sayfalar kasim_`2012.....1-19

Transkript

sayfalar kasim_`2012.....1-19
Kuşadası’nda açılan ilk Marangoz Kursu öğrencilerinin 1963 yılındaki bir fotoğrafı
Ön Sıra Oturanlar Soldan Sağa: Cafer ?, Tufan Birinci, Sacit Demiroğlu, İhsan Öven
Orta Sıra Ayaktakiler Soldan Sağa: İbrahim Kaynak, Hüseyin ?, Nedret Kırlı, Mehmet Ören, Muharrem ?, Öğretmen Saim
Onar, Osman Karadeniz, Mustafa ?, Ali Mataracı
Arka Sıra Soldan Sağa: Şevki Ünelge, Sami ?, Namık ?, ????
K
[email protected]
Yerel Tarih Dergisi
2008-2009 ve 2010 -2011
sayıları iki cilt halinde
derlenmiştir.
Ciltlenmiş Yerel Tarih
Dergilerini edinme adresi
Ege Mahallesi 442. Sokak
No 6, Club Oliva
Ergül Apartmanları
B Blok Daire 4
Kuşadası / Aydın
Tel:0256 618 44 44
Faks: 0256 618 44 67
uşadası’nın yetiştirdiği en önemli
şahsiyetlerden bir olan Mahmut Esat
Bozkurt ile ilgili editörümüz ve Mahmut
Esat Bozkurt Çalışma Gurubu Başkanı
Nail Topal’ın 3 yıllık bir araştırma sonucu
tamamladığı ‘’Ateşten Adam Ya Da Bozkurt’’
kitabı Kuşadası Yerel Tarih Yayınları içinde
kütüphane ve kitapçı raflarında yerini aldı.
Kuşadalı bir değerin yine bir Kuşadalı
tarafından tanıtılması önemli bir gelişmedir.
Yerel Tarih Gurubu olarak hedefimiz yöremizle
ilgili bu ve benzeri yayınların sayısının artması.
Ve elbette yerel ekonomik güçler tarafından
desteklenmesidir.
Küçükada da Özel İdare ve Belediye
tarafından sürdürülen restorasyon çalışmaları
hakkında bilgi vermiştik. Ekodosd’un bu
sembol mekânın değerlendirilmesi yönündeki
görüşlerini de aynen yayınlıyor ve siz değerli
okuyucularımızdan da öneriler bekliyoruz.
Değerli Yerel Tarih Okuyucuları;
Nail Topal’ın ‘’Ateşten Adam Ya Da Bozkurt’’
kitabını, Yerel yönetimin restorasyon
çalışmalarını, Ekodosd’un sorumlu
yaklaşımını, Söke’de açılan Etnografya müzesi
Otantika ve genç yazarımız Naz Vardar’ın
aldığı yüksek üniversite puanı ile tarih
eğitimini seçmesini tarihi geçmişimizin
korunması ve araştırılması açısında umut verici
olumlu gelişmeler olarak görüyoruz.
Mustafa Veli ‘’Ben Buradayım Ey Tarih’’
köşesinde Kasım 1972 gündemini, ‘’Bir Yer
Sevdim Adı Kuşadası’’ köşesinde ise Kuşadası
sevdalısı Ada Cengâveri Müjgan Şavkay’ı bize
yakında tanıtıyor.
Sedat Onar, Samos Deniz Savaşı’nın
Avrupa’daki yankılarını yayınlamayı
sürdürürken, Bahriye öğrencisi Reşat
Şevki’nin öyküsünü kendine özgü anlatımı ile
aktarıyor.
Arkeolog yazarımız Kamil Sarhanlı, Antik
Çağ Anadolusunun şarap tanrısı Dionysos’u
bize tanıtıyor.
Türk Kadınlar Birliği Kuşadası Şubesinin
kurucu başkanı Sevim Türemen Türk Kadınlar
Birliğinin Kuşadası’ndaki çalışmaları ile ilgili
yerel tarihimize not düşüyor. Söz uçar yazı
kalır. Tüm duyarlı kurumlarımızdan kurum
tarihlerini kayıt altına almalarını bekliyoruz.
Tarih öğretmeni Necat Çetin, Girit göçmeni
bir ailenin çocuğu olan Torbalılı Hasan Varlık
ile yaptığı söyleşiyi bize aktarıyor.
Yazarımız ve editörümüz Nail Topal, bu ayki
yazısında Kemalizm’in ya da Atatürkçülüğün
ne olup ne olmadığını anlatıyor
Yerel Tarih yayın ailemiz gençleşiyor,
genişliyor. Ahmet Can Sarhanlı ‘’Bilinçli
Gençler Harekâtı’’ projesini bizlere ve
ilgilenen duyarlı kesimlere tanıtıyor.
Destekleyelim. Güç verelim.
KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan
Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar,
Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı, Ata Şakrak, Ali Can Editör Nail Topal Grafik-Tasarım Nilüfer Saçar Nisa Hukuk
Danışmanı Av.Nail Özazman Tercüme (İng-Frs) Duygu Sayra Önder İletişim Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok
Kat:1 D:4 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Ali Ergül: 0532 212 20 31 [email protected] Dağıtım Pazarlama Ergül Turizm Gıda
Maddeleri Ltd. Şti. Ege Mahallesi, 442 Sokak Club Oliva ERGÜL Apartmanları B Blok Kat:1 D:6 Kuşadası - AYDIN Tel: 0256 618 44 44 Baskı Yeri
Yeniyol Matbaası 1145/1 Sk. No: 50/A Yenişehir - İZMİR Tel: 0232 449 88 52 Faks: 0232 458 62 86 [email protected] Sayı 46 Yıl 5
KASIM 2012
KUYETA
1
Kuyeta Haber
SÖKE'DE
ETNOGRAFYA MÜZESİ “OTANTİKA” AÇILDI
Müze dendi mi koca çınarın kökleri gibi toprağı yarıp derinliklere
dalan kültürümüz gelir aklımıza. Onlar ki bizi biz eden kimliğimiz,
yaşadığımız toprakların tapu senetleridir. Geçmişini iyi bilmeyen,
kültürünü tanımayan ulusların ulusal sınırlarını düşmanları
çiziyor. Söke’ye girişteki Novada Alışveriş merkezi içinde Deniz Can
ve Çağdaş Can Öztürk kardeşler tarafından büyük emeklerle
oluşturulan “Otantika Etnografya Müzesi” açıldı.
Otantika üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, el işi, göz nuru
iğne oyalarından, simli ipek işlemelerden, efe giysilerinden ve akla
gelmeyecek denli güzel antika eşyalardan oluşan bir bölüm. Hani
derler ya: “ Bazı düşler vardır hiç biri gerçek olmaz, bazı gerçekler
vardır düşlere sığmaz.” Bu müze düşlere sığmayacak kadar güzel
bir müze. Girenler bakarken kendinden geçiyor, çıkamıyor içinden.
İkinci bölüm hediyelik eşyalar satılan ve yorgunluğu gidermek
için dibek kahvesi içilen yer. Dekorlar ince ince düşünülerek
oluşturulmuş. Çalışanların giysilerinden otantik güğümlere değin
her şey çok güzel. Hele yüzleri günebakan çiçekleri gibi
gülümseyen o güzel sunumcular. Her şey birbirinden güzel… Bir
de üçüncü bölüm var karnı acıkanlara Anadolu’nun en güzel
yöresel yemeklerini tattıran bölüm. Her şey çok güzel düşünülüp
yapılmış. Bu girişimlerini hayata geçiren iki kardeş; Deniz Can
Öztürk (26) ve Çağdaş Can Öztürk (32). Anne ve babalarının
kendilerine bıraktıkları yaklaşık 3500’e yakın etnografik eser
sayesinde müze kurma fikrini geliştirmişler.
Bu müze aynı zamanda dünyada bir AVM içinde açılan ilk özel
müze olma özelliğini de taşıyor. AVM içinde müze açma fikri
konusunda Deniz Can Bey; “ AVM’ler artık günlük hayatımızın bir
parçası. AVM’ler alışverişiyle, yeme-içme, eğlence olarak size
komple bir çözüm sunmakta. AVM’ler çoğaldıkça müze, tiyatro gibi
sanat ve kültür faaliyetlerine ilgi de azalmakta. Biz bir AVM içinde
müze kurarak çoğunluğun ilgisini çekmeye çalışıyoruz. Bir nesil
hiçbir müze gezmeden yetişiyor. Biz bunu kırmayı hedefledik.”
Müzede sergilenen eserlerin niteliklerinden bahsedersek Çağdaş
Bey kendilerine ait koleksiyonun en seçkin 1800 eserini
sergilemekte olduklarını belirtti. Otantika’da sergilenen eser sayısı,
birçok Etnografya müzesinden daha fazla! Bu eserler ağılıklı olarak
Osmanlı döneminden kalma sandık çeyizi eserleridir. Bindallılar,
uçkurlar, grepler, peşkirler, üçetekler, kaftanlar… Bunun yanı sıra
1,2 ton ağırlığında Fransız yapımı bir çelik kasa, mobilya takımları,
KUYETA
KASIM 2012
2
kahve dibek, öğütücü, soğutucuları, efe kıyafetleri, çeşitli silah,
tüfekler, hançerler… 1. Abdülhamit döneminden kalma orijinal
bir vakıf senedi, El yazması Kuran-ı Kerim’ler ve daha birçok
eser…
Üstelik çoğu müzeden farklı olarak her ziyaretçinin başında
mutlaka bir sanat tarihçi veya müzenin sahipleri refakat ediyor.
Sergilenen eserler hakkında detaylı bilgiler veriyor, hikâyelerini
anlatıyorlar. Böylesi misafirlerin de daha çok hoşuna gidiyor.
Sadece bakmıyor, görüyor ve dinliyorlar. Çağdaş Bey; “Biz müzeyi
kurarken sadece sahip olduğumuz eserleri değil unutulmaya yakın
bir kültürü, bir mirası sergiliyoruz. Dolayısıyla eserlerimizdeki
motiflerden desen kopyalamak, fotoğraf çekmek de serbest!”
Müze dışında Otantika’nın farklı bölümleri de mevcut. Otantika
dükkânında çeşitli antika ve hediyelik eşyanın yanı sıra yağlı boya
tablolar, iğne oyasından çeşitli tekstil ürünleri, organik zeytinyağı ve
zeytinyağı sabunları, Ankara çubuk turşusu, kahve takımları
satılmakta. Dükkândaki bazı işler Aydın ve İzmir’den 120 halk
eğitim öğrencisi kadınlarımızın yarattığı eserler. Bu eserlerin
satışıyla kendilerine de bir ek gelir kapısı açılmış oldu.
Dükkânı dışında yöresel ege düğün yemeklerinin sunulduğu
yemek evi de mevcut. Keşkek, paşa böreği, yuvarlama, mantı,
yaprak sarma… Yemeklerde sadece Aydın’ın ödüllü zeytinyağı ve
tereyağı kullanılmaktaymış. Serpme kahvaltı servisi de mevcut.
Ayrıca özel dibek makinesinde öğütülen, kızgın kum ocağında
pişirilen Türk Kahvesi de bulunmakta. Müşteriler ayrıca bu lezzetli,
dibekte öğütülmüş kahveyi, de alma seçeneğine sahipler.
“Biz misafirlerimizi zamanda yolculuğa çıkarmak istiyoruz.
Kendilerini tesisimizde en iyi şekilde ağırlamak istiyoruz. Kahvemiz
eskiden el dibeklerinde öğütülmüş, mangal külünde pişmiş hissini
yaratıyor. Yemeklerimiz eski kır düğünlerinde ikram edilen tatlar,
dükkânımızda bulunan ürünler eskiden büyük emeklerle örülen
iğne oyalarından yemeniler, grepler, kolyeler... Geçmişimizi
koruyamadan, sahip çıkmadan geleceğimizi göremeyiz. Biz burada
bir nebze de olsun mirasımıza sahip çıkmaya çalıştık. Müzemizle
beraber, yemek evimiz ve dükkânımız ile”.
Otantika Söke Novada Alışveriş Merkezinde bulunan, haftanın 7
günü açık! Herkes bu müzeyi muhakkak görmeli! Bunun gibi
özgün ve farklı şeyler yapabilmesi için desteklerinizi, bu tesis ile
duyduğumuz heyecanımızı paylaşmaya bekliyoruz. İyilikler dileriz.
Kuyeta Haber
YEREL TARİH DERGİSİNİN GENÇ YAZARI
NAZ VARDAR BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ
TARİH BÖLÜMÜNÜ SEÇTİ
O’nu Kuşadası Yerel Tarih Dergisinin ‘’Genç Yerel Tarihçiler’’ köşesinde aile
tarihini anlattığı “Tercümanlar” yazısından hatırlarsınız. 2007’de Kuşadası
İlköğretim Okulu’ndan mezun oldu , eğitimine İzmir Amerikan Lisesi’nde
devam etti. Eğitim aldığı kurumlarda eğitim-öğretim yanında sosyal
etkinliklerin de içinde bulundu. İlkokulda özellikle halkoyunları ekibiyle
pekçok yurtiçi/yurtdışı gösteri ve festivallere katıldı. Lise eğitiminde kendisini
daha çok sosyal alanlarda geliştirme fırsatı buldu. Sayısal alanı tercih etme
imkanı varken, enerji ve çabasını özellikle ilgili duyduğu ve çalışmaktan büyük
keyif aldığı sözel bölüme harcadı. Kendi ifadesi ile ; “Bu sayede üniversite
sınavlarına çalışmayı daha az çileli ve bol kazançlı bir hale
getirebileceğimi düşündüm. Lisemin sağladığı oldukça bol miktardaki
sosyal etkinliklerden de yararlandım.”
Dört yıl boyunca aldığı Film Yapımı dersleri ve birkaç arkadaşıyla birlikte
kurdukları Türkiye’deki ilk öğrenci yapımı canlı yayın ekibi ACI Live TV sosyal
ve teknik becerilerinin gelişmesinde etkili oldu. Ayrıca okulda görev aldığı
sosyal servis hizmetleri, okul gazetesi PostACI, BazaarDay organizasyonları,
İsviçre’deki Avrupa Öğrencileri Film Festivali, tenis takımı ve Sosyal Bilimler Fuarı benzeri pek çok farklı alanda
tecrübe edinme fırsatı buldu. Okul etkinlikleri dışında da 2010 yılında Lions Club bursuyla Danimarka’da 20 farklı
ülkeden yaşıtlarının katıldığı “Wind and Energy” kampında yeni ufukları ve seyahat tutkusunu keşfetme imkânını
buldu. Okuduğu okulun sağladığı bu geniş olanaklar sayesinde birçok farklı ortamda bulunup, farklı insanlar
tanıyıp kendini hangi alanda nasıl geliştirebileceği konularında daha sağlıklı karar verme yetisi elde etti. Yine
okulundan elde ettiği sosyal etkinlikleri ve akademik başarıyı bir arada yürütebilme becerisi sayesinde, oldukça
yoğun bir çalışma temposu ile liseden 4 yılda mezun oldu. İleride bir şekilde yönelmek istediği basın-yayın-medya
sektörüne girişte kendisine en çok artıyı sağlayacak üniversiteyi ve alanı seçme konusunda da Boğaziçi Üniversitesi
Tarih bölümünü daha üniversite sınavlarına girmeden kendisine hedef olarak belirlemişti. Bu sayede başka bir
disiplinde kazandığı üst düzey bilginin ileride çalışacağı sektörde kendisine katkı sağlayacağını düşünmüştü. Nitekim
2012 YGS-LYS sınavları sonucunda sözel alanda Türkiye 771’incisi ve 824’üncüsü olarak Boğaziçi Üniversitesi Tarih
Bölümü’ne girmeye hak kazandı. İkinci bir tercih yapma gereğinde de bulunmadı.
Eylül ayında, üniversite hayatına, İzmir Amerikan Lisesi’nden aldığı İngilizce eğitimi sayesinde hazırlık sınıfını
atlayarak başladı. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi yurtlarında kalarak okulun sağladığı akademik ve sosyal bütün
olanaklardan yararlanmayı burada da sürdürüyor. İlk ve Orta öğretimde geliştirdiği ilgi alanlarını kampüs gazetesi
“Dinamik”te yazarak ve Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin etkinliklerine katılarak devam ettiriyor.
Yine Naz Vardar’ın ifadesi ile; “Üniversitemin, Türkiye’nin zengin insan mozaiğini yansıtması ve oldukça fazla
sosyal-kültürel etkinliklere ev sahipliği yapması kendimi,
çevremi ve dünyayı daha yakından tanıma imkanı sağlıyor.
Geniş bir tarihe ev sahipliği yapan Boğaziçi Üniversitesi’nin
ve bir tarihçinin ilham alacağı en güzel şehirlerden olan
İstanbul’un manzaraları ve entellektüel hazineleriyle benim
gelişimime büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Önümdeki senelerde de kendimi, İstanbul’u ve dünyayı daha
çok keşfetmeye, anlamaya ailemin, okullarımın ve çevremin
desteğiyle devam edeceğim.”
İşte Kuşadalı bir genç kızımızın tüm gençlerimize örnek olması
gereken eğitim hikâyesi, kararlılıkla hedeflerine ulaşmak için
verdiği mücadelenin kısa bir anlatımı.
Değerli genç yazarımıza Naz Vardar’a üniversite ve sonrası
yaşamında başarılar, sağlık ve mutluluklar diliyoruz.
KUYETA
Naz Vardar Boğaziçi Üniversitesi Önünde
KASIM 2012
KUYETA
3
Ben Buradayım Ey Tarih
Kasım 1972’de Kuşadası
Mustafa Veli Mavi İnsan
Aylardır yağmurlar yağmadı gözyaşlarından başka. Zeytinler çürük çekirdeklerinin zemherisini yaşıyor. Yağmur yağmazsa hepsi mülteci olacak. Çürük bir
mülteci. Gönlü yaralı bir mülteci. Susuz bir mülteci. Mülteci: sığınık.
Hangi kuş’un ötmesi bahçende tünemiş kuş’un sesine benzeyebilir ki? Gittiğin yerde kuşların sesi hep mültecidir. Duysan da duymak istemezsin.
Özlediği nedir bir mültecinin? Terk ettiği yuvasına geri dönmek mi? Sevdiğinin gözünden akan yaş’ı silmek mi? Öpmek mi kendi boyadığı evinin duvarlarını?
Sevişilir mülteci kamplarında. Sonra çocuklar doğar, kurumuş zeytinler dudaklarında. Zeytin dalları barış simgesi miydi? Kaç kordon boyunca uzanıyor ki
barış? Yeni doğan bebeklerin kordonları birbirlerine eklendiğinde Barış gelecek mi?
Bir insan bu kadar çabuk alışır mı mülteciliğe ve içtiğinde sevişmeyi düşünebilir mi? Gitmeyi bu kadar kolay isteyebilir mi bir insan? Gideceğin yerin hiç de
cennet olacağını bilmeden? Bebekler gülebilir mi mülteci kamplarında? Ya analar, babalar özlemez mi bıraktıklarını?
Susuz bir ağaç büyüyebilir mi?
Mülteciliğe ibadet edilebilir mi?
Mülteci bir zeytin ağacı diker mi?
Ben böyle romantik yazdım. Esas roman aşiretlerin ağzında.
Kalbimde güzel şeyler yok muydu Ekim ayında? Vardı elbette. Onlar da olmazsa nasıl yürür bu Kasım ayına gönül?
Evrim Demirel Ensemble!.
14 Ekim 2012 Pazar gecesi. İbramaki Sanat Galerisi. Gözlerimden yaş aktı mı? Ağlamamaya çalıştım. On yedi yıl öncesi… Ada TV’de “Mavice Gece” programım. Evrim daha on yedi yaşında. Kuzeni Devrim Yeşilpınar ile programa konuk olmuştu. Zorlukla o ORG daracık merdivenlerden küçük stüdyoya taşınmıştı. Şimdi kendi ezgileriyle süslediği doğu-batı karmalı eserleri İbramaki’ye gelen sanatseverleri büyüledi. Benim çocuklarım onlar. Ama bir de Özer Özel vardı.
Zor bulunan bir ses Türkiye’de. Ne müthiş bir yorumu var Türkülerimize. Türküler kendine geldi.
Aslında panik haldeyim. Hiç iyi hissetmiyorum kendimi. Sonbahar’ın verdiği bir nefessizlik mi bu? İçim her şeye çok dargın. Yaşam öyle sürüp gidiyor. Bir de
pasaport çıkarttım. On yıllık. Schengen vizesi de aldım. Bir yıllık. Ve Kuşadası’ndan uzaklaşmak… Feribot. Samos Belediyesi ağırladı. Anna Tserepas. Belediye
Kültür Müdiresi.
Tarih 19 Ekim 2012, Cuma. Hiçbir şeyden uzaklaşamadım. Gittiğim gibi geldim. Beynimde aynı fırtınalar ve Kuşadası’nı özledim. Ağırlamadılar mı? Çok güzel
bir şekilde hem de. Ama insan kafasında yer alan fotoğrafları bir türlü yırtamıyor. Nereye gidersen git… Solgun buldum Samos’u. O çok sevdiğim Kokarini’de
bir Aşevinde yemek yedik. O güzelim kafeteryaların çoğu kapanmıştı. Deniz, hava, güneş Turizminin bencilliği de bu… Paris olacaksın. Floransa ya da
Barcelona… On iki ay öyle ayakta kalabileceksin. Sevgili Belma Özgün’ün oğlu Ekin de bizim rehberimiz oldu. Nereden aklıma geldiyse güvenin kalmadığından Anna’ya sorar mısın dedim. Eskiden Ada kültüründe, üstelik Kuşadası’nda da kapılar kapanmazdı. Siz de aynı uygulama var mı diye. Anna “Daha önce
vardı ama şimdi kapılar kapandı” dedi.
Kapılarla beraber insanlar da kapanıyor.
Ege Denizi küsmüş bir kimlik ile çalkalanıyorken Kuşadası’na geldik. Yoksa bende miydi küskünlük? İlk gidişimde böyle değildim…
Cumhuriyet Bayramı coşkusu. Bu kadar kalabalık bir katılım beklemiyordum. Ama hep yazarım ya “Kuşadası Türkiye demek değil” diye. Kuşadası kendini
gösterdi. İyi de oldu. Ancak bu insanlar neden katılmazlar sanat etkinliklerine? Bu kadar insan neden yuvalarından çıkamaz?
Herkes internetin mültecisi mi oldu?
Soruları bırakayım da döneyim Ada Sesi Gazetesi’nin sayfalarına. Kırk yıl önce neler yaşanmış. Sığınık olmayayım.
Tarih, 3 Kasım 1972, Cuma.
YAT LİMANI’NIN YARIM KALAN
ALTYAPI İNŞAATI ÖNÜMÜZDEKİ
GÜNLERDE BAŞLAYACAK.
23 Milyon sarfı ile şimdiki haline
getirilen alt yapının
tamamlanabilmesi için 4 milyon 750
bin lira daha harcanacak. Bu işin
ihalesi yapıldı.
Yat Limanı
KUYETA
KASIM 2012
4
İlçemiz Yat Limanı alt yapı inşasına
önümüzdeki günlerde devam
edilecektir.
23 Milyon lira sarfı ile bugünkü
duruma getirilen Yat Limanının 2.
ihalesi geçtiğimiz ay içinde
yapılmıştır. 4. Milyon 750 bin lira
üzerinden bir müteahhide verilen
alt yapının devamı böylelikle
tamamlanmış olacaktır.
Önümüzdeki turizm mevsimine
kadar tamamlanması beklenen alt
yapı inşasından sonra 3. ihale ile üst
yapı inşasına başlanılacaktır.
Başlandı da ne oldu? Şimdi ne
hale geldi Yat Limanı? Buna da
şükür. Daha neler olur bilinmez. İyi
mi oldu? Tarih bilecek.
KAHRAMANLAR CADDESİ
TRAFİK DÜZENİNİ BOZDU.
Kanalizasyon çalışmaları dolayısıyla
15 gün önce kazılan Kahramanlar
Caddesi, vasıtalar için büyük
tehlikeler arz etmektedir.
Bilhassa Özlü Otel önü başlı başına
bir problemdir. Büzleri döşenen bu
civarda örtülen çukurlar son
yağışlardan sonra çöktüğünden bu
yoldan geçmek zorunda olan vasıtalar
harap olduğu gibi girdiği çukurdan
traktörlerle çekilerek
kurtarılmaktadır.
Söke hattının trafiğini sağlayan bu
yolun biran önce geçilebilir hale
getirilmesi gerekmektedir.
Sabır, sabır, sabır… Her şey
gökyüzünden zembille inmiyor.
Tarih, 7 Kasım 1972, Cuma.
ADA SESİ GAZETESİ
OKURLARININ RAMAZAN
BAYRAMINI KUTLUYOR.
Ayrıca;
Naci Akdoğan, Kazım Usta
Restoran, Seydi Eser (Eser meyve ve
sebze toptancısı), Ferruh Adalıoğlu(
zeytinyağı fabrikatörü), İnş Müh.
Rıdvan Tabak, Elbirlik Otobüs
İşletmesi, İrfan Sabuncu (Doğan
Sineması), Halit Şakar (Camcı),
Esnaf ve Sanatkârlar Kefalet
Kooperatifi müşteri, ortak ve
dostlarının Ramazan Bayramlarını
kutlayan tam sayfa ilanlar vermişler.
Hayırlı Ramazan Bayramları.
Mülteci olmadı Ramazan Bayramları.
Yoksa mülteci miydi?
Tarih, 14 Kasım 1972, Salı.
ANA SINIFI BUGÜN MAHMUT
ESAT BOZKURT OKULUNDA
AÇILIYOR.
Son yapılan değişiklikle Yedieylül
İlkokulundan Mahmut Esat Bozkurt
İlkokuluna alınan Ana sınıfı bütün
hazırlıkları tamamlandı.
İlçemiz Yedieylül İlkokulunun bir
odasında şimdilik Ana Sınıfı olarak
faaliyete geçtiğini müteaddit
sayılarımızda bildirdiğimiz Ana
Okulunun yapılan bir değişiklikle
Mahmut Esat Bozkurt İlkokuluna
açılması kararlaştırılmıştır.
Dünden itibaren açılması gereken
Ana sınıf değişiklik sebebiyle bugün
açılacaktır. Mahmut Esat Bozkurt
İlkokulunun alt katında odalardan
birinde açılacak sınıfın bütün
hazırlıkları tamamlanmıştır.
Ana okulu öğretmeni Günay
Özbek’in yönetiminde bugün
açılacak olan Ana sınıfı Yedieylül
Okulu yeni binaya taşınıncaya kadar
Mahmut Esat Bozkurt Okulunda
kalacak bilahare boşalan Yedieylül
ilkokuluna
taşınacaktır.
Şimdilik
Ana sınıfı
olarak açılan
okulumuzun
ilçemize
hayırlı
olmasını
temenni
eder, genç
Ana Okulu Öğretmeni
Günay ÖZBEK
öğretmenimiz Günay Özbek’e
başarılar dileriz.
Ben de başarılar diliyorum. Her
şeyi yüzümüze gözümüze
bulaştırıyoruz ve o yüzden hiçbir
netlik yok. Plan yok, program yok,
disiplin yok. Disiplin olmadan hiçbir
iş yolunda gitmez. Şimdi de aynı.
Mülteci oldu çocuklar...
Tarih, 17 Kasım 1972, Cuma.
ZEYTİNYAĞI FABRİKALARINA
KONULAN BİDONLARA KARAKOL
YAPTIRMA DERNEĞİ İÇİN YAĞ
DÖKÜLÜYOR.
Zeytin müstahsillerinin bidonlara
döktüğü yağ miktarının günlük
olarak 150–200 lira olduğu
söyleniyor. Mevsim sonuna kadar
200 bin lira elde edilecek.
Valimiz Sedat Kirtetepe’nin
öncülüğünde kurulan Polis
Karakolu Yaptırma Derneğine
yardım amacıyla ilçemizdeki
zeytinyağı fabrikalarına birer bidon
konulmuştur.
Zeytinyağı fabrikalarına konulan
bu bidonlara zeytin müstahsilleri
tarafından yağ dökülmektedir.
İlgililerin ifadesine göre bidonlara
dökülen yağ miktarı günlük olarak
150–200 lira civarındadır.
Sezon sonuna kadar devam
edecek bu bağış sayesinde ilçemiz
Karakol Yaptırma Derneği 180–200
bin liraya kavuşmuş olacaktır.
Hayırlısı olsun. İnşallah
yapılmıştır.
ÖRNEK BİR HAREKET: SELÇUK
BİÇKİ-DİKİŞ ÖĞRENCİLERİ
PAMUK TOPLUYOR.
Selçuk bölgesindeki pamuk
işsizliğini ve milli servetlerimizin
başlıcasını teşkil eden pamuk
mahsulünün tarlalarda çürümekte
olduğunu dikkate alan Selçuk
Biçki-Dikiş Yurdu öğretmen ve
öğrencileri okullarını kapayarak
pamuk toplamaya başlamışlardır.
Başlarında PTT Müdürümüz M.
Emin Aynalının kızı öğretmen Zuhal
Aynalı olduğu halde 50 öğrenci iki
gündür pamuk toplamaktadırlar.
Selçuk Biçki-Dikiş kursu
öğretmeni Zühal Aynalı ve
öğrencilerinin bu örnek hareketleri
çevrede takdirle karşılanmaktadır.
Zühal Aynalı’ya candan
teşekkürler. İmece budur.
Dayanışma budur. Hareket budur.
Üretmek. En
güzel şey değil
mi? İki
haberden
dolayı gözlerim
yaşardı. Ve
aktılar emek
üstüne.
Pamuklarda
gözyaşlarım
Zuhal Aköz (Aynalı)
ıslandı. Mülteci
gözyaşları değildi.
Tarih, 21 Kasım 1972, Salı.
TURİZM MEVSİMİNDE İLÇEMİZ
BANKALARINDA 42 MİLYON LİRA
DÖVİZ BOZDURULDU
Geçen seneye nazaran bu yıl her
kolda artış kaydedildi- Kuştur Tatil
Köyü Fransız Tatil Köyü ile yarış
halinde- ilçemizde bu yıl 331.866
turist konaklama yaptı.
1972 Turizm mevsiminin sona
ermesi ile 8 ay içinde ilçemize gelen
turist sayısını, bankalarda
bozdurulan döviz miktarını ve gemi
sayısı ile şehrimizde konaklayan
turist miktarını yaptığımız
istatistiklere göre açıklıyoruz.
Geçen sene bankalarda
bozdurulan 34 milyon liralık dövize
karşılık bu yıl 42 milyon lira döviz
bozdurulmuştur.
Gelen turist sayısı geçen yıl 155
bin iken bu yıl 190 bine ulaşmıştır.
Gemi sayısı geçen yıl 411, bu yıl ise
481 olmuştur.
Yat sayısında da artışlar
kaydedilmiştir. Geçen yıl gelen 107
yata karşılık bu yıl 140 yat gelmiştir.
Turist motoru geçen yıl 326, bu yıl
ise 410 dur.
Konaklama sayısına gelince, geçen
yıl 246 bin 600 konaklamaya karşılık
bu yıl ilçemizde 331 bin 866 turist
konaklama yapmıştır.
Bu yılki istatistiklerde
memnuniyet verici bir hususta
Kuştur Tatil Köyü’nün Club
Meditteranée Tatil Köyüne
ulaşmasıdır. Geçen yıl Kuştur Tatil
Köyünde yapılan 55 bin
konaklamaya karşılık bu yıl 73 bin
581 kişi konaklama yapmıştır. Club
Meditteranée’nin bu yılki
konaklaması 75 bin 113 kişidir.
Güzel eski günler gel!.. Kuşadası
mülteci olmasın Turizmde. O hep
ayakta olsun. Haberin güzelliği
başımı döndürdü.
KASIM 2012
KUYETA
5
Ben Buradayım Ey Tarih
Ferah Diba'nın Annesi Farideh GhotbiRıza Pehlevi ve eşi Yasmin
FERİDE DİBA İLÇEMİZDE BİR
GECE KALDI.
Yurdumuzu ziyaret eden İran
Kraliçesi Ferah Diba’nın annesi Feride
Diba geçtiğimiz cumartesi günü
şehrimize gelmiştir.
İmbat otelde bir gece kalan Feride
Diba çevredeki tarihi ve turistik yerleri
ziyaret etmiştir.
Kraliçelerin, Kralların şehriydi
Kuşadası. Şimdi? Yine de gelecekler…
Taçlı bir şehir Kuşadası. Üstünde
gökkuşağı olan. Rengarenk bir yaldız
parıldıyor üstünde.
Tarih, 24 Kasım 1972, Cuma.
GÜNAY ÖZBEK ANA SINIFI İÇİN
“HER GELEN GÜNÜN DAHA GÜÇLÜ
OLACAĞINA İNANIYORUM” DEDİ.
Gazetemize özel bir beyanat veren
Günay, gösterilen yakın ilgiden dolayı
memnuniyetini belirtti.
İlçemizde gayri müsait şartlar altında
açılmasına rağmen daha ilk günlerinde
büyük ilgi gören Ana Sınıfının
öğretmeni Günay Özbek, sınıfının
açılışı ve geleceği hakkında gazetemize
özel bir beyanat vermiştir.
Çok kısa bir zamanda hakiki ana
sınıfı hüviyetine kavuşacak olan bu
müstesna kuruluşun sempatik
öğretmeni Günay Özbek’in üstün
azminin ana sınıfını, tam teşekküllü bir
Anaokulu haline sokma gayretinde
olduğu memnuniyetle görülmektedir.
Ana sınıfı öğretmenimiz Sayın Günay
Özbek’in beyanatını neşrediyoruz;
‘’Uzun yıllardır Türkiye’de
gerçekleştirilmesi düşünülen bugün
fiilen tatbik mevkiine konulan Ana
Okulu veya sınıfı eğitimin temelini
teşkil eder.
İlçe kaymakamımız İsmail Güzeliş,
ilköğretim Müdürümüz Zeki Aydınlı,
Yedi Eylül İlkokulu Müdürümüz
Mehmet Kirişli’nin teşebbüsleri ile
ilçemiz Ana sınıfı öğretime açılmış
bulunmaktadır.
KUYETA
KASIM 2012
6
Sayın velilerin Ana Sınıfına
gösterdikleri yakın ilgi ve
çocuklarımızın birkaç gün içinde
intibak etmeleri vazifeme hız
vermektedir.
Halkımızın da çalışmalarımda
bana yardımcı olacaklarını umarım.
Memleketim olan Kuşadası’nda
bulunma arzumun gerçekleşmesi ile
çok mutluyum. Tertemiz cici
yavrularımızın yetişmesinde ana ve
babaların rolünün büyük olacağı
muhakkaktır. Bu işbirliği içinde her
geçen günün daha güçlü ve aydınlık
olacağına inanıyorum.
Bana sizlere seslenme imkânı veren
Ada Sesi Gazetesine teşekkür eder,
tüm Kuşadası halkını selamlarım.
Ana Sınıfı Öğretmeni
Günay Özbek.
Anne ve Babaların rolü büyük
olacaksa öğretmenlerin rolü ne
olacak? Şimdi öğretmenlerin velilere
verdiği görevlerden biri de
performans ve proje ödevleri. Ne
hikmetse? Öğrenci niye kendi
kendine yetiştirilmiyor ki? Benimle
ne annem, ne babam ilgilendi.
Tarih, 28 Kasım 1972, Salı.
ZEYTİN MAHSULÜ AĞAÇLARIN
ALTINDA ÇÜRÜYOR.
Fabrikalarda zeytin konacak yer
kalmadı- Silkme yevmiyesi 75 liraya
yükseldi- İşçilik yüzünden zeytinler
ağaçların altında çürüyor.- Dünkü
piyasada zeytinyağının kilosu 10
liraya yükseldi.
Bolluğuna şimdiye kadar
böylesine tesadüf edilmeyen zeytin
mahsulünün dörtte ikisi işsizlikten
ağaçların altında çürümektedir.
İlçemizdeki zeytinyağı
fabrikalarında zeytin konacak yer
kalmadığından müstahsilin getirdiği
zeytinler kabul edilmemekte ve geri
çevrilmektedir.
Bu günlerde silkmelere başlayan
müstahsil, işçisizlik yüzünden hayli
sıkıntı çekmekte, silkicilerin 75 lira
yevmiye istediklerinden dert
yanmaktadırlar.
Bir yandan fabrikaların sıkım işini
zamanında yapamayışı veya kabul
etmeyişi müstahsili müşkül
durumlara sokmaktadır.
Zeytinler çürük çekirdeklerin
zemherisini yaşıyor. Çürük bir
mülteci. Mülteci zeytin ağacı
dikermi?
BULGARİSTAN
DIŞİŞLERİ BAKANI
İLÇEMİZE GELDİ
Hükümetimizin
davetlisi olarak
yurdumuza gelen
Bulgaristan Dışişleri
Bakanı Peter Mladenov
beraberinde eşi ve
Bulgaristan Dışişleri Bakanı
diğer zevat olduğu
Petar
Mladenov (1936-2000)
halde
Hoş geldin Sayın Bakan.
ODUN PROBLEMİ HAD
SAFHADA
Önceki günden itibaren başlayan
ani soğuklar halkımızı şaşkına
çevirmiş, odun satış depoları
ziyaretgah haline gelmiştir.
İlçemizdeki mahrukatçılarda
aylardır odun bulunmayışı ve bu
konuda …..
Haberlerin devamı yok. Son
satırlar mülteci. Yırtılmış. Sadece
başlıkları sana haber vereyim dedim
sevgili okuyucu.
Hayat böyle. Kelimelerde mülteci
ya da zorla mülteci yapıyorlar.
Koparıyorlar yaşantılarını. Kasım ayı
içimizde sinsi bir mültecilik
yaşamasın. Aralık ayı mı? Aralık’tan
bakmadım bir mülteci korkusuyla.
Belki pembe bir bulut doğar
çocukların gelecek endişelerine. Ve
o yüzden severler dünyayı ve her
Aralık ayını!..
Kitap Tanıtımı
''ATEŞTEN ADAM YA DA BOZKURT''
KİTAP ADI: ATEŞTEN ADAM YA DA BOZKURT
YAZARI: NAİL TOPAL
YAYIN TARİHİ: KASIM 2012
YAYINEVİ: KUŞADASI YEREL TARİH YAYINI
“Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Atatürkçü Düşünce’nin ideoloğu, büyük hukukçu, hukuk devrimlerinin
yapımcı ve uygulayıcısı, 1. Türkiye İktisat Kongresi’nin düzenleyicisi, Atatürk’ün İktisat ve Adalet Bakanı,
Üniversite Profesörü, Türkiye Cumhuriyeti’nin gönüllü Avukatı, usta gazete yazarı, 1920-1943 yılları
arasında TBMM’de Milletvekili, Kuşadası Kuvayi Milliye Reisi ve Avrupa’da Türk Öğrenci Lideri Kuşadalı
Mahmut Esat Bozkurt'u ilk defa Kuşadalı bir yazarın kaleminden okuyoruz.
Nail Topal'ın, yedi bölümden oluşan Ateşten Adam Ya Da Bozkurt adlı kitabı, belgeler ve fotoğraflarla geniş
olarak desteklendiği için bir arşiv değeri taşıyor. Yüze yakın kaynağın taranması ve canlı tanıklarla yapılan
görüşmelerle desteklenmesi yapıtın önemini bir kat daha arttırıyor.
Kitap hem bilimsel hem de popüler özellikler taşıdığı için her kesime sesleniyor.
Nail Topal'ın, Ateşten Adam Ya Da Bozkurt çalışmasını; aramızdan ayrılışının 69 yılında eylem ve
söylemleriyle günümüze ışık tutan, Kuşadalı değerli devlet adamı Mahmut Esat Bozkurt'un genç kuşaklara
tanıtımında önemli bir yapıt olarak görüyoruz.
KASIM 2012
KUYETA
7
Özel Araştırma
Adalızade Bir Mahzun Mezar:
REŞAT ŞEVKİ
Bölüm - 1
Sedat Onar Araştırmacı
[email protected]
Kuşadası Adalızade Mezarlığının
önündeki yoldan hepiniz belki
yüzlerce kez gelip geçmişsinizdir.
En çok hangi mezar dikkatinizi
çekmiştir diye sorsam, büyük bir
çoğunluk “Hasan Reis” yazılı
Hasan Denizel’e ait mezar taşı
dikkatimi çekti diye cevap
verecektir. Çünkü yol üzerindeki en
gösterişli mezar onun mezarıdır.
Herkesin hafızasına nakşettiği
görüntü bu mezara ait görüntüdür.
Hiç o mezarın yakınındaki
mezarların ismini veya
görüntüsüne dikkat ettiniz mi diye
sorsam, pek çoğunuz dikkat
etmemiştir, doğru dürüst cevap
veremezsiniz.
Ben size Hasan Reis mezarının
tam arkasındaki bir mezardan
bahsedeceğim ve o mezarın
öyküsünü anlatacağım.
Adalızade Mezarlığına çok sık
giden benim gibi bir insan bile bu
mezarın farkına beş ay öncesine
kadar varamamıştı. Taa ki, Alkan
Bozdoğan ağabeyimle bir sohbet
sırasında bana bu mezardan
bahsedinceye kadar. Alkan ağabey,
bana “Adalızade Mezarlığında 1929
1929 Yıllardan Bir Bahriye Öğrencisi
KUYETA
KASIM 2012
8
yılında
gömülmüş bir
bahriyelinin
mezarının
bulunduğunu,
mutlaka görmem
ve öyküsünü
araştırmam
gerektiğini”
söyledi.
Aynı gün ilk iş
gidip mezarı
buldum.
Yeri çok basit:
mezarlığın
içinden geçen
Bahriye Okulu Öğrencilerinin 1929 yılında çektirdikleri toplu bir fotoğraf
yolun kenarında ve
Salı Pazarı kavşağı noktasına yakın
mermer sathını kaplamıştı.
“Hasan Reis’in mezarının” tam
Fotoğrafları çektikten sonra hemen
arkasında. Mezar taşı adeta minik
temizliğe giriştim. Süpürdüm,
bir Mısır dikilitaşını andırıyor.
sabunlu suyla yıkadım.
Mezarın etrafı kalın ve yüksek
Temizledim ama mezarın
demir parmaklıklarla çevrili, yerden
yalnızlığına ve kimsesizliğine çare
yirmi santim yükseklikteki düz bir
bulamadım.
beyaz mermerin tam ortasından
Yalnızlığının dostu,
yükselen bir buçuk metre
kimsesizliğinin kimsesi olmak için
yüksekliğindeki bir mezar taşı.
hemen araştırmaya başladım. Bir
Adalızade mezarlığında buna
sürü yerle yazıştım, kitaplar
benzer dikilitaş şeklinde başka bir
karıştırdım, bu konuda uzmanlığı
mezar taşı yok. Bu tek örnek.
olan insanlara başvurdum.
Dikili taşın ön
Genç bahriye talebesi, yani 1929
cephesinde yukarıdan
yılının Deniz Harp Okulu öğrencisi
aşağı doğru: “Burada
Reşat Şevki kimdi? Hangi
bütün Donanma ve
hastalıktan veya olaydan ölmüştü?
Kuşada halkının
Buraya neden gömülmüştü?
ağlayarak gömdüğü
İsmi haşmetli ve fonojenikti.
genç bahriye talebesi
Adeta şiir gibi “Genç bahriye
Reşat Şevki metfundur
talebesi Reşat Şevki”. Gözümün
Allah rahmet eylesin.
önüne beyaz üniforması içinde
18 Ağustos 1929” ibaresi
sırım gibi bir delikanlı hayali
yazılmış.
belirdi. Adeta Ediz Hun’un Hülya
Mezarı ilk gördüğümde
Koçyiğit ile birlikte oynadığı
bakımsızlığından
‘Hıçkırık’ filminde Ediz Hun’un
utandım. Yıllardır ihmal
bahriyeli üniforması içindeki hali
edilmiş olduğu çok açıktı.
gibi. Herhalde böyle olmalıydı diye
Herhalde kimse yıllarca
düşündüm.
bu mezara uğramamıştı;
Bulduğum ipuçlarını bir araya
fotoğrafta gördüğünüz
getirdim. Öyküyü içimden geldiği
gibiydi. Çam yaprakları,
gibi ana unsurlarına zarar
servi kozalakları mezarın
vermeden biraz dramatize ettim.
İşte size Adalızade Mezarlığındaki
dikilitaşın altında yatan “Genç
bahriye talebesi Reşat Şevki’nin”
öyküsü…
Yıl 1929, aylardan Temmuz.
Yer, Gölcük…
Gölcük donanma limanında
demirli Turgut Reis Zırhlısı açık
deniz eğitimlerinden önce bahriye
talebelerinin üç ay boyunca gemi
eğitimi aldıkları sabit bir okul
görevi görüyordu. Gemi iyice
köhnemiş ve sürati çok düşük
olduğu için limana bağlı olarak son
üç yıldır bahriye talebelerinin
Hamidiye Zırhlı Firkateyni ile
denize açılmadan önce kısa eğitim
aldıkları bir okul gibiydi. Genç
bahriye subay adayları Turgut Reis
Zırhlısında seyrüsefer tekniklerini
öğreniyor, açık denize açılmadan
önce gemi havasını teneffüs
ediyorlardı. Gemi aynı zamanda
geçmişi ile farklı olan bir gemiydi.
Gemiye bahriyeli öğrenciler
tarafından adeta canlı bir varlığa
duyulan saygı gibi saygı
duyuluyordu. Zira 1901’de Çin’de
meydana gelen Boxer
Ayaklanması sırasında Alman
Deniz Kuvvetleri emrinde iken
kullanılmış ve ayaklanmanın
bastırılmasında önemli bir rol
oynamıştı. Bundan daha da ilginci
1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan
Osmanlı Devletinden savaş
tazminatı olarak Turgut Reis
Zırhlısı alınarak Japonya’ya
verilmiş, ancak Japon İmparatoru
tarafından 1924’te Genç Türkiye
Cumhuriyetine iade edilmişti. İşte
böyle ilginç bir öyküsü vardı.
Turgut Reis Zırhlısında sadece
ders yapılmıyordu. Nöbet
çizelgelerine bağlı olarak kimi
bahriyeli subay adayı elinde paspas
güverteyi temizliyor, kimisi boya
fırçası ile paslanmış yerleri
boyuyordu.
Reşat Şevki, Temmuz ayının o
yakıcı sıcağında elinde paspası ile
baş kısmındaki zincirliğin önünü
paspaslıyordu. Beyaz fanilası terden
sırılsıklam olmuş, başındaki miço
şapkasını geriye doğru atmış,
günler görmüş geçirmiş bu yaşlı
geminin mazisini ve üç gün sonra
Hamidiye Firkateyni ile
çıkılacakları açık denizi düşünerek
paspası gelişi güzel kullanıyordu.
Reşat Şevki Güverte subay
adayıydı. Makineci olmayı hiç
düşünmemişti. İllaki denizin engin
maviliğinin
gözlerinle görerek
yaşayacaktı. Denizi
adeta yararak
köpükler savuran
demirden
ejderhaların birinin
gözü, kulağı, beyni
olacaktı.
Denizi olmayan bir
kentten gelmişti:
Ankaralıydı. Aslında
kökten Ankaralı da
değildi. Balkan
Savaşı sırasında
Anadolu’nun sağına
soluna savrulan
muhacirlerden Şevki
Efendi’nin
Cumhuriyetin ilanı
ile birlikte bir
gelecek aramak için
Ankara’ya
gelmesinden sonra
artık Ankaralı
olmuştu. Kökten
Selanik Eyaleti’nin
Serez Sancağındandı.
Kendisi de Serez’de doğmuş, henüz
3 yaşındayken 1913 yılının kasvetli
ortamından kaçan ailesi tarafından
ilk önce İzmir’e, ardından da
Manisa’ya hicret etmişlerdi.
Yeni kurulan başkent Ankara
umut vadeden bir gelecek taşıdığı
için ışığa koşan pervane böcekleri
gibi insanları cezbediyor, herkes
Cumhuriyetin bu yeni başkentinde
yeni bir hayata başlamak için
Ankara’ya geliyordu.
Şevki Efendi de 1924 yılında eşi
Nermin, büyük oğlu Reşat, küçük
oğlu Burhanettin ve kızı Sabiha ile
birlikte Manisa’dan Ankara’nın
yolunu tutmuştu.
Ankara’ya geldikten sonra ilk
başlarda yıkık dökük kerpiç bir
evde kirada oturdular. Şevki Efendi
Ulus Samanpazarı’nda büyükçe bir
bakkal dükkânı açmıştı. Manisa’dan
yanında getirdiği tüm parasını bu
işe yatırmış, büyükçe bir dükkân
işletiyordu. İçinde gaz yağından,
urgana, teneke sobadan arpaya
kadar ne ararsan bulunurdu. Ancak
ilk başlarda ayakta kalabilmek için
diğer esnaflara göre daha ucuz
sattığı için sürümü çok kârı azdı.
Kazancıyla ancak ailesini
geçindiriyordu.
Oğlu Reşat Manisa’da iken
Rüştiye’yi bitirmiş ve İdadiye
başlamıştı. Ankara’ya geldikleri yıl
İdadiyi bitirip 1926’da şimdiki
adıyla Deniz Harp Okulu olan
Heybeliada Bahriye Mektebine
yazıldı. Deniz subayı olmaya karar
vermişti.
Şevki Efendi için Reşat’ın Bahriye
Mektebine gitmesi büyük bir
mutluluktu. Hem kısıtlı kazancı ile
Reşat’ı okutma külfetine
girmeyecek, hem de Serez’de oğlu
Reşat daha bir yaşında iken ölen
babası Hilmi Efendi’nin “Bak, Şevki
bu güzel yavrucağı mutlaka zabit
yap. Zabit olsun ki bize bu zulmü
yapan gâvurlardan intikamımızı
alsın” vasiyetini yerine getirmiş
olacaktı.
Reşat’ın bahriye okulu iyi
gidiyordu. Derslerinde çok
başarılıydı. Zekâsı ve
ağırbaşlılığından dolayı
öğretmenleri tarafından sitayişle
“Sen ilerde Bahriye Nazırı bile
olursun” denilerek gururu
okşanıyordu.
Bahriye Öğrencisi Reşat Şevki'nin Mezarı
KASIM 2012
KUYETA
9
Özel Araştırma
ŞARABIN EFENDİSİ
DİONYSOS
Kamil Sarhanlı Arkeolog
[email protected]
∆ιòνυσος (Dionysos) adı ilk olarak Pylos’daki Nestor sarayında bulunan bir tablette di-wo-nu-so-jo olarak görülmektedir.
Dionysos kelimesinin kökeni hakkında birkaç farklı görüş bulunmaktadır bunlardan;
Dionysos adı ‘‘Di’’ kökünden gelen ve tanrı anlamını taşıyan ‘‘Dio’’ ile ‘‘Nysa’’ sözcüğünün birleşmesinden oluşmuştur.
‘‘Nysa’’ Euripides’in Bakkhalar’ında ‘‘Vahşi hayvanların yatağı’’ ve Dionysos’un büyüdüğü dağ olarak nitelenmektedir. Bu
dağ, Homeros’un İlyada’sında Trakya’da gösterilmektedir, ama Tesalya’da, Makedonya’da, Hindistan’da ve Arabistan’da da
Nysa dağları vardır. Anadolu’da Aydın yöresinde de Nysa adlı bir kentin yıkıntıları görülmektedir.
Dionysos sözcüğü, Zeus sözcüğünün yalın hali dışında kullanılan ve tanrı anlamını taşıyan Di (Dio, Dios, Dia, Dii)
kökünden gelmektedir ve ∆ιòς, oğul anlamına gelen Νυσος ile birleştiğinde ‘‘Zeus’un oğlu’’ anlamını vermektedir.
Dionysos kim midir? Dionysos, her kış ölen ve her baharda yeniden canlılık kazanan doğanın bir yansıması olan;
üzümün, şarabın, sarhoşluğun, çılgınlığın, doğadaki kontrol edilemez gücün ve gizemin tanrısıdır. Antik Çağ insanı,
üzümden şarabın yapımını; şarabın da insanı rahatlatan ve yaratıcı gücünü ortaya çıkaran özelliğini keşfetmesinden sonra,
yeni bir doğa, bereket ve mutluluk tanrısını yani ‘‘Dionysos’’ adını verdiği şarap tanrısını diğer Olympos tanrılarının
arasına katmakta gecikmemiştir. Dionysos adına bir çok kült şenlikleri yapılmış bu kült şenliklerindeki amaç ise hep aynı
olmuştur: insanın şarap yoluyla kendi özüne dönmesi, kendini tanıması ve yaşamı anlamlandırması ile ilişkilendirilebilir.
Dionysos insanları acımasız bir sarhoşluk girdabına sokar, onların kendilerini dışa vurmalarını sağlar ve onlar üzerinde hak
iddia eder. Bu sayede Dionysos Tanrılar arasında en etkin konuma gelmiş ve büyük bir tapınım bölgesi olarak geniş
coğrafyaya yayılmıştır.
Anadolu coğrafyasında Dionysos konulu eserlere özellikle mozaik sanatında rastlamaktayız. Ephesos ta yamaç evleri ile
Dionysos konulu eserler arasında yer alan mekânlar karşımıza çıkmaktadır. Oldukça geç tarihli Efes eserinde (V. yüzyıl) ise
Dionysos ve Ariadne, Batı dünyasındaki birçok duvar resmi ve lahit kabartmasında görüldüğü gibi portre tarzında baş başa
resmedilmiştir. Tanrısal çiftin başları kırmızı çerçeveli bir kartuş içinde resmedilmiştir. Kartuşun dışında kalan bitkisel
süslemeli alanda ise geç antikçağ ya da erken Hıristiyanlık dönemi için özel anlamı olan çok sayıda alegorik motif
bulunmaktadır. Bu yanıyla Efes sahnesi dinler tarihi açısından da ayrı bir önem kazanmaktadır. V. yüzyıl gibi Hıristiyanlığın
kurumsallaştığı bir çağda Dionysos ve Ariadne gibi politeist inanışın ürünü olan bir konuyu resmeden Efes sahnesi,
paganist zevk ve beğeninin Hıristiyanlık çağında bile canlılığını koruduğunu göstermektedir.
Dionysos ile Ariadne
Buluntu yeri: II. nolu yamaç evinin avlu güney kubbesi
Dönemi: V. Yüzyıl
Ölçüleri: 3.70 m. x 2 m.
Sergilendiği Yer: in situ
Tanımı: Avlu güney kubbe nişi çok renkli cam mozaiklerden oluşan
bitkisel süslemelerle bezenmiştir. Koyu mavi renkli bir arka fonun
üstünde rengarenk bitkisel motifler ve merkezde dairesel bir kemer
içerisinde ikili büst resmedilmiştir. Dionysos ve Ariadne figürleri büst
biçiminde kırmızı zeminli bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Bu
çerçevenin etrafındaki süslemede tavus kuşu, yavru horoz, ördek,
panter, Eros ve meyve örgüleri yer almaktadır. Sağ büstün sol kolu ve
sol göğüs kafesi korunmuştur. Eril figürün başından çenesine kadar
ölçülmüş kısım 30 cm’dir. Dişil olan figürde ise bu ölçü 24’dir.
Kaynak:
Dunbabin,
K.
(1999).
Mosaics of the Greek and
Roman World. Cambridge:
Cambridge University Press, s.
251.
KUYETA
KASIM 2012
10
Öneriler-Projeler
Bilinçli Gençler Harekâtı
Yerel Tarihimizi Koruma Projesi
Ahmet Can Sarhanlı Bilinçli Gençler Harekâtı Genel Koordinatörü
Kuşadası, 1413 yılında 1.Mehmet (Çelebi) tarafından Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine katılmıştır. Bu tarihten
sonra, şehir tamamen Türklerin elinde kalmış ve Türklerin yaptığı eserlerle dolmaya başlamıştır. Bunlardan bugünkü
Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surların, Mehmet Paşa tarafından yaptırıldığı bilinmektedir, böylesine bir geçmişe
dayanan bölgemizi gençlerimiz ile kucaklaştırmak istemekteyiz.
BİLİNÇLİ GENÇLER HAREKÂTI NEDİR?
Türkiye’nin tarihine özellikle Bilinçli Gençler Harekâtı adlı projemiz kapsamında Kuşadası’nın tarihi, günümüzün
sorunları sosyal sorumluluk projeleri adı altında çalışmalar yapmaktadır. Bu proje Kuşadası’nın yerli gençleri tarafından
başlatılmış bir projedir ve projenin amacı başta Kuşadası olmak üzere Türkiye'de herkesin bir arada olduğu bir gençlik
harekâtı başlatarak, gençliğin enerjisiyle tüm bireyleri toplumsal dayanışmayı yeni baştan inşa etmeye çağırmaktayız
Ahmet Can Sarhanlı’nın genel koordinatörlüğünde 24 Aralık 2013’te Kuşadası’nda başlatmayı planladığımız büyük
kapsamlı projelerimizden biri Kuşadası’ndaki gençlerimize yerel
tarihini tanıma imkânı sağlamak, bu proje kapsamında
arkeologlardan ve bilgi sahibi kişilerden yardım alınarak, kervansaray,
Güvercinada, Pygela başta olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığının
desteği alınarak Kuşadası’ndaki tüm ortaöğretim düzeyindeki
okullarda sunumlar yapılması planlanmaktadır ve Sadrazam Öküz
Mehmet Paşa tarafından kentin imarı kapsamında 1618 yılında inşa
edilen Kervansaray, Güvercinada üzerinde, Barbaros Hayrettin Paşa
tarafından yaptırılan bir iç kale ve İlyas Ağa tarafından yaptırıldığı
surların yer aldığı. Bu surlar Mora İsyanı sırasında adalardan ve
denizden gelebilecek saldırıları önleyebilmek için yaptırıldığı ve
Bugünkü Club Pigale ve Kuştur Tatil Köyü'nün disko'su ve a'la carte
restoranının bulunduğu tepede kurulmuş antik bir yerleşim yeri
olduğu bilinmektedir. Dünya, sağlık şehri olarak kurulan ilk kentin
Pygela olması. Argos Kralı Agamemnon’un, 10 yıl süren Truva savaşları sırasında, "yorgun düşen askerlerini
dinlendirmek, hem de savaş gemilerini onarmak için Kuşadası'ndaki Pigale ve İzmir'deki Pigale ve İzmir'deki Agamemnon
şehirlerini kurduğu ve buna benzer bilgiler gençlerimize aktarılacaktır.
Bu uzun soluklu çalışmayı diğer illerimize de taşıyarak Kuşadası’nın
tarihini tanıtmış olacağız, ayrıca bu proje kapsamında diğer illerdeki
koordinatörlerimiz ile iletişime geçerek karşılıklı kültür değişimi
yapacağız bu değişimde yine Kuşadası’nın tarihi ilçemize gelen
arkadaşlarımıza, arkeologlar tarafından Kuşadası’nın tarihi aktarılacaktır.
Yerel tarihimizi tanıtma ve koruma adı altında yapılan projelerin
artması dileğiyle.
bilincligenclerharekati.blogspot.com adresine girerek projelerimizi
takip edebilir projelerime katılabilir veya proje başlatabilirsiniz.
Kuşadası’nda gerçekleştirdiğimiz projelerden kareler;
Kuşadası’ndaki Gençlerle Huzur
Evi Ziyareti
Lösemili Çocuklar Yararına
Yapılan Stant Çalışması
KASIM 2012
KUYETA
11
KÜÇÜKADA ÜZERİNE ÖNERİLER
Kıyıda bulunan turizm kentleribulduğumuz Roma Dönemi pişmiş
nin hemen hepsinde geçmiş
süzgü kabı olan bir Gargalet’i,
uygarlıklardan kalan tarihi
müzemiz olmadığından Bodrum
kaleler bulunmaktadır. Bu
Sualtı arkeoloji müzesine teslim
kentleri ziyaret edenlerin ilgisini
etmiştik. Kuşadası’ndan çıkan bu
çeken ilk yapılar kaleler
eserin Küçükada Kalesi’nde
olmakta, her zaman da bu tür
sergilenmesi için geri vermelerini
yerler cazibe merkezi haline
isteyeceğiz. Kuşadası’nda ve
gelmektedirler. Bu kalelerin
Kuşadalıların elinde kalede
hepsi gelen ziyaretçilerini tarihe
sergilenmeye değer önemli
yolculuğa çıkararak, geçmiş
parçalar varsa, sergilenmesi için
uygarlıkların izlerini ve
bunlar mutlaka kalede değerlendikültürlerini günümüz insanlarırilmelidir.
na aktarmaktadır.
Küçükada Kalesi, tarihi değerlerinin
Bunlardan bir tanesi de
yanı sıra önemli doğal değerlere de
Bodrum Kalesi’dir.
sahip olup, bunların gelen
Anadolu kıyılarında binlerce yıl
ziyaretçilere en iyi şekilde yansıtılönce batan Antik Dönem
ması gerekir.
gemicilerine ait kalıntılar sualtı
Kuşadası şu an elinde tüm
Bodrum Kalesi
arkeologları tarafından çıkarılaparçaları tamam olan uzun
rak, zengin tarihi geçmişi bulunan Bodrum Kalesi’nde sergilenerek,
balinaya ait çok önemli bir iskelete sahiptir. İskelet Küçükada Kalesi’ndeki
yaşayan müzeciliğin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır.
kule kısmında durmaktadır.
Binlerce yıllık buluntularıyla, tarihi geçmişiyle, ağaçları ve kuşlarıyla bir
İngiltere aynı tür bir balinanın sadece kafa iskeletine sahip olup, bunu
bütünlük oluşturan Bodrum Kalesi, yerli-yabancı binlerce turistin akınına
müzede sergileyerek tanıttıkları bilinmektedir. Buradaki balinanın ise
uğramakta ve uluslar arası alanda da hak ettiği değeri bulmaktadır.
tanıtımı yapılamamaktadır. Kentin önemli alanlarında dikilecek panolarla
Türkiye’nin en önemli turizm kentlerinden biri olan Kuşadası’nda da
böyle bir balina iskeletinin varlığı, gelen yerli-yabancı konuklara aktarılKüçükada üzerinde tarihi bir kale bulunmaktadır. Bir turizm kentinde
malıdır.
tarihi bir kalenin bulunması çok önemli bir kazançtır.
Küçükada Kalesi içinde var olan doğal bitki ve ağaç türlerinin de çok
Küçükada Kalesi yıllardır farklı amaçlarla kontrolsüz, denetimsiz bir
önemli olduğunu düşünmekteyiz. Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr.
şekilde kullanılmış, ihmal edilmiş, doğası ve kültürü gelen ziyaretçilere
Ali ÇELİK’le yaptığımız Kuşadası bitki envanter çalışmaları kapsamında,
tam olarak yansıtılamamış ve hak ettiği değere ulaşamamıştır. Kuşadası
buradaki doğal kaynak türlerinin de tespitlerini gerçekleştireceğiz.
için çok önemli olan Küçükada Kalesi’ne yıllarca sahip çıkılamamış ve
Kuşadası Belediye Başkanlığı’na, gelen konukların bilgilendirilmesi için
değerlendirilememiştir.
hem bitkiler hem de ağaç türleri hakkında bilgiler içeren tabelalar
Küçükada Kalesi’nin geleceğiyle ilgili sevindirici bir gelişme yaşandı.
konulması için bir öneri götüreceğiz.
Tarihi mirasın korunması amacıyla Kuşadası Belediyesi’nin hazırladığı
Yapılacak bu tabelalarda bitki ve ağaçlar hakkında fotoğraflar, bilgiler ve
proje Koruma Kurulunca kabul edilerek restorasyon çalışmalarına
bu değerlerin korunmasına yönelik uyarılar olacaktır.
başlandı.
Küçükada’nın bir bölümünde bilinçsizce yapılan bir çevre kirliliğinin
Ancak Küçükada ve Kalesi sadece restorasyon ve peyzaj düzenlemeleri
yaşandığı görülmektedir. Eski bir Türk geleneği olan çaput bağlama
yapılarak bırakılmamalıdır. Bir bütünlük içinde yaşayan bir kale haline
yoluyla dilek dileyerek kansız kurban sayılan adak adama inancı,
dönüştürülmelidir.
Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Küçükada’nın ağaçlarının
Antik Dönem’in birçok buluntuları ve kazanımları burada sergilenmeli ve
üzerinde peçeteler bağlanarak hızla çoğalmaya başlamıştır. Eski yıllarda
bilgilendirilmelidir. Önceki yıllarda sualtı araştırmalarımız sırasında
kutsal sayılan ağaçlara bez bağlanarak yapılan bu yöntem, günümüzde
KUYETA
KASIM 2012
12
dilek amacıyla gelenlerin çantalarında ne varsa ve her ağaca bağlamaları
nedeniyle çirkin bir görüntüye neden olmakta, bitki ve ağaçlara zarar
vermekte ve çevre kirliliği oluşturmaktadır.
Türkiye’de Amasya, Aydın (Kuşadası ve çevresi) , Bursa ve Muğla’da
bulunan Sternbergia lutea çiçekleri Küçükada içinde ve surlarının altında
Kasım ayında kaleyi sarı renkleriyle güzelleştirmektedirler.
Kuşadası’nda tarihi değerleriyle birlikte, doğal manzara izleme terası
görevi de gören Küçükada Kalesi’nde doğal olarak yetişen bu önemli
bitkilerin farkında olunmalıdır.
Kale içinde acil olarak bir yönetim planı yapılarak koruma tedbirleri
uygulanmalıdır. Nereden yürüneceğini ve nereye bastığını bilmeyen
birçok insan bu önemli çiçeklerin ve yarın hepsi de açarak etrafı altın
sarısına çevirecek yeşil filizlerinin üzerine basarak geçmektedir. Bu
konuda mutlaka farkındalık yaratılmalıdır.
Adı tarihi belgelerde Küçükada olarak geçen ancak son yıllarda
Kuşadası’nın sembolü olarak Güvercinada olarak da anılan Küçükada da
Kuşadası ismine yakışan kuşlarla dolu bir mekân yaratılması için
belediyeye bir öneri sunduk. Önerilerimiz arasında kale içinde kuşlar için
yaşam alanlarının yaratılması, Kuşların barınma yerleri için yapay
yuvalarla desteklenmesi, kuşların ekosistem içindeki yeri ve yararları,
öğrencilerin dürbünlerle kuş gözlemi yapabileceği ve bilgilendirileceği
minyatür kuş gözlem kuleleri, Kuşadası çevresinde yaralı olarak bulunan
kuşların veteriner gözetiminde tedavi ve rehabilite edilebileceği küçük bir
rehabilitasyon merkezi, geliri kuşların barınma yerleri ve tedavilerinde
kullanılmak üzere, gelen ziyaretçilere kuşlara ait hediyelik eşyalar satan
kuş maketinden yapılma küçük bir satış büfesi bulunmaktadır.
Gelen ziyaretçilerin kuş türlerini tanıması ve özellikleri açısından
bilgilenmesi için, kuşlara ait fotoğraflar ve Türkçe-İngilizce bilgilendirme
yazılarının olduğu panolar yerleştirilmelidir. Öneri kabul edildiği takdirde
derneğimiz üyeleri Ege Üniversitesi Tabiat tarihi Uygulama ve Araştırma
Merkezi bilim adamlarından Prof. Dr. Mehmet SIKI e ornitolog Dr. Ortaç
ONMUŞ teknik destek vereceklerdir.
Kuşadası turizmi için çok önemli olan, Kuşadası Belediye Başkanlığı’nın
uyguladığı Küçükada Kalesi iyileştirme ve peyzaj düzenleme çalışmaları
projesini destekliyoruz. Kalenin daha cazip bir alan haline getirilerek
sahip olduğu tarihi değerlerin ve içinde var olan doğal kaynak türleriyle
bütünleştirilerek, iyi bir yönetim planıyla koruma-kullanma dengesi
gözeterek, yerli-yabancı herkesin hizmetine sunulmalıdır diye düşünüyoruz.
Tüm bunların Küçükada Kalesi’nin geleceğinin korunma altına alınmasına, yerli-yabancı konukların memnun olarak kaleden ayrılmasına ve
kalede sürdürülebilir bir turizmin gelişmesine olanak tanıyacağına
inanıyoruz.
(EKODOSD) - EKOSİSTEMİ KORUMA VE DOĞA SEVENLER DERNEĞİ KUŞADASI / www.ekodosd.org - 0256 614 78 11
KASIM 2012
KUYETA
13
Bir Yer Sevdim Adı; KUŞADASI
KUŞADASI SEVDALISI MÜJGAN ŞAVKAY
Bölüm - 1
Mustafa Veli Mavi İnsan
Yol yine Müjgan Şavkay’ın evine uzandı.
Sevgili Müjgan Şavkay şık, kibar ve
misafirperverdi her zamanki gibi.
Ama ben ilk röportajın tadını bulamadım.
Tuğrul İşbilir. Kameramanım. Camdaki
avizenin görüntüsünü çekmiş. Hiç içim
çekmedi. Beğenmedim. Ben kendimi bile
beğenmeyen bir insanım.
Bir programın tutulması için iki ay müddet
veririm kendime. “Bir yer sevdim adı;
Kuşadası” bu programdan sonra patladı. Hem
Kuşadası’nda yaşayanlardan hem sonradan
gelenlerden.
Kuşadası ruhunu yaşatmalarını istemiştim
izleyicilerden. Çok ruhları oldu. Çok güzel
övgüler aldım. Ben mutsuzdum.
Arar insanlar bazı şeyleri parmaklarından
dökülen acılarıyla.
Ne geçer ki ellerine?
Giden gitmiştir, sebep olan kim?
Unutmayın Kuşadası sizleri bekliyor sevmeniz
için.
Programın son sözleri böyleydi. Ve en başında
“Ege” adlı şiirimin klibi vardı.
Kar sofralarında beslenen çocuklar nasıl
mutlu olur. “Ege”nin sofrası da öyle miydi?
Aşk hep yenidir.
O şiir klibini Kadınlar Denizi’nde çektik.
Sahilde çektik. Öksüz bir çobanın harcadığı
zaman gibiydi yaptıklarımız. Vardık ve yaptık.
Çok da güzel oldu.
Ve Müjgan Şavkay’ın evindeyiz.
Nasıldı sevgili okuyucu?
Program yapmak gerçekten çok zor. Klip
çekimi. Sararmış fotoğraflar.
Sararmadan bir güneş batıyordu.
Yorgundum. Ve acılı bir kadın vardı ama
sormadım.
Neler olacak?
Öyleydi bazı her şey.
Ya da kendimize sakladığımız.
Ama bir gerçekte olmalı.
Unutmamalı insan kendisini.
Söylemez, doğrudur.
Ama nedir sonuçta?
Herkes bilir de söyleyemez!..
Söyleyemez. Yat limanındaki teknelerin sesleri
vardı kulaklarımda.
Yorgundu şehir ve Kuşadası kuşsuz kalmıştı.
Debelendim.
MV- Deniz Ege şiirimden sonra da bir deniz,
Ege sevdalısı bir Kuşadası sevdalısı var.
Müjgan Şavkay.
MŞ- Bir şehrin mutlaka hayalperestleri
olmalı. Mesela Kuşadası İsa’dan önce 3000
yılından beri yaşaya gelmiş bir şehir. Bu
dünyada çok az şehre nasip olmuş bir şeydir.
MV- “Sevgili dostlar, 1952 yılında geldiğim
Kuşadası’ndaki yaşam öyküsüdür bu kitap.
Ulaşım yollarından uzak kendi içine dönük
küçücük bir balıkçı kasabası sanılan bu güzel
şehrin tarihi içinde Efes ile beraber
Panionion, Ania Melia, Neopolis Pigale,
Marathesion, Scala Nuova adlarıyla yaşadığını
göreceksiniz. Son yüz yılda fakir bir yaşam
süren Kuşadası’nın Efes ve Meryem’in ören
yeri olarak dünya ziyaretine açılmasıyla nasıl
önem kazandığını ama ne yazık ki kendisine
sunulan fırsatın ilk bilinçli tatil kenti olma
fırsatını kaybedişini siz de benim gibi
üzülerek okuyacaksınız”. Kuşadası’nın
tarihini, Sevgili Müjgan Şavkay, tabi kendi
yorumunuzu da katarak değil mi? Bunu on
bir yıl önce 1995 yılında, tabi bunun daha
öncesi de var. Bu kitabı kaç yılda bitirdiniz.
MŞ- Ben bunu, her halde beş yılda yaptım.
Şimdi, Kuşadası için yazılmış hiç bir kitap
yoktu. Yani, Salnameler de Türkçeye
çevrilmemişti, yoktu o zamanlarda. Ben
bunu, Kuşadası’nın yaşlılarını sorgulayarak,
sonra kütüphanelerde gezdim, oralarda
bulduğum küçük küçük yazılarla elde ettim.
Bir de Kuşadası evleri diye bir kitabı vardı.
Sonra da Semra Kutlay’ın plan
notlarından faydalandım. Ama,
Kuşadası’nı çok sevdiğim için
ve onun ..(Resimler) yani
Kuşadası benim yegâne
sevgilim olarak beraberce
yaşadık çok uzun yıllar. Ve
birbirimizden asla mutsuzluk
duymadık. Kuşadası hep daha
yi olsun diye uğraştım,
söyledim herkese. Söyledim
ama herkes çok telaşlı yaşadığı
için hayatı, Kuşadası önem
taşımadı insanlar için. Kendi
yaşamları daha önemliydi. İşte
onun için, böyle bir Kuşadası yarattık son
yirmi beş yılda.
MV- Bu, Kuşadası’na olan sevginizden dolayı
armağan etmek istediniz bu kitabı
MŞ- Evet, bu kitabı armağan yaptım. Evet, bir
kitap daha yazıyorum. Bir, ikinci kitabım
yakında inşallah tamamlanacak.
MV- Ona daha sonra gelelim. Ben yine bu
kitapla ilgili sorayım. Bu kitabı yazarken işte
biraz önce dediniz ki çok fazla bilgi yok.
Kuşadası’na matbaa çok geç geldi.
MŞ- Şimdi çok var.
MV- Şimdi sempozyumlar falan da oluyor.
MŞ- Ayşe Şerifoğlu onları çok güzel kitap
yapıyor.
MV- Sizin başladığınızda ne gibi bilgi
eksiklikleri vardı? Bunlara nasıl ulaştınız?
MŞ- Ben bunları, İstanbul’daki Milli
Kütüphaneye gittim orda şey yaptım. Tarih
kitaplarından faydalandım. Bir de
Kuşadası’nın yerlilerinden çok faydalandım.
Evet, halktan faydalandım. Çünkü benim
geldiğim yıllarda Kuşadası’nda daha çok yerli
halk vardı. Yani birbirimizi görebiliyorduk.
Yedi bindi çünkü nüfus. Sonra, benim bu
kitabı yaptığım zamanda da yirmi beş bin
falandı. Ama yabancıları da saymıyorum.
Kendi yerlilerimizi saydığım içim birbirimizi
görüyorduk.
MV- Kuşadası’nın nüfusunun iki bin olduğu
söyleniyor. Sizin ilk geldiğiniz zamanlarda mı
yoksa 1952 yılında ne kadardı aşağı yukarı
Kuşadası’nın nüfusu?
MŞ- Yedi bindi.
Müjgan Şavkay
KUYETA
KASIM 2012
14
MV- O kadar da küçük bir yer değilmiş
Kuşadası
MŞ- Hayır. Hiçbir zaman küçük değildi ama
hayat çok meşakkatliydi. Sen çocukluğunu
hatırlar mısın?
MV- Tabi.
MŞ- Çocukluğundaki… (resimler
gösteriliyor.)
MŞ- Onları şimdi yazıyorum son kitabım için.
MV- Onu unutmayın da sizinle birlikte bir
anımızı da alalım. … konusunda. Çünkü
elimizde bunlar da büyük bir kaynak olacak
gelecek kuşaklara iletmek için. Anlatır mısınız
nasıl kız isteniyordu? Biraz zevkli olsun.
MŞ- Şimdi, o zaman bir Türkmen Mahallesi
vardı, Bir de Dağ Mahallesi vardı. Ama inan
Mustafa, bak ben Kuşadası’nda çok iyi
yaşadım. Yani, iyi yaşamak şu; lüks yaşamak
anlamında değil. Kuşadalılarla birebir
yaşadım. Yani ilk geldiğimizde hepsi bizi çok
sevdiler, çok saydılar, bizi misafir etmekten
gurur duydular. Biz de onlarla beraber, bak
gerçekten söylüyorum, biz de onlarla beraber
olmaktan hep durur duyduk.
MV- Eşinizin…… o zaman daha da saygı
görüyordu.
MŞ- Tabi. Devletin temsilcisiydi. Şimdi, kız
istemek, bayramlarda falan gençler birbirini
görüyorlar, düşün, burada, diyelim ki üç bin
aile vardı. Yani, nüfusa bölersen, üç bin aile.
Üç bin aileden de hepsi birbirinin kim
olduğunu biliyor. İşte falancanın kızı beğenildi
değil mi? Kız istemeye gitme hep aynı
seremoni Türk…. (Resimler gösteriliyor;)
MŞ- Eline liste verilirdi, diyordu ki işte
şunları şunları şunları davet edeceksiniz.
Gelip kapını çalıyor, diyor ki işte falanca gün
şu ailenin düğünü var. Buyurun siz
bekliyoruz. Siz de ona ev sahibi olarak bir
hediye veriyorsunuz. Bu işte çeşitli yiyecek
maddelerinden giysi gibi hediyeler falan
olabiliyor. Bunlar okuyucu kadının, yani
düğün davetçisinin kendi özel şeyleri oluyor.
Bunları düğün sahibine getirip vermiyor.
Sonra düğün yerleri kuruluyor. Kız ailesi..
MV- Her halde davullar da oluyor.
MŞ- Evet. Davullar zurnalar falan. O
seremoniyi daha sonra sana detaylı olarak
anlatırım. Çok güzel şeylerdi düğün
seremonileri Kuşadası’nda. Bayramlar çok
güzeldi. Bak, bayramlarda mutlak bir hayvan
kurban ediliyor ve bu kurban edilen hayvanın
eti orda pişiriliyor. Pilav keşkek et olarak ve
bütün bayram halkı yiyor. Bu bize
Romalılardan kalma bir şey. Onlar da böyle
yaparlardı. Bu şeyde Apollon’un adına
yapılıyordu. Panionion da. Kurban kesiliyor.
Kesilen hayvanın karaciğerinden kâhinler o
yılın nasıl geçeceğini okuyor hayvanın kalan
diğer şeyleri pişiriliyor ve onlar oraya
katılanlar tarafından tüketiliyor. O, bize
oradan kalma bir alışkanlık.
MV- Peki ben size şunu sorayım,
seyircilerimiz de merak ediyor, bir çok
insanın elinde olmayan bir kitap biliyorsunuz,
kısaca, Kuşadası’nda kimler yaşamış, kısa
kısa hangi topluluklar yaşamış, onu küçük bir
çerçeve içerisinde izah edebilir misiniz sevgili
seyircilerimize lütfen?
MŞ- Tabi. Şimdi Kuşadası’na ilk yerleşim,
bilinen, bilinmeyenler de var, ilk yerleşim
Anadolu içlerinden Karyalılar ve Lelegler,
büyük akınlar halinde Batı Anadolu’ya doğru
göçüyorlar. Bu göçlerden bir kolu Efes’e
geliyor yerleşiyor. Ama o zamanki adı Efes
Değil. Onların bir kolu da bizim Pilav Dağı’nın
eteklerine geliyorlar. Andız Kulesinin olduğu
yere geliyorlar ve burada ikisi de aynı tipte
birer devlet kuruyorlar. Birinin adı Melia ve
Anea. İki adlı. Şeydekiler de tanrıçaları adına
Kybele adına bir mabet yapıp onun etrafında
toplanıyorlar ve orda yerleşiyorlar. Aradan bir
süre geçtikten sonra, Karadeniz’den kalkan
bir topluluk, kadın topluluğu bunlar,
Amazonlar, bir çok şehir kurduktan sonra, en
sonra İzmir’i kurduktan sonra onlar da Efes’e
geliyorlar ve ondan önceki
topluluğa diyorlar ki biz bu
şehrin hâkimiyiz. Ve şehrin
adını, kraliçelerinin adı Efesos
olduğu için Efes olarak
koyuyorlar. Bu böyle devam
ederken bir süre sonra Dorlar
Kuzey Avrupa’dan doğru
göçüyorlar ama böyle akınlar
halinde her geldikleri yerde
savaş, katliam, şehirleri
yakaraktan, Atina Kralının oğlu
diyor ki, Baba ben bu savaşları
istemiyorum, bir grup
arkadaşımla karşı sahile geçmek
Müjgan Şavkay Kızı Mine ile Birlikte
istiyorum. Bana izin verir misin diyor. Babası
da ona bir donanma veriyor. Ve arkadaşlarını
alıyor, Efes’in sahiline çıkıyor. Orda artık şehir
Efes, ama kraliçeler değişmiş zaman
içerisinde, kraliçeye bir elçi gönderiyor, diyor
ki biz buraya geldik. Daha önce Claros’taki
rahibe gidiyor. O zaman bunu çok
vurgulamak istiyorum. Kuşadası, her şeyi bir
tarafa bırakalım, bütün tarihi bırakalım. Bir
yere bırakalım. Kuşadası’nın en büyük özelliği
ne biliyor musun? Üç tane tapınak şehrin
merkezi olması. Tapınak şehir ne demek
biliyor musun? Şehirler var. Mesela bu
şehirler nedir? Anea. Nedir? Melia. Nedir?
Efesos. Buralarda ne var? İnsanlar yaşıyor.
Buralarda insanlar çalışıyor ticaret yapıyor,
tarım yapıyor ve yaşıyor. Bir de tapınak
şehirler var. Bu tapınak şehirlerde sadece
mabetler var ve kâhinler var. Ama onun
çevresinde insanların, oraya gelen insanların
yaşayabilmesi için küçük konaklama tesisleri
var. Ama orda insanlar hiçbir zaman
yaşamıyor. Geliyor oradaki kâhinlere diyor ki,
benim falıma bakınız. Ben sizden şunları
öğrenmek istiyorum diyor. Ve bu kâhinler
onların yaşamı hakkında çeşitli bilgiler
veriyor. Sonra onlar o şehri bırakıp gidiyorlar.
Ama oralar tapınak şehirler. Claros, Labranda
ve Didima. Bunlar üç tane, tarih içerisinde
çok önem taşımış üç tane tapınak şehir. Biz
bu üç tapınak şehrin merkezindeyiz. Biz
Efes’i bıraksak, Meryemanayı bıraksak,
sadece desek ki sizi tapınak şehirlerde
gezdireceğiz, buyurun Kuşadası’na desek başlı
başına, inan Mustafa, yepyeni bir turizm
patlamasına neden olabiliriz. Şimdi.
Müjgan ve Kaya Şavkay Düğün Fotoğrafı
KASIM 2012
KUYETA
15
Gezginlerin Kaleminden Kuşadası / 20
PADİŞAH II. MAHMUT : “SİSAMLILARI AKLIMDAN
BİR DAKİKA BİLE OLSUN ÇIKARAMIYORUM.”
Bölüm - 2 / SON
Sedat Onar Araştırmacı
[email protected]
1821–1824 Yılları Arasında Kuşadası Önlerinde Ege Denizi’nde Meydana Gelen
Türk - Yunan Deniz Savaşları’nın Dönemin Hollanda Gazetelerinde Yayınlanan Haberleri
24 Eylül 1821 tarihli Hollanda
Gazetesi Nederlandsche
Staatscourant göre 1821 yılı
Eylül ayında Levant
Bölgesindeki Türk ve Yunan
donanmaları.
11 Eylül, Viyana: Bir
Avusturya gazetesi olan
Oesterreichischer Beobachter
gazetesi 3 Eylül tarihinde
Livorno’daki birkaç konuyu
gündeme getirdi. İzmir’den
Livarno’ya gelen Avusturya
gemisi Serovitsch’in kaptanı 14
Temmuz’da Sakız Boğazı’nda
Türk Donanmasıyla
karşılaştığını ifade etmiştir.
Kaptanın bildirdiğine göre bu
boğazdaki Türk donanması 4
kalyon, 7 firkateyn ve 13 brikten
oluşuyormuş. Bu filo 16
Temmuz’da Sisam’a çıkarma
yapmak maksadıyla Scala
Nuova’dan hareket etmiş. Aynı
kaptan 22 Temmuz’da üç Yunan
filosuyla da karşılaşmış. Bu
filolardan biri 70, diğeri 30 ve
3ncü hattaki filo ise 20 gemiden
oluşuyormuş. Bunun dışında
üzerinde top bulunan 12 değişik
boyuttaki Yunan gemisinin Sakız
Boğazına doğru gittiğini görmüş.
18 Temmuz’da meydana gelen
büyük bir savaşta Yunanlıların
bazı gemileri ele geçirdiğine dair
söylentilerin gerçekliği ne kadar
yüksek olsa da bu söylentiler
doğrulanamamıştır.
Livarno: İtalya’nın Toskana
bölgesinde bir sahil kenti.
28 Eylül 1821 tarihli Hollanda
Gazetesi Goessche Courant’a
göre 1821 yılı Eylül ayında Türk
ve Yunan Donanmalarının
Harekâtları
Livorno’ya gelen Avusturyalı
bir kaptan 14 Temmuz’da Sakız
Boğazı’nda Türk Donanmasıyla
karşılaştığını beyan etti. Kaptana
göre bu boğazdaki Türk
donanması 4 kalyon, 7 firkateyn
ve 13 brikten oluşuyormuş. Bu
KUYETA
KASIM 2012
16
filo 16 Temmuz’da Sisam’a
çıkarma yapmak maksadıyla
Scala Nuova’dan hareket etmiş.
Aynı kaptan 22 Temmuz’da üç
Yunan filosuyla da karşılaşmış.
Bu filolardan biri 70, diğeri 30
ve sonuncusu 20 savaş
gemisinden oluşuyormuş. Yine
yukarıda belirtilen kanal
istikametine giden 3üncü sınıf
ateşli silah taşıyan 13 Yunan
teknesine de rastladığını
belirtmiştir. Ancak Yunanlıların
bazı Türk teknelerini ele
geçirdiğine dair söylentiler
dışında 18 Temmuz’da çok
büyük bir deniz savaşı
olmadığını iddialarını
ispatlamaktadır.
Aynı gazetede Yunalılarla ilgili
yayınlanan ikinci haber ise
şöyledir. Bu habere göre
Yunanlıların balıkçı teknelerinin
donanımlarını kaldırarak
korsanlık yaptığına dairdir.
Bunun birkaç tane delili var.
Örneğin, Liverpool’da yapılmış
bir İngiliz yelkenlisi
İskenderiye’den İstanbul’a yol
alırken özel olarak donatılmış
bir korsan gemisi tarafından
alıkonuldu. Girit ile Rodos
arasındaki Sarpana
yakınlarındaki minik bir ada
olan Coso’ya çekildi. Yolcu
olarak yelkenlide bulunan 13
kişilik bir Türk ailesi zulüm
yapılarak katledildi. Yelkenlinin
kaptanı durumu kendi
hükümetine rapor etti ve
İskenderiye’ye doğru kaçmayı
başardı. Mısır Paşası ambargo
altındaki Avrupa ülkelerinin
gemilerinin aynı kaderi
paylaşmaması için tepki
gösterdi. Kutsal toprakları
ziyaret etmiş Ermenileri taşıyan
bir Avusturya gemisi de
korsanlar tarafından kaçırıldı.
Ermeni hacılar karaya çıkarılıp
soyuldu ve taciz edildi. Daha
sonra gemi serbest bırakıldı.
5 Ekim 1821 tarihli Hollanda
Gazetesi Nederlandsche
Staatscourant göre Türk ve
Yunan donanmalarının
Harekâtları.
Nurnberg, 27 Eylül. The
Journal the Frankfurt adlı gazete
İtalyan sınırından aldığı bir
haberi 21 Eylülde yayınladı.
Habere göre, son haberleri
aldığımızdan bu yana
Akdeniz’de önemli olaylar
meydana gelmiş. Türk filosu
alınan yeni düzenle daha da
güçlendirilmiştir. Mısırlı Mehmet
Ali Paşanın savaş gemileri ile
İstanbul’dan gönderilen savaş
gemileri birleştirilerek güçlü bir
savaş hattı oluşturulmuştur.
Fakat Yunanlıların saldırılarıyla
bu filo ikiye bölünmüştür.
Küçük Yunan tekneleri kayıp
vermeden bu saldırıyı
gerçekleştirmiş, ardında da
Mısırlılar Rodos’taki ana filoya
katılmak için yelken açmışlardır.
İstanbul’dan gelen Kaptan Paşa
yönetimindeki filonun bütün
donanmanın emir komutasını
alması başkomutanlık tarafından
emredildiği söylentisi ortalıkta
dolaşmaktadır. Bu filonun
görünüşe göre halen yolda
olduğu ve ne zaman varacağı
bilinmemektedir. Berberi
devletlerinin gemileri de
gelmedi. Onların da ne zaman
geleceği bilinmemektedir. Bazı
haberlere göre Adalar
Denizi’ndeki Yunan gemilerinin
bir kısmının imha edildiği ve
kalanlarının peşine düşüldüğü
bildirilmektedir. İstanbul’dan
gelen donanma sayesinde aynı
zamanda Türk askerlerinin
deniz yoluyla ulaşımının
koruma altına alındığı, bunun
yanında çıkarma harekâtlarının
desteklendiği öğrenilmiştir. Eğer
Kara Ali de kendine verilen
görevi iyi yaparsa bizim başımız
gerçekten de belada demektir.
II. Mahmud (1785-1839)
Zira iki olağanüstü sorunla karşı
karşıyayız. Biri İstanbul’dan
gelen Donanma, diğeri de Kara
Ali’nin Berberi korsanları.
Cenova, 19 Eylül. Ağustos’un
ilk günlerinde Lala Paşa
yönetimindeki Asyalı
askerlerden oluşan orduyu
gemilere yüklemek için Scala
Nuova’ya yaklaşmakta olan Türk
Donanması, yüklemenin
tamamlanmasından sonra Sisam
Adası’na çıkarma yapmak için
hareket edecektir. Asyalı
askerler gemiye binmeden önce,
şehirdeki katliamın sorumluları
idiler. Ancak Lala Paşa’nın
askerleri tarafından kentten
çıkarıldılar. Bu çatışmalarda çok
sayıdaki Türk askeri öldü.
Nihayet Asyalı askerler gemilere
bindiler ve Sisam Boğazını terk
ettiler. Yunanlılar daha sonra
küçük teknelerle Türkleri takip
etmeye çalıştı. Bu esnada
Türkler kendilerine ait 8 tekneyi
Yunanlıların eline geçmesini
önlemek için yaktı. Bu arada
Yunanlılar Türklere ait bazı
tekneleri Sisam Limanına
girmesi için zorladı, limana
giren Türk teknelerinden
bazılarını da Yunanlılar yaktı.
Ancak Yunanlıların bu girişimi
tam olarak başarılı olamadı.
Türk filosu ileriye doğru hareket
etti ve Mısır donanmasıyla
karşılaştı. Her iki filo da
birbirini gördü ve kısa süre
içerisinde birbirlerine önemli
haberler vereceklerini
umuyorlardı. Bölgede bir Türk
korsanının dolaştığına dair
söylentiler var. Zira Trieste
limanına kayıtlı Florio ve
Bernetich gemilerinin kaptanları
gemilerinin bu korsanlar
tarafından yağmalandığını
söylediler.
Burada “Asyalı askerler
katliamın sorumlularıdır”
tabirinden bir şey anlamak
mümkün olamamıştır. Olayın
Kuşadası’nda mı, yoksa Sakız
Adası’nda mı gerçekleştiğine
dair bir bilgi yoktur.
27 Mayıs 1823 tarihli Hollanda
Gazetesi Nederlandsche
Staatscourant göre Akdeniz’de
Türk, Yunan ve Mısır
Donanmalarının Durumu.
İzmir, 4 Nisan. Spectateur
Oriental gazetesine göre,
Türkler Sisam’a yeni bir çıkarma
yapmayı planlıyorlar. Çünkü bu
maksatla Scala Nuova
yakınlarındaki Çanlı’ya bir üs
kurmaya başladılar. Kaptan-ı
Deryalığa Hüsrev Paşa’nın
atanması Yunanlılar arasında
paniğe ve korkuya neden oldu.
Yunanlılara göre Hüsrev Paşa’nın
cesareti ve zekâsı korkulacak
kadar fazla. 40 savaş
gemisinden oluşan Türk filosuna
Mısır donanması ve Berberi
savaş gemilerinin eklenmesiyle
birlikte Türk filosu değişik
büyüklüklerdeki 140 savaş
gemisi ve tekneden oluşan
büyük bir donanmaya dönüştü.
Aynı gazete Türklere karşı
mücadele eden Yunan
gemilerinin durumunu da şu
şekilde anlatıyor: Türklerin bu
donanma gücü karşısında Yunan
Gemileri Adalar Denizi dışına
kaçmak zorunda kaldı. Ancak
her bir Yunan savaş gemisi Türk
Donanmasına ait savaş
gemilerini değişik bölgelerde
aniden ve kesin öldürücü
darbeyi vurmak için hazırlık
yapıyor. Gemilerin güverteleri
her daim tüfek mekanizmaları
çepeçevre ateş etmeye hazır
vaziyette bekleyen Yunanlılarla
dolu. Yunan gemilerinden
açılacak ateşle çepeçevre bir
alevin etrafa yayılacağı
düşünülmektedir. Dümenciler
bu gemilerin dış kısmında
bulunmaktadırlar. Böylece gemi
yanarken bile dümencinin
dümeni kullanması mümkün
olmaktadır. Hatta bazı Yunan
gemileri armalarına,
yelkenlerine, güvertesine ve
direklerine beyaz ispirto
dökmekte ve Türk savaş
gemisine yanaşırken Yunan
teknesi yakılarak alev topuna
dönüşen tekne Türk Savaş
gemisine yanaştırılarak iki
geminin de birlikte yanması
sağlanmaktadır. Dört büyük
Türk savaş gemisi yanan Yunan
Teknelerinin bordalarına alev
topu halinde süratle yanaşması
ile yanarak imha olduğunu
bildirilmiştir. Uzmanlar bunun
savaş alanlarında yeni
geliştirilen ustaca bir taktik
olduğunu düşünmektedirler.
Bu haberde Çanlı’ya üs
kurulmaya başlandığı bilgisi
aktarılmış. Zaten Sisam’a müdahale
etmek maksadıyla Kuşadası
topraklarında bekletilen 100 bin
askerin büyük bir kısmı Güzelçamlı
yani o zamanki adıyla Çanlı’da
ordugâhta bekletiliyormuş.
15 Eylül 1824 tarihli
Nederlandsche Staatscourant
gazetesine göre Akdeniz’de
Türk, Mısır ve Yunan
Donanmalarının Durumu;
Frankfurt, 10 Eylül. Avusturya
gazeteleri Ipsara’daki olayları ile
ilgili “Doğru Olan Gerçekleri”
yayınladı. Kaptan Paşa İpsara’da
700 askeri bırakarak 4
Temmuz’da bu adadan ayrıldı.
14 Temmuz’da 10’u İpsara
gemisi olmak üzere 30’dan fazla
Yunan gemisi göründü. Bu
gemilerden 1200–1500 arasında
Yunanlı isyancı karaya çıktı.
İpsara’da bırakılan 700 Türk
askerinin büyük bir bölümünü
feci bir şekilde katletti. Türk
askerlerinden bazıları limanda
beklemekte olan kendilerine ait
21 tekneye kaçmaya çalıştı. Türk
teknelerinden Sakız Adası’na
kaçabilen 3’ü dışındaki tüm
tekneler Yunanlı korsanlar
tarafından yakıldı. Yunanlıların
geriye püskürtülmesinden sonra
Kaptan Paşa 19’unda İpsara’ya
tekrar geri döndü. Ayın 20’sinde
ise Sakız Adası’nın güneyinde
bulunan Miaulis’in komuta ettiği
38 gemiden oluşan Yunan Filosu
Sisam’a saldırmak için Midilli
Adası yakınlarında demirlemiş
durumda bulunan Türk
Filosunun 4 mil yakınına kadar
yanaştı.
İpsara Adası Sakız Adası’nın
batısında küçük bir adadır.
Yunalılar 1822 yılında meydana
gelen Sakız olaylarını bütün
hünerleriyle dünyaya “Sakız
Katliamı” olarak aktarmış, o dönem
dünyanın en büyük ressamlarına
büyük paralar ödeyerek bu olayları
tablolar halinde gelecek kuşaklara
aktarmıştır. Oysa biz, bırakın İpsara
ve Sisam Adasında katledilen
Türkleri, Anadolu topraklarındaki
Yunan mezalimini bile dünyaya
aktaracak hiçbir faaliyette
bulunmadık.
Gelecek sayımızdan itibaren
Seyyahlara devam ediyoruz.
KASIM 2012
KUYETA
17
Kurumların Tarihi
Ve …..Türk Kadınlar Birliği
Kuşadası’nda kuruluyor….
Sevim Türemen T.K.B Kuşadası Şb. Kurucu Başkanı
Bölüm - 1
Yıl 1992 aylardan Şubat..Eşimle
Uzakdoğu seyahatine çıkıyoruz.
Grupta Türk Kadınlar Birliği
Genel Başkanı Sn. Ayseli Göksoy da
var. Böyle seyahatlerde grup
sohbetlerinin olduğu malum.. E
tabii Ayseli Göksoy’la olan
konuşmalarda da konu kadın
sorunları..
Kendilerine bir
ara şunu
sordum….
‘’Ülkemiz
nüfusunun
yüzde ellisini
oluşturan
kadınlarımızın
sorunları sizce ne durumda?
Bırakın kırsal kesimleri büyük
şehirlerimizde de hala okuma
yazma bilmeyen, eşinin adeta kölesi
olan, dayak yiyen ve bunu utandığı
için saklayan kısaca haklarının ne
olduğunu hala bilmeyen
kadınlarımız çoğunlukta..yanlış mı
düşünüyorum ?’’
Böylece ateşli ve tatlı bir söyleşi
başladı..Öylesine sorunlar tartışıldı
uzadıkça uzadı. Meğer ne çok
derdimiz varmış. Gündüz
gezilerimiz sonunda dinlenme
saatlerinde yine muhabbetler
devam ediyor. Bir zaman sonra yine
böyle bir araya geldiğimizde, yine
böyle bir arada otururken Sn.
başkan bana şöyle bir soru yöneltti.
— Kuşadası’nda niye Türk
Kadınlar Birliği yok?
— Bilemiyorum kurulmamış
dedim…
— Siz kuruyorsunuz dedi.
Hemen yanınıza en az üç arkadaş
alıp ilgili yerlere müracaatlarınızı
yapın. Ben Ankara’ya gider gitmez
yönetim kararını size
gönderiyorum…
—Ama Başkanım, ben böyle bir
şeye hazır değilim, düşünmem
gerek dedim.
-Seyahat boyunca bol bol
düşünün dedi ve kestirip attı….
Seyahat bitti. İstanbul’a döndük.
Beni bir düşünce aldı…
Çünkü bir işi başarabilmeyi göze
alıyorsam başlarım. Bir ay
düşündüm. Nereye gitsem, ne iş
yapsam kafama takılıyordu. Hele bu
konularda çok titiz bir mizaca sahip
olan eşim devamlı uyarıyordu.
Bu iş şakaya gelmez. Tüzel kişiliği
olan bir işe başlayacaksın, anayasa
ve dernekler yasasına bağlı ve
sorumlu olacaksın gözünün yaşına
bakmazlar yanlış yapmaya gelmez,
kanun bilmiyordumu kabul etmez
öğrenseydin der.
Anayasayı ve dernekler yasasını
iyice oku derneğin tüzüğünü iyice
incele sonra kararını ver diyordu.
Öyle yaptım.
Hiç aklıma gelmezdi Anayasayı ve
dernekler yasasını o yaşımda
inceden inceye okumak. Ve en
büyük şansım rahmetli eşimdi.
Beraber inceliyor beraber
tartışıyorduk..
On iki sene başkanlık yaptım hep
yanımda oldu, uyardı, destek verdi
ama işimize hiç karışmadı. İyice
düşünerek karar vermeyi, adımımı
kararlı ve azimli atmayı ve verdiğim
karardan dönmemeyi hep o önerdi.
Ben de on iki sene öyle çalışmaya
gayret ettim…
Bu çalışmalardan sonra Ankara
Genel merkeze telefon ettim, karar
verdiğimi bildirdim..Yanınıza üç
arkadaş alıp kurucu kurul olarak
bize talep dilekçesi gönderin
dediler. Onu da
yaptık.. Üç dört
gün sonra Genel
Merkez yönetim
kurulunun olur
kararı geldi ve
çalışmaya
başladık.
Sevim
Türemen, Işık
Söğütlü, Ayşe
Yılmaz, Nevin
İnanç olarak
yola çıktık..
Ancak Nevin
İnanç bir süre
sonra geçerli
mazeretlerini söyleyerek kesin
olarak çalışamayacağını söyledi..
Biz üç arkadaş işlemleri yürütüp
Kaymakamlıktan ve Emniyetten
onay alınca Genel Merkeze bildirip
resmen kuruluşumuzu
gerçekleştirdik..
Belediye Başkanımız rahmetli
Lütfü Suyolcu’yu ziyarete giderek
durumu bildirdik..Kendileri
basından Zafer Hacısalihoğlu’nu
makamına çağırarak kuruluşumuzu
bildirdi. Böylece Türk Kadınlar
Birliğinin kuruluşu basın yolu ile
sevgili Kuşadalılara duyuruldu..
Sıra geldi üye kaydına..Bu
konuda çok zorlandık..O yıllarda
Kuşadası’nda yalnız Yardım
Sevenler Derneği vardı.
Yanılıyorsam bağışlansın. Türk
Kadınlar Birliği dendiğinde yabancı
geliyordu. Çeşitli bahaneler
söyleyip derneğe bağlanmak
istenmiyordu. Amaçlarımızı
anlatıyor gönüllü bir dernek
olduğumuzu siyasi bir kimliğimiz
olmadığını söylüyorduk..Kimileri o
tarihlerde Sayın Semra Özal ve
arkadaşları tarafından kurulmuş
olan Türk Kadınını Güçlendirme
Vakfı diğer adıyla Papatyalar
olduğumuzu sanıyorlardı. O vakfın
da yaptığı işler şüphesiz güzeldi
ama bizler o dernek değiliz
diyorduk. Kısacası annemizi
teyzemizi kardeşimizi yani
Rıdvan Türemen Türk Kadınlar Birliği Kitabını İmzalarken
KUYETA
KASIM 2012
18
başarı ile bitti.
Konuklarımızdan
onlarca teşekkür
mektupları aldık.
Destek olan bu özel
ve sevgili insanlara
sonsuz
şükranlarımızı
sunuyorum. Bu arada
Kuruluş aşamasında
en başından en zorlu
zamanlarımızda uzun
yıllar yanımızda olan
ve yardımlarını
esirgemeyen Sevgili
dostumuz Mustafa
Oğuzkaan ve de
Okan Tuna beylere
KTKB Kuruluş Balosu 13 Kasım 1992 Korumar Otel
yürek dolusu minnet
nazımızın geçtiği kişileri
duygularımızı teşekkürlerimizi
kaydederek yirmi altı kişiyi
sunuyorum…
toparlayabildik.
Henüz dernek binamız
Evet, artık açılışımızı yapabilirdik.
olmadığından kısa bir süre Işık
13 Kasım 1992 günü Belediye
Söğütlü’nün Tespo daki ofisinde
Başkanımız Sayın Lütfü Suyolcu
çalıştık..Daha sonra İnönü Cad.
kurdelemizi keserek bizi eşikten
Seçkin Han’da aylık yirmi lira kira
atlattı..Henüz dernek binamız
ile bir yer tuttuk ve oraya geçtik. Bir
olmadığından sevgili Işık ve Kenan
yılı aşkın bir zaman orada çalıştık.
Söğütlü dostlarımızın Tespo’daki
Daha sonra Sn. Fuat Akdoğan,
ofislerinde açılış törenimiz oldu.
Akdoğan Pasajı 2. katta çok
Ankara’dan Genel Başkan Sn. Ayseli
sembolik bir ücret karşılığı yer
Göksoy eşliğinde merkez yönetim
gösterdi. Tabii hemen oraya
kurulu, İstanbul şubeleri ve de
taşındık. Kendisine hep
İzmir şubelerinden gelen seksen
teşekkürlerimizi ifade etmişizdir.
kişi civarında konuklarımız bizim
Yıllar sonra şükranlarımızı tekrar
yanımızda oldular. Açılış
sunarım. T.K.Birliği hala orada
töreninden sonra o zamanki adıyla
çalışıyor. Zamanın Belediye
Barmek otel salonuna gidilerek ilk
Başkanlığına bir yer talebimiz
Genel Kurulumuzu yaptık..
olmuştu ama bir türlü netice
Genel kurul sonrası yapılan
alamadık. Bir gün Sn. Erdal Aktüre
seçimde ilk yönetim kurulumuz şu
derneğimize teşrif ederek çalışma
isimlerden oluştu. Başkan: Sevim
ofisimizin bir yıllık kira karşılığı bir
TÜREMEN, 2. Başkan: Işık
çek hediye etti. Daha sonraki
SÖĞÜTLÜ, Sekreter: Alev ERGÜL,
yıllarda da yaptığımız yemekli
Muhasip: Ayten OĞUZKAAN, Faal
toplantılarımızı Kuştur’da
üye: Ayşe YILMAZ
yapmamız konusunda bize çok
Bir söz vardır ( cep delik cepken
yardımlarını gördük. Kendilerini
delik ) diye. Biz de öyle idik.
Derneğimizin babası olarak
Derneğin hiç parası yoktu. Genel
gördük.Tekrar teşekkürler ve
kurulumuza gelen yetmiş seksen
saygılar Erdal Baba……
civarında konuklarımızın
Çalışmalarımıza Kuşadası’nda
ağırlanması gerekiyordu. Kara kara
yaşayan Avukat, Doktor ve
düşünürken Rıdvan Türemen ve
Ekonomist arkadaşlarımıza
Kenan Söğütlü imdadımıza
söyleşiler yaptırarak başladık. Bu
yetiştiler. Barmek otelde
toplantılarda yaptığım ön
konaklamalarını ve o gece Korumar
konuşmalarda dernek
otelde yapılan müzikli yemeğimizi
tüzüğümüzün bazı maddelerinin
eşim üstlendi. Sevgili Kenan
açıklamalarını yapıyor,
Söğütlüde ertesi günü firmasının
T.K.Birliğinin bir yardım derneği
vasıtalarını vererek misafirlerimizin
değil kültür derneği olduğunu
şehir turu, Efes harabeleri ve ören
vurgulamağa
yerlerini gezmelerini sağladı. Açılış
çalışıyordum….Kadınımızın,
ve Genel kurul hikâyemiz böylece
gencimizin, çocuklarımızın
eğitimine önem ve destek vermek
amacında olduğumuzu söylüyor;
bilinçli bir annenin çocuk
yetiştirmesinin ve aile içindeki
yaşam düzeninin kurulmasında
daha etkili olabileceğini
vurguluyordum. Ancak eğitim
derken bunun okul eğitimi
olmadığını bunu vermenin bizim
haddimiz olmadığını ifade
ediyordum. Yaptığımız mahalle
toplantılarında o mahalle
muhtarlarının eşlerinin topladığı
kadınlarımıza konuk oluyorduk.
Bizlere eşlik eden Doktor ve
Hukukçu dostlarımız kadınlarımızı
bilgilendirmeye çalışıyorlardı. Aile
sağlığı, nüfus planlaması, kadın
sağlığı, akraba evliliklerinin
yanlışları, bulaşıcı hastalıklar ve
aşıların önemi, sigaranın zararları,
imam nikâhının kesinlikle yasal
olmadığı doğayı korumada kadına
düşen görevin önemi vurgulandı,
anlatılmaya çalışıldı. Daha
sonraki tarihlerde bu konuları
içeren geniş kapsamlı konferanslar
İzmir Üniversitelerinden davetlimiz
olarak gelen konularının
uzmanları tarafından değerli
Kuşadalılara Derici Otel
salonlarında sunuldu..
Saygıdeğer dostlar, T.K. Birliği
olarak çok güzel ve etkili
çalışmalara imza attığımıza
inanıyorum. Bunları tek tek ve
etraflıca anlatmak benim için büyük
bir övünçtür. Ancak okuyucuyu
sıkmak endişesiyle önemli
bulduklarımı nakletmeye
çalışacağım.
TKB Başkani Ayseli Göksoy'dan Belediye Başkanı Lütfi
Suyolcu'ya Plaket
KASIM 2012
KUYETA
19

Benzer belgeler

sayfalar aralik_`2012.....1-19

sayfalar aralik_`2012.....1-19 Destekleyelim. Güç verelim.

Detaylı

sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt

sayfalar NISAN_`2013.....1-19_opt Mustafa Veli, Belma Özgün, Dr. Ali Alkış, Dr. Ayşe Şerifoğlu, Mustafa Dinçoğlu, Av. Kaya Egel, Ali Hüseyin Torun, Sedat Onar, Yrd. Doç. Dr. Eralp Osman Çolakoğlu, Arif Çıkıcı, Özer Kayalı, Ata Şakr...

Detaylı

sayfalar temmuz_`2012.....1-19

sayfalar temmuz_`2012.....1-19 GELECEK SAYIDAN İTİBAREN YEREL TARİH SAYFALARINDA KUŞADASI YEREL TARİH ARAŞTIRMALARI GRUBU Adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ali Ergül Yayın Kurulu Ali Ergül, Müjgan Şavkay, Mustafa Veli, Belma Özgün, ...

Detaylı

sayfalar mayis_`2012.....1-19

sayfalar mayis_`2012.....1-19 Mahmut Esat Bozkurt'un çalışmaları çok kısa özet olarak bunlar. Ülkesini seven bir insan olarak, bir Türk olarak, bize hizmet eden insanları hayırla anmak ve onların adlarını yaşatmak, en önemli gö...

Detaylı