ramazan fıkraları

Transkript

ramazan fıkraları
RAMAZAN FIKRALARI
BAKİ SARISAKAL
RAMAZAN FIKRALARI
Bektaşi’nin birine:
— Ramazan’ı nasıl çıkardın?
Diye sormuşlar. Gülümseyerek cevap vermiş:
— Otuz kişi olduk bir günde çıkardık.
—
***
Sofunun biri Ramazan’da Camide, kadınlara düzgün hakkında vaaz ediyormuş;
düzgün sürmek şöyle mekruhtur, böyle fenadır, mezmumdur, felandır, filandır, deyip
duruyormuş.
Cemaatten biri kalkmış:
— Be hoca! Demiş. Bunları sen ne yüzle söylüyorsun? Senin karın bir gün bile
sürmesiz, düzgünsüz gezmez!
Hoca gülümseyerek cevap vermiş:
— Evet hakkınız var. Var amma, yaraşır hasbaya!
—
***
Minarelerden dizi dizi kandiller sarkmağa başlamıştı. Mahyacılar, onbir ay mahpus
kalan marifetlerini gösteriyorlar. Suya nakış yapar gibi havaya yazı yazmaya, resim çizmeğe
çalışıyorlardı. Kandiller dizi dizi sarkıyor, sağa yükseliyor, sola kayıyor, titreşiyor, uçuşuyor
ve sanki gökten damlarken minare boğumlarına takılı kalmış yıldız pırlantaları gibi insana
esrarlı bir heyecan veriyordu.
Hacı Bektaş kullarından Derviş Mehmet, kahvenin önünde oturmuş seyrediyordu.
Bir aralık Camiden çıkan bir yobaz yanına sokuldu, tezyif dolu bir gözle süzerek sordu:
— Mahya kuruluşunu seyrediyorsun? Oruç tutmazsın, alnın secde-i rahmana
kapanmaz. Ramazanı yalnız mahya seyretmek için gelsin diye beklersin?
Derviş Mehmet tebessümle cevap vermiş:
— Ramazanı ramazan diye severim. Ali’yi, Ali diye sevdiğim gibi.
— Fakat biz sizin gibi değiliz. İsterim ki her gün Ramazan olsun, her gün oruç
tutalım.
— Öyle amma, ramazan gider gitmez de arkasından bayram edersiniz. Bir adam
sevdiği gidince üzülür, matem tutar. Benim hiç bayram yaptığımı gördünüz mü?
Biz ikisini de hoş hörenlerdeniz.
—
***
Yaz’a rastlayan bir Ramazan gecesiydi. Afyonkeşlerden biri, köy kahvesinde
oturmuş, ahbaplarıyla yarenlik etmiş, kahvesini içmiş, arada birkaç parça da afyon yutmuştu:
Sahura yakın kahveden çıkıp uyukluya uyukluya evine giderken çubuğunun ateşi
söner. Bir iki adım ötede ateş böceklerini görünce seslendi:
— Yahu! Fenerli baba! Fenerli baba! Müsaade buyurda çubuğumu yakayım!
***
Sultan Eyüp’ün veziri Karakuş, her sene Ramazan ayında fukaraya sadaka
verirmiş. Bir sene yine ayırdığı sadakayı dağıttıktan sonra bir kadın gelmiş:
— Kocam öldü, demiş. Kefen alacak param yok.
Karakuş cevap vermiş:
— Bu Ramazanda ki sadakam tamam oldu. Gelecek sene inşallah sana bir kefen
alırım.
***
İkinci Mahmut, Yeniçeri sevmediği için Bektaşilere de candan düşman kesilmişti.
Adamları, Bektaşilerin Ramazan ayında oruç tutmadıklarını, iftar zamanı demlendiklerini,
kafalarını tütsüleyip cem ayinleri yaptıklarını verirler.
İkinci Mahmut, iftar zamanı rakı içildiği söylenen Bektaşi tekkesini basar.
Padişahın gelmekte olduğunu pencereden gören Bektaşilerden her biri bir tarafa savuşur.
Fakat çok yaşlı bir baba yerinden kalkamadığı için kaçamayarak tekkede kalır: Padişah ona
sorar:
— Canlar nerede? İhtiyar Bektaşi cevap verir:
— Sultanımızı görünce, ortada can mı kalır Padişahım?
***
Cahilin biri Ramazan’da oruç tutuyor, fakat namaz kılmıyormuş. Arkadaşlarından
biri:
— Boşuna oruç tutmak, sevap temin etmez demiş. Namaz da kılmak lazım.
— Öyle amma ben namaz kılmasını bilmem!
— Bunda bilmeyecek bir eşya yok. İmam ne yaparsa sen de onu yaparsın, olur biter.
Adamcağız camiye gitmiş. İmamın ne yaptığını görebilmek için tam arkasında yer
almış. Tesadüfen arkasında da kukuletalı bir adam namaza durmuş. Rükûa varmışlar,
kukuletanın sivrisi cahilin arkasına dokunmuş. Cahil bunu namazın icabı sanarak kendisi de
öndeki imamın arkasına dokunmuş. Abdesti bozulan imam, hiddetlenerek arkasına dönerek
adama bir tokat atmış. Bunu da namazın icabı sanan adam, hemen arkasına dönmüş
kukuletalıya bir şamar sallayarak:
— Haydi, demiş. Sen de arkandakine.
***
Kerimi adında bir şair, Ramazanlarda Fatih Camisi’nin avlusunda sergi açarmış.
Nüktedan, zarif ve hoş sohbet bir adam olduğu için devrin ricali sergiye gelir, şiirden, tarihten
konuşurlar, nükteler, fıkralar söylerlermiş. Kerimi’nin edebiyatla da ilgisi varmış. Şiir yazdığı
gibi gayet ustaca ölüm tarihleri düşürürmüş.
Bir Ramazan günü, onun şöhretini duyanlardan biri gelerek bir ölüm tarihi
ısmarlamış. Adamcağız on gün sırtı sıra gelmiş, bir türlü tarihi alamamış. Nihayet sabrı
tükenmiş.
— Be adam, demiş. Söyleyeceğin topu topu bir tarih, ölüye cennete sokup işin
içinden çıkacaksın. Bunu bu kadar uzatmanın manası ne? Bari yapamayacağım de de
başkasına yalvarayım. Mezartaşı yaptıracağım.
Kerimi gayet masumane cevap vermiş:
— Canım demiş. Ne yapayım, uğraşıyorum. Bir türlü herifi cennete sokamıyorum.
Zorla değil ya, girmiyor!..
***
Keçecizade Fuat Paşa, bir Ramazan daveti yapmıştı. Vükelâdan başka devrin ricali
de iftar sofrasında yer almıştı. Devrin şairlerinden Ayıntaplı Hasırcızade Sadi Efendi de
davetliler arasında idi. Bir arlık Hasırcızade Fuat Paşa’nın parmağındaki yüzüğü göstererek
sordu:
— Paşam affedersiniz amma merak ettim, yüzüğün taşı ne cins?
— Elmas!
— Size yılda kaç para kazandırır?
— Hiç! Bir para bile kazandırmaz.
— Benim ecdat yadigarı bir çift taşım var. Yılda tam elli altın kazandırır.
— Nasıl bir taş bu?
— Değirmen taşı!
***
Bir Ramazan günü, Bektaşi babalarından Derviş Remzi’ye sormuşlar:
— Ramazan’da insan açlığa dayanamaz, bayılacak bir hale gelirse ne yapmalı?
Baba Erenler şu cevabı vermiş:
— Sahurda dayanabilirsem tutarım, dayanamazsam yutarım’ Diye niyet etmeli!
—
***
Şair Fitnat Hanım, Haşmet’e:
— İki gün sonra Ramazan geliyor, oruçluyuz. Demiş.
Haşmet cevap vermiş:
— Ben geçen sene onu yedim di. Bu yıl gelmez! 1
***
“ Sıcaklara rastlayan bir Ramazan. Tiryaki fena halde susamış, Oruçlu olduğunu
unutmuş, şerbetçiyi görür görmez, koşmuş:
— Aman oğlum, demiş. Bir Demirhindi Şerbeti ver. Soğuk tarafından olsun.
Bardağı tan dudağına götüreceği sırada dostlarından biri elini yakalayarak:
— Ne yapıyorsun hazret? Der. Oruçlu olduğunu unuttun galiba!
Tiryaki üzgün bir halde evvela elindeki soğuktan buğulanmış bardağa, sonra
kendisini ikaz eden adamın yüzüne bakmış:
— Patladın mı be adam? Der. Şunu içtikten sonra söyleseydin. Olmaz mıydı?”
***
“ Hacı Bektaş kullarından birinin bir tarlacığı varmış. Birkaç yıl güzel mahsul
almış. Ekim zamanı gelmiş, Ramazan’da ufukta görülmüş. Akşamüstü bir köşede
demlenirken akılına bir fikir gelmiş: “ Mübarek bir aydayız. Eğer Tanrı ile ortak olursam
herhalde tarladaki mahsul fazla olur. “ diye düşünmüş ve başını göğe kaldırarak:
— İmanım, demiş. Gel seninle ortak olalım. Ne olursa yarı yarıya.
Tarlayı sürmüş, ekmiş, sulamış. Olacak bu ya o yıl havalar çok iyi gitmiş, çok
bereketli ve verimli olmuş. Toplama zamanı gelince başlamış mahsulü taksime:
— Bir kile sana, bir kile bana!
Böylece devam ederken, öte tarafın malını çok görerek demiş ki:
— İmanım! Senin için yemez, içmez diyorlar. Bir kile sana, iki kile bana!
1
Tasvir 1 Temmuz 1949, Sayı: 1363
Biraz sonra bunu da çok görmüş:
— Bir sana, üç bana!
Aradan birkaç dakika geçmiş yine oyunbozanlık etmiş:
—Senin hiçbir şeye ihtiyacın yok. gel bunun hepsini fakire bağışla.
Demiş ve yığınları birer birer karıştırmaya başlamış. Aradan kısa bir zaman
geçtikten sonra gök gürlemeye, şimşek çakmaya başlamış. Korkunç bir rüzgar çıkmış, yağmur
boşanmış ve ortalıkta ne varsa sel alıp götürmüş.
Baba erenler bakmış olacak gibi değil, bir kovuğa sığınmış bir ara şöyle bir
dışarıya bakayım demiş, gözünü kamaştıran bir şimsek çakmış. Başını göğe kaldırarak:
— Bre imanım, demiş. Verdinse aldın. Birde ışık yakıp fakirimi arıyorsun? “
***
“ Bektaşi’ye sormuşlar:
— Ramazan geldi, oruç tutmayacak mısın?
Hemen cevap vermiş:
— Hele Bayrama kadar düşüneyim, daha vakit var? “
***
“ Vaktiyle mollanın birini bayram namazından evvel vaaz vermeye davet
etmişler:
— Ey cemaat demiş, İçinizde bazıları rakıya müpteladır. Bunlar ramazanda
sabrederek günlerini geçirirler. Bayram gelir gelmez soluğu meyhane de alırlar. Bunun günahı
büyüktür. Yapmayın, etmeyin diye bir hayli nasihat verdikten sonra vaazı bitirmiş.
Cemaat arasında bulunan iki külhanbeyi hocanın bu nasihatini dinlemeyerek
doğruca meyhaneye gitmişler, bakmışlar ki camide vaaz eden hoca bir köşede oturmuş
demleniyor. Hayretle:
— Aman hocam demişler, Camide vaaz ederken rakı aleyhinde atıp tutan sen değil
miydi, şimdi ne arıyorsun?
Molla gülerek şu cevabı vermiş:
— A yavrum, dün eğer ben Camide rakı aleyhinde atıp tutmasaydım. Şimdi bu
meyhane de yer mi bulabilirdim! “
***
“ Bir Bektaşi, nasılsa ramazanda bir gün oruç tutmuş. Sonra bir mecliste birini
mahzun mahzun:
— Bu sene ramazanda bir gün kaçırdık. Dediğini duyunca Bektaşi atılmış:
— Esef etme, demiş. O senin kaçırdığın oruç, yabana gitmedi. Biz tutuverdik. “
***
“ Bektaşi ramazan günü namaz kılmış. Fakat namazın hiçbir kuralına riayet etmemiş.
Bunu gören biri sormuş.
—Yahu, demiş. Bu nasıl namaz. Yatman kalkman bir oluyor.
Bektaşi derin bir iç çekmiş:
— Ah Hocam, demiş. Bu nedir ki. Sen beni gençliğimde görmeliydin. Tekbir
lamamla, selam vermem bir oluyordu. “
***
“ Başıboş bir deve Cami kapısını açık görünce içeri dalmış. Gezdikçe kandillere
çarpıp kırarmış. Kayyum eline sopayı almış, döve döve deveyi dışarıya çıkarmaya uğraşırken
oradan geçen bir Bektaşi sormuş:
— Yahu bu deveyi niçin dövüyorsun.
— Nasıl dövmeyeyim Camiye girdi.
Bektaşi gülümsemiş:
— Vurma hayvandır. Aklı ermeyerek girmiş. Bak, hiç benim camiye girdiğimi
gördün mü sen? “
***
“ Vaktiyle hocanın biri mahalle mektebinde çocuklara ders okuturken rakı, şarap
içenlere atar, tutarmış, Hoca böyle bir kış ramazanında cerre gitmiş, kasabanın hancısından bir
oda istemiş, hancı hocanın bedavacı olduğunu sezince yer yok diye başından savmış. Yabancı
memlekette barınacak yer bulamayan züğürt hoca, kardan tipiden korunmak için bir dükkan
saçağının altına büzülüp nasıl sabah edeceğini düşünürken öteden sallana yıkıla bir sarhoş
gelmiş hocayı görür görmez haykırmış:
— Burada ne duruyorsun?
Hoca meseleyi anlatmış, sarhoş kumandayı vermiş: düş önüme!
Birlikte han gitmişler, odayı açtırmış, mangalı yaptırmış, hocanın gönlünü yapmış.
Ramazan bitip hoca tekrar mektebe döndüğü zaman derste gene rakı şarap bahsine
gelince Ramazandaki halini göz önüne getiren hoca:
O da lazım, bu da lazım! Dermiş. “
***
Otuz gün ramazanı hep rakı içmekle geçiren bir Bektaşiye sorarlar:
— Yahu, baba erenler Ramazanda hiç oruç tutmadın mı?
— Vallahi, der. Ramazan geldi ben kendimden geçtim. Ben kendime geldiğim
zaman da ramazan gelmişti.
***
“ Bektaşiye sormuşlar:
— Namaz dinin direğidir. Niçin namaz kılmıyorsun? Yoksa farz olduğunu
bilmiyor musun?
— Ah bilmez olur muyum? Fakat küçük yaşımdan beri kılmadığım için
alışamadım. Güç geliyor.
— Çaresi var. Kırk gün namaza devam et, bak bir daha terk edebilir misin.
Bektaşi gülmüş:
— Sen üç gün namazı terk et. Bak bir daha kılabilir misin? “
***
Bektaşinin biri, sıcak bir ramazan günü ağzını çeşmenin musluğuna dayamış kana
kana su içiyormuş
O sırada yoldan geçen bir hoca telaşla seslenmiş:
— Hey baba ne yapıyorsun? Oruç gitti.
Bektaşi gülümseyerek cevap vermiş:
— Oruç gitti ama, bana da can geldi.
***
Bektaşiye sormuşlar:
— Baba erenler nasıl ramazan sana dokunuyor mu?
—Yook, ben ona dokunmuyorum ki, o bana dokunsun.