SAYI 140 / EKİM 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM

Transkript

SAYI 140 / EKİM 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
EKİM 2011 - SAYI 140•
1•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
•2
Bilim ve Aklın Aydınlığında
EĞİTİM
Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600
Yıl: 12•Sayı: 140•Ekim 2011
Sahibi
ÖMER DİNÇER (Mil­lî Eği­tim Ba­ka­nı)
•
Ge­nel Ya­yın Yö­net­me­ni
YUSUF ESENER
•
Ya­zı İş­le­ri Mü­dü­rü
ARİF BÜK ([email protected])
•
Ya­yın Ku­ru­lu
DİNÇER EŞİT­GİN ÇAĞRI GÜ­REL
ŞABAN ÖZÜ­DOĞ­RU AYSUN İL­DE­NİZ
HAKKI US­LU
MACİT BALIK
•
Ta­sa­rım
HAKKI US­LU (hus­[email protected])
•
İle­ti­şim ve Ko­or­di­nas­yon
DİNÇER EŞİT­GİN (de­sit­[email protected])
•
Yö­ne­tim Mer­ke­zi
Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­lığı Tek­ni­ko­kul­lar/AN­KA­RA
http://ya­yim.meb.gov.tr e-pos­ta: baa­[email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48
•
Bas­kı
Dev­let Ki­tap­la­rı Döner Sermaye İşletmesi Mü­dür­lü­ğü
•
Abo­ne - Da­ğıtım
HALİL İBRAHİM KINACI
Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72
İÇİNDEKİLER
ÇİZGİ•HAKKI USLU ........................................................... 2
BAŞBAKAN SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞANʼIN MESAJI ........... 3
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇERʼİN MESAJI .......... 4
OKULLAR ÇİÇEK AÇAR•MEHMET ORHAN . ........................... 5
BİR ÖĞRETMENİN GÜNLÜĞÜ•YILDIRIM TÜRK ..................... 7
YOLDA OLMAK•ERGÜL ALTAŞ . .......................................... 10
SAYILARIN EKSEN DEĞİŞİKLİĞİ•MEHMET ŞENGÖNÜL ......... 12
FRANSA’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ•TÜLİN KARTAL GÜNGÖR .... 16
KELEBEK•İSA İLKER AKKOÇ ............................................. 21
ŞAHMERAN•ÇAĞATAY HAKAN GÜRKAN ............................ 23
Gön­de­ri­len eser ve ça­lış­ma­lar ya­yım­lan­sın ve­ya ya­yım­lan­
ma­sın, ia­de edil­mez. Ya­zı­la­rın içe­riğin­den ya­zar­la­rı so­rum­
lu­dur. Ya­yın Ku­ru­lu ya­zı­lar üze­rin­de de­ğişik­lik ya­pa­bi­lir.
YAYLALAR•ZAHİT GENÇ ................................................... 27
“Bi­lim ve Ak­lın Ay­dın­lığın­da Eği­tim” adı anıl­ma­dan alın­tı
ya­pı­la­maz. Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­
lığı­nın 22.12.2005 ta­rih ve 6088 sa­yı­lı olu­ru ile ba­sıl­mıştır.
İĞNEYLE KUYU KAZAN DURSUN USTA•OSMAN DOĞANAY . 29
Der­gi­mi­zin yıl­lık abo­ne be­de­li 20 TL (öğ­ret­men ve öğ­ren­ci­ler
için 15 TL)’dir. Abo­ne be­de­li­nin Zi­ra­at Ban­ka­sı El­ma­dağ-An­
ka­ra Şu­be­sin­de­ki Dev­let Ki­tap­la­rı Dö­ner Ser­ma­ye­ İşletmesi
Mü­dür­lü­ğü­nün 2016676-5016 nu­ma­ra­lı he­sa­bı­na ya­tı­rı­la­rak
HERMENEUTİK YAKLAŞIM VE EĞİTİM•MEHMET ULUKÜTÜK . 33
mak­bu­zun ve açık ad­re­sin “Devlet Kitapları Döner Sermaye
İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-AN­KA­RA” ad­re­si­ne gön­de­
ril­me­si ge­rek­mek­te­dir.
GÜNDEM ........................................................................... 40
Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yın­la­rı: 5690
Sü­re­li Ya­yın­lar Di­zi­si: 283
KAPAK FOTOĞRAFI: DİNÇER EŞİTGİN
ÇİZGİ • Hakkı Uslu
OKULLAR ÇİÇEK AÇAR
MEHMET ORHAN
her gece bir gün açar penceremde
umut sağarım ülkemin üstüne
düşler kurarım, okullar çiçek açar…
ülkemin güneş gözlü çocukları
siz gökyüzünde yıldız
yeryüzünde fidansınız
sevgiye açsınız, şefkâte muhtaç
sıcak öpücükler konacak yanağınıza
kalbiniz ısınacak…
siz küçük bir fidansınız çocuklar
suya muhtaç, toprağa muhtaç
yağmurda ıslanacaksınız, koşacaksınız
toprağa kök salacaksınız
ve bereket fışkıracak topraktan
oyunlar oynayacaksınız güzel havalarda
uçan kuşlar göreceksiniz
seyredeceksiniz…
5•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ülkemin buğday benizli çocukları
siz küçük bir fidanken
boy atacaksınız
bazen hafif bir rüzgâr okşayacak teninizi
size bir şeyler anlatacak
ve siz türlü türlü meyveler vereceksiniz…
ülkemin ülkem diyen çocukları
sizin de yüreğiniz okullaşacak
her biriniz Yunus olacak
şiirler söyleyeceksiniz sevgi üstüne
türküler yakacaksınız
gönüller fethedeceksiniz
bayrak bayrak dalgalanacaksınız
yurdumun her köşesinde…
•6
BİR ÖĞRETMENİN
GÜNLÜĞÜ
YILDIRIM TÜRK
“Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil”
Fuzûlî
Kırıkkale Atatürk Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmeni
8 Eylül Pazartesi
S
abahın ilk ışıltısı Dinek Dağı’nın üstünden Osmangazi Mahallesi’ne düşünce okulumuz Kırıkkale Atatürk
Anadolu Lisesi, müteahhitlerin iştahını kabartan, birkaç katlı beton binanın yutmaya hazırlandığı tarlaların ortasında muhteşem bir tabloya dönüşüverdi. Öğrenciler
yaz tatilinden kalmış mahmur gözlerini ovuşturarak gecenin
ve tatilin uyuşukluğunu üzerlerinden atmaya çalışıyor gibilerdi. İki aylık tatilde birden büyümüş, bir olgunluk oturmuştu
tavırlarına. Zaman, alt sınıfın gelmesiyle akardı burada. Dokuzuncu sınıflar nasıl bir yere geldiklerinden habersiz, acemilikleri bakışlarına yansımış, tedirginlikleri üstlerine sinmiş,
çekingen adımlarla belki de ileride çok samimi olacakları arkadaşlarına yaklaşıyorlar. Araştıran gözlerle sığınacak tanıdık bir yüz arıyor, öğretmenleriyle konuşmaya çekiniyorlardı.
Kim bilir bu ilk gün eski okullarını, eski öğretmenlerini ne çok
özlüyorlardır.
Yıldırım Türk, Bir Öğretmenin Günlüğü, Bilim ve
Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011,
ss.7-9.
11 Eylül Perşembe
Günler yaprak yaprak önüme yığılıyor. Akıp giden zamana baktığımda öğretmenlikte çoktan iki haneli rakamlara
ulaşmışım bile. Aşina yüzler bir bir çekip gitti okuldan, yer-
7•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Öğrencilerimin gün gün şekil aldığını görmek mutluluk veriyor bana. Edebî metinlerin büyülü dünyasından ziyade, beş seçenek arasından sis tabakasını
aralamaya çalışıyoruz, hayata yenik düşmemeleri
için. Özlenen hayatın, mutluluğun orada olduğunu
işaret ediyoruz.
lerini yeni umutlara, yeni filizlere bıraktılar. Hatıraları şimdiden sindi sınıflara, koridora, kantine, okul
bahçesine. Yeni öğrencilerimize baktığımızda eski
öğrencilerimizden bir iz bulmaya çalışıyoruz. Bazen yeni öğrencilerimizin suretine bürünmüş olarak
çıkıyorlar karşımıza. Her mezuniyetle bir parçamız
daha eksiliyor, onlarla gidiyor. Gerçi kişiler değişse
de hayaller, hüzünler, sorunlar fazla değişmiyor. Dört
yılı gergef gibi işleyenler şimdi çeşitli üniversitelerin
hatırı sayılır bölümlerinde yerlerini aldılar. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bu dört yılı olması gerektiği gibi
değerlendirmeyenlerle zaman zaman şehrin caddelerinde boyunları bükük, gözlerindeki parıltı sönmüş
olarak karşılaşıyoruz.
3 Ekim Salı
Sabah yapılan mutat kontrolde yine birkaç öğrenci, nöbetçi öğretmenlerin sert bakışına takıldı.
Yeni yeni ustura yüzü görmeye başlayan, kesmekle
bırakmak arasında tereddüt eden, hafta sonundan
kalmış sakallarıyla erkek öğrenciler ikaz ediliyor;
gözlerinin altına hafif renk vermiş kız öğrencilerin
boyaları sildiriliyor, derslerden başka hiçbir şey akıllarını çelmesin diye. Öğretmenler odasına girdiğimde bazı öğretmen arkadaşlar yarın oynanacak maç
hakkında hararetli hararetli konuşuyorlardı. Öteki arkadaşlarsa ders hazırlıklarını tamamlayıp ilk ders zilinin çalmasını bekliyorlardı. Dört yıldır beraber olduğum son sınıfların dersine giriyorum ağırlıklı olarak.
•8
15 Ekim Çarşamba
Dersler birbirini kovalıyor, günün izlerini kâğıda
nakşederek hayat yolunda ilerliyorum. Cahit Sıtkı
Tarancı’nın “Zamanla nasıl değişiyor insan!/ Hangi resmime baksam ben değilim.” dizeleri birkaç
gündür dilimde dolanıyor. Bizimle beraber her şey
değişiyor, hiçbir şey yerli yerinde durmuyor. Önce
saçlarımızın rengine, sonra yüzümüzün çizgilerine
yansıyor bu. Değişen sadece biz miyiz? Bütün bir
nesil değişiyor. Değerlerimizin yavaş yavaş eridiğini
gözlemliyoruz. Yeni nesille yabancılaşmaya başladığımı, gündemlerimizin farklı olduğunu, onlardan
farklı dünyalarda yaşadığımı fark ediyorum. Öğrenciler, dersine girmeyen öğretmenlere selam bile vermiyorlarmış. Yoksa onlar da mı notun kölesi oluyor,
bu yaşta etrafına çıkar penceresinden mi bakıyorlar?
7 Kasım Cuma
Nasıl bir insan tipinin harcına emek veriyoruz
acaba? Dört yıl sonra bu benim eserim diye övünebileceğimiz kaç kişi olacak? Onlardaki eksikliğin aslında bizim eksikliğimiz olabileceğinin farkına varabilecek miyiz? Çoğu alanda üretimden tüketime geçilmesi derslerimize de test olarak yansıdı. Testle yatıp
testle kalkar olduk. Dershanecilik eğitim felsefemiz
olmuş. Dersler eskisi gibi “hayat, bilgi, öğrenci”
merkezli değil, test merkezli işlenir oldu. Test bilgisi
hayata aktarılamıyorsa düşünme ve üretme çağında
olan beyinlere bilgileri geçici olarak doldurmak, onları törpülemek eğitimin ne kadar amacı olabilir? Özü
alınmış dersler, öğrenciler tarafından aynen tekrar
edildiği zaman kendimizi bahtiyar, öğrenciyi başarılı sayıyoruz. Hiçbir şey kendi suretinde değil. Önce
insanlar maske takmaya başladı, sonra kurumlar…
Yüzeysel cilalamalarla kurtuluşu bekliyoruz. Tarih
şuurunu almadan, felsefi sorgulama yapmadan,
EKİM 2011 - SAYI 140•
edebî terbiyeden geçmeden sadece ekonomik kaygıyı ön plana alan sınav gençleri, acaba değerlerimiz
söz konusu olunca gereken duyarlılığı gösterebilecekler mi? Her yıl öğrencilerin bir önceki yıla göre biraz daha çözülmüş olduğunu gördükçe buna olumlu
cevap veremiyoruz maalesef. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de illeri yarıştırıyorlar. Sahi, biz yarış atı
olmaktan ne zaman kurtulacağız? Keşke üretimi,
ülke adına yapılan yenilikleri, yerli mallarını yarıştırsak. Birilerinin üzerinden başarıya ortak olmayalım,
başarısızlıklarımızı da paylaşalım. Bırakalım artık çocukları yarıştırıp kendimize pay çıkarmayı, kendimiz
yarışalım istihdamda, üretimde, kalitede.
24 Kasım Pazartesi
Bugün bizim günümüz yani Öğretmenler Günü.
Öğretmenliğimin ilk yıllarında Anadolu’nun çeşitli
kasabalarında görev yaparken titrek ellerin uzattığı
kâğıt mendiller, muhtemelen bahçelerden aşırılmış
bir demet çiçek ve ucu ucuna denkleştirilmiş harçlıklarla alınan tükenmez kalemlerle anlardık bugünün
geldiğini. Bunlar, bizlere sonu gelmez nutuklardan
daha sıcak gelirdi. Kutsaldık kutsal olmasına ama bu
yolda yalnız yürüyor, bu destanı yalnız yazıyorduk.
Kararlıydık. Öğrencilerimizin gözlerindeki ışıltı bizi
mutlu etmeye yetiyordu. Tek isteğimiz onların topluma yararlı kişiler olduğunu görmekti. Öğretmenler
Günü’nden beklentimiz de bu ‘kutlu gün’ün öğretmenlere yakışır ve onun kutsallığını hak ettirecek şekilde doldurulması; gerisi lafügüzaf...
2 Nisan Pazar
Pazar sabahı erkenden kalkmak zor gelse de bugün veli toplantısı vardı. Birkaç gün önceden notlar
verildi, devamsızlıklar işlendi, eksiklikler tamamlanarak ara karne hazırlandı. Her zaman olduğu gibi zılgıt
yiyeceğini, surat asılacağını tahmin eden öğrenciler,
sudan bahanelerle ailelerini hiç haberdar etmemekte buldu çareyi. Velilerin meraklı bakışları seslerine
yansımış, çocukları için söylenecek güzel bir söz,
azıcık da olsa bir övgü bekledikleri her hâllerinden
belliydi. Bugün sihirli bir değnekle velilere dokunulmuştu sanki. Dinlediğimizde kaygıları, ilgileri, hassa-
siyetleri ve teklif ettikleri çözüm yollarıyla bizleri yine
etkilediler. Ama nedense birkaç veli dışında çoğunu
sadece toplantılarda bu hararetli konuşmalarıyla hatırlıyorum. Bu toplantılarda söylenen güzel bir söz,
her zaman daha yapıcı olmuş, buz dağlarını eritmiştir. İşte o zaman öğrencinin dünyasına kapı aralıyor,
bazen ailelerin bir ferdine dönüşüyoruz. Aşinalığımız
arkadaşlığa, dostluğa dönüşüveriyor.
12 Haziran Cuma
Bugün okulun son günüydü. Karneleri dağıttık.
Öğrenciler notlarını birkaç gün önceden “e-okul”dan
öğrendikleri için karnenin artık eski merakı ve heyecanı kalmadı. Karne şarkıları da okul anılarımızdan
çekildi. Aramıza İnternet girdi. Her yılın bir önceki yılı
arattığı bu zamanda eski günleri anıp mutlu olmaktan başka çaremiz de kalmadı. Birçoğu ortalama
yükseltme sınavı hakkında bilgi almak için geliyor
zaten. Her bitiş bir başlangıcın habercisidir. Kimi
bir üst sınıfa kimi üniversiteye kimi ise hayatın sert
yüzüyle karşılaşmaya gidecek. Bizim derslerimizse
hiç bitmeyecek. Hocam Arif Ay’ın dizeleri dolanıyor
dilimde:
“Hayat ebedî hayata eklenince tamamlanır
Bu yüzden dersler de bitmeyecek
Son şiirler gibi yarım kalacak
Uzun bir nehirdir anılarımız
Hep aramızda akacak”
9•
YOLDA OLMAK
ERGÜL ALTAŞ
Dilek Şehit Emrah Akman İ.Ö.O. Öğrt. Saruhanlı/MANİSA
Y
ola çıkmak, yolda olmak bambaşka dünyaların kapılarını açar bize. Gözlerimizden içimize akan görüntü
an be an değişir. Bazen başımız döner, bazen ayaklarımız yerden kesilir. Bazen şaşırırız, bazen hayret
ederiz. Yaratılanda yaratanı görürüz.
Kimi zaman bir gelincik tarlası sağlar bunu, kimi zaman
bahar gözlü papatyalar.
Bazen bir dağ dikilir önümüze. Zümrüt yeşili orman dolar
içimize. Ciğerlerimiz bayram eder. Dolana dolana çıktığımız
zirvesinden bir çırpıda ineriz düze. Dağ ne kadar yüce olursa
olsun, yol üstünden geçer, demiş atalarımız. Git git bitmez
ovalar. Sürülmüş, ekime hazır toprak buram buram kokar.
Alın teriyle boy atmış ürünler gülümser. Rüzgâr, çocuk olmuş, saçlarını karıştırır başağa durmuş buğdayların.
Mevsimine göre çiçeğe durmuş, meyveye durmuş ağaçlarla göz göze gelirsiniz. Tutup öpersiniz dallarından. Cömert
gönüllerinden kopar meyvelerin en albenilisi. Uzanıp alırsınız, şükür vacip olur. Hamd edersiniz nimeti verene.
Ergül Altaş, Yolda Olmak, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.10-11.
• 10
Boynunuz bükülür kış mevsimini çıplak geçiren ağaçları
görünce. Onlarla omuz omuza verip baharı beklersiniz. Bahar müjdedir. Sabrın meyvesi; diriliş müjdesi.
Kızılcabölük / Denizli (Fotoğraf: Ahmet Alper Tatcı)
EKİM 2011 - SAYI 140•
Bir çocuk koşar otobüsün, otomobilin yanı sıra.
El sallar size. O çocuğu da alıp öyle devam edersiniz
yola. En güzeli trendir bana sorarsanız. Çünkü bir
çocuk en güzel bir trenin ardından el sallar.
Bir göl kenarından geçersiniz. Bazen bir denizin
kıyısı boyunca yol alırsınız. Bir yanınız deniz, bir yanınız orman. Arasında siz, tahtta Sultan Süleyman.
Koyun kuzu meler, keçiler kayalarda seker. Bir
süt kokusu gelir burnunuza. İçiniz ısınır kışsa, hava
buz gibiyse dışarıda. Yazsa ayrandır aklınıza düşen.
Köpük köpük ayranla serinlemenin yerini ne gazoz
tutar ne dondurma. Karpuza bir şey diyemem. Onun
yeri başka.
Yolda olmak diri olmaktır.
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.”
Yolda olmak gözünü dört açmaktır. Yol üstündeki
bir taşı kenara kaldırmaktır. Gönül gözünü açmaktır. Çevreye ibret nazarıyla bakmaktır. Kâinat kitabını
yeni baştan okumaktır.
“Gezdim Rum ile Şam’ı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin.”
Yolda olmak, kendini aramaktır. Kendine gönül
dostları aramaktır.
Dünya gurbettir, ahret ebedi yurt; hayat, ebedi
yurda yolculuk.
Yolda olmak, yolcu olmak güzeldir. İnsan aklında
tutar fâniliğini.
11 •
SAYILARIN EKSEN DEĞİŞİKLİĞİ
MEHMET ŞENGÖNÜL
Yard. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Matematik Bölümü Öğretim Üyesi
İ
nsanoğlu, insanlık serüvenine başladığı günden beri
Yaratıcının kendine verdiği, arayıp bulma ve bulduklarını bir araya getirerek işlerini kolaylaştırma yeteneği ile
yolunda hızla ilerlemeye devam ederken; ilk elde ettiği,
o eşsiz değerdeki bilgilere, bu gün başını çevirip bakmıyor
bile... Milâttan önce, 1950 yıllarında ikinci dereceden denklemleri çözen Babilli matematikçilerin duyduğu heyecana,
ya da Pisagorcuların inadına, bütün sayıların rasyonel olmadıklarını keşfeden bir kâşifin heyecanına, şimdi 6. sınıf
öğrencilerinin başını çevirip bakmadıklarını; onlar için sıradan bir bilgi kırıntısı olduğunu hemen her anne-baba, her
öğretmen gözlemleyebilir. Kimdi acaba sayma anlamında,
ilk çiziği bir hayvan kemiğine, bir mağaranın duvarına veya
bir hayvan derisine çizen? Sıfır tanımlandıktan sonra zamanın matematikçileri diyebileceğimiz kâşifler neler hissetiler?
Konuşan tek varlık insan; düşüncelerini sözle karşısındakine
aktarırken işlerini nasıl da kolaylaştırıyor... “Seni seviyorum”
iki kelime. Ne çok şeyi ihtiva ediyor... Bir yolu olmalıydı sahip
olduğu nesnelerin sayısını “söz” kadar kolay ifade etmenin!
Ve insanoğlu onu da keşfetti : 1, 2, 3,... . Eğer yedi tane ek-
Mehmet Şengönül, Sayıların Eksen Değişikliği, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011,
ss.12-15.
• 12
meği varsa yedi çizik çizmek yerine “7” kullanmaya başladı.
Fakat bu yetmedi. Bütünün parçalarını da soyut simgelerle
EKİM 2011 - SAYI 140•
ifade etmek istedi; sonunda başardı. Artık rasyonel
Bütün reel sayıların kümesi IR olsun. IR’nin kapalı
sayıları da vardı. Yoksa 7 ekmek 9 kişiye eşit nasıl
her alt kümesine bir aralık sayı denir (Moore, 1959).
bölünecekti? Bilimin gelişmesi, negatif sayılarıda
IR üzerinde tanımlı bütün aralık sayıların kümesi Ei
işin içine katmaya insanoğlunu zorlamıştı. Fakat bir
ile gösterilsin. Bir aralık sayının başı ve sonu eşit iki
türlü olmuyordu, eksiklikler vardı, elde ettiği sayı kü-
sayı ise bu aralık sayı bir reel sayıyı gösterir ve çoğu
melerinde boşluklar gözüküyordu, sonunda onu da
kaynaklarda reel sayılara, dejenere aralık sayılar adı
yakaladı: İrrasyonel sayılar. Ve başka sayılar. Artık bu
verilir (Markov, 2005). Bu ise IR nin Ei nin içine gö-
sayıların kümeleri ve matematik indüksiyon kuralları
mülebileceği sonucunu verir. Yani aralık sayılar reel
yardımı ile yeni matematik yapılar tanımlanmış; çok
sayıların bir doğal genellemesinden başka bir şey
karışık matematik teorilere geçiş yapılmıştı.
değildir. u = [u-, u+] bir aralık sayı olsun. u’nun bir
Şimdilerde şöyle bir durup matematik dünyasına baktığımızda rasyonel ve irrasyonel sayıların
karışımı olan reel sayılar yada karmaşık sayılar birçok problemi çözüyor gibi görünüyor. Uzunluk kaç
u+ maksimumu birde u- minimumu olduğu açıktır.
İki aralık sayının toplamı, çarpımı veya bölümü reel
sayılardaki toplama, çarpma ve bölme kuralları kullanılarak aşağıdaki gibi tanımlanır. " u = [u-, u+], ν =
birim, kaç kilowatsaat, ağırlık ne kadar, hacim ne
[ν-, ν+] ∈ Ei için,
kadar birim küp, vs... hepsi için bir reel sayı söyle-
a) Eşitlik:
nir. Fakat aslında günlük yaşantımızda birçok durumu daha iyi ifade edecek sayı kavramlarının olması
gerektiği çoğu bilim adamı gibi matematikçilerin de
zihnini sinsice kemiren düşünceydi. Biraz ekşi, biraz
kısa veya beyaz gibi kavramlar için; tam ekşi nerede başlar?, kısalık kaç cm den sonra başlar, beyaz
olmanın ölçüsü ne olmalıdır? Yoksa bembeyaz mı
beyazdır? Ya da diyelim ki ölçme aletiniz, ± 5 hatalı
ölçme yapıyor. Ve diyelim ki bu alet bir terazi olsun.
Bu terazi ile siz tam 1 kg meyve alabilirmisiniz? Alamazsınız. Alsanız alsanız [995,1005] aralığında kalan
x gr kadar miktarda meyve alabilirsiniz. Yani aldığınız meyvenin ağırlığı 995≤x≤1005 olacak şekildeki x
kadar olacaktır. Aslında günlük hayatımızda hep en
iyi ihtimal ile en kötü ihtimal arasında seçim yapmaz
mıyız? Her zaman bir alt sınır ve bir üst sınır arasında
kendimizi buluruz. Mutlak anlamda bazı şeyleri elde
etmek mümkün değil herhalde... Bu zihni zorlayan
düşüncelerin sonucu olarak; 1951 yılında Amerikalı
P. S. Dwyer aralık sayı kümelerinden (sets of interval
numbers) bahsetti ve arkasından 1959 da R. E. Moore aralık sayıların cebirsel işlemlerini tanımladı.
İşte burada, meselenin uzağında olanların kolay
anlaması için, işin tekniğine bir göz atmak yerinde
olur.
u = ν ⇔ u- = ν- ve u+ = ν+ ise,
b) Sıralama:
u ≤ ν ⇔ u- ≤ ν- ve u+ ≤ ν+ ise,
c) Skalerle çarpım:
a ∈ IR olmak üzere eğer a ≥ 0 ise au = [au-, au+],
a < 0 ise au = [au+, au-] dir.
d) Çarpma:
u. ν= [u-, u+].[ν-, ν+] = [min {u-. ν-, u+. ν-, u+. ν-, u+.
ν+}, max {u-. ν-, u+. ν-, u+. ν-, u+. ν+}]
e) Bölme:
0 ∉ ν = [ν-, ν+] olmak üzere u ile ν’nin bölümü
u [u-, u+] 1
=
=
ν [ν-, ν+] [ν-, ν+]
[u-, u+],
f) Toplama:
u + ν= [u-, u+] + [ν-, ν+] = [u- + ν-, u+ + ν+] olarak
tanımlanır.
Aslında IR’nin cebirsel özelliklerinden çoğu Ei için
13 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
geçerli değildir. Örneğin, [1, 2] + [a, b] = [0, 0] ola-
Aralık sayılar üzerinde 1960’lı yıllarda yapılan
cak şekilde bir [a, b] aralık sayısı mevcut olmayabi-
çalışmalar, bize göre, bulanık sayı kavramını tetik-
lir. Gerçekten, iki aralık sayının toplamı ve eşitliğinin
ledi. 1965 yılında Türk asıllı İranlı ünlü matematikçi
tanımına göre [1, 2] + [a, b] = [1 + a, 2 + b] =[0, 0]
A. Lütfi Zadeh bulanık kümeleri (fuzzy set) tanımla-
den 1 + a = 0 ve 2 + b = 0 olup bu eşitliklerinden a
yıp arkasından bulanık (fuzzy) sayı kavramına geçiş
= -1 ve b = -2 bulunur. Demek ki [1, 2] aralık sayısı-
yaptı. Bulanık sayı kavramını vermeden önce bula-
nın toplamaya göre tersi [-1, -2] dir. Halbuki [-1, -2]
nık kümeler hakkında kısa bilgi verelim:
bir aralık sayı değildir. Dolayısıyla IR üzerinde tanımlı
grup, halka ve cisim olma gibi özellikler Ei üzerinde
gerçeklenmez, lineerlik yapısı yoktur. S. Markov, Ei
nin yarı lineer uzay olduğunu “Quasilinear Spaces
and Their Relation to Vector Spaces” adlı makalesinde inceledi (Markov, 2005). Tüm bunlara rağmen
Ei, IR ye göre zengin bir yapıya sahip olmasa bile,
hata hesaplarında, kimyada, yapı mühendisliğinde,
kontrol devrelerinin dizaynında, ışık demetlerinin incelenmesinde, astroid yörünge hesaplarında, sinyal
işlemlerinde, robotik gibi alanlarda IR’nin elemanlarını kullanarak yapılan hesaplamalardan daha iyi
sonuçlar vermektedir. Son yıllarda aralık sayılarla
hesap yapmak için INTLAB adı altında bilgisayar yazılımları geliştirilmiştir. Mühendislik bilimlerinde kullanılan bu program üzerinde burada durmayacağız.
Ancak bir matematikçi olarak bizi ilgilendiren biraz
da Ei nin elemanları arasındaki uzaklıktır ve burada
bu konuda söz etmek yerinde olacaktır.
Ei X Ei → IR, d (u, ν) = max {⎢u - ν ⎢, ⎢u -ν ⎢} ile ta-
kümesinin bir A altkümesine ait elemanları A = {(χ, μ
(χ) : μ : X → {0, 1}, χ ∈ X} biçiminde verilir. Kolayca
görüldüğü gibi μ (χ)’in alacağı değer ya 0 dır ya da 1
dir. Böylece (χ, μ (χ)) ikilisinde eğer μ (χ) = 1 ise χ’in
A’nın bir elemanı olduğunu, μ (χ) = 1 ise χ’in A’nın
bir elemanı olmadığını anlarız. Bu bildiğimiz Aristo
mantığından başka bir şey değildir. Yani bir nesne
bir kümeye ya aittir ya da değildir. Bulanık kümelerde durum biraz farklı ele alınır. X boş olmayan bir
küme ve μ, X den [0,1] aralığına bir fonksiyon olsun.
" χ ∈ X için (χ, μ (χ)) ikililerinin oluşturduğu kümeye X üzerinde bulanık küme denir. μ’nün χ’den [0,1]
aralığına bir fonksiyon olarak verilmesinden dolayı,
0 ve 1 den başka, 0 ile 1 arasınada kalan değerleri alabileceği açıktır. Eğer özel olarak X=IR alınırsa
ikililerinin oluşturduğu kümeye IR üzerinde bulanık
küme denir. Diyelim ki E, IR üzerinde bir bulanık
u, ν ∈ Ei olmak üzere Ei üzerinde bir d metriği, d:
-
Klasik kümeler teorisinde bir küme üyelik fonksiyonu yardımı ile tanımlanır. Söz gelimi X evrensel
+
küme olsun. Eğer
+
nımlanır. Ei üzerinde tanımlı d metriğine göre tamdır
(Moore, 1959). Açıkça görüleceği gibi u=ν ise d’nin
IR nin mutlak değer metriğinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Ei üzerinde tanımlı metrik yardımı ile
aralık sayıların yakınsak dizileri ve buna bağlı olarak
a) μ (χ0) =1 olacak şekilde bir χ0 ∈ IR mevcut,
b) χ, y ∈ IR ve a ∈ [0,1] için μ [aχ + (1 - a)y] ≥ min
{μ (χ), μ (y)},
c) μ (χ) üstten yarı sürekli,
aralık sayıların dizi uzayları üzerindeki metrik ve bazı
özellikleri Şengönül ve Eryılmaz tarafından incelendi
d) [μ]0 = {χ ∈ IR : μ (χ) > 0} kompakt (burada {χ ∈
(Şengönül; Eryılmaz 2011). Burada ele alınan fikirle-
IR : μ (χ) > 0} ile IR nin topolojisine göre {χ ∈ IR : μ (χ)
rin aralık sayıların serileri ve seri uzayları bakımından
> 0} nin kapanışını gösteriyoruz ) ise μ ye IR üzerinde
yeniden ele alınacağı, aralık sayıların soyut uzayları-
bulanık sayı denir (Şengönül; Eryılmaz 2011). Bütün
nın bir çok ilginç özelliklerinin araştırmacıların ilgisini
bulanık sayıları kümelerini göstermek için standart
çekeceği ve araştırılacağı düşünülmektedir.
notasyon olarak E1 kullanılır.
• 14
EKİM 2011 - SAYI 140•
E1 üzerindeki cebirsel işlemler seviye kümele-
rencileri) bulanık sayı dizileri ve buna bağlı olarak bu-
ri denilen kümeler kullanılarak yapılır. Bu bir tek-
lanık sayı dizi uzayları inşa edip çok zengin yapılara
nik kısıtlamadır. u ∈ E için u’nun a -seviye kümesi
ulaştılar. Bugün hâlâ, araştırmacılar çeşitli yakınsak-
[u]a=
{χ ∈ IR : μ (χ) ≥ 0}, 0 < a ≤ 1 ise
{χ ∈ IR : μ (χ) > 0}, a = 0 ise
olarak tanımla-
nır. Eğer u ∈ E1 ise [u]a boş olmayan kapalı ve sınırlı
bir aralıktır. Bu aralığı [u]a = [u-(a), u+(a)] ile gösterir-
lık tanımlarını kullanarak, bulanık kümeler alanındaki
teorileri genişletmeye devam etmektedirler. Elbette bir küme üzerine farklı metrikler konularak farklı
metrik yapılar, farklı cebirsel işlemler tanımlanarak
sek, iki u ve ν bulanık sayısının toplamı, çarpması
farklı uzaylar elde edilebilir. Bu yapıların tamamı göz
gibi temel aritmetik işlemler, seviye kümeleri kulla-
önününe alındığında ne kadar büyük bir zenginliğe
nılarak, yukarıda verdiğimiz aralık sayıların toplama
sahip olduğumuz az da olsa anlaşılır.
ve çarpmasına benzer olarak ele alınır. Birbiri ile çok
yakın gibi görünen aralık sayı ve bulanık sayı kavramları asıl itibarı ile hiçbir şeyi sayamazlar... Ne
kadar sorusunun cevabı da olamazlar. Günümüzde
bulanık sayılar asansör sistemleri, nükleer reaktörlerin işletimleri, otomotivde, beyaz eşyaların işletim
sistemleri, arabaların motor ve süspansiyon sistemleri gibi bir çok alanda kullanılıyorlar. Bu sayılarla
sayamıyoruz ama bilgisayar programları, bu sayıları
kullanarak geleneksel sayıları kullanarak elde edilen
sonuçlardan daha tutarlı sonuçlar verebiliyorlar.
Zadeh’in
bulanık
kümeleri
tanımlamasından
sonra, matematikçiler hızla, geleneksel anlamdaki
matematik alanların (örneğin analiz, cebir, geometri
Belki matematiğe ilgi duyan lise veya üniversite
lisans öğrencileri geriye ne kalmış? diye sorabilirler.
Aralık ve bulanık sayıların elde edilmesi, araştırmacıları henüz durdurabilmiş değil... Aralık sayılar ve
bulanık sayıların beraberce düşünülmesi ile Aralık
değerli bulanık sayı kavramına geçiş yapılmıştır. Bu
sayıların cebirsel ve bazı metrik özellikleri üzerinde
ülkemizde ve özellikle Avrupa ve Amerika’da araştırmalar yapan araştırmacılar mevcuttur.
Ne dersiniz yakın bir gelecekte, çocuklarımız artık bir, iki, üç,... diye saymayı bırakacak mı?... Aslında, moda tabirle, “matematik eksen değiştiriyor”
deseniz abartmış olmazsınız.
gibi) bulanık karşılıklarını inşa ettiler. Burada sezgisel
KAYNAKÇA
olarak sizlerin de anlayabileceği gibi, bulanık sayılar
Ray Boche, Complex ınterval artithmetic with some app-
kümesi E üzerindeki uzaklık, aralık sayılar üzerin-
lications, Lockheed Missiles and space company,
deki uzaklık fonksiyonu kullanılarak tanımlanacak-
California, 1966.
1
tır. Gerçekten E1 üzerindeki uzaklık dƒ(μ, ν) = supa ∈
[0,1]
max {⎢u-(a)- ν-(a)⎢, ⎢u+(a)- ν+(a)⎢} olarak verilir.
Nanda(Nanda, 1989) de E1 bulanık sayılar kümesinin
tam metrik uzay olduğunu gösterdi. Bilindiği gibi limit kavramı aslında uzaklığa dayalı bir kavram olduğundan dƒ uzaklığı yardımı ile bulanık sayılar kümesi
üzerinde de limit kavramı tanımlanıp; birçok yeni çalışmalara kapı aralandı.
İçlerinde ülkemizden de bir çok matematikçinin
bulunduğu araştırmacılar (dizi uzayları teorisinde
Prof. Dr. Feyzi Başar, Prof. Dr. Rıfat Çolak, Prof. Dr.
Metin Başarır, Prof. Dr. Ekrem Savaş ve bunların öğ-
R. E. Moore , Automatic Error Analysis in Digital Computation, LSMD-48421, Lockheed Missiles and Space Company, (1959).
R. E. Moore, Error in digital computation, Vol. 1, Proceeding of an advanced seminar conducted by the
mathematics reserch center, USA Army, at the
Univ. Of Wisconsin Madison, 1964.
S. Markov, Quasilinear Spaces and Their Relation to Vector Spaces, Eletronic Journal on Mathematic of
Computation 2-1(2005).
S. Nanda, On sequence of fuzzy numbers, Fuzzy Sets
Syst., 33(1989), 123-126.
M. Şengönül ve A. Eryılmaz, On the Sequence spaces of
Interval Numbers, Thai J. Math. 2011.
15 •
FRANSA’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİ
TÜLİN KARTAL GÜNGÖR
Dr., Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
D
il ortak duygu ve düşüncelerin aktarıldığı, insanlar
arasında iletişim kurmayı ve sosyalleşmeyi sağlayan önemli bir araçtır. Dil öğrenmede temel amaç,
evrensel bilgiye ulaşma, uygarlık değerlerinde etkin
olma ve bir kültür birikimi sağlayabilmektir. Dil eğitiminin
temelinde küreselleşme, iletişim, kültürlerarası iletişim, dil
politikaları ve dil planlaması gibi bazı önemli kavramlar yer
almaktadır. Göçler, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, ticari ve
uluslararası ilişkiler toplumlar arasında bir kültürel yakınlaşma yaratmakta ve ulusal sınırlar önemini yitirmektedir. Dünya iletişim çağını yaşamaktadır. Farklı dünya görüşü, yaşam
biçimi ve değerler sistemine sahip bireyler farklı dillerde birbirleriyle anlaşmak durumundadırlar. Bu durum bir dilin yapısını bilmekten daha geniş bir dil becerisinin kazanılmasını
gerektirmektedir. Kültürlerarası iletişimde birey konuştuğu
dilin kültürünü, kendi öz değerlerini yitirmeden, farklılıklara
ön yargısız ve hoşgörülü olarak bakarak öğrenir. Yabancı dil
öğretiminin başarılı olması için dil politikalarının iyi belirlenmesi, iyi bir planlama ve disiplinler arası bir yaklaşımı gerekir.
Küreselleşen dünyada Türkçenin yabancı dil olarak öğre-
Tülin Kartal Güngör, Fransa’da Türkçe Öğretimi,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim
2011, ss.16-20.
• 16
timi de giderek önem kazanmaktadır. Dünya dilleri arasında
önemli bir yere sahip olan Türkçe, dünya üzerinde konuşulan
EKİM 2011 - SAYI 140•
yaklaşık 5 bin dil içinde en çok konuşulan 7. dildir.1
ilkokullarda kendi anadillerini ve kültürlerini öğren-
Dünyada ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İs-
melerine yönelik genelgedir.2 Türkçe ve Türk kül-
panya, Fransa, Hollanda, Belçika, Finlandiya, İsveç,
türü dersleri 1978’den bu yana Fransız okullarında
Bulgaristan, Yunanistan, Avusturya, Macaristan,
ve/veya Türk toplumunca kurulan dernekler bün-
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri,Rusya Federasyonu,
yesinde, ilkokul birinci sınıf öğrencileri hariç, diğer
Ukrayna, Makedonya, Bosna-Hersek, Yugoslavya,
öğrencilere istekleri çerçevesinde okul müfredatı dı-
İran, Pakistan, Suriye, Japonya, Çin, Kore, Avustral-
şında, okul saatleri içinde ve dışında verilmektedir.
ya gibi pek çok ülkede üniversitelerde, elçiliklerde ya
Liselerde ise Türkçe, seçmeli yabancı dil olarak okul
da özel kurumlarda Türkçe anadili ve/veya ikinci dil
müfredatlarında yer almaktadır. Bu dersler ELCO
olarak öğretilmektedir. Türklerin yoğun olarak yaşa-
dâhilinde Bakanlıklar arası Ortak Kültür Komisyo-
dığı yerlerde Türk dilini öğrenmekte bir ihtiyaç haline
nu kararıyla Fransa’da görev yapmak üzere Türkiye
gelmektedir.
tarafından atanan Türk dili ve kültürü öğretmenleri
FRANSA’DA TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE
MEVCUT DURUM
tarafından verilmektedir. Fransa’da Türkçe ve Türk
Kültürü derslerine katılan öğrenci sayısı 18.528’dir.
Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanan yurt dışında-
Dil Eğitimi, çok kültürlü, çok uluslu, barışçı, de-
ki çocuklarımızın, bulundukları ülkenin dilini öğren-
mokratik bir toplum yaratmanın önemli unsurların-
mede daha başarılı oldukları bilinmektedir. Bu ne-
dan biridir. Fransa’da Türkçe, Avrupa ülkelerinde
denle yurt dışındaki çocuklarımızın Türkçeyi öğrene-
yaşayan Türkler tarafından konuşulmakla birlikte,
rek kültürlerini korumaları, farklı kültürlere de uyum
o ülkelerin vatandaşları tarafından da “yabancı dil”
sağlayabilmeleri önem taşımaktadır. Ancak Bugüne
olarak öğrenilmek istenmektedir.
kadar Avrupa da ki çocuklara yönelik Türkçe ve Türk
Türkçe Öğretimi 2 aşamada yapılır:
Kültürü kitabının ve programının olmayışı ciddi bir
sıkıntı yaratmaktaydı.Yurt dışındaki Türk çocukları-
• Türkçe ve Türk kültürü öğretimi
nın, kültürlerini koruyarak ve yaşatarak bulundukları
• Yabancı dil olarak Türkçe öğretimi
ülkeye uyum sağlayabilmelerini, Türkçeyi doğru ve
1. Anadil ve Türkçe ve Türk Kültür Dersi
yılında başlatılan “Uzaktaki Yakınlarımız Projesi”
Öğretimi:
Fransa ‘da yaklaşık 500 bin civarında Türk vatandaşı yaşamaktadır. Avrupa’da yaşayan Türk
toplumunun eğitimdeki en büyük sorunu anadili ile
kültürünü öğrenebilme sorunudur. Fransa’da 1970’li
yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan ve göçmen
çocuklarının Fransız okuluna uyum sağlamaları ve
kendi ülkelerine döndüklerinde oradaki uyumlarına
katkıda bulunmaları için başlatılan “Anadil ve Kültür Eğitimi” ELCO (Enseignement de la Langue et
Culture d’Origine) anlaşması dâhilinde bu çocuklara
yönelik ana dili eğitimi verilmektedir. ELCO dersleri-
etkili kullanabilmelerini sağlamak amacıyla 2009
kapsamında Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının
koordinesinde Türkçe ve Türk kültürü Dersi Öğretim
Programı geliştirilmiştir. Geliştirilen programa uygun
olarak Türkçe ve Türk Kültürü Ders Öğretim Materyalleri ve dinleme metinlerinin yer aldığı dinleme
CD’si hazırlanmıştır. -Öğrenci, öğretmen, veli, okul
aile birlikleri ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının yararlanmaları için “http://uzaktakiyakinlarimiz.meb.gov.
tr/” İnternet sitesi oluşturulmuştur. 2010 2011 eğitim –öğretim yıllında kitapların Avrupa’da dağıtımına
başlanmıştır. Türkçe ve Türk Kültürü Programda yer
alan temel beceriler ve Temel Değerler şunlardır:
nin yasal dayanağı, 25 Temmuz 1978 tarihli göçmen
TEMEL BECERİLER
çocuklarının eğitimlerinin düzenlenmesine yönelik
- Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma
genelge ile 22 Eylül 1978 sayılı Türk çocuklarının
- Eleştirel düşünme
17 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
- Yaratıcı düşünme
- İletişim kurma
- Problem çözme
- Araştırma
- Karar verme
- Bilgi teknolojilerini kullanma
eğitim öğretim yapmaktadırlar. Fransız makamları,
Türkçe ve Türk Kültürü dersleri için derslik taleplerine yanıt verirken, bu derslere katılacak en az 15 öğrencinin velisinin bu yöndeki rızasını içeren yazılı bir
belge istemektedir. En az 15 öğrencinin talep etmesi
halinde o okulda Türkçe dersi verilmektedir.
- Türk çocuklarının Türkçe derslerine devamını
sağlayacak en önemli etmen derslerin müfredatta
- Girişimcilik
yer almasıdır. Fransa’da ‘Akademi’ler okul müfreda-
- Sosyal katılım
tının belirlenmesinde öncelikli göreve sahiptir. Öğrencilerin Türkçe notlarının karnelerde yer almaması
öğrencilerin motivasyonunu olumsuz yönde etkile-
TEMEL DEĞERLER
mektedir. Lyon bölgesinin kimi kentlerinde Türkçe
- Vatanseverlik
derslerinin karnede gösterilmesi konusunda başarı
- Hoşgörü
ler karne notuna dâhil edilmemektedir. TBMM insan
- Farklılıklara saygı duyma
- Barış
sağlanmışken, halen büyük bir bölümünde bu dersHakları komisyonunun Fransa araştırma raporunda
Fransız yetkililerle bu konuda görüşmeler yapılmıştır. Türkçe derslerinin sağlıklı bir şekilde işlemesi ve
- Kültürel mirası yaşatmaya duyarlılık
buna ilişkin sorunlar hakkında, anadiller konusunda
- Misafirperverlik
yetkili Lyon Akademisi Müfettişi Simone CHRISTIN,
- Dayanışma
“derslerin karnede yer alabilmesinin zor olduğunu,
çünkü Türkçede sınav yapabilme olanağına sahip
- Sorumluluk
olmadıklarını, bunun da nedeninin her öğrencinin
- Paylaşımcı olmak
farklı seviyelerde bulunmasından kaynaklandığını3”
- Dürüstlük
- Yardımseverlik
- Estetik duyarlılık
Türkçe ve Türk Kültürü Öğretiminde
Karşılaşılan Sıkıntılar
- Türkçe ve Türk Kültürü Derslerinin talebe bağlı
olması, sınıf geçmede etkisinin bulunmaması, derslerin çoğunlukla okul saatleri dışında ve derslik olarak kullanılmayan yerlerde yapılması ve Türklerin yaşadıkların yerleşim yerlerinin dağınık olması vatandaşlarımızın önemli bir kesimini çocuklarını Türkçe
ve Türk kültürü derslerine göndermekten caydıran
unsurlardır.
- Öğretmenler genellikle birleştirilmiş sınıflarda
• 18
belirtmiştir.
- Derslerin genellikle okul saatlerinin dışında yapılması öğrenciler ve öğretmenler açısından sıkıntı
yaratmaktadır. Öğrencilerin okul çıkışı yorgun oldukları ve bu durumun başarıyı düşürdüğü gözlemlenmiştir. Ayrıca Türkçe öğretmenleri okul saatleri
dışında ders yaptıklarında Fransız meslektaşlarıyla
yeterince bilgi alışverişinde bulunamamaktadırlar.
2. Yabancı Dil olarak Türkçe Öğretimi
Türkçe ELCO (Anadil ve Kültür Eğitimi) kapsamının dışında liselerde yabancı dil olarak 7.sınıftan itibaren İkinci yabancı dil olarak da verilmektedir. Fransız Eğitim Bakanlığı’nın 1994 tarihli Kararnamesiyle
Türkçe, liselerde ikinci ve üçüncü yabancı dil olarak
öğretilmeye başlanmıştır. Türkçe anadili dersleri, liselerde “seçmeli yabancı dil” olarak alındığı için öğ-
EKİM 2011 - SAYI 140•
rencilerin başarı ve başarısızlığını etkilemekte, Ba-
Avrupa Dil portföyü, dil kullanıcısının edindiği de-
kalorya (lise bitirme sınavı) notuna katkı sağlamak-
ğişik dil kullanım becerilerini belgelediği bir diller pa-
tadır. Öğretmenler Fransız Millî Eğitim Bakanlığının
saportudur. Avrupa Dil Portföyü: İçinde yalnızca res-
kararıyla atanmakta ve dersler Fransız Millî Eğitim
mi diplomaları değil, çok dilli ev ortamında büyüyen
Bakanlığına bağlı Fransız vatandaşı öğretmenler
bir öğrencinin edindiği dil ile ilgili diğer tecrübe ve
tarafından verilmektedir. Ancak Fransız Millî Eğitim
becerilerin belgelerini de bulunduran bir belgedir. Dil
Bakanlığı tarafından atanan sadece beş Türkçe öğ-
portföyü, daha sonraki yıllarda öğrencinin okuldan
retmeni liselerde görev yapmaktadır. Yabancı dil ola-
iş ortamına geçişi sıranda bilinen resmî diplomaların
rak Türkçe dilini seçmek isteyen çok sayıda öğrenci
yanında ayrıca bir belge olarak kullanılabilir.
olmasına karşılık Fransa Millî Eğitim Bakanlığınca
atanan Türkçe öğretmeni sayısı çok azdır. Türkçe
dersinin ikinci yabancı dil olarak seçilmemesindeki
en önemli etkenlerden biride Avrupa Dilleri Ortak
Başvuru Metnine uygun yabancı dil olarak Türkçe
öğretim programları ve ders kitaplarının olmayışıdır.
Diller için Avrupa Ortak Başvuru Metninde belirtildiği gibi, öğrenen veya konuşanın iletişimsel dil yetisi
çok çeşitli dil aktivitelerinin uygulanmasıyla harekete
geçirilir. Bunlar algılama, üretim, etkileşim ve çıkarımda bulunma ile tercüme etmek demek olan diller
arası aracılıktır.4 Dil kullanıcısı da “temel kullanıcı”,
“serbest kullanıcı”, yetkin kullanıcı” olarak ayrıntılı
İlköğretimde yabancı dil öğretiminin öncelikli 3
amacı vardır.
- Öğrencilerde bir yabancı dil öğretiminde gerekli olan davranış ve kazanımları (merak uyandırmak,
dinleme, dikkat, ezberleme, başka bir dilin kullanımında kendine güven ) ve böylece dil ustalığını geliştirmek.
- Yeni bir dilin aksanı ve melodisiyle kulağı eğitmek.
- Ona bu bilgi ve dil becerilerini, öncelikle sözel
olarak kazandırmak.
bir şekilde tanımlanmış ve dil öğrenen kişilerin de,
Bu amaçlar dikkate alındığında öğrencinin yaşı,
ihtiyaç ve gerekçelerine göre, hangi düzeyde dil öğ-
bilişsel yetenekleri, çalışma alışkanlıkları göz önün-
renmelerinin beklendiği açıkça ortaya konmuştur.5
de bulundurulmalıdır. Önerilen aktiviteler çocukların
Avrupa Ortak Dil Kriterleri, dil öğrenim seviyelerini net, anlaşılır standartlarla belirleyen ve dili öğrenen kişinin hangi seviyede neler yapabileceğini
açıklayan, Avrupa Konseyi tarafından belirlenmiş
bir programdır. Şu anda birçok AB, AB adayı ve AB
dışındaki ülkeler tarafından uygulanmaktadır. Bu kriterlere göre yabancı dil bilgisi seviyeleri A1, A2, B1,
B2, C1 ve C2 şeklinde 6 seviyeden oluşmaktadır.
Avrupa Ortak Dil Kriterleri dil becerilerini beş ana
grupta toplamaktadır:
• Dinleme
• Okuma
sistematik ve metodik işitsel yetenekleri nispeten
açık çalışmasına ve yeni sesleri tanımasına yardımcı
olmalıdır. Dilin kullanımında öğrenci teşvik edilerek
aktif duruma getirmelidir. Türkçe öğretiminde ihtiyaçların belirlenmesi, amaçların şekillendirilmesi,
içeriğin tanımlanması ve buna uygun programlar ve
materyaller geliştirilmelidir.
TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDE YAPILMASI
GEREKENLER
- Dil öğretimi politikalarında yabancılara Türkçe öğretimine ciddi olarak yer verilmeli, Türkçenin
yabancı dil olarak öğretilmesi bağlamında Avrupa
Birliği, Kültürel İşbirliği Konseyi Eğitim Komitesinin
• Karşılıklı Konuşma (Dialog)
belirlediği bağlamların incelenmesi ve bunların çer-
• Sözlü Anlatım (Monolog)
çevesinde yapılandırılacak materyal ve programlara
• Yazılı Anlatım
katkı sağlanmalıdır. Hangi becerileri ve bu becerilerin
19 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
hangi bağlamlarda kullanılmasına öncelik verileceği-
- Uluslararası Türkçe sınavı yapan bir kurum ol-
ni Avrupa Birliği yabancı dil öğretimi politikası bağ-
maması ve yabancı dil olarak Türkçe bilgisinin ölçü-
lamında incelenmelidir. Bu nedenle Kültürel İşbirliği
lememesi bir sorun oluşturmaktır. Yabancı dil olarak
Konseyi Eğitim Komitesinin 2000 yılında hazırlamış
Türkçe Öğretimi Avrupa Konseyi tarafından geliştiri-
olduğu Avrupa vatandaşları için yabancı dil öğren-
len Avrupa dil portföyü ve Avrupa dil ölçeğ­i çerçeve-
me anlayışını anlatan, Avrupa eğitim kurumları için
sinde değerlendirilerek uluslar arası kabul gören bir
de yabancı dil öğrenme, öğretme ve değerlendirme
dil haline getirilmeli. Türkiye’de Uluslararası Değer-
sınırlarlarını çizen ve bu kavramlardan Avrupa’nın ne
lendirme ölçütleri kullanılarak bu konuda diplomalar
anlaması gerektiğini özetleyen referans çatısı ince-
verebilen kurumlar olmalıdır.
lenmelidir. Bu inceleme bütüncül değil de yabancı
dil öğrenen kişinin özelliklerini ve hangi yetilerle donanmasının gerektiği ve hangi bağlamları öğrenmesi
gerektiğini kapsamalıdır.
- Türkçeyi yabancı dil ve/veya ikinci dil olarak
öğretecek öğretmenlerin görev alacak öğretmenlerin, alan bilgisi ve öğretme becerisi geliştirilmelidir.
Disiplinler arası (Dilbilim, Eğitim Bilimleri, Yetişkin
- Avrupa Topluluğu içersinde yürütülmekte olan
Eğitimi vb.) bir çalışma yapılarak alan yeterlilikleri ve
Leonardo, Sokrates ve Lingua gibi eğitim, öğrenci
öğretmen yeterlilikleri belirlenmelidir. Öğretmenlerin
ve öğretim elemanı değişimi, dil öğrenme olanakları
kişisel gelişimlerinin teşvik ve takibi için uygun prog-
sunan programlar ve projeler takip edilmelidir. Türk
ramlar hazırlanmalıdır.
dilinin “pasaport dil”lerden biri olması için ilgili kurumlarla ortak çalışmalar yapılmalıdır. Dilin düzeyi
uluslar arası bir dil pasaportuyla belgelenebilmelidir.
- Türkçe öğretiminde kullanılan temel ve yardımcı
malzemelerin standardı yükseltilmelidir. Ders materyallerinin tasarım, basım, teknolojik destek bakımlarından daha çağdaş ürünler olması sağlanmalıdır.
- Türkçenin dilbilgisini işlevsel açıdan ve her
yönüyle betimleyen çalışmalar yaygınlaştırılmalıdır.
Türkçenin düzeylere yönelik söz varlığı ve sıklık çalışmaları yapılmalı, var olan çalışmalar güncellenmelidir.
- Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kültür
merkezleri açılmalı, Türk-Fransız üniversite si kurul-
- Dil öğretme ve öğrenmenin güçlendirilmesi üye
malıdır. Türk ve Fransız eğitim bakanlıkları arasın-
ülkeler arasında daha geniş hareketlilik, daha etki-
da işbirliği güçlendirilmeli, çeşitli uluslar arası okul
li uluslar arası iletişimi geliştirir, kimliklere saygının
projeleriyle daha yoğun bir yabancı dil öğretimi için
kültürel çeşitlilikle birleştirilmesini bilgiye daha iyi
yapılandırıcı çeşitli organizasyonlar düzenlenmelidir.
ulaşılmasını, daha yoğun kişisel etkileşimi, daha ge-
Yabancı dil öğretimiyle her öğrenciye dünya üzerine
lişmiş iş ilişkilerini ve daha derin karşılıklı anlayışı ge-
açılma fırsatı tanınmalı Avrupa ya da Avrupa dışına
tirecektir. Dil öğrenme hayat boyu süren bir etkinlik
açılan bir vatandaşlık bilinci kazandırılmalıdır.
olmalıdır ve okul öncesi eğitimden yetişkin eğitimine
_________________________________________________________
1 http://www.ankara.edu.tr/rectorate/dergi/mayis-haziran/38.
htm adresindeki Ankara Üniversitesi Dil Öğretim Merkezi TÖMER’ in dergisinden alınmıştır.
2 http://www.ac-nancy-metz.fr/casnav/elco/elco_presentation.htm
3 31 Ağustos 2009 tarihinde Lyon Akademisi Müfettişi Simone
CHRISTIN ile TBMM İnsan Hakları Komisyonu Fransa Raporu, http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/belge/
fransa_raporu.pdf
4 Common European Framework of Reference for Languages:
Learning, Teaching, Assessment 2000,s.23
5 Common European Framework of Reference for Languages:
Learning, Teaching, Assessment 2000,s.31
kadar, eğitim sistemleri tarafından özendirilmeli ve
kolaylaştırılmalıdır.
- Avrupa’da Türkçenin okullarda ikinci yabancı dil
olarak okutulması için gerekli özendirmeler yapılmalıdır. Türkçenin tüm Avrupa ülkelerinde lise olgunluk
sınavlarında ders olarak kabul edilmesini, lise bitirmeye etki yapacak bir ders olması sağlanmalıdır. İki
dilli eğitim modellerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.
• 20
KELEBEK
İSA İLKER AKKOÇ
Atatürk Anadolu Lisesi 12 TM-B Kırıkkale
Ufacık,
Daracık bir alanda solumaya çalışıyorsun
Dışarıda güneş var
Çiçekler açmış
Yaprakların arasından süzülen bir ışık var, biliyorsun
Ama göremiyorsun.
Kanatların var rengârenk
Açıp gösteremiyorsun
Gelinlik kız gibi salınamıyorsun öyle
Uçamıyorsun
Konamıyorsun bir nergise
Rengârenk kırlarda gönlünce.
Sesler geliyor uzaktan,
Dere çağlıyor, arı vızıldıyor,
Heybetli palamut çocuklar gibi ağlıyor
Sen duyuyorsun, göremiyorsun
Sanıyorsun ki bu karanlığa mahkûmsun
Biliyorum sabırsızlanıyorsun
O güzel kanatlarını savurmak istiyorsun
Ama beklemeye mecbursun
Sen bilmiyorsun, İbrahim’in ateşinde korsun
Alev alıyorsun, yanıyorsun ama
Bir tek kendine zarar veriyorsun
21 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Birden ortalık aydınlanıyor
Kozandan içeri bir ışık süzülüyor
Heyecanlanıyorsun
Sabırsızlıkla yırtıp kozayı
Kanatlarını iki yana açıyorsun
Ve o an her şey duruyor
Dere sessizce akıyor artık, arı vızıldamıyor
Ve o heybetli ulu palamut
Ağlamayı bırakmış sana bakıyor
Uç şimdi
Uç hadi
Uç da âlem güzellik görsün
Uç ki yüreğindeki esaret sönsün,
Şu üç günlük dünyanın bir günü senin artık
Ne kadar az gibi görünse de
Hey, kimse bilmesin!
Sen koca bir ömürsün.
• 22
EKİM 2011 - SAYI 140•
ŞAHMERAN
ÇAĞATAY HAKAN GÜRKAN
İnkılap İlköğretim Okulu Seyhan / ADANA
S
acayağının üzerindeki süt usul usul kaynıyordu. Elimdeki sopayla arada bir ateşi karıştırıyordum. Her karıştırmamda ışıyıveren annemin yüzüne bakıp sorular
sıralıyordum ardı ardına. Sırtımda hafif bir bahar se-
rinliği, yüzüm ateşten kızarmış bir hâlde ve arada bir burnuma çalınan sütün baygın kokusuyla dinliyordum cevapları. Hava az önce kararmıştı. Her köyün üzerine iniveren o
akşam sessizliği bizimkini de kaplamıştı artık. Birkaç köpek
havlaması dışında bütün sesler evlerine çekilmişti. Kocaman
bahçemizin bu dip köşesindeki küçük ocağın başında, sohbetimiz benim için gittikçe ürpertici bir hâl alıyordu. Sanıyorum ikinci ya da üçüncü sınıftaydım.
Gözlerimi faltaşı gibi açarak “Gerçekten onlar da süt içer
mi anne?” diye sordum. Annem ortama biraz daha gizem
katan bir ses tonuyla, “Hepsini bilmem ama bir tanesinin
süte bayıldığına eminim.” dedi. Çünkü diğer yılanlardan
Çağatay Hakan Gürkan, Şahmeran, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.23-26.
farklı olarak onun belinden yukarısı dünyalar güzeli bir kız bedeni imiş. Söylenceye göre oradaki ve
tüm dünyadaki yılanların efendisiymiş. Yılanlar şahı
23 •
Desen: Çağatay Hakan Gürkan
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şahmeran’mış o. Sözün burasında “Yani bir de kral-
kalenin duvarını geçip yolunu bayır aşağı doğrulamış
ları mı varmış yılanların? Anne ne olursun hepsini an-
ki, atı aniden şaha kalkıp onu yere atmış. Camsab
lat şu hikâyenin.” diye atıldım.
düşerken son hatırladığı şey etrafı yılanlarla çevrili
O günlerde köydeki çocuklarla nehir kenarında
bir genç kız gördüğüymüş.
yaptığımız küçük geziler hep kalenin eteğinde son
Camsab gözlerini açtığında ilkin etrafını saran
bulur, bir türlü yukarı tırmanmaya cesaret edemez-
kale duvarlarını, ardından hemen her yerden kendi-
dik. Hep o sarp kayalıklara çıkmamızdan korktuğu
ne bakan yılanları görmüş. Bunlar ömründe gördüğü
için anlattığını sandığım bu yılanlı kale hikâyesinin
en tuhaf yılanlarmış. Kiminin boynuzları, kiminin en-
hepsini öğrenmek istiyordum artık. Çıt çıkarmadan
sesinde tüyleri varmış. Birden tüm yılanlar bakışla-
dinlemeye başladım.
rını aynı yöne çevirirken saygıyla geri çekilerek yol
Vakti zamanında çok uzak diyarlardan Camsab
derler bir delikanlının yolu bizim buralara düşmüş.
Niyeti kalenin yamacından dolanıp nehir kenarına
inmekmiş. Buraların yabancısı zavallı, ne bilsin bu
kalenin neden böyle kimsesiz olduğunu. Hiç yaşam
belirtisi görmemesi pek tuhaf gelmiş gelmesine de,
gene de yolunu değiştirmeden devam etmiş. Tam
• 24
açmışlar. Korkudan ödü kopan Camsab, yılanların
baktığı yöne dönünce attan düşerken bir anlık fark
ettiği dünyalar güzelinin geldiğini görmüş. Kız tıpkı
bir yılan gibi kayarak Camsab’ın burnunun ucuna
kadar yaklaşmış. İşte o an Camsab neredeyse küçük dilini yutacak gibi olmuş. Kızın üzerindeki ipek
elbisenin belinden aşağıya güneşte parıldayan bir
EKİM 2011 - SAYI 140•
yılan kuyruğu uzanıyormuş. Gördüğü manzara kar-
Camsab’la Şahmeran sevmişler birbirlerini. İkisinin
şısında donakalan Camsab, ıslığı andıran, o güne
gönlü bir olmuş. Uçsuz bucaksız Çukurova’nın or-
kadar kimsede duymadığı büyülü bir sesle kendine
tasındaki bu sarp kayalıklar, tarihin en tuhaf aşkına
gelmiş.
sahne olmuş. Günler böyle geçerken içinde büyü-
“Hoş geldin insanoğlu. Yıllar var ki bu kaleye kimse uğramazken seni hangi sebep aramıza yolladı?
Bizim burada olduğumuzu nereden öğrendin?” diye
söze girmiş kız. Kimseden öğrenmedim, ben sadece geçiyordum, diyecek olmuş bizimki. Camsab’ın
niyetinin kötü olmadığından emin olan Şahmeran,
“Öyleyse aramıza hoş geldin.” demiş ıslığı andıran o
kadife sesiyle. Yılanların hepsi bir ağızdan “Hoş geldin insanoğlu!” diye ıslıktan bir koro hâlinde bağırışmışlar. Türlü türlü yiyecekler koymuşlar Camsab’ın
haftalar
meran önce gitmemesi için yalvarsa da sevdiğine
daha fazla ısrar edememiş. Üzgün bir şekilde “Git,
fakat sakın insanlara benden bahsetme. Mutlaka
sana yerimi söyletirler ve beni öldürmeye gelirler.”
diyerek uğurlamış delikanlıyı. Kaleden ayrılırken son
anda da “Sakın insanlarla beraber suya girme!” diye
tembihini yinelemiş.
Evine dönen Camsab, ailesiyle hasret gidere
ayları
kovalamış.
kimler çare bulamamış kızın derdine. Kral üzüntü-
Yılankale (Fotoğraf: Çağatay Hakan Gürkan)
haftaları,
basını görmek için Şahmeran’dan izin istemiş. Şah-
dursun ülkenin kralının kızı hastalanmış. Nice he-
önüne. İkramın bini bir paraymış.
Günler
yüp duran hasrete dayanamayan Camsab, ana ba-
25 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
sünden ne yapacağını bilemez bir hâldeyken veziri
Camsab, kendini dışarı atıp gözden kaybolmuş.Yü-
“Bu işin tek çaresi Şahmeran’da.” deyivermiş. Kızı-
reğinden hiçbir zaman atamadığı Şahmeran’ın acısı
nız Şahmeran’ın etinden bir parça yerse deva bu-
ile o diyar senin bu diyar benim dolaşmaya başla-
lacak, siz yeter ki emir verin, ben bir hafta içinde
mış. Derler ki Lokman Hekim efsanesi de işte o gün-
alıp karşınıza getireyim demiş. Hâlbuki vezirin niyeti
den sonra anlatılmaya başlanmış.
Şahmeran’ın sahip olduğu kâinatın gizli bilgilerine
ulaşmakmış. O güne kadar Şahmeran hakkında ne
var ne yok araştırmış olan vezir, Şahmeran’la görüşen kişinin başka insanlarla suya girince belli olacağını biliyormuş. Hain planını uygulamak için onay
alan vezir ülkenin erkeklerini gruplar hâlinde suya
sokmaya başlamış. Sıra Camsab’ın köyüne gelip
hep birlikte havuza girilince Camsab’ın vücudu pul
pul oluvermiş. Hemen Camsab’ı yakalayan vezir,
Annem, “İşte böyle. Şahmeran’la Camsab’ın
hikâyesinin tamamı bu.”
İçinde bulunduğum masalsı dünyadan beni çekip çıkardığında ben bardağımda kalan son sütü
yudumluyordum. O gece ve ondan sonraki pek çok
geceler boyunca dinlediklerimi kafamda yeniden,
tüm yaşananlara şahitmişçesine canlandırdım durdum.
Şahmeran’ın yerini ne yaptıysa söyletememiş ona.
Düşünsenize küçücük bir çocuksunuz ve ay ışı-
Anne ve babasını idam etmekle tehdit edince, Cam-
ğında kara bulutlarla gölgelenmiş, ıssız, yalnız bir
sab büyük bir üzüntüyle Şahmeran’ın yerini söyle-
devin heyulasını andıran Şahmeran Kalesi’ne bakı-
mek zorunda kalmış.
yor yatağınızın penceresi. Gerçekle masalın farklılı-
Yakalayıp getirmişler Şahmeran’ı. Büyük bir
kalabalık
toplanmış
meydana.
Herkesin
gözü
Şahmeran’ın üzerinde, o ise ‘Nasıl yaptın?’ dercesine Camsab’a bakıyormuş. Camsab utanç ve çaresizlik içinde olanları anlatınca Şahmeran onu affettiğini, üzülmemesini, bir gün sonunun böyle biteceğini
bildiğini söylemiş. Ardından sözü alan kral üzgün olduğunu; ancak kızının hayatını kurtarmak için buna
ğına varabilen bir havsalanız da gelişmemiş daha.
O duvarlar ardında Yılanlar Şahı Şahmeran, lamba
cinleri, peri kızları ve boynuzlu yılanlardan oluşan
ordusuyla yarasa çığlıkları eşliğinde dans ediyor.
Yorganınızdan başka korkunuzu gizleyebileceğiniz
sığınağınız olabilir mi artık? Bildiğim bütün duaları
ederek hangi saatte uyurdum ve bu böyle ne zamana kadar devam etti hatırlamıyorum.
mecbur olduğunu anlatmış. Şahmeran sanki krala
Bugün tarihi, efsaneden ayırabilmeyi başararak,
acıyormuş gibi bir tavır takınarak, kıza eğer kuyru-
on ikinci yüzyılda Haçlı işgâlinde inşâ edilen kaley-
ğundan yedirirlerse kurtulmakla kalmayıp kâinatın
le İsa Peygamber’den çok önceleri yaşamış olması
bütün bilgilerine de erişeceğini, başından yedirilirse
muhtemel Lokman Hekim’i bağdaştıramasam da,
öleceğini söylemiş. Zaten bunları duymayı bekleyen
1357’de en son Ramazanoğulları tarafından terk
vezir, hızla ileri atılıp, savurduğu kılıcıyla Şahmeran’ı
edildiğini, Kovara Kalesi adını, içinde boynuzlu yı-
ikiye bölerek kuyruğundan bir parçayı ağzına atmış.
lanlar yaşıyor diyerek, on yedinci yüzyılda Evliya
Dünyası başına yıkılan Camsab ise kendini cezalan-
Çelebi’nin Şahmeran Kalesi’ne çevirdiğini öğren-
dırmak için Şahmeran’ın başından yemiş aceleyle.
sem de taraçayı andıran üç avludan oluşan kale-
Vezir oracıkta can verirken Camsab’a hiçbir şey ol-
nin daha birinci avlusundan girer girmez garip bir
mamış. Meğer Şahmeran giderayak Camsab’ı affet-
ürperti ensemden tüm vücûduma yayılır. Ya hâlâ
tiğini ve onu ne kadar çok sevdiğini göstermek için
Şahmeran’ın yolunu gözleyen yılanlarından biri kar-
böyle bir sonu planlamış. Kahrından deliye dönen
şıma çıkıverirse!
• 26
YAYLALAR
ZAHİT GENÇ
Öğretmen, Osmaniye İmam Hatip Lisesi
Y
aylalar, ovada doğup büyüyen çocukların unutulmaz
heyecan yaşadığı, sıcak Çukurova’nın delikanlılarının
tükenmez özlem duyduğu, yetişkin insanların rahat
ve huzur bulduğu yerlerdir.
Geniş ve bereketli ovada kışı geçiren insanların yazla
birlikte yaylalara göçü, sadece sıcaktan kaçma, serin bir
mekân arama değildir. Yayla örfümüzde, töremizde, kültürümüzde yer eden bir tutkudur. Çukurovalının med ve ceziri
de diyebiliriz. Deniz için gel-git ne ise bizim için de göç odur.
Yazın yükseklere çıkacak, kışın enginlere, ovaya inecektir
Çukurovalı. Bu yöremizin vazgeçilmez kanunudur.
Yaz sıcaklığının suları kaynattığı, insanı buram buram
terlettiği aylarda Çukurova insanı ya denizde serinlemeli ya
yaylada dinlenmelidir.
Memleketimizde birçok bölgede yayla geleneği vardır
ama hiçbiri bizim buralardaki kadar canlı ve heyecanlı değildir. Bunun böyle olmasının birçok sebebi vardır. Her şeyden
önce sıcak bir hava ve sıcaktan daha beter insanı rahatsız
eden sivrisinekler. Ayrıca yaylaların ovaya yakın, ulaşımının
kolay olması; buz gibi sulara, yemyeşil ormanlara, tertemiz
havaya yarım saatte ulaşılması, yaylalarda her türlü ihtiyaç
maddelerinin bulunması buralara akın akın yaylacıların gelmesine ve dağların şenlenmesine sebep olmaktadır.
Zahit Genç, Yaylalar, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 140, Ekim 2011, ss.27-28.
Ova çocukları daha küçük yaşta ilk göç zevkini, heyecanını yaylalara gitmekle yaşar. Gurbet duygusunun ilk tohumları bu yaşta atılır. Yazın yüksek tepelerden Osmaniye, kışın
27 •
Zorkun / Osmaniye
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ovadan dağlar ve yaylalar hasretle seyredilir.
Bizim yaylalarımız ak çiçekli mor sümbüllüdür.
Dereleri sulakları yaban güllüdür. Sık ağaçlı, ağaçları
yemyeşil dallı, dalları sarı bülbüllüdür.
Çultuğun deresinden yukarıya doğru başlayan
yayla seferi, Çiftmazı’da bir nefes, Olukbaşı’nda tazelenen, canlanan bir heves, Haçbel’de dalga dalga
yayılan bir sis, Zorkun’da derelerde, tepelerde yankılanan yücelere yükselen ulvi bir ses, ezan sesleri.
Keldaz’da coşturan kıpır kıpır bir his…
Tepeden aşağıya doğru baktığımızda; Daz’dan
Göğcehopur’a, Çataloluktan Gököküz’e, Ürün’den
Osmaniye’ye doğru baştan aşağı, zirveden zemine
doğru yemyeşil ağaç denizi.
Gönül istiyor ki, yayla evleri ahşap olmalı, tahta
aralıklardan çam kokulu yel girmeli, budak deliklerinden güneş ışınları sızmalı, çinko çatılara yağmur
yağmalı, yağmur sesi uyuyanlara ninni olmalı, çam
oluklardan buz gibi sular akmalı, suların şırıltısı, kuşların cıvıltısı eksik olmamalıdır.
Soğuk pınarların olmadığı, ahşap evlerin kalma-
• 28
dığı, çam uğultularının, rüzgâr sesinin duyulmadığı
bir yayla zevk verir mi?
Yaylalar çocukların eğitilmesi ve gelişmesi için
de çok elverişli ve önemlidir. Onların Eriğinsekizi’nde
salıncak kurması, Yoncalıdüz’de top oynaması, kimisinin Çağlayan’ın kozundan, kimisinin Kuyucak’ın
tozundan nasiplenmesi; dereleri tepeleri karış karış
gezmeleri, Çağşırlı’da kantaron çiçekleri, Daz’da
kekik, Koyunmeleden’de sarıçiçek toplamaları, Yaz
Kur’an Kurslarına gitmeleri onların sosyal yönden
gelişmelerini sağlayan önemli ve güzel davranışlardır.
Velhasıl kışın karların, yazın yarların diyarı olan
yaylalar; tertemiz nefeslerin, yepyeni heveslerin, boz
bulanık sislerin, dere tepe yankılanan ulvi ezan seslerinin, gönüllerde uyanan güzel hislerin mekânıdır…
Bu özelliklerinden dolayı yaylalar yaşatılmalı, korunmalı, güzelleştirilmelidir. Yaylaların unutulması
birçok töremizin, heyecanımızın, zevkimizin kaybolması demektir.
Sesler, sisler ve hevesler hatta nefesler ve hisler
bir başkadır buralarda. Dilerim “eski çamlar bardak
olsun” ama yaylalarımız, yaylacılığımız unutulmasın…
İĞNEYLE KUYU KAZAN
DURSUN USTA
OSMAN DOĞANAY
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, İznik Çok Programlı Lisesi,
İZNİK / BURSA
Osman Doğanay, İğneyle Kuyu Kazan Dursun Usta,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim
2011, ss.29-32.
‘İğneyle kuyu kazan’ tüm terzilere...
B
abamın Dursun isminde kadim bir dostu var. Kendisi terzi. Zile’nin esnaf ve eşrafından. Manifaturacılar
Çarşısı’nda bir dükkânı var. ‘Altı Buçuğun Dursun’
da derler. Yaşı yetmişin üstünde olsa gerek. Koyu
buğday tenli ve tıknaz yapılı bir adam. Çoğu dökülmüş ve
alabildiğine kırçıllaşmış saçları; geniş ve parlak alnı; ablak
yüzü ve yüzünün bir kısmına sanki unlu ellerle dokunulmuş
izlenimi veren ince ve beyaz sakalları; hep uykusu var zannı uyandıran kısık gözleri; kafasına göre biraz irice kulakları;
kalın, bağa çerçeveli gözlüğü ve yazları boynundan hiç eksik
etmediği mendiliyle sevimli ve mülayim bir görünüşe sahip.
Yılların getirdiği yorgunluktan olsa gerek, terzilikten yana biraz dertli ve yılgın.
Onun asıl kayda ve dikkate değer yönü, Batılıların deyişiyle ‘sense of humor’u yani olayların gülünç yanını görebilme, şaka yapma ve şakadan anlama yeteneğidir. Muziplik
ve mukallitlik söz konusu olduğunda değme şovmenlere taş
çıkartacak kadar zengin malzemeye ve Allah vergisi bir istidada maliktir. Hazır cevaplılıkta üstüne yoktur. Yanında belli
bir süre bulunulduğunda en asık suratlı, en ciddi, en ağırbaşlı
29 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
insanları bile baştan çıkaracağına, keyfe getireceğine, gülmekten kırıp geçireceğine sizi tüm samimiyetimle temin edebilirim.
Terzi dükkânına gelince... Orası, bir terzi
dükkânından çok, belli müdavimleri olan, hepsinin
seviye ve birikimlerine göre, karınca kararınca görüş
ve düşüncelerini açıklama, anlatma imkânı bulduğu;
siyasetten tarihe, ziraatten ticarete, kıyısından köşesinden dine, mitolojiye, edebiyata kadar -ayrıca
mek kap gel.” der ve ben tam çıkmaya hazırlanırken
Dursun Usta arkamdan bağırırdı: “Dursun Usta’nın
selamı var, de fırıncıya, böyuklerinden versin ekmağı!” Ustayla aramızdaki bu konuşmanın takriben on
beş-yirmi sene önce geçtiği düşünülürse, o zamanlar bugünkü gibi envaiçeşit ekmek olmadığını hatta
hem gramaj hem de çeşit olarak tek tip -francala
diye tabir edilen- ekmek üretildiğini söylememe gerek yok sanırım.
Zile ve ülke gündemine dair- birçok mevzuun ele alınıp konuşulduğu, tartışıldığı nezih bir kahvehanedir
âdeta. Burasının gediklileri olarak öğretmenler, memurlar, daire amirleri, doktoru, imamı, avukatı, esnafı, köylüsü, kentlisi kısaca terziye işi düşen hemen
herkes sayılabilir. Beş dakikalık bir iş için gelenin saatlerce kaldığına şahit olmuşumdur. Kıvrak zekâsı ve
nüktedân tavırlarıyla etkilemediği insan yok gibidir
Dursun Usta’nın.
Öğle yemeğini evde yediğim kimi zamanlar
dükkâna vardığımda Dursun Usta meraklı meraklı:
“Ne yedinız boğün evde oğle yemağınde?” diye sorar. Ben de çocuk aklımla saymaya başlardım: “Yayla çorbası, bulgur pilavı...” Usta, ses tonuna biraz
acındırma, biraz da imrenme katarak: “Oh!” derdi.
“Siz evde ısıcacık yayla çorbalarını, mis gibi bulgur
pilovlarını yeyin. Bizim de tikanda, aha boyle guru
kebabınan, kofteynen canımız çıhsın.”
Çocukluğumda bir hafta sonu, babamla bu
dükkâna gitmiştik. Biraz hoşbeşten sonra Dursun
Usta durup dururken “Helestemeneke Osman?” demişti. O güne dek hiç duymadığım bu yeni sözcük
karşısında şaşkınlığımı gizleyememiş ve ustanın yüzüne aval aval bakıp kalmıştım. Usta, suskunluğumu
ve afallamamı fırsat bilip, malûmatfürûş bir tavır da
takınarak “Size mektepte ne biçim İngılizce oğrediyolar Alla’sen!” demişti. Manası meçhulüm olan ve
pek bir afili bulduğum ‘helestemeneke’nin İngilizce bir sözcük (!) olduğuna o dakikada tereddütsüz
inanmıştım. Benim şaşkınlığımın yerini, “Acaba İngilizcede ‘helestemeneke’ ne demek?” şeklinde bir
merak alınca da usta, bıyık altından kıs kıs gülmüştü. İşte o hafta sonu tederrüs ettiğim bu kısa İngilizce dersiyle birlikte, Dursun Usta’nın özgün ve renkli
kişiliğiyle tanışıklığım başlıyor ve dükkâna gidiş gelişlerim sıklaşıyordu. Gel zaman git zaman, ben de
terzi dükkânının gediklileri arasına katılıyordum.
Hele de yemeğin üstüne söylenen çaylar ve ustanın, çaycının çırağıyla diyalogu bambaşka güzellikte
ve eğlendiriciydi. Bir defasında yemeğin ortasında,
yoldan geçen çırağı çağırmış: “Şindi biz ekmek yiyoh da birez sona çay söyleyecaz, o vahıt biza çay
getir, emi aslanım?” diye tembihlemişti. Çırak da kafasını, tövbe tövbe manasına, şöyle iki yana sallamış ve ustaya, “Yahu söyleyeceğin alt tarafı bir çay.
Bunu önceden tembihlemenin âlemi ne?” dercesine
bakmış, ama gene de çaresiz, “Tabi ustam, ne demek? Getiririm.” demişti. Çaylar geldiğinde ise usta
bardağı eline almış, şöyle bir bakmıştı bardaktaki
çaya. Çaydan bir yudum alıp sonra çırağa dönerek:
“Yav sizin bu çaylar eyi oluyo, hoş oluyo; emme bu
seferkini bağanmedim, bu sefer çaya su gatmışınız
heral.” demişti. Zavallı çırak da saf saf, “Valla bilemiyom ustam, ocahçı dağıştiydi bizim, bu yeni ocahçının işi belli olmaz, gatmış da olabilir.” yollu bazı
cümlelerle kendini savunmuş ve suçu (!) ocakçının
üstüne yıkmaya çalışmıştı.
Bu dükkânda öğleleri işe ara verilince, öğle yemeklerinin fiks mönüsü ve olmazsa olmazı hâline
gelmiş olan köfte veya döner kebap, sofrada yerini
alırdı. Dükkân ekseriyetle kalabalık olduğu için ekmek yetmezdi. Babam “Hadi oğlum, fırından bir ek-
• 30
Terzi dükkânında uzun ve genişçe bir masa vardı.
Usta, o masayı kumaş kesmek ve ütü yapmak için
kullanırdı. Demeleri o ki, uzun zaman önce, Dursun
Usta’ya bir adam gelmiş ve takım elbise diktirmek
EKİM 2011 - SAYI 140•
istediğini söylemiş. Usta da “Hay hay! dikek.” demiş. Yine sırf espri olsun diye o lenduha masayı gösterek, “Aha şoraya yat da bi boyunun ölçusunü alıyım.” demiş. Adam da inanılması güç bir saflık örneği sergileyerek çıkmış masanın üzerine ve uzanmış
boylu boyunca masaya. Sadece gülünüp geçilir diye
söylediği bu lafa adamın inanması ve çıkıp masaya
uzanması, ustayı da hayretler içinde bırakmış.
“Ustam, benim ceket bitti, hazır değil mi?” dediğin-
Anlattıklarına göre, Dursun Usta, bir gün pantolon dikmek için kumaş kesecekmiş. Bu arada şunu
da söyleyeyim: Terziler dikilecek elbisenin ölçü ve
örneğe uygun olması için kumaşı kesmeden önce
ince bir sabunla çizerler. Usta da kumaşı çizerken
elindeki sabun, ortadan ikiye bölünmüş. Yine muzipliği tutmuş ustanın, yanında çalışan çırağa, “Hadi
aslanım, şu koşedeki gumüş gaynakçısına git. Us-
dalyeye ilişmiş. Havadan sudan konuşulduktan son-
tamın selamı var. Gumaşı cızarkene sabun bolündü.
Buna bi gumüş gaynağı yaptıracam de.” şeklinde
bir iş buyurmuş. Çırak da almış sabunun iki parçasını eline, gümüş kaynakçısına gitmek üzere çıkmış
dükkândan, yarı yoldan döndürmüşler.
o odunları. Onlar yanmaz.” demiş. Hoca da mihanikî
Bir kış günü babamla Dursun Usta, terzi
dükkânında sobayı yakmaya uğraşırlarken bir öğretmen girmiş içeri. “Kolay gelsin, yanmıyor mu?”
diyerek bir köşeye oturmuş. Belli bir uğraştan sonra yakmaya muvaffak olmuşlar ve soba haldır haldır yanmaya başlamış. Dursun Usta’nın aklına yine
bir hezel düşmüş. Sandalyesinde öyle dalgın dalgın oturan öğretmene, yanan sobayı işaret ederek:
“Hocam” demiş, “deminden neye yanmadı acep bu
soyha? Sana zamet! Şo tikanın garşı tarafına geç de
tavana bi bah hele. Bacadan duman çıhıyo mu?”
Öğretmenin de kafasında, az önceye kadar, sobanın
yanmadığı düşüncesi var ya, zavallı boş bulunmuş,
çıkmış dışarı, üstelik karşıdan da bağırıyormuş: “Çıkıyor, çıkıyor, duman iyi çıkıyor.”
başına gelen imam, “Yahu, bizdeki de akıl yani” diye
Bir keresinde, müşterilerden biri ceket diktirmek
için gelmiş. Usta da ölçüsünü almış, “Haftaya salı
hazır olur.” demiş. O gün, biz de oradayız, müşteri
önceki hafta ısmarladığı ceketi almaya geldi. Usta
baktı ki ceketi dikmeyi unutmuş ve haftaya salı hazır olur dediği cekete daha hiç başlamamış. Müşteri,
Gruptaki öğrencilerden biri, az ötelerinde kendi ken-
de hiç bozuntuya vermeden, “Senın ceket? Senın
ceket bittı, bittı. Bek bi şey galmadı; ön, arha, gol,
yaha var. Yarine hazır iderim, gusura galma! Bu ara
ecuk yoğunuh.” demişti.
Yine bir kış günü usta, dikiş makinesinde hummalı bir çalışma içerisindeyken bir imam gelmiş
dükkâna. Selam vermiş, sobanın kenarındaki sanra usta: “Hocam, üşüduk” demiş, “sana zamet, şo
sobaya yanındaki tenekeden iki üç dene odun at,
hele.” İmam da rutin bir davranışı yerine getirmenin
verdiği ezber ve rahatlık içinde, tenekeden odunları alıp yanan sobanın içine gelişigüzel bırakıvermiş.
Dursun Usta bu! Durur mu? O gün yine performansı
yerinde. Telaşla imama: “Hocam, neyttin? Ters atdın
bir hareketle hemen sobanın kapağını açmış, elini
sobaya hafifçe sokmuş, odunları attığı şeklin tam
tersine çevirmiş. Tabiî eli de biraz yanmış. Biraz sonra ustanın karşıda kıs kıs güldüğünü gören ve aklı
kendi kendine söylenmeye başlamış, “yanan sobaya atılan odunun hiç tersi düzü olur mu?”
Bizim Dursun Usta’nın küçük oğlu, Zile’de, Meslek Yüksekokulunda öğretim görevlisidir. Usta bir
gün oğlunu ziyarete, Zile Meslek Yüksekokuluna
gitmiş. Oğlu dersteymiş sanırım. Usta da binada
beklemekten sıkılmış, biraz hava almak ve gezinmek
için okulun bahçesine çıkmış. Dolaşırken bakmış,
üniversite öğrencilerinden müteşekkil kızlı erkekli
bir grup ayaküstü sohbete dalmışlar. Usta, öğrenci
grubuna yakın bir yerde durup, sanki kendi kendine
konuşuyormuş gibi; fakat öğrencilere de sesini duyurmak isteyerek, “Yav bu Yusek Ohul, Yusek Ohul
diyolar, o nirde ki acep?” diye söylenmeye başlamış.
dine konuşan Dursun Usta’yı fark etmiş ve hemen
oltaya düşmüş: “Amca bak, tam karşında duran şu
bina Yüksekokul.” Öğrenciden beklediği cevabı alan
Dursun Usta, “Nasıl olur yav?” demiş. “Bizım evin
garşısında Yavuz Selim-Naci Giray Ilkoğretim Ohulu
31 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
var, o da üç gatlı, bu bina da üç gatlı. Bunun neresi
yusek ohul?” Öğrenci, şaka yapıldığından habersiz,
ustayı fazlaca alık ve bilgisiz zannederek, bu defa
açıklama yapmaya girişmiş. “Yok amca” diyormuş,
“iş senin anladığın gibi değil, bu okula, liseden sonra
okunduğu için, daha üst düzey bir eğitim verildiği
için yüksekokul diyorlar, binasının yüksek veya çok
katlı olmasından değil.” Usta, sonradan bize olayı
anlatırken “Oğrenciler de beni saf bellediler.” diyor
ve gülüyor.
Öğrencilik yıllarımın çoğu, yaşadığımız şehirden
uzakta, gurbet ellerde geçti. Tatillerde Zile’ye, ailemin yanına giderdim. Zile’de bulunduğum zamanlar,
bermutat Dursun Usta’nın terzi dükkânına da uğrardım. Hâl-hatır faslından sonra usta, “Na zaman geldın?” diye bir soru yöneltirdi. Ben de mesela “Cuma
günü geldim.” derdim. Bunun üzerine usta, “Allah
Allah! Gaç gundür radyoda acansları hep dinedik,
hiç dimediler ya geldığıni?” diyerek beni güldürürdü.
Bizim Dursun Usta’nın yeğeni vardı bir de: Memet! Usta, zaman zaman Memet’ten ve onun küçücük yaşına bakmadan yediği nanelerden, haylazlıklarından bahis açardı. Birini paylaşayım ben de
sizinle:
Bu Memet’i ilkokula yazdırmışlar. Sağolasıca Memet, yaramazlıklarıyla bütün okulu birbirine katmış
ve herzevekil konuşmalarıyla birkaç ay içinde öğretmene illâllah dedirtmiş. Öğretmen bir gün haber
yollamış, velisi acele gelsin, durumunu görüşelim,
birlikte bir çare arayalım diye. Memet’in velisi de,
dayısı Dursun Usta. Dursun Usta okula varmış, “Ben
Memet’in dayısı hemi de velisiyim, beni çağartmışın
hocam.” demiş. Öğretmen de, “Memet’in durumunu
görüşmeden önce, buyur birlikte derse gidelim, sonra Memet hakkında yorum yaparız.” demiş ve birlikte derse gitmişler. Dursun Usta bir sıraya oturmuş,
ders başlamış. Öğretmen tahtaya yazdığı heceleri,
rastgele seçtiği öğrencilere okutmaya başlamış ve
en arka sırada oturan Memet’e: “Memet, kalk bakalım, ne yazıyor burada?” demiş. Memetse hiç istifini
• 32
bozmadan, “Oyle arha sıradan başlanmaz, onden
başlanır.” demesin mi? Öğretmen bakmış, Memet
laf anlayacak gibi değil. “Pekâlâ Memet, istediğin
gibi olsun, ön sıradan başlayalım.” diyerek derse
devam etmiş. Neticede okuma sırası dönüp dolaşıp
Memet’e gelmiş. Öğretmenin, “Evet Memet, istediğin gibi önden başladık; ama sıra tekrar sana geldi, kalk oku bakalım şu heceyi.” sözü üzerine, iyice
köşeye sıkışan Memet: “Boğün oraya çalışamadım,
yarın ohurum.” şeklinde bir cevap vermiş. Hâsılı,
dersin sonuna doğru, Memet sayesinde enikonu
çileden çıkan öğretmen, elindeki cetvelle Memet’in
kafasına hafifçe dokunmuş. Vay, sen misin dokunan!
Memet, öğretmene diyormuş ki: “Ne vuruyon? Daş
mı bu? Getir, bi de ben sana vuruyum.”
Evet, -kulakları çınlasın- Dursun Usta hakkında,
eskilerin dediği gibi kırk lafın belini büktük; fakat muziplik ve nüktelerinin yalnız birkaçına temas edebildik
desem yeridir. Vakıa bu kadarı bile, Dursun Usta’nın
yanında, yakınında bulunanlara yaydığı canlılık, neşe
ve mutlululuğu anlatmaya kâfi gelir kanaatindeyim.
Usta’yı ve onun neşe dolu terzi dükkânını ne
zaman hatırlasam, dudaklarımda belli belirsiz bir
tebessüme mani olamadığımı ayrımsıyorum gün
geçtikçe. Çocukluğumun belki de en keyifli ve komik anılarına ev sahipliği yapan bu dükkânın; makine yağı, kumaş, -ustanın tabiriyle- ‘guru kebab ve
kofte’ kokularından mürekkep râyihasına benzer bir
kokuyu -müphem bir biçimde de olsa- ne vakit duysam, kahkahalarla alabildiğine doyurulmuş çocukluğuma olan özlemim ansızın depreşiyor.
Tüm iyimserliği ve cerbezesi ile etrafına biteviye
gülücükler dağıtarak, bu gülüşlere diğer insanları
da ortak etmeyi başaran; hayatın türlü dağdağasına rağmen mütevekkil ve kalenderane duruşunu
hiç bozmayan, yitirmeyen; böylelikle hayatı daha
katlanılır, daha kolay, eğlenceli kılan ve yeri geldiğinde dünyanın birçok derdiyle alay etmesini de bilen
‘Altı Buçuğun Dursun Usta’yı saygıyla selamlıyor,
Allah’tan hayırlı ve uzun ömürler diliyorum...
HERMENEUTİK YAKLAŞIM
VE EĞİTİM
MEHMET ULUKÜTÜK
Arş. Gör., Alparslan Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,
Felsefe Bölümü / MUŞ
Aydınlanma, Pozitivizm, Modernizm: Akıl, Deney ve
Bilimin Hâkimiyeti
B
atı medeniyeti kökenleri 18.yüzyıl aydınlanmasına
dayanan 19.yüzyıl pozitivist felsefe, ilerleme (Kuyaş,1995:8) kuramından istifade ederek de, salt akıl
ve tabiat yasalarının düzenliğinden hareketle, aklı
merkez alan bilgiyi bilimsel bilgi olarak kabul etmiştir. Bu
tür elde edilen bilgiyi de sosyal alana kaydırarak, insanı inşa
eden ve onun eğitimini de bu bilim anlayışına göre geliştiren
maddeci merkezli bir sosyal bilim içeriğini benimsemiştir.
19.yüzyıl Batı Avrupa’sında ise aydınlanma felsefesi ilkelerini, Pozitivizm olarak kabul ettirmiştir. Pozitivizmin, Batı
Avrupa toplum düşüncesi açısından akıl ve tabiat kanunlarının düzenliliği ve sürekliliğinden esinlenen gözlem ve deney, ampirizm, öndeyi gibi kavramları kullanarak, metafizik
ilkelerin modern toplumda yerinin olmadığını belirten pozitif felsefe içerikli bilim anlayışını, tümevarım yöntemi olarak
sosyal bilime taşır. Pozitivizme göre sosyal bilimin temel
metodolojisi tümevarımsal bilgi ile elde edilen bilgidir. An-
Mehmet Ulukütük, Hermeneutik Yaklaşım ve Eğitim,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 140, Ekim
2011, ss.33-39.
cak bu yöntemle elde edilen bilgi, bilimsel bilgidir. Bir başka ifade ile bilim, pozitivizmdir. Pozitivizm, 19.yüzyılda Batı
33 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Avrupa’da ekonomi düşüncesi açısından da libera-
yi, Hristiyan devleti yani din içerikli devleti, batıl ina-
list-kapitalist iktisat felsefesini artık sistemleştirmiş
nışları, bilgisizliği, sefaleti ve önyargıyı sorumlu tut-
ve buna bağlı olarak sanayinin yükselişi belirmiştir
muştur. İnsanları boş inanışlara yönlendiren, bu in-
(Bilgin,2004:231). Bu iktisat felsefesinin ilkelerini de
sanların cep ve gönüllerini kontrol altına alan hırsları,
insan-eşya merkezli tümevarımsal bir açılımla ele
egoizmleri, bağnazlıkları, vahşilikleri ile tezahür eden
almaktadır. Pozitivist içerikli liberalist iktisat düşün-
Hristiyan din adamları olan papazlar dolayısıyla da
cesinin toplum alanında da kabul görüp yaygınlaşıp
Roma Katolik Kilisesidir. Kilisenin yaptığı zararlı et-
hâkimiyet kurabilmesi için girişimci insan tipolojisini
kinin arka planında ise, aşkın ve tabiatüstü yapısıyla
inşa etme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu zihniyete sa-
Hristiyan imanı ve vahyi aklın üzerine çıkarmış olan
hip liberalist-kapitalist girişimci insanı inşa etmekte,
Hrıstiyanlık yani din bulunmaktadır (Cevizci,2002:9)
ancak pozitivist tümevarımcı eğitim zihniyeti ile sağlanabilmiştir. Sistem kendi belirleyiciliğini, kendince
anlamlı etkin bir eğitim sistemini kullanarak oluşturabilmiştir.
Aydınlanma felsefesi, 18.yüzyılda Batı Avrupa’da
Hristiyanlığa karşı aklı öne çıkaran bir felsefe olarak, Batı toplumsal yapısının bir yandan Hristiyan
metafiziğinin öbür taraftan da feodaliteden sonra serveti elinde bulunduran Yahudi unsurlarının
(Sombart,2005: 24) düşünüş biçiminin etkisine bağlı
olarak sorunlu geliştiği söylenebilir. Sombart’ın Kapitalizm ve Yahudilik adlı eserinde de belirttiği gibi
Batı Avrupa’daki Yahudi unsurlar, bir taraftan toplumsal düşünce (toplumun soyut alanı) alanında salt
akıl ve tabiatın hareketliliği vasıtasıyla seküler bilim
zihniyetini geliştirmişlerdir, diğer taraftan ekonomik
alanın da (toplumun maddi alanı) liberalist-kapitalist ekonomi modelinin gelişimini desteklemişlerdir
(Sombart, 2005:24). Böylece Sombart’ın açıklamalarından hareketle Yahudilerin, Hrıstiyanlıktan (dinden) uzaklaşan bir eğitim zihniyetini geliştirdikleri
söylenebilir.
Hermeneutik Yaklaşım: Anlama, Yorumlama
ve Gelenek’in Fark Edilişi
20.yüzyılda Pozitivist bilgiyi eleştiren Hermeneutik (yorumcu) yaklaşım ise pozitivizmin ampiristik
bilgi anlayışından farklı olarak kültür-insan olgusu ve
dış-iç bütüncülüğünün temel bilgi kaynağı olduğunu
söyler. Başlıca Hermeneutik düşünce adamları, Karl
Mannheim, Hans-Georg Gadamer, M.Weber, M. Heidegger, A.O.Hırschman, Dilthey, Wittgenstein’dır.
Hermeneutik (yorumsama) genel olarak insan eylemlerinin meydana koyduğu ürün ve kurumlarını
anlama, kavrama ve yorumlama çabası olarak belirtilir. Hermeneutik, ortaçağ süresince Kitab-ı Mukaddesi yorumlama sorunu çerçevesinde kullanılmasına karşın, 18.yüzyıl Aydınlanma Felsefesi ve onun
19.yüzyıldaki uzantısı olan pozitivist felsefenin tabiat
bilimleri yöntemlerini sosyal bilimlerde kullanmasına
tepki olarak doğmuş bir yaklaşımdır. Hermeneutik
(yorumsama) düşüncesine farklı yaklaşanlar olmakla birlikte bunların ortak noktası; bireyin bir anlamlar dünyası içinde bulunduğuna yönelik kabulleridir.
Bireyin bütün eylemleri, düşünceleri, iletişimi, yani
18.yüzyıl Batı toplumunun ön-endüstri çağını ya-
tüm var oluşunu ifade eden unsurlar hep bu anlam-
şıyor olması ile birlikte bu dönemde zirveye çıkan
lar dünyasın da yer alır ve onun etkisi ile şekillenir.
Aydınlanma felsefesi için metafizik unsurlardan arın-
Anlamlar dünyasında birey edilgen olmayıp, tam ter-
mış olan aklı merkeze alan bir bakış açısına sahiptir.
si etken durumdadır. Söz konusu bireyin en önemli
Aydınlanma felsefesine göre aklı normal işleyişinden
eylemi ise kendisini ve dünyayı anlama çabasıdır.
uzaklaştıran bu metafizik içerikli akıl, Batı Hristiyan
kilisesi mahreçlidir. Bu bozulmanın kaynağı olarak
Hristiyan metafiziğini ve buna bağlı olarak da; kilise-
• 34
Gadamer’e (Bkz. Ulukütük, 2009b) göre bu anlama, var olma süreci olup bu noktada anlama, artık
bir metod sorunu olmaktan uzaklaşıp ontolojik bir
EKİM 2011 - SAYI 140•
sorun noktasına ulaşmaktadır. İnsanın bilinci anlam-
deli ve onun nedenselliği altında incelenemeye-
lar dünyasına bağımlı olduğundan dolayı ön yargı-
ceğini belirtir. Çünkü kültürün kendi gerçekliğinde,
larla hareket etmek mecburiyetindedir. Anlamak is-
tabiat bilimlerinin yasaları geçerli olmamaktadır (Öz-
tediği şeye bu zorunluluktan dolayı açık zihinli, ön
lem,1990:2829).
yargılardan bağımsız ve nesnel olarak yaklaşamaz.
Sonuç itibariyle Mannheim, Dilthey, Wittgenstein,
Gadamer bu durum için, anlamayı ilk aşamada
Heidegger, Weber ve Gadamer başta olmak üzere
mümkün kılan peşin hükümler veya ön yargıların
çeşitli yorumsamacılar; Aydınlanma düşüncesinin
olması gerektiğini belirtir. Bireyin yapması gereken
tarihsel kültürel ön yargılardan arındırılmış olan insan
şey, bu ön yargılardan kurtulmak olmayıp onları an-
tabiatına yönelik ezelî ve ebedî hakikatler merkezli
lama süreci içinde teste tâbî tutup, bir yanlış doğru
bir sosyal bilim yöntemi geliştirmek ve insan hakkın-
elemesi yoluyla daha üst seviyedeki olgun yargıla-
da bilimsel yasalar formüle etmek için tabiat bilim-
ra ulaşmayı sağlamaktır. Bu sona ermeyecek daimi
lerinin davranış kurallarının tümevarımcı metodunu
bir süreçtir. Çünkü ön yargı içermeyen, sonlu bilgiye
takip etmek amacıyla bireyci epistemolojik merkezli
hiçbir zaman ulaşılamayacaktır.
paradigmayı (Hekman, 1999: 2122) kesin bir biçim-
Gadamer, anlama sürecini, anlayanla anlaşılan
(özne-nesne) arasında bir arabulucuk görevi gördüğünü belirterek, bu süreç bir taraftan birey (özne)
ön yargılarca yönlendirilirken öte yandan da onları
etkileyen bir özne-nesne karşıtlığı sorunu aşılmaktadır (Ulukütük 2009e: 40-51; Duman 2006: 193–195).
Anlama (ki bu bir anlamda ön yargıdır) ve bireysel öz
eleştiri olmadan tarih bilincinin oluşması ne mümkün
ne de anlamlıdır.
de reddeden, onun bir hayal olduğunu belirten bir
sosyal bilim kavrayışını sunmuşlardır. Böylece pozitivist eğitim anlayışının toplumda, insan-kültür-eğitim etkileşiminde gerçeği ortaya koyabilecek bilimsel bilgi üretme yönteminden yoksun olduğu ifade
edilmiş olmaktadır.
Eğitimin Hermeneutik Boyutu
Hermeneutik kavramının geçirmiş olduğu tarihsel
değişime karşın, onun, bilgi ve bilgiyi anlama ve öğ-
Böylece Gadamer’in bu yorumsamacı yöntemi,
renme sorusuna getirdiği fen bilimleri-sosyal bilimler
pozitivist felsefi eğitim yöntemin tabiat bilimlerin-
ayrımı ile anlamaya ve/veya anlamlandırmaya çalı-
den esinlenerek ortaya koyduğu gereksiz daralma-
şan bir yaklaşım olduğu da söylenebilir. Söz konusu
dan kurtulmak için, tek geçer bir metodolojik yön-
ayrım, fen bilimlerinin açıklama kavramı yerine sos-
tem olarak belirtmektedir (Gadamer, 1990: 81–82).
yal bilimler için anlama kavramını kabul ederek, yeni
Bu konuda Dilthey’de tarihsel, toplumsal, kültürel
bir açılım yaratmış ya da yeni bir perspektifin ortaya
gerçeklik olarak bireyin dünyasını kendi imkânları
çıkmasını sağlamıştır. Çünkü anlama kavramı aynı
dâhilinde hareket eden bir dünya ve aynı zamanda
zamanda, öğrenme kavramının bireyselleşmesi, hat-
da tabiattan serbestleşmiş bir dünya olarak belir-
ta giderek öznelleşmesi sonucunu beraberinde geti-
terek, pozitivistlerin ifade ettikleri tabiat bilimlerinin
ren bir dönüşümü de çağrıştırmaktadır. Zira eğer an-
kanunlarının sosyal alanı da içerdiğine yönelik bilim-
lama ve dolayısıyla öğrenme, bireysel düzlemde ve
lerin olamayacağını belirtir. Çünkü tarih ve toplum,
yaşamın dayattığı değişmezlerin /problemlerin/ güç-
ampiriksel yöntemlerle doğrudan ele alınamayacak
lüklerin aşılması ve/veya çözülmesi amacını taşıyor
kadar yoğun alanlardır. Bu ancak algı ötesi bir içe-
ve “yaşantı” da kendiliğindenliğe sahip olmasından
rikle yani anlama nesnesi ile ele alınması gerekmek-
dolayı, “yaşamın kendisi” tüm bilme ediminin ken-
tedir. Yani Dilthey’e göre kültür bilimlerinin konusu
disinden çıktığı/kendisine dayandığı ve tüm bilginin
olan birey dünyası, tabiat bilimlerinin açıklama mo-
temelinde yatan şey ise, öğrenme, bir dış kaynak
35 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
tarafından sunulan açıklamaya değil, bireyin bizzat
dönük içerikler, programlar, ilkeler saptayıp bunları
kendi iradesi ile sürece katılıp gerçekleşmesine kat-
gerçeklendirmeyi seçeceklerdir/seçebilirler. Zira on-
kıda bulunduğu, yani bizzat bireyin kendi iradesinin
lar da aynı ya da benzer sorunlar ortamında ya da
belirlediği anlama ile daha çok ilişkili bir süreç olsa
eğer söylenebilirse, aynı dünyada yaşamaktadırlar.
gerekir(Yılmaz, 2007:169).
Dolayısıyla onların tasarımlarının ve uygulamalarının
Eğer anlama, öğrenme, bilme, bireyin kendi yaşamındaki problemlerin giderilmesi gibi bir amaç
taşıyorsa, ancak böyle bir işlev görebildiğinde daha
kalıcı bir öğrenme oluyorsa, ya da bir başka anlatımla, bilgi yaşam içindeki işlevselliği ölçüsünde
değerli ise eğer, o zaman bilgiyi öğrenme ve/veya
anlamanın ontolojik bir boyutundan da söz edilebilir
demektir. Ya da, bilgi ve/veya bilginin içerildiği kuram aynı zamanda, pratiğin bir uzantısı, bir parçası
demektir de. Şöyle ki bilgiyi üretme, öğrenme ve onu
bir kuramsal çerçeve biçiminde örgütlemenin kendisi bizatihi bir praksis, bir eylem, bir süreçtir. Ayrıca,
ait olduğu gerçeklik alanıyla etkileşimini koruyarak
geliştirilen ve bütünlenen bir süreçtir, eylemdir. Ya da
“bir teori, bir teori olmasının yanında aynı zamanda
bir praksistir de. Dolayısıyla hermeneutiğin problem
alanını oluşturan sosyal/beşerî bilimlerin disiplinleri
olan tarih, felsefe, edebiyat gibi disiplinler, aslında
pratikte neler olup bittiğinin kuramsal bir çerçevesi
olmak gibi bir görev de görmektedirler denilebilir. Bir
başka ifadeyle hermeneutik, pratiği (ne olup bittiğini)
anlamanın kuramsal (tarih, felsefe, literatür) çerçevesini oluşturmaktadır” (Özlem, 1994:89).
Bir bütün olarak eğitim sürecinin, eğitilen birey
açısından kendi davranışlarına temel oluşturacak,
deyim yerindeyse onun davranışlarını meşrulaştıracak bilginin öğrenilmesinin yaşam pratiği ile iç içe
olmasının yanında, eğitimciler olarak eğitenler açısından, öğretilecek bilginin seçiminde de yine aynı
biçimde ve hatta aynı düzeyde yaşamla-iç-içelikten
söz edilebilir. Şöyle ki eğitim kuramcıları, politika
belirleyicileri ve uygulayıcıları da yine doğal olarak,
kendi oluşturdukları dünya ve/veya toplum tasarımlarının ortaya çıkardığı gereksinim ve problem
durumlarını giderme ve/veya çözümleme amacına
• 36
da kendi kişiselliklerinden arınık olması düşünülemez. Zira düşünce ve kavramlar, hayatın derinlikleri
içinde köklendikleri gibi (Birand, 1960: 23), bilgi de
her zaman, insana, içinde yaşadığı dünyayı tanıtan
bir görüş olması anlamında, belli bir dünya görüşü
ile ilgili olan bir zemin üzerinde gelişir (Birand, 1960:
22). Dahası, fiziksel dünyanın bilgisi ve onun formal
ifadesi olan fizik bilim(ler)i de nihayetinde, günlük/
sosyal yaşama ilişkin bilgi ve anlayışa dayanır, onda
temellenir. Bir başka anlatımla, fiziksel düzen/lilik,
ancak sosyal düzenlilik içinden kavranabilir (Rosa
ve Blanco, 1997:192). Bu anlamda, doğa bilimlerinde verili olgular başlangıç koşullarından çıkarsanmış
yasa hipotezleri yardımıyla açıklanırken; sosyal bilimlerde simgesel bağıntılar/bağlamlar kendindehissedip-bütünleme aracılığıyla anlaşılır (Özlem,
1994: 55). Dolayısıyla sosyal bilimler adı altında sınıflandırılmasından dolayı, eğitim biliminin yöntem
anlayışı, açıklama temelli olmaktan çok anlama temelli bir yöntem olmak durumundadır. Ya da gerek
öğrenen ve/veya eğitilen olarak öğrenci, gerekse
öğreten ve/veya eğiten olarak eğitimci açısından,
eğitim temelde yaşamla iç içeliğinden dolayı, öncelikle ve özellikle anlamaya dayanan bir süreç, bir
deneyim olmak durumundadır.
Yaşam süreci, bir anlama süreci olduğu kadar,
bu anlamayı mümkün kılan yaşantının oluşturulması
sürecidir de. Kişi yaşadıkça kendini bir hermeneutik daire, bir etkileyici bir tarihsel bilinç içinde bulur,
dahası bu hermeneutik daireyi ve etkileyici tarihsel bilinci kazanır. Tarih ve gelenek, ona kendini ve
içinde yaşadığı dünyayı anlayabileceği kategorileri,
kavramları ve değerleri verir. İnsan yaşadıkça insan
dünyasına ait bir varlık olma yolunda ilerler. İnsan
dünyasının tüm olasılıklarını, tarzlarını, var oluş biçimlerini kuşanır. Özgür bir varlık olarak davranma
EKİM 2011 - SAYI 140•
becerisi kazanır. Düşünür, tasarlar, seçer ve eyler. Bir
ya çalışırsak, sosyal şiddet o kadar ortadan kalkar
yaşama alışkanlığı kazanır, kendine göre bir yaşam
ve farklılıkları içinde barındıran bir uyum dünyası
biçimi oluşturur. Bu oluşum birdenbire ortaya çık-
ortaya çıkar. Bir arada yaşayan insanlar birbirlerini
maz. Yaşam boyu edinilen bilgilerin ve deneyimlerin,
ne kadar görürler, birbirlerine ne kadar uzanırlar, bir-
bunda etkisi vardır. Dilthey’ın sözünü ettiği anlama-
birlerine ne kadar dokunurlar, bir birlerine ne kadar
yı güdümleyen ortaklık, Heidegger’in sözünü ettiği
varırlar, birbirlerini ne kadar hissederler? Var oluşun
“ufuk”, Gadamer’in sözünü ettiği tarihsel bilinç ve
bireyselliği ötekini dışladıkça ve toplumu yitirdikçe,
önyargı, yaşam boyu eğitimin bir ürünü olarak orta-
bu soruları olumlu yanıtlamanın imkânı da ortadan
ya çıkar. Bir dilin öğrenilmesi, bir toplumun gelenek
kalkar. Hermeneutik, “anlama” ve “yorumlama” kav-
ve kültür değerleri içinde kullanılması başlı başına
ramlarıyla bizi en güzel şekilde ötekiye ulaştırma-
eğitimsel ve hermeneutik bir olaydır. Çocuk, bir kül-
nın ve onu keşfetmenin yollarını sunar. (Taşdelen,
türün, bir tarihin, bir inanışın, bir dünya görüşünün,
2006:318–319)
bir yaşayış biçiminin dilini öğrenirken, o dünyayı da
kendi içine yerleştirmeye başlar. En basitinden bir dil
kazanımı, en önemli eğitim olayıdır. Ailede başlar ve
tüm yaşam boyunca sürüp gider. Çocuk yalnız dili
kazanmakla kalmaz, dille birlikte bir dünya görüşünü, bir hayat algısını, sözcüklere içkin hâlde bulunan
bir kültürel karakteri de kazanır. Kısaca anlamayı
mümkün kılan önyargılar, ufku oluşturan, tarihsel
ve geleneksel bağ, dil içindeki kültürel yapı, kültürel
yapıdaki dil, ortak paydalar, bütün bunlar en temel
eğitim olayıdır (Taşdelen, 2006:318–319; Ayrıca Bkz.
Ulukütük, 2009a, 2009c).
Hermeneutik Açıdan Türk Eğitim Sistemi
II. Dünya Savaşı’ndan önce sistem kavramı biyoloji ile ilgili bir yaklaşımken, savaştan sonra sistem var olan bütün bilimlerde kullanılmaya başlandı. Böylece eğitim ve yönetim bilimleri de kendi
alanlarında sistem kuramlarını uygulamaya başladı.
Yönetim alanında sistem; “bir iki veya daha fazla
bağımsız parçaların kısımların veya alt sistemlerin
bütününden oluşmuş ve çevresindeki diğer sistem
ve üst sistemlerle sınırları çizilebilen örgütlenmiş
bir birlik olarak tanımlanmaktadır (Eren, 2004:46).
Eğitim sistemleri birçok sistem kuramından en çok
Öte yandan, yaşam özneler arası bir diyalogtur.
örgütsel sistemlerle açıklanabilir. Şöyle ki ortaklaş-
Bu diyalog, anlamalar ve anlaşmalar üzerine kurulu-
tıkları amaçlar için bir araya gelerek güç birliği yapan
dur. İnsanlar arası ilişkilerde tüm yaşam boyu süren
insanlardan oluşan çevrelerinden aldıkları girdileri
hermeneutik bir boyut vardır. Bu boyut iyi düzenlen-
kendi güçleriyle işleyip örgütün gücüne dönüştüren,
diği takdirde, uyumun, uzlaşmanın ve konuşmanın
bu güçle amaçlarına uygun ürünler üreten toplumsal
ortaya çıkması mümkündür. Aksi hâlde şiddet, en il-
yapıdır. Eğitim sistemi en alt düzeyden en üste ka-
kel davranış biçimi olarak öncelikle kendini gösterir.
dar tek tek örgütlerden (toplumun eğitim kurumunun
Hayat hep ben ve ötekinin buluştuğu noktada ortaya
gereksinmelerinin doyurulmaya çalışıldığı toplumsal
çıkar. Sınırlardan geçerek, sınırlardan dönerek yaşa-
birimlerden) oluşmaktadır (Başaran, 1993:19–24).
rız. Yol bizi başkalarına, başkalarını da bize getirir.
Yol, anlamların, yanlış anlamaların, anlaşmaların,
anlaşamamaların, şiddet ve baskıların, düşmanlık
ve nefretlerin, dostluk ve kucaklaşmaların türediği
bir yerdir. Var oluşun bireyselliği içinde birbirimize
ne kadar yaklaşırsak, birbirimize ne kadar gülümsersek, birbirimizi ne kadar selamlarsak, birbirimizle
ne kadar konuşursak, birbirimizi ne kadar anlama-
Türk eğitim sistemi amaç, ilke ve yapı olarak Batılı
dünya görüşünün eğitim ve öğretim alanındaki yöntem ve hedefleri benimsemiş bir eğitim sistemidir.
Batının eğitim sisteminin dayandığı ilke ise görece
son yüzyıldaki bilimsel yenilik ve gelişmelerin kendisine borçlu olduğu Aydınlanmanın terekesi olan pozitivizm ideolojisidir. Doğada ve toplumda evrensellik
37 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ve yasalar peşinde koşan pozitivist ideoloji evrensel
lamda etkin olarak kurulduğu da ifade edilebilinir.
olana ve yasa durumundaki her şeye boyun eğme
Ancak pozitivist felsefi içerikli Batı sosyal bilim an-
esastır. Bir yöntem olarak pozitivizm “evrensel” ve
layışı günümüzde kültür, metafizik, toplumsal sub-
“üniversal” olanı yakalamak için farklılıkları görmez-
jektiviyeyi görmezden geldiğinden oldukça yetersiz
den gelerek, benzerliklerin altını çizer(Arslan, 1992:
olduğuna yönelik ciddi eleştiriler almıştır.
XIV). Bu ideolojide olması gerekeni buyuran biricik
otorite bilim veya daha yerinde bir söyleyişle bilim
adamları cemaatidir(Arslan, 1992: XIII). Pozitivist için
bilim, “dışsal dünyaya ilişkin kestirimci (predictive)
ve açıklayıcı bilgi elde etme girişimidir”.Bunu yapmak için, dış dünyada gözlemlenen düzenli ilişkilerden genel önermelere geçilen teoriler kurulmalıdır
(Keat ve Urry, 2001:15). Bu genel önerme ve yasalarla sistematik gözlem ve deney yoluyla keşfedilen
olayları bir yandan kestirmeye öte yandan da açıklamaya imkân vermektedir. Pozitivist paradigmada
“bir şeyi açıklamak demek, o şeyin bu düzenliliklerin
bir örneği olduğunu göstermek demektir. Gözlem ve
deney emin ve kesin bilginin tek kaynağıdır” (Keat ve
Urry, 2001:16). Buna göre A.Comte, genelde pozitivist akımı, bilimi, kesin bilgi veren bir etkinlik olarak
değerlendirir.
Ancak genel olarak bilimsel faaliyetler özellikle
de sosyal bilimler, kültür bağımlı niteliğe sahiptirler.
Batı’da sosyal bilim, 19.yüzyıldan bu yana maddeyi (ekonomiyi merkeze alan) “toplum, değişmeyen
kanunlara tabii bir nizam meydana getirir” ifadesiyle
doğrulamacı bilim yönteminden hareket eder (Freund, 1997:42). Buna ilaveten yine Batı sosyal bilimini A. Comte’cu üç hâl yasası ile insan zihniyetinin
gelişim evrelerini teolojik, metafizik ve pozitif (bilimsel-kapitalist ve liberalist zihniyetli girişimciliğin
hâkim olduğu) aşamalarla açıklamaktadır (Schmidt,
1983:100). Böylece bu etkiler, Batı’da “sosyal bilim
anlayışının ve mutlak bilimselciliğin öncüsü” olmuşlardır (Davutoğlu, 2005:216). Söz konusu üçüncü
aşama olan pozitif aşamada pozitvist bilim adam-
Bugün Türk eğitim sistemine yön veren temel etken pozitivizmdir. Çünkü pozitivizm veya pozitivist
bilim ideolojisi, tarihî açıdan ülkemize giren ilk “Batılı” ideoloji, ilk “modern” ideolojidir. Pozitivist bilim
ideolojisinin ülkemize giren ilk modern ideoloji olması açıklanması zor bir şey değildir. Osmanlı toplumunun Batı’ya açıldığı dönemde Batı’da Pozitivizm =
Bilim anlayışı egemendi. Batı’ya açılmak pozitivizme
açılmaktı. Bu noktadan bakıldığında, günümüzde
Türkiye’de bulunan bütün modern entelektüel akımların kaynağında pozitivizm vardır.
Modern Cumhuriyetimizin kurucuları klasik resmî
ideolojiyi reddettiler ve pozitivizmi benimsediler. Modern eğitim sistemimizin temelinde pozitivist bilim
ideolojisi bulunmaktadır. Türk eğitim sistemi Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim kurumlarında pozitivist
ideolojiye uygun bir insan tipi yetiştirmeyi ideal olarak benimsemişlerdir(Arslan, 1992: XIV).
Pozitivizm hermeneutik yaklaşımın tersine farklılıkları değil, benzerlikleri ön plana çıkarır. Anlamayı
değil açıklamayı gerçekleştirmeye çalışır. Anlamayı
değil açıklamayı öne çıkaran yaklaşımın ezberci yaklaşımla sonuçlanması sürpriz değildir.
KAYNAKÇA
Arslan, H. (1992) Epistemik Cemaat-Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi, Paradigma Yay. İstanbul.
Ayaş, N. (1948) Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi: Kuruluşlar ve Tarihçeler, Milli Eğitim Basımevi. Ankara.
Başaran, İ.E., (1993) Türkiye Eğitim Sistemi, Gül Yay.,
Ankara.
(Comte, 1964: 20) olduğundan, kapitalist-liberalist
Bilgin, V. (2004) Yirmibirinci Yüzyılda Türk Modernleşmesinde Paradigma Değişimi, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Birinci Yüzyıla Türkiye ve Dünya, Edi: E.Yazıcı, İlke Emek,
Yay, Ankara.
toplum düşüncesinin pozitivizm ile ilişkisi bu bağ-
Birand, K. (1960). Manevi İlimler Metodu Olarak Anla-
ları ve kapitalist-liberalist sanayi düşüncesi hâkim
• 38
EKİM 2011 - SAYI 140•
ma. Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi Yay. Ankara.
Bolay, S. H. (1997). “Eğitimimizin Felsefi Temelleri”,
Yeni Türkiye 7 (Eğitim Özel Sayısı).
Büyükdüvenci, S. (1986) Hayatboyu Eğitim (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi.
Cevizci, A. (2002) Aydınlanma Felsefesi, Ezgi Kitapevi,
Bursa
Comte, A. (1964) The Proggres Of Civilization Trought Three States, Social Change, Edit. Amitai And Eva
Etzioni,Basic Books Newyork- London,
Davutoğlu, A. (2005) “Sosyal Bilimlerin Evrenselliğine
Yönelik Metodolojik Bir Kritik ve Sosyal Bilimlerin İslamileşmesi”, Bilgi, Bilim ve İslam, Tartışmalı İlmi Toplantılar
Dizisi1–2, İSAV, Ensar Neşriyat, İstanbul.
Duman, F. (2006) İdeoloji Kuramları, Feodaliteden Küreselleşmeye Temel Kavramlar ve Süreçler, Ed; Tevfik Erdem, Lotus Yay, Ankara.
Eren, E., (2004) Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, Beta Yay., İstanbul.
Freund, J. (1997) Beşeri Bilimler Teorileri, Çev:B.Yediyıldız, Türk Tarih Kurumu Yay, Ankara.
Gadamer, H. G. (1981) Truth and Method Tr. William
Gelen – Doepel. Great Britain for Sheed & Ward. Ltd. London.
Gadamer, H. G. (1995). “Hermeneutik”, Çev. Doğan
Özlem, Hermeneutik (Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar, s.11–
28. Ark Yay Ankara.
Gadamer, H.-G. (1990) “Tarih Bilinci Sorunu”, Toplum
Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, Der: P Rabinow, W.S. Çev:
T.Parla, Hürriyet Vakfı Yay, İstanbul.
Hekman, S. (1999) Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik,
Mannheim, Gadamer, Foucault ve Derrida, Çev: H.ArslanB.Balkız, Paradigma Yay, İstanbul.
http:://www.meb.gov.tr/Stats/23.12.2006.
Keat, R. Urry, J. (2001) Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev.
Nilgün Çelebi, İmge Kitapevi, Ankara.
Khun, T. (1995) Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev:
N.Kuyaş, Alan Yay, İstanbul.
Khun, T. (1995) Tarih-Bilim Tarihi İlişkisi, Toplum Bilimlerinde Yorumcu Yaklaşım, Der: P.Rabinow, W.Sullivan,
Çev: T. Parla, Hürriyet Vakfı Yay, İstanbul.
Kissack, M. (2003). “Hermeneutik ve Eğitim: İnsan Bilimleri Öğretmenleri İçin Düşünceler”, Çev. Vefa Taşdelen,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:
35– Sayı: 1–2
Konuk, O; (2003) “Toplum ve Eğitim”, Sosyolojiye Giriş-İhsan Sezal, Martı Yayın Evi, Ankara.
Özlem, D. (1990)Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji, Ara
Yay, İstanbul.
Popper, K. (1995) Tarihselciliğin Sefaleti, Çev: S.Orman,
İnsan Yay, İstanbul.
Schmidt, A. (1983) History and Structure, An Essay
on Hegelian-Marxist and Sturcturalist Theories of History,
The MIT Pres, Cambridge, Massachusetts.
Sombart, W. (2005) Kapitalizm ve Yahudiler, Çev. Sabri
Gürses, İleri Yay, İstanbul.
Taşdelen, V. (2006) Eğitim Hermeneutiği Sorunsalı
Üzerine Felsefi Bir Araştırma, Ankara Üni. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi)
Tekeli i.-İlkin, S. (1999) Osmanlı İmparatorluğunda
Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü,
TTK. Ankara,1999.
Ulukütük, M. (2009a) “Varlığın Evi Olan Dilden Dilin Evi
Olan Geleneğe: Gadamer’de Dil-Gelenek İlişkisi”, Hece
Dergisi, Sayı:148,
Ulukütük, M. (2009b) “Hans-Georg Gadamer (1900–
2002)’i Tanımak\Anlamak ve Türkçe’de Gadamer Bibliyografyası”, Uluslararası Kutadgubilig, Bilim Araştırma ve
Felsefe Dergisi, Sayı:15.
Ulukütük, M. (2010) “H.Georg Gadamer(1900-2002)”,
mad. Felsefe Ansiklopedisi, Ed. Ahmet Cevizci, E-Babil
Yay., 7. cilt.
Ulukütük, M.(2009c) “Anlamın ve Yorumun Ufukları:
Gadamer’de Ufukların Kaynaşması ve Gelenek”, Hece
Dergisi, Sayı:149.
Ulukütük, M.(2009d) “Anlamın Dilselliği İçindeki Tarihsellik: Gadameryan Hermeneutikte Dilsellik, Tarihsellik ve
Gelenek İlişkisi”, Hece Dergisi, Sayı:152.
Ulukütük, M.(2009e) “Hakikate Giden Yollar: MetinYazar-Okur Diyalektiğinde Beliren Anlama Sorunu”, Hece
Dergisi, Sayı: 147.
Yılmaz, M. (2007) “Eğitimin Hermeneutik Boyutu: Eğitim Kavramının Doğasına İlişkin Kimi Sorular”, Kaygı: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi,
Sayı: 8, Bahar
39 •
GÜNDEM
Millî Eğitim Bakanlığı, 11 Bin 475 Kadroya
Öğretmen Atadı
Öğretmen atamaları dolayısıyla MEB Başöğretmen Salonu’nda
düzenlenen törende konuşan Bakan Dinçer, hükûmet olarak eğitime yaptıkları büyük yatırımlarla
eğitime erişimi, fırsat eşitliğini, fiziki ve teknolojik alt yapıyı önemli ölçüde iyileştirdiklerini söyledi.
Ancak öğretmen güçlü olmadığı
sürece, yapılan bu iyileştirmelerin,
artan derslik sayılarının, bütçe kaynaklarının, sunulan teknolojilerin
arzu edilen faydayı sağlayamayacağını bildiklerini vurgulayan Bakan Dinçer, “Bu sebeple Millî Eğitim Bakanı olarak göreve başladıktan sonra gerçekleşen ilk törenin
öğretmen ataması olması, öğretmenlerimizin sorunlarının kamuoyuyla paylaşılması açısından güzel
bir fırsat oldu. Mesleğini büyük bir
aşkla yapan, öğrencilerini büyük
bir özveriyle yetiştirmeye çalışan
yüzlerce, binlerce öğretmenimize
toplum olarak, devlet olarak, tek
tek bireyler olarak şükran ve min-
• 40
net borçluyuz” dedi.
Hep birlikte çalışarak öğrencinin de öğretmenin de gitmekten
mutluluk duyduğu okul ortamlarını
birlikte oluşturacaklarını ifade eden
Bakan Dinçer, eğitimin ilgili tüm taraflarını da bu büyük çabaya dahil
edeceklerini belirtti. Dünyanın pek
çok ülkesinde eğitimin niteliğinin
sayısal verilerden çok, öğrencilere
kazandırdığı beceri, değer ve yeterliklerle ölçüldüğünü kaydeden
Bakan Dinçer, bu beceri ve yeterlikleri çocuklara öğretmenlerin kazandıracağını ifade etti. Eğitimde
öğretmenin yerinin, hiçbir teknolojik gelişmenin, hiçbir araç-gerecin dolduramayacağını vurgulayan
Bakan Dinçer, bunun, dünyanın
her yerinde böyle olduğunu söyledi. “Türkiye bu anlamda her biri
Türk düşünce hayatında, sanat ve
edebiyatta öne çıkmış çok değerli
öğretmenler yetiştirmişken ne yazık ki bu mirası geleceğe taşıyamamıştır” diyen Bakan Dinçer, son on
yılda eğitimin, gündemin ön sıralarına yerleşmesine paralel olarak,
öğretmenlik mesleğinin öneminin
yeniden hatırlanmasının memnuniyet verici olduğunu kaydetti.
Hükûmetin son 9 yıllık dönemde,
öğretmenlik mesleğinin hem nicel
hem de nitel olarak gelişmesi için
yoğun çaba sarf ettiğini belirten
Bakan Dinçer, bu süre içinde 300
bin 84 yeni öğretmen alındığını,
öğretmen sayısında yaklaşık 150
bin artış olduğunu anlattı.
Bakan Dinçer, şöyle konuştu:
“Kamu kaynakları elverdiği ölçüde,
hatta çoğu zaman bu kaynakları
da zorlayarak öğretmenlerimizin
maaşlarında ve aldıkları ücretlerde büyük oranda iyileştirmeler
yapıldı. Sonuç olarak bu mesleğin
sevgiyle, inançla yapılan bir iş, öğretmenin ve öğrenmenin de ömür
boyu süren bir uğraş olduğunu
bize incelikle öğreten öğretmenlerimiz, her şeyin en iyisine layıklar.
Bundan sonra da öğretmenlerimi-
EKİM 2011 - SAYI 140•
ze daha iyi çalışma şartları oluşturmanın, hayat kalitelerini geliştirmenin gayreti içinde olacağız.
Öğretmenlik mesleği, gerçekten
de kendi meslek gruplarına denk
diğer meslek gruplarıyla kıyaslandığında hem ücret hem de diğer
haklar bakımından arzu edilen
düzeyde değildir. Bu kapsamda
niteliksizlik nasıl ücretlere yansıyorsa, niteliğin de ücretlere ve
öğretmenliğin statüsünün yükselmesine katkı sağlayacağını belirt-
seçme ve yerleştirme süreçlerinde yetersizlik olduğuna, yer değiştirme ve görevde yükselmelerde de objektif davranılmadığına
dair ortak bir kanı bulunmaktadır.
Bu algıyı oluşturan nedenler varsa bunları da ortadan kaldırmalıyız. Eğitim sistemimizin çözüm
bekleyen sorunlarına hep birlikte
eğileceğiz. Karşılıklı iletişim, katılım ve uzlaşma gibi modern uygulamalarla, iyi yönetişim anlayışıyla insanı referans alan, öğren-
yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu sistemin duyuşsal becerilerin de öne çıktığı bir
meslek grubuna uygulanmasının
uygun bir yöntem olmadığı ve iyi
öğretmenleri seçmede yetersiz
kaldığı yolunda güçlü bir kamuoyu bulunmaktadır. Bu kapsamda
öğretmen seçme ve atama sistemine ilişkin sorunların çözümü,
öncelikli gündem maddelerimizin
başında gelecek. Öğretmenlik
mesleğine bu temel özelliklere
mek isterim.”
me odaklı, daha adil, sorun değil
çözüm üreten, daha esnek, bütün
paydaşların birlikte karar alıp sorumluluğu paylaştığı bir yapıyı birlikte oluşturacağız. Eğitim
sisteminin sorunlarının değişen
şartlar ışığında her zaman gözden geçirilmeye, düzeltilmeye ve
iyileştirilmeye ihtiyaç duyduğunu
ve dinamik bir süreç olduğunu da
hep hatırda tutacağız.”
en üst düzeyde sahip olanların
seçimini sağlayacak, yeterliklere öncelik veren, adil ve etkili bir
yöntemi geliştirmek zorundayız.
İnsan yetiştirme gibi zor bir sorumluluğu ve misyonu üstlenen
öğretmenlerin kişisel ve mesleki
niteliklerini neredeyse hiç ölçmeden merkezî bir sınavla seçerek
öğrenciyle buluşturmak, sadece
öğrencilere değil, öğretmenlerimize de yapılan haksızlıkların başında geliyor.”
İnternetin ortaya çıkmasıyla
rekabetin şeklinin değiştiğine ve
bilgiye ulaşmanın maliyetinin sıfıra yaklaştığına işaret eden Bakan
Dinçer, eskiden bilgiye sahip olan
en büyük güce sahipken; günümüzde bilgisini güncelleyen,
ondan yeni bilgiler üreten, bilgiyi
hayatıyla bütünleştiren, yeni bilgi
üreten, soran, araştıran, paylaşan ve geliştiren bireyin ön plana
çıktığını söyledi. Bu gelişmelerin
eğitim sistemini ve eğitim sisteminin aktörlerini sürekli değişmeye zorladığını vurgulayan Bakan
Dinçer, şunları kaydetti: “Öğretmenlerin bilgi çağının gençlerini
yetiştirecek niteliklerle donanmış
olması gerektiğinden hareketle,
öğretmene ihtiyacı olduğu her
alanda daha çok yatırım yapacağız. Sorunların çözümü noktasında da öğretmenlerimizi alınacak
olan kararlara daha fazla dahil
edeceğiz. Özellikle öğretmenlik
mesleği ve eğitim öğretimle ilgili
alınan kararlara öğretmenlerin yeterince dahil edilmemesini bir sorun olarak görmeliyiz. Öğretmen
ÖĞRETMENLERE DE
HAKSIZLIK
Kamu
Personeli
Seçme
Sınavı’nın (KPSS) mevcut öğretmen atama sisteminde temel ölçüt olarak kullanıldığını anımsatan Bakan Dinçer, sözlerini şöyle
sürdürdü: “Öğretmenlik mesleğinin bir ihtisas mesleği olduğu
düşünüldüğünde eğitimlerini tamamlamış öğretmen adaylarının
içinden, öğretmenlik mesleğini
en iyi yapacakları seçmek çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği açısından hayatî bir önem taşımaktadır. Bu yönüyle bakıldığında hâlihazırdaki öğretmen seçme
sisteminin, öğretmenlik mesleğini daha iyi yapacakları seçmeye
Bu soruna kısa vadeli çözüm
olarak bugün ataması yapılacak
11 bin 544 öğretmenin iki hafta
süreyle oryantasyon eğitimine
tabi tutulacağını ifade eden Bakan Dinçer, öğretmenlerin etkinlik, verimlilik, uygulama becerilerinin geliştirilmesi, çevreye uyum,
farklı kültürel hayatlara dikkat ve
saygı gibi birçok hususta eğitimden geçtikten sonra görevlerine
başlayacağını anlattı. Bunun bir
pilot uygulama olacağını söyleyen Bakan Dinçer, uygulamanın
gelecek dönemlerde bütün öğretmenleri kapsayacak şekilde
genişletileceğini ifade etti.
41 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ÖĞRETMEN YETERLİĞİ
Öğretmenlerin
niteliklerinin
sorgulanması ve geliştirilmesinde
esas alınacak kriterin öğretmen
yeterliği olduğunu belirten Bakan
Dinçer, tüm öğretmenlerde bulunması gereken bilgi, beceri ve tutum özelliklerini içeren öğretmen
yeterlikleri konusunda ilköğretim
kademesi öğretmenlerine yönelik 16 alan belirlendiğini, ortaöğretimde de 8 alanda hazırlanan
özel alan yeterliklerinin yürürlüğe
konulduğunu, 8 alanda daha özel
alan yeterlik çalışmasının devam
ettiğini anlattı. Ancak uygulamada karşılaşılan sorunlardan hareketle sistemi revize etmek ve
öğretmenlerin sahip olması gereken yeterlikleri doğru bir şekilde
değerlendirerek hayata geçirmek
zorunda olduklarını söyleyen Bakan Dinçer, öğretmenlerin mevcut
yeteneklerinin sürekli geliştirilmesi ve okullarda sürekli bir öğrenme kültürünün oluşturulması gerektiğini kaydetti.
700 bini aşkın personel bulunduğuna dikkati çeken Bakan
Dinçer, “Öğretmenlerimizin hangi
alanlarda mesleki gelişime ihtiyaç
duyduklarının tespiti başta olmak
üzere; mesleki gelişimleri için
daha etkili ve daha verimli sonuçlar doğuracak yöntemlere, ihtiyaç
analizlerine ve hizmet içi eğitim
modellerine odaklanmalıyız. Çalışanların motivasyonu, iş tatmini, yeterlik ve performanslarının
artması için gerekli olan koşulları
sağladığımızda, eğitimde yaşanan pek çok sorunu arkamızda
bırakacağımıza inanıyorum” dedi.
• 42
Türkiye’de öğretmenlerin yüzde
73’ünün 40 yaşın altında bulunmasının ülke adına çok büyük
bir zenginlik ve fırsat olduğunu
vurgulayan Bakan Dinçer, öğretmenlere şöyle seslendi. “Değişen
dünyanın yeni eğitim anlayışı öğretmenden beklenen nitelikleri de
değiştirmiştir. Öğretmenin bilgi
aktarıcı rolü, öğrencinin de bilgi
alıcı rolü değişmiştir. Eğitim artık
‘öğrenme’ üzerinde odaklanmakta, okullar ise öğrenen kurumlara dönüşmektedir. Öğrenen bir
kurum sadece öğrencinin değil,
aynı zamanda öğretmenin ve diğer tüm çalışanlarının da öğrenmesini gerekli kılmaktadır.
Günümüz öğretmeni bilginin
güç olduğu gerçeğini bir an bile
unutmayarak ihtiyacı olan yeni
bilgileri kazanmalı, becerilerini bir
öğrenci gibi geliştirmeli ve zenginleştirmeli, yaşam boyu öğrenme alışkanlığı kazanarak niteliklerini artırma yollarını aramalıdır.
Bilgi çağının öğretmeni sadece
belirli bilgileri aktaran değil, yeni
ve farklı şeyler yapabilme yeteneğine sahip, toplumsal ve evrensel
değerleri önemseyen insanlar
yetiştirmeyi, öğrencisine inisiyatif
tanımayı temel amaç edinmelidir.
Ama tüm bunlardan önemli olan
bir şey var ki o da öğretmenliğin
bir sevgi ve gönül işi olduğudur.
Öğretme işi ırka, dine, renge ve
cinsiyete dayalı her türlü ayırımcılığı elinin tersiyle iterek fedakârca
insan yetiştirme sanatıdır. Öğrencileri arasında yürüyen öğretmen
sadece bilgisini değil, sevgisini
de vermelidir. Unutmamalıdır ki
kalbine girilmeyen öğrencinin aklına hitap edilemez. Sevgi, doğruluk, hoşgörü, insan hak ve özgürlüklerine saygı gibi değerleri
öğrencisine aktarmada iyi bir rol
model olmalıdır. Doğru tutum ve
davranışlar edinmenin okul başarıları kadar önemli ve değerli
olduğunu hissettirmelidir. İyi bir
öğretmen öğrencisine kendi yolunu bulmasında rehberlik etmelidir. İyi bir öğretmen öğrencilerini
kendi bilgi ve beceri sınırları içinde tutmamalı, onlara kendi potansiyellerini açığa çıkarmak için
yol göstermelidir. İyi bir öğretmen
ülkesinin kalkınmasına yenilikçi, rekabet gücü yüksek gençler
yetiştirerek katkıda bulunmalıdır.
Yapacağınız işin sorumluluğu
gerçekten de çok büyük. Ama bu
mesleği icra ediyor olmanın saygınlığı, onuru ve toplum nezdindeki itibarı da çok büyük.”
Bakan Dinçer, şöyle devam
etti: “Şu anda ülkemizde 216 bin
kadro bekleyen öğretmen bulunmaktadır. Hâlbuki norm kadromuzun tamamını kullansak bile
aşağı yukarı 150 bin öğretmeni
alma şansımız bulunmaktadır.
Bugün 11 bin 544 öğretmen almayı tasarladığımız hâlde o kadar
öğretmeni almayı başaramadık
çünkü bizim ihtiyaç duyduğumuz
alanlarda öğretmen yeteri kadar
bulunmuyor. Öğretmenin yetiştiği
alanla Bakanlığın ihtiyaç duyduğu
alanda bir uyumsuzluk söz konusu. Öğretmen fazlalığı, yetişme
alanlarındaki uyumsuzluklar ve
ihtiyaç duyduğumuz alandaki
öğretmenlerin yetersizliği gibi
EKİM 2011 - SAYI 140•
pek çok konu yanında meseleye
makro yönden baktığınızda ulusal kaynakların yeterliliği, öğretmen kadrolarının sayısı ve tüm
Türkiye’deki devlet memurluğu
sisteminin sorunları içerisinde
öğretmenin yeri gibi meseleleri
de ilave ettiğinizde biz sadece
dışarda kadro bekleyen öğretmenlere kadro vererek bu sorunu çözemeyiz. Çok daha köklü
bir yaklaşımla meseleye bakmak
ve çok daha temel stratejiler
üretmek zorundayız.” Öncelikle insan kaynakları planlaması
yaparak öğretmen yetiştirmeye
dair strateji geliştirmek zorunda
olduklarını söyleyen Bakan Dinçer, “Nitekim bununla ilgili temel
çalışmaları da başlattık. Yakında
YÖK ile karşılıklı işbirliği yaparak
bu sorunun çözümüne yönelik
daha köklü tedbirler almayı öngörüyorum” dedi.
Öğretmen ihtiyaçlarıyla ilgili varsayımların 300-350 bin kişi
olduğunu kaydeden Bakan Dinçer, bütün istihdam çözümlerinin
devlette olduğu gibi bir yaklaşımla bu ülkenin istihdam sorunlarının çözülemeyeceğini, bu konuda herkese görev düştüğünü
söyledi.
Bakan Dinçer’in konuşmasının ardından bilgisayar kurasına
geçildi.
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Klavye
Şampiyonlarını Kabul Etti
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 2011-2012 eğitim öğretim
yılının ikinci yarısında okullarda
akıllı tahta ve öğrencilere tablet
bilgisayar uygulamasını başlatacaklarını belirterek, tablet bilgisayarlardaki klavyelerin F klavye
olması için çalışma yapıldığını
bildirdi.
Bakan Dinçer, 10-15 Temmuz
2011 tarihleri arasında Fransa’nın
başkenti Paris’te yapılan Dünya Bilgisayar Klavye Şampiyonaları’nda
13 madalya alan öğrencilerden oluşan Türk Milli Takımı’nı Bakanlık’ta
kabul etti. İntersteno Konseyi Üyesi
ve Türkiye Temsilcisi, Bilimsel Çalışma İletişim ve Gelişmeleri Destekleme Derneği Başkan Yardımcısı
Seçkin Köse, Bakanlığın bu yarış-
Bakan Dinçer de Fatih Projesi kapsamında okullarda modern
teknolojinin kullanılmasıyla ilgili önemli bir uygulamayı gelecek
eğitim öğretim yılının ikinci döne-
malara destek vermesini istediklerini belirtti. Türkiye’de herkese 10
parmak klavye kullanmasını önerdiklerini söyleyen Köse, ilköğretim
okullarında 10 parmak F klavye eğitimi verilmesini istediklerini dile getirdi. Köse, tüm kurumlarda F klavyenin yaygınlaşması için F klavye
eğitimi verilmesinin önem taşıdığını
söyledi.
minde başlatacaklarını belirtti. Bu
projenin bir boyutunun okullara
konulacak akıllı tahta olacağını
söyleyen Bakan Dinçer, şunları
kaydetti: “Biz, dünyada kullanıldığı gibi projeksiyonlu tahtayı kullanmayacağız. Doğrudan doğruya
büyük ekran bilgisayarlar olacak,
65 inch büyüklüğünde bilgisayar
ekranı olacak ve bilgisayar da o
43 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ekrana gömülmüş vaziyette olacak. Dolayısıyla dokunmatik bir
şekilde biz bilgisayarı tahtada
göreceğiz ve öğretmenlerimiz
çocuklarımıza o bilgisayardaki
imkânları, teknolojiyi kullanarak
ders anlatma imkânı bulacak.
Ayrıca, sürekli ve geniş kapsamlı
bir banttan da internet bağlantısı olacağı için hem ulusal mahiyette bizim kendi hazırladığımız
dersleri ve bilişim malzemelerini
kullanma imkânları olacak hem
de belki de dünyanın pek çok ye-
rinde hazırlanmış malzemeyi kullanabilme fırsatını yakalayacak.
Projenin ikinci boyutu ise tablet
bilgisayar. Tablet bilgisayarlarda biliyorsunuz bir klavye var.
Biz şimdi onların hazırlıklarını da
ona göre yapıyoruz. Türkiye’de F
klavye bilgisayarların, daktiloların
kullanılmasını da belki bir yönüyle teşvik edeceğimizi düşünerek,
tablet bilgisayarlardaki klavyelerin F klavye olması konusunda
bizim bir çalışmamız, hazırlığımız
da var. Bu çok önemli bir katkı
sağlayacak. Türkiye’de yaklaşık
olarak 16 milyon 800 bin öğrencimiz var. 16 milyon 800 bin
öğrenci F klavyeli bilgisayar kullanmayı başarırsa toplumun geri
kalan kısmının da giderek buna
ayak uyduracağını varsayıyoruz.”
Bakan Dinçer, derece kazanan öğrencileri ve öğretmenlerini tek tek kutlayarak onlara birer
MP3 hediye etti, onlarla hatıra
fotoğrafı çektirdi.
Bakan Dinçer, Baba Destek Programı
Semineri’ne Mesaj Gönderdi
Millî Eğitim Bakanlığı ve
Anne ve Çocuk Eğitim Vakfı
(AÇEV) işbirliğiyle, Birleşmiş
Milletler Kadının Güçlendirilmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Örgütü desteğiyle
başlatılan, “Şiddetsiz Aileler
İçin Baba Eğitimi Projesi” çerçevesinde, 130 öğretmene
Antalya’nın Kemer ilçesinde
“Baba Destek Programı” semineri verilmeye başlandı.
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, seminerin açılış günü için
video mesajı gönderdi. Bakan
Dinçer, mesajında, her çocuğun,
• 44
zihinsel ve bedensel bir potansiyele sahip olarak doğduğunu,
doğduğu anda da ilk ilişkiyi annesiyle kurduğunu belirterek,
“Babasıyla tanışması daha sonradır. Ancak tanışma ve ilişki kurma şekli ne olursa olsun, anne
ve baba, çocuğun potansiyelinin
geliştirilmesinde her türlü katkıyı
yapacak güce sahiptir. Zihnî ve
psiko-sosyal gelişimde anne ve
babanın üstlendiği rollerde birtakım farklılıklar vardır. Anne, ailenin bir bütün olmasını sağlayan,
kişiler arası ilişkileri düzenleyen
bir birey, baba ise disiplini sağ-
layan, geleceği planlayan, ailenin
dışındaki dünyayla etkileşimde
bulunan biri olarak çocuğa model oluştururlar” dedi.
Dünyada annenin çocuğuna
karşı tutumunun, çocuğun gelişimine etkisinin bilindiğini ve anneleri destekleyici programların
uygulandığını vurgulayan Bakan
Dinçer, mesajında şunları iletti:
“Öte yandan babanın da çocuk
gelişiminde anne kadar önemli
olduğuna dair inanç giderek güçleniyor. Baba, çocuğun kişiliğinin
gelişiminde özdeşim modeli ol-
EKİM 2011 - SAYI 140•
ması sebebiyle büyük bir önem
Bakan Dinçer, babanın, çocu-
taşıyor. Bu nedenle çocuğun ge-
ğu yetiştirirken insan kimliği üze-
lişiminde babaya da destek vere-
rinde durarak, kadın-erkek ayrımı
cek programların oluşturulması
yapmamayı, fiziki gücünü kadına
ve yeni bir yaklaşımla aile içindeki
karşı kullanmanın hem psikolojik
baba kavramının yeniden işlen-
hem de ahlaken zayıflık olduğu-
mesi önemli ve aynı zamanda da
nu öğretmesi gerektiğini ifade
gereklidir. Bu açıdan hiç zaman
etti. Bakan Dinçer, mesajında,
kaybetmeden bu doğrultuda uy-
“Önemli
gun tedbirler alınmalıdır. Erkek-
baba olmak değildir. Bu konuda
lerin, haklara saygılı, çocuğuyla
kendini geliştirme isteğini duyan
demokratik ilişki kuran, otoriter
ve çaba harcayan, yaptığı hataları
olmayan, şefkatli, değerlerine sa-
gördüğünde bunda ısrar etmeye-
hip çıkan, çocuğuyla daha fazla
rek, hatadan dönme olgunluğunu
zaman geçiren, hayatın zorlukla-
gösterebilen baba olabilmektir”
rıyla baş ederken bile inancından
dedi.
taviz vermeden ilişki kuran bir
baba olmaları desteklenmelidir.”
olan
mükemmel
bir
Çocuk yetiştirilirken mutlaka iletişime geçilmesi gerektiğini
vurgulayan Bakan Dinçer, Millî
Eğitim Bakanlığı olarak sağlıklı
zihnî ve sosyal becerilere sahip
çocuklar yetişmesi için anne ve
babaların birlikte gelişimini desteklediklerini bildirdi. Bakan Dinçer, “Biz, kendi kendine yeten,
güveni tam, girişken, sorumluluk alan, araştıran toplumsal değerlere ve kurallara niçin uyması
gerektiğini bilen, hakkını arayan,
gerektiğinde itiraz eden, kendisi
ve çevresi ile barışık bir insan yetiştirmek istiyoruz” mesajını iletti.
Bakan Dinçer, eğitimci güçlendirme seminerinin çocukların gelişimine katkıda bulunacağına inandığını belirterek, başarılar diledi.
Dinçer, Aday Öğretmenlerin
Uyum Eğitimini Başlattı
Bakan Dinçer, 81 ilde göreve
yeni başlayacak öğretmenlere video konferans yöntemiyle
bağlanarak seslendi. Uyum eğitimine, 26 Ağustos’ta ataması
yapılan 11 bin 475 öğretmen katılıyor.
MEB Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü Bilişim Hizmetleri
Daire Başkanlığının konferans sa-
lonunda kurulan teknik donanım
ile öğretmenlere seslenen Bakan
Dinçer, konuşmasına “Saygıdeğer
öğretmenler hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Sizler eğitim
ailemize katıldınız. Aramıza hoş
geldiniz. Sizleri bu vesileyle tebrik
ediyorum, yeni görevinizde başarılar diliyorum” diyerek başladı.
Bakan Dinçer, “Siz görevinize
başlarken birçok hayal kurdunuz.
Mesleğinizle alakalı, şahsi geleceğinizle alakalı hayaller oluşturdunuz. Bu hayallerinizin ne kadar
gerçekleşeceğine dair birtakım
kesin tahminlerde bulunmak zor.
Ancak umarım bu hayallerinizi
gerçekleştirme konusunda başarılı olursunuz ve biz de elimizden
geleni bu alanda destek olarak sizlere sağlarız” diye konuştu. Aday
45 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
öğretmenlerin göreve başladıklarında kurdukları hayallerden farklı
şartlarla, durumlarla karşı karşıya
kalabileceklerine değinen Bakan
Dinçer, şöyle konuştu: “Göreve
başladığınız yerlerde, ilde, ilçede,
beldede veya herhangi bir yerde
hayal ettiğiniz fiziki şartları, eğitim
ortamını veya çalışma şartlarını
göremeyebilirsiniz. İşte bizim eğitim sistemimizin belki de pek çok
sorununu birdenbire görmek, onlarla yüzleşiyor olmak sizlerde bir
sıkıntı yaratabilir, endişe doğurabilir. Sizlere şunu söylemeliyim,
dünyanın hiçbir yerinde insanların kendi hayal ettiği şartlarda
ve değerlerde bir çalışma ortamı
bulması da öyle çok kolay olmaz,
olmayacaktır da. Mesela gittiğiniz
yerlerde kalabalık sınıflar görebilirsiniz.”
Türkiye’de uluslararası standartlarla karşılaştırıldığında derslik başına düşen öğrenci sayısının oldukça yüksek olduğunu
ifade eden Bakan Dinçer, Avrupa
Birliği ve OECD ülkelerinde bu
sayının 20-22 civarında olduğunu, bu sayının Türkiye’de 30’un
üzerinde olduğunu söyledi. Bakan Dinçer, öğretmen başına düşen öğrenci sayısının ise Avrupa
Birliği ve OECD ülkelerinde 1415 öğrenci olduğunu, Türkiye’de
ise bu oranın 28-30 civarında bulunduğunu belirtti. Bakan Dinçer,
“Gittiğiniz yerlerde fiziki şartları
gördüğünüz zaman da sıkıntı duyacaksınız ama daha da önemlisi
görev yaptığınız özellikle Doğu,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve
Orta Anadolu gibi birçok ilimiz-
• 46
de yaşam şartlarının, ekonomik
gelişmişliğin, insanların gelir düzeyinin verdiği sıkıntıları görüp
bunlardan dolayı da üzüntü duyabilirsiniz. Şunu söylemek istiyorum, bütün bunlara rağmen
biz bu kaderi yenmeye yönelik
çalışmayı yapacak yegâne ekibiz.
Eğer siz yoksulluktan kurtulmak
istiyorsanız eğitimden başka şansımız yok” diye konuştu.
Türkiye’de gelir dağlımını
dengeleyecek, eşitliği sağlayacak bir çaba ortaya konulacaksa
bunun için en önemli, en etkin
mücadelenin eğitimi geliştirmek
olduğunun altını çizen Bakan
Dinçer, bir insanın yaşam kalitesinin geliştirilmesinde de eğitimin
önemli olduğunu vurguladı. Sağlıklı yaşamanın, istihdam edilmenin, kişisel beklentileri gerçekleştirmenin tek yolunun eğitim olduğunu ifade eden Bakan Dinçer,
“Eğitim yoksa, istihdam edilme
imkânları düşüktür, zayıftır. Eğitim
yoksa sağlıklı yaşam imkânları
yoktur. Eğitim yoksa sağlıklı bir
çocuk yetiştirme imkânı da bulunmamaktadır. Öyleyse gittiğiniz
yerdeki yaşam kalitesinin düşük
olmasının yine yegâne çözüm
yolunun eğitimden geçtiğini bilmelisiniz” diye konuştu.
Millî Eğitim Bakanı Dinçer,
şunları kaydetti: “Bulunduğunuz
yerde çocuklarımızı eğitirken;
oranın yaşam şartlarını geliştirmek, kalitesini artırmak, insanların gelir düzeyini yükseltmek
gibi bir çaba ortaya koymayı
düşünüyorsak işte onun bu çocukların eğitiminden geçtiğinin
farkında olarak yapmalısınız. Bu
sebeple şayet sadece kişisel yaşam kalitesi değil, bir kentin yaşam kalitesinden bahsediyorsanız, gittiğiniz yerde, bir eğlence
yeri yoksa, sosyal aktivite yapma
yerleri yetersizse sizin sosyal ve
kültürel faaliyetlere katılmayla ilgili imkânlarınız sınırlı ise bilin ki
o kentteki insanların eğitilmesinden başka bu sorunun çözümü
yoktur. Yoksulluğu önlemenin
yegâne çaresi de yine eğitimden
geçmektedir. Daha da önemlisi
ulusal düzeyde büyümenin, kalkınmanın zemini eğitimle alakalıdır.” Bu ülkede insanların eğitim
ortalamalarının lise düzeyinin
üzerinde olması hâlinde bugünkü gayri safi millî hasılanın belki
en az yarısı kadar daha fazla bir
büyüklüğe sahip olunabileceğini
belirten Bakan Dinçer, şöyle devam etti: “ABD’de yapılan bir çalışma şunu söylüyor, ‘ABD’de lise
mezunu bir öğrencinin sahip olduğu beceriler, Kanada, Japonya, Güney Kore ve Finlandiya’daki öğrencilerin sahip olduğu beceriler kadar iyi olsaydı, ABD’nin
gayri safi milli hasılası yüzde 9-16
oranında daha büyük olacaktır’
diyor. Bu açıdan bakıldığında gittiğiniz yerlerdeki şartlar değil, o
şartların sizin üzerinizde olumsuz
etkileri değil, tam tersi o şartların
sizin üzerinizdeki olumlu etki yaratmasını, o makus talihi yenecek
olan yegâne gücün kendiniz olduğunu bilerek hareket etmenizi
öneriyorum.”
ABD’de yapılan yine bir araştırmanın hizmet veren kurumların,
EKİM 2011 - SAYI 140•
örgütlerin başarılarının yegâne
faktörünün insan olduğunu ortaya koyduğunu anlatan Bakan
Dinçer, “Öncelikle sizler işinizi iyi
yapar, çocuklarımıza sahip çıkar,
emanet olarak ortaya koyduğumuz çocukların eğitimi ve geliştirilmesi ile ilgili konularda kendinizi feda ederseniz inanın biz bu
zor şartları çok daha kolay aşacak
bir noktada olacağız” dedi.
Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, “Sizin bulunduğunuz yerde
uğraşacağınız insanlar sadece
çocuklar olmamalı. Aynı zamanda onların aileleri olmalı. Bunu
sağlayabilmek için de bu kez okul
ortamlarının herkese açık olması
lazım” dedi. Bakan Dinçer, yakında konuyla ilgili tedbirleri alacağını belirterek, “İdarecilere, il, ilçe
yöneticilerine, okul müdürlerine
konuyla ilgili talimatları göndereceğim” dedi.
“Fiziki imkânlar yetersiz olabilir, öğrenci sayımız çok olabilir,
çocuklarımızın maddi durumları
iyi olmayabilir ama inanın bütün
bu eksiklikleri kapatacak olan tek
şey öğretmenin güler yüzü, kendi idealleri ve çocuklarımıza dair
‘bunlar bir gün bir şey öğrenecekler ve öğrendikleri zaman da
bu ülkede daha iyi şeyler olacak’
misyonudur. Bu açıdan bakıldığında şartların asla bizi etkilemesine izin vermeyin. Biz şartları
etkilemeli ve bu ülkenin insanlarında üzerine çökmüş olan bu
yetersizliği ortadan kaldıracak
çabayı ortaya koymalıyız.” dedi.
Öğretmenin bir kişi bile olsa
pek çok şeyi değiştirebilecek
güce sahip insan olduğunu belirten Dinçer, şöyle devam etti:
“Yeter ki bu enerjiyi, bu misyonu,
çocukları yetiştirme davasını kendisi için mesele hâline getirsin.
Nitekim çevrenize baktığınızda
sadece sorunları değil, böylesine
başarılı öğretmenleri de göreceksiniz. Size önerim, sorunları görmek çoğu zaman insanların moralini bozan sonuçlar doğuruyor.
Hâlbuki başarıları, başarıyla işini
rektiğini vurguladı. Bakanlık olarak öğretmenlere bu konuda zemin hazırlayacaklarını ifade eden
Dinçer, “Ama sadece kendimizi
değişime uydurmamız yetmez.
Bunun bir bilgiye dayanması gerekir. Bizim ülkemizin en önemli
sorunlarından birisi şu anda bu.
Herkes değişmek gerektiğini biliyor ama değişmenin hangi yönde
olacağı, nasıl olacağı, ideal durumun ne olduğu konusunda ya fikir birliğine varamıyoruz ya da bir
yürüten öğretmenleri görmek,
onları dinlemek inanın bizi daha
çok motive edecektir. Bakış açılarımızda bardağın dolu kısmını görerek hareket etmenin çok daha
uygun bir strateji olduğunu, yeni
fırsatlar yaratacağını sizlere söylemek istiyorum.”
bilgi sahibi değiliz” diye konuştu.
Öğretmenlere Lübnanlı şair
ve yazar Halil Cibran’ın şiirini
okuyan Dinçer, Cibran’ın insanlara şöyle bir tavsiyede bulunduğunu belirterek, “Dünya durur
değişim olmazsa, değişim kör
olur bilgiyle aydınlanmazsa. Bilgi
bereketsizdir, eyleme dönüşmezse. Eylem boşunadır, sevgiyle
yoğrulmazsa.” Şiirine hatta şöyle
devam ediyor; “Bir eylemi sevgiyle yoğurmak ne demek? Eğer
bunu sorarsanız bana, pişirdiğiniz
ekmeğin hamurunu en sevdiğiniz
insan yiyecekmiş gibi yoğurmaktır. Dokuduğunuz kumaşı en sevdiğiniz insan giyecekmiş gibi biçmektir, diyor” dedi.
Öğretmenlerin değişimi takip
etmesi gerektiğinin altını çizen
Bakan Dinçer, öğretmenlerin sürekli kendilerini yenilemesi ge-
Bakan Dinçer, “Aileler çocuklarını 3, 4, 5 yaşından itibaren
17, 18 yaşına kadar bize emanet
ediyor. Bu emanete bizim ancak
sevgiyle, şefkatle yaklaşarak eğitim vermemiz mümkün olacaktır.
O açıdan bakıldığında karşımızdaki çocuğun kendi çocuğumuz
olduğunu, onun başarısının bize
gurur verdiğini görmelisiniz. Öğretmenlerimizin büyük bir bölümü
okuttukları çocukların başarılarıyla gurur duyarlar. Ben de öğretim
üyesiyim. Nerede başarılı olmuş
ve benden ders almış öğrenci
görüyorsam inanın hayatımın en
mutlu anlarından birisini yaşıyorum” dedi.
Çocukların temel bilgi ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi gerektiğine değinen Dinçer, öğrencilerin hayata hazırlanması
gerektiğini; düşünmeyi, soru
sormayı öğrenmeleri gerektiğini
kaydetti. Dinçer, şöyle konuştu:
“Öğrencilerin sadece sınavlarda
akademik bilgi ve beceriye dayalı
olarak alacakları yüksek puanlar,
bir okulun ya da bir öğretmenin
47 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
başarısını ortaya koymaya yetmeyecektir. O yüzden bizim çok
yönlü çaba içerisinde olmamız
gerekiyor. Eğer biz bunu başarmak istiyorsak biliniz ki özellikle
ilköğretim ve okul öncesi eğitim
alanda, özellikle Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu bölgelerindeki
alanlarda bu, ailelerle bütünleşerek gerçekleştirilebilecektir. Eğer
aileleri eğitime dahil edebilirsek,
özellikle anneleri eğitmeyi başarabilirsek o zaman biz çok yönlü
başarıyı sağlayacak bir ivme kazanabiliriz. Sizin bulunduğunuz
yerde uğraşacağınız insanlar
sadece çocuklar olmamalı. Aynı
zamanda onların aileleri, özellikle
anneleri olmalı.”
Bunun sağlanabilmesi için ise
okul ortamlarının herkese açık olması gerektiğini ifade eden Dinçer, “Ben yakında konuyla ilgili
tedbirleri alacağım, idarecilere,
il, ilçe yöneticilerine, okul müdürlerine konuyla ilgili talimatları
göndereceğim. Okullar sadece
derslikleri olan, fiziki alanlar olarak görülmemelidir. İçinde okuduğumuz okullar, oturduğumuz
evler bizim iç dünyamızı, ruh güzelliğimizi yahut da vizyonumuzu
yansıtan mekânlar olarak algılanmalıdırlar. Bu açıdan bakıldığında
fiziki mekânların sadece derslik
olarak görülmesi bizim başarıları-
• 48
mızın önündeki en önemli engellerden biridir. O okul bizim okul
müdürüne ait değildir. O okul,
okul idarecilerine ait olduğu kadar, öğretmenlere, öğrencilere,
velilere aittir. İçinde yaşadığımız
mahalleye aittir. Bu yüzden okulu
ve fiziki şartları tüm mahalle halkının, öğrencilerin ve velilerin kullanabildiği, rahat girip çıkabildiği
ve hatta kendi ailevi veya sosyal,
kültürel faaliyetlerini yapabildikleri mekânlar olarak görmelisiniz.
Çocukların ailelerini de o okullara çekecek türden yeni eylemler,
projeler ortaya koyabilmelisiniz.
Sorunlar çok ama sizden beklentilerimiz daha çok. Bu açıdan
bakıldığında sizlerin yeni yılda
bütün bu sorumlulukları duyacak,
taşıyacak kabiliyette ve güçte
olduğunuza inanıyorum. Tekrar
aramıza hoş geldiniz. Sizler bizimle beraber olduğunuz için biz
mutluyuz. Bu mutlu gününüzde
sizlere yeni görevlerinizde başarılar diliyorum. Bu eğitim-öğretim
yılının da hayırlara vesile olmasını
diliyorum” dedi.
Konuşmasının ardından Dinçer, Hakkari, Batman ve Bartın
illerine ayrı ayrı bağlanarak eğitime başlayan öğretmenlerle konuştu. Öğretmenlere yeni görevlerinde başarılar dileyen Dinçer,
bu yıl ilk defa başlattıkları uygu-
lamayı burada bırakmayacaklarını ve her yıl yaz dönemlerinde
öğretmenlerin eğitimleri için yeni
fırsatlar vereceklerini söyledi.
“Bir takım aksilikler, aksaklıklar
olmuşsa, ben arkadaşlarım adına da özür diliyorum. Çünkü ilk
defa denediğimiz bir uygulama.
Ama giderek geliştireceğiz ve
etkin hâle getireceğiz” dedi. Dinçer, öğretmenlerin yüksek lisans
ve doktora eğitimi ile kendilerini
geliştirmeleri gerektiğini de belirterek, “Yüksek lisans ve doktora
programlarını biz teşvik edeceğiz
ve onlara destek vereceğiz. Fakat
bunu yaparken de görev yaptıkları illerden uzaklaşmak için bir araç
olarak, bir taktik olarak kullanmamalarını diliyoruz. Maalesef bunu
yapanlar var. Her şeye rağmen
onların yanında olacağız” diye
konuştu.
MEB Öğretmen Yetiştirme ve
Eğitimi Genel Müdürü Ömer Balıbey de eğitimin 16 Eylül 2011
tarihine kadar süreceğini belirtti.
Bu eğitim kapsamında öğretmenlere uzaktan ve yüz yüze eğitim verileceğini aktaran Balıbey,
eğitimin 60 saat süreceğini, bu
sürenin 30 saatinin uzaktan eğitim yöntemiyle (video konferans
bağlantısıyla), 30 saatinin ise yüz
yüze gerçekleştirileceğini anlattı.
EKİM 2011 - SAYI 140•
49 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
• 50

Benzer belgeler