordon’da (Quais) ikamet eden
bir girişimciydi. Ayasuluğ istasyonunun hizmete girmesinden
bir süre sonra buraya gelerek, Ephesus Hotel adıyla bir
konaklama tesisi kurmuştu.
St. Jean Kilisesi:
St. Jean Kilisesi’ni kuşatan yaklaşık 1 kilometre
uzunluğundaki sur duvarlarının doğu, batı ve güneyinde üç
ana girişi bulunmaktadır. Girişler içinde en sağlam
kalabileni güneyde yer alan ve “Takip Kapısı” olarak
adlandırılan ana kapıdır.
Güney giriş kapısı (ana kapı), kartpostal editörleri
tarafından tercih edilen yapılardan biri olmuştur.
Kapı, iki yanında kare planlı kulelere ve ortada kemerli
bir girişe sahiptir. Kemerin üst kısmında Eros’ların
kabartma olarak işlendiği bir lahit yüzü yer almaktadır.
1800’lü yıllarda bunun yanında yer alan, Odysseus’un
Akhileos’u tanımasını anlatan, kaçan genç kızlar ve silahlı
adamların betimlendiği başka kabartmalar, Avrupalılar
tarafından yanlış yorumlanmış ve kapıya gezginlerce “Takip
Kapısı” adı verilmiştir. Rubellin Pere tarafından
görüntülenen Takip Kapısı daha sonra pek çok editör
tarafından kartpostal olarak yayınlanmıştır.
KUYETA
TEMMUZ 2012
12
Kale ile St. Jean Kilisesi’nin bulunduğu tepenin batı
yamacında bulunan İsabey Camii, kapı üzerindeki
kitabesine göre, H.776 (Miladi 1375) tarihinde
Aydınoğulları’ndan İsa Bey tarafından yaptırılmıştır. Mimarı
Ali Bin Müşeymeş ed-Dımışki’dir. Evliya Çelebi bu yapıdan
söz ederken kitabesini de kaydetmiştir. Ne var ki İsa Bey’in
vakfiyesi günümüze ulaşmadığından bu camii ile ilgili
bilgiler, sadece gezginlerin yazdıklarından
öğrenilebilmektedir.
19. yüzyılın sonlarında bir süre kervansaray olarak da
kullanılan yapı, aynı yüzyılın sonlarında tamamen harap
olarak metruk duruma gelmiştir. İsabey Camii, Rubellin
LARDA KUŞADASI VE ÇEVRESİ
EFES’TEN BİR FOTOĞRAF USTASI GEÇTİ
Pere tarafından görüntülenen yapılardan biridir.
Efes harabelerine ilk girişte karşılaşılan Vedius
Gmynasion’u geçince sol tarafta Stadion yer almaktadır.
Stadion, Panayır Dağı’nın eteklerindeki bir çukurlukta
bulunmaktadır. Hellenistik dönemde yalnızca güneyinde
oturma basamakları varken, İmparator Neron (M.S. 54–68)
döneminde genişletilmiştir. Kuzeydeki tonozlu temel ile
bunun üzerinde yer alan sıralar yapıyı tamamlamaktadır.
M.S. 5. yüzyılda kuzey tonozların batı ucuna bir kilise inşa
edilmiştir. Koşu alanının doğusunda bulunan yaklaşık 50 ×
40 m. büyüklüğündeki arena ise gladyatör dövüşlerine
hizmet etmekteydi.
Rubellin’e ait bu görüntüde, kartpostallarda “Lysimaque
(Lysimachos) Tapınağı Kapısı” olarak geçen; ancak, gerçekte
Stadion’un güney giriş kapısı olan yapı izlenmektedir.
Rubellin tarafından çekildikte pek çok editör tarafından
sonra kartpostal olarak yayınlanan bu görüntüde, Stadion’un
oturma yerlerini taşıyan tonozlu bölüm ve onun önünde atlı
ziyaretçiler görülmektedir.
Rubellin’den genel görünüm
Konuyla ilgilenenler için, “Eski kartpostallarda
Ayasuluğ/Efes” adlı kitabımın ikinci baskısı Selçuk
Belediyesi tarafından yapıldı.
TEMMUZ 2012
KUYETA
13
Kuşadası’nın Renkleri
KUŞADASI’NDA ESKİ
ÇOCUK OYUNLARI
Mustafa Dinçoğlu | Yerel Araştırmacı Yazar
mdincoğ[email protected]
40’lı 50’li yıllarda biz tam
mahalle çocuğu idik. Bütün
günümüz sokakta geçerdi.
Akşam hava karardığı halde eve
girmek istemezdik. O saatlerde
babamız bazen bizden önce eve
gelmiş olurdu. Sokak kapısından
içeri usulca kayıp tuvalete girer,
güya tuvaletteymiş gibi yaparak
ortaya çıkardık. Eğer babamız
ses çıkarmazsa onu
kandırdığımızı sanırdık.
Çocukluğumuzu doya-doya
yaşadık. O yıllarda gerçek
dostluklarla, basit ama gerçek
oyunlarla çocukluğumuzu tam
bir çocuk gibi geçirdik.
Kuşadası’nın temiz ve samimi
ve kanaatkâr yıllarıydı 40’li 50’li
yıllar. İlçemizde hiç hırsızlık
olmaz gündüzleri evden çıkan
annemiz kapıyı kilitleme
gereğini duymaz, kapının
halkasını pervazın halkasına
bağlamakla yetinirdi. Gene
gündüzleri dükkânından kısa bir
süre ayrılan esnaf da kapının
önüne bir sandalye ve gölgelik
brandayı asmak için kullandığı
kısa kargıyı ona çaprazlama
koyar giderdi.
O yıllarda çocukların hazır
oyuncakları yoktu. Hemen
hemen hepsini kendimiz yapar
oyunları kendimiz icat ederdik.
Kargıdan at, uçurtma (kasnaklı
da denirdi), fırıldak (topaç),
ok-yay, tel araba, çember,
çelik-çomak gibi oyun araçları
kendi imalatımızdı. Bunların
yapımı oyun oynamanın önemli
ve keyifli bir bölümüydü. Çünkü
yaptığımız oyuncağın
herkesinkinden güzel olmasına
çalışırdık. Onları çok güzel
KUYETA
TEMMUZ 2012
14
süsler yaratıcılığımızı
ortaya koyardık. Özellikle
uçurtmalarda bu yarış daha
da belli olurdu.
Uçurtmaların iyi uçması
kadar güzel olması da
önemliydi. Diğer belirgin
bir yarış da fırıldak (topaç)
üzerinde yapılırdı. Koynak
(bilye), birdirbir,
uzuneşek, kolcu kaçak gibi
oyunlar diğer
oyunlarımızdı.
Şimdi bunlar hakkında
elimizden geldiğince açıklama
yapalım:
Kargıdan at:
Bu oyun küçük çocukların (4-6
yaş) oyunuydu. 2-3 metre
boyunda bir kargının kalın
tarafının ucuna iki ip bağlardık.
Bu ip atın dizginleri yani yuları
olurdu. Kargıyı apış aramıza alır,
bir elimizle yuları tutar, öbür
elimize de bir sopa alıp çalımlı
çalımlı koşardık. Koşmadığımız
zaman hoplar zıplar hırçın bir
atın çeşitli hareketlerini taklit
ederdik. Bu hareketler sırasında
atın seslerini çıkarır ayrıca ona
kumanda etmemize yarayan
kelimeleri söylerdik.
Uçurtma (kasnaklı):
Uçurtmanın iskeleti(kasnağı);
üçe bazen de dörde bölünen
kargıdan yapılırdı. Renkli
kâğıtlar bu kasnağa gerilirdi.
Yanlarına iki püskül bağlanırdı.
Daha zevkli olması istenirse
tarak püskül yapılırdı. Tam
alnına genellikle ayyıldız
yapıştırılırdı. Alt tarafına (v) harfi
şeklinde bir terazi ve bunun da
ucuna uzunca bir kuyruk
Bölüm - 1
yapılırdı. Kuyruk, kâğıt şeritlerin
bir ipe sıra ile bağlanması ile
oluşurdu. Kuyruk terazisinin
ortasına bir püskül konması
adettendi. Uçurtmanın baş
kısmında baş terazisi bulunurdu.
Bu terazinin ayarı çok
önemliydi. Düzgün ve yüksek
uçmayı sağlardı. Uçurtmanın
düzgün ve yüksek uçanı
makbuldü. Bunun için
yarışmalar yapardık. Bazen
uçurtmamızın kuyruğuna jilet
bağlar diğer uçurtmaların ipini
kesmeye çalışırdık.
Bunun dışında A4
boyutlarındaki kâğıttan ve adına
“sayita” dediğimiz üçgen
şeklinde küçük ve basit
uçurtmalar da yapardık. Ama
bunlar pek makbul sayılmaz 4–6
yaş çocuğuna hitap ederdi.
Fırıldak (topaç):
Ağaçtan armut biçiminde
yapılan, armudun uç kısmına
çakılan çivinin etrafına ip
(kaytan) sarıp ileri doğru atılıp
geri çekildikten sonra hızla
dönmeye başlayan, renk renk
süslenmiş bir oyuncaktı. Onları
bakkaldan alırdık. İlk haliyle
güzel dönmeyen, sağa sola gelişi
güzel sıçrayan ham bir oyuncak
olurdu. Onu uzun uğraşlarla
terbiye eder, balmumu ve renkli
varaklarla süsler, yere atılınca hiç
sekmeden uzun süre dönmesini
sağlardık. Önce çivisini çıkarır
düzeltirdik. Çiviyi yerine
takarken çivi deliğinin içine
önce örümcek ve sinek ölüsü
koyar sonra çiviyi yerleştirirdik.
Sonra yuvarlak bir şekil alana
kadar (topan gaga) burnunu
keserdik. Bunları yaparken bir
taraftan da fırıldağı döndürür
denerdik. İyi dönmüyorsa
çalışmaya devam ederdik. Sıra
fırıldak üstüne balmumu
yapıştırmaya gelirdi. Balmumu
fırıldağın tepesine yapıştırılır
güzel dönene kadar muma
şekiller verilir, miktarı azaltılır
veya çoğaltılırdı. İstenilen
güzellikte dönmeye başlayınca
mumun üzerine renkli varak
yapıştırılarak süslenirdi. Güzel
dönüşe “sinek gibi” denirdi.
Çivi deliğine örümcek ve sinek
ölüsü koymamızın sebebi de
buydu. Buna hepimiz
inanırdık.
Çivinin hemen üzerinden
başlayarak, boğumlar arasında
hiç boşluk bırakmayacak
şekilde kaytanın fırıldağa
sarılması ve hızla fırlatılarak
yerde döndürülmesi,
düşünüldüğü kadar kolay
değildi. Maharet isterdi.
Renk renk boyanan
fırıldaklar çok hoş
görüntüler ortaya
çıkarırlardı ve en güzel, en
hızlı dönen fırıldak birinci
seçilirdi. Uzun süre dönme
yarışmaları yapılırdı.
Fırıldaklar önce birlikte yere
savrularak döndürülür
sonra gene birlikte avuçlara
veya tırnak kenarlarına
alınarak dönme süresine
bakılırdı.
Fırıldaklarla gagalama
oyunu da oynanırdı. Dönmekte
olan fırıldağın üzerine rakip
oyuncu fırıldağını fırlatır. Onu
vurabilirse bir puan alırdı. Yalnız
rakibin fırıldağını vurduğu
sırada kendi fırıldağının da
dönüyor olması gerekirdi.
Tel araba:
Araba 4 tekerlekli, iki karış
boyunda, bir karış eninde,
yerden yarım karış yüksek
bir oyuncaktı. Bir parça telin
önce iki ucu kıvrılarak iki
tekerlek haline getirilirdi. İki
tekerlek arasında bir karış
kadar dingil bırakılırdı. Arka
tekerlekler de aynı şekilde
yapılırdı. Ön ve arka
tekerlekler birbirine üçgen
şeklinde bir parça ile bağlanırdı.
Bu parça arabanın karoseriydi.
Üçgenin tabanı arka
tekerleklerin dingiline, tepesi ön
tekerlek dingiline bağlanırdı.
Sonra 1,5 metre boyunda bir tel
parçasının bir ucu direksiyon
simidi haline getirilir, diğer ucu
ise ön dingile halkalanırdı. Araba
bu direksiyon teli ile
yürütülürdü. Bu direksiyon
sayesinde araba sağa sola çok
güzel dönerdi. Zaten tel araba,
bu özelliği nedeniyle sevilir,
çocuklara gerçek araba hissi
verirdi.
Çelik- çomak:
Ortalama bir metre boyunda
bir sopa ve onun 25 santim
boyunda bir parçasından oluşan
bir oyun setiydi. Küçük parçaya
çelik, büyük parçaya çomak
denirdi. Çeliğin iki ucu, çomağın
bir ucu sivri olurdu. Oynanması
biraz maharet isterdi.
Önce yere dar uzun küçük bir
çukur kazılır, çelik onun üstüne
konur, çomağın ucu çukurun
içine yani çeliğin altına
sokularak çelik ileri doğru
fırlatılırdı. Bu sırada rakip
oyuncu karşı tarafta durur
fırlatılan çeliği havada
yakalamaya çalışırdı. Yakalarsa
oyunu oynama sırasını alırdı.
Yakalayamazsa oyun devam
ederdi. Ebe elindeki çomağı bir
ucu çukurun yanındaki taşın
üzerine gelecek şekilde yere
bırakır beklerdi. Karşı oyuncu
çeliği fırlatıldığı yerden alır onu
çomağa doğru fırlatır, çomağı
vurmaya çalışırdı. Çomağı
vurursa oyun oynama sırasını
alırdı. Oyun şöyle devam ederdi.
Oyuncu çeliği alır çomağın
üzerinden aşağı doğru bırakır
sonra çeliğin bir ucuna vurarak
veya ileri geri yapıp çomağı
çeliğin altına sokarak çeliği
TEMMUZ 2012
KUYETA
15
havalandırır ve çomakla vurarak
uzak bir mesafeye fırlatmaya
çalışırdı. Bunu üç kere yapardı.
Çeliğin gittiği yere kadar
adımlarını sayardı. Bunu üç kere
yapmaya hakkı vardı. Çeliği üç
kerede fırlatabildiği mesafeyi
karşı oyuncu üç adım atlayarak
geçebilirse oyun sırası kendine
geçerdi. Geçemezse oyuncu
tekrar çukurun yanına gider
oyuna yeniden başlardı.
Adımların sayısı kadar puan
toplanırdı. Oyunun sonunda
puanı çok olan oyunu kazanırdı.
Koynak (bilye, misket):
Çok oynanan ve sevilen bir
oyundu. Çamurdan yapılmış
adına koynak dediğimiz asıl
oyuncaklardı. Misketlerden biraz
daha büyük demir bilyeler ile
cam bilyeler vardı. Bu bilyeler
toprak misketleri güdülemek
için kullanılırdı çelik olanlara
bilye, cam olanlara zencibir
denirdi. Çelik bilyeler motorlu
araçlardan, cam bilyeler ise
önceleri Cinci Bir isimli gazoz
şişelerinden çıkarmış.
Oyun şöyle oynanırdı:
İki veya daha çok kişi ile
oynanırdı. Oyun için düz bir
toprak yer seçilir. Ortalama bir
karış çapında bir daire çizilir.
İçerisine kaç adet konacaksa her
kes payına düşen misketi koyar.
Sonra 4-5 adım ileride yere
çizilen düz bir çizgiye bilye veya
zencibirler atılırdı. Çizgiye olan
KUYETA
TEMMUZ 2012
16
yakınlığa göre oyun sırası
belirlenirdi. Oyun bu çizgiden
başlardı. Bilye kıvrılan işaret
parmağı içine oturtulur ve
başparmakla itilerek atılırdı. Bu
şekilde atılan bilye veya zencibir
ile daire içinden çıkarabildiği
koynaklar o oyuncunun olurdu.
Ancak koynakları daireden
çıkartırken bilyesi daire içinde
kalan veya bilyesi başka bir
oyuncunun bilyesi ile vurulan
oyuncu oyun dışı olur,
kazandıklarını da verirdi. Daire
içerisinde koynak bitince oyun
aynı şekilde yeniden başlardı.
Oyunun bir diğer şekli de
şöyleydi:
İki kişiyle oynanırdı. Duvar
dibine avuç içi kadar bir çukur
kazılır, birinci oyuncu 3–4 adım
uzaktan, avucuna istediği sayıda
koynak doldurup bu çukura
atardı. Çukura giren koynak
sayısı çift ise sayısı kadar karşı
oyuncudan alırdı. Tekse hepsini
karşı oyuncuya verirdi. Fazla
miktarda kazanmak veya
ütülmek olduğundan bu oyun
şekli biraz kumara benzer ve
fazla oynanmazdı.
40’lı 50’li yıllarda erkek
çocukların oyuncaklarını
kendilerinin hazırladığı
(uçurtma, fırıldak, çelik–çomak,
tel araba gibi) yaratıcı oyunlar
oldukça revaçtaydı. Bu oyunlar
yanında çember çevirme, ok yay,
kılıç oyunu gibi oyunlar da
oldukça yaygındı.
Kendi yaptığımız
sapanlarla kuş
avlardık.
“birdirbir”,
“uzuneşek”,
“güvercin taklası”,
“kolcu kaçak” gibi
bedensel
oyunlarımız da
vardı. Ayrıca
“istop”,”yakan
top”,”ortada
sıçan”,ve “mahalle
maçı” dediğimiz
top oyunlarımız çok sevilir ve
oynanırdı. “Sessiz filim” kibar;
“el kızartmaca” oyunu ise hırçın
oyunlarımızdandı. Her oyunun
belli bir mevsimi ve sırası vardı.
Karışık olarak oynanmazdı.
Örneğin uçurtma oyunu
baharda, fırıldak ve koynak
(bilye) oyunları sırayla son bahar
ve kışın, ok-yay ve kılıç oyunları
harp filmlerini seyrettiğimiz
zamanlar top oyunları ise top
bulabildiğimiz zaman oynanırdı.
Birdirbir:
Uzuneşek:
Güvercin taklası:
Kolcu-kaçak:
İstop:
Yakan top:
Ortada sıçan:
Mahalle maçı:
Özel Araştırma
BAŞBAKAN DR. REFİK SAYDAM
Nail Topal Emekli Öğretmen M.E.B Çalışma Gurubu Bşk.
[email protected]
Kuşadası Aydınlanma Alanı ve burada
yer alan bilim adamı, sanatçı ve devlet
adamlarının büstleri, Kuşadası ilçemizin
Atatürk Devrimlerine, Atatürk
Aydınlanmasına bağlılığının en önemli
göstergesidir. Böylesine güzel bir
çalışmanın, yurdumuzun başka bir
yöresinde bu boyutuyla yer aldığını
sanmıyorum. Bu büstler Kuşadası’nın en
önemli tarihsel ve kültürel zenginliğidir.
1997 yılında Kuşadası Belediyesi ve
Atatürkçü Düşünce Derneği Kuşadası
Şubesinin işbirliğiyle dikilen bu büstler,
hepimizin övünç kaynağıdır. Bu büstlerin
arasında yer alan” Atatürk’ün Devrimci
Adalet Bakanı Kuşadalı Mahmut Esat
Bozkurt’un büstü çalınınca, daha sonra
yeniden yaptırılan büst, yerinden
koparılınca, çok büyük toplumsal tepkiler
vermiştik.
İki yıldır beni ziyadesiyle üzen, diğer
duyarlı Kuşadalıları da üzdüğünü bildiğim
bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Aydınlanma Alanı’nın başında yer alan,
İnönü Caddesi’nin Belediyemize yakın
yerinde bulunanDr. Refik Saydam’ın
büstü iki yıldır yerinde yok. Büstün boş
kaidesinde bir süre Dr. Refik Saydam’ı
tanıtan metal plaket vardı, şimdi o da yok.
Kuşadası’na kültürel yönden büyük
katkılar yaptığına inandığımız, Belediye
yetkililerinin en kısa zamanda Dr. Refik
Saydam’ın büstünü- eğer çalınmadıysa ve
depodaysa onarımını yaptırarak,
çalındıysa yeniden yaptırarak- yerine
koymasını, bir Kuşadalı yurttaş olarak,
ayrıca KUYETA ailesi olarak bekliyoruz.
Yurdumuzun kurtarıcısı Ulu Önder
Atatürk’ün Sağlık Bakanı, İsmet İnönü
döneminde CHP’nin Genel Sekreteri,
İçişleri Bakanı ve Başbakan Dr.Refik
Saydam’ın büstünün, belediyemizin çok
yoğun çalışmaları nedeniyle yerine
konamadığını düşünmek istiyoruz.
Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a
çıkarken yanında yer alan Dr. Refik
Saydam’ı ölüm yıldönümü 8 Temmuz’da
olması nedeniyle hem Kuşadası halkına
tanıtmak hem de bir eksikliğin
giderilmesine hizmet etmek amacıyla
fotoğraflı özgeçmişini yayınlıyoruz.
DR. REFİK SAYDAM’IN ÖZGEÇMİŞİ
Dr. Refik
İbrahim
Saydam, 8
Eylül 1881
günü
İstanbul’un
Fatih ilçesi
Çırçır
Mahallesi’nde
dünyaya geldi.
Babasının adı
Ahmet’tir. Mahalle Mektebinin ardından
Fatih Askeri Rüştiyesine(1892) ve
ardından İstanbul Askeri İdadisine (1896)
girdi. Askeri Tıbbiyeyi Doktor Yüzbaşı
olarak 22 Ekim 1905 günü bitiren Refik
Saydam, üç yıl Gülhane Askeri Tıp
Akademisinde Embriyoloji ve Histoloji
bölümlerinde çalıştı. 1910 yılında eğitim
için Almanya’ya gitti. Berlin Askeri Tıp
Akademisinde eğitim gördü.Balkan
savaşı’nın çıkacağı belli olunca İstanbul’a
döndü.(1912) Balkan Savaşı’nda Antalya
Özmen
ve Çatalca Cephelerinde kolereTahsin
hastalığını
önleyici çalışmalar yaptı.
1914’te atandığı sahra genel müfettiş
muavinliği sırasında, bakteriyoloji
enstitüsünü örgütleyere tifo, dizanteri,
veba ve kolera aşılarının, tetanos ve
dizanteri serumlarının burada
üretilmesini ve 1. Dünya Savaşı boyunca
ordunun ihtiyacının karşılanmasını
sağladı.Salgın hastalıklarla mücadelesini
Hasan kale Cephesi’nde sürdürdü. Tifüs’e
karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti
ve 1. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda
ve Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. 19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk’ün
karagahında Sağlık Müfettiş Muavini olarak
yer aldı. Atatürk’le birlikte Erzurum ve
Sivas Kongrelerine katıldı.
1920 yılında Türkiye Büyük Millet
Meclisine Beyazıt Milletvekili olarak girdi.
İkinci dönemden başlayarak üyeliğini
İstanbul milletvekili olarak sürdürdü. Aynı
yıl Sağlık ve Sosyal Yardım (Sıhhat ve
İçtimai Muavenet) Bakanı seçildi. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk sağlık bakanı olan
Refik Saydam bu görevini 14 yıl aralıksız
sürdürdü. Türkiye’deki sağlık
hizmetlerinin temelini atan Refik Saydam,
1924 yılında Ankara’dan başlayarak
Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve birçok
memleket hastaneleri, doğum ve çocuk
bakımevleri açtı. Ayrıca bu kurumların
eleman gereksinimi için sağlık kursları, tıp
öğrenci yurtları kurdu. 1928 yılında
Hıfzısıhha Enstitüsü ve Mektebini,
İstanbul ve Ankara’da Verem Savaş
Dispanserlerini kurdu.
Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri
Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği ve 15 yıl
Kızılay Genel Başkanlığı yaptı. 1939-1942
yılları arasında Başbakan olarak ülkemize
hizmet etti. Bu dönemde sağlık
sorunlarının çözümü için önemli
çalışmalar yaptı. Devlet hizmetlerinin
düzenlenmesi için önemli reformların
yapılması taraftarıydı. Bu amaçla söylediği”
Devlet idaresi A’dan Z’ye kadar bozuktur”
sözü ünlüdür.
8 Temmuz 1942 tarihinde İstanbul’un
besin sorununun düzenlenmesi için
Yargıtaygezisi
Birincisırasında
Bşk Ferruh Adalıoğlu
yaptığı inceleme
istanbul’da öldü. Almanca ve Fransızca
bilen Dr. Refik Saydam’a “SAYDAM” soyadı
Atatürk tarafından verildi. Dr. Refik
Saydam’a 70.ölüm yıldönümü nedeniyle
Tanrıdan rahmet diler, ülkemize yaptığı
hizmetlerine şükranlarımızı sunarız.
Not: Dr. Refik Saydam’ın özgeçmişi için
internetten yararlanılmıştır.
TEMMUZ 2012
KUYETA
17
Özel Araştırma
DEĞİRMENDERE MANASTIRI
Bölüm - 1
Sedat Onar Araştırmacı
[email protected]
Öncelikle benim bu tarz
araştırmalarımın karşısında olup, bu tarz
eserlerin vatandaşa duyurulmasına
muhalefet edenler için küçük bir
açıklama…
Malum bu topraklar 1413 yılından beri
Türk Yurdu. Buna kimsenin itirazı yok.
Bu topraklar üzerindeki her varlık yine
bize ait. Buna da kimsenin itirazı yok.
Ama 1413 yılından önce bu topraklarda
yaşamış değişik kavimlerin bu topraklara
miras olarak bıraktıkları, artık her şeyiyle
bize ait olan her eserin yine Kuşadalılara
tanıtılmasını kaba tabirle “Eşeğin aklına
karpuz kabuğu düşürmek” olarak görmek
bana göre doğru değil. Yani bu
topraklarda bizden önce kimler yaşamış
ve bir şeyler bırakmışsa bunların açığa
çıkarılması bu topraklar dışında
yaşayanlara mirasçı hakkı olma hakkı
tanımaz. Göktürk Yazıtları bugün nasıl
Moğolistan toprakları üzerinde bizim
kültürümüze ait ama Moğollara ait toprak
parçası ise Anadolu topraklarında
bulunan Efes’te bizden öncekilerin
kültürüne ait ama bize ait toprak
parçalarıdır. Nasıl Ayasofya, İstanbul’un
fethi ile artık bir Bizans kilisesi olmayıp
bize ait bir cami ise; bir zamanlar
Kuşadası’nda yaşamış Rumlara ait her
eser de bizimdir.
Eğer bu topraklar üzerinde herhangi bir
kilise veya manastırı dünyanın dört bir
yanındaki insanlar biliyor (hatta bunların
bir kısmı bu eserler üzerinde hak iddia da
edebilir)ancak bizim insanımızın bundan
haberi yoksa zaten “eşeğin aklına karpuz Bir zamanlar Manastır binalarının bulunduğu güzel bir yer
kabuğu düşmüş” bundan bizim
haberimiz yok denilebilir.
yerdeki kimsenin haberinin olmadığı bir
*****
tarihi yapıdan söz edeceğim:
Gelelim meselenin tarihi ve Kuşadası’nı
Değirmendere veya diğer adıyla
ilgilendiren kısmına.
Mylopotamos Manastırı’ndan…
Anadolu’nun neresine giderseniz gidin
*****
yerleşim birimlerinin pek çoğunda
Kuşadası’ndan Kirazlı istikametine
yeşillikler içinde bol ağaçlıklı, her
doğru yola çıktıktan 7-8 kilometre sonra
tarafından billur gibi suların aktığı, koyu
yolun solunda bir çeşme ve bu çeşmeyi
gölge bir piknik alanı bulabilirsiniz.
geçtikten sonra dolgu tuğladan yapılmış
Becerikli Belediyeler böyle yerleri piknik
ama kullanılmayan sembolik bir
masaları, kamelyalar ve mangal yakma
zeytinyağı fabrikasına rastlarsınız.
yerleri ile donatarak vatandaşın
Ardından da Kirazlı Köyüne çıkılacak son
kullanımına sunmuş seçmenine karşı
rampa ve daracık virajlı bir yol başlar. Bu
vefa borcunu ödemeye çalışmıştır.
yolun sağından aşağıya doğru baktığınızda
Oysa deniz kenarında olmamızdan
bütün haşmetiyle Değirmendere Vadisi
mıdır, yoksa Dilek Yarımadası Milli Parkı
başlar, vadi batıda Ege Denizi ile
yani Kalamaki gibi bol yeşillikli bir
buluşuncaya kadar devam eder.
bölgemizin olmasından mıdır nedir, böyle
Yolun sağ tarafının hemen aşağı
bir piknik alanı veya vatandaşın huzur
kısmında yer alan bölge, göz alabildiğine
içinde sırt üstü yatıp dinlenebileceği bir
yemyeşil ve sık ağaçlıktan oluşan, içinde
yer Kuşadası’nda yoktur. İhtiyaç mı
derin bir vadiyi saklayan Değirmendere
duyulmamıştır, Belediyeler mi
Çayı’nın başlangıç noktasıdır.
umursamamıştır bilinmez.
Vadinin tepeye dayandığı noktada kuru
Ama Kuşadası’nda böyle bir yer var.
bir mağara vardır. Bu mağara bir
Hem de Türkiye’nin birçok yerindeki
zamanlar içinden çıkan suyu ile yıllarca
böyle piknik yerlerinden çok daha güzel
Kuşadası’nın su ihtiyacını karşılamış,
ve şirin.
mucizevî lezzetiyle uzun zaman
İşimiz belediyecilik veya Kuşadası’nı
damaklarda iz bırakmış bir su kaynağına
güzelleştirme işi olmadığı için niye bizim
ev sahipliği yapmıştır. Rumlar iksir
Belediyemiz böyle bir şey yapmıyor
kabilinden, lezzeti çok farklı ve kutsal bir
sorusuna cevap aramayacağım. Malum
mekânın yanı başından çıkan sulara bir
işimiz amatör de olsa yerel tarihçilik...
nevi kutsiyet atfedip adına ayazma
Şimdi size hem böyle bir yerin
demişlerdir. Haliyle büyük
varlığından, hem de böyle güzel bir
ibadethanelerini de böyle su
Bölgede bulunan Ağa Mustafa Değirmeninin şimdiki görünümü
KUYETA
TEMMUZ 2012
18
Değirmendere Manastırı'nın bulunduğu mevki
Kilisenin yeri büyük kayanın tam altıdır
kaynaklarının yanı başına yapmışlardır.
Bu nedenle Değirmendere
Manastırından çıkan su o zamanki
Fener Patriği tarafından “hayat
kaynağı” olarak ilan edildiği için
Kuşadası Rumları tarafından “ayazma”
olarak da kabul edilmiştir.
Gerçi durum Türklerde de farklı
değildir. Türk kültüründe de su kutsal
kabul edilmiştir. Hatta Dede Korkut ölüm
anını Seyhun veya diğer adıyla Siri Derya
Nehri üzerinde bir salda beklemiş, Büyük
Hun İmparatoru Atilla öldükten sonra
mezar yeri belli olmasın diye Tuna
Nehri’nin altına gömüldüğünden
bahsedilir. Yani su bizim içinde kutsal.
Hatta 1810 yılında Kuşadası’na gelen
İskoçyalı gezgin John Galt Kuşadası
izlenimlerini naklederken “Türkler her
zaman suyun iyi olduğu yerlerde
yerleşimlerini kurmuşlardır. Halk
arasındaki anlatıma göre: bol su
kaynaklarının bulunduğu bu yere ilk
Kuşadası yerleşimini kurmuşlar. “ diyerek
Kuşadası’nı ilk kuranların suya atfettiği
önemi vurgulamıştır.
Neyse… Kuşadası’nı ilk kuran insanlar
nasıl en lezzetli suyun bulunduğu noktaya
kurmuşlar ise Kuşadası Rumları da
bölgenin en donanımlı manastırını
Değirmendere suyunun kaynağının dibine
kurmuşlardır.
Manastırın kurulduğu yer Kuşadası
sınırları içindeki en yeşil, yüksek ceviz ve
çınar ağaçlarının gökyüzüne perde
oluşturduğu, dağın dibinden ve
yamaçlardan suların minik derecikler
halinde aktığı koyu gölgelikli bir yer.
Şimdiye kadar nasıl insanlardan uzak
kalmış, daha doğrusu insanlar burayı
nasıl keşfedememiş şaşırmamak elde
değil. Korkunç yaz sıcaklarında insanların
bir nebze serinleyebileceği, sularının
doyumsuz tadından içip ferahlayabileceği
bir yer. Aklı başında bir belediyenin 30
tane piknik masası atıp vatandaşların
hizmetine sunabileceği enfes bir ortam…
Böyle bir yere kurulmuş manastır.
Manastır dediysem yekpare gövdeli devasa
bir şey düşünmeyin. Kilisesi, ambarları,
keşiş yatakhaneleri, inziva hücreleri,
mutfağı, yemekhanesi, su değirmeni ile
birden çok orta büyüklükteki binanın bir
araya gelmesiyle oluşan bir bölge…
Şimdi yerinde yeller esmekte. Sadece
binaların bazı temel duvarları kalmış.
Hem zamana, hem de definecilere karşı
hiç biri ayakta duramamış. Önüne gelen
define bulurum umuduyla kazma küreklerle eşmedikleri bir yer
Değirmendere vadisinin Ege Denizine doğru uzanımı
bırakmamışlar. Hatta eski Kuşadalılardan
duyduğumuza göre zaman zaman kepçe
ve greyderlerle bazı binaların temelleri de
tavukların toprakla eşelenmesi gibi
eşelenmiş ve manastırdan bir iz
bırakılmamış.
*****
Bu manastırla ilgili elimizdeki en
önemli kanıtlar: eski Kuşadalıların
anlatımları, Alman haritacı Heinrich
Kiepert’in 1905 yılında yaptığı İzmir
bölgesi haritası, Fransız seyyah Charles
Texier’in “Küçük Asya” kitabındaki
anlatımları, Yunan Milleti Tarihi (Ιστορία
του ελληνικού Έθνους), Helenistik Dünya
Küçük Asya’nın Ansiklopedisi
(Εγκυκλοπαίδεια Μείζονος Ελληνισµού, Μ.
Ασία) ve Stefanos Papadopoulos’un Yeni
Efes kitabı…
*****
Bundan iki yıl önce Kirazlı Köyünde bir
ziyaretten dönerken yolda yaşlıca bir
köylü kadının Kuşadası’na doğru
yürüdüğünü gördüm, arabama aldım,
konuşmaya başladık. Bölge ile ilgili bilgi
almak için bazı sorular sordum. Bana bu
bölgeyi tarif ederek: “Çocukluğunda
burada eski bir kilisenin ve birkaç
binanın daha olduğunu ama zamanla
hepsinin tamamen yıkıldığını” söyledi.
Benim merakım arttı. Konuyu
araştırmaya başladım. Ancak bu konuda
doğru dürüst bir kaynak yoktu. Eski
Kuşadalılarla da görüştüm. Herkesin
hemfikir olduğu ve babalarından duyarak
bana aktardıkları “burada bir kilisenin
olduğu” konusuydu. Bir gün Alman
coğrafyacı Heinrich Kiepert’in 1905
yılında yaptığı İzmir haritasını incelerken:
Kuşadası’nın güney kısmında “Ilıca
Suyu” olarak gösterilen ancak aslen
Değirmendere adıyla anılan derenin
başlangıç noktasının “Monastery” diye
işaretlenmiş olduğunu gördüm. Burada
zamanında bir kilise olduğuna ikna
oldum.
Bölgenin tarihini araştırırken
mecburen Yunanca kaynaklara
başvurdum. Çünkü buradaki bir yapıyla
ilgili bilgilerin ancak Yunanca bazı
kaynaklarda olabileceğini düşündüm.
Bazı kaynaklarda burası ile ilgili birer
paragraflık bilgiler buldum. Ancak asıl
kaynak Fransız gezgin Charles
Texier’in anlatımlarıydı.
Charles Texier 1833 ve 1843
yıllarında Türkiye’ye gelmiş her iki
seyahatinde uzun süre Türkiye’de
kalarak, gezip gördüklerini “Küçük Asya”
(Asie Mineure) adlı eserinde
yayınlamış birisidir. Notlarından
Kuşadası’na 1843 yılının Temmuz ayında
geldiğini öğreniyoruz. Gelelim
Değirmendere Manastırı’nı anlattığı
bölüme:
Değirmendere Vadisinin zakkumlarla
süslenmiş bir bölümünden görünüm
TEMMUZ 2012
KUYETA
19

Benzer belgeler

sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt

sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı, Ata Şakr...

Detaylı

sayfalar aralik_`2012.....1-19

sayfalar aralik_`2012.....1-19 GELECEK SAYIDAN İTİBAREN YEREL TARİH SAYFALARINDA KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, ...

Detaylı

sayfalar mayis_`2012.....1-19

sayfalar mayis_`2012.....1-19 Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı E...

Detaylı

sayfalar kasim_`2012.....1-19

sayfalar kasim_`2012.....1-19 Destekleyelim. Güç verelim.

Detaylı